CHP 'EK İNŞAAT' İÇİN DAVA AÇACAK
CHP İstanbul İl Başkanlığı, Büyük Bizans Sarayı'nın kalıntıları üzerinde yükselen Four Seasons Oteli ek bina inşaatının durdurulması amacıyla dava açmak için harekete geçti.
CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin, Milliyet gazetesinin konuyu kamuoyu gündemine taşımasının ardından avukat ve belediye meclisi üyelerinden oluşan bir komisyon oluşturduklarını hatırlatarak, "Hukuki açıdan ne yapılabilir, inceliyoruz. Önceki yıllarda benzer uygulamalara karşı açılan davaları irdeliyoruz. Hukukçu arkadaşlarımız inşaatın durdurulması için en uygun yolu bulur bulmaz dava açacağız" dedi.
Four Seasons'a verilen iznin, 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilen İstanbul açısından ironi olduğunu belirten Tekin şunları söyledi: "2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilen İstanbul'un, UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası listesinden çıkarılma tehlikesi yaşadığı bir dönemde ortaya çıkan bu durum, kenti yönetenlerin gözlerinin rant uğruna nasıl döndüğünün ispatıdır. Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camii, Ayasofya Müzesi gibi hem tarihi, hem simgesel değeri bulunan mimarlık üçlüsünün arasına yapılaşma izni verilmesi 'Ben de mimarım, kent planlamasını iyi bilirim. İstanbul'u çok seviyorum' diyen Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın samimiyetsizliğinin göstergesidir. 'Yapacak fazla şeyimiz yok' sözleri 15 bakanlığa eşdeğer gösterilen İstanbul'un belediye başkanına yakışmıyor. Söz konusu bölgede hiçbir Bizans ya da Osmanlı kalıntısı bulunmasa da, Ayasofya gibi mimari bir şaheserin karşısına inşaat yapılmasına izin vermek, her şeyden önce bölgenin turistik dokusu ve mimarlık tarihi açısından bir cinayettir."
Söz konusu inşaatla ilgili askı itiraz süresinin geçmesinin çok önemli olmadığını belirten Tekin, İl Başkanlığı bünyesinde oluşturdukları komisyondaki hukukçuların, kamuoyunun olaydan şimdi haberdar olması nedeniyle askıda itiraz süresi geçmesine rağmen dava açılabileceği düşüncesinde olduğunu belirtti. Tekin şöyle devam etti: "Söz konusu yer Hazine'ye aittir ve 49 yıllığına kiralanmıştır. Üstelik üzerinde yapılaşma izni de yoktur. Yapılan plan, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası'na da açıkça aykırıdır. Bu tür planların, Büyükşehir Belediyesi'nin bilgisi olmadan gerçekleştirilmesi mümkün değil. Bana göre belediye, bilgilenme süreci içinde itiraz hakkını kullanmamayı uygun görmüştür."
Konuyla ilgili olarak, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ile de görüşerek ortak arayışa gireceklerini belirten Tekin şunları söyledi: "AKP'li Belediye Başkanı, hükümetiyle ters düşmemek için olsa gerek 'Yapacak fazla bir şey yok' diyor. Ama biz CHP olarak, hukuk komisyonumuzun durum tespitine göre vakit geçirmeden inşaatın durdurulması için dava açacağız."
Milliyet, 07.01.2008
*****
"BİZANS SİSTEMATİK YOK EDİLİYOR"
Bir süredir devam eden Four Seasons Oteli ek binası inşası, pek çok tartışmaya sebep oldu. Konuyla ilgili olarak, Murat Belge'nin "Sistematik biçimde Bizans'ı ortadan kaldırıyoruz. Osmanlı'da öyle yok edelim diye kasıtlı ve bilinçli bir kaygı yok. Bu cumhuriyetle, milliyetçilikle başlıyor" sözlerine mimar ve tarihçilerden cevap geldi. Mimar ve tarihçiler, konunun siyasi yönü olmadığı fikrinde birleşti. İstanbul Mimarlar Odası Anadolu Şube Başkanı Arif Atılgan, genel olarak tarihi eser ve kültür mirasını koruyamadığımızı belirtirken, bunun sebebinin rant olduğunu öne sürdü. Atılgan, "Bunları değerlendirecek, koruyacak nesiller gelene kadar da toprak altında kalsalar, hiç çıkarılmasalar daha iyi" diye konuştu. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Eyüp Muhcu ise "sahte Osmanlı mahalleleri" yaratılmaya çalışılmasına vurgu yaptı ve "Korunmaya çalışılan sadece Osmanlı eserleri. Onlar da korunmaya çalışılırken yanlış uygulamalar yüzünden zarara uğruyor. Sonuçta Osmanlı da dahil, tüm kültür mirasımız tehdit altında" yorumunu yaptı. Murat Bardakçı da Bizans'ı yok etme, silme politikası olmadığını belirterek, "Ortada Bizans'ı yok etme, silme şeklinde bir politika yoktur. Var olan sadece rant hırsıdır. Hiç kimse bu cehaleti entelektüel veya globalist polemik vasıtası yapmasın" dedi.
Sabah, Haber: Hande Şarman, 07.01.2008
*****
"MİLLİYETÇİLİK AŞAĞILAMA KAMPANYASINA ALET EDİLDİ"
Murat Bardakçı : Osmanlı eserleri İstanbul'daki Bizans eserlerinden daha fazla tahrip edilmiştir. Bu Menderes döneminde İstanbul'un modernleşmesi adı altında devlet eliyle olmuştur. Bizans kalıntılarının başına gelenler kasıt değil, Osmanlı eserlerinin uğradığı akıbette olduğu gibi hırstır. Yıllar önce Türkoloji profesörü Muharrem Ergin'in ortaya attığı uçuk fikirleri kural olarak göstermek yanlıştır. Bizans, entel görünmek uğruna başlayan milliyetçiliği aşağılama kampanyasına alet edildi.
Sabah, 07.01.2008
*****
SUÇLU KORUMA KURULU MU?
Yılbaşından hemen önce basına yansıyan ve tartışmalara neden olan İstanbul Sultanahmette arkeolojik alanda, arkeolojik eserler üzerinde Four Seasons oteline ek bina yaptırılmasına ilişkin İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı, koruma kurullarına ilişkin, AKP iktidarı ile birlikte yoğunlaşan tartışmalara bir yenisini ekledi. Başkanlığını ülkemizin koruma alanında yetiştirdiği önemli ve saygın isimlerden birinin, Prof.Dr. Cengiz Eruzunun yaptığı İstanbul 1 Numaralı Koruma Bölge Kurulunun 2006 yılında almış olduğu karardan çok, Kurulu oluşturan üyelerin kimliği ve Kurul dışındaki görev alanları, suçlu arayışındaki basın organlarında konunun manşete çıkarılmasına neden oldu.
Aslında AKP iktidarı ile birlikte, Koruma Kurulları aleyhinde geçmişte dile getirilen olumsuz söylemin iktidar olduğunu söylemek hiç de abartı olmaz. Başlangıçta bazı önemli ve doğru tespitlere de dayanan koruma kurullarına yönelik bu eleştiriler sonrasında, uygulamada önemli yozlaşmalar yaşandı.
Geçmiş yıllarda genel olarak akademik çevrelerden oluşturulan koruma kurulları, uygulamadan uzak oldukları, belediyelerde yaşanan sorunların farkında olmadıkları, işleyişin yavaşlığı gibi eleştirilerle yıpranmışlardı. Bu eleştirilerden yola çıkarak, akademik kadroların kurullardaki ağırlığının azaltılması, profesyonel yaşamdan ve diğer kamu kurumlarından uzmanların kurullara üye olarak atanması politikası uygulamaya sokuldu. Geçmişte alınan çok sayıda karar, yapılan eleştirileri haklı kılsa da, izlenen yeni politika başarıya ulaşmadığı gibi, önemli bir yozlaşmanın ortaya çıkmasına da neden oldu.
AKP iktidarı ile kurullardaki üye sayısının 5ten 7ye çıkarılması, kurul toplantılarının kolaylaştırılması, eksikliği hissedilen hukukçuların kurula katılımının sağlanması gibi haklı sayılabilecek gerekçelere dayandırılmıştı. Ancak, yeni kurullarda Bakanlık ataması 3ten 5e çıkarılır ve kurullar üzerinde Bakanlık hakimiyeti arttırılırken, kontrol edilmesi daha güç olan YÖK tarafından atanacak üye sayısı arttırılmadı ve 2de bırakıldı.
Yıllardır eleştirilen konuların başında yer alan, koruma kurullarında işlemlerin gecikmesi, kararların sonuçlanmaması, iş yükü fazlalığı gibi eleştiriler dikkate alınarak kurul sayısında da önemli artışlar yapıldı. İstanbulda var olan 3 kurul ile İzmirde var olan 2 kurulun yanı sıra Adana, Ankara, Bursa, Edirne, Eskişehir, Kayseri, Nevşehir, Muğla, Çanakkale, Antalya, Trabzon, Diyarbakır, Erzurum, Konya, Samsun koruma kurullarına ek olarak, İstanbula 3 yeni kurul ve Aydın, Şanlıurfa, Van, Sivas, Karabük, Kocaeli illerinde yeni Koruma Kurulları oluşturuldu. 20 olan koruma kurulu sayısının 29a, 100 olan üye sayısının ise 203e çıkması, AKP döneminde Kültür ve Turizm Bakanlığının çok sayıda yeni kurul üyesi atamasının önünü açtı.
1983 yılından bu yana geçerli yasa gereği, koruma kurullarına Arkeoloji, Sanat Tarihi, Mimarlık, Şehir Planlama ve Hukuk alanlarından ataması yapılacak uzmanların konularında uzmanlaşmış kişiler arasından atamasının yapılması gerekirken, 2005 yılında çıkarılan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Koruma Bölge Kurulları Çalışmaları ile Koruma Yüksek Kuruluna Yapılacak İtirazlara Dair Yönetmelikte yapılan düzenlemeyle, uzmanlık zorunlu olmaktan çıkarılmış, seçilecek üyenin konusunda uzman olması tercih edilir ifadesine yer verildi. Uzmanlığın zorunlu olması yerine, tercih nedeni olması sonucunda, konusunda ve koruma alanında uzman olmayan çok sayıda meslek adamının koruma kurullarına üye olarak atanmasının da önü açılmış oldu.
Ülkemizin sahip olduğu kültürel miras zenginliğinin, aynı oranda koruma alanına ilgiye dönüşmemiş olmasının da etkisiyle, koruma konusunda gereği kadar uzmanın yetişmediği ülkemizde, özellikle Bakan Atilla Koç döneminde gerçekleştirilen özensiz atamalar sonucu, koruma kurullarının uzmanlığına duyulan saygı zayıfladı. Uzman olmayan kişilerin de koruma kurulu üyeliğine atanması, uzmanlığın tercih edilmediği atamalarda, hangi tercih nedenlerinin işletildiğinin sorgulanmasını da beraberinde getirdi.
Böylesi atamalarla oluşturulan koruma kurullarının almış olduğu kararlar, tıpkı İstanbul Sultanahmette yaşanan örnekte olduğu gibi, konuların bilimsel ve mesleki açıdan tartışılması olanağını ortadan kaldırırken, tartışma kurul üyelerinin kimliğine ve yetkinliğine yöneldi. Bakan Atilla Koç döneminde, gerek atamalarda ve gerekse görevden almalarda izlenen keyfi, hatıra dayalı, bilimsellikten ve uzmanlığa saygıdan uzak yöntem, koruma kurullarının bugün içinde bulunduğu sıkıntılı durumun başlıca nedeni. Bunun yanı sıra, koruma kurullarının söz dinleyen, hatır kırmayan, ricayı emir kabul edecek, sıradan teknik elemanlardan oluşan bir organ gibi görünür hale gelmesi, bazı illerde vali ve belediye başkanlarının kurullar üzerinde mutlak hakimiyet kurma arzusunu azdırdı.
Bu gidişin acilen durdurulması, koruma kurullarına üye atamasında yeniden mesleki alanda ve koruma konusunda uzmanlık arayışının zorunlu kılınması, yaşanmakta olan tartışmaların ortadan kalkmasının yanı sıra, sahip olduğumuz muhteşem zenginliğin, geçmiş Anadolu uygarlıklarından bizlere miras kalan ve emanetçisi olduğumuz değerlerin gereği gibi korunmasının ve gelecek nesillere aktarılabilmesinin sağlanması açısından zorunludur. Ortaya çıkan yanlış kararların olumsuz sonuçlarının sorumluluğunun, ilgili koruma kurulu üyelerinde olduğu kadar, yasal düzenlemeleri yapan iktidarda ve atamaları gerçekleştiren Bakanlıkta olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Evrensel, Yazı: Necati Uyar, 08.01.2008
*****
'AYASOFYA CİNAYETİ'NDE 132 MÜHENDİS-MİMAR SUÇ ORTAĞI VAR
Şimdi ne olacak, Ayasofya cinayetinde ölen öldü, kalanları kurtaralım yöntemine başvurulup bir orta yol mu aranacak? Kültür Bakanı Ertuğrul Günay beni aradı, orta yol bulmaya çalıştığını anlattı. Ayasofyanın dibindeki tarihi alana çelik kazıklar çakıp 60 odalı otel ilave eden şirketin (Astay Gayrimenkul İnşaat Yatırım ve Turizm A. Ş.) CEOsu Atilla Öztürk ise bana Bu otel genişletme projesinin onayının 2000 yılında alındığını söyledi.
Yani şunu demek istiyor.
Tarihin içine kazıkları çaktık.
Cesareti iktidardan almadık.
Bizim şirketimiz daha bu oteli almadan önce altın üçgen adı verilen Topkapı Sarayı-Ayasofya-Sultanahmet tarihi bölgesinin tam orta yerindeki Bizans Büyük Sarayı, Darülfünun, Topkapı Sarayı Nakkaşhanesi, Meclis-i Mebusan binaları, Maliye ve Efkaf Nezarethaneleri kalıntılarının bulunduğu 17 bin metrekarelik tarihi alana bilim kurullarının, koruma kurullarının verdiği yasal genişletme onayı vardı, cesareti bu yasal onaydan aldık.
Daha açık yazayım.
Herkes iyi anlasın.
Four Seasons Otelinin yeni sahibi Mesut Toprakın CEOsu Atilla Öztürk, anlamak isteyene şunları demek istiyor:
Cinayet tek başına işlenmedi.
Tek başına düşünülmedi.
Tek başına kurgulanmadı.
Bu tarihi, kültürel, arkeolojik kalıntı üzerine 600 ton ithal İspanyol çelik kazığı (İtalyan diye yazdım, doğrusu İspanyol olacak) çakıp, üstüne de 600 ton gri beton dökerek 3 katlı dev irisi çirkin bir kütlenin yapılaşmasına izin veren tamı tamına 32 adet koruma kurulu kararı var. Bu kararların altında da 132 imza.
Cinayetin işbirlikçileri.
Olur verenler.
Profesörler. Doçentler.
Öğretim görevlileri.
Yüksek mimarlar, yüksek mühendisler, mimarlık ve mühendislik fakültelerinin hocaları... Yani bu otelin, bu tarihi kalıntı üzerinde ilave yapıp genişlemesi için fikir vermişler, düşünce belirtmişler, zemini şu sokaktan alalım, yüksekliği bir kat daha yukarı çekelim, her biri Sultanahmet Camiinin minaresinden daha yüksek ithal İspanyol çelik kazık sayısını 12den, 24e çıkartalım... türünden öneri geliştirip, uygundur diye onaylayıp imzalarını atmışlar.
Bu 132 imzanın sahibi mimar, mühendis, profesör, doçent, öğretim görevlisi; mimar ve mühendis odalarının üyeleri... Dikkat ediyor musunuz: Mimar ve mühendis odalarının başkanları Tarihi bölgedeki bu yapıyı bir cinayet olarak niteliyorlar fakat bu yapının dikilmesine onay veren kurullarda yer almış üyelerini hiç eleştirmiyorlar.
Onları azarlamıyorlar.
Onları kınamıyorlar.
Onları deşifre etmiyorlar.
Mimar ve mühendis odalarından ihraç etmiyorlar. Onların diplomalarının geçersiz sayılmasını ve mühendislik ile mimarlık mesleklerinden de atılmalarını talep etmiyorlar.
Otelci ile mimar!
Otelci ile belediyeci.
Otelci ile politikacı.
Bir olup tarihin içine...
Bir olup kültürün içine....
Bir olup medeniyetin içine...
Gerisini siz getirin!
Bakan: Üç kat ikiye inebilir
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay telefonla aradı ve Konuyu dikkatle, titizlikle, hakkaniyetle, adaletle inceliyoruz. Hem bizim bakanlığın elemanları, hem otelin sahipleri, hem ilgili kurullar bir araya geliyoruz. Ayrıca UNESCOdan da tarafsız gözlemci olarak görüş alıp yeni bir yol bulmaya çalışıyoruz. Bu tarihi bölgede bu kadar büyük bir kütle içimize sinmiyor. Üç kat iki kata inebilir, dikilmiş üç kattan üstteki yıkılabilir dedi.
Vatan, Yazı: Necati Doğru, 09.01.2008
*****
TARİHİ KATLETMEYİN
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, son günlerde yapılan uygulamalar ile ciddi bir tahribatın eşiğinde olan Tarihi Yarımada'nın çağdaş ve bilimsel bir yaklaşımla korunmasını gerektiğini belirtti. 2010 Avrupa'nın Kültür Başkenti seçilen İstanbul'un bir taraftan kültür başkenti olmaya hazırlanırken, diğer taraftan da öz kültür değerlerini yitirme sürecine girdiği vurgulanarak, kentin korunması için tüm meslek odaları, üniversiteler, koruma kurulları, sivil toplum örgütleri ve duyarlı tüm İstanbullulara işbirliği çağrısı yapıldı.
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi'nce gerçekleştirilen "Tarihi Yarımada Sempozyumu"nun sonuç bildirgesi yayımlandı. Bildirgede, 1995'te Tarihi ve Kentsel Sit, Kentsel ve Arkeolojik Sit ve 1. Derece Arkeolojik Sit ilan edilen tarihi yarımadaya ait koruma amaçlı imar planlarının hazırlanıp onaylanarak askıya çıkartılmalarının 10 yıl sürdüğü anımsatılarak, "2005'te askıya çıkartılan bu planların uygulanması halinde, tarihi yarımadada ciddi değer tahribatı yaşanacak. Bu planlar yeniden düzenlenmeli" denildi.
Tarihi yarımadanın karşı karşıya olduğu tehlikelerden birinin "kentsel yenileme projeleri" olduğuna dikkat çekilen bildirgede "Belediyeler, "koruma" adı altında birtakım "yenileme" projeleri uygulama doğrultusunda ciddi adımlar atmışlardır. Bunlardan birisi, 1000 yıldan fazladır Sulukule'de yaşayan Romanları ve Roman kültürünü buradan atmayı öngören projedir. Bir diğeri ise, Süleymaniye'yi, bir sahne dekoru anlayışıyla ve Osmanlı canlandırması adı altında rant süreçlerine açan projedir. Birer "kültürel cinayet" olan bu projelerin derhal durdurulması gerekmektedir" görüşüne yer verildi.
Cumhuriyet, 09.01.2008
*****
GÜNAY'DAN UNESCO'YA DAVET
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, geçen hafta UNESCO'ya "kazı ve inşaat alanında ortak inceleme yapılması" amacıyla davet gönderilmesi talimatı verdiğini açıkladı.
Milliyet, UNESCO'nun Nisan 2006'da hazırladığı "İstanbul Dünya Mirası Sit Alanı" başlıklı inceleme raporunu, İstanbul Valiliği ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne gönderdiğini tespit etmişti. Raporda, Bizans Sarayı'nın bulunduğu arkeolojik alanla ilgili "bazı kaygı uyandırıcı hususlar sıralandığı" ortaya çıkmıştı.
Uluslararası uzmanlardan katılım sağlanarak fizibilite çalışması yapılması yönündeki UNESCO talebi 1.5 yıl gecikmeli olarak gerçekleşti. Günay, Milliyet'in duyarlı yayınlarına teşekkür ederken, dikkatli bir takip süreci başlatıldığını vurguladı. Geçen hafta bilgi sahibi olduğu UNESCO raporundaki talep konusunda gerekli talimatı verdiğini açıklayan Günay, UNESCO'nun bildireceği uzmanlarla yeni bir inceleme yapılacağını dile getirdi. Günay, "İstanbul'da geçen hafta ilgililerle yaptığım toplantıda talimat verdim. UNESCO yetkililerini ve uygun gördükleri uzmanları davet edeceğiz. Otel inşaatında uzmanlar, UNESCO'nun ifade ettiği kaygılar dikkate alınarak inceleme yapacak" dedi. Günay, uzmanlardan gelecek görüşlere göre değerlendirme yapacağını da dile getirdi.
Sultanahmet'te Bizans kalıntıları üzerine otel inşaatı yapılmasıyla ilgili olarak CNN Türk'te yayımlanan "Farkında mısınız?" programında konuşan inşaat firması yetkilisi Atilla Öztürk, proje tamamlandığında otel içinde kalacak arkeolojik alanın ziyarete açılacağını söyledi. Öztürk, "Hukuki bir eksiğimiz bulunmadığı için şu anda devam etmekten başka bir durumumuz söz konusu olamaz" dedi.
İnşaatın kalıntılara zarar vermeyecek bir teknikle yürütüldüğünü kaydeden Öztürk, alanın arkeolojik park olarak ziyaretçilere açılacağını söyledi. Öztürk, davaların sürmesine rağmen buradaki kararlara şu ana kadar önemli ölçüde itiraz yapılmadığını da belirtti.
Milliyet, Haber: Yıldız Yazıcıoğlu, 10.01.2008
*****
'KORUMA KURULLARI'NI ELEŞTİRİRKEN
Tarihi Sultanahmet Cezaevi binasındaki otelin aynı yerdeki arkeolojik alanda sürdürdüğü "ek yatak bloku" inşaatı medyada da sorgulanınca, "SİT'lerdeki imar tahribatı" gündeme taşınmış oldu. Ne var ki özellikle koruma kurulunu "günah keçisi" yapan haber ve demeçlerin "öne çıkma"sı yüzünden, şimdi herkes diyor ki: "Kurul projeyi onaylamasaydı, tarih ayaklar altına alınamazdı..."
Oysa adeta bu "yaratılan kanı"nın asıl suçluları gizlediğini; tarihin çiğnenmesine, Bakanlar Kurulu'nun 1991'deki "turizm merkezi" kararının neden olduğunu; nitekim projenin de arkeolojik alanın "otel arsası"na çevrilmesiyle hazırlandığını; koruma kurullarının ise bu gibi yasal "üst karar"lara uyma zorunluluğunun "gerilim"lerini yaşadıklarını; benzer dayatmalara rağmen elde kalabilen kültürel mirasımızın da önemli oranda yine kurullar sayesinde yitirilmediğini... Geçen yazımızda özetlemiştik.
Korumanın bu özverili emektarlarını, "iktidar projeleri"nden ötürü eleştirirken tarihe saygısızlığın "baş sorumlu"su ilan etmenin ise özünde "kültür ve doğa katliamları"yla para kazanan "kurul düşmanları"na fırsat yarattığını; asıl tartışılması gerekenin ise ülkemizdeki koruma (ma) politikalarının ürünü olan "koruma (ma) düzeni" olduğunu vurgulamıştık ( 5-6 Ocak 2008 ).
Bütün bu gerçeklerin yıllardır sorguladığımız diğer "Türkiye örnekleri"ni gelecek yazılarımızda yeniden anımsatacağız. Şimdi ise şu koruma düzenimizin "Sultanahmet yaklaşımları"nı irdeleyelim...
'Yasa'nın serüveni
1950'lerden 80'lere kadar geçerli olan 1710 sayılı Eski Eserler Yasası, adı üzerinde sadece "eski" (20. yüzyıl öncesi) ve "eser" sayılabilecek mirasın korunmasını esas almıştı. Bu nedenle genelde hep "anıtsal" yapılara öncelik verilirken eski evlerin ve kentsel dokuların korumasına yeterince ilgi gösterilmemişti. Nitekim "doğal değer" ve "SİT" gibi günümüzün kavramları da yasada olmadıkları halde, 70'lerle birlikte Anıtlar Yüksek Kurulu kararlarıyla koruma hukukumuzda yer aldılar.
80'lerin 2863 sayılı yasası ise uluslararası sözleşmeleri de gözeterek "kültür ve tabiat varlıklarını koruma"yı esas aldı ve adı bile böyle belirlendi. Ancak dönemin "12 Eylül yağmacılığı"na uygun olarak, korumanın evrensel ilkesi olan "özerk ve bilimsel kurul" yapılanmasında, "siyasetin etkisi"ne olanak sağlandı.
Örneğin eski Anıtlar Yüksek Kurulu, ülkenin en birikimli, saygın ve adeta "bilimsel dokunulmazlık"larıyla görev yapan bilge hocalarından oluşurken, aynı yetkileri devralan yöresel kurullardaki üyelerin her an keyfi olarak görevden alınabilecekleri bir düzen getirildi.
Özellikle 1990'lardan sonra, aslında "korumacı" olduklarından üyeliklerine "tahammül" edilemeyip son verilen; ancak yargı yoluyla geri dönen; hatta buna rağmen görevlerinden yeniden alınan; genelde de hep "rantçılar"ın "sakıncalı" gördükleri için başlarına bunlar gelen kurul üyelerinin sayısı bile bilinemiyor.
Ve bugünkü durum
2000'lerle birlikte kültürle turizm bakanlıklarının birleşmesine bağlı olarak düzenlenen 5226 sayılı son yasada ise 12 Eylül'ün ürünü olan "turizm merkezi" kavramı, "kültür ve turizm merkezi"ne dönüştürülerek tarihsel ve doğal mirasın bu sektöre "ayrıcalıklı imar hakları"yla birlikte doğrudan teslim edilmesinin de önü açılmış oldu.
Dahası, kurul üyeliklerinin sayısı, yerel ve merkezi idarelere bağlı bürokrat üyelerin "kararlarda oyçokluğu"nu sağlayacakları şekilde artırıldı; kurullardaki yıllardır süregelen "uygunsuz çalışma koşulları"nda ise hemen hiçbir iyileştirme yapılmadı.
Nitekim korumanın kamusal organlarına karşı bu "dışlayıcı tavır", imar rantına meraklı Maliye Bakanlığı'nda doruğa çıktığından, çok sayıdaki bölge kurulunun uzman kadroları yeterli değil; birçoğunda üyeler eksik, toplanma zorluğu bile çekiliyor; hatta hemen tümünün böylesine önemli bir kamusal görevde kullanabilecekleri tek bir "ulaşım araçları" bile yok.
Yani, uygarlıklar ülkesi Türkiye'nin aynı uygarlıkları korumakla görevli kadroları, devletin en çaresiz ve en olanaksız temsilcileri. Diğer tüm devlet dairelerinin önünde sıra sıra resmi araçlar dururken koruma kurullarının önünde sadece "iş takipçileri"nin arabaları var...
Paha biçilemez mirasımız hakkında kararlar alan; olağanüstü rantların beklendiği projeleri, ulusal ve evrensel mirası korumak için "devlet adına" inceleyen kurul üyelerine de bu kutsal sorumluluğa asla uygun olmayan, komik düzeyde huzur hakları verilebiliyor.
Çünkü hükümetlerin genel bütçeden kültürel mirasa ayırdığı pay, yıllardır "binde 2"nin üzerine çıkamadı. İşte bütün bunlar bile, genel politikanın ne denli kültür yoksunu olduğunu göstermiyor mu?
Umursanmayan uyarılar
Koruma yasası böylesi duyarsızlıklar içerirken yine son düzenlemede meslek odalarıyla birlikte akademik kesimlerin de görüşleri alınmış; ancak hemen hiç biri önemsenmemişti. Mimarlar Odası'nın tasarıya itirazlarını ve önerilerini çok yazdığım için, bu kez de özellikle ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) Türkiye Milli Komitesi'nin uyarılarına değinmek istiyorum.
Komitenin 11 Aralık 2003 tarihli "yasa tasarısı hakkındaki rapor"unda "Koruma kararlarının uluslararası ilkelere uygun, bağımsız ve baskılardan uzak alınması sağlanmalıdır" denilerek özetle şunlar vurgulanıyor:
- Koruma kararları "şeffaf" olmalı; kültürel ve doğal miras hakkında tüm ulus ve insanlık için alınan kararlar "gerekçeleri"yle yazılmalı ve sürekli "yayımlanmalı"dır.
- Kurul üyeliklerinde uzmanlık, birikim ve korumanın önemine bağlılık aranmalı; üyeler ilgili meslek odaları ve üniversitelerin de temsil edildikleri, "katılımcı bir komisyon"un görüşü alınarak belirlenmelidir.
- Ülkenin "kültür varlıkları envanteri" hemen çıkartılarak; elde kalan tüm değerler güvenceye alınmalıdır.
- Kültürel miras, "ilköğretimin temel dersleri" arasında yer almalı; tarih ve doğanın korunmasının gelişmede engel değil, zenginlik olduğu kavramına dayalı bir koruma bilinci küçük yaşlarda kazanılmalıdır.
- "Koruma" kavramı, imar hukukundan ayrı değil, "imarın öncelikli koşulu" olarak yasalaşmalıdır. Uygarlık birikimlerini ve çevreyi gözetmeyen yapılaşmaya kesin önlemler getirilmelidir.
Bakalım bütün bunlar ve diğer tüm duyarlı öneriler, hiç değilse "Sultanahmet şoku" sayesinde yeniden değerlendirilecek mi?
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 10.01.2008
*****
BİZANS'IN 'RANT'I
Bizans Sarayı ve otel üstüne çıkan tartışmada, Bizans'tan kalan eserleri yok etmek ya da yok olmaya terk etmek şeklinde bir politika olduğunu söylemiştim. Geçen gün Sabah gazetesinde Murat Bardakçı'nın buna karşı çıktığını gördüm. Benim 'derin devlet'e atfettiğim bu durumu o 'rant' sorununa bağlıyor ve böyle bir politika olmadığını söylüyor.
Verdiğim mülakatta, böyle bir şeyin 'kanıt'ının elimde olmadığını söylemiştim zaten. Ama olaylara bakıp bir şeyleri yan yana getirdiğimiz zaman, mantıken, 'Herhalde böyle bir şey var' diyorsunuz. Bende, bu politikanın olduğunun kanıtı yok da, Bardakçı'da olmadığının kanıtı mı var, varsa nasıl var, onu bilemeyeceğim.
Onun açıklaması 'rant'. Şu son olayda elbette ki buna temel sağlayacak bir durum var; Arasta'nın karşısındaki arkeolojik sit alanına bir 'Sultanahmet Palas' yapılmışsa, oradan da burnunuza böyle bir koku gelir.
Peki, onun yanında, yıllardır Tarım Bakanlığı'nın elinde olup da şimdi Büyükşehir Belediyesi'nin eline geçen bölümden kim, ne rantı yiyor? Oradaki saray kalıntıları öylece duruyor. Niçin? Burası üstelik turistik bölge: turizmden para kazanmayı uman bir ülke elindeki 'Bizans İmparatorluk Sarayı'nı saklar da yanına Sultanahmet Palas kurarsa, bunun başka türlü bir 'akıl'la açıklanır yanı var mıdır?
Gene aynı bölgede koca Sphendon-Hipodrom'un ayakla kalan kısmı.
Buradan, bunu onarmamak ve turizme açmamakla, 'rant' yiyen mi var? Ana caddelerden birinde, Unkapanı-Aksaray arasında, Zeyrek'i alttan destekleyen duvarları her gün görebiliyoruz. 'Şunu bir adam edelim de turizme açalım' diyen yoksa, birileri onun bu halde durmasından rant yediği için mi yok?
Aksaray'da 50'lerde bir katakomb bulunmuştu. Nerede o? Kimse bilmiyor, çünkü üstü örtüldü, 'ebediyen' niyetine terk edildi. Niçin? O öyle kapalı durdukça birilerine rant mı getiriyor.
Bir sürü yerde üstü kapatılmış Bizans sarnıçları öyle bilinmeden yatınca mı rant kaynağı oluyor?
Samatya'da Bizans'ın en eski iki kilisesi var. Studion Manastırı'nın kilisesi Agios İonanis harap durur, bahçesinde Aya Sofya'dan çalışan birinin oturduğu kulübeyle. O adam rüşvet verip engelliyor herhalde, restore edilmesini. Yanındaki sarnıç da 'rant' kazanmak için boya imalathanesine dönüştürüldü ve yandı ve şimdi önünde komşu apartmanların otoparkının getirdiği 'rant' yüzünden öyle duruyor. Öteki kilise, Karposke Papillos'ta çelik kasa üreten o iyi niyetli adamcağız 'rant' kazandığı için o da öyle duruyor.
Ali Naki Sokağı'ndaki sarnıç, Cağaloğlu'nda, Cemal Nadir Sokağı'ndaki ne olduğu tam bilinmeyen ilginç yapı, böyle yıkık ve meçhul durdukça, 'rant' oluşturuyorlar.
Hem ayrıca, sahiden 'rant'a kurban giden Bizans yapıları, Bizans olmasaydılar, bu kadar kolay mı olurdu üstlerine başka bina yapmak. Yedikule'de mafyanın depo olarak kullandığı bir berhane vardı, yıkılacağı anlaşılınca bir ucuna karikatür gibi bir minare takıp cami olduğunu ilan ettiler, sittin sene kimse elini süremediydi.
Bardakçı bir de 'Milliyetçiliğe karşı kampanya' buyurmuş. Bu ülkede 'milliyetçi kampanya' mı var, 'milliyetçiliğe karşı kampanya' mı? Bunu böyle görüp anlayan kafa, 'Bizans mirası' dediğimiz şeyi de ancak bu kadar anlar.
Radikal, Yazı: Murat Belge, 11.01.2008
|