Haberler logo Temmuz '13 Arşivi

28 Temmuz - 3 Ağustos 2013

MİLYARDERLER DE SANATA YÖNELDİ

 

 

Küresel krizin patlak verdiği 2008'den sonra alternatif yatırım araçlarında güven ve getiri imkanının azalması sanat yatırımlarına olan talebi zirveye çıkardı. Dünyanın sayılı milyarderleri için de sanat en önemli yatırım aracı oldu. Fonların sanat yatırımlarında da ciddi patlama var. Dünyanın en büyük iki müzayede şirketi Sotheby's ve Christie's'in 'büyük ustalar, Çin eserleri, empresyonist-modern ve çağdaş sanat' eserlerinden oluşan satışları geçen yıl 6 milyar 640 milyon dolara ulaştı. Deloitte ve ArtTactic'in hazırladığı "Art & Finance" raporuna göre, özellikle çağdaş eserlere olan talepte büyük patlama yaşandı. Çağdaş eser satışları geçen yıl yüzde 32.5 artışla 2 milyar 730 milyon dolara çıktı.

ÇİN KAYBETTİRDİ
Sanat eserlerine gelen yüksek talebe karşın eski ustaların işlem hacminin düşük kalması dikkat çekti. Hemen hemen bütün sanat eserlerinin yüksek talep gördüğü dünya sanat piyasasının kaybedeni ise Çinli sanatçılara yatırım yapanlar oldu. 2011'e göre yüzde 28.8 oranında daralan Çin eserleri pazarında işlem hacmi 2 milyar 150 milyon dolardan 1 milyar 530 milyon dolara geriledi.

BANKALAR DA DESTEKLİYOR
Dünya piyasalarında sanat eserlerinin yatırım aracı olarak kabul görmesinin önemli yansımalarından biri de bankacılık sektöründe gözlendi. Geçen yıl Avrupa'da bankaların yüzde 71'i müşterilerine sanatla ilgili hizmet sundu. Bankaların yüzde 57'si sanat danışmanlığı hizmeti verirken, yüzde 47'si müşterileri adına sanat eseri değerlendirmesi yaptı. Bazıları ise sanat yatırımcılarına kısa ve orta vadeli krediler açtı. Araştırmalara göre koleksiyoncuların yüzde 41'i sanat yatırımlarını maddi teminat olarak görüyor.

FON PAZARI BÜYÜDÜ
Deloıte ve ArtTactic'in başta Lüksemburg, Polonya, İspanya olmak üzere Avrupa genelinde 30 özel banka, 112 sanat profesyoneli ve 81 sanat koleksiyoncusuyla yaptığı anket ve araştırma sonuçlarına göre, eserlerin varlık türü olarak öne çıkması ve güvenli bir yatırım aracı olarak talep görmesi, sanat piyasasının global boyutta genişlemeye devam etmesinde büyük rol oynadı. Bu nedenle fon yöneticileri, risk profilini daha dengeli bir yapıya kavuşturmak için sanat eserlerini de portföylerine aldı. Sanatın yatırım aracı olarak görülmesinden sonra sanat için oluşturulan özel fon pazarı 2012'de yüzde 69 arttı.

Sabah, Haber: Handan Bayındır, 03.08.2013

TOPHANE İHYASINDA SON SÖZ ÜNİVERSİTEDE

 

 

Tophane’de Topçu Kışlası gibi bir ihya projesi olan ‘İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi’nin inşa edilmek istendiği arazide İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin denetiminde devam eden kazıda 6-7. yüzyıldan kalıntılar çıktı. İstanbul İl Özel İdaresi’nce yürütülen projenin ihalesi bir ay önce Reskon İnşaat firmasına 13.700.000 karşılığında verilmesine rağmen inşaatın yapılıp yapılamayacağı kazı sonlanmadan kesinleşmeyecek.


Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız, Radikal’e yaptığı açıklamada projenin bütçe yetersizliği nedeniyle üniversiteden alınarak İl Özel İdaresi’ne devredildiğini, ihalenin de üniversite değil idare tarafından verildiğini söyledi. Karayağız, kazı sonuçlarının koruma kurulundan sonra üniversite bünyesinde 5 kişiden oluşan özel bir bilim kurulu tarafından değerlendirileceğini ve son sözün üniversitede olacağını söyledi.


Meclis-i Mebusan Caddesi’nin batısında kalan, şu an perdelerle çevrili alana ‘Mimar Sinan Araştırma Merkezi ve Müzesi’ yapılarak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’nin kullanımına sunulması planlanıyor. Karayağız, daha önce basına yaptığı açıklamalarda “Mimar Sinan Araştırma Merkezi ve Müzesi’nin içinde Mimar Sinan’ın bazı eserlerinin maketleri olacak. Zeminde iki galeri, konferans salonları, toplantı alanları olacak” demişti.
Koruma amaçlı imar planlarında ‘arkeolojik park’ olan alan, ayrıca Beyoğlu Kentsel Sit Alanı içinde.İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin denetiminde henüz küçük bir kısmı kazılan araziden çıkanlar Koruma Kurulu’na raporlanıyor. Alandaki projenin revizyonu ve uygulaması, kazı sonuçlarına göre belirlenecek.


2010’da yenileme kuruluna sunulan projenin mimarı Halil Onur, konu hakkında görüş vermedi. İstanbul sit alanları alan yönetimi başkanı olan Onur, aynı zamanda Topçu Kışlası projesinin de mimarı.

‘Çivi bile çakılmasın’
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız ise projeyle ilgili henüz karar vermediklerini söylüyor:
“2010’da koruma kurulu tarafından onaylanmış bir proje ve ihale var. Ama biz bunu uygulamak zorunda değiliz. Koruma Kurulu projenin uygun olduğuna dair karar verse bile biz istersek o işten çekilip binayı yapmayız. Kazıdan çıkan sonuca ve üniversitenin bilim kurulunun raporuna göre iş yaparız. İhalenin verildiği firma kafasına göre takılmasın diye denetimini yapıyoruz, bizim bilgimiz dahilinde değilse çivi bile çakılmasın diye.”

 

Yol yapmak için yıkılmıştı
Tophane Kışlası olarak 1860’larda inşa edilen bina 1900’lerde top dökümhanesine usta yetiştirmek için kullanıldı. 1956-57’de yol açma çalışmaları için yıkıldı. Uzmanlar, Topçu Kışlası’nda olduğu gibi belgeler, röleveler bulunmadığı için yapılacak binanın gerçeği yansıtmayacağı fikrinde. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’ne göre bu alanda inşaat yapılması yanlış. Kazılarda, bir hamama ait kalıntılar, mermer lahit (üstte), sikke ve kandil gibi pek çok eser bulundu.

 

Tophane Kışlası Harbiye Usta Mektebi’nin seyri
2006: Arazi 2006’da Sulukule, Tarlabaşı ve Emek Sineması gibi 5366 sayılı yasa kapsamına alınarak ‘yenileme alanı’ ilan edildi.

2010: İstanbul Büyükşehir Belediyesi ’nin hazırladığı ‘MSGSÜ Çağdaş Sanatlar Müzesi Avan Projesi’ni değerlendiren Yenileme Kurulu, temel araştırma kazısının Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde yapılmasına, herhangi bir buluntuya rastlanması durumunda çalışmaların durdurulup kurula bilgi verilmesine, mevcut duvar kalıntılarının tescil talebinin kazıdan sonra elde edilecek buluntular sonrasında değerlendirilmesine karar verdi.

2012: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Encümeni, araziyi MSGSÜ’ye 25 yıllığına ‘kültürel tesis alanı’ olarak kullanılmak üzere tahsis etti.

2013: İl Özel İdaresi projeyi devralarak ihaleyi Reskon İnşaat firmasına verdi.

Radikal, Haber: Elif İnce, 03.08.2013

ADEM İLE HAVVA 120-156 BİN YAŞINDA

 

Science dergisinde yayınlanan yeni araştırmaya göre tüm erkeklerin atası 120 bin-156 bin yıl önceki bir zaman aralığında Afrika’da yaşadı.

 

STANFORD Üniversitesi, Michigan Tıp Fakültesi, Stony Brook Üniversitesi’nden bir grup bilim insanları, araştırmalarında Namibya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Pakistan, Sibirya, Meksika gibi birçok ülkeden 69 erkek katılımcının babadan oğula geçen Y kromozomlarının varyasyonlarını karşılaştırdı.

Science dergisinde önceki gün yayınlanan, erkek kromozomu Y ile ilgili en kapsamlı analizin sonuçlarına göre tüm erkeklerin tek ortak atası, 120 bin-156 bin yıl önceki bir zaman aralığında Afrika’da yaşadı. Böylece yeni sonuçlar, daha önceki tüm erkeklerin atasının 50-60 bin yıl önce yaşadığıyla ilgili araştırmayı değiştirmiş oldu. Araştırmaya katılan Stanford Üniversitesi’nden genetik profesörü Carlos Bustamante, Science Daily’ye yaptığı açıklamada “Daha önceki araştırma, en sık rastlanılan erkek atanın (MRCA), kadın MRCA’dan çok daha önce yaşadığını işaret ediyordu. Bizim araştırmamız ise bir tutarsızlık olmadığını gösteriyor. Gerçekte, Y kromozomu biraz daha yaşlı olabilir” dedi.

Hürriyet, 03.08.2013

TARİHİ YALILAR OTEL OLUYOR

 

 

Bir dönem Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu olarak hizmet veren Fehime Sultan Yalısı ve Yüzme İhtisas Kulübü olarak kullanılan Hatice Sultan Yalısı Türk Hava Yolları (THY) ve TURKISH DO & CO tarafından yenilenip otel olarak kullanılacak.

 

İl Özel İdaresi’nin açmış olduğu ihaleyi kazanan firmalar 2009 yılında 31 yıllığına yalıları kiraladı. Aylık kira bedeli 450 bin olan yalılar yap-işlet-devret modeli ile bir süre sonra THY ve TURKISH DO & CO’ya devredilecek. İl Özel İdaresi’nin İstanbul’daki eğitim hizmetlerinde kullanacağı yalıların yerine butik otel, balo salonu, restoran, konferans ve seminer odaları ve otopark yapılması planlanıyor. Yalıların 31 yıllığına toplam kira bedeli de yaklaşık 167 milyon civarında.

Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu olarak kullanılan Fehime Sultan Yalısı 2002 yılında yanmıştı.

 

Başlangıçta Fehime Sultan’a düğün hediyesi olarak verilen yalı daha sonra II. Abdülhamid tarafından Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa’ya hediye edildi. 2008 yılında binanın otel olacağı ile ilgili çıkan söylentiler üzerine okulun mezunları mücadele vermiş yalının otel olmasını istemediklerini dillendirmişti.  O dönem kültür merkezi ve okul yapılacağı söylenen bina otel yapılmak üzere ihaleye sunuldu. Daha sonra İl Özel İdaresi’nin açtığı ihaleyi kazanan THY ve TURKISH DO & CO burayı otel yapmak üzere hazırlıklara başladı. Halen restorasyonu devam eden yalının 2014 yılında bitmesi hedefleniyor. Butik otel olarak kullanılacak yalıların kirası da eğitim hizmetlerinde kullanılacak. Hatice Sultan Yalısı ise Hatice Sultan’a amcası II. Abdülhamid tarafından düğün hediyesi olarak verilmişti.

Zaman, Haber: Emel Temizay, 03.08.2013

ANİŞ KAPUR KİMDİR?

 

10 Eylül’de SSM’de (Sakıp Sabancı Müzesi) Aniş Kapur İstanbul’da (Anish Kapoor) sergisinin açılacağını yazmıştım.
 

Bütün dünyanın önemli müzelerinde yapıtları bulunan, birçok yerde heykelleri sergilenen Aniş Kapur kimdir?


1954’te Bombay’da doğdu. 1970’li yıllardan bu yana sanat eğitimi için gittiği İngiltere’de yaşıyor. Londra’da Hornsey College of Art ve Chelsea School of Art and Design’da sanat eğitimi gören sanatçı, bugün Kraliyet Akademisi üyesi ve Britanya İmparatorluk Nişanı sahibi.


1980’lerden itibaren Yeni İngiliz Sanatı adıyla tanımlanan Tony Cragg, Richard Deacon, Bill Woodrow gibi sanatçılardan oluşan grup içinde anıldı.


1990’da Venedik Bienali’nde, 1992’de Documenta’da İngiltere’yi temsil etti. 1991 yılında Turner Ödülü’nü aldı.


İngiltere’de gerçekleştirdiği “Marsyas” heykeliyle, 2012’de Londra Olimpiyatları sırasında gerçekleştirdiği Olimpiyat Kulesi “Arcelor Orbit” yeni çalışmalarının en tanınmışlarıdır.
1990’lardan 2000’li yıllara uzanan süreçte dünya çapında birçok sergi gerçekleştiren Anish Kapoor’un dikkat çeken büyük boyutlu projeleri arasında, Kunsthaus Bregenz’de 20 tonluk kırmızı vazelin ve mumdan oluşan heykeli “Benim Kırmızı Yurdum” (2003), Chicago’daki Millennium Park’ta 110 tonluk paslanmaz çelik heykeli “Bulut Geçit” (2004), Viyana’da Museum für Angewandte Kunst’ta ve  Londra’da Royal Academy’de “Köşeye Ateş Etmek” enstalasyonu (2009) ve Paris Grand Palais’de sergilediği “Leviathan” heykeli bulunur.
   
* * *

 

Homi K. Bhabba’nın yazdığı ve sanatçıyı anlattığı Anish Kapoor (*) kitabı, bu ünlü sanatçı üzerine oldukça ayrıntılı bir çalışma.
Kitabın başında Kapur, Bhabha’nın sorularını yanıtlıyor. Konuşma da, 2011 yılında Paris’te Grand Palais’de sergilenen Leviathan nedeniyle yapılmış. Bir sanatçı kendi ülkesinde gezerken neler hisseder?
Yazar, sanatçının Bombay’ın kaotik kültürel trafiğindeki konumu üzerine yazmış. Sömürge sonrası zamanda, tatların, geleneğin nasıl bir değişime uğradığını, bütün bunların Euro-Amerikan bir ortamda var olduğunu saptamış.
Doğu’nun kutsallığının sanatçıyı etkilediğini, onun eserleriyle Budizm, Hinduizm ile geç romantizmin ezoterik formuyla bağlantı kurduğunu belirtiyor.
İsimsiz çalışmaları, birçok malzemenin kullanıldığı, endüstriyel tasarım tanımını da kullanabileceğimiz ürünler. Hepsi de sanatçının sık sık yinelediği gibi, büyük espaslar içinde yer alıyor.
Paslanmaz çelikten yaptığı Gökyüzü Aynaları doğanın her halinin, her zamanın yansıması, değişik renklerle tasviri.
Londra’daki atölyelerinde resimlerini de gördüğümü yazmıştım. Sanatçının kendisi de şöyle açıklıyor: “Ben hem ressam hem de heykeltıraş olduğumu düşünüyorum.”
Aniş Kapur
kitabında birçok çalışmasını gördüm. Doğa, insan ve ardındaki düşünce bir ayna gibi yansıyor, belki de aynaların amacı bu.


   
* * *

 

İtiraf etmeliyim ki, heyecanla beklediğim ve herkesin muhakkak görmesini salık verdiğim bir sergi bu. Bu iyi heykeltıraşın atölyesini gezdim.
Oluşum sürecini incelemek, izlemek insana başka bir zevk veriyor. Sergi size de çok şey söyleyecek...

(*) Anish Kapoor, Homi K. Bhabha, Flammarion.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 02.08.2013

KOLONYAL SARAYDAN OTELE

 

     

 

Meksika'nın göbeğinde İspanyol Sarayı'nın otele dönüştürülme hikayesi.

Meksika'da, "El Zocalo" meydanına yakın biryerde, Azteklerden sonra oraya yerleşen İspanyolların, 17.yy'da Aztek mimarilerinden aldıkları taşlarla yaptıkları; Palacio de los Condes de Miravalle sarayının restorasyon projesi 2012 Temmuz'unda Cherem Arqs'tan Abraham Cherem'in modern elementlerle ve bohem parçalarla birleştirdiği projesi ile tamamlandı.





Grupo Habita ve Design Hotels grubunun bir üyesi olan, Downtown Meksika oteli, sarayın varolan kolonyal stilini lokal ve etnik kültür öğeleriyle birleştirirken, kırmızı volkanik taşlar, el yapımı döşeme taşları, çoklu kapıları, pencere kasaları ve inanılmaz taş merdivenler derken Meksikan saltanatının doyumsuz tadını ortaya çıkarmış.





İlk katlarda 17 konuk odası ve suitler bulunan otelde, gri ve sade duvarların yanında, ahşap detaylar, özel tasarlanan mobilyalar ve retro lambalarla, mekanın bohem şıklığını göz önüne çıkartılmış.

 

Bütün bu sade ve etkileyici tasarım, üstteki terasla bitirilmiş, konukların tüm çatıyı kaplayan bu mekanda, yüzerken ya da içkilerini yudumlarken inanılmaz manzaradan da eksik kalmaması projenin can alıcı noktalarından biri olmuş.

Arkitera, Kaynak: yatzer.com, Fotoğraflar: Jaime Navarro - Undine Phöle, Çev. Ecem Sarıçayır, 02.08.2013

BODRUM'DA 3 BİN 500 YILLIK TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 

 

Kültür Ve Turizm Bakanlığı, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından Bodrum'un Ortakent İlçesi'nde sürdürülen kazı çalışmalarında "Myken Dönemi"ne ait mezarlar bulunduğunu belirterek, bulunan eserlerin ortalama 3 bin 500 yıllık bir geçmişe sahip olduğunun tespit edildiğini kaydetti.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, Bodrum'da önceki yıllarda Prof.Dr. Yusuf Boysal Başkanlığında gerçekleştirilen kazıların devamı niteliğindeki çalışmalarda ortaya çıkartılan eserlerin bilim dünyası açısından büyük önem taşıdığı ifade edildi. Bakanlık, eserlerin ortalama 3 bin 500 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu tespit ettiklerini belirterek,  eserlerin üzerinde yapılan incelemelerin mezarların en erken "Myken III A" dönemine ait olduğunu gösterdiğini açıkladı. 

 

 -"MYKEN DÖNEMİ MEZARLARI SANAT ANLAYIŞININ BİR GÖSTERGESİ OLARAK GÜNÜMÜZE IŞIK TUTACAK"- 

 Eserlerin Geç Tunç Çağı Batı Anadolu'sunda Akha Helenleri ile Luwi kökenli Anadolu halkları arasındaki kültür ve sanat ilişkilerinin yeniden irdelenmesi açısından önem taşıdığı dile getirilen açıklamada şu ifadelere yer verildi: 

 

"Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Başkanlığı'nda sürdürülen ve Prof.Dr. Fahri Işık ile Prof.Dr. Adnan Diler'in bilimsel danışmanlığını yaptığı kazı çalışmalarında ortaya çıkan iki mezardan birincisi 300x300 cm boyutlarında kare planlı bir mezar olup, ikinci mezar yapısı ise 1293 parselin kuzey sınırında açılan açmada ak toprak içine oyulmuş yuvarlak planlı bir mezar özelliği taşıyor. Eserler Geç Tunç Çağı Batı Anadolu'sunda Akha Helenleri ile Luwi kökenli Anadolu halkları arasındaki kültür ve sanat ilişkilerinin yeniden irdelenmesi açısından önem taşıyor. Bodrum'un Ortakent İlçesi'nde halen devam eden kazılarda gün ışığına çıkartılan ve Anadolu halklarının birbirleriyle olan kültür ve sanat ilişkilerini gösteren 'Myken Dönemi' mezarları, o döneme ait halk kültürü ve sanat anlayışının bir göstergesi olarak günümüze ışık tutacak. Kültürel zenginliğimizi artıracak olan buluntular nice uygarlıklara ve halk kültürlerine ulaşmada günümüz dünyasına yol gösterecek."

Zaman, 02.08.2013

SİDE ANTİK KENTİNDE KAZILAR DEVAM EDİYOR

 

 

Antalya'nın Manavgat İlçesi Side beldesinde bulunan Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı başkanlığındaki ekip kazı çalışmalarına devam ediyor. Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü işbirliği ile çalışmalara 2 Temmuz tarihinde başladıklarını ve 13 Eylül tarihine kadar devam edeceğini belirten Kazı Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı, "Bu yıl genelde çalışma alanları Doğu Kapısı. Beş yıl sonunda çıkartacağımız geniş raporumuzu yayına hazırlamak için özellikle depodaki eser çalışmalarına da devam edeceğiz. Müzenin içerisinden başlayıp Doğu Plajı'na kadar uzanan kesimdeki surun da incelemesine bu yıl başlayıp, onun da bazı kazı çalışmalarını gerçekleştireceğiz" dedi.

Yaklaşık 92 kişilik ekiple çalışmaların yürütüldüğünü ifade eden Doç.Dr. Alanyalı, "Yurtdışından 15 kişi katılıyor. Diğer Türk araştırmacılar da dönüşümlü olarak kazımıza katılacak. Side'de kazılardan çıkarılmış eserlerin restorasyonuna yönelik çalışmaları yoğunlaştırdığımız için daha çok onarıma ağırlık veriyoruz. Bu yıl özellikle en önemli konumuz buradaki tapınaklar alanı ki, artık sadece Side'nin değil, Türkiye'nin bir turizm tanıtma sembolü olan başta olmak üzere yanındaki ve arkasındaki Bazilika'da çalışmalar devam ediyor. Amacımız bu üç anıtı birlikte daha tanınır bir şekilde ortaya çıkarmak. Tyche Tapınağı da daha belirgin ve daha vurgulayıcı bir şekle getirmek istiyoruz" diye konuştu.

Side'ye yeni bir müze alanı daha kazandırmak istediklerini kaydeden Doç.Dr. Alanyalı, şunları söyledi:
"Onarım dendiği zaman bir tarih söylemek tabii ki mümkün değil, çünkü işe başlandığı zaman anında çıkan sorunların halledilmesi gerektiği için, projede birçok revize olduğu için bazı noktalarda yenileme gerekiyor. Ama özellikle 2 yıl sonra orada bir kapalı mekanları ile sergilemesi olan dijital ve günümüz teknolojisi kullanılarak sergilemelerle Side'ye yeni bir müze alanı kazandırmayı planlıyoruz."


Apollon ve Athena tapınaklarının 1800 yıllık olduğunu belirten Doç.Dr. Alanyalı, "Bazilika için de 1300 yıllık diyebiliriz. Aşağı yukarı kentin 1800 ve 1300 yıllık eserlerini ayağa kaldırmış olacağız" dedi.

Sabah, 02.08.2013

ÇİNİ FIRINLARI GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

İznik’te 1984 yılından beri sürdürülen ’Çini Fırınları Kazısı’ bu yıl da kaldığı yerden devam ediyor. İstanbul Üniversitesi’nden yaklaşık 20 kişilik ekip eylül ayına kadar İznik çinisine ilişkin yeni bulgulara ulaşmaya çalışacak.

 

Uzun yıllardır arkeolojik araştırma çalışmaları süren İznik Çini Fırınları kazısının bu yılki bölümü başladı. İstanbul Üniversitesi’nin en uzun soluklu kazılarından biri olan İznik kazısının başkanlığını Yrd. Doç.Dr. Belgin Demirsar Arlı yapıyor.

 

2013 kazı sezonu çalışmalarına İstanbul Üniversitesi ağırlıklı çeşitli uzman ve öğrencilerin oluşturduğu yaklaşık 20 kişilik bir ekiple 22 Temmuz’da başladıklarını belirten Belgin Demirsar Arlı, çalışmanın eylül ayı başına kadar süreceğini belirtti.

 

Arlı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Üniversitesi adına Bakanlar Kurulu kararıyla yürütülen çalışmalarda çini ve seramik üretim teknolojilerini aydınlatmaya yönelik veri sağlama araştırmaları bu yıl da sürdüreceklerini ifade etti.

 

’BOZULMALAR GİDERİLECEK’

Arlı , ’ Çalışmaları bu yıl da İznik Maltepe Caddesi üzerinde bulunan, 14-17. yüzyıllar arasında faaliyet gösterdiği tespit edilen çini fırınları ve atölyelerinin bulunduğu kamulaştırılmış alanda devam ettiriyoruz. Bu sene içindeki çalışmalarımızda yeni açmalar yanında, zorlu geçen kış şartlarının ardından alanda oluşan bozulmaların giderilmesine de çalışılacak’ dedi.

 

’DEPO ÇALIŞMASI YAPILACAK’

Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Arlı , saha çalışmaları dışında, yıllardır planlanan fakat müzenin imkanlarının yetersizliğinden dolayı gerçekleştirilemeyen depo çalışmalarına ağırlık vermeye çalıştıklarını da belirtti. Arlı, ’İstanbul Üniversitesi’nin en uzun soluklu kazılarından biri olan ’İznik Kazıları’ İznik Belediyenin desteği yanında İznik halkının anlayış ve ilgisiyle sürdürülebilmektedir’ dedi.

 

İznik’teki ’Çini Fırınları Kazısı’ çoğunluğu İstanbul Üniveristesi’nden 20 kişilik bir ekiple devam ediyor.

Bursa Olay, Haber: Hayri Şen, 02.08.2013

ANTİK ÇAĞIN KOKUSU YENİDEN ÜRETİLECEK

 

 

Antik çağda parfüm üretimiyle öne çıkan Antalya'nın Kemer İlçesi yakınlarındaki Phaselis antik kentinde yürütülecek yüzey araştırmasında farklı dallardan bilim insanları, bölgede antik çağda hangi bitkilerden ne çeşit parfümler üretildiğinden, halkının kenti terk etmesine neden olan sivrisineklere kadar geniş kapsamlı bir çalışma yürütecek.

Phaselis antik kentinde, ilki geçen yıl gerçekleştirilen yüzey araştırmasının ikincisi, bu yıl 20 Ağustos'ta başlayacak. Akdeniz Üniversitesi Akdeniz Uygarlıkları Araştırma Enstitüsü tarafından koordine edilen yüzey araştırmaları sırasında, antik kentin sadece arkeolojik yapısı değil, fauna ve florası da incelenecek.

Prof.Dr.Murat Arslan, Phaselis'in 1800'lü yıllarda İngiliz bilimadamı Francis Beaufort tarafından keşfedildiğini, 1980'li yıllardan itibaren de Prof.Dr. Cevdet Bayburtluoğlu ve dönemin Antalya Müze Müdürü Kayhan Dörtlük'ün başkanlığındaki ekiplerce bölgede kazılar yapıldığını ifade etti. Bu kazılarda ana cadde, agora ve hamamların günışığına çıkarıldığına değinen Arslan, daha sonra bölgede yeniden kazı yapılmadığına dikkati çekti.

 

ANTİK ÇAĞIN PARFÜMLERİ PHASELİS'TENDİ

Prof.Dr. Murat Arslan, antik çağda Phaselis'in parfüm üretimiyle öne çıktığını ifade etti. Burada üretilen parfümlerin Atina ve Rodos'a gönderildiğini belirten Arslan, "Amaçlarımızdan birisi de bu. Hangi bitkilerden ne çeşit parfümler üretiliyordu, bulmak. Deneysel olarak bu bitkilerin tekrar bulunmasını ve endemik olarak üretilmesini sağlamak istiyoruz" dedi.

 

Parfümlerin üretildiği imalathanelerin bugüne kadar bulunamadığına işaret eden Arslan, yapılan araştırma neticesinde parfüm yapımında kullanılan bitkileri tespit ederek Phaselis'e özgü kokuyu deneysel olarak üretmeyi hedeflediklerini bildirdi. Bölgeyi gezmeye gelen turistlere de parfüm üretiminde kullanılan bitkileri tanıtmak istediklerini kaydeden Arslan, "Kent içinde imalathaneler olduğunu düşünüyoruz ama bunun için ileri düzeyde kazıların yapılması gerekiyor" diye konuştu.

Habertürk, 02.08.2013

"BEN Kİ, SULTANLAR SULTANI, ALLAH'IN YERYÜZÜNDEKİ GÖLGESİ..."

 

Paris'teki Fransa Ulusal Kütüphanesi'nin (BNF) en değerli eserleri arasında Kanuni'nin 1'nci Fransuva'ya gönderdiği mektup, ilk sıralarda yer alıyor. Kütüphanenin el yazmaları bölümünde saklanan mektup, ancak üst düzey özel izinle kütüphane görevlilerinin gözetiminde ziyarete açılıyor.

 

 

167,5 santim uzunluğunda ve 35 santim genişliğinde parşömen kağıda yazılan mektup, 15 satırdan oluşuyor. Altın süslemeli padişah tuğrasının yanı sıra mektupta yer yer altınla yazılan harfler de dikkati çekiyor.

 

İşte Kanuni'nin mektubu...

 



 

Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah'ın yeryüzündeki gölgesi... Akdeniz'in ve Karadeniz'in ve Rumeli'nin ve Anadolu'nun ve Azerbaycan'ın ve Şam'ın ve Halep'in ve Mısır'ın ve Mekke ve Medine'nin... Ve Kudüs'ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen'in ve nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han'ım.

 

Sen ki Fransa vilayetinin Kralı Fransuva'sın.

 

Hükümdarların sığındığı kapıma elçinizle mektup gönderip, ülkenizi düşman istila edip, şu anda hapiste olduğunuzu bildirip, kurtuluşunuz konusunda bizden yardım talep ediyorsunuz.

Söylediğiniz her şey dünyayı idare eden tahtımızın ayaklarına arz olunmuştur.

 

Her şeyden haberdar oldum. Yenilmek ve hapsolunmak hayret edilecek bir şey değildir. Gönlünüzü hoş tutup üzülmeyesiniz. Böyle bir durumda atalarımız düşmanları mağlup etmek ve ülkeler fethetmek için seferden geri kalmamışlardır. Biz de atalarımızın yolundayız ve daima memleketler ve alınmaz kaleler fetheylemekteyiz. Gece gündüz daima atımız eyerlenmiş ve kılıcımız belimizde kuşatılmıştır. Yüce Allah hayırlara bağışlasın. Allah'ın istediği ne ise olur. Bundan başka haberleri gönderdiğiniz adamınızdan öğrenesiniz. Böyle biliniz.

Habertürk, 01.08.2013

İSTANBUL'UN SURLARI GÜVENLİ HALE GELİYOR

 

 

İstanbul'da Amerikalı Sarai Sierra'nın öldürülmesiyle gündeme gelen surlar, artık daha güvenli hale gelecek. Fatih Belediyesi, 30 bin metrekarelik rekreasyon ve yürüyüş alanı projesinin ilk adımını attı.

 

Fatih İlçesi'nin park ve yeşil alan miktarını dokuz yılda yüzde 404 arttıran, Fındıkzade ve Çarşamba Çukurbostan gibi vizyon parkları ilçeye kazandıran Fatih Belediyesi, 30 bin metrekarelik rekreasyon ve yürüyüş alanı projesinin ilk adımını attı. Mevlanakapı ile Topkapı surları arasındaki alanda yapılacak proje bugün Mevlanakapı Mahallesi'nde bir fabrika yıkımıyla başladı.1963 yılından beri köpük ve strafor imalatı yapan 3 bin 600 metrekare alan üzerine kurulu fabrika Fatih Belediyesi tarafından kamulaştırılarak bugün yıkıldı. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, yıkım sırasında bölgeye gelerek çalışmaları takip etti.

 

30 BİN METREKARE'YE YEŞİL ALAN

Projenin yalnız yıkımı yapılan fabrika alanıyla sınırlı olmadığını belirten Demir, “Fatih'teki mevcut park ve yeşil alan miktarı 2004 yılında 103 bin metrekare iken, Fatih Belediyesi projeleriyle bu rakamı 2013 yılında 415 bin metrekareye çıkardık. Bu şu demektir; Fatih'te park ve yeşil alan miktarını dokuz yılda yüzde 404 arttı. Şu an bulunduğumuz alan Mevlanakapı ile Topkapı arasında bir yer. Şu anda çalışmasını başlattığımız yer, yaklaşık 3 bin 600 metrekarelik bir alan. Ancak, bu proje Topkapı'ya kadar toplam 30 bin metrekarelik bir alana yayılacak. Surların kısmında kalan ve atıl olan bu bölgeleri gerek kamulaştırarak gerek karşılıklı uzlaşarak şehrin ihtiyacı olan yeşil alanlara dönüştürüyoruz. Böylece, Yedikule'den Ayvansaray'a kadar olan kara surlarımızın tarafını kamulaştırmak suretiyle yeşil alana, rekreasyon alanlarına dönüştürmeyi düşünüyoruz” dedi.

 

“SURLAR GÜVENLİ ALANLAR OLACAK”

Yedikule kapısıyla Silivrikapı arasında 85 bin metrekarelik bir alanın çalışmasını daha önce başlattıklarını kaydeden Demir, Edirnekapı ile Ayvansaray arasında kamulaştırma çalışmalarının olduğu bilgisini verdi. Hedeflerinin kara surlarının iç tarafını insanların yürüyebilecekleri, dinlenebilecekleri alanlara dönüştürmek olduğunu ifade eden Demir şöyle konuştu; “Yedikule'den Sarayburnu'na uzanan rekreasyon ve yürüyüş alanı yapacağız. İnsanlar bu alanları kullanarak Yedikule'den Sarayburnu'na ister yürüyerek, ister bisiklet kullanarak ulaşabilecekler. Ayrıca, bu surların güvenliği kamuoyunun gündemindeydi. Hatırlayın, Amerikalı Sarai Sierra surların iç tarafında öldürülmüştü. Bu çalışmalarla surlar güvenlikli alanlar haline dönüştürülecek. Fatih Belediyesi olarak İstanbul ve Tarihi Yarımada için yüzyıllardır beklenen çalışmaları yapıyoruz."

Haber 7, 01.08.2013

42 SENE SONRA RESMEN AÇILIYOR

 

 

Heybeliada Ruhban Okulu, 42 yıl sonra açılıyor. Yeni demokratikleşme paketine Ruhban Okulu da girdi.

Heybeliada Ruhban Okulu, 42 yıl sonra resmen açılıyor. Hükümetin yeni demokratikleşme paketine Ruhban Okulunun eğitim yapmasına olanak tanıyan bir madde konulması da benimsendi.

Yeni tasarıda, Ruhban Okulu'nun yüksekokul düzeyinde açılışına imkan verecek bir formül olacak. Böylelikle Patrikhane'nin YÖK'e bağlı vakıf üniversitesi ya da kendi ülkesinin mevzuatına bağlı yabancı üniversite olarak kurulmasına imkan tanınacak. Ancak Patrikhane, YÖK’e bağlı olmayı kabul etmiyor.

Bu durumda,, bir şirket bünyesinde yabancı üniversite kurulacak. ve kendi ülkesinin mevzuatına bağlı olacak. Patrikhane'nin, Yunanistan ya da başka bir ülkenin üniversitesi üzerinden Türkiye'de yüksekokul açması sağlanabilecek. Ruhban Okulu'nun 1971'de kapandığı dönemde, özel meslek okulu kapsamında ve dini statüde yeniden açılması için ise Anayasa değişikliği gerekiyor.

169 YILLIK OKUL
Heybeliada Ruhban Okulu, adanın kuzeybatısında Ümit tepesinde bulunuyor. Okul, Atina Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden sonra kurulan bu alandaki ilk akademik okul olma özelliğini taşıyor. 1844 yılında din adamı yetiştirmek için faaliyete geçen okul, 1923 yılına kadar Yüksek Ortodoks Teoloji Okulu adıyla faaliyet gösterdi.

1971'yılında Türkiye'deki tüm özel yüksekokullar devlet denetimine girdi. Fener Rum Patrikhanesi de buna karşı çıkarak, okulda teoloji eğitimini kaldırdı. Okul, 1971-1972 eğitim döneminde, Heybeliada Özel Rum Lisesi adıyla faaliyet gösterdi ve aynı yıl sonunda Patrikhane tarafından tamamen kapatıldı.

Vatan, 01.08.2013

 

******


RUHBAN OKULU'NA ÜNİVERSİTE FORMÜLÜ

 

Hükümet, Ruhban Okulu'nun vakıf üniversitesi olarak açılmasını planlıyor. Yakın zamanda açıklanacak demokratikleşme paketi çerçevesinde açılacağı hafta başında Adalet Bakanı Sadullah Ergin tarafından da duyurulan Ruhban Okulu için formül hazırlandı. "YÖK'e bağlı bir vakıf üniversitesi olarak açılması" ve "Bir üniversitenin fakültesi olarak açılması" iki seçenek olarak belirlendi. Fener Rum Patrikhanesi'nin de vakıf üniversitesi olarak açılması konusundaki tavrının yumuşatması ile bu formül güçlendi. Başbakanlık kaynaklarından alınan bilgiye göre, gerekli görülmesi halinde yapılacak yasal düzenleme ile Ruhban Okulu'nun vakıf üniversitesi olarak açılması sağlanacak. Patrikhane'nin formüle "Hayır" dememesi durumunda sorun çözüme kavuşacak. Ruhban Okulu'nun daha önce, YÖK Kanun Taslağı çerçevesinde yabancı üniversite olarak kurulması hedefleniyordu. Patrikhane ise YÖK'e bağlı olmayı kabul etmiyordu. Mevzuata göre Patrikhane, tüzel kişiliği olmadığı için vakıf kuramıyor. Ancak hükümetin demokratikleşme paketi içerisinde yapacağı bir yasal düzenleme, tüzel olmayan kişilerin de üniversite kurmasının önünü açacak. Bu durumda adı vakıf üniversitesi olmasa dahi, Patrikhane'ye üniversite kurma hakkı tanınmış olacak. Ruhban Okulu'nun önü açılacak.

YASASIZ FORMÜL
Demokratikleşme paketi çerçevesinde ele alınan Ruhban Okulu'nun vakıf üniversitesi olarak açılması için yasal düzenlemeye gerek kalmayabileceği de ifade ediliyor. Patrikhane'nin iyi niyete karşılık kabul etmesi halinde, Patrikhane'ya yakın Rum vakıflardan biri Heybeliada'da bir üniversite kuracak. Mütevelli Heyeti de Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos başkanlığında TC vatandaşı olan Rumlardan oluşacak

EĞİTİM DİLİ YUNANCA OLABİLİR
Üniversitenin , biri Ortodoks İlahiyatı Fakültesi olmak üzere iki fakültesi olacak. İlahiyat Fakültesi'nin eğitim dilinin Yunanca olmasının önünde engel bulunmuyor. Üniversitenin rektörü de yine Rum cemaati içinden belirlenecek. Yabancı öğretim görevlisi çalıştırma hakkı ile Yunanistan başta olmak üzere birçok ülkeden öğretim görevlisi burada ders verebilecek. İkinci fakülte üniversite girişi sınavı ile öğrenci alırken, yabancı öğrenci statüsü ile de Ortodoks İlahiyat Fakültesi kontenjanları doldurulabilecek.

Sabah, Haber: Mehmet Ali Berber, 03.08.2013

PICASSO'YU PAC MAN'A YEDİRMEYİZ

 

MoMA, sanat dünyasında başlattığı "Video oyunundan sanat eseri olur mu? Tetris, Picasso'nun yanında durur mu?" tartışmasını alevlendirmeye devam ediyor.

Koleksiyona yeni eserler katılır, taraflar gardını alırken tartışmanın kalbine indik.

 

New York Modern Sanatlar Müzesi MoMA (The Museum of Modern Art), geçen kasım ayında aralarında Pac-Man, Sims ve Tetris'in de bulunduğu bir dizi video oyununu daimi koleksiyonuna kattığını açıkladığında, yüksek sanat eleştirmenleri kemik çerçeveli gözlüklerini, sağ işaret parmaklarıyla şöyle bir düzeltmişti. Müze yöneticileri hızını alamayıp geçen ay Minecraft, Magnavox Odyssey, Pong, Space Invadcrs, Asteroids, Tempest ve Var's Kcvenge gibi 70'li ve '80'li yıllara ait kült video oyunlarım ela koleksiyonlarına kattıklarını ve video oyunu koleksiyonunun. Atari, Taito gibi klasiklerin de eklenmesiyle kırk parçaya kadar çıkacağını açıklayınca eleştirmenler bu kez bir sandalyeye oturup keten gömleklerinin ilk düğmesini çözmek zorunda kaldı.

 

MoMA'nın niyeti suyu bulandırmak olmasa da. göle attıkları taşın yaydığı halkalarda o meşum soru belirdi bile: Sanat nedir? Müzenin Mimari Tasarını Holümü kiiratörii Paola Antonelli. kişisel bloğunda tartışmanın gereksiz olduğunu düşündüğünü yazdı. "Tasarım sadece hoş sandalyeler yapmak değildir, bu oyunların hepsi birer tasarım. Bir de tasarımcıların sanatçı olmadığı fikri savunuluyor. Evet tasarımcılar sanatçı değildir çünkü onlar tasarımcıdır ve tasarım da çok derin bir yaratıcılıktan beslenir tıpkı sanat gibi," dedi.

 

Pac-Man kimdir, ne yer ne içer? 

Tetris, Pac-Man, Atari ve diğerlerini çocukluğundan hatırlayanlar varsa onların MoMA'yı çok iyi anladığını ve "Bu kadar geç kalmaları kaballat, Pac-Man'dan ala sanat mı olur?" dediğini tahmin edebiliyoruz. Anıa oyunları tanımayanlar için birkaç cümleyle özetleyelim.

 

Pac-Man: "Önüne geleni yiyen, küçük ve sarı top" dersek tanırsınız. Pac-Man 10 Ekim 1979 doğumlu. Japon tasarımcı Toru Iwatani tasarından on sekiz ay gibi bir sürede tasarlanan oyun '80'li yıllara damgasını vurdu.

 

Tetris: Amacı, iki boyutlu olan oyun alanına yukarıdan inen blokların denetimli bir şekilde düşmesini sağlayarak, arada hiç boşluk olmayacak şekilde yatay sıralar oluşturmak olan oyun Haziran 1985'de Rus bilgisayar mühendisi Aleksey Pajitnov tarafından tasarlandı. 6 Haziran 1984 tarihinde yayınlandı. '90'lı yıllar boyunca insanları ekrana kilitledi.

 

The Sims: Tasarımcı Will Wright tarafından tasarlanan oyun, bir stratejihayat simülasyonu bilgisayar oyunu. Oyunda Sim adı verilen sanal karakterler. SimCity adı verilen bir şehrin yakınlarına kurulmuş olan banliyöde günlük aktiviteler yapar. 2000'li yıllara damgasını vuran The Sims'den hoşlanmayanlar bile, tasarımcının motivasyonunu 1996 Oakland yangında evini kaybedişinden aldığını öğrenince "O zaman tamam" der.

 

Minecraft: Üç boyutlu küplerle tasarım yapmamıza olanak veren oyun Markus 'Notch' Persson tarafından yazıldı ve geliştirildi. Toplam bir haftada yazılan oyun ilk sürümden beri güncellenmeye devam ediyor.

 

KIŞKIRTICI TAVIR

Aslında tartışmanın bu kadar alevlenmesinin nedeni, bu fikrin 1940'lardan beri sanat normlarının belirlenmesinde kutsal mekan kabul edilen MoMA'dan çıkmış olması. Bu kışkırtıcı tavrı, dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir modern sanat müzesi yapsaydı aynı oranda tepki çeker miydi? Amerikalı film ve sanat eleştirmeni Roger Ebert "Hayır" diyor ve ekliyor: "MoMA bunu kasıtlı yaptı. Bu tamamen bir pazarlama stratejisi. MoMA'nın oyun seçimlerine baktığımızda, sergilemeyi arzuladıkları estetik değerleri görmek yerine, karşımıza besbelli daha popüler oldukları için ikonlaşmış oyunlar çıkıyor ve dile getirmeseler de popülaritesi yüksek olan oyunların daha fazla ziyaretçi (sergi alanında bir oyundan diğerine koşturan çocuklar dahil) çekeceğini düşündüklerini anlamak zor değil.

 

Video oyunlarının sanatsal bir değeri olup olmadığı tartışılacaksa, unutulmaması gereken birgerçek daha var: Oyunlar, interaktif özellikleri nedeniyle yaratıcısının imgeleminden bağımsız bir yol izler; dolayısıyla burada yaratıcıya ait kişisel bir görü aktarımından söz edemeyiz. Video oyunlarının sanatsal bir etki yaratamayacaklarını, salt bu temel özellikleri bile kanıtlamaya yeter."

 

Peki, MoMA'cılar müzenin daimi koleksiyonuna eser seçerken nelere dikkat ediyor? Antonelli bunu şöyle açıklıyor: Tarihsel ve kültürel anlam, estetik ifade, işlev. The Guardian sanat eleştirmeni Jonathan Jones "Üzgünüm MoMA, video oyunları sanat değil" başlıklı yazısında şunları söylüyor: "Sanat hayata karşı kişisel bir reflekstir ve yaratıcılıktan beslenir. Video oyunları için bir sanatçının varlığından söz edemeyiz." sel ve yapısal geçerlik, teknoloji ve tarzda yenilikçi yaklaşım, tüm malzemelerin ve tekniklerin başarıyla harmanlanması.

 

İşte itiraz çığlıkları tam da burada kopuyor. Sanat eleştirmenlerine göre, Picasso'nun "Les Demoisellcs d'Avignon"unu bir pazarlama ürünü olan Sims'le kıyaslayamazsınız. Teknik, deha. yaratıcılık ya da işçilik... Hiçbir alanda kıyaslanamaz iki 'iş'. The Guardian sanal eleştirmeni Jonathan .Jones baş itirazcı. Jones. "Üzgünüm MoMA. video oyunları sanat değil" başlıklı yazısında şunları söylüyor: "Sanat hayata karşı kişisel bir reflekstir ve yaratıcılıktan beslenir. Video oyunları için bir sanatçının varlığından söz edemeyiz."

 

KEÇİ İNADI

Peki neden bu oyunlar seçildi? Oyunların seçimi zor olmuş. Uzun araştırmalar sonunda, çağdaş tasarımın sıkça tartışılan ifadelerinden olan 'etkileşim tasarımının' olağanüstü örnekleri olduğu düşünülerek bu oyunlar daimi koleksiyona seçilmiş. Etkileşim tasarımında öncelik tanınan özellikler davranış, estetik, alan ve zaman olarak belirlenmiş. Küratör Antonelli "Oyun seçimlerinde tanınan öncelik; görsel kalitenin yanı sıra her bir oyunun estetik deneyimi ve kod tasarımından oyuncunun davranışına kadar etkileşim deneyimiyle ilgili olan diğer birçok yönünü ön planda tutması," olarak açıklıyor bu durumu.

 

Antonelli bir yılı aşkın süredir, akademisyenler, dijital koru ma ve hukuk uzmanları, tarihçiler ve eleştirmenlerin tavsiyelerini alarak çalışmalarını devam ettirdiklerini söylüyor. Yani, bu işin bir takım işi olduğunu, sanılanın aksine bu kararı tek başına vermediğini belirtiyor. Aslında NEA, yani Amerikan Ulusal Sanat Fonu, ki Amerika'da en önemli sanat Wili Wright tarafından tasarlanan The Sims ve Marcus 'Notch' Persson'ın yazdığı Minecraft da müzenin koleksiyonunda. merciidir, 2011 yılında "Medya Sanatları" adı altında yeni bir kategori oluşturarak bu anlamda bir öncülük yapmıştı. 1965'te Amerikan Kongresi tarafından 'artistik mükemmellik' gösteren projelere maddi destek sağlamak üzere kurulmuş olan fon NEA, (The National Endowment for the Arts), bundan böyle dijital medyayı da destekleyeceğini açıklamıştı.

 

NEA'nın dijital medya tanımı içinde\veb ve mobil teknolojileri, uydu, radyo ve televizyon aracılığıyla iletilen sanat içerikleri ve tabii video oyunları da vardı. NEA gibi neyin sanat olup olmadığı konusunda sert tavrı ve keçi inadıyla tanınan bir kurumun bu esnekliği, her şeyin pekala sanat olabileceği konusunda direnenlere umut oldu.

 

"Pac-Man de tabii ki sanatın konusudur." diyenler tersini düşünenlere göre daha küçük bir ses tonuyla konuşuyor. "Bu kadar büyütmeye gerek var mı?" diyenler, video oyunlarının zaten Picasso ile aynı bölümde sergilenmediğini, Mimarlık ve Tasarım bölümünde gösterilmeye değer nitelikte işler olduğunu anlatıyor. Haber, özellikle video oyunu severlerin toplandığı forumlarda heyecanla karşılandı. Lazygamer.net'ten Zoe IIawkins, "Sırf bu yüzden New York'a gideceğim," derken, PC Magazinden Stephanie Miot, Minecraft'ın yaratıcısı Markus 'Notch' Persson'ın Time okurları tarafından 2013 yalında dünyanın en etkili 100 ismi arasında ikinci seçildiğini hatırlattı: "Bu az şey değildir." Gerçekten de az değil ama sanatın ne olduğu her zaman flu kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Belki de bir arkadaşımın dediği gibi, "Sanırım bir şeyin üzerine oturamıyorsak o sanat eseridir." Ve evet video ovunlarının üzerine oturmuyoruz.

Milliyet Sanat, Haber: Elif Türkölmez, 01.08.2013

MYRA'DA KAZI BAŞKANSIZ ÇALIŞMA

 

 

Myra Andriake Kazıları, 5. Yılına, Kazı Başkanı Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik Olmadan Başladı.

 

Türkiye'nin en büyük kazılarından biri olan, dört yılda büyük yol alan Myra Andirake Kazıları, Antalya Müzesi Başkanlığı'nda yürütülecek. Kazı başkanlığında ve kazı ekibinde yer almayan Prof.Dr. Nevzat Çevik, "Neden böyle oldu" sorusuna, "Bu sorunun muhatabı ben değilim. Bu soruyu Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine sormanız gerekir" karşılığını verdi.

 

Konuyla ilgili İl Kültür Müdürü İbrahim Acar ise "Şu anda Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca rutin incelemeler yapılıyor. Başka kazılarda da aynı durum söz konusu. Bakanlık bu kazılara ödenek veriyor. Bu incelemeler doğal. Kaldı ki, Myra Andirake Kazıları'nda şu an çalışmaya başlayan ekibin tümü Prof.Dr. Nevzat Çevik'in ekibidir. Rutin incelemeler bitince, en azından bayram sonrası hocamızın ekibinin başına döneceğini umut ediyorum" dedi.

 

4 YILDA ÇOK SAYIDA KEŞİF VE RESTORASYON

Antalya'nın Demre İlçesi'ndeki Myra antik kenti ve Andriake liman kentindeki kazılar dört yıl önce, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından ilk kazma vurularak törenle başlatıldı. Kazıların başkanlığını 4 yıldır Prof.Dr. Nevzat Çevik yürütüyordu. Birçok yapının ortaya çıkarılarak restore edildiği bu dönemde; özelikle Myra antik tiyatrosunda kazı ve taş restorasyonu yapıldı, yeni bir Bizans şapeli ortaya çıkarıldı, antik tiyatronun doğusunda kazı yapılarak restorasyon çalışmaları başlatıldı.

 

Andriake liman kentinde 4 yıl boyunca yapılan kazılarda da granaryumda kazı çalışmaları tamamlandı, Likya Müzesi olarak restorasyon çalışmaları başladı. Liman agorası, liman dükkanları, liman anıtsal girişi, onurlandırma anıtlarında kazı ve restorasyon çalışmaları ile doğu hamamı, sinagog, B kilisesinde kazı ve konservasyon çalışmaları tamamlandı. Özellikle Andriake liman kentinde yepyeni bir kent ortaya çıkarıldı. Ayrıca Myra Andriake kazıları, Türkiye'de en çok ses getiren kazı olma yolunda ilerledi.

Akşam, 01.08.2013

TARİHİ BELKIS KÖPRÜSÜ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan 7 ayaklı 'nün üç ayağının yıpranmaya bağlı hasar gördüğü için koruma altına alındığı bildirildi. Roma döneminde deprem ve aşırı su geçişine bağlı yıkılan köprünün Antalya'dan Konya'ya, Konya'dan İç Anadolu Bölgesi'ne geçişte tarihi öneme sahip olan köprüyü Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubat tarafından 1219-1236 yılları arası yeniden yaptırdığı belirtildi.

Günümüzde Serik ve Manavgat ilçelerini birbirine bağlayan köprü, yılın 12 ayı turistler tarafından en fazla ziyaret edilen mekanlar arasında yer alıyor.

Restorasyon ve yenileme çalışması kapsamında Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından ihale edilen köprünün restorasyonunu, İşsan İnşaat Ticaret ve Sanayi Limidet Şirketi üstlendi. Köprünün ihale bedelinin 964 bin lira olduğu ve bir yıl içinde bitirilerek teslim edileceği ifade edildi. İşsan İnşaat Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi Şantiye Şefi Bülent Adede, 7 ayaklı köprünün 3 ayağında yıpranma olduğunu ve 3 ayağı Selçuklu mimarisine uygun bir şekilde restore edeceklerini söyledi. Tarihi köprü restorasyonu ve onarımında tecrübeli olduğunu anlatan Adede, Sırplar tarafından yıkılan tarihi Mostar Köprüsü'nü de aslına uygun bir şekilde yeniden firmalarının ayağa kaldırdığını kaydetti.

Adede, tarihi köprünün restorasyonu ile ilgili şu bilgileri verdi: "8 asırlık köprülün 7 ayağından yıpranan 3 ayağını aslına uygun bir şekilde restore edeceğiz. Ayağa kaldırma ve restorasyon çalışmalarını aralıksız sürdürüyoruz. Köprü restorasyonları ve onarımında tecrübeli bir firmayız. Bosna'daki tarihi Mostar Köprüsü'nü aslına uygun bir şekilde yaptık. Geçmiş dönemlerde Antalya'yı İç Anadolu Bölgesi'ne bağlayan ve üzerinde Sultan Alaaddin Keykubat'ın üzerinde geçtiği tarihi köprünün restorasyonunu yapmanın sevinci içindeyiz. 8 asırdır yıpranan tarihi köprünün ayaklarını güçlendiriyoruz."

230 metre uzunluğundaki tarihi köprüyü kültür ve tarih turizmi kapsamında geçen yıl 180 bin turistin ziyaret ettiği belirtildi. Bölgede, Belkıs Köprüsü yanı sıra Beşkonak Köprülü Kanyon'da Roma döneminde kalma Anadolu Selçuklu Devleti tarafından onarılan Oluk Köprü(Köprülü Kanyon) ve Ali Baba(Gündoğmuş Güneycik Köyü) köprüleri bulunuyor.

Sabah, 01.08.2013

5 ŞEHRE 5 YENİ MÜZE GELİYOR

 

 

Türkiye’de yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkarılan taşınır kültür ve tabiat varlıklarının sağlıklı ortamlarda sergilenebilmesi ve depolanabilmesi için 2014 yılının sonuna kadar 5 yeni müze açılacak.

 

Müzeler, Adana’da Yeni Arkeoloji Müzesi, Çanakkale’de Troya Müzesi, Hatay’da Hatay Müzesi, Uşak’ta Yeni Arkeoloji Müzesi, Şanlıurfa’da Edessa Arkeoloji Müzesi Yapımı ve Teşhir Tanzimi, Haleplibahçe Mozaik Müzesi ve Arkeopark olarak sıralanıyor. Hatay, Uşak ve Şanlıurfa’daki müze çalışmalarının 2013 yılı sonuna kadar tamamlanması bekleniyor. Diğer iki müzenin ise 2014 yılında ziyarete açılması hedefleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Türkiye’de arkeolojik kazı çalışmalarının yoğunluklu olarak sürdüğü bölgelerde yeni müzeleri açıyor. Bulunan taşınır kültür varlıklarının, gerekli tanımlamaları ve restorasyonları yapıldıktan sonra ışık, nem, toz gibi tarihi eserler için olumsuz şartlar barındırmayan ortamlara taşınması gerekiyor. Açılacak müzelerle kazı ekiplerinin bulduğu eserlerin kısa süre sonra sergilenmesi mümkün olacak. Sergilenemeyen eserlerin de modern imkanları bulunan depolarda tutulması amaçlanıyor. Oluşturulacak modern sergi ve depolama sistemleriyle depolardaki eserlerle teşhir edilen eserlerin dönemsel olarak yer değiştirmesi ve tüm eserlerin ziyaretçiler tarafından görülebilmesi hedefleniyor. Yeni kurulacak müzeler, hem eser restorasyonu, hem teşhiri hem de ziyaretçiye eser hakkında doğru ve ayrıntılı bilginin sunulması için teknolojik imkanlarla donatılacak.

Zaman, 01.08.2013

TÜRKİYE 41 VARLIKLA UNESCO LİSTESİNDE

 

Türkiye’den UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne giren varlık sayısı 41’e yükseldi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, UNESCO “Dünya Mirası Listesi”ne kaynaklık eden bu ön     listeye katılan varlıklar arasında “Ceneviz Kale ve Surlu Yerleşimleri”, “Laodikeia Antik Kenti”, “Sardes Antik Kenti ve Bintepeler Lidya Tümülüsleri” ile “Tuz Gölü” bulunuyor.

Bütün dünyada öncelikle korunması gereken, kültürel ve doğal varlıkların yer aldığı UNESCO “Dünya Mirası Listesi”nde şu anda Türkiye’den 11 değer bulunuyor. 

Akşam, 01.08.2013

ARKEOLOGLARDAN ÖNCE DEFİNECİLER KAZMA VURDU

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kadifekale eteklerindeki, Roma dönemine ait antik tiyatronun gün ışığına çıkarılması için kazı yapılabilmesini sağlamak amacıyla bölgedeki gecekonduları kamulaştırıp, büyük bölümünü yıktı. Yargı süreci devam eden bazı evlerin yıkımı için karar beklenirken, arkeologlardan önce davranan define avcıları bölgede kaçak kazılara başladı. Hazine arayan define avcılarının çıkardığı hafriyat, dikkat çekmemesi için henüz tam olarak yıkılmayan evlerin içlerine döküldü.





Bölgede yaşayanlar, tarihi eser kaçakçılarının yaptığı bu tahribattan endişe duyuklarını dile getirdi. Mahalle sakinlerinden Orhan Bıçakkaya, bu durumdan son derece rahatsız olduklarını belirterek, "74 yaşındayım, bu semtte doğup büyüdüm. Yıkılan evlerin altında altın olduğu hiçbirimizin aklına gelmedi. Hazine arayanlar yaklaşık 2 aydır geceleri gelip, evlerin altından geçen tünellerin içine girerek, buradaki harfiyat ve taşları çıkartarak kazıyorlar. Durumu önce Büyükşehir Belediyesi’ne daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bildirdim, önlem alınmasını istedim. Antik tiyatro alanının içinde yer alan, anahtarı da bende bulunan, bir yakınımın evinin içinde de kazı yaptılar. Kamulaştırılan evlerin yıkılmasından sonra ortaya çıkan Roma duvarının altındaki tünelde ise lahit aradılar, ancak amaçlarına ulaşamadılar. Arkeologlar gelip inceleme yaptı. Kazılan yerin antik tyatronun girişi olduğunu söylediler" dedi.





ÖNLEM ALINSIN

Semt tarihi araştırmacısı ve yazar Orhan Beşikçi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın antik tiyatro alanında gerekli güvenlik önlemi alması gerektiğini belirterek, "Bu alan mutlaka güvenlik görevlileri tarafıdan 24 saat korunmalı. Bölge arkeolojik yönden çok zengin. Antik tiyatro alanı ve eski ören yerleri dışında, türbeleri de altın ve tarihi eser bulmak amacıyla kazdılar, tahrip ettiler. En son ise bölgedeki İplikçi Dede mezarına zarar verildi" diye konuştu.
Milliyet, 01.08.2013

AKHİSAR'DA TARİHİ KAZILAR ÜÇÜNCÜ YILINA GİRDİ

 

 

Akhisar Belediyesi önderliğinde Adnan Menderes Üniversitesi ve Kültür Bakanlığı'nın ortaklaşa yürüttüğü kazı çalışmalarının üçüncü yılı başladı. Eski Hastane höyüğü adı verilen alanda başlayan çalışmalarda ilk bulgular yeryüzüne çıkmaya başladı. Adnan Menderes Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve kazı başkanlığını yürüten Prof.Dr. Engin Akdeniz çalışmalar hakkında bilgiler aktardı. 3 yıl önce başlayan kazı çalışmalarını özetleyen Prof.Dr. Akdeniz, Akhisar'da bulunan eski hastane höyüğünü Kuzey Ege'nin en büyük höyüğü olduğunu iddia etti.

 

22 Temmuz'da başlayan kazıların üçüncü yılında çalışmalara Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi Ali Ziyrek, Başkent Üniversitesi Görsel Sanatlar Grafik Tasarım Bölümü Prof.Dr. Billur Tekkök, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Antropoloji Bölümü Doç Dr. Serpil Eroğlu, Adnan Menderes Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Yrd. Doç.Dr. Mustafa Kemal Şahin, Adnan Menderes Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Aydın Erön, Sosyolog Gülden Şahin de katıldı.

Kazı çalışmalarına turizm açısından büyük önem verdiklerini dile getiren Akhisar Belediye Başkanı Salih Hızlı da çalışmaları yerinde inceleyerek bilgiler aldı. İncelemelere, Başkan Yardımcısı Ömer İşçi ve Latif Çakmak, Meclis Üyesi Zafer Aşkın da katıldı.

 

Yapılan çalışmalar hakkında bilgiler aktaran kazı başkanı Prof.Dr. Engin Akdeniz; "Kazılar 22 Temmuz'da başladı. İki ay devam edecek bu sene. Yaklaşık otuz kişilik bir ekibimiz var başta arkeolog olmak üzere jeolog jeofizik mimar sanat tarihi antropoloji gibi değişik bilim dallarından hocalar katılıyor, öğrenciler var. Aynı şekilde belediyenin yolladığı işçiler çalışıyor. Bu iki yıl içerisinde hem hastane hem tepe mezarında çalışılacak. Geçen sene kazıya başladığımız alanlar biraz daha derinleşecek. Bazı önlemlerimiz vardır, restorasyon ayağa kaldırma gibi onlar gerekli kurumlara yollandı, onların sonuçlarını bekliyoruz. Bu sene ki kazılarda yaklaşık 5000 yıllık bir tarihe rastlandı. Fakat çok kalın bir moloz tabakası var. Çok yoğun bir şekilde tahribe uğramış. Hastane höyüğü özellikle, buna karşın Ege'nin kuzey kesimlerinin en büyük höyüğü olduğunu gösteriyor. Bu kazılar sırasında çakmak taşı aletler, opsidiyen dediğimiz volkan camından aletler, seramik parçaları elimize geçti. Bunlarla ilgili ayrıntılı araştırmalar yapılıyor. Kültür Bakanlığı bakanlık temsilcisi olarak Ali Ziyrek Bey'i gönderdi. Oda bizim çalışmalarımıza iştirak ediyor" dedi.

haberler.com, 31.07.2013

TARİHİ BİNA KÜTÜPHANE OLUYOR

 

 

Kadıköy Belediyesi, yüz yıllık Şehremaneti binasını restore ederek, kent kütüphanesine dönüştürüyor.

 

Kadıköy Belediyesi, 2014 yılında Kadıköylüleri, yeni bir kültür ve sanat merkezine kavuşturacak. İşgal altındaki İstanbul'da düzenlenen mitingler başta olmak üzere birçok toplumsal ve siyasi olaya tanıklık etmiş tarihi bir yapı olan Şehremaneti binası, ''Kadıköy Tarih, Edebiyat ve Sanat Kütüphanesi' olacak. 

 

'Kadıköy Tarih, Edebiyat ve Sanat Kütüphanesi" olarak hizmete girecek olan 100 yıllık Şehremaneti Binası'nda başta Kadıköylü aydınlar olmak üzere çok sayıda sanatçıya dair bilgi ve belgeler ile tarih, edebiyat ve sanat koleksiyonları yer alacak. Söyleşi ve etkinlikler düzenlenecek.

 

YÜZYILDA NELER GÖRDÜ

Kadıköy Haydarpaşa Rıhtım Caddesi üzerinde, Beşiktaş vapur iskelesinin tam karşısında yer alan Kadıköy Şehremaneti, Terziyan isimli Ermeni mimar tarafından 1912-1914 yılları arasında inşaa edildi. Binanın önünde I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu mağlup çıkmasından sonra, İngilizler bina önüne barakalar kurarak askerlerini yerleştirdi. Şehremaneti binasında ilk belediye seçimlerinin yapılacağı gün de Halk Fırkası ve Serbest Fırka taraftarları büyük bir kavgaya tutuşmuştu. 1995'te bir tadilat geçiren tarihi bina, bir süre Kadıköy Kaymakamlığı binası, daha sonra da Belediye Başkanlığı binası olarak kullanıldı.  

Akşam, 31.07.2013

1100 YILLIK AİLE MEZARLIĞI BULUNDU

 

 

Tokat - Niksar arasında bulunan Komana antik kentinde 2009 yılından beri devam eden kazılarda 1100 yıllık bir aile mezarı ortaya çıkarıldı.

Roma ve Hellenistik döneme ait izlerin bulunması amacıyla Komana Antik Kenti'nde yürütülen çalışmalar 2004 yılında başladı. Kentin sınırlarının belirlenmesinden sonra 2009 yılında kazı çalışmaları başladı.

Antik kentin ortasında bulunan ve Hamamtepe olarak adlandırılan alanda çalışmalar yoğunlaştırıldı. Çevresi sur duvarlarıyla çevrili olan tepede yapılan çalışmada, alanın Bizans döneminde mezarlık olarak kullanıldığı tespit edildi. Ara verilen çalışmalara geçen hafta tekrar başlanmıştı.

Çalışmalar hakkında bilgi veren ODTÜ Yerleşim Arkeolojisi Bölümü'nde doktora öğrencisi olan Emine Sökmen, "Bizans döneminde tepenin bir kısmının mezarlık alanı olarak kullanıldığını tespit etmiştik çalışmalarımızda. Burada da bir aileye ait mezarlar bulunuyor. Burada küçük bir çocuk iskeleti bulduk. Aile dememin sebebi, birinin erkek birinin kadın ve birinin çocuk olmasından dolayı. Bu şekilde toplu mezara rastladık. Bunu kadın olarak nitelendirmemizin sebebi de yanında küpe çıkması. Tabakası Bizans olduğu için Bizans dönemine ait diyoruz. Yani 1100 yıllık mezarlık alanı" diye konuştu. Sökmen, çalışmaların 6 Eylül'e kadar süreceğini belirtti.

KOMANA ANTİK KENTİ
Kaynaklarda, Mitridat Krallığı'nın yönetiminde önemli bir kültür merkezi olan ve Roma İmparatorluğu döneminde de özerkliğini koruyan Komana antik kentinin, ' Anadolu tanrısı Ma'ya adanmış kutsal alan olduğu belirtiliyor. Aynı zamanda çevre bölgeler için ticaret merkezi görevi gördüğü ifade edilen bölgenin, o dönemde kutsal alanda düzenlenen festivaller, zengin pazar yeri ve kenti çevreleyen verimli arazisiyle Anadolu'nun her tarafından ziyaretçi aldığı kaydediliyor.

 

ODTÜ ve TÜBİTAK tarafından da desteklenen, 'Komana Pontika Arkeolojik Araştırma Projesi', Orta Karadeniz Bölgesi'nin klasik çağ kenti Komana'nın konumunu belirlemek ve kentsel dokusunu anlamak amacıyla 2004 yılında başlatılmıştı.

Radikal, Haber: Mustafa Turapoğlu, 31.07.2013

HZ. İSA'YA AİT ODLUĞU TAHMİN EDİLEN SANDIK SİNOP'TA BULUNDU

 

Sinop Balatlar Kilisesi'nde yapılan kazı çalışmalarında Hz. İsa’ya ait olduğu tahmin edilen içerisinde kutsal emanetlerin saklandığı sandık bulundu.

 

     

 

Balatlar Kilisesi'nde yapılan kazı çalışmalarını yerinde inceleyen Sinop Valisi Yavuz Selim Köşger, çalışmalar hakkında bilgi aldı. Kazı Başkanı Prof.Dr. Gülgün Köroğlu kazı çalışmaları sırasında Hz. İsa’ya ait olduğunu tahmin ettikleri, kutsal emanetlerinin saklandığı taş bir sandığın ve içerisinde de haç parçalarının bulunduğunu söyledi. Taş sandığın ve içerisinde çıkan parçanın şu ana kadar kazı alanından çıkan en önemli bulgurlardan biri olduğunu belirten Köroğlu, "Kazı alanında bir taş sandık ve sandığın içerisinde Hz. İsa’ya ait olduğu tahmin ediğimiz haç parçası olan kutsal bir eşya bulundu" diyerek şöyle sürdürdü: "Bu sandık kazı çalışmaları sırasında şimdiye kadar çıkan en önemli buluntu. Bu sandık içerisinde, muhtemelen bir kemik var veya kutsal bir kişinin sembolik bir mezarı bu. Üzerinde haç işareti bulunan bu parça taş dolgu içerisinden çıktı. Çıkan bu parçanın İsa’nın çarmıha gerildiği haccın bir parçası olduğunu düşünüyoruz."  

 

4 yıldır kazı çalışmalarını sürdürdüklerini ve kazılarda şu ana kadar bine yakın iskelet çıktığını söyleyen Köroğlu, "İnşallah bu sene iyi bir çalışma sezonu olacak. Yaklaşık dört yıldır bu alanda kazı çalışmalarımız devam ediyor. Onun dışında 20'nci yüzyılın başına ait değişik buluntular ortaya çıktı. Bilmediğimiz pek çok şeyi burada gördük. Bizim için buluntudan öte yapının ortaya çıkması çok önemli. Sinop’un hem kültür anlamında hem turizm anlamında iyi bir yer kazanmış olması bizim için önemli" dedi.


Kazı çalışmaları sırasında çıkan parçaları inceleyen Vali Yavuz Selim Köşger ise yapılan çalışmaların Sinop turizmine çok önemli katkılar sağladığını söyledi. Vali Köşger, "Burada yaklaşık 4 yıldır hummalı bir çalışma yürütülüyor. Bende bugün bu çalışmayı yerinde gördüm ve gene bugün aynı şekilde aynı yoğunlukta çalışmalar devam ediyor. Bu yapılan kazı çalışmaları Sinop’un tarihi için çok önemli" diye konuştu.

Hürriyet, 31.07.2013

METROPOLİS KAPILARINI AÇIYOR

 

 

İzmir'de bulunan 2 bin 700 yıllık Metropolis antik kenti ziyaretçiler için hazırlanıyor.

 

Avrupa’nın önde gelen üniversitelerden Oxford ve Erlangen Nürnberg'den bilimadamlarının ilgi odağı haline gelen, İzmir'in Torbalı İlçesi'ndeki 2 bin 700 yıllık Metropolis antik kenti, ören yeri çalışmalarının tamamlanmasının ardından bu yıl dünyaya kapılarını açıyor. Metropolis Kazıları Başkanı ve Manisa Celal Bayar Üniversitesi (CBÜ) Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek, Özbey Mahallesi ile Yeniköy arasındaki antik kentte kazıların 1989 yılından bu yana devam ettiğini ve çok sayıda önemli buluntuya rastladıklarını söyledi.

 

ZİYARETÇİLER İÇİN TESİSLER YAPILACAK

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Ören Yeri Uygulamalar Daireler Başkanlığı ortaklığıyla yürütülen çalışmalarda Sabancı Vakfı ve Torbalı Belediyesi'nden de destek aldıklarını belirten Doç.Dr. Aybek, 5 Kasım 2012'den bu yana alanda ören yeri düzenlemesi yapıldığını bildirdi. Çalışmalar kapsamında 160 bin metrekarelik alanın koruma altına alındığını ve bölgede yürüme alanları oluşturulduğunu aktararak, "Metropolis bir yamaç kent olduğu için anıtlara ulaşmak kolay değil. Yapılan düzenlemelerle turistlerin, tarihi alanı daha rahat ziyaret etmesini hedefliyoruz. Otopark, seyir terasları ve diğer olanakları sağlayacak binaların yapımını da bitireceğiz ve en kısa sürede kenti ülkemiz turizmine açacağız.” dedi.

 

EXPO 2020 İÇİN İTİCİ GÜÇ OLACAK

İzmir'in EXPO 2020 adaylığı çerçevesinde Metropolis'in önemli rolü olacağına inandıklarını da dile getiren Aybek, “Efes antik kentine 45 dakika uzaklıktaki bu kente de çok sayıda turistin geleceğini ümit ediyoruz. Yabancı bilimadamları, ortak proje üretmek istiyor. Metropolis, Efes kadar büyük ve popüler değil ancak kente gelen yerli turistler, zengin tarihi kalıntıları görünce şaşırıyorlar. Çevre düzenlemesinin yanısıra yol düzenlemesi ve çevreye yerleştirilebilecek yönlendirme levhalarıyla yerli ziyaretçi sayısını da yükseltebileceğiz. Metropolis antik kentinin tarihi, MÖ 7. yüzyıla dayanıyor. Planlı şehir olarak yapılarla donatılması ise 2 bin 500 yıl önceye tarihlenip varlığını Bizans İmparatorluğu sonuna kadar sürdürmüştür." diye konuştu.

 

Kazılarda daha önce mozaikler, hamamlar, çeşitli takılar ve heykeller bulunmuş, müzelere teslim edilmişti.

Akşam, 31.07.2013

RADİKAL'İN DERDİ ÖZETLE BUDUR

 

 

Radikal, İnönü Stadı’nın yapılışına değil, yapılış biçimine karşı... Biz ‘‘Yeni stat yapılmasın, Beşiktaş kendisine yeni bir yer bulsun’’ demedik. Bu konudaki duyarlılığımız mevcut stat ve çevresindeki kültürel varlıkların korunmasına yönelikti. Şimdi bunu biraz açalım:


Radikal bu duyarlılığı sadece İnönü Stadı’nda değil, İstanbul ’un tarihi siluetine hançer gibi saplanan 16/9 Kuleleri’ne karşı çıkarak da gösterdi. Kulelerin siluete vermiş olduğu zararı Türkiye ilk Radikal’den okudu.


Gezi Parkı konusunda Topçu Kışlası’nın ihyası, AVM, müze, ve rezidans tartışmalarını adım adım duyurduk. İçinde buz pisti olan Mimar Halil Onur’a ait kışla projesini de yine Radikal ortaya çıkardı.


Uygulamaların yanlışlığına dikkat çekerken Henri Prost’un yıllar önce planladığı Gezi Parkı’ndan başlayıp Maçka Parkı’na hatta Dolmabahçe Sarayı’na kadar uzanan alanın park yapılmasını önerdik. İnönü Stadı kaldırılsın istemedik, stadın bu parkın bir parçası olması gerektiğine vurgu yaptık. Hatta taraftarların stada parkın içinden yürüyerek gitmesinin güzelliğine değindik.

 



Radikal’in İstanbul’un tarihi ve doğasına sahip çıktığı haberleri saymakla bitiremeyiz ama bazılarına özellikle değinmek istiyorum. Dolmabahçe Sarayı’nın Beşiktaş tarafında tam da Çarşı’nın karşısında yapılan Shangri-la Bosphorus otelinin tarihi Tütün Deposu yıkılarak yapılmasına karşı çıktık. Yassıada’nın yüzde 65’e varan oranda imara açılmasını yine ilk olarak Radikal gündeme taşıdı. Sulukule, Sarıgöl, Tarlabaşı, Fener-Balat gibi kentsel dönüşüm yapılan semtlerde yaşayanların sesi olduk. Şişli Likör Fabrikası ve Ali Sami Yen Stadı yıkılarak yapılacak gökdelenler ile Kuşdili çayırına AVM planlarıyla ilgili eleştirileri gündeme taşıdık. Tarihi Yarımada’da kaçak yapılaşmayı okuyucularımızla paylaştık. Birçoğunun yıkılmasına vesile olduk. Kamu malına sahip çıktık, haksızlıkların önüne geçtik. 

Stat için ne dedik?
Radikal, İnönü Stadı için ne demişti? İnönü Stadı yapılırken burada Dolmabahçe Sarayı’nın ahırları vardı. Ama daha da önemlisi Dolmabahçe Sarayı’nı sel baskınlarından koruyacak kanalizasyon tünellerinin bulunuyor olmasıydı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın raporunda stat inşaatı yapılırken çok fazla derine inilmesi halinde kanalların zarar göreceği, sarayı su basabileceği anlatılıyordu. Dönemin Kültür Bakanı da bu rapora dayanarak stadın mevcut hali ile korunması ve zeminden aşağıya inilmeden yenilenmesi gerektiğini açıklıyordu. Radikal bu raporları haberleştirdi. Hiçbir zaman stadın yapılmaması yönünde yayın yapmadı.


En son stadın yeni açık olarak adlandırılan bölümü yıkılırken İstanbul Arkeoloji Müzeleri uzmanları, kalıntılar tespit etti. Radikal muhabirleri bu kalıntıların iş makinesi ile parçalandığını fotoğrafladı. İstanbul 3 Numaralı Koruma Kurulu yerinde inceleme yaptı. Stadın bundan sonra müze denetiminde kazılması gerektiğine hükmetti. Ayrıca İSKİ’nin atık su kanalları için önlem alıp alınmadığını sordu. Ancak ortada kalıntı olmadığı ve ‘yalan haber’ yaptığımıza dair açıklamalar taraftarın Radikal’e saldırmasına neden oldu. Oysa yapılması gereken mevcut kalıntıların arkeologlar ve sanat tarihçileri tarafından belgelenip kayıt altına alınmasıydı. Kültür Bakanlığı’nın raporunda da söz edildiği gibi Dolmabahçe Sarayı’nı sel baskınlarına karşı koruyacak önlemlerin alınması sorunu çözmek için yeterliydi. Atık su kanallarının inşaatı durdurması haliyle beklenen bir sonuç değildi. Taksim’de de gördüğümüz gibi bu tür kalıntılar mutlaka ‘arkeolog gözetiminde ve müze denetimi’nde kaldırılmalı. Ancak şu ana kadar kazıda müzeden tek bir uzman yoktu. Bu haber bundan sonraki yıkımın müze denetiminde yapılmasına vesile oldu. 

Taraftardan ne bekliyoruz?
Gezi Parkı ile ilgili başlayan eylemlerde çevrecilere destek veren Çarşı Grubu’nun, İnönü Stadı’nın yapımı sırasında tarihi eserlerin korunması için de aynı duyarlılığı göstermesini bekliyoruz. Hülasa Radikal, stadın yapılmasına değil, stadın yapılış biçimine karşı oldu. Stat yenilenirken kültürel dokunun bozulmamasını, tarihe saygılı bir proje olmasını istedi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 31.07.2013

KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARINI ELEKTRONİK ORTAMA TAŞIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları arasından çıkan kitaplar, e-kitap olarak yayınlanacak.

 

Bakanlık, basılmış tüm kitapları sanal ortamda okuyucu ile buluşturma kararı aldı. Bugüne kadar kütüphanelerde veya ilgili kurumların kitaplıklarında bulunan Bakanlık basımlı kitapların böylece daha çok kişiye ulaştırılması hedefleniyor. Kitaplar, bakanlığın kendi internet sitesinde oluşturulacak sayfada okuyucunun ilgisine sunulacak. Önümüzdeki günlerde başlanacak proje bitiminde, binlerce yayına internet üzerinden, tek bir adresten ulaşılabilecek.

 

Son yıllarda elektronik kitapların yaygınlaşması, binlerce e-kitabın yüklenerek okunabileceği yeni cihazların piyasaya sürülmesi, yayınevleri için okuyucu ile buluşmak üzere yeni bir alan oluşturdu. Kültür ve Turizm Bakanlığı da bugüne kadar yayımladığı, büyük bir kısmını Türkiye’deki kütüphanelere gönderdiği, çok azını da kendi mağazalarında satabildiği kitaplar için yeni bir platform oluşturuyor. Böylece, artık yeni basımı yapılmayan kitaplara da ulaşma imkanı doğacak. Bakanlığın yayımladığı kitaplar arasında, Türkiye’nin geleneksel sanatlarını, yörelerini ve kültürünü anlatan eserlerin yanı sıra antolojiler, dil, estetik, inceleme, şiir, roman, öykü ve deneme türünde eserler yer alıyor.

 

Yayıncılık politikası değişti

Kültür ve Turizm Bakanlığı, yakın zamana kadar yılda 100’den fazla kitap yayımlıyordu. Başvuru esasına dayanan sisteme göre, yayın kurulu, başvurular arasından basılmaya değer görülen kitapları seçip yayımlanmasını sağlıyordu. Ancak son yıllarda bu sistem değişti. Özellikle Atilla Koç’un bakanlığı döneminde ‘prestij kitap’ yayıncılığına geçilerek, kurul kararı ile yapılan basımlar sınırlandırıldı. Yeni sistemde, Bakanlık kararı ile belirlenen konularda, alanında uzman kişilere kitap hazırlatıldı. Bu dönemde Yunus Emre, Cemil Meriç, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Mehmet Akif, Tanpınar, Kemal Tahir gibi şair ve yazarlar için biyografik eserler hazırlatılıp yayımlandı.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 31.07.2013

ŞİŞLİ ETFAL İLK İSMİNE KAVUŞTU

 

 

Sultan 2. Abdülhamid’in 1899 yılında yaptırdığı ve Osmanlı’nın ilk çocuk hastanesi olan Hamidiye Etfal Hastanesi tarihi ismine kavuştu.

 

31 Mart Darbesi’nden sonra ismi 2. Abdülhamid’i hatırlattığı için önce “Osmanlı Etfal Hastanesi”, sonra da 1922 yılında ‘Şişli Etfal Hastanesi’ şeklinde değiştirilen hastane artık ‘Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ olarak hizmet verecek. Bir süredir resmi yazışmalarda yeni ismini kullanan hastane, önümüzdeki günlerde tabelasını da değiştirecek. Hamidiye Etfal Hastanesi 1909 Darbesi’nden önce 10 yıllık süre içinde Ermeni, Musevi, Rumlar da dahil 100 bin hastaya hizmet verdi. 2. Abdülhamid’in 8 aylık kızı Hatice Sultan’ı difteriden kaybettikten sonra yaptırdığı hastaneden günümüze sadece tarihi saat kulesi ve altındaki mescit kaldı.

 

İstanbul Beyoğlu Kamu Hastaneler Birliği’ne bağlı olan hastane, haziran ayında isim değişikliği için Sağlık Bakanlığı’na başvurdu. Bakanlıkla yapılan yazışmalar sonunda hastanenin isminin, 1899 yılında ilk açıldığında verilen Hamidiye Etfal Hastanesi olarak değiştirilmesine karar verildi.

 

Hastanenin açılış hikayesi ilginç: 1898 yılı Şubat ayında II. Abdülhamid  kızı 8 aylık Hatice Sultan’ı difteriden kaybeder. 2. Abdülhamid Han kızının anısını yaşatmak için bir hayır yaptırmak istediğini doktoru İbrahim Paşa’ya söyler. İbrahim Paşa, ‘koskoca Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde henüz bir çocuk hastanesi bulunmadığını ve çocuk hastanesi kurulması gerektiğini’ ifade eder. Padişah bu isteği kabul eder ve İbrahim Paşa’yı hastaneyi kurmakla görevlendirir. 13 Mayıs 1898’de temeli atılan hastaneye İbrahim Paşa, baştabip olarak atanır. 5 Haziran 1899’da Hamidiye Etfal Hastanesi hizmete girer. Fakat 31 Mart sürecinde 2. Abdülhamid tahttan indirilmesinden sonra hastane sahipsiz kaldı. Hastanenin ismi önce Osmanlı Etfal Hastanesi, ardından da Şişli Etfal Hastanesi olarak değiştirildi.

Zaman, Haber: Çağlar Avcı, 31.07.2013

ANTALYA'DAKİ KAZILARA 3 MİLYONUN ÜZERİNDE ÖDENEK

 

Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar, bakanlık tarafından toplam 3 milyon 163 bin 381 lira ödenek tahsis edildiğini bildirdi.

 

Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar, Antalya'da arkeolojik kazı çalışmaları için bakanlık tarafından toplam 3 milyon 163 bin 381 lira ödenek tahsis edildiğini, bu ödeneğin kazı başkanlarının kullanımına sunulduğunu bildirdi.

 

Acar, yaptığı yazılı açıklamada, Danıştay tarafından temmuz ayı başlarında yürütmesi durdurulan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu Kapsamındaki Kültür Varlıklarının Röleve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulamaları ile Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair Yönetmelik'in adının, "Kültür Varlıkları İhale Yönetmeli" olarak düzenlendiğini kaydetti.

 

Yönetmeliğin, 25 Temmuz'da Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdiğini belirten Acar, yönetmelikte, eski yönetmelik kapsamında sözleşmeye bağlanan ve devam eden, ancak yürütmesi durdurulan işler için hakedişlerin ödenmesine kısa zamanda başlanacağını bildirdi.

Antalya'da Bakanlar Kurulu izinli 15 kazı yeri olduğuna değinen Acar, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:


"Bu kazı yerlerimizden bugün için beşi Antalya Müze Müdürlüğümüz, biri ise Alanya Müze Müdürlüğümüz sorumluluğunda yürütülecektir. İlimizde arkeolojik kazı çalışmaları için bakanlığımızca toplam 3 milyon 163 bin 381 lira ödenek tahsis edilerek, bu ödenekler kazı başkanlarının kullanımına sunulmuştur. İlimizde Bakanlar Kurulu kararlı yurtdışından da iki akademisyenrin sorumluluğunda kazı çalışması yürütülmektedir."
 
Müze ve ören yeri ziyaretlerinden 4 milyon lira gelir İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar, Antalya'da dört arkeoloji müzesi, iki Atatürk Evi Müzesi olmak üzere toplam altı müze ile 15 ören yeri bulunduğunu kaydetti.

 

Antalya'da müze ve ören yerlerini bu yılın haziran ayı sonu itibarıyla toplam 1 milyon 254 bin 678 kişinin ziyaret ettiğine değinen Acar, bu ziyaretlerden 4 milyon 89 bin 228 lira gelir elde edildiğini bildirdi.

 

Acar, Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarımına Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmelik gereği bu yıl 22 proje ve altı proje uygulama yardımı talebinde bulunulduğunu, değerlendirmeler sonucunda beş kişiye proje yardımı olarak toplam 46 bin 527 lira, beş kişiye de proje uygulama yardımı olarak toplam 240 bin lira yardım yapılmasının uygun görüldüğünü kaydetti.

Turizm Gazetesi, 31.07.2013

ÇALINAN KEMANIN DEĞERİ
1.84 MİLYON DOLAR

 

İngiliz polisi 2010 yılında çalınan ve geçen hafta bulunan 1696 yapımı Antonio Stradivarius kemanın fotoğrafını medyayla paylaştı.

Kemanın yaklaşık 1.84 milyon dolar (3.5 milyon TL) değerinde olduğu tahmin ediliyor. 317 yıllık enstrüman 35 yaşındaki Kore doğumlu kemancı Min-Jin Kym’den çalınmıştı.

Hırsızlar MinJin Kym, Londra’da Euston istasyonunda bir kafede yemek yediği esnada kemanı ve iki yayı yanından alıp kaçmışlardı.

Habertürk, 31.07.2013

YEDİKULE BOSTANLARINDA TARİH DERSİ!

 

 

Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi, bugün Yedikule Bostanlarındaki 17. yüzyıldan kalma kuyular için Koruma Kurulu'na tescil başvurusu yaptı. Bir yandan da yarısı yıkılmış bostanda tarih dersi yapıldı.

 

Tarihi Bizans'a dayanan Yedikule Bostanları'nın yerine park yapılması öngörülen proje kapsamında yıkım son hızıyla devam ediyor.

 

Son olarak dün tarihi kayıtlara gore, 4. Murat'ın sadrazamı Bayram Paşa'nın olduğu bilinen "Sadrazam Bayrampaşa" bostanında yıkım yapıldı.

 

Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi'nin çağrısıyla bu sabah saat 8'de hem yıkımları engellemek hem de bostanların tarihini dinlemek için bir grup bostanda toplandı.

 

17. yüzyılda tüm bölge bostan

Domates ve marulların içinde Osmanlı'da ziraat teknolojileri üzerine çalışan Harvard Üniversitesi'nde tarih doktora öğrencisi Aleksandar Sopov, bostanın tarihini anlattı.

 

Sopov, ilk olarak 5. yüzyılda Bizans döneminde sur boyunca tarım çalışmalarının görüldüğünü Osmanlı dönemindeki ilk kayıtlara ise 17. yüzyılda rastlandığını söyledi.

 

"Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethiyle nufüs çok fazla artmaya başlıyor. Bu yüzden de daha fazla ziraata ihtiyaç duyuluyor. Yedikule Bostanları ile ilgili en kapsamlı bilgilere 1735 tarihli bir Kefil Defteri’nde ulaşıyoruz.

 

"Defterin işaret ettiği vakfiyelerde isimlerine rastladığımız Bayrampaşa bostanı (2 adet) ve Hazinedarbaşı Süleyman Bostanı’nı tespit ediyoruz. Bayram Paşa IV. Murat’ın sadrazamı, İsmail Paşa 1688’de sadrazam, Hazinedarbaşı Süleyman Ağa ise II.Mustafa’nın saray hazinedarı.

 

"16.yy’ın ikinci yarısından itibaren bölgede hızlanan tarımsal faaliyetler 17.yy’da yoğunluğu artmış ve yukarıda saydığımız devlet yöneticileri elimizdeki kaynaklardan edindiğimiz izlenimlere göre bu bölgeye yoğun bir yatırım yapmışlar. Ve muhtemelen 1734 yılına gelinceye değin bölgede boş arazi kalmamıştı. "

 

Sopov, bostanların yüksekliği 20 metreye varan kuyularıyla birlikte Osmanlı tarım teknolojisine dair çok önemli bilgiler barındırdığını bunların yok olmasının ileride olası farklı kentsel tarım modellerinin de önünü keseceğini söyledi.

 

Kuyular tescil için kurulu bekliyor



 

Bir yandan ders devam ederken, İstanbul 2 Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne, Yedikule Mahallesi'nde yer alan bostanlardaki kuyuların "Osmanlı tarım teknolojisini gösteren korunması gerekli yapılar" olduğu gerekçesiyle tescili için dilekçe verildi.

 

19. yüzyıl Ekrem Hakki Ayverdi yayını İstanbul haritalarında da yer alan bostanlarda görülen, üç taşörgü su kuyusu, teraslama duvarları, su sarnıcı, taş örgü teraslama duvarları, tek katlı almaşık örgülü kagir ahır yapısı, örme taş su kuyusu ve kesme taş su sarnıcının tescili istendi.

 

Uzman denetiminde yapılmayan yıkımlar sırasında çoktan bir kuyunun üstü molozlarla kaplandı bile.

 

Ne olmuştu?



 

Yedikule Suriçi Bostanları'nın 27 dönümlük kısmı 6 Temmuz'dan beri süren çalışmalarla yıkıldı.

Kara surları koruma bandında kalan ve sit alanı olan tarihi yarımadanın bir parçası olan bostanlar, antik şehir bölgesi içinde dünyanın mevcut en eski tarım alanı olarak biliniyor.

 

Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi'nin rekreasyon projesi kapsamında Yedikule-Belgrad Kapı Arasında Bizans'tan kalma bostanların yerine 85 dönümlük arazide süs havuzu olan park yapılacak.

 

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, bostanlarda tarihi kara surları boyunca 1 metreye varan derinlikte kazı ve arkeolojik dokuda tahribat yapıldığını tespit ederek bir rapor hazırlamış ve bunu 2 No’lu Yenileme Alanları Koruma Kurulu ve Arkeoloji Müzesi’ne teslim etmişti.

 

2011’de İBB'nin hazırladığı "İstanbul Tarihi Yarımada Yönetim Planı"nda, “Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan alanları korunacaktır” maddesi var.

 

Ayrıca, Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi'nden Arkeolog Yiğit Özar ile İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kentleşme ve Çevre Sorunları Anabilim dalı öğretim üyesi Doç.Dr. Ayten Alkan, 20 Temmuz'da sözlü saldırı ve fiziksel saldırı girişimine maruz kaldılar.

Bianet, Haber: Nilay Vardar, 31.07.2013

 

******


TARİH YIKIMI EŞLİĞİNDE TARİH DERSİ! ŞU GÖREMEDİĞİNİZ SU KUYUSU...

 

 

“1735 yılında tutulan kayıtlara göre şu anda muhtemelen 4. Murat’ın sadrazamı Bayram Paşa’nın bostanındayız. 1786’dan kalma bir haritaya göre ise burası İsmail Paşa’nın bostanı” diyor Osmanlı tarihçisi Aleksandar Sopov. Dün Yedikule Bostanları Koruma Girişimi’nin çağrısıyla, iş makinalarının yıkmaya hazırlandığı bir bostanda buluşan grup, daha kızarmamış domateslerin yanı başında, ters çevrilmiş manav kasalarının üzerinde oturup bostanların tarihini dinledi.


Harvard Üniversitesi’nde Osmanlı tarım teknolojisi üzerine doktora yapan Aleksandar Sopov, Fatih Belediyesi’nin yıktığı bostanlar ve kapatmaya niyetlendiği su kuyuları ve havuzların vakıfnamelerde yer aldığını anlatarak bu yapılarda Osmanlı tarım teknolojilerine dair çok değerli bilgilerin gizli olduğunu anlattı.


Sopov’un Ayhan Han ile birlikte bostanlar üzerine yaptığı araştırmadan bazı bulgular şöyle:
İstanbul ’un sebze ihtiyacının yarısını karşılıyordu.


Kefil defterlerine göre, 16’ncıyüzyılın ikinci yarısından itibaren Yedikule’de tarımsal faaliyetler hızlandı. 17’inci yüzyılda ise iyice yoğunlaştı. 1634/1635 tarihli Bayrampaşa Vakfiyesi’ne göre sur içindeki tarımsal alan, sur duvarına kadar ulaşmıştı.


IV. Murat’ın sadrazamı Bayram Paşa, Sadrazam İsmail Paşa (1688), II. Mustafa’nın Saray Hazinedarı Süleyman Ağa gibi devlet yöneticileri bu bölgeye yoğun yatırım yaptı. Muhtemelen 1734 yılına gelinceye değin bölgede boş arazi kalmamıştı. 1735 tarihli bir kefil defteri İstanbul suriçinde toplam 344 bostanda 1381 bostancının çalıştığını belirtiyor. Tahminlere göre şehrin meyve-sebze ihtiyacının yüzde 50’sini bostanlar karşılıyordu.


1735 tarihli bir kefil defterine göre söz konusu bölgede çalışan bostancıların büyük çoğunluğu Hıristiyan olup Makedonya bölgesinden gelmişler.


Dersten sonra katılımcılar, İstanbul’da kent içinde tarım yapılabilen son bostanların nasıl yaşatılabileceğini tartıştı. Bir yorum , kendi kendine yetebilen ve sürdürülebilir bir kent hayali kurabilmek için Yedikule Bostanları’nın ‘son umut’ olduğuydu.


Ancak ders, mahallede yaşadıklarını ve bostan yerine park istediklerini söyleyen bir grup tarafından yarıda kesildi. Toplantı daha sonra çevik kuvvet ekiplerinin müdahalesiyle dağıtıldı.

 

Bostanda yıkım 1 aydır sürüyor

Yedikule Bostanları’nda İBB ve Fatih Belediyesi’nin süs havuzlu park projesi için giriştiği yıkım yaklaşık 1 aydır devam ediyor. Bu süreçte sur içindeki neredeyse tüm bostanlar darmadağın edildi, bostanlardan geçinen onlarca aile işsiz kaldı. Tarih dersinin gerçekleştiği bostan da bu ailelerden birine ait. Kezban Eryılmaz, 10 yıldır ekip biçtiği bostanının gözleri önünde iş makineliriyle darmadağın edildiğini anlatıyor. ‘Boynuz boynuz’ fasulyeleri, ‘güzelim maydanoz’ları, rokası, lahanası hep molozla örtülmüş. Geriye yalnızca domatesleri kalmış. Ailenin belediyeye 15 bin lira ecrimisil borcu olduğunu anlatan Kezban Hanım, “Daha kızarmadılar, bari onları bıraksalar” diye yakınıyor.

 

I. Mahmut’un su sarnıcı bile var
Yedikule Bostanları Koruma Girişimi dün İstanbul 2 Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne, bostanlardaki taş örgü kuyular, teraslama duvarları ve I. Mahmut döneminden kaldığı düşünülen su sarnıcı gibi yapılar için “Osmanlı tarım teknolojisini gösteren korunması gerekli yapılar” olduğu gerekçesiyle tescili için dilekçe verildi. UNESCO Dünya Miras Alanı sınırları içinde olmasına rağmen arkeolog denetiminde yapılmayan çalışmalar sırasında tarihi bir kuyu molozlarla kaplandı bile...

Radikal, Haber: Elif İnce, 01.08.2013

HADRİANAUPOLİS'TEKİ KİLİSENİN ÜZERİ KAPATILACAK

 

 

Eskipazar İlçesi'ndeki, ortaya çıkarılan mozaikler nedeniyle "Karadeniz'in Zeugması" olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik kentinde, kazı çalışmalarında ortaya çıkartılan kilisenin üzeri kapatılacak.

 

Karabük İl Özel İdare Genel Sekreteri Hakan Eski, düzenlediği basın toplantısında, Kilise-B'nin üzerinin kapatılması işini üstlendiklerini ve bu işi ihale yolu ile bir firmaya verdiklerini söyledi.

 

İhaleyi alan firmanın işi 90 gün içinde teslim edeceğini vurgulayan Eski, "Temmuz ayında yapılan ve ihale bedeli 320 bin lira olan Hadrianaupolis Antik Kenti Kilise-B'nin üstünün kapatılması çalışmaları başlayacak. Yapım işinin süresi 120 gün olup müteahhit firma ile yapılan görüşmede işi 90 günde teslim edeceği sözünü aldık. İdare olarak tarihi değerlerin yaşatılmasına destek olmanın mutluluğunu yaşıyoruz" diye konuştu.

Yeni Şafak, 30.07.2013

İSTASYON HÖYÜK'Ü UNUTTUNUZ MU?

 

 

Son dönemlerde Sagalassos ve Kibyra kazılarında çıkan arkeolojik eserler, geçtiğimiz yıllarda başlayan Hacılar kazıları, Burdur’un tarihsel geçmişini gün yüzüne çıkarırken, kaderine bırakılmış İstasyon Höyük’te hiçbir çalışma yapılmıyor.

 

MÖ 5000-3000′li yıllarda Kalkolitik Çağ(Bakır Çağ)’da başlayıp Roma Dönemi’ne kadar uzandığı düşünülen Höyük’ün uzun süredir önünde duran talebasında “herhangi bir bilimsel çalışma yapılmamıştır” yazması ilgisizliği bir kez daha ortaya koymaktadır. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü ve Burdur Belediyesi’nin ortak çalışma yapmasına müsait olduğunu düşündüğümüz Höyük’te kazı yapılırsa, ilimiz tarihine ışık tutacak eserler muhtemelen ortaya konulabilecektir. Höyük’te sergilenecek olan eserlerin şehir merkezinde olmasıda ayrıca bir avantaj sağlayacaktır.

 

Daha önce Kuruçay, Gölde, Höyücek, İstasyon Höyüklerinde yapılan ön araştırmalarda yörenin ön tarihi ile ilgili özellikle seramik buluntularına rastlanması, İstasyon Höyük’ün 10 bin metre genişliğinde, 20 metre uzunluğunda bir alanda yer alması ve 81 il arasında şehir merkezinde bulunan nadir höyüklerden olması, burada çalışmaların biran önce başlaması için yeterli neden değilmidir?

Burdur Gazetesi, 30.07.2013

"ARKEOLOJİK BULGULAR TÜNELLERİ GECİKTİRİYOR"

 

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, kent içindeki trafiği rahatlatmak amacıyla '35 İzmir 35 Proje' kapsamında yapımına başlanan Konak Tünelleri'nin arkeolojik kazı çalışmasına döndüğünü söyledi.


Diyarbakır programı sırasında Yeni Asır'a açıklama yapan Bakan Yıldırım, toprak altından çıkan arkeolojik eserler nedeniyle ilerleyemeyen tünel projesinin yerel seçimlere kadar tamamlanamayacağını belirterek, "Arkeologlara laf anlatmak zor. Zaman kaybediyoruz" diye konuştu.

"Marmaray'a benziyor"
Bahribaba Parkı girişinde arkeologlar tarafından ortaya çıkartılan tarihi bulguların, Konak Tünelleri çalışmalarını durma noktasına getirmesine tepki gösteren ve İstanbul'daki Marmaray inşaatında da benzer bir sıkıntı yaşadıklarını ve zaman kaybettiklerini kaydeden Bakan Yıldırım, "Konak Tünelleri İzmir'in tarihi ve arkeolojik kazı çalışmasına döndü. İzmir'in gelmiş geçmiş tüm medeniyetlerinin izlerini ortaya çıkarıyoruz. Bizim Marmaray projemize benzemeye başladı. Dolayısıyla orada biraz elimizi çabuk tutmamız lazım. Proje gecikiyor" diye konuştu.

"Şimdilik sabrediyoruz"
Arkeologların kazı çalışmalarına sabırla yaklaştıklarını söyleyen Bakan Yıldırım, "Arkeologlara laf anlatmak çok zor. Girdiler mi, tespit edip muhafaza ediyorlar. Biz de 'yol açın geçelim, siz kazmaya devam edin' diyoruz. Yakında Bahribaba'dan giriş yapacağız. Şimdilik sabrediyoruz, yapacak bir şey yok. Onların gönlünü yapmaya çalışıyoruz. Bahribaba'da tarihçiler, arkeologlar için farklı anlamlara gelecek, onlara göre çok müthiş buluntular var. Bize göre farklı. Birçok şey çıktı. Oradan değişik mezarlar, numuneler, her kesimin yaşam tarzına göre bir takım işaretler eşyalar çıkmış" dedi.

Yeni Asır (Kısaltarak), Haber: Fatih Abacıoğlu, 30.07.2013

 

 

BİNALİ YILDIIRM'DAN ARKEOLOGLARA: YOL VERİN GEÇELİM

 

AKP’nin İzmir’e yönelik seçim projelerinden Konak Tüneli, seçimlere yetişmeyecek. Binali Yıldırım kazılarla ilgili konuştu, "Burası da Marmaray'a benzedi. Herkesin yaşam tarzına göre birtakım buluntular çıkıyor. Gecikiyoruz ama arkeologlara laf anlatmak çok zor. Bir girdiler mi çıkmıyorlar" dedi.

 

AKP’nin İzmir’e yönelik 35 Projesi’nin en çok tartışılanları arasında bulunan Konak Tüneli, seçimlere yetişmeyecek. Gecikmenin nedeni ise Bahribaba Parkı’nda ortaya çıkan arkeolojik buluntular.

 

'Marmaray'a benzemeye başladı'
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, tünel kazısının İzmir’in tarihi kazı projesine dönüştüğünü, her geçen gün ortaya çıkan buluntular yüzünden projenin geciktiğini söyledi. Kazılarda İzmir’in gelmiş geçmiş bütün medeniyetlerinin izlerinin ortaya çıktığını belirten Yıldırım, “Konak Tüneli Projesi giderek Marmaray’a benzemeye başladı. Dolayısıyla orada bizim elimizi çabuk tutmamız lazım. Gecikiyoruz ama arkeologlara laf anlatmak çok zor. Bir girdiler mi çıkmıyorlar. Allah’tan çıkan buluntular tanışabilir. Yahudi mezarlığı çıktı, kemikleri Musevi cemaatine verdik. Diğerlerini de müzenin korumasına bıraktık” dedi.

 

'Yol istiyoruz'
Arkeologlardan kendilerine bir yol açmalarını istediklerini söyleyen Bakan Yıldırım, “Yol açın geçelim, siz kazılarınıza devam edin diyoruz, onların gönlünü yapmaya çalışıyoruz. Yakın zamanda Bahribaba’dan giriş yapacağız. Şimdilik sabrediyoruz. Seçimlerden önceye yetişmez ancak gayret ediyoruz. Bahribaba bizim hesabımızda olmayan bir şeydi. Tabii arkeologlar için farklı anlamlara geliyor. Onlara göre çok müthiş buluntular var. Herkesin yaşam tarzına göre birtakım buluntular çıkıyor. Bahribaba için henüz bir tarih yok ama yakın zamanda giriş yapmak istiyoruz, şu anda görüşmeler sürüyor” diye konuştu.

Sol Haber, 01.08.2013

İŞTE YENİ AKM'NİN AÇILACAĞI TARİH

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek'in yazılı soru önergesine verdiği cevapta, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nin tadilat ve onarım işlemlerinin, sivil toplum kuruluşlarınca açılan davalar ve yargı kararları nedeniyle 2008 yılından 2012 yılına kadar gerçekleştirilemediğini hatırlattı.

Geçen yıl yapılan ihaleyi takiben Mayıs ayında tadilat ve onarım işlemlerine başlandığını belirten Çelik, Atatürk Kültür Merkezi'nin 2014 yılı içerisinde hizmete açılmasının planlandığını bildirdi.

Sabah, 30.07.2013

HANGİSİ ESER, HANGİSİ DEĞİL?

 

TMMOB'ye bağlı odaların yönetim kurulu başkanları 27 Temmuz 2013 Salı günü saat 11.00'de Taksim Hill Otel'de bir basın toplantısı düzenledi.

Cumhurbaşkanı onay sürecinde olan yasa değişikliği konusunu değerlendiren oda temsilcileri adına ilk olarak sözü Makina Mühendisleri Odası (MMO) Başkanı Ali Ekber Çakar aldı ve ortak basın bildirisini okudu.

 

Basın açıklamasında öne çıkan noktalar torba yasa kapsamında önerilen (i) ve (j) bentlerinin değişikliği oldu.

 

İmar Yasası'nın 8. maddesine eklenen (ı) bendi ile odaların çok önemli bazı yasal yetkilerinin ortadan kaldırıldığını belirten Çalar; (i) bendinde, ilim ve edebiyat eseri sayılan imar planlarının değiştirilmesinde plan müellifinin izninin alınmayacağını; (j) bendinde ise Fikir ve Sanat Eserleri Yasası'nda bilim eseri olarak tanımlanan mimari projelerin eser olup olmadığını Bakanlık bünyesindeki bir Estetik Kurul'un keyfiyetine bırakılacağını belirtti.

 

(i) bendinin değişikliğinin mesleki denetimin huku dışı ihlali olacağına vurgu yapılırken, (j) bendinin değişikliğinin mimarların öncelikle İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden de kaynaklanan en doğal ve evrensel bir hak olan eser sahipliği hakkına ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası, 4117 sayılı Edebiyat ve Sanat Eserlerinin Korunmasına Dair Bern Sözleşmesi'nin Kabulüne Dair Yasa ile Anayasa'ya aykırı olduğu belirtildi.

 

Hangi Yapı Estetik?

Bu ayrıntılar mimarı hayatını kaybetmiş önemli binaların telif hakkı hakkında soru işaretleri de yaratıyor. Bern sözleşmesi fotoğraf ve sinema eserleri hariç tüm eserlere eserin yaratıcısın ölümünün ardından en az 50 yıllık koruma sağlıyor. Türkiyede ise 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası'na göre sahibinin ölümünden sonra eserlerde koruma süresi ölüm tarihinden sonra 70 yıl. Dolayısıyla telif hakkı ile ilgili yapılan değişiklik önerileri önemli binaların kentsel yağmaya kurban edileceğine dair soru işaretleri oluşturuyor...(AKM vb) Bir yapının mimari eser olup olmadığını belirleyen, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndaki kurul kimlerden oluşacağı ise bir diğer konu. Estetik kurul hangi kriterlere göre bir yapıya "eser" statüsünü layık görecek? Bu sorular yasanın çıkmazlarından sadece bazıları....

 

Bir diğer dikkat çekici unsur 6235 TMMOB Yasası'nda yapılacak bir değişikliğin 3194 sayılı İmar Yasası özelinde ele alınamayacağı, bunun iç tüzüğe aykırı olduğu yönündeki açıklamalardı.

Oda başkanları basın toplantısından sonra odaların İstanbul şube başkan ve yöneticileri ile birlikte toplu olarak Gezi Parkı'nı ziyaret ederek parktaki son durumu denetlediler. Parkta Gezi direnişinde hayatlarını kaybeden gençlerin isimlerinin yazılı olduğu temsili taşların önünde MMO Başkanı Ali Ekber Çakar ve MO Başkanı Eyüp Muhçu kısa birer açıklama yaptılar. Ali Ekber Çakar, Gezi Parkı'na AVM ve rezidans yapımını engelleyen toplumsal muhalefetin ön saflarında yer alan TMMOB'nin mücadelesinin devam edeceğini, Gezi direnişi sırasında hayatını kaybeden gençlerin anıları önünde saygıyla eğildiklerini ifade etti.

 

Cumhurbaşkanı'na çağrıda bulunan Eyüp Muhçu ise yasayı Meclisteki muhalefet partileri aracılığı ile Anayasa Mahkemesi'ne götüreceklerini ve Anayasa Mahkemesi'nin yasayı iptal edeceğine inandıklarını söyledi.

 

Basın Açıklmasının Tam Metni;

 

CUMHURBAŞKANI, TMMOB VE ODALARININ ANAYASAL YETKİLERİNİ ORTADAN KALDIRAN DÜZENLEMEYİ ONAYLAMAMALIDIR!

 

Değerli Basın Mensupları,

 

Bilindiği üzere 09.07.2013 tarihinde TBMM Genel Kurulunda kabul edilen "torba yasa" içindeki 3194 sayılı İmar Yasası'nın 8. maddesine eklenen (ı), (i) ve (j) bendleri ile, TMMOB ve biz bağlı Odalarına yönelik kapsamlı bir operasyon daha yapılmıştır.

 

Yine AKP iktidarı tarafından üç yıl önce ve yine bir gece yarısı operasyonuyla ve yine bir "torba yasa" içinde yapılan değişiklikle, yabancı mühendisler ülkemiz mühendislerinden ayrıcalıklı kılınmıştır. İktidar, iki yıl önce de Kanun Hükmünde Kararnamelerle TMMOB'yi otoriter bir tarzda vesayet altına alma yönünde adımlar atmış, bütün ülkeyi ranta dayalı bir şekilde imara açma politikaları kapsamında yeni yasa ve yönetmelik değişiklikleri yapmıştır.

 

6235 sayılı TMMOB Yasası'nın bütününü değiştirme girişimi ise TMMOB ve Odalarımızın yürüttüğü kampanya üzerine bizzat Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ertelenir gibi gösterilmiş ancak çok önemli bir düzenleme, Gezi Parkı direnişinin ardından intikamcı bir tarzda, İmar Yasası içinde yapılan bir değişiklikle gündeme gelmiştir.

 

İmar Yasası'nın 8. maddesine eklenen (ı) bendi, biz Odaların çok önemli bazı yasal yetkilerini ortadan kaldırmakta; (i) bendinde, ilim ve edebiyat eseri sayılan imar planlarının değiştirilmesinde plan müellifinin izninin alınmaması getirilmekte; (j) bendi ise Fikir ve Sanat Eserleri Yasası'nda bilim eseri olarak tanımlanan mimari projelerin eser olup olmadığını Bakanlık bünyesindeki bir Estetik Kurul'un keyfiyetine bırakmaktadır. Bu kurulun kimlerden oluşacağı, hangi kriterlere bağlı olarak çalışmalarını yürüteceğinin belirlenmemiş olması ise hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Belirlilik ve öngörülebilirlik özellikleri taşımayan, hukuki güvenlik sağlamayan bu gibi kurallar Anayasa'nın 2. maddesi ile bağdaşmamaktadır.

 

Söz konusu (i) ve (j) bendlerindeki düzenlemelerin 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası, 4117 sayılı Edebiyat ve Sanat Eserlerinin Korunmasına Dair Bern Sözleşmesi'nin Kabulüne Dair Yasa ile Anayasa'ya aykırı olarak; mimarların İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden de kaynaklanan en doğal ve evrensel bir hak olan eser sahipliği hakkını, İmar Yasası yoluyla ortadan kaldırmaya yönelik olduğu görülmektedir.

 

İmar Yasası'nın 8. maddesine eklenen (ı) bendi ise tam olarak şöyledir: "Harita, plan, etüt ve projeler; idare ve ilgili kanunlarında açıkça belirtilen yetkili kuruluşlar dışında meslek odaları dahil başka bir kurum veya kuruluşun vize veya onayına tabi tutulamaz, tutulması istenemez. Vize veya onay yaptırılmaması ve benzeri nedenlerle müelliflikler veya bunlara ait kuruluşların büro tescilleri iptal edilemez veya yenilenmesi hiçbir şekilde geciktirilemez. Müelliflerden bu hükmü ortadan kaldıracak şekilde taahhütname talep edilemez."

 

Bu bend, öncelikle, Anayasa'da tanımlanan kamu kurum ve kuruluşu niteliğindeki, kamu tüzelkişiliği bulunan, yerinden yönetim özerk kuruluşları olarak tanımlanan ve bu nitelikleriyle Türkiye'nin kamu idari yapısı içinde yeri bulunan, kamu adına üyelerinin ve kamunun yetki devri ile verdiği hizmetlerin mesleki denetimini yapan biz Odaların ve üst Birliğimiz TMMOB'nin Anayasal-yasal dayanaklarının hukuk dışı bir şekilde ihlali anlamına gelmektedir.

 

İmar Yasası'nın 8. maddesine eklenen bendlerle yapılan değişiklikler, özetle;


•· Ülke kaynaklarının talanına karşı çıkan Meslek Odalarını ve TMMOB'yi işlevsizleştirmeyi,
•· Odaların üyeleriyle ilişkisini zayıflatmayı, giderek ortadan kaldırmayı,
•· Odaların gelirlerine el koymayı,
•· Kamusal-toplumsal yeraltı-yerüstü kaynak ve varlıkların talanını iktidarın elinde merkezileştirerek piyasaya açmayı, metalaştırmayı,
•· Kentsel dönüşüm, kentsel rant programlarının önündeki bilimsel, teknik mesleki denetimi ve toplumcu engelleri ortadan kaldırmayı,
•· Birbirinden farklı özerk yerinden yönetim kuruşları olan Meslek Odaları ve Belediyelerin Anayasal hak, yetki ve görevlerini ellerinden almayı,
•· Mimarların Fikir ve Sanat Eserleri Yasası kapsamındaki mimari projelerini eser olmaktan çıkarmayı, telif haklarına el koymayı,


amaçlamakta ve ele geçirilemeyen, rant politikalarına karşı duran TMMOB'yi etkisizleştirmeyi amaçlamaktadır.

 

Bilindiği gibi bugünkü iktidar, sermaye birikim ve rant sürecini, büyük oranda, kentsel-kırsal alanlar ve koruma altındaki alanların dönüşüm programlarına bağlamıştır. AKP iktidarı her şeyi metalaştırma, piyasalaştırma peşindedir. TMMOB ve bağlı Odaları ise söz konusu yasa bendinde anılan "harita, plan, etüt ve projeleri", mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı disiplinlerinin bilimsel-teknik gerekleri ve kamu-toplum yararını gözeterek denetlemektedir. Ancak bu son operasyonla Odalar ve TMMOB'nin Anayasal ve yasal mesleki denetim yetkileri elinden alınmakta, sınırsız bir talanın önü açılmaktadır.

 

Kentsel, kırsal, yeraltı ve yerüstü doğal kaynakların talanına karşı çıkan meslek odalarını işlevsizleştirmenin, Odalar ile üyelerini, üyelerin projelerini mesleki denetim ilişkisi dışına çıkarmanın sonucu, bilim dışı piyasa keyfiyeti ve serbestisini egemen kılmak olacaktır.

 

Ayrıca Odalarımızca gerçekleştirilen mesleki denetim uygulamaları sonucunda, sahte lisans diplomaları ve/veya sahte diploma denklik belgeleriyle kayıt olan, kayıt olmak üzere başvuran birçok sahte mimar-mühendis olduğu tespit edilmiştir. Bugüne kadar tespit edilen bu kişiler hakkında sahte resmi belge düzenlemek ve kullanmak ile 3458 sayılı Yasaya muhalefetten dolayı suç duyurusunda bulunulmuş, yapılan yargılamalar sonucunda 21 kişi hakkında mahkumiyet kararı verilmiş olup, diğerleri ile ilgili takibat devam etmektedir.

 

İmar Yasası'nda yapılan değişiklikle Meslek Odalarının denetim yetkilerinin budanması, böylesi sahteciliklerin tespit edilmesini de engelleyerek, kamusal denetimin önünü tıkayacak ve halkımızı sahte mimar ve mühendislerle karşı karşıya bırakacaktır.

 

Bu değişiklik, iki yıl önceki, TMMOB'yi ve yerinden yönetim özerk kuruluşları olan meslek kuruluşlarını otoriter bir tarzda vesayet altına almaya yönelik Kanun Hükmünde Kararnamelerle yapılan düzenlemelerin devamı niteliğindedir ve Anayasa'nın başta 135. maddesi olmak üzere 2, 5, 123, 124, 138. maddelerine açık bir şekilde aykırılık oluşturmaktadır.

 

Söz konusu değişiklik önergesinin TBMM Genel Kuruluna sunuluş biçimi de yanlıştır. Zira 6235 sayılı TMMOB Yasası, İmar Yasası'nda değişiklik kapsamında ele alınamaz. Bu husus Meclis İçtüzüğü'nün 87. maddesine açıkça aykırılık oluşturmuştur. Ayrıca 6235 sayılı TMMOB Yasası'nı ilgilendiren bir konuda TMMOB ve bağlı Odaların görüşlerinin alınmamış olması da mevzuat hazırlama usul ve esaslarına aykırıdır.

 

Değerli Basın Mensupları,

 

Biz Odalar ve TMMOB, tam bir birlik içinde, ülke, kamu, halk çıkarları, mühendislik, mimarlık, şehir plancılığının bilimsel teknik gerekleri doğrultusundaki çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bunu hiçbir antidemokratik güç ve düzenleme engelleyemeyecek, durduramayacaktır.

 

Yukarıda belirttiğimiz nedenlerle Anayasal tabanı bulunmayan bu düzenlemenin Cumhurbaşkanınca onaylanmaması, reddedilmesi gerektiği açıktır.

 

Kuvvetler ayrılığı ile özerk kamusal, mesleki ve toplumsal yapıları ortadan kaldıran antidemokratik düzenlemelerin devamı olan bu konunun Cumhurbaşkanınca ele alınışı, AKP'nin uyguladığı neoliberal politikaların ulaştığı nokta açısından, duyarlı herkese yeni bir değerlendirme olanağı da sunacaktır.

 

Demokrasi, kuvvetler ayrılığı, yerinden yönetim özerk kuruluşlarının görev ve yetkileri, Türkiye'nin imarında mühendislik, mimarlık, şehir plancılığının yeri ve rant politikaları gibi, kamuoyunun önem verdiği son derece önemli konular, Cumhurbaşkanını bu konu özgülünde önemli bir karar vermenin eşiğine getirmiştir.

 

Cumhurbaşkanı'nı, TBMM'nin 09.07.2013 tarihli 135. birleşiminde görüşülen "Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" içindeki 3194 sayılı İmar Yasası'nda değişiklik yapılmasına dair düzenlemeyi, Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetkileri kapsamında onaylamaması yönünde kamuoyu önünde duyarlılığa davet ediyoruz.

 

30.07.2013

 

Bilgisayar Mühendisleri Odası
Çevre Mühendisleri Odası
Elektrik Mühendisleri Odası
Fizik Mühendisleri Odası
Gemi Makinaları İşletme Mühendisleri Odası
Gıda Mühendisleri Odası
Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası
İç Mimarlar Odası
İnşaat Mühendisleri Odası
Jeofizik Mühendisleri Odası
Jeoloji Mühendisleri Odası
Kimya Mühendisleri Odası
Maden Mühendisleri Odası
Makina Mühendisleri Odası
Metalurji Mühendisleri Odası
Meteoroloji Mühendisleri Odası
Mimarlar Odası
Petrol Mühendisleri Odası
Peyzaj Mimarları Odası
Şehir Plancıları Odası
Tekstil Mühendisleri Odası
Ziraat Mühendisleri Odası

Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 30.07.2013

4 BİN YILLIK ŞEHRİN YERALTI GİZEMİ

 

 

Dört bin yıllık tarihi geçmişi bulunan Trabzon’da, surlarla çevrili antik kentte yaşayanların ihtiyaçlarının dışarı açılan dehlizlerden sağlandığı, yer altındaki bu geçitlerin zamanla kapandığı biliniyor. Trabzon Valiliği’nin başlattığı çalışmayla tarihi Ortahisar ile Zağnos Vadisi arasındaki dehlizler yeniden açılacak.

 

Trabzon’un tarihsel geçmişi MÖ 2000′li yıllara kadar uzanıyor. Güvenliğinin sağlanması için batıda Zağnos, doğuda Tabakhane Vadisi arasındaki doğal yükseltide kurulan kentin çevresine zamanla surlar inşa edilmiş. Yukarıhisar, Ortahisar ve Aşağıhisar olmak üzere üç bölümden oluşan surların büyük kısmı günümüze kadar ulaştı.

 

Bunlardan Yukarıhisar ve Ortahisar Kuzgundere ile İmaret Dereleri arasındaki yüksek kaya kitlesi üzerine kurulmuş. En eski kent merkezi olarak da bilinen bu bölüm kabaca bir yumağa benzediği için şehrin adının bu anlama gelen Trapez ya da Trapezus kelimesinden geldiği sanılıyor. Fatih Sultan Mehmet’in 1461′de Trabzon’u fethetmesiyle Ortahisar Osmanlı Devleti’nin vilayet yönetimi merkezi olarak yapılandırıldı.

 

Trabzon’un sur içinde kalan bu mekanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü tarafından kentsel sit alanı olarak tespit edilerek koruma kapsamına alındı.

 

Bu arada, Valilik, hem tarih bilincinin oluşturulması hem de turizmin çeşitlendirilmesi için Trabzon antik kentinin kurulduğu sur içi mekanlarının tarihsel dokuya uygun yeniden düzenlenmesi için çalışma başlattı.

 

Trabzon Valisi Recep Kızılcık, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ortahisar surları konusunda geliştirilen proje ile sur içinden surların dışına açılan yolun (dehliz) arkeolojik kazı yapılarak ortaya çıkarılmasının hedeflendiğini söyledi.

Milliyet, 30.07.2013

MUŞ'TAKİ ERMENİ MİRASININ YIKIMI DURDU

 

 

Muş’ta kalan ve şehirde bir zamanlar Ermenilerin yaşadığının son kanıtı olan Kale Mahallesi, 21 Ekim 2012’de Bakanlar Kurulu kararı ile kentsel dönüşüm kapsamına alındı. Dönüşüm projesi çerçevesinde mahallede yıkılması planlanan 500 evin yerine TOKİ, 770 daire inşa edilecekti. Binaların yüzde 80’i yıkıldı. Kentsel dönüşüm kapsamındaki yıkım, Van Koruma Kurulu’nun bir evi tescillemesiyle şimdilik durdu.


Anadolu ’daki Ermeni mirası üzerine çalışmalar yapan Garo Paylan, eski adı ‘Muşeğin Kalesi’ olan mahallede yaşanan yıkımı değerlendirdi. Paylan, “Van’daki koruma kurulundan gelen ekipler 1 evi tescillemişler. Özgün mimarinin korunması için en az iki sokağın tescillenmeye devam edilmesi ya da koruma kurulunun burayı özel sit alanı ilan etmesi gerekiyor. Bize de mahalledeki tarihi dokudan hangi evlerin kaldığını sordular. Orada zamanında Katolik misyonunun binası vardı, onların tespitinin yapılmasını istedik. Kiliseye açılan bir-iki sokağın korunması için uğraşılıyor. Manastırların kalıntıları var, onların ihya edilmesi yönünde talebimiz oldu. Yıkımın başlamaması için karar çıkması bekleniyor” dedi.

‘Çivi çakılamaz’
Mahallede yıkım çalışmalarının izin alınmadan başladığını hatırlatarak, evlerin korunması için bölgeye gelen definecilere karşı da önlem alınması gerektiğine dikkat çeken Paylan, “Define arayan insanlar çoktan girip evlerin altını kazmış durumda” diye konuştu.


Kale Mahallesi’nin Muş’ta bir zamanlar Ermenilerin yaşadığınınson işareti olduğuna vurgu yapan Paylan şunları dile getirdi: “İtiraz edilmesine bile fırsat kalmadan mahallenin yüzde 80’i yıkıldı, kalan yüzde 20’yi kurtarma derdine düştük. Yalnızca Ermenilerin değil, Muş’un kent tarihinin de mirası yok ediliyor. Muş’ta bir zamanlar 299 kilise, 94 manastır, 53 hac yeri ve 5 bin 669 öğrencili 135 okul bulunuyordu. Ama bir bir yok oldular. Kalan üç sokağın korunması için girişimde bulunduk. Anadolu’daki Ermeni yapıları hızla yok ediliyor. İstanbul ’da olsa asla çivi bile çakılamayacak 200 yıllık evler dozerle yıkıldı. Muş’taki Surp Garabet Manastırı’na gittik, geriye biraz duvar ve tonozlar kalmış, altına ahır yapılmış. Köyde kalan çocuklar da üzerinde haç olan 1500 yıllık taşları satıyor. Ermenilerden kalan ne varsa, sessizce yok etmeye yönelik bir mütabakat var.” 

BDP Meclis’e taşıdı
BDP Muş Milletvekili Demir Çelik, konuyu TBMM ’ye taşıdı. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın yanıtlaması istemiyle verilen soru önergesinde şu ifadeler yer aldı: “Seçim bölgem olan Kale Mahallesi’nde yer alan, Ermenilerden kalma hamamlar, kiliseler ve tarihi evler yıkılarak yerlerine TOKİ binaları yapılmaktadır. Bu uygulama bölgenin çokkültürlü yapısına ve tarihi dokusuna zarar vermektedir. TOKİ’nin Muş ilinde yaptığı proje ne zaman ihale edilmiştir? Projedeki konut sayısı nedir? Projedeki dairelerin net metrekare üzerinden fiyatları nedir? İhaleyi hangi firma ya da firmalar almıştır? Resmi olarak dairelerin hak sahiplerine teslim tarihi nedir?”

 

Evler tarihi değil
Muş Belediye Başkanı Necmettin Dede, Agos’a verdiği röportajda şunları söylemişti: “Heyelan bölgesi olduğu için oradaki evimizi bıraktık. Bölgedeki turizm potansiyelini ortaya çıkarmak için TOKİ’yi oradan başlattık. Bütün ahırlar, açıkta akan kanalizasyonlar o mahallede. Buranın turistik bir yer olması lazım. Orası mesire yeri, piknik alanı. Dedemler 80, 100, 150 yıl önce oraya yerleşmiş. Ama tarihi bir ev yok, 40 defa deforme olmuş bu evler. Depremde çatlamış, sıva yapılmış yani orijinalliği kalmamış evlerin. Mistik bir hava verecek bir ev var mı diye düşündük eşimle, varsa ortaya çıkaralım isteriz.”

Radikal, Haber: Ayça Örer, 30.07.2013

İNKALARIN ÖLÜM AYİNİ SIRLARI

 

 

Güney Amerika ’da kutsal kabul edilen bir dağda öldürülen 13 yaşındaki çocuğun saçını inceleyen İngiliz bilim insanları, nihayet kurbanın son 24 saatte yediği ve içtiği şeylerin saçındaki kalıntılarına ulaştı. Veriler dün yayımlandı.

Araştırmayı yürüten, Bradford Üniversitesi’nden Dr. Andrew Wilson, saçındaki bulunan kalıntılar üzerinden tarihe ışık tutulabileceğini ve mumyanın başına gelenlerin anlaşılmasının mümkün olduğunu belirtmişti. Saç analizleri ve diğer kanıtlar, kutsal nedenlerle insan kurban etme ritüellerinde neler olup bittiğine dair ilk defa bu kadar net ışık tuttu. Veriler, kurbana nasıl doğal uyaranlar ve alkol verilerek bu ritüele hazırlandığını gösterdi.

Trajik öykü, muhtemelen mumyanın bulunduğu yerin yakınlarında yaşandı. Arjantin ’in kuzeybatısında bulunan dağlık bölgede, 15. yüzyılda İnka Uyarlığı bulunuyordu. İnkalar ve diğer bazı erken dönem Güney Amerika uygarlıkları, tarımsal verimsizliği önlemenin ve refaha kavuşmanın sigortası olarak tanrılara kurban veriyordu. İnka tarihi boyunca binlerce insanın böyle kurban edildiği düşünülüyor.

O dönemde İnka Uyarglığında azımsanamayacak sayıda çocuk periyodik olarak imparatorluk kuvvetleri tarafından seçilip, şu an Peru olan başkent Cusco’ya yollanıyordu. Daha sonra çocuklar tekrar burada bir eleme sürecinden daha geçiyor, kız ve erkek olmalarına göre değişik görevler veriliyordu. Hizmetkarlık bunlardan biriydi. Kız çocukları ayrıca yüksek mevkideki yöneticilerin karısı olmaları için seçiliyordu. Bazı erkekler savaşçı oluyordu ama fiziksel olarak en kusursuz ve kuvvetli olanları, kız ya da erkek farketmeksizin, Tanrılar'a hediye olarak verilmek için ayrılıyordu.

Mumyası incelenen 13 yaşındaki kız çocuğunun, kurban edilmeden bir yıl önce ailesinden alınıp Cucho’ya getirildiği tahmin ediliyor. Bundan önce daha az yemek yediği tahmin edilen kurban, alıkonulduktan sonra mısır ve et ağırlıklı beslenmiş. Bu, o dönemde uygarlığın soylu ve zengin kesimi ile özdeşleşen bir beslenme biçimi. Son araştırmalar buna ek olarak kurbana öldürülmeden altı ay öncesinden başlanarak koka yaprağı ve alkol verildiği düşüncesini doğruluyor. Şu anda kokainin de hammaddesi olarak kullanılan bu bitki, uyarlık tarafından törenlerde sıklıkla kullanılırdı. İnkalar, bu maddenin verdiği sarhoşluk halinin, ruhlar alemine geçişi kolaylaştırdığına inanıyordu. Ancak araştırmacılar alkol ve koka yaprağının aynı zamanda çocukları kurban töreninde uslu tutmak için kullanılmış olabileceğine de dikkat çekiyor.

Bu ritüelin sonlarına yaklaşılırken, kurban, kutsal Llullaillaco dağının eteklerine geliyor ve dağın tepesine ulaşması iki gün kadar sürüyor. Sonunda dağın tepesine ulaşıldığında zaten yolculuk ve aldığı maddeler yüzünden yorgun ve bilinci tam yerinde olmayan kurban kahverengi elbisesi ve gösterişli başlığıyla ölümü bekliyor. Dağın tepesinde genellikle boğularak öldürülen kurban, kendisi için hazırlanan özel bir mezara konuyor.

Radikal, 30.07.2013

TOPKAPI SARAYI'NA YENİ KÜTÜPHANE

 

 

İslam tarihinin en değerli eserlerinin yer aldığı Topkapı Sarayı’ndaki ‘El Yazmaları Kütüphanesi’ndeki kitapların çürümeye terk edildiği haberi üzerine Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Dr. A. Haluk Dursun açıklama yaptı.

Dursun, kitapların çürüdüğü iddialarının doğru olmadığını savunarak şunları söyledi:
“Topkapı’da restorasyonların büyük bir kısmı tamamlandı. El Yazmaları Kütüphanesi, Ağalar Mescidi adını verdiğimiz Fatih döneminden kalan en eski binaya ağustos başı itibarıyla taşınmış olacak. Yeni bir Topkapı Sarayı Kütüphanesi hizmete girmiş olacak. Burada yangın algılama sistemi ve söndürme sistemi de faaliyette olacak. 22 bin civarındaki el yazması kitapların hepsi hizmette olacak.’’

Habertürk, 30.07.2013

OSMANİYE'DE TARİHİ KONAK RESTORE EDİLİYOR

 

 

Osmaniye Belediyesi tarafından yapımına başlanan ‘Osmaniye Konağı Projesi’nde çalışmalar hızla devam ediyor.  Osmaniye Belediye Başkanı Kadir Kara, Osmaniye çarşı merkezindeki Envar-ul Hamit (Büyük) Camii karşısında bulunan tarihi konağı restore ederek, kentin ortak kullanım alanlarındaki tarihi, kültürel ve turistik değerlerini turizme kazandırmak ve şehre ayrı bir kimlik kazandırmak istediklerini söyledi.

 

Başkan Kara, Osmaniyeliler ve Osmaniye’ye dışardan gelip gezmek isteyenler için kentin tarihi dokusunu ortaya koyacak, geçmiş dönem yaşamlarına başka bir gözle bakılmasını sağlayacak tarihsel bir mekan hazırladıklarını ifade etti.

 

Belediye Başkanı Kadir Kara, konağın kamulaştırıldığını ve restorasyonu için hazırlanan projenin, Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı tarafından (DOĞAKA) Turizm Alt Yapısının Geliştirilmesi Küçük Ölçekli Alt Yapı Mali Destek Programı kapsamında desteklendiğini söyledi.

 

Çarşı merkezindeki tarihi dokunun korunmasının önemli olduğunu ifade eden Kara, şunları kaydetti: "Milletlerin tarihleri kadar şehirlerin tarihi de önemlidir. Bu tarihlerini gelecek nesillere aktarabilmek ve şehri ziyaret eden insanların, şehrin tarihi yapısı ve dokusuyla ilgili bilgi sahibi olabilmesi için eski değerlerin korunması ve yaşatılması gerekiyor. Bu kapsamda belediye meclisimizin almış olduğu karar doğrultusunda kentimizde Enver-ul Hamit Camisi'nin giriş kapısının karşısındaki tarihi konağın belediyemiz tarafından kamulaştırılması yapılıyor. Bu kapsamda DOĞAKA ile protokol imzalandı. Buradan da bir destek alınarak tarihi konağın restorasyon çalışmasına başlandı. Osmaniye'de tarihi yapıların, mimari ve estetik dokusunun yaşatılması ve bu binaların hangi şartlarda nasıl yapıldığının nesillerimize aktarılması adına bu çalışmayı önemsiyoruz. Bu çalışmamız sayesinde kentimizin tarihi ve yaşamsal gerçekleri hakkında bilgi sahibi olunacak. Konağı, ziyarete gelen turistlerin kentin tarihi hakkında bilgi sahibi olabilecekleri şekilde yapmayı planlıyoruz."

 

Kara, konak restorasyonundan sonra Enver-ul Hamit Camisi ve Çınarlı Kahve çevresinde de çevre düzenlemesi ve restorasyon yapılacağını dile getirdi.

 

Konak, cami ve Çınarlı Kahve'nin birbirine yakın, tarihi yapılar olduğunu ve koruma altında bulunduğunu anlatan Kara, "Konaktan sonra cami ve Çınarlı Kahve çevresinde de genel bir restorasyon ve tarihi dokuyu koruyucu çalışma yapmayı planlıyoruz. Osmaniye'de yeni yerleşim alanları, alışveriş merkezleri açılıyor. Bunları teşvik ediyoruz. Fakat bunları yaparken de kent merkezinde ticaret yapan insanlarımızın buradaki değer yargılarını kaybetmemelerini istiyoruz" diye konuştu.

Başak Gazetesi, 29.07.2013

AKIL ALMAZ TALAN

Kültür Bakanlığı, her köşesinden tarih fışkıran Ege’den çalınan eserlerin bilançosunu çıkardı. Son verilere göre toplam 1177 eser özellikle Almanya, Amerika, Rusya, Danimarka ve İtalya’ya kaçırıldı. Eserlerin bazıları Paris Lauvre ve Berlin Pergamon gibi ünlü müzelerde sergileniyor.

 

Tarih boyunca büyük medeniyetlere mekan olan Ege’den çalınan tarihi eserlerle ilgili bir bilanço hazırlandı. 2 bin 164 arkeolojik sit alanı bulunan, 28’ini Türk, 11’ini yabancı heyetin yaptığı toplam 39 arkeolojik kazının devam ettiği Ege Bölgesi’nde şimdiye kadar bin 177 tarihi eser çalındığı belirlendi. Özellikle sit alanlarında dedektörlü, kazmalı yağmacılar, eserleri toprak altından çıkartarak, müzeye teslim etmek yerine başka ülkelere satıyor. Bölgedeki 32 müzede sergilenen eserlerden bazıları da güvenlik görevlileri ve kameralar olmasına rağmen çalınıyor. Özellikle sikke, kolye ve takılar sergilendikleri müzelerden çalınırken, insan figürleri, mermerler ise ören yerlerinden en çok çalınan eserler olarak kayıtlara geçti. 

 

BERLİN PERGAMON MÜZESİ / ZEUS SUNAĞI


 

İlk çağın en büyük heykeltıraşlık şaheserlerinden biri olarak nitelendirilen ve Bergama Kralı 2. Eumenes tarafından Galatlarla yapılan savaşın kazanılmasının ardından kurtarıcı Zeus’a bir şükran ifadesi olarak inşa edilen ünlü Zeus Sunağı kabartmaları, Alman mühendis Carll Humman tarafından parça parça sökülerek deniz yoluyla İzmir’den Almanya’ya kaçırıldı.

 

HALİKARNAS MOZOLESİ

 

 

Kral Mausolos adına karısı ve kız kardeşi Artemisia tarafından Bodrum’da yaptırılan Halikarnas Mozalesi‘nin yükseldiği yer bugün bir çukur halinde. İngiliz araştırmacı Newton 1856-1857 yıllarında kabartmaları, Mausolos ve Artemisia’nın heykellerini, 4 atlı arabanın parçalarını British Museum’a götürmüştür.

 

TARİHİN İLK MÜZİK NOTALARI

 

 

1882 / 1883 yıllarında Aydın-İzmir demiryolu inşaatı sırasında Tralleis antik kentinde bulunmuştu. MÖ 200 ile MS 100 tarihleri arasında yaşadığı tahmin edilen Seikilos’un mezartaşına kazınmış halde bulunan notaların, tarihte bilinen ilk müzik parçasının notaları olduğu belirlendi. Seikilos mezar taşı, 1923 ayaklanmalarında İzmir’e, ardından yurtdışına kaçırıldı ve yazıt 1966 yılından bu yana Danimarka’nın Kopenhang Müzesi’nde sergileniyor.

 
İHTİYAR BALIKÇI HEYKELİ

 

 

Gevre Köyü yakınlarındaki antik Aphrodisias kentinde Prof.Dr. Kenan Erim başkanlığında sürdürülen kazılar sırasında, 1989’da Tiberius Portikosu’ndaki havuzda 33 santim uzunluğunda mermer bir baş bulundu. Başın, 1904 yılında Fransız arkeolog Paul Gaudin tarafından bulunarak yurtdışına kaçırılan ve müzeye satılan gövdeye ait olduğu belirlendi. 

 

ÇALINAN DİĞER ESERLERDEN BAZILARI

Datça, Knidos antik kentinden MÖ 2 bin yılına ait olduğu tahmin edilen “Knidos Aslanı” ve “Knidos Demeteri”,

 

2 bin 400 yıllık mezar odasından çalındığı tahmin edilen Kral Hekatomnos’un tacı,

 

Balıkpazarı Açık Hava Müzesi’nden Hellenistik döneme ait “Dionysos” kabartmasının baş kısmı çalındı.

 

Salihli’nin Sart örenyeri Gynasium’ndan “Medusa” kabartması,

 

Manisa St. Jean Kilisesi’nden 140 santim uzunluğunda İslami mezar taşı,

 

Denizli Tavas’ta Heraklia Hieronu’da bulunan Artemis heykelinin başı,

 

Balıkesir Kuva-i Milliye Müzesi deposundan 2. Dünya Savaşı’ndan kalan 6.35 mm çapında tabanca.

 

INTERPOL DEVREDE

Kültür ve Turizm Bakanlığı, yurtdışında tespit ettiği çalıntı eserlerin Türkiye’ye iadesi için Interpol aracılığıyla yazılı girişimlerde bulunuyor. Bakanlık, nereye kaçırıldığı belli olmayan tarihi eserleri ise internet sitesinde fotoğraflarını ve özelliklerini de yayınlayarak bulmaya çalışıyor. Çalınan eserlerin bulunduğu ülkelerin tespit edilmesinin ardından konsolosluklar ve elçilikler aracılığıyla hukuki süreç başlatılarak iadesi sağlanıyor.

Habertürk, 30.07.2013

TARİHİ BULDAN EVLERİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

"Türkiye'nin Kültür Envanteri Projesi'' kapsamında İlçesi'nin pilot bölge seçilmesinin ardından tarihi evlerin restorasyonu başladı.Buldan Belediye Başkanı Çevik: "Buldan, bir Safranbolu, Beypazarı, Şirince gibi çerçevesi olan, içi boş bir yer değil. Çerçevesi olmayan, içi dolu bir resim önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde bu bölgenin tarihi açıdan dünyada tanınacağını düşünüyorum".

 

Ahşap ve cumbalı, saçak ve sundurmalarıyla birbirini engellemeyen manzaraya sahip tarihi evleriyle 'ın, turizmde dünyaca tanınan Safranbolu'dan daha gözde bir hale gelebileceği belirtildi. Buldan Belediye Başkanı Mustafa Fahri Şevik, yaptığı açıklamada, Safranbolu ve Beypazarı'nı örnek alarak projeye başlandığını söyledi.

Buldan'ın binalarının tarzı ve mimarisi itibariyle Safranbolu ve Beypazarı'ndan çok ciddi farklılıkları olduğunu kaydeden Çevik, "Oralarda tek tip evler var fakat Buldan'da tespit ettiğimiz 10-11 farklı mimari yapıda evlerimiz var. Ayrıca, Buldan ekonomik yapısı ve diğer unsurlarıyla bu ilçelerden daha zengin bir ilçe" dedi.

Çevik, projenin temellerinin 2007 yılının öncesine dayandığını fakat uygulamanın kendi belediye başkanlığı döneminde başladığını dile getirdi.Projenin Denizli'nin de kültür projesi haline geldiğini belirten Çevik, "Pamukkale, Laodikya, Güney, şarapçılık ve bağ bozumu, Yenicekent, Tripolis ve Buldan Yayla Gölü hattı çizdik. Bu hattı canlandırmayı hedefliyoruz. Yani sadece Buldan'ı düşünen bir proje değil" diye konuştu.

"32 sokak ve 164 evin restorasyonunu kapsıyor"
Çevik, projenin 32 sokak ve 164 evin restorasyonunu kapsadığına dikkati çekerek, ilk etapta 10 sokağın projesinin hazırlandığını, bir sokakta bulunan 25 evin de restorasyonunun tamamlanma aşamasına geldiğini söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Denizli Valiliği ve Denizli İl Özel İdaresi'nin çok ciddi destekleri olduğuna değinen Çevik, şöyle konuştu:

"Önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde bu bölgenin tarihi açıdan dünyada tanınacağını düşünüyorum. En önemlisi projenin kamuoyuna mal olması. Vatandaşlarımız sokakların ve evlerinin koruma altına almasından dolayı çok rahatsızdılar. İnsanlarımız uygulamaları gördükten sonra kendi iradeleriyle 'Benim evimi de tescilleyin, projesi yapılsın" demeye başladı. Buldan'ın sosyo-ekonomik açıdan kalkınmasında bu kültürel mirasın çok ciddi katkıları olacak. Bu konuda birçok oda, vakıf ve dernekler projeyi destekliyor. Buldan, bu yapısıyla bir çerçevesi olmayan portreye benziyor. Bizim
işimiz o portrenin içini doldurmak ve portreyi tamamlamak. Yani restorasyonla Buldan'ın görünmeyen değerlerini gün yüzüne çıkarmak. Buldan, bir Safranbolu, Beypazarı, Şirince gibi çerçevesi olan, içi boş bir yer değil. Çerçevesi olmayan, içi dolu bir resim. Restorasyon çalışmaları sürdürülürse dünyanın tanıdığı bir ilçe olabilir."

Sabah, 29.07.2013

AYASULUK KALESİ YENİDEN CANLANIYOR

 

 

Selçuk'un önemli tarihi varlığı olan Ayasuluk Kalesi'ni turizme kazandırmak amacıyla restorasyon çalışmaları yıllardır sürerken, ihalesi tamamlanan "Ayasuluk Kalesi ve Çevre Düzenleme Projesi" kapsamında Ayasuluk Cafe'nin düzenlenmesine başlanıyor.

 

Selçuk Belediyesi, 2012 yılının Aralık ayında 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanan Ayasuluk Kalesi ve Çevre Düzenleme Projesi'nin ilk ayağı vatandaşlar tarafından Girne Köftecisi olarak da bilinen alanda yapılacak düzenlemelerle başlıyor.

Girne Köftecisi olarak bilinen alanı ev yemekleri yapan bir restorana dönüştürerek etrafında çevre ve peyzaj düzenlemesi yapacak olan Selçuk Belediyesi, binanın güney kısmında kalan alanı ise kardeş şehirler meydanı olarak düzenleyecek. Alanda 40 metrekare boyutunda Selçuk'un bütün dönemlerine ait sembolleri ve kardeş şehirlerin isimlerini taşıyan sanatsal seramik rölyef yer alacak.

EYLÜL AYINDA İLK ETAP TAMAMLANACAK
Toplam 2bin 200 metre kare alanda restoran binası, çevre, peyzaj düzenleme ve meydan oluşturma projeleri için bir hafta içerisinde çalışmalara başlayacaklarını dile getiren Selçuk Belediye Başkanı Hüseyin Vefa Ülgür, "Tarihi Ayasuluk Kalesi'ni ilçeye kazandırmak ve tekrardan canlandırmak için başlattığımız çevre düzenleme projemizin ilk ayağı olan çalışmalarımızın ihale sürecini tamamladık. Yüklenici firma bir hafta içerisinde faaliyete geçecek ve Eylül ayında projemizin ilk etabı tamamlanacak" dedi.

Star, 29.07.2013

KAPADOKYA'DAKİ OTELLERE BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ

 

 

Kapadokya Bölgesi'nde Nevşehir'e bağlı Uçhisar Beldesi'nde doğal yapıya zarar verdiği için halkın tepkisiyle inşaatı durdurulan Arinna Lodge Otel ve yanındaki CCR Hotels'i bilirkişi inceledi. Ancak Arinna'nın inşaatı Koruma Kurulu'nun kararıyla devam ediyor.

 

Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Ali Hakkan, mahkemenin dava sonuçlanıncaya kadar "yürütmeyi durdurma" kararı vermesi gerektiğini, idari dava devam ederken inşaatın sürmesinin kabul edilemez olduğunu söyledi.

 

Peribacalarıyla ünlü ve UNESCO'nun korunması gereken dünya miras listesinde hem "doğal" hem de "kültürel" özelliği ile yer alan Kapadokya son yıllarda plansız yapılaşma ile boğuşuyor.

 

Bölgede geleneksel mimariyi, kentin silüetini bozan, sayıları hızla artan ve bölgeyi insansızlaştıran otellerin sayısı gün geçtikçe artıyor.

 

Bunlardan ikisi de bianet'in gündeme taşıdığı doğal yapıya zarar verdiği için halkın tepkisiyle inşaatı durdurulan Arinna Lodge Otel ve yanındaki CCR Hotels.

 

 

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, CCR Hotels'in yapımına onay veren Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na "Otelin çevre yapıları ile uyumsuz alışılmış ölçüleri aşan iri yapılanmasıyla doğal çevreye zarar vermesi, bölgenin geleneksel mimari yapısına uygun olmayan betonarme yapı sistemiyle doğal yapıya zarara vermesi" nedeniyle dava açtı.

 

Arinna Lodge Öncesi

 

 

Oda, Arinna Otel'in ise Uçhisar Belediyesi'nce verilen ruhsatına da "Doğal sit alanına bitişik kentsel sit alanında varolan tescilli yapıların görünümünü önleyerek bunlara zarar vermesi" gerekçeiyle iptal davası açmıştı.

 

Arinan Lodge 2012 Yılı

 

 

Kayseri 2. İdare Mahkemesi'nce atanan bilirkişi heyeti iki oteli de açılan davalar doğrultusunda inceledi; yakın zamanda rapor çıkacak.

 

Mayıs 2013'te Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, CCR inşaatını projeye aykırı inşaat yapıldığı için durdurdu; ayrıca yapan ve yaptıranlar hakkında yasal soruşturma açılmasına karar verildi.

 

Ancak kurul,  Arinna Lodge'un inşaatının devamına izin verdi. Bu yüzden idari dava devam etmesine rağmen üç aydır inşaat devam ediyor.

Bianet, Haber: Nilay Vardar, 29.07.2013

AHŞAP MEZARLARA BİLİMSEL İNCELEME

 

 

Tokat'ın Niksar İlçesi'ne bağlı Büyükyurt Köyü'ndeki kabristanda bulunan 2'si yıkık haldeki 19 ahşap mezarın hangi döneme ait olduğunun belirlenmesi için belediyenin öncülüğünde araştırma çalışması başlatıldı.

Niksar Belediye Başkanı Duran Yadigar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçede mayıs ayında düzenlenen Uluslararası 17. Doğada Görüntü Avcılığı Yarışması'na katılan fotoğraf tutkunlarının ilgi odağı olan ve yarışmanın ardından gündeme gelen mezarların tarihini araştırmak için çalışma başlattıklarını söyledi.

Köyde 17'si sağlam, 2'si yıkılmış 19 ahşap mezar olduğunu ifade eden Yadigar, mezarların farkına yeni vardıklarını belirterek, "Dünya gezginleri, dünyada böyle bir şeye rastlamadıklarını ve bunların özgün olduğunu belirttiler hatta koruma altına alınması gerektiğini ifade ettiler. Bunun üzerine bir çalışma başlattık" dedi.

Karabük Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Yusuf Sümer Atasoy'un ahşap mezarları inceleyeceğini kaydeden Yadigar, onun tespitleri doğrultusunda tarihçiler, uzmanlar ve akademisyenlerle ahşap mezarların tarihini araştıracaklarını söyledi.

Yadigar, şunları kaydetti: "Ahşap mezarların dünya kültür turizmi çerçevesinde tanınmasına, bilinmesine önayak olmak istiyoruz. Ahşap mezarlar, birbirine geçmeli, çok kalın ağaçlardan sanki minik bir ev yapılmış gibi durmakta. Bunun tarihi derinliğinin de araştırılması gerektiğini düşünüyoruz. Niksar Belediyesi olarak bu konuda akademik çalışmaları başlattık. Önümüzdeki günlerde bu akademik çalışmaların sonuçlarını kamuoyuyla paylaşacağız."

Bu mezarların Niksar dışında başka bir yerde olmadığını savunan Yadigar, akademik araştırmalar sonrasında mezarların ve çevresinin koruma altına alınması gerektiğini belirterek, "Bu konuda ilgili makamların bize destek olmasını bekliyorum" diye konuştu.

Prof.Dr. Yusuf Sümer Atasoy ise mezarların Birinci Dünya Savaşı döneminden kalma olduğunu tahmin ettiklerini belirterek, mutlaka koruma altına alınması gerektiğini vurguladı.

Ahşap mezarlara ilişkin çalışma yapacaklarını kaydeden Atasoy, "Çalışmalara başlamadan önce ilgili makamlardan gerekli izinleri almamız gerekiyor. Gerekli izinler alındığı takdirde seve seve çalışma yapmak istiyorum. Büyükyurt Köyünün mezarlık alanında, kenarları çantı tekniğinde yassı ahşap levhalarla yükseltilmiş bazı mezarlar yer almaktadır. Bu mezarların üstlerinin de ahşap levhalarla kapatıldığı kalan parçalardan anlaşılmaktadır. Ahşap mezarların büyük bir kısmı çürümüştür. Kalanların laboratuvar ortamında onarılması, kurtarılması ve tanıtımlarının yapılması şarttır."

Görenlerin dikkatini çeken ahşap mezarların, Birinci Dünya Savaşı yıllarında erkeklerin cepheye gitmesi nedeniyle yöredeki kadınlarca yapıldığı tahmin ediliyor.

haberler.com, Haber: Recep Bilek, 29.07.2013

BORNOVA'DA 8500 YILLIK TARİHE YOLCULUK BAŞLIYOR

 

 

Bornova Belediyesi'nin geçen aylarda Dünya Mimarlık Festivali'nde ilk 10 mimari kültür projesi arasına giren Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nin inşaatı hızla yükseliyor.

 

Türkiye'de de Tarihi Kentler Birliği'nden 2010 'Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda proje dalında ödül alan Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi, bu yıl sonunda tamamlanarak hizmete girecek. Bornova'nın tarihinin 8 bin 500 yıl öncesine dayandığını kanıtlayan Yeşilova Höyüğü'nden çıkarılan eserler Ziyaretçi Merkezi'nde sergilenecek

7 KASIM 2013'TE TAMAMLANMASI PLANLANIYOR
Dünya Mimarlık Festivali'nden ve Tarihi Kentler Birliği'nden aldığı ödüllerle dünyanın dikkatini çeken Bornova Belediyesi Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi Projesi'nin inşaatı hızla yükseliyor. İzmir'in tarihinin 8 bin 500 yıl öncesine dayandığını kanıtlayan buluntuların çıkarıldığı Yeşilova Höyüğü'nün dünya çapında tarihi bir merkez olması için başlatılan Ziyaretçi Merkezi projesinin 7 Kasım 2013'te tamamlanması öngörülüyor. Toplam 4 bin 756 metrekare kapalı alana sahip olacak Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi 8 milyon 469 bin liraya malolacak.

ZIYARETÇILER ZAMAN TÜNELINDEN GEÇECEK
Mimari projesi Umut Başbuğ ile Evren Başbuğ tarafından yapılan Ziyaretçi Merkezi'nde, arkeoloji araştırma laboratuvarı, eğitim alanları, kafe restoran, aktivite alanları, ofisler, sergi alanları, konferans salonu teknik odalar, arkeologlar için misafirhaneler yeralacak. Bornova Belediyesi'nin de desteğiyle Ege Üniversitesi'nin yürüttüğü Zaman Tüneli Projesi için de geniş bir alan bulunacak.

Projenin en önemli ve özgün özelliklerinden biri ise uzun duvarıyla, Yeşilova Höyüğü Kazı Alanı'na gelenleri şimdiki zamandan ayıracak olması. Bu duvar aynı zamanda şimdiki zamanla eski zaman arasında bir geçiş sağlayacak. Proje alanında birebir ölçülerde bir neolitik dönem köyü de olacak. Kazı alanından çıkarılan eserler, Arkeoloji Araştırma Laboratuvarı'nda değerlendirilerek sergilenecek. Zaman Tüneli Projesi olarak da adlandırılan proje kapsamında, kazı alanına gelenler hem uygarlıkların kurulduğu alanı ziyaret edecek hem de eserleri çıkarıldıkları yerde görebilecek. Projenin kazı bölgesiyle aynı alanda kurulacak olması nedeniyle dünyada ilgili pek çok kuruluşun dikkatini çekiyor.

GURUR PROJEMIZ
Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'ne büyük önem verdiklerini bu nedenle mimari projesini yarışmayla belirlediklerini ifade eden Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır, "Bornova, verimli toprakları 8 bin 500 yıldan bu yana çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş. Şimdi de sanatın, kültürün, eğitimin, ekonominin merkezi konumunda. Biz de böyle büyük bir ilçenin büyüklüğüne yakışır projelerle dünya sahnesinde hakettiği yere gelmesi için çalışıyoruz. Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi Projesi Singapur'da düzenlenen Dünya Mimarlık Haftası'nda kültür kategorisinde ilk 10'a girdi. Bu gururu hem ilçemize hem de ülkemize yaşattığımız için çok sevinçliyiz. Daha proje aşamasındayken ödüller alarak bizi gururlandıran Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nin inşaatı hızla yükseliyor" dedi.

Star, 29.07.2013

YERALTI KİLİSESİ BULUNDU

 

 

Balıkesir’in Erdek İlçesi'nde bulunan Zeytinli adada bir yeraltı kilisesi bulundu. 7 yıldır Erzurum Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurettin Öztürk başkanlığında gerçekleştirilen kazılarda kilisenin 10 gün içinde ortaya çıkarılacağını söyledi.

 

Erdek İlçesi'ndeki Meryem Ana Arkeoparkı adıyla önümüzdeki günlerde ziyaretçiler tarafından gezilecek 10 dönümlük adada bir yer altı kilisesi bulundu. MS 4’üncü yüzyıldan kalan vaftizhane, iki hamam, seramik pişirme fırınları gibi alanların yer aldığı ada hakkında bilgile veren Doç.Dr. Nurettin Öztürk, adanın önümüzdeki günlerde kültür turizmine açılması beklediklerini söyledi.

Doç.Dr. Nurettin Öztürk, adanın artık arkeopark olarak halka açılması gerektiğini, ancak bunun sadece kendilerinin isteğiyle gerçekleşmeyeceğini belirterek, “Bu sadece bizim isteğimiz ile olmuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve belediye arasında gerçekleşecek protokolle gerçekleşecektir. Adanın Arkeopark projesi kapsamında turizme açılabilmesi için yürüyüş yolları, bekçi kulübesi, güvenlik kameraları, adaya ulaşmak için 2 adet tekne aldık” dedi.

 

7 yıl içerisinde gerçekleştirilen kazılarda gelinen nokta ile ilgili açıklamalarda da bulunan Öztürk, “Zeytinli ada Kerapanagi adı altında Meryem Ana manastırı olarak biliniyordu. Burada bir kilise, bir manastır ve sosyal yaşam alanı içinde değerlendirilen mimari bölümlerden oluşmaktadır. Yaklaşık 2 bin 300 yıllık bir geçmişi vardır. Erken dönemde Kibela Tapınağı olabileceği bir yapıya sahip Apollon, ya da Artemise ait tapınak olduğu, milattan sonra 5. yüzyılda ise Meryem Ana adı altında kiliseye çevrildiği bilinmektedir. Sütunlar üzerinde verilen Nika Yazıtları ise Jüstinyan dönemine ait olan Nika isyanını hatırlatmaktadır. Bu isyandan sonra muhtemelen 532 yılından sonra imar görmüştür” dedi.

 

“BU SU HER MEVSİM 26 DERECE”

Kerapanagi adı altında bilinen Zeytinli adada bulunan kilisenin dünyaca ünlü bir kilise olduğunu hatırlatan Öztürk, “O dönemde bütün dünyadan burayı ziyarete gelenler vardır. Bu kadar küçük bir adada bu kadar çok mimari yapının bulunmasının sebebi ise adada bulunan 2 ayrı su kaynağıdır. Bunlardan biri az tuzludur. Bu kaynağın suyu zührevi hastalıkların tedavisinde kullanılan sudur. Diğeri ise yaz kış yaklaşık 26 derecede olan sudur. Bu suların burada olması adanın önemini bir kere daha arttırmıştır.

 

“BÖYLE VAFTİZHANE GÖRMEDİM”

Ada üzerinde bulunan vaftizhanenin daha büyüğünü görmediğini söyleyen Öztürk, “Kilise 3 nefli vaftizhane kilisesi olarak biliniyor. Vazilikal bir plana sahip. İçerisinde bulunan vaftiz havuzu gençler için yapılmıştır. Dünyada bu büyüklükte bir havuz görmedim. MS 4. yüzyılda da gençlerin yanı sıra çocukaların da vaftiz edilme durumu ortaya çıkıyor. Muhtemelen bu vaftizhane kilisesi gençlere hitap ediyordu” dedi.

 

KARANTİNA ADASI

Zeytinli adanın Osmanlı döneminde de kullanıldığına ilişkin bilgilerin bulunduğunu kaydeden Öztürk, “O dönemde bu ada karantina adası olarak kullanılmış. Liman şehri olan Arteka’ya (Erdek’e) gelen gemiler burada durdurularak içerisindeki insanların kontrolleri yapılırmış. Gemi içerisinde hastalık tespit edilen insanlar bu adada bulunan sular ile tedavi edilir, edilemeyerek ölenler ise burada defnedilirmiş. Burada ayrıca vasiyet dediğimiz gömüler de var. Buraya gömülenler arasında din adamları ve dönemin ileri gelenleri de var” diye konuştu.

TRT Haber, 29.07.2013

ÇUKUROVA'NIN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Çukurova'nın yaklaşık 4 bin yıl önceki tarihine ışık tutan 'ndeki arkeolojik çalışmalar devam ediyor. Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. , yaptığı açıklamada, MÖ 2 bin yıllarındaki Kizzuwatna ülkesinin önemli kentlerinden biri olan Lawazantiya'ya ulaşmak için Ceyhan İlçesi'ndeki Tatarlı Höyüğü'nde 2007'de çalışma başlattıklarını söyledi.

Kentte, Hitit Krallığı'nın bayram törenlerini tanrılara sunular yaptığının tahmin edildiğini ve geçmiş yıllarda ulaşılan eserlerin de bunu gösterdiğini anlatan Girginer, yaklaşık 2 kilometrekarelik alanı kaplayan höyüğün altındaki tarihin ortaya çıkartılması için yürütülen kazılarda bu yıl 7. dönemin
başladığını ifade etti.

 

Şimdiye kadar gün yüzüne çıkırtılan surların Lawazantiya kentinin metropol özelliğini sergilediğini vurgulayan Girginer, şunları kaydetti: ''Şu an höyüğün 'sitadelde' (yukarı şehir) adı verilen alanında çalışma yapıyoruz. Geçen yıl kentin aşağı şehrine inen kapısının açılması burayı Anadolu arkeolojisinde önemli bir konuma getirdi. Kapının kulelerinin açılması ile sur sistemi ve tapınak kompleksiyle ilgili çalışmalarımızı bu yıl tamamlamayı hedefliyoruz. Çevre düzenlemelerini yapıp gelecek birkaç yıl içinde orayı ziyarete açmayı planlıyoruz."

Yedi pınarlı kent
Kültür ve Turizm Bakanlığı, ÇÜ Rektörlüğü ile Ceyhan Belediyesinin katkılarıyla süren kazılarda şimdiye kadar bulunan 2 binden fazla eserin müzeye kazandırıldığını anımsatan Girginer, ''Bu eserlerin çoğu da bölgenin özelliğiyle bağlantılı olarak tekstil ve kumaşla ilgili buluntular. Kutsal inanışlarla bağlantılı olanlar da var'' dedi.

Girginer, Hitit yazılı belgelerinde Lawazantiya ile ilgili ''7 pınarlı kent'' ibaresi geçtiğini, kendilerinin de araştırmalarında bunu tespit ettiklerini söyledi.


Bakanlık temsilciliğini Konya Müzesi'nden Sedrettin Öğünç yaptığı kazı çalışmalarında 50 kişilik ekibin görev aldığını hatırlatan Girginer, gelecek yıl ise höyüğün aşağı kent bölümünde çalışma yapmak istediklerini anlattı. Şu ana kadar idari birimlerde kazı yapıldığı için buluntuların genellikle kutsal değerlerle ilgili olduğunu dile getiren Girginer, aşağı kentte ise yaşama ilişkin izlerle karşılaşacaklarını düşündüklerini sözlerine ekledi.

Sabah, 29.07.2013

TARİHİ BURSA KAPALIÇARŞI'SI BAŞTAN BAŞA YENİLENİYOR

 

Bursa’da ecdat yadigarı eserleri restore ettirerek yeniden işlevlendiren Büyükşehir Belediyesi, şimdi de tarihi Kapalıçarşı’ya el attı.

 

Kapalıçarşı’da başlatılan çalışmaları yerinde inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, “İnşallah kısa sürede sonuç alacağız. Hedefimiz, çarşımızın dünyaya örnek olması ve Tarihi Hanlar Bölgesi’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Koruma Listesi’ne alınmasını sağlamak.” dedi.

 

Bursa’da çarşı denilince akla gelen ilk yerin Kapalıçarşı olduğunu belirten Başkan Altepe, “1958 yangınından sonra oluşturulan çarşının bugün tekrar elden geçirilmesi çalışmalarını başlattık. Ana arterde bulunan 130 dükkan ile ara sokakların tamamını düzenleyeceğiz.” diye konuştu. Altepe, restorasyonun özgün mimariye uygun modern tarzda sürdürüleceğini, Kapalıçarşı’da bulunan dükkanların tabelaları, tavanları ve cepheleriyle tepeden tırnağa yenileneceğini, uygulamada geleneksel yapıda traverten taşlardan ve krom kaplamalardan yararlanılacağını söyledi.

Zaman, Haber: Adem Elitok, 29.07.2013

DÜNYA MİRASINA YÜKSELİŞ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Galata Kulesi ile Yoros, Foça, Çandarlı, Amasra, Akçakoca ve Sinop kalelerinin, UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’ne girdiğini bildirdi.

Bakanlıktan konuya ilişkin yapılan açıklamada, 11. ve 15. yüzyıllar arasında Akdeniz, Karadeniz, Atlantik Okyanusu ve Kuzey Avrupa'da ticaret kolonileri kuran Cenevizlilerden kalan bu tarihi yapıtların insanlık tarihi için tescillendiği belirtildi. Söz konusu 7 eserin 15 Nisan 2013 tarihi itibarıyla 'Ceneviz Ticaret Yolu'nda Akdeniz'den Karadeniz'e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri' olarak kaydedildiği ifade edilen açıklamada, bakanlığın yıllardır sürdürdüğü kararlı çalışmalarla bugüne dek Türkiye adına 11 adet varlığın UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınmasını sağladığına dikkat çekildi.

 

DÜNYA MİRAS LİSTESİ NASIL BELİRLENİYOR?

Dünya Miras Listesi, UNESCO Dünya Miras Komitesi tarafından belirlenen ve tüm dünyada öncelikli olarak korunması için çalışmalar yapılan kültürel ve doğal varlıkların yer aldığı bir liste olarak biliniyor. UNESCO bu faaliyetlerine ilişkin olarak 190 ülke ile anlaşma imzaladı. 2013 yılı itibarıyla dünya genelinde UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne kayıtlı 981 kültürel ve doğal varlık bulunuyor ve bunların 759 tanesi kültürel, 193 tanesi doğal, 29 tanesi ise karma varlık.

 

GEÇİCİ LİSTE NEDİR?

Geçici liste, Dünya Miras Listesi için ön adım olarak kabul ediliyor. Geçici listeler hazırlanırken varlıkların Dünya Miras Komitesince belirlenen kriterleri karşılama durumları ile mimari, tarihi, estetik ve kültürel, ekonomik, sosyal, sembolik ve felsefi özellikleri de dikkate alınıyor. Bu listede yer alan varlıklara ilişkin hazırlanan adaylık dosyaları Dünya Miras Komitesine sunuluyor.

Evrensel, 29.07.2013

TOPKAPI SARAYI'NDAKİ EL YAZMALARI ÇÜRÜYOR

 

 

İslam tarihinin en değerli eserlerinin yer aldığı Topkapı Sarayı’ndaki ‘El Yazmaları Kütüphanesi’nin durumu içler acısı. Aşağıdaki fotoğraflar 4 Aralık 2009’da çekildi, aradan üç buçuk yıl geçmesine rağmen eserlerle ilgili elle tutulur bir çalışma henüz yapılmadı.

 

 

Topkapı Sarayı'nın arşivi iki bölümden oluşuyor. İlki; Osmanlı'dan kalan belgelerin yer aldığı belge arşivi, diğeri “El Yazmaları Kütüphanesi.” Toplam 22 bin eserin yer aldığı arşivlerin tamamı çok kıymetli. Minyatürlerle süslenmiş 3 bin civarındaki el yazmaları var ki, onlar daha da değerli. Ama maalesef İslam tarihinin ve coğrafyasının en mutena varlıklarının yer aldığı saraydaki eserlerin durumunun iyi olmadığını gösteren fotoğraflar ortaya çıktı. Yakarıda gördüğünüz kareler inanılması zor ama Topkapı Sarayı Silahtarağa Ocağı Koğuşu'nda 4 Aralık 2009'da çekildi.

 

8 Aralık 2009'da İl Kültür Müdürlüğü'ne iletilen tutanakta eserlerin bu hale nasıl geldiği şöyle ifade ediliyor: “Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü bünyesindeki Yazma Eser Kütüphanesi restorasyon amacıyla uzun süredir kapalı olup söz konusu kütüphaneye ait eserler müzedeki Hazine Koğuşu adlı bölümde koliler içinde muhafaza edilmektedir. Yazma Eser Kütüphanesi'ne ait bu eserlerden basma niteliğinde olanlar bir süredir müze bünyesindeki Yeni Kütüphane'ye nakledilmektedir. 4 Aralık 2009 Cuma günü saat 11.00 civarında söz konusu nakil işleminin devam ettiği esnada basma eserlerin muhafaza edildiği kolilerden yere temas etmiş olanlarından bazılarının rutubetten etkilendiği ve koli içindeki eserlerin zarar gördüğü Güvenlik Görevlisi Ömer Gür tarafından tespit ve tarafımızca da teyit edilmiştir. Konu ivedilikle Yazma Eser Kütüphanesi zimmetlilerinden ve aynı zamanda vekaleten Müze Müdür Yardımcılığı görevini yürüten Gülendam Nakipoğlu'na bildirilmiştir. 7 Aralık 2009 Pazartesi günü söz konusu koliler Yazma Eser Kütüphanesi zimmetlilerinden Zeynep Akbaş'ın emriyle müze temizlik görevlileri tarafından bulundukları yerden kaldırılıp zarar gören eserler tamir edilmek için ayrılmıştır. Tamir edilmek üzere ayrılan eserlerin envanter kayıtları tutanak metnine yazılmak amacıyla Zeynep Atbaş'tan istenildiği halde tarafımıza bildirilmemiştir.”





Hünkar Mescidi depo olarak kullanılmış

Sarayın içindeki Revan, Bağdat ve Harem gibi birkaç köşkten toplanan el yazması eserler, kütüphane binası olarak yapılan Enderun'un ortasındaki III. Ahmet Kütüphanesi'ne sığmayınca Hünkar Mescidi'ne yığılıyor. Sarayın içinde 10 mescit var, bunlardan biri merkez camii olarak bilinen Hünkar Mescidi. Padişah burada namaza katıldığı için mimari tarzı diğerlerinden farklı. Uzun yıllar bu mescit kitap deposu olarak kullanılıyor. Daha sonra restorasyon ve iklimlendirme yapılmak üzere tamir ve bakıma alınıyor, eserler de Silahtarağa Ocağı Koğuşu'na taşınıyor. Gördüğünüz fotoğraflar bu esnada çekildi.

 

Sadece 1 restoratör var

Adının açıklanmasını istemeyen bir yetkiliden öğrendiğimize göre aradan üç buçuk yıl geçmesine rağmen kitapların durumunda bir değişiklik yok. Sarayın halihazırda zaten bir restoratörü bulunuyor. O da kuruma bir ay önce atandı.

 

Mesele sadece restorasyon, konservasyon değil. Türkiye'nin kültür varlıkları arasında en sembolik anlamı bulunan Topkapı Sarayı'nın arşivlerinin bu durumda olması... Bugüne kadar belgelerin tasnif edilememesi, belgelerle birlikte el yazması kitapların dijitale aktarılamaması ve pek çok  akademisyenin her fırsatta dile getirdiği gibi eserlerin araştırmacıların kullanımına açılamaması...

 

Topkapı Sarayı’ndaki el yazması eserleri, Süleymaniye El Yazması Kütüphanesi; Osmanlı belgelerini ise Başbakanlık Osmanlı Devlet Arşivleri, tasnif işlemlerini yapmak ve dijitalleştirmek üzere istemiş, kurumlar arasında protokol de imzalanmış. Fakat bu protokoller, ‘hangi kurum bunların kullanma hakkını elde edecek’ sorusu nedeniyle hayata geçirilemiyor.

Arşivlerin durumuyla ilgili iddiaları saray yetkililerine de sorduk, fakat onların anlattıkları da arşivlerde bir şeyin değişmediğini ortaya koyuyor. Sarayın, ilk avlusundaki Darphane-i Amire binasının, kütüphaneyi de içine alan araştırma laboratuarı yapılacağına dair iyi niyetli bir fikir var, fakat ortada somut bir adım yok.

Zaman, Haber: Sevinç Özarslan 29.07.2013

 

******


"TOPKAPI'DAKİ EL YAZMALARI HERKESİN İSTİFADESİNE AÇILMALI"

 

Önceki gün Zaman’da yayımlanan “Topkapı Sarayı’ndaki el yazmaları çürüyor” başlıklı haber, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı.

 

Gazeteye ulaşan araştırmacılar, tarihçiler, bilim adamları ve vatandaşlar, paha biçilmez elyazması eserlerin durumu karşısında üzüntülerini ifade etti. Haber, Topkapı Sarayı Müzesi’nde sorunun sadece çürüyen elyazmaları olmadığını da gündeme getirdi. Ortaya çıkan fotoğrafları ve arşivlerin vaziyetini değerlendirmelerini istediğimiz tarihçiler, başka önemli sorunları da gündeme getirdi. Saray arşivlerinde görülen durumun yılların ihmali olduğuna dikkat çeken tarihçiler, yeni yönetimin arşivleri tasnif edip elyazmalarını dijital ortama aktararak bir an önce araştırmacıların hizmetine açması gerektiğini ifade ediyor. Tarihçilere göre arşivler teftiş edilerek mevcut durum ortaya konulmalı ve personel artırımıyla değerli hazine bir an önce herkesin istifadesine açılmalı.

 

Prof.Dr. Feridun Emecen (Tarihçi): “Topkapı Sarayı arşivlerinin pek uygun bir vaziyette olmadığı zaten öteden beri bilinen bir husus. Evrakın daha iyi olarak saklanması için üzerinde biraz hassasiyetle durulması lazım. Arşivdeki arkadaşlar evraklara hassas yaklaşıyorlar ama depolama şartlarının müsait olmaması onları aşan, devleti alakadar eden bir konu. Devlet iradesini ortaya koyup arşivdeki malzemenin durumunu teftiş etmeli. Başbakanlık Devlet Osmanlı Arşivi’nde çok iyi bir restoratör grubu var. Onlar Topkapı Sarayı’ndaki belgelerin durumunun ne olduğunu hemen anlarlar. Fakat Topkapı Sarayı’ndaki belgelerin Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ne gitmesini de doğru bulmuyorum. Bana göre Kağıthane’ye taşınan arşiv için iyi bir bina yapılmadı. Her iki tarafta da sorunlu ülke olarak maalesef arşivi koruma ve kollama problemimizi çözemedik.”

 

Bülent Arı (TBMM Müzecilik ve Tanıtım Bşk.): “Topkapı Sarayı’ndaki arşivi kullanmaktan uzağız. Ben diplomasi tarihi çalışıyorum. Belgelerin çoğu Topkapı Sarayı arşivinde ama oradan belge almak o kadar zor ki! O kadar problem çıkabiliyor ki, en sonunda İllallah deyip bırakıyoruz. Bunlara bir çözüm bulunması lazım. Oradaki belgeler, kitapları kurumların değil milletin malı. Bu algı artık değiştirilmeli. Devlet şimdi güzel bir şey yaptı. Bütün elyazma eserleri belli bölgelerde topluyorlar. İstanbul, Ankara, Konya ve Bursa’da Elyazmaları Kütüphaneleri açıldı. O bölgedeki bütün eserler buralara aktarılıyor. Buralarda koruma, iklimlendirme imkanları daha iyi. Topkapı Sarayı’ndaki belgelerin Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’nde toplanması, burada dijitale aktarılması lazım ama kurum taassubuyla verilmiyor bunlar. İlber Ortaylı Topkapı Sarayı’na 7 sene başkanlık yaptı, bütün bunlar onun sorumluluğunda aslında. Konunun hassasiyetini bildikleri halde üzerine düşmediler. Mesela biz kurum olarak Dolmabahçe Sarayı’ndaki Osmanlı belgelerini Başbakanlık Devlet Arşivleri’ne devrettik, 160 bin defter dijitale aktarılıyor. Bizim gönlümüz rahat. Orada iyi korunacaklar ve çok daha fazla kişiye ulaşacak belgeler.”

 

Teyfur Erdoğdu (Tarihçi): “Topkapı Sarayı’ndaki kütüphane çalışanlarının nasıl olduğunu siz bilemezsiniz… Onlara arz-ı ubudiyet (kulluk) etmediğiniz zaman size kitap da vermiyorlar. Kendi hakimiyetlerini hissettirmek için kitapları göstermez, yok sayar, ‘bulunamamıştır’ ya da ‘çürük’ diye size göstermezler. Orada kemikleşmiş bir yapı var. Yaklaşık 30-40 yıldır bu yapı değişmeden devam ediyor. Bu arşiv ve kütüphanede çalışanlar aynı zamanda araştırmacılık ve tarihçilik yapma heveslisidirler. Prof.Dr. Halil İnalcık’ın bize söylediği bir ilke vardır: ‘Arşivci ya da kütüphaneci kendisi araştırmacı ya da tarihçi olmamalıdır. Çünkü araya kıskançlık ilişkileri girer, bazı belgeleri ve önemli kitapları gizlemeye kendine hasretmeye meyledebilir.’ Topkapı’da yıllardır bunlar oluyor. Aynı şey Arkeoloji Müzeleri’nde de oluyor. Yönetimdeki müdürün kemikleşmiş bu bürokrasiyle arasındaki sorunları çözmesi kolay değildir. Bu durumda yeni bir yöneticinin bu krizleri çözebilmesi için yapması gereken şey eleman artırımına gitmektir, bu oldu fakat hadiselerin yavaş ilerlemesi tarihçiler açısından memnuniyet uyandırıcı değil. Daha hızlı çözümler bulunmasını biz tarihçiler olarak yeni yönetimden bekliyoruz. Ama esas mesuliyet, uzun yıllar Topkapı Sarayı’nda başında bulunmasına rağmen bu hususta ciddi bir adım atmayan eski yönetimdir. Hatta hem yönetim krizine hem de Osmanlı Arşivi’yle çözüme odaklı atılan adımların tersine dönmesine sebep olmuştur.”  

 

Doç.Dr. Erhan Afyoncu (Tarihçi): “Topkapı Sarayı’nın kütüphanesi ile arşivinde yıllardan beri araştırmacıların yaşadığı bir problem var. Kütüphane taşındı, arşivin daha farklı bir sorunu vardı. Eskiden beri müzminleşmiş problemlerin yeni yönetim tarafından çözüleceğine inanıyoruz. Elyazmaları Kütüphanesi çok uzun süredir kapalıydı. Ne zaman kapandığını dahi hatırlamıyorum. Şimdi açılacak olması önemli. Kültür Bakanlığı’nın kalifiye personel vermesi lazım. Mevcut personelin Topkapı Sarayı Müdürü Haluk Dursun’a karşı direnmesi söz konusu.”

Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 31.07.2013

'KAYBOLAN CAMİLERİ İHYA ETME PROJESİ': KENTE VE TARİHE SÖYLENEN YALAN: 'İHYA'

 


Süheyl Bey Camisi eski ve yeni hali...

 

Laiklerin ahır yaptığı veya ayyaşların yıkıp kaybettirdiği mekanları ihya eden dini bütünler olarak anılmak isteyen ülkemiz “ileri demokrat” müminleri, girdikleri her samimiyet sınavında çakıyorlar.

 

Kazı sırasında, Topkapı Sarayı’nın erken zamanlarına ait bir namazgah bulunmuştu. Ama namazgahın kıble taşı, çıkar çıkmaz kaybolmuştu. Pek bahseden olmadı. Namazgahın üzerinde şimdi restoran var.

 

Sözü 3A sınıfından Adnan arkadaşımıza veriyoruz şimdi: “Bazı camilerin yerine apartman bile yapılmış. Onlara bir şey yapamayacağız. Ama yeri boş olanlara yeniden cami yapacağız.” Alkışlar.

 

“Dünya cahile mi güzel” diye çok düşünmüşüzdür. Özellikle son birkaç yıldır duyduklarımızın ardından “artık bunun üzerine yeni bir rekor gelmez” diye hayıflanırken, hep bir yenisi geldi, derece yükseldi. Daha ne kadar devam edecek bile diyemiyoruz; çünkü bize düşen bu Orta Dünya benzeri hayal aleminde söylenenlere rasyonel cevaplar aramak… Bununla beraber neyi aradığımızı, istediğimizi gayet iyi biliyoruz. Amacımız da bu arayışımızı en kısa zamanda nihayete erdirmek. Kolay olmayacak.

 

Söyleyin neresinden tutalım?


Bu yazıya, Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem’in hayallerini süsleyen Kaybolan Camileri İhya Etme Projesi’nin (KCİEP) malum medya tarafından “Kayıp caminin yalnız minaresi” gibi Yeşilçam replikleri içeren bir dramatik söylemle sunulmasıyla başladık. Çünkü Adnan Bey gayet ciddiydi!

 

“Tarihi süreç içinde yıkılarak kaybolan ve unutulan yapılar için artık bir umut var. Zira Vakıflar Genel Müdürlüğü, 130 tanesi İstanbul’da olmak üzere yaklaşık 150 kayıp caminin yerini tespit etti. Bu camilere ait arsaların ilgili belediyelere pafta kaydı da yaptırıldı. İstanbul’daki kayıp camilerden, temeli belirli olanlardan üç tanesinin yeniden yapımı için projelendirme çalışmalarına başlandı” diyor Zaman.

 

Neresinden tutalım? “Yapılar için doğan umudun” sadece camilerin yerinin tespit edilmesiyle sağlanmasından mı, “yıkılarak kaybolan ve unutulan” gibi absürt, samimiyetsiz ve sinir bozucu ifadelerden mi, yerlerinin tespit edilmesiyle beraber “belediyelere pafta kaydı yaptırılması” gibi bir saçmalıktan mı, yoksa “temeli belirli olanlardan üç tanesinin yeniden yapımı” için başlanan projelendirme çalışmalarından mı…

 

Aynı ayak oyunları: İHYA…
Ortada öyle bir maskaralık var ki, nereden gitsek bir çıkmaza düşeceğiz. Çünkü muhatabımız tarihten, hukuktan, bilimden, estetikten, iyi niyetten ve bilcümle değerden ziyadesiyle uzak olduğu için ne desek hep eksikli kalacak. Bu nedenle son 2–3 aydır sıkça duyduğumuz bir kavramdan başlayalım: İhya. Buldukları yeni numara bu… Kentsel hareketler başlığında da gerçek ve tarihsel bir başlangıç olan Gezi Direnişi’nin gündeminde de bu kavram vardı, “yıkılıp kaybolan ve unutulan” camilerde de aynı ayak oyunları. İhya… Canlandırma, diriltme, geliştirme, güçlendirme vs…

 

Topçu Kışlası’nın ihyasını salık vermişti. Tek bir rölövesi, planı bulunmayan, kent paftalarında yeri olmayan, bir kamusal kentsel donatının olduğu yerde bulunduğu bilinen, bir plan dahilinde zamanında yıkılmış olan ve neye benzediğini sadece birkaç fotoğrafından gördüğümüz bir yapının “benzerinin” inşa edilmesini tarihe saygı diye yutturmaya çalıştılar. Birileri de ikna oldu… İşte, Vakıflar Genel Müdürü’nün KCİEP’si de aynı aklın ve arzunun ürünüdür.

 

Hem ayarı bozulmuş, hem de şişman herkesten
Laiklerin ahır yaptığı veya ayyaşların yıkıp kaybettirdiği mekanları ihya eden dini bütünler olarak anılmak isteyen ülkemiz “ileri demokrat” müminleri, girdikleri her samimiyet sınavında çakıyorlar. Çünkü inandırıcılıklarını kaybettiler. İhya etmek başta sempatik gelebiliyor. İlk duyulduğunda da, yıkılmış yapıların aynısını, aynı yerine, aynı şekilde yapmak gibi anlaşılabiliyor. Öyle değil, öyle olması mümkün de değil! Fındıklı’daki Süheyl Bey Camsi’ne bakmak yeterli olacak. Bir KCİEP ürünü ve sonucu olarak… Neresinden tutalım? Korunması gereken onbinlerce taşınmaz kültür değeri varken, ihya ve restorasyon diye başlayan; ancak yetkili kurullar tarafından şu anda gördüğümüz haliyle izni alınan bu yapıda bir komedi çıktı ortaya. Bitti mi? Hayır. “Bu ne!”, diyemeden yeni bir “rekor” geldi.

 

Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü yetkilileri, Mimar Sinan tarafından inşa edilen caminin 1958 yılında yol genişletme çalışmaları sırasında yıkıldığını ve arsasının yarısının yola dahil edildiğini belirtilerek, “koruma kurulu, kalan yarım arsada caminin tamamının inşa edilmesinin mümkün olmayacağı için ‘sanki yarısından kesilmiş gibi’ görünen bir projeye onay vermiştir. İçinin görülebilmesi için cam cepheyi uygun görmüştür” dedi.


Sorun budur… Sular akmış, kent büyümeye ve “gelişmeye” devam etmiş, değişmiş, yeni planlar ve paftalar hayat bulmuş… O arsa artık başka bir şey, bir cami değil! Gel de anlat.


–Yolu değiştirmek mümkün değil.
–Ama bu yapıyı ihya etmemiz şart, ecdat yadigarı. O zaman yarısını yapar, kesit bölgesini de camla kapatırız.
–Ama burası vakfedilmiş bir yapı, özgün haliyle kullanılması gerekmez mi? Adı üstünde ihya! Aslına uygun olmadan neden inşa edilsin?
–…
–Bir de hemen yanında kocaman Nusretiye Camii var. Bu “ihya” ihtiyaç dahilinde de değil.
–…
–…
–O zaman dükkan yaparız, ehi ehi ehi…


Bir başka örnek olarak Fatih’te ihya edilen Sucaattin Çavuş Mescidi’ni verebiliriz. Oldukça modern bir yorumla ihya edilen bu yapı da beton kullanımıyla dikkat çekiyor.


–Lale Devri’nin ilk eserlerinden sayılan görkemli Ali Paşa Camsi’nin hemen karşısında inşa edilen Sucaattin Çavuş Mescidi ibadete açıldı mı?
–Açıldı.
–Gerisi teferruat.


Namazgahın üzerindeki restoran
2009 yılında, Ayasofya ile Aya İrini arasında kalan bölümle ve Eski Karakol Binası’nın, daha sonra müze misafirhanesi olarak da kullanılmış olan binaların bulunduğu alanda bir dizi arkeolojik kazı gerçekleştirilmişti. Avuç içi kadar yerde ve sadece 1,5 ay süren kazılarda İstanbul’un en eski çeşmesinden Bizans hastanesine, tarih öncesine ait buluntulardan piskoposluk sarayına, oradan da Tunç Çağı’na, yetmedi Artemis Tapınağı’na filan, ortaya çık(arıl)mıştı. İnanmayan Google’a sorsun…

 

Bu kazılar neticesinde karakol binalarının ön kısmında Topkapı Sarayı’nın erken zamanlarına ait bir namazgah da bulunmuştu. Evet, bu gerçekten bulunmuştu; ama namazgahın kıble taşı çıkar çıkmaz arkalara doğru gitmiş, kaybolmuştu. Pek bir bahseden olmadı. Namazgahın üzerinde şimdi bir restoran var. Bir ara “namazgahın üzerinde içki içiyorlar” diyenler çıksa da sesleri pek duyulmadı. Üstelik restorana girerken kimse ayakkabılarını da çıkarmıyor. Neyse, buralara da girmeyelim… En nihayetinde, kazının, ihyanın yalan, restoranın gerçek olduğu ortaya çıktı. İhya, cami, yalan, restorasyon falan derken nedense aklımıza geliverdi!..


Adnan Ertem, buldukları 150 cami içinde 3’üne hemen başlayacaklarını belirtti. Rumeli Hisarı içinde sadece minaresi kalan Fetih Camii, Yeniköy Parkı içindeki Fazıl Efendi Camii, İtalyan mimar Raimondo D’Aronco’nun yaptığı Karaköy Camisi… Neresinden tutalım?

 

Tarih Osmanlı camilerinden ibaret mi?
Uzun lafın kısası, tarihi ihya etmek adına üç-beş tane parka, meydana veya bina arasına cami yapmanın mantığı nedir? Tarih denilen sadece Osmanlı camilerinden ibaret midir? Yok, bu kentin bütün tarihi eserleri ihya edilecek denilirse halimiz nice olur? Yeniköy Parkı’nın çevresinde beş tane cami var. Osman Reis Camisi, Tekke Mescidi, Yeniköy Camisi, Yeniköy Merkez Çarşı Camisi, Bağlar Camisi... Yarım asırdır Boğaziçi’nin en güzel yeşil alanlarından birinde ve Boğaziçi İmar Yasası’na da aykırı olan bu yapılaşma reva mıdır? İstanbul’un bütün parklarını AVM ve cami yapsak çok mu mutlu olacaklardır? Rumeli Hisarı’nda çok daha öncesinde yok olmuş olan mescitle beraber 1950’li yıllardaki kamulaştırmanın ardından yıkılan altı ev neden yeniden inşa edilecektir? Karaköy Camsi’ni yeniden inşa edecek olan şirketin temsilcisi, basına “caminin İtalyan mimar D’Aronco’ya ait çizimlerini İtalya’daki Udine Kent Müzesi’nden edindik. Parça parça orijinal eskizleri yorumlayarak projeyi oluşturduk” diyor. Eskiz yorumlamak da ihyanın bir parçası mıdır? Bu yapının olduğu yerde Fatih Sultan Mehmed zamanında yapılmış bir tekke bulunuyordu. Tekkeyi de ihya etmek mümkün müdür? Bu yapılanlarda kamu yararı nerededir? Bunun sonu var mıdır? Bu sayfa burada bitmek zorunda mıdır?

Sol Haber, Yazı: Özgen Kurt, 28.07.2013

UNESCO'DAN KAPADOKYA İÇİN 1.2 MİLYON DOLAR

 

 

UNESCO tarafından dünyada korunması gerekli 22 doğal ve kültürel miras listesinde Türkiye'de bulunan tek merkez konumundaki Kapadokya bölgesindeki kaya kiliselerin korunması amacıyla 1.2 milyon Dolarlık eylem planına imza atıldı.

Japonya'daki Dünya Mirasını Koruma Fonu'nun finansmanı ile 3 yıl süre ile devam edecek olan proje önümüzdeki günlerde başlatılacak.

UNESCO Türkiye Daimi Temsilcisi ve Büyükelçi Gürcan Balık ve UNESCO Dünya Mirası Merkezi Müdürü Kishore Rao, Dünya Miras alanı Göreme Milli Parkı ve Kapadokya Kaya Alanları'nı korumak amacıyla 1.2 milyon Dolarlık bir eylem planına imza attı.

Üç yıl sürecek olan "Kapadokya Oyma Kaya Kiliselerinin Emniyet Altına Alınması: Kaya Yapılar ve Duvar Çizimlerinin Korunması" adlı uluslararası işbirliği projesi, Japonya'nın Dünya Mirasını Koruma Fonu tarafından finanse ediliyor. Proje Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da yakın işbirliği ile gerçekleştirilecek.

1985 yılında Dünya Kültür ve Doğa Mirası Listesi'nde tanımlanan ve taşıdığı üstün evrensel değerin tehdit altında olduğu, bir an önce korunma önlemleri alınarak muhafaza edilmesi gereken 22 kaya oyma kilise çiziminin de belirlendiği çalışmaların gerekli onayların verilmesi halinde önümüzdeki günlerde başlatılması planlanıyor.

Eylem Planı, söz konusu varlığı koruma amacı içeren bir dizi etkinlik içeriyor. Ürgüp İlçesi'ne bağlı Ortahisar beldesinin Kızıl Çukur Vadisi'nde bulunan Bizans dönemi Üzümlü Kilisesi'nin korunması ve bir pilot proje olarak değerlendirilmesi projede öncelikli olarak yer alıyor.

Proje süresince; araştırma ve kapasite oluşturması; bilgi yönetimi; uluslararası seminer ve yayımlar; varlığın yönetim planı hakkında bir çalıştay ve ön çalışma için bir danışmanlık öngörülüyor.

haberler.com, 28.07.2013

DARA HARABELERİNE BAKANLIKTAN 50 BİN TL ÖDENEK

 

 

Şubat ayında hazırlanan ‘Koruma Amaçlı İmar Planı’ndan sonra Dara Harabeleri’ndeki kazılar başlıyor. Harabeleri dünya turizmine kazandırmak istediklerini belirten Mardin Valisi Dr. Ahmet Cengiz, “Toprağın altında saklı tarih gün yüzüne çıkarılmalı.” diyor.

 

Mardin’de Babil ve Pers imparatorluklarına karargahlık yapmış 10 bin yıllık tarihi bir geçmişe sahip Dara Harabeleri’nde kazılar yeniden başlıyor. İki yıl önce çalışmalara ara verildiğini söyleyen Mardin Kültür ve Turizm Müdürü Davut Beliktay, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bunun için 50 bin TL ödenek ayırdığını belirtiyor. Babil ve Pers imparatorluğu zamanında 100 bin kişilik askeri garnizon merkezi olarak kullanılan Dara’da bulunan tarihi dokuyu korumak için şubat ayında ‘Koruma Amaçlı İmar Planı’ hazırlandı. İhaleye çıkarılan proje kapsamında önümüzdeki yıldan itibaren Dara Harabeleri koruma altına alınacak. Mardin Valisi Dr. Ahmet Cengiz, Mardin’in gerek yer üstünde gerekse yer altında bulunan tarihi zenginlikleri ile dünyanın en önemli antik kentlerinden bir tanesi olduğuna işaret ederek, Dara Harabeleri’ni dünya turizmine kazandırmak için çalıştıklarını dile getiriyor. Dara’da bulunan tarihi dokuyu korumak için “Koruma Amaçlı İmar Planı” hazırlandığını ifade eden Cengiz, şöyle konuşuyor: “Dara kazıları uzun yıllar alacak. Çünkü toprağın altında saklı tarih var. Bunu gün ışığına çıkarmak gerekir.” Toprağın altında bulunan saklı şehri gün yüzüne çıkarmak için Mardin Valilik ve Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü tarafından 1984 yılından beri devam eden kazılarda birçok tarihi eser gün yüzüne çıkarıldı. Mardin’e bağlı Oğuz Köyü'ndeki Dara Harabeleri’nde iki yıl önce başlatılan kazı çalışmaları kapsamında ortaya çıkan eserler tarihe ışık tutacak nitelikte. MS 6. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen şemsiye ve çeşitli hayvan figürlü mozaikler, kaya mezarları ile 3 bin yıllık insanlara ait kemikler ortaya çıkarıldı.

 

2010 yılında başlatılan kazılarda ise, Dara Harabeleri’nde bulunan ve halk arasında zindan olarak bilinen 40 metre derinliğindeki yer altı sığınakları temizlendi, açık hava tiyatrosu ve kaya evlerin bulunduğu alanlarda gerçekleştirilen kazılarda Babil ve Pers imparatorluklarına ait askeri garnizon şehrinin erzak ve silah depoları ile kaya mezarlar ortaya çıkarıldı. Ayrıca şehrin yerleşim alanı olan toprak altında kalan kayalara oyulmuş tarihi evler de gün yüzüne çıkarılacak. Kazı çalışmaları kapsamında su sarnıcının yanında yeni bir su sarnıcı daha bulundu.

Zaman, Haber: Şeyhmus Edis, 28.07.2013

DEVLET SÜRYANİLERE PATRİKHANESİNİ VERMİYOR

 

 

Mardin Süryani Katolik Kilisesi’nin, “kamulaştırılarak müze olarak kullanılan bölümü” için verdiği hukuk savaşı sonuçsuz kaldı. Süryaniler, “din adamlarının inzivaya çekildiği, kilise korosunun bulunduğu” bölümün kendilerine verilmesi için açtığı davalarda sonuç alamayınca, son olarak Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurmuştu. AYM de başvuruyu reddetti.


Kilisenin patrikhane bölümü, ‘müze olarak kullanma amacıyla’ 1979’da kamulaştırıldı ve 1988’de yapılan kadastro çalışması ile Hazine’ye aktarıldı. Ancak, koronun kıyafetlerini giydiği ve din adamlarının inzivaya çekildikleri yaklaşık 200 metrekarelik bölüm, kadastro sırasında kilise-patrikhane sınırlarının yanlış değerlendirilmesi nedeniyle Hazine’ye aktarılmıştı. Kilise Vakfı adına Fuat Çöllü, 2011’de Mardin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açtı. Mahkeme davayı, “10 yıllık hak düşürücü süre geçti” gerekçesiyle reddetti. Bunu Yargıtay da onadı ve karar kesinleşti.
Bunun ardından kilise yönetimi, ‘din ve vicdan hürriyeti’, ‘hak arama hürriyeti’ ve ‘mülkiyet hakkının ihlal edildiği’ gerekçesiyle ve ‘bireysel başvuru’ yoluyla bu kez AYM’ye başvurdu. Ancak AYM de ‘yerel mahkemenin kararlarının bariz şekilde keyfilik içermediği’ gerekçesiyle başvuruyu reddetti ve iç hukuk yolu böylelikle tükendi.

Radikal, Haber: Mesut Hasan Benli, 28.07.2013

SUDOKU BİN YILDIR VAR

 

 

Çok değil, 20 yıl önce "Tek zararı, bağımlılık yaratması, ama yararları çok fazla," sözleriyle girdi hayatımıza... Zekayı çalıştırdığı, stresi azalttığı, yaratıcılığı, mantık yürütme yeteneğiyle konsantrasyonu artırdığı iddia edildi. Otobüste, vapurda, trende, sahilde, iş yerinde bile yapıldı. 1984'te Japonya'dan Batı'ya yayılan, Türkiye'ye de 1994'te giriş yapan 'sudoku', şimdilerde eskisi kadar ortada görülmüyor. Acaba sudoku da yüzyıllardır bilinen birtakım sihirli kareler gibi gizlendi mi? Evet, bazı sanat eserlerine ya da Osmanlı'da padişahların kullandığı objelere dikkatli bakarsak, sudokuya benzer sihirli rakamlar olduğu anlaşılıyor. Üç ayda bir yayımlanan Türkiye'deki tek sudoku dergisi Sudoku ve Ötesi'nin yayın yönetmeni Ferhat Çalapkulu da bu tür sihirli karelere aslında binlerce yıl öncesinde bile rastlandığını söylüyor: "Sihirli kareler ilk MÖ 650'de Çin'de görülüyor. Lo Shu Karesi, bir kaplumbağanın sırtında resmediliyor."

'Sihirli kareler'in tılsımlı ve şifalı olduğuna inanılırdı
Alman ressam Albrecht Dürer'in (1471-1528) Melankoli 1 adlı tablosundaki 'sihirli kareler', Dan Brown'ın Da Vinci'nin Şifresi adlı romanında da geçiyor. Dürer, dikkatli bakılınca fark edilen duvardaki 'sihirli kare'de, 1'den 16'ya rakamları kullanarak, sağdan sola, yukarıdan aşağıya hep 34 rakamına ulaşmış. Osmanlı'da da padişahlar içlik olarak, onları tehlikelerden koruduğuna inanılan ve sihirli karelerin olduğu tılsımlı gömlekler giyermiş. Ferhat Çalapkulu, bu rakamların birçok kültürde mistik ve gizemli bulunduğu için tılsım olarak kullanıldığını hatırlatıyor: "Kanuni'nin de savaşa giderken içlik olarak giydiği, tılsımlı gömleği var. Ebcet ve Arapça rakamlarla bu kareler fark ediliyor. Arapça rakamlarla 3x3 boyutunda sihirli kare içeren yüzüğün de tılsımlı ve şifalı olduğuna inanılıyor. Matematiğe ilgi duyan bir ressam olan Dürer, Melankoli 1 adlı eserine 'sihirli kare'yle gizem katmış. O dönemde Avrupa'da bu kareler çok popüler."

Sabah Pazar, Haber: Figen Yanık, 28.07.2013

'TABLOLARIN EFENDİSİ' KATAR

 

 

Güzide bir Arap atasözü vardır: Yaralı atı yaşatma, öldür. Gayri safi yurtiçi hasılası yalnızca 180 milyar ‘dolarcık’ olan Körfez ülkesi Katar, bugüne kadar öne çıktığı icraatlarıyla atalarının salığından çıkmadığını göstermiş oldu. Sözgelimi, Katar’ın devrik Mısır lideri Muhammed Mursi’ye 2 yıl önce 8 milyar dolar verdiği biliniyor. Suriyeli muhaliflere 1 milyar dolar gönderildiği de yazılanlar arasında. Katar’ın parasını yatırdığı bir diğer alan ise futbol. Nitekim Lionel Messi’nin maaşını Barcelona değil Katar veriyor. Ancak son dönemde çoktandır el attıkları bir başka alan daha ortaya çıktı: ‘Koleksiyoncu’ Katar günümüz ressamlarının tablolarına ‘parmak ısırtan’ rakamlar ödüyor.


Verilecek tepki bilinmez ama Katar’ın ‘sanata yatırdığı’ rakam tahminen 1 milyar dolar. ABD’deki Phillips müzayede evinin iş geliştirme sorumlusu, “Onlar sanat piyasasının en önemli alıcıları” diyor. Zira ABD’deki müzelerin yıllık bütçeleri, Katar’ın 1 milyar dolarının yanında bir hayli sönük kalıyor: New York Modern Sanat Müzesi, 2012 mali yılında 32 milyon dolar harcadı, Metropolitan Sanat Müzesi ise 39 milyon dolar. Katar, 2007’de ABD’li ressam Mark Rothko’nun ‘White Center’ (Ak Merkez) tablosuna 70 milyon dolar saydı. Damien Hirst’ün, hapları sıra sıra raflara yerleştirerek oluşturduğu eserine 20 milyon dolardan fazla ödediler ki bu yaşayan bir sanatçının bir eserinden kazandığı en yüksek rakam. Fransız ressam Paul Cézanne’ın ‘Kart Oyuncuları’ için 2011’de verdikleri 250 milyon dolar ise bugüne kadar bir tabloya ödenen en yüksek miktarın dört katı. New York Times’a göre, Katar’ın bu ‘eli açıklığı’ piyasaya da tavan yaptırdı. Onlar ana sahneye çıkmadan önce, bir Rothko tablosu için gözden çıkarılan en büyük rakam 22 milyon dolardı. Bu, Katar’ın ödediğinin yalnızca üçte biri.


İşin ilginci ise altı yıldır sanata ‘akıtılan’ bu parayı kimin yönettiğinin yeni yeni ortaya çıkması. Tüm bu alım-satımların idarecisi; bir önceki Emir Şeyh Hamad Bin Halife el Sani’nin kızı, şimdiki Emir Şeyh Temim’in de kız kardeşi olan Mayassa. 30 yaşındaki Mayassa’yı, Economist dergisi ‘sanat dünyasının en güçlü kadını’ olarak tanımlıyor. Yeri geliyor ‘Batılılar’ gibi giyiniyor, yeri geliyor siyah çarşaflara bürünüyor. Aile mensupları arasında ABD’ye okumaya giden bir tek o. Katar Müzeler İdaresi’ni yöneten Mayassa, danışmanları aracılığıyla sanat simsarları veya müzayedelerden doğrudan tablo satın alıp ‘ülkenin çeyizini’ yapıyor. 20 farklı müze açma niyetinde. Deyim yerindeyse Mayassa, müzayedenin sonunda tam tokmak vurulacakken en yüksek fiyatı veren ve herkesin büyük bir merakla başını döndürüp kim olduğunu görmeye çalıştığı kadın. O, sanat dünyasının ‘Muhteşem Gatsby’si; ortada kocaman bir şaşaa var ama gösterilerin mimarı her şeyi gizliden takip ediyor.


Mayassa tam bir ‘halk kadını.’ Tüm bunları Katarlılar iki resim görmek için kalkıp ta New York’lara kadar gitmesin diye yapıyor. 

‘Babam der ki...’
Vermek istediği bir mesaj da var: “Babam barışı sağlamak için öncelikle diğer kültürlere saygı duymamız gerektiğini söyler. Batılılar Ortadoğu’yu anlamıyor. Akıllarına gelen ilk şey Usame Bin Ladin.” Bu sözlerdeki gizli sitem aşikar ancak biraz sorgulamada da fayda var: Katar’ın bu sanat aşkı ‘gerçek’ mi, yoksa büyük bir ‘cesaret’ ile Batı’ya meydan okuma çabası mı? Yoksa sanat, Katar için önyargılara karşı “Ben size gösteririm” altmetinli bir nefsi müdafaa çeşidi mi? Nitekim Mayassa 2012’de en önemli sanat taciri Larry Gagosian’ı ağırladı ama onu ana sofraya bile oturtmadı. Ya da Katar ‘tabloların efendisi’ olunca Batı’ya üstünlük kuracağını mı düşünüyor? Peki ama ‘devşirme sanatla’ nereye kadar? Neden hiç Katarlı ressam yok?

Radikal, Haber: Gökçe Çalışkan, 28.07.2013

900 YILLIK AHŞAP AMBARLARA PAHA BİÇİLEMİYOR

 

 

Karadeniz bölgesinin simgesi, geçmişte tahıllarla yiyeceklerin saklandığı ambarlar ve serenderler yurtdışına çıkarılıyor. 2010'da Kapıkule Sınır Kapısı'nda yapılan aramada 40 tane işlemeli ambar kapısının yurtdışına kaçırılırken yakalandığını açıklayan Samsun'un Ladik İlçesi'nin Kaymakamı Kadir Perçi, içlerinde yaklaşık 900 yıllık bile ambarlar olduğunun tespit edildiğini söylüyor: "Bu serender ve ambarların çok eski bir tarihi var. Şu an bizim elimizde, yurtdışına çıkarılmadan tespit ettiğimiz 22 çeşit ambar bulunuyor. Tüm bölgede kaç tane daha bu şekilde serender ve ambar olduğunun tespit çalışmalarını yapıyoruz. Amacımız hepsini kayıt altına almak. Bunların kaç yıllık tarihi olduğunu öğrenmek için parçalarını Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'na gönderdik. Burada yapılan karbon 14 testi sonucunda ise içlerinde yaklaşık 800 ila 900 yıllık ambarlar olduğu tespit edildi. Tüm Karadeniz bölgesini gezip, bu tarihi serenderleri ve ambarları çok komik paralara köylülerin ellerinden alıp, yurtdışında çok büyük paralara satıyorlar. Bu işin ciddi anlamda ticaretini yapanlar var. İçlerinde devlet adamları ve işadamları dahi bulunuyor. Bu ahşap yapılar, yıllar boyunca hiç bozulmadan kaldıkları için bunu alan insanlar, kendilerine ya makam odası yapıyor ya da mobilya olarak kullanıyor. Ultra lüks oteller ise saunalarında bu ahşapları kullanıyor. Etnografik eserler dışarı çıkarılabilir. Sadece arkeolojik eserlerin dışarı kaçırılması yasaktır. Ancak bu ambarlar da bizim çok önemli tarihi eserlerimiz."

KÖYLÜLER SOBADA YAKIYOR
Kapıkule Sınır Kapısı'ndaki işlemeli ambar kapılarının yakalanışına kadar böyle bir ticaretin yapıldığını bilmediklerini de kaydeden Kaymakam Perçi "Bu ambarlar ve serenderler kullanılmadığı ve çürümeye yüz tutuğu için köylüler ya sobada yakıyor ya da böyle komik paralara satıyor. Oysa 1000 liraya sattıkları bu serender ve ambarlar, yurtdışındaki alıcılarına metre küpü 100 bin liradan satılıyor. Bu serender ve ambarların en önemli olanı ise üzeri işlemeli olanlar. Onlara paha biçilemiyor," diyor.

YÜZLERCESİ KAÇIRILDI
Serender ve ambar ticaretinin çok büyük boyutlara ulaştığını da vurgulayan Kaymakam Perçi sözlerini şöyle sürdürüyor: "Bu yolla tarihi yüzlerce serender ve ambar yurtdışına kaçırıldı. Serender ve ambarlar önce sökülüyor. Sonra parçalanıp, düz kalaslar ayrılıyor. İşlemeli olanların alıcıları farklı olduğu için onlar çok daha büyük paralara satılıyor. Sadece bizim ilçemizde 56 köy var. Şu anda 20 köyde bir tane dahi serender ve ambar kalmadı. Geri kalan köydeki ambarların hepsini aldık. Alamadıklarımızı da kayıt altına aldık."

Sabah Pazar, Haber: Murat Alhan, 28.07.2013

2 BİN YILLIK KEŞİF

 

 

Amasya’nın merkeze bağlı Yavru Köyü’nde yapılan arkeolojik kazılarda MÖ 3’üncü yüzyılda Roma Dönemi’ne ait Mozaikli Şapel bulundu. Mozaikte elma figürü de yer alıyordu.

 

Türkiye'nin elmasıyla meşhur olan ili Amasya'da 2 bin yıllık elma figünün bulunması kent sakinlerini de heyecanlandırdı. İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Kaya, bulunan mozaiklerin kent tarihinin bir dönemini daha aydınlatacağını söyledi.

Amasya'nın merkeze bağlı Yavru Köyü'nde yapılan arkeolojik kazalarda MÖ 3'üncü yüzyılda Roma Dönemi'ne ait Mozaikli Şapel (Küçük Kilise) bulundu. Mozaikte yer alan elma fiürü ;dikkat çekti. Elmasıyla meşhur Amasya'da ;bulunan 2 bin yıllık elma figürü büyük ilgi gördü.Bazı kişiler ;elma mozağini görmek ve bilgi almak için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nü aradı.

İl Kültür ve Turzim Müdürü Ahmet Kaya, eserin bazı bölümünün kaçak kazılar sırasında tahrip edildiğiini ve üst örtüsü çökmüş halde bulunduğunu belirterek şöyle dedi:
"Şapel olduğu anlaşılan yapı kalıntısının erken Hıristiyanlık dönemine ait olduğu tahmin ediliyor. Yavru Köyü Küpderesi Mevkii'nde bulunan eserin küçük bölümü kaçak kazılar sırasında tahrip edilmiş. Amasya Müze Müdürlüğü'nün Hitit Üniversitesi ile birlikte yaptığı kurtarma kazı çalışmalar sonucu ortaya çıkarılan ve MS 3'üncü Yüzyıl'a ait olduğu belirlenen şapelin ve bulunan mozaiklerin Amasya tarihinin bir dönemini daha aydınlatacaktır."

ELMA VE KEKLİK TASVİRİ VAR
Kazıyı yürüten Hitit Üniversitesi, Karadeniz Arkeolojisini Araştırma, Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Yrd.Doç.Dr. Esra Keskin, mozaikte sarmaşık dalı, yarım çiçek, yarım daireler şeklinde balık pulu motifi ve dalga motiflerinin de yer aldığını belirterek, şöyle konuştu:

"Burada ;bir halı dokusu gibi mozaik tasarım dokusu söz konusu. Bu tasarımın benzer örneklerden orjinalliği, merkezinde yani madolyonun içerisindeki tasvirden kaynaklanmaktadır. Bu mozaiğin merkezinde yer alan ağaç ve elma kompozisyonu gerçekten çok orjinal. Eserin benzer örneklerden farkı, desen içerisinde desenler bulunmasıdır. Oldukça realist bir üslupla yapılan eserin ortasında yapraklar arasında elma ve keklik tasvirleri yer almaktadır." ;

YENİ BİR KEŞİF
Yrd.Doç.Dr. Keskin, yapıda bir ana mekan ve buna eklenen ;giriş tespit edildiğini anlatırken şöyle konuştu:
"Kazının ilerleyen dönemlerinde görülecektir ki; burası tek başına değil, muhakkak ki burası bir yapı kompleksinin bir parçasıdır. Bu tasvirin anlamı bir doğa tasviride olabilir. Bölgeyi anlatan bir tasvir de olabilir. Bu eser uluslararası arenaya dönük bir eserdir ve eşsizdir. Bu eser Amasya'nın tanıtımına çok büyük bir katkı da sağlayacağı gibi bu kültür ve turizm açısından Amasya'nın tanıtımına katkı sağlayacaktır. Bence bu eser kültür ve turizm açısından yeni bir keşiftir."

"İLK KEZ KARŞILAŞTIK"
Amasya Müze Müdürü Celal Özmedir de antik dönem motiflerinin, özellikle geometrik süslemenin mozaikte işlendiği bir eserle Amasya'da ilk kez karşılaştıklarını anlatırken şöyle konuştu:
"24 metrekare genişlikteki mozaiğin her bir karesinde binlerce desenin işlendiğini görüyoruz. Bu mozaiklere Anadolu'da daha sonraki yüzyıllarda halı ve desenlerde görebileceğimiz motiflerin öncüleri olarak da ifade edebiliriz. Bu motifler tamamen Anadolu'ya özgü motifler olması yönünden çok önemli. Çeşitli hayvan postları ve değişik figürlerin burada mozaikte taşa işlendiğini ve Anadolu'da bu geleneğin Osmanlı'da, Selçuklu'da devam ettiğini gösteriyor. Bu açıdan çok önemli. Ortaya çıkan mozaiklerin Amasya Müzesi'ne taşınıp sergileneceği, bir köy kilisesi olarak kullanıldığı tahmin edilen alanda kazıların sürdürülmesi halinde yeni eserlere de rastlanacağına eminim.

Habertürk, 28.07.2013

TAKSİM MEYDANI AMELİYAT MASASINDA KALDI!

 

Ülkemizin yönetim kademelerinde pek çok saygıdeğer ve nitelikli insan görev yapıyor. İçlerinde seçilmiş olanlar da var, atanmış olanlar da. Yaptıkları işlere gelince, bunların siyasal hedefleri ve özellikleri olduğu kadar, yasal zorunlulukları ve sınırlamaları da bulunmakta. Onları ve gördükleri işleri, sonuçları ile birlikte daha çok, kendi söylemleri ile medya üzerinden izliyor ve değerlendiriyoruz. Kendileri, önemsediğimiz, kıymet verdiğimiz, yer yer başımızın üstüne koyduğumuz saygıdeğer insanlardır. Hiç anlamadığım bir şey varsa o da, bu kişilerin bazı düzeysiz açıklamaları kendilerine nasıl reva gördükleridir? Dinledikçe de şaşırıyor, sıkılıyor, üzülüyor, acıyor ve öfkeleniyor insan. İyi de, bize nasıl reva görüyorlar, hiç mi değerimiz yok onların indinde?

 

Sayın Başbakan Erdoğan, her toplantısında yineleyip duruyordu, Bezmialem Valide Sultan Camii göstericiler tarafından işgal edildi, orada içki içildi, diye, bir de başörtülü kadına saldırıldı, yerlerde sürüklendi diye. Cami müezzini, öyle bir şey görmedim, yaralılara yardım edildi, diyor. Vali Mutlu başörtülü kadına saldırıldığına dair bir belge yok diyor. Tam o sırada Başbakan’ın arka çıktığı Kahire’den haberler geliyor, Adeviyye’de cami göstericiler tarafından işgal edilmiş, yaralılara yardım edilmiş orada.

 

Sayın Vali Mutlu konuşuyordu, ben izin vermeden toplanamazsınız, diyor. Sonra aklına geliyor, Anayasamızda ‘önceden izin almaksızın...’ ibaresi vardır ama yasalarla düzenlenir diye de devam ediyor. Oysa bilirler ki hiçbir yasa anayasanın üstünde değildir.

 

Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş medyaya endişe içinde buyuruyordu; o yıktığımız köprüyü yeniden yapıyoruz, böylece Taksim’den Maçka’ya kesintisiz yeşilin içinde yürüyebilme imkanı sunuyoruz, diye. Oysa yine herkes bilir ki, bu yıllar önce kabul görmüş ve orada uygulanmış olan İstanbul Nazım Plan müellifi Mimar Henri Prost’un ünlü projesidir. Bunu yok eden de kendileridir. Bize nasıl reva görüyorlar bu düzeysiz açıklamaları, hadi hiç değerimiz yok, diyelim onların indinde. Pekala, bu düzeysizliği kendilerine nasıl reva görüyorlar. Kendi gözlerinde kendi değerlerini de yitirilmişler mi acaba? Belki de Sayın Topbaş’ın Belediye başkanlığı çoktan sona ermiş olmalı, çünkü o işi bir süredir Sayın Başbakan Erdoğan götürüyor. Yüzüne gözüne de bulaştırıyor doğrusu.

 

Yaşasın hukuk, yaşasın adalet diyecektim... Mahkeme gerekli kararı verdi, Taksim Yayalaştırma Projesi iptal oldu, sorun kalmadı. Yorgan gitti, kavga bitti! Umarım öyledir. İyi de, bu bendeki güvensizlik niye ki?

 

Evet, proje iptal ama, Taksim Meydanı ameliyat masasında kaldı. Bağrı yarılmış, karnı deşilmiş, içine delici, kesici araçlarla girilmiş, yolları yani damarları parçalanmış ve açıkta bırakılmış, nefes boruları çerçöp ve atıklarla tıkalı kısacası çok yazık durumda. Doktorları küsüp gitmiş, kimbilir hangi operasyonlar peşinde. Taksim’e, yeniden canlansın diye yardım da edilemiyor.

Ameliyathane öylece bırakılmış durumda, Taksim teşrihte, uzmanlıkla ilgileri olmayan müsellah kişilerin de arada bir işgali altında. İş duaya ve Allaha kalmış durumda. İşte belki de bu nedenle şimdi orada cami peşinde koşacaklardır.

Taraf, Yazı: Tan Oral, 27.07.2013

TADİLAT SORUNU ÇÖZÜLDÜ

 

 

Türk Tarih Kurumu binasında yapılacak değişiklerle ilgili mimarlar, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri ortak karar aldı. TTK Başkanı Prof.Dr. Mehmet Metin Hülagü, “Yapılacak çalışmalarda da yapının özgün karakterini ve tasarım bütünlüğünü bozacak girişimlerden kaçınılması, yapıyla ilgili her türlü yenileme çalışmalarının şeffaf bir anlayışla mirasçı onayı ve katkısıyla sürdürülmesi konusunda mutabık kalındı” dedi.

 

Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı Prof.Dr. Mehmet Metin Hülagü, Kurum binasında yapılacak değişikliklerle ilgili mimarlar, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile ortak karar aldıklarını belirterek, “Yapılacak çalışmalarda da yapının özgün karakterini ve tasarım bütünlüğünü bozacak girişimlerden kaçınılması, yapıyla ilgili her türlü yenileme çalışmalarının şeffaf bir anlayışla mirasçı onayı ve katkısıyla sürdürülmesi konusunda mutabık kalındı” dedi.

 

EN ÖNEMLİ ÇAĞDAŞ YAPILARDAN BİRİ

Hülagü, TTK binasının, Cumhuriyet dönemi mimarlık tarihinin en önemli çağdaş yapılarından biri olarak kabul edildiğini söyledi. Yapının Turgut Cansever ile Ertur Yener tarafından tasarlandığını hatırlatan Hülagü, TTK binasının inşaatının 1966’da tamamlandığını, 1967’den itibaren de kullanıma açıldığını hatırlattı. Binanın 1980’de Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne layık görüldüğünü anımsatan Hülagü, yenileme faaliyetleri için 26 Haziran’da mimarlar, meslek odaları ile sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin de katılımıyla toplantı yaptıklarını bildirdi. Hülagü, mimar Emine Cansever Öğün, Mimarlar Derneği 1927 Yönetim Kurulu Başkanı Aydan Balamir, Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu ve DoCoMoMo Yönetim Kurulu Üyesi Elvan Altan Ergut, Türk Serbest Mimarlar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Yeşim Hatırlı, Koruma ve Restorasyon Uzmanları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Semra Ener, TSMD Yönetim Kurulu ve KORDER Yönetim Kurulu Üyesi Saadet Sayın ile İç Mimarlar Odasi Yönetim Kurulu Üyesi Abdullah Alkan’ın katıldığı toplantıda  ortak bir karara varılarak açıklama hazırlandığını dile getirdi.

 

TASARIM BÜTÜNLÜĞÜ KORUNACAK

Binanın yapısının özgün karakterinin ve tasarım bütünlüğünün özenle muhafaza edilmesinin kararlaştırıldığını kaydeden Hülagü, açıklamada yer alan kararları şöyle sıraladı:
“Yapılacak çalışmalarda da yapının özgün karakterini ve tasarım bütünlüğünü bozacak girişimlerden kaçınılması, yapıyla ilgili her türlü yenileme çalışmalarının şeffaf bir anlayışla mirasçı onayı ve katkısıyla sürdürülmesi konusunda mutabık kalındı. ‘Şüphesiz ki eserin meydana getirilişinden yarım asır sonra bugün değişen teknoloji ve ihtiyaçlar sebebiyle TTK’nın güncel ve zaruri ihtiyaçları olduğu aşikardır. Bu nedenle, öncelikle, TTK yönetimince belirlenen ve belirlenecek güncel ve zaruri ihtiyaçların, Turgut Cansever’in arşivindeki orijinal mimari projeler esas alınarak yapının imkanlarıyla azami ölçüde karşılanıp karşılanamayacağı tespit edilecek. Yapılabileceklerle ilgili önerinin kesinleştirilmesini takiben uygulama çalışmaları başlatılacak. Süreçle ilgili olarak yapının müellifleri, mimarlık camiası ve kamuoyu her zaman bilgilendirilecek.”

Hürriyet, 27.07.2013

İNÖNÜ'DE ARKEOLOJİK İNCELEME

 

 

Beşiktaş Kulübü’nün yıkıp yeniden yapmak istediği İnönü Stadı’nda açığa çıkan arkeolojik kalıntıların iş makineleriyle parçalanması üzerine Anıtlar Yüksek Kurulu dün yerinde inceleme yaptı.


Salı günü yıkım sırasında ortaya çıkan arkeolojik kalıntıları Radikal haberleştirmişti. İhbar üzerine İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nden uzmanlar kalıntının fotoğrafını çekerek rapor tuttu. Rapor tutulmasının ardından iş makineleri geç Osmanlı’dan kaldığı tahmin edilen tuğla örgülü tonozlu kanalları parçalarken görüntülendi. Bunun üzerine 3 No’lu Koruma Kurulu, inşaatın acilen durdurulması için kulüp ve belediyeye yazı yolladı. Fakat inşaat kurulun ihtarına rağmen perşembe günü de devam etti.


İnşaatın dün durmasıyla Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan bir heyet, stada gidip incelemelerde bulundu. Iron Maiden konseriyle son kez bir etkinliğe ev sahipliği yapan tarihi stattaki incelemelerde Beşiktaş Kulübü Başkanı Fikret Orman da yer aldı. İnşaatın akıbetine kurul karar verecek. 3 No’lu Koruma Kurulu Başkanı Cafer Bozkurt, daha önce “Beşiktaş her şeyi legal yaptı. Bunu küçük bir kaza olarak görelim” demişti.

Radikal, 27.07.2013

SİDE ANTİK KENTİNİN 66 YILDA % 10'U GÜN YÜZÜNE ÇIKARTILABİLDİ

 

İzmir Efes'ten sonra Türkiye'de 66 yıl önce başlayan Side antik kenti kazılarının üç asır daha sürmesi bekleniyor. 1947 yılında Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel tarafında Side antik kentinde başlayan kazı çalışmaları Prof. Jale İnan, Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, Ülkü İzmirligil ve son 5 yılda Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Side Kazı Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı tarafından sürdürülüyor. Side antik kentinin yüzde 50'sinin şehir yapılaşması olduğu için tarihi ören yerinin tamamen gün yüzüne çıkmasını zorlaştırıyor. Kazı çalışma ekibi, antik şehir üstünde hayatın olması ve tarihi örenin üstünün çoğunun kumla kaplı olmasının 66 yıl içinde antik kenttin gün yüzüne çıkarılmasında bir arpa boyu yol alınamadığı belirtiyor.

 

Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, Side'de kazı çalışmasına 2 Temmuz'da Almanya ve Avusturya Graz Üniversitesi'nden gelen ekiple başladı. Toplamda 89 kişilik ekibin, Side'de Doğu Kapısı'nda kazı çalışması yaptığı belirtildi. Side Kazı Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı, antik kentte kazı çalışmasına 2 Temmuz'da başladıklarını ve çalışmaların 13 Eylül'de sona ereceğini söyledi. Bu sene antik kentte çalışmaları genelde tapınaklar bölgesinde sürdüreceklerini belirten Alanyalı, tapınaklar bölgesinde Athena, AA Bazilikası ve Apollon Tapınağı'nda yapılacak olan güçlendirme, ayağa kaldırma ve restorasyon çalışmalarına destek vereceklerini kaydetti. Almanya ve Graz Üniversitesi'nden gelen kazı ekibinin Doğu Kapısı'nda çalışmalarını sürdürdüklerinin anlatan Alanyalı, "Side antik kentinde kazı çalışmaları 3, 4 asır daha sürebilir. 66 yıl içinde antik kentin yüzde 10'u bile gün yüzüne çıkmamıştır. Antik kent, yüzde 50'nin üzerinde zaten modern bir şehir. Geriye kalan yüzde 40 da kum altında. Kum altında kalan kısımda da bugüne kadar bir kazı çalışması yapılmış değil. Kum altında kalan bölge tıpkı yumurta sepeti içindeki samanlar altında kalan yumurtalar gibi. Şu anda halihazırda 66 yıl içinde antik kentin yüzde 10'u bile gün yüzüne çıkmamıştır. Side Antik Kent'in tamamen gün yüzüne çıkması için 3, 4 asır sürer. Çünkü antik kentin üstünde hayat var, diğer bir alanda da kum var. Kumun altında ne var bilinmiyor." diye konuştu.

 

Yaptıkları çalışma ile 18 asırlık Tüke Tapınağı'nı gün yüzüne çıkartarak kültür turizmine çıkardıklarını belirten Alanyalı, bu sene genelde çalışmaları tapınaklar bölgesinde eserlerin yeniden ayağa kaldırılması kapsamında restorasyon desteği vereceklerini kaydetti.

Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 27.07.2013

ANADOLU'NUN EN ESKİ KUMAŞI BULUNDU

 

 

Neolitik ve Kalkolitik döneme ait en önemli yerleşim birimlerinden biri olan Çatalhöyük, önemli bir keşfe tanık oldu.

 

Uluslararası kazı ekibinde yer alan araştırmacılar, antik kentteki bir mezar çukurunda Anadolu'nun en eski kumaşı olduğu düşünülen, bitkikerden yapılmış iplikler buldu.

 

Kazı ekibinde yer alan biyo-arkeolog Scott D. Haddow, aralarında çocuklar da olmak üzere altı kişinin kemiklerini bulunduran bir mezarda ilginç bulgulara ulaştı.

 

Ateşe verildiği anlaşılan yapının içinde, bitkilerden yapılan iplikler ve bacak ve karın kısmındaki kemiklerde yumuşak dokuya ulaşıldı.

 

EN ESKİ KUMAŞLARDAN BİRİ
Haddow'un blog sayfasında yaptığı açıklamaya göre, kemiklerin altıdna bulunan iplikler, son derece iyi korunmuş bir halde bulundu. Arkeologlar toprağı kaldırdıkça, dokunmuş ipliğe ait daha fazla örnek ortaya çıktı.

 

Kazı ekibinde yer alan University College London'dan arkeobotanikçi Dorian Fuller, dokumanın ketenden yapıldığını tespit etti.

 

Keten, dünyanın en eski dokuma kumaşlarından biri olarak biliniyor. Gürcistan'daki bir mağarada yakın zaman önce 30 bin yıl öncesine ait keten iplikler bulunmuştu.

Ntvmsnbc, Fotoğraf: Scott D. Haddow, 26.07.2013

TARİHİ ASLAN HEYKELİNİ ÇÖPTE BULMUŞ

 

 

Konya polisinin bir eve düzenlediği operasyonda bahçeye gömülü Roma dönemine ait Aslan heykeli bulundu. Heykeli gömdüğü belirlenen ve gözaltına alınan şüpheli ise, heykeli çöpte bulduğunu iddia etti.

 

Edinilen bilgiye göre, Konya Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne bağlı birimler, kent merkezinde bir şahsın bahçeye tarihi Aslan heykeli gömdüğü bilgisine ulaştı.

Çalışma yapan polis merkez Karatay İlçesi'nde tespit ettiği eve baskın düzenledi. Evde şüpheli Ramazan A. (50) gözaltına alınırken arama yapıldı. Yapılan aramalar sonucu polis, bahçede yeni kazılıp örtülmüş yeri tespit etti. Bölgeyi kazan polis, Roma dönemine ait olduğu belirlenen Aslan heykelini buldu. 300 kilodan fazla olduğu tahmin edilen Aslan heykelini çıkarmak için polis ekipleri uzun süre uğraştı. Çıkartılan tarihi heykel Konya Müzeler Müdürlüğüne teslim edildi. Müze müdürlüğü yetkilileri, heykelin Roma dönemine ait tarihi değeri olan satılması yasak olan Aslan heykeli olduğunu belirtti.

 

Gözaltına alınan şüpheli Ramazan A. ise ilk ifadesinde, “Kamyon çöp dökmüş bende orada buldum eve getirdim. Daha sonrada başıma bela olmasın diye gömdüm” dedi. Şüpheli ifadesi alınmak üzere KOM Şube Müdürlüğü'ne götürüldü.

 

Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

haberler.com, 26.07.2013

10 BİN YILLIK KÖYDE KAZI ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

 

Kapadokya’nın ilk köy yerleşmesi olan Aşıklı Höyük’te kazı çalışmaları 1989 yılında başlarken, höyüğü turizme kazandırma çalışmaları da devam ediyor.

 

AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Aşıklı Höyük Koruyucu Çatı Sistemi Haziran ayında tamamlandı. Temmuz ayı başında başlayan kazılarda ise çatı sistemi içinde de kazı çalışması başlatıldı.

 

Koruyucu çatı sistemi içinde turistlere sergilemeye yönelik olarak, Aşıklı topluluğunun günlük yaşamı, inançları ve mimari yapıları sunulacak. Aşıklı Höyük’te derin açmada kazı çalışmaları devam ederken, Kapadokya’nın ilk köyünün kuruluş tarihine ulaşılması hedefleniyor.

haberler.com, 25.07.2013

SAFRANBOLU'DA RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan Safranbolu'daki geleneksel konaklardan 52'sinde koruma amaçlı restorasyon çalışmaları yapılıyor.

 

Karabük Valisi İzzettin Küçük, ilçede Osmanlı döneminden kalma han, hamam, cami, çeşme ve köprülerin yanında yaklaşık 2 bin de tarihi konak bulunduğunu, bunlardan yüzde 60'ının şimdiye kadar restore edildiğini söyledi.

Geriye kalan yüzde 40'lık kısmın ise dönemler halinde onarıldığını ifade eden Küçük, "İlçemizde, özellikle tarihi dokuyu bozan konakları belirledik. Belirlenen 52 konağın sahipleri ile anlaştık. Kalkınma Bakanlığı desteği ile cephe giydirmeleri ve restorasyonlara başladık" dedi.

Tarihi bölge ile yeni bölge arasında kalan güzergahlarda göze hoş görünmeyen yeni yapılar ve bakımsız kalmış tarihi konaklar bulunduğunu anlatan Küçük, bu alanda doku düzeni sağlayarak göze hoş görünmesi için çalıştıklarını ifade etti.
 

Şu anda Kıranköy bölgesinde çalışma yapıldığını bildiren Küçük, çalışmaların daha sonra diğer alanlarda devam edeceğini kaydetti.

Hürriyet, 24.07.2013



21 - 27 Temmuz 2013




HAFTANIN HABERİ



BU BİR NEDİR?


Ödüllü Sorulu Haber








a) Düzce Yüksek Ziraat Mektebi açılış töreni
b) 1. Uluslararası Geleneksel "La Durizm Dopraan Altında - Haydin Gazalım" Sempozyumu başlangıç etkinliği
c) 2013 yılı, Düzceli Tanrıça Demeter'i kutsama ayini
d) "Kazmalaaar elimizdeee, kemerleeer belimizdeee, biiz gideriiiz kazıııyada heeey heey hey" adlı single'ın kılibinin basın tanıtım toplantısı
e) "Hülooğğğ!" nidaları arasında "Alkolojik Varlıklarımızı Mayalayalım" Şenliği PR toplantısı

f) Hiçbiri


Doğru yanıt f. Haberi aşağıda:

Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da yakından takip ettiği kazı çalışmasına bugün başlandı. Konuralp’in ve Düzce’nin kaderini değiştirecek olan kazı çalışması Düzce ve Türkiye ekonomisine olumlu bir katkı yapacak. Düzce’de ki antik kent, Batı Karadeniz’de ki en iyi korunan antik kent olma özelliğini taşıyor.

Geçtiğimiz ocak ayında ilk adımları atılan ve kazı çalışmasına başkanlık eden Yar.Doç.Dr. Nurperi Ayengin ‘’Kazı çalışmasından sonra antik kentde ki orkestra bölümü, oturma alanları, tiyatro alanı ortaya çıkacak ve restorasyon yapılacak’’ dedi. Düzce Rektörü Funda Sivrikaya Şerefoğlu ise ‘’Düzce Üniversitesi için istediğim planlar birbir oluyor, bu proje bir dönüm noktası olacak ve Düzce hakettiği değere kavuşacak ve Türkiye turizmine büyük bir katkı sağlayacak’’ dedi. Düzce Valisi Adnan Yılmaz ‘’ Bereket tanrıçası heykelini Konuralp Müzesine getirdik, halkın büyük ilgisini gördü, Murat Süslüyü ilimize davet ettik, antik kenti ve korunması gereken tarihi yerleri gezdi, 1 yıl boyunca yapılacak kazı için 100.000 TL destek verdi.

Bende bu proje için elimden geleni desteği verdim, burası bir hazinedir ve bu hazineye sahip çıkmalıyız. Bu ateşi biz yaktık inşallah bu ateş Düzce’yi ve Türkiye’yi aydınlatacak’’ dedi. Öte yandan Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz törene katılamadı fakat telgrafla iyi dileklerini iletti.
Parantez, Haber: Ö. Özcan, 25.07.2013

KONURALP ANTİK TİYATRO KAZISI BAŞLIYOR

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Düzce'nin Konuralp beldesindeki Roma dönemine ait antik kentteki tiyatronun toprak altında kalan kısmına ulaşmak ve plan şemasını ortaya koymak için kazı çalışması başlatacak.

 

Prusias ad Hypium Konuralp Antik Kenti Tiyatro Kazısı, 25 Temmuz 2013 Perşembe günü gerçekleştirilecek törenle başlayacak. Tiyatro ve tiyatro çevresindeki kazılar, Düzce Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Konuralp Müzesi Müdürlüğü Başkanlığında ve Düzce Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ile gerçekleştirilecek.

Kazılarla tamamıyla gözler önüne serilecek antik tiyatro, Hellenistik ve Roma döneminde Doğu Marmara ve Batı Karadeniz bölgelerinde yapılmış tiyatroların ayakta kalabilmiş, tümlenebilir ve turizme kazandırılabilir nadir örneği olacak. Konuralp Antik Kenti, Roma köprüsü, su kemerleri, tiyatrosu ve bugüne dek ulaşılan arkeolojik kalıntıların korunup sergilendiği müzesi ile bir anlamda Düzce'nin tarihini barındırıyor.

 

Konuralp'in kültürel zenginliğini gösteren en önemli kalıntılarından biri de halkın 40 Basamaklar adını verdiği antik tiyatro, MÖ 4. yy'ın sonundan MS 1. yüzyıla kadar yöreye hakim olan Prusias Krallığı döneminin sanatsal zenginliğini gösteren en canlı eserler arasında.

Antik Roma köprüsünün restorasyonu için röleve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin hazırlanmasına müteakip Karayolları Genel Müdürlüğünce onarımı gerçekleştirilecek.

Antik kentten bugüne dek bize ulaşan buluntuları çatısı altında barındıran Konuralp Müzesi'nde bin 788 adet arkeolojik, 456 adet etnografik ve 3 bin 837 adeti sikke olmak üzere, toplam 6 bin 081 adet eser bulunuyor.

Sabah, 23.07.2013


TOKİ'DEN RESTORASYON KREDİSİ

 

TOKİ, bu yıl yapılan 94 restorasyon kredisi başvurusunun tamamını krediye uygun buldu. 25 ildeki 94 kültür varlığı için 10 milyon lira kredi verilecek.
 

TOKİ, ihmal edildiğinden dolayı yıpranan ya da yok olmaya yüz tutan tarihi değerlerimizi koruma altına almak amacıyla restorasyon kredisi sağlıyor. İdare, sivil mimari örneği, özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan, korunması gerekli tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu için rekor miktarda kaynak ayırıyor. 2005 yılında "restorasyon kredisi" uygulaması başlatan TOKİ, bugüne kadar 464 kültür varlığına 38 milyon 232 ben lira kredi desteği verdi. Başlatılan restorasyon projelerinden 307'si tamamlanarak kültür değerlerimiz arasındaki yerini perçinledi.

 

10 MİLYON LİRA KREDİ

TOKİ, 2013 yılı restorasyon kredisi başvurularını 8 Nisan – 3 Mayıs tarihleri arasında kabul etti. İdareye bu kapsamda 94 başvuru yapıldı. Yapılan değerlendirme neticesinde başvuruların tamamı kredi için uygun bulundu. TOKİ bu eserlerin restorasyonu için toplam 10 milyon 91 bin lira kredisi sağlayacak.

 

SAFRANBOLU, BEYPAZARI, TARAKLI EVLERİNE KREDİ

2013 yılı restorasyon kredisine 25 ilden 94 tarihi yapı için başvuru geldi. İstanbul'daki 23, İzmir'deki 7, Bursa'daki 7 kültür varlığı için başvuru yapıldı. Tarihi evleri ve konaklarıyla ünlü Karabük'ün Safranbolu, Ankara'nın Beypazarı, Sakarya'nın Taraklı ilçelerindeki kültür varlıkları da kredi sağlanan yapılar arasında bulunuyor. Nevşehir'in peri bacalarıyla ünlü turizm merkezi Ürgüp ile İzmir'in Foça ve Bergama, Muğla'nın Marmaris, Bartın'ın Amasra, Bursa'nın Mudanya, Çanakkale'nin Gelibolu ve Gökçeada ilçelerindeki kültür varlıkları da TOKİ kredisi ile restore edilecek.

 

Restorasyan kredisi verilecek 94 tarihi eserin bulunduğu iller şöyle; İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Amasya, Antalya, Balıkesir, Bartın, Çanakkale, Elazığ, Erzincan, Giresun, Hatay, Isparta, Karabük, Kastamonu, Kocaeli, Muğla, Nevşehir, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Tekirdağ, Uşak ve Zonguldak.

 

KREDİ ÜST LİMİTİ 115 BİN LİRA

TOKİ'nin 2005 ve 2006 yıllarında sağladığı restorasyon kredilerinde üst limit 75 bin lirayken 2010 yılında 80 bin, 2011'de 90 bin, 2012 yılında ise kredi üst limiti 105 bin liraya çıkarıldı. TOKİ, 2013 yılıyla birlikte kredi üst limitini 115 bin lira olarak belirledi.

 

Ankara Vilayet Konağı, Elazığ Çarşı Mahallesi eski Hükümet Konağı, Gaziantep Şahinbey Bayaz Han Kültür Merkezi, İstanbul Üsküdar Fatih mahkeme binası, İstanbul Denizcilik Müsteşarlığı Bölge Müdürlüğü hizmet binası TOKİ kredisi ile restore edilen yapılar arasında bulunuyor. TOKİ restorasyon kredisi kapsamında, 2005 yılında 16, 2006'da 51, 2007'de 34, 2008 yılında 55, 2009'da 83, 2010'da 42, 2011 yılında 73, 2012 yılında 110 olmak üzere toplam 464 projeye 38 milyon 232 bin lira kredi tahsis etti.

Arkitera, Haber: Elif Tuğba Gürkan, 26.07.2013

SANATIN YENİ HAMİSİ

 

Ülkemizde müzayedelerde satılan tablolara ödenen paraları görünce, bunları sanat sayfaları manşetten veriyor.
 

Uluslararası sanat fuarlarına katılarak da Türk resminin, heykelinin varlığını tanıtıyoruz ya da tanıttığımız kanatindeyiz.
Yabancı bir gazetede (*) Katar’ın müzayedelere harcadığı miktarları görünce, mukayese etmek durumunda kaldım.
Diyeceksiniz ki o ressamların yapıtlarıyla bizim ressamların yapıtlarını karşılaştırma. Hadi buna evet diyelim. Ama arkadan bir başka soru geliyor. Biz müzelerimiz için böyle alışverişler yapabiliyor muyuz? Müzayedelerde adımız geçiyor mu? Bu sorunun yanıtını doğrusu merak ediyorum.
Dışarıdaki sanat festivallerine, bienallere katıldıktan sonraki değerlendirme grafiği nasıl bir durum gösteriyor.
Katılımcıların, eleştirmenlerin bu sonuca bakmaları gerekmez mi?
Haberdeki alış listesini özetlemeliyim:
Katar Müzesi için alınan tablolar ve ödenen paralar:
Rothko 70 milyon dolar, 2007’de alınmış.
Damien Hirst’ün eserine 20 milyon dolar verilmiş. Şimdiye kadar yaşayan bir sanatçıya en çok ödenen miktar.
Cezanne, 250 milyon dolar. 2011’de alınmış.
Bir yetkili, “Sanat piyasasının bugün en önemli alıcıları onlar” diyor.
Yeni Katar Emiri’nin 30 yaşındaki kız kardeşi, sanat dünyasındaki en etkin alıcılardan biri.
   
* * *

 

Bu yapıtları alacaksınız da nerede sergileyeceksiniz. Şimdi ülkelerinde üç tane mimari açıdan da öne çıkan müze yapıyorlar. Katar Ulusal Müzesi, İslam Sanatları Müzesi, Modern Arap Sanatı Müzesi.
Bu müzeleri yapan mimarların da adları yer alıyor.
Resimleri alan, müzeleri yaptıranlar bir ülkenin artık sanatla tanınacağının, saygınlık kazanacağının farkındalar. Darısı bizim yetkililerin de başına.
Böyle bir duyguyu yaşayabilmeleri. Günlük siyasetin girdabından kurtulup dünya ülkelerindeki yöneticilerin sanata neden ilgi duydukları gerçeğini idrak edebilmeleri gerek. Emirin kız kardeşi için, “Sanat dünyasının en güçlü kadını” deniyor. Bu konuda kurslara da gitmiş, gerçi öyle adlar var ki, sanattan biraz anlayan onların müze için mutlaka alınmış olmasını tartışmaz. Petrol zenginleri, sanatın da zenginleri olma iddiasında, uluslararası alanda varlıklarını bu yolla kanıtlamaya çalışıyorlar.
Biraz daha yakından takip edenlerin çok iyi bildiği gibi, bilhassa Avrupa futbolunda nasıl bir etkileri varsa, sanat dünyasında da benzer bir etki alanına doğru ilerliyorlar. Bizim futbol takımlarımız için böyle bir durum var mı, ben bilemem ama, örneğin çağdaş sanat koleksiyonlarına hangi yerli sanatçılarımız girebilir veya böyle bir talep var mı? Bunu merak ediyorum.
Belki tekrara düşmüş gibi olacağım ama bir dosyayı yeniden açmak taraftarıyım. Kültür Başkenti İstanbul Dosyası! Tekrar açılmalı, kalıcı hiçbir binanın olmadığı, müzenin, kütüphanenin, konser salonunun, opera salonunun yapılmadığını, gereksiz, küçük kçük yerlere paraların harcandığını, ziyan edilmiş bir fırsat olduğunu yeniden tartışmalıyız. Tek tek, madde madde bu dosyanın incelenmesini, hatta kimlere ne ödendiğinin gösterilmesini öneriyorum.
   
* * *

 

Uluslararası alanlarda gezinip duruyorduz ama alıcı ve satıcı kimliği kazandığımızı sanmıyorum.

 

(*) That deep-pocketed art buyer? It’s an oil-rich bidder: Qatar, by Robin Progrebin, International Herald Tribune, Tuesday, July, 23, 2013.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 26.07.2013

MECLİS SARAY ZENGİNİ

 

TBMM Başkanvekili Sadık Yakut, Meclis’e bağlı saray, köşk ve kasırları 2002-2013 yılları arasında toplam 10 milyon 312 bin 413 kişinin ziyaret ettiğini aktararak, 104 milyon 15 bin 756 lira ücret tahsil edildiğini açıkladı.

 

CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı tüm saray, köşk ve kasırların ziyaretçi sayıları ve elde edilen gelirle ilgili soru önergesini yanıtlayan Yakut şunları kaydetti: “2002-2013 yılları arasında saray, köşk ve kasırları 2 milyon 148 bin 676 öğrenci ziyaret etmiş ve 3 milyon 868 bin 913 lira ücret tahsil edilmiştir. 2002-2013 yılları arasında saray, köşk ve kasırları toplam 10 milyon 312 bin 413 kişi ziyaret etmiş ve 104 milyon 15 bin 756 lira ücret tahsil edilmiştir. Söz konusu tutarlar, kurumumuz özel ödenek hesabına aktarılmaktadır.”

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 26.07.2013

LONDRA'DA ONLINE HAT MÜZESİ

 

 

İnternet üzerinden kurulan www.nuqta.com hat müzesi, klasik ve modern üslupta hat fotoğraflarını depolayarak, tüm dünya üzerinden ulaşılabilen bir veritabanı oluşturmuş. Henüz bir aylık geçmişi olan site, akıllı telefon uygulamasından çekilen fotoğraflarla genişliyor.

 

Kur’an-ı Kerim, Mekke’de nazil oldu. İstanbul’da yazıldı ve Mısır’da okundu. Bu meşhur darb-ı meselin hakikatini İstanbul’un dört bir yanına serpiştirilen kitabelerden, kütüphanelerde, koleksiyonlarda muhafaza edilen elyazmalarından anlamak mümkün. Türk sanatkârların aşk ile vücuda getirdiği eserlerin dünyayı dolaştığını ve ehl-i dikkatin sinesine dokunduğunu biliyoruz. Hâkezâ bu mecrada nice kalem erbabı da sanatını Türk hattatlardan meşk etti. Fakat bu nadide sanat, artık İslam coğrafyası dışına taştı. Kitle iletişim araçlarıyla teşvik edilen hat sanatının dünyanın dört bir köşesinden meraklıları, www.nuqta.com’da bir araya geldi.

 

Ödüllü hattat Mukhtar Sanders ve kaligrafi ustası Soraya Syed (Art of the Pen) öncülüğünde kurulan nuqta.com internet sitesi, dünyanın her yerinden katkı yapılabilen bir veri tabanı özelliğini taşıyor. Hat sanatını tanıtmayı hedefleyen site, yeni ekol ve trendlerin paylaşabileceği online bir platform aynı zamanda. Kâr amacı güdülmeden kurulan site, henüz birkaç hafta önce işlemeye başladı. Londra merkezli Inspiral Design Ajansı tarafından üretilen akıllı telefon uygulaması sayesinde, beğendiğiniz hat çalışmalarının fotoğrafını sisteme yüklemeniz mümkün. Bu sayede takipçilerin her zaman ulaşabileceği bir kaynak konumuna gelecek olan Nuqta, yeni paylaşımlarla zenginleşerek hattın wikipedia’sı olmayı bekliyor.

 

Site içinde yayınlanan makalelerle hat sanatının görsel sanat olarak yeri, icra tarzları, farklı ekoller ve bunların gelişim süreci hakkında tarihî bilgi edinebilmek mümkün. Dubai Sanat Haftası’nda büyük beğeni toplayan grup, 22 Haziran ile 6 Temmuz günleri arasında Londra’da düzenlenen Shubak (Arap kültürü üzerine bir bakış) adlı festival kapsamında internet üzerinden kurdukları uygulamayı tanıttı. Nuqta müdavimleri, yaptıkları atölye çalışmaları ve sergilerle hat sanatının tanıtılması ve öğretilmesi için uğraşlarına devam ediyor.

 

Nasıl yükleyeceksiniz?

Uygulamaya ulaşabilmek için Apple Store üzerinden nuqta yazarak aratmanız yeterli olacaktır. Karşınıza gelen programı ücretsiz indirebiliyorsunuz. Ardından kullanıcı ismini girip fotoğraf çekebilir, çektiğiniz ilginç hat figürlerini doğrudan veritabanına yükleyebiliyorsunuz. Fotoğraf karesinden sonra uygulama size resmini çektiğiniz hattın ne tür özellikleri olduğunu soruyor. Çektiğiniz fotoğrafları klasik formdaki divani, kufi, nesih, nestalik, rika, sülüs tarzlarının yanı sıra dijital, epigraf, grafiti, grafik tasarım, boyama, imza, tipografi gibi modern biçimlerde yapıldığını da işaretleyebilirsiniz. Bu sayede araştırma yapanlar için bir kolaylık ve yol haritası olacaktır. Site üzerinden hangi ülkeden ne kadar katkı yapıldığını görmek de mümkün. Ayrıca sitedeki fotoğraflara yorum yapabiliyor ve fotoğrafı çekenle irtibata geçebiliyorsunuz. Siteye Türkiye’den henüz yeterli bir sayıda paylaşım mevcut olmadığını da ekleyelim.

Zaman, Haber: Erkam Emre, 26.07.2013

DEFİNE BULMAK İÇİN SERVET HARCADI

 

 

Mersin’in merkez Toroslar İlçesi Çavuşlu Mahallesi’nde, ağaç dalının gösterdiği 100 metrekarelik alanda mart ayı başlarında iş makineleriyle kazı çalışmalarına başlayan madenci Hikmet Rençber (55), haziran ayında izin süresinin bitmesiyle birlikte çalışmalara son vermek zorunda kaldı. Rençber, 3 iş makinesiyle sürdürdüğü çalışma sona erince kazdığı yeri toprakla kapatarak kentten ayrıldı.

 

Hikmet Rençber, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, çalışma yaptığı yerde ’define’ olduğu inancını hiçbir zaman kaybetmediğini söyledi. Kanun ve yönetmeliklerin daha fazla çalışma yapmaya müsaade etmediğini ifade eden Rençber, "Çalışma iznimizin bitmesine 13 gün kala durdurmak zorunda kaldık. Çünkü 100 metrekarelik bir alanda, o kadar sürede 53 metre derinliğe inmek kolay değil. Biz sadece 33 metre derinliğe inebildik ve bugüne kadar kil dışında bir şey bulamadık. Bu bölgede define olduğundan eminim. O yüzden çalışmalara devam edeceğiz. Koordinat değişikliği yaptıktan sonra ekim ya da kasım ayında yeniden kazı çalışmalarına başlayacağız. Şu anda onun çalışmalarını yapıyoruz" dedi.

 

Rençber, Mersin’deki kazı çalışmalarında şu ana kadar yaklaşık 400 bin lira harcadığını belirtirken, bunun için pişman olmadığını kaydetti.

 

Şu anda Aydın’ın Germencik İlçesi'ne bağlı Ortaklar bölgesinde bir kazı çalışması için hazırlık yaptığını anlatan Rençber, eski Osmanlı parası bulmayı umut ettiğini, buradaki çalışmanın ise birkaç gün süreceğini söyledi.

Yüksekova Haber, 25.07.2013

KIZ KULESİ SATIŞA ÇIKTI

 

 

İstanbul'un en önemli simgelerinden olan 2 bin 500 yıllık Kız Kulesi'ni 49 yıllığına kiralayan Hamoğlu Holding, geriye kalan 38 yıllık kullanım hakkını satıyor. Bir süredir büyük alıcılarla görüşen Hamoğlu Holding Başkanı Ahmet Hamoğlu'nun, özellikle yabancı yatırımcılardan büyük ilgi gördüğü öğrenildi. Kulislere göre Kız Kulesi için 22 milyon euro isteyen Hamoğlu'na ilk ciddi teklif Körfez'in en büyük holdinglerinden birinden geldi. Ancak Arap şirketi, fiyatında anlaştığı kuleyi şirket merkezi yapmaya kalkınca görüşmeler sonlandırılmış oldu. Çünkü mevzuata göre Kız Kulesi'ni halkın kullanımına kapatan projelere izin verilmiyor. Edinilen bilgilere göre çok sayıda yabancı şirket bu tarihi yapıyı portföyüne katmak istiyor. Yakında ABD'li bir grubun ciddi bir teklifle Türkiye'ye geleceği de belirtiliyor.

Sabah, Haber: İbrahim Acar, 25.07.2013

 

******


KIZ KULESİ İÇİN SATILDI-KİRALANDI POLEMİĞİ

 

Kız Kulesi'ni 49 yıllığına kiralayan Hamoğlu Holding 'kullanım hakkını satışa çıkardı' haberlerini yalanladı. Ancak tarihi yapıların 'kullanım hakkı' adı altında holdinglere kiralanması medyanın dikkatini çekmedi.

 

"İstanbul'un en önemli simgelerinden olan 2 bin 500 yıllık Kız Kulesi'ni 49 yıllığına kiralayan Hamoğlu Holding, geriye kalan 38 yıllık kullanım hakkını satıyor" şeklindeki haberi Sabah Gazetesi duyurdu.

 

Haberde Kız Kulesi için 22 milyon Euro isteyen Hamoğlu'na ilk ciddi teklif Körfez'in en büyük holdinglerinden birinden geldiği, Arap şirketi'nin fiyatında anlaştığı kuleyi şirket merkezi yapmaya kalkınca görüşmeler sonlandırıldığı ifade edildi.

 

Holding tarafından konuyla ilgili yapılan açıklamada ise şöyle denildi: "Kız Kulesi Hamoğlu Holding A.Ş. tarafından satışa çıkmadığı gibi, zaten satışa çıkartılması da mümkün değildir. Zira Hamoğlu Holding A.Ş.' ye bağlı bir şirket olan Hamoğlu Turizm Otelcilik San. ve Tic. A.Ş., Kız Kulesi' nin mülkünün sahibi değil, irtifak hakkı sahibi ve ve işletmecisidir. Kız Kulesi' nin sahibi ise Maliye Hazinesi - Milli Emlak Müdürlüğü' dür."

Sol Haber, 25.07.2013

ÇÖPLÜKTEN TARİH ÇIKTI

 

 

Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, İznik merkezde bulunan ve halkın "Böcek Ayazma" adını verdiği tarihi yapıyı incelemeye gitti.

HAC MERKEZİ OLABİLİR
11 merdivenle inilen ve bakımsızlıktan çöplük halini alan yapının bir vaftizhane olduğunu gören Şahin, vaftizhanenin 50 metre ilerisindeki Koimesis Kilisesi'nin tarihinin MS 6. yüzyıla kadar gittiğini keşfetti. Böylece buranın benzerleri İtalya ve Kudüs'te yer alan bir şehitlik olabileceğini, bu özelliğinin de yapıyı Hıristiyanlar için önemli bir hac merkezi haline getirebileceğini ortaya koydu. "Bizans İmparatorluğu'nun önemli şahsiyetlerinden birisi olan I. Theodoros Laskaris'in de mezarının bu kilisede olduğunu biliyoruz" diyen Şahin, "Ayazmanın ve kilisenin mutlaka birlikte ele alınması gerekir. Eğer bu eserleri ortaya çıkarabilirsek, İznik'in kaderi değişecek" şeklinde konuştu.

AYASOFYA'YA BENZİYOR
Koimesis Kilisesi'nin planının İznik'teki diğer kiliselerden farklı olduğunu belirten Şahin kilisenin, İstanbul'daki Ayasofya Kilisesi'ne benzeyen formunun dikkat çekici olduğunu söyledi. "1065 depreminde yıkılan kilise 10. Konstantin tarafından tekrar onarılmış ve Aziz Nikephoros'a tahsis edilmiş" diyen Şahin "Güney kapı alınlığında altın yaldızlı zeminde bel hizasına kadar Meryem Ana, kucağında Hazreti İsa ve yanında 10. Constantinos ve Patrik Nikephoros ile birlikte betimlenmiş. Ayrıca kilisenin içerisinde 4 tonozdan 4 farklı betim var. Bunlar çok önemli çünkü 4 İncil yazarının betimleri yer alıyor" diye konuştu. Kilisenin 1204 yılında İznik Bizans İmparatorluğu'nun merkez kilisesi (metropolitlik) olduğunu belirten Şahin, kilisenin 1922 yılında İstiklal Savaşı esnasında tahrip olduğunu söyledi.

VALİLİK KORUMA ALTINA ALDI
Bu gelişmelerin ardından Bursa Valiliği yapıları koruma altına alarak temizledi. "Kilisenin adının 'Meryem'in göğe yükselmesi' anlamına gelmesi de, yüzeyde ayak, sütun ve sütun başlığı gözüken yapıyı çok değerli kılmaktadır" ifadesini kullanan Şahin, "Burada yapılacak kazılarda Hıristiyan tarihi açısından önemli mezarlara ulaşılabilir önemli bir turizm merkezi halini alabilir" dedi.

Sabah, Haber: Nurdeniz Erken, 25.07.2013

 

 

Editörün Notu: Böcek Ayazması adıyla bilinen yapı, 1930 yılında başlanan İznik araştırması kapsamında 1935 yılında A. M. Schneider tarafından incelenmiş, plan ve çizimleri yapılmıştır. Vaftizhane binası olduğu bilinmektedir. Yapı, TAY Projesi Bizans Marmara Envanteri'nde yer almakta olup, 2008 yılında yapılan arazi çalışmasında tahribatı belgelenerek yayınlanmıştır. Detaylı bilgi için: http://www.tayproject.org/TAYBizansMar.fm$Retrieve?YerlesmeNo=20072&html=bizansdetailt.html&layout=web

 

Koimesis Kilisesi ise yıkılmadan önce J. von Hammer tarafından araştırılmış ve bu araştırma sonunda kilisenin tarihlendirilmesinde etkili olan bir mozaik kitabe ilk olarak Hammer tarafından yayınlanmıştır. Yapı, TAY Projesi Bizans Marmara Envanteri'nde yer almakta olup, 2008 yılında yapılan arazi çalışmasında tahribatı belgelenerek yayınlanmıştır. Detaylı bilgi için: http://www.tayproject.org/TAYBizansMar.fm$Retrieve?YerlesmeNo=20241&html=bizansdetailt.html&layout=web

KOMANA ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Tokat’ta bulunan Komana antik kentinde ara verilen kaza çalışmaları başladı.

 

Tokat Valisi Mustafa Taşkesen, Komana Antik Kentinde kazı çalışması yapan ODTÜ Yerleşim Arkeolojisi'nden Doç.Dr. Burcu Erciyas ile Sivas Müzesi'nden Arkeolog Adem Bedir’i makamında kabul etti. Erciyas, 2009 yılında başlatılan kazı çalışmaları ile ilgili Vali Taşkesen’e bilgi verdi. Tokat merkeze 10 kilometre uzaklıkta Niksar Karayolu üzerinde bulunan Komana antik kentinin Hellenistik, Roma ve Bizans Dönemindeki yerleşim merkezi olduğunu ifade eden Erciyas, 2004 yılında başlayan yüzey araştırmaları sırasında Erken Tunç Çağı'ndan Osmanlı Dönemi'ne uzanan birçok küçük yerleşim tespit edildiğini kaydetti. 2009 yılında dönemin Bakanı tarafından kazı çalışmaları yıllara sari olarak başlatılmış olduğunu ifade eden Erciyas, Komana'da Hamamtepe'nin en son kullanım evresini temsil eden Geç Bizans/Selçuklu Dönemi ne ait işlikler ve yerleşimi çevreleyen sur duvarları ve anıtsal boyutta altıgen bir havuz yapısı ortaya çıkarıldığını sözlerine ekledi.

Konya Hakimiyet, 25.07.2013

ALANYA'YA 'SELÇUKLU ARAŞTIRMA MERKEZİ' KURULACAK

 

Toplantıda konuşan Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Hakan Öniz, 'Selçuklu Araştırma Merkezi'nin kurulması için görüş birliğine varıldığını söyledi. Kısa bir süre içinde kurulması planlanan merkezde özellikle Selçuklu dönemi ve deniz altındaki arkeolojik kalıntıların araştırılacağını belirten Dr. Hakan Öniz, Merkezin kurulması için çalışmalar başladı. Bu oluşuma Alanya Kaymakamlığı, Alanya Belediyesi, Alanya Müzesi ve Selçuk Üniversitesi dahil oldu. Bununla ilgili ilk adımlar atılmaya başlandı. Çok kısa bir süre içerisinde eski bir yapı Alanya Belediyesi tarafından restore edilerek hizmete geçirilecek dedi.

Alanya kıyılarında 10 Temmuz'dan bu yana 15 kişilik sualtı ekibiyle arkeolojik araştırma yaptıklarını kaydeden Dr. Öniz, Bizim çalışma kapsamımızdaki Alanya kıyıları arkeolojik anlamda çok önemli. Çalışmalar devam ediyor ve somut sonuçları çalışmanın sonuna doğru açıklayabileceğiz. Sualtı araştırmalarımız Antalya kıyılarında da devam edecek. Çalışmalarımızı 30 Ağustos'ta tamamlamayı hedefliyoruz diye konuştu.

Kaymakam Erhan Özdemir ise kazı ve araştırma çalışmalarının koordine edilebilmesi için bu merkezin bir ihtiyaç olduğunu dile getirdi.

Selçuk Üniversitesi ile yıllardır çalıştıklarını kaydeden Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu da Dr. Hakan Öniz ve ekibine her türlü desteği verdiklerini söyledi.

haberler.com, 25.07.2013

PROJE ONAYDAN SONRA AÇIKLANACAK

 

 

İstanbul’un tarihi Roma dönemine kadar uzanan Haliç bölgesinde merakla beklenen Haliçport ihalesi dün yapıldı.


İhale öncesinde Mehmet Cengiz’in “Agresif olmayacağız”, Fettah Tamince’nin ise “Ne pahasına olursa olsun alırız demiyorum” sözlerine rağmen kıran kırana bir mücadele gerçekleşti.

Cengiz İnşaat-Taca İnşaat-Galeri Kristal OGG 862 milyon dolarla başladığı ihalede 1 milyar 345 milyon dolara kadar çıktı.


1 milyar 136 milyon dolar teklifle başlayan Rixos-Sembol-Ekopark Turizm-Fine Otel OGG ise 1 milyar 346 milyon dolara çıkarak en yüksek teklife imza attı.

Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi, kamuoyunun gözü üstünde olan bir proje. Bölgeye yapılacak yatırım, kentsel dönüşüm alanında yer alan bölge için bir benchmark, bir örnek olacak...


Haliçport Projesi, 250 dönümlük arazi üzerinde gerçekleştirilecek. Bu proje kapsamında bakanlığın talebine göre yat limanları, 2 otel ve bin kişilik cami yer alacak.

Yap-işlet-devret modeliyle projeyi gerçekleştirecek Sembol İnşaat’ın Yönetim Kurulu Başkanı Fettah Tamince’yi ihale sonrası aradım. Rakamın beklediklerinin çok üzerine çıktığını söyleyen Tamince, bunu ihale psikolojisine bağlıyor. “Çok düşündüm ihaleye ben de katılayım mı diye. Zor karar verdim. Ben orada olmasaydım arkadaşlar büyük ihtimalle çekilirdi” diyor.


Tamince, önce onay sürecini bekleyeceklerini, yaklaşık 2 ay sonra ise projeyi gerçekleştirmek için çalışmalara başlayacaklarını ekliyor.


“Projeniz hazır mı?” sorusuna da şöyle yanıt veriyor:
“Hazır olan bir projemiz yok. Ama çizimlerimiz var. Hükümetin istediği parametrelere uygun olarak hazırladık. Sözleşme imzalandıktan sonra kamuoyu ile paylaşıp üzerinde tartışılmasını sağlayacağız. Ancak tabii ki son kararı kamu verecek.”


Tamince, hassasiyetleri göz önüne alan, bölgede kazılarıyla tarihi ön plana çıkaran bir proje hazırlayacaklarını anlatıyor ve ekliyor:
“Bu sadece bir liman projesi değil. Bu proje Haliç bölgesi ile nasıl bütünleşir diye bakacağız. Bu bölge çok eski bir ticaret bölgesi. Bölgeye yakışan bir proje yapacağız.”

‘En titiz projemiz olacak’
Haliçport ile ilgili kamuoyundaki korkular, hassasiyet ortada. Arkeolojik değerlerin zarar göreceği iddiaları var. Bu endişeleri de değerlendiren Tamince, “Paldır küldür bir proje yapmayacağız. En titiz projemiz olacak. Daha önce de söyledim, ne yapmayacağımızı biliyoruz” diyor.

“Kamuoyu ikna olmazsa ne yapacaksınız?” sorumu ise “Herkesin hemfikir olması mümkün değil. Ancak biz makulü bulmak için uğraşacağız. Öyle bir proje yapılması gerekiyor ki hem dünya alkışlamalı hem de ticari dönüşü olmalı” diye yanıtlıyor.


Bu arada projenin finansmanı konusunda ise endişeli görünmüyor. 15 yıldır turizm yatırımları yaptıklarını hatırlatıyor. “Finansman modelleri konusunda deneyimliyiz. En doğru model ne ise onu bulacağız. Gerekirse ortak da alırız. Bir şartımız var: Vizyonu biz belirleriz. Çünkü bu projenin en önemli ayağı vizyon.”

Tamince, “Kazanırsak gurur duyulacak bir proje yapacağız. Tartışılan bir işin içinde olmayız” sözlerini de yineliyor.


Projede koruma kurulu kararları var mı, izinler tamam mı gibi sorulara henüz net bir yanıt verilmedi. Tamince idarenin vereceği izinlerin önemli olduğunu söylüyor.

KDV’si ile birlikte 1.5 milyar dolar teklif gelen Haliçport projesinde her zaman olduğu gibi ‘islim’ yine arkadan gelecek gibi görünüyor!

Radikal, Haber: Jale Özgentürk, 25.07.2013

 

******


MİMARLAR ODASI'NDAN HALİÇ PROJESİNE TEPKİ: YARGIYA GOTURECEĞİZ

 

Dün ihalesi gerçekleştirilen “Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi” ilişkin bir açıklama yapan TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, projenin ihale koruma ve imar mevzuatına, şehircilik ilkelerine ve bilimine aykırı olduğunu açıkladı ve dava açmaya hazırlandığını duyurdu.

 

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Haliç’i boydan boya ranta açacak ve tarihi değerleri yok edecek projeye tepki gösterdi.

 

Konuya ilişkin dava hazırlığında olduğunu da duyuran Mimarlar Odası’nın açıklaması şu şekilde:

Bilinen 8500 yıllık tarihi ile İstanbul Kenti’nin tarih boyunca ve bugün dünyaca tanınmasında simgesel öneme sahip “altın boynuz” olarak da bilinen Haliç ve kıyıları

Basında çıkan haberlerden “Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi” ihalesinin bugün (24.07.2013) tamamlanmış olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Basında çıkan haberlere göre Proje, 4 yılı inşaat, 45 yılı işletme süresi olmak üzere 49 yıllığına Yap-İşlet-Devret modeliyle gerçekleştirilecek. Proje kapsamında her biri 70 yat kapasiteli iki yat limanı, her biri 400 oda kapasiteli 5 yıldızlı iki otel, dükkanlar, restoranlar, kongre ve kültür merkezleri, sinema ve eğlence tesisleri, bin kişilik cami ve otoparkı kapsamaktadır.


İlk kez 12 Eylül sonrasında gündeme getirilen, Dalan döneminde uygulanmaya başlanan ve günümüzde kentsel dönüşüm ile daha ileri aşamaya ulaştırılan bilimi, uzmanlığı, hukuku, şehirciliği ve planlamayı ret eden rant odaklı süreç, “Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi” ile Haliç’in “el değmemiş” son parçasına da uzandı.

 

Okmeydanı kentsel dönüşüm projesinin denize açılan kapısı olduğu ve zaman içinde Kasımpaşa’yı da içine alarak Galataport ile bütünleştirilmesinin amaçlandığı açık olan bu proje ile dünyanın en eski ikinci tersanesi -ve Tersane-i Amire’nin günümüzdeki karşılığı- olan 558 yıllık Haliç Tersanelerinin, dünya üzerinde başka örneği bulunmayan şekilde ve yaklaşık 6 asırdır gemi yapım işlevini sürdüren tek endüstriyel arkeolojik SİT’in ortadan kaldırılması için yeni bir adım atılmış oluyor.

 

Konunun sadece gelecek kuşaklara aktarılması ile yükümlü olduğumuz kültürel, tarihi ve endüstriyel arkeolojik mirasın korunması açısından değil; kentin ve geleceğinin şekillendirilmesi açısından da bütünlüklü olarak ele alınması gerektiği açıktır. Oysa ihale, sadece Tersane-i Amire'yi oluşturan alanın bütünlüğünü bozmakla kalmamakta, 2863 sayılı Koruma Mevzuatı, Koruma Kurulu kararları, planlama ve şehircilik ilkeleri, imar mevzuatı vb. uyulması zorunlu mevcut bütün yasal düzenlemeleri de yok saymaktadır.


Her türlü yatırım imar planlarına dayanmak zorundadır. Bilinen 8500 yıllık tarihi ile İstanbul Kenti’nin tarih boyunca ve bugün dünyaca tanınmasında simgesel öneme sahip “altın boynuz” olarak da bilinen Haliç ve kıyıları bu özelliği dikkate alarak ve tarihi özellikleri itibarı ile bir dünya mirası olduğu özelliğini unutmadan bütüncül olarak ele alan bir planlama süreci ile ve dünya mirası olarak korunarak ve geliştirilerek gelecek kuşaklara aktarılması yerel ve merkezi yönetimlerin asli sorumluluğu ve görevidir.


Hal böyleyken ihale, ulusal ve uluslararası mevzuat yok sayılarak hiçbir planlamaya dayanmayan projeye göre yapılmıştır. Bu özelliği ile ihale koruma ve imar mevzuatına, şehircilik ilkelerine ve bilimine aykırı olduğu için kamu ve toplum yararına açıkça aykırıdır.


İhalenin gelinen bu aşamaya kadar izlemiş olduğu süreç, gelinen nokta itibariyle kamu kurumu niteliğinde anayasal bir meslek kuruluşu açısından yargı önüne götürülmeyi zorunlu kılmaktadır. Normal hukuk düzeninin işlediği bir ülkede bu hukuksuzluğun yargıdan onay bulmasının mümkün olmadığı inancındayız. Süreci başından itibaren yakından izleyen Odamız, açılacak dava ile ilgili gerekli hazırlıkları tamamlama aşamasında olup, kamuoyu gelişmelerden bilgilendirilmeye devam edilecektir.


Saygılarımızla,

TMMOB Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi
Yönetim Kurulu

Sol Haber, 25.07.2013

"SOMUNCU CAMİSİ'Nİ KİMSE YIKAMAZ"

 

 

Bolu Valiliği tarafından düzenlenen III. dönem il koordinasyon kurulu toplantısına katılan

Vakıflar Genel müdürlüğü Ankara Bölge müdürlüğü bölge müdürü Aslan Yıldız somuncu camisinin geleceğiyle ilgili önemli açıklamalar yaptı. Yıldız, Tabaklar Mahallesi’ndeki Somuncu Camisinin 1890’lı yıllarda inşa edildiğini söyleyerek; “Bu cami 1940 yılındaki depremde yıkılmış. Cemaat bu caminin yapımını üstlenmiş ardından 70’li yıllarda burasının tescili yapılmış.2008 yılında buranın projesi çizilmiş bu caminin etrafında oturan vatandaşlar bu caminin yıkılarak yerine daha büyük bir caminin yapılmasını talep etmişler kendilerine resmi olarak başvuruda bulunmaları gerektiği söylenmiş.2012 yılına kadar uzanan süreçte konuyla ilgili herhangi bir resmi başvuruda bulunulmamış. Vakıflar bölge müdürlüğü de bu süreçte cami ile ilgili projeyi çizerek gerekli olan açılımları yapmıştır. “ dedi.

 

“Somuncu Camisi'nin ihalesi yapılmıştır”

Somuncu Camisi'nin ihalesinin geçtiğimiz günlerde yapıldığını söyleyen Yıldız; “Şu anda somuncu camisinin ihalesi yapılmıştır. Yeni projede eskiden kıble yönünde olan tuvaletler oradan alınmış yapılacak olan eklentilerle olması gerektiği yere taşınmıştır. Ayrıca tuvaletlerin olduğu yere bir şadırvan kurulacaktır. Böylece tuvaletler dışarıdan bakıldığı zaman görüntü kirliliği arz etmeyecektir.264.000 lira ihale bedeli olan projenin yılsonunda tamamlanarak bolu halkının hizmetine sunulması planlanmaktadır” dedi.

 

Tabaklar Mahallesi’nde ibadete açık olan Somuncu Camii için cemaat Cuma namazı sonrasında imza kampanyası başlatmıştı. Caminin küçültülmesi ve ek bölümün yıkılmasına karşı çıkan cemaat Valilik Makamına teslim edilmek üzere imzalı dilekçe toplamıştı.

 

Cuma namazı sonrası bir araya gelen Somuncu Camii cemaati, caminin tadilatta olması nedeniyle ibadete kapalı olduğunu, katlı otoparkta ibadet yapmak zorunda olduklarını belirterek, “Yapılacak tadilat sonrasında camimizin ek bölümünün yıkılacak olması nedeniyle camimiz küçülecektir. Camimizin ek bölümünün ibadete açık olduğu zamanlarda Cuma ve bayram namazlarında camimiz yetersiz kalmaktadır. Ek bölüm kalkınca daha da yetersiz kalacaktır. Ayrıca, camimizin isminden başka, tarihi bir eser özelliğinin bulunmadığı, görüntü olarak da iç ve dış mimarisiyle tarihi değeri taşımadığı görülmektedir” demişlerdi Somuncu Camiinin tarihi bir niteliği olmadığından dolayı yıkılıp yeniden yapılmasını da talep eden cemaat, “Camimiz yıkıldığında, çevresinde bulunan iki arsayı camimize kazandırmayı, camimizle birlikte alt katına, tuvaletler, abdestlikler, duş yerleri, kuran kursu, cenaze yıkama yeri ve soğuk hava dolabı yapmayı taahhüt ediyoruz. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün camimizde yeniden bir inceleme ve değerlendirme yapmalarını istiyoruz. Tarihi bir hataya düşülmemesi, cemaatin mağdur edilmemesi için bu sese kulak verilmesini ve gerekli işlemlerin yapılmasını talep ediyoruz” diyerek imza kampanyası başlatmışlardı.

Bolu Olay, 25.07.2013

TÜRK SANATÇILAR 'DIŞARI'YA KAÇIYOR

 

 

Son yıllarda yabancı galerilerle anlaşan çok sayıda Türk sanatçı var. Bu konudaki en önemli işbirliği bu yılın başında kesinleşen Taner Ceylan–Paul Kasmin Gallery ortaklığı ile geçtiğimiz günlerde açıklanan Ahmet Güneştekin-Marlborough Gallery anlaşması. Sanatçıların bir kısmı, Türkiye’deki galerilerinin kendilerine yeterli uluslararası görünürlük sağlayamamasından şikayetçi.

Geçtiğimiz günlerde, ressam Ahmet Güneştekin’in Marlborough Gallery ile anlaştığı açıklandı. Anlaşmaya göre bundan sonra Güneştekin’i uluslararası sanat fuarları ile dünyanın önemli sanat etkinliklerinde Marlborough Gallery temsil edecek. Sanatçı ABD’deki ilk sergisini, bu işbirliği vesilesiyle 26 Kasım’da New York Marlborough Gallery’de açacak. Güneştekin’in bir sonraki sergisi ise 2014’te yine Monaco Marlborough Gallery’de gerçekleşecek.

 

Yabancı bir galeri tarafından temsil edilen/edilecek ilk ve tek Türk sanatçı Ahmet Güneştekin değil. Aksine son yıllarda yabancı galerilerle anlaşan çok sayıda Türk sanatçı var. Bu konudaki en önemli işbirliği bu yılın başında kesinleşen Taner Ceylan–Paul Kasmin Gallery ortaklığı.

 

Sanatçıların yabancı galerilerle işbirliğini tercih etme girişimlerini, temmuz başında hayata karışan iki aylık süreli yayın Istanbul Art News’ten Merve Dalar masaya yatırdı. Dalar’ın ‘Galerilerde yaprak dökümü’ başlıklı haberinde son dönemde galerisiyle yollarını ayıran sanatçılar etraflıca inceleniyor. Bu ayrılıkların bazılarının arkasında ekonomik ya da kişisel nedenler yatsa da bazılarının arkasında, yeterli uluslararası görünürlüğün sağlanamaması var. Sanatçıların bir kısmı, Türkiye’deki galerilerinin kendilerine yeterli uluslararası görünürlük sağlayamamasından şikayetçi. Bu sebeple hem Türkiye’deki hem de yurtdışındaki bir galeriyle aynı anda çalışmayı tercih eden pek çok Türk sanatçı var. Bazı sanatçılar ise Türkiye’deki galerisiyle yollarını tamamen ayırma ve yabancı galerilerle anlaşma yolunda ilerliyor. Bunlardan biri Yaşam Şaşmazer. Uzun yıllardır Çağla Çabaoğlu Sanat Galerisi ile çalışan Şaşmazer artık yoluna Berlin Art Projects ile devam ediyor. Şaşmazer, kararının gerekçelerini şöyle sıralıyor: “Artık Türkiye’de yapacak çok fazla şey yok. Berlin, çok daha köklü, gelişmiş bir sanat noktası benim gözümde. Son zamanlarda Türk sanatçılar, yurtdışında daha görünür olmaya başladı, çünkü Türkiye yeterli olmuyor. Buradan, uluslararası bir sanatçı olarak istediğim irtibatlar sağlanamıyor.”

 

Türkiye’deki galerisiyle yolunu ayıran bir diğer sanatçı İrfan Önürmen. Türkiye’deki galerisi Pi Artworks’ten ayrılarak New York’taki C24 Galeri ile çalışmaya başlayan Önürmen’in bu galerideki ilk kişisel sergisi geçtiğimiz ocak ayında açıldı. Yalnız burada şaşırtıcı iki şey var. Birincisi, New York’ta faaliyet gösteren C24, bir Türk galerisi. Merve Dalar’ın verdiği bilgiye göre ortakları da Maide ve Emre Kurttepeli, Aslı ve Erkut Soyak ile Melih Doğan. İkincisi ise geçtiğimiz ocak ayındaki serginin alımlarının büyük kısmının yine Türk alıcılar tarafından yapılmış olması. Benzer şekilde Şaşmazer’in anlaştığı Berlin Art Projects de Tarık Yoleri isimli bir Türk tarafından işletiliyor. Ama tabii hepsinde böyle tesadüfler yok. Örneğin bir süre önce galerisi Dirimart’la yollarını ayıran Ramazan Bayrakoğlu tamamen Fransız bir galeriyle, Galerie Lelong ile anlaştı.

 

Türkiye’deki galeriler ise sanatçıların ülkemizden ellerini ayaklarını çekerek sadece yabancı galerilerle çalışma gibi özel bir eğilimi olduğu görüşüne katılmıyor. Galeri Nev’in kurucu ortağı Haldun Dostoğlu, “Ben Türk sanatçıların yabancı galerilerle çalışmayı tercih ettiklerine dair bir eğilim olduğunu hiç sanmıyorum.” diyor. Aslında benimsenen en yaygın durum iki ayrı galeriyle birden çalışmak. Zaten Haluk Akakçe, Ali Kazma, Nilbar Güreş ve Selma Gürbüz gibi pek çok sanatçı bunu yapıyor; hem Türk hem de yabancı birer galeriyle aynı anda çalışıyor.

 

YABANCI GALERİLERLE ÇALIŞAN BAZI TÜRK SANATÇILAR

Ahmet Güneştekin - Malborough Gallery (New York)

Ali Kazma - C24 Gallery (New York)

Ayşe Erkmen - Galerie Barbara Weiss (Berlin)

Azade Köker - Otto Galerie (Münih)

Canan Tolon - Gallery Paule Anglim (San Francisco)

Hale Tenger - Green Art Gallery (Dubai)

Haluk Akakçe - Alison Jacques Gallery (Londra)

Kezban Arca Batıbeki - Leila Heller Gallery (New York)

Kutluğ Ataman - Thomas Dane Gallery (Londra)

Nevin Aladağ - Wentrup Gallery (Berlin)

Nilbar Güreş - Galerie Martin Janda (Viyana)

Sarkis - Galeri Nathalie Obadia (Paris)

Selma Gürbüz - Lawrie Shabibi (Dubai)

Taner Ceylan - Paul Kasmin Gallery (New York)

Zaman, Haber: Jülide Güngör, 25.07.2013

KAUNOS ANTİK KENTİNDE KAZI SEZONU BAŞLADI

 

 

Kaunos antik kentindeki kazı çalışmaları başladı. Kazı Başkanı, Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cengiz Işık, yaptığı açıklamada, antik kentteki kazı çalışmalarının eylül ayı başına kadar devam edeceğini söyledi. Antik kentte onarım ve restorasyon çalışmalarının yürütüldüğünü ifade eden Işık, Kaunos antik kentinin tarihe ışık tutan ören yerlerinden biri olduğunu dile getirdi. Bu yılki kazı çalışmalarını 43 kişilik ekiple sürdürdüklerini belirten Işık, kazı ekibine yurt içinden ve dışında da katılımların olduğunu kaydetti.

 

Bu yılki kazı çalışmalarını hamam binasının arka kısmında yer alan Korint Tapınağı'nda yürüteceklerini belirten Işık, "Bu yıl restorasyon çalışmalarına da ağırlık vereceğiz. Kaunos Kenti'nin farklı bir restorasyon şekli var. Bizim restorasyonumuz bir binayı olduğu gibi farklı malzemeler kullanarak ayağa kaldırmak değil binayı daha çok algılanabilir bir konuma getirip insanlara öyle sunmak. Bizim amacımız restorasyon çalışmaları ile antik çağda o binanın işlevinin ne olduğunu insanlara anlatabilmek" dedi. Işık, 3 bin yıllık tarihi olan Kaunos Antik Kenti'nde 1966 yılında başlayan arkeolojik araştırmalar ve kazı çalışmalarının bu yıl yine farklı bilim dallarından oluşan ekip ve teknik personel tarafından sürdürüldüğünü, çalışmaların öngörülen program çerçevesinde kazı, konservasyon ve restorasyon, onarım, deneysel arkeoloji, arkeolojik park çalışmaları ve düzenlemeler gibi farklı çalışma alanlarında gerçekleştirileceğini vurguladı.

Yeni Asır, 24.07.2013

ANTİK KENT ÇADIRLA KORUNUYOR

 

     

 

Hava sıcaklığının 36 dereceye ulaştığı Yatağan'daki nde kazı ve restorasyon alanlarının üzeri, çadır bezi ila kapatılıyor. Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, yaptığı açıklamada, kazı yaptıkları alanda son bir haftadır hava sıcaklığının neredeyse 40 dereceye ulaştığını söyledi.





Kazı yapan işçi, öğrenci ve arkeologların zor şartlarda çalıştığını vurgulayan Söğüt, "Arkeolog ve öğrenciler için çalışmanın en uygun olduğu dönem yaz dönemi. Biz de yaklaşık 100 kişilik kalabalık bir ekiple antik kentte çalışmaları sürdürüyoruz. Hava çok sıcak ama bazen çoğunlukla bunun farkına bile varmıyoruz. Arkeoloji mesleği bir heyecan işi. Her türlü önlemi alıyoruz. Sıcaklığın çok yoğun olduğu bölgelere çadırlar kuruyoruz" dedi.





Antik kentte kurulan çadırların ısıyı geçirmediğine işaret eden Söğüt, "Özellikle restorasyon ve konservasyon yapılan bölgelerde çadırlar kurduk.Haftanın 5 günü çalışıyoruz ve erken saatlerde başlamaya dikkat ediyoruz. Sıcak havalardan daha az etkilenmeye çalışıyoruz. Çadır bezi hem ışığı geçirmiyor hem havadar. Arkadaşlarımızın rahat çalışabilmesi için her türlü ortamı sağlıyoruz" diye konuştu.





Kazı alanında çalışmaları yürüten konservatör Ufuk Denizli ise sıcak havanın çalışmalarını güçleştirdiğini kaydetti. Antik kentin taş hastanesinde yoğun bir çalışma yürüttüklerini ifade eden Denizli, kentte yürütülen kazılarda kırık halde bulunan mimari parçaların nakledilerek restorasyon ilkelerine göre onarıldığını dile getirdi.

Çalışma yaptıkları alanın son günlerde aşırı sıcak olduğunu vurgulayan Denizli, çalışma alanlarının üzerini çadır bezi ile kapattıklarını, böylece sıcak havanın etkisinden kurtulmaya çalıştıklarını söyledi. Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, Yatağan'da bugün günün en yüksek hava sıcaklığı 36 derece ölçüldü.

Sabah, 24.07.2013

ZEUS SUNAĞI ÜLKEYE SANAL DÖNÜŞ YAPTI

 

Türkiye'den 1870'li yıllarda kaçırılan Bergama Zeus Sunağı Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin destek verdiği projeyle ülke topraklarına adeta geri döndü. Bergama Belediyesi'nin BİLKOM ile ortaklaşa yürüttüğü "Tarih, 3 Boyutlu Canlanıyor" projesine dahil olan Yaşarlı öğrenciler tarihi yapının antik çağlardaki görüntülerini sanal ortama taşıyarak ziyaretçilerin hizmetine sundular.

 

Bergama Belediyesi ile BİLKOM, UNESCO Dünya Miras Listesi adayı Bergama'ya büyük destek sağlayacak bir proje geliştirdi. İzmir üniversitelerinin de destek verdiği projede modelleme yazılımları ve mobil teknolojinin kullanımıyla Bergama antik şehri 3 boyutlu olarak ziyarete açıldı. Projede Yaşar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi 4'üncü sınıf öğrencilerinden Yağmur Yetim ve Müge Yenisu ise Türkiye'den 19'uncu yüzyılda kaçırılan ve Almanya'nın Pergamon Müzesi'nde sergilenen Zeus Sunağı'nın yerinde izlenilmesini sağlayacak yazılımı oluşturdular.

OLMASI GEREKEN YER BERGAMA
Yaklaşık 2 ay süren çalışmalarında Bergama Belediyesi'nin arşivinde yer alan mimari çizimlerden yararlandıklarını belirten Yaşarlı öğrenciler ülkeleri adına böylesi bir projede yer almaktan dolayı büyük mutluluk yaşadıklarını söyledi. Aynı zamanda Bergama'yı teknoloji ile canlandıran proje grubunun öğrenci temsilcisi olan Yağmur Yetim, "Bir Bergamalı olarak ilçenin iki bin yıl önceki halini canlandırabilmek bana büyük gurur verdi. Eski belgelerden faydalandığımız gibi fotoğrafları da yorumlayarak ortaya böyle bir çalışma çıkardık. Yalnızca 3 basamağı kalan Zeus Sunağı'nı artık herkes bir bütün olarak görebilecek" dedi.

TARİH NASIL CANLANIYOR
BİLKOM'un iVisit Anatolia aplikasyonunu cep telefonları veya tablet bilgisayarlara yükleniyor. Aplikasyonun Bergama'nın örenyerlerinin çeşitli noktalarına yerleştirilen barkod kod
u tabelalara okutulmasıyla sistem hayata geçiyor. Böylece ilçenin ören yerlerini ziyaret eden kişiler bulundukları noktanın antik çağdaki bire bir görüntüsünü sanal olarak görme fırsatını elde ediyorlar.

NE ZAMAN KAÇIRILDI
Bergama Zeus Sunağı, 1870'li yılarda Alman mühendis Carl Humann tarafından Prusya'ya kaçırıldı. Bugün Almanya'nın Berlin şehrinde bulunan Pergamon Müzesi'nde sergilenen Zeus Sunağı her yıl binlerce insan tarafından ziyaret edilerek ülke ekonomisine büyük katkı sağlıyor. Bergama Belediyesi Eski Başkanı Sefa Taşkın döneminde sunağın ait olduğu yere iadesi için kampanya başlatılmış, 1 milyon imza toplanmıştı.

Star, 24.07.2013

TANRIKULU, ÖMER ÇELİK'E SANASARYAN'I SORDU

 

 

Türkiye Ermenilerine ait olan ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün elinde bulunan tarihi Sansaryan (Sanasaryan) Han’ın bir ihaleyle 20 yıllığına kiralanacağının ortaya çıkması üzerine Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, konuyla ilgili haberinde “Sanasaryan Han, Ermeni Patrikliği’nin açtığı iade davası sürdüğü halde ihaleye çıkarıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan ihale duyurusu Resmi Gazete’de yayınlandı. 18 Temmuz’da yapılacak ihaleyle hanın kullanım hakkının 50 yıllığına Patrikhane’ye verileceği söylentisi de şimdilik ortadan kalkmış oldu. 11 milyon 660 bin lira onarım bedeli belirlenen bina, 20 yıllığına kiralanacak. İlk yıl için 120 bin lira kira bedeli biçilen Sansaryan Han’ın restorasyonu 18 ayda tamamlanacak. Ermeni Patrikhanesi hanın önce 3. Şahıslara devredilmemesi için mahkemeye başvuru yapmıştı. Başvuru sonrasında da tedbir kararı alınmıştı. Patrikhane daha sonra hanın kiralanmaması için de mahkemeye başvurdu. Ancak 19 Temmuz 2013 tarihinde basına yansıyan haberlere göre mahkeme hem başvuruyu reddetti hem de tedbiri kaldırdı ” ifadelerini kullandı.

 

Bu bağlamda Sezgin Tanrıkulu, Ömer Çelik’e “Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün tarihi Sanasaryan Han veya kamuoyunda bilinen ismiyle Sansaryan Han’ı kiralamak üzere ihale açmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Vakfın bu adımının arkasında sizin herhangi bir kararınız veya talimatınız olmuş mudur?” diye sordu.

 

Tanrıkulu ,”Sansaryan Han’ın otel yapılacağı iddiaları gerçeği yansıtmakta mıdır? Tarihi bir yapının ticari amaçla kullanıma açılması hangi etik değerlerle örtüşmektedir “ diyerek Ermeniler açısından manevi önemi bulunan bu tarihi yapının Ermeni Patrikhanesi’ne iadesi için talep edilmesine yanıt gelmemesi üzerine “Söz konusu Han’ın üçüncü şahıslara kiralanması için ihaleye çıkarılmasının 1915’in yüzüncü yıldönümü olan 2015’in arifesinde gerçekleşmesi rastlantı mıdır” ve “Sansaryan Han dahil olmak üzere sayısız vakıf mallarının iadesi için çeşitli girişimler, talepler gündeme gelmektedir. Vakıf mallarının iadesi için ne tür çalışmalar yapıyor veya yapmayı düşünüyorsunuz” sorularına cevap istedi.

Agos, 24.07.2013

BU KAPIDAN ÖLÜM GİREMEZ

 

 

“Mutlu insanların öyküsü olmaz.” 1908-1986 yıllarında yaşamış, Fransız yazar, filozof ve gazeteci Simone de Beauvoir böyle diyor. Mutlu / mutsuz, iyi / kötü, güzel / çirkin, doğru / yanlış v.s. gibi (bundan bilmem kaç milat önce, ademoğlunun yarattığı) tanımlara inanır mısınız bilmem ama, bu tanımlananlara inat, birileri var ki tanımsızlığın diyarında, paralel evrenlerinin tadını çıkarıyor. Nereden mi biliyorum?! (Bu çok mu önemli -geçelim reca edicem-) Hayatın, belki’lerle, ama’larla ve fakat’larla işi olmuyor ya da mealine virgül koyulamıyor da ondan! Tek bildiğim, mutsuz insanların geniş kahkahaları oluyor. Ya da size uymuyorsa bu ‘söylenenler’ ya da ‘altı çizilenler’; yalan dünyaya devam deriz, ey ömrünün bilmem kaç lügatını öğretilmişliklerle harcamış fani! Şimdilik kaldığımız yerden devam diyerek, bugünün fonunu da araya serpiştiriyorum ve görüntü tamam oluyor kadrajda. Zira biraz müzik her şeyi iyi eder mahlasında, indie ve country müzikseveler için gelsin ama öncesinde, biraz ses alalım lütfen: The Lumineers’ten ‘Stubborn Love’ veya ‘Ho Hey’…

 

BERGAMA’DA TARİH 3 BOYUTLU CANLANIYOR
Geçtiğimiz haftalarda, “Tarih, 3 boyutlu canlanıyor” başlığıyla ve “Tablet bilgisayar ve akıllı telefonlar üzerinden sağlanan, 3 boyutlu gezinme uygulamasıyla, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne aday olan Bergama’nın, 4 antik alanı olan Zeus Sunağı, Athena Tapınağı, Kızıl Avlu ve Asklepeion’u, 360 derece sanal ortamda ama orijinal haliyle görmeye ne dersiniz?” açılımıyla bir keşif rotası daveti aldım. İşin açıkçası, mesleğini icra edemeyen bir arkeolog olarak tarih/keşif kısmı tam benlik, hem de çocukluğunun gezi rotalarının bir kısmı Bergama-Dikili’ye düşmüş bir fani olarak lakin 3 boyutlu, akıllı telefon, tablet ya da bilumum teknolojik ürünler ve getirisi olarak detaylar; ne yazık ki bende yavaştan ‘kaç kaç’ edası uyandırıyor. Ben, daha 1. boyutta, suretimin efsununu çözememişken ve matrix ayarlarımı, bildiğimiz cep telefonun, sadece mesaj yazma bölümünde, o da ‘off’ da ‘puff’ da şeklinde hatmederken, tarihi, dijital ortamda, 3 boyutlu algılama hali(m), çok acayip! Ki tableti ve akıllı telefonu geçtim, face ve twitter’ı da olmayan bir bünye olarak, sanırım anlatabildim... Kısaca ben, bu yüzyılın, şahane argümanlarından da yarattığı nimetlerinden de anlamıyorum. Herkesin her şeyleri hatmettiği şu habitatta, ben ‘bağzı şeyleri’ anlamamışım, ne çıkar bundan?! Nasılsa anlayanları var.

 

 

ZONGULDAK MADEN İŞÇİLERİNDEN BERGAMA KÖYLÜLERİNE
İşte böylesine bir kafa algısında gittim: Adını hafızalara, 1990-91’de, Zonguldak Maden İşçileri Direnişi / Büyük Yürüyüş’ten sonra (1989’da başlayan ve 90’ların sonu 2000’lerin başında en üst düzeye ulaşan) köylülerinin siyanürlü altın işletmelerine karşı direniş hareketiyle kazıyan bildiğimiz-duyduğumuz, Türkiye’nin en büyük ilçelerinden biri olan Pergamon / Bergama’ya. (Es notu: Zonguldak’ın acıları dinmiş değil, yanlış hatırlamıyorsam; bu yılın, Ocak ayında, bir patlama yaşanmıştı ve 8 maden işçisi hayatını kaybetmişti. Tuhaf demi; bu kadar teknoloji üstüne, hala -bir madende- hayatlar kaybediyoruz, canları yitiriyoruz ya da kaybedilmesine/yitilmesine izin veriyoruz.) Direnişleriyle aklıma ilişen Bergama’da, 3 boyutlu tarihi keşfi bitirip de İstanbul’a döndüğümde; teknoloji manyağı olmadım ama 2 bin yıl öncesinin izlerini, geçmişin ışığında ve bir tablet sayesinde, gelecek kadrajında dikize yatmak, itiraf etmeliyim ki beni heyecanlandırdı, hem de çok! Şimdi bu bastığım yer, baktığım tabletten milattan öncesine düşüyordu ve benim şimdi yere basan ayaklarımın izi, o tarihte ve o tarihin höyüklerinin gölgesinde (şimdisinde) yoktu.

 

 

PROJENİN GİZLİ KAHRAMANLARI…
Bu zamanda yolculuk serüveninde, bana kalıp da size dökülenleri sıralayacağım ama öncesinde, Anadolu’nun antik, mimari harikalarını, 21. yüzyılda, yerli-yabancı turistlerin seyrine açmaya vesile olan, bu şahane projenin kahramanlarına bir bakalım, nedir, kimdir diye! Uygulama için üniversiteler, mimarlık öğrencileri, belediye birimleri ve Bilkom elele vermiş ve 2 ay gibi kısa bir sürede, bu şahane yaratımı ortaya çıkarmış. Dokuz Eylül, Gedik ve Yaşar Üniversiteleri’nden toplam 12 mimarlık öğrencisi, 1 araştırma görevlisi, Bilkom’un Dijital Yaşam Koçu Mimar Ender Aydın’ın önderliğinde, Bergama Belediyesi Başkanı Mehmet Gönenç, Bergama İmar ve Şehircilik Müdürlüğü UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Birimi koordinasyonuyla, iki kez Bergama’da düzenlenen hafta sonu kampında bir araya gelmişler. Alanların 2 boyutlu çizimleri, ArchiCad programı üzerine aktarılmış, 3 boyutlu hale getirilmiş, yapılan modellemeler Artlantis programıyla taranmış ve Bilkom’un iVisit Anatolia aplikasyonuna yüklenmiş. Bergama’da 4 tarihi alan, toplam 16 farklı bakı noktasıyla sanal gezinmeye açılmış. Ve tabii ki projenin arkasında yer alan gizli kahramanları da es geçmemek lazım: İlk adımın atılmasında ekibe yol gösteren ve bu sayede de bizleri, Bergama ile tanıştıran Dünya Kültür Mirası Gezginleri Derneği kurucuları Nihal ve Atilla Ege, çizim arşivlerini paylaşan Bergama Belediyesi UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Birimi’nden Yaşagül Ekinci, Fatih Kurnaz ve Arkeolog Bülent Türkmen…

 



BERGAMA’NIN UNESCO DÜNYA MİRASI MACERASI
 “Bu projeyle zamanda sıçrıyoruz... Her yıl Bergama’yı yüzde 95’i yabancı olmak üzere 460 bin turist ziyaret ediyor. 2007’de başlayan UNESCO maceramız, 2014’te sonuçlanacak. Eylül’de inceleme yapmak için UNESCO’dan bir heyet gelecek. Bu proje, maceramızda başarılı olmamız için çok olumlu etki yapacak” diyen Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç ve “Teknolojiyi kullanarak dünyaya örnek bir uygulama yaptık. Projeye en büyük katkıyı öğrencilerimiz yaptı… Bergama’da alanları gezerken artık şunu söyleyebileceğiz; telefonunuza, tabletinize bir bakın, burası eskiden nasılmış göreceksiniz. Bu bir sosyal sorumluluk projesiydi. Şimdi özellikle Doğu illerimizin belediyelerinden talepler alıyoruz” diyen Bilkom Genel Müdürü Cömert Varlık… Ve tabii ki proje kapsamında, ören yerlerinde yapılan tüm faaliyetlerin tahsisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü tarafından yapıldığını da not düşelim. Projede adı geçen, geçmeyen herkes, tarihe ne kadar manalı bir çizik attığının farkında, diliyorum ki bu toprakların nefeslenenleri bizler; Allianoi Antik Kenti’nin, Yortanlı Barajı’nın kapaklarının kapanmasıyla suya gömülmesine bir şey yapamadık belki ama bu defa tarihin kıpırtısına ses verebiliriz gibi, ne dersiniz?!

BERGAMA ÇAYI ÜSTÜNDE İÇİLEN SÜTÜN TADI
Bu yaz ya da gelecek ilkbaharda, rotanızı tarihin üç boyutlu kadrajına çevirirseniz, sonrasında ve öncesinde takılıp da ömrünüze ömür ekleyeceğimiz adresleri gelin biraz dikize yatalım… Bana hatırlatma, sizlere de ısındırma olsun! Bizler, Bergama’nın ilk sabah açılışını, Yenigün Kahvaltı Salonu’nda, ‘bal-kaymak-süt ve Bergama tulumu-peyniri’nden oluşan lezizliklerle yaptık. Salon dediysem, dağılışmayınız hemen; 3 masası bulunan, küçük bir yer burası. Sahibi ise neredeyse bir çınarla yaşıt olan, şahsına münhasır şahsiyet, Kore Gazisi Eşref (Taşkın) Amca. Servisi kendi yapıyor, tebessüme eksik etmeyen kısa-öz kelamı ve insanın içine bakan Anadolu gözleriyle bu yaşında, ben gencim diyenlere göz kırpıyor. Bir ara, duvarda asılı duran çerçevede, motosikletle poz vermiş, uzun boylu delikanlıyı görüp soruyoruz, kimdir bu siyah beyaz fotoğraftaki yakışıklı diye?! Tebessüm edip, kendisinin olduğunu söylüyor ve nasıl, bu yaşta da kullanıyor musunuz motor diye sorduğumuzda da iddialı bir tavırla ‘gezdireyim isterseniz’ diyor. Kahvaltı salonu, yaklaşık 2000 yıl önce, Kızıl Avlu için inşa edilen tünellerin üzerinde yer alıyor, altından ise Bergama Çayı (Selinos) akıyor. Dükkanın küçük penceresinden kulak kabartınca sokağa, suyun merhametli sesinin hastası oluyorum. Benim için çok tanıdık bir an; masada, tadını ezber ettiğim lezzetler, dışarıda, bilumum kuş sesleri, yamacımızda da kaynayan süt kazanından, kepçe ile su bardağına koyulan sütün kokusu. Öğlen yemeğini ise Çığırtma Evi’nde yiyoruz; oğlu üniversiteyi kazanıp, uzaklara gidince, evde yalnız kalmaktansa deyip, bir lokanta açmaya karar veren Hatice Hayta. Çığırtma ise buranın yöresel zeytinyağlı yemeği. Çığırta çığırta patlıcanların kızartılmasından adını alıyormuş. Diğer lezzetlere dalmayacağım, zira malumunuz burası Ege, o yüzden zaten biliyorsunuzdur. Bekleme yapmadan, izninizle mevzumuza dönüyorum yeniden!

 

EFSANELER VE SÖYLENCELER: PERGAMOS, ALLIANOI
Gelelim, Bergama’nın Pergamon halinin 2013 versiyonuna… İki günlük Bergama keşfinde, bize gani muhabbeti ve engin tarih bilgisiyle eşlik eden Arkeolog Bülent Türkmen’e bırakıyorum şimdi sözü… Edirne Trakya Üniversitesi’nde, Turizm Otelcilik okurken, tarihin gizemini keşfe dalan arkadaşlarıyla hemhal olan ve sonrasında, Arkeoloji okumaya karar veren Türkmen, Bergama’ya olan hissiyatının, Roma Çağı’na ait en sağlam kalmış, içerisinden ‘peri kızı’ gibi yüzlerce tarihi eserin gün yüzüne çıkarıldığı ve yaklaşık 400 adet tıp aletinin ele geçtiği bir sağlık merkezi olan Allianoi ile başladığını söylüyor. (Öyle ki müzede, kendisinin de kazıda bulduğu ürünler var.) “2006’dan sonra, sadece %30'u kazılmış olan Allianoi’a, kazı izni verilmedi ve 2010’da, antik çağda su için kurulmuş bu yer, su altında bırakıldı. Allianoi’a dair söylenecek çok şey var ama ben bugün, başka bir proje için Bergama’dayım. Bergama Belediyesi bünyesinde kurulan, UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Birimi’nde, dünya miras listesine aday olan Bergama’nın, adaylık dosyasının hazırlanmasını yürüten ekipte, 1.5 yıldır görev almaktayım” diyor ve başlıyor Bergama’yı, bir de bizim hatıralarımıza eklemeye: “Bergama (Pergamon), eski çağlarda, Misya Bölgesi’nin önemli merkezlerinden biri. MÖ 282-133 arasında da Pergamon Krallığı’nın başkenti. Bir kültür merkezi… Pergamon adı, bir söylence kahramanı olan Pergamos’tan geliyor. Pergamos’un, Teuthrania Kralı’nı öldürdükten sonra kenti ele geçirdiği ve kendi adını verdiği söyleniyor... Yazılı belgelerde, Pergamon’dan ilk kez, MÖ 4. yüzyılın başlarında söz ediliyor. Pergamon’da ilk araştırma ve kazı çalışmalarına 1878’de başlanıyor… Roma Çağı’nda, MS 2. yüzyılda da 160 binlik nüfusu ve dört tiyatrosuyla yine bir metropoldür Pergamon. Hellenistik Çağ’da, inşa edilen akropoldeki tiyatro, antik çağın en dik tiyatrosu. Bu, arazinin topoğrafyasından kaynaklanmakta. Çok dik olan bu yamaca, tiyatronun sahne binasını inşa edebilmek için 2-3 katlık teraslar inşa etmişler. 250 metre uzunluğundaki bu tiyatro terasının arka ucuna, bir Dionysos tapınağı inşa edilmiş. Bergama Akropolü’ndeki Dionysos tapınağına gitmek için tiyatronun sahne terasını kullanmak gerekmekte. Fakat tiyatronun sahne binasının yerinde olduğunu varsayarsak Dionysos tapınağına giden yol kapanmış oluyor. Pergamonlular bu problemi, tiyatronun sahne binasını ahşaptan ve portatif yaparak çözmüşler. Bugün, tiyatronun sahne binasının ahşap dikme deliklerini yerinde görmek mümkün.”

KUTSAL YOLDAN YÜRÜYÜP, KUTSAL ÇEŞMEDE DEMLENMEK

Geliyoruz, sağlık tanrısından adını alan, antik çağa ait bir sağlık merkezi olan Asklepion’a… Bu çağda yapılan tedavi yöntemleri ilginç, sonraki yüzyıllarda da bu yöntemlerin kullanıldığını öğrendikçe, aklıma vakti zamanında, eski Yunanlı filozofların paraf düştüğü; ‘Artık, bu zeytinliklerin (ağaç) altında, söylenecek hiçbir söz kalmamıştır’ kelamı geliyor. Tarih dediğimiz, aklımızı serin tutarsak, hep bir dejavu’lar deryası değil mi zaten?! Şimdi ben, bu düşüncelerle hemhal olurken, ‘kutsal yol’da yürümeye başlıyoruz. Bir vakitler burada, şifa bulanları düşününce, belki-m biraz olsun bizler de nasipleniriz niyetine, sakin sakin ayak sürümeye devam ediyoruz.

Müsadenizle sözü yeniden üstada (Arkeolog Türkmen) bırakıyorum: “Bergama Asklepion’u, eskiçağda Epidaurus ve Kos’taki örneklerine eşdeğer önemde bir sağlık merkeziymiş. Sağlık tanrısına adanmış bir tapınak ve şifahane. Pausanias’a göre Bergama’da ilk Asklepios Tapınağı, MÖ 4. yüzyılın ilk yarısında kurulmuştu. Sağlık tanrısı Asklepios adına, MÖ IV. yüzyılın ortalarında kentin oldukça dışında, Geyikli Dağı’nın yamaçlarında, kuytu bir vadi içersinde, şifa verdiğine inanılan su kaynaklarının bulunduğu düzlükte kurulmuştur. Efsaneye göre, saygın bir kişi ve aynı zamanda Pergamon’un ilk Prytan’ı olan Arkhias, Yunanistan’da avlandığı sırada ayağından yaralanır. Tedavisi Yunanistan’ın en ünlü Epidauros Asklepeion’unda yapılır. Tedavi sonucu iyileşen Arkhias, sağlık tanrısına şükranlarını sunmak için Epidauros Asklepios kültünün Bergama’da da kurulmasını sağlar. Bergama Asklepion’u, Antik Çağ’ın en önemli üç Asklepion’undan biri olmakla birlikte, en iyi korunmuş olanıdır da. Kapısında ‘Buraya Ölüm Giremez’ yazısının yer aldığı, 1 km’lik kutsal bir yolla ulaşılan Asklepion’a bir de not düşelim… Mitolojiye göre Apollon’un yarı tanrı oğlu olan Asklepios, hekimliği Khrion adlı Kentauros (yarı insan yarı at) bir bilginden öğrenir. Khrion, ona hastaları iyi etmenin sırrını öğretmiştir. Böylece Asklepios iyi olacaklarından umut kesilen hastaları bile iyileştirmeye başlar. Bir süre sonra hastaları iyileştirerek ölümün önüne geçmesi, ölüm diyarının tanrısı Hades’i kızdırır ve onu, Zeus’a şikayet eder. Tüm bunların yanında Asklepios, Zeus’un atları tarafından parçalanan Hippolytos’u da diriltince Zeus, Asklepios’u cezalandırmaya karar verir ve bir yıldırımını yollayarak emirlerine karşı çıkan torununu öldürür. Ve kaldığımızdan yerden devam edersek; Anıtsal bir giriş kapısına (Propylon) sahip olan Asklepion’da; tiyatro, Asklepios Tapınağı, kütüphane, tedavi, uyku odaları, yeraltı geçidi, su havuzları ve kutsal çeşme yer almakta. Burada, telkin yönteminden diyet, banyo kürleri, sportif faaliyetler, doğal otlardan yapılmış ilaçlar, müzik ve tiyatro etkinliklerine kadar hastalara farklı tedaviler uygulanıyordu.”

Kutsal yolun sonunda yer alan hastaları iyi ettiği söylenen şifalı çeşmenin buz gibi suyuna, iyi eder niyetine, dayıyoruz yüzümüzü… Serinliğin vurduğu hissiyatla başımızı kaldırdığımızda, bir tiyatro karşılıyor bizi. Bergama, Roma Dönemi’nde dört tiyatrosu olan bir tiyatrolar kentiymiş. Tiyatronun/yapının, ihtişamı karşısında, bugünün kafa algısına hayıflanmamak imkansız.

 
ÇAM FISTIĞI DENİZİNDEN ZEYTİN DİYARINA BAKINMAK

Üstattan aklımda kalanlar: Dünyaya ihraç edilen çam fıstığıyla ünlü Bergama. Kozak Yaylası, adeta çamfıstığı ağacı ile kaplı ağaç denizi gibi bir yer. İkinci sırada, zeytin ve zeytin ürünleri geliyor. Bergama’nın üstüne kurulu olduğu Bakırçay Ovası’nda yetişen zeytinlerden yapılan ilaçları, Bergamalı Galenos adlı hekim (Hipokrat gibi), gladyatörlerin yaralarını iyileştirmede kullanırmış. Kutsal yolun sonuna kadar yürüyemeyecek kadar hasta olanların şifa bulamayacakları düşünülür, içeri alınmazlarmış. Yolun sonunda, Galenos’un, (bir kaptan süt içen, iki yılan) ünlü Yılanlı Sütun’u görülüyor. Yılanın eczacılığın ve tıbbın simgesi haline gelmesi, bir efsaneye göre Galenos’un bu sütunu yaptırması ile başlamış. Yılanla ilgili efsaneler enteresan, ki Bergama’da da ilginç bir yılan hikayesi karşılıyor bizi. Bilahare araştırmasına dalarsınız niyetine! Gördüğümüz sütunun orijinali Bergama Müzesi’nde bulunuyormuş. Kutsal yoldan geçip, Asklepion’dan çıkınca, bir çardak altı karşılayacak sizi, burada miss Türk Kahvesi’nin ve profilinize vuran manzaranın tadını çıkarmayı unutmayın! Bu yol üzerinde girişte, Bergamalılar’ın mucidi olduğu, oğlak derisinin bir dizi işlem ile şeffaflaştırılması ile elde edilen dayanıklı bir materyal olan parşömenden oluşan ürünlerin satıldığı dükkanları göreceksiniz. Parşömenin gelişimi de ilginç ama bu bilgiyi, Bergama’ya geldiğinizde, buranın insanlarından dinlersiniz. Her şeyi de çelebiden beklememek lazım, dimi ama! Bergama’ya gelmişken; Rum Evleri’nin sıralandığı Kale Mahallesi’nde ayak sürüyüp, yaşayanlarıyla kelama dalmayı, kazılarda çıkan tarihi eserlerin sergilendiği, Bergama Müzesi’ni ziyaret etmeyi ve Akropol’e çıkarken, teleferiğe binmeyi unutmayın! Bir de Bergama dönüşü, helvasından, tulum peynirinden ve karanfilli leblebisinden almayı es geçmeyin!

İçimden geldi notu: Yol boyunca ve otobüs duraklarında gördüğümüz kermes afişlerini soruyorum B. Türkmen’e: “Türkiye’nin en eski festivali. Bu yıl, 75.’si düzenleniyor. Dünyanın da ikinci en eski yerel festivali, ilki Fransa’nın Nice kentindeymiş. O zamanlar festival ya da şenlik yerine ‘kermes’ deniliyormuş, adı da oradan kalmış. 1934’te Bergama’yı ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk’ün isteğiyle bu kermes düzenlenmeye başlamış. Bergamalılar, 1937’deki gerçekleştirdikleri ilk kermesten sonra, bu güne kadar hiç aksatmamışlar.”

Habertürk, Haber: Betül Memiş, 24.07.2013

'TARİH KURUMU'NDA UZLAŞMA SAĞLANDI

 

 

Türk Tarih Kurumu (TTK), mimarlar ve meslek odaları; müelliflerinden izin alınmadan Türk Tarih Kurumu Binası'na yapılan müdahalerlerle ilgili ortak bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada, "TTK yapısının özgün karakterinin ve tasarım bütünlüğünün özenle muhafazasına karar verilmiştir" denildi.

 

İşte o açıklama:

Projesi Mimar Turgut Cansever ve Ertur Yener tarafından yapılan Türk Tarih Kurumu (TTK) binasına müelliflerinden izin alınmadan yapılan müdahaleler, mimarlara tarafından saygısızlık olarak değerlendirilmiş ve ardından tartışmalara yol açmıştı. Ardından Türk Tarih Kurumu Başkanı ile toplantılar yapılmış ve Cumhuriyet dönemi mimarlık en önemli çağdaş yapıtlarından biri olarak kabul gören, Turgut Cansever ve Ertur Yener’in tasarladıkları Türk Tarih Kurumu Binası’nın  inşaatı 1966 yılında tamamlanmış,1967 yılından itibaren kullanıma açılmış ve 1980 yılında da Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne layık görülmüştür.

 

Turgut Cansever 1966 yılında henüz tamamlanmış olan yapısını "Yeni bir dünya, ancak tarihin akışına dayanan gerçek ve evrensel amaçlara yönelerek kurulabilir. Amaçlarımızın şekillenmesi tarihin akışına dair bilgimizin derin şekilde etkisi altındadır. Kopuk, parçalanmış çalışmaların ve sayısız felaketlerin tehdidi altındaki bir dünyada günümüz insanının gerçek bir erdeme ulaşma ve kendisini topyekun tahrip tehditlerinden kurtarma çabasına temel teşkil edecek bir tarih ve gerçek şuurunun geliştirildiği bir merkez olarak Türk Tarih Kurumu binasının aynı tarih ve gerçek şuurunu aksettirmesi gerekiyordu. Yapının şekillendirilmesinde ve malzeme seçiminde bu zorunluluk göz önünde tutulmağa çalışıldı” sözleriyle tanıtmıştı.

 

Bu amaçla, öncelikle, TTK yönetimiyle 26.06.2013 tarihinde mimarlar, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin de katılımıyla Türk Tarih Kurumu’nda yapılan toplantıda, TTK yapısının özgün karakterinin ve tasarım bütünlüğünün özenle muhafazasına karar verilmiştir. Yapılacak çalışmalarda da yapının özgün karakterini ve tasarım bütünlüğünü bozacak girişimlerden kaçınılması, yapıyla ilgili her türlü yenileme çalışmalarının şeffaf bir anlayışla mirasçı onayı ve katkısı ile sürdürülmesi konusunda mutabık kalınmıştır.

 

Şüphesiz ki eserin meydana getirilişinden yarım asır sonra bugün değişen teknoloji ve ihtiyaçlar sebebiyle TTK'nın güncel ve zaruri ihtiyaçları olduğu aşikardır.

 

Bu nedenle, öncelikle, TTK yönetimince belirlenen ve belirlenecek güncel ve zaruri ihtiyaçların, Turgut Cansever’in arşivindeki orijinal mimari projeler esas alınarak yapının imkanlarıyla azami ölçüde karşılanıp karşılanamayacağı tespit edilecektir. Yapılabilecekler ile ilgili önerinin kesinleştirilmesini takiben uygulama çalışmaları başlatılacaktır.

 

Süreçle ilgili olarak yapının müellifleri, mimarlık camiası ve kamuoyu her zaman bilgilendirilecektir.

 

Saygı ile duyurulur.

Prof.Dr. Mehmet Metin Hülagu, Türk Tarih Kurumu Başkanı

Emine (Cansever) Öğün, Mimar

Aydan Balamir, Mimarlar Derneği 1927-YK Bşk.

Elvan Altan Ergut, Mimarlar Odası Ankara Şubesi-YK, DoCoMoMo-YK

Yeşim Hatırlı, Türk Serbest Mimarlar Derneği-YK Bşk.

Semra Ener, Koruma ve Restorasyon Uzmanları Derneği-YK Bşk.

Saadet Sayın, TSMD-YK, KORDER-YK

Abdullah Alkan, İç Mimarlar Odasi-YK

 

Türk Tarih Kurumu Binası tartışmaları nasıl başladı?

Mimar Turgut Cansever ve Ertur Yener tarafından tasarlanan ve 1980 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü kazanan Türk Tarih Kurumu binasına yapılan müdahaleler, mimarların tepkisine neden olmuştu.

 

Ankara Mimarlar Odası Başkanı Ali Hakkan konu ile  ilgili bir basın açıklaması yaparak şunları söylemişti: “Proje sahibinin telif haklarını sürdüren ailesine danışılmadan projenin özgün kimliğine zarar verecek düzeyde bir dekorasyon uygulamasına girişilmiştir. Yapının iç ve dış doğramalarının bir bölümünde PVC malzemeler kullanılarak dış cephe karakteri olumsuz olarak etkilenmiştir. Yine binanın özel olarak tasarlanmış bahçesinde yapılan hiçbir tasarım ürünü olmayan havuz ile birlikte yapı önemli ölçüde zarara uğratılmıştır. TTK Başkanı ile gerçekleştirilen ve bir yönetim kurulu üyemizin de katıldığı görüşmelerde yapının özgün haline getirilmesi için gerekli işlemlerin yapılması gerektiği talep edildi. Proje müellifi Turgut Cansever’in ailesi tarafından bu işlemlerin ücret talep edilmeden yapılabileceği iletildi. Ancak bu konuda TTK’nın nasıl bir tavır alacağı konusu henüz netleşmedi.”

 

"TTK mahalle kebapçısına dönmüş"

Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Görevlisi Aykut Köksal ise binaya yapılan müdahaleye tepki göstermiş, “Cumhuriyet mimarlığı içinde, önemi ve niteliği üzerine büyük bir uzlaşma olan az sayıdaki yapılardan biri Cansever’in Türk Tarih Kurumu binasıdır. Türk Tarih Kurumu’na yapılan ve binayı bir kenar mahalle kebapçısına dönüştüren müdahale ne yazık ki artık hiç şaşırtmıyor. Doğrusu şaşırtıcı olan, müdahaleye karar verenlerin bu mimarlığı kavramaları ve büyük bir duyarlıkla yaklaşmaları olurdu. Ayrıca, yapılan işin vahametini dile getirirken şunu da biliyorum, ne yapılan yanlış iş düzeltilecek, ne de söylenmek isteneni anlamak için çaba gösterilecek” şeklinde konuşmuştu.

 

TTK ile toplantı yapıldı

Ardından TTK yönetimiyle 26.06.2013 tarihinde mimarlar, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin de katılımıyla yapılan toplantıda, TTK yapısının özgün karakterinin ve tasarım bütünlüğünün özenle muhafazasına karar verilmişti.

Yapı, 24.07.2013

2 BİN YILLIK ŞEHRE 150 MİLYON EUROLUK DOKUNUŞ

 

 

İtalya'nın en çok turist çeken tarihi bölgelerinden 2 bin yıllık Pompei, çok tartışılan restorasyon onayını aldı. UNESCO'nun 'Dünya Mirası' listesinde yer alan bölge toplam 150 milyon euroluk kaynakla güçlendirilecek.

 

İtalya’nın Pompei şehrinde bulunan eski Roma İmparatorluğu dönemine ait antik evlerin restorasyonu projesi, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) onayını aldı. UNESCO, daha önce projenin arkeolojik siteye zarar verebileceği gerekçesiyle Pompei’nin Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılma riskiyle karşı karşıya olduğu uyarısını yapmıştı.

 

Asilzadeler şehri!

Dönemin asilzadelerine ve gladyatörlere ait 2 bin yıllık tarihe sahip taş evlerin birçoğunda geçen yıllarda çöküntüler meydana gelmişti. Avrupa Birliği, geçen mart ayında antik şehir Pompei’nin restorasyonu için 105 milyon euro kaynak ayırdı. İtalya Kültür Bakanı Massimo Bray, yıl sonuna kadar bu miktara 50 milyon euro daha eklenebileceğini duyurdu.

 

İlk evler haftaya açılacak

Euronews'e konuşan Massimo Bray, restorasyonun aşama aşama tamamlanarak, ilk evlerin önümüzdeki haftalarda ziyarete açılabileceğini açıkladı. Ülkenin güneybatısında Napoli’deki antik şehri gezen Bray, Pompei projesinin farklı yetkili organlarla işbirliği içerisinde çalışabileceklerini göstermesi açısından da önemli olduğuna dikkat çekti.

Yapı, 24.07.2013

İYİ HAZIRLANMIŞ BİR SERGİ: EROL AKYAVAŞ RETROSPEKTİFİ

 

İstanbul Modern’de iyi hazırlanmış bir sergiyi tanıtacağım.

Erol Akyavaş Retrospektifi’ni gezerken, bir ressamın ustalığının izinde kültür tarihimiz üzerine de düşüneceksiniz.


Doğu-Batı’nın aynı coğrafyada yaşandığı bir ülkenin sanatçısı bu ikileme bir bakış açısı sağlamak zorundadır. Hat sanatından din ulularına kadar geniş bir kültür birikiminden de uzak kalamaz.


Erol Akyavaş, bu gerçeği keşfedip, bunun doğrultusunda etkileyici bileşimlere ulaşıyor.
Değişik dönemlerde, ustalığın kalıcı kuralları devam ederken, konu, üslup çeşitlemesi, serginin dinamizmini sağlıyor.


Böyle sergilerin önemli yanları; eserleri sergilenen sanatçının bütün yönleriyle, kişiliğiyle, sanatıyla tanınmasını mümkün kılar.


Sergiyi gezdikten, katalogdaki incelemeleri okuduktan sonra hem Erol Akyavaş’ı öğreneceksiniz, hem kültür gelgitleri arasında bir sanatçının vardığı çözümü göreceksiniz.


İki kültür arasındaki bağı/çağrışımları belleğimde bir film şeridi gibi yaşarken, birden, onun Doğu, Doğu’ya Karşı çalışması aklıma geldi.


Erol Akyavaş, Doğu’yu unutmaz Batı’yı da anımsatırken bir jilet sırtında büyük ustalara özgü bir sonuca ulaşıyor. İkisinin de rengi var, ikisi de birbirini ezmiyor.


Oya Eczacıbaşı, Sunuş’ta sanatçının biricikliğini belirtiyor: “Ressam, mimar, fotoğrafçı Erol Akyavaş için resim, kendi ifadesiyle ‘yaşamın izdüşümü, bir simyagerin altın tozuyla bulmaya çalıştığı öz gibi mucizevi bir şey’ idi.


Erol Akyavaş, hep ilgi duyduğu mistisizmle, düş ve gerçeğin, görülen ve görülmeyenin sentezlerini oluştururken yapmak istediğini, ‘gazel formuyla modern şiir yazmak’ diye nitelendiriyordu.”

 

* * *

 

Serginin başarılı küratörü Levent Çalıkoğlu, Erol Akyavaş’ın Binbir Yüzü yazısında, Erol Akyavaş’ın kültürel coğrafyamızdaki konumunu saptıyor:
“Akyavaş’ın doğduğu coğrafya klişeleşmiş bir söyleme ‘Doğu-Batı ekseninde bir köprü’ olmanın olumlu-olumsuz neden ve sonuçlarıyla damgalanmıştır. Bu durum İslam’ın karşısında Hıristiyanlık, barbarlığa karşı medeniyet, göçerliğin karşısında yerleşiklik gibi birbirine zıt coğrafi ve kültürel olgular doğurmuştur.


Doğu ile Batı’yı eşzamanlı tecrübe etmek ve bunu tek bir düzlemde yansıtabilmek, yalnızca görsel sanatlarda değil, her alanda sancılı olmuştur. Erol Akyavaş bunu, sentezlemeye girişmeden, Doğu ve Batı’nın resimsel öğelerini geniş bir çeşitlilikle yorumlayarak gerçekleştirmiştir. İlgilendiği meseleleri ihtiyaç duydukları ölçüde yeni ilişkilerle canlandırmıştır.”
Birnur Temel, Labirente Pek Az Kişi Girer yazısında son dönem çalışmaları üzerine şöyle diyor:
“Erol Akyavaş’ın son dönem baskı çalışmalarına verdiği isimler, çelişkili ifadelerden oluşur. Hem Batın Hem Zahir, Hem Evvel Hem Ahir, Putlaştırılmış Ölü Adam, Sonsuzluğu Umarken Adı Unutulan Put veya Mana Gerek, Dava Gerekmez gibi çalışmaların temelinde açıklık ve gizlilik, geçmiş ve gelecek, sonsuzluk ve ölümlülük, bilinç ve niyet gibi varoluşun ve bir öz meselesinin şekillendirdiği ikilikler bulunur.”


Kataloğun sonundaki, bilgi ve belgenin yer aldığı, hayat çizelgesini de çok beğendim.
Sergiden bunları görün diye bir seçme yapamayacağım. Çünkü hepsini görmek, gelişimi, çeşitlemeleri seyretmek daha anlaşılır kılacaktır eserleri. Hem bir bütün içinde hem tek tek...
Akyavaş’ın eserlerine elbette resim diye bakıyorum, ama bunun ardındaki kültür haritasını da görmezlikten gelemiyorum. Sanatçı, bütün kültür adalarını, içinde ruhani ve dini olmak üzere insanın bulunduğu her alanla ilgilenmiş. Sanatın çözümsüzlüğü ya da sergiyi gezene tanıdığı özgürlük bu sergiyi daha da ilgi çekici kılıyor.

 

* * *

 

Bir hafta sonunuzu bu sergiye ayırın, düşünerek, hissederek gezin.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 24.07.2013

TÜRK SOYUT SANATI ZÜRİH'TE

 

 

Soyut ve kavramsal sanatın dünyadaki sayılı kurumlarından Zürih Haus Konstrultiv Müzesi, bu günlerde ‘Hot Spot İstanbul’ başlıklı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. ‘Hot Spot Istanbul’un çıkış noktasını, 1940’ların sonundan beri gelişen Türk soyut ve kavramsal sanatı ve bunun etkisinde kalan, genç jenerasyon sanatçıları oluşturuyor.


‘Hot Spot İstanbul’ projesi; sanatçıların, koleksiyonların ve bu projenin gerçekleşmesini destekleyen özel kişilerin işbirliğine dayanıyor. Türk soyut sanatına tarihsel ve geniş bir bakış sunan sergideki eserlerin önemli bir bölümü iki yıl önce Santralistanbul’da sergilenen Papko Sanat Koleksiyonu’na dayanıyor.

 

Müzenin giriş katındaki DNA bölümünde Can Altay’ın, Türk modern sanatının başlıca isimlerinin yapıtlarını kapsayan ve onları birbiriyle ilişkilendirerek somut bir kavramsal çerçeveye oturtan, mekana özgü büyük bir enstalasyonu bulunuyor. Bu bölümde yer alan sanatçılar, 1940’tan günümüze kadar; Adnan Çoker, Nejad Melih Devrim, Burhan Doğançay, Renée Levi, Ahmet Oran, Mübin Orhon, Seçkin Pirim, Arslan Sükan, Canan Tolon, Seyhun Topuz, Ömer Uluç, Ebru Uygun, Ekrem Yalçındağ ve Fahrelnissa Zeid. Bilgilendirici bir depo özelliği taşıyan bu ilk bölüm tüm serginin ‘DNA’sını oluşturuyor.


İkinci ve dördüncü kattaki daha küçük bölümlerde, Ekrem Yalçındağ ve Ebru Uygun’un kişisel sergileri yer alıyor. Dördüncü kattaki geniş alanda Serhat Kiraz, Renée Levi, Ahmet Öktem, Sarkis, Arslan Sükan ve Erdem Taşdelen’in işleri; beşinci kattaki küçük odalarda ise, 1945 sonrası Türk sanatında tarihsel önem taşıyan dört sanatçının; Nejad Melih Devrim, Mübin Orhon, Ömer Uluç ve Fahrelnissa Zeid’in solo sergileri yer alıyor.


Yeniden üretme
‘Hot Spot İstanbul’un küratörü Dorothea Strauss, sergiyi beş ayrı bölüm üzerinden kurguluyor. Bu bölümlerden biri de sanatçı Ebru Uygun’un kişisel sergisi. Uygun, sergi alanının karşılıklı iki kısa duvarında 4,5 x 8 m uzunluğunda duvar yerleştirmeleri gerçekleştirmiş. Biri beyaz, biri de siyah renkli olan ‘Behind the Sleep Lyrics’ ismindeki mekana özgü eserler, Uygun’un tuval üzerine yaptığı eserlerle benzerlik gösteriyor. Bu işler de, bir “yeniden üretme” neticesinde ortaya çıkan, tuval bezlerinin üst üste getirilmesiyle meydana gelen soyut eserler. Mekanda ayrıca Uygun’un kariyerinin çeşitli dönemlerini temsil eden ve farklı grafik anlayışları yansıtan beş eser daha var. Küratör Dorothea Strauss’un farklı renk paletlerine ve görsel dillere sahip eserleri bir bütünlük oluşturacak şekilde yerleştirdiğini belirten Ebru Uygun, dalgalı hatların köşeli çizgileri, monokrom eserlerin renkli işleri tamamlamasını gözettiklerini söylüyor.


Ebru Uygun, ‘Hot Spot İstanbul’un, Dorothea Strauss’un sergi kataloğunda da belirttiği üzere; “soyutlama, indirgeme, minimal ve kavramsal sanat gelenekleri arasındaki nüanslarla” ilgilendiğini ve kendi eserlerinin de Türk modern ve çağdaş sanat tarihinde bu hatlar üzerinde anlam kazanan yapıtlar olduğunu belirtiyor.


‘Hot Spot İstanbul’ sergisi, 22 Eylül’e kadar açık kalacak.

Radikal, Haber: Elif Ekinci, 24.07.2013

İNÖNÜ'DEN ÇIKAN TARİH PARÇALANDI

 

İnönü Stadı yıkımında ortaya çıkan tonozlu yapı, iş makineleri tarafından parçalandı. Arkeoloji Müzesi: Yapılan suç, çalışma durdurulmalı.

 

 

Yıkımı devam eden İnönü Stadı tribünlerinin altından tonozlu tarihi eser kalıntıları ortaya çıkınca İstanbul Arkeoloji Müzeleri inceleme yapması için arkeolog görevlendirdi. Ama tarihi eser kalıntıları müze raporu tutulduktan kısa bir süre sonra, dün saat 17.00 civarında iş makineleri tarafından paramparça edildi.


İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden uzmanlar ihbar üzerine kalıntının bulunduğu yerde fotoğraf çekerek rapor tuttu. Müze yetkilileri tarihi eserin tahrip edilmesinin suç olduğunu, kazının acilen durdurulması gerektiğini söyledi. Müze raporu hem 3 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na hem de Kültür Bakanlığı Kazılar Daire Başkanlığı’na gönderildi. Kazının durdurulması için 3 No’lu Koruma Kurulu’ndan cevap bekleniyor.

Kurul: Kalıntı çıkarsa haber verin
Aynı kurul, 7 Mayıs’ta verdiği kararda stadın altından tarihi eser çıkması durumunda inşaatın durdurulması gerektiğini belirtmiş ve “Uygulama sırasında 2863 sayılı yasa kapsamında değerlendirilebilecek herhangi bir kalıntıya rastlanması durumunda, uygulamanın durdurularak müze müdürlüğü ve kurula bilgi verilmesi” yönünde karar vermişti.

Kalıntılar biliniyordu
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından 2012’de hazırlanan bir raporda İnönü Stadı yapılmadan önce aynı alanda saray atlarının bakıldığı İstabl-ı Amire yapısı, Saray Tiyatrosu ve iki gazhane binası bulunduğu, fotoğraflarla belgelenmişti. Aynı raporda stadın altından geçen 6 metre genişliğinde, 3 metre yüksekliğinde tüneller olduğu belirtilmiş, bu tünellerin Taksim, Nişantaşı, Fulya ve Ihlamur’dan gelen suların saraya zarar vermeden tahliye edilip denize ulaşmasını sağladıkları vurgulanmıştı.

Radikal, Haber: Elif İnce, 24.07.2013

 

******


İNÖNÜ STADI'NDA İNŞAAT DURACAK

 

 

İnönü Stadyumu inşaatı sırasında tarihi esere rastlanmasıyla birlikte inşaatın durdurulması gündeme geldi. 3 Nolu Koruma Kurulu ilgili yerlere bir yazı göndererek kazı çalışmalarının durdurulmasını istedi.

 

Dolmabahçe’deki İnönü Stadı’nın yıkımı sırasında bulunan tonozlu yapı sonrasında 3 Nolu Koruma Kurulu gerekli yerlere yazı göndererek, çalışmaları durdurulmasını istedi.

İnönü Stadı’nın kazı çalışmaları sırasında önceki gün ortaya çıkan tonozun iş makineleri tarafından parçalandığı görüntülenmiş, yapının İstanbul Arkeoloji Müzeleri ve Koruma Bölge Kurulu’na bildirilmesi üzerine İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü kalıntının incelenmesi için arkeolog görevlendirmişti. 3 No’lu Koruma Kurulu proje aşamasındayken “herhangi bir kalıntıya rastlanması durumunda, uygulama durdurulacak” demişti. Uzmanlar İnönü Stadı’nın bulunduğu yerde yakın tarihte Dolmabahçe Sarayı’nın ahırlarının ve bir tiyatro sarayının olduğunu şimdi ortaya çıkan kalıntıların tarihi kalıntılar mı olduğunu öğrenmek için kazının durdurulması ve arkeolojik çalışmaların başlaması gerektiğini belirtiyorlar. Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Başkanı Eyüp Muhçu Koruma Kurulu’nun hiçbir şekilde onaylamaması gereken bir projeyi onayladığını bu stat projesini onaylayarak koruma ilkelerini ayaklar altına aldığını belirtti.

Bir şeyler çıkacağı belliydi

Kurul, 7 mayısta verdiği kararda stadın altından tarihi eser çıkması durumunda inşaatın durdurulması gerektiğini belirtmişti. 3 No’lu Koruma Kurulu “Uygulama sırasında 2863 sayılı yasa kapsamında değerlendirilebilecek herhangi bir kalıntıya rastlanması durumunda, uygulamanın durdurularak müze müdürlüğü ve kurula bilgi verilmesine” karar verdi.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından 2012’de hazırlanan bir raporda İnönü Stadı yapılmadan önce aynı alanda saray atlarının bakıldığı İstabl-ı Amire yapısı, Saray Tiyatrosu ve iki adet gazhane binası bulunduğu fotoğraflarla belgelenmişti. Aynı raporda stadın altından geçen altı metre genişliğinde, üç metre yüksekliğinde tüneller olduğu belirtilmiş, bu tünellerin Taksim, Nişantaşı, Fulya ve Ihlamur’dan gelen suların saraya zarar vermeden tahliye edilip denize ulaşmasını sağladıkları ifade edilmişti.

Taraf, Haber: Bülent Onur Şahin, 25.07.2013

 

******


İNÖNÜ'DEKİ YIKIM ÇALIŞMALARI DURDU

 

Koruma Kurulu, İnönü Stadı'ndaki yıkım çalışmalarını tedbiren durdurdu. Kurul, son kararını yarın yerinde inceleme yaptıktan sonra verecek.


3 nolu Anıtlar kurulu başkanı Cafer Bozkurt, basında çıkan "Kurul'un İnönü'de yıkımı durdurduğu" yönünde haberlerin ardından medyakartali.com'a açıklamalarda bulundu.

 

Bozkurt, yaptığı açıklamada;

" Beşiktaş şu ana kadar her şeyi regal yaptı. Küçük aksaklıklar olabilir. Bunu da küçük bir kaza olarak görelim. Beşiktaş’ın stadını da projesini de beğendik, bu sebeple onayladık. Yarın sabah saatlerinde yerinde stadı görüp, gezeceğiz ve kurulu toplayacağız. Beşiktaş oraya stadını yapacaktır. Çok endişe edecek bir şey yok. Normal prosedürler de yürümeli. Yarın İnönü’yü inceledikten ve kurul toplantısı yaptıktan sonra kamuoyu ile paylaşırız. " şeklinde konuştu.

 

Fikret Orman'dan açıklama

Konu ile ilgili Doğan Haber Ajansı'na açıklama yapan Beşiktaş Kulübü Başkanı Fikret Orman, yarın stadyumda yapılacak konser nedeniyle yıkımın durduğunu belirterek, "Yarın stadımızda yapılacak konser nedeniyle yıkım çalışmalarımız durdu. Konser sonrası 27 Temmuz Cumartesi veya 28 Temmuz Pazar günü yıkım işlemleri yeniden başlayacak. Yıkım işlemlerimiz ile ilgili başka bir durum söz konusu değildir."

Milliyet, 25.07.2013

 

******


FİKRET ORMAN KORUMA KURULU'NA KARŞI

 

Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, bugünlerde bir yandan Çarşı’ya ilişkin yorumlarının yanlış anlaşılması, diğer yandan yıkımı devam eden İnönü Stadı’nda ortaya çıkan tarihi eserlerin yok edilmesine ilişkin tartışmalar nedeniyle sıkıntılı. 

Önce spor yazarlarıyla bir araya gelen Orman, önceki akşam da ekonomi editörleriyle iftarda buluştu. Yeni stat inşaatından, kulübün ekonomik durumuna ilişkin konulara kadar gündemdeki soruları yanıtladı. 

“İnönü ismi kullanılmayacak mı” sorusuna verdiği yanıt temkinli: “Hiç öyle bir şey demedim. Vodafone Arena İnönü gibi bir şey olacak. Polemiğe girmek istemiyorum. Herkesin bilmesi gereken şey şu: Gelecek haftadan itibaren stadın adı Vodafone Arena olacak.” 

Tarih konusunu reddetti
Stadın bir an önce bitmesi gerektiğini sık sık vurgulayan Orman’a Radikal gazetesinde yayımlanan ‘Kazılarda ortaya çıkan tarihi eserlerin yok edildiğine’ ilişkin iddiaları hatırlatıyoruz. Sinirli bir şekilde şu açıklamayı yapıyor: “Yalan ya, hepsi yalan. Ne fotoğrafı olacak, toprağın fotoğrafını çekmişler. Hafriyat olan yerde ne fotoğrafı olacak. Bizim yıktığımız yer tribün. Oradan tarihi eser çıkar mı? Biz daha yerin altına girmedik ki.” 

Kazılar nedeniyle inşaatta ertelenme ihtimali olup olmadığını, varsa ne tür önlem aldıklarını soruyoruz. Şunları söylüyor: “Hiçbir erteleme ihtimali yok. Şu anda durduk çünkü cuma günü (bugün) konser var. Olmayan ihtimale ne önlemi alalım ki. Böyle bir şey olamaz.”

Radikal (Kısaltarak), Haber: Jale Özgentürk, 26.07.2013

72 MİLYON YILLIK
FOSİL

 

Meksika’nın Coahuila eyaletinin kuzeyinde, 72 milyon yıl kadar önce yaşamış dev bir dinozora ait eksiksiz bir kuyruk iskeleti bulundu.

Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü’nden yapılan açıklamaya göre 50 omurdan oluşan 5 metre uzunluğundaki kuyruk, bir dinozora ait şimdiye kadar bulunmuş ilk eksiksiz kuyruk iskeleti olması bakımından önem taşıyor.

Kuyruğun hangi türe ait olduğunu ise henüz belirlenemedi.

Radikal, 24.07.2013

CUMHURBAŞKANINA UÇAK İNDİRTEN KİTAP

 

 

Moğolistan Cumhurbaşkanı Tsakhiagiin Elbegdorj, ecdadını ve ülkesinin kuruluşunu anlatan yegane ve paha biçilmez kitabı görmek için 03 Eylül 2012'de protokol ve program dışı olarak uçağını İstanbul'a indirdi ve Topkapı Sarayı'na gitti. Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Haluk Dursun'un eşlik ettiği ziyarette Elbegdorj'a müzenin Saray Hazinesi'nde bulunan ve Moğol tarihine ilişkin el yazması bir kitap olan Camiü't Tevarih'in ana nüshası gösterildi. Bir de dijital CD'si sunuldu. 14'üncü yüzyılda Reşidüddin Hamedani'nin kaleme aldığı Cami'üt-Tevarih adlı kitabı incelemek üzere İstanbul'a gelen Cumhurbaşkanı, Topkapı'yı ziyaretinin ardından tekrar ülkesine döndü.

ÇOK HEYECANLANDI
Topkapı Sarayı ve Müzesi Müdürü Doç.Dr. Haluk Dursun ise saraydaki kütüphanenin anılan eser gibi muhteşem kitaplarla dolu olduğunu, Topkapı'nın bu konuda da dünyaya önderlik ettiğini söyleyerek, ilginç cumhurbaşkanı ziyaretini şöyle anlattı: "Bir gün Moğol diplomatlardan kısa mesaj yazısı geldi. Cumhurbaşkanları sayın Tsakhiagiin Elbegdorj'ın resmi bir dış gezide olduğunu, ancak dönüş sırasında İstanbul'a uğrayıp, havaalanından doğruca Topkapı Müzesi'ne özel bir ziyarete gelmek istediğini belirtiyorlardı. Çünkü müzede nadide bir eser var. Saray Hazinesi'nde bulunan ve Moğol tarihine ilişkin kitap olan Camiü't Tevarih'in ana nüshası var. Geçen gün bu kez Moğol Büyükelçiliği'nden teşekkür yazısıyla beraber, kağıda baskı yapacakları bir teknikle kopya çıkarmamızı rica eden yazı da geldi. O güne dönersek; hazırlıklarımızı yaptık ve ziyaret için bekledik, kısa süre sonra geldiler. Bizzat rehberlik yaptım. Çok memnun oldu, çok heyecanlandı. Tabii ki böylesi bir esere elle dokunmak mümkün değildi. Camekan içinden bakıldı sadece. Devlet seremonisi, bayramlaşma töreni ve enderun avlusunda eğitim alanlarında neler yapıldığını gösterdik, Osmanlı şerbeti ikram ettik."

SIR KİTABIN İÇİNDE NE VAR
14. yüzyılda Reşidüddin Hamedani'nin kaleme aldığı Cami'üt-Tevarih adlı eserinin "Mujallad-i Awwal" adlı birinci kitabında Moğolların yaratılış destanı var. Bugün, dört minyatürlü nüsha bulunuyor. Dört nüshanın Arapça yazılmış ikisi İngiltere'de, 1314-1317 arasında tasvirlenmiş ve metni Farsça yazılmış ikisi, Topkapı Sarayı'nda yer alıyor.

Sabah, Haber: Savaş Ay, 24.07.2013

HAN GOÜ'YE TAHSİS EDİLDİ

 

 

Tokat'ta restorasyonu tamamlanan Deveciler Hanı, Devlet Konservatuvarı olacak.

 

Anadolu'da İpek Yolu üzerinde bulunan kervansarayların şehir içi uygulamalarına örnek teşkil eden Tokat Deveciler Hanı, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi'ne tahsis edildi.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restorasyonu tamamlanan Deveciler Hanında incelemelerde bulunan Gaziosmanpaşa Üniversitesi (GOÜ) Rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin, hanı teslim aldıklarını kaydetti. Rektör Şahin, ilk planda Devlet Konservatuarı Öğretim elemanları ile birlikte nasıl bir yerleşim yapacaklarının değerlendirmesini yaptıklarını belirterek, "Burada çok güzel konser ve sergi salonları var. Dolayısı ile devamında hangi birimlerimiz burada olur bilemiyorum ama ilk planda Devlet Konservatuvarımızın burada yerleşmesi. Süreç içerisinde ona göre bir yerleşme planı yapacağız" dedi.

 

Gaziosmanpaşa Üniversitesi'nin şehirdeki bir ayağının Deveciler Hanı olacağını ifade eden Rektör Şahin, "Sadece konservatuvarımız değil burada birçok birimimizin faaliyetini ortaya koyma şansımız olacak. İnşallah devamında buranın Sulu Sokak Çarşısında bir canlılık kazandıracağına inanıyoruz. Gerek musiki olsun gerek sanat eserlerinin sergilenmesi olsun sokağın bir tamamlayıcısı olacak" diye konuştu.

 

Gaziosmanpaşa Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Öğretim Görevlisi Arda Göksu da Deveciler Hanı'nın Devlet Konservatuvarı için uygun bir mekan olduğunu söyledi. Türk müziği eğitiminin verileceği bir konservatuvar olarak tarihi, geleneksel ve ulusal bir sanatı tarihi bir binada icra edilmesinin ve eğitim verilmesinin bu açıdan uygun olacağını ifade eden Göksu, kararın çok yerinde olduğu kanaatinde olduğunu kaydetti. Tokat Merkeze Bağlı Muhtarlar Derneği Başkanı Mustafa Gökrem de üniversite bölümlerinden bir biriminin handa bulunmasının bölge açsından önemine değindi. Sulu Sokak Çarşısında tarihi mekanların olduğu konsepte hanın Tokat'ın bir yüzü olacağına inandıklarını ifade eden Gökrem, Tokat'ın tarihi çarşı ile tanınacağını sözlerine ekledi.

 

Öte yandan 2 katlı taş bina 15-16. yüzyıllarda yolcuların kaldığı ve yük taşıyan hayvanların dinlendiği hanın büyük ölçekli bir tarihi mekan olması nedeniyle ayrı bir önem taşıdığı bildirildi.

Tokat Kent Haber, 24.07.2013

DENİZİN ALTINDAN TARİH FIŞKIRIYOR

 

Bir grup arkeolog, şu sıralar Alanya Kalesi açıklarında tarihi araştırma yapmakla meşgul.

 

           

 

Daha iki hafta gibi kısa bir sürede Tunç, Bronz, Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait birçok eser bulunması dikkatleri çalışmanın üzerine çekti. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Selçuk, Varşova, İstanbul, Kocaeli ve Muğla üniversiteleri arkeologları ve öğrencilerinden oluşan Antalya Kıyıları Sualtı Araştırmaları heyeti, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’tan miras kalan Alanya Kalesi etrafında denizde metrelerce derine inerek tarihi araştırma yapıyor. Alanya Müzesi, Alanya Kaymakamlığı ve belediyesinin destekleriyle yapılan çalışma kapsamında Alanya Kalesi açıklarında sabahtan akşama kadar dalış gerçekleştiriliyor. Heyet başkanı Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sualtı Arkeolojisi Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Dr. Hakan Öniz, Roma ve Bizans dönemine ait batık gemilere ait kalıntılara rastladıklarını ifade ederek, Bronz çağına ait gemileri denizde sabit tutmasını sağlayan MÖ 3000-1200 yıllarında kullanılan taş çapa bulduklarını belirtiyor. Heyet başkanı Öniz, ekibiyle birlikte denizin dibinden kendi yöntemleriyle çıkarttıkları 3 delikli kompozit taş çapayı Alanya Müzesi’ne getirdi. Dr. Öniz, Lara, Dedeman Otel kıyısı, Beldibi ve Göynük’ün içinde bulunduğu Antalya Körfezi’nde 30 Ağustos’a kadar çalışmalar yapacaklarını dile getiriyor.

Zaman, Haber: Melik Evren, 24.07.2013

EFES'İN UNESCO'YA ADAY GÖSTERİLMESİ BEKLENİYOR

 

 

Efes antik kentinin UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmesi bekleniyor. Belediye, yaptığı yazılı açıklamada, Efes'in UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girebilmesi için eylül ayında UNESCO'ya ön başvurunun, 2014 yılı şubat ayında ise resmi başvurunun yapılması gerektiği belirtti.

Açıklamada görüşlerine yer verilen Selçuk Belediye Başkanı Hüseyin Vefa Ülgür, Efes'in dünya halklarının en çok merak ettiği ören yerlerinden biri olduğuna dikkati çekti.

Ülgür "Bu anlamda her yıl milyonlarca insan tarafından ziyaret edilen Efes antik kentinin UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmeyi çoktan hak ettiğini düşünüyoruz. Biz belediye olarak bu konuyla ilgili olarak 5 yıldır çalışıyoruz. Üzerimize düşen her şeyi de yaptık. Şimdi Kültür Bakanlığı'nın Efes'i UNESCO'ya aday göstermesini bekliyoruz. İnanıyoruz ki, 2014 Şubat ayı itibarıyla Efes, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girecek ve UNESCO Efes'in sigortası olacak" ifadelerini kullandı.

İzmir Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre, ilk 6 ayda kentteki tarihi ören yeri ve müzeleri ziyaret eden 1 milyon 271 bin 818 yerli ve yabancı turistin en çok gezdiği yerlerin başında Selçuk'taki ören yeri geliyor. Bu dönemde Efes antik kenti 779 bin 520 kişi ile en çok ziyaret edilen birinci, St. Jean Kilisesi ise 144 bin 458 ziyaretçi ile ikinci oldu.

Habertürk, 24.07.2013

TARİHİ KÖPRÜYE RESTORE

 

Çankırı Valisi Vahdettin Özcan, Çerkeş İlçesi'ne bağlı Çaylı Köyü'nde bulunan tarihi Ahşap Çaylı Köprüsü'nde incelemelerde bulundu.

 

Melen Deresi üzerinde bulunan tarihi köprüyü gezen Vali Özcan'a incelemler sırasında Çerkeş Kaymakamı Cengiz Ünsal, Çerkeş Belediye Başkanı Şükrü Tarhan ve İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Hasan Yıldız eşlik etti.

 

Karayolları yetkilileri ile köprünün onarım ve restorasyon çalışmaları konusunda görüşeceğini anlatan Vali Özcan, köprünün çalışmaların ardından modern bir görünüme kavuşacağını söyledi.

Çankırı Kent Haber, 23.07.2013

TARİHİ KÖPRÜLER RESTORE EDİLDİ

 

 

Selçuklu döneminden kalan 800 yıllık tarihi köprüler, Aksaray Belediyesi tarafından yürütülen restorasyon çalışmalarının bitmesiyle hizmete açıldı.

 

Kent merkezindeki Küçük Bölcek, Nakkaş ve Hashas mahallelerinde bulunan Selçuklu dönemine ait Başköprü, Depbağlar ve Nakkaş köprüleri, Aksaray Belediyesi tarafından restore edildi.

 

Kullanılamaz haldeki köprülerin restorasyonu, geçen yıl Selçuk Üniversitesi (SÜ) Mimarlık Fakültesi Restorasyon ve Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Osman Nuri Dülgerler başkanlığında, 7 kişilik özel bir ekip tarafından gerçekleştirildi. Restorasyon çalışmalarında, 20. yüzyıla ait köprülerin orijinal fotoğraflardan yararlanıldı.

 

Maliyetinin bir milyar lirayı bulduğu çalışmalara, Karayolları Genel Müdürlüğü de destek verdi. Yapımı tamamlanan köprülerden, Nakkaş Köprüsü çok fazla hasar gördüğü için araç trafiğine kapalı kalırken, Başköprü ve Depbağlar köprülerinde ise sadece küçük araçların geçmesine izin verilecek.

 

Aksaray Belediye Başkanı Nevzat Palta, AA muhabirine yaptığı açıklamada, belediye olarak ecdadın bıraktığı mirasa en güzel şekilde sahip çıkmaya çalıştıklarını söyledi.

 

SÜ ekiplerinin, köprülerin onarımı öncesi jeolojik etütler yaptığını aktaran Palta, "Esas olarak baktığımızda çoğu orjinal halde. Köprülerin orjinal halleri korundu. Yıpranmış, eskimiş, deforme olan kısımları tekrar yeniledik. Orjinal hali korunan bu eserler, 800 yıl önce yapılmış eserler. Bu köprüleri ayağa kaldırmakla bir medeniyeti ayağa kaldırdık. Ecdadımızdan aldığımız bu eserleri tekrar orjinal haline getirerek, bizden sonraki nesillere aktarma şansımız oldu" şeklinde konuştu.

 

"Üzerlerine beton dökülmüş"

Palta, tarihi köprülerin zaman içerisinde zarar gördüğünün altını çizerek, "Tarihi bilinç ve hassasiyetimizin azaldığı dönemlerde, buralarda tabiri caizse cinayetler işlenmiş. Üzerlerine beton dökülmüş ve yapısı bozulmuş. Bizler de 3-4 yıl önce ciddi bir proje hazırladık. Bu kapsamda çalışmalara geçen sene başladık. Bu köprülerimizi restore ederek, orijinal haline getirdik" ifadelerini kullandı.

 

Aksaray'ı Aksaray yapan en önemli eserlerin başında tarihi köprülerin bulunduğunu vurgulayan Palta, bu tarihi eserlerin bulunmadığı bir Aksaray'ın sıradan vilayetlerden bir farkının olmayacağını belirtti.

 

O zamanki teknolojiyle böylesine ihtişamlı köprülerin yapılmasının şaşırtıcı olduğuna dikkati çeken Palta, şunları kaydetti:

"Bu Selçuklu köprüleri, üzerinden 800 yıllık bir tarih akan, tarihi içerisinde barındıran bir medeniyetin temsilcisidir. Şuanda da dimdik ayakta duruyor. Bu köprülerin üzerinden hala insanlar geçebiliyorsa, o dönemin muhteşem işçiliğini ortaya koyuyor. Bu eserler durduğu sürece, çocuklarımız ve torunlarımız tarihini hatırlayacak. Önemli bir tarihimiz var, binlerce yıllık tarihe sahip bir ülkeyiz. Geçmişimizle geleceğimiz arasında köprü kuran köprülerimizi bu açıdan önemsiyoruz."

 

Palta, restore edilen her köprünün ayrı bir özelliğinin olduğunu vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Depbağlar köprüsü, Selçuklu döneminde dericilerin olduğu bir yerdedir. 'Derici' anlamına geliyor. Nakkaş köprüsü, Nakkaş Mahallesi'nden ismini alıyor. Başköprü ise Hashas mahallemizi bağlayan köprüdür. Başkörü, şehre gelen suya karşı kurulan ilk köprüdür. Dolayısıyla bunların yapılış yerlerinin birer stratejik önemi var. Köprülerin bulunduğu yerleri giriş olarak değerlendirebiliriz. Şehri dışarıya bağlayan veya açan köprülerdir. Köprülerin altından da çoğu şehirde olmayan muhteşem bir su medeniyeti akıyor. İçerisinde ırmaklar akan şehirlerin ayrı bir medeniyeti oluyor."

Aksaray Kent Haber, 23.07.2013

MONA LİSA'YI TOSHIBA AYDINLATIYOR

 

2011 yılında Toshiba ile işbirliği yapan dünyanın en ünlü sanat müzelerinden Louvre, Toshiba Led ürünleri ile aydınlatılmaya başlamıştı.

 

 

İlk etapta Piramid, Piramidion ve Colbert Kökü bölümleri Toshiba Ledler ile aydınlatıldı. Planlandığı şekliyle iç mekan aydınlatma çalışmaları da yapıyı ortaya çıkaracak, ambiyansa zarar vermeyecek şekilde devam ediyor. Toshiba şimdi de Mona Lisa’yı aydınlatıyor.

Toshiba iç aydınlatma konusunda ilk çalışmalarını Mona Lisa ve Kırmızı Oda içindeki görsellerin aydınlatmasıyla tamamladı. Bu bölümlerde Toshiba'nın yeni nesil led aydınlatma ürünleri kullanıldı. Toshiba tarafından  geliştirilen led lamba ve aydınlatma armatürleri sayesinde, aydınlatılan mekanlarda yüksek renksel geri verim, azaltılmış UV ve IR yayınımı ve enerji tasarrufu sağlandı.

 

 

Toshiba tarafından geliştirilen özel ve yenilikçi  armatür, Mona Lisa tablosu önüne monte edildi. 34 ledli armatür, önündeki koruyucu cam sayesinde ışık rengi değişimine izin veriyor. Armatür, içerdiği farklı optik sistemler sayesinde,  tablonun tamamının düzgün bir şekilde aydınlatılmasını sağlıyor. Bu özel aydınlatma aynı zamanda eserlerin zarar görmesini de engelliyor.

 

 

Louvre Sarayı yüzyıllar boyunca değişikliğe uğramasına rağmen, Mona Lisa için özel aydınlatma yapılması hala uzmanların ortak görüşü. Toshiba, aydınlatmadaki son gelişmeleri de ön planda tutarak, yepyeni ve ultra modern teknoloji ile Mona Lisa'yı yeniden aydınlatıyor.

Yapı, 23.07.2013

KAZILARDAKİ BULUNTULAR KAYIT ALTINA ALINIYOR

 

"Umudumuz önümüzdeki yıl içerisinde bu yapıda restorasyon çalışmalarının gerçekleştirilmesi ve ardından da kum meydanı ve etrafındaki yapılarla beraber peyzaj çalışmasının yapılarak bu bölgenin insanların ziyaretine açılması..."

Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü'nden Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mustafa Özer, Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedid-i Amire) kazılarında bu yıl özellikle mimari veriler, saray alt yapısına ait veriler dışında, taşınabilir nitelikte kültür varlıkları da ele geçirildiğini ifade ederek, "Bu bağlamda belirtebileceğimiz buluntulardan bir tanesi de saray mutfağının kazıları sırasında ele geçirdiğimiz, muhtemelen yemeklerin dağıtımında kullanılan bir kepçe çalışmalar sırasında ortaya çıkarıldı" dedi. Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mustafa Özer, önceki yıllarda olduğu gibi önemli lüle buluntuları, seramik ve çini buluntuları, sikkelerde bu yıl kazı koleksiyonuna katıldığını dile getirerek şöyle konuştu: "Bu yıl çalışmalarımızı eylül ayına kadar sürdürmeyi hedefliyoruz. Çalışmalarımıza ülkemizin değişik üniversitelerinden öğretim üyesi, öğrenci ve uzmanlar katılmakta, aynı zamanda yerel olarak ta bölgede 30'a yakın işçi temin ederek çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu çalışmaların sonucunda özellikle sarayın en önemli yapılarından bir tanesi olan Cihannüma Kasrı'nın da projeleri hazırlanarak, onaylatılması ve bu yapının ihya edilmesine dönük, ciddi adımlarımız var. Bu yapının rölevesi koruma kurulu tarafından onaylandı restorasyon projeleri hazırlık aşamasında umudumuz önümüzdeki yıl içerisinde bu yapıda restorasyon çalışmalarının gerçekleştirilmesi ve ardından da kum meydanı ve etrafındaki yapılarla beraber peyzaj çalışmasının yapılarak bu bölgenin insanların ziyaretine açılmasını hedefliyoruz." Türkiye Büyük Millet Meclisi başta olmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı, Edirne Valiliği ve Bahçeşehir Üniversitesi'nin ciddi destek sağladığını belirten Özer, şunları söyledi: "Bu çalışmaların ülkemizde yürütülen kazılar dikkate alındığında çok uzun yıllar alacağını ancak bizim önceliğimiz saraydan günümüze ulaşan yapıların bir an önce kurtarılması, restorasyonunun sağlanarak gelecek kuşaklara aktarılmasıdır. Bu yönde adımlarımızı sürdürüyoruz. Buna bağlı olarak ta Kum Kasrı hamamının ve Matbah-ı Amire'nin restorasyonlarını tamamlamış bulunuyoruz. Matbah-ı Amire olarak anılan saray mutfağının yeniden işlevlendirilmesi konusunda çalışmalarımız var. Bu konuda Kültür Turizm Bakanlığı, Edirne Valiliği işbirliğinde bu yapının fonksiyonlandırılarak kullanılır hale gelmesi, ileriki yıllarda bu yapıda önemli faaliyetlerin gerçekleştirilmesini umuyoruz."

 

Saray kazılarında 2009 yılından beri sürdürülen çalışmaların 5'inci yılında olduklarını belirten Özer, sözlerini şöyle sürdürdü: "Saray mutfağının Tunca Nehri ile arasında kalan kısmında çalışmaları sürdürüyoruz. Aynı zamanda saraydan günümüze ulaşan su maksemi ve çevresinde arkeolojik kazılarımız devam etmektedir. Bu çalışmalarda yoğunlukla alt yapı sistemi ortaya çıkarılmakta temiz su, atık su ve sıcak su kanalları tespit edilmiş durumda aynı zamanda burada yoğun bir şekilde seramik, sikke, çini, lüle gibi buluntular ele geçirilmektedir. Ülkemizin değişik üniversitelerinden öğrenci, öğretim üyesi ve uzmanlar katılmakta arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, harita mühendisliği, restorasyon, konservasyon gibi branşlarda uzman kişilerle çalışmalarımız devam ediyor." Edirne'de bulunan Peykler Medresesi Saray kazı evi olarak kullanılıyor, çıkarılan eserlerin konservasyonu, yenilenmesi, sağlamlaştırılması gibi işlemleryapılarak envarter kayıtlarına işleniyor.

Trakya Gazetesi, 23.07.2013

İSTANBULKAPI RESTORE EDİLİYOR

 

Erzurum'un tarihi varlıklarından İstanbulkapı'nın restorasyon çalışmalarına başlandı. Yakutiye Belediyesi tarafından restorasyonu yaptırılan İstanbulkapı'nın gelecek yıl hizmete açılacağı bildirildi. Tarihi eserlerin restorasyonu ve çevre peyzajı ile dikkatleri üzerine çeken Yakutiye Belediyesi İstanbulkapı'da da çalışma başlattı. Cumhuriyet dönemi edebiyatçılarından Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Beş Şehir' isimli kitabında da bahsettiği tarihi İstanbulkapı restorasyon kapsamına alındı. Bakımsızlık ve yıkıma terk edilen İstanbulkapı'nın restore edilerek tarihe yeniden kazandırılacağını belirten Yakutiye Belediye Başkanı Ali Korkut, hedeflerinin tarihi eserleri kurtarmak olduğunu ifade etti. Korkut 1 milyon liraya restore edilecek olan İstanbulkapı'nın gelecek yıl içerisinde yüklenici firma tarafından tesliminin yapılacağını dile getirdi.Tarini eserlerin ilgisizlik kurbanı olmasına izin vermeyeceklerine işaret eden Başkan Korkut, "İstanbulkapı projemize ilk kazmayı vurduk. Seneye Erzurum halkı farklı bir İstanbulkapı'ya kavuşmuş olacak." dedi. Ortaçağ ile Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde Erzurum'u düşman işgaline karşı koruyan toprak tabyalar ile şehre 4 ana yönden giriş ve çıkışları sağlayan kapıların, tarih boyunca düşman yağmasından korunmasına rağmen, çarpık yapılaşmadan kendisini kurtaramadığının altını çizen Ali Korkut, "Biz tarihi değerlerimizin, kültür geçmişimizin yok olup gitmesine göz yummayacağız. Önceki örneklerinde olduğu gibi İstanbulkapı'yı da insanla buluşturup, geleceğe taşıyacağız. Maalesef burası yıllarca ilgisizliğin kurbanı olmuş. Eserde ciddi anlamda tahribat yaşanmış. Proje ile eserde restorasyon çalışması yapılacak. Eseri tahrip eden olumsuz etkenlerden arındırma yapacağız. Bunun yanı sıra eserin çevresinde peyzaj çalışmaları gerçekleştireceğiz ve nihayetinde eser ve çevresi aynı zamanda ekonomik kaynağa dönüşecek. Erzurum insanına aş ve iş sağlayan bir yapıya dönüşecek." şeklinde konuştu. Osmanlı dönemi Erzurum valilerinden Fosfor Mustafa Paşa tarafından 1876–1877 yıllarında, şehrin güvenliği amacıyla yaptırılan İstanbulkapı'nın cumhuriyetin kuruluşuna giden yolda sembolik bir önem taşıdığını da hatırlatan Korkut, "İstanbulkapı, Mustafa Kemal Paşa'nın şehre giriş yaptığı kapıdır. Bu kapı bir anlamda cumhuriyetin kuruluşuna giden yolun ilk kapısı, ülkenin düşmanlardan temizlenmesini sağlayan muhteşem hareketin de başlangıç noktasıdır. Taşıdığı tarihi değerler, tarihi eser olmasının yanında günümüzde de Erzurum'a sağlayacağı ekonomik yararlar düşünüldüğünde çalışmanın şehir ekonomisi açısından da önemi bulunmaktadır." açıklamasında bulundu

Türkiye Gazetesi, 23.07.2013

"SOLİ POMPEİOPOLİS ARKEO PARK OLACAK"

 

 

Mersin'de 3 bin yıllık antik liman kenti Soli Pompeiopolis'teki kazılara başkanlık eden Dokuz Eylül Üniversitesi Müzecilik Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Remzi Yağcı Neolitik, Hellenistik, Roma dönemlerine ait kalıntıların bulunduğu yerleşimin 'arkeopark' olarak dünya turizmine kazandırılmasından yana olduklarını söyledi.

Merkez Mezitli İlçesi'ndeki Soli Pompeiopolis antik kentinde Kültür ve Turizm Bakanlığı, Mersin Valiliği İl Özel İdaresi ve Mezitli Belediyesi'nce 1999'da başlatılan kazıların bu yılki etabı için 110 bin lira ödenek ayrıldı. Dokuz Eylül Üniversitesi Müzecilik Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Remzi Yağcı başkanlığında, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden 17 öğrenci ile 20 işçinin yer aldığı kazı ekibi, sütunlu cadde ve höyük alanında yoğunlaştı. Bir ay sürecek çalışmada kazı alınandan çıkarılan toprağı araştıran üniversite öğrencileri, çıkan şekilli taş, seramik parçaları ve sikkeleri etiketlendirerek, incelenmek üzere depoya taşımaya başladı.

Prof.Dr. Remzi Yağcı, bu yıl Soli Pompeiopolis'te 14'üncü etap kazının yapıldığını belirtti. Milattan sonra 525'teki depremde yıkılan Soli Pompeiopolis'i ayağa kaldırmayı amaçladıklarını vurgulayan Prof.Dr. Yağcı, 1999'dan bu yana sütunlu caddenin güney ucundaki karşılıklı 7'şer sütundan 14 sütunu ayağa kaldırdıklarını, bu yılki kazılarda açmaları genişleterek yeni restorasyon imkanlarını araştıracaklarını belirtti. Sütunlu caddenin büyük önemi olduğunu, burada Roma dükkanları gibi önemli arkeolojik veriler bulunduğunu anlatan Prof.Dr. Yağcı, burada gün ışığına çıkartılan Afrika, Kıbrıs ve Foça seramiklerinin Roma ve Bizans dünyasının sosyal ve ticari yaşantısını yansıttığını aktardı.

Prof.Dr. Remzi Yağcı, birçok medeniyeti içinde barındıran Soli'de müze kurulmasını da isteyerek şöyle konuştu:
"Neolitik, Hellenistik, Roma dönemleri gibi birçok dönemi bünyesinde barındıran ve büyüleyici yapısıyla hayranlık uyandırtan Soli, Mersin tarihinin ne kadar zengin olduğunu, ne kadar geriye gittiğini gösteriyor. Kazıların amacı tarih bilincini oluşturmak ve bu kalıntıları gelecek kuşaklara aktarmaktır. Arkeolojik çalışmaların tamamlanmasından sonra burada bir müze kurmayı tasarlıyoruz. Kurulacak müzeyle, sütunlu cadde karadan ve denizden gezilebilir bir hale gelecek. Bu müze, bir açık hava müzesi olacak veya bütün alanı bir arkeopark haline getirmeye çalışacağız. Umarım gerekli onaylar alındıktan sonra orta vadede gerçekleştirilecek."

haberler.com, 23.07.2013

BİN 500 YILLIK YEDİKULE BOSTANLARI AKP SALDIRISI VE TEHDİDİYLE YOK EDİLİYOR

 

 

Bin 500 yıldan uzun süredir kentsel tarım alanı olan Yedikule Bostanları'nın büyük bir bölümü, Fatih Belediyesi ve İBB tarafından yapılacak 70 bin metrekarelik park projesi kapsamında üzerine moloz ve niteliksiz toprak yığılarak ürün veremeyecek hale getiriliyor.

 

"Antik bir şehir bölgesi içinde mevcut dünyanın en eski tarım alanı" olduğu belirtilen Yedikule Bostanları'na 6 Temmuz'da dozerlerin girmesinin ardından tepkiler sürüyor.

 

Yaşananlara ilişkin önemli girişimlerde bulunan ve kamuoyunu bu konuya eğilmeye çağıran Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi, başlattığı çalışmaların ardından birçok kez saldırı ve tehdide maruz kaldı.

 

Dünyanın en eski tarım alanı
Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi, konuya ilişkin yaptığı bilgilendirme açıklamasında, şu ifadeleri kullandı:

6 Temmuz’dan bu yana farklı mesleklerden bir grup uzman ve gönüllü; "antik bir şehir bölgesi içinde mevcut dünyanın en eski tarım alanı" olma niteliğini haiz ve bu haliyle de biricik olan Yedikule Bostanları'nın Fatih Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen “Yedikule Kapı ile Belgrad Kapı Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon Projesi” kapsamında, üzerine moloz ve niteliksiz toprak yığılarak ürün veremeyecek hale getirilmesini gün ve gün izledik.

Tek bir uzman yok
Sorunun yalnızca Bizans ve ardından Osmanlı mirası olan, UNESCO’nun “gayri-maddi kültür varlıkları” arasında saydığı bostanların ve taşıdıkları gelenek değerlerinin ortadan kaldırılması olmadığının belirtildiği açıklamada, bostanları işleyen ailelerin çok katmanlı bir hukuksuzlukla ve ekili ürünlerini toplamalarına dahi izin verilmeden yerlerinden edildiği, sit alanı olan tarihi yarımadanın bir parçası olan arazide herhangi bir uzman gözetimi ve denetimi olmaksızın kepçelerin surların dibine daldığı ve Arkeoloji Müzeleri’nden uzmanların gözetimi olmaksızın kazı yapıldığı vurgulandı.

 

"Yangından mal kaçırırcasına"
Fatih Belediyesi ve İBB'nin, İstanbul Alan Yönetim ve Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı İmar Planı notlarına aykırı hareket ettiğinin belirtildiği açıklamada, "Şehircilik, planlama ve koruma ilkelerinin, özel ve kamusal hukukun çok sayıda normunun, demokratik ve saydam kamu yönetimi prensiplerinin 15 gün içinde teker teker ve 'yangından mal kaçırırcasına' çiğnenmesine şahit olduk" denildi.

 

Saldırı ve tehditler
Konuya dikkat çekmek için yaptıkları çalışmaların engellenmeye çalışıldığını hatırlatan Girişim, saldırılar ve tehditlere maruz kaldıklarına vurgu yaptı.

 

Açıklamada yaşanan saldırı ve tehditlere ilişkin şu ifadelere yer verildi:

8 Temmuz 2013 tarihli, uzman tarihçilerin katılımıyla gerçekleştirilen Basın açıklamamız ve bu şehrin bostan girişimlerinden yıkımı duyup gelen çok az sayıdaki protestocuların eylemi, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in ekibiyle “olay yeri”ne gelmesi, müdahil olması, takibinde “bir grup mahalleli”yi karşımıza çıkarmasıyla neticelendi. Her nasılsa, izleyen 12 gün boyunca biz hep karşımızda aynı 10-15 kişilik “mahalleli”yi bulduk. Sur-içi Bostan boyunda takribi 1.000 kişi ikamet ediyorsa, onların içinden hep aynı 10-15 kişiyi son derece saldırgan bir üslupla karşımızda bulmamızın rastlantı olmadığını düşünüyoruz. Medya’daki ilgili haber videoları incelendiğinde bu teşhisimiz, tartışmaya mahal vermeyecek biçimde doğrulanacaktır. Yaklaşık iki hafta boyunca “Mahalle Halkı ‘Park İstiyoruz’ Diyerek Bostan’ın Korunmasına Tepki Gösterdi” ya da daha kötüsü “İstanbul Yedikule’de Halk Provokatörleri Kovdu” gibi gazetecilik etiğine sığmayan ve içinden geçtiğimiz baskıcı ve şiddet dolu iklimle son derece uyumlu, bu iklimin yarattığı hukuksuzluk imkanından da pragmatik bir biçimde yararlanan başlıklarla yapılan “haberler” hem bizi “halk” kategorisinden dışladı hem kamuoyunda biz Yedikule’nin en büyük ihtiyaçları arasında bulunan park / sosyal ve rekreatif alan düzenlemelerine karşı çıkıyormuşuz gibi yanlış ve manipülatif bir intiba yarattı hem de hedef haline geldik.

Aramızdan bir arkadaşımızın cep telefonuna tanımadığı bir numaradan gece yarıları tedirgin edici mesajlar geldi ve bu arkadaşımız cep telefonuna gelen mesajdaki cümlenin aynını bir iş makinesi operatöründen işitti. İki kadın arkadaşımızın radyo programı çalışmaları ve o sırada yine “olay yeri”ne intikal eden Belediye Başkanı Mustafa Demir’le kurmaya çalıştıkları diyalog, daha sonra yeniden karşımıza çıkacak olan ve Belediye Başkanı’nın korumasıymışçasına hareket eden bir kişi tarafından son derece kabaca sekteye uğratıldı. Araziye geliş ve buradan ayrılışlarımızda malum 10-15 kişiden oluşan insanların, “Dışarıdan gelip burayı karıştıramazsınız, siz kim oluyorsunuz Yedikule’ye burnunuzu sokuyorsunuz, burası Yedikule, yarın da gelirseniz burada orman kanunları işler, burası Taksim değil, burada da ‘Gezi yapma’ya geliyorsunuz, bostancılardan para alıyorsunuz…” ve benzeri hakaret, itham ve tehditleriyle karşılaştık. Söz konusu kişilerin her birini teşhis edebilecek durumdayız.

Diyalog kurma çalışmalarımız engellenmeye çalışıldı. Aramızdan birinin aynı zamanda Yedikule’de yaşıyor olduğunu defaatle dile getirmesi de… Bu ülkenin ve dünyanın herhangi bir toprağından kimsenin kovulamayacağını anlatmaya çalışmamız da…

Nihayet 20 Temmuz itibariyle bu yıldırma ve şiddet iklimi, artık kişisel psikolojik gücümüzle baş etmeye devam edebileceğimiz ve geçiştirip kendimize saklayabileceğimiz boyutları aşmıştır. Girişim’imizden Arkeolog Yiğit Ozar ile İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kentleşme ve Çevre Sorunları Anabilim dalı öğretim üyesi Doç.Dr. Ayten Alkan’ın, 16.00'da bir TV kanalının çağrısıyla röportaj vermek üzere gittikleri yıkım alanında giderek artan dozda yine aynı grup kişiler tarafından uğradıkları sözlü saldırılar, hakaretler ve fiziksel saldırı girişimleri habercilerin haber yapmasına, arkadaşlarımızın da görüş ve bilgilerini paylaşmasına mani olmuştur.

Gerilim devam ederken, sonradan intikal eden ve daha önce Fatih Belediye Başkanı’nın yanında iki kez gördüğümüz, siyah gözlüklerini asla çıkarmayan şahıs iki arkadaşımıza sözlü olarak saldırmış, küfretmiş, Ayten Alkan’a yakışıksız şekillerde hitap etmiş ve fotoğrafını çekmeye çalışmış, sürekli olarak fiziksel temas girişiminde bulunmuş, Yiğit Ozar’ı tartaklamış, arkadaşlarımızı tehdit etmiş ve yaklaşık bir saat boyunca onları, defalarca ikaz edilmesine rağmen yaya olarak takip etmiş ve nihayetinde, takipten vazgeçtiğini düşündükleri bir sırada plakasını neyse ki alabildikleri otomobilinde teşhis edilmiştir.

Olay şikayet konusudur ve bundan sonra yargıya intikal etmesi beklenmektedir. İlgili fotoğraf, video ve ses kayıtları, kişinin ismi ve konumu, tanıklarımızın isimleri, yargı süreci başlayana değin bizde mahfuzdur. Fatih Belediye Başkanı, İBB ve / ya da müteahhit firmanın, şu andan itibaren söz konusu kişinin kendileriyle bir münasebeti olmadığı doğrultusunda yapması muhtemel her açıklama bizler nezdinde yok hükmünde olacaktır; defaatle yakın mesai içinde olduklarını gördük. Ve dahası, bundan böyle, bu iki arkadaşımızın ya da Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi'nden herhangi birinin, başına gelmesi muhtemel her türlü musibetin de nihai mesullerini, bu ortamı yaratan ve mesai içinde oldukları bir kişinin hukuk-dışı ve taciz, tehdit, saldırı ve takibe varan davranışlarını yönlendirmese dahi bu konuda herhangi bir önlem almayan Fatih Belediye Başkanı, İBB Belediye Başkanı ve her nasılsa ihale sürecine dair hiçbir bilgi edinmeyi başaramadığımız üstlenici firma olarak addedeceğiz.

Şunu da eklemek isteriz ki, biz tam bu kamuoyu ve basın bilgilendirme notunu tamamlıyorduk ki, aramızdan -yıllarını ve akademik hayatını bu alana vakfetmiş- bir Tarihçi arkadaşımızın daha arazide, bildiğimiz kişilerden biri tarafından tehdit, darp ve kaçırma girişimine maruz kaldığı, orada kalmış bir-iki bostancı tarafından “kurtarıldığı” bilgisini aldık. Söz konusu vak’a da savcılığa intikal edecektir.

Bütün bu terörün; bizi doğa, tarih, şehir, toplum yararı için mesleki / sivil mesuliyetlerimiz için verdiğimiz mücadeleden uzaklaştırmayacağının da bilinmesini istiyoruz.

Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi

Sol Haber, 23.07.2013

2000 YILLIK FRESKLER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

 

Denizli'nin Buldan İlçesi'ndeki Tripolis antik kentinde günümüze kadar çok iyi korunagelmiş bin 700 yıllık freskler bulundu. Freskler, Romalıların yiyecek içecekle ilgili dükkanları, günümüzdeki lokantalarda olduğu gibi süslediklerini ortaya çıkardı.

 

Tarihi 6 bin öncesine dayanan ve Hellenistik dönemde Frigya, Karya ve Lidya üçgeninin kesişim noktasında bulunan, Bergama Krallığı'ndan sonra Roma İmparatorluğu'na bağlanan Tripolis'deki arkeolojik kazılar, Pamukkale Üniversitesi tarafından sürdürülüyor.

 

Erken Roma döneminde surlarla çevrilmesi ve erozyonla toprak altında kalması sayesinde tarihi kalıntıların çoğunun bozulmadan günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaştığı kentte, geçen yıl toprak altındaki yapıları tespit etmek amacıyla yapılan jeoradar çalışmasında kemerli pazar yeri tespit edilip sağlam bir şekilde açığa çıkarıldı, bu yıl yapılan kazılarda ise pazar yerinin yanında içleri fresklerle bezenmiş dükkanlar bulundu.

 

Tripolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman, yaptığı açıklamada, antik kentte büyük bir kısmı Roma dönemine ait olmak üzere erken Roma, geç Roma, Bizans dönemine ait farklı dönemlere tarihlenen buluntuların olduğunu belirtti.

 

Roma döneminden kalma yaklaşık MS 3. yüzyılın ilk yarısına ait dükkanların içerisinde freskler bulduklarını açıklayan Duman, şöyle konuştu:

"Bulunduğumuz zemin katta duvarların tamamı fresklerle kaplı. Yani Roma döneminde önemli yapıların, binaların, dükkanların duvarlarının freskle kaplı olduğunu zaten biliyoruz yazılı kaynaklardan. Tripolis'te de buna benzer bir duvar boyaması, freskolar bulduk. Tabii freskolar nasıl yapılmış? İlk etapta bir çerçeve yapmış Romalı usta. O çerçevelerin içerisine çeşitli hayvan ve bitki figürleri yerleştirilmiş, kimisinde sebzeler var, kimisinde meyveler var, farklı farklı. Buradaki betimlemelerden yola çıkarak bu dükkanın en azından yeme içmeyle ilgili işlev gören bir dükkan olduğunu söyleyebiliriz. Her bir çerçeve içerisinde bir figür olmak üzere panolar içerisinde serçe, nar, sülün betimlemesi bulunuyor. Güvercin betimlemesi, papağan betimlemesi, kınalı keklik dediğimiz Anadolu'ya has keklik betimlemesi var. Kabak çeşitlerini görebiliyoruz. Çiçekler var, bu panellerin etrafı çeşitli bitkisel motiflerle bezenmiş, içerisinde en fazla gül var."

 

Yapının sağlam korunduğununa işaret eden Duman, "Tripolis yamaç kenti olduğu için yüzyıllarca yukarıdan, kuzey taraftan gelen erezyon toprağı bu mekanları doldurmuş. Ve biz yaklaşık 5-6 metrelik dolgudan sonra yapıları sağlam olarak çatı seviyesinde bulabiliyoruz. Bu mekan da onlardan sadece biri. Biz bu kazılara devam ettiğimiz zaman cadde boyunca bu dükkanlardan birkaç tane daha bulacağımızı ümit ediyoruz" diye konuştu.

 

Duman, Roma dükkanının duvarındaki süslemelerin benzerlerinin Efes'te yamaç evler kompleksinde evlerin içerisinde görüldüğüne dikkati çekerek, "Ama Tripolis'tekilerin farkı, bunların sağlam kalmış, günümüze kadar çok iyi korunagelmiş olması, Efes'ten farkı bu. Roma dükkanları içerisinde en iyi korunmuş freskler Tripolis'te. Burada yeme içle ile ilgili bir dükkan bulduk, belki ileride değişik dükkanlar bulacağız. Burası MS 262'de Batı Anadolu'daki hemen hemen tüm antik kentleri etkileyen büyük depremde kullanım dışı kaldı. Şu anda 'Günümüze kadar korunagelmiş en iyi freskler burada' diyebiliriz. Çünkü tüm duvarlarda panolar halinde freskler düzgün bir şekilde duruyor" dedi.

Yapı, 23.07.2013

SAHİBİNDEN SATILIK KİLİSE!

 

 

Siirtli Mehmet Emin Evin, özel mülkü olan arazide bulunan Süryani kilisesini satmak istiyor. Söz konusu araziyi, babasının hayvancılık yapmak üzere 1980’lerde Siirtli Araplardan aldığını belirten Evin, kilisenin de böylece kendi mülkiyetlerine geçmiş olduğunu anlatıyor. “1915’e kadar tüm bölge Hıristiyanlarındı sonra Müslümanların mülkiyetine geçti” diyen Evin, kendi ailesinin de aslen Keldani olduğunu fakat 1915’te zorla Müslüman yapıldığını ve Kürt gibi yaşamaya başladıklarını söylüyor.

 


Mehmet Emin Evin adına kayıtlı bulunan tapu belgesinin ‘gayrimenkulün niteliği’ kısmında ‘Kilise binası ve arsası’ ifadesi yer alıyor. 


 

‘Defineciler de almak istedi’

Kilisenin Siirt merkezine beş kilometre mesafede olduğunu ve 15 yıl önce definecilerin kendilerinden kiliseyi almak istediğini aktaran Evin, “Biri Erzurumlu diğeri Iraklı iki kişi 4 trilyon teklif ettiler, bu paranın yarısını peşin diğer yarısını da kilisede yapacakları kazıdan sonra vereceklerini söylediler. Kiliseyi tamamen yıkacakları için satmadım. Babam kabul etti ama ben izin vermedim. Keldani olmasalar da Süryanilerin kilisesi sonuçta, bizim inancımıza yakınlar. Yıkılmasına gönlüm razı olmadı” diyor.

 

Kürt siyasetinde aktif olarak yer aldığını ve bu yüzden cezaevine girdiğini ifade eden Evin, “13 yıl yattım. Daha önceden bağcılık ve hayvancılık yapıyordum ama cezaevine girdikten sonra bu işlerim dağıldı, maddi olarak zor durumda kaldım” diyerek kiliseyi neden satmak istediğini dile getiriyor. Kiliseyi korumak için üzerine briketlerden iki oda yaptıklarını ve kardeşinin yaz-kış orada kaldığını söyleyen Evin, kilisenin Süryanilere ait olduğunu nasıl öğrendiklerini ise şöyle anlatıyor: “İsveç’ten gelen Süryaniler kilisenin tarihini babama anlatmışlar. Kilisenin Süryanilere ait olduğunu öyle öğrendik. Mardin’deki Süryanilere ulaştım, ‘Kiliseyi yıkılmaktan kurtaralım’ dedim. Daha sonra ne olduysa gelemediler. Süryanilere UNESCO, Kültür Bakanlığı vs. kaynak bularak kiliseyi restore etmek için çağrı yaptım.”

 

Kilisenin restore edilmesini istediğini vurgulayan Evin, kiliseyi satmak istediğini de söylüyor. Evin’in şartları ise şöyle: “Alacak kişiden kardeşimi bekçi yapmasını ve kilise için de 1 milyon lira ödemesini istiyorum. Ailemizden birinin kiliseye bekçi yapılması babamın vasiyetiydi, bu şart.” Süryani toplumunun bu kadar büyük bir parayı ödeyememe durumu olursa kiliseyi bedelsiz olarak verir misiniz sorumuza Evin, “Görüşmemize bağlı, bunları oturup konuşuruz” demekle yetindi.

 

Asker ve polis tehdit etti

1990’ların başında Siirt Emniyet Müdürlüğü Özel Harekat Şube Müdürü İbrahim Şahin’in adamlarının kendisini tehdit ettiği de öne süren Evin, yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “İşkence yaptılar. Kiliseyi kendilerine hibe etmem için tugay komutanı da beni ölümle tehdit etti. Fakat inat ettim, vermedim. Amaçları kilise etrafında define aramaktı. Detektörlerle define aramaya çalışan da çok oldu, yakaladık. Arazi civarında çok fazla mağara da var, her biri 500 metrekareye yakın bir büyüklükte; hayvanlarımızı oralarda besliyorduk. Mağaralarda azizleri temsil eden kabartmalar vardı, Şahin’in adamları bu mağaralarda bunları kopartıp götürdüler.”

Agos, Haber: Emre Ertan, 23.07.2013

BASINA VE KAMUOYUNA

 

İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi’nin İhya Projesi

 

İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi projesindeki gelişmeler derneğimizin açıklama yapmasını gerektirmiştir.

 

19. yy yapısı olan İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi, Meclis-i Mebusan Caddesi’nin batı kenarındaki eğimli araziye Mimar Sinan Üniversitesi yönetimi tarafından yeniden inşa edilmek istenmektedir. Söz konusu mektep binası 1957 yılında yol açma çalışmalarında yıkılmıştır, bina kısmen Meclis-i Mebusan Caddesi’nin geçtiği yerde, kısmen de caddenin batısındaki eğimli arazide bulunmaktaydı. Bu durumda günümüzde binanın tümüyle yeniden yapılması imkansızdır, çünkü yeterli arazi kalmamıştır. Ayrıca geçerli olan imar planında alan "arkeolojik park" olarak gösterilmiştir.

 

Semavi Eyice “Bizans Devri’nde Boğaziçi” kitabında söz konusu arazide Bizans kalıntısı olabileceğine işaret etmektedir. Bunun üzerine Üniversitenin Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız da Taraf Gazetesi’ne verdiği mülakatında, “Semavi Eyice orada bir Bizans Kilisesi’nin kalıntılarının olabileceğini ifade ediyor. Burada bir soru işareti var. Resimde görülen 19. yüzyıl İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi’nin tonoz temelleridir. Orada Bizans kalıntısı yok, oradan çıkabilecek tek şey Tophane Lüleleri olacaktır.” demiştir. Öncelikle Prof. Karayağız’ın kendi alanı dışındaki bilimsel bir konuda yukarıdaki açıklamayı yapması büyük bir talihsizliktir.

 

Nitekim, bu açıklamaların ardından İstanbul Arkeoloji Müzeleri denetiminde başlatılan kazılarda, MS 6.-7. yüzyıllara tarihlenen buluntular belgelenmiştir. Söz konusu buluntular arasında olasılıkla bir yapı kompleksinin parçası olabilecek bir hamama ait kalıntılar, mermer bir lahit, çok sayıda sikke ve kandil açığa çıkarılmıştır. Henüz alanın büyük bir kısmı kazılmadığı halde şu ana kadar ele geçenler, tarihini çok az bildiğimiz İstanbul için son derece önemli birer veri kaynağı niteliğindedir. Çünkü, kent içinde üzerinde yapı stoğu bulunmayan ve arkeolojik dolgu içeren, dolayısıyla o kentin geçmişi üzerine arkeolojik yöntemlerle bilgi elde edilebilecek bu türden araziler pek azdır.

 

İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi’nin, kent arkeolojisi için son derece önemli bu alana inşa edilmek istenmesi, meslek etiği açısından da kabul edilebilir değildir. Bünyesinde Arkeoloji, Sanat Tarihi, Mimarlık gibi ilgili bölümleri bulunduran Mimar Sinan Üniversite’si arkeolojik alan üzerinde inşaat yapan, kültür varlıklarını tahrip eden bir kurum olarak değil, bu alanlarda bilimsel araştırmalar yapan, koruma önlemlerini alan ve ortaya çıkan kültür varlıklarını ilgili bilimsel araştırmaların sonuçları ile birlikte toplumun kullanımına açan bir üniversite olarak varlığını sürdürmelidir.

ARKEOLOGLAR DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ, 23 Temmuz 2013

MİLLİ SARAYLAR'DA ÇÜRÜMEYE BIRAKILAN TABLOLAR İÇİN MECLİS HAREKETE GEÇTİ

 

Topkapı Sarayı Müzesi'nden sergilenmek üzere Milli Saraylar'a gönderilen ve çoğu padişah ve şehzadelerin resmedildiği tabloların perişan halde olduğu ortaya çıktı. Yıllarca kötü şartlarda saklanan paha biçilemez tabloların bazılarının boyaları dökülmüş, bir kısmında yırtıklar meydana gelmiş.
 

Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bağlı Milli Saraylar ile Topkapı Sarayı Müzesi arasında birkaç ay önce yapılan bir protokolle 40 tablo sergilenmek üzere Dolmabahçe Sarayı'na gönderildi.

Resimler Namık İsmail, Halil Paşa, Fausto Zonaro, Fabius Bresth, Amadeo Preziosi, Hasan Rıza, Halife Abdülmecid Efendi gibi son derece önemli ressamların imzalarını taşıyor. Döneminin en ünlü isimleri tarafından yapılan ve paha biçilemeyen tablolar ağırlıklı olarak padişah, şehzade ve sultanların portrelerinden oluşuyor. Ancak bazı tablolarda çok önemli hasarlar oluşmuş.

RESTORE EDİLECEKLER
Örneğin Pierre Desire Guillemet'in Sultan Abdülaziz'i resmettiği tablosunda üç yerde büyük yırtıklar meydana gelmiş. Hippolite  Berteaux'nun Sultan III. Selim tablosunda da boya dökülmeleri var.

Topkapı Sarayı Müzesi'nden gönderilen tabloların bakımı hiç yapılmadığı için yıllar içinde oluşan kir tabloların renklerinde değişime neden olmuş. TBMM ile imzalanan protokole göre, resimlerin sergilenmesi karşılığında tablolar restore edilecek.

Tabloların sergileneceği Dolmabahçe Sarayı'nın "Veliaht Dairesi" 1935'ten beri İstanbul Resim ve Heykel Müzesi olarak kullanılıyordu. Ancak sarayın bu bölümünün uzun yıllardır bakımsız kalması TBMM Başkanı Cemil Çiçek'i harekete geçirdi. Çiçek, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ne yapılan tahsisi kaldırdı. Daire hızlı bir şekilde restorasyona alındı. Topkapı’dan getirtilen tablolar 5 yıl boyunca burada sergilenecek.

Dönemin İktisat Bankası koleksiyonunda yer alan Osman Hamdi Bey'in 'Kaplumbağa Terbiyecisi' adlı ünlü eseri 2004 yılında TMSF tarafından satışa sunulmuştu. Tablo 5 milyon liraya Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi tarafından satın alınmıştı.

Bugün, Haber: Tuncay Opçin, 23.07.2013

GEL BİR DE 'BANA SOR'

 

 

Tate Modern yaz döneminde yarı Afro Amerikan yarı İrlanda kökenli sanatçı Ellen Gallagher’i ağırlıyor. Gallagher’in son yirmi yıla yayılan işlerinden biraraya getirilen büyük retrospektif sergi, eylül sonuna kadar devam edecek. Sanatçının caz tekrarına benzeyen, farklı şekillerde görünüp başka şiddetlerde etki eden eserleri ‘AxME’ başlığıyla sergileniyor. İsim bir kelime oyunu; İngilizcede ‘bana sor’ anlamına gelen ‘Ask me’ ile 90’larda çocuk olanların yakından tanıdığı Road Runner’ın peşini bırakmayan Coyote’nin bitmeyen patlayıcı rezervinin arkasındaki gizli kuruluş Acme Corporation’a bir gönderme. Yani bizdeki “En çok bana soracaksınız” nidalı Erol Büyükburç serzenişiyle ‘DirenRoadRunner’ karışımı bir sergi ismi.


Odaların içinde suretler, denizaltı şehirleri, böcek gözler, kalın dudaklar, uzaylılar, Mısır piramitleri, politika, peruklar, bolca hayaller ve de olmazsa olmaz Freud var. İyi bir izleyici olursanız alt metindeki Road Runner’ı, Amerikan minimalistlerini ve Pinokyo’yu da görebilirsiniz. Gallagher, çağdaş sanatın sanatçıdan beklediği kıvrak zeka yoluyla dramatik katastrofiyi ağrısız acısız dillendirme pratiğinin hakkını veren isimlerden biri. Popüler kültürün ikonlaştırma geleneğini kendi görsel dilinin içine modüler şekilde monte eden sanatçı, jenarasyonunun ve geçmişinin sorumluluğunu üstünden atamamış olsa da keşfi zevkli bir izleme deneyimini akılda kalıcı izlerle sunmayı başarıyor. 

Yeni bir Afro Amerikan
Gallagher’ın Hollandalı sanatçı Edgar Cleijne ile birlikte yarattığı 16 mm formatındaki beş kısa film serginin akılda iz bırakan parçalarından biri. Murmur (Söylenme, mırıldanma anlamında) isimli çalışma ismiyle müsemma bir haller bileşkesi olarak 1953 yapımı bilim kurgu korku kültü olan It Came From Outer Space’den girip, Bruce Lee’den geçen bir yolu okyanuslara çıkarıyor. Dizzee Rascal müziğinde gelip geçen görüntüler ve siyah karaltıların nereye gittiğini anlamaya çalışırken kendinizi okyanusun dibinde Siyah Atlantis’te; popülasyonunu ‘middle passage’ olarak bilinen Atlantik Okyanusu’nda köle ticaret yollarının geçtiği sularda ölen Afrikalı kölelerin doğmamış torunlarının oluşturduğu bir deniz altı ülkesinde buluyorsunuz.


Sanatçının işlerinde Moby Dick’ten, Sol LeWitt’e, Black Power’dan Detroit techno müziğine, bilim kurgu film estetiğinden Man Ray’in meşhur Matisse fotoğrafına kadar birçok direkt ve karşıt referans görmek mümkün.


DeLuxe serisinde makasla oyulan gözleri siyahtan beyaza döndürülmüş, plastikten helezonik kask kafalı peruklar takılarak sarışınlaştırılmış bir yeni Afro Amerikan betimliyor Gallagher. 50’li 60’lı yıllarda Afro Amerikalıların okuduğu popüler yaşam dergilerinde yayımlanan reklamlar yoluyla mağruz kaldıkları başkalaşım politikalarını unutmadık, unutmayacağız diyor.


Biraz da La Fontaine masalları misali, özneyi ve sujeyi çıkardığımızda aslında hep aynı hikayenin içinde olduğumuzu hatırlatıyor sergi. Nereye gitsek kimlikler, sosyal sınıflar, dayatmalar, üstümüze biçilmemiş iğrelti bazı şeyler peşimizi bırakmıyor. Pantalonun arka cebinde eskimiş pvc kabında zorunlu kaldıkça çıkarılan pembe mavi kimlikler ve üstümüze yapıştırılan daha nice ‘kim’likler… Ötekileştirilmiş, berikileştirilmiş, egzotikleştirilmiş ve şanslıysanız “Ay çok tatlı” kontenjanından popülerleştirilmiş olabilirsiniz. Nasıl bir lanetin içine sürüklenmişsek bin yüzyılın derdini bir yüzyılda çıkarmaya çalışıyoruz. 

Eski dünya keşfediliyor!
Sergi sonrası akla gelenlerden biri de, Tate Modern’de Afrika kökenli bir kadın sanatçı retrospektifi devam ederken, yan odada İngiltere’de çok da tanınmayan Lübnanlı sanatçı Saloua Raouda Chouchair’in, birkaç gün önce ise Afrika Arap Modernizminin önemli isimlerinden Ibrahim El-Salahi sergisinin açılması tesadüf müdür sorusu. Tam da büyük müzeler Afrika sanatına gözlerini çevirmişken Tate Modern’de Afrika ve Arap yarımadasından sanatçıların sergileniyor olması, o sırada New York’ta Brooklyn Müzesi Ganalı heykeltraş El Anatsui’yi ağırlarken parallel evrende Venedik Bienali kapsamında Altın Aslan Ödülü’nün Angola’ya verilmesi gibi küçük tesadüflerden bahsediyorum. Böylesi tesadüflerin ve lazerli kedi gözlerinin aydınlattığı Batı dünyası veya daha spesifik bir insan grubu olarak batılı küratörler yeni bir yüzyılın başlarında medeniyetin kurulduğu yer olarak da bilenen eski dünyayı yeniden keşfediyor olsa gerek.

Radikal, 23.07.2013

HALİD BİN VELİD'İN TÜRBESİ DE YIKILDI

 

Suriye'nin tarihi mirası içsavaşla birlikte hızla yok oluyor.

 

Halep’teki Emevi Camii’nin ardından bu kez Humus’taki Halid Bin Velid Türbesi yıkıldı. Hz. Muhammed’in ashabından olan Halid Bin Velid, ilk iki halife döneminde de İslam ordularına komuta etmeyi sürdürmüş, hiç savaş kaybetmediği için Seyfullah (Allah’ın kılıcı) lakabını almıştı. Bizanslıları yenerek Şam’ı fetheden Halid Bin Velid, 642 yılında Humus’ta ölmüştü. 11’inci yüzyılda inşa edilen türbesinin üstüne 13’üncü yüzyılda Memlükler bir de cami yaptılar. Muhaliflerin kontrolündeki Haldiye semtinde bulunan cami ve türbe, iki yıllık içsavaşta zaten zarar görmüştü. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin açıklamasına göre türbe sonunda rejim güçlerinin ateşiyle yerle bir oldu.

Hürriyet, 23.07.2013

İSTANBUL TARİHİ İÇİN YENİ BİR SAYFA

 

 

Küçükçekmece Gölü Havzası’nda Avcılar ilçe sınırı içinde yürütülen ‘Bathonea Kazıları’nda ele geçen mimari yapılar ve buluntular İstanbul tarihine yeni bir sayfa açıyor. Kazılarda antik döneme ait büyük taşlarla oluşturulmuş düzenli su yolu ve dev bir sarnıç, 2 liman, devasa caddeler ve meydan ile saray yapısı olduğu düşünülen büyük bir yapı kompleksi ortaya çıkarıldı. Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında yürütülen kazılarda 65 bilim insanı 25 öğrenci ve 60’tan fazla işçi görev yapıyor.


İstanbul’un merkezinde sayılabilecek Küçükçekmece Gölü kenarında bakanlar kurulu kararıyla sürdürülen kazılar İstanbul Üniversitesi’ne ait arazide devam ediyor. Kazı ekibine göre bölgedeki yerleşim neolitik dönem ve onun da öncesine ait izler taşıyor.


Kazı ekibi bir sondaj açmasında Avcılar’daki depremin şiddetli hissedilmesine neden olan fay hattını tespit etti. Tesadüfen bulunan hattın yüzeye çok yakın olduğu görüldü. Kazı ekibine göre şehrin/yerleşimin 300 yılda bir terk edilme sebebi de yöredeki şiddetli depremler. 

Avcılar’ı sallayan fay
Jeomorfolog Dr. Hakan Kaya bunu şöyle yorumluyor: ‘‘Küçükçekmece çevresi özellikle Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın etkisinde. 1999 İzmit depremi’nden sonra Avcılar’da özellikle göle yakın yerlerde şiddetin ve etkinin fazla olması, gölün batı yamacında da bazı fay hatlarının olduğu şüphesini ortaya çıkarmıştı. İşte bu fay hattının da burada bulunması, antik kentin de bu faydan etkilenmiş olabileceğini gösteriyor.’’

 

Henüz adı bile belli değil!
Yerleşim Bathonea adı ile anılsa da kazı ekibi bunu bilimsel olarak henüz ispat edemedi. Kazı Başkanı Aydıngün ‘‘Buraya şehir demektense yerleşme daha doğru olur çünkü şehir olması için gereken nitelikleri henüz tamamlayamadık. Ama çok büyük yol ve limanlar var’’ dedi. Ekipten Prof.Dr. Mustafa Hamdi Sayar’a göre burası bir Roma istasyonu:
‘‘Eski çağlarda bazı yerleşmeler var ki şehir ama şehir statüsünde değil. Son araştırmalara göre burası İstanbul ile Balkanlar arasında bir yol istasyonu.

 

Kazı ekibi içinde adli tıp uzmanları da var
2009’da Yr. Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında başlayan kazıların ilk 2 yılı proje hazırlığı ile geçti. 2011’den itibaren başlayan kazılarda çok önemli mimari yapılar, cadde, sokak ve limanlar tespit edildi. Arkeologlar muhtemelen 6. yüzyılda depremle yıkıldıktan sonra mezarlık olarak kullanıldığını düşündükleri bazilika içinde 20’den fazla mezar tespit etti. Kazı ekibi içindeki Adli Tıp uzmanlarıysa mezarlardan çıkan kemikleri inceliyor. Adli Tıp Uzmanı Dr. Ömer Turan insanların ölüm yaşlarının 25 ile 30 olduğunu, beslenme yetersizliği ve paje isimli kemik hastalığı bulgusuna ulaştıklarını söyledi.

İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili: Büyük bir şehir olduğu ortaya çıktı. O tarihte bu kadar büyük bir yolun ve meydanın olması ayrıca limanlarının da olması bir ticaret şehri olduğunu gösteriyor. 2009’da İstanbul’a ilk geldiğimde ‘İstanbul’da yeni bir tarihi yarımada bulunur’ demiştim, bu sözüm gittikçe güçleniyor. Burası bir taraftan Küçükçekmece Gölü’ne bir taraftan Marmara Denizi’ne bakıyor. Tarihi bir yarımada. Artık büyük fotoğraf ortaya çıkmaya başladı. Bu yıl İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi büyük maddi destek verdi. Sayın valimiz burayla çok yakından ilgileniyor. Buranın kültür turizminde rota haline gelmesini bekliyoruz.

Kazı Başkanı Yrd.Doç.Dr. Şengül Aydıngün:
Şu an iki alanda kazı yapıyoruz, 9 üniversiteden Kocaeli, YTÜ, İÜ, Kıbrıs, Konya, Madrid, Avusturya Bilimler Akademisi’nden, Hollanda’dan, Almanya’dan biliminsanları geliyor. Biyolog, zoolog, mimar, jeofizikçiler var. 11. yüzyılda büyük bir deprem var, sonra terk edilmiş. Fayların arkeolojik tespitini yaptık. 6. yüzyıldan sonra Roma ve Hellenistik izleri de görüyoruz. Demir Çağı’nın izlerini de gördük. Eski İstanbul’a 1 saat uzaklıkta bir yer burası. İstanbul tarihine çok katkı sağlayacak. Yenikapı kazıları bitmek üzere ve orada fazla mimari çıkmadı. Bizim burada mimari buluntu çok fazla. Orada eksik kalan bilgiler burada tamamlanacak gibi görünüyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 23.07.2013

ANTALYA'DAKİ TARİHİ ÖĞRETMEN EVİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Antalya'da bulunan eski öğretmen evi tarihi misyonuna uygun olarak restore ediliyor.


Mülkiyeti Antalya İl Özel İdaresi'ne ait Işıklar'daki öğretmen evinin baştan aşağıya yenilenecek tescilli bina da halen; yıkım, söküm ve raspa işlemleri büyük bir titizlilikle yürütülüyor. Cumhuriyet'in kuruluşundan önce inşa edilen tarihi bina, 22 Eylül 1979 tarih ve 1935 Sayılı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından koruma altına alınmış bugün ise Antalya'nın kıymetli binaları arasında yer alıyor.


Antalyalı Rum tüccar Danilidis'e ait bir malikane olarak hizmet veren ve o dönemde genellikle paşalar, politikacılar ve subaylar tarafından kiralanarak kullanılan tescilli bina, Antalya İl Özel İdaresi'nce aslına uygun olarak yenileniyor. Özgün mimarisi dikkate alınarak Antalya İl Özel İdaresi tarafından restorasyonu yapılan tarihi bina, 1984'den 1995 yılına kadar Antalya Öğretmenevi olarak kullanılmış daha sonra da Merkez Öğretmenevi'ne bağlı Öğretmenler Lokali olarak hizmet vermişti.


Yıl sonuna kadar devam etmesi ön görülen çalışmalar sonucunda tescilli binanın ilk yapıldığı dönemin özelliklerini yansıtacağı gibi başta öğretmenler olmak üzere tüm Antalya'ya daha kaliteli hizmet vermesinin hedeflendiği açıklandı.

Star, 22.07.2013

MURAD TUHARİ TEKKESİ
RESTORE EDİLECEK

 

Anadolu'daki İslam düşüncesinin en önemli isimlerinden biri olan Şeyh Murad Buhari'nin Eyüp'teki tekkesi restore edilecek.

İl Özel İdaresi tekke restorasyonu için ihale ilanını yayınladı. 14 Ağustos 2013'te yapılacak ihale kapsamında tarihi yapının Buhara'dan getirilen özel kesme taşları yenilenecek.

Türk-İslam tarikatlarından biri olan Nakşibendi'liğin müceddidlik kolunu Anadolu'ya getiren ilk sufi olarak bilinen Buhari, ilmi birikimi ve fikirleri, devletin üst düzey isimleri üzerinde etkili oldu.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 23.07.2013

MUŞ'TA TARİHİ KALE MAHALLESİ KORUMA KURULU'NDAN KAÇIRILDI

 

 

Van Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü, kendilerine gelen başvurular sonrasında Muş’un Kale Mahallesi için uzman görevlendirmesi yaptı. Uzmanların raporu doğrultusunda evler koruma kapsamına alınacak. TOKİ ve Muş Belediyesi’nin başlattığı süreç ise kurul kararını beklemeksizin devam ediyor.

 

Kale Mahallesi, Muş’un en eski yerleşim yeri. Muş’un kadim kent yaşamına dair ayakta kalan tek mekan. Mahalle, uzun zamandır Türkiye’nin gündemine oturan kentsel dönüşüm furyasından nasibini aldı. Bazıları yüz yılı aşkın zamandır ayakta kalmayı başaran evler son bir ay içinde yerle bir olmuş durumda. AK Partili Muş Belediyesi ile TOKİ, mahalleyi kentsel dönüşüm kapsamına alınca mahallede yaşayan pek çok mülk sahibi ile anlaşma yapıldı. Proje uyarınca Muş’un tarihini gözler önüne seren yüz yıllık evler yerine Türkiye’nin her yerinde görmeye alışkın olduğumuz 8 katlı TOKİ evleri yükselecek. Mahallenin eski bir Ermeni mahallesi olduğu gerçeği ise, kentte TOKİ ve Belediye Başkanı Necmettin Dede dışında herkes tarafından biliniyor.

 

Belediye’den tescil yerine yıkım

Bütün bu kentsel dönüşüm sürecinin nasıl işlediğini anlamak için özellikle Koruma Kurullarına bakmak gerekiyor. Yerel yönetimler kentle ilgili korunması gerektiğini düşündüğü yapılar hakkında Koruma Kurullarına başvuru yaparak bunların Kültür Bakanlığı tarafından korunmasını isteyebiliyor. Muş Belediyesi ise koruma talep etmek yerine TOKİ ile görüşmeler yaparak evlerin yıkımını istemiş.

 

Kale Mahallesi 21 Ekim 2012’de Bakanlar Kurulu kararı ile kentsel dönüşüm alanı ilanı edildi. TOKİ ile Belediye arasında 2 Temmuz tarihinde protokol imzalandı. Böylelikle 11 hektarlık alan için Kentsel Dönüşüm süreci işlemeye başladı. Belediye süreci yürütmek için ‘davet yoluyla’ ihaleye çıktı ve hak sahipleri ile görüşmeler başladı. Evlerin yıkımı karşılığında hak sahiplerine yeni yapılacak TOKİ evlerinden daire önerildi. Her yerde olduğu gibi Muş’un Kale Mahallesi’nde de hak sahipleri yeni evler için borçlandırıldı. İki katlı bir ev için iki daire ve 130 bin liralık borç çıkartıldı. Muş’ta ortalama kiralar 600 TL civarında iken mahalle sakinlerine kira yardımları 300 TL olarak belirlendi. Konutunu boşaltmaya başlayanlara kira yardımları yapılmaya başlandı. Hak sahiplerinin büyük kısmı ile anlaşma yapıldı. Anlaşmayan evler mahkemeye başvurdu. Kentsel Dönüşüm Yasası anlaşama yapılamaması halinde Belediyelere kamulaştırma hakkı tanıyor.  Bu hak uyarınca TOKİ de kamulaştırma yoluna gideceğini açıkladı.

 

Tescilli yapı sayısı üç

Koca tarihi mahallede toplam üç yapı tescilli durumda. Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Müdürlüğü’nün açıklamasına göre Kale Mahallesi’nde iki cami ve eski bir kilisenin tescili var, evlerle ilgili herhangi bir tescil kararı ise bulunmuyor.

 

Yapılan açıklama ile Kale Mahallesi’ndeki evler için yıkım süreci de resmen başlamış oldu. Belediye, evlerin boşaltılması için tebliğler gönderdi. Hak sahiplerine molozları kullanmaları için müsamaha gösterilerek, evlerin kendileri tarafından yıkılmasının yolu açıldı. Muş’un yoksul mahallelerinden biri olan Kale Mahallesi’nde ev sahipleri evlerin kapılarını pencerelerini, molozlarını, para edebilecek pek çok şeyi sökerek satmaya başladı. Mahalle tamamen harabeye döndü.  Bazı evlerin temellerinin ise define bulma umuduyla derinden kazılmış olması ise dikkat çekiyor.

 

Kurul incelemesi olmaksızın yıkım

Muş’un bağlı bulunduğu Van Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü, kendilerine gelen başvurular sonrasında Kale Mahallesi için uzman görevlendirmesi yaptı. Mahallede incelemelere başlayan uzmanlar tarafından hazırlanacak rapor doğrultusunda evler kültür mirası kapsamında değerlendirilirse, koruma altına alınacak. Yıkılmış olan evler ise eğer mimari özellikleri tespit edilebilirse koruma altına alınacak. Ancak TOKİ ve Belediye tarafından başlatılan süreç Kurul Kararını beklemeksizin hali hazırda devam ediyor.

 

Öte yandan, Mimarlar Odası Muş Temsilcisi Emrullah Erol, belediyenin kent ile ilgili kararları kapalı kapılar arkasında aldığına dikkat çekerek, Kale Mahallesi’nde de sürecin böyle işlediğine dikkat çekti. Kale mahallesindeki evlerin tescilli yapılar olmadığını belirten Erol, şunları söyledi: “Koruma Kurulları buralarda oldukça zayıf.  Tescillenmesi gereken pek çok yapı var. Ancak çalışmalar yapılmıyor. Belediyenin bu konuda kurullara başvuru yapması, mahallenin korumasının sağlaması gerekiyordu. Bunu yapmak yerine TOKİ ile anlaşmayı tercih etti. Kurul bölgede inceleme yapıyor. Bölgede yapılan incelemelerin sonuçları beklenmeden sürecin işletilmesi kaygı verici.”

 

Tescil için başvuru şart

Bölgede pek çok tarihi yapı ile ilgili kaynaklanan tescil sorunlarına ilişkin olarak atılması gereken ilk adım Koruma Kurullarına başvuru yapmak.  2 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu eski Başkanı Prof. Mete Tapan, Agos’a yaptığı açıklamada “Muş’un Kale Mahallesi’nin tescil edilmesi gerekliyse kurul hemen bunu yapabilir” dedi.

 

Tapan, bölgedeki tarihi kilise ve yapılarla ilgili olarak tespitlerin Kültür Bakanlığı tarafından yapılması gerektiğini, ancak yurttaşların ve bilim insanlarının da bunu yapabileceğini belirterek, “Yapmanız gereken şey bu yapıların fotoğraflarını çekip kısa bir bilgiyle kurula başvuruda bulunmak. Bunun ardından kurullar bu başvuruları değerlendirip gerekli incelemeleri yapabilir” diye konuştu.

Agos, Haber: Uygar Gültekin, 22.07.2013

TOPHANE'DE BULUNAN BİZANS KALINTILARI VE İSTANBUL'DA 'ESKİ ESERLERİN İHYASI' MESELESİ

 

Tophane'de ortaya çıkan Bizans yapı kalıntıları ile gelişen olaylar çerçevesinde Açık Radyo, kayıp eserlerin ihyası ve koruma konularını Aykut Köksal'la tartıştı.
 

Açık Radyo'nun yeni binasının da bulunduğu semtimiz Tophane'de, 1860'larda yapılmış ve daha sonra yıkılmış eski bir kışla binasının bulunduğu yerde, MSGSÜ'nin kışlanın rekonstrüksiyonunu talep etmesi üzerine, Koruma Kurulu kazı yapılmasını istedi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından yürütülen kazı sırasında, kışla binalarının dayandığı yamaçta Bizans yapı kalıntıları ortaya çıktı.

 

Burada da İstanbul'un heryerinde olduğu gibi "kayıp eserlerin ihyası" kervanına katılan sorunlu bir "koruma" süreci devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Açık Dergi'de konuyu programcımız Aykut Köksal'la konuştuk:

"Bu binaların yeniden inşası pek çok açıdan sorunlu. Tabii asıl amaç koruma değil, bir imar gerekçesi yaratmak. Kaybolmuş binaların yeniden inşası özellikle Boğaziçi'ndeki imar yasağını delmek üzere yıllardan beri kullanılan bir yöntemdi. Belki tam da o yöntemden alınan ilhamla şimdi İstanbul'un eski haritaları inceleniyor, o haritalarda saptanan 'eserler' yeniden inşa ediliyor," diyor Aykut Köksal.

 

Tophane'de bulunan eski kışla binaları söz konusu olan. Gerçi 1913-1914 tarihinde yapılmış Alman Mavileri adını taşıyan haritalarda İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi olarak geçiyor, o dönemde böyle bir işlev görmüş olabilir ama konumuz olan bu binalar Abdülaziz döneminde, 1860'larda kışla olarak yapılmış. Bu kışla 1956-57 de Menderes döneminin yol açma çalışmaları sırasında yıkılıyor, cadde genişletiliyor ve şimdiki Meclis-i Mebusan Caddesi ortaya çıkıyor. Kışla yapıları yıkıldıktan sonra, kışla binalarının dayandığı yamaçta Bizans yapı kalıntıları ortaya çıkıyor, bugün Arkeoloji Müzesi'nde sergilen ve 6. yüzyıla tarihlenen koç başlı bir sütun başlığıyla keşiş Pavlos'un mezartaşı bulunuyor. Hatta daha o dönemde Semavi Eyice bu kalıntıları saptıyor ve Bizans Devrinde Boğaziçi adlı yapıtında bu kalıntıların önem taşıdığını, burada bir Bizans yapısının var olduğunu belirtiyor. Koruma imar planında ise burası arkeolojik park olarak gözüküyor. Şimdi buraya kadar hikayede bir sorun yok. Ne var ki geçtiğimiz yıllar içerisinde İstanbul'da yeni bir sözde koruma biçimi ortaya çıktı: "Kayıp eserlerin ihyası". Ortadan kalkmış, izi kalmamış, genellikle de herhangi bir rölöve, çizim gibi belgesi olmayan, sadece birkaç fotoğrafla bilinen yapılar sözde ayağa kaldırılıyor İstanbul'da. Tabii asıl amaç koruma değil, bir imar gerekçesi yaratmak. Kaybolmuş binaların yeniden inşası özellikle Boğaziçi'ndeki imar yasağını delmek üzere yıllardan beri kullanılan bir yöntemdi. Belki tam da o yöntemden alınan ilhamla şimdi İstanbul'un eski haritaları inceleniyor, o haritalarda saptanan "eserler" yeniden inşa ediliyor. Bunların büyük bir bölümü dinsel yapılar. Camiler önemli bir bölümünü oluşturuyor. Arada kışla gibi kamu yapıları da var.

 

Açık Dergi: Anladığım kadarıyla Tophane'deki topçu kışlasının herhangi bir belgesi, rölövesi ya da planı yok değil mi?

Aykut Köksal: Yok tabii, yok. Sadece fotoğrafları var, bir de haritalara işlenmiş lekesi. İşte bugün artık namevcut bu kışla yapılarının "ihyası" amaçlanıyor, ancak bu binaların yeniden inşası pek çok açıdan sorunlu. Binaların bulunduğu yer şu anda cadde, kendi yerlerinde yapılmasına imkan yok. Binaların geriye çekilerek aynen yapılması da mümkün değil çünkü geride bir yamaç var, orada ancak derinliği çok daha az olan bir bina yapılabilir. Ayrıca belirttiğim gibi bir rekonstrüksiyona olanak verecek belgeler, rölöveler yok. Ve burası bir arkeolojik park. Ama bunlara karşın İstanbul Büyükşehir Belediyesi geçtiğimiz yıllarda bir "rekonstrüksiyon" projesi hazırlatıyor ve burasını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne tahsis ediyor. Ne var ki burası Koruma İmar Planında arkeolojik park olarak belirtildiği için Koruma Kurulu daha avan proje aşamasında burada arkeolojik bir kazının yapılmasını istiyor. İşte geçtiğimiz aylarda İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından bu kazılara başlandı ve alanın bir bölümü kazıldı. Orada zaten mevcut olduğu bilinen Bizans kalıntıları da adım adım ortaya çıkmaya başladı. Peki nedir ortaya çıkan? Ortaya çıkan son derece önemli bir kompleksin parçası. Şu anda kazılarla bulunan yapı, erken döneme 6.-7. yüzyıla tarihlenen bir su yapısı, büyük olasılıkla bir hamam, kazılar ilerledikçe bu yapının içinde bulunduğu kompleks de ortaya çıkacaktır. Gerek duvarların gerekse de zeminin mermer kaplaması çok iyi korunmuş, son derece açık ve net bir biçimde görülüyor. Hatta burasının daha erken dönemde bir nekropol alanı olduğu da anlaşılıyor, çünkü akroterli bir geç Roma ya da erken Bizans lahiti bu su yapısı yapılırken "in situ" yani yerinde korunmuş ve sanırım yamaç dolayısıyla bir istinat öğesi olarak kullanılmış. Buraya kadar durum bu. Bu, işin bir boyutu. Ne var ki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, daha arkeolojik kazı tamamlanmadan, Koruma Kurulu'nun herhangi bir kararı olmadan geçtiğimiz ay içinde bu rekonstrüksiyon inşaatını ihale etti. Halbuki önce kazıların tamamlanması, kazılar tamamlandıktan sonra kazıları yürüten İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin bir rapor hazırlayıp Koruma Kurulu'na sunması, Koruma Kurulu'nun bu bilgiler çerçevesinde "rekonstrüksiyon" projesini değerlendirerek karar vermesi, ihale ve inşaat sürecinin de bundan sonra başlaması gerekirdi. Ortaya çıkan kalıntıların önemi bu sürecin doğru bir biçimde izlenmesinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Ama üniversite sanki orada böyle bir arkeolojik kazı sürmüyormuş gibi -ki daha kazının ilk aşamasında Bizans kalıntıları ortaya çıkmaya başlamıştı- inşaatın ihalesini gerçekleştiriyor.

 

AD: Aslında bu süreç içerisinde Mimar Sinan Üniversitesi'nin devreden çıkması ve arkeoloji müzeleri tarafından hazırlanan raporun olması gerekiyor.

AK: Üniversitenin kazının tamamlanmasını ve Koruma Kurulu'nun değerlendirme yapmasını beklemesi gerekirdi. Bu arada ihaleyi alan firma Belediye'ye inşaat ruhsatı için başvuruyor. Neyse ki Belediye kurallara uygun davranarak Koruma Kurulu kararı olmadan ruhsat veremeyeceğini bildiriyor.

 

AD: Aslında neredeyse bir senelik belki son arkeolojik çalışmalarla birlikte sadece bir aylık bir süreçten bahsediyoruz ama esasında 1956 yılından beri arkeolojik park olarak tescillenmiş bir alan orası.

AK: Orasının arkeolojik park olarak belirlenmesi daha yakın dönemde yapılan Beyoğlu Koruma İmar Planı'ndan ortaya çıkıyor.

 

AD: Yanlış anladım belki ama bir araştırmada arkeolojik park olarak 50'lerden sonra konu edildiğini söylemiştiniz.

AK: İstanbul Üniversitesi Bizans Sanatı kürsüsünün eski öğretim üyelerinden Profesör Doktor Semavi Eyice, 1956-57'de, kışla binaları yıkıldıktan sonra oradaki Bizans dönemi duvarlarını saptıyor, o yıkım sırasında ortaya çıkan sütun başlığından ve diğer kalıntılardan hareketle burada Bizans dönemine tarihlenecek önemli bir yapı olduğunu Bizans Devrinde Boğaziçi kitabında belirtiyor. Söylediğim o.

 

AD: Son dönemdeki kazılarda ortaya çıkan yapılar o tezin tasdiki aslında. Biz radyoya ulaşırken inşaatın önünden geçiyoruz ve orada İl Özel İdaresi'nin İmar Yatırım ve İnşaat Daire Başkanlığı'nın tabelası var. Orada bir rekonstrüksiyon inşaatı olduğu yazmakta. Üstüne üstlük 7 haziranda başlamış bir inşaat varmış gibi gözüküyor.

AK: Evet, ihaleyi alan firma doğal olarak oraya tabelasını yerleştirmiş. Burada asıl gayrı-etik olan Koruma Kurulu kararı olmadan ihale sürecinin gerçekleşmesi.

 

AD: Sanki orada bir arkeolojik kazı olduğu gözlerden saklanıyormuş gibi bir izlenime kapıldım.

AK: Böyle bir kazı olduğu gözlerden saklanamaz. Herkesin, bütün ilgililerin bildiği bir durum. Fakat oradaki arkeolojik buluntunun önemsiz olduğu söylenmek isteniyor gibi. Yani, "burada da -İstanbul'un her yerinde olduğu gibi- bazı eski 'duvar parçaları' çıktı, çıkacaktır; ne yapalım, bunlar saptanır, fotoğrafları çekilir, rölöveleri çıkarılır, sonra bu kalıntılar yıkılır yerine bina yapılır" denmek isteniyor. Çünkü bugüne kadar karşımıza çıkan genel yaklaşım hep bu. Burada da aynı "alışkanlıklar" sürdürülmek isteniyor. Şöyle düşünüldüğü çok açık: "Formalite icabı kazılar yapılır. Arkeoloji Müzesi yine formalite icabı bir rapor verir. Koruma Kurulu da yine bürokratik sürecin gerektirdiği değerlendirmesini yapar; biz de inşaatımızı yaparız." Burada sorun şu sevgili İlksen, Türkiye'de bu ilk defa yaşanmıyor, çok rastlanan bir durum, ama unutmayalım ki burada söz konusu olan, bu işi yapanın bir üniversite olması. Hem de bünyesinde mimarlık eğitimi verilen, sanat tarihi, arkeoloji eğitimi verilen bir üniversite. Başka bir kurum yapsa bile bir üniversitenin, bırakın bu inşaatı ihale etmeyi daha eldeki o ilk bilgiye dayanarak, Semavi Eyice'nin yıllar önce yaptığı değerlendirmelere dayanarak, "burasını Büyükşehir Belediyesi bize tahsis etti, bu harika bir durum, biz burada gerçek bir arkeolojik park yapalım ve burayı kentin merkezine kazandıralım" demesi gerekirdi.

 

AD: Aykut Bey Semavi Eyice'nin tezini biraz ayrıntılandırmanız mümkün mü? Bizans Döneminde Boğazlar demiştik.

AK: Semavi Eyice'nin bir kitabı bu. Bizans Devrinde Boğaziçi kitabı. Eldeki bulgulara, belgelere, daha önce yapılmış çalışmalara ve özgün kaynaklara giderek, Boğaz'ın iki yakasının Bizans devrindeki tarihi topografyasını ele alan bilimsel bir çalışması Eyice'nin. 1970'lerde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınlamıştı, yeni bir baskısı da yapıldı son yıllarda.

 

AD: Evet bu yapıların büyük önem arz ettiğini söylüyordu Eyice. Umarız Mimar Sinan Üniversitesi de bilimsel ve akademik sorumluluğunu bir an önce yerine getirmek üzere bir inisyatif alır.

AK: Bütün umudum bu. Sanıyorum artık bu noktaya geldikten, hele kalıntıların kapsamı da ortaya çıktıktan sonra üniversite buna duyarsız kalmayacaktır. Zaten bu rekonstrüksiyon mimari etik açısından da son derece sorunlu. Böyle bir sahte rekonstrüksiyonu tartışmak bile gereksiz. Mimarlık Bölümü'ndeki hocalar -ki ben de onlardan biriyim- biz öğrencilerimize bu durumu nasıl açıklayacağız? Daha birkaç gün önce Taksim Kışlası'nın rekonstrüksiyonunu tartışırken, hem de bu kez bir arkeolojik parka yapılacak olan bir sözde-rekonstrüksiyonu öğrencilerimize nasıl açıklayacağız?

 

AD: Aykut Köksal çok teşekkür ederiz.

AK: Ben teşekkür ederim.

Açık Radyo, 22.07.2013

KRALLARIN RESSAMININ EVİ MÜZE OLUYOR

 

 

"Kralların ressamı" olarak tanınan merhum Rahmi Pehlivanlı'nın doğup büyüdüğü evin restorasyon çalışmaları sürüyor. Çalışmaların tamamlanmasının ardından müzeye dönüştürülecek evde, ünlü ressamın eserleri ile kişisel eşyaları ve ödülleri sergilenecek.

 

Rahmi Pehlivanlı Sanat Kulübü Başkanı Nazmi Çaykara ise Pehlivanlı'nın ödüllü eserlerinin bir bölümünün Avrupa, Ortadoğu ve Türkiye'deki 17 farklı müzede sergilendiğini belirtti.


Çaykara, Pehlivanlı'ya geçmişte birçok takdirname ve nişan verildiğini belirterek, "Pehlivanlı, birçok kral ve kraliçenin portresini çizmiş birisi. Zaman zaman Kıbrıs, Lübnan, Irak ve Libya'ya giderek sergiler açmış ve portreler yapmıştır. En ünlü tablolarından biri olan Zina, 1967 yılında Vatikan tarafından çok beğenilmiş ve dönemin papası IV. Paul tarafından madalyayla ödüllendirilmiştir. Bu tablo, Vatikan tarafından Roma'daki Dal Vaticano Floransa Müzesi'ne alınmıştır. 65 yıllık hayatında 5'i Türkiye'de olmak üzere 60'dan fazla kişisel sergi açmıştır. Bu sergilerin büyük bölümünün açılışı devlet başkanları ve ileri gelen devlet adamları tarafından yapılmış. Yaşadığı dönemlerde birçok ülkede Türkiye'nin elçisi gibi görev yapmış birisi" diye konuştu.

Habertürk, 22.07.2013

BİNLERCE ESER
GÜN IŞIĞINA ÇIKTI

Diyarbakır Müzesi başkanlığında 13 yıldır Bismil İlçesinde sürdürülen kazılarda 7 bin 773 envanterlik, 12 bin 27 etütlük olmak üzere toplam 19 bin 800 eser müzeye kazandırıldı.

 

''Ilısu Baraj Gölü Altında Kalacak Kültür Varlıklarının Korunması Projesi'' kapsamında, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve DSİ'nin iş birliğiyle, Diyarbakır Müze Müdürlüğü başkanlığında, 2000 yılından bu yana Bismil'deki höyüklerde sürdürülen kurtarma kazılarında, şimdiye kadar 7 bin 773 envanterlik, 12 bin 27 etütlük olmak üzere toplam 19 bin 800 eser gün yüzüne çıkarılarak müzenin koleksiyonuna dahil edildi.

Habertürk, 22.07.2013

MÜZEKART SATIŞI 4 MİLYONU AŞTI

Kültür ve Turizm Bakanlığının, müze ve ören yerlerini bir yıl boyunca sınırsız ziyaret imkanı sunan "müzekart" uygulaması, ilgi görmeye devam ediyor.

 

Uygulamanın başladığı 2008'den bu yana 4 milyondan fazla kişi müzekartlı oldu. Bu yılın ilk 6 ayında 349 bin 297 müzekart satılırken, aynı dönemde 1 milyon 771 bin 445 kişi de müze ve örenyerlerini müzekartlarıyla ziyaret etti.

 

Ocak-Haziran döneminde en çok yerli ziyaretçilerin kullandığı "tam müzekart" satıldı. Yabancı turistler 73 bin 333, yerli ziyaretçiler ise 275 bin 964 kart satın aldı.

 

Yüzde 33 artış var

Kullanımı hızla yaygınlaşan müzekarun satışlarında geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 33 artış gerçekleşti. Mevlana Müzesi ve Topkapı Harem Dairesi'nin müzekartlı ziyaretçi sayısı ise yüzde 400'den fazla arttı.

 

Satın alındığı tarihten itibaren Bakanlığa bağlı 300'ü aşkın müze ve örenyerine, 1 yıl boyunca ücretsiz giriş olanağı sağlayan müzekart 30 liraya edinilebiliyor. Müzekartla yapılan ziyaretlerde, elektronik turnikeli geçiş kontrol sistemine sahip müze ve örenyerlerine yılda iki kez ücretsiz giriş hakkı sağlarken, öğretmen ve öğretiler ise mdirimli olarak müzekartla diledikleri kadar müze ve örenyerini gezebiliyor.

 

Fotoğraflı kimlik belgesi yeterli

Müzekart edinmek isteyenlerin ise fotoğraflı bir İdmlik belgesiyle müzekart satış noktalarma başvurması veya internet üzerinden kartını sipariş etmek üzere "www.muze.gov.tr" ve " www.muzekart.com " adresindeki web sitesini ziyaret etmesi yeterli oluyor. Ayrıca müzekarttn sahibine ferdi kaza sigortası hizmeti sunması da karta olan ilgiyi arttırıyor.

 

'Museum Pass İstanbul'

"Museum pass İstanbul", yabancı ziyaretçilerin ihtiyaçları temel alınarak kurgulandı. 72 saat boyunca müzelere tek giriş olanağı sunan kart 85 liradan satılıyor. Özellikle yabancı misafirlere büyük kolaylık sağlayan ve geçerliliği ilk müze ziyaretiyle başlayan museum pass İstanbul; gişe kuyruğunda beklemeden doğrudan turnikelerden geçerek Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi ve Harem Dairesi, Kariye Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İstanbul Büyük Saray Mozaikleri Müzesi, Galata Mevlevihanesi, Yıldız Sarayı ve İslam Bilimleri Teknoloji Tarihi Müzesi'ni ziyaret etme olanağı veriyor. Kart, ayrıca İstanbul'daki bazı kültür ve sanat duraklarda da indirimler sunuyor.

 

'MÜZEKART+' Türk vatandaşlarmm müze ziyaretlerinin yanı sıra diğer kültürel ve sanatsal faaliyetlere katılımını kolaylaştıran "müzekart+" uygulaması ise 50 lira karşılığında temin edilebiliyor. Çeşitli özel müzelerle kültürel ve turistik mekanlara girişlerde değişen oranlarda indirim sağlayan kart, bu kurumların kafelerinde ve hediyelik eşya dükkanlarında da çeşitli fiyat avantajları sunuyor.

 

Müzekartla en çok ziyaret edilen 10 müze

Müzekart sahiplerinin en çok ziyaret ettiği 10 müzeyle ziyaretçi sayısının geçen yıla oranı da şöyle: Topkapı Sarayı Müzesi; 295.546, Ayasofya Müzesi; 239.029, İstanbul Arkeoloji Müzesi; 84.358, Efes Örenyeri; 83.946, Topkapı Sarayı Harem Dairesi; 66.990, Göreme Açıkhava Müzesi; 60.212, Pamukkale-Hierapolis Örenyeri; 58.606, Mevlana Müzesi; 49.041, İshak Paşa Sarayı; 41.717, Ihlara Vadisi Örenyeri; 40.395.

Turizm Gazetesi, 22.07.2013

TARİHİ HANDA YANGIN

 

 

İstanbul Fatih Tahtakale Mahallesi'ndeki tarihi Zaza Han'da henüz bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. İş hanının birinci katında bulunan kozmetik atölyesinde çıkan yangına müdahale için çok sayıda itfaiye ekipi sevk edildi. İftar saati sıralarında başlayan yangında iş hanının kapalı olduğu öğrenilirken, itfaiye ekiplerinin söndürme çalışması sürüyor.

Fatih Tahtakale Mahellesi Tahtakela Caddesi 20 Numarada bulunan 5 katlı Zaza Han'ın birinci katında henüz bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. Kozmetik atölyesinin bulunduğu öğrenilen katta saat 20.10 sıralarında başlayan ve kısa sürede alevlerin iş hanını sardığı yangının söndürülmesi için çevre ilçelerden de çok sayıda itfaiye ekibi sevk edildi.

Zaman zaman yaşanan patlamaların ardından alevlerin yükseldiği iş hanındaki yangın bölgeyi duman altında bıraktı. Yangının başladığı sırada iş hanının kapalı olduğu olduğu öğrenildi. İtfaiye ekiplerinin söndürme çalışmaları takviye ekiplerle sürüyor.

Habertürk, Haber: Eray Erollu, 22.07.2013

KOÇ ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ GRIMSHAW ARCHITECS'E EMANET

 

Koç Çağdaş Sanat Müzesi için Vehbi Koç Vakfı tarafından açılan ve dünyaca ünlü 20 ismin katıldığı yarışmayı Grimshaw Architects kazandı.

Beyoğlu'nda inşa edilecek Koç Çağdaş Sanat Müzesi, Koç Ailesi'nin giderek büyüyen koleksiyonuna ev sahipliği yapacak. Müzenin 2016 yılında tamamlanması planlanıyor. Grimshaw Architects, İstanbul'un belki de Avrupa'nın en hareketli bölgelerinden birisi olan Beyoğlu'nda inşa edilecek müze binasının tasarımında iç ve dış mekan arasındaki sınırı bulanıklaştırarak yayalar için sürprizli, heyecan verici kamusal alanlar ile bu canlı kamusal alanın bir uzantısı olan bir yapı oluşturuyor.

 

Grimshaw Arcrhitects'in tasarımdan sorumlu ortağı Kirsten Lees, "Koç Çağdaş Müzesi, İstanbul'un sadece çağdaş sanat rolü üzerindeki etkisiyle değil, eğitim ve fikir alışverişi için oldukça heyecan verici ve iddialı bir proje. Mimarisi, yeri ve koleksiyonları arasındaki karşılıklı ilişki ziyaretçi deneyimini zenginleştirecek. Tasarım için verilen ön bilgi, bize aktiviteleri, etkinlikleri ve farklı disiplinleri tek bir binada entegre etmek için bize olağanüstü bir fırsat sağladı. Böyle önemli bir projenin bir parçası olmaktan onur duyuyoruz," şeklinde açıklama yaptı.

Yapı Haber: Emine Merdim Yılmaz, 22.07.2013

TAVŞAN ADASI'NDAN TARİH FIŞKIRDI

 

     

 

Muğla'nın Bodrum İlçesi'nde, tavşanların yaşadığı, maki bitki örtüsüyle kaplı Tavşan Adası'nda son dört yılda yapılan kazı ve kurtarma çalışmalarında tarih fışkırdı.

 

DHA'nın haberine göre, kral yolundan yürüyerek geçilen adada yapılan kazılarda bölgedeki Hıristiyanlık dönemine ait ilk din önderlerinin mezarları, kilise ve kiliseye giden yol, buraya ait depo ve sarnıçlar gün ışığına çıkarıldı. Son olarak Myndos Kenti'nin adının yazıldığı bilgi tableti mermer parça ve Roma İmparatoru Marcus Ulpius Nerva Traianus'un 2 bin yıllık tapınak kalıntıları bulundu.





Kültür ve Turizm Bakanlığı, Gümüşlük Belediyesi ve Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından sahilden 300 metre uzaklıktaki Tavşan Adası'nda 2009 yılında Prof.Dr. Mustafa Şahin başkanlığında yürütülen kazı ve kurtarma çalışmalarından tarih fışkırdı. Turistlerin 50- 70 santimetre derinlikteki denizden yürüyerek geçebildiği adada Hıristiyanlık dönemine ait ilk din önderlerinin mezarları, kilise ve kiliseye giden yol, kiliseye ait depo ve sarnıçlarla, çivi çakılmış kafatasları, seramik parçaları bulundu. MS 53-117 yılları arasında yaşayan Roma İmparatoru Traianus'a ait tapınak kalıntıları, tapınakta bulunan Antik Myndos Kenti adının üzerinde yazılı bulunduğu taş tabletler gün ışığına çıkarıldı. Bulunan eserler Myndos Kenti Kazı Evi'nde korumaya alındı.

 

Prof.Dr. Mustafa Şahin, adadaki çalışmalar iki yıl içinde tamamlanacağını, yapılacak dev arkeoparkla kültür turizmine kazandırılacağını söyledi.

Yapı, 22.07.2013

SARAY ARŞİVİNDEKİ 600 YILLIK ESERLER KATALOGDA

 

 

Kültürel mirasın yeniden keşfedilmesi amacıyla çalışmalarını sürdüren Bilkent Kültür Girişimi tarafından, büyük kısmı ilk kez yayımlanan harita, kroki ve planlardan oluşan 63 eserin yer aldığı "Piri Reis'ten Önce ve Sonra Topkapı Sarayı'nda Haritalar" kataloğu oluşturuldu.

 

Müze mağazalarında satışa sunulan katalogda, Osmanlı coğrafyacı ve haritacılarına kılavuzluk eden Doğu ile Batı kaynaklı harita ve coğrafya kitaplarının yanı sıra kuşatma planları, kent ve yöre tasvirleri gibi özgün Osmanlı eserlerine de yer veriliyor. Katalogda aynı zamanda Prof.Dr. İdris Bostan, Prof.Dr. Mahmut Ak, Prof.Dr. Günsel Renda ve Doç.Dr. Fikret Sarıcaoğlu'nun kaleme aldığı makaleler de bulunuyor.

Saray arşivi koleksiyonuna ait toplam 63 eserin anlatıldığı katalogda, 14'üncü yüzyıla ait Ptolemaios nüshası ile bunun Floransalı Berlinghieri tarafından Fatih Sultan Mehmed için hazırlanan ve II. Bayezid'e sunulan İtalyanca nadir baskısı, Kanuni Sultan Süleyman'a sunulmak üzere hazırlanan nüsha olduğu kabul edilen Piri Reis'in Kitab-ı Bahriyye'si, Katib Çelebi'nin ünlü eseri Cihannüma'nın da bulunduğu 18 coğrafya kitabına da yer veriliyor.

Katalogda Ali Macar Reis Atlası'nın olduğu dört atlas, nadir baskı dört resimli İstanbul haritası, beş plan, iki kroki, aralarında Piri Reis'e ait iki ünlü haritanın da olduğu 13 harita, üç suyolu haritası, dokuz resimli Osmanlı tarih kitabı ve topografik resimlere sahip beş dini içerikli eser de bulunuyor.

Habertürk, 22.07.2013

TOPÇU KIŞLASI PROJESİ'NDE FLAŞ GELİŞME

 

Taksim Gezi Parkı’na ‘Topçu Kışlası süsü verilen AVM yapılmasına olanak tanıdığı’ öne sürülen Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu kararının iptali amacıyla açılan davada, 6. İdare Mahkemesi’nin verdiği yürütmeyi durdurma kararını Bölge İdare Mahkemesi oybirliği ile kaldırdı.

 

KARAR NE ANLAMA GELİYOR?

6. İdare Mahkemesi’nin kararı ve bu kararın Danıştay’daki temyiz süreci beklenirken, yürütmeyi durdurma kararı kaldırıldığı için Gezi Parkı’nda inşaat faaliyetinin önündeki hukuki engel kalkmış durumda.

 

İDARE PROJEYİ İPTAL ETTİ

Hürriyet’ten Ali Dağlar’ın haberine göre; Taksim Yayalaştırma Projesi ile Gezi Parkının ‘Taksim Kışlasına’ çevrilmesinin önünü açan 17.01.2012 tarihli, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Plan tadilatlarına Şehir Plancıları ve Peyzaj Mimarları ve Mimarlar Odası tarafından 1. İdare Mahkemesi’nde dava açılmıştı. 3 kişilik bilirkişi heyeti, plan tadilatlarının şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine aykırı olduğu kanaatine vardı. Mahkemenin, Gezi olaylarının sürdüğü 6 Haziran 2013’te Taksim Yayalaştırma Projesi’ni iptal ettiği ortaya çıktı. Karar, Taksim’de yayalaştırma, battı-çıktı, Gezi Parkı ve Topçu Kışlası gibi tüm projeleri kapsıyor. 1. İdare Mahkemesi’nin verdiği iptal kararının da Danıştay süreci beklenecek.

 

“VAZGEÇMEYECEĞİZ”

Taksim Meydanı’nı ve onun bir parçası olan Taksim Gezisi’ni ilgilendiren davaları;

“1) 2012 onanlı imar planı ile ilgili davalar 2) İstanbul 2 numaralı Kurulunun kararını reddeden yüksek kurul kararı ile ilgili davalar ve Ekim 2012 tarihli kurul kararı ile ilgili dava’ olmak üzere 3 ana başlıkta değerlendirilmesi gerektiğini belirten Mimarlar Odası avukatlarından Can Atalay son gelişme ile ilgili şunları söyledi.

 

“Mimarlar odası, şehir plancıları odası be peyzaj mimarları odasının Taksim Gezisi’nde yapılaşmanın önünü açar nitelikte hükümler içeren 2012 onanlı imar planının iptali istemi ile açılan davada İstanbul 1.idare Mahkemesi imar planını iptaline karar vermiştir. Başka bir söyleyişle, Gezi’de yapılaşmanın önünü açan imar planı iptal edilmiştir.

Sözcü, 22.07.2013

 

******


"GEZİ'YE ÇİVİ BİLE ÇAKILAMAZ"

 


 

Bölge İdare Mahkemesi, Gezi Parkı’na “Topçu Kışlası” projesinin yürütmeyi durdurma kararını kaldırdı. Bianet’ten Nilay Vardar’ın haberine göre, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Avukatı Can Atalay, bu kararın hukuken bir anlamı olmadığını 1. İdare’nin kararı nedeniyle Gezi Parkı’na bir çivi dahi çakılamayacağını söyledi.

 

Atalay, “1. İdare Mahkemesi Gezi Parkı’nda yapılaşmanın önünü açan imar planını iptal etti. Bölge İdaresi’nin kararı ise yüksek kurul kararının yürütmesinin durdurulmasının iptali ile ilgili. Hukuken etkili bir sonucu yok; o bölgede yapılaşma için imar planı gereklidir, o plan da iptal edilidi. Gezi parkı’na hukuken çivi dahi çakılamaz” şeklinde konuştu.

 

Atalay, şu anda Taksim Meydanı’nda devam eden trafiğin yeraltına alınması çalışmalarının imar planlarının iptali nedeniyle hukuka aykırı olduğunu belirtti. Mimarlar Odası 15 Temmuz’da bu inşaatlarla ilgili suç duyurusunda bulundu.

 

NE OLMUŞTU?
Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği, açtığı davada, “Topçu Kışlası süsü verilen alışveriş merkezi” yapılmasına olanak tanıdığı öne sürülen 27/02/2013 tarihli Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu kararının iptalini ve yürütmenin durdurulmasını istemişti.

 

İstanbul 6. İdare Mahkemesi, 31 Mayıs’ta yürütmeyi durdurma kararı verdi.

 

Bakanlığın yürütmeyi durdurma kararına yaptığı itiraz da mahkemece 2 Temmuz’da yine oy çokluğuyla reddedildi.

 

Bakanlık itirazın incelenmesi için Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurmuştu. Hürriyet gazetesinden Ali Dağlar’ın haberine göre, Bölge İdare Mahkemesi, incelemeyi tamamlayıp yürütmeyi durdurma kararını oy birliği ile kaldırdı.

 

İDARE İPTAL ETMİŞTİ!
Öte yandan İstanbul 1. İdare Mahkemesi, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi’ni 6 Haziran 2013 günü iptal etmişti. Taksim Yayalaştırma Projesi ile Gezi Parkı’nın “Topçu Kışlası’na” çevrilmesinin önünü açan 17.01.2012 tarihli, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Plan tadilatlarına Şehir Plancıları ve Peyzaj Mimarları ve Mimarlar Odası tarafından 1. İdare Mahkemesi’nde dava açılmıştı.

 

Üç kişilik bilirkişi heyeti, plan tadilatlarının şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine aykırı olduğu kanaatine vardı. Karar, Taksim’de yayalaştırma, battı-çıktı, Gezi Parkı ve Topçu Kışlası gibi tüm projeleri kapsıyor.

Sözcü, 22.07.2013

 

******


GEZİ PARKI'NA ÇİVİ BİLE ÇAKILAMAZ

 

Bölge İdare Mahkemesi’nin Gezi Parkın’daki inşaat çalışmaları için verilen ‘Yürütmeyi durdurma’ kararını iptal etmesi, park içinde inşaat çalışmaları yeniden başlayabilir mi tartışmalarına yol açtı.

Ancak 1. İdare Mahkemesi’nin daha önce aldığı bir kararla, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılmasına onay veren 1 / 5000 ve 1 / 1000 ölçekli imar planlarını iptal etmesi bunu olanaksız hale getiriyor. Kısacası yeni imar planları hazırlayıncaya ya da mevcut planlarla ilgili Danıştay’dan aksi bir karar çıkıncaya kadar Gezi Parkı’na bırakın Topçu Kışlası yapmayı çivi bile çakılamaz. 

5 Adım’da son durum 
Şimdi biraz geriye giderek durumu anlatalım. Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Mimar Halil Onur’a yaptırdığı ve içinde buz pateni pisti olan avan projeyi İstanbul 2. Nolu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu reddetmişti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu gelişme üzerine ‘retlerine ret veririz’’ açıklaması yapmış ve akabinde koruma kurullarının üst mercii olan ve kurullar için ilke kararlarını belirleyen Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu, İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu’nun kararını redderek, Halil Onur’un projesini onaylamıştı.
Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği Yüksek Kurul’un bu kararına İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nde dava açtı. Mahkeme 1. İdare Mahkemesi’nin plan notlarını iptal eden kararına atıfta bulunarak ‘‘yürütmeyi durdurma kararı’’ verdi. Mahkeme Başkanı’da bu karara katılmadığını belirterek şerh koydu. Davalı Kültür ve Turizm Bakanlığı mahkeme başkanının bu şerhinden de güç alarak yürütmeyi durdurma kararının plan iptalleri ile alaka kurulmasına Bölge İdare Mahkemesi’nde itiraz etti. Bakanlık itirazında “Projenin bir avan proje olup uygulama projesi olmadığını, avan proje ile uygulama yapılamayacağını, dolayısıyla uygulaması olmayan bir projenin telafisi mümkün olmayan zararlar verme imkanı bulunmadığını’’ belirterek Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz etti.


Mahkeme Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı haklı bularak yürütmeyi durdurmayı kaldırdı. Sebebini de şöyle açıkladı: ‘‘İmar planının iptal edilmiş olmasının tescile ilişkin kurulun sebep işlem niteliğinde olan 09 / 02/2011 gün ve 4225 sayılı kararının da iptal sonucunu doğurmaması, uyuşmazlığın esas itibariyle bu kararın uygulanmasına ilişkin olması, mahkemenin imar planının iptaline dair kararı uyarınca ilgili belediyelerin sonuç işlem mahiyetinde sıralı işlemler yapmasının da yasal bir zorunluluk olması karşısında mahkemenin yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararı bu yönden de usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.’’


Bölge İdare Mahkemesi yürütmenin durdurulmasını iptal etmesi ne anlama geliyor? En başında da söylediğimiz gibi hukuken hiçbir geçerliliği ve yaptırımı yok. Çünkü 1. İdare Mahkemesi’nde Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılmasına onay veren 1 / 5000 ve 1 / 1000 ölçekli uygulama imar planlarında yapılan değişikliklerin hukuka aykırı olduğunu düşünerek iptal ettiği karar varken, avan projenin onaylanmasının uygulama noktasında hiçbir geçerliliği yok. Avan projenin uygulama projesi olabilmesi için imar planlarının buna izin vermesi gerekiyor. Plan olmadan uygulama yapmak mümkün değil. Lakin Danıştay 1. İdare Mahkemesi iptal kararını onamaz ise avan projenin İBB için bir önemi olacak. Avan proje dayanak gösterilerek uygulama projesi yapılarak, Koruma Kurulu’na sunulacak, kurulun onayı durumunda ise kabul edilen imar planı ile proje hayata geçirilebilecek.


Dün Bölge İdare Mahkemesi’nin yürütmenin durdurulmasını iptal etmesi üzerine ‘Gezi Parkı’na yeniden inşaat izninin önü açıldı’ şeklinde koparılan fırtına beyhude. Halihazırdaki son durumda, Gazi Parkı’na Topçu Kışlası yapılması mümkün değil. Çünkü kışlanın yapımına onay veren imar planları yasal olarak iptal edilmiş, Danıştay’dan aksi bir karar çıkıncaya kadar planlar askıya alınmıştır. Planı olmayan bir yere de istediğiniz projeyi yapın uygulama olamaz.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 23.07.2013

ATA EVİ HAZIR

 

 

Selanik’te, restorasyon çalışmaları nedeniyle geçtiğimiz haziran ayından beri kapalı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu evin önemli bölümü yenilendi.

 

Müze evin, Şeker Bayramı’na kadar ziyarete açılması hedefleniyor.

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1881 yılında Selanik’te doğduğu, babası Ali Rıza Efendi’nin öldüğü 1888 yılına kadar oturduğu ve 13 ay önce köklü bir restorasyon için ziyarete kapatılan müze ev, kapılarını yeniden açmaya hazır. Geçen yıl haziran ayında başlatılan restorasyon çalışmaları tamamlandı. Önemli bir bölümü ahşap bina eskisinden çok daha sağlam hale getirildi.

Havalandırma ve ışımlandırma tesisatı yerleştirildi. Odalardaki Atatürk’e ait eşyaların önemli bir bölümü yenilendi. Türkiye’den gönderilecek son parti bazı eşyalar da önümüzdeki günlerde Selanik’te olacak. 

Evde, ziyaretçiler için görsel sunum olması bile düşünüldü. Bahçe yeniden düzenlendi. Bahçede en çok dikkat çekense, Ali Rıza Efendi’nin diktiği ve Atütürk’ün çocuk iken gölgesinde oynadığı nar ağacı. Bahçe geçen 10 Kasım’dan beri  ziyarete açık. Evin içi hala kapalı olmasına rağmen sırf binanın dış cephesini ve bahçeyi görmek için bile, hafta sonları ortalama 400 Türk turist burayı ziyaret ediyor.  Atatürk Evi Müzesi’ne yılda 50 binden fazla ziyaretçi geliyor.

Kültür Bakanlğı’ndan uzman bir heyet 13 ayda defalarca Selanik’e gelerek tüm çalışmaları yerinde izledi. Türkiye’nin Selanik Başkonsolosu Tuğrul Biltekin de en küçük ayrıntılara kadar herşey ile ilgilendi. Selanik Belediyesi ise evin bahçe kapısının olduğu İsaias sokağında çevre düzenleme çalışmaları yaptı. Açılışın yapılması artık gün meselesi. Şeker Bayramı’nda Selanik’e binlerce Türk turistin gelmesi bekleniyor. Hedef, evin bayrama kadar ziyaretçilere açılması.

 

İşte öyküsü

1860’li yıllarda inşa edilen evde doğan Atatürk, babası Ali Riza Efendi’nin ölümü üzerine 1888’de Selanik yakınlarındaki Langada’daki çiftliğine taşındı. Atatürk, 1907-1910 yılları arasında Selanik’de 3. Ordu’da ‘Kolağası’yken arkadaşları ile Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne çare aramak için bu evde biraraya geliyordu.  Lozan Antlaşması (1923) ile mübadele kapsamında ev Yunan devletine geçti.  Selanik Belediyesi 1937 yılında evi satıan alarak Türkiye’ye hediye etti. Atatürk’ün talimatı ile bitişikteki ev ve arsalar satın alındı ve yerlerine Türk  Başkonsolosluk binası inşa ettirildi.

Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 22.07.2013

TABLO SAHTE, VURGUN GERÇEK

 

ABD’nin New York kentinin Manhattan bölgesinde Glafira Rosales (56) sanat galerilerine sahte tablolar satarak 33 milyon dolar (yaklaşık 63 milyon lira) servetin sahibi oldu.

 

Kadının New York’un önde gelen sanat galerilerine ünlü ressamların sahte tablolarını sattığı resmi olarak da kesinleşirse 59 yıl hapis cezasına mahkum edilecek. Rosales’in sattığı tablolar arasında Mark Rothko, Jackson Pollock ve Williem de Kooning’in de sahte eserleri bulunuyor.

Milliyet, 22.07.2013

YORUM GEREKTİ

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü, geçen hafta, İstanbul’da 130 caminin yeniden inşaası için çalışma başlattığını duyururken, Beyoğlu’nda 1957’de yıkılan ve orijinaline uygun yapılacağı söylenen Süheyl Bey Camisi, Meclis gündemindeydi.

 

CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, bir önergeyle, yeniden inşa edilen Fındıklı sahilindeki Süheyl Bey Camisi’nin neden aslından farklı yapıldığını sordu. Soru önergesine cevap, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’dan geldi. Bozdağ “Yapılan tarihsel araştırmalar sonucu camide dükkan bölümlerinin bulunduğu belirlenmiş olup, özgün halinde yer alan mekanlar aynen muhafaza edilmiştir” dedi. Bozdağ, söz konusu camiyle ilgili şu bilgileri verdi: “Süheyl Bey Camisi’nin ihyası, tarihsel belgeler, kazı çalışmalarında tespit edilen veriler ve koruma kriterleri göz önünde bulundurularak gerçekleştirilmektedir. Caminin restorasyon projesinde, kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan duvarların korunmasına ve temel duvarları bulunarak yeri tespit edilebilmiş minarenin, özgün malzemeleri ile yeniden yapılarak ayağa kaldırılmasına karar verilmiştir.

“Ancak, 1957 yılında yapılan yol çalışmaları sebebiyle yıkılan caminin özgün oturum alanının bir kısmı yolda kaldığından özgün halinin tamamıyla yeniden yapılması mümkün olamamış ve camiye ilişkin yeni bir yorum ve tasarım yapma gereksinimi doğmuştur.” Bozdağ, tüm bu çalışmaların maliyetinin de KDV hariç 865 bin TL olduğunu ve sponsorluk yöntemiyle sağlandığını belirtti.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 22.07.2013

TARİHİ MİLAS EVLERİ KURTARILMAYI BEKLİYOR

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde, sahipleri tarafından kaderine terkedilen tarihi evler, ayakta kalma mücadelesi veriyor. 19. yüzyılda ve 20'nci yüzyılın başlarında inşa edilmiş bu yapıların birçoğunun yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalması görenleri üzüyor.

Milas'ta tarihi değerleri tescillenmiş ev, cami, türbe, han ve hamamlardan oluşan 181 yapı bulunuyor. Yapıların yaklaşık 120'si şehir merkezinde yer alan evler, konaklar oluşturuyor. Milas'ın dar sokaklarındaki hemen hemen hepsi iki katlı, cumbalı, ahşap yapı olan bu evler, özgün baca yapılarıyla ön plana çıkıyor. Bu yapıların birçoğu günümüzde sahipleri tarafından kullanılmadığı ve terkedildiği için yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Konaklarını ve evlerini yeniden kullanabilmek için tadilat yapmak isteyen mal sahipleri uzun süren prosedürler ile onarım giderlerinin yüksekliğinden şikayet ederken, birçok ev de birden fazla varisi bulunduğu ve gerekli anlaşmaların sağlanamadığı için kaderine terkedilmiş durumda.

Tescilli bir evin restorasyonu için öncelikle rölevesinin ve buna uygun restorasyon projesinin hazırlanması gerekiyor. Bunların toplam maliyeti neredeyse 30 bin lirayı buluyor. Daha sonra Anıtlar Kurulu'ndan restorasyon için onay alınması gerekiyor. Anıtlar Kurulu'nun konuyu gündeme alıp görüşüp, karar vermesi için de raportörlerin birkaç kez gelip gitmesi ve raporlarını hazırlamaları gerekiyor. Tüm bu işlemler ve ardından Anıtlar Kurulu'nun restorasyon için onay vermesi için çok uzun bir zamana ihtiyaç oluyor. Böylesine uğraştırıcı bir süreç de ev sahiplerini daha işe başlamadan korkutup caydırıyor.

Tescilli yapıların yeniden ayağa kaldırılması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı, Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarıma Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmelik kapsamında hibe yardımları yapıyor. Fakat, evini onarmak isteyen vatandaşlar bu karşılıksız hibe yardımlarını yetersiz buluyor.

Turizmin giderek kıyılardan iç bölgelere çekilerek kültür turizminin amaçlandığı bir süreçte dünyaca ünlü Bodrum'un komşusu olan Milas'ın tarihi evlerinin restore edilerek turizme kazandırılmasını isteyen Milaslılar, "Bizler tarihi evlerimiz var diye adeta cezalandırılıyoruz. ya onarım işlemleri kolaylaştırılsın, ya da evlerimiz kamulaştırılsın. Bakanlığın vereceği hibe destekler gelene kadar zaten evlerimiz harap olup gidiyor. Para gelse de onarım için çok yetersiz kalıyor" dedi.

Milas'ta 7 yıldır Maylasa Mimarlık, Müh, Proje İnş. Ltd. Şti. olarak tescilli binaların yeniden ayağa kaldırılması için çalışmalar yürüttüklerini anlatan Yüksek Mimar Atilla Düz, eski konak ve evlerin sahiplerinin restorasyonlar için ilgisiz olduklarını ileri sürdü. Milas'ta bulunan tescilli yapıların sahiplerinin, yaşam alanları olan evlerinden çok apartman dairelerini sevdiklerini öne süren Düz, "Binamızı Kültür ve Turizm Bakanlığı yapsın. Biz de para yok' diyenler, bir süre sonra evlerinin içine izinsiz uygulamalar yapabiliyorlar. Bu yapıların tapuları mülk sahiplerinde olsa da yaşayan tarih ve sivil mimarlık örnekleri gelecek kuşaklarındır. Doğmamış çocukların geleceğini bencilce kullanmak insanoğlunun manevi duyguları ile bağdaşmaz" dedi.

Milas'ın medeniyetlere beşiklik yapmış, tarihi kültürü örf ve ananeleri ile görülmeye değer bir cennet olduğunu belirten Düz, "Eğer, Milas'a sahip çıkmazsak, gelecek kuşakları, torunlarımızı anlatacağımız hikayemiz olmaz. Restorasyon başlı başına kanser hastalığına benzer. Restorasyonu severseniz kanser hastalığını yenersiniz. Şayet, sevmezseniz tarihin içinde yok olursunuz ve tarih sizi asla affetmez. Şu ana kadar Milas'ta rölöve, restorasyon, restitüsyon proje hibesi alan ve projeleri tamamlanan 24 binamız bulunuyor. Bunların 11'i tarafımızdan Kültür Bakanlığı Müzeler ve Kültür Varlıkları Koruma Müdürlüğü'nün karşılıksız hibelerinden faydalanılarak yapıldı. Bakanlıktan çıkan hibe miktarının üzerine mülk sahipleri de bütçe ilave ederek hak edilen hibe kullanılıyor" diye konuştu.

Basit onarım için vatandaşların ilgilibBelediyelerin Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) birimi aracılığı ile Kültür Varlıkları Kurullarına başvurması gerektiğini de belirten Düz, "Kısa sürede bu tür onarımlar için izin çıkıyor" dedi.

haberler.com, 21.07.2013

ERDOĞAN, VAHDETTİN KÖŞKÜ'NE TALİP

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, son padişah Vahdettin'in köşküne göz dikti. Köşkün çevresindeki trafik bile Erdoğan'a göre düzenlenecek.

 

Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin’in kaldığı Vahdettin Köşkü “devlet konuk evi” olarak Çengelköy sırtlarında yeniden yükseldi. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da bulunduğu zamanlarda çalışmalarının bir bölümünü yürütmek için ofis olarak kullanmak istediği İstanbul Boğazı’nın en güzel noktalarından biri olan köşkte Türkiye’ye gelecek yabancı devlet adamları da misafir edilecek.

 

Cumhuriyet gazetesinden Aykut Küçükkaya'nın haberine göre, Erdoğan helikopter pistinin de yer alacağı bölgede yabancı devlet adamlarıyla ikili görüşmelerini de yine burada yapacak. Erdoğan’ın bizzat ilgilendiği ve talimatlarıyla yönlendirdiği bu proje için Bakanlar Kurulu özel karar çıkardı. Vahdettin Köşkü ve çevresindeki diğer köşkler Boğaz’da yeniden yükselirken Çengelköy’deki sahil trafiği yeniden planlandı.

 

Trafik Erdoğan'a göre düzenlenecek
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanan ve 19 gün önce Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu kararına göre Çengelköy’deki trafik ışıkları kaldırılacak; Çengelköy’den Boğaziçi Köprüsü yönüne olan trafik tek yönlü akacak. Bakanlar Kurulu sahil şeridinde trafiğin tek yönlü akması için köşkün bulunduğu alandan Boğaziçi Köprüsü’ne kadar olan bölgede 4 bin metrekarelik arazinin “acele kamulaştırılmasını” kararlaştırdı. 6 ay önce Erdoğan’a yazılı soru önergesiyle,“Bu malikaneyi kendine mi yapıyorsun” diye soran CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran yanıt dahi alamamış. Oran, “Erdoğan’ın böyle bir hakkı yok. Bu köşkler kültürel mirastı. İmara açık bir yer değil orası. Türkiye Cumhuriyeti artık devlet gibi yönetilmiyor” sözleriyle tepki gösterdi.

 

Kültür varlığıydı ama..
Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin’in adını taşıyan köşk, 2. Abdülhamit’in padişahlığı döneminde Fransız-Türk levanten Mimar Alexandre Vallaury’ye yaptırılmış. Soğan başlı kubbesiyle mimari açıdan nadir yapılar arasında gösterilen köşkün bulunduğu 60 dönümlük koru içinde küçük köşkler, bahçıvan evi ve sera da yer alıyormuş. Köşk 1984 yılında, korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescillenmiş.

 

Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde korudaki köşkler Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından restore edilmiş. Daha sonra restorasyon çalışmalarını inceleyen İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, yıllar önce yapılan restorasyon sırasında köşklerin betonarme olarak yenilendiğini üzerinin de ahşap ile kaplandığını tespit etmiş ve tarihi yapıların yıkılıp aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesine karar vermiş.

 

3 yıl önce tamamen yıkıldı
Restorasyon geçiren ancak aslına uygun yapılmayan çalışmalar sonucu harap hale gelen ve aralarında Vahdettin Köşkü’nün de bulunduğu yapılar yaklaşık 3 yıl önce tamamen yıkılmış. Şimdi ise yeniden yapılan yapılar ve Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin’in Boğaz manzaralı köşkü devlet büyüklerinin konaklayacağı ve yabancı devlet adamlarının konuk edileceği bir bölgeye dönüştürülüyor.

Sol Haber, 21.07.2013

TARİHİ KONAK YANDI

 

 

Antalya'da 100 yılı aşkın çok sayıda evin bulunduğu Haşim İşcan Mahallesi'nde 1'inci derece tarihi eser kabul edilen 2 katlı konakta yangın çıktı. Konakta, yangın nedeniyle ağır hasar meydana geldi.

Olay, Muratpaşa Haşim İşcan Mahallesi, 1306 Sokak'taki tarihi konakta meydana geldi. Servet Yazıcı'ya ait olduğu belirtilen ve 1'inci derecede tarihi eser değeri bulunan konakta, saat 11.00 sıralarında yangın çıktı. Uzun süreden bu yana kendi haline bırakılan konakta bir anda başlayan yangın, kısa sürede çatıya yayıldı. Mahallelinin haber vermesi üzerine olay yerine gelen itfaiye ekipleri, kısa sürede yangına müdahale etti. Yaklaşık 1 saatlik çalışmayla söndürülen yangının ardından binada ağır hasar meydana geldi. Mahalle muhtarı Emine Pehlivan, Haşim İşcan Mahallesi'nin eski bir Rum yerleşkesi olduğunu belirterek, şöyle dedi:

"Mahallenin tamamı bu tip konaklardan oluşurken, 20 yıl öncesine kadar yıkılıp yerlerine 5-6 katlı binalar yapılmış. Mahallede bu gibi tarihi değerini koruyan binalar fazlasıyla var. Ancak yaz döneminde etrafı demir parmaklıklarla da çevrili olsa birileri girmeyi başarıyor. Mahalleli olarak perişan olduk."

haberler.com, 21.07.2013

BALIKESİR'DEKİ KOCA SAAT 186 YILDIR ÇALIŞIYOR

 

 

Balıkesir’in simgesi olan Koca Saat 186 yıldan bu yana çalışıyor.

 

Yıllara meydan okuyan saat kulesine 10 yıldır tırmanan Murat Gündoğan, haftada iki kez 80’den fazla basamak çıkarak saati kuruyor ve çan sesinin şehirde yankılanmasını sağlıyor. Balıkesir’in merkezinde bulunan ve vatandaşların Saat Kulesi ile Koca Saat olarak andıkları saat yaşadığı onlarca depreme rağmen yıllara meydan okuyor. Saat kulesinin girişinde bulunan mermer kitabeye göre, 1827 yılında Silistre Valisi Giridizade Mehmet Paşa tarafından Galata Kulesi’nin bir benzeri olarak yapılan Saat Kulesi, Balıkesir’de 1897 yılında yaşanan büyük bir deprem sonucunda yıkıldı. 1901 yılında Mutasarrıf Ömer Ali Bey tarafından tekrar yaptırılan saat kulesi 1962 yılında Balıkesir Belediyesi tarafından onarıldı.

 

1827 yılından bu yana saat kulesinin üst katında bulunan saat bugün hala çalışıyor. 186 yıldır çalışan saatin tüm bakım ve kurma işlemini Balıkesir Belediyesi’nde görevli Murat Gündoğan gerçekleştiriyor. Balıkesir Belediyesi’nin ısıtma ve soğutma sistemlerinden sorumlu Murat Gündoğan, haftanın iki günü saat kulesine tırmanıp dev çıkrıklarla saati kuruyor. Her Salı ve Cuma günü belediye binasından çıkarak saat kulesine gelen Gündoğan, 1901 yılında yapılan saat kulesinin o yıldan kalan kapısını özenle açıyor. Dar olarak inşa edilmiş 80 merdiven çıkan Murat Gündoğan, tarihle iç içe bir meslek yapmaktan mutluluk duyuyor. Zorlu bir tırmanış sonucu saat kulesinin en üst katına ulaşan Murat Gündoğdu, “Saat kulesinin en üstünden aşağıya sallanan bu kilolarca ağırlıklar aslında saatin mekanizması. Çanın kurma mekanizmasına bağlı bu ağırlıklar yere oturduğunda saatin çanı çalışmaz. Bu saat kurma işlemini o yüzden yapıyoruz. Kulenin içinden aşağıya sallanan küçük ağırlık ise saatin çalışmasını sağlıyor. Hem çanın hem de saatin ağırlıkları dengelidir. Bu ağırlıklar saatin dişlilerinin düzenli çalışmasını sağlamaktadır” dedi.

MARKASI ODOBEY GADET
Saat kulesinin dar merdivenlerini saran ahşap korkuluklar ise saat kulesinin yapıldığı 1901 yılından bu güne yapısını koruyor. 112 yıllık ahşap merdiven ve korkulukların artık eskimeye yüz tuttuğunu kaydeden Murat Gündoğan, şöyle konuştu: “Saat mekanizmasının bulunduğu üst katın üzeri tamamen ahşaptan ve onun üzerinde de saat çanı var. Saatten çana bir kol çıkıyor, saat kurulduğunda çalma vaktinde kol çana asılıyor ve buçuklarda çan 1 kere çalıyor. Saat başlarında saat kaçsa çan o kadar kez çalıyor. Mesela saat 8 ise çan 8 kere çalıyor. 3 dakika sonra ise saatin çanı tekrar 8 kez daha vuruyor. Bu saat 1827 yılında yapılmış ve o yıldan bu yıla sürekli bu şekilde çalışıyor. 1897 yılında depremde bina yıkıldıktan sonra 1901 yılında kule bugünkü şekli ile tekrar yapılıyor. 1962 yılında bina belediye tarafından onarılmış ve 1985 yılında da restore ettirilmiş.”

Saatin ve saat kulesinin tarihi eser olduğunu kaydeden Gündoğan, saati kurmak görevinden büyük heyecan duyduğunu söyledi. Murat Gündoğan, saati 10 yıldır kurduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: "Ancak bu saati kim kuruyordur diye merak eden var mıdır bilmiyorum. Haftada iki gün kuleye gelerek saati kuruyorum. Saatin bakımı ve tamiri Balıkesir Belediyesi’nin sorumluluğunda biz de elimizden geldiği kadar gayret sarf ediyoruz. Çok sayıda arkadaşım kendisini kuleye çıkarmam için bana teklifte bulundu. Ancak burası tarihi bir yer ve saatin mekanizması çok hassas. Saat merkezde ve dört bir yanında dışarı bakan saat var. Bunların hepsi birbirine bağlı, mekanizmadaki kollardan birine yanlışlıkla dokunursak her yönde saat farklı zamanları gösterir ve bu arızayı gidermek oldukça zor”.


Saatin tamamen pirinçten ve karşılıklı millerle tutturulmuş bir düzenekten oluştuğunu kaydeden Gündoğan, çarkların özel bir yağ ile yağlandığını söyledi. Saatin dişlilerini yağlayan dev çıkrık yardımı ile önce saat çanını ve ardından saati kuran Murat Gündoğan, kuleden aşağı uzanan ağırlıkların kurma işlemi ile dengeye geldiğini söyledi. Saatin kurma işlemini tamamlayan Gündoğan, sözlerine şöyle devam etti:“Bu saat kurma görevini bana verdiler, şuan ben yürütüyorum. Biz hepimiz gelip geçiciyiz ama bu saat burada kalıcı. Belediye olarak biz bu saate gözümüz gibi bakıyoruz, kendi çocuğumuz gibi bakıyor tarihi eserimizi koruyoruz.”

Milliyet, 21.07.2013

LİMYRA ANTİK KENT KAZI ALANINDA JEOFİZİK ÇALIŞMA

 

 

Antalya'nın Finike İlçesi'ne bağlı Saklısu Köyü Zengeder civarında 1969 yılından bu yana devam eden Limyra antik kent kazılarının, 2013 sezon programı belirlendi.

 

Kazı Başkanı Dr. Martin Seyer, yaklaşık 2.5 ay sürecek çalışmalar sırasında jeofizik araştırmalar yapılacağını, Roma ve Bizans dönemine ait surların restore edileceğini açıkladı.

 

Kültür Bakanlığı ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü işbirliğiyle Limyra antik kentinde 44 yıl önce başlayan kazı çalışmaları devam ediyor. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü uzmanlarından kazı başkanı Dr. Martin Seyer, ikinci kazı başkanı İTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Zeynep Kuban ve Konya Müzesi'nden Yaşar Yılmaz kontrolünde, 22 Temmuz pazartesi günü başlayacak çalışmalar, yaklaşık 50 kişilik ekiple sürdürülecek. 

Bu sezonki çalışmalar hakkında bilgi veren Dr. Seyer, 2.5 aylık dönemde jeofizik araştırmaların yanı sıra Roma ve Bizans dönemine ait surların restore edileceğini kaydetti. Arkeolojik aramalarda jeofizik araştırmaların önemine dikkat çeken Dr. Seyer, yeraltında gömülü kalıntıların yer, biçim, uzanım, derinlik özelliklerini üç boyutta veren bilimsel yöntemi kullanarak, bundan sonraki kazı çalışmalarına ışık tutacak bir proje hazırlamak istediklerini söyledi.

 

Kentin gelişimini, kent planlamasına dair birtakım soruları bu çalışmalardan yola çıkarak çözmeyi ümit ettiklerini anlatan Dr. Seyer, kazı alanında yürütülecek teknik ve restorasyon çalışmalarının yanı sıra, Turunçova Tocak Dağı Mevkii 1200 metre yükseklikte ve Boldağ Yaylası'nda antik kalıntılar bulunması nedeniyle yüzey taraması yapılacağını söyledi. Dr. Seyer, "Bu iki bölgede ilk kez yüzey araştırması yapılarak, konumu ve yapıtlar hakkında veri elde edilecek. Limyra ve iki farklı alanda yapılacak çalışmalar, 4 Ekim'e kadar sürdürülecek" dedi.

 

Antik kentte daha önce yapılan çalışmalarda, Likya kentlerinin ikinci sinagogunun bulunduğunu anımsatan Dr. Martin Seyer, şöyle devam etti:

"Geçen yıl küçük bir bölümü kazıldı. Sinagogun çok büyük bir alanda olduğunu düşünüyoruz. Çünkü İmparator Theodosianus dönemindeki kanun gereği yeni bir sinagog yapılmamış, eski sinagog restore edilerek kullanılmış. MS 6. veya 7. yüzyılda yapıldığını düşündüğümüz sinagog, Yahudiler ve Limyra antik kenti için çok önemli bir buluntu. Bu yıl gerçekleştirilecek jeofizik araştırmalar da sinagogun bulunduğu alandan başlayacak." 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle 'Limyra yol hattı' projesi hazırlandığını aktaran kazı başkanı Seyer şunları söyledi:

"Limyra antik kentinin ortasından geçen ve kazı çalışmalarının bir bütün olarak korunmasını engelleyen yolun, dışarıdan verilmesine yönelik proje hazırlandı. Bu proje ile antik kent içinden geçen yol çevresinden tali yol olarak verilecek. Projenin uygulanması halinde kent kazılarının daha sağlıklı yürümesine ve korunmasına önemli katkı sağlayacak."

 

Kazı başkanı Dr. Seyer, tüm bu çalışmaların dışında ikinci kazı başkanı Zeynep Kuban ve İTÜ'den gelen ekip tarafından yürütülecek organizasyonla çocuklara, üzerinde yaşadıkları tarihi mirası çeşitli atölyelerle anlatmayı hedefleyen 'Çocukların Limyrası' etkinliği gerçekleştirileceğini söyledi. Dr. Seyer şu bilgileri verdi:

"Proje kapsamında Bağyaka ve İsmail Erol ilkokulları öğrencileri, müzeleri ve kazı alanlarını gezecek, tarihi yapıları inceleyecek ve antik dönem hakkında bilgi edinecek. Çocuklar, yaklaşık 10 gün sürecek etkinliklerin ardından antik dönem hayatı üzerine öğrendiklerini drama, müzik, iki ve üç boyutlu görsel tasarım teknikleriyle hayata geçirecek."

Akşam, 21.07.2013

ADALARDAN BİR İNŞAAT GELİR BİZLERE

 

 

İstanbul ’un Adalar İlçesi dokuz adadan oluşuyor. Bunlardan yerleşime kapalı olan ikisi, Yassıada (Plati) ve Sivriada (Oxia) için merkezi otorite tarafından son günlerde önemli kararlar alındı. Bu iki adanın çok yakın bir tarihte “yap işlet” modeliyle özelleştirilmesi söz konusu.
Yassıada önemli bir “bellek mekanı”. Menderes ve arkadaşlarının burada, darbe sonrası düzmece bir mahkemede yargılanmaları nedeniyle. Aynı zamanda devlet şiddetinin ayrım yapmaksızın sıradan vatandaşları, düşünce üreten insanları değil, kimi zaman önde gelen siyasetçileri, tepedeki yöneticileri de hedef aldığını göstermesi açısından önemli. İstanbul Boğazı’nın girişinde, çok stratejik bir yerde bulunması, geçmişte Yassıada’yı askeri açıdan önemli kılmış. 1960 askeri darbesi sonrasında herhalde Yassıada’nın seçilmesinin nedeni de hem İstanbul’a yakın, hem de herhangi bir kurtarma girişimine karşı güvenli olması.

 

Boş arsa gibi

Sivriada ise başka bir felaketle anılır, Bizans dönemindeki sürgünleri saymazsak. 1909 yılında İstanbul’da sokak köpekleri toplanarak mavnalarla bu adaya taşınmış. Hayvanlar aç susuz burada ölüme terk edilmiş. Bu adalar belki de bu nedenle halk arasında “Hayırsızadalar” olarak adlandırılmış.


Anıtlar Yüksek Kurulu, 1979’da tüm adaları korunması gereken doğal ve tarihi alan ilan etti. 2006’da Bölge Koruma Kurulu tarihi sit tescil kaydının devamına ve 1. derece doğal sit olarak belirledi. Bölge Koruma Kurulu 2010’da Yassıada’daki şato, sarnıç, tarihi olaylara sahne olması nedeniyle tescilli yapılar olarak plana işlenmesine ancak diğer yapıların tarihi önemi olmadığına karar verdi. 2011’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na müze olarak kullanılmak üzere tahsis edildi. Bölge Koruma Kurulu 2012’de aldığı bir kararla “sit alanı” kaydının kaldırılmasına karar verdi. Mimari değeri olan yapıların zaten tescilli olduğu belirtilerek, “sit alanı” kararı yürürlükten kaldırıldı. Bu ne demek? Sözgelimi spor salonu, mahkeme binası olarak kullanıldığı için korunmaya değer demek. (Ama koğuşlar, hapishane, nöbetçi kulübeleri, yol döşemeleri ya da komutanlık binası değil!) 2013 Nisanı’nda bir “torba yasa” kapsamında, Yassıada ve Sivriada’da “yap-işlet-devret” modeli çerçevesinde, “Kıyı Kanunu hükümlerine ve diğer mevzuatta olan kısıtlama ve prosedürlere tabi olmaksızın planlama, imar ve inşaat uygulamalarının yaptırılabileceğine” hükmedildi. Mayıs’ta ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Yassıada için hazırladığı ve onayladığı 1/5000 ve 1/1000 planları askıya çıkarılmak üzere Adalar Belediyesi’ne gönderdi. Bu planda Yassıada askeri bölge olmaktan çıktı, Turizm ve Kültür Tesisleri Alanı olarak işlevi değiştirildi ve planda Yassıada’da bugün yüzde 5’lerde olan yapılaşma oranı, 65’e çıkarıldı. Başka bir deyişle ada birkaç tescilli yapı dışında öngörülen turizm işlevleri için tıpkı “boş bir arsa” gibi imara açılması mümkün hale getirildi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, belediyenin uhdesinde olan plan yapma yetkisini kendi üzerine alıyor. (Yalnızca almıyor, aynı zamanda paralel plan yaparak, “benimki geçerlidir” diyor.) Başka ne yapıyor? Plandaki imar hakkını onlarca kere artırıyor. Çünkü burayı alacak olan şirketin kar etmesi için inşaata ihtiyaç var. Planın özeti: Turizm fonksiyonu yalnızca bir belge olarak korumakla, müzeleştirmeyle falan olmaz! Hiç kuşkum yok, sıra diğer adalara da gelecek.

 

Çıkar odaklı

Öngörülen dönüşüm Yassıada’nın bir tarihi belge olma niteliğini de tamamen kaybettirecek. Karşı çıktığımızda Başbakan ihtimal ki şöyle diyecek: “Bakın biz burayı Demokrasi Adası yapmak istedik. Projemize karşı çıkanlar buranın aynen askeri yönetim alanı olduğu zamanki gibi kalsın istiyorlar!” Oysa böyle kalsın ya da askeri yönetime devredilsin diyen yok. Bütün izleri ile bu çok katmanlı belgeyi korumak gerekir. Ama belki bazı yeni işlevler de kazandırılabilir, yeni binalar da yapılabilir ya da köhnemiş binaların içinde, onların dokusunu değiştirmeden çelik ve cam yürüyüş platformları, sergi hacimleri de inşa edilebilir. Ama bütün bunların -bir bellek mekanını yok etmeden yapılabilmesi için- önce yatırımcı mantığı ile, tıpkı bir arsa gibi adada imar hakkını artıracak bir peşin hüküm verilmemesi, bağımsız kuruluşların bir program geliştirmesi, misyona yönelik bir proje yönetiminin oluşturulması gerekir. Bugün yapılan ise tamamen çıkar odaklı ve kabul edilebilecek bir yöntem değil.


Buradaki yapılaşmayı çirkin bulabilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz. Ama burası bir bütün olarak düşünülmeli, çalışılmalı ve tarihi yapıları ile de, tarihi değeri olmadığı varsayılan yapıları ile de bir bütün olarak korunmalı. Bu özelleştirme ve yeniden yapılaşma planı burada darbe sonrası yargılanan Menderes ve arkadaşlarının anısına karşı büyük bir saygısızlık olacaktır.

Özelleştirme ve piyasa mantığı ile hazırlanmıştır

 

Dünyadaki yöntemler

Bu adanın değişik katmanlardan oluşan yerleşim topografyasının mimari bir belge olarak korunması gerektiğini ve darbe sonrası askeri mahkeme olarak kullanılan spor salonu gibi, beğenelim beğenmeyelim tarihe tanıklık etmiş koğuş, komutanlık, hapishane, yemekhane, nöbetçi kulübeleri ile bir bütün olarak korunması gerekir. Yatırımcı perspektifi ile ve kar amacıyla yapılacak dönüşümün bu belgeyi yok edeceği açık. Restorasyonun da bir müteahhitlik çalışması olarak gördüğümüz “cilalı” örnekler gibi değil, belgenin katmanlarını görünür kılacak şekilde yapılması beklenmeli.


Son olarak Yassıada ve Sivriada’nın Beşiktaş ’ta Başbakan’a komşu tütün deposunu yıkarak otele çeviren ve vapur iskelesini de satın alan şirkete verileceğini öğrendik. Nasıl İstanbul’da dünyanın en pahalı inşaatları olan kongre ve kültür merkezleri şirketler tarafından yönetilemiyorsa, bu işin de otel işletmeciliğine benzemediğinin altını çizmek gerekiyor. Eğer Başbakan’ın bu adayı “Demokrasi Adası” yapmak gibi bir niyeti varsa, kendisine bu konuda dünyada uygulanan yöntemler hakkında bilgi vermeye hazırız.

Radikal İki, Yazı: Korhan Gümüş, 21.07.2013

OYLUM HÖYÜK KAZILARI BAŞLADI

 

 

Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Atilla Engin başkanlığında 20'si teknik 60 kişilik ekibin katılımıyla başlatılan ve 140 bin lira bütçe ayrılan çalışmalar, yaklaşık 2,5 ay sürecek.

Engin, yaptığı açıklamada, Oylum Höyük'ün bölgenin en önemli ve büyük höyüklerinden olduğunu söyledi.

Höyükteki çalışmalarla bölgenin tarihine ışık tuttuklarını ifade eden Engin, "Höyük, bulunduğu konum itibariyle önemli bir stratejik noktada yer alıyor. Ayrıca yaklaşık 500 metreye ulaşan boyutuyla da sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin değil, Türkiye'nin en büyük höyüklerinden biri durumunda" dedi.

Höyüğün batı etekleri boyunca akan Akpınar deresinin bölgede binlerce yıl yaşam kaynağı olduğunu vurgulayan Engin, milattan önce 3000-3500'lü yıllara dayanan medeniyetlerin yaşadığı höyükte, Geç Kalkolitik Dönem ve Tunç Çağı'ndan kalıntılar bulunduğunu belirtti.

Yaptıkları çalışmalara dayanarak höyüğün bir krallık merkezi olduğu kanaate vardıklarını dile getiren Engin, şöyle devam etti:
"Son yıllarda ortaya çıkarılan buluntulardan Hitit Büyük Krallığı'na ait çivi yazılı tablet, Hitit Kralı mühür ve mühür baskıları, buranın bir idari merkez olduğunu gösteriyor. Çalışmalarımız daha çok höyüğün bütün çağlarda bu önemli krallık merkezinin niteliğini anlamaya yönelik devam etmektedir. Gerçekleştireceğimiz kazılarla Oylum Höyük'te yaşamış krallıkları, medeniyetleri ortaya çıkarmak istiyoruz. Bu yıl ki kazılarda arşiv odası, çivi yazılı belgeler ve önemli buluntulara ulaşmayı umuyoruz."

Engin, Oylum Höyük'te özellikle son iki yılda gerçekleştirdikleri kazılarda önemli bulgulara ulaştıklarını anımsattı.

Bunlar arasında saray olarak değerlendirilebilecek nitelikte anıtsal yapı açığa çıkartıldığını anlatan Engin, "Bu yapının çok azını açığa çıkartabildik. Özellikle cam üretimiyle ilgili işliklerin bulunması, Oylum Höyük'ün dünyanın eski cam üretim alanlarından olduğunu gösteriyor. Camın anavatanının bu bölge olduğunu biliyoruz. Bunun dışında özellikle fildişi ve metal buluntular, burada üretim yapıldığını gösteriyor" diye konuştu.

Sabah, 21.07.2013

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDE OSMANLI SİKKELERİYLE İLGİLİ TARTIŞMA

 

 

İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki Osmanlı sikkeleriyle ilgili ilginç bir tartışma başladı. Bilim insanları koleksiyonun araştırmaya kapalı olduğunu öne sürdü.Müze yetkililerine göre ise ‘herkese açık’.
 

İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki 560 bin İslami sikke ve çok sayıda kurşun mührün araştırmaya kapalı olduğu iddiası gündeme geldi. Araştırmacılar, dünyanın en büyük koleksiyonlarından biri olarak gösterilen tarihi eserlerden 120 bin teşhir ürünü dışındakilerin hiçbirine ulaşamamaktan yakınıyor. Arkeoloji Müzesi yetkilileri ise iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirterek ‘herkese açık’ dedi.
 
Türk Nümismatik Derneği Başkanı Cem Mahruki, 1839’dan önceki dönemlere ait paraların kayıtlı koleksiyoncularca yapılabildiğini anlattı. Bu nedenle kimsenin çalışma yapamadığını aktaran Mahruki,

“Bir kısmı yurtdışına kaçırılıyor. Kaçırılamayanlar da alıcı bulunmadığı için eritilip altın, gümüş kolye bilezik yapılıyor. Arkeoloji Müzesi her zaman kapalı kutu oldu. Araştırma yapmak isteyene kök söktürüyorlar. Paralar tasnif edilmemiş.Kurşun mühürler metal kutularda muhafaza edildiğinde bir süre sonra erir yok olur. Bu şekilde kaybolmuş olabilirler” diye konuştu.
 
Koleksiyoner Kaan Uslumüze arşivi ve envanterinin açılmadığını belirtti. Sikkelerle ilgili yurtdışındaki kaynaklardan faydalandığını söyleyen Uslu, “Türkiye’de darphane arşivine girebildim. 40 senedir çalışıyoruz diyorlar ama müzenin son yayını 1970 ve 1974’te çıkarıldı”

Koleksiyoner Haluk Perk müzedeki sikkeleri tasnif edecek yeterli eleman olmadığını belirtti. Teknik imkansızlıklara dikkat çeken Perk, “Bütün dünya müzelerinde öncelikle eldeki envanter yayınlanır. Kayboldu iddiası abartılıyor. Yoğunluk bilinmediği için tedirginlik yaşanabiliyor. Kurşun mühürlerin metal kutularda saklanmasından dolayı kaybın olduğunu duydum” ifadelerini kullandı.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan ise iddiarın gerçeği yansıtmadığını söyledi. Araştırmacılara gerekli desteğin sağlandığını ve hiçbirinin geri çevrilmediğini belirten Kızıltan,
“Müzemizde yaklaşık 560 bin adet İslami sikke var. 100-120 bini teşhirde. Bunların içinde gümüş, bronzlar var. Metal dolaplarda korunuyor. Çok azı ahşap dolaplarda. Ciddi anlamda bozulan veya kaybolan sikkemiz yok. Her bir sikke demirbaşa kayıtlı ve hepsi envanterlidir. Bozulan veya eriyen bir para da yok. İddialar gerçekçi değil” diye konuştu.

Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Müdür Yardımcısı Doç.Dr.Osman Özgüdenli İslami sikkelerle ilgili bilimsel araştırmalarda Arkeoloji Müzesi’nden hiçbir kaynağa ulaşamadıklarını söyledi. Özgüdenli, eserlerde yeterli tasnifin yapılmadığını anlattı. Özgüdenli şunları söyledi:

“Müze kapalı kutu gibi. Pek çok müze koleksiyonundaki paraların kataloğunu yayınladı. İran, İngiltere, Almanya’daki koleksiyonları kullanıyoruz ama ülkemizdekilere ulaşamıyoruz. Bazı paraların kayıp olduğunu duyuyoruz. Lakin kapalı olduğu için doğrusunu öğrenemiyoruz. Bunlar suiistimale açık malzemeler. Türünün son örneği çok değerli para çalınmış veya sıradan bir parayla değiştirilmiş olabilir.

Çünkü kataloğu yayınlanmadı, neyin ne olduğu bilinmiyor. Taşınma ve restorasyon 20 senedir bitmedi mi? Bu paralar dönemin siyasi, kültür, sosyal ve ekonomik tarihini değiştirebilecek ve tarihi sil baştan yazabilecek nitelikte. Yani define niteliğinde.”

İddialar üzerine bir akademisyen aracılığıyla bilimsel araştırma için İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne başvurduk. Zeynep Kızıltan imzalı yazıyla incelemeye restorasyon çalışması gerekçe gösterilerek izin verilmedi.

Bugün, Haber: Nesrullah Sonay, 21.07.2013

BATAN ŞEHRİN SANAT ESERLERİNE NE OLACAK?

 

 

ABD’nin Michigan eyaletinin en büyük şehri olan Detroit, önceki gün 18.5 milyar dolar olarak tahmin edilen borçları nedeniyle iflas başvurusunda bulundu. Bu başvurunun ardından Detroit şehrine ait müze Detroit Sanat Enstitüsü’nün (DIA) Batı ABD’nin en büyük sanat koleksiyonuna sahip olması, koleksiyonun elden çıkarılıp çıkarılmayacağı sorularını beraberinde getirdi. İflas başvurusunun ardından sanatseverler ve hukukçular, DIA’in sanat koleksiyonu korumak için hareket geçtiler. Koleksiyonun değerinin 2.5 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. DIA’in yüzyıllar boyunca biriktirdiği 60 bin eser arasında Tintoretto’un 100 milyon dolar değerindeki eseri “The Dreams of Men” ve Matisse’in 150 milyon dolarlık “The Window”u da bulunuyor. Müzede ayrıca Bruegel, Caravaggio, Rembrandt ve van Gogh’ın eserleri de var. Mayıs ayında bir açıklama yapan Detroit Acil Durum Müdürü Kevyn Orr, şehrin iflasını ilan etmesi halinde sanat eserlerinin satılabileceğini dile getirmişti.

 

ABD’de böyle bir şey hiç olmadı
Geçen ay müzenin Christies Müzayede Evi tarafından aranıp, koleksiyonun keşfi için izin istenmesi endişeleri artırdı. DIA konuda uzman avukatlar tutarak elinde koleksiyonu korumanın yollarını aramaya başladı. Amerikan Müzeler Birliği başkanı Ford Bell, “Çok endişeliyim, bunun olamayacağını düşünüyordum. ABD’de böyle bir şey hiç olmadı” diye konuştu. Müze yaptığı açıklamada, “Bu koleksiyonun halka ait olduğu için satılmaması ve Michigan eyaletinin kültürel mirasının korunması gerektiğiyle ilgili görüşümüzün arkasındayız” dedi. Bir müzenin kalıcı koleksiyonunun satılması, ABD Müzeler Birliği’nin etik kurallarına göre sadece “müzenin misyonun geliştirilmesi” şartı sağlandığında yapılabiliyor. 


Müzenin 1985-1997 yıllarında yöneticiliğini üstlenen Samuel Sachs II, “Eğer bu saldırıyı yaparlarsa, sadece Detroit’in değil, ülkenin en önemli kültürel değerlerinden birini kaybederiz. Eğer Detroit’in hastaneleri ve üniversiteler satılabilse, bunu da satarlar mıydı?” diye konuştu.

Bir zamanlar Detroit
ABD’nin Michigan eyaletine bağlı sanayi kenti Detroit’in, 18.5 milyon dolar (35.4 milyon lira) borçla iflas bayrağını çekmesi dünya ekonomi gündemine oturdu. ABD’li haber ajansı AP de, bir zamanların endüstri devi kentin dününü ve bugününü karşılaştıran fotoğraflar yayımladı. 1920’li yıllardan itibaren başlayan fotoğraflarda otomobil fabrikalarından, tank üretimine şehrin şaşaalı günlerinden enstantaneler yer alıyor. 1920 yılında çekilen bir fotoğrafta, lüks otomobil markası Packard’ın fabrikasında çalışan işçiler görülüyor.

Mlliyet, 21.07.2013

KEPÇE KEPÇE YAĞMA

 

 

Tarihi talanda ikinci perde… Çatalca’daki Bizans Mezarlığı’nı delik deşik eden definecilere kazma yetmiyor. Anastasius Surları’na iş makineleriyle girdiler.

 

Çatalca’da tarih yağması sürüyor… Bizans Mezarlığı’nın ardından Anastasius Surları da definecilerin talanına uğradı. 1200 yıllık arkeolojik SİT alanını delik deşik eden yağmacıları kazma-kürek kesmedi. Anastasius Surları’nın altında define olduğuna inananlar, bölgeyi iş makineleriyle kazıyorlar. 

Metrelerce kazılan surlardan geriye toprak ve 15 metre derinliğinde kuyular kaldı. Yağmayı fotoğraflayan Çatalca Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Ahmet Rasim Yücel, suç duyurusunda bulundu. Bizans İmparatoru Anastasius’un 6’ncı yüzyılda İstanbul’u özellikle Bulgarlar ve Hunlar’dan korumak için yaptırdığı 56 kilometrelik surlar, Çin Seddi’nden sonra dünyanın üçüncü uzun duvarı. 

 


AKŞAM, Çatalca’daki definecileri Ocak 2012’de manşete taşımıştı. 

Akşam, 21.07.2013

173 YILLIK TAŞKIŞLA RESTORE EDİLECEK

 

 

İstanbul'un en gözde tarihi binalarından biri olan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Taşkışla kampüsü restore edilecek.

İstanbul Teknik Üniversitesi'nin kampüs olarak kullandığı Taşkışla'nın dış cephesi ile bazı iç mekanları yenilenecek. Taş mimarisiyle göz dolduran tarihi yapının cephe restorasyonu 2015 yılında tamamlanacak.Tarihi binanın tüm dış cephesi yenilenerek, iç kısımda mutfak ve avlu bölümleri restore edilecek.

Ayrıca tarihi yapının tüm atıksu ve rögar sistemleri bakıma alınacak. 2013 Mayıs ayında sözleşmesi imzalanan iş 2015 yılında tamamlanacak. Sözleşmede iş bedeli olarak 6 milyon 585 bin lira belirlendi. 1840 yılında İngiliz mimar Williams James Smith ve yardımcısı Osmanlı kalfa İstefan'a yaptırılan tarihi kışla, askeri hastane binası olarak tasarlandı. 1860 yılından itibaren Dolmabahçe Sarayı'nı korumak amacıyla askeri kışlaya dönüştürüldü. 31 Mart olaylarında çatışmaların yaşandığı askeri kışla olarak tarihe geçti. Cumhuriye'in ilanından sonra Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilen kışla, 1943- 1950 yılları arasında büyük onarımdan geçtikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörlüğü ve Mimarlık-İnşaat Fakültesi olarak kullanılmaya başlandı.

Taş mimarinin en gözde eserlerinden biri olarak nitelendirilen Taşkışla'yı İngiliz mimar Williams James Smith ve Osmanlı kalfa İstefan birlikte inşa ettiler.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 21.07.2013

43 YIL ÖNCE KAZISI YAPILAN SELEUKEIA ANTİK KENTTE TANITIM LEVHASI BULUNMUYOR

 

Antalya'nın Manavgat İlçesi'ne bağlı Bucakşıhlar Köyü sınırları içinde bulunan Seleukeia Antik Kent'te tanıtım levhası bulunmaması tarihi ören yerine ziyaret ilgisini azalttığı bildirildi.

Prof.Dr. Jale İnan tarafından 43 yıl önce kazı yapılan Seleukeia Antik Kent'in tanıtıma yönelik bir tek levha olmaması dikkat çekiyor. Manavgat'ın Bucakşıhlar Köyü muhtarı Salih Özer, köyleri sınırları içinde bulunan Seleukeia Antik Kent'i anlatan levhanın bulunmamasının üzüntü verici olduğunu söyledi.

Antik kentte giden yolun uzun uğraşılar sonrası 10 yılda zor yapıldığını belirten Özer, halen 700 metre yapılmadığı için yerli ve yabancı turistlerin tarihi ören yerine ulaşmada zorluk çektiğini kaydetti.

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'ten Seleukeia'nın yapılmayan 700 metrelik yolunun yapılması için yardım beklediklerini Özer, eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay zamanında bir çok defa başvuruda bulunmalarına karşı başarılı olamadıklarını söyledi. Özer, "Tarihi ören yerini tanıtan levha yok. Seleukeia'da 30 yıl önce dikilen küflü levhadan başka bir tanıtıma yönelik bir şey yok. Bakanlığın yol ve levha dikimine yönelik çalışma yapmasını istiyoruz. Tarihi ören yerini anlatan İngilizce, Almanca ve Rusça dillerinde tanıtım ve bilgilendirme levhası dikmesini istiyoruz. Gelen turistlere mahcup oluyoruz. Antalya bölgesi adeta açık hava müzesi konumunda sözünü söylemekle tarihi ören yerleri müze olmuyor. 43 yıl önce Prof.Dr. Jale İnan tarafından keşfedilen ören yeri kültür turizminde hak ettiği yeri alamadı. 10 yıldır bir yolu bile zor yapıldı. 700 metrelik yol yapılmazsa bölgeye kültür turizmi için turist çekemeyiz." diye konuştu.

DE&HA Turizm Seyahat Acentesi turist rehberi Halil Güleç, Seleukeia antik kentni tanıtan levhanın olmamasının turistlere mahcup hale düşürdüğünü söyledi. Seleukeia'nın, Side antik kentinden sonra ikinci kültür turizmi alanı olduğunu belirten Güleç, tarihi ören yerine getirdikleri turistlere bölge ile bilgilendirmede yazılı az kaynak olması ve tanıtım levhası olmadığı için zorlandıklarını kaydetti. Güleç, "Antik kente ulaşım şartları zor olduğu için turistler Seleukeia'ya gitmekte zorlanıyor. Patika yolun acil bir şekilde yapılması gerekir. Antik kent içinde bir tek çöp atacak bir yer yok. Bakanlığın Seleukeia'ya ilgi göstermesini istiyoruz. Turistlerin hayran kaldığı Seleukeia çok sahipsiz. Böylesi bir tarihi ören yeri İspanya, Fransa, İtalya ve İngiltere'de olsa çok farklı olurdu." diye konuştu.

Bugün, 20.07.2013

2200 YILLIK TARİH ÇIKARILIYOR

 

 

Ordu’nun Bayadı Köyü sınırları içinde bulunan Kurul Kalesi’nde Doğu Karadeniz Bölgesinin ilk arkeolojik kazası devam ediyor. Kazılarda, Kurul Kalesi’ndeki yerleşimin 2 bin 200 yıl öncesine dayandığı ortaya çıktı.

 

Kurul Kalesi'nde kazı çalışmaları 2010 yılında başlarken, 18 Haziran tarihinde başlayan 2013 yılı kazı çalışmaları yarın sona eriyor. Yürütülen çalışmalar sonucunda Kurul Kalesi'nin 6. Mithriadates dönemi kalesi olduğu tespit edilirken, yapılan kazı çalışmalarında tepe adaları, giriş kapısı, dinsel ve kültsel alanlar seramik, sikke, ok ucu, tanrı ve tanrıca büstleri ve birçok ürün bulundu.

Kazı çalışmalarını yürüten Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt, Kurul Kalesi'nde yürütülen kazı çalışmalarının 20 yıl daha devam edeceğini belirtti. Şenyurt, "2010 yılının Ağustos ayında başlatılan Kurul Kalesi kazılarının bu yıl dördüncü sezonunu tamamlamak üzereyiz. 4 yıldır, yaklaşık 40 kişilik bir ekip ile ortalama 1,5 ay süreyle kazı çalışmalarını sürdürdük. Daha önce doğal bir kültür ve mesire alanı olan Ordu Kurul Kayalıkları bu kazılar sonucunda bir kale kent kimliğini ortaya çıkarttı.Biz burayı Kurul Kalesi olarak adlandırdık" dedi.

Ordu tarihine ve turizmine önemli katkılar sağladıklarını söyleyen Prof.Dr. Şenyurt, "Bu yıl ki çalışmalarımız bu hafta sonu tamamlanacak. Kaya zirvesinde yaptığımız ve daha çok kutsal alan olarak düşündüğümüz kesimdeki çalışmalardan sonra artık kurul kalesinin teras alanında çalışmalar başlattık. Buranın yaklaşık 20 dönümlük zirvesinde etrafının surlarla çevrili olduğunu ve özellikle dini, ticari ve askeri amaçlı yapılar ile buranın donatılmış olduğunu şimdiden önemli kanıtlar ile kanıtlayabildik. İşin en güzel tarafı da, bu Kurul Kalesi etraftan bakıldığında, bundan sonra etrafı surlarla çevrili, başında taç taşıyan bir kral gibi Ordu'nun bu güzel coğrafyasını süsleyecek. Biz de ekip olarak bundan gurur duyacağız. Önümüzdeki yıldan itibaren ortaya çıkartığımız eserlerin restorasyonları da yapılacak. Böylece burası turizme tam anlamıyla kazandırılmış olacak" ifadelerini kullandı.

Gazi Üniveristesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Şimdiye kadar yaptığımız kazılarda bulduğumuz küçük eserler arasında sikkeler, çanak, çömlek önemli yer tutuyor. Diğer metalden yapılmış aletler, silahlar çok önemli yer tutuyor. Bunların tarihleri günümüzden 2 bin 200 yıl öncesine gitti. Önceki yıllarda bunu 2 bin 100 olarak söylemiştik ama 2 yeni kral sikkesiyle MÖ 190'lara kadar Kurul Kalesi'ndeki yerleşimin geriye gittiğini görüyoruz."

İl Kültür ve Turizm Müdürü Erkan Gülderen ise, "Kurul Kalesi'nde yapılan kazı, Doğu Karadeniz bölgesinde yapılan ilk arkeolojik kazıdır. Dolayısıyla, sadece bizim değil, Doğu Karadeniz'in de büyük bir bekletintisi var. 2010 yılında ilk kazı çalışmalarına burada başlamıştık. O zaman toprak üzerinden yürüyerek gelmiştik ancak bir tarihin üzerinde yürüdüğümüzün de farkında değildik. Kurul Kalesi'ni, Ordu'nun tarihini değiştirecek, Ordu'yu bir çekim merkezi haline getirecek önemli bir nokta olarak değerlendiriyorduk. 2010 yılına kadar buraya Kurul Kayası deniliyordu, ancak kazılardan sonra Kurul Kalesi denilmeye başlandı" şeklinde konuştu.

Sabah, 20.07.2013

ARKEOLOJİK KAZIYA 'AKUT' DESTEĞİ

 

Nizip İlçesi'ndeki Zeugma antik kenti kazı ve kurtarma çalışmalarında Arama Kurtarma Derneği'nin (AKUT) desteğiyle su altı araştırması yapılacak.

Antik kentteki 2013 kazı ve kurtarma çalışmalarına başlandı. Bu yıl ki faaliyet planında restorasyon, konservasyon, çevre düzenlemesinin yanında su altındaki tarihi buluntular gün ışığına çıkartılacak.

Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Üyesi Prof.Dr. Kutalmış Görkay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Zeugma Arkeoloji Projesi kapsamında başlayan kazı çalışmalarının eylül ayı ortalarına kadar devam edeceğini belirtti.

Çalışmalarda güzel ve tarihi kalıntılara rastlamayı temenni ettiklerini dile getiren Görkay, katkılarından dolayı Kültür ve Turizm Bakanlığına teşekkür etti.

Antik kentteki kazılara 2007'de başladıklarını anımsatan Görkay, şunları kaydetti:
"Muzalar Evi'ndeki kazı çalışmalarına bu yılda devam edeceğiz. Bunun dışında Agora'da sondaj tarihlemeyi bilimsel problemlere yönelik çalışma, Belkıs tepe tapınağın da ise farklı bir çalışmamız olacaktır. Bunun yanında bölgede AKUT'un desteğiyle su altı çalışmaları yapmayı planlıyoruz. Ayrıca Dionysos ve Danae evlerinde restorasyon ve konservasyon çalışması yaparak büyük bir kısmı bitmesi planlanan çalışmalardan sonra ziyaretçilere mimari dokuyu ve mozaikleri yerlerinde görmelerini sağlayacağız."

Görkay, 8'inci yılına girdikleri Zeugma kazılarında ayrıca şimdiye kadar yaptıkları çalışmaların sonuçlarını görmek amacıyla çeşitli sondaj ve değerlendirme yapacaklarını dile getirdi.

Bu yıl ki bilimsel araştırmalara yabancı öğretim üyesi ve öğrencilerin yer almayacağını hatırlatan Görkay, çalışmaları uzman arkeolog, bilim adamı, teknik ekip ve işçi kadrosundan oluşan 40 kişilik bir ekiple yapmayı düşündüklerini  anlattı.

Zeugma Antik Kenti
Zeugma antik kenti, MÖ 300'de Büyük İskender tarafından "Selevkia Euphrates" adıyla kuruldu. Romalı komutan Pompeius, MÖ 64'de kendine yaptığı yardımlar karşılığında kenti 1. Antiachos'a verdi. Kommagene Krallığı'nın 4 büyük şehrinden biri olan kent, MÖ 31'den itibaren tamamıyla Roma İmparatorluğu'na bağlandı ve "köprü", "geçit" anlamına gelen "Zeugma" adını aldı. Roma döneminde büyük bir zenginlik ve ihtişam yaşayan Zeugma, MS 256'da Sasani Kralı 1. Şapur tarafından ele geçirilerek yakılıp yıkıldı.

GAP kapsamında inşa edilen Birecik Barajı'nda su tutulmaya başlanmasıyla Türk ve yabancılardan oluşan ekipler tarafından antik kentin sular altında kalacak bölümlerinde yoğun kurtarma kazıları yapıldı. Kurtarma kazılarında gün ışığına çıkarılan ve her birinin bir şaheser olduğu ifade edilen mozaikler, duvar resimleri, Mars heykeli ve kil mühür baskı koleksiyonu, Gaziantep Arkeoloji Müzesi'ne taşındı ve ziyaretçilerin ilgisine sunuldu. Açık hava müzesine dönüştürülmesi hedeflenen Zeugma antik kentinde, Bakanlar Kurulunun 2005'de aldığı karar kapsamında, Doç.Dr. Kutalmış Görkay başkanlığındaki kazı çalışmaları devam ediyor.

haberler.com, 20.07.2013

KARADENİZ'DE BALIKÇILARIN AĞLARINA TARİHİ ESER TAKILDI

 

Çaycuma İlçesi'nin Filyos beldesindeki Tieion antik kenti açıklarında balıkçıların ağlarına 3 batık gemiye ait olduğu tahmin edilen 5 çıpa ve zincir takıldı.

Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Filyos açıklarında balıkçı ağlarına takılan 5 gemi çıpası ve çıpalara ait olduğu tahmin edilen zincir bulduğunu söyledi.

Çıpa ve zincirlerin Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen batık gemilerin parçası olduğunu düşündüklerini belirten Atasoy, şöyle konuştu:
"Balıkçılar tarafından bulunan çıpaları ve zincirleri koruma altına aldık. Bulunan malzemeler Ereğli Müze Müdürlüğüne gönderilecek. Çıpa ve zincirlerin tarihini net bilmiyoruz. Antik limanın ağzında batık gemiler olduğunu biliyorduk. Bu gemilerle ilgili bugüne kadar herhangi bir bulguya rastlanmamıştı. Son zamanlarda dalgaların yardımıyla bu batıkların üstünü örten kum ve çamur tabakaları temizlenerek üç batık geminin yeri tespit edilebildi. Gemiler sanırım antik limana giriş sırasında dalgaların etkisiyle kayalara çarpmış ve batmış."

Batıkların bulunduğu alanın izinsiz sivil dalışlara yasaklandığını vurgulayan Atasoy, "Burası arkeolojik sit alanıdır. Gerekli izin çıktıktan, uzmanlar ve balık adamlardan ekip oluşturduktan sonra dalış yapılacak. Şu anda dalış izni ve ve bütçe bekliyoruz" diye konuştu.

Kendilerine batık gemilerde birtakım mermer buluntular olduğunun söylendiğini ifade eden Sümer Atasoy, şözlerini şöyle tamamladı:
"Bunun yanında demirden yapılmış 5 çıpa ve zincirleri balık ağlarına takılmak suretiyle denizden çıkartılmış. Bunlar da balıkçı barınağına getirilmiştir. Bunları tetkik ettik. Çıpaların 5 adet ve 1,5-2,5 metre uzunluğunda olduğunu tespit ettik. Henüz tarihlendirme aşamasında değiliz. Gerekli incelemelerin yapılmasının ardından tarihini tespit edebileceğiz. Yaptığımız ilk incelemelere göre çıpaların batıklara ait olduğunu tahmin ediyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Müzeler Genel Müdürlüğünden izin alınarak su altı araştırmaları yapılırsa batık gemilerdeki eşyalar ve çıpaların hangi döneme ait olduğunu ortaya çıkaracağız."

haberler.com, 20.07.2013

OLBA KENTİNDE 2013 YILI KAZI DÖNEMİ BAŞLADI

 

 

Mersin'in Silifke İlçesi'ne bağlı Uzuncaburç'un dört km. doğusundaki Olba kentinde arkeolojik kazılar başladı.

 

Bakanlar Kurulu kararıyla Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Emel Erten başkanlığında 2010 yılında ilki gerçekleştirilen kazılar, her yıl düzenli olarak devam ediyor.

Bu yıl, kazı başkanı Prof.Dr. Emel Erten'le birlikte, bşk. yrd. Okt. Murat Özyıldırım (MA), Öğr. Gör. Tuna Akçay (MA), arkeologlar, arkeoloji öğrencileri ve işçilerden oluşan kalabalık bir ekip, Olba'da kazı çalışmalarını sürdürüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi olarak arkeolog Serap Göre, kazıda görev alıyor.

Yaklaşık 1000 m. yükseklikteki etkileyici arkeolojik ve doğal güzelliklere sahip Olba kenti, tiyatro, görkemli su kemeri, anıtsal Çeşme binası, manastır ve kentin hemen her yerine dağılan mezar alanları ile dikkati çekiyor. Bu çalışma döneminde Olba'da Roma dönemine tarihlenen tiyatroda ve kült alanlarında kazı çalışmaları, arkeologların denetiminde dikkatle yürütülüyor. Kazılarla, tiyatronun tamamen açığa çıkarılarak bilimsel yayınların yapılması ve yapının koruma önlemlerinin alınması amaçlanıyor. Kazıların sürdürüldüğü bir başka bölüm olan kült alanları ise doktora tez konusu olarak Öğr. Gör. Tuna Akçay (MA) tarafından çalışılıyor.

Öte yandan Olba'da yer alan 5. yüzyıl sonuna tarihlenen manastırın çatı kiremitleri Ebru Yıldırım ve mimari plastik eserleri de Yavuz Yeğin tarafından yüksek lisans tez konuları olarak tamamlanmak üzere. Hazırlanmakta olan tezler ve makalelerle görkemli kalıntılara sahip kent hakkındaki bilgilere yenilere ekleniyor.

Kazılarda çıkan çok sayıda sikke, keramik, cam gibi küçük buluntulardan önemli görülenler, bilim adamları tarafından değerlendirildikten sonra makale olarak yayınlanıyor.

Olba kazı ekibi, aynı zamanda Türkiye'de bir arkeolojik kazının çıkardığı tek süreli, bilimsel yayın olan Seleucia Dergisi'ni hazırlıyor. Prof.Dr. Diane Favro, Prof.Dr. Emel Erten, Okt. Murat Özyıldırım'ın editörlüğünde hazırlanan derginin Mayıs ayında Homer Kitabevi'nden çıkan üçüncü sayısı, bilim dünyası ile buluştu.

haberler.com, 20.07.2013

VAN'DA 150 YILLIK MERASİM KILICI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

 

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında Van Kalesi’nin Güneyi’nde bulunan eski Van şehrinde yürütülen kazı çalışmalarında 150 yıllık merasim kılıcı gün yüzene çıkarıldı.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, başkanlığında Van Kalesi’nin Güneyi’nde bulunan eski Van şehri kazı çalışmalarını devam ediyor. Kurtuluş Savaşı sonrası Rus işgaliyle yerle bir olan eski Van şehrinde sürdürülen kazı çalışmalarında 150 yıllık merasim kılıcı bulundu. Kültür ve Turizm Bakanlığı adına eski Van şehrinde yaptıkları kazı çalışmalarının İstanbul Üniversitesi, Van Valiliği ve Aygaz Genel Müdürlüğü tarafından desteklendiğini ifade eden Maltepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Banu Konyar, şuan çalıştıkları alanın sosyal konumunu oradaki mimarinin ne olduğunu anlamalarına yardım edecek buluntularla karşılaştıklarını söyledi. Bu buluntulardan bir kısmı şu anda karşısında bulunduğunu ifade eden Konyar, “Hıristiyanların ve Müslümanların bir arada yaşadığı, her zaman söylenen bir kavramdır. Aslında bunu ispatlayan örneklerle de karşılaşıyoruz. Çünkü bir haç, bir ikona yada benzeri üzerinde Meryem olan küçük bir heykelcikle de karşılaştık. Ama aynı yerden Müslümanlara ait sikkeler, mühür, üzerinde İbrahim yazan ve 19. yüz yıla tarihlenen bu mühür, aynı alandan çıkıyor. Dolayısıyla anlıyoruz ki Müslümanlar ve Hıristiyanlar bir arada yaşıyorlardı” dedi.

 

“KAZI ALANINDA MERASİM KILICI BULDUK”

Buluntuların içerisinde kendilerini çok heyecanlandıran bir merasim kılıcının olduğunu ifade eden Konyar, “Bu kılıcı tüm olarak ortaya çıkardık. Şu anda temizlik çalışmaları devam ediyor. Temizlendikten sonra üzerinde yazı olup olmadığına bakacağız. Ama bütün formuyla bir merasim kılıcı olduğunu gösteriyor. Şu anda çalıştığımız alanın bir ticaret merkezi, aynı zamanda kamu binalarının da oldu bir alan olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu kılıcı bulduğumuz yerde çok sayıda duvarlara saplanmış güllelerle de karşılaştık. Bu da yine 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan karşılıklı çatışmalar sırasında bu binanın sıkça saldırıya uğradığını bize düşündürtüyor” dedi.

 

“ÇALIŞMALARIMIZDA İBRAHİM VE TARİH YAZAN BİR MÜHÜR BULDUK”

Kazı çalışmalarında mutfak malzemelerine çıkardıklarını ifade eden Konyar, “Bunların arasında çatal, kaşık ve bıçakla karşılaşıyoruz. Bunun yanında yine açmaya çalıştığımız alanların işlevlerini bize gösteren bir derinden yapılmış ayakkabı tabanları ile birlikte bir kunduracı fırçası ile karşılaştık. Kemikten yapılmış bir fırça bu. Bu da çok sevindirici idi. Aslında tanımlamamıza yardım eden unsurlardan bir tanesi. Buluntular arasında üzerinde İbrahim ve tarih yazan bir mühür olması belki bir bürokrata ya da bir tüccara ait olduğunu düşündürüyor bize. Ayrıca yine damgalı yapıldığı atölyelerin anlamda mührünü taşıyan pipolarla karşılaştık. Yine benzer bir şekilde nargile uçları ile karşılaşıyoruz. Mehmet Reşat’a ait sikkelere rastladık. Daha erkene giden sikkeler de var. Yapılan kazılarda 19. yüzyılda Osmanlıyı saran Fransız ekolünün Van’a da bulaştığını gösteren parfüm ve esans şişeleri karşımıza çıktı. Şu anda temizlenmeyi bekleyen çok sayıda kapı aksamıyla karşılaştık. Bunların bir kısmının halen Van’da tespit ettik. Bu da çok sevindirici bir süreç dedik” şeklinde sözlerini tamamladı.

Konya Hakimiyet, 20.07.2013

MUDANYA'DA ARKEOLOJİK ÇALIŞTAY DÜZENLENDİ

 

Mudanya Belediyesi, Bursa Koruma Kurulu tarafından Ömerbey Mahallesi’nde yaklaşık 154 hektarlık alanın sit ilan edilmesinin ardından, Myrlea antik kentindeki toprak sahiplerini mağdur etmeden koruma mücadelesinin verileceği ilk çalıştayın çalışmalarını tamamladı.

 

Belediye meclis salonundaki çalıştaya Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Şehir Plancıları Odası, Mimarlar Odası ve bölgedeki toprak sahipleri katıldı. Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk, söz konusu arkeolojik sit alanıyla ilgili çalıştayda konunun çözümü için neler yapılabileceğini tartışmaya açtıklarını belirterek, bu konuda STK’ların yanısıra bütün toprak sahiplerinin görüş ve önerilerini de dikkate aldıklarını söyledi.

MUDANYA’YA KATMA DEĞER
Mudanya için hazırlanmakta olan Koruma Amaçlı İmar Planı (KAİP) ile bölgede sağlıklı bir planlama sonucu mimari yönden ilçeye yakışan yerleşim alanı kazandıracaklarını kaydeden Başkan Aktürk, “Bu çalışmayla turizm kenti olma yolunda hızla ilerleyen Mudanyamız'a katma değer kazandıracak, istihdamı arttıracak, ekonomik yönden refah düzeyini yükseltecek, yaşam kalitesini daha üst sıralara taşıyacak yepyeni bir bölge ortaya çıkarılacaktır. Tüm bu çalışmaları yaparken Myrleia antik kentinin nitelikleri ve özellikleri gözönüne alınarak, her türlü koruma önlemi alınacaktır. Dolayısıyla süreç içerisinde turizm kenti olmasının yanısıra arkeolojik ve kentsel sit dokusuyla Mudanya, özellikle ziyaret edilmesi gereken bir merkez haline gelecektir.” dedi. Aktürk, gerek belediye bünyesindeki teknik elemanlar gerekse danışman firmaların desteğinin olacağı KAİP ile bölgedeki mülk sahiplerinin, Müze ve Anıtlar Kurulu kararıyla gayrimenkullerini konut ya da ticari anlamda nasıl değerlendirebileceğini öğreneceklerini sözlerine ekledi.

BİR ÇALIŞTAY DAHA YAPILACAK
2863 sayılı kanun gereği sit alanı ilan edilen bölgedeki bütün ölçekli planlar geçerliliğini yitirdiğinden dolayı 27 Nisan 2012 tarihinden itibaren söz konusu bölge tamamen imarsız durumda kalmıştı. Koruma Kurulu, bölgedki 3. derece sit alanları için üç yıl geçerli olmak üzere ve belli kriterlere uyulması durumunda 0,60 emsal-6,50 h olmak üzere izin verileceğini, 20 Haziran 2012 tarihinde duyurmuştu. Bu sebeple KAİP'in en kısa sürede sonuçlandırılması gerektiğinden, yönetmeliğin hazırlık sürecinde asgari iki çalıştay yapılmasını öngörmüştü.

Gazete Bursa, 20.07.2013

BÜYÜK GİZEM ÇÖZÜLDÜ

 

 
Mısır çöllerinde, Google Earth uygulaması kullanılarak fark edilen kum tepeleri arkeologları heyecanlandırdı.

 

 
Nil tabanında birbirinden yaklaşık 150 kilometre uzaklıkta olan iki noktayı belirleyen arkeolog Angela Micol, bu tepelerin Mısır'ın gizemli kayıp piramitleri olabileceğine inanıyor.

 

 
İlginç keşfini geçtiğimiz sene evinde Google Earth'de Mısır çöllerini incelerken yapan Micol, eski haritalarla da tezinin doğruluğunun kanıtlandığını savunuyor.

 

 
Bölgenin Giza Piramidi'nin bulunduğu bölgeden üç kat daha geniş olduğunu belirten Micol yapılan ilk araştırmalarda kayıp piramitlerin bulunduğuna dair ipuçları olduğunu da belirtiyor...

 

 
Eğer kayıp piramitler gün yüzüne çıkarılabilirse, bu şimdiye kadar yapılmış en büyük keşiflerden biri olacak.

 


Vatan, 20.07.2013

"GÖRMEDİK DUYMADIK, BİLMİYORUZ"

 

 

Fatih Belediyesi tarafından ‘kentsel yenileme alanı’ ilan edilen Ayvansaray’ın tarihi Türk Mahallesi’nde, Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi’ne ait kepçeler, 9 Temmuz 2013 tarihinde Arkeoloji Müzesi’ne haber vermeden şantiye alanında kazı yaptı. Arkeolog gözetiminde yapılmayan kaçak kazı sırasında, tarihi Meryem Ana Kilisesi ile şantiye alanı arasında kalan yolun altında tonozlu bir yapının yaklaşık 3 metre genişliğinde bir bölümüne rastlandı. Ancak şirket Arkeoloji Müzesi’ne haber vermek yerine tonozlu yapıyı yerle bir etti.


Radikal’in kaçak kazıyı Arkeoloji Müzesi’ne ihbar etmesi üzerine Arkeoloji Müzesi harekete geçti. Müze görevlileri şantiye alanında yaptıkları çalışma sonucunda tonozlu yapının bir kısmının yıkıldığını ve geriye kalanın firma tarafından çamurla kapatıldığını tespit ederek durumu İstanbul 2 Numaralı Yenileme Alanları Koruma Bölge Kurulu’na raporla bildirdi.


Kurul, 15.7.2013 tarihli kararında Meryem Ana Kilisesi ile şantiye arasında kalan yolda çıkan tarihi duvarın tescillenerek yerinde korunmasını istedi. Ancak ortada eserden geriye sadece bir duvar parçası kaldı.

Kepçe değil ‘toprak kaymasıyla’ yıkılmış!
Kurulun hazırladığı raporda tonozlu yapının kepçelerle değil ‘toprak kayması’ sonucunda yıkıldığı iddiası yer alıyor. Oysa fotoğraflarda tonozlu yapının kazı sırasında ortaya çıktığı ve kepçelerle duvarın bir kısmını yıktığı apaçık ortada. İş makinesinin kepçe darbeleri sonrası görünmeye başlayan tonozlu yapı, aradan 1 gün geçtikten sonra ise ortadan kayboluyor.

Radikal, Haber: İdris Emen, 20.07.2013

YASSIHÖYÜK KAZILARI BAŞLIYOR

 

 

Nevşehir'in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Ovaören beldesi sınırları içerisinde kalan Ovaören arkeolojik yerleşim alanı içerisindeki Yassıhöyük kazısının bu yılki bölümüne 1 Ağustos 2013 tarihinde başlanacağı bildirildi.

 

Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. S. Yücel Şenyurt'un bilimsel başkanlığında, 15 arkeolog ve 25 işçiden oluşan 40 kişilik bir ekip ile yürütülen ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 100 bin TL katkı sağladığı Ovaören beldesindeki Yassıhöyük kazısının bu yılki bölümünün 30 Ağustos'a kadar devam etmesi planlanıyor.

 

Yürütülen kazı çalışmaları ile ilgili bilgi veren Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Şenyurt, 2007 yılında başlanılan kazı çalışmalarıyla birlikte şu ana kadar yüzeyden yaklaşık 5 metre derinliğe kadar indiklerini ve Hitit dönemi tabakalarına ulaştıklarını söyledi.

 

Prof.Dr. Yücel Şenyurt, bugüne kadar yapılan kazılarda kentin giriş kapısı başta olmak üzere sur duvarları, yerleşim alanları ile yerleşim yerinin tarihine ışık tutacak o dönemlerde kullanılmış çanaklar, mezarlar ve bazı araç gereç kalıntılarına ulaşıldığını kaydetti. Şenyurt, Anadolu'nun en zengin kazı merkezlerinden biri olmaya aday olduğuna inandığı Ovaören beldesindeki Yassıhöyük kazılarında o dönemlerde kullanılmış mühür bulduklarını belirterek "Bu da bize, o dönemlere ait yazılı belgelerin olduğunu gösteriyor. Bu yılki kazı çalışmalarında Orta Tunç Dönemine ait yazılı materyallere ulaşabileceğimize inanıyorum" diye konuştu.

Star Gündem, 20.07.2013

AMASRA KALESİ DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NE ADAY

Amasra Kalesi, UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmeye aday Amasra İlçesi'ndeki Cenevizliler dönemine ait tarihi kalenin UNESCO'nun Dünya Miras Geçici Listesi'ne eklendiği bildirildi.

 

Bartın Valisi Ali Çınar, yaptığı yazılı açıklamada, Amasra'nın 3 bin yıllık tarihi geçmişi, çok sayıda tarihi eserin yanı sıra doğal güzellikleriyle dünyanın gözde turizm merkezleri arasında yer aldığını belirtti.

 

Amasra'nın UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girebilmesi için başlatılan girişimlerde önemli bir gelişme yaşandığına dikkati çeken Çınar, şunları kaydetti: "Ceneviz Ticaret Yolu'nda Akdeniz'den Karadeniz'e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri' başlıklı adaylık dosyasının değerlendirilmesi tamamlandı. Cenevizliler dönemine ait Amasra Kalesi, UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'ne eklendi. Bir varlığın Dünya Miras Listesi'ne alınabilmesi için UNESCO Dünya Miras Komitesi tarafından belirlenen kriterlerden bir veya birkaçını karşılamasının yanında otantiklik, bütünlük ve iyi korunmuşluk gibi diğer koşulları da sağlaması gerekmektedir. Bu kapsamda, geçici listeye eklenen Amasra Kalesi'nin Dünya Miras Listesi'ne alınması için kamu ve özel tüm kurum ve kuruluşlar ile halkımızın konuya hassasiyet göstererek koordineli biçimde çalışmaları yapması gerekmektedir."

 

Amasra'nın geleceği için çok önemli Amasra Belediye Başkanı Emin Timur ise yaptığı açıklamada, ilçede çok yönlü ve uzun vadeli çalışma yapılması gerektiğini söyledi. Bartın Üniversitesi ve diğer üniversitelerin desteğinin yanı sıra bakanlığın da yapacağı birçok iş olduğunu vurgulayan Timur, "Amasra Kalesi'nin geçici listeye eklenmesi, ilçenin bir bütün olarak Dünya Miras Listesi'ne eklenecek olmasının bir işaretidir. Bu karar, Amasra ve Amasra'nın geleceği için çok önemlidir" diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 19.07.2013

EUROMOS ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

 

Milas’a bağlı Selimiye beldesi sınırları içinde yer alan ve MÖ 2. yüzyılda inşa edilen, Zeus Tapınağı’nın bulunduğu Euromos Antik Kenti’ndeki kazı çalışmalarının bu yılki bölümü başladı.

 

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Yrd. Doç Dr. Abuzer Kızıl, gazetecilere yaptığı açıklamada, antik kentteki kazı çalışmalarının eylül ayı başına kadar devam edeceğini söyledi.

 

Tarihi alanda temizlik ve belgeleme çalışmalarının devam ettiğini anlatan Kızıl, agoranın, Euromos’un Anadolu’da iyi korunmuş, bütün çağlarıyla izlenebilen ender eserlerden olduğuna işaret etti.

 

Bu yılki kazı çalışmalarını 45 kişilik ekiple sürdürdüklerini belirten Kızıl, ilk iki yılda yapılan çalışmalarda antik kentteki tarihi eserlerin yerinin belirlendiğini, bu kapsamda kentin haritasının çıkarıldığını, bu yıl da kazı çalışmalarının 3 farklı noktada sürdürüldüğünü anlattı.

 

Antik kentteki kazılara 36 yıl ara verildikten sonra 2011 yılında yeniden başlanmıştı.

Yeni Şafak, 19.07.2013

GÖBEKLİTEPE MİMARİSİ BÜYÜLÜYOR

 

 

12 bin yıllık tarihiyle geçmişe ışık tutan ve yapısıyla Şanlıurfa'ya arkeolojik kazı kenti adını kazandıran Göbeklitepe'nin yapım şekli görenleri hayrete düşürüyor.

 

Şanlıurfa'ya 20 kilometre uzaklıkta bulunan Göbekli tepe, 1995 yılında ilk kez Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğü'nün işbirliğiyle kazı çalışmalarına başlandı. Kazılar, Alman Arkeolog Doç.Dr. Klaus Schmidt'in başkanlığında yürütülürken, her yıl Eylül ve Ekim aylarında 10 haftalık bir süreç içinde yapıldı.

 

Alman Arkeolog Doç.Dr. Klaus Schmidt, konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı:

"Göbeklitepe Höyüğü, Şanlıurfa'da bir tepe üzerine kurulu cilalı taş devrinden kalma, dünyanın bilinen en eski dini yapılar topluluğudur. 1963'te fark edilen dokuz hektarlık kazı bölgesinin önemi yaklaşık 10 yıl kadar önce tarlasını karasabanla sürerken bulduğu oymalı taşı müzeye götüren Mahmut Kılıç sayesinde anlaşılabildi. Göbeklitepe'deki kazılarda elde ettiğimiz bulgularla, dünyanın bilinen en eski tapınma merkezlerinden birinin bu bölgede olduğunu ortaya çıkarmıştık. Ancak, son kazı çalışmalarıyla tapınma merkezinin dünyanın en büyük tapınma merkezi olduğunu tespit ettik. Yaptığımız araştırmalarda, cilalı taş devrinde yaşamış insanların, yabani sığır, akrep, tilki, yılan, aslan, yaban eşeği, yaban ördeği ve yabani bitki kabartmalarını incelediğimizde hayvanlarını evcilleştiremedikleri sonucuna ulaştık. Ayrıca, dikili taşların (Stel) üzerindeki resimler ve kabartmalar o dönemde yaşamış olan insanların sanatları hakkında bizlere fikir veriyor. Buradaki tapınak, dünyanın bilinen en büyük tapınağı olma özelliğini taşıyor. Göbeklitepe, arkeoloji dünyasının en büyük keşiflerinden biridir. Çünkü daha şehir hayatına geçmemiş olduğu düşünülen avcı-toplayıcı toplumların tapınak inşa etmiş olduğunu gösteren ilk örnektir ve bu da şehirleşme yani medeniyet tarihinde devrim niteliğinde bir buluştur. Önce tapınak geldi, şehir sonradan geldi. Göbeklitepe'nin bir diğer önemi ise BBC tarafından yayınlanan ''How Art Made The World 2'' belgeselinde belirtildiği üzere insanlık tarihinin yabani buğdayı ilk kez kullanarak tarihin bilinen ilk buğday ekiminin ve ilk çiftçiliğin başladığı yer olmasıdır."

Star Gündem, 19.07.2013

PAYİTAHTIN GÖZDESİ TURİSTLERİN DE TERCİHİ OLDU

Türkiye'deki müze ve ören yerlerini 6 ayda 13 milyon 797 bin 430 kişi gezdi. Geçen yılla kıyaslandığında bu yıl ziyaretçi sayısında yüzde 7'lik bir artış yaşandı. Yılın ilk 6 ayında yerli ve yabancı turistler en çok Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi ve Mevlana Müzesi'ni ziyaret etti.

Kültür ve Turizm Bakanlığından edinilen bilgiye göre, bu yılın Ocak ve Haziran döneminde Türkiye'deki müze ve ören yerlerini toplamda 13 milyon 797 bin 430 kişi gezdi. Böylece rakamlar geçen yılla kıyaslandığında, toplam ziyaretçi sayısında yüzde 7'lik artış gerçekleşti.

Müze ve ören yerlerinde yılın ilk 6 ayında ücretli ziyaretçi sayısında yüzde 8'lik artış yaşandı. Böylece müzeleri ücretli ziyaret eden sayısı 5 milyon 262 bin 551'e ulaştı. Yine aynı dönemde 3 milyon 159 bin 421 kişi de müze ve ören yerlerini ücretsiz gördü.

Osmanlı'ya merak artıyor
Yerli ve yabancı turistler yine yılın ilk 6 ayında, en çok Osmanlı sultanlarının ikametgahı, yönetim ve eğitim merkezi olan Topkapı Sarayı Müzesi'ni gezdi.

Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460-1478 yıları arasında yaptırılan ve Mustafa Kemal Atatürk-ün emriyle 1924'te müzeye dönüştürülen, saltanat hazinesi, mukaddes emanetler ve imparatorluk arşivlerinin yer aldığı Topkapı'yı, ziyaretçi sayısı bakımında, dünyanın en önemli anıtlarından birisi olarak gösterilen Ayasofya Müzesi ve 1926 yılından beri faaliyet gösteren Konya Mevlana Müzesi takip etti.

Topkapı Sarayı Müzesi'ni 6 aylık toplamda 1 milyon 876 bin 574 kişi, Ayasofya Müzesi'ni de 1 milyon 659 bin 366 kişi gördü. Konya Mevlana Müzesi'nin ziyaretçi sayısı ise 971 bin 525 oldu.

2013'ün yarısında en çok ziyaret edilen diğer tarihi mekanlar ise şöyle:

 

Müze Adı

Ziyaretçi Sayısı

Topkapı Sarayı Müzesi

1 milyon 876 bin 574

Ayasofya Müzesi

1 milyon 659 bin 366

Konya Mevlana Müzesi

971 bin 525

Efes Örenyeri

780 bin 942

Hierapolis Örenyeri

721 bin 821

Göreme Açıkhava Müzesi

500 bin 707

Topkapı Sarayı Harem Dairesi

384 bin 909

Troia Örenyeri

247 bin 741

Kaymaklı Yeraltı Şehri

243 bin 937

İstanbul Arkeoloji Müzesi

239 bin 693

Aspendos Örenyeri

197 bin 218

Noel Baba Müzesi

196 bin 117

Kariye Müzesi

190 bin 345

Myra Örenyeri

181 bin 103

Derinkuyu Yeraltı Şehri

167 bin 333

Ihlara Vadisi Örenyeri

156 bin 281

Sümela Manastırı

152 bin 807


Habertürk, 19.07.2013

PAMUKKALE 3 BOYUTLU GEZİ İMKANI SUNUYOR

 

Denizli Valiliği'nin talebi üzerine Hollanda'da insan sesi sentezleme tekniği üzerine çalışmalar yapan elektroteknik ve yazılım mühendisi Ercan Gigi, 3D teknolojisi ile çektiği panaromik fotoğrafları birleştirip hazırladığı programla Pamukkale'nin sanal ortamda 3 boyutlu gezilmesini sağladı.

Ercan Gigi, konuyla ilgili toplantıda yaptığı açıklamada, Denizli Valiliği'nin talebi üzerine başta Pamukkale olmak üzere Akhan Kervansarayı, Bayramyeri Meydanı, Hierapolis ve Laodikya Antik Kentleri, Ulu Cami, Keloğlan Mağarası gibi turistik yerleri internette 3 boyutlu görüntüleme üzerine çalıştığını belirtti.

Geliştirdiği şekilde bir sistemin başka yerde bulunmadığını çünkü programı da kendisinin yazdığını vurgulayan Gigi, hazırladığı programları kullanan kişilerin, sanki oradaymış gibi mekanları inceleyebildiğine işaret etti.

Gigi, "O mekanda geziyormuş, elinde kamerasıyla kendisi çekiyormuş hissi verecek şekilde program yaptım. Bu çekimleri dijital fotoğraf makinesi, balıkgözü lens, özel tripod kafasıyla çekiyorum. Sağdan sola 360 derece, yukarıdan aşağıya 180 derecelik açılara sahip görüntüleri elde edebilmek için birçok fotoğraf çekiyorum" dedi.

Denizli'de 60 noktada 15 mekanda çekimler yaptığını ifade eden Gigi, görüntülerin Android telefonla da indirilerek izlenebileceğini söyledi. Pamukkale ve diğer yerlere 3D teknolojisiyle bakmak isteyenler, Denizli Valiliği'nin internet sitesindeki "3dmekanlar.com.tr" linkinden ulaşabilecek.

Habertürk, 19.07.2013

MİMAR SİNAN'IN 500 YIL ÖNCE KURDUĞU ISITMA SİSTEMİ

 

 

Yakın tarihte uygulanan alttan ısıtma sistemlerinin Osmanlı'da 496 yıl önce kullanıldığı ortaya çıktı. Sakarya'nın tarihi Taraklı İlçesinde bulunan Yunus Paşa Camii, yakınında bulunan hamamdan döşenen tesisatla alttan ısıtılmış.

 

Mimar Sinan'ın eseri camideki alttan ısıtma sisteminin bugün bile kullanılır vaziyette olduğu, ancak günümüzde hamam faal olmadığı için alttan ısıtma yapılmadığı öğrenildi.

 

Osmanlı sadrazamlarından Yunus Paşa tarafından 1517 yılında Mimar Sinan'a yaptırılan Yunus Paşa Camii sağlamlığı ve alttan ısıtma sistemiyle dikkat çekiyor. 17 Ağustos 1999 depreminden de çizik bile almadan çıkan cami, mimari yapısıyla hayran bırakıyor. Halk arasında 'Kurşunlu Camii' olarak bilinen Yunus Paşa Camii'nin en büyük özelliği, inşaatında harçtan çok eritilmiş kurşun kullanılması. 4 ay gibi kısa bir sürede tamamlanan tarihi cami sağlamlığıyla da dikkat çekiyor. Bu sebeple büyük depremler camiye zarar verememiş. 1999 yılında yaşanan 7,4 büyüklüğündeki depremde Yunus Paşa Camii'nde küçük bir çizik dahi meydana gelmemiş.

Mimar Sinan, caminin taş bloklarını yerleştirirken, her iki taşı ortalarından oyup demir çubuk yerleştirdikten sonra üzerine harçtan çok eritilmiş kurşun döktürmüş. Kare planlı, tek minareli, duvarı ince yontu küfeki taşından inşa edilmiş cami, yapıldığından bu yana ibadete açık.

 

 

Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman, ilçenin Osmanlı topraklarına ilk katılan ve tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan yerleşim bölgesi olduğunu söyledi. Taraklı'nın ahşap Osmanlı evlerinin yanında en önemli tarihi eserlerinin başında Yunus Paşa Camii'nin geldiğini belirten Özkaraman, "Caminin mimari özellikleri, bu gün bile çalışır durumda olan alttan ısıtma sistemiyle kendine hayran bırakıyor. Camiye büyük bir ilgi var." diye konuştu.

Haber 7, 18.07.2013



14 - 20 Temmuz 2013

BAKANLIK KALEDE ONARIMI DURDURDU

 

 

Mimarlar Odası Genel Başkanlığı tarafından Kültür ve Turizm Bakanlğı aleyhine Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 8. maddesinin ikinci fıkrası için açılan davada Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, yürütmenin durdurulması kararı verdi. Bu karar üzerine bakanlık, ülke genelinde Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle sürdürülen arkeolojik kazıların tamamını durdurdu. Bu kararla, Gaziantep Kalesi ve Zeugma'daki çalışmalar da durduruldu.

 

Gaziantep'in en önemli tarihi ve kültürel varlıklarından bir tanesi olan Kale'nin, geçtiğimiz yıl aşırı yağışlar nedeniyle ziyaretçilerin kaleye giriş çıkışlarını sağlayan köprüsü çökmüş, uzun bir proje çalışmasının ardından geçtiğimiz hafta, yıkılan yerde enkaz kaldırma çalışmalarına başlanmıştı.

 

ENKAZ KALDIRILIYORDU

Gaziantep il Kültür ve Turim Müdür Vekili Mehmet Aykanat, 20 Aralık 2012'de Kale'de hendeğin açılmasıyla çatlaklar oluşan yerde yıkılma meydana geldiğini ve Kale ile ilgili uzun soluklu bir çalışma yapıldığını hatırlattı.

 

Önce çöken kısmın rölevesinin çıkartıldığını söyleyen Aykanat, ardından galeri kazılarının yapıldığını belirterek, "Daha sonra Kaleye geçişi sağlayacak köprünün hangi tarzda bir köprü olması gerektiği üzerinde tartışıldı. Şu andaki süreçte ise ödeneğin gelmesiyle birlikte, yaklaşık 1 haftadır yıkılan yerde toprağın alınması, yıkılan enkazın kaldırılması çalışması yapılıyordu" diye konuştu.

 

GEÇİCİ SÜRE İLE DURDURULDU

Tehlike arzettiği için kuruldan, çöken kısmın enkazlarının insan eliyle değil, kazı makinasıyla alınması yönünde karar alındığını söyleyen Aykanat, "İş makinalarıyla toprağın enkazı alınıyordu. Bakanlığın durdurun kararıyla bu çalışmalara ara verildi. Kazı çalışmaları geçici bir süre ile durduruldu. Bizde geçici olarak bu emri uygulamak zorundayız. Bakanlıktan izin çıkarsa, bundan sonraki süreçte, projenin revize edilmesi gereken yerler revize edilecek, tekrar kurula sunulup uygulama aşamasına geçilecektir" dedi.

 

MİMARLAR ODASI DAVA AÇTI,KAZILAR VE RESTORASYON DURDU

Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) Mimarlar Odası Genel Başkanlığı tarafından Kültür ve Turizm Bakanlğı aleyhine Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki ihale duyurusu yapılmış, ihalesi gerçekleşmiş veya sözleşmesi imzalanmış tüm çalışmalar için açılan davada Danıştay 13. Dairesi çalışmaları askıya alan karar aldı.

 

İŞTE O YAZI

Bunun üzerine bakanlık çok ivedi notuyla turizm müdürlükleri ve tüm kazı başkanlarına kazıları durdurması yönünde yazı gönderdi.   Bakanlıktan gönderilen yazı şöyle: ‘‘Bakanlığımız İzinleri İle Müze Müdürlükleri ve Kazı Başkanlıklarınca Yürütülen Kazı Çalışmalarına İlişkin Duyuru: Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nca, 18.06.2005 tarih ve 25849 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu Kapsamındaki Kültür Varlıklarının Röleve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulamaları ile Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair Yönetmelik” in yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Bakanlığımız izinleri ile Müze Müdürlükleri ve Kazı Başkanlıklarınca yürütülen kazı çalışmalarında ve her türlü yapım, hizmet ve mal alımlarında adı geçen yönetmeliğe dayalı olarak yapılan işlemlerin yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar durdurulmasının yerinde olacağı mütalaa edilmiştir. İlgililere önemle duyurulur." 

Gaziantep 27 Gazetesi, 19.07.2013

PICASSO, MONET VE MATISSE TABLOLARI FIRINDA MI YAKILDI?

 

Romanya’da Hollanda ’daki bir galeriden bazı ressamların eserlerinin çalınmasına karıştığı iddiasıyla tutuklanan bir kişinin annesinin evindeki fırında boya, tuval ve çivi kalıntıları bulundu. Rotterdam’daki Kunsthal Müzesi’nden ekimde Picasso, Monet ve Matisse’e ait tablolar çalınmıştı. Olga Dogaru, geçen hafta oğlunun gözaltına alınmasından sonra kanıtları imha etmek için eserleri yaktığını söylemişti. BBC ’nin haberine göre eserlerin 100 ile 200 milyon euro civarında olduğu tahmin ediliyor. Kayıp eserler arasında Monet’nin ‘Waterloo Köprüsü’, Picasso’nun ‘Harlequin Head’ ve Matisse’in ‘Okuyan Kız’ ile Lucien Freud’un ‘Gözleri Kapalı Kadın’ adlı tabloları da var.
Romanya Ulusal Tarih Müzesi Direktörü, fırındaki kalıntılar arasında boya astarı parçaları, tuval ve boya parçaları ile eski bakır ve çelik çiviler bulunduğunu açıkladı.

Radikal, 19.07.2013

TANRIÇA TİKE EVİNE DÖNDÜ

 

Uşak’ın Banaz İlçesi'ne bağlı Ahat Köyü'ndeki Akmonya antik kentinden 13 yıl önce çalınan ve üç yıl önce polis tarafından bulunan şans tanrıçası Tike mozaiği, ait olduğu topraklara döndü.

 

Üçgen formlu renkli mozaik taşlarla yapılmış mozaik, Uşak Arkeloji Müzesi Müdürlüğü’ne teslim edildi. Özel muhafaza içindeki mozaik, yapımı süren Arkeoloji Müzesi tamamlandığında özel bir bölümde teşhir edilecek. Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı ve Interpol,  çalınan mozaiği yurt dışına kaçırılmak istenirken İstanbul’daki bir işyerinin balkonunda paketlenmiş halde ele geçirdi. Konuyla ilgili 8 tarihi eser kaçakçısı gözaltına alındı. Mozaikler İstanbul Eski Eserler Müzesi’ne teslim edildi.

Milliyet, 19.07.2013

TARİHİMİZİ AYDINLATACAK BÜYÜK KEŞİF

 

 

Moğolistan'ın başkenti Ulan Batur'a 400 kilometre uzaklıktaki bir bölgede kazı çalışmaları yapan Japon profesör, büyük bir keşfe imza attı. Osaka Üniversitesi'nde eski Türk Tarihi uzmanı olarak görev yapan Profesör Takashi Osawa, Göktürkler'e ait  şimdiye kadarki en büyük yazılı iki anıtı gün yüzüne çıkardı. İki yazıtın boyutları, 4 metre eninde ve 3 metre uzunluğunda. Toplam 20 satır ve 2832 sütun şeklinde, üzerine eski Türkçe karakterler kazılmış olan yazıtlar çözümlendi. Anıtlarda; “Ah, evim!”, “Ah, toprağım!” gibi ölen kişilerin aileleri veya evlerinden isteksiz ayrılışını ifade eden bir metin olduğu ortaya çıktı. Yazıtın Orta Asya'da 682-744 yılları arasında hüküm sürmüş Türk devleti Göktürkler'in devlet sistemi ve düzenini aydınlatılacak tarihsel bir malzeme olduğu belirtildi. Yine Moğolistan'da 120 yıl önce Göktürkler'e ait Orhun Kitabeleri bulunmuştu. Yazıtlar, Göktürk hükümdarları Bilge Kağan ve Kül Tigin'e ait.

 

İki yazıtın boyutları, 4 metre eninde ve 3 metre uzunluğunda. Anıtlarda; “Ah, evim!”, “Ah, toprağım” gibi ölen kişilerin aileleri veya evlerinden isteksiz ayrılışını ifade eden bir metin olduğu ortaya çıktı. 

Türkiye Gazetesi, Haber: Hayrettin Turan, 19.07.2013

BOSTANDA ARKEOLOJİK TAHRİBAT UYARISI

 

 

Yedikule Bostanları’nda İBB’nin süs havuzlu park projesi için iş makineleri 6 Temmuz’dan beri kazı ve molozla dolgu yapmaya devam ediyor. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi ise bostanlarda yaptığı inceleme sonucunda tarihi kara surları boyunca 1 metreye varan derinlikte kazı ve arkeolojik dokuda tahribat yapıldığını tespit etti. Derneğin 2 No’lu Yenileme Alanları Koruma Kurulu ve Arkeoloji Müzesi’ne teslim ettiği raporda “UNESCO dünya miras listesinde kara surlarının koruma bandı içinde kalan bu alan, ayrıca sit alanı olan tarihi yarımadanın bir parçasıdır ve tarihi yarımada içindeki kazılar arkeoloji biliminin gereklilikleri doğrultusunda, müze denetiminde yapılmalıdır” dedi. Dernek yetkilileri, iş makinelerinin surlara bu kadar yakın çalışmasının surların statiği açısından da sakıncalı olduğunu belirtti. Arkeoloji Müzesi’nden arkeologların burada denetim yapabilmesi için II No’lu yenileme kurulunun izni gerekiyor.
Dernek, 2 No’lu yenileme kuruluna “Kazılar ve tahribat bilginiz dahilinde midir?”,“Sorumlular hakkında yasal işlem yapılmış mıdır?”, “Yarımada genelinde planlanan her türlü inşaat ve projede kültür katmanlarıyla karşılaşabileceği karar sürecinde göz önüne alınmakta mıdır?” ve “Osmanlı ziraat tarihi açısından son derece önemli pek çok tarihi bostan kuyusu, ahır, müştemilat vb. kültür varlığının kurul tarafından tespiti yapılmış mıdır?” diye sordu. 2 No’lu yenileme kurulu ise iki gündür sur dibinde iş makinelerinin çalışmaya devam etmesine rağmen derneğin sorularına cevap vermedi.

Bostanların sökülmesi tüm planlara aykırı
Tarihi Bizans’a uzanan bostanların sökülmesi bölgenin mevcut imar planlarına da aykırı. UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme gereği 2011’de İBB tarafından hazırlanan ‘İstanbul Tarihi Yarımada Yönetim Planı’nda, “Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan alanları korunacaktır” maddesi var. Ayrıca ‘Doğal niteliğini korumuş bostan alanları’ 2. Derece Koruma Bölgesi olarak listelenmiş. Fatih İlçesi Kentsel Sit Alanı 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nda da tarihi bostanların korunması gerektiğine dair aynı madde mevcut.

Radikal, Haber: Elif İnce, 19.07.2013

 

******


TARİHİ YEDİKULE BOSTANLARI 1500 YIL SONRA MOLOZA GÖMÜLDÜ

 

 

Bizans’tan Osmanlı’ya, ondan Cumhuriyete miras kalan Yedikule bostanları 1500 yıl sonra dozerin ekili alana girip moloz dökmesiyle tarihe gömüldü. Fatih’te Sulukule projesinden sonra bu kez Yedikule bostanlarıyla ilgili 3 günde onaylanan bir proje uygulamaya konuldu. Yerli-yabancı üniversitelerden Osmanlı ve Ortaçağ tarihçileri ve mimarlardan oluşan 30 kişilik Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi, bostanı ve tarihi müştemilatlarını korumak için harekete geçti.

 

 

Koruma Kurulu’na başvuran girişimden Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Çiğdem Kafesçioğlu, bostan evi, ahırı, havuzu, kuyusu ve kanalıyla Osmanlı kent tarımcılığının günümüze ulaşabilen tek örneği bostanın, sur boyu restoran, havuz, ve kafelerin yer alacağı park projesine dahil edilmesini istedi. Kafesçioğlu bu talep için gittikleri Fatih Belediye Başkanı Hasan Suver’in, “Toprak kültürel bir değer değildir” dediğini öne sürdü. Bostanın tarihçesine dair hazırlanan ilk rapor da ilgili kurumlara sunuldu. Salı günü de belediye iş makinaları bu kez komşu Belgradkapı’da mahsul toplama için iftar vaktine kadar süre verdi ve ekili tarihi bostanlara girip moloz dökmeye başladı.

 

 

KORUMA KURULU KARARI, YÖNETİM PLANINA AYKIRI

Tarihi Yedikule bostanlarının yer aldığı sur içindeki park projesi, İstanbul 2 Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 26 Haziran tarihli kararıyla ortaya çıktı. Koruma Kurulu’nun kararında, “Kurulumuzun 21.05.2013 tarih ve 270 sayılı kararıyla uygulama projesi onaylanan, Yedikule-Belgradkapı Arası Yenileme Avan Projesi Revizyonunun değerlendirilmesinin istendiği İBB Başkanlığı Fen İşleri Daire Başkanlığı Yapı İşleri Müdürlüğü’nün 20.06.2013 günlü yazısı, uzman raporu incelendi, görüşmeler sonucunda; Yedikule-Belgradkapı Arası Yenileme Avan Projesinin düzeltmelerle uygun olduğuna karar verildi.” denildi. Girişim üyeleri, projenin ve Koruma Kurulu kararının İBB’nin 2011’de hazırladığı Tarihi Yarımada Alan Yönetim Planı’nının 101. sayfasındaki “Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan alanları korunacaktır” ibaresi ile açıkça çeliştiğini belirttiler.

 

 

3 GÜNDE GEÇTİ, CHP MUHALEFETİ YETMEDİ

Fatih Belediye Başkanlığı, Koruma Kurulu kararını dayanak göstererek hazırlanan raporu 4 Temmuz’da İmar ve Turizm Komisyonlarının onayına sundu. Proje CHP’li mimar Gülay Yedekçi Arslan’ın tek hayır oyuna karşılık 3 oyla geçti. Ertesi gün belediye meclisine sunulan proje burada da 12 CHP’li üyenin muhalefetine karşı rağmen 24 oyla onaylandı. Çarşamba komisyondan, Perşembe meclisten geçen proje, Cuma günü dozerle uygulamaya konuldu. 6 Temmuz günü dozer çevredeki molozlarla birlikte çıkan hafriyatı ekili bostanın üzerine dökmeye başlarken aileler apar topar mahsulü toplamaya başladı. Sur dibinde Topkapı- Yedikule arasında toplam 200 dönümü bulan ve lahana, semizotu, soğan, maydanoz, nane, marul gibi ürünlerin yetiştirildiği bostanlardan 50'ye yakın aile geçimini sağlıyordu.

 

 

20 OSMANLI TARİHÇİSİ HAREKETE GEÇTİ

Dünyanın çeşitli üniversitelerinden 20 Osmanlı tarihçisi bostanlar için bir araya geldi. Harvard Üniversitesi’nden Prof. Cemal Kafadar, Şehir Üniversitesi’nden Günhan Börekçi ve BÜ’den Doç.Dr. Çiğdem Kafescioğlu, Doç.Dr. Ahmet Ersoy, bostanların mevcut park projesiyle beraber korunabileceğine dair şu açıklamayı yaptılar:

 

 

“İstanbul sur içinin son bostanları ‘Yedikule Kapı ile Belgrad Kapı Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon Projesi’ inşaatı ve dolgu toprağı altında kalmak üzere; oysa yüzlerce yıllık geçmişi olan bu tarihi bostanlar parkla birlikte iç içe yaşatılabilir. Tasarlanan park alanında kalan küçük bostanların, işlevlerini sürdürerek bir eğitim alanı ve kültürel değer olabileceğine inanıyoruz. MEB’in planladığı çevre derslerinin öğretilebileceği ve uygulanabileceği en güzel laboratuarlar bu tür yerlerdir, çünkü çevre dediğimiz şey her zaman kültürel mirasla iç içedir. Proje planlandığı şekliyle uygulanırsa İstanbul’un tarihsel mirasının önemli bir unsurunun son izi de şehrin yönetimi tarafından yok edilmiş olacaktır. Bunun sorumluluğu tarihsel olarak şimdiki yöneticilerin üzerinde kalacaktır.

 

 

BOSTANIN TARİHSELLİĞİ ÜZERİNE İLK RAPOR

Harvard Üniversitesi’nden Osmanlı tarihçisi Aleksandar Sopov ile Bilgi Üniversitesi’nden Ayhan Han, Yedikule bostanlarıyla ilgili bir rapor hazırladılar. Bostanların 1500 yıllık tarihi olduğuna dair ilk çalışma niteliğindeki raporda özetle şöyle deniliyor:

 

“Fatih Belediyesi’nin müdahale ettiği bostanlardan biri olan Hazinedarbaşı Süleyman Ağa ibn İsmail’in mevcut vakıfnamesinde (1708) şöyle bir ifade geçer: ‘Mahmiyeyi mezburede Yedikule kurbinde Haci Piri mahalesinde kain bir tarafından Bayram Paşa Vakfı Bostanı ve bir tarafından Belgrad Kilisesi ve bir tarafından Şeytanoğlu menzili ve bir tarafından tarik-i amme ile mahdud bir kebir bostan kuyusu ve dolab ve bahçivan odası ve kenef ve samanlık ve ahuru müştemil mültefit el-eşcar bostan tabir olunur mülk bahçeyi…’ Burada tarif edilen bostanlar ve şu anda Panagia Rum Kilisesinin etrafındaki bugüne ulaşmış bostanlar, Fatih Belediyesi’nin hazırladığı projenin içindedir. Vakıfnamede adı geçen yapı türlerinden günümüze çok azı ulaşmıştır. Fatih Belediyesi’nin müdahale ettiği bostanlardan birisi ise Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından hazırlanan 19. Yüzyıl İstanbul haritasında gösterilen Yedikule Kapısı’nın hemen önünde ve surlar içinde olan İsmail Paşa Bostanı’dır. Bugün aynı bostanın içinde bostan evi, tek katlı almaşık örgülü kagir ahır, taş örgülü kuyu ve havuz gibi bostan müştemilatı mevcuttur. 19. yüzyıl Ayverdi haritasına göre bugün ki ahşap ev ve ahır aynı konumda yer almaktadır. Bu bostanın önemli bir özelliği Osmanlı tarım teknolojisinin yapı örneklerini günümüze taşımıştır. Şu anda bu yapıları korumak için herhangi bir mekanizma yok ve bostanın tarımsal alanı tamamen molozla gömülmüştür.”

 


Park olacak bölümün haritası

 

TOPRAK BİR KÜLTÜREL DEĞER DEĞİLDİR!

CHP Fatih Belediye Meclis Üyesi mimar Gülay Yedekci Arslan, Koruma Kurulu’nun “düzeltme” şartı koyan onama kararını, “Düzeltilmesi gereken yerler neler, kurul açıklasa ya; hep bunu yapıyor, sorumluluğu üstünden atıyor” sözleriyle eleştirdi. Girişimin Doç.Dr. Çiğdem Kafesçioğlu da bostanı koruyarak park projesine dahil etmelerini istedikleri Fatih Belediye Bakan Yardımcısı Hasan Suver’in, “Toprak kültürel bir değer değildir” yanıtıyla şaşkına döndüklerini söyledi.


 

FATİH BELEDİYESİ: ÇUKURBOSTAN GİBİ OLACAK

Kafescioğlu bu görüşmenin sonunda Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in bostanın kısmen de olsa korunabileceği, burada bulunan tarihi bostan evinin restore edilebileceği haberini yardımcıları aracılığı ile kendilerine ilettiğini belirtti. Buna karşın Yedikule bostanına moloz dökme işlemi devam etti, proje dahilinde olan, Belgradkapı yakınındaki bostanlar da 16 Temmuz günü molozla örtülmeye başlandı. Fatih Belediyesi bu basın açıklamasından sonra şu açıklamayı yaptı: “Burada yapılacak çalışma sonrası alan, Fatih Belediyesi Fındıkzade Çukurbostan Şehir Parkı kalitesinde bir şehir parkına dönüşecektir. Park; bisiklet parkuru, süs havuzları, yürüyüş alanları, etkinlik alanları, çocuk oyun grupları gibi çok çeşitli aksiyonlarla Tarihi Yarımada’nın en geniş ve en büyük yaşam alanı olacaktır.”

 

 

OSMANLI TARIM TEKNOLOJİSİNİ GÖSTEREN YAPILAR İÇİN KURULA BAŞVURU

İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden Yüksek Mimar Ali Taptık, Pazartesi günü İstanbul 2 Numaralı Yenileme Alaları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne başvurdu. Bostanın tarihi müştemilatların korunması istenen başvuruda şöyle denildi:

“İstanbul ili Fatih İlçesi Hoca Evhaddin Mahallesi, 2454 ada, 35 parselde bulunan ve 1875 tarihli Ekrem Hakkı Ayverdi yayını İstanbul haritalarında yeralan tarihi bostan evi, zemin artı normal katlı ahşap yapı ile tek katlı almaşık örgülü kuyu, havuz gibi bostan müştemilatlarının Osmanlı tarım teknolojisini gösteren, korunması gerekli yapılar olduğundan, tescilleri ile parselde yeralan ağaçların tespiti konusunda gerekli işlemlerin kurulunuzca yapılmasını arz ederiz…”

 

BAHÇELERİN KORUNMASI, YARATICILIĞIN DEVAMI İÇİN ŞART

Koç Üniversitesi Sanat Tarihi ve Arkeoloji Bölümü’nde Prof. Alessandri Ricci, 5 yıl önce İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin Kalbi Tarihi Yarımada konulu sempozyumda “İstanbul’da Manevi Kültürel Miras: Kara Surlarının Bizans Bahçeleri” başlıklı tebliğinde Yedikule bostanlarıyla ilgili özetle şunları aktarıyordu:

 

 

“Konstantiniyye şehrinin savunma sisteminin çevresindeki araziler, şehre ürün sağlayan tarım alanları olarak işlev görmüş olmalıdırlar. 6. Yüzyılda yazılmaya başlanan, Geponika olarak bilinen Bizans metni bunu destekliyor. Manevi Kültürel Misarın (ICH) Korunmasına ilişkin UNESCO’nun 2003 Konvansiyonuna göre bahçelerin korunması, ‘yaratıcılığın devamı için teminattır’. Kara surlarındaki bahçeler, derin tarihi kökleri olan sosyal pratiğin ifadesidir. Kara surları boyundaki bahçe pratiği… iş bölüşümü ile aynı aile örgüsü ve nesiller boyunca ilerletilmelidir. Bu İstanbullu gelenek korunmalıdır. Bu Maddi Olmayan Kültürel Mirasın gereken şekilde devamı, bostanların hemen yanında maddi kültürel miras olan Kara surlarının muhafazası ile birlikte düşünülmelidir.”

Hürriyet, 19.7.2013

ARKEOLOJİK KAZILARA 'DUR' EMRİ

 

 

Bakanlık ivedi notuyla tüm kazı başkanlarına kazıları durdurması yönünde yazı gönderdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı izinleriyle 2012 yılında, Bakanlar Kurulu Kararlı 116 Türk, 39 yabancı kazı, 84 Türk, 18 yabancı yüzey araştırması, 47 müze kazısı, 151 kurtarma kazısı, 28 kamu yatırım alanı kurtarma kazısı, olmak üzere toplam 483 arkeolojik çalışma vardı.

Bakanlıktan yapılan açıklama şöyle: ‘‘Bakanlığımız İzinleri İle Müze Müdürlükleri ve Kazı Başkanlıklarınca Yürütülen Kazı Çalışmalarına İlişkin Duyuru: Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nca, 18.06.2005 tarih ve 25849 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu Kapsamındaki Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulamaları ile Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair Yönetmelik” in yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Bakanlığımız izinleri ile Müze Müdürlükleri ve Kazı Başkanlıklarınca yürütülen kazı çalışmalarında ve her türlü yapım, hizmet ve mal alımlarında adı geçen yönetmeliğe dayalı olarak yapılan işlemlerin yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar durdurulmasının yerinde olacağı mütalaa edilmiştir. İlgililere önemle duyurulur."

 

BAKANLIK: SAYIŞTAY'DAN YANIT BEKLİYORUZ
‘’Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının rölöve, restorasyon, restitüsyon ve konservasyon projeleri, sokak sağlıklaştırma, çevre düzenleme projeleri ve bunların uygulamaları ile değerlendirme, muhafaza, nakil işleri ve kazı çalışmalarına ilişkin mal ve hizmet alımları, 18.06.2005 tarih ve 25849 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve 10.08.2009 tarih ve 27315 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan değişikliklerle güncellenen Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki “Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulamaları ile Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair Yönetmelik” kapsamında gerçekleştirilmektedir.

Ancak yönetmelikte 2009 yılında yapılan değişikliğe ilişkin TMMOB Mimarlar Odası Başkanlığınca Bakanlığımız aleyhinde açılan dava sürecinde; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (YD:İtiraz No 2012/284 sayılı) kararında “dava konusu yönetmeliğin yürütmesinin durdurulmasına” karar vermiştir. Söz konusu yargı kararı nedeniyle adı geçen yönetmelik çerçevesinde herhangi bir işlem yapılamadığından, kültür varlıklarına yönelik çalışmalarda kullanılmak üzere Maliye Bakanlığı , Kamu İhale Kurumu ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından müştereken “Kültür Varlıkları İhale Yönetmeliği Taslağı” hazırlanmıştır.

Kültür varlıklarına ilişkin yürütülen çalışmaların özel önem arz etmesi bu çalışmaların devamlılığın sağlanmasının temel bir gereklilik olması nedeniyle Kültür Varlıkları İhale Yönetmeliği’nin ivedilikle yürürlüğe girmesi amaçlanmakta ve bu doğrultuda çalışmalar devam etmektedir. 17.07.2013 tarihi itibariyle yönetmelik taslağına ilişkin Sayıştay Başkanlığı görüşü beklenmektedir.’’






MİMARLAR ODASINDAN CEVAP GELDİ
Mimarlar Odası'ndan Avukat Berna Çelik Yeşilkaya , yönetmeliğin kendi itirazları dışında bir sebepten tümüyle iptal edildiğini söyledi. Avukat Berna Çelik Yeşilkaya, "Dava oda tarafından ihale yönetmeliğinin bazı maddelerinin iptali için açıldı. Bu işler özel uzmanlık ve bilgi gerektiren işler olduğu için KİK kapsamından çıkarılmıştı, ancak dava konusu yönetmelikte rölöve restorasyon işleri uzman olmayan kişilerin sorumluluğuna bırakılmakta, isteklilerin mesleki yeterliliklerinin belirlenmesinde bilimsel ve teknik kriterler ile Koruma mevzuatı gözetilmemekteydi. Bu nedenlerle iptali gerektiğini söyledik. Ayrıca ilan yapılmaksızın ihale yapılmasının öngörülmüş olmasının, ihalelerde açıklık, şeffaflık, güvenilirlik, rekabet gibi ilkelere aykırı olduğunu belirttik. Danıştay talebimizi kabul etti ve çoğu madde hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Yalnızca birkaç madde için ret vermişti. Biz de buna itiraz ettik. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu itirazımızı kabul ederek “…dava konusu Yönetmeliğin dayanağını oluşturan 4734 sayılı Kanunun geçici 4 maddesi uyarınca dava konusu Yönetmeliğin Maliye Bakanlığı, Kamu İhale Kurumu ve davalı Bakanlıkça müştereken hazırlanıp, birlikte yayımlanması gerekirken Kültür ve Turizm Bakanlığınca tek başına hazırlanması ve yürürlüğe konulmuş olması nedeniyle dava konusu Yönetmelikte yetki ve şekil unsurları yönünden dayanağı Kanun hükmüne ve hukuka uyarlık bulunmamaktadır” gerekçesiyle iptali istenen tüm maddelerin ve dava konusu Yönetmeliğin yürütmesinin durdurulmasına karar verdi. Şimdi iptal gerekçesine uygun olarak anılan Bakanlıklarla birlikte ve dava açma gerekçelerimizi de gözeterek yeni bir Yönetmelik hazırlanıp yürürlüğe konulması gerekiyor. Süreci takip ediyoruz. " diye konuştu.

 

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.07.2013

 

******


ARKEOLOGLAR DERNEĞİ'NDEN DUYURU:

 

ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI DURDURULDU

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nca, 18.06.2005 tarih ve 25849 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu Kapsamındaki Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulamaları ile Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair Yönetmelik” in yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesi gerekçe gösterilerek, kazı çalışmalarının durdurulması yönünde bir kanaate varıldığını duyurmuştur.

 

Bu karar ile başlayacak ve devam etmekte olan tüm arkeolojik kazı, restorasyon ve konservasyon çalışmalarının durması ve  söz konusu yönetmeliğin harcama kurallarına tabi olmayan yabancı ekipler dışında hiçbir çalışmanın yapılmayacağı anlamını taşımaktadır. Onlarca ekibin, yüzlerce bilim insanının ve öğrencinin mağduriyetiyle birlikte, kazı çalışmalarıyla ortaya çıkartılan ve çalışmaların durması ile koruma önlemi dahi alınamayacak arkeolojik alanların da tahrip olacağı açıktır.


 Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, 19.07.2013

YERALTI ŞEHRİNİN GİRİŞİ ORTAYA ÇIKARILDI

 

Boğazkale İlçesi'ne bağlı Evci Beldesi’nde, yol genişletme çalışmaları sırasında bulunan ve Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen 8 odalı yeraltı şehrinin girişi yapılan çalışmalar sonucunda ortaya çıkarıldı. 


Evci Belediye Başkanı Nihat Sarıerik, Bizanslılara ait olan yer altı şehrinin yapılan arkeolojik çalışmalar sonucu giriş kısmının ortaya çıkarıldığını söyledi. Bölgeye duvar ve tünel yapılacağını dile getiren Sarıerik, girişin tünel şeklinde olacak ve içersine duvar dışarısından girileceğini belirtti.
Yer altı şehri Evci Belediyesi tarafından yapılan yol için genişletme çalışmaları devam ederken, iş makinesi operatörü tarafından bulunmuştu. Yapılan çalışma ve incelemeler sonucunda Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen 8 odalı yeraltı yerleşkesine ulaşılmıştı.

Çorum Haber, 18.07.2013

EMİR SULTAN TÜRBESİ RESTORASYONUNDA SONA GELİNDİ

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile yaptığı protokol kapsamında, kentin önemli tarihi eserlerinden Emir Sultan Türbesi ve çevre yapılarında uyguladığı restorasyon çalışmalarının mezarlık bölümü hariç tamamlandığı bildirildi.

 

 

Emir Sultan Türbesi'nde incelemelerde bulunan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, yaptığı açıklamada, türbedeki yenileme çalışmalarının hazire (mezarlık) bölümü hariç tamamlandığı, hazirelerle ilgili röleve ve restorasyon projesinin yapıldığını belirtti. "Tarihimizin bu önemli yapısını yeniden kentle ve kentliyle buluşturacağımız için mutluyuz" diyen Kocaoğlu, şunları kaydetti:"Çalışmalar sürerken bile vatandaşlarımız türbeyi ziyaret ediyorlarmış. Biz de mümkün olan en kısa sürede türbe ve müştemilatının açılışını yapmak istiyoruz. İbadete ve ziyarete gelen insanların çok olması bizi de sevindiriyor. Emir Sultan Türbesi, İzmir'de çok önemli bir dergah. Onun için bu mekanın yaşaması ve tekrar kültürümüze, kentimize, inancımıza kavuşturulması için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz. Kentimize hayırlı olsun."

 

Emir Sultan Türbesi'nin restorasyon işini üstlenen mimar Abdurrahman Çabuk ise Emir Sultan Türbesi'nin İzmir'de "Türk mührü" diye anılan önemli bir eser olduğunu belirterek, "Burası, İzmir'de Türklüğün, Müslümanlığın başlangıç noktası gibi. O yüzden vatandaş büyük ilgi gösteriyor” dedi.

 

 

Emir Sultan Türbesi

Namazgah Mahallesi'nde bulunan, İzmir'i alırken şehit düşen ve halk arasında "Emir Sultan" adıyla bilinen Aydınoğulları Beyliği komutanlarından Seydi Mükeremeddin'in naaşının yer aldığı türbenin bahçesinde, Mustafa Kemal Atatürk'ün eşi Latife Hanım'ın dedesi Uşakizade Sadık Bey ve eşi Makbule Hanım ile Aydın Valisi Ahmet Esat Paşa, Kestanepazarı Camii kurucusu Mısırlı Hüseyin Nuri Efendi ve İzmir Kadısı Şükrüzade Abdülkadir Paşa gibi devrinin önde gelen isimlerinin mezarları da yer alıyor.

 

Aşhane, hamam ve dergah olarak kullanılan 3 farklı yapının restore edildiği çalışmaların ardından dergah, sosyal amaçlı olarak hizmet verecek. Türbe binasında restorasyon çalışmalarının tamamlandığı türbede hazireye ait mezar taşlarının restorasyon projelerinin hazırlanması işi devam ediyor. Projeler için, kurul onayı alındıktan sonra hazirelerin restorasyonuna başlanacak.

Yapı, 18.07.2013

OYLUM HÖYÜK'TE KAZI ÇALIŞMASI

 

 

Oylum Höyük Kazı Ekibi Başkanı, Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Atilla Engin, Kilis Valisi Süleyman Tapsız'ı ziyaret etti.

Doç.Dr. Atilla Engin, beraberinde Kilis İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdullah Aldemir ile birlikte Kilis Valisi Süleyman Tapsız'ı makamında ziyaret ederek, Oylum Höyük'teki kazılarla ilgili bilgi verdi

Ziyarette Oylum Höyük'te devam eden kazı çalışması hakkında konuşan Engin, "Oylum Höyük boyutları itibarıyla Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en büyük höyüklerinden biridir. Höyüğün batı etekleri boyunca akan Akpınar Deresi, binlerce yıl boyunca burada yerleşimlerin yaşam kaynağı olmuştur. MÖ 3000-3500 yıllarına dayanan medeniyetlerin yaşadığını, Geç Kalkolitik Dönem ve Tunç Çağları'ndan tarihi kalıntıların olduğunu biliyoruz. Biz burada yapacağımız kazılarla burada oluşmuş krallıkları, medeniyetleri ortaya çıkarmak istiyoruz."

Engin, 2 ay sürecek kazılarda kendisine 60 kişilik bir ekibin eşlik edeceğini ve kazı çalışmaları için 140 bin TL'lik bütçe ayırdıklarını aktardı.

Bu ve bunun gibi tarihin ortaya çıkarılması için yapılan çalışmalardan memnuniyet duyduğunu belirten Vali Tapsız ise, "Kilis; Anadolu ve Mezopotamya'da ortaya çıkmış bütün medeniyetlere ev sahipliği yapmış tarihi bir şehrimizdir. Bu tarihin ortaya çıkarılması için yapacağınız çalışmalar için şahsınızda Cumhuriyet Üniversitesi'ne ve kazı çalışmasında yer alacak bütün arkadaşlara teşekkür ederim" dedi.

Oylum Höyük'te 1988 yılında Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Engin Özgen başkanlığında kazılara başlanmıştı.

KİLİS'TE BİRİNCİ DERECEDE ARKEOLOJİK SİT ALANI İÇERİSİNDE 18 HÖYÜK BULUNUYOR
Kilis ve ilçelerinde 18 höyüğün birinci derecede sit alanı içerisinde olduğu bildirildi.

Kilis Kültür Müdürlüğü kayıtlarına göre, 18 höyük içerisinde sadece Oylum Höyük'te kazı yapılıyor. 18 höyüğün 6 tanesi Elbeyli İlçesi'nde bulunuyor. Kilis ve ilçelerindeki höyükler ise şöyle sıralanıyor:

"Kilis Merkez Oylum Köyü'nde Oylum Höyük, Elbeyli İlçesi Güvendik Köyü'nde Çatal Höyük, Elbeyli İlçesi Geçerli Köyü'nde Kulsurun Höyük, Kilis Merkez Öncüpınar karayolu üzerindeki Leylit mevkiinde Leylit Höyük, Kilis Merkez Yavuzlu beldesinde Yavuzlu Höyük, Kilis Merkez Acar Köyü'nde Acar Höyük, Musabeyli İlçesi Belentepe Köyü'nde Belentepe Höyük, Polateli İlçesi Polatbey Köyü'nde Polatbey Höyük, Kilis Merkez Karamelik Köyü'nde Karamelik Höyük, Musabeyli İlçesi Murat Höyük Köyü'nde Murat Höyük, Elbeyli İlçesi Taşlıbakar Köyü'nde Taşlıbakar Höyük, Kilis Merkez Çörten Köyü'nde Sinnap Çörten Höyük, Kilis Merkez Demirciler Mahallesi İçeri Bahçe Akpınar mevkiinde Akpınar Höyük, Kilis Merkez İnanlı Köyü'nde İnanlı Höyük, Elbeyli İlçesi'nde Çamurlu Höyük, Elbeyli İlçesi Taşlıbakar Köyü'nde Tileyli Höyük, Elbeyli İlçesi Yağızlı Köyü'nde Kızıl Höyük, Kilis merkezde Kumludere Höyük"

haberler.com, 18.07.2013

İTİRAZLARA RAĞMEN KİRAYA VERİLDİ

 

 

Türkiye Ermenileri Patrikliği tarafından yapılan itirazlara rağmen Vakıflar Genel Müdürlüğü Sanasaryan Han için bugün ihaleye çıktı. AGOS'un haberine göre Sanasaryan Han, aylık 253 bin TL’ye Özgeylani İnşaat’a kiralandı. Kira oranı 4. yılda ise iki katına çıkacak. Firma yetkilileri şartnamenin imzalanmasından sonra işe başlanacağını söyledi. Türkiye Ermenileri Patrikliğinin ise hukuk mücadelesi devam ediyor. Patriklik adına Avukat Ali Eybeloğlu sürece ilişkin açıklamalarda bulundu. Eybeloğlu , Sanasaryan Han’ın kuruluş amacının fakir ve yetim Ermeni çocukların eğitim, barınma ve beslenme ihtiyaçlarının giderilmesi olduğu hatırlatılarak, taşınmazın 1935 yılında Patrikhane’nin elinden alındığı ve amacı dışında kullanılmaya başladığı belirtildi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi;

MAHKEMEYE BAŞVURULDU

“İnanıyoruz ki, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, yasal dayanağı olmayan, kanun tanımaz işlemleri yargı kararları ile ortadan kalkacaktır. Genel Müdürlüğün, hayır amacıyla vakfedilen bir hanı ticari amaçla kiraya verme teşebbüsü vicdanları sızlatmıştır. Adalete ve hukukun üstünlüğüne olan inanç ve bağlılığımız ışığında, kamuoyuna saygı ile duyurulur.” Patriklik ihale ile ilgili olarak mahkemeye başvurdu.

Radikal, 18.07.2013

KAZANILAN BİR KENT MÜCADELESİ: TAŞKIŞLA

 

 

Taşkışla otel olmaktan nasıl kurtarıldı?

Taşkışla 1943-50 seneleri arasında Paul Bonatz'ın yürütücülüğünde restore edilir ve Teknik Üniversite'nin Mimarlık ve İnşaat Mühendisliği Fakültesi olarak kullanılmaya başlanır.

Günümüzde İTÜ'nün Mimarlık Fakültesi'ne ev sahipliği yapan tarihi kışla, İTÜ'nün kent içinde bulunan yerleşkelerini Maslak'ta yer alan Ayazağa Yerleşkesi'ne taşımasıyla birlikte rantperverlerin odak noktası olur. Döneminin yükselen markası Es-Ka, Taşkışla'ya otel işlevini uygun bulur. Başbakan Özal da dahil olmak üzere destekçileri çoktur. Ancak Taşkışla'nın öğretim görevlileri, öğrencileri ve daha birçok kişi Taşkışla'yı otel yapmaktan kurtaracaklardır. İyi seyirler!

 


13 Nisan 1944

 

“Bir köşenin güzelleşmesi için”- 6 Şubat 1946

“Cumhuriyet idaresinin en güzel eserlerinden biri de Teknik Üniversitedir. Bu teknik asrında, bizim de yalnız bir Yüksek Mühendis okulu olan eski Gümüşsuyu kışlasına yepyeni binalar ilave edildi. Taşkışla da, Teknik Üniversiteye verildi. Şimdi Taşkışlanın, esaslı surette tamir ve tadiline başlanmıştır.”

 


7 Haziran 1948

 

 

“Üniversite Rektörünün basın toplantısı” - 2 Mart 1950

Taşkışla binası açıldı

Teknik Üniversite Mimari Fakültesi olarak kullanılması maksadile üçte bir kısmının tamiri tamamlanan Taşkışla binasının dün saat 16 da açılış töreni yapılmıştır.

 

(...) Prof. Hulki Erem hitabesinde, Taşkışlanın kısa bir tarihçesini yaptıktan sonra ezcümle şunları söylemiştir:

 

'Taşkışla, vaktile ordunun malı idi, şimdi ise fikir ordusunun malıdır. Yeni binanın güney kanadının inşası için 2.5 milyon lira sarfedildi, geri kalan kısmı ise 1.5 milyon lira ile tamamlanacaktır. (...)'”

 


16 Haziran 1984

 

 

“Tarihi Taşkışla binası 5 yıldızlı otel oluyor” – 24 Haziran 1984

İstanbul'daki tarihi Taşkışla binası, Emekli Sandığı tarafından, beş yıldızlı otel haline getirilecek.

 

Emekli Sandığı Genel Müdürü Ateş Amiklioğlu, kışlayı otelleştirmenin maöli portresinin beş milyar lira dolayında olacağını, yılda 40 milyon dolar döviz girdisi beklendiğini bildirdi.

 

Anadolu Ajansı muhabirinin Genel Müdür Amiklioğlu'ndan aldığı bilgiye göre, otel özellikleri bozulmadan yapılacak restorasyon sonucu, 356 normal oda, 30 suit ve dört kral dairesi olmak üzere 390 odalı ve 832 yatak kapasiteli olarak planlanıyor.

 

Amiklioğlu, İstanbul Teknik Üniversitesi'nin kampüse taşınmasıyla boşalan Taşkışla binasının Emekli Sandığı'na 49 yıl süreyle verilmesinin protokol ile karara bağlandığını, beş yıldızlı otel projesinin gerçekleştirilmesi için de halen İngiliz, Fransız ve Amerikan firmalarıyla ortak yatırım görüşmelerinin sürdürüldüğünü söyledi.

 

Amiklioğlu, Taşkışla binasının özel karakterine bağlı kalarak restore edileceğini, ilavelerle üç cepheden beş, deniz cephesinden yedi katlı olarak düzenleneceğini belirtti.

 

Amiklioğlu, otel projesinin onaylanmasından sonra, inşaatın 26 ay içinde tamamlanacağını, yoğun brir çalışmayla toplam 36 aylık sürede hizmete girmesinin planlandığını kaydetti (...).”

 


1 Ağustos 1984

 

 

“Taşkışla, Adliye Sarayı oluyor” – 9 Kasım 1984

“Kültür ve Turizm Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu'nun açıklamalrına göre turistik otel olması beklenen Taşkışla binası, görevinden azledilen Maliye ve Gümrük eski Bakanı Vural Arıkan tarafından Adalet Bakanlığı'na tahsis edildi.

 

(...) Taşçıoğlu ile birlikte binanın turistik amaçla değerlendirilmesini isteyen İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan da 'Hükümetin bu kararına karşı duracak değiliz ama turistik bir yerde eli kelepçeli insanların dolaşması uygun değil,' şeklinde konuştu. Taşkışla binasının '2. Adliye Sarayı' olacağını ise İstanbul Barosu Başkanı Selahattin Sulhi Tekinay bir basın toplantısı düzenleyerek dün açıkladı.”

 

 

“Taşkışla Oteli, 49 yıl sonra devletin olacak” – 31 Ocak 1985

“İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla binasının, dünyanın en büyük otel zincirine sahip Holiday Inns Inc. ve Eska Turizm Ticaret A.Ş. İşbirliği ile beş yıldızlı bir otel haline dönüştürüleceği açılandı.

 

Eska Turizm ve Ticaret A.Ş. Genel Müdür Aysel Öymen, Holiday Inns'ın 6 yetkilisiyle düzenlediği dünkü basın toplantısında öğrenim yılının sonunda başlanacak yeni düzenleme çalışmalarının en geç 4 yıl içinde tamamlanacağını açıklayarak, lüks bir otel olarak inşa edilecek Taşkışla'nın Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın denetimi altında çalışacağını bildirdi. Öymen, 50 milyon dolar harcanacak 700 yatak kapasiteli bir otele dönüştürülecek tarihi Taşkışla binasının 49 yıl kullanıldıktan sonra sağlam ve işler bir şekilde Hazine'ye devredileceğini bildirdi.

 

Sermayesinin yarısından çoğu dış kaynaklı olacak otelin finansmanı için dış kredi kullanılacağı belirtilen Taşkışla binasının, otelcilik açısından, Holiday Inns zincirinin en lüks otellerinden olan 'Crown Plaza' tipinde olacağı bildirildi (...).”

 

 

“Türkan Arıkan: Taşkışla kime, nasıl ve kaça kiralandı?” - 5 Şubat 1985

“Bağımsız Milletvekii Türkan Arıkan, Taksim'deki Taşkışla binasının bir şirkete kiralanması konusunda Maliye ve Gümrük Bakanı Ahmet Kurtcebe Alptemoçin'e çeşitli sorular yöneltti. Arıkan binanın Adalet Sarayı yapılmak üzere Adalet Bakanlığı'na tahsis işleminin iptal edilmesinin nedenini ve iptal tarihini de sordu.

 


6 Şubat 1985

 

“Taşkışla binası ve eli kelepçeliler” - 20 Nisan 1985

“İstanbul Barosu Başkanı Sulhi tekinay, Kültür ve Turizm Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu'nun Mecliste Taşkışla binası konusunda yaptığı konuşmayı eleştirdi, baronun girişimleri sonucu Taşkışla binasının adliye sarayı olarak tahsis edildiğini anımsatan Tekinay, ancak İstanbul'a böyle görkemli bir adalet sarayını layık görmeyenlerin 'Taksim gibi turistlerin bol olduğu bölgede eli kelepçeli insanların görülmesi doğru değildir' gerekçesiyle bu tahsisi bozdurduğunu söyledi.”

 


15 Haziran 1986

 

 

“Taşkışla restorasyonu başladı” - 22 Temmuz 1986

“(...) İlk çiviyi çakarak restorasyon çalışmalarını başlatan Özal, konuşmasında 'İstanbul'daki otel sayısının azlığına ve turizmin önemine' değinerek söyle konuştu:

'İstanbul'a ne kadar önem versek azdır. Otel sayısı çok az. Otel var, ama kaliteli otel olarak üç otel var. Altı milyonluk bir şehir için çok az. Türkiye turizm bakımından şahane bir ülke. Bu ülkeye ressamın fırça darbeleri gibi birtakım ilaveler yapıp güzellikler katmak, çirkinlikleri kaldırmak lazım. Bu yapılanlarla Türkiye, ümit ediyorum önümüzdeki yıllarda Ortadoğu'nun merkezi haline, belki de daha önemli bir merkez haline gelir.' (...)”

 

 

“Taşkışla'yı terk etmeyeceğiz” - 10 Ağustos 1986

“Sıcak bir temmuz günü. Taşkışla, sarı kasklı Es-Ka'lılar tarafından kyuşatılıyor. Yapının Açıkhava Tiyatrosu'na bakan yüzüne iskele kuruldu bile. İTÜ'nün bu tarihi merkezini 5 yıldızlı La Plaza Oteli'ne dönüştürecek olan müteahhit Mercedes'inden indi. Yanında Japon kurmayları var... Sarı kasklı Es-Ka'lılar daha da hızla yükseltiyorlar iskelelerini şimdi... Üç gün önce ilk çiviyi 'Hayırlı olsun' dilekleriyle, 'küttedek' çakan işbitirici sayın Başbakanlarından aldıkları güven ve hızla...

 

İçeride tam bir suskunluk var. Alınlarının ortasına, beklemedikleri biçimde çiviyi yiyenlerin suskunluğu. Klasik kolonlu kapısından girip, serin koridorlarında yürüyoruz Taşkışla'nın. Yüksek tavanları, kemerli pencereleriyle kocaman derslikler. Dersliklerde mimari bölüm öğrencilerinin proje çalışmaları... Koridorun bir ucunda Mimar Sinan büstü, öteki ucunda Mustafa Kemal... Ve dışarıda, kuşatmacıların çekiç sesleri.

 

'İskeleleriyle yükseldikleri dersliklerin pencerelerinden giriyorlar' diyor Profesör Kulaksızoğlu, acı bir gülümsemeyle. 'İzin bile isteme gereğini duymuyorlar. Hem de ders sırasında..' Yıllarını mesleğindeki gelişmelere, öğrencilerine vermiş, yurttaşlarının daha iyi çevrelerde yaşamaları için çaba harcamış bir aydının gülümsemesindeki bu acı çok anlaşılır, çok açık.. (...)”

 

 

“Öğrenciler: Taşkışla'yı boşaltmayacağız” - 15 Mayıs 1987

“(...) Taşkışla binasında eğitim veren İTÜ'nün Gemi İnşa ve Deniz Bilimleri ile Mimarlık Fakülteleri öğerncilerinden bir bölümü dün BİL-SAK'ta düzenledikleri basın toplantısında, Taşkışla'nın İTÜ'nün bir simgesi olduğunu ve okul olmasa bile bu binasnın ileride İTÜ'nün çeşitli kültür ve bilimsel çalışmalarında bir konferans merkezi olarak da işlev görebilceğini belirterek, 'ders yılı bitince okulu terketmeyeceğiz. Bizi zorla çıkarabilirler. Ama bizim kendiliğimizden burayı terketmediğimizi tüm kamuoyu görecek' şekliden konuştular.”

 

 

“Son defa Taşkışla” - 16 Mayıs 1987 (Mete Tapan)

“'Aslında itirazlar birkaç profesörden kaynaklanıyor. Onlar denize nazır odalarından çıkmamak için bu direnişi gösteriyorlar...' (Topaz, Mayıs 1987, Selim Edes, Eska İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı).

 

(...) Taşkışla'nın otel olması artık kesinleşmiştir. Birkaç öğretim üyesi yaklaşık iki yıl önce bu girişimin yanlış olduğunu kamuoyuna açıklamıştır. Sonunda bu öğretim üyeleri haklı oldukları bir kültür davasını kaybetmiştir. Ama bu dava salt üç dört tane hocanın davasıdır diye hafife alınmamalıdır. Bu yolda kaybetmek, kazanmak kadar onurludur. Hiçbir kimse bu davada bu hocaları bir çıkarcılıkla suçlayamaz, hiçe sayıyor diyemez. Ama bu hocalar birçok Türk aydınının duyduklarını yansıtmışlardır. Bu hocalar doğru bildiklerini açıklamışlar, toplumun simgesi haline gelmiş kültür değerlerini korumanın gelecek kuşaklar için kaçınılmaz olduğunu vurgulamışlardır.

 

Açıkça tüm kültür değerlerini kurtarmaya soyunmuş yetkililere soruyorum, Taşkışla İTÜ'nün simgesel yapısı, İTÜ'ye ait olmak üzere bir kültürel etkinlik merkezi haline gelemez miydi? Eğer para ise dert, bu bina gene para kazanma aracı olurdu. Ama böyle bir yol seçilse idi toplumsal değeri yüksek bir bina olurdu Taşkışlamız. (...)”

 


19 Mayıs 1987

 


11 Haziran 1987

 

 

“İTÜ'nün yıldönümünde standart dışı gösteri” – 13 Haziran 1988

“(...) İTÜ Rektörü Prof. Kafalı'nın konuşmasından hemen sonra, salonun üst tarafında oturmakta olan bir grup İTÜ öğrencisi, alkış tutarak yerlerinden kalktılar ve rektörün konuştuğu kürsüye doğru yürüdüler. Kürsüye ulaşmadan önleri kesilen öğrenciler, buraya 'Taşkıla İTÜ'nündür' yazılı bir çelenk bıraktılar. Öğrenciler, rektör Kafalı'nın 'Burayı terk edin' uyarısı üzerine salondan çıktılar. Prof. Kafalı, daha sonra davetlilerden özür diledi., gösteriyi yapanların 'Standartlara uymayıp, okuldan atılmış küçük bir grup' olduğunu bildirdi. Salonu terk eden öğrenciler, okul dışında yaptıkları açıklamada, gösterilerini, Taşkışla'nın otel yapılmaması için düzenlediklerini belirterek, 'Taşkışla İTÜ'lülerin ruhunu yansıtıyor. Sesimizi duyurmak istiyoruz' dediler.”

 

 

“Taşkışla otel yapılmasın” - 28 Mayıs 1988

“Yakında 'otel' olarak restore edilecek olan İTÜ Taşkışla binasında düzenlenen 'İstanbul'da Tarihi Çevre ve Anıt Koruma Sorunları' konulu seminerde, 'Taşkışla'yı otel yapan zihniyet' eleştirildi. Seminerin açış konuşmasını yapan Prof. Doğan Kuban Türkiye'deki restorasyon uğruna 'profesyonel cinayetler' işlendiğini belirterek 'Yapılan pretikler Türkiye'deki restorasyon kavramının yozlaşmasına neden oluyor' dedi. (...)”

 

 

“15 dakikada Taşkışla” - 31 Mayıs 1988

“(...) Mimarlık fakültesi öğrenciler Taşkışla'nın otel yapılmasını '15 Dakikada Taşkıla' adlı oyunla protesto ediyorlar. (...) Okuldaki değişik öğrenci kesitlerini yansıtan ve Taşkışla'nın otele dönüştürülmesini eleştiren oyun perşembe günü 13.00'te Taşkışla'nın avlusunda dekorsuz ve kostümsüz bölümler halinde sergilenecek.”

 


3 Haziran 1988

 

 

 

“Taşkışla'yı terk etmeyeceğiz” - 4 Haziran 1988

“(...) İTÜ Mimarlık Fakültesi 3. sınıf öğrencilerinden Oktay Murat ise Taşkışla'da okuyan öğrencilerin pek çoğununTaşkışla'nın otel olma tehlikesine karşı duyarsız olduklarından yakınıp 'Bazı öğrenciler 'veda partisi' düzenlemeyi bile düşünüyor. Hazırlıklara başladılar' diyerek şunları söylüyor: 'Taşkışla'da öğrenciler çıkınca işçiler girecek. Şimdiden çalışmalara başladılar bile. Dersler yapılırken iskelelerini kurdular. Biz olayı iç yüzünü biliyoruz. Öteki insanlara da anlatmak istiyoruz. Bunu duyurmak için eylemlerimiz sürecektir. Taşkışla'yı terketmeyeceğiz.' (...)”

 

 

“Taksim yerine Selimiye Oteli” - 8 Haziran 1988

“Yeşil Dayanışma adlı çevreci grup yayımladığı basın bildirisinde, İstanbul'daki Taşkışla binasının yerine Selimiye Kışlası'nın 5 yıldızlı otel yapılmasını önerdi. (...)”

 

 

“Taşkışla için idare mahkemesinde dava açıldı” - 18 Haziran 1988

“Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği, Mimarlar Odası, tarihi Taşkışla binasının otel yapılmasına izin veren, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Maliye ve Gümrük Bakanlığı kararlarının iptali için idare mahkemesinde dava açtı. (...) Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu'nun, Taşkışla için 1. sınıf tarihi eser ve 'aynen koruma kaarı' varken ve bu karar hukuki varlığını korurken, otele dönüştürme projesinin uygun olduğuna dair karar vermesinin, yasadışı olduğu belirtildi. Otele dönüştürme işlemi sırasında binanın iç yapısının değiştirilmesine izin verilmesinin iptali gerektirdiği öne sürüldü. (...)”

 


20 Haziran 1988

 


7 Temmuz 1988

 

 

“Taşkışla'nın otel yapılmasına engel” - 17 Temmuz 1988

“TMMOB İstanbul Şube Başkanı Yücel Gürsel, bu gelişmeden sonra ruhsatsız olan inşaatın belediye tarafından durdurulması gerektiğine dikkati çekerek 'Bina, Teknik Üniversite'nin malı olarak eğitim sistemi içindeki özel yerini sürdürmelidir' dedi. İnşaatın müteahhitliğii üstlenen 'Eska' ile İTÜ arasında eğitimin devam ederken çalışmalara başlanılmaması konusunda anlaşma sağlanmasına karşın, çalışmaların başlatıldığını vurgulayan Gürsel, karara rağmen inşaatın devam ettirilmesi durumunda meşru müdafaa haklarının doğacağını söyledi. (...)”

 

 

“Selim Edes hakkında suç duyurusu” - 6 Ağustos 1988

“Tarihi Taşkışla binasının otele dönüştürülmesine ilişkin tartışmalar nedeniyle iki profesör ve iki doçent savcılığa başvurrarak Eska İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Selim Edes hakkında suç duyurusunda bulundular. Taşkışla projesini üstlenen şirketin yönetim kurulu başkanı Edes'in, 'Bu projeye karşı çıkan haindir' sözlerini, 'namus, şöhret, vekar ve haysiyetlerine taarruz' kabul eden Prof.Dr. Mehmet Erol Kulaksızoğlu, Prof.Dr. Yıldız Sey, Doç.Dr. Afife Batur ve Doç.Dr. Ayşe Zeynep Ahunbay, avukatları aracılığıyla İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na başvurdular. (...)”

 

 

 

 

“Böyle bir otel, her zaman prestij” - 13 Eylül 1988

“- Mimarların ortak görüşü, 'Taşkışla'dan güzel bir otel olmaz' şeklinde özetlenebilir. Sizce Taşkışla'dan güzel bir otel olur mu? Olursa bu otel rantbl mıdır?

 

EDES – Ben başlangıçta Mimarlık Fakültesi'ndeki hocalara, 'Siz hepiniz mimari profesörüsünüz, gelin, sizi burada görev alamaya davet ediyorum. Madem ki bu binayı hepimiz seviyoruz, gelin elbirliğiyle yapalım' dedim. 'Yok' dediler, 'Biz elimizi bile sürmeyiz'. Bu yüzden ben binayı sevdiklerine de inanmıyorum. Çünkü seven adam ona bakar. Bana göre Taşkışla'dan çok güzel otel olur. Rantabl olmasına gelince, Regent gibi bir grup yüzde elli gibi bir finansmanla, işletme değil, finansmanla dahil olduğuna göre rantabldır. Ama bir Taşkışla tabii ki güneyde boş araziye bir otel kondurmak kadar rantabl olamaz. Çünkü orayı tamir etmek, yenisini yapmaktan zor.

 

- Yaptığınız açıklamalarda 'prestij için' diyorsunuz?

- Biz Taşkışla'yı, büyük çapta turizm işine girmeye karar verdiğimiz için bir prestij olarak gördük. Bu sahada bizimle yatırım yapmak isteyenler için, böyle mücevher gibi, İstanbul'un göbeğinde Taşkışla gibi bir otel, her zaman prestijdir.

 

- İdare Mahkemesi'nin 'Yürütmeyi durdurma' kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- İdare Mahkemesi'nin kararının muhatabı biz değiliz. Çünkü burası turizm bölgesi ilan edilmiş, 2.5 senedir kimse itiraz etmemiş. Böyle bir konuda en büyük merci Anıtlar Kurulu'dur. Bu kurul da bizim takdim ettiğimiz projeyi onaylamıştır. (...)”

 


30 Ekim 1988

 


16 Kasım 1988

 


18 Haziran 1989

 


19 Temmuz 1989

 


3 Ağustos 1989

Arkitera, Derleyen Betül Atasoy, 18.07.2013

KAYBOLAN CAMİLER YENİDEN YAPILACAK

 

 

Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Türkiye genelinde 150 kaybolan cami tespit ettiklerini, bu sayı içinde 130’unun İstanbul’da olduğunu açıkladı.

 

Bu camilerin çoğunluğunun Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde yıkıldığını, yeniden inşa edilmesi için çalışma başlattıklarını söyleyen Ertem, “Bazı camilerin yerine apartman bile yapılmış. Onlara bir şey yapamayacağız. Ama yeri boş olanlara yeniden cami yapacağız” dedi.

 

YENİKÖY PARKINA CAMİ

Ertem, kaybolan camilerden birinin Rumeli Hisarı içinde sadece minaresi kalan Fetih Camisi olduğunu belirterek, “Diğeri Yeniköy Parkı içindeki Fazıl Efendi Camisi. Bu cami tamamen yıkılmış ama yeri belli. Çevrelenmiş durumda. Onu da eski haliyle yeniden inşa edeceğiz. Bir diğeri de Karaköy’de İtalyan mimar Raimondo D’Aronco’nun yaptığı ancak kaybolan Karaköy Camisi” dedi.

 

VAKFİYE NEDENİYLE

Ertem, bunu vakfiyelerde belirtilen hususlardan hareketle yaptıklarını, Türkiye’de satılmış ve konuta dönüştürülmüş camilerin de bulunduğunu bildirdi. Ertem, bu tür camileri satın alarak ibadete hazır hale getirdiklerini kaydetti.

Hürriyet, Haber: Meltem Özgenç, 18.07.2013

REMBRANDT ŞAŞIRTACAK!

 

Londra’daki National Gallery, 2014 yılında açılacak büyük bir Rembrandt sergisine hazırlanıyor. 15 Ekim 2014’te açılacak sergi, resimlerinde kullandığı ışık (ve gölge) tekniğiyle sanat tarihinde özel yeri olan Rembrandt’ın son yıllarındaki şaşırtıcı değişime ve yaratıcılığa odaklanacak. Usta ressamın son döneminde ürettiği 40 yağlıboya tablo, 20 çizim ve 30 gravürün yer alacağı serginin küratörü Betsy Wieseman, serginin ziyaretçileri şaşırtacağını belirtip ekliyor: “Rembrandt, son döneminde olgun bir ressam olarak kendini geleneklere daha az bağlı hissediyordu. Bu yüzden de artistik ve ikonografik riskler almaktan da kaçınmıyor ve diğer sanatçıların giremediği yollara sapabiliyordu.” National Gallery ve Amsterdam Rijkmuseum ortaklığında hazırlanan sergi, Amsterdam’a geçmeden önce Washington ’daki National Gallery of Art ve Lahey’deki Mauritshuis müzelerinde de ziyaretçilerle buluşacak.

Radikal, 18.07.2013

ŞİPŞAK MÜZE SOYGUNU

 

 

Belçika'nın başkenti Brüksel'de filmlere konu olacak bir soygun gerçekleşti: Müzenin penceresini sökerek içeri giren hırsızlar, çalan alarmlara aldırış etmeksizin iki dakika içinde on tabloyu yüklendikleri gibi olay yerinden uzaklaştı. Salıyı çarşambaya bağlayan gece gerçekleşen hırsızlık olayına müdahale eden güvenlik görevlileri ise hırsızların çoktan izlerini kaybettirdiklerini gördü. Van Buuren Bahçeleri ve Müzesi Müdürü Isabelle Anspach "Tarihi ve sanatsal mirasımızın önemli parçaları olan tabloları kaybettiğimiz için çok üzgünüz. Tüm alarmlar aktifti fakat hırsızlar çok hızlı çalıştılar, iki dakika içinde her şeyi kapıp çıkmışlardı bile" dedi. Anspach, 15'inci yüzyıla ait eserlerin sergilendiği müzenin güvenliğinin arttırılacağını, böylesine bir olayın bir daha yaşanmayacağını temenni ettiğini bildirdi. Çalınan tablolar arasında Hollandalı ressam Kees Van Dongen'in "Düşünen Kadın" ve Belçikalı ressam James Ensor'un "Karidesler ve Deniz Kabukları" adlı tabloları da bulunuyor. Özellikle dışavurumculuğun öncülerinden biri olarak gösterilen Van Dongen'in tablosunun çalınması müze yetkilileri ve sanatseverleri üzdü. Çalınan parçaların toplam değerinin ise 1 milyon 600 bin euro civarında olduğu söyleniyor.

Sabah, 18.07.2013

'SAHTE SERGİ' MÜZESİ KAPATILDI

 

 

Çin ’in Hebei eyaletinde bulunan Jibaozhai Müzesi’nde yapılan sergilerin çoğunda sahte eserlerin kullanıldığı belirlendi. Müzenin inşası ve sergi düzenlemeleri için 6.4 milyon pound (yaklaşık 19 milyon TL) harcanmıştı. Ancak müzede, içinde Çin Hanedanlığı dönemine ait olduğu iddia edilen ama ‘çizgi film karaterleriyle süslü’ bir vazo gibi ‘sürreal’ eserlerin de bulunduğu pek çok eserin sahte olduğu ortaya çıktı.

Radikal, 18.07.2013

İNGİLİZLER
PARA BULAMAZSA
REMBRANDT YOLCU

 

İngiliz Hükümeti, 1669'da ölen Hollandalı ressam Rembrand'ın otoportresinin yurtdışına gönderilmesini erteledi.

ABD Kaliforniya'daki Getty Müzesi portre için 46.8 milyon lira önermişti. Ekime kadar İngiltere'deki müzeler aynı parayı verirse eser İngiltere'de kalacak.

Sabah, 18.07.2013

LYCUS VADİSİ'NİN 7 BİN 500 YILLIK YERLEŞİM YERİ BULUNDU

 

 

Denizli’nin Eskihisar Mahallesi yakınındaki antik kent Laodikya’da yapılan kazı çalışmaları kapsamında Lycus Vadisi’nin (Çürüksu) en eski mezarları ve yerleşime ait yapı kalıntıları bulundu.

 

Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Lycus Vadisi’nin en eski yerleşim yerinin 7 bin 500 yıl öncesine kadar dayandığını bu yerleşim yerini de Anadolu’da yaşayan kavimlerin kurduğunu söyledi.

 

11 YILDIR ÇALIŞMA YAPILIYOR

Laodikya antik kentinde 11 yıldır Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından kazı çalışmaları yapılıyor. Antik kentte arkeoloji alanında önemli eserler bulunurken, tarihi yapılar da gün ışığına çıkartılıp, yapılan restorasyonlarla ayağa kaldırılıyor. Antik kentte süren kazı çalışmaları kapsamında 'Batı Mezarlığı' olarak bilenen bölgede Lycus Vadisi’nin en eski mezarlığı ve yerleşim yeri ortaya çıkarıldı. Bölgede titizlikle sürülen kazı çalışmalarında, insan figürlü kaplar, bronzdan saç iğneleri, tanrıça figürlü kaplar gibi 7 bin 500 yıl öncesine dayanan tarihi eserler de ortaya çıktı. Çıkan eserler, kayıtları yapıldıktan sonra Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi.

 

HEYECANLANDIRAN KAZI

Bulunan yerleşime ait yapı kalıntılarının oval bir mekan ve 'Megaron' diye adlandırılan dikdörtgen planlı yapı kalıntıları olduğunu belirten Prof.Dr. Celal Şimşek, yerleşim yerinin 7 bin 500 yıl öncesine ait olduğunu kaydetti. Şimşek, Laodikya’nın Hellenistik dönemden daha önce kurulduğunu hatırlatıp, “Antik kaynaklardaki bilgilere göre, Laodikya adından önce Rhoas ve Diospolis yani Zeus’un kenti adları biliniyordu. Rhoas adı tipik bir Anadolu adı olup, kentin ilk sakinleri dışarıdan değil, Anadolu’da yaşayan kavimler tarafından kurulduğunun ispatıdır. Lycus Vadisi’nin en eski yerleşim yerinin kalıntılarını bulmak bizi heyecanlandırdı” dedi.

 

Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Umay Oğuzhanoğlu Akay ise, en eski yerleşim yerinde çok titizlikle çalışmalar yaptıklarını dile getirdi.

Akşam, 17.07.2013

AHMET GÜNEŞTEKİN, MARLBOROUGH GALLERY SANATÇISI OLDU

 

 

Ressam Ahmet Güneştekin, Marlborough Gallery sanatçısı oldu. Güneştekin Sanat Galerisi'nden yapılan açıklamaya göre, sanatçı, işbirliği çerçevesinde ABD'deki ilk sergisini 26 Kasım'da New York Marlborough Gallery'de açacak. Serginin kitabını, Metis Yayınları'nın Türkçe'ye kazandırdığı "Sanatın Sonu" adlı kitabın da yazarı olan Donald Kuspit kaleme alıyor.

Güneştekin, New York'taki sergisinin ardından 2014 yılında da Monaco Marlborough Gallery'de ikinci sergisini düzenleyecek. Londra'da 1946 yılında "Marlborough Fine Arts" adıyla kurulan Marlborough Gallery, ilk yıllarında Monet, Pissaro, Sisley, Renoir, Van Gogh gibi klasik ressamların eserlerini sergiledi. Galeri, 1960'lı yıllardan başlayarak Kandinsky, Kurt Schwitters, Francis Bacon, Henry Moore, Jackson Pollock, Egon Schiele, Picasso ve Mark Rothko gibi önemli sanatçıların sergilerine de ev sahipliği yaptı.

Habertürk, 17.07.2013

NEOLİTİK DÖNEMDE ÇİFTÇİLİK İZLERİ

 

 

Hollanda Araştırma Enstitüsü tarafından Yenişehir Barcın Köyü’ndeki höyükte 2007 yılından bu yana sürdürülen kazılarda, çiftçilik ve hayvancılık izlerine rastlandı.

 

Barcın Höyüğü’ndeki kazıların bu yılki bölümüne başlandı. Neolitik dönemin çeşitli evrelerinin araştırıldığı çalışmalarda Hollanda Araştırma Enstitüsü Müdürü Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Fokke Gerritsen, Kültür Bakanlığı Temsilcisi Karadeniz Ereğli Müzesi’nden Arkeolog Seda Başar, Boğaziçi Üniversitesi Kimya Bölümü’nden Prof.Dr. Hadi Özbal, Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nden Arkeolog Yrd. Doç.Dr. Rana Özbal Gerritsen ve Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Mücella Erdalkıran Yenişehir’e gelerek 2 ay sürecek arkeolojik kazılara start verdi.

 

ÜST TABAKADAKİLER DAHA NİTELİKLİ EŞYA 

Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nden Arkeolog Yrd. Doç.Dr. Rana Özbal Gerritsen, bazı açmalarda ev kalıntıları, avlular, ocaklar ve çanak çömleklere ulaşıldığını bildirdi. MÖ 6 bin 600 yıllarında çanak çömleklerin daha yeni yeni kullanılmaya başlandığının görüldüğünü anlatan Gerritsen, “En alt tabakalarda kalın duvarlı ve kaba çanak çömlekler bulunurken, genelde üst tabakalardakiler daha nitelikli oluyor” dedi.

 

HAYVAN YETİŞTİRİCİLİĞİ

 Neolitik dönemde Marmara Bölgesi’ndeki ilk çiftçi ve hayvan yetiştiricileriyle ilgili önemli verilere ulaşıldığını ifade eden Gerritsen, insanların tahıl üretip hayvan yetiştirdiğinin belirlendiğini kaydetti. Gerritsen, “Daha çok eti ve sütünden yararlanabilecekleri koyun ve sığır gibi hayvanlar beslemişler. Kemik iliklerini çıkarmak için bir keski yardımıyla kemikleri ikiye bölmüşler. Ayrıca, evcilleştirilmiş tahıllardan arpa ve buğday yetiştirmişler” diye konuştu.

Bursa Olay, Haber: Gürhan Adana, 17.07.2013

BÜYÜKADA'YA HANÇER!

 

 

İstanbul Büyükada’da başlayan yapılaşma, hem tarihi görünümü hem de yeşil dokuyu tehdit ediyor. Son olarak Seferoğlu Tesisleri site inşaatı, ada sakinlerinin tepkisini çekti. Ada halkı, rahatsızlığını Büyükşehir ve Adalar Belediyesine yaptığı şikayetle dile getirdi ancak hiçbir sonuç alamadı. Şikayetler üzerine firma, yapıların üzerine branda gerse de gemilerle getirilen iş makinelerini gören ada sakinleri tepki göstermeye devam etti. Taraf gazetesinin haberine göre;  daha önce sahilde bulunan Lido Tesisi mahkemelik olmuştu. İmar mevzuatına aykırı olduğu gerekçesiyle proje tamamlanmasına rağmen ruhsatı iptal edilmişti.

Emsal olmasından korkuyorlar
Ada halkı yapılan inşaatın daha sonra yapılması düşünülen inşaatlara emsal olacağını düşündüklerini söylüyor. Adalılar yapılaşma nedeni olarak geçtiğimiz günlerde değiştirilen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu’nun neden olduğunu ifade ediyor. Kanun, tabiat varlığı, doğal sit alanı ya da milli parkların statüsünü yeniden değerlendirmeye açıyor.

450 tescilli ağaç kesildi
İstanbul Adaları Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Arif Çağlar, Büyükada’da süren siteleşmeyi birçok kez ilgili mercilere şikayet ettiklerini belirtti. Taraf‘a konuşan dernek başkanı Çağlar sözlerine şöyle devam etti: “Sit ve koruma kurallarına aykırı olarak site inşaatı devam ediyor. Biz vakıf olarak bununla mücadele ediyoruz. İnşaatla ilgili birçok yere başvurduk. Kaçak inşaat şekline dönüşmüş olduğu ve burada ki bütün tabii yapıyı bozduğu için resmi makamlara dilekçe verdik. Resmi makamların buna neden karşı çıkmadığı ve işlem başlatmadığı bir muamma. Bu site inşaatı başlamadan önce alanda küçük bir yapılaşma vardı ancak burada Orman İdaresi tarafından tescil edilmiş 450 ağacın olduğu büyük bir koru vardı. Bu ağaçları kestiler ve buranın fiziki yapıyı değiştirdiler. O alanda tarihi sayılacak yanmış bir ev de vardı. O evi de restore ettiklerini söylüyorlar ama yakından göremediğimiz için evin durumunu bilmiyoruz. Arazinin büyük bir kısmı sit kurallarına aykırı şekilde inşa ediliyor. Normal olarak binaların yüksekliği 6,5 metreyi geçmeyecek şekilde izin almışlar ancak bu kurala uymuyorlar. Biz de Koruma Kurulu’na verilen projelere aykırı yapılaşma olduğu için itiraz ettik.”

“Uluslararası sözleşmeyle garanti altına alınmıştı”
Geçtiğimiz yıl alınan kararla Yassıada ve Sivriada’nın Sit alanı kaydı kaldırıldı ve adaların konumu “sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı” olarak belirlendi. Gerekçe olarak mimari değeri olan yapıların zaten tescilli olduğu gösterildi. Bölge Koruma Kurulu Yassıada’yı Kültür ve Turizm Bakanlığı’na müze olarak kullanılmak üzere tahsis etti. Son olarak torba yasaya eklenen yeni düzenlemeyle kıyı kanunu hükümlerinden muaf tutuldu. Ancak yüzde 5 olan imar izni Yassıada’da yüzde 65’e Sivriada’nın yüzde 45’e çıkarıldı. Adaya yapılabilecek olan otel, restoran, kongre salonları ve turistik konaklama tesisleri de tepki topladı. Konuyu değerlendiren Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu adalarda yapılacak betonlaşmanın adanın doğasına zarar vereceğini belirtti. Muhçu sözlerine şöyle devam etti: “Yassıada ve Sivriada’nın imara açılması hem tarihi hem kültürel hem de doğal alanlar açısından kesinlikle yanlıştır. Ayrıca kültür varlıkları ve doğal alanlar hem yerel hem de uluslar arası sözleşmeyle garanti altına alınmıştır. Ancak ülkenin birçok yerinde yapılan betonlaşma hareketi ile bu kural ihlal edilmiştir.” Mimar Korhan Gümüş konuyla ilgili şunları belirtti: “İşlevsiz kamu alanlarını inşaatla dönüştürmek çağdışı bir yöntemdir. Kamunun aklına özeleştirmek dışında başka bir yöntem gelmiyor. Ayrıca Menderes’in anısına saygısızlık oluyor. Hepsi birer tarihi belge olan Yassıada’daki bütün askeri mobilyalar yağmalanmış durumda. Orada hiçbir güvenlik önlemi yok.” CHP Bursa Milletvekili Turhan Tayan, Yassıada’nın imara açılması kararına tepki gösterdi. Tayan, “Yassıada’da yüzde 5’lik imar durumu yüzde 65’e çıkarılarak oteller, AVM’ler, gazinolar yapılacak. Demokrasi müzesi sadece bir kılıf” dedi.

Gazeteport, 17.07.2013

SİGARA İZMARİTİ YAKMIŞ OLABİLİR

 

 

Tarihi Haydarpaşa Garı'nın tamiratı sırasında çatıda çıkan yangınla ilgili yapılan keşfin ardından hazırlanan bilirkişi raporu mahkemeye ulaştı. Raporda çarpıcı bir ayrıntıya yer verildi. Yangının nedeni söndürülmemiş sigara izmariti olabilir.

 

Rapora göre tarihi gar yangınının sebebinin en güçlü ihtimali “kolay yanıcı izolasyon maddesinin aşırı ısınması” ikinci en güçlü ihtimali ise çalışan işçilerin izolasyon malzemelerine attığı söndürülmemiş izmarit. Bilirkişi yangının sabotaj ve kundaklama ile elektrik kontağından çıkma ihtimalinin olmadığına kanaat getirdi.

 

Çatıda izolasyon yapan 2 işçi ile izolasyon çalışmasını yürüten şirketin 2 sahibi hakkında "taksirle yangına sebebiyet vermek" suçundan 1 yıla kadar hapis, TCDD’nin iki mimar ve mühendisi hakkında da "Genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması" suçundan 1 yıla kadar hapis cezası istemiyle açılan dava kapsamında yapılan keşifle ilgili bilirkişi raporu yargılamanın yapıldığı Anadolu 8 Sulh Ceza Mahkemesi’ne ulaştı. 

 

YA SİGARA İZMARİTİ, YA YANICI İZOLASYONUN TUTUŞMASI

Bilirkişinin olayın üzerinde iki yıl geçmiş olması ve tüm keşif ve fiili tespit imkanlarını ortadan kalkmış olduğunu belirttikleri raporlarında, yangının, işçilerin sigara izmaritlerini yere bastırarak ve suda söndürdüklerini ifade etmelerine karşın, yanar vaziyette atılmış bir kibrit veya sönmemiş bir sigara izmaritinden çıkmış olabileceğinin güçlü ihtimal olduğu vurgulandı.
 

Raporda yangın çıkış sebebinin en güçlü ihtimali olarak ise, işçiler Zafer Ateş ile Hüseyin Doğan’ın pürmüz lambası ile ısıttıkları izolasyon malzemesini eriterek zemine yaydıkları, bu iş biter bitmez de hemen olay yerinden ayrılmalarından 15 dakika sonra çatıdan dumanların çıkması gösterilerek, “Kolay yanıcı izolasyon malzemesinin aşırı ısınması” nın mevcut delillerden ortaya çıkan en güçlü ihtimal olduğu vurgulandı. 

 

Anadolu 8. Sulh Ceza Mahkemesi’nde dün görülen davada taraf avukatları bilirkişi raporunu inceledikten sonra beyanlarda bulunacaklarını belirttiler.

Tarihi Haydarpaşa Garı'nın tamiratı sırasında 28 Kasım 2010 tarihinde çatıda çıkan yangınla ilgili 14 ay süren savcılık soruşturması ardından yangında sabotaj ve kasıt iddiaları dayanaksız kalırken, çatıda izolasyon yapan Zafer Ateş ve Hüseyin Doğan adlı işçiler ve izolasyon çalışmasını yürüten şirketin sahibi İhsan ve Hüseyin Kaboğlu hakkında ‘taksirle yangına  sebebiyet vermek’ suçundan 1 yıla kadar hapis istemiyle  açılan dava açıldı. 

 

'VALLAHİ BİZ YAKMADIK'

Yapılan yargılama sırasında tarihi garın izolasyonunda yangına dayanıklı malzeme ve tecrübeli işçiler kullanmamakla suçlanan firma sahibi Hüseyin Kaboğlu olaydan üç gün önce onarımı bitirdiklerini kalan eşyalarını toplamak için gara gittiklerinde patlayan su borularına TCDD mühendisi Şuayip Günay’ın emriyle müdahale etiklerini belirterek “Elektrik kabloları da su altında olduğu için Şuaip Bey bana şarteli kapattırdı. Hemen su tesisatçısı buldum. Suyu bile kesmeyi başaramadık öyle tamir ettik. Pet su şişeleriyle çatıdaki suları tahliye ettik. Ardından da şarteli tekrar kaldırarak olay yerinden ayrıldım. Yarım saat sonra yangın çıkmış. Bizim o gün ateşle falan işimiz olmadı” demişti. TCDD’de mimarı Suavi Güray, “Eşyalarını toplamaya gelen Hüseyin Kaboğlu, yukarıda bir kalorifer borusunun patladığını ve işten anladığını söyleyince, bende tamir et dedim. 35 dakika sonra da güvenlik görevlisi yangın olduğunu söyledi. Hemen çatıya çıktım. Alev yoktu. Duman olmasından dolayı da ilerleyemedim. İtfaiyeye haber verdim. 15 dakika sonra da liman ile kule arasındaki çatıdan alev çıkmaya başladı. 40 yıldır görev yapıyorum. Yangının aşırı elektrik ısınmasından çıktığını düşünüyorum” derken TCCD mühendisi Ayşe Kablan ise çatıya kendisinin çıkmadığını ve yangınla ilgili bilgi sahibi olmadığını söylemişti.

Gazeteport, 17.07.2013

TARİHİ CAMİ BARAJ SULARI ALTINDA KALMAKTAN KURTARILDI

 

 

Türkiye'nin, kemer baraj sınıfında en yüksek barajı 'nda bir süre önce su tutulmaya başlanmasıyla su altında kalmaması için nakledilen Osmanlı dönemine ait eserler arasındaki yaklaşık150 yıllık Zeytinlik Köyü Camisi'nin, yeni yerleşim yerinde aslına uygun inşası
tamamlanmak üzere.

Barajda su tutulmasıyla kent merkezine 50 kilometre mesafedeki Zeytinlik Köyü de su altında kaldı. Kültür ve Tabiat Varlıkları kapsamında oruma altındaki tarihi Zeytinlik Köyü Camisi'nin su altında kalmaması için sökülüp, köyün üst kısmında belirlenen alana kurulması çalışmalarına 8 ay önce DSİ Bölge Müdürlüğü ekiplerince başlanmıştı.

Kitabesinde Hicri 1272 yılında Saliha Hanım tarafından yaptırıldığı yazılı olan Zeytinlik Köyü Camisi'nin orijinal görüntüsünün korunması amaçlanıyor. Caminin su altında kalmadan önce sökülen iç kısmında bulunan, dönemin ahşap ve taş işçiliğini yansıtan mihrap, minber, tavan kaplamaları, süslemeler, korkuluklar ve yapıldığı döneme ait bilgiler içeren dış cephedeki taşlar ile dış kapısı, aslına uygun inşa edildi. Dış ve iç mekanları tamamlanan caminin minare ve çevre düzenlenmesi çalışmaları hızla devam ediyor.

Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması kapsamında olan, yeniden yapımı ve bazı kısımlarının taşınması kararı bulunan Oruçlu Köyü Gümrük inası, Oruçlu Köyü Camisi ve Zeytinlik Köyü Aşağı Türbe'nin yapımı da aynı proje kapsamında gerçekleştiriliyor.

"Camimiz eskisinden daha güzel ve sağlıklı yapıya kavuşturuldu"
Zeytinlik Köyü Muhtarı Yusuf Demirel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Deriner Barajı'nın yapımıyla köyün baraj suları altında kaldığını belirterek, "Köyümüzde bulunan ve 150 yıllık tarihe sahip camimizin sular altında kalmasına gönlümüz elvermedi. DSİ 26. Bölge Müdürlüğünce sökülen camimiz, köyümüzün yeni yerleşim yerine bütün taş ve ahşap kısımları aslına uygun monte edildi" dedi.

Caminin inşasında görevli mühendislerin çok titiz çalışma gerçekleştirdiklerini dile getiren Demirel, "Camimiz eskisinden daha güzel ve sağlıklı yapıya kavuşturuldu. Caminin dış ve iç kısımlarının monte edilmesi tamamlandı. Minare çalışmaları ile caminin çevre düzenlemesi inşaatı ise hızlı şekilde devam ediyor. Tek üzüntümüz ve burukluğumuz ramazan ayında burada namaz kılamayacak olmamız" diye konuştu.

Cami çevresine sular altında kalan türbelerin minyatürleri yapılacak
Demirel, Aşağı ve Yukarı Zeytinlik Türbelerinin, baraj sularına gömülmeden önce su altında bozulmaması amacıyla DSİ tarafından onarıldığını ifade ederek, "Zeytinlik Köyü Camisi'nin çevresinde, bu türbelerin aslına uygun minyatürleri yapılacak. Bu da bizleri son derece mutlu etmiştir. Köyümüz, mezarlıklarımız ve anılarımız sular altında kaldı ancak en büyük mutluluğumuz tarihimiz sular altında bırakılmadı. Buradan başta Artvin Valiliğimize, DSİ 26. Bölge Müdürlüğümüze çok teşekkür ediyoruz" dedi.

Hem köyün şehir merkezine yakınlığı hem de tarihi camide görev yapmak isteyen din görevlilerinin kendilerine başvurmasından dolayı son derece memnun olduklarını vurgulayan Demirel, şunları söyledi: "Her gün telefonla arayarak ve köye gelerek camimize imam hatip olarak
atanmak isteyen birçok kişi var. Öyle ki daha önce bu camide görev yapmış ve buradan tayin isteyip ayrılan din görevlileri bile tekrar camimizde görev yapmak için bize ve müftülüğe başvuruyor. Köyümüzün yeni yerleşim yeri henüz kurulmadığı için imamlarımızı ağırlayacak evimiz yok. Kısa sürede köy tüzel kişiliğince bir ev yapıp imamızı burada barındıracağız."

Sabah, 17.07.2013

KOLEKSİYONERLERİN ARDINDAKİ DANIŞMANLAR

 

Rh+ art magazine(*) 100. sayıya ulaştı. Bir sanat dergisinin 100 sayı çıkarması, aynı düzeyi koruyarak yayın hayatını sürdürmesi önemli ve ihmal edilmemesi gereken bir çaba. Başarı bir o kadar. Sanatçılar, eleştirmenler bu sayı için düşüncelerini belirtmişler.

Özel Sayı’da iki dosya ve bir yazı ilgimi çekti. Birinci bölüm; Türkiye’nin Koleksiyonerleri başlığını taşıyor. Soruşturmaya cevap veren ve listede yer alan adlar: Can Elgiz, Murat Ülker, Mete Bora, Hüsnü Güreli, Nezih Barut, Öner Kocabeyoğlu, Çakmak Turgay, Nezih Çavuşoğlu, Lucien Arkas.
Hiç kuşkusuz bu liste uzayabilir, en azından ben bazı adları bu listeye ekleyebilirim. Yazının başında soruşturmayı yanıtlayanların adlarını buraya aldıklarını yazmışlar. Yani söyleşi dosyası bu.


Can Elgiz, söyleşisinde meraklısına bir not iletiyor: “Sanat eserinden önce kitap almak lazım. Bilgi sahibi olamadan ilgi sahibi olunmaz derler. Önce bilgileneceksiniz sonra ilginizin neye olduğunu anlayacaksınız”.


Murat Ülker kendi konumunu şöyle tanımlıyor: “Sanatla yakından ilgilenmeme rağmen kendimi bir koleksiyoner olarak değil sanatsever olarak ifade etmek isterim”.


Mete Bora, ”Koleksiyonerlik keyiftir, tutkudur, karasevdadır” diyor.


Hüsnü Güreli,”Ben modern ve çağdaş sanatçılardan eser alıyorum. Dört yüz civarında eserim var. Yüzde 90’ı resim, yüzde 10’u da Azade Köker’in heykelleri” cümlesiyle koleksiyonunu açıklayarak soruyu cevaplıyor.


Nezih Barut’a göre, “Koleksiyonerlik doğuştan gelen bir özelliktir ve kişinin kendisini yansıtır”. Papko/Öner Kocabeyoğlu koleksiyonerliğe, “12 yıl önce müzayededen satın aldığı bir Selim Turan tablosu ile başlamış”. Çakmak Turgay ise koleksiyonerliğe nasıl başladığını, ”90’lı yıllarda tuğralı gümüş, objeler ve küçük ebatlı resimler aldım” sözleriyle anlatıyor.


Nezih Çavuşoğlu koleksiyonerliği şöyle tanımlıyor: “Koleksiyon yapmak bir kültür işidir. Bir keyiftir. Ayrıcalıktır ama derin bilgi gerektirir”. Lucien Arkas, bine yakın eserden oluşan geniş bir koleksiyona sahip, koleksiyonerliği bir toplama uğraşısı olarak görmüyor. Koleksiyonla ilgili Mimar Niko Filidis yönetiminde uzmanlar çalışıyor.

 

* * *

 

Koleksiyonerlik konusunda benim ve eminim ki birçok okurun aklına takılan başka sorular var! 
- Koleksiyonerlerin danışmanları kimler?
- Sadece kendi zevklerinin doğrultusunda mı seçim yapıyorlar, fikirlerine veya estetik bilgisiyle, uzmanlığına güvendikleri danışmanları var mı?
- Belli bir dönemin eserlerini mi tercih ediyorlar?
- Danışmanları ne kadar etkili oluyor?
- Tamamen danışmanlara bırakıyorlar mı eser seçimini, kendilerinin kişisel zevki ne oranda etkili oluyor?


İnsan merak ediyor. Koleksiyonerlerin ardındaki danışmanları, doğrusu öğrenmek isterim.

Sanatsever kamuoyu da bu duyguma katılacaktır.


Derginin diğer önemli yazısı; Abdülkadir Günyaz ile yapılan konuşma.


Diğer dosya da Kaya Özsezgin’in editörlüğünde hazırlanmış olan Günümüzde Sanat Eksperliği.

Bu konuya daha sonra detaylı olarak değineceğim. Koleksiyon ve sanat dünyasının önemli bir konusu...

 

* * *

 

Dergiye uzun ve başarılarla dolu bir yayın hayatı diliyorum.

(*) rh+ art magazine, % 100 Sanat, Özel Sayı, Türkiye’nin Güzel Sanatlar Dergisi, 2013, Haziran-Temmuz-Ağustos.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 17.07.2013

PARALEL EVRENDE MİMARLIK BÖYLE OLUYOR

 

Mimari görselleştirme firması Atakan Animasyon'un çalışmaları arasında Emek Sineması, Sulukule ve Yassıada gibi tartışmalı projelerin görsellerine rastladık.

Atakan Animasyon isimli bir mimari görselleştirme firmasının çalışmaları arasında Emek Sineması, Sulukule Yenileme Projesi ve Yassıada Projesi gibi kent ve mimarlık gündeminin tartışmalı projeleri de yer alıyor.

 

Ortaya koyulan bu imajlar bize, tüm tartışmaların göz ardı edilerek yapılan planlama ve mimarlık çalışmalarının sanki paralel evrende yürütüldüğünü söylüyor.

 

Emek Sineması

 

Yassıada Projesi


 

Sulukule Yenileme Projesi



Yapı, Haber: Bahar Bayhan, 16.07.2013

YABANCILAR ARKEOLOJİYİ ANADOLU'DA ÖĞRENİYOR

 

Kültepe Höyüğü kazı başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, ABD'den Almanya ve Japonya'ya kadar pek çok ülkeden arkeoloğun Anadolu'nun çeşitli yörelerinde kazı yaptığını belirterek, "Anadolu'ya, Türkiye'ye bu işi öğrenmeye geliyorlar. Kendi ülkelerinde bu kadar zengin bir tarihi geçmiş yok" dedi. Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Kulakoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Anadolu'nun "medeniyetler köprüsü" olarak anıldığını, sadece bulunduğu bölgenin değil, doğudaki kültürlerin batıya ya da güneydekilerin kuzeye taşınmasında köprü görevi  görmüş bir coğrafya olduğunu söyledi. Bu nedenle Anadolu'nun çok zengin ve farklı kültürleri içerisinde barındırdığını vurgulayan Kulakoğlu, "Yabancıların bu coğrafyaya talepleri bundan kaynaklanmaktadır. Gerçekten de son yıllarda yapılan kazılar sadece Anadolu tarihi için değil tüm yakın doğu ve dünya tarihi için önemli sonuçlar ortaya çıkardı. Bu nedenle ilgi devam edecek" dedi. Kulakoğlu, özellikle batıdan ve Japonya'dan gelen bilim adamları ile öğrencilerin Anadolu'daki kazılarda görev yaptığını belirterek, şöyle devam etti: "Anadolu'ya, Türkiye'ye bu işi öğrenmeye geliyorlar. Kendi ülkelerinde bu kadar zengin bir tarihi geçmiş yok. Onlar Anadolu'ya biz Türkler'in yanında çalışmaya, öğrenmeye geliyorlar. Şu an bizim yanımızda da Japonya'dan gelen bir doktora öğrencisi var ama yabancılar sadece Anadolu'ya gelmiyorlar, Anadolu kültürleriyle ilgili olarak başka ülkelerde yapılan çalışmalarda da görev alıyorlar. Bugüne kadar Kültepe'de çıkan tabletleri çalışmak için Avrupalı, Amerikalı bilim adamları görev yaparken, şimdi Çin'den bir öğrenci Kopenhag'da doktoraya başladı. Bu Çinlilerin bugüne kadar ilgisinin olmadığı bir alandı. Dünya iyice küçülmeye başladı. Bugün Çin'den Kültepe'deki Asur kültürü ve tarihini çalışmaya gelen birisi rahatlıkla karşımıza çıkabiliyor. Japonya'dan çok sayıda bilim adamı ve öğrenci hem kazılarımızda görev alıyor hem de Kültepe ile ilgili arkeolojik ve yazılı belgeleri çalışmak üzere kendi enstitülerinde görev yapıyor. Türkiye'de kazı başkanlığı yapan pek çok yabancı da geçmişte bizim hocalarımızın öğrencisiydi."  

Mynet Haber, Haber: Orhan Canbulater, 16.07.2013

AYASOFYA ÇEVRESİ DÜZENLENİYOR

 

 

TOKİ ve Trabzon Belediyesi’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği Ayasofya Kentsel Dönüşüm Projesi'nde rekreasyon düzenleme çalışmaları devam ediyor. Çalışmaların yıl sonuna kadar tamamlanması planlanıyor.

 

2013 yılının sonuna kadar tamamlanması hedeflenen ve yüklenici firmanın çalışmalarını sürdürdüğü Ayasofya kentsel dönüşüm rekreasyon düzenlemesinin tamamlanması ile bölgenin yeni bir görünüme kavuşması hedefleniyor.

 

Ayasofya'nın tarihi kimliğini ortaya çıkarmak amacıyla TOKİ ile yürüttükleri Ayasofya Kentsel Dönüşüm projesinin rekreasyon düzenleme çalışmaları nedeniyle bölge esnafının mağdur olmaması için yüklenici firma yetkililerinden istekte bulunan Trabzon Belediye Başkanı Dr.Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, "Çalışmalar süresinde esnafımızın mağdur olmamasını ama diğer yandan da yıl sonu itibariyle rekreasyon düzenlemesinin tamamlanmış olmasını istiyorum. Bunun için hem yüklenici firmaya hem de esnafımız elinden gelen gayreti göstereceğine inanıyorum. Biz de elimizdeki imkanlar ölçüsünde buradaki çalışmalara destek vereceğiz" ifadelerini kullandı.

 

Ayasofya'nın çevresini çarpık yapılaşmadan kurtarmak amacıyla 44 binanın kamulaştırılarak yıkıldığı ve hak sahiplerine yaklaşık 40 milyon TL'nin ödendiği kaydeden Başkan Gümrükçüoğlu, "Kentin balkonu diye tabir edilen Ayasofya'da, Trabzon'un yöresel el sanatları ürünlerinin satışı ve tanıtımının yapılacağı alanların da oluşturacak. Tarihin, kültürün ve sanatın kenti olan Trabzon'un, Ayasofya bölgesindeki bu güzel birlikteliğin, şehrimizi ileriye taşıyacak, dünya kenti yapacak adımların en önemlilerinden biri olduğunu ve bunun gerçekleşmesi ile de mutlu olduğumuzu ifade etmek istiyorum" görüşlerine yer verdi. tokihaber.com.tr'nin haberine göre Başkan Gümrükçüoğlu, Trabzon'u marka kent haline getireceğine inandıkları projeyi 2013 yılı sonuna kadar tamamlanacağını sözlerine ekledi.

Yapı, 16.07.2013

MÜZENİN EŞYALARI SATIŞA ÇIKARILDI

 

 

ABD’nin Pennsylvania Eyaleti’nin başkenti olan Harrisburg, borç yükünü azaltmak için eski belediye başkanı Steve Reed’in müze kurmak için satın aldığı 10 bin eşyayı satışa çıkardı.

 

Reed’in kamu fonlarıyla satın aldığı “Vahşi Batı” temalı eşyaların 2 bini 2 milyon dolara (3.9 milyon TL) satıldı, geri kalan 8 bini ise açık artırmayla satılacak. Vergi ödemeleri ve diğer ödemelerin yapılamaması nedeniyle 370 milyon dolar (721.5 milyon TL) borcu olan kentte düzenlenecek açık artırmada 6 milyon dolar (11.7 milyon TL) gelir sağlanacağı tahmin ediliyor. Eşyaların satışından elde edilen toplam 8 milyon dolar (15.6 milyon TL) iflasın eşiğine gelen kentin borcunun tamamını kapatmasa da bazı yaraları saracak. Dün başlayan ve birkaç gün sürecek olan müzayedede satılan eşyalar arasında kovboy şapkaları, poker masaları, silah ve tablolar yer alıyor.

Habertürk, 16.07.2013

ARKEOLOJİ CENNETİNDE İŞSİZ ARKEOLOGLAR

 

 

Türkiye, kültür varlıkları açısından dünyanın sayılı ülkelerinden biri. Buna karşın Türkiye'de bugün 10 bine yakın arkeolog işsiz.

 

Ülkemizdeki işsiz arkeologların sayısı katlanarak büyüyor. Mevcut durumda istihdam olanakları ise yok denecek kadar az. Sorunun birçok kaynağı var.

 

Ülkemizdeki çoğu üniversitede arkeoloji ve sanat tarihi bölümü var. Bu bölümlerin her biri yılda ortalama 65-70 öğrenci kabul ediyor. Cumhuriyet Gazetesi'nden Aslı Uluşahin'in haberine göre, Ege Üniversitesi Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Nuran Şahin, sayının yüksek olduğunu, öğrenci kabul sınırının 20 olması gerektiğini söylüyor. Ne ki, konuyu sürekli gündeme getirmelerine karşın, kararlar “onların dışında” alınıyor ve kontenjanı düşürmek bir yana, sınıflar sürekli kalabalıklaştırılıyor. Yeni açılan üniversitelerle öğrenci sayısının artması da cabası.

 

Üniversite 1 kişi alıyor, devlet 15 kişi

Mezun arkeologların temelde iki “iş kapısı” var. Biri kamu çalışanı olmak. Diğeri ise akademik kariyer yapmak. Fakat bu kapılardan içeri girmek pek kolay görünmüyor.

 

Öğrenci sayısı fazla olmasına karşın, üniversitelere verilen kadro oldukça kısıtlı. Örneğin, Şahin’den birimlerinde yalnızca bir asistan olduğunu öğreniyoruz. Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı adı verilen uygulamayla soruna çözüm bulunmaya çalışılmış. Ancak sözü edilen program da yetiştirilen akademisyenlerin sahip oldukları olanaklar bakımından başka aksaklıklar barındırıyor.

 

Devlet memuru olmak için önkoşul elbette KPSS’yi geçmek. Buna karşın KPSS’den yüksek puan almak, iş sahibi olmak için yeterli değil. Devlet iki yılda bir, müzeler vb. kurumlara az sayıda atama yapıyor. Geçen yıl kamuda yalnızca 15 kişi istihdam edilmiş ve 10 bin kişilik işsizliğin iki yılda bir yapılan 15 atamayla kapanmayacağı açık.

 

Kazı alanları mı dediniz?

Arkeologların asıl çalışma alanının kazılar olduğu düşünülür. Türkiye’de de yerli ya da yabancı üniversiteler pek çok kazı çalışması yürütüyor. Fakat burada bir başka sorun karşımıza çıkıyor. Kazılar, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sağladığı ödeneklerle, yılın 2-3 ayında yapılabiliyor.

 

Prof.Dr. Nuran Şahin, aynı zamanda İzmir Klaros kazısı başkanı. Şahin, kazıların iş riski yüksek bir grup içinde yer aldığını, bu nedenle birinci sınıf öğrencileri dahil, kazıya katılan herkese, verilen ödenekle “mevsimlik işçi statüsünde” sigorta yapıldığını söylüyor. Bu, katılımcıların -mesleki eğitim dışındaki- tek maddi artısı.

 

Her yıl azalan ödeneklerle, mezun arkeologlara çalıştıkları ay başına maaş ödenebiliyor. Ancak öğrenciler cep harçlığına talim etmek ya da gönüllü çalışmak zorunda kalıyorlar. Kısacası kazılar, arkeologlara sürekli bir istihdam alanı yaratmıyor.

 

‘Barakada, çadırda kalıyoruz’

Bu noktada durup işsiz bir arkeoloğun anlattıklarına kulak verelim. Özlem Akbaş Önsoy, 2001 yılında Anadolu Üniversitesi Klasik Arkeoloji bölümünü ikincilikle bitirmiş. Hem öğrenciliği hem de mezuniyet sonrasında, Zeugma, Allianoi, Limyra başta olmak üzere birçok kazıya katılmış.

 

2003 yılından bu yana KPSS’den geçer puan almaya çalışıyor. Arada sigortacılık vb. işler yapmış. “Zaten hocalarımız bize en başından mezun olunca iş bulamayacağımızı, sigortacılık yapacağımızı söylerdi” diyor.

 

Önsoy, yerli üniversitelerin kendi olanaklarıyla sürdürdüğü kazılarda ödenekler daha da kısıtlı olduğundan, dönemsel sigorta karşılığı, gönüllü çalıştığını aktarıyor. Ücret aldığı kazılar içinse “Alacağınız ücret kazı hocasının belirlediği fiyata bağlı, sen orada pazarlık yapamıyorsun” diyor ve ekliyor:

“Üstelik dört duvarı olan, içinde tuvaleti bulunan yerlerde de kalmıyorsun. Çoğunlukla kendi yaptığımız barakada, çadırda konaklıyoruz.” Demek ki koşullar açısından da kazılardaki arkeologların hali “mevsimlik işçi”lerden farklı değil.

 

İstihdam nasıl yaratılır?

Prof.Dr. Nuran Şahin ve arkeolog Özlem Akbaş Önsoy’un yanı sıra arkeoloji alanındaki araştırmacılığıyla tanınan, yazar Özgen Acar ve bu alanda pek çok kitaba imza atmış Doç.Dr. İsmail Gezgin’e göre çözüm önerileri şöyle:

 

* Her belediyede en az bir ören yeri var. Belediyeler kendi bölgelerindeki ören yerlerini koruma amaçlı arkeolog istihdam etmeli.

* Arkeologlar görevlendirilmeyince, pek çok alan defineciler tarafından talan ediliyor, bulunan tarihi eserler yurtdışına kaçırılıyor. Sonrasında da ülkeye geri kazandırmak için uzun ve maliyetli bir hukuk sürecinden geçiliyor. Bunu önlemek için gümrük kapılarında arkeolog ve sanat tarihçileri görevlendirilmeli.

* Türkiye’dehızla kurtarma kazısı ekibi oluşturulamadığı için çeşitli kuruluşların sponsorluğunda yurtdışından kazı ekipleri getiriliyor. Kurtarma kazıları için ilgili kurumlar, kuruluşlar ve belediyeler bünyesinde ekipler oluşturulmalı, bu amaçla arkeolog istihdam edilmeli.

* Arkeoloji Meslek Yasası çıkarılmalı, kamu ve ilgili kurumların arkeolog istihdam etmesi yasaya bağlanmalı.

* Hükümetin kazılar üzerindeki baskısı ortadan kaldırılmalı ve kazı çalışmaları için ayrılan ödenekler artırılmalı.

Yapı, 16.07.2013

İSTANBUL RESİM VE HEYKEL MÜZESİ CAN ÇEKİŞİYOR

 

 

1937 yılında açılan Türkiye’nin ilk kamusal sanat müzesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi yaşam mücadelesi veriyor. E-skop.com adresli sanat tarihi ve eleştiri sitesinde yayımlanan bir yazı, Müze’ye ilişkin belirsizlikleri gündeme getirdi.

 

Kültür ve sanat kurumlarına dönük saldırılara her geçen gün bir yenisi ekleniyor. 75 yıllık adresinden taşınan ve isminin gayrıresmi olarak değiştiği iddia edilen Türkiye’nin ilk kamusal sanat müzesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin akıbeti belirsizliğini koruyor.

 

Rant lobisi iş başında
1970’lere kadar Türkiye’deki tek sanat müzesi olduğu için devletin o tarihe kadar aldığı her eseri taşıdığı ve Türkiye’nin en önemli modern Türk resim koleksiyonunu bünyesinde barındıran müze, halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlı. Müze, kurulduğu günden bugüne bütçe ve idare sorunları nedeniyle sıklıkla kapanma tehlikesi yaşıyordu. Müzenin uzun süre kaldığı Veliahd Dairesi’nin 19. yüzyıldan kalma, onarım ve tadilat gerektiren yapısı da kısıtlı bütçenin zenginleştirme için kullanılmamasına neden oluyordu. Müze, Veliahd Dairesi’ndeki haliyle Başbakanın İstanbul rezidansını kapsayan bölgenin içindeydi ve rant alanına dönüştürülme potansiyeli barındırıyordu. 2007 yılında Milli Saraylar Daire Başkanlığı restorasyona giren ve açılışı beklenen Müze, 75 yıllık adresi olan Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nden oldukça tartışmalı bir kararla geçtiğimiz yıl taşındı.

 

Müze, İstanbul Modern’in de bulunduğu bölge olan Tophane’deki Antrepo No.5’e yerleştirildi. Müze’nin Antrepo’ya ne süreliğine, kim tarafından ve hangi şartlarda verildiği bilinmiyor. Taşınmanın ardından Galataport Projesi nedeniyle Antrepo’ların boşaltılacağı yönünde söylentiler yayıldı. Yine aynı dönemde, Emre Arolat tarafından restore edileceği duyurulan antrepodaki eserlerin nasıl saklandığı da bir tartışma konusu oldu. Öte yandan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin ismi fiilen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Çağdaş Sanat Müzesi olarak değiştirildi ve bu ismin bulunduğu afiş Antrepo No5’e asılı durumda. İsmin tartışılmadan değiştirilmesine yönelik şikayetlerin başında Geç Osmanlı’dan modern Türk resmine kadar 12 bin eserin bulunduğu koleksiyonun “çağdaş” sıfatıyla anılması geliyor. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne en son eser alımı ise 1980 yılında yapılmış durumda.

 

Üniversitenin koleksiyonu tutma savaşı
Son dönemde yaşanan bir gelişme ise oldukça şaşırtıcı. E-skop.com internet sitesinin haberine göre TBMM’ye bağlı olarak açılması planlanan ve Veliahd Dairesi’nde açılacak bir müze için Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonunda bulunan Osmanlı dönemine ait resimler talep edildi. Akademi bu talebi, üniversiteye ait olduğu ve çok haklı olarak koleksiyonun bütünlüğünün bozulacağı gerekçesiyle reddetti. Üniversitenin bundan sonra koleksiyonunu elinde tutmaya çalışacağı anlaşılıyor.

 

E-skop.com sitesi yazarı bu durumu şöyle yorumluyor: “İstanbul’da sayısı belirsiz müze projesine girişilirken, ülke tarihinin ilk modern sanat müzesini kurulduğu binadan çıkarılmasını, başka bir müze için koleksiyonunun bozulmasını ve belli bir döneme kadar olan kültürü miras kabul edip bütüncül bir sanat tarihi okumasını ortadan kaldırılmasını, herhalde sadece bu ‘an’da, bu dönemde anlamlandırabiliriz. Nasıl ki Gezi Parkı baştan aşağı yıkılıp AVM yapılacak idiyse, bunun için buldozerlerle gelip ağaçlar köklerinden sökülmeye çalışıldıysa, sonrasında “ağaçları başka yere taşıyorduk” ve bunu da “kamu yararı için yaptık” masalı anlatıldıysa, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin de hikayesine ancak o kadar inanılır...”

Sol Haber, 16.07.2013

ANTİK KENTTE CİNAYET İZİ

 

 

Isparta’nın Yalvaç İlçesi’ndeki Pisidia Antiokheia antik kentindeki kazılarda 5 iskelete rastlandı. Tahminen 9 ve 11’inci yüzyıllar aralığında işlenen cinayetlerde, genç yaşlarda öldürülen 5 kişinin sarnıç şeklinde yapılmış bir işyerinin deposuna atıldığı düşünülüyor.

 

Pisidia Antiokheia’da sürmekte olan kazılar sırasında, Cardo Maksimus Caddesi’nin batı portikosunda çalışan ekip, geç Bizans dönemine ait bir yapı buldu. Caddede bulunan dükkanlardan birinin içinde yer alan bu yapı, ilk bakışta sarnıcı andırıyordu. Ancak yapının sarnıç değil, işyerinde depo olarak kullanılan bir kuyu olduğu anlaşıldı.

 

MEZAR OLARAK KULLANILMIŞ

Kuyuyu dikkatle açan kazı ekibi, 2 metre derinliğe indiğinde insan iskeletleriyle karşılaşarak, titiz bir çalışma başlattı. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü ile çalışan kazı başkanı Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, geç Bizans dönemine ait sarnıç şeklindeki yapının içinde bulunan 5 iskeletin gelişigüzel kuyuya atılmasının, katliam yapıldığını gösterdiğini açıkladı.

 

Bugüne kadar yürüttüğü kazılarda benzer bir duruma rastlamadığına dikkati çeken Doç. Dr Özhanlı, "İlk kez böyle bir olayla karşılaştığımı söyleyebilirim. Burada bulduğumuz sarnıca benzeyen ve büyük bir ihtimalle işyerinin deposu olarak kullanılmış, 1 metre çapında, 2 metre derinliğindeki yapının içinde iskeletler bulduk. Kafataslarından anladığımız kadarıyla 5 insan iskeleti mevcut" dedi.

 

GENÇ VE ORTA YAŞ GRUBUNDAN

Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nden bir antropolog ile birlikte detaylı bir inceleme yaparak bu kişilerin yaş ve cinsiyetleri hakkında bilgi edinmeye çalışacaklarını belirten Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, "Ölülerin düzenli olarak gömülmedikleri ve muhtemelen öldürüldükten sonra buraya rastgele atıldıkları şeklinde bir görünüm var" diye konuştu.

 

Aynı üniversiteden Fen Edebiyat Fakültesi antropoloji bölümü son sınıf öğrencisi Tuba Üstün, iskeletlerle ilgili ön araştırmada yaşlara ilişkin tahminler konusunda şunları söyledi:

"Kafatasları ve çene yapılarını incelediğimizde 20’lik dişlerin hala çeneye gömülü vaziyette olması, iskeletlerin genç ve orta yaş grubuna dahil kimseler olduğunu gösteriyor. İskeletler bunca yıl çok iyi korunmuş. Hançer kemiği dediğimiz göğüs kafesini bağlayan kemiklerin bile hala sağlam olması, bize ileride çok yararlı olacak veriler. Ayrıca uyluk kemikleri hala bütünüyle duruyor. Bu sayede iskeletlerin boyları ve vücut yapılarını tam olarak ortaya koyabileceğimize inanıyorum. Tabi bütün bunlar iskeletlerin çıkarılıp bilimsel bir incelemeden geçmesinden sonra mümkün olacak."

Milliyet, Haber: Nurettin Arkan, 16.07.2013

DENİZ SURLARININ SAHİBİ ARANIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, İstanbul’daki tarihi deniz surlarının kimin mülkiyetinde olduğuna ilişkin bir soruya, “Tarihi Deniz Surları bakanlığımıza tahsisli olmayıp mülkiyet durumunun açıklığa kavuşturulması için mahallinden bilgi istenmiştir” dedi.


CHP’li Celal Dinçer’in soru önergesini yanıtlayan Çelik, 2012’de İstanbul’da bakanlığına tahsisli kültür varlıklarının proje, bakım-onarım, restorasyon, teşhir-tanzim ve çevre düzenleme işleri kapsamında 9 adet iş için 5,6 milyon TL ödenek aktarıldığını, bu işlerden 3’ünün tamamlandığını, 6’sının ise sürdüğünü açıkladı. Çelik, İstanbul İl Özel İdaresi bütçesinden de 6 adet iş için 15.9 milyon TL aktarıldığını belirtti.

 

Çelik, “Surların deniz tarafının İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kontrolünde olduğu doğru mudur? Belediyenin bu konudaki yetkisinin bakanlığınıza alınması için çalışmanız var mı” soruları üzerine şunları kaydetti:

“Tarihi surların kara bölümü, İstanbul Büyükşehir Belediye Encümeni’nce 2009 yılında bakanlığımıza 10 yıl süre ile tahsis edilmiştir.


Tarihi Deniz Surları ise bakanlığımıza tahsisli olmayıp mülkiyet durumunun açıklığa kavuşturulması için mahallinden bilgi istenmiştir. Mülkiyet durumuna ilişkin bilgilerin edinilmesinin ardından konu değerlendirilecektir.”

Milliyet, Haber: Meriç Tafolar, 16.07.2013

EN ESKİ KADIRGA YENİ YERİNDE

 

 

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İstanbul Deniz Müzesi'nin yeni binası, Deniz Kuvvetleri Günü olarak da kutlanan Preveze Deniz Zaferi'nin yıldönümü 27 Eylül'de İstanbul Beşiktaş'ta açılacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin inşa ettiği ek bina sayesinde müze 15 bin metrekare ek alan kazandı. Orijinal haliyle bugüne kalan 400 yıllık kadırga ve dünyanın en zengin saltanat kayığı koleksiyonunun yer aldığı müzede, 5 bin metrekarelik kayıklar galerisi oluşturuldu. Müzede, 200 kişilik konferans salonu, sinevizyon odası, çocuk oyun alanları da yer alacak.

16'ncı yüzyıldan kalma kadırga, iki direkli ve 24 çifte kürekli. Her küreği 3 kişi (toplam 144 kürekçi) tarafından çekiliyordu.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 16.07.2013

SARAYBURNU KORKU BURNU!

 

 

ABD'li turist Sarai Sierra'nın 164 gün önce öldürüldüğü Cankurtaran'daki tarihi surlarda tehlike kol geziyor. Şu an surlarda 30'u madde bağımlısı yaklaşık 40 kişi yaşıyor. Ancak tehlikeden habersiz turistler, suç potansiyeli yüksek olan madde bağımlıları, evsizler ve kaçakların yaşadığı bölgeye giriyor. 2007'de bir İsveçli turistin, 2010'da ise bir Japon turistin tecavüze uğradığı surlarda bir güvenlik önlemi alınmazsa yeni bir "Sarai Sierra" vakasının yaşanması an meselesi. SABAH muhabiri, Sierra'nın fotoğraf çekmek için gittiği surlarda, ölüm yolunu izledi. Sierra'nın cesedinin bulunduğu dehlizi fotoğraflamak istediğinde bir madde bağımlısının saldırısına uğrayan muhabir, surların üst bölümünde yer alan tren raylarının bulunduğu noktaya kadar çıktı.

POLİS BİLE 3 KİŞİ GİRİYOR
Yabancı ve yerli turistlerin, sur içindeki bölmelere girerek fotoğraf çektiğini gördü. Kadın turistleri taciz eden ve karşılaştıkları insanlardan para talep eden madde bağımlılarının kaldıkları bölümlerde çok sayıda içki şişesi göze çarpıyor. Bölmeleri perdelerle örten ve zaman zaman sahil yoluna inen madde bağımlıları, araçlarıyla trafiğe takılan sürücülerle sahil yolunda yürüyüş yapan vatandaşlardan sık sık para istiyor. Dehlize 10 metre kala SABAH muhabirine bıçakla saldıran madde bağımlıları, muhabiri Cankurtaran'daki tren durağına kadar takip etti. Bölgedeki 38 yaşındaki seyyar satıcı A.T. de "Turistler, kendilerini bekleyen tehlikeyi bilmiyorlar. Gerektiğinde polisler dahi surlara 3 kişiden az girmiyor" dedi.

Sabah, Haber: Emir Somer, 16.07.2013

SAHTE RESİMLERE SAHTE BAKAN İMZASI

 

Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde kayıp ve sahte eserler skandalını ortaya çıkaran eski müze müdürü Gündoğdu, eski Kültür Bakanı Günay’ın imzası taklit edilerek hakkında disiplin soruşturması açıldığını öne sürdü. Savcılık soruşturma başlattı.

 

 

Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ndeki birbirinden ünlü ressamlara ait paha biçilemeyen 202 eserin kayıp olduğunu, 46 eserin sahteleriyle değiştirildiğini ve 27 eserin de orjinalliğinin şüpheli olduğunu gönderdiği ihbar yazısıyla açığa çıkaran eski müze müdürü Ömer Osman Gündoğdu, görevden alındığı süreçte eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın imzasının taklit edildiği iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulundu. Savcılık, suç duyurusu üzerine harekete geçti.

‘Bana kin güdülüyor’
Milliyet’in aldığı bilgilere göre, eski Devlet Resim ve Heykel Müzesi Müdürü Ömer Osman Gündoğdu, 10 Temmuz’da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği dilekçede, hakkındaki disiplin soruşturmasının 20 Ağustos 2009’da Teftiş Kurulu Başkanlığı’na yazdığı bir ihbar yazısıyla yakından ilgili olduğunu öne sürdü. Bu ihbarda bakanlık müfettişleri gözetimindeki sayımın usulüne uygun yapılmadığını, bu nedenle müfettişler Fuat Şen ve Özgür Semiz’i soruşturma başlatmadıkları için şikayet ettiğini anlattı.


Bunun üzerine soruşturma açıldığını 50’ye yakın eserin sahte ve kuşkulu, yüzlerce eserin de kayıp olduğunun tespit edildiğini belirten Gündoğdu, şikayet ettiği müfettişler ceza aldığı için kendisine de ‘kin’ güdülmeye başlandığını, hakkında çok sayıda soruşturma açıldığını belirtti.

Bakanlıktan alındığı gün
Gündoğdu, dilekçesinde şu iddialarda bulundu:  
“Hakkımda 24. Ocak 2013 tarihli sahte bakan onayıyla tarafıma 25 tablonun zarar görmesi, bu zararın 7 milyon 239 bin 500 TL olması ve bu zarardan 1. derece sorumlu olmam nedeniyle aylıktan kesme cezası verildi. Ancak Bakan Günay basına, herhangi bir eserin zarar gördüğüne ilişkin bilgi oluşmadığını ifade etti. Hakkımda, sahte onay düzenlenmiş olabileceğini düşünüyorum. Günay’ın imzasını taklit etmek suretiyle şahsıma haksız olarak disiplin cezası verilmesine ve müdürlük görevimden alınmama sebep olan fail veya faillerin bulunarak cezalandırılmasını talep ediyorum.”        


Onaydaki imza, Günay’ın imzalarına göre çok büyüktü ve 4-5 yerinde duraklamalar olduğu, kalemin bazı yerlerde titrediği görülüyordu. Soruşturma raporu, 6 ay bekletildikten 24 Ocak 2013 günü yani tam da Günay’ın görevden alındığı tarihte imzalandığına işaret ediyordu. Bakan Günay’ın o gün Ankara dışında olduğunu ve gece yarısı Ankara’ya döndüğünü biliyorum. Onayı daha sonra Günay’ın Meclis’teki danışmanına bıraktım. Günay da bu onayı inceleyerek, 24 Ocak’ta böyle bir onayı imzalamadığını, o gün Ankara’da olmadığını danışmanına telefonda söylemiş.”

İmzalar incelenecek
Ankara Cumhuriyet Başsacılığı, Gündoğdu’nun suç duyurusu üzerine harekete geçti. Savcılık, söz konusu rapordaki Günay’a ait olmadığı iddia edilen imzanın sahte olup olmadığının belirlenmesi için soruşturma başlattı. Bu kapsamda uzmanların söz konusu belgedeki imzayı, Günay’a ait diğer ıslak imzalarla karşılaştıracak. Savcılık, gerekli görülmesi halinde konuyla ilgili Günay’ın da bilgisine başvurabilecek.

 

Günay: İhtimal vermiyorum

Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, sahte imza iddialarına ilişkin Milliyet’e konuştu. Günay şunları söyledi:  
“İddiayı ben de duydum. Kanaatim şudur ki, arkadaşlarımın resmi evrakta böyle bir tahrifat yapmış olabileceğine ihtimal vermiyorum. 24 Ocak’ta İstanbul’daydım ve EMITT Fuarı’na katıldım. İstanbul’dan döndükten sonra 25 Ocak’ta da devir-teslim yaparak görevimi devrettim. Ayrıldığım gün böyle bir şeyi imzalamış olmamam gerekir. Ancak bu konu anladığım kadarıyla savcılığa intikal etmiş. Konu araştırıldıktan sonra gerçek ortaya çıkacaktır diye düşünürüm.”

Milliyet, Haber: Sertaç Koç, 16.07.2013

PERGE ANTİK KENTİNDE RESTORASYON ÇALIŞMALARI

 

 

Antalya'da UNESCO Dünya Miras Listesi adayı Perge antik kentinin kuzey- güney ve doğu- batı akslarının kesişim noktasındaki 8 sütun ayağa kaldırıldı.
 

Sütunlar Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Abdurrahman Arıcı'nın da katıldığı törenle kaidelerine yerleştirildi.

Troia Savaşı sonrası kurulduğu tarih sayfalarında yer alan, ancak arkeolojik buluntuların İ.Ö. 3 bin yılını gösterdiği Perge antik kentinde Antalya Müzesi'nce yürütülen kazı çalışmalarında restore edilen 8 sütun, törenle ayağa kaldırıldı. Antik kentteki törene Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Abdurrahman Arıcı, Perge'de uzun yıllar kazı çalışmalarının başkanlığını yapan Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar, Antalya Müzesi Müdürü Mustafa Demirel ve antik kentte çalışan arkeolog ve işçiler katıldı.

İLK SÜTUN 1957'DE AYAĞA KALDIRILDI
Törende Prof.Dr. Abbasoğlu, kültür varlıklarının korunması ve ortaya çıkartılması ile bilimsel değerlendirmesinin önemli olduğunu kaydetti. Perge'nin, asistanlığından emekliliğine kadar geçen dönemde eşi ve çocuğundan sonra üçüncü aşkı olduğunu belirten Prof.Dr. Abbasoğlu, şöyle konuştu:

“Perge antik kentinde ilk sütun 1957 yılında Prof.Dr. Arif Müfit Mansel tarafından ayağa kaldırıldı ve halen ayaktadır. Benim kazı başkanlığımı yaptığım dönemde Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı'na yapılan bağışlarla 89 sütun ayağa kaldırıldı. Bu bağışları yapanların isimlerini de küçücük plaketlerle sütunların altına yerleştirdik. Bu bir antik gelenektir. Antik gelenekte kente hizmet edenleri onurlandırmak için kitabeler hazırlanırdı. Biz de küçük şekilde onları onurlandırdık."

Müze Müdürü Demirel ise sütunların ayağa kaldırıldığı noktanın Perge antik kentinin ana caddesinin Demetrius Takı'nın bulunduğu kesişme noktası olduğunu kaydetti. Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Arıcı ise ortaya çıkartılan mimari yapıların şaheser olduğunu belirterek, “Bundan sonraki süreçte yollar ileriye doğru gidecek. Su arklarından sular da akıtır ve Perge hak ettiği yeri alır, diye düşünüyorum. Bizim katkımız artarak devam edecek. Gerekli güvenlik önlemleri ve ışıklandırmayı yapabilirsek uzmanların görüşü doğrultusunda gece de ziyarete açmayı hedefliyoruz" diye konuştu.

Konuşmaların ardından restorasyon çalışmaları tamamlanan Batı Caddesi'nin yaklaşık 6 metrelik 8 sütunundan ilki vinçle kaldırılarak, çelik kazıkların üzerine oturtuldu. Yerleştirme öncesi özel kimyasallarla kaplanan kazık ve yüzeylerin, 6 saat sonunda donduğu belirtildi.

PERGE 67 YILLIK KAZI TARİHİ
Tüm Anadolu'nun en düzenli Roma dönemi kentlerinden biri olan, mimarisi yanında mermer heykeltıraşlığıyla da ünlü Perge antik kentinde kazılar, 1946 yılında İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfit Mansel başkanlığında başladı. Prof.Dr. Jale İnan tarafından devam ettirilen, son olarak Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu başkanlığında devam eden kazılar, 2012 yılından itibaren Antalya Müzesi Başkanlığı'na devredildi.

Perge antik kentinde 67 yıldır devam eden kazılarda elde edilen buluntular Antalya Müzesi'nin bugün sahip olduğu tarihi eser varlığının önemli bölümünü oluşturuyor. Antik çağ askeri mimarisine dair değerli bilgi kaynağı oluşturan Perge, sahip olduğu birçok özellikle 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne aday gösterildi.

Bugün, 15.07.2013

DÜNYANIN EN ESKİ TAKVİMİ BULUNDU

 

İskoçya’nın Aberdeenshire şehrinde yapılan kazılarda dünyanın en eski takvimine rasltandı. Arkeologlar Crathes Kalesi etrafında yaptıkları kazılarda ardarda kazılmış 12 çukura rastladılar. Birmingham Üniversitesi liderliğindeki ekip 10 bin yıl önce kazılmış bu çukurların ayları temsil ettiğine ulaştılar. İskoçya’da mezolotik çağda geçimini toplayıcılık ve avcılıkla yürüten toplulukların zamanı 12’ye böldükleri ve hava durumlarını bu şekilde anladıkları ortaya çıktı. Mayıs ayında ortaya çıkan ilk bulguların ardından St Andrews, Leicester ve Bradford Üniversiteleri de çalışmalara katıldı. St Andrews Üniversitesi’nden Dr Richard Bates yeni bulguların heyecan verici olduğunu söyledi. Araştırmanın sonuçları ‘Internet Archaeology’ gazetesinde yayımlandı.

Radikal, 15.07.2013

"MİMARLIK, TEKNİSYENLİĞE İNDİRGENMEYE ÇALIŞILIYOR"

 

Mimarlar Derneği 1927, Gezi Parkı çerçevesinde Mayıs ayından itibaren gelişen olaylarla ilgili basın açıklaması yaptı. Dernek, Taksim Dayanışması tarafından dile getirilen eleştiri ve taleplerin arkasında durduğunu vurgulayarak, TMMOB düzenlemesi ile ilgili de, “hak ve yetki gaspı” tanımlamasını yaptı.

 

Mimarlar Derneği 1927 Yönetim Kurulu'nun basın açıklamasında, TMMOB düzenlemesinin hak ve yetki gaspı girişimi olduğu belirtilerek, “mimarlar olarak yükümlülüklerimiz teknisyenlikle sınırlı değildir” hatırlatılması yapıldı. Dernek, mimarlığın “rant ve kar teknikerliği"ne, “ilkesiz hizmetkarlığa” ve “tarihi kostüm stilistliği"ne indirgendiğini ifade ederek, “Varlık temelimizle çelişmektedir” denildi.  

 

İşte Mimarlar Derneği 1927’nin basın açıklaması

 

KAMUOYUNA DUYURU

Türkiye’de mimarların ilk bağımsız meslek örgütü olan Mimarlar Derneği 1927 (ilk adıyla Türk Mimarlar Cemiyeti), Mayıs ayından bu yana yaşananlar karşısındaki tutumunu kamuoyuna sunma gereğini duymaktadır.

 

Dünya Mimarlar Birliği’nin (UIA, 1948) kurulmasına katkıda bulunmuş ve Mimarlar Odası ile TMMOB’nin 1954’de kuruluşuna kadar olan süreçte etkin rol aldıktan sonra mesleki sorumluluğunu kültürel çalışmalarla sınırlamış olan Derneğimiz, “mimarlık kültürü ve mesleğinin korunması, yüceltilmesi ve ilerletilmesi” hedefini gözetmeyi kararlılıkla sürdürürken, mimarın birlikte çalıştığı tasarım, planlama ve mühendislik disiplinleriyle dayanışma içinde olmayı görev bilir.

 

Demokrasi ve insan hakları mücadelesinin, zorunlu olarak doğa ve kent hakları mücadelesiyle birlikte ilerleme gereği, mesleklerimizin bu hareketler içinde yer almasına meşru zemin oluşturmaktadır. Derneğimiz, kamu yararına adanmış tüm meslek kuruluşları tarafından ve Taksim Dayanışması kanalıyla dile getirilmiş eleştiri ve taleplerin arkasında durmaktadır. Orantısız güç ve şiddete karşı direnişe geçen zeka ile cesaretin boyutlarını görüyor ve geleceğe umutla bakıyoruz. Bu genç akıl ve duygunun, başlangıçta kentin yönetimi ve tasarımına ilişkin taleplerle başlayıp, giderek ülkemiz ve dünyamıza yönelik ufuklarda genişleyişi, düşünen ve hisseden meslek insanlarının sorumluluğu kapsamındadır.

 

Mimarlık, planlama ve mühendislik alanlarındaki meslek insanlarına ve örgütlenmelerine yönelik hak ve yetki gaspı girişimleri karşısında, mesleki yükümlülüklerimizin “teknisyenlik” ile sınırlı olmadığını, ayrıca hatırlatma sorumluluğunu taşımaktayız. Mesleklerimizin günümüzde rant ve kar teknikerliğine, ilkesiz hizmetkarlığa ve tarihi kostüm stilistliğine indirgenişi, evrensel bilgi ve varlık temelimizle çelişmektedir. SANAT, BİLİM ve AHLAK alanlarını bütünüyle kavrayan mesleki bilgi ve varlık temelimiz nedeniyledir ki, düşünce ve uygulama dünyalarımız, hayata şekil veren değerlerin siyasetiyle içiçedir. Sanatın ve bilimin olduğu kadar, ahlak ve siyasetin de evrensel değerlerine bağlı bir özerkliği yaşama geçirmekle yükümlüyüz. Bu özerklik, bilgi ve yeteneklerimizi toplumun hizmetine sunarken, bireyin sağlıklı ve onurlu yaşam hakkının korunmasından, gezegenimizin doğa ve kültür varlıklarının ve geleceğe yönelik umutların yaşatılmasına uzanan en temel ilkelerin savunulmasını zorunlu kılar.

 

Meslek odalarına bir geceyarısı operasyonuyla yapılan müdahale, bu ilkesel tutumun bütünlüğünü ve gücünü azımsamaktadır. 1980’li yılların baskı ve hukuksuzluk ortamında, kuruluşundaki merkeziyetçi yapıyı değiştirerek yerel birimlerle yeniden yapılanmayı başaran Odalarımızın, 2010’lu yılların benzer koşullarını iyi değerlendirip, geleneğindeki özeleştiri yeteneğini de en geniş tabanda çalıştırarak, kendini yeniden inşa edebilecek özerk akıl ve iradeye sahip olduğu inancımızı, kamuoyunun dikkatine sunuyoruz.

 

Mimarlar Derneği 1927

70. Dönem Yönetim Kurulu

Yapı, 15.07.2013

4000 YILLIK SU ARITMA TESİSİ

 

 

Alacahöyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, ören yerinden birkaç kilometre uzakta olan Hitit Barajı’nın, 2002 yılında ortaya çıkarıldığını kaydetti. Baraj inşaatı yapan bir firmanın yardımlarıyla kazı çalışmaları yürütüldüğünü belirten Çınaroğlu, yaklaşık 4 bin yıllık bu barajın Hititler’in bu barajı sulama ve içme suyu amaçlı kullandığını ve Anadolu’da bilinen en eski baraj olduğunu söyledi.

 

Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan habere göre: Barajda buldukları bir hiyeroglif kitabeden Hitit Barajı’nın, milattan önce 1250 yıllarında Hititlerin en güçlü krallarından Hattuşili’nin eşi Budahepa tarafından tanrıça Hepata’ya atfen yaptırıldığını öğrendiklerini belirten Çınaroğlu, “Çalışmalarda barajın, bugünkü baraj tekniğiyle yapılan en eski baraj olduğunu gördük. Bugünkü barajlarda taş dolgu setlerinde çimento kullanılılırken Hititler kil kullanarak suyun geçirgenliğini engellemişler. İşin güzel tarafı, bu barajın hem sulama hem de içme suyu amacıyla kullanılması” diye konuştu.

 

İlerde bu kanallardan su akıtılabilir

Devlet Su İşleri yetkilileriyle barajda çeşitli incelemeler yaptıklarını anlatan Çınaroğlu, suyun çok temiz ve halen içilebilecek nitelikte olduğunun tespit edildiğini dile getirdi. Yapılan araştırmalarda barajın su kanallarını da belirlediklerine değinen Çınaroğlu, barajın kuzey ve güneyinden antik şehre doğru inen su kanalları bulunduğunu söyledi.

 

Kanalların büyük ihtimalle sulama amacıyla kullanıldığını vurgulayan Çınaroğlu, “Bu kanallar özel mülkiyete ait arazilerde yer alıyor. Benim dileğim bu kanalların onarılıp, görselliğinin kazandırılıp ziyarete açılmasıdır. İlerde bunun olacağını tahmin ediyorum. Su kanallarında bir tahribat yok. Köylüler kanalları tarlanın hududu olarak kabul etmişler. Biz bunları gayet basit onarımlarla açar temizleriz. En güzeli de ilerde bu kanallardan suyu akıtmak olacaktır” ifadelerini kullandı.

 

“Eğer bu kanalları tam anlamıyla ortaya çıkartabilirsek Alacahöyük içerisinde ikinci bir açık hava müzesini kurmuş olacağız” diyen Prof.Dr. Çınaroğlu, “Baraj tek başına bir şey ifade etmez. Kanallarıyla bir şey ifade eder. Su kanallarını görülebilir şekilde temizler ve açığa çıkarabilirsek, görselliğini sağlayabilirsek şimdilik dünyadaki tek örneği olacak. Bu nedenle Alacahöyük’ün önemi her geçen gün artıyor” dedi.

Sözcü, 15.07.2013

HALİD BİN VELİD'İN KABRİNİ BU HALE GETİRDİLER

 

  

 

Suriye ordusunun bombardımanında, büyük komutan ve sahabi, Halid bin Velid hazretlerinin Humus şehrinde en son Sultan Hamid tarafından yaptırılan Osmanlı yadigarı kabri ve içinde bulunduğu cami tamamen tahrip oldu. Müslümanların sıkça gittiği ve sevdiği bu büyük cami Suriye rejimi tarafından defalarca bombalandı ve son olarak bu hali aldı. İslam aleminde önemi büyük olan bu cami son halini Sultan 2. Abdulhamid Han döneminde almıştı

Halid bin Velid, eshab-ı kiramın ve İslam kumandanlarının büyüklerindendi. Hicretin sekizinci senesinde Osman bin Talha ve Amr bin As ile beraber Mekke'den Medine'ye  gelerek Müslüman oldu. Mekke'nin fethinde İslam ordusunun sağ kanat kumandanıydı. Resulullah Efendimiz, cesareti ve zekası karşısında ona "Seyfullah" (Allah'ın kılıcı) adını verdi. Hazreti Ömer devri fetihlerine de katılan Halid bin Velid hazretleri, M.642 H.21 yılında Humus'ta vefat etti.

Türkiye Gazetesi, 15.07.2013

FATİH'İN CAMİSİNE 2.3 MİLYONLUK YENİLEME

 

 

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiği 1453’te askerlerin ibadet edebilmesi için yaptırdığı cami, Zeytinburnu Belediyesi’nin restorasyonuyla yeniden ibadete açıldı. Caminin en büyük özelliği minaresinin diğer camilerin aksine sağda değil solda olması. Daha önce iki defa restorasyonu yapılan caminin son görüntüsü ise içler acısıydı. Belediye Başkanı Murat Aydın, harabeye dönen caminin restorasyonunu yaptırmak için Anıtlar Kurulu’yla mücadele etmişti. 
Başkan Murat Aydın, “1813’te yenilenen cami, 1954’te derici esnafı tarafından bir onarımdan daha geçirilerek ibadete açılmış. Ancak daha sonra yine harap hale gelmiş. Belediye olarak harekete geçtik. Anıtlar Kurulu’ndan izin aldıktan sonra restorasyon iki yılda tamamlandı. Orijinalliğinin korunması için dikkat ettik. Ramazan’da açılması da bizi çok mutlu bizi etti. ” diye konuştu. 

Akşam, Haber: Ercan Öztürk, 15.07.2013

GEZİ'DEN ERMENİ MEZARLIĞI ÇIKTI

 

Taksim Meydanı yayalaştırma projesi kapsamında yapılan kazılarda Ermeni mezar taşları ortaya çıktı. Agos'un haberine göre Divan Otel, Hilton Oteli ve Asker Ocağı Caddesi'nde yapılan kazılarda Ermenice yazılmış 16 mezar taşı bulundu. İstanbul Arkeoloji Müzesi de yaptığı açıklamayla, ilk bilgilere göre tarihi 17. yüzyıla kadar uzanan mezar taşlarını doğruladı. Kazı çalışmaları sırasında mezar taşlarına rastlandığını Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik de doğrulamıştı. Haziran ayında CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu'nun soru önergesini yanıtlayan Çelik, Cumhuriyet Caddesi üzerinde, Divan Oteli önünde yapılan kanal deplase çalışmaları sırasında16 Ermeni Mezar Taşı bulunduğunu, ayrıca 19. yüzyıla tarihlenen duvar kalıntıları ve atık su kanalına rastlandığını söyledi.

Sabah, Haber: Nurdeniz Erken, 15.07.2013

ERMENİ MÜLKLERİNİN İADESİ SEVİNDİRDİ

 

 

Diyarbakır'da 1915'ten sonra kullanılmadığı için harabeye dönen Sur İlçesi'ndeki tarihi Surp Gragos Ermeni Kilisesi, 2009'da başlatılan restorasyon çalışmaları sonucu geçen yıl yeniden ibadete açıldı. 400 yıllık geçmişi bulunan kilisedeki çalışmalar sırasında, 1910 ile 1921 arasında Diyarbakır'ı terk eden Ermenilere ait 190 mülk olduğuna dair envanter bulundu. İstanbul'daki Patrikhane'ye bağlı çalışan kilise vakfı, arazi, ev, ibadethane gibi mülklerin güncel emlak alanlarını saptayıp, Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne iade için başvurdu. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Sur sınırlarındaki Ermenilere ait 15 bin metrekarelik 17 mülkü tespit ederek, üzerinde kaçak yapı ve kamu binaları bulunan mülklerin iadesine karar verdi. Vakfın talep ettiği diğer 173 mülkiyete ise onay çıkmadı. Kilise vakfının bu mülkiyetlere ilişkin sunduğu tapu kayıtlarının 1910 ve öncesine ait Osmanlı döneminden kalan eski kayıtlar olduğu, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün, 'gösterdiğiniz kayıtlar eski ve yetersiz' diyerek talepleri reddettiği ve güncel kayıtlar istediği kaydedildi.

'OSMANLI KAYITLARI BELİRSİZ'
Surp Gragos Ermeni Kilisesi Vakfı Başkanı Vartkes Ergün Ayık, "190 mülkiyetten 17'sinin bugünkü tarihle vakfa ait olduklarını tescil ettirdik. Başlangıç olarak çok mutluyuz. Ne var ki bunların bazıları şu anda işgal edilmiş durumda. Üzerlerine kaçak binalar, hatta kamu binaları yapılmış" dedi. Diğer 173 mülkiyetin Osmanlıca tapu kayıtlarının sorun yarattığını belirten Ayık, "Eski kayıtlara göre tespit yapılamadı. Günümüz şartlarına göre ada, parsel ve pafta numaralı yer olarak değil, talep ettiğimiz yerler eski kayıtlara göre örneğin 'Kirkor'un evinin yanı', 'Sarkisyan'ın arsasının arkasındaki Ahmet'in evinin karşısındaki ev' ve buna benzer gibi açıklamalarla izah ediliyor. Bizden güncel bilgiler istendi. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'ne başvurduk. Bize yardımcı olurlarsa zaman içinde bu tapu kayıtlarındaki sıkıntıyı gidermeyi düşünüyoruz. Ondan da sonuç çıkmazsa yargı yoluna gideceğiz" dedi. Mülklerin bulunduğu bölgenin kentsel dönüşüm alanı olduğu için vakfın talep ettiği arazilerin toplam değerinin 100 milyon lira, iadesine karar verilenlerin ise yaklaşık 10 milyon lira olduğu kaydedildi.

BELEDİYE: İŞGALCİLER VAKFIN KİRACISI OLUR
Ermenilere ait taşınmazların bulunduğu Sur İlçesi'nin Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, Ermeni cemaatine yardımcı olmayı istediklerini belirterek, şunları söyledi: "Eğer bu arazilerin üzerinde bir kaçak yapılaşma varsa karşılıklı uzlaşmaya gidilir. Uzlaşma nasıl olur? Bu taşınmazların üstünde iş yeri veya ev varsa bunları yapan kişiler Ermeni Vakfı'nın doğrudan kiracıları olur. Taraflar anlaşamazsa yargı yoluna gidilir. Yargının vereceği karar doğrultusunda biz de gereken işlem neyse onu uygularız."

MİNAREDEN YÜKSEK DİYE TOPLA YIKILDI
Diyarbakır'ın Sur İlçesi'nde halk arasında "Gavur mahallesi" olarak bilinen Hançepek Mahallesi'nde bulunan Surp Gragos Kilisesi, 1729'da 3 Ermeni ustası tarafından Ermeni mimarisinin bütün özelliklerini yansıtan biçimde yapıldı. Kilisenin "soğan başlı" çan kulesi yıldırım çarpması sonucu yanınca, 1883'te 29 metre yüksekliğinde daha görkemli bir şekilde inşa edildi. Altın haçlı Çan Kulesi 1915'te kentteki minarelerden yüksek olduğu gerekçesiyle top ateşiyle yıkıldı. 1915'teki göçe kadar metropolitlik kilisesi olan Surp Gragos, 1. Dünya Savaşı'nda Alman Karargahı, daha sonra da Sümerbank'ın pamuk deposu olarak kullanıldı. Sadece sütunları ayakta kalan, tavanı, duvarları çöktüğü için meczupların mekanı haline gelen harabe halindeki kilise, 2009'da Büyükşehir Belediyesi'nin de katkılarıyla 5 milyon liraya restore edilip geçen yıl ibadete açıldı.

Sabah, Haber: Hüseyin Kaçar - Özgür Cebe, 15.07.2013

 

******


ERMENİ KİLİSESİ KENT MÜZESİ OLUYOR

 


Çan kulesi 1914'te top atışıyla yıkılan kilise, 98 yıl sonra restore edilerek ibadete açılmıştı.

 

Diyarbakır’da bulunan Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin bir kısmı Ermenilere ait eserlerin sergilenmesi için Kent Müzesi oluyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile Kilise Vakfı Başkanı Ergün Ayık, kilisenin bir kısmının müze olması için protokol imzaladı.

 

Başkan Baydemir, “Bu protokolün kentimiz Diyarbakır’a ve Diyarbakır’ın tanıtılması sürecine büyük bir katkı sunacağına inanıyorum” dedi. Ayık ise “Hayırlı olsun” dileğinde bulundu.

 

ELEKTRİK, SU, TEMİZLİK BELEDİYEDEN

Protokol, Diyarbakır Ermeni Surp Küçük Kilise Hıdır İlyas Surp Gregos Kiliseleri Vakfı’nın kendi mülkünün bir bölümünü bedelsiz olarak Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis etmeyi öngörüyor. Kilisenin Ermenilere ait bilgi, belge ve etnografik malzemelerin temininde belediyeye yardımcı olacağı, belediyenin düzenlenecek müze bölümünü halkın ziyaretine açacağı belirtiliyor. Belediyenin ziyarete açık tüm yerlerin temizliğinin sağlanması, bu mekanlarda kullanılacak su ve elektrik beledini karşılayacağı öngörülüyor.

Radikal, 17.07.2013

YANDAŞ TORUNLAR BOĞAZ'DA ESKİ YALIYI YIKTI, YENİSİNİ YAPTI

 

 

Başbakan Erdoğan’ın imam hatipten arkadaşı Aziz Torun, 2 yıl önce Boğaz’ın en nadide yalısını satın aldı. Aslına uygun tadilat yapılması gereken yalıda, kat çıktı.

 

AKP iktidarıyla yükselişe geçen Aziz Torun, 2010 yılında Boğaz’da tarihi Clifton Yalısı’nı satın aldı. 1890 yılında inşa edilen ve tarihte İngiliz Clifton Ailesi’nin yaşadığı yalı iki kez yangın geçirdi. Yalının arazisinde daha sonra 200 metre taban oturumlu iki katlı kagir bir bina inşa edildi.

 

11.5 milyon dolara aldı

Kayıkhaneler dahil 950 metrekare kullanım alanına sahip olan Clifton Yalısı, bu özelliği ile Boğaz’ın en nadide yalılarından birisi olarak gösteriliyordu. 2006 yılında satışa çıkartılmıştı ancak taliplilerin restorasyon izinleri konusunda tereddütlerinin bulunması nedeniyle yalı 4 yıl boyunca satılamadı. Torunlar Şirketler Topluluğu’nun patronu Aziz Torun, 14 Ekim 2010 tarihinde Ayşe Nilüfer Hayat (İsvan) ve Ömer Kemal İsvan’ın hissedarı olduğu Kandilli’deki Clifton Yalısı’nı 11.5 milyon dolara satın aldı.

 

Değeri 35 milyona çıkacak

Aziz Torun oturma amacıyla satın aldığı yalıyı yıkarak, yangından önceki haline uygun olarak yeniden inşa etmek için Anıtlar Kurulu’na başvurdu ve gerekli izinleri kolayca aldı. İstanbul VI Numaralı Koruma Bölge Kurulu’nca onaylanan 2. grup tarihi eserin inşaatı bittiğinde Torun bu işten oldukça karlı çıkacak. Bölgedeki emlakçılar yalının tadilattan sonra değerinin 30-35 milyon doları bulacağına işaret ediyor.

Sözcü, Habr: İsmail Şahin, 14.07.2013

SİBİRYA'DA BULUNAN MAMUT FOSİLİ KLONLAMA TARTIŞMASI YARATTI

 

 

Sibirya’da 39 bin yıl boyunca buz katmanlarının ardında korunan dişi bir mamut fosilinin Japonya’nın Yokohama kentinde sergilendiği sırada klonlanmasının gündeme gelmesi bilim dünyasında bir etik tartışması başlattı.

 

Japonya’da bulunan mamuttan alınan DNA örneklerinin klonlama işlemi için Güney Koreli tartışmalı bilim insanı Hwang Woo-Suk’un özel laboratuvarına gönderildiği açıklanırken, Rusya’nın da mamut klonlama projesinde Kore’ye destek verdiği belirtildi.

 

Mamutu Sibirya buzulundan çıkaran ekibin başında bulunan Rus bilim insanı Simon Grigoriev, “Mamutun yanında bulduğumuz sıvının kan olabileceğinden şüpheleniyoruz. Eğer bu doğruysa kanda bulunan zarar görmemiş DNA’yı kullanarak bir mamut yaratabiliriz” dedi.


Ancak birçok bilim insanı mamut klonlama konusunda Grigoriev kadar iyimser değil ve soyu tükenmiş bir hayvanı klonlamanın etik olmayacağını düşünüyor.

 

İngiltere’deki York Üniversitesi’nden moleküler biyolog Profesör Michael Hofreiter, “Mamutların filler gibi fazlasıyla sosyal, duyguları olan hayvanlar olduğunu biliyoruz. Sadece eğlence için bir mamut yaratıp onu tek başına bir hayvanat bahçesinde sergilemenin doğru olduğunu düşünmüyorum” dedi.

 

Profesör Hofreiter ayrıca zaten mamut klonlamanın söylendiği kadar kolay olamayacağını, klonlama işlemi için gerekli bozulmamış DNA’yı mamutların soyunun tükenmesinden on binlerce yıl sonra bulmanın imkansız olduğunu, eldeki verilerle sentetik bir mamut DNA’sı yaratarak bir fil embriyosuna enjekte etmenin de filler ile mamutlar arasındaki genetik farklar nedeniyle canlı bir doğumla sonuçlanmayacağını düşündüğünü belirtti.

 

Londra Doğal Tarih Müzesi’nden Profesör Adrian Lister ise “Her gün binlerce hayvan soylarının tükenmesi riski ile karşı karşıya. Tarihe karışmış bir hayvanı yeniden canlandırmaya çalışmak için milyonlar harcamak yerine soyu tükenmekte olan canlıları korumaya odaklanmalıyız” dedi.

Hürriyet, Haber: Birce Bora, 14.07.2013

KALEHÖYÜK'TE YENİ HEDEFLER ÇEKİLDİ

 

Kalehöyük’de yeni dönem çalışmaları başlarken yeni açmalarda erken döneme ait buluntulara ulaşılması hedefleniyor. Arkeoloji Bölüm Başkanı Işık Adak Adıbelli, ‘Yeni dönem çalışmalarımız başladı. Daha erken döneme ait buluntulara ulaşmayı hedeflemekteyiz’ dedi.

 

Adıbelli açıklamasında, “Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji bölümü olarak yeni dönemde iki yüz metrekarelik bir alanda çalışmalara başladık. Yüzeyden ilk önce Osmanlı dönemine ait ocaklar ve içliklerin bulunduğu bir tabaka kazdık. Bu tabakanın altından Selçuklu dönemine ait ocaklar ve içliklerin gelmesini bekliyoruz. Ön tarafta yamaçta açtığımız açmada ise biraz daha farklı bir yapı var.

 

Hellenistik döneme ait çok tahrip olmuş buluntulara rastladık. Bu yılki çalışmalarımızın ışığında önümüzde ki yıl ve sonraki yıllarda yamaçlarda açacağımız yeni açmalarda Frig, Hitit ve daha erken dönemlere yapı katları ve buluntulara ulaşabiliriz” şeklinde konuştu.

Hakimiyet Gazetesi, 14.07.2013

ANTİK KENTTE OSMANLI DÖNEMİNDEKİ 'SADAKA TAŞI' GELENEĞİ YAŞATILIYOR

 

Yatağan'da bulunan ve birçok medeniyete ev sahipliği yapan dünyanın en büyük mermer kentleri arasında gösterilen Stratonikeia antik kentindeki Osmanlı dönemindeki "sadaka taşı" geleneği, günümüzde de yaşatılmaya çalışılıyor.

Eskihisar Köyü'nde bulunan antik kentte ibadete açık Şaban Ağa Camisi önünde bulunan mermer sadaka taşı, Osmanlı döneminden günümüze Türk insanının yardımseverliğini gözler önüne seriyor.

Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Stratonikeia Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türk insanının günümüze kadar uzanan yardımseverliğini her dönemde görmenin mümkün olduğunu söyledi. 

Stratonikeia'da bulunan Şaban Ağa Camisi'nin ayrı bir öneme sahip olduğunu dile getiren Söğüt, Eskihisar ve Stratonikeia'yı 1670 yılında ziyaret eden Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde Şaban Ağa Camisin'den Sultan Camisi olarak bahsettiğini belirtti.

Söğüt, caminin yıkılmak üzereyken 1876 yılında yörenin toprak ağası Şaban Ağa tarafından yeniden inşa edildiğini, depremler ve doğa olaylarıyla yıpranan caminin Muğla Valiliği tarafından 2007 yılında restore ettirildiğini anlattı.

Cami önünde Roma dönemine ait mermer sütundan yapılmış ve Osmanlı döneminden günümüze kadar kullanılan bir sadaka taşı olduğuna dikkati çeken Söğüt, "Bu sütun cami önünde tamamen bir yardımlaşma sandığı olarak kullanılmış. O dönemde camiden çıkan veya önünden geçen insanlar cebindeki bozuk paralarını sadaka taşına bırakıyorlardı. Burada biriken paradan ihtiyaç sahipleri istedikleri kadar alıyordu. Bir yardımlaşma sistemi vardı. Bir yardımlaşma sistemi ancak bu kadar özel olabilirdi" dedi.

"Sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi" uygulanıyor
Söğüt, 3 bin yıllık antik mermer sütunun Osmanlı döneminde Muğla'da bulunan tek sadaka taşı olduğuna işaret ederek, şöyle devam etti:
"Çünkü buraya para bırakan kişi bıraktığı paranın kim tarafından alındığını bilmiyordu. Buradaki parayı alan ve küçük ihtiyacını gören insanlar da kimin parasını aldıklarını bilmiyorlardı. Böylelikle İslam felsefesinde var olan 'sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi' olayı burada bire bir uygulanmıştı. İnsanlar hiç kimseye vefa duymuyor ve borçluluk hissi olmuyordu. Taşın üzerindeki sandık sayesinde birçok insanın ihtiyacı görülüyordu. Bu sadaka taşı Osmanlı döneminden beri kullanılıyor." 

Antik kenti ziyarete gelen insanların geleneğin devam etmesi için cebindeki bozuk paralarını sadaka taşına bıraktığını kaydeden Söğüt, şöyle konuştu:
"Bazen para bırakan oluyor bazen de bırakılan paraları alan. Birisi para bırakıyor, bir başka kişi de alıyorsa sistem işliyor demektir. Günümüzde sadaka taşları zaten sayılı yerlerde kaldı. Özellikle sadaka taşı olarak bilinen antik kentin dışında başka yaşatılan bir örnek yok. Antik döneme ait bir taş Osmanlı dönemine ait bir caminin girişinde derin manalar ifade eden işlevini sürdürmeye devam ediyor."

haberler.com, Haber: Durmuş Genç, 14.07.2013

YASSIADA'NIN 'İDAM FERMANI' YAZILDI

 

 

Dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve arkadaşlarının 1960 askeri darbesi sonrası hapis yattığı Yassıada, müze olmayı beklerken imara açıldı. Yüzde 5 olan inşaat izni yeni plan ile yüzde 65'e çıkarıldı.

 

Demokrasi müzesi yapılması planlanan Yassıada 2 yılda aşama aşama inşaata açıldı. Marmara Denizi’ndeki tüm adalarla birlikte 1976 yılında korunması gerekli doğal ve tarihi sit ilan edilen edilen Yassıada, 2011 yılında da 3. derece arkeolojik sit olarak tescillendi. 27 Nisan 2011’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen ada, Kasım 2012’de sitten çıkarıldı. Nisan 2013’te torba yasa ile kültür ve turizm tesisinin önü açıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yaptığı 1/ 5000 ve 1/1000 ölçekli imar planları ile adaya otel, restoran, konferans ve kongre merkezleri, konaklama tesisleri yapılmasının startı verildi. Yassıada ile birlikte Sivriadada yapılaşmaya açıldı.


Tarihe acı hatıralarla geçen Yassıada 1960 ihtilali sonrası yargılamaların yapıldığı ve aynı zamanda Başbakan Menderes ve arkadaşlarının hapis yattığı yer olarak hafızalarımıza kazındı. 2011 yılında dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Yassıada’yı demokrasi müzesi yapmak istediklerini açıklamıştı. 

Hani müze olacaktı

Bakan Günay, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ile birlikte bir grup gazeteciyi adaya götürdü. Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı spor salonu, tutuklu kaldıkları odalar gezildi. Yapılacak müzenin ayrıntıları anlatıldı. Tescilsiz binaların kaldırılacağı, tescilli tarihi binaların restore edileceği, harabe görünümdeki ihtilal izlerinin bulunduğu askeri binaların onarılacağı söylendi. Ancak hiç yeni yapılaşmalardan, otel, restoran, kongre ve konferans salonlarından söz edilmedi.


Koruma kurulu 1976 yılında tüm adaların korunması gerekli doğal ve tarihi alan ilan etmişti.Kurul daha sonra farklı dönemlerde aldığı kararlar ile Osmanlı dönemine ait kıyıdaki ve tepedeki şato kalıntıları, Bizans dönemine ait sarnıç, hücre yapılarının korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil etmiş, yargılamanın yapıldığı spor salonunu ise döneminin tarihi olaylarına sahne olduğu için tescillenmişti. Ayrıca kurul Yassıada’yı 3. derece arkeolojik sit ilan etti. Adalar İlçesi 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı ile tüm bu kararlar plana işlendi. Hazine mülkiyetinde olan ve askeri alan olarak belirlenen Yassıada, Milli Emlak Müdürlüğü’nün 27.04.2011 tarih ve 13071 sayılı yazısı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne ‘müze olarak kullanılmak üzere’ tahsisi yapıldı. İşte bu tahsisten sonra işler tersine dönmeye başladı. Önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı olan, İstanbul I Numaralı Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu 10.10.2012 tarihli kararı ile Yassıada’nın ‘Sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı’ olarak belirlenmesinin uygun olduğuna karar verildi. Bu yapılaşmaya açılacağının ilk sinyalleriydi.

Binlerce metrekare inşaat yapılacak
İstanbul 5 Numaralı Koruma Kurulu 16 Kasım 2012’de yaptığı toplantıda ilginç bir karara imza attı. Kurul kararında; ‘‘Kurulumuz üyelerince yerinde Yassıada’nın tamamının incelenmesi sonucunda, adanın bütünü düşünüldüğünde ilke kararında belirtilen tanımla örtüşmemesi, Yassıada’nın tamamının tek parsel olması, parselde tescilli yapılar bulunduğundan parselin zaten tescilli parsel statüsünde olması sebepleriyle kamu yararı da dikkate alınarak tarihi sit kaldırılsın” denildi. Daha sonra 18 Nisan 2013’te 28622 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Torba Yasa’nın 26. ve 27. maddesi ile “Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yap-işlet-devret modeli ile Yassıada ve Sivriada’da kültürel ve turizm amaçlı yatırım ve hizmetler, 3621 sayılı Kıyı Kanunu hükümlerine ve diğer mevzuatta yer alan kısıtlama ve prosedürlere tabi olmaksızın planlama, imar ve inşaat uygulamaları bu kanun kapsamında yaptırılabilir’’ hükmü getirildi. Ardından 30 Mayıs 2013’te Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 10 hektarlık Yassıada’ya ilişkin 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı yapıldı. 12 Haziran 2013 tarihinde askıya çıkarılan revize 1/5000 Planda ‘Askeri Yasak Bölge’ lejandı ‘Turizm ve Kültürel Tesis Alanı’ olarak değiştirildi. 1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Plan Notlarında ise Turizm ve Kültürel Tesis Alanı’nda; otel, bungalov, kafe, restoran, heliport alanı, park, açık hava müzesi, meydan, kütüphane, idari bina, müze, konferans salonu, sergi salonu, seyir terası yapılabilir denmekte ve 0,65 emsal değeri verilerek yapılaşmaya açıldı.

 

Sivriada da inşaata açıldı
Yassıadı ile birlikte 1978 yılında koruma kurulu kararı ile doğal sit alanı ilan edilen Sivriada da imara açıldı. Ada kurul tarafından 2009 yılında II. derece doğal ve III. derece arkeolojik sit olarak belirlendi. Adalar 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nda Sivriada II. Derece Doğal Sit ve 3. Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak ve aynı zamanda bütünüyle ‘Askeri Alan’ lejandında gösterildi. Kurum görüşleri alınarak sismik araştırma amaçlı yapılar dışında yapılaşmaya tamamen kapatıldı. Hazine mülkiyetinde olan Sivriada, 3 Ekim 2012 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edildi. İstanbul 5 No’lu Koruma Kurulu 8 Mart 2013’te Sivriada’yı tarihi sitten çıkardı. 28 Haziran 2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan revize 1/5000 ölçekli planda ‘Askeri Yasak Bölge’ lejan‘Turizm ve Kültürel Tesis Alanı’ olarak değiştirildi. Uygulama imar planında ise adada “Fuar, kongre merkezi, konferans salonu, kültürel tesis, dini tesis, açık hava müzesi, amfi tiyatro, sergi salonu, karşılama yapıları, spor salonu, seyir terası, parklar, marina, kafe ve restoran yapılabilir” denildi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.07.2013

 

******


"TARİHİ VE DOĞAL DOKU BOZULUR"

 

 

“Demokrasi Müzesi” yapılacağı açıklanan Yassıada’nın turistik ve kültürel tesis yapımı için imara açılması tartışma yarattı. Adanın doğal ve tarihi yapısının korunması gerektiğini belirten uzmanlar projelerin diğer adalar üzerindeki imar baskını arttıracağına dikkat çekti. Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu da, “Bu projeler adayı tahrip edecektir, diğer adalara da sıçrayacağı kaygımız var” diye konuştu.


Eski başbakanlardan Adnan Menderes ve Demokrat Partili iki bakanın idam edildiği Yassıada ile Sivriada’ya turistik ve kültürel tesisler yapılacak. Projeyi ilk olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan geçen Şubat ve Mayıs ayında yaptığı açıklamalarla duyurmuştu. Yassıada ve Sivriada’nın ‘kongre adaları’ olacağını ve adalarda oteller, villalar, toplantı salonları ve müze yapılacağını belirten Erdoğan’ın açıklamalarının ardından, projenin hayata geçmesi için gerekli hukuki ve idari çalışmalar da tamamlandı. Marmara’daki diğer adalarla birlikte 1976 yılında “korunması gerekli doğal ve tarihi sit alanı” ilan edilen Yassıada, 27 Nisan 2011’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredildi.

Otel, heliport alanı
Ardından da geçen yıl kasım ayında sit alanı olmaktan çıkarıldı. Torba Yasa ile ‘Kıyı Kanunu’ndaki’ kısıtlamalara tabi olmaksızın imar izni verilen adaya ilişkin planlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca hazırlandı. Plan notlarında, 0,65 emsal oranıyla otel, bungalov, kafe, restoran, heliport alanı, park, açık hava müzesi, seyir terası gibi çok sayıda yapıya izin verilmesi tartışma yarattı.

Yüzde 65 emsal olmaz
Açıklanan planı kaygıyla karşıladıklarını belirten Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, “Bu adalarda yüzde 40 ve yüzde 65 emsal olmaz. Projenin ne olduğu da belli değil. Buralar 1. derece sit alanı olan yerler. Tarihi ve doğal doku zarar görmemeli. Bu projeler adayı tahrip edecektir, diğer adalara da sıçrayacağı kaygımız var” sözleriyle plana tepki gösterdi.


Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu da, adanın doğal ve tarihi özelliklerini ortadan kaldıracak nitelikteki projelerin son derece yanlış olduğunu söyledi. İşlemin iptali için hukuki girişimlerde bulunacaklarını kaydeden Muhçu, “Proje çevredeki diğer adalardaki imar baskısını da artıracaktır” dedi.


İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Cemal Gökçe de açıklanan projelerin adaların tarihi ve doğal kimliğine uygun olmadığı görüşünde.


Mimar Sinan Genim ise, projeyi desteklediğini belirtti. Genim, “Bu iki ada İstanbul’a çok yakın ve hiçbir şekilde kullanılmıyor. İstanbul’un nüfusu 15 milyona varmışken; böyle iki adanın kaderine terkedilmesi çok anlamlı değil” diye konuştu.

Milliyet, Haber. Musa Kesler, 15.07.2013

TARİHİ HAÇLI KALESİNE BOMBA

 

Suriye'de Devlet Başkanı Beşar Esad güçlerinin Humus kentine operasyonları aralıksız sürüyor. Muhalifler, rejime ait uçakların bombardımanı sonucunda UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan tarihi Haçlı kalesi Crac des Chevaliers'in büyük hasar gördüğünü açıkladı. Suriye ordusunun 1142 ve 1271 tarihleri arasında inşa edilen kaleden önce de yine Humus kentinde Halid bin Velid'in türbesini vurduğu öne sürülmüştü. Öte yandan Şam rejimine karşı savaşan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile El Kaide örgütü arasındaki çatışmalar yoğunlaşıyor. El Kaide'nin, ÖSO komutanı Kemal Hamami'yi öldürmesinin ardından gerilen taraflar, Halep'teki kilit öneme sahip Bustan El Kasr bölgesinde çatışıyor.

Sabah, 14.07.2013

TÜRKİYE 'ÖZEL MÜZE' ZENGİNİ

 

 

Türkiye'de 177 özel müze her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turisti ağırlıyor. 

 

Türkiye'de en çok özel müzenin bulunduğu il 43 özel müze ile İstanbul. İstanbul'u 34  müze ile Ankara, 11 müze ile İzmir takip ediyor. Gaziantep ve Bursa'da 7'şer, Kütahya ve Aydın'da 6'şar, Eşkişehir ve Çanakkale'de 5, Balıkesir ve Edirne'de 4, Malatya, Samsun, Muğla, Nevşehir ve Konya'da 3, Amasya, İçel, Kastamonu, Yalova, Kocaeli, Afyon, Şanlıurfa ve Antalya'da 2'şer, Bartın, Erzincan, Hakkari, Kayseri, Erzurum, Sakarya, Tokat, Düzce, Karabük, Kırıkkale, Zonguldak, Trabzon, Mardin ve Bayburt'ta 1'er özelmüze yer alıyor.

 

İlginç müzeler

İstanbul'daki müzeler arasında ilginç özellikleriyle dikkat çekenler de bulunuyor. Kiminin yapılışı çok eskilere dayanırken kimi de 21. yüzyıldaki gelişimlerin ardından hayata geçirilen müzeler şöyle:

 

"Sirkeci Garı TCDD Müzesi Sanat Galerisi, İstanbul Üniversitesi Jeoloji Müzesi İstanbul Arkeoloji ve Kültür Müzesi, Adalar Müzesi, Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi, İstanbul Oyuncak Müzesi, Kont Szechenyi İtfaiye Müzesi, Yerebatan Sarnıcı, Basın Müzesi, Sadberk Hanım Müzesi, Haluk Perk Müzesi, Atatürk Müzesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi, Aşiyan Müzesi (Tevfik Fikret'in Evi), Türkiye İş Bankası Müzesi, Denizcilik ve Su Ürünleri Müzesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Müzesi, Santral İstanbul Enerji ve Çağdaş Sanatlar Müzesi, Pera Müzesi, Sait Faik Abasıyanık Müzesi, İstanbul Özel Okçular Tekkesi Müzesi, Rezzan Has Haliç Kültürleri Müzesi, Ayşe ve Ercüment Kalmık Müzesi, Osmanlı Bankası Müzesi, İstanbul PTT Müzesi, Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi, Vakıflar Halı Müzesi, Vakıflar Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi, İSKİ Su Medeniyetleri Müzesi, Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi ve Sanat Galerisi Sakıp Sabancı Müzesi, Rahmi M. Koç Sanayi Müzesi, Miniatürk Mini Türkiye Parkı, Kazım Karabekir Paşa Müzesi, Masumiyet Müzesi, Orhan Kemal Müzesi, Yahya Kemal Beyatlı Kent Müzesi, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Akaretler Mustafa Kemal Müzesi, BJK Müzesi, Doğa ve Bilim Müzesi, İstanbul Modern Sanat Müzesi, 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, Şehir Müzesi."

Habertürk, 14.07.2013

AMASYA'DA ROMA VALİLİK MERKEZİ!

 

 

Amasya'da süren kurtarma kazısında, Roma döneminden kalma 2 bin yıllık olduğu düşünülen kilim motiflerine benzer şekillerin yer aldığı mozaikler bulundu. Yavru Köyü Küp Deresi mevkisinde kaçak kazı sonrası başlatılan kurtarma kazısı sürüyor. Kazılarda, Roma dönemine ait ve Amasya'ya özgü olduğu düşünülen, kilim şekillerine benzer motiflerin işlendiği mozaiklerin incelemesi sürüyor. Kazının bilimsel danışmanı Çorum Hitit Üniversitesi'nden Yrd. Doç.Dr. Esra Keskin, büyük bir saray kompleksi olduğu düşünülen mekanda bulunan mozaiklerin, çağdaşı eserlere göre farklı bir tasarımı bulunduğunu söyledi.Keskin, şu bilgileri verdi: "Ortaya çıkan mozaiğin üzerindeki kilim dokuması şeklinde olan motiflerde yer alan piramit üzerindeki göz şekilleri, gizemini koruyor. 30 metrekarelik alandaki mozaiğin üzerindeki kilim desenine benzeyen figürler, burayı yöneten bir valiliğin, askeri birliğin arması olabileceğini gösteriyor."

Sabah, 14.07.2013

NE BİTMEZ RESTORASYONMUŞ KARDEŞİM!

 

     

 

Bu söz, bügünlerde Eyüp Sultan Hazretleri’ni ziyarete gelenlerin sıkça dilinde. Yaklaşık 2 yıldır süren ve  türbe tarihihin en uzun yenileme çalışması devam ediyor. Ramazan vesilesiyle ziyarete gittiğimde hummalı çalışmalara tanık oldum.

 

Tahribatın boyutları sanılandan daha fazla. Bürokrasi falan derken işler uzamış. İçimden hak vermek geçmedi dersem yalan olur. Ayrıca Ramazan’da belirli saatlerde türbenin ziyarete açılacağının müjdesini de verelim. Eyüp Sultan’a ziyarete gidince asıl adı Halid bin Zeyd olan Peygamber Efendimizin mihmandarı Eyyub el-Ensari Hazretleri hakkında bildiklerimizin ne kadar az ve çelişkili olduğunu da fark ettim...

 

İstanbul’un belki de en önemli mekanı, iki yıldır restorasyonda ve ben bir kez bile nasıl gidiyor diye merak etmemişim! Bu ayıbı gidermem lazımdı. Ama öncesinde okuduğum kitaplar kafamı öyle karıştırmıştı ki, yola bir dua ile çıktım: “Eğer Eyüb’de yatan zat gerçekten Peygamber Efendimiz’in mihmandarı ve yoldaşı ise bana bir işaret ver Allah’ım.” Kalbimi teskin edecek o işareti alamasam bile yüzlerce yıl doğru dürüst bir onarım görmediğini, her dokunanın güzelliğinden bir şeyler koparttığını, abad edeceğine talan ettiğini, ehil olmayan ellerde vahim tecrübeler geçirdiğini bildiğim türbe bu kez emin ellerdeyse, bu da yetecekti bana.

 

Manevi öneminin yanında, eşsiz İznik çinilerinin geçirdiği bütün aşamaların en muhteşem örneklerine sahip bir müze olduğundan burası tarihimizin de gözbebeğiydi. Çinilerin hiçbiri türbe için özel üretilmemiş, her dönemin saraylarından devşirme olarak getirilmişti. Ayrıca gümüş ve kalem işlemeleriyle de baş döndürüyordu. Acaba sandık sandık yüklenip kaçırılmalar ve kötücül dokunuşlardan sonra tekrar yüzü gülebilecek miydi? Restorasyonu üstlenen Hassa Mimarlık’ın şantiye şefi iç mimar Şehadet Parlak’tan dinledim bütün hikayeyi:

 

Tahribatın boyutları sanıldığından da büyüktü. Geçmişteki hırsızlıkların ve yanlış müdahalelerin yanı sıra ziyaretçilerin nesneleri dokunarak sevme alışkanlığının da bunda payı bulunuyordu. Her şeyden önce çatıdaki kurşun fitillerde kaymalar vardı. Çatı askıya alındı ve çürüyen ahşap karkas onarıldı. Yığma bölümler, derzler açılarak yeniden dolduruldu. Mantarlaşan duvarlar yükü taşıyabilecek hale getirildi. Orijinal zemin sonradan ilavelerle yükseltilmiş ve bu arada zarar görmüştü. Ecdadın açtığı ve temele kadar inen havalandırma kanalları tıkalı olduğundan yer tamamen ıslaktı, rutubet kokuyordu. Kanallar yeniden açılınca mevsim kış olmasına rağmen yer beş günde kurumuştu.

 

Çinilerin arkasına beton konulmuştu, oluşan boşluk nedeniyle duvardan düşmek üzereydiler. Binlerce çini tek tek numaralandırıldı, hasar tespitleri yapıldı. Paha biçilmez değerdeki parçalar dübellerle delinmişti. Montaj hataları ayrı bir fecaatti. Motifleri birbirine yakıştırmak için kesilip dolgu malzemesi yapılmış, törpülenmiş, ters yerleştirilip simetrisi bozulmuştu. Kompozisyonları düzeltmek için bazı parçaların yeniden imal edilmesi gerekebilecekti. Tabii ki ne malzeme ne de usul açısından eski hallerini tutması mümkün değildi.

 

Çinilerin sökülmesi, tek tek temizlenip yeniden montajlanması çok meşakkatliydi, olağanüstü bir hassasiyet gerektiriyordu. Öyle ki günde en fazla üç çini duvardan ayrılabiliyordu. “Haydi bismillah, Allah’ım sen rast getir” diye başlandı işe, herkesten dualar istendi. Her anında salavatlar getirildi. Böyle bir işin sorumluluğunu veren kadere hamdedildi, çok gözyaşı döküldü. Heyecandan uykulardan kesilindi.

 

Önü kapalı olduğundan daha önce farkına varılmayan bir oda bulundu türbede. Burayı Adile Sultan’ın Ramazan’ın son on gününde itikafa girmek için yaptırdığı kaynaklardan biliniyordu ama odanın türbeye bakan duvarında bir dolap olduğundan içine girilmemişti. Dolap söküldüğünde arkasında inşaat tuğlası ile örülmüş bir odacıkla karşılaşıldı. Ancak bir kişinin namaz kılacağı büyüklükte, şahane altıgen tuğlalarla döşenmiş bir çilehaneydi burası. Cülus merasimleri burada yapıldığına göre herhalde padişahın haremi merasimi bu o odadan izliyordu diye düşünüldü ve arşiv fotoğraflarında görülen ahşap kafesin yeniden oraya konulmasına karar verildi.

 

Türbe içerisinde çimento esaslı, nefes almayan, binaya zarar verecek bütün malzemeler atıldı. Yerine doğal, binanın hava sirkülasyonunu destekleyen toprak, kireç, tuğla bazlı malzemeler konuldu. Tıpkı ecdat gibi besmelesiz bir çivi bile çakılmadı. Allah’tan sandukada bir sıkıntı yoktu. Restorasyondan önce Müzeler Müdürlüğü tarafından  ahşap bölümü kaldırılıp temizliği yapılmıştı. Sadece örtüsünde nemden kaynaklanan deformasyonlar vardı ve giderilecekti.

 

Biz bu konuşmaları Hassa Mimarlık’ın cami avlusundaki barakasında yaptık. Sağolsun Eyüp Belediyesi Teftiş Kurulu Müdürü İrfan Çalışan da verdiği dokümanlar, değerli yorumlarıyla bize katkıda bulundu. Daha sonra türbeye girip bütün bu dinlediklerimi bir de görmek istediğimde içeride rutubetten uzak tertemiz bir havayla karşılaştım. Biraz dolaşınca olağanüstü güzel bir koku duydum. Koku sandukaya yaklaştıkça daha da belirgin hale geldi. Benzerini Medine’de Mescid-i Nebevi’de aldığımdan çok etkilendim. Ebu Eyyub sanki nefesiyle kafamdaki bütün şüpheleri gideriyordu.

 

Bu beklediğim işaret olabilirdi ama koku ne de olsa ele avuca gelmez bir nesne idi. Ondan daha kuvvetli olan ikinci işaret beni hem ismiyle hem de cismiyle etkileyen Şehadet Parlak Hanım oldu. İşine maddi manevi anlamda titizlenmesi çok güzeldi. Benim şüphe dediğim şeye o arayış dedi. Bulmak için de kalpten aramak lazımdı. Aradığın şey aşksa, zaten hiçbir mekana sığmazdı. Türbeye girerken “Destur, bismillah, es-selamü aleyke ya Eba Eyyub el-Ensari” diyorsan, o nerede olursa olsun seni duyardı.

 

Zavallı çinilerimiz

 

 

 

Türbenin iç ve dış duvarlarında toplam 7 bin 678 çini kalmıştı. Bunların bin 679’unun sırında bozulma, bin 255’inde çatlak, 505’inde derz boşalması, 6 bin 456’sında çini arkası sıva boşluğu vardı. Bin 57’si kırıktı. Bin 750’sinde eksik parça, 194’ünde duvarda deformasyon tespit edildi. 41 çini ise imitasyon çıktı.





Devletimizin tarih bilinci geç oluştuğundan çalındıktan sonra dünyanın belli başlı müzelerine satılan ve müzelerle birlikte müzayede kataloglarında gördüğümüz öz mallarımızın ne kadarını, hangi süreçte geri ala bileceğiz acaba? Y kuşağı başını kaldırsa da biraz bu alana baksa fena mı olur?

 

 

Tarih için önemli, gönül için önemsiz notlar...

Peyhamber efendimiz’i Hicret’in ilk yedi ayında evinde misafir eden bahtı büyük zatın asıl adı Halid b. Zeyd. Arap ananesine göre ilk oğlu Eyyub’un adıyla künyeleniyor ve tarihe Ebu Eyyub el-Ensari Hazretleri olarak geçiyor. Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren Osmanlı sultanları onun kabri başında kılıç kuşandıklarından adı Eyüb Sultan olarak dilimize yerleşiyor.

 

Şehrimizin en çok ziyaret edilen kutsal mekanlarından biri olmasına rağmen hakkında pek az şey bildiğimi fark edip bu konuda yazılan kitap ve makalelere gömüldüğümde birbiriyle çelişen bilgilerle karşılaştım. İster yasla, ister şükürle, ister murad için kapısına koştukları kişinin hayat hikayesini halk da benim gibi bilmiyordu. Bundan daha vahimi ilim insanları da sahih bilgileri maalesef menkıbelerle harmanlayarak vermişlerdi. Bazılarıyla yazıştım, bazılarıyla telefonlaştım, lütfedip bilgilerini paylaştılar. Bana bu sayfada ayrılan yeri idareli kullanma adına tüm kaynakların adını vermeden aklımı çelen soru işaretlerini şöyle özetleyebilirim:

 

*İstanbul Arap orduları tarafından üç kez kuşatıldı. Peki Ebu Eyyub hangi kuşatmaya katıldı? Hicri 49 (miladi 669) yılındaki birinci kuşatmaya katıldı diyen de var, hicri 54, (miladi 664) yılındaki ikinci kuşatmaya katılmış olabileceğini söyleyen de, ikisine birden katıldı diyen de. (Kuşatmaların üçüncüsü kırk yıl sonra 98/716’da ama orada adı geçmiyor, mümkün de değil zaten) Hangisi doğru?

 

*Ebu Eyyub’ün vefat yaşı bazı kaynaklarda 80, bazılarında 90, bazılarında 95. Hangisi doğru?

 

*Ebu Eyyub’un savaş sırasında şehit olduğunu da söyleyen var, şiddetli bir hastalığa yakalandığı için muharebelere hiç katılamadığını söyleyen de.

 

*Eyüp semtinde yatan zatın Halid bin Zeyd mi yoksa bir başkası mı olduğunu sorgulayanlar olmuş ancak “o değil” diyenler bir belge ortaya koyamamışlar. “Kesinlikle odur, Ebu Eyyub’un kabri asırlar içinde hiç kaybolmamış, korunmuştu ve tüm seyyahlarca ziyaret ediliyor, Hıristiyanlarca dahi kutsal kabul edilip başında yağmur duası yapılıyordu” diyenlerin gösterdikleri kaynaklara (Neredeyse tamamı Alasonyalı Hacı Cemal Öğüt’ün kitabında bütün detaylarıyla zikrediliyor) itibar ediyorum. Ancak korunmuş bir mezarın yerinin muayyen olmayışı kafamı karıştırıyor. Üstelik kabrin yerinin Fatih’in hocası Akşemseddin’in manevi işaretiyle belirlendiğine inandığım halde.

 

*Bu konudaki şüphemi Prof.Dr. Hüseyin Algül giderdi: “Ebu Eyyub’un kabrinin mevkiinin kesin olarak o gün şehre yeni giren nimelceyşlerce (müjdelenmiş askerler) bilinmemesi söz konusuydu. Padişah orada türbe ile başkaca ciddi tesisler kuracağı için inanıp güvendiği Akşemseddin gibi bir ermişin beyanına ihtiyaç hasıl olmuştu. Netice itibarıyla Akşemseddin Hazretleri bilinmeyen veya olmayan bir mezar icad etmiş değildir. Onun yaptığı şeyin vasfı, vefatından beri orada yatmakta olan Ebu Eyyub’un mezarının ‘işte burasıdır’ diye belirgin duruma getirilmesidir.”

 

*Fakat o dönemde üzerinde adının yazılı olduğu bir mezar taşı veya herhangi bir işaret yok. Bu önemli mi diyenlere şunu sorayım: Vefatı sırasında vasiyet ediyor, beni gömdükten sonra üzerimden atlarla geçin ve yerimi belli etmeyin. Vasiyet yerine getirildi mi getirilmedi mi? Getirildiyse nasıl ziyaretgah olur? Getirilmediyse Akşemseddin’in manevi bilgisiyle yeri belirlendiğinde acaba ne durumdaydı kabir? Hiçbir bilgi yok bu konuda.

 

*Defin sırasında bulunan bazı kaynaklar Ebu EyyuB’un surların dibine gömüldüğünü belirtiyor. Eyüb semti surların dibi sayılır mı?

 

*Bazı kaynaklarda birinci kuşatmada önce Fedale b. Ubeyd el Ensari yönetiyor orduyu, sonra Süfyan b. Avf el Eslemi. Bazı kaynaklarda ise bu 669’daki kuşatmanın komutanı Yezid olarak geçiyor. İkinci kuşatmada Muaviye. B. Ebu Süfyan (Yezid’in babası) ordu komutanlığına Cünade b. Ebu Ümeyye el-Ezdi’yi getiriyor. Hangisi doğru? Üstelik şöyle de önemli bir bilgi var:   

 

*Eyyub el Ensari hazretlerinin Yezid’in kumandasındaki orduda savaştığını söyleyenlere göre ölüm döşeğinde “Senin için ne yapabilirim?” diye soruyor Yezid ve düşman topraklarının gidebileceği en ileri kısmına kadar gidip defnetmesini istiyor mübarek. Yezid bu vasiyeti yerine getiriyor ve hatta bu konuda kayzer Konsantin Yugunat ile karşılıklı bir atışmaları oluyor...

 

*“Hicret sırasında Resulullah’ın devesi Kusva tam Ebu Eyyub’un evinin önünde çöktü” diyen de var, “Evinin yakınındaki iki yetim çocuğa ait bir arsaya çöktü, Resulullah akrabalarımdan buraya en yakın olanı hangisidir diye sordu, Neccaroğullarından pek çok Medineli biziz diye atılınca aralarında kura çekildi ve piyango Ebu Eyyub’a çıktı” diyen de var. (Dr. Hilal Kara-Abdullah Kara)

 

*Peygamberimize risalet gelmeden 400 yıl önce Yemen Hükümdarı Esad, bazı Yahudi bilginlerinden aldığı bilgiler doğrultusunda Hz. Muhammed’e hitaben bir mektup yazıp ümmetine dahil olmak istediğini bildiriyor. Mühürlü mektup asırlar boyunca özenle korunuyor ve sonunda Ebu Eyyub’e ulaşıyor. Bu mektubun sahibine teslim edildiği ana dair de farklı bilgiler var. Bazıları mektubun Ebu Eyyub’un Peygamberimiz’le Hicret’ten önceki ilk karşılaşmasında verildiğini, bazıları da bu anın Resulullah’ı Medine’de misafir ettiği günlerde yaşandığını söylüyor.

 

*Ebu Eyyub’un evinin 400 yıl önce söz konusu Yemen hükümdarı tarafından zamanı gelince Peygamberimizin oturması için özel yaptırıldığını söyleyenler var. Bu doğruysa görkemli bir yapı olması lazım. Oysa birçok kaynakta altta bir oda, üstte bir odalık küçük mütevazı bir evden söz ediliyor hatta Peygamberimiz’i yatıracakları bir hasır sedirleri bile yokmuş da sonradan getirilmiş.

 

*Bazı kaynaklar Ebu Eyyub’un Peygam-berimiz’in vahiy katiplerinden olduğunu söylüyor, bazıları değildi diyor. (Bkz. Doç Dr. Ünal Kılıç’ın Eyyup Sultan kitabı)

 

*Ebu Eyyub’un üç erkek bir kız çocuğu var: Eyyup, Abdurrahman, Halid (ki onun da Eyyub isimli bir oğlu var)  ve kızı Amre.  Peki bu hayatlara dair herhangi bir bilgi var mı? Yok. Ben özellikle babasına ismini veren Eyyub’u merak ettim. Bazı kaynaklara göre oğul Eyyub dahil tüm evlatlar sahabedir ve Peygamberimiz’in hizmetinde bulunmuştur. Bunu savunan Alasonyalı Hacı Cemal Öğüt, “Hz. Mihmandarın mübarek nesli asırlarca devam etmiştir.” diyor. Fakat nasıl yaşadıklarını, nerede medfun olduklarını belirtmiyor. Bazılarına göre başta ilk oğul Eyyub olmak üzere adlarının dışında oğullarına dair hiçbir bilgi bulunmuyor. Bu ise Yrd. Doç. Mehmet Efendioğlu’na göre onların küçük yaşlarda öldüklerini düşündürtüyor. Kaynaklarda sadece kızı Amre’den olan bir torununun adı geçiyor. Adı Eyyub bin Halid bin Saffan olan bu torun Efendioğlu’na göre sahabe değil.

 

*Oysa Osmanlı arşivlerindeki bir belgede (bkz. Ferhat Kütüklü’nün yazdığı Bahar Yayınları’ndan çıkan Eyüb Sultan kitabı) Eyüb Sultan’ın torunlarına maaş bağlandığı “Hazreti Ebu Eyyub el Ensari torunlarından Cizre kazası halkından Şeyh Esat Efendi’nin oğullarına maaş tahsis edilmesi...” sözleriyle kayda geçmiş. Kütüklü, Osmanlı arşivlerindeki belgeyi kitabına da koymuş. Öyleyse soyu devam ediyor diyebilir miyiz? Dersek nerede bu bilgiler? Ebu Eyyub’un evinin azatlı kölesine kaldığı bilgisi doğruysa buradan soy devam etmiyor sonucuna varabilir miyiz? Yoksa o kutlu ev, tüm evlatlar öldükten sonra mı Ebu Kesir adıyla tanınan bu kişiye kalmıştır?

 

*Birçok ilahiyatçıya Eyyub Sultan Hazretleri’nin herhangi bir akrabası Anadolu’ya gelmiş ve burada medfun olabilir mi diye sordum. Ya yok dendi, ya da bilmediklerini söylediler. Oysa küçük kardeşi Feyzullah el-Ensari’nin Bitlis’te mezarı var. Onu da bizim gazeteden Yusuf Bülbül sayesinde öğrendim. Feyzullah el-Ensari, 639’da Bitlis’i fethetmek için gelen İyad b. Ganem ordusunda alemdar olarak görev yapmaktaymış. Savaş meydanında yaralanmış ve çadırda vefat etmiş. Hadi bakalım, doğru mu yanlış mı?

 

Türbeden insan manzaraları

Restorasyonu on ay daha devam etmesi beklenen türbenin Ramazan boyunca haftada iki kez, pazartesi ve perşembe 9.30-12.30 arasında ziyarete açılmasına yönelik çalışmalar yapılıyor. Bu müjdeyi verdikten sonra türbeden bazı insan manzaralarını da anlatayım. Kurulan iskelenin önüne, Ebu Eyyub’un hayat hikayesine dair bazı bilgilerin verildiği  panolar konulmuş. Ziyaretçiler ne tuhaftır ki onların üzerine dileklerini yazmışlar. “Allah’ım sen içimi biliyorsun, Amin. Allah’ım ablama hayırlı bir kısmet nasip et, amin” gibi temenniler bazı vatandaşları rahatsız etmiş ve onlar da siyah markırla karalama yapmışlar. Silmeye kalkınca simsiyah olmuş ve mecburen kaldırılıp yenileri getirilmiş. Ayrıca İslam’la bağdaşmayan adak mumlarının demir parmakların arasından yerlere düştüğüne de şahit olunmuş.

 

Bu arada, “Ne bitmez restorasyonmuş, içeri giremiyoruz” diye görevlilerden edep dışı tavırlarla hesap soran, celaliyetleri mekanın uhreviyetine hiç uymayan vatandaşlarla da karşılaşılmış. Bu kişiler dualarını türbenin dışında yaptığı için kabul olmayacağını düşünüp hakaretlerle üzerlerine geldiğinde tatlı dil ve güler yüzle sakinleştirilmiş. Çünkü böylesi önemli bir makamda kimsenin kalbi kırılamazmış, ağlanacaksa onlar gittikten sonra gizlice ağlanırmış.

 

“Temizleneceği zaman haber verin, bir süpürge de biz atalım” diyenler de olmuş. Hiç sesini çıkarmadan, kuytulara saklanıp adeta “setreyle beni” diyen bir halde Allah’a yakınlaşmak isteyenleri görmek ayrı bir saadetmiş. “Selam olsun size” denmiş onlara sessizce. Hıçkırdıkları fark edilirse “Sizin için yapabileceğimiz bir şey var mı, bir bardak su getirelim mi?” diye yaklaşıldığında hepsi birbirinden acı hikayeler dinlenmiş. Neresinden bakarsan bak, böyle bir iş büyük bir nasipmiş, şükretmek lazımmış.

Zaman Pazar, Haber: Nuriye Akman, 14.07.2013

 

******


EYÜP SULTAN TÜRBESİ İÇİN SÜRPRİZ KARAR

 

 

Ocak 2011 tarihinde altyapı, güçlendirme ve restorasyon için kapatılan Eyüp Sultan Türbesi için sürpriz bir karar çıktı. Daha önce ramazanda kapalı olacağı bildirilen türbe, yarın kısa ziyaretlere açılıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin konuyla ilgili açıklaması şöyle:

“Altyapı, güçlendirme ve restorasyon çalışmaları nedeniyle bir süredir ziyarete kapalı olan Eyüp Sultan türbesi ramazan ayı boyunca ziyarete açılacak. Türbe 15 Temmuz 2013 Pazartesi gününden itibaren 09.00- 12.30 saatleri arası ziyaretçilere açılacak. Restorasyon çalışmaları devamettiği için içerde bekleme yapılamayacak, ziyaretçiler bir kapıdan girip dua ederek diğer kapıdan çıkacak.”

En çok ziyaret edilen kutsalmekanlardan olan Eyüp Sultan Türbesi, 28 Ocak 2011 tarihinde altyapı, güçlendirme ve restorasyon çalışmasına alınmıştı. 6 ayda bitirileceği açıklanan çalışmaların 2.5 yıldır tamamlanamaması, tepkilere neden olmuştu. Hatta bir grup vatandaş İBB ile İl Kültür Müdürlüğü ve restorasyonu yapan mimarlık firmasını mahkemeye vermişti.

Habertürk, 14.07.2013

MYRA ANTİK KENTİNDE HELLENİSTİK DÖNEME AİT TİYATRO BULUNDU

 

 

Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığında kazı çalışmaları yürütülen Myra antik kentinde, Hellenistik döneme ait tiyatro keşfedildi.

 

Çevik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2009 yılından bu yana Antalya'da bulunan antik kentte kazı çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.

Myra antik kentinde Roma dönemine ait tiyatroda restorasyon ve konservasyon çalışmaları kapsamında doğu galerilerinde kazıların sürdüğünü anlatan Çevik, Roma tiyatrosu öncesi dönemden kaldığı belirlenen yerde Hellenistik döneme ait tiyatronun doğu çevre duvarının bulunduğunu kaydetti.

 




Hellenistik tiyatronun, Roma tiyatrosunun yarı yüksekliğinde ve daha küçük çaplı, sonraki tiyatronun tamamen altında kaldığı ancak dönemine göre oldukça büyük olduğunun anlaşıldığını belirten Çevik, "Klasik, Roma ve Bizans dönemlerinden pek çok önemli kalıntıyla tanınan Myra antik kentinde ilk defa Hellenistik döneme ait bir kalıntı ortaya çıkarıldı. Myra'da çeşitli kaynaklar ve küçük bulgulardan Hellenistik dönemde de bir kentin varlığı biliniyordu ancak ilk kez bu kadar somut mimari kalıntılarla bu durum belgelendi" dedi.

Bu durumun tiyatro gibi büyük bir kentten iz veren kalıntılarla ortaya çıkmasının hem kendilerini çok sevindirdiğini hem de Myra antik kentine farklı bir tarih ve yaşam kültürü anlamı kattığını vurgulayan Çevik, şöyle devam etti:

"Myra antik kenti bizim için, tarih için çok önemli bir kent. Antik kent, zamanla yer yer 4 ile 10 metre arasında alüvyonlar altında kaldığından kentte bu tür keşifler büyük önem taşıyor. Daha önce kazı ekibi tarafından yapılan arkeojeofizik çalışmalarda 2 kilometre çapında bir kentin Demre yerleşimi altında yayıldığı keşfedilmişti. Şimdi kazılar sürdükçe yeni belgeler ortaya çıkarak antik dönemlerin metropolisini aydınlatıyoruz. Myra'nın karanlık bir dönemi olan Hellenistik döneme ait bu bulgu, kazı ekibi olarak bizleri çok heyecanlandırdı. Çünkü tiyatro varsa kente ait her yapı vardır. Yapılan keşifle Myra'da Roma ve Hellenistik dönemlere ait olmak üzere iki tiyatromuz oldu."

Hürriyet, 13.07.2013

KAZIDA 10 BİN BROŞÜR

 

 

Demre’deki Myra- Andriake antik kentinde 2009 yılından bu yana kazı çalışmaları yürüten Akdeniz üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik ve kazı ekibi, bölgenin tanıtımı amacıyla hazırladıkları broşürleri turistlere dağıttı. Rusça hazırlanan broşürlerin dağıtımına Myra Antik Kenti ve Noel Baba Müzesi’nde başlatıldı.

 

Myra- Andriake Kazıları Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, 5′inci yıla giren kazılarla Myra Antik Kenti ve Andiriake Liman Kenti’nin toprak altında yatan tarihini gün ışığına çıkardıklarını söyledi. Prof.Dr. Çevik, devam eden kazılar kapsamında Myra Antik Kenti, Andirake Liman Kenti ve Noel Baba Müzesi’nin tanıtımı için, sponsorlar aracılığıyla İngilizce, Türkçe, Rusça ve Almanca broşürler bastırdıklarını söyledi.

 

İlk olarak Rusça basılan 10 bin broşürün dağıtımına başladıklarını kaydeden Prof.Dr. Çevik, “Broşürleri ilk gün ekibimiz dağıttı. Daha sonra girişteki gişelere koyarak dağıtımı sürdüreceğiz. Broşürlerde Myra, Andiriake, Noel Baba Müzesi başta olmak üzere bölgenin tanıtımı yapılıyor. Amacımız antik kentleri ve yöremizdeki tarihi mirası doğru biçimde tanıtabilmek” dedi.

 

Kazı ekibi olarak tanıtım misyonlarının da olduğuna inandıklarını anlatan Prof.Dr. Çevik, “Geçmiş yıllarda yurt içinde ve dışında düzenlediğimiz sergi, konser, konferans ve bilimsel etkinliklerin devamı olarak broşürle tanıtım yapıyoruz” diye konuştu. Ücretsiz dağıtımı yapılan broşürleri alan turistlerin, ilgiyle okuması dikkati çekti.

Akşam, 13.07.2013

PATARA ANTİK KENTİNDE 25. YIL KAZILARI BAŞLADI

 

Antalya'nın Kaş İlçesi'ndeki Patara antik kentinde 25 yıl önce başlayan arkeolojik kazıların yaz dönemi çalışmaları Prof.Dr. Havva İşkan Işık başkanlığında başladı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteğiyle yürütülen arkeolojik kazılar, 1988 yılında Prof.Dr. Fahri Işık başkanlığında başladı. 20 yıl Patara kazılarına başkanlık yapan Prof.Dr. Işık, 2009 yılında kazı başkanlığını eşi Prof.Dr. Havva İşkan Işık'a devretti. 5 yıldır Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık başkanlığında yürütülen Patara kazılarının bu yılki bölümünde, 33 işçinin yanı sıra Akdeniz, Mimar Sinan, Adnan Menderes, Bilgi, Beykent ve Mehmet Akif Ersoy üniversiteleri ile Almanya'nın Münster, Münih ve Mainz üniversitelerinden 16 arkeoloji bölümü öğrencisi, 8 arkeolog ve 20 bilim insanı görev yapıyor.

KAZILAR 2 AY SÜRECEK
Bazelika, Liman Hamamı Palestrası, Tepecik Akropolü ve Antik Likya Su Yolu'nda yapılacak kazılar 2 ay sürecek. Likya Birliği'ne uzun süre başkentlik yapan Patara'da yapılan kazılarda şu ana kadar, kumlar altında kalan birçok tarihi yapı ortaya çıkarıldı. Bu kapsamda kentin girişindeki, ana kilise, zafer takı, Tepecik Akropolü, anıt mezarlar, Liman Hamamı, Patara Antik Tiyatrosu, Neron Deniz Feneri, ana cadde ve dünyanın ilk demokratik meclisi olarak kabul edilen Likya Birliği Meclis binası turizme kazandırıldı. Çalışmalarda, yine tarihe ışık tutacak birçok heykel ve eşya toprak altından çıkarıldı.

SEMPOZYUM DÜZENLENECEK
Prof.Dr. Havva İşkan Işık, Patara antik kenti kazılarının 25'inci yılına girdiğini söyledi. Bu kapsamda 46 bilim insanının katılımıyla eylül ayında geniş katılımlı bir sempozyum düzenleneceğini vurgulayan Prof.Dr. Işık, Ödeneğimiz yettiği oranda çalışmaları sürdüreceğiz. Hedefimiz tarihi kentteki bulguları kültür dünyasına kazandırmak dedi.

haberler.com, Haber: Ahmet Acarkaş, 13.07.2013

SİNOP'TA TOPLU MEZARLAR BULUNDU

 

Sinop’ta Bizans döneminden kalma Balatlar Kilisesi’nde yapılan kazı çalışmalarında, üst üste gömülmüş toplu mezarlar bulundu.

 

Sinop’ta, Bizans dönemine ait mimari kalıntıları bünyesinde barındıran Balatlar Kilisesi’nde bu yılki arkeolojik kazı çalışmaları 30 kişilik ekiple başladı. Üç yıl önce başlatılan çalışmaların bu yılki bölümü, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Mimar Sinan Üniversitesi katkılarıyla geçen 8 Temmuz’da start aldı. Yapılan kazı çalışmalarında 19’uncu yüzyıla ait yüzlerce üst üste gömülmüş toplu mezarlar ortaya çıktı. Kazı çalışmasında Kral VI Mithridates’in 4 metrelik altın heykelinin çıkma olasılığı üzerinde durulduğu belirtildi. İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, “Balatlar Kilisesi ilimiz için önemli bir alan. İlimize gelen her iki turistten birinin ziyaret ettiği bir yer. Bunun ulusal ve uluslararası arenada çok önemli bir sirkülasyon alanı olacağını, turizm yönüyle de özellikle Yunanlı ve İtalyan turist acentelerinin ilgi odağı olacağını düşünüyorum. Bu alanda birkaç medeniyetin bulguları var. İlk seneki kazılarda sadece Osmanlı döneminde ilimizde yaşayan yabancı uyrukluların mezarları vardı. Kazı çalışmalarımız derine indikçe kaliteli mezarlarda çıkıyor. En üst tabakada bulunan 18 ve 19. yüzyıla ait mezarların alt seviyesine ulaştık. Bizans dönemine ait olması muhtemel mimari kalıntılar ortaya çıkıyor. Her yıl yeni yeni bulgular elde ediyoruz” dedi.

 

Bölgede çok sayıda mezar bulunduğunu ifade eden İl Kültür ve Turizm Müdürü Himet Tosun, “Bu mezarlar sadece din adamlarına değil, çocuklar, halktan kadın ve erkek mezarlarıdır. Mezarlara basit gömü hediyeleri bırakmışlar. Kırık çanaklar, bronz takılar, düğmeler gibi objelerle karşılaşıyoruz. Daha önceki kazı çalışmalarında 11’inci yüzyıl olarak tarihlendirilen bir Bizans parası bulduk. Bu yıl ki ilk çalışmalarda 19’ıncı yüzyıla ait olduğunu düşündüğümüz üst üste gömülmüş bir mezarı hiç bozulmadan çıkarttık. Çalışmalar bu doğrultuda Eylül ayına kadar devam edecek” diye konuştu.

 

Kazı çalışmaları tamamlandığında bu alanda bir arkeolojik park oluşturacaklarını söyleyen Tosun, “Kilisenin Osmanlı döneminde Rum manastırı olarak da kullanıldığı biliniyor. Yaklaşık 2 bin yıl boyunca kullanılmış bir yapı. Buranın tarihi dokusunu korumayı ve muhafaza etmeyi düşünüyoruz. Çalışmalarımız bittiğinde burada bir arkeolojik park oluşturacağız. Her dönemden kalan kalıntılar burada sergilenecek” dedi.

Hürriyet, 13.07.2013

KAPOOR'UN 200 ESERİ GELİYOR

 

 

Kavramsal sanatın en ünlü ismi Anish Kapoor, 10 Eylül’de Sanancı Müzesi’nde olacak. Renkli yarımküreleri ve içbükey aynalarıyla büyük ilgi gören ünlü sanatçıyı öncesinde Londra’daki atölyesinde ziyaret ettik.

 

Picasso, Dali, Rodin gibi sanat tarihinin dev isimlerinin eserlerini İstanbul’a getiren Sabancı Müzesi bu kez yaşayan bir efsaneye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor: Kavramsal sanatın en popüler ismi Hint asıllı İngiliz sanatçı Anish Kapoor. 10 Eylül’de İstanbul Bienali’yle eş zamanlı olarak eserlerini Sabancı Müzesi ve Akbank Sanat’ta sergileyecek. Sergide sanatçının heykelle mimariyi, mühendislikleyse teknolojiyi buluşturduğu tonlarca ağırlıktaki eserleri yer alacak.
1990’ da Venedik Bienali’nde İngiltere’yi temsil eden, 1991’de Turner Ödülü’ne layık görülen ve 2012 Olimpiyat Oyunları kapsamında Londra’nın kamuya açık en büyük heykeline imza atan Anish Kapoor’u Londra’daki atölyesinde eserlerini anlattı.

 

FABRİKA GİBİ ATÖLYE

Londra’nın güneyindeki atölye daha çok bir fabrikayı andırıyor. Altı ayrı bölümden oluşan atölyenin her bir odası birbirinden bağımsız olarak çalışıyor. Bir bölümde ünlü yarımkürelerin kalıpları üzerine çalışılırken diğer tarafta beton heykellerin imalatının hazırlık aşamalarını görüyorsunuz. Poliüretan malzemenin kullanıldığı eserler içerdikleri kimyasal madde nedeniyle maskeli asistanlarca üretiliyor. Atölyenin son bölümüyse sır gibi saklanan projelere ayrılmış. Burada fotoğraf çekmek, görüntü almak yasak. ‘Gökyüzü Aynası’ gibi dev mimari projelerin yeni örneklerinin maketleri yer alıyor. Hangisinin nereye uygulanacağı da şimdilik bir sır. Sanatçının taş heykellerin yontulduğu diğer atölyesi ise ana atölyeye 3-4 kilometre uzaklıkta. İstanbul’a gelecek taş heykeller yola çıkmak için hazır durumda bekliyor burada. Toplamı yaklaşık 100 tonu geçecek heykellerin İstanbul’a taşınması ayrı bir sorun. Mühendisler, Sabancı Müzesi’nin bu yükü taşıyıp taşıyamayacağını hesaplıyor. Eserlerin müze binasına sokulması için de özel vinçler tasarlanıyor. Daha önce de İstanbul Bienali’ne katılan sanatçı Türkiye’de bir değişim ruhunun dolaştığı görüşünde. “Özellikle bu değişim sürecinde İstanbul için bir şey yapmak çok önemli” diyor.

 

KAPOOR’UN GÖZÜNDEN

 

BURASI BİR LABORATUVAR
Burası bir üretim merkezi, ama fabrika gibi düşünmeyin. Benim için daha çok deneyler yaptığım bir laboratuvar diyebilirim. 30 kişiden oluşan takımımla çalışıyorum. Her biriyle de tek tek ilgilenirim. Onlar benimle bir misyon yüklenirler. Heykel de zaten bir süreç işidir. İşe alırken bu misyonu paylaşacaklarını bilmelerini söylerim. Farklı işler ürettiğim atölyelerim var ve her atölyede farklı bir ekiple çalışırım.

 

BİÇİM VE RENKLE OYNUYORUM
Heykellerim figüratif değil ama figürü çağrıştıran formlar var. Ben figür yapayım diye yola çıkmam. En ilginç olanı da yapıtın ne zaman yapıt olduğu. Bunu bilmiyorum. Eserlere bakarken bir şeyler hatırlar gibi oluruz. Bir sanatçı olarak söyleyecek sözümün olmadığını düşünürüm. Dünya şöyledir ya da böyledir diye vaaz vermem. Ama bana çok yakın gelen bir anı ifade ettiğim an önemlidir. Bir eser ne zaman içsel hafızamıza hitap etmeye başlar, işte o zaman sanat eseridir. Sanatın bazı unsurları bu anlamda hafızayı harakete geçirmede çok güçlüdür. Bunların başında renk gelir mesela. Aslında ben atölyemde biçim ve renkle oynuyorum.

 

SANAT BİR DÖNÜŞÜMDÜR
Sanat bir dönüşümdür ve malzemenin dönüştürülmesidir. Heykelde boyut da çok önemlidir ve temel unsurlarından biridir. İzleyicinin heykelin içinde bulunduğu mekanla kurduğu ilişki benim için çok önemli. Sanat kendi kendimizi kaybettiğimiz bir ana ve alana yer açar. Benim için tekrar da çok önemli. Bazı formları yeniden yeniden yaparım. Tekrara sadece sıkıcı bir süreç olarak bakmamak lazım. Mesela çok sayıda ayna yapıtım var. Ama bunlara bakınca kendi içinde çok çeşitlilik gösterdiklerini farkedersiniz. Tıpkı müzik gibi, doğa gibi.

 

HEYKELLERE DOKUNUN AMA...
Taşın içindeki gizli objenin açığa çıkması önemli. Heykel sanatı zaten daha çok malzeme odaklıdır. Bir taşa, kütleye yeni bir form kazandırmaktır yaptığım. Genel olarak taştaki o içsel boşluk ilgimi çekiyor. İstanbul’da taş işlerini sergileyecek olmamda kentin binlerce yıllık geçmişi etkili olmuş olabilir. Taşın hafızası vardır çünkü. Ama galiba bu heykelleri, onları sergileme zamanının geldiğini düşündüğüm için götürüyorum. Heykellerime dokunulmasından rahatsızlık duymam ama yüzükle tık tık diye vurulmasını da istemem.

 

İNGİLİZ SANATINA YÖN VEREN KÜRATÖR

Sabancı Müzesi’nde açılacak Anish Kapoor sergisinin küratörlüğünü İngiliz sanatının son 50 yılına yön veren isim olarak da bilinen Sir Norman Rosenthal üstleniyor. 31 yıl İngiliz Kraliyet Akademisi’nin sergi bölümünü yöneten Rosenthal, “Anish Kapoor’un her yapıtı bir tür yankı odasıdır, bizi bize aksettiren yapıtlar tasarlar” diyor.

Hürriyet, Haber: İhsan Yılmaz, 13.07.2013



******


GÜNÜN İLK IŞIĞI İSTANBUL'A GELİYOR

 



Eylül ayında İstanbul'u bir yandan Bienal heyecanı saracakken, bir yandan da Anish Kapoor etkileyici eserleriyle şehre misafir olacak.

 

Stüdyosunda bekliyor bizi. Üzerinde keten olduğundan kırışık ve besbelli ona özel yapılmış tasarım ayakkabıları ve elinde numaralı gözlüğüyle... Zeki Müren tane taneliğinde konuşan bir sanatçı Anish Kapoor. En son Ai Weiwei'e destek vermek için çektiği Gangnam for Freedom videosunda seyretmiştim. Göbeği vardı, gitmiş. Ya aşktan ya dertten gider kilolar. Belki de diyettedir. Bilemem.


Sakıp Sabancı Müzesi'nde (SSM) eylül ayında açılacak sergi ve eserler için beraber kafa patlatan büyük bir ekip var. Zira, sergi bieanalle aynı zamana denk geliyor. Dolayısıyla kusursuz bir açılış olması şart. Nitekim; geziden önce, geziden sonra diye ayrılan hayatlarımızın ve memleketin de böyle bir sanat molası almaya fazlasıyla ihtiyacı var.


Kapoor'un yanında yılların dostu, küratör Norman Rosenthal var. İkisi de "sir" ünvanına sahip, ama bu ünvanın kendi işlerine değil de ileride "Benim babam bir sördü" ya da "Büyükbabam bir sördü, sen bilmezsin" diye hava atacak torunları, çocukları için aldıklarını söyleyip dalga geçiyorlar.
Rosenthal, Kapoor'un eserlerinde "şahane bir zamansızlık" buluyor. Yüzyıllara yayılacak bir ferahlık da olabilir bu, bir endişe de... Anish Kapoor da heykellerine bakarken bunu iş olarak değil misyon olarak gördüğünü söyleyecek az sonra. Bir mana arayışı içinde. Stüdyosunun duvarlarında, esinlendiği eski zaman resimlerinden çıkışlar asılı; 1800'lerden kalma.

1000 YILLIK SEYAHATE DENK
Sohbet ederken dini, felsefi referanslar veriyor. Kapoor'un Londra'da Farmers Road'da koca bir sokağa yayılan stüdyolarının birinden çıkıp diğerine geçerken, Rosenthal bu gezinin 1000 yıllık bir seyahate denk düştüğünü fısıldıyor. Kapoor ise "Çimentoyla bir şeyler yapmak daha mı kolay" veya "Hangisini daha çok seviyorsunuz" gibi meraklı sorular karşısında, derin derin bakıp "Aslına bakarsanız ben de ne yaptığımı bilmiyorum, benim de her günüm bana sürpriz. Her gün her şeyi tekrar tekrar tekrar yapıyorum. Ama bu aynı şeyi tekrar etmek demek değil. Sıkılıp patlayana kadar, en iyi ifade edeni bulana kadar deniyorum" diyor.


Kapoor, teknolojiyi seviyor ama avuçlarında felsefeyi tutuyor. Hep zamandan, sonsuzluktan bahsediyor. Zamansız işlerini ya sonsuz gökyüzünün altına koyuyor ya da bir odanın içinden sonsuzluğa ulaşmaya çalışıyor. Eserlerinin hiç olmazsa içimizdeki boşluğu doldurmasına çalışan gerçek bir sanatçı o. Eserlerine verdiği formların her biri hem bir son yolculuk hem de bir başlangıcın simgesi gibi. Kapoor'un çukur aynalarına bakarken içine düşecek gibi olduğunuz an, aynadan size yansıyan ve size ait yüzlerce yansımanızdan bir tanesi muhakkak elinizden tutuyor.

ANİSH NE DEMEK?
Farmers Road'dan ayrılıp Kapoor'un kendisinin dahi ayda bir ya da iki defa uğradığı taş atölyesine vardığımızda buraya ilk defa Kapoor'dan ve atölyede çalışanlardan başka insanların geldiğini öğreneceğiz. Esprisi yapılıyor: "Türkler atölyenin kapısına dayandı ve içeri girdi!" Kapoor, "Türkiye'de, hele bu değişim zamanında İstanbul'da olmayı çok önemsiyorum" diyor. Hiçbir şeyin aynı kalmadığı bir dünyadayız zaten. Değişmeyecek tek şey ana babalarımızın bize verdiği isimlerin anlamları. Bu hayatta bunu ona kaç kişi sordu bilmediğim için, bana "deli" deme ihtimaline rağmen soruyorum: "Anish ne demek?" O kocaman kahkahalarından birini patlatıyor: "İyi ki getirdiniz aklıma. İsmimin anlamını kaç zamandır düşünmüyordum. Gece bitip de gün başlarken o ilk ışık var ya, Anish o demek." Güzelmiş. Vedalaşıyoruz. Eylüle kadar.

KISA KISA
-1954 Mumbai doğumlu, 1970'lerden beri İngiltere'de yaşıyor. 1990'da Venedik Bienali'nde İngiltere'yi temsil eden, 1991'de Turner Ödülü'ne layık görülen ve 2012 Olimpiyat Oyunları kapsamında Londra'nın kamuya açık en büyük heykeline imza atan Kapoor'un eserleri Akbank'ın sponsorluğunda eylül ayından itibaren SSM ve Akbank Sanat'ta sergilenecek.
-2004'te dünyanın en üretken ve en saygı duyulan heykeltraşı seçildi.
-Eserleri Kunsthalle Basel, Tate Galeri, MOMA gibi dünyaca ünlü sanat mekanlarında sergileniyor.
-Dikkat çeken büyük boyutlu projeleri arasında, Kunsthaus Bregenz'de 20 tonluk kırmızı vazelin ve mumdan oluşan heykeli "Benim Kırmızı Yurdum" (2003), Viyana'da Museum für Angewandte Kunst'ta ve Londra'da Royal Academy'de "Köşeleri Bombalamak" enstalasyonu (2009) ve Paris Grand Palais'de sergilediği anıtsal "Leviathan" heykeli bulunuyor.
-Yaklaşık olarak 30 yıldır Londra da yaşayan Anish Kapoor, çalışmalarını Güney Londra'da bulunan atölyesinde sürdürüyor.

Habertürk, Haber: Elif Key, 14.07.2013

POLONYA'DA 'VAMPİR MEZARLIĞI' BULUNDU

 

 

Telegraph gazetesinin haberine göre arkeologlar bu saptamayı, iskeletlerin başlarının vücutlarından ayrılıp bacaklarının üstüne yerleştirildiğini görünce yaptı. Törensel idamlarda bu hareket, ölünün dirilmemesi umuduyla yapılıyor.

Tarihte vampir olduğu gerekçesiyle öldürülmüş çok sayıda insan var. Hıristiyanlığa geçiş sonrası Slav topraklarında bu korkunç adet bir müddet daha devam etse de son “vampir mezarlığının” tarihlemesi henüz yapılmadı. Dr. Jacek Pierzak, iskeletlerin üstünde hiçbir eşya bulunmadığı için bunun zor olduğunu söyledi.

Radikal, 13.07.2013

 

******


BİLİM DÜNYASINI ŞOK EDEN KEŞİF

 

 

Polonya’da İkinci Dünya Savaşı’nın en kanlı çarpışmasına sahne olan Gliwice kasabası yakınlarında başlatılan arkeolojik kazılarda bilim dünyasını şoke eden bulgulara ulaşıldı. Bölgede vampirlerin gömülü olduğu bir mezarlık ortaya çıktı. Ülkenin güneyinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan iskeletlerin başının yerinden çıkarıldığı ve bacaklarının yanına ters konulduğu belirlendi.

Telegraph gazetesinin haberine göre arkeologlar bu saptamayı, iskeletlerin başlarının vücutlarından ayrılıp bacaklarının üstüne yerleştirildiğini görünce yaptı. Törensel idamlarda bu hareket, ölünün dirilmemesi umuduyla yapılıyor.

 

Tarihte vampir olduğu gerekçesiyle öldürülmüş çok sayıda insan var. Hıristiyanlığa geçiş sonrası Slav topraklarında bu korkunç adet bir müddet daha devam etse de son “vampir mezarlığının” tarihlemesi henüz yapılmadı. Orta Çağ Avrupa’sında vampirlikle suçlananlar akıl almaz işkencelerden geçirildikten sonra gömülüyordu. Genel efsanelere göre vampir çam, aspen, akdiken veya üvez ağacından yapılma bir tahta kazık vampirin kalbine kazık saplanmalı (gümüş veya demir de olabilirdi) ve ağzına sarmısak yerleştirilip kafasını kesmek gerekirdi.Vampiri yakmak veya kalbini çıkarıp onu yakmak veya nehre atmakta bilinen çarelerdendi. Gümüşten veya Hristiyan efsanelerine göre kutsanmış kurşunla da öldürülebilirdi.

 

Bölgenin slav vampir hikayelerinin yayıldığı yer oluşu dikkat çekti. Arkeoloji ekibinin başındaki Dr. Jacek Pierzak, vampir mezarlığındaki kurbanların üzerinde yaşları hakkında bilgi verecek herhangi bir mücevher ya da kıyafet olmadığını açıkladı.

Mİlliyet, 16.07.2013

SUR DİBİNDE KEPÇELERLE KAÇAK KAZI

 

 

Fatih Belediyesi tarafından 2005 yılında yenileme alanı ilan edilen Türk Mahallesi'nde inşaat şirketi tarafından kaçak kazı yapıldı. Kazı sırasında üç metre büyüklüğünde bir tonozlu yapı müzeye bildirilmeden kepçelerle yıkıldı.

 

Fatih Belediyesi’nce ‘kentsel yenileme alanı’ ilan edilen Ayvansaray’ın tarihi Türk Mahallesi’nde bir skandal daha yaşandı. Belediyeden yenileme projesinin ihalesini alan Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi’ne ait kepçeler, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden izin almadan kaçak kazı yaptı. Arkeolog gözetiminde yapılmayan kaçak kazı sırasında, tarihi Meryem Ana Kilisesi ile şantiye alanı arasında kalan yolun hemen altında yaklaşık üç metre büyüklüğünde tonozlu bir yapıya rastlandı. Ancak şirket durumu Arkeoloji Müzesi’ne bildirmek yerine tonozlu yapıyı kepçelerle yıkmayı tercih etti. Oysa yasalar sit alanı olan Tarihi Yarımada içinde müze uzmanları olmadan kesinlikle kazı ve hafriyat çalışmaları yapılamayacağını belirtiyor.


Bölgede yapılan kaçak kazıdan haberi olmayan İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gelen ihbarlar üzerine müze yönetimi harekete geçti. Müze görevlileri şantiye alanında yaptıkları çalışma sonucunda tonozlu yapının tamamen yıkıldığını ve yapının bulunduğu alanın ise firma tarafından çamurla kapatıldığını tespit etti.


Koruma kurulu inşaatın durdurulmasını istedi
Bölgede incelemede bulunan müze yetkililerinin hazırladığı raporları dün İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na göndermesi üzerine koruma kurulu harekete geçti. Türk Mahallesi’nde yürütülen inşaat faaliyetlerinin incelenmesi için kurul, bölgeye bir ekip yolladı. Ön incelemede bulunan koruma kurulu ekipleri, bölgede genel bir inceleme yapılması gerektiğini ve inceleme sonucunda tarihi eserlerin tespit edilmesi durumunda gerekirse kazı yapılmasını tavsiye etti.


Raporları değerlendiren kurul, firma tarafından yürütülen inşaat faaliyetlerinin bir an önce durdurulması için belediyeye bir yazı yolladı. Gerekli incelemeler yapıldıktan sonra inşaata devam edilip edilmeyeceğini kurul, yapacağı yeni değerlendirme sonucunda belirleyecek. 

İkinci kez kaçak kazı yapıldı 
Yapılan kaçak kazı Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi’nin bölgede yaptığı ilk kaçak kazı değil. Firma Mart 2012 tarihinde İstanbul Arkeoloji Müzesi ile koruma kurulunun izni olmadan Türk Mahallesi’nde kepçelerle yine kaçak kazı yapmış, Radikal gazetesi ise kaçan kazıyı, ‘Sur dibinde kepçelerle operasyon’ başlığıyla kamuoyuna duyurmuştu. Bunun üzerine Tarihi Yarımadadaki izinsiz kazı durduruldu. Fatih Belediyesi de müze denetimi olmadan hafriyat çalışmaları yapmalarının hata olduğunu itiraf etmişti.

Radikal, Haber: İdris Emen, 13.07.2013

"BENİ DÖVE DÖVE GÖZALTINA ALDILAR"

 

 

TMMOB’a destek eyleminde ağzı kanlar içinde gözaltına alınan Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Osman Erden (39), “Bir polis kafama vurdu. Yerden kalktığımda bir başka polis tokat attı. Otobüsün önünde de karnıma tekme atıldı” dedi.

 

Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği Türkiye Şubesi Başkanı Erden, önceki gün Taksim’de gözaltına alındı. Kasımpaşa Karakolu’ndan gece 03.00 sıralarında serbest bırakılan Erden yaşadıklarını Milliyet’e anlattı; “TMMOB eylemine destek için İstiklal’e geldim. Müdahale esnasında plastik mermiyle yaralanınca bir arkadaşımın kafesine sığındım. Yaklaşık 10 dakika kafede dinlendikten sonra sokağa çıkar çıkmaz 10 kadar polis üzerime doğru koşmaya başladı. Bir polis kafama vurunca yere düştüm. Kollarımdan tutup beni ayağa kaldırdıklarında da bir başka polis suratıma vurdu ve dudağım patladı. Gözaltına alınınca yüksek sesle kimliğimi açıkladım. Bu, polisi daha da sinirlendirdi. Meydandaki otobüse bindirilmek için götürüldüğümde karnıma bir tekme daha yedim ve arabaya bindirildim.”

 

Erden, Mimar Sinan Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız’ın karakola gelmesiyle karakoldaki polislerin tedirginlik yaşadığını belirtti. Haseki’den alınan sağlık raporunun emniyette kalması üzerine özel bir hastaneden darp raporu aldığını söyleyen Erden, önümüzdeki emniyetten şikayetçi olacağını belirtti.

Milliyet, Haber: Damla Yur,15.07.2013

BAŞKAN DEDE'DEN MUŞ'LU GEÇMİŞ ZAMAN

 

Önceki hafta Muş’ta tarihi Ermeni evlerinin yıkılıp yerine TOKİ projesi yükseleceğini haberleştirmemiz üzerine, şehrin Belediye Başkanı Necmettin Dede, basına bir açıklama yaparak “Kentsel dönüşümle birlikte Kale Mahallesi’nde şehirleşme başlayacak. Ne yazık ki, bunu istemeyenler var. Bunlar vatandaşımızın refahını, iki yakalarının bir araya gelmesini istemiyorlar. Bunlara müsaade etmeyelim” dedi.

 

Söz konusu açıklamaları üzerine görüştüğümüz AK Partili Dede, TOKİ konutu yapılacak bölgenin heyelan ve deprem bölgesi olduğunu, bu yüzden de evleri yıktıklarını belirtirken, ısrarla Ermenilerden kalma tarihi ev olmadığını savunuyor. Kendisiyle telefonda yaptığımız görüşmeyi aktarıyoruz.

 

Sayın Dede, Kale Mahallesi için verilen yıkım kararıyla ilgili olarak aramıştım sizi…

1940 doğumluyum. Bu memleketin çocuğuyum. Belediye Başkanlığı’na bakkallık, manavlıktan gelmedim. Emniyette çeşitli görevler yaptım. 10 yıl cumhurbaşkanlığı koruma müdürlüğü, Doğru Yol Partisi’nden milletvekilliği yaptım. Seçim barajını aşamayınca Belediye Başkanı oldum. Ben, ailemizin 4. milletvekili, 3. belediye başkanıyım. Bir bilgi birikimim var, iktisat mezunuyum, pedagoji uzmanıyım, emniyet teşkilatına boşu boşuna girmedim. Kiliselerin olduğu yer Kale Mahallesi ve ben de o mahallenin çocuğuyum. 4 yıldır TOKİ’nin gelmesi için çaba sarf ederken daha evler yıkıma girmeden, belediye yıkım için ihaleye çıkmamışken TOKİ’yle anlaşan vatandaş evinin işe yarar yerlerini kendi sökmeye başladı. “Belediye Başkanı Ermeni evlerini yıkıyor” dendi, ne alakası var? Şu Ermeni evidir, bu Türk evidir, diye bir şey yok.

 

Muş’ta Ermenilere ait hiçbir şey yok mu?

Birkaç tane kilise ismi var. Ama ne var ki ayakta değiller. Mahallenin aşağısında Güllü Hamamı ve bir kilise var fakat tamamen sıfır olmuş, hamamın da sadece duvarı kalmış.

 

Meryem Ana Kilisesi mi ‘sıfır’ olmuş?

Kilise tescilli deniyor ama tescil edilecek ne kalmış?  Keşke tarihi bir eser olsa da biz iftiharla oraya gitsek. Taştan, topraktan ev yapılmış “Efendim buranın antika olması lazım” deniyor. 40 defa değişime uğramış. Benim de evim oradaydı, heyelan bölgesi diye evlerimizi terk ettik.

 

Kale mahallesi heyelan bölgesi mi?

Evet.

 

Peki, neden böyle bir bölgeye konut inşa ediliyor?

TOKİ, mahallenin aşağısına doğru geliyor. Yukarı heyelan bölgesinde bulunan evlerin aşağısına yapacağız konutları.

 

Bu durumda evler neden yıkılıyor?

Çünkü heyelan bölgesi, çoğu evler terk edilmiş, çoğu ise evlerden çıkmamış. Daha önceden burada sağlıklı bir belediye çalışması olmamış.

 

Mahalle sakinlerinden Ercan Çete, 150 yıllık Osmanlı dönemine ait tapusunun olduğunu söylemişti ama.

Neredeymiş o tapu? Varsa var. Benim dedemin kaldığı ev var o mahallede, ama tapuları yok. O bizim 40, 60, 100 yıllık evimizdi ama tapumuz yok ki. Bizim bir bağımız var, o bağ için “Zamanında Ermenilerindi” derler. E peki, Ermeniler kimden almış? Daha öncekilerden almış.

 

Ermeniler kimden almış?

Rus işgali döneminde Ermeniler gelmişler ve Muş’ta kalmışlar. Türklerden almışlar yani.

 

Ermeniler Rus işgaliyle Muş’a mı gelmişler?..

Muş, 1917’de Ruslar’ın işgaline uğradı. Ruslar çekildi, Ermeniler kaldı. Ruslardan kalan silahları alıp Türklerle savaşları olmuş. Çocukluğumdan beri, “Bu bağ bunundu” “Şurada şu kilise vardı” diye anlatılıyor böyle hikayeler. Siz bana kanıt gösterin. Ermenilerden tapusu olan varsa, bugüne kadar tapuyu gösteren bir adam var mı? Tapuda kayıt var mı? Ayrıca hiçbir ev yıkılmadı ki. TOKİ mi yıktı, belediye mi yıktı? Henüz böyle bir şey yok. Neden böyle sansasyon yaratılıyor?

“Belediye Ermenilerin evlerini, kiliselerini yıkıyor” deniyor, ama ben daha yıkım için ihale bile yapmadım ki.

 

Ama Belediye Meclisi’nde söz konusu bölgeye TOKİ yapılması için karar aldınız. 

Siz icraata geçinceye kadar yaptığınız suç olur mu, olmaz mı? “Ben filancayı öldürmeye gidiyorum” dediğiniz zaman bu suç olmaz, eyleme geçince sorun olur. Ben mahallenin TOKİ’ye dönüşmesini istiyorum. Ayrıca Kale Mahallesi deprem bölgesi, oranın boşaltılması için 20 yıl önce alınan karar var.

 

Yine sormak istiyorum. Hem deprem bölgesi hem heyelan bölgesi olan yere neden konut yapıyorsunuz?

İstanbul’dan bilmeden konuşmayın! Biz de heyelan bölgesi olduğu için oradaki evimizi bıraktık. Bölgedeki turizm potansiyelini ortaya çıkarmak için TOKİ’yi oradan başlattık. Bütün ahırlar, açıkta akan kanalizasyonlar o mahallede. Buranın turistik bir yer olması lazım. Orası mesire yeri, piknik alanı. Dedemler 80, 100, 150 yıl önce oraya yerleşmiş. Bir kitap, kanıt varsa oturur belgelersiniz. Yoksa ne olur, bu hikayeleri dinlersiniz.

 

Evlerin tarihi olduğu tescillenirse yıkımı durdurur musunuz?

Tabii, tabii. Ama tarihi bir ev yok 40 defa deforme olmuş bu evler. Depremde çatlamış, sıva yapılmış yani orijinalliği kalmamış bu evlerin. Mistik bir hava verecek bir ev var mı diye düşündük eşimle, varsa ortaya çıkaralım isteriz.

 

Evler tarihi ama deforme mi olmuş demek istiyorsunuz?

Yıkılmış zaten bu evler. Çoğu evin de sahibi demirini, çerçevesini söktü.

 

Ama bu yıkım kararı aldığınız için oldu. Define arandığından da bahsediliyor ayrıca.

Biz evleri satın alıyoruz, yıkma söz konusu değil. Zaten daha 150 tane evi almamışım, onlarla mahkemelik olduk. 300 ev aldım yani TOKİ aldı. Belediyenin bir ilgisi yok. Benim de orada arsam var birkaç daire alacağım. Şöyle bir anımı anlatayım. Benim babam 1955’te ameliyat oldu İstanbul’da. Doktor, Manolyan soyadlı bir Ermeni’ydi. Manolyan, Muşlu olduklarını ve İstanbul’a gelirken altınları gömüp geldiğini söylemişti. Hatta babamlar da bu hikayenin üzerine Manolyan’ı Muş’a davet etmişti.

 

‘Memleketin iki yakası bir araya gelmesin isteyenler var’ dediniz. Kimleri kastettiniz?

Hemşerilerimden bahsediyorum. Onların içinde memleketin iki yakası bir araya gelmesin isteyenler, nifak sokanlar var. Bir hukuk var, bir de insanlara gösterilmeyen sosyal bir alan var. Bunlar gelir görüşülür, muhtarı var, hak sahibi var. ‘Dediğim dedik’ olmaz ki. Hukuk devletindeyiz, evini vermek istemeyenler gelip mahkemede durumu anlatacaklar.  Bizim memlekete ya da vatandaşa ihanet etmemiz mümkün değildir. Ben hukuk için varım. Onlara modern konutlar inşa edeceğiz.

 

1915 öncesinde Muş kazası

299 kilise, 94 manastır, 53 hac yeri ve 5669 öğrencili 135 okulun bulunduğu 339 köyde,  140.555 Ermeni’yi barındıran (16.927 hane) Muş sancağı, Ermenilerin yaşadığı en kalabalık ve etnik açıdan en homojen yapıya sahip bölgeydi. Daronlu antik Mamigonyan Prensliği’nin bulunduğu bölgede yer alan sancak, beş kazaya bölünmüştü: Muş, Sasun, Manazgerd, Pulaneğ/Bulanık ve Varto/Gumgum.

 

20. yüzyılın başlarında, Muş evleri genellikle moloz taşı ve kerpiçten inşa edilmişti; hatta taş duvarlar örülerek yapılmış olanları vardı, çoğunlukla ahşap oymalı balkonları bulunan bu evler iki ya da üç katlıydı. Bütünüyle Muş Ovası’yla örtüşen aynı adlı kazada, 1914’te, 103 köy ve kasabaya dağılmış 75.623 Ermeni yaşıyordu. Bu merkezde 113 kilise, 66 manastır, 18 hac yeri ve 3057 öğrencinin okuduğu 87 eğitim kurumu bulunuyordu.

Agos, Haber: Emre Ertani, 12.07.2013

TLOS ANTİK KENTİNDE 45 DERECEDE KAZI ÇALIŞMASI

 

 

Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde Likya Dönemi'nin en önemli yerleşim yerlerinden biri olan Tlos antik kentinde toprak altındaki binlerce yıllık tarihi mirasın gün yüzüne çıkarılması için 45 derece sıcaklık altında erkeklerle birlikte 6 bayan görevli de çalışıyor.  

 

Fethiye'nin 40 kilometre doğusunda yer alan Yaka Köyü sınırları içindeki Tlos antik kentinde Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle 2005 yılında başlayan kazılar bu yıl da planlı ve programlı şekilde devam ediyor. 2009 yılında UNESCO'nun Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşmesi kapsamında 'Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınan kentte kazılar, Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Taner Korkut başkanlığında yürütülüyor. Kentin zengin kültürel ve doğal mirasının gün yüzüne çıkarılması için tiyatro, akropol, büyük hamam, bazilika, stadyum ve Kronos Tapınağı'nda kazılara öncelik verilirken, kazı çalışmalarında 33 işçi ve 15 öğrenci de görev yapıyor.

Akdeniz Üniversitesi ve diğer üniversitelerin arkeoloji bölümünden, Gülçin Karakaş, Şilan Barkın, Pelin Şeker, Buse Çalışan, Nurgül Cankanat ve Tijen Yücel'in de 45 derece sıcaklık altında erkeklerle birlikte görev yapmaları köy sakinleri ve turistler tarafından da ilgiyle izleniyor. Prof.Dr. Taner Korkut başkanlığında çalışan görevlilerden bir grup stadyum içinde birkaç yıl öncesine kadar köylüler tarafından tarım arazi olarak kullanılan düzlüğün açığa çıkarılması, diğer grup ise akropol bölümündeki atlı kabartmanın bulunduğu alanda kutsal kaya odalarının gün yüzüne çıkarılması için kazı yapıyor. Ekip, sabahın ilk ışıklarıyla uyanarak kazılara başlıyor. Kazı alanından çıkarılan boş toprak öğrenciler tarafından çapalarla didik didik edilerek incelendikten sonra, işçiler tarafından el arabalarıyla taşınıyor. Öğrenciler topraktan çıkan şekilli taş, seramik parça ve sikkeleri etiketlendirerek incelenmek üzere depoya kaldırıyor.

05.30'DA ARAZİYE İNİYORLAR
Eylül ayı sonuna kadar devam edecek 2013 kazı çalışmasına katılan Gülçin Karakaş, Şilan Barkın, Pelin Şeker, Buse Çalışan, Nurgül Carkanat ve Tijen Yücel, "Sabah 05.30'dan itibaren araziye indiklerini söyleyerek bu sıcak havalarda çalışmak gerçekten çok zor. Fakat işimiz bu olduğu için 8 saat boyunca aralıksız güneş altında işçilerin kazdığı toprakların arasında yer alabilecek buluntuları çapa ile ayırıp kaybolmasını önlemeye çalışıyoruz. Saat 14.00'a kadar arazide çalıştıktan sonra bulduğumuz buluntuların yıkanıp temizlenerek hocamız gözetiminde etiketlenmesini sağlıyoruz. Aşırı güneşten korunmak için şapka ve açık renkli giysilerle önlem alıyoruz" dedi.

KAZILAR YARIM KALAN STADYUM ALANI VE TAPINAKTA DEVAM EDİYOR
Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Taner Korkut, bu yıl 17 Haziran'da başlayan Tlos Antik Kentteki kazı çalışmalarının geçen yıl yarım kalan stadyum alanı ve tapınakta devam ettiğini belirterek, "Çalışmalarımızın ağırlık noktası stadyum ve akropoldür. Bu yılki çalışmalar Eylül ayı sonuna kadar sürecek. 33 işçiyle birlikte 15 üniversite öğrencisi de bizimle beraber çalışmalara katılıyor. Ayrıca bu çalışmalarda arkeolojinin yanı sıra antropoloji, epigrafi, biyolog ve ziraat mühendisi de görev yapıyor" dedi.


HAVA SICAK FAKAT ÖNEMLİ KALINTILAR BULMAK SEVİNDİRİCİ
Prof.Dr. Taner Korkut, Tlos'taki çalışmaların sadece arkeoloji çalışması olmadığını bunun dışında pek çok alanda araştırmalar yapıldığına dikkat çekerek, "Biyolog, epigrafi ve ziraat mühendisi de bizimle beraber çalışıyor. Ramazan ayı olması ve havaların sıcak olmasına rağmen etkili bir çalışma yapıyoruz. Tüm Likya bölgesinden çok eski çağlara ışık tutacak önemli buluntular elde ediyoruz. Önemli buluntular bulunca sıcak havayı unutup seviniyoruz. Bu çalışmanın ana sponsoru Kültür ve Turizm Bakanlığımızdır. 2005 yılında başlayan bu kazıların ne zaman biteceği konusunda net bir şey söyleyemeyiz. Bugüne kadar pek çok heykel, sikke ve Likya dönemini anlatan eserler elde ettik. Bunları Fethiye Müze Müdürlüğünde sergilemeye aldık" diye konuştu.

Star, 12.07.2013

DERBE HÖYÜĞÜ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Tekocak Derbe Höyüğü çalışmaları hakkında katılımcılara bilgi verdi. Tekocak yaptığı konuşmasında; Derbe Höyüğünün Hıristiyanlar için çok önemli bir yer olduğunu belirterek, kazı çalışmalarında öncelikle amaçlarının bir diğer adı Kerti Höyüğü olan Derbe Antik Kentinin olup olmadığını keşfetmek olduğunu ifade etti. Kazı çalışmalarına başlamadan önce iki gün yaptıkları jeo – radar çalışması sonucunda yer altından 22 cm uzakta 10 planlı bir yapının yer aldığını tespit ettiklerini ifade eden Tekocak, kazı çalışmaları kapsamında Derbe Höyüğünün topağrafik planının çıkarılarak, havadan da fotoğraflarının çekildiğini belirtti. Bunun sonucunda Karaman’da yıllardır arzulanan Derbe Höyüğü kazı çalışmalarının İlin turizmine katkı sağlayacak şekilde sonuçlanmasını arzu ettiklerini belirtti.

 

Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Hakkı Gökbel ise Karaman’ın sadece Derbe Höyüğü ile değil çeşitli başka kültürel varlıklarla eskiden beri ilgi odağı olan bir il olduğunu belirterek bu kazı çalışmalarında Selçuk Üniversitesi tarafından gerçekleştiriliyor olmasının kendileri için iftihar kaynağı olduğunu belirtti.

 

Vali Murat Koca ise yaptığı konuşmasında; “Üzerinde yaşadığımız topraklar tarih boyunca, insanlığın büyük serüvenlerine, savaşlara, göçlere; nice uygarlık, beylik ve devletlere ev sahipliği yapmıştır. Karaman coğrafyasının özel konumu nedeniyle Türkiye’nin en çekici şehirlerinden birisidir. Ülkemizin her yanına serpilmiş antik kalıntılar, şehirler, anıtlar, Saraylar kervansaraylar, bu dinlerin en görkemli kutsal mekanları olan mabetler zengin kültür mirasımızı oluşturmaktadır. Bu zenginliklerin farkında olan Türkiye son yıllarda bu mirası ayrımsız sahiplenmeye ve özenle geleceğe taşımaya çalışmaktadır. Bu yeni bakış açısı Türkiye’nin engin tarihine dünyanın ilgisini de yoğunlaştırmaktadır.

 

Turizm gelişmenin önemli bir faktörüdür. Turizm faaliyetleri gelişince yeni çalışma alanlarının da oluşmasını sağlamaktadır. Turistler önceleri sadece deniz, kum, güneş için ülkemize gelirlerken zamanla kış turizmi, kültürel turizm, inanç turizm ve kongre turizmi gibi amaçlarla ülkemize gelmeye başlamışlardır. Bu da ülkemizin turizm gelirlerinin her yıl artmasını sağlamaktadır.

Turizme yapılan yatırımların ülkeye girdi olarak dönmesi bu sektöre olan ilgiyi de artırmaktadır. Ayrıca turizm sayesinde ülkeler kendi kültürlerini de dünyaya daha iyi tanıtırken farklı kültürlerdeki insanları birbirine yaklaştırarak, topluma farklı bir bakış açısı kazandırmaktadır.

 

Hıristiyanlığın ilk yıllarında piskoposluk merkezi olan Derbe İncil’de kutsal kabul edilen yerlerden birisidir. Derbe Anadolu’da Hıristiyanlığın yayılmasında önemli bir merkez olmuştur. Derbe’nin Hz. İsa’nın havarilerinden Pavlos ve Barnabas tarafından üç kez ziyaret edildiği rivayetlerde geçmektedir.

 

Bugün burada Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından gönderilen ilk ödenekle Derbe Höyüğü kazısına başlıyoruz. İnanç turizmi açısından ülkemize ve ilimize büyük katma değer kazandıracağını düşündüğümüz bu kazı Selçuk Üniversitesi tarafından gerçekleştirilecektir. Kazının neticesinde zengin kültürel mirasın ortaya çıkacağını ümit ediyoruz. Çıkan eserleri gelecek kuşaklara aktarmak hepimizin önemli bir görevidir. Ben kazıya başlanması için şimdiye kadar gerekli destek ve yardımlarını esirgemeyen öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığı ve diğer kurum yetkililerine, kazının gerçekleşmesini sağlayacak akademisyenler ve ekibine çok teşekkür ediyorum. Kazının ilimize, ülkemize ve dünya mirasına hayırlı olmasını diliyorum.” dedi.

haberler.com, 12.07.2013

98 YIL SONRA İLK CUMA NAMAZI KILINDI

 

Van Kalesi'nin güney bölümündeki eski Van şehrinde bulunan ve Birinci Dünya Savaşı sırasında yıkılan Horhor Camisi'nin restorasyonu tamamlandı.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan çalışmayla aslına uygun olarak restore edilen Horhor Camisi, 98 yıl aradan sonra ilk kez ibadete açıldı. Caminin açılışını yapan Vali Münir Karaloğlu, Türkiye'de eğitim gören Kenyalı Muhammed El-Emin'in okuduğu dualar eşliğinde, kurum müdürleri ve vatandaşlarla cuma namazı kıldı. Namazın ardından gazetecilere açıklamada bulunan Karaloğlu, Birinci Dünya Savaşı döneminde Rus ve Ermeni birlikleri tarafından işgalde yakılıp yıkılan Horhor Camisi'nin, 98 yıl sonra Vakıflar Genel Müdürlügü tarafından aslına uygun olarak restore edildiğini belirtti. Camide bugün ilk cuma, akşam da ilk teravih namazı kılınacağını vurgulayan Karaloğlu, şöyle konuştu: "Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Ulu, Kızıl Minareli ve Abbas Ağa camilerinin ihaleleri yapıldı. Yakın bir zamanda bu üç camimizin de restorasyonu başlayacak. Yine bildiğiniz gibi eski Van şehrinde İstanbul Üniversitesi'nin kazı çalışmaları devam ediyor. Hep söylediğimiz gibi bütün amacımız eski Van şehrini yine 24 saat yaşanılır bir mekana dönüştürmek. Eski Van şehri, 1915'te olduğu gibi insanların yaşamını sürdürdüğü bir mekan olacak." Karaloğlu, depremde hasar gören Hüsrev Paşa ve Kaya Çelebi camilerinin de onarımının devam ettiğini anımsattı.

Milliyet, 12.07.2013

KANUNİ'NİN MİRASI RESTORE EDİLİYOR

 

 

'ın Rodos Seferi sırasında Beldesi'ne yaptırdığı 500 yıllık Mimar Sinan Camii'nin restorasyonunda mutlu sona yaklaşıldığı öğrenildi.

Konu hakkında bilgi veren Bozüyük Belediye Başkanı Yaşar Gencel; '1996 yılında tescillenen ve Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos Seferi sırasında yaptırdığı tahmin edilen 500 yıllık Mimar Sinan Camii'nin restorasyonu için gerekli çalışmalar yürütülüyor. Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan gerekli onay alındı.

Şimdi ise sıra restorasyon projesinin Valilik onayına sunulmasına geldi. Proje Muğla Valiliği'nin ardından Bakanlığa gönderilecek. Çalışmaların kısa süre içinde başlamasını umut ediyoruz' dedi.

Bilindiği üzere, Muğla Kültür Turizm İl Müdürü Kamil Özer 2011 yılı başlarında yaptığı açıklamalarda söz konusu caminin aslına uygun olarak restore edileceğini belirtmiş ve; 'Bu çok değerli kültür mirasına sahip çıkan Bozüyük Belediye Başkanı Yaşar Gencel ve Bozüyük halkına öncelikle çok teşekkür ediyorum. Bakanlık, Muğla Valiliği, müdürlüğümüz ve belediye olarak bu tarihi camiyi en kısa sürede restore edeceğiz. Caminin onarımı için en büyük engel olan mülkiyet sorununu belediye takas yoluyla çözdü.


Artık önümüzde engel kalmadı. Para sıkıntımız da yok, belki de bu cami en hızlı restore edilen eser olacak' ifadelerini kullanmıştı. Ancak, geride kalan süreçte restorasyon çalışmaları bir türlü başlatılamamıştı.Ayrıca, 500 yıllık tarihi cami yapılan kaçak kazı iddialarıyla da sık sık gündeme gelirken, yapılan kaçak kazıların nedeni olarak caminin geç tescillemiş olması gösterilmişti.

Sabah, 12.07.2013

İZMİR ANTİK AGORA'DA DUVAR YAZISI KOLEKSİYONU BULUNDU

 

 

İzmir'in tarihi Agorası'nda, Yunanca duvar yazısı (grafito) koleksiyonu bulundu. Belediye, Agora ve çevresini arkeoloji ve tarih parkı olarak düzenlemeye hazırlanırken bölgede Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından devam ettirilen çalışmalarda elde edilen arkeolojik bulgular, sadece İzmir değil, yakın coğrafya için de büyük önem taşıyor. Bölgedeki kazı çalışmalarında, son olarak tarihi Roma hamamı, mozaikli yapı ve kent meclisinin yanısıra kent merkezinden Agora'ya girişi sağlayan bazilika kuzeybatı kapı ile limandan girişi sağlayan Faustina caddesi ortaya çıkarılıyor. Kazı çalışmalarına ilave olarak mozaikli yapıda mozaik döşemenin konservasyonu ile bazilikada bulunan grafitoların restorasyon çalışmaları sürdürülüyor. Bazilikadaki restorasyon çalışmaları sırasında yeni duvar yazıları ortaya çıkarıldı. Hellenistik ve Roma dönemlerinde İzmir'in günlük yaşantısına ilişkin önemli ipuçları veren grafitoların, MS 2. ile 4. yüzyıllar arasında yapıldığı öngörülüyor. Uzmanlar, bunların dünyanın en zengin Yunanca duvar yazısı koleksiyonunu oluşturduğunu ifade ediyor. Duvarlar üzerinde, günlük yaşamın her alanını konu eden, sadece boyayla yapılmış yazı ve resimlerin dışında sıva üzerine kazınmış onlarca yazı ve resim de bulunuyor.

DUVAR YAZILARINDA BİLMECE BİLE VAR
Ticaret gemisi çizimlerinden gladyatörlere kadar farklı şekillerin olduğu grafitolar arasında çeşitli itiraflar da yer alıyor. "Beni sevmeyen birini seviyorum" ve "Leontis adlı birisi eşini aldatanı buldu ve öldürdü", bu itiraflardan bazıları. Antik dönemde Agora'daki sulardan şifa bulanların yazdığı bir grafitoda, "Gözlerimi tanrılar iyileştirdi, bu nedenle tanrılara kandil adadım" yazıyor. Başka bir yazıda ise, "Ruh veren" kelimesi geçiyor. Bu yazının, erken dönem Hristiyanlık'ta Hz. İsa'yı işaret ettiği öngörülüyor. Ayrıca duvarlarda çeşitli oyunlar ve bilmeceler de bulunuyor. Yukarıdan aşağıya ve soldan sağa okunduğunda aynı olan kelimelerle hazırlanmış beş satırlı bilmecelere ek olarak, cevabı içinde olan bilmeceler de Agora'nın duvarlarını süsleyerek gizemini koruyor.

Habertürk, 12.07.2013

PARION ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

 

Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü'nde, Roma İmparatoru Augustus'un 'ayrıcalıklı kent' olarak ilan ettiği Parion'da 10. sezon arkeolojik kazıları başladı.

10. sezon arkeolojik kazı çalışmaları, Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü'nde 1 Temmuz itibarıyla başladı. Roma İmparatoru Augustus'un 'ayrıcalıklı kent' olarak ilan ettiği Parion'daki kazı çalışmalarının 20 Eylül 2013'te bitmesi planlanıyor.

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Atatürk Üniversitesi adına Profesör Cevat Başaran başkanlığında yürütülen kazılarda 70 işçinin yanı sıra 20 kişilik teknik ekip de görev yapıyor. Niğde Müzesi'nden Hakan Erdoğan'ın Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi olarak katılacağı bu yılki çalışmalarda antik kentin Nekropol, Tiyatro, Roma Hamamı, Odeon, Yamaç Yapısı alanlarında yürütülecek arkeolojik kazı çalışmalarının yanında, kazısı geçen yıl tamamlanan 'Sevgililer Şapeli'nde röleve, restitüsyon ve restorasyon proje çalışmaları yapılacak.

MÖ 8 yüzyıl sonlarında kurulan Parion antik kenti, özellikle Roma dönemi içerisinde önemli gelişmelere sahne oldu ve en parlak dönemini yaşadı. Bu dönemde Roma imparatorları tarafından ayrıcalıklı kent olarak ilan edilen Parion çeşitli mimari yapılarla donatıldı. Geçen yılki kazılar sırasında ele geçen Artemis Heykeli ve Kentauros/Triton gibi buluntularıyla uzun süre gündemde kalan Parion kazı çalışmalarında bu yıl da ilginç ve önemli buluntuların ortaya çıkarılması bekleniyor.

Kazıların bu yıl bakanlığın ayırdığı 110 bin TL'lik ödeneğin yanı sıra çalışmalara sponsor olan İçdaş AŞ'nin iş makinesi ve iş gücü desteğiyle yürütülmesi planlanıyor.

haberler.com, 11.07.2013

ORTA CAMİ RESTORASYONA ALINDI

 

Tekirdağ'da 1855 yılında yapılan Orta Cami'de restorasyon çalışması başlatıldı. En son 1912 yılında tamirat gören cami 450 gün sonra yeniden ibatede açılacak.

 

Tekirdağ Orta Cami Mahallesi'nde, Hükümet Caddesi üzerinde bulunan Kürkçü Sinan Bey tarafından 1855 yılında yaptırılan Orta Cami, restorasyona alındı. İhaleyi alan firma tarafından camide restorasyon çalışmasına başlanıldı. 450 günde tamamlanması planlanan caminin ihaleyi alan firma tarafından erken zamanda bitirilmesinin planlandığı kaydedildi. Osmanlı'nın son dönem mimarisini taşıyan camide taş ve ahşap işçiliği uygulanmış.

 

Caminin restorasyonunun tamamlanmasının ardından ibadete açılacağı öğrenildi.

Tekirdağ Kent Haber, 10.07.2013

PERRE ANTİK KENTTE YAYA YOLLARI YAPILIYOR

 



 

Kommagene Uygarlığı'nın 5. büyük kentinden ayakta kalan tek kent olan Adıyaman’a 5km. uzaklıktaki , çevre düzenlemesi ile ilgili çalışmalar son hızıyla sürüyor.

Çevre düzenlemesi kapsamında hafriyat yapılan bölgelerde yaya yürüyüş yolları yapılmaya başladı. Tren raylarına döşenen kalaslar ile yapılan yürüyüş yollarının uzunluğu yaklaşık 4 kilometre olacak. Yürüyüş yolları için yaklaşık 600 ton kalas kullanılması bekleniliyor. Döşenen kalasların içerisindeki boşluk, daha sonra belirlenecek dolgu maddesiyle doldurulacak.

 




Kültür ve Turizm Bakanlığı finanse edilen proje kapsamında müteahhit firma çalışmalarını sürdürüyor. Proje kapsamında antik kent çevresine tel örgü, elektrik şebekesi, kamera sistemi, aydınlatma, park alanı, yürüyüş yolu, kral mezarına çatı ve yol ile kafeterya yapılacak.


2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü yetkilileri tarafından yapılan incelemenin ardından hazırlanan 'Çevre Düzeni' planı uygulamaya konulmuştu.

Sabah, 09.07.2013



7 - 13 Temmuz 2013

HALİD BİN VELİD'İN TÜRBESİ BOMBA

 

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a bağlı ordunun, muhaliflerin yoğun yaşadığı Humus'a yönelik bombardımanı devam ediyor. Ağır kuşatma altındaki Humus'un Halidiye bölgesindeki çatışmalarda, 13'üncü yüzyıldan kalma Halid bin Velid Camisi ağır hasar gördü. Muhaliflerin yayınladığı bir videoda caminin kullanılamaz hale geldiği ve Hz. Muhammed döneminde yaşayan ünlü İslam komutanı Velid'in türbesinin tahrip edildiği görüldü. Suriye Yerel Koordinasyon Komitesi, Humus ve Kusur'da Özgür Suriye Ordusu ile Hizbullah milisleri arasında sokak çatışmalarının devam ettiğini, Esad'a ait savaş uçaklarının ise Telbise ve Rasten ilçelerini bombaladığını bildirdi. Suriye'de iki yıldır süren iç savaşta başta Halep'teki Emevi Camisi olmak üzere birçok tarihi eser ve türbe ağır hasar gördü.

Sabah, 11.07.2013

"ALACÖYÜK KAZILARI ÇORUM'UN TARİHSEL ÖNEMİNİ ORTAYA KOYUYOR"

 

Alacahöyük kazıları ot engeline takıldı. Kazı Başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, 2 metreyi aşan otların kazıları engellediğini, İl Özel İdaresi tarafından temin edilen mazotu da kullanarak otların ayıklanması için çalışmalara başladıklarını söyledi. Alacahöyük’te geçen yılki kazılardan elde edilen bulgularla yerleşim tarihinin 7500 yıldan da geriye gittiğinin belirlendiğini anlatan Prof. Çınaroğlu, bu yılki kazılarda yeni izleri takip edeceklerini ifade etti.

 

Hititlerin akıllı olduklarını bıraktıkları uygarlıktan anlayabildiklerini belirten Prof. Çınaroğlu, sürekli bir yerleşim merkezi olduğu artık kanıtlanan Çorum topraklarının neden Hititlerin başkenti olduğunun da daha iyi anlaşıldığını ifade etti.

 

Çorum’un sadece Hititlerin merkezi olmadığını, ilk insandan bu yana tercih edilen bir bölge olduğunu belirten Prof. Çınaroğlu, “Her geçen yıl kazılarla tarihi biraz daha geriye doğru götürüyoruz. Her yıl ayrı bir heyecanla kazılara başlıyoruz” şeklinde konuştu.

 

Türkiye'nin ilk ulusal kazısı konumunda olan, Hitit Medeniyeti'nin önemli merkezlerinden Alacahöyük'teki kazı çalışmaları, boyu 2 metreye ulaşan yabani otlar nedeniyle geç başlayacak. Kazı Başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, “Ören yerinde otlardan bir orman oluşmuş. 52 yıllık meslek hayatımda böyle ot görmedim” diye konuştu.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, ilk kazı çalışmaları 1907 yılında başlatılan ve sadece 15 gün süren Alacahöyük'teki kazıların, 1935'te Atatürk'ün emriyle yeniden başlatıldığını hatırlattı.

 

Bir asrı aşkın süredir devam eden kazı çalışmalarının bu yıl da sürdürüleceğini belirten Prof.Dr. Çınaroğlu, örenyerindeki yabani otların büyümesinin kazı çalışmaları öncesinde ot temizliğinin mecburiyetini ortaya koyduğunu vurguladı. Boyu 2 metreye ulaşan yabani otlar çıktığını ifade eden Çınaroğlu, "Kazılara başlamak üzere 5 gün önce Alacahöyük'e geldik. Otlardan oluşan bir ormanla karşılaştık. Otların boyu bir insanın boyundan daha uzun. Bu yıl yağış da çok azdı ancak buna rağmen tabiat bir fışkırmış" dedi.

 

Ören yerindeki otları temizlemenin insan gücüyle mümkün olmadığını ifade eden Çınaroğlu, şöyle konuştu: “Otları temizleme hususunda zorunluluğumuz var. Çünkü Çorum'da sürdürülen diğer kazı alanlarındaki çalışmalar, ziyarete açık örenyerleri değil. Alacahöyük ise 1935'ten bu yana bir açık hava müzesi haline gelmiş ve her geçen yıl da ziyaretçi sayısı artıyor. Geçen yıl yaklaşık 30 bin ziyaretçimiz vardı. Bu ziyaretçiye bir şey sunmamız lazım, Örenyerini rahat gezdirmemiz lazım. En azından görselliği sağlamamız lazım. Bu nedenle bu ot ormanını ortadan kaldırmak zorundayız. Tahminim buradan 50-60 kamyonluk ot çıkacak."

 

Prof.Dr. Çınaroğlu, Alacahöyük'te hiçbir dönemde bu kadar ot fazlalığı olmadığını dile getirerek, şunları kaydetti:

"Alacahöyük ziyarete açık olduğu için burayı temiz tutmamız, çevre düzenini yapmamız lazım. Bu bizim boynumuzun borcu. Hem mesleki açıdan hem de etik açıdan yükümlülüğü yerine getirme zorunluluğumuz var. Bunu yaparken de kazılar için gönderilen ödeneğin önemli bölümünü çevre düzenine harcamak zorunda kalıyoruz. Bu da bizim bilimsel çalışmalarımızı biraz daha az yapmamıza neden oluyor. Buna rağmen memnuniyetle yapıyoruz, yapacağız da.”

Çorum Haber, 11.07.2013

TAKSİM'DE ÖĞRETİM GÖREVLİSİNE "KANLI" GÖZALTI


Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi, Yardımcı Doçent Doktor Osman Erden bu akşam İstiklal Caddesi'nde yaka paça gözaltına alındı. Yrd. Doç. Dr. Erden'in özellikle ağız kısmının kan içinde olduğu dikkat çekti.

Gezi Parkı protestoları kapsamında gözaltına alınan kişilere uygulanan kötü muameleyi, tutuklamaları ve TMMOB'un yetkilerini tırpanlayan yasayı protesto etmek için Taksim Dayanışması'nın çağrısıyla toplanmak isteyen gruplara çevik kuvvet polislerinin müdahaleleri sürerken gözaltılar da başladı.

Gözatına alınanlar arasında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi, Yrd. Doç. Dr. Osman Erden de bulunuyor. Akşam saatlerinde İstiklal Caddesi'nde yaka paça gözaltına alınan Erden'in özellikle ağız kısmının kan içinde olduğu dikkat çekti. Erden, Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA)'nın Türkiye Başkanlığı görevini de yürütüyor.

Radikal, 13.07.2013

ORHAN GAZİ CAMİİ'NİN RESTORASYONU SÜRÜYOR

 

 

Bizans döneminde 5. ve 6. yüzyılda kilise olarak yapıldığı tahmin edilen cami, Ereğli'nin Orhan Gazi tarafından fethedilmesinin ardından camiye dönüştürülmüştü. Orhanlar Mahallesi Orta Sokak'ta yer alan cami de ahşap çatının bazı bölümlerinde çökmeler meydana gelmişti. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale edilen 20 Mayıs 2013 tarihinde sözleşme yapılarak restarosyona alınan cami 31 Aralık 2013 tarihinde teslim edilecek.


 

Yüklenici firma yetkilisi Davut Özdemir restarasyon işleri hakkında şu bilgileri verdi: Proje revizyonu gerçekleşti. Yeni projeye göre çalışmalar sürecek. 15 günlük bir rolanti süremiz oldu. O da proje revizyonu ile ilgiliydi. Kurul kararına göre bazı bölümlerin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Yeni revize projeye göre uygulamaya başladık. Ağırlıklı olarak çatıdan başlayarak çalışmalarımıza hızlı bir şekilde devam ediyoruz. Kilise olduğu dönemde görünümünü alması mümkün değil, eklentiler var. Bu eklentilerin yakın sürede olanlar kaldırıyor ama 50’li yıllardan gelen eklentiler var. O eklentilerin korunması kararı kuruldan çıktı. İlk görünümü sağlayacağımız bazı bölümler var.” dedi.

Değişim Medya, 11.07.2013

PARİS'TE 373 YILLIK KONAKTA YANGIN ÇIKTI

 

Fransız mimarisinin ustalarından Louis Le Vau'nun başkent Paris'te 17. yüzyılda inşa ettiği Lambert Konağı'nda çıkan yangın güçlükle kontrol altına alınabildi.

Konakta, dönemin ünlü ressamı Charles Le Brun'ün tablo ve tavan freskleri de bulunuyordu.

Yangın tarihi konağın dış cephesinde önemli bir hasara yol açmazken, asıl büyük hasarın iç süslemelerde olmasından korkuluyor.

Mimar Le Vau'nun adı, Versay Şatosu'nun baş mimarları arasında da geçiyor. Seine Nehri'nin ortasındaki Saint Louis adasındaki konak, inşa edildiği 1640'tan bu güne birçok kez el değiştirdi. Paha biçilmez konak, en son Katar Emiri'nin kardeşi tarafından satın alınmıştı.

Sabah, 11.07.2013

MURADİYE KÜLLİYESİ'NE 'MUHTEŞEM' RESTORASYON

 

 

Sultan 2.Murad Han, ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisindeki Şehzade Mustafa ve annesi Mahi Devran’ın da kabrinin bulunduğu Muradiye Külliyesi’nde restorasyon çalışmaları sürüyor. Restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyen Bursa Valisi Şahabettin Harput, ’Özellikle ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisinde insanların takdirle ve hayranlıkla izlediği Şehzade Mustafa ve onun annesi Mahi Devran’ın kabri burada. Kabirlerinde daha bir huzurlu daha bir müsterihler’ dedi.

 

Vali Şahabettin Harput, Muradiye Külliyesi’ndeki restorasyon çalışmalarını yerinde inceledi. Osmanlı’nın en büyük padişahlarından II. Murat’ın adıyla anılan Muradiye Külliyesinde çalışmaların sürdüğünü belirten Vali Harput, bu külliyenin yeryüzünün üç büyük külliyesinden birisi olabileceğini ifade etti. Bursa’nın böyle bir külliyeye ev sahipliği yaptığı için gerçekten şanslı olduğuna işaret eden Harput, "Uzun bir süredir el atılmayı bekleyen bu muhteşem külliye 2 yıldan beri belki 3 yıldan 4 yıldan beri proje çalışmaları, plan çalışmaları derken nihayet hepimizin gururla tespit ettiğimiz iftihar ettiğimiz bir restorasyon çalışmasına girmiş vaziyette. Tarih yeniden ayağa kalkıyor. II. Murat, Fatihin babası bu külliyede ll. Murat ile beraber Fatih’in annesi Hümma Hatun yine Cem Sultan yine herkesin çok yakından bildiği ve tanıdığı özellikle ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisinde insanların takdirle ve hayranlıkla izlediği lll. Mustafa, onun annesi Mahi Devran ve daha birçok bizim büyüğümüz burada. Kabirlerinde daha bir huzurlu daha bir müsterihler” dedi.

 

“ECDADIMIZIN ESERLERİNE SAHİP ÇIKIYORUZ”
Osmanlı’dan kalan tarihi mirasa sahip çıkmak için ellerinden geleni yapacaklarını söyleyen Vali Harput, “Çünkü onlara sahip çıkılmanın güzel bir örneğini yaşıyorlar ve onlar kabirlerinde müsterihler. Onların miras bıraktıkları bu vatanın evlatları onlara sahip çıkıyor ve onları kendi yaşam ve şereflerine layık bir şekilde bütün dünyaya örnek bir şekilde gelip, ‘işte böyle olmalıdır’ diyecekleri hale getiriyor. Ülkemizin, ilimizin gururu olan muhteşem büyükleri en iyi şekilde onlara layık bir şekilde sahip çıkmak, onları korumak, onları yaşatmak, onlarla yaşamak bizim hep öncelikli idealimiz olmalı. Bu işi ticari bir anlayış değil tamamıyla bir gönül hizmeti olarak gören değerli arkadaşlarımıza başta müteahhit firma arkadaşıma, başkanımıza, burada görev yapan bütün ekibe gerçekten bu ilin valisi olarak ve bu milletin evladı olarak teşekkür ediyorum” diye konuştu.

 

“BU RESTORASYON BENİM ÖZLEMİMDİ” 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan II. Murat Külliyesi’nin restorasyonla daha ihtişamlı bir görüntüye kavuşacağını dile getiren Harput, şöyle devam etti: 

“Yıllardır burası benim için bir özlemdi bir yaraydı. 5,5 yıldır Bursa valiliğinde bu mahallede oturuyorum. Buraya hep bir el atalım burayı ayağa kaldıralım dedik, Allah bunu nasip etti. 4 yıldır yapılan çalışmanın sonunda çok güzel mesafeler kat ettik. İnşallah arkadaşlarımızın "iğneyle kuyu kazar" gibi "dantel işler" gibi muhteşem sanat eserlerini bir bir ardınca ortaya çıkaracak. Bunun ayağa kalkması bizim ecdadımıza olan saygımızı da bir kat daha pekiştiriyor. Çok yakın bir gelecekte inşallah inşaatların bitmesini bekliyor, hedefliyoruz. İnşallah gelecek günlerde daha güzel bir Muradiye Külliyesinde hep beraber bütün Türkiye’nin gurur duyacağı bir külliye de buluşmayı diliyorum.”

Bursa Olay, 11.07.2013

ERMENİ MEZARLIĞINA OCAKBAŞI

 

 

Tekirdağ Malkara’da ‘Meşatlık’ adı verilen tarihi Ermeni mezarlığı tamamen yok edildi. Yıllar önce yağlı güreşler için çim saha yapılan mezarlıkta en son Malkara Belediyesi tarafından ‘ocakbaşı’ olarak kullanılacak bir bina yapıldı. Belediye bir yıl süreyle işletmeye kiraladığı tesis için ‘içki ruhsatı’ vermeyeceğini söyledi. Ancak ihaleye girip işletme hakkını alan AKP Malkara Yönetim Kurulu Üyesi Demir Ali Pala, “Ben yıllardır içkili yer işletiyorum, burası da içkili bir ocakbaşı olacak. Ruhsat olmazsa insanlar kendi içkilerini getirir” dedi.


Malkara’da Ermeni mezarlığının ilk tarihi hakkında kesin bilgi yok. Malkara merkeze 1.5 kilometre uzaklıkta olan mezarlık, Tapu Kütüğü’ne göre 1 Eylül 1976’da ‘metruk mezarlık ve yol fazlası arsa’ olarak kayıtlara geçirildi. Yıllar içinde mezarlığın taşları söküldü. Belediye yetkililerinin verdiği bilgiye göre 28 yıl önce mezarlığın bulunduğu alanda yağlı güreşler düzenlenmesi amacıyla çim saha yapıldı. Yağlı güreş müsabakalarına katılan güreşçilerin giyinip duş aldığı tek katlı taş bina ise yıllar içinde içkili bir mekan olarak kullanılmaya başlandı. 

Binaya tartışmalı izin 
Malkara Belediyesi, 2010’da aldığı meclis kararıyla, 7 bin 716 metrekarelik arazinin daha iyi değerlendirilmesi için belediye hizmet ve sosyal tesis alanı olarak kullanılmasını uygun gördü. Tekirdağ Müze Müdürlüğü de projede bir sakınca olmadığını ancak herhangi bir tarihi eser bulunduğunda haber verilmesi gerektiğini belirtti.


Mezarlıkta yeni bir bina yapılması için meclisten ret kararı çıksa da ek bina, encümen kararıyla onaylandı. Ek bina ve çevre düzenlemesi belediye tarafından yapıldı. Tesisin işletilmesi için de ihale açıldı. İhaleyi, mevcut binayı işleten AKP Malkara İlçe Yönetim Kurulu Üyesi Demir Ali Pala’nın kardeşi Gökhan Pala aldı. Belediye yetkililerinin verdiği bilgiye göre, yeni yapılan bina lokanta olarak kullanılacak. Eskiden de mesire alanı olan arazi piknik alanı gibi hizmet verecek. Edirne Koruma Kurulu da bölgeyi gezdi. Ancak herhangi bir eser bulamadı.


Mekanı işletecek Demir Ali Pala ise 30 yıldır içki içkili lokanta olarak hizmet verdiklerini ve içkili bir ocakbaşı açmak istediğini belirterek şunları söyledi:
“Bizim etimiz meşhur. Kendin pişir kendin ye tarzı, ocakbaşı yapılacak. Burada mesire alanı da var. Burada benim bildiğim kadarıyla mezarlık yok. 300 yıl önce varmış mezarlık. Ruhsat olmazsa insanlar kendi içeceğini kendi getirir. Ona kimse karışamaz. Şu anda 5 kuruşum yok. Üç yıl önce siyasete girdim. Siyaset beni bitirdi. Para bulunca işletmeye açacağım.”


Ermeni mezarlığında çalışmalar tamamlanmış durumda. İnşaatın çevre düzenlemesi sırasında açığa çıkan kemikler ise getirilen toprakla örtüldü. Ancak yine de her yerde kemik parçaları var. İş makineleriyle dolgu yapılan toprak birkaç santim kazıldığında kemikler ortaya çıkıyor. Meşatlık Mevkii adı verilen mezarlık bölgesinde yaşayan ancak adını vermek istemeyen bir çiftçi, şunları söyledi: “Bir ay önce inşaatı başladı. 15 gün önce de şiddetli yağmur yağdı. Toprak yağmurla kayınca iskeletler ortaya çıktı. Tepkiler üzerine toprak getirip kapatıldı.”


Malkaralı çiftçi Adnan Yuvarlak “15 yıl öncesine kadar burada koca koca mezar taşları dururdu” derken, bir gazetecinin anlattıkları vahim:
“Müze yetkilisi gelip bu alanda ‘eser’ aramış. Bugün eser arayanlar bulamazlar tabii. Oradan çalınan mezar taşları altyapı çalışmalarında lağım kapağı” olarak kullanıldı. Geçen yaz yeni bir altyapı çalışması sırasında Ermenilerin mezar taşları kanalizasyondan çıktı.” 

 

Son insanı biliyorduk 

Malkara Belediyesi Meclis Üyesi CHP ’li Ali İhsan Uslu, geçen yılki meclis toplantısında Ermeni mezarlığına yapılacak bina için tartışma yaşandığını, ret oyu kullandıklarını, hatta AKP ’li bir üye de karşı çıktığı için meclisten olumlu karar alamadıklarını belirtti. Malkara’nın eski DSP’li Belediye Başkanı Ali Atılgan, kendi döneminde mevcut yağlı güreş sahasını spor okulu olarak kullanmak için girişimde bulunduğunu ancak bir sonraki seçimi kaybettiği için bunu yapamadığını söyledi. Atılgan, mezarlığa yapılması planlanan ocakbaşı için de “Oraya gömülen son insanı bana söylemişlerdi. Şimdi hatırlamıyorum ancak biliyorduk adını. Saygılı olunması gerekir. Ben olsam kesinlikle böyle bir şeye izin vermezdim” dedi. CHP ilçe teşkilatı başkanı Ulaş Yurdakul ise yeni dönem için başkan adayı olacağını belirterek, başkan seçildiği durumda oranın anısını yaşatmak için girişimlerde bulunacağını söyledi.


Mazlum-Der de bölgeye bir heyetle giderek incelemelerde bulundu. Mazlum-Der, hazırladığı raporda, alanda kemik parçaları bulduklarını, mezarlıktan çıkan kemiklerin iş makineleriyle düzensiz bir şekilde sürüklendiğini ve kemiklerden örnekler aldıklarını belirtti.

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 11.07.2013

YENİ CAMİ HÜNKAR KASRI
KAPILARINI AÇIYOR

 

17. yüzyıl İznik çinileriyle Osmanlı ihtişamının izlerini taşıyan Eminönü'ndeki 350 yıllık Yeni Cami Hünkar Kasrı, restorasyonunu gerçekleştiren İstanbul Ticaret Odası'nın düzenleyeceği etkinliklerle Ramazan ayında yerli ve yabancı ziyaretçileri ağırlayacak.

Bugün başlayacak etkinlikler kapsamında "Klasik Sanatlar ile Ramazan'a Hoş Geldin" adlı sergi hat, tezhip ve ebru severleri ünlü hocalarla tarihi ve görkemli ortamında buluşturacak.

Sabah, 11.07.2013

BERGAMA ZİYARETÇİLERİNE ÜÇ BOYUTLU GEZİNME İMKANI

 

 

Bergama'nın dört antik alanı olan Zeus Sunağı, Athena Tapınağı, Kızıl Avlu ve Asklepion'u ziyaret edenlere, tablet bilgisayarlar ve akıllı telefonlar üzerinden 3 boyutlu gezinme imkanı sunan "Tarih 3 Boyutlu Canlanıyor Projesi" hayata geçirildi.

 

Bergama Belediyesi ve Bilkom işbirliği ile dünyada ilk kez Bergama Akropolis'te uygulanan projeye, Dokuz Eylül, Gediz, Yaşar Üniversiteleri mimarlık fakülteleri öğrencileri çalışmaları ile hayat verdi.

Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, Bergama Ticaret Odası Tonozlu Salonu'ndaki proje toplantısında yaptığı konuşmada, Bergama'nın sadece Türkiye için değil tüm dünya için özel ve önemli bir kent, tüm insanlığın ortak mirası olduğunu söyledi.

Gönenç, proje ile birlikte 2 bin yıl önceki kentin büyüsü ve ihtişamının da bugünkü insanlara aktarılması için yeni bir olanak elde edildiğini belirterek, şunları kaydetti:

"Bu proje ile bir anlamda zamanda bir sıçrayış yapmış oluyoruz. Bergama, UNESCO Dünya Mirası Listesi adayı kentlerden biri. 2 bin yıl önceki insan zekasının, yaratıcılığının olağan dışı kentini, 2 bin yıl sonraki insanların ve bilimin geldiği noktada geliştirmiş olduğu yazılımlarla günümüz insanı ile buluşturuyoruz. Bu projede emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum."

"Telefonunuza, tabletinize bir bakın"

Bilkom Genel Müdürü Cömert Varlık da teknolojiye inananların, tarihi değerleri yaşatmak isteyenlerle buluştuğu önemli bir günün yaşandığını belirterek, "Bugün yapılmamış, denenmemiş bir fikri buradaki 12 öğrenci arakadaşımız ile gerçekleştirmenin gururunu yaşıyoruz. Bergama kenti ile başlayan serüvenin, tarihi zenginliklere sahip olan ülkemizin kültür turizmine büyük katkı sağlayacağına inanıyorum. Öğrenci arakadaşlarımız teknolojiyi kullanarak dünyaya örnek teşkil eden bir çalışmaya imza attılar. Bergama'da alanları gezerken artık şunu söyleyebileceğiz, telefonunuza, tabletinize bir bakın burası eskiden nasılmış göreceksiniz" diye konuştu.

Toplantının ardından projede emeği geçen öğrencilere teşekkür belgesi verildi.

"Tarih 3 Boyutlu Canlanıyor Projesi"
Projeyle Bergama'nın sahip olduğu üç farklı ören yerinden toplam dört farklı alanın antik çağlardaki görüntüsü, arkeolojik bulguların sağladığı veriler ve verilerin yeterli olmadığı durumlarda da projenin içinde yer alan öğrencilerin bilgi ve becerileri çerçevesinde yaptıkları tercihleri ile 3 boyutlu olarak şekillendirildi.

Tablet bilgisayarlar ve akıllı telefonlar üzerinden sağlanan 3 boyutlu gezinme uygulaması, Bergama'nın 4 antik alanı olan Zeus Sunağı, Athena Tapınağı, Kızıl Avlu ve Asklepion alanlarını ziyaret edenlere, alanda yapıların orijinal halini 360 derece sanal olarak görebilme imkanı sunuyor.

Proje sayesinde Bergama'nın antik alanlarını ziyaret edenler, akıllı telefonları ve tabletlerine ören yerlerinin kapısında veya ziyaretleri öncesi evlerinde internetten yükledikleri uygulama ile ören yerlerinin antik çağda nasıl olduklarını yerinde gözlemleyebilecekler.

Hürriyet, 10.07.2013

TMMOB YASASI: "İNTİKAM YASASI"

 

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi TMMOB yasasını değerlendirdi. Oda yöneticileri, Yasayı Gezi parkı direnişi sebebiyle 'intikam yasası' olarak niteledi.

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan Taksim Dayanışması temsilcileri arasında yer alan Mimarlar Odası sözcülerinin gözaltına alınma sürecini hatırlatarak. "AKP'nin TMMOB Yasası'nı çıkartması Gezi parkı direnişinin rövanşıdır. AKP'nin bu yasayı çıkarmasının altında çok fazla neden de sayabiliriz. Kamuya açtığımız davalar ve kazanımlarımız çok önemliydi. Yaptıkları, Dava açmamızı engelleme çabasıdır. Gelirlerimizi keserek dava açmamızın önünü kesmek istiyorlar. Mimarlar Odası bir tane dava açmıyor şu an yüz yirminin üzerinde davamız var. Son 25 bin liraya varan bilirkişi ücretlerini de hesaba kattığımızda Mimarlar Odası'nın bunun altından kalkması kolay değil. Bu yasa ile meslektaşlarımızın Oda'ya gelmesinin önü kesiliyor. Yasa artık Oda mesleki denetim yapamaz diyor. Mimarlar buna teslim olmayacaktır. Buradaki süreç sadece proje onay süreci değildir. Mimarlar da biliyor ki Oda bir kent mücadelesi yürütüyor. Mimarlar Odası kamusal sorumluluğunun arkasında duruyor ve kent mücadelesini hem mesleki haklar hem kent açısından yerine getiriyor." Dedi.

 

Mimarlar Odası Ankara Şube Sekreter Üyesi Tezcan Karakuş Candan ise yasanın Gezi Parkı direnişine karşı "bir intikam yasası" olduğunu söyledi. Candan: " Gezi Parkı direnişini hazmedemeyen hükümetin, aktörlere yönelik bir intikam yasası sürpriz değil. Dün gece yarısı operasyonu ile çıkartılan bu yasa, sokaklardaki, parklardaki insanların demokrasi ve özgürlük çığlığını duymak istemeyen anlamak istemeyen hükümetin intikam yasasıdır. Biz bu direnişin aktörüyüz, yüreğimizdeki mücadele azmini, mesleğimizi halkın hizmetine sunma kararlılığımızı hiçbir yasa hiçbir baskı ve gözaltılar süreci değiştiremez. Gezi Parkı direnişinde Atatürk Orman Çiftliğinin talanına karşı mücadelede, cephelerin Osmanlı Selçuklu tarzında değiştirilmesine, mesleğimizin çalınmasına, parklarımızın meydanlarımızın bizden alınmasına karşı durduk durmaya devam edeceğiz" şeklinde konuştu.

 

"Sessiz kalacağız sanıyorlar"

Hükümetin Gezi olayları başlangıcında bir yönetmelik çıkararak aba altından zaten sopayı 1 Haziran tarihinde gösterdiğini belirten Candan: " Bu yasa TMMOB'ye bağlı tüm meslek odalarını hedef olan bir düzenleme. Mimarların telif hakları kaldırılıyor olmasının ne anlama geldiğini biliyoruz. Muhalif sesleri cezalandırmaya, susturmaya çalışıyorlar. Gelirlerimizi düşürerek bizim sesimizi kısacaklarını sanıyorlar lakin yanılıyorlar. Gzei süreciyle büyüyen dayanışma sürecini göremeyen bir hükümetin bunu anlaması zor. Artık denetimden yoksun bir yapı üretim süreci ile karşı karşıyayız. Ev alırken dikkat edin, lakin bizim denetimimiz artık yok, depremde yıkılır mı yıkılmaz mı bilemeyiz. Hükümet daha fazla rant için hiçbir şekilde denetim istemiyor. Ama bizim mücadele azmimiz ve yüreğimiz var. Dava açamaz meslek odaları, bilirkişi ücreti ödeyemez, kendilerini ifade edecek bildiri basamaz, kampanya yürütemez zannediyorlar. Hepsinde yanılıyorlar. Artık yeni bir başlangıç var, yeni bir yaşam tarzı başladı. Bugün sabah itibariyle bir üyemizin dayanışma bağışı adı altında hesabımıza para geçirmiş olduğunu öğrendik. Bu tam da bunun göstergesidir." Dedi.

 

Candan mimarlara seslenerek "hükümete yakın olan onu onaylayan mimarlar mühendislere de seslendi telif haklarının yok olması hepimiz ilgilendiriyor. Bizim mesleğimiz kamuya ve halka hizmet ediyor. Bir dolu mimar bugün hükümetin peşinden koşabilir. Onlarla iyi ilişkiler kurabilir, ihale süreçlerine ve yarışmalarına katılabilir. Ama onların peşinden gidenlerin de telif hakları kaldırılmıştır, bunun farkına varacaklar. Mücadele daha bitmedi yeni başlıyor. Bütün meslek alanlarını yok sayıp imar faşizmine giden bu süreçte sadece mühendis, mimarlar durmayacak herkes duracak. Tüm planlama süreçlerinde tüm yetkileri elinde tutan ve belediyeleri de aradan çıkaracak bir Çevre ve Şehircilik Bakanlığı faşizmi ile karşı karşıyayız. Güvenpark'tan, AOÇ'ye, Gezi Park'ından Haydarpaşa'ya kadar tek yetkili Çevre ve Şehircilik Bankalığı olacak ve ne için olacak rant için. Onurumuzla direnmek düşüyor bize . " ifadelerini kullandı.

 

"Bakanlık, kendi ayağına kurşun sıkıyor"

Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Hakkan ve Candan, yasanın getirdiklerini, mimarlar cephesinden özetledi. Hakkan: "Mimarların telif haklarını yok edecek. Melih Gökçek'in bina cephelerini proje müelliflerinin iznini almadan değiştirmesi de telif hakkının yok sayılmasına denk geliyor. Mesleki denetim üyelerimizle ilişkilerimizi düzenler ve şantiye şefliği gibi kontrol mekanizmasında görev yapacaksa bizden belge alır. Bu kamusal denetimdir. Beş taneden fazla belge alamaz ama şu an on şantiye için belge alıyor. Yasa sahte mimarların önünü de açacak. Yüzlerce sahte mimarla mücadele ediyoruz. Mimar olmayanlar, mühendis olmayanlar, bir taahhütnameyi belediyeye verip ruhsat alıyorlar ve o ruhsatla projelere imza atıyorlar, proje onaylatıyorlar. Kentlerimiz güvenli değil artık herkes mimar mühendis oldu. Odalar Bakanlık adına kamusal denetimi sürdürür. Bizler Kamu kurumu niteliğinde kurumlarız. Bunların hepsi Bakanlığın kendi ayağına kurşun sıkmasıdır. Sicil sistemini bile kontrol etmesi mümkün değil. Tüm Odalarda Sadece Mimarlar Odası değil, elektrik, inşaat, makine mühendisleri tüm odalarda ciddi sayıda üye potansiyeli var. Denetleyen de odalar. Sahte mimarları Bakanlı'ğa bildiriyoruz. Denetimi kaldırıyor ve kendi başları da derde girecek, bütün süreçleri kontrol etmeleri mümkün değil." dedi.

 

"Teknik denetim kaldırılıyor"

Meslektaşın ürününü denetleme görevini Odaların yaptığına değinen Candan: " Her mimar projesini çizdiğinde Mimarlar Odası'na getiriyor ve biz denetim yapıyoruz. Bu denetim şu anlama geliyor. Öncelikle bu projeyi çizen mimardır, sonra proje kamu yararına mıdır değil midir? Bununla ilgili büyük projelerde Çevresel Etki Değerlendirme raporları hazırlıyoruz. Planlama ilkelerine uygun mu değil mi denetliyoruz. Kentin trafiği açısından uygun mu? Atık sistemleri çevreye zarar veriyor mu? Planlama açısından uygun mu? Mimarlar Odası ne yapıyor. Rapor hazırlıyoruz, ilgili belediyeye sunuyoruz. Daha da ötesini yaparak mağdur olacak halka bunları anlatıyoruz. Kamuoyunu bilgilendiriyoruz ve dava açıyoruz. Bütün bunları ortadan yasa ile kaldırıyor. Bir ev alacaksanız, sağlam mı değil mi? Tasarım hatası var mı? Kimin yaptığını soramayacaksınız? Deprem sürecinde biliyorsunuz, tasarım kriterlerinden kaynaklı altta dükkan olan ve bizim disiplinimizde yumuşak kat dediğimiz bu yapılar yıkıldı. Kim bunların tasarımını kontrol edecek? Hükümet deprem olduğunda bunun derdine mi düşecek. Van'da Adapazarı'nda ne yapabildiğini gördük. Ara denetim sürecini ortadan kaldırarak, yeni bir afet sürecinin önünü açıyor. Gezi Park'ında da gördüğümüz, aslında denetim sürecini kaldıran ve kendisini kontrol edilemez bir sürece getirmesine halkın tepkisiydi.

 

Yapılan toplantıda AOÇ'deki Temapark çalışmalarına değinildi. Hakkan konuyla ilgili olarak: "İstanbul yolu cephesinde, 2 milyon 130 bin metrekarelik bir alanda, 29 Mart'ta Çevre Şehircilik Bakanlığı ile yürürlüğe giren koruma amaçlı plana müdahale ederek, dava açtık. Melih Gökçek'e tam da yakışan bir ismi var. Kingdom of the wild – Türkçesi ile vahşetin krallığı. Melih Gökçek'in Amerika'ya gidip, sonra da hazırlattığı bir katalog var elimizde. Kataloga göre, bu alandaki yapılacak olanlar, AOÇ kuruluş kanununa aykırı. Ticarethaneler ölçeğinde alanlar olacak. AOÇ artık ticari bir mekan ve meta haline dönüşüyor. Davayı yakından takip edeceğiz." Dedi.

Hakkan, AOÇ'de köy kurulmasına ilişkin bir projenin Belediye Meclisi'nin gündeminde olduğunu belirterek, bu akşam Belediye meclisinde görüşülecek olan AOÇ gündemi için orada olacaklarını ve izleyeceklerini kaydetti.

 

"Planları kaçırıyorlar"

Tema park planlarında bir ilk yaşandığını ve internet üzerinden ilan edildiğini ama planları göremediklerine dikkat çeken Candan, planları kaçırıyorlar yorumunu yaptı: " planlama sürecinde askıya çıkartılır belediyede planlar ve gidip izlersiniz internetten takip edersiniz. Ama yasa ile ilişkisine bakarsak bu örnek bir plan sürecidir. Plan askıya çıkartıldığı ilanı var ama ortada plan yok. Çevre ve Şehircilik il Müdürlüğü'nde askıya çıkartıldı. Müdürün odasında mı askıya çıkartıldı bilmiyoruz. Planları görmedik ve sadece görmüş arkadaşlarımızı incelemesi ve itirazı, anlatımları ile dava açacağız. Artık plan kaçırılıyor. Yasa ile birlikte, Tema parktaki gibi, planları muhtemelen artık göremeyeceğiz. Planların kaçırıldığı bir sürece gireceğiz. Halkın katılımı ve görüşü de alınmamıştır ve planlama ilkelerine de aykırıdır. Başbakanlık Hizmet Binası'nın yapıldığı AOÇ'deki tarihi çekirdek alan sit derecesi 1. dereceden üçe düşürülmüştü. 3. dereceden de hiçe doğru gidiyor. Şimdi de sit derecesinin kaldırılacağı duyumunu aldık. Süreci takip ediyoruz. "

 

Yargıdan emsal artışına fren

Söğütözü'nde yapılması planlanan Ankara Ticaret Odası Fuar ve Kongre Merkezi'nin emsali Büyükşehir Belediyesi meclisinin kararı ile yükseltilmişti. Mimarlar Odası Ankara Şubesi plan değişikliğini yargıya taşıdı. Mahkeme emsal artışına dur dedi. Mahkemenin hızlı sonuçlandığını belirten Candan, "Ankara Ticaret Odası binası için Belediye meclisindeki kararla emsal dörde çıkartılmıştı. 88 bin metrekarelik bir yapılaşma koşulları öngörülürken Yükseklik serbest olmasıyla birlikte, emsal 5,5 yapılaşmada 400 bin metrekareye kadar çıkıyordu. Bu planlamaya dava açmıştık. Mahkeme plan değişikliğine yürütmeyi durdurma değil doğrudan iptal kararı verdi." yorumunu yaptı.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 10.07.2013

 

******


'GEZİ' SİMGE OLUNCA 'ODA'LAR HEDEF OLDU

 

Mimar ve mühendisler için önceki günü ‘kara gün’ kabul etmek gerekiyor.

Karaköy’deki binaları dün ‘matem’ yeri gibiydi; bir yanda birçok meslektaşları gözaltına alınmıştı; bir de iktidardan mesleki anlamda ağır bir darbe yemişlerdi.


Başta Taksim Dayanışması bileşenlerine yönelik gözaltı ve tutuklamaların amacı neydi?


İktidarın anayasaya aykırılık içeren hukuksuz ve ranta dayalı imar planlara karşı durmaları mı?


Mimarlar mesleklerinin bilimsel ve etik değerlerini göz ardı mı edecekler?


“Hayır” dediler. Hukuk dışı uygulamalara, toplum yararına ve kamusal haklara sahip çıkmak için mücadeleye devam... Oda yöneticileri ve gözaltına alınan tüm arkadaşlarının serbest bırakılmasını istediler. Hele Mimarlar Odası’nın her şeyi sayılan Mücella Yapıcı’nın gözaltına alınmasına şaşırıyorlar. İstanbul’da bu kadar büyük davaları açan, takip eden ve planları iptal ettiren oda emekçisi bir mühendis... 80 metrekarelik evinde flaş disk, imar planları, harddisklere el koymuşlar; acaba içinden ‘rant’ dosyaları mı çıkacak veya odanın yargıya sunacağı belgeler mi? Yapıcı’nın evinde çıksa çıksa, ödenmemiş cep telefonu faturası çıkar. Keşke bu işleri bıraksaydı da, bir imar holdinginde danışman olsaydı... Dün akşam serbest bırakıldı.


Mimarlar Odası’nın koridorlarında neler konuşuluyor? Gezi eylemlerinden ‘sahte’ mimar-mühendislere (Bunlarla ilgili soruşturmayı kim kapattı?), oradan hükümetin ve belediyenin kararlarıyla çıkan yatırımlarla ilgili proje öyküleri!...


İstanbul’daki tutuklamalar ve Meclis’ten son anda verilen önergede ‘haksız ve mantıksız’ hükümlere dayalı ‘cezalar’...

TÜRKİYE REZİL EDİLİYOR
TMMOB Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu “Biz mücadeleyi bırakmayız ama dışarıda her iki olay duyulduğunda Türkiye’nin rezil edilmesine üzülürüm” diyor. Bir mühendis bir fotoğraf gösteriyor telefonundan; “Ayık kafa ile çekilmiyorsun AKP” diyor... ‘Antikapitalist Müslüman’ grubu lideri İhsan Eliaçık’ın, Başbakan’a karşı ağır ifadeleri nasıl korkusuzca söylediği tartışma konusu oluyor. Bazıları da Eliaçık’ı dinlemek üzere Beyoğlu’ndaki iftara gideceklerini söylüyor dün akşam için...


Biraz sonra eski milletvekili ve CHP Parti Meclisi üyesi Çetin Soysal geliyor, geçmiş olsun diye... CHP’nin 17 maddelik anayasa önerilerini Güneydoğu’da anlatan ‘CHP’nin akil’ adamlarının turuna katılmış...


Sohbette 3. köprü, 3. havaalanı, Kanal İstanbul, Haliç Köprüsü, Haliç’teki yeni rant projeleri, Kasımpaşaspor’a tanınan inanılmaz imtiyazlar, Galataport, Haydarpaşa Garı... AOÇ, HES’ler... Ve daha niceleri...


Soysal “Bu projeler, artık Büyükşehir Meclisi baypas edilerek yapılıyor. Her şeyi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan geçirmeye başladılar. Mühendislerin rapor yazmaları, bilirkişilik yapmaları istenmiyor. Bir bakanın (Erdoğan Bayraktar) parsel bazında plan yapması dünyada görülmüş şey değildir... “Tüm kamu alanları yok ediliyor. Ankara’nın bu kadar müdahalesi olmamalı, hani yerel yönetimler. ‘İmar Diktatörlüğü’ kuruluyor” diyor.


Eyüp Muhçu, “Bu yasalar çıkarılırken, hiçbir yerel yönetim başkanı veya partisi, haklarının gasp edildiği halde itiraz etmedi... CHP, MHP ve BDP’ten o kadar başkan tutuklandı; kimse hakkını aramadı. Büyükşehir Yasası, Afet Yasası ve Kentsel Dönüşüm yasaları, ‘torba’ yasalar çıktı, KHK çıktı, ne yaptılar... Bir kişi ağladı mı, bağırdı mı?”


İktidar, projelerin yasadışı da ranta dayalı da olsa bu projelerin ‘hizaya’ sokulmasını, engellenmesini istemiyor.


Evet bu gözaltılar ve Oda’ların yetkilerinin budanmasının esas sebebi halkın isyanıdır... Taksim Gezi simge oldu. Halka gaz ve şiddet uygulanmasının arkasında bunlar da yatmaktadır.

 

Fetvayı AKP verdi

BU yazdıklarımızın özeti şudur:
“İstanbul’un katli vaciptir. TBMM’de gece yarısı bir torba yasa ile AKP’nin oylarıyla bu kentin yağmalanması için son fetva verilmiştir.


Mühendis ve mimarlar, bunların bağlı oldukları odalar sonra kente dönük yağmacılık ve kent
suçlarına müdahil olamayacak şekilde pasifize edilmiştir.” 

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 11.07.2013

 

******


GEZİ'YE KİN VE ÖÇ: TMMOB

 

TaşKömürü Yasası’na bir madde ekle, Un Mamulleri Yasası’nı değiştir, Bankacılık Yasası’na bir madde ekle, Sıtma ile Mücadele Yasası’nı değiştir, Boğaz’dan Geçiş Yasası’na bir madde ekle, Torna Tesviye Yasası’nı değiştir, adına da “Torba Kanun” de.

Son uygulama önceki gece on yıllık AKP iktidarının en haşin ve en akıldışı adımlarından biri, sivil topluma ağır darbe.


Meclis’te İmar Yasası’na eklenen bir madde ile Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) gelir ve yetkileri elinden alınıyor. Pençesi alınan aslan gibi.


Anayasa 135. madde meslek guruplarının örgütlenmesini öngörüyor, sivil toplumun güçlenmesi, demokrasinin yerleşmesi adına. 1954 yılında kurulan TMMOB altmış yıldan bu yana her türlü demokratik mücadelenin öncülleri arasında yer alıyor. Yöneticileri atama ile değil, seçimle geliyor. Kendi içinde demokratik yapıya sahip.

ELE GEÇİREMEDİ
Çeşitli sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını, medyayı, büyük sermayeyi ele geçirmeye çalışan AKP bu girişimlerinin birinde başarısız kalıyor. Her çareye başvuruyor, TMMOB’yi bir türlü ele geçiremiyor. TMMOB gerek demokratik mücadelede, gerekse meslek alanına giren konularda AKP’ye  aslında bilimsel ve demokratik yolu gösteriyor. TMMOB’nin ilk suçu bu.


İkinci ve daha ağır suçu ise, Gezi Direnişi’nde TMMOB’nin etkin tavrı. AKP bu tavrı iki biçimde cezalandırıyor. Pala ile insanlara saldıranlar serbest kalırken, düşüncesini dile getiren, direnişe katılan TMMOB üyeleri gözaltına alıyor.

YETKİLERE SON
İkinci ceza, TMMOB’yi yok eden yasal değişiklik, TMMOB üzerinden sivil topluma ve demokrasiye çok ağır darbe.


İmar planlarına yönelik harita, plan ve projelerde TMMOB’nin vize yetkisi kaldırılıyor, bu yolla odalara mali güç oluşturan ödentilere son veriliyor. Mühendis ve mimarlar devre dışı, her şeye iktidar karar verecek.


Bu aklın ve demokrasinin iflasından başka bir şey değil. CHP Grup Başkan Vekili Akif Hamzaçebi’nin kararın özüne ve içtüzüğe de aykırılık uyarılarına rağmen, “Benim çoğunluğum var” hastalığı yine depreşiyor.

RANT FURYASI
Bu kararla AKP iktidarı:


- TMMOB’den Gezi’nin öcünü alıyor, yüzde ellinin iktidarı olduğunu bir kez daha vurguluyor. İktidar öç alır mı?
- İmar planlarında denetimi kaldırarak, keyfi uygulamaya gidiyor. Rant furyasına kapılar artık sonuna kadar açık.
- İşine geldiğinde, “seçimle gelenleri” baş tacı ediyor, işine gelmezse, seçim meçim hikaye.
Özünde, demokrasi hikaye.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 11.07.2013

 

******


"BU YASAYLA MİMARLARA "HÜKÜMSÜZDÜR" DAMGASI VURULDU"

 

TMMOB düzenlemesinin, meslek odalarının yetkilerini Anayasaya aykırı olarak sınırlandırmakla kalmadığına, mimarların müelliflik haklarını da ortadan kaldırdığına dikkat çeken Yeşim Hatırlı; işin uzmanlarını devre dışı bırakarak, planlama ve kentsel tasarım kararlarını kamu kurumlarının keyfi, bireysel ve ideolojik tercihlerine bıraktığını söyledi.

 

TBMM'de kabul edilen kanun teklifini yapi.com.tr için değerlendiren Türk Serbest Mimarlar Derneği (TSMD) Yönetim Kurulu Başkanı Yeşim Hatırlı, meslek odalarının kendi mensuplarının mesleki faaliyetlerini denetleme yetkisinin Anayasa ile sağlandığına vurgu yaparak, bu anlamda söz konusu yeni yasanın zaten Anayasaya da aykırı olduğuna dikkat çekti. "Ancak bu yasadaki düzenlemelerde asıl altı çizilmesi gereken mesele; hala mimarlık meslek yasamızın olmadığı bir ortamda, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'ndaki bir madde ile tanınan ve henüz tam anlamıyla faydalanamadığımız telif hakkının mimarlık mesleğinin ve mimarların elinden koşulsuz geri alınmasıdır" diyen Hatırlı, bir yapının özgün fikir ifade eden mimari eser olmadığının kararının da Bakanlık tarafından kurulacak estetik kurullara bırakılamayacağını ifade etti ve şunları söyledi:

"Meşru olmayan bu sistem içinde yasada yer alan 'yapının eser olmadığı' görüşü halinde, müellifine ödenecek miktar ne olursa olsun, bu bir telif ve müelliflik hakkı gasbına dönüşebilir. Bu konuda insiyatif, AB müktesebatına uygun olarak, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nda da tanımlandığı üzere STK olan 'Meslek Birlikleri'nde olmalıdır. Mimarlar ve mimarlık örgütleri olarak, çuvaldızı da kendimize batırmamız gerektiğini düşünüyorum; maalesef mimarlık örgütleri bu mekanizmayı oluşturamamışlardır.

TBMM’nde bulunan AKP'li mimar ve şehir plancı milletvekillerimizin bu kanun ile ilgili görüşlerini de çok merak ediyorum; sadece özet olarak olarak okunan bir yasanın meşru sayılması da kabul edilebilir bir durum değil. Bizleri mecliste temsil eden meslekdaşlarımızın, mimarlığa ve mimarlık mesleğine siyasi görüşleri ne olursa olsun sahip çıkmalarını bekliyorum.

Öte yandan TBMM’nin kabul ettiği metin henüz kanunlaşmamıştır. Kanun haline gelmesi için Cumhurbaşkanına sunulması, Cumhurbaşkanın da uygun bularak yayımlanmak için Resmi Gazete'ye göndermesi ve Resmi Gazete'de yayımlanması gerekmektedir. Cumhurbaşkanının, kanun değişikliğini meclise iade etme yetkisi vardır. Sayın Cumhurbaşkanımıza bu konuda bir rapor hazırlıyoruz, kendisinin içinde Anayasaya da aykırı olan hususlar da içeren bu kanun değişikliğini meclise geri iade etmesini bekliyoruz".  

TSMD hukuk danışmanlarının yasal düzenlemelerle ilgili hukuki değerlendirmesi ise şöyle:
Düzenleme 1: “Harita, plan, etüt ve projeler; idare ve ilgili kanunlarında açıkça belirtilen yetkili kuruluşlar dışında meslek odaları dahil başka bir kurum veya kuruluşun vize veya onayına tabi tutulamaz, tutulması istenemez. Vize veya onay yaptırılmaması ve benzeri nedenlerle müellifler ve bunlara ait kuruluşların büro tescilleri iptal edilemez veya yenilenmesi hiçbir şekilde geciktirilemez. Müelliflerde bu hükmü ortadan kaldıracak şekilde taahhütname talep edilemez.”

Hukuksal Değerlendirme: Anayasa madde 135  uyarınca meslekle ilgili konulardaki her türlü yetki meslek odalarına aittir. Anayasa madde 135 uyarınca mimarlık mesleği mensuplarının mesleki faaliyetlerini denetleme yetkisi Türkiye Mimarlar Odası’na ait olmalıdır. İdare yani bakanlık ise meslek mensuplarını değil meslek odasını denetleme yetkisine sahiptir. Kanun değişikliği ile Anayasa Madde 135’in meslek odalarına tanıdığı yetkinin idareye devredilmesi Anayasaya aykırıdır.

Düzenleme 2: “İdarelerce onaylanmış, mevcut durumu gösteren halihazır haritalar, parselasyon planları ile teknik ve idari düzenlemeleri içeren planların değişiklik ve revizyonlarında ilk müellifin görüşü ve izninin aranmaz.”

Hukuksal Değerlendirme: Kanun teklifindeki, “teknik ve idari düzenlemeleri içeren planlar” ibaresi muğlak olup keyfiliğe yol açacak niteliktedir. Çünkü ne İmar Kanunu’nda ne de Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği’nde teknik ve idari düzenlemenin ne olduğuna ilişkin bir açıklama bulunmamaktadır.

Düzenleme 3:  “İlgili idareler, Bakanlıkça belirlenen esaslara göre mimari estetik komisyonu kurar. Komisyon, yapıların ve onaylı mimari projelerin özgün fikir ifade edip etmediğine karar vermeye yetkilidir.  Özgün fikir ifade etmeyenlerde yapılacak değişikliklerde ilk müellifin görüşü aranmaz. Özgün fikir ifade eden mimari eser ve projelerde; eser sözleşmesinde işleme izni verilenler ile eserin bütünlüğünü bozmadığına, estetik görünümünü değiştirmediğine, teknik, yönetsel amaçlar ve kullanım amacı nedeniyle olduğuna karar verilen değişiklikler, müellifin izni alınmaksızın yapılabilir. Bu durumda ilk müellif tarafından talep edilecek telif ücreti; ilgili meslek odasınca belirlenen mimari proje asgari hizmet bedelinin, tamamlanan yapılarda yüzde yirmisini, inşaatı süren yapılarda yüzde onbeşini geçemez.”

Hukuksal Değerlendirme: Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği 1 Haziran 2013 tarihli Resmi Gazete ile esaslı değişiklikler geçirmiş olup, madde 10’da yapılan değişiklikle idareye mimari estetik komisyonu kurma yetkisi verilmiştir. Kanun teklifi ile yönetmeliğe kanuni dayanak oluşturulmuştur.  Önce yönetmelik, sonra yönetmeliğe uygun kanun çıkarılması doğru değildir.

Özgün fikir ifade eden mimari eser ve projelerde, eserin bütünlüğünü ve estetik görünümünü değiştirmemek şartıyla teknik, yönetsel ve kullanım amaçlı zorunlu değişikliliğin müellifin izni aranmadan yapılması mimarlara Fikir ve Sanat Eserleri Kanun ile tanınan ve henüz tam anlamıyla faydalanamadıkları telif hakkının mimarlık mesleğinin elinden geri alınmasıdır. Mimarlık mesleğinin gelişmesi ve özgün fikir ifade eden eser üretmenin teşvik edilmesi için özgün fikir ifade eden eselerin mutlak bir korumaya alınması, telif haklarının kuvvetlendirilmesi gerekir. Bir yapının özgün fikir ifade eden mimari eser olmadığının kararı bakanlık tarafından kurulacak estetik kurullara bırakılamaz. Meşru olmayan bu sistem içinde yasada yer alan,yapının eser olmadığı görüşü halinde müellifine ödenecek miktar ne olursa olsun bu bir telif ve müelliflik hakkı gasbına dönüşebilir. Bu konuda insiyatif , AB müktesebatına uygun olarak  Fikir ve Sanat Eserleri Kanununda da tanımlandığı üzere STK olan ‘’Meslek Birlikleri’nde’’ olmalıdır.

Yapı 11.07.2013

800 YILLIK ESKİ VAN SOKAKLARI GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

  

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında Van Kalesi'nin güneyinde bulunan eski Van şehrinde yürütülen kazı çalışmalarında 800 yıllık sokaklar gün yüzüne çıkarılıyor.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında Van Kalesi'nin güneyinde bulunan eski Van şehri kazı çalışmaları devam ediyor. Kurtuluş Savaşı sonrası Rus işgaliyle yerle bir olan eski Van şehrinde sürdürülen kazı çalışmalarında ortaya çıkan sokaklar kazı ekibini heyecanlandırdı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında sürdürülen kazı çalışmalarında geçen yıl jeoradar ve elektromanyetik yöntemle tespit edilen sokaklar, bu yıl kazı yapılarak gün yüzüne çıkarılıyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı adına eski Van şehrinde yaptıkları kazı çalışmalarının İstanbul Üniversitesi, Van Valiliği ve Aygaz Genel Müdürlüğü tarafından desteklendiğini ifade eden Konyar, 'Aslında kazıya başlama noktası olarak biz daha çok anıtsal yapıların çevresindeki alanları açmaya karar vermiştik. Bu anlamda Hüsrevpaşa ve Kayaçelebi Camileri 16'ncı ve 17'nci yüzyılda yapılmış eski anıt eserler. Bunların çevresindeki alanlarda kazı çalışmalarımızı başlattık. Açıkçası tabii ki büyük bir sürprizle karşılaştık. Bu kadar erken mimari dokuyla kentin dokusuyla karşılaşacağımızı düşünmüyorduk. Hemen toprağın 30-40 santim altında zaten yüzeyden de yapı grupları algılanabiliyordu. Açtıktan sonra gerçekten büyük bir sürprizle karşılaştık çünkü sokak yapısı ve binaların önündeki taşlık alanlarla karşılaştık.





Çok düzenli bir yapı gurubunun olduğunu gördük. Burası muhtemelen kamusal bir yapı. Eski Van'a ait bir çarşı ya da bir kamusal bina da olabilir burası. Tam dönemini şimdiden kestirmek zor. En azından 20. yüzyılın başlarına kadar, kent terk edilinceye kadar kullanıldığı anlaşılıyor. Arnavut taşı kaplı oldukça geniş bir caddesi var. Caddenin doğuya doğru uzandığını görüyoruz. Caddenin her iki tarafında da dükkanların, sivil mimari alanların ve ya kamusal alanların önündeki kaldırım diyebileceğimiz alanlar mevcut. Bu anlamda oldukça gelişmiş mimari görüyoruz dönemine göre. Eski Van'ın şöyle bir önemi var. 12. yüzyıldan itibaren Türk İslam dönemi başlıyor. Yaklaşık 800 yıllık bir süreçte yerleşmeye sahne oluyor.

800 yılda bir Türk İslam kentinin gelişimini göstermesi bakımından Anadolu'da açıkçası bu tür kentlerin çok fazla örneği yok. O anlamda oldukça önemi olacak bu kent dokusu. Özellikle Türk İslam sivil mimarisinin ortaya çıkarılması ve anlaşılması adına önemli olacak. Bugün birçok kentimizin modern mimari ile eski dokusunu kaybettiğini görüyoruz ama burada 20. yüz yılın başında terk edildiği ve yeni Van'a taşındıkları için burada bir Osmanlı kentinin özgün dokusunu görebileceğiz, ortaya çıkaracağız. Bu anlamda heyecan verici' dedi.

Eski Van kentini Anadolu'nun 'Pompei'si gibi gördüğünü ifade eden Konyar, '20. yüz yılın başındaki çatışma ortamı ile kent aniden terk ediliyor. Her şey bir nevi olduğu gibi ortada bırakılıyor. O anlamda aslında 20. yüzyılın başındaki özgün durumunu ortaya çıkaracağız. Kent büyük bir yıkım görüyor. Bir çatışma ortamı yaşanıyor ve terk ediliyor. Belki bu anlamda Anadolu'nun 'Pompei'si demek eski Van için bence abartı olmaz. Zaten ilk 15 günde ortaya çıkardığımız görüntü de biraz öyle bir görüntü sunuyor bize. Çatışma ortamının arkeolojik kanıtları en azından görünmeye başlandı. Yanmış binalar, terk edilmiş evler. Bu açıdan bu kazının bu anlamda da birçok noktaya açıklık getireceğini düşünüyorum' şeklinde sözlerini tamamladı.

Sabah, 10.07.2013

ZEUGMA ARKEOLOJİK KAZISI BAŞLADI

 

 

İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat, antik kentindeki arkeolojik kazıların başladığını bildirdi.


Aykanat, yaptığı yazılı açıklamada, arkeolojik kazılarının 2005'den bu yana, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr.Kutalmış Görkay'ın başkanlığında yürütüldüğünü belirtti.

"Zeugma Arkeoloji Projesi" kapsamında yürütülen çalışmaların bu yıl ki bölümünün 2,5 ay sürmesinin planlandığını aktaran Aykanat, şunları kaydetti:
"Çalışmaların finans öz kaynağını Kültür ve Turizm Bakanlığımız sağlamaktadır. Bunun dışında Türkiye İş Bankası, Verbundplan Birecik A.Ş., Ankara Üniversitesi ve çeşitli kurumların maddi ve ayni yardımları vardır. 2013 arkeolojik kazıda, konservasyon-restorasyon, çevre düzenlemesi, altyap ve bilimsel yayına dönük çalışmalar kapsamında gerçekleştirilecektir. Ayrıca arkeolojik kazıların Muzalar evi olarak adlandırılan Roma Evi'nde, Belkıs Tepe tapınak alanında ve kentin Hellenistik agorasında yürütülmesi planlanmıştır."

Aykanat, restorasyon ve konservasyon çalışmalarının ise Dionysos ve Danae evleri korugan yapısı altındaki Roma konutları ile mimari ve küçük buluntular üzerinde gerçekleştirileceğini aktardı.


Çalışmaların 15 Eylül'e kadar devam edeceğini belirten Aykanat, kazıya yaklaşık 40 uzman ve işçinin yanı sıra başta Ankara Üniversitesi olmak üzere Türkiye'nin çeşitli üniversitelerinden öğrenci, öğretim üyeleri ve araştırmacıların katılacağını kaydetti.

Sabah, 10.07.2013

YOROS KALESİ'NDEKİ KAZILAR ASKERİ BÖLGEYE KAYDIRILMAK İSTENİYOR

 

İstanbul'un Bizans dönemine ait tek kalesi Yoros'ta 2010'da başlatılan kazıların, alt kalenin bulunduğu askeri bölgeye doğru genişletilmesi talep ediliyor.

 

Yoros Kalesi Arkeolojik Kazıları Başkanı Prof.Dr. Yalçın: "Kalenin alt kısmı, askeri bölgeye dahil ve askeri lojmanlar bulunmakta. Askeriyenin olduğu bölgede çalışma yapmak istiyoruz. Çünkü kalenin bütün olarak ele alınması lazım" "Yoros Kalesi, büyük bir kale, tarihi açıdan da çok önemli. Kalenin diğer bölgelerinde de çok önemli buluntulara ulaşacağımızı ümit ediyorum. Önümüzdeki dönemlerde o izinlerin verilmesini talep ediyoruz" İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Bilgili: "Yoros Kalesi, dış surlar ve Anadolu Kavağı ile bir turizm cazibe merkezi olabilir".

 

 

İstanbul'un Bizans dönemine ait tek kalesi Yoros'ta 2010'da başlatılan kazılar, alt kalenin bulunduğu askeri bölgeye kaydırılmak isteniyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle yürütülen çalışmaları, Yoros Kalesi Arkeolojik Kazıları Başkanı Prof.Dr. Asnu Bilban Yalçın'ın başkanlığındaki 30 kişilik ekip yürütüyor. 

Yalçın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kalede 2010'da başlatılan kazıların bu yıl ki ayağının, 1 Temmuz itibariyle start aldığını belirtti. 

UNESCO'nun kültürel mirası listesinde yer alan ve İstanbul'un kültürel mirasında da büyük önem taşıyan Yoros Kalesi sur içinde 2 ay çalışacaklarını bildiren Yalçın, "Yoros Kalesi'nde buluntularımıza ve araştırmalarımıza devam edeceğiz. İşe, geniş bir çevre temizliğiyle başladık. Bu da epey zaman alıyor. Akabinde arkeolojik çalışmalara başlıyacağız" dedi.

"Çalışmaları vatandaşlar da izleyebiliyor"
Yoros Kalesi'nin tarihi hakkında bilgi veren Yalçın, buranın, bir kale ve savunma yeri olduğunu vurguladı. Yalçın, Yoros Kalesi'nin, Boğaz'ın girişini savunan, hem gümrük hem de askeri bir üs olarak kullanıldığına dikkati çekerek,  bölgenin, Osmanlı döneminde askerlerin yaşadığı mekanlara sahip olduğunu anlattı.

Kazılarda Osmanlı dönemine ait alt yapılar, askerlerin kullandığı objeler, lüleler, taş ve bronz gülleler, yemek için kullanılan kaplar bulduklarını, bunların o döneme ait günlük yaşamı belgeleyen buluntular olduğunu kaydeden Yalçın, Yoros'ta bu yıl başlayan kazılarda şu ana kadar bir-iki sikke bulunduğunu, bunları da her zamanki gibi İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne teslim ettik.

Asnu Bilban Yalçın, kazı çalışmalarını vatandaşların da izleyebildiğini dile getirerek, "Bizi ziyaret eden gruplar oluyor. Onlara kazı bölgemizi gezdiriyoruz. Okullardan talep geliyor. Çocukları da kazı çalışmalarımızı tanıtarak, onlara arkeolojiyi sevdirmeye çalışıyoruz" diye konuştu. 

"Kale bütün olarak ele alınmalı"
Kazı çalışma alanının oldukça geniş olduğunu belirten Yalçın, şu bilgileri verdi:  
"Yoros Kalesi bölgesi, Anadolu Kavağı Mahallesi'nde kazı çalışmaları yaptığımız yerden, karşıdaki Yuşa Tepesi'ne kadar geniş bir alanı kapsıyor. Burada üst kalenin dışında, bir de aşağıya kadar geniş bir alt kale var. Kale, üst ve alt kısımdan oluşuyor, bir bütün olarak alınıyor. Kalenin alt kısmı, askeri bölgeye dahil ve askeri lojmanlar bulunmakta. Biz bu kazıyı Bakanlar Kurulu kararıyla yapıyoruz. Ancak askeriyenin de olduğu bölgede bir çalışma yapmak istiyoruz. Çünkü kalenin bütün olarak ele alınması lazım. Yani Yoros Kalesi, sadece bu bölge değil. Yoros Kalesi büyük bir kale. Tarihi açıdan da çok önemli. Kalenin diğer bölgelerinde de çok önemli buluntulara ulaşacağımıza ümit ediyorum. Önümüzdeki dönemlerde o izinlerin verilmesini talep ediyoruz."

"Kale cazibe merkezi olabilir"
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, şu an kazı çalışması yapılan yerlerin sadece kale içi surları olduğunu belirterek, şöyle devam etti:  
"Bir de kalenin dışında surlar var, o surlarla buranın kazılması ve bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. İstanbul'un Karadeniz'e açılan bu kısmında, muhteşem bir tabiat ve kültürel miras var. Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak, bunu değerlendirmek istiyoruz. Kalenin bulunduğu gölge, İstanbul'un turizmi adına değerlendirilirse muhteşem bir turizm ve cazibe merkezi haline gelebilir. Yoros Kalesi, dış surlar ve Anadolu Kavağı ile turizm cazibe merkezi olabilir. Kavağa turistler geliyor. Bölgeyi çevre düzenlenmesiyle ciddi bir projeyle Ören yeri haline getirebiliriz. Ören yeri haline getirmek de ciddi zaman alıyor. Bunların hepsini paralel şekilde yürütmek gerekiyor. Yoros Kalesi, İstanbul'un turizmi açısından büyük bir cazibe merkezi haline gelirse insanlar tarihi, doğayı ve kültürel mirası hep birlikte görebilir." 

Çalışmalara İstanbul İl Özel İdaresi'nin de katkı sağladığını belirten Bilgili, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu'nun da geçen yıl kazı çalışmalarını yerinde gördüğünü ve bu sene de ciddi destek verdiğini aktardı.

Bilgili, "Bu destekle kazı güçlü bir şekilde yapılıyor. İstanbul'un kültürel mirası çok zengin. Bu zenginliği görünebilir ve kullanılabilir hale getirmemiz gerekiyor. Aksi takdirde yer altında, keşfedilmemiş bir maden gibi oluyor" dedi.

Arkeolojik kazı çalışmalarının bölge turizmine etkilerinden bahseden Bilgili, doğal güzelliklerin, kültürel mirasla birleştirilmesi halinde kaleye turistlerin ilgisinin daha fazla olacağını vurguladı.

İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, "Arkeolojik kalıntılar, yer altında büyük bir miras. Bugün ise arkeoloji müzemiz depolarına kadar dolmuş durumda. Bir taraftan da yeni arkeoloji müzesi hazırlıkları düşünülüyor. Hepsini paralel bir şekilde yürütmek gerekiyor" ifadelerini kullandı.

haberler.com, 10.07.2013

ÇİN'DE 5 BİN YILLIK YAZITLAR BULUNDU

 

 

Çin'in doğusunda 5 bin yıllık yazıtlar keşfedildi.

Arkeologlar, Şanghay'ın güneyindeki Neolitik Dönem'den kalma Liangzhu antik kentinde yapılan kazılar sırasında gün ışığına çıkarılan 200 parça seramik, taş, yeşim taşı, fildişi ve hayvan kemiğinden yapılmış eşyaların üzerinde bulunan yazıtların şimdiye kadar bilinen hiçbir yazı sistemine benzemediğini açıkladı.

Oymaların gerçek bir yazı sistemine mi ait olduğu yoksa sözcüklerin habercileri olan sembollerden mi oluştuğu konusunda henüz fikir birliği sağlayamayan bilim adamları, yazıtların yine de Çin dili ve kültürünün kökenlerine ışık tutacağını belirtti.

Kazıları yöneten arkeolog Xu Xinmin, taştan bir baltanın üzerine kazınmış altı sözcük benzeri işaretin kısa bir cümle oluşturduğunu sandıklarını söyledi.

Bilinen en eski Çince yazıtlar, 3600 yıl öncesine ait. Shang Hanedanlığı döneminde hayvan kemikleri üzerine işlenen yazıtlar, Kahin Kemiği Yazıtları olarak adlandırılıyor ve Çin astronomisinin en eski kayıtları kabul ediliyor.

Sabah, 10.07.2013

BAKANLIK PARAYI KESTİ, LİKYA MÜZESİ DURDU

 

Antalya'nın Demre İlçesi'nde geçen yıl yapımına başlanan Likya Müzesi inşaatı, Kültür Bakanlığı'ndan para gelmeyince durdu. Bakanlığın konuyla ilgili inceleme başlattığı öğrenildi.

Antik Likya döneminin en önemli liman kenti olan Andriake'deki Likya Müzesi inşa ve restorasyon projesi için geçen yıl yapılan ihale sonucu 8 milyon 355 bin lira karşılığında Karacan Grup inşaat firmasıyla sözleşme imzalanmıştı. 25 Kasım 2013'te tamamlanarak hizmete açılması beklenen Likya Müzesi'nin şu ana kadar yüzde 60'ı tamamlandı. Yapılan çalışmalara karşılık hak edişlerinin yüzde 27'sini alan yüklenici firma, diğer hak edişlerin ödenmesi için Kültür Bakanlığı'na yazı yazdı. Buna rağmen ödeme yapılmaması üzerine Karacan Grup, bakanlığın sözleşme şartlarına uymadığı gerekçesiyle 1 Temmuz'da inşaatı durdurdu. Bakanlığın, yüklenici firmanın şu ana kadar yaptığı çalışmaları yeniden incelemeye aldığı ve bu nedenle ödeme yapmadığı kaydedildi. Andriake'de antik çağ yapılarının restorasyon, çevre düzenlemesi gibi işleri içeren 8.3 milyon liralık ihalede, 2012 sonuna kadar sadece 40 bin liraya yakın elektrik hattı işi yapılmasına karşın firmaya 1.2 milyon liralık hak ediş ödendiği iddia edilmişti.

Arkitera, Haber: Elif Tuğba Gürkan, 10.07.2013

TARİHİ KÖŞKE TESCİL DE RESTORASYON DA YOK

 

 

Bingöl’ün Genç İlçesi'ne bağlı Gözertepe (Avnêk) Köyü'ndeki tarihi köşk, Bingöl İl Kültür Müdürlüğü’ne bildirilmesine rağmen ne tescil çalışmaları ne de restorasyonu yapılıyor.

Köylülerin anlattıkları göre, Ermeni asıllı Avnêk adında biri, "Öyle bir kule yapacağım ki Diyarbakır surlarını görebileyim" demiş ve önce köşkü inşa etmiş sonra da kule çalışmalarına başlamış. Kule çalışmaları devam ederken, 1915'te Ermeni tehciri gerçekleşmiş. Kuleye yönelik saldırılar sırasında kulenin mimarının da düşüp yaşamını yitirdiği iddia ediliyor. Bodrum Katı Maden Ocağı olan yapının üstü köşk ve dağa doğru köprü şeklinde uzanan bir kule konumunda. Tamamlanamayan kulenin kalıntılarından bir eser bulunmazken, tarihi köşk ise, yıkık-dökük haliyle yerinde duruyor.

Köy muhtarı Mehmet Doğan, kulenin bulunduğu bölgede daha sonra evlerin yapıldığını belirterek, "Ermeni tehciri zamanında buradaki köylülerin baskılarıyla Ermeniler buraları terk etmek zorunda kaldı. Köşkün iç tarafındaki aralıkta bir kapı vardı. Buradan alt tarafa inen 12 basamaklı bir merdiven vardı, hayvanlar o kapıdan girdiğinde geri çıkamıyordu. Yöre halkı hayvanlar içeri girip kalmasın diye bu giriş yerini taş doldurarak kapatmış. Benim hatırladığım dönemde kule köprüsü yukarı doğru çayın yarısına kadar geliyordu, ancak zamanla bakımsızlıktan dolayı yıkıldı. Odaları komple sağlamdı, millet yıkıp taşlarını götürdü, kimi duvarları da defineciler yıktı" dedi. Muhtar Doğan, kulenin restorasyonunun yapılıp turizme açılması için en son 1999'a kadar birkaç kez Bingöl İl Kültür Müdürlüğü ve Bingöl Valiliği'ne dilekçe verdiğini belirterek, dilekçelerine karşı hiçbir cevap alamadığını söyledi. Köşkün yeri serin olmasından dolayı çocukların duvarların etrafında oyun oynadığını kaydeden Doğan, "Duvarın yıkılıp çocukların altında kalmasından endişe ediyoruz. Bu yapı için bir çare bulunmasını istiyoruz" diye konuştu.

 

Konuya bilgi aldığımız Bingöl İl Kültür Turizm Müdürü Şevket Boğatekin, "Bahsedilen köyde resmi olarak tescillenmiş herhangi bir tarihi yapı konusunda bizde kayıt yok. 1999 ve öncesi başvurulardan haberim yok, çünkü ben bu tarihten çok sonra göreve başladım" dedi. Boğatekin, yapıyı yerinde incelemek için Erzurum Bölge Müdürlüğü ile yazışarak heyet göndereceklerini ifade etti.

Arkitera, Haber: Elif Tuğba Gürkan, 10.07.2013

AHLAT'TA DEFİNECİ TEHDİDİ

 

  

 

Bitlis ve Ahlat’ıntarihi dokusunu tehdit eden definecilerin 2007’den bu yana 15 kaçak kazı yaptığı ortaya çıktı. Arkeolojik kazıların sürdüğü Selçuklu Mezarlığı’nda sanduka mezarları tahrip edilmiş. Mezarlıktaki güvenlik tedbirlerini artıran valilik, mezarlık çevresine MOBESE yerleştiryor.

 

Anadolu’daki Türk varlığının ilk izlerinin bulunduğu yer olan Bitlis ve Ahlat’ın tarihi dokusu defineciler yüzünden tehlike altında. Define arama kastıyla tarihi mekan ve eserleri tahrip eden definecilerin verdiği zarar, bölgedeki kültür hazinelerini tehdit ediyor. Geçtiğimiz günlerde talan edilen Kurubulak Mahallesi’ndeki Hacı Hasan Hoca Şirvani türbesinin toprağı kurumadan, defineciler bu kez de Ahlat’taki Selçuklu Mezarlığı’na dadandı. 200 dönüm alan üzerindeki mezarlıkta güvenlik tedbirleri henüz istenilen seviyede değil. Arkeolojik kazıların devam ettiği mezarlıkta yağma, kazı çalışanları alanını terk ettikten sonra yaşanıyor. Bir kazı çalışanı, “Kazdığımız yerleri bizden sonra girip kırıyorlar. İstemeden de olsa işlerini kolaylaştırıyoruz galiba.” diyor. Daha çok başka şehirlerden gelen defineciler, mezarları kazmakla kalmamış, sanduka mezarların çoğunu tahrip etmiş. Bitlis ve civarındaki define vakaları Selçuklu mezarları ile sınırlı değil. 2007’den bugüne kadar il genelinde zabıtlara geçen 15 kaçak kazı bulunuyor. Bunlarla ilgili devam eden davaların yanında karara bağlananlar da var.





Definecilerin daha çok şehir dışından geldiğini söyleyen Bitlis Belediye Başkanı Fehmi Alaydın’ın anlattıkları Yeşilçam filmlerine taş çıkartacak nitelikte. “Esnafın arasına girip, çevredekilerin duyacağı şekilde bir harita pazarlığına giriyorlar. Bunları duyanlar da inanıp o haritaları para karşılığı alıyor. Geçenlerde polis, üç kişiden şüphelenmiş. Daha sonra bunların Adana’dan geldiklerini öğrenerek hemen Adana Emniyeti’ne haber vermiş. Karşı taraftan gelen cevap, yetkilileri şoke ediyor: ‘Bunlar üç kişilik bir şebeke. Üçü de oradaysa büyük bir vurgunun peşindeler demektir.’” Definecilerden en çok şikayetçi olan, hiç kuşkusuz Bitlis İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör. Definecilerin sadece Bitlis’te değil, Türkiye’nin her yerinde problem olduğunu söyleyen Işıkgör, “Önemli olan bunlarla ilgili zamanında tedbir almak ve insanları bilinçlendirmek.” diyor.

 

Selçuklu Mezarlığı’nda güvenlik tedbirlerini artırmak için çalışmalar sürüyor. Mezarların çevresi tel örgülerle kapatılıyor. Bekçi sayısı da artırılmış. Mezalık çevresine MOBESE kameraları ve aydınlatma sistemleri kurma çalışmaları da sürüyor. Bundan sonra buradan kuş uçurtmayacaklarını söyleyen İl Kültür Müdürü Hüsnü Işıkgör, alınan tedbirlerin önemli bulmakla birlikte, asıl meselenin ‘eğitim’ olduğunu söylüyor. Işıkgör’e göre halkın tarihi eserleri koruma ve definecilerin vaatlerine kanmama konusunda bilinçlendirilmesi gerekiyor. Selçuklu Mezarlığı yalnız Anadolu’nun değil, tüm İslam dünyasının en büyük mezarlığı olarak da biliniyor. Bu alanda XII. ve XVI. yüzyıllar arasında Eyyübiler ile İlhanlı ve Osmanlı dönemine ait çeşitli tiplerde çok sayıda mezar taşı bulunuyor.

Zaman, Haber: Yusuf Bülbül, 10.07.2013

39 BİN YAŞINDAKİ MAMUTA BÜYÜK İLGİ

 

Sibirya'da devasa bir buz kalıbının içinde bulunan mamut kalıntısı, sergilenmek üzere Japonya'nın başkenti Tokyo'ya götürüldü.

39 bin yaşında olduğu tahmin edilen ve biliminsanlarının yoğun ilgi gösterdiği mamutun bedeni, Tokyo'nun Yokohama semtindeki bir sergi salonunda, 13 Temmuz'dan 16 Eylül'e kadar ziyaret edilebilecek.

Sabah, 10.07.2013

550 YILLIK AĞAÇLARDAN TARİH YEŞERECEK

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul’daki anıt ağaçlar için harekete geçti. Anıt ağaçların tespiti ve koruma altına alınma çalışması için ‘Anıt ve korunmaya değer ağaçların tespiti, tescili, ağaç sağlığı ve devrilme riskinin belirlenmesi işi’ ihalesi 17 Temmuz’da yapılacak. 


Yol, koru, park, okul, cami, meydan, üniversite ve kadim mezarlıklar gibi kamuya ait alanlardaki tarihe tanıklık etmiş ağaçların gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla yapılan proje, bilimsel
araştırma ve eğitim çalışmalarına katkı sağlayarak turizmde kullanmak için ilgili kurumlara rehber olma noktasında önem teşkil edecek.

 



Bilimsel ve tarihsel belgelerle “Tabiat Varlığı Tescili”nin yapılmasının yanı sıra çalışmayla, ağaç sağlığı ve devrilme riskinin belirlenmesiyle bakım tedbirleri de raporlanacak. Böylece ağaç devrilmesi sonucu yaşanan can ve mal kayıplarının önüne geçilebilecek.


Anıt ağaç tespit projesiyle bir ilke de imza atılacak. Megakentin, ilk kez anıt ağaç arşivi oluşturulacak. Envanteri çıkarılacak tarihi ağaçlar, dijital ortamda bir arşiv de toplanacak.   

Projeyi, aralarında anıt ağaçlar konusunda uzman Prof.Dr. Ünal Asan’ın da yer aldığı, İstanbul  Üniversitesi Orman Fakültesi, Koruma Kurulları ile konuyla ilgili meslek odaları ve ilgili kurulların desteğiyle yürütülecek.   

 

Yöre kültüründe olumlu veya olumsuz, gerçek veya hayal ürünü bir öyküye sahip olmak, ya da yöresel veya ulusal tarihte kimi olaylar ile özdeş hale gelmek ve onlara tanıklık etmek ağaçlara anıtsal nitelik kazandırıyor. Bu ağaçlara örneklerden bazıları şöyle: “Eyüp’teki 500 yıllık Çınar Ağacı, Topkapı Sarayı’ndaki Çınar ve Servi Ağaçları, Eminönü’ndeki 450 yıllık Alemdar Taşlı Çınarı, 500 yıllık Yıldız Korusu Meşe Ağaçları, Sultan Ahmet Camii’ndeki 300 yıllık Çınar Ağacı, Florya Atatürk Korusu’ndaki Sakız Ağacı...

Akşam, 10.07.2013

6 BİN YILLIK
"BURASI BENİM" İŞARETLERİ

 

Meksika'da arkeologlar, Narigua'da üstünde ilginç şekillerin kazındığı 500'e yakın taş buldu.

Yaklaşık iki kilometrekarelik bir alana yayılan ve 6 bin yaşında olduğu sanılan taşların üzerinde 8 bin şekil yer alıyor.

Uzmanlar, üzerinde farklı şekillerin kazındığı kayaların, bölgede yaşayan avcıtoplayıcı toplulukların yaşam alanlarını işaretlemek için kullanıldığı sanılıyor.

Sabah, 10.07.2013

MÜZEME DOKUNMA!

 

 

Trabzon Ayasofya Müzesi'nin geçen günlerde camiye dönüştürülerek ibadete açılmasına karşı gelişen tepkiler üzerine "Müzeme Dokunma" isimli bir platformu kuruldu.

Türkiye'nin önemli kültür miraslarından Trabzon Ayasofya Müzesi, 1959-61 seneleri arasındaki restorasyon çalışmaları sonucu müzeye çevrilerek ziyarete açılmıştı. Uzun süre müze olarak hizmet veren ve önemli sayıda turistin ziyaret ettiği yapı 28 Haziran'da camiye çevrilerek ibadete açıldı. Yapının camiye dönüştürülürken büyük ölçüde zarar verildiği söyleniyor.

 

Agos Gazetesi'nin haberine göre Trabzon Vakfı Başkanı Bilgin Aygül konuyla ilgili, "Ayasofya'da 800 yıllık mozaiğin üzerine ahşap döşenip halı serildi. Bu işlemler kaynak makineleri, çekiçlerle yapıldı. Freskler üzerine çivilerle korniş çakılarak üzerleri kapatıldı. Trabzon'un kültürüne ve tarihine saygı duyduğumuz için bu dönüşümden rahatsızlık duyuyoruz" demişti.

 

Gelişen bu olaylar üzerine "Müzeme Dokunma" platformu bir kampanya başlattı. Aygül "Trabzonlu olup da bu karara tepki duymayan nereyse yok. Şehrin yüzde 90’dan fazlası bu karar tepkili. Trabzon’da her kesimden insan çok üzgün. Ayrıca iddia edildiği gibi Trabzon Ayasofya Kilisesi bir fetih camisi değildir. Trabzon’un fethinden yaklaşık 100 yıl sonra camiye çevrilmiştir. Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’da namaz kılmamıştır." sözlerine yer vermişti.

Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 09.07.2013

TARİHİ ZAVİYE, ETNOGRAFYA MÜZESİNE DÖNÜŞTÜRÜLECEK

 

 

Geyve İlçesi'nde Fatih Sultan Mehmet döneminde 1452 yılında inşa edilen Elvan Bey Zaviyesi, restorasyonun ardından etnografya müzesine dönüştürülecek. 

Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu onaylı proje doğrultusunda zaviye, restore edilmesi ve sosyal–kültürel faaliyetlerde kullanılması amacıyla Geyve Belediyesine kiralandı.

Kira sözleşmesi Belediye Başkanı Murat Kaya ve Vakıflar Genel Müdürlüğü Bursa Bölge Müdürlüğü Yatırımlar ve Emlak Şubesi Müdürü Fethi Koç arasında imzalandı.

Belediye Başkanı Murat Kaya, gazetecilere yaptığı açıklamada, Sakarya'nın ve ilçenin tarihi mirasına hak ettiği önemin verilmesi için harcanan çabanın sonuna geldiklerini söyledi. 

Kaya, cumhuriyetin ilk yıllarında malzeme deposu olarak kullanılan ve yakın zamanda da halk kütüphanesi olarak hizmet veren zaviyeyi tarihsel konumuna döndürmek için gerekli tüm projelerin tamamlanma noktasında olduğunu anlattı. 

Sinan Bey tarafından 1452 yılında yaptırılan zaviyenin giriş kapısının önündeki 3 kemerli revak, 1476 yılında inşa edildi. Bostancıbaşı Mustafa Ağa tarafından 1696 yılında onarılan zaviye, Vakıflar Genel Müdürlüğünce 1968 yılında restore edildi.

Yeniden restore edilecek olan zaviye, etnografya müzesine dönüştürülecek.

haberler.com, 09.07.2013

BURSA'DAKİ DÜNYA MİRASI HARABEYE DÖNDÜ

 

 

Restore edilmesi için 23 yıl önce yapılan kazıyla ortaya çıkarılan ve 2010 yılında yenilenmesi için protokolü bile imzalanan tarihi Hagios Aberkios Manastırı, harabeye döndü. Yıllardır turizme kazandırılması gündemde olan manastırın balicilerin mekanı haline gelmesi mahalle sakinlerini canından bezdirdi.

 

Bursa'nın Gemlik İlçesi'ne bağlı Kurşunlu beldesi sınırları içinde bulunan Hagios Aberkios Manastırı, sahiplenmeyi bekliyor. Restore edilmesi için 23 yıl önce yapılan kazıyla ortaya çıkarılan ve 2010 yılında yenilenmesi için protokolü bile imzalanan tarihi manastır, harabeye döndü. Yıllardır turizme kazandırılması gündemde olan manastır, balicilerin mekanı haline gelince mahalle sakinleri isyan bayrağını çekti. Manastırın tam karşısında bulunan evlerde oturan vatandaşlar, her gün aynı manzarayla karşılaşmak istemediklerini, bir an önce restorasyonun yapılmasını istedi.  9. yüzyıldan kaldığı bilinen manastırın çevresinde bulunan mezarların üstü de çöp yığını haline geldi. Pek çok kez define avcılarının talanına uğrayan manastır, dünya mirasına kazandırılacağı günü bekliyor.


 

PROTOKOL İMZALANDI AMA...

1990`lı yılların ortalarında Belediye Başkanı Bayram Demir`in öncülüğünde kazılarak ortaya çıkarılan kilise için, Yunanistan'dan Gemlik'e gelen heyet hiçbir girişimde bulunmazken, manastır da tahrip edilen haliyle kaldı.Mehmet Fatih Güler'in belediye başkanı olduğu dönemde restorasyonu için imzalanan protokol de yalnızca defterde kaldı. Gemlik Belediyesi'nin girişimleriyle ilçeye gelen Bizans Dönemi ve Sonrası Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu (EKBMM) Başkanı Prof. Nikos Zias, kurul üyesi Athina Christofidon, Bizans Kültür Müzesi Müdürü D. Anastasia Tourta, Belediye Başkanı Fatih Mehmet Güler ile manastırla ilgili bir görüşme yapmıştı. Manastırla ilgili rölöve, restitisyon projeleri ve e-teknik raporları hazırlanmasına rağmen henüz bir girişimde bulunulmadığını belirten Kurşunlu Atatürk Mahallesi Muhtarı Doğan Kosova, Gemlik'in ve Bursa'nın değil, dünya mirasına sahip çıkılması ve turizme kazandırılması gerektiğini söyledi.


Kurşunlu'daki Hagios Aberkios Manastır'ı, dikdörtgen planlı yapıdan oluşuyor.  Üstü çapraz tonozla örtüldüğü belirtilen manastır, çift kemerli kapılarla dışarıya açılıyor. Kilisenin kuzey cephesi iki basamaklı yuvarlak bir kemer içerisine alınmış. Doğu cephesinde bulunan cephe yıkılırken, burada yalnızca pencerelerin yuvarlak kemer başlangıçları görülüyor. Osmanlı'nın fethinden sonra önemini yitirmiş olan manastırın, 1652 yılından sonra yeniden kullanılmış olduğu kaynaklarda belirtiliyor. 19. yüzyılda Kurşunlu'yu ziyaret eden araştırmacılar bu kilisenin Aziz Aberkios'a ithaf edildiğini belirtildi.

 


Bursa'da Bugün, Haber: Rabia Deniz, 09.07.2013

2 TÜRBE RESTORE EDİLİP ZİYARETE AÇILDI

 

Fatih Sultan Mehmet'in eşi, Sultan 2. Bayezid'in annesi Gülbahar Hatun ve Gazi Osman Paşa'nın türbeleri restore edildi. Fatih Camisi Haziresi'nde bulunan türbelerin yeniden ziyarete açılışı amacıyla tören düzenlendi. Kur'an-ı Kerim tilavetiyle başlayan törene, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, İstanbul Müftüsü Rahmi Yaran, Ayasofya Müzesi Müdürü Hayrullah Cengiz ve vatandaşlar katıldı. Törende konuşan Fatih Belediye Başkanı Demir, tarihi mirasa sahip çıkıldığını görmekten duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Demir, Fatih'te şu ana kadar onlarca tarihi eserin restore edildiğini ve çok sayıda eserin yenilenmesi çalışmalarının da sürdürüldüğünü bildirdi. Konuşmaların ardından Müftü Yaran, dua okuyarak türbeleri ziyarete açtı.

Sabah, 09.07.2013

SANASARYAN HAN'A MAHKEMEYE RAĞMEN İHALE YOLU

 

 

Türkiye Ermeni toplumunun geçmişte gasp edilen en önemli mülklerinden biri olan Sanasaryan Han, kiralanmak üzere ihaleye çıkarıldı.

 

AGOS Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş’ın haberine göre, 18 Temmuz’da açılacak ihale Resmi Gazete’de duyurulmuş olsa da İstanbul Ermeni Patrikliği’nin açtığı iade davası sürüyor.

 

Her ne kadar son zamanlarda Han’ın kullanım hakkının hükümet tarafından 50 yıllığına Patrikliğe verileceği konuşuluyor olsa da ihalenin ilan edilmesiyle birlikte bu olasılık da ortadan kalkmış oldu.

 

Oysa Türkiye Ermeni Patrikliği, Sirkeci’de bulunan Sanasaryan Han’ın iadesi için geçen yıl İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açmıştı.

 

Görülen ilk duruşmada, mahkeme heyeti mülk üzerine “tedbir kararı” almıştı. Bu karar uyarınca, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, hana yeni kiracı almaması gerekiyordu. İhale ilanı, bu karara rağmen verilmiş oldu.

 

18 Temmuz tarihinde yapılması beklenen ihale gerçekleşirse hanın yeni hak sahibi bir üçüncü şahıs olacak.

 

“Vakıf mallarına mahkeme kararıyla el konulamaz”

Han, 1915’te Osmanlı Devleti tarafından gasp edildi. Bu durum 1920’ye kadar sürdü. 1920’de yapılan düzenlemeyle Patrikhane’ye hanın gelirlerini kullanma hakkı verildi. 1928’de İstanbul Valiliği’nin bir kolu olan İdare-i Hususiye, hanın gelirlerine el koydu.

 

Patrik Naroyan, bu haksızlığa karşı dava açtı ve 3 Mart 1932’de sonuçlanan bu dava Patrikliğin lehine sonuçlandı.

 

Ancak İdare-i Hususiye, 1935’te davayı tekrar açtı ve mülk bu dava sonucunda elden çıktı.

 

1930’lu yıllarda gasp edilerek önce İl Özel İdaresi’nin, daha sonra da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün himayesine geçen mülk, Emniyet Müdürlüğü ve Adliye binası olarak da kullanılmıştı.

 

Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem geçen yıl, Sanasaryan Han için dava açılması ve ihtiyatı tedbir kararı alınmasına tepki göstererek mülkün, Osmanlı tebaası bir Ermeni olan Mıgırdiç Sanasaryan Ağa’nın vasiyeti olduğunu ve hukuki süreç sonucunda Müdürlüğün malı olduğunu savunarak, “Sansaryan Han, cemaat vakfı statüsünde olan bir vakfın mülkü değil” demişti.

 

Adnan Ertem’in açıklamasının tarihsel gerçeklerle uyuşmadığını ifade eden Rober Koptaş, yazıda şu ifadelere yer veriyor:

“Öncelikle, Mıgırdıç Sanasaryan Ağa bir Osmanlı Ermenisi değil, Rusya’da yaşamış bir Ermeni. Varlıklı bir şahıs olan Sanasaryan, 1881’de Erzurum’da yetim öğrenciler için bir okul açtı. Daha sonra ise, bu okula gelir sağlaması amacıyla İstanbul’da Sanasaryan Han’ı satın alarak, hanın yönetim haklarını Ermeni Patrikliği’ne bıraktı. Patriklik kayıtlarında hanın 1909 yılına ait tapu kaydı yer alıyor. Bu belgede, ‘Vakıf olarak mütevellisi Ermeni Patrikhanesi tasarrufundadır’ ifadesi yer alıyor.”

 

Patrikhane Emlak Komisyonu üyesi Şahin Gezer de Sansarayan Vakfı’nın mazbut vakıf sayılamayacağını, vakfa ve mülklerine mahkeme kararıyla el konulmasının hukuksuz olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Bu vakfın mütevelli heyeti başkanı günün patriğidir. Dolayısıyla, vakıf yöneticisiz değildir ve bugün çok sayıda fakir çocuk bulunmaktadır. Sonuçta bu vakıf, onların daha iyi eğitim alması için kuruldu.”

 

İşkencehane olarak da kullanıldı

1895’te, Mıgırdiç Ağa Sanasaryan’ın isteğiyle mimar Hovsep Aznavur tarafından inşa edilen Sanasaryan Han, devlet eline geçtikten sonra uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanıldı.

 

Darbe dönemlerinde sorgu ve işkencelere ev sahipliği yapan bina, odalarının küçüklüğünden dolayı ‘tabutluk’ olarak anıldı. Nazım Hikmet, Ece Ayhan, Azız Nesin, İlhan Selçuk, TKP üyesi Dr. Hayk Açıkgöz, Jak ve Vartan İhmalyan, Aram Pehlivanyan burada işkence gören solcular arasında sayılıyor. 1944 Irkçılık-Turancılık davası sanıkları Abdullah Türkeş ve Nihal Atsız da Sanasaryan’ın “tabutluk”larında işkenceden geçirilmişti.

Bianet, 08.07.2013

YENİSİ BİR SENEDE YAPILDI

 

 

Erzurum tarihinde önemli bir yere sahip olan, çok sayıda insanın ziyaret ettiği Aziziye Tabyası’nda çalınan bronz rölyefin yerine yenisini monte edildi. Erzurum Valiliği’nin talebi üzerine Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü elemanları tarafından yapılan yeni rölyefin bir yıllık bir çalışma sonucu ortaya çıktığı belirtildi.


Aziziye Tabyası’ndaki Aziziye Anıtı’nın arkasında bulunan rölyeflerden birisi, geçtiğimiz yıl çalınmıştı. Rölyefin çalındığı haberi kamuoyunda nefretle karşılanırken, yeniye yenisini yaptırmak amacıyla da harekete geçilmişti. Çalınan bronz rölyefin bir benzerinin yapımı geçtiğimiz günlerde tamamlandı ve Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü hocaları tarafından yerine monte edildi.


Bu arada diğer rölyeflerin de temizliği yapıldı ve göz alıcı hale getirildi.

Erzurum Gazetesi, 08.07.2013

23 YILDAN SONRA METROPOLİS

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Celal Bayar Üniversitesi’nin işbirliğiyle, 23 yıldır sürdürülen Metropolis antik kenti kazı çalışmalarının 2013 yılı etabı başladı. Torbalı Belediyesi ve Metropolis Sevenler Derneği (MESEDER) ile birlikte kazı çalışmalarına destek veren Sabancı Vakfı’ndan yapılan açıklamaya göre; Metropolis bu yıl içinde ören yeri olarak ziyaretçilere açılarak, kültür turizmine kazandırılacak.

İzmir’in EXPO şansını artıracak

Metropolis Antik Kentindeki kazı çalışmalarının başkanlığını yürüten Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek, geçen yıl başlayan ören yeri çalışmalarının bu yıl tamamlanacağını belirterek, “Metropolis’in 2013’te ören yeri olarak açılması ve kültür turizmine kazandırılması için çalışmalarımız devam ediyor. Metropolis’in aynı zamanda İzmir’in EXPO 2020 adaylığı konusunda yapılan çalışmalarda önemli bir rol oynayacağına inanıyoruz” ifadelerini kullandı.
 

Antik kentin gizemi çözülecek

Aşağı Hamam (Palaestra) yapısındaki, 2008 yılında başlanılan kazı çalışmalarını bu yıl tamamlamayı ve hamamı eksiksiz olarak ortaya çıkarmayı hedeflediklerini aktaran Aybek, bununla birlikte Metropolis kentinin resmi yapılarının yoğunlaştığı Orta Kent (Kent Meclisi Binası, Hamam Yapısı, Stoa ve çevresi) alanında yeni bir çalışmaya başlamayı düşündüklerini, bu yıl da yeni yapılar topluluğu, buluntu ve eserleri gün ışığına çıkarak Metropolis’in gizemini çözmeye devam edeceklerini bildirdi.

Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan ise Metropolis gibi önemli bir tarihsel mirasın ortaya çıkarılmasına destek vermeyi görev kabul ettiklerini belirterek, Metropolis’in tarihsel zenginliğinin ülke için önemli bir değer olduğunu, ören yeri çalışmalarının da tamamlanmasıyla, bu zenginliğin yerli ve yabancı turistlerle paylaşılacak olmasının, kendilerine heyecan verdiğini, Metropolis’in bölge ekonomisine ve kültür turizmine önemli katkıları olacağına inandıklarını aktardı.

Taraf, 08.07.2013

NEMRUT YOLU KISALIYOR

Nemrut Dağı ile Adıyaman arasının 30 kilometre kısalması için çalışmalar sürüyor.

 

Adıyaman Valisi Mahmut Demirtaş, Adıyaman'da turizmde fiziki altyapının iyileştirilmesi ve ilin ekonomisinde turizm katkısının artırılması amacıyla Arsameia'yadan Nemrut Dağına gidecek olan Kral Yolunda incelemelerde bulunup, yapılan çalışmaları yerinde inceledi.

 

Yapımına yeni başlanan ve greyderle açılan Kral Yolunda incelemelerde bulunan Vali Demirtaş, Arsamala'dan Nemrut Dağına gidecek alan 2 km'lik Kral Yolunu kilitli parka yapacağız. Yolumuzun ihalesini yaptık. Bu yolun bitirilmesi ile birlikte Adıyaman ile Nemrut Dağı arasındaki meşale 30 kilometre kısaltılmış olacaktır. Bilindiği gibi Nemrut Dağı, dünyanın sekizinci harikası olarak nitelendirilmektedir. Her yıl Nemrut ören yerini binlerce yerli ve yabancı turist ziyaret etmektedir. Buraya gelen insanların çok ciddi ulaşım sıkıntıları çektiklerini görüyoruz. Nemrut'a gelen yerli ve yabancı turistlerimizin daha rahat bir şekilde Nemrut Dağına çıkması için burada 9 km'lik yolu kilitli parke yapacağız. Yolun bir an önce bitirilmesi için şu anda ilgili firma çalışmalarını yoğun bir şekilde sürdürüyor. İlimizde turizm altyapısının iyileştirilmesi, turizm çakım merkezleri oluşturulması ve turizmin çeşitlendirilmesi yoluyla, ilimizin ekonomisi içindeki payını artıracağız” dedi.

 

Daha sonra Nemrut Dağı'na çıkan Vali Mahmut Demirtaş, batı terastan Nemrut ören yerine giden patika yolda yapılan çalışmaları inceledi. Burada bir açıklama yapan Vali Mahmut Demirtaş, Nemrut Dağında ışıklandırma başta olmak üzere, yol boyunca bilgilendirme levhaları ve bekçi kulübeleri yapacaklarını kaydederek, “Nemrut Dağındaki mevcut kafeteryayı yıkıp, yerine amfi tiyatro yapmayı düşünüyoruz. Ayrıca. 24 saat kapalı devre kamera sistemi ile Nemrut Dağını izleyerek, kesintisiz kontrollü güvenlik sistemini sağlayacağız. Yine yaşlı ve engelli vatandaşlarımızın daha rahat bir şekilde Nemrut’a ulaşmalarını sağlamak amacıyla raylı sistem yapacağız” diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 08.07.2013

7 BİN YILLIK KALE RESTORE EDİLECEK

 

 

Osmancık İlçesi'ndeki 7 bin yıllık geçmişe sahip Kandiber Kalesi'nin restore edilerek turizme açılacağı bildirildi.

Osmancık Belediyesince hazırlanan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü bünyesindeki Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından onaylanan restorasyon projesi, kısa süre içinde ihale edilecek.

Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Mustafa Kaymak ve beraberindeki heyet, Osmancık'a gelerek, restorasyonla ilgili incelemelerde bulundu. Proje kapsamında çalışma yapılacak alanları inceleyen heyet, Osmancık Belediye Başkanı Bekir Yazıcı'dan bilgi aldı.

 

Projeyle, yaklaşık 7 bin yıllık tarihe sahip kalenin surlarının sağlamlaştırılacağı, kaleye çıkışın kolaylaştırılacağı, seyir terası ve kafeteryaların yapılacağını belirten Başkan Yazıcı, projenin tamamlanmasıyla Kandiber Kalesi'nin bölgenin çekim merkezi olacağını söyledi.

Projenin yaklaşık 2 milyon 500 liraya mal olacağını ifade eden Yazıcı, "Restorasyon projesi kapsamında kaleye çıkışın kolaylaştırılması, surların sağlamlaştırılması, seyir terası, iki kafeterya yapılmasının yanında aydınlatma çalışmaları hayata geçirilecek. Tüm çalışmalar tarihi dokuya zarar vermeden gerçekleştirilecek. Yeni bir sur yapımından daha çok var olanın muhafazasını önemsiyoruz" diye konuştu.

Kurul Başkanı Kaymak da tarihi kalenin restore edilmesi için gerekli desteği sağlamaya hazır olduklarını belirterek, çalışmaların, tarihi dokunun zarar görmeden gerçekleştirilmesinin çok önemli olduğunu vurguladı.

Sabah, 08.07.2013

YEDİKULE-BELGRADKAPI SURİÇİ BOSTANLARI YOK EDİLİYOR

 

 

Yedikule Sur-içi Bostanları’ndan geliyorum. Her güne mutad bir aciliyet halet-i ruhiyesiyle, bin bir koldan gelen türlü hak ihlalleri ve kıyımlarla başlamak vaka-yı adiyeden oldu. Dün akşam (6 Temmuz) İstiklal Caddesi’nde iliğime kadar işleyen kimyasal katkılı suyun “kanıtı” giysilerimi analiz için nereye götürebileceğimi bulmak için interneti açmıştım ki, evime 10 dakikalık yürüme mesafesinde bulunan bostanlar için acil çağrıyla karşılaştım.   

 

Birkaç gündür İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin molozla kapatmakta olduğu Yedikule Bostanları, tarım tarihi üzerine araştırmalar yapan ve Sur-boyu bostanlarının tarihiyle bilhassa ilgilenen ve yıkımı da yakinen takip edip kamuoyuna duyurmaya çalışan Aleksandar Sopov’un aktardığına göre, "Antik bir şehir bölgesi içinde mevcut dünyanın en eski tarım alanı..." Burada bahçecilik yapan aileler, komşularıyla beraber, geride bıraktığımız haftalar boyunca gazetecilerin gerçekleşmekte olan kıyıma dikkatini çekmeye çalışmış ama başarılı olamamışlar. Aradan geçen süre zarfında Belediye iki bostanı ve üç tarihi su kuyusunu yok etmiş, Bizans duvarlarının bir kısmına zarar vermiş durumda. Önceki gün Aleksandar’ı ve Aleksandar’ın haberdar ettiği Radikal gazetesi muhabirini fotoğraf çekerken görünce çalışmalarını daha da hızlandırmışlar ve olağandan üç saat daha fazla çalışmışlar. Şu anda ivedi yok ediliş riskiyle karşı karşıya olanlar arasında sağlam durumda bir tarihi ahşap ev, sağlam durumda Bizans kuyuları ve elbette bu tarihi barındıran diğer bostan alanları var.  

 

Tarihçi ve Kuzguncuk Bostanı mücadelesinden Caroline Finkel’in yanı sıra, bazı gönüllü muhabir arkadaşlar, Yeşiller'den birkaç kişi ve Cihangir Forumu'nda yeni kurulmuş olan Bostan Çalışma Grubu'ndan bir arkadaş da koşup gelen az sayıdaki insan arasındaydı.

 

Daha önce de denk geldikçe konuştuğum sur-boyu tarımcıları gibi bugün konuştuklarım da kendilerini "kiracı" sanıyorlarmış. Ben de öyledir sanıyordum buraya yerleştiğimden bu yana, kendi pozisyonlarını bilmiyor olabileceklerini aklıma getirmeden... Oysa bana gösterdikleri ödeme belgelerinden ve ecri misil kararlarından (hepsi bostanları ekip işleyenlerce ödenmiş) aslolarak bir "işgal tazminatı" ödediklerini anlıyorum. Lakin bu, fiili olarak bir kira ilişkisi olarak kurulmuş, dönemlerin uzunluğu ve düzenliliği dikkate alındığında. Sorun şu ki, yine bu belgelerden gördüğüm, en son 26 Haziran'da tazminat ödemişler ve bundan iki gün sonra boşaltmaları yönünde tebligat gelmiş. Ekinlerini toplamak ve mevcut ödemelerinin parasını çıkarmak için ek süre istemişler, dikkate alınmamış... Bilgi doğruysa bir özel mülk sahibine de tahliye tebligatı gelmiş...

 

Çevre Düzenlemesi kapsamında "Park" yapılıyor şimdi burada... Fatih Belediyesi’nin  açıklaması, "... şu anda İBB tarafından Yedikule-Belgradkapı arasını kapsayan yaklaşık 70 bin metrekarelik alanda rekreasyon düzenleme çalışmasına başlanmıştır. Yapılacak olan bu düzenleme çalışmasının projesi, Anıtlar Kurulu tarafından onaylanmıştır.” [1] Kültür Bakanı'nın açıklaması, "Kara surlarındaki 138 yıllık bostan alanı, yeşil alan olarak korunacak... Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan ve günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan alanları yeşil alan bütününde tematik olarak değerlendirilecektir."[2]

 

Doğduğundan bu yana, 45 yıldır burada yaşayan Serdar, “Aynı şeyi altı yıl önce de yaptılar, süre tanımadan, aniden insanları evlerinden çıkardılar, Fatih Sitesi’nin görüntüsü bozuluyordu, sonra oraya sağlık ocağı ve park yaptılar. Bunları yaparken, tarihi çeşmeyi de söküp götürdüler. Şimdi de burası Yedikule Konakları için yapılıyor. 13 yaşımdaydım, ahırım vardı benim burada, atım vardı… Belediye hep ‘iyidir sizin burada olmanız, hem bekçilik yapıyorsunuz diyordu’” diye anlatıyor…

Evet, Yedikule Sur-içi Bostanlarında iş makinaları yavaş yavaş ekili alanların ve belki bin yıldır buradan geçinen, burayı koruyup kollayan ölmüş ve halen yaşayan insanların üzerinden geçiyor. İş makinaları bu şehirde her gün hayatlarımızın üzerinden geçiyor. İş makinalarının yetemediği yerde Zabıta, Polis, çıplak şiddet ve kimyasal silahlar… 

          

Bugün (8 Temmuz) saat 11.00'de, Belgrad Kapı'nın az içerisinde bostan eken ailelerle dayanışma buluşmasına çağırıyoruz!.. Başımızın belası iş makineleri çalışıyor olacak o saatlerde muhtemelen... Bir-iki gün önce 10 yaşında bir çocuk durdurabilmiş önüne geçip de...


[1] http://www.gerceksozcu.com/haber/guncel_2/tokiden-skandal-rezalet-/13499.html
[2] http://www.arkitera.com/haber/index/detay/surlara-800-bin-lira-harcanacak/15544

 

Bianet, Haber: Ayten Alkan, 08.07.2013

 

******


TARİHİ BOSTANA 'TEMATİK' MOLOZ

 

 

İstanbul ’un tarihi Yedikule bostanları İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yok ediliyor. Yedikule’de sur içinde bulunan bostanlara İBB’ye ait iş makineleri ve kamyonlarla getirilen molozlar döküldü. Tarihi bostanda yer alan 6. yüzyıl Bizans Dönemi’ne ait tarihi su kuyuları molozlarla dolduruluyor. Bostan alanına ise tematik park yapılacağı öne sürülüyor.


Büyükşehir Belediyesi’ne ait iş makineleri önceki gün tarihi Yedikule bostanlarına girdi. Ekinlerin üzerini molozlarla kapatan ekipler, tarihi Bizans su kuyularına da zarar verdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait inşaat tabelasında alanda ‘ çevre düzenlemesi’ yapıldığı bilgisi yer alıyor.

‘Parayı yeni yatırmıştık’
Yedikule ve Belgradkapı çevresinde yaşayan onlarca aile geçimini buradaki bostanlardan sağlıyor. Yaklaşık beş ay önce bostan alanında 10 bin liraya yer kiraladıklarını söyleyen Ayşe Hanım, paralarının karşılığını alamadan bostanlarının zarar gördüğünü ifade ediyor: “Geçimimizi buradan sağlıyoruz. Yılbaşına kadar müsaade istedik vermediler. Şimdi ne yapacağız, bilmiyoruz.”


Çiçek yetiştiriciliği yapan Hüseyin Avcı ise 2013 yılına ait kira bedelini ödemelerine rağmen kendilerine tahliye tebligatı geldiğini söylüyor:
“Burayı İBB’den kiraladık. Parayı yatırdıktan iki gün sonra tahliye tebligatı geldi. Her gün zabıta geliyor. Dilekçe verdik, dilekçemizi geri gönderdiler. Eğer bostan kaldırılırsa 150 bin TL zarar edeceğiz. 15 kişi çalışıyor burada. İşsiz kalacağız.”


Osmanlı tarihçisi Caroline Finkel, önceki gün başlayan hafriyat çalışmalarını duyunca dün soluğu Yedikule bostanlarında aldı. 30 yıldır İstanbul’da yaşadığını söyleyen Finkel, “Şu an çok tehlikeli bir dönemdeyiz. Çünkü bütün tarihi manzaralar elden gidiyor” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Burası da 6. asırdan kalma, tarih açısından değerli bir alan. Buradaki villa sahipleri sanırım süslü bir park istiyorlar. Akademisyenler gelsin, destek versin. Burası elden gidiyor. Geri dönüşü yok.”

Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 08.07.2013


******


 YEDİKULE BOSTANI TARİH Mİ OLUYOR?

 

 

Hafriyat dökümüne başlanan alanda yıllardır sebze yetiştiren bölge sakinleri uygulamaya tepkili. Belediye ise, 138 yıllık bostanın kalması halinde park projesinin hayata geçemeyeceğini söylüyor. 

 

Haliç-Yedikule hattında uzanan tarihi İstanbul surlarının Yedikule bölümü, bugünlerde bostan protestolarına sahne oluyor. Nedeni ise; Büyükşehir Belediyesi’nin başlattığı Belgradkapı Rekreasyon Alanı Projesi. Proje kapsamında geçmişi 1875 yılına kadar uzanan bostanlar parka dönüştürülecek. 


‘Diren bostan’
Beyoğlu Platformu’nun da arasında bulunduğu çeşitli forumlara üye yaklaşık 30 kişi bölgedeki tepkiye destek veriyor. Sur dibinde dün de hareketli anlar yaşandı. Ellerinde “Diren bostan” ve “Kov bostancı belediyeyi” yazılı dövizler açan grup, park projesine karşı olmadıklarını amaçlarının bostanları korumak olduğunu söyledi.


Grup adına konuşan yapan Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Cemal Kafadar, “Bu bostanlar, her ne kadar adı unutulmuşsa da İstanbul kültürüne ‘Yedikule marulu ve Langa hıyarını’ kazandırmıştır. Bostanların da korunması gerekiyor” dedi.


Grup açıklama yaparken Hacı Evhaddin Mahallesi’nin bazı sakinleriyse, park projesini protesto eden eylemcilere tepki gösterdi. Mahalleliler, projenin yapılmasını kendilerinin de istediğini belirtip eylemcilerin bostanlardan uzaklaşmasını istedi.

Milliyet, Haber: Arif Balkan, 09.07.2013

 

******


YEDİKULE BOSTANLARINI NASIL BİR PROJE BEKLİYOR?

 





 

Son günlerdeki yıkımla gündeme gelen Yedikule Bostanları için öngörülen ve 2010 yılında projelendirilen "Yedikule Kapı ile Belgrad Kapı Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon Projesi" Kutup Planlama tarafından tasarlanmış.

Bizans dönemine uzanan, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinden günümüze kadar kesintisiz bostan olarak kullanılmış 200 dönümlük bir alan olan Yedikule Bostanları bugün birçok ürünün yetiştirildiği kentin yegane açık alanlarından biri. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin hukuksuz bir şekilde yıkımına başladığı alan içerisinde tarihi kuyular ve konutlar da yer alıyor.

 

Fatih Belediyesi'nin sitesinde projenin görsellerine ulaşmak mümkün ancak projeye dair herhangi bir açıklama ne yazık ki yer almıyor. Yedikule ile Belgrad Kapı arasındaki alanda öngörülen proje, kamuyouna yine birkaç görselle tanıtılıyor. Tarihi bostanlar ve surların durumu da bir soru işareti olarak beliriyor.

Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 09.07.2013

KENTLERİN OTURMA ODASI: MEYDANLAR

 

Meydanların kent kimliğini yansıtan, halkı buluşturan insanların iletişime geçtiği, ortak aktiviteler ve eğlenceler düzenlediği, kent parçalarıdır, bir kentin “oturma odaları”dır.

 

Sadece binalardan oluşan bir kent, sadece yatak odasından ibaret eve benzer. Nasıl ki bir evin sosyal alanı oturma odası ise bir kentin de sosyal yaşam alanı meydanlarıdır. Binalar kentin yatakhaneleri ise meydanları, parkları ve sokakları da kentin oturma odası, mutfağı ve balkonudur. Böylesi ortak kullanım alanları insanların ortak aklını ve sınıf bilincini etkiler. Bu farklı gruplar ya da bireyler meydanlarda diğerleriyle etkileşir ve paylaşımlarda bulunur. Ayrıca sistemden müzdarip olan insanlar ve onların anlayışları bu alanlarda bir araya gelir ve sisteme karşı mücadele eder. Tarih boyunca egemenler meydanları kendi otoritelerini güçlendirmek için kullanmışlardır. Ortaçağ Avrupasında meydanlar bir mahkeme olarak kullanıldı. Otoriteye meydan okuyan insanlar meydanlarda cezalandırıldı. İdamlar ve kırbaç cezaları gibi infazlar buralarda uygulandı. Öte yandan ezilenler için meydanlar egemen sınıfa karşı isyanların ve devrimlerin merkezleridir. 

 

Bugünün meydanları, insanların toplu taşıma araçlarına ulaşmak için kullandıkları aktarma merkezlerine dönüştürülmek isteniyor. Kent meydanları, uygulanan politikalar sonucu giderek kamusal alan niteliklerini kaybederek, -hatta buralardaki milli bayramlardaki törenler bile yavaş yavaş kaldırılarak- kentlilerin iş ve ev arasındaki sıkışmış yaşamları, neredeyse gettolara dönüşen mahalle veya sitelerdeki yaşamları; AVM adlı toplu alışveriş merkezlerine hapsedilmek istenmektedir. Bugünün iktidarlarının tercihi birbiriyle en az ilişki içinde yaşayan “cemaat/hısım – akraba/memleketli” adacıklardan oluşan bir kenttir. Böylece örgütlü toplumun yerine; itaatkar, tüketici, bireyci ve cemaat müridi istenmektedir.

 

TAHRİR

 

 

Mısır’ın başkenti Kahire’nin merkezinde bulunan Tahrir Meydanı, son iki yıl içinde tanık olduklarıyla ismini hak eden bir meydan. Kelime anlamı Özgürlük olan Tahrir, önceleri İsmailiye Meydanı olarak biliniyordu. 1919 Mısır Devrimi’nin ardından meydan Tahrir (Özgürlük) Meydanı olarak anılmaya başladı. Fakat meydanın adı ülke yönetimini parlamenter monarşiden cumhuriyete dönüştüren 1952 Mısır Devrimi’ne kadar resmi olarak değiştirilmedi. Meydan, 2011 Mısır Devrimi’nde ve Muhammed Mursi’nin devrilmesine varan süreçte milyonlarca insanın toplandığı bir merkez olarak kullanıldı.

 

TAKSİM MEYDANI

 

 

Meydan adını, eksiden Galata-Beyoğlu suyunun taksim edildiği Taksim Maksemi’nden aldı. Meydanın ortasında bulunan Cumhuriyet Anıtı, İtalyan heykeltraş Pietro Canonica’ya yaptırılarak, 1928 yılında yerine yerleştirildi. Aynı zamanda kültür, eğlence ve büyük bir alışveriş merkezi olan İstiklal Caddesi’nin girişinde yer alan Taksim Meydanı, 1 Mayıs 1977’de yaşanan katliam gibi pek çok olaya sahne oldu. 

 

PLAZA DE MAYO

 

 

Arjantin‘in başkenti Buenos Aires’in ünlü meydanıdır. Ülkenin bağımsızlığının ilan edildiği (25 Mayıs 1810) ve Arjantin cuntasının (1976) 8 yıllık iktidarının başlangıç meydanıdır. Plaza de Mayo, askeri cuntanın yokettiği 30.000 kayıp evladını arayan annelere de ev sahipliği yapmış ve yapmaktadır.

 

TİANANMEN MEYDANI

 

 

15. yüzyılda inşa edilen ve “İlahi Barışın Kapısı” anlamına gelen Tiananmen Meydanı, Yasak Şehir ile kentin diğer kısnın ayırmak amacıyla yapıldı. 1 milyon kişinin sığabileceği 440. 000m2’lik bir alan sahip dünyannı en büyük açık lanı unvanının sahip meydan iki kez yangın geçirdi ve 1615’te yeniden düzenlendi. 1989 yılının 15 Nisan’ında başlayan ve yaklaşık 5 Haziran’a dek süren toplumun farklı kesimlerinden yoğun kutulumın olduğu Tiananmen Meydanı Olayları olarak anılan ve yüzlerce kişinin ölümü ile sonuçlanan olaylara tanıklık etti.

 

CONCORDE MEYDANI

 

 

1975 yılında yaptırılan ve çeşmeler ve heykellerle dolu olan meydan sekizgen bir forma sahip. Champs Elysees ile 250,000 m2’lik Tuileries Bahçeleri arasında kalan meydanın ismi Fransız İhtilali sırasında bir süre Devrim Maydanı olarak değiştirildi. İhtilal sırasında gerçekleştirilen ve 14. Louis ve Marie Antoinette’in de aralarında bulunduğu 1000’den fazla kişinin giyotinle idamı bu yemdanda gerçekleştirildi.

 

SARAY MEYDANI

Saray meydanı, adını yaklaşık 3 milyon sanat eseri barındıran ve dünyanın en önemli müzelerinden bir olan Hermitage Müzesin’nin bulunduğu, eski Rus İmparatorluğu’nun merkezi Saint Petersburg kentinde 18, yüzyılda inşa edilen Kış Sarayı’ndan alıyor. Merkezinde 47,5 m yüksekliğinde bir sütün bulunan meydan 25 Ekim 1917’de Ekim Devrimi-Bolşevik Devrimi ve 22 Şubat 1905’te Kanlı Pazar’a sahne oldu.

 

AZADİ MEYDANI

Meydana 1971 yılında Pers İmparatorluğu’nun 2,500 yılı kutlamaları şerefine kentin girişini sembolize etmesi adına Shahyaad Kulesi yaptırıldı. “Şahları Anma” anlamına gelen Shahyaad ismi 1979 İran Devrimi ile Özgürlük Anıtı olarak değiştirildi. Meydanın ismi de bu gelişmelere pralel olarak Özgürlük Meydanı oldu. Meydan, İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulması sırasında Şah Rıza Pehlevi yönetimine karşı yapılan gösteriler sırasında sert çatışmalar sahne oldu.

 

KIZIL MEYDAN


 

73.000 m2’lik bir alanı kaplayan ve Rusça’da aynı zamanda “güzel” anlamına gelen Krasnaya Ploshchat, Kızıl Maydan’ı Kremlin Sarayı’na ait 20 me yüksekliğindedik duvarları, yapımı 1930’Da tamamlanan Lenin Mozolesi ve çarpısı sogan kubbeleri ile Azik Basil Katedrali çevreliyor. 15. yüzyılda Kremlin’in duvarları tamamlandıkan sonra yapılan ve yapıldığı tarihten buy yana idamlara, gösterilere, geçit törenlerine ve mitignelre sahne olan meydan, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor.

 

MEYDAN DEĞİL CAMİ AVLUSU

Eski Türk kentlerinde Avrupa’daki gibi belirgin bir meydan anlayışı yok. Meydanların işlevini yerine getiren camiler ve cami avluları var. Ele geçirilen kentlerdeki meydanlarsa   zamanla  işlevsizleşti, bazı meydanlarsa  padişahın “tebaasına”na göründüğü ya da konvoyunun geçtiği güzergahlar olarak yaşamlarını sürdürebildiler. Bütün bunlardan dolayı kent meydanın gelişmesini teşvik edecek bir toplumsal istek oluşmadığı için toplumsal yaşantının merkezi de cami avlusu olmuştu. Osmanlı yaşam biçiminde semt ve mahallelilik kavramı önemlidir. Kamusal alan erkeklere aittir ve erkeklerin yaşam da ev-işyeri-kahvehane-cami-çarşı beşgenine sıkışmıştır. Bu alanlardan da meydan kültürünün oluşması beklenemezdi. Meydanların sosyal bir yaşamın uzantısı olarak tasarlanması Cumhuriyet dönemine rastlar.  Bu dönemde de meydanlar daha çok park ve tören alanı olarak kullanılmaktaydı.

Evrensel, 08.07.2013

ANKARA'DA ROMA DÖNEMİNDEN KALMA ANTİK TİYATRO YENİLENİYOR

 

 

Roma döneminden kalma hamam, tapınak, agora, sur, hipodrom, sütun gibi çok sayıda tarihi eserin bulunduğu Ankara'da son olarak Büyükşehir Belediyesi'nin çalışmaları ile MS 1. ile 2. yüzyıl arasında yapıldığı sanılan Roma dönemi Antik Tiyatrosu gün yüzüne çıkartıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'ndan onaylı restorasyon projesine göre tasarlanan Antik Tiyatro'nun üç boyutlu görüntüsü de mimarlar tarafından hazırlandı.

 

Roma Antik Tiyatrosu'nda özgün yapıların korunacağı,  Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun onayladığı rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri doğrultusunda restorasyonun başlatıldığını belirten proje uzmanları, Büyükşehir Belediyesi Kent Estetiği Dairesi Başkanlığı'nın lojistik destek sağladığı projede eksik oturma gruplarının Konya'dan getirilecek andezit taşları ile tamamlanacağını kaydettiler.

 

Kazı çalışmaları 2009’da başlamıştı

Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından 2009 yılında tiyatro alanı üzerinde bulunan modern yapıların süratle kamulaştırılıp yıkılmasından sonra, öncelikle tiyatro binasının eksik kısımlarını ortaya çıkarmak, tiyatroya ulaşımı sağlayan caddeyi bulmak ve yapıyı her yerden görünebilir kılmak için Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü'nce kazı çalışması başlatılmıştı. Yaklaşık 5 aylık sürelerle yapılan kazılarda; Osmanlı, Bizans ve Roma dönemlerine ait seramik, sikke ve mimari yapı kalıntılarına rastlanılmıştı.

 

Kayıp eser ortaya çıkıyor

Antik Tiyatro'nun kendi restorasyonunun yanı sıra çevresinde boşaltılan alanda proje kapsamında çevre düzenlemesi yapılacağını ve restorasyon sonrası Ankaralılar tarafından kullanılacak olan tiyatroya hizmet verecek servis birimlerinin bu alanda tasarlanacağını kaydeden proje uzmanları, bu projeler ile Roma dönemi Ankara'sının Ankaralılar tarafından hiç bilinmeyen kayıp bir eserinin gün yüzüne çıkarılmış olacağını belirttiler.

 

Neler yapılacak?

Antik Tiyatro'da sahne binası ve Cavea'nın (oturma sıralarının) olduğu bölümde kazı çalışmaları tamamlanırken, restorasyon projesi ile yok olmuş caveanın yapımında ilk iki sıra için özgün formda oturma sıralarının kullanılması düşünülüyor. tokihaber.com.tr'nin haberine göre sonraki sıralar ise yapıya zarar vermemesi ve geri dönüşümü olması sebebi ile gabion kutularıyla tamamlanacak.

 

Gabion kutularının üzeri ise sudan etkilenmeyen kompozit ahşap döşeme ile kaplanacak. Sahne binasının yıkılmış duvarlarının mümkün olduğu kadar özgün malzeme kullanılarak tamamlanması sağlanacak, üstüne ise belirli aralıklarla boyları ayarlanabilen çelik ayaklar konulacak.

Yapı, 08.07.2013

DERSİM'DE SİT ALANINA YAPILAN KARAKOL İÇİN SUÇ DUYURUSU

 

 

Dersim'in merkeze bağlı Sinan Köyü yakınlarındaki sit alanına jandarma karakolu yapılması üzerine yarın çevreciler karakolun yıkılması istemiyle Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunacak.

 

DHA'dan Ferit Demir'in haberine göre Dersim'in merkeze bağlı Sinan Köyü yakınlarındaki jandarma karakolunun Sit alanında yapıldığını öne süren çevreciler karakolun yıkılması istemiyle yarın Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunacak. Dersim Kültürel ve Doğal Mirası Koruma Girişimi sözcüsü Mazlum Doğan, karakolun 1'inci derece Sit alanı ilan edilen Sinan Kalesi Harabeleri üzerine yapıldığını, burasının korunması gerektiğini söyledi.

 

Dersim'e 20 kilometre uzaklıkta bulunan Sinan Köyü yakınlarındaki jandarma karakolunun Sit alanı üzerinde yapıldığını belirten çevre aktivistleri, Cumhuriyet Savcılığı'na hem de Erzurum Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'na başvurarak tespit yapılmasına karar verdi. Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından yapılan inceleme ve çalışmalar sonucu, karakolun yapıldığı alanında içinde bulunduğu bölgenin 1'inci derecede arkeolojik Sit alanı olarak tespit edildiği belirtildi. Koruma Kurulunun bu tespitinden sonra Köylüler ve Çevreciler karakolun derhal yıkılması ve bölgenin koruma altına alınmasını istedi. Dersim Kültürel ve Doğal Mirası Koruma Girişimi sözcüsü Mazlum Doğan, bir grup köylü ve çevreci ile birlikte karakol çevresinde basın açıklaması yaparken, şöyle konuştu:

"Merkez Sinan Köyü'nde bulunan ve hali hazırda üzerinde karakol yapılan alan, başvurularımız ve konunun medyada yer alması üzerine Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 1'inci derece Arkeolojik Sit alanı olarak tescil edildi. Karakol inşaatı başlamadan orada açıklama yapmış ve alanın tarihi alan olduğunu ve bina yapılamayacağını belirtmiştik. Karakol için kazı çalışması yapıldığı zaman birçok tarihi eser de ortaya çıkmış buna rağmen inşaat devam etmişti. Girişimlerimiz devam edecek, yarın Savcılığa başvurarak Sit alanı içinde yapılan karakolun yıkılmasını ve bölgenin koruma altına alınmasını isteyeceğiz.

Bölgede tarihi kazıların yapılması ve tarihi harabelerin ortaya çıkarılması gerekirken 1'inci derecede Arkeolojik Sit alanı içinde karakol yapmak tarihi katletmektir. Ayrıca bu bölgede oturan vatandaşlarımız Sinan Kalesi Harabeleri'ni kutsal saymakta ve o bölgeye giderek kurban kesip orada dua ederek bölgeyi bir inanç merkezi kabul ediyordu. Ama bütün girişimlerimize rağmen oraya karakol yapıldı. 'Barış süreci' içinde karakolların yapılması, bölge halkının hasasasiyetlerinin yok sayılması ve Alevilerin inanç merkezlerine ve tarihi alanlarına bu tür yapıların güvenlik kaygısıyla yapılması bölge halkını son derece tedirgin etmektedir."

Sol Haber, 07.07.2013

HASARLI ESERLER SERGİSİ

 

Londra’nın ünlü müzesi Tate Modern, 2 Ekim’de açılacak yeni sergisinin hasar gören sanat eserlerini ziyaretçilerle buluşturacağını açıkladı.

 

Tabitha Barber küratörlüğünde gerçekleşecek sergi, 16. yüzyıldan bu yana politik, dini ve estetik sebeplerle saldırıya uğramış sanat eserlerine yer verecek. Serginin en önemli eserlerinden biri de Londra’da bir şapelde yüzyıllardır saklı kalmış, hasarlı bir İsa heykeli. 1500’lerde yapılmış heykelin kolları, bacakları yok ve heykelin 16. yüzyılda dini reform yanlıları tarafından bu hale getirildiği düşünülüyor. Müzenin direktörü Penelope Curtis, sanatın günümüzde de saldırıya uğradığını ve serginin güncel olduğunu söyleyerek, “Bu sergi sayesinde İngiltere’de son 500 yılda sanata saldırı yolları ve nedenlerini keşfedebileceğiz” dedi.

Milliyet, 07.07.2013

MESELE YAŞ HADDİ Mİ, HADDİNİ AŞMAK MI?

 

 

Rusya'daki sanat aleminin taçsız kraliçesi, 1922 doğumlu Irina Antonova'nın Puşkin Müzesi'ndeki yöneticilik görevine pazartesi günü sürpriz bir kararla son verildi. Peki asıl sebep Antonova'nın yaşı mıydı yoksa siyasi anlaşmazlıklar mı?

 

byaşında ve geçen haftaya kadar Rusya'nın en önemli müzelerinden birinin başındaydı. Irina Antonova bugün hala hayatta lakin artık Moskova'daki Puşkin Sanat Müzesi'nin başında değil. Antonova'ya yol verilmesi, geçen hafta sanat dünyasını en çok konuşturan konulardan biriydi. Nasıl olmasındı ki? 1961 yılından beri ülkenin en iyi sanat koleksiyonlarından birinin sorumlusuydu söz konusu kişi. Kimilerine göre işine son verilmesinin arkasındaki sebep ilerleyen yaşı, kimilerine göreyse devlet başkanı Vladimir Putin'le ters düşmesine neden olan bir tartışmaydı. Hangisi doğru olursa olsun Rus sanat dünyası efsanevi bir ismini kaybetti. Antonova'yı Puşkin Müzesi'nin müdürlüğüne atayan kişi Nikita Kruşçev'di. Antonova'nın modern sanata olan tutkusu, Puşkin Müzesi'nin sanat alımlarını da belirledi. Ancak aynı tutku onun için aynı zamanda sonun başlangıcı da oldu.

ELEŞTİRİLER SONUNU GETİRDİ
Bundan üç ay evvel Rusya devlet başkanından Yeni Batı Sanatları Devlet Müzesi'nin yeniden kurulmasını rica ettiğinde, Putin'e sözünü dinletebileceğini düşünmüştü. Antonova, Josef Stalin'in 1948 yılında kapattığı müzedeki yapıtların Rusya'daki farklı müzelere gittiğini, bunlar arasında Van Gogh, Cezanne gibi büyük sanatçıların işlerinin yer aldığını söylüyor, derhal müzenin yeniden kurulup görkemli bir açılışla seyirci karşısına çıkmasını istiyordu. Hatta Putin'in canlı yayınlanan televizyon programına telefonla bağlanarak tüm ülkenin önünde bu isteğini dile getirdi. Puşkin dışında Hermitage yöneticisi Mikail Piotrovski de müzenin açılmasını istediğini anlattı basın mensuplarına. Putin ise bu istekleri sessizlikle karşılamayı sürdürdü. Sessizliği duyan Antonova, yabancı basına demeçler verdi. Stalin'in ruhunun hala memlekette dolaşmakta olduğunu, Stalin'in kapattığı bir müzeyi açmamanın ona boyun eğmek olduğunu ima eden sözler sarf etti. Kendisine yönelik eleştiriler ve imalarla arası çok iyi olmayan Putin için bu, kabul edilemez bir durumdu. Apar topar bir açıklama yapıldı, Kültür Bakanı Vladimir Medinsky müzenin Antonova'ya yol vereceğini söyledi.

HALEFİ 1955 DOĞUMLU
Şimdi müzenin başında Ukrayna doğumlu Marina Loshak var. Kültür Bakanı ve devlet erkanı, 1955 doğumlu Loshak'ın 91 yaşındaki Antonova'dan sonra müzeye taze bir nefes getireceğini ima ediyor konuşmalarında. Devletten 650 milyon dolarlık bütçe sözü alan, bununla Puşkin müzesini büyütüp tasarımını değiştirmeyi hayal eden Antonova'nın hayallerini sürdürüp sürdürmemek artık Loshak'ın elinde. Ancak Putin'le ve bürokrasiyle iyi geçirmeyi başarsa bile işi zor. The Art Newspaper'a verdiği söyleşide 1945 yılında Dresden müzelerinden kaçırılan sanat eserlerini nasıl müzelere yerleştirdiklerini, bir kutudan çıkan Rafael'in Sistine Madonna'sıyla karşılaştığında yaşadığı heyecanı anlatan selefi 20. yüzyıl sanat tarihini yalnızca bilmekle kalmıyor, onu neredeyse başından sonuna yaşamış olmaktan gururlanıyordu.

FUTBOL YERİNE SANAT
Rusya'daki Sotheby's'in yöneticisi Mikhail Kamensky de Antonova gibi ülkenin yeni bir müzeye ihtiyacı olduğu kanaatinde: "Gerçekten yeni sanat yapıtlarını gösteren bir müzemiz yok. Futbol kulüpleri alacağımıza yeni koleksiyonlar yaratmalıyız."

Ayşegül Sönmez (Eleştirmen, sanatatak.com):  "Bence Irina, yaşlılığından ziyade Rusların bitmez tükenmek bilmeyen yeni sevdasına kurban gitmiş. Yeni bir başlangıç yapma, eskiyi hatırlatanlardan kurtulma gibi düşünebiliriz. Bir tür modernlik adına bir görevden alma bu. Sanat ortamının genç yaşlı ayrımının olduğunu düşünmüyorum ama Venedik Bienali'ni de her seferinde daha genç bir küratörün yaptığını da fark etmiyor değilim. İyi küratörün kariyeri 30'larında tırmanıyor, 50 veya 60'larında değil. O yaşlarda herkesi ve hiçbir şeyi beğenmeme zamanı başlıyor illa bir şey başlayacaksa... Antonova üstelik çok da kalmış görevinde. Müzenin yenilenme isteğini anlayışla karşılamak gerekiyor. Sonuçta bir görevde değil 52 yıl beş yıl bile uzun olabilir kalmak için. Hareketli olmakta fayda var. Kurumsallaşmamak, kurumsallaştıkça tercihini estetikten değil de statükodan iktidardan kurumun çıkarından yana kullanmamak adına..."

Sabah Pazar, 07.07.2013

LEVANTEN KÜLTÜRÜ TURİZME AÇILIYOR

 

 

Dünyaca tanınan levanten kültürünün başkenti sayılan İzmir'de, bu kültürün en önemli mirası levanten köşkleri turizme açılıyor. Bornova ve Buca'da yoğunlaşan köşklere düzenli turlar düzenlemek için çalışma başlatıldı. 18 ve 19'uncu yüzyıllarda İtalya, Almanya, Fransa, İngiltere, Avusturya gibi ülkelerden ticaret yapmak için İzmir'e gelen, doğu ve batı kültürünü harmanlayarak özel bir yaşam kültürü ortaya koyan levantenlerin farklı mimarilere sahip evleri, İzmir'in turistik zenginlikleri arasına girmeye hazırlanıyor.

Ailesi 1746'da Venedik'ten gelen turizmci Alex Baltazzi, restore edilerek kent müzesi olarak hizmete sokulan Dramalı Köşkü'nde levanten kültürü ve turistik potansiyeliyle ilgili açıklamalarda bulundu. "Doğu" anlamında kullanılan "levant" kelimesinden türeyen levanten teriminin Avrupalı bir aileden gelerek İzmir ve İstanbul başta olmak üzere doğudaki Osmanlı liman kentlerine yerleşen ve en az bir nesil yaşayan insanları tanımladığını anlatan Baltazzi, Avrupa'dan gelenlerin İzmir'e yerleştikten sonra bir çok katı inancından vazgeçtiğini, doğu kültüründen etkilendiğini ve yeni bir etkileşim doğurduğunu ifade etti. İzmir'de 19'uncu yüzyılda 10 bine yakın bir nüfusa ulaşan levantenlerin önce Bornova'nın Hacılar Köyü'nde evler yaptığını anlatan Baltazzi, çok iyi kazanan bu ailelerin ülkelerindeki evlerin mimarisini İzmir'e taşıyarak gösterişli köşkler inşa ettiğini ifade etti.

'KÖŞKLERE GİRİŞ İZNİ VERİN'
Tatillerini Türkiye'de geçiren bir çok ailenin kendilerinden levanten evlerine tur düzenlemelerini istediğini söyleyen Baltazzi, şöyle konuştu: "İzmir Büyükşehir Belediyesi ve diğer belediyeler de bu evlere büyük değer veriyor. Bazı yapılarda restorasyon devam ediyor. Levantenlerden kalan bir çok ev kamu binası olarak kullanılıyor. Ege Üniversitesi bu konuda örnek çalışmalar yaptı. Turistik turlar için binalarını bize açtılar. Şimdi artık Buca'dan Bornova'ya bu köşkleri bir güzergahta ziyaret programı içine almamız gerekiyor."

TANINMIŞ KÖŞKLER VAR
Levanten köşklerinden ön plana çıkan bir kaçı şunlar: Whittall Köşkü, Wilkinson Köşkü, La Fontaine Köşkü, Edwards Köşkü, Kuyulu Ev, Ballian Köşkü, Sirkehane, Pasquali Köşkü, Bardisbanian Köşkü, Sarı Köşk, Patterson Köşkü ve Atatürk'ün de Kurtuluş Savaşı sırasında bir süre karargah olarak kullandığı Steinbüchel Köşkü.

Sabah, 07.07.2013

ADRAMYTTEİON ANTİK KENTİ KAZILARI 10 TEMMUZ'DA BAŞLAYACAK

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Hüseyin Murat Özgen danışmanlığında, Balıkesir Kuva-yi Milliye Müzesi tarafından Burhaniye Belediyesi sponsorluğunda sürdürülen Adramytteion (Ören) antik kenti kazılarının bu yılki bölümü 10 Temmuz'da başlayacak.

Özgen, Burhaniye Kuva-yi Milliye Müzesi'nde, kazılar öncesi düzenlenen tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada, bu yıl kazıların 15 Eylül'e kadar devam ettirilmesinin planlandığını bildirdi.

Çalışmaların, Mimar Sinan Güzel Sanatlar, İstanbul ve Selçuk üniversitesinden öğretim üyesi ve elemanları ile 8 üniversiteden 75 öğrencinin katılımıyla gerçekleştirileceğini dile getiren Özgen, "Adramytteion antik kentinin korunması, sürdürülebilir yönetimi ve gelişiminin sağlanması amacına dönük yapılandırılan protokolün Balıkesir Kuva-yi Milliye Müzesi Müdürlüğü ve Burhaniye Belediyesi taraflarınca imzalanması, uzun vadeli hedeflenen ve yapılanmakta olan Adramytteion kazıları için olumlu bir gelişmedir" dedi.

Antik kentte Kalkolitik döneme kadar uzanan bir süreklilikte açığa çıkarılan değerlerin bölge ve ülke tarihi için önemi düşünüldüğünde, uzun süreli ve sistemli bir kazı projesinin vakit kaybetmeksizin yapılmasının sevindirici olduğuna dikkati çeken Özgen, bilimsel hedeflerin yanı sıra Ören'in kültür anlamında bir cazibe merkezi haline gelebileceği algısının yerel halk tarafından benimsendiğini görmelerinin, kendilerine ayrı bir şevk kazandırdığını ifade etti.

Özgen, 10 Temmuz'da başlayacak kazıların daha önce olduğu gibi titizlikle yürütüleceğini sözlerine ekledi.

haberler.com, 07.07.2013

HABİB-İ NECCAR CAMİİ İNANÇ TURİZMİNE KAZANDIRILIYOR

 

 

Konuyla ilgili olarak bir değerlendirme yapan Hatay Valisi M. Celalettin Lekesiz, Habib-i Neccar Camii etrafında bulunan ve betonarme 19 adet dükkan, 3 adet konut ile halk arasında Kuseyri Konağı olarak bilinen ve içinde 5 adet ev, avlu, müştemilat odaları barındıran iki adet eski eser konağın Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldığını, bunlardan sökümü tamamlanan 14 adet tek katlı dükkan ile Temmuz ayı içinde sökülecek 5 adet işyeri ve 3 adet konut yerinin Antakya Belediyesi tarafından Meydan Projesi kapsamında ‘Meydan’ şeklinde düzenleneceğini, vakıf kültür varlığı niteliğindeki iki adet konağın restore edilerek günlük hayatın içine çekileceğini belirterek; bahsi geçen bölgelerin kamulaştırılmasındaki desteklerinden dolayı Adalet Bakanımız Sayın Sadullah Ergin’e ve Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkililerine teşekkür etti.

Lekesiz, sahip olduğumuz değerlerin korunması, yaşatılması ve geleceğe aktarılmasının büyük önem taşıdığını ifade ederek, Habib-i Neccar Camii’nin etrafındaki binalara doğru fonksiyonların yüklenmesi konusunda ortak akılla hareket edilerek farklı öneriler ortaya konulduğunu, bu çerçevede hep birlikte en iyi ve en doğru sonuca ulaşılmasının hedeflendiğini kaydetti.

Söz konusu çalışmaların, Kurtuluş Caddesi, Uzun Çarşı ve ilimizin tarihsel dokusuna uygun şekilde yürütülmesinin ve Camiinin bütünlüğüyle değerlendirilmesinin önemli olduğuna dikkat çeken Lekesiz, dönemin tarihsel süreci gözönüne alındığında yapıların bir bölümünün Habib-i Neccar’ın yaşamına ayrılmasının doğru olacağını kaydetti.

Habib-i Neccar’ın varlığını, tarihi önemini ve sürecin getirdiği değişik başlıklardaki değerlendirme için, camiyi bir duvarla ayıran yapının camiye dahil edilerek aradaki duvarın doğru bir şekilde bu yapıya bağlanmasının, ziyaretçilerin yoğunluğunun binanın avlusuna taşınmasının ve böylece söz konusu alanın bir bilgilendirme merkezi haline dönüştürülmesinin önemli olduğunu kaydeden Lekesiz, ‘Bina, yerli ve yabancı konuklar için salt gezme yeri olmaktan öte, bir bakıma yeni bir müze haline gelecek. Buraya gelecek yerli ve yabancı konuklar, ‘Habib-i Neccar’ kitabı da başta olmak üzere çeşitli yayınlar ve görsel malzemelerle ilimiz hakkında ayrıntılı bilgi edinme fırsatını yakalayacaklar.’ diye konuştu.

Vali Lekesiz, diğer iki yapıda alt katta ise; ilimizin geleneksel sanatlarının üretim birimlerinin, üst katta da bunlarla ilgili sergileme ve satış ünitelerinin yer alacağını, söz konusu satış ünitelerinin; vatandaşlarımız için gelir kaynağı olmasının yanı sıra binanın yaşatılması açısından da büyük önem taşıyacağını ifade ederek, "Bu amaçla yapılacak envanter çalışmasıyla; ilimizdeki tüm zanaat kollarının buradan teşhiri sağlanacak, Uzun Çarşı ve Kurtuluş Caddesi’ndeki diğer satış merkezleri için de geleneksel sanatların yaşatılması, üretim biçimlerinin gösterilmesi ile çok boyutlu, sürekliliği olan tanıtım merkezine dönüşerek Habib-i Neccar ile bağlantılı bir hale getirilecek. Bu aynı zamanda ilimizdeki zanaat ürünlerini satan değişik dükkanlar için de yönlendirme niteliği taşıyacak."dedi.

Vali Lekesiz, insanlığın adeta ortak macerasının yaşandığı ilimizde, Habib-i Neccar Camii’nin bilinirliğini artırmak, Uzun Çarşı’yı, Kurtuluş Caddesi’ni doğru algılatmak, doğru okutmak ve unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarının üretim ve satış merkezi haline getirmek anlamında Habib-i Neccar Camii’nin çevresi ile birlikte düzenlenerek turizme kazandırılmasının önemli olduğunu sözlerine ekledi.

Lekesiz, uygulama projeleri temin işinin sözleşmesinin 10.06.2013 tarihinde imzalandığını, 2013 yılı Ekim ayında uygulama ihalesine çıkılacağını da ifade ederek, ilimizdeki önemli bir boşluğun daha bu vesileyle doldurulacağını belirtti.

Hatay Gündem, 06.07.2013

TARİHİ KAPI RESTORE EDİLİYOR

 

 

Yaklaşık 4 yıl önce İstanbul Üniversitesi’nin tarihi duvarlarının restorasyonu ile başlayan ‘tarihe sahip çıkma projesi’, kapının yenilenmesiyle devam edecek. Aralık ayında bitmesi planlanan restorasyonla tarihi kapının orijinalinde yer alan Sultan Abdülaziz’in tuğrası da gün yüzüne çıkmış olacak.

 

Türkiye’nin en eski yükseköğrenim kurumu İstanbul Üniversitesi, eski adıyla Darülfünun’dur. Üniversite ile özdeşlesen yer ise Beyazıt kampüsündeki tarihi ana giriş kapısı. Öyle ki pek çok öğrenci üniversite hayalini bu kapı ile kuruyor. Tarihi kapıya olan merakı yüzünden başka üniversitelerden İstanbul Üniversitesi’ne yatay geçiş yapan öğrenciler bile var. Projesi tamamlanan tarihi kapı şimdilerde restorasyona hazırlanıyor. Restorasyon çalışmalarında kapının orijinalinde yer alan Sultan Abdülaziz’in tuğrası gün yüzüne çıkarılacak. Kapıda bulunan ‘T.C.’ ibaresi de tuğranın üzerinde bulunacak. Bakım ve onarım çalışmalarının aralık ayında bitmesi planlanıyor.

İstanbul Üniversitesi Yapı İşleri ve Teknik Daire Başkanı Dr. Cemil Akçay, 1994 depreminden sonra çeşitli onarımdan geçen kapıda ilk defa bu çaplı bir restorasyonun yapılacağını söylüyor.

İstanbul Üniversitesi giriş kapısı olan görkemli yapı, Harbiye Nezareti Kapısı olarak inşa edilir. Ünlü hattat Mehmed Şefik Bey’in üç parçadan oluşan kitabesinin üzerindeki  madalyonun içine de dönemin padişahı Abdülaziz’in tuğrası yerleştirilir. 1927 yılında Osmanlı kitabelerinin ve tuğralarının çıkarılmasıyla ilgili kanun çıkarılınca tuğranın ve alttaki üç parçadan oluşan kitabenin üzeri mermerle kapatılır.  1933 yılında Darülfünun’un kapatılıp İstanbul Üniversitesi’nin kurulması ile kitabeye “İstanbul Üniversitesi”, kitabenin üzerinde bulunan mermere de T.C. yazılır.

 

2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın fonuyla Şirin Akıncı Mimarlık tarafından projesi tamamlanan tarihi kapıya ihtiyacı doğrultusunda korumaya yönelik bir restorasyon yapılacak. Tarihi kapının komple elden geçmediğini vurgulayan Dr. Cemil Akçay, bu sene  üniversitenin kendi kaynaklarıyla ihalesinin yapıldığını söylüyor. Sene sonunda tarihi Beyazıt giriş kapısının restorasyonunun tamamlanarak yeni haliyle hizmete açılacağını dile getiren Akçay, “Tarihi yapı çatısından kapısına, dış cephe temizliğinden zemin iyileştirmesine kadar ne ihtiyaç duyuluyorsa elden geçirilecek. Işıklandırması da yeniden yapılacak. İç kısımdaki odalardaki kalem işlemeleri tamir edilecek.” diyor.

 

Fotoğraflardan yola çıkarak 10 ahşap ev yapıldı

Üniversite bünyesinde yapılan diğer çalışmalar hakkında da bilgi veren Dr. Cemil Akçay, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın fonu vasıtasıyla orijinaline uygun 10 tane yeni ahşap evin yapıldığını anlattı. Projelerin bir kısmının Tarih Çevre Koruma Müdürlüğü tarafından yapıldığını belirten Akçay, şöyle devam etti: “İki yıllık süre içinde Vefa’da sarnıç ve hamam kalıntıları restore edildi. İbrahim Efendi Konağı’nın orijinal halini bulduk, kurula tescil ettirdik, projelerini yaptırdık onun da inşaatı başladı. Tamamen fotoğraflardan ve eski haritalardan yola çıkarak bu bölgeye kazandırılan İbrahim Efendi Konağı’nın da inşaatına devam ediliyor.”

Zaman, Haber: Tuğba Mezararkalı, 06.07.2013

İSTANBUL AYASOFYA'YA DA GÖZ DİKTİ

 




Trabzon Ayasofya’nın cami yapılmasının ardından yapılan resmi açılışta konuşan Vakıflar Genel Müdürü, ibadet yeri olarak yapılan yapıların müze olarak kullanılmasının en kötü uygulama olduğunu savundu. Akıllara İstanbul Ayasofya’nın durumu geliyor.

 

Trabzon Ayasofya’da resmi açılış dün yapıldı ve ilk cuma namazı kılındı. Açılıştan önce bir açıklama yapan Vakılar Genel Müdürü Adnan Ertem, müzenin camiye çevrilmesini eleştirenlere ve dava açanlara çattı. İki yıl önce İznik’te Ayasofya camisini açtıklarını belirten Ertem, bu tür yapılar için olabilecek en kötü uygulamanın asli fonksiyonu dışında kullanılması olduğunu belirterek müze olarak kullanılmasına tepki gösterdi.

 

İstanbul'a gönderme!
Ayasofya’yla alakalı olarak gösterilen tavrın kendisini üzdüğünü söyleyen Ertem, “İznik Ayasofya Camisi’nde de tepki oldu ama o tepkiler dava açmaya gitmedi. İznik Ayasofya Camisi, Hıristiyan camiası açısından daha önemliydi. Yaklaşık bir yıldır buranın tekrar ibadete açılması noktasında gayret sarf ettik. Önemli ölçüde destek verenler de tepki gösterenler de oldu” dedi. Yapının ibadethane olarak inşa edildiğini söyleyen ancak kilise olduğunu “unutan” Ertem, böyle yapıların asli fonksiyonu dışında müze olarak kullanılmasını eleştirdi. Ertem bunun bu yapılar için yapılacak en kötü uygulama olduğunu savundu. Ertem’in sözleri akıllara halen müze olan İstanbul Ayasofya’nın durumunu getirdi.

 

Özgürlük şartı
Bir ibadethaneden para kazanmayı düşünen zihniyetler olduğunu öne süren Ertem, “Bu ibadethaneyi ticarileşmekten, bu insanların dünyevi endişelerine mahkum eden zihniyetten kurtarmamız gerekiyor ancak biz o zaman burayı özgürleştirebiliriz” diye konuştu.

 

Dava açanlar kızdırdı
Kentte imza toplayarak müzenin camiye dönüştürülmesine karşı dava açan 5 grup olduğunu söyleyen Ertem, “Orada imzası olan Mimarlar Odası’ndan imza atan arkadaşlardan da daha fazla ne yaptığımızı biliyoruz. Burada yapılan iş hiçbir şekilde yapıya müdahale edilen iş değildir. Geçici taşınabilir bir mimber, taşınabilir bir mihrap ve halı serdik” iddiasında bulundu. Ertem suç duyurusunun boşu boşuna olduğunu savundu.

Sol Haber, 06.07.2013

KRAL İÇİN ÜRETİLEN ANTİKA YEMEK SETİNE 2 MİLYON STERLİN

 

Büyük Britanya ve Hindistan Kralı V. George için üretilen bin 400 parçalık yemek setine servet ödendi.

 

Christies Müzayede Evi’nde yapılan açıkartırmada, 1 ile 1,5 milyon sterlin taban fiyat ile satışa çıkarılan yemek seti, yaklaşık 2 milyon sterline alıcı buldu. Antika yemek seti, adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoner tarafından 1 milyon 965 bin 875 sterline satın alındı.

Yemek seti Patiala Hükümdarı Bhupinder Singh tarafından Londra’da sipariş edilmiş ve 1922’de dönemin İngiltere Prensi Edward’ın ziyaretinde verilen yemekte kullanılmıştı.

Zaman, 06.07.2013

ARKEOLOJİ PARKI'NI 3D TEKNOLOJİSİ ZENGİNLEŞTİRECEK

 

Pamukkale Üniversitesi uzmanları, Bursa Aktoprak arkeoloji alanında toprak altındaki objelerin benzerlerini üreterek, devam eden kazılar süresince sergilenmesini sağlayacak. PAÜ Teknokent'te üç boyutlu teknolojiyle "protez vücut" üreten Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bora Boz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu teknolojinin birçok alanda hizmet verebileceğini bildirdi. Bu kapsamda, Bursa'da Türkiye'nin ilk arkeoloji parkının oluşturulma çalışmalarına 3D teknolojisiyle katkı sağlayacaklarını kaydeden Boz, kazıları 2004 yılından bu yana süren alanda, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Necmi Karul'ın desteğiyle çalışma yapacaklarını kaydetti. Kazı alanının, yerleşik kavimlerin Neolitik dönemde ilk durağının olması nedeniyle önem taşıdığını ifade eden Doç.Dr. Boz, şu bilgileri verdi: "Kazı alanında tarayıcılarla toprak altından çıkarılmayı bekleyen objeleri tespit edeceğiz. Hassas tarayıcılarımızla bu objelerin şekillerini bilgisayarlarımıza yükleyerek, benzerlerini üreteceğiz. Bu objeler gün yüzüne çıkarılıncaya kadar, ürettiğimiz objeler arkeoloji parkında sergilenerek, ziyaretçiye o bölgedeki kazılarda çıkarılacak malzemeleri gösterecek. Adeta tarihi canlandıracak." - 3D yazıcıda suikast silahı üretimi Yaptıkları çalışmalarla 3D teknolojisinde Türkiye'nin öncü olmasını arzuladıklarını ifade eden Boz, yalnızca medikal olarak değil diğer sektörlerde de  farkındalık yaratmak istediklerini kaydetti.  Bu teknolojiye Amerika'da önemli destekler verildiğini dile getiren Boz, iki ay önce ABD'deki bir şirketin aynı teknolojiyle silah ürettiği bilgisinin basında yer aldığını bildirerek, şöyle konuştu: "Biz de 3D teknolojiyle silah üretimini yaparak, balistik biliminde çok çarpıcı ve şaşırtıcı sonuçlara yol açılabileceğine dikkati çekmek istiyoruz. Hacettepe Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı ev sahipliğinde 16-17 Kasım tarihlerinde yapılacak Anadolu Adli Bilimler Kongresinde bununla ilgili uyarı amaçlı sunum gerçekleştireceğiz. Bu teknoloji iyi ellerde olur, kurumsal destek sağlanırsa insanlığın yararına etkileri olur. Kötü ellerde yapılırsa çok yıkıcı olabilir. 5 yıl sonra bu teknolojiyi iyi düşünceli insanların yanında kötü düşünceli insanlar da elde edebilecek."  Teknolojideki hızlı ilerlemenin yakından takip edilmesi gerektiğine dikkati çeken Boz, birkaç yıldaki gelişmelerin şu an üretici durumundaki Türkiye'yi tekrar tüketici haline getirebileceğini savundu.

Mynet Haber, 05.07.2013

ÖZGÜRLÜK ANITI ZİYARETE AÇILDI

 

 

New York'ta geçen yıl yaşanan Sandy kasırgası nedeniyle sekiz aydır kapalı olan Özgürlük Anıtı, çevresindeki temizlik ve onarım çalışmaların tamamlanmasının ardından ABD'nin Bağımsızlık Günü'nde yeniden ziyarete açıldı.

ABD'nin doğu yakasında büyük hasar ve can kaybına neden olan Sandy Kasırgası'nın yaraları sarılmaya devam ediyor. Geçen yıl ekim ayı sonunda yaşanan kasırga nedeniyle anıtın bulunduğu Özgürlük Adası'nın dörtte üçü sular altında kaldı. Adada ve anıtın çevresinde ciddi tahribat ve çöp yığını oluşurken Anıtta herhangi bir zarar oluşmadı.

Anıtın kendisinde tahribat olmazken Özgürlük Adası'nın alt yapısı zarar gördü. Su ve aydınlatma sistemleri ile ziyaretçilerin yürüyüş yollarında tahribat oluştu.

Sekiz aydan fazla süren aranın ardından çalışmaların tamamlanmasıyla ziyaretçiler ABD'nin Bağımsızlık Günü'nde tekrar anıtı ziyaret etme imkanına kavuştu.

Anıtın açılışı dolayısıyla AA muhabirinin sorularını yanıtlayan yetkililerden Diana Pardue, adada tekrar ziyaretçi ağırlayacak olmaktan dolayı çok mutlu olduklarını söyledi.

Ziyaretçilerin yoğun ilgisiyle karşılaştıklarını anlatan Pardue, bugün 20 bin civarında yerli ve yabancı turistin anıtı ziyaret etmesini beklediklerini söyledi.

Anıtın açılışı dolayısıyla kurdele kesme töreni de yapıldı. Törene New York Belediye Başkanı Michale Bloomberg, Kongre üyeleri ve diğer yetkililer katıldı.

Anıtın açılışına basın mensupları da büyük ilgi gösterdi. Bazı TV kanalları açılışı helikopterlerle canlı olarak yayınladı.

Adayı ziyaret etmek için daha önceden bilet alan çok sayıda turist de sabahın ilk saatlerinden itibaren Manhattan'daki feribot iskelesinin önünde uzun kuyruklar oluşturdu.

Özgürlük Anıtı
ABD'nin bağımsızlık sembolü olan Özgürlük Anıtı (Lady Liberty), Fransızlar tarafından bağımsızlığının yüzüncü yılında ABD'ye hediye edildi. Yılda 3 milyondan fazla turistin ziyaret ettiği anıt, kaidesiyle 93 metre yüksekliğe sahip.

Fransız heykeltraş Frederic Auguste Bartholdi tarafından yapılan anıt, Fransa'dan parçalar halinde ABD'ye getirilerek, ABD'de 4 aylık bir çalışmanın ardından eski haline getirilip 28 Ekim 1886'da açıldı.

Engellilerin de içini gezebilmesi ve diğer iyileştirmeler amacıyla Ekim 2011'de başlayan çalışmalar nedeniyle iç kısmı ziyaretçilere kapanan anıt, 28 Ekim 2012'de tekrar ziyaretçilere açılmış ancak bir gün sonra New York'a ulaşan Sandy Kasırgası, anıtın tekrar kapatılmasına neden olmuştu.

Milliyet, 05.07.2013

MİMAR SİNAN'IN EVİNİN GÖNÜLLÜ REHBERİ

 

 

"Koca Sinan" olarak anılan ve ölümünün üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen bıraktığı mimari eserlerle ölümsüzleşen Mimar Sinan'ın Kayseri'nin Ağırnas beldesindeki doğduğu evin tanıtımını beldenin tek zabıtası gönüllü olarak yapıyor.

50 yıla yakın Osmanlı İmparatorluğunda başmimarlık yapan ve eserleriyle dünyanın dört bir yanına adını duyuran Mimar Sinan'ın Kayseri'ye 27 kilometre uzaklıkta bulunan Ağırnas'taki evi, şirin beldenin tanıtılmasına öncülük ediyor.

Mimar Sinan'ın mimari estetiğine şekil veren doğduğu ev yapılan restorasyonlardan sonra gezginlerin ve seyahat acentalarının vazgeçilmez gezi rotaları arasında yer alıyor.

3 katlı evin gönüllü rehberliğini ise beldenin pek çok işine koşan tek zabıta memuru Mustafa Özçelik (43) yapıyor.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta olmak üzere pek çok önemli misafire rehberlik yapan Zabıta Özçelik, Mimar Sinan'ın hayatı ve eserlerine olan ilgisinin yanı sıra tarih bilgisiyle de dikkati çekiyor.

Özçelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 3,5 yıl önce yaşadığı bir olayın kendisini çok etkilediğini belirterek, gönüllü rehberlik öyküsünü şöyle anlattı:  
"Evi ilk kez görmeye gelen misafirleri karşılamak için belediyeden beni göndermişlerdi. Rehberlik gibi bir vazifem yoktu. Misafirler profesör bir çiftti. Mimar Sinan hakkında konuşuyorlardı. Birkaç soru sordular, ben cevap veremedim. 'Ağırnaslı mısın?' dediler. 'Evet' deyince bana bir bakış attılar. Ağırnaslı olduğum halde Mimar Sinan ile ilgili sorulara cevap verememek beni çok üzdü. Dünyanın tanıdığı mimarı hemşerisi olarak tanımamak zoruma gitti. Bunun üzerine üniversiteye hazırlanır gibi ders çalıştım. Mimar Sinan'ı çok çeşitli kaynaklardan okudum. Edindiğim bilgileri şimdi tarihi evi gezmeye gelen misafirlerle paylaşıyorum. Benim bunları öğrenmeme neden olan o profesör çift daha sonra yine geldi, bu kez verdiğim bilgiler karşısında çok şaşırdılar. Artık iddialıyım Mimar Sinan ile ilgili her soruya cevap verebiliyorum."

Devlet büyüklerine de rehberlik yaptı
Özçelik, Mimar Sinan'ın hayatıyla ilgili çok fazla bilgi kirliliği olduğuna dikkati çekerek, büyük mimarı daha çok kendisinin yazdırdığı bilinen Tezküretü'l Bünyan ve Tezküretü'l Ebniye adlı eserlerden yararlanarak anlattığını ayrıca Afet İnan'ın Mimar Sinan hakkında yazdığı kitapları okuduğunu belirtti.

Ağırnas'a gelen pek çok misafire rehberlik yaptığını anlatan Özçelik, "7 cihana hükmeden bir imparatorluğun başmimarının doğduğu evi ve memleketini tanıtmaktan gurur duyuyorum. Sayın Cumhurbaşkanımız 2011 yılında geldiğinde ona rehberlik yaptım. Önce korumaları, zabıta olduğum için biraz tereddüt ettiler fakat onlara örnek bir sunum yapınca ikna oldular. Cumhurbaşkanımız da memnun kaldı. Ayrıca sayın Devlet Bahçeli'ye, KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu'na ve beldemize gelen pek çok devlet büyüğüne rehberlik yaptım. Bu işi yaparken zabıta olarak esnafı denetlemeye, su sayacı yazmaya ve diğer tüm işlerime devam ediyorum" şeklinde konuştu.

Özçelik, Mimar Sinan'ın doğduğu evin yer altındaki mekanlarla birlikte 4 bin 505 metrekare kapalı alana sahip olduğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Yaklaşık 3 yıl önce ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen'in öncülüğünde ve kentimizdeki diğer kurumların katkılarıyla ev restore edildi. Kayıtlarda evin 1400'lü yıllarda yapıldığı yer alıyor. Evin üst bölümü Mimar Sinan'ın doğduğu yer değil. Burası sonradan torunlarının yaşadığı yer. Sinan'ın doğduğu ve yaşadığı yer alt bölüm. Burada bir ailenin yaşam alanının yanı sıra mahzen ya da yer altı şehri denilen bölüm var. Hayvanların konulduğu ağılın bulunduğu, yiyeceklerin saklandığı kimi zaman düşmandan korunmak için kullanılan bir yer altı şehrinden söz ediyoruz. Bu yer altındaki mekanlar tüm evlerimizin altında mevcut. Mimar Sinan'ın eserlerinin resimlerini ve bazı eşyaları burada sergiliyoruz. Ağırnas taş işçiliği ile meşhurdur. Pek çok mimar yetiştirmiştir ve en ünlüsü Mimar Sinan'dır. Bugün de beldemizde taş işçiliği sanatı yaşatılıyor."

haberler.com, Haber: Esma Aygün, 05.07.2013

EFES'İN 'RESİMLİ' TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Efes Kazı Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladstaetter, Efes antik kentinin konut kompleksi Yamaç Ev 2'de bulunan 7 yerleşim biriminden ikisinin duvar resimlerinin restorasyon ve konservasyonunun tamamlandığını söyledi.

 

Doç.Dr. Ladstaetter, Yamaç Ev 2'de düzenlediği basın toplantısında, antik kentin lüks konut kompleksi Yamaç Ev 2'nin, her biri birkaç odaya sahip 7 yerleşim biriminden oluştuğunu belirtti.

 

Kompleksteki duvar resimlerinin korunmasına yönelik 2010 yılında proje başlatıldığını hatırlatan Doç.Dr. Ladstaetter, "Bugün Efes kazıları çok önemli ve güzel bir gün. Yamaç Ev 2'de bulunan 7 yerleşim biriminden 2'sinin duvar resim restorasyonu tamamlandı" dedi.


Uluslararası restorasyon ve konservasyon ekibince gerçekleştirilen çalışmaların büyük önem taşıdığına dikkati çeken Doç.Dr. Ladstaetter, şöyle konuştu: 

"Yamaç Ev 2'de 7 yerleşim biriminde bulunan 78 odada duvar resimleri var. Bunlardan 8'inin duvarlarının restorasyonu tamamlandı. Duvar resimleri çok önemli. Roma Dönemi'nden, 1. yüzyıldan başlıyor ve 3. yüzyıla kadar gidiyor. Her bir odada bir kaç kat resmi üst üste bir arada görebiliyoruz. Bazı odalarda üst üste 5 kat resim var."

Efes Vakfı Genel Müdürü Gülsevim Avcı Tolunay ise vakıf olarak 2013 yılında finansör olarak destekledikleri projeler arasında 3 odanın duvar resimlerinin restorasyon çalışmalarının yer aldığını anlattı.
 

Çalışmaların tamamlanmasının sponsor desteği ile mümkün olduğunu vurgulayan Avcı Tolunay, şunları kaydetti: "Bu gibi büyük işler para ve zaman gerektiriyor. Bir odanın bütçesi 40 bin avro. Bu yıl tamamlanan 3 odanın restorasyonu için 120 bin avro harcama yapıldı. Vakfımızın bu yılki bütçesi 230 bin avro civarında. Sponsorlara çok ihtiyacımız var. ilgilenenlerden destek bekliyoruz. Kültürel mirasımız güzel bir şekilde, en kısa zamanda ortaya çıkarılsın ve herkesin bakışına görüşüne sunulabilsin."


Restoratör Kurtuluş Türk da kompleks duvarlarında gün ışığına çıkarılan resimlerin, doğal boyalar kullanılarak yapıldığını anlattı.

Her bir odada yer alan resimlerin farklı özellikleri bulunduğunu ifade eden Türk, "Eros odası var. Kuş, insan ve bitki resimleri ile mozaiklerin bulunduğu odalar var" dedi.

Hürriyet, 05.07.2013

AKM İÇİN TARİH BELLİ OLDU!

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Atatürk Kültür Merkezi'nin 2014 yılı içerisinde hizmete açılmasının planlandığını bildirdi.

Çelik, CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek'in yazılı soru önergesine verdiği cevapta, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nin tadilat ve onarım işlemlerinin, sivil toplum kuruluşlarınca açılan davalar ve yargı kararları nedeniyle 2008 yılından 2012 yılına kadar gerçekleştirilemediğini hatırlattı.

Geçen yıl yapılan ihaleyi takiben Mayıs ayında tadilat ve onarım işlemlerine başlandığını belirten Çelik, Atatürk Kültür Merkezi'nin 2014 yılı içerisinde hizmete açılmasının planlandığını bildirdi.

BAROK MİMARİLİ OPERA BİNASI
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKM ile ilgili yaptığı son açıklamasında, bu binanın yıkılarak yerine 'Barok' mimarili bir Opera binası yapılacağını belirtmişti. Erdoğan, binanın, II. Abdülhamid tarafından yaptırılmak üzereyken İttihatçılar tarafından yıktırıldığını hatırlatmıştı.

Habertürk, 05.07.2013

NEVŞEHİR'İN RUM MİRASI KENTSEL DÖNÜŞÜM KURBANI

 

 

Doğal güzellikleri ve peri bacaları ile olduğu kadar erken Hıristiyan tarihinin izlerini taşıdığı için de turizm sektörünün ilgisini çeken Nevşehir’de uzun zamandır hummalı bir çalışma sürüyor. 2009’da başlayan proje ile şehrin eski merkezi Cumhuriyet Mahallesi’nde kilise ve camiler ile belirlenen birkaç bina dışında taş taş üstünde kalmadı. Konak tipi gösterişli evler, çeşmeler, dükkanlar ve okullar yerle bir edilmiş durumda. Nedeni ise kentsel dönüşüm.

 

Nevşehir Rumlarından geriye kalanlar

TOKİ’nin ‘inşa harekatı’nda moloza dönüşen Muş’un Ermeni mahallesinin kaderinin benzerini Nevşehir’deki eski Rum yerleşimi yaşıyor. Şehrin geçmişteki merkezini oluşturan bölge bugün kentsel dönüşüm kapsamında kelimenin tam anlamıyla şantiyeye dönüşmüş durumda.

 

Doğal güzellikleri ve peri bacaları ile olduğu kadar erken Hıristiyan tarihinin izlerini taşıdığı için de turizm sektörünün ilgisini çeken Nevşehir’de uzun zamandır hummalı bir çalışma sürüyor. 2009’da başlayan proje ile şehrin eski merkezi Cumhuriyet Mahallesi’nde kilise ve camiler ile belirlenen birkaç bina dışında taş taş üstünde kalmadı. Antik Yunan tiyatrolarında olduğu gibi yukarıdan aşağıya basamaklı şekilde yapılandırılan bölgedeki konak tipi gösterişli evler, çeşmeler, dükkanlar ve okullar yerle bir edilmiş durumda. Nedeni ise kentsel dönüşüm.

 

İstanbul’daki gibi…

Belediye yetkililerine göre evler artık yaşam koşullarını sağlayamadıkları için yıkıldılar. Zira Cumhuriyet’in ilanının ardından alınan mübadele kararı ile el değiştiren binalar kötü kullanılmış, bazısına kaçak kat çıkılmış bazısına ise eklemeler yapılmıştı. Belediye bu durumu gerekçe gösteriyor yıkarak başlattığı restorasyon için. Ancak bir gerçek daha var ki bu süreç sonunda Rumlardan sadece birkaç bina günümüze ulaşacak. Rum mahallesinin yerine ise orijinal hallerine ‘yakın’ ama ‘modern’ binalar yapılmaya başlanacak sıra sıra. Tıpkı İstanbul’da olduğu gibi…

 

Bu hızlı değişimde yıkıntıların arasında bir başına duran, şehir merkezinin Hıristiyan kimliğini ilk bakışta ön plana çıkartan bina ise halk arasında Meryemana Kilisesi olarak bilinen Koimesis Theotoku Kilisesi…

 

1849’da yapılan, bölgenin Post-Bizans anıtlarının başını çeken kilise, mahallenin Rumlarının topraklarından kopartılması nedeniyle bir süre boş kaldı önce. Daha sonra ise cezaevine dönüştürülmesine karar verildi. Sütunlarının arasına duvarlar örüldü, koğuşlar oluşturuldu. Tavanı yüksek olduğu için iki kata bölündü, odalar, banyo ve tuvaletler eklendi.

 

Ünlülerin cezaevi

Cezaevi olduğunda içine ilk girenlerden biri Kemal Tahir’di. Tahir, Nazım Hikmet ile birlikte yargılandığı Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından tutuklanmasının ardından Nevşehir’e gönderildi. 1948-1950 yılları arasında hapiste kalan Kemal Tahir cezaevi günlerinde Nazım Hikmet’in salıverilmesi için açlık grevi başlatmış, Nazım Hikmet ise 10 Mart 1950’de yazdığı bir mektupla kararından vazgeçmesini istemişti: ''Açlığını duydum. Doğruluğuna inanamadım. Doğru ise bana en büyük kötülüğü yapıyorsun. Benim başım için vazgeç. Vazgeçtiğini hemen telle.''

 

Kiliseden cezaevine çevrilen binanın bir sonraki ünlü ismi Yılmaz Güney oldu. Güney, 15 Haziran 1961’de ‘Tatlı Bela’ isimli filmin çekimi sırasında gözaltına alındıktan sonra Üsküdar Paşakapısı cezaevinin ardından nakledildi Nevşehir Cezaevi’ne… Yılmaz Güney, “Hayatımın akışı değişti” dediği,  “Benim ilkokulumdur” diye nitelediği cezaevi olarak kullanılan kilisede ‘Boynu Bükük Öldüler’ adlı ilk romanını yazdı. Kasım 1975’te yayınlanan kitabın önsözünde Güney şöyle anlatıyordu binada geçen günlerini: “Boynu Bükük Öldüler, Nevşehir Cezaevinde, siyasiler koğuşunun en dip köşesinde, rutubetli bir duvara komşu ranzada, geceli gündüzlü on altı aylık bir çalışmanın ürünüdür. Ranzamdan hiç indirmediğim küçük bir masam vardı. Yatma zamanı gelince, ayakucuma çeker, ayaklarımı altına sokar uyurdum. Çoğunlukla, anlattığım insanları görürdüm düşlerimde, onlarla yaşardım.”

 

1973’te ise binada başrollerini Türkan Şoray ve Hakan Balamir’in oynadıkları “Mahpus” filmi çekiliyordu. Altın Portakal’da ödül kazanan film kilisenin 1970’lerdeki durumunu da belgeliyordu.

 

1980 darbesinde tutuklananların da yolu düştü Nevşehir Cezaevi’ne. Bu dönemde sol görüşlü tutukluların talebi üzerine, cezaevi yönetiminin izin vermesiyle freskler açıldı. Ancak bu ‘özgürlük’ dönemi kısa sürdü. Koğuş değişikliği sonrasında sağ görüşlü tutukluların gelmesi ile yeniden üstleri kapanarak yeniden ‘hapsedildiler’.

 

1983’te ise bina yeni cezaevi yapımı ile boşaltıldı, üç yıl sonra Nevşehir Belediyesi’ne kültürel amaçlı olarak kullanılması için verildi. Ancak bu süreç yılan hikayesine döndü. Dönem dönem restorasyon projeleri gündeme geldiyse de sonuç çıkmadı. Metruk kaldı, adeta definecilerin ellerine teslim edildi. Kilisenin avlusunda görülebilen büyük çukurlar da o süreçten kaldı bugüne…

 

‘Çanlı Kilise’

Ayakta kalan bir başka Rum yapısı ise halk arasında ‘Çanlı Kilise’ olarak bilinen Hagios Georgios Kilisesi. Adının ‘çanlı’ diye bilinmesinin nedeni 1797’da yapılan kiliseden geriye sadece İbrahimpaşa İlkokulu’nun içinde kalan çan kulesinin ulaşması… Bugün öğrencisi olmayan ve kendisi de metruk halde bulunan okulun bahçesindeki çan kulesi de korunmuyor.

 

Bölgede bir zamanlar 100 kadar evden oluşan bir Ermeni mahallesi bulunmasına rağmen ayakta kalan tek bir Ermeni eseri bile yok. Karasoku Mahallesi’nin yakınındaki mahallenin yerini apartmanlar aldı, kiliseden geriye ise hiçbir iz kalmadı. Kilise ile ilgili tek bilinen binanın bazı taşlarının 1950’de inşa edilen Nevşehir Lisesi’nin giriş merdivenlerinin yapımında kullanıldığı.

Bu sürecin sonunda bugün Kapadokya’da yani ‘güzel atlar ülkesi’nde ne atlar var, ne de sahipleri… Artık hepsi çok uzaktalar… Yaşar Kemal’in dediği gibi güzel insanlar güzel atlara binip gideli çok oldu bu topraklardan...

Agos, Haber: Serdar Korucu, 05.07.2013

ZEUGMA'NIN BELGESELİ ÇEKİLDİ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğünün izniyle Gaziantep'e gelen Massmedia adlı belgesel yapım firmasından 7 kişilik ekip, Müzesi'ndeki mozaikler ile Zeugma antik kentindeki tarihi eserlerini tanıtan belgesel hazırladı. Özellikle kazı alanında çekim yapan ekip, daha önce yapılan kazılarda kurtarılan mozaiklerin görüntülerini de hazırlığını yaptıkları belgesele ekledi.

Massmedia Genel Müdürü Naruchit Rochananond, yaptığı açıklamada, İstanbul, Kapadokya, Gaziantep, Şanlıurfa ve Van'daki tarihi varlıkların çekimi için Türkiye'ye geldiklerini belirtti.

Yapılan çalışmalarla hem Türkiye'deki tarihi zenginlikleri yerinde gördüklerini hem de Tayland'daki özel bir televizyon için belgesel hazırladıklarını ifade eden Rochananond, şunları kaydetti:
''Yaptığımız çalışmayla ülkemizdeki insanlara Türkiye'de keşfedilmeyen ve görülmeyen yerleri gösteriyoruz. Çektiğimiz görüntülerden hazırlayacağımız belgesel filmi hem ülkemizdeki televizyon kanallarında hem de turizm bürolarında kullanarak Türkiye'deki tarihi zenginlikleri anlatmaya çalışacağız."

Sabah, 05.07.2013

AMASRA'NIN ANTİK HARİTASI OLUŞTURULACAK

 
Amasra Müze Müdürü Baran Aydın, "İlk hedefimiz Amasra'daki antik kalıntıların nerede olduğu ve nerelere kadar dağıldığı araştırmak, elimizde antik Amasra'nın haritası oluşacak, önümüzdeki beş yıl on yıl elli yıl kadar Amasra'nın turizmine kültürüne ne katabilir bunları düşünüyoruz, Belediye ile ortak çalışmalar yapılabilir biz bunlara açığız" dedi.

Amasra Müze Müdürü Baran Aydın İHA'ya yaptığı açıklamada, göreve başladığı bir aylık süreyi en iyi şekilde kullanarak ilçenin tarihi kültürel ve arkeolojik yapısı hakkın da başlattığı çalışmalar sonucu edindiği bilgiler ışığında kalıcı projelere imza atmaya hazırlandıklarını söyledi.

Baran Aydın, "Amasra'da göreve başlayalı bir ay oldu. Göreve başlamadan dışarıdan bakınca arkeoloji dünyası açısından Amasra veya Karadeniz çok fazla dikkat çeken bir bölge değil. Türkiye'deki sit alanı haritalarında bile Karadeniz boş alan olarak görülüyor. Genelde Ege ve Akdeniz birazda İç Anadolu olmak üzere bu alanlarda sit alanları antik kent olarak görüldüğünü biliyoruz. Tabi ben Batıkaradeniz'e ilk kez geliyorum. İlk defa böyle bölgede görev yapıyorum. Açıkçası internetten ve çeşitli yerlerden yaptığımız yüzeysel araştırmalarla, Amasra hakkındaki yaptığımız araştırmalarla antik kentin sadece yarım adadan oluştuğunu düşünüyordum. Daha küçük çaplı bir yer olduğunu ümit ediyordum, ama buraya gelince burada arkadaşlarımızla da birçok yere gittik çevreyi ve vatandaşlarımızı tanımaya yönelik küçük çaplı geziler yaptık.

Yaptığımız gezilerde kalıntıların daha geniş bir alana yayılmış olduğunu gördüm. Özellikle Roma döneminde önemli bir şehir olduğu ortaya çıktı. Bununla ilgili Türkiye'nin değişik yerlerinde eserler yada antik kentler üzerinde araştırmalar yaptık. Burada ilk önce Antik Kentler'in yayılma alanı en erken ne zaman kurulmuş dönemleri neler nerelere yayılıyor günümüze kadar nasıl gelmiş, bunları araştıracağız. Elimizde Amasra ile ilgili ne çeşit yayın harita var onları toplamaya çalışacağız onun haricinde dediğim gibi uzun vadede bizim 3. derece arkeolojik kazı alanlarında kazı yapabilme yetkimiz var. Bu kazılar sırasında birçok eser açığa çıkıyor. Özellikle mimari eserler bizler bütün elimizdeki bu buluntuları değerleri değerlendirerek dediğim gibi antik kentte, nerede tapu yapısı, nerede evler, nerede agora varmış, nerede sit yapısı var, nerede hukukla ilgili bir bazilika yeri varsa bunları araştırdıkça ortaya çıkacaktır. İlk hedefimiz Amasra'daki antik kalıntıların nerede olduğu ve nerelere kadar dağıldığı araştırmak. Bilindiği gibi Amasra'da yoğun bir bitki örtüsü var ancak çevredeki faaliyetlerle zaman zaman bu bitki örtüsü kesiliyor. Kesildikçe altından hiç ummadığımız çeşitli eserler çıkıyor. Bir yapı bir mezar yazıt sütun parçası bir top parçası çıkıyor. Bizim elimizde arazi envanteri var. Korunması gerekenler hangileri bizler bunların korunması için neler yapabiliriz bu işin tamamen teknik yönü. Müzenin tanıtımıyla ilgili bazı düşüncelerimiz var. Neler yapabiliriz gibi tanıtımlar. Kalemiz var kaleye girerken gizli karanlık yollar var. Bununla ilgili tanıtıcı levhalar koymayı tanıtım yapılmasını düşünüyoruz. Çarşı içinde çekek yeri var belki Roma dönemine kadar geriye gidebilen ama orijinal bir şekilde korunmuş Anadolu'da çok nadir bulunan iskele var. İskelede aydınlatıcı bilgi verici levhalar kurmayı düşünüyoruz. Onun haricinde müzecilik alanında bizim alanımız kazılarımız çeşitli sürprizlerle dolu. Bu sürprizleri buradaki ziyaretçilere tanıtmak beğenisine sunmak yerli, yabancı turistlere tanıtıp ilçemizi Türkiye genelinde tanıtımına katkıda bulunmaktır" dedi.

haberler.com, 03.07.2013

KAZI BAŞLIYOR

 

 

Batı Karadeniz’in tek antik kenti Konuralp’te kazı çalışmaları 12 Temmuz tarihi itibari ile başlıyor.

 

Tarihi ve kültürel miras bakımından Türkiye’nin önemli merkezlerinden birisi olan Konuralp’te toprak altındaki tarihi varlıkların ortaya çıkarılması için yapılacak arkeolojik kazılar Temmuz ayı içinde başlayacak.

 

MÖ 2000 yıllarına kadar geçmişe sahip bulunan Konuralp antik kentinde yeni arkeolojik kazı çalışmaları için nihayet ödenek de geldi. Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı ile tescil edilmiş 4 adet Sit alanında kazılar yapılacak. Konuralp’te bulunan Roma Köprüsü, Batı Surları, Güney Surları, Atlı Kapı ve Antik Tiyatro’da gerçekleştirilecek  kazı çalışmaları ile tarihi değerler ortaya çıkacak. Düzce için dönüm noktası olacak.

 

Kazı çalışmaları Düzce Üniversitesi ve Konuralp Müzesi Müdürlüğü’nden oluşan ekip ile gerçekleştirilecek.

Düzca Damla, 03.07.2013

ROMA DÖNEMİNE AİT 2 BİN YILLIK HEYKEL BULUNDU

 

 

Sakarya'nın Kaynarca'ya bağlı Uzunalan Köyü Parayatağı mevkiinde bir hafta kadar önce Roma dönemine ait 2 bin yıllık kafası ve eli kopmuş heykel bulunması üzerine Sakarya Müzesi bölgede arkeolojik araştırma yapmaya başladı.

 

Bölgeye gelen Sakarya Müzesi'nde görevli arkeologlar heykelin bulunduğualanda kazı yaparken  Müze Müdürü Murşit Yazıcı, "Bu heykelin tek başına burada olamayacağı için yerleşim alanı olup olmadığını araştırıyoruz" dedi.

 

Kaynarca İlçesi Uzuncaalan Köyü'nde bir evin temel kazısı yapılırken kafası ve 1 eli kepçeyle kopartılmış heykel bulundu. Sakarya Müzesi'ne teslim edilen Romalı kıyafetli heykelin Roma dönemine ait 2 bin yıllık  olduğu belirlenince Sakarya Müzesi bölgede ön araştırma yapmaya başladı. Bugün jandarma ekipleriyle birlikte bölgeye gelen Sakarya Müzesi'nde görevli sanat tarihçisi Süleyman Acar, Arkeolog Gökhan Beyazcem ve Kaynarca Belediyesi görevlileriyle birlikte 2 bin yıllık heykelin bulunduğu bölgede ön arkeolojik araştırma yapmaya başladı. Sakarya Müzesi Müdürü Murşit Yazıcı yaptığı açıklamada bölgede yapılan çalışmanın arkeloojik kazı olmadığını, sadece ön arkeolojik araştırma olduğunu belirterek şunları söyledi: 

"Kafası ve bir eli olmayan heykel Roma döneminden kalma ve  yaklaşık 2 bin yıllık bir heykel. Muhtemelen bir Roma soylusuna ait. İmparatorluk ailesinin bir mensubuna da ait olabilir. Bunu incelemeden bilemeyiz. Bu heykel bu bölgede tek başına olamayacağından dolayı bölgede belki eski bir yerleşim olabileceği ihtimaline karşılık ön araştırma yapıyoruz. Yapılan arkeleojik bir kazı kesinlikle değil. Bu ön araştırma sonrasında da değerlendirme yapacağız."

 

Uzunalan Köyü Muhtarı Saffet Tezer, heykelin Roma dönemine ait ve yaklaşık 2 bin yıllık olduğunu söylerken heykelin bulunmasından sonra köyde "Muhtar define buldu" söylentilerinin çıkmasına tepki gösterdi. Muhtar Tezer, şöyle konuştu: 

"Bir hafta önce köyümüz Parayatağı mevkiinde bir arazide bina temeli kazan iş makinası operatörü taş parçası bulduğunu  ve bunun heykel olabileceğini söyledi. Biz gerekli yerlere müracaat ettik. Hakikaten heykelmiş. Ekipler geldi, heykele el koydu ve müzeye kaldırdı. Şu an ise çalışmalar devam ediyor. Bizim kızdığımız konu ise 'muhtar define buldu defineyi kaldırdı' diye söylenti çıkarmaları." 

Zaman, 03.07.2013

KURTARMA KAZISINDAN ROMA DÖNEMİ MOZAİKLERİ ÇIKTI

 

 

Amasya'daki kurtarma kazısında, Roma döneminden kalma yaklaşık 2 bin yıllık tapınağa ait olduğu düşünülen mozaikler bulundu.

Merkeze bağlı Yavru Köyü Küp Deresi mevisinde kaçak kazı sonrası Amasya Müze Müdürlüğünce başlatılan kurtarma kazısı sırasında bulunan, MS 1. yüzyıla tarihlenen Roma dönemi mozaikleri, motifleri ve canlı renkleriyle görenlerin ilgisini çekiyor.

Çorum Hitit Üniversitesi Karadeniz Arkeolojisini Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Esra Keskin'in bilimsel danışmanlığını yürüttüğü kazıların 8 Temmuz'a kadar sürdürüleceği öğrenildi.

Yetkililer, yaklaşık 20 metrekarelik madalyon şeklindeki mozaik yapının içindeki motiflerde elma ağacı ve ağaç altında kekliklerin yansıtıldığını, mozaikleri oluşturan küp taşların ise renklerini koruduklarını belirtti. Amasya'nın meşhur "misket elması" da eserde motif olarak yer alıyor.

Uzmanlar, ortaya çıkan mozaiklerin Gaziantep'in Nizip İlçesi'ndeki "Zeugma" mozaikleri ile repertuar olarak benzerlik gösterdiğini, bu anlamda söz konusu mozaiklerin uluslararası düzeyde ilgi uyandıracağını kaydetti.

Yapının o dönemde tapınak ya da sunak olarak kullanıldığını belirten uzmanlar, işlevinin tam olarak yapılacak araştırma ve incelemeler sonrası ortaya çıkacağını bildirdi.

haberler.com, Haber: Fatih Mehmet Kürkçü, 03.07.2013

7 ASIR ÖNCE İLK PARA BURADA BASILDI

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi, 1300’lü yıllarda Orhan Gazi döneminde ilk paranın basıldığı harabe halindeki darphaneyi ilk günkü ihtişamına kavuşturacak restorasyon çalışmalarını başlatıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, kamulaştırmanın tamamlandığını ve projelerin koruma kurulu tarafından onaylandığını belirterek, tarihi yapının sosyal, kültürel ve sanatsal aktivitelerin yapılacağı bir mekan olarak Bursa’ya kazandırılacağını söyledi.

 

Bursa’yı yaşayan canlı bir tarih kenti haline getirmek amacıyla Bitinya’dan arkeolojik döneme, Osmanlı’dan Cumhuriyet ilk dönem eserlerine kadar her alanda yoğun bir çalışma sürdüren Büyükşehir Belediyesi, tarihi ve kültürel miras projelerine Osmanlı’da ilk paranın basıldığı tarihi darphane binasını da ekledi. Orhan Gazi döneminde 1300’lü yıllarda ilk paranın basıldığı ve zaman içinde ilgisizlikten harabe haline dönen tarihi yapının yeniden kente kazandırılması için yoğun çaba sarf eden Büyükşehir Belediyesi, kamulaştırmanın tamamlanmasının ardından fiziki çalışmaların da startını veriyor. Projeleri Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından onaylanan Maksem Mahallesi’ndeki tarihi yapıda restorasyon çalışmalarına önümüzdeki günlerde başlanıyor.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, beraberindeki Tarihi ve Kültürel Miras Projeler Koordinatörü Aziz Elbas ile restorasyon öncesi tarihi binada incelemelerde bulundu. Maksem Mahallesi Muhtarı Mehmet Güleç’in de hazır bulunduğu inceleme gezisinde tarihi yapı hakkında bilgi veren Başkan Altepe, Osmanlı’nın ilk çarşıları kurduğu, ilk parayı bastığı, han, hamam, şifahane, tekke gibi mimari eserlerin ilklerinin yer aldığı Bursa’da bir değeri daha gün yüzüne çıkarmanın mutluluğunu yaşadıklarını söyledi. Uzun süredir üzerinde çalıştıkları darphane binasında kamulaştırmanın bittiğini ve tarihi yapının Büyükşehir mülkiyetine geçtiğini ifade eden Başkan Altepe, “Yaklaşık 700 yıl önce Orhan Gazi döneminde ilk para burada basıldı. Kent kimliği ve kent kültürü açısından büyük önem taşıyan ve zaman içinde ilgisizlik nedeniyle harabeye dönen darphane binasıyla ilgili çalışmalarımızda sona geldik. Kamulaştırma bitti, projelerimiz onaylandı ve şimdi restorasyon çalışmalarını başlatıyoruz. Ekim ayı sonuna kadar buranın toparlanıp, ilk günkü orijinal halini almasını hedefliyoruz. Osmanlı’dan bu yana basılan paraların sergileneceği bir bölümün de yer alacağı bina sosyal ve kültürel aktivitelerin yapılabileceği bir merkez olacak” diye konuştu.

Bursa Büyükşehir Belediyesi, 02.07.2013

TARİHİ ESERLER TOPRAĞINA DÖNÜYOR

 

 

Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Tarihi Kayseri Kalesi'ni kültür merkezine dönüştürme çalışmalarına başladı. Kale içine yapılacak önemli birimlerden birisi de Arkeoloji Müzesi olacak. Yeni Arkeoloji Müzesi'nin yapılmasıyla birlikte Kültepe'den çıkarılan ve sergilenemediği için Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne gönderilen eserler de yeniden çıkarıldıkları topraklara getirilecek.

Kayseri Arkeoloji Müzesi envanterinde kayıtlı yaklaşık 34 bin 300 eser bulunuyor. Bu eserlerden yaklaşık 24 bini etnoğrafik, 10 bin 400'ü ise arkeolojik eser olarak değerlendiriliyor. Buna karşılık, Kayseri Arkeoloji Müzesi'nde sadece 850 civarında eser sergilenebiliyor. Kültepe'de 60 yılı aşkın süredir devam eden kazılarla gün yüzüne çıkarılan tarihi eserlerin yüzde 90'ı sergilenemiyor ve müzenin karanlık deposuna kaldırılmak durumunda kalıyor. Kültepe'den çıkarılan eserlerin bir kısmı da sergilenmek üzere Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne gönderiliyor. Büyükşehir Belediyesi tarafından hayata geçirilecek Kale İçi Kültür Merkezi, yer sıkıntısı nedeniyle sergilenemeyen tarihi eserlerin depolardan tekrar gün yüzüne çıkmasını sağlamakla kalmayıp, Ankara'ya giden tarihi eserlerin yeniden çıkarıldıkları topraklara döndürülmesini de sağlayacak.

Kayseri Arkeoloji Müzesi'nde, şu an itibarıyla 10 bin 400 arkeolojik eser bulunuyor. Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan kale içindeki müzenin bitirilmesi ardından, bu eserlerin tamamı sergilenecek. Öte yandan, yapılacak müze klasik müzecilik anlayışı ile hizmet vermeyecek. Dijital cihazlarla desteklenen müze, ziyaretçilerin eserleri görmesinin yanı sıra bilgi almalarını da sağlayacak.

Timetürk, 01.07.2013

KAZIDA GÜN IŞIĞINA ÇIKARILAN ESERLER DEPOLARA SIĞMIYOR

 

Kütahya'da, 5 bin yıllık Seyitömer Höyüğü'nde 7 yıldır sürdürülen kazılarda bulunan tarihi eserler, Arkeoloji Müzesi'nin depoları dolunca Kossuth Müzesi'nde muhafaza edilmeye başlandı. Höyükten son 8 yılda çıkarılan 17 binden fazla eser, sergilenmek üzere Müze Müdürlüğüne teslim edildi.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Seyitömer Höyüğü, il merkezine 26 kilometre uzaklıkta, Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğüne bağlı Seyitömer Linyit İşletmesi (SLİ) Müessesesi imtiyaz sahasında bulunuyor.

Orijinal yüksekliği 23,5 metre, eni 140 ve boyu 150 metre olan höyükte kurtarma kazısına, altındaki 12 milyon tonluk linyit kömürünün ekonomiye kazandırılması amacıyla 1989 yılında Eskişehir Müze Müdürlüğünce başlandı. Höyük, 1990-1995'te Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü tarafından kazıldı.

TKİ Genel Müdürlüğü ile Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Rektörlüğü arasında imzalanan protokol doğrultusunda kazılar, 2006'da DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümüne devredildi. Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığında öğretim elemanları, öğrenciler ve işçilerden oluşan kazı heyeti, 2006'dan bu yana her yıl 6 ay kazıları sürdürüyor.

Protokol uyarınca 6 yılda tamamlanması öngörülen kazı çalışmaları, buluntu eserlerin çokluğu ve restorasyon için yoğun çalışılması gerektiğinden 2011'de 3 yıl uzatıldı.

Her yıl haziran-kasım aylarında arazide kazı çalışması yapan arkeologlar ve öğrenciler, yılın diğer aylarında da DPÜ Evliya Çelebi Yerleşkesi'ndeki laboratuvarda restorasyona ihtiyaç duyulan buluntu eserlerle ilgileniyor.

Höyükten son 8 yılda bulunan çoğu toprak kap olmak üzere metal ve ahşaptan 17 bin 292 eser, Kütahya Arkeoloji Müzesi'ne teslim edildi. Bu eserlerin 10 bin 532'si, laboratuvarda restore edilerek yeniden oluşturuldu. Sergilenmeye hazır olarak çıkarılan 6 bin 760 eser ise doğrudan müzeye gönderildi.

Arkeoloji Müzesi'ne getirilen eserler, buradaki depolara sığmayınca Kossuth Müzesi'nde muhazafa edilmeye başlandı.

Kazı Grubu Başkanı Bilgen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, höyükten çok fazla eser çıkardıklarını söyledi.

Bir müzenin deposu dolduğu için ikinci müzenin deposunu kullanmaya başladıkları bilgisini veren Bilgen, şöyle konuştu:
"Kazı çalışmalarına ara verilen kış sezonunda Seyitömer Höyüğü'nün içinde bulunduğu SLİ Müessese Müdürlüğünce sağlanan imkanlar doğrultusunda DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü laboratuvarlarında 10 uzmanın görevlendirilmesi sonucu yaklaşık iki ay önce ilk grupta 465 eserin restorasyon ve belgeleme işlemleri tamamlanarak Kütahya Arkeoloji Müzesi'ne teslim edildi. Yapılan çalışmaların devam ettirilmesi sonucunda ise 200 eser daha buraya gönderildi. Böylelikle 2013 yılında müzeye teslim edilen eser sayısı 665 oldu."

haberler.com, Haber: Hadi Şengül, 01.07.2013

KARADENİZ'DE İKİ BATIK GEMİ BULUNDU

 

Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentin limanında batmış gemiler olduğunu daha önce de bildiklerini ancak yerini net tespit edemediklerini söyledi.

Karada süren kazılarda belirli mesafe katettikten sonra denizde çalışma yapmayı plandıklarını anlatan Atasoy, "Biz bu süreci beklerken dalgalar lerin üzerindeki çamuru temizliyor. Böylece gemiler ortaya çıkıyor. Balıkçılar da bunu görerek bize haber veriyor. Onların beyanına göre iki gemi, yükleriyle denizin dibinde duruyor" şeklinde konuştu.

Atasoy, gemilerin fırtına sonucu kayalara çarparak batmış olabileceğini tahmin ettiklerini vurgulayarak, şunları kaydetti:
"İlgili bakanlıktan acil ödenek ile izin bekliyoruz. İlk belirlemelere göre yüküyle batan iki antik gemi söz konusu. Gemilerde iki kuplu testiler, sütunlar ve taşlar olduğu anlatılıyor. Balıkçıların gördüğü kadarıyla bilgiye sahibiz. Gemilerin kaç metre derinlikte olduğunu bilemiyoruz. Ödenek ve izin geldiğinde Bülent Ecevit Üniversitesinden balık adamlar ön tespit için dalış yapacaklar. Fotoğraflar çekecekler, biz de ona göre fikir edineceğiz. Böylece gemilerin büyüklüğü, yükü ve ne kadar derinlikte yer aldıklarını bileceğiz. Acil olarak bu yaz ilk incelemeler tamamlanacaktır."

Gemilerle ilgili ön tespitlerin ardından arkeolog dalgıçların asıl çalışmayı yürüteceğine işaret eden Atasoy, "Su altı arkeolojisi ayrı bir teknik istiyor. Umarız derinlik fazla değildir. Ön çalışmadan sonra proje hazırlayacağız. Batıkların soyulmaması için acil olarak çalışma yapmalıyız" diye konuştu.

Atasoy, batık gemilerle ilgili sürecin kendilerini heyecanlandırdığını ifade ederek, şunları kaydetti:
"Gemiler MS 2. yüzyıldan 13. yüzyıla kadarki süreçte Roma, Bizans ve Cenevizliler dönemine ait olabilir. Bu yüzyıllar arasında deniz ticareti bölgede çok yoğun. Kentten o dönemlerde balık ihraç ediliyor. Palamut kurutularak Akdeniz ve Ege'ye gönderiliyor. Giden gemilerden de 'de olmayan takılarla çanak ve çömlek geliyor. Gemilerle kente testi içinde zeytinyağı da getiriliyor. Biz batıkların yükü nedeniyle kente gelen gemiler olduğunu düşünüyoruz."

Balıkçılardan Zeki Kaçar ise zıpkınla dalış yaptığı sırada iki batığı gördüğünü belirterek, "Kazı ekibine bilgiyi ben verdim. Gemiden örnek olarak üzerinde işaretler bulunan kurşun bir obje aldım. Bunu da jandarmaya teslim ettim. Batık geminin kenarlarında da işlemeli sütunlar gördüm" diye konuştu.

Tieion Antik Kenti
Zonguldak'ın kuzeydoğusunda sahil kenti Filyos'taki Tieion antik kenti, Tios adlı rahibin öderliğindeki Miletos kolonisince kurulmuş. Tarih boyunca Herakleia Pontika (Ereğli) ve Amastris'in (Amasra) gölgesinde kalan kent, çeşitli krallıklara bağlı varlığını sürdürmüş.

Romalılar tarafından yıkılıp yağma edilen kent, daha sonra yeniden inşa edilerek Roma eyaletlerine bağlı ticaret ve balıkçı bölgesi olarak varlığına devam etmiş. Bölge, sonraki dönemlerde balıkçı kasabasına dönüşmüş.

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yabancı araştırmacılar ve seyyahlarca araştırmalar yapılan antik kentte 2006'da başlatılan kazı çalışmalarının Karadeniz ve Küçük Asya tarihi ile arkeolojisine ışık tutması bekleniyor.

Sabah, 29.06.2013

METROPOLİS ANTİK KENT KAZI ÇALIŞMALARI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Celal Bayar Üniversitesi'nin işbirliğiyle, 23 yıldır sürdürülen Metropolis antik kenti kazı çalışmalarının 2013 yılı etabı, 1 Temmuz'da başlayacak.

Torbalı Belediyesi ve Metropolis Sevenler Derneği (MESEDER) ile birlikte kazı çalışmalarına destek veren Sabancı Vakfı'ndan yapılan yazılı açıklamaya göre; Metropolis, 2013 yılında Ören yeri olarak ziyaretçilere açılarak, kültür turizmine kazandırılacak.

Metropolis antik kentindeki kazı çalışmalarının başkanlığını yürüten Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek, geçen yıl başlayan Ören yeri çalışmalarının bu yıl tamamlanacağını belirterek, "Metropolis'in 2013'te ören yeri olarak açılması ve kültür turizmine kazandırılması için çalışmalarımız devam ediyor. Metropolis'in aynı zamanda İzmir'in EXPO 2020 adaylığı konusunda yapılan çalışmalarda önemli bir rol oynayacağına inanıyoruz" ifadelerini kullandı.

Aşağı Hamam (Palaestra) yapısındaki, 2008 yılında başlanılan kazı çalışmalarını bu yıl tamamlamayı ve hamamı eksiksiz olarak ortaya çıkarmayı hedeflediklerini aktaran Aybek, bununla birlikte Metropolis kentinin resmi yapılarının yoğunlaştığı Orta Kent (Kent Meclisi Binası, Hamam Yapısı, Stoa ve çevresi) alanında yeni bir çalışmaya başlamayı düşündüklerini, bu yıl da yeni yapılar topluluğu, buluntu ve eserleri gün ışığına çıkarak Metropolis'in gizemini çözmeye devam edeceklerini bildirdi.

Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan ise Metropolis gibi önemli bir tarihsel mirasın ortaya çıkarılmasına destek vermeyi görev kabul ettiklerini belirterek, Metropolis'in tarihsel zenginliğinin ülke için önemli bir değer olduğunu, Ören yeri çalışmalarının da tamamlanmasıyla, bu zenginliğin yerli ve yabancı turistlerle paylaşılacak olmasının, kendilerine heyecan verdiğini, Metropolis'in bölge ekonomisine ve kültür turizmine önemli katkıları olacağına inandıklarını aktardı.

haberler.com, 27.06.2013

ANTİK KENT BULUNTULARI TARİHE IŞIK TUTUYOR

 

 

Pompeipolis Antik Kenti Kazı Başkanı ve Kastamonu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer, 7 yıldır süren kazı çalışmalarında beklediklerinden çok daha fazla buluntuya ulaştıklarını söyledi.

 

Summerer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Taşköprü İlçesi'nde 2006 yılından beri devam eden Pompeiopolis antik kenti kazılarının bu yıl 1 Temmuz'da başlayacağını ve yaklaşık 2 ay süreceğini anlattı. Kazılara Almanya, İngiltere, İsviçre, ABD ve Fransa başta olmak üzere birçok ülkeden uzman ve arkeologların katılacağını aktaran Summerer, "7 yıl gibi kısa süre zarfında, Pompeiopolis antik kentinde beklediğimizden çok daha fazla buluntuya ulaştık" dedi.


Summerer, bu yılki kazı çalışmalarında antik kentin tarihine ışık tutacak buluntulara ulaşmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi.

Star, 27.06.2013

MAGNESİA ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI

 

Germencik İlçesi'nde Ortaklar beldesindeki Magnesia antik kentinde sürüdülen kazı çalışmalarında Helensitik döneme ait  kadın heykeli bulunduğunu açıklayan kazı başkanı Prof.Dr. Orhan Bingöl, "Magnesia'da bu yılki kazılarda sansasyonel buluntularla karşılaşacağımız çok yüksek bir ihtimaldir" dedi.

Kazı başkanı Prof. Dr Orhan Bingöl, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Magnesia antik kentindeki kazısı çalışmalarının Kültür ve Turizm Bakanlığı, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün tahsis ettiği ödeneklerle 30 yıldır sürdürüldüğünü, bu yıl da 261 bin 200 lira ile kazı bütçesinden en yüksek payı aldıklarını belirtti.

Aydın Özel İdaresi'nin de çalışmalarına kaynak aktardığını bildiren Bingöl, "Her yıl yaklaşık dört ay süren çalışmalarımızın bu yıl daha da uzan sürecek. Magnesia'da bu yılki kazılarda sansasyonel buluntularla karşılaşacağımız çok yüksek bir ihtimaldir" dedi.

Prof.Dr. Bingöl, kazılarda Hellenistik döneme ait bir kadın heykelinin gün yüzüne çıkarıldığını açıkladı, çalışmaların stadyum bölgesinde devam ettiğini bildirdi.

haberler.com, 27.06.2013

YOL ÇALIŞMASI SIRASINDA TARİH FIŞKIRDI

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi Yeşilbağcılar beldesindeki yol çalışmalarında Bizans dönemine ait mezara rastlandı.

 

Beldenin Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından istimlak edilmesinin ardından devam eden yol açma çalışmaları sırasında işçiler, mezar ve insan kemiklerine rastladı. Muğla Müze Müdürlüğüne haber verilmesinin ardından alan koruma altına alındı.

 

Muğla Müze Müdürlüğü ekipleri bölgeye gelerek çalışma başlattı. Arkeolog ve işçiler mezarları açarak çalışmalara başladı. Ekiplerin yaptıkları sondaj çalışmalarında Bizans dönemine ait olduğu belirlenen 8 adet mezara rastlandı.

 

Bölgede çok sayıda Bizans dönemine ait mezar olduğu tahmin ediliyor.

Haber 7, 27.06.2013

HİTİT VE ROMA DÖNEMİ ESERLERİ TAHRİP EDİLİYOR

 

Kayseri'nin Gümüşören Köyü'nde bulunan Hitit döneminden kalma kaya anıtı ve Ayşepınar mevkiindeki Roma dönemi kaya mezarları talan ediliyor.

 

Develi'nin Gümüşören Köyü'ndeki araştırmacıların ve turistlerin oldukça ilgisini çeken Hitit dönemine ait 3. Hattuşili'nin eşi Kraliçe Puduhepa adına yapılmış ender kaya anıtının parçaları ile Roma- Bizans dönemine ait Ayşepınar Ağzıgüzeller mevkiindeki mezarların bezemeleri, bazı kişilerce sökülerek, götürülüyor.

Roma mezarlarındaki özellikle göz bezemelerinin murçlarla sökülerek götürülmesi tepkilere yol açıyor. Eserlerin bulunduğu yerdeki köylüler, ilgililerin bir an önce önlem almasını istiyor.

haberler.com, 26.06.2013

MYRA ANDRİAKE KAZILARI DEVAM EDİYOR

 

 

Antalya'nın Demre İlçesi'nde, 2009 yılında başlayan Myra ve Andriake kazılarında 4 yılda 460 günlük çalışmalarda 393 kişi görev alırken, kazıların yanı sıra restorasyon, konsolidasyon çalışmaları devam ediyor.

 

Dört yıllık bir kazı olmasına karşın, kapsamlı bir kazı istasyonu, vinç, kepçe, traktör ve diğer iş araç gereçleri ile elektronik donanımlı alt yapısı ile dikkat çeken Myra ve Andriake kazıları, Kültür ve Turizm Bakanlığı dışında Antalya Valiliği, Demre Kaymakamlığı, Demre Belediye Başkanlığı, Akdeniz Üniversitesi ve özel sektörden de destek görüyor.

TÜRKİYE'DE TANINAN BİRKAÇ KAZIDAN BİRİ OLDU
Kazı Başkanı Prof.Dr.Nevzat Çevik, hassasiyetle ortaya çıkarılan bulguların arşivlenerek bilimsel değerlendirmelerinin yapılıp yayınlandığı Myra ve Andriake kazılarının tanıtımı ile ilgili pek çok bilim ve sanat etkinliği düzenlendiğini söyledi.

Yurt içi ve yurt dışında sergiler, konserler konferanslar, sempozyumlar gerçekleştirildiğini belirten Kazı Başkanı Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.Nevzat Çevik, Myra ve Andriake'de organizasyon, finans temini, bilimsel ve sosyal etkinliklerde ve halkla ilişkiler ve tanıtımda kısa zamanda alışılmamış bir düzeye ulaşıldığını belirtti. Prof.Dr.Çevik, Myra ve Andriake kazılarının Türkiye'nin en önemli kazılarından biri olduğunu belirterek 'Biz 4 yılın bereketinden ve alın terimizden memnunuz. Bilim, kültür ve turizm olarak karşılığını almaya devam ediyoruz.

 

Memleketimizin ve halkımızın hizmetinde olmaktan onur duyuyoruz. Onların hizmetine yeni kalıntılar, alanlar açmaktan mutlu oluyoruz. Devletimiz ve üniversitemizin yüzünü uluslararası platformlarda ak çıkaran bu prestij projesini daha da ilerletebilmemiz için Bakanlığımız, Valiliğimiz ve Üniversitemiz elinden geleni yapmaktadır' dedi.

AÇIK HAVA MÜZESİ
Önümüzdeki 5 yıl içinde başlanmış projelerin tamamlanmış olacağını belirten Prof.Dr.Çevik, Myra ve Andriake'de pek çok yapının kazı ve onarımlarının tamamlanması yanında, Bakanlık ve Kazı Başkanlığının hayal projeleri olarak Andriake'de bir açık hava müzesi ve binası olacağını, Myra tiyatrosunun da kazı restorasyonunun tamamlanarak olağanüstü bir antik yapının turizme ve bilime kazandırılacağını söyledi. Prof.Dr.Çevik, 'Nihai hedefimiz ve büyük hayalimiz Demre'nin altında, Anadolu Pompeisi gibi, 2 kilometre çapında bir antik metropol olarak 10 metre derinde yattığını bildiğimiz Myra antik kentinin ortaya çıkarılmasıdır' dedi.

DEMRE 550 BİN TURİSTLE TÜRKİYE'DE 8'İNCİ SIRADA
Myra ve Andriake kazıları ile birlikte Demre'nin ruhunun değiştiğini, halkın arkeolojiye artık bambaşka gözlerle bakmaya başladığını belirten Prof.Dr. Nevzat Çevik, sözlerini şöyle sürdürdü: 'Gelecekte müthiş bir kültür, arkeoloji, turizm merkezi oluşmaya, yeni cazibe alanlarının temelleri atılmaya başlanmıştır. Demre, 550 bin turistle Antalya'da 1'inci, Türkiye'de 8'inci sıradadır. Bu sayı 4-5 yıl sonra en az 4 katına çıkacaktır. Gelir de 20 katına çıkacaktır. Bunun için arkeolojik kazılar en etkin ivmeyi oluşturmuştur.'

Prof.Dr.Çevik, 2012 yılı boyunca Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan toplam 505 bin lira destek (projeler hariç) verildiğini belirterek sözlerine şöyle devam etti: 'Bir bu kadar da Antalya Valiliği, Akdeniz Üniversitesi, Demre Belediyesi, İstanbul Üniversitesi, AKMED ve özel sektörden destek alınmıştır. Geçen sezon TÜRSAB'dan 70 tonluk bir vinç (480.000 TL) bir servis aracı (20.000 TL); Demre Belediyesi'nden bir kepçeli traktör ve mutfak malzemesi (50.000 TL), Myra kitabımın telif hakkı karşılığı olarak bir traktör (20.000 TL) ve ITM Rehberleri'nden alınan (100.000 TL) gibi daha pek çok ayni destek de alınmıştır. İlk kez yabancı bir tur operatörü (RSD Reisen) bir Türk kazısına destek vermiştir.'

MÜZE PROJESİ HAYATA GEÇİRİLDİ
Bakanlık Projeleri olarak, Andriake'de (8.500.000 Lira) Müze Projesi'nin hayata geçirildiğini ifade eden Prof.Dr.Nevzat Çevik, şunları söyledi: 'Myra'da da 1,800.000 lira değerde Myra Tiyatrosu acil onarım projesi şu an devam etmektedir. Dolayısıyla kazılarında müthiş projeler devreye girmiş, kazı ekibi bu desteklerin yüzünü ak çıkarmak için rekor zaman uzunluğunda ve çok kişilik ekiplerle çalışarak 4 yılda 20 yıllık ilerleme sağlamıştır. Bu desteklerin devam edeceğini belirten Kültür ve Turizm Bakanlığı bu dönemde de başarılı işler yapmamızı ve Myra kazılarının Bakanlığın prestij projelerinden biri olarak büyümesini sağlayacaktır'.


Prof.Dr.Çevik, bu yıl başlangıç olarak Myra ve Andriake kazıları için 100.000 TL ayrıldığını dönem içinde de yeni kaynakların gönderileceğinin belirtildiğini ve diğer önemli desteğin Antalya Valiliğinden geldiğini, Myra'daki bazı kamulaştırma alanları için 1.500.000 TL ödenek ayrıldığını söyledi.

UNESCO DÜNYA GEÇİCİ MİRAS LİSTESİ'NE GİRDİ
'Bu çalışmalar Myra ve Limanı Andriake için çok geç kaldığımız ancak 4 yılda geçmiş zaman farkını kapatmaya gayret ettiğimiz faaliyetlerimizdir' diyen Prof.Dr.Çevik, St. Nikolaos Kilisesi, Kekova ve Myra antik kentiyle 2011 yılında UNESCO Dünya Geçici Miras Listesi'ne giren ve kalıcı listeye girmesi için de uğraşıların sürdüğü bunca değerin buluştuğu bu özel tarihi ve doğal cazibe merkezi için ne yapılsa az olduğunu söyledi.

MYRA - ANDRİAKE KAZILARI 2009-2012 ARASI FAALİYETLER

MYRA
Tiyatro (Kazı, Taş restorasyonu, Proskene Anastylosisi 2011-2012, Doğu Kesim acil onarım ve koruma projesi 2013)
Şapel (Kazı, Konservasyon,Restorasyon 2010)
Nymphaion (Kazı 2009)
Batı Nekropolü Sondajı (Kazı 2009)
Myros Vadisi (Sondaj ve Kazı 2009)
Kaya Mezarları Araştırmaları
Arkeojeofizik Araştırmaları
Epigrafik Araştırmalar
Sualtı Araştırmaları
Haritalama ve Röleve Çalışmaları
Yüzey Araştırmaları
Eser Restorasyonu
Eser Envanterleme
Kazı Araştırma İstasyonu Yapımı

ANDRİAKE

Granarium (Kazı 2009- Restorasyon ve Likya Müzesi Uygulama çalışması da başlıyor)
Liman Agorası/Plakoma (Kazı 2009-2011 Restorasyon Uygulama çalışması da başlıyor)
Murex İşlikleri (Kazı,Konservasyon 2010)
Granarium Önü İşlik Alanları (Kazı 2012)
Liman Dükkanları (Kazı,Konservasyon 2009-2010)
Liman Anıtsal Girişi (Kazı, Restorasyon 2009-2011)
Onurlandırma Anıtları (Kazı,Restorasyon 2010,2012)
Doğu Hamamı (Kazı,Konservasyon 2012)
Sinagog (Kazı,Konservasyon 2009)
B Kilisesi (Kazı,Konservasyon, Kısmi Restorasyon 2011-2012)
Savunma Sistemi (Kazı ve Araştırma 2011)
Genel Kapsamlı Bitki ve Moloz Temizliği

Sabah, 26.06.2013





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi