Haberler logo Ocak '08 Arşivi

27 Ocak - 2 Şubat 2008

eBAY'DE KOLEKSİYONCU AVI

 

ABD'nin New York eyaleti eğitim bakanlığı arşivcisi, Amerikan hükümetine ait belgeleri zimmetine geçirdiği ve bunların bir bölümünü açık arttırma sitesi eBay'de sattığı gerekçesiyle tutuklandı.

Yetkililer, kayıp belgeler arasında 1823 yılında Amerikan Başkan Yardımcısı John C. Calhoun tarafından yazılan bir mektup, Davey Crockett'in yıllığının kopyaları, Texas'taki Alamo kalesinde ön saflarda çarpışanların yazdığı günlüklerin bulunduğunu belirttiler. New York eyaletinin Rensselaer kentinde oturan 54 yaşındaki Daniel Lorello'nun büyük çaplı hırsızlık, çalıntı mal bulundurmak ve dolandırıcılıkla suçlandığını belirten adli makamlar, ilk celsede masum olduğunu söyleyen Lorello'nun evinde yaptıkları aramada, 400 kadar çalıntı tarihi belge buldular. Lorello'nun, eski Amerikan Başkanı Calhoun'a ait 4 sayfalık mektubu 1700 dolara, Davey Crockett'in yıllığını 3200 dolara ve Poor Richard'ın yıllığını 1001 dolara sattığı belirtiliyor.

EBay'in de soruşturmada, resmi yetkililere yardımcı olduğu kaydediliyor.
Yeni Şafak, 29.01.2008


İlgili bağlantılar:

ÜLKELERİN TARİHİ ESERLERİ DE SATIŞTA!

İNTERNET ÜZERİNDEN TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI VE İSVİÇRE ÖRNEĞİ


MISIR'DAN 5 BİN OSMANLICA EL YAZMASI ESER GELECEK

 

 

Cumhurbaskanı Gül'ün Mısır ziyareti, ticari ilişkiler ve doğalgaz taşıma projesi yanında akademik alanda da önemli bir adımın atılmasını sağladı. Gül ile Mübarek'in talimatları doğrultusunda Mısır Milli Kütüphanesi'nde bulunan 5 bini aşkın Türkçe el yazması eserin dijital kopyaları Türkiye'ye gönderilecek. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen, Mısır Milli Kütüphane Başkan Yardımcısı Rifat Hasan Hilal ile görüşerek, ulusal kütüphaneler arasında el yazması eserlerin dijital kopyalarının değişimi konusunda mutabakata vardı. İsen'in, Mısır Milli Kütüphanesi'nde kayıtlı olan 5 bin 154 Türkçe eserin dijital kopyalarının en yakın zamanda Ankara'daki Milli Kütüphane'ye gönderilmesi için söz aldı.

 

İki ülke arasındaki mutabakata göre, Türkiye'deki ikinci büyük Arapça el yazması eser arşivine sahip olan Milli Kütüphane'den Kahire'ye de dijital kopya gönderilecek. Koleksiyonunda 17 bin 600 Arapça eser bulunan Milli Kütüphane'nin de en kısa sürede dijital kopyaları hazırlayacağı bildirildi. Bu sayede Mısırlı bilim adamlarının Türkiye'deki Arapça el yazması eserlere ulaşması sağlanacak.

 

İsen'in bu görüşmeye, Kahire'deki Türkçe el yazmaları konusunda Mısırlı araştırmacı Nasrullah Mübeşir başkanlığındaki heyetin 1987-1999 yılları arasında hazırladığı 5 ciltlik katalog ile gittiği öğrenildi. Mısır'daki bu Türkçe el yazmalarında, tarihten edebiyata farklı alanlarda Türkiye'deki akademik araştırmalar açısından gün yüzüne çıkmamış bilgiler ve belgeler bulunduğu, dijital kopyaların Ankara'ya getirtilmesiyle Türk bilim adamlarına büyük kolaylık sağlanmış olunacağını kaydedildi.

Yeni Şafak, Haber: Aslıhan Altay Karataş, 02.02.2008

DENİZLİ'DE TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA OPERASYON

 

Denizli merkez ve dört ilçesinde organize tarihi eser kaçakçılarına yönelik düzenlenne 'Sondaj1' operasyonunda 30 kişi gözaltına alındı.

 

Jandarma ekipleri, 6 ay süren çalışma sonrasında merkez, Acıpayam, Çal, Sarayköy ve Tavas ilçelerinde, elebaşılığını S.T, L.Ö. ve İ.S'nin yaptığı ileri sürülen üç suç örgütüne yönelik operasyon düzenledi. Sondaj1 kod adlı operasyon kapsamında S.T, L.Ö. ve İ.S. ile çalıştığı ileri sürülen 36 kişiye ait 35 ev ile beş işyerinde eşzamanlı arama yapıldı. Aramalarda 8 tabanca, 9 av tüfeği, 177 fişek, 206 gram barut, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait 312 altın ve gümüş sikke ile 85 parça çeşitli tarihi eser, kaçak kazı bölgelerini gösteren 48 kroki, harita ve CD, 10 dedektör ve donanımı, 3 kırıcı ve donanımı, dürbün, 21 cep telefonu, 2 bilgisayar kasası ile imzalı boş senet ele geçirildi. S.T, L.Ö. ve İ.S'nin de aralarında bulunduğu 30 kişi gözaltına alındı. Olayla ilgili olduğu iddia edilen 6 kişinin aranmasına ise devam ediliyor. Zanlıların, çeşitli zamanlarda Denizli merkez, Çal ve Tavas ilçelerinde sondaj ve kazı yaparak beş kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığı olayına karıştığı tespit edildi. Zanlılardan 28'i tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı, iki zanlı hakkında ise adli kontrol tedbiri alındı.

Zaman, Haber: Mehmet Yatkın, 01.02.2008

TARTIŞMALI BİR LİSTE

 

UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne baktığınız zaman sonsuz bir kalabalık gözünüze çarpar. Zaten bu listedeki abideleri ve koruma altına alınan bölgeleri, isim ve resmiyle tarif eden kitaplar rafları doldurmaya başladı. Sabırla tetkik ettiğiniz zaman bazı dengesizliklerle karşılaşıyorsunuz. Mesela, İspanya listesi çok uzun, Yunanistan listesi de uzun ama Suriye bunlar kadar değil. Oysa Suriye bu; beşeriyet tarihinin her adımı orada ifadesini buluyor.


Avusturya gibi yerler geniş bölgeleri listeye aldırmışlar; bütün Viyana'nın tarihi merkezi gibi. Fransa'da böyle bölgeler ve abideler bitmiyor, Almanya'nınki herkesinkinden uzun, hatta Hindistan'ı ve Yunanistan'ı da solluyor. Türkiye'nin listesi bırakınız İtalya ve Almanya ile eşit olmayı, adeta orta dereceli bir tarihi ülke görünümü verecek kadar kısa.


Bu gibi listelerin hazırlanışı yüzeyseldir ve çoğu kere UNESCO bürokrasisi içinde iddialı olan fakat az bilen kişiler tarafından hazırlanır. Genellikle başvuran ülkenin de bürokratları mukayeselere başvurarak bu konularda tartışma ve pazarlık yapacak kadar miras listesi üzerinde bilgili değildirler.
 

Yardımlar adilane değil

Bazı ülkeler Türkiye gibi bu listeye girmeye istekli olduğu halde fazla yer alamazlar; bazıları da İsrail gibi elalemi işine karıştırmak istemediği için listeyi dar tutarlar. Tabii çevrelerin korunmasına dikkat edenler yanında, içteki imar yolsuzluklarına karşı UNESCO korumasını kalkan yapmaya çalışanlar vardır. En yaygın eğilim ve endişe budur.


Şahsen UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'ne girmek için bu kadar ihtiraslı davranmayı pek anlamam. Zaten UNESCO'nun koruma listesine aldığı yerlere adilane bir yardım yapmadığı da çok açıktır. Gülünçtür ama doğrudur, Akdeniz Avrupa'sı ülkelerinin iktisadi vaziyeti ve tarihsel koruma şuuru çok daha zengin ve ananeye dayandığı halde halen üçüncü dünya ülkelerinden daha fazla yardım alıyorlar.


Bu yardımların yüzde 100 isabetle kullanıldığı gibi bir kuruntuya da kapılmayalım. Bizim tarihimiz için de çok mühim olan ve her karışının korunmasını canı gönülden arzu ettiğimiz Adriyatik kraliçesi Venedik'in durumu bunun çarpıcı bir örneğidir. Yapılanlar, yapılması gerekenin yanında nerdeyse devenin kulağıdır. UNESCO mirasından ne aldıklarını bilmiyorum ama kanaldaki ünlü altın ev (Casa d'oro) ben kendimi bildim bileli hep restore edilir.


UNESCO'nun ayırdığı tahsisatın, özellikle uzak ülkelerde UNESCO görevlilerinin yüksek seyahat harcamaları ile tükendiği de bir gerçektir. Tavsiye ve tenkitlerinin ise her daim isabetli olduğunu söylemek de güçtür.


Bütün bu yukarıda saydıklarımıza rağmen UNESCO listesinin özellikle taşı toprağı altın (!) olan İstanbul'daki imar yolsuzluklarını önlemekte koruyucu bir mekanizma teşkil edeceğini umarsınız. Oysa sert tenkitlere ve "Sizi listeden çıkarırız ha..." ihtarlarına rağmen UNESCO'nun şehri tanımadığı, uzman kadrolardan iyi yararlanmadığı açık.


Gözlemcinin gözlediği yeri bilmesi ve sevmesi lazım. Bozdoğan Kemeri'ne yani Valens Aquaductus'una sırtını veren sözde ahşap kaplı binayı gören yok. Nemrut Dağı'nda senelerce Komogen krallarının mezarını kazmaya çalışan ve kendini Schliemann zanneden bir Hollandalı tip, her yere girdi çıktı ve UNESCO bu vakaya aldırış etmedi. İstanbul'da Balat-Fener civarında UNESCO ve Avrupa Birliği gibi kuruluşların müdahalesi şu an sadece arazi ve bina fiyatlarını artırmaya yarıyor. Hiç değilse silueti kurtarma konusunda ciddi teklifler yapılmış değil.

İyi intiba uyandırmadık

UNESCO banka değil, hayrat kapısı da olmadığı çok açık; bürokratlarının Türklerin İstanbul'uyla ve Anadolu kıtasıyla gerçekten bilgi birikimine dayalı ciddi ilgileri yok. Dış ilişkilerde başlıca düsturumuz olan "Acaba ne koparırız?" eğilimimizden vazgeçmemiz lazım çünkü bir şey koparamayız. Eğer tarihe ve mirasa karşı ciddi bir ilgimiz olsa; "UNESCO'yu falan boş verin, fazla da gürültü yapıyorlar ayakaltında dolaştırmayın" diyeceğiz. Ne yazık ki kendi tarihi çevremizi spekülatörlerden ve ihmalkarlardan kurtarmak için UNESCO'yu bir tedbir olarak görme durumundayız.


Maalesef bugüne kadar İstanbul surları üzerindeki müdahaleleri üzerine kabul ettiğimiz bir uzlaşma dışında UNESCO ile olan ilişkilerde iyi bir intiba uyandırmadığımız açık. Bizim kendi uzmanlarımızın yazıp söyledikleri kaale alınmıyor; onun için maalesef yabancı kuruluşların müdahalesi ile birtakım yerleri korumak umudundayız. Yalnız esas çelişki de burada ortaya çıkıyor. Bazı hallerde UNESCO'lu koruyucuların da bilgisizliğine karşı başka korumalar gerekiyor.
Türkiye UNESCO'nun kuruluştan beri üyesi, dünya mirası sözleşmesine 1983 yılında imza attı ve 1985 yılından itibaren İstanbul'un bazı tarihi alanları, Göreme Milli Parkı, Divriği Ulu Camii, Hattuşaş, Pamukkale gibi yerler listeye alındı. Mesela, Hattuşaş tesadüf bu ya müteveffa Alman kazıcı Prof. Neve'nin gayretleri ile iyi bir restorasyon ve koruma evresine girmişti; listeye giren her yer için aynı şeyi söylemek çok zor. Korumanın ve gözetimin iyisini UNESCO değil, ancak her ülke kendisi yapabilir.
Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 27.01.2008

"TAM BİR MİRASYEDİ GİBİ DAVRANIYORUZ"

 

İstanbul, karasurlarında yapılan yanlış restorasyonlar, Süleymaniye, Zeyrek ve Tarlabaşı için alınan yenileme kararları ve Sulukule'de yapılması düşünülen Osmanlı Mahallesi nedeniyle zaten yeterince bunalmışken, üzerinde Four Seasons Oteli'nin ek yapısının yükseldiği tarihi Bizans Sarayı ve sonrasında havada uçuşan demeçler, 'Burası Türkiye, olur böyle' dedirtecek cinstendi.

yapi.com.tr'nin kardeş sitesi mimarizm.com, İstanbul'un 'Dünya Miras Listesi'nden 'Tehlike Altındaki Miras Listesi'ne düşürülmesi / düşürülmemesi ile ilgili gelişmeleri İCOMOS Türkiye Başkanı Prof.Dr. Nur Akın ile konuştu.

UNESCO heyetinin gelme tarihinin yaklaşması ile birlikte tartışmalar yeniden alevlenmiş, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bazı çalışmaların tamamlanmadığı gerekçesiyle Şubat başlarında yapılacak ziyaretin Mayıs ayına ertelenmesini istemişti.

Prof.Dr. Nur Akın, tam bir mirasyedi gibi davrandığımız görüşünde. Hele İstanbul gibi bir kent için, Dünya Mirası Listesi'nde yer almanın bir prestij meselesi olduğunu vurgulayan Akın, ancak bunun gereklerinin yerine getirilmesi gerektiğini söylüyor: "Litvanya'daki toplantıdan bu yana olumlu olarak sadece surlardaki restorasyon çalışmaları üzerine uluslararası bir çalıştay yapıldı. Bu, zaten beklenen bir şeydi ve oldukça da yararlı oldu. Süleymaniye ve Zeyrek’te çok şey yapıldığı söyleniyor, ama şeffaflık olmadığı için projelerin niteliği konusunda bir bilgimiz yok".

 

****

 

Sanki ‘dejavu’ adında fantastik bir ülkede yaşıyoruz; attığımız her yeni adım daha önce atılmış olanın üzerine denk düşüyor, kulaklarımız aynı söylemleri aynı vurgularla yakalıyor, gözlerimizin önüne tekrar tekrar aynı perde iniyor, ellerimizde hep o aynı kaçırma, ıskalama anının titremesi... Birkaç haftadır yine İstanbul’un ‘Dünya Miras Listesi’nden ‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne düşürülmesini tartışıyoruz. 2006’da ve daha önceleri de olduğu gibi. İstanbul’un 1985 yılında ‘Dünya Miras Listesi’ne alındığını düşünürsek, öyle görünüyor ki hep 1985 yılındayız. Aynı şaşkınlığı, beceriksizliği, hoyratlığı, başına buyrukluğu, dağınıklığı tekrar tekrar yaşamaktan keyif alıyor gibiyiz.

 

İstanbul’un ‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne düşürülüp düşürülmeyeceği yönünde rapor hazırlayacak olan UNESCO heyeti geliş tarihini erteledi mi ertelemedi mi bilemiyoruz (hem birkaç ayın ne önemi var ki?), ama bu ‘dejavu’yu birazcık olsun kırabilmek umuduyla neler olduğunu ICOMOS Türkiye Başkanı Prof.Dr. Nur Akın’a sorduk. Eylemlerimiz devam edecek.

 

 

İsterseniz öncelikle ‘Dünya Miras Listesi’nin ne olduğu ile başlayalım?

Dünya Miras Listesi, dünyadaki önemli yapılardan ve yerlerden oluşan bir liste. Bunlar o kadar özel ve değerli ki, sadece ait oldukları ülkede değil, dünya çapında koruma altına almak ve değerlendirmek gibi bir duyarlılık var. Geçenlerde Milliyet’te İlber Ortaylı’nın listeyle ilgili bazı görüşleri yer almıştı. Özetle diyordu ki, bunların bazıları çok şişirilmiştir, bazı ülkelerden ölçülerine göre çok fazla örnek yer almış, buna karşılık bazı ülkeler de çok daha fazla “dünya mirası” niteliğinde değerler içermelerine rağmen listede yeterince yer bulamamıştır. Örneğin Türkiye’nin listede dokuz mirası bulunuyor. Elbette listede bu gibi tutarsızlıklar olabilir. Ama dikkatli baktığınızda, yine de çok önem taşıyan yer ve yapıların listede olduğunu görürsünüz. Kuşkusuz Türkiye, büyük zenginliği ile Dünya Miras Listesi’nde daha fazla örnekle temsil edilebilirdi.

 

Henüz aday statüsünde olan yerler de var, onları da unutmamalı değil mi?

Elbette, örneğin Mardin gibi. Ama yine de listede olan dokuz örnek, önemli bir seçim. Burada arkeolojik alandan sivil mimarinin yoğun olduğu Safranbolu’ya doğru bir dengeleme de var.

 

Sözleşmenin bazı maddeleri tarafları ve yükümlülüklerini çok net tanımlıyor. Yerel ve merkezi yönetimlerimiz tam olarak neyin altına imza attıklarının farkında mı sizce? Sürekli bir dejavu yaşıyor gibiyiz zira.

Öncelikle basında da yinelenen bir yanlışı düzeltmek gerek. ‘Dünya Miras Listesi’nden çıkarılmak söz konusu değil. ‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne düşürülmek riski var. Üçlü bir gruptan söz ediyoruz burada, son seçenek de listeden çıkarılmak. Çıkarılmanın söz konusu olacağını hiç düşünmüyorum. İstanbul gibi çok önemli, dünya mirasının en yoğun olduğu bir kültür kenti her zaman bu listede olacaktır.

 

Söylediğiniz gibi biz burada bir tarafız ve üstelik çok uzun zamandan bu yana. Sözleşmeyi 1983 yılında imzalamışız ve 1985 yılında da İstanbul listedeki yerini almış. Böyle bir taahhüdün altına girdiğiniz zaman, hükümetlerin bu konuda dikkatli olması, özel bir yerleşmenin sahibi olarak duyarlı davranması, koruma ve değerlendirme çalışmaları yaparken de söz konusu olanın ‘dünya mirası’ olduğunu unutmaması gerek. Bu, dünyadaki her yer için geçerli. Geçtiğimiz yıllarda Almanya’nın Dresden kenti tartışıldı ve silüetteki yanlış uygulamalara, kentin bütünlüğünü bozacak eğilimlere sıcak baktığı için ‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne alındı. Şimdi küçük çabalarla durumu düzeltmeye çalışıyorlar.

 

Bu bir prestij meselesi, hele İstanbul gibi bir kent için, ki Roma’dan başka bir yerle karşılaştıramazsınız. Şunu da düzeltmek gerek, İstanbul’un tamamı listede değil. Listede olanlar, İstanbul karasurları, Sultanahmet arkeolojik alanı, Süleymaniye ve Zeyrek sit alanları. Dolayısıyla, aslında bunun bütünüyle tarihi yarımadayı bağladığını söyleyebiliriz.




Süleymaniye Tavanlı Sokak'ta yıkım (Foto: ICOMOS Türkiye)


Bahsettiğiniz alanların listeye alınmasından sonra koruma anlamında neler yapıldı, kısaca özetleyebilir misiniz? Neler değişti?


1985 yılından bu yana o kadar az şeyin yapıldığını görüyoruz ki... Yapılan şeyler var, ama onlar da uluslararası standartlara uygun değiller. Yani yıkılıyor, yapı tamamen ortadan kaldırıldıktan sonra betonarme olarak yeniden yapılıyor, üzeri ahşapla kaplanıyor ve ‘işte bu eski eserdir’ deniliyor. İstanbul, her seferinde tartışmalarla, ‘aman gidiyor, gitmesin’ endişeleriyle, biraz da kendisine duyulan sevgi nedeniyle hep listede kalabildi.

 

2006 yılında Litvanya’da yapılan toplantıda da İstanbul’un ‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne düşüp düşmeyeceği tartışıldı. Prof.Dr. Cevat Erder ile birlikte biz de ICOMOS Türkiye adına bu toplantıya katıldık. Orada, İstanbul için büyük bir çaba harcandı. Özellikle Cevat Bey, eski ICCROM Başkanı ve dolayısıyla da uluslararası katılımcı ve karar vericilerin pek çoğunun hocası olarak, kişisel ilişkilerini de kullanarak inanılmaz derecede özveride bulundu. Herşey, İstanbul’un ‘tehlike altındaki miras listesi’ne düşürülmemesi içindi. Biz, artık Türkiye’de koruma konularında uluslararası standartlarda birikime sahip, çok iyi yetişmiş geniş bir kadro olduğunu ve bu birikimle pek çok şey başarılabileceğini, nelerin doğru bir biçimde yapılması gerektiğinin çok iyi bilindiğini vurguladık. Buradaki potansiyel konusunda ve biraz daha bekleyip çaba gösterilmesi noktasında onları ikna ettik.

 

Sözüne güvenilir ‘hocalar’ olarak aslında zor durumda da kalabiliyorsunuz. Katılımcılardan biri söz aldı ve çok yakın zamanda Süleymaniye ve Zeyrek bölgelerinde bulunduğunu ve durumun sürekli daha da kötüye gittiğini kendi gözleriyle gördüğünü anlattı. Biz de çeşitli adımlar atıldığını ve projeler hazırlandığını, bunların sonuçlarının birkaç yılda alınacağını söyledik. Aslında, bu noktada hem İstanbul hem de Türkiye adına söz vermiş oluyorsunuz.

 

O toplantıdan bu yana, olumlu olarak sadece surlardaki restorasyon çalışmaları üzerine uluslararası bir çalıştay yapıldı. Bu, zaten beklenen bir şeydi ve oldukça da yararlı oldu. Süleymaniye ve Zeyrek’te çok şey yapıldığı söyleniyor, ama şeffaflık olmadığı için projelerin niteliği konusunda bir bilgimiz yok. Biraz önce değindiğim yetişmiş personelin ne kadarının bu işlerde kullanıldığını bilmiyorum. Belki kullanılıyor, ama haberdar değiliz.




Yine Tavanlı Sokak (foto: ICOMOS Türkiye)


UNESCO tam olarak nelere vurgu yapıyor?


UNESCO tarafından en çok dikkat çekilen konulardan biri, Süleymaniye ve Zeyrek’te bulunan ahşap konutlarda yenileme değil restorasyon yapılması. Surlarda yapılan çalışmalarla ilgili endişeleri vardı, şimdilik en azından bu konuda bir şey yapılmıyor. Sempozyum yapıldı ve ciddi bir sonuç bildirgesi hazırlandı.

 

Aslında bütün beklentilerin içinde en önemlisi, tüm dünya mirası olarak belirlenmiş değerlerden en başta istendiği gibi, öncelikle bir alan yönetimi planının hazırlanmasıydı. Bu şu anlama geliyor: ‘Dünya Mirası Listesi’ içinde yer alan bu değerler grubunun tam olarak envanterinin (nasıl değerlendireceksiniz) yapılması ve bu mirasın nasıl yönetileceği? UNESCO tarafından listede yer alan bütün yerlerden beklenen en temel işin bu olduğunu tekrar vurgulamak gerekir. Örneğin yine ‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne düşmesi söz konusu olan Semerkand’a giden UNESCO/ICOMOS inceleme ekibinde ben de vardım, orada da en büyük sorun alan yönetim planının olmamasıydı. Dönüşte hazırladığımız raporda bunun eksikliğini vurguladık. Şimdiye kadar bildiğim kadarıyla İstanbul için de bu konuda belirgin bir adım atılmadı.

 

Bir koruma yasası (2868 sayılı yasa) olduğu halde, 5366 sayılı ‘Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması’ adlı başka bir yasa çıkarıldı. Genel olarak tarihi dokuyu nasıl değerlendiriyoruz ve bu, koruma algımıza nasıl yansıyor?

Yenileme ve koruma, birbiriyle çok ters iki kavram. Özellikle ülkemiz için böyle bir başlık oldukça endişe verici. Yapılanları incelemek için 2006’da gelen heyet de raporunda bu durumun altını çiziyor. Raporda, o tarihte yeni çıkmış olan söz konusu 5366 sayılı yasa ve onun yenileyerek koruma yaklaşımının kendilerinde yarattığı kuşkuyu dile getiriyorlar ve bunun iyi ya da kötü anlamda mı kullanılacağına dair soru işaretlerini vurguluyorlar.

 

Gerçekten de bir tehlikeden söz etmek mümkün. Bir arkadaşımız, geçenlerde yaptığımız bir ICOMOS toplantısında yirmi yenileme alanının daha geldiğini anlattı. Şu an gündemde olan Sulukule, Süleymaniye ve Tarlabaşı yenileme alanlarının durumu ortada. Yenileme Alanları Kurulu’nun çalışmalarına ICOMOS’u temsilen ben de katıldım ve avan projelerde gördüğüm kadarıyla, müelliflerin yaklaşımları maalesef bölgelerin korunması gerekli değerlerini olması gerekli düzeyde ele almıyor. UNESCO raporunda vurgulanan, bizim taşıdığımız ve yasanın adında açıkça kendini gösteren endişe, orada gerçeğe dönüşüyor. Türkiye’de başka türlü olamıyor zaten, onun için bu endişelerle birlikte yaşıyoruz. Uygulamalarda, 2863 sayılı yasanın maddelerine ters düşen pekçok şey var ve onların dayanağı olarak da 5366 sayılı yasa gösteriliyor. Bence o yenileme projeleri uygulanırsa ki büyük olasılıkla uygulanacaklar, bu yasa aracılığı ile de geriye dönüşü olmayan çok büyük kayıplar yaşayacağız.




Süleymaniye Şemsettin Sokak (Foto: ICOMOS Türkiye)


2006’da heyetin incelemelerini yakından izleyen Sanat Tarihçisi Derya Nükhet Özer’in aktardığı bir anekdot vardı. Heyet, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’e Zeyrek’te arayıp da bulamadıkları yapıları soruyor ve o evlerin hala planlar üzerinde olduğu karşılığını alıyor.

 

Söylemek istediğim tam da bu. Örneğin Sulukule’nin sosyal sorunları daha başka ve STK’ler bunun üzerine de gidiyor. Kuşkusuz korumanın çok önemli bir yanı da, fiziksel yapı ile eğer hala kalmışsa sosyal yapıyı bütünleştirerek koruma. İtalya Bologna örneğinde, fiziksel ve sosyal yapı birlikte değerlendirilerek geleceğe aktarılmıştır. Sosyal yapıyı bir kenara koysak bile, Sulukule’de, her ne kadar korunmadığı için değişmiş ve bozulmuş olsa da o konteks içinde oranın bir parçası olan eski yapılar var. Projeye baktığınız zaman bunların hiç önemsenmediğini görüyorsunuz. Karşınıza yeni bir düzen, bambaşka bir mimari biçimleniş çıkıyor. Hadi evleri bir kenara bırakalım, orada sokak silüetinde bir süreklilik, oluşmuş bir doku özelliği var. Hiç olmazsa eski haritalarda bile görülebilen bu sürekliliğin korunması bağlamında bir çaba, duyarlılık bekliyorsunuz; ama o da yok.

 

Tarlabaşı için veriler çok daha farklı. Hem ana aksın üzerinde, hem de içerilerde birçok yapı var ve projelerde bunun gerektirdiği hassasiyeti göremiyorsunuz. Tarlabaşı’nda, ki Sulukule için de bir eksiklikti o, yapılması gereken en önemli şey müelliflerce yapılmış olduğu varsayılandan çok daha kapsamlı bir envanterizasyon çalışmasıydı. Tipolojilerin, yenileme alanının eski ile yeniyi bütünleştirecek özelliklerinin neler olduğu çok iyi analiz edilmeli, yeni öneriler geliştirilirken bunların üzerine düşünülmeliydi.

 

Tarihi yarımada, Tarlabaşı, Tophane’nin de içinde olduğu Perşembe Pazarı ve hatta Kongre Vadisi için alınan kararlarda en önemli anahtar sözcüklerden biri ‘turizm’. Bu, her fırsatta dile getiriliyor, turizm ‘korumama’nın gerekçesi gibi gösteriliyor. Bu karmaşayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Turizm, işin bir parçası ve birşeyleri koruduğunuz zaman zaten turizm ile bütünleşiyor. Bakın gazete ilanlarına, İtalya turu demek Roma, Venedik, Floransa demektir. Bu, başka ülkeler için de böyledir. Bunların hepsinde tarihi verilerin yoğunluğu ön plandadır. Roma’ya gittiğiniz zaman yeni yerleşmeyi değil, Roma’nın merkezindeki tarihi birikimi görmek istersiniz. Siz tarihi verileri gözardı etmeden bilimsel ilkelere uygun bir koruma yaparsanız, zaten bütün birikim kendi değerlerini tüm özgünlüğüyle açıkça sergiler. Bizdeki eğilim korumada turizmi bir amaç olarak ortaya koyuyor, oysaki bu konuda turizm ancak bir araç olabilir.




Süleymaniye Namahrem Sokak (Foto: ICOMOS Türkiye)


‘Koruma’ kriterleri zaman içerisinde nasıl değişti, zaman içerisinde yaşanan bu gelişme şu an bize ne gibi fırsatlar sunabilir?


1950’lere kadar esas olan tek yapı ölçeğinde korumaydı. 1964’te kabul edilen Venedik Tüzüğü, ölçek olarak ‘tarihi çevrenin korunması’nı gündeme getirdi. (Hatta/-) Venedik Tüzüğü’nün birinci maddesi, korumanın, artık tek tek görkemli yapılara eğilmenin ötesinde çok daha geniş, tasarımcısının belli olmadığı anonim mimariyi de kapsamı içine alacak bir ölçeğe geldiğini vurguluyor. Hatta bu bağlamda, korumanın kentsel yerleşmeden kırsal yerleşme ölçeğine kadar inebileceğini belirtiyor.

 

Günümüzde, bunlara ek olarak bir de ‘silüet değeri’nden söz etmek mümkün. Bu da, koruma altına aldığınız alanın etkileme bölgesi anlamına gelen ‘tampon bölgesi’ne karşılık geliyor. Yani örneğin Tarihi Yarımada’yı ele alacak olursak, hem tarihi yarımadanın görüş mesafesinde kalan hem de tarihi yarımadayı görebilen, dolayısıyla da bu dünya mirasıyla silüet etkileşimi içinde olan yapılaşmalara dikkat edilmesini gerektiren geniş bir ölçekten söz ediyoruz.

 

Bu bağlamda, Mayıs 2005’te Viyana’da “Dünya Mirası ve Günümüz Mimarisi-Tarihi Çevre Yönetimi”başlıklı bir konferans düzenlendi. Çünkü Viyana kentsel sit alanı gökdelenlerin tehdidi altında. Toplantının, “Viyana Memorandumu" adıyla anılan ve tarihi kentlerin siluetini etkileyecek yeni yapılar konusunda önemli kararlar içeren sonuç bildirgesi, silüeti tehdit edecek yüksek yapıların inşasında çok dikkatli olunması gerektiğini vurguluyor. Çünkü silüet de tarihi çevrenin vazgeçilmez bir parçası.

 

Ölçek bu kadar genişlemişken, hükümet 5366 sayılı yasa ile SİT alanları içerisinde yenileme alanları belirleyerek bütünlüğü parçalıyor. Öte taraftan da bir alan yönetimi planı hazırlanmaya çalışılıyor. Burada bir yanlışlık yok mu?

Olayın bütününe bakılmıyor. Söz konusu olan tampon bölgeleriyle birlikte bir bütün oluşturan tarihi açıdan çok önemli bir alanın yönetimi. Alan yönetimi planı, sadece uluslararası bir gereklilik olduğu için değil, gerçekten tarihi yarımadayı kendimiz için de korumak istiyorsak mutlaka gerekli. Alan yönetiminin getirileri düşünülmüyor ama yenileme alanlarıyla ilgili avan projeler yapılıyor, ilgili kurula sunuluyor... Alan yönetimi konusunda çok ağır işleyen süreç, yenileme alanları ve projeleri için tam tersi bir hızla karşımıza çıkıyor.

 

Özellikle Four Seasons Oteli’nin ek yapısı ile ilgili gelişmeler, koruma kurulları hakkındaki endişeleri yeniden gündeme getirdi. Siz neler düşünüyorsunuz?

Ne yazık ki zaman zaman bazı kurul kararlarının koruma açısından şaşırtıcı olduğu düşünülür. Ama Four Seasons Oteli’nin ek yapısı bu konuda bir doruk noktası oldu. İstanbul’da 3 adet koruma kurulu olduğu dönemde bakılacak dosya sayısı çok olduğu için dosyalar birikiyordu, bir konunun değerlendirilmesi için çok uzun zaman bekleniyordu. Şimdi, koruma kurulu sayısı Yenileme Kurulu ile birlikte 7’ye çıkmış durumda. Kurulların sorumlu oldukları alanların bölünmesiyle, dosyalara daha detaylı bakabilecekleri, yani konulara daha fazla zaman ayırabileceklerini varsayıyorum. Ancak benim endişem, kurulların çokluğuna bağlı olarak kararlarda oluşabilecek tutarsızlıklar ve bu kadar çok kurula gerekli kurul üyelerinin oluşumunda uzmanlığa ne kadar öncelik verildiği. Ayrıca üyelerin sık sık değiştirilmesi, bir kuruldan başka bir kurula gitmesi vb.süreksizlikler. Konuyla ilgili birisi olmama rağmen, hangi kurulda kim var artık bilebilmek pek kolay değil diye düşünüyorum.

 

Four Seasons örneği üzerinden devam edersek, Mimarlar Odası’nın çok zaman önce uygulamaya itiraz ettiğini ve gerekçelerini ortaya koyduğunu biliyoruz. Ancak o zaman sesini çıkarmayan kamuoyu, şimdi ayaklanıverdi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

ICOMOS TR’nin sorumlusu olarak, ben de olayın bu noktaya vardığını yeni gördüm. Orada tahta perdeler arkasında birşeyler yapılıyor. Orası İstanbul’un en önemli arkeolojik alanı. Müze denetiminde yapılan, Four Seasons’ın finanse ettiği bir kazı olduğunu biliyoruz. Otelin ek yapısı için ilgili koruma kurulu tarafından onaylanmış bir proje ve ona göre yapıldığı belirtilen bir uygulama var. Ancak Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan hava fotoğrafı ile o ek yapının arkeolojik alanla nasıl iç içe olduğunu ve boyutlarını ilk kez yakından gördük ve çok şaşırtıcı oldu. Bu denli önemli bir alan üzerine böyle bir yapı yapılır mı diye. Yine şeffaflık konusuna geliyoruz. En kötüsü de bu, özellikle bu kadar temel bir konuda paylaşımın en alt düzeyde olduğu bir durumdayız. Bütün bunlar ne yazık ki, koruma değil de korumama eğiliminin ağır bastığı bir ortamı sergiliyor.

 

Tartışmalar, İstanbul’un 2010 Kültür Başkentliği sürecini de çok yakından ilgilendiriyor. Kültür Başkenti olarak seçilen kentin ülkesinin başbakanı, “Harabelerin üzerine otel yapıyoruz, ‘istemezük’ diyorlar” gibi bir demeç verebiliyor. Oysaki hem dünya kültür mirası listesinde hem de kültür başkentliğinde en önemli vurgu kültüre yapılıyor. Diğer önemli bir vurgu da, kurumlar arası işbirliği ve şeffaflık üzerine.

 

Adı üzerinde, ‘ticari başkent’ değil ‘kültür başkenti’! Dolayısıyla bunun içinde, kültür ağırlıklı fiziksel yapının korunması da var. Bu büyük bir fırsat, öyle olduğu için de Avrupa’da bir kent ‘kültür başkenti’ seçildiği zaman koruma açısından da değerlendiriyor, restorasyon çalışmaları başlıyor. İstanbul için de yapılması gereken ve beklenen bu. Ve şunun şurasında 2 yıl kaldı, o da göz açıp kapayıncaya kadar geçiverecek. Bütün STK’lar, devlet mekanizması ve vatandaşlar birlikte çalışmalı, ama ben bu konuda olumlu bir yaklaşım göremiyorum. Biz, STK’ler olarak büyük bir mücadele veriyoruz ve her zaman da vermeliyiz, çünkü varoluş gerekçemiz bu. Ama daha önce de değindiğimiz gibi şeffaflığın olduğunu söylemek zor, herkes kendi köşesinde çabalarını sürdürüyor. Giderek medyanın daha da aktif bir biçimde süreç içerisinde yer aldığını görüyorum ve bu beni çok sevindiriyor. Bu konularda kamuoyunun bilinçlenmesi çok önemli.

 

Bundan sonrası için nasıl bir strateji benimsenebilir, hangi adımlar atılabilir, bir işbirliği oluşturulabilir mi?

Öncelikle şeffaflık sağlanmalı. İstanbul’un tarihi değerleriyle ilgili olarak alınan önemli ve temel kararların, gerçek uzmanlarla tartışılarak sonuca bağlanması gerekir. En azından alınan kararlar paylaşılmalı, çünkü neler olduğunu bilmiyoruz. Oysa korunması gereken bir değeri ortadan kaldırdığınız zaman, bunun geri dönüşü yok. Yerine yenisini koysanız da, artık o o değil. Bana kalırsa İstanbul’un tarihi değerleri konusunda ne yazık ki tam bir miras yedi gibi davranıyoruz.

Yapı, Haber: Mesut Tufan, 01.02.2008

18 ve 19. YÜZYILLARDA İSLAM SANATI

 

 

ABD'nin New York kentinde, "18. ve 19. Yüzyıllarda İslam Sanatı ve Batı" konulu sergi açılacak.

Hunter Üniversitesi'nde, Amerikan-Türk Cemiyeti'nin desteğiyle düzenlenecek sergi, 7 Şubat Perşembe günü yapılacak resepsiyonla açılacak.

 

Kreatörlüğünü Prof.Dr. Ülkü Ü. Bates'in yaptığı sergide, Metropolitan Sanat Müzesi'nden ödünç alınan 40'tan fazla sanat eseri de yer alıyor. Birçoğu ilk kez sergilenecek eserlerin kimilerini Türkiye'den gelenler oluşturuyor.

 

Sergi, 18. ve 19. yüzyıllarda İslam dünyasındaki sanatsal eğilimleri ele alan ilk sergilerden biri olma özelliğini taşıyor.

 

26 Nisan'a dek görülebilecek sergi, normal ziyaretlerin yanısıra, 3 değişik tarihte, Bates öncülüğünde, özel gruplar halinde de gezilebilecek.

Trt/Haber, 01.02.2008

YİTİK KENTİN KEDİSİ

Yeniden dikilen her sütun, toprakta kazılan her oda, bir kez daha gün ışığı gören her mozaik yitip gitsin isteniyor. Üzeri yeniden doldurulacak tarihin. Allianoi, yitik bir kent olacak yeniden ve ‘su perisinin yurdu’ suyla örtülerek unutturulacak bu kez. Allianoi şimdiden yitik bir kent gibi kendi sessizliğine terk edilmiş. Her şey geride bırakılıp gidilmiş. İlya’nın kedisi bekliyor şimdi, su perisinin kenti Allianoi’yi…

 

Daha Bergama’yı çıktıktan hemen sonra İvrindi yol ayrımındaki tabeladan belliydi aslında nasıl bir manzara ile karşılaşacağımız. Allianoi’ye giden yolun üzerine dikilen, 1800 yıllık sağlık yurdunun korunması gerektiğine işaret eden tabeladaki yazılar boyalarla kapatılmış, üzerlerine simsiyah harflerle “Su-baraj istiyoruz” yazılmıştı. Öğleden sonra güneşi, antik kentin ortaya çıkarılan kalıntıları üzerine vurmuşken vardık Allianoi’ye. Antik kentin ancak yüzde 30’unun gün yüzüne çıkarıldığı kalıntıları İlya Çayı’nın her iki yanına uzanmıştı. Çayın üzerinde bulunan ve 1992 yılında restore edilen Roma Köprüsü’nden geçerken, kalıntıların arasından çıkan bir kedi miyavlayarak yanımıza geldi. Allianoi’yi bulan arkeolog ekibin başkanı Trakya Üniversitesi öğretim üyesi Yard.Doç. Dr Ahmet Yaraş hocanın kızı İlya’nın kedisi Makarna’ydı bu. Sevecen mırıltılar eşliğinde ayaklarımıza dolanan Makarna, sanki bize rehberlik etmek istermiş gibi hemen önümüze düştü. Geçen yıl kazı yerinde bulunan üç köpek kimliği meçhul kişilerce zehirlenmiş, sadece Makarna kalmıştı geriye. Bu köpeklerden arka ayağı sakat olan Ceronimo kazının maskotu olmuştu. “Ceronimo Allianoi ile bütünleşmişti adeta. Bütün görüntülerde, fotoğraflarda o da vardı. Onu öldürmelerinden sonra sihir bozuldu” diyordu Ahmet Hoca, son görüşmemizde.


Allianoi’yi bulan ve tüm yokluklara rağmen özveri ile çalışan Trakya Üniversitesi öğretim üyesi Yard.Doç. Dr Ahmet Yaraş ve ekibine bu yaz kazı izni verilmedi. İlk sene kazının ödeneğini kestiler ama heyetin çalışmalarını engelleyemediler. Allianoi kazısı gönüllülerin topladığı paralarla sürdürüldü. Geçtiğimiz sene ise Kültür Bakanlığı kazı için gerekli izni vermedi. Antik kenti çocukları gibi gören kazı heyetinin onun baraj suları altında kalmasını önlemek için verdiği mücadele, yetkililerin bir hayli canını sıkmıştı.


Arkeologlar, Yortanlı Barajı suları altında kalacak olan antik kentte kurtarma kazısı yapmak yerine, normal bir kazı çalışması yapmakla suçlandı! Allianoi’yi insanlık tarihine yeniden sunan arkeologların onu kurtarmak için çalışmalarından daha doğal ne olabilirdi ki? Son olarak Koruma Kurulu tarafından baraj su tutmadan önce üzeri mille kapatılması kararlaştırılan Allianoi’de, Şubat sonuna kadar rölöve çalışmalarının bitirilmesi öngörülüyordu.


Bu kadar kısa bir zamanda bu kadar fazla eserin rölöve çalışmalarının yapılabilmesi için hummalı bir uğraş ile karşılaşacağımız düşüncesi ile gittiğimiz antik kente uzun zamandır kimsenin uğramadığı belli oluyordu. Kazı yerinin iki bekçisinin işlerine çoktan son verilmişti. Bomboş görünen kazı bölgesinde aylar öncesinden asılan pankartlar ve tabelalar, yıpranmışlıklarına rağmen asıldıkları yerlerde hala duruyorlardı. Oymalı sütun başlıklarının ve çeşitli yapı taşlarının ardındaki bir duvara “Allianoi çocuklarımız için var olmalı” pankartı asılmıştı. Cerenimo’nun kulübesinin yanında bulunan küçük bir barakanın duvarında ise “Allianoi sular altında kalmasın” yazıyordu. Kazı alanı içerisinde bulunan diğer yapıların üzerlerinde de antik kentin korunması, sular altında bırakılmamasını isteyen yazılar göze çarpıyordu.

 

Kazı dönemlerinde her zaman cıvıl cıvıl bir canlılığın olduğu yemek yenilen küçük barakanın kapısı kilitliydi. Günün yemek listesini gösteren beyaz tahtanın üzerinde son yenen yemeğin adı hala okunuyordu; “Menemen, peynirli makarna, kavun”… Bir zamanlar bir çay içimi soluklanılan çardağın altı şimdi cam kırıkları, kağıt parçaları ile doluydu. Sanki, duvarlardaki pankartın üzerinde resmi bulunan Su Perisi (Nymphe)’nin hüznü sinmişti her yana. Buğuların yükseldiği hamama tahta korkuluklarla çevrilmiş gezi yollarından geçerek ulaştık. Makarna, yine ayaklarımızın dibinde dolanıyor, kamera çekimi yapan arkadaşımızın rahat çekim yapmasını engelleyecek kadar sırnaşıyordu. Tahta gezi yolunun aşağısında kalan ve şu anda Bergama Müzesi'nde sergilenen Nymphe heykelinin bulunduğu bölmede, heykelin bir fotoğrafı duruyor şimdi. Sütunların bulunduğu oda sularla dolmuş, yosun yeşiline bürünmüş sular tabanındaki mozaiklerin görünmesine engel oluyordu. Hamam bölümüne girdiğimizde sıcak bir buğu yüzümüze çarptı önce. Ardından buharların gerisinde fokurdayan üzeri kapalı havuz göründü. Duvarları sarmaşıklar ve yosunlarla kaplanmıştı. Havuzunun suları 1.800 yıl önce olduğu gibi aynı devinimle kaynamaya devam ediyordu. İkindi güneşi sütun başlıklarını sarı bir renge bürüyerek akşam alacasına doğru yol alırken, çayın öte yanında kalan kazı alanını gezmeye vaktimizin kalmadığını anladık.

Evrensel, Yazı: Özer Akdemir, 01.02.2008

BM'İN VANDALLARI İŞBAŞINDA

 

 

Afrika'nın Batı Sahra bölgesinde konumlanmış Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü askerlerinin, bölgedeki mağaralarda bulunan 6 bin yıllık duvar resimlerine çok ciddi zarar verdiği ortaya çıktı. East Anglia Üniversitesi'nden Nick Brooks'la Gerona Üniversitesi'nden Joaquim Soler'in hazırladığı ve The Times gazetesi tarafından yayımlanan rapora göre, Batı Sahra'ya iki yıl önce Fas'la ayrılıkçı Polisario Cephesi arasında barışı sağlamak üzere konuşlandırılan Birleşmiş Milletler askerleri, bu süre içinde çevredeki mağaraların duvarlarına sayısız grafiti çizmiş.

'Şeytan Dağı' adı verilen bölgede bulunan mağaralardaki duvarlara zarar veren askerler, isimlerini ve çizdikleri tarihi yazmakta da hiç sakınca görmemiş. Örneğin, Hırvat bir asker tarihi bir çizimin üstüne 'CroArmy' yazarken, Mısır'dan İbrahim, 6 bin yıllık zürafa resminin üzerine adını yazıp imzasını atmış ve telefon numarasını not düşmüş. Bir başka duvara adını yazıp tarih atan Issa adlı binbaşıysa resmi kayıtlara göre 'Barış Korumada Ahlak' konulu BM kursunu yeni tamamlamış.
Bölge halkı için çok değerli bir kültürel miras olarak görülen duvar resimlerine yapılanlar BM görevlilerini de şaşkına çevirdi. Bölgedeki BM gücünün başı ve BM Genel Sekreterliği temsilcisi Julian Harston, bu vandalizmin boyutları karşısında şokta olduğunu söylerken, "Çok üzüldüm. Onlardan daha bilinçli davranmalarını beklerdim. Çünkü sıradan askerler bile değil, bunu yapanların hepsi subay" diyor; "Çalışmalarının altına imzasını atacak kadar nazik olanları kendi ülkelerine bildireceğiz. Tekrar konumlandırılacaklar" diye de ekliyor. Bölgedeki Minurso adlı BM gücünde 30 farklı ülkeden askerler var.

Aslında bu skandal, BM askerlerinin son yıllarda karıştığı olumsuz olayların son halkası. Birleşmiş Milletler, geçen yılın ocak ayında 2004-2007 yıllarında 200 askerinin cinsel suçlardan cezalandırıldığını itiraf etmiş, mayıs ayındaysa Pakistanlı BM barış kuvvetlerinin Kongolu gerillalarla silah ticareti yaptığı ortaya çıkmıştı.

Radikal, 01.02.2008

AKM SEZON SONU BAKIMA ALINACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bu yıl sahnelerin kapatılmasından sonra AKM’yi uzun süreli bakıma almayı düşündüklerini belirterek, "Ama asıl hayal ettiğimiz, daha yenilenmiş bir AKM, daha uzun bir vadede belki" dedi.

Gülhane içindeki tarihsel dokuya uymayan yapıların ortadan kaldırılması için somut adımlar attıklarını söyleyen Günay, birkaç ay önce Topkapı Sarayı 1. Avlu’da 6-7 adet lojman gecekondu yıktıklarını hatırlattı. Günay, tarihsel dokuyu ortaya çıkarmak için Gülhane’deki diğer eklentileri de yıkacaklarını bildirdi.

Topkapı Sarayı’nda depolarda henüz sergilenmeyen çok sayıda eser olduğunu belirten Günay, "Onların sergilenmesi için sayısız yeni mekana ihtiyacımız var. Saltanat arabaları, porselenlerimiz, kumaşlarımız, perdelerimiz depoda duruyor. Darphane’yi teşhire açmaya çalışacağız. ve restore edeceğiz" dedi.

Hürriyet, Haber: Hasan Ay, 01.02.2008

GÜNAY: FOUR SEASONS'LA İLGİLİ GELİŞMELERİ BEKLEYİN

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Gülhane Parkı'nda Türk Telekom'a ait tarihi vasfı bulunmayan binaların yıkım işlemlerini inceledi. Binaların bulunduğu çevreyi gül bahçesi haline getireceklerini belirten Günay, Sultanahmet'te tarihi Bizans Sarayı üzerine yapılan Four Seasons Oteli inşaatıyla ilgili sorular üzerine şunları söyledi: "Otelle ilgili olarak UNESCO temsilcilerinin de katılacağı bir değerlendirme kurulu oluşturacağımızı ve sonuçlarını hep birlikte değerlendireceğimizi söylemiştim. Orada 15 dönüm kadar bir arkeolojik park çıkıyor ortaya. İşin o tarafını herkes biraz gözden kaçırıyor galiba. Önümüzdeki günlerde o konudaki somut gelişmeleri hep birlikte göreceğiz."
Milliyet, 01.02.2008

TARİH VAKFI KENT MÜZECİLİĞİNİ TARTIŞTI

 

 

Tarih Vakfı, kent müzeciliğine dikkat çekmek için Caddebostan Kültür Merkezi’nde Tarih Dostları Toplantısı çerçevesinde, “Kent Müzeciliği: Dün Bugün Yarın” başlığını tartıştı. Kent müzelerinin kentlilik bilincini artırdığını belirten Antalya Kent Müzesi projesi Genel Koordinatörü Orhan Silier, kent müzeciliğinin hem müzeciliği geliştirdiğini hem de kent sorunlarına dikkat çektiğini söyledi.


Tarih Vakfı tarafından Caddebostan Kültür Merkezi’nde düzenlenen toplantıda geniş bir sunum yapan Orhan Silier, kent müzeciliğinin işlevleri, dünyanın önemli kent müzesi örnekleri, İstanbul ve Antalya Kent Müzesi projeleri ve kent müzelerinin sanat, bilim ve kültür alanında sağladığı katkıları konusunda bilgi verdi.

Kent müzelerinin kentlilik bilincini artırmak, kentin sorunlarına dikkat çekmeyi amaçlayan bir iletişim kültür ve eğitim kurumu olarak işlev gördüğüne dikkat çeken Silier, kentlerin sorunlarının ağırlaştığı noktalarda kent müzelerinin hem sorunları çözücü hem de müzeciliği geliştirici bir rol oynadığını söyledi. Müzelerin toplumların gelişiminde önemli bir rol oynadığına dikkat çeken Silier, “Anadolu topraklarında yaşamanın verdiği avantajla koleksiyonlarımız çok ama müzelerimiz çok taşralı. Dolayısıyla müzecilik alanında üretimlerimizle uluslar arası alanda zayıfız” dedi.

 

Türkiye’nin müzecilikte son 4-5 yıldır ciddi bir kriz yaşadığını savunan Silier, müzeciliğin dar alanlara sıkıştırıldığını kaydetti. Türkiye’de kent müzeciliğinin son 5 yılda ortaya çıktığını açıklayan Silier, Türkiye’deki müzelerin çok kısa zamanlarda, çok küçük bütçelerle ve küçük mekanlarda kurulduğunu vurguladı. İzmir kent Arşivi ve müzesi, Bursa Kent Müzesi, Edirne Fahmi Yücel Kent Müzesi gibi müzelerin buna örnek olduğunu altını çizen Silier, “Sergi ağırlıklı olmayan, insan hikayelerine dayanan kent müzelerine ihtiyacımız var. Görsel işitsel ve duyusal tarzı olan  müzelere ihtiyaç var. Bu tür müzeler yapmak için epeyce engelle boğuşmak gerekiyor. Bugüne kadar gelen müzecilik anlayışının dışına çıkmak gerekiyor” şeklinde konuştu.

Turizm Gazetesi, 31.01.2008

TOPKAPI SARAYI YAPILARDAN TEMİZLENECEK

 

Topkapı Sarayı surlarını kurtarma çalışması, bugün Gülhane Parkı'ndaki binaların yıkımıyla başlayacak. 1 yıl sürecek çalışmaların sonunda saray gün yüzüne çıkacak.

 

Osmanlı Devleti'nin 380 yıl idare merkezi olarak kullandığı Topkapı Sarayı'nı çevreleyen ve "Sur-u Sultani" denilen surlar, surları saran binaların yıkımıyla gün yüzüne çıkacak. Anıtlar Kurulu'nun, "Sur-u Sultani" sınırları içindeki tescilli olmayan tüm yapıları yıkma kararı aldığını hatırlatan İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, temizliğin ardından tarihi yarımadanın daha görünür hale geleceğini dile getirdi. Bilgili, "İlk olarak Gülhane Parkı'ndaki Telekom binaları yıkılacak. Sur içinde ve dışında kalan tescilli olmayan tüm binalar peyderpey yıkılacak." dedi. A. Emre Bilgili, mevcut il genel meclisi binasının Yerebatan Sarayı üzerinde bulunduğuna değinerek, "İl genel meclisi, Fatih'te yapımı tamamlanacak binaya taşındıktan sonra burayı da yıkacağız. Tarihi bir sarnıcın üzerinde bulunan Eminönü Belediyesi binası da aynı şekilde belediye kendine yer bulduğunda yıkılacak." dedi.

 

Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er de, Gülhane'nin üst kapısından içeri girince, sol tarafta surların dibinde Telekom'un kullandığı binaların bugün yıkılacağını belirterek, yıkım için hazır olduklarını söyledi. İshak Paşa Yokuşu'nda da surlara bitişik yapılar bulunduğunu hatırlatan Er, buradaki binaların da istimlak işlemleri biter bitmez yıkılacağını bildirdi. Bu binaların hem kirlilik oluşturduğunu hem de tarihi yarımadaya yakışmadığını dile getiren Nevzat Er, "Bunlar Sur-u Sultani, korunması lazım. Kirlilik arz eden binaları yıkacağız. Yıkım sonucunda surlar ortaya çıkmış olacak. Surları kirleten binaları yıkarak surları ortaya çıkarmayı hedefliyoruz." diye konuştu.

 

Fatih Sultan Mehmet tarafından 1478'de yaptırılan Topkapı Sarayı'nı çevreleyen 1400 metrelik surlara ''Sur-u Sultani'' deniyor. Sur-u Sultani'de, 25'i dört köşeli 28 kule vardır. Surun ana girişi, Ayasofya arkasındaki Bab-ı Hümayun'dur.

Zaman, 31.01.2008

KÜLTÜR BAKANI'NA YENİ SORULAR

 

30 Ocak 2008 Çarşamba günü NTVMSNBC'de yayınlanan "İstanbul Tehdit Altında mı?" başlıklı haberde; UNESCO ziyareti öncesi kendisine yöneltilen sorulara karşılık; İstanbul'da Tarihi Yarımada üzerindeki proje ve uygulamalar ile kentsel yenileme alanlarında yerel yonetimlerin "dediğim dedik" tutumları karşısında gösterilen tepkileri bazı "marjinal grupların abartması" olarak nitelendiren Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın bu açıklaması Sulukule Platformu tarafından tepkiyle karşılandı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın bu sözlerini talihsiz bir açıklama olarak değerlendiren Sulukule Platformu, Günay'a aşağıdaki soruları yöneltiyor:

"Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın sözünü ettiği 'marjinal gruplar':


- Bizzat kendisinin başında olduğu 2010 Avrupa Kültür Başkenti Komisyonu 2007 İzleme Raporu, ki bu rapor Sayın Nuri Çolakoğlu tarafından 2007 Kasım ayında Brüksel'e sunulmuştur (Raporun 6. bölüm, 1. maddesi Kent ve Yaşayanları) ve 2010 Ajansı yönetiminde yer alan, kendisi dahil pek çok saygın kişi,

- AB 2007 İlerleme Raporu,

- İstanbul için giderek endişelenen UNESCO'nun gerek içerdeki gerek dışardaki üst düzey yöneticiler (ki bu kişiler açıklamalarıyla sürekli gündemdedirler ve önümüzdeki günlerde UNESCO İzleme Raporu'na şekil vereceklerdir): 15 Ocak 2008 UNESCO Kriterleri ve Sulukule basın toplantısından UNESCO Dünya Mirası Merkezi Avrupa ve Kuzey Amerika Bölüm Başkanı Mechtild Rossler ve UNESCO aynı bölümün uzmanı Junaid Sorosh Wali gibi daha pek çok örnek,

- BM İnsan Hakları Konseyi 2007 Raporu,

- Basının karşısına defalarca çıkıp uyarılarda bulunan Doğan Kuban, Cevat Erder gibi duayenler ve Nur Akın, Zekiye Yenen, Deniz İncedayı gibi saygıdeğerlikleri dünyaca kabul gören profesörler, öğretim görevlileri, üniversiteler,

- Mimarlar ve Şehir Plancıları gibi saygın meslek odaları, hukukçular,

- Ve çok sayıda sivil toplum kuruluşudur.

Bu durumda, Sayın Bakan'a tekrar soruyoruz: Yukarıda belirtilen ve daha da uzatılabilecek olan, uyarıda bulunanlar, eleştirenler listesinde yer alan saygın kişi ve kuruluşlar mı sözünü ettiği 'marjinal gruplar'?

Yoksa, gücünü sadece iktidar partisine mensup olmaktan alan ve rant için İstanbul'un elden gitmesine aldırmayan, eleştirilere ve tepkilere kulağını tıkayan bir avuç yerel yönetici mi?

Ya da, değerli hocalarından öğrendiklerini çabucak unutup, bütün uluslararası normları hiçe sayarak, söz konusu belediyelerin talepleri doğrultusunda ve yüklü meblağlar karşılığında projeler çizen, danışmanlık yapan birkaç doçent doktor mimar mı?

Sulukule Platformu olarak, Sayın Bakan'ın bu son ama yine talihsiz olan açıklamasına yanıt verme gereği hissettik. Bu vesileyle de, Sayın Bakan'ın henüz cevap vermediği daha önceki sorularımızı da tekrar hatırlatmak istiyoruz."

Arkitera, 31.01.2008

ÇANAKKALE'DE TARİHİ MEZAR VE TÜRBELER İLGİ BEKLİYOR

 

Çanakkale'de, bakımsızlıktan harap halde bulunan tarihi mezarlar ile türbeler ilgi bekliyor

 

Barbaros Mahallesi'nde Aziziye Caddesi üzerinde 132 yıl önce yaptırılan tarihi Kayserili Ahmet Paşa Camii'nin haziresindeki mezarların ön kısımlarında bulunan levhaların küflenip okunmaz hale geldiğini belirten vatandaşlar bu konuda yetkililerin gerekli çalışmayı yapmalarını ifade ederek, “Uzun süredir ilgili yerlere başvurmamıza rağmen burada gerekli çalışma yapılmadı. Ayrıca caminin avlusunda bulunan Nedime Hanım Türbesi de bakımsızlıktan harap bir halde bulunuyor. Balıkesir Vakıflar Bölge Müdürlüğü bu konuda gerekli ihalenin yapılarak türbenin restore edileceğini açıklamıştı. Ancak pencereleri tahtalarla kapatılan bu yerde hiçbir çalışma yapılmaması bizleri üzüyor. Yetkilileri bu konuda göreve davet ediyoruz” dediler

haberler.com, 31.01.2008

KÜLTÜR BAŞKENTİ İÇİN AİLE DESTEĞİ

 

İstanbul'un ev sahipliği yapacağı '2010 Avrupa Kültür Başkenti' organizasyonuna en iyi şekilde hazırlanılarak, yapılacak etkinliklerle sadece Avrupa'nın değil "Dünyanın başkenti" vurgusunu öne çıkarmak için seferberlik ilan edildi. Proje kapsamında İstanbul'un önde gelen ailelerine "kurumsal ortaklık" teklif ediliyor. Kurumsal ortaklık teklifi götürülmesi için İstanbul'da 200 aile tespit edildi.

Ailelerden 3 eşit taksit halinde ödenmesi koşuluyla 400 bin YTL para istenecek. Projeye destek veren aileler her türlü basılı metinde ve etkinlikte "kurumsal ortak" olarak tanıtılacak ve önemli projelere sponsor olmada öncelik tanınacak. "Kurumsal ortaklık" teklifinin şu ana kadar 17 aileye götürüldüğü, bunlardan 15'inin olumlu yanıt verdiği belirtildi. İki aile ise ödenecek 400 bin YTL'nin ilk taksidini hemen yatırdı. Proje Yürütme Kurulu üyesi Nuri Çolakoğlu, ailelerin isimlerini, yaptıkları "gizlilik sözleşmesi" nedeniyle kesinlikle açıklamayacaklarını, belirlenen tüm isimlerle tek tek görüşüleceğini söyledi.

2010 yılına yönelik hazırlıklar ve etkinlikler de netleşmeye başladı. 2010 yılı etkinliklerine "özel müzeler" damga vuracak. Hazırlıklar çerçevesinde Tepebaşı'nda bulunan TRT binasının yerine Suna Kıraç Opera ve Kültür Merkezi yapılacak. Merkezde bin 400 kişilik opera ve 700 kişilik tiyatro bulunacak.

Sabah, Haber: Ercan Sarıkaya, 31.01.2008

MISIR'DA, FAYYUM VAHASI'NDA 7000 YILLIK BİR ŞEHİR BULUNDU

 

  

Mısır Eski Eserler Yüksek Konseyi, ABD'nden bir grup arkeolog Fayyum Vahası’nda 7000 yıl öncesine tarihlenen bir yerleşim bulduğunu bildirdi. Konsey Başkanı Zahi Hawwas’ın açıklamasına göre, vahanın Karanis bölgesinde yapılan elektromanyetik araştırmada Yunan-Roma Dönemi ile benzerlikler taşıyan yol ve duvar izleri tesbit edildi.

MÖ 5200 ile 4500 yıllarına tarihlenen şehrin kalıntıları hala kumların altında olmasına rağmen Hawwas’ın açıkladığına göre yüzeyden büyük miktarda çanak çömlek toplandı. Kalıntılar şu anda Fayyum Gölü’nden 7 km uzaklıkta olmasına karşın, 7000 yıl önce büyük olasılıkla göl kenarında idi.
AFP, Fotoğraflar: Milliyet, 29.01.2008

KULLANILMAYAN ASIRLIK ARI KOVANLARI ÇÜRÜDÜ

 

Antalya'nın Kumluca İlçesi'ne bağlı Dereköy'de bulunan Likya tipi asırlık arı kovanları, bakımsızlıktan yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

 

 

Dereköy Muhtarı Kadir Korkmaz, yaklaşık 10 yıl öncesine kadar kullanılan arı kovanlarının, zaman içinde ilgisizlik nedeniyle atıl hale geldiğini anlattı. Korkmaz, farklı mimarisiyle Likya medeniyetlerindeki antik yapılara benzeyen yaklaşık 5 metre yüksekliğindeki arı kovanlarından bölgede 20 kadar bulunduğunu söyledi. Taş zemin üzerinde yükselen ahşap yapının yaklaşık 4 metrekare alanının bulunduğunu belirten Korkmaz, yapıya bal almak için dışarıdan ahşap merdivenle ulaşıldığını belirtti. Korkmaz, arı kovanlarının bu şekilde yapılmasının nedeninin ise kovanda bulunan balı ayı, sansar gibi hayvanlardan korumak düşüncesinden kaynaklandığına dikkati çekti.

Zaman, 31.01.2008

İSTANBUL TEHDİT ALTINDA MI?

 

İstanbul birkaç gün sonra UNESCO tarafından denetlenecek; ilerleme görülmezse Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılabilir. NTVMSNBC UNESCO yetkilisine ve Kültür Bakanı’na durumu sordu.

İstanbul “Dünya Mirası” olarak mı kalacak, yoksa “Tehdit Altındaki Dünya Mirası” listesine mi girecek? Bu kararın alınmasına çok kısa bir süre kaldı. Şubat ayı başında UNESCO heyeti İstanbul’a gelip, denetim yapacak ve raporunu yazacak. Geçen yıl yapılan denetimin sonuçları olumsuzdu; bu kez son rapor yazılacak ve temmuz ayında karar verilecek. Karar olumsuz olursa, ‘Tehdit Altındaki Dünya Mirası Listesi’ne alınacak. NTVMSNBC, birkaç gün sonra İstanbul’u denetlemeye gelecek heyetin başkanı olan, UNESCO Dünya Mirası Merkezi Avrupa ve Kuzey Amerika Bölüm Başkanı Mechtild Rossler’e sordu. Rossler’in hiç de olumlu olmayan görüşlerini de Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a aktardı. Rossler, “Hükümet üzerine düşeni yapmıyor” diyor; Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın yanıtı ise şöyle: “Ben de şu anda İstanbul’a baktığımda derin bir rahatlık hissetmiyorum. Ama abartılıyor!”

UNESCO Dünya Mirası Merkezi Avrupa ve Kuzey Amerika Merkezi Başkanı Mechtild Rossler, İstanbul’la ilgili görüşlerini NTVMSNBC’ye şöyle aktardı:

İstanbul çok önemli bir şehir ve Türkiye’nin hazinesi. 1985 yılından itibaren de Dünya Miras Listesi’nde. Türk yetkililer, bu konudaki konvensiyonu imzaladılar. İki yıl önce biz uyardık; İstanbul’da seçilen yerlerin daha iyi korunması ve iyileştirme yapılması gerektiğini söyledik. Bu yerleri korumak Unesco’nun görevi değil, Türkiye hükümetinin görevi. Her yıl Türkiye’yi ziyaret edip, rapor yazıyoruz, ardından bu raporu Dünya Miras Komitesi’ne sunuyoruz. Geçen yılki ziyaretimizde istediğimiz gelişimi göremedik. Bazı bölgelerde ilerleme kaydedildi ama İstanbul’un farklı kültürel ve tarihi semtlerinde daha çok çalışma yapılması gerekiyor. Örneğin; Sulukule, Beyoğlu ve Süleymaniye. Amaç sadece bu tarihi yerlerin korunması değil, entegrasyonu da sağlamak gerekiyor. Önemli olan sosyal, ekonomik entegrasyonu da yapılanmayla beraberinde getirmek.

Geçen ziyaretimizde bir çok yüksek bina yapıldığını gözlemledik. Ayrıca yapılanmada toplumla iletişimin başarılı olmadığını gördük. Bunlar da etkileyici faktörler. Türkiye’yi bu yüzden uyardık. Şu anda Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılır mı söyleyemem, fakat kalmak için çaba sarf etmesi gerekiyor. İstanbul dünyanın en önemli şehirlerinden biri. Ama Türkiye’deki yetkililerin en büyük sorunu toplumla iletişim. Kendilerine göre hareket ediyorlar. UNESCO’yla da iletişim kurmaları gerekiyor.

Ayrıca geçen yıl raporda belirtmiştik; düzenli ve disiplinli bir Alan Yönetim Planı hazırlanması gerekiyor. Türkiye şu anda yeterince gelişim sağladı mı bilemiyorum. Umarım haftaya geldiğimizde ‘evet’ diyebiliriz. Biz İstanbul’da 35 tehlikeli alan belirledik. Bu alanları denetliyeceğiz ve Temmuz’da karar alınacak. Dünya Miras Listesi bir çok ülke için çok önemli, çünkü kazanç sağlıyor. Bazı ülkeler bunu kullanabiliyor ve turizme katkı yapıyor. Türkiye de bu gözle bakmalı.

Eğer bu tarihi ve kültürel yerleri koruyabilirse ve aynı zamanda o semtlerde yaşayan toplumun kültürünü yaşatırsa, bu bir kazançtır. Türkiye diğer ülkeler gibi yeterince önem vermiyor. Fakat Türkiye’deki tarihi yerleri yaşatmak hükümetin sorumluluğudur. Bu yapılanma veya iyileştirme çalıştırmaları gerçekleşirken, insanlar evlerinden olmamalı. UNESCO anlaşmasına göre insanlar sadece kısa bir süre için yerleşim alanını değiştirecek. Bu süreç içinde restorasyon yapılacak ve sonra tekrar evine yerleşecek. UNESCO’nun kuralı bu ve bu kurala uyulması gerekiyor. İnsanların evlerinden olması söz konusu değil.

İstanbul’un 2010 yılı için Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi çok büyük bir başarı. Kültür kalkınmayla eş anlamlıdır. Kültür başkenti olmak da çok büyük bir sorumluluk demektir. Şu anda Dünya Mirası Listesi’nde bulunan yerlerin çok iyi bir şekilde korunması ve gelişim sağlanması lazım.

Haftaya UNESCO heyetleri ve ICOMOS üyeleriyle birlikte toplantı gerçekleşecek. Bu toplantıda Alan Yönetim Planı’nı inceleyeceğiz. Ayrıca denetleyeceğimiz önemli yer ve konulardan bazıları Galatakulesi Projesi, Four Season’s Hotel’in ek inşaatı, Belediyeler ve Kültür Bakanlığı arasındaki iletişim ve Unesco ile olan iletişim.
 

 


Kültür Bakanı Günay: İçerden Abartlıyor Bence
NTVMSNBC’nin sorularını yanıtlayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise, aynı görüşte değil. Günay’a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

İstanbul’un Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılacağı konuşuluyor. 2010’da Avrupa Kültür Başkenti olacak bir şehir için, bu durum çelişki değil mi?
Abartılıyor bence. İstanbul’un Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılması gibi bir şey söz konusu değil. Gerçekten bu konuda ciddi tartışmalar yok. Bazı duyarlılıklar var, biz de bunları paylaşıyoruz. Bu tartışmaların geride kalacağını düşünüyorum. İstanbul üzerinde barındırdığı geçmiş kültürler ve doğasıyla gerçekten dünyanın özel mekanlarından birisi. Son 5-10 yıl içinde olumsuz gelişmeler olmadı ki, Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılsın. Sadece ödevlerimizi daha iyi yapmamız gerekiyor. Uyarılar var, ben de bunların üstünde duruyorum ve herkes bunun farkında.

UNESCO’dan Miss Rossler’la yaptığımız röportajda, geçen yıl Unesco’nun gerçekleştirdiği denetlemede 35 alanın iyileştirilmesi gerektiğini, yönetimde ve yönetimin halkla iletişiminin kopuk olduğunu, belirlenen semtlerde entegrasyon sağlanamadığını söyledi.
Önümüzdeki ay UNESCO heyetleriyle görüşeceğim. 2010 Kültür Başkenti için danışma kurulu toplantısında, bundan sonra ne tür çalışmalar yaptığımızı somut olarak konuşacağımızı söyledim ve ardından değerlendirme yapacağımızı bellirttim. Bazı noktalarda içerden abartmalar var. Fakat örnek verip yeni bir tartışmanın ortasına girmek istemiyorum. Tarihsel mekanın iyileştirilmesine ve bazı yaşam alanlarının kalkınmasına yönelik marjinal bir takım karşı görüşler var ve bu marjinal karşı görüşler dışarıya abartılı yansıtılıyor.

UNESCO’nun yerli ve yabancı temsilcileriyle yüz yüze görüştüğümüzde sanırım bu sorunları aşabiliriz. Tabii bunlar maddi imkanlarla da sınırlı. Bazı iyileştirmeler olacak. Önümüzdeki günlerde bu iyileştirmelerin somut örneklerini göreceğiz. Fazla uzun olmayan bir sürede bu konularla ilgili önemli mesafeler alacağız. Görevimin beşinci ayımdayım ve İstanbul’u çok önemsiyorum. Uyarılarla ilgili çalışmalar yapıyorum. Bu kriterlere uygun biçimde yapılması gerektiğine inanıyorum. Belediyeler ve özel idarelerdeki arkadaşlarla bu çalışmaları paylaştık.

UNESCO özellikle Four Season’s otelinin ek inşaatını eleştirdiler. Siz bu konuyla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Four Season’s Hoteli’nin ek inşaatıyla ilgili UNESCO heyetleriyle bir değerlendirme yapmaya açık olduğumuzu söyledim. Fakat gözden kaçırılan bazı unsurlar var. Oradaki düzeltme gayretimi koruyorum, ama inşaat başlamadan önce orası bir çöplük gibiydi. Çöküntü halindeki alanda arkeolojik bir park ortaya çıktı. O alanda yapılan hotelin yeni düzenlemesi dışında, eskiden yapılmış olumsuz kaçak yapılar var. Bunlara dikkat çekmeden bir alan üzerinde yoğunlaşmak bence kolayından tutmak olur. Bunları UNESCO heyetleriyle yüz yüze konuştuğumuzda çözeceğiz.

UNESCO heyeti geldiğinde istediği gelişmeyi görecek mi?
UNESCO heyetinin gösterdiği ilgiye saygı duyuyorum. Geçmişten bu yana aksaklıklar var ve bunu düzeltmeye çalışıyoruz. Geçmişte iyi değerlendirilmedi İstanbul, ama şu anda bu sorunları düzeltmeye çalışıyoruz. Belediyelerle bilgi kopukluğu olabilir. Ben de şu anda İstanbul’a baktığımda derin bir rahatlık hissetmiyorum. Ama, UNESCO bizi zorluyor olduğu için değil. İstanbul’u ve Türkiye’yi seven insanların buna ihtiyacı olduğu için bu gelişimi sağlamalıyız. Kesinlikle UNESCO bizi zorladığı için yapmıyoruz.

Ntvmsnbc, Haber: Ayça Aydoğdu, 30.01.2008

108 YILLIK CAMİ RESTORE EDİLİYOR

 

Polatlı'nın Temellli beldesine bağlı Hisarlıkaya mahallesindeki kullanılamaz durumda olan 108 yıllık ahşap cami restore edilecek.

Belediye Başkanı Alaattin Türkoğlu’nun girişimleriyle Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan gelen uzman heyet camide incelemeler yaptı. Caminin tarihsel dokusunu zedelemeden onarmak amacıyla hazırlıklar ise başladı.

Hisarlıkaya Mahallesi'ndeki 108 yıllık tarihe geçmişe sahip olan caminin minaresi bütünüyle ahşaptan yapılmış. Dışkapısı oymalı ceviz ağacından yapılan caminin tavanı da ahşap işlemeyle örülmüş. Dış kapı anahtarı yaklaşık 20 cm büyüklüğünde olan cami, köy sakini 85 yaşındaki Mehmet Kızıl’ın ifadesine göre Halil İbrahim adındaki bir usta tarafından yapılmış.

Belediye Başkanı Alaattin Türkoğlu, bölgedeki tarihsel dokuyu korumak amacıyla bazı çalışmalar yaptıklarını söyledi. Türkoğlu, bu çerçevede Temelli beldesi içinde yer alan 1929 yılına ait muhacirlerin yaşadığı taş binayı müze yapmak için onardıklarını, Bacı mahallesindeki Bacım Sultan türbesini de restore etmeye başladıklarını bildirdi.

Hürriyet Ankara, Haber: Metin Özdemir, 30.01.2008

MALKOÇOĞLU'NUN BABASININ MEZARI BULUNDU

 

 

Cüneyt Arkın'ın canlandırdığı tarihi Türk kahramanı Malkoçoğlu'nun babasına ait mezar Bulgaristan'da bulundu.

 

Türklerin Avrupa'ya düzenlediği akınlarda adı kahramanlık öykülerine konu olan ve Yeşilçamın ünlü aktörü Cüneyt Arkın'la özdeşleşen Malkoçoğlu'nun babası Malkoç Bey'in türbesinin, Bulgaristan'da Gabrova ve Lofça arasındaki bir köyde olduğu ortaya çıktı.

 

Türk Tarih Kurumu ekipleri, türbenin etrafı ağaçlarla kaplı olduğundan mezarın Malkoç Bey'e ait olduğunu anlamakta zorlandıklarını, türbenin içine girdiklerinde ortaya çıkan manzarayla şaşırdıklarını söyledi. Türbeyi keşfeden 3 kişilik ekipte yer alan Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Neval Konuk, bölgede yürüttükleri envanter çalışması sırasında köylülerin haber verdiği türbenin tanınmaz halde olduğunu ifade ederek, "İçinde yüzlerce pet şişe ve bidon vardı. Temizlememiz 1.5 saati buldu" dedi.

 

Konuk, ellerinde Malkoçoğlu'na ait sınırlı bilgiden ötürü mezarın kime ait olduğundan ilk etapta emin olamadıklarını, ancak Ankara'ya gelip araştırmaları yoğunlaştırınca mezar sahibinin kimliğini kesinleştirdiklerini belirtti. Bölgede MalkoçBey dönemini yansıtan Osmanlı akıncılarına ait başka mezarlar da bulunduğunu söyleyen Konuk, Malkoç Bey'in o köyü askeri karargah olarak kullandığını da belirtti.

 

Türk Tarih Kurumu'nun Bulgaristan'daki envanter çalışması sona ererken, çalışmaların kitap haline dönüştürüleceği bildirildi.

 

Bu arada Malkoçoğlu'nun mezarı ise Gebze'de bulunuyor.

Yeni Şafak, 30.01.2008

OKUL BAHÇESİ MÜZESİ

 

Urartu medeniyetinin önemli yerleşim birimlerinden olan Bitlis’in Adilcevaz İlçesi, tarihi zenginliğiyle dikkat çekiyor. Ancak tarihi ilçe, bu değerlerini muhafazada sıkıntı yaşıyor.

 

Adilcevaz Belediye Başkanı M. Selim Arıkbaş ilçelerine kültür merkezi ve müze yapmayı planladıklarını bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğini beklediklerini söyledi. Arıkbaş, kültür merkezinin 800 bin YTL’lik maliyetinin 100 bin YTL’lik kısmını valiliğin karşılayacağını anlattı. Adilcevaz Tarih ve Kültür Eserleri Koruma, Turizm ve Güzelleştirme Derneği Başkanı Ahmet Hınıs da “Yaklaşık 40 yıl önce Adilcevaz’daki Kef Kalesi’nde yapılan kazılar neticesinde ortaya çıkan tarihi eserler İnönü İlköğretim Okulu’nun bahçesinde tutuluyor. Bu eserler etrafı tel örgüyle çevrilerek korunuyor. Okul bahçesine eser bırakmak koruma şekli olmaz” dedi.

Türkiye Gazetesi, 30.01.2008

ANEMAS ZİNDANLARI SONUNDA KURTULDU

 

Fatih’teki Anemas Zindanları’nın üzerinde bulunan üç ruhsatsız bina, tarihi dokuya tehdit oluşturduğu gerekçesiyle, bina sahipleriyle anlaşılarak yıkıldı.

İş makinalarının surlara ve surların altındaki Anemas Zindanları’na zarar verme ihtimaline karşı işçiler, yıkımı balyoz ve kazmalarla gerçekleştirdi. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, "Bu çalışmaların sonunda Kariye Müzesi, Blahernia Sarayı, Anemas Zindanı, İvaz Efendi Camii, Emir Buhari Tekkesi, Ayvansaray Mahallesi ve Fener Balat’taki tarihi eserler ortaya çıkmış olacak" dedi. Bizans döneminin en büyük saray komplekslerinden biri olan Blahernia Sarayı’nın bir parçası olan Anemas Zindanları, çok sayıda tarihi filmde plato olarak kullanıldı.

Hürriyet, Haber: Mustafa Küçük, 30.01.2008

529 YILLIK CAMİ SEL SULARINDAN KURTARILACAK

 

Tunca Nehri'nin taşması sonucu sel suları altında kalan 529 yıllık Kasımpaşa Camisi'nin kurtarılması için çalışmalara başlandı.

 

Edirne'de yok olma tehlikesi geçiren önemli bir tarihi yapı daha kurtarılıyor. Bulgaristan'ın baraj kapaklarını açması sonucu sel suları altında kalan yerleşim birimlerinin kurtarılması için nehrin kenarlarında topraktan setler yapıldı. Setlerin yapılmasından sonra Tunca Nehri'ne sınır bulunan mahalleler büyük bir tehlikeden korunmuş oldu. Ancak nehre sıfır olarak olan asırlık Kasımpaşa Camii toprak set ile nehir arasında kaldı. Bakımsızlıktan harabeye dönen asırlık caminin zaman içerisinde minaresi yıkıldı. Minarenin bir bölümü ve iskeletinin ayakta durduğu Kasımpaşa Camii kış döneminde Tunca Nehri'nin taşması sonucu sel sularına maruz kaldı. Her kış döneminde yaşanan bu manzaraya son verilmesi ve eski günlerine dönmesi için çalışma başlatıldı.

 

Alınan bilgiye göre caminin öncelikle iki aşamalı bir şekilde dış etkenlerden korunması planlanıyor. Bunlardan birisi yerleşim biriminin su taşkınlarından korunması için yapılan toprak setlerin seviyesinde caminin etrafını çevreleyecek şekilde beton perde duvar yapılacak. Ardından da iç kısımlarda yağışlara bağlı olarak biriken suların tahliye edilmesi için otomatik drenaj sistemi kurulacak. Bu sistemin tamamlanmasından sonra caminin onarım çalışmalarına başlanacak. Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün tarihi Kasımpaşa Camisi ile ilgili Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'ne gönderdiği plan kabul edildi. Buradan gelen olumlu cevaptan sonra projenin Koruma Kurulu'na gönderildiği öğrenildi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün 2008 yatırım programı içerisinde yer aldığı belirtilen projeye onay çıkması durumunda restorasyon çalışmalarına en kısa süre başlanacağı ifade edildi.

 

Cami, Fatih Sultan Mehmet ve Sultan II. Beyazid dönemlerinde Rumeli Beylerbeyi olan ve daha sonraları başvezirlik yapan Kasım Paşa tarafından 1479 yılında yaptırılmıştır. Cami tek kubbeli olup tek minarelidir. Cemaatin alınmasını sağlamak için nehre 14 basamak taş merdiven yapılmışsa da günümüzde sadece 2 basamak bulunmaktadır. Kasım Paşa'nın mezarı da caminin kabristanındadır.

haberler.com, 30.01.2008

İZTO'DAN AGORA VE SMYRNA'YA 250 BİN YTL

 

İzmir Ticaret Odası'nda (İZTO) Agora ve Symrna'daki kazı çalışmalarına destek için 250 bin YTL'lik protokol imzalandı.


Agora ve Symrna Ören Yerleri kazılarının sponsorluk protokolünü İZTO Başkanı Ekrem Demirtaş, Bayraklı Eski Smyrna Kazıları Başkanı Prof.Dr. Meral Akurgal ile Agora Kazıları Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy imzaladı. Kruvaziyer turizminin gelişmesi başta olmak üzere İzmir'in turizm pastasındaki payını artırmak için İZTO'nun sürekli proje ürettiğini belirten Demirtaş, 2008 yılında Agora ve Symrna kazıları için 250 bin YTL'lik kaynak ayırdıklarını söyledi. Kazı çalışmaları için 2003'ten bu yana 850 bin YTL katkı sağlayan İZTO, 2008 yılında Agora için 150 bin YTL, Symrna için de 100 bin YTL'lik kaynak ayırdı.

İZTO Başkanı Ekrem Demirtaş, İzmir'deki ören yerlerine önceki yıllarda olduğu gibi 2008'de de katkı sağlamaya devam ettiklerini söyledi. İZTO'nun kent turizminin gelişmesi ve İzmir'in marka kent haline gelmesi için çalışmalarını sürdürdüğünü ifade eden Demirtaş, "Önemli olan yerli ve yabancı turistlerin kente gelmesini sağlayacak cazibe alanlarının yaratmaktır. Biz de bu amaçla şehir merkezindeki cazibe alanlarını ortaya çıkarmak için üzerimize düşeni yapıyoruz. Zaman zaman ören yerlerine maddi destek sağladığımız için eleştirilere maruz kaldığımızda oluyor. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2008 yılı bütçesi 826 Milyon YTL. Bakanlığın, ülke genelindeki 350 kadar kazı çalışmasına, ören yerlerine ve restorasyona ihtiyaç duyulan parayı ayırması mümkün değil. Bizler sahip çıkmazsak kültürel mirasımız yok olup gider. Biz 2003 yılından beri İzmir'deki kazı çalışmalarına 850 bin YTL verdik. Bu yıl da Agora ve Smyrna için 250 bin YTL ayırdık" dedi.

2007 yılında 50 bin kişinin Agora'yı gezdiğine dikkat çeken Demirtaş, kruvaziyer turizmi ile şehre gelen 288 bin turistin, yaklaşık yüzde 10'unun Agora'yı ziyaret ettiğinin altını çizdi. Bu yıl verilen kaynakla Agora'da gezi ve dinlenme parkurları ile tanıtım levhalarının oluşturulacağını vurgulayan Demirtaş, "2003-2005 yılı arasında kazı çalışmaları hızlı bir şekilde sürdü. Daha sonra Kültür Bakanlığı ile kazı ekibi arasındaki sıkıntı yüzünden 2005-2007 döneminde kazılar durdu. Kaybettiğimiz yılları geri kazanmak için bu yıl daha yoğun çalışmak zorundayız. Amacımız İzmir'in kurulduğu yerde arkeolojik restorasyonu tamamlamak. Pagos eteklerindeki antik tiyatroyu da gün ışığına çıkararak eğer kazanırsa EXPO'nun açılışını burada yapmak istiyoruz. EXPO alınmasada sorun değil. Biz destek olmaya devam edeceğiz. Smyrna Antik Kenti'ni de denizle buluşturmak istiyoruz" diye konuştu. Kazı çalışmalarında mali kaynağın her şey olmadığına işaret eden Demirtaş, kazı çalışmalarında yetişmiş eleman sıkıntısı da yaşandığını söyledi. Demirtaş, bu açığı kapatmak için İzmir Ekonomi Üniversitesi bünyesinde 2008-2009 öğretim yılı başında Restorasyon Bölümü'nü açacaklarını söyledi.


Demirtaş, bu sayede kazı çalışmalarında yaşanan eğitimli eleman sorununun da çözüleceğini sözlerine ekledi.

Haber Ekspres, 29.01.2008

ANTİK CAM MOZAİK İSRAİL TARAFINDAN RESTORE EDİLDİ

 

İsrail Eski Eserler yetkilisinin geçen pazartesi günü bildirdiğine göre, Akdeniz sahilinde bir antik yerleşimde bulunan ve türünün yegane örneği olan, 1400 yıllık bir cam mozaik uzmanlar tarafından restore edildi. Kalitesi, parlaklığı ve altın ışıltısı ile bu denli eski bir geçmişe sahip olan cam mozaik, Hristiyan geleneğinin çok eski bir örneği.  

 

Kudüs’de bulunan İbrani Üniversitesi profesörü Joseph Patrich “Bu, inanılmaz bir keşif” demekte. Mozaik yüzüstü düştüğü için yeşil, mavi ve altın renkli camlarının çoğu asırlar boyu bozulmadan korunabilmiş. 

 

Mozaik, Akdeniz sahilinde, Roma, Bizans ve Haçlı kalıntıları ile meşhur antik Caesarea şehrinde 2005 yılında bulundu. Kazı sırasında sarayın orijinal zemini açığa çıktığında zeminde ters durumda durmuyordu. Orijinal zeminden oldukça riskli bir operasyonla sökülen cam mozaik, Patrich’in söylediğine göre sarayın MS 6. yüzyılın sonunda veya 7. yüzyılın başında bir yangınla tahrip olması sırasında oldukça zarar görmüş. 

Associated Press, Haber: Rory Kress, 28.01.2008

2008'DE 18 ESER ONARILACAK

 

Kahramanmaraş Valiliği'nin girişimleri sonucunda, İl Turizm Konseyi Eylem Planı çerçevesinde 18 eski eserin onarılması ya da onarılmasına yönelik olarak etüt-proje çalışmalarının yapılması 2008 yılı ihale programına alındı.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Adana Vakıflar Bölge Müdürlüğü nezdinde Kahramanmaraş Valiliği'nin öncülük ettiği girişimler sonucunda 5 adet eski eserin restorasyonu ile 13 adet eski eserin etüt-proje çalışmaları 2008 yılı içinde tamamlanacak. Restorasyonu yapılacak eski eserler Şıh, Divanlı, Çığçığ ve Ceyhan Camileri ile Taş Medrese olarak belirlendi. Etüt-proje çalışmaları 2008 yılı içinde tamamlanacak eski eserler ise Nuh, Bey, Evzaniye, Dede Mehmet, Şekerli, Devecili, Kazancı, Duraklı, Haznedarlı, Çukuroba, Boğazkesen ve Acemli Camileri ile Mağaralı Camii Minaresi olarak programa alındı.

Zaman, 29.01.2008

TARİHİ ESER
SATMAK İSTEYEN İKİ KİŞİ
SUÇÜSTÜ YAKALANDI

 

Denizli'de Roma dönemine ait bir kadın heykelini jandarmaya satmak isteyen iki kişi gözaltına alındı.

 

F.Ç. ve A.T.'nin, Afyonkarahisar'a bağlı Bolvadin İlçesi'nde buldukları kadın heykelini satmak için müşteri aradığı ihbarını alan jandarma, alıcı gibi davranarak zanlılarla irtibata geçti.

Bozkurt İlçesi'ndeki buluşma noktasına giden zanlılar, Roma dönemine ait mermer kadın heykelini satmaya çalıştıkları sırada suçüstü yakalandı.

Gözaltına alınan zanlılar, işlemlerinin tamamlanmasının ardından çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

haberler.com, 29.01.2008

BURDUR MÜZESİ AVRUPA YOLUNDA

 

Bünyesinde bulunan tarihi eserlerle dikkat çeken Burdur Müzesi, Avrupa Müze Forumu tarafından düzenlenecek Avrupa’da Yılın Müzesi Yarışmasında değerlendirmeye alındı. Burdur Valisi Rasih Özbek, düzenlediği basın toplantısında, Avrupa Müze Forumu Müdürü Ann Nichols tarafından Burdur Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci’ye gönderilen mesajı gösterdi. Nichols’ün mesajında, Burdur Müzesi’nin Avrupa’da Yılın Müzesi Yarışması’nda değerlendirmeye alındığını ve müzenin değerlendirme sonucunda ilk turu geçtiğini bildirdiğini ifade eden Vali Özbek, ödül alan müzenin Mayıs ayında Dublin’de düzenlenecek törende açıklanacağını kaydetti.

Türkiye Gazetesi, 29.01.2008

TARLASINDAKİ MOZAİKLERİ SATACAKTI





Zonguldak'ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Kadıoğlu Köyü'nde, tarlasında sera kurmak için kazı yaparken tarihi mozaikler bulan çiftçi N.O., bunları satmaya kalkışınca, alıcı gibi davranan jandarma ekibi tarafından gözaltına alındı.


Kadıoğlu Köyü'nde oturan N.O., sera kurmak için tarlasını kazarken, sert bir cisimle karşılaştı. Taş olduğunu sanan N.O. kazmaya devam etti. N.O.'nun kazdığı yerden Geç Roma- Erken Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen taban döşeme mozaikleri ortaya çıktı. Durumu yetkililere bildirmeyen N.O., kazı çalışmalarını kendi sürdürdü.






Çaycuma İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, N.O.'nun tarihi eser bulduğu ihbarı üzerine harekete geçti. Alıcı gibi davranan jandarmalar, N.O. ile buluştu. N.O., bulduğu tarihi eseri sivil jandarmalara satmaya çalışırken suçüstü yakalandı. Jandarma, 3 metrekare büyüklüğünde üzerinde insan figürlerinin bulunduğu mozaikleri koruma altına aldı. Saray ya da tapınak olabileceği düşünülen tarihi yerde, Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Ereğli Müze Müdürlüğü tarafından kazı çalışmaları yapılacağı öğrenildi. Gözaltına alınan N.O., savcılıkça ifadesinin ardından serbest bırakıldı.

Milliyet, Haber: Aydın Arslanyılmaz, 29.01.2008



*****


ZONGULDAK'TA BULUNAN MOZAİKLER SOĞUK HAVALARA TAKILDI

 

Zonguldak'ın Çaycuma İlçesi Kadıoğlu Köyü'nde sera kazarken bir çiftçi tarafından bulunan Zeugma benzeri tarihi mozaikler olumsuz hava koşulları nedeniyle çıkartılamıyor. Mozaiklerin bulunduğu tarlada yoğun güvenlik önlemleri alınırken, kazı ve sondaj çalışmaları havaların normale dönmesiyle başlatılacak.


Maden ocaklarından emekli 63 yaşındaki Nizamettin Oral tarafından bulunan tarihi mozaiğin Geç Roma-Erken Bizans dönemine ait olduğu tahmin ediliyor. Zeugma benzeri tarih mozaiğin devamı olup olmadığı ise bilinmiyor. MÖ 40'lı yıllara ait olduğu tahmin edilen ve saray ya da tapınak olabileceği düşünülen tarihi eserle ilgili Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Ereğli Müze Müdürlüğü inceleme başlattı. Zonguldak Valisi Yavuz Erkmen, “Yağmurlu ve karlı havada kazı yapılamayacağı için şu an beklemek zorundayız” dedi.

Turizm Gazetesi, 30.01.2008

ULUS'TA TARİHİ BİNADA YANGIN

 

Ulus'ta çıkan yangında, tarihi ahşap bir bina kısmen çöktü.

Ulus İtfaiye Meydanı Yenice Sokak’ta 3 katlı tarihi ahşap binanın orta katında sabah erken saatlerde yangın çıktı. Alevler, binanın aynı katında kiracı olarak oturan Elmas Eğilmez ve oğlu Birol Demircioğlu’nun evini de sardı. Yaşlı kadın ve oğlu, çevredeki iş yerlerinde çalışanların yardımıyla dışarı çıkarıldı.

Kısa sürede binanın tamamına yayılan yangına, itfaiye ekipleri müdahale etti. İtfaiye ekipleri, meraklı vatandaşların yangını izlemek isterken oluşturduğu kalabalık yüzünden zor anlar da yaşadı. İçten içe yanan ahşap binaya saatlerce su sıkan itfaiye görevlileri, kar yağışı altındaki uzun uğraşların ardından yangını söndürdü. İtfaiyenin çalışması sırasında, ahşap binanın bir bölümü gürültüyle çöktü. Birol Demircioğlu, oturduğu evin yanmasını göz yaşları içinde izledi.

Hürriyet Ankara, 29.01.2008

MARDİN'İN 300 YILLIK KERVANSARAYI RESTORE EDİLİYOR

 

Mardin'de 300 yıllık kervansaray restore ediliyor. Mardin Valiliği tarafından inanç ve kültür turizmi kapsamında tarihi ve kültürel varlıkların korunması için başlatılan çalışmalar büyük bir hızla devam ediyor.

 

İki yıl içinde 18 tarihi cami ve medresenin restore edildiği Mardin'de şimdi de bir zamanlar kervanların uğrak yeri olan tarihi kervansaray bir yıl içinde restore edilerek hizmete girecek. Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar, 7 bin yıllık tarihi geçmişi bulunan ve farklı medeniyetleri bünyesinde bulunduran Mardin'deki tarihi ve kültürel varlıkları korumak için seferber olduklarını belirterek, iki yıl içinde 18 tarihi ve kültürel varlıklardan oluşan cami medrese, hamam ve külliyelerin onarım ve restorasyonlarını yaptıklarını söyledi.

 

2008 yılında 10 cami, saray ve medresenin onarım için Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından proje kapsamına alındığını ifade eden Kılıçlar, "Bu yıl içinde bitirilmesi planlanan 300 yıllık kervansarayın restorasyon çalışması başladı. Aslına göre restore edilecek kervansarayı eski konumuna kapalı bir çarşı yapmak için ve turizme açmak için kolları sıvadık. Mardin'in tarihi yapılarını aslına göre korumak için başlattığımız restorasyon seferberliğimiz aralıksız sürmektedir." dedi. 2008 yılında turizm patlaması beklediklerini da kaydeden Kılıçlar, şunları söyledi: "Mardin'i şimdiden hazırlıyoruz. Buraya gelen turist yıkılmış tarihi harabeler değil, aslına göre restore edilmiş temiz yapılar görmek istiyor. Son yıllarda özelikle turizm alanında yaşanan gelişme hem esnafı hem de Mardin halkını sevindirdi. Huzur ve güvenin bir arada olması ekonominin canlanmasına vesile olacaktır. Şu anda otellerimizde turizm acenteleri Mardin için rezervasyon yaptırmak için birbirleri ile yarış halindeler. Otel ve konaklama sorununu çözmek için artık yatırımcılar Mardin'e yönelmeye başladı. Buda Mardin'in inanç ve kültür turizmini daha da artırmaktadır. Daha önce Mardin'e gelen turist sayısı binlerle ifade edilirken bugün artık yüz binlerle anılmaya başlandı. Mardin artık dünyaya açılan bir misafir penceresi konumuna geldi."

haberler.com, 28.01.2008

ANTİK SU YOLU TAHRİBİNE SORUŞTURMA

 

Ağustos 2007’de Efes-Osmanlı Suyolu’nun bir bölümü Belediye Su İşleri yetkilileri tarafından tahrip edilmişti. Konu hakkında Aydın Anıtlar Bölge Koruma Kurulu’na suç duyurusunda bulunan Yerel Tarihçi Şenol Eskin’e gönderilen resmi yazıda; “antik suyolunu tahrip edenler hakkında yasal soruşturma açılmasına kurulumuzca karar verildi” deniliyor.

 

Bölge Koruma Kurulu kararında ayrıca; “tahrip edilen kısımdaki suyolunun rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin hazırlanması, antik suyolu içinden geçen su borusu hattının antik kanalın dışına alınması”na da karar verilmiş durumda.

 

Değirmenderesi su kaynağından Ahmet Pınarı- Göcek Kavağı hattına gelen ana su şebekesinde var olan su patlağını bulmak için Belediye Su İşlere görevlileri ağustos ve eylül 2007 tarihinde, 2000 yıllık tarihi suyolunu paramparça etmişlerdi.

 

MS 200’lü yıllarda Değirmenderesi kaynağından Efes antik kentine 43 km yol katederek giden antik suyolunun Başkemer yakınlarındaki Tekşen ailesine ait olan zeytinlik içindeki bölümü Belediye Su İşleri ekipleri tarafından parçalanması üzerine, Yerel Tarihçi Şenol Eskin, ekim 2007 tarihinde “ilgili kişiler hakkında suç duyurusu”nda bulunmuştu. Aydın (Anıtlar Kurulu) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na yapılan suç duyurusu sonrası; 28 aralık 2007 tarihinde toplanan Kurul; “tescilli antik suyolunu tahrip edenler hakkında yasal soruşturma açılması gerektiğine, yasal soruşturmanın başlangıç ve sonucunun kurulumuza iletilmesine, tahrip edilen kısımdaki suyolunun rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin hazırlanmasına, antik suyolu içinden geçen su borusu hattının, antik kanalın dışına alınması için gerekli çalışmanın yapılarak kurulumuza iletilmesi gerektiğine karar”  verdi.

 

Aydın Anıtlar Kurulu’na bu olay için Kuşadası Belediyesi adına katılan Fen İşleri görevlisi Müge Bayrak mevcut karara “karşı oy” kullandı.

 

Toprak altında bulunan antik tüneller içine 1945 ve 1964 suyolu onarımları zamanında döşenmiş borulardaki su patlağını Tekşen zeytinliği içinde ortaya çıkarmak için, Belediye Su İşleri ekipleri büyük kepçelerle parçalamışlardı. Boruların 70 cmx2 m çaplı tüneller içinde bulunduğunu bilmelerine ve tünellere girerek hattaki su kaçağını bulmaları olanaklı iken, bunu yapmayarak büyük kepçelerle üstten yarma yapılması sonucu 2000 yıllık antik tünelleri parçalanarak su boruları onarılmıştı. 2007-ağustos ayı sonunda gündeme gelen ve dünyaca bilinen tarihe karşı uygulanan bu durum; eylül ayı içinde yaklaşık 15 gündür antik suyolu üzerinde bilimsel çalışmalar yapan arkeologları da çileden çıkarmıştı.





Belediye Su İşleri ekibi; kente gelen ana şebekedeki su kaçağını bulmak için Tekşen zeytinliği içindeki antik suyolu üzerinde üç noktada yarma yapmış; hat boyunca yapılan kepçeli yarmalar sonunda, antik suyolunun yaklaşık 80 metresi yok edilmişti.

 

2000 yıllık Değirmenderesi-Efes suyolu tarihçesi

MS 200’lü yıllarda Roma denetiminde bulunan Efes antik kentinin nüfusu yaklaşık 250 000 kişidir. Dünyanın üçüncü büyük kenti ve Asya’nın başkentidir. Kente su yetmemektedir. O dönemde en güçlü su kaynağı Değirmenderesi/Kenchiros suyudur. Yaklaşık 5 yıllık bir çalışma ile, oldukça zor olan bir alandan 43 kilometrelik su yolunun yapımı gerçekleştirilir. Hattın yaklaşık 35 km’si bugün Kuşadası ilçe sınırları içindedir.

O dönemde dünyanın en önemli su mühendisleri, toprak altı tünel yapımcıları,su kemeri ustaları hattı parça parça yaparlar. Bazıları tünelleri, bazıları su kemerlerini ve bazıları da toprak yüzeyindeki su kanallarını yaklaşık 5 yılda tamamlarlar. Antik suyolu üzerinde en ünlü iki kemer Başkemer ve Bahçecik Boğazı Kemeri’dir. Tepe ve vadileri aşarak Efes’e götürülen su hattı; o koşullarda motor gücü vb olmadığı için suyun akışkanlığına göre (cazibeye göre) yapılmış ve bu anlamda oldukça kıvrımlı ve uzun bir yol kat etmiştir. Bugün hala antik suyolu üzerinde bilimsel çalışmalar sürdürülmekte ve hattın her noktası yeniden araştırılmaktadır.

 

Efes antik suyolu hattı Damlacık Deresi/Göçüklük noktasında kuzey yönünde Kirazlı-Kuşadası Yolu’nu geçerek yoluna devam eder.

 

Öküz Mehmet Paşa zamanında yaklaşık (1605-1609) antik suyolunun önemli bir bölümü kullanılarak Kuşadası’na su getirilmiştir. Uzun yüzyıllar kullanılmayan su hattı, Değirmenderesi kaynağından başlayarak onarılmıştır.

 

Antik suyolu; Damlacık/Göçüklük noktasından itibaren Kuşadası’na doğru tamamen Osmanlı tarafından yapılmıştır. Damlacık/ Göçüklük noktasından Göcekkavağı noktasına getirilmiş ve oradan da şimdiki Küçük Sanayi’nin bulunduğu alanı geçerek Meram Su Kemeri’ne bağlanmıştır.

 

Meram Su Kemeri’nden şimdiki SSK Hastanesi önü/ Kadınlar Denizi Yolu’na gelen hat, eski Zeybek Otel alanındaki “taksimat kuyusu”da ikiye bölünmüştür. Hatlardan biri Kışla alanındaki (şimdiki 7 Eylül İlköğretim Okulu noktası) su tüneline getirilmiş ve buradan İkioluklu-Anıt Sokak-Menekşe Sokak-Dağ Mahallesi kale duvarları-içi güzergahında seyrederek, çevresine su vermiştir.

 

Hatlardan ikincisi; SSK Hastanesi’nin bulunduğu “Subaşı Tepesi”nin mezarlık yönüne doğru döşenmiş ve Subaşı Tepesi’nin yamacından şimdiki Zafer Sokak-Barlar Sokağı-Kale Kapısı-Barbaros Hayrettin Bulvarı üzerinden Kale İçi Camisi haznesine gelmiştir. Bu su deposu/ hazne, cami tuvaletlerinin yanında hala durmaktadır. Bu hazneden; Kervansaray’a, resmi yerlere ve Kale İçi Mahallesi sokaklarında bulunan çeşmelere su verilmiştir.

 

1945’li yıllarda kentte motopomp/motor gücü ile su getirilmesi gündeme gelmiştir.Yüksek noktalara depolar yapılmıştır. Suyu kente getirebilmek için en uygun yolun antik su hattı olduğu kabul edilmiş ve aynı suyoluna büz/künk döşenmiştir.

 

1964’de Belediye Başkanı Şaban Alkış zamanında İller Bankası; büz/künk sisteminin artık dönemini doldurduğunu ve asbestli borularla hattın tekrar döşenmesini ve bu yolla hattaki su kaçaklarının aza indirileceğini belirtir ve büyük bölümü yine antik hattın kullanılması ile asbestli borular döşenir.

 

Antik tüneller içinde bugün hala büz ve asbest borular üstüste durmakta ve basınçlı su antik tünelleri mahvetmektedir. (“Tarihi Suyolu, Tarihi Çeşmeler ve Kuyular” adlı çalışmasından-Şenol ESKİN) Demokrat Gazetesi/Kuşadası.

Selçuk Bölge Haberleri, 28.01.2008

JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Tekirdağ İl Jandarma Komutanlığı Tekirdağ, Tokat ve Muş'da eş zamanlı düzenlediği operasyonlarda aralarında 2 astsubay ve 1 polis memurunun da bulunduğu tarihi suç şebekesini çökertti. Operasyonlarda toplam 17 kişi ifadelerinin ardından serbest bırakıldı.

 

Tekirdağ İl Jandarma Komutanlığı Tekirdağ'ın Çerkezköy İlçesi, Veliköy ve Kızılpınar beldeleri ile Tokat'ın Turhal İlçesi ile Muş'un Hasköy İlçesinde Ali E. ve Yakup N. isimli kişilerin önderliğindeki organize suç örgütüne yönelik operasyon düzenledi. Tekirdağ, Tokat ve Muş ile ilçelerinde düzenlenen eş zamanlı yapılan operasyonlarda aralarında 2 astsubay, 1 polis memurunun da bulunduğu toplam 17 kişiyi gözaltına aldı. Zanlıların ev ve işyerinde yapılan aramalarda 1 adet kılıç, 1 adet tarihi eser taş, 3 adet ruhsatsız av tüfeği, 1 adet kuru sıkıdan bozma tabanca, 2 adet 7.65 mm çapında fişek, 12 adet kuru sıkı tabaca fişeği, 25 adet av tüfeği fişeği ele geçirildi. Aranan şahılar arasında bulunan 3 kişinin ise 'nitelikli yağma suçundan' Tekirdağ Kapalı Cezaevinde bulundukları belirlendi. Şüpheliler arasından 5 kişi de kaçak kazı yaptıkları sırada suçüstü yakalandı.

 

Tekirdağ İl Jandarma Komutanlığı tarafından ifadeleri tamamlanan zanlılar Çerkezköy Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

haberler.com, 28.01.2008

FİRAVUN ŞEHRİNİN ACIMASIZ SIRLARI

 

Mısırlılar tarafından firavunlar için yapılan anıtlarda çalışan işçilerin ızdıraplı yaşamları arkeologlar tarafından gün ışığına çıkarılıyor.

Orta Mısır’da kazılan bir antik yerleşimde bulunan iskeletler birçok insanın daha yirmili yaşlarına gelmeden öldüklerini göstermekte. Amarna şehrindeki mezarlıkta bulunan birçok iskelette omurga bozuklukları ve yetersiz beslenmeden kaynaklanan kemik bozuklukları tesbit edildi.

 

Şehir, Tutankhamun’un babası Akhenaten tarafından 3500 yıl önce tanrı Aten için olağanüstü tapınakları, saray ve anıt mezarları ile birlikte inşa edilmişti. Eşi Nefertiti ile birlikte başşehir Thebes’i ve eski tanrılarla onların rahiplerini terkeden firavun, 320 km kuzeyde, Nil Nehri’nin kenarında yepyeni bir şehir kurmaya karar vermişti. 15 yılda inşa edilen ve 50.000 kişiyi barındıran şehir firavun Akhenaten’in ölümünden birkaç yıl sonra terk edilmişti.

 

Bir yüzyıldan daha uzun bir süre arkeologlar Amarna’nın ölülerini aradılar. Ama mezarlar ancak yakın bir zamanda tarafından seller tarafından aşınan toprağın altından açığa çıktı. İngiliz arkeologlar tarafından kazısı yapılan bu buluntular insanların, Firavun’un hayalini gerçekleştirmek için ne denli korkunç bir bedel ödediklerini gösteriyordu. 

BBC Timewatch, Haber: John Hayes-Fisher, 25.01.2008



KAHRAMANMARAŞ'TA 18 TARİHİ ESER ONARILACAK

 

Kahramanmaraş Valiliği, 2008’de 18 eski eserin onarılması için çalışma başlattı. Kentteki Şıh, Divanlı, Çığçığ ve Ceyhan Camileri ile Taş Medrese 2008’de restore edilecek.


Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Adana Vakıflar Bölge Müdürlüğü nezdinde Kahramanmaraş Valiliği'nin öncülük ettiği girişimler sonucunda 5 adet eski eserin restorasyonu ile 13 adet eski eserin etüt-proje çalışmaları 2008 yılı içinde tamamlanacak. Restorasyonu yapılacak eski eserler Şıh, Divanlı, Çığçığ ve Ceyhan Camileri ile Taş Medrese olarak belirlendi. Etüt-proje çalışmaları 2008 yılı içinde tamamlanacak eski eserler ise Nuh, Bey, Evzaniye, Dede Mehmet, Şekerli, Devecili, Kazancı, Duraklı, Haznedarlı, Çukuroba, Boğazkesen ve Acemli Camileri ile Mağaralı Camii Minaresi olarak programa alındı.

 

Kahramanmaraş Valisi M. Niyazi Tanılır, “Tarihi ve kültür varlıklarımızdan olan eserlerin restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının, tarihi kültür varlıklarımızın gelecek nesillere aktarılması, turizmin gelişmesi ve Kahramanmaraş’ın tanıtımına önemli katkı yapacağı değerlendirilmektedir” dedi.

Turizm Gazetesi, 28.01.2008

TARİHİ BİNALAR İÇİN 45 BİN YTL YARDIM

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, tarihi binaların restorasyonu için kurum ve kuruluşlara para yardımı yapıyor.


Kültür ve Tabiat Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü'nün son 2 yıldır yürüttüğü uygulama ile tarihi binaların restorasyonuna maddi destek sağlandığı, bunun için bütçe yardımı yapıldığı bildirildi. Uygulamanın gerçek ve tüzel kişiliklere ait binaları kapsadığını belirten, ıl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çaltı, "Balıkesir'de 2007 yılı içerisinde; projeler için 5 bin, restorasyon çalışmalarına ise 40 bin YTL. yardım yaptık. Toplam 4 restorasyon çalışması ile 2007 yılına oranla 2008 yılı için 10 ayrı bireysel başvuru yapıldı" dedi.

Başvuruların ocak ayının sonunda sona ereceği bildiren Çaltı, "Balıkesir gibi tarihi binaların çok olduğu bir şehirden daha fazla başvuru geleceğini düşünüyorduk. Ocak ayının sonuna kadar yapılan başvuruları Bursa Kültür Varlıkları Bölge Müdürlüğü inceleyecek. Uygun görülen projelere onay verilecek. Biz ise, Balıkesir Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak alınan restorasyon yardımlarını denetlemekle yükümlüyüz" dedi.

Balıkesir il merkezinde faaliyet gösteren özel bir şirket, Dumlupınar Mahallesi'nde tarihi bir konak satın alarak Bakanlığın verdiği restorasyon yardımından yararlandı. Yıllarca bakımsız kalan ve içinde define arandığı için adeta talan edilen tarihi konak, bugün son derece güzel bir görünüme kavuştu. Bir süredir kendine yer arayan Balıkesir Barosu, söz konusu konağa talip oldu ve yapılan görüşmeler neticesinde toplam 290 bin YTL.'ye tarihi konağı satın aldı. Baro Başkanı Muzaffer Mavuk, "Böyle tarihi bir konağa sahip olmaktan son derece mutluyuz. Konağın iç tefrişi de tamamlandıktan sonra kendi binamıza taşınacağız. Baromuzun özel idare iş hanındaki mevcut yerini de restoran ve kütüphanesi olan sosyal tesis olarak kullanmayı düşünüyoruz" dedi.

Haber Ekspres, 28.01.2008

SULUKULE'YE RESMEN VEDA

 

Sulukule'nin yerini 620 ev, bir otel, bir ticaret, kültür ve eğlence tesisinin alacağı yenileme projesi, Kültür ve Tabiat Varlıkları Yenileme Kurulu tarafından onaylandı. Projede Romanların oranı yüzde 17. İstanbul Büyükşehir ve Fatih belediyeleri ile TOKİ işbirliğindeki projede 400 hak sahibiyle protokol imzalandı. Uzlaşmaya yanaşmayan 220 hak sahibine ise evleri için bir bedel ödenecek. Evler şu anki gibi bitişik nizam iki, üç ve dört katlı olacak. Komşuluk ilişkilerinin devamı için ortak kullanım alanları, bahçeler yapılacak. Romanlara konservatuvar eğitimi de verilecek.

Radikal, 28.01.2008



*****


SULUKULE BAŞTAN AŞAĞI YENİLENİYOR, EVLERİN BOYU SURLARI GEÇMEYECEK





İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi ve Toplu Konut İdaresi işbirliğiyle Fatih'te 'Sulukule' olarak bilinen ve yenileme alanı ilan edilen Hatice ve Neslişah Sultan mahallelerinde 620 ev ve bir otel ile ticaret, kültür ve eğlence tesisini içeren proje, Kültür ve Tabiat Varlıkları Yenileme Kurulu tarafından onaylandı.

 

Projeye ilişkin bilgi veren Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, projenin 2 Kasım 2007 tarihinde Yenileme Kurulu'nda onaylandığını belirterek, "Bu proje, Türkiye'de Yenileme Kurulu tarafından onaylanan ilk yenileme projesidir." dedi. Toplam 91 bin metrekare alanı kapsayan, 10 sokak ve 3 caddeden oluşan proje alanında 620 hak sahibi, 434 kiracı, 45 de dükkan bulunduğunu belirten Demir, 2005 yılı Temmuz ayında başlayan çalışma kapsamında projenin 11 kez revize edilerek son halini aldığını söyledi. Demir, yenileme alanı projesinin İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü Başkan Yardımcısı Yard. Doç.Dr. Selim Velioğlu ile İTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Mehmet Ali Yüzer tarafından hazırlandığını belirterek, "Orada oturan Roman vatandaşlarının hayat tarzını devam ettirebilecekleri bir mimari projeye dönüştürdük." dedi.

 

Yeni evlerin arkası bahçeli olacak

Demir, projeye göre yapılacak evlerin yüksekliğinin surun yüksekliğini geçmeyeceğini belirterek, evlerin mimari özellikleri ve projeye ilişkin şu bilgileri verdi: "Sivil Osmanlı-Türk mimari örneğini oluşturacak evler şu anda olduğu gibi bitişik nizam 2, 3 ve 4 katlı olacak. Evlerin dış cephesi taş ve ahşap kaplama olacak. Sokak siluetleri korunacak. Komşuluk ilişkilerini devam ettirebilecekleri ortak kullanım alanları, eğlenebilecekleri, kültürel etkinlikleri yapabilecekleri arka bahçeler olacak. Dolayısıyla onların hayatlarını zorla değiştirecek, dönüştürecek bir şey yok. Zorlama yok. Bununla birlikte alanda bulunan cami, kilise, çeşme ve konutların da bulunduğu 44 tescilli eser restore edilerek korunacak. Proje alanında ayrıca bir kültür merkezi ile bir butik otel yer alacak. Sulukule Ticaret Kültür ve Eğlence Tesisi, 1.500 metrekare kapalı alana sahip olacak ve burada Roman müziğinin yanı sıra konservatuvar eğitimi verilecek bir mekan olacak. Kültür merkezinin altında yapılacak 48 dükkandan 45'i hak sahiplerine verilecek. Toplam 1.515 metrekare alana sahip 2 katlı inşa edilecek Kervansaray Oteli avlulu olacak. Üst kat otel, alt katta restoran, kafeterya ve lobi bulunacak. Otelde, burada yaşayanlar iş imkanı da bulabilecek. Proje kapsamında ayrıca zemin altına 530 araç kapasiteli otopark yapılacak."

 

Başkan Mustafa Demir, bugüne kadar 620 hak sahibinden 400'üyle protokol imzaladıklarını, geriye kalanlar için geçen hafta kanun gereği 15 gün verilen uzlaşma süresinin de bittiğini belirterek, "Kanun gereği bizimle uzlaşmayan 220 hane sahibi artık bu projeden yararlanamayacak. Biz kendi değer tespit komisyonumuzun onların mülkiyetleri için belirlediği rayiç bedelin yüzde 20'sini bankada kendi adlarına bloke ettiriyoruz. Ondan sonra bizimle uzlaşmayanlar mahkemeye başvuracaklar. Mahkeme ne kadar değer tespiti yaparsa, biz de onlar da karara uyacağız." diye konuştu. Dairelerin bedelinin aşağı yukarı 100-120 bin YTL olduğunu ve sokak siluetlerine, ada yapılarına göre değişen 17 tip daire bulunduğunu belirten Demir, bu arada hak sahiplerine de 400 YTL kira yardımı yapacaklarını vurguladı. Demir, 434 kiracıya da TOKİ'nin Taşoluk'ta yaptığı evlerden verildiğini sözlerine ekledi.

Zaman, 29.01.2008

METRO SURLARIN ALTINDAN GEÇECEK

 

Yapımına 9 yıl önce başlanan İstanbul Metrosu'nun Taksim-Yenikapı geçişinin durmasına neden olan ve taşınması gündeme gelen 700 yıllık Ceneviz Surları, daha derinden yapılacak tünel ile aşılacak.

Proje ile ilgili Koruma Kurulu'nun onayı bekleniyor. İstanbul Metrosu'nun 2002 yılında da tamamlanması planlanan Taksim- Yenikapı geçişinin inşaatı, Haliç Köprüsü'nden sonra geçtiğimiz yıl da Galata'daki 700 yıllık Ceneviz Surları'na takıldı.

Surların önce taşınmasına karar verildi. Ancak taşıma işleminden, gelen tepkiler ve uzmanların taşınamaz şeklindeki görüşleri üzerine vazgeçildi.

Belediye geçtiğimiz aylarda belediye tarafından kurula sunulan yeni projede ise taşınma yerine, metro geçişinin bu noktada, surlara bir zarar vermeden daha derinden geçirilmesi önerildi.

Sabah, Haber: Hasan Erşan, 28.01.2008

PAMUKKALE'DEKİ İKİ ANTİK KENTE AÇIK HAVA DEPREM MÜZESİ

 

 

Pamukkale Üniversitesi, (PAÜ) İtalyanlarla işbirliği yaparak, Denizli’deki Hierapolis ve Laodikya Antik Kentleri’nin bulunduğu bölgede depremin yol açtığı yıkımın izlerini "Deprem Müzesi Parkı" ile gözler önüne serecek.

Antik Hierapolis Kenti’nde kazı çalışmalarını yürüten İtalyan Lecce Üniversitesi öğretim üyesi ve Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Francesco D’Andria’nın önerdiği Deprem Müzesi Parkı Projesi, Pamukkale Üniversitesi’nin de destek vermesiyle hız kazandı. Tarihte dokuz ve üzerindeki şiddetli depremlerle yerle bir olan Hierapolis Antik Kenti’ni açık hava deprem müzesine dönüştürecek projeyle ilgili ilk adım atıldı. PAÜ tarafından hazırlanan Deprem Müze Parkı Projesi, Çürüksu Vadisi’nde yer alan Hierapolis Antik Kenti ve çevresini kapsıyor.

Üç yıl içinde gerçekleştirilmesi beklenen proje, aynı zamanda jeolojik çalışmalar için de zemin oluşturacak. Antik kenti etkileyen depremler kayıt altına alınıp araştırılacak. Yaklaşık 400 bin YTL’ye mal olacak projeyle, tarihi yapılardaki çatlak aralıkları, fay hatlarındaki kırıklarda açılmalar, depremler sonucu yüzeye çıkan termal suyla oluşan travertenler, termal suyun fiziksel ve kimyasal değişimleri de araştırılacak.

Proje, PAÜ Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Halil Kumsar ve İtalyan Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Francesco D’Andria tarafından yönetilecek. PAÜ Rektör Yardımcısı Kumsar, birçok ülkede oluşturulan Deprem Müzesi Parkı Projesi’nin bu bölgenin tarihsel gelişimini gelecek kuşaklara aktarma bakımından çok önemli olduğunu söyledi. Bölgenin hem araştırma alanı olacağını hem de ziyaretçileri ağırlayacağını belirten Kumsar, "Bu bölgeyi açık hava müzesi haline getirmemiz, antik şehrin nasıl yıkıldığını, fay kırıklarını, buharın nasıl çıktığını ve travertenlerin nasıl oluştuğunu insanlara gösterecek. Buraya gelenler, şimdiye kadar bilinmeyenlerin cevabını müzeyi gezerek alacak. Müze girişinde, Hierapolis ve çevresinin tarihsel gelişimi ile bugünkü durumunu aktaran bir sinevizyon sunumunu da amaçlıyoruz" dedi.

Hürriyet, Haber: Osman Nuri Boyacı, 28.01.2008

İSTANBUL 2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ İÇİN İLK ADIM: GÖRÜNTÜYÜ BOZAN BİNALAR YIKILACAK

 

'Dört elementin kenti' İstanbul'un Avrupa kültür başkenti olmasına 1 yıl 337 gün kaldı. Bir grup sivil toplum gönüllüsünün bir araya gelerek 2000 yılında başlattığı çalışmalar sonucunda, 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilen İstanbul için geri sayım başladı.

 

 

Kasım ayında TBMM'de kabul edilen İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı kurulmasına dair kanunla oluşturulan danışma kurulu, dün ilk toplantısını İstanbul Ticaret Odası'nda yaptı. Böylece 2010 çalışmaları resmen başlamış oldu. Konuyla ilgili tüm kişi ve kurumlar, toplantıya tam kadro halinde katıldı. Çalışmaların bir an önce başlatılıp kararlılıkla yürütüleceğinin vurgulandığı toplantıda, 2010 için atılacak ilk somut adımı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay açıkladı.

 

Açılış konuşmasını yapan Ertuğrul Günay, 2010 konusunda somut projelerin bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğini söyleyerek, mekansal iyileştirme, sanatsal etkinliklerin takvimi ve İstanbul'un entelektüel birikiminin ortaya konulması gibi çalışmaların vakit geçirilmeden yapılması gerektiğini söyledi. Tarihi mekanların iyileştirilmesi konusunda somut projelerle bizzat uğraşmak kararlılığında olduğunu ifade eden Günay, birinci hedeflerinin Topkapı Sarayı ve Gülhane Parkı'nı çevreleyen Suru Sultani'de iyileştirme yapmak olduğunu söyledi. Tarihi mekanla bağdaşmayan ve 'ur' gibi duran yapıları buradan çıkaracaklarını söyleyen Günay, tarihi yapıların restorasyon çalışmalarının da hızla devam edeceğini dile getirdi.

 

Bu çerçevede 31 Ocak'ta Gülhane Parkı'nda tescilli PTT binası dışındaki binaların tümü yıkılıyor. Yine Gülhane Parkı içinde 9 yıl önce ihalesi tamamlanmasına rağmen ilerleme kaydedilemeyen Teşvikiye hastaneleri de bir an önce yapılacak. Gülhane Parkı temizlendikten sonra Topkapı Sarayı'nda teşhir edilemeyen padişah arabaları ve diğer eserlerden bir bölümü burada sergilenecek. 2010 yılı gelmeden başka birçok projeyi de hayata geçirmeyi düşündüklerini söyleyen Bakan Günay, "Rami'de bir kültür merkezi oluşturma projesi bulunuyor. Ayazağa'da yapımı sürmekte olan merkezin de en kısa sürede tamamlanarak bir kongre merkezi olarak kentin turizm ve kültür hayatına katılmasını bekliyoruz. Ayrıca Atatürk Kültür Merkezi de bu yıl, sezon sonunda bakıma alınacak. Böylece önümüze somut projeler koyarak, danışma kurulu toplantılarının sadece güzel sözlerin söylendiği toplantılar değil, herkesin ne yaptığını ortaya koyduğu ve hesap sorduğu bir toplantıya dönüşmesi gerekiyor." dedi.

 

Toplantıda konuşan Başbakan Yardımcısı ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Koordinasyon Kurulu Başkanı Hayati Yazıcı, İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesinin, medeniyetlerin buluşma noktası kabul edilen kenti, Avrupa'ya doğru tanıtabilmemiz ve Avrupa halkları ile Türk halkı arasında yeni iletişim kanalları oluşturulması açısından büyük önem taşıdığını ifade etti. Yüzyıllar boyunca farklı kültürlere ve dinlere ev sahipliği yapan ve bu anlamda bir hoşgörü başkenti haline gelen İstanbul'u medeniyetler ittifakının sembol şehri olarak kabul ettiklerini dile getiren Yazıcı, "Medeniyetler ittifakı misyonunu üstlenen bir ülke olarak, bu sembol şehrimizi asaletine ve zarafetine uygun projelerle 2010'a hazırlamalıyız." dedi. 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projesinin başvuru çalışmalarından yasa çıkana dek danışma kurulu başkanlığı görevini yürüten AKP Genel Başkan Yardımcısı Egemen Bağış da Türkiye'nin, her kesimiyle bu projeyi sahiplendiğini söyledi. Bağış, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Danışma Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi'ye 2010 rozetini takarak bir nevi devir-teslim gerçekleştirmiş oldu.

 

İstanbul 2010 Danışma Kurulu, dünkü toplantısında sivil toplum kuruluşları temsilcileri arasından seçilecek dört kişilik yürütme kurulu üyelerini belirledi. Kurula, Prof.Dr. İskender Pala, Nuri M. Çolakoğlu, Prof.Dr. Metin Sözen ve Gürhan Ertür seçildi. Yürütme kurulunda Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, İstanbul Valiliği'ni Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni Genel Sekreter Yardımcısı Muammer Erol, İstanbul Ticaret Odası'nı Şekib Avdagiç ve İstanbul Sanayi Odası'nı Nuri Tuna temsil ediyor. Yasaya göre yürütme kurulu başkanını Koordinasyon Kurulu Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı görevlendirecek.

Zaman, Haber: Ali Pektaş, 28.01.2008

'İNGİLTERE İMPARATORU'NUN ALTIN SİKKESİ

 

İngiltere’nin Derbyshire bölgesinde yaşayan bir çiftçi tarafından MS 3. yüzyıla ait çok önemli iki altın sikke bulundu. İsyancı Roma generali Carausius, yılında idam edilmesinin emredilmesinin ardından MS 286 yılında kendini “İngiltere İmparatoru” ilan etmiş, 293 yılında ise “Maliye Bakanı” Allectus tarafından organize edilen bir darbe ile devrilmişti.

 

Bulunan ve bu “imparator” tarafından basılan iki adet altın sikke British Museum’a gönderildi. Sikkeleri bulan çiftçinin kimliği ise, arkeologlar tarafından bölgede henüz kazı yapılmadığı için gizli tutuluyor. 

The Times, Haber: Dalya Alberge, 24.01.2008

DEFİNE FACİASINA 5 YIL HAPİS İSTENİYOR

 

 

Define aramak için girdikleri su oyuğunda jeneratör dumanından zehirlenen 3 kişinin cesedini bulan Şaban K.`nin soruşturması tamamlandı.
        
Kayapa`da yaklaşık iki buçuk ay önce göletin üzerindeki su oyuğuna define aramak için giren Murat A. (30), Mustafa A. (30) ve Mehmet K. (45), çalıştırdıkları jeneratörün dumanından zehirlenerek olay yerinde hayatını kaybetti. Bir gün önce geceden bıraktığı üç kişiyi, olay günü otomobille almaya giden Şaban K. (27), içeriden ses gelmeyince durumu jandarmaya bildirdi. Olay yerine gelen jandarma cesetlere ulaşamayınca, durum Sivil Savunma Müdürlüğü`ne iletildi.

Ekiplerin saatler süren çalışmasıyla, 3 arkadaşın cesetleri su oyuğundan güçlükle çıkartıldı. Olaydan sonra jandarma tarafından gözaltına alınan ve olayla hiçbir ilgisinin olmadığını söyleyen Şaban K., sevk edildiği Adliye`de tutuklanarak cezaevine gönderildi.


Bu arada 3 kişinin ölümüyle ilgili savcılığın soruşturması sona erdi. Savcı cesetleri bulan Şaban K. hakkında, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu`na muhalefet suçundan 5 yıla kadar hapis talebiyle dava açtı. 68 gündür tutuklu bulunan Şaban K. önümüzdeki günlerde 1. Asliye Ceza Mahkemesi`nde hakim karşısına çıkacak.

Bursa Olay, 28.01.2008

TOPKAPI SARAYI'NDA SEVİCİ CARİYELER DE OLACAK MI?

 

Madem, AKP ile MHP türbanda uzlaştı... Yeğen Karamanlis Anıtkabir defterini imzaladı... TÜSİAD "Hükümetin önceliği ekonomi olmalı" uyarısında bulundu...

Piyasalardaki 'genleşme'nin yol açtığı 'büzüşme' kontrol altına alındı. O halde boş işlerden konuşabiliriz!

Sayfanın sağında duran kavuklu kişi, 'dünyanın en hızlı sol beki' Roberto Carlos... Üzerindeki çaput da, ihtimal Kapalıçarşı'dan, 'çakma Osmanlı kostümleri' satan bir dükkandan alınmış. Elin Brezilyalısı ne bilsin. Lamborghini'si ile Reina'ya gitmek dururken Topkapı Sarayı'nın 'Sultans Costums' bölümünü gezecek; "Bre zındıklar, bu Fatih'inkine benzemiyor!" diye gürleyecek hali yok ya... Giymiş işte!

 

Hoş, bunda da bir tuhaflık yok! Sonunda o, "Bi de simit alsana" tadında, yetenekli, sevimli bir popüler kültür motifi... Ama bu 'Oryantalizm' denen illet öyle acayip bir şey ki, bırakın Carlos'u koca koca bilim adamlarının bile aklını çeliyor.

Mesela, kimlerden oluştuğu açıklanmayan ancak 'uzman' olduğu söylenen bir kurul, kafa kafaya verip Topkapı Sarayı'ndaki korumaların yeniçeri kostümüyle dolaşmasını kararlaştırıyor. Üstelik sadece erkeklerin değil, kadınların da!

Ama asıl ilginç olan şu: Bu saçma projenin bir de amacı var:

Turistlere Osmanlı kültürünü tanıtmak... Peki nerede? Topkapı Sarayı'nda!!!

Aklıma takıldığı için soruyorum:

Zaten bilet alarak Topkapı Sarayı'na giren bir turist, 80 bin metrekarelik koca sarayda Osmanlı'yı anlatan bir şey bulamayacak da çakma yeniçeri kostümlerine mi bakacak? Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Bağdat Köşkü, Osmanlı hakkında fikir vermiyor mu? Oraları Osmanlı mimarları değil de, Holzmeister, Egli falan mı yaptı?

O tuhaf kostümlerin içinde kımıldamak bile zorken, korumalar görevlerini nasıl yapacak? Tablolara flaş patlatan turistleri uyarmak için emekleyecekler mi?

Ve... Böyle önemli bir 'misyon'u üstlenen uzmanlar, Osmanlı askeri teşkilatında kadın yeniçeri diye bir şey olmadığının farkında değil mi?

 

Şimdi 'Ankara' bana yine kızacak ama... Çabuk geçer diye söyleyeyim: Sarayda kadın kılığında yeniçeri dolaştırmak, üstelik bunu bir kültür projesi olarak sunmak Türkiye'nin kendi tarihine ne kadar yabancılaştığını gösteren acıklı bir örnek. 'Ne tuhaf bir ülke burası, ne garip insanlar bunlar' bakış açısının saray işi ibret vesikası!

Hoş, Türk aydının Oryantalizme olan bağlılığına, 'kendi kültürüne başka bir kültürmüş gibi bakma hastalığı'na edebiyatta, resimde, müzikte alıştık. Tarih yazımı da zaten çoktandır onlara teslim edildi ama... Bu çarpıklığın, saraya kadar sızması over doz oldu.

Şimdi, "Ne var canım bunda, Ankara'dan talimat alan uzmanlarımız beceriksiz ama masumane bir saray şovu yapmaya çalışmışlar" derseniz... Ben de size sorarım: Aynı projenin ikinci aşaması ya Harem-i Hümayun'u da kapsarsa?

Malum 19. yüzyılın Batılı Oryantalist ressamları orayı 'lüks bir genelev' sanıyor ve havuz başında şehvetten kıvranan sevici cariyelerin 24 saat öpüştüğünü düşünüyorlardı. Üstelik Harem'i hiç görmeden...

E, hadi onlar görmedi, ceplerine para atmak için de uydurup uydurup çizdi. Peki bizim uzmanların derdi ne?
Turizmdebusabah.com, Yazı: Mehmet Kenan Kaya, 27.01.2008

BİZANS DÖNEMİ İSTANBUL'UNU HAYAL EDİYOR

 

'byzantium1200.com' adlı internet sitesi, İstanbul'u 1200'lü yıllarda Bizans dönemindeki haliyle canlandırdı. Dönemin Bizans eserlerini üç boyutlu grafkiklerle çizen sitede İstanbul yine Bizans dönemindeki gibi 10 ayrı yönetim biçiminde gösteriliyor. Bizans dönemi eserlerini animasyonla sanal aleme taşıyan ilk ve tek site olan 'byzantium1200.com'da Ayasofya, Atik Mustafa Paşa Camii, Balabanağa Mescidi, Sekbanbaşı Mescidi, Hipodrom gibi tarihi yapılar, İstanbul'un Osmanlı tarafından fethedilmeden önceki görevleriyle gösteriliyor. Mimar Albrecht Berger, sitenin önsözünde Bizans eserlerinin nereye kaybolduğunun merak edilmesi tavsiyesinde bulunuyor.

Yeni Şafak, Haber: Gökhan Yılmaz, 27.01.2008

ERTUĞRUL FIRKATEYNİ ÇİN SUALTINDA BASIN TOPLANTISI

 

Japon gazeteciler, "Ertuğrul Firkateyni: Japonya’da Bir Türk Gemisi Projesi" kapsamında Ertuğrul’un sualtındaki kalıntılarına daldılar.

Yapı Kredi Emeklilik’ten yapılan yazılı açıklamaya göre, Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü ortaklığında, Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı’nın (TINA) desteğinde, ikinci yılına girilen projede, Japonya’da ilk kez basın mensupları ekibin çalışmalarını ve Ertuğrul’un tespit edilen kalıntılarını su altında inceleme fırsatı buldu. Japonya’da yayın yapan televizyon kanalı NHK ve ülkenin yüksek tirajlı gazetelerinden olan Asahi Shimbun’un da aralarında bulunduğu 13 gazete ve televizyon muhabiri, enkazın bulunduğu alana dalış yaparak ekibin çalışmalarını izledi.

Hürriyet, 27.01.2008

BATMAN'DA 'MAĞARA' TARTIŞMASI

 

 

Kültür Bakanlığı Diyarbakır Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun aldığı karar ile "Tarihi eserlere zarar veriliyor" gerekçesiyle 13 mağara boşaltıldı.Hasankeyf Belediyesi zabıta ekipleri gözetiminde mağaralardan çıkarılan eşyaların araçlara bindirilmesi esnasında işyeri sahipleri ile görevliler arasında tartışma yaşandı.

Yıllardır bu mağaralardan ekmek yediklerini ve tek geçim kaynaklarının işyerlerine çevirdikleri mağaralar olduğunu belirten vatandaşlar, mağdur olduklarını söylediler.

Mağarada hediyelik eşya satışı yapan Sait Cihan isimli esnaf, 7 yıldan beri aynı mağarada çalışarak ekmek kazandığını ancak bu mağaralar 50 yıldan beri babaları ve dedeleri tarafından kullanıldığını belirterek, Kuruldan çıkan bu kararı doğru bulmadığını ve Hasankeyf insanını açlığa mahkum etme gibi bir karar olduğunu söyledi.

Ahmet Akdeniz isimli vatandaş ise Hasankeyf"in yıllardır Ilısu Barajı suları altında kalacak diye kendilerini oyaladıklarını belirterek, "İşyerlerimizi kapatmalarına bir anlam veremiyoruz,bu mağaralar boşaltıldığı esnada harabeye dönerler biz buraları işyeri olarak kullandığımızda en azından bakımlarını yapabiliyordu.Bu nasıl bir koruma kararıdır anlamıyoruz"dedi.

Mağaraları boşaltma esnasında işyeri sahipleri zabıta görevlilerine tepki gösterdiler.

Haber Diyarbakır, 26.01.2008

İLK YAĞLIBOYA RESİMLER AFGANİSTAN'DA YAPILMIŞ

 

 

Dünyanın ilk yağlıboya resimlerinin MS 650 civarında Afganistan'daki mağara duvarlarına yapıldığı belirlendi. Afganistan'daki Bamiyan Vadisi'nde araştırma yapan Avrupalı, ABD'li ve Japon bilim adamları, vadideki mağaraların duvarlarına yapılmış Budist figürleri inceledi. Mağara resimlerinden alınan 53 örneğin 19'unda kullanılan boyada yağ izine rastlandı.


Bu resimlerde kullanılan boyanın içinde reçine, bitkisel zamk, kurutulmuş yağ ve hayvani protein olduğu belirlendi. Araştırmacılardan Japon Yoko Taniguçi, "Yağlıboya resmin Avrupa'da icat edildiğini düşünen Avrupalı meslektaşlarım çok şaşırdı" dedi. Sanat tarihinin en eski yağlıboya resimlerinin bulunduğu Bamiyan Vadisi'ndeki dev Buda heykelleri, Taliban tarafından 2001 yılında yıkılmıştı.

Milliyet, 26.01.2008

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI TUTUKLANDI

 

Osmaniye'nin Kadirli ve Sumbas ilçelerinde düzenlenen iki ayrı operasyonda 1100 gümüş sikke ve 38 bin 900 dolarla birlikte yakalanan 5 kişi tutuklandı.

 

Kadirli İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı ekiplerinin, dün ilçeye bağlı Aydınlar Köyü ile Sumbas İlçesi'ne bağlı Çiçeklidere Köyü'nde iki eve, eş zamanlı düzenlediği operasyonda, tarihi değeri olduğu bildirilen 1100 gümüş sikke ve 38 bin 900 dolar bulunmuş, olayla ilgili 5 kişi sorgularının ardından adliyeye sevk edilmişti. 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu''na muhalefetten nöbetçi mahkemeye çıkarılan Kemal G. (56), İlyas A. (29), Ebubekir K. (60), Ramazan D. (45), ve İhsan A. (55), tutuklandı.

Zaman, 26.01.2008

DEVREKANİ ÇARŞI CAMİİ RESTORASYONU SÜRÜYOR

 

Devrekani Çarşı Camii restore çalışmaları devam ediyor. Devrekani Merkezdeki tarihi Çarşı Camii’nde (Hacı Hasan Muhittin Camii) bakım, onarım ve çevre düzenlemesi çalışmaları aralaksız olarak sürdürülüyor.

 

Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce ihaleye verilen cami götürü bedel ve anahtar teslimi onarımı olarak yüklenici firmaya verildi.

 

Yaklaşık 3,5 aydır devam eden çarşı camii restore çalışmaları önemli bir olumsuzluk olmaması durumunda 1-1,5 ay içinde tamamlanacak.

 

Merkez Çarşı Camii İmamı Hasan Osmancıoğlu, şu anda cami dışındaki imam odası, cemaat oturma salonunun bitirildiğini, çevre düzenlemesi ile tarihi caminin de en geç 1,5 ay içinde bitirilmesini beklediklerini söyledi.

Kastamonu Postası, 26.01.2008

KAPADOKYA'NIN SINASOS'U: MUSTAFAPAŞA

 

Kapadokya'nın her köşesi sürprizlerle doludur. Bu hafta mimari dokusunu en iyi koruyan yerleşimlerden birini geziyoruz: Sinasos (Mustafapaşa). Kiliseleri, manastırları, ayazmaları, medreseleri, kervansarayları; her biri sanat eseri olan konakları ve yardımsever insanlarıyla Sinasos'un dünyada bir eşi daha yoktur. Sinasos, 1923 nüfus mübadelesine kadar önemli bir Rum yerleşimiydi. Mübadeleden sonra kasabaya köylülerin isteğiyle su getiren Mustafa Paşa'nın adı verilmiş.

 

Yakın zamana kadar yalnızca turistlerin ziyaret ettiği, Türklerin pek uğramadığı bir kasabaydı Mustafapaşa. Özellikle 2002-2003 yılları arasında çekilen Asmalı Konak dizisi kasabanın ülke çapında tanınmasını sağladı. O günlerde benim de yolum Ürgüp ve Sinasos'a düşmüştü. Kasaba Asmalı Konak'ın burada çekilmiş olması nedeniyle ziyaretçi akınına uğruyor, ancak gelenler yalnızca konağı gezip, gidiyordu. Dizi sevgisi tam anlamıyla çılgınlığa dönmüştü. Ürgüp Belediyesi dizinin anıtını dikerken, vatandaşlar dizide oynayan bebeklerle bile resim çektirmek için geceden sıraya giriyordu. Ürgüp'te kaldığım otelin yanında çekimlerin yapıldığı konak yer alıyordu, konağa bakan odalar manzaralı kabul edildiği için iki kat daha pahalıya satılıyordu. Gece yarısına kadar süren çekimleri çevredeki tepelere, evlerin çatılarına doluşmuş insanlar izliyor, kimisi para ödeyerek girdikleri sette oyuncuların oturduğu koltuğu öpüyor, kapı tokmaklarını yalıyordu. Ne diyeyim ki başka, Allah o günleri bir daha göstermesin(!).

 

Kasabadaki konutlar, hem üstün işçilikleri, hem de iklimle ve topografyayla uyumlarıyla dikkat çekicidir. Mübadeleye kadar, 700 civarında taş konağın bulunduğu bilinen kasabada 94 yapı tescil edilmiş; 211 yapı da korumaya alınmış. İlk dönemlerde Sinasoslular çevrede kayalara oydukları evlerde yaşıyormuş. Daha sonra mağaraların girişlerine odalar inşa etmişler ve ortaya karma yapılar çıkmış. Araştırmacılar kasabada imar faaliyetlerinin Tanzimat'tan sonra yoğunlaştığı ve konutların çoğunun 1860-1920 arasında büyük paralar harcayarak yapıldığını kabul ediyor. Konakların içi de duvar resimleri ve tavan süslemeleriyle bezenmiştir. Eskiden kasabanın beş mahallesinde Rumlar oturuyormuş: Gavras, Yeni Mahalle, Kipos, Kapalos ve Lulas. Kasabanın girişindeki Kapalos Mahallesi en son ve yeni kurulan mahallesiymiş. En güzel evler buradaymış, duvarlarla çevrili bahçeleri varmış.

 

Kasabadaki tarihi bölgede betonlaşmaya izin verilmiyor, evler eskiden olduğu gibi kesme taş ve ahşaptan yapılıyor. Kasabanın büyük ölçüde SİT alanı olması nedeniyle Anıtlar Kurulu'ndan izin alınmadan tek bir çivi bile çakılamıyor, bu yüzden sürekli göç veriyor. Bir çok tarihi ev restore edileceği günü bekliyor. Restore edilmiş ondan fazla konak ise turistik işletme olarak kullanılıyor.

 

Küçük Asya'nın Atina'sı
Sinasos'u diğer Rum yerleşimlerinden farklı kılan olgu, Kapadokya Rumlarının anadilinin genellikle Türkçe olmasına karşın, Sinasos Rumlarının ana dillerinin Rumca olmasıydı. Bu Sinasos'u kültürel olarak öne çıkarıyordu. Kasabanın zenginliği ise gurbetçilerden kaynaklanıyordu. Eskiden kasabanın Rum erkeklerinin çoğu gurbete çıkar ve genelde yılın 8-10 ayını İstanbul'da geçirirlermiş. İstanbul'da 13. yüzyıldan beri havyar ticareti yaparak zengin olmuş Sinasoslu tüccarlar memleketlerine görkemli konaklar inşa ettirdikleri gibi, kasabanın kalkınması için büyük paralar harcamışlar.

 

Özellikle eğitime büyük önem vermişler. Kapadokya'nın en ünlü Rum okulunu da 1821 yılında Sinasos'ta inşa etmişler. Başka kentlerden bile öğrencilerin okumaya geldiği bu okulda eski Yunanca, Türkçe, Fransızca, matematik, din, tarih, müzik ve resim gibi dersler veriliyormuş. Okula yurtdışından öğretmenler getirtilmiş. Bugün konakların duvarlarında görülen resimler, bu sanatçılar tarafından yapılmış. Rumlar gerek maddi zenginliği, gerekse de kültürel anlamda gelişmişliği yüzünden kasabayı Küçük Asya'nın Atina'sı olarak nitelendiriyormuş.

 

Anadolu'nun göbeğindeki Makedonya
1908 yılında kasabada 600 Rum ve 150 Türk aile yaşıyormuş. Yüzlerce yıl birlikte ve barış içinde yaşayan Türklerle Rumlar, 1924'de birbirlerinden gözyaşları içinde ayrılmışlar. Giden Rumların yerine Yunanistan'ın Kastorya kentinin Jerveni köyünden mübadiller yerleştirilmiş. Mübadiller geldikleri yerlerin havasını Anadolu'nun içlerine taşımış. Bunu bugün bile hissetmek olanaklı. Kasabanın yarısını oluşturan mübadiller Makedonca konuşmayı hala sürdürüyor; yemeklerini, müziklerini ve geleneklerini de yaşatıyor.

 

Kasaba ve çevresinde Bizans dönemine tarihle-nen kilise ve manastırlarla, yakın dönemde inşa edilmiş Rum kiliselerini bir arada görmek olanaklıdır. 20.yy başında Rumların köyde, 2 büyük kilisesi, 30 civarında da kayaya oyulmuş kilisesi varmış.

 

Bunların en görkemlisi ve sağlamı kasabanın merkezindeki Hagios Konstantinos ve Hagia Eleni Kilisesi'dir. Kilisenin giriş kapısının üstündeki yazıtta 1729 yılında inşa edildiği, 1850 yılında da onarıldığı anlatılır. 1895 yılında fresklerle bezenen kiliseye bir çan kulesi eklenmiştir. Ancak resimleri zaman içinde yok olmuştur. Düzgün kesme taştan inşa edilmiş kilise bazilikal planlıdır. Kasabanın bir diğer büyük kilisesi Yeni Mahalledeki Taksiyarhis'miş. Bu kilise zaman içinde yıkılarak, yok olmuştur.

 

Manastır Vadisi
Kasabanın çevresindeki vadilerde kayalara oyulmuş bir çok kilise ve manastır bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Manastır Vadisi'ndeki Hagios Nikolaos Manastırı'dır. Kasabaya 1 kilometre uzaklıktaki manastırın büyük olasılıkla 8. ya da 9.yy'da inşa edildiği sanılır. Manastırın mübadeleye kadar kullanıldığı bilinir. Manastırın kilisesi büyük bir kaya konisinin içine oyulmuş haç planlı bir yapıdır.

 

Kilisenin içi, definecilerce kazıldığı için yer yer çökmüş ve mekanlar birbirine karışmıştır. Avlusunda mezar taşları ve cilt hastalıklarına iyi geldiği kabul edilen bir ayazma (su kaynağı) vardır. Buradaki ağaçlara evde kalmış kızlar ya da çocuğu olmayan kadınlar kumaş bağlayarak adak adarlarmış.

 

Bu geleneğin günümüzde de sürdüğü görülmektedir, zira ağaçların üstü çaputlarla doludur. Bu manastırın 100 m. kadar güneyinde kayalara oyulmuş bir başka şapel bulunmaktadır. Hagios Ioannes Prodromos'a (Vaftizci Yahya Peygambere) adanmış şapelin önündeki suyun sıtma hastalarına şifa verdiği kabul edilir.

 

Hagios Nikolaos Manastırı'ndan sağa doğru 500 metre kadar gidildiğinde de Sinasos Kilisesi'ne ulaşılır. Kayalara oyulmuş bu kilisenin 19.yy'da yeniden resimlendiği sanılır. Manastıra giden yolun üzerinde kayalara oyulmuş birkaç şapel daha bulunmaktadır.

 

Mustafapaşa'nın kuzeybatısındaki Gömede Vadisi'nde de Hagios Basileos Rum Kilisesi vardır. Burası Kapadokya'da 20.yy başına kadar resimlendiği bilinen tek kaya kilisesidir. Kilisenin içine merdivenlerle inilir. Zemin kattaki kilise, bir sıra sütunla birbirinden ayrılan iki bölümden oluşmaktadır. Kilisenin tavanında da Pantokrator İsa, diğer duvarlarında da madalyon içine alınmış aziz ve havari resimleri vardır. Kapısı kilitli tutulan kilisenin anahtarları Mustafapaşa'daki turizm bürosundadır. Bu kiliseyi ve kasabadaki diğer kiliseleri gezebilmek için bürodaki görevliyi bulmak gerekir.

 

Kasabanın en eski camisi ise 1601 yılında yapılan Merkez Camii'dir. (Cami-i Kebir) Sipahi Cami (1834) ve Şeyh Ali Camisi de (1802) kasabadaki diğer tarihi camilerdir. 1982 yılında onarılan Mehmet Şakir Paşa Medresesi ise yakın zamana kadar ticaret merkezi olarak kullanılıyordu. Mustafapaşa Belediyesi, kendi mülkiyetindeki medreseyi ve eski Rum konaklarından birini 25 yıllığına özel bir vakfın kurduğu Kapadokya Meslek Yüksekokulu'na tahsis etti.

 

Şimdi bu küçük kasabada bir üniversite bile var. Medresenin bitişiğindeki kervansaray ise günümüzde bir halı atölyesi ve satış mağazası olarak hizmet veriyor.

Birgün, Haber: Ersoy Soydan, 26.01.2008

ÇİN'DE 100.000 YILLIK İNSAN KAFATASI





Çin devlet basın organları 80.000 ile 100.000 yıl öncesine ait, hemen hemen eksiksiz bir insan kafatası bulunduğunu açıkladı. China Daily’nin haberine göre, kafatası Henan Bölgesi’nde, Xuchang’da, iki yıl süren kazıların ardından geçen ay 16 parça olarak ele geçti. Raporda yazıldığına göre kemikler, yüksek kalsiyum içeriğine sahip bir kaynağın hemen yanında bulunması dolayısıyla, fosil haldeler. 

 

The People's Daily Gazetesi ise, Afrika dışında 100.000 yılı geçkin çok az insan fosilinin bulunmuş olması dolayısıyla, bu buluntunun Doğu Asya’da insan varlığının doğrudan ispatı sayılabileceğini vurgulamakta.  

 

China Daily, göz yuvalarının üstündeki kemik çıkıntıları ve küçük alnı ile, bu kafatasının “Geçtiğimiz yüzyılda bulunan Pekin İnsanı ve Beijing Üst Mağara İnsanı’ndan bu yana yapılmış en önemli keşif olduğunu” yazmakta.

 

Öte yandan AFP'e konuşan birçok diğer uzman ise keşfin öneminin fazla abartıldığını düşünüyorlar. Çin Bilimler Akademisi’nden profesör Wu Xinzhi “Bu buluntu, şu ana dek sadece Henan Bölgesi’nde 80.000 ila 100.000 yıl önce insan varlığı olduğunu belirtmekte” demekte.

 

Kafatası dışında, kazı yapılan 260 metrekarelik alanda 30.000 hayvan fosili ile taş ve kemik aletler bulundu. Çin’de bugüne dek bulunan en eski insan kalıntısı 1965 yılında Yunnan’ın güneybatısında ele geçen 1.7 milyon yıllık fosildi.

AFP, 23.01.2008





20 - 26 Ocak 2008


AH İSTANBUL, İSTANBUL OLALI, HİÇ GÖRMEDİ BÖYLE KEDER...*

 

 

İSTANBUL'UN UNESCO SINAVI

 

"Dünya Kültür Mirası" listesinden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan İstanbul'da inceleme yapacak olan UNESCO heyeti, birçok önemli projeyi gözden geçirecek. İstanbul'daki sit alanlarının yönetimi, Süleymaniye ve Sultanahmet'teki uygulamaları araştıracak heyetin gündeminde, Marmaray, Dubai Tower ve 3. köprü projeleri de bulunuyor.


Yaklaşık 20 gün sonra İstanbul'a gelerek Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan kentte çalışma yapacak olan UNESCO Dünya Miras Komitesi heyeti, yola çıkmadan önce incelemek istedikleri bölge ve projeleri yetkililere yazıyla bildirdi.


10 Şubat'ta İstanbul'da olması beklenen 3 kişilik heyet, 5 gün boyunca kentte kalacak ve İstanbul'un miras listesindeki durumunu belirleyecek alanlardaki çalışmaları yerinde inceleyecek. Bu ziyaretin sonucuna göre tarihi kent, "Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi"ne düşme riskiyle karşı karşıya kalabilecek.


Kritik ziyarette UNESCO heyetinin, İstanbul Kültür Mirası İzleme Komitesi'nden ilk olarak sit alanlarının kullanımıyla ilgili olarak hazırlanan "Alan Yönetim Planı"nı isteyeceği öğrenildi. Komite üyesi bilim adamlarının basın toplantısı yaparak kamuoyuna açıklanmasını talep ettikleri planın Büyükşehir Belediyesi'nce hazırlandığına dikkat çeken bir Komite üyesi, heyetin ikinci durağının Süleymaniye bölgesi olduğunu bildirdi.


UNESCO heyetinin İstanbul'a ulaşan inceleme listesinde Süleymaniye'nin ardından Sultanahmet'teki arkeolojik kalıntılar üzerinde Four Seasons tarafından yapılan ek otel binası projesinin olduğu öğrenildi.


Heyet daha sonra Marmaray, Haliç Köprüsü, Galataport, Haydarpaşa, Dubai Tower ve 3. köprü projeleriyle ilgili olarak bilgi alacak.
Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, 21.01.2008


*****


BELEDİYE'DEN UNESCO'YA: HAZIR DEĞİLİZ, GELMEYİN.

 

"Dünya Kültür Mirası" listesinden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya olan İstanbul'da inceleme yapmak için şubat ayında gelmesi beklenen Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) heyetinin geliş tarihi krize neden oldu. UNESCO heyeti, şubat ayında geleceklerini bildirdi ancak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "hazır değiliz" diyerek, erteleme istedi.
 

Şubat ayında kente gelmeyi planlayan heyete İstanbul Kültür Mirası İzleme Komitesi'nce gönderilen davet mektubunda nisan ayı için tarih verildi. Bu tarih, İzleme Komitesi ile Büyükşehir Belediyesi yetkililerinin UNESCO ziyaretine ilişkin geçen salı günü yaptıkları toplantıda belirlendi.
Topbaş'ın heyetle görüşmek istemesi ve hazırlıkların nisan ayı sonunda bitirileceği dikkate alınarak, bu tarih belirlendi. Ancak, UNESCO'dan önceki gün gelen mailde, heyetin şubat ayında geleceği bildirildi. İki tarafın planladıkları ziyaret tarihinde bu nedenle yaklaşık iki aylık bir fark oluştu.


Başkan Topbaş, dün konuyla ilgili sorular üzerine şu açıklamayı yaptı:
"Sayın Valimizle görüştük, hazırlıklarımızın ancak nisan sonu veya mayıs başı gibi biteceği, görüşmenin de ancak bu hazırlıkların tamamlanmasından sonra mümkün olabileceği kararına vardık. Çünkü İstanbulda yaptığımız hazırlıklar önemli. Karşı yazıyla bunu bildirdik. Çünkü şubata bir hafta var. Bu bir hafta içinde bizim başka programlarımız var."


UNESCO'ya tavır koymak, heyeti istememek, reddetmek bir anlayışlarının kesinlikle olmadığını, bunların uluslararası ilişkiler için çok hoş şeyler olmadığını belirten Topbaş, "İstanbul'un tarihi miras dışı bırakılacağını, bir mimar olarak zannetmiyorum" dedi.

Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, 24.01.2008


*****


"İSTANBUL, TARTIŞMASIZ ÖNEMLİ KÜLTÜR MİRASI"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay; İstanbul’un, birilerinin takdir hakkına bağlı olmayacak kadar dünya kültür mirasının çok önemli bir unsuru olduğunu ifade etti. “2008 Frankfurt Kitap Fuarı Konuk Ülke Türkiye Projesi” çalışmaları toplantısı sonrasında açıklamalarda bulunan Günay şunları söyledi: “İstanbul’un Dünya Kültür Mirası’ndan çıkarılması söz konusu olursa dünyada neresi kültür mirası olur, çok merak ediyorum. İstanbul’un merkezi yöneticileri, yerel yöneticileri olarak ve İstanbul’dan sorumlu olan herkes bu konudaki duyarlılığı gösteriyorlar. UNESCO’nun gösterdiği dikkatten fazlasını biz göstermezsek; İstanbul’a karşı haksızlık yapmış oluruz.”

Türkiye Gazetesi, 24.01.2008


* Ah İstanbul, Söz/Müzik: Sezen Aksu

TÜRKİYE'DEN KAÇIRILAN ESERLER KRİZ NEDENİ

 

 

Fransa'da 'Türk Yılı' ilan edilmesi nedeniyle iki ülke arasında yapılacak etkinlikler diplomatik krize dönüştü. Bazı eserlerin Türkiye'de sergilenmesi için mutabakat sağlanınca Fransa, eserlerin sorunsuz ve eksiksiz biçimde iadesi için garanti talep eden yazısını, daha önce yapılanın aksine Dışişleri'ne değil, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yazdı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ise, Türkiye'den kaçırılan eserlerin listesinin ellerinde bulunduğunu, liste kontrolünün yapılacağını bildirdi. Dışişleri Bakanlığı ise, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na müracaat ederek, bakanlığın bu konuda esnek davranmasını istedi. Dışişleri Bakanlığı'nın Kültür ve Turizm Bakanlığı'na, bu yılın Fransa'da Türk Yılı ilan edildiğini hatırlatarak, özellikle bu yıl içinde Fransa ile sorun yaşanmamasının Türkiye açısından önemli olduğuna dikkat çekti. Dışişleri Bakanlığı'nın bu talebine ise Bakanlığın pek sıcak bakmadığı belirtildi. Geçen hafta Bakanlık birim amirleri toplantısında dile getirilen sorun hakkında Kültür Bakanlığı'nın Fransa'ya yazdığı cevabi yazının arkasında duracağına vurgu yapıldığı öğrenildi. Fransa'dan Türkiye'de sergilenmek üzere getirilecek eserler arasında Türkiye'den kaçırılan eserler varsa, liste kontrolü yapılacak ve bu eserlerin Türkiye'ye iadesi için ne yapılması gerekiyorsa yapılacak.

Yeni Şafak, Haber: Ali Sali, 26.01.2008

AYASOFYA'DA SEBİL SALEP

 

İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, sebil geleneğini yaşatmak amacıyla vatandaşlara, Ayasofya Müzesi avlusundaki tarihi sebilden salep ikramına başladı.

 

Törende konuşan İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, I. Mahmud'un yaptırdığı sebilden kültüre uygun olarak yazın sıcak günlerinde su ikram edildiğini söyledi. Bilgili, geleneği sürdürmek için 10 gün salep ikram edileceğini belirtti.

Milliyet, Haber: Osman Kara, 26.01.2008

KAZILARDA OSMANLI PİPOLARI BULUNDU

 

Macaristan'ın Hodmezövasarhely bölgesinde yapılan bir kazıda, 17'nci yüzyıla ait çok iyi durumda Türk pipo ve ağızlıkları bulundu. Şehir spor salonunun inşaatı için yapılan kazılarda ortaya çıkan kalıntılar hakkında açıklama yapan Janos Tornyai Müzesi'nin yetkilisi, Osmanlı dönemine ait eserlerin gelecek yıl sergileneceğini söyledi.

Milliyet, 26.01.2008

ALLIANOI'YE VEDA YOLCULUĞU

 

 

Atlas Dergisi’yle Doğa Derneği’nin daha önce Hasankeyf ve Kaz Dağları’na düzenlediği "sadakat yolculuğu"nun üçüncüsü olan "son Allianoi yolculuğu" 3 Şubat 2008 tarihinde yapılacak. Doğa Derneği Yerel Teşkilatlanma Koordinatörü Nuri Özbağdatlı, Bergama’daki Yortanlı Barajı’nda su tutulmasının an meselesi olduğunu ifade ederek, "Hasankeyf ve Kaz Dağları’nın ardından bu geziyi düzenlememizdeki amaç, antik kentin su altında kalmasına tepki gösterecek bir mecranın oluşmasını sağlamak" dedi.

Allianoi Kazı Heyeti Başkanı Yrd.Doç.Dr. Ahmet Yaraş ise, "DSİ antik kentte rölöve çalışması yaptırıyor. Bu tamamlandıktan sonra bizim büyük emeklerle kazıp ortaya çıkarttığımız yerleri küreklerle dolduracaklar. Esas kıyamet o zaman kopacak, çünkü her yeri kürekle doldurmalarının imkanı yok kepçe kullanacaklar ve her yer tahrip olacak" diye konuştu. Allianoi, dünyanın en tanınmış arkeoloji ve tarih uzmanlarınca benzersiz değerde bir tarihi miras olarak niteleriyor.

Hürriyet, Haber: Turan Gültekin, 26.01.2008

ÇAR'IN 90 YILLIK SIRRI DNA TESTİYLE ÇÖZÜLDÜ

 

 

Rusya'da Bolşevik İhtilali'nin ardından tahttan indirilerek infaz edilen Çar ailesinin 'kayıp' çocuklarıyla ilgili 90 yıllık sır, yapılan DNA testleriyle çözüldü. Rusya'nın son Çarı 2. Nikolay, Sen Petersburg'daki ayaklanmanın ardından 1917'de tahttan çekilmişti. İhtilalden sonra Nisan 1918'de Urallar'daki Ekaterinburg'a götürülen Nikolay ve ailesi, yerel yetkililerin kararıyla, 16/17 Temmuz gecesi aile üyeleriyle birlikte evin bodrumunda öldürüldü. Cesetleri terkedilmiş bir maden ocağına gömüldü. Ancak kalıntıların bulunduğu alanda, veliaht prens Aleksey ve kızkardeşi Prenses Maria'a ait iz bulunamaması, infazdan kurtuldukları yönünde spekülasyonlara yol açmıştı.

 

Amatör Rus arkeologlar tarafından, Çar ailesine ait kalıntıların bulunduğu maden ocağının yakınında geçen yıl yapılan kazılarda bazı kemiklere ulaşılması, kayıp çocukların yıllardır sır olan akıbetlerine ilişkin önemli bir ipucu oluşturdu. İngiliz Daily Mail gazetesine bilgi veren Rus adli tıp uzmanları, kemikler üzerinde yapılan DNA testlerinin, bunların Çarın kayıp oğlu ve kızına ait olduğunu gösterdiğini söyledi.

Yeni Şafak, 25.01.2008

İSTANBUL ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ ARKA ODA TOPLANTILARI

 

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, tarihin gizemli labirentlerinde dolaşmak, gözden kaçmış küçük ayrıntıları keşfetmek ve farklı bakış açılarıyla tanışmak isteyenler için, “Arka Oda Toplantıları” başlığı altında bir dizi sözel etkinlik düzenliyor.

Bu toplantıların ana amacı, farklı toplumsal bilimleri temsil eden uzmanların, her ay belli bir konu etrafinda düşünce alışverişinde bulunacakları, tartışacakları bir kültür çevresi oluşturmak.

“Arka Oda Toplantıları”, mimariden sanata, edebiyattan gündelik hayata uzanan İstanbul kimliğine farklı merceklerden bakabilmek için, araştırmacılara, bilim adamlarına ve yaşadığı kenti daha yakından tanımak isteyenlere ortaklaşa inşa edecekleri bir düşünce mekanı sunuyor.


31 Ocak 2008,
Cengiz Can, Geç Dönem Osmanlı Mimarisinde Uygulanmamış Projeler: Fossati ve Mongeri Örnekleri

28 Şubat 2008, Aygül Ağır, İstanbul'da Venedikliler

27 Mart 2008, Deniz Mazlum, 1766 İstanbul Depremi ve Yapılarda Bıraktığı İzler

30 Nisan 2008, Tarkan Okçuoğlu, Batılılaşma Dönemi Osmanlı Duvar Resimlerinde İstanbul Tasvirleri

29 Mayıs 2008, Feridun Özgümüş, Tarihi Yarımada'da Yeni Bizans Buluntuları

5 Haziran 2008, Süheyla Yenidünya, Avrupa'nın Eşiğinde Bir Osmanlı Bürokratı: Halet Efendi'nin Paris İzlenimleri

Toplantılar belirlenen tarihlerde 18:30'da İstanbul Araştırmaları Enstitüsü merkezinde gerçekleştirilecek.

TAYHaber, 25.01.2008

KAPALIÇARŞI KAPALI KUTU

 

Kapalıçarşı'nın 500 yıllık tarihi kitap oldu. Bakan Günay, Orhan Veli'nin "Kapalıçarşı kapalı kutu" şiirini hatırlatıp "Bu kutunun kapağını açma zamanı geldi" diye konuştu.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Kapalıçarşı'nın 500 yıllık tarihinin içindekilerle birlikte anlatıldığı "Kapalıçarşı" isimli kitabın Kapalıçarşı Şark Kahvesi'nde dün yapılan tanıtım toplantısına katıldı. Bakan Günay, Orhan Veli'nin "Kapalıçarşı kapalı kutu" dizeleri ile biten şiirini hatırlatarak şunları söyledi: "İnanıyorum ki Kapalıçarşı kapalı kutu oldukça ilgi çekicidir, güzeldir, hoştur, ama aynı zamanda biz Kapalıçarşı'yı Eminönü'nün, tarihi kent merkezinin ve İstanbul'un dünyaya açılan yeni perdesi, sahnesi haline getirmeliyiz. Burayı kapalı kutu olmaktan bir ölçüde çıkarmalıyız. Ve artık İstanbul'un kültürünün, turizm değerinin çok önemli hazinelerinden birisi olarak bu sandığın kapağını açmalıyız. Ve bütün dünya buradaki güzelliği görmeli.'' 

Kapalıçarşı'yı gezip tadilat yapılacak bölümlerle ilgili bilgi alan Günay, çarşıyı kurtaracak projeyi de hayata geçireceklerini dile getirdi. Kitabın yazarlarından Prof.Dr. Kenan Mortan ise "Kitabı hazırlarken Ermeni, Yahudi, Süryani insanları tekrar bulduk. Bu kompozisyonun bozulmadığını gördük. Dolayısıyla 2010 yılına hazırlanan İstanbul'da çok özel butiklerden biri bu. Yaşayan insan olgusu var burada"dedi.

UNESCO'nun İstanbul'da yapacağı incemelerle ilgili krize de değinen Günay "Zaten UNESCO'nun gelişi Şubat değil Nisan gibi görünüyordu. Her konuyu oturup konuşmaya hazırız. Onlar bizi zorlamasa bile biz hangi konularda kendimizi zorlamalıyız bunun farkındayız. UNESCO'dan gelenlerle ortak bir noktada anlaşacağız. Yaptığımız tüm yenileşme çalışmaları UNESCO'nun kriterlerine uygundur. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul'un değerini bilmeyenler olmuşsa onlar adına insanlıktan özür diliyorum" diye konuştu.

Sabah, Haber: Ercan Sarıkaya, 25.01.2008

MİMAR KEMALEDDİN: TARİHİN DÖNÜM NOKTALARINDA BİR MİMAR





Mimarlar Odası'nın "Türkiye'nin mimarlık kültürüne katkıda bulunmuş ve bugün hayatta olmayan mimar(lar)ın anısını yaşatmak üzere" düzenlediği Anma Programı kapsamında Mimar Kemaleddin Bey (1870-1927) çeşitli etkinliklerle anıldı. Türk mimarlığının en etkili isimlerinden olan Mimar Kemaleddin Bey, bugün hâlâ ayakta olan pek çok önemli yapının mimarı.

Mimarlar Odası, 1988 yılından itibaren Mimar Sinan anısına, her iki yılda bir Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri'ni gerçekleştiriyor. 2006 yılında, X. Dönem'in özel bir dönem olması nedeniyle, Türkiye'nin mimarlık kültürüne katkıda bulunmuş ve bugün hayatta olmayan mimar(lar)ın anısını yaşatmak üzere bir "Anma Programı" düzenlendi.

Nisan 2006'da gerçekleştirilen X. Ulusal Mimarlık Ödülleri "Anma Programı"nda önemli mimarlarımızdan Mimar Kemaleddin Bey anılmaya değer bulundu. Bu program kapsamında mimarın tüm çalışmalarını içeren kapsamlı bir retrospektif niteliğinde kitap, yayın çalışmasının paralelinde retrospektif bir sergi ve sempozyum, mimarın Vakıflar'da bulunan arşivinin düzenlenmesi ve mimarın ayakta olan yapılarına plaket çakılmasına dair çalışmalar, Nisan 2006 tarihinden itibaren Mimarlar Odası çatısı altında Günkut Akın, Afife Batur, Ali Cengizkan, Bülend Tuna, Yıldırım Yavuz 'dan oluşan Anma Komitesi tarafından yürütüldü. "Mimar Kemaleddin ve Çağı" başlıklı sempozyum ve mimarın yapıtlarını içeren retrospektif sergi, 7-8 Aralık 2007 tarihleri arasında Ankara'da düzenlendi. Sergi, 14-31 Aralık 2007 tarihleri arasında İstanbul'da Taksim sanat Galerisi'nde açıldı. Sergi 15 Ocak 2008 tarihine kadar açık kaldı.

Anma Programı etkinlikleri çerçevesinde, mimarın Bayezid Camii Haziresi'nde bulunan mezarı Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün desteğiyle Can Çinici 'nin özgün tasarımı ile düzenlendi. Mezar anıtının açılışı, mimarın ölüm yıldönümü olan 13 Temmuz, Cuma günü, Bayezid Camii Haziresi'nde bulunan mezarı başında düzenlenen anma etkinliği ile gerçekleştirildi.

Serginin İçeriği
Sergi iki ana bölümden oluşuyordu. Kısa ömründe pek çok önemli yapıya imza atan Mimar Kemaleddin'in yaşam çizgisi ve yapıtları kronolojik olarak izlenen birinci bölümde verildi. İkinci bölüm Kemaleddin'in mimarlığını yapı tipolojilerine göre irdeleyen mimari okumalara ayrıldı.

Mimar Kemaleddin'in tasarımından düşünce üretimine, örgüt çalışmalarından fotografik belgelemeye uzanan farklı okumalara açık kimliğini gösteren sergi, öte yandan, Kemaleddin'i biraz daha popüler kılmak, 'meslekten' olmayanlara da tanıtmak amacını güdüyordu. Bu bağlamda Gureba Hastanesi, Vakıf hanları, Bebek Camisi, Vefa Lisesi, Ankara Palas gibi gündelik hayatta hemen herkesin kullandığı birçok yapıyı başka türlü görmeleri sağlandı.

Mimar Kemaleddin Sergisi Sorumlusu ve Anma Programı Komitesi üyesi Prof. Dr. Afife Batur , "Bir Sergi Tasarlamak" isimli yazısında Kemaleddin üzerine bir sergi tasarlama görevini üstlendiğinde yaşadıklarını şöyle dile getiriyor. "Sergi, sizlere önce kronolojik bir yolculuk öneriyor....Tarihin dönüm noktalarındaki bir yaşamın belki de trajik öyküsüne çağırıyorum sizi. Önce Kemaleddin'in yapıtlarını, zaman boyutunda tek tek görmeye davet ediyorum. Özet bilgiler vererek ama beraberinde bazı küçük dokundurmalar da yaparak. Duvarlardaki geziyi bitirdiğinizde bu kez onu düşünmeye ve sormaya çağırıyoruz....Onu duyumsamanın, öğrenmenin ve daha boyutlu kavramanın araçlarını çoğaltmaya çalıştık. Onun kişiliğinin çoğul boyutunu portreler dizisini sıraladık. Mimar, restoratör, düşünce adamı, ideolog, öğretmen, örgüt insanı."

Mimar Kemaleddin'in Yaşamı
Kemalettin Bey, 1870'te bir bahriye subayının tek çocuğu olarak İstanbul'da doğdu. 1887-1891 yılları arasında Henedese-i Mülkiye'de okuyan Kemalettin, burada mühendislikten çok Sirkeci Garı'nı yapan Alman mimar Jachmund'un mimarlık derslerine özen gösterdi ve okulu bitirince Prof. Jachmund'un asistanı oldu. 1895'te mimarlık eğitimini ilerletmek için devlet bursuyla Berlin'e gönderildi, Charlottenburg Technische Hochschule'de iki yıl mimarlık eğitimi gördü.

1909 yılında Evkaf Nezareti'nin başına atanan Kemalettin Bey, burada görevli olduğu yıllarda önemli eski yapılarının onarımlarını, beş yeni Vakıf Han, birçok türbe ve cami yaptı.

Osmanlı Mimar ve Mühendis Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer alan Kemalettin Bey, 1919 yılında İngiliz yönetimine geçen Kudüs'te Mescid-i Aksa'nın onarımı için müftü tarafından Kudüs'e çağrıldı. Çağrıyı kabul eden Kemalettin Bey, Mescid-i Aksa Camii'nin onarımında gösterdiği başarıdan dolayı, İngiliz Kraliyet Mimarlar Akademisi'ne (RIBA) şeref üyesi olarak seçildi. 1925'in yaz aylarında Ankara Palas'ın yapımının tamamlanması için Kudüs'ten çağırıldı. Başkent Ankara'da başka birçok yapıya da imza atan Mimar Kemalettin, 1927 yılında Ankara Palas şantiyesinde kaldığı odada geçirdiği beyin kanaması sonucu 57 yaşında öldü.

Cumhuriyet, 25.01.2008

PERRE ANTİK KENTİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

 

Kommagene Uygarlığı'nın 5 büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti'deki kazı çalışmalar ile Adıyaman tarihinin bir boyutu daha gün yüzüne çıkıyor. 2001 yılında Adıyaman Valiliği Özel İdare kaynaklarıyla Müze Müdürü Fehmi Eraslan başkanlığında başlatılan kazı çalışmaları sonucunda antik kente ait bulgular gün yüzüne çıkarıldı. 7 yıl boyunca 52 galeride yapılan kazı ve temizlik çalışmalarında, 51 oda mezar, 337 lahit mezar, 1 villa kalıntısı, 1 heykel, 1 sunak, 1 tonozlu tünel ve sarnıç, 1 kabartma, 398 adet sikke ve arkeolojik buluntu gün ışığına çıkarıldı. Adıyaman Valisi Halil Işık, il merkezinde bulunan Perre Antik Kentin, Nemrut Dağı'ndan sonra ikinci muhteşem kültür alanı olarak turistlerin, ilgi odağı haline gelmesine, bölgede konaklama süresinin uzatılmasına önemli katkı sağlayacağını söyledi. Işık, Valilik İl Özel İdaresi imkanlarıyla 2001 yılından itibaren başlatılan kazı ve temizlik çalışmalarının 2007 yılında hızlandırıldığını hatırlatarak, "İlimizin turizmde bir marka olabilmesi için ulusal ve uluslararası düzeyde tanıtım faaliyetlerinde bulunulacak olan turizm fuarlarına katılmaya gayret edeceğiz. İlimizin potansiyel kültürel varlıklarının değerlendirilebilmesi için gerekli olan kazı, restorasyon, yayın basımı, kamulaştırma vb. tüm konularda çalışmalarımızı artırarak devam ettireceğiz. İlimizi orta ve uzun vadede bir kültür turizmi merkezi haline getirmek için gerekli plan ve çalışmaları hızlandıracağız" dedi.

Yeni Şafak, Haber: Kemal Öner, 25.01.2008

BOTAN MAĞARALARI ARAŞTIRILIYOR

 

 

Siirt'te bulunan Botan mağaralarında yapılan incelemelerde, insanoğlunun ilk yerleşim izlerine rastlandı.


Siirt İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce oluşturulan bir ekip mağaraları araştırma çalışmalarına başladı. Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Remzi Uslu, Sanat Tarihçisi Cabir Alper, Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı İl Temsilcisi Ayhan Mergen ile bölgeyi iyi bilen rehber Tahir Elçiçek'le birlikte Botan vadisindeki mağaralar Siirt valiliğinin onayı ile incelemeler de bulundular.

 

Botan vadisinde bulunan mağaralarda çok eski yerleşim izlerine rastlandığını belirten Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı İl Temsilcisi Ayhan Mergen "Güzelliği destanlara türkülere ve hatta İbrahim Tatlıses'in Pala Remzi türküsüne konu olan Botan Vadisi gerek doğal güzelliği ve gerekse kültürel değerlere de sahip olan mağaraları ile gerçekten gizemli ve muhteşemdir. Botan vadisinde bazı yerlerde sayıları bir arada 20-30'u bulan sayısız mağara var. Bunların bir bölümünde mağaralar arasında uzunluğu 4-5 kilometreyi bulan su kanalları da mevcuttur. Çok uzun dönemlerde insanların bu mağaralarda yaşamlarını sürdürdükleri tahmin ediyoruz" dedi.

Siirt Kent Haber, 25.01.2008

ÜNYE'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

 

Ordu'nun Ünye İlçesi'nde izinsiz kazı yaparak tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddia edilen bir kişi yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre, ilçenin Çınarcık Köyü'nde bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, tarihi eser kaçakçılığı yaptığı belirlenen V.O.'nun (24) evinde arama yaptı.

Yapılan aramada bir adet 20 santimetre uzunluğunda Firavun motifli heykel, 22 santimetre uzunluğunda Meryem Ana heykeli ve 26 santimetre uzunluğunda Viking heykeli ve bir adet amfora bulundu.

Gözaltına alınan V.O., tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Ordu Kent Haber, 24.01.2008

NOEL BABA KİLİSESİ'NİN ADI DEĞİŞTİ

 

Demre'de ''Noel Baba Kilisesi'' olarak adlandırılan anıtsal yapının adı ''Noel Baba Müzesi'' olarak değiştirildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Antalya Valiliğinin 21 Ağustos 2006 tarihli yazıyla Antalya'nın Demre İlçesindeki Aziz Nikolaos Kilisesi ya da Noel Baba Kilisesi isminin ''Noel Baba Müzesi'' veya ''Noel Baba Ören Yeri'' olarak değiştirilmesi talebini değerlendirildi.

 

Yazıyı inceleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Bakan Ertuğrul Günay'a, Noel Baba Kilisesi'nin adının ''Noel Baba Anıt Müzesi'' olarak değiştirilmesini önerdi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da öneriyi değerlendirerek, Noel Baba Kilisesi'nin adının ''Noel Baba Müzesi'' olarak değiştirilmesini uygun bulduğunu bildirdi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığının anıtsal yapının adının değiştirilmesine ilişkin 4 Ocak 2008 tarihli yazısı, Demre Kaymakamlığı'na ulaştı.

 

Demre Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek, yazının kendilerine geldiğini belirterek, ''Kısa sürede levhalar, isim değişikliğine uygun olarak değiştirilecek'' dedi.

 

Valilik yazısında, söz konusu mekanının ziyarete açık bir anıtsal yapı olduğuna işaret edilmişti.

Antalya Kent Haber, 25.01.2008

SAKARYA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Sakarya'nın Karasu İlçesi'nde jandarmanın tarihi eser kaçakçılarına yönelik düzenlediği operasyonda 6 kişi gözaltına alındı. Zanlılarla birlikte çeşitli dönemlerin kral ve prenslerine ait mezarlardan çıkartıldığı belirtilen 333 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Karasu Jandarma Komutanlığı ekipleri, içinde tarihi eser kaçakçılarının bulunduğu belirtilen iki otomobili takibe aldı. İlçede araçları durduran jandarma, Y.E (48), K.V (43), K.A.(46), M.B.(37), T.İ (32) ve İ.G.(32) adlı kişiler gözaltına aldı. Zanlıların araçlarında ve evlerinde yapılan aramalarda Roma, Bizans, Lidya, Frigler, Selçuklular ve Osmanlı dönemlerindeki kral ve prenslere ait mezarlardan çıkartıldığı tespit edilen kandil, küp, toprak testi, gümüş ve bronz sikke, küpe, yüzük, kolye ve heykelden oluşan 333 tarihi eser ele geçirildi. Zanlıların tarihi eserleri Bursa, Düzce ve Bilecik'teki mezarlardan çıkardıkları öğrenildi.

Jandarma zanlıların evlerinde yaptığı aramada define haritaları da buldu.

 

Zanlıların daha önceden tarihi eser kaçakçılığı suçundan yakalandıkları ifade edildi. Jandarmadaki sorguları devam eden zanlıların tarihi eserleri yurt dışına satmayı planladıkları belirtildi.

Sakarya Kent Haber, 25.01.2008

STRİPTİZ KULÜBÜ YAPILAN TARİHİ CAMİLER

 

 

Türk Tarih Kurumu, 2003'te dünyaya yayılan Türk kültür varlıklarını tespit çalışması başlattı. Önemli mesafe kaydedilen "Türk Kültür Varlıkları Envanteri" çalışmasında, yürek burkan sonuçlara ulaşıldı. Ata yadigarı camilerimizin bazıları gazino ve striptiz kulübü yapılmış. Türbeler yıkılmış. Türk eserlerinin önemli bölümü harap olmuş.

 

İmparatorluğun çöküşüyle birlikte nüfusunun bir bölümünü sınırları dışında bırakmak zorunda kalan Türkiye, dışarıda kalan kültür varlıklarına da sahip çıkamadı. Türk medeniyetini simgeleyen birçok kültür varlığı çeşitli ülkelerde perişan bir şekilde kaderine terk edildi. Striptiz kulübü yapılan camiler, yıkılan kaleler yürek yakarken, Türk Tarihi Kurumu bilinmeyen binlerce Türk varlığını bir envanter haline getirme projesinde sona yaklaştı.

 

Ortaya çıkan sonuçlar, bir yandan Osmanlı Türk medeniyetinin ihtişamını, bir yandan da sınırlarımız dışında bıraktığımız kültür varlıklarımızın nasıl perişan bir halde olduğunu ortaya çıkardı. Avrupa'dan Orta Asya'ya, Afrika'dan Uzakdoğu'ya kadar çok geniş bir coğrafyada yer alan ülkelerin önemli bir bölümündeki çalışmalar tamamlandı. Bugüne kadar Türkiye'ye izin vermeyen tek ülke Yunanistan oldu. Yunanistan, 5 yıldır yapılan bütün başvurulara rağmen, Türkiye'den uzmanların tarihi ve kültürel varlıkları araştırmasına izin vermedi.

Bugün, Haber: Fırat Gazel, 25.01.2008

ORİJİNAL ÇİNİSİ BULUNAMAYINCA YEŞL TÜRBE'NİN RESTORASYONU YARIM KALDI

 

Yıldırım Beyazıd'ın oğlu Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1421 yılında yaptırılan ünlü Yeşil Türbe'nin restorasyonu, orijinaline uygun çini bulunamayınca yarım kaldı.





15 Mayıs 2006'da başlanan ve 31 Mayıs 2007'de bitirilmesi hedeflenen restorasyonda Yeşil Türbe'nin dış cephesinde bulunan fayansların yerine konulacak çinilerin bulunması için Türkiye'nin değişik yerlerinden getirilen numune çiniler 2 ayrı teste tabi tutuldu. Ancak, hiçbir çini 1400'lü yıllarda Semerkandlı bir ustanın yaptığı çinilere yakın kaliteyi tutturamadı. Bu yüzden çalışmalara ara verildi.

 

Yeşil Türbe'nin restorasyonu ve çevre düzenlemesi kapsamında türbe kubbelerinin kurşun örtüsü yenilendi. Sandukalar ve iç mekanlar dışındaki tüm duvar ve pencere içlerinin envanteri çıkartıldı. Bozulan, kırılan ve yerinden çıkan çinilerin tespiti yapıldı. Yeşil Türbe'nin 8 numaralı cephe dışındaki tüm yönlerine daha önceki restorasyonlarda konulan fayansların da çinilerle değiştirilmesi kararlaştırıldı. Bunun için yüklenici firma Türkiye'nin değişik bölgelerinden 10 ayrı firmadan çini numuneleri istedi. Firmaların getirdiği numune çiniler önce Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı'nda uzmanlar tarafından mikroskopla görüntü ve renk testine tabi tutuldu. Ardından İTÜ laboratuvarlarında bilim adamlarınca dayanıklılık ve kalite testinden geçirildi. Ancak testlerde orijinale yakın çini bulunamadı. İstenilen özelliklere sahip çini bulunamaması üzerine 31 Mayıs 2007'de bitirilmesi hedeflenen restorasyon çalışmaları 31 Mayıs 2008'e kadar uzatıldı. Çini testi işlemiyle ilgili bilgi veren İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı Müdürlüğü yetkilileri, bugüne kadar yapılan renk ve görünüm testini sadece 2-3 firmanın ürününün geçtiğini, ancak o ürünlerin de dayanıklılık testinden geçer not alamadığını kaydetti.

 

Yeşil Türbe, Yıldırım Beyazıd'ın oğlu Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1421 yılında yaptırıldı. Türbede, Çelebi Mehmed'in oğulları Mustafa, Mahmut ve Yusuf ile kızları Selçuk Hatun, Hafsa Sultan, Daye Hatun ve Ayşe Hatun'un çinili sandukaları yer alıyor. Bursa'nın önemli bir tarihi ve kültürel değeri olan Yeşil Türbe 1855 yılında meydana gelen depremlerde ağır hasar gördü. 1864 yılında tamirattan geçirilerek bugünkü görünümüne kavuşturuldu. Ancak zamanla dış cephesindeki çinilerin büyük bölümünün dökülmesi, derin çatlakların oluşması ve iç duvarlarının rutubet tutması sebebiyle türbede 2 yıl önce başlatılan büyük çaplı restorasyon çalışması sürüyor.

Zaman, Haber: Fatih Karakılıç, 25.01.2008

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA DARBE

 

Osmaniye'nin Kadirli ve Sumbas İlçeleri'nde düzenlenen iki ayrı operasyonda, 1100 gümüş sikke ele geçirildi; 5 kişi gözaltına alındı.

Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Kadirli İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı ekipleri, ilçeye bağlı Aydınlar Köyü ile Sumbas İlçesi'ne bağlı Çiçeklidere Köyü'nde iki eve, eş zamanlı operasyon düzenlendi. Evlerde tarihi değeri olduğu bildirilen 1100 gümüş sikke bulundu.

Olayla ilgili Kemal G. (56), İlyas A. (29), Ebubekir K. (60), Ramazan D. (45) ve İhsan A. (55) gözaltına alındı. Zanlıların, sorgularının ardından adliyeye sevk edileceği bildirildi.

Osmaniye Kent Haber, 24.01.2008

RESTORASYONA 2 MİLYON 240 BİN YTL HARCANDI

 

Hatay Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Özekinci, geçen yıl 18 cami, türbe, kilise ve külliyenin bakım ve onarımının yapıldığını belirtti.

 

Özekinci, kenti tescilli eserlerin restorasyonuyla daha güzel bir görünüme kavuşturmaya çalıştıklarını söyledi. Kentte, vakıflara ait 37 tescilli eserin bulunduğunu ifade eden Özekinci, "Eserlerin birçoğu yıllardır restorasyon çalışması yapılmadığı için kötü bir görünüme sahipti. Eserleri tek tek inceleyerek yapılacak çalışmaları ve öncelikli olanları belirledik. Bu kapsamda geçen yıl toplam 18 cami, türbe, kilise ve külliyenin bakım ve onarımını yaptık. Bunlar için 2 milyon 240 bin YTL harcama yapıldı."

Zaman, 24.01.2008

MEZARDA 2500 YILLIK KILIÇ

 

Çinli arkeologlar Jiangxi Eyaleti’nin doğusunda yapılan bir mezar kazısında 2.500 ila 2.600 yıllık olduğu tahmin edilen, inanılmaz güzellikte işçiliğe sahip bir kılıç buldular. Kazı başkanı Xu Changqing, “İşçilik kalitesi bir yana, bulunan bu eser şimdiye dek bu ülkede bir kazıda bulunan en eski kılıç” dedi. 50 cm uzunluğunda ve çok iyi korunmuş durumda bulunan kılıcın üzerine bir ejder motifi işlenmiş. 

 

Geçen Ocak ayında başlayan kazılarda MÖ 770-476 yıllarına ait olduğu tahmin edilen bu mezardan bugüne dek binin üzerinde eser çıkartıldı. Arkeologlar, 47 gömünün olduğu bu mezara gömülenlerin kimlerin olduğuna dair herhangi bir buluntuya rastlayacaklarını umuyorlar. 

China Daily, 20 Ocak 2008

AKM YIKILMIYOR, YENİSİ GELİYOR

 

2010 yılında Avrupa kültür başkenti olacak İstanbul yeni ve prestijli bir kültür merkezine kavuşuyor. Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezi ve Şehir Tiyatroları Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yıkılmasından vazgeçildi. Bunların yerine, yeni bir tiyatro binası yapılmasına karar verildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yaptıracağı yeni tiyatro için, Şişhane Meydanı'ndaki Beyoğlu Evlendirme Dairesi olarak kullanılan, eski THY binasının arsası seçildi. Şehir Tiyatroları'nın prestij projesi olacak sahne için bir proje yarışması açılacak.

Sabah, 24.01.2008

TARİHİ BİNALAR CANLANDIRILIYOR

 

 

Emlak vergilerinden alınan paylarla valilik bünyesinde oluşturulan fonda toplanan ödenekler, tarihi yapıların restorasyonunda kullanılıyor. İzmir'de Konak Belediyesi, ilçedeki beş tarihi yapının günümüze kazandırılması için bu kaynaktan yararlandı.

Konak Belediyesi, İzmir Valiliği'ne başvurarak hazırladığı projeleri sundu ve fondan kaynak talep etti. Tarihi yapıların yaşam bulmasıyla ilgili Konak Belediyesi'nin sürdürdüğü projeleri değerlendiren Valilik, çalışmaları olumlu buldu ve belediyeye fondan 2 Milyon 750 Bin YTL aktardı.
Belediye, talep ettiği parayı, Basmane Semt Merkezi, Müzik Müzesi'ni (İş-Kur Binası) ve Altınordu Spor Kulübü'nün binalarını tamamladı.


Konak Belediyesi ArGe Müdürlüğü'nün hazırladığı projeler doğrultusunda, Türkyılmaz Mahallesi'ndeki, Ayla Ökmen'in kızı Çiğdem Ökmen tarafından bağışlanan Ökmen Evi ile hayırsever Saadet Mirci'nin bağışladığı eski yapılarda ise çalışmalar sürdürülüyor. Bu iki yapı da Konak Belediyesi tarafından semt merkezleri olarak değerlendirilecek.

Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, tarihi yapılara hayat vermek için çalışmalar yaptıklarını ve gelecek kuşaklara armağan ettiklerini söyledi.


Bu arada Konak Belediyesi öz kaynaklarını kullanarak ayrıca Bozyaka'da Reşat Nuri Güntekin Çocuk Kitaplığı, Kemeraltı'nda Abacıoğlu Han'ı restore etti.


Ayrıca Kavaflar Çarşısı, Çankaya Çarşısı, Çakaloğlu ve Mirkelamoğlu hanlarında restrasyon çalışmalarına başladı.

Milliyet Ege, 24.01.2008

100 YIL ÖNCE BULUNDU, DEĞERİ YENİ ANLAŞILDI

 

Çin'de 100 yıl önce bulunan insan kafatası fosilinin "Pekin Adamı'ndan sonraki en büyük buluş" olduğu ileri sürüldü.

Şuçang şehrinde iki yıldır devam eden kazıyı yöneten iki arkeologdan biri olan Li Canyang, fosilin kaş ve küçük alın çıkıntısı dahil 16 parçadan oluştuğunu ve "daha şaşırtıcı olanın içteki fosilleşmiş zar olduğunu" ifade etti.

Çinli arkeolog, böylece bilim adamlarının Yontma Taş Devri insanlarının sinir sistemiyle ilgili araştırmalar yapabileceklerini öne sürdü.
Milliyet, 24.01.2008

ANİ'Yİ ERMENİSTAN YIKIYOR, TÜRKİYE ONARIYOR

 

 

Ermenistan-Türkiye sınırında bulunan tarihi yerleşim yeri Kars Ani Harabeleri, Ermenistan'ın açtığı taş ocakları nedeniyle zarar görürken, Türkiye tarafından onarılmaya çalışılıyor.

 

Türkiye ve Ermenistan sınırında olduğu için soruna dönüşen Kars Ani Harabeleri'nin durumu, Türkiye'nin gayretleriyle iyileştirilmeye çalışılıyor. Türkiye, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kars Ani Örenyeri'nde bulunan Ebulhamrent Kilisesi ve Prikitch Kilisesi'nin restorasyon ve yapısal güçlendirme işinin projeleri için ihale açtı. Böylece yıl sonuna kadar Ani Örenyeri'ndeki iki tarihi yapının yeniden ayağa kaldırılması sağlanacak. Türkiye'nin çağrılarına rağmen kömür ocaklarını kapatmayan ve tarihi eserlere zarar vermeye devam eden Ermenistan bir taraftan da Ani'deki kiliselerin, Akdamar Kilisesi'nde olduğu gibi restore edilmesini istiyordu.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 24.01.2008

ÇANTAYLA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

Kayseri İl Jandarma Komutanlığı, almış olduğu bir ihbarı değerlendirmesi sonucu bir şahsın çantasında yapılan aramada tarihi eser ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre; İl Jandarma Komutanlığına bağlı Melikgazi Jandarma ekipleri, almış olduğu bir ihbarı değerlendirmek üzere yol kontrolleri yapmaya başladı.

 

Gesi kavşağı girişinde Felahiye Belediyesine ait 38 LS 370 plakalı yolcu otobüsünü durduran jandarma ekipleri, Mürsel A. (32) isimli yolcunun çantasında yaptıkları aramada, 1 adet pirinç, bakır karışımı kahvelik, 1 adet pirinç, bakır karışımı mumluk ve 1 adet mermer arslan figürü olmak üzere, 3 parça tarihi eser ele geçirdi.

 

Gözaltına alınan Mürsel A., yapılan sorgusunun ardından çıkarıldığı adli merciler tarafından, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı

Kayseri Kent Haber, 23.01.2008

UFUK ESİN'DEN ESİNLENEBİLMEK

 

Geçen cumartesi (19 Ocak 2008) yitirdiğimiz, arkeoloji dünyamızın en çalışkan, en özverili ve en birikimli neferlerinden Prof.Dr. Ufuk Esin' e nasıl "teşekkür" edebiliriz?

Sadece geçmişin belgelenmesine katkılarından ötürü değil; tarihten gelen kimlik zenginliğimizi "doğru kavrayabilme" mizi sağlayan "uyarılar" ını da nasıl kutsayabiliriz?

Çünkü Türkiye'yi yönetenler, binyılların "Anadolu insanı" nı, sözde "kültürel farklılık" ları tanımak adına "alt kimlik" , "üst kimlik" diye bölerken, bu topraklardaki yaşanmışlıkların "maya" sını "O", şöyle anımsatıyordu:

"Ortak kimliğimiz 'Kültürler Alaşımı' dır. Türkiye'nin kültürel zenginliğinin sadece bir 'mozaik' değil, aynı zamanda ve daha ileri düzeyde bir 'alaşım' olduğunu, her türlü sosyal-kültürel ve ulusal gelişme ve kalkınma politikalarımızda, artık 'temel tarihsel gerçek' olarak tüm davranışlarımızın odağına yerleştirmeliyiz."
Bütünleşen kültürler

Bu ifadeler, İçişleri Bakanlığı'nın da katılımıyla Mimarlar Odası ve ÇEKÜL tarafından 30 Eylül 2000'de Antakya' da düzenlenen "Kültürel Mirasın Korunmasında Valiliklerin Sorumlulukları" toplantısının sonuç bildirgesinde de yer almıştı...

Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan , dönemin Hatay Valisi Yener Rakıcıoğlu , ÇEKÜL Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen ile bölgedeki diğer illerin valilerinin ve dönemin Antakya Belediye Başkanı İris Şentürk' ün de imzalarını taşıyan bu sözlerin, Prof.Dr. Ufuk Esin'e ait olduğu belirtilerek...

Kültür Girişimi' nin daha önce İzmir' de gerçekleştirdiği "AB Sürecinde Kültür Politikaları" sempozyumunda demişti ki: "Anadolu'daki her kültür, diğerlerinden bir şeyler almış. Tarihin belgelerine baktığımızda bu mozaiğin zamanla alaşıma dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bunun adı da bence 'Anadolu' dur."

Yıllarını uygarlıkların derinliklerine adamış Ufuk Hoca'nın bu tanımlamasını, Antakya'da anımsamak ve bildirgelere yansıtmak elbette ki rastlantı değildi. Çağlar boyunca birlikte, yan yana ve hatta "iç içe" yaşayarak ortak bir "kent kültürü" yaratan farklı inançlardan insanların hangisi "ora" lı değildi ki?

Nitekim Anadolu'nun bu özelliği, Mimarlar Odası'nın 2005 yılında İstanbul'da ev sahipliği yaptığı "Dünya Mimarlık Kongresi" ne ulusal hazırlık buluşmaları olan "Türkiye Kongreleri" nde de vurgulandı.

Bunlardan "Adana-Antakya Kongresi" nin duyurusunda deniyordu ki: "Tarihsel süreçte bu yöredeki kentlerin kazandığı çok kültürlü özgün karakter, Pagan, Musevi, Hıristiyan ve Müslümanların ortak yaşam ilişkileri içinde oluştu. Sonuçta ortaya çıkanın, mozaik değil; kültürel bir alaşım olduğunu görürsek, tarihsel dostlukların temelini daha iyi kavrarız." (26 Şubat 2005)

Yaşamın 'doku'ları


Peki, bütün bunlar ne anlama geliyor?

Yine Ufuk Esin'den öğrendiklerimizle, 3 yıl önce bakın nasıl yanıtlamışız: "Bu ortak yaşam ilişkilerinin getirdiği yakınlaşmada, özellikle kentsel ortamdaki aynı mekanlar, aynı komşuluklar, ticaret, kültür ve hatta sevinçler, tasalar, duygular, öylesine hesapsız-kitapsız bir içtenlik içinde paylaşılıyor ki.. artık 'birbirlerinden ayrılması olanaksız' toplumsal dokular çıkıyor ortaya..." (Cumhuriyet- 01 Mart 2005)

Kaldı ki mozaik "dağılabilir" de.. hatta dağılan renklerden farklı, yeni bir mozaik bile yapılabilir. Buna karşın "alaşım" ın ise hem böyle bir "risk" i yok, hem de kendisini oluşturan farklı kültürleri "içselleştirmiş" bağımsız ve özgün bir kimliği tanımlıyor.

Bu nedenle Türkiye'yi "vatan" yapan "Anadolu insanı" nın "ortak kimliği" ni, bu büyük "kültürel alaşım" ın köklü ve zengin uygarlık birikimleri yaratıyor...

Ufuk Esin Hocamız, işte böylesine tarihsel bir dersi günümüzün her türlü "bölücü" lerine karşı binyılların Anadolu gerçeği olarak anımsatırken; hem "ufuk" larımızı aydınlattı, hem de yarınlarımız için en temel "esin" kaynağımızı öğretti...

Söyler misiniz; nasıl teşekkür etmeliyiz?

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 23.01.2008

KANATLI DENİZATI, BİLİRKİŞİLERİN İKİNCİ KEZ YAPTIĞI İNCELEME SONUCUNDA DA SAHTE ÇIKTI

 

Kanatlı Denizatı Broşu davasına Uşak Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. Kayıp kilim ve seccadelerle ilgili dava ile zimmete para geçirme davasının birleştirildiği Kanatlı Denizatı Broşu'nun duruşması ertelenirken, tutuklu bulunan eski Müze Müdürü Kazım A.'nın tutukluluk haline karar verildi.

 

Kanatlı Deniz Atı Broşu'nun sahtesiyle değiştirildiği iddiasından sonra yapılan operasyonla birlikte 10 kişi yakalanarak dava açılmıştı. Halen tutuklu bulunan önemin müze müdürü Kazım A. ve tutuksuz yargılanan Uğuz S., Suat Y., Ahmet D., Fehmi İ., Fuat E., Halil E. ile Mehmet P. 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet ve zimmet suçlarından dolayı 25'er yıl, tutuksuz yargılanan polis memuru Bülent Y. ile İsmail B. de 'Suçu bildikleri halde yetkili mercilere bildirmedikleri' iddiası ile 1-4 yıl arasında hapis talebiyle yargılanıyor.

Duruşmaya; Kazım A. ve tutuksuz yargılanan Uğuz S., Suat Y., Ahmet D., Fehmi İ., Fuat E., Halil E. ile Mehmet P. katıldı. Duruşmadan vareste tutulan Polis Memuru Bülent Y. ile İsmail B.'nin yerine Avukatları Atilla Arslan katıldı.

Kanatlı Denizatı Broşu'nun daha önce Focus Dergisi ile The Lydian Treasury kitabında yayınlanan fotoğrafı ile şu anda sergilenmekte olan ve sahte olduğu iddia edilen Broş arasında farklılıklar olduğu bilirkişiler rapor edildiği açıklandı. Doç.Dr. Y.E.E (Yaşar E. Ersoy), Doç.Dr. R.G.G.D (R. Gül Gürtekin Demir) ve öğretim görevlisi Dr. H.C'nin (Hüseyin Cevizoğlu) bilirkişi olarak hazırladığı rapora göre; sergilenen broş ve diğer iki fotoğraf karşılaştırmalı olarak incelendiği zaman ortaya çıkan farkların tamamiyle üretim aşamaları ve teknikleri ile ilişkili olduğu görüldüğü açıklandı.
Raporda, kullanılan malzemenin özelliği, teknik tutarlılığı ve uygulamadaki başarısı sıralanan farkların ortaya konmasında etkili olduğunu belirten bilirkişi raporunda, sergilenen eser ve iki fotoğraf incelendiğinde broşun başlıca iki kısımdan oluştuğu anlaşıldığına yer verildi.
Raporda, "Ön tarafı at, arka kısmı balık gövdeli, kanatlı mitolojik figür (hipokampus) ile haricen hazırlandıktan sonra alt kısımdan hipokampus figürüne tutturulan uçları cam boncuktan yapılan kozalaklarla süslenmiş her biri üç zincirden oluşan üç adet zincir grubu" sözlerine yer veriliyor.
Bilirkişiler, raporlarında, sonuç bölümünde Uşak Müzesinde sergilenen Denizatı ile Focus Dergisi ve The Lydian Treasury kitabında yayınlanan fotoğraflar üzerinde yapılan detaylı incelemeler sonucunda, Focus Dergisi ile The Lydian Treasury kitabında yayınlanan resimlerin aynı esere ait olduğu, Uşak Müzesi'nde sergilenen eserin ise oluşan bazı farklılıklardan dolayı fotoğraflardaki eser ile aynı olmadığı tespit edildiği açıklandı.

Raporun sonuç bölümünde, "Halihazırdaki Kanatlı Denizatı ile Uşak Müzesi'nde bulunan aynı döneme ait diğer eserler ve bu eserlere ait kalıplar incelendiğinde koleksiyona ait orijinal eserlerin yapımında kullanılan tekniklerin bugün de olabileceği, ancak yapıldığı takdirde, mutlaka teknik ve stil farklılıklarının oluşabileceği düşüncesindeyiz. Eserlerin bugün yapıldığı takdirde, yapımda kullanılan metal değer ayarı konusu bilirkişi heyetinin uzmanlık alanı içerisine girmemektedir" denildi.

Kazım A'nın Avukatı Coşkun Mavıoğlu, bilirkişilerin raporuna itiraz etti. Cumhuriyet Savcılığı'ndaki bilirkişi heyeti ile en son rapor hazırlayan bilirkişi heyetinin aynı olduğunu belirten Mavıoğlu, kullanılan altınların hangi madenden çıkartıldığına dair belirlemeler yapılabildiği ve buna parmak izi dendiği, bu belirlemelerin Metropolitan Müzesi tarafından yapıldığı, Kültür Bakanlığı tarafından da 1984 yılında yayınlandığı halde, bilirkişilerin bu bulgulardan hareket etmeyip sadece fotoğraf üzerinden tespit yapmış olmasının yeterli olmadığını belirtti.

Yaklaşık 20 aydır tutuklu bulunduğunu ifade eden Kazım A. ise, cezaevine girdikten sonra 40 yıl önceki kazının fotoğraflarını kaybetmekten, 20 metre hortumun kaybolmasına, kendi çabalarıyla ve parayla tamir ettirdiği kameranın kaybolmasında daha pek çok şeyden sorumlu tutulduğunu açıkladı. Son 10 yıllık dönem içinde ele geçirilen eski eser hakkında dava açılan kişi sayısına ve son 21 ayda ele geçirilen eser ve hakkında dava açılan kişi sayısına bakıldığında kendisinin niçin cezaevinde tutulması gerektiğinin anlaşıldığını belirten Kazım A., takdiri Mahkemeye bıraktığını açıkladı.


Duruşmadan vareste tutulma talebinde bulunan Mehmet P., Fuat E., Ahmet D. ve Halil E.'nin Kazım A. hakkında birleşen davalar nedeniyle yargılamanın uzaması ihtimali de gözetilerek CMK'un 196/1. maddesi uyarınca duruşmadan bağışık tutulmalarına karar verildi.

Alman vatandaşı olan Fehmi İ.'nin vekilinin daha önce dosyaya sunmuş olduğu belgeler, yargılamanın 4 nolu ara kararında yazılı nedenlerle uzama ihtimali gözetilerek CMK'nun 113/1 maddesi gereğince aynı maddenin a ve b bendinde yazılı hususları karşılamak üzere 15'er bin YTL nakdi teminatı Maliye veznesine yatırdığı takdirde hakkında uygulanan yurtdışı çıkış yasağının kaldırılmasına karar verildi.

Avukat Mavıoğlu'nun bilirkişi raporuna itirazları doğrultusunda yapılan değerlendirmede soruşturma aşamasında alınan rapor ile koğuşturma aşamasında alınan raporun amacının farklı olduğu, birbirinden farklı hususların değerlendirildiği ve yapılan incelemeden Mahkemece beklenen amacın gerçekleştiği anlaşılmakla, yeniden bilirkişi incelemesinin yaptırılmasına yer olmadığına karar verildi. Kazım A.'nın tutukluluk haline ve duruşmanın 19.03.2008 tarihine ertelenmesine karar verildi.

Turizm Gazetesi, 23.01.2008

"ENGELLENEN MİMARLIK DEĞİL, ŞEHRİN YAĞMALANMASIDIR"

 

Mimarlık dünyasından bir grup isim pazar günü 'Mimarlığa Yol Açın' sloganıyla bir bildiri yayımladı. Bu bildirinin hedefi yakında seçime gidecek olan Mimarlar Odası. Sadece bildiri yayımlamakla kalmayan mimarlar, internet üzerinden de aynı slogan altında gruplar kurarak diğer mimarlara çağrıda bulundu. 'Mimarlık İçin Mimarlık' grubu seçimler öncesi Mimarlar Odası'nın İstanbul şubesinde yeni ve genç bir yönetim istediklerini söylüyor. Ancak grubun "Mimarlar odası meslek enerjisini doğru kullanmayan, sürekli suçlu saptayan, kendisi gibi düşünmeyeni dışlayan bir anlayışa sahip. Bununla kent demokrasisi inşa edilemez" yönündeki tavrına katılmayanlar da var. Oktay Ekinci ve Afife Batur, bu tartışmanın oda içinde yapılabileceğini söylerken Başkan Eyüp Mumcu, odanın yağmaya direndiğini söyleyip AKP destekli bir karşı çıkışa işaret etti. Bu arada, Mimarlığa Yol Açın bildirisinde imzası olan Turgut Cansever de dün Radikal'e bir açıklama yollayarak tartışmaya katıldı.
 

Eyüp Mumcu (İstanbul Mimarlar Odası Başkanı): Mimarlar Odası meslek kamu ve toplum yararına çalışmalarını sürdürdüğü ve bu konuda önemli kazanımlar elde ettiği aşamada genel kurula gidiyor. Yapılmakta olan çalışmaların sürdürülmesi ve geliştirilerek yaygılaştırılması için çağdaş, demokrat ve toplumcu mimarlar olarak genel kurulda aday olacağız. İstanbul'un çağdaş ve bilimsel gelişmesi yönünde pek çok sorunun olduğu ortamda, kentsel dönüşüm ve yenileme proje ve planları, büyük soruları İstanbul'un gündemine taşımıştır. Mimarlık toplumu tarafından yağma projeleri olarak nitelendirilen bu süreci durdurmak için toplumun tüm duyarlı kesimleriyle uzmanlarla ve İstanbul'un geleceğini savunan kesimlerle bir çalışma sürdürülmüş ve bu süre içerisinde hukuk yoluna başvurmak zorunda kalınmıştır. Bu çalışmalarla önemli kazanımlar elde edilmiştir. Çalışma sürecinde yağma niteliğindeki projelerle ilgili geniş tartışmalar söz konusu olmuştur. Bu projelerden yana olanların 'Mimarlığa Yol Açın' şiarı altında genel kurul süreçleri için kampanyalar yürüttüğünü görüyoruz. Mimarlar odasında farklı fikirlerin, yönetimlerin adaylığı pek tabiidir. Ancak demokratik süreçlere dayalı bir adaylaşma süreci olmayan AKP destekli çıkar birlikteliğine dayanan bir adaylığın söz konusu olduğu mimarlık toplumun ortak değerlendirmesidir. Bu birlikteliklerin geçmişte de kimi müdahilleri olmuş ancak bu ölçüde müdahaleyle ilk kez karşılaşılıyor. İş birlikteliklerine dayalı adaylaşma sürecini duyarlı mimarlık toplumun onaylamayacağı kanaatindeyiz. Çalışmalar ilgilenen tüm kesimlere açıktır. Yeterki gönüllü iş üstlenmek ve görev almak isteği olsun. Bunu engelleyen bir anlayış söz konusu değildir.
 

Oktay Ekinci (Eski Mimarlar Odası Başkanı): Mimarların oda yönetimini eleştirmesi, yönetim için aday olması olumlu bir davranıştır. Meslek odaları demokratik kuruluşlardır, bu nedenle bildiriler ve istekler olumlu karşılanmalıdır. Fakat önemli bazı gerçeklerin gizlendiğini görüyorum. Örneğin, odanın yönetim tarzını bürokratik bulmakta haklı olabilirler, ancak bu durum mevcut yasalardan kaynaklanıyor. Hükümetler, yıllardır demokratik bir meslek kuruluşu için yasa önerilerimizi kabul etmemiştir. İkincisi mimarlar odası 1980'lerden beri Ulusal Mimarlık Ödülleri adıyla ödüller vermektedir. Bildirinin altındaki imzalara baktığımda ödül almış, jürilerinde görev almış mimarları da gördüm. Bu meslektaşların, Mimarlar Odası kendi başarılı çalışmalarını teşvik ederken bunu dile getirmeyip kente ve çevreye uygun olmayan yapıları eleştirdiği için ateş püskürmelerini hakkaniyetli görmüyorum. Oda'nın yanlış projeleri eleştirme hakkı da vardır. Üçüncü ve en önemli konuysa Mimarlar Odası'nın zaten uygunsuz yapılaşma yaratacağı belli olan, siyasi kararlarla üretilmiş, şehircilik ilkelerine aykırı planlara dava açtığıdır. Bu güne kadar bir mimari projeye dava açılmamıştır. O projeyi yaratan imar koşullarına dava açılmaktadır. O koşullarıysa mimar değil siyasetçiler ve rantı artırmak niyetindeki yatırımcılar birlikte belirlemektedir. Dolayısıyla bir grup mimarın, kendilerinin de karşı çıkması gereken imar koşullarıyla mahkemelik olmuş Mimarlar Odası'nı 'mimarlığı engelliyor' diye eleştirmesi talihsizliktir. Çünkü engellenen kentin yağmalanmasına araç edilen mimarlıktır. Bu meslektaşları oda çalışmalarına katılıp siyasi imar kararlarına karşı mücadele etmeye çağırıyorum.
 

Prof Dr. Afife Batur: Bildiri bugünkü yönetimin bir şey yapmadığını söylüyor gibi. Öncelikle mimarlık kavramından ne anladığımıza bağlı. Kendi projeleriniz için destek ve yakınlık bekliyorsanız bu başka bir olaydır. Mimarlığı bütün ve herkesin yararına hizmet veren bir meslek olarak görmekse başka bir şeydir. Sanırım sorun buradan kaynaklanıyor. Mimarlar Odası ilgi ve destek vermemekle suçlanıyor. Mimarlar odası genel olarak mimarlığın kamu yararını gözeten kavramından yola çıkıyor. Bildiridekinin tam tersini yapıyor. Bildiriyi yayımlayan grubun içerisinde beğendiğim meslektaşlarım da var. Bence oda bünyesinde eleştirilerini dile getirebilirdi. Neden sustular bilmiyorum. İletişimsizlik sorunu var. Açıkçası ben çok yadırgadım. Kendi içimizde çözümlememiz gerekirdi. Bunlar bir şekilde yönetimin el değiştirmesini istiyorlar. Bunların çoğu İstanbul için rant projelerine katılanlar. Tayyip Erdoğan'ın dünkü gazetelerdeki açıklamasıyla aynı güne denk geldi bildiri. Aynı dili kullanıyorlar. Suçlamaları birbiriyle örtüşüyor.

Turgut Cansever: Mimarlık mesleğinin ve mimarların güncel sorunlarına çözüm bulmaya yönelik benim de katıldığım 'Mimarlığa Yol Açın' başlıklı davet yazısını imzalayan bazı isimleri gazetelerde görünce kısa bir açıklama yapmak zaruretini hissettim. Mimarların mesleklerini icra ederken karşılaştıkları zorlukların aşılması ve meslek uygulama düzeyinin yükseltilmesi gibi önemli bazı sorunların acil çözüm beklediği hepimizin bildiği bir gerçektir; ancak öncelikli asli hedef geniş insan topluluklarını kapsayan ahenkli bir çevrenin meydana getirilmesidir. Bu açıdan, uzun vadeli, tarihe ve doğaya saygıyla bakarak gelecek nesilleri kollayan, sürdürülebilir, katılımcı, tutarlı, bilimsel objektif verilere dayanan bütüncül ülke, bölge ve şehir ölçeğinde kademeli bir fiziki planlama yaklaşımına ihtiyaç bulunmaktadır. Çağın vebası 'marka merakıyla' başvurulan Batılı tasarımcıların elinde oyuncak olmadan veya onların önerme ve ürünlerine gözü kapalı öykünme kolaycılığına kaçmadan, asli değerlerimizi yorumlayan şahsiyetli ve çağdaş yeni bir mimari dil oluşturmalıyız. Spekülatif hırsların aleti durumuna düşürülmemesi, bir beceri sergileme platformuna indirgenmemesi gereken yüce mimarlık mesleği böylesi meşakkatli ve kapsayıcı bir çabayı fazlasıyla hak etmektedir. Mimarlık camiasının hizipleşmeden, asgari doğrular etrafında birleşerek ülkemizin, afetlere dayanıklı 'yaşanılır' şehirlere, kamusal yapılara ve içlerinde ümit dolu yeni nesillerin yetiştiği güzel, ferah evlere duyduğu gereksinimi karşılayacak bilinci oluşturmak üzere gücünü fark ederek pekiştirmesini temenni ediyorum.

Radikal, Haber: Müjde Yazıcı, 23.01.2008

TARİHİ CEPHANELİKTE YANGIN

 

Trabzon’un önemli tarihi eserlerinden olan Cephanelik, akşam saatlerinde çıkan yangında zarar gördü.

 

Edinilen bilgiye göre, Yeni Cuma Mahallesi’nde bulunan tarihi Cephanelik’te, akşam saatlerinde yangın çıktı. Binanın alt katındaki camları kırarak içeri giren kişi ya da kişilerin içerideki straforları tutuşturmasıyla çıkan yangında restorasyonu tamamlanmış olan tarihi eser hasar gördü. Yangın, Trabzon Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü ekiplerinin müdahalesiyle kontrol altına alınarak söndürüldü.

 

Trabzon Rum Devleti İmparatoriçesi İren tarafından dini amaçlı olarak 1340 yılında yaptırıldığı düşünülen tarihi bina, Osmanlılar döneminde cephanelik olarak kullanılmış ve daha sonra da bu isimle anılmıştı. Tarihi bina, Trabzon’un Ruslar tarafından işgal edildiği 1916-1918 yılları arasında da cephanelik olarak kullanılmış ve 1919 yılında meydana gelen patlamada büyük hasar görmüştü. Mülkiyeti Trabzon Müze Müdürlüğü’nde olan Cephanelik, özel bir şahıs tarafından turistik amaçlı olarak kullanılmak üzere 49 yıllığına kiralanmış ve aslına uygun şekilde restore edilmişti.

Trabzon Kent Haber, 23.01.2008

ÖZEL MÜZELERİ ÇOK SEVDİK

 

Müzecilik anlayışında yeni bir çığır açan İstanbul’daki bazı özel müzeleri geçen yıl 831 bin kişi ziyaret etti. Bunlardan biri olan İstanbul Modern Sanat Müzesi’ni (İstanbul Modern), 2007 yılında 548 bin kişi ziyaret etti. Müzede ziyaretçi sayısı 4 yılda 1.5 milyonu aştı. Türkiye’nin sanayi ve teknoloji alanındaki ilk ve tek müzesi olan Rahmi M. Koç Müzesi’ni, geçen yıl yüzde 60’ının gençlerin oluşturduğu 134 bin 106 kişi ziyaret etti. 6 yıldır faaliyetlerini sürdüren Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi de açıldığı günden bu yana 700 bin kişiyi ağırlarken, geçen yıl 132 bin kişi ziyaret etti. Bunların yüzde 59’unu kadınlar, yüzde 42’sini çocuklar oluşturdu. Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi’ne ise 17 bin 876 kişi uğradı. Özel müzeler, düzenledikleri dünya çapında ses getiren ‘özel’ sergi ve etkinliklerle ilgi topladı.

Türkiye Gazetesi, 23.01.2008

ÇORUM'DA YENİ ANTİK KENT BULUNDU

 

Çorum'un Mecitözü İlçesi Beyözü Köyü'nde yapılan yüzey araştırmaları sonucunda Bizans Dönemi'ne ait bir antik kent kalıntıları bulundu.

 

Amerikalı Bilim Adamı Prof. John Haldon'un başkanlığındaki ekibin araştırmaları sonucu eski kaynaklarda ‘Avkat’ ismiyle yer alan antik kentin Beyözü Köyü sınırları içerisinde bulunduğu tespit edildi. Ankara Etnografya Müzesi Uzmanı Mehmet Demir, “Kazı çalışmaları bu yıl içerisinde başlayacak” dedi.

Bizans dönemi tarih uzmanı Prof. John Haldon'ın başkanlık ettiği ve Amerikan, İngiliz, İtalyan ve İsviçreli bilim adamlarının yer aldığı 32 kişilik heyet, geçen yılın Ağustos ayında Beyözü Köyü Kaletepe Mevkii'nde inceleme yaptı. Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcilerinin denetimindeki çalışmalarda Avkat Antik Kenti'nin konumu ve kalıntıları belirlenerek kayıt altına alındı.

Prof.John Haldon ve ekibi tarafından 1 yıldan bu yana sürdürülen araştırmaların sonuçları ile ilgili olarak Ankara Etnografya Müzesi uzmanı Mehmet Demir açıklama yaptı. Demir, 3 hafta süren çalışmaların sonunda antik kentin yerinin kesinlik kazandığını söyledi.

 

Yüzey araştırmaları ile ilgili raporların hazırlanarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunulduğunu belirten Demir, Bizans Dönemi'ne ait kale ve taşra yerleşim yeri kalıntılarının bulunduğu ‘Avkat Antik Kenti' ile ilgili araştırma sonuçlarının önümüzdeki Mayıs ayında yapılacak sempozyumda ortaya konacağını bildirirken, “Bizans yerleşim yeri ile ilgili araştırmalar önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Uzmanlardan oluşan inceleme heyetinin raporuna göre ilerleyen dönemde kazı çalışmaları başlayacak” dedi.

Hürriyet, 23.01.2008

KOMŞUDAKİ OSMANLI-TÜRK ESERLERİ HAYAT BULACAK

 

 

Bodrum ve İstanköy (Kos) ticaret odaları, 1522 yılında Rodos, Kilimli ve Leros adalarıyla birlikte Osmanlı himayesine giren Bodrum’a beş mil uzaklıktaki, 4 bin Müslüman’ın yaşadığı İstanköy Adası’ndaki 200 ile 500 yıllık Osmanlı- Türk eserlerinin korunması için bir yıl önce anlaşmaya vardı.

Yaklaşık 390 yıl Osmanlı himayesinde kalan, aralarında cami, han, hamam, çeşme, türbe, kütüphanelerinde bulunduğu yaklaşık 35 eserin bakım, onarım ve restorasyonu için karar alındı. Çalışmalar için AB fonlarından 120 bin YTL, destek sağlandı. İlk etapta, Gazi Hasan Paşa, Hacı İbrahim Paşa, Rıfat Efendi, Piri Reis, Kızılburunlu Hasanpaşa ve Atik camilerinin restorasyon çalışmalarına başlandı.

Bodrum ve İstanköy’deki tarihi eserlerin envanterinin çıkarılarak kültür turizmine kazandırılması için çalışmaların devam ettiğini belirten Bodrum Ticaret Odası Başkanı Mahmut Kocadon, "Eserlerin korunmasına yönelik, ilk kez böyle geniş çaplı bir çalışma başlattık. Her iki yakadaki geçmişe ait eserlerin envanterini çıkartıp koruma altına alarak, ortak turizm paketiyle kültür turizmine kazandırıp, pazarlamasını yapacağız. Şu ana kadar tespit edilen 35 eser var. Ancak, 390 yıl adada yaşayan Türkler’in daha fazla eser bıraktığını biliyoruz. Adanın her yerinde Osmanlı izlerini görmek mümkün" dedi.

Kocadon, Osmanlı-Türk mimarisi eserlerin yeniden ayağa kaldırılması için her türlü desteği vermeye hazır olduklarını da kaydetti. İstanköy Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi Yannis Yoannidis de her iki kesimin ticaret odalarının sağlayacağı maddi destekle, envanter çalışmalarına hız verip, daha fazla eseri turizme kazandırıp, zengin turistleri bölgeye çekeceklerini de vurguladı.

Hürriyet Ege, Haber: Yaşar Anter, 23.01.2008

HEYKELTRAŞIN ÖMRÜ RESSAMDAN UZUN OLUYOR

 

Taş, toprak, alçı ya da metalle uğraşmak, boya ve fırçayla haşır neşir olmaktan faydalı! ABD'de yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, heykeltıraşlar ressamlardan ortalama dört yıl daha fazla yaşıyor. Georgia Üniversitesi'nden Philip Greenspan, araştırmada 15-19. yüzyıllarda yaşamış 144 heykeltıraş ve 262 ressamın yaşam sürelerini kıyasladı. Ressamların ortalama yaşam süresi 63.6, heykeltıraşlarınki 67.4 yıl çıktı.


Heykeltıraşların daha uzun yaşamasının sırrıysa ressamlara göre çalışırken daha fazla fiziksel güç kullanmaları. Bu, antibiyotiğin henüz icat edilmediği dönemde heykeltıraşların bağışıklık sistemlerinin daha kuvvetli olmasını sağlamış. Araştırma hakkında yorum yapan bulaşıcı hastalıklar uzmanı James Hanley, gözlemin ilginç olduğunu belirtse de konuya şüpheyle yaklaşıyor. Tablolarda az çok zehirli maddelere rastlandığını belirten Hanley, bunların mermer tozu ya da keski darbelerinden daha zararlı olmadığını, 2005'te heykeltıraşlarda 95 hastalık vakasına rastlandığını söylüyor. İtalyan ressamlar Raphael ve Caravaggio'nun 37, Donatello ve Bernini gibi heykeltıraşların 80 yaşında hayata gözlerini yumdukları biliniyor.

Radikal, 23.01.2008

DENİZLİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Denizli'de düzenlenen operasyonda tarihi eser ele geçirildi.

 

Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından eski eser kaçakçılığına yönelik operasyonda, merkeze bağlı Şirinköy köyünde İ.K. isimli şahsın elinde tarihi eser bulundurduğu ve satmak için müşteri aradığı haberinin alınması üzerine jandarma ekipleri alıcı kılığına geçerek şahısla irtibata geçti. Şüphelinin elinde bulunan bir adet yeni döneme ait İspanyol askeri figürü, bir adet Fransız şövalyesi asker figürü, bir adet sikke, bir adet 4 kollu haç kolye ile bir adet bakır renkli kalp içerisinde koç figürlü kolye, alıcı kılığındaki ekiplere satılmaya çalışılırken ele geçirildi. Yapılan incelemede, İspanyol askeri figürü, bir adet Fransız şövalyesi asker figürü, bir adet sikkenin Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında, diğerlerinin de sahte olduğu tespit edildi. İ.K. isimli şahıs çıkarıldığı adli makamlarca serbest bırakıldı.

haberler.com, 22.01.2008



METROPOLITAN YÖNETİMİ 10 ESERİ DAHA İTALYA'YA İADE EDİYOR

 

 

New York Times Gazetesi tarafından duyurulan bir habere göre koleksiyoner Shelby White, İtalya tarafından kaçak yollarla yurt dışına çıkarıldığı iddia edilen 10 eseri iade etmeye karar verdi.

 

Aralarında Eucharides Vazosu olarak isimlendirilen ve uzun paralıklara konu olan bir parçanın da bulunduğu dokuz eser New York İtalya konsolosluğuna teslim edildi. MÖ 5. yüzyılda yapılmış Euphronios Vazosu’nun ise 2010 yılına kadar Shelby White mülkiyetinde kalması, bu tarihte İtalya’ya iade edilmesi taraflarca kararlaştırıldı. 

 

Shelby White ile yakın tarihlerde ölen eşi Leon Levy Metropolitan Müzesi’nde inşa edilen yeni Yunan ve Roma eserleri galerisi için 20 milyon dolar bağışlamışlardı ve bahsi geçen eserler de müzenin bu yeni inşa edilen kısmında teşhir ediliyordu. 

 

İtalyanlar bu koleksiyonda bulunan, bahsi geçen eserleri, kaçakçı Giacomo Medici’nin İsviçre’de 1994 yılında ele geçirilen polaroid fotoğraflarından yola çıkarak tesbit etmişlerdi. Hükümet yetkilileri ile Shelby White’ın avukatları arasında 18 ay süren görüşmeler sonunda iade anlaşması ile sonuçlandı. 

The Sun, Haber: Kate Taylor, 18.01.2008

"KÜLTÜREL MİRAS KORUNMALI"

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, UNESCO heyetinin, "Dünya Kültür Mirası" listesinden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan İstanbul'a gelmesine günler kala kentin sermaye gruplarına pazarlanmasına, kültürel mirası yok edecek projelere karşı çıkan uzmanlara sert tepki gösterdi. Erdoğan'ın Antalya'da Türkiye Otelciler Federasyonu'nun (TÜROFED) toplantısındaki, "Birçok şey harabe. Buraları güzel oteller haline getirelim istiyoruz. 'İstemezük' diyorlar. Niye olmaz kardeşim" sözlerine yanıt veren kentbilimci ve mimarlar, "Başbakan'ın açıklamaları kentin değerleri adına bizleri endişelendiriyor." görüşünü dile getirdiler.

Erdoğan'ın sözlerini gazetemize değerlendiren UNESCO İstanbul Dünya Mirası İzleme Komitesi üyesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi ve Doç.Dr. Deniz İncedayı, Başbakan'ın tarihi ve kültürel varlıklara bakışıyla UNESCO'nun görüşünün çeliştiğini belirterek, tarihi ve kültürel varlıkların bir girişimcinin çıkarı değil, kamu yararı gözetilerek korunması ve yaşatılması gerektiğini söyledi.

Sultanhamet'teki Bizans Sarayı kalıntıları üzerine değil otel yapmak en ufak bir yapının bile inşasının yanlış olduğuna dikkat çeken İncedayı, "Aslında bizlerin bazı projelere karşı çıkarak 'olmaz' demesi; olumsuz anlamda bir hayır değil, olumlu ve yapıcı bir hayır. Çünkü kültür miraslarının korunmasını istiyoruz. Ama bizim karşı çıkışlarımız, yüzeysel bir şekilde eleştiriliyor" yorumunu yaptı. İncedayı, "Kültürel miras özelleştirilerek değil, kamuya mal edilerek korunmalı. Turizme katkı sağlamak illa ki yapılaşmayı gerektirmez. Binalaşmayarak da bu olabilir. Zaten artık dünyada insanlar da tarihi bir alandaki otelde bir kahve içmek değil o alandaki kültürel mirası görmek istiyor" dedi.

İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Doç.Dr. İlknur Kolay da "Başbakan Erdoğan'ın ifade ettiği harabelerin ülkemizin kültür varlıkları olduğunu" anımsatarak "İstanbul'un geçmişine dair izler sunan bu varlıkları, her isteyen istediği gibi kullanamaz" diye konuştu.

Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhcu da Başbakan'ın açıklamalarının Türkiye'nin altına imza attığı anlaşmalar ile bağdaşmadığına dikkat çekti. Muhcu, "Başbakan'ın açıklamaları kentin değerleri adına bizleri endişelendiriyor. Kimi yatırımcıların kar maksimizasyonuna dayanan programlarına bağlı olarak İstanbul'un yağmalama projeleri, uluslararası anlaşmalara da şehircilik kurallarına da aykırı" dedi.

UNESCO heyetinin İstanbul'a gelmesine az bir zaman kala böyle bir açıklama yapılmasını "talihsiz" olarak niteleyen Muhcu şunları söyledi: "Kimi zaman 'kalkınma ve gelişmeye karşı çıkıyorlar' diye eleştiriliyoruz. Kalkınmadan anlaşılan kültür ve doğa varlıklarının yok edilmesi ise bunun kalkınmayla ilgisi söz konusu değil. Olsa olsa ülkenin geleceğinin yozlaştırılması, yok edilmesi ve karanlığa sürüklenmesi anlamına gelir."

Cumhuriyet, 22.01.2008

HAYDARPAŞA İÇİN İLK ADIM

 

AKP ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) meslek odaları ve üniversitelerin "rant projesi" olarak nitelendirdiği Haydarpaşa Port projesinden vazgeçmiyor. Haydarpaşa Garı'nın kruvaze liman yapılmasını öngören projede plan yapma yetkisi İBB'ye verildi.

Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü (DDY) ile İBB arasında 30 Kasım 2007 tarihinde imzalanan protokol uyarınca, plan yapma yetkisini DDY'den devralan İBB, planlamanın her aşamasında DDY'yi bilgilendirerek görüş ve onayını alacak. Protokol metninde her türlü imar planını onaylamaya ve ruhsat vermeye Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın yetkili olduğuna da dikkat çekildi. Protokol, İBB Meclisi'nin cuma günü yapılan oturumunda oyçokluğu ile kabul edildi. Protokolde Haydarpaşa Garı Liman ve Geri Sahası'nın tarihi yarımada ile bütünlük gösterdiğine dikkat çekilerek bölgenin dokusunun ve Boğaz'ın siluetinin olumsuz etkilenmemesine dikkat edilmesi istendi. Prolokolde, planların 1/100 binlik İstanbul Çevre Düzeni Planı'na uyumlu hale getirilmesi gerektiği belirtildi.

Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhcu, protokolün hukuken geçersiz olduğunu belirterek, planlamanın yasal dayanağı olmadığını savundu. Muhcu projenin "yağma" olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirterek "Haydarpaşa projesi için hiçbir yasal dayanağı olmayan bir protokol yapılıyor. Söz konusu bölge daha önce bölge koruma kurulu tarafından 'tarihi sit alanı' ilan edildi. Sit alanı ilan edilmesinin ardından DDY kararın iptali için dava açtı. Dava devam ederken planlama yapılamaz. DDY İstanbul ve Türkiye'nin tarihsel mirası olan Haydarpaşa'ya sahip çıkmalıdır" diye konuştu

Cumhuriyet, 22.01.2008

ÇATALHÖYÜK'TE KAZILAR SÜRÜYOR

 

Tarihin en eski yerleşim birimi olarak kabul edilen Çatalhöyük'e ilgi her geçen gün artıyor...

Selçuk Üniversitesi Çatalhöyük kazı ekibi, 80 ülkeden gelen arkeologlarla birlikte ortak kazı çalışması yapıyor.

 

9 bin 500 yıllık geçmişe sahip Çatalhöyük'e, Selçuk Üniversitesi arkeoloji bölümü ışık tutuyor.

Üniversitenin sponsorluğunda devam eden kazı çalışmalarına yabancı bilimadamları da katılıyor.

 

Selçuk Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Kürşat Turgut, "Bizim arkeoloji bölümümüz her yıl orada kazı yapmakta. Aynı zamanda diğer Çatalhöyük'te devam eden 80 ülkeden gelen arkeologlarla beraber yapılan kazı çalışmalarını takip etmekte" dedi.

 

 

Konya'da kurulması planlanan arkeometri labotuvarı ise çıkarılan katıntılara ışık tutacak.

Beş milyon dolara yapılması planlanan laboratuvarda, sadece Çatalhöyük'ten çıkarılan kalıntıların değil, Türkiye'deki tüm kazılarda elde edilen bulguların yaşı dahil, ölçümleri yapılacak.

 

Selçuk Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Şefik Bilir ise, "Sadece Çatalhöyük değil Türkiye'deki bütün süre gelen kazı alanlarından elde edilen bulguların arkeometrik ölçümlerinin yapılabileceği çok kapsamlı bir laboratuara ülkemiz sahip olacak." diye konuştu.

Trt/Haber, 22.01.2008

TARİHİ AMİNTAS MEZARLARI DEPO OLARAK KULLANILIYOR

 

Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde MÖ 5. yüzyıldan kalma tarihi anıt mezarlar, vatandaşlar tarafından depo olarak kullanılıyor. Mezarların bulunduğu Taşyaka Mahallesi'nde yaşayan halk, evlerindeki fazla malzemeleri mezarlara saklıyor.

 

Kışlık erzakların saklandığı mezarlar, yazın da dolap olarak kullanılıyor. Kaya yamacında olan tarihi mezarların içi yazın serin olduğu için, buzdolabı vazifesi görüyor.

 

Fethiye'nin simgesi olarak kabul edilen Amintas Mezarı, kenti çevreleyen tepenin eteklerinde bulunuyor. Mitolojik tarihi MÖ 4. yüzyıla dayanan mezarlar, Telmessos kentinin yöneticisi olduğu sanılan Kral Amintas'ın anısına inşa edilmiş. Amintas mezarlarıyla birlikte aynı güzergah içerisinde çok sayıda küçük mezar bulunuyor. İki bin yıldan fazla geçmişi bulunan bu mezarlar, kente gelen yerli ve yabancı turistler tarafından büyük ilgi görüyor. Fakat Fethiye'de yaşayanlar, bu mezarları tarihi bir kalıntı olarak değil kullanışlı bir depo olarak görüyor. Mezarların yer aldığı Taşyaka Mahallesi'nde yaşayanlar, evlerindeki fazla eşyaları bu mezarlarda muhafaza ediyor. Yağmur almayan ve kuytuda yer alan mezarlar adeta bir tarihi depo vazifesi görüyor. Aynı tarihi mezarlar konumu itibarı ile de yaz aylarında soğuk hava deposu olarak kullanılıyor. Evlerde sıcaktan bozulabilecek ve dolaplara konulamayan bazı eşyalar bu mezarlarda muhafaza ediliyor. Emine Uysal isimli vatandaş, mezarların görsel güzelliği bulunduğunu söylerken, evlerindeki fazla eşyaları bu mezarlara koyduklarını ifade ediyor.

Zaman, Haber: Fatih Yılmaz, 22.01.2008

TARİHİ ACEMOĞLU HAMAMI 'TİCARET ALANI'NA DÖNÜŞTÜ

 

Vezneciler'deki 250 yıllık tarihi Acemoğlu Hamamı plan tadilatlarıyla "tarihi hamam" alanından çıkarılarak "ticaret alanı" haline getirildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi'nce kabul edilen plan tadilatıyla, üç yıl önce tarihi hamam kalıntıları üzerinde inşaatına başlanan "Celal Ağa Konağı ve Zekiye Hatun Alışveriş Merkezi" de imar planlarına uygun hale getirildi.

İBB Meclisi'nin ocak ayı toplantılarında görüşülen raporda, hamam ve çevresindeki parsellerin 1/5 binlik Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı İmar Planı'nda ve 1/1000'lik Eminönü Koruma Amaçlı Uygulama Planı'nda "tarihi hamam alanı" olarak kayıtlı olduğu belirtilerek "parselin küçük bir bölümünde hamam bulunduğu, parselin tamamının hamam alanı olarak ayrılmasının ise mağduriyet yarattığı" savunuldu. Mağduriyetin giderilmesi gerekçesiyle ilgili alanların "tarihi hamam" alanından çıkarılarak, "2. Derece Ticaret Alanına" alınması talep edilen rapor, oyçokluğu ile kabul edildi.

Rapora muhalefet şerhi koyan İBB Meclisi CHP Kadıköy İlçe Üyesi Hüseyin Sağ, otel inşaatının koruma kurulu tarafından onaylandığına dikkat çekerek "Koruma kurullarının belediyeler üzerindeki etkisi güvenilir değil. Projeleri sunan kişiler aynı zamanda kurul üyesi. Böyle bir sistemde tarihi kalıntıların üzerine yapılan inşaatları onaylamak mümkün değil" diye konuştu.

Cumhuriyet, 22.01.2008

KERİMOĞLU EVİ RESTORE EDİLDİ

 

Muğla'nın Yerkesik beldesindeki Kerimoğlu Evi, restorasyonu tamamlanarak kültür evi haline getirildi. Yerkesik Belediye Başkanı Mustafa Karadağ, Kerimoğlu'nun öldürüldüğü evin restorasyonun Muğla Valiliği işbirliğiyle tamamlandığını söyledi. Başkan Karadağ, evin Yerkesik Belediyesi Kültür Evi haline getirildikten sonra yörenin el sanatları ve halkın kültürünü yansıtan değerlerin sergilenmesi için kullanılacağını ve kültür turizmine kazandırılacağını kaydetti. Bahçesiyle birlikte bin 600 metrekare alan içindeki Kerimoğlu Evi'nin ev bölümünde, günümüzdeki Kerimoğlu efsanesini gösteren yazı ve resimler sergilenecek. Daha önce ahır ve samanlık olarak kullanılan depo ise etnografik değerlerin sergilendiği salon şeklinde hizmet verecek. Arka bahçedeki küçük birimde de ziyaretçiler için kafeterya yapılacak.

Haber Ekspres, 22.01.2008

BODRUM'UN ESERLERİ ABD'YE GİDİYOR

 

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde bulunan 156 tarihi eser, ABD'deki Metropolitan Müzesi'nde açılacak 'MÖ İkinci Binyılda Sanat ve Uluslararası Değişim Sergisi'nde sergilenecek

Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müze Müdürü Yaşar Yıldız, müzedeki, aralarında Nefertiti'nin altın mührü, amforalar, cam boncuklar, altın kolye ve taş çapa gibi eserlerin de bulunduğu 156 tarihi eserin, 13 Kasım'da New York Metropolitan Müzesi'nde açılacak "MÖ İkinci Binyılda Sanat ve Uluslararası Değişim" konulu sergide gösterileceğini söyledi.


Dünya'nın önemli müzelerindeki değerli bazı koleksiyonların yer alacağı serginin, Anadolu ve Akdeniz çanağındaki ticari hayat hakkında önemli bilgiler vereceğini belirten Yıldız, "Sergide dünyanın farklı müzelerinden eserler gösterilecek. Ancak ağırlıklı olarak bizim müzemizdeki eserler yer alacak" dedi.

Yaşar Yıldız, Bodrum'dan ABD'ye götürülecek eserler arasında Uluburun Batığı'ndan çıkartılan çok sayıda buluntunun yer alacağını belirterek, "Uluburun batığından çıkartılan eserler Akdeniz'deki ticareti, yaşamı gözler önüne seriyor. Aralarında Uluburun Batığı'ndan çıkarılan buluntuların da yer aldığı çok değerli 156 parça, ABD'deki müzede sergilenecek. Bu sergi, hem müzemiz hem de ülkemiz açısından çok önemli. Sergide dünyanın önde gelen müzelerinden getirilecek değerli eserler gösterilecek. Oraya gönderilecek eserler, Anadolu'daki ticari hayat hakkında da önemli ip uçları verecek. Örneğin müzemizdeki Nefertiti'nin dünyada bilinen tek altın mührü bu müzede sergilenecek. Altın kadeh, cam, bakır ve kalay külçeleri ticari yaşam hakkında önemli göstergeler sunuyor" dedi.

Haber Ekspres, 22.01.2008

ANTİK BERGAMA SANAL MÜZE'DE SERGİLENİYOR

 

“Mimarlık Öğrencilerinin Bakışıyla Antik Bergama” adlı sergi, 1 Şubat’tan itibaren mimarların sanal müzesi olan www.mimarlikmuzesi.org adresinde sanatseverlerle buluşacak. Mimarlık öğrencilerinin gözlem, sunuş ve karşılaştırmalarından oluşan sergi, Bergama kenti mimarisini ve tarihini tüm zenginliğiyle aktarıyor. Yapı-Endüstri Merkezi Sanal Mimarlık Müzesinin bu sergisi, öğrencilerinin bir yarıyılı boyunca Bergama incelemeleriyle ziyaretlerindeki gözlemlerine dayanıyor.

Türkiye Gazetesi, 22.01.2008

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA DARBE

 

 

Yozgat İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, düzenledikleri operasyonda 300 ve 600 yıllık olduğu tahmin edilen el yazması Kuran-ı Kerim, tarihi özellikli kılıç ve Roma dönemine ait sikke ele geçirdi.

 

Edinilen bilgiye göre; Yozgat'ın Çekerek İlçesi'nde 4 kişinin tarihi eser kaçakçılığı yaptığı ihbarını alan Yozgat İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, ilçeye bağlı Karahacılı, Kahyalı ve Kayalar köylerine eş zamanlı olarak operasyon düzenledi.

 

Operasyon sonucunda daha önceden takibe alınan İ.K. (66), Z.Y. (56), N.Ş. (40) ve Ö.A. (49) isimli şahıslar; ellerinde 2 adet 300 ve 600 yıllık 35 ile 40 bin YTL değerinde olduğu tahmin edilen el yazması Kuran-ı Kerim, 1 adet tarihi özellikli kılıç ve 12 adet Roma dönemine ait sikke ile yakalandı.

 

Jandarma tarafından gözaltına alınan İ.K., Z.Y., N.Ş. ve Ö.A. yapılan sorgulamanın ardından adliyeye sevk edilirken, mahkeme sonucunda şahıslar hakkında yurtdışına çıkma yasağı ve her cuma günü imza beyanı kararı alındığı, ele geçirilen eski eserlerin değer tespit raporu düzenlenmesi için Yozgat Müze Müdürlüğü'ne teslim edildiği bildirildi.

Yozgat Kent Haber, 21.01.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Afyonkarahisar'ın Çay İlçesi'nde jandarma tarafından gerçekleştirilen operasyonda, 2 adet tarihi eser ele geçirildi. 

Edinilen bilgiye göre, bir istihbaratı değerlendiren Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, Çay İlçesi'ne bağlı Karamık Karacaören beldesinde 1 adet bel kemer tokası ile 1 adet cam sürahi ele geçirdi.


Olayla ilgili, ismi belirtilmeyen bir şahsın yakalanarak gözaltına alındığı bildirildi.

Afyon Kent Haber, 21.01.2008

MEKSİKA'DA ZAMAN KAPSÜLÜ

 

Mexico City’nin Metropolitan Katedrali’nin çan kulesinde, kuleyi olası tehlikelerden korumak üzere yerleştirilmiş bir zaman kapsülü bulundu. Kulenin son taşının yerleştirildiği tarih olan 14 Mayıs 1791 de, bir deliğe konulan kurşun kutu dini eşyaların yanısıra paralar ve parşömenler içermekte. İşçiler tarafından geçen Ekim ayında bulunan kutunun içindeki malzemenin herhangi bir zarar görmemesi için araştırmacılar üç ay boyunca çalıştılar. 

 

Kutuda bulunan belgeler arasında, kulenin kutsanmasına ilişkin papanın yazdığı mektup ve St. Barbara’nın bir gravürü de bulunmakta. Arkeolog Xavier Cortes, bir katolik azizesi olan St. Barbara’nın yıldırımlarla ilişkili olduğunu ve eski çağlarda bu azizenin bir tür paratoner işlevi olduğuna inanıldığını belirtmekte. 

 

Kutunun içinde, son derece iyi korunmuş 23 madalyon ve 5 sikke ile kuleyi fırtınalardan korumak için konduğu belirtilen 5 haç bulunmakta. Katedralin istilalar, seller ve yumuşak toprak üzerinde inşa edilmesi dolayısıyla yaşadığı doğal tahribat göz önüne alındığında, tüm bu ilahi kutsamalara ihtiyacı olduğu düşünülebilir.  

 

Yetkililer, içeriğini açıklamaksızın, restorasyon sonrası yeni bir zaman kapsülünün eskisi ile aynı yere yerleştirileceğini bildirdiler. 

AP, Haber: Mark Stevenson, 16.01.2008

TUZLA'NIN TARİHİ YOKEDİLİYOR

 

AKP’li Tuzla Belediyesi ilçenin tarihini yok ediyor. İlçenin merkezinde bulunan tarihi Ayazma Bölgesi yıkılarak, yerine düğün salonu yapılıyor. İstanbul 5 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından Doğal Sit ve arkeoloji alanı olarak ilan edilmiş bölge içinde, yüzyıllık ağaçlar, arkeolojik kalıntılar bulunuyor.


Bir yıl önce de aynı şeyi yapmaya çalışan belediye, halkın tepki göstermesi ve anıtlar kurulunun yürütmeyi durdurması üzerine yıkımı durdurmak zorunda kalmıştı. Ayazma Bölgesi’nin Tuzla’nın tarihi olduğunu belirten ilçe sakinleri, yıkımı durdurmak için imza kampanyası başlattı.

Tuzla’nın sembollerinden biri olan yüzlerce yıllık Ayazma’nın tarihi Bizans dönemine kadar uzanıyor. Daha önce içinde tarihi bir kilisenin bu kilisenin katısında da papazın kızına ait bir mezar bulunuyordu. Osmanlı döneminde de değişik amaçlarla kullanılan bölge, Cumhuriyet döneminde de değişik amaçlarla kullanılmış. Ayazma, 1960 ve 1970’li yıllarda panayır ve eğlence yeri olarak kullanılıyordu. Daha birkaç yıl öncesine kadar ilçe sakinleri Ayazma’da yüzyıllık ağaçların altında dinlenirler, sohbet edip, çaylarını içerlerdi. Yakın tarihe kadar düğünlerini ve eğlencelerini bu bahçede yapar ve çocukları da asırlık çınar ağaçlarının altında oynardı.
AKP’li Tuzla Belediyesi ise yönetime gelince önce bölgenin ismini ‘Bahçeler’ olarak değiştirdi. Şimdi Tuzla’nın sembolü olan tarihi bölge yok edilip, yerine düğün salonu yapılıyor.

Tuzla Belediyesi ilk olarak geçtiğimiz yıl bölgede düğün salonu yapmak için harekete geçti. Tuzla Belediyesi’nin projelendirip, Büyükşehir’in ihalesini yaptığı inşaat çalışmalarında, yüzyıllık ağaçlar ve tarihi kalıntılar yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış, ağaçların kökleri sökülmüş, kamyonlara yüklenerek götürülmüştü. İlçe sakinlerinin tepki göstermesi ve şikayeti üzerine 5 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na çalışmaların durdurulması için Tuzla Belediye Başkanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı, Tuzla Kaymakamlığı ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’ne yazı yazmıştı.

Geçen yıl çalışmaları durdurmak zorunda kalan belediye, köklerini kestiği ağaçları kurtarmak yerine kurumaya terk etti. Bununla da yetinmeyen belediye geçtiğimiz hafta tarihi bölgede yeniden çalışmalara başladı. Düğün salonunun temelini atan belediye çalışmalarına hızla devam ediyor.

Tuzla’nın tarihinin yok edilmesine karşı çıkan ilçe sakinleri ise yıkıma karşı imza kampanyası başlattı. Tuzla Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı ve Çağdaş Tuzla Gazetesi Sahibi Halil Özen, geçen yıl yaptıkları girişimlerle yıkımı durdurduklarını belirterek, AKP’li belediyenin Tuzla’nın tarihini yok etmek istediğini belirtti. Anıtlar Kurulunu aradıklarını belirten Özen, anıttan aldıkları yanıtta bölgenin halen koruma altında olduğunu öğrendiklerini anlattı. Belediye ve Büyükşehir Belediyesi ile görüştüklerini belirten Özen hiçbir yetkilinin kendilerine açıklama yapmadığını belirtti. Özen, yıkımı durdurmak için ellerinden geleni yapacaklarını dile getirdi.

Evrensel, 21.01.2008


*****


ASIRLIK ÇINARLARIN ÜZERİNDE NİKAH

 

 

Tuzla'da 'Ayazma' olarak bilinen ve 1999'da sit alanı ilan edilen bölgede belediye, koruma kurulunun itirazına rağmen sosyal tesis inşa ediyor. Bir yıl önce temel atılmasının ardından kökleri açıkta bekleyen tescilli ağaçlar ise kuruma tehdidi altında.


Yüzyıllık çınar ağaçlarının bulunduğu Ayazma, yapılaşmaya açılıyor. Tuzla Belediyesi koruma altında olan bölgeye nikâh salonu ve konferans salonları içeren sosyal tesis kurmak için geçen yıl temel attı. Temel atılırken çınarların kökleri ortaya çıktı. Tuzla Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nden Halil Özen, İstanbul 5 No'lu Koruma Kurulu'na şikâyette bulundu. Kurul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Tuzla Kaymakamlığı'na yazdığı yazıyla Aralık 2006'da çalışmaların durdurulmasını istedi. Ancak belediye, aradan bir yıl geçtikten sonra yeniden inşaata başladı.

 

Özen'e göre Ayazma tehlikede: "Tarihin üzerine şimdi nikâh salonu yapılıyor. Ayazma koruma alanı olduğundan çivi dahi çakılamaz. Koruma kurulu çalışmaların durdurulması ve yasal işlem başlatılmasını istedi. Ancak şu anda tekrar çalışmalar başladı. Tuzlalılar olarak 5 bin imza topladık."


DSP İstanbul Milletvekili Hasan Macit de inşaata, "Ayazma'ya ne yapılacağı değil, ne yapıldığı önemli. Ayazma yok ediliyor" diye tepki gösterirken Tuzla Belediye Başkanı Mehmet Demirci eleştirileri şöyle yanıtladı: "Ayazma'ya sosyal tesis yapıyoruz. İçinde nikâh salonu, sergi ve konferans salonları, küçük dükkânlar olacak. Ağaçlara zarar verilmedi, kökleri kesilmedi. Duvar kenarlarına yakın ağaçların kökleri açıkta kaldı. Biz duyarlı değil miyiz? Ağaçların zarar görmediğine karşı orman fakültesinden bilirkişi raporu aldık."

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 26.01.2008

TARİHİ CAMİ HİZMETE AÇILDI

 

Balıkesir'in Edremit İlçesi'ne bağlı Güre beldesindeki tarihi cami restore edilerek yeniden ibadete açıldı. 

1880 yılında inşa edilen ve günümüzde kadar özeliğinden hiçbir şey kaybetmeden korunan cami, ağaç işçiliği, mihrabı ve minberi ile dikkat çekiyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilen cami yeniden ibadete açıldı. Cami cemaati restorasyonunda emeği geçen kişi ve kurumlara teşekkür etti.

Balıkesir Kent Haber, 21.01.2008

YENİKAPI ESERLERİ İÇİN MÜZE YAPILACAK

 

İstanbul'un iki yakasını denizin altından birleştirecek olan Marmaray projesi kapsamında Yenikapı'da sürdürülen arkeolojik kazılarda bulunan batık sayısı 30 oldu. Daha önce istasyon içinde sergilenmesi düşünülen eserler için çok katlı müze yapılmasına karar verildi.


Kazının sorumluluğunu üstlenen İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Dr. İsmail Karamut, "30 batığı istasyon içindeki bir müzede sergileme imkanı yok. Bu nedenle Büyükşehir Belediyesi Kentsel Tasarım Projesi kapsamında kazı alanının içinde müze inşası için yer arıyor. Buluntular, oluşturulacak bu müze içinde sergilenecek" dedi.
 

İstanbul'un denizcilik tarihi açısından çok önemli bulguların elde edildiği arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan 30 batıktan Prof.Dr. Cemal Pulak tarafından bulunan ikisi konservasyon ve restarosyan çalışmaları için Bodrum'a gönderiliyor. Restore edilen batıklar daha sonra sergilenmek üzere tekrar İstanbul'a getirilecek. Geri kalan 28 batığın konservasyonları ise İstanbul Üniversitesi tarafından yapılacak.


Kazı alanı içinde yine İstanbul tarihine ışık tutacak buluntular elde edildi. İstanbul'un ilk surları olduğu tahmin edilen sur duvarı, 4. yüzyıla tarihlenen potern, 5. yüzyıla tarihlenen Thedosios sahil suru gibi önemli yapılar bulundu.


Kazı Başkanı İsmail Karamut şöyle konuştu: "Kazı ekibinden Prof.Dr. Doğan Perincek MÖ 553 yılında İstanbul'da bir tsunami olduğunu belirledi. Batıkların geneli 11. yüzyıldaki fırtınada batıyor. Ancak terk edilenler ve önceki yüzyıllarda kendiliğinden batanlar da var. Buradaki kazılar neticesinde MÖ 6000 yılına kadar gidildi. İlk tarımcı toplulukların burada yaşadığı belgelendi. Bizans dönemi gemiciliğini, gemi yapım tekniklerini öğrendik. Gemi yapım tekniklerinde usta çırak ilişkisinden tasarım mühendisliği noktasına geçiş yapıldığını gördük."
 

Kentin çağdaşlaşmasına katkıda bulunurken, kültür varlıklarına saygı gösterilebileceğini dünyaya gösterdiklerini kaydeden Karamut, şöyle dedi:
"Çağdaş bir mühendislik projesini, kültür projesine çevirdik. Her aşamasında arkeoloji bilimine saygılı olduk. 1992 yılında imzalanan Malta Sözleşmesi'ndeki arkeolojik mirasın korunmasına yönelik Avrupa Sözleşmesi'nin maddelerine sadık kaldık. 5- 6 Mayıs'ta müzemizde sempozyum düzenleyerek kazı sonuçlarını tüm dünyaya anlatacağız."

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, Fotoraf: Murat Öztürk, 21.01.2008

TOPKAPI'NIN YENİ YENİÇERİLERİ HAZIR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Topkapı Sarayı’nın ruhunu daha iyi yansıtmak ve ilgiyi artırmak amacıyla, saray görevlilerine giydirmek için yeniçeri kıyafetleri hazırlattı.

Bakanlık, kadın ve erkek görevliler için ayrı ayrı yeniçeri kıyafeti diktirdi. Bakanlık, yeniçeri kıyafetlerinin tasarımı için, önce Saray’da 700 parçalık Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamlı giysilerinden oluşan bir defile düzenleyen modacı Faruk Saraç ile el sıkışmıştı. Ancak ünlü modacı ile çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, kıyafetlerin tasarımını ve dikimini Ankara Olgunlaşma Enstitüsü’ne devretti.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın talimatıyla, konusunda uzman bilim adamlarından ve Osmanlı üzerine çalışmalar yapan isimlerden oluşan bir komisyon kuruldu. Komisyon, Ankara Olgunlaşma Enstitüsü tarafından hazırlanan elbiselere onay verdi. Bakanlık, geçtiğimiz günlerde tamamlanan iki örnek elbiseyi önümüzdeki haftalarda Saray çalışanlarına giydirecek.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 21.01.2008

ÖZEL İZİNLİ 1300 ZİYARETÇİ TADİLAT YAPILAN MÜZENİN KAPISINDA KALDI

 

İzmir Bolçova Belediyesi geçen ay, her yıl geleneksel olarak düzenlediği "Haydi Cumhuriyet Çocukları Başarı Sizden Ödül Bizden" kampanyası çerçevesinde, 1200 başarılı öğrenci ile 100 kadar gazi ve şehit yakınını Ankara’ya getirmek için çalışma başlattı.

Gezi programına Anıtkabir’in yanısıra Kültür Bakanlığı’na bağlı müze ziyaretleri de eklendi. 19 Ocak 2008 tarihindeki gezide Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet müzelerinin ücretsiz ziyareti ve toplu girişe açılması için Bolçova Belediyesi 17 Aralık 2007 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bir yazı göndererek izin istedi. Talebi inceleyen Bakanlık Merkez Müdürü Tolga Tuyluoğlu, "olur" yazısını onaylayarak 31 Aralık 2007 tarihinde Bolçova Belediyesi’ne gönderdi. Ancak Tuyluoğlu, bakanlığa 500 metre uzaktaki Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet müzelerinin 15 Aralık tarihinden itibaren tadilat nedeniyle kapalı olduğunun farkında değildi. 18 Ocak akşam saatlerinde İzmir Bolçova’dan yola çıkan 27 otobüs, 600 kilometre yol yaparak sabah Ankara’ya geldi. İlk olarak Anıtkabir’i ziyaret ettiler. Bu ziyaretin ardından Ulus’ta bulunan Kurtuluş Savaşı Müzesi ve Cumhuriyet Müzesi’ne gelen 27 otobüs ziyaretçi, güvenlik görevlisinin "Müzeler yaklaşık bir aydır tadilatta. İçeride inşaattan başka hiçbir şey yok" yanıtıyla şoke oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine tepki gösteren Başkan Çalkaya, "Bakan adına imza atan yetkili buranın tadilatta olduğunu bilmiyor mu, bu nasıl yöneticilik?Hayatımda hiç bu kadar mahçup olmamıştım" dedi.

Hürriyet, Haber: Arda Akın, 21.01.2008

DEMİRYOLU LOJMANLARI DA TARİHİ ESER OLARAK TESCİLLENDİ





Sivas şehir merkezinde bulunan Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü'ne ait lojmanlar, tescil edilerek koruma altına alındı. Hiçbir tarihi özelliği bulunmayan lojmanlara artık çivi bile çakılamayacak.

 

Zonguldak'ta harabe haldeki eski kömür yıkama deposunun tescil edilmesi olayının bir benzeri de Sivas'ta yaşandı. Hiçbir tarihi özelliği olmayan Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü'ne ait lojmanlar, Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından tescil edilerek koruma altına alındı. Şehir merkezindeki 65 bin metrekarelik alan içinde bulunan 75 lojmana, bundan sonra bir çivi dahi çakılamayacak. Tescil kararının mahkemeye götürülmesine kesin gözüyle bakılırken isminin açıklanmasını istemeyen bir tarih araştırmacısı, kurulun görevi olmadığı halde bölgenin imara açılmasını engellemek amacıyla böyle bir karar alındığını ileri sürdü. Karara karşı çıktıklarını ifade eden Sivas Belediye Başkanı Sami Aydın da, bunun kent için kayıp olduğunu vurguladı. Aydın, koruma kurulunun alakasız yerleri tescil ettiğini savundu.

 

Sivas'ta gündem oluşturan tescil kararının hikayesi de oldukça ilginç. Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 1928 yılında ilk uçak fabrikasının kurucusu Nuri Demirağ tarafından yapılan Sivas Tren Garı binası ve aynı tarihlerde inşa edilen çeşmeyi tescillemek için çalışma başlattı. Araştırma ve incelemelerin devam ettiği sırada koruma kuruluna, bir dilekçe sunuldu. Sahte isimle geldiği sonradan anlaşılan dilekçede, Devlet Demiryolları'na ait 1940'lı yıllarda yaptırılan lojmanların da tescil edilerek koruma altına alınması talep edildi. Bunun üzerine 7 kişiden oluşan kurul, halen faaliyette olan Türkiye Demiryolu Makinaları Sanayi Anonim Şirketi (TÜDEMSAŞ) çalışanlarının ikamet etmesi amacıyla Almanlar tarafından yapılan binaları inceledi. Uzun süren tartışmaların ardından kurul, ilginç bir karara imza attı. Cumhuriyet dönemi ilk eserlerinden olan tarihi Sivas Gar binası ve yanındaki çeşmeyle birlikte hiçbir tarihi özelliği bulunmayan lojmanları da tescil etme kararı aldı.

 

Koruma Kurulu tarafından alınan tescil kararının, resmi olarak ilgili makamlara bildirilmesinin ardından mahkemeye götürülmesine kesin gözüyle bakılıyor. Uzmanlar, lojmanların koruma altına alınmasını gerektirecek bir özelliğinin bulunmadığını vurguladılar. Sivas Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu yetkilileri ise, bölgenin Cumhuriyet dönemi sanayi tesisleri yerleşkesi olduğunu ve bu sebeple lojmanların tescil edildiğini savundu.

Zaman, Haber: İsmail Yıldız, 21.01.2008

KURUL KARARINI DİNLEMEDİLER

 

Manisa Belediyesi’nden çalışma izni alan inşaat firması, Merkez Kavşağı’nda daha önce çay bahçesi olarak kullanılan, tapu kayıtlarında Ahmet Adanalı ve iştiraklerine ait görünen alanda iki katlı işyeri yapmak için 9 Ocak’ta çalışmalara başladı. Temel kazılarında Osmanlı dönemine ait kanalizasyon şebekesi tonozlarına ve aynı döneme ait temel kalıntılarına denk geldi. Ancak devam eden çalışmalar sırasında tahrip edilen tarihi kalıntılar, durumu fark eden vatandaşlar tarafından Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü’ne bildirildi. Manisa Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse ve Manisa Arkeoloji Müzesi Müdürü Müyesser Tosunbaş inceleme yaptı, Koruma Bölge Kurulu’na bildirildi. 9 Ocak 2008-3585 sayılı karar ile bu parselde devam eden inşaat çalışmasının ivedilikle durdurulması kararı çıktı. Manisa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi ekiplerinin katılacağı kazı ve sondaj çalışması için izin beklenirken inşaatın devam etmesi dikkatleri çekti.

Hürriyet, Haber: Ertan Korkmaz, 21.01.2008

ŞEHİTLİKTE 'YARBAY HASAN' TARTIŞMASI

 

Gelibolu Milli Parkı'nda geçen yıl onarılıp dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'a açılışı yaptırılan ve vatandaşlar tarafından sıkça ziyaret edilen şehitliğe ismini veren "Kaymakam Hasan"ın gerçekte yaşamadığı öne sürüldü. Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Burhan Sayılır, anıtın kitabesine verilen birlik numaralarından hareketle, Genelkurmay arşivlerinden yapılan araştırmada "Kaymakam Hasan" adlı birinin olmadığının belirlendiğini söyledi.


Gelibolu Yarımadası'ndaki Kaymakam (Yarbay) Hasan Şehitliği, 1956 yılında Korgeneral Muzaffer Alankuş tarafından yaptırıldı, geçen yıl da, Eceabat Kaymakamlığı tarafından yenilendi. Açılışı Atilla Koç tarafından yapılan şehitlikle ilgili olarak yapılan bir şikayet üzerine Eceabat Kaymakamlığı, Genelkurmay'a yazı yazarak, böyle birinin var olup olmadığına dair bilgi istedi. Genelkurmay'dan gelen yazıda, "Bu isimde Çanakkale'de şehit olan birine kayıtlarda rastlanmadı" denildi. Ancak edinilen bilgiye göre, Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürlüğü kayıtlarda böyle bir isme rastlanmamasına rağmen, konuyla ilgili herhangi bir işlem yapmadı.
 

Yard.Doç.Dr. Sayılır, bugün şehitlik diye ziyaret edilen anıtın üzerinde hayali bir kişinin adının yazılı olduğunu belirterek şunları söyledi: "Bu hayali kişi etrafında örülen hurafeye göre adam cepheyi gezerken yaralı bir Fransız eri tarafından kasatura saplanarak şehit edilmiş; tam ölmek üzereyken ayağa kalkmış ve boşluğa bakarak 'Niye zahmet ettiniz ya Resulullah' demiş ve kendisiyle aynı anda ölen Canberk isimli köpeği de ayak ucuna gömülmüş. Şimdi bu hikaye yüzünden millet akın akın geliyor ve bu anıt etrafında namaz kılıp adak adıyor."


Sayılır, Kaymakam Hasan denilen kişinin ise, "Binbaşı Hüseyin Hilmi" olabileceğini savundu. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığı arşivinde Çanakkale Savaşları ile ilgili yaptığı çalışmalar sırasında, incelediği belgelere dayanarak Çanakkale Savaşları'nda şehit olan subay kadrosunda "yarbay" rütbesinde Hasan adına rastlanılmadığını ifade eden Sayılır, bu kişinin adının Hasan değil, Hüseyin Hilmi, rütbesinin ise kaymakam (yarbay) değil, binbaşı olması ihtimali bulunduğunu belirtti.

Milliyet, Haber: Önay Yılmaz, 21.01.2008

GÜNEYBATI ÇİN'DE ANTİK MEZARLIK

 

Çin’in güneybatısında, Chongqing’de yakın zamanda dev bir mezarlık keşfedildi. Arkeologlar bu dev mezarlığın arkeolojik bir define kabul edilebileceğini, yüzyıllar öncesine ait paha biçilmez buluntulara sahip olduğunu bildirdiler.

Mezarlık, bir dağın eteğinden içeri doğru yaklaşık 2 km uzanıyor.

Şimdiye dek Doğu Han ile Batı Jin hanedanlıkları dönemi arasında inşa edilmiş yüzlerce tuğla mezar keşfedildi. 

Duvarları çoğunlukla yüksek kabartmalarla bezeli bu mezarlar şimdiye dek zümrütten günlük kap kaçaklara kadar binin üzerinde buluntu verdi.

Arkeolog Li Dadi “Sichuan Bölgesi’nde yaygın olarak bulunan ve çoğunlukla Doğu Han Hanedanlığı’na tarihlenen tuğla mezarlarda günlük yaşama ait kabartmaların yanısıra evcil hayvanların ve hizmetçilerin heykellerine de rastlanmakta” dedi.   

CCTV.com, 15.01.2008

SELİMİYE'NİN EL YAZMALARI

 

 

Edirne Valiliği Kültür Müdürlüğü'ne bağlı Selimiye El Yazma Eserleri Kütüphanesinde bulunan, el yazması eserlerin Kültür Bakanlığı'nın başlattığı proje kapsamında dijital ortama aktarılmasının ardından, yine aynı müzede saklanan yaklaşık 5 bin basma eserin de dijital ortama aktarma çalışmalarına başlandı.


Selimiye Yazma Eserler Kütüphanesi'nde saklanan ve dijital ortama aktarılmak için İl Halk Kütüphanesine getirilen basma eserlerden, bu güne kadar 700 adetinin çekim işlemi tamamlandı. Dijital bir fotoğraf makinesi ve özel ışıklarla gerçekleştirilen işlemin sonunda, kitaplar CD'lere aktarılarak Kültür Bakanlığı tarafından web sitesinde yayınlanacak.


İl Halk Kütüphanesi Müdürü Musa Öncel, çekimlerine halen devam edilen basma esenlerin, tamamının dijital ortama aktarılmasının yaklaşık 3 yıl içerisinde bitirilmesi planlandığını söyledi. Öncel, "Bu eserler yıllardır kapalı kapılar ardında duruyordu. Binlerce kitap dijital ortama aktarılarak gün yüzüne çıkarılacak ve kitaplardan faydalanmak isteyenler içinde büyük kolaylık olacak. Kitapların dijital ortama aktarılması çok zahmetli özen gösterilmesi gereken bir iş. Bu sayede hem kitapları korumuş olacağız hem de bu kıymetli eserlerden faydalanmış olacağız. Bu proje kapsamında daha önce 2 bin 600 el yazması kitap dijital ortama aktarılmıştı, şimdi ise 5 bin 122 eser daha dijital ortama aktarılacak" dedi.


Edirne Halk Kütüphanesi Müdür Yardımcısı Musa Öncel, vatandaşların elindeki tarihi el yazması ve basma kitapları tarihi eser niteliği taşıdığı için gün yüzüne çıkarmaya çekindiğini belirterek, ''Elinde tarihi nitelikli kitap bulunan, bunları kütüphanelere satabilir veya bağışlayabilir'' diye konuştu.

Edirne Kent Haber, 20.01.2008

GAZİANTEP'TE TARİHİ YÜRÜME YOLU OLUŞTURULDU

 

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, restorasyonları tamamlanan tarihi eserlerle birlikte Gaziantep'te tarihi yürüme yolu meydana getirdiklerini söyledi.





Güzelbey, kentin tarihi dokusunun korunması için tarihi binaların yok olmaktan kurtarılması gerektiğine inandıklarını ve bu yönde büyük bir çalışma başlattıklarını belirtti.

 

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi olarak Bayazhan'ı satın alarak restorasyon ihalesini gerçekleştirdiklerini ifade eden Güzelbey, ''Osmanlı döneminin mimari çizgilerini taşıyan Bayazhan'ı, TOKİ ile yapıyoruz. Bayazhan mayıs ayında bitiyor. Orasını kent müzesi haline getiriyoruz. Sosyal belediyecilik anlayışımız çerçevesinde kentin tarihine ve kültürüne de sahip çıkıyor, sosyal yaşamı canlandırmaya çalışıyoruz'' diye konuştu.

 

Bayazhan'ın, Beyaz Ahmet Efendi tarafından 1909 yılında 3 bin 500 metrekarelik alanda yaptırıldığını belirten Güzelbey, şunları söyledi: ''3 katlı olan, geniş bir avlu ve bu avlunun çevresinde inşa edilmiş çok sayıda odası bulunan Bayazhan, 1922 yılında Amil Müslüm Efendi tarafından satın alınarak rakı imalathanesine dönüştürülmüş. 1930 yılında Tekel'in satın aldığı Bayazhan'ı, kapılarına kilit vurulmuşken iki yıl önce biz satın aldık.  İki yılda tamamlanması öngörülen restorasyon çalışmaları sonrasında Gaziantep'in sosyal ve kültürel değerlerinin tanıtılıp sergileneceği bir merkez haline getirip, handa restoran, kafeterya ve alışveriş merkezlerinin yanı sıra kutnuculuk, bakırcılık, yemenicilik ve sedef kakmacılık gibi mesleklerin icra edildiği bölümler de yer alacak.''

 

Güzelbey, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından rölöve ve restorasyon projeleri hazırlanan Göğüş Konağı'nı, yöresel  yemeklerinin yapıldığı ve tanıtıldığı Gaziantep Mutfağı Müzesi'ne dönüştüreceklerini bildirdi. Belediye Başkanı Güzelbey, yapıldığı 1917 yılında Kethüdazade Göğüş Efendi Konağı olarak adlandırılan binadaki çalışmaların sürdüğünü belirtti. Yapılan çalışmaların tamamlanmasıyla Antep Kalesi, Bakırcılar Çarşısı, Elmacı Pazarı, Göğüş ve Dayı Ahmet Ağa Konakları ile asırlık Naip Hamamı arasında tarihi yürüme yolu meydana geleceğini anlatan Güzelbey, kentin çehresinin tamamen değişeceğini sözlerine ekledi.

        

Gaziantep'i, tarih ve kültür kenti yapıp turizmden hak ettiği payı almasını sağlayacaklarını belirten Güzelbey, ''Denizimiz, kumumuz yok ama tarih ve kültür kenti olup turizmden hak ettiğimiz payı almak istiyoruz. Baklavası ve kebabıyla anılıyor olması Gaziantep'in turizmde gelişmesine yetmiyor''dedi. Göreve geldikten sonra tarih ve kültür mirasına sahip çıktıklarını anlatan Güzelbey, kentteki 528 tescilli tarihi eseri restore ederek turizme açmayı sürdürdüklerini söyledi.

 

Güzelbey, ''Gaziantep sürekli büyüyen bir kent. Önümüzdeki dönem Gaziantep için en önemli kaynak sanayi değil artık en önemli kaynak kültür ve inanç turizmi olacak. Biz buna yoğunlaşmak zorundayız'' dedi.

       

Tarihi Şirehanı ve Yemişhanı projesinin tamamlandığını, Şirehanı'nın 5 yıldızlı 80 odalı butik otele dönüştürüldüğünü, Yemişhanı'nın ise restoran olarak hizmet vereceğini anlatan Güzelbey, şunları kaydetti: ''Şirehanı Kültür, Turizm ve Alışveriş Merkezi kent için çok önemli bir projeydi. 5 yıldır bekleyen projede problemleri çözerek hayata geçirdik. Yeni Han dediğimiz bu proje kapsamında burası, konaklama, eğlence ve kültür merkezi ile iş hanından oluşan bir kompleks haline geldi. Bu projeyle, Gaziantep'in, Ortadoğu ülkelerinin ticaret, kültür ve turizm merkezi projesinin en önemli halkalarından birisini oluşturacak. Şirahanı'nın ihalesini gerçekleştirdik. Yemişhanı projesinde Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan karar bekliyoruz.''

Turizm Gazetesi, 20.01.2008

ATHENA TAPINAĞI'NI DÜNYA TANIYACAK

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Phokaia ve üzerindeki modern Foça İlçesi’ni "Arkeo-Kent" konumuna getirecek projelere 30 milyon YTL’lik bütçe ayırdı.

Bugünkü Batı Uygarlığı’nı kuran İonlar’ın en büyük kenti olan Phokaia ve üzerindeki modern Foça İlçesi’ni "Arkeo-Kent" konumuna getirecek projelere 30 milyon YTL’lik bütçe ayıran İzmir Büyükşehir Belediyesi, Athena Tapınağı’nı ortaya çıkaracak ve bir bölümünü restore edileceği ilk ihaleyi Şubat ayı başında yapacak. Tapınağı, yeldeğirmenlerinin restorasyonu izleyecek. Mart ayında çalışmalara başlanacak projeyle, Foça tarih turizminin merkezlerinden biri olacak.

Foça’da yaşayan kent ile antik kentin bütünleşmesini, Türkiye’nin dünyaya açılan kapılarından biri olmasını sağlayacak Foça’daki projeler gün saymaya başladı. İZSU, Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Foça Belediyesi’nin de katkılarıyla Phokaia Kazıları Başkanı Prof.Dr. Ömer Özyiğit’in Arkeo-Kent Planı kapsamındaki projeleri tek tek yaşama geçirecek. Şubat ayında yapılacak ilk ihaleyle birlikte ilk önce, Anadolu Ana Tanrıçası Kybele’nin heykelinin de bulunduğu Liman Kutsal Alanı’nın üzerinde MÖ 590-580 yıllarında İon düzeninde yapılan, daha sonra Roma döneminde mermerden inşaa edilen, Mitolojide akıl ve savaş tanrıcası olarak geçen Athena Tapınağı projesi gerçekleşecek. İZSU, Athena Tapınağı’nın üzerinde yeralan eski ortaokul binasını yıkacak. Cemil Midilli Lisesi’nin yanına prefabrik bir okul binası yapacak. Eğitim ve öğretimin burada sürmesini sağlayacak. Mart ayında prefabrik okulun yapılmasıyla Athena Tapınağı çalışmaları da başlayacak. Arkeolojik kazıların tamamlanması, restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanacak. Bu çalışmalardan sonra Athena Tapınağı’nın bir bölümünün orijinal yerinde restore edilecek.

Kentin her yerinden görülebilecek, Foça’nın görüntüsünü değiştirecek, turizm yönünden de önemli bir ivme kazandıracak eser ortaya çıkacak. Mart ayında yapılacak ihaleyle ise Eski Foça’ya ulaşan karayolunun solunda, kentin batısında arka görünümde kalan üç değirmen kalıntısı restore edilecek. İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun onayladığı rölöve-restitüsyon-restorasyon projesiyle yeldeğirmenleri Foça’nın tarihi kimliğini daha da belirginleştirecek.

Hürriyet Ege, Haber: Utku Bolulu, 20.01.2008

NASUHPAŞA KÜLLİYESİ AYAĞA KALDIRILDI

 

Aydın'daki en önemli Osmanlı yapılarından tarihi Nasuhpaşa Külliyesi'nin restorasyon çalışmaları tamamlandı. Yapının özgünlüğünün korunması için kullanılan taşlar Denizli'den, meşe doğramalar İzmit'ten, kurşun kaplamalar Trabzon'dan, mermerler ise Tekirdağ'dan getirtildi

Vakıflar Genel Müdürlüğünce yurt genelinde "Vakıf Eserleri Ayağa Kaldırılıyor" sloganıyla başlatılan çalışmalar kapsamında, Aydın Vakıflar Bölge Müdürlüğünce tarihi Nasuhpaşa Külliyesi'nde 1 Nisan 2007'de başlatılan restorasyon çalışmaları tamamlandı. Restorasyondan sorumlu Mimar Ozan Kılıç, külliyenin 1702 yılında Aydınlı Nasuh Paşa tarafından yaptırılmaya başlandığını anımsattı. Her mimari yapıda olduğu gibi Nasuhpaşa Külliyesi'nin de yapıldığı dönemin ekonomik yapısıyla paralellik gösterdiğini kaydeden Kılıç, "Külliye, yapılış tarihi bakımından Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme dönemine denk geliyor. Bu dönemde ülkede yaşanan ekonomik sıkıntılar ister istemez yapıya da yansımış. Yapıda nitelikli malzemeler yerine tuğla ve taş parçaları ile sönmüş kireç kullanılmış" dedi.

Restorasyon çalışmalarında en önemli noktanın yapının özgünlüğünü koruyabilmek olduğunu ifade eden Kılıç, şöyle dedi: "Mevcut dokuya sadık kalmak için her türlü çabayı harcadık. Taşları Denizli'den, meşe doğramaları İzmit'ten, kurşun kaplamaları Trabzon'dan, mermerleri ise Tekirdağ'dan getirttik. Yaşadığımız en büyük sıkıntı ise nitelikli taş duvar işçisi bulamamak oldu. Restorasyon boyunca 4 ekip değiştirdik. Çünkü burada çalışacak ustalar yapıyı hissetmeli; nerede hangi malzemeyi kullanacağını çok iyi bilmeliydi."

Kılıç, külliyenin ortasında bulunan şadırvanın, önce Yunan işgaliyle daha sonra çevredeki halkın bilinçsizliği nedeniyle zamanla yıkıldığını ifade etti. Ozan Kılıç, şadırvanların külliye mimarisi içinde önemli yere sahip yapılar olduğunu, bu nedenle de restorasyon sırasında şadırvanı yeniden inşa ettiklerini söyledi. Kılıç, kullanılan malzeme ve desenleri belirlerken titiz davrandıklarını; dolayısıyla şadırvanın yapımının 5 ay sürdüğünü belirtti.

Haber Ekspres, 20.01.2008

TARLABAŞI'NDA ENDİŞE YOĞUN





Tarlabaşı'nın emektar seyyar sebzecisi 65 yaşındaki Ali Yılmaz, "Ölürüm de evimi yıktırmam. Kendi paramla tamir etmişim, ne kadara aldıysam o kadar masraf etmişim. Dört yıldır belediye başkanı bir gün gelip kapımızı çalmış mı? Bizim ev yedi oda. 18 nüfusa ne ev verecekler?" diyerek Tarlabaşı'ndan çıkmayacağını anlatıyor. Beyoğlu Belediye Meclisi, Tarlabaşı'ndaki yenileme projesiyle ilgili Anıtlar Kurulu kararını onayladı, semt halkı birkaç ay içinde dozerlerle karşılaşacak. Mal sahiplerine yenilenen evlerinin yüzde 42'si verilecek, geri kalanı ihaleyi alan Çalık Grubu'nun olacak. Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, mal sahipleriyle hiçbir sorun yaşamadıklarını, herkesin 'bir an önce bu işin yapılmasını istediğini' duyurdu. Sokaklarsa hala şaşkın, zira kimsenin ne onaydan haberi var ne de hanelerinin akıbetinden.
 

Sucu Ahmet Yazıcı Tarlabaşı'nda hem çalışıp hem yaşayanlardan, dört çocuklu, kiracı: "Bu işi bölüm bölüm yapsalar daha iyiydi. Biz istemiyoruz aslında. Ben şimdi nereye taşınayım? Beş kardeş bir binada oturuyoruz. Önce bir yer göstersinler" diyor.


Oduncu Bahattin Eren, hem isteksiz hem umutsuzlardan. "Yüzde 42 ne demek?" diyor, "Gebze'de, Pendik'te yüzde 50 veriyor. Burası Taksim'in göbeği. Ama adamlar zengin. Başbakan'ın damadı almış işi. Ne yapalım, mahkemeye mi verelim?"


Eren'in derdi katmerli. Tarlabaşı'ndaki eski düzenle birlikte mesleğinin de tükenmekte olduğunu anlatıyor: "Yeniledikten sonra bize burada odunculuk, tüpçülük de yaptırmayacaklar. Temiz bir yer olacak ama esnaf da olmayacak. Aslına bakarsan bizim işimiz zaten bitecek."
 

Muhitte, 'bu işleri' kovalayanlardan biri olarak bilinen Reşit Yılmaz, Tarlabaşı'na Siirt'ten göçenler arasında belini doğrultabilen şanslılardan. Bir köşede emlakçı dükkanı, bir de altta market işlettiği binası var; belediyeye güveniyor ama endişeli, "15 sene hayatımı buraya vermişim. Yıkılırsa mala ne yapacağım? Şimdi kimse yıkılacak diye almıyor" diyor.


Yenileme projesinin sınırını belirleyen sokağın köşesinde oturan Tamer Özhan'a doğup büyüdüğü evden çıkma fikri çok uzak geliyor: "Bize yenileme olacak dediler, zamanını söylemediler. Kendi imkanınız varsa, belediyeye müracaat eder kendiniz yaparsınız, eviniz sağlamsa yıkıma zaten gerek yok, sadece dış görüntüsü değişecek dediler. Burası üç kat, 53 metrekare. Ben buranın kiralarıyla geçinen bir insanım. Benim ayda bir doktora gitmem lazım."


Tarlabaşı sakinlerinden Müjgan Yazgan ise, karara 'gözü kapalı' uymaya karar veren mal sahiplerinden biri. "Güzel para verdi mi tabii ki oynayarak gideceğiz, hükümet bizi düşünür" diye konuşuyor.

* * * * *
 

Yüzde 80'i işgalciler
Projeye göre Tarlabaşı'nda toplam 278 bina yenilenecek, kimi binalara hiç dokunulmayacak, bazıları yalnızca restore edilirken diğerleri yıkılıp yeniden yapılacak. İhaleyi geçen yılın mart ayında kazanan Çalık Grubu şirketlerinden GAP İnşaat'ın altı ay içinde işe başlaması, tüm çalışmanın bir buçuk yıl içinde tamamlanması bekleniyor. Şimdi gözler binalarda ne tür değişiklikler olacağını belirleyip yol haritası çizecek olan Anıtlar Kurulu'nda. Mekansal görüntüsüyle belli bir dönemin tanıklığını yapan Tarlabaşı, 20 Şubat 2006'da Bakanlar Kurulu kararıyla yenileme alanı ilan edilmişti. Beyoğlu Belediye Meclisi uygulama usul ve esaslarını 10 Kasım 2006'da onaylamış, 16 Mart 2007'de çıkılan ihalede GAP İnşaat 4 Nisan 2007'de Beyoğlu Belediyesi'yle sözleşme imzalamıştı. Projeyle alandaki problemlere kalıcı çözümlerin getirilmesi hedefleniyor. Beyoğlu Belediyesi Emlak İşleri Müdürü Mehmet Yıldırım projeyle ilgili şunları söyledi: 'Tarlabaşı Yenileme Projesi' sadece mal sahipleriyle görüşülüp onlarla kira sözleşmesi imzalanacak. Şu anda kiracılara bir tazminat ödenmesi söz konusu değil. Zaten bölgenin yüzde 80'inde işgalciler oturuyor.

Radikal, Haber: Yonca Cingöz, 20.01.2008

DEFİNE İÇİN OĞULLARIYLA EVİN ALTINI KAZINCA

 

Tekirdağ Çorlu'da, defineye ulaşmak için oturdukları evin altını 12 metre kazan baba ve iki oğlu, gözaltına alındı.

Baba K.K. (56) rüyasında evinin altında define olduğunu gördü. Baba K.K., oğulları A.K. (22) ve B.K. (28) ile evin altını kazmaya karar verdi.

1.5 ay önce evin altını kazmaya başlayan baba ile oğulları, hafriyatı bahçeye taşıdı. Komşular polise haber verdi. Adliyeye, suç delilleri kazma ve küreklerle sevk edilen baba ve oğulları tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Sabah, Haber: Kaan Silistre, 20.01.2008

LAODİKYA'YA KORUMA PLANI

 

Denizli Belediyesi, kentin eski yerleşim yeri olarak bilinen, Goncalı Köyü yakınlarındaki antik Laodikya kentinin korunması için ’Koruma Amaçlı İmar Planı’ hazırlayacak. Başkan Yardımcısı Çınar, Laodikya Koruma Amaçlı İmar Planı hazırlanması için belediyenin ihale açtığını, toplumun birçok kesiminden görüş ve öneri alınması amacıyla toplantılar yapılacağını söyledi. Laodikya’yı gelecek nesillere kültür mirası olarak bırakmayı amaçladıklarını belirten Çınar, "Hazırlanacak plan, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na gönderilecek, sonra Belediye Meclisi’nde onaylanarak uygulamaya geçilecek" diye konuştu.

Antik kentin büyük bir kültürel miras olduğunu vurgulayan PAÜ Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı ise geçen yılki çalışmalarda, Laodikya’da MÖ 3 bin yıllarında yaşandığının ortaya çıktığını belirterek, şunları söyledi: "Laodikya’nın eski Denizli olduğunu biliyoruz. Mermercilik ve tekstilin bugün olduğu gibi geçmişte bu topraklarda yapıldığını tespit ettik. Denizli Türkiye için hangi öneme sahipse Laodikya’da o dönemde Roma İmparatorluğu için aynı öneme sahipti. Bu planın bir an önce hazırlanıp uygulanması gerekiyor."

Hürriyet Ege, Haber: Osman Nuri Boyacı, 20.01.2008

KARADENİZ MİMARİSİ İÇİN BİR TAŞLA İKİ KUŞ

 

 

Rize'nin ünlü dolmataş evleri, AB hibesiyle onarılacak. Yapılar ev pansiyonculuğunda kullanılacak, onarım süreci sayesinde Doğu Karadeniz'in diğer tarihi binalarında da çalışabilecek ustalar yetiştirilecek. Fındıklı İlçesi Kaymakamı Erkan Kılıç, dolmataş evlerin turizme kazandırılması için 'Doğu Karadeniz ve Kırsal Mimariye Restorasyon Elemanı Yetiştirme Projesi'ni hazırladıklarını, 57 bin avro bütçeli projenin AB'den hibe almaya hak kazandığını açıkladı.


Kılıç'ın verdiği bilgiye göre ilçede halen 15'i Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan tescilli, toplam 165 tarihi dolmataş ev bulunuyor. Taş zemin üzerine, tek kat olarak inşa edilen evlere adını veren, ahşap karkas içine taş dolgu duvarları. Önlerindeki serender ve içlerinde bulundukları çay bahçeleriyle kompleks bir görüntü sergileyen evlerin içleriyse tamamen ahşap.


Evler için valilikle beraber çalıştıklarını anlatan Kılıç, "Projeyi Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'yle yürüteceğiz. İşe yatkın ustaları, ilgili kişileri eğiterek, ilçemizde bulunan dolmataş evlerini onararak turizme kazandırmak istiyoruz. Yetiştireceğimiz ustalar, aynı zamanda Doğu Karadeniz'de diğer tarihi yapıları da onarma kabiliyetine sahip olacak" dedi.

Radikal, Fotoğraf: Zekeriya Sarıhan/AA, 20.01.2008

EGE GÜBRE KAZISI 'GÖÇ'E IŞIK TUTTU

 

İzmir Ege Gübre Fabrikası'nda gerçekleştirilen ve 'Ege Gübre Kazısı' adı verilen kazı çalışmaları sayesinde, Mezopotamya'dan Avrupa'ya göçün bilinmeyenlerini gün ışığına çıkmaya başladı.

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur, Mezopotamya'dan Avrupa'ya göçün bazı evrelerinin önceden bilinmediğini, 2004-2007 yılları arasında yapılan Ege Gübre Kazısı sayesinde, bilinmeyenlerin yavaş yavaş gün ışığına çıktığını söyledi.

Yrd.Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur, Ege Üniversitesi Rektörlüğü bünyesinde hizmet veren 50.Yıl Köşkü'nde düzenlediği basın toplantısında, İzmir Ege Gübre Kazısı hakkında bilgi verdi. İzmir'in Aliağa ilçesindeki Ege Gübre Fabrikası'nın bahçesinde yapılması nedeniyle kazılara bu adı verdiklerini belirten Sağlamtimur, "Mezopotamya'dan Avrupa'ya göçün bazı evreleri önce bilinmiyordu, 2004-2007 yılları arasında yapılan Ege Gübre Kazısı sayesinde bilinmeyenler öğreniliyor. Ege Gübre Kazısı'ndan elde edilen bilgiler en çok Avrupalı bilim adamlarını sevindirdi" dedi.

Küresel sıcaklık değişiklikleri, evcilleştirme gibi sebeplerin canlıları çok değiştirdiğini ifade eden Sağlamtimur, " Kazılarda elde ettiğimiz av araçları, canlıların boyut olarak sürekli küçüldüğünü bir kez daha ortaya koydu. Eski insanlar günümüzdekilerden daha küçüktü ve yaşama süreleri de çok kısaydı. Ayrıca insan kafatası günümüzde, ilk dönemdekinin üç katı büyüklüğe sahip" diye konuştu.

Haber Ekspres, 20.01.2008

ÇALLI'NIN ATATÜRK VE DEVRİM TABLOLARI İNDİRİLDİ

 

Onuncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde, Çallı'nın Köşk için bir yıl çalışarak hazırladığı Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet'in çeşitli dönemlerini sembolize eden 7 tablosunun, Cumhurbaşkanı Gül'ün danışmanları tarafından, gerekçe gösterilmeden Köşk'teki duvarlardan indirildiği ileri sürüldü.

TBMM'nin tek kadrolu ressamı olduğunu belirten Çallı, tablolarının kaldırılıp, kaldırılmamasının önemli olmadığını ifade etti. Çallı, "85 yıllık Laik Cumhuriyet'in 'Mabet'i, Çankaya'da bugün Türkçe düşünmeyen bir siyasi iktidarın seçtiği bir Cumhurbaşkanı oturmaktadır. Beni asıl rahatsız eden de budur" diye konuştu.

Haber Ekspres, 20.01.2008

BAKANLIK MÜZE İÇİN ONAY VERDİ

 

Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu, Alanya Kalesi Koruma ve Geliştirme İmar Planı (Kızılkule Tophane Ekseni) çerçevesinde, Alanya Tersanesi’nde oluşturulacak Denizcilik ve Gemicilik Müzesi çalışmalarında en önemli engelin aşıldığını söyledi. Sipahioğlu, müzenin yapılabilmesi için ‘koruma amaçlı imar planına’ Bakanlığın onay verdiğini belirterek, “Alanya Kalesi’ni Koruma ve Geliştirme Planı’nın bir parçası olarak hazırlanan proje ile Alanya kent yaşamı, turizm ve kültürel hayatı ciddi bir ivme kazanacaktır” dedi. Kızılkule Tophane Ekseni adı verilen proje çerçevesinde, tarihi tersanenin, denizcilik ve gemicilik müzesi olarak düzenleneceğini belirten Sipahioğlu, şöyle konuştu:

“Bugüne kadar en büyük eksiğimiz, belki de yerel ile kültür arasındaki koordinasyonun tam sağlanamamasıydı. Ancak gerek projenin, gerekse Alanya Belediyesi’nin gayreti ve güven veren çalışmaları sonucunda, bakanlıkla belediyemiz arasında ortak bir koordinasyon sağladık. Beklenilen tahsisler gerçekleşti. Yapacağımız proje, Alanya’ya değil, Türkiye’nin turizm potansiyeline, kültürüne hizmet verecek.” Projenin hayata geçirilmesi için Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, üniversiteler ve ilgili kurumlarla biraraya gelerek çalışmalara başlayacaklarını kaydeden Sipahioğlu, “Projenin detaylarını belirledikten sonra kısa zaman içerisinde burayı dünya kültür mirasına kazandıracağız. Projemizin de bir devamı olan Alanya Kalesi’nin UNESCO Kültür Mirası kapsamına alınmasıyla ilgili çalışmaları sürdüreceğiz” dedi.

Akşam Akdeniz, 20.01.2008

SULUKULE'DE UNESCO KRİTERLERİ

 

İstanbul’un, Tarihi Yarımada’da gerçekleştirilen hatalı uygulamalar sonucu UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılma uyarısı alması nedeniyle, Sulukule Platformu tarafından 15 Ocak 2008 Salı günü, “Sulukule'de UNESCO Kriterleri” konulu bir toplantı düzenlendi. Sulukule, Süleymaniye, Tarlabaşı, Fener-Balat, Ayvansaray gibi bölgelerde, yenileme projesi adı altında sürdürülen ve Four Seasons Oteli ek inşaatı gibi geri dönülmez tahribata yol açan uygulamaların konuşulduğu toplantıda, yerel yöneticilerin ve ilgili tarafların, 1 Şubat 2008'de UNESCO'ya sunacakları, Tarihi Yarımada'da, korumanın, kentsel yaşamla birlikte nasıl ele alınacağını gösteren Alan Yonetimi Planı ve bu planın ele alınacağı UNESCO Dünya Miras Komitesi'nin, Temmuz 2008'de Quebec'te yapacağı toplantı verilebilecek kararlar irdelendi.

Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) Türkiye kurucusu Prof. Doğan Kuban, Uluslararası Kültürel Varlıkların Restorasyonu ve Korunması Çalışmaları Merkezi (ICCROM) Eski Genel Direktörü ve UNESCO İzleme Komitesi üyesi Prof.Dr. Cevat Erder, ICOMOS Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı Prof.Dr. Nur Akın, UNESCO İstanbul İzleme Komitesi üyesi Doç.Dr. Deniz İncedayı, Sulukule Platformu üyesi ve İnsan Yerleşimleri Derneği Başkanı Korhan Gümüş ve Sulukule Platformu üyesi Aslı Kıyak İngin’in konuşmacı olarak yer aldığı toplantı; sanat tarihçisi ve Sulukule Platformu üyesi Derya Nüket Özer’in açılış konuşmasıyla başladı. İstanbul’un 2004 yılında listeden çıkarılmasını gündeme geldiğini, ancak bunun 2006 yılında bir takım sözler verilerek engellendiğini ve UNESCO’nun bu iki yıl içerisinde yerine getirilmesi gereken bazı şartlar öne sürdüğünü anlatan Özer, bugün gelinen noktada şartlardan hiçbirinin yerine getirilemediğini belirtti ve “1 Şubat 2008’de UNESCO heyetine sunulacak Alan Yönetim Planı her şeyi çözebilirdi” dedi.

Yurt dışında uzun süre koruma örgütleriyle çalışan, İstanbul için UNESCO heyetiyle yapılan toplantılarda da İstanbul’u temsilen ve savunmak üzere bulunan Prof. Cevat Erder ise, belli başlı bazı örgütlere katılabilmek için ciddi paralar harcayan Türkiye’nin 134 ülkeye ait 788 varlık bulunan UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne ancak dokuz varlıkla girebildiğini hatırlattı. Buna dayalı bir karşılaştırma yapan Erder; yüzölçümü olarak Türkiye’den çok daha küçük olan Yunanistan’ın 16, İtalya’nın ise 34 yerle listede yer aldığını anlattı. Türkiye’deki listeye girebilmiş dokuz bölgeden beşinin (Truva, Hattuşaş, Nemrut, Xanthos ve Pamukkale) ise yabancıların elinde olmasını eleştiren Cevat Erder, böyle bir uygulamanın dünyanın hiçbir yerinde görülemediğine dikkat çekti.

 

Daha sonra sözü alan ICOMOS Türkiye kurucusu Doğan Kuban, ilk zamanlar ICOMOS’un aldığı koruma kurallarının bilinçsizlik ve kontrol eksikliği yüzünden gerçekleştirilemediğini anlattı. “İstanbul listeye konsa da konmasa da dünyanın en büyük kültür şehridir. 1970’te sokak sokak araştırarak, belgeleyerek koyduğumuz koruma kuralları ve hazırladığımız rapor, hiçbir şekilde uygulanmadı. İstanbul’un tarihi dokusu yok edildi. Unutmayın, toplum ne kadar cahilse belediye de o kadar cahil ve kayıtsızdır” diyen Kuban, UNESCO’ya söz vermiş olmamızın İstanbul’un tarihi dokusunun korunması için yeterli olmadığını, toplum bilinci olmadığı sürece, belediyenin iki ay içinde İstanbul için hiçbir şey yapamayacağını vurguladı.

Suriçi’ni İstanbul’un merkezi, Boğaziçi ve Haliç’i de merkeze bağlı kaburgalar olarak tanımlayan Kuban şunları söyledi: “Suriçi, Boğaziçi ve Haliç korunması gereken en önemli alanlar. Bu alanlar İstanbul’un %1’i eder; kalan %99’unun soysunlar ama en azından bu %1’i bıraksınlar, koruyalım.”

Four Seasons Oteli’nin arkeolojik kalıntılar üzerinde sürdürdüğü inşaatı eleştiren Nur Akın da sürekli inşaat paravanları arkasında kalan bugüne kadar göremediğimiz, kentin tam tarihi merkezinde yer alan 3000 yıllık kalıntıların üzerine yapılan bu yapının ne kadar masum olabileceği sorusunu sordu. O kadar büyük bir yapının arkeolojik eserlere zarar vermeden yükselmesinin mümkün olmayacağını belirten Akın ekledi; “En basiti Four Seasons, Roma’da böyle bir işe kalkışabilir miydi?”

Deniz İncedayı; kültürler arası diyalog için Türkiye’nin en önemli uygulama alanı olduğunu söyledi. Bu ortamı yaşamamız ve yaşatabilmemiz için de kültür bilincinin artırılması, doğru koruma kararlarının alınıp uygulanması, ayrıca bu kültür ve korumanın yaratıcılıkla birleştirilerek çağdaş tasarıma aktarılması gerektiğini ifade ederek, UNESCO’nun kurumlar arasındaki ilişkiyi geliştirmek için önemli bir araç ve fırsat olduğuna değindi.

Kentsel dönüşüm projelerinin çok ciddi bir mimarlık ve şehircilik problematiği içerdiğini belirten Korhan Gümüş ise şunları söyledi: “ İstanbul, Efes veya Bergama gibi terkedilmiş bir kent değil, hala üzerinde yaşanıyor, bunun farkında olmak ve ona göre hareket etmek lazım. Yönetim planı hazırlamak demek diğer aktörleri de bu plana katmak demektir. Yönetim planının en önemli farkı sorgulayıcı bir yöntemle şehircilik anlayışımızı çağdaşlaştırmasıdır. ‘Ben Osmanlı mahallesi yapıyorum’ demek ise kamu fikrini gaspetmektir. Bir de surlara uyumlu yapı yapmaktan bahsediyorlar, bunu da çok anlamsız buluyorum. Hangi yapı surlara uyumludur, hangileri değildir? Ayrıca yatırımcının karar verici organ içinde yer alması da doğrudan suçtur. Bize Osmanlı mahallesi diye yutturulmaya çalışılan şey ise bir takım karanlık ilişkilerin sürdürülmesidir.”

Belediyelerin, şehir sihirli bir değnekle iyileştirilecekmiş gibi hareket etmesinin, insanların dışlanması ve elimizdeki zenginliklerin kaybedilmesiyle sonuçlandığını söyleyen Korhan Gümüş, modern dünyayla kurduğumuz bir köprü olan UNESCO’yu kaybettiğimiz takdirde İstanbul’un da çok şey kaybedeceğini vurguladı.

Toplantıda konuşmasını Sulukule hakkında bir sunumla destekleyen Aslı Kıyak İngin, Sulukule Platformu olarak yeni uygulamalara ilişkin mağduriyetleri, Sivil Toplum Kuruluşları’yla birlikte kamuoyuyla buluşarak, ortak bir diyalog ortamı içerisinde şeffaflaştırmaya çalıştıklarını dile getirdi. Büyük alanların müteahhit eliyle, yenilenme adı altında yağmaya açılmasını eleştiren İngin, yetkililerin bu tür uygulamalar için 2010’u bir bahane olarak kullandıklarını söyledi. 2005 yılında yenileme alanı ilan edilen Sulukule için 2006’da sadece deprem ve savaş durumunda alınan acil kamulaştırma kararı alındığını hatırlattı. Bölgedeki 85 yapının koruma altına alınması için bir rapor hazırladıklarıdan bahseden İngin, bu yapıların raporu teslim etmelerinin hemen ertesi gününde yıkılmaya başladıklarını ifade etti.

Aslı Kıyak İngin’in Sulukule hakkındaki açıklamalarından sonra tekrar söz alan Cevat Erder, dokunulabilen (tangible) ve dokunulamayan (intangible) değerler olduğunu ve bu kategorilerdeki eserlerin korunması için yasalarımız olduğunu belirtti. Romanların ve Roman kültürünün dokunulamayan (intangible) değerlerden olduğuna ve yasaya rağmen korunmadığına dikkat çekti.

Daha sonra soru - cevap bölümüne geçilen toplantıda, 1 Şubat 2008 tarihinde gelecek olan UNESCO’nun bizden ne beklediği ve bizim neler yapabileceğimiz sorusu üzerine Deniz İncedayı şunları söyledi: “UNESCO rafa kaldırmak için bir rapor istemiyor. Onların bizden beklediği bir yöntem geliştirebilmemiz. Geliştirdiğimiz yöntemi uygulamak için zaman ihtiyacımız olduğunu söylesek bile kabul ederler çünkü bir adım atabilmek.”

Arkitera, Yazı: Zeynep Güney, 18.01.2008





13 - 19 Ocak 2008

UFUK HOCA'YI KAYBETTİK...

Prof.Dr. Ufuk Esin, 19 Ocak 2008 Cumartesi sabahı yaşama gözlerini yumdu. Cenazesi, 21 Ocak 2008 Pazartesi günü saat 10.30'da Edebiyat Fakültesi'nde yapılacak törenin ardından, Bebek Camii'nde kılınacak öğle namazını takiben defnedilecek.


Prof.Dr. Ufuk Esin Kimdir?

1933 yılında İzmir'de doğan, orta eğitimini Avusturya Koleji'nde tamamlayan Ufuk Esin, 1956'da İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Prehistorya ve Arkeoloji Bölümü'nü bitirdi. Aynı üniversitede 1957'de Prehistorya Kürsüsü'nde asistan, 1960'da doktor-asistan, 1966'da doçent, 1976'da profesör oldu. İÜ'de 1984-2000 yıllarında Prehistorya Anabilim Dalı, 1998-2000 yıllarında da Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölüm Başkanlığı'nı yaptı.

Türkiye'de "Arkeometri"nin başlamasına öncü olan Prof.Dr. Ufuk Esin, yalnızca arkeolojik kurtarma kazılarını üstlenmeyi yeğledi. ODTÜ Keban Projesi kapsamında Elazığ'da Tepecik, Tülintepe, ODTÜ Aşağı Fırat Projesi çerçevesinde Malatya'da Karakaya Barajı göl alanında Değirmentepe'de, son olarak da Aksaray'da Mamasın barajı göl alanında Aşıklı Höyük'te kurtarma kazıları yaptı. Prof.Dr. Ufuk Esin'in yurt dışında ve içinde basılmış Türkçe, Almanca ve İngilizce 100'ü aşkın bilimsel yayını vardır.

1961'de Fulbright, 1973'de Alexander von Humboldt burslarını kazanan Esin, 1993'ten bu yana Türkiye Bilimler Akademisi şeref üyesidir. Prof.Dr.Ufuk Esin, 2001 yılından başlamak üzere Türkiye Kültür Sektörü girişimini örgütleyerek yaşama geçirmiştir.

TAYHaber, 20.01.2008

MECLİS SULUKULE DOSYASINI KAPATTI!

 

Evleri yıkılan Sulukulelilere kötü haber! TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, 'Roman kültürünün yok edileceğine' dair bir veri bulamayınca 'Sulukule Kentsel Dönüşüm Alanı' dosyasını kapattı.


İstanbul Fatih Belediyesi'nin, Romanların yaşadığı Sulukule'de gerçekleştirmek istediği kentsel dönüşüm projesi ile ilgili şikayetleri değerlendiren TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu son kararını verdi. Daha önce Fatih Belediyesi ve Roman derneklerinin görüşüne başvuran komisyon, proje çerçevesinde yıkılacak evlerin ücretinin ödeneceği ve fiyat farkının 15 yıla yayılacağı tespitini anımsattı. Sulukule'de yaşatılan Roman kültürünün yok edileceğine dair bir veri bulunmadığı belirtildi. AKP ve MHP'li üyelerin oylarıyla 'Sulukule sakinlerinin evlerinden çıkarılmalarında insan hakkı ihlali olmadığına' karar verildi. Konuyu komisyon gündemine getiren CHP Milletvekili Çetin Soysal toplantıda olmadığı için karara itiraz edilmedi.

Radikal, Haber: Rifat Başaran, 18.01.2008


*****


"ARKEOLOJİK KAZI YAPILMADAN SULUKULE İMARA AÇILMAMALI"

 

Sulukule’nin "yenileme alanı" olarak ilan edildiğini ve Osmanlı mimarisiyle yeniden şekilleneceğini açıklayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a, "Sulukule önemli bir Bizans yerleşkesiydi. 569-570 yıllarında inşa edilen Deuteron Sarayı’nın, Sulukule’de olması yüksek bir olasılık. Arkeolojik değerlendirme yapılsın Sultanahmet’teki skandal tekrarlanmasın" diye tepki gösteren Sulukule Platformu’na bilim dünyasından da destek geldi.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Bizans Sanatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Engin Akyürek, bugün Kariye Müzesi olan Edirnekapı’daki Khora Manastırı’na yakın bir mesafede bir saray kalıntısı olduğunu, ancak bölgede kazı çalışması yapılmadığı için yerinin tam olarak bilinmediğini belirtti. Doç. Akyürek, "Sulukule ve çevresinde arkeolojik değerlendirilmesi yapılmadan hiçbir imar faaliyeti elbette ki yapılamaz" dedi. Akyürek şunları söyledi:

"II. Theodosius surları kenarında Hatice Sultan ve Neslişah Sultan mahallelerini kapsayan Sulukule’de bugüne değin sistemli bir arkeolojik kazı gerçekleştirilmiş değildir, ama bölgenin birkaç yüz metre kuzey tarafı, Ortaçağ’da Bizans İmparatorluğunun yeni merkezi sayılabilecek Blakherna bölgesidir. Ayrıca Aetius açık sarnıcı ve Kariye gibi önemli Bizans yapıları da Sulukule’nin kuzey sınırlarında yer almaktadır"

Hürriyet, Haber: Aslı Sözbilir, 18.01.2008

ALLIANOI İÇİN AİHM'NE GİDECEKLER

 

Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü Avukat Hilal Küey, "Allianoi'yi kurtarmak için iç hukukta yapmış olduğumuz başvuruların etkisiz kalması karşısında, AİHM'e dava açacağız" dedi.

Kültür Bakanlığı'nın, Allianoi'nin kille kapatılarak Yortanlı Barajı olması yönünde verdiği karara karşılık, Allianoi Girişim Grubu üyeleri, Meslek Odaları, Sivil Toplum Dernekleri yürütmeyi durdurma istemiyle dava açtı. İzmir Tabip Odası'nda düzenlenen toplantıda konuşan Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü Av. Hilal Küey, İç hukukta yapmış olduğumuz başvuruların etkisiz kalması karşısında bu ay içinde AİHM'ne dava açıyoruz" dedi.

Kültür Bakanlığı İzmir 2 No'lu Koruma Kurulu'nun, Allianoi Sağlık Yurdu'nun kaplıca odalarının kille kapatılarak Yortanlı Barajı sularının altında bırakılmasına yönelik verdiği kararın iptali için İzmir İdare Mahkemesi'nde yürütmenin durdurulması istemiyle dava açtıklarını belirten Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü Av. Hilal Küey, kille kapatma kararının Allianoi'yi koruma olmadığını, gün yüzüne çıkmış bir antik kaplıcayı, mozaikleri tekrar toprağa gömmenin koruma olamayacağını ifade etti.

Alanda ihaleyle yapılacak röleve çalışmalarının süresinin Şubat ayında dolacağına işaret eden Küey, bu tarihe kadar açtıkları davalardan sonuç alamadıkları takdirde Allianoi'nin çamurla kaplanacağını, kendilerinin ise AİHM'e başvuracaklarını söyledi.

Haber Ekspres, Haber: Buket Yalçın, 18.01.2008

TÜRKİYE'NİN TARİHİ MİRASI İZLENİMDE

 

Türkiye'nin zengin tarihi ve kültürel mirası, 6 ülkede görücüye çıkacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu yıl ABD, Avustralya, Almanya, Şili, İsveç ve Katar'da, porselenler, gladyatör, harem, hamam ve düğün konulu eserler sergileyecek.

 

İsveç'ten gelen talep üzerine başkent Stockholm'de açılacak "Topkapı Sarayı ve Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nden Porselenler" başlıklı sergiye, Akdeniz Müzesi ev sahipliği yapacak. 15 Nisan'da açılacak sergide, Topkapı Sarayı ile Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nden ibrik, vazo, kase, tabak, kavanoz, matara gibi 25 porselen eser teşhir edilecek. Sergi, 15 Ağustos'a kadar açık olacak.


Türk hamam kültürü de Şili'nin başkenti Santiago'da açılacak sergiyle tanıtılacak. Nisan-Temmuz ayları arasında izlenime sunulacak sergide, Topkapı Sarayı ve Etnografya Müzesi'nden hamam tası, buhurdan, şifa tası, ibrik, kına tası, işlemeli hamam havlu takımı, peştamal, tarak ve ustura gibi eserler yer alacak.

 

"Türk Düğünü-Alman Düğünü" adlı sergiye ise Almanya ev sahipliği yapacak. Dortmund Sanat ve Kültür Tarihi Müzesi'nde, 15 Ağustos 2008-25 Ocak 2009 tarihleri arasında ilgiye sunulacak sergide, Alman müzeleri ile Türkiye'den Etnografya, İstanbul Türk ve İslam Eserleri, Topkapı Sarayı müzeleri ve bazı özel müze ile koleksiyonlara ait eserler sunulacak.

 

İki ülkedeki düğün geleneklerinin benzerliklerinin anlatılacağı sergiyle, kültürlerarası diyaloğa katkıda bulunma ile iki ülkenin kendi kültürlerinde unutulmaya yüz tutmuş gelenekleri hatırlatmanın amaçlandığı belirtildi.

 

Ayrıca, Avustralya'da da bu yıl içinde, "Harem" adlı sergi açılacak.


Uluslararası katılımlı, "Babil'in Ötesi: MÖ İkinci Bin Yılda Sanat ve Uluslararası Değişim" adlı sergide, Türkiye'den eserler de yer alacak.

 

ABD'deki Metropolitan Museum of Art'da, bu yılın Kasım ayı ile gelecek yılın Şubat ayları arasında düzenlenecek sergiye, Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Çorum, İstanbul Arkeoloji, Kayseri, Konya ve Bodrum Sualtı Arkeoloji müzelerinden eserler gönderilecek.

 

Türkiye'nin doğu-batı arasında köprü olduğunun vurgulanacağı sergide, eski çağlardaki sanat ve uluslararası ilişkiler anlatılacak.

 

Avustralya'nın Sydney kentinde de yıl içinde "Gladyatörler" konulu sergi açılacak. Sergide, Efes Müzesi'nde bulunan mezar stelleri, kabartma parçaları, çeşitli el aletleri, kafatası ve kemik ile mermer ve bronz ağırlıklı eserlerin teşhir edilmesi planlanıyor.


Ayrıca, İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nden iki eser, Katar'ın başkenti Doha'da 22 Mart'ta açılacak "Sınırların Ötesinde" adlı sergide yer alacak.

 

İslam sanatı eserlerinin yer alacağı sergide, British Museum, Louvre, Metropolitan, Berlin İslamic Arts ve Dar Al Athar olmak üzere dünyadaki önemli müzeden eserler bulunacak. Sergi, 3 ay boyunca açık kalacak.

Trt/Haber, 18.01.2008

RUM YETİMHANESİ'NE PAHA BİÇEBİLİR MİSİNİZ?




1898-1899 yılları arasında yapılan Büyükada'daki tarihi Rum Yetimhanesi, dünyanın ilk çok katlı ahşap yapısı olarak biliniyor. Yapı yan bölümlerinde 6, diğer bölümlerinde 5 katlı. 1960 yılından beri kullanılamıyor.


Vakıflar Yasası gayrimüslimlere ait 1000’e yakın kıymetli malı ilgilendiriyor. Avukat Hatemi, “Büyükada Rum Yetimhanesi’ne paha biçebilir misiniz” diye soruyor, Mahçupyan da “gayri-vatandaş”a dönüştürülen cemaatlerin AİHM’e gideceğini söylüyor.

Vakıflar Yasası gayrimüslim cemaatlerin ve Avrupa Birliği’nin beklentisinin aksi düzenlemelerle yasalaşıyor. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2006 yılında veto ettiği tasarı, TBMM Adalet Komisyonu’nda “aynen” kabul edildi. Önümüzdeki günlerde TBMM Genel Kurulu’ndan da geçerek, Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıp yürürlüğe girmesi bekleniyor. Hukukçuların tasarıya yönelik tepkilerinin ana noktası, uygulamada “devletlerarası mütekabiliyet” ilkesini saklı tutmasından kaynaklanıyor. Bu ilke, başka ülke vatandaşlarına yönelik olduğundan; Türk vatandaşı olan, ancak dinleri çoğunluktan farklı, yani gayrimüslim olanlar “yabancı” olarak niteleniyor. Devletin el koyup, üçüncü şahıslara sattığı okul, ibadethane gibi sosyal amaçlı gayrimenkullerinin iadesini de sağlamayan tasarı, hukukçulara göre “hukuksuzluğa kılıf” hazırlıyor. Fener Rum Patrikhanesi ile Süryani ve Katolik cemaatlerinin avukatı Kezban Hatemi, tasarının tahmini olarak, azınlıklara ait trilyonların üzerindeki değerde 1000 gayrimenkulü ilgilendirdiğini söylüyor ve ekliyor; “Bazı şeylere paha biçilemiyor. Siz Büyükada Yetimhanesi’ne paha biçebilir misiniz?” Avukat Hatemi ve Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Etyen Mahçupyan tasarıyı NTVMSNBC’ye değerlendirdiler.

Kezban Hatemi (Azınlık cemaatleri avukatı):
Rakam söylemek bağlayıcı olur ama, tahmini 150 milyar doların üzerinde talep var. Bazı şeylere hiç paha biçilemiyor. Siz Büyükada yetimhanesine değer biçebilir misiniz? Yeni Vakıflar Yasası, T.C vatandaşı olan cemaatlerin, sadece farklı dinden olan cemaatlerin hayri ve sosyal kurumlarına ve onların sorunlarına hiçbir çözüm getirmiyor. Dolayısıyla sayıca sınırlı olan AİHM’e giden davaların, şu andan itibaren şu andan itibaren çok daha fazla olacak ve işin içinden çıkılmaz, altından kalkılmaz boyutlara varacağı kanaatindeyim. Vakıflar Kanunu’nun Adalet Komisyonu’ndan bu haliyle çıkması beklenen bir olgu. Ama cemaatların beklentisine cevap verecek bir kanun değil. Neden değil? Çünkü, yasaya ve hukuka aykırı olarak uygulamalar kanuni hale geldi. Sadece yeni mal edinmeleriyle ilgili bazı kolaylıklar getirmiş olsa da eski hukuki statüye, eski hukuki kaos ve karmaşaya yeni bir düzenleme getirmedi. Mazbutaya alma (el koyma-zapt etme) devam ediyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün vesayeti devam ediyor.

Meclis’te AK Parti içinde de aydınlık ve net bir görüş hakim değil. CHP’nin muhalefeti; bugün MHP ile de Adalet Komisyonu’nda birleşti, biliyorsunuz. Yabancı sayıyorlar bunları, oysa yabancı değil, TC vakıfları bunlar. Osmanlı İmparatorluğu’ndan bugüne gelmiş vakıflar; yeni kurulmuş vakıflar da değil. Sözkonusu gayrimenkuller cemaatlare, dini ve hayri kurumlara ait. Okul gibi sosyal kurumlara ait binalar. Hukuk devletinde bunların tartışması dahi olmamalı. Bu kavram kargaşası üzerine yanlış tarihi birikim, önyargılar, bir de at gözlükleri eklenince işte böyle bir kaos yaşıyoruz. Bunların düzeltilmesi lazım. Daha önce Avrupa Birliği’ne ilişkin bir komisyon kurulmuştu ve Prof. Hüseyin Hatemi cemaat vakıfları hakkında bir tasarı hazırlamıştı. O şekliyle çıkmadığı müddetçe bu problemlerin çözülmesine imkan yok. Bu ihtilaf devam edecek. Cemaatler taleplerinde ısrar edecek, başka da hiç bir alternatif olmayacaktır.

Etyen Mahçupyan (Agos Genel Yayın Yönetmeni):
Bir kere bu yasa kalıcı bir yasa olamaz. Bu mesele bu yasayla yönetilemez. Problemler devam edecek demektir. AİHM’e gidişler devam edecek demektir. Çünkü üçüncü şahıslara geçen mallarla ilgili hiçbir şey yok yasada. Devlet el koyuyor, el koyar koymaz satıyor, sattıktan sonra da, beni ilgilendirmez diyebiliyor. Buna hukuksuzluk bile denemez, başka kelimeler bulmak lazım. Onun için de AİHM’e gidişler devam edecek. Tek tek maddeler olarak baktığımız zaman cemaat vakıflarının alanını biraz genişleten imkanlar var. Fakat buna rağmen geçmiş hukuksuzluğun üstünü kapatacak maddeler de var. O zaman bunun çalışabilmesine pek olanak kalmıyor. Şu anda öyle bir noktaya geldi ki, ortada duruyor dememek de lazım. Çok kötüydü biraz daha az kötü oldu sadece.

AİHM’e açılmış değişik cemaatlerden 4-5 dava var. Cemaatler, davaları doğrusu bu yasa için bekletiyorlardı. Bilerek beklediler. Bu yasa hakikaten doğru dürüst bir gelecek vaadetmiyorsa ve cemaatler haklarını geri alamayacaklarsa o zaman önümüzdeki bir-iki yıl içinde çok sayıda vakıf AİHM’e gidecektir.

Bazı şeyler görüntüde herhangi bir sınırlama getirmiyormuş gibi görünüyor. Fakat nasıl uygulanabileceğini düşünmeye başladığınız anda, o zaman niye öyle yazıldığı anlaşılıyor. Bence buradaki kritik nokta, devletin bu meseleyi mümkün olduğunca hak ettiği biçimde çözmek istememesinden kaynaklanıyor. Bir mala el konduğu zaman ve o süreçte nasıl baktılar, denildiğinde bu ikisini; rant ve ideolojiyi görebiliriz. Bir tür rant sistematiğinin parçası olarak düşünenler de muhtemelen vardır. Aynı zamanda bir ideolojiye de oturuyordur. Zaten rantı meşrulaştıran şey ideolojidir.

Dolayısıyla Türkiye’de böyle bir ideoloji olduğu sürece, yani Türkiye’de milliyetçiliğin gayrimüslimleri vatandaşlığın dışına ittiği bir sistem, bir anlayış olduğu sürece, gayrimüslimler gayri-vatandaşlar haline dönüştüğü sürece, bir takım insanların da o gayrimüslümlerin mallarına el koymaya yönelik bakışlarının hayata geçme şansı artıyor.

Hepsini bir araya getirdiğimiz zaman kabaca 1000 küsur maldan bahsediyoruz. El konulanlar, bir de munzam hale getirilenler, yani kullanılamadığı için kendiliğinden devlete verilmesi gerektiği şeklinde bir hukuki kılıf içinde alınanlar var. Ayrıca bunların içinde önemli miktarda tabii Rum cemaatine ait olanlar var. Çünkü onlar zaten gittikleri için bir anda orda da bir boşluk doğmuştu. Şimdi bu 1000 küsur maldan söz ediyorsak şunu öngörmek lazım, bu mallar geçmişten kalan mallar olduğu ölçüde genellikle kent merkezlerinde var olan arsalardan bahsediyoruz. Dolayısıyla kıymetlerinin hiç de az olmayacağını varsayabiliriz. Tam olarak bunun ne olduğunu kimse bilmiyor.

Bu durumdan en fazla etkilenen Rum cemaati, en az etkilenen de Yahudi cemaati. Çünkü Yahudiler devletle daha iyi ilişkiler yürütmeyi temel almış durumdalar. Devlet genellikle onlardan, yurtdışında özellikle başka bir takım fonksiyonlar talep edebiliyor. Bu sayede daha mülayim bir ilişki biçimi var Yahudi cemaatine karşı. Rumlar da buradan gittikleri ve burada insan kalmadığı için, mazbut vakıf haline dönmüş. Vakfın yöneticisi yoksa, bunlar mazbutaya alınıyor ve bir süre sonra da Vakıflar Genel Müdürlüğü onu yönetiyor.

Ntvmsnbc, Haber: Yasemin Arpa, 18.01.2008

136 YILDIR İSTANBULLA BİRLİKTE DEĞİŞMEYE DEVAM EDİYOR: HACOPULO PASAJI





İsmi 1980’lerde Danışman, sonra da Han Geçidi olarak değiştirilen, ancak İstanbulluların hálá sadakatle Hacopulo, ya da Hazzopulo olarak andığı han, 136 yıllık tarihinde pek çok olaya, insan hayatına tanıklık etti. Namık Kemal burada tutuklandı, Jöntürkler burayı mesken edindi, Ahmet Haşim pasajdaki İran lokantasının müdavimiydi. Bugün de yaşıyor Hacopulo. Gidip görün, keyifli bir zaman geçirin.

Eğer İstanbul’un yabancısıysanız ya da bu şehirde yaşayıp da deryanın içindeki balıklar misali deryadan habersiz olanlardansanız bu pasajı bilmiyorsunuzdur. Birinden duymuş ya da okumuşsanız, elinizde bir şehir haritasıyla yola çıktığınızda asla ulaşamazsınız. Çünkü son 25 yıl içinde adı iki kez değişti. Önce Danışman Geçidi oldu, şimdi de Han Geçidi. Adı Hacopulo ya da Hazzapulo olan pasajın adı 12 Eylül yönetimince atanan belediye başkanı tarafından zararlı bulunarak Danışman Geçidi olarak değiştirildi önce. Son olarak da Beyoğlu’nda yapılan adres ve numara değişikliği operasyonundan nasibini alarak Han Geçidi’ne dönüştü.

İstiklal Caddesi ile Meşrutiyet Caddesi’ni birbirine bağlayan Hacopulo Pasajı’na, Büyük Londra Oteli’nin yüz metre ilerisinden girilebiliyor. İstiklal’den ise Yapı Kredi Bankası’nın biraz ötesinden, Mısır Apartmanı’nın karşısındaki kapısından. Pasajın üçüncü kapısı ise Panayia İsodion Kilisesi’ne açılıyor.

Hacopulo’yu kimin inşa ettirdiği hakkında farklı bilgiler var. İstanbul Ansiklopedisi’nde, adını ilk sahibi zengin Rum tüccar olan M. Hacopulo’dan aldığına dair kayıt var. Başka bir kaynakta ise İstanbul’un en ünlü Rum bankerlerinden ve Adalar’ın eski belediye başkanlarından Kiryako John Hacopulos tarafından inşa edildiği belirtiliyor. Başka bir kaynak ise pasajın ilk sahibinin, Osmanlı İmparatorluğu’na borç verecek kadar zengin olan Galata bankerlerinden Yorgo Zarifi Hacopulo olduğunu öne sürmüş. Ama hepsi, pasajın yapımına 1850’lerde başlandığı ve 15 Nisan 1871’de ise törenle açıldığı noktasında birleşiyor.

Hacopulo, üç ana kagir yapısı, ortası avlulu T geçidiyle üstü açık pasaj tarzının tipik bir örneği. İstiklal ve Meşrutiyet Caddeleri’nin girişi iki kagir yapının altından geçtiği için üstü kapalı.

Pasajın 13 numaralı dükkanında Ahmet Mithat Efendi’nin evinin altına kurduğu matbaa yer alıyordu. Namık Kemal’in 1872’de çıkardığı İbret Gazetesi de bu matbaada basılıyordu. 27 gün sonra gazete kapatıldı ve Ahmet Mithat Efendi ile Namık Kemal, Hacopulo Pasajı’nda tutuklanarak sürgüne gönderildiler. Fakat bu olaydan sonra pasaj Jöntürkler’in buluşma noktası oldu.

Büyük şair Ahmet Haşim’in de uğrak yerlerinden biriydi Hacopulo. Bazen gelir avludaki çay ocağında kahvesini yudumlar ama sık sık pasajdaki Acem lokantasında boy gösterirdi.

Namık Kemal’in müdavimi olduğu yıllarda, kuaför Valentin Kardeşler, halıcı Filipoviç, görkemli lokanta ve meyhanesiyle Kamelos, Paris somya ve karyolalarını satan Neyrat, Pera’nın güzel hanımlarına hizmet veren terzi Matmazel Adel, ünlü erkek terzilerinden Foskolo, Armao, Barbagalo ve Marengo da uzun bir süre bu pasajın saygın isimleri arasında yerlerini almışlardı. Said Nahum Duhani’nin ve Recaizade Mahmut Ekrem’in eserlerinde söz ettikleri ünlü ayakkabı ve çizme yapımcısı Heral’ın dükkanı da buradaydı.

Hacopulo Pasajı, İstanbul’un sanat ve kültür hayatında derin izler bırakmış mekanlardan biri olarak tarihe geçmiş. Behzat Üsdiken, pasajdaki Adam Musiki Mağazası’ndan söz ederken, Türkiye’nin müzik tarihine dair ilginç noktalara değiniyor. 1869’un sonlarında açılan bu mağazanın üst katı, bir dinleti salonuna dönüşüyor. Dikran Çuhacıyan, 1874’te bu salonu Türkçe opera sahneleyebilmek için sanatçı yetiştiren bir okul haline getiriyor. Daha sonraki yıllarda İstanbul’un ilk oda orkestrası da aynı mekanda dinleyicileriyle buluşuyor. 1890’da, Zoli adındaki sanatçı, burayı yeniden dekore ederek bir tiyatro haline sokuyor.

Fotoğrafçı Ara Güler’in babası Dacat Güler’in eczanesi de Hacopulo’daydı. Ara Güler, Rejans için yazdığı bir yazıda pasajın adının değiştirilmesine bizim gibi hayıflanarak şunları söylüyor: "Hacopulo Pasajı vardı eskiden, şimdi adını değiştirmişler büyük bir ukalalıkla. Bilmem ne pasajı yapmışlar Danışman Geçidi. Benim babamın eczanesi pasajın içindeki 38 numaralı eczaneydi."






Pasaj son yıllarda kendini yeniden toparlamaya çalışıyor. Scala Kitapçı adındaki dükkan yeni mekanlardan biri. Kitapçının karşısında ekoses.com adında bir dükkan var. Ekolojik sertifikalı ürünler satıyorlar. Sabunlar, meyveler, reçeller, marmelatlar, kurutulmuş sebzeler ve tofu. Pasaja gelmişken Mustafa Aca’nın kahvesine uğramadan geçmeyin. Burası Türkiye’nin en güzel Türk kahvesi yapılan mekanı ve kahveci Mustafa Amca’nın muhabbetiyle meşhur. Bir de tek gözlü, adı Nokta olan sarmanıyla. Kiliseye çıkan merdivenlere sırtınızı verip avluya dönük oturmanızı tavsiye ederiz.

Avlu her mevsim başka bir güzellik sunuyor size. Geçidin zeminindeki taşlar hemen dikkatinizi çekiyor. Bunlara Podima Taşı deniliyor. Çatalca’ya bağlı Yalıköy’ün eski adı Podima. 1950’lere kadar bu uçsuz bucaksız sahilden toplanan taşlar İstanbul’un bahçelerinde kullanılıyordu. Bu taşların iri olanları ise seçilip dar, küçük yolların, geçitlerin ve pasajların zeminlerine yerleştiriliyordu. Bütün bu büyük medeniyetten geriye sadece Hacopulo’daki zemin kaldı.

Pasajda Ahmet Haşim’in uğradığı esnaf lokantasının dışında 1890’larda kurulup Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar hizmet veren Anina adında ünlü bir meyhane vardı. Meyhanenin yerinde bugün bir şarapevi bulunuyor. Hazzo Pulo şarapevi pasajın Meşrutiyet Caddesi girişinde. Hasan ve Haydar Temur kardeşlerin kurduğu mekanda, kendilerinin Mürefte’de yaptırdıkları şarapları tatmanızı öneririz. 60 değişik şarap seçeneğinin yer aldığı mekan iki katlı. Hafta sonu canlı müzik ve fasıl var. Aşçıbaşının elleri çok hünerli. Hayır kardeşim ben şarap içmek istemiyorum diyenlere rakı servisi de yapılıyor.

Pasaj İstanbul modasını belirleyen bir özellik taşıyordu. Ünlü kadın ve erkek terzileri, şapkacılar, düğmeci, işlemeciler ve namlı modelistler buradaydı. Has ipekten astarlar, ibrişim ve kordonetler burada satılırdı. 1970’lerin sonunda tüm kentle birlikte Beyoğlu da çökmeye başlayınca Hacopulo Pasajı bu yıkıntının altında kaldı. Ve daha sonraki dönemde ünlü terzi dükkanları, ibrişimciler, sahaflar, müzik evleri birer ikişer kapandı. Geriye sadece şapkacı Katia Kiracı kaldı. 55 yıldır aynı dükkanı işleten Madam Katia ve eşi Bay Aleko, geçmiş güzel günlerin canlı tanıkları olarak yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar bu pasajda.

Hürriyet Cuma, Haber. Ersin Kalkan, 18.01.2008

TARİHİ ODUNPAZARI EVLERİ 'KIRIM KÜLTÜR EVİ' OLACAK

 

Eskişehir'de, 'Odunpazarı Evleri Yaşatma Projesi' kapsamında restore edilecek tarihi Odunpazarı evlerinden biri 'Kırım kültür evi' olacak. Odunpazarı Belediyesi tarafından düzenlenecek olan söz konusu ev, Kırımlı Türklerin Türkiye'deki en büyük kültür merkezi olarak hizmet verecek.

 

 

Bin metrekarelik alan üzerine kurulacak olan kültür merkezi, 2008 yılı içerisinde bitirilerek, Kırım Türkleri Derneği'ne armağan edilecek. Kültür merkezinde, Kırımlı Türklerin kültür sanat faaliyetlerini yaşatmaları için gerekli tüm imkanlar sunulacak. Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı, amaçlarının, Kırım Türklerinin yoğun olarak yaşadığı Eskişehir'de onların kültürlerini yaşatmak istediklerini söyledi. Konuyla ilgili olarak Kırım Türkleri lideri Mustafa Kırımlıoğlu ile görüştüklerini dile getiren Sakallı, "Onlara gerekli desteği kültür ve sanat alanında da göstermek istiyoruz!" diye konuştu.

Zaman, Haber: Mehmet Kuru, 18.01.2008

KONFERANS : "BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE BALYANLAR"

 

Sanat Tarihi Derneği 2008 yılı konferanslarının ilki 30 Ocak 2008 Çarşamba günü 18:30'da  Pera Müzesi Oditoryumu'nda gerçekleşecek. Yrd.Doç.Dr. Selman Can tarafından verilecek olan konferans "Bilinmeyen Yönleriyle Balyanlar" başlığını taşıyor.

Osmanlı Arşivi içerisinde yer alan yüzlerce belge, bizlere şaşırtıcı bilgiler sunmakta ve Balyanlar’ın üstlendikleri görevlerin niteliğini, mimari birikimlerini ve kendilerine atfedilen yapılardaki gerçek konumlarını ortaya koymaktadır. Sunulacak olan konferansta; Balyanlar ile ilgili mevcut bilgilerin eksik ve çelişkili tarafları ele alınıp, sözü edilen arşiv belgelerine dayalı olarak bilinmeyen yönleri ortaya konulacaktır.

TAYHaber, 17.01.2008

BİLECİK'İN TARİHİ SÜLEYMANİYE KÖYÜ İLGİSİZLİK YÜZÜNDEN YOK OLUYOR

 

Osmanlı'dan önce kurulan ve Kurtuluş Savaşı'nda ağır yaralar alan Bilecik'in Süleymaniye Köyü, ilgisizlik yüzünden boşaldı.





Elektriği, suyu ve yolu olmayan köyde sadece 4 hane ayakta kalırken, tarihi caminin de yalnızca duvarları sağlam. Yunanlıların mezalimine uğrayan köyde şehit edilen köy muhtarı ve azasının mezarı ise kaybolup gitmiş. Traktör aküsüyle aydınlanan evlerde oturan vatandaşların tek isteği, köylerine elektrik verilmesi.

 

Bilecik'e 18 kilometre mesafede bulunan ve bölgede yaşayanlar arasında 'Yayla' olarak bilinen Süleymaniye Köyü'nün kuruluşu, Bizans dönemine dayanıyor. Osmanlı döneminde Süleymaniye adını alan ve ardından Türklerin yaşamaya başladığı köy, o dönemde önemli tarım ve hayvancılık merkezlerinden birisi olmuş. Köy, Yunan işgali sırasında mezalim görmüş, iki defa talan edilmiş. İşgalde köy muhtarı Yusuf Ağa ve azalardan Mehmet oğlu Muharrem Ağa, Yunan ordusuna karşı koymaya çalıştıkları ve düşmanların isteklerini yerine getirmedikleri gerekçesi ile dövülerek öldürülmüşler.

 

Yunan işgalinden sonra büyük göç veren Süleymaniye köyü, Cumhuriyet'in ilk yıllarında köy statüsünü korurken, ilgisizlik yüzünden büyük göç vermeye başlamış. 1965 yılı nüfus sayımına göre, 14 haneli ve 69 nüfuslu bir köy olarak varlığını sürdüren Süleymaniye, bundan sonraki yıllarda da yardım alamayınca köy statüsü düşmüş ve bugün 4 haneli bir köy haline gelmiş.

500 metrelik köy yolundan araçlar bile zor gidip gelirken, enerji nakil hattına 2 kilometrelik mesafede bulunmasına rağmen elektriği olmayan köyde su da bulunmuyor. Sularını köy çeşmesinden karşılayan köylüler, aydınlanmak için de traktör aküsüne taktıkları seyyar lambayı kullanıyor. Tarihi köydeki evlerin çoğu yıkılırken, tarihi eser olarak tescil edilen caminin hali ise içler acısı. Köylülerin tamir etmek istediği köy camisi, tarihi eser olduğu için tamirine izin verilmemiş. Halen caminin çatısı uçmuş, duvarları, minberi, mihrabı yıkılmış, camları ve kapısı kırılmış, hatta içinde yabani incir ağaçları bile büyümüş. Cami duvarlarındaki ayet ve hadis yazıları yerlerde sürünüyor. Yunan işgali sırasındaki Bilecik'in ilk şehitleri olarak bilinen köy muhtarı Yusuf Ağa ve azalardan Mehmet oğlu Muharrem Ağa'nın mezarları ise kaybolup gitmiş. Şehitlerin mezarı bile bilinmeyen köyden büyük devlet ve işadamları da yetişmiş. Merkez Bankası eski başkanlarından Osman Şıklar ve İsmail Ayaz Otobüs İşletmesi'nin sahibi İsmail Ayaz'ın da köyü olan Süleymaniyelilerin tek isteği; köylerine elektrik verilmesi ve 500 metrelik yollarının yapılması. Özellikle elektrik verildiği takdirde köylerine döneceklerini belirten Süleymaniyeliler, köye dönmek için imza kampanyası başlattıklarını da dile getiriyor.

Zaman, Haber: Durmuş Günsur, 17.01.2008

VAN GOGH'UN ESKİZ DEFTERİ BULUNDU

 

 

Hollanda’nın büyük izlenimci ressamı Vincent van Gogh’un (1853-1890) Yunanistan’da bulunan “müsvedde defterinin” özgünlüğü araştırılıyor

Yunan yazar Doretta Peppa, Naziler’e karşı Yunanistan’da savaşan babasının sakladığı defterin, Hollandalı van Gogh uzmanlarına inceletileceğini belirterek, bu küçük kahverengi defterin dev ressama ait olduğundan emin olduğunu belirtti. Defterlerde Gogh’un yağlıboya “Patates Yiyenler”, “Pere Tanguy” portresi, “Keder” isimli resimlerinin çok benzeri taslaklar yer alıyor. “Gogh eskiz defterini” Atina’da banka kasasında saklayan Doretta Peppa’nın babası, işgalci Hitler ordularına karşı Yunan direniş ordusunda savaşmış. Babası, Nazi orduları II. Dünya Savaşı’nda Yunanistan’dan çıkarken direnişçilerin saldırdığı trende “Gogh defterini” bulmuş. Doretta Peppa, uzmanların yakında defterin özgünlüğünü kanıtlayacaklarını ve en azından 4 milyon euro değer biçildiğini belirterek, “Bu eşsiz küçük defterin para karşılığı gitmesini istemiyorum. Avucumda muhafazada olsun istiyorum” dedi.
Vatan, 17.01.2008

TARİHİ MİRASA AKADEMİK IŞIK

 

Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi (MAKÜ) öğrencileri, Burdur’un en önemli antik kentlerinden biri olan Gölhisar İlçesi’ndeki Kbyra’nın tarihini gün ışığıyla buluşturacak. Üniversite, yeni açılan Arkeoloji Bölümü’ne öğrenci alımı için YÖK’ten onay bekliyor. Ancak, tarihi kazı için sabırsızlanan 2 yardımcı doçent ve gönüllü öğrenciler, 19 yüzyıl önce Romalılar’dan kalan Kbyra’da bu yaz kazı çalışmalarına başlayacak. Arkeoloji bölümündeki 2 yardımcı doçentin ve diğer bölümlerdeki gönüllü öğrencilerin tarihi kazı için hazırlandıklarını belirten MAKÜ Rektörü Prof. Gökay Yıldız, “Senatomuzun kararıyla bölümü açtık, ancak öğrenci almak için YÖK’ten onay ve kontenjan çıkması lazım. Bu gerçekleşirse hem bölüm öğrencileri uygulama yapacak yer sıkıntısı çekmeyecek hem de Burdurumuz’un tarihi kentleri hızla gün yüzüne çıkacak” dedi.

Üniversitede arkeoloji bölümü açılmasına en çok sevinenlerden olduğunu belirten Burdur Müze Müdürü Hacı Ali Ekinci ise, “Burdurumuz’da 20’den fazla antik kent var. Bir kısmı devletin bir kısmı hayırseverlerin bir kısmı da dış ülkelerden gelen kişilerin destekleri ile gün yüzüne çıkartılıyor. Ancak bunun hızlanmasını sağlama adına Burdur’da böyle bir bölümün açılması bizi çok sevindirdi” diye konuştu. MÖ Roma hakimiyeti altına giren anlamı ‘Yüce Ana Tanrıça’ olan Kbyra’nın MS 2. yüzyılda en parlak devrini yaşadığı tahmin edilirken, ilk çağda demir madenini çıkarıp işlemesiyle bilinen antik kent genelde savaşçı kimliği üstün kişiler tarafından kullanılmış ve antik kentin büyük depremler geçirdiği tahmin ediliyor. Gizem dolu antik kent hakkındaki bilgilerin ortaya çıkartılması için MAKÜ’nün yeni açılan Fen-Edebiyat Fakültesi’nin Arkeoloji Bölümü öğrencileri, şehrin gizli kalmış güzelliklerini ortaya çıkararak hem çalışacak hem de teorilerini pratiğe dökecekler.

Antik Gölhisar kenti, Gölhisar Gölü’nün batısında aynı ismi taşıyan ovanın kenarında kurulmuştur. Kbyra antik kenti kalıntıları Horzum Mahallesi’nin kuzeydoğusundadır. Surlarla çevrili olan kent, ilk çağda demir madenini çıkarıp işlemesiyle tanınmıştır. Antik kentin genelde savaşçı kimliği üstün kişiler tarafından kullanılmasının demir madeniyle ilgisi olduğu sanılmaktadır. Yöredeki Bubon, Balbura ve İnuanda isimli kentlerin birleşmesinden oluşan Tetrapolis’in başkenti de olan Kbyra hakkında bilgiler, arkeolojik kazı yapılmadığından yeterli değildir. Yalnızca Akropol kalıntılarının bir bölümü günümüze ulaşabilmiştir. Akropolde nekropol, tiyatro, aşağı ve yukarı agora ile Odeion bulunmaktadır. Heredotos, Kybyralılar’ın Girit’ten geldiklerini kaydetmiştir. Bu kent Pisidialılar’ın buraya yerleşmesiyle büyümüş, halkı dericilik ve demircilik sanatı yönünden oldukça ileri düzeye ulaşmıştır.

Akşam Akdeniz, Haber: Savaş Yavuz - Mesut Madan - Ali Mindiloğlu, 17.01.2008

SİNAN'IN KÖPRÜSÜNÜN AYAĞINA BORU KAZMASI

 

 

Kocaeli’nin Gebze İlçesi’ne bağlı Dilovası Beldesi’nde, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan tarafından yapılan ve onun adıyla anılan tarihi köprünün yanı başından doğalgaz boru hattı geçirilmesi, tepkilere yol açtı.

Dilovası Belediye Başkanı MHP’li Musa Kahraman, boru hattını yapan firmanın kimseye danışmadan burayı kazdığını, çalışma sırasında iş makinası orepatörlerinin de altın buldukları ve aralarında anlaşmazlık çıktığına ilişkin haberler duyduğunu, bunun hemen araştırılması gerektiğini söyledi. Çevredeki sanayi kuruluş yetkilileri ile duyarlı bazı kişiler de durumu belediyeye ve Kocaeli Valiliği’ne bildirdi. Musa Kahraman, bakımsız olan Mimar Sinan Köprüsü’nün onarımı için defalarca girişimde bulunduğunu belirterek şunları söyledi: "Köprünün onarımı için çaba harcarken, amaçları para kazanmak olan kişiler tarihi değerleri hiçe sayarak böyle bir şey yapmış. Onlar için geçmişimiz çok önemli değil. Önemli olan, doğayı, tarihi dokuyu hiçe sayarak para kazanmak."

Hürriyet, Haber: Ergün Ayaz - Orhan Uzun, 17.01.2008

LOUVRE'UN İSLAM ESERLERİ KOLEKSİYONU SABANCI MÜZESİ'NE GELİYOR

 

Paris'teki Louvre Müzesi'nin İslam eserleri koleksiyonunda bulunan Osmanlı, İran-Safevi ve Hint-Baburi sanatının müstesna örnekleri İstanbul'a geliyor.

 

Fotoğraf Altı: Bahçe meclisi - Safevi- 17. yüzyılın ilk yarısı ya da ortaları, Çini hamuru, renkli sır, 118 x 157.7 cm, Louvre Müzesi, İslam Sanatları Bölümü, OA 3340

 

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, 19 Şubat-25 Mayıs arasında, Türk Telekom'un sponsorluğunda gerçekleştirilecek "Louvre Koleksiyonlarından Başyapıtlarla İslam Sanatının Üç Başkenti: İstanbul, Isfahan, Delhi" başlıklı sergiye ev sahipliği yapacak. Osmanlı, Safevi ve Baburi imparatorluklarının görkemli çağlarını gözler önüne serecek olan sergi, aynı dönemde ve coğrafyada hüküm süren 3 imparatorluğun sanatını ilişkiler yelpazesinde anlatacak. Paris Uygulamalı El Sanatları Müzesi'nin işbirliğiyle gerçekleştirilecek sergide 250'ye yakın eser yer alacak. Sergi, Sabancı Üniversitesi ile Louvre Müzesi arasında 20 Mart 2007'de imzalanan kültürel ve bilimsel işbirliği anlaşması kapsamındaki ilk büyük etkinliği oluşturacak. Daha önce gün ışığına çıkmayan birçok eserin de yer aldığı Louvre Müzesi'nin İslam Eserleri Koleksiyonu, bu sergiyle ilk kez Louvre Müzesi dışında izleyicilerle buluşmuş olacak.

Zaman, 17.01.2008

KÜLTÜREL VARLIKLAR BİR BİR KORUMA ALTINA ALINIYOR

 

Kahramanmaraş'ın Dulkadiroğlu Mahallesi'nde kaçak kazı sonucu ortaya çıkan mozaik alandan sonra merkeze bağlı Çokyaşar ve Güzelyurt köyü arasında kalan 931 nolu parsel üzerindeki mozaikli alan ve çevresi de 1'inci derecede arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi. Alanın, yüzeyde bulunan kalın cidarlı ver çatı kiremiti parçalarından Geç Roma Erken Bizans dönemine ait olabileceği düşünülüyor.

 

Kahramanmaraş'ta temmuz ayında bir evin alt kat odalarından kaçak kazı sonucu mozaik alan ortaya çıkmış ve kurtarma kazısı çalışmaları için düğmeye basılmıştı.

 

MS 6'ıncı ve 7'inci yüzyıl Geç Roma- Erken Bizans Dönemi'ne ait olduğu düşünülen mozaikler, Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 1'inci Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edilmişti.

 

Şehrin kültürel varlıklarının korunması adına yaşanan bu sevindirici gelişmeden sonra merkeze bağlı Çokyaşar ve Güzelyurt Köyü arasında kalan 931 nolu parsel üzerindeki mozaikli alan ve çevresi için de güzel bir haber geldi.

 

Kahramanmaraş Valiliği İl Kültür Turizm Müdürlüğü'nün talebi ile Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından alan, 1'nci derecede Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edildi.

 

Söz konusu mozaikli alanın güneyinin Elmalar köyüne giden yol, doğu batı ve kuzeyinin ise tarım arazisi olduğunu söyleyen İl Kültür Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı, mozaik alanın bulunduğu parselin ekim yapılmamış tarım arazisi üzerinde olduğunu kaydetti.

 

Parsel üzerinde bol miktarda çatı kiremiti ve seramik parçalarının görüldüğünü ifade eden Küçükdağlı, kaçak kazılar sonucu küçük bir kısmı ortaya çıkartılan alanda siyah ve krem rengi tessaralardan oluşan geometrik motiflerin yer aldığı bir bazilika veya çiftlik evine ait taban mozaikleri olduğunun tespit edildiğini belirtti.

 

Küçükdağlı, mozaik alanın, yüzeyde bulunan kalın cidarlı ver çatı kiremiti parçalarından Geç Roma Erken Bizans dönemine ait olabileceğinin uzmanlar tarafından belirtildiğini de ifade etti.

Seydi Küçükdağlı, ayrıca uzman personel eksikliği nedeniyle uzun zamandır aksayan eser takdiri çalışmaları sonucu 2007 yılı içerisinde Kahramanmaraş Müzesi'ne 333 eski eser alımı yapıldığını söyledi.

 

Küçükdağlı, alımın Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ödenekleri ile "Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları ile Sit Alanlarının Envanter Projesi" kapsamında oluşturulan komisyon marifeti ile gerçekleştiğini dile getirdi.

haberler.com, 16.01.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Denizli'de jandarma ekibi tarafından düzenlenen operasyonda, 56 adet gümüş sikke ele geçirildi. 

Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri tarafından eski eser kaçakçılığına yönelik yürütülen çalışmalar sonucu merkeze bağlı Gümüşler beldesinde S.T., S.A. ve Y.İ. isimli şahısların ellerinde tarihi eser bulundurduğu ve İzmir'e götürecekleri öğrenildi. İhbar üzerine jandarma ekipleri operasyon düzenledi. Şahıslara ait araçta yapılan aramada 56 adet gümüş sikke ele geçirilirken, ele geçirilen sikkelere Müze Müdürlüğü'ne teslim edilmek üzere el konuldu. Şüphelilerin ifadesinin alınmasından sonra serbest bırakıldığı belirtildi.

Denizli Kent Haber, 16.01.2008

İSTANBUL'DA TARİHİN YÜZDE 70'İ 'TARİH' OLDU

 

Son 100 yıl içinde, İstanbul'da, antik dönem, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserlerin yüzde 70'i yıkılarak yok edildi. İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Süleyman Faruk Göncüoğlu, uzun süredir, İstanbul'un katledilen tarihi varlıklarıyla ilgili araştırma yapıyor. Göncüoğlu, İstanbul'un özellikle sur içinde, yok edilen tarihi varlıkları, fotoğraflarla tek tek tespit etmeye çalıştı.

 

Göncüoğlu'nun araştırmasına göre, en büyük katliamlar Osmanlı'nın son döneminde yapıldı. İttihat ve Terakki 1889-1918 yılları arasındaki yol ve meydan çalışmaları sırasında, Beyoğlu Yarımadası ve sur içini yıktı. Antik dönem, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine ait cami, kilise, sinagog, külliye mescit ve sivil mimari örneği yerle bir edildi.

 

1930'lu yıllarda ise İsmet İnönü'nün başbakan olduğu CHP döneminde yeniden kıyım başladı. İstanbul'u modernleştirmek adına, Fransa'dan getirilen şehir plancısı Henry Prost, bugünkü Vatan ve Millet caddeleri ile Aksaray Meydanı, Atatürk Bulvarı ve Fatih Fevzipaşa Caddesi'nin projesini çizen mimardı. Prost'la ilgili en meşhur hikayelerden biri, Saraçhane'de meydan genişleme çalışması yaparken toprak altından iki Bizans sütununu çıkarabilmek için, Osmanlı döneminin önemli eserleri olan Emetullah ve Darphane Mescidi'ni yerle bir etmesi. Tarihçiler bu yüzden, Prost için 'İthal Neron' tanımlaması yapıyor. Projeleri Prost tarafından çizilen ancak Adnan Menderes'in başbakan olduğu dönemde Vatan ve Millet caddeleri üzerinde tarihi eserlerin üzerine inşa edilen yapıların sayısı onlarla ifade ediliyor. Sadece Vatan ve Millet caddelerinde 55 tane cami, mescit ve kilise yıktırıldı. Cumhuriyet döneminde Fevzipaşa Caddesi açılırken Fatih Külliyesi'nin yarısı, medreselerin bir kısmı yıktırıldı. Yine Menderes döneminde Karagümrük civarında Edirnekapı Külliyesi'nin bir parçası, yol genişletme çalışması sırasında yıkıldı. Yani 1934 ve 35'te çıkan kanunların büyük bölümü Menderes döneminde uygulandı.

Yeni Şafak, Haber: Abdullah Yıldırım, 16.01.2008

İSTANBUL KÜLTÜR BAŞKENTİ PROJESİ'Nİ KAVİ YÖNETECEK

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi yürütme kurulunun çalışmalarını izlemek ve tavsiyelerde bulunmak üzere oluşturulan Danışma Kurulu Başkanlığı görevine Hüsamettin Kavi getirildi.

Resmi Gazete’de yayımlanan Başbakanlık genelgesinde, iki kıtaya yayılan coğrafi konumu ve eşsiz kültürel mirasıyla en önemli uygarlık kentlerinden biri olan İstanbul’un, Avrupa Birliği (AB) Bakanlar Konseyi tarafından 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti olarak ilan edildiği ve dünya tarihinde önemli bir rol daha üstlendiği hatırlatıldı.

Hürriyet, 16.01.2008

İSTANBUL'A SON UYARI

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) İstanbul’u “Dünya Mirası Listesi”nden çıkarmayı tartışılıyor. UNESCO’yu bu kararı almaya iten ise İstanbul’da son yıllarda uygulamaya konulan “kentsel dönüşüm projeleri”yle Sulukule, Süleymaniye, Tarlabaşı, Fener-Balat, Ayvansaray gibi semtlerin yüzyıllarca yıllık tarihi dokusuna zarar verileceği kaygısı ve Sultanahmet’teki Four Seasons Oteli’nin Bizans ve Osmanlı saraylarının kalıntıları üzerine yapılan ek inşaatı gibi uygulamalar...

UNESCO, Kültür Bakanlığı ve belediyelerden 1 Şubat’a kadar İstanbul’un eski yerleşim ve SİT alanları ile bunların korunmasına ilişkin “Alan Yönetimi Planı” hazırlamasını istedi. Rapor, UNESCO’ya ulaştığında kurum uzmanları, Mayıs’ta incelemeler yapmak için İstanbul’a gelecek. Rapor hazırlanmazsa İstanbul’un “Dünya Mirası Listesi”n-den çıkarılması gündeme gelecek ve bu durum UNESCO’nun Temmuz’da Kanada’da yapacağı toplantıda ele alınacak.

Konuyla ilgili çalışmalar yapan uzmanlar bir basın toplantısı düzenleyerek durumun ciddiyetine dikkat çekti. Osmanlı mimarisi üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof.Dr. Doğan Kuban, İstanbul’un tarihi dokusunun talana kurban gittiğini söyledi. Kuban şu uyarılarda bulundu: “1970’te İstanbul’un tarihi dokusunun korunmasına yönelik kapsamlı bir rapor hazırladım. Bu rapor dikkate alınmadı ve tarihi binalar tek tek yok oldu. Toplumun tarih bilinci olmazsa belediyenin de yöneticilerin de tarih bilinci olmaz ve buraya kadar geliriz. İstanbul’un tarihi merkezi bin 440 hektarlık Suriçi’dir. Ben artık şunu istiyorum. Lütfen bu bin 440 hektarlık alan koruyalım.”

Prof.Dr. Cevat Erder de 2004 yılında UNESCO’nun uyarıda bulunduğunu, 2006 yılında ise Litvanya’da düzenlenen toplantıda UNESCO’ya İstanbul’da tarihi dokunun bozulmayacağı, gereken önlemlerin alınacağı konusunda söz verdiğini söyledi. Prof. Erder “Türkiye maalesef kendi değerlerini koruyamadı. Bunun UNESCO’nun elinde silah olması gerçekten çok üzücü” yorumunda bulundu.


* Prof.Dr. Nur Akın ise İstanbul’da 1985’ten bu yana tarihi dokuyu korumaya yönelik atılan adımları “sıfır” olarak niteledi ve “İstanbul gibi birikimi olan bir şehirde doğru dürüst restorasyon çalışmasının yapılmaması bile çok acı bir durum” uyarısında bulundu.

* Amerikan Purdue Üniversitesi’nden Prof. Mete Tüysüz ve ekibinin olası İstanbul depremine karşı hazırladığı 4 milyon kişinin yaşayacağı “Yeni İstanbul” projesi uzmanlardan geçer not alamadı. İşte uzmanların görüşleri:

* Prof.Dr. Şükrü Ersoy (Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi) Ben İstanbul dışında depreme dayanıklı yerleşim alanları oluşturulmasından yana değilim. Aksine mevcut mahallelere akıllı binalar yapılarak kentsel dönüşüm gerçekleştirilmeli. Projede belirtilen 4 milyon kişi depremde zarar görmesi muhtemel bölgelerden mi seçilecek, yoksa eğitim ve gelir düzeyi yüksek insanlar mı yeni İstanbul’da toplanacak. Bana göre uygulanabilir değil.

* Prof.Dr. Okan Tüysüz (İTÜ Maden Fakültesi öğretim üyesi) İstanbul’u bir yerden alıp başka bir yere taşıyamazsınız. İstanbul’un yenilenmesi gerekiyor. Ancak bunun için tek çare kentsel dönüşüm. Uygun alanlara depreme dayanıklı binalar yapıp insanları taşırsınız. Daha sonra onların boşalttığı yerleri depreme dayanıklı hale getirip, bu yerlere de başka insanları taşırsınız.

Vatan, Haber: Alper Uruş, 16.01.2008


*****


UNESCO'NUN VERDİĞİ SÜRE 1 ŞUBAT'TA DOLUYOR

 

İstanbul'un dünya mirası listesinden çıkarılmaması için 2006 yılında verilen süre 1 Şubat'ta doluyor. Bilimadamları Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'a ulaşamamaktan şikayetçi.

UNESCO İzleme Komitesi'nin Türk üyeleri İstanbul'da düzenledikleri basın toplantısında aradan geçen 2 yılı değerlendirdi.

Üyelere göre 2 yıllık sürenin sonunda durum belirsiz, çalışmalar yetersiz ve kuralına uygun değil.

2 yıl önce UNESCO İzleme Komitesi Başkanı Profesör Cevat Erder'in verdiği sözlerle İstanbul için uzatılan süre 1 Şubat'ta doluyor. İstanbul'un Dünya Kültür Listesi'ne alınması için atılması gereken adımlar ise beklenen ölçüde atılamadı.

Bilimadamları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın yaklaşımından memnun değil. Profesör Cevat Erder, Topbaş ile ilgili olarak, "Kendisi ile kaç defa temas etmeye çalıştık. Kendisine uygun bulmadılar bizi. Bizi küçümser gibi geldi bana. Kendisi UNESCO'yu pek desteklemiyor" dedi.

UNESCO 1 Şubat 2008 tarihine kadar İstanbul için alan yönetim planını görmek istiyor. UNESCO İzleme Komitesi'nin Türk üyeleri yerel yöneticilerin üniversite, sivil toplum kuruluşu ve halkla bu konuda işbirliği yapmadığını söylüyor.

ICOMOS Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı Profesör Nur Akın ise "Henüz alan yönetim planında birinci adım bile atılmadan bunlar nasıl oluyor, nasıl kararlaştırılıyor. İstanbul'da ne durum ortaya çıkacak bunu hiçbirimiz bilmiyoruz" diye konuştu.

İstanbul'un Dünya Mirası Listesi'ne alınması için gösterilen çabalar yine sonuçsuz kalmış gibi gözüküyor. İki hafta sonra düzenlenecek UNESCO toplantısında İstanbul'un durumu masaya yatırıldığında yerel yöneticilerin nasıl bir rapor sunacağı merak konusu.

Cnn Türk, 16.01.2008

TARİHİ ESERLERİN DE ARTIK BİR HAMİSİ OLACAK

 

Türkiye'de ilk kez tarihi eserlere müzayede ile "hami" bulunacak. Geyre Vakfı tarafından geliştirilen düşünce ilk kez Aydın'daki Afrodisias antik kentindeki rölyefler için uygulanacak.

Rahmi Koç Müzesi'nde 17 Ocak'ta yapılacak "Bir Tarihi Mermer Rölyefle Adınızı Yaşatın" adlı müzayede ile 80 adet rölyefin "hamiliği" açık artırmaya konu olacak.

İsimler, Afrodisias Müzesi'ndeki Yeni Sebasteion Salonu'nda orijinaline uygun olarak sergilenecek rölyeflerin altına pirinçten plakalarla yazılacak.

Bu uygulama ile tarihi eserlerin korunması için gereken mali kaynağın sağlanması hedefleniyor. Müzayedeyi Rafi Portakal yönetirken, hikayelerini de sanatçı Cihan Ünal seslendirecek.

Sabah, Haber: Bedia Ceylan Güzelce, 16.01.2008

KÜTAHYA'DA TARİHİ EVLERE DESTEK

 

Eski Osmanlı evleri ve konaklarıyla, tarihi yapılar bakımından çok sayıda örneği barındıran Kütahya'da, eserlerin bakım ve onarımı için destek sağlanıyor.

 

Konuya ilişkin Kütahya Valiliği'nden yapılan açıklamada, ilgili yönetmelik gereği gerçek ve tüzel kişilere taşınmaz kültür ve tabiat varlığı olan tescilli tarihi evlerin bakımı ve onarımı için ayni, nakdi ve teknik yardım desteği sağlandığı belirtildi.





Kütahya evlerine sahip çıkılması için özellikle Germiyan Sokak'taki 18. yüzyıldan kalma tarihi evler, İl Özel İdaresi'nce kamulaştırılarak "Kütahya Evlerini Yaşatma Projesi" (KEYAP) kapsamında Belediye ve Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) ile birlikte restore ediliyor.

 

Kütahya evleri, kendine has iki ve üç katlı mimarileri, ahşap payandalı çıkmaları, pencere düzeni ve geniş saçaklarıyla genelde güneye bakacak şekilde yerleştirilmiş olmasıyla dikkat çekiyor. Giriş katları, mutfak, kiler, depo ve tarım araçları için taşlık olarak düzenlenirken, oturma, yatma, yemek ve yıkanma işlerinin yapılabildiği odalar üst katlara konmuş. Yaygın plan tipi, iç sofalıda iki yüzlü, dış sofalıda üç taraflı olarak dikkat çekiyor. Birbirinin aynısı olmayan Kütahya evlerinin, her birinin kendine mahsus bir karakteri bulunuyor.





Söz konusu desteği içeren yönetmeliğin çıktığı 2005 yılından bu yana 29 gerçek ve tüzel kişiden 28'nin projesine Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 380 bin 280 YTL destek verilerek, restorasyonu tamamlanmış durumda. 2006 yılında başvuran 14 gerçek ve tüzel kişiden de 5'inin projesi uygun görülerek restorasyon projeleri ile 2007 yılında başvuran gerçek ve tüzel kişilerden 5'inin projesine destek verildi.

 

Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Onarımına Yardım Komisyonu'nun 2008 yılında başvuruları daha sağlıklı değerlendirilebilmesi ve komisyonun zamanında toplanabilmesi amacıyla, proje ile proje yardım taleplerinin son başvuru tarihi ise 31 Ocak 2008 olarak belirlendi.

 

İlk defa proje ve proje yardım talebinde bulunacakların, belirtilen tarihten önce İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne başvurmaları gerekiyor. Proje yardımından faydalanmak için, eğer yapının mülkiyeti hisseli ise hissedarlardan birinin başvurusu yeterli oluyor. Proje hazırlanması için başvuruda gerekecek evraklar, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nden öğrenilebilir.

TürkiyeTurizm.com, 15.01.2008

HASANKEYF'E BARZANİ İLGİSİ

 

Ilısu Barajı'nun suları altında kalacak Hasankeyf'i Kuzey Irak'taki 'Kürt Mirasını Koruma Enstitüsü' de sahiplendi. Batman'ın tarihi İlçesi Hasankeyf'in feda edilmemesi için panel düzenleyen enstitü 'Kürdistan' haritası asarken, yazarlar Hasankeyf'in kurtarılması için kampanya başlatacaklarını açıkladı.

Duhok kentinde bulunan enstitünün panelde Hasankeyf tartışıldı. Duhok Vali Yardımcısı, Kürt Yazarlar Birliği ve bazı öğretim görevlilerinin katıldığı panel öncesinde Hasankeyf'le ilgili resim sergisi açıldı. Hasankeyf'in Ilısu Barajı'na feda edilmemesi için kampanya başlatacaklarını belirten Kürt Mirasını Koruma Enstitüsü yetkilileri, Hasankeyf'ten günümüze kadar 16 medeniyetin gelip geçtiğini, Hasankeyf ile Duhok'un 'kardeş şehir' yapılması için kampanyaya katılmak istediklerini söyledi.

Hasankeyf panelinin düzenlendiği Kürt Yazarlar Birliği binasının girişinde Türkiye, İran ve Suriye'nin bir bölümünü de kapsayan 'Kürdistan' haritası asılı olduğu göze çarptı.

Radikal, 15.01.2008

TARİH HAZİNELERİ KAYIT ALTINA ALINIYOR

 

İki yıl önce başlatılan müzelerdeki tarihi eserleri kayıt altına alma işlemlerinin yüzde 80’i tamamlandı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü, 185 müzede 3 milyona yakın eseri sergileyeceklerini söyledi.

Anadolu coğrafyasında var olmuş çeşitli medeniyetlere ait hazine değerindeki kalıntıların gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlayan müzeler, zengin bir tarih ve kültür birikimine sahip olan ülkemizin de geçmişine ışık tutuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, 81 ildeki toplam 96 müze müdürlüğü ve bunlara bağlı 185 müze ile 140 civarındaki ören yerinin, “Türkiye’nin hazinesi” niteliği taşıdığını söyledi.

Mersin’de incelemelerde bulunan Orhan Düzgün, tarihi eserleri kayıt altına alma çalışmalarının sürdüğünü vurguladı. Düzgün, “Yaklaşık 2 yıl önce başlatılan çalışmanın yüzde 80’e yakınını tamamladık. Ülke genelindeki 185 müzede yer alan 3 milyona yakın tarihi eser yıl sonuna kadar kayıt altına alınacak” dedi.


Düzgün, bu yıl ayrıca müzelerdeki güvenlik ve alarm sistemlerini yenilemek istediklerini, koruma sistemlerini gelişmiş ülkelerin standartlarına getirmeyi amaçladıklarını ifade ederek, “Çünkü, artık tek bir tarihi eserimizin bile yurt dışına çıkmasını istemiyoruz” dedi.

Çeşitli tarihlerde değişik yollarla kaçırılmış pek çok tarihi eserin yurt dışında olmasından büyük rahatsızlık duyduklarını vurgulayan Düzgün, bu sebeple bir yandan yurt dışına kaçırılan tarihi eserlerin peşine düşerken, öte yandan tarihi eser kaçakçılığını engellemek için yoğun çaba harcadıklarına işaret etti. Düzgün, şunları söyledi: “Yüzlerce tarihi eserimizi Avustralya, Birleşik Arap Emirlikleri, İtalya ve İngiltere başta olmak üzere çeşitli ülkelerden alarak Türkiye’ye geri kazandırdık. Bu yıl da aynı çalışmalarımız sürecek. Yurt dışındaki tarihi eserlerimizi geri getirmek için öncelikle karşılıklı anlaşmalar yoluyla bu problemi çözmeye çalışıyoruz. Eğer anlaşma sağlanamazsa o ülkelerin mahkemelerine dava açarak bize ait olduğunu ispat edip, eserlerimize kavuşuyoruz.”

Türkiye Gazetesi, 15.01.2008

CAMİDE ALTIN ARADILAR

 

Edirne'de tarihi bir caminin sütununda kimliği belirlenemeyen kişilerce kazı çalışması yapıldı.

Gazimihalbey Camisi görevlisi Şeref Kınaz, sabah camiye geldiğinde halının üzerinde ayak izleri görmesi üzerine yaptığı kontrolde pencere kenarındaki taş sütunun sert bir cisimle oyularak zarar verildiğini gördüğünü söyledi.

Çok sayıda kişinin camide altın olduğu iddiasıyla kendisinden kazı yapmak için izin istediğini belirten Kınaz, camiye giren kişilerin altın aramış olabileceğini bildirdi.

Olayı polise bildirdiğini ifade eden Kınaz, daha sonra caminin giriş kapısının kilidini değiştirmek için görevli odasındaki 200 YTL'yi almak istediğinde ise paranın yerinde olmadığını fark ettiğini kaydetti.

Edirne Internet Gazetesi, 15.01.2008

ASIRLIK ÇEŞME ÇÖPE GİTTİ

 

Kütahyalı çini sanatçısı Sıtkı Olçar, 110 yıllık olduğu söylenen tarihi çeşmenin çinilerini çöpte buldu. Belediye, yıktığı çeşmenin yerine ise iki çöp bidonu yerleştirdi.


Tarihi çeşmenin çinilerini çöpten toplayan Sıtkı Olçar, bunların fotoğraflarını çekerek bir mektupla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a gönderdi. Olçar mektubunda şöyle dedi: "Sayın Başbakanım ve Bakanım, ben British Museum'u gezdim. Bu çini parçalarını onlar 'Osmanlı Çinileri' adı altında sergiliyor. Şimdi çöpten topladıklarımı bunlara değer veren o müzeye göndersem eski eser kaçakçısı mı olurum?"


Yol açmak için yıkılan çeşmenin tonozlarının da şehir dışında bir toprak dökme alanına bırakıldığını belirten Olçar, burada gördüğü manzara karşısında irkildiğini ifade etti.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 15.01.2008

BİLGİ NESNESİ OLARAK OSMANLI MİMARLIĞI YA DA SEZAR'IN HAKKI

 

Christoph Neumann, Doğan Kuban’ın yakın tarihlerde yayınlanan Osmanlı Mimarisi başlıklı kitabıyla1 ilgili olarak Yeni Mimar dergisinde yayınlanan eleştiri yazısını, “Mimarlık tarihinde failler kimdir?” sorusuyla başlatır2. Ve hemen ardından bu soruya iki kategoride yanıt getirilebileceğini ekler: Birinci kategoriye giren yanıtlar baniden mimara, ondan işçiye, yasa koyucuya, loncaya ve hatta bina duvarlarına grafiti yapanlara uzanan bir dizi müdahil kişiyi mimarlığın failleri olarak tanımlayanlardır ve bu tanımdan yola çıkan mimarlık tarihi yazımı da, esasen toplumsal işbirliklerini yansıtan bir tarih yazımı olacaktır. Şimdi buna ayaküstü getirilecek bir eleştiri, mimarlık üzerinden oluşturulan toplumsal işbirliklerinin mimarlığın salt faillerinin ortaya çıkartılmasıyla belirlenemeyeceği, bunun yanı sıra mimarlığın bizatihi etkilediklerinden, yani fail olduğu durumlardan da söz etmenin gerektiğidir. Ne var ki bu konulara daldığımızda, mimarlık ontolojisinin oldukça uzağına düşer, mimarlık üzerinden siyasal, sosyolojik, ekonomik ve hatta doğrudan doğruya tarih kapsamına giren başka inceleme ve araştırma alanlarına geçeriz. Kaldı ki, bütün bu alanlara mimarlık ontolojisine ilişkin saptamalara girişmeden ulaşmamız mümkünse de, bu, amacımız açısından kesinlikle yeterli değildir.

Neumann’ın tanımladığı ikinci kategori, mimarlığı kolektif bütünün bir yansıması, içinde yer aldığı uygarlığın temsilcisi olarak sunar, bu da ister istemez, mimarlığa kendi içinde türdeş ve bağdaşık bir bütün olarak yaklaşmayı gerektirir. Ayrıca, mimarlığı üreten sürec üzerinde etkili olan öznelliklerle rastlantısal değişkenlerin dışlanması demektir. Failin kim olduğu konusundaki kendi sorusuna Neumann’ın bu ikinci kategori üzerinden verdiği yanıt çok açık değilse de, bunun mimarlığın içinde yer aldığı uygarlık ve / veya kültürel bağlam olduğu çıkarsanabilir. Neumann, Osmanlı mimarisine “kimlik siyasetine ilişkin” bir tavırla yaklaştığını düşündüğü Kuban’ı bu ikinci kategoriyle ilişkilendirir. Ayrıca, Kuban’ın pozitivist yaklaşımının akademik çalışmaların en can sıkıcı türü olan plan, rölöve, strüktür sorunlarına takılı kalarak biçimsel çözümlemelerin dışındaki yolları tıkadığını ve bu yüzden Osmanlı mimarlığını ikonolojik ve ideolojik içeriğinden yoksunlaştırdığını düşünür. Ne var ki bu, ödülü olan bir yaklaşımdır ve kurguladığı bu aseptik paradigmanın sayesindedir ki, Kuban, Osmanlı mimarisini yeniçağa geçebilmiş tek İslam mimarisi örneği olarak sunabilmiştir. Şimdi Neumann’ın buraya kadar özetlenen ahkamının, en hafif deyimle kendi söylemine ters düştüğünü fark etmek zor değildir. Burada öncelikle dikkati çeken, Neumann’ın parametrelerini yanlış seçmiş olması, yani Kuban’ın yaptıklarından çok yapmadıklarından söz etmeye öncelik vermiş olmasıdır. Ama kanımca daha da önemli olan, mimarlığın çok katmanlı ve çok yönlü anlamlarının tümüyle yansıtılmadığından yakınırken, bu katmanların ancak ve ancak değişik disiplinlerin devreye sokulduğu karmaşık ve kolektif bir çalışmanın sonunda ayıklanabileceğini unutmuş görünmesidir. Kaldı ki, bir yazarın, hele bu yazar bir bilim adamı ise, odaklanacağı inceleme boyutunu seçme -ve bununla yetinme- özgürlüğü konusunda kimseye söz düşmez/memelidir. Bu yüzdendir ki, yapılana sırt çevirerek yapılmayana odaklanmak, Neumann’ın çok iyi bildiğinden kuşku duymadığım akademik teamül ve deontolojinin onayladığı bir yaklaşım olmasa gerek.

Gelin görün ki, akademik teamül ve deontolojiye duyarlılık sanıldığından daha dar bir çevrenin harcıdır. Akademik teamül ve deontoloji, bilginin aktarımı sürecinde Sezar’ın hakkının Sezar’a verilmesini bir ilke olarak dayatır. Gerçekten, uzun, zahmetli ve bazen ağır seyreden çalışmaların sonucu olan bilgiler elden ele devrediliyorlarsa bu, yoğaltılmak, tamamlanmak ve çoğu zaman da düzeltilmek içindir. Ama bu bilgileri üretenler, bunları başkalarına devretme sürecindeki küçük ama gerekli katkılarının yerine ulaşacağını umarken, içten içe de bu katkının hakkının verilmesini beklerler. Bu yüzdendir ki, yarım yamalak bilgilerle donatılmış olanların gereksiz bir bilgiçlik özentisi saydıkları dipnotları ve benzeri bibliyografik göndermeler, bir yazarın kendi bilgi ve düşüncelerini oluştururken yararlanıp beslendiği başka fikir ve bilgilerin sahiplerinin tanınma / bilinme hakkına yaptığı göndermelerdir. Akademik deontoloji, bir yazarın kendi düşünce ve bilgi birikimini sunarken yararlandığı kaynakları yok sayamayacağına, kendi ün ve saygınlığını başkalarının emek ve üretimlerinin dışlanması pahasına inşa edemeyeceğine hükmeder. Gelin görün ki, insani zaaflar bazen en iddialı olanlarımızın ayağına -kalemine?- dolanabilir.

Doğan Kuban, Osmanlı mimarisi konusunda yazdığı kapsamlı ve önemli kitabının tanıtımı dolayısıyla katıldığı söyleşiler sırasında, bu kitapta Osmanlı mimarisinin ilk devrini “yeniden” ve “yeni bir vizyonla” ele aldığını3, bunun, üzerinde en çok durduğu konu olduğunu özellikle vurgulamıştır4. Zaman gazetesinden Jülide Karahan ile yaptığı söyleşide konuyu biraz daha açmış ve “İlk yapılan camilerin cami mi yoksa zaviye mi olduğu meselesi var. (…) Zaviye, tarikat örgütlenmesine tekabül ediyor. Cami diye ısrar edenler böyle bir yapılanmayı görmezden geliyor. (…) Bu kitapta yalan söylemek istemedim artık” diyerek konunun üzerine basa basa gitmiştir5. Doğrusu istenirse Osmanlı mimarisinin ilk dönemlerinde inşa edilen ve sonradan “cami” olarak anılagelen kimi yapıların, yerleşikliğe önayak olması istenen kamusal kuruluşlar, yani “zaviyeler” oldukları, ancak sonraları değişen tarihsel koşullar nedeniyle ilk işlevlerinden sıyrılarak tümüyle cami olarak kullanıldıkları, elli-altmış yıldan beri ilgili çevrelerin karşısına çıkan bir varsayımdır. Bu varsayım, ilk kez Sedat Çetintaş’ın Bursa’daki Yeşil Cami olarak anılagelen binanın bir cami olarak inşa edildiğine ilişkin kuşkularını dile getirdiği makalesiyle tetiklenmiştir6. Osmanlı fetihlerini izleyen kolonizasyon siyaseti bağlamında zaviye kuran derviş ve babaların başat rolünü ortaya koyan Ömer Lütfi Barkan’ın 1942 tarihli ünlü makalesiyle7 ivme kazanan zaviyeler konusu, Semavi Eyice’nin Anadolu mimarisinin tipolojik sorunlarına yeni ve önemli bir içerik kazandıran bir makalesinde işlenmiş, mimarlık tarihi literatüründe “ters-T planlı” ya da “çapraz eksenli” gibi tipolojik başlıklarla yer alan yapılar kümesinin aslında mescid olarak da kullanılan karma işlevli yapılar oldukları, bunların, toplumsal ve yönetsel koşul ve gereksinimlerin zaman içinde değişmesiyle ileriki tarihlerde tümüyle cami olarak kullanılmaya başlandıkları, bu makalede yetkin bir şekilde gösterilmiştir8. Konu, daha sonra birkaç doktora tezinde de enine boyuna işlenmiştir. Söz gelimi, Kuban’ın başkanlık ettiği bir bilim jürisi tarafından onaylanan Ahmet Işık Doğan’ın 1977 tarihli “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları, Tekkeler, Zaviyeler ve Benzer Nitelikteki Fütuvvet Yapıları” başlıklı doktora tezinde, Eyice’nin “tabhaneli” ya da “zaviyeli camiler” diye nitelemeyi seçtiği yapı kümesinin fütuvvet örgütleriyle doğrudan ilişkisi üzerinde durulmakta ve “Araştırmalarımızın ortaya koyduğu sonuç, bu yapıların Osmanlılar’ın beylikten imparatorluğa geçiş sürecinde kurulmakta olan devletin ekonomik-dinsel yönetim politikasında önemli etkinliği olan Fütuvvet kurumunun aracılığıyla ortaya çıkmış olduklarını göstermektedir” denmektedir9. Sedat Emir’in aynı bilim dalında savunduğu 1991 tarihli tezinde ise, çok sayıda yapı ve belge çözümlemesiyle yeniden ele alınan bu konu daha da geliştirilmekte ve çok işlevli yapılar grubunun kolonizasyon aracı olan kırsal kesim zaviyelerinin yanı sıra ve onlardan farklı olarak kentlerin -semtlerin?- oluşumuna hizmet eden kamusal kuruluşlar olarak değerlendirilmesi önerilmekte, giderek bunun “cami kavramını dışlayan bir tipoloji” olduğu üzerinde durulmaktadır10. Bu tezin öncül Tokat zaviyeleri ile Orhan dönemi yapılarına ilişkin bölümleri ise, Erken Osmanlı Mimarlığı'nda çok-işlevli yapılar: kentsel kolonizasyon yapıları olarak zaviyeler, I ve II başlığıyla iki cilt halinde yayınlanmış ve oldukça ilgi çekmiştir11.

Görüldüğü gibi, erken dönem Osmanlı mimarisini ilgilendiren bu kuram zaman içinde değişik araştırıcıların katkılarıyla geliştirilmiştir ama Osmanlı mimarisini tarih akışı içinde inceleyen korpus niteliğinde kapsamlı bir eserin bu kurama dayandırılması gerçekten yeni ve isabetlidir. Ne var ki Kuban, bu kuramdan yola çıkarak “yeni bir vizyon”la kaleme aldığını ısrarla belirttiği bu kitabında, erken Osmanlı mimarisine içkin bu önemli tipolojik saptamaya adım adım götüren ön çalışmalara, cami kavramını dışlayan bir tipoloji konusunu değişik yönleriyle geliştirmiş olan yazar ve araştırmacılara ya geçerken kısaca atıfta bulunmuş ya da onlardan hiç söz etmemiştir. Bunun sonucunda okur, -ve özellikle kitap konusunda yapılan söyleşilerin okurları- işlenen fikrin tümüyle yeni ve Kuban’ın buluşu olduğu sanısına düşebilirler ki, herhalde yazarın amacı bu izlenimi vermek olmamalıdır. Gerçekten de, metin içindeki dipnotlar ile kitapların arkasına konan bibliyografik döküm arasında önemli bir ayrım vardır. Bibliyografik döküme bakıldığında, sıralanan eserlerin işlenen konuyla ilgili yayınların bir dökümü olduğu anlaşılır ama bunların kitap yazarının kendi metniyle ilişkisi, özel bir gönderme yapılmadıkça, kolayca çıkarsanamaz. Buna karşılık, yazarın metin içinde verdiği dipnotlar, yazdıklarının belli bir yayın ya da araştırmayla ilişkisini ve bu ilişkinin türünü ortaya koyar, ayrıca araştırmacıdan araştırmacıya fikir ve bilgilerin akışıyla dönüşümü hakkında fikir verir. Doğan Kuban gibi kıdemli bir hocanın bu sıradan işleme genellikle –ve öteden beri- pek itibar etmemesine akıl erdirmek zordur.

Şimdi söz konusu edilen yazar herhangi bir kişi değildir. Olağan ve yavan deyişle "hocalar hocası" payesi yakıştırılan, Türkiye’deki mimarlık tarihi çalışmalarına hatırı sayılır yeni açılımlar getiren, işlediği konulara zekasıyla olduğu kadar gelişmiş bir duyarlıkla yaklaştığını kanıtlamış biridir ve aynı zamanda, -çok haklı olarak- “Akademik yaşamın ahlak kurallarından biri, hangi nedenle olursa olsun, başka bir akademisyenin hakkını yememektir. Bu öncelikle intihal yapmamakla olur. (…) İkinci ahlak ilkesi bir yazara doğrudan atıf yapmadan ve tartışarak değerlendirmeden, onu dışlamak ya da aşağılamaktır”12 diye yazmış olan birisidir13. Osmanlı Mimarisi başlıklı son kitabının ilk bölümünü Osmanlı mimarisi yazınına ayıran Kuban kendini Osmanlı mimarisinin külliyat yazarları silsilesine bağlarken, Godfrey Goodwin’in 1971’de yayınlanmış A History of Ottoman Architecture başlıklı değerli kitabı14 ile kendi yayını arasında bir boşluk olduğunu belirtir. 1960 sonrasında Osmanlı mimarlık tarihi yazınındaki artışa karşılık yeterli bir içerikle yazılan az eser olduğuna, artan bilgileri Osmanlı tarihi ile bütünleştiren çalışmaların ortaya çıkmadığına, hatta Lale Devri ve sonrası üzerindeki çalışmaların 1990’lara kadar önemsenmediğine dikkat çeker. Çeker de şaşırtır doğrusu çünkü ille de örnek vermek gerekirse, Gülru Neciboğlu’nun Topkapı Sarayı’nı anlattığı ödül kazanmış 1991 tarihli kitabı, bir mimari kuruluşu tarihsel bağlamına en yetkin ve bilimsel yöntemlerle oturtan ve geniş çevrelerde çok olumlu yankılar bulmuş olan bir eserdir15. Kitabın ilk baskısının ABD’de İngilizce olarak yapılması bu durumu değiştirmez16. Aynı şekilde, bu makaleyi yazanın “Lale Devri ile sonrasını” işleyen Onsekizinci Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci başlıklı kitabı, aslında Kuban’ın başkanlığındaki bir jürinin kabul ettiği bir doçentlik çalışmasıdır ve 1975 tarihinde -yani Kuban’ın “terminus post quem” olarak verdiği 1990 tarihinden onbeş yıl önce- İTÜ Mimarlık Fakültesi tarafından yayınlanmıştır ve burada sözü uzatmamak için söylenecek tek şey, “eh oldu mu ya patron,” demektir.

Doğrusu istenirse bütün bunlar, yani söylemle işlem arasındaki bu kopukluklar, kaydırmalar, bizi kör dövüşünün çok kolaylaştığı puslu bir ortama sürükler. Benlik vurgusundan kaçınmanın zor olduğunu teslim ediyorum, ancak bugünlerde pek tutmuş bir deyiş olan “ezber bozmak” ise söz konusu olan, ona da diyecek yok ama bedel ödemek kaydıyla… Ne yazık ki puslu ortamda bedel ödeyen, bazen borcu olmayandır.


Dipnotlar
1 Doğan Kuban, Osmanlı Mimarisi, (İstanbul: YEM Yayınları 134, 2007)
2 Christoph Neumann, “Kabul edilebilir bir kültürel miras: Medeniyetler, Milliyetçi Evrensellik ve Doğan Kuban”, Yeni Mimar, (Temmuz 2007).
3 Yeni Mimar (Temmuz 2007), s.8
4 Ayla Ödekan, “Osmanlı Mimarisi için Bir Başyapıt”, Yapı, sayı 307 (Haziran 2007), 57.
5 Zaman, 4 Haziran 2007,
6 Sedat Çetintaş, Yeşil Cami ve Benzerleri Cami Değildir, İstanbul, 1958.
7 Ö.L. Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda bir iskan ve kolonizasyon metodu olarak vakıflar ve temlikler”, Vakıflar Dergisi II (1942), 279-386.
8 Semavi Eyice, “İlk Osmanlı Devrinin dini-içtimai bir müessesesi, zaviyeler ve zaviyeli camiler”, İÜ İktisat Fakültesi Mecmuası, XXIII/1-2, (1962-3), 1-80.
9 A.I. Doğan, Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları, Tekkeler, Zaviyeler ve Benzer Nitelikteki Futuvvet Yapıları, İTÜ, Müh.-Mim. Fak. Matbaası, 1977, 269.
10 S. Emir, Erken Osmanlı Mimarlığında Çok-İşlevli Yapılar: Yapımsal ve İşlevsel bir Analiz, ( İTÜ Fen Bil. Enst., Mimarlık Anabilim dalı, 1991)
11 S. Emir, Erken Osmanlı Mimarlığında Çok-İşlevli Yapılar: Kentsel Kolonizasyon Yapıları Olarak Zaviyeler, c.1-Öncül Yapılar: Tokat Zaviyeleri; c.2-Orhan Gazi Dönemi Yapıları, (İzmir: Akademi Kitabevi, 1994)
12 Bu konuda verilebilecek, ancak bu yazının kapsamını aşan bir dizi ilginç örnek, ülkemizde günümüz mimarlık ve sanat tarihi yazınının ne denli ayıklanmayı gereksindiğini ortaya koyacaktır. Teslim edelim ki bu iş, salt ‘akademik’ olanı aşan nedenlerden ötürü zorlu bir çabadır ve eleştirenden de hem gözükara olmasını hem de sağlam zeminde durmasını gerektirir.
13 D. Kuban, “Söküm tayfasının safsataları”, Yapı, sayı 310 (Eylül 2007), 9
14 G. Goodwin, A History of Ottoman Architecture, Londra, 1993.
15 G. Necipoğlu, Architecture, Ceremonial and Power: The Topkapi Palace in the Fifteenth and Sixteenth Centuries, Cambridge, MA-Londra, 1991
16 Kitabın Türkçe çevirisi “15. ve 16. Yüzyıllarda Topkapı Sarayı, Mimari, Tören ve İktidar” başlığıyla Yapı Kredi Yayınları tarafından basılmıştır.

Toplumsal Tarih, Yazı: Prof.Dr. Ayda Arel, 14.01.2008

TAŞKUYU MAĞARASI TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Mersin'in Tarsus İlçesi'nde bulunan Taşkuyu Mağarası'nın turizme kazandırılacağı bildirildi. Makine Mühendisleri ile TEMA Vakfı Tarsus temsilciliklerinden bir grup, turizme kazandırılma çalışmaları süren Taşkuyu mağarasında incelemelerde bulundu.

 

Heyetin yaptığı inceleme sonrası mağaranın durumunu rapor haline getireceği belirtildi. Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, mağaranın turizme kazandırılması için yerel yönetim olarak büyük destek verdiklerini söyledi. Tarihe ve kültürel değerlere her zaman sahip çıktıklarına dikkat çeken Kocamaz, "Mağaranın turizme kazandırılması için çalışma başlattık. Mağaranın giriş kapısını yaptık. Maden Teknik Arama Genel Müdürlüğü Mağara Araştırma Grubu'nu kentimize davet ettik. Ekip mağarada çalışmalar yaptı. Yaptıkları incelemeleri rapor haline getirdiler." dedi.

 

Mağarada inceleme yapan grubun sözcüsü Mehmet Akça ise Taşkuyu Mağarası'nın turizm değeri bulunduğunu ve kısa sürede turizme kazandırılması gerektiğini söyledi. Taşkuyu Mağarası'nda bir çok özelliklere sahip ender görülen heliktik oluşumlar bulunduğunu anlatan Akça şunları söyledi: "Görsel olarak çok güzel. Yaptığımız incelemede dışarıdan yüzde 80 nem oranı ile 20 derece sıcaklık olduğu tespit edildi. Çalışmalarımızı rapor haline getireceğiz. Doğal bir oluşum olan bu mağarada hiçbir canlıya ve canlı kalıntısına rastlanmadı. Mağara, traverten birikimi açısından son derece zengin. Galerileri oluşturan traverten sütunlar geniş yer tutmakta. Ayrıca yan duvarlar perde travertenlerle süslü. Mağarada yer yer sarkıtlarda su akıntısı ve yerde küçük tatlı su göletleri bulunmaktadır."

Zaman, Haber: Hasan Küçük, 14.01.2008

İSRAİL, MESCİD-İ AKSA'YI KAZMAKTA ISRAR EDİYOR

 

İsrail yönetimi, Filistinliler ve İslam aleminin tepki-lerine karşın Mescid-i Aksa'daki kazı çalışmalarını sürdürmekte ısrar ediyor. İsrail'in Ayr Amim (Halkların Kenti) derneği, İsrail makamlarının Mescid-i Aksa yakınlarında kazı çalışmalarını tekrar başlattığını açıkladı. Kazıların Mescid-i Aksa'nın tarihi duvarının paralelinde eski yer altı evlerinin bulunduğu bölgede yapıldığı belirtilirken, kazı çalışmalarının tarihi dokuya zarar verdiği kaydedildi. Öte yandan Aksa Müessesesi, 1948 yılında İsrail tarafından işgal edilen İlat (Ummu'r-Raşraş ) kentinde Müslüman askerlerin bulunduğu bir toplu mezarı ortaya çıkardı.

Yeni Şafak, 14.01.2008

"TÜRKİYE'DE KÜLTÜREL MİRAS SORUNU BÜYÜK"

 

Sultanahmet'teki Four Seasons Oteli'nin Bizans Sarayı alanı üzerinde yaptırdığı ek bina inşaatı dosyasını takiple görevli Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) Kültür Mirası Komitesi'nin Avrupa ve Kuzey Amerika bölgeleri asistan uzmanı Cüneyt Sorosh-Wali, projenin varlığının resmi olarak kendilerine bildirilmediğini belirtti.


Merkezleri Paris'te bulunan UNESCO ile bu kurumla sürekli işbirliği halindeki sivil toplum kuruluşu Uluslararası Anıtlar ve Sitler Koruma Konseyi'nin (ICOMOS) Nisan 2006'da İstanbul'a gönderdiği uzman heyetinde görev yapan Sorosh-Wali, Milliyet'e konuştu.


Sorosh-Wali, UNESCO'nun bu projenin varlığını Türkiye'ye Nisan 2006 uzman heyetinin yaptığı ziyaret sırasında gayri resmi yollardan, yani hükümet dışı kurumlarla görüşmeleri esnasında öğrendiğini, resmi kanallardan kendilerinin bilgilendirilmediğini belirtti. Sorosh-Wali, sözü edilen alanın son derece önemli olduğuna ve koruma bölgesinin ortasında bulunduğuna dikkat çekti.

Oysa Türkiye 1972 tarihli Kültür Mirasları Konvansiyonu'na taraf ve bu konvansiyonun işleyiş yönergesinin 172. maddesi şöyle:
"UNESCO Dünya Mirası Komitesi, sözleşmeye taraf ülkeleri, sekreteryasını konvansiyon koruması altındaki yerlerde yapılacak ve o yerin istisnai evrensel değerlerinde değişime yol açacak önemli restorasyon ve inşaat çalışmaları konusunda kendisini bilgilendirmeye çağırır. Bu bilgilendirme mektubu sekreteryaya olabildiğince erken gönderilmeli (örneğin nihai proje belgeleri oluşturulmadan önce) yani geri dönüşü olmayan zor kararların alınması beklenmemeli, böylece komitenin amaca uygun çözümler aranmasına katılabilmesine olanak verilmelidir."

Sorosh-Wali, Nisan 2006'da İstanbul'a giden uzman heyetinin kaleme aldığı ve UNESCO Kültür Mirası Komitesi'nce daha sonra onaylanan raporda yer alan, inşaat yükselmeye başlamadan önce çekilmiş sit alanı ve otel fotoğrafıyla, Milliyet'te yayımlanan yeni fotoğrafları yan yana getirdi.
UNESCO yetkilisi, "Bizim istediğimiz, etki çalışması raporu. Öyle bir rapor olması gerekiyordu ve ortada yok" diyerek tepkisini dile getirdi.

 

Sorosh-Wali, UNESCO'nun iş takibi yapan bir mimar bürosu olmadığını, "etki çalışması" raporu ellerine geçip kurallara uygunluğu anlaşılınca sorunun normalde ortadan kalkacağını da sözlerine ekledi. İlgili sit alanının hangi istisnai özellikleri nedeniyle kültür mirası listesine dahil edildiğini esas almak suretiyle, yapılacak inşaat veya yenileme çalışmalarının peyzaj, tarih, çevre, estetik gibi açılardan bu özelliklerin muhafazası yönünde olup olmadığını inceleyen çalışmaya "etki çalışması" (impact study) deniyor.

Bağlı olduğu uluslararası kuruluşun prensip olarak sit alanlarında bu tip inşaatlara karşı olup olmadığını sormamız üzerine Sorosh-Wali şunları söyledi:
"UNESCO ne inşaata ne de modern mimariye karşı. Hatta onları da korumadan yana. Türkiye tarafından projenin arkeolojik boyutunun Arkeoloji Müzesi uzmanlarınca denetlendiği kaydediliyor.
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin son derece ehil bir kurum olduğundan kuşku duymuyoruz. Hatta inanıyor ve temenni ediyoruz ki, çalışmalarda sit alanına zarar verecek bir şey yapılmamış olsun. Ne var ki etki çalışması raporu olmadığı sürece biz bunu talep etmeye devam etmek durumundayız."

UNESCO yetkilisine, 2010 yılında İstanbul'un Dünya Kültür Başkenti olacağını hatırlatarak, tam bundan önce "Four Seasons Oteli" ek inşaatı için etki çalışması raporu verilmemesinin, İstanbul'u Dünya Kültür Mirası listesinden, tehlikedeki kültür varlıkları listesine taşıma olasılığı bulunup bulunmadığını sorduk.


Yetkili, "Four Seasons Oteli projesi buzdağının sadece görünen tarafı. Diğer yerlerde de dev sorunlar devam ediyor" diye cevap verdi ve bunun için 2008 başında bir UNESCO heyetinin yeniden İstanbul'a gideceğini belirtti.

Kararların UNESCO Kültür Mirası Komitesi'nde 21 üye ülke tarafından alındığına dikkat çeken Sorosh-Wali, son iki yılda bir listeden ötekine düşürme konusunda ciddi bir sertleşme olduğunu belirterek, Almanya'nın Dresden kentinin "tehlikedeki kültür varlıkları" listesine alınması ciddi olarak kapıyı araladı" dedi. Sorosh-Wali, daha sonra şöyle devam etti:


"İstanbul herhangi bir kültür mirası değil. Diğer birçoğuyla kıyaslanmayacak önemde birkaç yerden birisi. Bu yüzdendir ki İstanbul konusunda UNESCO son derece duyarlı ve aynısını yetkililerden bekleme hakkını kendinde görüyor. 2006'da, ana listedeki yeri tehlikeye girdikten sonra, birçok konuda ciddi ilerlemeler olmadı değil. Bu ilerlemeleri raporlarımızda belirtiyoruz."

Milliyet, Haber: Sabetay Varol, 14.01.2008

YEMEN'İN IBB BÖLGESİNDE ANTİK BRONZ LAHİT BULUNDU

 

Yemen’in al-Asibia yöresinde bulunan Ibb ilinde sürdürülen kazılarda, duvarları mermer kaplı ve taştan oyulmuş, Sheba Dönemi’ne tarihlenen bir mezarın içinde bronz bir lahit bulundu. Bölgenin, Sheba ve Dhu Raidan Krallığı’nın başşehri olan Dhafar’ın bir uzantısı olduğu düşünülüyor.

 

Eski Eserler ve Müzeler yetkilisi al-Ansi, buluntunun şimdiye dek Arap Yarımadası’nda ele geçen en değerli keşiflerden birisi olduğunu belirterek, mezar sahibinin kral ailesinden olduğunu düşündüklerini söyledi.

Saba.net, 14.01.2008

2008 TARİHİ ESER ONARIMINDA ATILIM YILI OLACAK

 

Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Ali Korkut, 2008 yılının, Erzurum’daki tarihi eserler için bir milat olacağını söyledi. Erzurum Kalesi’nin dış surlarında geçtiğimiz yaz sezonunda yürütülen çalışmaların, 2008 yılı sezonunda da devam edeceğini bildiren Korkut, “Kale’de yapılacak ola restorasyon çalışmaları, bu kez içeride devam edecek. Kalemiz bu yaz baştan aşağı elden geçirilmiş olacak. Sadece 2007 yılı yaz sezonunda Kale’de yürütülen onarım çalışmaları için 570 bin YTL ödenek kullanılmıştır” dedi.

 

Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Ali Korkut, 2008 yaz sezonunda yapılacak olan diğer çalışmalar arasında Yakutiye Medresesi’nin teşhir ve tanzim çalışmalarının da bulunacağına dikkati çekerek, Erzurum’un adeta sembolü haline gelen Yakutiye’nin, restorasyon çalışmalarından sonra yepyeni bir görünüme kavuşacağını ifade etti.

 

Ali Korkut, Erzurum’da Milli Mücadele’nin simgesi durumundaki Mecidiye Tabyası’nın da, yine 2008’de yapılacak olan çalışmalar neticesinde Halk Müzesi’ne dönüştürüleceğini belirterek, “Projenin hazırlık çalışmaları devam ediyor. Bu yaz sezonuna kadar çalışmalar tamamlanmış ve projenin hayatiyete geçirilmesi için gereken işlemler bitirilmiş olacak. Önümüzdeki yaz sezonu, tarihi eserlerimiz açısından bir milat olacaktır” diye konuştu.

 

Öte yandan 8 ilin bağlı bulunduğu Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nün bölgede de faaliyetlerini sürdürdüğünü açıklayan Korkut, şöyle devam etti: Ağrı Doğubeyazıt’ta bulunan İshakpaşa Sarayı’nda onarım çalışmalarına başlayacak, Erzincan Kemaliye’de Sokak Sağlık çalışması yapacağız. Ayrıca Erzincan Kemah Kalesi ve Erzincan Kale Kapısı proje çalışmalarını da tamamlamış bulunmaktayız. Kars’ta Kültür Evi ve Kültür Parkı restorasyonu bitirilmiş olup, Kars Muradiye Hamamı da elden geçirilmiştir”

Erzurum Gazetesi, 14.01.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından gerçekleştirilen operasyonda, sikke ve lahit ele geçirildi. 

Edinilen bilgiye göre, bir istihbaratı değerlendiren jandarma ekipleri, Sultandağı İlçesi'ne bağlı Dereçine beldesinde bir eve yaptıkları baskında, 7 adet lahit parçası ve 11 adet sikke ele geçirdi. Olayla ilgili 1 kişinin gözaltına alındığı bildirildi.

Afyonkarahisar Kent Haber, 14.01.2008



BATIK ŞEHİR ARAŞTIRILACAK

 

Southampton Üniversitesi sualtı arkeoloğu Stuart Bacon ve Prof. David Sear, Suffolk sahili açıklarında bulunan ve “İngiltere’nin Atlantis”i denen batık şehir Dunwich’in ileri teknoloji ürünü sualtı kameraları ile inceleneceğini bildirdiler.

Dunwich sahil şeridinin erozyonu ile zaman içinde denize gömülmüş ve ilk olarak 1970'lerde Stuart Bacon tarafından konumu tam olarak tesbit edilebilmişti.

800 yıl kadar önce Batı Anglia’nın başşehri olan Dunwich’in kalıntıları şu anda 3 m ile 15 m arası değişen derinliğe dağılmış durumda.

1971 den beri bu ortaçağ şehrine dalan Bacon “Orayı avucumun içi gibi biliyorum, çünkü en az 1000 defa daldım” demekte.

 

Şu ana kadar şehrin kalıntıları arasında üç kilise ile bir şapel bulundu, fakat zeminde bulunan tortunun dalgalanması dolayısıyla birçok noktada görüş mesafesi çok az.

Prof. Sear bu sorundan dolayı dalgıçlar yerine, çok daha kesin sonuç verecek akustik yöntemler kullanmayı düşünüyor. Bu çalışmada en gelişmiş sonar, sualtı kameraları ve scan malzemesi kullanılacak.

Araştırma için gereken para Esmee Fairbairn Foundation tarafından bağışlandı.  

BBC News, 14.01.2008

BİZANS'I CUMHURİYET TAHRİP ETMİŞ!

 

İstanbul Gezi Rehberi'nin yazarı Prof. Murat Belge, arkadaşımız Filiz Aygündüz ile Sultanahmet ve çevresini gezerken soruları yanıtlıyor. Geçen pazar Milliyet'te yer alan röportajın en çarpıcı cümlesi başlığa şöyle yansıyor:


"Sistematik biçimde Bizans'ı ortadan kaldırıyoruz. Osmanlı'da öyle yok edelim diye kasıtlı ve bilinçli bir kaygı yok. Bu Cumhuriyet'le, milliyetçilikle başlıyor."


Murat Belge, Başbakan Erdoğan'ı Bizans'a karşı saygı yönünden övüyor, Ecevit ve Demirel bu kadar duyarlı değilmiş. Dahası, Bizans'ın yok edilmesinde derin devlet de işbaşındaymış!
Murat Belge, Bizans tarihini biliyor ama yakın tarihi unutmuş anlaşılan.


Refah Partisi'nin ikinci adamı Oğuzhan Asiltürk'ün 1995 yılında Bizans surlarını yıkmaya kalkıştığını, zamanın Belediye Başkanı T. Erdoğan'ın da o hızla surların onarımı için yapılan ihaleleri durdurduğunu unutmuş olmalı.


Osmanlı'ya gelince... Osmanlı'da 1874 yılında çıkarılan asarı ı atika nizamnamesine kadar Roma ve Bizans eserlerinin kireç ocaklarında yakıldığını ya da liman inşaatlarında kullanıldığını, Batılıların Efes, Bergama, Milet gibi ören yerlerindeki değerli eserleri kurtarmak için yurtdışına kaçırıp müzeler kurduğunu herhalde ilkokul çocukları da bilir.


Cumhuriyet Türkiye'si Bizans, Roma, Hitit dahil her türlü tarihi mirasın sistematik tahribini değil korumasını üstlenir...


Sultanahmet Meydanı'nda Cumhuriyet döneminin ilk kazıları 1926 yılında hükümetin izni ile British Academy tarafından başlatılır. Yer yer 8 metreye kadar inilir. Atatürk kazı mahalline gelerek inceleme yapar.


1935 - 38 yılları arasında yapılan Sultanahmet kazılarında J.H Baxter, Bizans Büyük Sarayı'na ait mozaikler ile Altın Saray'ın zeminini ortaya çıkarır. Bu kazılar Türk arkeolog veya müze yetkililerinin gözetiminde yapılır. 1934 yılında İstanbul Üniversitesi'ne bağlı Arkeoloji Enstitüsü kurulur.


Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri müzesinin kuruluşu daha henüz Sakarya Savaşı sürerken gerçekleşir. Anadolu Medeniyetleri Müzesi 1921, Antalya Müzesi 1922, Sivas Müzesi 1923, Adana Müzesi1924, Bergama Müzesi 1924 yılında kurulur. Atatürk 1924 yılında Efes ören yerini gezer. 1930 yılında Efes müzesi kurulur. Aspendos'un kültürel amaçlarla kullanılması emrini verir. 1931 yılında Konya'dan İnönü'ye yazdığı mektuba:


"İstanbul'dan başka Bursa, İzmir, Antalya, Adana ve Konya'da mevcut müzeleri gördüm..." diye başlar. Kadro ve uzman yetersizliğinden söz eder. Yurtdışına arkeoloji öğrenimine öğrenci gönderilmesini ister. (Ekrem Akurgal, Sedat Alp, Arif Müfit Mansel, Halet Çambel gibi ünlü bilim insanlarımız o dönemde yetişir) Osmanlı Türkiyesi'nde topu topu 6 müze vardır. Atatürk döneminde, 26 müze kurulur...


Ayasofya 1934 yılında Atatürk'ün emriyle müzeye dönüştürülür. Mozaikler ortaya çıkarılır. Studios Kilisesi (İlyas Bey Camii) Pammakaristos (Fethiye Camii) ve Khora (Kariye Camii) 1945 yılında ulusal anıt ilan edilir. Kariye 1948'de müze olur.


Atatürk der ki:
"Bir vatanın sahibi olmanın yolu, o topraklarda yaşamış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanımak, sahip olmaktan geçer"...


Cumhuriyet ve Atatürk milliyetçiliğinin tarihe bakışı budur... Bizans'ın tahribinden Cumhuriyet'i sorumlu tutmak tarihi saptırmaktır...

Milliyet, Yazı. Melih Aşık, 13.01.2008


*****


GENE BİZANS

 

Cumhuriyet döneminde Bizans'tan kalan tarihi eserlerin başlarına geleni anlatmaya başlayınca, sağdan soldan sataşmalar başladı. Şimdi de Melih Aşık bu gibi eserlerin Osmanlı'da nasıl harap edildiğini ve Cumhuriyet'in nasıl müzeler kurduğunu anlatmış.

 

Osmanlı zamanındaki içler acısı tahribatın yığınla örneğini uzun uzun konuşabiliriz. Değerbilir bir Osmanlı bakışı olsa niye Bergama'yı Berlin'de, Halikarnas'ı Londra'da bulalım.

 

Ancak, Osmanlı'nın bu körlüğü, modernleşme milliyetçilerinin kasıtlı tahribatından farklıdır. Osmanlı, fethettiği yerin kilisesini kendine cami yapar (bu kısmen 'fatih' tavrıdır, ama kısmen de 'ehl-i kitap sayısının' sonucudur), sonra da oraya gözü gibi bakar. Vefa Kilise-Camii'nin şerefesine tavus kabartmasını (içeri bakacak şekilde) koymuştur; çünkü inancına rağmen, o sanat eserini kırmaya kıyamamıştır. Kubbedeki freskoları ise Cumhuriyet'te badanayla kapadık.

 

Aşık, Atatürk'ün Ayasofya'yı müzeye dönüştürdüğünü söylemiş. Kendini 'Atatürkçü' ilan edenlerin pek çoğundan nitelikli ve medeni bir kişi olduğu kimsenin meçhulü değil. Ayasofya'nın müze yapılması kararının ne kadar isabetli bir karar olduğunu her zaman yazmış ve söylemişimdir. Atatürk'ü ben ayrıca İzmir'de yerlerde sürünen bayrağı kaldırmasıyla, ama özellikle de, Çanakkale'de, Anzaklar için söylediği sözlerle hatırlarım. Bunlar da bugünün 'Atatürkçü'lerinin çok ilerisinde şeyler.


Ne var ki, Cumhuriyet'te olan her şey onun 'emriyle' olmadı ve 'Ben milliyetçiyim' diyen herkes de ayrıca 'Atatürkçü' değil- birçok yazımda söylediğim gibi bugünün Türk milliyetçiliği (bu, 'Atatürkçü' olduğunu söyleyenlerin birçoğunu da kapsıyor) daha çok İttihat-Terakki etkisi altındadır.

 

Örneğin Rıza Nur da (Atatürkçü' değildir, ama BMM hükümetinde Maarif Vekili'dir ve Yunan-Roma ören yerlerini özellikle yıktırdığını kendisi anlatır. Şu da anılarından bir bölüm: Karadeniz'de, Topal Osman'la konuşmasını kendi anlatıyor: 'Ağa, Pontus'u iyi temizle!' dedim. 'Temizliyorum' dedi 'Rum köylerinde taş üstünde taş bırakma!' dedim. 'Öyle yapıyorum ama kiliseleri ve iyi binaları lazım olur diye saklıyorum' dedi. 'Onları da yık, hatta taşlarını uzaklara yolla, dağıt. Ne olur, ne olmaz, bir daha burada kilise vardı diyemesinler!' dedim. 'Sahi öyle yapayım. Bu kadarını akıl edemedim' dedi.


Bu bir bakan-aynı zamanda milliyetçi. 'Kimse burada kilise vardı diyemesin...' Tiyatro vardı, gymnasium vardı, tapınak vardı, diyemesin; 'Grek' vardı, 'Romalı' vardı, diyemesin. Bu da, bu ülkenin köklü bir milliyetçi tutumudur.

 

Pek çok Ermeni eserini yok etmek de Atatürk'ün, Hasan Ali'nin, o tip Atatürkçülerin değil, ama bu tip milliyetçilerin Cumhuriyet tarihi boyunca yaptığı bir şeydir. Bu vandalizm furyasına, evet, Oğuzhan Asiltürk de 'sur yıkma' projesiyle katılmıştır. Katıldığı zaman gene ben söylenmesi gerekenleri söylemişimdir.

 

Burada bu konuya girecek yer kalmadı, ama 'Atatürk ve tarih' üstüne konuşacaksak, Güneş-Dil Teorisi ve Türk-Tarih Tezi üstüne de konuşmak gerekiyor. Onlar da 'tarihe saygı' bağlamında ele alınacak konular. Başka yazıya...


Aşık, 'Bizans tarihini biliyor ama yakın tarihi unutmuş anlaşılan' diye bir laf sıkıştırmış. Tipik! Biz bu topluma yabancı, sosyalist veya liberal adamlarız ya, böyle bir imada bulunup 'puan kazanacak'.

 

Asıl alanım tarih değil; ama merak etmesin, bu ülkenin yakın tarihini bayağı iyi bilirim (Rıza Nur alıntısının yerini her zaman olmasa da bazen çıkarabildiğim gibi). Hele bilgileri Melih Aşık düzeyinde birilerini ister Bizans tarihinden, isterse yakın tarihten birkaç kere okuturum. Ama değer, ama değmez...

Radikal, Yazı: Murat Belge, 15.01.2008

İTFAİYECİLER YANMIŞ EVDE ARKEOLOJİK HAZİNE BULDULAR

 

Çek Arkeoloji Enstitüsü’nden Lubos Jiran’ın basın toplantısı ile bildirdiğine göre, Prag’da yanan bir evde itfaiyeciler tarafından milyonlarca dolar değerinde 3300 arkeolojik eser ele geçirildi. Bulunan eserlerin sadece Çek Cumhuriyeti’nden değil, Avrupa’nın diğer ülkelerinde de yapılan kaçak kazılardan çıktığı tahmin ediliyor. Neolitik Dönemden yakın zamanlara dek birçok farklı dönem ve kültüre ait eserlerin, ismi açıklanmayan sahibi çıkan yangında yanarak öldü. 1900 civarı bronz ve 1400'ü demir olan eserlerin arasında çok az sayıda seramik mevcut. En ilginç olan ise, koleksiyonda Orta Avrupa’da metalurjinin başlangıcı olan MÖ 4000 yıllarına ait birkaç eser bulunması. Birçok eser ise Bronz Çağı’na ait. 

 

Koleksiyonu inceleyen Miroslav Dobes gazetecilere Orta Avrupa’da yapılmış en eski metal parçalardan birisi olan, spiral şekilli 6000 yıllık bakır askıyı gösterdi ve önemini açıkladı. Bu, şimdiye dek Avrupa’da bulunan en eski spiral şekilli askı süslerden birisi.  

 

Koleksiyonun değeri, koruma koşulların kötülüğü ve menşelerinin belirsizliği yüzünden oldukça azalmış durumda. Arkeolog Martin Kuna, bu koleksiyonun, metal detektör ile eski eser arayan ve sadece Çek Cumhuriyeti’nde sayılarının 20.000 civarında olduğu tahmin edilen kaçakçıların yarattıkları tahribatın büyüklüğünü göstermesi açısından iyi bir örnek olduğunu belirtti. 

Czech News Agency (ČTK), 11.01.2008

OKMEYDANI'NDA İLKELLİĞE DİRENEN NİŞAN TAŞI





Müzayedede satılan bir kartpostal üzerindeki 96 yıl önce çekilmiş bir fotoğraf, İstanbul’u nereden nereye getirdiğimizi, devlet arazilerini nasıl yağmaladığımızı, İstanbul’u çarpık ve çağdışı bir kent haline nasıl getirdiğimizi bütün çıplaklığıyla gösteriyor. Kartpostalda görülen Okmeydanı’nın yerinde bugün yeller esiyor. Nişan taşı ise biçimsiz ve çirkin "apartman kondu"ların arasında ne idiği belirsiz ve işlevsiz bir dekor gibi duruyor.

Tarih araştırmacısı Hüseyin Irmak, bir müzayedede yaklaşık 100 yıl önce çekilmiş bir nişan taşı fotoğrafının bulunduğu kartpostalı satın alarak arşivine ekledi. Sonra da fotoğrafta yer alan ve Osmanlı döneminde ata sporu okçuluk yarışmalarının merkezi olan Okmeydanı’ndaki nişan taşını aramaya karar verdi. Uzun aramalardan sonra, günümüzde sadece adında "meydan" olan ve betondan bir labirenti andıran Okmeydanı semtinin bir sokağında tarihi anıtı bulmayı başardı.

Solmuş kartpostalda, kaidesinin gölgesinde bir levendin dinlendiği anıt taşın çevresi yemyeşil bir tepe görünümünde. Aynı taş bugün dar bir sokağın içinde, bakımsız ve önünden geçen insanların ancak fotoğraf makinesine poz vermek için durup gülümsediği kirli ve "ne idüğü belirsiz bir dekor" görünümünde. Keçecipir Mahallesi’nin bir sokağında yükselen ve Sultan II. Mahmud’a ait "celi talik" yazıyla kitabeli nişan taşının 1912 yılında çekilen fotoğrafındaki görünümüyle şimdiki görünümü arasındaki fark, Türkiye’nin kültür-tarih ve çağdaşlaşma üçgenindeki kısa bir özeti gibi. Araştırmacı Hüseyin Irmak, siyah-beyaz kartpostalda, bugünkü apartman aralarında kalmış görünümünden çok uzak ve çevresi boş olduğu için daha da yüksek gibi duran nişan taşının çok uzağında görünen yerleşim yerinin, o zamanki adını bugün de koruyan "Çıksalın Mahallesi" olduğunu söylüyor.

Şaban Çiğdem, nişan taşının Dursun, Ahmet ve Hacı Çoban adlı dayılarının sahibi olduğunu bahçede yer aldığını söyledi. Çoban kardeşler, 1992 yılında bahçede bulunan gecekondunun yerine üç katlı bina yaptırmaya karar vermiş. Üç kardeş, nişan taşının kaldırılması için de Beyoğlu Belediyesi’ne başvurmuş. Ancak belediye herhangi bir işlem yapmamış. Çoban kardeşler bu yüzden evlerini iki metre geriye çekmişler. Üç katlı binanın ön yüzü, hemen taşın önünde yükselmiş. Bu yüzden orta katta oturan Dursun Çoban’ın evine nişan taşına tırman hırsızlar iki kere girmeye çalışmış.






Osmanlı devrinde ok atma yarışmaları ve talimleri yapılırken kullanılan bu taşlar, yarışmalara katılanların, padişahların ve kemankeşlerin attığı okların düştüğü noktaya dikilirmiş.

Araşırmacı yazar Şinasi Acar’ın Türk okçuluk tarihini incelediği "İstanbul’un Son Nişan Taşları" adlı kitabında Okmeydanı ve okçulukla ilgili önemli bilgiler var. Şinasi Acar, padişahlar adına dikilen taşların bile korunmadığını, semt tahrip edilmese Okmeydanı’nın okçuluğun dünyadaki merkezlerinden birisi olabileceğini yazıyor. Okmeydanı semti tarihte okçuluk turnuvalarının düzenlendiği önemli merkezlerden biriydi.

1950’li yıllarla köyden kente göçün yoğunlaşmasıyla birlikte, İstanbul’un tarihi dokusunun yağmalandığına değinen Acar, kitabında, kimi tarihi nişan taşlarını büyük zorlukla gecekonduların bahçelerine girerek fotoğrafladığını dile getiriyor. Acar, buradaki yapıları "Apartman kondular" olarak niteliyor ve 60’a yakın nişan taşı tespit ettiğini söylüyor.

Hürriyet, Haber: Al Dağlar, 13.01.2008

OSMANLI CAMİLERİNİN YERİNE OTEL

 

Medine'de yıllarca ilgi görmediği için bakımsız kalan son Osmanlı eseri üç cami, Suudi yönetimi tarafından yıkılıyor. Bin Ladin Grup tarafından yerlerine otel dikilecek olan Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir camileri, bir dahaki hac döneminde olmayacak. II. Abdülhamid tarafından bir asır önce çektirilen fotoğraflarda yerleri gösterilen camilerin, belki de son kareleri bunlar olacak.
Medine'de bulunan ve asırlardır ayakta kalmayı başaran Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir camileri,yıllar içinde kaderine terk edildi.






Kapılarına kilit vurulan, içeriden duvar örülerek kapatılan, bakımsız bırakılan tarihi camilerin yıkılması beklendi. Ancak tarihi yapılar bu şekilde yıkılmayınca, Suudi hükümeti bu üç caminin bulunduğu araziyi otel yapmak üzere Bin Ladin Grup'a verdi. Bin Ladin Grup, inşaat şantiyesini üç caminin ortasına kurdu.


Hac dönemi bittikten sonra yıkımına başlanılacağı belirtilen tarihi yapılar için Diyanet yetkilileri Türk Büyükelçiliği'nin devreye girmesini istiyor. Yetkililer, eskiden namaz kılınabilen camilerin Medine'de ayakta kalmayı başaran Osmanlı dönemine ait son yapılar olduğuna dikkat çekiyor. Yetkililer, Suudi yönetiminin Osmanlı'nın izini silmek için camileri yıkacağını savunuyor.
 

Mescidi Nebevi'ye 450 metre uzaklıkta olan ve otopark olarak kullanılan Hz. Ömer Camii'nin duvarlarında her dilden yazılar bulunuyor. Pencereleri tahtalar ile örtülen caminin iç tarafına da duvar örülerek tamamen ibadete kapatıldığı görülüyor. Minaresi hala ayakta kalmayı başaran caminin duvarları bakımsızlıktan çökme noktasına gelmiş.





Mescidi Nebevi'ye 290 metre uzaklıktaki Hz. Ali Camii'nin de etrafı demir perdelerle kapalı. Duvarının biri çökmek üzere olan camiye özellikle İranlı hacıların ilgisi yoğun. Suudi yönetimi İranlı hacıları caminin etrafına yaklaştırmıyor.


Osmanlı Sultanı II. Mahmut tarafından yenilenen ve halen kapısında II. Mahmut'un tuğrası bulunan Hz. Ebu Bekir Camii de ibadete kapalı tutuluyor.






Binlerce yıllık geçmişi olan Medine, şimdi modern bir şehir görünümünde. Her köşede devam eden inşaatlar dikkat çekiyor. 20 yıl öncesine kadar görülen, Osmanlı mimarisi ile süslü cumbalı evlerden geriye tek bir tane kalmadı.


Gökdelenler Hz. Muhammed'in türbesinin de bulunduğu Mescidi Nebevi'yi kuşattı. Yaklaşık 400 yıllık Türk hakimiyetine ait hiçbir iz kalmayan Medine'de, Suudi yönetimi hacılara şehrin tarihini artık maketlerle anlatıyor.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 13.01.2008

ARTEMİS KAYIP BAŞINI BEKLİYOR

 

Aralarında Denizli'nin Tavas İlçesi'ne bağlı Kızılcabölük beldesindeki Herakleia antik kentinden çalınan Tanrıça Artemis'in başının da bulunduğu çok sayıda tarihi eser, yurt dışında bulunuyor.

Tarihi zenginliğe ev sahipliği yapan Anadolu'daki çok sayıda antik kentte restorasyon çalışmaları devam ediyor. Antik kentlerin yoğun olarak bulunduğu Ege Bölgesinde de Denizli, tarihi zenginliğiyle dikkat çeken kentler arasında yer alıyor. İtalyan heyet tarafından sürdürülen kazı çalışmalarında 50. yılı geride bırakan tarihi miras Hierapolis'in yanı sıra restorasyon çalışmalarını Pamukkale Üniversitesinin yaptığı Laodikya Antik Kenti'nin bünyesinde yer alan önemli yapı ve eserler birer birer ortaya çıkarılıyor. Kentteki bu iki önemli yerleşimin yanı sıra Tabea, Heraklia Salbace, Attuda, Tripolis, Colossae, Eumenia, Dionysopolis, Apollon Lermenos Tapınağı, Anava ve Trapezopolis gibi çok sayıda antik kent de gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.

Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Türkiye'nin antik kentler yönünden büyük bir zenginliğe sahip olmasına karşın, vatandaşların tarihi eserlere gereken özeni göstermediğini belirtti. Antik kentlerde ortaya çıkarılan tarihi eserlerin çoğunun ören yerlerinde ve müzelerde sergilendiğini ifade eden Şimşek, şunları kaydetti. "Her türlü özen gösterilmesine, teller ve bekçilerle korunmasına rağmen, antik kentlerdeki eserler zaman zaman tahribata uğruyor ya da çalınıyor. Tarihi eserlere verilen zararın en dikkat çeken örnekleri arasında Denizli Herakleia Hieronu Anıt Mezarı'ndaki Artemis başı ile aile rölyefi yer alıyor. Tanrıça Artemis'in başı 2006 yılında ait olduğu kabartmadan kırılarak alınmış; Aile rölyefi ise dik olarak parçalanarak çalınmıştı. Bunlar çok üzücü... Her iki eser de Interpol listesinde bulunuyor. Biz bu eserleri korumakla, dünyaya tanıtmakla ve bu güzellikleri herkese göstermekle görevliyiz. Ümit ederim Herakleia'daki eser kısa sürede bulunur ve üzgün Artemis'i, ait olduğu bedenin üzerine yerleştiririz."

Anadolu gibi tarih, doğa, iklim gibi sayısız yönden zengin bir coğrafyada yaşayanların, bu topraklarda ayakta kalmayı başaran eserlere sahip çıkmaları gerektiğini vurgulayan Prof.Dr. Şimşek, vatandaşlara tarihi koruma bilincinin aşılanması gerektiğini bildirdi. Tarihi zenginlikleri korumanın vatandaşlık görevi olduğuna dikkati çeken Prof.Dr. Şimşek, "İşin özü, ilköğretimden itibaren koruma bilincini yaygınlaştırmaktan geçiyor. Bu eserlere sahip olmamız gerektiğini, bu zenginliklerin bize ait olması gerektiğini çocuklara öğretmeliyiz" diye konuştu

Haber Ekspres, 13.01.2008

TARİHİ ESER SATMAK İSTEYENLERE SUÇÜSTÜ

 

Mali Suçlar Büro Amirliği ekipleri yasa dışı yollardan tarihi eserleri satmak isteyen dört kişiyi gözaltına aldı. Zanıların evlerinde çok sayıda tarihi eser bulundu.

Tarihi eserleri satmak istediği tespit edilen dört kişilik bir grup, suçüstü yakalanarak gözaltına alındı. Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği ekipleri, ellerindeki tarihi eserleri yasadışı yollardan satmak isteyen kişiler olduğu bilgisi üzerine çalışma başlattı.

Kimliklerini tespit ettikleri kişileri takibe alan polis, zanlıların tarihi eserleri Çankaya Birlik Mahallesi’nde bir sigorta acentasında alıcılara göstereceğini öğrenmesinin ardınan söz konusu yerde geniş güvenlik önlemleri aldı. Zanlıların olay yerine gelmesinin ardından operasyon başlatan ekipler Muhammet O, Mehmet H, Harun E. ve Yaşar Z.’yi gözaltına aldı. Zanlılar üzerinde ve olay yerinde yapılan aramada 24 adet gümüş sikke ile 11 adet tarihi eser niteliğinde obje ele geçirdi. Olayla ilgili olarak tarihi eserleri görmeye gelen 3 kişinin de ifadelerine başvurulmak üzere emniyete götürüldüğü öğrenildi.

Hürriyet Ankara, 12.01.2008

ÇEK ARKEOLOGLAR MISIR'DA 4500 YILLIK MEZAR BULDULAR

 

4500 yıllık bir mezarın keşfedilip, tüm armağanları ile sapasağlam olarak açılması arkeologların her gün karşılaştıkları bir durum değildir. Mısır’ın Abusir bölgesinde kazı yapan Çek arkeologların karşılaştıkları durum ise aynen buydu. Uzmanlara göre bu soylu mezarı ve içindeki buluntu zenginliğine Mısır’da 50 yıldır ilk defa rastlanılıyor. 

 

Kazı başkanı Miroslav Barta, 10 m derinliğinde bir şaftın dibinde bulunan, kiremit döşeli mezarın açılmasının, mezarın korunması ve hassas bir şekilde kazılması dolayısıyla geciktiğini açıklayarak “Bu tür çok fazla buluntu yok. Eski Krallık Dönemi’ne ait mezarların soyulmamış olanları son derece enderdir. Bu mezar odası ise 4500 yıl önce mühürlendiği şekilde bulundu.” dedi. 

 

2x4 m ölçülerindeki mezar odasındaki lahitin içinde Eski Krallık Dönemi’nde yaşamış rahip Neferinpu’nun iskeleti ve ölü hediyeleri mevcuttu. Aynı mezar odasında, Neferinpu’nun akrabalarının iskeletleri ile mücevherler, süs eşyaları ve ölü ritüel eşyaları da bulundu. 

Çek uzmanlar, bilgisayar yardımı ile hem mezar odasının üç boyutlu görüntüsünü, hem de öldüğünde 50 yaşında olan Neferinpu’nun yaşarken nasıl göründüğünü hazırlamakta. 

Radio Praha, Haber: Jan Velinger, 07.01.2008

MONA LISA'NIN GERÇEK KİMLİĞİ BELİRLENDİ

 

İtalyan ressam Leonardo da Vinci’nin ölümsüz eseri Mona Lisa’daki kadının kimliği kesin olarak belirlendi. Almanya’nın Heidelberg Üniversitesi Kütüphane Müdürü olan Veit Probst, Mona Lisa adlı tabloda gülümseyen kadının, kesinlikle Floransalı bir tüccarın eşi olan Lisa del Gioconda olduğunu belirtti.

 

Vinci’nin 1503-1506 yılları arasında yaptığı Louvre Müzesi’ndeki Mona Lisa tablosu, bugüne kadar ’La Gioconda’ adıyla anılıyordu. Tablodaki kadının, Vinci’nin gizli bir sevgilisi ya da ressamın şifreli kendi portresi olduğu ileri sürülüyordu.

Hürriyet, 12.01.2008




6 - 12 Ocak 2008

DOSYA



(Bu dosya "turizm için arkeoloji" yapanlara ithaf olunur...)




Bizans Sarayının Üzerinde Bizans Oyunları:

YILAN HİKAYESİ - YALAN HİKAYESİ



"SATILIK İSTANBUL VAR HAANIIIM!..."

II





  • CHP "EK İNŞAAT" İÇİN DAVA AÇACAK

  • "BİZANS SİSTEMATİK YOK EDİLİYOR"

  • "MİLLİYETÇİLİK AŞAĞILAMA KAMPANYASINA ALET EDİLDİ"

  • SUÇLU KORUMA KURULU MU? (N. Uyar)

  • "AYASOFYA CİNAYETİ"NDE 132 MÜHENDİS-MİMAR SUÇ ORTAĞI VAR (N. Doğru)

  • TARİHİ KATLETMEYİN

  • GÜNAY'DAN UNESCO'YA DAVET

  • KORUMA KURULLARI'NI ELEŞTİRİRKEN (O. Ekinci)

  • BİZANS'IN RANTI (M. Belge)





Dosyaya ulaşmak için tıklayınız...

Geçen haftaki dosyaya ulaşmak için tıklayınız...

KATKI





“TURİSTİK” OLMA HALİ VE “SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK?”




Güney Ege’de, Bodrum Yarımadası’nın yeni gelişmekte olan “turistik” ilçesi Yalıkavak Beldesi’nin halen askıda olan imar planı görülmeye değer. Yörede yaşayan bir arkadaşımız, ibret olsun diye bizi askıdaki planı görmeye davet etti. Yani bir anlamda biz de bir “turistik” gezimizi bu planı görmek için Yalıkavak Belediyesi’ne yaptık. Sözkonusu imar planının tekniğini; dağı taşı 15-21-30 metre genişliğinde bulvarlarla donatmasını, bu arada mevcut yerleşme dokusunu tümüyle yoketmesini, taş duvarları, selvi dizilerini, sarnıçları, bahçeleri ve özellikle insanları yok saymasını; tüm kıyıyı kumsal, kayalık, balık, tekne, fok demeden turizm parselleriyle donatmasını, yedibin kişilik yerleşimin yirmibin kişilik bir yerleşime dönüşmesine olanak sağlamasını şimdilik bir yana bırakıyorum. Şimdilik dememin nedeni, Bodrum ve planlaması ile ilgili olarak, elbette turizm olgusunun da irdeleleneceği çok daha kapsamlı bir çalışma yapıyor olmamız (Ersen Gürsel ile).


Şimdilik, Yalıkavak imar planının çok önemli bir bütünleyicisi olan “imar planı notları”na dönüp bir bakalım. Bu raporun ilk maddesi aynen şöyle:

 

“1. Bu Plan hükümlerinin amacı, Yalıkavak yerleşim ve gelişim alanlarının, turizm ve turizme dayalı ticaret (altını ben çizdim) ekonomik temelinde, sahip olduğu doğal, kentsel, arkeolojik değerleri sürdürülebilirlik genel ilkesi koşutunda, koruma-kullanma dengesi gözeterek geliştirilmesidir.”

 

Bu birincil hedefi tartışmaya nereden başlamalı? Bir beldenin imar planının başat hedefinin, o beldenin öncelikle yerleşik halkının gereksinmelerinin karşılanması olduğunu mu tartışalım; böyle bir planın kentsel, doğal, arkeolojik değerleri ne hale getireceğini mi? Bu ülkede turizme bunca öncelik verme ve kutsama anlayışı nereden geliyor? Sokaklarda ayı oynatmaktan bile “ayılara ayıp oluyor” diye değil de “turistlere ayıp oluyor” diye vazgeçmişiz… Şimdi de dağı taşı turizm amaçlı olarak planlamaya başladık. İstanbul’da yapılan gökdelenler için bile plan değişikliği ile “turistik alan” kılıfı hazırlanıyor.

 

Kıyı yerleşimlerinin, ören yerleri çevrelerinin filan “tatil beldesi” diye anılmaya başlanması, tüm kıyılarımızın imar planlarının lejandlarına turizm bölgesi mühürünün vurulması, biraz durup düşünmeyi gerektirmez mi? Hele bir de “turizm+konut” diye bir imar planı lejandı var. Bu lejand ve doğurduğu sonuçlar özellikle incelenmeye değer. Bu lejandın mekansal görüntüsü şu bildik kutu kutu rezil kooperatifler oluyor… Bazı arazilere bu lejandı koyarak plan onaylatabilen plancıların ise yapılan bu sitelerde, yirmi-yirmibeş satılık kutu evi oluveriyor nasılsa!

 

Yoksa tartışma düzlemini başka bir alana, bu yazının konusuna getirmek üzere, “turizm” ile “sürdürülebilirlik” kavramlarının -ülkemizde turizmin algılanış ve uygulanış biçimi ile- ne denli yaman düşmanlar olduğunu mu konuşalım?

 

Burada, kendi ellerimle gerçekleştirdiğim, doğumundan ölümüne dek yanında olduğum (işletme dönemini de yaşadığım) bir minik turizm yatırımının öyküsüne geçmek istiyorum.

 

Bir zamanlar, daha da “uzaklarda” olan küçük bir Akdeniz kıyı köyünde, henüz “turistik” olmamış Kalkan’da, onaltı odalı mini bir otel işini almıştım. İşveren, farkında olmadan (çünkü o zamanlar bu deyim henüz yerleşmemişti) bir “Butik Otel” istiyordu. Kalkan Han’ı yaptığımız arsada, bütün köydekiler gibi yarı yıkık bir yapı vardı. Ben, Kalkan’daki büyüleyici yer duygusunun etkisinde kalarak, onun çizgilerini alabildiğine yorumladım. Ama parsel de çok küçük olduğu için, “içi dışından daha büyük” bir yapı yapabilmem gerekiyodu. Üstelik yazlar çok sıcak geçtiği için (yaklaşık 40 derece) olabildiğince geniş, serin ve beyaz iç mekanlar gerekliydi… Yapı, sonradan bu nedenle “minimalist” olarak nitelendi. Yani hiç moda değilken tesadüfen moda olacak bir üslup kullanmışım. Bu inşaat faaliyeti sırasında, koruma adına çıkardığım gürültü (köy gerçekten olağanüstü önemli bir yapı stokuna sahipti) sonuç verdi ve Kalkan’ın bir kentsel sit olarak tescil edilmesine neden oldu. Bu süreçte Belediye ile de zorlu bir ilişki yaşadım. Sonradan, yörenin korunabilmesi, şimdiki deyimle sürdürülebilir bir gelişme göstermesi için Belediye’ye defalarca raporlar, projeler sundum. Bizim otelin malsahibi otel işinden özel nedenler ile vazgeçince, üç arkadaşımızla birleşerek işletmeyi üstlendik. Özellikle bu işi içtenlikle seven Kasım Zoto’nun yönlendirmesi ve işini severek yapan özel bir kişi olan yönetici Ersin Eygi eliyle Kalkan Han’da çok özel bir işletme modeli uygulanıyordu. Tüm bu süreç, benim için çok zor ama unutulmaz güzel, eğlenceli ve öğretici bir dönem oldu. Kalkan Han, çok güzel günler yaşadı, “Dünyanın En Güzel Küçük Otelleri” ve “Türkiye’nin En Güzel Küçük Otelleri” kitaplarına geçti. Çevrede bizi örnek alan birkaç genç girişimcinin de katılımıyla Kalkan özel bir rüzgar yakaladı; bir ara, “Bodrum bitti, kaldık Kalkan’a” diye manşetler atıldı. Otelimizde kalan yabancıların tipolojisi ise bu arada; yazar, ressam, botanikçi, arkeolog, leydi, lord düzeyinin altına düşmüyordu.

 

Derken, dünya değişti ve Kalkan “turistik” oluverdi. Önce Kalkan Han; oralarda yaklaşım, biçim ve işletme olarak ucuzca taklit edildi. Sonra, çiftini çubuğunu, kamyonunu satan yerel halk turizmci olmaya karar verdi. 3 dolara kalınabilen oteller ortalığı sardı, dağ taş otel ve pansiyon yapılarıyla doldu. Yerel yönetimlerin dar görüşlülüğü ve halkımızın kıyılara yerleşme ihtirasının da katkısıyla bir de ikinci konut furyası başladı. Bu çılgın yapılaşma talebi sonunda, artık Belediye’nin de çivisi çıkmıştı.

 

Birgün, mimar-şehirci formasyonumu bilen Kalkan Belediye Başkanı beni makamına davet etti. Belki bir işe yararım diye gittim. Yeni imar planı hakkında görüşümü alacakmış. Odasında yere, abartısız yüz metrekareyi geçen bir (1/1000 ölçekte bir planın kapladığı bu alanın gerçekte ne kadar olduğunu bir düşünün) imar planı serilmişti. Kalkan’ın 700 haneli bir yer olduğunu, imar planının ise en az yirmibin nüfusu “doyuracak” boyutta olduğunu söylemeliyim. Plancı da bu arada, hızını alamayıp, öyle bir uçmuştu ki… Bir yerlerde sekiz yol birbiriyle kesişiyor filan… Neyse, kendimi toparlayıp, bu planın, en hafif deyimle “kendi bindiği dalı kesmek” olduğunu, zaten dağın taşın 300-400 metrekarelik parçalara bölünerek parsellenip satıldığı bir yerde bu planın, cinnet, hatta cinayet olduğunu, öngörülen yirmibin kişinin ve bunca koca turizm parselinin yapılaşması halinde ortaya çıkacak gürültü, hafriyat, inşaat faaliyeti, su talebi, pissu hacmı, çöp toplamı, enerji talebi vb. miktarının ne çapta olduğunu filan anlatmaya çalışırken…orada kenarda oturan bir zat söze karıştı: “Bu arkadaş yabancı misafirlerimizi sevmiyor, hem de kendi vatandaşlarının da yöremizin güzelliklerinden yararlanmasını istemiyor herhalde” diye buyurdu. O da meğerse, pek geniş vizyonlu bir kişi, Kaş’ın Belediye Başkanı’ymış.

 

Sözünü ettiğim plan az çok değişiklikle yürürlüğe girdi. Şimdi gidip bir bakın neler olmuş sonuçta…

 

Bu süreçte, bizim arkeologlar, leydiler filan hemen ortalıktan çekilip yerlerini üç kuruşa bira içen İngiliz’lere bıraktı. Bizim butik otelin de böylece sonu gelmiş oldu. Bir gün tokyolu, atletli bir İngiliz, naylon poşetine doldurduğu kutu biralarla otele girip kafayı çektikten sonra kutuları da camdan dışarı savurunca, bu “turistik” olma haline daha fazla dayanamayarak oteli kapattık.

 

Aslında, bu belalı durum (yani ucuz yapılaşma, ucuz tarife, ucuz turist döngüsü) tüm dünyada tartışılmaya başlanalı çok oldu. Yaklaşık on yıl önce bir İngiliz havayolu uçağı ile Atina’dan Londra’ya gitmem gerekmişti. Uçak, Yunan adalarındaki yıllık tatillerinden dönen İngilizlerle doluydu. Bedava cin-tonikleri bolca tüketen yanımdaki çiftin biraz sonra çenesi açıldı. Elbette Türkiye’den, Yunanistan’dan, Ege’den, turizmden filan konuşmaya başladık. Yirmi yıldır yazları, aynı Yunan adasında tatil yapıyorlarmış. Artık orasıymış onların plajı. İşte, benim de tepemi attıran konuya gelmiştik. Biraz sıkıştırınca, “turist” bey utanıp sıkılarak “evet” dedi, “bu uçaktaki İngilizlerin çoğu, neredeyse hangi ülkeye bile gittiklerini bile bilmezler… işte, yazın bir plaja gidiyorlar ve mutlu oluyorlar, onlar size Türkiye ile Yunanistan’ın bir-iki farkını bile söyleyemezler…”

 

Aynı tip turistlerin, İbiza-Myconos-Bodrum (özellikle Gümbet) ekseninde kendi davranış biçimlerini nasıl sürdürdüğünü ve bunun yarattığı sorunları bir yabancı dergide (The Economist) okumuştum. Artık, İspanyol polisleri, İbiza’ya tayin olup (aslında sürülüp) ucuzcu ve çılgın İngilizler ile uğraşmamak için İngilizce bildiklerini amirlerinden gizliyorlarmış. Şaka gibi, ama gerçek! Yanlış anlaşılmasın, The Economist, ciddi bir İngiliz dergisi…

 

Kuramsal tartışmalara girmeye gerek var mı? Bu durumda, turizmin bu haliyle, doğal, kültürel sürdürülebilirlik arasında nasıl bir denge kurulabilir? Günün aydınlık bölümünü bir kumsalda ya da bir havuzda bira içerek, karanlık bölümünü ise bir barda -gene- bira içerek geçiren bu turist tipolojisi için nasıl bir mimariye ihtiyacımız olduğunu düşünür müsünüz? Aslında tam olarak içinde bulundukları ülkeyi bile farketmeyen bu turistler için, Türkiye’de, bazen dışarı adım atmadan tüm tatillerini geçirdikleri tatil köylerinin mimarisinde biçime biraz kubbe, cumba filan konmasını, kıl çadırda çiğ börek yapılmasını, “aktivite” olarak (turizm jargonunda: animasyon) ise oryantal geceler düzenlenmesini, deve üzerinde dondurma satılmasını hoş görmek gerek. Nerede olduğunu bilmezlik konusunda biraz daha kafa karıştıran yeni tür (Venedik, Kremlin-Kızıl Meydan, Titanic vb.) temalı tatil köyleri de daha bir anlamlı oluyor bu durumda.

 

Yeni dönemde ortaya çıkan ve Alman icadı olan “alles inklusiv” - “all inclusive” (yani “ödediğiniz ücrete her şey dahil”) sistemi ile, bir tatil köyüne gelenler ise artık kapıdan bile dışarı çıkmıyorlar. Havaalanı-Tatil Köyü-Havaalanı onlara yetiyor. Eskiden tatil köylerinin etrafında bir iki yerel insan, işportacı, karpuzcu, kilimci, çiftçi filan görüyorlardı. Şimdi onları bile görmeden, gelip gidiyorlar. Belki de yalnızca bu nedenle, bu bilgi ve bilinçle tasarlanmış yeni bir tatil köyü mimarisi ilginç olabilir.

 

Kaçınılmaz olarak turizm, çağdaş sosyal ve kültürel bir olgu; çevresel etkileri de elbette bu bağlamda değerlendirilip tartışılmalı.Turizm çağımızda reddedilemeyen bir gerçeklik, bir sektör. İnsanların çeşit çeşiti farklı beklentiler ve talepler ile elbette buralara gelecek. Bence önemli olan bizim onların etkisinde ne kadar kalacağımız. Yaşama biçimlerimizi, yaşam çevremizi onları odak alarak ne denli değiştirmeyi düşündüğümüz. “Turistik” ilan edilen yerleşim alanlarında artık yerele ait olan şey’den başka her şey var. Her tür insan bir şeyler kapmaya çalışıyor bu ekonomik faaliyetten. Planlarda bu konuda hiçbir ayırım yapılamadığı için konutların içine kadar sızan “turistik” işyerleri; tişörtçüler, dönerciler ve de elbette barlar, diskolar oralarda her türden “doğal” yaşamı yokediyor. İnsanlar “turistik” ilan edilen yerleri terk ediyor, başka yörelere çekiliyor. Hele bir de büyük kentlerin en düzgün yerlerinde, işletmelerin bir “turistik” olma ve dolayısıyla bir tür meşruiyet ve dokunulmazlık kazanma hali var ki, tam şeytan icadı.

 

Bir de yerli turistin, ilk bakışta zararsız gözüken entellektüel ilgisi öncülüğünde popüler olan yöreler var ki onlar da bu tür bir kullan-tüket-terket döngüsüne doğu hızla sürükleniyorlar.

 

Ege’de Şirince, Alaçatı, Doğanbey, Karakaya; Karadeniz’de Uzungöl, pek yakında, Marmara’da Cumalıkızık bu tür sıcak birer ilginin odağı olacaklar, oldular. Buralarda sosyal, kültürel kentsel dokunun hızla turistikleşmemesi için yalnızca fiziksel önlemler (sit ilan etmek vb.) yeterli olmayacak. Tüm bu yerlerin birer sosyal proje olarak ele alınması ve inatçı sivil toplum kuruluşları tarafından, yerel yöneticilerin egolarını da gözeterek, yakın markaja alınarak turizm tarafından yabancılaştırılmadan korunmaları (burada, korumadan kastın sürdürülebilir gelişim olduğunu tekrarlamaya gerek yok) gerekli. Yani buralar için, ilk akla gelen araç olan “koruma amaçlı imar planı” hazırlamak kesinlikle yeterli değil.

 

Turistik olma halinin bir başka yüzüne değinmeden bu konuyu kapatmamalıyız. Metropoliten kremanın “high end” taleplerini karşılamaya yönelik eğlence mekanlarının “pseudo-turizmi” var bir de!

 

İstanbul’da, Boğaziçi, Nişantaşı, Levent, Etiler’de çevreyi huzursuz eden ne tür faaliyet varsa hepsinin dokunulmazlık kalkanı “turistik”olma sıfatlarıdır. Bu tür yerler Belediye ruhsatlı değil, Turizm Bakanlığı ruhsatlıdır. Bu tür yerlerin nasıl bir ekonomik faaliyet gerçekleştirdikleri, kendilerine hukuksal ve mali olarak ayrıcalıklar tanıyan ülkelerine ne kadar döviz kazandırdıkları da ayrıca sorgulanmalıdır.

 

Neyse, biz sayıları yirmi milyonu geçerek nihayet patlamış olan gerçek yabancı turistlerimize dönerek konuyu bağlayalım.

 

İspanya’nın bu tür kitle turizmini, tam dillendirmese de “poubelle” (çöplük) olarak nitelendirerek, kıyılarında özel bir yerler ayırdığını, ucuz charter’ları da İspanya’nın geri kalanı ile mimari veya kültürel anlamda hiç ilgisi olmayan bu yerlere -örneğin Benidorm- yönlendirdiklerini, yıllar önce bir yazımda anlatmıştım. Diğer bölgelerde ise İspanyollar, turist murist demeden kendi yaşamlarını, olabildiğince (olabildiğince diyorum, çünkü artık bir de globalleşme var!) kendi kurallarıyla sürdürüyor ve turistler oralarda bu gerçek yaşamı -yani, gerçek, tek ve biricik sürdürülebilir olan yaşamı- olabildiğince paylaşmaya çalışan ve bunun için normalden biraz daha fazla para ödeyen gelip geçici katılımcılar olarak belirleniyor.

 

Bence sürdürülebilirliğin esas formülü de bu.

 

Son bir not: Bu arada, sürdürülebilirlik arayışları sürecinde, ondokuzuncu yüzyıl tipi “seyyah”ları ve o yüzyılın seyahat durumunu önerenler olacaktır. Kendilerine, bu “öncü seyyahlar”ın da ören yeri yağmalama konusundaki sicillerini hatırlatmakla yetineceğim. 


Dr. Haydar Karabey, Mimar


*Bu yazı Arredamento Mimarlik dergisi 2004/7’de yayınlanmıştır.

TARİHİ TAŞLIK CAMİİ YOK OLMAKTAN KURTARILDI





Osmanlı döneminin önemli mimari eserlerinden biri olan tarihi Taşlık Cami yok olmaktan kurtarıldı.

Edirne Yeni Mahalle'de bulunan camii, 1569 ile 1575 yılında Mimar Sinan tarafından yapıldı. Ünlü mimarın ustalık döneminde yaptırdığı Selimiye Camisi aynı dönemde yapılan Taşlık Cami'nin belli bölümleri zaman içerisinde meydana gelen depremler sonucunda yıkıldı. Caminin eski haline dönmesi için restorasyon çalışmaları yapılsa da yapı 1930 yılında kaderine terk edildi. Çevre sakinleri için oluşturduğu tehlike nedeniyle 1937 yılında onarım çalışmalarına tekrar başlandı. Ancak bu çalışmalar da tamamlanmadı. Dış etkilere karşı daha fazla dayanamayan tarihi yapı daha sonra tamamen yıkıldı.

 

Harabeye dönen bir dönemin önemli ibadet mekanı sarhoşların ve tinercilerin yeri haline geldi. Çevre sakinlerinin sürekli şikayet ettiği camii harabesine Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü el attı.

Tarihi mirasın tekrar eski ihtişamına kavuşması için proje hazırlanarak ihale yapıldı. 2006 yılında yapılan ihale sonucunda başlanan çalışmalar yaklaşık bir yıl sürdü. Restorasyon çalışmaları tamamlanan camii 2007 yılının ramazan ayında ibadete açıldı.

Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Hüseyin Özer, yok olma tehlikesi geçiren bir Mimar Sinan eserinin daha ihya edilerek tarihin yeniden canlandırıldığını söyledi.

Önemli mimari özelliklere sahip Cami, pandantif (Kare planlı binanın üzerine kubbe örtmek için gereken geçiş elemanı) ile tek kubbeyle örtülü bir harim (Osmanlı camilerini çevredeki evlerden ve sokaklardan ayıran, duvarlarla çevrili dış avlu) sahip.

Harimin kuzeyinde bir son cemaat yeri ve batı cephesinin kuzey ucunda ye alan bir minareden oluşur. Yapının içi kabayonu taş üzerine sıva, dış cephesi ise akçe geçmez tarzda yonu taşı kaplamadır.

Harimin kuzey cephesindeki son cemaat yerinin üst örtüsü çok yüksek olmayan bir balkon duvarla gizlenmiş.

Kırmızı-beyaz renk almaşığı oluşturan kesmetaştan yapılan son cemaat yerinin sivri kemerleri, mukarnas başlıklı silindirik sütunlar üzerine oturuyor. Son cemaat kemerlerin içine demir gergiler yerleştirilmiştir. Doğu cephesindeki açıklık örülerek kapatılmış.

Caminin minaresi harimin batı cephesinin kuzye ucunda yer alıyor. Kare planlı minare kürsünün görünen 3 yüzünde, kalın kaval silmelerle, birer dikdörtgen çerçeve oluşturulmuş. Taçkapı, harimin kuzey cephesinin ortasında yer alıyor.

haberler.com, 11.01.2008

TARİHİ ESERLERE BOYALI SALDIRIYA TEPKİ

 

Amasya'da, 900 yıllık bir tarihi eserin taşlarına kırmızı boya ile yazılan yazılar kent sakinlerinin tepkisini çekti.

11. yüzyılın sonları ile 12. yüzyılın başlarında yaşamış olan Selçuklu Emiri Halifet Gazi'nin Amasya Gökmedrese Mahallesi Torumtay Sokak'ta bulunan tarihi türbesinin taşları, kendini bilmez kişiler tarafından kırmızı boya ile boyandı. Yaklaşık 900 yıllık olan ve içerisinde Roma dönemine ait olduğu düşünülen bir lahitin bulunduğu türbenin ve parkın girişindeki taşların anlamsız yazılar yazılıp boyandığını gören mahalle sakinleri tepki gösterirken, tarihi eser düşmanlarının Amasya'da açık alanlarda sergilenen tarihi eserlere yaptıkları saldırıların ardı arkası kesilmiyor.

haberler.com, 11.01.2008

EFENDİMİZİN MEKTUBU NEDEN GİZLENİYOR?

 

Topkapı Sarayı'ndaki restorasyon çalışmaları sırasında Hz. Muhammed'in ceylan derisine yazdığı mektupların zarar gördüğü öne sürüldü. İddiaya göre, Peygamber Efendimiz’in şahsi eşyaları, tahrip olduğu için sergilenmiyor.

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun uğruna savaş yaptığı, binlerce şehit vererek ülkemize emanet ettiği hatta Cumhuriyet dönemindeki düşman işgalinde bile özenle korunup saklanan Kutsal Emanetler'den Peygamberimiz Hz.Muhammed'in mektupları, Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler Bölümü'nde artık yok.

 

Bugünlerde Topkapı Sarayı'ndaki Kutsal Emanetler Odası'nı ziyaret eden vatandaşlar kendilerine 'Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in yazdığı mektuplar nerede?' sorusunu sormadan geçemiyorlar. Çünkü mektupları görmeye giden ziyaretçiler, değerli taşlarla süslü altın muhafaza kutusundan başka bir şey bulamıyorlar. Bazı kaynaklar, kutsal emanetle ilgili inanılmaz bir iddia ortaya attı. İddiaya göre, Topkapı Sarayı'nın Kutsal Emanetler Bölümü'nde yapılan restorasyon çalışmaları sırasında Hz. Muhammed'in şahsi eşyası olan ceylan derisi üzerine yazdığı mektuplar tahrif oldu.

 

Ve yine iddiaya göre, Peygamberimizin mektupları zarar gördüğü için sergilenmekten vazgeçildi. Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Hilmi Aydın konuyla ilgili yaptığı açıklamada mektupların restorasyon sonrası kombinasyonun iyi olmadığı için sergilenmekten vazgeçildiğini açıklayarak, mektupların daha fazla zarar görmesini engellemek için Ramazan ayında ziyarete açılabileceğini ifade etti. Aydın’ın “Mektupların daha fazla zarar görmemesi” sözleri, konuyla ilgili şüpheleri artırdı. Yine Hilmi Aydın'ın personeline sergilenen eserler konusunda konuşma yasağı getirmesi de akıllara soru işaretleri getirdi.

 

Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı ise, "Mektupların sergileniyor olması lazım. Neden sergilenmedikleri konusunda bilgim yok. Bu konuyu Müze Müdürü Hilmi Aydın bilir" açıklaması yaptı. İlber Ortaylı’nın olaydan haberinin olmaması, garip karşılandı. Topkapı Sarayı, Kutsal Emanetler Bölümü'nde büyük kısmı İstanbul İl Özel İdaresi tarafından karşılanan Cumhuriyet tarihinin en pahalı restorasyon çalışması yapılmıştı. 5.5 milyon YTL harcanarak yapılan yeni düzenlemede eser sayısı 35'ten 60'a çıkarken, Hz. Muhammed'in yazmış olduğu mektuplar ise ortadan kaldırıldı. Kutsal Emanetler'i ziyaret eden vatandaşlar bu denli kapsamlı ve Cumhuriyet Tarihinin en yüksek bütçeli restorasyonunun ardından Hz. Muhammed'in mektuplarını göremedikleri için çok üzgün olduklarını belirterek, mektupların tekrar ziyarete açılmasını istediler.





Topkapı S arayı’ndaki Kutsal Emanetler Bölümü’nü ziyarete gelen vatandaşlar, Peygamberimizin’in mektupları yerine, sadece saklama kutusunu görüyorlar. Daha önceden ziyarete açık olan mektupların (yanda), restorasyon çalışmaları sırasında parçalandığı öne sürülüyor.

Bugün, Haber: Ozan Köse, 11.01.2008

İKİ BİN YIL ÖNCESİNDEN GELEN TAT

 

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Arkeoloji Bölümünde yürütülen, antik çağlarda mutfak kültürüyle ilgili proje kapsamında, Roma döneminde Antalya ve çevresinde tercih edilen antik yemek tatlarına ulaşıldı. Tarihi Kaleiçi`ndeki bir otelde davetlilere bu çömleklerde pişirilerek sunulan antik yemeklerin turizme kazandırılması amaçlanıyor.


AÜ Arkeoloji Bölümü lisans üstü dersleri kapsamında Doç.Dr. Taner Korkut tarafından öğrencilerle yürütülen deneysel arkeoloji projesiyle Roma dönemi mutfak kültürü incelendi. Teorik ve uygulamalı iki bölümden oluşan projenin ilk aşamasında, Roma dönemi yemekleri ve pişirmede kullanılan çömlekler araştırıldı. Ayrıca antik kaynaklardan yararlanılarak Roma dönemi yemek menüleri incelendi ve günümüzde uygulanabilir olanlar tespit edildi. Projenin uygulama aşamasında sanatçı Taner Dağıstanlı, Patara Antik Kenti`nde bulunan Roma dönemine ait pişirme çömlekleri ve günlük kullanılan servis seramiklerinin orijinal benzerlerinden üretti. Seramik kaplar içerisinde yapılan pek çok pişirme denemesi sonucu antik çağların enteresan ve kalıcı yemek tatlarına ulaşıldı.

Kaleiçi`ndeki bir otelde verilen davette antik yemekler, üretilen çömleklerde ve odun ateşinde pişirildi. Davetliler yemekleri o dönemin servis kapları ve tahta çatal-kaşık ile yediler. Yemeklerden ``dana yahni`` ise 2 bin yıl öncenin düdüklü tenceresi ile pişirildi.


Doç.Dr. Taner Korkut, modern düdüklü tencerenin 1630`larda icat edildiği belirterek, Patara`daki kazılar sırasında düdüklü tencerenin MÖ 1. yüzyıldaki varlığını belgelediklerini kaydetti. Korkut, bu düdüklü tencerenin imitasyonunu yaparak, yemekleri pişirmede kullandıklarını söyledi.

Yemeğe katılan AÜ Rektörü Prof.Dr. Mustafa Akaydın, projenin heyecan verici olduğunu söyledi. Yemekleri beğendiğini belirten Akaydın, antik yemeklerin turizme büyük katkı sağlayacağını kaydetti. Akaydın, ABD başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinden gelecek turistlerin bu yemeklerden tatmak isteyeceklerini ve bunun için ciddi paralar ödeyeceklerini ifade etti.


Doç.Dr. Taner Korkut da 2 bin yıl geriye giderek, o dönemde Antalya ve çevresinde tercih edilen tatlara ulaştıklarını söyledi. Ulaşılan tatların bu toprakların bir parçası olduğunu belirten Korkut, ``Hazırlanan yemekler bizim geçmişimizin bir parçası. Roma döneminde Antalya ve çevresinde pişirilen yemekler turizmde kapsamı genişletilerek kullanılmalıdır`` dedi.


Fransız ve İtalyanların kendi mutfaklarını iyi pazarladıklarını belirten Korkut, antik çağlardaki yemeklerin Antalya turizmine büyük prestij kazandıracağını sözlerine ekledi.


Yemekte, davetlilere içecek olarak şarap ve üzüm suyu sunulurken, giriş yemeği olarak peynirli salata, lahana, zeytin mezesi, sac ekmeği verildi. Odun ateşinde çömlekte pişirilen zeytinli tavuk dolması ile tarihte bilinen ilk düdüklü tencerede yapılan dana yahni ana yemek olarak sunuldu.

Kemer Gözcü, 11.01.2008

SULUKULE PLATFORMU'NDAN KÜLTÜR BAKANI'NA AÇIK MEKTUP





8 Ocak 2008 Salı günü Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan “Sulukule, Yeniden Şekillenecek” başlıklı haberde, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal'ın soru önergesini yanıtlayan açıklamalarına yer verildi. Proje kapsamında yıkılması öngörülen yapıların yerine bitişik nizamda, 7 ana mimari üslupta toplam 21 yapı tipinin tasarlandığını belirten Günay, bu konutların dışında konaklama tesisi ile ticaret ve kültür tesisi olarak 2 yapının da avan projede yer aldığını ifade ediyor.

Projenin, Yard.Doç.Dr. Mehmet Ali Yüzer, Yard.Doç.Dr. Selim Velioğlu, Doç.Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller ve Dr. Aras Neftçi'nin danışmanlığında hazırlandığını söyleyen Günay, İstanbul Yenileme Alanı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 2 Kasım 2007 tarihli kararıyla uygun bulunan yenileme avan projesinin, kurul gündeminde yaklaşık 3 ay süreyle"tescilli yapılar, sur koruma bandı, bölgenin silüeti ve koruma mevzuatı" gözönüne alınarak değerlendirildiğini belirtiyor.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın, Sulukule yenileme projesiyle ilgili açıklamalarının kafalardaki sorulara bir cevap olmadığını, tam tersine daha büyük endişelere mahal verecek sözler olduğunu belirten Sulukule Platformu, tepkilerini şu sözlerle dile getiriyorlar:

Tarih
1. Dünyada binlerce yıllık kent olarak adlandırılabilecek iki yerleşim alanından biri olan İstanbul'un merkezinde, Tarihi Yarımada'da sürdürülen yenileme projelerinin her biri mimarlık skandalı niteliğinde.

Örneğin Süleymaniye'de, Kiptaş tarafından insanlardan arındırılan ve yeni sahiplerinin yatırım ihtiyacını karşılamak için yıktırılan sapasağlam tescilli binalar, İstanbul gibi bir kentin nasıl bir inşaatçı mantığına teslim edildiğini ortaya koyuyor. Süleymaniye Projesi'ni onaylayan Koruma Kurulu bile, bu yıkımlar konusunda suç duyurusunda bulundu, ama ne yazık ki, iş işten geçtikten sonra!.. Ya suça daha fazla iştirak etmemek için, ya da tarihi bina katliamı gerçekten onların bile yüreğini sızlattığı için. Çünkü malum, kurullar, "koruma"dan çok, "yıkıp yenileme" amacına hizmet ediyorlar...

Bölgelerde tescilli binaların bile yıkılarak yerine, UNESCO'nun uyarılarına aldırış edilmeden taklit Osmanlı evleri yapılması, konutların yeni sahipler için yapıldığının göstergesi. Çünkü, buraların değerleneceği bilgisini "içeriden" alıp yatırım yapan "müşteriler" eski binaları tercih etmiyor.

Nitekim Sulukule Projesi'nde de, tescilli sivil mimari örneği sayısının düşük gösterilmesi, tıpatıp aynı nitelikte onlarca başka evin es geçilmesi de bunu gösteriyor.

Kültürle ilgili en üst düzeydeki kamu görevlisi olan Sayın Bakan, neden kültürü yok sayan bir inşaatçı mantığı ile yalnızca fiziksel mekanı dönüştürmeyi hedefleyen bu ilkel mimarlık uygulamasını destekliyor?





Fotoğraf: Cihat Ak


2. Sultanahmet otel inşaatında yaşanan skandal bu kez de Sulukule'de tekrarlanmak üzere. Projede, evlerin altı bütünüyle otopark olarak öngörülmüş. Oysa, mahallenin, Bizans ve Osmanlı zamanlarında çok önemli bir yerleşim alanı olduğu biliniyor. Türkiye'nin 1982'de imzalamış olduğu UNESCO Konvansiyonu, yer altındaki arkeolojik varlıklar araştırılmadan yeni inşaat yapılamaz diyor.

Ayrıca surların bulunduğu bölgede yapılacak inşaat faaliyetlerinin de bu konvansiyona göre DKMK ile haberleşerek yürütülmesi gerekiyor. Dahası, TC yasaları uluslararası normların dikkate alınmasını gerektiriyor.

Oysa, bölgedeki kalıntılar hiç bir zaman araştırılmadı. Bazı kaynaklara göre, 569-570 yıllarında inşa edilen Deuteron Sarayı'nın, Sulukule'de olması yüksek bir olasılık.

Sulukule'ye tarihi adını veren "su"yun, yani bir zamanlar Bayrampaşa sırtlarından kopup gelen Lycos deresinin suyunu toplayan Bizans sarnıcının üzerine, iki yıl kadar önce inşa edilen yüzme havuzu kompleksi ise başka bir skandal... Bu kompleksin inşası ne tesadüftür ki, Sulukule'nin yenileme alanı ilan edildiği günlere rastlamıştır!.. Yatırımcıların ilgisini çekmek, bölgenin değerini artırmak ve proje sayesinde yerlerinden edilecek Romanların yerine mahalleye yeni yerleşecek olanlara bir cazibe merkezi oluşturmak için... Yanına bir de alışveriş merkezi ve otel inşa ettiniz mi, işte kültür, işte "çağdaş" yenileme!... Üstelik de "sosyal"!..

Fatih Belediyesi'ne ve tabi ortaya çıkan projeye göre, arkeolojik kazıya şimdilik gerek yok. Ama, inşaat kazıları sırasında, dozerlere, ekskavatörlere tarihi bir şeyler takılırsa, ne yapılması gerektiğine o zaman karar verilecek!

Yoksa, aynı Sultanahmet örneğinde olduğu gibi, bölgenin etrafı perdelerle çevrilip, kalıntılar rahat rahat yok mu edilecek?

Sosyal, Ekonomik, Kültürel Sorunlar
3. Yüzlerce yıldır Sulukule'de yaşayan insanları zararlı yaratıklar gibi gösteren:

- Onları, "siyah ve esmer vatandaşlar" olarak niteleyen ve hem savcı hem yargıçmış gibi "kötü şeyler yapıyorlar" yargısında bulunan zihniyetle (TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar, bkz. Ekonomist Dergisi 12 Kasım 2007).

- Projenin mahalle sakinlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla, mahallelilerin ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleşmesi için mücadele veren STK'ları, "daha fazla istifade etmek isteyen provokatör ve kışkırtıcılar" olarak tanımlayan anlayışla (AKP Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in basın toplantısı, bkz. Yeni Şafak 27 Aralık 2007).

- Yine STK'ların yenileme projelerine muhalefetini, "uyuşturucu ve kadın satıcılarının" kendi çıkarlarını korumak için harekete geçmesi olarak kamuoyuna sunmaya çalışan kamu şirketi yöneticisiyle (yine TOKİ Başkanı, bkz. Milliyet 18 Kasım 2007).

- Sulukule'nin, Osmanlı orta ve üst tabakasının ikamet ettiği bir mahalle olduğunu, bütün tarihi verilere rağmen ispatlamaya çalışarak sürgün ve yıkımları doğrulama uğraşına giren; mahallelinin Sulukule adıyla anılmaktan "aşırı derecede rahatsız" olduğunu iddia ederek hem tarihten gelen bu adı, hem de orada yaşayanları aşağıladığının ayırdına bile varmayan Fatih Belediyesi'yle (bkz. TC Fatih Belediyesi Resmi Web Sitesi).

Ve daha saymakla bitmez gaflarla, bilgisizlik veya çarpıtmayla oluşturulan "sosyal" projenin, insanları sürmesinden, yaşam biçim ve çevrelerini değiştirmeye zorlamasından ve oradaki kültürü yok etmeye çalışmasından başka bir şey beklenebilir mi?

 

4. Bölgede yaşam ekonomisi de altüst ediliyor, orada bir arada yaşamaktan doğan iş kaynaklarının yanı sıra, kültürlerini yeniden üretme yolları da kesiliyor. İnsanların evlerini satmaya, kiracıların yer değiştirmeye zorlanması yaşama, barınma ve insan haklarına aykırıdır. İnsanların yaşam biçimlerine müdahale eden, birlikte ve dayanışma içinde yaşamaları sayesinde sürdürebildikleri Roman kültürünü, bölünerek ve dağıtılarak uzun süre sürdüremeyecekleri açıktır. Bu uygulama açıkça ayrımcılık ve asimilasyondur.

Bir kültür bakanı, bu ayırımcılığı ve en az bin yıl öncesine dayanan bir kültürün yok edilmesini nasıl destekleyebilir?

5. Öte yandan, bölgeyi yenileme alanı ilan edenler de, projeyle ilgili karar organlarında yer alanlar da , bölgeye yatırım yapanlar da, ya aynı kişiler ya da onların yakınları olan partililerdir. Hatta aralarında rant için kavgalar bile çıkmıştır (bkz. Haber Fatih).

Bir kültür bakanı, sokaklardan saraylara koca bir imparatorluğu nağmeleriyle dolduran, uluslararası kabul görmüş müziğiyle dünyada tek olan, dünyaca ünlü müzisyenler yetiştiren bu mahallenin, nasıl olur da rant için yok edilmesine göz yumabilir?

Buranın, insanlarıyla birlikte yaşaması ve yaşatılması için, bir kültür ve turizm merkezi haline getirilip sakinleriyle birlikte kalkınması için nasıl olur da fikir beyan etmez, kavgasını vermez?

Yenilemek veya "nezihleştirmek" için değil de "iyileştirmek" için bir proje yapılmasını talep etmez?

Mimari
6. Bakan, kurul çalışmalarında surların gabari olarak dikkate alındığını söylüyor. Böyle bir yaklaşım kültürle ilgili bir konuda yeterli olabilir mi?

Surlara bir yönetim alanı olarak bakılması gerekli. İstanbul'un Kara Surları, Dünya'da tarihsel topografyasını, bostanları, anıtları, mahalleleri ile koruyabilmiş tek örnek.

Tarihi mirasa, basit bir toplu konut şirketi yöntemi ile, iş merkezi, tatil köyü, rezidanslar gibi, tek tip yani homojenleştirici bir mimarlık ve şehircilik mantığı ile yaklaşılamaz. Oysa, Sulukule projesi, buraya yama gibi bir toplu konut sitesini sığdırmayı öngörüyor.

7. Bakan'ın açıklamasında yer alan Osmanlı mimarisi tarzı ne demektir? Sulukule için hangi dönemin Osmanlı tarzı esas alınmaktadır? Bir kültür bakanı mimarlık ve kentsel tasarımla ilgili bir fikri bu şekilde sorgulamadan, kamusal işlevini yok sayacak bir biçimde kullanabilir mi?

"Surlara uyumlu konutlar" başlığı altında mimari düşünce ve sorgulama alanını kapatan, "ben yaptım oldu" mantığıyla üretilen projelerin nasıl bir sonuç vereceği ortada. İstanbul gibi bir kentin böylesine dar bir perspektiften, homojenleştirici inşaatçı mantığı ile yönetim planı olmadan, uluslararası normları, yasaları çiğneyerek, katılımcılığı kale almadan, yaratıcı fikirlere açılmadan dönüştürülmeye çalışılması, geçmişteki tepeden inmeci uygulamalarda olduğu gibi yalnızca küçük bir azınlığı zengin etmekten başka bir sonuç yaratmayacak.

Oysa gelişmiş dünya, sonuçların hep aynı olduğunu görerek bu yöntemleri çoktan geride bıraktı.

Projelerin insanlar için yapılması dileğiyle...

Arkitera, 11.01.2008

TRALLEIS'DEN ÇIKANLAR DEPODA KORUNACAK

 

Tralleis Antik Kenti kazı çalışmalarında çıkarılan eserlerin korunması amacıyla Aydın Ticaret Odası'nca yaptırılan depo törenle açıldı. AYTO Başkanı Mustafa Baştuğ, deponun açılışında yaptığı konuşmada, Tralleis Antik Kenti'nin Aydın turizminin belli bir noktaya gelmesini sağlayacak bir kazı yeri olduğunu söyledi.


Oda üyelerinin bu durumun farkında olduğu için Tralleis Kazılarını Destekleme Derneğine üye olduklarını bildiren Baştuğ, "Aydın ekonomisi için turizmin önemi artık anlaşılmalı. Turist kafileleri Aydın'dan teğet geçiyor. Hedefimiz bu kafileleri Aydın'a getirmek olmalı" dedi.


Aydın'da turizmi hareketlendirmek için sivil toplum örgütleri, üniversite ve kamuoyunun birlikte hareket etmesi gerektiğini belirten Baştuğ, şöyle konuştu: "Aydın turizminin yol haritasını belirlemeli. Kuşadası, Didim ve Karacasu ilçelerimiz gibi artık Aydın merkeze de turistleri çekmenin zamanı geldi. Tabii bunun için sadece Tralleis Antik Kenti'nin turizme açılması yeterli değil. Aynı zaman da Nasuhpaşa Külliyesi, Zincirli Han ve Gümrükönü gibi tarihi yapılarında turizme kazandırılması gerekli. Odamız, Tralleis kazılarının ardından, Gümrükönü Hanı'nın da restorasyonu için gereken desteği sağlıyor."


Tralleis Antik Kenti'nin Aydın ile bütünleştiğini ifade eden Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdullah Yaylalı, antik kentin hamam, okul ve spor kısımları ile kilise bölümündeki kazı çalışmalarının tamamlanmasıyla turizme açılabileceğini söyledi. Aydın Valisi Mustafa Malay, Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Şükrü Boylu ve davetlilerin katılımıyla düzenlenen tören, eserlerin muhafaza edildiği deponun açılmasıyla sona erdi.

Haber Ekspres, 11.01.2008

YILDIRIM'A TARİHİ KİMLİK

 

Bursa, Yıldırım Belediyesi, tarihi kültürel mirasa verdiği önemi gerçekleştirdiği projelerle ortaya koyuyor. Molla Yegan Medresesi, Balabanbey Kalesi, Minia Yıldırım, Cumalıkızık ve tarihi yaya aksı ile ilçeye birçok tarihi mekan kazandırdı.


Yıllarca virane, harap bir şekilde kalmış Yıldırım Bayezıt döneminde yapılan Molla Yegan Medresesi, restore edilerek yeniden gün yüzüne çıkartıldı. Kaplıkaya Mahallesi'ne yapılan Minia Yıldırım' ise yerli ve yabancı turistlerin Yıldırım'da en çok uğradıkları mekan haline geldi. Her yıl geleneksel olarak kutlanan Bursa'nın kurtuluşu, restorasyonu bitirilen Balabanbey Kalesi'nde, mehter takımı eşliğinde söylenen cenk marşları ile ayrı bir güzellik alırken, ışıklandırması ve renkli bordür taşları ile "Tarihi yaya aksı" kenti hiç bilmeyenlere rehberlik ediyor.

 

Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, "Bursamızın mührü tarihi eserlerimizi bir bir ortaya çıkarıyoruz. Tarihini bilmeyen nesiller geleceğe güvenle bakamaz. Yıldırım kabuk değiştiriyor. Yıldırım gün ve gün gelişiyor" dedi. Keskin, tarihi kültürel miras çalışmalarının süreceğini ifade ederek, Yıldırım'ın Bursa'nın değişen ve gelişen yüzü olmaya devam edeceğini sözlerine ekledi.

Bursa Hakimiyet, 11.01.2008

TARLABAŞI'NDA SONA DOĞRU

 

Beyoğlu Belediye Meclisi, Tarlabaşı'nda 278 binanın yenilenmesine ilişkin avan projeleri tasdik eden Anıtlar Kurulu kararını oy birliği ile onayladı.

 

Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, projede gelinen son durum hakkında bilgi verdi.Anıtlar Kurulu'nun Tarlabaşı'nda 278 binanın yenilenmesine ilişkin avan projeleri tasdik ettiğini ifade eden Demircan, Beyoğlu Belediye Meclisinin de bu kararı oy birliğiyle onayladığını bildirdi.

Demircan, ''Bu aşamadan sonra mülk sahipleri ile görüşerek yeni projede nereye sahip olacaklarını belirleyeceğiz. İnsanların önüne yapılan projeleri açacağız ve onlara diyeceğiz ki 'Siz bugün için şurada duruyorsunuz, yapımdan sonra bu proje bütünlüğü içinde şöyle bir yer verilecek' ne diyorsunuz? Bu tartışmanın başlayacağı bir döneme giriyoruz'' diye konuştu.

Bir mahallenin, yaşananları ile birlikte kötüye gitmesi durumunda onu iyiye götürmek için mevcut insanlarla çalışmak gerektiğini dile getiren Demircan, ''Yoksa o mahalle, mahalle olmaktan çıkar'' dedi.Demircan, kötü görüntüyü hak etmeyen Tarlabaşı'nı, binalarını iyileştirmek suretiyle iyileştireceklerini anlatarak, projenin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın imzası ile uygulamaya geçeğini söyledi.Ahmet Misbah Demircan, ''İhaleyi alan Çalık Grubu şirketlerinden GAP İnşaat'ın çalışmalarına 6 ay içinde başlamasını, 1,5 yıl içinde de tamamlamasını öngörüyoruz'' diye konuştu.

Demircan, şöyle konuştu:''Binalar yıkılıp yeniden mi yapılacak ya da olduğu gibi mi restore edilecek? Bu Anıtlar Kurulu'nun vereceği yol haritası ile ortaya çıkacak. Bu aşamadan sonra Anıtlar Kurulu binanın yapım tekniklerine son kararı verecek. Bazı binalar var ki dış cephesi korunarak yenilecek, bazı binalar olduğu gibi korunacak, bazı binalar yıkılıp yeniden yapılacak. Bu binadan binaya değişen bir şey. Ama bizim istediğimiz binaları bir bütün, ada halinde görmek. Kanun böyle istiyor. Adaların altına ihtiyaca göre otopark da yapılacak.''

Projenin, ''yatırımcının yatırdığı paranın karşılığını ilave metrekareden almak yerine mevcudu bölüşmek üzerine kurulduğunu'' ifade eden Demircan, ''Mesela 200 metre kare bir yeri olan varsa, ortalama yüzde 42'si kendine kalıyor, gerisi yatırımcının oluyor. Mal sahibi, 200 metre kare üzerinden 84 metrekareye sahip oluyor. Onu kat kat, küçük mekanlarda almaktansa tek bir daire şeklinde yapılmış haliyle alacak. Bir de otoparkı olacak'' diye konuştu.

Mal sahipleri ile görüşmelerinde şimdiye kadar bir sorun yaşamadıklarını belirten Demircan, şöyle devam etti:''Tarlabaşı'nın değerleri geçen yıllar içinde inanılmaz kayboldu ve bir çok bina burada boş kaldı, yaşayamadılar, ev ve iş yeri olarak kullanamadılar, evleri bu haliyle ekonomik bir değer oluşturmadı. Böyle bir proje ile binalar mevcut değerini kat be kat artıracak. Belki metrekare düşecek, ama kendine kalan metrekareden belki onlarca kat daha fazla bir değer ifade edecek. Bunun çok farkındalar ve bir an önce bu işin yapılmasını istiyorlar.''

Kentin merkezinde suçla özdeşleşen ve fiziksel yapısı çürümeye mahkum olan Tarlabaşı, uzun yıllar gelişime ve değişime kapalı kaldı. Kuzeyde Dolapdere Caddesi, güneyde Tarlabaşı Bulvarı, doğuda Talimhane ve batıda Kasımpaşa ile sınırlanan Tarlabaşı, yıllarca insanların İstanbul'a ilk gelişlerinde geçici olarak barındıkları, sahiplenmedikleri bir mekan olarak kaldı.19. yüzyıl sonlarına tescilli sivil mimari örneklerinin bulunduğu Tarlabaşı'nın özgün sokak örüntüsü ise daha eski yıllara dayanıyor.

Mekansal örüntüsü ile belli bir dönemin tanıklığını yapan Tarlabaşı, 20 Şubat 2006'da Bakanlar Kurulu kararı ile yenileme alanı ilan edildi. Beyoğlu Belediye Meclisi bu kararı uygulama usul ve esaslarını 10 Kasım 2006'da onayladı. Tarlabaşı'nın yenilenmesi için 16 Mart 2007'de çıkılan ihalede Çalık Grubu şirketlerinden GAP İnşaat en uygun teklifi vererek 4 Nisan 2007'de Beyoğlu Belediyesi ile sözleşme imzaladı.Tarlabaşı bölgesini yenileme projesiyle, ''alandaki problemlere kalıcı çözümlerin getirilmesi, olumsuz yönde değişime uğramış, neredeyse çöküntü haline gelen bölgenin fiziki yapısının yenilenmesi, çevreyle entegrasyonun sağlanması suretiyle, alanın potansiyelinin efektif biçimde kullanılmasının sağlanması, sosyal ve çevresel şartların düzenlenmesi ve kent merkezine izole bir bölge haline gelmiş bu alanın yeniden canlandırılarak kent yaşamına dahil edilmesi'' amaçlanıyor.

Sabah, 11.01.2008

SİVAS POLİSİNDEN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Sivas'ta, yanlarındaki tarihi eserlere müşteri arayan biri muhtar üç kişi 'Antik-58' adlı operasyonla yakalandı.

Edinilen bilgiye göre, Mavi Çarşı civarında ellerindeki torbalar içerisinde tarihi eser bulunan üç kişinin müşteri aradığı ihbarını alan polis, 'Antik-58' adıyla bir operasyon düzenledi. Yapılan operasyonda kent merkezinde ismi açıklanmayan bir mahallenin muhtarı olduğu belirlenen A.B. ile Z.Ö. ve H.C. isimli üç kişi gözaltına alındı.

 

Şahısların üzerlerinde, iş yerlerinde ve ikametlerinde yapılan aramalarda iki adet metal arama dedektörü, 50 adet sikke, bir adet metal ok ucu, bir adet yüzük, bir adet kolye ucu, bir adet kurusıkı tabanca, beş adet kurusıkı fişek ele geçirildi.

Şahıslar Emniyet'te ifade verdikten sonra tarihi eser kaçakçılığı yapmak suçundan adli makamlara sevk edildi.

Öte yandan, Müze Müdürlüğü yetkililerinin incelemesi sonrasında söz konusu malzemelerin MÖ II. Yüzyıl Pontus Bölgesi Grek Dönemi'ne ait olduğu belirlendi.

haberler.com, 10.01.2008

SAKARYA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Sakarya'nın Karasu, Kocaali, Kaynarca ve Kandıra ilçelerinde yapılan operasyonlarda, Roma, Selçuklu, Bizans, Ceneviz ve Osmanlı dönemine ait 131 parça tarihi eser ele geçirildi. Olayla ilgili 5 kişi gözaltına alındı.

Kocaeli'nin Kandıra İlçesi'nde balıkçılık ve dalgıçlık yaptığı belirlenen Seyfettin Ö.'nün (49), Karadeniz'de gemi batıklarından çıkan anforaları çeşitli illerde pazarladığı ihbarını alan jandarma, bu şahsı takibe aldı. Karasu yakınlarında şahsın kullandığı 41 T 9001 plakalı aracı durduran jandarma ekibi yaptığı aramada, Cenevizlilere ait anforalar ve çok sayıda tarihi eser ele geçirdi. Balıkçının sorgulaması sonrasında operasyona devam eden ekipler, Seyfettin Ö.'nün iş birliği yaptığı Ekrem E. (51), Kadir A. (49), Mustafa P. (28) ve Hayri K.(43)'yı da gözaltına aldı.

Karasu İlçesi'nde 4 ev ve iş yeri ile Kandıra İlçesi'nde 7 ev ve iş yerinde yapılan aramalarda Cenevizliler dönemine ait 1 hançer, Osmanlı dönemine ait 1 adet Kur'an-ı Kerim, 8 anfora, 4 gümüş kolye, 4 gümüş sikke, 107 bronz sikke, Bizans dönemine ait 5 stel ile 1 adet küp olmak üzere toplam 131 adet tarihi eser ele geçirildi.

Tarihi eserlerin ele geçirilmesinin ardından inceleme yapmak üzere Karasu ilçesine giden Adapazarı Müze Müdür Vekili Mürşit Yazıcı ile Arkeolog Semra Bilgin, ele geçirilen malzemelerin Roma, Selçuklu, Bizans, Ceneviz ve Osmanlı dönemine ait olduğunu belirttiler.

Öte yandan gözaltına alınan 5 kişi sorgularının ardından adliyeye sevk edildi.

haberler.com, 10.01.2008

NEMRUT DAĞI'NIN ÇEVRE DÜZENLEMESİ BU YIL BAŞLAYACAK

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Adıyaman’da bulunan Nemrut Dağı çevresinin düzenlemesine bu yıl başlayacaklarını belirterek, yabancı kazı ekibiyle görüşme yapıldığını ODTÜ'den bir ekibin de çalışma yaptığını söyledi.


Nemrut’a ulaşımın daha güvenli hale getirmeye çalıştıklarını dile getiren Günay, Nemrut'un korunmasıyla ilgili, "Korunma çalışmalarını hızlandırıyoruz. Uygulama için de ciddi bir bilimsel çalışma var" diye konuştu.

 

2008 yılı bütçesi içerisinde bakanlığa ayrılan payı da değerlendiren Günay, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bütçeden binde 40 seviyesinde bir pay ayrıldığını hatırlatarak, sponsor desteği ve emlak vergisinden tarihsel eserlerin restorasyonu için ayrılan paydan kullanacaklarını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ek binasının yapımının da bitme aşamasına geldiğini kaydeden Günay, “Kirada olan birimlerimizin tümünü de Sayıştay binasına alacağız. Kültür Bakanlığı’nın kira ödemesine son vereceğiz” diye konuştu.


Ulus’ta bir yenilenme projesi başlattıklarını belirterek, bazı yapıların tarihi yapıyı bozduğuna işaret eden Günay, bir süredir restorasyon çalışmaları devam eden Resim Heykel Müzesi'nin de 18 Ocak'ta açılacağını ifade etti. Günay, “Müzelerin çevresindeki yeşil alanlar hem gelir getirici hem de yaşama mekanlarına dönüştürülmeye çalışılacak. Kızılay'daki Adnan Ötüken Kütüphanesi, Milli Kütüphane'nin bahçesini de bu şekilde açmayı düşünüyoruz. Bir müzenin ve kütüphanenin bahçesi güzel bir şekilde hizmet vermelidir" dedi.

Turizm Gazetesi, 10.01.2008

SİDE MÜZESİ'Nİ 97 BİN  514 TURİST GEZDİ

 

Side Müzesi'ni 2007'de 97 bin 514 yerli ve yabancı turist ziyaret etti. Antalya'nın Manavgat ilçesi Side beldesindeki müzeyi 2006'da da 89 bin 195 kişi ziyaret etmişti.


Sergiledikleri eserleri görmeye gelen ziyaretçilerin yüzde 40'nın yerli yüzde 60'nın yabancı olduğunu ifade eden Side Müzesi Müdürü Güner Kozdere, gelen yabancı turistlerin başında Almanya, Hollanda, Belçika, Avusturya, İsviçre, Rusya, Macaristan, Baltık ülkeleri ile İskandinav ülkeleri Finlandiya, Norveç, Danimarka, İsveç ve İzlandalılar olduğunu söyledi. Side Müzesi'nde toplam 12 bin 968 tarihi eser sergilediklerini belirten Müdür Güner Kozdere, bunların 3 bin 313'nün arkeolojik eser, 9 bin 655'nin ise değişik medeniyetlere ait sikkeler olduğunu ifade etti.

Güner Kozdere, “Müzemize geçen yıl 31 Aralık itibari ile gelen ziyaretçi sayısında bir önceki yıla göre 8 bin 319 artış olmuştur. Yabancı ziyaretçilerin yüzde 55'ni Almanlar oluşturuyor. Müzedeki eserlerin çoğunluğu Roma ve Bizans dönemine ait. 2007 yılında müzeyi 97 bin 514 yerli ve yabancı turist ziyaret edip, 332 bin 215 YTL gelir elde edilmiştir. Müzede sergilenen en önemli eserlerin arasında Aphrodit, Apollon, Athena, Dionysos, Herakles, Hremes ve Zeus gibi tanrıçaların heykelleri sergilenmektedir.” diye konuştu.

 

Öte yandan Alman heykeltıraş Dietmar Frieze(78) 3 yıl içinde Side Müzesi'nde 81 heykeli onararak, gün yüzüne çıkardıklarını söyledi. 55 yıldır Side'de yaşadığını ifade eden Alman heykeltıraş Frieze, Side Müzesi'nde acil onarımı gereken 9 heykelin daha bulunduğunu belirtti.

Turizm Gazetesi, 10.01.2008

PAMUKKALE GELİRİNİN YARISI DENİZLİ'YE BIRAKILDI

 

Denizli Valiliği ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında imzalanan ek protokolle, Pamukkale ören yeri işletmesi için ödenen yıllık 1 milyon 500 bin YTL kira bedelinin 100 bin YTL'ye indirildiği açıklandı.

 

Denizli İl Genel Meclisi ocak ayı toplantısı, Osman Yüceliş başkanlığında yapıldı. Toplantıda İl Özel İdare Genel Sekreteri Adem Oklu, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Denizli Valisi Hasan Canpolat arasında imzalanan ve Bakanlık tarafından onaylanan ek protokolle Pamukkale ören yeri kirasının 1 milyon 500 bin YTL'den 100 bin YTL'ye düşürüldüğünü söyledi. Oklu, protokol gereğince Denizli'nin, ören yeri gelirlerinden 10 yıl boyunca elde ettiği yüzde 25'lik payın da yüzde 50'ye çıkarıldığını bildirdi. Oklu'nun protokol maddelerini okumasının ardından iktidar ve muhalefet partilerine mensup İl Genel Meclisi üyeleri, kararları alkışlarla destekledi. İl Genel Meclisi Başkanı Yüceliş, bu jestinden dolayı Bakan Günay'a teşekkür edeceklerini belirtti. DP İl Genel Meclisi üyesi Grup Başkan Vekili Abdi Baklan da kararı memnuniyetle karşıladıklarını söyledi. Bu arada Pamukkale ören yerine giriş ücreti ise 5 YTL'den 10 YTL'ye çıkarıldı. Ayrıca Pamukkale'de her ayın ilk pazartesi halk günü olacak ve vatandaşlar ücretsiz gezebilecek.

Zaman, 10.01.2008

GÖKMEDRESE'DE KENET TEKNİĞİ

 

Selçuklu mimarisinde ecdadın taşları birbirine bağlamakta kullandığı "kenet" tekniği tarihi 'Gökmedrese'de hayat buldu. Sona yaklaşılan Gökmedrese restorasyonunda bu teknikle örülen duvarların depreme daha dayanıklı olduğu ifade edildi. Kenet tekniğinde üst üste dizilen taşlar, çelik çubuklarla birbirine geçmeli olarak diziliyor.

 

Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından 1271 yılında yaptırılan Gökmedrese'nin 4 Ağustos 2006 tarihinde başlayan restorasyonu eksi 20 dereceyi bulan soğuk havaya rağmen devam ediyor. Adını, üzerindeki gök mavisi çinilerden alan ve 'Mavi Medrese' olarak da anılan Gökmedrese'de şimdiye kadar temel güçlendirme çalışmaları yapıldı.

 

Hazırlanan proje doğrultusunda medreseyi çevreleyen duvarların temeline yaklaşık 8 metre inilerek beton döküldü. Medresedeki oda içleri ise temelinden yüzeye kadar Hollanda'dan getirilen endüstriyel köpük dolgusuyla dolduruldu. Eserin zeminde biriken yeraltı suyunun tahliyesi için de alt koddan eksi 7 ile eksi 3 metre derinliğe drenaj borusu yerleştirildi. Şu an ise zaman içinde doğal ve dışardan müdahalelerle yıpranan dış duvarların restorasyonu yapılıyor. Çalışmaların kış mevsiminde de devam edebilmesi için Gökmedrese'nin üzeri geçici çatı ile kapatılmıştı. Duvarlar örülürken teknolojinin son imkanlarının yanı sıra Selçuklu'nun kullandığı "Kenet" tekniği de hayata geçirildi.

 

Bu teknik sayesinde eserin olası bir depreme karşı daha dayanıklı olması sağlanacak. Kenet tekniğinde eskitilmiş taşlar matkap yardımıyla deliniyor. Deliğe yerleştirilen 15 santimetre uzunluğundaki çelik çubuk, kurşun dökülerek taşa kaynaştırılıyor. Daha sonra vinç yardımıyla alınan taşlar üst üste dizilerek, duvar tamamlanıyor. Yüklenici firma Doğa İnşaat Şantiye Şefi ve Yüksek İnşaat Mühendisi Coşkun Kahraman, eserin restore işinin bir an önce bitirilmesi için çaba harcadıklarını söyledi. Coşkun, "Çalışmalarımızı erken bitirebilmek için soğuk havaya rağmen çalışıyoruz" dedi.

 

Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1271 yılında yaptırıldı. Mimarı (Kaluyan-ı El Konevi) Konyalı Kaluyan. Taç kapı üzerinde yükselen tuğla örgülü iki minaresindeki mavi çinilerden dolayı Gök Medrese adını aldı. Plastik sanatların şaheserlerinden olan taç kapıda mermer malzeme kullanılmış olup, Taç kapısının üst iki köşesinde iç içe girmiş hayvan motifleri yeralıyor.

 

Medreseye girişte sağda mescit, solda ise Darül Hadis bölümü mevcut. Avlunun kuzey ve güneyinde altı sütun üzerine inşa edilmiş kemerli bir revak bulunmakta. Doğu yönündeki ana eyvanı yıkılmış yerine mevcut taş ve kitabelerle bir duvar örülmüş. Kuzey ve güneyindeki yan eyvanların içi çini tezyinatla süslü. Evliya Çelebi, Gök Medrese'yi "Kızıl Medrese" veya " Darü-t Tedris" olarak adlandırmaktadır. Gök Medrese bugünkü anlamıyla İlahiyat Fakültesi olarak hizmet vermiştir.

TürkiyeTurizm.com, 10.01.2008

GERİ DÖNEN SANAT ESERLERİ

 

Roma’da, kaçak yollarla yurt dışına çıktıktan sonra ABD müzelerinden ve Londralı bir koleksiyonerden İtalya’ya iade edilen arkeolojik eserlerin sergisi açıldı.

Quirinal Tepesi’ndeki sergiyi şu ana dek, soğukta sıra bekleyerek günde ortalama 5.000 kişi ziyaret etmekte.

69 parçalık serginin hemen hemen tümü, İtalyan hükümetinin müzelerle yaptığı uzun ve yıpratıcı müzakereler sonucunda geri kazanılan Yunan, Roma ve Etrüsk eserleri.

İtalya Kültür Bakanı Francesco Rutelli “Bu eski eserleri geri almak için verdiğimiz uzun mücadelenin yorgunluğu, eserleri yeniden ülkelerinde gören binlerce insanın mutluluğu ile yok oldu…. Büyük kuruluşların yıllar boyunca kaçakçılardan eski eser satın almaları çok üzücü….Bu dönem artık kapanmıştır” dedi. 

ANSA, 05.01.2008

SÜLEYMANİYE PROJESİ BU SOKAKTA BAŞLADI

 

İstanbul'un tarihi evleriyle ünlü Eminönü Süleymaniye'deki yenileme çalışmalarına, bölgedeki önemli ahşap evleri barındıran Ayrancı Sokak'tan başlandı. Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama Denetim Müdürlüğü (KUDEB) denetiminde yapılacak restorasyon, Süleymaniye'deki yenileme çalışmalarına örnek olacak. KUDEB Müdürü Mehmet Şimşek Deniz, bölgede 180 tarihi ahşap evin bulunduğunu ve mülk sahipleriyle birebir anlaşarak evlerin aslına uygun olarak restore edildiğini söyledi.

 

Ayrancı'daki üç evin sponsorlar tarafından restore edildiğini açıklayan Mehmet Şimşek Deniz, çalışmaların Nisan ayında tamamlanacağını söyledi. Süleymaniye'deki tarihi evlerde oturan vatandaşların ekonomik açıdan dar gelirli olduklarını kaydeden Deniz, bu evlerin restorasyonuna sponsor olmak isteyenlere çağrıda bulundu. Süleymaniye evlerinin restorasyonu için sponsor olanlar, yaptıkları harcamaları vergiden gider olarak düşebilecekler.

Yeni Şafak, Haber: Gökhan Yılmaz, 10.01.2008

"ARTIK 1930'DA DEĞİLİZ, 1890'DA DA..."

Mimar Uğur Tanyeli, aralıkta AKM'de açılan, önümüzdeki aylarda Ankara ve İzmir'de açılması planlanan 'Binalar Konuşursa Mimarlık Susar' sergisi, kitapları ve konferanslarıyla her zamanki gibi İstanbul'un yaşadığı modernleşme macerasındaki farklı değişim güzergahlarına dikkat çekiyor.


Küratörlüğünü yaptığınız 'Binalar Konuşunca Mimarlık Susar' sergisinden hareketle 'İstanbul 1900-2000: Konutu ve Modernleşmeyi Metropolden Okumak' kitabınızdaki bazı görüşlerinizi konuşalım istiyorum. İstanbul'da olan bitenin öznesiz bir modernleşme olarak nitelenmemesi gerektiğini yazmıştınız. Modernleşme projesinin, topluma yaygın olmayan, yönetici seçkinlerin güdülediği bir hareket olarak tanımlanmasını eleştiriyorsunuz...


Biz kentin, İstanbul'un, Türkiye'deki mimarlığın, şehir planlamanın tarihini yazarken hepimiz işin içinde aktörüz ve özneyiz, demek istemiştim. Çoğunlukla tarih yazımları, merkezi konumda ve iktidarı tanımlayan özne olduğuna ve o iktidarı doğrultusunda bir sürü şeyi değiştirdiğine inanıyor. Ben de diyorum ki, orada değiştirmek isteyen birileri var ama değiştirmek isteyen birilerini niye merkeze alıyoruz? Birileri değiştirmek istiyor, birileri değişmek istemiyor; birileri şöyle, diğerleri böyle değişmek istiyor.


Peki binaların konuştuğu, mimarların sustuğu noktada öznelerin çoğulluğu nasıl karşımıza çıkıyor? Bu sergi dönüşmeyenin ama değişenin bir resmi mi?


Hayır, bu anlamda her siyasal görüşün, her öznenin ideolojik dayatma aracılığıyla nasıl mimarlıktan yararlandığını gösteren bir sergi... Epey zaman önce rahatlamış olması gereken bir ortamın aslında rahatlamadığını, tarihle arası soğuması gereken bir toplumun, bir türlü tarihle arasının soğumadığını gösteriyor. Herkesin kendi amaçları doğrultusunda tarihi var. Kimisi için Batılılaşma ön planda geliyorsa, 19. yüzyıl Avrupa'sındaki görüntülere referans veriyor. Diğeri için amaç, milliyetçilikse, Estergon Kalesi yapıyor. Doğrudan 16. yüzyıl Osmanlı dünyasına referans veriyor.


O anlamda eğlenceli bir sergi.


Eğlence aslında sergide değil... Gerçek aslında ironik. İroniğin de ötesinde bütün bunların hepsi aslında parodi. Gerçek parodiler... Milliyetçilik dayatmak isteyen aslında milliyetçilik parodisi yapıyor. Milliyetçilik değil o... Çağdaşlıktan konuşanın aslında yaptığı çağdaşlık parodisi... Dinsellikten konuştuğunu zanneden adam aslında dinselliğin parodisini yapıyor. Niye? Artık 1930'da değiliz, 1890'da da değiliz. O zamanlar bunları yaptığınız zaman parodi değildi. 1930'da yapılan Atatürk dönemi mimarisini eleştiririz çeşitli nedenlerle, ama parodi olduğunu söyleyemeyiz. O dönemde o hala inanılırlığı olan bir şey... Ama bugün bunlara inanmıyoruz ki...


O manzaraya bakıp olması gereken heterojenliğin olduğunu görüp 'Hiç de homojen değilmişiz, ne güzel' diyebilir miyiz?


Bir açıdan diyelim bence... Modern bir toplumun homojenleşmesi, tek doğru yol etrafında birleşmesi mümkün değil. Böyle oluyorsa modern olma yolunda ciddi tıkanıklık var demektir. Diğer değişim güzergahlarını görmüyorsunuz demektir. Türkiye'de her alandaki tarih yazımı bu yanılsamayı üretiyor.


10. İstanbul Bienali'nde AKM gibi modernist yapı, bir yapıt gibi işledi. Farklı modernizmlere işaret eden dünyanın birçok yerinden imgeye ev sahipliği yaptı.


Hou Hanru'nun yaptığı bienal, benim hep anlatmaya çalıştığım, modernizmin çoğul olduğunu, tekil olamayacağını söyleyen bir bienal. Bu bienal akıllıca kurulmuştu.


Pera Mimarlığı konferansınızı takip ettiğim kadarıyla çağdaş Türkiye'yi anlamak istiyorsak bu süreci iyi bilmemiz gerekiyor diyorsunuz... Çağdaş Türkiye'ye Pera ne anlatabilir?


Pera o dönemin Türkiye'sindeki modernleşmede bir dizi aktörün eylem alanı olarak gözüktüğü için ilginçtir. Pera, aktörlerin çoğullaştığını gösteren bir yer. Türkiye'nin ideallerini tanımlıyor. Yani bir zamanlar, örneğin, Batılı yemekler yemek istiyorsanız, isterseniz Kocamustafapaşa'da oturun, senede bir gün paranızı çıkıştırıp Tokatlıyan Oteli'nde yemek yiyorsunuz. Cinsel anlamda yabancı bir kadınla, suratı açık bir kadınla çıkmak istiyorsanız bu Beyazıt'ta yapabileceğiniz bir şey değil, 1890 yılında... Pera'ya gidiyorsunuz. Oradaki kafelerden birinde oturuyorsunuz. Herkes tırnak içinde modernleşmenin nimetlerini oradan edinmeye çalışıyor. Pera dolayısıyla bütün Türkiye'nin gıpta ettiği, Batılılık olarak gördüğü Avrupa imgelerini görebildiklerini sandıkları bir Avrupa yanılsaması.


Kamusal alan, özel alan tartışması çağdaş sanat pratiklerini de uzun zamandır ilgilendiriyor. Sizin "Özel, İstanbul'da genişleye genişleye kamusal alanı dönüştürmeyi başardı" sözleriniz üzerinden sizce özel-kamusal alan arasındaki gerilim, son yıllarda nasıl bir boyut kazandı?


1980'lerden başlayarak kamusal alanda ifade o kadar kısıtlandı o kadar kısıtlandı ki, insanlar kendi küçük alanlarında mutlu olmak zorunda kaldılar. Dolayısıyla iç mekanlarına kapandılar. Bu Türkiye'de dekorasyonun, iç mekan tasarımının ağırlık kazanmasına yol açan nedenlerden biri oldu demiştim yıllar önce... 1980'li ve 1990'lı yılların koşullarını düşünecek olursanız özel mekana kaçtıkça, özel mekanınızı ön plana aldıkça bir taraftan da kaçınılmaz olarak modernleştiğiniz için bu kez de, özel mekanınızı kamuya açma ihtiyacı duymaya başlıyorsunuz. Dekorasyon dergisinde evinizi yayınlatmaya başlıyorsunuz. Özel mekanınızı kamusal mekana çıkarıyorsunuz...


Şimdi tam tersi bir durum yaşandığını düşünüyorum. Bu kahve satılan kafe zincirlerinin çoğalması bunun işareti. Artık herkes sokakta. Ne kadar meraklıymışız kahveye? İstanbul, kamusal alana çıkma anlamında büyük dönüşüm yaşamıyor mu?


İstanbullunun giderek kamusal mekanda bulunma şansı artmış gözüküyor. Bu kahve patlamasını, bununla bağlantılı düşünmek mümkün. Sokakta yaşamak istiyor insanlar, kamusal alanda...


Yılların acısını çıkarıyoruz...


Tabii tabii... Türkiye'de kamusal mekanın tarihi, 16. yüzyıldan beri çileli bir tarihtir. Türkiye'de kahvenin hep çileli bir öyküsü olmuş. 16. yüzyılda kahvehaneler açıldığında problem oluyor. Çünkü ilk kez onlarla birlikte, din dışı bir kamusal mekan doğuyor. Mesela 1950'li ve 1960'lı yıllar boyunca Türkiye'de modernleşmeci ya da entelektüel geçinen herkesin kıraathaneyle didişmesi de bununla bağlantılı. Kıraathane, bir grup insanın kamusal mekana çıktığı alan, ama daha modernleşmiş, kendini daha üst sınıf olarak tahayyül eden insanlar, orayı bir tembeller yuvası olarak tanımlamaya başlıyorlar. Tekil bir modernleşme yolu var derseniz, o tekil modernleşme yolunu temsil ettiğine inananlar, diğerlerini denetlemek ister. Şöyle bir mimarlık yapılmalıdır... Şu ideolojide düşünmek gerekir... Bu tek yolu meşru kılmaz, tek sonucu olur ötekileri mahkum eder.
 

Küratör Vasıf Kortun, "Nişantaşı kamusal alan değildir, İstiklal Caddesi, Beyoğlu öyledir" diyor. Ne diyorsunuz?


Nişantaşı çok homojen. Herkes sizin sınıfınızdan olduğu için bütün Türkiye budur yanılsamasını yaşama imkanınız var. Bu problemli bir durum. İstiklal Caddesi'ne çıktığınızda her seferinde melezlik kendisini gelir dayatır. Kaçınılmaz olarak Beyoğlu bu anlamda benzersiz olmayı sürdürüyor. Bugün, 1900 yılında oynadığından daha önemli bir role sahip. Bütün bir Türkiye orada kendini dışavuruyor, görünür oluyor. Bence ilk defa Türkiye tarihinde bu kadar geniş katılıma olanak veren bir kamusal mekan var. Nişantaşı bunun yanında bence çok önemsiz yer. Vasıf, doğru söylüyor.


İstanbul'un görünürlüğü de ayrı bir gündem. Mimari açıdan bunu sağlamaya niyetli bir proje de Suna Kıraç Kültür Merkezi'ni Frank Gehry'nin yapacak olması. İstanbul ve Frank Gehry mimarisi iyi anlaşır mı?


Bugünün dünyasında İstanbul bir markadır. Gehry de markadır. İstanbul'u İstanbul markası yapan son yıllardaki atılımlarıdır, tarihsel bir kent olması değil. Kahire de tarihsel ama marka değil. Gehry'nin bu markaya önemli katkıda bulunacağını söyleyebiliriz, ama Billboa'da yaptığı etkiyi yapamaz, çünkü Bilboa kentinin kendisi marka değildi, Guggenheim'dan sonra marka oldu. İstanbul'u tek başına Gehry temsil edemez, bir sürü çekici şeyi var ama Billboa'yı tek başına temsil ediyor.

Radikal, Haber: Ayşegül Sönmez, Fotoğraf: Muhsin Akgün, 10.01.2008

ÇALINAN 2 DEĞERLİ TABLO BULUNDU

 

Brezilya polisi, Sao Paulo kentindeki sanat müzesinden çalınan Pablo Picasso ile Candido Portinari'ye ait milyonlarca dolar değerindeki iki tabloyu buldu.

 

20 Aralık 2007'de çalınan Picasso'nun "Suzanne Bloch'un Portresi" (1904) ile Brezilyalı ressam Candido Portinari'nin "Kahve İşçisi" (1939) adlı tablosu Sao Paulo'nun banliyölerinden birinde, bir evde naylon kaplı ve duvara yaslanmış halde bulundu.

Milliyet, 10.01.2008

DALİ 2008'DE SABANCI MÜZESİ'NDE

 

Sabancı Müzesi, 2008 yılındaki etkinlikleri kapsamında, ünlü İspanyol ressam Salvador Dali'nin eserlerini de sergilemeye hazırlanıyor.

AA'nın Madrid kaynaklı haberine göre, ünlü ressam Picasso'nun eserlerine 2005 Kasım-2006 Mart arasında yer veren İstanbul'daki Sabancı Müzesi, bu kez diğer büyük İspanyol ressamı Salvador Dali'yi ağırlayacak.


Gala-Salvador Dali Vakfı'ndan alınan bilgiye göre, 2008 yılı programı kapsamında Salvador Dali'nin eserleri İstanbul'da Sabancı Müzesi'nde, Fransa'da Couvent des Minimes de Perpinan'da ve New York'ta Modern Sanat Müzesi'nde sergilenecek.


İstanbul'daki Sabancı Müzesi'nde sergilenen Picasso'nun eserleri sanatseverlerin büyük ilgisini çekmiş, ünlü ressamın eserlerini yakından görebilme şansına sahip olmak için müzenin kapısında uzun kuyruklar oluşmuştu.

Milliyet, 10.01.2008

BAKAN GÜNAY AĞIR KONUŞTU

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bakanlıkla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle ÇSM’de yapılacak Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltraşlar Derneği’nin sergisine izin vermeyen Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz hakkında ağır konuştu. Günay, "Çankaya’da bir belediye, belediye başkanı mı var ki tepki vereyim" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bakanlıkla işbirliği yaptıkları için Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltraşlar Derneği’nin sergisini iptal eden Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz’a sert çıktı. "Çankaya’da bir belediye, bir belediye başkanı mı var ki tepki vereyim" diyen Günay, şunları söyledi:

"Ben muhatap almıyorum. Benim görevim sanata, sanatçıya destek vermek ve bunu ayrımsız yapmak. Ben üstüme düşeni yaptım. Bu arkadaşlar bana geldiler, ’Destek verir misiniz’ diye sordular. Ben de kabul ettim. Ben bu desteği verirken serginin nerede açılacağını sormadım bile. Çankaya Belediyesi’nin yerinde yapılacak olması da benim için önemli olmazdı zaten. Benim böylesi tavırlarım olmaz, olamaz. Ama bakın bakalım Çankaya’da sokaklara, yerlere, orada belediyeyi gören var mı? Yazıktır, işlerini yapsınlar. Ben, olmayan o belediyenin ve başkanının verdiği karardan dolayı hiç kendi adıma rahatsız olmadım, ama sanat ve sanatçı adına üzüldüm. Karar milletin. Çankaya halkının."

Hürriyet Ankara, Haber: Cengizhan Çatal, 10.01.2008

KÜLTÜREL MİRASA SAHİP ÇIKTILAR

 

İzmir'deki Orion Eğitim Vakfı Özel Karşıyaka Piri Reis İlköğretim Okulu Arkeoloji Kulübü öğrencileri, Kazı Başkanı Prof.Dr. Meral Akurgal'ın daveti üzerine Tepekule'yi gezdi. Prof. Akurgal, Tarihe Saygı Yerel Koruma Yarışması'nda 3 yıldır katkı ödülü kazandığını öğrendiği küçükleri kutladı. Öğrencilerin tarih bilincinin ve kültürel mirasa sahip çıkmalarının ülkenin geleceği için büyük önem taşıdığını söyleyen Prof. Akurgal, onlara, kazı çalışmaları hattında bilgi verip broşürler dağıttı. Projeyi yürüten öğretmenlerden Tino Reggio, ''Bizden sonraki kuşaklara tarihi mirasımızı tanıtmak için gösterdiğimiz çabaların ses getirmesinden son derece mutluyuz'' diye konuştu.

Milliyet Ege, 10.01.2008

BALIKÇI AĞINA 3 BİN YILLIK KANO TAKILDI

 

Daha önce ağlarına uçak enkazı takılan İnebolulu balıkçılar, bu kez denizden 3 bin yıllık olduğu tahmin edilen bir kayık çıkardılar. Orman Genel Müdürü Osman Kahveci, ilk incelemede kanonun Karadeniz’in tarihine ışık tutacağını söyledi.

Kastamonu’nun İnebolu İlçesi açıklarında balıkçı Ömer Dilek’in denize bıraktığı trol ağına ağaç gövdesi olduğunu tahmin ettiği bir nesne takıldı. Ömer Dilek, kayığına yedeklediği nesneyi çekerek İnebolu Limanı’na getirdi. Arkadaşlarıyla birlikte ağı çekerken oldukça zorlandıklarını belirten Ömer Dilek, "Çıkardığımız şeyi önce bir ağaç parçası sandık. Yakacak olarak kullanmak üzere limana getirdik. Ancak iskeleye çıkardığımızda ağaç parçasının bir kanoya benzediğini gördük" dedi.

Kestane ağacının gövdesinden oyularak yapıldığı belirtilen 3 metre boyunda, 60 santim enindeki tarihi kano, incelenmek üzere Orman Genel Müdürlüğü’ne gönderildi. Orman Genel Müdürü Osman Kahveci, yaptıkları ilk incelemede kanonun 3 bin yıllık bir tarihe sahip olduğunu tahmin ettiklerini belirtti. Kahveci, tarihi kanodan alınan bir parçanın daha detaylı inceleme yapılması için İsrail’e gönderileceğini söyledi. Kahveci, "Yapılacak araştırmanın sonunda bu kanonun Karadeniz’in tarihine ışık tutacağını umuyoruz" dedi.

Hürriyet, Haber: fethican Yıldırım, 10.01.2008

ANTİK SİDE'DEKİ BİZANS HASTANESİ, ALMANYA'DAKİ HASTANEYE MODEL

 

 

Antalya'nın Manavgat İlçesi Side beldesinde MS 6'ncı yüzyılda kalma Bizans Hastanesi'nin üst katının tedavi merkezi, alt katının huzurevi olması Almanların Berlin'de yapacağı hastaneye model oldu.

 

Manavgat'ın Side beldesine 12 günlüğüne tatile gelen 2 Alman doktor, Side Antik Kent'i gezerken Bizans Hastanesi ile huzurevinin birarada hizmet vermesine hayran kaldı. Antik şehirde Bizans Hastanesi'nin tek tek odalarını gezen Özel Berlin Rönesans Hastanesi Nörolog Dr. David Monne ile beyin cerrahı operatör Dr.Michael Kludasch, Almanya'da bir ay sonra inşaat çalışmalarına başlayacakları 5 katlı üçüncü özel hastanenin 2 katını yaşlılar bakım evi yapmayı planladıklarını söyledi.
 

Dr. David Monne, "15 asır önce yapılan Bizans Hastanesi, günümüz hastanelerinin yapımına güzel bir model. Bir hekim olarak sağlık hizmetleri ile huzurevi hizmetlerinin bir arada verilmesi taraftarıyım. Hastane hizmetleri ile huzurevi hizmetleri bir arada verilirse yaşlılar kendilerini sürekli güvende hisseder. Böylece psikolojikmen ömürlerinin sonbaharında güzel bir hayat geçirmiş olurlar. Pamfilya Kralı Lustinianus'un hastaneyi dönemin ünlü hekimi Cosmas adına yaptırması, o devirde doktorlara gösterilen saygının önemli bir ifadesi." diye konuştu.

 

Öte yandan Side Antik Kent'in kazı çalışmalarını Mimar-Restoratör Dr. Ülkü İzmirligil başkanlığında 12 kişilik ekiple birlikte yaptıklarını belirten Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi arkeolog Yrd. Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, Alman doktorların kendilerine başvurmaları halinde Bizans ve Roma dönemi hastaneleri ile ilgili geniş bilgi vereceklerini söyledi.

TürkiyeTurizm.com, 09.01.2008

MANİSA'DA TEMEL KAZISINDA TARİHİ ESER ÇIKTI

 

Manisa merkezde, bir inşaat temeli kazma çalışmaları sırasında, tarihi değeri olan ve ''tonoz'' olarak adlandırılan yarı silindir şeklinde kanalizasyon çatısı ortaya çıktı.

 

Alınan bilgiye göre, İzmir Caddesi ile Doğu Caddesi kesişimindeki inşaat alanı temel açma çalışmaları sırasında, iş makineleri bazı kalıntılara rastladı. Temel çalışmalarını yürüten firma yetkililerinin, çalışmaları durdurmayıp, tarihi kanalın üzerini demir borularla kapatmaya çalıştıkları ileri sürüldü. Çevredeki vatandaşların durumu bildirmesi üzerine, inşaat alanına İl Kültür Turizm Müdürü Erdinç Karaköse ve Müze Müdürü Müesser Tosunbaş gelerek inceleme yaptı.

 

Çalışmalar sırasında iş makinelerinin, bir kısmını tahrip ettiği tespit edilen kalıntıların, Osmanlı dönemine ait kanalizasyon tonozları olduğu belirlendi. İnşaat alanının, görevliler tarafından fotoğraflarla görüntülenerek, durumun tutanakla İzmir 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'na bildirildiği öğrenildi.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve İl Müze Müdürlüğü yetkililerinin ''durdurulması'' talebine rağmen, inşaat alanındaki kazı çalışmalarının devam ettiği, bunun üzerine belediyeden, ''çalışmaların koruma kurulu kararı çıkıncaya kadar engellenmesi'' talebinde bulunulduğu öğrenildi. Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, İzmir 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun, konuyu yarın yapılacak toplantısında gündemine aldığını bildirdi. Karaköse şunları söyledi:

 

''Tonozun bulunduğu inşaat alanının 50 metre ilerisinde, 2 yıl önce Manisa Belediyesi'nin yaptığı havuz ve park çalışmaları sırasında, aynı kanalizasyon sisteminin devamı ortaya çıkmıştı. İnşaat alanındaki çalışmaların Koruma Kurulu'nun değerlendirmesini yapıncaya kadar çalışmaların durdurulması gerektiğini belirten yazımızı gönderdik. Bu alanda Koruma Kurulu'ndan değerlendirme yazısı gelene kadar çalışmaların durdurulması gerekir. Koruma Kurulu, yarın yapacağı toplantı gündemine konuyu aldı. Bu yönde değerlendirme kararının kısa sürede çıkacağını düşünüyoruz."

Turizm Gazetesi, 09.01.2008

KERVANSARAY'A MAKYAJ

 

Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde bulunan tarihi Silahtar Mustafapaşa Kervansarayı’nın restore edilmesi kapsamında taşları temizlenerek doğal hale getiriliyor.

Anadolu'da ayakta kalan nadir eserlerden birisi olan Battalgazi İlçesi'ndeki Silahtar Mustafapaşa Kervansarayı’nın restorasyon çalışması nedeniyle eserin taşları kimyasal madde kullanılmadan doğal haline getiriliyor.

Cephe Temizlik Operatörü Mustafa Tülek, kervansarayda kimyasal madde kullanılmadan taşları eski doğal hallerine kavuşturduklarını belirterek, "Taşı bozmadan doğal haline getiriyoruz. Çalışmalarımızda kesinlikle kimyasal madde kullanılmıyor" dedi.

Malatya Haber, 09.01.2008

TARİHİ BEDESTEN ETRAFINDAKİ YAPILAR YIKILDI

 

Tekirdağ Belediyesi, tarihi Rüstem Paşa Bedesteni çevresindeki dükkanları, 'tarihi dokuyu kapattığı' için yıktı.

 

Belediye tarafından projelendirilen Bedesten, tarihi dokuya uygun olarak yeniden restore edilecek. Tekirdağ Belediyesi tarafından projelendirilmesi yapılan bedestenin restorasyonuna 2008'in Ocak ayında başlanıyor. Belediye tarafından geçen yıl hazırlanarak Anıtlar Kurulu'ndan onayı alınan 'Bedesten ve çevresi koruma ve yaşatma' projesinin çok kısa zamanda hayata geçirilmesi için çalışmalar hızlandırıldı. Bedesten esnafıyla geçen aylarda toplantı yapan Belediye Başkanı Ahmet Aygün, kiracılardan bedesten etrafındaki dükkanları boşaltmalarını istemişti. Projenin ilk ayağı olarak bedesten çevresindeki çarpık yapımların yıkımına başlandı.

 

Dükkan sahipleri yıkımın tebligattan hemen sonra olması nedeniyle tepki gösterdi. Kimi esnaf da yıkım ekiplerini görünce dükkan içerisindeki malzemelerini dışarı çıkarttı. Dükkanların boşalmasının ardından yıkım gerçekleşti. Tekirdağ'da bir meydanın olmadığını anlatan Aygün, bedesten çevresindeki binaların yıkılmasıyla bu sorunun ortadan kalkacağını kaydetti.

Zaman, Haber: Ferhat Akgün, 09.01.2008

MYRA ANTİK KENTİ'NE ZİYARETÇİ AKINI

 

Antalya'nın Demre İlçesi'ndeki Myra antik kenti ziyaretçi ve gelir açısından 2007'yi rekorla kapattı.

Myra antik kenti Likya uygarlığının 6 önemli kentinden biri. Kentteki Kaya mezarları Likya'nın ulaştığı mimari şaheserlerinden.

 

Hiç bir onarım görmeden günümüze kadar ayakta kalabilen tiyatrosu ve tiyatro maskları, kenti ziyaretçileri için daha da çekici kılıyor.

 

Komşusu Noel Baba ile birlikte Myra antik kenti hem ziyaretçi hem gelir açısından bu yıl rekora koştu. 2006'da 313.554 turistin ziyaret ettiği kent, geçen yıl yüzde 38 artışla 432.000 turisti ağırladı.

Aynı dönemde gelir de yüzde 31 artarak 1.242.000 YTL oldu.

Trt/Haber, 09.01.2008

ECYADIMIZ SIZLADI

 

Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kabe’nin korunması için yaptırdığı Ecyad Kalesi’ni 2002 yılında yıkıp yerine otel yapan Suudi Arabistan’a jest yaparak Jenedria Festivali’ne onur konuğu olarak katılmaya hazırlanıyor
 

Hükümet, Osmanlı kültür mirasının cumhuriyet sınırları dışında kalan en önemli parçalarından birini yok ederek ciddi kriz yaratan Suudi Arabistan’a karşı özel bir jeste hazırlanıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun Kabe’nin korunması için yaptırdığı Ecyad Kalesi’ni 2002 yılında yıktırıp yerine otel yaptıran Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın ziyaretinin ardından sadece Arap ülkelerinin katıldığı bir festivale onur konuğu olarak katılacak.





Kral Abdullah’ın himayesinde gerçekleştirilecek festivale, programı uygun olursa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da katılacak. Festival için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda adeta seferberlik ilan edilirken, bakanlık, yaklaşık 100 kişilik bir heyetle Suudi Arabistan’a gidecek. Türkiye, 13-27 Şubat 2008 tarihleri arasında Riyad’da düzenlenecek olan Jenadriya Festivali’ne onur konuğu olarak davet edilirken, Riyad Türkiye Büyükelçisi ile Suudi Arabistan Kültür ve Enformasyon Bakanlığı Uluslararası Kültürel İlişkilerden Sorumlu Bakan Yardımcısı arasında mutabakat zaptı imzalanmıştı.
 

Festivale, Başbakan Erdoğan’ın da katılması beklenirken, Türkiye, Suudi Arabistan’ın en prestijli kültürel etkinliği olan Jenadriya Festivali öncesinde, Körfez ülkeleri genelinde yayın yapan medya organlarına, televizyon kanalları ve internet sitelerine reklam verdi. Sadece yazılı basında yer alan reklamlar için 200 bin dolar harcandı.





Osmanlı İmparatorluğu, 1781 yılında Mekke’de Kabe’nin korunması amacıyla Ecyad Kalesi’ni inşa etmişti. Kale, Birinci Dünya Savaşı sırasında Türk garnizonu olarak kullanıldı. Kabe’ye hakim bir tepede 23 dönümlük arazi üzerine inşa edilen kale, 2002 yılında Suudi Arabistan Hükümeti tarafından otel yapılmak üzere yıkıldı. Dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay, “Devlet olarak, ulus olarak böyle bir eseri tahrip eden bir ülkeye bakışımız artık dostane olmaktan uzaklaşıyor. Bunun, sadece tarihe saygısızlık değil, Türk dönemini tarihlerinden ve dünyalarından silmek gibi bir yaklaşımı yansıttığını düşünüyorum” demişti.

Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 09.01.2008

ÜNLÜ LOUVRE MÜZESİ'NİN ÇÖL VERSİYONU GELİYOR

 

Fransızların ünlü Louvre Müzesi'nin bir eşi, çölde kuruluyor. Fransa ve Birleşik Arap Emirliği'nden (BAE) yetkililerin imzaladığı 30 yıllık anlaşmaya göre Abu Dabi yönetimi, Louvre'un isim hakkı ve Paris'ten yeni müzeye getirilecek yüzlerce sanat eserine 400 milyon avro ödeyecek. Eserler altı ayla iki yıl arasında değişen dönemlerde Abu Dabi'deki 'Çöl Louvre'u'nda sergilenecek. BAE Turizm Bakanı Şeyh Sultan Bin Tahnun el-Nahayan, anlaşmayı şehrin yakınındaki adada geliştirmeyi planladıkları dev kültürel ve turistik kompleks için tarihi adım olarak nitelendiriyor. Projenin gelişimini takip edecek olan Fransız müzeleri Pompidou Centre, Musee D'Orsay ve Fransız Milli Kütüphanesi görevlilerinin, Louvre'un ödüllü koleksiyonlarını denizaşırı göndererek 'ruhunu sattığına' dair eleştirilere de cevap vermesi bekleniyor.

Radikal, 09.01.2008

TARİHİ ESERLERİ TUZDAN ARINDIRAN LABORATUAR

 

Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesi'ndeki Konservasyon Laboratuvarı'nda denizin altından çıkarılan eserler tuzdan arındırılıyor. Bu zahmetli işlem bazen aylarca sürüyor ve büyük sabır gerektiyor

Bodrum Kalesi ve Su Altı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, bir ay süreyle kapalı kalan "Konservasyon Laboratuvarı"nı eserlerin zarar görme ihtimali nedeniyle yeniden açtıklarını bildirdi. Su Altı Arkeoloji Müzesi bünyesindeki laboratuvarın bazı nedenlerle 1 ay süreyle kapalı kaldığını belirten Yıldız, "Girişimlerimiz sonucunda laboratuvarı yeniden açtık. Bodrum'da bu sene etkili olan yağışların laboratuvarda bulunan eserleri ve laboratuvarın fiziki yapısını olumsuz etkilediği tespit edildi" dedi.

Yıldız, laboratuvarın 30 yıldır Ankara'nın verdiği izinlerle çalıştığını anımsatarak, şöyle konuştu: "Bir ay önce Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi bünyesinde bulunan eserlerin konservasyon işlemlerinin Bodrum Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü bünyesinde yapılacağı fikri gündeme geldi. Biz tereddütlerimizi bakanlıkla paylaştık. Bizim müzemizdeki eserlerin dışarıya çıkartılması için bakan onayı gerekiyor. Bu sakınca düşünülerek, müzemiz bünyesinde bulunan laboratuvar 1 hafta önce yeniden açıldı."

Konservasyon laboratuvarında görev yapan 2 yabancı konservasyon uzmanının ise 2008 yılında görev yapamayacağını ifade eden Yıldız, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nin 2007 yılında 164 bin 66 kişinin ziyaret ettiğini açıkladı. Yıldız, "Bodrum Kalesi'nde bulunan Cam Batığı Salonu'nu 9 bin 460, Karyalı Prens Salonu'nu 10 bin 256 kişi, ilçede bulunan Mausoleum Anıt Müzesi'ni 35 bin 851, Antik Tiyatro'yu ise 2 bin 467 kişi ziyaret etti. Bize bağlı olan bu yerleri ziyaret eden toplam 231 bin 371 kişiden 1 Milyon 772 bin YTL gelir elde edildi. 520 kişi ise ilçede bulunan tarihi eserlerin fotoğraf ve görüntülerini çekmek için Bodrum'a geldi" dedi.

Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesi'ndeki Konservasyon Laboratuvarı'nda denizin altından çıkarılan eserler tuzdan arındırılıyor. Bu zahmetli işlem bazen aylarca sürüyor ve büyük sabır gerektiyor
Haber Ekspres, 09.01.2008

YUMURTACI MESCİDİ BAHÇESİNDE TARİH ÇIKTI

 

İzmit Hacı Hasan Mahallesi’nde bulunan, şehrimizdeki önemli tarihi yapılardan biri olan Yumurtacı Mescidi’nin bahçesinde devam eden çevre düzenlemesi çalışmaları sırasında yüzyıllar öncesinden kaldığı sanılan 20 tane mezar ortaya çıktı.

 

Büyükşehir Belediyesi, Yumurtacı Mescidi’nin yanında bulunan imamevini yıktırmış, burada şadırvan ve bahçe düzenlemesi işini müteahhide vermişti. Mescit bahçesinde çalışan müteahhit ekipleri üzerinde Osmanlıca yazılar bulunan mezar taşları çıkınca işi durdurdu. Müze yetkilileri ile Kocaeli Kültür Varlıkları Koruma Kurulu uzmanlarının incelemesi sonrasında proje yeniden hazırlanacak.

Özgür Kocaeli, 09.01.2008

ARKEOLOJİK KAZILAR DEVAM EDECEK

 

Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü, 2008 yılı Temmuz ayında yapacağı kazı çalışmaları ile Karaz Kültürünü gün yüzüne çıkaracak. Merkez’e bağlı Değirmendere Köyü’nde “Karaz Kültürü” kazısı gerçekleştirecek.

 

Merkez’e bağlı Değirmendere Köyü’nde “Karaz Kültürü” kazısı gerçekleştirecek. Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mehmet Işıklı, Değirmendere Höyüğü kazısının, Erzurum’da durma noktasına gelen arkeolojik araştırmalara yeni bir soluk kazandıracağını söyledi.

 

Bu kazının, hem uygulama, hem de Karaz Kültürü ile ilgili olarak tarih öncesi çağlara ait bulgular elde edilecek olması nedeniyle büyük önem taşıdığını kaydeden Işıklı, “Temmuz ayında Değirmendere Höyüğü’nde gerçekleştirilecek olan kazı çalışmalarına öğrenciler de katılacak olup, öğrencilerimiz bu kazıda gösterecekleri performansa bağlı olarak mezun olmuş olacaklar.” dedi.

 

Erzurum’un, tarih öncesi çağlara ait çok çeşitli arkeolojik buluntu ve kalıntılara ev sahipliği yaptığını dile getiren Yrd. Doç.Dr. Mehmet Işıklı, yapılacak olan kazının ardından, Erzurum’da arkeolojik anlamda cevap bekleyen soruların da yanıtını bulmuş olacağını dile getirdi. Temmuz ayında start verilecek olan arkeolojik kazı çalışmalarıyla ilgili olarak şimdiden gerekli hazırlıkları yapmaya başladıklarını aktaran Işıklı, “İnancımız ve temennimiz bu topraklarda yaşayan insanlarımızın başlayacağımız yeni kazıya ilgi göstermeleri ve destek vermeleridir. Günümüzden yaklaşık 6 bin yıl önce yaşanmış olan Karaz Kültürü’ne ait kalıntı ve bilgilere ulaşacağımız bu kazı, tarih öncesi çağlara ait doküman elde etme açısından da Erzurum’u daha önemli kılacaktır” diye konuştu.

 

Öte yandan insanlık ve Anadolu tarihi için çok önemli bir kültür olan Karaz Kültürü'nün Rus, İran, Gürcü, İsrailli bilim adamları yaptıkları çalışmalarla kendilerine mal etmeye çalıştığının bilindiğine dikkat çeken Işıklı , ''MÖ II ve I. binde etkin olup, Transkafkasya'dan Filistin'e, Malatya-Elazığ bölgesinden Kuzey Batı İran'a kadar yayılan ve orijin merkezi üzerinde çeşitli görüşlerin ortaya atıldığı, gerek keramiği gerekse mimarisi ile dikkat çeken Karaz Kültürü ile ilgili çok önemli tarihi ve kültürel bulgular elde edilmiştir. Bu kültür MÖ 4. bin yılları sonunda merkezi Asya'dan Ön Asya'ya doğru meydana gelen göçlerle yakından ilgilidir. Kültürün başta gelen özelliklerinden biri de geniş alana yayılması ve bulunduğu yerde tek hakim unsur olmasıdır. Bu özelliğine bağlı olarak Transkafkasya'dan Filistin'e, Malatya-Elazığ bölgesinden Kuzey Batı İran'a kadar yayılmıştır.''   dedi.

Erzurum Gazetesi, 09.01.2008

TARİHİN İLK ROBOTU ANADOLU'DA YAPILMIŞ





Bugün medeniyet dersi vermeye kalkışan Avrupalının, cahiliyet dömenini yaşadığı 1200’lü yıllarda; dünya bilim tarihinde çığır açan buluşlara imza atan Anadolulu mühendis El-Cezeri’nin hayatı ve çalışmaları belgesel film oldu. Yönetmenliğini Duygu Yılmaz’ın, proje ve metin yazarlığını da Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Oğuz Makal’ın üstlendiği film, bilimin İslam toplumlarında eriştiği yüksek seviyeyi bir defa daha gözler önüne serdi. Belgeselde dünyada ilk robotun El-Cezeri tarafından yapıldığı anlatılıyor.

1153 yılında Cizre’de doğan El-Cezeri’nin yaptığı otomatik makineler bugünkü teknolojik gelişmelerin temelini oluşturdu. El-Cezeri, 21 yaşında saray mühendisi olarak Diyarbakır’da Artuklular Beyliğinin hizmetine girdi. 30’lu yaşlarında sarayın baş mühendisi oldu. Cezeri, bir robot yaparak Artuklu hükümdarına takdim etti. Otomatik olarak çalışan ve kendi kendine bazı hareketler yapan alet, dünya tarihinin ilk robotu oldu. Bu dahi bilim adamımız, Leonardo da Vinci’den tam 300 sene evvel dişli çarklar ve esaslarına dair kaideleri kitabında neşretti. Hatta Leonardo da Vinci bu kaidelerin birçoğunu bilmemektedir. El-Cezeri, günü 24 eşit saate ayırarak dünya bilim tarihine adını yazdırdı. Bilimin kaynaklarına sahip çıkmaya çalışan Avrupalılar ise onun bulduğu saat düzenini ancak 18. yüzyılda kullanmaya başladı.

Sibernetik ilmi denince ilk akla El-Cezeri gelir. Sibernetik; atom çağından sonra kendi kendini kontrol eden makinelerin çağı olarak tarif edilir. Sibernetiğin makineleri dişliler, mandallar, palangalar ve kaldıraçlardan oluşuyor. El Cezeri; robotlar, saatler, su makineleri, şifreli kilitler, kasalar, termos, otomatik çocuk oyuncakları, otomatik yüzen kayık, su tulumbaları gibi çok sayıda buluşa imza attı. Günümüzde bütün motorlu vasıtalarda bulunan “krank mili”ni ilk defa o kullandı. El- Cezeri’nin yaptığı makinelerın çoğu su ile çalışır. Bu bakımdan El- Cezeri’ye su mühendisi demek çok yerinde bir ifade olur.

El-Cezeri’nin günümüz Türkçesine “Mekanik Saatlerin Teorisi” adıyla çevrilebilecek olan “Kitab-ul Camii Beyn-el ilmi vel-amel En Nafi-i fi Sinaat-il Hiyel” ve “Hünerli Mekanik Aletler Bilgisi Kitabı” olarak tercüme edilen “Kitab’ül-Hiyel” isimli iki ünlü kitabı bulunuyor. 11 nüshası bulunan “Kitab’ül-Hiyel”lerin dördü Topkapı Sarayı Müzesi ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde muhafaza ediliyor. 1233 yılında vefat eden El-Cezeri’nin mezarı, Cizre’deki Nuh Peygamber Camii'nin avlusunda bulunuyor.

Duygu Yılmaz’ın El-Cezeri’yi anlatan belgesel film gösterimi, minyatür sanatçısı Leman Dinçtürk’ün hazırladığı minyatür sergisiyle birlikte yapılıyor. Leman Dinçtürk’ün Ebul-İz İsmail El-Cezeri’nin “Olağanüstü Mekanik Araçların Bilgisi Hakkında Kitap” isimli eserindeki minyatürlerden hazırladığı bu sergi, 18 Ocak’a kadar Beykent Üniversitesi Taksim Kampüsü Necati Abacı Sanat Galerisi’nde sanatseverlerle buluşacak. Daha sonra da Şişli Ayazağa Kampüsü Fuaye Alanı’nda 22 Ocak-1 Şubat 2008 tarihleri arasında ziyarete açık olacak.

Türkiye Gazetesi, Haber: Tuncay Önür, 09.01.2008

MAĞARADAN ÇIKAMADILAR

 

Fransa'nın doğusunda bir mağarada araştırma yaparken mahsur kalan altı mağarabilimcinin sağlık durumundan endişe ediliyor. 29'la 45 yaşları arasındaki araştırmacılar İsviçre sınırındaki Doubs bölgesinde bulunan Biefs Bousset mağarasına cumartesi günü girdi. Şiddetli yağış sonrası yükselen sular yüzünden dışarı çıkamayan grubun yanında bir haftalık yiyecek olduğu biliniyor. Bölge valisi Jacques Barthelemy, "Korkuyoruz çünkü burası Fransa'nın en büyük mağaralarından biri" derken, kurtarma çalışmalarında 25 görevli ve 40 itfaiyeci görev alıyor.

Radikal, 09.01.2008

MEKSİKA'DA AZTEK PİRAMİTİNDE MEZARLAR

 

 

Yetkililerin bildirdiğine göre, Mexico City’de bulunan ve 800 yıllık bir piramit olduğu tahmin edilen yapı, bu antik imparatorluk hakkındaki tarihsel bilgileri altüst etti.  

 

Aztek şehri Tlatelolco’da bulunan ve Büyük Tapınak denilen piramitin içinde başka bir yapı kalıntısı bulundu. Meksika Antropoloji ve Tarih Enstitüsü’nden Salvador Guilliem’in bildirdiğine göre, tahmin edilen tarih doğrulanırsa bu keşif Tlatelolco şehrinin tarihini en az bir yüzyıl daha geriye götürecek. Bugüne dek şehrin MS 1300 yıllarında inşa edildiği düşünülmekteydi. Aynı şekilde, bugüne dek Büyük Tapınak’ın inşasında 7 ayrı dönem olduğu düşünülüyordu. Şimdi artık en az 8 dönem olduğu biliniyor. 

 

Çalışmaları sürdüren ekip, sismik incelemeler sonunda tapınak yakınlarında, insan kalıntıları ve mezar hediyeleri barındıran başka yapılar da tesbit etti. Kazılar sonunda 2 m kadar derinlikte 5 kafatası ile birlikte yeşim taşından yapılma armağanlar bulundu. 

National Geographic News, Haber: Kelly Hearn, 04.01.2008

TARİHİ YARIMADA YENİLENİYOR

 

 

2010 Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanan İstanbul'da tarihi mirasın korunması çalışmaları sürdürülüyor. Eminönü Belediyesi, Tarihi Yarımada'nın korunması ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti kutlamalarına yetiştirilmesi için çalışma başlattı. Proje kapsamında Süleymaniye ve Kapalıçarşı yenilenecek, tarihi Eminönü hanları restore edilecek ve Eminönü adım adım yayalaştırılacak. Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er , Tarihi Yarımada'nın problemlerini 2010 yılına kadar asgari düzeye indirmeye çalıştıklarını belirterek, "Yok olan tarihi dokuyu biraz olsun gün yüzüne çıkarabilmek uğraşındayız" dedi.

Osmanlı sivil mimarisinin izlerini taşıyan Tarihi Yarımada'nın yenilenmesi projesi kapsamında Süleymaniye de yenileniyor. Son beş yılda 28 binanın yangın ve çökme sonucu yok olduğu Süleymaniye'de yapı stokunun yüzde 28'i harabe durumda bulunuyor. Süleymaniye Camii ve Külliyesi ile birlikte çok sayıda ahşap sivil mimarlık eserinin bulunduğu bölge, UNESCO tarafından da Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmıştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Emönönü Belediyesi tarafından ortak yürütülen proje kapsamında 200 bina satın alındı. Bu binalar özgün malzemesi ile aslına uygun olarak yeniden restore edilecek.

Süleymaniye'nin restorasyonunu, Tarihi Yarımada Yenileme Projesi'nin en önemli ayağı olduğunu anlatan Er, "Osmanlı mahalle yaşamının en karakteristik örneğinin şekillendiği Süleymaniye'yi çöküntü bölgesi olmaktan çıkartıp bir prestij mahallesi haline getireceğiz. Süleymaniye bölgesi dediğimiz fakat gerçekte 8 ayrı mahalle olan bu tarihi bölgeyi yenileme alanı ilan ettik. Bölgenin fiziki yok olmuşluğunu ortadan kaldıracağız" dedi.

Cumhuriyet, 08.01.2008

TARİHİ KELENDERİS MOZAİĞİNİ ÇATI KURTARDI

 

Mersin'in Aydıncık İlçesi'nde son günlerde artan yağışlar, içinde tarihi Kelenderis mozaiğinin de bulunduğu 'Han Yıkığı' adı verilen mekanın duvarlarının çökmesine neden oldu.

 

Mozaik, sergilenmesi ve korunması amacıyla üzerine yaptırılan çatı sayesinde yağmurun yıktığı duvarların altında kalmaktan kurtuldu. Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Levent Zoroğlu yaptığı açıklamada, istimlak konusuyla ilgili sorunlar nedeniyle üzeri 10 yıl kapalı kalan Kelenderis mozaiğinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca sağlanan ödenekle sergilenmesi ve korunması amacıyla üzerine çatı yaptırılarak bir süre önce açıldığını anımsattı.

 

Mozaiğin devamının bulunduğu ve henüz istimlak edilmediği için kazı çalışması yürütülmeyen alanın, yağmur nedeniyle yıkıldığını anlatan Zoroğlu, mozaiğin çatı sayesinde yıkılan duvarların altında kalmaktan kurtulduğunu kaydetti. Zoroğlu, tehlikenin istimlak konusunun çözülememesi nedeniyle yaşandığını ifade ederek, şöyle konuştu: "Hem mal sahiplerinin mağdur olmaması, hem de kendi çalışmalarımızı sürdürebilmemiz açısından istimlak konusunun hızla tamamlanması gerekir. İstimlak konusu tamamlanmış olsaydı, kazı alanında ikamet edenler parasını alarak buradan çıkarlar, biz de çalışmalarımızı sürdürdüğümüz için böyle bir tehlike yaşanmazdı."

Prof.Dr. Levent Zoroğlu, mozaiğin bölgede tek olduğunu, bu kadar sağlam başka bir mozaik bulunmadığını belirtti.

 

MÖ 5. yüzyıl sonlarında yapıldığı sanılan ve 1989 yılında bulunan 3x3 metrelik mozaik, tarihi Kelenderis kenti ve içinde iki yelkenlinin bulunduğu limanı betimliyor.Mozaikte, yavrusunu emziren ceylan ve onu sağan bir kadın, avını parçalayan bir aslan, atının yularından tutmuş bir binici, yılan yiyen kartal ve tavus kuşu gibi çeşitli figürler de bulunuyor.

Zaman, 08.01.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Denizli'de, jandarma tarafından düzenlenen operasyonda 119 sikke ve 2 süs eşyası ele geçirildi. 

Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri tarafından eski eser kaçakçılığına yönelik yürütülen çalışma neticesinde Acıpayam ilçesinde K.G. isimli şahsın elinde tarih eser bulunduğu ve satmak için müşteri haberinin alınması üzerine operasyon düzenlendi. Operasyonda naylon poşet içerisinde 119 adet sikke ve 2 adet süs eşyası bulundu. 

Ele geçirilen tarihi eserlerin Müze Müdürlüğü'ne teslim edileceği belirtilirken, K.G. isimli şahıs ifadesinin alınmasından sonra serbest bırakıldı

Denizli Kent Haber, 08.01.2008

MEHMET AKİF'İN ÇOCUKLUK EVİ MÜZE OLUYOR

 

İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy’un, Çanakkale’nin Bayramiç İlçesi'nde çocukluğunun bir dönemini geçirdiği, ancak zamanla yıkılan ev, aslına uygun restore edilerek müze haline getirilecek. Bayramiç Belediye Başkanı İsmail Sakin Tunçer, şairin 20 Aralık 1873 yılında İstanbul’da doğduğunu, ancak babası Mehmet Tahir Efendi’nin Bayramiç’teki Karşıyaka Camii’ne imam olarak atanması sebebiyle, ilçeye yerleşip, çocukluğunun 3 yılını burada geçirdiğini söyledi. Şairin, Camikebir Mahallesi’nde yaşadığı evin bulunduğu sokağın adının “Şair Mehmet Akif Ersoy” olduğunu anlatan Tunçer, “Şairin çocukluk yıllarını geçirdiği evi, yeniden restore edip, müze haline getirmek istiyoruz” dedi.

Türkiye Gazetesi, 08.01.2008

DÜĞMELİ EVLER ASLINA UYGUN RESTORE EDİLİYOR

 

Ekonomik nedenlerle tamamen boşalan Sarıhacılar Köyü’ndeki tarihi ‘Düğmeli Evler’, yurdun çeşitli yerlerinde ticaretle uğraşan Sarıhacılar köylüleri tarafından onarılmaya başlandı. 7 evin restorasyonu tamamlanırken, geçtiğimiz yaz başlayan 5 evin restorasyon çalışmaları ise kış mevsimi nedeniyle önümüzdeki yaz mevsimine ertelendi. Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) tarafından yürütülen “7 Bölge 7 Kent Projesi”nin Akdeniz Bölgesi’ndeki çalışma yaptığı Sarıhacılar Köyü’nde kültürel dokuyu ayakta tutmak ve çevresindeki doğal zenginliği korumak amacıyla başlatılan çalışmalara yaz aylarında üniversitelerin ilgili bölümlerindeki öğrenciler de katılıyor. ÇEKÜL Vakfı Akdeniz Bölge Koordinatörü Recep Esengil, özgün mimarisiyle dikkati çeken Sarıhacılar evlerinin aslına uygun olarak onarılması durumunda, kültür mirasımız geleneksel Türk mimarisinin bu köyde yaşatılabileceğini bildirdi. Şimdi terk edilmiş bir köy olan Sarıhacılar Köyü’nün önemli bir turizm potansiyeli bulunduğuna dikkati çeken Esengil, ÇEKÜL Vakfı’nın projesi kapsamına alınan Sarıhacılar Köyü’ndeki evlerin aslına uygun olarak restore edilmesi için, şimdi büyük kentlerde ticaretle uğraşan köylülerin teşvik edildiklerini hatırlattı. Esengil şu bilgileri verdi: “Sadece yapıları değil, köyün tüm çevresi ile birlikte korunması gerekiyor. Bununla ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Örneğin; köy meydanı düzenlenmesi, eski okulun tekrar ayağa kaldırılması, bu binanın bölge kültür araştırmaları için kullanılması programa alındı. Sarıhacılar Köyü, bölgedeki diğer benzer yerleşimlerle birlikte birbirini destekleyen projenin öncü yerleşimi kabul ediliyor. 4-5 yıldır devam eden proje kapsamında mimarlık fakültesi ve restorasyon bölümü öğrencileri yaz okulu çalışmaları için köye geliyor. 2008’in yaz mevsiminde de üniversite öğrencilerinin yaz okulu devam edecek. Akdeniz Üniversitesi bünyesinde kurulan Serik Meslek Yüksek Okulu Restorasyon Bölümü ile ÇEKÜL’ün ortak çalışmasında da havza projesi çalışmalarına devam edeceğiz.”

Sarıhacılar Köyü Muhtar Vekili Muhammet Güzel, yaptığı açıklamada, 700 yıllık geçmişe sahip Sarıhacılar Köyü’nde ÇEKÜL Vakfı ve Antalya Mimarlar Odası işbirliğiyle sürdürülen ‘7 Bölge 7 Kent Projesi’ kapsamında tarihi Sarıhacıhar Köyü’ndeki ‘Düğmeli Evlerin’ restorasyonunun süreceğini söyledi. Düğmeli Evler’den 7’sinin restorasyon çalışmalarının tamamlandığını kaydeden Güzel, kış dolayısıyla ara verilen yaz aylarında restorasyon çalışmalarına devam edileceğini anlattı. Güzel, “Evlerin restorasyonunda tarihi dokularının bozulmamasına dikkat ediliyor” diye konuştu. Sarıhacılar Köyü’nde bir zamanlar 160 ailenin yaşadığına değinen Güzel, köyde halen 57 ailenin yaşadığını, ancak bu ailelerin köyün yerlisi olmadıklarını bildirdi. Göç nedeniyle köyün boşalmasından sonra bazı göçerlerin bu evlere yerleştiklerini belirten Güzel, restorasyon çalışmaları dolayısıyla büyük kentlere göç eden köylülerin evlerine yeniden sahip çıktıklarını belirtti. Güzel Sarıhacılar köyündeki düğmeli evlerin Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO’nun dünya mirası listesine alınmasının önerildiğini de sözlerine ekledi.

Akseki ile bazı köylerindeki geleneksel Osmanlı mimarisini yansıtan özgün yapılar ‘Düğmeli ev’ olarak biliniyor. Geleneksel Akseki evi 2 katlı ve taş duvarlardan oluşuyor. Taş duvar asıl taşıyıcı gibi görünse de evi ahşap iskelet taşıyor. Evdeki iki ahşap hatıl, (yapının özellikle deprem etkilerine dayanıklılığını arttırmak için duvarlarda yatay bağlantılar) arası ‘destur’ olarak bilinirken, taş duvarda dikine atılan kısa parçaları, yöre halkı ‘düğme’ olarak adlandırıyor. Bu düğmelerde andız ağacı kullanılıyor.

Akşam Akdeniz, 08.01.2008

AĞLARINA BİR ASRIN SANATI TAKILI





10 metre yüksekliğindeki, sekiz ayaklı çelikten örümcek 'Maman' (1999), karanlık köşesinden yeni çıkmışcasına canlı, Thames'in kenarında, galeriyi ziyarete gelenleri karşılıyor.


Tate Modern, Louis Bourgeois'nın yaklaşık 70 yıla yakındır devam eden inanılmaz sanat kariyerini ele alan retrospektif bir sergi açtı Ekim 2007'de. Bu sergide sanatçının 200 parçadan oluşan eserleri sergileniyor. Bourgeois çağımızın en önemli heykeltıraşlarından biri. 1911'de Paris'te doğmuş. Antika eşya ve goblen tamiriyle uğraşan bir ailenin çocuğu. 1932 yılında Sorbonne'da kısa bir süreliğine matematik ve geometri okuduktan sonra, Paris Üniversitesi felfese bölümüne giriyor. …cole des Beaux-Arts, …cole du Louvre gibi okullara gittikten sonra, Fernand Leger'in öğrencisi oluyor. 1938 yılında Paris'te sanat galerisi açtığı dönemlerde tanıştığı Amerikalı sanat tarihçisi eşiyle evlenip New York'a taşınıyorlar.


New York o dönemlerde Andre Breton, Marcel Duchamp, Marx Ernst, Alberto Giacometti gibi savaş sonrası Amerika'ya göçmüş Avrupalı sanatçıların yaşadığı bir şehir. Bourgeois da kısa sürede sanat çevrelerinin içine giriyor ve 1940'ta ilk sergisini açıyor. Primitif sanatın etkisinde olduğu bu yıllarda yaptığı tahtadan, ince, abstrak heykelleriyle dikkat çekiyor. 40'lı yıllardan itibaren pek çok farklı sanat akımıyla özdeşleştirilmiş olmasına rağmen Bourgeois'nın sanatı zaman içinde, sürekli değişip gelişmiş. Hem sanatçı, hem anne ve eş olmayı aynı anda başarmaya çalışan kadın sanatçının içine düştüğü kaçınılmaz ikilemi yansıttığı Femme Maison (Ev Kadını) serisi de ilk kez bu yıllarda kafasında şekillenmeye başlıyor. 'Mahkum' ve 'hapishane' arasındaki ilişkiye benzettiği 'kadın' ve 'ev' ilişkisi, sanat hayatı boyunca sorguladığı temaların başında geliyor.


1950'lere geldiğimizde, onun için fiziksel ve metaforik olarak çok önemli olan ve 'hareketin başlangıç noktası' olarak gördüğü 'spiral' formu geride bırakıp, biyomorfik ve fallik formlara yöneldiğini görüyoruz. Yine insan bedeni, kadın ve ev, yalıtılmış birey ve grup içindeki birey ilişkisi, paradoks, aile içindeki yabancılaşmalar ve kabullenişler gibi, sürekli kafasını kurcalayan temalara sadık kalarak, minimalizme karşı çıkan farklı bir çizgi seçiyor. Yeni heykelleri, daha önce gördüğümüz dimdik ve sabit tahta heykellerinin tersine, plaster ve lateks gibi yeni malzemeleri denediği, insan organlarının yumuşak dokusunu veren organik formlar.
 

1980'li yıllar Bourgeois için bir dönüm noktası. Bu tarihlerde New York'ta terk edilmiş eski bir kumaş fabrikasını atölyeye çeviriyor. Bu yeni ve geniş alanda sanatını farklı bir noktaya getiren örümceklerini ve Cell (Hücre) adını verdiği insan boyutundaki enstalasyonlarını üretmeye başlıyor. Farklı malzeme arayışına eski kumaşlar, şişeler, kavanozlar, fanuslar ve iğneler de ekleniyor.
'Hücre'ler geçmiş zaman içinde donup kalmış, kapısı kapatılıp yıllar sonra yeniden açılmış karanlık odalar gibi. Her biri örümcekler, aynalar, iğnelerle dolu ürkütücü labirentler sanki. Her oda aynı zamanda birer kafes, birer inziva hücresi. İnsanın 'kendi yansımasıyla barışabilmesi' olarak gördüğü aynalarla dolu bu odalarda elbiseler, eşyalar, iskemleler, geçmiş zaman içinde donup kalmışcasına havada asılı. Bourgeois bütün sanat hayatı boyunca, dürüstçe kendini sorguladığı günlükler tutmuş. "Benim için çocukluğum, büyüsünü, dramasını ve gizemini asla yitirmedi" diyor. Yıllar önce babasının hasta annesini, İngiliz dadıyla aldatmasının yarattığı acıyı, bugün hala yaşıyor gibi. Her bir oda travmatik olarak algıladığı çocukluğuna geri dönüş. Geçmiş kokan bu odalar arasında yürürken Bourgeois, 'Tahtakurularının yediği çocukluğum' diye tanımladığı geçmişinin hikayesini, ustaca seçilmiş sembolik objeler aracılığıyla, seyircinin kulağına fısıldıyor sanki.


'Maman' (1999) Bourgeois'nın en bilinen eseri. 1990'larda yapmaya başladığı büyük boyuttaki örümcek heykeller serisinden biri. Örümcek pek çok şeyi temsil ediyor Bourgeois için: dişilik, doğurganlık, annesi ve annesinin çıkrık ve iple olan ilişkisi, korku. Kendisi olarak da gördüğü örümcek, saldırgan olduğu kadar, koruyucu da: Hiç yılmadan, sürekli ağını tamir eden cesur, çalışkan bir işçi.


Yıllar boyunca biriktirdiği kumaş ve goblen parçalarını kullanarak
oluşturduğu, içi doldurulmuş üç boyutlu geometrik biçimdeki, kırılgan, kule heykelleri, sanatçının son yıllarda yaptığı çalışmalar. Camdan bölmelerin ardındaki eski havlu parçalarından yapılma insan başları, şimdiye kadar kullandığı malzeme ve biçimleri farklı boyutlarda ve biçimlerde yeniden çalıştığı küçük figüratif heykeleri, son 70 yılın vitrininden bize bakıyorlar.
 

Bu sergiyi gezerken günümüz modern sanatında bize yeni gibi sunulan pek çok temanın Bourgeois tarafından yıllar önce ele alındığını fark etmemek mümkün değil. Bireysel deneyimlerimizin evrensel ortaklıklarını bulup çıkarma isteği hala taptaze. Yalnızca ona özgü, inanılmaz canlı vizyonuna bunca yıl sadık kalabilmesi hayret verici. Her ne kadar kırılganmış gibi görünse de aslında çok sağlam bir egosu var. Sanırım onu 96 yaşındayken bile hala sorgulamaya ve üretmeye iten gücün kaynağı da bu. Sanatındaki esneklik, yeniyi arayış ve yaşadığı ana sımsıkı sarılma güdüsüyle hala üreten Bourgeois'nın yakında Londra'da yeni bir sergisi daha açılacak.


"Motivasyonumun nereden geldiği değil, hala nasıl canlı kalabildiği önemli" diye yazmış bir eserinde. Erkek egemen sanat dünyasında ayakta kalabilmenin tek yolunun üretmek olduğunu savunuyor. 'İnsanoğlu var olduğu sürece modern sanat da var olacak ve sanatçı yaratmaya devam edecek" diyor Bourgeois.

Radikal, Haber: Özlem Solok, 08.01.2008

YAVRU MAMUT İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE IŞIK TUTACAK

 

Bilimadamları, 37.500 yıl önce Sibirya’da ölen ve tüm vücudu donarak bozulmadan kalan yavru mamutun üzerinde Japonya’da yapılan incelemeler sonunda, hem bu türün neden yokolduğuna dair, hem de o dönem yaşanan iklim değişikliği ile ilgili veriler bulunabileceğine inanıyorlar. 

 

 

“Lyuba” ismi verilen altı aylık yavru mamut, postu dahil hemen hemen tüm vücudu sapasağlam olarak geçtiğimiz Mayıs ayında Sibirya’nın Yamal-Nenets Bölgesi’nde bulunmuştu.  

 

4.8 milyon yıl öncesinden 4.000 yıl öncesine kadar varolan bu türün yokolmasına avlanan insanların mı, yoksa iklim değişikliğinin mi sebep olduğu uzun bir süredir tartışılıyordu. Mamutun vücudundaki araştırmaları sürdüren uluslar arası ekibin başkanı, Jikei Tıp Fakültesi’nden Naoki Suzuki “Bu, hepimizin beklediği bir fırsat; soylarının tükenmesinin sebepleri üzerine önemli bir adım atılacak” dedi. Açıklamaya göre tüm vücuda, ameliyat detayında bilgisayarlı tomografi ve MR yapılacak. Bu çalışmanın sonunda hayvanın sadece iç organları incelenmekle kalmayıp, neler yediği, neden öldüğü araştırılacak. Hatta, ciğerlerinde kalmış küçük hava birikimlerinin incelenmesi sonucunda 37.500 yıl öncesinin atmosfer koşulları da incelenebilecek.  

Associated Press, Haber: Hiroko Tabuchi, 04.01.2008

TARİHİ HARPUT MASAYA YATIRILDI

 

Elazığ Harput Arkeolojik ve Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planı çalışmaları devam ediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı kontrolörlerinden oluşan ekip ve planı hazırlayan firma yetkilileri, Elazığ Valisi Muammer Muşmal başkanlığındaki toplantıda bir araya geldi.

 

Toplantıda, plan hakkında ayrıntılı bilgi alan Vali Muşmal, planı son derece önemsediğini, bu nedenle çalışmaları yakından takip ettiğini vurgulayarak, uygulamadan etkilenecek vatandaşların da konu hakkında bilgilendirilmesini istedi. Planı hazırlayan Planevi Firması yetkilileri; Seydihan Çamur, Levent Hansu ve Nurçin Çelik, Koruma Amaçlı İmar Planı çerçevesinde yapılması öngörülen çalışmalar halkında harita üzerinde detaylı bilgi verdiler. Harput Mahalle Muhtarı Feyzi Kahraman, koruma amaçlı toplantının Harput açısından çok önemli olduğunu söyledi. Kahraman, "İnşallah yapılacak çalışmalar ile Harput'u bizden sonrakilere tarihi dokusunu kaybetmeden bırakırız. Toplantının asıl amacı budur." şeklinde konuştu.

Zaman, Haber: Orhan Akkurt, 07.01.2008

ZEUGMA'DAKİ KAZILAR 'ESİN PERİLERİ ÜZERİNE' YOĞUNLAŞACAK

 

Zeugma Antik Kenti'nde bu yıl yapılacak bilimsel kazı ve çalışmalar, ''esin perileri'' olarak adlandırılan yeni bir mozaiğin bulunduğu 'Muzalar evi'nde yoğunlaşacak.


Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Zeugma Kazı Başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay, yaptığı açıklamada, antik kentte bu yıl haziran ayında yapmayı planladıkları bilimsel çalışmaları 100 kişilik bir ekiple yapacaklarını, kazıları 'Esin Perileri' diye adlandırılan yeni bir mozaiğin bulunduğu Muzalar Evi'nde yoğunlaştırılacaklarını söyledi.
       
Zeugma Arkeoloji Projesi kapsamındaki çalışmalara kendisinin başkanlığında devam edileceğini belirten Görkay, ''Suyun üzerinde çok iyi korunmuş ve 'Esin Perileri' diye adlandırdığımız yeni bir mozaik bulundu. Bu mozaiğin bulunduğu yere de Muzalar Evi diyoruz ve buradan çok ümitliyiz'' diye konuştu.

 

Dionysos ve Danae Evleri Çatı yapısının mimari projesinin 2007 yılında tamamlandığını ve 2008 yılında inşasına başlanacağını anlatan Doç.Dr. Görkay, sözlerini şöyle sürdürdü:
''2007 yılında peri stilindeki sütunlarının restorasyonu tamamlanan Dionysos Evi'nin diğer mekanları ile birlikte Danae evinin mekanlarının restorasyonu tamamlanacaktır. 2007 yılında ortaya çıkarılan ve Zeugma'da ele geçen en büyük figürlü mozaik olan Poseidon mozaiğinin yan mekanları ortaya çıkarılarak bu alan gelen ziyaretçilerin görebileceği bir şekilde düzenlenecektir.

Geçen yıl Dionysos ve Danae Evlerinin doğusunda iyi korunmuş bir Roma evine rastlanmıştı. MS 253 yılında Sasani tahribi ile yıkılmış ve içinde ele geçen Muzalar (Esin Perileri) mozaiği ile ''Muzalar evi'' olarak adlandırılan bu evin kazılarının büyük bir kısmının 2008 yılında Gaziantep İl Özel İdaresi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından sağlanan ödeneklerle gerçekleşmesi planlanmaktadır. ''

 

Görkay, 2008 yılındaki çalışmaların TUBİTAK ve Verbundplan Birecik Barajı İşletme Limited Şirketi ve çeşitli kuruluşlardan sağlanan maddi ve ayni destekle yürütüleceğini belirtti.

Diğer çalışmanın Zeugma'da Agora'nın kuzeyinde yer alan ve Kommagene Krallığı için büyük öneme sahip Antiokhos'un kutsal alanı ve Yuvarlak Planlı Tapınak'ta sürdürüleceğini vurgulayan Görkay, mimari blokları ve üst yapısının büyük bir kısmı baraj gölü altında kalmış olan bu yapının içindeki steller, heykeller ve mimari blokların tespiti için yapılacak olan söz konusu araştırmanın Ankara Üniversitesi, Arkeolojik Sualtı Araştırmaları Enstitüsü ekibi tarafından yürütüleceğini söyledi.


Gaziantep İl Özel İdaresi 2008'deki kazılara 150 bin YTL ödenek ayırdı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün geçen yıl aktardığı 120 bin YTL'lik ödeneği artırması ve toplam kazı bütçesinin 350 bin YTL'yi geçmesi bekleniyor.

 

Zeugma Kazı Başkanı Kutalmış Görkay, Gaziantep İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Abdülkadir Demir'in Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün ile bir görüşme yaptığını ve kazılara ayrılan bütçenin artırılmasının kararlaştırıldığını söyledi.

 

Kazıların masraflı bir iş olduğunu ve ayrılan bütçeye göre çalışma yapılabildiğini belirten Görkay, ''Önümüzdeki yıl kazılara katılım daha fazla olacak. Bir grup yabancı arkeolog bizlere eşlik edecek. Şu an isim listeleri hazırlanıyor. Bakanlık ne kadar ödenek ayıracak bilemiyorum. Mayıs ayında belli olur. Ödenek fazla olursa kapasitemizi artıracağız'' diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 07.01.2008

MYRA'YA 2007'DE YOĞUN İLGİ

 

Myra Antik Kenti, kaya mezarları ve antik tiyatrosuyla turistlerin en çok ilgisini çeken tarihi mekanlar arasında bulunuyor. Myra Antik Kenti yetkililerinin yaptığı açıklamaya göre, 2006 yılında 313 bin 554 kişinin ziyaret ettiği antik kenti, geçen yıl 432 bin 144 kişi gezdi. Önceki yıl 942 bin 554 YTL gelir elde edilen antik kentten, 2007 yılında elde edilen gelir 1 milyon 242 bin 190 YTL’ye yükseldi. Myra Antik Kenti’nin gelir ve ziyaretçi sayısıyla tüm zamanların rekorunu kırdığını, tüm zamanların en yüksek ziyaretçi sayısına geçen yıl ulaşıldığını ifade eden yetkililer, gelir bakımından 2005 yılında ulaşılan 1 milyon 167 bin 598 YTL’nin de üzerine çıkıldığını vurguladılar.

Antik kenti ziyaret eden Alman turist Ursula Sareurs, tatil için Köln’den geldiğini ve antik kenti çok beğendiğini söyledi. Almanya’nın Marbug kentinden gelen Claunda Brenner ise kız kardeşiyle bir haftalığına Türkiye’ye geldiğini belirtti. Brenner, ‘’Buraları görünce bir haftanın çok kısa olduğunu anladım. Her yer tarihle iç içe. İlk kez geldiğim ülkenizde büyülendim. Hava, tarih, doğa, çok harika. Güzel bir tatil geçiriyorum’’ dedi. Alman Maria Specht de ilk kez Türkiye’ye geldiğini, Myra’nın ‘’bir tarih hazinesi’’ olduğunu ifade ederek, ‘’Kaya mezarlarının dünyada böyle ilginç bir örneği yoktur’’ diye konuştu.
Akşam Akdeniz, 07.01.2008

DİNOZORLARIN NESLİNİN TÜKENMESİNE BÖCEKLER Mİ NEDEN OLDU?

 

 

Dinozorların yaklaşık 65 milyon yıl önce Meksika'ya düşen dev meteor nedeniyle yeryüzünden silindiği teorisine gölge düştü.

ABD'nin Oregon Üniversitesi'nden George Poinar'ın ortaya attığı, dinozorların neslinin tükenmesinin asıl nedeninin böcek ısırıkları olabileceği fikri bilim dünyasını karıştıracağa benziyor.

Poinar'ın yaptığı araştırmaya göre, dinozorların neslinin tükenmesinin nedeni, ilk kez yaklaşık 230 milyon yıl önce Mezozoik çağın ilk dönemi olan Trias'ın sonunda ortaya çıkan parazitler ve bulaşıcı hastalıklar.1980'li yıllardan bu yana paleontologların büyük kısmı, dev bir meteorun Meksika'ya düşmesiyle birçok türün neslinin tükendiğine inanıyordu.

Ancak meteorun düşmesinin ardından kuşların atası olduğu savunulan bazı dinozorların milyonlarca yıl yaşadığına dair kanıtların olmasından yola çıkan Poinar, dinozorların neslinin Dünya'da başka önemli bir olayla tükenmiş olabileceğine dikkati çekti.

Amber içindeki fosilleşmiş organizmaları ve dinozor fosillerinin dışkılarını inceleyen Poinar, o dönemde Dünya'da çiçekli bitkilerin ve yeni böcek türlerinin ortaya çıktığını belirterek, bu böceklerin sıtma, şark çıbanı gibi hastalıkları ve dizanteriye neden olan mikropları taşıdığını gördü.

Poinar'ın araştırmasına göre, o dönemde kalıtsal olarak bu yeni hastalıklarla mücadele etme özelliğine sahip olmayan dinozorlar kene, sivrisinek veya başka parazitlerin ısırıklarının kurbanı olmuş olabilir.

Sabah, 07.01.2008

ÖĞRENCİLER ANTİK ÇAĞLARI TANIYOR

 

Yaratıcı Çocuklar Derneği İzmir Şubesi ile Çakabey Okulları'nın ortaklaşa yürüttüğü ''Antik Kentleri Seviyorum'' konulu projenin ilk gezisi yapıldı.

Kardeş okul Sasalı İlköğretim'in öğrencileri de katıldı. İTO Ticaret Tarihi, Arkeoloji, Etnografya müzeleri ile Kültürpark Tarih ve Sanat Müzesi ziyaret edildi.

Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Prof. Ersin Doğer de öğrencilere Manisa'daki antik Aigai kentini anlatan sunum yaptı.

Milliyet, 07.01.2008




ALLIANOI ÇAMURDA, HEYKELİ ZARAGOZA'DA

 

Allinoi antik kenti, Bergama Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacak. Bu kentten çıkan Su Perisi heykeli ise kopyasıyla da olsa, ülke tanıtımı için İspanya'ya gönderiliyor.


Dünyanın en büyük fuarı EXPO'ya 2015 yılında ev sahipliği yapabilmek için İzmir ile İtalya'nın Milano kentleri yarışıyor. Düzenleyene büyük ekonomik imkanlar sağlayan fuarı kimi yapacağı bu yıl içinde belirlenevek. Türkiye, bu organizasyonu kaçırmamak büyük çaba harcıyor. Ana teması 'Su' olan İspanya'nın Zaragoza kentinde yapılacak EXPO 2008 organizasyonu da tanıtım fırsatı olarak görülüyor.


Bu çerçevede, İzmir Ticaret Odası, Allianoi'den çıkan "Su perisi" heykelinin kopyasını şehre götürmeyi planlıyor. İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izin beklediklerini belirterek, "Zaragoza Belediye Başkanı ile görüştüm. Heykel için şehirde bir meydan tahsis edecekler" dedi.

  

 

Allianoi Bilimsel Kazı Başkanı Yaraş ise, şöyle konuştu: "Türk Avrupa Delegasyonu'ndan 3 milyon euro kazı çalışmaları için yardım aldık. Ancak bakanlık kazıya izin vermedi. Vermeme sebeplerini de açıklamadılar. Bakanlıktan para istemedik yine izni alamadık. Kazı sezonunu boş geçirdik. Şimdi ülkenin tanıtımı için heykeli kullanıyorlar. Şehir meydanında heykeli sergilerken altına ne yazacaklar? 'Biz heykelin çıktığı yeri görmek istiyoruz' diyenlere, 'Heykelin çıktığı antik kenti biz tarihin karanlık sularına gömdük mü' diyecekler. Üstelik adamın biri, 'Bunlardan daha orada çok var' dediği halde 'Biz ona araştırma izni vermedik mi' diyecekler."
Milliyet, Haber. Ömer Erbil, 07.01.2008

YUNGANG MAĞARALARI ACİL İLGİ BEKLİYOR

 

  

 

Çin’de bulunan en büyük 3 mağara kompleksinden birisi olan Yungang Mağaraları, insanlardan kaynaklanan bir ölüm-kalım durumuyla karşı karşıya. Datong’un 16 km batısında, Wuzhou Tepesi’nin güney yamacında yer alan mağaralar, doğal etkiler kadar insanlar tarafından verilen zararlar ile geri dönüşü olmayacak şekilde zarar görmüş durumda.

 

Antik Budist sanatının hazinelerini barındıran bu mağaralarda, çoğu 5. yüzyılda, Wei Hanedanı sırasında yapılan ve boyları 3 cm den 17 m ye kadar değişen 51.000 heykel bulunuyor. Heykeller, bu hanedandan miras kalan çok az buluntu arasında. Mağaralar aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde de yer almakta. 

 

Kumtaşında oluşmuş olan mağaralar ve aynı kaya ile yapılan bu heykellerin son derece kırılgan olduğunu açıklayan, Yungang Mağaraları Araştırma Enstitüsü yöneticisi Yuan Jinghu, her yıl gelen yüzbinlerce ziyaretçinin nefesleri ve dokunmaları ile birçok heykelin tanınamaz şekilde aşındığını, bazılarının ise çöktüğünü vurgulamakta. 

 

Öte yandan, mağaraların içine işleyen yağmur suları da heykellerde büyük oranda yıpranmaya yol açmakta. Tüm bu sorunlar yetmezmiş gibi Datong şehri Çin’in en büyük kömür madenlerinden birisini barındırmakta. Bu kömürün hem tozu, hem de yerel halk tarafından kullanılması sonucu açığa çıkan sülfürdioksit ise heykellerin aşınmasını hızlandırmakta.  

 

Her ne kadar Çin hükümeti Datong’a ulaşan ve madenler tarafından da kullanılan yolun başka bir yerden geçirilmesi için çok büyük bir yatırım yapmakta ise de, yetkililer ziyaretçi sayısında kısıtlamalara gidilmesi gerektiğini söylemekteler. 

chinaview.cn,  02.01.2008




TARİH VAKFI'NIN KENT MÜZESİ İÇİN NİYETİ İSTANBUL'DU, ANTALYA'YA KISMET OLDU

 

Tarih Vakfı’nın Antalya Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile yürüttüğü Antalya Kent Müzesi çalışmaları ile ilgili olarak, projenin koordinatörü Orhan Silier, "Kent Müzesi, klasik müzelerden farklı olacak" dedi.

 

Tarih Vakfı’nın İstanbul Sultanahmet’teki Topkapı Müzesi alanı içinde bulunan Darphane binasını "Kent Müzesi" ne dönüştürme çalışmaları, çıkan çeşitli engeller nedeniyle gerçekleşmeyince, müzecilikte farklı bir anlayışın örneği olacak ilk "Kent Müzesi" Antalya’da kuruluyor.

Tarih Vakfı’nın Antalya Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile yürüttüğü Antalya Kent Müzesi çalışmaları devam ederken, projenin koordinatörü Orhan Silier konuyla ilgili olarak Akdeniz Turistik Otelcimler ve İşletmeciler Birliği (AKTOB) ile Ekin Grubu’nun birlikte yayımladığı RESORT Dergisi’nde yayınlanan söyleşisinde, "Kent Müzesi"nin, klasik müzelerden farklı olarak yalnızca birkaç kez gidilen alan ve merkezlerden öteye, insanların sıklıkla geldikleri ve her seferinde kente, ülkeye ve dünyaya dair yeni şeyleri görüp, deneyim sahibi olabilecekler bir yapı olacağını söyledi.

Kent müzesi alanlarında; festivaller, sergiler, seminerler, kurslar, restoranlar, sinema, açık hava etkinlikleri, kütüphane, araştırmalar ve benzeri unsurların yer alacağını belirten Orhan Silier, "Böylece hem halkın hem de turistlerin Antalya’nın sahip olduğu değerleri görüp anlamaları çok daha kolaylaşak" dedi.
.
Antalya Kent Müzesi Koordinatörü Orhan Silier, çalışmaları konusunda Resort Dergisi’ndeki söyleşide şunları söylüyor:
"Kent Müzesi projesi Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin sahipliğinde özerk bir yapı olarak gelişiyor. Dünyadaki benzerlerine oranla 20-25 milyon dolarlık düşük bir bütçe ile hayata geçirmeye çalışacağız. Ancak buna turizmcilerle diğer sektörlerden de önemli katkılar geleceğini düşünüyorum.


Burada klasik müzelerden farklı olarak yalnızca birkaç kez gidilen alanlar, merkezler oluşturmak amacından öteye, insanlarımızın sıklıkla geldikleri ve her seferinde kente, ülkeye ve hatta dünyaya dair yeni şeyleri görüp, deneyim sahibi olabilecekleri bir yapıya yönelmek durumundayız. Kent müzesi alanlarında; festivaller, sergiler, seminerler, kurslar, restoranlar, sinema, açık hava etkinlikleri, kütüphane, araştırmalar ve benzeri unsurların yer alacak olması, hem halkın hem de turistlerin Antalya’nın sahip olduğu değerleri görmeleri, anlamaları açısından besleyici olacaktır."

Kent Belleği Merkezi'ni oluşturarak çalışmalara başladıklarını kaydeden Silier şöyle devam ediyor:
"Önemli katılımların olduğu toplantılar, seminerler ve sergiler açtık. Diğer yandan 2008 içinde de Antalya Mutfak Kültürü ve Aile Tarihi bölümümüzü açacağız. 2009 yılında 'Antalya Doğası' ve 'Antalya için Nasıl Bir Gelecek' sergilerini hayata geçireceğiz. 2010 yılında ise kent müzesi için tasarlanan bütün birimlerin hizmete girmesini planlıyoruz. Öte yandan 2200 yıllık tarihi sergileyecek olan 'Karain’den Günümüze Antalyalılar' gibi önemli sergilerin yanı sıra altı ayda bir değişen ve sürekli farklı konuların işleneceği sergiler de insanlara açılacak. Bu sergilere bazen de, yurtiçi ve yurtdışında bizlere katkı yapabilecek olanları da dahil edilecek."

Turizm Gazetesi, 06.01.2008

KNİDOS'TA KAZI HEYETİNE HIRSIZLIK SORUŞTURMASI

 

Muğla'nın Datça İlçesi'nde bulunan Knidos antik kentindeki kazı çalışmaları, bir çok tarihi eserin tahribata uğradığı, bazı eserlerin de ilgili müzelere teslim edilmediği gerekçesiyle durduruldu.

 

Marmaris Müze Müdürlüğü, kazıları durdururken, kazı heyeti Başkanı Prof. Ramazan Özgan ve heyeti hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu da, soruşturma başlattı.

Sabah, 06.01.2008

İSTANBUL, 2010'A HAZIRLANIYOR

 

Geçen dönem CHP’nin eleştirdiği "Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri Teknoloji Projesi Kanunu Tasarısı" Hükümet tarafından bu dönem de yenilendi. İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması nedeniyle hazırlıklar çerçevesinde Hükümet “Kentsel Dönüşüm Projesi” çerçevesinde hazırladığı tasarıları Meclis’te yasalaşması için harekete geçti.

Hükümetin hazırladığı, söz konusu tasarı, 9 Ocak Çarşamba günü TBMM İçişleri Komisyonu’nda ele alınacak.

Tasarı, Pendik'te kentsel dönüşüm ve gelişim projesi çerçevesinde fiziksel durumun ve görüntünün geliştirilmesi ile teknoloji parkı kurularak ülke ekonomisine yüksek değerli katkı sağlamayı amaçlıyor.

Tasarı ayrıca Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri Teknoloji Parkı alanı içindeki her türlü arsa ve araziler ile bunlar üzerinde bulunan bütün yapıların iyileştirilmesini, tasfiyesini, yenilenmesini, geliştirilmesini kapsıyor.

Bölgede konut, ticaret, sanayi, rekreasyon, teknik altyapı, sosyal donatı alanları ve diğer ileri teknoloji yatırımları için proje geliştirilmesi, arazi ve arsa düzenlemesi ile devirleri, kamulaştırma işlemleri de dahil olmak üzere yapılacak her türlü iş ve işlemler de tasarı kapsamına alınıyor.

Belediyenin talebi üzerine, ilgili tapu sicil müdürlüğü, başkaca bir işleme gerek kalmaksızın resen tescil işlemini gerçekleştirecek.

Belediye, proje alanında yer alan taşınmazları, Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri Teknoloji Parkının yapımı ve işletilmesi için kurulacak olan yönetici şirkete Belediye Meclisi kararıyla ayni sermaye olarak koyabilecek, 49 yıla kadar tahsis veya aynı süreyle sınırlı ayni hak tesis edebilecek.

Bu işlemlerin yapılmasında, Devlet İhale Kanunu hükümleri uygulanmayacak.

Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri Teknoloji Parkı alanının 1/5000 ölçekli nazım imar planları ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planları, Büyükşehir ve Pendik Belediyesi tarafından hazırlanacak. Yapılacak her türlü yapının yapım ruhsatı, Belediye tarafından verilecek.

Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri Teknoloji Parkı alanında kalan mevcut gecekondu ve diğer yapıların tasfiyesi ile tasfiye edileceklerin başka alanlara yerleştirilmesi işlemini, Büyükşehir Belediyesi yapacak.

Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri Teknoloji Parkı alanı içinde kalan şahıs mülkiyetleri ile ilgili kamulaştırma işlemlerini de Büyükşehir Belediyesi yapacak. Bu alanlarda yapılacak kamulaştırmalar, ayrıca Bakanlar Kurulu kararı alınmasına gerek kalmaksızın, acele kamulaştırmalardan sayılacak.

Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri Teknoloji Parkı alanında kurulacak olan yönetici şirketin kuruluşu için, Pendik Belediyesinin kurucu ortak olmasında ayrıca Bakanlar Kurulu izni alınması şartı aranmayacak.

Tasarı gerekçesinde ise; "Ülkeler arasındaki yarış teknoloji üstünlüğü yarışıdır. Ülkeler bu yarışta geri kalmamak için teknoloji politikaları üretmekte ve hayata geçirmektedir. Son otuz yıl içinde Dünyada gelişmiş ve yeni sanayileşen ülkelerde 1000'e yakın bilim ve teknoloji parkları oluşturulmuştur. Ülkemizin de bilim ve teknoloji yarışında yerini alabilmesi için 9. Kalkınma Planında, bilim ve teknoloji parklarının geliştirilmesinin desteklenmesi konusuna özellikle dikkat çekilmektedir" ifadelerine yer verildi.

Vatan, 06.01.2008

EFES KAZISINA AVUSTURYALI PATRON GELDİ

 

Eski kazı başkanı Ord. Prof.Dr. Fritz Krinzinger'in yolsuzluk nedeniyle görevinden alınması sonrasında Efes kenti kazılarının başkanlığına getirilen Avusturyalı Doç.Dr. Sabine Ladstaetter (40) ilk kez SABAH'a konuştu.

Bir kaç gün önce ayağının tozuyla Efes'i gezen Ladstaetter, "Efes iki ülkenin ilişkileri açısından bir köprü niteliğinde. Dürüstlük, gayretli çalışma ve bilgi birikimi ile yitirilen güveni yeniden kazanacağım" dedi.

Avusturya Bilim Bakanlığı'nın, aralarında profesörlerin de bulunduğu 10 adayın arasından kendisini seçtiği kaydeden Ladstaetter, Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin üzerinde daha fazla durulacağını vurguladı.

Sabah, Haber: Bedia Ceylan Güzelce, 06.01.2008

DEVLET KURUMLARI KAPIŞTI KÖŞKLER ÇÜRÜMEYE BAŞLADI





Boğaziçi’nde benzersiz bir tarih, kültür ve doğa hazinesi olarak günümüze gelen Vahideddin köşkleri, devlet kurumları arasındaki anlaşmazlık yüzünden kaderleriyle baş başa kaldı. Kurumlar arası anlaşmazlık yüzünden, köşkleri aslına uygun restore ederek otel yapmak üzere kiralayan şirketin de eli kolu bağlı durumda.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın turizme açılması için talimat verdiği haberleriyle gündeme gelen Çengelköy’deki Vahideddin Köşkleri, 2004’te Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açtığı ihaleyle 49 yıllığına Günay Ar-Yapı Grubu’na kiralandı. Projesini Kültür ve Turizm Bakanlığı’na onaylatıp, inşa aşaması için Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün onayını bekleyen şirket, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden gelen bilgilendirme yazısıyla ne yapacağını şaşırdı. Müdürlük, Hazine’ye açtığı davayı kazandığını ve köşklerin kendi mülkiyetine geçtiğini bildiriyordu. Günay Ar-Yapı’nın Yönetim Kurulu Üyesi Cenk Coşkun, "Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bundan sonraki sürecin ne olacağını sorduk, yanıt bekliyoruz. Eğer ihale iptal edilirse, devlet tarafından dolandırılmış olacağız" dedi. Cenk Coşkun, Erdoğan’ın köşkleri ziyaret etmediğini, konuyla ilgili haberlerin, başka şirketlerin spekülasyonu olduğunu öne sürdü.

Hazineye kayıtlı Vahideddin Koruluğu ve Köşkleri, Ağalar Köşkü, Köceoğlu Köşkü, 6’ncı Mehmet Vahdettin Köşkü, Kadı Efendi Servis Köşkü, Bahçıvan Evi ve seradan oluşuyor. Boğaziçi sit alanı öngörünüm bölgesinde yer alan koruluk ve köşkler, 1984’te korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescillendi. Köşkler, Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından restore edildi, ancak daha sonra kaderine terk edildi.

Maliye Bakanlığı, 2004’te büyük bölümü İstanbul’da bulunan tarihi köşkleri, yalıları ve sarayları işletme hakkı devri yoluyla özelleştirme kararı aldı. Bunun üzerine, köşkler, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 49 yıl turistik tesis olarak işletilmek üzere ihaleye çıkarıldı.

İhaleyi Günay Ar-Yapı Grubu kazandı. Bir buçuk yıl köşklerin aslına uygun restorasyonu için arşiv taraması yapan şirketin Yönetim Kurulu üyesi Cenk Coşkun şunları söyledi:

"Aslına uygun olacak butik bir tesisi turizme kazandırmak için 1.5 yıl önce projeyi sunduk. Bakanlıktan onay gördü. İmar sürecinin tamamlanmasını beklerken Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden bilgilendirme yazısı geldi. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Maliye Hazinesi’ne açtığı dava sonucu, 1954’teki bir kanuna atıf yaparak arazinin Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devrolduğu yazıyor. Yaklaşık 3 milyon Euro harcadık. Toplam 25 milyon dolar harcayacağız. İki devlet kurumunun birbirinden habersiz hareket etmeleri, bütün bunların üstüne Başbakan’ın burayı turizme açalım demesi, bir çelişki yaratıyor. Biz zaten burayı turizme açacaktık. Ya kimsenin birbirinden haberi yok veya başka bir şey var arkasında."

Sultan Abdülmecid’in Köçeoğlu ailesinden satın alarak Şehzade Kemalettin Efendi’ye verdiği köşklerin mülkiyeti, daha sonra Vahdettin’e geçti. Vahideddin, tahta geçmeden önce Kuleli Askeri Lisesi’nin arkasındaki tepede bulunan köşklerde yaşıyordu. Köşk, soğan başlı kubbesiyle dikkat çekiyordu. Vahideddin ile hayatının son yıllarını Beylerbeyi Sarayı’nda gözaltında geçiren Abdülhamid’in birbiriyle "beyaz mendil"le haberleştikleri de rivayetler arasında. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde birçok devlet adamının kaldığı, yabancıların ağırlandığı köşkler, Orhan Veli’nin sık sık gelerek şehri izlediği bir mekan. Köşkler, Orhan Veli’nin "İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı" adlı şiirini yazdığı 60 dönümlük koru içinde yer alıyor.

Hürriyet, Haber: Yeliz Öz, 06.01.2008

ANTİK ROMA'NIN BÜYÜKLÜĞÜNE DAİR BİR YAZI

 

İtalya’nın başkenti olan günümüz Roma’sı, büyük bir kenttir. Ama Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan dünün Roma’sı, çok daha büyük bir kenttir. Bu ikincisi, “Urbs Aeterna”dır üstelik. Yani “Ezeli ve ebedi kent”tir o. Başlangıcı ve sonu yoktur. O hep var olmuştur, hep var olacaktır.

Bu yazımda, günümüz Roması’ndan değil, Roma İmparatorluğu’nun merkezi olan, odak noktasını oluşturan Antik Roma’dan, onun büyüklüğünden söz açacağım.

1 Milyonluk Megapol
Eskiden dünya bu kadar kalabalık değildi. Dolayısıyla, kentlerin nüfusları da azdı. Bu durum en ünlü, en “büyük”kentler söz konusu olduğunda da geçerliydi. O zamanlar nüfusu 40-50 bin dolaylarında olan bir kent, küçük bir kent değildi.

Ütopyacılar da, tasarladıkları ideal kentlerin nüfuslarını aşağı yukarı o dolaylarda düşünmüşlerdir. Örneğin, Ebenezer Howard’ın ütopyası “Garden City” 30 bin; Tony Garnier’in ütopyası “Cité Industrielle” 35 bin kişiyi barındırıyordu.

16. yüzyılın sonlarına doğru Londra’da 120 bin; 19. yüzyılın ortalarında Chicago’da 30 bin kişi yaşıyordu.

Böyle bir dünyada, 1 milyonluk bir kent, düşünülemeyecek kadar büyük bir kentti, bir mucizeydi. Paris’in ancak 19. yüzyılın ortalarında ulaştığı bu nüfusa, yani 1 milyona, Roma yüzyıllar önce ulaşmıştı. Giuseppe Lugli’ye bakılırsa 1 milyonu da aşmıştı; 1.487.560 olmuştu. Bu sayının içinde köleler yoktu.

Bu demektir ki, Antik Roma, bir metropoldü. Onun bir megapol olduğunu da ileri sürebiliriz.

Öte yandan, o zamanların bu 1 milyonluk metropolünün, bugünlerin 8-10-15 milyonluk metropollerinin karşı karşıya kaldıkları sorunların birçoğunu yaşadığını biliyoruz. Örneğin, Antik Roma’da trafik sıkışıyordu, yollar tıkanıyordu, sokaklar pisti, hava kirliliği bile gündemdeydi. Konut sorunu ise hayli ağır basan bir sorundu. Yapıların çoğu derme-çatmaydı. 1905 yılında Nobel Ödülü’nü kazanmış olan Polonyalı yazar Henryk Sienkiewicz, başyapıtı sayılan Quo Vadis? adlı kitabında bu gerçeği şöyle yansıtmıştır:

Ev birkaç kat yüksekliğinde kümeleşmiş yoksul kulübelerden meydana gelmişti. Acele kurulu vermiş ve köşe bucaklarında bir sürü yoksul halk barınan, o hem pek yüksek, hem de kalabalık ve sıkışık Roma konutlarından biri[…]

Büyük Bir İmparatorluğun Başkenti
Haritaya baktığımızda, Roma İmparatorluğu’nun topraklarının alabildiğine geniş olduğunu; aşağı yukarı bütün Akdeniz Havzası’nı, Kıt’a Avrupası’nın büyük bir bölümünü, Britanya’yı, Kuzey Afrika’nın bir kesimini, Anadolu’yu ve Ortadoğu’yu içine aldığını görürüz. Romalılar’dan kalma bir tiyatroya Efes’te de rastlanır, Antalya yöresinde de. Ankara’da İmparator Augustus’a; Efes’te İmparator Traianus’a adanmış birer tapınak vardır. Kral III. Attalos, ülkesi Bergama’yı Roma’ya bağışlamıştır. Mısır da Roma’nın egemenliği altına girmiştir. Özetle Roma İmparatorluğu, topraklarının büyüklüğü, sınırlarının genişliği açısından da çok büyük bir imparatorluktu.

Roma kenti, bir de, böyle bir imparatorluğun başkenti olduğu için büyüktü.

Büyük Yangınlar
Eskiden, büyük kentlerin birçoğu aynı zamanda büyük yangınların yaşandığı kentlerdi.

Örneğin, ahşap yapılarla dolu İstanbul, ki bir zamanlar Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentiydi, bu tür kentlerin en başında gelirdi. Münif Paşa’nın “Mecmua-ı-Fünun” dergisinde yayınlanan “Harik-i İstanbul” başlıklı makalesinden öğrendiğimize göre, 1858-1864 yılları arasında İstanbul’da 160 yangın çıkmıştı ve bu yangınlarda 114 konak, 1.246 işyeri ve dükkan, 23 han ve hamam, 1 saray ve 2.730 ev yanmıştı.

Yeri gelmişken, bir de büyük Londra yangınını anımsayalım. Bu yangın 2 Eylül 1666 Pazartesi günü kralın fırıncısının Londra Köprüsü’nün yakınlarındaki Pudding Yolu’nda yer alan evinde çıkmış ve kentin çok büyük bir bölümünü yok etmiştir.
“Yangın-ı Kebir”dir, yani “Büyük Yangın”dır böyle bir yangın ve böyle yangınları Roma da görmüştür, yaşamıştır.

Büyük Roma yangınlarının en büyüklerinden biri, 18 Temmuz 64’de başlayan ve 6 gün süren yangındır. O zamanlar Roma 14 bölgeye ayrılmıştı ve bu bölgelerden yalnızca 4 tanesi yangından etkilenmemişti. Geri kalan 10 bölgenin yanısıra kentin merkezi de bütünüyle yanmıştı.

“Domus Aurea”
Büyük bir kenti büyük bir kent yapan etkenler arasında o kentteki büyük yapıların da büyük payı vardır. Yazımın aşağıdaki bölümünde bunların birkaç tanesine değineceğim.

Söze, “Domus Aurea” (“Altın Ev”) ile başlayacağım; çünkü bu çok büyük ev, Roma İmparatorları’nın en ünlülerinden biri olan Neron tarafından, 64 yılındaki büyük Roma yangınının boşalttığı alanda inşa edilmiştir.

Bu alan o kadar büyüktü ki, Romalılar özellikle de çok büyük evlerde oturan zengin Romalılar, Roma’nın tek bir ev haline geldiğinden, yani neredeyse bütünüyle “Altın Ev”e dönüştüğünden; bu nedenle kendilerine yer kalmadığından yakınmışlar; kenti terk etmeyi düşündüklerini söylemişlerdir.

Aslına bakılırsa, “Altın Ev”, bir ev olmaktan, dahası bir saray olmaktan bile öte bir şeydi. O, bir tür imparatorluk mahallesiydi. İçinde çok sayıda yapı vardı. Bunların arasında döner kubbeli olanlar da vardı. Alanın içindeki göl ise alabildiğine büyüktü. “Altın Ev”işte böyle bir şeydi.

 

Colosseum
Roma’nın vazgeçilmez anıtsal yapılarından biri de Neron’un ölümünden sonra yıkılan Altın Ev’in yerine, daha somutlamak gerekirse orada bulunan gölün kurutulmasıyla elde edilen alanda inşa edilmiş olan Colosseum’dur. Bu yapı kocaman bir anfitiyatrodur. Bu anfitiyatro 50 bin kişinin rahatça, 90-100 bin kişinin ise biraz sıkışarak gladyatör dövüşlerini izleyebildiği bir mekandır.

Colosseum, uzun ekseni 190 metre, kısa ekseni 155 metre olan bir elipsdir. Bu yapının yüksekliği ise 55 metreyi bulur.

Colosseum’un yapımında 100 bin metreküp taş, bu taşları birbirine bağlamak için de 300 ton demir kullanıldığı hesaplanmıştır.

Demek oluyor ki, Colosseum sağlam bir yapıdır ve kolay kolay yıkılmayacağa benzer. Böyle olması da iyidir, çünkü bir efsaneye göre, Colosseum yıkılırsa Roma da yıkılır ve Roma yıkılınca da dünya yıkılır.

Bu dev yapı bugün de ayaktadır. Ancak, epeyce yara almış durumdadır, çünkü taşlarının bir bölümü çevredeki inşaatlarda kullanılmak üzere sökülmüştür. Öte yandan, Colosseum’un bu görünümüne alışıldığı ve o yıkıntının kendine özü bir estetiğe sahip olduğu yadsınamaz.

Circus Maximus
Bir hipodrom olan Circus Maximus, bir anfitiyatro olan ve az önce sözünü ettiğim kocaman Colosseum’dan çok daha kocamandır. Roma İmparatorluğu’nun henüz kurulmadığı, Roma’nın Etrüsk asıllı krallar tarafından yönetildiği yıllarda, yedi tepeli kentin iki tepesinin, Palatinus ile Aventinus’un arasında inşa edilmiş olan Circus, İmparatorluk döneminde Caesar, Neron, Traianus gibi ünlü imparatorlar tarafından genişletilmiştir. O kadar ki, sonunda Halikarnassoslu Dionysos’a göre 150 bin, Plinius’a göre 260 bin kişiyi içine alabilir hale gelmiştir. Publius ise daha da büyük bir izleyici sayısından, 385 bin kişiden söz eder.

Bu büyük yapının boyutlarının büyüklüğü ile ilgili bilgiler de kaynaklara göre değişmektedir. Kimilerine göre Circus Maximus’un uzun kenarı 600 metre, kısa kenarı 100 metre kadardır. Kimi kaynaklar ise bu ölçüleri sırasıyla 635 ve 211 metreye çıkarırlar.

Böyle bir circusun, bir Circus Maximus’dan başka bir şey olamayacağı ve böyle bir yapının Roma’ya yakıştığı açıktır.

Evet, Roma’daki Cirsus Maximus artık yok. Ondan geriye kalan belli belirsiz bir izden başka bir şey değil. Ama onun bir benzerini Nova Roma’da yani İstanbul’da Sultanahmed Meydanı’nda görme olanağı var.

Pantheon’un Kubbesi
Bilindiği gibi Antik Yunan Mimarisi’nde kubbe yoktur. Yine bilindiği gibi Roma Mimarisi, Osmanlı Mimarisi kadar değilse de, kubbeli bir mimaridir. Roma’yı büyük kılan büyük yapılardan biri de Pantheon’dur. Pantheon, yalnızca iç mekanının büyüklüğü ile değil, o iç mekanı örten kubbenin büyüklüğü ile de ünlüdür. Pantheon’un kubbesi Antik Dünya’nın en büyük kubbesidir.

İmparator Hadrianus tarafından 118-125 yılları arasında inşa edilmiş olan Pantheon, bir pagan yapısı olarak gökbilim çalışmalarını yürütmek için yaptırılmış, daha sonra kiliseye dönüştürülmüştür.

Bu yapının ve kubbesinin başından pek çok olay geçmiştir. Örneğin, kubbeyi kaplayan altın yaldızlı bronz levhalar yağmalanmış, bu levhaların yerine kurşun levhalar konulmuştur. Rönesans’ın ünlü mimarlarından Bernini yapıya iki küçük kule eklemiştir. Ne var ki Romalılar bundan pek hoşlanmamışlar ve o kuleleri eşek kulakları olarak adlandırmışlardır. Daha sonra Barberini ailesinden gelen Papa VIII. Urbanus zamanında da insanlar Pantheon’dan malzeme çalmayı sürdürmüşlerdir. Bu yağma yapıya elbette büyük zararlar vermiştir, o kadar ki Papa VIII. Urbanus’un Barberini ailesinden geldiğini bilen halk arasında “Quod non fecerunt barberi, fecerunt Barberini” (“Barbarların yapmadığını Barberiniler yaptı.”) deyimi yaygınlaşmıştır.

Pantheon, öteki tapınaklar gibi tek bir tanrıya değil, bütün tanrılara adanmıştır. Dolayısıyla o, kosmosla yani evrenle ilişkilidir ve bu nedenle de bir kez daha büyüktür.

Vatikan’daki Kubbe
Bir zamanlar Hristiyanlar’ın korkulu rüyası olan Roma’nın, daha sonraları Vatikan’ın kurulmasıyla, aynı dinin en kutsal merkezi haline gelmesi, tarihin garip bir cilvesidir.

Bu merkezin merkezinde, İsa Peygamber’in en sevdiği havarisi Aziz Peter’in adını taşıyan kocaman bir bina, Basilica di San Pietro yer alır. Bu bazilikanın kubbesi, Antik Çağ’da yapılmış olan kubbelerin de en büyüğüdür. O, aynı zamanda, Ayasofya’nın kubbesinin esin kaynağıdır. Bu kubbenin yapım süreci bir hayli uzun olmuştur: San Pietro’nun tasarlanmasında, Raphael, Bramante, Michelangelo gibi Rönesans ustalarının adları geçer.

Şimdi de, gelin, kimi Osmanlı gezginlerinin bu binaya ilişkin sözlerine kulak verelim:

Mustafa Sami Efendi San Pietro Bazilikası’na “Kızılelma” denildiğini; bunun nedeninin yapının dış kubbesinde, “levn-i elma ile mamul bir alem”bulunduğunu söyler.

Mehmet Rauf ise, Seyahatname-i Avrupa adlı kitabında bu binaya daha geniş bir yer ayırır ve onun “ruy-ı arzda bulunan kaffe-i ebniyeden cesim ve yüksek”olduğunu belirtir ve sözlerini şöyle sürdürür:

Tulen ve arzen Ayasofya cami-i şerifinden ve sair ebniye-i cesimeden ne derece farklı olduğu içinde yazılar ile mahsusen işaret olunmuş olmağla nazar olundukta onlar ile bunun vüs’atçe ve irtifa’ca fark-ı külli olup bayağı cami-i şerif-i mezkurun ikisi kadar uzundur. Dört ayak üstüne inşa olunmuş ve pek çok mahalli enva’ somakiden ve nadir direklerle yapılmıştır.

Cloaca Maxima: Roma’nın Lağımları
Koskoca Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan görkemli ve ölümsüz Roma’nın büyüklüğünü gündeme getiren böyle bir yazıda, kentin lağımlarından, kanalizasyon ağından söz edilmesini uygun bulmayanlar olabilir. Oysa böyle bir yaklaşımın daha başka örnekleri de vardır.

Sözgelişi İstanbul’u kasıp kavuran yangınlardan biri olan Hoca Paşa yangınından sonra, yangın alanının planlanmasıyla ilgili bir belgede şu satırlara yer verilmiştir:

Mahalle aralarındaki küçük sokaklara Arnavut kaldırımı yaptırılmıştır. Hatta yeni açılan caddelerle sokakların lağımları bile ihmal edilmemiştir. Denize kadar geniş, muntazam tonoz lağımlar yaptırılmıştır.

Sonra, Victor Hugo’nun en ünlü romanlarından biri olan Sefiller’de Paris’in kanalizasyonlarından uzun uzun söz edilir. Bu kitaptan seçtiğim birkaç cümleyi aşağıya aktarıyorum:

Paris’in bir kapak gibi kaldırıldığını düşünün. Lağımların yeraltı ağı, kuşbakışı, her iki kıyıda da şehre aşılanmış bir dal gibi görünür.[…]

Toplumsal olayları araştıran kimse bu karanlıklara dalmalıdır. Onun laboratuarının bir parçasıdır bunlar.[…]

Bu yüzyılın başlarında da gizemli bir yerdi Paris lağımı.[…] Paris şehri, altında korkunç bir mahzen bulunduğunun belli belirsiz farkındaydı.


Lağım uçsuz bucaksız idi.

Şimdi yine Roma’ya, Roma’nın lağımlarına dönmek ve şunları eklemek istiyorum:

Roma’nın lağımlarından söz etmemek Roma’ya haksızlık olur, çünkü onlar Roma mimarisinin başarılı örnekleri arasındadırlar. Lewis Mumford, The City in History adlı kitabında, Roma’nın lağımlarının ve kanalizasyon ağının, MÖ.6. yüzyıldan kaldığını ve aradan geçen bunca yüzyıla karşın hala daha kullanılır olduğunu vurgular. Mumford, bu kadarla da yetinmez, Romalılar’ın, lağımlarını bu kadar büyük ve sağlam yapmalarının, bu kentin ileride 1 milyonluk bir metropol olacağını düşünmelerinden ya da dışkılama olayının çok önemli olduğuna inanmalarından kaynaklandığını ileri sürerek konuya ironik bir boyut kazandırır.

Arkitera, Yazı: Gürhan Tümer, 02.01.2008






.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi