28 Temmuz - 3 Ağustos 2013
|
MİLYARDERLER DE SANATA
YÖNELDİ

Küresel krizin patlak verdiği 2008'den sonra
alternatif yatırım araçlarında güven ve getiri
imkanının azalması sanat yatırımlarına olan talebi
zirveye çıkardı. Dünyanın sayılı milyarderleri için
de sanat en önemli yatırım aracı oldu. Fonların
sanat yatırımlarında da ciddi patlama var. Dünyanın
en büyük iki müzayede şirketi Sotheby's ve
Christie's'in 'büyük ustalar, Çin eserleri,
empresyonist-modern ve çağdaş sanat' eserlerinden
oluşan satışları geçen yıl 6 milyar 640 milyon
dolara ulaştı. Deloitte ve ArtTactic'in hazırladığı
"Art & Finance" raporuna göre, özellikle çağdaş
eserlere olan talepte büyük patlama yaşandı. Çağdaş
eser satışları geçen yıl yüzde 32.5 artışla 2 milyar
730 milyon dolara çıktı.
ÇİN KAYBETTİRDİ
Sanat eserlerine gelen yüksek talebe karşın eski
ustaların işlem hacminin düşük kalması dikkat çekti.
Hemen hemen bütün sanat eserlerinin yüksek talep
gördüğü dünya sanat piyasasının kaybedeni ise Çinli
sanatçılara yatırım yapanlar oldu. 2011'e göre yüzde
28.8 oranında daralan Çin eserleri pazarında işlem
hacmi 2 milyar 150 milyon dolardan 1 milyar 530
milyon dolara geriledi.
BANKALAR DA DESTEKLİYOR
Dünya piyasalarında sanat eserlerinin yatırım
aracı olarak kabul görmesinin önemli yansımalarından
biri de bankacılık sektöründe gözlendi. Geçen yıl
Avrupa'da bankaların yüzde 71'i müşterilerine
sanatla ilgili hizmet sundu. Bankaların yüzde 57'si
sanat danışmanlığı hizmeti verirken, yüzde 47'si
müşterileri adına sanat eseri değerlendirmesi yaptı.
Bazıları ise sanat yatırımcılarına kısa ve orta
vadeli krediler açtı. Araştırmalara göre
koleksiyoncuların yüzde 41'i sanat yatırımlarını
maddi teminat olarak görüyor.
FON PAZARI BÜYÜDÜ
Deloıte ve ArtTactic'in başta Lüksemburg,
Polonya, İspanya olmak üzere Avrupa genelinde 30
özel banka, 112 sanat profesyoneli ve 81 sanat
koleksiyoncusuyla yaptığı anket ve araştırma
sonuçlarına göre, eserlerin varlık türü olarak öne
çıkması ve güvenli bir yatırım aracı olarak talep
görmesi, sanat piyasasının global boyutta
genişlemeye devam etmesinde büyük rol oynadı. Bu
nedenle fon yöneticileri, risk profilini daha
dengeli bir yapıya kavuşturmak için sanat eserlerini
de portföylerine aldı. Sanatın yatırım aracı olarak
görülmesinden sonra sanat için oluşturulan özel fon
pazarı 2012'de yüzde 69 arttı.
Sabah, Haber: Handan
Bayındır, 03.08.2013
|
TOPHANE İHYASINDA SON
SÖZ ÜNİVERSİTEDE

Tophane’de Topçu
Kışlası gibi bir ihya projesi olan ‘İmalat-ı
Harbiye Usta Mektebi’nin inşa edilmek istendiği
arazide
İstanbul
Arkeoloji Müzeleri’nin denetiminde devam eden
kazıda 6-7. yüzyıldan kalıntılar çıktı. İstanbul
İl Özel İdaresi’nce yürütülen projenin ihalesi
bir ay önce Reskon İnşaat firmasına 13.700.000
karşılığında verilmesine rağmen inşaatın yapılıp
yapılamayacağı kazı sonlanmadan kesinleşmeyecek.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Yalçın Karayağız, Radikal’e yaptığı
açıklamada projenin bütçe yetersizliği nedeniyle
üniversiteden alınarak İl Özel İdaresi’ne
devredildiğini, ihalenin de üniversite değil
idare tarafından verildiğini söyledi. Karayağız,
kazı sonuçlarının koruma kurulundan sonra
üniversite bünyesinde 5 kişiden oluşan özel bir
bilim kurulu tarafından değerlendirileceğini ve
son sözün üniversitede olacağını söyledi.
Meclis-i Mebusan Caddesi’nin batısında kalan, şu
an perdelerle çevrili alana ‘Mimar Sinan
Araştırma Merkezi ve Müzesi’ yapılarak Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’nin kullanımına
sunulması planlanıyor. Karayağız, daha önce
basına yaptığı açıklamalarda “Mimar Sinan
Araştırma Merkezi ve Müzesi’nin içinde Mimar
Sinan’ın bazı eserlerinin maketleri olacak.
Zeminde iki galeri, konferans salonları,
toplantı alanları olacak” demişti.
Koruma amaçlı imar planlarında ‘arkeolojik park’
olan alan, ayrıca
Beyoğlu Kentsel
Sit Alanı içinde.İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin
denetiminde henüz küçük bir kısmı kazılan
araziden çıkanlar Koruma Kurulu’na raporlanıyor.
Alandaki projenin revizyonu ve uygulaması, kazı
sonuçlarına göre belirlenecek.
2010’da yenileme kuruluna sunulan projenin
mimarı Halil Onur, konu hakkında görüş vermedi.
İstanbul sit alanları alan yönetimi başkanı olan
Onur, aynı zamanda Topçu Kışlası projesinin de
mimarı.
‘Çivi bile
çakılmasın’
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız ise projeyle
ilgili henüz karar vermediklerini söylüyor:
“2010’da koruma kurulu tarafından onaylanmış bir
proje ve ihale var. Ama biz bunu uygulamak
zorunda değiliz. Koruma Kurulu projenin uygun
olduğuna dair karar verse bile biz istersek o
işten çekilip binayı yapmayız. Kazıdan çıkan
sonuca ve üniversitenin bilim kurulunun raporuna
göre iş yaparız. İhalenin verildiği firma
kafasına göre takılmasın diye denetimini
yapıyoruz, bizim bilgimiz dahilinde değilse çivi
bile çakılmasın diye.”
Yol yapmak için
yıkılmıştı
Tophane Kışlası
olarak 1860’larda inşa edilen bina 1900’lerde
top dökümhanesine usta yetiştirmek için
kullanıldı. 1956-57’de yol açma çalışmaları için
yıkıldı. Uzmanlar, Topçu Kışlası’nda olduğu gibi
belgeler, röleveler bulunmadığı için yapılacak
binanın gerçeği yansıtmayacağı fikrinde.
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’ne göre bu
alanda inşaat yapılması yanlış. Kazılarda, bir
hamama ait kalıntılar, mermer lahit (üstte),
sikke ve
kandil gibi pek
çok eser bulundu.
Tophane Kışlası
Harbiye Usta Mektebi’nin seyri
2006: Arazi
2006’da Sulukule, Tarlabaşı ve Emek Sineması
gibi 5366 sayılı yasa kapsamına alınarak
‘yenileme alanı’ ilan edildi.
2010:
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi ’nin hazırladığı ‘MSGSÜ
Çağdaş Sanatlar Müzesi Avan Projesi’ni
değerlendiren Yenileme Kurulu, temel araştırma
kazısının Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü
denetiminde yapılmasına, herhangi bir buluntuya
rastlanması durumunda çalışmaların durdurulup
kurula bilgi verilmesine, mevcut duvar
kalıntılarının tescil talebinin kazıdan sonra
elde edilecek buluntular sonrasında
değerlendirilmesine karar verdi.
2012: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Encümeni, araziyi MSGSÜ’ye 25 yıllığına
‘kültürel tesis alanı’ olarak kullanılmak üzere
tahsis etti.
2013: İl Özel İdaresi projeyi devralarak ihaleyi
Reskon İnşaat firmasına verdi.
Radikal, Haber: Elif
İnce, 03.08.2013
|
ADEM İLE HAVVA 120-156
BİN YAŞINDA
Science dergisinde
yayınlanan yeni araştırmaya göre tüm erkeklerin
atası 120 bin-156 bin yıl önceki bir zaman
aralığında Afrika’da yaşadı.
STANFORD Üniversitesi,
Michigan Tıp Fakültesi, Stony Brook
Üniversitesi’nden bir grup bilim insanları,
araştırmalarında Namibya, Demokratik Kongo
Cumhuriyeti, Pakistan, Sibirya, Meksika gibi birçok
ülkeden 69 erkek katılımcının babadan oğula geçen Y
kromozomlarının varyasyonlarını karşılaştırdı.
Science dergisinde önceki gün yayınlanan, erkek
kromozomu Y ile ilgili en kapsamlı analizin
sonuçlarına göre tüm erkeklerin tek ortak atası, 120
bin-156 bin yıl önceki bir zaman aralığında
Afrika’da yaşadı. Böylece yeni sonuçlar, daha önceki
tüm erkeklerin atasının 50-60 bin yıl önce
yaşadığıyla ilgili araştırmayı değiştirmiş oldu.
Araştırmaya katılan Stanford Üniversitesi’nden
genetik profesörü Carlos Bustamante, Science
Daily’ye yaptığı açıklamada “Daha önceki araştırma,
en sık rastlanılan erkek atanın (MRCA), kadın
MRCA’dan çok daha önce yaşadığını işaret ediyordu.
Bizim araştırmamız ise bir tutarsızlık olmadığını
gösteriyor. Gerçekte, Y kromozomu biraz daha yaşlı
olabilir” dedi.
Hürriyet, 03.08.2013
|
TARİHİ YALILAR OTEL
OLUYOR

Bir dönem Gaziosmanpaşa
İlköğretim Okulu olarak hizmet veren Fehime Sultan
Yalısı ve Yüzme İhtisas Kulübü olarak kullanılan
Hatice Sultan Yalısı Türk Hava Yolları (THY) ve
TURKISH DO & CO tarafından yenilenip otel olarak
kullanılacak.
İl Özel İdaresi’nin
açmış olduğu ihaleyi kazanan firmalar 2009 yılında
31 yıllığına yalıları kiraladı. Aylık kira bedeli
450 bin olan yalılar yap-işlet-devret modeli ile bir
süre sonra THY ve TURKISH DO & CO’ya devredilecek.
İl Özel İdaresi’nin İstanbul’daki eğitim
hizmetlerinde kullanacağı yalıların yerine butik
otel, balo salonu, restoran, konferans ve seminer
odaları ve otopark yapılması planlanıyor. Yalıların
31 yıllığına toplam kira bedeli de yaklaşık 167
milyon civarında.
Gaziosmanpaşa İlköğretim
Okulu olarak kullanılan Fehime Sultan Yalısı 2002
yılında yanmıştı.
Başlangıçta Fehime
Sultan’a düğün hediyesi olarak verilen yalı daha
sonra II. Abdülhamid tarafından Plevne kahramanı
Gazi Osman Paşa’ya hediye edildi. 2008 yılında
binanın otel olacağı ile ilgili çıkan söylentiler
üzerine okulun mezunları mücadele vermiş yalının
otel olmasını istemediklerini dillendirmişti. O
dönem kültür merkezi ve okul yapılacağı söylenen
bina otel yapılmak üzere ihaleye sunuldu. Daha sonra
İl Özel İdaresi’nin açtığı ihaleyi kazanan THY ve
TURKISH DO & CO burayı otel yapmak üzere
hazırlıklara başladı. Halen restorasyonu devam eden
yalının 2014 yılında bitmesi hedefleniyor. Butik
otel olarak kullanılacak yalıların kirası da eğitim
hizmetlerinde kullanılacak. Hatice Sultan Yalısı ise
Hatice Sultan’a amcası II. Abdülhamid tarafından
düğün hediyesi olarak verilmişti.
Zaman, Haber: Emel
Temizay, 03.08.2013
|
ANİŞ KAPUR KİMDİR?
10 Eylül’de SSM’de (Sakıp
Sabancı Müzesi) Aniş Kapur İstanbul’da (Anish
Kapoor) sergisinin açılacağını yazmıştım.
Bütün dünyanın önemli müzelerinde yapıtları
bulunan, birçok yerde heykelleri sergilenen
Aniş Kapur kimdir?
1954’te Bombay’da doğdu. 1970’li yıllardan
bu yana sanat eğitimi için gittiği İngiltere’de
yaşıyor. Londra’da Hornsey College of Art ve Chelsea
School of Art and Design’da sanat eğitimi gören
sanatçı, bugün Kraliyet Akademisi üyesi ve Britanya
İmparatorluk Nişanı sahibi.
1980’lerden itibaren Yeni İngiliz Sanatı adıyla
tanımlanan Tony Cragg, Richard Deacon, Bill Woodrow
gibi sanatçılardan oluşan grup içinde anıldı.
1990’da Venedik Bienali’nde, 1992’de Documenta’da
İngiltere’yi temsil etti. 1991 yılında Turner
Ödülü’nü aldı.
İngiltere’de gerçekleştirdiği “Marsyas” heykeliyle,
2012’de Londra Olimpiyatları sırasında
gerçekleştirdiği Olimpiyat Kulesi “Arcelor Orbit”
yeni çalışmalarının en tanınmışlarıdır.
1990’lardan 2000’li yıllara uzanan süreçte dünya
çapında birçok sergi gerçekleştiren Anish Kapoor’un
dikkat çeken büyük boyutlu projeleri arasında,
Kunsthaus Bregenz’de 20 tonluk kırmızı vazelin ve
mumdan oluşan heykeli “Benim Kırmızı Yurdum” (2003),
Chicago’daki Millennium Park’ta 110 tonluk paslanmaz
çelik heykeli “Bulut Geçit” (2004), Viyana’da Museum
für Angewandte Kunst’ta ve Londra’da Royal
Academy’de “Köşeye Ateş Etmek” enstalasyonu (2009)
ve Paris Grand Palais’de sergilediği “Leviathan”
heykeli bulunur.
* * *
Homi K. Bhabba’nın yazdığı
ve sanatçıyı anlattığı
Anish Kapoor (*)
kitabı, bu ünlü sanatçı üzerine oldukça ayrıntılı
bir çalışma.
Kitabın başında Kapur, Bhabha’nın
sorularını yanıtlıyor. Konuşma da, 2011 yılında
Paris’te Grand Palais’de sergilenen
Leviathan nedeniyle yapılmış. Bir sanatçı
kendi ülkesinde gezerken neler hisseder?
Yazar, sanatçının Bombay’ın kaotik kültürel
trafiğindeki konumu üzerine yazmış. Sömürge sonrası
zamanda, tatların, geleneğin nasıl bir değişime
uğradığını, bütün bunların Euro-Amerikan bir ortamda
var olduğunu saptamış.
Doğu’nun kutsallığının sanatçıyı etkilediğini, onun
eserleriyle Budizm, Hinduizm ile geç romantizmin
ezoterik formuyla bağlantı kurduğunu belirtiyor.
İsimsiz çalışmaları, birçok
malzemenin kullanıldığı, endüstriyel tasarım
tanımını da kullanabileceğimiz ürünler. Hepsi de
sanatçının sık sık yinelediği gibi, büyük espaslar
içinde yer alıyor.
Paslanmaz çelikten yaptığı
Gökyüzü Aynaları
doğanın her halinin, her zamanın yansıması,
değişik renklerle tasviri.
Londra’daki atölyelerinde resimlerini de gördüğümü
yazmıştım. Sanatçının kendisi de şöyle açıklıyor:
“Ben hem ressam hem de heykeltıraş olduğumu
düşünüyorum.”
Aniş Kapur kitabında birçok çalışmasını
gördüm. Doğa, insan ve ardındaki düşünce bir ayna
gibi yansıyor, belki de aynaların amacı bu.
* * *
İtiraf etmeliyim ki, heyecanla
beklediğim ve herkesin muhakkak görmesini salık
verdiğim bir sergi bu. Bu iyi heykeltıraşın
atölyesini gezdim.
Oluşum sürecini incelemek, izlemek insana başka bir
zevk veriyor. Sergi size de çok şey söyleyecek...
(*) Anish Kapoor, Homi K. Bhabha, Flammarion.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 02.08.2013
|
KOLONYAL SARAYDAN OTELE
Meksika'nın göbeğinde İspanyol Sarayı'nın otele
dönüştürülme hikayesi.
Meksika'da, "El Zocalo" meydanına yakın biryerde,
Azteklerden sonra oraya yerleşen İspanyolların,
17.yy'da Aztek mimarilerinden aldıkları taşlarla
yaptıkları; Palacio de los Condes de
Miravalle sarayının restorasyon
projesi 2012 Temmuz'unda Cherem Arqs'tan Abraham
Cherem'in modern elementlerle ve bohem parçalarla
birleştirdiği projesi ile tamamlandı.

Grupo Habita
ve Design Hotels grubunun bir üyesi olan, Downtown
Meksika oteli, sarayın varolan kolonyal stilini
lokal ve etnik kültür öğeleriyle birleştirirken,
kırmızı volkanik taşlar, el yapımı döşeme taşları,
çoklu kapıları, pencere kasaları ve inanılmaz taş
merdivenler derken Meksikan saltanatının doyumsuz
tadını ortaya çıkarmış.

İlk katlarda 17 konuk odası ve suitler bulunan
otelde, gri ve sade duvarların yanında, ahşap
detaylar, özel tasarlanan mobilyalar ve retro
lambalarla, mekanın bohem şıklığını göz önüne
çıkartılmış.
Bütün bu sade ve etkileyici tasarım, üstteki
terasla bitirilmiş, konukların tüm çatıyı kaplayan
bu mekanda, yüzerken ya da içkilerini yudumlarken
inanılmaz manzaradan da eksik kalmaması projenin can
alıcı noktalarından biri olmuş.
Arkitera, Kaynak:
yatzer.com, Fotoğraflar: Jaime Navarro - Undine
Phöle, Çev. Ecem Sarıçayır, 02.08.2013
|
BODRUM'DA 3 BİN 500 YILLIK TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

Kültür
Ve Turizm Bakanlığı, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğü tarafından Bodrum'un Ortakent İlçesi'nde
sürdürülen kazı çalışmalarında "Myken Dönemi"ne ait
mezarlar bulunduğunu belirterek, bulunan eserlerin
ortalama 3 bin 500 yıllık bir geçmişe sahip
olduğunun tespit edildiğini kaydetti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yapılan yazılı
açıklamada, Bodrum'da önceki yıllarda Prof.Dr.
Yusuf Boysal Başkanlığında gerçekleştirilen
kazıların devamı niteliğindeki çalışmalarda ortaya
çıkartılan eserlerin bilim dünyası açısından büyük
önem taşıdığı ifade edildi. Bakanlık, eserlerin
ortalama 3 bin 500 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu
tespit ettiklerini belirterek, eserlerin üzerinde
yapılan incelemelerin mezarların en erken "Myken III
A" dönemine ait olduğunu gösterdiğini açıkladı.
-"MYKEN DÖNEMİ MEZARLARI SANAT ANLAYIŞININ BİR
GÖSTERGESİ OLARAK GÜNÜMÜZE IŞIK TUTACAK"-
Eserlerin Geç Tunç Çağı Batı Anadolu'sunda Akha
Helenleri ile Luwi kökenli Anadolu halkları
arasındaki kültür ve sanat ilişkilerinin yeniden
irdelenmesi açısından önem taşıdığı dile getirilen
açıklamada şu ifadelere yer verildi:
"Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Başkanlığı'nda
sürdürülen ve Prof.Dr. Fahri Işık ile Prof.Dr.
Adnan Diler'in bilimsel danışmanlığını yaptığı kazı
çalışmalarında ortaya çıkan iki mezardan birincisi
300x300 cm boyutlarında kare planlı bir mezar olup,
ikinci mezar yapısı ise 1293 parselin kuzey
sınırında açılan açmada ak toprak içine oyulmuş
yuvarlak planlı bir mezar özelliği taşıyor. Eserler
Geç Tunç Çağı Batı Anadolu'sunda Akha Helenleri ile
Luwi kökenli Anadolu halkları arasındaki kültür ve
sanat ilişkilerinin yeniden irdelenmesi açısından
önem taşıyor. Bodrum'un Ortakent İlçesi'nde halen
devam eden kazılarda gün ışığına çıkartılan ve
Anadolu halklarının birbirleriyle olan kültür ve
sanat ilişkilerini gösteren 'Myken Dönemi'
mezarları, o döneme ait halk kültürü ve sanat
anlayışının bir göstergesi olarak günümüze ışık
tutacak. Kültürel zenginliğimizi artıracak olan
buluntular nice uygarlıklara ve halk kültürlerine
ulaşmada günümüz dünyasına yol gösterecek."
Zaman, 02.08.2013
|
SİDE ANTİK KENTİNDE KAZILAR DEVAM EDİYOR

Antalya'nın Manavgat İlçesi Side beldesinde bulunan
Side antik kentinde
Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı
başkanlığındaki ekip kazı çalışmalarına devam
ediyor. Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
işbirliği ile çalışmalara 2 Temmuz tarihinde
başladıklarını ve 13 Eylül tarihine kadar devam
edeceğini belirten Kazı Başkanı Doç.Dr. Hüseyin
Alanyalı, "Bu yıl genelde çalışma alanları Doğu
Kapısı. Beş yıl sonunda çıkartacağımız geniş
raporumuzu yayına hazırlamak için özellikle depodaki
eser çalışmalarına da devam edeceğiz. Müzenin
içerisinden başlayıp Doğu Plajı'na kadar uzanan
kesimdeki surun da incelemesine bu yıl başlayıp,
onun da bazı kazı çalışmalarını gerçekleştireceğiz"
dedi.
Yaklaşık 92 kişilik ekiple çalışmaların
yürütüldüğünü ifade eden Doç.Dr. Alanyalı,
"Yurtdışından 15 kişi katılıyor. Diğer Türk
araştırmacılar da dönüşümlü olarak kazımıza
katılacak. Side'de kazılardan çıkarılmış eserlerin
restorasyonuna yönelik çalışmaları
yoğunlaştırdığımız için daha çok onarıma ağırlık
veriyoruz. Bu yıl özellikle en önemli konumuz
buradaki tapınaklar alanı ki, artık sadece Side'nin
değil, Türkiye'nin bir turizm tanıtma sembolü olan
Apollon Tapınağı başta olmak üzere yanındaki
Athena Tapınağı ve arkasındaki Bazilika'da
çalışmalar devam ediyor. Amacımız bu üç anıtı
birlikte daha tanınır bir şekilde ortaya çıkarmak.
Tyche Tapınağı da daha belirgin ve daha vurgulayıcı
bir şekle getirmek istiyoruz" diye konuştu.
Side'ye yeni bir müze alanı daha kazandırmak
istediklerini kaydeden Doç.Dr. Alanyalı, şunları
söyledi:
"Onarım dendiği zaman bir tarih söylemek tabii ki
mümkün değil, çünkü işe başlandığı zaman anında
çıkan sorunların halledilmesi gerektiği için,
projede birçok revize olduğu için bazı noktalarda
yenileme gerekiyor. Ama özellikle 2 yıl sonra orada
bir kapalı mekanları ile sergilemesi olan dijital ve
günümüz teknolojisi kullanılarak sergilemelerle
Side'ye yeni bir müze alanı kazandırmayı
planlıyoruz."
Apollon ve Athena tapınaklarının 1800 yıllık
olduğunu belirten Doç.Dr. Alanyalı, "Bazilika için
de 1300 yıllık diyebiliriz. Aşağı yukarı kentin 1800
ve 1300 yıllık eserlerini ayağa kaldırmış olacağız"
dedi.
Sabah, 02.08.2013
|
ÇİNİ FIRINLARI GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

İznik’te 1984 yılından beri sürdürülen ’Çini
Fırınları Kazısı’ bu yıl da kaldığı yerden devam
ediyor. İstanbul Üniversitesi’nden yaklaşık 20
kişilik ekip eylül ayına kadar İznik çinisine
ilişkin yeni bulgulara ulaşmaya çalışacak.
Uzun yıllardır arkeolojik araştırma çalışmaları
süren İznik Çini Fırınları kazısının bu yılki
bölümü başladı. İstanbul Üniversitesi’nin en
uzun soluklu kazılarından biri olan İznik
kazısının başkanlığını Yrd. Doç.Dr. Belgin
Demirsar Arlı yapıyor.
2013 kazı sezonu çalışmalarına İstanbul
Üniversitesi ağırlıklı çeşitli uzman ve
öğrencilerin oluşturduğu yaklaşık 20 kişilik bir
ekiple 22 Temmuz’da başladıklarını belirten
Belgin Demirsar Arlı, çalışmanın eylül ayı
başına kadar süreceğini belirtti.
Arlı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul
Üniversitesi adına Bakanlar Kurulu kararıyla
yürütülen çalışmalarda çini ve seramik üretim
teknolojilerini aydınlatmaya yönelik veri
sağlama araştırmaları bu yıl da sürdüreceklerini
ifade etti.
Arlı , ’ Çalışmaları bu yıl da İznik Maltepe
Caddesi üzerinde bulunan, 14-17. yüzyıllar
arasında faaliyet gösterdiği tespit edilen çini
fırınları ve atölyelerinin bulunduğu
kamulaştırılmış alanda devam ettiriyoruz. Bu
sene içindeki çalışmalarımızda yeni açmalar
yanında, zorlu geçen kış şartlarının ardından
alanda oluşan bozulmaların giderilmesine de
çalışılacak’ dedi.
’DEPO ÇALIŞMASI YAPILACAK’
Kazı Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Arlı , saha
çalışmaları dışında, yıllardır planlanan fakat
müzenin imkanlarının yetersizliğinden dolayı
gerçekleştirilemeyen depo çalışmalarına ağırlık
vermeye çalıştıklarını da belirtti. Arlı,
’İstanbul Üniversitesi’nin en uzun soluklu
kazılarından biri olan ’İznik Kazıları’ İznik
Belediyenin desteği yanında İznik halkının
anlayış ve ilgisiyle sürdürülebilmektedir’ dedi.
İznik’teki ’Çini Fırınları Kazısı’ çoğunluğu
İstanbul Üniveristesi’nden 20 kişilik bir ekiple
devam ediyor.
Bursa Olay, Haber: Hayri Şen, 02.08.2013
|
ANTİK ÇAĞIN KOKUSU YENİDEN ÜRETİLECEK

Antik çağda
parfüm üretimiyle öne çıkan
Antalya'nın Kemer
İlçesi yakınlarındaki
Phaselis antik
kentinde yürütülecek yüzey
araştırmasında farklı dallardan bilim insanları,
bölgede
antik çağda hangi bitkilerden ne çeşit
parfümler üretildiğinden, halkının kenti terk
etmesine neden olan sivrisineklere kadar geniş
kapsamlı bir çalışma yürütecek.
Phaselis antik
kentinde, ilki geçen yıl
gerçekleştirilen yüzey araştırmasının ikincisi, bu
yıl 20 Ağustos'ta başlayacak. Akdeniz Üniversitesi
Akdeniz Uygarlıkları Araştırma Enstitüsü tarafından
koordine edilen yüzey araştırmaları sırasında, antik
kentin sadece arkeolojik yapısı değil, fauna ve
florası da incelenecek.
Prof.Dr.Murat
Arslan,
Phaselis'in 1800'lü yıllarda İngiliz bilimadamı
Francis Beaufort tarafından keşfedildiğini, 1980'li
yıllardan itibaren de Prof.Dr. Cevdet Bayburtluoğlu
ve dönemin
Antalya Müze Müdürü Kayhan Dörtlük'ün
başkanlığındaki ekiplerce bölgede kazılar
yapıldığını ifade etti. Bu kazılarda ana cadde,
agora ve hamamların günışığına çıkarıldığına değinen
Arslan, daha sonra bölgede yeniden kazı
yapılmadığına dikkati çekti.
ANTİK ÇAĞIN
PARFÜMLERİ
PHASELİS'TENDİ
Prof.Dr.
Murat Arslan,
antik çağda
Phaselis'in
parfüm üretimiyle öne çıktığını ifade etti.
Burada üretilen
parfümlerin Atina ve Rodos'a gönderildiğini
belirten Arslan, "Amaçlarımızdan birisi de bu. Hangi
bitkilerden ne çeşit
parfümler üretiliyordu, bulmak. Deneysel olarak
bu bitkilerin tekrar bulunmasını ve endemik olarak
üretilmesini sağlamak istiyoruz" dedi.
Parfümlerin üretildiği imalathanelerin bugüne
kadar bulunamadığına işaret eden Arslan, yapılan
araştırma neticesinde parfüm yapımında kullanılan
bitkileri tespit ederek Phaselis'e özgü kokuyu
deneysel olarak üretmeyi hedeflediklerini bildirdi.
Bölgeyi gezmeye gelen turistlere de parfüm
üretiminde kullanılan bitkileri tanıtmak
istediklerini kaydeden Arslan, "Kent içinde
imalathaneler olduğunu düşünüyoruz ama bunun için
ileri düzeyde kazıların yapılması gerekiyor" diye
konuştu.
Habertürk, 02.08.2013
|
"BEN Kİ, SULTANLAR SULTANI, ALLAH'IN YERYÜZÜNDEKİ
GÖLGESİ..."
Paris'teki Fransa Ulusal
Kütüphanesi'nin (BNF) en değerli eserleri arasında
Kanuni'nin 1'nci Fransuva'ya gönderdiği mektup, ilk
sıralarda yer alıyor. Kütüphanenin el yazmaları
bölümünde saklanan mektup, ancak üst düzey özel
izinle kütüphane görevlilerinin gözetiminde ziyarete
açılıyor.

167,5 santim uzunluğunda ve 35 santim
genişliğinde parşömen kağıda yazılan mektup, 15
satırdan oluşuyor. Altın süslemeli padişah
tuğrasının yanı sıra mektupta yer yer altınla
yazılan harfler de dikkati çekiyor.
İşte Kanuni'nin mektubu...

 
Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı
hükümdarlara taç veren Allah'ın yeryüzündeki
gölgesi... Akdeniz'in ve Karadeniz'in ve Rumeli'nin
ve Anadolu'nun ve Azerbaycan'ın ve Şam'ın ve
Halep'in ve Mısır'ın ve Mekke ve Medine'nin... Ve
Kudüs'ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen'in ve nice
memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bayezid Han
oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han'ım.
Sen ki Fransa vilayetinin Kralı Fransuva'sın.
Hükümdarların sığındığı kapıma elçinizle mektup
gönderip, ülkenizi düşman istila edip, şu anda
hapiste olduğunuzu bildirip, kurtuluşunuz konusunda
bizden yardım talep ediyorsunuz.
Söylediğiniz her
şey dünyayı idare eden tahtımızın ayaklarına arz
olunmuştur.
Her şeyden haberdar oldum. Yenilmek ve
hapsolunmak hayret edilecek bir şey değildir.
Gönlünüzü hoş tutup üzülmeyesiniz. Böyle bir durumda
atalarımız düşmanları mağlup etmek ve ülkeler
fethetmek için seferden geri kalmamışlardır. Biz de
atalarımızın yolundayız ve daima memleketler ve
alınmaz kaleler fetheylemekteyiz. Gece gündüz daima
atımız eyerlenmiş ve kılıcımız belimizde
kuşatılmıştır. Yüce Allah hayırlara bağışlasın.
Allah'ın istediği ne ise olur. Bundan başka
haberleri gönderdiğiniz adamınızdan öğrenesiniz.
Böyle biliniz.
Habertürk, 01.08.2013
|
İSTANBUL'UN SURLARI GÜVENLİ HALE GELİYOR

İstanbul'da Amerikalı Sarai
Sierra'nın öldürülmesiyle gündeme gelen surlar,
artık daha güvenli hale gelecek. Fatih Belediyesi,
30 bin metrekarelik rekreasyon ve yürüyüş alanı
projesinin ilk adımını attı.
Fatih
İlçesi'nin
park ve yeşil alan
miktarını dokuz yılda yüzde 404 arttıran,
Fındıkzade ve Çarşamba Çukurbostan gibi vizyon
parkları ilçeye kazandıran
Fatih Belediyesi, 30 bin metrekarelik rekreasyon
ve yürüyüş alanı
projesinin ilk adımını attı. Mevlanakapı
ile Topkapı surları
arasındaki alanda
yapılacak proje
bugün Mevlanakapı Mahallesi'nde bir fabrika
yıkımıyla başladı.1963 yılından beri köpük ve
strafor imalatı yapan 3 bin 600 metrekare
alan
üzerine kurulu fabrika Fatih Belediyesi
tarafından kamulaştırılarak bugün yıkıldı. Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir, yıkım sırasında
bölgeye gelerek çalışmaları takip etti.
30 BİN
METREKARE'YE YEŞİL ALAN
Projenin yalnız yıkımı yapılan fabrika
alanıyla sınırlı olmadığını belirten
Demir, “Fatih'teki mevcut park ve yeşil
alan miktarı 2004 yılında 103 bin
metrekare iken, Fatih Belediyesi
projeleriyle bu rakamı 2013 yılında 415
bin metrekareye çıkardık. Bu şu demektir;
Fatih'te park ve yeşil alan
miktarını dokuz yılda yüzde 404 arttı. Şu an
bulunduğumuz alan
Mevlanakapı ile Topkapı
arasında bir yer.
Şu anda çalışmasını başlattığımız
yer, yaklaşık 3 bin 600 metrekarelik bir
alan. Ancak, bu
proje Topkapı'ya kadar toplam 30 bin
metrekarelik bir alana
yayılacak. Surların iç
kısmında kalan ve atıl olan bu bölgeleri gerek
kamulaştırarak gerek karşılıklı uzlaşarak şehrin
ihtiyacı olan yeşil
alanlara dönüştürüyoruz. Böylece,
Yedikule'den Ayvansaray'a kadar olan kara
surlarımızın iç
tarafını kamulaştırmak suretiyle yeşil
alana, rekreasyon
alanlarına dönüştürmeyi düşünüyoruz”
dedi.
“SURLAR
GÜVENLİ ALANLAR
OLACAK”
Yedikule kapısıyla
Silivrikapı arasında
85 bin metrekarelik bir alanın çalışmasını daha
önce başlattıklarını kaydeden Demir, Edirnekapı
ile Ayvansaray arasında
kamulaştırma çalışmalarının olduğu bilgisini
verdi. Hedeflerinin
kara surlarının iç tarafını insanların
yürüyebilecekleri, dinlenebilecekleri alanlara
dönüştürmek olduğunu ifade eden Demir şöyle
konuştu; “Yedikule'den Sarayburnu'na uzanan
rekreasyon ve yürüyüş alanı yapacağız. İnsanlar
bu alanları kullanarak Yedikule'den
Sarayburnu'na ister yürüyerek, ister bisiklet
kullanarak ulaşabilecekler. Ayrıca, bu surların
güvenliği kamuoyunun gündemindeydi.
Hatırlayın, Amerikalı Sarai Sierra surların iç
tarafında öldürülmüştü. Bu çalışmalarla surlar
güvenlikli
alanlar haline dönüştürülecek. Fatih Belediyesi
olarak İstanbul ve Tarihi Yarımada için
yüzyıllardır beklenen çalışmaları yapıyoruz."
Haber 7, 01.08.2013
|
42 SENE SONRA RESMEN AÇILIYOR

Heybeliada Ruhban Okulu, 42 yıl sonra açılıyor.
Yeni demokratikleşme paketine Ruhban Okulu da girdi.
Heybeliada Ruhban Okulu, 42 yıl sonra resmen
açılıyor. Hükümetin yeni demokratikleşme paketine
Ruhban Okulunun eğitim yapmasına olanak tanıyan bir
madde konulması da benimsendi.
Yeni tasarıda, Ruhban Okulu'nun yüksekokul düzeyinde
açılışına imkan verecek bir formül olacak.
Böylelikle Patrikhane'nin YÖK'e bağlı vakıf
üniversitesi ya da kendi ülkesinin mevzuatına bağlı
yabancı üniversite olarak kurulmasına imkan
tanınacak. Ancak Patrikhane, YÖK’e bağlı olmayı
kabul etmiyor.
Bu durumda,, bir şirket bünyesinde yabancı
üniversite kurulacak. ve kendi ülkesinin mevzuatına
bağlı olacak. Patrikhane'nin, Yunanistan ya da başka
bir ülkenin üniversitesi üzerinden Türkiye'de
yüksekokul açması sağlanabilecek. Ruhban Okulu'nun
1971'de kapandığı dönemde, özel meslek okulu
kapsamında ve dini statüde yeniden açılması için ise
Anayasa değişikliği gerekiyor.
169 YILLIK OKUL
Heybeliada Ruhban Okulu, adanın kuzeybatısında Ümit
tepesinde bulunuyor. Okul, Atina Üniversitesi
İlahiyat Fakültesinden sonra kurulan bu alandaki ilk
akademik okul olma özelliğini taşıyor. 1844 yılında
din adamı yetiştirmek için faaliyete geçen okul,
1923 yılına kadar Yüksek Ortodoks Teoloji Okulu
adıyla faaliyet gösterdi.
1971'yılında Türkiye'deki tüm özel yüksekokullar
devlet denetimine girdi. Fener Rum Patrikhanesi de
buna karşı çıkarak, okulda teoloji eğitimini
kaldırdı. Okul, 1971-1972 eğitim döneminde,
Heybeliada Özel Rum Lisesi adıyla faaliyet gösterdi
ve aynı yıl sonunda Patrikhane tarafından tamamen
kapatıldı.
Vatan, 01.08.2013
******
RUHBAN OKULU'NA
ÜNİVERSİTE FORMÜLÜ
Hükümet, Ruhban Okulu'nun vakıf üniversitesi olarak
açılmasını planlıyor. Yakın zamanda açıklanacak
demokratikleşme paketi çerçevesinde açılacağı hafta
başında Adalet Bakanı Sadullah Ergin tarafından da
duyurulan Ruhban Okulu için formül hazırlandı.
"YÖK'e bağlı bir vakıf üniversitesi olarak açılması"
ve "Bir üniversitenin fakültesi olarak açılması" iki
seçenek olarak belirlendi. Fener Rum
Patrikhanesi'nin de vakıf üniversitesi olarak
açılması konusundaki tavrının yumuşatması ile bu
formül güçlendi. Başbakanlık kaynaklarından alınan
bilgiye göre, gerekli görülmesi halinde yapılacak
yasal düzenleme ile Ruhban Okulu'nun vakıf
üniversitesi olarak açılması sağlanacak.
Patrikhane'nin formüle "Hayır" dememesi durumunda
sorun çözüme kavuşacak. Ruhban Okulu'nun daha önce,
YÖK Kanun Taslağı çerçevesinde yabancı üniversite
olarak kurulması hedefleniyordu. Patrikhane ise
YÖK'e bağlı olmayı kabul etmiyordu. Mevzuata göre
Patrikhane, tüzel kişiliği olmadığı için vakıf
kuramıyor. Ancak hükümetin demokratikleşme paketi
içerisinde yapacağı bir yasal düzenleme, tüzel
olmayan kişilerin de üniversite kurmasının önünü
açacak. Bu durumda adı vakıf üniversitesi olmasa
dahi, Patrikhane'ye üniversite kurma hakkı tanınmış
olacak. Ruhban Okulu'nun önü açılacak.
YASASIZ FORMÜL
Demokratikleşme paketi çerçevesinde ele alınan
Ruhban Okulu'nun vakıf üniversitesi olarak açılması
için yasal düzenlemeye gerek kalmayabileceği de
ifade ediliyor. Patrikhane'nin iyi niyete karşılık
kabul etmesi halinde, Patrikhane'ya yakın Rum
vakıflardan biri Heybeliada'da bir üniversite
kuracak. Mütevelli Heyeti de Fener Rum Ortodoks
Patriği Bartholomeos başkanlığında TC vatandaşı olan
Rumlardan oluşacak
EĞİTİM DİLİ YUNANCA OLABİLİR
Üniversitenin , biri Ortodoks İlahiyatı
Fakültesi olmak üzere iki fakültesi olacak. İlahiyat
Fakültesi'nin eğitim dilinin Yunanca olmasının
önünde engel bulunmuyor. Üniversitenin rektörü de
yine Rum cemaati içinden belirlenecek. Yabancı
öğretim görevlisi çalıştırma hakkı ile Yunanistan
başta olmak üzere birçok ülkeden öğretim görevlisi
burada ders verebilecek. İkinci fakülte üniversite
girişi sınavı ile öğrenci alırken, yabancı öğrenci
statüsü ile de Ortodoks İlahiyat Fakültesi
kontenjanları doldurulabilecek.
Sabah, Haber: Mehmet Ali
Berber, 03.08.2013
|
PICASSO'YU PAC MAN'A YEDİRMEYİZ
MoMA, sanat
dünyasında başlattığı "Video oyunundan sanat eseri
olur mu? Tetris, Picasso'nun yanında durur mu?"
tartışmasını alevlendirmeye devam ediyor.
Koleksiyona yeni eserler katılır, taraflar
gardını alırken tartışmanın kalbine indik.
New York Modern Sanatlar Müzesi MoMA (The Museum
of Modern Art), geçen kasım ayında aralarında
Pac-Man, Sims ve Tetris'in de bulunduğu bir dizi
video oyununu daimi koleksiyonuna kattığını
açıkladığında, yüksek sanat eleştirmenleri kemik
çerçeveli gözlüklerini, sağ işaret parmaklarıyla
şöyle bir düzeltmişti. Müze yöneticileri hızını
alamayıp geçen ay Minecraft, Magnavox Odyssey, Pong,
Space Invadcrs, Asteroids, Tempest ve Var's Kcvenge
gibi 70'li ve '80'li yıllara ait kült video
oyunlarım ela koleksiyonlarına kattıklarını ve video
oyunu koleksiyonunun. Atari, Taito gibi klasiklerin
de eklenmesiyle kırk parçaya kadar çıkacağını
açıklayınca eleştirmenler bu kez bir sandalyeye
oturup keten gömleklerinin ilk düğmesini çözmek
zorunda kaldı.
MoMA'nın niyeti suyu bulandırmak olmasa da. göle
attıkları taşın yaydığı halkalarda o meşum soru
belirdi bile: Sanat nedir? Müzenin Mimari Tasarını
Holümü kiiratörii Paola Antonelli. kişisel bloğunda
tartışmanın gereksiz olduğunu düşündüğünü
yazdı. "Tasarım sadece hoş sandalyeler yapmak
değildir, bu oyunların hepsi birer tasarım. Bir de
tasarımcıların sanatçı olmadığı fikri savunuluyor.
Evet tasarımcılar sanatçı değildir çünkü onlar
tasarımcıdır ve tasarım da çok derin bir
yaratıcılıktan beslenir tıpkı sanat gibi," dedi.
Pac-Man kimdir, ne yer ne içer?
Tetris, Pac-Man, Atari ve diğerlerini
çocukluğundan hatırlayanlar varsa onların MoMA'yı
çok iyi anladığını ve "Bu kadar geç kalmaları
kaballat, Pac-Man'dan ala sanat mı olur?" dediğini
tahmin edebiliyoruz. Anıa oyunları tanımayanlar için
birkaç cümleyle özetleyelim.
Pac-Man: "Önüne geleni yiyen,
küçük ve sarı top" dersek tanırsınız. Pac-Man 10
Ekim 1979 doğumlu. Japon tasarımcı Toru Iwatani
tasarından on sekiz ay gibi bir sürede tasarlanan
oyun '80'li yıllara damgasını vurdu.
Tetris: Amacı, iki boyutlu olan
oyun alanına yukarıdan inen blokların denetimli bir
şekilde düşmesini sağlayarak, arada hiç boşluk
olmayacak şekilde yatay sıralar oluşturmak olan oyun
Haziran 1985'de Rus bilgisayar mühendisi Aleksey
Pajitnov tarafından tasarlandı. 6 Haziran 1984
tarihinde yayınlandı. '90'lı yıllar boyunca
insanları ekrana kilitledi.
The Sims: Tasarımcı Will Wright
tarafından tasarlanan oyun, bir stratejihayat
simülasyonu bilgisayar oyunu. Oyunda Sim adı verilen
sanal karakterler. SimCity adı verilen bir şehrin
yakınlarına kurulmuş olan banliyöde günlük
aktiviteler yapar. 2000'li yıllara damgasını vuran
The Sims'den hoşlanmayanlar bile, tasarımcının
motivasyonunu 1996 Oakland yangında evini
kaybedişinden aldığını öğrenince "O zaman tamam"
der.
Minecraft: Üç boyutlu küplerle
tasarım yapmamıza olanak veren oyun Markus 'Notch'
Persson tarafından yazıldı ve geliştirildi. Toplam
bir haftada yazılan oyun ilk sürümden beri
güncellenmeye devam ediyor.
KIŞKIRTICI TAVIR
Aslında tartışmanın bu kadar alevlenmesinin
nedeni, bu fikrin 1940'lardan beri sanat normlarının
belirlenmesinde kutsal mekan kabul edilen MoMA'dan
çıkmış olması. Bu kışkırtıcı tavrı, dünyanın
herhangi bir yerindeki herhangi bir modern sanat
müzesi yapsaydı aynı oranda tepki çeker miydi?
Amerikalı film ve sanat eleştirmeni Roger Ebert
"Hayır" diyor ve ekliyor: "MoMA bunu kasıtlı yaptı.
Bu tamamen bir pazarlama stratejisi. MoMA'nın oyun
seçimlerine baktığımızda, sergilemeyi arzuladıkları
estetik değerleri görmek yerine, karşımıza besbelli
daha popüler oldukları için ikonlaşmış oyunlar
çıkıyor ve dile getirmeseler de popülaritesi yüksek
olan oyunların daha fazla ziyaretçi (sergi alanında
bir oyundan diğerine koşturan çocuklar dahil)
çekeceğini düşündüklerini anlamak zor değil.
Video oyunlarının sanatsal bir değeri olup
olmadığı tartışılacaksa, unutulmaması gereken
birgerçek daha var: Oyunlar, interaktif özellikleri
nedeniyle yaratıcısının imgeleminden bağımsız bir
yol izler; dolayısıyla burada yaratıcıya ait kişisel
bir görü aktarımından söz edemeyiz. Video
oyunlarının sanatsal bir etki yaratamayacaklarını,
salt bu temel özellikleri bile kanıtlamaya yeter."
Peki, MoMA'cılar müzenin daimi koleksiyonuna eser
seçerken nelere dikkat ediyor? Antonelli bunu şöyle
açıklıyor: Tarihsel ve kültürel anlam, estetik
ifade, işlev. The Guardian sanat eleştirmeni
Jonathan Jones "Üzgünüm MoMA, video oyunları sanat
değil" başlıklı yazısında şunları söylüyor: "Sanat
hayata karşı kişisel bir reflekstir ve
yaratıcılıktan beslenir. Video oyunları için bir
sanatçının varlığından söz edemeyiz." sel ve yapısal
geçerlik, teknoloji ve tarzda yenilikçi yaklaşım,
tüm malzemelerin ve tekniklerin başarıyla
harmanlanması.
İşte itiraz çığlıkları tam da burada kopuyor.
Sanat eleştirmenlerine göre, Picasso'nun "Les
Demoisellcs d'Avignon"unu bir pazarlama ürünü olan
Sims'le kıyaslayamazsınız. Teknik, deha. yaratıcılık
ya da işçilik... Hiçbir alanda kıyaslanamaz iki
'iş'. The Guardian sanal eleştirmeni Jonathan .Jones
baş itirazcı. Jones. "Üzgünüm MoMA. video oyunları
sanat değil" başlıklı yazısında şunları söylüyor:
"Sanat hayata karşı kişisel bir reflekstir ve
yaratıcılıktan beslenir. Video oyunları için bir
sanatçının varlığından söz edemeyiz."
KEÇİ İNADI
Peki neden bu oyunlar seçildi? Oyunların seçimi
zor olmuş. Uzun araştırmalar sonunda, çağdaş
tasarımın sıkça tartışılan ifadelerinden olan
'etkileşim tasarımının' olağanüstü örnekleri olduğu
düşünülerek bu oyunlar daimi koleksiyona seçilmiş.
Etkileşim tasarımında öncelik tanınan özellikler
davranış, estetik, alan ve zaman olarak belirlenmiş.
Küratör Antonelli "Oyun seçimlerinde tanınan
öncelik; görsel kalitenin yanı sıra her bir oyunun
estetik deneyimi ve kod tasarımından oyuncunun
davranışına kadar etkileşim deneyimiyle ilgili olan
diğer birçok yönünü ön planda tutması," olarak
açıklıyor bu durumu.
Antonelli bir yılı aşkın süredir, akademisyenler,
dijital koru ma ve hukuk uzmanları, tarihçiler ve
eleştirmenlerin tavsiyelerini alarak çalışmalarını
devam ettirdiklerini söylüyor. Yani, bu işin bir
takım işi olduğunu, sanılanın aksine bu kararı tek
başına vermediğini belirtiyor. Aslında NEA, yani
Amerikan Ulusal Sanat Fonu, ki Amerika'da en önemli
sanat Wili Wright tarafından tasarlanan The Sims ve
Marcus 'Notch' Persson'ın yazdığı Minecraft da
müzenin koleksiyonunda. merciidir, 2011 yılında
"Medya Sanatları" adı altında yeni bir kategori
oluşturarak bu anlamda bir öncülük yapmıştı. 1965'te
Amerikan Kongresi tarafından 'artistik mükemmellik'
gösteren projelere maddi destek sağlamak üzere
kurulmuş olan fon NEA, (The National Endowment for
the Arts), bundan böyle dijital medyayı da
destekleyeceğini açıklamıştı.
NEA'nın dijital medya tanımı içinde\veb ve mobil
teknolojileri, uydu, radyo ve televizyon
aracılığıyla iletilen sanat içerikleri ve tabii
video oyunları da vardı. NEA gibi neyin sanat olup
olmadığı konusunda sert tavrı ve keçi inadıyla
tanınan bir kurumun bu esnekliği, her şeyin pekala
sanat olabileceği konusunda direnenlere umut oldu.
"Pac-Man de tabii ki sanatın konusudur." diyenler
tersini düşünenlere göre daha küçük bir ses tonuyla
konuşuyor. "Bu kadar büyütmeye gerek var mı?"
diyenler, video oyunlarının zaten Picasso ile aynı
bölümde sergilenmediğini, Mimarlık ve Tasarım
bölümünde gösterilmeye değer nitelikte işler
olduğunu anlatıyor. Haber, özellikle video oyunu
severlerin toplandığı forumlarda heyecanla
karşılandı. Lazygamer.net'ten Zoe IIawkins, "Sırf bu
yüzden New York'a gideceğim," derken, PC Magazinden
Stephanie Miot, Minecraft'ın yaratıcısı Markus
'Notch' Persson'ın Time okurları tarafından 2013
yalında dünyanın en etkili 100 ismi arasında ikinci
seçildiğini hatırlattı: "Bu az şey değildir."
Gerçekten de az değil ama sanatın ne olduğu her
zaman flu kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Belki
de bir arkadaşımın dediği gibi, "Sanırım bir şeyin
üzerine oturamıyorsak o sanat eseridir." Ve evet
video ovunlarının üzerine oturmuyoruz.
Milliyet Sanat, Haber: Elif Türkölmez, 01.08.2013
|
MYRA'DA KAZI BAŞKANSIZ ÇALIŞMA

Myra Andriake
Kazıları, 5. Yılına, Kazı Başkanı Akdeniz
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik Olmadan
Başladı.
Türkiye'nin en büyük kazılarından biri olan, dört
yılda büyük yol alan Myra Andirake Kazıları, Antalya
Müzesi Başkanlığı'nda yürütülecek. Kazı
başkanlığında ve kazı ekibinde yer almayan Prof.Dr.
Nevzat Çevik, "Neden böyle oldu" sorusuna, "Bu
sorunun muhatabı ben değilim. Bu soruyu Kültür ve
Turizm Bakanlığı yetkililerine sormanız gerekir"
karşılığını verdi.
Konuyla ilgili İl Kültür Müdürü İbrahim Acar ise
"Şu anda Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca rutin
incelemeler yapılıyor. Başka kazılarda da aynı durum
söz konusu. Bakanlık bu kazılara ödenek veriyor. Bu
incelemeler doğal. Kaldı ki, Myra Andirake
Kazıları'nda şu an çalışmaya başlayan ekibin tümü
Prof.Dr. Nevzat Çevik'in ekibidir. Rutin
incelemeler bitince, en azından bayram sonrası
hocamızın ekibinin başına döneceğini umut ediyorum"
dedi.
4 YILDA ÇOK SAYIDA KEŞİF VE RESTORASYON
Antalya'nın Demre İlçesi'ndeki Myra antik kenti
ve Andriake liman kentindeki kazılar dört yıl önce,
dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
tarafından ilk kazma vurularak törenle başlatıldı.
Kazıların başkanlığını 4 yıldır Prof.Dr. Nevzat
Çevik yürütüyordu. Birçok yapının ortaya çıkarılarak
restore edildiği bu dönemde; özelikle Myra antik
tiyatrosunda kazı ve taş restorasyonu yapıldı, yeni
bir Bizans şapeli ortaya çıkarıldı, antik tiyatronun
doğusunda kazı yapılarak restorasyon çalışmaları
başlatıldı.
Andriake liman kentinde 4 yıl boyunca yapılan
kazılarda da granaryumda kazı çalışmaları
tamamlandı, Likya Müzesi olarak restorasyon
çalışmaları başladı. Liman agorası, liman
dükkanları, liman anıtsal girişi, onurlandırma
anıtlarında kazı ve restorasyon çalışmaları ile doğu
hamamı, sinagog, B kilisesinde kazı ve konservasyon
çalışmaları tamamlandı. Özellikle Andriake liman
kentinde yepyeni bir kent ortaya çıkarıldı. Ayrıca
Myra Andriake kazıları, Türkiye'de en çok ses
getiren kazı olma yolunda ilerledi.
Akşam, 01.08.2013
|
TARİHİ BELKIS KÖPRÜSÜ RESTORE EDİLİYOR

Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan 7 ayaklı
Belkıs Köprüsü'nün üç ayağının yıpranmaya bağlı
hasar gördüğü için koruma altına alındığı
bildirildi. Roma döneminde deprem ve aşırı su
geçişine bağlı yıkılan köprünün Antalya'dan
Konya'ya, Konya'dan İç Anadolu Bölgesi'ne geçişte
tarihi öneme sahip olan köprüyü Anadolu Selçuklu
Sultanı 1. Alaaddin Keykubat tarafından 1219-1236
yılları arası yeniden yaptırdığı belirtildi.
Günümüzde Serik ve Manavgat ilçelerini birbirine
bağlayan köprü, yılın 12 ayı turistler tarafından en
fazla ziyaret edilen mekanlar arasında yer alıyor.
Restorasyon ve yenileme çalışması kapsamında
Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından ihale edilen
köprünün restorasyonunu, İşsan İnşaat Ticaret ve
Sanayi Limidet Şirketi üstlendi. Köprünün ihale
bedelinin 964 bin lira olduğu ve bir yıl içinde
bitirilerek teslim edileceği ifade edildi. İşsan
İnşaat Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi Şantiye
Şefi Bülent Adede, 7 ayaklı köprünün 3 ayağında
yıpranma olduğunu ve 3 ayağı Selçuklu mimarisine
uygun bir şekilde restore edeceklerini söyledi.
Tarihi köprü restorasyonu ve onarımında tecrübeli
olduğunu anlatan Adede, Sırplar tarafından yıkılan
tarihi Mostar Köprüsü'nü de aslına uygun bir şekilde
yeniden firmalarının ayağa kaldırdığını kaydetti.
Adede, tarihi köprünün restorasyonu ile ilgili şu
bilgileri verdi: "8 asırlık köprülün 7 ayağından
yıpranan 3 ayağını aslına uygun bir şekilde restore
edeceğiz. Ayağa kaldırma ve restorasyon
çalışmalarını aralıksız sürdürüyoruz. Köprü
restorasyonları ve onarımında tecrübeli bir
firmayız. Bosna'daki tarihi Mostar Köprüsü'nü aslına
uygun bir şekilde yaptık. Geçmiş dönemlerde
Antalya'yı İç Anadolu Bölgesi'ne bağlayan ve
üzerinde Sultan Alaaddin Keykubat'ın üzerinde
geçtiği tarihi köprünün restorasyonunu yapmanın
sevinci içindeyiz. 8 asırdır yıpranan tarihi
köprünün ayaklarını güçlendiriyoruz."
230 metre uzunluğundaki tarihi köprüyü kültür ve
tarih turizmi kapsamında geçen yıl 180 bin turistin
ziyaret ettiği belirtildi. Bölgede, Belkıs Köprüsü
yanı sıra Beşkonak Köprülü Kanyon'da Roma döneminde
kalma Anadolu Selçuklu Devleti tarafından onarılan
Oluk Köprü(Köprülü Kanyon) ve Ali Baba(Gündoğmuş
Güneycik Köyü) köprüleri bulunuyor.
Sabah, 01.08.2013
|
5 ŞEHRE 5 YENİ MÜZE GELİYOR

Türkiye’de yapılan kazılar sonucunda ortaya
çıkarılan taşınır kültür ve tabiat varlıklarının
sağlıklı ortamlarda sergilenebilmesi ve
depolanabilmesi için 2014 yılının sonuna kadar 5
yeni müze açılacak.
Müzeler, Adana’da Yeni Arkeoloji Müzesi,
Çanakkale’de Troya Müzesi, Hatay’da Hatay Müzesi,
Uşak’ta Yeni Arkeoloji Müzesi, Şanlıurfa’da Edessa
Arkeoloji Müzesi Yapımı ve Teşhir Tanzimi,
Haleplibahçe Mozaik Müzesi ve Arkeopark olarak
sıralanıyor. Hatay, Uşak ve Şanlıurfa’daki müze
çalışmalarının 2013 yılı sonuna kadar tamamlanması
bekleniyor. Diğer iki müzenin ise 2014 yılında
ziyarete açılması hedefleniyor. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Türkiye’de arkeolojik kazı çalışmalarının
yoğunluklu olarak sürdüğü bölgelerde yeni müzeleri
açıyor. Bulunan taşınır kültür varlıklarının,
gerekli tanımlamaları ve restorasyonları yapıldıktan
sonra ışık, nem, toz gibi tarihi eserler için
olumsuz şartlar barındırmayan ortamlara taşınması
gerekiyor. Açılacak müzelerle kazı ekiplerinin
bulduğu eserlerin kısa süre sonra sergilenmesi
mümkün olacak. Sergilenemeyen eserlerin de modern
imkanları bulunan depolarda tutulması amaçlanıyor.
Oluşturulacak modern sergi ve depolama sistemleriyle
depolardaki eserlerle teşhir edilen eserlerin
dönemsel olarak yer değiştirmesi ve tüm eserlerin
ziyaretçiler tarafından görülebilmesi hedefleniyor.
Yeni kurulacak müzeler, hem eser restorasyonu, hem
teşhiri hem de ziyaretçiye eser hakkında doğru ve
ayrıntılı bilginin sunulması için teknolojik
imkanlarla donatılacak.
Zaman, 01.08.2013
|
|
TÜRKİYE 41 VARLIKLA UNESCO LİSTESİNDE
Türkiye’den UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne
giren varlık sayısı 41’e yükseldi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, UNESCO “Dünya Mirası Listesi”ne kaynaklık eden bu ön listeye katılan varlıklar arasında “Ceneviz Kale ve Surlu Yerleşimleri”, “Laodikeia Antik Kenti”, “Sardes Antik Kenti ve Bintepeler Lidya Tümülüsleri” ile “Tuz Gölü” bulunuyor.
Bütün dünyada öncelikle korunması gereken, kültürel ve doğal varlıkların yer aldığı UNESCO “Dünya Mirası Listesi”nde şu anda Türkiye’den 11 değer bulunuyor.
Akşam, 01.08.2013
|
ARKEOLOGLARDAN ÖNCE DEFİNECİLER KAZMA VURDU

İzmir
Büyükşehir Belediyesi, Kadifekale eteklerindeki,
Roma dönemine ait antik tiyatronun gün ışığına
çıkarılması için kazı yapılabilmesini sağlamak
amacıyla bölgedeki gecekonduları kamulaştırıp, büyük
bölümünü yıktı. Yargı süreci devam eden bazı evlerin
yıkımı için karar beklenirken, arkeologlardan önce
davranan define avcıları bölgede kaçak kazılara
başladı. Hazine arayan define avcılarının çıkardığı
hafriyat, dikkat çekmemesi için henüz tam olarak
yıkılmayan evlerin içlerine döküldü.

Bölgede yaşayanlar,
tarihi eser kaçakçılarının yaptığı bu
tahribattan endişe duyuklarını dile getirdi. Mahalle
sakinlerinden Orhan Bıçakkaya, bu durumdan son
derece rahatsız olduklarını belirterek, "74
yaşındayım, bu semtte doğup büyüdüm. Yıkılan evlerin
altında altın olduğu hiçbirimizin aklına gelmedi.
Hazine arayanlar yaklaşık 2 aydır
geceleri gelip, evlerin altından geçen
tünellerin içine girerek, buradaki harfiyat ve
taşları çıkartarak kazıyorlar. Durumu önce
Büyükşehir Belediyesi’ne daha sonra
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bildirdim, önlem
alınmasını istedim. Antik tiyatro alanının içinde
yer alan, anahtarı da bende bulunan, bir yakınımın
evinin içinde de kazı yaptılar. Kamulaştırılan
evlerin yıkılmasından sonra ortaya çıkan Roma
duvarının altındaki tünelde ise lahit aradılar,
ancak amaçlarına ulaşamadılar. Arkeologlar gelip
inceleme yaptı. Kazılan yerin antik tyatronun girişi
olduğunu söylediler" dedi.

ÖNLEM ALINSIN
Semt tarihi araştırmacısı ve
yazar Orhan Beşikçi, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın antik tiyatro alanında
gerekli güvenlik önlemi alması gerektiğini
belirterek, "Bu alan mutlaka güvenlik görevlileri
tarafıdan 24
saat korunmalı. Bölge arkeolojik yönden çok
zengin. Antik tiyatro alanı ve eski ören yerleri
dışında, türbeleri de altın ve tarihi eser bulmak
amacıyla kazdılar, tahrip ettiler. En son ise
bölgedeki İplikçi Dede mezarına zarar verildi" diye
konuştu.
Milliyet, 01.08.2013
|
AKHİSAR'DA TARİHİ KAZILAR ÜÇÜNCÜ YILINA GİRDİ

Akhisar Belediyesi önderliğinde
Adnan Menderes Üniversitesi ve
Kültür Bakanlığı'nın ortaklaşa yürüttüğü kazı
çalışmalarının üçüncü yılı başladı. Eski Hastane
höyüğü adı verilen alanda başlayan çalışmalarda ilk
bulgular yeryüzüne çıkmaya başladı.
Adnan Menderes Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi ve kazı başkanlığını yürüten Prof.Dr.
Engin
Akdeniz çalışmalar
hakkında bilgiler aktardı. 3 yıl önce başlayan kazı
çalışmalarını özetleyen Prof.Dr.
Akdeniz,
Akhisar'da bulunan eski hastane höyüğünü
Kuzey Ege'nin en büyük höyüğü olduğunu iddia
etti.
22 Temmuz'da başlayan kazıların üçüncü yılında
çalışmalara
Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi Ali
Ziyrek, Başkent Üniversitesi Görsel Sanatlar Grafik
Tasarım Bölümü Prof.Dr. Billur Tekkök,
Hatay
Mustafa Kemal Üniversitesi Antropoloji Bölümü
Doç Dr. Serpil Eroğlu,
Adnan Menderes Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü
Yrd. Doç.Dr. Mustafa
Kemal Şahin,
Adnan Menderes Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Araştırma Görevlisi Aydın Erön, Sosyolog Gülden
Şahin de katıldı.
Kazı çalışmalarına turizm açısından büyük önem
verdiklerini dile getiren
Akhisar Belediye Başkanı
Salih Hızlı da çalışmaları yerinde inceleyerek
bilgiler aldı. İncelemelere, Başkan Yardımcısı Ömer
İşçi ve Latif Çakmak, Meclis Üyesi Zafer Aşkın da
katıldı.
Yapılan çalışmalar hakkında bilgiler aktaran kazı
başkanı Prof.Dr. Engin
Akdeniz; "Kazılar 22 Temmuz'da başladı. İki ay
devam edecek bu sene. Yaklaşık otuz kişilik bir
ekibimiz var başta arkeolog olmak üzere jeolog
jeofizik mimar sanat tarihi antropoloji gibi değişik
bilim dallarından hocalar katılıyor, öğrenciler var.
Aynı şekilde belediyenin yolladığı işçiler
çalışıyor. Bu iki yıl içerisinde hem hastane hem
tepe mezarında çalışılacak. Geçen sene kazıya
başladığımız alanlar biraz daha derinleşecek. Bazı
önlemlerimiz vardır, restorasyon ayağa kaldırma gibi
onlar gerekli kurumlara yollandı, onların
sonuçlarını bekliyoruz. Bu sene ki kazılarda
yaklaşık 5000 yıllık bir tarihe rastlandı. Fakat çok
kalın bir moloz tabakası var. Çok yoğun bir şekilde
tahribe uğramış. Hastane höyüğü özellikle, buna
karşın
Ege'nin kuzey kesimlerinin en büyük höyüğü
olduğunu gösteriyor. Bu kazılar sırasında çakmak
taşı aletler, opsidiyen dediğimiz volkan camından
aletler, seramik parçaları elimize geçti. Bunlarla
ilgili ayrıntılı araştırmalar yapılıyor.
Kültür Bakanlığı bakanlık temsilcisi olarak Ali
Ziyrek Bey'i gönderdi. Oda bizim çalışmalarımıza
iştirak ediyor" dedi.
haberler.com, 31.07.2013
|
TARİHİ BİNA KÜTÜPHANE OLUYOR

Kadıköy Belediyesi,
yüz yıllık Şehremaneti binasını restore ederek, kent
kütüphanesine dönüştürüyor.
Kadıköy
Belediyesi, 2014 yılında Kadıköylüleri, yeni bir
kültür ve sanat merkezine kavuşturacak. İşgal
altındaki İstanbul'da düzenlenen mitingler başta
olmak üzere birçok toplumsal ve siyasi olaya
tanıklık etmiş tarihi bir yapı olan Şehremaneti
binası, ''Kadıköy Tarih, Edebiyat ve Sanat
Kütüphanesi' olacak.
'Kadıköy
Tarih, Edebiyat ve Sanat Kütüphanesi" olarak hizmete
girecek olan 100 yıllık Şehremaneti Binası'nda başta
Kadıköylü aydınlar olmak üzere çok sayıda sanatçıya
dair bilgi ve belgeler ile tarih, edebiyat ve sanat
koleksiyonları yer alacak. Söyleşi ve etkinlikler
düzenlenecek.
YÜZYILDA NELER GÖRDÜ
Kadıköy Haydarpaşa Rıhtım Caddesi üzerinde,
Beşiktaş vapur iskelesinin tam karşısında yer
alan Kadıköy Şehremaneti, Terziyan isimli Ermeni
mimar tarafından 1912-1914 yılları arasında inşaa
edildi. Binanın önünde I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı
İmparatorluğu mağlup çıkmasından sonra, İngilizler
bina önüne barakalar kurarak askerlerini
yerleştirdi. Şehremaneti binasında ilk belediye
seçimlerinin yapılacağı gün de Halk Fırkası ve
Serbest Fırka taraftarları büyük bir kavgaya
tutuşmuştu. 1995'te bir tadilat geçiren tarihi bina,
bir süre Kadıköy Kaymakamlığı binası, daha sonra da
Belediye Başkanlığı binası olarak kullanıldı.
Akşam, 31.07.2013
|
1100 YILLIK AİLE MEZARLIĞI BULUNDU

Tokat - Niksar arasında bulunan Komana
antik kentinde 2009 yılından beri devam eden kazılarda
1100 yıllık bir aile mezarı ortaya çıkarıldı.
Roma ve Hellenistik döneme ait izlerin bulunması
amacıyla Komana Antik Kenti'nde yürütülen çalışmalar
2004 yılında başladı. Kentin sınırlarının
belirlenmesinden sonra 2009 yılında kazı çalışmaları
başladı.
Antik kentin ortasında bulunan ve Hamamtepe olarak
adlandırılan alanda çalışmalar yoğunlaştırıldı.
Çevresi sur duvarlarıyla çevrili olan tepede yapılan
çalışmada, alanın Bizans döneminde mezarlık olarak
kullanıldığı tespit edildi. Ara verilen çalışmalara
geçen hafta tekrar başlanmıştı.
Çalışmalar hakkında bilgi veren
ODTÜ Yerleşim Arkeolojisi Bölümü'nde doktora
öğrencisi olan Emine Sökmen, "Bizans döneminde
tepenin bir kısmının mezarlık alanı olarak
kullanıldığını tespit etmiştik çalışmalarımızda.
Burada da bir aileye ait mezarlar bulunuyor. Burada
küçük bir çocuk iskeleti bulduk. Aile dememin
sebebi, birinin erkek birinin kadın ve birinin çocuk
olmasından dolayı. Bu şekilde toplu mezara
rastladık. Bunu kadın olarak nitelendirmemizin
sebebi de yanında küpe çıkması. Tabakası Bizans
olduğu için Bizans dönemine ait diyoruz. Yani 1100
yıllık mezarlık alanı" diye konuştu. Sökmen,
çalışmaların 6 Eylül'e kadar süreceğini belirtti.
KOMANA ANTİK KENTİ
Kaynaklarda, Mitridat Krallığı'nın yönetiminde
önemli bir kültür merkezi olan ve Roma İmparatorluğu
döneminde de özerkliğini koruyan Komana antik
kentinin, '
Anadolu tanrısı Ma'ya adanmış kutsal alan olduğu
belirtiliyor. Aynı zamanda çevre bölgeler için
ticaret merkezi görevi gördüğü ifade edilen
bölgenin, o dönemde kutsal alanda düzenlenen
festivaller, zengin pazar yeri ve kenti çevreleyen
verimli arazisiyle Anadolu'nun her tarafından
ziyaretçi aldığı kaydediliyor.
ODTÜ ve TÜBİTAK
tarafından da desteklenen, 'Komana Pontika
Arkeolojik Araştırma Projesi', Orta Karadeniz
Bölgesi'nin klasik çağ kenti Komana'nın konumunu
belirlemek ve kentsel dokusunu anlamak amacıyla 2004
yılında başlatılmıştı.
Radikal, Haber: Mustafa Turapoğlu, 31.07.2013
|
HZ. İSA'YA AİT ODLUĞU TAHMİN EDİLEN SANDIK SİNOP'TA
BULUNDU
Sinop Balatlar Kilisesi'nde yapılan kazı
çalışmalarında Hz. İsa’ya ait olduğu tahmin edilen
içerisinde kutsal emanetlerin saklandığı sandık
bulundu.
Balatlar Kilisesi'nde yapılan kazı çalışmalarını
yerinde inceleyen Sinop Valisi Yavuz Selim Köşger,
çalışmalar hakkında bilgi aldı. Kazı Başkanı
Prof.Dr. Gülgün Köroğlu kazı çalışmaları sırasında Hz.
İsa’ya ait olduğunu tahmin ettikleri, kutsal
emanetlerinin saklandığı taş bir sandığın ve
içerisinde de haç parçalarının bulunduğunu söyledi.
Taş sandığın ve içerisinde çıkan parçanın şu ana
kadar kazı alanından çıkan en önemli bulgurlardan
biri olduğunu belirten Köroğlu, "Kazı alanında bir
taş sandık ve sandığın içerisinde Hz. İsa’ya ait
olduğu tahmin ediğimiz haç parçası olan kutsal bir
eşya bulundu" diyerek şöyle sürdürdü: "Bu sandık
kazı çalışmaları sırasında şimdiye kadar çıkan en
önemli buluntu. Bu sandık içerisinde, muhtemelen bir
kemik var veya kutsal bir kişinin sembolik bir
mezarı bu. Üzerinde haç işareti bulunan bu parça taş
dolgu içerisinden çıktı. Çıkan bu parçanın İsa’nın
çarmıha gerildiği haccın bir parçası olduğunu
düşünüyoruz."
4 yıldır kazı çalışmalarını sürdürdüklerini ve
kazılarda şu ana kadar bine yakın iskelet çıktığını
söyleyen Köroğlu, "İnşallah bu sene iyi bir çalışma
sezonu olacak. Yaklaşık dört yıldır bu alanda kazı
çalışmalarımız devam ediyor. Onun dışında 20'nci
yüzyılın başına ait değişik buluntular ortaya çıktı.
Bilmediğimiz pek çok şeyi burada gördük. Bizim için
buluntudan öte yapının ortaya çıkması çok önemli.
Sinop’un hem kültür anlamında hem turizm anlamında
iyi bir yer kazanmış olması bizim için önemli" dedi.
Kazı çalışmaları sırasında çıkan parçaları inceleyen
Vali Yavuz Selim Köşger ise yapılan çalışmaların
Sinop turizmine çok önemli katkılar sağladığını
söyledi. Vali Köşger, "Burada yaklaşık 4 yıldır
hummalı bir çalışma yürütülüyor. Bende bugün bu
çalışmayı yerinde gördüm ve gene bugün aynı şekilde
aynı yoğunlukta çalışmalar devam ediyor. Bu yapılan
kazı çalışmaları Sinop’un tarihi için çok önemli"
diye konuştu.
Hürriyet, 31.07.2013
|
METROPOLİS KAPILARINI AÇIYOR

İzmir'de bulunan 2
bin 700 yıllık Metropolis antik kenti ziyaretçiler
için hazırlanıyor.
Avrupa’nın önde gelen üniversitelerden Oxford ve
Erlangen Nürnberg'den bilimadamlarının ilgi odağı
haline gelen, İzmir'in Torbalı İlçesi'ndeki 2 bin 700
yıllık Metropolis antik kenti, ören yeri
çalışmalarının tamamlanmasının ardından bu yıl
dünyaya kapılarını açıyor. Metropolis Kazıları
Başkanı ve Manisa Celal Bayar Üniversitesi (CBÜ)
Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek, Özbey
Mahallesi ile Yeniköy arasındaki antik kentte
kazıların 1989 yılından bu yana devam ettiğini ve
çok sayıda önemli buluntuya rastladıklarını söyledi.
ZİYARETÇİLER İÇİN TESİSLER YAPILACAK
Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü Ören Yeri Uygulamalar Daireler Başkanlığı
ortaklığıyla yürütülen çalışmalarda Sabancı Vakfı ve
Torbalı Belediyesi'nden de destek aldıklarını
belirten Doç.Dr. Aybek, 5 Kasım 2012'den bu yana
alanda ören yeri düzenlemesi yapıldığını bildirdi.
Çalışmalar kapsamında 160 bin metrekarelik alanın
koruma altına alındığını ve bölgede yürüme alanları
oluşturulduğunu aktararak, "Metropolis bir yamaç
kent olduğu için anıtlara ulaşmak kolay değil.
Yapılan düzenlemelerle turistlerin, tarihi alanı
daha rahat ziyaret etmesini hedefliyoruz. Otopark,
seyir terasları ve diğer olanakları sağlayacak
binaların yapımını da bitireceğiz ve en kısa sürede
kenti ülkemiz turizmine açacağız.” dedi.
EXPO 2020 İÇİN İTİCİ GÜÇ OLACAK
İzmir'in EXPO
2020 adaylığı çerçevesinde Metropolis'in önemli rolü
olacağına inandıklarını da dile getiren Aybek, “Efes
antik kentine 45 dakika uzaklıktaki bu kente de çok
sayıda turistin geleceğini ümit ediyoruz. Yabancı
bilimadamları, ortak proje üretmek istiyor.
Metropolis, Efes kadar büyük ve popüler değil ancak
kente gelen yerli turistler, zengin tarihi
kalıntıları görünce şaşırıyorlar. Çevre
düzenlemesinin yanısıra yol düzenlemesi ve çevreye
yerleştirilebilecek yönlendirme levhalarıyla yerli
ziyaretçi sayısını da yükseltebileceğiz. Metropolis
antik kentinin tarihi, MÖ 7. yüzyıla dayanıyor.
Planlı şehir olarak yapılarla donatılması ise 2 bin
500 yıl önceye tarihlenip varlığını Bizans
İmparatorluğu sonuna kadar sürdürmüştür." diye
konuştu.
Kazılarda daha önce mozaikler, hamamlar, çeşitli
takılar ve heykeller bulunmuş, müzelere teslim
edilmişti.
Akşam, 31.07.2013
|
RADİKAL'İN DERDİ ÖZETLE BUDUR

Radikal, İnönü Stadı’nın yapılışına değil,
yapılış biçimine karşı... Biz ‘‘Yeni stat
yapılmasın,
Beşiktaş kendisine yeni bir yer bulsun’’
demedik. Bu konudaki duyarlılığımız mevcut stat ve
çevresindeki kültürel varlıkların korunmasına
yönelikti. Şimdi bunu biraz açalım:
Radikal bu duyarlılığı sadece İnönü Stadı’nda değil,
İstanbul ’un tarihi siluetine hançer gibi
saplanan 16/9 Kuleleri’ne karşı çıkarak da gösterdi.
Kulelerin siluete vermiş olduğu zararı
Türkiye ilk Radikal’den okudu.
Gezi Parkı konusunda Topçu Kışlası’nın ihyası, AVM,
müze, ve rezidans tartışmalarını adım adım duyurduk.
İçinde buz pisti olan Mimar Halil Onur’a ait kışla
projesini de yine Radikal ortaya çıkardı.
Uygulamaların yanlışlığına dikkat çekerken Henri
Prost’un yıllar önce planladığı Gezi Parkı’ndan
başlayıp Maçka Parkı’na hatta Dolmabahçe Sarayı’na
kadar uzanan alanın park yapılmasını önerdik. İnönü
Stadı kaldırılsın istemedik, stadın bu parkın bir
parçası olması gerektiğine vurgu yaptık. Hatta
taraftarların stada parkın içinden yürüyerek
gitmesinin güzelliğine değindik.

Radikal’in İstanbul’un tarihi ve doğasına sahip
çıktığı haberleri saymakla bitiremeyiz ama
bazılarına özellikle değinmek istiyorum. Dolmabahçe
Sarayı’nın Beşiktaş tarafında tam da Çarşı’nın
karşısında yapılan Shangri-la Bosphorus otelinin
tarihi Tütün Deposu yıkılarak yapılmasına karşı
çıktık. Yassıada’nın yüzde 65’e varan oranda imara
açılmasını yine ilk olarak Radikal gündeme taşıdı.
Sulukule, Sarıgöl, Tarlabaşı, Fener-Balat gibi
kentsel dönüşüm yapılan semtlerde yaşayanların sesi
olduk. Şişli Likör Fabrikası ve Ali Sami Yen Stadı
yıkılarak yapılacak gökdelenler ile Kuşdili çayırına
AVM planlarıyla ilgili eleştirileri gündeme taşıdık.
Tarihi Yarımada’da kaçak yapılaşmayı
okuyucularımızla paylaştık. Birçoğunun yıkılmasına
vesile olduk. Kamu malına sahip çıktık,
haksızlıkların önüne geçtik.
Stat için ne dedik?
Radikal, İnönü Stadı için ne demişti? İnönü Stadı
yapılırken burada Dolmabahçe Sarayı’nın ahırları
vardı. Ama daha da önemlisi Dolmabahçe Sarayı’nı sel
baskınlarından koruyacak kanalizasyon tünellerinin
bulunuyor olmasıydı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın raporunda stat
inşaatı yapılırken çok fazla derine inilmesi halinde
kanalların zarar göreceği, sarayı su basabileceği
anlatılıyordu. Dönemin Kültür Bakanı da bu rapora
dayanarak stadın mevcut hali ile korunması ve
zeminden aşağıya inilmeden yenilenmesi gerektiğini
açıklıyordu. Radikal bu raporları haberleştirdi.
Hiçbir zaman stadın yapılmaması yönünde yayın
yapmadı.
En son stadın yeni açık olarak adlandırılan bölümü
yıkılırken İstanbul Arkeoloji Müzeleri uzmanları,
kalıntılar tespit etti. Radikal muhabirleri bu
kalıntıların iş makinesi ile parçalandığını
fotoğrafladı. İstanbul 3 Numaralı Koruma Kurulu
yerinde inceleme yaptı. Stadın bundan sonra müze
denetiminde kazılması gerektiğine hükmetti. Ayrıca
İSKİ’nin atık su kanalları için önlem alıp
alınmadığını sordu. Ancak ortada kalıntı olmadığı ve
‘yalan haber’ yaptığımıza dair açıklamalar
taraftarın Radikal’e saldırmasına neden oldu. Oysa
yapılması gereken mevcut kalıntıların arkeologlar ve
sanat tarihçileri tarafından belgelenip kayıt altına
alınmasıydı. Kültür Bakanlığı’nın raporunda da söz
edildiği gibi Dolmabahçe Sarayı’nı sel baskınlarına
karşı koruyacak önlemlerin alınması sorunu çözmek
için yeterliydi. Atık su kanallarının inşaatı
durdurması haliyle beklenen bir sonuç değildi.
Taksim’de de gördüğümüz gibi bu tür kalıntılar
mutlaka ‘arkeolog gözetiminde ve müze denetimi’nde
kaldırılmalı. Ancak şu ana kadar kazıda müzeden tek
bir uzman yoktu. Bu haber bundan sonraki yıkımın
müze denetiminde yapılmasına vesile oldu.
Taraftardan ne bekliyoruz?
Gezi Parkı ile ilgili başlayan eylemlerde
çevrecilere destek veren Çarşı Grubu’nun, İnönü
Stadı’nın yapımı sırasında tarihi eserlerin
korunması için de aynı duyarlılığı göstermesini
bekliyoruz. Hülasa Radikal, stadın yapılmasına
değil, stadın yapılış biçimine karşı oldu. Stat
yenilenirken kültürel dokunun bozulmamasını, tarihe
saygılı bir proje olmasını istedi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 31.07.2013
|
KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARINI ELEKTRONİK ORTAMA
TAŞIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları arasından çıkan
kitaplar, e-kitap olarak yayınlanacak.
Bakanlık, basılmış tüm kitapları sanal ortamda
okuyucu ile buluşturma kararı aldı. Bugüne kadar
kütüphanelerde veya ilgili kurumların
kitaplıklarında bulunan Bakanlık basımlı kitapların
böylece daha çok kişiye ulaştırılması hedefleniyor.
Kitaplar, bakanlığın kendi internet sitesinde
oluşturulacak sayfada okuyucunun ilgisine sunulacak.
Önümüzdeki günlerde başlanacak proje bitiminde,
binlerce yayına internet üzerinden, tek bir adresten
ulaşılabilecek.
Son yıllarda elektronik kitapların yaygınlaşması,
binlerce e-kitabın yüklenerek okunabileceği yeni
cihazların piyasaya sürülmesi, yayınevleri için
okuyucu ile buluşmak üzere yeni bir alan oluşturdu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı da bugüne kadar
yayımladığı, büyük bir kısmını Türkiye’deki
kütüphanelere gönderdiği, çok azını da kendi
mağazalarında satabildiği kitaplar için yeni bir
platform oluşturuyor. Böylece, artık yeni basımı
yapılmayan kitaplara da ulaşma imkanı doğacak.
Bakanlığın yayımladığı kitaplar arasında,
Türkiye’nin geleneksel sanatlarını, yörelerini ve
kültürünü anlatan eserlerin yanı sıra antolojiler,
dil, estetik, inceleme, şiir, roman, öykü ve deneme
türünde eserler yer alıyor.
Yayıncılık politikası değişti
Kültür ve Turizm Bakanlığı, yakın zamana kadar
yılda 100’den fazla kitap yayımlıyordu. Başvuru
esasına dayanan sisteme göre, yayın kurulu,
başvurular arasından basılmaya değer görülen
kitapları seçip yayımlanmasını sağlıyordu. Ancak son
yıllarda bu sistem değişti. Özellikle Atilla Koç’un
bakanlığı döneminde ‘prestij kitap’ yayıncılığına
geçilerek, kurul kararı ile yapılan basımlar
sınırlandırıldı. Yeni sistemde, Bakanlık kararı ile
belirlenen konularda, alanında uzman kişilere kitap
hazırlatıldı. Bu dönemde Yunus Emre, Cemil Meriç,
Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Mehmet Akif, Tanpınar,
Kemal Tahir gibi şair ve yazarlar için biyografik
eserler hazırlatılıp yayımlandı.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 31.07.2013
|
ŞİŞLİ ETFAL İLK İSMİNE KAVUŞTU

Sultan 2. Abdülhamid’in 1899 yılında yaptırdığı
ve Osmanlı’nın ilk çocuk hastanesi olan Hamidiye
Etfal Hastanesi tarihi ismine kavuştu.
31 Mart Darbesi’nden sonra ismi 2. Abdülhamid’i
hatırlattığı için önce “Osmanlı Etfal Hastanesi”,
sonra da 1922 yılında ‘Şişli Etfal Hastanesi’
şeklinde değiştirilen hastane artık ‘Şişli Hamidiye
Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ olarak hizmet
verecek. Bir süredir resmi yazışmalarda yeni ismini
kullanan hastane, önümüzdeki günlerde tabelasını da
değiştirecek. Hamidiye Etfal Hastanesi 1909
Darbesi’nden önce 10 yıllık süre içinde Ermeni,
Musevi, Rumlar da dahil 100 bin hastaya hizmet
verdi. 2. Abdülhamid’in 8 aylık kızı Hatice Sultan’ı
difteriden kaybettikten sonra yaptırdığı hastaneden
günümüze sadece tarihi saat kulesi ve altındaki
mescit kaldı.
İstanbul Beyoğlu Kamu Hastaneler Birliği’ne bağlı
olan hastane, haziran ayında isim değişikliği için
Sağlık Bakanlığı’na başvurdu. Bakanlıkla yapılan
yazışmalar sonunda hastanenin isminin, 1899 yılında
ilk açıldığında verilen Hamidiye Etfal Hastanesi
olarak değiştirilmesine karar verildi.
Hastanenin
açılış hikayesi ilginç: 1898 yılı Şubat ayında II.
Abdülhamid kızı 8 aylık Hatice Sultan’ı difteriden
kaybeder. 2. Abdülhamid Han kızının anısını yaşatmak
için bir hayır yaptırmak istediğini doktoru İbrahim
Paşa’ya söyler. İbrahim Paşa, ‘koskoca Osmanlı
İmparatorluğu toprakları üzerinde henüz bir çocuk
hastanesi bulunmadığını ve çocuk hastanesi kurulması
gerektiğini’ ifade eder. Padişah bu isteği kabul
eder ve İbrahim Paşa’yı hastaneyi kurmakla
görevlendirir. 13 Mayıs 1898’de temeli atılan
hastaneye İbrahim Paşa, baştabip olarak atanır. 5
Haziran 1899’da Hamidiye Etfal Hastanesi hizmete
girer. Fakat 31 Mart sürecinde 2. Abdülhamid tahttan
indirilmesinden sonra hastane sahipsiz kaldı.
Hastanenin ismi önce Osmanlı Etfal Hastanesi,
ardından da Şişli Etfal Hastanesi olarak
değiştirildi.
Zaman, Haber: Çağlar Avcı, 31.07.2013
|
ANTALYA'DAKİ KAZILARA 3 MİLYONUN ÜZERİNDE ÖDENEK
Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar, bakanlık
tarafından toplam 3 milyon 163 bin 381 lira ödenek
tahsis edildiğini bildirdi.
Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar, Antalya'da
arkeolojik kazı çalışmaları için bakanlık tarafından
toplam 3 milyon 163 bin 381 lira ödenek tahsis
edildiğini, bu ödeneğin kazı başkanlarının
kullanımına sunulduğunu bildirdi.
Acar, yaptığı yazılı açıklamada, Danıştay
tarafından temmuz ayı başlarında yürütmesi
durdurulan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu Kapsamındaki Kültür Varlıklarının Röleve,
Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak
Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve
Bunların Uygulamaları ile Değerlendirme, Muhafaza,
Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve
Hizmet Alımlarına Dair Yönetmelik'in adının, "Kültür
Varlıkları İhale Yönetmeli" olarak düzenlendiğini
kaydetti.
Yönetmeliğin, 25 Temmuz'da Resmi Gazete'de
yayınlanarak yürürlüğe girdiğini belirten Acar,
yönetmelikte, eski yönetmelik kapsamında sözleşmeye
bağlanan ve devam eden, ancak yürütmesi durdurulan
işler için hakedişlerin ödenmesine kısa zamanda
başlanacağını bildirdi.
Antalya'da Bakanlar Kurulu izinli 15 kazı yeri
olduğuna değinen Acar, açıklamasında şu ifadelere
yer verdi:
"Bu kazı yerlerimizden bugün için beşi Antalya Müze
Müdürlüğümüz, biri ise Alanya Müze Müdürlüğümüz
sorumluluğunda yürütülecektir. İlimizde arkeolojik
kazı çalışmaları için bakanlığımızca toplam 3 milyon
163 bin 381 lira ödenek tahsis edilerek, bu
ödenekler kazı başkanlarının kullanımına
sunulmuştur. İlimizde Bakanlar Kurulu kararlı
yurtdışından da iki akademisyenrin sorumluluğunda
kazı çalışması yürütülmektedir."
Müze ve ören yeri ziyaretlerinden 4 milyon lira
gelir İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar,
Antalya'da dört arkeoloji müzesi, iki Atatürk Evi
Müzesi olmak üzere toplam altı müze ile 15 ören yeri
bulunduğunu kaydetti.
Antalya'da müze ve ören yerlerini bu yılın
haziran ayı sonu itibarıyla toplam 1 milyon 254 bin
678 kişinin ziyaret ettiğine değinen Acar, bu
ziyaretlerden 4 milyon 89 bin 228 lira gelir elde
edildiğini bildirdi.
Acar, Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarımına
Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmelik gereği bu yıl 22
proje ve altı proje uygulama yardımı talebinde
bulunulduğunu, değerlendirmeler sonucunda beş kişiye
proje yardımı olarak toplam 46 bin 527 lira, beş
kişiye de proje uygulama yardımı olarak toplam 240
bin lira yardım yapılmasının uygun görüldüğünü
kaydetti.
Turizm Gazetesi, 31.07.2013
|
ÇALINAN KEMANIN DEĞERİ
1.84 MİLYON DOLAR
İngiliz polisi 2010 yılında çalınan ve geçen hafta bulunan 1696 yapımı Antonio Stradivarius kemanın fotoğrafını medyayla paylaştı.
Kemanın yaklaşık 1.84 milyon dolar (3.5 milyon TL) değerinde olduğu tahmin ediliyor. 317 yıllık enstrüman 35 yaşındaki Kore doğumlu kemancı Min-Jin Kym’den çalınmıştı.
Hırsızlar MinJin Kym, Londra’da Euston istasyonunda bir kafede yemek yediği esnada kemanı ve iki yayı yanından alıp kaçmışlardı.
Habertürk, 31.07.2013
|

|
YEDİKULE BOSTANLARINDA TARİH DERSİ!

Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi, bugün
Yedikule Bostanlarındaki 17. yüzyıldan kalma kuyular
için Koruma Kurulu'na tescil başvurusu yaptı. Bir
yandan da yarısı yıkılmış bostanda tarih dersi
yapıldı.
Tarihi Bizans'a dayanan Yedikule Bostanları'nın
yerine park yapılması öngörülen proje kapsamında
yıkım son hızıyla devam ediyor.
Son olarak dün tarihi kayıtlara gore, 4. Murat'ın
sadrazamı Bayram Paşa'nın olduğu bilinen "Sadrazam
Bayrampaşa" bostanında yıkım yapıldı.
Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi'nin
çağrısıyla bu sabah saat 8'de hem yıkımları
engellemek hem de bostanların tarihini dinlemek için
bir grup bostanda toplandı.
17. yüzyılda tüm bölge bostan
Domates ve marulların içinde Osmanlı'da ziraat
teknolojileri üzerine çalışan Harvard
Üniversitesi'nde tarih doktora öğrencisi
Aleksandar Sopov, bostanın tarihini
anlattı.
Sopov, ilk olarak 5. yüzyılda Bizans döneminde
sur boyunca tarım çalışmalarının görüldüğünü Osmanlı
dönemindeki ilk kayıtlara ise 17. yüzyılda
rastlandığını söyledi.
"Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethiyle nufüs
çok fazla artmaya başlıyor. Bu yüzden de daha fazla
ziraata ihtiyaç duyuluyor. Yedikule Bostanları ile
ilgili en kapsamlı bilgilere 1735 tarihli bir Kefil
Defteri’nde ulaşıyoruz.
"Defterin işaret ettiği vakfiyelerde isimlerine
rastladığımız Bayrampaşa bostanı (2 adet) ve
Hazinedarbaşı Süleyman Bostanı’nı tespit ediyoruz.
Bayram Paşa IV. Murat’ın sadrazamı, İsmail Paşa
1688’de sadrazam, Hazinedarbaşı Süleyman Ağa ise
II.Mustafa’nın saray hazinedarı.
"16.yy’ın ikinci yarısından itibaren bölgede
hızlanan tarımsal faaliyetler 17.yy’da yoğunluğu
artmış ve yukarıda saydığımız devlet yöneticileri
elimizdeki kaynaklardan edindiğimiz izlenimlere göre
bu bölgeye yoğun bir yatırım yapmışlar. Ve
muhtemelen 1734 yılına gelinceye değin bölgede boş
arazi kalmamıştı. "
Sopov, bostanların yüksekliği 20 metreye varan
kuyularıyla birlikte Osmanlı tarım teknolojisine
dair çok önemli bilgiler barındırdığını bunların yok
olmasının ileride olası farklı kentsel tarım
modellerinin de önünü keseceğini söyledi.
Kuyular tescil için kurulu bekliyor

Bir yandan ders devam ederken, İstanbul 2
Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne, Yedikule
Mahallesi'nde yer alan bostanlardaki kuyuların
"Osmanlı tarım teknolojisini gösteren korunması
gerekli yapılar" olduğu gerekçesiyle tescili için
dilekçe verildi.
19. yüzyıl Ekrem Hakki Ayverdi yayını İstanbul
haritalarında da yer alan bostanlarda görülen, üç
taşörgü su kuyusu, teraslama duvarları, su sarnıcı,
taş örgü teraslama duvarları, tek katlı almaşık
örgülü kagir ahır yapısı, örme taş su kuyusu ve
kesme taş su sarnıcının tescili istendi.
Uzman denetiminde yapılmayan yıkımlar sırasında
çoktan bir kuyunun üstü molozlarla kaplandı bile.
Ne olmuştu?

Yedikule Suriçi Bostanları'nın 27 dönümlük kısmı
6 Temmuz'dan beri süren çalışmalarla yıkıldı.
Kara surları koruma bandında kalan ve sit alanı
olan tarihi yarımadanın bir parçası olan bostanlar,
antik şehir bölgesi içinde dünyanın mevcut en eski
tarım alanı olarak biliniyor.
Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi'nin
rekreasyon projesi kapsamında Yedikule-Belgrad Kapı
Arasında Bizans'tan kalma bostanların yerine 85
dönümlük arazide süs havuzu olan park yapılacak.
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, bostanlarda
tarihi kara surları boyunca 1 metreye varan
derinlikte kazı ve arkeolojik dokuda tahribat
yapıldığını tespit ederek bir rapor hazırlamış ve
bunu 2 No’lu Yenileme Alanları Koruma Kurulu ve
Arkeoloji Müzesi’ne teslim etmişti.
2011’de İBB'nin hazırladığı "İstanbul Tarihi
Yarımada Yönetim Planı"nda, “Sura bitişik
alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan günümüze
kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan alanları
korunacaktır” maddesi var.
Ayrıca, Yedikule Bostanlarını Koruma
Girişimi'nden Arkeolog
Yiğit Özar
ile İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Kentleşme ve Çevre Sorunları Anabilim dalı öğretim
üyesi Doç.Dr. Ayten Alkan, 20
Temmuz'da sözlü saldırı ve fiziksel saldırı
girişimine
maruz kaldılar.
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 31.07.2013
******
TARİH YIKIMI EŞLİĞİNDE TARİH DERSİ! ŞU GÖREMEDİĞİNİZ
SU KUYUSU...

“1735 yılında tutulan kayıtlara göre şu anda
muhtemelen 4. Murat’ın sadrazamı Bayram Paşa’nın
bostanındayız. 1786’dan kalma bir haritaya göre
ise burası İsmail Paşa’nın bostanı” diyor
Osmanlı tarihçisi Aleksandar Sopov. Dün Yedikule
Bostanları Koruma Girişimi’nin çağrısıyla, iş
makinalarının yıkmaya hazırlandığı bir bostanda
buluşan grup, daha kızarmamış domateslerin yanı
başında, ters çevrilmiş manav kasalarının
üzerinde oturup bostanların tarihini dinledi.
Harvard Üniversitesi’nde Osmanlı tarım
teknolojisi üzerine doktora yapan Aleksandar
Sopov,
Fatih Belediyesi’nin yıktığı bostanlar ve
kapatmaya niyetlendiği su kuyuları ve havuzların
vakıfnamelerde yer aldığını anlatarak bu
yapılarda Osmanlı tarım teknolojilerine dair çok
değerli bilgilerin gizli olduğunu anlattı.
Sopov’un Ayhan Han ile birlikte bostanlar
üzerine yaptığı araştırmadan bazı bulgular
şöyle:
İstanbul ’un sebze ihtiyacının yarısını
karşılıyordu.
Kefil defterlerine göre, 16’ncıyüzyılın ikinci
yarısından itibaren Yedikule’de tarımsal
faaliyetler hızlandı. 17’inci yüzyılda ise iyice
yoğunlaştı. 1634/1635 tarihli Bayrampaşa
Vakfiyesi’ne göre sur içindeki tarımsal alan,
sur duvarına kadar ulaşmıştı.
IV. Murat’ın sadrazamı Bayram Paşa, Sadrazam
İsmail Paşa (1688), II. Mustafa’nın Saray
Hazinedarı Süleyman Ağa gibi devlet yöneticileri
bu bölgeye yoğun yatırım yaptı. Muhtemelen 1734
yılına gelinceye değin bölgede boş arazi
kalmamıştı. 1735 tarihli bir kefil defteri
İstanbul suriçinde toplam 344 bostanda 1381
bostancının çalıştığını belirtiyor. Tahminlere
göre şehrin meyve-sebze ihtiyacının yüzde
50’sini bostanlar karşılıyordu.
1735 tarihli bir kefil defterine göre söz konusu
bölgede çalışan bostancıların büyük çoğunluğu
Hıristiyan olup Makedonya bölgesinden gelmişler.
Dersten sonra katılımcılar, İstanbul’da kent
içinde tarım yapılabilen son bostanların nasıl
yaşatılabileceğini tartıştı. Bir
yorum , kendi kendine yetebilen ve
sürdürülebilir bir kent hayali kurabilmek için
Yedikule Bostanları’nın ‘son umut’ olduğuydu.
Ancak ders, mahallede yaşadıklarını ve bostan
yerine park istediklerini söyleyen bir grup
tarafından yarıda kesildi. Toplantı daha sonra
çevik kuvvet ekiplerinin müdahalesiyle
dağıtıldı.
Bostanda yıkım 1 aydır sürüyor
Yedikule Bostanları’nda İBB ve Fatih
Belediyesi’nin süs havuzlu park projesi için
giriştiği yıkım yaklaşık 1 aydır devam ediyor.
Bu süreçte sur içindeki neredeyse tüm bostanlar
darmadağın edildi, bostanlardan geçinen onlarca
aile işsiz kaldı. Tarih dersinin gerçekleştiği
bostan da bu ailelerden birine ait. Kezban
Eryılmaz, 10 yıldır ekip biçtiği bostanının
gözleri önünde iş makineliriyle darmadağın
edildiğini anlatıyor. ‘Boynuz boynuz’
fasulyeleri, ‘güzelim maydanoz’ları, rokası,
lahanası hep molozla örtülmüş. Geriye yalnızca
domatesleri kalmış. Ailenin belediyeye 15 bin
lira ecrimisil borcu olduğunu anlatan Kezban
Hanım, “Daha kızarmadılar, bari onları
bıraksalar” diye yakınıyor.
I. Mahmut’un su sarnıcı bile var
Yedikule Bostanları Koruma Girişimi dün İstanbul
2 Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne, bostanlardaki
taş örgü kuyular, teraslama duvarları ve I.
Mahmut döneminden kaldığı düşünülen su sarnıcı
gibi yapılar için “Osmanlı tarım teknolojisini
gösteren korunması gerekli yapılar” olduğu
gerekçesiyle tescili için dilekçe verildi.
UNESCO
Dünya Miras Alanı sınırları içinde olmasına
rağmen arkeolog denetiminde yapılmayan
çalışmalar sırasında tarihi bir kuyu molozlarla
kaplandı bile...
Radikal, Haber: Elif İnce, 01.08.2013
|
 |
HADRİANAUPOLİS'TEKİ KİLİSENİN ÜZERİ KAPATILACAK
Eskipazar İlçesi'ndeki, ortaya çıkarılan mozaikler nedeniyle "Karadeniz'in Zeugması" olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik kentinde, kazı çalışmalarında ortaya çıkartılan kilisenin üzeri kapatılacak.
Karabük İl Özel İdare Genel Sekreteri Hakan Eski, düzenlediği basın toplantısında, Kilise-B'nin üzerinin kapatılması işini üstlendiklerini ve bu işi ihale yolu ile bir firmaya verdiklerini söyledi.
İhaleyi alan firmanın işi 90 gün içinde teslim edeceğini vurgulayan Eski, "Temmuz ayında yapılan ve ihale bedeli 320 bin lira olan Hadrianaupolis Antik Kenti Kilise-B'nin üstünün kapatılması çalışmaları başlayacak. Yapım işinin süresi 120 gün olup müteahhit firma ile yapılan görüşmede işi 90 günde teslim edeceği sözünü aldık. İdare olarak tarihi değerlerin yaşatılmasına destek olmanın mutluluğunu yaşıyoruz" diye konuştu.
Yeni Şafak, 30.07.2013
|
İSTASYON HÖYÜK'Ü UNUTTUNUZ MU?
Son dönemlerde Sagalassos ve Kibyra kazılarında çıkan arkeolojik eserler, geçtiğimiz yıllarda başlayan Hacılar kazıları, Burdur’un tarihsel geçmişini gün yüzüne çıkarırken, kaderine bırakılmış İstasyon Höyük’te hiçbir çalışma yapılmıyor.
MÖ 5000-3000′li yıllarda Kalkolitik Çağ(Bakır Çağ)’da başlayıp Roma Dönemi’ne kadar uzandığı düşünülen Höyük’ün uzun süredir önünde duran talebasında “herhangi bir bilimsel çalışma yapılmamıştır” yazması ilgisizliği bir kez daha ortaya koymaktadır. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü ve Burdur Belediyesi’nin ortak çalışma yapmasına müsait olduğunu düşündüğümüz Höyük’te kazı yapılırsa, ilimiz tarihine ışık tutacak eserler muhtemelen ortaya konulabilecektir. Höyük’te sergilenecek olan eserlerin şehir merkezinde olmasıda ayrıca bir avantaj sağlayacaktır.
Daha önce Kuruçay, Gölde, Höyücek, İstasyon Höyüklerinde yapılan ön araştırmalarda yörenin ön tarihi ile ilgili özellikle seramik buluntularına rastlanması, İstasyon Höyük’ün 10 bin metre genişliğinde, 20 metre uzunluğunda bir alanda yer alması ve 81 il arasında şehir merkezinde bulunan nadir höyüklerden olması, burada çalışmaların biran önce başlaması için yeterli neden değilmidir?
Burdur Gazetesi, 30.07.2013
|
 |
"ARKEOLOJİK BULGULAR TÜNELLERİ GECİKTİRİYOR"
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali
Yıldırım, kent içindeki trafiği rahatlatmak amacıyla
'35 İzmir 35 Proje' kapsamında yapımına başlanan
Konak Tünelleri'nin arkeolojik kazı çalışmasına
döndüğünü söyledi.
Diyarbakır programı sırasında Yeni Asır'a açıklama
yapan Bakan Yıldırım, toprak altından çıkan
arkeolojik eserler nedeniyle ilerleyemeyen tünel
projesinin yerel seçimlere kadar tamamlanamayacağını
belirterek, "Arkeologlara laf anlatmak zor. Zaman
kaybediyoruz" diye konuştu.
"Marmaray'a benziyor"
Bahribaba Parkı girişinde arkeologlar tarafından
ortaya çıkartılan tarihi bulguların, Konak Tünelleri
çalışmalarını durma noktasına getirmesine tepki
gösteren ve İstanbul'daki Marmaray inşaatında da
benzer bir sıkıntı yaşadıklarını ve zaman
kaybettiklerini kaydeden Bakan Yıldırım, "Konak
Tünelleri İzmir'in tarihi ve arkeolojik kazı
çalışmasına döndü. İzmir'in gelmiş geçmiş tüm
medeniyetlerinin izlerini ortaya çıkarıyoruz. Bizim
Marmaray projemize benzemeye başladı. Dolayısıyla
orada biraz elimizi çabuk tutmamız lazım. Proje
gecikiyor" diye konuştu.
"Şimdilik sabrediyoruz"
Arkeologların kazı çalışmalarına sabırla
yaklaştıklarını söyleyen Bakan Yıldırım,
"Arkeologlara laf anlatmak çok zor. Girdiler mi,
tespit edip muhafaza ediyorlar. Biz de 'yol açın
geçelim, siz kazmaya devam edin' diyoruz. Yakında
Bahribaba'dan giriş yapacağız. Şimdilik
sabrediyoruz, yapacak bir şey yok. Onların gönlünü
yapmaya çalışıyoruz. Bahribaba'da tarihçiler,
arkeologlar için farklı anlamlara gelecek, onlara
göre çok müthiş buluntular var. Bize göre farklı.
Birçok şey çıktı. Oradan değişik mezarlar,
numuneler, her kesimin yaşam tarzına göre bir takım
işaretler eşyalar çıkmış" dedi.
Yeni Asır (Kısaltarak), Haber: Fatih Abacıoğlu,
30.07.2013
BİNALİ YILDIIRM'DAN ARKEOLOGLARA: YOL VERİN GEÇELİM
AKP’nin İzmir’e yönelik seçim projelerinden
Konak Tüneli, seçimlere yetişmeyecek. Binali
Yıldırım kazılarla ilgili konuştu, "Burası da
Marmaray'a benzedi. Herkesin yaşam tarzına göre
birtakım buluntular çıkıyor. Gecikiyoruz ama
arkeologlara laf anlatmak çok zor. Bir girdiler mi
çıkmıyorlar" dedi.
AKP’nin İzmir’e yönelik 35 Projesi’nin en çok
tartışılanları arasında bulunan Konak Tüneli,
seçimlere yetişmeyecek. Gecikmenin nedeni ise
Bahribaba Parkı’nda ortaya çıkan arkeolojik
buluntular.
'Marmaray'a benzemeye başladı'
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali
Yıldırım, tünel kazısının İzmir’in tarihi kazı
projesine dönüştüğünü, her geçen gün ortaya çıkan
buluntular yüzünden projenin geciktiğini söyledi.
Kazılarda İzmir’in gelmiş geçmiş bütün
medeniyetlerinin izlerinin ortaya çıktığını belirten
Yıldırım, “Konak Tüneli Projesi giderek Marmaray’a
benzemeye başladı. Dolayısıyla orada bizim elimizi
çabuk tutmamız lazım. Gecikiyoruz ama arkeologlara
laf anlatmak çok zor. Bir girdiler mi çıkmıyorlar.
Allah’tan çıkan buluntular tanışabilir. Yahudi
mezarlığı çıktı, kemikleri Musevi cemaatine verdik.
Diğerlerini de müzenin korumasına bıraktık” dedi.
'Yol istiyoruz'
Arkeologlardan kendilerine bir yol açmalarını
istediklerini söyleyen Bakan Yıldırım, “Yol açın
geçelim, siz kazılarınıza devam edin diyoruz,
onların gönlünü yapmaya çalışıyoruz. Yakın zamanda
Bahribaba’dan giriş yapacağız. Şimdilik
sabrediyoruz. Seçimlerden önceye yetişmez ancak
gayret ediyoruz. Bahribaba bizim hesabımızda olmayan
bir şeydi. Tabii arkeologlar için farklı anlamlara
geliyor. Onlara göre çok müthiş buluntular var.
Herkesin yaşam tarzına göre birtakım buluntular
çıkıyor. Bahribaba için henüz bir tarih yok ama
yakın zamanda giriş yapmak istiyoruz, şu anda
görüşmeler sürüyor” diye konuştu.
Sol Haber, 01.08.2013
|
İŞTE YENİ AKM'NİN AÇILACAĞI TARİH
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, CHP Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek'in yazılı soru önergesine
verdiği cevapta, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nin
tadilat ve onarım işlemlerinin, sivil toplum
kuruluşlarınca açılan davalar ve yargı kararları
nedeniyle 2008 yılından 2012 yılına kadar
gerçekleştirilemediğini hatırlattı.
Geçen yıl yapılan ihaleyi takiben Mayıs ayında
tadilat ve onarım işlemlerine başlandığını belirten
Çelik, Atatürk Kültür Merkezi'nin 2014 yılı
içerisinde hizmete açılmasının planlandığını
bildirdi.
Sabah, 30.07.2013
|
HANGİSİ ESER, HANGİSİ DEĞİL?
TMMOB'ye bağlı
odaların yönetim kurulu başkanları 27 Temmuz 2013
Salı günü saat 11.00'de Taksim Hill Otel'de bir
basın toplantısı düzenledi.
Cumhurbaşkanı onay sürecinde olan yasa
değişikliği konusunu değerlendiren oda temsilcileri
adına ilk olarak sözü Makina Mühendisleri Odası
(MMO) Başkanı Ali Ekber Çakar aldı ve ortak basın
bildirisini okudu.
Basın açıklamasında öne çıkan noktalar torba yasa
kapsamında önerilen (i) ve (j) bentlerinin
değişikliği oldu.
İmar Yasası'nın 8. maddesine eklenen (ı) bendi
ile odaların çok önemli bazı yasal yetkilerinin
ortadan kaldırıldığını belirten Çalar; (i) bendinde,
ilim ve edebiyat eseri sayılan imar planlarının
değiştirilmesinde plan müellifinin izninin
alınmayacağını; (j) bendinde ise Fikir ve Sanat
Eserleri Yasası'nda bilim eseri olarak tanımlanan
mimari projelerin eser olup olmadığını Bakanlık
bünyesindeki bir Estetik Kurul'un keyfiyetine
bırakılacağını belirtti.
(i) bendinin değişikliğinin mesleki denetimin
huku dışı ihlali olacağına vurgu yapılırken, (j)
bendinin değişikliğinin mimarların öncelikle İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesinden de kaynaklanan en
doğal ve evrensel bir hak olan eser sahipliği
hakkına ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Yasası, 4117 sayılı Edebiyat ve Sanat Eserlerinin
Korunmasına Dair Bern Sözleşmesi'nin Kabulüne Dair
Yasa ile Anayasa'ya aykırı olduğu belirtildi.
Hangi Yapı Estetik?
Bu ayrıntılar mimarı hayatını kaybetmiş önemli
binaların telif hakkı hakkında soru işaretleri de
yaratıyor. Bern sözleşmesi fotoğraf ve sinema
eserleri hariç tüm eserlere eserin yaratıcısın
ölümünün ardından en az 50 yıllık koruma sağlıyor.
Türkiyede ise 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Yasası'na göre sahibinin ölümünden sonra eserlerde
koruma süresi ölüm tarihinden sonra 70 yıl.
Dolayısıyla telif hakkı ile ilgili yapılan
değişiklik önerileri önemli binaların kentsel
yağmaya kurban edileceğine dair soru işaretleri
oluşturuyor...(AKM vb) Bir yapının mimari eser olup
olmadığını belirleyen, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı'ndaki kurul kimlerden oluşacağı ise bir
diğer konu. Estetik kurul hangi kriterlere göre bir
yapıya "eser" statüsünü layık görecek? Bu sorular
yasanın çıkmazlarından sadece bazıları....
Bir diğer dikkat çekici unsur 6235 TMMOB
Yasası'nda yapılacak bir değişikliğin 3194 sayılı
İmar Yasası özelinde ele alınamayacağı, bunun iç
tüzüğe aykırı olduğu yönündeki açıklamalardı.
Oda başkanları basın toplantısından sonra
odaların İstanbul şube başkan ve yöneticileri ile
birlikte toplu olarak Gezi Parkı'nı ziyaret ederek
parktaki son durumu denetlediler. Parkta Gezi
direnişinde hayatlarını kaybeden gençlerin
isimlerinin yazılı olduğu temsili taşların önünde
MMO Başkanı Ali Ekber Çakar ve MO Başkanı Eyüp Muhçu
kısa birer açıklama yaptılar. Ali Ekber Çakar, Gezi
Parkı'na AVM ve rezidans yapımını engelleyen
toplumsal muhalefetin ön saflarında yer alan
TMMOB'nin mücadelesinin devam edeceğini, Gezi
direnişi sırasında hayatını kaybeden gençlerin
anıları önünde saygıyla eğildiklerini ifade etti.
Cumhurbaşkanı'na çağrıda bulunan Eyüp Muhçu ise
yasayı Meclisteki muhalefet partileri aracılığı ile
Anayasa Mahkemesi'ne götüreceklerini ve Anayasa
Mahkemesi'nin yasayı iptal edeceğine inandıklarını
söyledi.
Basın Açıklmasının Tam Metni;
CUMHURBAŞKANI, TMMOB VE ODALARININ
ANAYASAL YETKİLERİNİ ORTADAN KALDIRAN DÜZENLEMEYİ
ONAYLAMAMALIDIR!
Değerli Basın Mensupları,
Bilindiği üzere 09.07.2013 tarihinde TBMM Genel
Kurulunda kabul edilen "torba yasa" içindeki 3194
sayılı İmar Yasası'nın 8. maddesine eklenen (ı), (i)
ve (j) bendleri ile, TMMOB ve biz bağlı Odalarına
yönelik kapsamlı bir operasyon daha yapılmıştır.
Yine AKP iktidarı tarafından üç yıl önce ve yine
bir gece yarısı operasyonuyla ve yine bir "torba
yasa" içinde yapılan değişiklikle, yabancı
mühendisler ülkemiz mühendislerinden ayrıcalıklı
kılınmıştır. İktidar, iki yıl önce de Kanun Hükmünde
Kararnamelerle TMMOB'yi otoriter bir tarzda vesayet
altına alma yönünde adımlar atmış, bütün ülkeyi
ranta dayalı bir şekilde imara açma politikaları
kapsamında yeni yasa ve yönetmelik değişiklikleri
yapmıştır.
6235 sayılı TMMOB Yasası'nın bütününü değiştirme
girişimi ise TMMOB ve Odalarımızın yürüttüğü
kampanya üzerine bizzat Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı tarafından ertelenir gibi gösterilmiş
ancak çok önemli bir düzenleme, Gezi Parkı
direnişinin ardından intikamcı bir tarzda, İmar
Yasası içinde yapılan bir değişiklikle gündeme
gelmiştir.
İmar Yasası'nın 8. maddesine eklenen (ı) bendi,
biz Odaların çok önemli bazı yasal yetkilerini
ortadan kaldırmakta; (i) bendinde, ilim ve edebiyat
eseri sayılan imar planlarının değiştirilmesinde
plan müellifinin izninin alınmaması getirilmekte;
(j) bendi ise Fikir ve Sanat Eserleri Yasası'nda
bilim eseri olarak tanımlanan mimari projelerin eser
olup olmadığını Bakanlık bünyesindeki bir Estetik
Kurul'un keyfiyetine bırakmaktadır. Bu kurulun
kimlerden oluşacağı, hangi kriterlere bağlı olarak
çalışmalarını yürüteceğinin belirlenmemiş olması ise
hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Belirlilik ve
öngörülebilirlik özellikleri taşımayan, hukuki
güvenlik sağlamayan bu gibi kurallar Anayasa'nın 2.
maddesi ile bağdaşmamaktadır.
Söz konusu (i) ve (j) bendlerindeki
düzenlemelerin 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Yasası, 4117 sayılı Edebiyat ve Sanat Eserlerinin
Korunmasına Dair Bern Sözleşmesi'nin Kabulüne Dair
Yasa ile Anayasa'ya aykırı olarak; mimarların İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesinden de kaynaklanan en
doğal ve evrensel bir hak olan eser sahipliği
hakkını, İmar Yasası yoluyla ortadan kaldırmaya
yönelik olduğu görülmektedir.
İmar Yasası'nın 8. maddesine eklenen (ı) bendi
ise tam olarak şöyledir: "Harita, plan, etüt ve
projeler; idare ve ilgili kanunlarında açıkça
belirtilen yetkili kuruluşlar dışında meslek odaları
dahil başka bir kurum veya kuruluşun vize veya
onayına tabi tutulamaz, tutulması istenemez. Vize
veya onay yaptırılmaması ve benzeri nedenlerle
müelliflikler veya bunlara ait kuruluşların büro
tescilleri iptal edilemez veya yenilenmesi hiçbir
şekilde geciktirilemez. Müelliflerden bu hükmü
ortadan kaldıracak şekilde taahhütname talep
edilemez."
Bu bend, öncelikle, Anayasa'da tanımlanan kamu
kurum ve kuruluşu niteliğindeki, kamu tüzelkişiliği
bulunan, yerinden yönetim özerk kuruluşları olarak
tanımlanan ve bu nitelikleriyle Türkiye'nin kamu
idari yapısı içinde yeri bulunan, kamu adına
üyelerinin ve kamunun yetki devri ile verdiği
hizmetlerin mesleki denetimini yapan biz Odaların ve
üst Birliğimiz TMMOB'nin Anayasal-yasal
dayanaklarının hukuk dışı bir şekilde ihlali
anlamına gelmektedir.
İmar Yasası'nın 8. maddesine eklenen bendlerle
yapılan değişiklikler, özetle;
•· Ülke kaynaklarının talanına karşı çıkan Meslek
Odalarını ve TMMOB'yi işlevsizleştirmeyi,
•· Odaların üyeleriyle ilişkisini zayıflatmayı,
giderek ortadan kaldırmayı,
•· Odaların gelirlerine el koymayı,
•· Kamusal-toplumsal yeraltı-yerüstü kaynak ve
varlıkların talanını iktidarın elinde
merkezileştirerek piyasaya açmayı, metalaştırmayı,
•· Kentsel dönüşüm, kentsel rant programlarının
önündeki bilimsel, teknik mesleki denetimi ve
toplumcu engelleri ortadan kaldırmayı,
•· Birbirinden farklı özerk yerinden yönetim
kuruşları olan Meslek Odaları ve Belediyelerin
Anayasal hak, yetki ve görevlerini ellerinden
almayı,
•· Mimarların Fikir ve Sanat Eserleri Yasası
kapsamındaki mimari projelerini eser olmaktan
çıkarmayı, telif haklarına el koymayı,
amaçlamakta ve ele geçirilemeyen, rant
politikalarına karşı duran TMMOB'yi
etkisizleştirmeyi amaçlamaktadır.
Bilindiği gibi bugünkü iktidar, sermaye birikim
ve rant sürecini, büyük oranda, kentsel-kırsal
alanlar ve koruma altındaki alanların dönüşüm
programlarına bağlamıştır. AKP iktidarı her şeyi
metalaştırma, piyasalaştırma peşindedir. TMMOB ve
bağlı Odaları ise söz konusu yasa bendinde anılan
"harita, plan, etüt ve projeleri", mühendislik,
mimarlık, şehir plancılığı disiplinlerinin
bilimsel-teknik gerekleri ve kamu-toplum yararını
gözeterek denetlemektedir. Ancak bu son operasyonla
Odalar ve TMMOB'nin Anayasal ve yasal mesleki
denetim yetkileri elinden alınmakta, sınırsız bir
talanın önü açılmaktadır.
Kentsel, kırsal, yeraltı ve yerüstü doğal
kaynakların talanına karşı çıkan meslek odalarını
işlevsizleştirmenin, Odalar ile üyelerini, üyelerin
projelerini mesleki denetim ilişkisi dışına
çıkarmanın sonucu, bilim dışı piyasa keyfiyeti ve
serbestisini egemen kılmak olacaktır.
Ayrıca Odalarımızca gerçekleştirilen mesleki
denetim uygulamaları sonucunda, sahte lisans
diplomaları ve/veya sahte diploma denklik
belgeleriyle kayıt olan, kayıt olmak üzere başvuran
birçok sahte mimar-mühendis olduğu tespit
edilmiştir. Bugüne kadar tespit edilen bu kişiler
hakkında sahte resmi belge düzenlemek ve kullanmak
ile 3458 sayılı Yasaya muhalefetten dolayı suç
duyurusunda bulunulmuş, yapılan yargılamalar
sonucunda 21 kişi hakkında mahkumiyet kararı
verilmiş olup, diğerleri ile ilgili takibat devam
etmektedir.
İmar Yasası'nda yapılan değişiklikle Meslek
Odalarının denetim yetkilerinin budanması, böylesi
sahteciliklerin tespit edilmesini de engelleyerek,
kamusal denetimin önünü tıkayacak ve halkımızı sahte
mimar ve mühendislerle karşı karşıya bırakacaktır.
Bu değişiklik, iki yıl önceki, TMMOB'yi ve
yerinden yönetim özerk kuruluşları olan meslek
kuruluşlarını otoriter bir tarzda vesayet altına
almaya yönelik Kanun Hükmünde Kararnamelerle yapılan
düzenlemelerin devamı niteliğindedir ve Anayasa'nın
başta 135. maddesi olmak üzere 2, 5, 123, 124, 138.
maddelerine açık bir şekilde aykırılık
oluşturmaktadır.
Söz konusu değişiklik önergesinin TBMM Genel
Kuruluna sunuluş biçimi de yanlıştır. Zira 6235
sayılı TMMOB Yasası, İmar Yasası'nda değişiklik
kapsamında ele alınamaz. Bu husus Meclis
İçtüzüğü'nün 87. maddesine açıkça aykırılık
oluşturmuştur. Ayrıca 6235 sayılı TMMOB Yasası'nı
ilgilendiren bir konuda TMMOB ve bağlı Odaların
görüşlerinin alınmamış olması da mevzuat hazırlama
usul ve esaslarına aykırıdır.
Değerli Basın Mensupları,
Biz Odalar ve TMMOB, tam bir birlik içinde, ülke,
kamu, halk çıkarları, mühendislik, mimarlık, şehir
plancılığının bilimsel teknik gerekleri
doğrultusundaki çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bunu
hiçbir antidemokratik güç ve düzenleme
engelleyemeyecek, durduramayacaktır.
Yukarıda belirttiğimiz nedenlerle Anayasal tabanı
bulunmayan bu düzenlemenin Cumhurbaşkanınca
onaylanmaması, reddedilmesi gerektiği açıktır.
Kuvvetler ayrılığı ile özerk kamusal, mesleki ve
toplumsal yapıları ortadan kaldıran antidemokratik
düzenlemelerin devamı olan bu konunun
Cumhurbaşkanınca ele alınışı, AKP'nin uyguladığı
neoliberal politikaların ulaştığı nokta açısından,
duyarlı herkese yeni bir değerlendirme olanağı da
sunacaktır.
Demokrasi, kuvvetler ayrılığı, yerinden yönetim
özerk kuruluşlarının görev ve yetkileri, Türkiye'nin
imarında mühendislik, mimarlık, şehir plancılığının
yeri ve rant politikaları gibi, kamuoyunun önem
verdiği son derece önemli konular, Cumhurbaşkanını
bu konu özgülünde önemli bir karar vermenin eşiğine
getirmiştir.
Cumhurbaşkanı'nı, TBMM'nin 09.07.2013 tarihli
135. birleşiminde görüşülen "Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun" içindeki 3194 sayılı İmar Yasası'nda
değişiklik yapılmasına dair düzenlemeyi,
Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetkileri kapsamında
onaylamaması yönünde kamuoyu önünde duyarlılığa
davet ediyoruz.
30.07.2013
Bilgisayar Mühendisleri Odası
Çevre Mühendisleri Odası
Elektrik Mühendisleri Odası
Fizik Mühendisleri Odası
Gemi Makinaları İşletme Mühendisleri Odası
Gıda Mühendisleri Odası
Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası
İç Mimarlar Odası
İnşaat Mühendisleri Odası
Jeofizik Mühendisleri Odası
Jeoloji Mühendisleri Odası
Kimya Mühendisleri Odası
Maden Mühendisleri Odası
Makina Mühendisleri Odası
Metalurji Mühendisleri Odası
Meteoroloji Mühendisleri Odası
Mimarlar Odası
Petrol Mühendisleri Odası
Peyzaj Mimarları Odası
Şehir Plancıları Odası
Tekstil Mühendisleri Odası
Ziraat Mühendisleri Odası
Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 30.07.2013
|
4 BİN YILLIK ŞEHRİN YERALTI GİZEMİ

Dört bin yıllık tarihi geçmişi bulunan
Trabzon’da, surlarla çevrili antik kentte
yaşayanların ihtiyaçlarının dışarı açılan
dehlizlerden sağlandığı, yer altındaki bu geçitlerin
zamanla kapandığı biliniyor. Trabzon Valiliği’nin
başlattığı çalışmayla tarihi Ortahisar ile Zağnos
Vadisi arasındaki dehlizler yeniden açılacak.
Trabzon’un tarihsel geçmişi
MÖ 2000′li
yıllara kadar uzanıyor. Güvenliğinin sağlanması için
batıda Zağnos, doğuda Tabakhane Vadisi arasındaki
doğal yükseltide kurulan kentin çevresine zamanla
surlar inşa edilmiş. Yukarıhisar, Ortahisar ve
Aşağıhisar olmak üzere üç bölümden oluşan surların
büyük kısmı günümüze kadar ulaştı.
Bunlardan Yukarıhisar ve Ortahisar Kuzgundere ile
İmaret Dereleri arasındaki yüksek kaya kitlesi
üzerine kurulmuş. En eski kent merkezi olarak da
bilinen bu bölüm kabaca bir yumağa benzediği için
şehrin adının bu anlama gelen Trapez ya da Trapezus
kelimesinden geldiği sanılıyor. Fatih Sultan
Mehmet’in 1461′de Trabzon’u fethetmesiyle Ortahisar
Osmanlı Devleti’nin vilayet yönetimi merkezi olarak
yapılandırıldı.
Trabzon’un sur içinde kalan bu mekanları Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü
tarafından kentsel sit alanı olarak tespit edilerek
koruma kapsamına alındı.
Bu arada, Valilik, hem tarih bilincinin
oluşturulması hem de turizmin çeşitlendirilmesi için
Trabzon antik kentinin kurulduğu sur içi
mekanlarının tarihsel dokuya uygun yeniden
düzenlenmesi için çalışma başlattı.
Trabzon Valisi Recep Kızılcık, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Ortahisar surları konusunda
geliştirilen proje ile sur içinden surların dışına
açılan yolun (dehliz) arkeolojik kazı yapılarak
ortaya çıkarılmasının hedeflendiğini söyledi.
Milliyet, 30.07.2013
|
MUŞ'TAKİ ERMENİ MİRASININ YIKIMI DURDU

Muş’ta kalan ve şehirde bir zamanlar Ermenilerin
yaşadığının son kanıtı olan Kale Mahallesi, 21
Ekim 2012’de Bakanlar Kurulu kararı ile kentsel
dönüşüm kapsamına alındı. Dönüşüm projesi
çerçevesinde mahallede yıkılması planlanan 500
evin yerine TOKİ, 770 daire inşa edilecekti.
Binaların yüzde 80’i yıkıldı. Kentsel dönüşüm
kapsamındaki yıkım, Van Koruma Kurulu’nun bir
evi tescillemesiyle şimdilik durdu.
Anadolu ’daki Ermeni mirası üzerine
çalışmalar yapan Garo Paylan, eski adı ‘Muşeğin
Kalesi’ olan mahallede yaşanan yıkımı
değerlendirdi. Paylan, “Van’daki koruma
kurulundan gelen ekipler 1 evi tescillemişler.
Özgün mimarinin korunması için en az iki sokağın
tescillenmeye devam edilmesi ya da koruma
kurulunun burayı özel sit alanı ilan etmesi
gerekiyor. Bize de mahalledeki tarihi dokudan
hangi evlerin kaldığını sordular. Orada
zamanında Katolik misyonunun binası vardı,
onların tespitinin yapılmasını istedik. Kiliseye
açılan bir-iki sokağın korunması için
uğraşılıyor. Manastırların kalıntıları var,
onların ihya edilmesi yönünde talebimiz oldu.
Yıkımın başlamaması için karar çıkması
bekleniyor” dedi.
‘Çivi çakılamaz’
Mahallede yıkım çalışmalarının izin alınmadan
başladığını hatırlatarak, evlerin korunması için
bölgeye gelen definecilere karşı da önlem
alınması gerektiğine dikkat çeken Paylan,
“Define arayan insanlar çoktan girip evlerin
altını kazmış durumda” diye konuştu.
Kale Mahallesi’nin Muş’ta bir zamanlar
Ermenilerin yaşadığınınson işareti olduğuna
vurgu yapan Paylan şunları dile getirdi: “İtiraz
edilmesine bile fırsat kalmadan mahallenin yüzde
80’i yıkıldı, kalan yüzde 20’yi kurtarma derdine
düştük. Yalnızca Ermenilerin değil, Muş’un kent
tarihinin de mirası yok ediliyor. Muş’ta bir
zamanlar 299 kilise, 94 manastır, 53 hac yeri ve
5 bin 669 öğrencili 135 okul bulunuyordu. Ama
bir bir yok oldular. Kalan üç sokağın korunması
için girişimde bulunduk. Anadolu’daki Ermeni
yapıları hızla yok ediliyor.
İstanbul ’da olsa asla çivi bile
çakılamayacak 200 yıllık evler dozerle yıkıldı.
Muş’taki Surp Garabet Manastırı’na gittik,
geriye biraz duvar ve tonozlar kalmış, altına
ahır yapılmış. Köyde kalan çocuklar da üzerinde
haç olan 1500 yıllık taşları satıyor.
Ermenilerden kalan ne varsa, sessizce yok etmeye
yönelik bir mütabakat var.”
BDP Meclis’e taşıdı
BDP Muş Milletvekili Demir Çelik, konuyu
TBMM ’ye taşıdı. Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar’ın yanıtlaması istemiyle
verilen soru önergesinde şu ifadeler yer aldı:
“Seçim bölgem olan Kale Mahallesi’nde yer alan,
Ermenilerden kalma hamamlar, kiliseler ve tarihi
evler yıkılarak yerlerine TOKİ binaları
yapılmaktadır. Bu uygulama bölgenin çokkültürlü
yapısına ve tarihi dokusuna zarar vermektedir.
TOKİ’nin Muş ilinde yaptığı proje ne zaman ihale
edilmiştir? Projedeki konut sayısı nedir?
Projedeki dairelerin net metrekare üzerinden
fiyatları nedir? İhaleyi hangi firma ya da
firmalar almıştır? Resmi olarak dairelerin hak
sahiplerine teslim tarihi nedir?”
Evler tarihi değil
Muş Belediye Başkanı Necmettin Dede, Agos’a
verdiği röportajda şunları söylemişti: “Heyelan
bölgesi olduğu için oradaki evimizi bıraktık.
Bölgedeki turizm potansiyelini ortaya çıkarmak
için TOKİ’yi oradan başlattık. Bütün ahırlar,
açıkta akan kanalizasyonlar o mahallede. Buranın
turistik bir yer olması lazım. Orası mesire
yeri, piknik alanı. Dedemler 80, 100, 150 yıl
önce oraya yerleşmiş. Ama tarihi bir ev yok, 40
defa deforme olmuş bu evler. Depremde çatlamış,
sıva yapılmış yani orijinalliği kalmamış
evlerin. Mistik bir hava verecek bir ev var mı
diye düşündük eşimle, varsa ortaya çıkaralım
isteriz.”
Radikal, Haber: Ayça Örer, 30.07.2013
|
İNKALARIN ÖLÜM AYİNİ SIRLARI

Güney
Amerika ’da kutsal kabul edilen bir dağda
öldürülen 13 yaşındaki çocuğun saçını inceleyen
İngiliz bilim insanları, nihayet kurbanın son 24
saatte yediği ve içtiği şeylerin saçındaki
kalıntılarına ulaştı. Veriler dün yayımlandı.
Araştırmayı yürüten, Bradford Üniversitesi’nden Dr.
Andrew Wilson, saçındaki bulunan kalıntılar
üzerinden tarihe ışık tutulabileceğini ve mumyanın
başına gelenlerin anlaşılmasının mümkün olduğunu
belirtmişti. Saç analizleri ve diğer kanıtlar,
kutsal nedenlerle insan kurban etme ritüellerinde
neler olup bittiğine dair ilk defa bu kadar net ışık
tuttu. Veriler, kurbana nasıl doğal uyaranlar ve
alkol verilerek bu ritüele hazırlandığını gösterdi.
Trajik öykü, muhtemelen mumyanın bulunduğu yerin
yakınlarında yaşandı.
Arjantin ’in kuzeybatısında bulunan dağlık
bölgede, 15. yüzyılda İnka Uyarlığı bulunuyordu.
İnkalar ve diğer bazı erken dönem Güney Amerika
uygarlıkları, tarımsal verimsizliği önlemenin ve
refaha kavuşmanın sigortası olarak tanrılara kurban
veriyordu. İnka tarihi boyunca binlerce insanın
böyle kurban edildiği düşünülüyor.
O dönemde İnka Uyarglığında azımsanamayacak sayıda
çocuk periyodik olarak imparatorluk kuvvetleri
tarafından seçilip, şu an Peru olan başkent Cusco’ya
yollanıyordu. Daha sonra çocuklar tekrar burada bir
eleme sürecinden daha geçiyor, kız ve erkek
olmalarına göre değişik görevler veriliyordu.
Hizmetkarlık bunlardan biriydi. Kız çocukları ayrıca
yüksek mevkideki yöneticilerin karısı olmaları için
seçiliyordu. Bazı erkekler savaşçı oluyordu ama
fiziksel olarak en kusursuz ve kuvvetli olanları,
kız ya da erkek farketmeksizin, Tanrılar'a hediye
olarak verilmek için ayrılıyordu.
Mumyası incelenen 13 yaşındaki kız çocuğunun, kurban
edilmeden bir yıl önce ailesinden alınıp Cucho’ya
getirildiği tahmin ediliyor. Bundan önce daha az
yemek yediği tahmin edilen kurban, alıkonulduktan
sonra
mısır ve et ağırlıklı beslenmiş. Bu, o dönemde
uygarlığın soylu ve zengin kesimi ile özdeşleşen bir
beslenme biçimi. Son araştırmalar buna ek olarak
kurbana öldürülmeden altı ay öncesinden başlanarak
koka yaprağı ve alkol verildiği düşüncesini
doğruluyor. Şu anda kokainin de hammaddesi olarak
kullanılan bu bitki, uyarlık tarafından törenlerde
sıklıkla kullanılırdı. İnkalar, bu maddenin verdiği
sarhoşluk halinin, ruhlar alemine geçişi
kolaylaştırdığına inanıyordu. Ancak araştırmacılar
alkol ve koka yaprağının aynı zamanda çocukları
kurban töreninde uslu tutmak için kullanılmış
olabileceğine de dikkat çekiyor.
Bu ritüelin sonlarına yaklaşılırken, kurban, kutsal
Llullaillaco dağının eteklerine geliyor ve dağın
tepesine ulaşması iki gün kadar sürüyor. Sonunda
dağın tepesine ulaşıldığında zaten yolculuk ve
aldığı maddeler yüzünden yorgun ve bilinci tam
yerinde olmayan kurban kahverengi elbisesi ve
gösterişli başlığıyla ölümü bekliyor. Dağın
tepesinde genellikle boğularak öldürülen kurban,
kendisi için hazırlanan özel bir mezara konuyor.
Radikal, 30.07.2013
|
 |
TOPKAPI SARAYI'NA YENİ KÜTÜPHANE
İslam tarihinin en değerli eserlerinin yer aldığı Topkapı Sarayı’ndaki ‘El Yazmaları Kütüphanesi’ndeki kitapların çürümeye terk edildiği haberi üzerine Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Dr. A. Haluk Dursun açıklama yaptı.
Dursun, kitapların çürüdüğü iddialarının doğru olmadığını savunarak şunları söyledi:
“Topkapı’da restorasyonların büyük bir kısmı tamamlandı. El Yazmaları Kütüphanesi, Ağalar Mescidi adını verdiğimiz Fatih döneminden kalan en eski binaya ağustos başı itibarıyla taşınmış olacak. Yeni bir Topkapı Sarayı Kütüphanesi hizmete girmiş olacak. Burada yangın algılama sistemi ve söndürme sistemi de faaliyette olacak. 22 bin civarındaki el yazması kitapların hepsi hizmette olacak.’’
Habertürk, 30.07.2013
|
OSMANİYE'DE TARİHİ KONAK RESTORE EDİLİYOR

Osmaniye Belediyesi tarafından yapımına başlanan
‘Osmaniye Konağı Projesi’nde çalışmalar hızla
devam ediyor. Osmaniye Belediye Başkanı Kadir
Kara, Osmaniye çarşı merkezindeki Envar-ul Hamit
(Büyük) Camii karşısında bulunan tarihi konağı
restore ederek, kentin ortak kullanım
alanlarındaki tarihi, kültürel ve turistik
değerlerini turizme kazandırmak ve şehre ayrı
bir kimlik kazandırmak istediklerini söyledi.
Başkan Kara, Osmaniyeliler ve Osmaniye’ye
dışardan gelip gezmek isteyenler için kentin
tarihi dokusunu ortaya koyacak, geçmiş dönem
yaşamlarına başka bir gözle bakılmasını
sağlayacak tarihsel bir mekan hazırladıklarını
ifade etti.
Belediye Başkanı Kadir Kara, konağın
kamulaştırıldığını ve restorasyonu için
hazırlanan projenin, Doğu Akdeniz Kalkınma
Ajansı tarafından (DOĞAKA) Turizm Alt Yapısının
Geliştirilmesi Küçük Ölçekli Alt Yapı Mali
Destek Programı kapsamında desteklendiğini
söyledi.
Çarşı merkezindeki tarihi dokunun
korunmasının önemli olduğunu ifade eden Kara,
şunları kaydetti: "Milletlerin tarihleri kadar
şehirlerin tarihi de önemlidir. Bu tarihlerini
gelecek nesillere aktarabilmek ve şehri ziyaret
eden insanların, şehrin tarihi yapısı ve
dokusuyla ilgili bilgi sahibi olabilmesi için
eski değerlerin korunması ve yaşatılması
gerekiyor. Bu kapsamda belediye meclisimizin
almış olduğu karar doğrultusunda kentimizde
Enver-ul Hamit Camisi'nin giriş kapısının
karşısındaki tarihi konağın belediyemiz
tarafından kamulaştırılması yapılıyor. Bu
kapsamda DOĞAKA ile protokol imzalandı. Buradan
da bir destek alınarak tarihi konağın
restorasyon çalışmasına başlandı. Osmaniye'de
tarihi yapıların, mimari ve estetik dokusunun
yaşatılması ve bu binaların hangi şartlarda
nasıl yapıldığının nesillerimize aktarılması
adına bu çalışmayı önemsiyoruz. Bu çalışmamız
sayesinde kentimizin tarihi ve yaşamsal
gerçekleri hakkında bilgi sahibi olunacak.
Konağı, ziyarete gelen turistlerin kentin tarihi
hakkında bilgi sahibi olabilecekleri şekilde
yapmayı planlıyoruz."
Kara, konak restorasyonundan sonra Enver-ul
Hamit Camisi ve Çınarlı Kahve çevresinde de
çevre düzenlemesi ve restorasyon yapılacağını
dile getirdi.
Konak, cami ve Çınarlı Kahve'nin birbirine
yakın, tarihi yapılar olduğunu ve koruma altında
bulunduğunu anlatan Kara, "Konaktan sonra cami
ve Çınarlı Kahve çevresinde de genel bir
restorasyon ve tarihi dokuyu koruyucu çalışma
yapmayı planlıyoruz. Osmaniye'de yeni yerleşim
alanları, alışveriş merkezleri açılıyor. Bunları
teşvik ediyoruz. Fakat bunları yaparken de kent
merkezinde ticaret yapan insanlarımızın buradaki
değer yargılarını kaybetmemelerini istiyoruz"
diye konuştu.
Başak Gazetesi, 29.07.2013
|
AKIL ALMAZ TALAN
Kültür Bakanlığı, her köşesinden tarih fışkıran
Ege’den çalınan eserlerin bilançosunu çıkardı. Son
verilere göre toplam 1177 eser özellikle Almanya,
Amerika, Rusya, Danimarka ve İtalya’ya kaçırıldı.
Eserlerin bazıları Paris Lauvre ve Berlin Pergamon
gibi ünlü müzelerde sergileniyor.
Tarih boyunca büyük medeniyetlere mekan olan
Ege’den çalınan
tarihi eserlerle ilgili bir bilanço hazırlandı.
2 bin 164 arkeolojik sit alanı bulunan, 28’ini Türk,
11’ini yabancı heyetin yaptığı toplam 39 arkeolojik
kazının devam ettiği
Ege Bölgesi’nde şimdiye kadar bin 177
tarihi eser çalındığı belirlendi. Özellikle sit
alanlarında dedektörlü, kazmalı yağmacılar, eserleri
toprak altından çıkartarak, müzeye teslim etmek
yerine başka ülkelere satıyor. Bölgedeki 32 müzede
sergilenen eserlerden bazıları da güvenlik
görevlileri ve kameralar olmasına rağmen çalınıyor.
Özellikle sikke, kolye ve takılar sergilendikleri
müzelerden çalınırken, insan figürleri, mermerler
ise ören yerlerinden en çok çalınan eserler olarak
kayıtlara geçti.
BERLİN PERGAMON MÜZESİ / ZEUS SUNAĞI

İlk çağın en büyük heykeltıraşlık şaheserlerinden
biri olarak nitelendirilen ve Bergama Kralı 2.
Eumenes tarafından Galatlarla yapılan savaşın
kazanılmasının ardından kurtarıcı Zeus’a bir şükran
ifadesi olarak inşa edilen ünlü Zeus Sunağı
kabartmaları, Alman mühendis Carll Humman tarafından
parça parça sökülerek deniz yoluyla İzmir’den
Almanya’ya kaçırıldı.
HALİKARNAS MOZOLESİ

Kral Mausolos adına karısı ve kız kardeşi
Artemisia tarafından Bodrum’da yaptırılan Halikarnas
Mozalesi‘nin yükseldiği yer bugün bir çukur halinde.
İngiliz araştırmacı Newton 1856-1857 yıllarında
kabartmaları, Mausolos ve Artemisia’nın
heykellerini, 4 atlı arabanın parçalarını British
Museum’a götürmüştür.
TARİHİN İLK MÜZİK NOTALARI

1882 / 1883 yıllarında Aydın-İzmir demiryolu
inşaatı sırasında Tralleis antik kentinde
bulunmuştu. MÖ 200 ile MS 100 tarihleri arasında
yaşadığı tahmin edilen Seikilos’un mezartaşına
kazınmış halde bulunan notaların, tarihte bilinen
ilk müzik parçasının notaları olduğu belirlendi.
Seikilos mezar taşı, 1923 ayaklanmalarında İzmir’e,
ardından yurtdışına kaçırıldı ve yazıt 1966 yılından
bu yana Danimarka’nın Kopenhang Müzesi’nde
sergileniyor.
İHTİYAR
BALIKÇI HEYKELİ

Gevre Köyü yakınlarındaki antik Aphrodisias
kentinde Prof.Dr. Kenan Erim başkanlığında
sürdürülen kazılar sırasında, 1989’da Tiberius
Portikosu’ndaki havuzda 33 santim uzunluğunda mermer
bir baş bulundu. Başın, 1904 yılında Fransız
arkeolog Paul Gaudin tarafından bulunarak yurtdışına
kaçırılan ve müzeye satılan gövdeye ait olduğu
belirlendi.
ÇALINAN DİĞER ESERLERDEN BAZILARI
Datça, Knidos antik kentinden MÖ 2 bin yılına ait
olduğu tahmin edilen “Knidos Aslanı” ve “Knidos
Demeteri”,
2 bin 400 yıllık mezar odasından çalındığı tahmin
edilen Kral Hekatomnos’un tacı,
Balıkpazarı Açık Hava Müzesi’nden Hellenistik
döneme ait “Dionysos” kabartmasının baş kısmı
çalındı.
Salihli’nin Sart örenyeri Gynasium’ndan “Medusa”
kabartması,
Manisa St. Jean Kilisesi’nden 140
santim uzunluğunda İslami mezar taşı,
Denizli Tavas’ta Heraklia Hieronu’da bulunan
Artemis heykelinin başı,
Balıkesir Kuva-i Milliye
Müzesi deposundan 2. Dünya Savaşı’ndan kalan 6.35 mm
çapında tabanca.
INTERPOL DEVREDE
Kültür ve Turizm Bakanlığı, yurtdışında tespit
ettiği çalıntı eserlerin Türkiye’ye iadesi için
Interpol aracılığıyla yazılı girişimlerde bulunuyor.
Bakanlık, nereye kaçırıldığı belli olmayan tarihi
eserleri ise internet sitesinde fotoğraflarını ve
özelliklerini de yayınlayarak bulmaya çalışıyor.
Çalınan eserlerin bulunduğu ülkelerin tespit
edilmesinin ardından konsolosluklar ve elçilikler
aracılığıyla hukuki süreç başlatılarak iadesi
sağlanıyor.
Habertürk, 30.07.2013
|
TARİHİ BULDAN EVLERİ RESTORE EDİLİYOR

"Türkiye'nin Kültür Envanteri Projesi''
kapsamında
Buldan İlçesi'nin pilot bölge seçilmesinin
ardından tarihi evlerin restorasyonu başladı.Buldan
Belediye Başkanı Çevik: "Buldan, bir Safranbolu,
Beypazarı, Şirince gibi çerçevesi olan, içi boş bir
yer değil. Çerçevesi olmayan, içi dolu bir
resim önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde bu bölgenin
tarihi açıdan dünyada tanınacağını düşünüyorum".
Ahşap ve cumbalı, saçak ve sundurmalarıyla birbirini
engellemeyen manzaraya sahip tarihi evleriyle
Buldan'ın, turizmde dünyaca tanınan
Safranbolu'dan daha gözde bir hale gelebileceği
belirtildi. Buldan Belediye Başkanı Mustafa Fahri
Şevik, yaptığı açıklamada, Safranbolu ve
Beypazarı'nı örnek alarak projeye başlandığını
söyledi.
Buldan'ın binalarının tarzı ve mimarisi itibariyle
Safranbolu ve Beypazarı'ndan çok ciddi farklılıkları
olduğunu kaydeden Çevik, "Oralarda tek tip evler var
fakat Buldan'da tespit ettiğimiz 10-11 farklı mimari
yapıda evlerimiz var. Ayrıca, Buldan ekonomik yapısı
ve diğer unsurlarıyla bu ilçelerden daha zengin bir
ilçe" dedi.
Çevik, projenin temellerinin 2007 yılının öncesine
dayandığını fakat uygulamanın kendi belediye
başkanlığı döneminde başladığını dile
getirdi.Projenin Denizli'nin de kültür projesi
haline geldiğini belirten Çevik, "Pamukkale,
Laodikya, Güney, şarapçılık ve bağ bozumu,
Yenicekent, Tripolis ve Buldan Yayla Gölü hattı
çizdik. Bu hattı canlandırmayı hedefliyoruz. Yani
sadece Buldan'ı düşünen bir proje değil" diye
konuştu.
"32 sokak ve 164 evin restorasyonunu
kapsıyor"
Çevik, projenin 32 sokak ve 164 evin restorasyonunu
kapsadığına dikkati çekerek, ilk etapta 10 sokağın
projesinin hazırlandığını, bir sokakta bulunan 25
evin de restorasyonunun tamamlanma aşamasına
geldiğini söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Denizli Valiliği ve Denizli İl Özel İdaresi'nin çok
ciddi destekleri olduğuna değinen Çevik, şöyle
konuştu:
"Önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde bu bölgenin tarihi
açıdan dünyada tanınacağını düşünüyorum. En önemlisi
projenin kamuoyuna mal olması. Vatandaşlarımız
sokakların ve evlerinin koruma altına almasından
dolayı çok rahatsızdılar. İnsanlarımız uygulamaları
gördükten sonra kendi iradeleriyle 'Benim evimi de
tescilleyin, projesi yapılsın" demeye başladı.
Buldan'ın sosyo-ekonomik açıdan kalkınmasında bu
kültürel mirasın çok
ciddi katkıları olacak. Bu konuda birçok oda, vakıf
ve dernekler projeyi destekliyor. Buldan, bu
yapısıyla bir çerçevesi olmayan portreye benziyor.
Bizim
işimiz o portrenin içini doldurmak ve portreyi
tamamlamak. Yani restorasyonla Buldan'ın görünmeyen
değerlerini gün yüzüne çıkarmak. Buldan, bir
Safranbolu, Beypazarı, Şirince gibi çerçevesi olan,
içi boş bir yer değil. Çerçevesi olmayan, içi dolu
bir resim. Restorasyon çalışmaları sürdürülürse
dünyanın tanıdığı bir ilçe olabilir."
Sabah, 29.07.2013
|
AYASULUK KALESİ YENİDEN CANLANIYOR

Selçuk'un önemli tarihi varlığı olan
Ayasuluk Kalesi'ni turizme kazandırmak amacıyla
restorasyon çalışmaları yıllardır sürerken,
ihalesi tamamlanan "Ayasuluk Kalesi ve Çevre
Düzenleme Projesi" kapsamında Ayasuluk Cafe'nin
düzenlenmesine başlanıyor.
Selçuk Belediyesi, 2012 yılının Aralık ayında 2
No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu tarafından onaylanan Ayasuluk Kalesi ve
Çevre Düzenleme Projesi'nin ilk ayağı
vatandaşlar tarafından Girne Köftecisi olarak da
bilinen alanda yapılacak düzenlemelerle
başlıyor.
Girne Köftecisi olarak bilinen alanı ev
yemekleri yapan bir restorana dönüştürerek
etrafında çevre ve peyzaj düzenlemesi yapacak
olan Selçuk Belediyesi, binanın güney kısmında
kalan alanı ise kardeş şehirler meydanı olarak
düzenleyecek. Alanda 40 metrekare boyutunda
Selçuk'un bütün dönemlerine ait sembolleri ve
kardeş şehirlerin isimlerini taşıyan sanatsal
seramik rölyef yer alacak.
EYLÜL AYINDA İLK ETAP TAMAMLANACAK
Toplam 2bin 200 metre kare alanda restoran
binası, çevre, peyzaj düzenleme ve meydan
oluşturma projeleri için bir hafta içerisinde
çalışmalara başlayacaklarını dile getiren Selçuk
Belediye Başkanı Hüseyin Vefa Ülgür, "Tarihi
Ayasuluk Kalesi'ni ilçeye kazandırmak ve
tekrardan canlandırmak için başlattığımız çevre
düzenleme projemizin ilk ayağı olan
çalışmalarımızın ihale sürecini tamamladık.
Yüklenici firma bir hafta içerisinde faaliyete
geçecek ve Eylül ayında projemizin ilk etabı
tamamlanacak" dedi.
Star, 29.07.2013
|
KAPADOKYA'DAKİ OTELLERE BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ

Kapadokya Bölgesi'nde Nevşehir'e bağlı Uçhisar
Beldesi'nde doğal yapıya zarar verdiği için halkın
tepkisiyle inşaatı durdurulan
Arinna Lodge
Otel ve yanındaki
CCR Hotels'i
bilirkişi inceledi. Ancak Arinna'nın inşaatı Koruma
Kurulu'nun kararıyla devam ediyor.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı
Ali
Hakkan, mahkemenin dava sonuçlanıncaya
kadar "yürütmeyi durdurma" kararı vermesi
gerektiğini, idari dava devam ederken inşaatın
sürmesinin kabul edilemez olduğunu söyledi.
Peribacalarıyla ünlü ve UNESCO'nun korunması
gereken dünya miras listesinde hem "doğal" hem de
"kültürel" özelliği ile yer alan Kapadokya son
yıllarda plansız yapılaşma ile boğuşuyor.
Bölgede geleneksel mimariyi, kentin silüetini
bozan, sayıları hızla artan ve bölgeyi
insansızlaştıran otellerin sayısı gün geçtikçe
artıyor.
Bunlardan ikisi de
bianet'in gündeme taşıdığı doğal yapıya zarar
verdiği için halkın tepkisiyle inşaatı durdurulan
Arinna Lodge Otel
ve yanındaki
CCR Hotels.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, CCR Hotels'in
yapımına onay veren Nevşehir Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'na "Otelin çevre yapıları ile
uyumsuz alışılmış ölçüleri aşan iri yapılanmasıyla
doğal çevreye zarar vermesi, bölgenin geleneksel
mimari yapısına uygun olmayan betonarme yapı
sistemiyle doğal yapıya zarara vermesi" nedeniyle
dava açtı.
Arinna Lodge Öncesi

Oda, Arinna Otel'in ise Uçhisar Belediyesi'nce
verilen ruhsatına da "Doğal sit alanına bitişik
kentsel sit alanında varolan tescilli yapıların
görünümünü önleyerek bunlara zarar vermesi"
gerekçeiyle iptal davası açmıştı.
Arinan Lodge 2012 Yılı

Kayseri 2. İdare Mahkemesi'nce atanan bilirkişi
heyeti iki oteli de açılan davalar doğrultusunda
inceledi; yakın zamanda rapor çıkacak.
Mayıs 2013'te Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu, CCR inşaatını projeye aykırı inşaat
yapıldığı için durdurdu; ayrıca yapan ve yaptıranlar
hakkında yasal soruşturma açılmasına karar verildi.
Ancak kurul, Arinna Lodge'un inşaatının devamına
izin verdi. Bu yüzden idari dava devam etmesine
rağmen üç aydır inşaat devam ediyor.
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 29.07.2013
|
AHŞAP MEZARLARA BİLİMSEL İNCELEME

Tokat'ın
Niksar İlçesi'ne bağlı Büyükyurt
Köyü'ndeki
kabristanda bulunan 2'si yıkık haldeki 19 ahşap
mezarın hangi döneme ait olduğunun belirlenmesi
için belediyenin öncülüğünde araştırma çalışması
başlatıldı.
Niksar Belediye Başkanı Duran Yadigar, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, ilçede mayıs ayında düzenlenen
Uluslararası 17. Doğada Görüntü Avcılığı
Yarışması'na katılan fotoğraf tutkunlarının ilgi
odağı olan ve yarışmanın ardından gündeme gelen
mezarların tarihini araştırmak için çalışma
başlattıklarını söyledi.
Köyde 17'si sağlam, 2'si yıkılmış 19 ahşap mezar
olduğunu ifade eden Yadigar, mezarların farkına yeni
vardıklarını belirterek, "Dünya gezginleri, dünyada
böyle bir şeye rastlamadıklarını ve bunların özgün
olduğunu belirttiler hatta koruma altına alınması
gerektiğini ifade ettiler. Bunun üzerine bir çalışma
başlattık" dedi.
Karabük Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Prof.Dr. Yusuf Sümer Atasoy'un ahşap
mezarları inceleyeceğini kaydeden Yadigar,
onun tespitleri doğrultusunda tarihçiler, uzmanlar
ve akademisyenlerle ahşap mezarların tarihini
araştıracaklarını söyledi.
Yadigar, şunları kaydetti:
"Ahşap mezarların dünya kültür turizmi çerçevesinde
tanınmasına, bilinmesine önayak olmak istiyoruz.
Ahşap mezarlar, birbirine geçmeli, çok kalın
ağaçlardan sanki minik bir ev yapılmış gibi
durmakta. Bunun tarihi derinliğinin de araştırılması
gerektiğini düşünüyoruz.
Niksar Belediyesi olarak bu konuda akademik
çalışmaları başlattık. Önümüzdeki günlerde bu
akademik çalışmaların sonuçlarını kamuoyuyla
paylaşacağız."
Bu mezarların
Niksar dışında başka bir yerde
olmadığını savunan Yadigar, akademik araştırmalar
sonrasında mezarların ve çevresinin koruma altına
alınması gerektiğini belirterek, "Bu konuda ilgili
makamların bize destek olmasını bekliyorum" diye
konuştu.
Prof.Dr. Yusuf Sümer Atasoy ise mezarların
Birinci Dünya Savaşı döneminden kalma olduğunu
tahmin ettiklerini belirterek, mutlaka koruma altına
alınması gerektiğini vurguladı.
Ahşap mezarlara ilişkin çalışma yapacaklarını
kaydeden Atasoy, "Çalışmalara başlamadan önce ilgili
makamlardan gerekli izinleri almamız gerekiyor.
Gerekli izinler alındığı takdirde seve seve çalışma
yapmak istiyorum. Büyükyurt Köyünün mezarlık
alanında, kenarları çantı tekniğinde yassı ahşap
levhalarla yükseltilmiş bazı mezarlar yer
almaktadır. Bu mezarların üstlerinin de ahşap
levhalarla kapatıldığı kalan parçalardan
anlaşılmaktadır. Ahşap mezarların büyük bir kısmı
çürümüştür. Kalanların laboratuvar ortamında
onarılması, kurtarılması ve tanıtımlarının yapılması
şarttır."
Görenlerin dikkatini çeken ahşap mezarların, Birinci
Dünya Savaşı yıllarında erkeklerin cepheye gitmesi
nedeniyle yöredeki kadınlarca yapıldığı tahmin
ediliyor.
haberler.com, Haber: Recep Bilek, 29.07.2013
|
BORNOVA'DA 8500 YILLIK TARİHE YOLCULUK BAŞLIYOR

Bornova Belediyesi'nin geçen aylarda
Dünya Mimarlık Festivali'nde ilk 10 mimari
kültür projesi arasına giren Yeşilova Höyüğü
Ziyaretçi Merkezi'nin inşaatı hızla yükseliyor.
Türkiye'de de Tarihi Kentler Birliği'nden 2010
'Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma ve
Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda proje
dalında ödül alan Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi
Merkezi, bu yıl sonunda tamamlanarak hizmete
girecek. Bornova'nın tarihinin 8 bin 500 yıl
öncesine dayandığını kanıtlayan Yeşilova
Höyüğü'nden çıkarılan eserler Ziyaretçi
Merkezi'nde sergilenecek
7 KASIM 2013'TE TAMAMLANMASI PLANLANIYOR
Dünya Mimarlık Festivali'nden ve Tarihi Kentler
Birliği'nden aldığı ödüllerle dünyanın dikkatini
çeken Bornova Belediyesi Yeşilova Höyüğü
Ziyaretçi Merkezi Projesi'nin inşaatı hızla
yükseliyor. İzmir'in tarihinin 8 bin 500 yıl
öncesine dayandığını kanıtlayan buluntuların
çıkarıldığı Yeşilova Höyüğü'nün dünya çapında
tarihi bir merkez olması için başlatılan
Ziyaretçi Merkezi projesinin 7 Kasım 2013'te
tamamlanması öngörülüyor. Toplam 4 bin 756
metrekare kapalı alana sahip olacak Yeşilova
Höyüğü Ziyaretçi Merkezi 8 milyon 469 bin liraya
malolacak.
ZIYARETÇILER ZAMAN TÜNELINDEN GEÇECEK
Mimari projesi Umut Başbuğ ile Evren Başbuğ
tarafından yapılan Ziyaretçi Merkezi'nde,
arkeoloji araştırma laboratuvarı, eğitim
alanları, kafe restoran, aktivite alanları,
ofisler, sergi alanları, konferans salonu teknik
odalar, arkeologlar için misafirhaneler
yeralacak. Bornova Belediyesi'nin de desteğiyle
Ege Üniversitesi'nin yürüttüğü Zaman Tüneli
Projesi için de geniş bir alan bulunacak.
Projenin en önemli ve özgün özelliklerinden biri
ise uzun duvarıyla, Yeşilova Höyüğü Kazı
Alanı'na gelenleri şimdiki zamandan ayıracak
olması. Bu duvar aynı zamanda şimdiki zamanla
eski zaman arasında bir geçiş sağlayacak. Proje
alanında birebir ölçülerde bir neolitik dönem
köyü de olacak. Kazı alanından çıkarılan
eserler, Arkeoloji Araştırma Laboratuvarı'nda
değerlendirilerek sergilenecek. Zaman Tüneli
Projesi olarak da adlandırılan proje kapsamında,
kazı alanına gelenler hem uygarlıkların
kurulduğu alanı ziyaret edecek hem de eserleri
çıkarıldıkları yerde görebilecek. Projenin kazı
bölgesiyle aynı alanda kurulacak olması
nedeniyle dünyada ilgili pek çok kuruluşun
dikkatini çekiyor.
GURUR PROJEMIZ
Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'ne büyük önem
verdiklerini bu nedenle mimari projesini
yarışmayla belirlediklerini ifade eden Bornova
Belediye Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır,
"Bornova, verimli toprakları 8 bin 500 yıldan bu
yana çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş. Şimdi
de sanatın, kültürün, eğitimin, ekonominin
merkezi konumunda. Biz de böyle büyük bir
ilçenin büyüklüğüne yakışır projelerle dünya
sahnesinde hakettiği yere gelmesi için
çalışıyoruz. Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi
Projesi Singapur'da düzenlenen Dünya Mimarlık
Haftası'nda kültür kategorisinde ilk 10'a girdi.
Bu gururu hem ilçemize hem de ülkemize
yaşattığımız için çok sevinçliyiz. Daha proje
aşamasındayken ödüller alarak bizi gururlandıran
Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nin inşaatı
hızla yükseliyor" dedi.
Star, 29.07.2013
|
YERALTI KİLİSESİ BULUNDU

Balıkesir’in Erdek
İlçesi'nde bulunan Zeytinli
adada bir yeraltı kilisesi bulundu. 7 yıldır Erzurum
Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurettin
Öztürk başkanlığında gerçekleştirilen kazılarda
kilisenin 10 gün içinde ortaya çıkarılacağını
söyledi.
Erdek İlçesi'ndeki Meryem Ana Arkeoparkı adıyla
önümüzdeki günlerde ziyaretçiler tarafından
gezilecek 10 dönümlük adada bir yer altı kilisesi
bulundu. MS 4’üncü yüzyıldan kalan vaftizhane, iki
hamam, seramik pişirme fırınları gibi alanların yer
aldığı ada hakkında bilgile veren Doç.Dr. Nurettin
Öztürk, adanın önümüzdeki günlerde kültür turizmine
açılması beklediklerini söyledi.
Doç.Dr. Nurettin
Öztürk, adanın artık arkeopark olarak halka açılması
gerektiğini, ancak bunun sadece kendilerinin
isteğiyle gerçekleşmeyeceğini belirterek, “Bu sadece
bizim isteğimiz ile olmuyor. Kültür ve Turizm
Bakanlığı ve belediye arasında gerçekleşecek
protokolle gerçekleşecektir. Adanın Arkeopark
projesi kapsamında turizme açılabilmesi için yürüyüş
yolları, bekçi kulübesi, güvenlik kameraları, adaya
ulaşmak için 2 adet tekne aldık” dedi.
7 yıl içerisinde gerçekleştirilen kazılarda
gelinen nokta ile ilgili açıklamalarda da bulunan
Öztürk, “Zeytinli ada Kerapanagi adı altında Meryem
Ana manastırı olarak biliniyordu. Burada bir kilise,
bir manastır ve sosyal yaşam alanı içinde
değerlendirilen mimari bölümlerden oluşmaktadır.
Yaklaşık 2 bin 300 yıllık bir geçmişi vardır. Erken
dönemde Kibela Tapınağı olabileceği bir yapıya sahip
Apollon, ya da Artemise ait tapınak olduğu, milattan
sonra 5. yüzyılda ise Meryem Ana adı altında
kiliseye çevrildiği bilinmektedir. Sütunlar üzerinde
verilen Nika Yazıtları ise Jüstinyan dönemine ait
olan Nika isyanını hatırlatmaktadır. Bu isyandan
sonra muhtemelen 532 yılından sonra imar görmüştür”
dedi.
“BU SU HER MEVSİM 26 DERECE”
Kerapanagi adı altında bilinen Zeytinli adada
bulunan kilisenin dünyaca ünlü bir kilise olduğunu
hatırlatan Öztürk, “O dönemde bütün dünyadan burayı
ziyarete gelenler vardır. Bu kadar küçük bir adada
bu kadar çok mimari yapının bulunmasının sebebi ise
adada bulunan 2 ayrı su kaynağıdır. Bunlardan biri
az tuzludur. Bu kaynağın suyu zührevi hastalıkların
tedavisinde kullanılan sudur. Diğeri ise yaz kış
yaklaşık 26 derecede olan sudur. Bu suların burada
olması adanın önemini bir kere daha arttırmıştır.
“BÖYLE VAFTİZHANE GÖRMEDİM”
Ada üzerinde bulunan vaftizhanenin daha büyüğünü
görmediğini söyleyen Öztürk, “Kilise 3 nefli
vaftizhane kilisesi olarak biliniyor. Vazilikal bir
plana sahip. İçerisinde bulunan vaftiz havuzu
gençler için yapılmıştır. Dünyada bu büyüklükte bir
havuz görmedim. MS 4. yüzyılda da gençlerin
yanı sıra çocukaların da vaftiz edilme durumu ortaya
çıkıyor. Muhtemelen bu vaftizhane kilisesi gençlere
hitap ediyordu” dedi.
KARANTİNA ADASI
Zeytinli adanın Osmanlı döneminde de
kullanıldığına ilişkin bilgilerin bulunduğunu
kaydeden Öztürk, “O dönemde bu ada karantina adası
olarak kullanılmış. Liman şehri olan Arteka’ya
(Erdek’e) gelen gemiler burada durdurularak
içerisindeki insanların kontrolleri yapılırmış. Gemi
içerisinde hastalık tespit edilen insanlar bu adada
bulunan sular ile tedavi edilir, edilemeyerek
ölenler ise burada defnedilirmiş. Burada ayrıca
vasiyet dediğimiz gömüler de var. Buraya gömülenler
arasında din adamları ve dönemin ileri gelenleri de
var” diye konuştu.
TRT Haber, 29.07.2013
|
ÇUKUROVA'NIN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Çukurova'nın yaklaşık 4 bin yıl önceki tarihine ışık
tutan
Tatarlı Höyüğü'ndeki
arkeolojik çalışmalar devam ediyor. Çukurova
Üniversitesi (ÇÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü ve Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr.
Serdar Girginer, yaptığı açıklamada,
MÖ 2 bin
yıllarındaki Kizzuwatna ülkesinin önemli
kentlerinden biri olan Lawazantiya'ya ulaşmak için
Ceyhan İlçesi'ndeki Tatarlı Höyüğü'nde 2007'de
çalışma başlattıklarını söyledi.
Kentte, Hitit Krallığı'nın bayram törenlerini
tanrılara sunular yaptığının tahmin edildiğini ve
geçmiş yıllarda ulaşılan eserlerin de bunu
gösterdiğini anlatan Girginer, yaklaşık 2
kilometrekarelik alanı kaplayan höyüğün altındaki
tarihin ortaya çıkartılması için yürütülen kazılarda
bu yıl 7. dönemin
başladığını ifade etti.
Şimdiye kadar gün yüzüne çıkırtılan surların
Lawazantiya kentinin metropol özelliğini
sergilediğini vurgulayan Girginer, şunları kaydetti:
''Şu an höyüğün 'sitadelde' (yukarı şehir) adı
verilen alanında çalışma yapıyoruz. Geçen yıl kentin
aşağı şehrine inen kapısının açılması burayı Anadolu
arkeolojisinde önemli bir konuma getirdi. Kapının
kulelerinin açılması ile sur sistemi ve tapınak
kompleksiyle ilgili çalışmalarımızı bu yıl
tamamlamayı hedefliyoruz. Çevre düzenlemelerini
yapıp gelecek birkaç yıl içinde orayı ziyarete
açmayı planlıyoruz."
Yedi pınarlı kent
Kültür ve Turizm Bakanlığı, ÇÜ Rektörlüğü ile Ceyhan
Belediyesinin katkılarıyla süren kazılarda şimdiye
kadar bulunan 2 binden fazla eserin müzeye
kazandırıldığını anımsatan Girginer, ''Bu eserlerin
çoğu da bölgenin özelliğiyle bağlantılı olarak
tekstil ve kumaşla ilgili buluntular. Kutsal
inanışlarla
bağlantılı olanlar da var'' dedi.
Girginer, Hitit yazılı belgelerinde Lawazantiya ile
ilgili ''7 pınarlı kent'' ibaresi geçtiğini,
kendilerinin de araştırmalarında bunu tespit
ettiklerini söyledi.
Bakanlık temsilciliğini Konya Müzesi'nden Sedrettin
Öğünç yaptığı kazı çalışmalarında 50 kişilik ekibin
görev aldığını hatırlatan Girginer, gelecek yıl
ise höyüğün aşağı kent bölümünde çalışma yapmak
istediklerini anlattı. Şu ana kadar idari birimlerde
kazı yapıldığı için buluntuların genellikle kutsal
değerlerle ilgili olduğunu dile getiren Girginer,
aşağı kentte ise yaşama ilişkin izlerle
karşılaşacaklarını düşündüklerini sözlerine ekledi.
Sabah, 29.07.2013
|
TARİHİ BURSA KAPALIÇARŞI'SI BAŞTAN BAŞA YENİLENİYOR
Bursa’da ecdat yadigarı eserleri restore ettirerek
yeniden işlevlendiren Büyükşehir Belediyesi, şimdi
de tarihi Kapalıçarşı’ya el attı.
Kapalıçarşı’da başlatılan çalışmaları yerinde
inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
“İnşallah kısa sürede sonuç alacağız. Hedefimiz,
çarşımızın dünyaya örnek olması ve Tarihi Hanlar
Bölgesi’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Koruma
Listesi’ne alınmasını sağlamak.” dedi.
Bursa’da çarşı denilince akla gelen ilk yerin
Kapalıçarşı olduğunu belirten Başkan Altepe, “1958
yangınından sonra oluşturulan çarşının bugün tekrar
elden geçirilmesi çalışmalarını başlattık. Ana
arterde bulunan 130 dükkan ile ara sokakların
tamamını düzenleyeceğiz.” diye konuştu. Altepe,
restorasyonun özgün mimariye uygun modern tarzda
sürdürüleceğini, Kapalıçarşı’da bulunan dükkanların
tabelaları, tavanları ve cepheleriyle tepeden
tırnağa yenileneceğini, uygulamada geleneksel yapıda
traverten taşlardan ve krom kaplamalardan
yararlanılacağını söyledi.
Zaman, Haber: Adem Elitok, 29.07.2013
|
DÜNYA MİRASINA YÜKSELİŞ
Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Galata Kulesi ile Yoros, Foça, Çandarlı,
Amasra, Akçakoca ve Sinop kalelerinin, UNESCO Dünya
Miras Geçici Listesi’ne girdiğini bildirdi.
Bakanlıktan konuya ilişkin yapılan açıklamada,
11. ve 15. yüzyıllar arasında Akdeniz, Karadeniz,
Atlantik Okyanusu ve Kuzey Avrupa'da ticaret
kolonileri kuran Cenevizlilerden kalan bu tarihi
yapıtların insanlık tarihi için tescillendiği
belirtildi. Söz konusu 7 eserin 15 Nisan 2013 tarihi
itibarıyla 'Ceneviz Ticaret Yolu'nda Akdeniz'den
Karadeniz'e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri' olarak
kaydedildiği ifade edilen açıklamada, bakanlığın
yıllardır sürdürdüğü kararlı çalışmalarla bugüne dek
Türkiye adına 11 adet varlığın UNESCO Dünya Mirası
Listesi'ne alınmasını sağladığına dikkat çekildi.
DÜNYA MİRAS LİSTESİ NASIL BELİRLENİYOR?
Dünya Miras Listesi, UNESCO Dünya Miras Komitesi
tarafından belirlenen ve tüm dünyada öncelikli
olarak korunması için çalışmalar yapılan kültürel ve
doğal varlıkların yer aldığı bir liste olarak
biliniyor. UNESCO bu faaliyetlerine ilişkin olarak
190 ülke ile anlaşma imzaladı. 2013 yılı itibarıyla
dünya genelinde UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne
kayıtlı 981 kültürel ve doğal varlık bulunuyor ve
bunların 759 tanesi kültürel, 193 tanesi doğal, 29
tanesi ise karma varlık.
GEÇİCİ LİSTE NEDİR?
Geçici liste, Dünya Miras Listesi için ön adım
olarak kabul ediliyor. Geçici listeler hazırlanırken
varlıkların Dünya Miras Komitesince belirlenen
kriterleri karşılama durumları ile mimari, tarihi,
estetik ve kültürel, ekonomik, sosyal, sembolik ve
felsefi özellikleri de dikkate alınıyor. Bu listede
yer alan varlıklara ilişkin hazırlanan adaylık
dosyaları Dünya Miras Komitesine sunuluyor.
Evrensel, 29.07.2013
|
TOPKAPI SARAYI'NDAKİ EL YAZMALARI ÇÜRÜYOR

İslam tarihinin en değerli eserlerinin yer aldığı
Topkapı Sarayı’ndaki ‘El Yazmaları Kütüphanesi’nin
durumu içler acısı. Aşağıdaki fotoğraflar 4 Aralık
2009’da çekildi, aradan üç buçuk yıl geçmesine
rağmen eserlerle ilgili elle tutulur bir çalışma
henüz yapılmadı.

Topkapı Sarayı'nın arşivi iki bölümden oluşuyor.
İlki; Osmanlı'dan kalan belgelerin yer aldığı belge
arşivi, diğeri “El Yazmaları Kütüphanesi.” Toplam 22
bin eserin yer aldığı arşivlerin tamamı çok
kıymetli. Minyatürlerle süslenmiş 3 bin civarındaki
el yazmaları var ki, onlar daha da değerli. Ama
maalesef İslam tarihinin ve coğrafyasının en mutena
varlıklarının yer aldığı saraydaki eserlerin
durumunun iyi olmadığını gösteren fotoğraflar ortaya
çıktı. Yakarıda gördüğünüz kareler inanılması zor ama
Topkapı Sarayı Silahtarağa Ocağı Koğuşu'nda 4 Aralık
2009'da çekildi.
8 Aralık 2009'da İl Kültür Müdürlüğü'ne iletilen
tutanakta eserlerin bu hale nasıl geldiği şöyle
ifade ediliyor: “Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü
bünyesindeki Yazma Eser Kütüphanesi restorasyon
amacıyla uzun süredir kapalı olup söz konusu
kütüphaneye ait eserler müzedeki Hazine Koğuşu adlı
bölümde koliler içinde muhafaza edilmektedir. Yazma
Eser Kütüphanesi'ne ait bu eserlerden basma
niteliğinde olanlar bir süredir müze bünyesindeki
Yeni Kütüphane'ye nakledilmektedir. 4 Aralık 2009
Cuma günü saat 11.00 civarında söz konusu nakil
işleminin devam ettiği esnada basma eserlerin
muhafaza edildiği kolilerden yere temas etmiş
olanlarından bazılarının rutubetten etkilendiği ve
koli içindeki eserlerin zarar gördüğü Güvenlik
Görevlisi Ömer Gür tarafından tespit ve tarafımızca
da teyit edilmiştir. Konu ivedilikle Yazma Eser
Kütüphanesi zimmetlilerinden ve aynı zamanda
vekaleten Müze Müdür Yardımcılığı görevini yürüten
Gülendam Nakipoğlu'na bildirilmiştir. 7 Aralık 2009
Pazartesi günü söz konusu koliler Yazma Eser
Kütüphanesi zimmetlilerinden Zeynep Akbaş'ın emriyle
müze temizlik görevlileri tarafından bulundukları
yerden kaldırılıp zarar gören eserler tamir edilmek
için ayrılmıştır. Tamir edilmek üzere ayrılan
eserlerin envanter kayıtları tutanak metnine
yazılmak amacıyla Zeynep Atbaş'tan istenildiği halde
tarafımıza bildirilmemiştir.”

Hünkar Mescidi
depo olarak kullanılmış
Sarayın içindeki Revan, Bağdat ve Harem gibi
birkaç köşkten toplanan el yazması eserler,
kütüphane binası olarak yapılan Enderun'un
ortasındaki III. Ahmet Kütüphanesi'ne sığmayınca
Hünkar Mescidi'ne yığılıyor. Sarayın içinde 10
mescit var, bunlardan biri merkez camii olarak
bilinen Hünkar Mescidi. Padişah burada namaza
katıldığı için mimari tarzı diğerlerinden farklı.
Uzun yıllar bu mescit kitap deposu olarak
kullanılıyor. Daha sonra restorasyon ve
iklimlendirme yapılmak üzere tamir ve bakıma
alınıyor, eserler de Silahtarağa Ocağı Koğuşu'na
taşınıyor. Gördüğünüz fotoğraflar bu esnada çekildi.
Sadece 1
restoratör var
Adının açıklanmasını istemeyen bir yetkiliden
öğrendiğimize göre aradan üç buçuk yıl geçmesine
rağmen kitapların durumunda bir değişiklik yok.
Sarayın halihazırda zaten bir restoratörü bulunuyor.
O da kuruma bir ay önce atandı.
Mesele sadece restorasyon, konservasyon değil.
Türkiye'nin kültür varlıkları arasında en sembolik
anlamı bulunan Topkapı Sarayı'nın arşivlerinin bu
durumda olması... Bugüne kadar belgelerin tasnif
edilememesi, belgelerle birlikte el yazması
kitapların dijitale aktarılamaması ve pek çok
akademisyenin her fırsatta dile getirdiği gibi
eserlerin araştırmacıların kullanımına
açılamaması...
Topkapı Sarayı’ndaki el yazması eserleri,
Süleymaniye El Yazması Kütüphanesi; Osmanlı
belgelerini ise Başbakanlık Osmanlı Devlet
Arşivleri, tasnif işlemlerini yapmak ve
dijitalleştirmek üzere istemiş, kurumlar arasında
protokol de imzalanmış. Fakat bu protokoller, ‘hangi
kurum bunların kullanma hakkını elde edecek’ sorusu
nedeniyle hayata geçirilemiyor.
Arşivlerin durumuyla ilgili iddiaları saray
yetkililerine de sorduk, fakat onların anlattıkları
da arşivlerde bir şeyin değişmediğini ortaya
koyuyor. Sarayın, ilk avlusundaki Darphane-i Amire
binasının, kütüphaneyi de içine alan araştırma
laboratuarı yapılacağına dair iyi niyetli bir fikir
var, fakat ortada somut bir adım yok.
Zaman, Haber: Sevinç Özarslan 29.07.2013
******
"TOPKAPI'DAKİ EL YAZMALARI HERKESİN İSTİFADESİNE
AÇILMALI"
Önceki gün Zaman’da yayımlanan “Topkapı Sarayı’ndaki
el yazmaları çürüyor” başlıklı haber, kamuoyunda
geniş yankı uyandırdı.
Gazeteye ulaşan araştırmacılar, tarihçiler, bilim
adamları ve vatandaşlar, paha biçilmez elyazması
eserlerin durumu karşısında üzüntülerini ifade etti.
Haber, Topkapı Sarayı Müzesi’nde sorunun sadece
çürüyen elyazmaları olmadığını da gündeme getirdi.
Ortaya çıkan fotoğrafları ve arşivlerin vaziyetini
değerlendirmelerini istediğimiz tarihçiler, başka
önemli sorunları da gündeme getirdi. Saray
arşivlerinde görülen durumun yılların ihmali
olduğuna dikkat çeken tarihçiler, yeni yönetimin
arşivleri tasnif edip elyazmalarını dijital ortama
aktararak bir an önce araştırmacıların hizmetine
açması gerektiğini ifade ediyor. Tarihçilere göre
arşivler teftiş edilerek mevcut durum ortaya
konulmalı ve personel artırımıyla değerli hazine bir
an önce herkesin istifadesine açılmalı.
Prof.Dr. Feridun Emecen (Tarihçi):
“Topkapı Sarayı arşivlerinin pek uygun bir
vaziyette olmadığı zaten öteden beri bilinen bir
husus. Evrakın daha iyi olarak saklanması için
üzerinde biraz hassasiyetle durulması lazım.
Arşivdeki arkadaşlar evraklara hassas yaklaşıyorlar
ama depolama şartlarının müsait olmaması onları
aşan, devleti alakadar eden bir konu. Devlet
iradesini ortaya koyup arşivdeki malzemenin durumunu
teftiş etmeli. Başbakanlık Devlet Osmanlı Arşivi’nde
çok iyi bir restoratör grubu var. Onlar Topkapı
Sarayı’ndaki belgelerin durumunun ne olduğunu hemen
anlarlar. Fakat Topkapı Sarayı’ndaki belgelerin
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ne gitmesini de doğru
bulmuyorum. Bana göre Kağıthane’ye taşınan arşiv
için iyi bir bina yapılmadı. Her iki tarafta da
sorunlu ülke olarak maalesef arşivi koruma ve
kollama problemimizi çözemedik.”
Bülent Arı (TBMM Müzecilik ve Tanıtım
Bşk.): “Topkapı Sarayı’ndaki arşivi kullanmaktan uzağız.
Ben diplomasi tarihi çalışıyorum. Belgelerin çoğu
Topkapı Sarayı arşivinde ama oradan belge almak o
kadar zor ki! O kadar problem çıkabiliyor ki, en
sonunda İllallah deyip bırakıyoruz. Bunlara bir
çözüm bulunması lazım. Oradaki belgeler, kitapları
kurumların değil milletin malı. Bu algı artık
değiştirilmeli. Devlet şimdi güzel bir şey yaptı.
Bütün elyazma eserleri belli bölgelerde topluyorlar.
İstanbul, Ankara, Konya ve Bursa’da Elyazmaları
Kütüphaneleri açıldı. O bölgedeki bütün eserler
buralara aktarılıyor. Buralarda koruma,
iklimlendirme imkanları daha iyi. Topkapı
Sarayı’ndaki belgelerin Süleymaniye Yazma Eserler
Kütüphanesi’nde toplanması, burada dijitale
aktarılması lazım ama kurum taassubuyla verilmiyor
bunlar. İlber Ortaylı Topkapı Sarayı’na 7 sene
başkanlık yaptı, bütün bunlar onun sorumluluğunda
aslında. Konunun hassasiyetini bildikleri halde
üzerine düşmediler. Mesela biz kurum olarak
Dolmabahçe Sarayı’ndaki Osmanlı belgelerini
Başbakanlık Devlet Arşivleri’ne devrettik, 160 bin
defter dijitale aktarılıyor. Bizim gönlümüz rahat.
Orada iyi korunacaklar ve çok daha fazla kişiye
ulaşacak belgeler.”
Teyfur Erdoğdu (Tarihçi):
“Topkapı Sarayı’ndaki kütüphane çalışanlarının
nasıl olduğunu siz bilemezsiniz… Onlara arz-ı
ubudiyet (kulluk) etmediğiniz zaman size kitap da
vermiyorlar. Kendi hakimiyetlerini hissettirmek için
kitapları göstermez, yok sayar, ‘bulunamamıştır’ ya
da ‘çürük’ diye size göstermezler. Orada kemikleşmiş
bir yapı var. Yaklaşık 30-40 yıldır bu yapı
değişmeden devam ediyor. Bu arşiv ve kütüphanede
çalışanlar aynı zamanda araştırmacılık ve tarihçilik
yapma heveslisidirler. Prof.Dr. Halil İnalcık’ın
bize söylediği bir ilke vardır: ‘Arşivci ya da
kütüphaneci kendisi araştırmacı ya da tarihçi
olmamalıdır. Çünkü araya kıskançlık ilişkileri
girer, bazı belgeleri ve önemli kitapları gizlemeye
kendine hasretmeye meyledebilir.’ Topkapı’da
yıllardır bunlar oluyor. Aynı şey Arkeoloji
Müzeleri’nde de oluyor. Yönetimdeki müdürün
kemikleşmiş bu bürokrasiyle arasındaki sorunları
çözmesi kolay değildir. Bu durumda yeni bir
yöneticinin bu krizleri çözebilmesi için yapması
gereken şey eleman artırımına gitmektir, bu oldu
fakat hadiselerin yavaş ilerlemesi tarihçiler
açısından memnuniyet uyandırıcı değil. Daha hızlı
çözümler bulunmasını biz tarihçiler olarak yeni
yönetimden bekliyoruz. Ama esas mesuliyet, uzun
yıllar Topkapı Sarayı’nda başında bulunmasına rağmen
bu hususta ciddi bir adım atmayan eski yönetimdir.
Hatta hem yönetim krizine hem de Osmanlı Arşivi’yle
çözüme odaklı atılan adımların tersine dönmesine
sebep olmuştur.”
Doç.Dr. Erhan Afyoncu (Tarihçi):
“Topkapı Sarayı’nın kütüphanesi ile arşivinde
yıllardan beri araştırmacıların yaşadığı bir problem
var. Kütüphane taşındı, arşivin daha farklı bir
sorunu vardı. Eskiden beri müzminleşmiş problemlerin
yeni yönetim tarafından çözüleceğine inanıyoruz.
Elyazmaları Kütüphanesi çok uzun süredir kapalıydı.
Ne zaman kapandığını dahi hatırlamıyorum. Şimdi
açılacak olması önemli. Kültür Bakanlığı’nın
kalifiye personel vermesi lazım. Mevcut personelin
Topkapı Sarayı Müdürü Haluk Dursun’a karşı direnmesi
söz konusu.”
Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 31.07.2013
|
'KAYBOLAN CAMİLERİ İHYA ETME PROJESİ': KENTE VE
TARİHE SÖYLENEN YALAN: 'İHYA'

Süheyl Bey Camisi eski ve yeni hali...
Laiklerin ahır yaptığı veya ayyaşların
yıkıp kaybettirdiği mekanları ihya eden dini
bütünler olarak anılmak isteyen ülkemiz “ileri
demokrat” müminleri, girdikleri her samimiyet
sınavında çakıyorlar.
Kazı sırasında, Topkapı Sarayı’nın erken
zamanlarına ait bir namazgah bulunmuştu. Ama
namazgahın kıble taşı, çıkar çıkmaz kaybolmuştu. Pek
bahseden olmadı. Namazgahın üzerinde şimdi restoran
var.
Sözü 3A sınıfından Adnan arkadaşımıza veriyoruz
şimdi: “Bazı camilerin yerine apartman bile
yapılmış. Onlara bir şey yapamayacağız. Ama yeri boş
olanlara yeniden cami yapacağız.” Alkışlar.
“Dünya cahile mi güzel” diye çok düşünmüşüzdür.
Özellikle son birkaç yıldır duyduklarımızın ardından
“artık bunun üzerine yeni bir rekor gelmez” diye
hayıflanırken, hep bir yenisi geldi, derece
yükseldi. Daha ne kadar devam edecek bile
diyemiyoruz; çünkü bize düşen bu Orta Dünya benzeri
hayal aleminde söylenenlere rasyonel cevaplar
aramak… Bununla beraber neyi aradığımızı,
istediğimizi gayet iyi biliyoruz. Amacımız da bu
arayışımızı en kısa zamanda nihayete erdirmek. Kolay
olmayacak.
Söyleyin neresinden tutalım?
Bu yazıya, Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem’in
hayallerini süsleyen Kaybolan Camileri İhya Etme
Projesi’nin (KCİEP) malum medya tarafından “Kayıp
caminin yalnız minaresi” gibi Yeşilçam replikleri
içeren bir dramatik söylemle sunulmasıyla başladık.
Çünkü Adnan Bey gayet ciddiydi!
“Tarihi süreç içinde yıkılarak kaybolan ve
unutulan yapılar için artık bir umut var. Zira
Vakıflar Genel Müdürlüğü, 130 tanesi İstanbul’da
olmak üzere yaklaşık 150 kayıp caminin yerini tespit
etti. Bu camilere ait arsaların ilgili belediyelere
pafta kaydı da yaptırıldı. İstanbul’daki kayıp
camilerden, temeli belirli olanlardan üç tanesinin
yeniden yapımı için projelendirme çalışmalarına
başlandı” diyor Zaman.
Neresinden tutalım? “Yapılar için doğan umudun”
sadece camilerin yerinin tespit edilmesiyle
sağlanmasından mı, “yıkılarak kaybolan ve unutulan”
gibi absürt, samimiyetsiz ve sinir bozucu
ifadelerden mi, yerlerinin tespit edilmesiyle
beraber “belediyelere pafta kaydı yaptırılması” gibi
bir saçmalıktan mı, yoksa “temeli belirli olanlardan
üç tanesinin yeniden yapımı” için başlanan
projelendirme çalışmalarından mı…
Aynı ayak oyunları: İHYA…
Ortada öyle bir maskaralık var ki, nereden gitsek
bir çıkmaza düşeceğiz. Çünkü muhatabımız tarihten,
hukuktan, bilimden, estetikten, iyi niyetten ve
bilcümle değerden ziyadesiyle uzak olduğu için ne
desek hep eksikli kalacak. Bu nedenle son 2–3 aydır
sıkça duyduğumuz bir kavramdan başlayalım: İhya.
Buldukları yeni numara bu… Kentsel hareketler
başlığında da gerçek ve tarihsel bir başlangıç olan
Gezi Direnişi’nin gündeminde de bu kavram vardı,
“yıkılıp kaybolan ve unutulan” camilerde de aynı
ayak oyunları. İhya… Canlandırma, diriltme,
geliştirme, güçlendirme vs…
Topçu Kışlası’nın ihyasını salık vermişti. Tek
bir rölövesi, planı bulunmayan, kent paftalarında
yeri olmayan, bir kamusal kentsel donatının olduğu
yerde bulunduğu bilinen, bir plan dahilinde
zamanında yıkılmış olan ve neye benzediğini sadece
birkaç fotoğrafından gördüğümüz bir yapının
“benzerinin” inşa edilmesini tarihe saygı diye
yutturmaya çalıştılar. Birileri de ikna oldu… İşte,
Vakıflar Genel Müdürü’nün KCİEP’si de aynı aklın ve
arzunun ürünüdür.
Hem ayarı bozulmuş, hem de şişman
herkesten
Laiklerin ahır yaptığı veya ayyaşların yıkıp
kaybettirdiği mekanları ihya eden dini bütünler
olarak anılmak isteyen ülkemiz “ileri demokrat”
müminleri, girdikleri her samimiyet sınavında
çakıyorlar. Çünkü inandırıcılıklarını kaybettiler.
İhya etmek başta sempatik gelebiliyor. İlk
duyulduğunda da, yıkılmış yapıların aynısını, aynı
yerine, aynı şekilde yapmak gibi anlaşılabiliyor.
Öyle değil, öyle olması mümkün de değil!
Fındıklı’daki Süheyl Bey Camsi’ne bakmak yeterli
olacak. Bir KCİEP ürünü ve sonucu olarak… Neresinden
tutalım? Korunması gereken onbinlerce taşınmaz
kültür değeri varken, ihya ve restorasyon diye
başlayan; ancak yetkili kurullar tarafından şu anda
gördüğümüz haliyle izni alınan bu yapıda bir komedi
çıktı ortaya. Bitti mi? Hayır. “Bu ne!”, diyemeden
yeni bir “rekor” geldi.
Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü yetkilileri,
Mimar Sinan tarafından inşa edilen caminin 1958
yılında yol genişletme çalışmaları sırasında
yıkıldığını ve arsasının yarısının yola dahil
edildiğini belirtilerek, “koruma kurulu, kalan yarım
arsada caminin tamamının inşa edilmesinin mümkün
olmayacağı için ‘sanki yarısından kesilmiş gibi’
görünen bir projeye onay vermiştir. İçinin
görülebilmesi için cam cepheyi uygun görmüştür”
dedi.
Sorun budur… Sular akmış, kent büyümeye ve
“gelişmeye” devam etmiş, değişmiş, yeni planlar ve
paftalar hayat bulmuş… O arsa artık başka bir şey,
bir cami değil! Gel de anlat.
–Yolu değiştirmek mümkün değil.
–Ama bu yapıyı ihya etmemiz şart, ecdat yadigarı. O
zaman yarısını yapar, kesit bölgesini de camla
kapatırız.
–Ama burası vakfedilmiş bir yapı, özgün haliyle
kullanılması gerekmez mi? Adı üstünde ihya! Aslına
uygun olmadan neden inşa edilsin?
–…
–Bir de hemen yanında kocaman Nusretiye Camii var.
Bu “ihya” ihtiyaç dahilinde de değil.
–…
–…
–O zaman dükkan yaparız, ehi ehi ehi…
Bir başka örnek olarak Fatih’te ihya edilen
Sucaattin Çavuş Mescidi’ni verebiliriz. Oldukça
modern bir yorumla ihya edilen bu yapı da beton
kullanımıyla dikkat çekiyor.
–Lale Devri’nin ilk eserlerinden sayılan görkemli
Ali Paşa Camsi’nin hemen karşısında inşa edilen
Sucaattin Çavuş Mescidi ibadete açıldı mı?
–Açıldı.
–Gerisi teferruat.
Namazgahın üzerindeki restoran
2009 yılında, Ayasofya ile Aya İrini arasında kalan
bölümle ve Eski Karakol Binası’nın, daha sonra müze
misafirhanesi olarak da kullanılmış olan binaların
bulunduğu alanda bir dizi arkeolojik kazı
gerçekleştirilmişti. Avuç içi kadar yerde ve sadece
1,5 ay süren kazılarda İstanbul’un en eski
çeşmesinden Bizans hastanesine, tarih öncesine ait
buluntulardan piskoposluk sarayına, oradan da Tunç
Çağı’na, yetmedi Artemis Tapınağı’na filan, ortaya
çık(arıl)mıştı. İnanmayan Google’a sorsun…
Bu kazılar neticesinde karakol binalarının ön
kısmında Topkapı Sarayı’nın erken zamanlarına ait
bir namazgah da bulunmuştu. Evet, bu gerçekten
bulunmuştu; ama namazgahın kıble taşı çıkar çıkmaz
arkalara doğru gitmiş, kaybolmuştu. Pek bir bahseden
olmadı. Namazgahın üzerinde şimdi bir restoran var.
Bir ara “namazgahın üzerinde içki içiyorlar”
diyenler çıksa da sesleri pek duyulmadı. Üstelik
restorana girerken kimse ayakkabılarını da
çıkarmıyor. Neyse, buralara da girmeyelim… En
nihayetinde, kazının, ihyanın yalan, restoranın
gerçek olduğu ortaya çıktı. İhya, cami, yalan,
restorasyon falan derken nedense aklımıza
geliverdi!..
Adnan Ertem, buldukları 150 cami içinde 3’üne hemen
başlayacaklarını belirtti. Rumeli Hisarı içinde
sadece minaresi kalan Fetih Camii, Yeniköy Parkı
içindeki Fazıl Efendi Camii, İtalyan mimar Raimondo
D’Aronco’nun yaptığı Karaköy Camisi… Neresinden
tutalım?
Tarih Osmanlı camilerinden ibaret mi?
Uzun lafın kısası, tarihi ihya etmek adına üç-beş
tane parka, meydana veya bina arasına cami yapmanın
mantığı nedir? Tarih denilen sadece Osmanlı
camilerinden ibaret midir? Yok, bu kentin bütün
tarihi eserleri ihya edilecek denilirse halimiz nice
olur? Yeniköy Parkı’nın çevresinde beş tane cami
var. Osman Reis Camisi, Tekke Mescidi, Yeniköy
Camisi, Yeniköy Merkez Çarşı Camisi, Bağlar
Camisi... Yarım asırdır Boğaziçi’nin en güzel yeşil
alanlarından birinde ve Boğaziçi İmar Yasası’na da
aykırı olan bu yapılaşma reva mıdır? İstanbul’un
bütün parklarını AVM ve cami yapsak çok mu mutlu
olacaklardır? Rumeli Hisarı’nda çok daha öncesinde
yok olmuş olan mescitle beraber 1950’li yıllardaki
kamulaştırmanın ardından yıkılan altı ev neden
yeniden inşa edilecektir? Karaköy Camsi’ni yeniden
inşa edecek olan şirketin temsilcisi, basına
“caminin İtalyan mimar D’Aronco’ya ait çizimlerini
İtalya’daki Udine Kent Müzesi’nden edindik. Parça
parça orijinal eskizleri yorumlayarak projeyi
oluşturduk” diyor. Eskiz yorumlamak da ihyanın bir
parçası mıdır? Bu yapının olduğu yerde Fatih Sultan
Mehmed zamanında yapılmış bir tekke bulunuyordu.
Tekkeyi de ihya etmek mümkün müdür? Bu yapılanlarda
kamu yararı nerededir? Bunun sonu var mıdır? Bu
sayfa burada bitmek zorunda mıdır?
Sol Haber, Yazı:
Özgen Kurt, 28.07.2013
|
UNESCO'DAN KAPADOKYA İÇİN 1.2 MİLYON DOLAR

UNESCO tarafından dünyada korunması gerekli 22
doğal ve kültürel miras listesinde
Türkiye'de bulunan tek merkez konumundaki
Kapadokya bölgesindeki kaya kiliselerin
korunması amacıyla 1.2 milyon Dolarlık eylem planına
imza atıldı.
Japonya'daki Dünya Mirasını Koruma Fonu'nun
finansmanı ile 3 yıl süre ile devam edecek olan
proje önümüzdeki günlerde başlatılacak.
UNESCO
Türkiye Daimi Temsilcisi ve Büyükelçi Gürcan
Balık ve
UNESCO Dünya Mirası Merkezi Müdürü Kishore Rao,
Dünya Miras alanı
Göreme Milli Parkı ve
Kapadokya Kaya Alanları'nı korumak amacıyla 1.2
milyon Dolarlık bir eylem planına imza attı.
Üç yıl sürecek olan "Kapadokya
Oyma Kaya Kiliselerinin Emniyet Altına Alınması:
Kaya Yapılar ve Duvar Çizimlerinin Korunması" adlı
uluslararası işbirliği projesi,
Japonya'nın Dünya Mirasını Koruma Fonu
tarafından finanse ediliyor. Proje
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da yakın
işbirliği ile gerçekleştirilecek.
1985 yılında Dünya Kültür ve Doğa Mirası Listesi'nde
tanımlanan ve taşıdığı üstün evrensel değerin tehdit
altında olduğu, bir an önce korunma önlemleri
alınarak muhafaza edilmesi gereken 22 kaya oyma
kilise çiziminin de belirlendiği çalışmaların
gerekli onayların verilmesi halinde önümüzdeki
günlerde başlatılması planlanıyor.
Eylem Planı, söz konusu varlığı koruma amacı içeren
bir dizi etkinlik içeriyor.
Ürgüp İlçesi'ne bağlı
Ortahisar beldesinin Kızıl Çukur Vadisi'nde
bulunan Bizans dönemi
Üzümlü Kilisesi'nin korunması ve bir pilot proje
olarak değerlendirilmesi projede öncelikli olarak
yer alıyor.
Proje süresince; araştırma ve kapasite oluşturması;
bilgi yönetimi; uluslararası seminer ve yayımlar;
varlığın yönetim planı hakkında bir çalıştay ve ön
çalışma için bir danışmanlık öngörülüyor.
haberler.com, 28.07.2013
|
DARA HARABELERİNE BAKANLIKTAN 50 BİN TL ÖDENEK

Şubat
ayında hazırlanan ‘Koruma Amaçlı İmar Planı’ndan
sonra Dara Harabeleri’ndeki kazılar başlıyor.
Harabeleri dünya turizmine kazandırmak istediklerini
belirten Mardin Valisi Dr. Ahmet Cengiz, “Toprağın
altında saklı tarih gün yüzüne çıkarılmalı.” diyor.
Mardin’de Babil ve Pers imparatorluklarına
karargahlık yapmış 10 bin yıllık tarihi bir geçmişe
sahip Dara Harabeleri’nde kazılar yeniden başlıyor.
İki yıl önce çalışmalara ara verildiğini söyleyen
Mardin Kültür ve Turizm Müdürü Davut Beliktay,
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bunun için 50 bin TL
ödenek ayırdığını belirtiyor. Babil ve Pers
imparatorluğu zamanında 100 bin kişilik askeri
garnizon merkezi olarak kullanılan Dara’da bulunan
tarihi dokuyu korumak için şubat ayında ‘Koruma
Amaçlı İmar Planı’ hazırlandı. İhaleye çıkarılan
proje kapsamında önümüzdeki yıldan itibaren Dara
Harabeleri koruma altına alınacak. Mardin Valisi Dr.
Ahmet Cengiz, Mardin’in gerek yer üstünde gerekse
yer altında bulunan tarihi zenginlikleri ile
dünyanın en önemli antik kentlerinden bir tanesi
olduğuna işaret ederek, Dara Harabeleri’ni dünya
turizmine kazandırmak için çalıştıklarını dile
getiriyor. Dara’da bulunan tarihi dokuyu korumak
için “Koruma Amaçlı İmar Planı” hazırlandığını ifade
eden Cengiz, şöyle konuşuyor: “Dara kazıları uzun
yıllar alacak. Çünkü toprağın altında saklı tarih
var. Bunu gün ışığına çıkarmak gerekir.” Toprağın
altında bulunan saklı şehri gün yüzüne çıkarmak için
Mardin Valilik ve Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü
tarafından 1984 yılından beri devam eden kazılarda
birçok tarihi eser gün yüzüne çıkarıldı. Mardin’e
bağlı Oğuz Köyü'ndeki Dara Harabeleri’nde iki yıl
önce başlatılan kazı çalışmaları kapsamında ortaya
çıkan eserler tarihe ışık tutacak nitelikte. MS 6.
yüzyıla ait olduğu tahmin edilen şemsiye ve çeşitli
hayvan figürlü mozaikler, kaya mezarları ile 3 bin
yıllık insanlara ait kemikler ortaya çıkarıldı.
2010 yılında başlatılan kazılarda ise, Dara
Harabeleri’nde bulunan ve halk arasında zindan
olarak bilinen 40 metre derinliğindeki yer altı
sığınakları temizlendi, açık hava tiyatrosu ve kaya
evlerin bulunduğu alanlarda gerçekleştirilen
kazılarda Babil ve Pers imparatorluklarına ait
askeri garnizon şehrinin erzak ve silah depoları ile
kaya mezarlar ortaya çıkarıldı. Ayrıca şehrin
yerleşim alanı olan toprak altında kalan kayalara
oyulmuş tarihi evler de gün yüzüne çıkarılacak. Kazı
çalışmaları kapsamında su sarnıcının yanında yeni
bir su sarnıcı daha bulundu.
Zaman, Haber: Şeyhmus Edis, 28.07.2013
|
DEVLET SÜRYANİLERE PATRİKHANESİNİ VERMİYOR
Mardin Süryani Katolik Kilisesi’nin, “kamulaştırılarak müze olarak kullanılan bölümü” için verdiği hukuk savaşı sonuçsuz kaldı. Süryaniler, “din adamlarının inzivaya çekildiği, kilise korosunun bulunduğu” bölümün kendilerine verilmesi için açtığı davalarda sonuç alamayınca, son olarak Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurmuştu. AYM de başvuruyu reddetti.
Kilisenin patrikhane bölümü, ‘müze olarak kullanma amacıyla’ 1979’da kamulaştırıldı ve 1988’de yapılan kadastro çalışması ile Hazine’ye aktarıldı. Ancak, koronun kıyafetlerini giydiği ve din adamlarının inzivaya çekildikleri yaklaşık 200 metrekarelik bölüm, kadastro sırasında kilise-patrikhane sınırlarının yanlış değerlendirilmesi nedeniyle Hazine’ye aktarılmıştı. Kilise Vakfı adına Fuat Çöllü, 2011’de Mardin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açtı. Mahkeme davayı, “10 yıllık hak düşürücü süre geçti” gerekçesiyle reddetti. Bunu Yargıtay da onadı ve karar kesinleşti.
Bunun ardından kilise yönetimi, ‘din ve vicdan hürriyeti’, ‘hak arama hürriyeti’ ve ‘mülkiyet hakkının ihlal edildiği’ gerekçesiyle ve ‘bireysel başvuru’ yoluyla bu kez AYM’ye başvurdu. Ancak AYM de ‘yerel mahkemenin kararlarının bariz şekilde keyfilik içermediği’ gerekçesiyle başvuruyu reddetti ve iç hukuk yolu böylelikle tükendi.
Radikal, Haber: Mesut Hasan Benli, 28.07.2013
|
 |
SUDOKU BİN YILDIR VAR

Çok değil, 20 yıl önce "Tek zararı,
bağımlılık yaratması, ama yararları çok fazla,"
sözleriyle girdi hayatımıza... Zekayı çalıştırdığı,
stresi azalttığı, yaratıcılığı, mantık yürütme
yeteneğiyle konsantrasyonu artırdığı iddia edildi.
Otobüste, vapurda, trende, sahilde, iş yerinde bile
yapıldı. 1984'te Japonya'dan Batı'ya yayılan,
Türkiye'ye de 1994'te giriş yapan 'sudoku',
şimdilerde eskisi kadar ortada görülmüyor. Acaba
sudoku da yüzyıllardır bilinen birtakım sihirli
kareler gibi gizlendi mi? Evet, bazı sanat
eserlerine ya da Osmanlı'da padişahların kullandığı
objelere dikkatli bakarsak, sudokuya benzer sihirli
rakamlar olduğu anlaşılıyor. Üç ayda bir yayımlanan
Türkiye'deki tek sudoku dergisi Sudoku ve Ötesi'nin
yayın yönetmeni Ferhat Çalapkulu da bu tür sihirli
karelere aslında binlerce yıl öncesinde bile
rastlandığını söylüyor: "Sihirli kareler ilk MÖ
650'de Çin'de görülüyor. Lo Shu Karesi, bir
kaplumbağanın sırtında resmediliyor."
'Sihirli kareler'in tılsımlı ve şifalı
olduğuna inanılırdı
Alman ressam Albrecht Dürer'in (1471-1528)
Melankoli 1 adlı tablosundaki 'sihirli kareler', Dan
Brown'ın Da Vinci'nin Şifresi adlı romanında da
geçiyor. Dürer, dikkatli bakılınca fark edilen
duvardaki 'sihirli kare'de, 1'den 16'ya rakamları
kullanarak, sağdan sola, yukarıdan aşağıya hep 34
rakamına ulaşmış. Osmanlı'da da padişahlar içlik
olarak, onları tehlikelerden koruduğuna inanılan ve
sihirli karelerin olduğu tılsımlı gömlekler
giyermiş. Ferhat Çalapkulu, bu rakamların birçok
kültürde mistik ve gizemli bulunduğu için tılsım
olarak kullanıldığını hatırlatıyor: "Kanuni'nin de
savaşa giderken içlik olarak giydiği, tılsımlı
gömleği var. Ebcet ve Arapça rakamlarla bu kareler
fark ediliyor. Arapça rakamlarla 3x3 boyutunda
sihirli kare içeren yüzüğün de tılsımlı ve şifalı
olduğuna inanılıyor. Matematiğe ilgi duyan bir
ressam olan Dürer, Melankoli 1 adlı eserine 'sihirli
kare'yle gizem katmış. O dönemde Avrupa'da bu
kareler çok popüler."
Sabah Pazar, Haber:
Figen Yanık, 28.07.2013
|
'TABLOLARIN EFENDİSİ' KATAR

Güzide bir Arap atasözü vardır: Yaralı atı
yaşatma, öldür. Gayri safi yurtiçi hasılası yalnızca
180 milyar ‘dolarcık’ olan Körfez ülkesi Katar,
bugüne kadar öne çıktığı icraatlarıyla atalarının
salığından çıkmadığını göstermiş oldu. Sözgelimi,
Katar’ın devrik Mısır lideri Muhammed Mursi’ye 2 yıl
önce 8 milyar dolar verdiği biliniyor. Suriyeli
muhaliflere 1 milyar dolar gönderildiği de
yazılanlar arasında. Katar’ın parasını yatırdığı bir
diğer alan ise futbol. Nitekim Lionel Messi’nin
maaşını Barcelona değil Katar veriyor. Ancak son
dönemde çoktandır el attıkları bir başka alan daha
ortaya çıktı: ‘Koleksiyoncu’ Katar günümüz
ressamlarının tablolarına ‘parmak ısırtan’ rakamlar
ödüyor.
Verilecek tepki bilinmez ama Katar’ın ‘sanata
yatırdığı’ rakam tahminen 1 milyar dolar. ABD’deki
Phillips müzayede evinin iş geliştirme sorumlusu,
“Onlar sanat piyasasının en önemli alıcıları” diyor.
Zira ABD’deki müzelerin yıllık bütçeleri, Katar’ın 1
milyar dolarının yanında bir hayli sönük kalıyor:
New York Modern Sanat Müzesi, 2012 mali yılında 32
milyon dolar harcadı, Metropolitan Sanat Müzesi ise
39 milyon dolar. Katar, 2007’de ABD’li ressam Mark
Rothko’nun ‘White Center’ (Ak Merkez) tablosuna 70
milyon dolar saydı. Damien Hirst’ün, hapları sıra
sıra raflara yerleştirerek oluşturduğu eserine 20
milyon dolardan fazla ödediler ki bu yaşayan bir
sanatçının bir eserinden kazandığı en yüksek rakam.
Fransız ressam Paul Cézanne’ın ‘Kart Oyuncuları’
için 2011’de verdikleri 250 milyon dolar ise bugüne
kadar bir tabloya ödenen en yüksek miktarın dört
katı. New York Times’a göre, Katar’ın bu ‘eli
açıklığı’ piyasaya da tavan yaptırdı. Onlar ana
sahneye çıkmadan önce, bir Rothko tablosu için
gözden çıkarılan en büyük rakam 22 milyon dolardı.
Bu, Katar’ın ödediğinin yalnızca üçte biri.
İşin ilginci ise altı yıldır sanata ‘akıtılan’ bu
parayı kimin yönettiğinin yeni yeni ortaya çıkması.
Tüm bu alım-satımların idarecisi; bir önceki Emir
Şeyh Hamad Bin Halife el Sani’nin kızı, şimdiki Emir
Şeyh Temim’in de kız kardeşi olan Mayassa. 30
yaşındaki Mayassa’yı, Economist dergisi ‘sanat
dünyasının en güçlü kadını’ olarak tanımlıyor. Yeri
geliyor ‘Batılılar’ gibi giyiniyor, yeri geliyor
siyah çarşaflara bürünüyor. Aile mensupları arasında
ABD’ye okumaya giden bir tek o. Katar Müzeler
İdaresi’ni yöneten Mayassa, danışmanları
aracılığıyla sanat simsarları veya müzayedelerden
doğrudan tablo satın alıp ‘ülkenin çeyizini’
yapıyor. 20 farklı müze açma niyetinde. Deyim
yerindeyse Mayassa, müzayedenin sonunda tam tokmak
vurulacakken en yüksek fiyatı veren ve herkesin
büyük bir merakla başını döndürüp kim olduğunu
görmeye çalıştığı kadın. O, sanat dünyasının
‘Muhteşem Gatsby’si; ortada kocaman bir şaşaa var
ama gösterilerin mimarı her şeyi gizliden takip
ediyor.
Mayassa tam bir ‘halk kadını.’ Tüm bunları
Katarlılar iki resim görmek için kalkıp ta New
York’lara kadar gitmesin diye yapıyor.
‘Babam der ki...’
Vermek istediği bir mesaj da var: “Babam barışı
sağlamak için öncelikle diğer kültürlere saygı
duymamız gerektiğini söyler. Batılılar Ortadoğu’yu
anlamıyor. Akıllarına gelen ilk şey Usame Bin
Ladin.” Bu sözlerdeki gizli sitem aşikar ancak biraz
sorgulamada da fayda var: Katar’ın bu sanat aşkı
‘gerçek’ mi, yoksa büyük bir ‘cesaret’ ile Batı’ya
meydan okuma çabası mı? Yoksa sanat, Katar için
önyargılara karşı “Ben size gösteririm” altmetinli
bir nefsi müdafaa çeşidi mi? Nitekim Mayassa 2012’de
en önemli sanat taciri Larry Gagosian’ı ağırladı ama
onu ana sofraya bile oturtmadı. Ya da Katar
‘tabloların efendisi’ olunca Batı’ya üstünlük
kuracağını mı düşünüyor? Peki ama ‘devşirme sanatla’
nereye kadar? Neden hiç Katarlı ressam yok?
Radikal, Haber: Gökçe Çalışkan, 28.07.2013
|
900 YILLIK AHŞAP AMBARLARA PAHA BİÇİLEMİYOR

Karadeniz bölgesinin simgesi, geçmişte tahıllarla
yiyeceklerin saklandığı ambarlar ve serenderler
yurtdışına çıkarılıyor. 2010'da Kapıkule Sınır
Kapısı'nda yapılan aramada 40 tane işlemeli ambar
kapısının yurtdışına kaçırılırken yakalandığını
açıklayan Samsun'un Ladik İlçesi'nin Kaymakamı Kadir
Perçi, içlerinde yaklaşık 900 yıllık bile ambarlar
olduğunun tespit edildiğini söylüyor: "Bu serender
ve ambarların çok eski bir tarihi var. Şu an bizim
elimizde, yurtdışına çıkarılmadan tespit ettiğimiz
22 çeşit ambar bulunuyor. Tüm bölgede kaç tane daha
bu şekilde serender ve ambar olduğunun tespit
çalışmalarını yapıyoruz. Amacımız hepsini kayıt
altına almak. Bunların kaç yıllık tarihi olduğunu
öğrenmek için parçalarını Türkiye Atom Enerjisi
Kurumu'na gönderdik. Burada yapılan karbon 14 testi
sonucunda ise içlerinde yaklaşık 800 ila 900 yıllık
ambarlar olduğu tespit edildi. Tüm Karadeniz
bölgesini gezip, bu tarihi serenderleri ve ambarları
çok komik paralara köylülerin ellerinden alıp,
yurtdışında çok büyük paralara satıyorlar. Bu işin
ciddi anlamda ticaretini yapanlar var. İçlerinde
devlet adamları ve işadamları dahi bulunuyor. Bu
ahşap yapılar, yıllar boyunca hiç bozulmadan
kaldıkları için bunu alan insanlar, kendilerine ya
makam odası yapıyor ya da mobilya olarak kullanıyor.
Ultra lüks oteller ise saunalarında bu ahşapları
kullanıyor. Etnografik eserler dışarı çıkarılabilir.
Sadece arkeolojik eserlerin dışarı kaçırılması
yasaktır. Ancak bu ambarlar da bizim çok önemli
tarihi eserlerimiz."
KÖYLÜLER SOBADA YAKIYOR
Kapıkule Sınır Kapısı'ndaki işlemeli ambar
kapılarının yakalanışına kadar böyle bir ticaretin
yapıldığını bilmediklerini de kaydeden Kaymakam
Perçi "Bu ambarlar ve serenderler kullanılmadığı ve
çürümeye yüz tutuğu için köylüler ya sobada yakıyor
ya da böyle komik paralara satıyor. Oysa 1000 liraya
sattıkları bu serender ve ambarlar, yurtdışındaki
alıcılarına metre küpü 100 bin liradan satılıyor. Bu
serender ve ambarların en önemli olanı ise üzeri
işlemeli olanlar. Onlara paha biçilemiyor," diyor.
YÜZLERCESİ KAÇIRILDI
Serender ve ambar ticaretinin çok büyük boyutlara
ulaştığını da vurgulayan Kaymakam Perçi sözlerini
şöyle sürdürüyor: "Bu yolla tarihi yüzlerce serender
ve ambar yurtdışına kaçırıldı. Serender ve ambarlar
önce sökülüyor. Sonra parçalanıp, düz kalaslar
ayrılıyor. İşlemeli olanların alıcıları farklı
olduğu için onlar çok daha büyük paralara satılıyor.
Sadece bizim ilçemizde 56 köy var. Şu anda 20 köyde
bir tane dahi serender ve ambar kalmadı. Geri kalan
köydeki ambarların hepsini aldık. Alamadıklarımızı
da kayıt altına aldık."
Sabah Pazar, Haber:
Murat Alhan, 28.07.2013
|
2 BİN YILLIK KEŞİF

Amasya’nın merkeze bağlı Yavru Köyü’nde yapılan
arkeolojik kazılarda MÖ 3’üncü yüzyılda
Roma Dönemi’ne ait Mozaikli Şapel bulundu.
Mozaikte elma figürü de yer alıyordu.
Türkiye'nin elmasıyla meşhur olan ili
Amasya'da 2 bin yıllık elma figünün bulunması
kent sakinlerini de heyecanlandırdı. İl Kültür ve
Turizm Müdürü Ahmet Kaya, bulunan mozaiklerin kent
tarihinin bir dönemini daha aydınlatacağını söyledi.
Amasya'nın merkeze bağlı Yavru Köyü'nde yapılan
arkeolojik kazalarda MÖ 3'üncü yüzyılda
Roma Dönemi'ne ait Mozaikli Şapel (Küçük Kilise)
bulundu. Mozaikte yer alan elma fiürü ;dikkat çekti.
Elmasıyla meşhur
Amasya'da ;bulunan 2 bin yıllık elma figürü
büyük ilgi gördü.Bazı kişiler ;elma mozağini görmek
ve bilgi almak için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nü
aradı.
İl Kültür ve Turzim Müdürü Ahmet Kaya, eserin bazı
bölümünün kaçak kazılar sırasında tahrip edildiğiini
ve üst örtüsü çökmüş halde bulunduğunu belirterek
şöyle dedi:
"Şapel olduğu anlaşılan yapı kalıntısının erken
Hıristiyanlık dönemine ait olduğu tahmin ediliyor.
Yavru Köyü Küpderesi Mevkii'nde bulunan eserin küçük
bölümü kaçak kazılar sırasında tahrip edilmiş.
Amasya Müze Müdürlüğü'nün Hitit Üniversitesi ile
birlikte yaptığı kurtarma kazı çalışmalar sonucu
ortaya çıkarılan ve MS 3'üncü Yüzyıl'a ait olduğu
belirlenen şapelin ve bulunan mozaiklerin
Amasya tarihinin bir dönemini daha
aydınlatacaktır."
ELMA VE KEKLİK TASVİRİ VAR
Kazıyı yürüten Hitit Üniversitesi, Karadeniz
Arkeolojisini Araştırma, Uygulama ve Araştırma
Merkezi Müdürü Yrd.Doç.Dr. Esra Keskin, mozaikte
sarmaşık dalı, yarım çiçek, yarım daireler şeklinde
balık pulu motifi ve dalga motiflerinin de yer
aldığını belirterek, şöyle konuştu:
"Burada ;bir halı dokusu gibi mozaik tasarım dokusu
söz konusu. Bu tasarımın benzer örneklerden
orjinalliği, merkezinde yani madolyonun içerisindeki
tasvirden kaynaklanmaktadır. Bu mozaiğin merkezinde
yer alan ağaç ve elma kompozisyonu gerçekten çok
orjinal. Eserin benzer örneklerden farkı, desen
içerisinde desenler bulunmasıdır. Oldukça realist
bir üslupla yapılan eserin ortasında yapraklar
arasında elma ve keklik tasvirleri yer almaktadır."
;
YENİ BİR KEŞİF
Yrd.Doç.Dr. Keskin, yapıda bir ana mekan ve buna
eklenen ;giriş tespit edildiğini anlatırken şöyle
konuştu:
"Kazının ilerleyen dönemlerinde görülecektir ki;
burası tek başına değil, muhakkak ki burası bir yapı
kompleksinin bir parçasıdır. Bu tasvirin anlamı bir
doğa tasviride olabilir. Bölgeyi anlatan bir tasvir
de olabilir. Bu eser uluslararası arenaya dönük bir
eserdir ve eşsizdir. Bu eser
Amasya'nın tanıtımına çok büyük bir katkı da
sağlayacağı gibi bu kültür ve turizm açısından
Amasya'nın tanıtımına katkı sağlayacaktır. Bence
bu eser kültür ve turizm açısından yeni bir
keşiftir."
"İLK KEZ KARŞILAŞTIK"
Amasya Müze Müdürü Celal Özmedir de antik dönem
motiflerinin, özellikle geometrik süslemenin
mozaikte işlendiği bir eserle Amasya'da ilk kez
karşılaştıklarını anlatırken şöyle konuştu:
"24 metrekare genişlikteki mozaiğin her bir
karesinde binlerce desenin işlendiğini görüyoruz. Bu
mozaiklere Anadolu'da daha sonraki yüzyıllarda halı
ve desenlerde görebileceğimiz motiflerin öncüleri
olarak da ifade edebiliriz. Bu motifler tamamen
Anadolu'ya özgü motifler olması yönünden çok önemli.
Çeşitli hayvan postları ve değişik figürlerin burada
mozaikte taşa işlendiğini ve Anadolu'da bu geleneğin
Osmanlı'da, Selçuklu'da devam ettiğini gösteriyor.
Bu açıdan çok önemli. Ortaya çıkan mozaiklerin
Amasya Müzesi'ne taşınıp sergileneceği, bir köy
kilisesi olarak kullanıldığı tahmin edilen alanda
kazıların sürdürülmesi halinde yeni eserlere de
rastlanacağına eminim.
Habertürk, 28.07.2013
|
TAKSİM MEYDANI AMELİYAT MASASINDA KALDI!
Ülkemizin
yönetim kademelerinde pek çok saygıdeğer ve
nitelikli insan görev yapıyor. İçlerinde seçilmiş
olanlar da var, atanmış olanlar da. Yaptıkları
işlere gelince, bunların siyasal hedefleri ve
özellikleri olduğu kadar, yasal zorunlulukları ve
sınırlamaları da bulunmakta. Onları ve gördükleri
işleri, sonuçları ile birlikte daha çok, kendi
söylemleri ile medya üzerinden izliyor ve
değerlendiriyoruz. Kendileri, önemsediğimiz,
kıymet verdiğimiz, yer yer başımızın üstüne
koyduğumuz saygıdeğer insanlardır. Hiç anlamadığım
bir şey varsa o da, bu kişilerin bazı düzeysiz
açıklamaları kendilerine nasıl reva
gördükleridir? Dinledikçe de şaşırıyor,
sıkılıyor, üzülüyor, acıyor ve öfkeleniyor insan.
İyi de, bize nasıl reva görüyorlar, hiç mi
değerimiz yok onların indinde?
Sayın Başbakan Erdoğan, her toplantısında
yineleyip duruyordu, Bezmialem Valide Sultan
Camii göstericiler tarafından işgal edildi,
orada içki içildi, diye, bir de başörtülü kadına
saldırıldı, yerlerde sürüklendi diye. Cami müezzini,
öyle bir şey görmedim, yaralılara yardım edildi,
diyor. Vali Mutlu başörtülü kadına saldırıldığına
dair bir belge yok diyor. Tam o sırada Başbakan’ın
arka çıktığı Kahire’den haberler geliyor,
Adeviyye’de cami göstericiler tarafından işgal
edilmiş, yaralılara yardım edilmiş orada.
Sayın Vali Mutlu konuşuyordu, ben izin vermeden
toplanamazsınız, diyor. Sonra aklına geliyor,
Anayasamızda ‘önceden izin almaksızın...’
ibaresi vardır ama yasalarla düzenlenir diye de
devam ediyor. Oysa bilirler ki hiçbir yasa
anayasanın üstünde değildir.
Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş medyaya
endişe içinde buyuruyordu; o yıktığımız köprüyü
yeniden yapıyoruz, böylece Taksim’den Maçka’ya
kesintisiz yeşilin içinde yürüyebilme imkanı
sunuyoruz, diye. Oysa yine herkes bilir ki, bu
yıllar önce kabul görmüş ve orada uygulanmış olan
İstanbul Nazım Plan müellifi Mimar Henri Prost’un
ünlü projesidir. Bunu yok eden de kendileridir.
Bize nasıl reva görüyorlar bu düzeysiz açıklamaları,
hadi hiç değerimiz yok, diyelim onların indinde.
Pekala, bu düzeysizliği kendilerine
nasıl reva görüyorlar. Kendi gözlerinde kendi
değerlerini de yitirilmişler mi acaba? Belki de
Sayın Topbaş’ın Belediye başkanlığı çoktan sona
ermiş olmalı, çünkü o işi bir süredir Sayın Başbakan
Erdoğan götürüyor. Yüzüne gözüne de bulaştırıyor
doğrusu.
Yaşasın hukuk, yaşasın adalet diyecektim...
Mahkeme gerekli kararı verdi, Taksim Yayalaştırma
Projesi iptal oldu, sorun kalmadı. Yorgan gitti,
kavga bitti! Umarım öyledir. İyi de, bu bendeki
güvensizlik niye ki?
Evet, proje iptal ama, Taksim Meydanı ameliyat
masasında kaldı. Bağrı yarılmış, karnı deşilmiş,
içine delici, kesici araçlarla girilmiş, yolları
yani damarları parçalanmış ve açıkta bırakılmış,
nefes boruları çerçöp ve atıklarla tıkalı kısacası
çok yazık durumda. Doktorları küsüp gitmiş, kimbilir
hangi operasyonlar peşinde. Taksim’e, yeniden
canlansın diye yardım da edilemiyor.
Ameliyathane
öylece bırakılmış durumda, Taksim teşrihte,
uzmanlıkla ilgileri olmayan müsellah kişilerin de
arada bir işgali altında. İş duaya ve Allaha
kalmış durumda. İşte belki de bu nedenle şimdi
orada cami peşinde koşacaklardır.
Taraf, Yazı: Tan Oral, 27.07.2013
|
TADİLAT SORUNU ÇÖZÜLDÜ

Türk Tarih Kurumu binasında yapılacak
değişiklerle ilgili mimarlar, meslek odaları ve
sivil toplum kuruluşu temsilcileri ortak karar aldı.
TTK Başkanı Prof.Dr. Mehmet Metin Hülagü,
“Yapılacak çalışmalarda da yapının özgün karakterini
ve tasarım bütünlüğünü bozacak girişimlerden
kaçınılması, yapıyla ilgili her türlü yenileme
çalışmalarının şeffaf bir anlayışla mirasçı onayı ve
katkısıyla sürdürülmesi konusunda mutabık kalındı”
dedi.
Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı
Prof.Dr. Mehmet
Metin Hülagü, Kurum binasında yapılacak
değişikliklerle ilgili mimarlar, meslek odaları
ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile ortak
karar aldıklarını belirterek, “Yapılacak
çalışmalarda da yapının özgün karakterini ve
tasarım bütünlüğünü bozacak girişimlerden
kaçınılması, yapıyla ilgili her türlü yenileme
çalışmalarının şeffaf bir anlayışla mirasçı
onayı ve katkısıyla sürdürülmesi konusunda
mutabık kalındı” dedi.
EN ÖNEMLİ
ÇAĞDAŞ YAPILARDAN BİRİ
Hülagü, TTK binasının, Cumhuriyet dönemi
mimarlık tarihinin en önemli çağdaş yapılarından
biri olarak kabul edildiğini söyledi. Yapının
Turgut Cansever ile Ertur Yener tarafından
tasarlandığını hatırlatan Hülagü, TTK binasının
inşaatının 1966’da tamamlandığını, 1967’den
itibaren de kullanıma açıldığını hatırlattı.
Binanın 1980’de Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne layık
görüldüğünü anımsatan Hülagü, yenileme
faaliyetleri için 26 Haziran’da mimarlar, meslek
odaları ile sivil toplum kuruluşları
temsilcilerinin de katılımıyla toplantı
yaptıklarını bildirdi. Hülagü, mimar Emine
Cansever Öğün, Mimarlar Derneği 1927 Yönetim
Kurulu Başkanı Aydan Balamir, Mimarlar Odası
Ankara Şubesi Yönetim Kurulu ve DoCoMoMo
Yönetim Kurulu Üyesi Elvan Altan Ergut, Türk
Serbest Mimarlar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Yeşim Hatırlı, Koruma ve Restorasyon Uzmanları
Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Semra Ener, TSMD
Yönetim Kurulu ve KORDER Yönetim Kurulu Üyesi
Saadet Sayın ile İç Mimarlar Odasi Yönetim
Kurulu Üyesi Abdullah Alkan’ın katıldığı
toplantıda ortak bir karara varılarak açıklama
hazırlandığını dile getirdi.
TASARIM BÜTÜNLÜĞÜ KORUNACAK
Binanın yapısının özgün karakterinin ve
tasarım bütünlüğünün özenle muhafaza edilmesinin
kararlaştırıldığını kaydeden Hülagü, açıklamada
yer alan kararları şöyle sıraladı:
“Yapılacak çalışmalarda da yapının özgün
karakterini ve tasarım bütünlüğünü bozacak
girişimlerden kaçınılması, yapıyla ilgili her
türlü yenileme çalışmalarının şeffaf bir
anlayışla mirasçı onayı ve katkısıyla
sürdürülmesi konusunda mutabık kalındı.
‘Şüphesiz ki eserin meydana getirilişinden yarım
asır sonra bugün değişen
teknoloji ve ihtiyaçlar sebebiyle TTK’nın
güncel ve zaruri ihtiyaçları olduğu aşikardır.
Bu nedenle, öncelikle, TTK yönetimince
belirlenen ve belirlenecek güncel ve zaruri
ihtiyaçların, Turgut Cansever’in arşivindeki
orijinal mimari projeler esas alınarak yapının
imkanlarıyla azami ölçüde karşılanıp
karşılanamayacağı tespit edilecek.
Yapılabileceklerle ilgili önerinin
kesinleştirilmesini takiben uygulama çalışmaları
başlatılacak. Süreçle ilgili olarak yapının
müellifleri, mimarlık camiası ve kamuoyu her
zaman bilgilendirilecek.”
Hürriyet, 27.07.2013
|
İNÖNÜ'DE ARKEOLOJİK İNCELEME

Beşiktaş Kulübü’nün yıkıp yeniden yapmak istediği
İnönü Stadı’nda açığa çıkan arkeolojik kalıntıların
iş makineleriyle parçalanması üzerine Anıtlar Yüksek
Kurulu dün yerinde inceleme yaptı.
Salı günü yıkım sırasında ortaya çıkan arkeolojik
kalıntıları Radikal haberleştirmişti. İhbar üzerine
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nden uzmanlar kalıntının
fotoğrafını çekerek rapor tuttu. Rapor tutulmasının
ardından iş makineleri geç Osmanlı’dan kaldığı
tahmin edilen tuğla örgülü tonozlu kanalları
parçalarken görüntülendi. Bunun üzerine 3 No’lu
Koruma Kurulu, inşaatın acilen durdurulması için
kulüp ve belediyeye yazı yolladı. Fakat inşaat
kurulun ihtarına rağmen perşembe günü de devam etti.
İnşaatın dün durmasıyla Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan
bir heyet, stada gidip incelemelerde bulundu. Iron
Maiden konseriyle son kez bir etkinliğe ev sahipliği
yapan tarihi stattaki incelemelerde Beşiktaş Kulübü
Başkanı Fikret Orman da yer aldı. İnşaatın akıbetine
kurul karar verecek. 3 No’lu Koruma Kurulu Başkanı
Cafer Bozkurt, daha önce “Beşiktaş her şeyi legal
yaptı. Bunu küçük bir kaza olarak görelim” demişti.
Radikal, 27.07.2013
|
SİDE ANTİK KENTİNİN 66 YILDA % 10'U GÜN YÜZÜNE
ÇIKARTILABİLDİ
İzmir Efes'ten sonra Türkiye'de 66 yıl önce başlayan
Side antik kenti kazılarının üç asır daha sürmesi
bekleniyor. 1947 yılında Ordinaryüs Prof.Dr. Arif
Müfid Mansel tarafında Side antik kentinde başlayan
kazı çalışmaları Prof. Jale İnan, Prof.Dr. Haluk
Abbasoğlu, Ülkü İzmirligil ve son 5 yılda Anadolu
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Side Kazı Başkanı
Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı tarafından sürdürülüyor.
Side antik kentinin yüzde 50'sinin şehir yapılaşması
olduğu için tarihi ören yerinin tamamen gün yüzüne
çıkmasını zorlaştırıyor. Kazı çalışma ekibi, antik
şehir üstünde hayatın olması ve tarihi örenin
üstünün çoğunun kumla kaplı olmasının 66 yıl içinde
antik kenttin gün yüzüne çıkarılmasında bir arpa
boyu yol alınamadığı belirtiyor.
Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, Side'de
kazı çalışmasına 2 Temmuz'da Almanya ve Avusturya
Graz Üniversitesi'nden gelen ekiple başladı.
Toplamda 89 kişilik ekibin, Side'de Doğu Kapısı'nda
kazı çalışması yaptığı belirtildi. Side Kazı Başkanı
Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı, antik kentte kazı
çalışmasına 2 Temmuz'da başladıklarını ve
çalışmaların 13 Eylül'de sona ereceğini söyledi. Bu
sene antik kentte çalışmaları genelde tapınaklar
bölgesinde sürdüreceklerini belirten Alanyalı,
tapınaklar bölgesinde Athena, AA Bazilikası ve
Apollon Tapınağı'nda yapılacak olan güçlendirme,
ayağa kaldırma ve restorasyon çalışmalarına destek
vereceklerini kaydetti. Almanya ve Graz
Üniversitesi'nden gelen kazı ekibinin Doğu
Kapısı'nda çalışmalarını sürdürdüklerinin anlatan
Alanyalı, "Side antik kentinde kazı çalışmaları 3, 4
asır daha sürebilir. 66 yıl içinde antik kentin
yüzde 10'u bile gün yüzüne çıkmamıştır. Antik kent,
yüzde 50'nin üzerinde zaten modern bir şehir. Geriye
kalan yüzde 40 da kum altında. Kum altında kalan
kısımda da bugüne kadar bir kazı çalışması yapılmış
değil. Kum altında kalan bölge tıpkı yumurta sepeti
içindeki samanlar altında kalan yumurtalar gibi. Şu
anda halihazırda 66 yıl içinde antik kentin yüzde
10'u bile gün yüzüne çıkmamıştır. Side Antik Kent'in
tamamen gün yüzüne çıkması için 3, 4 asır sürer.
Çünkü antik kentin üstünde hayat var, diğer bir
alanda da kum var. Kumun altında ne var bilinmiyor."
diye konuştu.
Yaptıkları çalışma ile 18 asırlık Tüke
Tapınağı'nı gün yüzüne çıkartarak kültür turizmine
çıkardıklarını belirten Alanyalı, bu sene genelde
çalışmaları tapınaklar bölgesinde eserlerin yeniden
ayağa kaldırılması kapsamında restorasyon desteği
vereceklerini kaydetti.
Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 27.07.2013
|
ANADOLU'NUN EN ESKİ KUMAŞI BULUNDU

Neolitik ve Kalkolitik
döneme ait en önemli yerleşim birimlerinden biri
olan Çatalhöyük, önemli bir keşfe tanık oldu.
Uluslararası kazı ekibinde yer alan araştırmacılar,
antik kentteki bir mezar çukurunda Anadolu'nun en
eski kumaşı olduğu düşünülen, bitkikerden yapılmış
iplikler buldu.
Kazı ekibinde yer alan biyo-arkeolog Scott D.
Haddow, aralarında çocuklar da olmak üzere altı
kişinin kemiklerini bulunduran bir mezarda ilginç
bulgulara ulaştı.
Ateşe verildiği anlaşılan yapının içinde,
bitkilerden yapılan iplikler ve bacak ve karın
kısmındaki kemiklerde yumuşak dokuya ulaşıldı.
EN ESKİ
KUMAŞLARDAN BİRİ
Haddow'un blog sayfasında yaptığı açıklamaya göre,
kemiklerin altıdna bulunan iplikler, son derece iyi
korunmuş bir halde bulundu. Arkeologlar toprağı
kaldırdıkça, dokunmuş ipliğe ait daha fazla örnek
ortaya çıktı.
Kazı ekibinde yer alan University College London'dan
arkeobotanikçi Dorian Fuller, dokumanın ketenden
yapıldığını tespit etti.
Keten, dünyanın en eski dokuma kumaşlarından biri
olarak biliniyor. Gürcistan'daki bir mağarada yakın
zaman önce 30 bin yıl öncesine ait keten iplikler
bulunmuştu.
Ntvmsnbc, Fotoğraf: Scott D. Haddow, 26.07.2013
|
TARİHİ ASLAN HEYKELİNİ ÇÖPTE BULMUŞ

Konya polisinin bir eve düzenlediği operasyonda
bahçeye gömülü Roma dönemine ait Aslan heykeli
bulundu. Heykeli gömdüğü belirlenen ve gözaltına
alınan şüpheli ise, heykeli çöpte bulduğunu iddia
etti.
Edinilen bilgiye göre, Konya Kaçakçılık ve
Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne bağlı
birimler, kent merkezinde bir şahsın bahçeye tarihi
Aslan heykeli gömdüğü bilgisine ulaştı.
Çalışma
yapan polis merkez Karatay İlçesi'nde tespit ettiği
eve baskın düzenledi. Evde şüpheli Ramazan A. (50)
gözaltına alınırken arama yapıldı. Yapılan aramalar
sonucu polis, bahçede yeni kazılıp örtülmüş yeri
tespit etti. Bölgeyi kazan polis, Roma dönemine ait
olduğu belirlenen Aslan heykelini buldu. 300 kilodan
fazla olduğu tahmin edilen Aslan heykelini çıkarmak
için polis ekipleri uzun süre uğraştı. Çıkartılan
tarihi heykel Konya Müzeler Müdürlüğüne teslim
edildi. Müze müdürlüğü yetkilileri, heykelin Roma
dönemine ait tarihi değeri olan satılması yasak olan
Aslan heykeli olduğunu belirtti.
Gözaltına alınan şüpheli Ramazan A. ise ilk
ifadesinde, “Kamyon çöp dökmüş bende orada buldum
eve getirdim. Daha sonrada başıma bela olmasın diye
gömdüm” dedi. Şüpheli ifadesi alınmak üzere KOM Şube
Müdürlüğü'ne götürüldü.
Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.
haberler.com, 26.07.2013
|
10 BİN YILLIK KÖYDE KAZI ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
Kapadokya’nın ilk köy yerleşmesi olan Aşıklı
Höyük’te kazı çalışmaları 1989 yılında başlarken,
höyüğü turizme kazandırma çalışmaları da devam
ediyor.
AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Aşıklı
Höyük Koruyucu Çatı Sistemi Haziran ayında
tamamlandı. Temmuz ayı başında başlayan kazılarda
ise çatı sistemi içinde de kazı çalışması
başlatıldı.
Koruyucu çatı sistemi içinde turistlere
sergilemeye yönelik olarak, Aşıklı topluluğunun
günlük yaşamı, inançları ve mimari yapıları
sunulacak. Aşıklı Höyük’te derin açmada kazı
çalışmaları devam ederken, Kapadokya’nın ilk köyünün
kuruluş tarihine ulaşılması hedefleniyor.
haberler.com, 25.07.2013
|
SAFRANBOLU'DA RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLADI
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan
Safranbolu'daki geleneksel konaklardan 52'sinde
koruma amaçlı restorasyon çalışmaları yapılıyor.
Karabük Valisi İzzettin Küçük, ilçede
Osmanlı döneminden kalma han, hamam, cami,
çeşme ve köprülerin yanında yaklaşık 2 bin
de tarihi konak bulunduğunu, bunlardan yüzde
60'ının şimdiye kadar restore edildiğini
söyledi.
Geriye kalan yüzde 40'lık kısmın ise
dönemler halinde onarıldığını ifade eden
Küçük, "İlçemizde, özellikle tarihi dokuyu
bozan konakları belirledik. Belirlenen 52
konağın sahipleri ile anlaştık. Kalkınma
Bakanlığı desteği ile cephe giydirmeleri ve
restorasyonlara başladık" dedi.
Tarihi bölge ile yeni bölge arasında kalan
güzergahlarda göze hoş görünmeyen yeni
yapılar ve bakımsız kalmış tarihi konaklar
bulunduğunu anlatan Küçük, bu alanda doku
düzeni sağlayarak göze hoş görünmesi için
çalıştıklarını ifade etti.
Şu anda Kıranköy bölgesinde çalışma yapıldığını bildiren Küçük,
çalışmaların daha sonra diğer alanlarda
devam edeceğini kaydetti.
Hürriyet, 24.07.2013
|
21 - 27 Temmuz 2013
|
HAFTANIN HABERİ
|
 |
|
BU BİR NEDİR?
Ödüllü Sorulu Haber



a) Düzce Yüksek Ziraat Mektebi açılış töreni
b) 1. Uluslararası Geleneksel "La Durizm Dopraan Altında - Haydin Gazalım" Sempozyumu başlangıç etkinliği
c) 2013 yılı, Düzceli Tanrıça Demeter'i kutsama ayini
d) "Kazmalaaar elimizdeee, kemerleeer belimizdeee, biiz gideriiiz kazıııyada heeey heey hey" adlı single'ın kılibinin basın tanıtım toplantısı
e) "Hülooğğğ!" nidaları arasında "Alkolojik Varlıklarımızı Mayalayalım" Şenliği PR toplantısı
f) Hiçbiri
Doğru yanıt f. Haberi aşağıda:
Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da yakından takip ettiği kazı çalışmasına bugün başlandı. Konuralp’in ve Düzce’nin kaderini değiştirecek olan kazı çalışması Düzce ve Türkiye ekonomisine olumlu bir katkı yapacak. Düzce’de ki antik kent, Batı Karadeniz’de ki en iyi korunan antik kent olma özelliğini taşıyor.
Geçtiğimiz ocak ayında ilk adımları atılan ve kazı çalışmasına başkanlık eden Yar.Doç.Dr. Nurperi Ayengin ‘’Kazı çalışmasından sonra antik kentde ki orkestra bölümü, oturma alanları, tiyatro alanı ortaya çıkacak ve restorasyon yapılacak’’ dedi. Düzce Rektörü Funda Sivrikaya Şerefoğlu ise ‘’Düzce Üniversitesi için istediğim planlar birbir oluyor, bu proje bir dönüm noktası olacak ve Düzce hakettiği değere kavuşacak ve Türkiye turizmine büyük bir katkı sağlayacak’’ dedi. Düzce Valisi Adnan Yılmaz ‘’ Bereket tanrıçası heykelini Konuralp Müzesine getirdik, halkın büyük ilgisini gördü, Murat Süslüyü ilimize davet ettik, antik kenti ve korunması gereken tarihi yerleri gezdi, 1 yıl boyunca yapılacak kazı için 100.000 TL destek verdi.
Bende bu proje için elimden geleni desteği verdim, burası bir hazinedir ve bu hazineye sahip çıkmalıyız. Bu ateşi biz yaktık inşallah bu ateş Düzce’yi ve Türkiye’yi aydınlatacak’’ dedi. Öte yandan Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz törene katılamadı fakat telgrafla iyi dileklerini iletti.
Parantez, Haber: Ö. Özcan, 25.07.2013 |
KONURALP ANTİK TİYATRO KAZISI BAŞLIYOR

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Düzce'nin Konuralp beldesindeki Roma dönemine ait antik kentteki tiyatronun toprak altında kalan kısmına ulaşmak ve plan şemasını ortaya koymak için kazı çalışması başlatacak.
Prusias ad Hypium Konuralp Antik Kenti Tiyatro Kazısı, 25 Temmuz 2013 Perşembe günü gerçekleştirilecek törenle başlayacak. Tiyatro ve tiyatro çevresindeki kazılar, Düzce Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Konuralp Müzesi Müdürlüğü Başkanlığında ve Düzce Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ile gerçekleştirilecek.
Kazılarla tamamıyla gözler önüne serilecek antik tiyatro, Hellenistik ve Roma döneminde Doğu Marmara ve Batı Karadeniz bölgelerinde yapılmış tiyatroların ayakta kalabilmiş, tümlenebilir ve turizme kazandırılabilir nadir örneği olacak. Konuralp Antik Kenti, Roma köprüsü, su kemerleri, tiyatrosu ve bugüne dek ulaşılan arkeolojik kalıntıların korunup sergilendiği müzesi ile bir anlamda Düzce'nin tarihini barındırıyor.
Konuralp'in kültürel zenginliğini gösteren en önemli kalıntılarından biri de halkın 40 Basamaklar adını verdiği antik tiyatro, MÖ 4. yy'ın sonundan MS 1. yüzyıla kadar yöreye hakim olan Prusias Krallığı döneminin sanatsal zenginliğini gösteren en canlı eserler arasında.
Antik Roma köprüsünün restorasyonu için röleve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin hazırlanmasına müteakip Karayolları Genel Müdürlüğünce onarımı gerçekleştirilecek.
Antik kentten bugüne dek bize ulaşan buluntuları çatısı altında barındıran Konuralp Müzesi'nde bin 788 adet arkeolojik, 456 adet etnografik ve 3 bin 837 adeti sikke olmak üzere, toplam 6 bin 081 adet eser bulunuyor.
Sabah, 23.07.2013
|
|
TOKİ'DEN RESTORASYON KREDİSİ
TOKİ, bu yıl yapılan 94 restorasyon
kredisi başvurusunun tamamını krediye uygun buldu.
25 ildeki 94 kültür varlığı için 10 milyon lira
kredi verilecek.
TOKİ, ihmal edildiğinden dolayı
yıpranan ya da yok olmaya yüz tutan tarihi
değerlerimizi koruma altına almak amacıyla
restorasyon kredisi sağlıyor. İdare, sivil mimari
örneği, özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişilerin
mülkiyetinde bulunan, korunması gerekli tescilli
taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve
restorasyonu için rekor miktarda kaynak ayırıyor.
2005 yılında "restorasyon kredisi" uygulaması
başlatan TOKİ, bugüne kadar 464 kültür varlığına 38
milyon 232 ben lira kredi desteği verdi. Başlatılan
restorasyon projelerinden 307'si tamamlanarak kültür
değerlerimiz arasındaki yerini perçinledi.
10 MİLYON LİRA KREDİ
TOKİ, 2013 yılı restorasyon kredisi
başvurularını 8 Nisan – 3 Mayıs tarihleri arasında
kabul etti. İdareye bu kapsamda 94 başvuru yapıldı.
Yapılan değerlendirme neticesinde başvuruların
tamamı kredi için uygun bulundu. TOKİ bu eserlerin
restorasyonu için toplam 10 milyon 91 bin lira
kredisi sağlayacak.
SAFRANBOLU, BEYPAZARI, TARAKLI
EVLERİNE KREDİ
2013 yılı restorasyon kredisine 25
ilden 94 tarihi yapı için başvuru geldi.
İstanbul'daki 23, İzmir'deki 7, Bursa'daki 7 kültür
varlığı için başvuru yapıldı. Tarihi evleri ve
konaklarıyla ünlü Karabük'ün Safranbolu, Ankara'nın
Beypazarı, Sakarya'nın Taraklı ilçelerindeki kültür
varlıkları da kredi sağlanan yapılar arasında
bulunuyor. Nevşehir'in peri bacalarıyla ünlü turizm
merkezi Ürgüp ile İzmir'in Foça ve Bergama,
Muğla'nın Marmaris, Bartın'ın Amasra, Bursa'nın
Mudanya, Çanakkale'nin Gelibolu ve Gökçeada
ilçelerindeki kültür varlıkları da TOKİ kredisi ile
restore edilecek.
Restorasyan kredisi verilecek 94
tarihi eserin bulunduğu iller şöyle; İstanbul,
Ankara, İzmir, Bursa, Amasya, Antalya, Balıkesir,
Bartın, Çanakkale, Elazığ, Erzincan, Giresun, Hatay,
Isparta, Karabük, Kastamonu, Kocaeli, Muğla,
Nevşehir, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Tekirdağ, Uşak
ve Zonguldak.
KREDİ ÜST LİMİTİ 115 BİN LİRA
TOKİ'nin 2005 ve 2006 yıllarında
sağladığı restorasyon kredilerinde üst limit 75 bin
lirayken 2010 yılında 80 bin, 2011'de 90 bin, 2012
yılında ise kredi üst limiti 105 bin liraya
çıkarıldı. TOKİ, 2013 yılıyla birlikte kredi üst
limitini 115 bin lira olarak belirledi.
Ankara Vilayet Konağı, Elazığ Çarşı
Mahallesi eski Hükümet Konağı, Gaziantep Şahinbey
Bayaz Han Kültür Merkezi, İstanbul Üsküdar Fatih
mahkeme binası, İstanbul Denizcilik Müsteşarlığı
Bölge Müdürlüğü hizmet binası TOKİ kredisi ile
restore edilen yapılar arasında bulunuyor. TOKİ
restorasyon kredisi kapsamında, 2005 yılında 16,
2006'da 51, 2007'de 34, 2008 yılında 55, 2009'da 83,
2010'da 42, 2011 yılında 73, 2012 yılında 110 olmak
üzere toplam 464 projeye 38 milyon 232 bin lira
kredi tahsis etti.
Arkitera, Haber: Elif Tuğba Gürkan,
26.07.2013
|
SANATIN YENİ HAMİSİ
Ülkemizde müzayedelerde satılan
tablolara ödenen paraları görünce, bunları sanat
sayfaları manşetten veriyor.
Uluslararası sanat fuarlarına
katılarak da Türk resminin, heykelinin varlığını
tanıtıyoruz ya da tanıttığımız kanatindeyiz.
Yabancı bir gazetede (*) Katar’ın müzayedelere
harcadığı miktarları görünce, mukayese etmek
durumunda kaldım.
Diyeceksiniz ki o ressamların yapıtlarıyla bizim
ressamların yapıtlarını karşılaştırma. Hadi buna
evet diyelim. Ama arkadan bir başka soru geliyor.
Biz müzelerimiz için böyle alışverişler yapabiliyor
muyuz? Müzayedelerde adımız geçiyor mu? Bu sorunun
yanıtını doğrusu merak ediyorum.
Dışarıdaki sanat festivallerine, bienallere
katıldıktan sonraki değerlendirme grafiği nasıl bir
durum gösteriyor.
Katılımcıların, eleştirmenlerin bu sonuca bakmaları
gerekmez mi?
Haberdeki alış listesini özetlemeliyim:
Katar Müzesi için alınan tablolar ve ödenen paralar:
Rothko 70 milyon dolar, 2007’de alınmış.
Damien Hirst’ün eserine 20 milyon dolar verilmiş.
Şimdiye kadar yaşayan bir sanatçıya en çok ödenen
miktar.
Cezanne, 250 milyon dolar. 2011’de alınmış.
Bir yetkili, “Sanat piyasasının bugün en önemli
alıcıları onlar” diyor.
Yeni Katar Emiri’nin 30 yaşındaki kız kardeşi, sanat
dünyasındaki en etkin alıcılardan biri.
* * *
Bu yapıtları alacaksınız da nerede
sergileyeceksiniz. Şimdi ülkelerinde üç tane mimari
açıdan da öne çıkan müze yapıyorlar. Katar Ulusal
Müzesi, İslam Sanatları Müzesi, Modern Arap Sanatı
Müzesi.
Bu müzeleri yapan mimarların da adları yer alıyor.
Resimleri alan, müzeleri yaptıranlar bir ülkenin
artık sanatla tanınacağının, saygınlık kazanacağının
farkındalar. Darısı bizim yetkililerin de başına.
Böyle bir duyguyu yaşayabilmeleri. Günlük siyasetin
girdabından kurtulup dünya ülkelerindeki
yöneticilerin sanata neden ilgi duydukları gerçeğini
idrak edebilmeleri gerek. Emirin kız kardeşi için,
“Sanat dünyasının en güçlü kadını” deniyor. Bu
konuda kurslara da gitmiş, gerçi öyle adlar var ki,
sanattan biraz anlayan onların müze için mutlaka
alınmış olmasını tartışmaz. Petrol zenginleri,
sanatın da zenginleri olma iddiasında, uluslararası
alanda varlıklarını bu yolla kanıtlamaya
çalışıyorlar.
Biraz daha yakından takip edenlerin çok iyi bildiği
gibi, bilhassa Avrupa futbolunda nasıl bir etkileri
varsa, sanat dünyasında da benzer bir etki alanına
doğru ilerliyorlar. Bizim futbol takımlarımız için
böyle bir durum var mı, ben bilemem ama, örneğin
çağdaş sanat koleksiyonlarına hangi yerli
sanatçılarımız girebilir veya böyle bir talep var
mı? Bunu merak ediyorum.
Belki tekrara düşmüş gibi olacağım ama bir dosyayı
yeniden açmak taraftarıyım. Kültür Başkenti İstanbul
Dosyası! Tekrar açılmalı, kalıcı hiçbir binanın
olmadığı, müzenin, kütüphanenin, konser salonunun,
opera salonunun yapılmadığını, gereksiz, küçük kçük
yerlere paraların harcandığını, ziyan edilmiş bir
fırsat olduğunu yeniden tartışmalıyız. Tek tek,
madde madde bu dosyanın incelenmesini, hatta kimlere
ne ödendiğinin gösterilmesini öneriyorum.
* * *
Uluslararası
alanlarda gezinip duruyorduz ama alıcı ve satıcı
kimliği kazandığımızı sanmıyorum.
(*) That deep-pocketed art buyer?
It’s an oil-rich bidder: Qatar, by Robin Progrebin,
International Herald Tribune, Tuesday, July, 23,
2013.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan,
26.07.2013
|
MECLİS SARAY ZENGİNİ
TBMM Başkanvekili Sadık
Yakut, Meclis’e bağlı saray, köşk ve kasırları
2002-2013 yılları arasında toplam 10 milyon 312 bin
413 kişinin ziyaret ettiğini aktararak, 104 milyon
15 bin 756 lira ücret tahsil edildiğini açıkladı.
CHP
Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin Milli Saraylar
Daire Başkanlığı’na bağlı tüm saray, köşk ve
kasırların ziyaretçi sayıları ve elde edilen gelirle
ilgili soru önergesini yanıtlayan Yakut şunları
kaydetti: “2002-2013 yılları arasında saray, köşk ve
kasırları 2 milyon 148 bin 676 öğrenci ziyaret etmiş
ve 3 milyon 868 bin 913 lira ücret tahsil
edilmiştir. 2002-2013 yılları arasında saray, köşk
ve kasırları toplam 10 milyon 312 bin 413 kişi
ziyaret etmiş ve 104 milyon 15 bin 756 lira ücret
tahsil edilmiştir. Söz konusu tutarlar, kurumumuz
özel ödenek hesabına aktarılmaktadır.”
Hürriyet, Haber: Umut
Erdem, 26.07.2013
|
|
LONDRA'DA ONLINE HAT
MÜZESİ

İnternet üzerinden
kurulan www.nuqta.com hat müzesi, klasik ve modern
üslupta hat fotoğraflarını depolayarak, tüm dünya
üzerinden ulaşılabilen bir veritabanı oluşturmuş.
Henüz bir aylık geçmişi olan site, akıllı telefon
uygulamasından çekilen fotoğraflarla genişliyor.
Kur’an-ı Kerim, Mekke’de
nazil oldu. İstanbul’da yazıldı ve Mısır’da okundu.
Bu meşhur darb-ı meselin hakikatini İstanbul’un dört
bir yanına serpiştirilen kitabelerden,
kütüphanelerde, koleksiyonlarda muhafaza edilen
elyazmalarından anlamak mümkün. Türk sanatkârların
aşk ile vücuda getirdiği eserlerin dünyayı
dolaştığını ve ehl-i dikkatin sinesine dokunduğunu
biliyoruz. Hâkezâ bu mecrada nice kalem erbabı da
sanatını Türk hattatlardan meşk etti. Fakat bu
nadide sanat, artık İslam coğrafyası dışına taştı.
Kitle iletişim araçlarıyla teşvik edilen hat
sanatının dünyanın dört bir köşesinden meraklıları,
www.nuqta.com’da bir araya geldi.
Ödüllü hattat Mukhtar
Sanders ve kaligrafi ustası Soraya Syed (Art of the
Pen) öncülüğünde kurulan nuqta.com internet sitesi,
dünyanın her yerinden katkı yapılabilen bir veri
tabanı özelliğini taşıyor. Hat sanatını tanıtmayı
hedefleyen site, yeni ekol ve trendlerin
paylaşabileceği online bir platform aynı zamanda.
Kâr amacı güdülmeden kurulan site, henüz birkaç
hafta önce işlemeye başladı. Londra merkezli
Inspiral Design Ajansı tarafından üretilen akıllı
telefon uygulaması sayesinde, beğendiğiniz hat
çalışmalarının fotoğrafını sisteme yüklemeniz
mümkün. Bu sayede takipçilerin her zaman
ulaşabileceği bir kaynak konumuna gelecek olan
Nuqta, yeni paylaşımlarla zenginleşerek hattın
wikipedia’sı olmayı bekliyor.
Site içinde yayınlanan
makalelerle hat sanatının görsel sanat olarak yeri,
icra tarzları, farklı ekoller ve bunların gelişim
süreci hakkında tarihî bilgi edinebilmek mümkün.
Dubai Sanat Haftası’nda büyük beğeni toplayan grup,
22 Haziran ile 6 Temmuz günleri arasında Londra’da
düzenlenen Shubak (Arap kültürü üzerine bir bakış)
adlı festival kapsamında internet üzerinden
kurdukları uygulamayı tanıttı. Nuqta müdavimleri,
yaptıkları atölye çalışmaları ve sergilerle hat
sanatının tanıtılması ve öğretilmesi için
uğraşlarına devam ediyor.
Nasıl
yükleyeceksiniz?
Uygulamaya ulaşabilmek
için Apple Store üzerinden nuqta yazarak aratmanız
yeterli olacaktır. Karşınıza gelen programı ücretsiz
indirebiliyorsunuz. Ardından kullanıcı ismini girip
fotoğraf çekebilir, çektiğiniz ilginç hat
figürlerini doğrudan veritabanına
yükleyebiliyorsunuz. Fotoğraf karesinden sonra
uygulama size resmini çektiğiniz hattın ne tür
özellikleri olduğunu soruyor. Çektiğiniz
fotoğrafları klasik formdaki divani, kufi, nesih,
nestalik, rika, sülüs tarzlarının yanı sıra dijital,
epigraf, grafiti, grafik tasarım, boyama, imza,
tipografi gibi modern biçimlerde yapıldığını da
işaretleyebilirsiniz. Bu sayede araştırma yapanlar
için bir kolaylık ve yol haritası olacaktır. Site
üzerinden hangi ülkeden ne kadar katkı yapıldığını
görmek de mümkün. Ayrıca sitedeki fotoğraflara yorum
yapabiliyor ve fotoğrafı çekenle irtibata
geçebiliyorsunuz. Siteye Türkiye’den henüz yeterli
bir sayıda paylaşım mevcut olmadığını da ekleyelim.
Zaman, Haber: Erkam
Emre, 26.07.2013
|
DEFİNE BULMAK İÇİN
SERVET HARCADI
Mersin’in merkez
Toroslar İlçesi Çavuşlu Mahallesi’nde, ağaç dalının
gösterdiği 100 metrekarelik alanda mart ayı
başlarında iş makineleriyle kazı çalışmalarına
başlayan madenci Hikmet Rençber (55), haziran ayında
izin süresinin bitmesiyle birlikte çalışmalara son
vermek zorunda kaldı. Rençber, 3 iş makinesiyle
sürdürdüğü çalışma sona erince kazdığı yeri toprakla
kapatarak kentten ayrıldı.
Hikmet Rençber, İHA
muhabirine yaptığı açıklamada, çalışma yaptığı yerde
’define’ olduğu inancını hiçbir zaman kaybetmediğini
söyledi. Kanun ve yönetmeliklerin daha fazla çalışma
yapmaya müsaade etmediğini ifade eden Rençber,
"Çalışma iznimizin bitmesine 13 gün kala durdurmak
zorunda kaldık. Çünkü 100 metrekarelik bir alanda, o
kadar sürede 53 metre derinliğe inmek kolay değil.
Biz sadece 33 metre derinliğe inebildik ve bugüne
kadar kil dışında bir şey bulamadık. Bu bölgede
define olduğundan eminim. O yüzden çalışmalara devam
edeceğiz. Koordinat değişikliği yaptıktan sonra ekim
ya da kasım ayında yeniden kazı çalışmalarına
başlayacağız. Şu anda onun çalışmalarını yapıyoruz"
dedi.
Rençber, Mersin’deki
kazı çalışmalarında şu ana kadar yaklaşık 400 bin
lira harcadığını belirtirken, bunun için pişman
olmadığını kaydetti.
Şu anda Aydın’ın
Germencik İlçesi'ne bağlı Ortaklar bölgesinde bir
kazı çalışması için hazırlık yaptığını anlatan
Rençber, eski Osmanlı parası bulmayı umut ettiğini,
buradaki çalışmanın ise birkaç gün süreceğini
söyledi.
Yüksekova Haber,
25.07.2013
|
KIZ KULESİ SATIŞA ÇIKTI

İstanbul'un en önemli simgelerinden olan 2
bin 500 yıllık Kız Kulesi'ni 49 yıllığına kiralayan
Hamoğlu Holding, geriye kalan 38 yıllık kullanım
hakkını satıyor. Bir süredir büyük alıcılarla
görüşen Hamoğlu Holding Başkanı Ahmet Hamoğlu'nun,
özellikle yabancı yatırımcılardan büyük ilgi gördüğü
öğrenildi. Kulislere göre Kız Kulesi için 22 milyon
euro isteyen Hamoğlu'na ilk ciddi teklif Körfez'in
en büyük holdinglerinden birinden geldi. Ancak Arap
şirketi, fiyatında anlaştığı kuleyi şirket merkezi
yapmaya kalkınca görüşmeler sonlandırılmış oldu.
Çünkü mevzuata göre Kız Kulesi'ni halkın kullanımına
kapatan projelere izin verilmiyor. Edinilen
bilgilere göre çok sayıda yabancı şirket bu tarihi
yapıyı portföyüne katmak istiyor. Yakında ABD'li bir
grubun ciddi bir teklifle Türkiye'ye geleceği de
belirtiliyor.
Sabah, Haber:
İbrahim Acar, 25.07.2013
******
KIZ KULESİ İÇİN
SATILDI-KİRALANDI POLEMİĞİ
Kız Kulesi'ni 49
yıllığına kiralayan Hamoğlu Holding 'kullanım
hakkını satışa çıkardı' haberlerini yalanladı. Ancak
tarihi yapıların 'kullanım hakkı' adı altında
holdinglere kiralanması medyanın dikkatini çekmedi.
"İstanbul'un
en önemli simgelerinden olan 2 bin 500 yıllık Kız
Kulesi'ni 49 yıllığına kiralayan Hamoğlu Holding,
geriye kalan 38 yıllık kullanım hakkını satıyor"
şeklindeki haberi Sabah Gazetesi duyurdu.
Haberde Kız Kulesi için
22 milyon Euro isteyen Hamoğlu'na ilk ciddi teklif
Körfez'in en büyük holdinglerinden birinden geldiği,
Arap şirketi'nin fiyatında anlaştığı kuleyi şirket
merkezi yapmaya kalkınca görüşmeler sonlandırıldığı
ifade edildi.
Holding tarafından
konuyla ilgili yapılan açıklamada ise şöyle denildi:
"Kız Kulesi Hamoğlu
Holding A.Ş. tarafından satışa çıkmadığı gibi, zaten
satışa çıkartılması da mümkün değildir. Zira Hamoğlu
Holding A.Ş.' ye bağlı bir şirket olan Hamoğlu
Turizm Otelcilik San. ve Tic. A.Ş., Kız Kulesi' nin
mülkünün sahibi değil, irtifak hakkı sahibi ve ve
işletmecisidir. Kız Kulesi' nin sahibi ise Maliye
Hazinesi - Milli Emlak Müdürlüğü' dür."
Sol Haber, 25.07.2013
|
ÇÖPLÜKTEN TARİH ÇIKTI

Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, İznik merkezde bulunan ve halkın "Böcek Ayazma" adını verdiği tarihi yapıyı incelemeye gitti.
HAC MERKEZİ OLABİLİR
11 merdivenle inilen ve bakımsızlıktan çöplük halini
alan yapının bir vaftizhane olduğunu gören Şahin,
vaftizhanenin 50 metre ilerisindeki Koimesis
Kilisesi'nin tarihinin MS 6. yüzyıla kadar
gittiğini keşfetti. Böylece buranın benzerleri
İtalya ve Kudüs'te yer alan bir şehitlik
olabileceğini, bu özelliğinin de yapıyı
Hıristiyanlar için önemli bir hac merkezi haline
getirebileceğini ortaya koydu. "Bizans
İmparatorluğu'nun önemli şahsiyetlerinden birisi
olan I. Theodoros Laskaris'in de mezarının bu
kilisede olduğunu biliyoruz" diyen Şahin, "Ayazmanın
ve kilisenin mutlaka birlikte ele alınması gerekir.
Eğer bu eserleri ortaya çıkarabilirsek, İznik'in
kaderi değişecek" şeklinde konuştu.
AYASOFYA'YA BENZİYOR
Koimesis Kilisesi'nin planının İznik'teki diğer
kiliselerden farklı olduğunu belirten Şahin
kilisenin, İstanbul'daki Ayasofya Kilisesi'ne
benzeyen formunun dikkat çekici olduğunu söyledi.
"1065 depreminde yıkılan kilise 10. Konstantin
tarafından tekrar onarılmış ve Aziz Nikephoros'a
tahsis edilmiş" diyen Şahin "Güney kapı alınlığında
altın yaldızlı zeminde bel hizasına kadar Meryem
Ana, kucağında Hazreti İsa ve yanında 10.
Constantinos ve Patrik Nikephoros ile birlikte
betimlenmiş. Ayrıca kilisenin içerisinde 4 tonozdan
4 farklı betim var. Bunlar çok önemli çünkü 4 İncil
yazarının betimleri yer alıyor" diye konuştu.
Kilisenin 1204 yılında İznik Bizans
İmparatorluğu'nun merkez kilisesi (metropolitlik)
olduğunu belirten Şahin, kilisenin 1922 yılında
İstiklal Savaşı esnasında tahrip olduğunu söyledi.
VALİLİK KORUMA ALTINA ALDI
Bu gelişmelerin ardından Bursa Valiliği yapıları
koruma altına alarak temizledi. "Kilisenin adının
'Meryem'in göğe yükselmesi' anlamına gelmesi de,
yüzeyde ayak, sütun ve sütun başlığı gözüken yapıyı
çok değerli kılmaktadır" ifadesini kullanan Şahin,
"Burada yapılacak kazılarda Hıristiyan tarihi
açısından önemli mezarlara ulaşılabilir önemli bir
turizm merkezi halini alabilir" dedi.
Sabah, Haber:
Nurdeniz Erken, 25.07.2013
Editörün Notu:
Böcek Ayazması adıyla bilinen yapı, 1930 yılında başlanan İznik araştırması kapsamında 1935 yılında A. M. Schneider tarafından incelenmiş, plan ve çizimleri yapılmıştır. Vaftizhane binası olduğu bilinmektedir. Yapı, TAY Projesi Bizans Marmara Envanteri'nde yer almakta olup, 2008 yılında yapılan arazi çalışmasında tahribatı belgelenerek yayınlanmıştır. Detaylı bilgi için: http://www.tayproject.org/TAYBizansMar.fm$Retrieve?YerlesmeNo=20072&html=bizansdetailt.html&layout=web
Koimesis Kilisesi ise yıkılmadan önce J. von Hammer tarafından araştırılmış ve bu araştırma sonunda kilisenin tarihlendirilmesinde etkili olan bir mozaik kitabe ilk olarak Hammer tarafından yayınlanmıştır. Yapı, TAY Projesi Bizans Marmara Envanteri'nde yer almakta olup, 2008 yılında yapılan arazi çalışmasında tahribatı belgelenerek yayınlanmıştır. Detaylı bilgi için: http://www.tayproject.org/TAYBizansMar.fm$Retrieve?YerlesmeNo=20241&html=bizansdetailt.html&layout=web
|
|
KOMANA ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Tokat’ta bulunan Komana antik kentinde ara verilen kaza çalışmaları başladı.
Tokat Valisi Mustafa Taşkesen, Komana Antik Kentinde kazı çalışması yapan ODTÜ Yerleşim Arkeolojisi'nden Doç.Dr. Burcu Erciyas ile Sivas Müzesi'nden Arkeolog Adem Bedir’i makamında kabul etti. Erciyas, 2009 yılında başlatılan kazı çalışmaları ile ilgili Vali Taşkesen’e bilgi verdi. Tokat merkeze 10 kilometre uzaklıkta Niksar Karayolu üzerinde bulunan Komana antik kentinin Hellenistik, Roma ve Bizans Dönemindeki yerleşim merkezi olduğunu ifade eden Erciyas, 2004 yılında başlayan yüzey araştırmaları sırasında Erken Tunç Çağı'ndan Osmanlı Dönemi'ne uzanan birçok küçük yerleşim tespit edildiğini kaydetti. 2009 yılında dönemin Bakanı tarafından kazı çalışmaları yıllara sari olarak başlatılmış olduğunu ifade eden Erciyas, Komana'da Hamamtepe'nin en son kullanım evresini temsil eden Geç Bizans/Selçuklu Dönemi ne ait işlikler ve yerleşimi çevreleyen sur duvarları ve anıtsal boyutta altıgen bir havuz yapısı ortaya çıkarıldığını sözlerine ekledi.
Konya Hakimiyet, 25.07.2013
|
ALANYA'YA 'SELÇUKLU ARAŞTIRMA
MERKEZİ' KURULACAK
Toplantıda konuşan Selçuk
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr.
Hakan Öniz, 'Selçuklu
Araştırma Merkezi'nin kurulması için görüş birliğine
varıldığını söyledi. Kısa bir süre içinde kurulması
planlanan merkezde özellikle
Selçuklu dönemi ve
deniz altındaki arkeolojik kalıntıların
araştırılacağını belirten Dr. Hakan Öniz, Merkezin
kurulması için çalışmalar başladı. Bu oluşuma
Alanya
Kaymakamlığı,
Alanya Belediyesi,
Alanya Müzesi ve
Selçuk Üniversitesi dahil oldu. Bununla ilgili ilk
adımlar atılmaya başlandı. Çok kısa bir süre
içerisinde eski bir yapı
Alanya Belediyesi
tarafından restore edilerek hizmete geçirilecek
dedi.
Alanya kıyılarında 10 Temmuz'dan bu yana 15 kişilik
sualtı ekibiyle arkeolojik araştırma yaptıklarını
kaydeden Dr. Öniz, Bizim çalışma kapsamımızdaki
Alanya kıyıları
arkeolojik anlamda çok önemli. Çalışmalar devam
ediyor ve somut sonuçları çalışmanın sonuna doğru
açıklayabileceğiz. Sualtı araştırmalarımız
Antalya kıyılarında
da devam edecek. Çalışmalarımızı 30 Ağustos'ta
tamamlamayı hedefliyoruz diye konuştu.
Kaymakam
Erhan Özdemir ise
kazı ve araştırma çalışmalarının koordine
edilebilmesi için bu merkezin bir ihtiyaç olduğunu
dile getirdi.
Selçuk Üniversitesi ile yıllardır çalıştıklarını
kaydeden Belediye Başkanı
Hasan Sipahioğlu da
Dr. Hakan Öniz ve ekibine her türlü desteği
verdiklerini söyledi.
haberler.com, 25.07.2013
|
PROJE ONAYDAN SONRA AÇIKLANACAK

İstanbul’un tarihi Roma dönemine kadar uzanan
Haliç bölgesinde merakla beklenen Haliçport ihalesi
dün yapıldı.
İhale öncesinde Mehmet Cengiz’in “Agresif
olmayacağız”, Fettah Tamince’nin ise “Ne pahasına
olursa olsun alırız demiyorum” sözlerine rağmen
kıran kırana bir mücadele gerçekleşti.
Cengiz İnşaat-Taca İnşaat-Galeri Kristal OGG 862
milyon dolarla başladığı ihalede 1 milyar 345 milyon
dolara kadar çıktı.
1 milyar 136 milyon dolar teklifle başlayan
Rixos-Sembol-Ekopark Turizm-Fine Otel OGG ise 1
milyar 346 milyon dolara çıkarak en yüksek teklife
imza attı.
Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi, kamuoyunun
gözü üstünde olan bir proje. Bölgeye yapılacak
yatırım, kentsel dönüşüm alanında yer alan bölge
için bir benchmark, bir örnek olacak...
Haliçport Projesi, 250 dönümlük arazi üzerinde
gerçekleştirilecek. Bu proje kapsamında bakanlığın
talebine göre yat limanları, 2 otel ve bin kişilik
cami yer alacak.
Yap-işlet-devret modeliyle projeyi gerçekleştirecek
Sembol İnşaat’ın Yönetim Kurulu Başkanı Fettah
Tamince’yi ihale sonrası aradım. Rakamın
beklediklerinin çok üzerine çıktığını söyleyen
Tamince, bunu ihale psikolojisine bağlıyor. “Çok
düşündüm ihaleye ben de katılayım mı diye. Zor karar
verdim. Ben orada olmasaydım arkadaşlar büyük
ihtimalle çekilirdi” diyor.
Tamince, önce onay sürecini bekleyeceklerini,
yaklaşık 2 ay sonra ise projeyi gerçekleştirmek için
çalışmalara başlayacaklarını ekliyor.
“Projeniz hazır mı?” sorusuna da şöyle yanıt
veriyor:
“Hazır olan bir projemiz yok. Ama çizimlerimiz var.
Hükümetin istediği parametrelere uygun olarak
hazırladık. Sözleşme imzalandıktan sonra kamuoyu ile
paylaşıp üzerinde tartışılmasını sağlayacağız. Ancak
tabii ki son kararı kamu verecek.”
Tamince, hassasiyetleri göz önüne alan, bölgede
kazılarıyla tarihi ön plana çıkaran bir proje
hazırlayacaklarını anlatıyor ve ekliyor:
“Bu sadece bir liman projesi değil. Bu proje Haliç
bölgesi ile nasıl bütünleşir diye bakacağız. Bu
bölge çok eski bir ticaret bölgesi. Bölgeye yakışan
bir proje yapacağız.”
‘En titiz projemiz olacak’
Haliçport ile ilgili kamuoyundaki korkular,
hassasiyet ortada. Arkeolojik değerlerin zarar
göreceği iddiaları var. Bu endişeleri de
değerlendiren Tamince, “Paldır küldür bir proje
yapmayacağız. En titiz projemiz olacak. Daha önce de
söyledim, ne yapmayacağımızı biliyoruz” diyor.
“Kamuoyu ikna olmazsa ne yapacaksınız?” sorumu ise
“Herkesin hemfikir olması mümkün değil. Ancak biz
makulü bulmak için uğraşacağız. Öyle bir proje
yapılması gerekiyor ki hem dünya alkışlamalı hem de
ticari dönüşü olmalı” diye yanıtlıyor.
Bu arada projenin finansmanı konusunda ise endişeli
görünmüyor. 15 yıldır turizm yatırımları
yaptıklarını hatırlatıyor. “Finansman modelleri
konusunda deneyimliyiz. En doğru model ne ise onu
bulacağız. Gerekirse ortak da alırız. Bir şartımız
var: Vizyonu biz belirleriz. Çünkü bu projenin en
önemli ayağı vizyon.”
Tamince, “Kazanırsak gurur duyulacak bir proje
yapacağız. Tartışılan bir işin içinde olmayız”
sözlerini de yineliyor.
Projede koruma kurulu kararları var mı, izinler
tamam mı gibi sorulara henüz net bir yanıt
verilmedi. Tamince idarenin vereceği izinlerin
önemli olduğunu söylüyor.
KDV’si ile birlikte 1.5 milyar dolar teklif gelen
Haliçport projesinde her zaman olduğu gibi ‘islim’
yine arkadan gelecek gibi görünüyor!
Radikal, Haber: Jale Özgentürk, 25.07.2013
******
MİMARLAR ODASI'NDAN HALİÇ PROJESİNE TEPKİ:
YARGIYA GOTURECEĞİZ
Dün ihalesi gerçekleştirilen “Haliç Yat
Limanı ve Kompleksi Projesi” ilişkin bir açıklama
yapan TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent
Şubesi, projenin ihale koruma ve imar mevzuatına,
şehircilik ilkelerine ve bilimine aykırı olduğunu
açıkladı ve dava açmaya hazırlandığını duyurdu.
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi,
Haliç’i boydan boya ranta açacak ve tarihi değerleri
yok edecek projeye tepki gösterdi.
Konuya ilişkin dava hazırlığında olduğunu da
duyuran Mimarlar Odası’nın açıklaması şu şekilde:
Bilinen 8500 yıllık tarihi ile İstanbul
Kenti’nin tarih boyunca ve bugün dünyaca
tanınmasında simgesel öneme sahip “altın boynuz”
olarak da bilinen Haliç ve kıyıları
Basında çıkan haberlerden “Haliç Yat Limanı
ve Kompleksi Projesi” ihalesinin bugün
(24.07.2013) tamamlanmış olduğunu öğrenmiş
bulunuyoruz. Basında çıkan haberlere göre Proje,
4 yılı inşaat, 45 yılı işletme süresi olmak
üzere 49 yıllığına Yap-İşlet-Devret modeliyle
gerçekleştirilecek. Proje kapsamında her biri 70
yat kapasiteli iki yat limanı, her biri 400 oda
kapasiteli 5 yıldızlı iki otel, dükkanlar,
restoranlar, kongre ve kültür merkezleri, sinema
ve eğlence tesisleri, bin kişilik cami ve
otoparkı kapsamaktadır.
İlk kez 12 Eylül sonrasında gündeme getirilen,
Dalan döneminde uygulanmaya başlanan ve
günümüzde kentsel dönüşüm ile daha ileri aşamaya
ulaştırılan bilimi, uzmanlığı, hukuku,
şehirciliği ve planlamayı ret eden rant odaklı
süreç, “Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi”
ile Haliç’in “el değmemiş” son parçasına da
uzandı.
Okmeydanı kentsel dönüşüm projesinin denize
açılan kapısı olduğu ve zaman içinde
Kasımpaşa’yı da içine alarak Galataport ile
bütünleştirilmesinin amaçlandığı açık olan bu
proje ile dünyanın en eski ikinci tersanesi -ve
Tersane-i Amire’nin günümüzdeki karşılığı- olan
558 yıllık Haliç Tersanelerinin, dünya üzerinde
başka örneği bulunmayan şekilde ve yaklaşık 6
asırdır gemi yapım işlevini sürdüren tek
endüstriyel arkeolojik SİT’in ortadan
kaldırılması için yeni bir adım atılmış oluyor.
Konunun sadece gelecek kuşaklara aktarılması
ile yükümlü olduğumuz kültürel, tarihi ve
endüstriyel arkeolojik mirasın korunması
açısından değil; kentin ve geleceğinin
şekillendirilmesi açısından da bütünlüklü olarak
ele alınması gerektiği açıktır. Oysa ihale,
sadece Tersane-i Amire'yi oluşturan alanın
bütünlüğünü bozmakla kalmamakta, 2863 sayılı
Koruma Mevzuatı, Koruma Kurulu kararları,
planlama ve şehircilik ilkeleri, imar mevzuatı
vb. uyulması zorunlu mevcut bütün yasal
düzenlemeleri de yok saymaktadır.
Her türlü yatırım imar planlarına dayanmak
zorundadır. Bilinen 8500 yıllık tarihi ile
İstanbul Kenti’nin tarih boyunca ve bugün
dünyaca tanınmasında simgesel öneme sahip “altın
boynuz” olarak da bilinen Haliç ve kıyıları bu
özelliği dikkate alarak ve tarihi özellikleri
itibarı ile bir dünya mirası olduğu özelliğini
unutmadan bütüncül olarak ele alan bir planlama
süreci ile ve dünya mirası olarak korunarak ve
geliştirilerek gelecek kuşaklara aktarılması
yerel ve merkezi yönetimlerin asli sorumluluğu
ve görevidir.
Hal böyleyken ihale, ulusal ve uluslararası
mevzuat yok sayılarak hiçbir planlamaya
dayanmayan projeye göre yapılmıştır. Bu özelliği
ile ihale koruma ve imar mevzuatına, şehircilik
ilkelerine ve bilimine aykırı olduğu için kamu
ve toplum yararına açıkça aykırıdır.
İhalenin gelinen bu aşamaya kadar izlemiş olduğu
süreç, gelinen nokta itibariyle kamu kurumu
niteliğinde anayasal bir meslek kuruluşu
açısından yargı önüne götürülmeyi zorunlu
kılmaktadır. Normal hukuk düzeninin işlediği bir
ülkede bu hukuksuzluğun yargıdan onay bulmasının
mümkün olmadığı inancındayız. Süreci başından
itibaren yakından izleyen Odamız, açılacak dava
ile ilgili gerekli hazırlıkları tamamlama
aşamasında olup, kamuoyu gelişmelerden
bilgilendirilmeye devam edilecektir.
Saygılarımızla,
TMMOB Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi
Yönetim Kurulu
Sol Haber, 25.07.2013
|
"SOMUNCU CAMİSİ'Nİ KİMSE
YIKAMAZ"
Bolu
Valiliği tarafından düzenlenen III. dönem il
koordinasyon kurulu toplantısına katılan
Vakıflar Genel müdürlüğü Ankara Bölge müdürlüğü
bölge müdürü Aslan Yıldız somuncu camisinin
geleceğiyle ilgili önemli açıklamalar yaptı.
Yıldız, Tabaklar Mahallesi’ndeki Somuncu
Camisinin 1890’lı yıllarda inşa edildiğini
söyleyerek; “Bu cami 1940 yılındaki depremde
yıkılmış. Cemaat bu caminin yapımını üstlenmiş
ardından 70’li yıllarda burasının tescili
yapılmış.2008 yılında buranın projesi çizilmiş
bu caminin etrafında oturan vatandaşlar bu
caminin yıkılarak yerine daha büyük bir caminin
yapılmasını talep etmişler kendilerine resmi
olarak başvuruda bulunmaları gerektiği
söylenmiş.2012 yılına kadar uzanan süreçte
konuyla ilgili herhangi bir resmi başvuruda
bulunulmamış. Vakıflar bölge müdürlüğü de bu
süreçte cami ile ilgili projeyi çizerek gerekli
olan açılımları yapmıştır. “ dedi.
“Somuncu Camisi'nin ihalesi
yapılmıştır”
Somuncu Camisi'nin ihalesinin geçtiğimiz
günlerde yapıldığını söyleyen Yıldız; “Şu anda
somuncu camisinin ihalesi yapılmıştır. Yeni
projede eskiden kıble yönünde olan tuvaletler
oradan alınmış yapılacak olan eklentilerle
olması gerektiği yere taşınmıştır. Ayrıca
tuvaletlerin olduğu yere bir şadırvan
kurulacaktır. Böylece tuvaletler dışarıdan
bakıldığı zaman görüntü kirliliği arz
etmeyecektir.264.000 lira ihale bedeli olan
projenin yılsonunda tamamlanarak bolu halkının
hizmetine sunulması planlanmaktadır” dedi.
Tabaklar Mahallesi’nde ibadete açık olan Somuncu
Camii için cemaat Cuma namazı sonrasında imza
kampanyası başlatmıştı. Caminin küçültülmesi ve
ek bölümün yıkılmasına karşı çıkan cemaat
Valilik Makamına teslim edilmek üzere imzalı
dilekçe toplamıştı.
Cuma namazı sonrası bir araya gelen
Somuncu Camii cemaati, caminin tadilatta olması
nedeniyle ibadete kapalı olduğunu, katlı otoparkta
ibadet yapmak zorunda olduklarını belirterek, “Yapılacak
tadilat sonrasında camimizin ek bölümünün yıkılacak
olması nedeniyle camimiz küçülecektir. Camimizin ek
bölümünün ibadete açık olduğu zamanlarda Cuma ve
bayram namazlarında camimiz yetersiz kalmaktadır. Ek
bölüm kalkınca daha da yetersiz kalacaktır. Ayrıca,
camimizin isminden başka, tarihi bir eser
özelliğinin bulunmadığı, görüntü olarak da iç ve dış
mimarisiyle tarihi değeri taşımadığı görülmektedir” demişlerdi
Somuncu Camiinin tarihi bir niteliği olmadığından
dolayı yıkılıp yeniden yapılmasını da talep eden
cemaat, “Camimiz yıkıldığında, çevresinde
bulunan iki arsayı camimize kazandırmayı, camimizle
birlikte alt katına, tuvaletler, abdestlikler, duş
yerleri, kuran kursu, cenaze yıkama yeri ve soğuk
hava dolabı yapmayı taahhüt ediyoruz. Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün camimizde yeniden bir inceleme ve
değerlendirme yapmalarını istiyoruz. Tarihi bir
hataya düşülmemesi, cemaatin mağdur edilmemesi için
bu sese kulak verilmesini ve gerekli işlemlerin
yapılmasını talep ediyoruz” diyerek
imza kampanyası başlatmışlardı.
Bolu Olay, 25.07.2013
|
TÜRK SANATÇILAR 'DIŞARI'YA KAÇIYOR

Son
yıllarda yabancı galerilerle anlaşan çok sayıda Türk
sanatçı var. Bu konudaki en önemli işbirliği bu
yılın başında kesinleşen Taner Ceylan–Paul Kasmin
Gallery ortaklığı ile geçtiğimiz günlerde açıklanan
Ahmet Güneştekin-Marlborough Gallery anlaşması.
Sanatçıların bir kısmı, Türkiye’deki galerilerinin
kendilerine yeterli uluslararası görünürlük
sağlayamamasından şikayetçi.
Geçtiğimiz günlerde, ressam Ahmet Güneştekin’in
Marlborough Gallery ile anlaştığı açıklandı.
Anlaşmaya göre bundan sonra Güneştekin’i
uluslararası sanat fuarları ile dünyanın önemli
sanat etkinliklerinde Marlborough Gallery temsil
edecek. Sanatçı ABD’deki ilk sergisini, bu işbirliği
vesilesiyle 26 Kasım’da New York Marlborough
Gallery’de açacak. Güneştekin’in bir sonraki sergisi
ise 2014’te yine Monaco Marlborough Gallery’de
gerçekleşecek.
Yabancı bir galeri tarafından temsil
edilen/edilecek ilk ve tek Türk sanatçı Ahmet
Güneştekin değil. Aksine son yıllarda yabancı
galerilerle anlaşan çok sayıda Türk sanatçı var. Bu
konudaki en önemli işbirliği bu yılın başında
kesinleşen Taner Ceylan–Paul Kasmin Gallery
ortaklığı.
Sanatçıların yabancı galerilerle işbirliğini
tercih etme girişimlerini, temmuz başında hayata
karışan iki aylık süreli yayın Istanbul Art News’ten
Merve Dalar masaya yatırdı. Dalar’ın ‘Galerilerde
yaprak dökümü’ başlıklı haberinde son dönemde
galerisiyle yollarını ayıran sanatçılar etraflıca
inceleniyor. Bu ayrılıkların bazılarının arkasında
ekonomik ya da kişisel nedenler yatsa da bazılarının
arkasında, yeterli uluslararası görünürlüğün
sağlanamaması var. Sanatçıların bir kısmı,
Türkiye’deki galerilerinin kendilerine yeterli
uluslararası görünürlük sağlayamamasından şikayetçi.
Bu sebeple hem Türkiye’deki hem de yurtdışındaki bir
galeriyle aynı anda çalışmayı tercih eden pek çok
Türk sanatçı var. Bazı sanatçılar ise Türkiye’deki
galerisiyle yollarını tamamen ayırma ve yabancı
galerilerle anlaşma yolunda ilerliyor. Bunlardan
biri Yaşam Şaşmazer. Uzun yıllardır Çağla Çabaoğlu
Sanat Galerisi ile çalışan Şaşmazer artık yoluna
Berlin Art Projects ile devam ediyor. Şaşmazer,
kararının gerekçelerini şöyle sıralıyor: “Artık
Türkiye’de yapacak çok fazla şey yok. Berlin, çok
daha köklü, gelişmiş bir sanat noktası benim
gözümde. Son zamanlarda Türk sanatçılar, yurtdışında
daha görünür olmaya başladı, çünkü Türkiye yeterli
olmuyor. Buradan, uluslararası bir sanatçı olarak
istediğim irtibatlar sağlanamıyor.”
Türkiye’deki galerisiyle yolunu ayıran bir
diğer sanatçı İrfan Önürmen. Türkiye’deki galerisi
Pi Artworks’ten ayrılarak New York’taki C24 Galeri
ile çalışmaya başlayan Önürmen’in bu galerideki ilk
kişisel sergisi geçtiğimiz ocak ayında açıldı.
Yalnız burada şaşırtıcı iki şey var. Birincisi, New
York’ta faaliyet gösteren C24, bir Türk galerisi.
Merve Dalar’ın verdiği bilgiye göre ortakları da
Maide ve Emre Kurttepeli, Aslı ve Erkut Soyak ile
Melih Doğan. İkincisi ise geçtiğimiz ocak ayındaki
serginin alımlarının büyük kısmının yine Türk
alıcılar tarafından yapılmış olması. Benzer şekilde
Şaşmazer’in anlaştığı Berlin Art Projects de Tarık
Yoleri isimli bir Türk tarafından işletiliyor. Ama
tabii hepsinde böyle tesadüfler yok. Örneğin bir
süre önce galerisi Dirimart’la yollarını ayıran
Ramazan Bayrakoğlu tamamen Fransız bir galeriyle,
Galerie Lelong ile anlaştı.
Türkiye’deki galeriler ise sanatçıların
ülkemizden ellerini ayaklarını çekerek sadece
yabancı galerilerle çalışma gibi özel bir eğilimi
olduğu görüşüne katılmıyor. Galeri Nev’in kurucu
ortağı Haldun Dostoğlu, “Ben Türk sanatçıların
yabancı galerilerle çalışmayı tercih ettiklerine
dair bir eğilim olduğunu hiç sanmıyorum.” diyor.
Aslında benimsenen en yaygın durum iki ayrı
galeriyle birden çalışmak. Zaten Haluk Akakçe, Ali
Kazma, Nilbar Güreş ve Selma Gürbüz gibi pek çok
sanatçı bunu yapıyor; hem Türk hem de yabancı birer
galeriyle aynı anda çalışıyor.
YABANCI GALERİLERLE ÇALIŞAN BAZI TÜRK
SANATÇILAR
Ahmet Güneştekin - Malborough Gallery (New York)
Ali Kazma - C24 Gallery (New York)
Ayşe Erkmen - Galerie Barbara Weiss (Berlin)
Azade Köker - Otto Galerie (Münih)
Canan Tolon - Gallery Paule Anglim (San
Francisco)
Hale Tenger - Green Art Gallery (Dubai)
Haluk Akakçe - Alison Jacques Gallery (Londra)
Kezban Arca Batıbeki - Leila Heller Gallery (New
York)
Kutluğ Ataman - Thomas Dane Gallery (Londra)
Nevin Aladağ - Wentrup Gallery (Berlin)
Nilbar Güreş - Galerie Martin Janda (Viyana)
Sarkis - Galeri Nathalie Obadia (Paris)
Selma Gürbüz - Lawrie Shabibi (Dubai)
Taner Ceylan - Paul Kasmin Gallery (New York)
Zaman, Haber: Jülide Güngör, 25.07.2013
|
KAUNOS ANTİK KENTİNDE
KAZI SEZONU BAŞLADI
Kaunos antik kentindeki
kazı çalışmaları başladı. Kazı Başkanı, Başkent
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cengiz Işık,
yaptığı açıklamada, antik kentteki kazı
çalışmalarının eylül ayı başına kadar devam
edeceğini söyledi. Antik kentte onarım ve
restorasyon çalışmalarının yürütüldüğünü ifade eden
Işık, Kaunos antik kentinin tarihe ışık tutan ören
yerlerinden biri olduğunu dile getirdi. Bu yılki
kazı çalışmalarını 43 kişilik ekiple sürdürdüklerini
belirten Işık, kazı ekibine yurt içinden ve dışında
da katılımların olduğunu kaydetti.
Bu yılki kazı
çalışmalarını hamam binasının arka kısmında yer alan
Korint Tapınağı'nda yürüteceklerini belirten Işık,
"Bu yıl restorasyon çalışmalarına da ağırlık
vereceğiz. Kaunos Kenti'nin farklı bir restorasyon
şekli var. Bizim restorasyonumuz bir binayı olduğu
gibi farklı malzemeler kullanarak ayağa kaldırmak
değil binayı daha çok algılanabilir bir konuma
getirip insanlara öyle sunmak. Bizim amacımız
restorasyon çalışmaları ile antik çağda o binanın
işlevinin ne olduğunu insanlara anlatabilmek" dedi.
Işık, 3 bin yıllık tarihi olan Kaunos Antik
Kenti'nde 1966 yılında başlayan arkeolojik
araştırmalar ve kazı çalışmalarının bu yıl yine
farklı bilim dallarından oluşan ekip ve teknik
personel tarafından sürdürüldüğünü, çalışmaların
öngörülen program çerçevesinde kazı, konservasyon ve
restorasyon, onarım, deneysel arkeoloji, arkeolojik
park çalışmaları ve düzenlemeler gibi farklı çalışma
alanlarında gerçekleştirileceğini vurguladı.
Yeni Asır, 24.07.2013
|
ANTİK KENT ÇADIRLA KORUNUYOR
Hava sıcaklığının 36 dereceye ulaştığı Yatağan'daki
Stratonikeia antik kentinde kazı ve restorasyon
alanlarının üzeri, çadır bezi ila kapatılıyor.
Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr.
Bilal Söğüt, yaptığı açıklamada, kazı yaptıkları
alanda son bir haftadır hava sıcaklığının neredeyse
40 dereceye ulaştığını söyledi.

Kazı yapan işçi, öğrenci ve arkeologların zor
şartlarda çalıştığını vurgulayan Söğüt, "Arkeolog ve
öğrenciler için çalışmanın en uygun olduğu dönem yaz
dönemi. Biz de yaklaşık 100 kişilik kalabalık bir
ekiple antik kentte çalışmaları sürdürüyoruz. Hava
çok sıcak ama bazen çoğunlukla bunun farkına bile
varmıyoruz. Arkeoloji mesleği bir heyecan işi. Her
türlü önlemi alıyoruz. Sıcaklığın çok yoğun olduğu
bölgelere çadırlar kuruyoruz" dedi.

Antik kentte kurulan çadırların ısıyı geçirmediğine
işaret eden Söğüt, "Özellikle restorasyon ve
konservasyon yapılan bölgelerde çadırlar
kurduk.Haftanın 5 günü çalışıyoruz ve erken
saatlerde başlamaya dikkat ediyoruz. Sıcak
havalardan daha az etkilenmeye çalışıyoruz. Çadır
bezi hem ışığı geçirmiyor hem havadar.
Arkadaşlarımızın rahat çalışabilmesi için her türlü
ortamı sağlıyoruz" diye konuştu.

Kazı alanında çalışmaları yürüten konservatör Ufuk
Denizli ise sıcak havanın çalışmalarını
güçleştirdiğini kaydetti. Antik kentin taş
hastanesinde yoğun bir çalışma yürüttüklerini ifade
eden Denizli, kentte yürütülen kazılarda kırık halde
bulunan mimari parçaların nakledilerek restorasyon
ilkelerine göre onarıldığını dile getirdi.
Çalışma yaptıkları alanın son günlerde aşırı sıcak
olduğunu vurgulayan Denizli, çalışma alanlarının
üzerini çadır bezi ile kapattıklarını, böylece sıcak
havanın etkisinden kurtulmaya çalıştıklarını
söyledi. Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine
göre, Yatağan'da bugün günün en yüksek hava
sıcaklığı 36 derece ölçüldü.
Sabah, 24.07.2013
|
ZEUS SUNAĞI ÜLKEYE SANAL DÖNÜŞ YAPTI
Türkiye'den 1870'li yıllarda kaçırılan Bergama
Zeus Sunağı Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin
destek verdiği projeyle ülke topraklarına adeta
geri döndü. Bergama Belediyesi'nin BİLKOM ile
ortaklaşa yürüttüğü "Tarih, 3 Boyutlu
Canlanıyor" projesine dahil olan Yaşarlı
öğrenciler tarihi yapının antik çağlardaki
görüntülerini sanal ortama taşıyarak
ziyaretçilerin hizmetine sundular.
Bergama Belediyesi ile BİLKOM,
UNESCO Dünya Miras Listesi adayı Bergama'ya
büyük destek sağlayacak bir proje geliştirdi.
İzmir üniversitelerinin de destek verdiği
projede modelleme yazılımları ve mobil
teknolojinin kullanımıyla Bergama antik şehri 3
boyutlu olarak ziyarete açıldı. Projede Yaşar
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi 4'üncü sınıf
öğrencilerinden Yağmur Yetim ve Müge Yenisu ise
Türkiye'den 19'uncu yüzyılda kaçırılan ve
Almanya'nın Pergamon Müzesi'nde sergilenen Zeus
Sunağı'nın yerinde izlenilmesini sağlayacak
yazılımı oluşturdular.
OLMASI GEREKEN YER BERGAMA
Yaklaşık 2 ay süren çalışmalarında Bergama
Belediyesi'nin arşivinde yer alan mimari
çizimlerden yararlandıklarını belirten Yaşarlı
öğrenciler ülkeleri adına böylesi bir projede
yer almaktan dolayı büyük mutluluk yaşadıklarını
söyledi. Aynı zamanda Bergama'yı teknoloji ile
canlandıran proje grubunun öğrenci temsilcisi
olan Yağmur Yetim, "Bir Bergamalı olarak ilçenin
iki bin yıl önceki halini canlandırabilmek bana
büyük gurur verdi. Eski belgelerden
faydalandığımız gibi fotoğrafları da
yorumlayarak ortaya böyle bir çalışma çıkardık.
Yalnızca 3 basamağı kalan Zeus Sunağı'nı artık
herkes bir bütün olarak görebilecek" dedi.
TARİH NASIL CANLANIYOR
BİLKOM'un iVisit Anatolia aplikasyonunu cep
telefonları veya tablet bilgisayarlara
yükleniyor. Aplikasyonun Bergama'nın
örenyerlerinin çeşitli noktalarına yerleştirilen
barkod kod
u tabelalara okutulmasıyla sistem hayata
geçiyor. Böylece ilçenin ören yerlerini ziyaret
eden kişiler bulundukları noktanın antik çağdaki
bire bir görüntüsünü sanal olarak görme
fırsatını elde ediyorlar.
NE ZAMAN KAÇIRILDI
Bergama Zeus Sunağı, 1870'li yılarda Alman
mühendis Carl Humann tarafından Prusya'ya
kaçırıldı. Bugün Almanya'nın Berlin şehrinde
bulunan Pergamon Müzesi'nde sergilenen Zeus
Sunağı her yıl binlerce insan tarafından ziyaret
edilerek ülke ekonomisine büyük katkı sağlıyor.
Bergama Belediyesi Eski Başkanı Sefa Taşkın
döneminde sunağın ait olduğu yere iadesi için
kampanya başlatılmış, 1 milyon imza toplanmıştı.
Star, 24.07.2013
|
TANRIKULU, ÖMER ÇELİK'E SANASARYAN'I SORDU

Türkiye Ermenilerine ait olan ancak Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün elinde bulunan tarihi Sansaryan
(Sanasaryan) Han’ın bir ihaleyle 20 yıllığına
kiralanacağının ortaya çıkması üzerine Agos Gazetesi
Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, konuyla ilgili
haberinde “Sanasaryan Han, Ermeni Patrikliği’nin
açtığı iade davası sürdüğü halde ihaleye çıkarıldı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan ihale
duyurusu Resmi Gazete’de yayınlandı. 18 Temmuz’da
yapılacak ihaleyle hanın kullanım hakkının 50
yıllığına Patrikhane’ye verileceği söylentisi de
şimdilik ortadan kalkmış oldu. 11 milyon 660 bin
lira onarım bedeli belirlenen bina, 20 yıllığına
kiralanacak. İlk yıl için 120 bin lira kira bedeli
biçilen Sansaryan Han’ın restorasyonu 18 ayda
tamamlanacak. Ermeni Patrikhanesi hanın önce 3.
Şahıslara devredilmemesi için mahkemeye başvuru
yapmıştı. Başvuru sonrasında da tedbir kararı
alınmıştı. Patrikhane daha sonra hanın kiralanmaması
için de mahkemeye başvurdu. Ancak 19 Temmuz 2013
tarihinde basına yansıyan haberlere göre mahkeme hem
başvuruyu reddetti hem de tedbiri kaldırdı ”
ifadelerini kullandı.
Bu bağlamda Sezgin Tanrıkulu, Ömer Çelik’e “Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nün tarihi Sanasaryan Han veya
kamuoyunda bilinen ismiyle Sansaryan Han’ı kiralamak
üzere ihale açmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vakfın bu adımının arkasında sizin herhangi bir
kararınız veya talimatınız olmuş mudur?” diye sordu.
Tanrıkulu ,”Sansaryan Han’ın otel yapılacağı
iddiaları gerçeği yansıtmakta mıdır? Tarihi bir
yapının ticari amaçla kullanıma açılması hangi etik
değerlerle örtüşmektedir “ diyerek Ermeniler
açısından manevi önemi bulunan bu tarihi yapının
Ermeni Patrikhanesi’ne iadesi için talep edilmesine
yanıt gelmemesi üzerine “Söz konusu Han’ın üçüncü
şahıslara kiralanması için ihaleye çıkarılmasının
1915’in yüzüncü yıldönümü olan 2015’in arifesinde
gerçekleşmesi rastlantı mıdır” ve “Sansaryan Han
dahil olmak üzere sayısız vakıf mallarının iadesi
için çeşitli girişimler, talepler gündeme
gelmektedir. Vakıf mallarının iadesi için ne tür
çalışmalar yapıyor veya yapmayı düşünüyorsunuz”
sorularına cevap istedi.
Agos, 24.07.2013
|
BU KAPIDAN ÖLÜM GİREMEZ

“Mutlu insanların öyküsü olmaz.” 1908-1986
yıllarında yaşamış, Fransız yazar, filozof ve
gazeteci Simone de Beauvoir böyle diyor. Mutlu /
mutsuz, iyi / kötü, güzel / çirkin, doğru / yanlış
v.s. gibi (bundan bilmem kaç milat önce, ademoğlunun
yarattığı) tanımlara inanır mısınız bilmem ama, bu
tanımlananlara inat, birileri var ki tanımsızlığın
diyarında, paralel evrenlerinin tadını çıkarıyor.
Nereden mi biliyorum?! (Bu çok mu önemli -geçelim
reca edicem-) Hayatın, belki’lerle, ama’larla ve
fakat’larla işi olmuyor ya da mealine virgül
koyulamıyor da ondan! Tek bildiğim, mutsuz
insanların geniş kahkahaları oluyor. Ya da size
uymuyorsa bu ‘söylenenler’ ya da ‘altı çizilenler’;
yalan dünyaya devam deriz, ey ömrünün bilmem kaç
lügatını öğretilmişliklerle harcamış fani! Şimdilik
kaldığımız yerden devam diyerek, bugünün fonunu da
araya serpiştiriyorum ve görüntü tamam oluyor
kadrajda. Zira biraz müzik her şeyi iyi eder
mahlasında, indie ve country müzikseveler için
gelsin ama öncesinde, biraz ses alalım lütfen: The
Lumineers’ten ‘Stubborn Love’ veya ‘Ho Hey’…
BERGAMA’DA TARİH 3 BOYUTLU CANLANIYOR
Geçtiğimiz haftalarda, “Tarih, 3 boyutlu
canlanıyor” başlığıyla ve “Tablet bilgisayar ve
akıllı telefonlar üzerinden sağlanan, 3 boyutlu
gezinme uygulamasıyla, UNESCO Dünya Mirası
Listesi’ne aday olan
Bergama’nın, 4 antik alanı olan Zeus Sunağı,
Athena Tapınağı, Kızıl Avlu ve Asklepeion’u, 360
derece sanal ortamda ama orijinal haliyle görmeye ne
dersiniz?” açılımıyla bir keşif rotası daveti aldım.
İşin açıkçası, mesleğini icra edemeyen bir arkeolog
olarak tarih/keşif kısmı tam benlik, hem de
çocukluğunun gezi rotalarının bir kısmı
Bergama-Dikili’ye düşmüş bir fani olarak lakin 3
boyutlu, akıllı telefon, tablet ya da bilumum
teknolojik ürünler ve getirisi olarak detaylar; ne
yazık ki bende yavaştan ‘kaç kaç’ edası uyandırıyor.
Ben, daha 1. boyutta, suretimin efsununu
çözememişken ve matrix ayarlarımı, bildiğimiz cep
telefonun, sadece mesaj yazma bölümünde, o da ‘off’
da ‘puff’ da şeklinde hatmederken, tarihi, dijital
ortamda, 3 boyutlu algılama hali(m), çok acayip! Ki
tableti ve akıllı telefonu geçtim, face ve twitter’ı
da olmayan bir bünye olarak, sanırım anlatabildim...
Kısaca ben, bu yüzyılın, şahane argümanlarından da
yarattığı nimetlerinden de anlamıyorum. Herkesin her
şeyleri hatmettiği şu habitatta, ben ‘bağzı şeyleri’
anlamamışım, ne çıkar bundan?! Nasılsa anlayanları
var.

ZONGULDAK
MADEN İŞÇİLERİNDEN
BERGAMA KÖYLÜLERİNE
İşte böylesine bir kafa algısında gittim: Adını
hafızalara, 1990-91’de, Zonguldak Maden İşçileri
Direnişi / Büyük Yürüyüş’ten sonra (1989’da başlayan
ve 90’ların sonu 2000’lerin başında en üst düzeye
ulaşan) köylülerinin siyanürlü altın işletmelerine
karşı direniş hareketiyle kazıyan
bildiğimiz-duyduğumuz, Türkiye’nin en büyük
ilçelerinden biri olan
Pergamon /
Bergama’ya. (Es notu: Zonguldak’ın acıları
dinmiş değil, yanlış hatırlamıyorsam; bu yılın, Ocak
ayında, bir patlama yaşanmıştı ve 8 maden işçisi
hayatını kaybetmişti. Tuhaf demi; bu kadar teknoloji
üstüne, hala -bir madende- hayatlar kaybediyoruz,
canları yitiriyoruz ya da kaybedilmesine/yitilmesine
izin veriyoruz.) Direnişleriyle aklıma ilişen
Bergama’da, 3 boyutlu tarihi keşfi bitirip de
İstanbul’a döndüğümde; teknoloji manyağı olmadım ama
2 bin yıl öncesinin izlerini, geçmişin ışığında ve
bir tablet sayesinde, gelecek kadrajında dikize
yatmak, itiraf etmeliyim ki beni heyecanlandırdı,
hem de çok! Şimdi bu bastığım yer, baktığım
tabletten milattan öncesine düşüyordu ve benim şimdi
yere basan ayaklarımın izi, o tarihte ve o tarihin
höyüklerinin gölgesinde (şimdisinde) yoktu.

PROJENİN
GİZLİ KAHRAMANLARI…
Bu zamanda yolculuk serüveninde, bana kalıp da size
dökülenleri sıralayacağım ama öncesinde, Anadolu’nun
antik, mimari harikalarını, 21. yüzyılda,
yerli-yabancı turistlerin seyrine açmaya vesile
olan, bu şahane projenin kahramanlarına bir bakalım,
nedir, kimdir diye! Uygulama için üniversiteler,
mimarlık öğrencileri, belediye birimleri ve Bilkom
elele vermiş ve 2 ay gibi kısa bir sürede, bu şahane
yaratımı ortaya çıkarmış. Dokuz Eylül, Gedik ve
Yaşar Üniversiteleri’nden toplam 12 mimarlık
öğrencisi, 1 araştırma görevlisi, Bilkom’un Dijital
Yaşam Koçu Mimar Ender Aydın’ın önderliğinde,
Bergama Belediyesi Başkanı Mehmet Gönenç,
Bergama İmar ve Şehircilik Müdürlüğü UNESCO
Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Birimi
koordinasyonuyla, iki kez
Bergama’da düzenlenen hafta sonu kampında bir
araya gelmişler. Alanların 2 boyutlu çizimleri,
ArchiCad programı üzerine aktarılmış, 3 boyutlu hale
getirilmiş, yapılan modellemeler Artlantis
programıyla taranmış ve Bilkom’un iVisit Anatolia
aplikasyonuna yüklenmiş.
Bergama’da 4 tarihi alan, toplam 16 farklı bakı
noktasıyla sanal gezinmeye açılmış. Ve tabii ki
projenin arkasında yer alan gizli kahramanları da es
geçmemek lazım: İlk adımın atılmasında ekibe yol
gösteren ve bu sayede de bizleri,
Bergama ile tanıştıran Dünya Kültür Mirası
Gezginleri Derneği kurucuları Nihal ve Atilla Ege,
çizim arşivlerini paylaşan
Bergama Belediyesi UNESCO Dünya Mirası ve Alan
Yönetimi Birimi’nden Yaşagül Ekinci, Fatih Kurnaz ve
Arkeolog Bülent Türkmen…

BERGAMA’NIN UNESCO DÜNYA MİRASI MACERASI
“Bu projeyle zamanda sıçrıyoruz... Her yıl
Bergama’yı yüzde 95’i yabancı olmak üzere 460
bin turist ziyaret ediyor. 2007’de başlayan UNESCO
maceramız, 2014’te sonuçlanacak. Eylül’de inceleme
yapmak için UNESCO’dan bir heyet gelecek. Bu proje,
maceramızda başarılı olmamız için çok olumlu etki
yapacak” diyen
Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç ve
“Teknolojiyi kullanarak dünyaya örnek bir uygulama
yaptık. Projeye en büyük katkıyı öğrencilerimiz
yaptı…
Bergama’da alanları gezerken artık şunu
söyleyebileceğiz; telefonunuza, tabletinize bir
bakın, burası eskiden nasılmış göreceksiniz. Bu bir
sosyal sorumluluk projesiydi. Şimdi özellikle Doğu
illerimizin belediyelerinden talepler alıyoruz”
diyen Bilkom Genel Müdürü Cömert Varlık… Ve tabii ki
proje kapsamında, ören yerlerinde yapılan tüm
faaliyetlerin tahsisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü tarafından
yapıldığını da not düşelim. Projede adı geçen,
geçmeyen herkes, tarihe ne kadar manalı bir çizik
attığının farkında, diliyorum ki bu toprakların
nefeslenenleri bizler; Allianoi Antik Kenti’nin,
Yortanlı Barajı’nın kapaklarının kapanmasıyla suya
gömülmesine bir şey yapamadık belki ama bu defa
tarihin kıpırtısına ses verebiliriz gibi, ne
dersiniz?!
BERGAMA ÇAYI ÜSTÜNDE İÇİLEN SÜTÜN TADI
Bu yaz ya da gelecek ilkbaharda, rotanızı tarihin üç
boyutlu kadrajına çevirirseniz, sonrasında ve
öncesinde takılıp da ömrünüze ömür ekleyeceğimiz
adresleri gelin biraz dikize yatalım… Bana
hatırlatma, sizlere de ısındırma olsun! Bizler,
Bergama’nın ilk sabah açılışını, Yenigün Kahvaltı
Salonu’nda, ‘bal-kaymak-süt ve Bergama
tulumu-peyniri’nden oluşan lezizliklerle yaptık.
Salon dediysem, dağılışmayınız hemen; 3 masası
bulunan, küçük bir yer burası. Sahibi ise neredeyse
bir çınarla yaşıt olan, şahsına münhasır şahsiyet,
Kore Gazisi Eşref (Taşkın) Amca. Servisi kendi
yapıyor, tebessüme eksik etmeyen kısa-öz kelamı ve
insanın içine bakan Anadolu gözleriyle bu yaşında,
ben gencim diyenlere göz kırpıyor. Bir ara, duvarda
asılı duran çerçevede, motosikletle poz vermiş, uzun
boylu delikanlıyı görüp soruyoruz, kimdir bu siyah
beyaz fotoğraftaki yakışıklı diye?! Tebessüm edip,
kendisinin olduğunu söylüyor ve nasıl, bu yaşta da
kullanıyor musunuz motor diye sorduğumuzda da
iddialı bir tavırla ‘gezdireyim isterseniz’ diyor.
Kahvaltı salonu, yaklaşık 2000 yıl önce, Kızıl Avlu
için inşa edilen tünellerin üzerinde yer alıyor,
altından ise Bergama Çayı (Selinos) akıyor. Dükkanın
küçük penceresinden kulak kabartınca sokağa, suyun
merhametli sesinin hastası oluyorum. Benim için çok
tanıdık bir an; masada, tadını ezber ettiğim
lezzetler, dışarıda, bilumum kuş sesleri,
yamacımızda da kaynayan süt kazanından, kepçe ile su
bardağına koyulan sütün kokusu. Öğlen yemeğini ise
Çığırtma Evi’nde yiyoruz; oğlu üniversiteyi kazanıp,
uzaklara gidince, evde yalnız kalmaktansa deyip, bir
lokanta açmaya karar veren Hatice Hayta. Çığırtma
ise buranın yöresel zeytinyağlı yemeği. Çığırta
çığırta patlıcanların kızartılmasından adını
alıyormuş. Diğer lezzetlere dalmayacağım, zira
malumunuz burası Ege, o yüzden zaten
biliyorsunuzdur. Bekleme yapmadan, izninizle
mevzumuza dönüyorum yeniden!
EFSANELER VE SÖYLENCELER: PERGAMOS,
ALLIANOI
Gelelim, Bergama’nın
Pergamon halinin 2013 versiyonuna… İki günlük
Bergama keşfinde, bize gani muhabbeti ve engin tarih
bilgisiyle eşlik eden Arkeolog Bülent Türkmen’e
bırakıyorum şimdi sözü… Edirne Trakya
Üniversitesi’nde, Turizm Otelcilik okurken, tarihin
gizemini keşfe dalan arkadaşlarıyla hemhal olan ve
sonrasında, Arkeoloji okumaya karar veren Türkmen,
Bergama’ya olan hissiyatının, Roma Çağı’na ait en
sağlam kalmış, içerisinden ‘peri kızı’ gibi yüzlerce
tarihi eserin gün yüzüne çıkarıldığı ve yaklaşık 400
adet tıp aletinin ele geçtiği bir sağlık merkezi
olan Allianoi ile başladığını söylüyor. (Öyle ki
müzede, kendisinin de kazıda bulduğu ürünler var.)
“2006’dan sonra, sadece %30'u kazılmış olan
Allianoi’a, kazı izni verilmedi ve 2010’da, antik
çağda su için kurulmuş bu yer, su altında bırakıldı.
Allianoi’a dair söylenecek çok şey var ama ben
bugün, başka bir proje için Bergama’dayım. Bergama
Belediyesi bünyesinde kurulan, UNESCO Dünya Mirası
ve Alan Yönetimi Birimi’nde, dünya miras listesine
aday olan Bergama’nın, adaylık dosyasının
hazırlanmasını yürüten ekipte, 1.5 yıldır görev
almaktayım” diyor ve başlıyor Bergama’yı, bir de
bizim hatıralarımıza eklemeye: “Bergama (Pergamon),
eski çağlarda, Misya Bölgesi’nin önemli
merkezlerinden biri. MÖ 282-133 arasında da
Pergamon Krallığı’nın başkenti. Bir kültür
merkezi…
Pergamon adı, bir söylence kahramanı olan
Pergamos’tan geliyor. Pergamos’un, Teuthrania
Kralı’nı öldürdükten sonra kenti ele geçirdiği ve
kendi adını verdiği söyleniyor... Yazılı belgelerde,
Pergamon’dan ilk kez,
MÖ 4. yüzyılın
başlarında söz ediliyor.
Pergamon’da ilk araştırma ve kazı çalışmalarına
1878’de başlanıyor… Roma Çağı’nda, MS 2. yüzyılda
da 160 binlik nüfusu ve dört tiyatrosuyla yine bir
metropoldür
Pergamon.
Hellenistik Çağ’da, inşa edilen
akropoldeki tiyatro, antik çağın en dik tiyatrosu.
Bu, arazinin topoğrafyasından kaynaklanmakta. Çok
dik olan bu yamaca, tiyatronun sahne binasını inşa
edebilmek için 2-3 katlık teraslar inşa etmişler.
250 metre uzunluğundaki bu tiyatro terasının arka
ucuna, bir Dionysos tapınağı inşa edilmiş. Bergama
Akropolü’ndeki Dionysos tapınağına gitmek için
tiyatronun sahne terasını kullanmak gerekmekte.
Fakat tiyatronun sahne binasının yerinde olduğunu
varsayarsak Dionysos tapınağına giden yol kapanmış
oluyor.
Pergamonlular bu problemi, tiyatronun sahne
binasını ahşaptan ve portatif yaparak çözmüşler.
Bugün, tiyatronun sahne binasının ahşap dikme
deliklerini yerinde görmek mümkün.”
KUTSAL YOLDAN YÜRÜYÜP, KUTSAL ÇEŞMEDE
DEMLENMEK
Geliyoruz, sağlık tanrısından adını alan, antik
çağa ait bir sağlık merkezi olan
Asklepion’a… Bu çağda yapılan tedavi yöntemleri
ilginç, sonraki yüzyıllarda da bu yöntemlerin
kullanıldığını öğrendikçe, aklıma vakti zamanında,
eski Yunanlı filozofların paraf düştüğü; ‘Artık, bu
zeytinliklerin (ağaç) altında, söylenecek hiçbir söz
kalmamıştır’ kelamı geliyor. Tarih dediğimiz,
aklımızı serin tutarsak, hep bir dejavu’lar deryası
değil mi zaten?! Şimdi ben, bu düşüncelerle hemhal
olurken, ‘kutsal yol’da yürümeye başlıyoruz. Bir
vakitler burada, şifa bulanları düşününce, belki-m
biraz olsun bizler de nasipleniriz niyetine, sakin
sakin ayak sürümeye devam ediyoruz.
Müsadenizle sözü yeniden üstada (Arkeolog Türkmen)
bırakıyorum: “Bergama
Asklepion’u, eskiçağda Epidaurus ve Kos’taki
örneklerine eşdeğer önemde bir sağlık merkeziymiş.
Sağlık tanrısına adanmış bir tapınak ve şifahane.
Pausanias’a göre Bergama’da ilk Asklepios Tapınağı,
MÖ 4. yüzyılın ilk yarısında kurulmuştu. Sağlık
tanrısı Asklepios adına, MÖ IV. yüzyılın
ortalarında kentin oldukça dışında, Geyikli Dağı’nın
yamaçlarında, kuytu bir vadi içersinde, şifa
verdiğine inanılan su kaynaklarının bulunduğu
düzlükte kurulmuştur. Efsaneye göre, saygın bir kişi
ve aynı zamanda Pergamon’un ilk Prytan’ı olan
Arkhias, Yunanistan’da avlandığı sırada ayağından
yaralanır. Tedavisi Yunanistan’ın en ünlü Epidauros
Asklepeion’unda yapılır. Tedavi sonucu iyileşen
Arkhias, sağlık tanrısına şükranlarını sunmak için
Epidauros Asklepios kültünün Bergama’da da
kurulmasını sağlar. Bergama
Asklepion’u, Antik Çağ’ın en önemli üç
Asklepion’undan biri olmakla birlikte, en iyi
korunmuş olanıdır da. Kapısında ‘Buraya Ölüm
Giremez’ yazısının yer aldığı, 1 km’lik kutsal bir
yolla ulaşılan
Asklepion’a bir de not düşelim… Mitolojiye göre
Apollon’un yarı tanrı oğlu olan Asklepios, hekimliği
Khrion adlı Kentauros (yarı insan yarı at) bir
bilginden öğrenir. Khrion, ona hastaları iyi etmenin
sırrını öğretmiştir. Böylece Asklepios iyi
olacaklarından umut kesilen hastaları bile
iyileştirmeye başlar. Bir süre sonra hastaları
iyileştirerek ölümün önüne geçmesi, ölüm diyarının
tanrısı Hades’i kızdırır ve onu, Zeus’a şikayet
eder. Tüm bunların yanında Asklepios, Zeus’un atları
tarafından parçalanan Hippolytos’u da diriltince
Zeus, Asklepios’u cezalandırmaya karar verir ve bir
yıldırımını yollayarak emirlerine karşı çıkan
torununu öldürür. Ve kaldığımızdan yerden devam
edersek; Anıtsal bir giriş kapısına (Propylon) sahip
olan
Asklepion’da; tiyatro, Asklepios Tapınağı,
kütüphane, tedavi, uyku odaları, yeraltı geçidi, su
havuzları ve kutsal çeşme yer almakta. Burada,
telkin yönteminden diyet, banyo kürleri, sportif
faaliyetler, doğal otlardan yapılmış ilaçlar, müzik
ve tiyatro etkinliklerine kadar hastalara farklı
tedaviler uygulanıyordu.”
Kutsal yolun sonunda yer alan hastaları iyi ettiği
söylenen şifalı çeşmenin buz gibi suyuna, iyi eder
niyetine, dayıyoruz yüzümüzü… Serinliğin vurduğu
hissiyatla başımızı kaldırdığımızda, bir tiyatro
karşılıyor bizi. Bergama, Roma Dönemi’nde dört
tiyatrosu olan bir tiyatrolar kentiymiş.
Tiyatronun/yapının, ihtişamı karşısında, bugünün
kafa algısına hayıflanmamak imkansız.
ÇAM FISTIĞI DENİZİNDEN ZEYTİN DİYARINA
BAKINMAK
Üstattan aklımda kalanlar: Dünyaya ihraç edilen
çam fıstığıyla ünlü Bergama. Kozak Yaylası, adeta
çamfıstığı ağacı ile kaplı ağaç denizi gibi bir yer.
İkinci sırada, zeytin ve zeytin ürünleri geliyor.
Bergama’nın üstüne kurulu olduğu Bakırçay Ovası’nda
yetişen zeytinlerden yapılan ilaçları, Bergamalı
Galenos adlı hekim (Hipokrat gibi), gladyatörlerin
yaralarını iyileştirmede kullanırmış. Kutsal yolun
sonuna kadar yürüyemeyecek kadar hasta olanların
şifa bulamayacakları düşünülür, içeri alınmazlarmış.
Yolun sonunda, Galenos’un, (bir kaptan süt içen, iki
yılan) ünlü Yılanlı Sütun’u görülüyor. Yılanın
eczacılığın ve tıbbın simgesi haline gelmesi, bir
efsaneye göre Galenos’un bu sütunu yaptırması ile
başlamış. Yılanla ilgili efsaneler enteresan, ki
Bergama’da da ilginç bir yılan hikayesi karşılıyor
bizi. Bilahare araştırmasına dalarsınız niyetine!
Gördüğümüz sütunun orijinali Bergama Müzesi’nde
bulunuyormuş. Kutsal yoldan geçip, Asklepion’dan
çıkınca, bir çardak altı karşılayacak sizi, burada
miss Türk Kahvesi’nin ve profilinize vuran
manzaranın tadını çıkarmayı unutmayın! Bu yol
üzerinde girişte, Bergamalılar’ın mucidi olduğu,
oğlak derisinin bir dizi işlem ile
şeffaflaştırılması ile elde edilen dayanıklı bir
materyal olan parşömenden oluşan ürünlerin satıldığı
dükkanları göreceksiniz. Parşömenin gelişimi de
ilginç ama bu bilgiyi, Bergama’ya geldiğinizde,
buranın insanlarından dinlersiniz. Her şeyi de
çelebiden beklememek lazım, dimi ama! Bergama’ya
gelmişken; Rum Evleri’nin sıralandığı Kale
Mahallesi’nde ayak sürüyüp, yaşayanlarıyla kelama
dalmayı, kazılarda çıkan tarihi eserlerin
sergilendiği, Bergama Müzesi’ni ziyaret etmeyi ve
Akropol’e çıkarken, teleferiğe binmeyi unutmayın!
Bir de Bergama dönüşü, helvasından, tulum
peynirinden ve karanfilli leblebisinden almayı es
geçmeyin!
İçimden geldi notu: Yol boyunca ve otobüs
duraklarında gördüğümüz kermes afişlerini soruyorum
B. Türkmen’e: “Türkiye’nin en eski festivali. Bu
yıl, 75.’si düzenleniyor. Dünyanın da ikinci en eski
yerel festivali, ilki Fransa’nın Nice kentindeymiş.
O zamanlar festival ya da şenlik yerine ‘kermes’
deniliyormuş, adı da oradan kalmış. 1934’te
Bergama’yı ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk’ün
isteğiyle bu kermes düzenlenmeye başlamış.
Bergamalılar, 1937’deki gerçekleştirdikleri ilk
kermesten sonra, bu güne kadar hiç aksatmamışlar.”
Habertürk, Haber: Betül Memiş, 24.07.2013
|
'TARİH KURUMU'NDA UZLAŞMA SAĞLANDI

Türk Tarih Kurumu (TTK), mimarlar ve meslek
odaları; müelliflerinden izin alınmadan Türk Tarih
Kurumu Binası'na yapılan müdahalerlerle ilgili ortak
bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada, "TTK
yapısının özgün karakterinin ve tasarım bütünlüğünün
özenle muhafazasına karar verilmiştir" denildi.
İşte o açıklama:
Projesi Mimar Turgut Cansever ve Ertur Yener
tarafından yapılan Türk Tarih Kurumu (TTK) binasına
müelliflerinden izin alınmadan yapılan müdahaleler,
mimarlara tarafından saygısızlık olarak
değerlendirilmiş ve ardından tartışmalara yol
açmıştı. Ardından Türk Tarih Kurumu Başkanı ile
toplantılar yapılmış ve Cumhuriyet dönemi mimarlık
en önemli çağdaş yapıtlarından biri olarak kabul
gören, Turgut Cansever ve Ertur Yener’in
tasarladıkları Türk Tarih Kurumu Binası’nın inşaatı
1966 yılında tamamlanmış,1967 yılından itibaren
kullanıma açılmış ve 1980 yılında da Ağa Han
Mimarlık Ödülü’ne layık görülmüştür.
Turgut Cansever 1966 yılında henüz tamamlanmış
olan yapısını "Yeni bir dünya, ancak tarihin akışına
dayanan gerçek ve evrensel amaçlara yönelerek
kurulabilir. Amaçlarımızın şekillenmesi tarihin
akışına dair bilgimizin derin şekilde etkisi
altındadır. Kopuk, parçalanmış çalışmaların ve
sayısız felaketlerin tehdidi altındaki bir dünyada
günümüz insanının gerçek bir erdeme ulaşma ve
kendisini topyekun tahrip tehditlerinden kurtarma
çabasına temel teşkil edecek bir tarih ve gerçek
şuurunun geliştirildiği bir merkez olarak Türk Tarih
Kurumu binasının aynı tarih ve gerçek şuurunu
aksettirmesi gerekiyordu. Yapının
şekillendirilmesinde ve malzeme seçiminde bu
zorunluluk göz önünde tutulmağa çalışıldı”
sözleriyle tanıtmıştı.
Bu amaçla, öncelikle, TTK yönetimiyle 26.06.2013
tarihinde mimarlar, meslek odaları ve sivil toplum
kuruluşları temsilcilerinin de katılımıyla Türk
Tarih Kurumu’nda yapılan toplantıda, TTK yapısının
özgün karakterinin ve tasarım bütünlüğünün özenle
muhafazasına karar verilmiştir. Yapılacak
çalışmalarda da yapının özgün karakterini ve tasarım
bütünlüğünü bozacak girişimlerden kaçınılması,
yapıyla ilgili her türlü yenileme çalışmalarının
şeffaf bir anlayışla mirasçı onayı ve katkısı ile
sürdürülmesi konusunda mutabık kalınmıştır.
Şüphesiz ki eserin meydana getirilişinden yarım
asır sonra bugün değişen teknoloji ve ihtiyaçlar
sebebiyle TTK'nın güncel ve zaruri ihtiyaçları
olduğu aşikardır.
Bu nedenle, öncelikle, TTK yönetimince belirlenen
ve belirlenecek güncel ve zaruri ihtiyaçların,
Turgut Cansever’in arşivindeki orijinal mimari
projeler esas alınarak yapının imkanlarıyla azami
ölçüde karşılanıp karşılanamayacağı tespit
edilecektir. Yapılabilecekler ile ilgili önerinin
kesinleştirilmesini takiben uygulama çalışmaları
başlatılacaktır.
Süreçle ilgili olarak yapının müellifleri,
mimarlık camiası ve kamuoyu her zaman
bilgilendirilecektir.
Saygı ile duyurulur.
Prof.Dr. Mehmet Metin Hülagu, Türk Tarih Kurumu
Başkanı
Emine (Cansever) Öğün, Mimar
Aydan Balamir, Mimarlar Derneği 1927-YK Bşk.
Elvan Altan Ergut, Mimarlar Odası Ankara
Şubesi-YK, DoCoMoMo-YK
Yeşim Hatırlı, Türk Serbest Mimarlar Derneği-YK
Bşk.
Semra Ener, Koruma ve Restorasyon Uzmanları
Derneği-YK Bşk.
Saadet Sayın, TSMD-YK, KORDER-YK
Abdullah Alkan, İç Mimarlar Odasi-YK
Türk Tarih Kurumu Binası tartışmaları
nasıl başladı?
Mimar Turgut Cansever ve Ertur Yener tarafından
tasarlanan ve 1980 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü
kazanan Türk Tarih Kurumu binasına yapılan
müdahaleler, mimarların tepkisine neden olmuştu.
Ankara Mimarlar Odası Başkanı Ali Hakkan konu ile
ilgili bir basın açıklaması yaparak şunları
söylemişti: “Proje sahibinin telif haklarını
sürdüren ailesine danışılmadan projenin özgün
kimliğine zarar verecek düzeyde bir dekorasyon
uygulamasına girişilmiştir. Yapının iç ve dış
doğramalarının bir bölümünde PVC malzemeler
kullanılarak dış cephe karakteri olumsuz olarak
etkilenmiştir. Yine binanın özel olarak tasarlanmış
bahçesinde yapılan hiçbir tasarım ürünü olmayan
havuz ile birlikte yapı önemli ölçüde zarara
uğratılmıştır. TTK Başkanı ile gerçekleştirilen ve
bir yönetim kurulu üyemizin de katıldığı
görüşmelerde yapının özgün haline getirilmesi için
gerekli işlemlerin yapılması gerektiği talep edildi.
Proje müellifi Turgut Cansever’in ailesi tarafından
bu işlemlerin ücret talep edilmeden yapılabileceği
iletildi. Ancak bu konuda TTK’nın nasıl bir tavır
alacağı konusu henüz netleşmedi.”
"TTK mahalle kebapçısına dönmüş"
Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Görevlisi Aykut
Köksal ise binaya yapılan müdahaleye tepki
göstermiş, “Cumhuriyet mimarlığı içinde, önemi ve
niteliği üzerine büyük bir uzlaşma olan az sayıdaki
yapılardan biri Cansever’in Türk Tarih Kurumu
binasıdır. Türk Tarih Kurumu’na yapılan ve binayı
bir kenar mahalle kebapçısına dönüştüren müdahale ne
yazık ki artık hiç şaşırtmıyor. Doğrusu şaşırtıcı
olan, müdahaleye karar verenlerin bu mimarlığı
kavramaları ve büyük bir duyarlıkla yaklaşmaları
olurdu. Ayrıca, yapılan işin vahametini dile
getirirken şunu da biliyorum, ne yapılan yanlış iş
düzeltilecek, ne de söylenmek isteneni anlamak için
çaba gösterilecek” şeklinde konuşmuştu.
TTK ile toplantı yapıldı
Ardından TTK yönetimiyle 26.06.2013 tarihinde
mimarlar, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşları
temsilcilerinin de katılımıyla yapılan toplantıda,
TTK yapısının özgün karakterinin ve tasarım
bütünlüğünün özenle muhafazasına karar verilmişti.
Yapı, 24.07.2013
|
2 BİN YILLIK ŞEHRE 150 MİLYON EUROLUK DOKUNUŞ

İtalya'nın en çok turist çeken tarihi
bölgelerinden 2 bin yıllık Pompei, çok tartışılan
restorasyon onayını aldı. UNESCO'nun 'Dünya Mirası'
listesinde yer alan bölge toplam 150 milyon euroluk
kaynakla güçlendirilecek.
İtalya’nın Pompei şehrinde bulunan eski Roma
İmparatorluğu dönemine ait antik evlerin
restorasyonu projesi, Birleşmiş Milletler Eğitim
Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) onayını aldı.
UNESCO, daha önce projenin arkeolojik siteye zarar
verebileceği gerekçesiyle Pompei’nin Dünya Mirası
Listesi’nden çıkarılma riskiyle karşı karşıya olduğu
uyarısını yapmıştı.
Asilzadeler şehri!
Dönemin asilzadelerine ve gladyatörlere ait 2 bin
yıllık tarihe sahip taş evlerin birçoğunda geçen
yıllarda çöküntüler meydana gelmişti. Avrupa
Birliği, geçen mart ayında antik şehir Pompei’nin
restorasyonu için 105 milyon euro kaynak ayırdı.
İtalya Kültür Bakanı Massimo Bray, yıl sonuna kadar
bu miktara 50 milyon euro daha eklenebileceğini
duyurdu.
İlk evler haftaya açılacak
Euronews'e konuşan Massimo Bray, restorasyonun
aşama aşama tamamlanarak, ilk evlerin önümüzdeki
haftalarda ziyarete açılabileceğini açıkladı.
Ülkenin güneybatısında Napoli’deki antik şehri gezen
Bray, Pompei projesinin farklı yetkili organlarla
işbirliği içerisinde çalışabileceklerini göstermesi
açısından da önemli olduğuna dikkat çekti.
Yapı, 24.07.2013
|
İYİ HAZIRLANMIŞ BİR SERGİ: EROL AKYAVAŞ
RETROSPEKTİFİ
İstanbul Modern’de iyi hazırlanmış
bir sergiyi tanıtacağım.
Erol Akyavaş Retrospektifi’ni gezerken, bir
ressamın ustalığının izinde kültür tarihimiz üzerine
de düşüneceksiniz.
Doğu-Batı’nın aynı coğrafyada yaşandığı bir ülkenin
sanatçısı bu ikileme bir bakış açısı sağlamak
zorundadır. Hat sanatından din ulularına kadar geniş
bir kültür birikiminden de uzak kalamaz.
Erol Akyavaş, bu gerçeği keşfedip, bunun
doğrultusunda etkileyici bileşimlere ulaşıyor.
Değişik dönemlerde, ustalığın kalıcı kuralları devam
ederken, konu, üslup çeşitlemesi, serginin
dinamizmini sağlıyor.
Böyle sergilerin önemli yanları; eserleri sergilenen
sanatçının bütün yönleriyle, kişiliğiyle, sanatıyla
tanınmasını mümkün kılar.
Sergiyi gezdikten, katalogdaki incelemeleri
okuduktan sonra hem Erol Akyavaş’ı öğreneceksiniz,
hem kültür gelgitleri arasında bir sanatçının
vardığı çözümü göreceksiniz.
İki kültür arasındaki bağı/çağrışımları belleğimde
bir film şeridi gibi yaşarken, birden, onun Doğu,
Doğu’ya Karşı çalışması aklıma geldi.
Erol Akyavaş, Doğu’yu unutmaz Batı’yı da
anımsatırken bir jilet sırtında büyük ustalara özgü
bir sonuca ulaşıyor. İkisinin de rengi var, ikisi de
birbirini ezmiyor.
Oya Eczacıbaşı, Sunuş’ta sanatçının biricikliğini
belirtiyor: “Ressam, mimar, fotoğrafçı Erol Akyavaş
için resim, kendi ifadesiyle ‘yaşamın izdüşümü, bir
simyagerin altın tozuyla bulmaya çalıştığı öz gibi
mucizevi bir şey’ idi.
Erol Akyavaş, hep ilgi duyduğu mistisizmle, düş ve
gerçeğin, görülen ve görülmeyenin sentezlerini
oluştururken yapmak istediğini, ‘gazel formuyla
modern şiir yazmak’ diye nitelendiriyordu.”
* * *
Serginin başarılı küratörü Levent Çalıkoğlu, Erol
Akyavaş’ın Binbir Yüzü yazısında, Erol Akyavaş’ın
kültürel coğrafyamızdaki konumunu saptıyor:
“Akyavaş’ın doğduğu coğrafya klişeleşmiş bir söyleme
‘Doğu-Batı ekseninde bir köprü’ olmanın
olumlu-olumsuz neden ve sonuçlarıyla damgalanmıştır.
Bu durum İslam’ın karşısında Hıristiyanlık,
barbarlığa karşı medeniyet, göçerliğin karşısında
yerleşiklik gibi birbirine zıt coğrafi ve kültürel
olgular doğurmuştur.
Doğu ile Batı’yı eşzamanlı tecrübe etmek ve bunu tek
bir düzlemde yansıtabilmek, yalnızca görsel
sanatlarda değil, her alanda sancılı olmuştur. Erol
Akyavaş bunu, sentezlemeye girişmeden, Doğu ve
Batı’nın resimsel öğelerini geniş bir çeşitlilikle
yorumlayarak gerçekleştirmiştir. İlgilendiği
meseleleri ihtiyaç duydukları ölçüde yeni
ilişkilerle canlandırmıştır.”
Birnur Temel, Labirente Pek Az Kişi Girer yazısında
son dönem çalışmaları üzerine şöyle diyor:
“Erol Akyavaş’ın son dönem baskı çalışmalarına
verdiği isimler, çelişkili ifadelerden oluşur. Hem
Batın Hem Zahir, Hem Evvel Hem Ahir, Putlaştırılmış
Ölü Adam, Sonsuzluğu Umarken Adı Unutulan Put veya
Mana Gerek, Dava Gerekmez gibi çalışmaların
temelinde açıklık ve gizlilik, geçmiş ve gelecek,
sonsuzluk ve ölümlülük, bilinç ve niyet gibi
varoluşun ve bir öz meselesinin şekillendirdiği
ikilikler bulunur.”
Kataloğun sonundaki, bilgi ve belgenin yer aldığı,
hayat çizelgesini de çok beğendim.
Sergiden bunları görün diye bir seçme yapamayacağım.
Çünkü hepsini görmek, gelişimi, çeşitlemeleri
seyretmek daha anlaşılır kılacaktır eserleri. Hem
bir bütün içinde hem tek tek...
Akyavaş’ın eserlerine elbette resim diye bakıyorum,
ama bunun ardındaki kültür haritasını da
görmezlikten gelemiyorum. Sanatçı, bütün kültür
adalarını, içinde ruhani ve dini olmak üzere insanın
bulunduğu her alanla ilgilenmiş. Sanatın
çözümsüzlüğü ya da sergiyi gezene tanıdığı özgürlük
bu sergiyi daha da ilgi çekici kılıyor.
* * *
Bir hafta sonunuzu bu sergiye ayırın, düşünerek,
hissederek gezin.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 24.07.2013
|
TÜRK SOYUT SANATI ZÜRİH'TE

Soyut ve kavramsal sanatın dünyadaki sayılı
kurumlarından Zürih Haus Konstrultiv Müzesi, bu
günlerde ‘Hot Spot İstanbul’ başlıklı bir sergiye ev
sahipliği yapıyor. ‘Hot Spot Istanbul’un çıkış
noktasını, 1940’ların sonundan beri gelişen Türk
soyut ve kavramsal sanatı ve bunun etkisinde kalan,
genç jenerasyon sanatçıları oluşturuyor.
‘Hot Spot İstanbul’ projesi; sanatçıların,
koleksiyonların ve bu projenin gerçekleşmesini
destekleyen özel kişilerin işbirliğine
dayanıyor. Türk soyut sanatına tarihsel ve geniş bir
bakış sunan sergideki eserlerin önemli bir bölümü
iki yıl önce Santralistanbul’da sergilenen Papko
Sanat Koleksiyonu’na dayanıyor.
Müzenin giriş katındaki DNA bölümünde Can Altay’ın,
Türk modern sanatının başlıca isimlerinin
yapıtlarını kapsayan ve onları birbiriyle
ilişkilendirerek somut bir kavramsal çerçeveye
oturtan, mekana özgü büyük bir enstalasyonu
bulunuyor. Bu bölümde yer alan sanatçılar, 1940’tan
günümüze kadar; Adnan Çoker, Nejad Melih Devrim,
Burhan Doğançay, Renée Levi, Ahmet Oran, Mübin
Orhon, Seçkin Pirim, Arslan Sükan, Canan Tolon,
Seyhun Topuz, Ömer Uluç, Ebru Uygun, Ekrem Yalçındağ
ve Fahrelnissa Zeid. Bilgilendirici bir depo
özelliği taşıyan bu ilk bölüm tüm serginin ‘DNA’sını
oluşturuyor.
İkinci ve dördüncü kattaki daha küçük bölümlerde,
Ekrem Yalçındağ ve Ebru Uygun’un kişisel sergileri
yer alıyor. Dördüncü kattaki geniş alanda Serhat
Kiraz, Renée Levi, Ahmet Öktem, Sarkis, Arslan Sükan
ve Erdem Taşdelen’in işleri; beşinci kattaki küçük
odalarda ise, 1945 sonrası Türk sanatında tarihsel
önem taşıyan dört sanatçının; Nejad Melih Devrim,
Mübin Orhon, Ömer Uluç ve Fahrelnissa Zeid’in solo
sergileri yer alıyor.
Yeniden üretme
‘Hot Spot İstanbul’un küratörü Dorothea Strauss,
sergiyi beş ayrı bölüm üzerinden kurguluyor. Bu
bölümlerden biri de sanatçı Ebru Uygun’un kişisel
sergisi. Uygun, sergi alanının karşılıklı iki kısa
duvarında 4,5 x 8 m uzunluğunda duvar
yerleştirmeleri gerçekleştirmiş. Biri beyaz, biri de
siyah renkli olan ‘Behind the Sleep Lyrics’
ismindeki mekana özgü eserler, Uygun’un tuval
üzerine yaptığı eserlerle benzerlik gösteriyor. Bu
işler de, bir “yeniden üretme” neticesinde ortaya
çıkan, tuval bezlerinin üst üste getirilmesiyle
meydana gelen soyut eserler. Mekanda ayrıca Uygun’un
kariyerinin çeşitli dönemlerini temsil eden ve
farklı grafik anlayışları yansıtan beş eser daha
var. Küratör Dorothea Strauss’un farklı renk
paletlerine ve görsel dillere sahip eserleri bir
bütünlük oluşturacak şekilde yerleştirdiğini
belirten Ebru Uygun, dalgalı hatların köşeli
çizgileri, monokrom eserlerin renkli işleri
tamamlamasını gözettiklerini söylüyor.
Ebru Uygun, ‘Hot Spot İstanbul’un, Dorothea
Strauss’un sergi kataloğunda da belirttiği üzere;
“soyutlama, indirgeme, minimal ve kavramsal sanat
gelenekleri arasındaki nüanslarla” ilgilendiğini ve
kendi eserlerinin de Türk modern ve çağdaş sanat
tarihinde bu hatlar üzerinde anlam kazanan yapıtlar
olduğunu belirtiyor.
‘Hot Spot İstanbul’ sergisi, 22 Eylül’e kadar açık
kalacak.
Radikal, Haber: Elif Ekinci, 24.07.2013
|
İNÖNÜ'DEN ÇIKAN TARİH PARÇALANDI
İnönü Stadı yıkımında ortaya çıkan tonozlu yapı, iş
makineleri tarafından parçalandı. Arkeoloji Müzesi:
Yapılan suç, çalışma durdurulmalı.

Yıkımı devam eden İnönü Stadı tribünlerinin
altından tonozlu tarihi eser kalıntıları ortaya
çıkınca İstanbul Arkeoloji Müzeleri inceleme yapması
için arkeolog görevlendirdi. Ama tarihi eser
kalıntıları müze raporu tutulduktan kısa bir süre
sonra, dün saat 17.00 civarında iş makineleri
tarafından paramparça edildi.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden uzmanlar ihbar
üzerine kalıntının bulunduğu yerde fotoğraf çekerek
rapor tuttu. Müze yetkilileri tarihi eserin tahrip
edilmesinin suç olduğunu, kazının acilen
durdurulması gerektiğini söyledi. Müze raporu hem 3
No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na hem
de Kültür Bakanlığı Kazılar Daire Başkanlığı’na
gönderildi. Kazının durdurulması için 3 No’lu Koruma
Kurulu’ndan cevap bekleniyor.
Kurul: Kalıntı çıkarsa haber verin
Aynı kurul, 7 Mayıs’ta verdiği kararda stadın
altından tarihi eser çıkması durumunda inşaatın
durdurulması gerektiğini belirtmiş ve “Uygulama
sırasında 2863 sayılı yasa kapsamında
değerlendirilebilecek herhangi bir kalıntıya
rastlanması durumunda, uygulamanın durdurularak müze
müdürlüğü ve kurula bilgi verilmesi” yönünde karar
vermişti.
Kalıntılar biliniyordu
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
tarafından 2012’de hazırlanan bir raporda İnönü
Stadı yapılmadan önce aynı alanda saray atlarının
bakıldığı İstabl-ı Amire yapısı, Saray Tiyatrosu ve
iki gazhane binası bulunduğu, fotoğraflarla
belgelenmişti. Aynı raporda stadın altından geçen 6
metre genişliğinde, 3 metre yüksekliğinde tüneller
olduğu belirtilmiş, bu tünellerin Taksim, Nişantaşı,
Fulya ve Ihlamur’dan gelen suların saraya zarar
vermeden tahliye edilip denize ulaşmasını
sağladıkları vurgulanmıştı.
Radikal, Haber: Elif İnce, 24.07.2013
******
İNÖNÜ STADI'NDA İNŞAAT DURACAK
İnönü Stadyumu inşaatı sırasında tarihi esere
rastlanmasıyla birlikte inşaatın durdurulması
gündeme geldi. 3 Nolu Koruma Kurulu ilgili yerlere
bir yazı göndererek kazı çalışmalarının
durdurulmasını istedi.
Dolmabahçe’deki İnönü
Stadı’nın yıkımı sırasında bulunan tonozlu yapı
sonrasında 3 Nolu Koruma Kurulu gerekli yerlere yazı
göndererek, çalışmaları durdurulmasını istedi.
İnönü Stadı’nın kazı çalışmaları sırasında önceki
gün ortaya çıkan tonozun iş makineleri tarafından
parçalandığı görüntülenmiş, yapının İstanbul
Arkeoloji Müzeleri ve Koruma Bölge Kurulu’na
bildirilmesi üzerine İstanbul Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğü kalıntının incelenmesi için arkeolog
görevlendirmişti. 3 No’lu Koruma Kurulu proje
aşamasındayken “herhangi bir kalıntıya rastlanması
durumunda, uygulama durdurulacak” demişti. Uzmanlar
İnönü Stadı’nın bulunduğu yerde yakın tarihte
Dolmabahçe Sarayı’nın ahırlarının ve bir tiyatro
sarayının olduğunu şimdi ortaya çıkan kalıntıların
tarihi kalıntılar mı olduğunu öğrenmek için kazının
durdurulması ve arkeolojik çalışmaların başlaması
gerektiğini belirtiyorlar. Mimarlar Odası İstanbul
Şubesi Başkanı Eyüp Muhçu Koruma Kurulu’nun hiçbir
şekilde onaylamaması gereken bir projeyi
onayladığını bu stat projesini onaylayarak koruma
ilkelerini ayaklar altına aldığını belirtti.
Bir şeyler çıkacağı belliydi
Kurul, 7 mayısta verdiği kararda stadın altından
tarihi eser çıkması durumunda inşaatın durdurulması
gerektiğini belirtmişti. 3 No’lu Koruma Kurulu
“Uygulama sırasında 2863 sayılı yasa kapsamında
değerlendirilebilecek herhangi bir kalıntıya
rastlanması durumunda, uygulamanın durdurularak müze
müdürlüğü ve kurula bilgi verilmesine” karar verdi.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
tarafından 2012’de hazırlanan bir raporda İnönü
Stadı yapılmadan önce aynı alanda saray atlarının
bakıldığı İstabl-ı Amire yapısı, Saray Tiyatrosu ve
iki adet gazhane binası bulunduğu fotoğraflarla
belgelenmişti. Aynı raporda stadın altından geçen
altı metre genişliğinde, üç metre yüksekliğinde
tüneller olduğu belirtilmiş, bu tünellerin Taksim,
Nişantaşı, Fulya ve Ihlamur’dan gelen suların saraya
zarar vermeden tahliye edilip denize ulaşmasını
sağladıkları ifade edilmişti.
Taraf, Haber:
Bülent Onur Şahin, 25.07.2013
******
İNÖNÜ'DEKİ YIKIM
ÇALIŞMALARI DURDU
Koruma Kurulu, İnönü
Stadı'ndaki yıkım çalışmalarını tedbiren durdurdu.
Kurul, son kararını yarın yerinde inceleme yaptıktan
sonra verecek.
3 nolu Anıtlar kurulu başkanı Cafer Bozkurt, basında
çıkan "Kurul'un İnönü'de yıkımı durdurduğu" yönünde
haberlerin ardından medyakartali.com'a açıklamalarda
bulundu.
Bozkurt, yaptığı
açıklamada;
" Beşiktaş şu ana kadar
her şeyi regal yaptı. Küçük aksaklıklar olabilir.
Bunu da küçük bir kaza olarak görelim. Beşiktaş’ın
stadını da projesini de beğendik, bu sebeple
onayladık. Yarın sabah saatlerinde yerinde stadı
görüp, gezeceğiz ve kurulu toplayacağız. Beşiktaş
oraya stadını yapacaktır. Çok endişe edecek bir şey
yok. Normal prosedürler de yürümeli. Yarın İnönü’yü
inceledikten ve kurul toplantısı yaptıktan sonra
kamuoyu ile paylaşırız. " şeklinde konuştu.
Fikret Orman'dan
açıklama
Konu ile ilgili Doğan
Haber Ajansı'na açıklama yapan Beşiktaş Kulübü
Başkanı Fikret Orman, yarın stadyumda yapılacak
konser nedeniyle yıkımın durduğunu belirterek,
"Yarın stadımızda yapılacak konser nedeniyle yıkım
çalışmalarımız durdu. Konser sonrası 27 Temmuz
Cumartesi veya 28 Temmuz Pazar günü yıkım işlemleri
yeniden başlayacak. Yıkım işlemlerimiz ile ilgili
başka bir durum söz konusu değildir."
Milliyet, 25.07.2013
******
FİKRET ORMAN KORUMA
KURULU'NA KARŞI
Beşiktaş Başkanı Fikret
Orman, bugünlerde bir yandan Çarşı’ya ilişkin
yorumlarının yanlış anlaşılması, diğer yandan yıkımı
devam eden İnönü Stadı’nda ortaya çıkan tarihi
eserlerin yok edilmesine ilişkin tartışmalar
nedeniyle sıkıntılı.
Önce spor yazarlarıyla bir araya gelen Orman, önceki
akşam da ekonomi editörleriyle iftarda buluştu. Yeni
stat inşaatından, kulübün ekonomik durumuna ilişkin
konulara kadar gündemdeki soruları yanıtladı.
“İnönü ismi kullanılmayacak mı” sorusuna verdiği
yanıt temkinli: “Hiç öyle bir şey demedim. Vodafone
Arena İnönü gibi bir şey olacak. Polemiğe girmek
istemiyorum. Herkesin bilmesi gereken şey şu:
Gelecek haftadan itibaren stadın adı Vodafone Arena
olacak.”
Tarih konusunu reddetti
Stadın bir an önce bitmesi gerektiğini sık sık
vurgulayan Orman’a Radikal gazetesinde yayımlanan
‘Kazılarda ortaya çıkan tarihi eserlerin yok
edildiğine’ ilişkin iddiaları hatırlatıyoruz.
Sinirli bir şekilde şu açıklamayı yapıyor: “Yalan
ya, hepsi yalan. Ne fotoğrafı olacak, toprağın
fotoğrafını çekmişler. Hafriyat olan yerde ne
fotoğrafı olacak. Bizim yıktığımız yer tribün.
Oradan tarihi eser çıkar mı? Biz daha yerin altına
girmedik ki.”
Kazılar nedeniyle inşaatta ertelenme ihtimali olup
olmadığını, varsa ne tür önlem aldıklarını
soruyoruz. Şunları söylüyor: “Hiçbir erteleme
ihtimali yok. Şu anda durduk çünkü cuma günü (bugün)
konser var. Olmayan ihtimale ne önlemi alalım ki.
Böyle bir şey olamaz.”
Radikal (Kısaltarak),
Haber: Jale Özgentürk, 26.07.2013
|
72 MİLYON YILLIK
FOSİL
Meksika’nın Coahuila eyaletinin kuzeyinde, 72 milyon yıl kadar önce yaşamış dev bir dinozora ait eksiksiz bir kuyruk iskeleti bulundu.
Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü’nden yapılan açıklamaya göre 50 omurdan oluşan 5 metre uzunluğundaki kuyruk, bir dinozora ait şimdiye kadar bulunmuş ilk eksiksiz kuyruk iskeleti olması bakımından önem taşıyor.
Kuyruğun hangi türe ait olduğunu ise henüz belirlenemedi.
Radikal, 24.07.2013
|

|
CUMHURBAŞKANINA UÇAK İNDİRTEN KİTAP

Moğolistan Cumhurbaşkanı Tsakhiagiin Elbegdorj,
ecdadını ve ülkesinin kuruluşunu anlatan yegane ve
paha biçilmez kitabı görmek için 03 Eylül 2012'de
protokol ve program dışı olarak uçağını İstanbul'a
indirdi ve Topkapı Sarayı'na gitti. Topkapı Sarayı
Müzesi Başkanı Haluk Dursun'un eşlik ettiği
ziyarette Elbegdorj'a müzenin Saray Hazinesi'nde
bulunan ve Moğol tarihine ilişkin el yazması bir
kitap olan Camiü't Tevarih'in ana nüshası
gösterildi. Bir de dijital CD'si sunuldu. 14'üncü
yüzyılda Reşidüddin Hamedani'nin kaleme aldığı
Cami'üt-Tevarih adlı kitabı incelemek üzere
İstanbul'a gelen Cumhurbaşkanı, Topkapı'yı
ziyaretinin ardından tekrar ülkesine döndü.
ÇOK HEYECANLANDI
Topkapı Sarayı ve Müzesi Müdürü Doç.Dr. Haluk
Dursun ise saraydaki kütüphanenin anılan eser gibi
muhteşem kitaplarla dolu olduğunu, Topkapı'nın bu
konuda da dünyaya önderlik ettiğini söyleyerek,
ilginç cumhurbaşkanı ziyaretini şöyle anlattı: "Bir
gün Moğol diplomatlardan kısa mesaj yazısı geldi.
Cumhurbaşkanları sayın Tsakhiagiin Elbegdorj'ın
resmi bir dış gezide olduğunu, ancak dönüş sırasında
İstanbul'a uğrayıp, havaalanından doğruca Topkapı
Müzesi'ne özel bir ziyarete gelmek istediğini
belirtiyorlardı. Çünkü müzede nadide bir eser var.
Saray Hazinesi'nde bulunan ve Moğol tarihine ilişkin
kitap olan Camiü't Tevarih'in ana nüshası var. Geçen
gün bu kez Moğol Büyükelçiliği'nden teşekkür
yazısıyla beraber, kağıda baskı yapacakları bir
teknikle kopya çıkarmamızı rica eden yazı da geldi.
O güne dönersek; hazırlıklarımızı yaptık ve ziyaret
için bekledik, kısa süre sonra geldiler. Bizzat
rehberlik yaptım. Çok memnun oldu, çok heyecanlandı.
Tabii ki böylesi bir esere elle dokunmak mümkün
değildi. Camekan içinden bakıldı sadece. Devlet
seremonisi, bayramlaşma töreni ve enderun avlusunda
eğitim alanlarında neler yapıldığını gösterdik,
Osmanlı şerbeti ikram ettik."
SIR KİTABIN İÇİNDE NE VAR
14. yüzyılda Reşidüddin Hamedani'nin kaleme
aldığı Cami'üt-Tevarih adlı eserinin "Mujallad-i
Awwal" adlı birinci kitabında Moğolların yaratılış
destanı var. Bugün, dört minyatürlü nüsha bulunuyor.
Dört nüshanın Arapça yazılmış ikisi İngiltere'de,
1314-1317 arasında tasvirlenmiş ve metni Farsça
yazılmış ikisi, Topkapı Sarayı'nda yer alıyor.
Sabah, Haber: Savaş
Ay, 24.07.2013
|
HAN GOÜ'YE TAHSİS
EDİLDİ
Tokat'ta restorasyonu
tamamlanan Deveciler Hanı, Devlet Konservatuvarı
olacak.
Anadolu'da İpek Yolu
üzerinde bulunan kervansarayların şehir içi
uygulamalarına örnek teşkil eden Tokat Deveciler
Hanı, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi'ne tahsis
edildi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü
tarafından restorasyonu tamamlanan Deveciler Hanında
incelemelerde bulunan Gaziosmanpaşa Üniversitesi
(GOÜ) Rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin, hanı teslim
aldıklarını kaydetti. Rektör Şahin, ilk planda
Devlet Konservatuarı Öğretim elemanları ile birlikte
nasıl bir yerleşim yapacaklarının değerlendirmesini
yaptıklarını belirterek, "Burada çok güzel konser ve
sergi salonları var. Dolayısı ile devamında hangi
birimlerimiz burada olur bilemiyorum ama ilk planda
Devlet Konservatuvarımızın burada yerleşmesi. Süreç
içerisinde ona göre bir yerleşme planı yapacağız"
dedi.
Gaziosmanpaşa
Üniversitesi'nin şehirdeki bir ayağının Deveciler
Hanı olacağını ifade eden Rektör Şahin, "Sadece
konservatuvarımız değil burada birçok birimimizin
faaliyetini ortaya koyma şansımız olacak. İnşallah
devamında buranın Sulu Sokak Çarşısında bir canlılık
kazandıracağına inanıyoruz. Gerek musiki olsun gerek
sanat eserlerinin sergilenmesi olsun sokağın bir
tamamlayıcısı olacak" diye konuştu.
Gaziosmanpaşa
Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Öğretim
Görevlisi Arda Göksu da Deveciler Hanı'nın Devlet
Konservatuvarı için uygun bir mekan olduğunu
söyledi. Türk müziği eğitiminin verileceği bir
konservatuvar olarak tarihi, geleneksel ve ulusal
bir sanatı tarihi bir binada icra edilmesinin ve
eğitim verilmesinin bu açıdan uygun olacağını ifade
eden Göksu, kararın çok yerinde olduğu kanaatinde
olduğunu kaydetti. Tokat Merkeze Bağlı Muhtarlar
Derneği Başkanı Mustafa Gökrem de üniversite
bölümlerinden bir biriminin handa bulunmasının bölge
açsından önemine değindi. Sulu Sokak Çarşısında
tarihi mekanların olduğu konsepte hanın Tokat'ın bir
yüzü olacağına inandıklarını ifade eden Gökrem,
Tokat'ın tarihi çarşı ile tanınacağını sözlerine
ekledi.
Öte yandan 2 katlı taş
bina 15-16. yüzyıllarda yolcuların kaldığı ve yük
taşıyan hayvanların dinlendiği hanın büyük ölçekli
bir tarihi mekan olması nedeniyle ayrı bir önem
taşıdığı bildirildi.
Tokat Kent Haber,
24.07.2013
|
DENİZİN ALTINDAN TARİH FIŞKIRIYOR
Bir grup
arkeolog, şu sıralar Alanya Kalesi açıklarında
tarihi araştırma yapmakla meşgul.
Daha iki hafta gibi
kısa bir sürede Tunç, Bronz, Hellenistik, Roma,
Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait birçok eser
bulunması dikkatleri çalışmanın üzerine çekti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Selçuk, Varşova,
İstanbul, Kocaeli ve Muğla üniversiteleri
arkeologları ve öğrencilerinden oluşan Antalya
Kıyıları Sualtı Araştırmaları heyeti, Selçuklu
Sultanı Alaaddin Keykubat’tan miras kalan Alanya
Kalesi etrafında denizde metrelerce derine inerek
tarihi araştırma yapıyor. Alanya Müzesi, Alanya
Kaymakamlığı ve belediyesinin destekleriyle yapılan
çalışma kapsamında Alanya Kalesi açıklarında
sabahtan akşama kadar dalış gerçekleştiriliyor.
Heyet başkanı Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sualtı Arkeolojisi Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi
Dr. Hakan Öniz, Roma ve Bizans dönemine ait batık
gemilere ait kalıntılara rastladıklarını ifade
ederek, Bronz çağına ait gemileri denizde sabit
tutmasını sağlayan MÖ 3000-1200 yıllarında
kullanılan taş çapa bulduklarını belirtiyor. Heyet
başkanı Öniz, ekibiyle birlikte denizin dibinden
kendi yöntemleriyle çıkarttıkları 3 delikli kompozit
taş çapayı Alanya Müzesi’ne getirdi. Dr. Öniz, Lara,
Dedeman Otel kıyısı, Beldibi ve Göynük’ün içinde
bulunduğu Antalya Körfezi’nde 30 Ağustos’a kadar
çalışmalar yapacaklarını dile getiriyor.
Zaman, Haber: Melik Evren, 24.07.2013
|
EFES'İN UNESCO'YA ADAY GÖSTERİLMESİ BEKLENİYOR

Efes antik kentinin
UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmesi
bekleniyor. Belediye, yaptığı yazılı açıklamada,
Efes'in
UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girebilmesi için
eylül ayında
UNESCO'ya ön başvurunun, 2014 yılı şubat ayında
ise resmi başvurunun yapılması gerektiği belirtti.
Açıklamada görüşlerine yer verilen Selçuk Belediye
Başkanı Hüseyin Vefa Ülgür, Efes'in dünya
halklarının en çok merak ettiği ören yerlerinden
biri olduğuna dikkati çekti.
Ülgür "Bu anlamda her yıl milyonlarca insan
tarafından ziyaret edilen
Efes antik kentinin
UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmeyi çoktan hak
ettiğini düşünüyoruz. Biz belediye olarak bu konuyla
ilgili olarak 5 yıldır çalışıyoruz. Üzerimize düşen
her şeyi de yaptık. Şimdi Kültür Bakanlığı'nın
Efes'i
UNESCO'ya aday göstermesini bekliyoruz.
İnanıyoruz ki, 2014 Şubat ayı itibarıyla Efes,
UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girecek ve
UNESCO Efes'in sigortası olacak" ifadelerini
kullandı.
İzmir Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre,
ilk 6 ayda kentteki tarihi ören yeri ve müzeleri
ziyaret eden 1 milyon 271 bin 818 yerli ve yabancı
turistin en çok gezdiği yerlerin başında Selçuk'taki
ören yeri geliyor. Bu dönemde
Efes antik kenti 779 bin 520 kişi ile en çok
ziyaret edilen birinci, St. Jean Kilisesi ise 144
bin 458 ziyaretçi ile ikinci oldu.
Habertürk, 24.07.2013
|
|
TARİHİ KÖPRÜYE RESTORE
Çankırı Valisi Vahdettin Özcan,
Çerkeş İlçesi'ne bağlı Çaylı Köyü'nde bulunan tarihi
Ahşap Çaylı Köprüsü'nde incelemelerde bulundu.
Melen Deresi üzerinde bulunan tarihi
köprüyü gezen Vali Özcan'a incelemler sırasında
Çerkeş Kaymakamı Cengiz Ünsal, Çerkeş Belediye
Başkanı Şükrü Tarhan ve İl Özel İdaresi Genel
Sekreteri Hasan Yıldız eşlik etti.
Karayolları yetkilileri ile köprünün
onarım ve restorasyon çalışmaları konusunda
görüşeceğini anlatan Vali Özcan, köprünün
çalışmaların ardından modern bir görünüme
kavuşacağını söyledi.
Çankırı Kent Haber, 23.07.2013
|
TARİHİ KÖPRÜLER RESTORE
EDİLDİ
Selçuklu döneminden
kalan 800 yıllık tarihi köprüler, Aksaray Belediyesi
tarafından yürütülen restorasyon çalışmalarının
bitmesiyle hizmete açıldı.
Kent merkezindeki Küçük
Bölcek, Nakkaş ve Hashas mahallelerinde bulunan
Selçuklu dönemine ait Başköprü, Depbağlar ve Nakkaş
köprüleri, Aksaray Belediyesi tarafından restore
edildi.
Kullanılamaz haldeki
köprülerin restorasyonu, geçen yıl Selçuk
Üniversitesi (SÜ) Mimarlık Fakültesi Restorasyon ve
Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Osman
Nuri Dülgerler başkanlığında, 7 kişilik özel bir
ekip tarafından gerçekleştirildi. Restorasyon
çalışmalarında, 20. yüzyıla ait köprülerin orijinal
fotoğraflardan yararlanıldı.
Maliyetinin bir milyar
lirayı bulduğu çalışmalara, Karayolları Genel
Müdürlüğü de destek verdi. Yapımı tamamlanan
köprülerden, Nakkaş Köprüsü çok fazla hasar gördüğü
için araç trafiğine kapalı kalırken, Başköprü ve
Depbağlar köprülerinde ise sadece küçük araçların
geçmesine izin verilecek.
Aksaray Belediye Başkanı
Nevzat Palta, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
belediye olarak ecdadın bıraktığı mirasa en güzel
şekilde sahip çıkmaya çalıştıklarını söyledi.
SÜ ekiplerinin,
köprülerin onarımı öncesi jeolojik etütler yaptığını
aktaran Palta, "Esas olarak baktığımızda çoğu
orjinal halde. Köprülerin orjinal halleri korundu.
Yıpranmış, eskimiş, deforme olan kısımları tekrar
yeniledik. Orjinal hali korunan bu eserler, 800 yıl
önce yapılmış eserler. Bu köprüleri ayağa
kaldırmakla bir medeniyeti ayağa kaldırdık.
Ecdadımızdan aldığımız bu eserleri tekrar orjinal
haline getirerek, bizden sonraki nesillere aktarma
şansımız oldu" şeklinde konuştu.
"Üzerlerine beton
dökülmüş"
Palta, tarihi köprülerin
zaman içerisinde zarar gördüğünün altını çizerek,
"Tarihi bilinç ve hassasiyetimizin azaldığı
dönemlerde, buralarda tabiri caizse cinayetler
işlenmiş. Üzerlerine beton dökülmüş ve yapısı
bozulmuş. Bizler de 3-4 yıl önce ciddi bir proje
hazırladık. Bu kapsamda çalışmalara geçen sene
başladık. Bu köprülerimizi restore ederek, orijinal
haline getirdik" ifadelerini kullandı.
Aksaray'ı Aksaray yapan
en önemli eserlerin başında tarihi köprülerin
bulunduğunu vurgulayan Palta, bu tarihi eserlerin
bulunmadığı bir Aksaray'ın sıradan vilayetlerden bir
farkının olmayacağını belirtti.
O zamanki teknolojiyle
böylesine ihtişamlı köprülerin yapılmasının
şaşırtıcı olduğuna dikkati çeken Palta, şunları
kaydetti:
"Bu Selçuklu köprüleri,
üzerinden 800 yıllık bir tarih akan, tarihi
içerisinde barındıran bir medeniyetin temsilcisidir.
Şuanda da dimdik ayakta duruyor. Bu köprülerin
üzerinden hala insanlar geçebiliyorsa, o dönemin
muhteşem işçiliğini ortaya koyuyor. Bu eserler
durduğu sürece, çocuklarımız ve torunlarımız
tarihini hatırlayacak. Önemli bir tarihimiz var,
binlerce yıllık tarihe sahip bir ülkeyiz.
Geçmişimizle geleceğimiz arasında köprü kuran
köprülerimizi bu açıdan önemsiyoruz."
Palta, restore edilen
her köprünün ayrı bir özelliğinin olduğunu
vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Depbağlar köprüsü,
Selçuklu döneminde dericilerin olduğu bir yerdedir.
'Derici' anlamına geliyor. Nakkaş köprüsü, Nakkaş
Mahallesi'nden ismini alıyor. Başköprü ise Hashas
mahallemizi bağlayan köprüdür. Başkörü, şehre gelen
suya karşı kurulan ilk köprüdür. Dolayısıyla
bunların yapılış yerlerinin birer stratejik önemi
var. Köprülerin bulunduğu yerleri giriş olarak
değerlendirebiliriz. Şehri dışarıya bağlayan veya
açan köprülerdir. Köprülerin altından da çoğu
şehirde olmayan muhteşem bir su medeniyeti akıyor.
İçerisinde ırmaklar akan şehirlerin ayrı bir
medeniyeti oluyor."
Aksaray Kent Haber,
23.07.2013
|
MONA LİSA'YI TOSHIBA AYDINLATIYOR
2011 yılında
Toshiba ile işbirliği yapan dünyanın en ünlü sanat
müzelerinden Louvre, Toshiba Led ürünleri ile
aydınlatılmaya başlamıştı.

İlk etapta Piramid, Piramidion ve Colbert
Kökü bölümleri Toshiba Ledler ile aydınlatıldı.
Planlandığı şekliyle iç mekan aydınlatma çalışmaları
da yapıyı ortaya çıkaracak, ambiyansa zarar
vermeyecek şekilde devam ediyor. Toshiba şimdi de
Mona Lisa’yı aydınlatıyor.
Toshiba iç aydınlatma konusunda ilk çalışmalarını
Mona Lisa ve Kırmızı Oda içindeki görsellerin
aydınlatmasıyla tamamladı. Bu bölümlerde Toshiba'nın
yeni nesil led aydınlatma ürünleri kullanıldı.
Toshiba tarafından geliştirilen led lamba ve
aydınlatma armatürleri sayesinde, aydınlatılan
mekanlarda yüksek renksel geri verim, azaltılmış UV
ve IR yayınımı ve enerji tasarrufu sağlandı.

Toshiba tarafından geliştirilen özel ve
yenilikçi armatür, Mona Lisa tablosu önüne monte
edildi. 34 ledli armatür, önündeki koruyucu cam
sayesinde ışık rengi değişimine izin veriyor.
Armatür, içerdiği farklı optik sistemler sayesinde,
tablonun tamamının düzgün bir şekilde
aydınlatılmasını sağlıyor. Bu özel aydınlatma aynı
zamanda eserlerin zarar görmesini de engelliyor.

Louvre Sarayı yüzyıllar boyunca değişikliğe
uğramasına rağmen, Mona Lisa için özel aydınlatma
yapılması hala uzmanların ortak görüşü. Toshiba,
aydınlatmadaki son gelişmeleri de ön planda tutarak,
yepyeni ve ultra modern teknoloji ile Mona Lisa'yı
yeniden aydınlatıyor.
Yapı, 23.07.2013
|
KAZILARDAKİ BULUNTULAR KAYIT ALTINA ALINIYOR
"Umudumuz önümüzdeki yıl içerisinde bu yapıda
restorasyon çalışmalarının gerçekleştirilmesi ve
ardından da kum meydanı ve etrafındaki yapılarla
beraber peyzaj çalışmasının yapılarak bu bölgenin
insanların ziyaretine açılması..."
Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım
Fakültesi Mimarlık Bölümü'nden Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Mustafa Özer, Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedid-i Amire) kazılarında bu yıl özellikle mimari veriler,
saray alt yapısına ait veriler dışında, taşınabilir
nitelikte kültür varlıkları da ele geçirildiğini
ifade ederek, "Bu bağlamda belirtebileceğimiz
buluntulardan bir tanesi de saray mutfağının
kazıları sırasında ele geçirdiğimiz, muhtemelen
yemeklerin dağıtımında kullanılan bir kepçe
çalışmalar sırasında ortaya çıkarıldı" dedi. Öğretim
Üyesi Doç.Dr. Mustafa Özer, önceki yıllarda olduğu
gibi önemli lüle buluntuları, seramik ve çini
buluntuları, sikkelerde bu yıl kazı koleksiyonuna
katıldığını dile getirerek şöyle konuştu: "Bu yıl
çalışmalarımızı eylül ayına kadar sürdürmeyi
hedefliyoruz. Çalışmalarımıza ülkemizin değişik
üniversitelerinden öğretim üyesi, öğrenci ve
uzmanlar katılmakta, aynı zamanda yerel olarak ta
bölgede 30'a yakın işçi temin ederek çalışmalarımızı
sürdürüyoruz. Bu çalışmaların sonucunda özellikle
sarayın en önemli yapılarından bir tanesi olan
Cihannüma Kasrı'nın da projeleri hazırlanarak,
onaylatılması ve bu yapının ihya edilmesine dönük,
ciddi adımlarımız var. Bu yapının rölevesi koruma
kurulu tarafından onaylandı restorasyon projeleri
hazırlık aşamasında umudumuz önümüzdeki yıl
içerisinde bu yapıda restorasyon çalışmalarının
gerçekleştirilmesi ve ardından da kum meydanı ve
etrafındaki yapılarla beraber peyzaj çalışmasının
yapılarak bu bölgenin insanların ziyaretine
açılmasını hedefliyoruz." Türkiye Büyük Millet
Meclisi başta olmak üzere Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Edirne Valiliği ve Bahçeşehir
Üniversitesi'nin ciddi destek sağladığını belirten
Özer, şunları söyledi: "Bu çalışmaların ülkemizde
yürütülen kazılar dikkate alındığında çok uzun
yıllar alacağını ancak bizim önceliğimiz saraydan
günümüze ulaşan yapıların bir an önce kurtarılması,
restorasyonunun sağlanarak gelecek kuşaklara
aktarılmasıdır. Bu yönde adımlarımızı sürdürüyoruz.
Buna bağlı olarak ta Kum Kasrı hamamının ve Matbah-ı
Amire'nin restorasyonlarını tamamlamış bulunuyoruz.
Matbah-ı Amire olarak anılan saray mutfağının
yeniden işlevlendirilmesi konusunda çalışmalarımız
var. Bu konuda Kültür Turizm Bakanlığı, Edirne
Valiliği işbirliğinde bu yapının
fonksiyonlandırılarak kullanılır hale gelmesi,
ileriki yıllarda bu yapıda önemli faaliyetlerin
gerçekleştirilmesini umuyoruz."
Saray kazılarında 2009 yılından beri sürdürülen
çalışmaların 5'inci yılında olduklarını belirten
Özer, sözlerini şöyle sürdürdü: "Saray mutfağının
Tunca Nehri ile arasında kalan kısmında çalışmaları
sürdürüyoruz. Aynı zamanda saraydan günümüze ulaşan
su maksemi ve çevresinde arkeolojik kazılarımız
devam etmektedir. Bu çalışmalarda yoğunlukla alt
yapı sistemi ortaya çıkarılmakta temiz su, atık su
ve sıcak su kanalları tespit edilmiş durumda aynı
zamanda burada yoğun bir şekilde seramik, sikke,
çini, lüle gibi buluntular ele geçirilmektedir.
Ülkemizin değişik üniversitelerinden öğrenci,
öğretim üyesi ve uzmanlar katılmakta arkeoloji,
sanat tarihi, mimarlık, harita mühendisliği,
restorasyon, konservasyon gibi branşlarda uzman
kişilerle çalışmalarımız devam ediyor." Edirne'de
bulunan Peykler Medresesi Saray kazı evi olarak
kullanılıyor, çıkarılan eserlerin konservasyonu,
yenilenmesi, sağlamlaştırılması gibi
işlemleryapılarak envarter kayıtlarına işleniyor.
Trakya Gazetesi, 23.07.2013
|
İSTANBULKAPI RESTORE EDİLİYOR
Erzurum'un tarihi varlıklarından
İstanbulkapı'nın restorasyon çalışmalarına
başlandı. Yakutiye Belediyesi
tarafından restorasyonu yaptırılan İstanbulkapı'nın
gelecek yıl hizmete açılacağı bildirildi. Tarihi
eserlerin restorasyonu ve çevre peyzajı ile
dikkatleri üzerine çeken Yakutiye Belediyesi
İstanbulkapı'da da çalışma başlattı. Cumhuriyet
dönemi edebiyatçılarından Ahmet Hamdi Tanpınar'ın
'Beş Şehir' isimli kitabında da bahsettiği tarihi
İstanbulkapı restorasyon kapsamına alındı.
Bakımsızlık ve yıkıma terk edilen İstanbulkapı'nın
restore edilerek tarihe yeniden kazandırılacağını
belirten Yakutiye Belediye Başkanı Ali Korkut,
hedeflerinin tarihi eserleri kurtarmak olduğunu
ifade etti. Korkut 1 milyon liraya restore edilecek
olan İstanbulkapı'nın gelecek yıl içerisinde
yüklenici firma tarafından tesliminin yapılacağını
dile getirdi.Tarini eserlerin ilgisizlik kurbanı
olmasına izin vermeyeceklerine işaret eden Başkan
Korkut, "İstanbulkapı projemize ilk kazmayı vurduk.
Seneye Erzurum halkı farklı bir İstanbulkapı'ya
kavuşmuş olacak." dedi. Ortaçağ ile Osmanlı
İmparatorluğu'nun son dönemlerinde Erzurum'u düşman
işgaline karşı koruyan toprak tabyalar ile şehre 4
ana yönden giriş ve çıkışları sağlayan kapıların,
tarih boyunca düşman yağmasından korunmasına rağmen,
çarpık yapılaşmadan kendisini kurtaramadığının
altını çizen Ali Korkut, "Biz tarihi değerlerimizin,
kültür geçmişimizin yok olup gitmesine göz
yummayacağız. Önceki örneklerinde olduğu gibi
İstanbulkapı'yı da insanla buluşturup, geleceğe
taşıyacağız. Maalesef burası yıllarca ilgisizliğin
kurbanı olmuş. Eserde ciddi anlamda tahribat
yaşanmış. Proje ile eserde restorasyon çalışması
yapılacak. Eseri tahrip eden olumsuz etkenlerden
arındırma yapacağız. Bunun yanı sıra eserin
çevresinde peyzaj çalışmaları gerçekleştireceğiz ve
nihayetinde eser ve çevresi aynı zamanda ekonomik
kaynağa dönüşecek. Erzurum insanına aş ve iş
sağlayan bir yapıya dönüşecek." şeklinde konuştu.
Osmanlı dönemi Erzurum valilerinden Fosfor Mustafa
Paşa tarafından 1876–1877 yıllarında, şehrin
güvenliği amacıyla yaptırılan İstanbulkapı'nın
cumhuriyetin kuruluşuna giden yolda sembolik bir
önem taşıdığını da hatırlatan Korkut, "İstanbulkapı,
Mustafa Kemal Paşa'nın şehre giriş yaptığı kapıdır.
Bu kapı bir anlamda cumhuriyetin kuruluşuna giden
yolun ilk kapısı, ülkenin düşmanlardan
temizlenmesini sağlayan muhteşem hareketin de
başlangıç noktasıdır. Taşıdığı tarihi değerler,
tarihi eser olmasının yanında günümüzde de Erzurum'a
sağlayacağı ekonomik yararlar düşünüldüğünde
çalışmanın şehir ekonomisi açısından da önemi
bulunmaktadır." açıklamasında bulundu
Türkiye Gazetesi, 23.07.2013
|
"SOLİ POMPEİOPOLİS ARKEO PARK OLACAK"

Mersin'de 3 bin yıllık antik liman kenti Soli
Pompeiopolis'teki kazılara başkanlık eden Dokuz
Eylül Üniversitesi Müzecilik Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Remzi Yağcı Neolitik, Hellenistik, Roma
dönemlerine ait kalıntıların bulunduğu yerleşimin
'arkeopark' olarak dünya turizmine
kazandırılmasından yana olduklarını söyledi.
Merkez
Mezitli
İlçesi'ndeki Soli Pompeiopolis antik kentinde
Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Mersin Valiliği İl Özel İdaresi ve
Mezitli Belediyesi'nce 1999'da başlatılan
kazıların bu yılki etabı için 110 bin lira ödenek
ayrıldı. Dokuz Eylül Üniversitesi Müzecilik Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Remzi Yağcı başkanlığında,
Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden 17
öğrenci ile 20 işçinin yer aldığı kazı ekibi,
sütunlu cadde ve höyük alanında yoğunlaştı. Bir ay
sürecek çalışmada kazı alınandan çıkarılan toprağı
araştıran üniversite öğrencileri, çıkan şekilli taş,
seramik parçaları ve sikkeleri etiketlendirerek,
incelenmek üzere depoya taşımaya başladı.
Prof.Dr. Remzi Yağcı, bu yıl Soli Pompeiopolis'te
14'üncü etap kazının yapıldığını belirtti. Milattan
sonra 525'teki depremde yıkılan Soli Pompeiopolis'i
ayağa kaldırmayı amaçladıklarını vurgulayan Prof.Dr. Yağcı, 1999'dan bu yana sütunlu caddenin güney
ucundaki karşılıklı 7'şer sütundan 14 sütunu ayağa
kaldırdıklarını, bu yılki kazılarda açmaları
genişleterek yeni restorasyon imkanlarını
araştıracaklarını belirtti. Sütunlu caddenin büyük
önemi olduğunu, burada Roma dükkanları gibi önemli
arkeolojik veriler bulunduğunu anlatan Prof.Dr.
Yağcı, burada gün ışığına çıkartılan
Afrika,
Kıbrıs ve
Foça seramiklerinin
Roma ve Bizans dünyasının sosyal ve ticari
yaşantısını yansıttığını aktardı.
Prof.Dr. Remzi Yağcı, birçok medeniyeti içinde
barındıran Soli'de müze kurulmasını da isteyerek
şöyle konuştu:
"Neolitik, Hellenistik, Roma dönemleri gibi birçok
dönemi bünyesinde barındıran ve büyüleyici yapısıyla
hayranlık uyandırtan Soli,
Mersin tarihinin ne kadar zengin olduğunu, ne
kadar geriye gittiğini gösteriyor. Kazıların amacı
tarih bilincini oluşturmak ve bu kalıntıları gelecek
kuşaklara aktarmaktır. Arkeolojik çalışmaların
tamamlanmasından sonra burada bir müze kurmayı
tasarlıyoruz. Kurulacak müzeyle, sütunlu cadde
karadan ve denizden gezilebilir bir hale gelecek. Bu
müze, bir açık hava müzesi olacak veya bütün alanı
bir arkeopark haline getirmeye çalışacağız. Umarım
gerekli onaylar alındıktan sonra orta vadede
gerçekleştirilecek."
haberler.com, 23.07.2013
|
BİN 500 YILLIK YEDİKULE BOSTANLARI AKP SALDIRISI VE
TEHDİDİYLE YOK EDİLİYOR

Bin 500 yıldan uzun süredir kentsel tarım
alanı olan Yedikule Bostanları'nın büyük bir bölümü,
Fatih Belediyesi ve İBB tarafından yapılacak 70 bin
metrekarelik park projesi kapsamında üzerine moloz
ve niteliksiz toprak yığılarak ürün veremeyecek hale
getiriliyor.
"Antik bir şehir bölgesi içinde mevcut dünyanın
en eski tarım alanı" olduğu belirtilen Yedikule
Bostanları'na 6 Temmuz'da dozerlerin girmesinin
ardından tepkiler sürüyor.
Yaşananlara ilişkin önemli girişimlerde bulunan
ve kamuoyunu bu konuya eğilmeye çağıran Yedikule
Bostanlarını Koruma Girişimi, başlattığı
çalışmaların ardından birçok kez saldırı ve tehdide
maruz kaldı.
Dünyanın en eski tarım alanı
Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi, konuya
ilişkin yaptığı bilgilendirme açıklamasında, şu
ifadeleri kullandı:
6 Temmuz’dan bu yana farklı mesleklerden bir
grup uzman ve gönüllü; "antik bir şehir bölgesi
içinde mevcut dünyanın en eski tarım alanı" olma
niteliğini haiz ve bu haliyle de biricik olan
Yedikule Bostanları'nın Fatih Belediyesi ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
yürütülen “Yedikule Kapı ile Belgrad Kapı
Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon
Projesi” kapsamında, üzerine moloz ve niteliksiz
toprak yığılarak ürün veremeyecek hale
getirilmesini gün ve gün izledik.
Tek bir uzman yok
Sorunun yalnızca Bizans ve ardından Osmanlı mirası
olan, UNESCO’nun “gayri-maddi kültür varlıkları”
arasında saydığı bostanların ve taşıdıkları gelenek
değerlerinin ortadan kaldırılması olmadığının
belirtildiği açıklamada, bostanları işleyen
ailelerin çok katmanlı bir hukuksuzlukla ve ekili
ürünlerini toplamalarına dahi izin verilmeden
yerlerinden edildiği, sit alanı olan tarihi
yarımadanın bir parçası olan arazide herhangi bir
uzman gözetimi ve denetimi olmaksızın kepçelerin
surların dibine daldığı ve Arkeoloji Müzeleri’nden
uzmanların gözetimi olmaksızın kazı yapıldığı
vurgulandı.
"Yangından mal kaçırırcasına"
Fatih Belediyesi ve İBB'nin, İstanbul Alan Yönetim
ve Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı İmar Planı
notlarına aykırı hareket ettiğinin belirtildiği
açıklamada, "Şehircilik, planlama ve koruma
ilkelerinin, özel ve kamusal hukukun çok sayıda
normunun, demokratik ve saydam kamu yönetimi
prensiplerinin 15 gün içinde teker teker ve
'yangından mal kaçırırcasına' çiğnenmesine şahit
olduk" denildi.
Saldırı ve tehditler
Konuya dikkat çekmek için yaptıkları çalışmaların
engellenmeye çalışıldığını hatırlatan Girişim,
saldırılar ve tehditlere maruz kaldıklarına vurgu
yaptı.
Açıklamada yaşanan saldırı ve tehditlere ilişkin
şu ifadelere yer verildi:
8 Temmuz 2013 tarihli, uzman tarihçilerin
katılımıyla gerçekleştirilen Basın açıklamamız
ve bu şehrin bostan girişimlerinden yıkımı duyup
gelen çok az sayıdaki protestocuların eylemi,
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in ekibiyle
“olay yeri”ne gelmesi, müdahil olması, takibinde
“bir grup mahalleli”yi karşımıza çıkarmasıyla
neticelendi. Her nasılsa, izleyen 12 gün boyunca
biz hep karşımızda aynı 10-15 kişilik
“mahalleli”yi bulduk. Sur-içi Bostan boyunda
takribi 1.000 kişi ikamet ediyorsa, onların
içinden hep aynı 10-15 kişiyi son derece
saldırgan bir üslupla karşımızda bulmamızın
rastlantı olmadığını düşünüyoruz. Medya’daki
ilgili haber videoları incelendiğinde bu
teşhisimiz, tartışmaya mahal vermeyecek biçimde
doğrulanacaktır. Yaklaşık iki hafta boyunca
“Mahalle Halkı ‘Park İstiyoruz’ Diyerek
Bostan’ın Korunmasına Tepki Gösterdi” ya da daha
kötüsü “İstanbul Yedikule’de Halk Provokatörleri
Kovdu” gibi gazetecilik etiğine sığmayan ve
içinden geçtiğimiz baskıcı ve şiddet dolu
iklimle son derece uyumlu, bu iklimin yarattığı
hukuksuzluk imkanından da pragmatik bir biçimde
yararlanan başlıklarla yapılan “haberler” hem
bizi “halk” kategorisinden dışladı hem
kamuoyunda biz Yedikule’nin en büyük ihtiyaçları
arasında bulunan park / sosyal ve rekreatif alan
düzenlemelerine karşı çıkıyormuşuz gibi yanlış
ve manipülatif bir intiba yarattı hem de hedef
haline geldik.
Aramızdan bir arkadaşımızın cep telefonuna
tanımadığı bir numaradan gece yarıları tedirgin
edici mesajlar geldi ve bu arkadaşımız cep
telefonuna gelen mesajdaki cümlenin aynını bir
iş makinesi operatöründen işitti. İki kadın
arkadaşımızın radyo programı çalışmaları ve o
sırada yine “olay yeri”ne intikal eden Belediye
Başkanı Mustafa Demir’le kurmaya çalıştıkları
diyalog, daha sonra yeniden karşımıza çıkacak
olan ve Belediye Başkanı’nın korumasıymışçasına
hareket eden bir kişi tarafından son derece
kabaca sekteye uğratıldı. Araziye geliş ve
buradan ayrılışlarımızda malum 10-15 kişiden
oluşan insanların, “Dışarıdan gelip burayı
karıştıramazsınız, siz kim oluyorsunuz
Yedikule’ye burnunuzu sokuyorsunuz, burası
Yedikule, yarın da gelirseniz burada orman
kanunları işler, burası Taksim değil, burada da
‘Gezi yapma’ya geliyorsunuz, bostancılardan para
alıyorsunuz…” ve benzeri hakaret, itham ve
tehditleriyle karşılaştık. Söz konusu kişilerin
her birini teşhis edebilecek durumdayız.
Diyalog kurma çalışmalarımız engellenmeye
çalışıldı. Aramızdan birinin aynı zamanda
Yedikule’de yaşıyor olduğunu defaatle dile
getirmesi de… Bu ülkenin ve dünyanın herhangi
bir toprağından kimsenin kovulamayacağını
anlatmaya çalışmamız da…
Nihayet 20 Temmuz itibariyle bu yıldırma ve
şiddet iklimi, artık kişisel psikolojik
gücümüzle baş etmeye devam edebileceğimiz ve
geçiştirip kendimize saklayabileceğimiz
boyutları aşmıştır. Girişim’imizden Arkeolog
Yiğit Ozar ile İstanbul Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Kentleşme ve Çevre Sorunları
Anabilim dalı öğretim üyesi Doç.Dr. Ayten
Alkan’ın, 16.00'da bir TV kanalının çağrısıyla
röportaj vermek üzere gittikleri yıkım alanında
giderek artan dozda yine aynı grup kişiler
tarafından uğradıkları sözlü saldırılar,
hakaretler ve fiziksel saldırı girişimleri
habercilerin haber yapmasına, arkadaşlarımızın
da görüş ve bilgilerini paylaşmasına mani
olmuştur.
Gerilim devam ederken, sonradan intikal eden
ve daha önce Fatih Belediye Başkanı’nın yanında
iki kez gördüğümüz, siyah gözlüklerini asla
çıkarmayan şahıs iki arkadaşımıza sözlü olarak
saldırmış, küfretmiş, Ayten Alkan’a yakışıksız
şekillerde hitap etmiş ve fotoğrafını çekmeye
çalışmış, sürekli olarak fiziksel temas
girişiminde bulunmuş, Yiğit Ozar’ı tartaklamış,
arkadaşlarımızı tehdit etmiş ve yaklaşık bir
saat boyunca onları, defalarca ikaz edilmesine
rağmen yaya olarak takip etmiş ve nihayetinde,
takipten vazgeçtiğini düşündükleri bir sırada
plakasını neyse ki alabildikleri otomobilinde
teşhis edilmiştir.
Olay şikayet konusudur ve bundan sonra
yargıya intikal etmesi beklenmektedir. İlgili
fotoğraf, video ve ses kayıtları, kişinin ismi
ve konumu, tanıklarımızın isimleri, yargı süreci
başlayana değin bizde mahfuzdur. Fatih Belediye
Başkanı, İBB ve / ya da müteahhit firmanın, şu
andan itibaren söz konusu kişinin kendileriyle
bir münasebeti olmadığı doğrultusunda yapması
muhtemel her açıklama bizler nezdinde yok
hükmünde olacaktır; defaatle yakın mesai içinde
olduklarını gördük. Ve dahası, bundan böyle, bu
iki arkadaşımızın ya da Yedikule Bostanlarını
Koruma Girişimi'nden herhangi birinin, başına
gelmesi muhtemel her türlü musibetin de nihai
mesullerini, bu ortamı yaratan ve mesai içinde
oldukları bir kişinin hukuk-dışı ve taciz,
tehdit, saldırı ve takibe varan davranışlarını
yönlendirmese dahi bu konuda herhangi bir önlem
almayan Fatih Belediye Başkanı, İBB Belediye
Başkanı ve her nasılsa ihale sürecine dair
hiçbir bilgi edinmeyi başaramadığımız üstlenici
firma olarak addedeceğiz.
Şunu da eklemek isteriz ki, biz tam bu
kamuoyu ve basın bilgilendirme notunu
tamamlıyorduk ki, aramızdan -yıllarını ve
akademik hayatını bu alana vakfetmiş- bir
Tarihçi arkadaşımızın daha arazide, bildiğimiz
kişilerden biri tarafından tehdit, darp ve
kaçırma girişimine maruz kaldığı, orada kalmış
bir-iki bostancı tarafından “kurtarıldığı”
bilgisini aldık. Söz konusu vak’a da savcılığa
intikal edecektir.
Bütün bu terörün; bizi doğa, tarih, şehir,
toplum yararı için mesleki / sivil
mesuliyetlerimiz için verdiğimiz mücadeleden
uzaklaştırmayacağının da bilinmesini istiyoruz.
Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi
Sol Haber, 23.07.2013
|
2000 YILLIK FRESKLER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Denizli'nin Buldan
İlçesi'ndeki Tripolis antik kentinde günümüze kadar çok iyi korunagelmiş bin
700 yıllık freskler bulundu. Freskler, Romalıların
yiyecek içecekle ilgili dükkanları, günümüzdeki
lokantalarda olduğu gibi süslediklerini ortaya
çıkardı.
Tarihi 6 bin öncesine dayanan ve
Hellenistik
dönemde Frigya, Karya ve Lidya üçgeninin kesişim
noktasında bulunan, Bergama Krallığı'ndan sonra Roma
İmparatorluğu'na bağlanan Tripolis'deki arkeolojik
kazılar, Pamukkale Üniversitesi tarafından
sürdürülüyor.
Erken Roma döneminde surlarla çevrilmesi ve
erozyonla toprak altında kalması sayesinde tarihi
kalıntıların çoğunun bozulmadan günümüze kadar
sağlam bir şekilde ulaştığı kentte, geçen yıl toprak
altındaki yapıları tespit etmek amacıyla yapılan
jeoradar çalışmasında kemerli pazar yeri tespit
edilip sağlam bir şekilde açığa çıkarıldı, bu yıl
yapılan kazılarda ise pazar yerinin yanında içleri
fresklerle bezenmiş dükkanlar bulundu.
Tripolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Bahadır Duman, yaptığı açıklamada, antik
kentte büyük bir kısmı Roma dönemine ait olmak üzere
erken Roma, geç Roma, Bizans dönemine ait farklı
dönemlere tarihlenen buluntuların olduğunu belirtti.
Roma döneminden kalma yaklaşık
MS 3. yüzyılın
ilk yarısına ait dükkanların içerisinde freskler
bulduklarını açıklayan Duman, şöyle konuştu:
"Bulunduğumuz zemin katta duvarların tamamı
fresklerle kaplı. Yani Roma döneminde önemli
yapıların, binaların, dükkanların duvarlarının
freskle kaplı olduğunu zaten biliyoruz yazılı
kaynaklardan. Tripolis'te de buna benzer bir duvar
boyaması, freskolar bulduk. Tabii freskolar nasıl
yapılmış? İlk etapta bir çerçeve yapmış Romalı usta.
O çerçevelerin içerisine çeşitli hayvan ve bitki
figürleri yerleştirilmiş, kimisinde sebzeler var,
kimisinde meyveler var, farklı farklı. Buradaki
betimlemelerden yola çıkarak bu dükkanın en azından
yeme içmeyle ilgili işlev gören bir dükkan olduğunu
söyleyebiliriz. Her bir çerçeve içerisinde bir figür
olmak üzere panolar içerisinde serçe, nar, sülün
betimlemesi bulunuyor. Güvercin betimlemesi, papağan
betimlemesi, kınalı keklik dediğimiz Anadolu'ya has
keklik betimlemesi var. Kabak çeşitlerini
görebiliyoruz. Çiçekler var, bu panellerin etrafı
çeşitli bitkisel motiflerle bezenmiş, içerisinde en
fazla gül var."
Yapının sağlam korunduğununa işaret eden Duman,
"Tripolis yamaç kenti olduğu için yüzyıllarca
yukarıdan, kuzey taraftan gelen erezyon toprağı bu
mekanları doldurmuş. Ve biz yaklaşık 5-6 metrelik
dolgudan sonra yapıları sağlam olarak çatı
seviyesinde bulabiliyoruz. Bu mekan da onlardan
sadece biri. Biz bu kazılara devam ettiğimiz zaman
cadde boyunca bu dükkanlardan birkaç tane daha
bulacağımızı ümit ediyoruz" diye konuştu.
Duman, Roma dükkanının duvarındaki süslemelerin
benzerlerinin Efes'te yamaç evler kompleksinde
evlerin içerisinde görüldüğüne dikkati çekerek, "Ama
Tripolis'tekilerin farkı, bunların sağlam kalmış,
günümüze kadar çok iyi korunagelmiş olması, Efes'ten
farkı bu. Roma dükkanları içerisinde en iyi korunmuş
freskler Tripolis'te. Burada yeme içle ile ilgili
bir dükkan bulduk, belki ileride değişik dükkanlar
bulacağız. Burası MS 262'de Batı Anadolu'daki
hemen hemen tüm antik kentleri etkileyen büyük
depremde kullanım dışı kaldı. Şu anda 'Günümüze
kadar korunagelmiş en iyi freskler burada'
diyebiliriz. Çünkü tüm duvarlarda panolar halinde
freskler düzgün bir şekilde duruyor" dedi.
Yapı, 23.07.2013
|
SAHİBİNDEN SATILIK KİLİSE!

Siirtli Mehmet Emin Evin, özel mülkü olan arazide
bulunan Süryani kilisesini satmak istiyor. Söz
konusu araziyi, babasının hayvancılık yapmak üzere
1980’lerde Siirtli Araplardan aldığını belirten
Evin, kilisenin de böylece kendi mülkiyetlerine
geçmiş olduğunu anlatıyor. “1915’e kadar tüm bölge
Hıristiyanlarındı sonra Müslümanların mülkiyetine
geçti” diyen Evin, kendi ailesinin de aslen Keldani
olduğunu fakat 1915’te zorla Müslüman yapıldığını ve
Kürt gibi yaşamaya başladıklarını söylüyor.

Mehmet Emin Evin adına kayıtlı bulunan tapu
belgesinin ‘gayrimenkulün niteliği’ kısmında ‘Kilise
binası ve arsası’ ifadesi yer alıyor.
‘Defineciler de almak istedi’
Kilisenin Siirt merkezine beş kilometre mesafede
olduğunu ve 15 yıl önce definecilerin kendilerinden
kiliseyi almak istediğini aktaran Evin, “Biri
Erzurumlu diğeri Iraklı iki kişi 4 trilyon teklif
ettiler, bu paranın yarısını peşin diğer yarısını da
kilisede yapacakları kazıdan sonra vereceklerini
söylediler. Kiliseyi tamamen yıkacakları için
satmadım. Babam kabul etti ama ben izin vermedim.
Keldani olmasalar da Süryanilerin kilisesi sonuçta,
bizim inancımıza yakınlar. Yıkılmasına gönlüm razı
olmadı” diyor.
Kürt siyasetinde aktif olarak yer aldığını ve bu
yüzden cezaevine girdiğini ifade eden Evin, “13 yıl
yattım. Daha önceden bağcılık ve hayvancılık
yapıyordum ama cezaevine girdikten sonra bu işlerim
dağıldı, maddi olarak zor durumda kaldım” diyerek
kiliseyi neden satmak istediğini dile getiriyor.
Kiliseyi korumak için üzerine briketlerden iki oda
yaptıklarını ve kardeşinin yaz-kış orada kaldığını
söyleyen Evin, kilisenin Süryanilere ait olduğunu
nasıl öğrendiklerini ise şöyle anlatıyor: “İsveç’ten
gelen Süryaniler kilisenin tarihini babama
anlatmışlar. Kilisenin Süryanilere ait olduğunu öyle
öğrendik. Mardin’deki Süryanilere ulaştım, ‘Kiliseyi
yıkılmaktan kurtaralım’ dedim. Daha sonra ne olduysa
gelemediler. Süryanilere UNESCO, Kültür Bakanlığı
vs. kaynak bularak kiliseyi restore etmek için çağrı
yaptım.”
Kilisenin restore edilmesini istediğini
vurgulayan Evin, kiliseyi satmak istediğini de
söylüyor. Evin’in şartları ise şöyle: “Alacak
kişiden kardeşimi bekçi yapmasını ve kilise için de
1 milyon lira ödemesini istiyorum. Ailemizden
birinin kiliseye bekçi yapılması babamın
vasiyetiydi, bu şart.” Süryani toplumunun bu kadar
büyük bir parayı ödeyememe durumu olursa kiliseyi
bedelsiz olarak verir misiniz sorumuza Evin,
“Görüşmemize bağlı, bunları oturup konuşuruz”
demekle yetindi.
Asker ve polis tehdit etti
1990’ların başında Siirt Emniyet Müdürlüğü Özel
Harekat Şube Müdürü İbrahim Şahin’in adamlarının
kendisini tehdit ettiği de öne süren Evin,
yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “İşkence
yaptılar. Kiliseyi kendilerine hibe etmem için tugay
komutanı da beni ölümle tehdit etti. Fakat inat
ettim, vermedim. Amaçları kilise etrafında define
aramaktı. Detektörlerle define aramaya çalışan da
çok oldu, yakaladık. Arazi civarında çok fazla
mağara da var, her biri 500 metrekareye yakın bir
büyüklükte; hayvanlarımızı oralarda besliyorduk.
Mağaralarda azizleri temsil eden kabartmalar vardı,
Şahin’in adamları bu mağaralarda bunları kopartıp
götürdüler.”
Agos, Haber: Emre Ertan, 23.07.2013
|
BASINA VE KAMUOYUNA
İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi’nin
İhya Projesi
İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi
projesindeki gelişmeler derneğimizin açıklama
yapmasını gerektirmiştir.
19. yy yapısı olan İmalat-ı Harbiye
Usta Mektebi, Meclis-i Mebusan Caddesi’nin batı
kenarındaki eğimli araziye Mimar Sinan Üniversitesi
yönetimi tarafından yeniden inşa edilmek
istenmektedir. Söz konusu mektep binası 1957 yılında
yol açma çalışmalarında yıkılmıştır, bina kısmen
Meclis-i Mebusan Caddesi’nin geçtiği yerde, kısmen
de caddenin batısındaki eğimli arazide
bulunmaktaydı. Bu durumda günümüzde binanın tümüyle
yeniden yapılması imkansızdır, çünkü yeterli arazi
kalmamıştır. Ayrıca geçerli olan imar planında alan
"arkeolojik park" olarak gösterilmiştir.
Semavi Eyice “Bizans Devri’nde
Boğaziçi” kitabında söz konusu arazide Bizans
kalıntısı olabileceğine işaret etmektedir. Bunun
üzerine Üniversitenin Rektörü Prof.Dr. Yalçın
Karayağız da Taraf Gazetesi’ne verdiği mülakatında,
“Semavi Eyice orada bir Bizans Kilisesi’nin
kalıntılarının olabileceğini ifade ediyor. Burada
bir soru işareti var. Resimde görülen 19. yüzyıl
İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi’nin tonoz
temelleridir. Orada Bizans kalıntısı yok, oradan
çıkabilecek tek şey Tophane Lüleleri olacaktır.”
demiştir. Öncelikle Prof. Karayağız’ın kendi alanı
dışındaki bilimsel bir konuda yukarıdaki açıklamayı
yapması büyük bir talihsizliktir.
Nitekim, bu açıklamaların ardından
İstanbul Arkeoloji Müzeleri denetiminde başlatılan
kazılarda, MS 6.-7. yüzyıllara tarihlenen
buluntular belgelenmiştir. Söz konusu buluntular
arasında olasılıkla bir yapı kompleksinin parçası
olabilecek bir hamama ait kalıntılar, mermer bir
lahit, çok sayıda sikke ve kandil açığa
çıkarılmıştır. Henüz alanın büyük bir kısmı
kazılmadığı halde şu ana kadar ele geçenler,
tarihini çok az bildiğimiz İstanbul için son derece
önemli birer veri kaynağı niteliğindedir. Çünkü,
kent içinde üzerinde yapı stoğu bulunmayan ve
arkeolojik dolgu içeren, dolayısıyla o kentin
geçmişi üzerine arkeolojik yöntemlerle bilgi elde
edilebilecek bu türden araziler pek azdır.
İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi’nin,
kent arkeolojisi için son derece önemli bu alana
inşa edilmek istenmesi, meslek etiği açısından da
kabul edilebilir değildir. Bünyesinde Arkeoloji,
Sanat Tarihi, Mimarlık gibi ilgili bölümleri
bulunduran Mimar Sinan Üniversite’si arkeolojik alan
üzerinde inşaat yapan, kültür varlıklarını tahrip
eden bir kurum olarak değil, bu alanlarda bilimsel
araştırmalar yapan, koruma önlemlerini alan ve
ortaya çıkan kültür varlıklarını ilgili bilimsel
araştırmaların sonuçları ile birlikte toplumun
kullanımına açan bir üniversite olarak varlığını
sürdürmelidir.
ARKEOLOGLAR DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ,
23 Temmuz 2013
|
MİLLİ SARAYLAR'DA ÇÜRÜMEYE BIRAKILAN TABLOLAR İÇİN
MECLİS HAREKETE GEÇTİ
Topkapı Sarayı
Müzesi'nden sergilenmek üzere Milli Saraylar'a
gönderilen ve çoğu padişah ve şehzadelerin
resmedildiği tabloların perişan halde olduğu ortaya
çıktı. Yıllarca kötü şartlarda saklanan paha
biçilemez tabloların bazılarının boyaları dökülmüş,
bir kısmında yırtıklar meydana gelmiş.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bağlı Milli
Saraylar ile Topkapı Sarayı Müzesi
arasında birkaç ay önce yapılan bir protokolle
40 tablo sergilenmek üzere
Dolmabahçe
Sarayı'na gönderildi.
Resimler Namık İsmail,
Halil Paşa,
Fausto Zonaro,
Fabius Bresth,
Amadeo
Preziosi, Hasan Rıza,
Halife Abdülmecid Efendi
gibi
son derece önemli ressamların imzalarını
taşıyor. Döneminin en ünlü isimleri tarafından
yapılan ve paha biçilemeyen tablolar ağırlıklı
olarak padişah, şehzade ve sultanların
portrelerinden oluşuyor. Ancak bazı tablolarda
çok önemli hasarlar oluşmuş.
RESTORE
EDİLECEKLER
Örneğin Pierre Desire Guillemet'in
Sultan Abdülaziz'i resmettiği
tablosunda üç yerde büyük yırtıklar meydana
gelmiş. Hippolite Berteaux'nun Sultan III.
Selim tablosunda da boya dökülmeleri var.
Topkapı Sarayı Müzesi'nden gönderilen tabloların
bakımı hiç yapılmadığı için yıllar içinde oluşan
kir tabloların renklerinde değişime neden olmuş.
TBMM ile imzalanan protokole göre, resimlerin
sergilenmesi karşılığında tablolar restore
edilecek.
Tabloların sergileneceği Dolmabahçe Sarayı'nın
"Veliaht Dairesi" 1935'ten beri İstanbul Resim
ve Heykel Müzesi olarak kullanılıyordu. Ancak
sarayın bu bölümünün uzun yıllardır bakımsız
kalması TBMM Başkanı
Cemil Çiçek'i
harekete geçirdi. Çiçek, İstanbul Resim ve
Heykel Müzesi'ne yapılan tahsisi kaldırdı. Daire
hızlı bir şekilde restorasyona alındı.
Topkapı’dan getirtilen tablolar 5 yıl boyunca
burada sergilenecek.
Dönemin İktisat Bankası koleksiyonunda yer alan
Osman Hamdi Bey'in 'Kaplumbağa Terbiyecisi' adlı
ünlü eseri 2004 yılında TMSF tarafından satışa
sunulmuştu. Tablo 5 milyon liraya Suna ve İnan
Kıraç Vakfı Pera Müzesi tarafından satın
alınmıştı.
Bugün, Haber: Tuncay Opçin, 23.07.2013
|
GEL BİR DE 'BANA SOR'

Tate Modern yaz döneminde yarı Afro Amerikan yarı
İrlanda kökenli sanatçı Ellen Gallagher’i ağırlıyor.
Gallagher’in son yirmi yıla yayılan işlerinden
biraraya getirilen büyük retrospektif sergi, eylül
sonuna kadar devam edecek. Sanatçının caz tekrarına
benzeyen, farklı şekillerde görünüp başka
şiddetlerde etki eden eserleri ‘AxME’ başlığıyla
sergileniyor. İsim bir kelime oyunu; İngilizcede
‘bana sor’ anlamına gelen ‘Ask me’ ile 90’larda
çocuk olanların yakından tanıdığı Road Runner’ın
peşini bırakmayan Coyote’nin bitmeyen patlayıcı
rezervinin arkasındaki gizli kuruluş Acme
Corporation’a bir gönderme. Yani bizdeki “En çok
bana soracaksınız” nidalı Erol Büyükburç
serzenişiyle ‘DirenRoadRunner’ karışımı bir sergi
ismi.
Odaların içinde suretler, denizaltı şehirleri, böcek
gözler, kalın dudaklar, uzaylılar, Mısır
piramitleri, politika, peruklar, bolca hayaller ve
de olmazsa olmaz Freud var. İyi bir izleyici
olursanız alt metindeki Road Runner’ı, Amerikan
minimalistlerini ve Pinokyo’yu da görebilirsiniz.
Gallagher, çağdaş sanatın sanatçıdan beklediği
kıvrak zeka yoluyla dramatik katastrofiyi ağrısız
acısız dillendirme pratiğinin hakkını veren
isimlerden biri. Popüler kültürün ikonlaştırma
geleneğini kendi görsel dilinin içine modüler
şekilde monte eden sanatçı, jenarasyonunun ve
geçmişinin sorumluluğunu üstünden atamamış olsa da
keşfi zevkli bir izleme deneyimini akılda kalıcı
izlerle sunmayı başarıyor.
Yeni bir Afro Amerikan
Gallagher’ın Hollandalı sanatçı Edgar Cleijne ile
birlikte yarattığı 16 mm formatındaki beş kısa film
serginin akılda iz bırakan parçalarından biri.
Murmur (Söylenme, mırıldanma anlamında) isimli
çalışma ismiyle müsemma bir haller bileşkesi olarak
1953 yapımı bilim kurgu korku kültü olan It Came
From Outer Space’den girip, Bruce Lee’den geçen bir
yolu okyanuslara çıkarıyor. Dizzee Rascal müziğinde
gelip geçen görüntüler ve siyah karaltıların nereye
gittiğini anlamaya çalışırken kendinizi okyanusun
dibinde Siyah Atlantis’te; popülasyonunu ‘middle
passage’ olarak bilinen Atlantik Okyanusu’nda köle
ticaret yollarının geçtiği sularda ölen Afrikalı
kölelerin doğmamış torunlarının oluşturduğu bir
deniz altı ülkesinde buluyorsunuz.
Sanatçının işlerinde Moby Dick’ten, Sol LeWitt’e,
Black Power’dan Detroit techno müziğine, bilim kurgu
film estetiğinden Man Ray’in meşhur Matisse
fotoğrafına kadar birçok direkt ve karşıt referans
görmek mümkün.
DeLuxe serisinde makasla oyulan gözleri siyahtan
beyaza döndürülmüş, plastikten helezonik kask kafalı
peruklar takılarak sarışınlaştırılmış bir yeni Afro
Amerikan betimliyor Gallagher. 50’li 60’lı yıllarda
Afro Amerikalıların okuduğu popüler yaşam
dergilerinde yayımlanan reklamlar yoluyla mağruz
kaldıkları başkalaşım politikalarını unutmadık,
unutmayacağız diyor.
Biraz da La Fontaine masalları misali, özneyi ve
sujeyi çıkardığımızda aslında hep aynı hikayenin
içinde olduğumuzu hatırlatıyor sergi. Nereye gitsek
kimlikler, sosyal sınıflar, dayatmalar, üstümüze
biçilmemiş iğrelti bazı şeyler peşimizi bırakmıyor.
Pantalonun arka cebinde eskimiş pvc kabında zorunlu
kaldıkça çıkarılan pembe mavi kimlikler ve üstümüze
yapıştırılan daha nice ‘kim’likler…
Ötekileştirilmiş, berikileştirilmiş,
egzotikleştirilmiş ve şanslıysanız “Ay çok tatlı”
kontenjanından popülerleştirilmiş olabilirsiniz.
Nasıl bir lanetin içine sürüklenmişsek bin yüzyılın
derdini bir yüzyılda çıkarmaya çalışıyoruz.
Eski dünya keşfediliyor!
Sergi sonrası akla gelenlerden biri de, Tate
Modern’de Afrika kökenli bir kadın sanatçı
retrospektifi devam ederken, yan odada İngiltere’de
çok da tanınmayan Lübnanlı sanatçı Saloua Raouda
Chouchair’in, birkaç gün önce ise Afrika Arap
Modernizminin önemli isimlerinden Ibrahim El-Salahi
sergisinin açılması tesadüf müdür sorusu. Tam da
büyük müzeler Afrika sanatına gözlerini çevirmişken
Tate Modern’de Afrika ve Arap yarımadasından
sanatçıların sergileniyor olması, o sırada New
York’ta Brooklyn Müzesi Ganalı heykeltraş El
Anatsui’yi ağırlarken parallel evrende Venedik
Bienali kapsamında Altın Aslan Ödülü’nün Angola’ya
verilmesi gibi küçük tesadüflerden bahsediyorum.
Böylesi tesadüflerin ve lazerli kedi gözlerinin
aydınlattığı Batı dünyası veya daha spesifik bir
insan grubu olarak batılı küratörler yeni bir
yüzyılın başlarında medeniyetin kurulduğu yer olarak
da bilenen eski dünyayı yeniden keşfediyor olsa
gerek.
Radikal, 23.07.2013
|
HALİD BİN VELİD'İN TÜRBESİ DE YIKILDI
Suriye'nin
tarihi mirası içsavaşla birlikte hızla yok oluyor.
Halep’teki Emevi Camii’nin ardından bu kez
Humus’taki Halid Bin Velid Türbesi yıkıldı. Hz.
Muhammed’in ashabından olan Halid Bin Velid, ilk iki
halife döneminde de İslam ordularına komuta etmeyi
sürdürmüş, hiç savaş kaybetmediği için Seyfullah
(Allah’ın kılıcı) lakabını almıştı. Bizanslıları
yenerek Şam’ı fetheden Halid Bin Velid, 642 yılında
Humus’ta ölmüştü. 11’inci yüzyılda inşa edilen
türbesinin üstüne 13’üncü yüzyılda Memlükler bir de
cami yaptılar. Muhaliflerin kontrolündeki Haldiye
semtinde bulunan cami ve türbe, iki yıllık içsavaşta
zaten zarar görmüştü. Suriye İnsan Hakları
Gözlemevi’nin açıklamasına göre türbe sonunda rejim
güçlerinin ateşiyle yerle bir oldu.
Hürriyet, 23.07.2013
|
|
İSTANBUL TARİHİ İÇİN YENİ BİR SAYFA

Küçükçekmece Gölü Havzası’nda Avcılar ilçe
sınırı içinde yürütülen ‘Bathonea Kazıları’nda
ele geçen mimari yapılar ve buluntular İstanbul
tarihine yeni bir sayfa açıyor. Kazılarda antik
döneme ait büyük taşlarla oluşturulmuş düzenli
su yolu ve dev bir sarnıç, 2 liman, devasa
caddeler ve meydan ile saray yapısı olduğu
düşünülen büyük bir yapı kompleksi ortaya
çıkarıldı. Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün
başkanlığında yürütülen kazılarda 65 bilim
insanı 25 öğrenci ve 60’tan fazla işçi görev
yapıyor.
İstanbul’un merkezinde sayılabilecek
Küçükçekmece Gölü kenarında bakanlar kurulu
kararıyla sürdürülen kazılar İstanbul
Üniversitesi’ne ait arazide devam ediyor. Kazı
ekibine göre bölgedeki yerleşim neolitik dönem
ve onun da öncesine ait izler taşıyor.
Kazı ekibi bir sondaj açmasında Avcılar’daki
depremin şiddetli hissedilmesine neden olan fay
hattını tespit etti. Tesadüfen bulunan hattın
yüzeye çok yakın olduğu görüldü. Kazı ekibine
göre şehrin/yerleşimin 300 yılda bir terk edilme
sebebi de yöredeki şiddetli depremler.
Avcılar’ı sallayan fay
Jeomorfolog Dr. Hakan Kaya bunu şöyle
yorumluyor: ‘‘Küçükçekmece çevresi özellikle
Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın etkisinde. 1999
İzmit depremi’nden sonra Avcılar’da özellikle
göle yakın yerlerde şiddetin ve etkinin fazla
olması, gölün batı yamacında da bazı fay
hatlarının olduğu şüphesini ortaya çıkarmıştı.
İşte bu fay hattının da burada bulunması, antik
kentin de bu faydan etkilenmiş olabileceğini
gösteriyor.’’
Henüz adı bile belli değil!
Yerleşim Bathonea adı ile anılsa da kazı ekibi
bunu bilimsel olarak henüz ispat edemedi. Kazı
Başkanı Aydıngün ‘‘Buraya şehir demektense
yerleşme daha doğru olur çünkü şehir olması için
gereken nitelikleri henüz tamamlayamadık. Ama
çok büyük yol ve limanlar var’’ dedi. Ekipten
Prof.Dr. Mustafa Hamdi Sayar’a göre burası bir
Roma istasyonu:
‘‘Eski çağlarda bazı yerleşmeler var ki şehir
ama şehir statüsünde değil. Son araştırmalara
göre burası İstanbul ile Balkanlar arasında bir
yol istasyonu.
Kazı ekibi içinde adli tıp uzmanları da var
2009’da Yr.
Doç.Dr. Şengül Aydıngün
başkanlığında başlayan kazıların ilk 2 yılı
proje hazırlığı ile geçti. 2011’den itibaren
başlayan kazılarda çok önemli mimari yapılar,
cadde, sokak ve limanlar tespit edildi.
Arkeologlar muhtemelen 6. yüzyılda depremle
yıkıldıktan sonra mezarlık olarak kullanıldığını
düşündükleri bazilika içinde 20’den fazla mezar
tespit etti. Kazı ekibi içindeki Adli Tıp
uzmanlarıysa mezarlardan çıkan kemikleri
inceliyor. Adli Tıp Uzmanı Dr. Ömer Turan
insanların ölüm yaşlarının 25 ile 30 olduğunu,
beslenme yetersizliği ve paje isimli kemik
hastalığı bulgusuna ulaştıklarını söyledi.
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet
Emre Bilgili: Büyük bir şehir olduğu ortaya
çıktı. O tarihte bu kadar büyük bir yolun ve
meydanın olması ayrıca limanlarının da olması
bir ticaret şehri olduğunu gösteriyor. 2009’da
İstanbul’a ilk geldiğimde ‘İstanbul’da yeni bir
tarihi yarımada bulunur’ demiştim, bu sözüm
gittikçe güçleniyor. Burası bir taraftan
Küçükçekmece Gölü’ne bir taraftan Marmara
Denizi’ne bakıyor. Tarihi bir yarımada. Artık
büyük fotoğraf ortaya çıkmaya başladı. Bu yıl
İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi büyük maddi
destek verdi. Sayın valimiz burayla çok yakından
ilgileniyor. Buranın kültür turizminde rota
haline gelmesini bekliyoruz.
Kazı Başkanı
Yrd.Doç.Dr. Şengül Aydıngün:
Şu an iki alanda kazı yapıyoruz, 9 üniversiteden
Kocaeli, YTÜ, İÜ, Kıbrıs, Konya, Madrid,
Avusturya Bilimler Akademisi’nden, Hollanda’dan,
Almanya’dan biliminsanları geliyor. Biyolog,
zoolog, mimar, jeofizikçiler var. 11. yüzyılda
büyük bir deprem var, sonra terk edilmiş.
Fayların arkeolojik tespitini yaptık. 6.
yüzyıldan sonra Roma ve Hellenistik izleri de
görüyoruz. Demir Çağı’nın izlerini de gördük.
Eski İstanbul’a 1 saat uzaklıkta bir yer burası.
İstanbul tarihine çok katkı sağlayacak. Yenikapı
kazıları bitmek üzere ve orada fazla mimari
çıkmadı. Bizim burada mimari buluntu çok fazla.
Orada eksik kalan bilgiler burada tamamlanacak
gibi görünüyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 23.07.2013
|
 |
ANTALYA'DAKİ TARİHİ ÖĞRETMEN EVİ RESTORE EDİLİYOR
Antalya'da bulunan eski öğretmen evi tarihi misyonuna uygun olarak restore ediliyor.
Mülkiyeti Antalya İl Özel İdaresi'ne ait Işıklar'daki öğretmen evinin baştan aşağıya yenilenecek tescilli bina da halen; yıkım, söküm ve raspa işlemleri büyük bir titizlilikle yürütülüyor. Cumhuriyet'in kuruluşundan önce inşa edilen tarihi bina, 22 Eylül 1979 tarih ve 1935 Sayılı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından koruma altına alınmış bugün ise Antalya'nın kıymetli binaları arasında yer alıyor.
Antalyalı Rum tüccar Danilidis'e ait bir malikane olarak hizmet veren ve o dönemde genellikle paşalar, politikacılar ve subaylar tarafından kiralanarak kullanılan tescilli bina, Antalya İl Özel İdaresi'nce aslına uygun olarak yenileniyor. Özgün mimarisi dikkate alınarak Antalya İl Özel İdaresi tarafından restorasyonu yapılan tarihi bina, 1984'den 1995 yılına kadar Antalya Öğretmenevi olarak kullanılmış daha sonra da Merkez Öğretmenevi'ne bağlı Öğretmenler Lokali olarak hizmet vermişti.
Yıl sonuna kadar devam etmesi ön görülen çalışmalar sonucunda tescilli binanın ilk yapıldığı dönemin özelliklerini yansıtacağı gibi başta öğretmenler olmak üzere tüm Antalya'ya daha kaliteli hizmet vermesinin hedeflendiği açıklandı.
Star, 22.07.2013
|
MURAD TUHARİ TEKKESİ
RESTORE EDİLECEK
Anadolu'daki İslam düşüncesinin en önemli isimlerinden biri olan Şeyh Murad Buhari'nin Eyüp'teki tekkesi restore edilecek.
İl Özel İdaresi tekke restorasyonu için ihale ilanını yayınladı. 14 Ağustos 2013'te yapılacak ihale kapsamında tarihi yapının Buhara'dan getirilen özel kesme taşları yenilenecek.
Türk-İslam tarikatlarından biri olan Nakşibendi'liğin müceddidlik kolunu Anadolu'ya getiren ilk sufi olarak bilinen Buhari, ilmi birikimi ve fikirleri, devletin üst düzey isimleri üzerinde etkili oldu.
Sabah, Haber:
Zeynel Yaman, 23.07.2013
|
|
MUŞ'TA TARİHİ KALE MAHALLESİ KORUMA KURULU'NDAN
KAÇIRILDI

Van Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü, kendilerine
gelen başvurular sonrasında Muş’un Kale Mahallesi
için uzman görevlendirmesi yaptı. Uzmanların raporu
doğrultusunda evler koruma kapsamına alınacak. TOKİ
ve Muş Belediyesi’nin başlattığı süreç ise kurul
kararını beklemeksizin devam ediyor.
Kale Mahallesi, Muş’un en eski yerleşim yeri.
Muş’un kadim kent yaşamına dair ayakta kalan tek
mekan. Mahalle, uzun zamandır Türkiye’nin gündemine
oturan kentsel dönüşüm furyasından nasibini aldı.
Bazıları yüz yılı aşkın zamandır ayakta kalmayı
başaran evler son bir ay içinde yerle bir olmuş
durumda. AK Partili Muş Belediyesi ile TOKİ,
mahalleyi kentsel dönüşüm kapsamına alınca mahallede
yaşayan pek çok mülk sahibi ile anlaşma yapıldı.
Proje uyarınca Muş’un tarihini gözler önüne seren
yüz yıllık evler yerine Türkiye’nin her yerinde
görmeye alışkın olduğumuz 8 katlı TOKİ evleri
yükselecek. Mahallenin eski bir Ermeni mahallesi
olduğu gerçeği ise, kentte TOKİ ve Belediye Başkanı
Necmettin Dede dışında herkes tarafından biliniyor.
Belediye’den tescil yerine yıkım
Bütün bu kentsel dönüşüm sürecinin nasıl
işlediğini anlamak için özellikle Koruma Kurullarına
bakmak gerekiyor. Yerel yönetimler kentle ilgili
korunması gerektiğini düşündüğü yapılar hakkında
Koruma Kurullarına başvuru yaparak bunların Kültür
Bakanlığı tarafından korunmasını isteyebiliyor. Muş
Belediyesi ise koruma talep etmek yerine TOKİ ile
görüşmeler yaparak evlerin yıkımını istemiş.
Kale Mahallesi 21 Ekim 2012’de Bakanlar Kurulu
kararı ile kentsel dönüşüm alanı ilanı edildi. TOKİ
ile Belediye arasında 2 Temmuz tarihinde protokol
imzalandı. Böylelikle 11 hektarlık alan için Kentsel
Dönüşüm süreci işlemeye başladı. Belediye süreci
yürütmek için ‘davet yoluyla’ ihaleye çıktı ve hak
sahipleri ile görüşmeler başladı. Evlerin yıkımı
karşılığında hak sahiplerine yeni yapılacak TOKİ
evlerinden daire önerildi. Her yerde olduğu gibi
Muş’un Kale Mahallesi’nde de hak sahipleri yeni
evler için borçlandırıldı. İki katlı bir ev için iki
daire ve 130 bin liralık borç çıkartıldı. Muş’ta
ortalama kiralar 600 TL civarında iken mahalle
sakinlerine kira yardımları 300 TL olarak
belirlendi. Konutunu boşaltmaya başlayanlara kira
yardımları yapılmaya başlandı. Hak sahiplerinin
büyük kısmı ile anlaşma yapıldı. Anlaşmayan evler
mahkemeye başvurdu. Kentsel Dönüşüm Yasası anlaşama
yapılamaması halinde Belediyelere kamulaştırma hakkı
tanıyor. Bu hak uyarınca TOKİ de kamulaştırma
yoluna gideceğini açıkladı.
Tescilli yapı sayısı üç
Koca tarihi mahallede toplam üç yapı tescilli
durumda. Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge
Müdürlüğü’nün açıklamasına göre Kale Mahallesi’nde
iki cami ve eski bir kilisenin tescili var, evlerle
ilgili herhangi bir tescil kararı ise bulunmuyor.
Yapılan açıklama ile Kale Mahallesi’ndeki evler
için yıkım süreci de resmen başlamış oldu. Belediye,
evlerin boşaltılması için tebliğler gönderdi. Hak
sahiplerine molozları kullanmaları için müsamaha
gösterilerek, evlerin kendileri tarafından
yıkılmasının yolu açıldı. Muş’un yoksul
mahallelerinden biri olan Kale Mahallesi’nde ev
sahipleri evlerin kapılarını pencerelerini,
molozlarını, para edebilecek pek çok şeyi sökerek
satmaya başladı. Mahalle tamamen harabeye döndü.
Bazı evlerin temellerinin ise define bulma umuduyla
derinden kazılmış olması ise dikkat çekiyor.
Kurul incelemesi olmaksızın yıkım
Muş’un bağlı bulunduğu Van Koruma Kurulu Bölge
Müdürlüğü, kendilerine gelen başvurular sonrasında
Kale Mahallesi için uzman görevlendirmesi yaptı.
Mahallede incelemelere başlayan uzmanlar tarafından
hazırlanacak rapor doğrultusunda evler kültür mirası
kapsamında değerlendirilirse, koruma altına
alınacak. Yıkılmış olan evler ise eğer mimari
özellikleri tespit edilebilirse koruma altına
alınacak. Ancak TOKİ ve Belediye tarafından
başlatılan süreç Kurul Kararını beklemeksizin hali
hazırda devam ediyor.
Öte yandan, Mimarlar Odası Muş Temsilcisi
Emrullah Erol, belediyenin kent ile ilgili kararları
kapalı kapılar arkasında aldığına dikkat çekerek,
Kale Mahallesi’nde de sürecin böyle işlediğine
dikkat çekti. Kale mahallesindeki evlerin tescilli
yapılar olmadığını belirten Erol, şunları söyledi:
“Koruma Kurulları buralarda oldukça zayıf.
Tescillenmesi gereken pek çok yapı var. Ancak
çalışmalar yapılmıyor. Belediyenin bu konuda
kurullara başvuru yapması, mahallenin korumasının
sağlaması gerekiyordu. Bunu yapmak yerine TOKİ ile
anlaşmayı tercih etti. Kurul bölgede inceleme
yapıyor. Bölgede yapılan incelemelerin sonuçları
beklenmeden sürecin işletilmesi kaygı verici.”
Tescil için başvuru şart
Bölgede pek çok tarihi yapı ile ilgili
kaynaklanan tescil sorunlarına ilişkin olarak
atılması gereken ilk adım Koruma Kurullarına başvuru
yapmak. 2 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu eski Başkanı Prof. Mete Tapan, Agos’a
yaptığı açıklamada “Muş’un Kale Mahallesi’nin tescil
edilmesi gerekliyse kurul hemen bunu yapabilir”
dedi.
Tapan, bölgedeki tarihi kilise ve yapılarla
ilgili olarak tespitlerin Kültür Bakanlığı
tarafından yapılması gerektiğini, ancak yurttaşların
ve bilim insanlarının da bunu yapabileceğini
belirterek, “Yapmanız gereken şey bu yapıların
fotoğraflarını çekip kısa bir bilgiyle kurula
başvuruda bulunmak. Bunun ardından kurullar bu
başvuruları değerlendirip gerekli incelemeleri
yapabilir” diye konuştu.
Agos, Haber: Uygar Gültekin, 22.07.2013
|
TOPHANE'DE BULUNAN BİZANS KALINTILARI VE İSTANBUL'DA
'ESKİ ESERLERİN İHYASI' MESELESİ
Tophane'de
ortaya çıkan Bizans yapı kalıntıları ile gelişen
olaylar çerçevesinde Açık Radyo, kayıp eserlerin
ihyası ve koruma konularını Aykut Köksal'la
tartıştı.
Açık Radyo'nun yeni binasının da bulunduğu
semtimiz Tophane'de, 1860'larda yapılmış ve daha
sonra yıkılmış eski bir kışla binasının bulunduğu
yerde, MSGSÜ'nin kışlanın rekonstrüksiyonunu talep
etmesi üzerine, Koruma Kurulu kazı yapılmasını
istedi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü
tarafından yürütülen kazı sırasında, kışla
binalarının dayandığı yamaçta Bizans yapı
kalıntıları ortaya çıktı.
Burada da İstanbul'un heryerinde olduğu gibi
"kayıp eserlerin ihyası" kervanına katılan sorunlu
bir "koruma" süreci devam ediyor. Geçtiğimiz hafta
Açık Dergi'de konuyu programcımız Aykut Köksal'la
konuştuk:
"Bu binaların yeniden inşası pek çok açıdan
sorunlu. Tabii asıl amaç koruma değil, bir imar
gerekçesi yaratmak. Kaybolmuş binaların yeniden
inşası özellikle Boğaziçi'ndeki imar yasağını delmek
üzere yıllardan beri kullanılan bir yöntemdi. Belki
tam da o yöntemden alınan ilhamla şimdi İstanbul'un
eski haritaları inceleniyor, o haritalarda saptanan
'eserler' yeniden inşa ediliyor," diyor Aykut
Köksal.
Tophane'de bulunan eski kışla binaları söz konusu
olan. Gerçi 1913-1914 tarihinde yapılmış Alman
Mavileri adını taşıyan haritalarda İmalat-ı Harbiye
Usta Mektebi olarak geçiyor, o dönemde böyle bir
işlev görmüş olabilir ama konumuz olan bu binalar
Abdülaziz döneminde, 1860'larda kışla olarak
yapılmış. Bu kışla 1956-57 de Menderes döneminin yol
açma çalışmaları sırasında yıkılıyor, cadde
genişletiliyor ve şimdiki Meclis-i Mebusan Caddesi
ortaya çıkıyor. Kışla yapıları yıkıldıktan sonra,
kışla binalarının dayandığı yamaçta Bizans yapı
kalıntıları ortaya çıkıyor, bugün Arkeoloji
Müzesi'nde sergilen ve 6. yüzyıla tarihlenen koç
başlı bir sütun başlığıyla keşiş Pavlos'un mezartaşı
bulunuyor. Hatta daha o dönemde Semavi Eyice bu
kalıntıları saptıyor ve Bizans Devrinde Boğaziçi
adlı yapıtında bu kalıntıların önem taşıdığını,
burada bir Bizans yapısının var olduğunu belirtiyor.
Koruma imar planında ise burası arkeolojik park
olarak gözüküyor. Şimdi buraya kadar hikayede bir
sorun yok. Ne var ki geçtiğimiz yıllar içerisinde
İstanbul'da yeni bir sözde koruma biçimi ortaya
çıktı: "Kayıp eserlerin ihyası". Ortadan kalkmış,
izi kalmamış, genellikle de herhangi bir rölöve,
çizim gibi belgesi olmayan, sadece birkaç fotoğrafla
bilinen yapılar sözde ayağa kaldırılıyor
İstanbul'da. Tabii asıl amaç koruma değil, bir imar
gerekçesi yaratmak. Kaybolmuş binaların yeniden
inşası özellikle Boğaziçi'ndeki imar yasağını delmek
üzere yıllardan beri kullanılan bir yöntemdi. Belki
tam da o yöntemden alınan ilhamla şimdi İstanbul'un
eski haritaları inceleniyor, o haritalarda saptanan
"eserler" yeniden inşa ediliyor. Bunların büyük bir
bölümü dinsel yapılar. Camiler önemli bir bölümünü
oluşturuyor. Arada kışla gibi kamu yapıları da var.
Açık Dergi: Anladığım kadarıyla Tophane'deki
topçu kışlasının herhangi bir belgesi, rölövesi ya
da planı yok değil mi?
Aykut Köksal: Yok tabii, yok.
Sadece fotoğrafları var, bir de haritalara işlenmiş
lekesi. İşte bugün artık namevcut bu kışla
yapılarının "ihyası" amaçlanıyor, ancak bu binaların
yeniden inşası pek çok açıdan sorunlu. Binaların
bulunduğu yer şu anda cadde, kendi yerlerinde
yapılmasına imkan yok. Binaların geriye çekilerek
aynen yapılması da mümkün değil çünkü geride bir
yamaç var, orada ancak derinliği çok daha az olan
bir bina yapılabilir. Ayrıca belirttiğim gibi bir
rekonstrüksiyona olanak verecek belgeler, rölöveler
yok. Ve burası bir arkeolojik park. Ama bunlara
karşın İstanbul Büyükşehir Belediyesi geçtiğimiz
yıllarda bir "rekonstrüksiyon" projesi hazırlatıyor
ve burasını Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi'ne tahsis ediyor. Ne var ki burası
Koruma İmar Planında arkeolojik park olarak
belirtildiği için Koruma Kurulu daha avan proje
aşamasında burada arkeolojik bir kazının yapılmasını
istiyor. İşte geçtiğimiz aylarda İstanbul Arkeoloji
Müzeleri tarafından bu kazılara başlandı ve alanın
bir bölümü kazıldı. Orada zaten mevcut olduğu
bilinen Bizans kalıntıları da adım adım ortaya
çıkmaya başladı. Peki nedir ortaya çıkan? Ortaya
çıkan son derece önemli bir kompleksin parçası. Şu
anda kazılarla bulunan yapı, erken döneme 6.-7.
yüzyıla tarihlenen bir su yapısı, büyük olasılıkla
bir hamam, kazılar ilerledikçe bu yapının içinde
bulunduğu kompleks de ortaya çıkacaktır. Gerek
duvarların gerekse de zeminin mermer kaplaması çok
iyi korunmuş, son derece açık ve net bir biçimde
görülüyor. Hatta burasının daha erken dönemde bir
nekropol alanı olduğu da anlaşılıyor, çünkü
akroterli bir geç Roma ya da erken Bizans lahiti bu
su yapısı yapılırken "in situ" yani yerinde korunmuş
ve sanırım yamaç dolayısıyla bir istinat öğesi
olarak kullanılmış. Buraya kadar durum bu. Bu, işin
bir boyutu. Ne var ki Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi, daha arkeolojik kazı tamamlanmadan,
Koruma Kurulu'nun herhangi bir kararı olmadan
geçtiğimiz ay içinde bu rekonstrüksiyon inşaatını
ihale etti. Halbuki önce kazıların tamamlanması,
kazılar tamamlandıktan sonra kazıları yürüten
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin bir rapor hazırlayıp
Koruma Kurulu'na sunması, Koruma Kurulu'nun bu
bilgiler çerçevesinde "rekonstrüksiyon" projesini
değerlendirerek karar vermesi, ihale ve inşaat
sürecinin de bundan sonra başlaması gerekirdi.
Ortaya çıkan kalıntıların önemi bu sürecin doğru bir
biçimde izlenmesinin ne kadar önemli olduğunu
gösteriyor. Ama üniversite sanki orada böyle bir
arkeolojik kazı sürmüyormuş gibi -ki daha kazının
ilk aşamasında Bizans kalıntıları ortaya çıkmaya
başlamıştı- inşaatın ihalesini gerçekleştiriyor.
AD: Aslında bu süreç içerisinde Mimar Sinan
Üniversitesi'nin devreden çıkması ve arkeoloji
müzeleri tarafından hazırlanan raporun olması
gerekiyor.
AK: Üniversitenin kazının
tamamlanmasını ve Koruma Kurulu'nun değerlendirme
yapmasını beklemesi gerekirdi. Bu arada ihaleyi alan
firma Belediye'ye inşaat ruhsatı için başvuruyor.
Neyse ki Belediye kurallara uygun davranarak Koruma
Kurulu kararı olmadan ruhsat veremeyeceğini
bildiriyor.
AD: Aslında neredeyse bir senelik belki son
arkeolojik çalışmalarla birlikte sadece bir aylık
bir süreçten bahsediyoruz ama esasında 1956 yılından
beri arkeolojik park olarak tescillenmiş bir alan
orası.
AK: Orasının arkeolojik park
olarak belirlenmesi daha yakın dönemde yapılan
Beyoğlu Koruma İmar Planı'ndan ortaya çıkıyor.
AD: Yanlış anladım belki ama bir araştırmada
arkeolojik park olarak 50'lerden sonra konu
edildiğini söylemiştiniz.
AK: İstanbul Üniversitesi Bizans
Sanatı kürsüsünün eski öğretim üyelerinden Profesör
Doktor Semavi Eyice, 1956-57'de, kışla binaları
yıkıldıktan sonra oradaki Bizans dönemi duvarlarını
saptıyor, o yıkım sırasında ortaya çıkan sütun
başlığından ve diğer kalıntılardan hareketle burada
Bizans dönemine tarihlenecek önemli bir yapı
olduğunu Bizans Devrinde Boğaziçi kitabında
belirtiyor. Söylediğim o.
AD: Son dönemdeki kazılarda ortaya çıkan yapılar
o tezin tasdiki aslında. Biz radyoya ulaşırken
inşaatın önünden geçiyoruz ve orada İl Özel
İdaresi'nin İmar Yatırım ve İnşaat Daire
Başkanlığı'nın tabelası var. Orada bir
rekonstrüksiyon inşaatı olduğu yazmakta. Üstüne
üstlük 7 haziranda başlamış bir inşaat varmış gibi
gözüküyor.
AK: Evet, ihaleyi alan firma
doğal olarak oraya tabelasını yerleştirmiş. Burada
asıl gayrı-etik olan Koruma Kurulu kararı olmadan
ihale sürecinin gerçekleşmesi.
AD: Sanki orada bir arkeolojik kazı olduğu
gözlerden saklanıyormuş gibi bir izlenime kapıldım.
AK: Böyle bir kazı olduğu
gözlerden saklanamaz. Herkesin, bütün ilgililerin
bildiği bir durum. Fakat oradaki arkeolojik
buluntunun önemsiz olduğu söylenmek isteniyor gibi.
Yani, "burada da -İstanbul'un her yerinde olduğu
gibi- bazı eski 'duvar parçaları' çıktı, çıkacaktır;
ne yapalım, bunlar saptanır, fotoğrafları çekilir,
rölöveleri çıkarılır, sonra bu kalıntılar yıkılır
yerine bina yapılır" denmek isteniyor. Çünkü bugüne
kadar karşımıza çıkan genel yaklaşım hep bu. Burada
da aynı "alışkanlıklar" sürdürülmek isteniyor. Şöyle
düşünüldüğü çok açık: "Formalite icabı kazılar
yapılır. Arkeoloji Müzesi yine formalite icabı bir
rapor verir. Koruma Kurulu da yine bürokratik
sürecin gerektirdiği değerlendirmesini yapar; biz de
inşaatımızı yaparız." Burada sorun şu sevgili
İlksen, Türkiye'de bu ilk defa yaşanmıyor, çok
rastlanan bir durum, ama unutmayalım ki burada söz
konusu olan, bu işi yapanın bir üniversite olması.
Hem de bünyesinde mimarlık eğitimi verilen, sanat
tarihi, arkeoloji eğitimi verilen bir üniversite.
Başka bir kurum yapsa bile bir üniversitenin,
bırakın bu inşaatı ihale etmeyi daha eldeki o ilk
bilgiye dayanarak, Semavi Eyice'nin yıllar önce
yaptığı değerlendirmelere dayanarak, "burasını
Büyükşehir Belediyesi bize tahsis etti, bu harika
bir durum, biz burada gerçek bir arkeolojik park
yapalım ve burayı kentin merkezine kazandıralım"
demesi gerekirdi.
AD: Aykut Bey Semavi Eyice'nin tezini biraz
ayrıntılandırmanız mümkün mü? Bizans Döneminde
Boğazlar demiştik.
AK: Semavi Eyice'nin bir kitabı
bu. Bizans Devrinde Boğaziçi kitabı. Eldeki
bulgulara, belgelere, daha önce yapılmış çalışmalara
ve özgün kaynaklara giderek, Boğaz'ın iki yakasının
Bizans devrindeki tarihi topografyasını ele alan
bilimsel bir çalışması Eyice'nin. 1970'lerde
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
yayınlamıştı, yeni bir baskısı da yapıldı son
yıllarda.
AD: Evet bu yapıların büyük önem arz ettiğini
söylüyordu Eyice. Umarız Mimar Sinan Üniversitesi de
bilimsel ve akademik sorumluluğunu bir an önce
yerine getirmek üzere bir inisyatif alır.
AK: Bütün umudum bu. Sanıyorum
artık bu noktaya geldikten, hele kalıntıların
kapsamı da ortaya çıktıktan sonra üniversite buna
duyarsız kalmayacaktır. Zaten bu rekonstrüksiyon
mimari etik açısından da son derece sorunlu. Böyle
bir sahte rekonstrüksiyonu tartışmak bile gereksiz.
Mimarlık Bölümü'ndeki hocalar -ki ben de onlardan
biriyim- biz öğrencilerimize bu durumu nasıl
açıklayacağız? Daha birkaç gün önce Taksim
Kışlası'nın rekonstrüksiyonunu tartışırken, hem de
bu kez bir arkeolojik parka yapılacak olan bir
sözde-rekonstrüksiyonu öğrencilerimize nasıl
açıklayacağız?
AD: Aykut Köksal çok teşekkür ederiz.
AK: Ben teşekkür ederim.
Açık Radyo, 22.07.2013
|
 |
KRALLARIN RESSAMININ EVİ MÜZE OLUYOR
"Kralların ressamı" olarak tanınan merhum Rahmi Pehlivanlı'nın doğup büyüdüğü evin restorasyon çalışmaları sürüyor. Çalışmaların tamamlanmasının ardından müzeye dönüştürülecek evde, ünlü ressamın eserleri ile kişisel eşyaları ve ödülleri sergilenecek.
Rahmi Pehlivanlı Sanat Kulübü Başkanı Nazmi Çaykara ise Pehlivanlı'nın ödüllü eserlerinin bir bölümünün Avrupa, Ortadoğu ve Türkiye'deki 17 farklı müzede sergilendiğini belirtti.
Çaykara, Pehlivanlı'ya geçmişte birçok takdirname ve nişan verildiğini belirterek, "Pehlivanlı, birçok kral ve kraliçenin portresini çizmiş birisi. Zaman zaman Kıbrıs, Lübnan, Irak ve Libya'ya giderek sergiler açmış ve portreler yapmıştır. En ünlü tablolarından biri olan Zina, 1967 yılında Vatikan tarafından çok beğenilmiş ve dönemin papası IV. Paul tarafından madalyayla ödüllendirilmiştir. Bu tablo, Vatikan tarafından Roma'daki Dal Vaticano Floransa Müzesi'ne alınmıştır. 65 yıllık hayatında 5'i Türkiye'de olmak üzere 60'dan fazla kişisel sergi açmıştır. Bu sergilerin büyük bölümünün açılışı devlet başkanları ve ileri gelen devlet adamları tarafından yapılmış. Yaşadığı dönemlerde birçok ülkede Türkiye'nin elçisi gibi görev yapmış birisi" diye konuştu.
Habertürk, 22.07.2013
|
BİNLERCE ESER
GÜN IŞIĞINA ÇIKTI
Diyarbakır Müzesi başkanlığında 13 yıldır Bismil
İlçesinde sürdürülen
kazılarda 7 bin 773 envanterlik, 12 bin 27
etütlük olmak üzere toplam 19 bin 800
eser müzeye kazandırıldı.
''Ilısu Baraj Gölü Altında Kalacak Kültür
Varlıklarının Korunması Projesi'' kapsamında, Kültür
ve Turizm Bakanlığı ve DSİ'nin iş birliğiyle,
Diyarbakır Müze Müdürlüğü başkanlığında, 2000
yılından bu yana Bismil'deki höyüklerde sürdürülen
kurtarma
kazılarında, şimdiye kadar 7 bin 773
envanterlik, 12 bin 27 etütlük olmak üzere toplam 19
bin 800
eser gün yüzüne çıkarılarak müzenin
koleksiyonuna dahil edildi.
Habertürk, 22.07.2013
|

|
MÜZEKART SATIŞI 4 MİLYONU AŞTI
Kültür ve Turizm Bakanlığının, müze ve ören
yerlerini bir yıl boyunca sınırsız ziyaret imkanı
sunan "müzekart" uygulaması, ilgi görmeye devam
ediyor.
Uygulamanın başladığı 2008'den bu yana 4
milyondan fazla kişi müzekartlı oldu. Bu yılın ilk 6
ayında 349 bin 297 müzekart satılırken, aynı dönemde
1 milyon 771 bin 445 kişi de müze ve örenyerlerini
müzekartlarıyla ziyaret etti.
Ocak-Haziran döneminde en çok yerli
ziyaretçilerin kullandığı "tam müzekart" satıldı.
Yabancı turistler 73 bin 333, yerli ziyaretçiler ise
275 bin 964 kart satın aldı.
Yüzde 33 artış var
Kullanımı hızla yaygınlaşan müzekarun
satışlarında geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde
33 artış gerçekleşti. Mevlana Müzesi ve Topkapı
Harem Dairesi'nin müzekartlı ziyaretçi sayısı ise
yüzde 400'den fazla arttı.
Satın alındığı tarihten itibaren Bakanlığa bağlı
300'ü aşkın müze ve örenyerine, 1 yıl boyunca
ücretsiz giriş olanağı sağlayan müzekart 30 liraya
edinilebiliyor. Müzekartla yapılan ziyaretlerde,
elektronik turnikeli geçiş kontrol sistemine sahip
müze ve örenyerlerine yılda iki kez ücretsiz giriş
hakkı sağlarken, öğretmen ve öğretiler ise mdirimli
olarak müzekartla diledikleri kadar müze ve
örenyerini gezebiliyor.
Fotoğraflı kimlik belgesi yeterli
Müzekart edinmek isteyenlerin ise fotoğraflı bir
İdmlik belgesiyle müzekart satış noktalarma
başvurması veya internet üzerinden kartını sipariş
etmek üzere "www.muze.gov.tr"
ve "
www.muzekart.com " adresindeki web sitesini
ziyaret etmesi yeterli oluyor. Ayrıca müzekarttn
sahibine ferdi kaza sigortası hizmeti sunması da
karta olan ilgiyi arttırıyor.
'Museum Pass İstanbul'
"Museum pass İstanbul", yabancı ziyaretçilerin
ihtiyaçları temel alınarak kurgulandı. 72 saat
boyunca müzelere tek giriş olanağı sunan kart 85
liradan satılıyor. Özellikle yabancı misafirlere
büyük kolaylık sağlayan ve geçerliliği ilk müze
ziyaretiyle başlayan museum pass İstanbul; gişe
kuyruğunda beklemeden doğrudan turnikelerden geçerek
Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi ve Harem
Dairesi, Kariye Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri,
Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İstanbul Büyük Saray
Mozaikleri Müzesi, Galata Mevlevihanesi, Yıldız
Sarayı ve İslam Bilimleri Teknoloji Tarihi Müzesi'ni
ziyaret etme olanağı veriyor. Kart, ayrıca
İstanbul'daki bazı kültür ve sanat duraklarda da
indirimler sunuyor.
'MÜZEKART+' Türk vatandaşlarmm müze
ziyaretlerinin yanı sıra diğer kültürel ve sanatsal
faaliyetlere katılımını kolaylaştıran "müzekart+"
uygulaması ise 50 lira karşılığında temin
edilebiliyor. Çeşitli özel müzelerle kültürel ve
turistik mekanlara girişlerde değişen oranlarda
indirim sağlayan kart, bu kurumların kafelerinde ve
hediyelik eşya dükkanlarında da çeşitli fiyat
avantajları sunuyor.
Müzekartla en çok ziyaret edilen 10 müze
Müzekart sahiplerinin en çok ziyaret ettiği 10
müzeyle ziyaretçi sayısının geçen yıla oranı da
şöyle: Topkapı Sarayı Müzesi; 295.546, Ayasofya
Müzesi; 239.029, İstanbul Arkeoloji Müzesi; 84.358,
Efes Örenyeri; 83.946, Topkapı Sarayı Harem Dairesi;
66.990, Göreme Açıkhava Müzesi; 60.212,
Pamukkale-Hierapolis Örenyeri; 58.606, Mevlana
Müzesi; 49.041, İshak Paşa Sarayı; 41.717, Ihlara
Vadisi Örenyeri; 40.395.
Turizm Gazetesi, 22.07.2013
|
 |
TARİHİ HANDA YANGIN
İstanbul Fatih Tahtakale Mahallesi'ndeki tarihi Zaza Han'da henüz bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. İş hanının birinci katında bulunan kozmetik atölyesinde çıkan yangına müdahale için çok sayıda itfaiye ekipi sevk edildi. İftar saati sıralarında başlayan yangında iş hanının kapalı olduğu öğrenilirken, itfaiye ekiplerinin söndürme çalışması sürüyor.
Fatih Tahtakale Mahellesi Tahtakela Caddesi 20 Numarada bulunan 5 katlı Zaza Han'ın birinci katında henüz bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. Kozmetik atölyesinin bulunduğu öğrenilen katta saat 20.10 sıralarında başlayan ve kısa sürede alevlerin iş hanını sardığı yangının söndürülmesi için çevre ilçelerden de çok sayıda itfaiye ekibi sevk edildi.
Zaman zaman yaşanan patlamaların ardından alevlerin yükseldiği iş hanındaki yangın bölgeyi duman altında bıraktı. Yangının başladığı sırada iş hanının kapalı olduğu olduğu öğrenildi. İtfaiye ekiplerinin söndürme çalışmaları takviye ekiplerle sürüyor.
Habertürk, Haber: Eray Erollu, 22.07.2013
|
KOÇ ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ GRIMSHAW ARCHITECS'E EMANET
Koç Çağdaş Sanat Müzesi için Vehbi Koç Vakfı
tarafından açılan ve dünyaca ünlü 20 ismin katıldığı
yarışmayı Grimshaw Architects kazandı.
Beyoğlu'nda inşa edilecek Koç Çağdaş Sanat Müzesi,
Koç Ailesi'nin giderek büyüyen koleksiyonuna ev
sahipliği yapacak. Müzenin 2016 yılında tamamlanması
planlanıyor. Grimshaw Architects, İstanbul'un belki
de Avrupa'nın en hareketli bölgelerinden birisi olan
Beyoğlu'nda inşa edilecek müze binasının tasarımında
iç ve dış mekan arasındaki sınırı bulanıklaştırarak
yayalar için sürprizli, heyecan verici kamusal
alanlar ile bu canlı kamusal alanın bir uzantısı
olan bir yapı oluşturuyor.
Grimshaw Arcrhitects'in tasarımdan sorumlu ortağı
Kirsten Lees, "Koç Çağdaş Müzesi, İstanbul'un sadece
çağdaş sanat rolü üzerindeki etkisiyle değil, eğitim
ve fikir alışverişi için oldukça heyecan verici ve
iddialı bir proje. Mimarisi, yeri ve koleksiyonları
arasındaki karşılıklı ilişki ziyaretçi deneyimini
zenginleştirecek. Tasarım için verilen ön bilgi,
bize aktiviteleri, etkinlikleri ve farklı
disiplinleri tek bir binada entegre etmek için bize
olağanüstü bir fırsat sağladı. Böyle önemli bir
projenin bir parçası olmaktan onur duyuyoruz,"
şeklinde açıklama yaptı.
Yapı Haber: Emine Merdim Yılmaz, 22.07.2013
|
|
TAVŞAN ADASI'NDAN TARİH FIŞKIRDI
Muğla'nın Bodrum İlçesi'nde, tavşanların
yaşadığı, maki bitki örtüsüyle kaplı Tavşan
Adası'nda son dört yılda yapılan kazı ve kurtarma
çalışmalarında tarih fışkırdı.
DHA'nın haberine göre, kral yolundan yürüyerek
geçilen adada yapılan kazılarda bölgedeki
Hıristiyanlık dönemine ait ilk din önderlerinin
mezarları, kilise ve kiliseye giden yol, buraya ait
depo ve sarnıçlar gün ışığına çıkarıldı. Son olarak
Myndos Kenti'nin adının yazıldığı bilgi tableti
mermer parça ve Roma İmparatoru Marcus Ulpius Nerva
Traianus'un 2 bin yıllık tapınak kalıntıları
bulundu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Gümüşlük Belediyesi
ve Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü tarafından sahilden 300 metre
uzaklıktaki Tavşan Adası'nda 2009 yılında Prof.Dr.
Mustafa Şahin başkanlığında yürütülen kazı ve
kurtarma çalışmalarından tarih fışkırdı. Turistlerin
50- 70 santimetre derinlikteki denizden yürüyerek
geçebildiği adada Hıristiyanlık dönemine ait ilk din
önderlerinin mezarları, kilise ve kiliseye giden
yol, kiliseye ait depo ve sarnıçlarla, çivi çakılmış
kafatasları, seramik parçaları bulundu. MS 53-117
yılları arasında yaşayan Roma İmparatoru Traianus'a
ait tapınak kalıntıları, tapınakta bulunan Antik
Myndos Kenti adının üzerinde yazılı bulunduğu taş
tabletler gün ışığına çıkarıldı. Bulunan eserler
Myndos Kenti Kazı Evi'nde korumaya alındı.
Prof.Dr. Mustafa Şahin, adadaki çalışmalar iki
yıl içinde tamamlanacağını, yapılacak dev
arkeoparkla kültür turizmine kazandırılacağını
söyledi.
Yapı, 22.07.2013
|
SARAY ARŞİVİNDEKİ 600 YILLIK ESERLER KATALOGDA

Kültürel mirasın yeniden keşfedilmesi amacıyla
çalışmalarını sürdüren
Bilkent Kültür Girişimi tarafından, büyük kısmı
ilk kez yayımlanan harita, kroki ve planlardan
oluşan 63 eserin yer aldığı "Piri Reis'ten Önce ve
Sonra Topkapı Sarayı'nda Haritalar" kataloğu
oluşturuldu.
Müze mağazalarında satışa sunulan katalogda,
Osmanlı coğrafyacı ve haritacılarına kılavuzluk eden
Doğu ile Batı kaynaklı harita ve coğrafya
kitaplarının yanı sıra kuşatma planları, kent ve
yöre tasvirleri gibi özgün Osmanlı eserlerine de yer
veriliyor. Katalogda aynı zamanda Prof.Dr. İdris
Bostan, Prof.Dr. Mahmut Ak, Prof.Dr. Günsel Renda
ve Doç.Dr. Fikret Sarıcaoğlu'nun kaleme aldığı
makaleler de bulunuyor.
Saray arşivi koleksiyonuna ait toplam 63 eserin
anlatıldığı katalogda, 14'üncü yüzyıla ait
Ptolemaios nüshası ile bunun Floransalı Berlinghieri
tarafından Fatih Sultan Mehmed için hazırlanan ve
II. Bayezid'e sunulan İtalyanca nadir baskısı,
Kanuni Sultan Süleyman'a sunulmak üzere hazırlanan
nüsha olduğu kabul edilen Piri Reis'in Kitab-ı
Bahriyye'si, Katib Çelebi'nin ünlü eseri
Cihannüma'nın da bulunduğu 18 coğrafya kitabına da
yer veriliyor.
Katalogda Ali Macar Reis Atlası'nın olduğu dört
atlas, nadir baskı dört resimli İstanbul haritası,
beş plan, iki kroki, aralarında Piri Reis'e ait iki
ünlü haritanın da olduğu 13 harita, üç suyolu
haritası, dokuz resimli Osmanlı tarih kitabı ve
topografik resimlere sahip beş dini içerikli eser de
bulunuyor.
Habertürk, 22.07.2013
|
TOPÇU KIŞLASI PROJESİ'NDE FLAŞ GELİŞME
Taksim Gezi
Parkı’na ‘Topçu Kışlası süsü verilen AVM yapılmasına
olanak tanıdığı’ öne sürülen Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu kararının iptali
amacıyla açılan davada, 6. İdare Mahkemesi’nin
verdiği yürütmeyi durdurma kararını Bölge İdare
Mahkemesi oybirliği ile kaldırdı.
KARAR NE ANLAMA GELİYOR?
6. İdare Mahkemesi’nin kararı ve bu kararın
Danıştay’daki temyiz süreci beklenirken, yürütmeyi
durdurma kararı kaldırıldığı için Gezi Parkı’nda
inşaat faaliyetinin önündeki hukuki engel kalkmış
durumda.
İDARE PROJEYİ İPTAL ETTİ
Hürriyet’ten Ali Dağlar’ın haberine göre; Taksim
Yayalaştırma Projesi ile Gezi Parkının ‘Taksim
Kışlasına’ çevrilmesinin önünü açan 17.01.2012
tarihli, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı
Nazım İmar Plan tadilatlarına Şehir Plancıları ve
Peyzaj Mimarları ve Mimarlar Odası tarafından 1.
İdare Mahkemesi’nde dava açılmıştı. 3 kişilik
bilirkişi heyeti, plan tadilatlarının şehircilik,
planlama ve koruma ilkelerine aykırı olduğu
kanaatine vardı. Mahkemenin, Gezi olaylarının
sürdüğü 6 Haziran 2013’te Taksim Yayalaştırma
Projesi’ni iptal ettiği ortaya çıktı. Karar,
Taksim’de yayalaştırma, battı-çıktı, Gezi Parkı ve
Topçu Kışlası gibi tüm projeleri kapsıyor. 1. İdare
Mahkemesi’nin verdiği iptal kararının da Danıştay
süreci beklenecek.
“VAZGEÇMEYECEĞİZ”
Taksim Meydanı’nı ve onun bir parçası olan Taksim
Gezisi’ni ilgilendiren davaları;
“1) 2012 onanlı imar planı ile ilgili davalar 2)
İstanbul 2 numaralı Kurulunun kararını reddeden
yüksek kurul kararı ile ilgili davalar ve Ekim 2012
tarihli kurul kararı ile ilgili dava’ olmak üzere 3
ana başlıkta değerlendirilmesi gerektiğini belirten
Mimarlar Odası avukatlarından Can Atalay son gelişme
ile ilgili şunları söyledi.
“Mimarlar odası, şehir plancıları odası be peyzaj
mimarları odasının Taksim Gezisi’nde yapılaşmanın
önünü açar nitelikte hükümler içeren 2012 onanlı
imar planının iptali istemi ile açılan davada
İstanbul 1.idare Mahkemesi imar planını iptaline
karar vermiştir. Başka bir söyleyişle, Gezi’de
yapılaşmanın önünü açan imar planı iptal edilmiştir.
Sözcü, 22.07.2013
******
"GEZİ'YE ÇİVİ BİLE ÇAKILAMAZ"

Bölge İdare Mahkemesi, Gezi Parkı’na “Topçu
Kışlası” projesinin yürütmeyi durdurma kararını
kaldırdı. Bianet’ten Nilay Vardar’ın haberine göre,
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Avukatı Can
Atalay, bu kararın hukuken bir anlamı olmadığını 1.
İdare’nin kararı nedeniyle Gezi Parkı’na bir çivi
dahi çakılamayacağını söyledi.
Atalay, “1. İdare Mahkemesi Gezi Parkı’nda
yapılaşmanın önünü açan imar planını iptal etti.
Bölge İdaresi’nin kararı ise yüksek kurul kararının
yürütmesinin durdurulmasının iptali ile ilgili.
Hukuken etkili bir sonucu yok; o bölgede yapılaşma
için imar planı gereklidir, o plan da iptal edilidi.
Gezi parkı’na hukuken çivi dahi çakılamaz” şeklinde
konuştu.
Atalay, şu anda Taksim Meydanı’nda devam eden
trafiğin yeraltına alınması çalışmalarının imar
planlarının iptali nedeniyle hukuka aykırı olduğunu
belirtti. Mimarlar Odası 15 Temmuz’da bu inşaatlarla
ilgili suç duyurusunda bulundu.
NE OLMUŞTU?
Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği,
açtığı davada, “Topçu Kışlası süsü verilen alışveriş
merkezi” yapılmasına olanak tanıdığı öne sürülen
27/02/2013 tarihli Kültür Varlıkları Koruma Yüksek
Kurulu kararının iptalini ve yürütmenin
durdurulmasını istemişti.
İstanbul 6. İdare Mahkemesi, 31 Mayıs’ta
yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Bakanlığın yürütmeyi durdurma kararına yaptığı
itiraz da mahkemece 2 Temmuz’da yine oy çokluğuyla
reddedildi.
Bakanlık itirazın incelenmesi için Bölge İdare
Mahkemesi’ne başvurmuştu. Hürriyet gazetesinden Ali
Dağlar’ın haberine göre, Bölge İdare Mahkemesi,
incelemeyi tamamlayıp yürütmeyi durdurma kararını oy
birliği ile kaldırdı.
İDARE İPTAL ETMİŞTİ!
Öte yandan İstanbul 1. İdare Mahkemesi, Taksim
Meydanı Yayalaştırma Projesi’ni 6 Haziran 2013 günü
iptal etmişti. Taksim Yayalaştırma Projesi ile Gezi
Parkı’nın “Topçu Kışlası’na” çevrilmesinin önünü
açan 17.01.2012 tarihli, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli
Koruma Amaçlı Nazım İmar Plan tadilatlarına Şehir
Plancıları ve Peyzaj Mimarları ve Mimarlar Odası
tarafından 1. İdare Mahkemesi’nde dava açılmıştı.
Üç kişilik bilirkişi heyeti, plan tadilatlarının
şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine aykırı
olduğu kanaatine vardı. Karar, Taksim’de
yayalaştırma, battı-çıktı, Gezi Parkı ve Topçu
Kışlası gibi tüm projeleri kapsıyor.
Sözcü, 22.07.2013
******
GEZİ PARKI'NA ÇİVİ
BİLE ÇAKILAMAZ
Bölge İdare Mahkemesi’nin Gezi
Parkın’daki inşaat çalışmaları için verilen
‘Yürütmeyi durdurma’ kararını iptal etmesi, park
içinde inşaat çalışmaları yeniden başlayabilir mi
tartışmalarına yol açtı.
Ancak 1. İdare
Mahkemesi’nin daha önce aldığı bir kararla, Gezi
Parkı’na Topçu Kışlası yapılmasına onay veren 1 /
5000 ve 1 / 1000 ölçekli imar planlarını iptal
etmesi bunu olanaksız hale getiriyor. Kısacası yeni
imar planları hazırlayıncaya ya da mevcut planlarla
ilgili Danıştay’dan aksi bir karar çıkıncaya kadar
Gezi Parkı’na bırakın Topçu Kışlası yapmayı çivi
bile çakılamaz.
5 Adım’da son durum
Şimdi biraz geriye giderek durumu anlatalım. Gezi
Parkı’nda Topçu Kışlası için İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin Mimar Halil Onur’a yaptırdığı ve
içinde buz pateni pisti olan avan projeyi İstanbul
2. Nolu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu reddetmişti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu gelişme üzerine
‘retlerine ret veririz’’ açıklaması yapmış ve
akabinde koruma kurullarının üst mercii olan ve
kurullar için ilke kararlarını belirleyen Kültür
Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu, İstanbul 2 Numaralı
Koruma Kurulu’nun kararını redderek, Halil Onur’un
projesini onaylamıştı.
Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği
Yüksek Kurul’un bu kararına İstanbul 6. İdare
Mahkemesi’nde dava açtı. Mahkeme 1. İdare
Mahkemesi’nin plan notlarını iptal eden kararına
atıfta bulunarak ‘‘yürütmeyi durdurma kararı’’
verdi. Mahkeme Başkanı’da bu karara katılmadığını
belirterek şerh koydu. Davalı Kültür ve Turizm
Bakanlığı mahkeme başkanının bu şerhinden de güç
alarak yürütmeyi durdurma kararının plan iptalleri
ile alaka kurulmasına Bölge İdare Mahkemesi’nde
itiraz etti. Bakanlık itirazında “Projenin bir avan
proje olup uygulama projesi olmadığını, avan proje
ile uygulama yapılamayacağını, dolayısıyla
uygulaması olmayan bir projenin telafisi mümkün
olmayan zararlar verme imkanı bulunmadığını’’
belirterek Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz etti.
Mahkeme Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı haklı bularak
yürütmeyi durdurmayı kaldırdı. Sebebini de şöyle
açıkladı: ‘‘İmar planının iptal edilmiş olmasının
tescile ilişkin kurulun sebep işlem niteliğinde olan
09 / 02/2011 gün ve 4225 sayılı kararının da iptal
sonucunu doğurmaması, uyuşmazlığın esas itibariyle
bu kararın uygulanmasına ilişkin olması, mahkemenin
imar planının iptaline dair kararı uyarınca ilgili
belediyelerin sonuç işlem mahiyetinde sıralı
işlemler yapmasının da yasal bir zorunluluk olması
karşısında mahkemenin yürütmenin durdurulmasına
ilişkin kararı bu yönden de usul ve yasaya uygun
bulunmamıştır.’’
Bölge İdare Mahkemesi yürütmenin durdurulmasını
iptal etmesi ne anlama geliyor? En başında da
söylediğimiz gibi hukuken hiçbir geçerliliği ve
yaptırımı yok. Çünkü 1. İdare Mahkemesi’nde Gezi
Parkı’na Topçu Kışlası yapılmasına onay veren 1 /
5000 ve 1 / 1000 ölçekli uygulama imar planlarında
yapılan değişikliklerin hukuka aykırı olduğunu
düşünerek iptal ettiği karar varken, avan projenin
onaylanmasının uygulama noktasında hiçbir
geçerliliği yok. Avan projenin uygulama projesi
olabilmesi için imar planlarının buna izin vermesi
gerekiyor. Plan olmadan uygulama yapmak mümkün
değil. Lakin Danıştay 1. İdare Mahkemesi iptal
kararını onamaz ise avan projenin İBB için bir önemi
olacak. Avan proje dayanak gösterilerek uygulama
projesi yapılarak, Koruma Kurulu’na sunulacak,
kurulun onayı durumunda ise kabul edilen imar planı
ile proje hayata geçirilebilecek.
Dün Bölge İdare Mahkemesi’nin yürütmenin
durdurulmasını iptal etmesi üzerine ‘Gezi Parkı’na
yeniden inşaat izninin önü açıldı’ şeklinde
koparılan fırtına beyhude. Halihazırdaki son
durumda, Gazi Parkı’na Topçu Kışlası yapılması
mümkün değil. Çünkü kışlanın yapımına onay veren
imar planları yasal olarak iptal edilmiş,
Danıştay’dan aksi bir karar çıkıncaya kadar planlar
askıya alınmıştır. Planı olmayan bir yere de
istediğiniz projeyi yapın uygulama olamaz.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 23.07.2013
|
ATA EVİ HAZIR

Selanik’te, restorasyon çalışmaları nedeniyle
geçtiğimiz haziran ayından beri kapalı olan Mustafa
Kemal Atatürk’ün doğduğu evin önemli bölümü
yenilendi.
Müze evin, Şeker Bayramı’na kadar ziyarete
açılması hedefleniyor.
Mustafa Kemal
Atatürk’ün 1881 yılında Selanik’te doğduğu,
babası Ali Rıza Efendi’nin öldüğü 1888 yılına
kadar oturduğu ve 13 ay önce köklü bir
restorasyon için ziyarete kapatılan müze ev,
kapılarını yeniden açmaya hazır. Geçen yıl
haziran ayında başlatılan restorasyon
çalışmaları tamamlandı. Önemli bir bölümü ahşap
bina eskisinden çok daha sağlam hale getirildi.
Havalandırma ve ışımlandırma tesisatı
yerleştirildi. Odalardaki Atatürk’e ait
eşyaların önemli bir bölümü yenilendi.
Türkiye’den gönderilecek son parti bazı eşyalar
da önümüzdeki günlerde Selanik’te olacak.
Evde, ziyaretçiler için görsel sunum
olması bile düşünüldü. Bahçe yeniden düzenlendi.
Bahçede en çok dikkat çekense, Ali Rıza
Efendi’nin diktiği ve Atütürk’ün çocuk iken
gölgesinde oynadığı nar ağacı. Bahçe geçen 10
Kasım’dan beri ziyarete açık. Evin içi hala
kapalı olmasına rağmen sırf binanın dış
cephesini ve bahçeyi görmek için bile, hafta
sonları ortalama 400 Türk turist burayı ziyaret
ediyor. Atatürk Evi Müzesi’ne yılda 50 binden
fazla ziyaretçi geliyor.
Kültür Bakanlğı’ndan uzman bir heyet 13
ayda defalarca Selanik’e gelerek tüm çalışmaları
yerinde izledi. Türkiye’nin Selanik Başkonsolosu
Tuğrul Biltekin de en küçük ayrıntılara kadar
herşey ile ilgilendi. Selanik Belediyesi ise
evin bahçe kapısının olduğu İsaias sokağında
çevre düzenleme çalışmaları yaptı. Açılışın
yapılması artık gün meselesi. Şeker Bayramı’nda
Selanik’e binlerce Türk turistin gelmesi
bekleniyor. Hedef, evin bayrama kadar
ziyaretçilere açılması.
İşte öyküsü
1860’li yıllarda inşa edilen evde doğan
Atatürk, babası Ali Riza Efendi’nin ölümü
üzerine 1888’de Selanik yakınlarındaki
Langada’daki çiftliğine taşındı. Atatürk,
1907-1910 yılları arasında Selanik’de 3. Ordu’da
‘Kolağası’yken arkadaşları ile Osmanlı
İmparatorluğu’nun çöküşüne çare aramak için bu
evde biraraya geliyordu. Lozan Antlaşması
(1923) ile mübadele kapsamında ev Yunan
devletine geçti. Selanik Belediyesi 1937
yılında evi satıan alarak Türkiye’ye hediye
etti. Atatürk’ün talimatı ile bitişikteki ev ve
arsalar satın alındı ve yerlerine Türk
Başkonsolosluk binası inşa ettirildi.
Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 22.07.2013
|
|
TABLO SAHTE, VURGUN GERÇEK
ABD’nin New York
kentinin Manhattan bölgesinde Glafira Rosales (56)
sanat galerilerine sahte tablolar satarak 33 milyon
dolar (yaklaşık 63 milyon lira) servetin sahibi
oldu.
Kadının
New York’un önde gelen
sanat galerilerine ünlü ressamların sahte
tablolarını sattığı resmi olarak da kesinleşirse 59
yıl hapis cezasına mahkum edilecek. Rosales’in
sattığı tablolar arasında Mark Rothko, Jackson
Pollock ve Williem de Kooning’in de sahte eserleri
bulunuyor.
Milliyet, 22.07.2013
|
YORUM GEREKTİ

Vakıflar Genel Müdürlüğü, geçen hafta,
İstanbul’da 130 caminin yeniden inşaası için çalışma
başlattığını duyururken, Beyoğlu’nda 1957’de yıkılan
ve orijinaline uygun yapılacağı söylenen Süheyl Bey
Camisi, Meclis gündemindeydi.
CHP
İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, bir
önergeyle, yeniden inşa edilen Fındıklı sahilindeki
Süheyl Bey Camisi’nin neden aslından farklı
yapıldığını sordu. Soru önergesine cevap, Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ’dan geldi. Bozdağ “Yapılan
tarihsel araştırmalar sonucu camide dükkan
bölümlerinin bulunduğu belirlenmiş olup, özgün
halinde yer alan mekanlar aynen muhafaza edilmiştir”
dedi. Bozdağ, söz konusu camiyle ilgili şu bilgileri
verdi: “Süheyl Bey Camisi’nin ihyası, tarihsel
belgeler, kazı çalışmalarında tespit edilen veriler
ve koruma kriterleri göz önünde bulundurularak
gerçekleştirilmektedir. Caminin restorasyon
projesinde, kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan
duvarların korunmasına ve temel duvarları bulunarak
yeri tespit edilebilmiş minarenin, özgün malzemeleri
ile yeniden yapılarak ayağa kaldırılmasına karar
verilmiştir.
“Ancak, 1957 yılında yapılan yol çalışmaları
sebebiyle yıkılan caminin özgün oturum alanının bir
kısmı yolda kaldığından özgün halinin tamamıyla
yeniden yapılması mümkün olamamış ve camiye ilişkin
yeni bir yorum ve tasarım yapma gereksinimi
doğmuştur.” Bozdağ, tüm bu çalışmaların maliyetinin
de KDV hariç 865 bin TL olduğunu ve sponsorluk
yöntemiyle sağlandığını belirtti.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 22.07.2013
|
TARİHİ MİLAS EVLERİ KURTARILMAYI BEKLİYOR
Muğla'nın
Milas İlçesi'nde, sahipleri tarafından kaderine
terkedilen tarihi evler, ayakta kalma mücadelesi
veriyor. 19. yüzyılda ve 20'nci yüzyılın başlarında
inşa edilmiş bu yapıların birçoğunun yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya kalması görenleri üzüyor.
Milas'ta tarihi değerleri tescillenmiş ev, cami,
türbe, han ve hamamlardan oluşan 181 yapı bulunuyor.
Yapıların yaklaşık 120'si şehir merkezinde yer alan
evler, konaklar oluşturuyor.
Milas'ın dar sokaklarındaki hemen hemen hepsi
iki katlı, cumbalı, ahşap yapı olan bu evler, özgün
baca yapılarıyla ön plana çıkıyor. Bu yapıların
birçoğu günümüzde sahipleri tarafından
kullanılmadığı ve terkedildiği için yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya. Konaklarını ve evlerini
yeniden kullanabilmek için tadilat yapmak isteyen
mal sahipleri uzun süren prosedürler ile onarım
giderlerinin yüksekliğinden şikayet ederken, birçok
ev de birden fazla varisi bulunduğu ve gerekli
anlaşmaların sağlanamadığı için kaderine terkedilmiş
durumda.
Tescilli bir evin restorasyonu için öncelikle
rölevesinin ve buna uygun restorasyon projesinin
hazırlanması gerekiyor. Bunların toplam maliyeti
neredeyse 30 bin lirayı buluyor. Daha sonra Anıtlar
Kurulu'ndan restorasyon için onay alınması
gerekiyor. Anıtlar Kurulu'nun konuyu gündeme alıp
görüşüp, karar vermesi için de raportörlerin birkaç
kez gelip gitmesi ve raporlarını hazırlamaları
gerekiyor. Tüm bu işlemler ve ardından Anıtlar
Kurulu'nun restorasyon için onay vermesi için çok
uzun bir zamana ihtiyaç oluyor. Böylesine
uğraştırıcı bir süreç de ev sahiplerini daha işe
başlamadan korkutup caydırıyor.
Tescilli yapıların yeniden ayağa kaldırılması
amacıyla
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Taşınmaz Kültür
Varlıklarının Onarıma Yardım Sağlanmasına Dair
Yönetmelik kapsamında hibe yardımları yapıyor.
Fakat, evini onarmak isteyen vatandaşlar bu
karşılıksız hibe yardımlarını yetersiz buluyor.
Turizmin giderek kıyılardan iç bölgelere çekilerek
kültür turizminin amaçlandığı bir süreçte dünyaca
ünlü
Bodrum'un komşusu olan
Milas'ın tarihi evlerinin restore edilerek
turizme kazandırılmasını isteyen Milaslılar, "Bizler
tarihi evlerimiz var diye adeta cezalandırılıyoruz.
ya onarım işlemleri kolaylaştırılsın, ya da
evlerimiz kamulaştırılsın. Bakanlığın vereceği hibe
destekler gelene kadar zaten evlerimiz harap olup
gidiyor. Para gelse de onarım için çok yetersiz
kalıyor" dedi.
Milas'ta 7 yıldır Maylasa Mimarlık, Müh, Proje İnş.
Ltd. Şti. olarak tescilli binaların yeniden ayağa
kaldırılması için çalışmalar yürüttüklerini anlatan
Yüksek Mimar Atilla Düz, eski konak ve evlerin
sahiplerinin restorasyonlar için ilgisiz olduklarını
ileri sürdü.
Milas'ta bulunan tescilli yapıların
sahiplerinin, yaşam alanları olan evlerinden çok
apartman dairelerini sevdiklerini öne süren Düz,
"Binamızı
Kültür ve Turizm Bakanlığı yapsın. Biz de para
yok' diyenler, bir süre sonra evlerinin içine
izinsiz uygulamalar yapabiliyorlar. Bu yapıların
tapuları mülk sahiplerinde olsa da yaşayan tarih ve
sivil mimarlık örnekleri gelecek kuşaklarındır.
Doğmamış çocukların geleceğini bencilce kullanmak
insanoğlunun manevi duyguları ile bağdaşmaz" dedi.
Milas'ın medeniyetlere beşiklik yapmış, tarihi
kültürü örf ve ananeleri ile görülmeye değer bir
cennet olduğunu belirten Düz, "Eğer,
Milas'a sahip çıkmazsak, gelecek kuşakları,
torunlarımızı anlatacağımız hikayemiz olmaz.
Restorasyon başlı başına kanser hastalığına benzer.
Restorasyonu severseniz kanser hastalığını
yenersiniz. Şayet, sevmezseniz tarihin içinde yok
olursunuz ve tarih sizi asla affetmez. Şu ana kadar
Milas'ta rölöve, restorasyon, restitüsyon proje
hibesi alan ve projeleri tamamlanan 24 binamız
bulunuyor. Bunların 11'i tarafımızdan
Kültür Bakanlığı Müzeler ve Kültür Varlıkları
Koruma Müdürlüğü'nün karşılıksız hibelerinden
faydalanılarak yapıldı. Bakanlıktan çıkan hibe
miktarının üzerine mülk sahipleri de bütçe ilave
ederek hak edilen hibe kullanılıyor" diye konuştu.
Basit onarım için vatandaşların ilgilibBelediyelerin
Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) birimi
aracılığı ile Kültür Varlıkları Kurullarına
başvurması gerektiğini de belirten Düz, "Kısa sürede
bu tür onarımlar için izin çıkıyor" dedi.
haberler.com, 21.07.2013
|
ERDOĞAN, VAHDETTİN KÖŞKÜ'NE TALİP

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, son
padişah Vahdettin'in köşküne göz dikti. Köşkün
çevresindeki trafik bile Erdoğan'a göre
düzenlenecek.
Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin’in kaldığı
Vahdettin Köşkü “devlet konuk evi” olarak Çengelköy
sırtlarında yeniden yükseldi. Başbakan Tayyip
Erdoğan’ın İstanbul’da bulunduğu zamanlarda
çalışmalarının bir bölümünü yürütmek için ofis
olarak kullanmak istediği İstanbul Boğazı’nın en
güzel noktalarından biri olan köşkte Türkiye’ye
gelecek yabancı devlet adamları da misafir edilecek.
Cumhuriyet gazetesinden Aykut
Küçükkaya'nın haberine göre, Erdoğan helikopter
pistinin de yer alacağı bölgede yabancı devlet
adamlarıyla ikili görüşmelerini de yine burada
yapacak. Erdoğan’ın bizzat ilgilendiği ve
talimatlarıyla yönlendirdiği bu proje için Bakanlar
Kurulu özel karar çıkardı. Vahdettin Köşkü ve
çevresindeki diğer köşkler Boğaz’da yeniden
yükselirken Çengelköy’deki sahil trafiği yeniden
planlandı.
Trafik Erdoğan'a göre düzenlenecek
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanan ve
19 gün önce Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren Bakanlar Kurulu kararına göre Çengelköy’deki
trafik ışıkları kaldırılacak; Çengelköy’den Boğaziçi
Köprüsü yönüne olan trafik tek yönlü akacak.
Bakanlar Kurulu sahil şeridinde trafiğin tek yönlü
akması için köşkün bulunduğu alandan Boğaziçi
Köprüsü’ne kadar olan bölgede 4 bin metrekarelik
arazinin “acele kamulaştırılmasını” kararlaştırdı. 6
ay önce Erdoğan’a yazılı soru önergesiyle,“Bu
malikaneyi kendine mi yapıyorsun” diye soran CHP
Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran yanıt dahi
alamamış. Oran, “Erdoğan’ın böyle bir hakkı yok. Bu
köşkler kültürel mirastı. İmara açık bir yer değil
orası. Türkiye Cumhuriyeti artık devlet gibi
yönetilmiyor” sözleriyle tepki gösterdi.
Kültür varlığıydı ama..
Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin’in adını taşıyan
köşk, 2. Abdülhamit’in padişahlığı döneminde
Fransız-Türk levanten Mimar Alexandre Vallaury’ye
yaptırılmış. Soğan başlı kubbesiyle mimari açıdan
nadir yapılar arasında gösterilen köşkün bulunduğu
60 dönümlük koru içinde küçük köşkler, bahçıvan evi
ve sera da yer alıyormuş. Köşk 1984 yılında,
korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak
tescillenmiş.
Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde korudaki
köşkler Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından restore
edilmiş. Daha sonra restorasyon çalışmalarını
inceleyen İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu, yıllar önce yapılan restorasyon
sırasında köşklerin betonarme olarak yenilendiğini
üzerinin de ahşap ile kaplandığını tespit etmiş ve
tarihi yapıların yıkılıp aslına uygun olarak yeniden
inşa edilmesine karar vermiş.
3 yıl önce tamamen yıkıldı
Restorasyon geçiren ancak aslına uygun yapılmayan
çalışmalar sonucu harap hale gelen ve aralarında
Vahdettin Köşkü’nün de bulunduğu yapılar yaklaşık 3
yıl önce tamamen yıkılmış. Şimdi ise yeniden yapılan
yapılar ve Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin’in
Boğaz manzaralı köşkü devlet büyüklerinin
konaklayacağı ve yabancı devlet adamlarının konuk
edileceği bir bölgeye dönüştürülüyor.
Sol Haber, 21.07.2013
|
TARİHİ KONAK YANDI

Antalya'da 100 yılı aşkın çok sayıda evin
bulunduğu
Haşim İşcan Mahallesi'nde 1'inci derece tarihi
eser kabul edilen 2 katlı konakta yangın çıktı.
Konakta, yangın nedeniyle ağır hasar meydana geldi.
Olay,
Muratpaşa
Haşim İşcan Mahallesi, 1306 Sokak'taki tarihi
konakta meydana geldi. Servet Yazıcı'ya ait olduğu
belirtilen ve 1'inci derecede tarihi eser değeri
bulunan konakta, saat 11.00 sıralarında yangın
çıktı. Uzun süreden bu yana kendi haline bırakılan
konakta bir anda başlayan yangın, kısa sürede çatıya
yayıldı. Mahallelinin
haber vermesi üzerine olay yerine gelen itfaiye
ekipleri, kısa sürede yangına müdahale etti.
Yaklaşık 1 saatlik çalışmayla söndürülen yangının
ardından binada ağır hasar meydana geldi. Mahalle
muhtarı Emine Pehlivan,
Haşim İşcan Mahallesi'nin eski bir Rum
yerleşkesi olduğunu belirterek, şöyle dedi:
"Mahallenin tamamı bu tip konaklardan oluşurken, 20
yıl öncesine kadar yıkılıp yerlerine 5-6 katlı
binalar yapılmış. Mahallede bu gibi tarihi değerini
koruyan binalar fazlasıyla var. Ancak yaz döneminde
etrafı demir parmaklıklarla da çevrili olsa birileri
girmeyi başarıyor. Mahalleli olarak perişan olduk."
haberler.com, 21.07.2013
|
BALIKESİR'DEKİ KOCA SAAT 186 YILDIR ÇALIŞIYOR

Balıkesir’in simgesi olan Koca Saat 186 yıldan
bu yana çalışıyor.
Yıllara meydan okuyan
saat kulesine 10 yıldır tırmanan Murat Gündoğan,
haftada iki kez 80’den fazla basamak çıkarak saati
kuruyor ve çan sesinin şehirde yankılanmasını
sağlıyor.
Balıkesir’in merkezinde bulunan ve vatandaşların
Saat Kulesi ile Koca Saat olarak andıkları saat
yaşadığı onlarca depreme rağmen yıllara meydan
okuyor. Saat kulesinin girişinde bulunan mermer
kitabeye göre, 1827 yılında Silistre Valisi
Giridizade Mehmet Paşa tarafından
Galata Kulesi’nin bir benzeri olarak yapılan
Saat Kulesi, Balıkesir’de 1897 yılında yaşanan büyük
bir
deprem sonucunda yıkıldı. 1901 yılında
Mutasarrıf Ömer Ali Bey tarafından tekrar yaptırılan
saat kulesi 1962 yılında Balıkesir Belediyesi
tarafından onarıldı.
1827 yılından bu yana saat kulesinin üst katında
bulunan saat bugün hala çalışıyor. 186 yıldır
çalışan saatin tüm
bakım ve kurma işlemini Balıkesir Belediyesi’nde
görevli Murat Gündoğan gerçekleştiriyor. Balıkesir
Belediyesi’nin ısıtma ve soğutma sistemlerinden
sorumlu Murat Gündoğan, haftanın iki günü saat
kulesine tırmanıp dev çıkrıklarla saati kuruyor. Her
Salı ve Cuma günü belediye binasından çıkarak saat
kulesine gelen Gündoğan, 1901 yılında yapılan saat
kulesinin o yıldan kalan kapısını özenle açıyor. Dar
olarak inşa edilmiş 80 merdiven çıkan Murat
Gündoğan, tarihle iç içe bir meslek yapmaktan
mutluluk duyuyor. Zorlu bir tırmanış sonucu saat
kulesinin en üst katına ulaşan Murat Gündoğdu, “Saat
kulesinin en üstünden aşağıya sallanan bu kilolarca
ağırlıklar aslında saatin mekanizması. Çanın kurma
mekanizmasına bağlı bu ağırlıklar yere oturduğunda
saatin çanı çalışmaz. Bu saat kurma işlemini o
yüzden yapıyoruz. Kulenin içinden aşağıya sallanan
küçük ağırlık ise saatin çalışmasını sağlıyor. Hem
çanın hem de saatin ağırlıkları dengelidir. Bu
ağırlıklar saatin dişlilerinin düzenli çalışmasını
sağlamaktadır” dedi.
MARKASI ODOBEY GADET
Saat kulesinin dar merdivenlerini saran ahşap
korkuluklar ise saat kulesinin yapıldığı 1901
yılından bu güne yapısını koruyor. 112 yıllık ahşap
merdiven ve korkulukların artık eskimeye yüz
tuttuğunu kaydeden Murat Gündoğan, şöyle konuştu:
“Saat mekanizmasının bulunduğu üst katın üzeri
tamamen ahşaptan ve onun üzerinde de saat çanı var.
Saatten çana bir kol çıkıyor, saat kurulduğunda
çalma vaktinde kol çana asılıyor ve buçuklarda çan 1
kere çalıyor. Saat başlarında saat kaçsa çan o kadar
kez çalıyor. Mesela saat 8 ise çan 8 kere çalıyor. 3
dakika sonra ise saatin çanı tekrar 8 kez daha
vuruyor. Bu saat 1827 yılında yapılmış ve o yıldan
bu yıla sürekli bu şekilde çalışıyor. 1897 yılında
depremde bina yıkıldıktan sonra 1901 yılında kule
bugünkü şekli ile tekrar yapılıyor. 1962 yılında
bina belediye tarafından onarılmış ve 1985 yılında
da restore ettirilmiş.”
Saatin ve saat kulesinin
tarihi eser olduğunu kaydeden Gündoğan, saati
kurmak görevinden büyük heyecan duyduğunu söyledi.
Murat Gündoğan, saati 10 yıldır kurduğunu belirterek
sözlerini şöyle sürdürdü: "Ancak bu saati kim
kuruyordur diye merak eden var mıdır
bilmiyorum. Haftada iki gün kuleye gelerek saati
kuruyorum. Saatin bakımı ve tamiri Balıkesir
Belediyesi’nin sorumluluğunda biz de elimizden
geldiği kadar gayret sarf ediyoruz. Çok sayıda
arkadaşım kendisini kuleye çıkarmam için bana
teklifte bulundu. Ancak burası tarihi bir yer ve
saatin mekanizması çok hassas. Saat merkezde ve dört
bir yanında dışarı bakan saat var. Bunların hepsi
birbirine bağlı, mekanizmadaki kollardan birine
yanlışlıkla dokunursak her yönde saat farklı
zamanları gösterir ve bu arızayı gidermek oldukça
zor”.
Saatin tamamen pirinçten ve karşılıklı millerle
tutturulmuş bir düzenekten oluştuğunu kaydeden
Gündoğan, çarkların özel bir yağ ile yağlandığını
söyledi. Saatin dişlilerini yağlayan dev çıkrık
yardımı ile önce saat çanını ve ardından saati kuran
Murat Gündoğan, kuleden aşağı uzanan ağırlıkların
kurma işlemi ile dengeye geldiğini söyledi. Saatin
kurma işlemini tamamlayan Gündoğan, sözlerine şöyle
devam etti:“Bu saat kurma görevini bana verdiler,
şuan ben yürütüyorum. Biz hepimiz gelip geçiciyiz
ama bu saat burada kalıcı. Belediye olarak biz bu
saate gözümüz gibi bakıyoruz, kendi çocuğumuz gibi
bakıyor tarihi eserimizi koruyoruz.”
Milliyet,
21.07.2013
|
LİMYRA ANTİK KENT KAZI ALANINDA JEOFİZİK ÇALIŞMA

Antalya'nın Finike
İlçesi'ne bağlı Saklısu Köyü Zengeder civarında 1969
yılından bu yana devam eden Limyra antik kent
kazılarının, 2013 sezon programı belirlendi.
Kazı Başkanı Dr. Martin
Seyer, yaklaşık 2.5 ay sürecek çalışmalar sırasında
jeofizik araştırmalar yapılacağını, Roma ve Bizans
dönemine ait surların restore edileceğini açıkladı.
Kültür Bakanlığı ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü
işbirliğiyle Limyra antik kentinde 44 yıl önce
başlayan kazı çalışmaları devam ediyor. Avusturya
Arkeoloji Enstitüsü uzmanlarından kazı başkanı Dr.
Martin Seyer, ikinci kazı başkanı İTÜ Mimarlık
Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Zeynep Kuban ve
Konya Müzesi'nden Yaşar Yılmaz kontrolünde, 22
Temmuz pazartesi günü başlayacak çalışmalar,
yaklaşık 50 kişilik ekiple sürdürülecek.
Bu sezonki çalışmalar hakkında bilgi veren Dr.
Seyer, 2.5 aylık dönemde jeofizik araştırmaların
yanı sıra Roma ve Bizans dönemine ait surların
restore edileceğini kaydetti. Arkeolojik aramalarda
jeofizik araştırmaların önemine dikkat çeken Dr.
Seyer, yeraltında gömülü kalıntıların yer, biçim,
uzanım, derinlik özelliklerini üç boyutta veren
bilimsel yöntemi kullanarak, bundan sonraki kazı
çalışmalarına ışık tutacak bir proje hazırlamak
istediklerini söyledi.
Kentin gelişimini, kent planlamasına dair
birtakım soruları bu çalışmalardan yola çıkarak
çözmeyi ümit ettiklerini anlatan Dr. Seyer, kazı
alanında yürütülecek teknik ve restorasyon
çalışmalarının yanı sıra, Turunçova Tocak Dağı
Mevkii 1200 metre yükseklikte ve Boldağ Yaylası'nda
antik kalıntılar bulunması nedeniyle yüzey taraması
yapılacağını söyledi. Dr. Seyer, "Bu iki bölgede ilk
kez yüzey araştırması yapılarak, konumu ve yapıtlar
hakkında veri elde edilecek. Limyra ve iki farklı
alanda yapılacak çalışmalar, 4 Ekim'e kadar
sürdürülecek" dedi.
Antik kentte daha önce yapılan çalışmalarda,
Likya kentlerinin ikinci sinagogunun bulunduğunu
anımsatan Dr. Martin Seyer, şöyle devam etti:
"Geçen yıl küçük bir bölümü kazıldı. Sinagogun
çok büyük bir alanda olduğunu düşünüyoruz. Çünkü
İmparator Theodosianus dönemindeki kanun gereği yeni
bir sinagog yapılmamış, eski sinagog restore
edilerek kullanılmış. MS 6. veya 7. yüzyılda
yapıldığını düşündüğümüz sinagog, Yahudiler ve
Limyra antik kenti için çok önemli bir buluntu. Bu
yıl gerçekleştirilecek jeofizik araştırmalar da
sinagogun bulunduğu alandan başlayacak."
Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle 'Limyra yol
hattı' projesi hazırlandığını aktaran kazı başkanı
Seyer şunları söyledi:
"Limyra antik kentinin ortasından geçen ve kazı
çalışmalarının bir bütün olarak korunmasını
engelleyen yolun, dışarıdan verilmesine yönelik
proje hazırlandı. Bu proje ile antik kent içinden
geçen yol çevresinden tali yol olarak verilecek.
Projenin uygulanması halinde kent kazılarının daha
sağlıklı yürümesine ve korunmasına önemli katkı
sağlayacak."
Kazı başkanı Dr. Seyer, tüm bu çalışmaların
dışında ikinci kazı başkanı Zeynep Kuban ve İTÜ'den
gelen ekip tarafından yürütülecek organizasyonla
çocuklara, üzerinde yaşadıkları tarihi mirası
çeşitli atölyelerle anlatmayı hedefleyen
'Çocukların Limyrası' etkinliği
gerçekleştirileceğini söyledi. Dr. Seyer şu
bilgileri verdi:
"Proje kapsamında Bağyaka ve İsmail Erol
ilkokulları öğrencileri, müzeleri ve kazı alanlarını
gezecek, tarihi yapıları inceleyecek ve antik dönem
hakkında bilgi edinecek. Çocuklar, yaklaşık 10 gün
sürecek etkinliklerin ardından antik dönem hayatı
üzerine öğrendiklerini drama, müzik, iki ve üç
boyutlu görsel tasarım teknikleriyle hayata
geçirecek."
Akşam, 21.07.2013
|
ADALARDAN BİR İNŞAAT GELİR BİZLERE

İstanbul ’un Adalar
İlçesi dokuz adadan
oluşuyor. Bunlardan yerleşime kapalı olan ikisi,
Yassıada (Plati) ve Sivriada (Oxia) için merkezi
otorite tarafından son günlerde önemli kararlar
alındı. Bu iki adanın çok yakın bir tarihte “yap
işlet” modeliyle özelleştirilmesi söz konusu.
Yassıada önemli bir “bellek mekanı”. Menderes ve
arkadaşlarının burada, darbe sonrası düzmece bir
mahkemede yargılanmaları nedeniyle. Aynı zamanda
devlet şiddetinin ayrım yapmaksızın sıradan
vatandaşları, düşünce üreten insanları değil,
kimi zaman önde gelen siyasetçileri, tepedeki
yöneticileri de hedef aldığını göstermesi
açısından önemli. İstanbul Boğazı’nın girişinde,
çok stratejik bir yerde bulunması, geçmişte
Yassıada’yı askeri açıdan önemli kılmış. 1960
askeri darbesi sonrasında herhalde Yassıada’nın
seçilmesinin nedeni de hem İstanbul’a yakın, hem
de herhangi bir kurtarma girişimine karşı
güvenli olması.
Boş arsa gibi
Sivriada ise başka bir felaketle anılır,
Bizans dönemindeki sürgünleri saymazsak. 1909
yılında İstanbul’da sokak köpekleri toplanarak
mavnalarla bu adaya taşınmış. Hayvanlar aç susuz
burada ölüme terk edilmiş. Bu adalar belki de bu
nedenle halk arasında “Hayırsızadalar” olarak
adlandırılmış.
Anıtlar Yüksek Kurulu, 1979’da tüm adaları
korunması gereken doğal ve tarihi alan ilan
etti. 2006’da Bölge Koruma Kurulu tarihi sit
tescil kaydının devamına ve 1. derece doğal sit
olarak belirledi. Bölge Koruma Kurulu 2010’da
Yassıada’daki şato, sarnıç, tarihi olaylara
sahne olması nedeniyle tescilli yapılar olarak
plana işlenmesine ancak diğer yapıların tarihi
önemi olmadığına karar verdi. 2011’de Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na müze olarak kullanılmak
üzere tahsis edildi. Bölge Koruma Kurulu 2012’de
aldığı bir kararla “sit alanı” kaydının
kaldırılmasına karar verdi. Mimari değeri olan
yapıların zaten tescilli olduğu belirtilerek,
“sit alanı” kararı yürürlükten kaldırıldı. Bu ne
demek? Sözgelimi
spor salonu, mahkeme binası olarak
kullanıldığı için korunmaya değer demek. (Ama
koğuşlar, hapishane, nöbetçi kulübeleri, yol
döşemeleri ya da komutanlık binası değil!) 2013
Nisanı’nda bir “torba yasa” kapsamında, Yassıada
ve Sivriada’da “yap-işlet-devret” modeli
çerçevesinde, “Kıyı Kanunu hükümlerine ve diğer
mevzuatta olan kısıtlama ve prosedürlere tabi
olmaksızın planlama, imar ve inşaat
uygulamalarının yaptırılabileceğine” hükmedildi.
Mayıs’ta ise
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Yassıada için
hazırladığı ve onayladığı 1/5000 ve 1/1000
planları askıya çıkarılmak üzere Adalar
Belediyesi’ne gönderdi. Bu planda Yassıada
askeri bölge olmaktan çıktı, Turizm ve Kültür
Tesisleri Alanı olarak işlevi değiştirildi ve
planda Yassıada’da bugün yüzde 5’lerde olan
yapılaşma oranı, 65’e çıkarıldı. Başka bir
deyişle ada birkaç tescilli yapı dışında
öngörülen turizm işlevleri için tıpkı “boş bir
arsa” gibi imara açılması mümkün hale getirildi.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, belediyenin
uhdesinde olan plan yapma yetkisini kendi
üzerine alıyor. (Yalnızca almıyor, aynı zamanda
paralel plan yaparak, “benimki geçerlidir”
diyor.) Başka ne yapıyor? Plandaki imar hakkını
onlarca kere artırıyor. Çünkü burayı alacak olan
şirketin kar etmesi için inşaata ihtiyaç var.
Planın özeti: Turizm fonksiyonu yalnızca bir
belge olarak korumakla, müzeleştirmeyle falan
olmaz! Hiç kuşkum yok, sıra diğer adalara da
gelecek.
Çıkar odaklı
Öngörülen dönüşüm Yassıada’nın bir tarihi
belge olma niteliğini de tamamen kaybettirecek.
Karşı çıktığımızda Başbakan ihtimal ki şöyle
diyecek: “Bakın biz burayı Demokrasi Adası
yapmak istedik. Projemize karşı çıkanlar buranın
aynen askeri yönetim alanı olduğu zamanki gibi
kalsın istiyorlar!” Oysa böyle kalsın ya da
askeri yönetime devredilsin diyen yok. Bütün
izleri ile bu çok katmanlı belgeyi korumak
gerekir. Ama belki bazı yeni işlevler de
kazandırılabilir, yeni binalar da yapılabilir ya
da köhnemiş binaların içinde, onların dokusunu
değiştirmeden çelik ve cam yürüyüş platformları,
sergi hacimleri de inşa edilebilir. Ama bütün
bunların -bir bellek mekanını yok etmeden
yapılabilmesi için- önce yatırımcı mantığı ile,
tıpkı bir arsa gibi adada imar hakkını artıracak
bir peşin hüküm verilmemesi, bağımsız
kuruluşların bir program geliştirmesi, misyona
yönelik bir proje yönetiminin oluşturulması
gerekir. Bugün yapılan ise tamamen çıkar odaklı
ve kabul edilebilecek bir yöntem değil.
Buradaki yapılaşmayı çirkin bulabilirsiniz,
beğenmeyebilirsiniz. Ama burası bir bütün olarak
düşünülmeli, çalışılmalı ve tarihi yapıları ile
de, tarihi değeri olmadığı varsayılan yapıları
ile de bir bütün olarak korunmalı. Bu
özelleştirme ve yeniden yapılaşma planı burada
darbe sonrası yargılanan Menderes ve
arkadaşlarının anısına karşı büyük bir
saygısızlık olacaktır.
Özelleştirme ve piyasa
mantığı ile hazırlanmıştır
Dünyadaki yöntemler
Bu adanın değişik katmanlardan oluşan
yerleşim topografyasının mimari bir belge olarak
korunması gerektiğini ve darbe sonrası askeri
mahkeme olarak kullanılan spor salonu gibi,
beğenelim beğenmeyelim tarihe tanıklık etmiş
koğuş, komutanlık, hapishane, yemekhane, nöbetçi
kulübeleri ile bir bütün olarak korunması
gerekir. Yatırımcı perspektifi ile ve kar
amacıyla yapılacak dönüşümün bu belgeyi yok
edeceği açık. Restorasyonun da bir müteahhitlik
çalışması olarak gördüğümüz “cilalı” örnekler
gibi değil, belgenin katmanlarını görünür
kılacak şekilde yapılması beklenmeli.
Son olarak Yassıada ve Sivriada’nın
Beşiktaş ’ta Başbakan’a komşu tütün deposunu
yıkarak otele çeviren ve vapur iskelesini de
satın alan şirkete verileceğini öğrendik. Nasıl
İstanbul’da dünyanın en pahalı inşaatları olan
kongre ve kültür merkezleri şirketler tarafından
yönetilemiyorsa, bu işin de otel işletmeciliğine
benzemediğinin altını çizmek gerekiyor. Eğer
Başbakan’ın bu adayı “Demokrasi Adası” yapmak
gibi bir niyeti varsa, kendisine bu konuda
dünyada uygulanan yöntemler hakkında bilgi
vermeye hazırız.
Radikal İki, Yazı: Korhan Gümüş, 21.07.2013
|
OYLUM HÖYÜK KAZILARI BAŞLADI

Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Atilla Engin
başkanlığında 20'si teknik 60 kişilik ekibin
katılımıyla başlatılan ve 140 bin lira bütçe ayrılan
çalışmalar, yaklaşık 2,5 ay sürecek.
Engin, yaptığı açıklamada, Oylum Höyük'ün bölgenin
en önemli ve büyük höyüklerinden olduğunu söyledi.
Höyükteki çalışmalarla bölgenin tarihine ışık
tuttuklarını ifade eden Engin, "Höyük, bulunduğu
konum itibariyle önemli bir stratejik noktada yer
alıyor. Ayrıca yaklaşık 500 metreye ulaşan boyutuyla
da sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin değil,
Türkiye'nin en büyük höyüklerinden biri durumunda"
dedi.
Höyüğün batı etekleri boyunca akan Akpınar deresinin
bölgede binlerce yıl yaşam kaynağı olduğunu
vurgulayan Engin, milattan önce 3000-3500'lü yıllara
dayanan medeniyetlerin yaşadığı höyükte, Geç
Kalkolitik Dönem ve Tunç Çağı'ndan kalıntılar
bulunduğunu belirtti.
Yaptıkları çalışmalara dayanarak höyüğün bir krallık
merkezi olduğu kanaate vardıklarını dile getiren
Engin, şöyle devam etti:
"Son yıllarda ortaya çıkarılan buluntulardan Hitit
Büyük Krallığı'na ait çivi yazılı tablet, Hitit
Kralı mühür ve mühür baskıları, buranın bir idari
merkez olduğunu gösteriyor. Çalışmalarımız daha çok
höyüğün bütün çağlarda bu önemli krallık merkezinin
niteliğini anlamaya yönelik devam etmektedir.
Gerçekleştireceğimiz kazılarla Oylum Höyük'te
yaşamış krallıkları, medeniyetleri ortaya çıkarmak
istiyoruz. Bu yıl ki kazılarda arşiv odası, çivi
yazılı belgeler ve önemli buluntulara ulaşmayı
umuyoruz."
Engin, Oylum Höyük'te özellikle son iki yılda
gerçekleştirdikleri kazılarda önemli bulgulara
ulaştıklarını anımsattı.
Bunlar arasında saray olarak değerlendirilebilecek
nitelikte anıtsal yapı açığa çıkartıldığını anlatan
Engin, "Bu yapının çok azını açığa çıkartabildik.
Özellikle cam üretimiyle ilgili işliklerin
bulunması, Oylum Höyük'ün dünyanın eski cam üretim
alanlarından olduğunu gösteriyor. Camın anavatanının
bu bölge olduğunu biliyoruz. Bunun dışında özellikle
fildişi ve metal buluntular, burada üretim
yapıldığını gösteriyor" diye konuştu.
Sabah, 21.07.2013
|
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDE OSMANLI SİKKELERİYLE
İLGİLİ TARTIŞMA

İstanbul Arkeoloji
Müzesi’ndeki Osmanlı sikkeleriyle ilgili ilginç bir
tartışma başladı. Bilim insanları koleksiyonun
araştırmaya kapalı olduğunu öne sürdü.Müze
yetkililerine göre ise ‘herkese açık’.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki
560 bin İslami sikke ve çok
sayıda kurşun mührün araştırmaya kapalı olduğu
iddiası gündeme geldi. Araştırmacılar, dünyanın
en büyük koleksiyonlarından biri olarak
gösterilen tarihi eserlerden 120 bin teşhir
ürünü dışındakilerin hiçbirine ulaşamamaktan
yakınıyor. Arkeoloji Müzesi
yetkilileri ise iddiaların gerçeği
yansıtmadığını belirterek ‘herkese açık’ dedi.
Türk Nümismatik Derneği
Başkanı Cem Mahruki, 1839’dan
önceki dönemlere ait paraların kayıtlı
koleksiyoncularca yapılabildiğini anlattı. Bu
nedenle kimsenin çalışma yapamadığını aktaran
Mahruki,
“Bir kısmı yurtdışına kaçırılıyor.
Kaçırılamayanlar da alıcı bulunmadığı için
eritilip altın, gümüş kolye bilezik yapılıyor.
Arkeoloji Müzesi her zaman kapalı kutu oldu.
Araştırma yapmak isteyene kök söktürüyorlar.
Paralar tasnif edilmemiş.Kurşun mühürler metal
kutularda muhafaza edildiğinde bir süre sonra
erir yok olur. Bu şekilde kaybolmuş olabilirler”
diye konuştu.
Koleksiyoner Kaan Uslumüze arşivi ve
envanterinin açılmadığını belirtti. Sikkelerle
ilgili yurtdışındaki kaynaklardan faydalandığını
söyleyen Uslu, “Türkiye’de
darphane
arşivine girebildim. 40 senedir çalışıyoruz
diyorlar ama müzenin son yayını 1970 ve 1974’te
çıkarıldı”
Koleksiyoner Haluk Perk
müzedeki sikkeleri tasnif edecek yeterli eleman
olmadığını belirtti. Teknik imkansızlıklara
dikkat çeken Perk, “Bütün dünya müzelerinde
öncelikle eldeki envanter yayınlanır. Kayboldu
iddiası abartılıyor. Yoğunluk bilinmediği için
tedirginlik yaşanabiliyor. Kurşun mühürlerin
metal kutularda saklanmasından dolayı kaybın
olduğunu duydum” ifadelerini kullandı.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü
Zeynep Kızıltan ise iddiarın gerçeği
yansıtmadığını söyledi. Araştırmacılara gerekli
desteğin sağlandığını ve hiçbirinin geri
çevrilmediğini belirten Kızıltan,
“Müzemizde yaklaşık 560 bin adet İslami sikke
var. 100-120 bini teşhirde. Bunların içinde
gümüş, bronzlar var. Metal dolaplarda korunuyor.
Çok azı ahşap dolaplarda. Ciddi anlamda bozulan
veya kaybolan sikkemiz yok. Her bir sikke
demirbaşa kayıtlı ve hepsi envanterlidir.
Bozulan veya eriyen bir para da yok. İddialar
gerçekçi değil” diye konuştu.
Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Müdür Yardımcısı Doç.Dr.Osman Özgüdenli İslami sikkelerle ilgili
bilimsel araştırmalarda Arkeoloji Müzesi’nden
hiçbir kaynağa ulaşamadıklarını söyledi.
Özgüdenli, eserlerde yeterli tasnifin
yapılmadığını anlattı. Özgüdenli şunları
söyledi:
“Müze kapalı kutu gibi. Pek çok müze
koleksiyonundaki paraların kataloğunu yayınladı.
İran, İngiltere, Almanya’daki koleksiyonları
kullanıyoruz ama ülkemizdekilere ulaşamıyoruz.
Bazı paraların kayıp olduğunu duyuyoruz. Lakin
kapalı olduğu için doğrusunu öğrenemiyoruz.
Bunlar suiistimale açık malzemeler. Türünün son
örneği çok değerli para çalınmış veya sıradan
bir parayla değiştirilmiş olabilir.
Çünkü kataloğu yayınlanmadı, neyin ne olduğu
bilinmiyor. Taşınma ve restorasyon 20 senedir
bitmedi mi? Bu paralar dönemin siyasi, kültür,
sosyal ve ekonomik tarihini değiştirebilecek ve
tarihi sil baştan yazabilecek nitelikte. Yani
define niteliğinde.”
İddialar üzerine bir akademisyen aracılığıyla
bilimsel araştırma için İstanbul Arkeoloji
Müzesi’ne başvurduk. Zeynep Kızıltan imzalı
yazıyla incelemeye restorasyon çalışması gerekçe
gösterilerek izin verilmedi.
Bugün, Haber: Nesrullah Sonay, 21.07.2013
|
BATAN ŞEHRİN SANAT ESERLERİNE NE OLACAK?

ABD’nin Michigan eyaletinin en büyük şehri olan
Detroit, önceki gün 18.5 milyar
dolar olarak tahmin edilen borçları nedeniyle
iflas başvurusunda bulundu. Bu başvurunun ardından
Detroit şehrine ait müze Detroit
Sanat Enstitüsü’nün (DIA) Batı ABD’nin en büyük
sanat koleksiyonuna sahip olması, koleksiyonun elden
çıkarılıp çıkarılmayacağı sorularını beraberinde
getirdi. İflas başvurusunun ardından sanatseverler
ve hukukçular, DIA’in sanat koleksiyonu korumak için
hareket geçtiler. Koleksiyonun değerinin 2.5 milyar
dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. DIA’in
yüzyıllar boyunca biriktirdiği 60 bin eser arasında
Tintoretto’un 100 milyon dolar değerindeki eseri
“The Dreams of Men” ve Matisse’in 150 milyon
dolarlık “The Window”u da bulunuyor. Müzede ayrıca
Bruegel, Caravaggio, Rembrandt ve
van Gogh’ın eserleri de var. Mayıs ayında bir
açıklama yapan Detroit Acil Durum Müdürü Kevyn Orr,
şehrin iflasını ilan etmesi halinde sanat
eserlerinin satılabileceğini dile getirmişti.
ABD’de böyle bir şey hiç olmadı
Geçen ay müzenin Christies
Müzayede Evi tarafından aranıp, koleksiyonun
keşfi için izin istenmesi endişeleri artırdı. DIA
konuda uzman avukatlar tutarak elinde koleksiyonu
korumanın yollarını aramaya başladı.
Amerikan Müzeler Birliği başkanı
Ford Bell, “Çok endişeliyim, bunun olamayacağını
düşünüyordum. ABD’de böyle bir şey hiç olmadı” diye
konuştu. Müze yaptığı açıklamada, “Bu koleksiyonun
halka ait olduğu için satılmaması ve Michigan
eyaletinin kültürel mirasının korunması gerektiğiyle
ilgili görüşümüzün arkasındayız” dedi. Bir müzenin
kalıcı koleksiyonunun satılması, ABD Müzeler
Birliği’nin etik kurallarına göre
sadece “müzenin misyonun geliştirilmesi” şartı
sağlandığında yapılabiliyor.
Müzenin 1985-1997 yıllarında yöneticiliğini üstlenen
Samuel Sachs II, “Eğer bu saldırıyı yaparlarsa,
sadece Detroit’in değil, ülkenin en önemli kültürel
değerlerinden birini kaybederiz. Eğer Detroit’in
hastaneleri ve üniversiteler satılabilse, bunu da
satarlar mıydı?” diye konuştu.
Bir zamanlar
Detroit
ABD’nin Michigan eyaletine bağlı sanayi kenti
Detroit’in, 18.5 milyon dolar (35.4 milyon lira)
borçla iflas bayrağını çekmesi dünya ekonomi
gündemine oturdu. ABD’li haber ajansı AP de, bir
zamanların endüstri devi kentin dününü ve bugününü
karşılaştıran fotoğraflar yayımladı. 1920’li
yıllardan itibaren başlayan fotoğraflarda
otomobil fabrikalarından, tank üretimine şehrin
şaşaalı günlerinden enstantaneler yer alıyor. 1920
yılında çekilen bir fotoğrafta,
lüks otomobil markası Packard’ın fabrikasında
çalışan işçiler görülüyor.
Mlliyet, 21.07.2013
|
KEPÇE KEPÇE YAĞMA
Tarihi talanda ikinci
perde… Çatalca’daki Bizans Mezarlığı’nı delik deşik
eden definecilere kazma yetmiyor. Anastasius
Surları’na iş makineleriyle girdiler.
Çatalca’da tarih yağması sürüyor… Bizans
Mezarlığı’nın ardından Anastasius Surları da
definecilerin talanına uğradı. 1200 yıllık
arkeolojik SİT alanını delik deşik eden yağmacıları
kazma-kürek kesmedi. Anastasius Surları’nın altında
define olduğuna inananlar, bölgeyi iş makineleriyle
kazıyorlar.
Metrelerce kazılan surlardan geriye toprak ve 15
metre derinliğinde kuyular kaldı. Yağmayı
fotoğraflayan Çatalca Kültür ve Yardımlaşma Derneği
Başkanı Ahmet Rasim Yücel, suç duyurusunda bulundu.
Bizans İmparatoru Anastasius’un 6’ncı yüzyılda
İstanbul’u özellikle Bulgarlar ve Hunlar’dan korumak
için yaptırdığı 56 kilometrelik surlar, Çin
Seddi’nden sonra dünyanın üçüncü uzun duvarı.

AKŞAM, Çatalca’daki
definecileri Ocak 2012’de manşete taşımıştı.
Akşam, 21.07.2013
|
173 YILLIK TAŞKIŞLA RESTORE EDİLECEK

İstanbul'un en gözde tarihi binalarından biri olan
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Taşkışla kampüsü
restore edilecek.
İstanbul Teknik Üniversitesi'nin kampüs olarak
kullandığı Taşkışla'nın dış cephesi ile bazı iç
mekanları yenilenecek. Taş mimarisiyle göz dolduran
tarihi yapının cephe restorasyonu 2015 yılında
tamamlanacak.Tarihi binanın tüm dış cephesi
yenilenerek, iç kısımda mutfak ve avlu bölümleri
restore edilecek.
Ayrıca tarihi yapının tüm atıksu ve rögar sistemleri
bakıma alınacak. 2013 Mayıs ayında sözleşmesi
imzalanan iş 2015 yılında tamamlanacak. Sözleşmede
iş bedeli olarak 6 milyon 585 bin lira belirlendi.
1840 yılında İngiliz mimar Williams James Smith ve
yardımcısı Osmanlı kalfa İstefan'a yaptırılan tarihi
kışla, askeri hastane binası olarak tasarlandı. 1860
yılından itibaren Dolmabahçe Sarayı'nı korumak
amacıyla askeri kışlaya dönüştürüldü. 31 Mart
olaylarında çatışmaların yaşandığı askeri kışla
olarak tarihe geçti. Cumhuriye'in ilanından sonra
Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilen kışla, 1943-
1950 yılları arasında büyük onarımdan geçtikten
sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörlüğü ve
Mimarlık-İnşaat Fakültesi olarak kullanılmaya
başlandı.
Taş mimarinin en gözde eserlerinden biri olarak
nitelendirilen Taşkışla'yı İngiliz mimar Williams
James Smith ve Osmanlı kalfa İstefan birlikte inşa
ettiler.
Sabah, Haber:
Zeynel Yaman, 21.07.2013
|
43 YIL ÖNCE KAZISI YAPILAN SELEUKEIA ANTİK KENTTE
TANITIM LEVHASI BULUNMUYOR
Antalya'nın Manavgat
İlçesi'ne bağlı Bucakşıhlar Köyü sınırları içinde
bulunan Seleukeia Antik Kent'te tanıtım levhası
bulunmaması tarihi ören yerine ziyaret ilgisini
azalttığı bildirildi.
Prof.Dr. Jale İnan tarafından 43 yıl önce kazı
yapılan Seleukeia Antik Kent'in tanıtıma yönelik bir
tek levha olmaması dikkat çekiyor. Manavgat'ın
Bucakşıhlar Köyü muhtarı Salih Özer, köyleri
sınırları içinde bulunan Seleukeia Antik Kent'i
anlatan levhanın bulunmamasının üzüntü verici
olduğunu söyledi.
Antik kentte giden yolun uzun uğraşılar sonrası 10
yılda zor yapıldığını belirten Özer, halen 700 metre
yapılmadığı için yerli ve yabancı turistlerin tarihi
ören yerine ulaşmada zorluk çektiğini kaydetti.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'ten Seleukeia'nın
yapılmayan 700 metrelik yolunun yapılması için
yardım beklediklerini Özer, eski Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay zamanında bir çok defa
başvuruda bulunmalarına karşı başarılı
olamadıklarını söyledi. Özer,
"Tarihi ören
yerini tanıtan levha yok. Seleukeia'da 30 yıl önce
dikilen küflü levhadan başka bir tanıtıma yönelik
bir şey yok. Bakanlığın yol ve levha dikimine
yönelik çalışma yapmasını istiyoruz. Tarihi ören
yerini anlatan İngilizce, Almanca ve Rusça
dillerinde tanıtım ve bilgilendirme levhası
dikmesini istiyoruz. Gelen turistlere mahcup
oluyoruz. Antalya bölgesi adeta açık hava müzesi
konumunda sözünü söylemekle tarihi ören yerleri müze
olmuyor. 43 yıl önce Prof.Dr. Jale İnan tarafından
keşfedilen ören yeri kültür turizminde hak ettiği
yeri alamadı. 10 yıldır bir yolu bile zor yapıldı.
700 metrelik yol yapılmazsa bölgeye kültür turizmi
için turist çekemeyiz." diye konuştu.
DE&HA Turizm Seyahat Acentesi turist rehberi Halil
Güleç, Seleukeia antik kentni tanıtan levhanın
olmamasının turistlere mahcup hale düşürdüğünü
söyledi. Seleukeia'nın, Side antik kentinden sonra
ikinci kültür turizmi alanı olduğunu belirten Güleç,
tarihi ören yerine getirdikleri turistlere bölge ile
bilgilendirmede yazılı az kaynak olması ve tanıtım
levhası olmadığı için zorlandıklarını kaydetti.
Güleç, "Antik kente ulaşım şartları zor
olduğu için turistler Seleukeia'ya gitmekte
zorlanıyor. Patika yolun acil bir şekilde yapılması
gerekir. Antik kent içinde bir tek çöp atacak bir
yer yok. Bakanlığın Seleukeia'ya ilgi göstermesini
istiyoruz. Turistlerin hayran kaldığı Seleukeia çok
sahipsiz. Böylesi bir tarihi ören yeri İspanya,
Fransa, İtalya ve İngiltere'de olsa çok farklı
olurdu." diye konuştu.
Bugün, 20.07.2013
|
2200 YILLIK TARİH ÇIKARILIYOR

Ordu’nun Bayadı Köyü sınırları içinde bulunan
Kurul Kalesi’nde Doğu Karadeniz Bölgesinin ilk
arkeolojik kazası devam ediyor. Kazılarda, Kurul
Kalesi’ndeki yerleşimin 2 bin 200 yıl öncesine
dayandığı ortaya çıktı.
Kurul Kalesi'nde kazı çalışmaları 2010 yılında
başlarken, 18 Haziran tarihinde başlayan 2013 yılı
kazı çalışmaları yarın sona eriyor. Yürütülen
çalışmalar sonucunda Kurul Kalesi'nin 6.
Mithriadates dönemi kalesi olduğu tespit edilirken,
yapılan kazı çalışmalarında tepe adaları, giriş
kapısı, dinsel ve kültsel alanlar seramik, sikke, ok
ucu, tanrı ve tanrıca büstleri ve birçok ürün
bulundu.
Kazı çalışmalarını yürüten Gazi Üniversitesi Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt, Kurul
Kalesi'nde yürütülen kazı çalışmalarının 20 yıl daha
devam edeceğini belirtti. Şenyurt, "2010 yılının
Ağustos ayında başlatılan Kurul Kalesi kazılarının
bu yıl dördüncü sezonunu tamamlamak üzereyiz. 4
yıldır, yaklaşık 40 kişilik bir ekip ile ortalama
1,5 ay süreyle kazı çalışmalarını sürdürdük. Daha
önce doğal bir kültür ve mesire alanı olan Ordu
Kurul Kayalıkları bu kazılar sonucunda bir kale kent
kimliğini ortaya çıkarttı.Biz burayı Kurul Kalesi
olarak adlandırdık" dedi.
Ordu tarihine ve turizmine önemli katkılar
sağladıklarını söyleyen Prof.Dr. Şenyurt, "Bu yıl
ki çalışmalarımız bu hafta sonu tamamlanacak. Kaya
zirvesinde yaptığımız ve daha çok kutsal alan olarak
düşündüğümüz kesimdeki çalışmalardan sonra artık
kurul kalesinin teras alanında çalışmalar başlattık.
Buranın yaklaşık 20 dönümlük zirvesinde etrafının
surlarla çevrili olduğunu ve özellikle dini, ticari
ve askeri amaçlı yapılar ile buranın donatılmış
olduğunu şimdiden önemli kanıtlar ile
kanıtlayabildik. İşin en güzel tarafı da, bu Kurul
Kalesi etraftan bakıldığında, bundan sonra etrafı
surlarla çevrili, başında taç taşıyan bir kral gibi
Ordu'nun bu güzel coğrafyasını süsleyecek. Biz de
ekip olarak bundan gurur duyacağız. Önümüzdeki
yıldan itibaren ortaya çıkartığımız eserlerin
restorasyonları da yapılacak. Böylece burası turizme
tam anlamıyla kazandırılmış olacak" ifadelerini
kullandı.
Gazi Üniveristesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Süleyman Yücel Şenyurt, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Şimdiye kadar yaptığımız kazılarda bulduğumuz küçük
eserler arasında sikkeler, çanak, çömlek önemli yer
tutuyor. Diğer metalden yapılmış aletler, silahlar
çok önemli yer tutuyor. Bunların tarihleri
günümüzden 2 bin 200 yıl öncesine gitti. Önceki
yıllarda bunu 2 bin 100 olarak söylemiştik ama 2
yeni kral sikkesiyle MÖ 190'lara kadar Kurul
Kalesi'ndeki yerleşimin geriye gittiğini görüyoruz."
İl Kültür ve Turizm Müdürü Erkan Gülderen ise,
"Kurul Kalesi'nde yapılan kazı, Doğu Karadeniz
bölgesinde yapılan ilk arkeolojik kazıdır.
Dolayısıyla, sadece bizim değil, Doğu Karadeniz'in
de büyük bir bekletintisi var. 2010 yılında ilk kazı
çalışmalarına burada başlamıştık. O zaman toprak
üzerinden yürüyerek gelmiştik ancak bir tarihin
üzerinde yürüdüğümüzün de farkında değildik. Kurul
Kalesi'ni, Ordu'nun tarihini değiştirecek, Ordu'yu
bir çekim merkezi haline getirecek önemli bir nokta
olarak değerlendiriyorduk. 2010 yılına kadar buraya
Kurul Kayası deniliyordu, ancak kazılardan sonra
Kurul Kalesi denilmeye başlandı" şeklinde konuştu.
Sabah, 20.07.2013
|
ARKEOLOJİK KAZIYA 'AKUT' DESTEĞİ
Nizip İlçesi'ndeki Zeugma
antik kenti kazı ve
kurtarma çalışmalarında Arama Kurtarma Derneği'nin
(AKUT) desteğiyle su altı araştırması yapılacak.
Antik kentteki 2013 kazı ve kurtarma çalışmalarına
başlandı. Bu yıl ki faaliyet planında restorasyon,
konservasyon, çevre düzenlemesinin yanında su
altındaki tarihi buluntular gün ışığına
çıkartılacak.
Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih
ve Coğrafya Fakültesi Üyesi Prof.Dr. Kutalmış
Görkay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Zeugma
Arkeoloji Projesi kapsamında başlayan kazı
çalışmalarının eylül ayı ortalarına kadar devam
edeceğini belirtti.
Çalışmalarda güzel ve tarihi kalıntılara rastlamayı
temenni ettiklerini dile getiren Görkay,
katkılarından dolayı Kültür ve Turizm Bakanlığına
teşekkür etti.
Antik kentteki kazılara 2007'de başladıklarını
anımsatan Görkay, şunları kaydetti:
"Muzalar Evi'ndeki kazı çalışmalarına bu yılda devam
edeceğiz. Bunun dışında Agora'da sondaj tarihlemeyi
bilimsel problemlere yönelik çalışma, Belkıs tepe
tapınağın da ise farklı bir çalışmamız olacaktır.
Bunun yanında bölgede AKUT'un desteğiyle su altı
çalışmaları yapmayı planlıyoruz. Ayrıca Dionysos ve
Danae evlerinde restorasyon ve konservasyon
çalışması yaparak büyük bir kısmı bitmesi planlanan
çalışmalardan sonra ziyaretçilere mimari dokuyu ve
mozaikleri yerlerinde görmelerini sağlayacağız."
Görkay, 8'inci yılına girdikleri Zeugma kazılarında
ayrıca şimdiye kadar yaptıkları çalışmaların
sonuçlarını görmek amacıyla çeşitli sondaj ve
değerlendirme yapacaklarını dile getirdi.
Bu yıl ki bilimsel araştırmalara yabancı öğretim
üyesi ve öğrencilerin yer almayacağını hatırlatan
Görkay, çalışmaları uzman arkeolog, bilim adamı,
teknik ekip ve işçi kadrosundan oluşan 40 kişilik
bir ekiple yapmayı düşündüklerini anlattı.
Zeugma Antik Kenti
Zeugma antik kenti, MÖ 300'de
Büyük İskender tarafından "Selevkia Euphrates"
adıyla kuruldu. Romalı komutan Pompeius, MÖ 64'de
kendine yaptığı yardımlar karşılığında kenti 1.
Antiachos'a verdi. Kommagene Krallığı'nın 4 büyük
şehrinden biri olan kent, MÖ 31'den itibaren
tamamıyla
Roma İmparatorluğu'na bağlandı ve "köprü",
"geçit" anlamına gelen "Zeugma" adını aldı. Roma
döneminde büyük bir zenginlik ve ihtişam yaşayan
Zeugma, MS 256'da Sasani Kralı 1. Şapur tarafından
ele geçirilerek yakılıp yıkıldı.
GAP kapsamında inşa edilen
Birecik Barajı'nda su tutulmaya başlanmasıyla
Türk ve yabancılardan oluşan ekipler tarafından
antik kentin sular altında kalacak bölümlerinde
yoğun kurtarma kazıları yapıldı. Kurtarma
kazılarında gün ışığına çıkarılan ve her birinin bir
şaheser olduğu ifade edilen mozaikler, duvar
resimleri, Mars heykeli ve kil mühür baskı
koleksiyonu,
Gaziantep Arkeoloji Müzesi'ne taşındı ve
ziyaretçilerin ilgisine sunuldu. Açık hava müzesine
dönüştürülmesi hedeflenen Zeugma antik kentinde,
Bakanlar Kurulunun 2005'de aldığı karar kapsamında,
Doç.Dr. Kutalmış Görkay başkanlığındaki kazı
çalışmaları devam ediyor.
haberler.com, 20.07.2013
|
KARADENİZ'DE BALIKÇILARIN AĞLARINA TARİHİ ESER
TAKILDI
Çaycuma İlçesi'nin
Filyos beldesindeki Tieion
antik kenti
açıklarında balıkçıların ağlarına 3 batık gemiye ait
olduğu tahmin edilen 5 çıpa ve zincir takıldı.
Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı
Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, AA muhabirine
yaptığı açıklamada,
Filyos açıklarında balıkçı ağlarına takılan 5
gemi çıpası ve çıpalara ait olduğu tahmin edilen
zincir bulduğunu söyledi.
Çıpa ve zincirlerin Roma dönemine ait olduğu tahmin
edilen batık gemilerin parçası olduğunu
düşündüklerini belirten Atasoy, şöyle konuştu:
"Balıkçılar tarafından bulunan çıpaları ve
zincirleri koruma altına aldık. Bulunan malzemeler
Ereğli Müze Müdürlüğüne gönderilecek. Çıpa ve
zincirlerin tarihini net bilmiyoruz. Antik limanın
ağzında batık gemiler olduğunu biliyorduk. Bu
gemilerle ilgili bugüne kadar herhangi bir bulguya
rastlanmamıştı. Son zamanlarda dalgaların yardımıyla
bu batıkların üstünü örten kum ve çamur tabakaları
temizlenerek üç batık geminin yeri tespit
edilebildi. Gemiler sanırım antik limana giriş
sırasında dalgaların etkisiyle kayalara çarpmış ve
batmış."
Batıkların bulunduğu alanın izinsiz sivil dalışlara
yasaklandığını vurgulayan Atasoy, "Burası arkeolojik
sit alanıdır. Gerekli izin çıktıktan, uzmanlar ve
balık adamlardan ekip oluşturduktan sonra dalış
yapılacak. Şu anda dalış izni ve ve bütçe
bekliyoruz" diye konuştu.
Kendilerine batık gemilerde birtakım mermer
buluntular olduğunun söylendiğini ifade eden Sümer
Atasoy, şözlerini şöyle tamamladı:
"Bunun yanında demirden yapılmış 5 çıpa ve
zincirleri balık ağlarına takılmak suretiyle
denizden çıkartılmış. Bunlar da balıkçı barınağına
getirilmiştir. Bunları tetkik ettik. Çıpaların 5
adet ve 1,5-2,5 metre uzunluğunda olduğunu tespit
ettik. Henüz tarihlendirme aşamasında değiliz.
Gerekli incelemelerin yapılmasının ardından tarihini
tespit edebileceğiz. Yaptığımız ilk incelemelere
göre çıpaların batıklara ait olduğunu tahmin
ediyoruz.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Müzeler Genel
Müdürlüğünden izin alınarak su altı araştırmaları
yapılırsa batık gemilerdeki eşyalar ve çıpaların
hangi döneme ait olduğunu ortaya çıkaracağız."
haberler.com, 20.07.2013
|
OLBA KENTİNDE 2013 YILI KAZI DÖNEMİ BAŞLADI

Mersin'in
Silifke İlçesi'ne bağlı Uzuncaburç'un dört km.
doğusundaki Olba kentinde arkeolojik kazılar
başladı.
Bakanlar Kurulu kararıyla Gazi Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Emel Erten
başkanlığında 2010 yılında ilki gerçekleştirilen
kazılar, her yıl düzenli olarak devam ediyor.
Bu yıl, kazı başkanı Prof.Dr. Emel Erten'le
birlikte, bşk. yrd. Okt. Murat Özyıldırım (MA), Öğr.
Gör. Tuna
Akçay (MA), arkeologlar, arkeoloji öğrencileri
ve işçilerden oluşan kalabalık bir ekip, Olba'da
kazı çalışmalarını sürdürüyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi olarak
arkeolog Serap Göre, kazıda görev alıyor.
Yaklaşık 1000 m. yükseklikteki etkileyici arkeolojik
ve doğal güzelliklere sahip Olba kenti, tiyatro,
görkemli su kemeri, anıtsal
Çeşme binası, manastır ve kentin hemen her
yerine dağılan mezar alanları ile dikkati çekiyor.
Bu çalışma döneminde Olba'da Roma dönemine
tarihlenen tiyatroda ve kült alanlarında kazı
çalışmaları, arkeologların denetiminde dikkatle
yürütülüyor. Kazılarla, tiyatronun tamamen açığa
çıkarılarak bilimsel yayınların yapılması ve yapının
koruma önlemlerinin alınması amaçlanıyor. Kazıların
sürdürüldüğü bir başka bölüm olan kült alanları ise
doktora tez konusu olarak Öğr. Gör. Tuna
Akçay (MA) tarafından çalışılıyor.
Öte yandan Olba'da yer alan 5. yüzyıl sonuna
tarihlenen manastırın çatı kiremitleri Ebru Yıldırım
ve mimari plastik eserleri de Yavuz Yeğin tarafından
yüksek lisans tez konuları olarak tamamlanmak üzere.
Hazırlanmakta olan tezler ve makalelerle görkemli
kalıntılara sahip kent hakkındaki bilgilere yenilere
ekleniyor.
Kazılarda çıkan çok sayıda sikke, keramik, cam gibi
küçük buluntulardan önemli görülenler, bilim
adamları tarafından değerlendirildikten sonra makale
olarak yayınlanıyor.
Olba kazı ekibi, aynı zamanda
Türkiye'de bir arkeolojik kazının çıkardığı tek
süreli, bilimsel yayın olan Seleucia Dergisi'ni
hazırlıyor. Prof.Dr. Diane Favro, Prof.Dr. Emel
Erten, Okt. Murat Özyıldırım'ın editörlüğünde
hazırlanan derginin Mayıs ayında Homer Kitabevi'nden
çıkan üçüncü sayısı, bilim dünyası ile buluştu.
haberler.com, 20.07.2013
|
VAN'DA 150 YILLIK MERASİM KILICI GÜN YÜZÜNE
ÇIKARILDI

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi
Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr.
Erkan
Konyar başkanlığında Van Kalesi’nin Güneyi’nde
bulunan eski Van şehrinde yürütülen kazı
çalışmalarında 150 yıllık merasim kılıcı gün yüzene
çıkarıldı.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi
Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan
Konyar, başkanlığında Van Kalesi’nin Güneyi’nde
bulunan eski Van şehri kazı çalışmalarını devam
ediyor. Kurtuluş Savaşı sonrası Rus işgaliyle yerle
bir olan eski Van şehrinde sürdürülen kazı
çalışmalarında 150 yıllık merasim kılıcı bulundu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı adına eski Van şehrinde
yaptıkları kazı çalışmalarının İstanbul
Üniversitesi, Van Valiliği ve Aygaz Genel Müdürlüğü
tarafından desteklendiğini ifade eden Maltepe
Üniversitesi Öğretim Üyesi Banu
Konyar, şuan çalıştıkları alanın sosyal konumunu
oradaki mimarinin ne olduğunu anlamalarına yardım
edecek buluntularla karşılaştıklarını söyledi. Bu
buluntulardan bir kısmı şu anda karşısında
bulunduğunu ifade eden
Konyar, “Hıristiyanların ve Müslümanların bir
arada yaşadığı, her zaman söylenen bir kavramdır.
Aslında bunu ispatlayan örneklerle de
karşılaşıyoruz. Çünkü bir haç, bir ikona yada
benzeri üzerinde Meryem olan küçük bir heykelcikle
de karşılaştık. Ama aynı yerden Müslümanlara ait
sikkeler, mühür, üzerinde İbrahim yazan ve 19. yüz
yıla tarihlenen bu mühür, aynı alandan çıkıyor.
Dolayısıyla anlıyoruz ki Müslümanlar ve
Hıristiyanlar bir arada yaşıyorlardı” dedi.
“KAZI ALANINDA MERASİM KILICI BULDUK”
Buluntuların içerisinde kendilerini çok
heyecanlandıran bir merasim kılıcının olduğunu ifade
eden
Konyar, “Bu kılıcı tüm olarak ortaya çıkardık.
Şu anda temizlik çalışmaları devam ediyor.
Temizlendikten sonra üzerinde yazı olup olmadığına
bakacağız. Ama bütün formuyla bir merasim kılıcı
olduğunu gösteriyor. Şu anda çalıştığımız alanın bir
ticaret merkezi, aynı zamanda kamu binalarının da
oldu bir alan olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu kılıcı
bulduğumuz yerde çok sayıda duvarlara saplanmış
güllelerle de karşılaştık. Bu da yine 20. yüzyılın
ilk çeyreğinde yaşanan karşılıklı çatışmalar
sırasında bu binanın sıkça saldırıya uğradığını bize
düşündürtüyor” dedi.
“ÇALIŞMALARIMIZDA İBRAHİM VE TARİH YAZAN BİR
MÜHÜR BULDUK”
Kazı çalışmalarında mutfak malzemelerine
çıkardıklarını ifade eden
Konyar, “Bunların arasında çatal, kaşık ve
bıçakla karşılaşıyoruz. Bunun yanında yine açmaya
çalıştığımız alanların işlevlerini bize gösteren bir
derinden yapılmış ayakkabı tabanları ile birlikte
bir kunduracı fırçası ile karşılaştık. Kemikten
yapılmış bir fırça bu. Bu da çok sevindirici idi.
Aslında tanımlamamıza yardım eden unsurlardan bir
tanesi. Buluntular arasında üzerinde İbrahim ve
tarih yazan bir mühür olması belki bir bürokrata
ya da bir tüccara ait olduğunu düşündürüyor bize.
Ayrıca yine damgalı yapıldığı atölyelerin anlamda
mührünü taşıyan pipolarla karşılaştık. Yine benzer
bir şekilde nargile uçları ile karşılaşıyoruz.
Mehmet Reşat’a ait sikkelere rastladık. Daha erkene
giden sikkeler de var. Yapılan kazılarda 19.
yüzyılda Osmanlıyı saran Fransız ekolünün Van’a da
bulaştığını gösteren parfüm ve esans şişeleri
karşımıza çıktı. Şu anda temizlenmeyi bekleyen çok
sayıda kapı aksamıyla karşılaştık. Bunların bir
kısmının halen Van’da tespit ettik. Bu da çok
sevindirici bir süreç dedik” şeklinde sözlerini
tamamladı.
Konya Hakimiyet, 20.07.2013
|
MUDANYA'DA ARKEOLOJİK ÇALIŞTAY DÜZENLENDİ
Mudanya
Belediyesi, Bursa Koruma Kurulu tarafından Ömerbey
Mahallesi’nde yaklaşık 154 hektarlık alanın sit ilan
edilmesinin ardından, Myrlea antik kentindeki toprak
sahiplerini mağdur etmeden koruma mücadelesinin
verileceği ilk çalıştayın çalışmalarını tamamladı.
Belediye meclis salonundaki çalıştaya Harita ve
Kadastro Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri
Odası, Şehir Plancıları Odası, Mimarlar Odası ve
bölgedeki toprak sahipleri katıldı. Mudanya Belediye
Başkanı Hasan Aktürk, söz konusu arkeolojik sit
alanıyla ilgili çalıştayda konunun çözümü için neler
yapılabileceğini tartışmaya açtıklarını belirterek,
bu konuda STK’ların yanısıra bütün toprak
sahiplerinin görüş ve önerilerini de dikkate
aldıklarını söyledi.
MUDANYA’YA KATMA DEĞER
Mudanya için hazırlanmakta olan Koruma Amaçlı İmar
Planı (KAİP) ile bölgede sağlıklı bir planlama
sonucu mimari yönden ilçeye yakışan yerleşim alanı
kazandıracaklarını kaydeden Başkan Aktürk, “Bu
çalışmayla turizm kenti olma yolunda hızla ilerleyen
Mudanyamız'a katma değer kazandıracak, istihdamı
arttıracak, ekonomik yönden refah düzeyini
yükseltecek, yaşam kalitesini daha üst sıralara
taşıyacak yepyeni bir bölge ortaya çıkarılacaktır.
Tüm bu çalışmaları yaparken Myrleia antik kentinin
nitelikleri ve özellikleri gözönüne alınarak, her
türlü koruma önlemi alınacaktır. Dolayısıyla süreç
içerisinde turizm kenti olmasının yanısıra
arkeolojik ve kentsel sit dokusuyla Mudanya,
özellikle ziyaret edilmesi gereken bir merkez haline
gelecektir.” dedi. Aktürk, gerek belediye
bünyesindeki teknik elemanlar gerekse danışman
firmaların desteğinin olacağı KAİP ile bölgedeki
mülk sahiplerinin, Müze ve Anıtlar Kurulu kararıyla
gayrimenkullerini konut ya da ticari anlamda nasıl
değerlendirebileceğini öğreneceklerini sözlerine
ekledi.
BİR ÇALIŞTAY DAHA YAPILACAK
2863 sayılı kanun gereği sit alanı ilan edilen
bölgedeki bütün ölçekli planlar geçerliliğini
yitirdiğinden dolayı 27 Nisan 2012 tarihinden
itibaren söz konusu bölge tamamen imarsız durumda
kalmıştı. Koruma Kurulu, bölgedki 3. derece sit
alanları için üç yıl geçerli olmak üzere ve belli
kriterlere uyulması durumunda 0,60 emsal-6,50 h
olmak üzere izin verileceğini, 20 Haziran 2012
tarihinde duyurmuştu. Bu sebeple KAİP'in en kısa
sürede sonuçlandırılması gerektiğinden, yönetmeliğin
hazırlık sürecinde asgari iki çalıştay yapılmasını
öngörmüştü.
Gazete Bursa, 20.07.2013
|
BÜYÜK GİZEM ÇÖZÜLDÜ

Mısır çöllerinde, Google Earth uygulaması
kullanılarak fark edilen kum tepeleri arkeologları
heyecanlandırdı.

Nil tabanında birbirinden yaklaşık 150 kilometre
uzaklıkta olan iki noktayı belirleyen arkeolog
Angela Micol, bu tepelerin Mısır'ın gizemli kayıp
piramitleri olabileceğine inanıyor.

İlginç keşfini geçtiğimiz sene evinde Google
Earth'de Mısır çöllerini incelerken yapan Micol,
eski haritalarla da tezinin doğruluğunun
kanıtlandığını savunuyor.

Bölgenin Giza Piramidi'nin bulunduğu bölgeden üç
kat daha geniş olduğunu belirten Micol yapılan ilk
araştırmalarda kayıp piramitlerin bulunduğuna dair
ipuçları olduğunu da belirtiyor...

Eğer kayıp piramitler gün yüzüne çıkarılabilirse,
bu şimdiye kadar yapılmış en büyük keşiflerden biri
olacak.

Vatan, 20.07.2013
|
"GÖRMEDİK DUYMADIK, BİLMİYORUZ"

Fatih Belediyesi tarafından ‘kentsel
yenileme alanı’ ilan edilen Ayvansaray’ın tarihi
Türk Mahallesi’nde, Altınboynuz Turizm İnşaat
Şirketi’ne ait kepçeler, 9 Temmuz 2013 tarihinde
Arkeoloji Müzesi’ne
haber vermeden şantiye alanında kazı yaptı.
Arkeolog gözetiminde yapılmayan kaçak kazı
sırasında, tarihi Meryem Ana Kilisesi ile
şantiye alanı arasında kalan yolun altında
tonozlu bir yapının yaklaşık 3 metre
genişliğinde bir bölümüne rastlandı. Ancak
şirket Arkeoloji Müzesi’ne haber vermek yerine
tonozlu yapıyı yerle bir etti.
Radikal’in kaçak kazıyı Arkeoloji Müzesi’ne
ihbar etmesi üzerine Arkeoloji Müzesi harekete
geçti. Müze görevlileri şantiye alanında
yaptıkları çalışma sonucunda tonozlu yapının bir
kısmının yıkıldığını ve geriye kalanın firma
tarafından çamurla kapatıldığını tespit ederek
durumu
İstanbul 2 Numaralı Yenileme Alanları Koruma
Bölge Kurulu’na raporla bildirdi.
Kurul, 15.7.2013 tarihli kararında Meryem Ana
Kilisesi ile şantiye arasında kalan yolda çıkan
tarihi duvarın tescillenerek yerinde korunmasını
istedi. Ancak ortada eserden geriye sadece bir
duvar parçası kaldı.
Kepçe değil ‘toprak kaymasıyla’ yıkılmış!
Kurulun hazırladığı raporda tonozlu yapının
kepçelerle değil ‘toprak kayması’ sonucunda
yıkıldığı iddiası yer alıyor. Oysa fotoğraflarda
tonozlu yapının kazı sırasında ortaya çıktığı ve
kepçelerle duvarın bir kısmını yıktığı apaçık
ortada. İş makinesinin kepçe darbeleri sonrası
görünmeye başlayan tonozlu yapı, aradan 1 gün
geçtikten sonra ise ortadan kayboluyor.
Radikal, Haber: İdris Emen, 20.07.2013
|
YASSIHÖYÜK KAZILARI BAŞLIYOR

Nevşehir'in Gülşehir
İlçesi'ne bağlı Ovaören
beldesi sınırları içerisinde kalan Ovaören
arkeolojik yerleşim alanı içerisindeki Yassıhöyük
kazısının bu yılki bölümüne 1 Ağustos 2013 tarihinde
başlanacağı bildirildi.
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Prof.Dr. S. Yücel Şenyurt'un bilimsel
başkanlığında, 15 arkeolog ve 25 işçiden oluşan 40
kişilik bir ekip ile yürütülen ve Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın 100 bin TL katkı sağladığı Ovaören
beldesindeki Yassıhöyük kazısının bu yılki bölümünün
30 Ağustos'a kadar devam etmesi planlanıyor.
Yürütülen kazı çalışmaları ile ilgili bilgi veren
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Prof.Dr. Şenyurt, 2007 yılında
başlanılan kazı çalışmalarıyla birlikte şu ana kadar
yüzeyden yaklaşık 5 metre derinliğe kadar
indiklerini ve Hitit dönemi tabakalarına
ulaştıklarını söyledi.
Prof.Dr. Yücel Şenyurt, bugüne kadar yapılan
kazılarda kentin giriş kapısı başta olmak üzere sur
duvarları, yerleşim alanları ile yerleşim yerinin
tarihine ışık tutacak o dönemlerde kullanılmış
çanaklar, mezarlar ve bazı araç gereç kalıntılarına
ulaşıldığını kaydetti. Şenyurt, Anadolu'nun en
zengin kazı merkezlerinden biri olmaya aday olduğuna
inandığı Ovaören beldesindeki Yassıhöyük kazılarında
o dönemlerde kullanılmış mühür bulduklarını
belirterek "Bu da bize, o dönemlere ait yazılı
belgelerin olduğunu gösteriyor. Bu yılki kazı
çalışmalarında Orta Tunç Dönemine ait yazılı
materyallere ulaşabileceğimize inanıyorum" diye
konuştu.
Star Gündem, 20.07.2013
|
AMASRA KALESİ DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NE ADAY
Amasra Kalesi, UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmeye
aday Amasra İlçesi'ndeki Cenevizliler dönemine ait
tarihi kalenin UNESCO'nun Dünya Miras Geçici
Listesi'ne eklendiği bildirildi.
Bartın Valisi Ali Çınar, yaptığı yazılı
açıklamada, Amasra'nın 3 bin yıllık tarihi geçmişi,
çok sayıda tarihi eserin yanı sıra doğal
güzellikleriyle dünyanın gözde turizm merkezleri
arasında yer aldığını belirtti.
Amasra'nın UNESCO Dünya Miras Listesi'ne
girebilmesi için başlatılan girişimlerde önemli bir
gelişme yaşandığına dikkati çeken Çınar, şunları
kaydetti: "Ceneviz Ticaret Yolu'nda Akdeniz'den
Karadeniz'e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri'
başlıklı adaylık dosyasının değerlendirilmesi
tamamlandı. Cenevizliler dönemine ait Amasra Kalesi,
UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'ne eklendi. Bir
varlığın Dünya Miras Listesi'ne alınabilmesi için
UNESCO Dünya Miras Komitesi tarafından belirlenen
kriterlerden bir veya birkaçını karşılamasının
yanında otantiklik, bütünlük ve iyi korunmuşluk gibi
diğer koşulları da sağlaması gerekmektedir. Bu
kapsamda, geçici listeye eklenen Amasra Kalesi'nin
Dünya Miras Listesi'ne alınması için kamu ve özel
tüm kurum ve kuruluşlar ile halkımızın konuya
hassasiyet göstererek koordineli biçimde çalışmaları
yapması gerekmektedir."
Amasra'nın geleceği için çok önemli Amasra
Belediye Başkanı Emin Timur ise yaptığı açıklamada,
ilçede çok yönlü ve uzun vadeli çalışma yapılması
gerektiğini söyledi. Bartın Üniversitesi ve diğer
üniversitelerin desteğinin yanı sıra bakanlığın da
yapacağı birçok iş olduğunu vurgulayan Timur,
"Amasra Kalesi'nin geçici listeye eklenmesi, ilçenin
bir bütün olarak Dünya Miras Listesi'ne eklenecek
olmasının bir işaretidir. Bu karar, Amasra ve
Amasra'nın geleceği için çok önemlidir" diye
konuştu.
Turizm Gazetesi, 19.07.2013
|
EUROMOS ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Milas’a bağlı Selimiye beldesi sınırları içinde
yer alan ve MÖ 2. yüzyılda inşa edilen, Zeus
Tapınağı’nın bulunduğu Euromos Antik Kenti’ndeki
kazı çalışmalarının bu yılki bölümü başladı.
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı
Başkanı Yrd. Doç Dr. Abuzer Kızıl, gazetecilere
yaptığı açıklamada, antik kentteki kazı
çalışmalarının eylül ayı başına kadar devam
edeceğini söyledi.
Tarihi alanda temizlik ve belgeleme
çalışmalarının devam ettiğini anlatan Kızıl,
agoranın, Euromos’un Anadolu’da iyi korunmuş, bütün
çağlarıyla izlenebilen ender eserlerden olduğuna
işaret etti.
Bu yılki kazı çalışmalarını 45 kişilik ekiple
sürdürdüklerini belirten Kızıl, ilk iki yılda
yapılan çalışmalarda antik kentteki tarihi eserlerin
yerinin belirlendiğini, bu kapsamda kentin
haritasının çıkarıldığını, bu yıl da kazı
çalışmalarının 3 farklı noktada sürdürüldüğünü
anlattı.
Antik kentteki kazılara 36 yıl ara verildikten
sonra 2011 yılında yeniden başlanmıştı.
Yeni Şafak, 19.07.2013
|
GÖBEKLİTEPE MİMARİSİ BÜYÜLÜYOR

12 bin yıllık tarihiyle geçmişe ışık tutan ve
yapısıyla
Şanlıurfa'ya arkeolojik kazı kenti adını
kazandıran Göbeklitepe'nin yapım şekli görenleri
hayrete düşürüyor.
Şanlıurfa'ya
20 kilometre uzaklıkta bulunan Göbekli tepe,
1995 yılında ilk kez Alman Arkeoloji Enstitüsü
ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğü'nün işbirliğiyle
kazı çalışmalarına başlandı. Kazılar, Alman
Arkeolog Doç.Dr. Klaus Schmidt'in başkanlığında
yürütülürken, her yıl Eylül ve Ekim aylarında 10
haftalık bir süreç içinde yapıldı.
Alman Arkeolog
Doç.Dr. Klaus Schmidt,
konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı:
"Göbeklitepe Höyüğü, Şanlıurfa'da bir tepe
üzerine kurulu cilalı taş devrinden kalma,
dünyanın bilinen en eski dini yapılar
topluluğudur. 1963'te fark edilen dokuz
hektarlık kazı bölgesinin önemi yaklaşık 10 yıl
kadar önce tarlasını karasabanla sürerken
bulduğu oymalı taşı müzeye götüren Mahmut Kılıç
sayesinde anlaşılabildi. Göbeklitepe'deki
kazılarda elde ettiğimiz bulgularla, dünyanın
bilinen en eski tapınma merkezlerinden birinin
bu bölgede olduğunu ortaya çıkarmıştık. Ancak,
son kazı çalışmalarıyla tapınma merkezinin
dünyanın en büyük tapınma merkezi olduğunu
tespit ettik. Yaptığımız araştırmalarda, cilalı
taş devrinde yaşamış insanların, yabani sığır,
akrep, tilki, yılan, aslan, yaban eşeği, yaban
ördeği ve yabani bitki kabartmalarını
incelediğimizde hayvanlarını
evcilleştiremedikleri sonucuna ulaştık. Ayrıca,
dikili taşların (Stel) üzerindeki resimler ve
kabartmalar o dönemde yaşamış olan insanların
sanatları hakkında bizlere fikir veriyor.
Buradaki tapınak, dünyanın bilinen en büyük
tapınağı olma özelliğini taşıyor. Göbeklitepe,
arkeoloji dünyasının en büyük keşiflerinden
biridir. Çünkü daha şehir hayatına geçmemiş
olduğu düşünülen avcı-toplayıcı toplumların
tapınak inşa etmiş olduğunu gösteren ilk
örnektir ve bu da şehirleşme yani medeniyet
tarihinde devrim niteliğinde bir buluştur. Önce
tapınak geldi, şehir sonradan geldi.
Göbeklitepe'nin bir diğer önemi ise BBC
tarafından yayınlanan ''How Art Made The World
2'' belgeselinde belirtildiği üzere insanlık
tarihinin yabani buğdayı ilk kez kullanarak
tarihin bilinen ilk buğday ekiminin ve ilk
çiftçiliğin başladığı yer olmasıdır."
Star Gündem, 19.07.2013
|
PAYİTAHTIN GÖZDESİ TURİSTLERİN DE TERCİHİ OLDU
Türkiye'deki müze ve ören yerlerini 6 ayda 13 milyon
797 bin 430 kişi gezdi. Geçen yılla kıyaslandığında
bu yıl ziyaretçi sayısında yüzde 7'lik bir artış
yaşandı. Yılın ilk 6 ayında yerli ve yabancı
turistler en çok
Topkapı Sarayı Müzesi,
Ayasofya Müzesi ve
Mevlana Müzesi'ni ziyaret etti.
Kültür ve Turizm Bakanlığından edinilen bilgiye
göre, bu yılın Ocak ve Haziran döneminde
Türkiye'deki müze ve ören yerlerini toplamda 13
milyon 797 bin 430 kişi gezdi. Böylece rakamlar
geçen yılla kıyaslandığında, toplam ziyaretçi
sayısında yüzde 7'lik artış gerçekleşti.
Müze ve ören yerlerinde yılın ilk 6 ayında ücretli
ziyaretçi sayısında yüzde 8'lik artış yaşandı.
Böylece müzeleri ücretli ziyaret eden sayısı 5
milyon 262 bin 551'e ulaştı. Yine aynı dönemde 3
milyon 159 bin 421 kişi de müze ve ören yerlerini
ücretsiz gördü.
Osmanlı'ya merak artıyor
Yerli ve yabancı
turistler yine yılın ilk 6 ayında, en çok
Osmanlı sultanlarının ikametgahı, yönetim ve eğitim
merkezi olan
Topkapı Sarayı Müzesi'ni gezdi.
Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460-1478 yıları
arasında yaptırılan ve Mustafa Kemal Atatürk-ün
emriyle 1924'te müzeye dönüştürülen, saltanat
hazinesi, mukaddes emanetler ve imparatorluk
arşivlerinin yer aldığı Topkapı'yı, ziyaretçi sayısı
bakımında, dünyanın en önemli anıtlarından birisi
olarak gösterilen
Ayasofya Müzesi ve 1926 yılından beri faaliyet
gösteren Konya
Mevlana Müzesi takip etti.
Topkapı Sarayı Müzesi'ni 6 aylık toplamda 1
milyon 876 bin 574 kişi,
Ayasofya Müzesi'ni de 1 milyon 659 bin 366 kişi
gördü. Konya
Mevlana Müzesi'nin ziyaretçi sayısı ise 971 bin
525 oldu.
2013'ün yarısında en çok ziyaret edilen diğer tarihi
mekanlar ise şöyle:
Müze Adı
|
Ziyaretçi
Sayısı
|
Topkapı Sarayı
Müzesi
|
1 milyon 876 bin
574
|
Ayasofya Müzesi
|
1 milyon 659 bin
366
|
Konya
Mevlana Müzesi
|
971 bin 525
|
Efes Örenyeri
|
780 bin 942
|
Hierapolis
Örenyeri
|
721 bin 821
|
Göreme Açıkhava
Müzesi
|
500 bin 707
|
Topkapı Sarayı
Harem Dairesi
|
384 bin 909
|
Troia Örenyeri
|
247 bin 741
|
Kaymaklı Yeraltı
Şehri
|
243 bin 937
|
İstanbul
Arkeoloji Müzesi
|
239 bin 693
|
Aspendos
Örenyeri
|
197 bin 218
|
Noel Baba Müzesi
|
196 bin 117
|
Kariye Müzesi
|
190 bin 345
|
Myra Örenyeri
|
181 bin 103
|
Derinkuyu
Yeraltı Şehri
|
167 bin 333
|
Ihlara Vadisi
Örenyeri
|
156 bin 281
|
Sümela Manastırı
|
152 bin 807
|
Habertürk, 19.07.2013
|
PAMUKKALE 3 BOYUTLU GEZİ İMKANI SUNUYOR
Denizli Valiliği'nin talebi üzerine Hollanda'da
insan sesi sentezleme tekniği üzerine çalışmalar
yapan elektroteknik ve yazılım mühendisi
Ercan Gigi,
3D teknolojisi ile çektiği panaromik
fotoğrafları birleştirip hazırladığı programla
Pamukkale'nin sanal ortamda 3 boyutlu
gezilmesini sağladı.
Ercan Gigi, konuyla ilgili toplantıda yaptığı
açıklamada,
Denizli Valiliği'nin talebi üzerine başta
Pamukkale olmak üzere Akhan Kervansarayı,
Bayramyeri Meydanı, Hierapolis ve Laodikya Antik
Kentleri, Ulu Cami, Keloğlan Mağarası gibi turistik
yerleri internette 3 boyutlu görüntüleme üzerine
çalıştığını belirtti.
Geliştirdiği şekilde bir sistemin başka yerde
bulunmadığını çünkü programı da kendisinin yazdığını
vurgulayan Gigi, hazırladığı programları kullanan
kişilerin, sanki oradaymış gibi mekanları
inceleyebildiğine işaret etti.
Gigi, "O mekanda geziyormuş, elinde kamerasıyla
kendisi çekiyormuş hissi verecek şekilde program
yaptım. Bu çekimleri dijital fotoğraf makinesi,
balıkgözü lens, özel tripod kafasıyla çekiyorum.
Sağdan sola 360 derece, yukarıdan aşağıya 180
derecelik açılara sahip görüntüleri elde edebilmek
için birçok fotoğraf çekiyorum" dedi.
Denizli'de 60 noktada 15 mekanda çekimler
yaptığını ifade eden Gigi, görüntülerin Android
telefonla da indirilerek izlenebileceğini söyledi.
Pamukkale ve diğer yerlere
3D teknolojisiyle bakmak isteyenler,
Denizli Valiliği'nin internet sitesindeki "3dmekanlar.com.tr"
linkinden ulaşabilecek.
Habertürk, 19.07.2013
|
MİMAR SİNAN'IN 500 YIL ÖNCE KURDUĞU ISITMA SİSTEMİ

Yakın tarihte uygulanan alttan
ısıtma sistemlerinin Osmanlı'da 496 yıl önce
kullanıldığı ortaya çıktı. Sakarya'nın tarihi
Taraklı İlçesinde bulunan Yunus Paşa Camii,
yakınında bulunan hamamdan döşenen tesisatla alttan
ısıtılmış.
Mimar Sinan'ın
eseri camideki alttan ısıtma sisteminin bugün
bile kullanılır
vaziyette olduğu, ancak günümüzde hamam faal
olmadığı için alttan ısıtma yapılmadığı
öğrenildi.
Osmanlı sadrazamlarından
Yunus Paşa tarafından 1517 yılında Mimar Sinan'a
yaptırılan Yunus Paşa Camii sağlamlığı ve alttan
ısıtma sistemiyle dikkat
çekiyor. 17 Ağustos 1999
depreminden de
çizik bile almadan çıkan cami, mimari yapısıyla
hayran bırakıyor. Halk arasında 'Kurşunlu Camii'
olarak bilinen Yunus Paşa Camii'nin en büyük
özelliği, inşaatında harçtan çok
eritilmiş kurşun kullanılması.
4 ay gibi kısa bir sürede tamamlanan
tarihi cami sağlamlığıyla da
dikkat çekiyor. Bu sebeple
büyük depremler
camiye zarar verememiş. 1999 yılında yaşanan 7,4
büyüklüğündeki depremde
Yunus Paşa Camii'nde küçük bir çizik dahi
meydana gelmemiş.
Mimar Sinan, caminin taş
bloklarını yerleştirirken, her iki taşı
ortalarından oyup demir
çubuk yerleştirdikten sonra üzerine harçtan çok
eritilmiş kurşun döktürmüş. Kare planlı, tek
minareli, duvarı ince yontu küfeki taşından
inşa edilmiş cami, yapıldığından bu yana ibadete
açık.
Taraklı Belediye
Başkanı Tacettin Özkaraman, ilçenin Osmanlı
topraklarına ilk katılan
ve tarihi İpek
Yolu üzerinde bulunan yerleşim bölgesi
olduğunu söyledi. Taraklı'nın ahşap Osmanlı
evlerinin yanında en
önemli tarihi
eserlerinin başında Yunus Paşa Camii'nin geldiğini
belirten Özkaraman, "Caminin mimari
özellikleri, bu gün bile
çalışır durumda olan alttan ısıtma sistemiyle
kendine hayran bırakıyor. Camiye büyük bir
ilgi var." diye konuştu.
Haber 7, 18.07.2013
|
14 - 20 Temmuz 2013
|
BAKANLIK KALEDE ONARIMI
DURDURDU

Mimarlar Odası Genel
Başkanlığı tarafından Kültür ve Turizm Bakanlğı
aleyhine Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu'nun 8. maddesinin ikinci fıkrası için
açılan davada Danıştay İdari Dava Daireleri
Kurulu, yürütmenin durdurulması kararı verdi. Bu
karar üzerine bakanlık, ülke genelinde Kültür ve
Turizm Bakanlığı izniyle sürdürülen arkeolojik
kazıların tamamını durdurdu. Bu kararla,
Gaziantep Kalesi ve Zeugma'daki çalışmalar da
durduruldu.
Gaziantep'in en
önemli tarihi ve kültürel varlıklarından bir
tanesi olan Kale'nin, geçtiğimiz yıl aşırı
yağışlar nedeniyle ziyaretçilerin kaleye giriş
çıkışlarını sağlayan köprüsü çökmüş, uzun bir
proje çalışmasının ardından geçtiğimiz hafta,
yıkılan yerde enkaz kaldırma çalışmalarına
başlanmıştı.
ENKAZ
KALDIRILIYORDU
Gaziantep il Kültür
ve Turim Müdür Vekili Mehmet Aykanat, 20 Aralık
2012'de Kale'de hendeğin açılmasıyla çatlaklar
oluşan yerde yıkılma meydana geldiğini ve Kale
ile ilgili uzun soluklu bir çalışma yapıldığını
hatırlattı.
Önce çöken kısmın
rölevesinin çıkartıldığını söyleyen Aykanat,
ardından galeri kazılarının yapıldığını
belirterek, "Daha sonra Kaleye geçişi sağlayacak
köprünün hangi tarzda bir köprü olması gerektiği
üzerinde tartışıldı. Şu andaki süreçte ise
ödeneğin gelmesiyle birlikte, yaklaşık 1
haftadır yıkılan yerde toprağın alınması,
yıkılan enkazın kaldırılması çalışması
yapılıyordu" diye konuştu.
GEÇİCİ SÜRE İLE
DURDURULDU
Tehlike arzettiği
için kuruldan, çöken kısmın enkazlarının insan
eliyle değil, kazı makinasıyla alınması yönünde
karar alındığını söyleyen Aykanat, "İş
makinalarıyla toprağın enkazı alınıyordu.
Bakanlığın durdurun kararıyla bu çalışmalara ara
verildi. Kazı çalışmaları geçici bir süre ile
durduruldu. Bizde geçici olarak bu emri
uygulamak zorundayız. Bakanlıktan izin çıkarsa,
bundan sonraki süreçte, projenin revize edilmesi
gereken yerler revize edilecek, tekrar kurula
sunulup uygulama aşamasına geçilecektir" dedi.
MİMARLAR ODASI
DAVA AÇTI,KAZILAR VE RESTORASYON DURDU
Türkiye Mimar
Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) Mimarlar Odası
Genel Başkanlığı tarafından Kültür ve Turizm
Bakanlğı aleyhine Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu kapsamındaki ihale duyurusu
yapılmış, ihalesi gerçekleşmiş veya sözleşmesi
imzalanmış tüm çalışmalar için açılan davada
Danıştay 13. Dairesi çalışmaları askıya alan
karar aldı.
İŞTE O YAZI
Bunun üzerine
bakanlık çok ivedi notuyla turizm müdürlükleri
ve tüm kazı başkanlarına kazıları durdurması
yönünde yazı gönderdi. Bakanlıktan gönderilen
yazı şöyle: ‘‘Bakanlığımız İzinleri İle Müze
Müdürlükleri ve Kazı Başkanlıklarınca Yürütülen
Kazı Çalışmalarına İlişkin Duyuru: Danıştay
İdari Dava Daireleri Kurulu’nca, 18.06.2005
tarih ve 25849 sayılı Resmi Gazete ’de
yayımlanan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu Kapsamındaki Kültür Varlıklarının Röleve,
Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak
Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve
Bunların Uygulamaları ile Değerlendirme,
Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına
İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair
Yönetmelik” in yürütmesinin durdurulmasına karar
verilmiştir. Bakanlığımız izinleri ile Müze
Müdürlükleri ve Kazı Başkanlıklarınca yürütülen
kazı çalışmalarında ve her türlü yapım, hizmet
ve mal alımlarında adı geçen yönetmeliğe dayalı
olarak yapılan işlemlerin yeni bir düzenleme
yapılıncaya kadar durdurulmasının yerinde
olacağı mütalaa edilmiştir. İlgililere önemle
duyurulur."
Gaziantep 27 Gazetesi,
19.07.2013
|
|
PICASSO, MONET VE
MATISSE TABLOLARI FIRINDA MI YAKILDI?
Romanya’da
Hollanda
’daki bir galeriden bazı ressamların
eserlerinin çalınmasına karıştığı iddiasıyla
tutuklanan bir kişinin annesinin evindeki
fırında boya, tuval ve çivi kalıntıları
bulundu. Rotterdam’daki Kunsthal Müzesi’nden
ekimde Picasso,
Monet ve
Matisse’e ait tablolar çalınmıştı. Olga
Dogaru, geçen hafta oğlunun gözaltına
alınmasından sonra kanıtları imha etmek için
eserleri yaktığını söylemişti.
BBC ’nin
haberine göre eserlerin 100 ile 200 milyon
euro
civarında olduğu tahmin ediliyor. Kayıp
eserler arasında Monet’nin ‘Waterloo
Köprüsü’, Picasso’nun ‘Harlequin Head’ ve
Matisse’in ‘Okuyan Kız’ ile Lucien Freud’un
‘Gözleri Kapalı Kadın’ adlı tabloları da
var.
Romanya Ulusal Tarih Müzesi Direktörü,
fırındaki kalıntılar arasında boya astarı
parçaları, tuval ve boya parçaları ile eski
bakır ve çelik çiviler bulunduğunu açıkladı.
Radikal, 19.07.2013
|
TANRIÇA TİKE EVİNE DÖNDÜ
Uşak’ın Banaz
İlçesi'ne bağlı Ahat Köyü'ndeki Akmonya antik
kentinden 13 yıl önce çalınan ve üç yıl önce polis
tarafından bulunan şans tanrıçası Tike mozaiği, ait
olduğu topraklara döndü.
Üçgen formlu renkli
mozaik taşlarla yapılmış mozaik,
Uşak Arkeloji
Müzesi Müdürlüğü’ne teslim edildi. Özel muhafaza
içindeki mozaik, yapımı süren
Arkeoloji Müzesi
tamamlandığında özel bir bölümde teşhir edilecek.
Emniyet Genel Müdürlüğü
Kaçakçılık ve
Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı ve
Interpol, çalınan
mozaiği yurt dışına kaçırılmak istenirken
İstanbul’daki bir
işyerinin balkonunda paketlenmiş halde ele geçirdi.
Konuyla ilgili 8
tarihi eser
kaçakçısı gözaltına alındı. Mozaikler İstanbul Eski
Eserler Müzesi’ne teslim edildi.
Milliyet, 19.07.2013
|
|
 |
TARİHİMİZİ AYDINLATACAK BÜYÜK KEŞİF
Moğolistan'ın başkenti Ulan Batur'a 400 kilometre uzaklıktaki bir bölgede kazı çalışmaları yapan Japon profesör, büyük bir keşfe imza attı. Osaka Üniversitesi'nde eski Türk Tarihi uzmanı olarak görev yapan Profesör Takashi Osawa, Göktürkler'e ait şimdiye kadarki en büyük yazılı iki anıtı gün yüzüne çıkardı. İki yazıtın boyutları, 4 metre eninde ve 3 metre uzunluğunda. Toplam 20 satır ve 2832 sütun şeklinde, üzerine eski Türkçe karakterler kazılmış olan yazıtlar çözümlendi. Anıtlarda; “Ah, evim!”, “Ah, toprağım!” gibi ölen kişilerin aileleri veya evlerinden isteksiz ayrılışını ifade eden bir metin olduğu ortaya çıktı. Yazıtın Orta Asya'da 682-744 yılları arasında hüküm sürmüş Türk devleti Göktürkler'in devlet sistemi ve düzenini aydınlatılacak tarihsel bir malzeme olduğu belirtildi. Yine Moğolistan'da 120 yıl önce Göktürkler'e ait Orhun Kitabeleri bulunmuştu. Yazıtlar, Göktürk hükümdarları Bilge Kağan ve Kül Tigin'e ait.
İki yazıtın boyutları, 4 metre eninde ve 3 metre uzunluğunda. Anıtlarda; “Ah, evim!”, “Ah, toprağım” gibi ölen kişilerin aileleri veya evlerinden isteksiz ayrılışını ifade eden bir metin olduğu ortaya çıktı.
Türkiye Gazetesi, Haber: Hayrettin Turan, 19.07.2013
|
BOSTANDA ARKEOLOJİK
TAHRİBAT UYARISI

Yedikule Bostanları’nda
İBB’nin süs havuzlu park projesi için iş makineleri
6 Temmuz’dan beri kazı ve molozla dolgu yapmaya
devam ediyor. Arkeologlar Derneği
İstanbul Şubesi ise
bostanlarda yaptığı inceleme sonucunda tarihi kara
surları boyunca 1 metreye varan derinlikte kazı ve
arkeolojik dokuda tahribat yapıldığını tespit etti.
Derneğin 2 No’lu Yenileme Alanları Koruma Kurulu ve
Arkeoloji Müzesi’ne teslim ettiği raporda “UNESCO
dünya miras
listesinde kara surlarının koruma bandı içinde kalan
bu alan, ayrıca sit alanı olan tarihi yarımadanın
bir parçasıdır ve tarihi yarımada içindeki kazılar
arkeoloji biliminin gereklilikleri doğrultusunda,
müze denetiminde yapılmalıdır” dedi. Dernek
yetkilileri, iş makinelerinin surlara bu kadar yakın
çalışmasının surların statiği açısından da sakıncalı
olduğunu belirtti. Arkeoloji Müzesi’nden
arkeologların burada denetim yapabilmesi için II
No’lu yenileme kurulunun izni gerekiyor.
Dernek, 2 No’lu yenileme kuruluna “Kazılar ve
tahribat bilginiz dahilinde midir?”,“Sorumlular
hakkında yasal işlem yapılmış mıdır?”, “Yarımada
genelinde planlanan her türlü inşaat ve projede
kültür katmanlarıyla karşılaşabileceği karar
sürecinde göz önüne alınmakta mıdır?” ve “Osmanlı
ziraat tarihi açısından son derece önemli pek çok
tarihi bostan kuyusu, ahır, müştemilat vb. kültür
varlığının kurul tarafından tespiti yapılmış mıdır?”
diye sordu. 2 No’lu yenileme kurulu ise iki gündür
sur dibinde iş makinelerinin çalışmaya devam
etmesine rağmen derneğin sorularına cevap vermedi.
Bostanların
sökülmesi tüm planlara aykırı
Tarihi Bizans’a uzanan bostanların sökülmesi
bölgenin mevcut imar planlarına da aykırı. UNESCO
Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair
Sözleşme gereği 2011’de İBB tarafından hazırlanan
‘İstanbul Tarihi Yarımada Yönetim Planı’nda, “Sura
bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan
günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan
alanları korunacaktır” maddesi var. Ayrıca ‘Doğal
niteliğini korumuş bostan alanları’ 2. Derece Koruma
Bölgesi olarak listelenmiş.
Fatih İlçesi
Kentsel Sit Alanı 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım
İmar Planı’nda da tarihi bostanların korunması
gerektiğine dair aynı madde mevcut.
Radikal, Haber: Elif
İnce, 19.07.2013
******
TARİHİ YEDİKULE
BOSTANLARI 1500 YIL SONRA MOLOZA GÖMÜLDÜ

Bizans’tan
Osmanlı’ya, ondan Cumhuriyete miras kalan Yedikule
bostanları 1500 yıl sonra dozerin ekili alana girip
moloz dökmesiyle tarihe gömüldü. Fatih’te Sulukule
projesinden sonra bu kez Yedikule bostanlarıyla
ilgili 3 günde onaylanan bir proje uygulamaya
konuldu. Yerli-yabancı üniversitelerden Osmanlı ve
Ortaçağ tarihçileri ve mimarlardan oluşan 30 kişilik
Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi, bostanı ve
tarihi müştemilatlarını korumak için harekete geçti.

Koruma Kurulu’na
başvuran girişimden Boğaziçi Üniversitesi Öğretim
Üyesi Doç.Dr. Çiğdem Kafesçioğlu, bostan evi, ahırı,
havuzu, kuyusu ve kanalıyla Osmanlı kent
tarımcılığının günümüze ulaşabilen tek örneği
bostanın, sur boyu restoran, havuz, ve kafelerin yer
alacağı park projesine dahil edilmesini istedi.
Kafesçioğlu bu talep için gittikleri Fatih Belediye
Başkanı Hasan Suver’in, “Toprak kültürel bir değer
değildir” dediğini öne sürdü. Bostanın tarihçesine
dair hazırlanan ilk rapor da ilgili kurumlara
sunuldu. Salı günü de belediye iş makinaları bu kez
komşu Belgradkapı’da mahsul toplama için iftar
vaktine kadar süre verdi ve ekili tarihi bostanlara
girip moloz dökmeye başladı.

KORUMA KURULU KARARI,
YÖNETİM PLANINA AYKIRI
Tarihi Yedikule
bostanlarının yer aldığı sur içindeki park projesi,
İstanbul 2 Numaralı Yenileme Alanları Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 26 Haziran
tarihli kararıyla ortaya çıktı. Koruma Kurulu’nun
kararında, “Kurulumuzun 21.05.2013 tarih ve 270
sayılı kararıyla uygulama projesi onaylanan,
Yedikule-Belgradkapı Arası Yenileme Avan Projesi
Revizyonunun değerlendirilmesinin istendiği İBB
Başkanlığı Fen İşleri Daire Başkanlığı Yapı İşleri
Müdürlüğü’nün 20.06.2013 günlü yazısı, uzman raporu
incelendi, görüşmeler sonucunda;
Yedikule-Belgradkapı Arası Yenileme Avan Projesinin
düzeltmelerle uygun olduğuna karar verildi.”
denildi. Girişim üyeleri, projenin ve Koruma Kurulu
kararının İBB’nin 2011’de hazırladığı Tarihi
Yarımada Alan Yönetim Planı’nının 101. sayfasındaki
“Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer
alan günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren
bostan alanları korunacaktır” ibaresi ile açıkça
çeliştiğini belirttiler.

3 GÜNDE GEÇTİ, CHP
MUHALEFETİ YETMEDİ
Fatih Belediye
Başkanlığı, Koruma Kurulu kararını dayanak
göstererek hazırlanan raporu 4 Temmuz’da İmar ve
Turizm Komisyonlarının onayına sundu. Proje CHP’li
mimar Gülay Yedekçi Arslan’ın tek hayır oyuna
karşılık 3 oyla geçti. Ertesi gün belediye meclisine
sunulan proje burada da 12 CHP’li üyenin
muhalefetine karşı rağmen 24 oyla onaylandı.
Çarşamba komisyondan, Perşembe meclisten geçen
proje, Cuma günü dozerle uygulamaya konuldu. 6
Temmuz günü dozer çevredeki molozlarla birlikte
çıkan hafriyatı ekili bostanın üzerine dökmeye
başlarken aileler apar topar mahsulü toplamaya
başladı. Sur dibinde Topkapı- Yedikule arasında
toplam 200 dönümü bulan ve lahana, semizotu, soğan,
maydanoz, nane, marul gibi ürünlerin yetiştirildiği
bostanlardan 50'ye yakın aile geçimini sağlıyordu.

20 OSMANLI TARİHÇİSİ
HAREKETE GEÇTİ
Dünyanın çeşitli
üniversitelerinden 20 Osmanlı tarihçisi bostanlar
için bir araya geldi. Harvard Üniversitesi’nden
Prof. Cemal Kafadar, Şehir Üniversitesi’nden Günhan
Börekçi ve BÜ’den Doç.Dr. Çiğdem Kafescioğlu,
Doç.Dr. Ahmet Ersoy, bostanların mevcut park
projesiyle beraber korunabileceğine dair şu
açıklamayı yaptılar:

“İstanbul sur içinin
son bostanları ‘Yedikule Kapı ile Belgrad Kapı
Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon Projesi’
inşaatı ve dolgu toprağı altında kalmak üzere; oysa
yüzlerce yıllık geçmişi olan bu tarihi bostanlar
parkla birlikte iç içe yaşatılabilir. Tasarlanan
park alanında kalan küçük bostanların, işlevlerini
sürdürerek bir eğitim alanı ve kültürel değer
olabileceğine inanıyoruz. MEB’in planladığı çevre
derslerinin öğretilebileceği ve uygulanabileceği en
güzel laboratuarlar bu tür yerlerdir, çünkü çevre
dediğimiz şey her zaman kültürel mirasla iç içedir.
Proje planlandığı şekliyle uygulanırsa İstanbul’un
tarihsel mirasının önemli bir unsurunun son izi de
şehrin yönetimi tarafından yok edilmiş olacaktır.
Bunun sorumluluğu tarihsel olarak şimdiki
yöneticilerin üzerinde kalacaktır.

BOSTANIN TARİHSELLİĞİ
ÜZERİNE İLK RAPOR
Harvard
Üniversitesi’nden Osmanlı tarihçisi Aleksandar Sopov
ile Bilgi Üniversitesi’nden Ayhan Han, Yedikule
bostanlarıyla ilgili bir rapor hazırladılar.
Bostanların 1500 yıllık tarihi olduğuna dair ilk
çalışma niteliğindeki raporda özetle şöyle
deniliyor:
“Fatih Belediyesi’nin
müdahale ettiği bostanlardan biri olan Hazinedarbaşı
Süleyman Ağa ibn İsmail’in mevcut vakıfnamesinde
(1708) şöyle bir ifade geçer: ‘Mahmiyeyi mezburede
Yedikule kurbinde Haci Piri mahalesinde kain bir
tarafından Bayram Paşa Vakfı Bostanı ve bir
tarafından Belgrad Kilisesi ve bir tarafından
Şeytanoğlu menzili ve bir tarafından tarik-i amme
ile mahdud bir kebir bostan kuyusu ve dolab ve
bahçivan odası ve kenef ve samanlık ve ahuru
müştemil mültefit el-eşcar bostan tabir olunur mülk
bahçeyi…’ Burada tarif edilen bostanlar ve şu anda
Panagia Rum Kilisesinin etrafındaki bugüne ulaşmış
bostanlar, Fatih Belediyesi’nin hazırladığı projenin
içindedir. Vakıfnamede adı geçen yapı türlerinden
günümüze çok azı ulaşmıştır. Fatih Belediyesi’nin
müdahale ettiği bostanlardan birisi ise Ekrem Hakkı
Ayverdi tarafından hazırlanan 19. Yüzyıl İstanbul
haritasında gösterilen Yedikule Kapısı’nın hemen
önünde ve surlar içinde olan İsmail Paşa
Bostanı’dır. Bugün aynı bostanın içinde bostan evi,
tek katlı almaşık örgülü kagir ahır, taş örgülü kuyu
ve havuz gibi bostan müştemilatı mevcuttur. 19.
yüzyıl Ayverdi haritasına göre bugün ki ahşap ev ve
ahır aynı konumda yer almaktadır. Bu bostanın önemli
bir özelliği Osmanlı tarım teknolojisinin yapı
örneklerini günümüze taşımıştır. Şu anda bu yapıları
korumak için herhangi bir mekanizma yok ve bostanın
tarımsal alanı tamamen molozla gömülmüştür.”

Park olacak bölümün haritası
TOPRAK BİR KÜLTÜREL
DEĞER DEĞİLDİR!
CHP Fatih Belediye
Meclis Üyesi mimar Gülay Yedekci Arslan, Koruma
Kurulu’nun “düzeltme” şartı koyan onama kararını,
“Düzeltilmesi gereken yerler neler, kurul açıklasa
ya; hep bunu yapıyor, sorumluluğu üstünden atıyor”
sözleriyle eleştirdi. Girişimin Doç.Dr. Çiğdem
Kafesçioğlu da bostanı koruyarak park projesine
dahil etmelerini istedikleri Fatih Belediye Bakan
Yardımcısı Hasan Suver’in, “Toprak kültürel bir
değer değildir” yanıtıyla şaşkına döndüklerini
söyledi.

FATİH BELEDİYESİ:
ÇUKURBOSTAN GİBİ OLACAK
Kafescioğlu bu
görüşmenin sonunda Fatih Belediye Başkanı Mustafa
Demir’in bostanın kısmen de olsa korunabileceği,
burada bulunan tarihi bostan evinin restore
edilebileceği haberini yardımcıları aracılığı ile
kendilerine ilettiğini belirtti. Buna karşın
Yedikule bostanına moloz dökme işlemi devam etti,
proje dahilinde olan, Belgradkapı yakınındaki
bostanlar da 16 Temmuz günü molozla örtülmeye
başlandı. Fatih Belediyesi bu basın açıklamasından
sonra şu açıklamayı yaptı: “Burada yapılacak çalışma
sonrası alan, Fatih Belediyesi Fındıkzade
Çukurbostan Şehir Parkı kalitesinde bir şehir
parkına dönüşecektir. Park; bisiklet parkuru, süs
havuzları, yürüyüş alanları, etkinlik alanları,
çocuk oyun grupları gibi çok çeşitli aksiyonlarla
Tarihi Yarımada’nın en geniş ve en büyük yaşam alanı
olacaktır.”

OSMANLI TARIM
TEKNOLOJİSİNİ GÖSTEREN YAPILAR İÇİN KURULA BAŞVURU
İTÜ Mimarlık
Fakültesi’nden Yüksek Mimar Ali Taptık, Pazartesi
günü İstanbul 2 Numaralı Yenileme Alaları Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne
başvurdu. Bostanın tarihi müştemilatların korunması
istenen başvuruda şöyle denildi:
“İstanbul ili Fatih
İlçesi Hoca Evhaddin Mahallesi, 2454 ada, 35
parselde bulunan ve 1875 tarihli Ekrem Hakkı Ayverdi
yayını İstanbul haritalarında yeralan tarihi bostan
evi, zemin artı normal katlı ahşap yapı ile tek
katlı almaşık örgülü kuyu, havuz gibi bostan
müştemilatlarının Osmanlı tarım teknolojisini
gösteren, korunması gerekli yapılar olduğundan,
tescilleri ile parselde yeralan ağaçların tespiti
konusunda gerekli işlemlerin kurulunuzca yapılmasını
arz ederiz…”
BAHÇELERİN KORUNMASI,
YARATICILIĞIN DEVAMI İÇİN ŞART
Koç Üniversitesi
Sanat Tarihi ve Arkeoloji Bölümü’nde Prof.
Alessandri Ricci, 5 yıl önce İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti’nin Kalbi Tarihi Yarımada konulu
sempozyumda “İstanbul’da Manevi Kültürel Miras: Kara
Surlarının Bizans Bahçeleri” başlıklı tebliğinde
Yedikule bostanlarıyla ilgili özetle şunları
aktarıyordu:

“Konstantiniyye
şehrinin savunma sisteminin çevresindeki araziler,
şehre ürün sağlayan tarım alanları olarak işlev
görmüş olmalıdırlar. 6. Yüzyılda yazılmaya başlanan,
Geponika olarak bilinen Bizans metni bunu
destekliyor. Manevi Kültürel Misarın (ICH)
Korunmasına ilişkin UNESCO’nun 2003 Konvansiyonuna
göre bahçelerin korunması, ‘yaratıcılığın devamı
için teminattır’. Kara surlarındaki bahçeler, derin
tarihi kökleri olan sosyal pratiğin ifadesidir. Kara
surları boyundaki bahçe pratiği… iş bölüşümü ile
aynı aile örgüsü ve nesiller boyunca
ilerletilmelidir. Bu İstanbullu gelenek
korunmalıdır. Bu Maddi Olmayan Kültürel Mirasın
gereken şekilde devamı, bostanların hemen yanında
maddi kültürel miras olan Kara surlarının muhafazası
ile birlikte düşünülmelidir.”
Hürriyet, 19.7.2013
|
ARKEOLOJİK KAZILARA
'DUR' EMRİ

Bakanlık ivedi notuyla
tüm kazı başkanlarına kazıları durdurması yönünde
yazı gönderdi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı
izinleriyle 2012 yılında, Bakanlar Kurulu Kararlı
116 Türk, 39 yabancı kazı, 84 Türk, 18 yabancı yüzey
araştırması, 47 müze kazısı, 151 kurtarma kazısı, 28
kamu yatırım alanı kurtarma kazısı, olmak üzere
toplam 483 arkeolojik çalışma vardı.
Bakanlıktan yapılan açıklama şöyle: ‘‘Bakanlığımız
İzinleri İle Müze Müdürlükleri ve Kazı
Başkanlıklarınca Yürütülen Kazı Çalışmalarına
İlişkin Duyuru: Danıştay İdari Dava Daireleri
Kurulu’nca, 18.06.2005 tarih ve 25849 sayılı Resmi
Gazete ’de
yayımlanan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu Kapsamındaki Kültür Varlıklarının Rölöve,
Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak
Sağlıklaştırma,
Çevre Düzenleme
Projeleri ve Bunların Uygulamaları ile
Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı
Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair
Yönetmelik” in yürütmesinin durdurulmasına karar
verilmiştir. Bakanlığımız izinleri ile Müze
Müdürlükleri ve Kazı Başkanlıklarınca yürütülen kazı
çalışmalarında ve her türlü yapım, hizmet ve mal
alımlarında adı geçen yönetmeliğe dayalı olarak
yapılan işlemlerin yeni bir düzenleme yapılıncaya
kadar durdurulmasının yerinde olacağı mütalaa
edilmiştir. İlgililere önemle duyurulur."
BAKANLIK:
SAYIŞTAY'DAN YANIT BEKLİYORUZ
‘’Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
kapsamındaki taşınır ve taşınmaz kültür
varlıklarının rölöve, restorasyon, restitüsyon ve
konservasyon projeleri, sokak sağlıklaştırma, çevre
düzenleme projeleri ve bunların uygulamaları ile
değerlendirme, muhafaza, nakil işleri ve kazı
çalışmalarına ilişkin mal ve hizmet alımları,
18.06.2005 tarih ve 25849 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren ve 10.08.2009 tarih ve
27315 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
değişikliklerle güncellenen Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki “Kültür
Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon
Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme
Projeleri ve Bunların Uygulamaları ile
Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı
Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair
Yönetmelik” kapsamında gerçekleştirilmektedir.
Ancak yönetmelikte 2009 yılında yapılan değişikliğe
ilişkin TMMOB Mimarlar Odası Başkanlığınca
Bakanlığımız aleyhinde açılan dava sürecinde;
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (YD:İtiraz No
2012/284 sayılı) kararında “dava konusu yönetmeliğin
yürütmesinin durdurulmasına” karar vermiştir. Söz
konusu yargı kararı nedeniyle adı geçen yönetmelik
çerçevesinde herhangi bir işlem yapılamadığından,
kültür varlıklarına yönelik çalışmalarda kullanılmak
üzere
Maliye Bakanlığı ,
Kamu İhale Kurumu ve Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından müştereken “Kültür Varlıkları İhale
Yönetmeliği Taslağı” hazırlanmıştır.
Kültür varlıklarına ilişkin yürütülen çalışmaların
özel önem arz etmesi bu çalışmaların devamlılığın
sağlanmasının temel bir gereklilik olması nedeniyle
Kültür Varlıkları İhale Yönetmeliği’nin ivedilikle
yürürlüğe girmesi amaçlanmakta ve bu doğrultuda
çalışmalar devam etmektedir. 17.07.2013 tarihi
itibariyle yönetmelik taslağına ilişkin Sayıştay
Başkanlığı görüşü beklenmektedir.’’

MİMARLAR ODASINDAN
CEVAP GELDİ
Mimarlar Odası'ndan Avukat Berna Çelik Yeşilkaya ,
yönetmeliğin kendi itirazları dışında bir sebepten
tümüyle iptal edildiğini söyledi. Avukat Berna Çelik
Yeşilkaya, "Dava oda tarafından ihale yönetmeliğinin
bazı maddelerinin iptali için açıldı. Bu işler özel
uzmanlık ve bilgi gerektiren işler olduğu için KİK
kapsamından çıkarılmıştı, ancak dava konusu
yönetmelikte rölöve restorasyon işleri uzman olmayan
kişilerin sorumluluğuna bırakılmakta, isteklilerin
mesleki yeterliliklerinin belirlenmesinde bilimsel
ve teknik kriterler ile Koruma mevzuatı
gözetilmemekteydi. Bu nedenlerle iptali gerektiğini
söyledik. Ayrıca ilan yapılmaksızın ihale
yapılmasının öngörülmüş olmasının, ihalelerde
açıklık, şeffaflık, güvenilirlik, rekabet gibi
ilkelere aykırı olduğunu belirttik. Danıştay
talebimizi kabul etti ve çoğu madde hakkında
yürütmeyi durdurma kararı verdi. Yalnızca birkaç
madde için ret vermişti. Biz de buna itiraz ettik.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu itirazımızı
kabul ederek “…dava konusu Yönetmeliğin dayanağını
oluşturan 4734 sayılı Kanunun geçici 4 maddesi
uyarınca dava konusu Yönetmeliğin Maliye Bakanlığı,
Kamu İhale Kurumu ve davalı Bakanlıkça müştereken
hazırlanıp, birlikte yayımlanması gerekirken Kültür
ve Turizm Bakanlığınca tek başına hazırlanması ve
yürürlüğe konulmuş olması nedeniyle dava konusu
Yönetmelikte yetki ve şekil unsurları yönünden
dayanağı Kanun hükmüne ve hukuka uyarlık
bulunmamaktadır” gerekçesiyle iptali istenen tüm
maddelerin ve dava konusu Yönetmeliğin yürütmesinin
durdurulmasına karar verdi. Şimdi iptal gerekçesine
uygun olarak anılan Bakanlıklarla birlikte ve dava
açma gerekçelerimizi de gözeterek yeni bir
Yönetmelik hazırlanıp yürürlüğe konulması gerekiyor.
Süreci takip ediyoruz. " diye konuştu.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 18.07.2013
******
ARKEOLOGLAR DERNEĞİ'NDEN
DUYURU:
ARKEOLOJİK KAZI
ÇALIŞMALARI DURDURULDU
Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nca,
18.06.2005 tarih ve 25849 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan “Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu Kapsamındaki
Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon,
Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre
Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulamaları ile
Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı
Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair
Yönetmelik” in yürütmesinin durdurulmasına
karar verilmesi gerekçe gösterilerek, kazı
çalışmalarının durdurulması yönünde bir kanaate
varıldığını duyurmuştur.
Bu karar ile başlayacak
ve devam etmekte olan tüm arkeolojik kazı,
restorasyon ve konservasyon çalışmalarının durması
ve söz konusu yönetmeliğin harcama kurallarına tabi
olmayan yabancı ekipler dışında hiçbir çalışmanın
yapılmayacağı anlamını taşımaktadır. Onlarca ekibin,
yüzlerce bilim insanının ve öğrencinin
mağduriyetiyle birlikte, kazı çalışmalarıyla ortaya
çıkartılan ve çalışmaların durması ile koruma önlemi
dahi alınamayacak arkeolojik alanların da tahrip
olacağı açıktır.
Arkeologlar Derneği
İstanbul Şubesi, 19.07.2013
|
YERALTI ŞEHRİNİN GİRİŞİ
ORTAYA ÇIKARILDI
Boğazkale İlçesi'ne
bağlı Evci Beldesi’nde, yol genişletme çalışmaları
sırasında bulunan ve Bizans dönemine ait olduğu
tahmin edilen 8 odalı yeraltı şehrinin girişi
yapılan çalışmalar sonucunda ortaya çıkarıldı.
Evci Belediye Başkanı Nihat Sarıerik, Bizanslılara
ait olan yer altı şehrinin yapılan arkeolojik
çalışmalar sonucu giriş kısmının ortaya
çıkarıldığını söyledi. Bölgeye duvar ve tünel
yapılacağını dile getiren Sarıerik, girişin tünel
şeklinde olacak ve içersine duvar dışarısından
girileceğini belirtti.
Yer altı şehri Evci Belediyesi tarafından yapılan
yol için genişletme çalışmaları devam ederken, iş
makinesi operatörü tarafından bulunmuştu. Yapılan
çalışma ve incelemeler sonucunda Bizans dönemine ait
olduğu tahmin edilen 8 odalı yeraltı yerleşkesine
ulaşılmıştı.
Çorum Haber, 18.07.2013
|
|
EMİR SULTAN TÜRBESİ
RESTORASYONUNDA SONA GELİNDİ
İzmir Büyükşehir
Belediyesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile yaptığı
protokol kapsamında, kentin önemli tarihi
eserlerinden Emir Sultan Türbesi ve çevre
yapılarında uyguladığı restorasyon çalışmalarının
mezarlık bölümü hariç tamamlandığı bildirildi.

Emir Sultan Türbesi'nde
incelemelerde bulunan İzmir Büyükşehir Belediye
Başkanı Aziz Kocaoğlu, yaptığı açıklamada, türbedeki
yenileme çalışmalarının hazire (mezarlık) bölümü
hariç tamamlandığı, hazirelerle ilgili röleve ve
restorasyon projesinin yapıldığını belirtti.
"Tarihimizin bu önemli yapısını yeniden kentle ve
kentliyle buluşturacağımız için mutluyuz" diyen
Kocaoğlu, şunları kaydetti:"Çalışmalar sürerken bile
vatandaşlarımız türbeyi ziyaret ediyorlarmış. Biz de
mümkün olan en kısa sürede türbe ve müştemilatının
açılışını yapmak istiyoruz. İbadete ve ziyarete
gelen insanların çok olması bizi de sevindiriyor.
Emir Sultan Türbesi, İzmir'de çok önemli bir dergah.
Onun için bu mekanın yaşaması ve tekrar kültürümüze,
kentimize, inancımıza kavuşturulması için elimizden
gelen çabayı gösteriyoruz. Kentimize hayırlı olsun."
Emir Sultan Türbesi'nin
restorasyon işini üstlenen mimar Abdurrahman Çabuk
ise Emir Sultan Türbesi'nin İzmir'de "Türk mührü"
diye anılan önemli bir eser olduğunu belirterek,
"Burası, İzmir'de Türklüğün, Müslümanlığın başlangıç
noktası gibi. O yüzden vatandaş büyük ilgi
gösteriyor” dedi.

Emir Sultan Türbesi
Namazgah Mahallesi'nde
bulunan, İzmir'i alırken şehit düşen ve halk
arasında "Emir Sultan" adıyla bilinen Aydınoğulları
Beyliği komutanlarından Seydi Mükeremeddin'in
naaşının yer aldığı türbenin bahçesinde, Mustafa
Kemal Atatürk'ün eşi Latife Hanım'ın dedesi
Uşakizade Sadık Bey ve eşi Makbule Hanım ile Aydın
Valisi Ahmet Esat Paşa, Kestanepazarı Camii kurucusu
Mısırlı Hüseyin Nuri Efendi ve İzmir Kadısı
Şükrüzade Abdülkadir Paşa gibi devrinin önde gelen
isimlerinin mezarları da yer alıyor.
Aşhane, hamam ve dergah
olarak kullanılan 3 farklı yapının restore edildiği
çalışmaların ardından dergah, sosyal amaçlı olarak
hizmet verecek. Türbe binasında restorasyon
çalışmalarının tamamlandığı türbede hazireye ait
mezar taşlarının restorasyon projelerinin
hazırlanması işi devam ediyor. Projeler için, kurul
onayı alındıktan sonra hazirelerin restorasyonuna
başlanacak.
Yapı, 18.07.2013
|
OYLUM HÖYÜK'TE KAZI
ÇALIŞMASI
Oylum Höyük
Kazı Ekibi Başkanı, Cumhuriyet Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Doç.Dr. Atilla Engin,
Kilis Valisi
Süleyman Tapsız'ı
ziyaret etti.
Doç.Dr. Atilla Engin, beraberinde
Kilis İl Kültür
ve Turizm Müdürü Abdullah Aldemir ile birlikte
Kilis Valisi
Süleyman Tapsız'ı
makamında ziyaret ederek,
Oylum
Höyük'teki kazılarla ilgili bilgi verdi
Ziyarette
Oylum Höyük'te
devam eden kazı çalışması hakkında konuşan
Engin, "Oylum
Höyük boyutları itibarıyla
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin
en büyük höyüklerinden biridir. Höyüğün batı
etekleri boyunca akan
Akpınar Deresi,
binlerce yıl boyunca burada yerleşimlerin yaşam
kaynağı olmuştur. MÖ 3000-3500 yıllarına dayanan
medeniyetlerin yaşadığını, Geç Kalkolitik Dönem
ve Tunç Çağları'ndan tarihi kalıntıların
olduğunu biliyoruz. Biz burada yapacağımız
kazılarla burada oluşmuş krallıkları,
medeniyetleri ortaya çıkarmak istiyoruz."
Engin, 2 ay sürecek kazılarda kendisine 60
kişilik bir ekibin eşlik edeceğini ve kazı
çalışmaları için 140 bin TL'lik bütçe
ayırdıklarını aktardı.
Bu ve bunun gibi tarihin ortaya çıkarılması için
yapılan çalışmalardan memnuniyet duyduğunu
belirten Vali Tapsız ise, "Kilis;
Anadolu ve
Mezopotamya'da ortaya çıkmış bütün medeniyetlere
ev sahipliği yapmış tarihi bir şehrimizdir. Bu
tarihin ortaya çıkarılması için yapacağınız
çalışmalar için şahsınızda Cumhuriyet
Üniversitesi'ne ve kazı çalışmasında yer alacak
bütün arkadaşlara teşekkür ederim" dedi.
Oylum Höyük'te 1988 yılında Hacettepe
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Engin Özgen
başkanlığında kazılara başlanmıştı.
KİLİS'TE BİRİNCİ DERECEDE ARKEOLOJİK SİT
ALANI İÇERİSİNDE 18 HÖYÜK BULUNUYOR
Kilis ve ilçelerinde 18 höyüğün birinci derecede
sit alanı içerisinde olduğu bildirildi.
Kilis Kültür Müdürlüğü kayıtlarına göre, 18
höyük içerisinde sadece
Oylum Höyük'te
kazı yapılıyor. 18 höyüğün 6 tanesi
Elbeyli
İlçesi'nde bulunuyor.
Kilis ve
ilçelerindeki höyükler ise şöyle sıralanıyor:
"Kilis
Merkez
Oylum Köyü'nde
Oylum Höyük,
Elbeyli İlçesi
Güvendik Köyü'nde Çatal Höyük,
Elbeyli İlçesi
Geçerli Köyü'nde Kulsurun Höyük,
Kilis Merkez
Öncüpınar karayolu üzerindeki Leylit mevkiinde
Leylit Höyük,
Kilis Merkez
Yavuzlu
beldesinde
Yavuzlu Höyük,
Kilis Merkez
Acar Köyü'nde Acar Höyük,
Musabeyli
İlçesi Belentepe Köyü'nde Belentepe Höyük,
Polateli İlçesi
Polatbey Köyü'nde Polatbey Höyük,
Kilis Merkez
Karamelik Köyü'nde Karamelik Höyük,
Musabeyli
İlçesi Murat Höyük Köyü'nde Murat Höyük,
Elbeyli İlçesi
Taşlıbakar Köyü'nde Taşlıbakar Höyük,
Kilis Merkez
Çörten Köyü'nde Sinnap Çörten Höyük,
Kilis Merkez
Demirciler Mahallesi İçeri Bahçe
Akpınar
mevkiinde
Akpınar Höyük,
Kilis Merkez
İnanlı Köyü'nde İnanlı Höyük,
Elbeyli
İlçesi'nde Çamurlu Höyük,
Elbeyli İlçesi
Taşlıbakar Köyü'nde Tileyli Höyük,
Elbeyli İlçesi
Yağızlı Köyü'nde Kızıl Höyük,
Kilis merkezde
Kumludere Höyük"
haberler.com, 18.07.2013
|
İTİRAZLARA RAĞMEN KİRAYA
VERİLDİ

Türkiye Ermenileri
Patrikliği tarafından yapılan itirazlara rağmen
Vakıflar Genel Müdürlüğü Sanasaryan Han için bugün
ihaleye çıktı. AGOS'un haberine göre Sanasaryan Han,
aylık 253 bin TL’ye Özgeylani İnşaat’a kiralandı.
Kira oranı 4. yılda ise iki katına çıkacak. Firma
yetkilileri şartnamenin imzalanmasından sonra işe
başlanacağını söyledi. Türkiye Ermenileri
Patrikliğinin ise hukuk mücadelesi devam ediyor.
Patriklik adına Avukat Ali Eybeloğlu sürece ilişkin
açıklamalarda bulundu. Eybeloğlu , Sanasaryan Han’ın
kuruluş amacının fakir ve yetim Ermeni çocukların
eğitim, barınma ve beslenme ihtiyaçlarının
giderilmesi olduğu hatırlatılarak, taşınmazın 1935
yılında Patrikhane’nin elinden alındığı ve amacı
dışında kullanılmaya başladığı belirtildi.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi;
MAHKEMEYE BAŞVURULDU
“İnanıyoruz ki, Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nün, yasal dayanağı olmayan, kanun
tanımaz işlemleri yargı kararları ile ortadan
kalkacaktır. Genel Müdürlüğün, hayır amacıyla
vakfedilen bir hanı ticari amaçla kiraya verme
teşebbüsü vicdanları sızlatmıştır. Adalete ve
hukukun üstünlüğüne olan inanç ve bağlılığımız
ışığında, kamuoyuna saygı ile duyurulur.” Patriklik
ihale ile ilgili olarak mahkemeye başvurdu.
Radikal, 18.07.2013
|
KAZANILAN BİR KENT
MÜCADELESİ: TAŞKIŞLA

Taşkışla otel
olmaktan nasıl kurtarıldı?
Taşkışla 1943-50
seneleri arasında Paul Bonatz'ın yürütücülüğünde
restore edilir ve Teknik Üniversite'nin Mimarlık ve
İnşaat Mühendisliği Fakültesi olarak kullanılmaya
başlanır.
Günümüzde İTÜ'nün
Mimarlık Fakültesi'ne ev sahipliği yapan tarihi
kışla, İTÜ'nün kent içinde bulunan yerleşkelerini
Maslak'ta yer alan Ayazağa Yerleşkesi'ne taşımasıyla
birlikte rantperverlerin odak noktası olur.
Döneminin yükselen markası Es-Ka, Taşkışla'ya otel
işlevini uygun bulur. Başbakan Özal da dahil olmak
üzere destekçileri çoktur. Ancak Taşkışla'nın
öğretim görevlileri, öğrencileri ve daha birçok kişi
Taşkışla'yı otel yapmaktan kurtaracaklardır. İyi
seyirler!

13 Nisan 1944
“Bir köşenin
güzelleşmesi için”- 6 Şubat 1946
“Cumhuriyet idaresinin
en güzel eserlerinden biri de Teknik Üniversitedir.
Bu teknik asrında, bizim de yalnız bir Yüksek
Mühendis okulu olan eski Gümüşsuyu kışlasına yepyeni
binalar ilave edildi. Taşkışla da, Teknik
Üniversiteye verildi. Şimdi Taşkışlanın, esaslı
surette tamir ve tadiline başlanmıştır.”

7 Haziran 1948

“Üniversite Rektörünün
basın toplantısı” - 2 Mart 1950
“Taşkışla
binası açıldı
Teknik Üniversite Mimari
Fakültesi olarak kullanılması maksadile üçte bir
kısmının tamiri tamamlanan Taşkışla binasının dün
saat 16 da açılış töreni yapılmıştır.
(...) Prof. Hulki Erem
hitabesinde, Taşkışlanın kısa bir tarihçesini
yaptıktan sonra ezcümle şunları söylemiştir:
'Taşkışla, vaktile
ordunun malı idi, şimdi ise fikir ordusunun malıdır.
Yeni binanın güney kanadının inşası için 2.5 milyon
lira sarfedildi, geri kalan kısmı ise 1.5 milyon
lira ile tamamlanacaktır. (...)'”

16 Haziran 1984

“Tarihi Taşkışla binası
5 yıldızlı otel oluyor” – 24 Haziran 1984
İstanbul'daki tarihi
Taşkışla binası, Emekli Sandığı tarafından, beş
yıldızlı otel haline getirilecek.
Emekli Sandığı Genel
Müdürü Ateş Amiklioğlu, kışlayı otelleştirmenin
maöli portresinin beş milyar lira dolayında
olacağını, yılda 40 milyon dolar döviz girdisi
beklendiğini bildirdi.
Anadolu Ajansı
muhabirinin Genel Müdür Amiklioğlu'ndan aldığı
bilgiye göre, otel özellikleri bozulmadan yapılacak
restorasyon sonucu, 356 normal oda, 30 suit ve dört
kral dairesi olmak üzere 390 odalı ve 832 yatak
kapasiteli olarak planlanıyor.
Amiklioğlu, İstanbul
Teknik Üniversitesi'nin kampüse taşınmasıyla boşalan
Taşkışla binasının Emekli Sandığı'na 49 yıl süreyle
verilmesinin protokol ile karara bağlandığını, beş
yıldızlı otel projesinin gerçekleştirilmesi için de
halen İngiliz, Fransız ve Amerikan firmalarıyla
ortak yatırım görüşmelerinin sürdürüldüğünü söyledi.
Amiklioğlu, Taşkışla
binasının özel karakterine bağlı kalarak restore
edileceğini, ilavelerle üç cepheden beş, deniz
cephesinden yedi katlı olarak düzenleneceğini
belirtti.
Amiklioğlu, otel
projesinin onaylanmasından sonra, inşaatın 26 ay
içinde tamamlanacağını, yoğun brir çalışmayla toplam
36 aylık sürede hizmete girmesinin planlandığını
kaydetti (...).”

1 Ağustos 1984

“Taşkışla, Adliye Sarayı
oluyor” – 9 Kasım 1984
“Kültür ve Turizm Bakanı
Mükerrem Taşçıoğlu'nun açıklamalrına göre turistik
otel olması beklenen Taşkışla binası, görevinden
azledilen Maliye ve Gümrük eski Bakanı Vural Arıkan
tarafından Adalet Bakanlığı'na tahsis edildi.
(...) Taşçıoğlu ile
birlikte binanın turistik amaçla değerlendirilmesini
isteyen İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan da
'Hükümetin bu kararına karşı duracak değiliz ama
turistik bir yerde eli kelepçeli insanların
dolaşması uygun değil,' şeklinde konuştu. Taşkışla
binasının '2. Adliye Sarayı' olacağını ise İstanbul
Barosu Başkanı Selahattin Sulhi Tekinay bir basın
toplantısı düzenleyerek dün açıkladı.”

“Taşkışla Oteli, 49 yıl
sonra devletin olacak” – 31 Ocak 1985
“İstanbul Teknik
Üniversitesi Taşkışla binasının, dünyanın en büyük
otel zincirine sahip Holiday Inns Inc. ve Eska
Turizm Ticaret A.Ş. İşbirliği ile beş yıldızlı bir
otel haline dönüştürüleceği açılandı.
Eska Turizm ve Ticaret
A.Ş. Genel Müdür Aysel Öymen, Holiday Inns'ın 6
yetkilisiyle düzenlediği dünkü basın toplantısında
öğrenim yılının sonunda başlanacak yeni düzenleme
çalışmalarının en geç 4 yıl içinde tamamlanacağını
açıklayarak, lüks bir otel olarak inşa edilecek
Taşkışla'nın Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın denetimi
altında çalışacağını bildirdi. Öymen, 50 milyon
dolar harcanacak 700 yatak kapasiteli bir otele
dönüştürülecek tarihi Taşkışla binasının 49 yıl
kullanıldıktan sonra sağlam ve işler bir şekilde
Hazine'ye devredileceğini bildirdi.
Sermayesinin yarısından
çoğu dış kaynaklı olacak otelin finansmanı için dış
kredi kullanılacağı belirtilen Taşkışla binasının,
otelcilik açısından, Holiday Inns zincirinin en lüks
otellerinden olan 'Crown Plaza' tipinde olacağı
bildirildi (...).”

“Türkan Arıkan: Taşkışla
kime, nasıl ve kaça kiralandı?” - 5 Şubat 1985
“Bağımsız Milletvekii
Türkan Arıkan, Taksim'deki Taşkışla binasının bir
şirkete kiralanması konusunda Maliye ve Gümrük
Bakanı Ahmet Kurtcebe Alptemoçin'e çeşitli sorular
yöneltti. Arıkan binanın Adalet Sarayı yapılmak
üzere Adalet Bakanlığı'na tahsis işleminin iptal
edilmesinin nedenini ve iptal tarihini de sordu.

6 Şubat 1985
“Taşkışla binası ve eli
kelepçeliler” - 20 Nisan 1985
“İstanbul Barosu Başkanı
Sulhi tekinay, Kültür ve Turizm Bakanı Mükerrem
Taşçıoğlu'nun Mecliste Taşkışla binası konusunda
yaptığı konuşmayı eleştirdi, baronun girişimleri
sonucu Taşkışla binasının adliye sarayı olarak
tahsis edildiğini anımsatan Tekinay, ancak
İstanbul'a böyle görkemli bir adalet sarayını layık
görmeyenlerin 'Taksim gibi turistlerin bol olduğu
bölgede eli kelepçeli insanların görülmesi doğru
değildir' gerekçesiyle bu tahsisi bozdurduğunu
söyledi.”

15 Haziran 1986

“Taşkışla restorasyonu
başladı” - 22 Temmuz 1986
“(...) İlk çiviyi
çakarak restorasyon çalışmalarını başlatan Özal,
konuşmasında 'İstanbul'daki otel sayısının azlığına
ve turizmin önemine' değinerek söyle konuştu:
'İstanbul'a ne kadar
önem versek azdır. Otel sayısı çok az. Otel var, ama
kaliteli otel olarak üç otel var. Altı milyonluk bir
şehir için çok az. Türkiye turizm bakımından şahane
bir ülke. Bu ülkeye ressamın fırça darbeleri gibi
birtakım ilaveler yapıp güzellikler katmak,
çirkinlikleri kaldırmak lazım. Bu yapılanlarla
Türkiye, ümit ediyorum önümüzdeki yıllarda
Ortadoğu'nun merkezi haline, belki de daha önemli
bir merkez haline gelir.' (...)”

“Taşkışla'yı terk
etmeyeceğiz” - 10 Ağustos 1986
“Sıcak bir temmuz günü.
Taşkışla, sarı kasklı Es-Ka'lılar tarafından
kyuşatılıyor. Yapının Açıkhava Tiyatrosu'na bakan
yüzüne iskele kuruldu bile. İTÜ'nün bu tarihi
merkezini 5 yıldızlı La Plaza Oteli'ne dönüştürecek
olan müteahhit Mercedes'inden indi. Yanında Japon
kurmayları var... Sarı kasklı Es-Ka'lılar daha da
hızla yükseltiyorlar iskelelerini şimdi... Üç gün
önce ilk çiviyi 'Hayırlı olsun' dilekleriyle,
'küttedek' çakan işbitirici sayın Başbakanlarından
aldıkları güven ve hızla...
İçeride tam bir
suskunluk var. Alınlarının ortasına, beklemedikleri
biçimde çiviyi yiyenlerin suskunluğu. Klasik kolonlu
kapısından girip, serin koridorlarında yürüyoruz
Taşkışla'nın. Yüksek tavanları, kemerli
pencereleriyle kocaman derslikler. Dersliklerde
mimari bölüm öğrencilerinin proje çalışmaları...
Koridorun bir ucunda Mimar Sinan büstü, öteki ucunda
Mustafa Kemal... Ve dışarıda, kuşatmacıların çekiç
sesleri.
'İskeleleriyle
yükseldikleri dersliklerin pencerelerinden
giriyorlar' diyor Profesör Kulaksızoğlu, acı bir
gülümsemeyle. 'İzin bile isteme gereğini
duymuyorlar. Hem de ders sırasında..' Yıllarını
mesleğindeki gelişmelere, öğrencilerine vermiş,
yurttaşlarının daha iyi çevrelerde yaşamaları için
çaba harcamış bir aydının gülümsemesindeki bu acı
çok anlaşılır, çok açık.. (...)”

“Öğrenciler: Taşkışla'yı
boşaltmayacağız” - 15 Mayıs 1987
“(...) Taşkışla
binasında eğitim veren İTÜ'nün Gemi İnşa ve Deniz
Bilimleri ile Mimarlık Fakülteleri öğerncilerinden
bir bölümü dün BİL-SAK'ta düzenledikleri basın
toplantısında, Taşkışla'nın İTÜ'nün bir simgesi
olduğunu ve okul olmasa bile bu binasnın ileride
İTÜ'nün çeşitli kültür ve bilimsel çalışmalarında
bir konferans merkezi olarak da işlev görebilceğini
belirterek, 'ders yılı bitince okulu
terketmeyeceğiz. Bizi zorla çıkarabilirler. Ama
bizim kendiliğimizden burayı terketmediğimizi tüm
kamuoyu görecek' şekliden konuştular.”

“Son defa Taşkışla” - 16
Mayıs 1987 (Mete Tapan)
“'Aslında itirazlar
birkaç profesörden kaynaklanıyor. Onlar denize nazır
odalarından çıkmamak için bu direnişi
gösteriyorlar...' (Topaz, Mayıs 1987, Selim Edes,
Eska İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı).
(...) Taşkışla'nın otel
olması artık kesinleşmiştir. Birkaç öğretim üyesi
yaklaşık iki yıl önce bu girişimin yanlış olduğunu
kamuoyuna açıklamıştır. Sonunda bu öğretim üyeleri
haklı oldukları bir kültür davasını kaybetmiştir.
Ama bu dava salt üç dört tane hocanın davasıdır diye
hafife alınmamalıdır. Bu yolda kaybetmek, kazanmak
kadar onurludur. Hiçbir kimse bu davada bu hocaları
bir çıkarcılıkla suçlayamaz, hiçe sayıyor diyemez.
Ama bu hocalar birçok Türk aydınının duyduklarını
yansıtmışlardır. Bu hocalar doğru bildiklerini
açıklamışlar, toplumun simgesi haline gelmiş kültür
değerlerini korumanın gelecek kuşaklar için
kaçınılmaz olduğunu vurgulamışlardır.
Açıkça tüm kültür
değerlerini kurtarmaya soyunmuş yetkililere
soruyorum, Taşkışla İTÜ'nün simgesel yapısı, İTÜ'ye
ait olmak üzere bir kültürel etkinlik merkezi haline
gelemez miydi? Eğer para ise dert, bu bina gene para
kazanma aracı olurdu. Ama böyle bir yol seçilse idi
toplumsal değeri yüksek bir bina olurdu Taşkışlamız.
(...)”

19 Mayıs 1987

11 Haziran 1987

“İTÜ'nün yıldönümünde
standart dışı gösteri” – 13 Haziran 1988
“(...) İTÜ Rektörü Prof.
Kafalı'nın konuşmasından hemen sonra, salonun üst
tarafında oturmakta olan bir grup İTÜ öğrencisi,
alkış tutarak yerlerinden kalktılar ve rektörün
konuştuğu kürsüye doğru yürüdüler. Kürsüye ulaşmadan
önleri kesilen öğrenciler, buraya 'Taşkıla
İTÜ'nündür' yazılı bir çelenk bıraktılar.
Öğrenciler, rektör Kafalı'nın 'Burayı terk edin'
uyarısı üzerine salondan çıktılar. Prof. Kafalı,
daha sonra davetlilerden özür diledi., gösteriyi
yapanların 'Standartlara uymayıp, okuldan atılmış
küçük bir grup' olduğunu bildirdi. Salonu terk eden
öğrenciler, okul dışında yaptıkları açıklamada,
gösterilerini, Taşkışla'nın otel yapılmaması için
düzenlediklerini belirterek, 'Taşkışla İTÜ'lülerin
ruhunu yansıtıyor. Sesimizi duyurmak istiyoruz'
dediler.”

“Taşkışla otel
yapılmasın” - 28 Mayıs 1988
“Yakında 'otel' olarak
restore edilecek olan İTÜ Taşkışla binasında
düzenlenen 'İstanbul'da Tarihi Çevre ve Anıt Koruma
Sorunları' konulu seminerde, 'Taşkışla'yı otel yapan
zihniyet' eleştirildi. Seminerin açış konuşmasını
yapan Prof. Doğan Kuban Türkiye'deki restorasyon
uğruna 'profesyonel cinayetler' işlendiğini
belirterek 'Yapılan pretikler Türkiye'deki
restorasyon kavramının yozlaşmasına neden oluyor'
dedi. (...)”

“15 dakikada Taşkışla” -
31 Mayıs 1988
“(...) Mimarlık
fakültesi öğrenciler Taşkışla'nın otel yapılmasını
'15 Dakikada Taşkıla' adlı oyunla protesto
ediyorlar. (...) Okuldaki değişik öğrenci
kesitlerini yansıtan ve Taşkışla'nın otele
dönüştürülmesini eleştiren oyun perşembe günü
13.00'te Taşkışla'nın avlusunda dekorsuz ve
kostümsüz bölümler halinde sergilenecek.”

3 Haziran 1988


“Taşkışla'yı terk
etmeyeceğiz” - 4 Haziran 1988
“(...) İTÜ Mimarlık
Fakültesi 3. sınıf öğrencilerinden Oktay Murat ise
Taşkışla'da okuyan öğrencilerin pek
çoğununTaşkışla'nın otel olma tehlikesine karşı
duyarsız olduklarından yakınıp 'Bazı öğrenciler
'veda partisi' düzenlemeyi bile düşünüyor.
Hazırlıklara başladılar' diyerek şunları söylüyor:
'Taşkışla'da öğrenciler çıkınca işçiler girecek.
Şimdiden çalışmalara başladılar bile. Dersler
yapılırken iskelelerini kurdular. Biz olayı iç
yüzünü biliyoruz. Öteki insanlara da anlatmak
istiyoruz. Bunu duyurmak için eylemlerimiz
sürecektir. Taşkışla'yı terketmeyeceğiz.' (...)”

“Taksim yerine Selimiye
Oteli” - 8 Haziran 1988
“Yeşil Dayanışma adlı
çevreci grup yayımladığı basın bildirisinde,
İstanbul'daki Taşkışla binasının yerine Selimiye
Kışlası'nın 5 yıldızlı otel yapılmasını önerdi.
(...)”

“Taşkışla için idare
mahkemesinde dava açıldı” - 18 Haziran 1988
“Türk Mühendis ve
Mimarlar Odaları Birliği, Mimarlar Odası, tarihi
Taşkışla binasının otel yapılmasına izin veren,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Maliye ve Gümrük
Bakanlığı kararlarının iptali için idare
mahkemesinde dava açtı. (...) Taşınmaz Kültür ve
Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu'nun, Taşkışla için
1. sınıf tarihi eser ve 'aynen koruma kaarı' varken
ve bu karar hukuki varlığını korurken, otele
dönüştürme projesinin uygun olduğuna dair karar
vermesinin, yasadışı olduğu belirtildi. Otele
dönüştürme işlemi sırasında binanın iç yapısının
değiştirilmesine izin verilmesinin iptali
gerektirdiği öne sürüldü. (...)”

20 Haziran 1988

7 Temmuz 1988

“Taşkışla'nın otel
yapılmasına engel” - 17 Temmuz 1988
“TMMOB İstanbul Şube
Başkanı Yücel Gürsel, bu gelişmeden sonra ruhsatsız
olan inşaatın belediye tarafından durdurulması
gerektiğine dikkati çekerek 'Bina, Teknik
Üniversite'nin malı olarak eğitim sistemi içindeki
özel yerini sürdürmelidir' dedi. İnşaatın
müteahhitliğii üstlenen 'Eska' ile İTÜ arasında
eğitimin devam ederken çalışmalara başlanılmaması
konusunda anlaşma sağlanmasına karşın, çalışmaların
başlatıldığını vurgulayan Gürsel, karara rağmen
inşaatın devam ettirilmesi durumunda meşru müdafaa
haklarının doğacağını söyledi. (...)”

“Selim Edes hakkında suç
duyurusu” - 6 Ağustos 1988
“Tarihi Taşkışla
binasının otele dönüştürülmesine ilişkin tartışmalar
nedeniyle iki profesör ve iki doçent savcılığa
başvurrarak Eska İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Selim
Edes hakkında suç duyurusunda bulundular. Taşkışla
projesini üstlenen şirketin yönetim kurulu başkanı
Edes'in, 'Bu projeye karşı çıkan haindir' sözlerini,
'namus, şöhret, vekar ve haysiyetlerine taarruz'
kabul eden Prof.Dr. Mehmet Erol Kulaksızoğlu,
Prof.Dr. Yıldız Sey, Doç.Dr. Afife Batur ve Doç.Dr.
Ayşe Zeynep Ahunbay, avukatları aracılığıyla
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na başvurdular. (...)”



“Böyle bir otel, her
zaman prestij” - 13 Eylül 1988
“- Mimarların ortak
görüşü, 'Taşkışla'dan güzel bir otel olmaz' şeklinde
özetlenebilir. Sizce Taşkışla'dan güzel bir otel
olur mu? Olursa bu otel rantbl mıdır?
EDES – Ben başlangıçta
Mimarlık Fakültesi'ndeki hocalara, 'Siz hepiniz
mimari profesörüsünüz, gelin, sizi burada görev
alamaya davet ediyorum. Madem ki bu binayı hepimiz
seviyoruz, gelin elbirliğiyle yapalım' dedim. 'Yok'
dediler, 'Biz elimizi bile sürmeyiz'. Bu yüzden ben
binayı sevdiklerine de inanmıyorum. Çünkü seven adam
ona bakar. Bana göre Taşkışla'dan çok güzel otel
olur. Rantabl olmasına gelince, Regent gibi bir grup
yüzde elli gibi bir finansmanla, işletme değil,
finansmanla dahil olduğuna göre rantabldır. Ama bir
Taşkışla tabii ki güneyde boş araziye bir otel
kondurmak kadar rantabl olamaz. Çünkü orayı tamir
etmek, yenisini yapmaktan zor.
- Yaptığınız
açıklamalarda 'prestij için' diyorsunuz?
-
Biz Taşkışla'yı, büyük çapta turizm işine girmeye
karar verdiğimiz için bir prestij olarak gördük. Bu
sahada bizimle yatırım yapmak isteyenler için, böyle
mücevher gibi, İstanbul'un göbeğinde Taşkışla gibi
bir otel, her zaman prestijdir.
- İdare Mahkemesi'nin
'Yürütmeyi durdurma' kararını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
- İdare Mahkemesi'nin
kararının muhatabı biz değiliz. Çünkü burası turizm
bölgesi ilan edilmiş, 2.5 senedir kimse itiraz
etmemiş. Böyle bir konuda en büyük merci Anıtlar
Kurulu'dur. Bu kurul da bizim takdim ettiğimiz
projeyi onaylamıştır. (...)”

30 Ekim 1988

16 Kasım 1988

18 Haziran 1989

19 Temmuz 1989

3 Ağustos 1989
Arkitera, Derleyen Betül Atasoy, 18.07.2013
|
 |
KAYBOLAN CAMİLER YENİDEN YAPILACAK
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Türkiye genelinde 150 kaybolan cami tespit ettiklerini, bu sayı içinde 130’unun İstanbul’da olduğunu açıkladı.
Bu camilerin çoğunluğunun Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde yıkıldığını, yeniden inşa edilmesi için çalışma başlattıklarını söyleyen Ertem, “Bazı camilerin yerine apartman bile yapılmış. Onlara bir şey yapamayacağız. Ama yeri boş olanlara yeniden cami yapacağız” dedi.
YENİKÖY PARKINA CAMİ
Ertem, kaybolan camilerden birinin Rumeli Hisarı içinde sadece minaresi kalan Fetih Camisi olduğunu belirterek, “Diğeri Yeniköy Parkı içindeki Fazıl Efendi Camisi. Bu cami tamamen yıkılmış ama yeri belli. Çevrelenmiş durumda. Onu da eski haliyle yeniden inşa edeceğiz. Bir diğeri de Karaköy’de İtalyan mimar Raimondo D’Aronco’nun yaptığı ancak kaybolan Karaköy Camisi” dedi.
VAKFİYE NEDENİYLE
Ertem, bunu vakfiyelerde belirtilen hususlardan hareketle yaptıklarını, Türkiye’de satılmış ve konuta dönüştürülmüş camilerin de bulunduğunu bildirdi. Ertem, bu tür camileri satın alarak ibadete hazır hale getirdiklerini kaydetti.
Hürriyet, Haber: Meltem Özgenç, 18.07.2013
|
REMBRANDT ŞAŞIRTACAK!
Londra’daki National Gallery, 2014 yılında
açılacak büyük bir Rembrandt sergisine hazırlanıyor.
15 Ekim 2014’te açılacak sergi, resimlerinde
kullandığı ışık (ve gölge) tekniğiyle
sanat tarihinde özel yeri olan Rembrandt’ın son
yıllarındaki şaşırtıcı değişime ve yaratıcılığa
odaklanacak. Usta ressamın son döneminde ürettiği 40
yağlıboya tablo, 20 çizim ve 30 gravürün yer alacağı
serginin küratörü Betsy Wieseman, serginin
ziyaretçileri şaşırtacağını belirtip ekliyor:
“Rembrandt, son döneminde olgun bir ressam olarak
kendini geleneklere daha az bağlı hissediyordu. Bu
yüzden de artistik ve ikonografik riskler almaktan
da kaçınmıyor ve diğer sanatçıların giremediği
yollara sapabiliyordu.” National Gallery ve
Amsterdam Rijkmuseum ortaklığında hazırlanan sergi,
Amsterdam’a geçmeden önce
Washington ’daki National Gallery of Art ve
Lahey’deki Mauritshuis müzelerinde de ziyaretçilerle
buluşacak.
Radikal, 18.07.2013
|
|
 |
ŞİPŞAK MÜZE SOYGUNU
Belçika'nın başkenti Brüksel'de filmlere konu olacak bir soygun gerçekleşti: Müzenin penceresini sökerek içeri giren hırsızlar, çalan alarmlara aldırış etmeksizin iki dakika içinde on tabloyu yüklendikleri gibi olay yerinden uzaklaştı. Salıyı çarşambaya bağlayan gece gerçekleşen hırsızlık olayına müdahale eden güvenlik görevlileri ise hırsızların çoktan izlerini kaybettirdiklerini gördü. Van Buuren Bahçeleri ve Müzesi Müdürü Isabelle Anspach "Tarihi ve sanatsal mirasımızın önemli parçaları olan tabloları kaybettiğimiz için çok üzgünüz. Tüm alarmlar aktifti fakat hırsızlar çok hızlı çalıştılar, iki dakika içinde her şeyi kapıp çıkmışlardı bile" dedi. Anspach, 15'inci yüzyıla ait eserlerin sergilendiği müzenin güvenliğinin arttırılacağını, böylesine bir olayın bir daha yaşanmayacağını temenni ettiğini bildirdi. Çalınan tablolar arasında Hollandalı ressam Kees Van Dongen'in "Düşünen Kadın" ve Belçikalı ressam James Ensor'un "Karidesler ve Deniz Kabukları" adlı tabloları da bulunuyor. Özellikle dışavurumculuğun öncülerinden biri olarak gösterilen Van Dongen'in tablosunun çalınması müze yetkilileri ve sanatseverleri üzdü. Çalınan parçaların toplam değerinin ise 1 milyon 600 bin euro civarında olduğu söyleniyor.
Sabah, 18.07.2013
|
'SAHTE SERGİ' MÜZESİ KAPATILDI

Çin ’in Hebei
eyaletinde bulunan
Jibaozhai Müzesi’nde
yapılan sergilerin
çoğunda sahte eserlerin
kullanıldığı belirlendi.
Müzenin inşası ve sergi
düzenlemeleri için 6.4
milyon pound (yaklaşık
19 milyon TL)
harcanmıştı. Ancak
müzede, içinde Çin
Hanedanlığı dönemine ait
olduğu iddia edilen ama
‘çizgi film
karaterleriyle süslü’
bir vazo gibi ‘sürreal’
eserlerin de bulunduğu
pek çok eserin sahte
olduğu ortaya çıktı.
Müze sahibi Wan Zonquan
ise Shangai Daily’de
müze ödeneğini suistimal
ettiğine dair
suçlamaları reddetti ve
ekledi: “Dünyadaki diğer
sergilerin de sahte ya
da gerçek olduğunu Tanrı
bile bilemez.” Müzenin,
Çin kültürünü
geliştirmek amacıyla
kurulduğu iddia
ediliyor.
Müzenin yardımcı
küratörü Shao Baoming,
“En azından müzedeki
sergilerin yarısı
gerçek” diyerek Wan
Zonquan’ın açıklamasını
bile solda bıraktı.
Müzedeki çoğu eserin
sahte olduğu, Beijing’li
yazar Ma Boyong’un sergi
sırasında çoğu eserin
gerçeği yansıtmadığını
ve turistleri
yanılttığını söylediği
blogunda ortaya attığı
iddialar üzerine ortaya
çıktı.
Müzede sergilenen bir
obje, Çin kültüründe
efsanevi bir hükümdar
olarak bilinen Huangdi
adına imzalanmış, ancak
imzada eski Çince
karakterler kullanılmış
ve MÖ 27.
yüzyılda, yani eserdeki
karakterler ortaya
çıkmadan çok önce
yapıldığı yazılmış.
2007 yılında kurulan
müze 12 salonuyla
birlikte kurulduğu
günden itibaren pek çok
sayıda sergiye ev
sahipliği yapmıştı.
Radikal, 18.07.2013
|
İNGİLİZLER
PARA BULAMAZSA
REMBRANDT YOLCU
İngiliz Hükümeti, 1669'da ölen Hollandalı ressam Rembrand'ın otoportresinin yurtdışına gönderilmesini erteledi.
ABD Kaliforniya'daki Getty Müzesi portre için 46.8 milyon lira önermişti. Ekime kadar İngiltere'deki müzeler aynı parayı verirse eser İngiltere'de kalacak.
Sabah, 18.07.2013
|
|
LYCUS VADİSİ'NİN 7 BİN
500 YILLIK YERLEŞİM YERİ BULUNDU

Denizli’nin Eskihisar
Mahallesi yakınındaki antik kent Laodikya’da yapılan
kazı çalışmaları kapsamında Lycus Vadisi’nin
(Çürüksu) en eski mezarları ve yerleşime ait yapı
kalıntıları bulundu.
Laodikya Kazı Heyeti
Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Lycus Vadisi’nin en
eski yerleşim yerinin 7 bin 500 yıl öncesine kadar
dayandığını bu yerleşim yerini de Anadolu’da yaşayan
kavimlerin kurduğunu söyledi.
11 YILDIR ÇALIŞMA
YAPILIYOR
Laodikya antik kentinde
11 yıldır Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
tarafından kazı çalışmaları yapılıyor. Antik kentte
arkeoloji alanında önemli eserler bulunurken, tarihi
yapılar da gün ışığına çıkartılıp, yapılan
restorasyonlarla ayağa kaldırılıyor. Antik kentte
süren kazı çalışmaları kapsamında 'Batı Mezarlığı'
olarak bilenen bölgede Lycus Vadisi’nin en eski
mezarlığı ve yerleşim yeri ortaya çıkarıldı. Bölgede
titizlikle sürülen kazı çalışmalarında, insan
figürlü kaplar, bronzdan saç iğneleri, tanrıça
figürlü kaplar gibi 7 bin 500 yıl öncesine dayanan
tarihi eserler de ortaya çıktı. Çıkan eserler,
kayıtları yapıldıktan sonra Müze Müdürlüğü’ne teslim
edildi.
HEYECANLANDIRAN KAZI
Bulunan yerleşime ait
yapı kalıntılarının oval bir mekan ve 'Megaron' diye
adlandırılan dikdörtgen planlı yapı kalıntıları
olduğunu belirten Prof.Dr. Celal Şimşek, yerleşim
yerinin 7 bin 500 yıl öncesine ait olduğunu
kaydetti. Şimşek, Laodikya’nın Hellenistik dönemden
daha önce kurulduğunu hatırlatıp,
“Antik kaynaklardaki bilgilere göre, Laodikya
adından önce Rhoas ve Diospolis yani Zeus’un kenti
adları biliniyordu. Rhoas adı tipik bir Anadolu adı
olup, kentin ilk sakinleri dışarıdan değil,
Anadolu’da yaşayan kavimler tarafından kurulduğunun
ispatıdır. Lycus Vadisi’nin en eski yerleşim yerinin
kalıntılarını bulmak bizi heyecanlandırdı”
dedi.
Arkeoloji Bölümü Öğretim
Görevlisi Umay Oğuzhanoğlu Akay ise, en eski
yerleşim yerinde çok titizlikle çalışmalar
yaptıklarını dile getirdi.
Akşam, 17.07.2013
|
 |
AHMET GÜNEŞTEKİN, MARLBOROUGH GALLERY SANATÇISI OLDU
Ressam Ahmet Güneştekin, Marlborough Gallery sanatçısı oldu. Güneştekin Sanat Galerisi'nden yapılan açıklamaya göre, sanatçı, işbirliği çerçevesinde ABD'deki ilk sergisini 26 Kasım'da New York Marlborough Gallery'de açacak. Serginin kitabını, Metis Yayınları'nın Türkçe'ye kazandırdığı "Sanatın Sonu" adlı kitabın da yazarı olan Donald Kuspit kaleme alıyor.
Güneştekin, New York'taki sergisinin ardından 2014 yılında da Monaco Marlborough Gallery'de ikinci sergisini düzenleyecek. Londra'da 1946 yılında "Marlborough Fine Arts" adıyla kurulan Marlborough Gallery, ilk yıllarında Monet, Pissaro, Sisley, Renoir, Van Gogh gibi klasik ressamların eserlerini sergiledi. Galeri, 1960'lı yıllardan başlayarak Kandinsky, Kurt Schwitters, Francis Bacon, Henry Moore, Jackson Pollock, Egon Schiele, Picasso ve Mark Rothko gibi önemli sanatçıların sergilerine de ev sahipliği yaptı.
Habertürk, 17.07.2013
|
NEOLİTİK DÖNEMDE
ÇİFTÇİLİK İZLERİ

Hollanda Araştırma
Enstitüsü tarafından Yenişehir Barcın Köyü’ndeki
höyükte 2007 yılından bu yana sürdürülen kazılarda,
çiftçilik ve hayvancılık izlerine rastlandı.
Barcın Höyüğü’ndeki
kazıların bu yılki bölümüne başlandı. Neolitik
dönemin çeşitli evrelerinin araştırıldığı
çalışmalarda Hollanda Araştırma Enstitüsü Müdürü
Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Fokke Gerritsen,
Kültür Bakanlığı Temsilcisi Karadeniz Ereğli
Müzesi’nden Arkeolog Seda Başar, Boğaziçi
Üniversitesi Kimya Bölümü’nden Prof.Dr. Hadi
Özbal, Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat
Tarihi Bölümü’nden Arkeolog Yrd. Doç.Dr. Rana
Özbal Gerritsen ve Ege Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Mücella
Erdalkıran Yenişehir’e gelerek 2 ay sürecek
arkeolojik kazılara start verdi.
ÜST
TABAKADAKİLER DAHA NİTELİKLİ EŞYA
Koç Üniversitesi
Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nden Arkeolog
Yrd. Doç.Dr. Rana Özbal Gerritsen, bazı
açmalarda ev kalıntıları, avlular, ocaklar ve
çanak çömleklere ulaşıldığını bildirdi. MÖ 6 bin
600 yıllarında çanak çömleklerin daha yeni yeni
kullanılmaya başlandığının görüldüğünü anlatan
Gerritsen, “En alt tabakalarda kalın duvarlı ve
kaba çanak çömlekler bulunurken, genelde üst
tabakalardakiler daha nitelikli oluyor” dedi.
Neolitik dönemde
Marmara Bölgesi’ndeki ilk çiftçi ve hayvan
yetiştiricileriyle ilgili önemli verilere
ulaşıldığını ifade eden Gerritsen, insanların
tahıl üretip hayvan yetiştirdiğinin
belirlendiğini kaydetti. Gerritsen, “Daha çok
eti ve sütünden yararlanabilecekleri koyun ve
sığır gibi hayvanlar beslemişler. Kemik
iliklerini çıkarmak için bir keski yardımıyla
kemikleri ikiye bölmüşler. Ayrıca,
evcilleştirilmiş tahıllardan arpa ve buğday
yetiştirmişler” diye konuştu.
Bursa Olay, Haber:
Gürhan Adana, 17.07.2013
|
BÜYÜKADA'YA HANÇER!

İstanbul Büyükada’da başlayan yapılaşma, hem
tarihi görünümü hem de yeşil dokuyu tehdit ediyor.
Son olarak Seferoğlu Tesisleri site inşaatı, ada
sakinlerinin tepkisini çekti. Ada halkı,
rahatsızlığını Büyükşehir ve Adalar Belediyesine
yaptığı şikayetle dile getirdi ancak hiçbir sonuç
alamadı. Şikayetler üzerine firma, yapıların üzerine
branda gerse de gemilerle getirilen iş makinelerini
gören ada sakinleri tepki göstermeye devam etti.
Taraf gazetesinin haberine göre; daha önce sahilde
bulunan Lido Tesisi mahkemelik olmuştu. İmar
mevzuatına aykırı olduğu gerekçesiyle proje
tamamlanmasına rağmen ruhsatı iptal edilmişti.
Emsal olmasından korkuyorlar
Ada halkı yapılan inşaatın daha sonra yapılması
düşünülen inşaatlara emsal olacağını düşündüklerini
söylüyor. Adalılar yapılaşma nedeni olarak
geçtiğimiz günlerde değiştirilen Tabiatı ve
Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu’nun neden
olduğunu ifade ediyor. Kanun, tabiat varlığı, doğal
sit alanı ya da milli parkların statüsünü yeniden
değerlendirmeye açıyor.
450 tescilli ağaç kesildi
İstanbul Adaları Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Derneği Başkanı Arif Çağlar, Büyükada’da süren
siteleşmeyi birçok kez ilgili mercilere şikayet
ettiklerini belirtti. Taraf‘a konuşan dernek başkanı
Çağlar sözlerine şöyle devam etti:
“Sit ve
koruma kurallarına aykırı olarak site inşaatı devam
ediyor. Biz vakıf olarak bununla mücadele ediyoruz.
İnşaatla ilgili birçok yere başvurduk. Kaçak inşaat
şekline dönüşmüş olduğu ve burada ki bütün tabii
yapıyı bozduğu için resmi makamlara dilekçe verdik.
Resmi makamların buna neden karşı çıkmadığı ve işlem
başlatmadığı bir muamma. Bu site inşaatı başlamadan
önce alanda küçük bir yapılaşma vardı ancak burada
Orman İdaresi tarafından tescil edilmiş 450 ağacın
olduğu büyük bir koru vardı. Bu ağaçları kestiler ve
buranın fiziki yapıyı değiştirdiler. O alanda tarihi
sayılacak yanmış bir ev de vardı. O evi de restore
ettiklerini söylüyorlar ama yakından göremediğimiz
için evin durumunu bilmiyoruz. Arazinin büyük bir
kısmı sit kurallarına aykırı şekilde inşa ediliyor.
Normal olarak binaların yüksekliği 6,5 metreyi
geçmeyecek şekilde izin almışlar ancak bu kurala
uymuyorlar. Biz de Koruma Kurulu’na verilen
projelere aykırı yapılaşma olduğu için itiraz
ettik.”
“Uluslararası sözleşmeyle garanti altına
alınmıştı”
Geçtiğimiz yıl alınan kararla Yassıada ve
Sivriada’nın Sit alanı kaydı kaldırıldı ve adaların
konumu “sürdürülebilir koruma ve kontrollü
kullanım alanı” olarak belirlendi. Gerekçe
olarak mimari değeri olan yapıların zaten tescilli
olduğu gösterildi. Bölge Koruma Kurulu Yassıada’yı
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na müze olarak
kullanılmak üzere tahsis etti. Son olarak torba
yasaya eklenen yeni düzenlemeyle kıyı kanunu
hükümlerinden muaf tutuldu. Ancak yüzde 5 olan imar
izni Yassıada’da yüzde 65’e Sivriada’nın yüzde 45’e
çıkarıldı. Adaya yapılabilecek olan otel, restoran,
kongre salonları ve turistik konaklama tesisleri de
tepki topladı. Konuyu değerlendiren Mimarlar Odası
Başkanı Eyüp Muhçu adalarda yapılacak betonlaşmanın
adanın doğasına zarar vereceğini belirtti. Muhçu
sözlerine şöyle devam etti: “Yassıada ve
Sivriada’nın imara açılması hem tarihi hem kültürel
hem de doğal alanlar açısından kesinlikle yanlıştır.
Ayrıca kültür varlıkları ve doğal alanlar hem yerel
hem de uluslar arası sözleşmeyle garanti altına
alınmıştır. Ancak ülkenin birçok yerinde yapılan
betonlaşma hareketi ile bu kural ihlal edilmiştir.”
Mimar Korhan Gümüş konuyla ilgili şunları belirtti:
“İşlevsiz kamu alanlarını inşaatla
dönüştürmek çağdışı bir yöntemdir. Kamunun aklına
özeleştirmek dışında başka bir yöntem gelmiyor.
Ayrıca Menderes’in anısına saygısızlık oluyor. Hepsi
birer tarihi belge olan Yassıada’daki bütün askeri
mobilyalar yağmalanmış durumda. Orada hiçbir
güvenlik önlemi yok.” CHP Bursa
Milletvekili Turhan Tayan, Yassıada’nın imara
açılması kararına tepki gösterdi. Tayan,
“Yassıada’da yüzde 5’lik imar durumu yüzde 65’e
çıkarılarak oteller, AVM’ler, gazinolar yapılacak.
Demokrasi müzesi sadece bir kılıf” dedi.
Gazeteport, 17.07.2013
|
SİGARA İZMARİTİ YAKMIŞ OLABİLİR

Tarihi Haydarpaşa Garı'nın tamiratı sırasında
çatıda çıkan yangınla ilgili yapılan keşfin ardından
hazırlanan bilirkişi raporu mahkemeye ulaştı.
Raporda çarpıcı bir ayrıntıya yer verildi. Yangının
nedeni söndürülmemiş sigara izmariti olabilir.
Rapora göre tarihi gar yangınının sebebinin en
güçlü ihtimali “kolay yanıcı izolasyon
maddesinin aşırı ısınması” ikinci en
güçlü ihtimali ise çalışan
işçilerin
izolasyon malzemelerine attığı söndürülmemiş
izmarit. Bilirkişi yangının sabotaj ve
kundaklama ile elektrik kontağından çıkma
ihtimalinin olmadığına kanaat getirdi.
Çatıda izolasyon yapan 2 işçi ile izolasyon
çalışmasını yürüten şirketin 2 sahibi hakkında
"taksirle yangına sebebiyet vermek"
suçundan 1 yıla kadar hapis, TCDD’nin iki mimar
ve mühendisi hakkında da "Genel
güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması"
suçundan 1 yıla kadar hapis cezası
istemiyle açılan dava kapsamında yapılan keşifle
ilgili bilirkişi raporu yargılamanın yapıldığı
Anadolu 8 Sulh Ceza Mahkemesi’ne ulaştı.
YA SİGARA İZMARİTİ, YA YANICI
İZOLASYONUN TUTUŞMASI
Bilirkişinin olayın üzerinde iki yıl geçmiş
olması ve tüm keşif ve fiili tespit imkanlarını
ortadan kalkmış olduğunu belirttikleri
raporlarında, yangının, işçilerin sigara
izmaritlerini yere bastırarak ve suda
söndürdüklerini ifade etmelerine karşın, yanar
vaziyette atılmış bir kibrit veya sönmemiş bir
sigara izmaritinden çıkmış olabileceğinin güçlü
ihtimal olduğu vurgulandı.
Raporda yangın çıkış sebebinin en güçlü ihtimali
olarak ise, işçiler Zafer Ateş ile Hüseyin
Doğan’ın pürmüz lambası ile ısıttıkları
izolasyon malzemesini eriterek zemine
yaydıkları, bu iş biter bitmez de hemen olay
yerinden ayrılmalarından 15 dakika sonra çatıdan
dumanların çıkması gösterilerek, “Kolay
yanıcı izolasyon malzemesinin aşırı ısınması”
nın mevcut delillerden ortaya çıkan en güçlü
ihtimal olduğu vurgulandı.
Anadolu 8. Sulh Ceza Mahkemesi’nde dün görülen
davada taraf avukatları bilirkişi raporunu
inceledikten sonra beyanlarda bulunacaklarını
belirttiler.
Tarihi Haydarpaşa Garı'nın tamiratı sırasında 28
Kasım 2010 tarihinde çatıda çıkan yangınla
ilgili 14 ay süren savcılık soruşturması
ardından yangında sabotaj ve kasıt iddiaları
dayanaksız kalırken, çatıda izolasyon yapan
Zafer Ateş ve Hüseyin Doğan adlı işçiler ve
izolasyon çalışmasını yürüten şirketin sahibi
İhsan ve Hüseyin Kaboğlu hakkında ‘taksirle
yangına sebebiyet vermek’ suçundan 1
yıla kadar hapis istemiyle açılan dava açıldı.
'VALLAHİ BİZ YAKMADIK'
Yapılan yargılama
sırasında tarihi garın izolasyonunda yangına
dayanıklı malzeme ve tecrübeli işçiler kullanmamakla
suçlanan firma sahibi Hüseyin Kaboğlu olaydan üç gün
önce onarımı bitirdiklerini kalan eşyalarını
toplamak için gara gittiklerinde patlayan su
borularına TCDD mühendisi Şuayip Günay’ın emriyle
müdahale etiklerini belirterek “Elektrik kabloları
da su altında olduğu için Şuaip Bey bana şarteli
kapattırdı. Hemen su tesisatçısı buldum. Suyu bile
kesmeyi başaramadık öyle tamir ettik. Pet su
şişeleriyle çatıdaki suları tahliye ettik. Ardından
da şarteli tekrar kaldırarak olay yerinden ayrıldım.
Yarım saat sonra yangın çıkmış. Bizim o gün ateşle
falan işimiz olmadı” demişti. TCDD’de mimarı Suavi
Güray, “Eşyalarını toplamaya gelen Hüseyin Kaboğlu,
yukarıda bir kalorifer borusunun patladığını ve
işten anladığını söyleyince, bende tamir et dedim.
35 dakika sonra da güvenlik görevlisi yangın
olduğunu söyledi. Hemen çatıya çıktım. Alev yoktu.
Duman olmasından dolayı da ilerleyemedim. İtfaiyeye
haber verdim. 15 dakika sonra da liman ile kule
arasındaki çatıdan alev çıkmaya başladı. 40 yıldır
görev yapıyorum. Yangının aşırı elektrik
ısınmasından çıktığını düşünüyorum” derken TCCD
mühendisi Ayşe Kablan ise çatıya kendisinin
çıkmadığını ve yangınla ilgili bilgi sahibi
olmadığını söylemişti.
Gazeteport, 17.07.2013
|
TARİHİ CAMİ BARAJ SULARI ALTINDA KALMAKTAN
KURTARILDI

Türkiye'nin, kemer baraj sınıfında en yüksek barajı
Artvin
Deriner Barajı'nda bir süre önce su tutulmaya
başlanmasıyla su altında kalmaması için nakledilen
Osmanlı dönemine ait eserler arasındaki yaklaşık150
yıllık Zeytinlik Köyü Camisi'nin, yeni yerleşim
yerinde aslına uygun inşası
tamamlanmak üzere.
Barajda su tutulmasıyla kent merkezine 50 kilometre
mesafedeki Zeytinlik Köyü de su altında kaldı.
Kültür ve Tabiat Varlıkları kapsamında oruma
altındaki tarihi Zeytinlik Köyü Camisi'nin su
altında kalmaması için sökülüp, köyün üst kısmında
belirlenen alana kurulması çalışmalarına 8 ay önce
DSİ Bölge Müdürlüğü ekiplerince başlanmıştı.
Kitabesinde Hicri 1272 yılında Saliha Hanım
tarafından yaptırıldığı yazılı olan Zeytinlik Köyü
Camisi'nin orijinal görüntüsünün korunması
amaçlanıyor. Caminin su altında kalmadan önce
sökülen iç kısmında bulunan, dönemin ahşap ve taş
işçiliğini yansıtan mihrap, minber, tavan
kaplamaları, süslemeler, korkuluklar ve yapıldığı
döneme ait bilgiler içeren dış cephedeki taşlar ile
dış kapısı, aslına uygun inşa edildi. Dış ve iç
mekanları tamamlanan caminin minare ve çevre
düzenlenmesi çalışmaları hızla devam ediyor.
Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması kapsamında
olan, yeniden yapımı ve bazı kısımlarının taşınması
kararı bulunan Oruçlu Köyü Gümrük inası, Oruçlu Köyü
Camisi ve Zeytinlik Köyü Aşağı Türbe'nin yapımı da
aynı proje kapsamında gerçekleştiriliyor.
"Camimiz eskisinden daha güzel ve sağlıklı
yapıya kavuşturuldu"
Zeytinlik Köyü Muhtarı Yusuf Demirel, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Deriner Barajı'nın yapımıyla
köyün baraj suları altında kaldığını belirterek,
"Köyümüzde bulunan ve 150 yıllık tarihe sahip
camimizin sular altında kalmasına gönlümüz
elvermedi. DSİ 26. Bölge Müdürlüğünce sökülen
camimiz, köyümüzün yeni yerleşim yerine bütün taş ve
ahşap kısımları aslına uygun monte edildi" dedi.
Caminin inşasında görevli mühendislerin çok titiz
çalışma gerçekleştirdiklerini dile getiren Demirel,
"Camimiz eskisinden daha güzel ve sağlıklı yapıya
kavuşturuldu. Caminin dış ve iç kısımlarının monte
edilmesi tamamlandı. Minare çalışmaları ile caminin
çevre düzenlemesi inşaatı ise hızlı şekilde devam
ediyor. Tek üzüntümüz ve burukluğumuz ramazan ayında
burada namaz kılamayacak olmamız" diye konuştu.
Cami çevresine sular altında kalan
türbelerin minyatürleri yapılacak
Demirel, Aşağı ve Yukarı Zeytinlik Türbelerinin,
baraj sularına gömülmeden önce su altında
bozulmaması amacıyla DSİ tarafından onarıldığını
ifade ederek, "Zeytinlik Köyü Camisi'nin çevresinde,
bu türbelerin aslına uygun minyatürleri yapılacak.
Bu da bizleri son derece mutlu etmiştir. Köyümüz,
mezarlıklarımız ve anılarımız sular altında kaldı
ancak en büyük mutluluğumuz tarihimiz sular altında
bırakılmadı. Buradan başta Artvin Valiliğimize, DSİ
26. Bölge Müdürlüğümüze çok teşekkür ediyoruz" dedi.
Hem köyün şehir merkezine yakınlığı hem de tarihi
camide görev yapmak isteyen din görevlilerinin
kendilerine başvurmasından dolayı son derece memnun
olduklarını vurgulayan Demirel, şunları söyledi:
"Her gün telefonla arayarak ve köye gelerek camimize
imam hatip olarak
atanmak isteyen birçok kişi var. Öyle ki daha önce
bu camide görev yapmış ve buradan tayin isteyip
ayrılan din görevlileri bile tekrar camimizde görev
yapmak için bize ve müftülüğe başvuruyor. Köyümüzün
yeni yerleşim yeri henüz kurulmadığı için
imamlarımızı ağırlayacak evimiz yok. Kısa sürede köy
tüzel kişiliğince bir ev yapıp imamızı burada
barındıracağız."
Sabah, 17.07.2013
|
KOLEKSİYONERLERİN ARDINDAKİ DANIŞMANLAR
Rh+ art
magazine(*) 100. sayıya ulaştı. Bir sanat dergisinin
100 sayı çıkarması, aynı düzeyi koruyarak yayın
hayatını sürdürmesi önemli ve ihmal edilmemesi
gereken bir çaba. Başarı bir o kadar. Sanatçılar,
eleştirmenler bu sayı için düşüncelerini
belirtmişler.
Özel Sayı’da iki dosya ve bir yazı ilgimi çekti.
Birinci bölüm; Türkiye’nin Koleksiyonerleri
başlığını taşıyor. Soruşturmaya cevap veren ve
listede yer alan adlar: Can Elgiz, Murat Ülker, Mete
Bora, Hüsnü Güreli, Nezih Barut, Öner Kocabeyoğlu,
Çakmak Turgay, Nezih Çavuşoğlu, Lucien Arkas.
Hiç kuşkusuz bu liste uzayabilir, en azından ben
bazı adları bu listeye ekleyebilirim. Yazının
başında soruşturmayı yanıtlayanların adlarını buraya
aldıklarını yazmışlar. Yani söyleşi dosyası bu.
Can Elgiz, söyleşisinde meraklısına bir not
iletiyor: “Sanat eserinden önce kitap almak lazım.
Bilgi sahibi olamadan ilgi sahibi olunmaz derler.
Önce bilgileneceksiniz sonra ilginizin neye olduğunu
anlayacaksınız”.
Murat Ülker kendi konumunu şöyle tanımlıyor:
“Sanatla yakından ilgilenmeme rağmen kendimi bir
koleksiyoner olarak değil sanatsever olarak ifade
etmek isterim”.
Mete Bora, ”Koleksiyonerlik keyiftir, tutkudur,
karasevdadır” diyor.
Hüsnü Güreli,”Ben modern ve çağdaş sanatçılardan
eser alıyorum. Dört yüz civarında eserim var. Yüzde
90’ı resim, yüzde 10’u da Azade Köker’in heykelleri”
cümlesiyle koleksiyonunu açıklayarak soruyu
cevaplıyor.
Nezih Barut’a göre, “Koleksiyonerlik doğuştan gelen
bir özelliktir ve kişinin kendisini yansıtır”.
Papko/Öner Kocabeyoğlu koleksiyonerliğe, “12 yıl
önce müzayededen satın aldığı bir Selim Turan
tablosu ile başlamış”. Çakmak Turgay ise
koleksiyonerliğe nasıl başladığını, ”90’lı yıllarda
tuğralı gümüş, objeler ve küçük ebatlı resimler
aldım” sözleriyle anlatıyor.
Nezih Çavuşoğlu koleksiyonerliği şöyle tanımlıyor:
“Koleksiyon yapmak bir kültür işidir. Bir keyiftir.
Ayrıcalıktır ama derin bilgi gerektirir”. Lucien
Arkas, bine yakın eserden oluşan geniş bir
koleksiyona sahip, koleksiyonerliği bir toplama
uğraşısı olarak görmüyor. Koleksiyonla ilgili Mimar
Niko Filidis yönetiminde uzmanlar çalışıyor.
* * *
Koleksiyonerlik konusunda benim ve eminim ki
birçok okurun aklına takılan başka sorular var!
- Koleksiyonerlerin danışmanları kimler?
- Sadece kendi zevklerinin doğrultusunda mı seçim
yapıyorlar, fikirlerine veya estetik bilgisiyle,
uzmanlığına güvendikleri danışmanları var mı?
- Belli bir dönemin eserlerini mi tercih ediyorlar?
- Danışmanları ne kadar etkili oluyor?
- Tamamen danışmanlara bırakıyorlar mı eser
seçimini, kendilerinin kişisel zevki ne oranda
etkili oluyor?
İnsan merak ediyor. Koleksiyonerlerin ardındaki
danışmanları, doğrusu öğrenmek isterim.
Sanatsever
kamuoyu da bu duyguma katılacaktır.
Derginin diğer önemli yazısı; Abdülkadir Günyaz ile
yapılan konuşma.
Diğer dosya da Kaya Özsezgin’in editörlüğünde
hazırlanmış olan Günümüzde Sanat Eksperliği.
Bu
konuya daha sonra detaylı olarak değineceğim.
Koleksiyon ve sanat dünyasının önemli bir konusu...
* * *
Dergiye uzun ve başarılarla dolu bir yayın hayatı
diliyorum.
(*) rh+ art magazine, % 100 Sanat, Özel Sayı,
Türkiye’nin Güzel Sanatlar Dergisi, 2013,
Haziran-Temmuz-Ağustos.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 17.07.2013
|
PARALEL EVRENDE MİMARLIK BÖYLE OLUYOR
Mimari
görselleştirme firması Atakan Animasyon'un
çalışmaları arasında Emek Sineması, Sulukule ve
Yassıada gibi tartışmalı projelerin görsellerine
rastladık.
Atakan Animasyon isimli bir mimari
görselleştirme firmasının çalışmaları arasında Emek
Sineması, Sulukule Yenileme Projesi ve Yassıada
Projesi gibi kent ve mimarlık gündeminin tartışmalı
projeleri de yer alıyor.
Ortaya koyulan bu imajlar bize, tüm tartışmaların
göz ardı edilerek yapılan planlama ve mimarlık
çalışmalarının sanki paralel evrende yürütüldüğünü
söylüyor.
Emek Sineması

Yassıada Projesi

Sulukule Yenileme Projesi

Yapı, Haber: Bahar Bayhan, 16.07.2013
|
YABANCILAR ARKEOLOJİYİ ANADOLU'DA ÖĞRENİYOR
Kültepe
Höyüğü kazı başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, ABD'den
Almanya ve Japonya'ya kadar
pek çok ülkeden arkeoloğun Anadolu'nun
çeşitli yörelerinde kazı yaptığını
belirterek, "Anadolu'ya,
Türkiye'ye bu işi öğrenmeye geliyorlar. Kendi
ülkelerinde bu kadar zengin bir
tarihi geçmiş yok" dedi.
Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Kulakoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Anadolu'nun "medeniyetler köprüsü" olarak anıldığını, sadece bulunduğu bölgenin değil, doğudaki kültürlerin batıya ya da güneydekilerin kuzeye taşınmasında köprü görevi görmüş bir coğrafya olduğunu söyledi. Bu nedenle Anadolu'nun çok zengin ve farklı kültürleri içerisinde barındırdığını vurgulayan Kulakoğlu, "Yabancıların bu coğrafyaya talepleri bundan kaynaklanmaktadır. Gerçekten de son yıllarda yapılan kazılar sadece Anadolu tarihi için değil tüm yakın doğu ve dünya tarihi için önemli sonuçlar ortaya çıkardı. Bu nedenle ilgi devam edecek" dedi. Kulakoğlu, özellikle batıdan ve Japonya'dan gelen bilim adamları ile öğrencilerin Anadolu'daki kazılarda görev yaptığını belirterek, şöyle devam etti: "Anadolu'ya, Türkiye'ye bu işi öğrenmeye geliyorlar. Kendi ülkelerinde bu kadar zengin bir tarihi geçmiş yok. Onlar Anadolu'ya biz Türkler'in yanında çalışmaya, öğrenmeye geliyorlar. Şu an bizim yanımızda da Japonya'dan gelen bir doktora öğrencisi var ama yabancılar sadece Anadolu'ya gelmiyorlar, Anadolu kültürleriyle ilgili olarak başka ülkelerde yapılan çalışmalarda da görev alıyorlar. Bugüne kadar Kültepe'de çıkan tabletleri çalışmak için Avrupalı, Amerikalı bilim adamları görev yaparken, şimdi Çin'den bir öğrenci Kopenhag'da doktoraya başladı. Bu Çinlilerin bugüne kadar ilgisinin olmadığı bir alandı. Dünya iyice küçülmeye başladı. Bugün Çin'den Kültepe'deki Asur kültürü ve tarihini çalışmaya gelen birisi rahatlıkla karşımıza çıkabiliyor. Japonya'dan çok sayıda bilim adamı ve öğrenci hem kazılarımızda görev alıyor hem de Kültepe ile ilgili arkeolojik ve yazılı belgeleri çalışmak üzere kendi enstitülerinde görev yapıyor. Türkiye'de kazı başkanlığı yapan pek çok yabancı da geçmişte bizim hocalarımızın öğrencisiydi."
Mynet Haber, Haber: Orhan Canbulater, 16.07.2013
|
AYASOFYA ÇEVRESİ DÜZENLENİYOR

TOKİ ve Trabzon Belediyesi’nin ortaklaşa
gerçekleştirdiği Ayasofya Kentsel Dönüşüm
Projesi'nde rekreasyon düzenleme çalışmaları devam
ediyor. Çalışmaların yıl sonuna kadar tamamlanması
planlanıyor.
2013 yılının sonuna kadar tamamlanması hedeflenen
ve yüklenici firmanın çalışmalarını sürdürdüğü
Ayasofya kentsel dönüşüm rekreasyon düzenlemesinin
tamamlanması ile bölgenin yeni bir görünüme
kavuşması hedefleniyor.
Ayasofya'nın tarihi kimliğini ortaya çıkarmak
amacıyla TOKİ ile yürüttükleri Ayasofya Kentsel
Dönüşüm projesinin rekreasyon düzenleme çalışmaları
nedeniyle bölge esnafının mağdur olmaması için
yüklenici firma yetkililerinden istekte bulunan
Trabzon Belediye Başkanı Dr.Orhan
Fevzi Gümrükçüoğlu, "Çalışmalar süresinde
esnafımızın mağdur olmamasını ama diğer yandan da
yıl sonu itibariyle rekreasyon düzenlemesinin
tamamlanmış olmasını istiyorum. Bunun için hem
yüklenici firmaya hem de esnafımız elinden gelen
gayreti göstereceğine inanıyorum. Biz de elimizdeki
imkanlar ölçüsünde buradaki çalışmalara destek
vereceğiz" ifadelerini kullandı.
Ayasofya'nın çevresini çarpık yapılaşmadan
kurtarmak amacıyla 44 binanın kamulaştırılarak
yıkıldığı ve hak sahiplerine yaklaşık 40 milyon
TL'nin ödendiği kaydeden Başkan Gümrükçüoğlu,
"Kentin balkonu diye tabir edilen Ayasofya'da,
Trabzon'un yöresel el sanatları ürünlerinin satışı
ve tanıtımının yapılacağı alanların da oluşturacak.
Tarihin, kültürün ve sanatın kenti olan Trabzon'un,
Ayasofya bölgesindeki bu güzel birlikteliğin,
şehrimizi ileriye taşıyacak, dünya kenti yapacak
adımların en önemlilerinden biri olduğunu ve bunun
gerçekleşmesi ile de mutlu olduğumuzu ifade etmek
istiyorum" görüşlerine yer verdi.
tokihaber.com.tr'nin haberine göre Başkan
Gümrükçüoğlu, Trabzon'u marka kent haline
getireceğine inandıkları projeyi 2013 yılı sonuna
kadar tamamlanacağını sözlerine ekledi.
Yapı, 16.07.2013
|
MÜZENİN EŞYALARI SATIŞA ÇIKARILDI
ABD’nin Pennsylvania Eyaleti’nin başkenti olan Harrisburg, borç yükünü azaltmak için eski belediye başkanı Steve Reed’in müze kurmak için satın aldığı 10 bin eşyayı satışa çıkardı.
Reed’in kamu fonlarıyla satın aldığı “Vahşi Batı” temalı eşyaların 2 bini 2 milyon dolara (3.9 milyon TL) satıldı, geri kalan 8 bini ise açık artırmayla satılacak. Vergi ödemeleri ve diğer ödemelerin yapılamaması nedeniyle 370 milyon dolar (721.5 milyon TL) borcu olan kentte düzenlenecek açık artırmada 6 milyon dolar (11.7 milyon TL) gelir sağlanacağı tahmin ediliyor. Eşyaların satışından elde edilen toplam 8 milyon dolar (15.6 milyon TL) iflasın eşiğine gelen kentin borcunun tamamını kapatmasa da bazı yaraları saracak. Dün başlayan ve birkaç gün sürecek olan müzayedede satılan eşyalar arasında kovboy şapkaları, poker masaları, silah ve tablolar yer alıyor.
Habertürk, 16.07.2013
|
 |
ARKEOLOJİ CENNETİNDE İŞSİZ ARKEOLOGLAR

Türkiye, kültür varlıkları açısından dünyanın
sayılı ülkelerinden biri. Buna karşın Türkiye'de
bugün 10 bine yakın arkeolog işsiz.
Ülkemizdeki işsiz arkeologların sayısı katlanarak
büyüyor. Mevcut durumda istihdam olanakları ise yok
denecek kadar az. Sorunun birçok kaynağı var.
Ülkemizdeki çoğu üniversitede arkeoloji ve sanat
tarihi bölümü var. Bu bölümlerin her biri yılda
ortalama 65-70 öğrenci kabul ediyor. Cumhuriyet
Gazetesi'nden Aslı Uluşahin'in haberine göre, Ege
Üniversitesi Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı
Prof.Dr. Nuran Şahin, sayının yüksek olduğunu,
öğrenci kabul sınırının 20 olması gerektiğini
söylüyor. Ne ki, konuyu sürekli gündeme
getirmelerine karşın, kararlar “onların dışında”
alınıyor ve kontenjanı düşürmek bir yana, sınıflar
sürekli kalabalıklaştırılıyor. Yeni açılan
üniversitelerle öğrenci sayısının artması da cabası.
Üniversite 1 kişi alıyor, devlet 15 kişi
Mezun arkeologların temelde iki “iş kapısı” var.
Biri kamu çalışanı olmak. Diğeri ise akademik
kariyer yapmak. Fakat bu kapılardan içeri girmek pek
kolay görünmüyor.
Öğrenci sayısı fazla olmasına karşın,
üniversitelere verilen kadro oldukça kısıtlı.
Örneğin, Şahin’den birimlerinde yalnızca bir asistan
olduğunu öğreniyoruz. Öğretim Üyesi Yetiştirme
Programı adı verilen uygulamayla soruna çözüm
bulunmaya çalışılmış. Ancak sözü edilen program da
yetiştirilen akademisyenlerin sahip oldukları
olanaklar bakımından başka aksaklıklar barındırıyor.
Devlet memuru olmak için önkoşul elbette KPSS’yi
geçmek. Buna karşın KPSS’den yüksek puan almak, iş
sahibi olmak için yeterli değil. Devlet iki yılda
bir, müzeler vb. kurumlara az sayıda atama yapıyor.
Geçen yıl kamuda yalnızca 15 kişi istihdam edilmiş
ve 10 bin kişilik işsizliğin iki yılda bir yapılan
15 atamayla kapanmayacağı açık.
Kazı alanları mı dediniz?
Arkeologların asıl çalışma alanının kazılar
olduğu düşünülür. Türkiye’de de yerli ya da yabancı
üniversiteler pek çok kazı çalışması yürütüyor.
Fakat burada bir başka sorun karşımıza çıkıyor.
Kazılar, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sağladığı
ödeneklerle, yılın 2-3 ayında yapılabiliyor.
Prof.Dr. Nuran Şahin, aynı zamanda İzmir Klaros
kazısı başkanı. Şahin, kazıların iş riski yüksek bir
grup içinde yer aldığını, bu nedenle birinci sınıf
öğrencileri dahil, kazıya katılan herkese, verilen
ödenekle “mevsimlik işçi statüsünde” sigorta
yapıldığını söylüyor. Bu, katılımcıların -mesleki
eğitim dışındaki- tek maddi artısı.
Her yıl azalan ödeneklerle, mezun arkeologlara
çalıştıkları ay başına maaş ödenebiliyor. Ancak
öğrenciler cep harçlığına talim etmek ya da gönüllü
çalışmak zorunda kalıyorlar. Kısacası kazılar,
arkeologlara sürekli bir istihdam alanı yaratmıyor.
‘Barakada, çadırda kalıyoruz’
Bu noktada durup işsiz bir arkeoloğun
anlattıklarına kulak verelim. Özlem Akbaş Önsoy,
2001 yılında Anadolu Üniversitesi Klasik Arkeoloji
bölümünü ikincilikle bitirmiş. Hem öğrenciliği hem
de mezuniyet sonrasında, Zeugma, Allianoi, Limyra
başta olmak üzere birçok kazıya katılmış.
2003 yılından bu yana KPSS’den geçer puan almaya
çalışıyor. Arada sigortacılık vb. işler yapmış.
“Zaten hocalarımız bize en başından mezun olunca iş
bulamayacağımızı, sigortacılık yapacağımızı
söylerdi” diyor.
Önsoy, yerli üniversitelerin kendi olanaklarıyla
sürdürdüğü kazılarda ödenekler daha da kısıtlı
olduğundan, dönemsel sigorta karşılığı, gönüllü
çalıştığını aktarıyor. Ücret aldığı kazılar içinse
“Alacağınız ücret kazı hocasının belirlediği fiyata
bağlı, sen orada pazarlık yapamıyorsun” diyor ve
ekliyor:
“Üstelik dört duvarı olan, içinde tuvaleti
bulunan yerlerde de kalmıyorsun. Çoğunlukla kendi
yaptığımız barakada, çadırda konaklıyoruz.” Demek ki
koşullar açısından da kazılardaki arkeologların hali
“mevsimlik işçi”lerden farklı değil.
İstihdam nasıl yaratılır?
Prof.Dr. Nuran Şahin ve arkeolog Özlem Akbaş
Önsoy’un yanı sıra arkeoloji alanındaki
araştırmacılığıyla tanınan, yazar Özgen Acar ve bu
alanda pek çok kitaba imza atmış Doç.Dr. İsmail
Gezgin’e göre çözüm önerileri şöyle:
* Her belediyede en az bir ören yeri var.
Belediyeler kendi bölgelerindeki ören yerlerini
koruma amaçlı arkeolog istihdam etmeli.
* Arkeologlar görevlendirilmeyince, pek çok alan
defineciler tarafından talan ediliyor, bulunan
tarihi eserler yurtdışına kaçırılıyor. Sonrasında da
ülkeye geri kazandırmak için uzun ve maliyetli bir
hukuk sürecinden geçiliyor. Bunu önlemek için gümrük
kapılarında arkeolog ve sanat tarihçileri
görevlendirilmeli.
* Türkiye’dehızla kurtarma kazısı ekibi
oluşturulamadığı için çeşitli kuruluşların
sponsorluğunda yurtdışından kazı ekipleri
getiriliyor. Kurtarma kazıları için ilgili kurumlar,
kuruluşlar ve belediyeler bünyesinde ekipler
oluşturulmalı, bu amaçla arkeolog istihdam edilmeli.
* Arkeoloji Meslek Yasası çıkarılmalı, kamu ve
ilgili kurumların arkeolog istihdam etmesi yasaya
bağlanmalı.
* Hükümetin kazılar üzerindeki baskısı ortadan
kaldırılmalı ve kazı çalışmaları için ayrılan
ödenekler artırılmalı.
Yapı, 16.07.2013
|
İSTANBUL RESİM VE HEYKEL MÜZESİ CAN ÇEKİŞİYOR

1937 yılında açılan Türkiye’nin ilk
kamusal sanat müzesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi
yaşam mücadelesi veriyor. E-skop.com adresli sanat
tarihi ve eleştiri sitesinde yayımlanan bir yazı,
Müze’ye ilişkin belirsizlikleri gündeme getirdi.
Kültür ve sanat kurumlarına dönük saldırılara her
geçen gün bir yenisi ekleniyor. 75 yıllık adresinden
taşınan ve isminin gayrıresmi olarak değiştiği iddia
edilen Türkiye’nin ilk kamusal sanat müzesi İstanbul
Resim ve Heykel Müzesi’nin akıbeti belirsizliğini
koruyor.
Rant lobisi iş başında
1970’lere kadar Türkiye’deki tek sanat müzesi olduğu
için devletin o tarihe kadar aldığı her eseri
taşıdığı ve Türkiye’nin en önemli modern Türk resim
koleksiyonunu bünyesinde barındıran müze, halen
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlı.
Müze, kurulduğu günden bugüne bütçe ve idare
sorunları nedeniyle sıklıkla kapanma tehlikesi
yaşıyordu. Müzenin uzun süre kaldığı Veliahd
Dairesi’nin 19. yüzyıldan kalma, onarım ve tadilat
gerektiren yapısı da kısıtlı bütçenin zenginleştirme
için kullanılmamasına neden oluyordu. Müze, Veliahd
Dairesi’ndeki haliyle Başbakanın İstanbul
rezidansını kapsayan bölgenin içindeydi ve rant
alanına dönüştürülme potansiyeli barındırıyordu.
2007 yılında Milli Saraylar Daire Başkanlığı
restorasyona giren ve açılışı beklenen Müze, 75
yıllık adresi olan Dolmabahçe Sarayı Veliaht
Dairesi’nden oldukça tartışmalı bir kararla
geçtiğimiz yıl taşındı.
Müze, İstanbul Modern’in de bulunduğu bölge olan
Tophane’deki Antrepo No.5’e yerleştirildi. Müze’nin
Antrepo’ya ne süreliğine, kim tarafından ve hangi
şartlarda verildiği bilinmiyor. Taşınmanın ardından
Galataport Projesi nedeniyle Antrepo’ların
boşaltılacağı yönünde söylentiler yayıldı. Yine aynı
dönemde, Emre Arolat tarafından restore edileceği
duyurulan antrepodaki eserlerin nasıl saklandığı da
bir tartışma konusu oldu. Öte yandan İstanbul Resim
ve Heykel Müzesi’nin ismi fiilen Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi Çağdaş Sanat Müzesi olarak
değiştirildi ve bu ismin bulunduğu afiş Antrepo
No5’e asılı durumda. İsmin tartışılmadan
değiştirilmesine yönelik şikayetlerin başında Geç
Osmanlı’dan modern Türk resmine kadar 12 bin eserin
bulunduğu koleksiyonun “çağdaş” sıfatıyla anılması
geliyor. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne en son
eser alımı ise 1980 yılında yapılmış durumda.
Üniversitenin koleksiyonu tutma savaşı
Son dönemde yaşanan bir gelişme ise oldukça
şaşırtıcı. E-skop.com internet sitesinin haberine
göre TBMM’ye bağlı olarak açılması planlanan ve
Veliahd Dairesi’nde açılacak bir müze için Resim ve
Heykel Müzesi koleksiyonunda bulunan Osmanlı
dönemine ait resimler talep edildi. Akademi bu
talebi, üniversiteye ait olduğu ve çok haklı olarak
koleksiyonun bütünlüğünün bozulacağı gerekçesiyle
reddetti. Üniversitenin bundan sonra koleksiyonunu
elinde tutmaya çalışacağı anlaşılıyor.
E-skop.com sitesi yazarı bu durumu şöyle
yorumluyor: “İstanbul’da sayısı belirsiz müze
projesine girişilirken, ülke tarihinin ilk modern
sanat müzesini kurulduğu binadan çıkarılmasını,
başka bir müze için koleksiyonunun bozulmasını ve
belli bir döneme kadar olan kültürü miras kabul edip
bütüncül bir sanat tarihi okumasını ortadan
kaldırılmasını, herhalde sadece bu ‘an’da, bu
dönemde anlamlandırabiliriz. Nasıl ki Gezi Parkı
baştan aşağı yıkılıp AVM yapılacak idiyse, bunun
için buldozerlerle gelip ağaçlar köklerinden
sökülmeye çalışıldıysa, sonrasında “ağaçları başka
yere taşıyorduk” ve bunu da “kamu yararı için
yaptık” masalı anlatıldıysa, İstanbul Resim ve
Heykel Müzesi’nin de hikayesine ancak o kadar
inanılır...”
Sol Haber, 16.07.2013
|
ANTİK KENTTE CİNAYET İZİ

Isparta’nın Yalvaç
İlçesi’ndeki Pisidia
Antiokheia antik kentindeki kazılarda 5 iskelete
rastlandı. Tahminen 9 ve 11’inci yüzyıllar
aralığında işlenen cinayetlerde, genç yaşlarda
öldürülen 5 kişinin sarnıç şeklinde yapılmış bir
işyerinin deposuna atıldığı düşünülüyor.
Pisidia Antiokheia’da sürmekte olan kazılar
sırasında, Cardo Maksimus Caddesi’nin batı
portikosunda çalışan ekip, geç
Bizans dönemine ait bir yapı buldu. Caddede
bulunan dükkanlardan birinin içinde yer alan bu
yapı, ilk bakışta sarnıcı andırıyordu. Ancak yapının
sarnıç değil, işyerinde depo olarak kullanılan bir
kuyu olduğu anlaşıldı.
MEZAR OLARAK KULLANILMIŞ
Kuyuyu dikkatle açan kazı ekibi, 2 metre
derinliğe indiğinde insan iskeletleriyle
karşılaşarak, titiz bir çalışma başlattı.
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Antropoloji Bölümü ile çalışan kazı
başkanı Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, geç Bizans dönemine
ait sarnıç şeklindeki yapının içinde bulunan 5
iskeletin gelişigüzel kuyuya atılmasının,
katliam yapıldığını gösterdiğini açıkladı.
Bugüne kadar yürüttüğü kazılarda benzer bir
duruma rastlamadığına dikkati çeken Doç. Dr Özhanlı,
"İlk kez böyle bir olayla karşılaştığımı
söyleyebilirim. Burada bulduğumuz sarnıca
benzeyen ve büyük bir ihtimalle işyerinin deposu
olarak kullanılmış, 1 metre çapında, 2 metre
derinliğindeki yapının içinde iskeletler bulduk.
Kafataslarından anladığımız kadarıyla 5 insan
iskeleti mevcut" dedi.
GENÇ VE ORTA YAŞ GRUBUNDAN
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nden bir
antropolog ile birlikte detaylı bir inceleme yaparak
bu kişilerin yaş ve cinsiyetleri hakkında bilgi
edinmeye çalışacaklarını belirten Doç.Dr. Mehmet
Özhanlı, "Ölülerin düzenli olarak gömülmedikleri ve
muhtemelen öldürüldükten sonra buraya rastgele
atıldıkları şeklinde bir görünüm var" diye konuştu.
Aynı üniversiteden Fen Edebiyat Fakültesi
antropoloji bölümü son sınıf öğrencisi Tuba Üstün,
iskeletlerle ilgili ön araştırmada yaşlara ilişkin
tahminler konusunda şunları söyledi:
"Kafatasları ve çene yapılarını incelediğimizde
20’lik dişlerin hala çeneye gömülü vaziyette olması,
iskeletlerin genç ve orta yaş grubuna dahil kimseler
olduğunu gösteriyor. İskeletler bunca yıl çok iyi
korunmuş. Hançer kemiği dediğimiz göğüs kafesini
bağlayan kemiklerin bile hala sağlam olması, bize
ileride çok yararlı olacak veriler. Ayrıca uyluk
kemikleri hala bütünüyle duruyor. Bu sayede
iskeletlerin boyları ve vücut yapılarını tam olarak
ortaya koyabileceğimize inanıyorum. Tabi bütün
bunlar iskeletlerin çıkarılıp bilimsel bir
incelemeden geçmesinden sonra mümkün olacak."
Milliyet, Haber: Nurettin Arkan, 16.07.2013
|
DENİZ SURLARININ SAHİBİ ARANIYOR
Kültür ve Turizm
Bakanı Ömer Çelik, İstanbul’daki tarihi deniz
surlarının kimin mülkiyetinde olduğuna ilişkin bir
soruya, “Tarihi Deniz Surları bakanlığımıza tahsisli
olmayıp mülkiyet durumunun açıklığa kavuşturulması
için mahallinden bilgi istenmiştir” dedi.
CHP’li Celal Dinçer’in soru önergesini
yanıtlayan Çelik,
2012’de
İstanbul’da bakanlığına tahsisli kültür
varlıklarının
proje,
bakım-onarım, restorasyon, teşhir-tanzim ve
çevre düzenleme işleri kapsamında 9 adet iş için 5,6
milyon TL ödenek aktarıldığını, bu işlerden 3’ünün
tamamlandığını, 6’sının ise sürdüğünü açıkladı.
Çelik, İstanbul İl Özel İdaresi bütçesinden de 6
adet iş için 15.9 milyon TL aktarıldığını belirtti.
Çelik, “Surların deniz tarafının İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin kontrolünde olduğu
doğru mudur? Belediyenin bu konudaki yetkisinin
bakanlığınıza alınması için çalışmanız var mı”
soruları üzerine şunları kaydetti:
“Tarihi surların kara bölümü, İstanbul Büyükşehir
Belediye Encümeni’nce 2009 yılında bakanlığımıza 10
yıl süre ile tahsis edilmiştir.
Tarihi Deniz Surları ise bakanlığımıza tahsisli
olmayıp mülkiyet durumunun açıklığa kavuşturulması
için mahallinden bilgi istenmiştir. Mülkiyet
durumuna ilişkin bilgilerin edinilmesinin ardından
konu değerlendirilecektir.”
Milliyet, Haber: Meriç
Tafolar, 16.07.2013
|
 |
EN ESKİ KADIRGA YENİ YERİNDE
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İstanbul Deniz Müzesi'nin yeni binası, Deniz Kuvvetleri Günü olarak da kutlanan Preveze Deniz Zaferi'nin yıldönümü 27 Eylül'de İstanbul Beşiktaş'ta açılacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin inşa ettiği ek bina sayesinde müze 15 bin metrekare ek alan kazandı. Orijinal haliyle bugüne kalan 400 yıllık kadırga ve dünyanın en zengin saltanat kayığı koleksiyonunun yer aldığı müzede, 5 bin metrekarelik kayıklar galerisi oluşturuldu. Müzede, 200 kişilik konferans salonu, sinevizyon odası, çocuk oyun alanları da yer alacak.
16'ncı yüzyıldan kalma kadırga, iki direkli ve 24 çifte kürekli. Her küreği 3 kişi (toplam 144 kürekçi) tarafından çekiliyordu.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 16.07.2013
|
SARAYBURNU KORKU BURNU!

ABD'li turist Sarai Sierra'nın 164 gün önce
öldürüldüğü Cankurtaran'daki tarihi surlarda
tehlike kol geziyor. Şu an surlarda 30'u madde
bağımlısı yaklaşık 40 kişi yaşıyor. Ancak
tehlikeden habersiz turistler, suç potansiyeli
yüksek olan madde bağımlıları, evsizler ve
kaçakların yaşadığı bölgeye giriyor. 2007'de bir
İsveçli turistin, 2010'da ise bir Japon turistin
tecavüze uğradığı surlarda bir güvenlik önlemi
alınmazsa yeni bir "Sarai Sierra" vakasının
yaşanması an meselesi. SABAH muhabiri,
Sierra'nın fotoğraf çekmek için gittiği
surlarda, ölüm yolunu izledi. Sierra'nın
cesedinin bulunduğu dehlizi fotoğraflamak
istediğinde bir madde bağımlısının saldırısına
uğrayan muhabir, surların üst bölümünde yer alan
tren raylarının bulunduğu noktaya kadar çıktı.
POLİS BİLE 3 KİŞİ GİRİYOR
Yabancı ve yerli turistlerin, sur içindeki
bölmelere girerek fotoğraf çektiğini gördü.
Kadın turistleri taciz eden ve karşılaştıkları
insanlardan para talep eden madde bağımlılarının
kaldıkları bölümlerde çok sayıda içki şişesi
göze çarpıyor. Bölmeleri perdelerle örten ve
zaman zaman sahil yoluna inen madde bağımlıları,
araçlarıyla trafiğe takılan sürücülerle sahil
yolunda yürüyüş yapan vatandaşlardan sık sık
para istiyor. Dehlize 10 metre kala SABAH
muhabirine bıçakla saldıran madde bağımlıları,
muhabiri Cankurtaran'daki tren durağına kadar
takip etti. Bölgedeki 38 yaşındaki seyyar satıcı
A.T. de "Turistler, kendilerini bekleyen
tehlikeyi bilmiyorlar. Gerektiğinde polisler
dahi surlara 3 kişiden az girmiyor" dedi.
Sabah, Haber:
Emir Somer, 16.07.2013
|
SAHTE RESİMLERE SAHTE BAKAN İMZASI
Devlet Resim
ve Heykel Müzesi’nde kayıp ve sahte eserler
skandalını ortaya çıkaran eski müze müdürü Gündoğdu,
eski Kültür Bakanı Günay’ın imzası taklit edilerek
hakkında disiplin soruşturması açıldığını öne sürdü.
Savcılık soruşturma başlattı.

Devlet
Resim ve Heykel Müzesi’ndeki birbirinden ünlü
ressamlara ait paha biçilemeyen 202 eserin kayıp
olduğunu, 46 eserin sahteleriyle değiştirildiğini ve
27 eserin de orjinalliğinin şüpheli olduğunu
gönderdiği ihbar yazısıyla açığa çıkaran eski müze
müdürü Ömer Osman Gündoğdu, görevden alındığı
süreçte eski
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın imzasının taklit edildiği
iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulundu.
Savcılık,
suç duyurusu üzerine harekete geçti.
‘Bana kin güdülüyor’
Milliyet’in aldığı bilgilere göre, eski Devlet Resim
ve Heykel Müzesi Müdürü Ömer Osman Gündoğdu,
10 Temmuz’da
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği
dilekçede, hakkındaki disiplin soruşturmasının 20
Ağustos 2009’da Teftiş Kurulu Başkanlığı’na yazdığı
bir ihbar yazısıyla yakından ilgili olduğunu öne
sürdü. Bu ihbarda bakanlık müfettişleri
gözetimindeki sayımın usulüne uygun yapılmadığını,
bu nedenle müfettişler Fuat Şen ve Özgür Semiz’i
soruşturma başlatmadıkları için şikayet ettiğini
anlattı.
Bunun üzerine soruşturma açıldığını 50’ye yakın
eserin sahte ve kuşkulu, yüzlerce eserin de kayıp
olduğunun tespit edildiğini belirten Gündoğdu,
şikayet ettiği müfettişler ceza aldığı için
kendisine de ‘kin’ güdülmeye başlandığını, hakkında
çok sayıda soruşturma açıldığını belirtti.
Bakanlıktan alındığı gün
Gündoğdu, dilekçesinde şu iddialarda bulundu:
“Hakkımda 24. Ocak
2013 tarihli sahte bakan onayıyla tarafıma 25
tablonun zarar görmesi, bu zararın 7 milyon 239 bin
500 TL olması ve bu zarardan 1. derece sorumlu olmam
nedeniyle aylıktan kesme cezası verildi. Ancak Bakan
Günay basına, herhangi bir eserin zarar gördüğüne
ilişkin bilgi oluşmadığını ifade etti. Hakkımda,
sahte onay düzenlenmiş olabileceğini düşünüyorum.
Günay’ın imzasını taklit etmek suretiyle şahsıma
haksız olarak disiplin cezası verilmesine ve
müdürlük görevimden alınmama sebep olan fail veya
faillerin bulunarak cezalandırılmasını talep
ediyorum.”
Onaydaki imza, Günay’ın imzalarına göre çok büyüktü
ve 4-5 yerinde duraklamalar olduğu, kalemin bazı
yerlerde titrediği görülüyordu. Soruşturma raporu, 6
ay bekletildikten 24 Ocak 2013 günü yani tam da
Günay’ın görevden alındığı tarihte imzalandığına
işaret ediyordu. Bakan Günay’ın o gün Ankara dışında
olduğunu ve gece yarısı Ankara’ya döndüğünü
biliyorum. Onayı daha sonra Günay’ın Meclis’teki
danışmanına bıraktım. Günay da bu onayı inceleyerek,
24 Ocak’ta böyle bir onayı imzalamadığını, o gün
Ankara’da olmadığını danışmanına telefonda
söylemiş.”
İmzalar incelenecek
Ankara Cumhuriyet Başsacılığı, Gündoğdu’nun suç
duyurusu üzerine harekete geçti. Savcılık, söz
konusu rapordaki Günay’a ait olmadığı iddia edilen
imzanın sahte olup olmadığının belirlenmesi için
soruşturma başlattı. Bu kapsamda uzmanların söz
konusu belgedeki imzayı, Günay’a ait diğer ıslak
imzalarla karşılaştıracak. Savcılık,
gerekli görülmesi halinde konuyla ilgili
Günay’ın da bilgisine başvurabilecek.
Günay:
İhtimal vermiyorum
Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
sahte imza iddialarına ilişkin Milliyet’e konuştu.
Günay şunları söyledi:
“İddiayı ben de duydum. Kanaatim şudur ki,
arkadaşlarımın resmi evrakta böyle bir tahrifat
yapmış olabileceğine ihtimal vermiyorum. 24 Ocak’ta
İstanbul’daydım ve EMITT Fuarı’na katıldım.
İstanbul’dan döndükten sonra 25 Ocak’ta da
devir-teslim yaparak görevimi devrettim. Ayrıldığım
gün böyle bir şeyi imzalamış olmamam gerekir. Ancak
bu konu anladığım kadarıyla savcılığa intikal etmiş.
Konu araştırıldıktan sonra gerçek ortaya çıkacaktır
diye düşünürüm.”
Milliyet, Haber: Sertaç Koç, 16.07.2013
|
PERGE ANTİK KENTİNDE RESTORASYON ÇALIŞMALARI

Antalya'da UNESCO
Dünya Miras Listesi adayı Perge antik kentinin
kuzey- güney ve doğu- batı akslarının kesişim
noktasındaki 8 sütun ayağa kaldırıldı.
Sütunlar Kültür ve
Turizm
Bakan Yardımcısı Abdurrahman Arıcı'nın da
katıldığı törenle kaidelerine yerleştirildi.
Troia Savaşı sonrası kurulduğu tarih
sayfalarında yer alan, ancak arkeolojik
buluntuların İ.Ö. 3 bin yılını gösterdiği
Perge antik
kentinde
Antalya Müzesi'nce yürütülen kazı
çalışmalarında restore edilen 8 sütun, törenle
ayağa kaldırıldı. Antik kentteki törene Kültür
ve Turizm Bakan Yardımcısı Abdurrahman Arıcı,
Perge'de uzun yıllar kazı çalışmalarının
başkanlığını yapan Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, İl
Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar, Antalya
Müzesi Müdürü Mustafa Demirel ve antik kentte
çalışan arkeolog ve işçiler katıldı.
İLK SÜTUN 1957'DE AYAĞA KALDIRILDI
Törende Prof.Dr. Abbasoğlu, kültür
varlıklarının korunması ve ortaya çıkartılması
ile bilimsel değerlendirmesinin önemli olduğunu
kaydetti. Perge'nin, asistanlığından
emekliliğine kadar geçen dönemde eşi ve
çocuğundan sonra üçüncü aşkı olduğunu belirten
Prof.Dr. Abbasoğlu, şöyle konuştu:
“Perge antik kentinde ilk sütun 1957 yılında
Prof.Dr. Arif Müfit Mansel tarafından ayağa
kaldırıldı ve halen ayaktadır. Benim kazı
başkanlığımı yaptığım dönemde Kültür Bilincini
Geliştirme Vakfı'na yapılan bağışlarla 89 sütun
ayağa kaldırıldı. Bu bağışları yapanların
isimlerini de küçücük plaketlerle sütunların
altına yerleştirdik. Bu bir antik gelenektir.
Antik gelenekte kente hizmet edenleri
onurlandırmak için kitabeler hazırlanırdı. Biz
de küçük şekilde onları onurlandırdık."
Müze Müdürü Demirel ise sütunların ayağa
kaldırıldığı noktanın Perge antik kentinin ana
caddesinin Demetrius Takı'nın bulunduğu kesişme
noktası olduğunu kaydetti. Kültür ve Turizm
Bakan Yardımcısı Arıcı ise ortaya çıkartılan
mimari yapıların şaheser olduğunu belirterek,
“Bundan sonraki süreçte yollar ileriye doğru
gidecek. Su arklarından sular da akıtır ve Perge
hak ettiği yeri alır, diye düşünüyorum. Bizim
katkımız artarak devam edecek. Gerekli güvenlik
önlemleri ve ışıklandırmayı yapabilirsek
uzmanların görüşü doğrultusunda gece de ziyarete
açmayı hedefliyoruz" diye konuştu.
Konuşmaların ardından restorasyon çalışmaları
tamamlanan Batı Caddesi'nin yaklaşık 6 metrelik
8 sütunundan ilki vinçle kaldırılarak, çelik
kazıkların üzerine oturtuldu. Yerleştirme öncesi
özel kimyasallarla kaplanan kazık ve yüzeylerin,
6 saat sonunda donduğu belirtildi.
PERGE 67 YILLIK KAZI TARİHİ
Tüm Anadolu'nun en düzenli Roma dönemi
kentlerinden biri olan, mimarisi yanında mermer
heykeltıraşlığıyla da ünlü Perge antik kentinde
kazılar, 1946 yılında İstanbul Üniversitesi
Öğretim Üyesi Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfit
Mansel başkanlığında başladı. Prof.Dr. Jale
İnan tarafından devam ettirilen, son olarak
Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu başkanlığında devam
eden kazılar, 2012 yılından itibaren Antalya
Müzesi Başkanlığı'na devredildi.
Perge antik kentinde 67 yıldır devam eden
kazılarda elde edilen buluntular Antalya
Müzesi'nin bugün sahip olduğu tarihi eser
varlığının önemli bölümünü oluşturuyor. Antik
çağ askeri mimarisine dair değerli bilgi kaynağı
oluşturan Perge, sahip olduğu birçok özellikle
2009 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne aday
gösterildi.
Bugün, 15.07.2013
|
DÜNYANIN EN ESKİ TAKVİMİ BULUNDU
İskoçya’nın
Aberdeenshire şehrinde yapılan kazılarda dünyanın en
eski takvimine rasltandı. Arkeologlar Crathes Kalesi
etrafında yaptıkları kazılarda ardarda kazılmış 12
çukura rastladılar. Birmingham Üniversitesi
liderliğindeki ekip 10 bin yıl önce kazılmış bu
çukurların ayları temsil ettiğine ulaştılar.
İskoçya’da mezolotik çağda geçimini toplayıcılık ve
avcılıkla yürüten toplulukların zamanı 12’ye
böldükleri ve hava durumlarını bu şekilde
anladıkları ortaya çıktı. Mayıs ayında ortaya çıkan
ilk bulguların ardından St Andrews, Leicester ve
Bradford Üniversiteleri de çalışmalara katıldı. St
Andrews Üniversitesi’nden Dr Richard Bates yeni
bulguların heyecan verici olduğunu söyledi.
Araştırmanın sonuçları ‘Internet Archaeology’
gazetesinde yayımlandı.
Radikal, 15.07.2013
|
"MİMARLIK, TEKNİSYENLİĞE İNDİRGENMEYE ÇALIŞILIYOR"
Mimarlar Derneği 1927, Gezi Parkı çerçevesinde Mayıs
ayından itibaren gelişen olaylarla ilgili basın
açıklaması yaptı. Dernek, Taksim Dayanışması
tarafından dile getirilen eleştiri ve taleplerin
arkasında durduğunu vurgulayarak, TMMOB düzenlemesi
ile ilgili de, “hak ve yetki gaspı” tanımlamasını
yaptı.
Mimarlar Derneği 1927 Yönetim Kurulu'nun basın
açıklamasında, TMMOB düzenlemesinin hak ve yetki
gaspı girişimi olduğu belirtilerek, “mimarlar olarak
yükümlülüklerimiz teknisyenlikle sınırlı değildir”
hatırlatılması yapıldı. Dernek, mimarlığın “rant ve
kar teknikerliği"ne, “ilkesiz hizmetkarlığa” ve
“tarihi kostüm stilistliği"ne indirgendiğini ifade
ederek, “Varlık temelimizle çelişmektedir” denildi.
İşte Mimarlar Derneği 1927’nin basın
açıklaması
KAMUOYUNA DUYURU
Türkiye’de mimarların ilk bağımsız meslek örgütü
olan Mimarlar Derneği 1927 (ilk adıyla Türk Mimarlar
Cemiyeti), Mayıs ayından bu yana yaşananlar
karşısındaki tutumunu kamuoyuna sunma gereğini
duymaktadır.
Dünya Mimarlar Birliği’nin (UIA, 1948)
kurulmasına katkıda bulunmuş ve Mimarlar Odası ile
TMMOB’nin 1954’de kuruluşuna kadar olan süreçte
etkin rol aldıktan sonra mesleki sorumluluğunu
kültürel çalışmalarla sınırlamış olan Derneğimiz,
“mimarlık kültürü ve mesleğinin korunması,
yüceltilmesi ve ilerletilmesi” hedefini gözetmeyi
kararlılıkla sürdürürken, mimarın birlikte çalıştığı
tasarım, planlama ve mühendislik disiplinleriyle
dayanışma içinde olmayı görev bilir.
Demokrasi ve insan hakları mücadelesinin, zorunlu
olarak doğa ve kent hakları mücadelesiyle birlikte
ilerleme gereği, mesleklerimizin bu hareketler
içinde yer almasına meşru zemin oluşturmaktadır.
Derneğimiz, kamu yararına adanmış tüm meslek
kuruluşları tarafından ve Taksim Dayanışması
kanalıyla dile getirilmiş eleştiri ve taleplerin
arkasında durmaktadır. Orantısız güç ve şiddete
karşı direnişe geçen zeka ile cesaretin boyutlarını
görüyor ve geleceğe umutla bakıyoruz. Bu genç akıl
ve duygunun, başlangıçta kentin yönetimi ve
tasarımına ilişkin taleplerle başlayıp, giderek
ülkemiz ve dünyamıza yönelik ufuklarda genişleyişi,
düşünen ve hisseden meslek insanlarının sorumluluğu
kapsamındadır.
Mimarlık, planlama ve mühendislik alanlarındaki
meslek insanlarına ve örgütlenmelerine yönelik hak
ve yetki gaspı girişimleri karşısında, mesleki
yükümlülüklerimizin “teknisyenlik” ile sınırlı
olmadığını, ayrıca hatırlatma sorumluluğunu
taşımaktayız. Mesleklerimizin günümüzde rant ve kar
teknikerliğine, ilkesiz hizmetkarlığa ve tarihi
kostüm stilistliğine indirgenişi, evrensel bilgi ve
varlık temelimizle çelişmektedir. SANAT, BİLİM ve
AHLAK alanlarını bütünüyle kavrayan mesleki bilgi ve
varlık temelimiz nedeniyledir ki, düşünce ve
uygulama dünyalarımız, hayata şekil veren değerlerin
siyasetiyle içiçedir. Sanatın ve bilimin olduğu
kadar, ahlak ve siyasetin de evrensel değerlerine
bağlı bir özerkliği yaşama geçirmekle yükümlüyüz. Bu
özerklik, bilgi ve yeteneklerimizi toplumun
hizmetine sunarken, bireyin sağlıklı ve onurlu yaşam
hakkının korunmasından, gezegenimizin doğa ve kültür
varlıklarının ve geleceğe yönelik umutların
yaşatılmasına uzanan en temel ilkelerin
savunulmasını zorunlu kılar.
Meslek odalarına bir geceyarısı operasyonuyla
yapılan müdahale, bu ilkesel tutumun bütünlüğünü ve
gücünü azımsamaktadır. 1980’li yılların baskı ve
hukuksuzluk ortamında, kuruluşundaki merkeziyetçi
yapıyı değiştirerek yerel birimlerle yeniden
yapılanmayı başaran Odalarımızın, 2010’lu yılların
benzer koşullarını iyi değerlendirip, geleneğindeki
özeleştiri yeteneğini de en geniş tabanda
çalıştırarak, kendini yeniden inşa edebilecek özerk
akıl ve iradeye sahip olduğu inancımızı, kamuoyunun
dikkatine sunuyoruz.
Mimarlar Derneği 1927
70. Dönem Yönetim Kurulu
Yapı, 15.07.2013
|
4000 YILLIK SU ARITMA TESİSİ

Alacahöyük Kazı Başkanı
Prof.Dr. Aykut
Çınaroğlu, ören yerinden birkaç kilometre uzakta
olan Hitit Barajı’nın, 2002 yılında ortaya
çıkarıldığını kaydetti. Baraj inşaatı yapan bir
firmanın yardımlarıyla kazı çalışmaları
yürütüldüğünü belirten Çınaroğlu, yaklaşık 4 bin
yıllık bu barajın Hititler’in bu barajı sulama ve
içme suyu amaçlı kullandığını ve Anadolu’da bilinen
en eski baraj olduğunu söyledi.
Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan habere göre:
Barajda buldukları bir hiyeroglif kitabeden Hitit
Barajı’nın, milattan önce 1250 yıllarında Hititlerin
en güçlü krallarından Hattuşili’nin eşi Budahepa
tarafından tanrıça Hepata’ya atfen yaptırıldığını
öğrendiklerini belirten Çınaroğlu, “Çalışmalarda
barajın, bugünkü baraj tekniğiyle yapılan en eski
baraj olduğunu gördük. Bugünkü barajlarda taş dolgu
setlerinde çimento kullanılılırken Hititler kil
kullanarak suyun geçirgenliğini engellemişler. İşin
güzel tarafı, bu barajın hem sulama hem de içme suyu
amacıyla kullanılması” diye konuştu.
İlerde bu kanallardan su akıtılabilir
Devlet Su İşleri yetkilileriyle barajda çeşitli
incelemeler yaptıklarını anlatan Çınaroğlu, suyun
çok temiz ve halen içilebilecek nitelikte olduğunun
tespit edildiğini dile getirdi. Yapılan
araştırmalarda barajın su kanallarını da
belirlediklerine değinen Çınaroğlu, barajın kuzey ve
güneyinden antik şehre doğru inen su kanalları
bulunduğunu söyledi.
Kanalların büyük ihtimalle sulama amacıyla
kullanıldığını vurgulayan Çınaroğlu, “Bu kanallar
özel mülkiyete ait arazilerde yer alıyor. Benim
dileğim bu kanalların onarılıp, görselliğinin
kazandırılıp ziyarete açılmasıdır. İlerde bunun
olacağını tahmin ediyorum. Su kanallarında bir
tahribat yok. Köylüler kanalları tarlanın hududu
olarak kabul etmişler. Biz bunları gayet basit
onarımlarla açar temizleriz. En güzeli de ilerde bu
kanallardan suyu akıtmak olacaktır” ifadelerini
kullandı.
“Eğer bu kanalları tam anlamıyla ortaya
çıkartabilirsek Alacahöyük içerisinde ikinci bir
açık hava müzesini kurmuş olacağız” diyen Prof.Dr.
Çınaroğlu, “Baraj tek başına bir şey ifade etmez.
Kanallarıyla bir şey ifade eder. Su kanallarını
görülebilir şekilde temizler ve açığa
çıkarabilirsek, görselliğini sağlayabilirsek
şimdilik dünyadaki tek örneği olacak. Bu nedenle
Alacahöyük’ün önemi her geçen gün artıyor” dedi.
Sözcü, 15.07.2013
|
HALİD BİN VELİD'İN KABRİNİ BU HALE GETİRDİLER
Suriye ordusunun bombardımanında,
büyük komutan ve sahabi,
Halid bin Velid
hazretlerinin Humus şehrinde en son Sultan
Hamid tarafından yaptırılan Osmanlı yadigarı
kabri ve içinde bulunduğu
cami
tamamen tahrip oldu. Müslümanların sıkça gittiği ve sevdiği bu büyük cami Suriye rejimi tarafından defalarca bombalandı ve son olarak bu hali aldı. İslam aleminde önemi büyük olan bu cami son halini Sultan 2. Abdulhamid Han döneminde almıştı
Halid bin Velid, eshab-ı kiramın ve İslam kumandanlarının büyüklerindendi. Hicretin sekizinci senesinde Osman bin Talha ve Amr bin As ile beraber Mekke'den Medine'ye gelerek Müslüman oldu. Mekke'nin fethinde İslam ordusunun sağ kanat kumandanıydı. Resulullah Efendimiz, cesareti ve zekası karşısında ona "Seyfullah" (Allah'ın kılıcı) adını verdi. Hazreti Ömer devri fetihlerine de katılan Halid bin Velid hazretleri, M.642 H.21 yılında Humus'ta vefat etti.
Türkiye Gazetesi, 15.07.2013
|
FATİH'İN CAMİSİNE 2.3 MİLYONLUK YENİLEME
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiği 1453’te askerlerin ibadet edebilmesi için yaptırdığı cami, Zeytinburnu Belediyesi’nin restorasyonuyla yeniden ibadete açıldı. Caminin en büyük özelliği minaresinin diğer camilerin aksine sağda değil solda olması. Daha önce iki defa restorasyonu yapılan caminin son görüntüsü ise içler acısıydı. Belediye Başkanı Murat Aydın, harabeye dönen caminin restorasyonunu yaptırmak için Anıtlar Kurulu’yla mücadele etmişti.
Başkan Murat Aydın, “1813’te yenilenen cami, 1954’te derici esnafı tarafından bir onarımdan daha geçirilerek ibadete açılmış. Ancak daha sonra yine harap hale gelmiş. Belediye olarak harekete geçtik. Anıtlar Kurulu’ndan izin aldıktan sonra restorasyon iki yılda tamamlandı. Orijinalliğinin korunması için dikkat ettik. Ramazan’da açılması da bizi çok mutlu bizi etti. ” diye konuştu.
Akşam, Haber: Ercan Öztürk, 15.07.2013
|
 |
GEZİ'DEN ERMENİ MEZARLIĞI ÇIKTI
Taksim Meydanı yayalaştırma projesi kapsamında yapılan kazılarda Ermeni mezar taşları ortaya çıktı. Agos'un haberine göre Divan Otel, Hilton Oteli ve Asker Ocağı Caddesi'nde yapılan kazılarda Ermenice yazılmış 16 mezar taşı bulundu. İstanbul Arkeoloji Müzesi de yaptığı açıklamayla, ilk bilgilere göre tarihi 17. yüzyıla kadar uzanan mezar taşlarını doğruladı. Kazı çalışmaları sırasında mezar taşlarına rastlandığını Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik de doğrulamıştı. Haziran ayında CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu'nun soru önergesini yanıtlayan Çelik, Cumhuriyet Caddesi üzerinde, Divan Oteli önünde yapılan kanal deplase çalışmaları sırasında16 Ermeni Mezar Taşı bulunduğunu, ayrıca 19. yüzyıla tarihlenen duvar kalıntıları ve atık su kanalına rastlandığını söyledi.
Sabah, Haber: Nurdeniz Erken, 15.07.2013
|
ERMENİ MÜLKLERİNİN İADESİ SEVİNDİRDİ

Diyarbakır'da 1915'ten sonra kullanılmadığı için
harabeye dönen Sur İlçesi'ndeki tarihi Surp Gragos
Ermeni Kilisesi, 2009'da başlatılan restorasyon
çalışmaları sonucu geçen yıl yeniden ibadete açıldı.
400 yıllık geçmişi bulunan kilisedeki çalışmalar
sırasında, 1910 ile 1921 arasında Diyarbakır'ı terk
eden Ermenilere ait 190 mülk olduğuna dair envanter
bulundu. İstanbul'daki Patrikhane'ye bağlı çalışan
kilise vakfı, arazi, ev, ibadethane gibi mülklerin
güncel emlak alanlarını saptayıp, Diyarbakır
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne iade için başvurdu.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Sur sınırlarındaki
Ermenilere ait 15 bin metrekarelik 17 mülkü tespit
ederek, üzerinde kaçak yapı ve kamu binaları bulunan
mülklerin iadesine karar verdi. Vakfın talep ettiği
diğer 173 mülkiyete ise onay çıkmadı. Kilise
vakfının bu mülkiyetlere ilişkin sunduğu tapu
kayıtlarının 1910 ve öncesine ait Osmanlı döneminden
kalan eski kayıtlar olduğu, Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nün, 'gösterdiğiniz kayıtlar eski ve
yetersiz' diyerek talepleri reddettiği ve güncel
kayıtlar istediği kaydedildi.
'OSMANLI KAYITLARI BELİRSİZ'
Surp Gragos Ermeni Kilisesi Vakfı Başkanı Vartkes
Ergün Ayık, "190 mülkiyetten 17'sinin bugünkü
tarihle vakfa ait olduklarını tescil ettirdik.
Başlangıç olarak çok mutluyuz. Ne var ki bunların
bazıları şu anda işgal edilmiş durumda. Üzerlerine
kaçak binalar, hatta kamu binaları yapılmış" dedi.
Diğer 173 mülkiyetin Osmanlıca tapu kayıtlarının
sorun yarattığını belirten Ayık, "Eski kayıtlara
göre tespit yapılamadı. Günümüz şartlarına göre ada,
parsel ve pafta numaralı yer olarak değil, talep
ettiğimiz yerler eski kayıtlara göre örneğin
'Kirkor'un evinin yanı', 'Sarkisyan'ın arsasının
arkasındaki Ahmet'in evinin karşısındaki ev' ve buna
benzer gibi açıklamalarla izah ediliyor. Bizden
güncel bilgiler istendi. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü'ne başvurduk. Bize yardımcı olurlarsa
zaman içinde bu tapu kayıtlarındaki sıkıntıyı
gidermeyi düşünüyoruz. Ondan da sonuç çıkmazsa yargı
yoluna gideceğiz" dedi. Mülklerin bulunduğu bölgenin
kentsel dönüşüm alanı olduğu için vakfın talep
ettiği arazilerin toplam değerinin 100 milyon lira,
iadesine karar verilenlerin ise yaklaşık 10 milyon
lira olduğu kaydedildi.
BELEDİYE: İŞGALCİLER VAKFIN KİRACISI OLUR
Ermenilere ait taşınmazların bulunduğu Sur
İlçesi'nin Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, Ermeni
cemaatine yardımcı olmayı istediklerini belirterek,
şunları söyledi: "Eğer bu arazilerin üzerinde bir
kaçak yapılaşma varsa karşılıklı uzlaşmaya gidilir.
Uzlaşma nasıl olur? Bu taşınmazların üstünde iş yeri
veya ev varsa bunları yapan kişiler Ermeni Vakfı'nın
doğrudan kiracıları olur. Taraflar anlaşamazsa yargı
yoluna gidilir. Yargının vereceği karar
doğrultusunda biz de gereken işlem neyse onu
uygularız."
MİNAREDEN YÜKSEK DİYE TOPLA YIKILDI
Diyarbakır'ın Sur İlçesi'nde halk arasında
"Gavur mahallesi" olarak bilinen Hançepek
Mahallesi'nde bulunan Surp Gragos Kilisesi, 1729'da
3 Ermeni ustası tarafından Ermeni mimarisinin bütün
özelliklerini yansıtan biçimde yapıldı. Kilisenin
"soğan başlı" çan kulesi yıldırım çarpması sonucu
yanınca, 1883'te 29 metre yüksekliğinde daha
görkemli bir şekilde inşa edildi. Altın haçlı Çan
Kulesi 1915'te kentteki minarelerden yüksek olduğu
gerekçesiyle top ateşiyle yıkıldı. 1915'teki göçe
kadar metropolitlik kilisesi olan Surp Gragos, 1.
Dünya Savaşı'nda Alman Karargahı, daha sonra da
Sümerbank'ın pamuk deposu olarak kullanıldı. Sadece
sütunları ayakta kalan, tavanı, duvarları çöktüğü
için meczupların mekanı haline gelen harabe
halindeki kilise, 2009'da Büyükşehir Belediyesi'nin
de katkılarıyla 5 milyon liraya restore edilip geçen
yıl ibadete açıldı.
Sabah, Haber:
Hüseyin Kaçar - Özgür Cebe, 15.07.2013
******
ERMENİ KİLİSESİ KENT MÜZESİ OLUYOR

Çan kulesi 1914'te top atışıyla yıkılan kilise, 98
yıl sonra restore edilerek ibadete açılmıştı.
Diyarbakır’da bulunan Surp Giragos Ermeni
Kilisesi’nin bir kısmı Ermenilere ait eserlerin
sergilenmesi için Kent Müzesi oluyor.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı
Osman Baydemir ile Kilise Vakfı Başkanı Ergün
Ayık, kilisenin bir kısmının müze olması için
protokol imzaladı.
Başkan Baydemir, “Bu protokolün kentimiz
Diyarbakır’a ve Diyarbakır’ın tanıtılması sürecine
büyük bir katkı sunacağına inanıyorum” dedi. Ayık
ise “Hayırlı olsun” dileğinde bulundu.
ELEKTRİK, SU, TEMİZLİK BELEDİYEDEN
Protokol, Diyarbakır Ermeni Surp Küçük Kilise
Hıdır İlyas Surp Gregos Kiliseleri Vakfı’nın kendi
mülkünün bir bölümünü bedelsiz olarak Büyükşehir
Belediyesi’ne tahsis etmeyi öngörüyor. Kilisenin
Ermenilere ait bilgi, belge ve etnografik
malzemelerin temininde belediyeye yardımcı olacağı,
belediyenin düzenlenecek müze bölümünü halkın
ziyaretine açacağı belirtiliyor. Belediyenin
ziyarete açık tüm yerlerin temizliğinin sağlanması,
bu mekanlarda kullanılacak su ve elektrik beledini
karşılayacağı öngörülüyor.
Radikal, 17.07.2013
|
YANDAŞ TORUNLAR BOĞAZ'DA ESKİ YALIYI YIKTI, YENİSİNİ
YAPTI

Başbakan Erdoğan’ın imam hatipten arkadaşı Aziz
Torun, 2 yıl önce Boğaz’ın en nadide yalısını satın
aldı. Aslına uygun tadilat yapılması gereken yalıda,
kat çıktı.
AKP iktidarıyla yükselişe geçen Aziz Torun, 2010
yılında Boğaz’da tarihi Clifton Yalısı’nı satın
aldı. 1890 yılında inşa edilen ve tarihte İngiliz
Clifton Ailesi’nin yaşadığı yalı iki kez yangın
geçirdi. Yalının arazisinde daha sonra 200 metre
taban oturumlu iki katlı kagir bir bina inşa edildi.
11.5 milyon dolara aldı
Kayıkhaneler dahil 950 metrekare kullanım alanına
sahip olan Clifton Yalısı, bu özelliği ile Boğaz’ın
en nadide yalılarından birisi olarak gösteriliyordu.
2006 yılında satışa çıkartılmıştı ancak taliplilerin
restorasyon izinleri konusunda tereddütlerinin
bulunması nedeniyle yalı 4 yıl boyunca satılamadı.
Torunlar Şirketler Topluluğu’nun patronu Aziz Torun,
14 Ekim 2010 tarihinde Ayşe Nilüfer Hayat (İsvan) ve
Ömer Kemal İsvan’ın hissedarı olduğu Kandilli’deki
Clifton Yalısı’nı 11.5 milyon dolara satın aldı.
Değeri 35 milyona çıkacak
Aziz Torun oturma amacıyla satın aldığı yalıyı
yıkarak, yangından önceki haline uygun olarak
yeniden inşa etmek için Anıtlar Kurulu’na başvurdu
ve gerekli izinleri kolayca aldı. İstanbul VI
Numaralı Koruma Bölge Kurulu’nca onaylanan 2. grup
tarihi eserin inşaatı bittiğinde Torun bu işten
oldukça karlı çıkacak. Bölgedeki emlakçılar yalının
tadilattan sonra değerinin 30-35 milyon doları
bulacağına işaret ediyor.
Sözcü, Habr: İsmail Şahin, 14.07.2013
|
SİBİRYA'DA BULUNAN MAMUT FOSİLİ KLONLAMA TARTIŞMASI
YARATTI

Sibirya’da 39 bin yıl boyunca buz katmanlarının
ardında korunan dişi bir mamut fosilinin Japonya’nın
Yokohama kentinde sergilendiği sırada klonlanmasının
gündeme gelmesi bilim dünyasında bir etik tartışması
başlattı.
Japonya’da bulunan mamuttan alınan DNA
örneklerinin klonlama işlemi için Güney Koreli
tartışmalı bilim insanı Hwang Woo-Suk’un özel
laboratuvarına gönderildiği açıklanırken,
Rusya’nın da mamut klonlama projesinde Kore’ye
destek verdiği belirtildi.
Mamutu Sibirya buzulundan çıkaran ekibin başında
bulunan Rus bilim insanı Simon Grigoriev, “Mamutun
yanında bulduğumuz sıvının kan olabileceğinden
şüpheleniyoruz. Eğer bu doğruysa kanda bulunan zarar
görmemiş DNA’yı kullanarak bir mamut yaratabiliriz”
dedi.
Ancak birçok bilim insanı mamut klonlama konusunda
Grigoriev kadar iyimser değil ve soyu tükenmiş bir
hayvanı klonlamanın etik olmayacağını düşünüyor.
İngiltere’deki York Üniversitesi’nden moleküler
biyolog Profesör Michael Hofreiter, “Mamutların
filler gibi fazlasıyla sosyal, duyguları olan
hayvanlar olduğunu biliyoruz. Sadece
eğlence için bir mamut yaratıp onu tek başına
bir hayvanat bahçesinde sergilemenin doğru olduğunu
düşünmüyorum” dedi.
Profesör Hofreiter ayrıca zaten mamut klonlamanın
söylendiği kadar kolay olamayacağını, klonlama
işlemi için gerekli bozulmamış DNA’yı mamutların
soyunun tükenmesinden on binlerce yıl sonra bulmanın
imkansız olduğunu, eldeki verilerle sentetik bir
mamut DNA’sı yaratarak bir fil embriyosuna enjekte
etmenin de filler ile mamutlar arasındaki genetik
farklar nedeniyle canlı bir doğumla
sonuçlanmayacağını düşündüğünü belirtti.
Londra Doğal Tarih Müzesi’nden Profesör Adrian
Lister ise “Her gün binlerce hayvan soylarının
tükenmesi riski ile karşı karşıya. Tarihe karışmış
bir hayvanı yeniden canlandırmaya çalışmak için
milyonlar harcamak yerine soyu tükenmekte olan
canlıları korumaya odaklanmalıyız” dedi.
Hürriyet, Haber: Birce Bora, 14.07.2013
|
KALEHÖYÜK'TE YENİ HEDEFLER ÇEKİLDİ
Kalehöyük’de
yeni dönem çalışmaları başlarken yeni açmalarda
erken döneme ait buluntulara ulaşılması
hedefleniyor. Arkeoloji Bölüm Başkanı Işık Adak
Adıbelli, ‘Yeni dönem çalışmalarımız başladı. Daha
erken döneme ait buluntulara ulaşmayı
hedeflemekteyiz’ dedi.
Adıbelli açıklamasında, “Ahi Evran Üniversitesi
Arkeoloji bölümü olarak yeni dönemde iki yüz
metrekarelik bir alanda çalışmalara başladık.
Yüzeyden ilk önce Osmanlı dönemine ait ocaklar ve
içliklerin bulunduğu bir tabaka kazdık. Bu tabakanın
altından Selçuklu dönemine ait ocaklar ve içliklerin
gelmesini bekliyoruz. Ön tarafta yamaçta açtığımız
açmada ise biraz daha farklı bir yapı var.
Hellenistik döneme ait çok tahrip olmuş
buluntulara rastladık. Bu yılki çalışmalarımızın
ışığında önümüzde ki yıl ve sonraki yıllarda
yamaçlarda açacağımız yeni açmalarda Frig, Hitit ve
daha erken dönemlere yapı katları ve buluntulara
ulaşabiliriz” şeklinde konuştu.
Hakimiyet Gazetesi, 14.07.2013
|
ANTİK KENTTE OSMANLI DÖNEMİNDEKİ 'SADAKA TAŞI'
GELENEĞİ YAŞATILIYOR
Yatağan'da bulunan ve birçok
medeniyete ev sahipliği yapan dünyanın en büyük
mermer kentleri arasında gösterilen Stratonikeia
antik kentindeki Osmanlı dönemindeki "sadaka taşı"
geleneği, günümüzde de yaşatılmaya çalışılıyor.
Eskihisar Köyü'nde bulunan antik kentte ibadete açık
Şaban Ağa Camisi önünde bulunan mermer sadaka taşı,
Osmanlı döneminden günümüze Türk insanının
yardımseverliğini gözler önüne seriyor.
Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi ve Stratonikeia Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal
Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türk
insanının günümüze kadar uzanan yardımseverliğini
her dönemde görmenin mümkün olduğunu söyledi.
Stratonikeia'da bulunan Şaban Ağa Camisi'nin ayrı
bir öneme sahip olduğunu dile getiren Söğüt,
Eskihisar ve Stratonikeia'yı 1670 yılında ziyaret
eden
Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde Şaban Ağa
Camisin'den Sultan Camisi olarak bahsettiğini
belirtti.
Söğüt, caminin yıkılmak üzereyken 1876 yılında
yörenin toprak ağası Şaban Ağa tarafından yeniden
inşa edildiğini, depremler ve doğa olaylarıyla
yıpranan caminin
Muğla Valiliği tarafından 2007 yılında restore
ettirildiğini anlattı.
Cami önünde
Roma dönemine ait mermer sütundan yapılmış
ve Osmanlı döneminden günümüze kadar kullanılan bir
sadaka taşı olduğuna dikkati çeken
Söğüt, "Bu sütun cami önünde tamamen bir
yardımlaşma sandığı olarak kullanılmış. O dönemde
camiden çıkan veya önünden geçen insanlar cebindeki
bozuk paralarını sadaka taşına bırakıyorlardı.
Burada biriken paradan ihtiyaç sahipleri istedikleri
kadar alıyordu. Bir yardımlaşma sistemi vardı. Bir
yardımlaşma sistemi ancak bu kadar özel
olabilirdi" dedi.
"Sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi" uygulanıyor
Söğüt, 3 bin yıllık antik mermer sütunun Osmanlı
döneminde
Muğla'da bulunan tek sadaka taşı olduğuna işaret
ederek, şöyle devam etti:
"Çünkü buraya para bırakan kişi bıraktığı paranın
kim tarafından alındığını bilmiyordu. Buradaki
parayı alan ve küçük ihtiyacını gören insanlar da
kimin parasını aldıklarını bilmiyorlardı. Böylelikle
İslam felsefesinde var olan 'sağ elin verdiğini sol
elin bilmemesi' olayı burada bire bir uygulanmıştı.
İnsanlar hiç kimseye vefa duymuyor ve borçluluk
hissi olmuyordu. Taşın üzerindeki sandık sayesinde
birçok insanın ihtiyacı görülüyordu. Bu sadaka taşı
Osmanlı döneminden beri kullanılıyor."
Antik kenti ziyarete gelen insanların geleneğin
devam etmesi için cebindeki bozuk paralarını sadaka
taşına bıraktığını kaydeden
Söğüt, şöyle konuştu:
"Bazen para bırakan oluyor bazen de bırakılan
paraları alan. Birisi para bırakıyor, bir başka
kişi de alıyorsa sistem işliyor demektir. Günümüzde
sadaka taşları zaten sayılı yerlerde kaldı.
Özellikle sadaka taşı olarak bilinen antik kentin
dışında başka yaşatılan bir örnek yok. Antik döneme
ait bir taş Osmanlı dönemine ait bir caminin
girişinde derin manalar ifade eden işlevini
sürdürmeye devam ediyor."
haberler.com, Haber: Durmuş Genç, 14.07.2013
|
YASSIADA'NIN 'İDAM FERMANI' YAZILDI

Dönemin Başbakanı Adnan Menderes
ve arkadaşlarının 1960 askeri darbesi sonrası hapis
yattığı Yassıada, müze olmayı beklerken imara
açıldı. Yüzde 5 olan inşaat izni yeni plan ile yüzde
65'e çıkarıldı.
Demokrasi müzesi yapılması planlanan Yassıada 2
yılda aşama aşama inşaata açıldı. Marmara
Denizi’ndeki tüm adalarla birlikte 1976 yılında
korunması gerekli doğal ve tarihi sit ilan
edilen edilen Yassıada, 2011 yılında da 3.
derece arkeolojik sit olarak tescillendi. 27
Nisan 2011’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
devredilen ada, Kasım 2012’de sitten çıkarıldı.
Nisan 2013’te torba yasa ile kültür ve turizm
tesisinin önü açıldı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yaptığı 1/
5000 ve 1/1000 ölçekli imar planları ile adaya
otel, restoran, konferans ve kongre merkezleri,
konaklama tesisleri yapılmasının startı verildi.
Yassıada ile birlikte Sivriadada yapılaşmaya
açıldı.
Tarihe acı hatıralarla geçen Yassıada 1960
ihtilali sonrası yargılamaların yapıldığı ve
aynı zamanda Başbakan Menderes ve arkadaşlarının
hapis yattığı yer olarak hafızalarımıza kazındı.
2011 yılında dönemin Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay Yassıada’yı demokrasi müzesi
yapmak istediklerini açıklamıştı.
Hani müze olacaktı
Bakan Günay,
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ile
birlikte bir grup gazeteciyi adaya götürdü.
Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı
spor salonu, tutuklu kaldıkları odalar
gezildi. Yapılacak müzenin ayrıntıları
anlatıldı. Tescilsiz binaların kaldırılacağı,
tescilli tarihi binaların restore edileceği,
harabe görünümdeki ihtilal izlerinin bulunduğu
askeri binaların onarılacağı söylendi. Ancak hiç
yeni yapılaşmalardan, otel, restoran, kongre ve
konferans salonlarından söz edilmedi.
Koruma kurulu 1976 yılında tüm adaların
korunması gerekli doğal ve tarihi alan ilan
etmişti.Kurul daha sonra farklı dönemlerde
aldığı kararlar ile Osmanlı dönemine ait
kıyıdaki ve tepedeki şato kalıntıları, Bizans
dönemine ait sarnıç, hücre yapılarının korunması
gerekli kültür varlığı olarak tescil etmiş,
yargılamanın yapıldığı spor salonunu ise
döneminin tarihi olaylarına sahne olduğu için
tescillenmişti. Ayrıca kurul Yassıada’yı 3.
derece arkeolojik sit ilan etti. Adalar İlçesi
1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı
ile tüm bu kararlar plana işlendi. Hazine
mülkiyetinde olan ve askeri alan olarak
belirlenen Yassıada, Milli Emlak Müdürlüğü’nün
27.04.2011 tarih ve 13071 sayılı yazısı ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü’ne ‘müze olarak
kullanılmak üzere’ tahsisi yapıldı. İşte bu
tahsisten sonra işler tersine dönmeye başladı.
Önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı
olan, İstanbul I Numaralı Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Komisyonu 10.10.2012 tarihli kararı
ile Yassıada’nın ‘Sürdürülebilir koruma ve
kontrollü kullanım alanı’ olarak belirlenmesinin
uygun olduğuna karar verildi. Bu yapılaşmaya
açılacağının ilk sinyalleriydi.
Binlerce metrekare inşaat yapılacak
İstanbul 5 Numaralı Koruma Kurulu 16 Kasım
2012’de yaptığı toplantıda ilginç bir karara
imza attı. Kurul kararında; ‘‘Kurulumuz
üyelerince yerinde Yassıada’nın tamamının
incelenmesi sonucunda, adanın bütünü
düşünüldüğünde ilke kararında belirtilen tanımla
örtüşmemesi, Yassıada’nın tamamının tek parsel
olması, parselde tescilli yapılar bulunduğundan
parselin zaten tescilli parsel statüsünde olması
sebepleriyle kamu yararı da dikkate alınarak
tarihi sit kaldırılsın” denildi. Daha sonra 18
Nisan 2013’te 28622 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan Torba Yasa’nın 26. ve 27. maddesi ile
“Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
yap-işlet-devret modeli ile Yassıada ve
Sivriada’da kültürel ve turizm amaçlı yatırım ve
hizmetler, 3621 sayılı Kıyı Kanunu hükümlerine
ve diğer mevzuatta yer alan kısıtlama ve
prosedürlere tabi olmaksızın planlama, imar ve
inşaat uygulamaları bu kanun kapsamında
yaptırılabilir’’ hükmü getirildi. Ardından 30
Mayıs 2013’te Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
tarafından 10 hektarlık Yassıada’ya ilişkin
1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı
yapıldı. 12 Haziran 2013 tarihinde askıya
çıkarılan revize 1/5000 Planda ‘Askeri Yasak
Bölge’ lejandı ‘Turizm ve Kültürel Tesis Alanı’
olarak değiştirildi. 1/1000 Ölçekli Koruma
Amaçlı Uygulama İmar Plan Notlarında ise Turizm
ve Kültürel Tesis Alanı’nda; otel, bungalov,
kafe, restoran, heliport alanı, park, açık hava
müzesi, meydan, kütüphane, idari bina, müze,
konferans salonu, sergi salonu, seyir terası
yapılabilir denmekte ve 0,65 emsal değeri
verilerek yapılaşmaya açıldı.
Sivriada da inşaata açıldı
Yassıadı ile birlikte 1978 yılında koruma kurulu
kararı ile doğal sit alanı ilan edilen Sivriada
da imara açıldı. Ada kurul tarafından 2009
yılında II. derece doğal ve III. derece
arkeolojik sit olarak belirlendi. Adalar 1/5000
ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nda
Sivriada II. Derece Doğal Sit ve 3. Derece
Arkeolojik Sit Alanı olarak ve aynı zamanda
bütünüyle ‘Askeri Alan’ lejandında gösterildi.
Kurum görüşleri alınarak sismik araştırma amaçlı
yapılar dışında yapılaşmaya tamamen kapatıldı.
Hazine mülkiyetinde olan Sivriada, 3 Ekim 2012
tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis
edildi. İstanbul 5 No’lu Koruma Kurulu 8 Mart
2013’te Sivriada’yı tarihi sitten çıkardı. 28
Haziran 2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı tarafından yapılan revize 1/5000
ölçekli planda ‘Askeri Yasak Bölge’ lejan‘Turizm
ve Kültürel Tesis Alanı’ olarak değiştirildi.
Uygulama imar planında ise adada “Fuar, kongre
merkezi, konferans salonu, kültürel tesis, dini
tesis, açık hava müzesi, amfi tiyatro, sergi
salonu, karşılama yapıları, spor salonu, seyir
terası, parklar, marina, kafe ve restoran
yapılabilir” denildi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.07.2013
******
"TARİHİ VE DOĞAL DOKU BOZULUR"
“Demokrasi Müzesi” yapılacağı açıklanan Yassıada’nın
turistik ve kültürel tesis yapımı için imara
açılması tartışma yarattı. Adanın doğal ve tarihi
yapısının korunması gerektiğini belirten uzmanlar
projelerin diğer
adalar üzerindeki imar baskını arttıracağına
dikkat çekti. Adalar Belediye Başkanı Mustafa
Farsakoğlu da, “Bu projeler adayı tahrip edecektir,
diğer adalara da sıçrayacağı kaygımız var” diye
konuştu.
Eski başbakanlardan
Adnan Menderes ve Demokrat Partili iki bakanın
idam edildiği Yassıada ile Sivriada’ya turistik
ve kültürel tesisler yapılacak. Projeyi ilk olarak
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan geçen Şubat ve Mayıs ayında
yaptığı açıklamalarla duyurmuştu. Yassıada ve
Sivriada’nın ‘kongre adaları’ olacağını ve adalarda
oteller, villalar, toplantı salonları ve müze
yapılacağını belirten Erdoğan’ın açıklamalarının
ardından, projenin hayata geçmesi için
gerekli hukuki ve idari çalışmalar da
tamamlandı.
Marmara’daki diğer adalarla birlikte 1976
yılında “korunması gerekli doğal ve tarihi
sit alanı” ilan edilen Yassıada,
27 Nisan
2011’de
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredildi.
Otel, heliport alanı
Ardından da geçen yıl kasım ayında sit alanı
olmaktan çıkarıldı. Torba Yasa ile ‘Kıyı
Kanunu’ndaki’ kısıtlamalara tabi olmaksızın imar
izni verilen adaya ilişkin planlar Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’nca hazırlandı. Plan
notlarında, 0,65 emsal oranıyla otel, bungalov,
kafe, restoran, heliport alanı, park, açık hava
müzesi, seyir terası gibi çok sayıda yapıya izin
verilmesi tartışma yarattı.
Yüzde 65 emsal olmaz
Açıklanan planı kaygıyla karşıladıklarını belirten
Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, “Bu
adalarda yüzde 40 ve yüzde 65 emsal olmaz. Projenin
ne olduğu da belli değil. Buralar 1. derece sit
alanı olan yerler. Tarihi ve doğal doku zarar
görmemeli. Bu projeler adayı tahrip edecektir, diğer
adalara da sıçrayacağı kaygımız var” sözleriyle
plana tepki gösterdi.
Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu da, adanın
doğal ve tarihi özelliklerini ortadan kaldıracak
nitelikteki projelerin son derece yanlış olduğunu
söyledi. İşlemin iptali için hukuki girişimlerde
bulunacaklarını kaydeden Muhçu, “Proje
çevredeki diğer adalardaki imar baskısını da
artıracaktır” dedi.
İnşaat Mühendisleri Odası
İstanbul Şube Başkanı Cemal Gökçe de açıklanan
projelerin adaların tarihi ve doğal kimliğine uygun
olmadığı görüşünde.
Mimar Sinan Genim ise, projeyi desteklediğini
belirtti. Genim, “Bu iki ada İstanbul’a çok yakın ve
hiçbir şekilde kullanılmıyor. İstanbul’un nüfusu 15
milyona varmışken; böyle iki adanın kaderine
terkedilmesi çok anlamlı değil” diye konuştu.
Milliyet, Haber. Musa Kesler, 15.07.2013
|
TARİHİ HAÇLI KALESİNE BOMBA
Suriye'de Devlet Başkanı Beşar Esad
güçlerinin Humus kentine operasyonları aralıksız
sürüyor. Muhalifler, rejime ait uçakların
bombardımanı sonucunda UNESCO Dünya Mirası
listesinde bulunan tarihi Haçlı kalesi Crac des
Chevaliers'in büyük hasar gördüğünü açıkladı. Suriye
ordusunun 1142 ve 1271 tarihleri arasında inşa
edilen kaleden önce de yine Humus kentinde Halid bin
Velid'in türbesini vurduğu öne sürülmüştü. Öte
yandan Şam rejimine karşı savaşan Özgür Suriye
Ordusu (ÖSO) ile El Kaide örgütü arasındaki
çatışmalar yoğunlaşıyor. El Kaide'nin, ÖSO komutanı
Kemal Hamami'yi öldürmesinin ardından gerilen
taraflar, Halep'teki kilit öneme sahip Bustan El
Kasr bölgesinde çatışıyor.
Sabah, 14.07.2013
|
|
TÜRKİYE 'ÖZEL MÜZE' ZENGİNİ

Türkiye'de 177 özel
müze her yıl milyonlarca yerli ve yabancı
turisti ağırlıyor.
Türkiye'de en çok özel
müzenin bulunduğu il 43 özel
müze ile İstanbul. İstanbul'u 34
müze ile Ankara, 11 müze
ile İzmir takip ediyor. Gaziantep ve Bursa'da
7'şer, Kütahya ve Aydın'da 6'şar, Eşkişehir ve
Çanakkale'de 5, Balıkesir ve Edirne'de 4, Malatya,
Samsun, Muğla, Nevşehir ve Konya'da 3, Amasya, İçel,
Kastamonu, Yalova, Kocaeli,
Afyon, Şanlıurfa ve Antalya'da 2'şer, Bartın,
Erzincan, Hakkari, Kayseri, Erzurum, Sakarya, Tokat,
Düzce, Karabük, Kırıkkale, Zonguldak, Trabzon,
Mardin ve Bayburt'ta 1'er özelmüze yer alıyor.
İlginç müzeler
İstanbul'daki müzeler arasında ilginç
özellikleriyle dikkat çekenler de bulunuyor. Kiminin
yapılışı çok eskilere dayanırken kimi de 21.
yüzyıldaki gelişimlerin ardından hayata geçirilen
müzeler şöyle:
"Sirkeci Garı TCDD Müzesi Sanat
Galerisi, İstanbul Üniversitesi Jeoloji
Müzesi İstanbul Arkeoloji ve Kültür Müzesi, Adalar
Müzesi, Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi, İstanbul
Oyuncak Müzesi, Kont Szechenyi İtfaiye
Müzesi, Yerebatan Sarnıcı, Basın Müzesi, Sadberk
Hanım Müzesi, Haluk Perk Müzesi, Atatürk Müzesi,
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim ve
Heykel Müzesi, Aşiyan Müzesi (Tevfik Fikret'in
Evi), Türkiye İş Bankası Müzesi, Denizcilik ve Su
Ürünleri Müzesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi
Müzesi, Santral İstanbul Enerji ve Çağdaş Sanatlar
Müzesi, Pera Müzesi, Sait Faik Abasıyanık
Müzesi, İstanbul Özel Okçular Tekkesi Müzesi, Rezzan
Has Haliç Kültürleri Müzesi, Ayşe ve Ercüment Kalmık
Müzesi, Osmanlı Bankası Müzesi, İstanbul PTT
Müzesi, Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi, Vakıflar
Halı Müzesi, Vakıflar Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar
Müzesi, İSKİ Su Medeniyetleri Müzesi, Marmara
Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi ve Sanat
Galerisi Sakıp Sabancı Müzesi, Rahmi M. Koç Sanayi
Müzesi, Miniatürk Mini Türkiye Parkı, Kazım
Karabekir Paşa Müzesi, Masumiyet Müzesi, Orhan Kemal
Müzesi, Yahya Kemal Beyatlı Kent Müzesi, Başbakanlık
Vakıflar Genel Müdürlüğü Akaretler Mustafa Kemal
Müzesi, BJK Müzesi, Doğa ve Bilim Müzesi, İstanbul
Modern Sanat Müzesi, 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri
Müzesi, Şehir Müzesi."
Habertürk, 14.07.2013
|
 |
AMASYA'DA ROMA VALİLİK MERKEZİ!
Amasya'da süren kurtarma kazısında, Roma döneminden kalma 2 bin yıllık olduğu düşünülen kilim motiflerine benzer şekillerin yer aldığı mozaikler bulundu. Yavru Köyü Küp Deresi mevkisinde kaçak kazı sonrası başlatılan kurtarma kazısı sürüyor. Kazılarda, Roma dönemine ait ve Amasya'ya özgü olduğu düşünülen, kilim şekillerine benzer motiflerin işlendiği mozaiklerin incelemesi sürüyor. Kazının bilimsel danışmanı Çorum Hitit Üniversitesi'nden Yrd. Doç.Dr. Esra Keskin, büyük bir saray kompleksi olduğu düşünülen mekanda bulunan mozaiklerin, çağdaşı eserlere göre farklı bir tasarımı bulunduğunu söyledi.Keskin, şu bilgileri verdi: "Ortaya çıkan mozaiğin üzerindeki kilim dokuması şeklinde olan motiflerde yer alan piramit üzerindeki göz şekilleri, gizemini koruyor. 30 metrekarelik alandaki mozaiğin üzerindeki kilim desenine benzeyen figürler, burayı yöneten bir valiliğin, askeri birliğin arması olabileceğini gösteriyor."
Sabah, 14.07.2013
|
NE BİTMEZ RESTORASYONMUŞ KARDEŞİM!
Bu söz, bügünlerde Eyüp Sultan Hazretleri’ni
ziyarete gelenlerin sıkça dilinde. Yaklaşık 2 yıldır
süren ve türbe tarihihin en uzun yenileme çalışması
devam ediyor. Ramazan vesilesiyle ziyarete
gittiğimde hummalı çalışmalara tanık oldum.
Tahribatın boyutları sanılandan daha fazla.
Bürokrasi falan derken işler uzamış. İçimden hak
vermek geçmedi dersem yalan olur. Ayrıca Ramazan’da
belirli saatlerde türbenin ziyarete açılacağının
müjdesini de verelim. Eyüp Sultan’a ziyarete gidince
asıl adı Halid bin Zeyd olan Peygamber Efendimizin
mihmandarı Eyyub el-Ensari Hazretleri hakkında
bildiklerimizin ne kadar az ve çelişkili olduğunu da
fark ettim...
İstanbul’un belki de en önemli mekanı, iki yıldır
restorasyonda ve ben bir kez bile nasıl gidiyor diye
merak etmemişim! Bu ayıbı gidermem lazımdı. Ama
öncesinde okuduğum kitaplar kafamı öyle
karıştırmıştı ki, yola bir dua ile çıktım: “Eğer
Eyüb’de yatan zat gerçekten Peygamber Efendimiz’in
mihmandarı ve yoldaşı ise bana bir işaret ver
Allah’ım.” Kalbimi teskin edecek o işareti alamasam
bile yüzlerce yıl doğru dürüst bir onarım
görmediğini, her dokunanın güzelliğinden bir şeyler
koparttığını, abad edeceğine talan ettiğini, ehil
olmayan ellerde vahim tecrübeler geçirdiğini
bildiğim türbe bu kez emin ellerdeyse, bu da
yetecekti bana.
Manevi öneminin yanında, eşsiz
İznik çinilerinin geçirdiği bütün aşamaların en
muhteşem örneklerine sahip bir müze olduğundan
burası tarihimizin de gözbebeğiydi. Çinilerin
hiçbiri türbe için özel üretilmemiş, her dönemin
saraylarından devşirme olarak getirilmişti. Ayrıca
gümüş ve kalem işlemeleriyle de baş döndürüyordu.
Acaba sandık sandık yüklenip kaçırılmalar ve kötücül
dokunuşlardan sonra tekrar yüzü gülebilecek miydi?
Restorasyonu üstlenen Hassa Mimarlık’ın şantiye şefi
iç mimar Şehadet Parlak’tan dinledim bütün hikayeyi:
Tahribatın boyutları
sanıldığından da büyüktü. Geçmişteki hırsızlıkların
ve yanlış müdahalelerin yanı sıra ziyaretçilerin
nesneleri dokunarak sevme alışkanlığının da bunda
payı bulunuyordu. Her şeyden önce çatıdaki kurşun
fitillerde kaymalar vardı. Çatı askıya alındı ve
çürüyen ahşap karkas onarıldı. Yığma bölümler,
derzler açılarak yeniden dolduruldu. Mantarlaşan
duvarlar yükü taşıyabilecek hale getirildi. Orijinal
zemin sonradan ilavelerle yükseltilmiş ve bu arada
zarar görmüştü. Ecdadın açtığı ve temele kadar inen
havalandırma kanalları tıkalı olduğundan yer tamamen
ıslaktı, rutubet kokuyordu. Kanallar yeniden
açılınca mevsim kış olmasına rağmen yer beş günde
kurumuştu.
Çinilerin arkasına beton
konulmuştu, oluşan boşluk nedeniyle duvardan düşmek
üzereydiler. Binlerce çini tek tek numaralandırıldı,
hasar tespitleri yapıldı. Paha biçilmez değerdeki
parçalar dübellerle delinmişti. Montaj hataları ayrı
bir fecaatti. Motifleri birbirine yakıştırmak için
kesilip dolgu malzemesi yapılmış, törpülenmiş, ters
yerleştirilip simetrisi bozulmuştu. Kompozisyonları
düzeltmek için bazı parçaların yeniden imal edilmesi
gerekebilecekti. Tabii ki ne malzeme ne de usul
açısından eski hallerini tutması mümkün değildi.
Çinilerin sökülmesi, tek tek
temizlenip yeniden montajlanması çok meşakkatliydi,
olağanüstü bir hassasiyet gerektiriyordu. Öyle ki
günde en fazla üç çini duvardan ayrılabiliyordu.
“Haydi bismillah, Allah’ım sen rast getir” diye
başlandı işe, herkesten dualar istendi. Her anında
salavatlar getirildi. Böyle bir işin sorumluluğunu
veren kadere hamdedildi, çok gözyaşı döküldü.
Heyecandan uykulardan kesilindi.
Önü kapalı olduğundan daha önce
farkına varılmayan bir oda bulundu türbede. Burayı
Adile Sultan’ın Ramazan’ın son on gününde itikafa
girmek için yaptırdığı kaynaklardan biliniyordu ama
odanın türbeye bakan duvarında bir dolap olduğundan
içine girilmemişti. Dolap söküldüğünde arkasında
inşaat tuğlası ile örülmüş bir odacıkla
karşılaşıldı. Ancak bir kişinin namaz kılacağı
büyüklükte, şahane altıgen tuğlalarla döşenmiş bir
çilehaneydi burası. Cülus merasimleri burada
yapıldığına göre herhalde padişahın haremi merasimi
bu o odadan izliyordu diye düşünüldü ve arşiv
fotoğraflarında görülen ahşap kafesin yeniden oraya
konulmasına karar verildi.
Türbe içerisinde çimento esaslı,
nefes almayan, binaya zarar verecek bütün malzemeler
atıldı. Yerine doğal, binanın hava sirkülasyonunu
destekleyen toprak, kireç, tuğla bazlı malzemeler
konuldu. Tıpkı ecdat gibi besmelesiz bir çivi bile
çakılmadı. Allah’tan sandukada bir sıkıntı yoktu.
Restorasyondan önce Müzeler Müdürlüğü tarafından
ahşap bölümü kaldırılıp temizliği yapılmıştı. Sadece
örtüsünde nemden kaynaklanan deformasyonlar vardı ve
giderilecekti.
Biz bu konuşmaları Hassa
Mimarlık’ın cami avlusundaki barakasında yaptık.
Sağolsun Eyüp Belediyesi Teftiş Kurulu Müdürü İrfan
Çalışan da verdiği dokümanlar, değerli yorumlarıyla
bize katkıda bulundu. Daha sonra türbeye girip bütün
bu dinlediklerimi bir de görmek istediğimde içeride
rutubetten uzak tertemiz bir havayla karşılaştım.
Biraz dolaşınca olağanüstü güzel bir koku duydum.
Koku sandukaya yaklaştıkça daha da belirgin hale
geldi. Benzerini Medine’de Mescid-i Nebevi’de
aldığımdan çok etkilendim. Ebu Eyyub sanki nefesiyle
kafamdaki bütün şüpheleri gideriyordu.
Bu beklediğim işaret olabilirdi
ama koku ne de olsa ele avuca gelmez bir nesne idi.
Ondan daha kuvvetli olan ikinci işaret beni hem
ismiyle hem de cismiyle etkileyen Şehadet Parlak
Hanım oldu. İşine maddi manevi anlamda titizlenmesi
çok güzeldi. Benim şüphe dediğim şeye o arayış dedi.
Bulmak için de kalpten aramak lazımdı. Aradığın şey
aşksa, zaten hiçbir mekana sığmazdı. Türbeye
girerken “Destur, bismillah, es-selamü aleyke ya Eba
Eyyub el-Ensari” diyorsan, o nerede olursa olsun
seni duyardı.
Zavallı çinilerimiz
Türbenin iç ve dış duvarlarında
toplam 7 bin 678 çini kalmıştı. Bunların bin
679’unun sırında bozulma, bin 255’inde çatlak,
505’inde derz boşalması, 6 bin 456’sında çini arkası
sıva boşluğu vardı. Bin 57’si kırıktı. Bin 750’sinde
eksik parça, 194’ünde duvarda deformasyon tespit
edildi. 41 çini ise imitasyon çıktı.

Devletimizin tarih bilinci geç
oluştuğundan çalındıktan sonra dünyanın belli başlı
müzelerine satılan ve müzelerle birlikte müzayede
kataloglarında gördüğümüz öz mallarımızın ne
kadarını, hangi süreçte geri ala bileceğiz acaba? Y
kuşağı başını kaldırsa da biraz bu alana baksa fena
mı olur?

Tarih için önemli, gönül için önemsiz
notlar...
Peyhamber efendimiz’i Hicret’in
ilk yedi ayında evinde misafir eden bahtı büyük
zatın asıl adı Halid b. Zeyd. Arap ananesine göre
ilk oğlu Eyyub’un adıyla künyeleniyor ve tarihe Ebu
Eyyub el-Ensari Hazretleri olarak geçiyor. Fatih
Sultan Mehmet’ten itibaren Osmanlı sultanları onun
kabri başında kılıç kuşandıklarından adı Eyüb Sultan
olarak dilimize yerleşiyor.
Şehrimizin en çok ziyaret edilen
kutsal mekanlarından biri olmasına rağmen hakkında
pek az şey bildiğimi fark edip bu konuda yazılan
kitap ve makalelere gömüldüğümde birbiriyle çelişen
bilgilerle karşılaştım. İster yasla, ister şükürle,
ister murad için kapısına koştukları kişinin hayat
hikayesini halk da benim gibi bilmiyordu. Bundan
daha vahimi ilim insanları da sahih bilgileri
maalesef menkıbelerle harmanlayarak vermişlerdi.
Bazılarıyla yazıştım, bazılarıyla telefonlaştım,
lütfedip bilgilerini paylaştılar. Bana bu sayfada
ayrılan yeri idareli kullanma adına tüm kaynakların
adını vermeden aklımı çelen soru işaretlerini şöyle
özetleyebilirim:
*İstanbul Arap orduları
tarafından üç kez kuşatıldı. Peki Ebu Eyyub hangi
kuşatmaya katıldı? Hicri 49 (miladi 669) yılındaki
birinci kuşatmaya katıldı diyen de var, hicri 54,
(miladi 664) yılındaki ikinci kuşatmaya katılmış
olabileceğini söyleyen de, ikisine birden katıldı
diyen de. (Kuşatmaların üçüncüsü kırk yıl sonra
98/716’da ama orada adı geçmiyor, mümkün de değil
zaten) Hangisi doğru?
*Ebu Eyyub’ün vefat yaşı bazı
kaynaklarda 80, bazılarında 90, bazılarında 95.
Hangisi doğru?
*Ebu Eyyub’un savaş sırasında
şehit olduğunu da söyleyen var, şiddetli bir
hastalığa yakalandığı için muharebelere hiç
katılamadığını söyleyen de.
*Eyüp semtinde yatan zatın Halid
bin Zeyd mi yoksa bir başkası mı olduğunu
sorgulayanlar olmuş ancak “o değil” diyenler bir
belge ortaya koyamamışlar. “Kesinlikle odur, Ebu
Eyyub’un kabri asırlar içinde hiç kaybolmamış,
korunmuştu ve tüm seyyahlarca ziyaret ediliyor,
Hıristiyanlarca dahi kutsal kabul edilip başında
yağmur duası yapılıyordu” diyenlerin gösterdikleri
kaynaklara (Neredeyse tamamı Alasonyalı Hacı Cemal
Öğüt’ün kitabında bütün detaylarıyla zikrediliyor)
itibar ediyorum. Ancak korunmuş bir mezarın yerinin
muayyen olmayışı kafamı karıştırıyor. Üstelik kabrin
yerinin Fatih’in hocası Akşemseddin’in manevi
işaretiyle belirlendiğine inandığım halde.
*Bu konudaki şüphemi
Prof.Dr.
Hüseyin Algül giderdi: “Ebu Eyyub’un kabrinin
mevkiinin kesin olarak o gün şehre yeni giren
nimelceyşlerce (müjdelenmiş askerler) bilinmemesi
söz konusuydu. Padişah orada türbe ile başkaca ciddi
tesisler kuracağı için inanıp güvendiği Akşemseddin
gibi bir ermişin beyanına ihtiyaç hasıl olmuştu.
Netice itibarıyla Akşemseddin Hazretleri bilinmeyen
veya olmayan bir mezar icad etmiş değildir. Onun
yaptığı şeyin vasfı, vefatından beri orada yatmakta
olan Ebu Eyyub’un mezarının ‘işte burasıdır’ diye
belirgin duruma getirilmesidir.”
*Fakat o dönemde üzerinde adının
yazılı olduğu bir mezar taşı veya herhangi bir
işaret yok. Bu önemli mi diyenlere şunu sorayım:
Vefatı sırasında vasiyet ediyor, beni gömdükten
sonra üzerimden atlarla geçin ve yerimi belli
etmeyin. Vasiyet yerine getirildi mi getirilmedi mi?
Getirildiyse nasıl ziyaretgah olur? Getirilmediyse
Akşemseddin’in manevi bilgisiyle yeri
belirlendiğinde acaba ne durumdaydı kabir? Hiçbir
bilgi yok bu konuda.
*Defin sırasında bulunan bazı
kaynaklar Ebu EyyuB’un surların dibine gömüldüğünü
belirtiyor. Eyüb semti surların dibi sayılır mı?
*Bazı kaynaklarda birinci
kuşatmada önce Fedale b. Ubeyd el Ensari yönetiyor
orduyu, sonra Süfyan b. Avf el Eslemi. Bazı
kaynaklarda ise bu 669’daki kuşatmanın komutanı
Yezid olarak geçiyor. İkinci kuşatmada Muaviye. B.
Ebu Süfyan (Yezid’in babası) ordu komutanlığına
Cünade b. Ebu Ümeyye el-Ezdi’yi getiriyor. Hangisi
doğru? Üstelik şöyle de önemli bir bilgi var:
*Eyyub el Ensari hazretlerinin
Yezid’in kumandasındaki orduda savaştığını
söyleyenlere göre ölüm döşeğinde “Senin için ne
yapabilirim?” diye soruyor Yezid ve düşman
topraklarının gidebileceği en ileri kısmına kadar
gidip defnetmesini istiyor mübarek. Yezid bu
vasiyeti yerine getiriyor ve hatta bu konuda kayzer
Konsantin Yugunat ile karşılıklı bir atışmaları
oluyor...
*“Hicret sırasında Resulullah’ın
devesi Kusva tam Ebu Eyyub’un evinin önünde çöktü”
diyen de var, “Evinin yakınındaki iki yetim çocuğa
ait bir arsaya çöktü, Resulullah akrabalarımdan
buraya en yakın olanı hangisidir diye sordu,
Neccaroğullarından pek çok Medineli biziz diye
atılınca aralarında kura çekildi ve piyango Ebu
Eyyub’a çıktı” diyen de var. (Dr. Hilal
Kara-Abdullah Kara)
*Peygamberimize
risalet gelmeden
400 yıl önce Yemen Hükümdarı Esad, bazı Yahudi
bilginlerinden aldığı bilgiler doğrultusunda Hz.
Muhammed’e hitaben bir mektup yazıp ümmetine dahil
olmak istediğini bildiriyor. Mühürlü mektup asırlar
boyunca özenle korunuyor ve sonunda Ebu Eyyub’e
ulaşıyor. Bu mektubun sahibine teslim edildiği ana
dair de farklı bilgiler var. Bazıları mektubun Ebu
Eyyub’un Peygamberimiz’le Hicret’ten önceki ilk
karşılaşmasında verildiğini, bazıları da bu anın
Resulullah’ı Medine’de misafir ettiği günlerde
yaşandığını söylüyor.
*Ebu Eyyub’un evinin 400 yıl önce
söz konusu Yemen hükümdarı tarafından zamanı gelince
Peygamberimizin oturması için özel yaptırıldığını
söyleyenler var. Bu doğruysa görkemli bir yapı
olması lazım. Oysa birçok kaynakta altta bir oda,
üstte bir odalık küçük mütevazı bir evden söz
ediliyor hatta Peygamberimiz’i yatıracakları bir
hasır sedirleri bile yokmuş da sonradan getirilmiş.
*Bazı kaynaklar Ebu Eyyub’un
Peygam-berimiz’in vahiy katiplerinden olduğunu
söylüyor, bazıları değildi diyor. (Bkz. Doç Dr. Ünal
Kılıç’ın Eyyup Sultan kitabı)
*Ebu Eyyub’un üç erkek bir kız
çocuğu var: Eyyup, Abdurrahman, Halid (ki onun da
Eyyub isimli bir oğlu var) ve kızı Amre. Peki bu
hayatlara dair herhangi bir bilgi var mı? Yok. Ben
özellikle babasına ismini veren Eyyub’u merak ettim.
Bazı kaynaklara göre oğul Eyyub dahil tüm evlatlar
sahabedir ve Peygamberimiz’in hizmetinde
bulunmuştur. Bunu savunan Alasonyalı Hacı Cemal
Öğüt, “Hz. Mihmandarın mübarek nesli asırlarca devam
etmiştir.” diyor. Fakat nasıl yaşadıklarını, nerede
medfun olduklarını belirtmiyor. Bazılarına göre
başta ilk oğul Eyyub olmak üzere adlarının dışında
oğullarına dair hiçbir bilgi bulunmuyor. Bu ise Yrd.
Doç. Mehmet Efendioğlu’na göre onların küçük
yaşlarda öldüklerini düşündürtüyor. Kaynaklarda
sadece kızı Amre’den olan bir torununun adı geçiyor.
Adı Eyyub bin Halid bin Saffan olan bu torun
Efendioğlu’na göre sahabe değil.
*Oysa Osmanlı arşivlerindeki bir
belgede (bkz. Ferhat Kütüklü’nün yazdığı Bahar
Yayınları’ndan çıkan Eyüb Sultan kitabı) Eyüb
Sultan’ın torunlarına maaş bağlandığı “Hazreti Ebu
Eyyub el Ensari torunlarından Cizre kazası halkından
Şeyh Esat Efendi’nin oğullarına maaş tahsis
edilmesi...” sözleriyle kayda geçmiş. Kütüklü,
Osmanlı arşivlerindeki belgeyi kitabına da koymuş.
Öyleyse soyu devam ediyor diyebilir miyiz? Dersek
nerede bu bilgiler? Ebu Eyyub’un evinin azatlı
kölesine kaldığı bilgisi doğruysa buradan soy devam
etmiyor sonucuna varabilir miyiz? Yoksa o kutlu ev,
tüm evlatlar öldükten sonra mı Ebu Kesir adıyla
tanınan bu kişiye kalmıştır?
*Birçok ilahiyatçıya Eyyub
Sultan Hazretleri’nin herhangi bir akrabası
Anadolu’ya gelmiş ve burada medfun olabilir mi diye
sordum. Ya yok dendi, ya da bilmediklerini
söylediler. Oysa küçük kardeşi Feyzullah
el-Ensari’nin Bitlis’te mezarı var. Onu da bizim
gazeteden Yusuf Bülbül sayesinde öğrendim. Feyzullah
el-Ensari, 639’da Bitlis’i fethetmek için gelen İyad
b. Ganem ordusunda alemdar olarak görev
yapmaktaymış. Savaş meydanında yaralanmış ve çadırda
vefat etmiş. Hadi bakalım, doğru mu yanlış mı?
Türbeden insan manzaraları
Restorasyonu on ay daha devam
etmesi beklenen türbenin Ramazan boyunca haftada iki
kez, pazartesi ve perşembe 9.30-12.30 arasında
ziyarete açılmasına yönelik çalışmalar yapılıyor. Bu
müjdeyi verdikten sonra türbeden bazı insan
manzaralarını da anlatayım. Kurulan iskelenin önüne,
Ebu Eyyub’un hayat hikayesine dair bazı bilgilerin
verildiği panolar konulmuş. Ziyaretçiler ne
tuhaftır ki onların üzerine dileklerini yazmışlar.
“Allah’ım sen içimi biliyorsun, Amin. Allah’ım
ablama hayırlı bir kısmet nasip et, amin” gibi
temenniler bazı vatandaşları rahatsız etmiş ve onlar
da siyah markırla karalama yapmışlar. Silmeye
kalkınca simsiyah olmuş ve mecburen kaldırılıp
yenileri getirilmiş. Ayrıca İslam’la bağdaşmayan
adak mumlarının demir parmakların arasından yerlere
düştüğüne de şahit olunmuş.
Bu arada, “Ne bitmez restorasyonmuş, içeri
giremiyoruz” diye görevlilerden edep dışı tavırlarla
hesap soran, celaliyetleri mekanın uhreviyetine hiç
uymayan vatandaşlarla da karşılaşılmış. Bu kişiler
dualarını türbenin dışında yaptığı için kabul
olmayacağını düşünüp hakaretlerle üzerlerine
geldiğinde tatlı dil ve güler yüzle
sakinleştirilmiş. Çünkü böylesi önemli bir makamda
kimsenin kalbi kırılamazmış, ağlanacaksa onlar
gittikten sonra gizlice ağlanırmış.
“Temizleneceği zaman haber
verin, bir süpürge de biz atalım” diyenler de olmuş.
Hiç sesini çıkarmadan, kuytulara saklanıp adeta
“setreyle beni” diyen bir halde Allah’a yakınlaşmak
isteyenleri görmek ayrı bir saadetmiş. “Selam olsun
size” denmiş onlara sessizce. Hıçkırdıkları fark
edilirse “Sizin için yapabileceğimiz bir şey var mı,
bir bardak su getirelim mi?” diye yaklaşıldığında
hepsi birbirinden acı hikayeler dinlenmiş.
Neresinden bakarsan bak, böyle bir iş büyük bir
nasipmiş, şükretmek lazımmış.
Zaman Pazar, Haber: Nuriye Akman, 14.07.2013
******
EYÜP SULTAN TÜRBESİ İÇİN SÜRPRİZ KARAR

Ocak 2011 tarihinde
altyapı, güçlendirme ve restorasyon için kapatılan
Eyüp Sultan Türbesi için sürpriz bir karar
çıktı. Daha önce ramazanda kapalı olacağı bildirilen
türbe, yarın kısa ziyaretlere açılıyor. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin konuyla ilgili açıklaması
şöyle:
“Altyapı, güçlendirme ve restorasyon çalışmaları
nedeniyle bir süredir ziyarete kapalı olan
Eyüp Sultan türbesi ramazan ayı boyunca ziyarete
açılacak. Türbe 15 Temmuz 2013 Pazartesi gününden
itibaren 09.00- 12.30 saatleri arası ziyaretçilere
açılacak. Restorasyon çalışmaları devamettiği için
içerde bekleme yapılamayacak, ziyaretçiler bir
kapıdan girip dua ederek diğer kapıdan çıkacak.”
En çok ziyaret edilen kutsalmekanlardan olan Eyüp
Sultan Türbesi, 28 Ocak 2011 tarihinde altyapı,
güçlendirme ve restorasyon çalışmasına alınmıştı. 6
ayda bitirileceği açıklanan çalışmaların 2.5 yıldır
tamamlanamaması, tepkilere neden olmuştu. Hatta bir
grup vatandaş İBB ile İl Kültür Müdürlüğü ve
restorasyonu yapan mimarlık firmasını mahkemeye
vermişti.
Habertürk, 14.07.2013
|
MYRA ANTİK KENTİNDE HELLENİSTİK DÖNEME AİT TİYATRO
BULUNDU

Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat
Çevik başkanlığında kazı çalışmaları yürütülen Myra
antik kentinde, Hellenistik döneme ait tiyatro
keşfedildi.
Çevik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2009
yılından bu yana
Antalya'da bulunan antik kentte kazı
çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.
Myra antik kentinde Roma dönemine ait tiyatroda
restorasyon ve konservasyon çalışmaları kapsamında
doğu galerilerinde kazıların sürdüğünü anlatan
Çevik, Roma tiyatrosu öncesi dönemden kaldığı
belirlenen yerde Hellenistik döneme ait tiyatronun
doğu çevre duvarının bulunduğunu kaydetti.

Hellenistik tiyatronun, Roma tiyatrosunun yarı
yüksekliğinde ve daha küçük çaplı, sonraki
tiyatronun tamamen altında kaldığı ancak dönemine
göre oldukça büyük olduğunun anlaşıldığını belirten
Çevik, "Klasik, Roma ve Bizans dönemlerinden pek çok
önemli kalıntıyla tanınan Myra antik kentinde ilk
defa Hellenistik döneme ait bir kalıntı ortaya
çıkarıldı. Myra'da çeşitli kaynaklar ve küçük
bulgulardan Hellenistik dönemde de bir kentin varlığı
biliniyordu ancak ilk kez bu kadar somut mimari
kalıntılarla bu durum belgelendi" dedi.
Bu durumun tiyatro gibi büyük bir kentten iz veren
kalıntılarla ortaya çıkmasının hem kendilerini çok
sevindirdiğini hem de Myra antik kentine farklı bir
tarih ve yaşam kültürü anlamı kattığını vurgulayan
Çevik, şöyle devam etti:
"Myra antik kenti bizim için, tarih için çok
önemli bir kent. Antik kent, zamanla yer yer 4 ile
10 metre arasında alüvyonlar altında kaldığından
kentte bu tür keşifler büyük önem taşıyor. Daha önce
kazı ekibi tarafından yapılan arkeojeofizik
çalışmalarda 2 kilometre çapında bir kentin Demre
yerleşimi altında yayıldığı keşfedilmişti. Şimdi
kazılar sürdükçe yeni belgeler ortaya çıkarak antik
dönemlerin metropolisini aydınlatıyoruz. Myra'nın
karanlık bir dönemi olan Hellenistik döneme ait bu
bulgu, kazı ekibi olarak bizleri çok
heyecanlandırdı. Çünkü tiyatro varsa kente ait her
yapı vardır. Yapılan keşifle Myra'da Roma ve
Hellenistik dönemlere ait olmak üzere iki tiyatromuz
oldu."
Hürriyet, 13.07.2013
|
KAZIDA 10 BİN BROŞÜR

Demre’deki Myra- Andriake
antik kentinde 2009
yılından bu yana kazı çalışmaları yürüten Akdeniz
üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik ve kazı ekibi,
bölgenin tanıtımı amacıyla hazırladıkları broşürleri
turistlere dağıttı. Rusça hazırlanan broşürlerin
dağıtımına Myra Antik Kenti ve Noel Baba Müzesi’nde
başlatıldı.
Myra- Andriake Kazıları Başkanı
Prof.Dr. Nevzat
Çevik, 5′inci yıla giren kazılarla Myra Antik Kenti
ve Andiriake Liman Kenti’nin toprak altında yatan
tarihini gün ışığına çıkardıklarını söyledi.
Prof.Dr. Çevik, devam eden kazılar kapsamında Myra Antik
Kenti, Andirake Liman Kenti ve Noel Baba Müzesi’nin
tanıtımı için, sponsorlar aracılığıyla İngilizce,
Türkçe, Rusça ve Almanca broşürler bastırdıklarını
söyledi.
İlk olarak Rusça basılan 10 bin broşürün
dağıtımına başladıklarını kaydeden Prof.Dr. Çevik,
“Broşürleri ilk gün ekibimiz dağıttı. Daha sonra
girişteki gişelere koyarak dağıtımı sürdüreceğiz.
Broşürlerde Myra, Andiriake, Noel Baba Müzesi başta
olmak üzere bölgenin tanıtımı yapılıyor. Amacımız
antik kentleri ve yöremizdeki tarihi mirası doğru
biçimde tanıtabilmek” dedi.
Kazı ekibi olarak tanıtım misyonlarının da
olduğuna inandıklarını anlatan Prof.Dr. Çevik,
“Geçmiş yıllarda yurt içinde ve dışında
düzenlediğimiz sergi, konser, konferans ve bilimsel
etkinliklerin devamı olarak broşürle tanıtım
yapıyoruz” diye konuştu. Ücretsiz dağıtımı yapılan
broşürleri alan turistlerin, ilgiyle okuması dikkati
çekti.
Akşam, 13.07.2013
|
PATARA ANTİK KENTİNDE 25. YIL KAZILARI BAŞLADI
Antalya'nın Kaş
İlçesi'ndeki Patara antik kentinde 25 yıl önce
başlayan arkeolojik kazıların yaz dönemi çalışmaları
Prof.Dr.
Havva İşkan Işık başkanlığında başladı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteğiyle yürütülen
arkeolojik kazılar, 1988 yılında Prof.Dr. Fahri
Işık başkanlığında başladı. 20 yıl Patara kazılarına
başkanlık yapan Prof.Dr. Işık, 2009 yılında kazı
başkanlığını eşi Prof.Dr.
Havva İşkan Işık'a devretti. 5 yıldır
Akdeniz
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Havva İşkan Işık başkanlığında yürütülen Patara
kazılarının bu yılki bölümünde, 33 işçinin yanı sıra
Akdeniz,
Mimar Sinan,
Adnan Menderes, Bilgi, Beykent ve
Mehmet Akif Ersoy üniversiteleri ile
Almanya'nın Münster,
Münih ve Mainz üniversitelerinden 16 arkeoloji
bölümü öğrencisi, 8 arkeolog ve 20 bilim insanı
görev yapıyor.
KAZILAR 2 AY SÜRECEK
Bazelika, Liman Hamamı Palestrası,
Tepecik Akropolü ve Antik Likya Su Yolu'nda
yapılacak kazılar 2 ay sürecek. Likya Birliği'ne
uzun süre başkentlik yapan Patara'da yapılan
kazılarda şu ana kadar, kumlar altında kalan birçok
tarihi yapı ortaya çıkarıldı. Bu kapsamda kentin
girişindeki, ana kilise, zafer takı,
Tepecik Akropolü, anıt mezarlar, Liman Hamamı,
Patara Antik Tiyatrosu, Neron Deniz Feneri, ana
cadde ve dünyanın ilk demokratik meclisi olarak
kabul edilen Likya Birliği Meclis binası turizme
kazandırıldı. Çalışmalarda, yine tarihe ışık tutacak
birçok heykel ve eşya toprak altından çıkarıldı.
SEMPOZYUM DÜZENLENECEK
Prof.Dr.
Havva İşkan Işık, Patara
antik kenti kazılarının
25'inci yılına girdiğini söyledi. Bu kapsamda 46
bilim insanının katılımıyla eylül ayında geniş
katılımlı bir sempozyum düzenleneceğini vurgulayan
Prof.Dr. Işık, Ödeneğimiz yettiği oranda
çalışmaları sürdüreceğiz. Hedefimiz tarihi kentteki
bulguları kültür dünyasına kazandırmak dedi.
haberler.com, Haber: Ahmet Acarkaş, 13.07.2013
|
SİNOP'TA TOPLU MEZARLAR BULUNDU
Sinop’ta Bizans
döneminden kalma Balatlar Kilisesi’nde yapılan kazı
çalışmalarında, üst üste gömülmüş toplu mezarlar
bulundu.
Sinop’ta, Bizans dönemine ait mimari kalıntıları
bünyesinde barındıran Balatlar Kilisesi’nde bu yılki
arkeolojik kazı çalışmaları 30 kişilik ekiple
başladı. Üç yıl önce başlatılan çalışmaların bu
yılki bölümü, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Mimar
Sinan Üniversitesi katkılarıyla geçen 8 Temmuz’da
start aldı. Yapılan kazı çalışmalarında 19’uncu
yüzyıla ait yüzlerce üst üste gömülmüş toplu
mezarlar ortaya çıktı. Kazı çalışmasında Kral VI
Mithridates’in 4 metrelik altın heykelinin çıkma
olasılığı üzerinde durulduğu belirtildi. İl Kültür
ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, “Balatlar Kilisesi
ilimiz için önemli bir alan. İlimize gelen her iki
turistten birinin ziyaret ettiği bir yer. Bunun
ulusal ve uluslararası arenada çok önemli bir
sirkülasyon alanı olacağını, turizm yönüyle de
özellikle Yunanlı ve İtalyan turist acentelerinin
ilgi odağı olacağını düşünüyorum. Bu alanda birkaç
medeniyetin bulguları var. İlk seneki kazılarda
sadece Osmanlı döneminde ilimizde yaşayan yabancı
uyrukluların mezarları vardı. Kazı çalışmalarımız
derine indikçe kaliteli mezarlarda çıkıyor. En üst
tabakada bulunan 18 ve 19. yüzyıla ait mezarların
alt seviyesine ulaştık. Bizans dönemine ait olması
muhtemel mimari kalıntılar ortaya çıkıyor. Her yıl
yeni yeni bulgular elde ediyoruz” dedi.
Bölgede çok sayıda mezar bulunduğunu ifade eden
İl Kültür ve Turizm Müdürü Himet Tosun, “Bu mezarlar
sadece din adamlarına değil, çocuklar, halktan kadın
ve erkek mezarlarıdır. Mezarlara basit gömü
hediyeleri bırakmışlar. Kırık çanaklar, bronz
takılar, düğmeler gibi objelerle karşılaşıyoruz.
Daha önceki kazı çalışmalarında 11’inci yüzyıl
olarak tarihlendirilen bir Bizans parası bulduk. Bu
yıl ki ilk çalışmalarda 19’ıncı yüzyıla ait olduğunu
düşündüğümüz üst üste gömülmüş bir mezarı hiç
bozulmadan çıkarttık. Çalışmalar bu doğrultuda Eylül
ayına kadar devam edecek” diye konuştu.
Kazı çalışmaları tamamlandığında bu alanda bir
arkeolojik park oluşturacaklarını söyleyen Tosun,
“Kilisenin Osmanlı döneminde Rum manastırı olarak da
kullanıldığı biliniyor. Yaklaşık 2 bin yıl boyunca
kullanılmış bir yapı. Buranın tarihi dokusunu
korumayı ve muhafaza etmeyi düşünüyoruz.
Çalışmalarımız bittiğinde burada bir arkeolojik park
oluşturacağız. Her dönemden kalan kalıntılar burada
sergilenecek” dedi.
Hürriyet, 13.07.2013
|
KAPOOR'UN 200 ESERİ GELİYOR

Kavramsal sanatın en ünlü ismi Anish Kapoor, 10
Eylül’de Sanancı Müzesi’nde olacak. Renkli
yarımküreleri ve içbükey aynalarıyla büyük ilgi
gören ünlü sanatçıyı öncesinde Londra’daki
atölyesinde ziyaret ettik.
Picasso, Dali, Rodin gibi sanat tarihinin dev
isimlerinin eserlerini
İstanbul’a getiren Sabancı Müzesi bu kez
yaşayan bir efsaneye ev sahipliği yapmaya
hazırlanıyor: Kavramsal sanatın en popüler ismi
Hint asıllı İngiliz sanatçı Anish Kapoor. 10
Eylül’de İstanbul Bienali’yle eş zamanlı olarak
eserlerini Sabancı Müzesi ve Akbank Sanat’ta
sergileyecek. Sergide sanatçının heykelle
mimariyi, mühendislikleyse teknolojiyi
buluşturduğu tonlarca ağırlıktaki eserleri yer
alacak.
1990’ da Venedik Bienali’nde İngiltere’yi temsil
eden, 1991’de Turner Ödülü’ne layık görülen ve
2012 Olimpiyat Oyunları kapsamında Londra’nın
kamuya açık en büyük heykeline imza atan Anish
Kapoor’u Londra’daki atölyesinde eserlerini
anlattı.
FABRİKA GİBİ ATÖLYE
Londra’nın güneyindeki atölye daha çok bir
fabrikayı andırıyor. Altı ayrı bölümden oluşan
atölyenin her bir odası birbirinden bağımsız
olarak çalışıyor. Bir bölümde ünlü
yarımkürelerin kalıpları üzerine çalışılırken
diğer tarafta beton heykellerin imalatının
hazırlık aşamalarını görüyorsunuz. Poliüretan
malzemenin kullanıldığı eserler içerdikleri
kimyasal madde nedeniyle maskeli asistanlarca
üretiliyor. Atölyenin son bölümüyse sır gibi
saklanan projelere ayrılmış. Burada fotoğraf
çekmek, görüntü almak yasak. ‘Gökyüzü Aynası’
gibi dev mimari projelerin yeni örneklerinin
maketleri yer alıyor. Hangisinin nereye
uygulanacağı da şimdilik bir sır. Sanatçının taş
heykellerin yontulduğu diğer atölyesi ise ana
atölyeye 3-4 kilometre uzaklıkta. İstanbul’a
gelecek taş heykeller yola çıkmak için hazır
durumda bekliyor burada. Toplamı yaklaşık 100
tonu geçecek heykellerin İstanbul’a taşınması
ayrı bir sorun. Mühendisler, Sabancı Müzesi’nin
bu yükü taşıyıp taşıyamayacağını hesaplıyor.
Eserlerin müze binasına sokulması için de özel
vinçler tasarlanıyor. Daha önce de İstanbul
Bienali’ne katılan sanatçı Türkiye’de bir
değişim ruhunun dolaştığı görüşünde. “Özellikle
bu değişim sürecinde İstanbul için bir şey
yapmak çok önemli” diyor.
KAPOOR’UN GÖZÜNDEN
BURASI BİR LABORATUVAR
Burası bir üretim merkezi, ama fabrika gibi
düşünmeyin. Benim için daha çok deneyler
yaptığım bir laboratuvar diyebilirim. 30 kişiden
oluşan takımımla çalışıyorum. Her biriyle de tek
tek ilgilenirim. Onlar benimle bir misyon
yüklenirler. Heykel de zaten bir süreç işidir.
İşe alırken bu misyonu paylaşacaklarını
bilmelerini söylerim. Farklı işler ürettiğim
atölyelerim var ve her atölyede farklı bir
ekiple çalışırım.
BİÇİM VE RENKLE OYNUYORUM
Heykellerim figüratif değil ama figürü
çağrıştıran formlar var. Ben figür yapayım diye
yola çıkmam. En ilginç olanı da yapıtın ne zaman
yapıt olduğu. Bunu bilmiyorum. Eserlere bakarken
bir şeyler hatırlar gibi oluruz. Bir sanatçı
olarak söyleyecek sözümün olmadığını düşünürüm.
Dünya şöyledir ya da böyledir diye vaaz vermem.
Ama bana çok yakın gelen bir anı ifade ettiğim
an önemlidir. Bir eser ne zaman içsel hafızamıza
hitap etmeye başlar, işte o zaman sanat
eseridir. Sanatın bazı unsurları bu anlamda
hafızayı harakete geçirmede çok güçlüdür.
Bunların başında renk gelir mesela. Aslında ben
atölyemde biçim ve renkle oynuyorum.
SANAT BİR DÖNÜŞÜMDÜR
Sanat bir dönüşümdür ve malzemenin
dönüştürülmesidir. Heykelde boyut da çok
önemlidir ve temel unsurlarından biridir.
İzleyicinin heykelin içinde bulunduğu mekanla
kurduğu ilişki benim için çok önemli. Sanat
kendi kendimizi kaybettiğimiz bir ana ve alana
yer açar. Benim için tekrar da çok önemli. Bazı
formları yeniden yeniden yaparım. Tekrara sadece
sıkıcı bir süreç olarak bakmamak lazım. Mesela
çok sayıda ayna yapıtım var. Ama bunlara bakınca
kendi içinde çok çeşitlilik gösterdiklerini
farkedersiniz. Tıpkı müzik gibi, doğa gibi.
HEYKELLERE DOKUNUN AMA...
Taşın içindeki gizli objenin açığa çıkması
önemli. Heykel sanatı zaten daha çok malzeme
odaklıdır. Bir taşa, kütleye yeni bir form
kazandırmaktır yaptığım. Genel olarak taştaki o
içsel boşluk ilgimi çekiyor. İstanbul’da taş
işlerini sergileyecek olmamda kentin binlerce
yıllık geçmişi etkili olmuş olabilir. Taşın
hafızası vardır çünkü. Ama galiba bu heykelleri,
onları sergileme zamanının geldiğini düşündüğüm
için götürüyorum. Heykellerime dokunulmasından
rahatsızlık duymam ama yüzükle tık tık diye
vurulmasını da istemem.
İNGİLİZ SANATINA YÖN VEREN KÜRATÖR
Sabancı Müzesi’nde açılacak Anish Kapoor
sergisinin küratörlüğünü İngiliz sanatının son
50 yılına yön veren isim olarak da bilinen Sir
Norman Rosenthal üstleniyor. 31 yıl İngiliz
Kraliyet Akademisi’nin sergi bölümünü yöneten
Rosenthal, “Anish Kapoor’un her yapıtı bir tür
yankı odasıdır, bizi bize aksettiren yapıtlar
tasarlar” diyor.
Hürriyet, Haber: İhsan Yılmaz, 13.07.2013
******
GÜNÜN İLK IŞIĞI İSTANBUL'A GELİYOR
Eylül ayında İstanbul'u bir yandan Bienal
heyecanı saracakken, bir yandan da Anish Kapoor
etkileyici eserleriyle şehre misafir olacak.
Stüdyosunda bekliyor bizi. Üzerinde keten
olduğundan kırışık ve besbelli ona özel yapılmış
tasarım ayakkabıları ve elinde numaralı
gözlüğüyle... Zeki Müren tane taneliğinde
konuşan bir sanatçı Anish Kapoor. En son Ai
Weiwei'e destek vermek için çektiği Gangnam for
Freedom videosunda seyretmiştim. Göbeği vardı,
gitmiş. Ya aşktan ya dertten gider kilolar.
Belki de diyettedir. Bilemem.
Sakıp Sabancı Müzesi'nde (SSM) eylül ayında
açılacak sergi ve eserler için beraber kafa
patlatan büyük bir ekip var. Zira, sergi
bieanalle aynı zamana denk geliyor. Dolayısıyla
kusursuz bir açılış olması şart. Nitekim;
geziden önce, geziden sonra diye ayrılan
hayatlarımızın ve memleketin de böyle bir sanat
molası almaya fazlasıyla ihtiyacı var.
Kapoor'un yanında yılların dostu, küratör Norman
Rosenthal var. İkisi de "sir" ünvanına sahip,
ama bu ünvanın kendi işlerine değil de ileride
"Benim babam bir sördü" ya da "Büyükbabam bir
sördü, sen bilmezsin" diye hava atacak
torunları, çocukları için aldıklarını söyleyip
dalga geçiyorlar.
Rosenthal, Kapoor'un eserlerinde "şahane bir
zamansızlık" buluyor. Yüzyıllara yayılacak bir
ferahlık da olabilir bu, bir endişe de... Anish
Kapoor da heykellerine bakarken bunu iş olarak
değil misyon olarak gördüğünü söyleyecek az
sonra. Bir mana arayışı içinde. Stüdyosunun
duvarlarında, esinlendiği eski zaman
resimlerinden çıkışlar asılı; 1800'lerden kalma.
1000 YILLIK SEYAHATE DENK
Sohbet ederken dini, felsefi referanslar
veriyor. Kapoor'un Londra'da Farmers Road'da
koca bir sokağa yayılan stüdyolarının birinden
çıkıp diğerine geçerken, Rosenthal bu gezinin
1000 yıllık bir seyahate denk düştüğünü
fısıldıyor. Kapoor ise "Çimentoyla bir şeyler
yapmak daha mı kolay" veya "Hangisini daha çok
seviyorsunuz" gibi meraklı sorular karşısında,
derin derin bakıp "Aslına bakarsanız ben de ne
yaptığımı bilmiyorum, benim de her günüm bana
sürpriz. Her gün her şeyi tekrar tekrar tekrar
yapıyorum. Ama bu aynı şeyi tekrar etmek demek
değil. Sıkılıp patlayana kadar, en iyi ifade
edeni bulana kadar deniyorum" diyor.
Kapoor, teknolojiyi seviyor ama avuçlarında
felsefeyi tutuyor. Hep zamandan, sonsuzluktan
bahsediyor. Zamansız işlerini ya sonsuz
gökyüzünün altına koyuyor ya da bir odanın
içinden sonsuzluğa ulaşmaya çalışıyor.
Eserlerinin hiç olmazsa içimizdeki boşluğu
doldurmasına çalışan gerçek bir sanatçı o.
Eserlerine verdiği formların her biri hem bir
son yolculuk hem de bir başlangıcın simgesi
gibi. Kapoor'un çukur aynalarına bakarken içine
düşecek gibi olduğunuz an, aynadan size yansıyan
ve size ait yüzlerce yansımanızdan bir tanesi
muhakkak elinizden tutuyor.
ANİSH NE DEMEK?
Farmers Road'dan ayrılıp Kapoor'un kendisinin
dahi ayda bir ya da iki defa uğradığı taş
atölyesine vardığımızda buraya ilk defa
Kapoor'dan ve atölyede çalışanlardan başka
insanların geldiğini öğreneceğiz. Esprisi
yapılıyor: "Türkler atölyenin kapısına dayandı
ve içeri girdi!" Kapoor, "Türkiye'de, hele bu
değişim zamanında İstanbul'da olmayı çok
önemsiyorum" diyor. Hiçbir şeyin aynı kalmadığı
bir dünyadayız zaten. Değişmeyecek tek şey ana
babalarımızın bize verdiği isimlerin anlamları.
Bu hayatta bunu ona kaç kişi sordu bilmediğim
için, bana "deli" deme ihtimaline rağmen
soruyorum: "Anish ne demek?" O kocaman
kahkahalarından birini patlatıyor: "İyi ki
getirdiniz aklıma. İsmimin anlamını kaç zamandır
düşünmüyordum. Gece bitip de gün başlarken o ilk
ışık var ya, Anish o demek." Güzelmiş.
Vedalaşıyoruz. Eylüle kadar.
KISA KISA
-1954 Mumbai doğumlu, 1970'lerden beri
İngiltere'de yaşıyor. 1990'da Venedik
Bienali'nde İngiltere'yi temsil eden, 1991'de
Turner Ödülü'ne layık görülen ve 2012 Olimpiyat
Oyunları kapsamında Londra'nın kamuya açık en
büyük heykeline imza atan Kapoor'un eserleri
Akbank'ın sponsorluğunda eylül ayından itibaren
SSM ve Akbank Sanat'ta sergilenecek.
-2004'te dünyanın en üretken ve en saygı duyulan
heykeltraşı seçildi.
-Eserleri Kunsthalle Basel, Tate Galeri, MOMA
gibi dünyaca ünlü sanat mekanlarında
sergileniyor.
-Dikkat çeken büyük boyutlu projeleri arasında,
Kunsthaus Bregenz'de 20 tonluk kırmızı vazelin
ve mumdan oluşan heykeli "Benim Kırmızı Yurdum"
(2003), Viyana'da Museum für Angewandte Kunst'ta
ve Londra'da Royal Academy'de "Köşeleri
Bombalamak" enstalasyonu (2009) ve Paris Grand
Palais'de sergilediği anıtsal "Leviathan"
heykeli bulunuyor.
-Yaklaşık olarak 30 yıldır Londra da yaşayan
Anish Kapoor, çalışmalarını Güney Londra'da
bulunan atölyesinde sürdürüyor.
Habertürk, Haber: Elif Key, 14.07.2013
|
POLONYA'DA 'VAMPİR MEZARLIĞI' BULUNDU

Telegraph
gazetesinin haberine göre arkeologlar bu saptamayı,
iskeletlerin başlarının vücutlarından ayrılıp
bacaklarının üstüne yerleştirildiğini görünce yaptı.
Törensel idamlarda bu hareket, ölünün dirilmemesi
umuduyla yapılıyor.
Tarihte vampir olduğu gerekçesiyle öldürülmüş çok
sayıda insan var. Hıristiyanlığa geçiş sonrası Slav
topraklarında bu korkunç adet bir müddet daha devam
etse de son “vampir mezarlığının” tarihlemesi henüz
yapılmadı. Dr. Jacek Pierzak, iskeletlerin üstünde
hiçbir eşya bulunmadığı için bunun zor olduğunu
söyledi.
Radikal, 13.07.2013
******
BİLİM DÜNYASINI
ŞOK EDEN KEŞİF
Polonya’da
İkinci Dünya Savaşı’nın en kanlı çarpışmasına
sahne olan Gliwice kasabası yakınlarında başlatılan
arkeolojik kazılarda bilim dünyasını şoke eden
bulgulara ulaşıldı. Bölgede vampirlerin gömülü
olduğu bir
mezarlık ortaya çıktı. Ülkenin güneyinde yapılan
kazılarda ortaya çıkarılan iskeletlerin başının
yerinden çıkarıldığı ve bacaklarının yanına ters
konulduğu belirlendi.
Telegraph gazetesinin haberine göre arkeologlar bu
saptamayı, iskeletlerin başlarının vücutlarından
ayrılıp bacaklarının üstüne yerleştirildiğini
görünce yaptı. Törensel idamlarda bu hareket,
ölünün dirilmemesi umuduyla yapılıyor.
Tarihte vampir olduğu gerekçesiyle öldürülmüş çok
sayıda insan var. Hıristiyanlığa geçiş sonrası Slav
topraklarında bu korkunç adet bir müddet daha devam
etse de son “vampir mezarlığının” tarihlemesi henüz
yapılmadı. Orta Çağ
Avrupa’sında vampirlikle suçlananlar akıl almaz
işkencelerden geçirildikten sonra gömülüyordu. Genel
efsanelere göre vampir çam, aspen, akdiken veya üvez
ağacından yapılma bir tahta kazık vampirin kalbine
kazık saplanmalı (gümüş veya demir de olabilirdi) ve
ağzına sarmısak yerleştirilip kafasını kesmek
gerekirdi.Vampiri yakmak veya kalbini çıkarıp onu
yakmak veya nehre atmakta bilinen çarelerdendi.
Gümüşten veya
Hristiyan efsanelerine göre kutsanmış kurşunla
da öldürülebilirdi.
Bölgenin slav vampir hikayelerinin yayıldığı yer
oluşu dikkat çekti.
Arkeoloji ekibinin başındaki Dr. Jacek Pierzak,
vampir mezarlığındaki kurbanların üzerinde yaşları
hakkında bilgi verecek herhangi bir
mücevher ya da kıyafet olmadığını açıkladı.
Mİlliyet, 16.07.2013
|
SUR DİBİNDE KEPÇELERLE KAÇAK KAZI

Fatih Belediyesi tarafından 2005
yılında yenileme alanı ilan edilen Türk
Mahallesi'nde inşaat şirketi tarafından kaçak kazı
yapıldı. Kazı sırasında üç metre büyüklüğünde bir
tonozlu yapı müzeye bildirilmeden kepçelerle
yıkıldı.
Fatih Belediyesi’nce ‘kentsel yenileme alanı’
ilan edilen Ayvansaray’ın tarihi Türk Mahallesi’nde
bir skandal daha yaşandı. Belediyeden yenileme
projesinin ihalesini alan Altınboynuz Turizm İnşaat
Şirketi’ne ait kepçeler,
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden izin almadan
kaçak kazı yaptı. Arkeolog gözetiminde yapılmayan
kaçak kazı sırasında, tarihi Meryem Ana Kilisesi ile
şantiye alanı arasında kalan yolun hemen altında
yaklaşık üç metre büyüklüğünde tonozlu bir yapıya
rastlandı. Ancak şirket durumu Arkeoloji Müzesi’ne
bildirmek yerine tonozlu yapıyı kepçelerle yıkmayı
tercih etti. Oysa yasalar sit alanı olan Tarihi
Yarımada içinde müze uzmanları olmadan kesinlikle
kazı ve hafriyat çalışmaları yapılamayacağını
belirtiyor.
Bölgede yapılan kaçak kazıdan haberi olmayan
İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gelen ihbarlar üzerine
müze yönetimi harekete geçti. Müze görevlileri
şantiye alanında yaptıkları çalışma sonucunda
tonozlu yapının tamamen yıkıldığını ve yapının
bulunduğu alanın ise firma tarafından çamurla
kapatıldığını tespit etti.
Koruma kurulu inşaatın durdurulmasını istedi
Bölgede incelemede bulunan müze yetkililerinin
hazırladığı raporları dün İstanbul 2 Numaralı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na
göndermesi üzerine koruma kurulu harekete geçti.
Türk Mahallesi’nde yürütülen inşaat faaliyetlerinin
incelenmesi için kurul, bölgeye bir ekip yolladı. Ön
incelemede bulunan koruma kurulu ekipleri, bölgede
genel bir inceleme yapılması gerektiğini ve inceleme
sonucunda tarihi eserlerin tespit edilmesi durumunda
gerekirse kazı yapılmasını tavsiye etti.
Raporları değerlendiren kurul, firma tarafından
yürütülen inşaat faaliyetlerinin bir an önce
durdurulması için belediyeye bir yazı yolladı.
Gerekli incelemeler yapıldıktan sonra inşaata devam
edilip edilmeyeceğini kurul, yapacağı yeni
değerlendirme sonucunda belirleyecek.
İkinci kez kaçak kazı yapıldı
Yapılan kaçak kazı Altınboynuz Turizm İnşaat
Şirketi’nin bölgede yaptığı ilk kaçak kazı değil.
Firma Mart 2012 tarihinde İstanbul Arkeoloji Müzesi
ile koruma kurulunun izni olmadan Türk Mahallesi’nde
kepçelerle yine kaçak kazı yapmış, Radikal gazetesi
ise kaçan kazıyı, ‘Sur dibinde kepçelerle operasyon’
başlığıyla kamuoyuna duyurmuştu. Bunun üzerine
Tarihi Yarımadadaki izinsiz kazı durduruldu. Fatih
Belediyesi de müze denetimi olmadan hafriyat
çalışmaları yapmalarının hata olduğunu itiraf
etmişti.
Radikal, Haber: İdris Emen, 13.07.2013
|
"BENİ DÖVE DÖVE
GÖZALTINA ALDILAR"
TMMOB’a destek eyleminde ağzı kanlar içinde
gözaltına alınan Mimar Sinan Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi
Yrd. Doç.Dr. Osman Erden (39), “Bir polis kafama
vurdu. Yerden kalktığımda bir başka polis tokat
attı. Otobüsün önünde de karnıma tekme atıldı” dedi.
Uluslararası
Sanat Eleştirmenleri Derneği
Türkiye Şubesi Başkanı Erden, önceki gün
Taksim’de gözaltına alındı.
Kasımpaşa Karakolu’ndan gece 03.00 sıralarında
serbest bırakılan Erden yaşadıklarını Milliyet’e
anlattı; “TMMOB
eylemine destek için İstiklal’e geldim. Müdahale
esnasında plastik mermiyle yaralanınca bir
arkadaşımın kafesine sığındım. Yaklaşık 10 dakika
kafede dinlendikten sonra sokağa çıkar çıkmaz 10
kadar polis üzerime doğru koşmaya başladı. Bir polis
kafama vurunca yere düştüm. Kollarımdan tutup beni
ayağa kaldırdıklarında da bir başka polis suratıma
vurdu ve dudağım patladı. Gözaltına alınınca yüksek
sesle kimliğimi açıkladım. Bu, polisi daha da
sinirlendirdi. Meydandaki otobüse bindirilmek için
götürüldüğümde karnıma bir tekme daha yedim ve
arabaya bindirildim.”
Erden,
Mimar Sinan Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr.
Yalçın Karayağız’ın karakola gelmesiyle karakoldaki
polislerin tedirginlik yaşadığını belirtti.
Haseki’den alınan sağlık raporunun emniyette kalması
üzerine özel bir hastaneden
darp raporu aldığını söyleyen Erden, önümüzdeki
emniyetten şikayetçi olacağını belirtti.
Milliyet,
Haber: Damla Yur,15.07.2013
|
BAŞKAN DEDE'DEN MUŞ'LU GEÇMİŞ ZAMAN
Önceki hafta
Muş’ta tarihi Ermeni evlerinin yıkılıp yerine TOKİ
projesi yükseleceğini haberleştirmemiz üzerine,
şehrin Belediye Başkanı Necmettin Dede, basına bir
açıklama yaparak “Kentsel dönüşümle birlikte Kale
Mahallesi’nde şehirleşme başlayacak. Ne yazık ki,
bunu istemeyenler var. Bunlar vatandaşımızın
refahını, iki yakalarının bir araya gelmesini
istemiyorlar. Bunlara müsaade etmeyelim” dedi.
Söz konusu açıklamaları üzerine
görüştüğümüz AK Partili Dede, TOKİ konutu yapılacak
bölgenin heyelan ve deprem bölgesi olduğunu, bu
yüzden de evleri yıktıklarını belirtirken, ısrarla
Ermenilerden kalma tarihi ev olmadığını savunuyor.
Kendisiyle telefonda yaptığımız görüşmeyi
aktarıyoruz.
Sayın Dede, Kale Mahallesi için verilen
yıkım kararıyla ilgili olarak aramıştım sizi…
1940 doğumluyum. Bu memleketin çocuğuyum.
Belediye Başkanlığı’na bakkallık, manavlıktan
gelmedim. Emniyette çeşitli görevler yaptım. 10 yıl
cumhurbaşkanlığı koruma müdürlüğü, Doğru Yol
Partisi’nden milletvekilliği yaptım. Seçim barajını
aşamayınca Belediye Başkanı oldum. Ben, ailemizin 4.
milletvekili, 3. belediye başkanıyım. Bir bilgi
birikimim var, iktisat mezunuyum, pedagoji
uzmanıyım, emniyet teşkilatına boşu boşuna girmedim.
Kiliselerin olduğu yer Kale Mahallesi ve ben de o
mahallenin çocuğuyum. 4 yıldır TOKİ’nin gelmesi için
çaba sarf ederken daha evler yıkıma girmeden,
belediye yıkım için ihaleye çıkmamışken TOKİ’yle
anlaşan vatandaş evinin işe yarar yerlerini kendi
sökmeye başladı. “Belediye Başkanı Ermeni evlerini
yıkıyor” dendi, ne alakası var? Şu Ermeni evidir, bu
Türk evidir, diye bir şey yok.
Muş’ta Ermenilere ait hiçbir şey yok mu?
Birkaç tane kilise ismi var. Ama ne var ki ayakta
değiller. Mahallenin aşağısında Güllü Hamamı ve bir
kilise var fakat tamamen sıfır olmuş, hamamın da
sadece duvarı kalmış.
Meryem Ana Kilisesi mi ‘sıfır’ olmuş?
Kilise tescilli deniyor ama tescil edilecek ne
kalmış? Keşke tarihi bir eser olsa da biz iftiharla
oraya gitsek. Taştan, topraktan ev yapılmış “Efendim
buranın antika olması lazım” deniyor. 40 defa
değişime uğramış. Benim de evim oradaydı, heyelan
bölgesi diye evlerimizi terk ettik.
Kale mahallesi heyelan bölgesi mi?
Evet.
Peki, neden böyle bir bölgeye konut inşa
ediliyor?
TOKİ, mahallenin aşağısına doğru geliyor. Yukarı
heyelan bölgesinde bulunan evlerin aşağısına
yapacağız konutları.
Bu durumda evler neden yıkılıyor?
Çünkü heyelan bölgesi, çoğu evler terk edilmiş,
çoğu ise evlerden çıkmamış. Daha önceden burada
sağlıklı bir belediye çalışması olmamış.
Mahalle sakinlerinden Ercan Çete, 150
yıllık Osmanlı dönemine ait tapusunun olduğunu
söylemişti ama.
Neredeymiş o tapu? Varsa var. Benim dedemin
kaldığı ev var o mahallede, ama tapuları yok. O
bizim 40, 60, 100 yıllık evimizdi ama tapumuz yok
ki. Bizim bir bağımız var, o bağ için “Zamanında
Ermenilerindi” derler. E peki, Ermeniler kimden
almış? Daha öncekilerden almış.
Ermeniler kimden almış?
Rus işgali döneminde Ermeniler gelmişler ve
Muş’ta kalmışlar. Türklerden almışlar yani.
Ermeniler Rus işgaliyle Muş’a mı
gelmişler?..
Muş, 1917’de Ruslar’ın
işgaline uğradı. Ruslar çekildi, Ermeniler
kaldı. Ruslardan kalan silahları alıp Türklerle
savaşları olmuş. Çocukluğumdan beri, “Bu bağ
bunundu” “Şurada şu kilise vardı” diye
anlatılıyor böyle hikayeler. Siz bana kanıt
gösterin. Ermenilerden tapusu olan varsa, bugüne
kadar tapuyu gösteren bir adam var mı? Tapuda
kayıt var mı? Ayrıca hiçbir ev yıkılmadı ki.
TOKİ mi yıktı, belediye mi yıktı? Henüz böyle
bir şey yok. Neden böyle sansasyon yaratılıyor?
“Belediye Ermenilerin evlerini, kiliselerini
yıkıyor” deniyor, ama ben daha yıkım için ihale
bile yapmadım ki.
Ama Belediye Meclisi’nde söz konusu
bölgeye TOKİ yapılması için karar aldınız.
Siz icraata geçinceye kadar yaptığınız suç
olur mu, olmaz mı? “Ben filancayı öldürmeye
gidiyorum” dediğiniz zaman bu suç olmaz, eyleme
geçince sorun olur. Ben mahallenin TOKİ’ye
dönüşmesini istiyorum. Ayrıca Kale Mahallesi
deprem bölgesi, oranın boşaltılması için 20 yıl
önce alınan karar var.
Yine sormak istiyorum. Hem deprem
bölgesi hem heyelan bölgesi olan yere neden
konut yapıyorsunuz?
İstanbul’dan bilmeden konuşmayın! Biz de
heyelan bölgesi olduğu için oradaki evimizi
bıraktık. Bölgedeki turizm potansiyelini
ortaya çıkarmak için TOKİ’yi oradan
başlattık. Bütün ahırlar, açıkta akan
kanalizasyonlar o mahallede. Buranın
turistik bir yer olması lazım. Orası mesire
yeri, piknik alanı. Dedemler 80, 100, 150
yıl önce oraya yerleşmiş. Bir kitap, kanıt
varsa oturur belgelersiniz. Yoksa ne olur,
bu hikayeleri dinlersiniz.
Evlerin
tarihi olduğu tescillenirse yıkımı durdurur
musunuz?
Tabii, tabii. Ama tarihi bir ev yok 40
defa deforme olmuş bu evler. Depremde
çatlamış, sıva yapılmış yani
orijinalliği kalmamış bu evlerin. Mistik
bir hava verecek bir ev var mı diye
düşündük eşimle, varsa ortaya çıkaralım
isteriz.
Evler tarihi ama
deforme mi olmuş demek istiyorsunuz?
Yıkılmış zaten bu evler. Çoğu evin
de sahibi demirini, çerçevesini
söktü.
Ama bu yıkım kararı
aldığınız için oldu. Define
arandığından da bahsediliyor ayrıca.
Biz evleri satın alıyoruz, yıkma
söz konusu değil. Zaten daha 150
tane evi almamışım, onlarla
mahkemelik olduk. 300 ev aldım yani
TOKİ aldı. Belediyenin bir ilgisi
yok. Benim de orada arsam var birkaç
daire alacağım. Şöyle bir anımı
anlatayım. Benim babam 1955’te
ameliyat oldu İstanbul’da. Doktor,
Manolyan soyadlı bir Ermeni’ydi.
Manolyan, Muşlu olduklarını ve
İstanbul’a gelirken altınları gömüp
geldiğini söylemişti. Hatta babamlar
da bu hikayenin üzerine Manolyan’ı
Muş’a davet etmişti.
‘Memleketin iki yakası
bir araya gelmesin isteyenler var’
dediniz. Kimleri kastettiniz?
Hemşerilerimden bahsediyorum.
Onların içinde memleketin iki yakası
bir araya gelmesin isteyenler, nifak
sokanlar var. Bir hukuk var, bir de
insanlara gösterilmeyen sosyal bir
alan var. Bunlar gelir görüşülür,
muhtarı var, hak sahibi var.
‘Dediğim dedik’ olmaz ki. Hukuk
devletindeyiz, evini vermek
istemeyenler gelip mahkemede durumu
anlatacaklar. Bizim memlekete ya da
vatandaşa ihanet etmemiz mümkün
değildir. Ben hukuk için varım.
Onlara modern konutlar inşa
edeceğiz.
1915 öncesinde Muş kazası
299 kilise, 94 manastır, 53 hac
yeri ve 5669 öğrencili 135 okulun
bulunduğu 339 köyde, 140.555
Ermeni’yi barındıran (16.927 hane)
Muş sancağı, Ermenilerin yaşadığı en
kalabalık ve etnik açıdan en homojen
yapıya sahip bölgeydi. Daronlu antik
Mamigonyan Prensliği’nin bulunduğu
bölgede yer alan sancak, beş kazaya
bölünmüştü: Muş, Sasun, Manazgerd,
Pulaneğ/Bulanık ve Varto/Gumgum.
20. yüzyılın başlarında, Muş
evleri genellikle moloz taşı ve
kerpiçten inşa edilmişti; hatta taş
duvarlar örülerek yapılmış olanları
vardı, çoğunlukla ahşap oymalı
balkonları bulunan bu evler iki ya
da üç katlıydı. Bütünüyle Muş
Ovası’yla örtüşen aynı adlı kazada,
1914’te, 103 köy ve kasabaya
dağılmış 75.623 Ermeni yaşıyordu. Bu
merkezde 113 kilise, 66 manastır, 18
hac yeri ve 3057 öğrencinin okuduğu
87 eğitim kurumu bulunuyordu.
Agos, Haber: Emre Ertani, 12.07.2013
|
TLOS ANTİK KENTİNDE 45 DERECEDE KAZI ÇALIŞMASI

Muğla'nın Fethiye
İlçesi'nde Likya
Dönemi'nin en önemli yerleşim yerlerinden biri olan
Tlos antik kentinde toprak altındaki binlerce
yıllık tarihi mirasın gün yüzüne çıkarılması için 45
derece sıcaklık altında erkeklerle birlikte 6 bayan
görevli de çalışıyor.
Fethiye'nin 40 kilometre doğusunda yer alan Yaka
Köyü sınırları içindeki Tlos antik kentinde Kültür
ve Turizm Bakanlığı izniyle 2005 yılında başlayan
kazılar bu yıl da planlı ve programlı şekilde devam
ediyor. 2009 yılında UNESCO'nun Dünya Kültürel ve
Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşmesi
kapsamında 'Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınan
kentte kazılar, Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Taner Korkut
başkanlığında yürütülüyor. Kentin zengin kültürel ve
doğal mirasının gün yüzüne çıkarılması için tiyatro,
akropol, büyük hamam, bazilika, stadyum ve Kronos
Tapınağı'nda kazılara öncelik verilirken, kazı
çalışmalarında 33 işçi ve 15 öğrenci de görev
yapıyor.
Akdeniz Üniversitesi ve diğer üniversitelerin
arkeoloji bölümünden, Gülçin Karakaş, Şilan Barkın,
Pelin Şeker, Buse Çalışan, Nurgül Cankanat ve Tijen
Yücel'in de 45 derece sıcaklık altında erkeklerle
birlikte görev yapmaları köy sakinleri ve turistler
tarafından da ilgiyle izleniyor. Prof.Dr. Taner
Korkut başkanlığında çalışan görevlilerden bir grup
stadyum içinde birkaç yıl öncesine kadar köylüler
tarafından tarım arazi olarak kullanılan düzlüğün
açığa çıkarılması, diğer grup ise akropol
bölümündeki atlı kabartmanın bulunduğu alanda kutsal
kaya odalarının gün yüzüne çıkarılması için kazı
yapıyor. Ekip, sabahın ilk ışıklarıyla uyanarak
kazılara başlıyor. Kazı alanından çıkarılan boş
toprak öğrenciler tarafından çapalarla didik didik
edilerek incelendikten sonra, işçiler tarafından el
arabalarıyla taşınıyor. Öğrenciler topraktan çıkan
şekilli taş, seramik parça ve sikkeleri
etiketlendirerek incelenmek üzere depoya kaldırıyor.
05.30'DA ARAZİYE İNİYORLAR
Eylül ayı sonuna kadar devam edecek 2013 kazı
çalışmasına katılan Gülçin Karakaş, Şilan Barkın,
Pelin Şeker, Buse Çalışan, Nurgül Carkanat ve Tijen
Yücel, "Sabah 05.30'dan itibaren araziye indiklerini
söyleyerek bu sıcak havalarda çalışmak gerçekten çok
zor. Fakat işimiz bu olduğu için 8 saat boyunca
aralıksız güneş altında işçilerin kazdığı
toprakların arasında yer alabilecek buluntuları çapa
ile ayırıp kaybolmasını önlemeye çalışıyoruz. Saat
14.00'a kadar arazide çalıştıktan sonra bulduğumuz
buluntuların yıkanıp temizlenerek hocamız
gözetiminde etiketlenmesini sağlıyoruz. Aşırı
güneşten korunmak için şapka ve açık renkli
giysilerle önlem alıyoruz" dedi.
KAZILAR YARIM KALAN STADYUM ALANI VE TAPINAKTA DEVAM
EDİYOR
Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Taner Korkut, bu yıl 17 Haziran'da
başlayan Tlos Antik Kentteki kazı çalışmalarının
geçen yıl yarım kalan stadyum alanı ve tapınakta
devam ettiğini belirterek, "Çalışmalarımızın ağırlık
noktası stadyum ve akropoldür. Bu yılki çalışmalar
Eylül ayı sonuna kadar sürecek. 33 işçiyle birlikte
15 üniversite öğrencisi de bizimle beraber
çalışmalara katılıyor. Ayrıca bu çalışmalarda
arkeolojinin yanı sıra antropoloji, epigrafi,
biyolog ve ziraat mühendisi de görev yapıyor" dedi.
HAVA SICAK FAKAT ÖNEMLİ KALINTILAR BULMAK
SEVİNDİRİCİ
Prof.Dr. Taner Korkut, Tlos'taki çalışmaların
sadece arkeoloji çalışması olmadığını bunun dışında
pek çok alanda araştırmalar yapıldığına dikkat
çekerek, "Biyolog, epigrafi ve ziraat mühendisi de
bizimle beraber çalışıyor. Ramazan ayı olması ve
havaların sıcak olmasına rağmen etkili bir çalışma
yapıyoruz. Tüm Likya bölgesinden çok eski çağlara
ışık tutacak önemli buluntular elde ediyoruz. Önemli
buluntular bulunca sıcak havayı unutup seviniyoruz.
Bu çalışmanın ana sponsoru Kültür ve Turizm
Bakanlığımızdır. 2005 yılında başlayan bu kazıların
ne zaman biteceği konusunda net bir şey
söyleyemeyiz. Bugüne kadar pek çok heykel, sikke ve
Likya dönemini anlatan eserler elde ettik. Bunları
Fethiye Müze Müdürlüğünde sergilemeye aldık" diye
konuştu.
Star, 12.07.2013
|
DERBE HÖYÜĞÜ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Tekocak Derbe Höyüğü çalışmaları hakkında katılımcılara bilgi verdi. Tekocak yaptığı konuşmasında; Derbe Höyüğünün Hıristiyanlar için çok önemli bir yer olduğunu belirterek, kazı çalışmalarında öncelikle amaçlarının bir diğer adı Kerti Höyüğü olan Derbe Antik Kentinin olup olmadığını keşfetmek olduğunu ifade etti. Kazı çalışmalarına başlamadan önce iki gün yaptıkları jeo – radar çalışması sonucunda yer altından 22 cm uzakta 10 planlı bir yapının yer aldığını tespit ettiklerini ifade eden Tekocak, kazı çalışmaları kapsamında Derbe Höyüğünün topağrafik planının çıkarılarak, havadan da fotoğraflarının çekildiğini belirtti. Bunun sonucunda Karaman’da yıllardır arzulanan Derbe Höyüğü kazı çalışmalarının İlin turizmine katkı sağlayacak şekilde sonuçlanmasını arzu ettiklerini belirtti.
Selçuk Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Hakkı
Gökbel ise Karaman’ın sadece Derbe Höyüğü ile değil
çeşitli başka kültürel varlıklarla eskiden beri ilgi
odağı olan bir il olduğunu belirterek bu kazı
çalışmalarında Selçuk Üniversitesi tarafından
gerçekleştiriliyor olmasının kendileri için iftihar
kaynağı olduğunu belirtti.
Vali Murat Koca ise yaptığı konuşmasında;
“Üzerinde yaşadığımız topraklar tarih boyunca,
insanlığın büyük serüvenlerine, savaşlara, göçlere;
nice uygarlık, beylik ve devletlere ev sahipliği
yapmıştır. Karaman coğrafyasının özel konumu
nedeniyle Türkiye’nin en çekici şehirlerinden
birisidir. Ülkemizin her yanına serpilmiş antik
kalıntılar, şehirler, anıtlar, Saraylar
kervansaraylar, bu dinlerin en görkemli kutsal
mekanları olan mabetler zengin kültür mirasımızı
oluşturmaktadır. Bu zenginliklerin farkında olan
Türkiye son yıllarda bu mirası ayrımsız sahiplenmeye
ve özenle geleceğe taşımaya çalışmaktadır. Bu yeni
bakış açısı Türkiye’nin engin tarihine dünyanın
ilgisini de yoğunlaştırmaktadır.
Turizm gelişmenin önemli bir faktörüdür. Turizm
faaliyetleri gelişince yeni çalışma alanlarının da
oluşmasını sağlamaktadır. Turistler önceleri sadece
deniz, kum, güneş için ülkemize gelirlerken zamanla
kış turizmi, kültürel turizm, inanç turizm ve kongre
turizmi gibi amaçlarla ülkemize gelmeye
başlamışlardır. Bu da ülkemizin turizm gelirlerinin
her yıl artmasını sağlamaktadır.
Turizme yapılan
yatırımların ülkeye girdi olarak dönmesi bu sektöre
olan ilgiyi de artırmaktadır. Ayrıca turizm
sayesinde ülkeler kendi kültürlerini de dünyaya daha
iyi tanıtırken farklı kültürlerdeki insanları
birbirine yaklaştırarak, topluma farklı bir bakış
açısı kazandırmaktadır.
Hıristiyanlığın ilk yıllarında piskoposluk
merkezi olan Derbe İncil’de kutsal kabul edilen
yerlerden birisidir. Derbe Anadolu’da
Hıristiyanlığın yayılmasında önemli bir merkez
olmuştur. Derbe’nin Hz. İsa’nın havarilerinden
Pavlos ve Barnabas tarafından üç kez ziyaret
edildiği rivayetlerde geçmektedir.
Bugün burada Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından gönderilen ilk ödenekle Derbe Höyüğü
kazısına başlıyoruz. İnanç turizmi açısından
ülkemize ve ilimize büyük katma değer
kazandıracağını düşündüğümüz bu kazı Selçuk
Üniversitesi tarafından gerçekleştirilecektir.
Kazının neticesinde zengin kültürel mirasın ortaya
çıkacağını ümit ediyoruz. Çıkan eserleri gelecek
kuşaklara aktarmak hepimizin önemli bir görevidir.
Ben kazıya başlanması için şimdiye kadar gerekli
destek ve yardımlarını esirgemeyen öncelikle Kültür
ve Turizm Bakanlığı ve diğer kurum yetkililerine,
kazının gerçekleşmesini sağlayacak akademisyenler ve
ekibine çok teşekkür ediyorum. Kazının ilimize,
ülkemize ve dünya mirasına hayırlı olmasını
diliyorum.” dedi.
haberler.com, 12.07.2013
|
98 YIL SONRA İLK CUMA NAMAZI KILINDI
Van
Kalesi'nin güney bölümündeki eski Van şehrinde
bulunan ve Birinci Dünya Savaşı sırasında yıkılan
Horhor Camisi'nin restorasyonu tamamlandı.
Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan çalışmayla
aslına uygun olarak restore edilen Horhor Camisi, 98
yıl aradan sonra ilk kez ibadete açıldı. Caminin
açılışını yapan Vali Münir Karaloğlu,
Türkiye'de eğitim gören Kenyalı Muhammed
El-Emin'in okuduğu dualar eşliğinde, kurum müdürleri
ve vatandaşlarla
cuma namazı kıldı. Namazın ardından gazetecilere
açıklamada bulunan Karaloğlu, Birinci Dünya Savaşı
döneminde Rus ve
Ermeni birlikleri tarafından işgalde yakılıp
yıkılan Horhor Camisi'nin, 98 yıl sonra Vakıflar
Genel Müdürlügü tarafından aslına uygun olarak
restore edildiğini belirtti. Camide bugün ilk cuma,
akşam da ilk teravih namazı kılınacağını vurgulayan
Karaloğlu, şöyle konuştu: "Vakıflar Bölge Müdürlüğü
tarafından Ulu, Kızıl Minareli ve Abbas Ağa
camilerinin ihaleleri yapıldı. Yakın bir zamanda bu
üç camimizin de restorasyonu başlayacak. Yine
bildiğiniz gibi eski
Van şehrinde
İstanbul Üniversitesi'nin kazı çalışmaları devam
ediyor. Hep söylediğimiz gibi bütün amacımız eski
Van şehrini yine 24
saat yaşanılır bir mekana dönüştürmek. Eski Van
şehri, 1915'te olduğu gibi insanların yaşamını
sürdürdüğü bir mekan olacak." Karaloğlu, depremde
hasar gören Hüsrev Paşa ve Kaya Çelebi camilerinin
de onarımının devam ettiğini anımsattı.
Milliyet, 12.07.2013
|
KANUNİ'NİN MİRASI RESTORE EDİLİYOR

Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos Seferi sırasında
Bozüyük Beldesi'ne yaptırdığı 500 yıllık Mimar
Sinan Camii'nin restorasyonunda mutlu sona
yaklaşıldığı öğrenildi.
Konu hakkında bilgi veren Bozüyük Belediye Başkanı
Yaşar Gencel; '1996 yılında tescillenen ve Kanuni
Sultan Süleyman'ın Rodos Seferi sırasında yaptırdığı
tahmin edilen 500 yıllık Mimar Sinan Camii'nin
restorasyonu için gerekli çalışmalar yürütülüyor.
Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan gerekli onay alındı.
Şimdi ise sıra restorasyon projesinin Valilik
onayına sunulmasına geldi. Proje Muğla Valiliği'nin
ardından Bakanlığa gönderilecek. Çalışmaların kısa
süre içinde başlamasını umut ediyoruz' dedi.
Bilindiği üzere, Muğla Kültür Turizm İl Müdürü Kamil
Özer 2011 yılı başlarında yaptığı açıklamalarda söz
konusu caminin aslına uygun olarak restore
edileceğini belirtmiş ve; 'Bu çok değerli kültür
mirasına sahip çıkan Bozüyük Belediye Başkanı Yaşar
Gencel ve Bozüyük halkına öncelikle çok teşekkür
ediyorum. Bakanlık, Muğla Valiliği, müdürlüğümüz ve
belediye olarak bu tarihi camiyi en kısa sürede
restore edeceğiz. Caminin onarımı için en büyük
engel olan mülkiyet sorununu belediye takas yoluyla
çözdü.
Artık önümüzde engel kalmadı. Para sıkıntımız da
yok, belki de bu cami en hızlı restore edilen eser
olacak' ifadelerini kullanmıştı. Ancak, geride kalan
süreçte restorasyon çalışmaları bir türlü
başlatılamamıştı.Ayrıca, 500 yıllık tarihi cami
yapılan kaçak kazı iddialarıyla da sık sık gündeme
gelirken, yapılan kaçak kazıların nedeni olarak
caminin geç tescillemiş olması gösterilmişti.
Sabah, 12.07.2013
|
İZMİR ANTİK AGORA'DA DUVAR YAZISI KOLEKSİYONU
BULUNDU

İzmir'in tarihi
Agorası'nda, Yunanca duvar yazısı (grafito)
koleksiyonu bulundu. Belediye, Agora ve çevresini
arkeoloji ve tarih parkı olarak düzenlemeye
hazırlanırken bölgede Dokuz Eylül Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü tarafından devam ettirilen
çalışmalarda elde edilen arkeolojik bulgular, sadece
İzmir değil, yakın coğrafya için de büyük önem
taşıyor. Bölgedeki kazı çalışmalarında, son olarak
tarihi Roma hamamı, mozaikli yapı ve kent meclisinin
yanısıra kent merkezinden Agora'ya girişi sağlayan
bazilika kuzeybatı kapı ile limandan girişi sağlayan
Faustina caddesi ortaya çıkarılıyor. Kazı
çalışmalarına ilave olarak mozaikli yapıda mozaik
döşemenin konservasyonu ile bazilikada bulunan
grafitoların restorasyon çalışmaları sürdürülüyor.
Bazilikadaki restorasyon çalışmaları sırasında yeni
duvar yazıları ortaya çıkarıldı. Hellenistik ve Roma
dönemlerinde İzmir'in günlük yaşantısına ilişkin
önemli ipuçları veren grafitoların, MS 2. ile 4.
yüzyıllar arasında yapıldığı öngörülüyor. Uzmanlar,
bunların dünyanın en zengin Yunanca duvar yazısı
koleksiyonunu oluşturduğunu ifade ediyor. Duvarlar
üzerinde, günlük yaşamın her alanını konu eden,
sadece boyayla yapılmış yazı ve
resimlerin dışında
sıva üzerine kazınmış onlarca yazı ve
resim de bulunuyor.
DUVAR YAZILARINDA BİLMECE BİLE VAR
Ticaret gemisi çizimlerinden gladyatörlere kadar
farklı şekillerin olduğu grafitolar arasında çeşitli
itiraflar da yer alıyor. "Beni sevmeyen birini
seviyorum" ve "Leontis adlı birisi eşini aldatanı
buldu ve öldürdü", bu itiraflardan bazıları. Antik
dönemde Agora'daki sulardan şifa bulanların yazdığı
bir grafitoda, "Gözlerimi tanrılar iyileştirdi, bu
nedenle tanrılara kandil adadım" yazıyor. Başka bir
yazıda ise, "Ruh veren" kelimesi geçiyor. Bu
yazının, erken dönem Hristiyanlık'ta Hz. İsa'yı
işaret ettiği öngörülüyor. Ayrıca duvarlarda çeşitli
oyunlar ve bilmeceler de bulunuyor. Yukarıdan
aşağıya ve soldan sağa okunduğunda aynı olan
kelimelerle hazırlanmış beş satırlı bilmecelere ek
olarak, cevabı içinde olan bilmeceler de Agora'nın
duvarlarını süsleyerek gizemini koruyor.
Habertürk, 12.07.2013
|
PARION ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Çanakkale'nin
Biga İlçesi'ne bağlı Kemer
Köyü'nde, Roma
İmparatoru Augustus'un 'ayrıcalıklı kent' olarak
ilan ettiği Parion'da 10. sezon arkeolojik kazıları
başladı.
10. sezon arkeolojik kazı çalışmaları,
Çanakkale'nin
Biga İlçesi'ne bağlı Kemer
Köyü'nde 1 Temmuz
itibarıyla başladı. Roma İmparatoru Augustus'un
'ayrıcalıklı kent' olarak ilan ettiği Parion'daki
kazı çalışmalarının 20 Eylül 2013'te bitmesi
planlanıyor.
T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Atatürk
Üniversitesi adına Profesör Cevat Başaran
başkanlığında yürütülen kazılarda 70 işçinin yanı
sıra 20 kişilik teknik ekip de görev yapıyor.
Niğde Müzesi'nden Hakan Erdoğan'ın
Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi olarak
katılacağı bu yılki çalışmalarda antik kentin
Nekropol, Tiyatro, Roma Hamamı, Odeon, Yamaç Yapısı
alanlarında yürütülecek arkeolojik kazı
çalışmalarının yanında, kazısı geçen yıl tamamlanan
'Sevgililer Şapeli'nde röleve, restitüsyon ve
restorasyon proje çalışmaları yapılacak.
MÖ 8 yüzyıl sonlarında kurulan Parion antik kenti,
özellikle Roma dönemi içerisinde önemli gelişmelere
sahne oldu ve en parlak dönemini yaşadı. Bu dönemde
Roma imparatorları tarafından ayrıcalıklı kent
olarak ilan edilen Parion çeşitli mimari yapılarla
donatıldı. Geçen yılki kazılar sırasında ele geçen
Artemis Heykeli ve Kentauros/Triton gibi
buluntularıyla uzun süre gündemde kalan Parion kazı
çalışmalarında bu yıl da ilginç ve önemli
buluntuların ortaya çıkarılması bekleniyor.
Kazıların bu yıl bakanlığın ayırdığı 110 bin TL'lik
ödeneğin yanı sıra çalışmalara sponsor olan
İçdaş AŞ'nin iş makinesi ve iş gücü desteğiyle
yürütülmesi planlanıyor.
haberler.com, 11.07.2013
|
ORTA CAMİ RESTORASYONA
ALINDI
Tekirdağ'da 1855 yılında
yapılan Orta Cami'de restorasyon çalışması
başlatıldı. En son 1912 yılında tamirat gören cami
450 gün sonra yeniden ibatede açılacak.
Tekirdağ Orta Cami
Mahallesi'nde, Hükümet Caddesi üzerinde bulunan
Kürkçü Sinan Bey tarafından 1855 yılında yaptırılan
Orta Cami, restorasyona alındı. İhaleyi alan firma
tarafından camide restorasyon çalışmasına
başlanıldı. 450 günde tamamlanması planlanan caminin
ihaleyi alan firma tarafından erken zamanda
bitirilmesinin planlandığı kaydedildi. Osmanlı'nın
son dönem mimarisini taşıyan camide taş ve ahşap
işçiliği uygulanmış.
Caminin restorasyonunun
tamamlanmasının ardından ibadete açılacağı
öğrenildi.
Tekirdağ Kent Haber,
10.07.2013
|
|
PERRE ANTİK KENTTE YAYA YOLLARI YAPILIYOR
 

Kommagene Uygarlığı'nın 5. büyük kentinden ayakta
kalan tek kent olan Adıyaman’a 5km. uzaklıktaki
Perre antik kentinde, çevre düzenlemesi ile ilgili
çalışmalar son hızıyla sürüyor.
Çevre düzenlemesi kapsamında hafriyat yapılan
bölgelerde yaya yürüyüş yolları yapılmaya başladı.
Tren raylarına döşenen kalaslar ile yapılan yürüyüş
yollarının uzunluğu yaklaşık 4 kilometre olacak.
Yürüyüş yolları için yaklaşık 600 ton kalas
kullanılması bekleniliyor. Döşenen kalasların
içerisindeki boşluk, daha sonra belirlenecek dolgu
maddesiyle doldurulacak.
 
Kültür ve Turizm Bakanlığı finanse edilen proje
kapsamında müteahhit firma çalışmalarını sürdürüyor.
Proje kapsamında antik kent çevresine tel örgü,
elektrik şebekesi, kamera sistemi, aydınlatma, park
alanı, yürüyüş yolu, kral mezarına çatı ve yol ile
kafeterya yapılacak.
2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü yetkilileri
tarafından yapılan incelemenin ardından hazırlanan
'Çevre Düzeni' planı uygulamaya konulmuştu.
Sabah, 09.07.2013
|
7 - 13 Temmuz 2013
|
HALİD BİN VELİD'İN TÜRBESİ BOMBA
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a bağlı ordunun,
muhaliflerin yoğun yaşadığı Humus'a yönelik
bombardımanı devam ediyor. Ağır kuşatma altındaki
Humus'un Halidiye bölgesindeki çatışmalarda, 13'üncü
yüzyıldan kalma Halid bin Velid Camisi ağır hasar
gördü. Muhaliflerin yayınladığı bir videoda caminin
kullanılamaz hale geldiği ve Hz. Muhammed döneminde
yaşayan ünlü İslam komutanı Velid'in türbesinin
tahrip edildiği görüldü. Suriye Yerel Koordinasyon
Komitesi, Humus ve Kusur'da Özgür Suriye Ordusu ile
Hizbullah milisleri arasında sokak çatışmalarının
devam ettiğini, Esad'a ait savaş uçaklarının ise
Telbise ve Rasten ilçelerini bombaladığını bildirdi.
Suriye'de iki yıldır süren iç savaşta başta
Halep'teki Emevi Camisi olmak üzere birçok tarihi
eser ve türbe ağır hasar gördü.
Sabah, 11.07.2013
|
|
"ALACÖYÜK KAZILARI
ÇORUM'UN TARİHSEL ÖNEMİNİ ORTAYA KOYUYOR"
Alacahöyük kazıları ot
engeline takıldı. Kazı Başkanı Prof.Dr. Aykut
Çınaroğlu, 2 metreyi aşan otların kazıları
engellediğini, İl Özel İdaresi tarafından temin
edilen mazotu da kullanarak otların ayıklanması için
çalışmalara başladıklarını söyledi. Alacahöyük’te
geçen yılki kazılardan elde edilen bulgularla
yerleşim tarihinin 7500 yıldan da geriye gittiğinin
belirlendiğini anlatan Prof. Çınaroğlu, bu yılki
kazılarda yeni izleri takip edeceklerini ifade etti.
Hititlerin akıllı
olduklarını bıraktıkları uygarlıktan
anlayabildiklerini belirten Prof. Çınaroğlu, sürekli
bir yerleşim merkezi olduğu artık kanıtlanan Çorum
topraklarının neden Hititlerin başkenti olduğunun da
daha iyi anlaşıldığını ifade etti.
Çorum’un sadece
Hititlerin merkezi olmadığını, ilk insandan bu yana
tercih edilen bir bölge olduğunu belirten Prof.
Çınaroğlu, “Her geçen yıl kazılarla tarihi biraz
daha geriye doğru götürüyoruz. Her yıl ayrı bir
heyecanla kazılara başlıyoruz” şeklinde konuştu.
Türkiye'nin ilk ulusal
kazısı konumunda olan, Hitit Medeniyeti'nin önemli
merkezlerinden Alacahöyük'teki kazı çalışmaları,
boyu 2 metreye ulaşan yabani otlar nedeniyle geç
başlayacak. Kazı Başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu,
“Ören yerinde otlardan bir orman oluşmuş. 52 yıllık
meslek hayatımda böyle ot görmedim” diye konuştu.
Kazı Başkanı Prof.Dr.
Aykut Çınaroğlu, ilk kazı çalışmaları 1907 yılında
başlatılan ve sadece 15 gün süren Alacahöyük'teki
kazıların, 1935'te Atatürk'ün emriyle yeniden
başlatıldığını hatırlattı.
Bir asrı aşkın süredir
devam eden kazı çalışmalarının bu yıl da
sürdürüleceğini belirten Prof.Dr. Çınaroğlu,
örenyerindeki yabani otların büyümesinin kazı
çalışmaları öncesinde ot temizliğinin mecburiyetini
ortaya koyduğunu vurguladı. Boyu 2 metreye ulaşan
yabani otlar çıktığını ifade eden Çınaroğlu,
"Kazılara başlamak üzere 5 gün önce Alacahöyük'e
geldik. Otlardan oluşan bir ormanla karşılaştık.
Otların boyu bir insanın boyundan daha uzun. Bu yıl
yağış da çok azdı ancak buna rağmen tabiat bir
fışkırmış" dedi.
Ören yerindeki otları
temizlemenin insan gücüyle mümkün olmadığını ifade
eden Çınaroğlu, şöyle konuştu: “Otları temizleme
hususunda zorunluluğumuz var. Çünkü Çorum'da
sürdürülen diğer kazı alanlarındaki çalışmalar,
ziyarete açık örenyerleri değil. Alacahöyük ise
1935'ten bu yana bir açık hava müzesi haline gelmiş
ve her geçen yıl da ziyaretçi sayısı artıyor. Geçen
yıl yaklaşık 30 bin ziyaretçimiz vardı. Bu
ziyaretçiye bir şey sunmamız lazım, Örenyerini rahat
gezdirmemiz lazım. En azından görselliği sağlamamız
lazım. Bu nedenle bu ot ormanını ortadan kaldırmak
zorundayız. Tahminim buradan 50-60 kamyonluk ot
çıkacak."
Prof.Dr. Çınaroğlu,
Alacahöyük'te hiçbir dönemde bu kadar ot fazlalığı
olmadığını dile getirerek, şunları kaydetti:
"Alacahöyük ziyarete
açık olduğu için burayı temiz tutmamız, çevre
düzenini yapmamız lazım. Bu bizim boynumuzun borcu.
Hem mesleki açıdan hem de etik açıdan yükümlülüğü
yerine getirme zorunluluğumuz var. Bunu yaparken de
kazılar için gönderilen ödeneğin önemli bölümünü
çevre düzenine harcamak zorunda kalıyoruz. Bu da
bizim bilimsel çalışmalarımızı biraz daha az
yapmamıza neden oluyor. Buna rağmen memnuniyetle
yapıyoruz, yapacağız da.”
Çorum Haber, 11.07.2013
|
 |
TAKSİM'DE ÖĞRETİM GÖREVLİSİNE "KANLI" GÖZALTI
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi, Yardımcı Doçent Doktor Osman Erden bu akşam İstiklal Caddesi'nde yaka paça gözaltına alındı. Yrd. Doç. Dr. Erden'in özellikle ağız kısmının kan içinde olduğu dikkat çekti.
Gezi Parkı protestoları kapsamında gözaltına alınan kişilere uygulanan kötü muameleyi, tutuklamaları ve TMMOB'un yetkilerini tırpanlayan yasayı protesto etmek için Taksim Dayanışması'nın çağrısıyla toplanmak isteyen gruplara çevik kuvvet polislerinin müdahaleleri sürerken gözaltılar da başladı.
Gözatına alınanlar arasında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi, Yrd. Doç. Dr. Osman Erden de bulunuyor. Akşam saatlerinde İstiklal Caddesi'nde yaka paça gözaltına alınan Erden'in özellikle ağız kısmının kan içinde olduğu dikkat çekti. Erden, Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA)'nın Türkiye Başkanlığı görevini de yürütüyor.
Radikal, 13.07.2013 |
ORHAN GAZİ CAMİİ'NİN
RESTORASYONU SÜRÜYOR

Bizans döneminde 5. ve 6. yüzyılda kilise olarak yapıldığı tahmin edilen cami, Ereğli'nin Orhan Gazi tarafından fethedilmesinin ardından camiye dönüştürülmüştü. Orhanlar Mahallesi Orta Sokak'ta yer alan cami de ahşap çatının bazı bölümlerinde çökmeler meydana gelmişti. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale edilen 20 Mayıs 2013 tarihinde sözleşme yapılarak restarosyona alınan cami 31 Aralık 2013 tarihinde teslim edilecek.

Yüklenici firma
yetkilisi Davut Özdemir restarasyon işleri hakkında
şu bilgileri verdi: Proje revizyonu gerçekleşti.
Yeni projeye göre çalışmalar sürecek. 15 günlük bir
rolanti süremiz oldu. O da proje revizyonu ile
ilgiliydi. Kurul kararına göre bazı bölümlerin
yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Yeni revize
projeye göre uygulamaya başladık. Ağırlıklı olarak
çatıdan başlayarak çalışmalarımıza hızlı bir şekilde
devam ediyoruz. Kilise olduğu dönemde görünümünü
alması mümkün değil, eklentiler var. Bu eklentilerin
yakın sürede olanlar kaldırıyor ama 50’li yıllardan
gelen eklentiler var. O eklentilerin korunması
kararı kuruldan çıktı. İlk görünümü sağlayacağımız
bazı bölümler var.” dedi.
Değişim Medya,
11.07.2013
|
|
PARİS'TE 373 YILLIK KONAKTA YANGIN ÇIKTI
Fransız mimarisinin ustalarından Louis Le Vau'nun başkent Paris'te 17. yüzyılda inşa ettiği Lambert Konağı'nda çıkan yangın güçlükle kontrol altına alınabildi.
Konakta, dönemin ünlü ressamı Charles Le Brun'ün tablo ve tavan freskleri de bulunuyordu.
Yangın tarihi konağın dış cephesinde önemli bir hasara yol açmazken, asıl büyük hasarın iç süslemelerde olmasından korkuluyor.
Mimar Le Vau'nun adı, Versay Şatosu'nun baş mimarları arasında da geçiyor. Seine Nehri'nin ortasındaki Saint Louis adasındaki konak, inşa edildiği 1640'tan bu güne birçok kez el değiştirdi. Paha biçilmez konak, en son Katar Emiri'nin kardeşi tarafından satın alınmıştı.
Sabah, 11.07.2013
|
MURADİYE KÜLLİYESİ'NE
'MUHTEŞEM' RESTORASYON

Sultan 2.Murad Han,
‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisindeki Şehzade Mustafa ve
annesi Mahi Devran’ın da kabrinin bulunduğu Muradiye
Külliyesi’nde restorasyon çalışmaları sürüyor.
Restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyen Bursa
Valisi Şahabettin Harput, ’Özellikle ‘Muhteşem
Yüzyıl’ dizisinde insanların takdirle ve hayranlıkla
izlediği Şehzade Mustafa ve onun annesi Mahi
Devran’ın kabri burada. Kabirlerinde daha bir
huzurlu daha bir müsterihler’ dedi.
Vali Şahabettin
Harput, Muradiye Külliyesi’ndeki restorasyon
çalışmalarını yerinde inceledi. Osmanlı’nın en
büyük padişahlarından II. Murat’ın adıyla anılan
Muradiye Külliyesinde çalışmaların sürdüğünü
belirten Vali Harput, bu külliyenin yeryüzünün
üç büyük külliyesinden birisi olabileceğini
ifade etti. Bursa’nın böyle bir külliyeye ev
sahipliği yaptığı için gerçekten şanslı olduğuna
işaret eden Harput, "Uzun bir süredir el
atılmayı bekleyen bu muhteşem külliye 2 yıldan
beri belki 3 yıldan 4 yıldan beri proje
çalışmaları, plan çalışmaları derken nihayet
hepimizin gururla tespit ettiğimiz iftihar
ettiğimiz bir restorasyon çalışmasına girmiş
vaziyette. Tarih yeniden ayağa kalkıyor. II.
Murat, Fatihin babası bu külliyede ll. Murat ile
beraber Fatih’in annesi Hümma Hatun yine Cem
Sultan yine herkesin çok yakından bildiği ve
tanıdığı özellikle ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisinde
insanların takdirle ve hayranlıkla izlediği lll.
Mustafa, onun annesi Mahi Devran ve daha birçok
bizim büyüğümüz burada. Kabirlerinde daha bir
huzurlu daha bir müsterihler” dedi.
“ECDADIMIZIN
ESERLERİNE SAHİP ÇIKIYORUZ”
Osmanlı’dan kalan tarihi mirasa sahip çıkmak
için ellerinden geleni yapacaklarını söyleyen
Vali Harput, “Çünkü onlara sahip çıkılmanın
güzel bir örneğini yaşıyorlar ve onlar
kabirlerinde müsterihler. Onların miras
bıraktıkları bu vatanın evlatları onlara sahip
çıkıyor ve onları kendi yaşam ve şereflerine
layık bir şekilde bütün dünyaya örnek bir
şekilde gelip, ‘işte böyle olmalıdır’
diyecekleri hale getiriyor. Ülkemizin, ilimizin
gururu olan muhteşem büyükleri en iyi şekilde
onlara layık bir şekilde sahip çıkmak, onları
korumak, onları yaşatmak, onlarla yaşamak bizim
hep öncelikli idealimiz olmalı. Bu işi ticari
bir anlayış değil tamamıyla bir gönül hizmeti
olarak gören değerli arkadaşlarımıza başta
müteahhit firma arkadaşıma, başkanımıza, burada
görev yapan bütün ekibe gerçekten bu ilin valisi
olarak ve bu milletin evladı olarak teşekkür
ediyorum” diye konuştu.
“BU RESTORASYON
BENİM ÖZLEMİMDİ”
Bursa Büyükşehir
Belediyesi tarafından yaptırılan II. Murat
Külliyesi’nin restorasyonla daha ihtişamlı bir
görüntüye kavuşacağını dile getiren Harput,
şöyle devam etti:
“Yıllardır burası
benim için bir özlemdi bir yaraydı. 5,5 yıldır
Bursa valiliğinde bu mahallede oturuyorum.
Buraya hep bir el atalım burayı ayağa kaldıralım
dedik, Allah bunu nasip etti. 4 yıldır yapılan
çalışmanın sonunda çok güzel mesafeler kat
ettik. İnşallah arkadaşlarımızın "iğneyle kuyu
kazar" gibi "dantel işler" gibi muhteşem sanat
eserlerini bir bir ardınca ortaya çıkaracak.
Bunun ayağa kalkması bizim ecdadımıza olan
saygımızı da bir kat daha pekiştiriyor. Çok
yakın bir gelecekte inşallah inşaatların
bitmesini bekliyor, hedefliyoruz. İnşallah
gelecek günlerde daha güzel bir Muradiye
Külliyesinde hep beraber bütün Türkiye’nin gurur
duyacağı bir külliye de buluşmayı diliyorum.”
Bursa Olay, 11.07.2013
|
ERMENİ MEZARLIĞINA OCAKBAŞI

Tekirdağ Malkara’da ‘Meşatlık’ adı verilen
tarihi Ermeni mezarlığı tamamen yok edildi.
Yıllar önce yağlı güreşler için çim saha yapılan
mezarlıkta en son Malkara Belediyesi tarafından
‘ocakbaşı’ olarak kullanılacak bir bina yapıldı.
Belediye bir yıl süreyle işletmeye kiraladığı
tesis için ‘içki ruhsatı’ vermeyeceğini söyledi.
Ancak ihaleye girip işletme hakkını alan AKP Malkara Yönetim Kurulu Üyesi Demir Ali
Pala, “Ben yıllardır içkili yer işletiyorum,
burası da içkili bir ocakbaşı olacak. Ruhsat
olmazsa insanlar kendi içkilerini getirir” dedi.
Malkara’da Ermeni mezarlığının ilk tarihi
hakkında kesin bilgi yok. Malkara merkeze 1.5
kilometre uzaklıkta olan mezarlık, Tapu
Kütüğü’ne göre 1 Eylül 1976’da ‘metruk mezarlık
ve yol fazlası arsa’ olarak kayıtlara geçirildi.
Yıllar içinde mezarlığın taşları söküldü.
Belediye yetkililerinin verdiği bilgiye göre 28
yıl önce mezarlığın bulunduğu alanda yağlı
güreşler düzenlenmesi amacıyla çim saha yapıldı.
Yağlı güreş müsabakalarına katılan güreşçilerin
giyinip duş aldığı tek katlı taş bina ise yıllar
içinde içkili bir mekan olarak kullanılmaya
başlandı.
Binaya tartışmalı izin
Malkara Belediyesi, 2010’da aldığı meclis
kararıyla, 7 bin 716 metrekarelik arazinin daha
iyi değerlendirilmesi için belediye hizmet ve
sosyal tesis alanı olarak kullanılmasını uygun
gördü. Tekirdağ Müze Müdürlüğü de projede bir
sakınca olmadığını ancak herhangi bir tarihi
eser bulunduğunda
haber verilmesi gerektiğini belirtti.
Mezarlıkta yeni bir bina yapılması için
meclisten ret kararı çıksa da ek bina, encümen
kararıyla onaylandı. Ek bina ve çevre
düzenlemesi belediye tarafından yapıldı. Tesisin
işletilmesi için de ihale açıldı. İhaleyi,
mevcut binayı işleten AKP Malkara İlçe
Yönetim Kurulu Üyesi Demir Ali Pala’nın kardeşi
Gökhan Pala aldı. Belediye yetkililerinin
verdiği bilgiye göre, yeni yapılan bina lokanta
olarak kullanılacak. Eskiden de mesire alanı
olan arazi piknik alanı gibi hizmet verecek.
Edirne Koruma Kurulu da bölgeyi gezdi. Ancak
herhangi bir eser bulamadı.
Mekanı işletecek Demir Ali Pala ise 30 yıldır
içki içkili lokanta olarak hizmet verdiklerini
ve içkili bir ocakbaşı açmak istediğini
belirterek şunları söyledi:
“Bizim etimiz meşhur. Kendin pişir kendin ye
tarzı, ocakbaşı yapılacak. Burada mesire alanı
da var. Burada benim bildiğim kadarıyla mezarlık
yok. 300 yıl önce varmış mezarlık. Ruhsat
olmazsa insanlar kendi içeceğini kendi getirir.
Ona kimse karışamaz. Şu anda 5 kuruşum yok. Üç
yıl önce siyasete girdim. Siyaset beni bitirdi.
Para bulunca işletmeye açacağım.”
Ermeni mezarlığında çalışmalar tamamlanmış
durumda. İnşaatın çevre düzenlemesi sırasında
açığa çıkan kemikler ise getirilen toprakla
örtüldü. Ancak yine de her yerde kemik parçaları
var. İş makineleriyle dolgu yapılan toprak
birkaç santim kazıldığında kemikler ortaya
çıkıyor. Meşatlık Mevkii adı verilen mezarlık
bölgesinde yaşayan ancak adını vermek istemeyen
bir çiftçi, şunları söyledi: “Bir ay önce
inşaatı başladı. 15 gün önce de şiddetli yağmur
yağdı. Toprak yağmurla kayınca iskeletler ortaya
çıktı. Tepkiler üzerine toprak getirip
kapatıldı.”
Malkaralı çiftçi Adnan Yuvarlak “15 yıl öncesine
kadar burada koca koca mezar taşları dururdu”
derken, bir gazetecinin anlattıkları vahim:
“Müze yetkilisi gelip bu alanda ‘eser’ aramış.
Bugün eser arayanlar bulamazlar tabii. Oradan
çalınan mezar taşları altyapı çalışmalarında
lağım kapağı” olarak kullanıldı. Geçen yaz yeni
bir altyapı çalışması sırasında Ermenilerin
mezar taşları kanalizasyondan çıktı.”
Son insanı biliyorduk
Malkara Belediyesi Meclis Üyesi
CHP ’li Ali İhsan Uslu, geçen yılki meclis
toplantısında Ermeni mezarlığına yapılacak bina
için tartışma yaşandığını, ret oyu
kullandıklarını, hatta
AKP ’li bir üye de karşı çıktığı için
meclisten olumlu karar alamadıklarını belirtti.
Malkara’nın eski DSP’li Belediye Başkanı Ali
Atılgan, kendi döneminde mevcut yağlı güreş
sahasını
spor okulu olarak kullanmak için girişimde
bulunduğunu ancak bir sonraki seçimi kaybettiği
için bunu yapamadığını söyledi. Atılgan,
mezarlığa yapılması planlanan ocakbaşı için de
“Oraya gömülen son insanı bana söylemişlerdi.
Şimdi hatırlamıyorum ancak biliyorduk adını.
Saygılı olunması gerekir. Ben olsam kesinlikle
böyle bir şeye izin vermezdim” dedi. CHP ilçe
teşkilatı başkanı Ulaş Yurdakul ise yeni dönem
için başkan adayı olacağını belirterek, başkan
seçildiği durumda oranın anısını yaşatmak için
girişimlerde bulunacağını söyledi.
Mazlum-Der de bölgeye bir heyetle giderek
incelemelerde bulundu. Mazlum-Der, hazırladığı
raporda, alanda kemik parçaları bulduklarını,
mezarlıktan çıkan kemiklerin iş makineleriyle
düzensiz bir şekilde sürüklendiğini ve
kemiklerden örnekler aldıklarını belirtti.
Radikal, Haber: Serkan Ocak, 11.07.2013
|
YENİ CAMİ HÜNKAR KASRI
KAPILARINI AÇIYOR
17. yüzyıl İznik çinileriyle Osmanlı ihtişamının izlerini taşıyan Eminönü'ndeki 350 yıllık Yeni Cami Hünkar Kasrı, restorasyonunu gerçekleştiren İstanbul Ticaret Odası'nın düzenleyeceği etkinliklerle Ramazan ayında yerli ve yabancı ziyaretçileri ağırlayacak.
Bugün başlayacak etkinlikler kapsamında "Klasik Sanatlar ile Ramazan'a Hoş Geldin" adlı sergi hat, tezhip ve ebru severleri ünlü hocalarla tarihi ve görkemli ortamında buluşturacak.
Sabah, 11.07.2013
|
|
BERGAMA ZİYARETÇİLERİNE ÜÇ BOYUTLU GEZİNME İMKANI

Bergama'nın dört antik alanı olan Zeus Sunağı,
Athena Tapınağı, Kızıl Avlu ve Asklepion'u ziyaret
edenlere, tablet bilgisayarlar ve akıllı telefonlar
üzerinden 3 boyutlu gezinme imkanı sunan "Tarih 3
Boyutlu Canlanıyor Projesi" hayata geçirildi.
Bergama Belediyesi ve Bilkom işbirliği ile
dünyada ilk kez Bergama Akropolis'te uygulanan
projeye, Dokuz Eylül, Gediz, Yaşar Üniversiteleri
mimarlık fakülteleri öğrencileri çalışmaları ile
hayat verdi.
Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, Bergama
Ticaret Odası Tonozlu Salonu'ndaki proje
toplantısında yaptığı konuşmada, Bergama'nın sadece
Türkiye için değil tüm dünya için özel ve önemli bir
kent, tüm insanlığın ortak mirası olduğunu söyledi.
Gönenç, proje ile birlikte 2 bin yıl önceki kentin
büyüsü ve ihtişamının da bugünkü insanlara
aktarılması için yeni bir olanak elde edildiğini
belirterek, şunları kaydetti:
"Bu proje ile bir anlamda zamanda bir sıçrayış
yapmış oluyoruz. Bergama, UNESCO Dünya Mirası
Listesi adayı kentlerden biri. 2 bin yıl önceki
insan zekasının, yaratıcılığının olağan dışı
kentini, 2 bin yıl sonraki insanların ve bilimin
geldiği noktada geliştirmiş olduğu yazılımlarla
günümüz insanı ile buluşturuyoruz. Bu projede emeği
geçen herkese çok teşekkür ediyorum."
"Telefonunuza, tabletinize bir bakın"
Bilkom Genel Müdürü Cömert Varlık da teknolojiye
inananların, tarihi değerleri yaşatmak isteyenlerle
buluştuğu önemli bir günün yaşandığını belirterek,
"Bugün yapılmamış, denenmemiş bir fikri buradaki 12
öğrenci arakadaşımız ile gerçekleştirmenin gururunu
yaşıyoruz. Bergama kenti ile başlayan serüvenin,
tarihi zenginliklere sahip olan ülkemizin kültür
turizmine büyük katkı sağlayacağına inanıyorum.
Öğrenci arakadaşlarımız teknolojiyi kullanarak
dünyaya örnek teşkil eden bir çalışmaya imza
attılar. Bergama'da alanları gezerken artık şunu
söyleyebileceğiz, telefonunuza, tabletinize bir
bakın burası eskiden nasılmış göreceksiniz" diye
konuştu.
Toplantının ardından projede emeği geçen öğrencilere
teşekkür belgesi verildi.
"Tarih 3 Boyutlu Canlanıyor Projesi"
Projeyle Bergama'nın sahip olduğu üç farklı ören
yerinden toplam dört farklı alanın antik çağlardaki
görüntüsü, arkeolojik bulguların sağladığı veriler
ve verilerin yeterli olmadığı durumlarda da projenin
içinde yer alan öğrencilerin bilgi ve becerileri
çerçevesinde yaptıkları tercihleri ile 3 boyutlu
olarak şekillendirildi.
Tablet bilgisayarlar ve akıllı telefonlar üzerinden
sağlanan 3 boyutlu gezinme uygulaması, Bergama'nın 4
antik alanı olan Zeus Sunağı, Athena Tapınağı, Kızıl
Avlu ve Asklepion alanlarını ziyaret edenlere,
alanda yapıların orijinal halini 360 derece sanal
olarak görebilme imkanı sunuyor.
Proje sayesinde Bergama'nın antik alanlarını ziyaret
edenler, akıllı telefonları ve tabletlerine ören
yerlerinin kapısında veya ziyaretleri öncesi
evlerinde internetten yükledikleri uygulama ile ören
yerlerinin antik çağda nasıl olduklarını yerinde
gözlemleyebilecekler.
Hürriyet, 10.07.2013
|
TMMOB YASASI: "İNTİKAM YASASI"
TMMOB Mimarlar
Odası Ankara Şubesi TMMOB yasasını değerlendirdi.
Oda yöneticileri, Yasayı Gezi parkı direnişi
sebebiyle 'intikam yasası' olarak niteledi.
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan Taksim
Dayanışması temsilcileri arasında yer alan Mimarlar
Odası sözcülerinin gözaltına alınma sürecini
hatırlatarak. "AKP'nin TMMOB Yasası'nı çıkartması
Gezi parkı direnişinin rövanşıdır. AKP'nin bu yasayı
çıkarmasının altında çok fazla neden de sayabiliriz.
Kamuya açtığımız davalar ve kazanımlarımız çok
önemliydi. Yaptıkları, Dava açmamızı engelleme
çabasıdır. Gelirlerimizi keserek dava açmamızın
önünü kesmek istiyorlar. Mimarlar Odası bir tane
dava açmıyor şu an yüz yirminin üzerinde davamız
var. Son 25 bin liraya varan bilirkişi ücretlerini
de hesaba kattığımızda Mimarlar Odası'nın bunun
altından kalkması kolay değil. Bu yasa ile
meslektaşlarımızın Oda'ya gelmesinin önü kesiliyor.
Yasa artık Oda mesleki denetim yapamaz diyor.
Mimarlar buna teslim olmayacaktır. Buradaki süreç
sadece proje onay süreci değildir. Mimarlar da
biliyor ki Oda bir kent mücadelesi yürütüyor.
Mimarlar Odası kamusal sorumluluğunun arkasında
duruyor ve kent mücadelesini hem mesleki haklar hem
kent açısından yerine getiriyor." Dedi.
Mimarlar Odası Ankara Şube Sekreter Üyesi Tezcan
Karakuş Candan ise yasanın Gezi Parkı direnişine
karşı "bir intikam yasası" olduğunu söyledi. Candan:
" Gezi Parkı direnişini hazmedemeyen hükümetin,
aktörlere yönelik bir intikam yasası sürpriz değil.
Dün gece yarısı operasyonu ile çıkartılan bu yasa,
sokaklardaki, parklardaki insanların demokrasi ve
özgürlük çığlığını duymak istemeyen anlamak
istemeyen hükümetin intikam yasasıdır. Biz bu
direnişin aktörüyüz, yüreğimizdeki mücadele azmini,
mesleğimizi halkın hizmetine sunma kararlılığımızı
hiçbir yasa hiçbir baskı ve gözaltılar süreci
değiştiremez. Gezi Parkı direnişinde Atatürk Orman
Çiftliğinin talanına karşı mücadelede, cephelerin
Osmanlı Selçuklu tarzında değiştirilmesine,
mesleğimizin çalınmasına, parklarımızın
meydanlarımızın bizden alınmasına karşı durduk
durmaya devam edeceğiz" şeklinde konuştu.
"Sessiz kalacağız sanıyorlar"
Hükümetin Gezi olayları başlangıcında bir
yönetmelik çıkararak aba altından zaten sopayı 1
Haziran tarihinde gösterdiğini belirten Candan: " Bu
yasa TMMOB'ye bağlı tüm meslek odalarını hedef olan
bir düzenleme. Mimarların telif hakları kaldırılıyor
olmasının ne anlama geldiğini biliyoruz. Muhalif
sesleri cezalandırmaya, susturmaya çalışıyorlar.
Gelirlerimizi düşürerek bizim sesimizi kısacaklarını
sanıyorlar lakin yanılıyorlar. Gzei süreciyle
büyüyen dayanışma sürecini göremeyen bir hükümetin
bunu anlaması zor. Artık denetimden yoksun bir yapı
üretim süreci ile karşı karşıyayız. Ev alırken
dikkat edin, lakin bizim denetimimiz artık yok,
depremde yıkılır mı yıkılmaz mı bilemeyiz. Hükümet
daha fazla rant için hiçbir şekilde denetim
istemiyor. Ama bizim mücadele azmimiz ve yüreğimiz
var. Dava açamaz meslek odaları, bilirkişi ücreti
ödeyemez, kendilerini ifade edecek bildiri basamaz,
kampanya yürütemez zannediyorlar. Hepsinde
yanılıyorlar. Artık yeni bir başlangıç var, yeni bir
yaşam tarzı başladı. Bugün sabah itibariyle bir
üyemizin dayanışma bağışı adı altında hesabımıza
para geçirmiş olduğunu öğrendik. Bu tam da bunun
göstergesidir." Dedi.
Candan mimarlara seslenerek "hükümete yakın olan
onu onaylayan mimarlar mühendislere de seslendi
telif haklarının yok olması hepimiz ilgilendiriyor.
Bizim mesleğimiz kamuya ve halka hizmet ediyor. Bir
dolu mimar bugün hükümetin peşinden koşabilir.
Onlarla iyi ilişkiler kurabilir, ihale süreçlerine
ve yarışmalarına katılabilir. Ama onların peşinden
gidenlerin de telif hakları kaldırılmıştır, bunun
farkına varacaklar. Mücadele daha bitmedi yeni
başlıyor. Bütün meslek alanlarını yok sayıp imar
faşizmine giden bu süreçte sadece mühendis, mimarlar
durmayacak herkes duracak. Tüm planlama süreçlerinde
tüm yetkileri elinde tutan ve belediyeleri de aradan
çıkaracak bir Çevre ve Şehircilik Bakanlığı faşizmi
ile karşı karşıyayız. Güvenpark'tan, AOÇ'ye, Gezi
Park'ından Haydarpaşa'ya kadar tek yetkili Çevre ve
Şehircilik Bankalığı olacak ve ne için olacak rant
için. Onurumuzla direnmek düşüyor bize . "
ifadelerini kullandı.
"Bakanlık, kendi ayağına kurşun sıkıyor"
Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Hakkan ve
Candan, yasanın getirdiklerini, mimarlar cephesinden
özetledi. Hakkan: "Mimarların telif haklarını yok
edecek. Melih Gökçek'in bina cephelerini proje
müelliflerinin iznini almadan değiştirmesi de telif
hakkının yok sayılmasına denk geliyor. Mesleki
denetim üyelerimizle ilişkilerimizi düzenler ve
şantiye şefliği gibi kontrol mekanizmasında görev
yapacaksa bizden belge alır. Bu kamusal denetimdir.
Beş taneden fazla belge alamaz ama şu an on şantiye
için belge alıyor. Yasa sahte mimarların önünü de
açacak. Yüzlerce sahte mimarla mücadele ediyoruz.
Mimar olmayanlar, mühendis olmayanlar, bir
taahhütnameyi belediyeye verip ruhsat alıyorlar ve o
ruhsatla projelere imza atıyorlar, proje
onaylatıyorlar. Kentlerimiz güvenli değil artık
herkes mimar mühendis oldu. Odalar Bakanlık adına
kamusal denetimi sürdürür. Bizler Kamu kurumu
niteliğinde kurumlarız. Bunların hepsi Bakanlığın
kendi ayağına kurşun sıkmasıdır. Sicil sistemini
bile kontrol etmesi mümkün değil. Tüm Odalarda
Sadece Mimarlar Odası değil, elektrik, inşaat,
makine mühendisleri tüm odalarda ciddi sayıda üye
potansiyeli var. Denetleyen de odalar. Sahte
mimarları Bakanlı'ğa bildiriyoruz. Denetimi
kaldırıyor ve kendi başları da derde girecek, bütün
süreçleri kontrol etmeleri mümkün değil." dedi.
"Teknik denetim kaldırılıyor"
Meslektaşın ürününü denetleme görevini Odaların
yaptığına değinen Candan: " Her mimar projesini
çizdiğinde Mimarlar Odası'na getiriyor ve biz
denetim yapıyoruz. Bu denetim şu anlama geliyor.
Öncelikle bu projeyi çizen mimardır, sonra proje
kamu yararına mıdır değil midir? Bununla ilgili
büyük projelerde Çevresel Etki Değerlendirme
raporları hazırlıyoruz. Planlama ilkelerine uygun mu
değil mi denetliyoruz. Kentin trafiği açısından
uygun mu? Atık sistemleri çevreye zarar veriyor mu?
Planlama açısından uygun mu? Mimarlar Odası ne
yapıyor. Rapor hazırlıyoruz, ilgili belediyeye
sunuyoruz. Daha da ötesini yaparak mağdur olacak
halka bunları anlatıyoruz. Kamuoyunu
bilgilendiriyoruz ve dava açıyoruz. Bütün bunları
ortadan yasa ile kaldırıyor. Bir ev alacaksanız,
sağlam mı değil mi? Tasarım hatası var mı? Kimin
yaptığını soramayacaksınız? Deprem sürecinde
biliyorsunuz, tasarım kriterlerinden kaynaklı altta
dükkan olan ve bizim disiplinimizde yumuşak kat
dediğimiz bu yapılar yıkıldı. Kim bunların
tasarımını kontrol edecek? Hükümet deprem olduğunda
bunun derdine mi düşecek. Van'da Adapazarı'nda ne
yapabildiğini gördük. Ara denetim sürecini ortadan
kaldırarak, yeni bir afet sürecinin önünü açıyor.
Gezi Park'ında da gördüğümüz, aslında denetim
sürecini kaldıran ve kendisini kontrol edilemez bir
sürece getirmesine halkın tepkisiydi.
Yapılan toplantıda AOÇ'deki Temapark
çalışmalarına değinildi. Hakkan konuyla ilgili
olarak: "İstanbul yolu cephesinde, 2 milyon 130 bin
metrekarelik bir alanda, 29 Mart'ta Çevre Şehircilik
Bakanlığı ile yürürlüğe giren koruma amaçlı plana
müdahale ederek, dava açtık. Melih Gökçek'e tam da
yakışan bir ismi var. Kingdom of the wild – Türkçesi
ile vahşetin krallığı. Melih Gökçek'in Amerika'ya
gidip, sonra da hazırlattığı bir katalog var
elimizde. Kataloga göre, bu alandaki yapılacak
olanlar, AOÇ kuruluş kanununa aykırı. Ticarethaneler
ölçeğinde alanlar olacak. AOÇ artık ticari bir mekan
ve meta haline dönüşüyor. Davayı yakından takip
edeceğiz." Dedi.
Hakkan, AOÇ'de köy kurulmasına ilişkin bir
projenin Belediye Meclisi'nin gündeminde olduğunu
belirterek, bu akşam Belediye meclisinde görüşülecek
olan AOÇ gündemi için orada olacaklarını ve
izleyeceklerini kaydetti.
"Planları kaçırıyorlar"
Tema park planlarında bir ilk yaşandığını ve
internet üzerinden ilan edildiğini ama planları
göremediklerine dikkat çeken Candan, planları
kaçırıyorlar yorumunu yaptı: " planlama sürecinde
askıya çıkartılır belediyede planlar ve gidip
izlersiniz internetten takip edersiniz. Ama yasa ile
ilişkisine bakarsak bu örnek bir plan sürecidir.
Plan askıya çıkartıldığı ilanı var ama ortada plan
yok. Çevre ve Şehircilik il Müdürlüğü'nde askıya
çıkartıldı. Müdürün odasında mı askıya çıkartıldı
bilmiyoruz. Planları görmedik ve sadece görmüş
arkadaşlarımızı incelemesi ve itirazı, anlatımları
ile dava açacağız. Artık plan kaçırılıyor. Yasa ile
birlikte, Tema parktaki gibi, planları muhtemelen
artık göremeyeceğiz. Planların kaçırıldığı bir
sürece gireceğiz. Halkın katılımı ve görüşü de
alınmamıştır ve planlama ilkelerine de aykırıdır.
Başbakanlık Hizmet Binası'nın yapıldığı AOÇ'deki
tarihi çekirdek alan sit derecesi 1. dereceden üçe
düşürülmüştü. 3. dereceden de hiçe doğru gidiyor.
Şimdi de sit derecesinin kaldırılacağı duyumunu
aldık. Süreci takip ediyoruz. "
Yargıdan emsal artışına fren
Söğütözü'nde yapılması planlanan Ankara Ticaret
Odası Fuar ve Kongre Merkezi'nin emsali Büyükşehir
Belediyesi meclisinin kararı ile yükseltilmişti.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi plan değişikliğini
yargıya taşıdı. Mahkeme emsal artışına dur dedi.
Mahkemenin hızlı sonuçlandığını belirten Candan,
"Ankara Ticaret Odası binası için Belediye
meclisindeki kararla emsal dörde çıkartılmıştı. 88
bin metrekarelik bir yapılaşma koşulları
öngörülürken Yükseklik serbest olmasıyla birlikte,
emsal 5,5 yapılaşmada 400 bin metrekareye kadar
çıkıyordu. Bu planlamaya dava açmıştık. Mahkeme plan
değişikliğine yürütmeyi durdurma değil doğrudan
iptal kararı verdi." yorumunu yaptı.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 10.07.2013
******
'GEZİ' SİMGE OLUNCA 'ODA'LAR HEDEF OLDU
Mimar ve mühendisler için önceki günü ‘kara gün’
kabul etmek gerekiyor.
Karaköy’deki binaları dün ‘matem’ yeri gibiydi; bir yanda birçok
meslektaşları gözaltına alınmıştı; bir de iktidardan
mesleki anlamda ağır bir darbe yemişlerdi.
Başta Taksim Dayanışması bileşenlerine yönelik
gözaltı ve tutuklamaların amacı neydi?
İktidarın anayasaya aykırılık içeren hukuksuz ve
ranta dayalı imar planlara karşı durmaları mı?
Mimarlar mesleklerinin bilimsel ve etik değerlerini
göz ardı mı edecekler?
“Hayır” dediler. Hukuk dışı uygulamalara, toplum
yararına ve kamusal haklara sahip çıkmak için
mücadeleye devam... Oda yöneticileri ve gözaltına
alınan tüm arkadaşlarının serbest bırakılmasını
istediler. Hele Mimarlar Odası’nın her şeyi sayılan
Mücella Yapıcı’nın gözaltına alınmasına
şaşırıyorlar. İstanbul’da bu kadar büyük davaları
açan, takip eden ve planları iptal ettiren oda
emekçisi bir mühendis... 80 metrekarelik evinde flaş
disk, imar planları, harddisklere el koymuşlar;
acaba içinden ‘rant’ dosyaları mı çıkacak veya
odanın yargıya sunacağı belgeler mi? Yapıcı’nın
evinde çıksa çıksa, ödenmemiş cep telefonu faturası
çıkar. Keşke bu işleri bıraksaydı da, bir imar
holdinginde danışman olsaydı... Dün akşam serbest
bırakıldı.
Mimarlar Odası’nın koridorlarında neler konuşuluyor?
Gezi eylemlerinden ‘sahte’ mimar-mühendislere
(Bunlarla ilgili soruşturmayı kim kapattı?),
oradan hükümetin ve belediyenin kararlarıyla çıkan
yatırımlarla ilgili proje öyküleri!...
İstanbul’daki tutuklamalar ve Meclis’ten son anda
verilen önergede ‘haksız
ve mantıksız’ hükümlere dayalı ‘cezalar’...
TÜRKİYE REZİL EDİLİYOR
TMMOB Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu “Biz
mücadeleyi bırakmayız ama dışarıda her iki olay
duyulduğunda Türkiye’nin rezil edilmesine üzülürüm”
diyor. Bir mühendis bir fotoğraf gösteriyor
telefonundan; “Ayık kafa ile çekilmiyorsun AKP”
diyor... ‘Antikapitalist Müslüman’ grubu lideri
İhsan Eliaçık’ın, Başbakan’a karşı ağır ifadeleri
nasıl korkusuzca söylediği tartışma konusu oluyor.
Bazıları da Eliaçık’ı dinlemek üzere Beyoğlu’ndaki
iftara gideceklerini söylüyor dün akşam için...
Biraz sonra eski milletvekili ve CHP Parti Meclisi
üyesi Çetin Soysal geliyor, geçmiş olsun diye...
CHP’nin 17 maddelik anayasa önerilerini Güneydoğu’da
anlatan ‘CHP’nin akil’ adamlarının turuna
katılmış...
Sohbette 3. köprü, 3. havaalanı, Kanal İstanbul,
Haliç Köprüsü, Haliç’teki yeni rant projeleri,
Kasımpaşaspor’a tanınan inanılmaz imtiyazlar,
Galataport, Haydarpaşa Garı... AOÇ, HES’ler... Ve
daha niceleri...
Soysal “Bu projeler, artık Büyükşehir Meclisi baypas
edilerek yapılıyor. Her şeyi Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’ndan geçirmeye başladılar. Mühendislerin
rapor yazmaları, bilirkişilik yapmaları istenmiyor.
Bir bakanın (Erdoğan Bayraktar) parsel bazında plan
yapması dünyada görülmüş şey değildir... “Tüm kamu
alanları yok ediliyor. Ankara’nın bu kadar
müdahalesi olmamalı, hani yerel yönetimler. ‘İmar
Diktatörlüğü’ kuruluyor” diyor.
Eyüp Muhçu, “Bu yasalar çıkarılırken, hiçbir yerel
yönetim başkanı veya partisi, haklarının gasp
edildiği halde itiraz etmedi... CHP, MHP ve BDP’ten
o kadar başkan tutuklandı; kimse hakkını aramadı.
Büyükşehir Yasası, Afet Yasası ve Kentsel Dönüşüm
yasaları, ‘torba’ yasalar çıktı, KHK çıktı, ne
yaptılar... Bir kişi ağladı mı, bağırdı mı?”
İktidar, projelerin yasadışı da ranta dayalı da olsa
bu projelerin ‘hizaya’ sokulmasını, engellenmesini
istemiyor.
Evet bu gözaltılar ve Oda’ların yetkilerinin
budanmasının esas sebebi halkın isyanıdır... Taksim
Gezi simge oldu. Halka gaz ve şiddet uygulanmasının
arkasında bunlar da yatmaktadır.
Fetvayı AKP verdi
BU yazdıklarımızın özeti şudur:
“İstanbul’un katli vaciptir. TBMM’de gece yarısı bir
torba yasa ile AKP’nin oylarıyla bu kentin
yağmalanması için son fetva verilmiştir.
Mühendis ve mimarlar, bunların bağlı oldukları
odalar sonra kente dönük yağmacılık ve kent
suçlarına müdahil olamayacak şekilde pasifize
edilmiştir.”
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 11.07.2013
******
GEZİ'YE KİN VE ÖÇ: TMMOB
TaşKömürü Yasası’na bir madde ekle, Un Mamulleri
Yasası’nı değiştir, Bankacılık Yasası’na bir madde
ekle, Sıtma ile Mücadele Yasası’nı değiştir,
Boğaz’dan Geçiş Yasası’na bir madde ekle, Torna
Tesviye Yasası’nı değiştir, adına da “Torba Kanun”
de.
Son uygulama önceki gece on yıllık AKP iktidarının en haşin ve en
akıldışı adımlarından biri, sivil topluma ağır
darbe.
Meclis’te İmar Yasası’na eklenen bir madde ile
Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin
(TMMOB) gelir ve yetkileri elinden alınıyor. Pençesi
alınan aslan gibi.
Anayasa 135. madde meslek guruplarının
örgütlenmesini öngörüyor, sivil toplumun güçlenmesi,
demokrasinin yerleşmesi adına. 1954 yılında kurulan
TMMOB altmış yıldan bu yana her türlü demokratik
mücadelenin öncülleri arasında yer alıyor.
Yöneticileri atama ile değil, seçimle geliyor. Kendi
içinde demokratik yapıya sahip.
ELE GEÇİREMEDİ
Çeşitli sendikaları, sivil toplum
kuruluşlarını, medyayı, büyük sermayeyi ele
geçirmeye çalışan AKP bu girişimlerinin birinde
başarısız kalıyor. Her çareye başvuruyor, TMMOB’yi
bir türlü ele geçiremiyor. TMMOB gerek demokratik
mücadelede, gerekse meslek alanına giren konularda
AKP’ye aslında bilimsel ve demokratik yolu
gösteriyor. TMMOB’nin ilk suçu bu.
İkinci ve daha ağır suçu ise, Gezi Direnişi’nde
TMMOB’nin etkin tavrı. AKP bu tavrı iki biçimde
cezalandırıyor. Pala ile insanlara saldıranlar
serbest kalırken, düşüncesini dile getiren, direnişe
katılan TMMOB üyeleri gözaltına alıyor.
YETKİLERE SON
İkinci ceza, TMMOB’yi yok eden yasal değişiklik,
TMMOB üzerinden sivil topluma ve demokrasiye çok
ağır darbe.
İmar planlarına yönelik harita, plan ve projelerde
TMMOB’nin vize yetkisi kaldırılıyor, bu yolla
odalara mali güç oluşturan ödentilere son veriliyor.
Mühendis ve mimarlar devre dışı, her şeye iktidar
karar verecek.
Bu aklın ve demokrasinin iflasından başka bir şey
değil. CHP Grup Başkan Vekili Akif Hamzaçebi’nin
kararın özüne ve içtüzüğe de aykırılık uyarılarına
rağmen, “Benim çoğunluğum var” hastalığı yine
depreşiyor.
RANT FURYASI
Bu kararla AKP iktidarı:
- TMMOB’den Gezi’nin öcünü alıyor, yüzde ellinin
iktidarı olduğunu bir kez daha vurguluyor. İktidar
öç alır mı?
- İmar planlarında denetimi kaldırarak, keyfi
uygulamaya gidiyor. Rant furyasına kapılar artık
sonuna kadar açık.
- İşine geldiğinde, “seçimle gelenleri” baş tacı
ediyor, işine gelmezse, seçim meçim hikaye.
Özünde, demokrasi hikaye.
Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 11.07.2013
******
"BU YASAYLA MİMARLARA
"HÜKÜMSÜZDÜR" DAMGASI VURULDU"
TMMOB düzenlemesinin,
meslek odalarının yetkilerini Anayasaya aykırı
olarak sınırlandırmakla kalmadığına, mimarların
müelliflik haklarını da ortadan kaldırdığına dikkat
çeken Yeşim Hatırlı; işin uzmanlarını devre dışı
bırakarak, planlama ve kentsel tasarım kararlarını
kamu kurumlarının keyfi, bireysel ve ideolojik
tercihlerine bıraktığını söyledi.
TBMM'de kabul
edilen kanun teklifini
yapi.com.tr
için değerlendiren
Türk Serbest Mimarlar Derneği
(TSMD) Yönetim Kurulu Başkanı
Yeşim Hatırlı,
meslek odalarının kendi mensuplarının mesleki
faaliyetlerini denetleme yetkisinin Anayasa ile
sağlandığına vurgu yaparak, bu anlamda söz konusu
yeni yasanın zaten Anayasaya da aykırı olduğuna
dikkat çekti. "Ancak bu yasadaki düzenlemelerde asıl
altı çizilmesi gereken mesele; hala mimarlık meslek
yasamızın olmadığı bir ortamda, Fikir ve Sanat
Eserleri Kanunu'ndaki bir madde ile tanınan ve henüz
tam anlamıyla faydalanamadığımız telif hakkının
mimarlık mesleğinin ve mimarların elinden koşulsuz
geri alınmasıdır" diyen Hatırlı, bir yapının özgün
fikir ifade eden mimari eser olmadığının kararının
da Bakanlık tarafından kurulacak estetik kurullara
bırakılamayacağını ifade etti ve şunları söyledi:
"Meşru olmayan bu sistem içinde yasada yer alan
'yapının eser olmadığı' görüşü halinde, müellifine
ödenecek miktar ne olursa olsun, bu bir telif ve
müelliflik hakkı gasbına dönüşebilir. Bu konuda
insiyatif, AB müktesebatına uygun olarak, Fikir ve
Sanat Eserleri Kanunu'nda da tanımlandığı üzere STK
olan 'Meslek Birlikleri'nde olmalıdır. Mimarlar ve
mimarlık örgütleri olarak, çuvaldızı da kendimize
batırmamız gerektiğini düşünüyorum; maalesef
mimarlık örgütleri bu mekanizmayı
oluşturamamışlardır.
TBMM’nde bulunan AKP'li mimar ve şehir plancı
milletvekillerimizin bu kanun ile ilgili görüşlerini
de çok merak ediyorum; sadece özet olarak olarak
okunan bir yasanın meşru sayılması da kabul
edilebilir bir durum değil. Bizleri mecliste temsil
eden meslekdaşlarımızın, mimarlığa ve mimarlık
mesleğine siyasi görüşleri ne olursa olsun sahip
çıkmalarını bekliyorum.
Öte yandan TBMM’nin kabul ettiği metin henüz
kanunlaşmamıştır. Kanun haline gelmesi için
Cumhurbaşkanına sunulması, Cumhurbaşkanın da uygun
bularak yayımlanmak için Resmi Gazete'ye göndermesi
ve Resmi Gazete'de yayımlanması gerekmektedir.
Cumhurbaşkanının, kanun değişikliğini meclise iade
etme yetkisi vardır. Sayın Cumhurbaşkanımıza bu
konuda bir rapor hazırlıyoruz, kendisinin içinde
Anayasaya da aykırı olan hususlar da içeren bu kanun
değişikliğini meclise geri iade etmesini
bekliyoruz".
TSMD hukuk
danışmanlarının yasal düzenlemelerle ilgili hukuki
değerlendirmesi ise şöyle:
Düzenleme 1: “Harita, plan, etüt ve projeler; idare
ve ilgili kanunlarında açıkça belirtilen yetkili
kuruluşlar dışında meslek odaları dahil başka bir
kurum veya kuruluşun vize veya onayına tabi
tutulamaz, tutulması istenemez. Vize veya onay
yaptırılmaması ve benzeri nedenlerle müellifler ve
bunlara ait kuruluşların büro tescilleri iptal
edilemez veya yenilenmesi hiçbir şekilde
geciktirilemez. Müelliflerde bu hükmü ortadan
kaldıracak şekilde taahhütname talep edilemez.”
Hukuksal
Değerlendirme: Anayasa madde 135 uyarınca
meslekle ilgili konulardaki her türlü yetki meslek
odalarına aittir. Anayasa madde 135 uyarınca
mimarlık mesleği mensuplarının mesleki
faaliyetlerini denetleme yetkisi Türkiye Mimarlar
Odası’na ait olmalıdır. İdare yani bakanlık ise
meslek mensuplarını değil meslek odasını denetleme
yetkisine sahiptir. Kanun değişikliği ile Anayasa
Madde 135’in meslek odalarına tanıdığı yetkinin
idareye devredilmesi Anayasaya aykırıdır.
Düzenleme 2: “İdarelerce onaylanmış, mevcut durumu
gösteren halihazır haritalar, parselasyon planları
ile teknik ve idari düzenlemeleri içeren planların
değişiklik ve revizyonlarında ilk müellifin görüşü
ve izninin aranmaz.”
Hukuksal
Değerlendirme: Kanun teklifindeki, “teknik ve
idari düzenlemeleri içeren planlar” ibaresi muğlak
olup keyfiliğe yol açacak niteliktedir. Çünkü ne
İmar Kanunu’nda ne de Planlı Alanlar Tip İmar
Yönetmeliği’nde teknik ve idari düzenlemenin ne
olduğuna ilişkin bir açıklama bulunmamaktadır.
Düzenleme 3: “İlgili idareler, Bakanlıkça
belirlenen esaslara göre mimari estetik komisyonu
kurar. Komisyon, yapıların ve onaylı mimari
projelerin özgün fikir ifade edip etmediğine karar
vermeye yetkilidir. Özgün fikir ifade etmeyenlerde
yapılacak değişikliklerde ilk müellifin görüşü
aranmaz. Özgün fikir ifade eden mimari eser ve
projelerde; eser sözleşmesinde işleme izni
verilenler ile eserin bütünlüğünü bozmadığına,
estetik görünümünü değiştirmediğine, teknik,
yönetsel amaçlar ve kullanım amacı nedeniyle
olduğuna karar verilen değişiklikler, müellifin izni
alınmaksızın yapılabilir. Bu durumda ilk müellif
tarafından talep edilecek telif ücreti; ilgili
meslek odasınca belirlenen mimari proje asgari
hizmet bedelinin, tamamlanan yapılarda yüzde
yirmisini, inşaatı süren yapılarda yüzde onbeşini
geçemez.”
Hukuksal
Değerlendirme: Planlı Alanlar Tip İmar
Yönetmeliği 1 Haziran 2013 tarihli Resmi Gazete ile
esaslı değişiklikler geçirmiş olup, madde 10’da
yapılan değişiklikle idareye mimari estetik
komisyonu kurma yetkisi verilmiştir. Kanun teklifi
ile yönetmeliğe kanuni dayanak oluşturulmuştur.
Önce yönetmelik, sonra yönetmeliğe uygun kanun
çıkarılması doğru değildir.
Özgün fikir ifade eden mimari eser ve projelerde,
eserin bütünlüğünü ve estetik görünümünü
değiştirmemek şartıyla teknik, yönetsel ve kullanım
amaçlı zorunlu değişikliliğin müellifin izni
aranmadan yapılması mimarlara Fikir ve Sanat
Eserleri Kanun ile tanınan ve henüz tam anlamıyla
faydalanamadıkları telif hakkının mimarlık
mesleğinin elinden geri alınmasıdır. Mimarlık
mesleğinin gelişmesi ve özgün fikir ifade eden eser
üretmenin teşvik edilmesi için özgün fikir ifade
eden eselerin mutlak bir korumaya alınması, telif
haklarının kuvvetlendirilmesi gerekir. Bir yapının
özgün fikir ifade eden mimari eser olmadığının
kararı bakanlık tarafından kurulacak estetik
kurullara bırakılamaz. Meşru olmayan bu sistem
içinde yasada yer alan,yapının eser olmadığı görüşü
halinde müellifine ödenecek miktar ne olursa olsun
bu bir telif ve müelliflik hakkı gasbına
dönüşebilir. Bu konuda insiyatif , AB müktesebatına
uygun olarak Fikir ve Sanat Eserleri Kanununda da
tanımlandığı üzere STK olan ‘’Meslek
Birlikleri’nde’’ olmalıdır.
Yapı 11.07.2013
|
800 YILLIK ESKİ VAN SOKAKLARI GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü
Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında Van
Kalesi'nin güneyinde bulunan eski Van şehrinde
yürütülen kazı çalışmalarında 800 yıllık sokaklar
gün yüzüne çıkarılıyor.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi
Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr.
Erkan Konyar başkanlığında Van Kalesi'nin güneyinde
bulunan eski Van şehri kazı çalışmaları devam
ediyor. Kurtuluş Savaşı sonrası Rus işgaliyle yerle
bir olan eski Van şehrinde sürdürülen kazı
çalışmalarında ortaya çıkan sokaklar kazı ekibini
heyecanlandırdı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi
Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında
sürdürülen kazı çalışmalarında geçen yıl jeoradar ve
elektromanyetik yöntemle tespit edilen sokaklar, bu
yıl kazı yapılarak gün yüzüne çıkarılıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı adına eski Van şehrinde
yaptıkları kazı çalışmalarının İstanbul
Üniversitesi, Van Valiliği ve Aygaz Genel Müdürlüğü
tarafından desteklendiğini ifade eden Konyar,
'Aslında kazıya başlama noktası olarak biz daha çok
anıtsal yapıların çevresindeki alanları açmaya karar
vermiştik. Bu anlamda Hüsrevpaşa ve Kayaçelebi
Camileri 16'ncı ve 17'nci yüzyılda yapılmış eski
anıt eserler. Bunların çevresindeki alanlarda kazı
çalışmalarımızı başlattık. Açıkçası tabii ki büyük
bir sürprizle karşılaştık. Bu kadar erken mimari
dokuyla kentin dokusuyla karşılaşacağımızı
düşünmüyorduk. Hemen toprağın 30-40 santim altında
zaten yüzeyden de yapı grupları algılanabiliyordu.
Açtıktan sonra gerçekten büyük bir sürprizle
karşılaştık çünkü sokak yapısı ve binaların önündeki
taşlık alanlarla karşılaştık.

Çok düzenli bir yapı gurubunun olduğunu gördük.
Burası muhtemelen kamusal bir yapı. Eski Van'a ait
bir çarşı ya da bir kamusal bina da olabilir burası.
Tam dönemini şimdiden kestirmek zor. En azından 20.
yüzyılın başlarına kadar, kent terk edilinceye kadar
kullanıldığı anlaşılıyor. Arnavut taşı kaplı oldukça
geniş bir caddesi var. Caddenin doğuya doğru
uzandığını görüyoruz. Caddenin her iki tarafında da
dükkanların, sivil mimari alanların ve ya kamusal
alanların önündeki kaldırım diyebileceğimiz alanlar
mevcut. Bu anlamda oldukça gelişmiş mimari görüyoruz
dönemine göre. Eski Van'ın şöyle bir önemi var. 12.
yüzyıldan itibaren Türk İslam dönemi başlıyor.
Yaklaşık 800 yıllık bir süreçte yerleşmeye sahne
oluyor.
800 yılda bir Türk İslam kentinin gelişimini
göstermesi bakımından Anadolu'da açıkçası bu tür
kentlerin çok fazla örneği yok. O anlamda oldukça
önemi olacak bu kent dokusu. Özellikle Türk İslam
sivil mimarisinin ortaya çıkarılması ve anlaşılması
adına önemli olacak. Bugün birçok kentimizin modern
mimari ile eski dokusunu kaybettiğini görüyoruz ama
burada 20. yüz yılın başında terk edildiği ve yeni
Van'a taşındıkları için burada bir Osmanlı kentinin
özgün dokusunu görebileceğiz, ortaya çıkaracağız. Bu
anlamda heyecan verici' dedi.
Eski Van kentini Anadolu'nun 'Pompei'si gibi
gördüğünü ifade eden Konyar, '20. yüz yılın
başındaki çatışma ortamı ile kent aniden terk
ediliyor. Her şey bir nevi olduğu gibi ortada
bırakılıyor. O anlamda aslında 20. yüzyılın
başındaki özgün durumunu ortaya çıkaracağız. Kent
büyük bir yıkım görüyor. Bir çatışma ortamı
yaşanıyor ve terk ediliyor. Belki bu anlamda
Anadolu'nun 'Pompei'si demek eski Van için bence
abartı olmaz. Zaten ilk 15 günde ortaya çıkardığımız
görüntü de biraz öyle bir görüntü sunuyor bize.
Çatışma ortamının arkeolojik kanıtları en azından
görünmeye başlandı. Yanmış binalar, terk edilmiş
evler. Bu açıdan bu kazının bu anlamda da birçok
noktaya açıklık getireceğini düşünüyorum' şeklinde
sözlerini tamamladı.
Sabah, 10.07.2013
|
ZEUGMA ARKEOLOJİK KAZISI BAŞLADI

İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat,
Zeugma antik
kentindeki arkeolojik kazıların
başladığını bildirdi.
Aykanat, yaptığı yazılı açıklamada, arkeolojik
kazılarının 2005'den bu yana, Ankara Üniversitesi
Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji
Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr.Kutalmış
Görkay'ın başkanlığında yürütüldüğünü belirtti.
"Zeugma Arkeoloji Projesi" kapsamında yürütülen
çalışmaların bu yıl ki bölümünün 2,5 ay sürmesinin
planlandığını aktaran Aykanat, şunları kaydetti:
"Çalışmaların finans öz kaynağını Kültür ve Turizm
Bakanlığımız sağlamaktadır. Bunun dışında Türkiye İş
Bankası, Verbundplan Birecik A.Ş., Ankara
Üniversitesi ve çeşitli kurumların maddi ve ayni
yardımları vardır. 2013 arkeolojik kazıda,
konservasyon-restorasyon, çevre düzenlemesi, altyap
ve bilimsel yayına dönük çalışmalar kapsamında
gerçekleştirilecektir. Ayrıca arkeolojik kazıların
Muzalar evi olarak adlandırılan Roma Evi'nde, Belkıs
Tepe tapınak alanında ve kentin Hellenistik
agorasında yürütülmesi planlanmıştır."
Aykanat, restorasyon ve konservasyon çalışmalarının
ise Dionysos ve Danae evleri korugan yapısı
altındaki Roma konutları ile mimari ve küçük
buluntular üzerinde gerçekleştirileceğini aktardı.
Çalışmaların 15 Eylül'e kadar devam edeceğini
belirten Aykanat, kazıya yaklaşık 40 uzman ve
işçinin yanı sıra başta Ankara Üniversitesi olmak
üzere Türkiye'nin çeşitli üniversitelerinden
öğrenci, öğretim üyeleri ve araştırmacıların
katılacağını kaydetti.
Sabah, 10.07.2013
|
YOROS KALESİ'NDEKİ KAZILAR ASKERİ BÖLGEYE
KAYDIRILMAK İSTENİYOR
İstanbul'un Bizans dönemine ait tek kalesi Yoros'ta
2010'da başlatılan kazıların, alt kalenin bulunduğu
askeri bölgeye doğru genişletilmesi talep ediliyor.
Yoros Kalesi Arkeolojik Kazıları Başkanı
Prof.Dr. Yalçın: "Kalenin alt kısmı, askeri bölgeye dahil
ve askeri lojmanlar bulunmakta. Askeriyenin olduğu
bölgede çalışma yapmak istiyoruz. Çünkü kalenin
bütün olarak ele alınması lazım" "Yoros Kalesi,
büyük bir kale, tarihi açıdan da çok önemli. Kalenin
diğer bölgelerinde de çok önemli buluntulara
ulaşacağımızı ümit ediyorum. Önümüzdeki dönemlerde o
izinlerin verilmesini talep ediyoruz" İstanbul
Kültür ve Turizm Müdürü Bilgili: "Yoros Kalesi, dış
surlar ve Anadolu Kavağı ile bir turizm cazibe
merkezi olabilir".

İstanbul'un Bizans dönemine ait tek kalesi
Yoros'ta 2010'da başlatılan kazılar, alt kalenin
bulunduğu askeri bölgeye kaydırılmak isteniyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle yürütülen
çalışmaları, Yoros Kalesi Arkeolojik Kazıları
Başkanı Prof.Dr. Asnu Bilban Yalçın'ın
başkanlığındaki 30 kişilik ekip yürütüyor.
Yalçın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kalede
2010'da başlatılan kazıların bu yıl ki ayağının, 1
Temmuz itibariyle start aldığını belirtti.
UNESCO'nun kültürel mirası listesinde yer alan ve
İstanbul'un kültürel mirasında da büyük önem
taşıyan Yoros Kalesi sur içinde 2 ay çalışacaklarını
bildiren Yalçın, "Yoros Kalesi'nde buluntularımıza
ve araştırmalarımıza devam edeceğiz. İşe, geniş bir
çevre temizliğiyle başladık. Bu da epey zaman
alıyor. Akabinde arkeolojik çalışmalara
başlıyacağız" dedi.
"Çalışmaları vatandaşlar da izleyebiliyor"
Yoros Kalesi'nin tarihi hakkında bilgi veren Yalçın,
buranın, bir kale ve savunma yeri olduğunu
vurguladı. Yalçın, Yoros Kalesi'nin, Boğaz'ın
girişini savunan, hem gümrük hem de askeri bir üs
olarak kullanıldığına dikkati çekerek, bölgenin,
Osmanlı döneminde askerlerin yaşadığı mekanlara
sahip olduğunu anlattı.
Kazılarda Osmanlı dönemine ait alt yapılar,
askerlerin kullandığı objeler, lüleler, taş ve bronz
gülleler, yemek için kullanılan kaplar bulduklarını,
bunların o döneme ait günlük yaşamı belgeleyen
buluntular olduğunu kaydeden Yalçın, Yoros'ta bu yıl
başlayan kazılarda şu ana kadar bir-iki
sikke bulunduğunu, bunları da her zamanki
gibi İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne teslim ettik.
Asnu Bilban Yalçın, kazı çalışmalarını vatandaşların
da izleyebildiğini dile getirerek, "Bizi ziyaret
eden gruplar oluyor. Onlara kazı
bölgemizi gezdiriyoruz. Okullardan talep geliyor.
Çocukları da kazı çalışmalarımızı tanıtarak, onlara
arkeolojiyi sevdirmeye çalışıyoruz" diye konuştu.
"Kale bütün olarak ele alınmalı"
Kazı çalışma alanının oldukça geniş olduğunu
belirten Yalçın, şu bilgileri verdi:
"Yoros Kalesi bölgesi,
Anadolu Kavağı Mahallesi'nde kazı çalışmaları
yaptığımız yerden, karşıdaki Yuşa Tepesi'ne kadar
geniş bir alanı kapsıyor. Burada üst kalenin
dışında, bir de aşağıya kadar geniş bir alt kale
var. Kale, üst ve alt kısımdan oluşuyor, bir bütün
olarak alınıyor. Kalenin alt kısmı, askeri bölgeye
dahil ve askeri lojmanlar bulunmakta. Biz bu kazıyı
Bakanlar Kurulu kararıyla yapıyoruz. Ancak
askeriyenin de olduğu bölgede bir çalışma yapmak
istiyoruz. Çünkü kalenin bütün olarak ele alınması
lazım. Yani Yoros Kalesi, sadece bu
bölge değil. Yoros Kalesi büyük bir kale. Tarihi
açıdan da çok önemli. Kalenin diğer bölgelerinde
de çok önemli buluntulara ulaşacağımıza ümit
ediyorum. Önümüzdeki dönemlerde o izinlerin
verilmesini talep ediyoruz."
"Kale cazibe merkezi olabilir"
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü
Ahmet Emre Bilgili, şu an kazı çalışması yapılan
yerlerin sadece kale içi surları olduğunu
belirterek, şöyle devam etti:
"Bir de kalenin dışında surlar var, o surlarla
buranın kazılması ve bir şekilde değerlendirilmesi
gerekiyor.
İstanbul'un Karadeniz'e açılan bu kısmında,
muhteşem bir tabiat ve kültürel miras var.
Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak,
bunu değerlendirmek istiyoruz. Kalenin bulunduğu
gölge,
İstanbul'un turizmi adına değerlendirilirse
muhteşem bir turizm ve cazibe merkezi haline
gelebilir. Yoros Kalesi, dış surlar ve
Anadolu Kavağı ile turizm cazibe merkezi
olabilir. Kavağa turistler geliyor. Bölgeyi çevre
düzenlenmesiyle ciddi bir projeyle
Ören yeri haline getirebiliriz. Ören yeri haline
getirmek de ciddi zaman alıyor. Bunların hepsini
paralel şekilde yürütmek gerekiyor. Yoros Kalesi,
İstanbul'un turizmi açısından büyük bir cazibe
merkezi haline gelirse insanlar tarihi, doğayı ve
kültürel mirası hep birlikte görebilir."
Çalışmalara İstanbul İl Özel İdaresi'nin de katkı
sağladığını belirten Bilgili, İstanbul Valisi
Hüseyin Avni Mutlu'nun da geçen yıl kazı
çalışmalarını yerinde gördüğünü ve bu sene de ciddi
destek verdiğini aktardı.
Bilgili, "Bu destekle kazı güçlü bir şekilde
yapılıyor. İstanbul'un kültürel mirası çok zengin.
Bu zenginliği görünebilir ve kullanılabilir hale
getirmemiz gerekiyor. Aksi takdirde yer
altında, keşfedilmemiş bir maden gibi oluyor" dedi.
Arkeolojik kazı çalışmalarının bölge turizmine
etkilerinden bahseden Bilgili, doğal
güzelliklerin, kültürel mirasla birleştirilmesi
halinde kaleye turistlerin ilgisinin daha fazla
olacağını vurguladı.
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili,
"Arkeolojik kalıntılar, yer altında büyük bir miras.
Bugün ise arkeoloji müzemiz depolarına kadar dolmuş
durumda. Bir taraftan da yeni arkeoloji müzesi
hazırlıkları düşünülüyor. Hepsini paralel bir
şekilde yürütmek gerekiyor" ifadelerini kullandı.
haberler.com, 10.07.2013
|
ÇİN'DE 5 BİN YILLIK YAZITLAR BULUNDU

Çin'in doğusunda 5 bin yıllık yazıtlar keşfedildi.
Arkeologlar, Şanghay'ın güneyindeki Neolitik
Dönem'den kalma Liangzhu antik kentinde yapılan
kazılar sırasında gün ışığına çıkarılan 200 parça
seramik, taş, yeşim taşı, fildişi ve hayvan
kemiğinden yapılmış eşyaların üzerinde bulunan
yazıtların şimdiye kadar bilinen hiçbir yazı
sistemine benzemediğini açıkladı.
Oymaların gerçek bir yazı sistemine mi ait olduğu
yoksa sözcüklerin habercileri olan sembollerden mi
oluştuğu konusunda henüz fikir birliği sağlayamayan
bilim adamları, yazıtların yine de Çin dili ve
kültürünün kökenlerine ışık tutacağını belirtti.
Kazıları yöneten arkeolog Xu Xinmin, taştan bir
baltanın üzerine kazınmış altı sözcük benzeri
işaretin kısa bir cümle oluşturduğunu sandıklarını
söyledi.
Bilinen en eski Çince yazıtlar, 3600 yıl öncesine
ait. Shang Hanedanlığı döneminde hayvan kemikleri
üzerine işlenen yazıtlar, Kahin Kemiği Yazıtları
olarak adlandırılıyor ve Çin astronomisinin en eski
kayıtları kabul ediliyor.
Sabah, 10.07.2013
|
BAKANLIK PARAYI KESTİ, LİKYA MÜZESİ DURDU
Antalya'nın Demre
İlçesi'nde geçen yıl yapımına
başlanan Likya Müzesi inşaatı, Kültür Bakanlığı'ndan
para gelmeyince durdu. Bakanlığın konuyla ilgili
inceleme başlattığı öğrenildi.
Antik Likya döneminin en önemli liman kenti olan
Andriake'deki Likya Müzesi inşa ve restorasyon
projesi için geçen yıl yapılan ihale sonucu 8 milyon
355 bin lira karşılığında Karacan Grup inşaat
firmasıyla sözleşme imzalanmıştı. 25 Kasım 2013'te
tamamlanarak hizmete açılması beklenen Likya
Müzesi'nin şu ana kadar yüzde 60'ı tamamlandı.
Yapılan çalışmalara karşılık hak edişlerinin yüzde
27'sini alan yüklenici firma, diğer hak edişlerin
ödenmesi için Kültür Bakanlığı'na yazı yazdı. Buna
rağmen ödeme yapılmaması üzerine Karacan Grup,
bakanlığın sözleşme şartlarına uymadığı gerekçesiyle
1 Temmuz'da inşaatı durdurdu. Bakanlığın, yüklenici
firmanın şu ana kadar yaptığı çalışmaları yeniden
incelemeye aldığı ve bu nedenle ödeme yapmadığı
kaydedildi. Andriake'de antik çağ yapılarının
restorasyon, çevre düzenlemesi gibi işleri içeren
8.3 milyon liralık ihalede, 2012 sonuna kadar sadece
40 bin liraya yakın elektrik hattı işi yapılmasına
karşın firmaya 1.2 milyon liralık hak ediş ödendiği
iddia edilmişti.
Arkitera, Haber: Elif Tuğba Gürkan, 10.07.2013
|
TARİHİ KÖŞKE TESCİL DE RESTORASYON DA YOK

Bingöl’ün Genç İlçesi'ne bağlı Gözertepe (Avnêk)
Köyü'ndeki tarihi köşk, Bingöl İl Kültür Müdürlüğü’ne
bildirilmesine rağmen ne tescil çalışmaları ne de
restorasyonu yapılıyor.
Köylülerin anlattıkları göre, Ermeni asıllı Avnêk
adında biri, "Öyle bir kule yapacağım ki Diyarbakır
surlarını görebileyim" demiş ve önce köşkü inşa
etmiş sonra da kule çalışmalarına başlamış. Kule
çalışmaları devam ederken, 1915'te Ermeni tehciri
gerçekleşmiş. Kuleye yönelik saldırılar sırasında
kulenin mimarının da düşüp yaşamını yitirdiği iddia
ediliyor. Bodrum Katı Maden Ocağı olan yapının üstü
köşk ve dağa doğru köprü şeklinde uzanan bir kule
konumunda. Tamamlanamayan kulenin kalıntılarından
bir eser bulunmazken, tarihi köşk ise, yıkık-dökük
haliyle yerinde duruyor.
Köy muhtarı Mehmet Doğan, kulenin bulunduğu bölgede
daha sonra evlerin yapıldığını belirterek, "Ermeni
tehciri zamanında buradaki köylülerin baskılarıyla
Ermeniler buraları terk etmek zorunda kaldı. Köşkün
iç tarafındaki aralıkta bir kapı vardı. Buradan alt
tarafa inen 12 basamaklı bir merdiven vardı,
hayvanlar o kapıdan girdiğinde geri çıkamıyordu.
Yöre halkı hayvanlar içeri girip kalmasın diye bu
giriş yerini taş doldurarak kapatmış. Benim
hatırladığım dönemde kule köprüsü yukarı doğru çayın
yarısına kadar geliyordu, ancak zamanla
bakımsızlıktan dolayı yıkıldı. Odaları komple
sağlamdı, millet yıkıp taşlarını götürdü, kimi
duvarları da defineciler yıktı" dedi. Muhtar Doğan,
kulenin restorasyonunun yapılıp turizme açılması
için en son 1999'a kadar birkaç kez Bingöl İl Kültür
Müdürlüğü ve Bingöl Valiliği'ne dilekçe verdiğini
belirterek, dilekçelerine karşı hiçbir cevap
alamadığını söyledi. Köşkün yeri serin olmasından
dolayı çocukların duvarların etrafında oyun
oynadığını kaydeden Doğan, "Duvarın yıkılıp
çocukların altında kalmasından endişe ediyoruz. Bu
yapı için bir çare bulunmasını istiyoruz" diye
konuştu.
Konuya bilgi aldığımız Bingöl İl Kültür Turizm
Müdürü Şevket Boğatekin, "Bahsedilen köyde resmi
olarak tescillenmiş herhangi bir tarihi yapı
konusunda bizde kayıt yok. 1999 ve öncesi
başvurulardan haberim yok, çünkü ben bu tarihten çok
sonra göreve başladım" dedi. Boğatekin, yapıyı
yerinde incelemek için Erzurum Bölge Müdürlüğü ile
yazışarak heyet göndereceklerini ifade etti.
Arkitera, Haber: Elif Tuğba Gürkan, 10.07.2013
|
AHLAT'TA DEFİNECİ TEHDİDİ
Bitlis ve Ahlat’ıntarihi dokusunu tehdit eden
definecilerin 2007’den bu yana 15 kaçak kazı yaptığı
ortaya çıktı. Arkeolojik kazıların sürdüğü Selçuklu
Mezarlığı’nda sanduka mezarları tahrip edilmiş.
Mezarlıktaki güvenlik tedbirlerini artıran valilik,
mezarlık çevresine MOBESE yerleştiryor.
Anadolu’daki Türk varlığının ilk izlerinin
bulunduğu yer olan Bitlis ve Ahlat’ın tarihi dokusu
defineciler yüzünden tehlike altında. Define arama
kastıyla tarihi mekan ve eserleri tahrip eden
definecilerin verdiği zarar, bölgedeki kültür
hazinelerini tehdit ediyor. Geçtiğimiz günlerde
talan edilen Kurubulak Mahallesi’ndeki Hacı Hasan
Hoca Şirvani türbesinin toprağı kurumadan,
defineciler bu kez de Ahlat’taki Selçuklu
Mezarlığı’na dadandı. 200 dönüm alan üzerindeki
mezarlıkta güvenlik tedbirleri henüz istenilen
seviyede değil. Arkeolojik kazıların devam ettiği
mezarlıkta yağma, kazı çalışanları alanını terk
ettikten sonra yaşanıyor. Bir kazı çalışanı,
“Kazdığımız yerleri bizden sonra girip kırıyorlar.
İstemeden de olsa işlerini kolaylaştırıyoruz
galiba.” diyor. Daha çok başka şehirlerden gelen
defineciler, mezarları kazmakla kalmamış, sanduka
mezarların çoğunu tahrip etmiş. Bitlis ve
civarındaki define vakaları Selçuklu mezarları ile
sınırlı değil. 2007’den bugüne kadar il genelinde
zabıtlara geçen 15 kaçak kazı bulunuyor. Bunlarla
ilgili devam eden davaların yanında karara
bağlananlar da var.

Definecilerin daha çok şehir dışından geldiğini
söyleyen Bitlis Belediye Başkanı Fehmi Alaydın’ın
anlattıkları Yeşilçam filmlerine taş çıkartacak
nitelikte. “Esnafın arasına girip, çevredekilerin
duyacağı şekilde bir harita pazarlığına giriyorlar.
Bunları duyanlar da inanıp o haritaları para
karşılığı alıyor. Geçenlerde polis, üç kişiden
şüphelenmiş. Daha sonra bunların Adana’dan
geldiklerini öğrenerek hemen Adana Emniyeti’ne haber
vermiş. Karşı taraftan gelen cevap, yetkilileri şoke
ediyor: ‘Bunlar üç kişilik bir şebeke. Üçü de
oradaysa büyük bir vurgunun peşindeler demektir.’”
Definecilerden en çok şikayetçi olan, hiç kuşkusuz
Bitlis İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör.
Definecilerin sadece Bitlis’te değil, Türkiye’nin
her yerinde problem olduğunu söyleyen Işıkgör,
“Önemli olan bunlarla ilgili zamanında tedbir almak
ve insanları bilinçlendirmek.” diyor.
Selçuklu Mezarlığı’nda güvenlik tedbirlerini
artırmak için çalışmalar sürüyor. Mezarların çevresi
tel örgülerle kapatılıyor. Bekçi sayısı da
artırılmış. Mezalık çevresine MOBESE kameraları ve
aydınlatma sistemleri kurma çalışmaları da sürüyor.
Bundan sonra buradan kuş uçurtmayacaklarını söyleyen
İl Kültür Müdürü Hüsnü Işıkgör, alınan tedbirlerin
önemli bulmakla birlikte, asıl meselenin ‘eğitim’
olduğunu söylüyor. Işıkgör’e göre halkın tarihi
eserleri koruma ve definecilerin vaatlerine kanmama
konusunda bilinçlendirilmesi gerekiyor. Selçuklu
Mezarlığı yalnız Anadolu’nun değil, tüm İslam
dünyasının en büyük mezarlığı olarak da biliniyor.
Bu alanda XII. ve XVI. yüzyıllar arasında Eyyübiler
ile İlhanlı ve Osmanlı dönemine ait çeşitli tiplerde
çok sayıda mezar taşı bulunuyor.
Zaman, Haber: Yusuf Bülbül, 10.07.2013
|
|
39 BİN YAŞINDAKİ MAMUTA BÜYÜK İLGİ
Sibirya'da devasa bir buz kalıbının içinde bulunan mamut kalıntısı, sergilenmek üzere Japonya'nın başkenti Tokyo'ya götürüldü.
39 bin yaşında olduğu tahmin edilen ve biliminsanlarının yoğun ilgi gösterdiği mamutun bedeni, Tokyo'nun Yokohama semtindeki bir sergi salonunda, 13 Temmuz'dan 16 Eylül'e kadar ziyaret edilebilecek.
Sabah, 10.07.2013
|
550 YILLIK AĞAÇLARDAN TARİH YEŞERECEK

İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, İstanbul’daki anıt ağaçlar
için harekete geçti. Anıt ağaçların tespiti ve
koruma altına alınma çalışması için ‘Anıt ve
korunmaya değer ağaçların tespiti, tescili, ağaç
sağlığı ve devrilme riskinin belirlenmesi işi’
ihalesi 17 Temmuz’da yapılacak.
Yol, koru, park, okul, cami, meydan, üniversite ve
kadim mezarlıklar gibi kamuya ait alanlardaki tarihe
tanıklık etmiş ağaçların gelecek kuşaklara
aktarılması amacıyla yapılan proje, bilimsel
araştırma ve eğitim çalışmalarına katkı sağlayarak
turizmde kullanmak için ilgili kurumlara rehber olma
noktasında önem teşkil edecek.

Bilimsel ve tarihsel belgelerle “Tabiat Varlığı
Tescili”nin yapılmasının yanı sıra çalışmayla, ağaç
sağlığı ve devrilme riskinin belirlenmesiyle bakım
tedbirleri de raporlanacak. Böylece ağaç devrilmesi
sonucu yaşanan can ve mal kayıplarının önüne
geçilebilecek.
Anıt ağaç tespit projesiyle bir ilke de imza
atılacak. Megakentin, ilk kez anıt ağaç arşivi
oluşturulacak. Envanteri çıkarılacak tarihi ağaçlar,
dijital ortamda bir arşiv de toplanacak.
Projeyi, aralarında anıt ağaçlar konusunda uzman
Prof.Dr. Ünal Asan’ın da yer aldığı, İstanbul
Üniversitesi Orman Fakültesi, Koruma Kurulları ile
konuyla ilgili meslek odaları ve ilgili kurulların
desteğiyle yürütülecek.
Yöre kültüründe olumlu veya olumsuz, gerçek veya
hayal ürünü bir öyküye sahip olmak, ya da yöresel
veya ulusal tarihte kimi olaylar ile özdeş hale
gelmek ve onlara tanıklık etmek ağaçlara anıtsal
nitelik kazandırıyor. Bu ağaçlara örneklerden
bazıları şöyle: “Eyüp’teki 500 yıllık Çınar Ağacı,
Topkapı Sarayı’ndaki Çınar ve Servi Ağaçları,
Eminönü’ndeki 450 yıllık Alemdar Taşlı Çınarı, 500
yıllık Yıldız Korusu Meşe Ağaçları, Sultan Ahmet
Camii’ndeki 300 yıllık Çınar Ağacı, Florya
Atatürk Korusu’ndaki Sakız Ağacı...
Akşam, 10.07.2013
|
6 BİN YILLIK
"BURASI BENİM" İŞARETLERİ
Meksika'da arkeologlar, Narigua'da üstünde ilginç şekillerin kazındığı 500'e yakın taş buldu.
Yaklaşık iki kilometrekarelik bir alana yayılan ve 6 bin yaşında olduğu sanılan taşların üzerinde 8 bin şekil yer alıyor.
Uzmanlar, üzerinde farklı şekillerin kazındığı kayaların, bölgede yaşayan avcıtoplayıcı toplulukların yaşam alanlarını işaretlemek için kullanıldığı sanılıyor.
Sabah, 10.07.2013
|
|
MÜZEME DOKUNMA!

Trabzon Ayasofya Müzesi'nin geçen günlerde camiye
dönüştürülerek ibadete açılmasına karşı gelişen
tepkiler üzerine "Müzeme Dokunma" isimli bir
platformu kuruldu.
Türkiye'nin önemli kültür miraslarından Trabzon
Ayasofya Müzesi, 1959-61 seneleri arasındaki
restorasyon çalışmaları sonucu müzeye çevrilerek
ziyarete açılmıştı. Uzun süre müze olarak hizmet
veren ve önemli sayıda turistin ziyaret ettiği yapı
28 Haziran'da camiye çevrilerek ibadete açıldı.
Yapının camiye dönüştürülürken büyük ölçüde zarar
verildiği söyleniyor.
Agos Gazetesi'nin haberine
göre Trabzon Vakfı Başkanı Bilgin Aygül konuyla
ilgili, "Ayasofya'da 800 yıllık mozaiğin üzerine
ahşap döşenip halı serildi. Bu işlemler kaynak
makineleri, çekiçlerle yapıldı. Freskler üzerine
çivilerle korniş çakılarak üzerleri kapatıldı.
Trabzon'un kültürüne ve tarihine saygı duyduğumuz
için bu dönüşümden rahatsızlık duyuyoruz" demişti.
Gelişen bu olaylar üzerine "Müzeme Dokunma"
platformu bir kampanya başlattı. Aygül "Trabzonlu
olup da bu karara tepki duymayan nereyse yok. Şehrin
yüzde 90’dan fazlası bu karar tepkili. Trabzon’da
her kesimden insan çok üzgün. Ayrıca iddia edildiği
gibi Trabzon Ayasofya Kilisesi bir fetih camisi
değildir. Trabzon’un fethinden yaklaşık 100 yıl
sonra camiye çevrilmiştir. Fatih Sultan Mehmet
Ayasofya’da namaz kılmamıştır." sözlerine yer
vermişti.
Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 09.07.2013
|
TARİHİ ZAVİYE, ETNOGRAFYA MÜZESİNE DÖNÜŞTÜRÜLECEK

Geyve İlçesi'nde
Fatih Sultan Mehmet döneminde 1452 yılında inşa
edilen Elvan Bey Zaviyesi, restorasyonun ardından
etnografya müzesine dönüştürülecek.
Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu onaylı proje doğrultusunda zaviye, restore
edilmesi ve sosyal–kültürel faaliyetlerde
kullanılması amacıyla
Geyve Belediyesine kiralandı.
Kira sözleşmesi Belediye Başkanı
Murat Kaya ve Vakıflar Genel Müdürlüğü
Bursa Bölge Müdürlüğü Yatırımlar ve Emlak
Şubesi Müdürü Fethi Koç arasında imzalandı.
Belediye Başkanı
Murat Kaya, gazetecilere yaptığı
açıklamada, Sakarya'nın ve ilçenin tarihi mirasına
hak ettiği önemin verilmesi için harcanan çabanın
sonuna geldiklerini söyledi.
Kaya, cumhuriyetin ilk yıllarında malzeme deposu
olarak kullanılan ve yakın zamanda da halk
kütüphanesi olarak hizmet veren zaviyeyi tarihsel
konumuna döndürmek için gerekli tüm projelerin
tamamlanma noktasında olduğunu anlattı.
Sinan Bey tarafından 1452 yılında yaptırılan
zaviyenin giriş kapısının önündeki 3 kemerli revak,
1476 yılında inşa edildi. Bostancıbaşı Mustafa Ağa
tarafından 1696 yılında onarılan zaviye, Vakıflar
Genel Müdürlüğünce 1968 yılında restore edildi.
Yeniden restore edilecek olan zaviye, etnografya
müzesine dönüştürülecek.
haberler.com, 09.07.2013
|
BURSA'DAKİ DÜNYA MİRASI HARABEYE DÖNDÜ

Restore edilmesi için 23 yıl önce yapılan kazıyla
ortaya çıkarılan ve 2010 yılında yenilenmesi için
protokolü bile imzalanan tarihi Hagios Aberkios
Manastırı, harabeye döndü. Yıllardır turizme
kazandırılması gündemde olan manastırın balicilerin
mekanı haline gelmesi mahalle sakinlerini canından
bezdirdi.
Bursa'nın Gemlik
İlçesi'ne bağlı Kurşunlu beldesi
sınırları içinde bulunan Hagios Aberkios Manastırı,
sahiplenmeyi bekliyor. Restore edilmesi için 23 yıl
önce yapılan kazıyla ortaya çıkarılan ve 2010
yılında yenilenmesi için protokolü bile imzalanan
tarihi manastır, harabeye döndü. Yıllardır turizme
kazandırılması gündemde olan manastır, balicilerin
mekanı haline gelince mahalle sakinleri isyan
bayrağını çekti. Manastırın tam karşısında bulunan
evlerde oturan vatandaşlar, her gün aynı manzarayla
karşılaşmak istemediklerini, bir an önce
restorasyonun yapılmasını istedi. 9. yüzyıldan
kaldığı bilinen manastırın çevresinde bulunan
mezarların üstü de çöp yığını haline geldi. Pek çok
kez define avcılarının talanına uğrayan manastır,
dünya mirasına kazandırılacağı günü bekliyor.

PROTOKOL İMZALANDI AMA...
1990`lı yılların ortalarında Belediye Başkanı
Bayram Demir`in öncülüğünde kazılarak ortaya
çıkarılan kilise için, Yunanistan'dan Gemlik'e gelen
heyet hiçbir girişimde bulunmazken, manastır da
tahrip edilen haliyle kaldı.Mehmet Fatih Güler'in
belediye başkanı olduğu dönemde restorasyonu için
imzalanan protokol de yalnızca defterde kaldı.
Gemlik Belediyesi'nin girişimleriyle ilçeye gelen
Bizans Dönemi ve Sonrası Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu (EKBMM) Başkanı Prof. Nikos Zias, kurul üyesi
Athina Christofidon, Bizans Kültür Müzesi Müdürü D.
Anastasia Tourta, Belediye Başkanı Fatih Mehmet
Güler ile manastırla ilgili bir görüşme yapmıştı.
Manastırla ilgili rölöve, restitisyon projeleri ve
e-teknik raporları hazırlanmasına rağmen henüz bir
girişimde bulunulmadığını belirten Kurşunlu Atatürk
Mahallesi Muhtarı Doğan Kosova, Gemlik'in ve
Bursa'nın değil, dünya mirasına sahip çıkılması ve
turizme kazandırılması gerektiğini söyledi.
Kurşunlu'daki Hagios Aberkios Manastır'ı, dikdörtgen
planlı yapıdan oluşuyor. Üstü çapraz tonozla
örtüldüğü belirtilen manastır, çift kemerli
kapılarla dışarıya açılıyor. Kilisenin kuzey cephesi
iki basamaklı yuvarlak bir kemer içerisine
alınmış. Doğu cephesinde bulunan cephe yıkılırken,
burada yalnızca pencerelerin yuvarlak kemer
başlangıçları görülüyor. Osmanlı'nın fethinden sonra
önemini yitirmiş olan manastırın, 1652 yılından
sonra yeniden kullanılmış olduğu kaynaklarda
belirtiliyor. 19. yüzyılda Kurşunlu'yu ziyaret eden
araştırmacılar bu kilisenin Aziz Aberkios'a ithaf
edildiğini belirtildi.

Bursa'da Bugün, Haber: Rabia Deniz, 09.07.2013
|
|
2 TÜRBE RESTORE EDİLİP ZİYARETE AÇILDI
Fatih Sultan Mehmet'in eşi, Sultan 2. Bayezid'in
annesi Gülbahar Hatun ve Gazi Osman Paşa'nın
türbeleri restore edildi. Fatih Camisi Haziresi'nde
bulunan türbelerin yeniden ziyarete açılışı amacıyla
tören düzenlendi. Kur'an-ı Kerim tilavetiyle
başlayan törene, Fatih Belediye Başkanı Mustafa
Demir, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre
Bilgili, İstanbul Müftüsü Rahmi Yaran, Ayasofya
Müzesi Müdürü Hayrullah Cengiz ve vatandaşlar
katıldı. Törende konuşan Fatih Belediye Başkanı
Demir, tarihi mirasa sahip çıkıldığını görmekten
duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Demir, Fatih'te şu
ana kadar onlarca tarihi eserin restore edildiğini
ve çok sayıda eserin yenilenmesi çalışmalarının da
sürdürüldüğünü bildirdi. Konuşmaların ardından Müftü
Yaran, dua okuyarak türbeleri ziyarete açtı.
Sabah, 09.07.2013
|
SANASARYAN HAN'A MAHKEMEYE RAĞMEN İHALE YOLU

Türkiye Ermeni
toplumunun geçmişte gasp edilen en önemli
mülklerinden biri olan Sanasaryan Han, kiralanmak
üzere ihaleye çıkarıldı.
AGOS Genel Yayın Yönetmeni
Rober Koptaş’ın
haberine göre, 18 Temmuz’da açılacak ihale Resmi
Gazete’de duyurulmuş olsa da İstanbul Ermeni
Patrikliği’nin açtığı iade davası sürüyor.
Her ne kadar son zamanlarda Han’ın kullanım
hakkının hükümet tarafından 50 yıllığına Patrikliğe
verileceği konuşuluyor olsa da ihalenin ilan
edilmesiyle birlikte bu olasılık da ortadan kalkmış
oldu.
Oysa Türkiye Ermeni Patrikliği, Sirkeci’de
bulunan Sanasaryan Han’ın iadesi için geçen yıl
İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava
açmıştı.
Görülen ilk duruşmada, mahkeme heyeti mülk
üzerine “tedbir kararı” almıştı. Bu karar uyarınca,
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, hana yeni kiracı
almaması gerekiyordu. İhale ilanı, bu karara rağmen
verilmiş oldu.
18 Temmuz tarihinde yapılması beklenen ihale
gerçekleşirse hanın yeni hak sahibi bir üçüncü şahıs
olacak.
“Vakıf mallarına mahkeme kararıyla el
konulamaz”
Han, 1915’te Osmanlı Devleti tarafından gasp
edildi. Bu durum 1920’ye kadar sürdü. 1920’de
yapılan düzenlemeyle Patrikhane’ye hanın gelirlerini
kullanma hakkı verildi. 1928’de İstanbul
Valiliği’nin bir kolu olan İdare-i Hususiye, hanın
gelirlerine el koydu.
Patrik Naroyan, bu haksızlığa karşı dava açtı ve
3 Mart 1932’de sonuçlanan bu dava Patrikliğin lehine
sonuçlandı.
Ancak İdare-i Hususiye, 1935’te davayı tekrar
açtı ve mülk bu dava sonucunda elden çıktı.
1930’lu yıllarda gasp edilerek önce İl Özel
İdaresi’nin, daha sonra da Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün himayesine geçen mülk, Emniyet
Müdürlüğü ve Adliye binası olarak da kullanılmıştı.
Vakıflar Genel Müdürü
Adnan Ertem
geçen yıl, Sanasaryan Han için dava açılması ve
ihtiyatı tedbir kararı alınmasına tepki göstererek
mülkün, Osmanlı tebaası bir Ermeni olan Mıgırdiç
Sanasaryan Ağa’nın vasiyeti olduğunu ve hukuki süreç
sonucunda Müdürlüğün malı olduğunu savunarak,
“Sansaryan Han, cemaat vakfı statüsünde olan bir
vakfın mülkü değil” demişti.
Adnan Ertem’in açıklamasının tarihsel gerçeklerle
uyuşmadığını ifade eden
Rober Koptaş,
yazıda şu ifadelere yer veriyor:
“Öncelikle, Mıgırdıç Sanasaryan Ağa bir Osmanlı
Ermenisi değil, Rusya’da yaşamış bir Ermeni.
Varlıklı bir şahıs olan Sanasaryan, 1881’de
Erzurum’da yetim öğrenciler için bir okul açtı. Daha
sonra ise, bu okula gelir sağlaması amacıyla
İstanbul’da Sanasaryan Han’ı satın alarak, hanın
yönetim haklarını Ermeni Patrikliği’ne bıraktı.
Patriklik kayıtlarında hanın 1909 yılına ait tapu
kaydı yer alıyor. Bu belgede, ‘Vakıf olarak
mütevellisi Ermeni Patrikhanesi tasarrufundadır’
ifadesi yer alıyor.”
Patrikhane Emlak Komisyonu üyesi
Şahin
Gezer de Sansarayan Vakfı’nın mazbut vakıf
sayılamayacağını, vakfa ve mülklerine mahkeme
kararıyla el konulmasının hukuksuz olduğunu
belirtiyor ve ekliyor: “Bu vakfın mütevelli heyeti
başkanı günün patriğidir. Dolayısıyla, vakıf
yöneticisiz değildir ve bugün çok sayıda fakir çocuk
bulunmaktadır. Sonuçta bu vakıf, onların daha iyi
eğitim alması için kuruldu.”
İşkencehane olarak da kullanıldı
1895’te, Mıgırdiç Ağa Sanasaryan’ın isteğiyle
mimar Hovsep Aznavur tarafından inşa edilen
Sanasaryan Han, devlet eline geçtikten sonra uzun
yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanıldı.
Darbe dönemlerinde sorgu ve işkencelere ev
sahipliği yapan bina, odalarının küçüklüğünden
dolayı ‘tabutluk’ olarak anıldı. Nazım Hikmet, Ece
Ayhan, Azız Nesin, İlhan Selçuk, TKP üyesi Dr. Hayk
Açıkgöz, Jak ve Vartan İhmalyan, Aram Pehlivanyan
burada işkence gören solcular arasında sayılıyor.
1944 Irkçılık-Turancılık davası sanıkları Abdullah
Türkeş ve Nihal Atsız da Sanasaryan’ın
“tabutluk”larında işkenceden geçirilmişti.
Bianet, 08.07.2013
|
YENİSİ BİR SENEDE YAPILDI
Erzurum tarihinde önemli bir yere sahip olan, çok sayıda insanın ziyaret ettiği Aziziye Tabyası’nda çalınan bronz rölyefin yerine yenisini monte edildi. Erzurum Valiliği’nin talebi üzerine Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü elemanları tarafından yapılan yeni rölyefin bir yıllık bir çalışma sonucu ortaya çıktığı belirtildi.
Aziziye Tabyası’ndaki Aziziye Anıtı’nın arkasında bulunan rölyeflerden birisi, geçtiğimiz yıl çalınmıştı. Rölyefin çalındığı haberi kamuoyunda nefretle karşılanırken, yeniye yenisini yaptırmak amacıyla da harekete geçilmişti. Çalınan bronz rölyefin bir benzerinin yapımı geçtiğimiz günlerde tamamlandı ve Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü hocaları tarafından yerine monte edildi.
Bu arada diğer rölyeflerin de temizliği yapıldı ve göz alıcı hale getirildi.
Erzurum Gazetesi, 08.07.2013
|
 |
23 YILDAN SONRA METROPOLİS

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Celal Bayar
Üniversitesi’nin işbirliğiyle, 23 yıldır sürdürülen
Metropolis antik kenti kazı çalışmalarının 2013 yılı
etabı başladı. Torbalı Belediyesi ve Metropolis
Sevenler Derneği (MESEDER) ile birlikte kazı
çalışmalarına destek veren Sabancı Vakfı’ndan
yapılan açıklamaya göre; Metropolis bu yıl içinde
ören yeri olarak ziyaretçilere açılarak, kültür
turizmine kazandırılacak.
İzmir’in EXPO şansını artıracak
Metropolis Antik Kentindeki kazı çalışmalarının
başkanlığını yürüten Celal Bayar Üniversitesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek, geçen
yıl başlayan ören yeri çalışmalarının bu yıl
tamamlanacağını belirterek, “Metropolis’in 2013’te
ören yeri olarak açılması ve kültür turizmine
kazandırılması için çalışmalarımız devam ediyor.
Metropolis’in aynı zamanda İzmir’in EXPO 2020
adaylığı konusunda yapılan çalışmalarda önemli bir
rol oynayacağına inanıyoruz” ifadelerini kullandı.
Antik kentin gizemi çözülecek
Aşağı Hamam (Palaestra) yapısındaki, 2008 yılında
başlanılan kazı çalışmalarını bu yıl tamamlamayı ve
hamamı eksiksiz olarak ortaya çıkarmayı
hedeflediklerini aktaran Aybek, bununla birlikte
Metropolis kentinin resmi yapılarının yoğunlaştığı
Orta Kent (Kent Meclisi Binası, Hamam Yapısı, Stoa
ve çevresi) alanında yeni bir çalışmaya başlamayı
düşündüklerini, bu yıl da yeni yapılar topluluğu,
buluntu ve eserleri gün ışığına çıkarak
Metropolis’in gizemini çözmeye devam edeceklerini
bildirdi.
Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan ise
Metropolis gibi önemli bir tarihsel mirasın ortaya
çıkarılmasına destek vermeyi görev kabul ettiklerini
belirterek, Metropolis’in tarihsel zenginliğinin
ülke için önemli bir değer olduğunu, ören yeri
çalışmalarının da tamamlanmasıyla, bu zenginliğin
yerli ve yabancı turistlerle paylaşılacak olmasının,
kendilerine heyecan verdiğini, Metropolis’in bölge
ekonomisine ve kültür turizmine önemli katkıları
olacağına inandıklarını aktardı.
Taraf, 08.07.2013
|
NEMRUT YOLU KISALIYOR
Nemrut Dağı ile Adıyaman arasının 30 kilometre
kısalması için çalışmalar sürüyor.
Adıyaman Valisi Mahmut Demirtaş, Adıyaman'da
turizmde fiziki altyapının iyileştirilmesi ve ilin
ekonomisinde turizm katkısının artırılması amacıyla
Arsameia'yadan Nemrut Dağına gidecek olan Kral
Yolunda incelemelerde bulunup, yapılan çalışmaları
yerinde inceledi.
Yapımına yeni başlanan ve greyderle açılan Kral
Yolunda incelemelerde bulunan Vali Demirtaş,
Arsamala'dan Nemrut Dağına gidecek alan 2 km'lik
Kral Yolunu kilitli parka yapacağız. Yolumuzun
ihalesini yaptık. Bu yolun bitirilmesi ile birlikte
Adıyaman ile Nemrut Dağı arasındaki meşale 30
kilometre kısaltılmış olacaktır. Bilindiği gibi
Nemrut Dağı, dünyanın sekizinci harikası olarak
nitelendirilmektedir. Her yıl Nemrut ören yerini
binlerce yerli ve yabancı turist ziyaret etmektedir.
Buraya gelen insanların çok ciddi ulaşım sıkıntıları
çektiklerini görüyoruz. Nemrut'a gelen yerli ve
yabancı turistlerimizin daha rahat bir şekilde
Nemrut Dağına çıkması için burada 9 km'lik yolu
kilitli parke yapacağız. Yolun bir an önce
bitirilmesi için şu anda ilgili firma çalışmalarını
yoğun bir şekilde sürdürüyor. İlimizde turizm
altyapısının iyileştirilmesi, turizm çakım
merkezleri oluşturulması ve turizmin
çeşitlendirilmesi yoluyla, ilimizin ekonomisi
içindeki payını artıracağız” dedi.
Daha sonra Nemrut Dağı'na çıkan Vali Mahmut
Demirtaş, batı terastan Nemrut ören yerine giden
patika yolda yapılan çalışmaları inceledi. Burada
bir açıklama yapan Vali Mahmut Demirtaş, Nemrut
Dağında ışıklandırma başta olmak üzere, yol boyunca
bilgilendirme levhaları ve bekçi kulübeleri
yapacaklarını kaydederek, “Nemrut Dağındaki mevcut
kafeteryayı yıkıp, yerine amfi tiyatro yapmayı
düşünüyoruz. Ayrıca. 24 saat kapalı devre kamera
sistemi ile Nemrut Dağını izleyerek, kesintisiz
kontrollü güvenlik sistemini sağlayacağız. Yine
yaşlı ve engelli vatandaşlarımızın daha rahat bir
şekilde Nemrut’a ulaşmalarını sağlamak amacıyla
raylı sistem yapacağız” diye konuştu.
Turizm Gazetesi, 08.07.2013
|
7 BİN YILLIK KALE RESTORE EDİLECEK

Osmancık İlçesi'ndeki 7 bin yıllık geçmişe sahip
Kandiber Kalesi'nin restore edilerek turizme
açılacağı bildirildi.
Osmancık Belediyesince hazırlanan ve Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü bünyesindeki Anıtlar Yüksek Kurulu
tarafından onaylanan restorasyon projesi, kısa süre
içinde ihale edilecek.
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Mustafa
Kaymak ve beraberindeki heyet, Osmancık'a gelerek,
restorasyonla ilgili incelemelerde bulundu. Proje
kapsamında çalışma yapılacak alanları inceleyen
heyet, Osmancık Belediye Başkanı Bekir Yazıcı'dan
bilgi aldı.
Projeyle, yaklaşık 7 bin yıllık tarihe sahip kalenin
surlarının sağlamlaştırılacağı, kaleye çıkışın
kolaylaştırılacağı, seyir terası ve kafeteryaların
yapılacağını belirten Başkan Yazıcı, projenin
tamamlanmasıyla Kandiber Kalesi'nin bölgenin çekim
merkezi olacağını söyledi.
Projenin yaklaşık 2 milyon 500 liraya mal olacağını
ifade eden Yazıcı, "Restorasyon projesi kapsamında
kaleye çıkışın kolaylaştırılması, surların
sağlamlaştırılması, seyir terası, iki kafeterya
yapılmasının yanında aydınlatma çalışmaları hayata
geçirilecek. Tüm çalışmalar tarihi dokuya zarar
vermeden gerçekleştirilecek. Yeni bir sur yapımından
daha çok var olanın muhafazasını önemsiyoruz" diye
konuştu.
Kurul Başkanı Kaymak da tarihi kalenin restore
edilmesi için gerekli desteği sağlamaya hazır
olduklarını belirterek, çalışmaların, tarihi dokunun
zarar görmeden gerçekleştirilmesinin çok önemli
olduğunu vurguladı.
Sabah, 08.07.2013
|
YEDİKULE-BELGRADKAPI SURİÇİ BOSTANLARI YOK EDİLİYOR

Yedikule Sur-içi
Bostanları’ndan geliyorum. Her güne mutad bir
aciliyet halet-i ruhiyesiyle, bin bir koldan gelen
türlü hak ihlalleri ve kıyımlarla başlamak vaka-yı
adiyeden oldu. Dün akşam (6 Temmuz) İstiklal
Caddesi’nde iliğime kadar işleyen kimyasal katkılı
suyun “kanıtı” giysilerimi analiz için nereye
götürebileceğimi bulmak için interneti açmıştım ki,
evime 10 dakikalık yürüme mesafesinde bulunan
bostanlar için acil çağrıyla karşılaştım.
Birkaç gündür İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin molozla kapatmakta olduğu
Yedikule Bostanları, tarım tarihi üzerine
araştırmalar yapan ve Sur-boyu bostanlarının
tarihiyle bilhassa ilgilenen ve yıkımı da yakinen
takip edip kamuoyuna duyurmaya çalışan Aleksandar
Sopov’un aktardığına göre, "Antik bir şehir bölgesi
içinde mevcut dünyanın en eski tarım alanı..."
Burada bahçecilik yapan aileler, komşularıyla
beraber, geride bıraktığımız haftalar boyunca
gazetecilerin gerçekleşmekte olan kıyıma dikkatini
çekmeye çalışmış ama başarılı olamamışlar. Aradan
geçen süre zarfında Belediye iki bostanı ve üç
tarihi su kuyusunu yok etmiş, Bizans duvarlarının
bir kısmına zarar vermiş durumda. Önceki gün
Aleksandar’ı ve Aleksandar’ın haberdar ettiği
Radikal gazetesi muhabirini fotoğraf çekerken
görünce çalışmalarını daha da hızlandırmışlar ve
olağandan üç saat daha fazla çalışmışlar. Şu anda
ivedi yok ediliş riskiyle karşı karşıya olanlar
arasında sağlam durumda bir tarihi ahşap ev, sağlam
durumda Bizans kuyuları ve elbette bu tarihi
barındıran diğer bostan alanları var.
Tarihçi ve Kuzguncuk
Bostanı mücadelesinden Caroline Finkel’in yanı sıra,
bazı gönüllü muhabir arkadaşlar, Yeşiller'den birkaç
kişi ve Cihangir Forumu'nda yeni kurulmuş olan
Bostan Çalışma Grubu'ndan bir arkadaş da koşup gelen
az sayıdaki insan arasındaydı.
Daha önce de denk
geldikçe konuştuğum sur-boyu tarımcıları gibi bugün
konuştuklarım da kendilerini "kiracı" sanıyorlarmış.
Ben de öyledir sanıyordum buraya yerleştiğimden bu
yana, kendi pozisyonlarını bilmiyor olabileceklerini
aklıma getirmeden... Oysa bana gösterdikleri ödeme
belgelerinden ve ecri misil kararlarından (hepsi
bostanları ekip işleyenlerce ödenmiş) aslolarak bir
"işgal tazminatı" ödediklerini anlıyorum. Lakin bu,
fiili olarak bir kira ilişkisi olarak kurulmuş,
dönemlerin uzunluğu ve düzenliliği dikkate
alındığında. Sorun şu ki, yine bu belgelerden
gördüğüm, en son 26 Haziran'da tazminat ödemişler ve
bundan iki gün sonra boşaltmaları yönünde tebligat
gelmiş. Ekinlerini toplamak ve mevcut ödemelerinin
parasını çıkarmak için ek süre istemişler, dikkate
alınmamış... Bilgi doğruysa bir özel mülk sahibine
de tahliye tebligatı gelmiş...
Çevre Düzenlemesi
kapsamında "Park" yapılıyor şimdi burada... Fatih
Belediyesi’nin açıklaması, "... şu anda İBB
tarafından Yedikule-Belgradkapı arasını kapsayan
yaklaşık 70 bin metrekarelik alanda rekreasyon
düzenleme çalışmasına başlanmıştır. Yapılacak olan
bu düzenleme çalışmasının projesi, Anıtlar Kurulu
tarafından onaylanmıştır.” [1] Kültür Bakanı'nın
açıklaması, "Kara surlarındaki 138 yıllık bostan
alanı, yeşil alan olarak korunacak... Sura bitişik
alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan ve
günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan
alanları yeşil alan bütününde tematik olarak
değerlendirilecektir."[2]
Doğduğundan bu yana, 45
yıldır burada yaşayan Serdar, “Aynı şeyi altı yıl
önce de yaptılar, süre tanımadan, aniden insanları
evlerinden çıkardılar, Fatih Sitesi’nin görüntüsü
bozuluyordu, sonra oraya sağlık ocağı ve park
yaptılar. Bunları yaparken, tarihi çeşmeyi de söküp
götürdüler. Şimdi de burası Yedikule Konakları için
yapılıyor. 13 yaşımdaydım, ahırım vardı benim
burada, atım vardı… Belediye hep ‘iyidir sizin
burada olmanız, hem bekçilik yapıyorsunuz diyordu’”
diye anlatıyor…
Evet, Yedikule Sur-içi Bostanlarında iş makinaları
yavaş yavaş ekili alanların ve belki bin yıldır
buradan geçinen, burayı koruyup kollayan ölmüş ve
halen yaşayan insanların üzerinden geçiyor. İş
makinaları bu şehirde her gün hayatlarımızın
üzerinden geçiyor. İş makinalarının yetemediği yerde
Zabıta, Polis, çıplak şiddet ve kimyasal
silahlar…
Bugün (8 Temmuz) saat
11.00'de, Belgrad Kapı'nın az içerisinde bostan eken
ailelerle dayanışma buluşmasına çağırıyoruz!..
Başımızın belası iş makineleri çalışıyor olacak o
saatlerde muhtemelen... Bir-iki gün önce 10 yaşında
bir çocuk durdurabilmiş önüne geçip de...
[1]
http://www.gerceksozcu.com/haber/guncel_2/tokiden-skandal-rezalet-/13499.html
[2]
http://www.arkitera.com/haber/index/detay/surlara-800-bin-lira-harcanacak/15544
Bianet, Haber: Ayten Alkan, 08.07.2013
******
TARİHİ BOSTANA 'TEMATİK' MOLOZ

İstanbul ’un tarihi Yedikule bostanları
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)
tarafından yok ediliyor. Yedikule’de sur içinde
bulunan bostanlara İBB’ye ait iş makineleri ve
kamyonlarla getirilen molozlar döküldü. Tarihi
bostanda yer alan 6. yüzyıl Bizans Dönemi’ne ait
tarihi su kuyuları molozlarla dolduruluyor.
Bostan alanına ise tematik park yapılacağı öne
sürülüyor.
Büyükşehir Belediyesi’ne ait iş makineleri
önceki gün tarihi Yedikule bostanlarına girdi.
Ekinlerin üzerini molozlarla kapatan ekipler,
tarihi Bizans su kuyularına da zarar verdi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait inşaat
tabelasında alanda ‘
çevre düzenlemesi’ yapıldığı bilgisi yer
alıyor.
‘Parayı yeni yatırmıştık’
Yedikule ve Belgradkapı çevresinde yaşayan
onlarca aile geçimini buradaki bostanlardan
sağlıyor. Yaklaşık beş ay önce bostan alanında
10 bin liraya yer kiraladıklarını söyleyen Ayşe
Hanım, paralarının karşılığını alamadan
bostanlarının zarar gördüğünü ifade ediyor:
“Geçimimizi buradan sağlıyoruz. Yılbaşına kadar
müsaade istedik vermediler. Şimdi ne yapacağız,
bilmiyoruz.”
Çiçek yetiştiriciliği yapan Hüseyin Avcı ise
2013 yılına ait kira bedelini ödemelerine rağmen
kendilerine tahliye tebligatı geldiğini
söylüyor:
“Burayı İBB’den kiraladık. Parayı yatırdıktan
iki gün sonra tahliye tebligatı geldi. Her gün
zabıta geliyor. Dilekçe verdik, dilekçemizi geri
gönderdiler. Eğer bostan kaldırılırsa 150 bin TL
zarar edeceğiz. 15 kişi çalışıyor burada. İşsiz
kalacağız.”
Osmanlı tarihçisi Caroline Finkel, önceki gün
başlayan hafriyat çalışmalarını duyunca dün
soluğu Yedikule bostanlarında aldı. 30 yıldır
İstanbul’da yaşadığını söyleyen Finkel, “Şu an
çok tehlikeli bir dönemdeyiz. Çünkü bütün tarihi
manzaralar elden gidiyor” diyerek sözlerini
şöyle sürdürdü: “Burası da 6. asırdan kalma,
tarih açısından değerli bir alan. Buradaki villa
sahipleri sanırım süslü bir park istiyorlar.
Akademisyenler gelsin, destek versin. Burası
elden gidiyor. Geri dönüşü yok.”
Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 08.07.2013
******
YEDİKULE BOSTANI TARİH Mİ OLUYOR?
Hafriyat dökümüne başlanan alanda yıllardır sebze
yetiştiren bölge sakinleri uygulamaya tepkili.
Belediye ise, 138 yıllık bostanın kalması halinde
park projesinin hayata geçemeyeceğini söylüyor.
Haliç-Yedikule hattında uzanan tarihi
İstanbul surlarının Yedikule bölümü, bugünlerde
bostan protestolarına sahne oluyor. Nedeni ise;
Büyükşehir Belediyesi’nin başlattığı Belgradkapı
Rekreasyon Alanı Projesi.
Proje kapsamında geçmişi 1875 yılına kadar
uzanan bostanlar
parka dönüştürülecek.
‘Diren bostan’
Beyoğlu Platformu’nun da arasında bulunduğu
çeşitli forumlara üye yaklaşık 30 kişi bölgedeki
tepkiye destek veriyor. Sur dibinde dün de hareketli
anlar yaşandı. Ellerinde “Diren bostan” ve “Kov
bostancı belediyeyi” yazılı dövizler açan
grup, park projesine karşı olmadıklarını
amaçlarının bostanları korumak olduğunu söyledi.
Grup adına konuşan yapan Harvard Üniversitesi
öğretim üyesi Prof.Dr. Cemal Kafadar, “Bu
bostanlar, her ne kadar adı unutulmuşsa da İstanbul
kültürüne ‘Yedikule marulu ve Langa hıyarını’
kazandırmıştır. Bostanların da korunması gerekiyor”
dedi.
Grup açıklama yaparken Hacı Evhaddin Mahallesi’nin
bazı sakinleriyse, park projesini protesto eden
eylemcilere tepki gösterdi. Mahalleliler, projenin
yapılmasını kendilerinin de istediğini belirtip
eylemcilerin bostanlardan uzaklaşmasını istedi.
Milliyet, Haber: Arif Balkan, 09.07.2013
******
YEDİKULE BOSTANLARINI NASIL BİR PROJE BEKLİYOR?
 
 
Son günlerdeki yıkımla gündeme gelen Yedikule
Bostanları için öngörülen ve 2010 yılında
projelendirilen "Yedikule Kapı ile Belgrad Kapı
Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon Projesi"
Kutup Planlama tarafından tasarlanmış.
Bizans dönemine uzanan, Osmanlı ve Cumhuriyet
dönemlerinden günümüze kadar kesintisiz bostan
olarak kullanılmış 200 dönümlük bir alan olan
Yedikule Bostanları bugün birçok ürünün
yetiştirildiği kentin yegane açık alanlarından biri.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin hukuksuz bir
şekilde yıkımına başladığı alan içerisinde tarihi
kuyular ve konutlar da yer alıyor.
Fatih Belediyesi'nin sitesinde projenin
görsellerine ulaşmak mümkün ancak projeye dair
herhangi bir açıklama ne yazık ki yer almıyor.
Yedikule ile Belgrad Kapı arasındaki alanda
öngörülen proje, kamuyouna yine birkaç görselle
tanıtılıyor. Tarihi bostanlar ve surların durumu da
bir soru işareti olarak beliriyor.
Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 09.07.2013
|
KENTLERİN OTURMA ODASI: MEYDANLAR
Meydanların kent
kimliğini yansıtan, halkı buluşturan insanların
iletişime geçtiği, ortak aktiviteler ve eğlenceler
düzenlediği, kent parçalarıdır, bir kentin “oturma
odaları”dır.
Sadece binalardan oluşan bir kent, sadece yatak
odasından ibaret eve benzer. Nasıl ki bir evin
sosyal alanı oturma odası ise bir kentin de sosyal
yaşam alanı meydanlarıdır. Binalar kentin
yatakhaneleri ise meydanları, parkları ve sokakları
da kentin oturma odası, mutfağı ve balkonudur.
Böylesi ortak kullanım alanları insanların ortak
aklını ve sınıf bilincini etkiler. Bu farklı gruplar
ya da bireyler meydanlarda diğerleriyle etkileşir ve
paylaşımlarda bulunur. Ayrıca sistemden müzdarip
olan insanlar ve onların anlayışları bu alanlarda
bir araya gelir ve sisteme karşı mücadele eder.
Tarih boyunca egemenler meydanları kendi
otoritelerini güçlendirmek için kullanmışlardır.
Ortaçağ Avrupasında meydanlar bir mahkeme olarak
kullanıldı. Otoriteye meydan okuyan insanlar
meydanlarda cezalandırıldı. İdamlar ve kırbaç
cezaları gibi infazlar buralarda uygulandı. Öte
yandan ezilenler için meydanlar egemen sınıfa karşı
isyanların ve devrimlerin merkezleridir.
Bugünün meydanları, insanların toplu taşıma
araçlarına ulaşmak için kullandıkları aktarma
merkezlerine dönüştürülmek isteniyor. Kent
meydanları, uygulanan politikalar sonucu giderek
kamusal alan niteliklerini kaybederek, -hatta
buralardaki milli bayramlardaki törenler bile yavaş
yavaş kaldırılarak- kentlilerin iş ve ev arasındaki
sıkışmış yaşamları, neredeyse gettolara dönüşen
mahalle veya sitelerdeki yaşamları; AVM adlı toplu
alışveriş merkezlerine hapsedilmek istenmektedir.
Bugünün iktidarlarının tercihi birbiriyle en az
ilişki içinde yaşayan “cemaat/hısım –
akraba/memleketli” adacıklardan oluşan bir kenttir.
Böylece örgütlü toplumun yerine; itaatkar, tüketici,
bireyci ve cemaat müridi istenmektedir.
TAHRİR

Mısır’ın başkenti Kahire’nin merkezinde bulunan
Tahrir Meydanı, son iki yıl içinde tanık
olduklarıyla ismini hak eden bir meydan. Kelime
anlamı Özgürlük olan Tahrir, önceleri İsmailiye
Meydanı olarak biliniyordu. 1919 Mısır Devrimi’nin
ardından meydan Tahrir (Özgürlük) Meydanı olarak
anılmaya başladı. Fakat meydanın adı ülke yönetimini
parlamenter monarşiden cumhuriyete dönüştüren 1952
Mısır Devrimi’ne kadar resmi olarak değiştirilmedi.
Meydan, 2011 Mısır Devrimi’nde ve Muhammed Mursi’nin
devrilmesine varan süreçte milyonlarca insanın
toplandığı bir merkez olarak kullanıldı.
TAKSİM MEYDANI

Meydan adını, eksiden Galata-Beyoğlu suyunun
taksim edildiği Taksim Maksemi’nden aldı. Meydanın
ortasında bulunan Cumhuriyet Anıtı, İtalyan
heykeltraş Pietro Canonica’ya yaptırılarak, 1928
yılında yerine yerleştirildi. Aynı zamanda kültür,
eğlence ve büyük bir alışveriş merkezi olan İstiklal
Caddesi’nin girişinde yer alan Taksim Meydanı, 1
Mayıs 1977’de yaşanan katliam gibi pek çok olaya
sahne oldu.
PLAZA DE MAYO

Arjantin‘in başkenti Buenos Aires’in ünlü
meydanıdır. Ülkenin bağımsızlığının ilan edildiği
(25 Mayıs 1810) ve Arjantin cuntasının (1976) 8
yıllık iktidarının başlangıç meydanıdır. Plaza de
Mayo, askeri cuntanın yokettiği 30.000 kayıp
evladını arayan annelere de ev sahipliği yapmış ve
yapmaktadır.
TİANANMEN MEYDANI

15. yüzyılda inşa edilen ve “İlahi Barışın
Kapısı” anlamına gelen Tiananmen Meydanı, Yasak
Şehir ile kentin diğer kısnın ayırmak amacıyla
yapıldı. 1 milyon kişinin sığabileceği 440.
000m2’lik bir alan sahip dünyannı en büyük açık lanı
unvanının sahip meydan iki kez yangın geçirdi ve
1615’te yeniden düzenlendi. 1989 yılının 15
Nisan’ında başlayan ve yaklaşık 5 Haziran’a dek
süren toplumun farklı kesimlerinden yoğun kutulumın
olduğu Tiananmen Meydanı Olayları olarak anılan ve
yüzlerce kişinin ölümü ile sonuçlanan olaylara
tanıklık etti.
CONCORDE MEYDANI

1975 yılında yaptırılan ve çeşmeler ve
heykellerle dolu olan meydan sekizgen bir forma
sahip. Champs Elysees ile 250,000 m2’lik Tuileries
Bahçeleri arasında kalan meydanın ismi Fransız
İhtilali sırasında bir süre Devrim Maydanı olarak
değiştirildi. İhtilal sırasında gerçekleştirilen ve
14. Louis ve Marie Antoinette’in de aralarında
bulunduğu 1000’den fazla kişinin giyotinle idamı bu
yemdanda gerçekleştirildi.
SARAY MEYDANI
Saray meydanı, adını yaklaşık 3 milyon sanat
eseri barındıran ve dünyanın en önemli müzelerinden
bir olan Hermitage Müzesin’nin bulunduğu, eski Rus
İmparatorluğu’nun merkezi Saint Petersburg kentinde
18, yüzyılda inşa edilen Kış Sarayı’ndan alıyor.
Merkezinde 47,5 m yüksekliğinde bir sütün bulunan
meydan 25 Ekim 1917’de Ekim Devrimi-Bolşevik Devrimi
ve 22 Şubat 1905’te Kanlı Pazar’a sahne oldu.
AZADİ MEYDANI
Meydana 1971 yılında Pers İmparatorluğu’nun 2,500
yılı kutlamaları şerefine kentin girişini sembolize
etmesi adına Shahyaad Kulesi yaptırıldı. “Şahları
Anma” anlamına gelen Shahyaad ismi 1979 İran Devrimi
ile Özgürlük Anıtı olarak değiştirildi. Meydanın
ismi de bu gelişmelere pralel olarak Özgürlük
Meydanı oldu. Meydan, İran İslam Cumhuriyeti’nin
kurulması sırasında Şah Rıza Pehlevi yönetimine
karşı yapılan gösteriler sırasında sert çatışmalar
sahne oldu.
KIZIL MEYDAN

73.000 m2’lik bir alanı kaplayan ve Rusça’da aynı
zamanda “güzel” anlamına gelen Krasnaya Ploshchat,
Kızıl Maydan’ı Kremlin Sarayı’na ait 20 me
yüksekliğindedik duvarları, yapımı 1930’Da
tamamlanan Lenin Mozolesi ve çarpısı sogan kubbeleri
ile Azik Basil Katedrali çevreliyor. 15. yüzyılda
Kremlin’in duvarları tamamlandıkan sonra yapılan ve
yapıldığı tarihten buy yana idamlara, gösterilere,
geçit törenlerine ve mitignelre sahne olan meydan,
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor.
MEYDAN DEĞİL CAMİ AVLUSU
Eski Türk kentlerinde Avrupa’daki gibi belirgin
bir meydan anlayışı yok. Meydanların işlevini yerine
getiren camiler ve cami avluları var. Ele geçirilen
kentlerdeki meydanlarsa zamanla işlevsizleşti,
bazı meydanlarsa padişahın “tebaasına”na göründüğü
ya da konvoyunun geçtiği güzergahlar olarak
yaşamlarını sürdürebildiler. Bütün bunlardan dolayı
kent meydanın gelişmesini teşvik edecek bir
toplumsal istek oluşmadığı için toplumsal yaşantının
merkezi de cami avlusu olmuştu. Osmanlı yaşam
biçiminde semt ve mahallelilik kavramı önemlidir.
Kamusal alan erkeklere aittir ve erkeklerin yaşam da
ev-işyeri-kahvehane-cami-çarşı beşgenine
sıkışmıştır. Bu alanlardan da meydan kültürünün
oluşması beklenemezdi. Meydanların sosyal bir
yaşamın uzantısı olarak tasarlanması Cumhuriyet
dönemine rastlar. Bu dönemde de meydanlar daha çok
park ve tören alanı olarak kullanılmaktaydı.
Evrensel, 08.07.2013
|
ANKARA'DA ROMA DÖNEMİNDEN KALMA ANTİK TİYATRO
YENİLENİYOR

Roma döneminden kalma hamam, tapınak, agora, sur,
hipodrom, sütun gibi çok sayıda tarihi eserin
bulunduğu Ankara'da son olarak Büyükşehir
Belediyesi'nin çalışmaları ile MS 1. ile 2. yüzyıl
arasında yapıldığı sanılan Roma dönemi Antik
Tiyatrosu gün yüzüne çıkartıldı. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'ndan onaylı restorasyon projesine göre
tasarlanan Antik Tiyatro'nun üç boyutlu görüntüsü de
mimarlar tarafından hazırlandı.
Roma Antik Tiyatrosu'nda özgün yapıların
korunacağı, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'nun onayladığı rölöve,
restitüsyon ve restorasyon projeleri doğrultusunda
restorasyonun başlatıldığını belirten proje
uzmanları, Büyükşehir Belediyesi Kent Estetiği
Dairesi Başkanlığı'nın lojistik destek sağladığı
projede eksik oturma gruplarının Konya'dan
getirilecek andezit taşları ile tamamlanacağını
kaydettiler.
Kazı çalışmaları 2009’da başlamıştı
Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından 2009
yılında tiyatro alanı üzerinde bulunan modern
yapıların süratle kamulaştırılıp yıkılmasından
sonra, öncelikle tiyatro binasının eksik kısımlarını
ortaya çıkarmak, tiyatroya ulaşımı sağlayan caddeyi
bulmak ve yapıyı her yerden görünebilir kılmak için
Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü'nce kazı
çalışması başlatılmıştı. Yaklaşık 5 aylık sürelerle
yapılan kazılarda; Osmanlı, Bizans ve Roma
dönemlerine ait seramik, sikke ve mimari yapı
kalıntılarına rastlanılmıştı.
Kayıp eser ortaya çıkıyor
Antik Tiyatro'nun kendi restorasyonunun yanı sıra
çevresinde boşaltılan alanda proje kapsamında çevre
düzenlemesi yapılacağını ve restorasyon sonrası
Ankaralılar tarafından kullanılacak olan tiyatroya
hizmet verecek servis birimlerinin bu alanda
tasarlanacağını kaydeden proje uzmanları, bu
projeler ile Roma dönemi Ankara'sının Ankaralılar
tarafından hiç bilinmeyen kayıp bir eserinin gün
yüzüne çıkarılmış olacağını belirttiler.
Neler yapılacak?
Antik Tiyatro'da sahne binası ve Cavea'nın
(oturma sıralarının) olduğu bölümde kazı çalışmaları
tamamlanırken, restorasyon projesi ile yok olmuş
caveanın yapımında ilk iki sıra için özgün formda
oturma sıralarının kullanılması düşünülüyor.
tokihaber.com.tr'nin haberine göre sonraki sıralar
ise yapıya zarar vermemesi ve geri dönüşümü olması
sebebi ile gabion kutularıyla tamamlanacak.
Gabion kutularının üzeri ise sudan etkilenmeyen
kompozit ahşap döşeme ile kaplanacak. Sahne
binasının yıkılmış duvarlarının mümkün olduğu kadar
özgün malzeme kullanılarak tamamlanması sağlanacak,
üstüne ise belirli aralıklarla boyları ayarlanabilen
çelik ayaklar konulacak.
Yapı, 08.07.2013
|
DERSİM'DE SİT ALANINA YAPILAN KARAKOL İÇİN SUÇ
DUYURUSU

Dersim'in merkeze bağlı Sinan Köyü
yakınlarındaki sit alanına jandarma karakolu
yapılması üzerine yarın çevreciler karakolun
yıkılması istemiyle Cumhuriyet Savcılığı'na suç
duyurusunda bulunacak.
DHA'dan
Ferit Demir'in haberine
göre Dersim'in merkeze bağlı Sinan Köyü
yakınlarındaki jandarma karakolunun Sit alanında
yapıldığını öne süren çevreciler karakolun yıkılması
istemiyle yarın Cumhuriyet Savcılığı'na suç
duyurusunda bulunacak. Dersim Kültürel ve Doğal
Mirası Koruma Girişimi sözcüsü Mazlum Doğan,
karakolun 1'inci derece Sit alanı ilan edilen Sinan
Kalesi Harabeleri üzerine yapıldığını, burasının
korunması gerektiğini söyledi.
Dersim'e 20 kilometre uzaklıkta bulunan Sinan
Köyü yakınlarındaki jandarma karakolunun Sit alanı
üzerinde yapıldığını belirten çevre aktivistleri,
Cumhuriyet Savcılığı'na hem de Erzurum Kültür
Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'na başvurarak tespit
yapılmasına karar verdi. Erzurum Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu tarafından yapılan inceleme ve
çalışmalar sonucu, karakolun yapıldığı alanında
içinde bulunduğu bölgenin 1'inci derecede arkeolojik
Sit alanı olarak tespit edildiği belirtildi. Koruma
Kurulunun bu tespitinden sonra Köylüler ve
Çevreciler karakolun derhal yıkılması ve bölgenin
koruma altına alınmasını istedi. Dersim Kültürel ve
Doğal Mirası Koruma Girişimi sözcüsü Mazlum Doğan,
bir grup köylü ve çevreci ile birlikte karakol
çevresinde basın açıklaması yaparken, şöyle konuştu:
"Merkez Sinan Köyü'nde bulunan ve hali
hazırda üzerinde karakol yapılan alan,
başvurularımız ve konunun medyada yer alması
üzerine Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu tarafından 1'inci derece Arkeolojik Sit
alanı olarak tescil edildi. Karakol inşaatı
başlamadan orada açıklama yapmış ve alanın
tarihi alan olduğunu ve bina yapılamayacağını
belirtmiştik. Karakol için kazı çalışması
yapıldığı zaman birçok tarihi eser de ortaya
çıkmış buna rağmen inşaat devam etmişti.
Girişimlerimiz devam edecek, yarın Savcılığa
başvurarak Sit alanı içinde yapılan karakolun
yıkılmasını ve bölgenin koruma altına alınmasını
isteyeceğiz.
Bölgede tarihi kazıların yapılması ve tarihi
harabelerin ortaya çıkarılması gerekirken 1'inci
derecede Arkeolojik Sit alanı içinde karakol
yapmak tarihi katletmektir. Ayrıca bu bölgede
oturan vatandaşlarımız Sinan Kalesi
Harabeleri'ni kutsal saymakta ve o bölgeye
giderek kurban kesip orada dua ederek bölgeyi
bir inanç merkezi kabul ediyordu. Ama bütün
girişimlerimize rağmen oraya karakol yapıldı.
'Barış süreci' içinde karakolların yapılması,
bölge halkının hasasasiyetlerinin yok sayılması
ve Alevilerin inanç merkezlerine ve tarihi
alanlarına bu tür yapıların güvenlik kaygısıyla
yapılması bölge halkını son derece tedirgin
etmektedir."
Sol Haber, 07.07.2013
|

|
HASARLI ESERLER SERGİSİ
Tabitha Barber küratörlüğünde gerçekleşecek sergi, 16. yüzyıldan bu yana politik, dini ve estetik sebeplerle saldırıya uğramış sanat eserlerine yer verecek. Serginin en önemli eserlerinden biri de Londra’da bir şapelde yüzyıllardır saklı kalmış, hasarlı bir İsa heykeli. 1500’lerde yapılmış heykelin kolları, bacakları yok ve heykelin 16. yüzyılda dini reform yanlıları tarafından bu hale getirildiği düşünülüyor. Müzenin direktörü Penelope Curtis, sanatın günümüzde de saldırıya uğradığını ve serginin güncel olduğunu söyleyerek, “Bu sergi sayesinde İngiltere’de son 500 yılda sanata saldırı yolları ve nedenlerini keşfedebileceğiz” dedi.
Milliyet, 07.07.2013
|
MESELE YAŞ HADDİ Mİ, HADDİNİ AŞMAK MI?

Rusya'daki sanat aleminin taçsız kraliçesi, 1922
doğumlu Irina Antonova'nın Puşkin Müzesi'ndeki
yöneticilik görevine pazartesi günü sürpriz bir
kararla son verildi. Peki asıl sebep Antonova'nın
yaşı mıydı yoksa siyasi anlaşmazlıklar mı?
byaşında ve geçen haftaya kadar Rusya'nın en
önemli müzelerinden birinin başındaydı. Irina
Antonova bugün hala hayatta lakin artık Moskova'daki
Puşkin Sanat Müzesi'nin başında değil. Antonova'ya
yol verilmesi, geçen hafta sanat dünyasını en çok
konuşturan konulardan biriydi. Nasıl olmasındı ki?
1961 yılından beri ülkenin en iyi sanat
koleksiyonlarından birinin sorumlusuydu söz konusu
kişi. Kimilerine göre işine son verilmesinin
arkasındaki sebep ilerleyen yaşı, kimilerine göreyse
devlet başkanı Vladimir Putin'le ters düşmesine
neden olan bir tartışmaydı. Hangisi doğru olursa
olsun Rus sanat dünyası efsanevi bir ismini
kaybetti. Antonova'yı Puşkin Müzesi'nin müdürlüğüne
atayan kişi Nikita Kruşçev'di. Antonova'nın modern
sanata olan tutkusu, Puşkin Müzesi'nin sanat
alımlarını da belirledi. Ancak aynı tutku onun için
aynı zamanda sonun başlangıcı da oldu.
ELEŞTİRİLER SONUNU GETİRDİ
Bundan üç ay evvel Rusya devlet başkanından
Yeni Batı Sanatları Devlet Müzesi'nin yeniden
kurulmasını rica ettiğinde, Putin'e sözünü
dinletebileceğini düşünmüştü. Antonova, Josef
Stalin'in 1948 yılında kapattığı müzedeki yapıtların
Rusya'daki farklı müzelere gittiğini, bunlar
arasında Van Gogh, Cezanne gibi büyük sanatçıların
işlerinin yer aldığını söylüyor, derhal müzenin
yeniden kurulup görkemli bir açılışla seyirci
karşısına çıkmasını istiyordu. Hatta Putin'in canlı
yayınlanan televizyon programına telefonla
bağlanarak tüm ülkenin önünde bu isteğini dile
getirdi. Puşkin dışında Hermitage yöneticisi Mikail
Piotrovski de müzenin açılmasını istediğini anlattı
basın mensuplarına. Putin ise bu istekleri
sessizlikle karşılamayı sürdürdü. Sessizliği duyan
Antonova, yabancı basına demeçler verdi. Stalin'in
ruhunun hala memlekette dolaşmakta olduğunu,
Stalin'in kapattığı bir müzeyi açmamanın ona boyun
eğmek olduğunu ima eden sözler sarf etti. Kendisine
yönelik eleştiriler ve imalarla arası çok iyi
olmayan Putin için bu, kabul edilemez bir durumdu.
Apar topar bir açıklama yapıldı, Kültür Bakanı
Vladimir Medinsky müzenin Antonova'ya yol vereceğini
söyledi.
HALEFİ 1955 DOĞUMLU
Şimdi müzenin başında Ukrayna doğumlu
Marina Loshak var. Kültür Bakanı ve devlet erkanı,
1955 doğumlu Loshak'ın 91 yaşındaki Antonova'dan
sonra müzeye taze bir nefes getireceğini ima ediyor
konuşmalarında. Devletten 650 milyon dolarlık bütçe
sözü alan, bununla Puşkin müzesini büyütüp
tasarımını değiştirmeyi hayal eden Antonova'nın
hayallerini sürdürüp sürdürmemek artık Loshak'ın
elinde. Ancak Putin'le ve bürokrasiyle iyi geçirmeyi
başarsa bile işi zor. The Art Newspaper'a
verdiği söyleşide 1945 yılında Dresden müzelerinden
kaçırılan sanat eserlerini nasıl müzelere
yerleştirdiklerini, bir kutudan çıkan Rafael'in
Sistine Madonna'sıyla karşılaştığında yaşadığı
heyecanı anlatan selefi 20. yüzyıl sanat tarihini
yalnızca bilmekle kalmıyor, onu neredeyse başından
sonuna yaşamış olmaktan gururlanıyordu.
FUTBOL YERİNE SANAT
Rusya'daki Sotheby's'in yöneticisi Mikhail
Kamensky de Antonova gibi ülkenin yeni bir müzeye
ihtiyacı olduğu kanaatinde: "Gerçekten yeni sanat
yapıtlarını gösteren bir müzemiz yok. Futbol
kulüpleri alacağımıza yeni koleksiyonlar
yaratmalıyız."
Ayşegül Sönmez (Eleştirmen, sanatatak.com): "Bence Irina, yaşlılığından ziyade Rusların
bitmez tükenmek bilmeyen yeni sevdasına kurban
gitmiş. Yeni bir başlangıç yapma, eskiyi
hatırlatanlardan kurtulma gibi düşünebiliriz. Bir
tür modernlik adına bir görevden alma bu. Sanat
ortamının genç yaşlı ayrımının olduğunu düşünmüyorum
ama Venedik Bienali'ni de her seferinde daha genç
bir küratörün yaptığını da fark etmiyor değilim. İyi
küratörün kariyeri 30'larında tırmanıyor, 50 veya
60'larında değil. O yaşlarda herkesi ve hiçbir şeyi
beğenmeme zamanı başlıyor illa bir şey
başlayacaksa... Antonova üstelik çok da kalmış
görevinde. Müzenin yenilenme isteğini anlayışla
karşılamak gerekiyor. Sonuçta bir görevde değil 52
yıl beş yıl bile uzun olabilir kalmak için.
Hareketli olmakta fayda var. Kurumsallaşmamak,
kurumsallaştıkça tercihini estetikten değil de
statükodan iktidardan kurumun çıkarından yana
kullanmamak adına..."
Sabah Pazar,
07.07.2013
|
LEVANTEN KÜLTÜRÜ TURİZME AÇILIYOR

Dünyaca tanınan levanten kültürünün başkenti sayılan
İzmir'de, bu kültürün en önemli mirası levanten
köşkleri turizme açılıyor. Bornova ve Buca'da
yoğunlaşan köşklere düzenli turlar düzenlemek için
çalışma başlatıldı. 18 ve 19'uncu yüzyıllarda
İtalya, Almanya, Fransa, İngiltere, Avusturya gibi
ülkelerden ticaret yapmak için İzmir'e gelen, doğu
ve batı kültürünü harmanlayarak özel bir yaşam
kültürü ortaya koyan levantenlerin farklı mimarilere
sahip evleri, İzmir'in turistik zenginlikleri
arasına girmeye hazırlanıyor.
Ailesi 1746'da Venedik'ten gelen turizmci Alex
Baltazzi, restore edilerek kent müzesi olarak
hizmete sokulan Dramalı Köşkü'nde levanten kültürü
ve turistik potansiyeliyle ilgili açıklamalarda
bulundu. "Doğu" anlamında kullanılan "levant"
kelimesinden türeyen levanten teriminin Avrupalı bir
aileden gelerek İzmir ve İstanbul başta olmak üzere
doğudaki Osmanlı liman kentlerine yerleşen ve en az
bir nesil yaşayan insanları tanımladığını anlatan
Baltazzi, Avrupa'dan gelenlerin İzmir'e yerleştikten
sonra bir çok katı inancından vazgeçtiğini, doğu
kültüründen etkilendiğini ve yeni bir etkileşim
doğurduğunu ifade etti. İzmir'de 19'uncu yüzyılda 10
bine yakın bir nüfusa ulaşan levantenlerin önce
Bornova'nın Hacılar Köyü'nde evler yaptığını anlatan
Baltazzi, çok iyi kazanan bu ailelerin ülkelerindeki
evlerin mimarisini İzmir'e taşıyarak gösterişli
köşkler inşa ettiğini ifade etti.
'KÖŞKLERE GİRİŞ İZNİ VERİN'
Tatillerini Türkiye'de geçiren bir çok ailenin
kendilerinden levanten evlerine tur düzenlemelerini
istediğini söyleyen Baltazzi, şöyle konuştu: "İzmir
Büyükşehir Belediyesi ve diğer belediyeler de bu
evlere büyük değer veriyor. Bazı yapılarda
restorasyon devam ediyor. Levantenlerden kalan bir
çok ev kamu binası olarak kullanılıyor. Ege
Üniversitesi bu konuda örnek çalışmalar yaptı.
Turistik turlar için binalarını bize açtılar. Şimdi
artık Buca'dan Bornova'ya bu köşkleri bir güzergahta
ziyaret programı içine almamız gerekiyor."
TANINMIŞ KÖŞKLER VAR
Levanten köşklerinden ön plana çıkan
bir kaçı şunlar: Whittall Köşkü, Wilkinson Köşkü, La
Fontaine Köşkü, Edwards Köşkü, Kuyulu Ev, Ballian
Köşkü, Sirkehane, Pasquali Köşkü, Bardisbanian
Köşkü, Sarı Köşk, Patterson Köşkü ve Atatürk'ün de
Kurtuluş Savaşı sırasında bir süre karargah olarak
kullandığı Steinbüchel Köşkü.
Sabah, 07.07.2013
|
ADRAMYTTEİON ANTİK KENTİ KAZILARI 10 TEMMUZ'DA
BAŞLAYACAK
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Hüseyin Murat Özgen danışmanlığında,
Balıkesir Kuva-yi Milliye Müzesi tarafından
Burhaniye Belediyesi sponsorluğunda sürdürülen
Adramytteion (Ören)
antik kenti kazılarının bu yılki bölümü 10 Temmuz'da
başlayacak.
Özgen, Burhaniye Kuva-yi Milliye Müzesi'nde, kazılar
öncesi düzenlenen tanıtım toplantısında yaptığı
konuşmada, bu yıl kazıların 15 Eylül'e kadar devam
ettirilmesinin planlandığını bildirdi.
Çalışmaların,
Mimar Sinan Güzel Sanatlar,
İstanbul ve Selçuk üniversitesinden öğretim
üyesi ve elemanları ile 8 üniversiteden 75
öğrencinin katılımıyla gerçekleştirileceğini dile
getiren Özgen, "Adramytteion antik kentinin
korunması, sürdürülebilir yönetimi ve gelişiminin
sağlanması amacına dönük yapılandırılan
protokolün Balıkesir Kuva-yi Milliye Müzesi
Müdürlüğü ve
Burhaniye Belediyesi taraflarınca imzalanması,
uzun vadeli hedeflenen ve yapılanmakta olan
Adramytteion kazıları için olumlu bir gelişmedir"
dedi.
Antik kentte Kalkolitik döneme kadar uzanan bir
süreklilikte açığa çıkarılan değerlerin bölge ve
ülke tarihi için önemi düşünüldüğünde, uzun süreli
ve sistemli bir kazı projesinin vakit
kaybetmeksizin yapılmasının sevindirici olduğuna
dikkati çeken Özgen, bilimsel hedeflerin yanı sıra
Ören'in kültür anlamında bir cazibe merkezi
haline gelebileceği algısının yerel halk tarafından
benimsendiğini görmelerinin, kendilerine ayrı bir
şevk kazandırdığını ifade etti.
Özgen, 10 Temmuz'da başlayacak kazıların daha önce
olduğu gibi titizlikle yürütüleceğini sözlerine
ekledi.
haberler.com, 07.07.2013
|
HABİB-İ NECCAR CAMİİ
İNANÇ TURİZMİNE KAZANDIRILIYOR

Konuyla ilgili olarak
bir değerlendirme yapan
Hatay Valisi M.
Celalettin Lekesiz, Habib-i Neccar Camii etrafında
bulunan ve betonarme 19 adet dükkan, 3 adet konut
ile halk arasında Kuseyri Konağı olarak bilinen ve
içinde 5 adet ev, avlu, müştemilat odaları
barındıran iki adet eski eser konağın Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldığını, bunlardan
sökümü tamamlanan 14 adet tek katlı dükkan ile
Temmuz ayı içinde sökülecek 5 adet işyeri ve 3 adet
konut yerinin
Antakya Belediyesi
tarafından Meydan Projesi kapsamında ‘Meydan’
şeklinde düzenleneceğini, vakıf kültür varlığı
niteliğindeki iki adet konağın restore edilerek
günlük hayatın içine çekileceğini belirterek; bahsi
geçen bölgelerin kamulaştırılmasındaki
desteklerinden dolayı Adalet Bakanımız Sayın
Sadullah Ergin’e ve Vakıflar Genel Müdürlüğü
yetkililerine teşekkür etti.
Lekesiz, sahip olduğumuz değerlerin korunması,
yaşatılması ve geleceğe aktarılmasının büyük önem
taşıdığını ifade ederek, Habib-i Neccar Camii’nin
etrafındaki binalara doğru fonksiyonların yüklenmesi
konusunda ortak akılla hareket edilerek farklı
öneriler ortaya konulduğunu, bu çerçevede hep
birlikte en iyi ve en doğru sonuca ulaşılmasının
hedeflendiğini kaydetti.
Söz konusu çalışmaların, Kurtuluş Caddesi, Uzun
Çarşı ve ilimizin tarihsel dokusuna uygun şekilde
yürütülmesinin ve Camiinin bütünlüğüyle
değerlendirilmesinin önemli olduğuna dikkat çeken
Lekesiz, dönemin tarihsel süreci gözönüne
alındığında yapıların bir bölümünün Habib-i
Neccar’ın yaşamına ayrılmasının doğru olacağını
kaydetti.
Habib-i Neccar’ın varlığını, tarihi önemini ve
sürecin getirdiği değişik başlıklardaki
değerlendirme için, camiyi bir duvarla ayıran
yapının camiye dahil edilerek aradaki duvarın doğru
bir şekilde bu yapıya bağlanmasının, ziyaretçilerin
yoğunluğunun binanın avlusuna taşınmasının ve
böylece söz konusu alanın bir bilgilendirme merkezi
haline dönüştürülmesinin önemli olduğunu kaydeden
Lekesiz, ‘Bina, yerli ve yabancı konuklar için salt
gezme yeri olmaktan öte, bir bakıma yeni bir müze
haline gelecek. Buraya gelecek yerli ve yabancı
konuklar, ‘Habib-i Neccar’ kitabı da başta olmak
üzere çeşitli yayınlar ve görsel malzemelerle ilimiz
hakkında ayrıntılı bilgi edinme fırsatını
yakalayacaklar.’ diye konuştu.
Vali Lekesiz, diğer iki yapıda alt katta ise;
ilimizin geleneksel sanatlarının üretim
birimlerinin, üst katta da bunlarla ilgili sergileme
ve satış ünitelerinin yer alacağını, söz konusu
satış ünitelerinin; vatandaşlarımız için gelir
kaynağı olmasının yanı sıra binanın yaşatılması
açısından da büyük önem taşıyacağını ifade ederek,
"Bu amaçla yapılacak envanter çalışmasıyla;
ilimizdeki tüm zanaat kollarının buradan teşhiri
sağlanacak, Uzun Çarşı ve Kurtuluş Caddesi’ndeki
diğer satış merkezleri için de geleneksel sanatların
yaşatılması, üretim biçimlerinin gösterilmesi ile
çok boyutlu, sürekliliği olan tanıtım merkezine
dönüşerek Habib-i Neccar ile bağlantılı bir hale
getirilecek. Bu aynı zamanda ilimizdeki zanaat
ürünlerini satan değişik dükkanlar için de
yönlendirme niteliği taşıyacak."dedi.
Vali Lekesiz, insanlığın adeta ortak macerasının
yaşandığı ilimizde, Habib-i Neccar Camii’nin
bilinirliğini artırmak, Uzun Çarşı’yı, Kurtuluş
Caddesi’ni doğru algılatmak, doğru okutmak ve
unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarının üretim ve
satış merkezi haline getirmek anlamında Habib-i
Neccar Camii’nin çevresi ile birlikte düzenlenerek
turizme kazandırılmasının önemli olduğunu sözlerine
ekledi.
Lekesiz, uygulama projeleri temin işinin
sözleşmesinin 10.06.2013 tarihinde imzalandığını,
2013 yılı Ekim ayında uygulama ihalesine
çıkılacağını da ifade ederek, ilimizdeki önemli bir
boşluğun daha bu vesileyle doldurulacağını belirtti.
Hatay Gündem, 06.07.2013
|
TARİHİ KAPI RESTORE EDİLİYOR

Yaklaşık
4 yıl önce İstanbul Üniversitesi’nin tarihi
duvarlarının restorasyonu ile başlayan ‘tarihe sahip
çıkma projesi’, kapının yenilenmesiyle devam edecek.
Aralık ayında bitmesi planlanan restorasyonla tarihi
kapının orijinalinde yer alan Sultan Abdülaziz’in
tuğrası da gün yüzüne çıkmış olacak.
Türkiye’nin en eski yükseköğrenim kurumu İstanbul
Üniversitesi, eski adıyla Darülfünun’dur. Üniversite
ile özdeşlesen yer ise Beyazıt kampüsündeki tarihi
ana giriş kapısı. Öyle ki pek çok öğrenci üniversite
hayalini bu kapı ile kuruyor. Tarihi kapıya olan
merakı yüzünden başka üniversitelerden İstanbul
Üniversitesi’ne yatay geçiş yapan öğrenciler bile
var. Projesi tamamlanan tarihi kapı şimdilerde
restorasyona hazırlanıyor. Restorasyon
çalışmalarında kapının orijinalinde yer alan Sultan
Abdülaziz’in tuğrası gün yüzüne çıkarılacak. Kapıda
bulunan ‘T.C.’ ibaresi de tuğranın üzerinde
bulunacak. Bakım ve onarım çalışmalarının aralık
ayında bitmesi planlanıyor.
İstanbul Üniversitesi
Yapı İşleri ve Teknik Daire Başkanı Dr. Cemil Akçay,
1994 depreminden sonra çeşitli onarımdan geçen
kapıda ilk defa bu çaplı bir restorasyonun
yapılacağını söylüyor.
İstanbul Üniversitesi giriş kapısı olan görkemli
yapı, Harbiye Nezareti Kapısı olarak inşa edilir.
Ünlü hattat Mehmed Şefik Bey’in üç parçadan oluşan
kitabesinin üzerindeki madalyonun içine de dönemin
padişahı Abdülaziz’in tuğrası yerleştirilir. 1927
yılında Osmanlı kitabelerinin ve tuğralarının
çıkarılmasıyla ilgili kanun çıkarılınca tuğranın ve
alttaki üç parçadan oluşan kitabenin üzeri mermerle
kapatılır. 1933 yılında Darülfünun’un kapatılıp
İstanbul Üniversitesi’nin kurulması ile kitabeye
“İstanbul Üniversitesi”, kitabenin üzerinde bulunan
mermere de T.C. yazılır.
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın fonuyla
Şirin Akıncı Mimarlık tarafından projesi tamamlanan
tarihi kapıya ihtiyacı doğrultusunda korumaya
yönelik bir restorasyon yapılacak. Tarihi kapının
komple elden geçmediğini vurgulayan Dr. Cemil Akçay,
bu sene üniversitenin kendi kaynaklarıyla
ihalesinin yapıldığını söylüyor. Sene sonunda tarihi
Beyazıt giriş kapısının restorasyonunun tamamlanarak
yeni haliyle hizmete açılacağını dile getiren Akçay,
“Tarihi yapı çatısından kapısına, dış cephe
temizliğinden zemin iyileştirmesine kadar ne ihtiyaç
duyuluyorsa elden geçirilecek. Işıklandırması da
yeniden yapılacak. İç kısımdaki odalardaki kalem
işlemeleri tamir edilecek.” diyor.
Fotoğraflardan yola çıkarak 10 ahşap ev
yapıldı
Üniversite bünyesinde yapılan diğer çalışmalar
hakkında da bilgi veren Dr. Cemil Akçay, 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı’nın fonu vasıtasıyla
orijinaline uygun 10 tane yeni ahşap evin
yapıldığını anlattı. Projelerin bir kısmının Tarih
Çevre Koruma Müdürlüğü tarafından yapıldığını
belirten Akçay, şöyle devam etti: “İki yıllık süre
içinde Vefa’da sarnıç ve hamam kalıntıları restore
edildi. İbrahim Efendi Konağı’nın orijinal halini
bulduk, kurula tescil ettirdik, projelerini
yaptırdık onun da inşaatı başladı. Tamamen
fotoğraflardan ve eski haritalardan yola çıkarak bu
bölgeye kazandırılan İbrahim Efendi Konağı’nın da
inşaatına devam ediliyor.”
Zaman, Haber: Tuğba Mezararkalı, 06.07.2013
|
İSTANBUL AYASOFYA'YA DA GÖZ DİKTİ

Trabzon Ayasofya’nın cami yapılmasının
ardından yapılan resmi açılışta konuşan Vakıflar
Genel Müdürü, ibadet yeri olarak yapılan yapıların
müze olarak kullanılmasının en kötü uygulama
olduğunu savundu. Akıllara İstanbul Ayasofya’nın
durumu geliyor.
Trabzon Ayasofya’da resmi açılış dün yapıldı ve
ilk cuma namazı kılındı. Açılıştan önce bir açıklama
yapan Vakılar Genel Müdürü Adnan Ertem, müzenin
camiye çevrilmesini eleştirenlere ve dava açanlara
çattı. İki yıl önce İznik’te Ayasofya camisini
açtıklarını belirten Ertem, bu tür yapılar için
olabilecek en kötü uygulamanın asli fonksiyonu
dışında kullanılması olduğunu belirterek müze olarak
kullanılmasına tepki gösterdi.
İstanbul'a gönderme!
Ayasofya’yla alakalı olarak gösterilen tavrın
kendisini üzdüğünü söyleyen Ertem, “İznik Ayasofya
Camisi’nde de tepki oldu ama o tepkiler dava açmaya
gitmedi. İznik Ayasofya Camisi, Hıristiyan camiası
açısından daha önemliydi. Yaklaşık bir yıldır
buranın tekrar ibadete açılması noktasında gayret
sarf ettik. Önemli ölçüde destek verenler de tepki
gösterenler de oldu” dedi. Yapının ibadethane olarak
inşa edildiğini söyleyen ancak kilise olduğunu
“unutan” Ertem, böyle yapıların asli fonksiyonu
dışında müze olarak kullanılmasını eleştirdi. Ertem
bunun bu yapılar için yapılacak en kötü uygulama
olduğunu savundu. Ertem’in sözleri akıllara halen
müze olan İstanbul Ayasofya’nın durumunu getirdi.
Özgürlük şartı
Bir ibadethaneden para kazanmayı düşünen zihniyetler
olduğunu öne süren Ertem, “Bu ibadethaneyi
ticarileşmekten, bu insanların dünyevi endişelerine
mahkum eden zihniyetten kurtarmamız gerekiyor ancak
biz o zaman burayı özgürleştirebiliriz” diye
konuştu.
Dava açanlar kızdırdı
Kentte imza toplayarak müzenin camiye
dönüştürülmesine karşı dava açan 5 grup olduğunu
söyleyen Ertem, “Orada imzası olan Mimarlar
Odası’ndan imza atan arkadaşlardan da daha fazla ne
yaptığımızı biliyoruz. Burada yapılan iş hiçbir
şekilde yapıya müdahale edilen iş değildir. Geçici
taşınabilir bir mimber, taşınabilir bir mihrap ve
halı serdik” iddiasında bulundu. Ertem suç
duyurusunun boşu boşuna olduğunu savundu.
Sol Haber, 06.07.2013
|
KRAL İÇİN ÜRETİLEN ANTİKA YEMEK SETİNE 2 MİLYON
STERLİN
Büyük Britanya ve Hindistan Kralı V. George için
üretilen bin 400 parçalık yemek setine servet
ödendi.
Christies Müzayede Evi’nde yapılan açıkartırmada,
1 ile 1,5 milyon sterlin taban fiyat ile satışa
çıkarılan yemek seti, yaklaşık 2 milyon sterline
alıcı buldu. Antika yemek seti, adının açıklanmasını
istemeyen bir koleksiyoner tarafından 1 milyon 965
bin 875 sterline satın alındı.
Yemek seti Patiala
Hükümdarı Bhupinder Singh tarafından Londra’da
sipariş edilmiş ve 1922’de dönemin İngiltere Prensi
Edward’ın ziyaretinde verilen yemekte kullanılmıştı.
Zaman, 06.07.2013
|
|
ARKEOLOJİ PARKI'NI 3D TEKNOLOJİSİ ZENGİNLEŞTİRECEK
Pamukkale Üniversitesi uzmanları,
Bursa Aktoprak arkeoloji alanında toprak
altındaki objelerin benzerlerini üreterek, devam
eden kazılar süresince sergilenmesini sağlayacak.
PAÜ Teknokent'te üç boyutlu teknolojiyle "protez
vücut" üreten Tıp
Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Bora Boz, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, bu teknolojinin birçok alanda hizmet
verebileceğini bildirdi. Bu kapsamda, Bursa'da
Türkiye'nin ilk arkeoloji parkının oluşturulma
çalışmalarına 3D teknolojisiyle katkı
sağlayacaklarını kaydeden Boz, kazıları 2004
yılından bu yana süren alanda,
İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Prehistorya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Necmi Karul'ın desteğiyle çalışma yapacaklarını
kaydetti. Kazı alanının, yerleşik kavimlerin
Neolitik dönemde ilk durağının olması nedeniyle önem
taşıdığını ifade eden Doç.Dr. Boz, şu bilgileri
verdi: "Kazı alanında tarayıcılarla toprak altından
çıkarılmayı bekleyen objeleri tespit edeceğiz.
Hassas tarayıcılarımızla bu objelerin şekillerini
bilgisayarlarımıza yükleyerek, benzerlerini
üreteceğiz. Bu objeler gün yüzüne çıkarılıncaya
kadar, ürettiğimiz objeler arkeoloji parkında
sergilenerek, ziyaretçiye o bölgedeki kazılarda
çıkarılacak malzemeleri gösterecek. Adeta tarihi
canlandıracak." - 3D yazıcıda suikast
silahı üretimi Yaptıkları çalışmalarla 3D
teknolojisinde Türkiye'nin öncü olmasını
arzuladıklarını ifade eden Boz, yalnızca medikal
olarak değil diğer sektörlerde de farkındalık
yaratmak istediklerini kaydetti. Bu teknolojiye
Amerika'da önemli destekler verildiğini dile getiren
Boz, iki ay önce
ABD'deki bir şirketin aynı teknolojiyle silah
ürettiği bilgisinin basında yer aldığını bildirerek,
şöyle konuştu: "Biz de 3D teknolojiyle
silah üretimini yaparak, balistik biliminde çok
çarpıcı ve şaşırtıcı sonuçlara yol açılabileceğine
dikkati çekmek istiyoruz. Hacettepe Üniversitesi
Adli Tıp Anabilim Dalı ev sahipliğinde 16-17 Kasım
tarihlerinde yapılacak Anadolu Adli Bilimler
Kongresinde bununla ilgili uyarı amaçlı sunum
gerçekleştireceğiz. Bu teknoloji iyi ellerde
olur, kurumsal destek sağlanırsa insanlığın
yararına etkileri olur. Kötü ellerde yapılırsa çok
yıkıcı olabilir. 5 yıl sonra bu teknolojiyi iyi
düşünceli insanların yanında kötü düşünceli insanlar
da elde edebilecek." Teknolojideki hızlı
ilerlemenin yakından takip edilmesi gerektiğine
dikkati çeken Boz, birkaç yıldaki gelişmelerin şu an
üretici durumundaki Türkiye'yi tekrar tüketici
haline getirebileceğini savundu.
Mynet Haber, 05.07.2013
|
ÖZGÜRLÜK ANITI ZİYARETE AÇILDI

New York'ta geçen yıl yaşanan Sandy kasırgası
nedeniyle sekiz aydır kapalı olan Özgürlük Anıtı,
çevresindeki temizlik ve onarım çalışmaların
tamamlanmasının ardından
ABD'nin
Bağımsızlık Günü'nde yeniden ziyarete açıldı.
ABD'nin doğu yakasında büyük hasar ve can kaybına
neden olan Sandy Kasırgası'nın yaraları sarılmaya
devam ediyor. Geçen yıl ekim ayı sonunda yaşanan
kasırga nedeniyle anıtın bulunduğu Özgürlük
Adası'nın dörtte üçü sular altında kaldı. Adada ve
anıtın çevresinde ciddi tahribat ve çöp yığını
oluşurken Anıtta herhangi bir zarar oluşmadı.
Anıtın kendisinde tahribat olmazken Özgürlük
Adası'nın alt yapısı zarar gördü. Su ve aydınlatma
sistemleri ile ziyaretçilerin yürüyüş yollarında
tahribat oluştu.
Sekiz aydan fazla süren aranın ardından çalışmaların
tamamlanmasıyla ziyaretçiler ABD'nin Bağımsızlık
Günü'nde tekrar anıtı ziyaret etme imkanına kavuştu.
Anıtın açılışı dolayısıyla AA muhabirinin sorularını
yanıtlayan yetkililerden Diana Pardue, adada tekrar
ziyaretçi ağırlayacak olmaktan dolayı çok mutlu
olduklarını söyledi.
Ziyaretçilerin yoğun ilgisiyle karşılaştıklarını
anlatan Pardue, bugün 20 bin civarında yerli ve
yabancı turistin anıtı ziyaret etmesini
beklediklerini söyledi.
Anıtın açılışı dolayısıyla kurdele kesme töreni de
yapıldı. Törene New York Belediye Başkanı Michale
Bloomberg, Kongre üyeleri ve diğer yetkililer
katıldı.
Anıtın açılışına basın mensupları da büyük ilgi
gösterdi. Bazı TV kanalları açılışı helikopterlerle
canlı olarak yayınladı.
Adayı ziyaret etmek için daha önceden bilet alan çok
sayıda turist de sabahın ilk saatlerinden itibaren
Manhattan'daki
feribot iskelesinin önünde uzun kuyruklar
oluşturdu.
Özgürlük Anıtı
ABD'nin bağımsızlık sembolü olan Özgürlük Anıtı
(Lady Liberty), Fransızlar tarafından
bağımsızlığının yüzüncü yılında ABD'ye
hediye edildi. Yılda 3 milyondan fazla turistin
ziyaret ettiği anıt, kaidesiyle 93 metre yüksekliğe
sahip.
Fransız
heykeltraş Frederic Auguste Bartholdi tarafından
yapılan anıt,
Fransa'dan parçalar halinde ABD'ye getirilerek,
ABD'de 4 aylık bir çalışmanın ardından eski
haline getirilip 28 Ekim 1886'da açıldı.
Engellilerin de içini gezebilmesi ve diğer
iyileştirmeler amacıyla Ekim
2011'de başlayan çalışmalar nedeniyle iç kısmı
ziyaretçilere kapanan anıt, 28 Ekim
2012'de tekrar ziyaretçilere açılmış ancak bir
gün sonra New York'a ulaşan Sandy Kasırgası, anıtın
tekrar kapatılmasına neden olmuştu.
Milliyet, 05.07.2013
|
MİMAR SİNAN'IN EVİNİN GÖNÜLLÜ REHBERİ

"Koca Sinan" olarak anılan ve ölümünün üzerinden
yüzyıllar geçmesine rağmen bıraktığı mimari
eserlerle ölümsüzleşen
Mimar Sinan'ın
Kayseri'nin
Ağırnas beldesindeki doğduğu evin tanıtımını
beldenin tek zabıtası gönüllü olarak yapıyor.
50 yıla yakın Osmanlı İmparatorluğunda başmimarlık
yapan ve eserleriyle dünyanın dört bir yanına adını
duyuran
Mimar Sinan'ın Kayseri'ye 27 kilometre uzaklıkta
bulunan Ağırnas'taki evi, şirin beldenin
tanıtılmasına öncülük ediyor.
Mimar Sinan'ın mimari estetiğine şekil veren doğduğu
ev yapılan restorasyonlardan sonra gezginlerin ve
seyahat acentalarının vazgeçilmez gezi rotaları
arasında yer alıyor.
3 katlı evin gönüllü rehberliğini ise beldenin pek
çok işine koşan tek zabıta memuru Mustafa Özçelik
(43) yapıyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta olmak üzere pek çok
önemli misafire rehberlik yapan Zabıta Özçelik,
Mimar Sinan'ın hayatı ve eserlerine olan
ilgisinin yanı sıra tarih bilgisiyle de dikkati
çekiyor.
Özçelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 3,5 yıl
önce yaşadığı bir olayın kendisini çok etkilediğini
belirterek, gönüllü rehberlik öyküsünü şöyle
anlattı:
"Evi ilk kez görmeye gelen misafirleri karşılamak
için belediyeden beni göndermişlerdi. Rehberlik gibi
bir vazifem yoktu. Misafirler profesör bir çiftti.
Mimar Sinan hakkında konuşuyorlardı. Birkaç soru
sordular, ben cevap veremedim. 'Ağırnaslı mısın?'
dediler. 'Evet' deyince bana bir bakış
attılar. Ağırnaslı olduğum halde
Mimar Sinan ile ilgili sorulara cevap verememek
beni çok üzdü. Dünyanın tanıdığı mimarı hemşerisi
olarak tanımamak zoruma gitti. Bunun
üzerine üniversiteye hazırlanır gibi ders çalıştım.
Mimar Sinan'ı çok çeşitli kaynaklardan
okudum. Edindiğim bilgileri şimdi tarihi evi gezmeye
gelen misafirlerle paylaşıyorum. Benim bunları
öğrenmeme neden olan o profesör çift daha sonra yine
geldi, bu kez verdiğim bilgiler karşısında çok
şaşırdılar. Artık iddialıyım Mimar Sinan ile
ilgili her soruya cevap verebiliyorum."
Devlet büyüklerine de rehberlik yaptı
Özçelik, Mimar Sinan'ın hayatıyla ilgili çok fazla
bilgi kirliliği olduğuna dikkati çekerek, büyük
mimarı daha çok kendisinin yazdırdığı
bilinen Tezküretü'l Bünyan ve Tezküretü'l
Ebniye adlı eserlerden yararlanarak
anlattığını ayrıca Afet İnan'ın
Mimar Sinan hakkında yazdığı kitapları okuduğunu
belirtti.
Ağırnas'a gelen pek çok misafire rehberlik yaptığını
anlatan Özçelik, "7 cihana hükmeden bir
imparatorluğun başmimarının doğduğu evi ve
memleketini tanıtmaktan gurur duyuyorum. Sayın
Cumhurbaşkanımız 2011 yılında geldiğinde ona
rehberlik yaptım. Önce korumaları, zabıta olduğum
için biraz tereddüt ettiler fakat onlara örnek bir
sunum yapınca ikna oldular. Cumhurbaşkanımız da
memnun kaldı. Ayrıca sayın
Devlet Bahçeli'ye,
KKTC
Cumhurbaşkanı
Derviş Eroğlu'na ve beldemize gelen pek çok
devlet büyüğüne rehberlik yaptım. Bu işi yaparken
zabıta olarak esnafı denetlemeye, su sayacı yazmaya
ve diğer tüm işlerime devam ediyorum" şeklinde
konuştu.
Özçelik,
Mimar Sinan'ın doğduğu evin yer altındaki
mekanlarla birlikte 4 bin 505 metrekare kapalı alana
sahip olduğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Yaklaşık 3 yıl önce ÇEKÜL Vakfı Başkanı
Prof.Dr.
Metin Sözen'in öncülüğünde ve kentimizdeki diğer
kurumların katkılarıyla ev restore edildi.
Kayıtlarda evin 1400'lü yıllarda yapıldığı yer
alıyor. Evin üst bölümü
Mimar Sinan'ın doğduğu yer değil. Burası
sonradan torunlarının yaşadığı yer. Sinan'ın doğduğu
ve yaşadığı yer alt bölüm. Burada bir ailenin yaşam
alanının yanı sıra mahzen ya da yer altı şehri
denilen bölüm var. Hayvanların konulduğu ağılın
bulunduğu, yiyeceklerin saklandığı kimi zaman
düşmandan korunmak için kullanılan bir yer altı
şehrinden söz ediyoruz. Bu yer altındaki mekanlar
tüm evlerimizin altında mevcut.
Mimar Sinan'ın eserlerinin resimlerini ve bazı
eşyaları burada sergiliyoruz. Ağırnas taş işçiliği
ile meşhurdur. Pek çok mimar yetiştirmiştir ve en
ünlüsü
Mimar Sinan'dır. Bugün de beldemizde taş
işçiliği sanatı yaşatılıyor."
haberler.com, Haber: Esma Aygün, 05.07.2013
|
EFES'İN 'RESİMLİ' TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Efes Kazı
Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladstaetter, Efes antik
kentinin konut kompleksi Yamaç Ev 2'de bulunan 7
yerleşim biriminden ikisinin duvar resimlerinin
restorasyon ve konservasyonunun tamamlandığını
söyledi.
Doç.Dr. Ladstaetter, Yamaç Ev 2'de düzenlediği
basın toplantısında, antik kentin lüks
konut kompleksi Yamaç Ev 2'nin, her biri birkaç
odaya sahip 7 yerleşim biriminden oluştuğunu
belirtti.
Kompleksteki duvar resimlerinin korunmasına
yönelik 2010 yılında proje başlatıldığını hatırlatan
Doç.Dr. Ladstaetter, "Bugün Efes kazıları çok
önemli ve güzel bir gün. Yamaç Ev 2'de bulunan 7
yerleşim biriminden 2'sinin duvar resim restorasyonu
tamamlandı" dedi.
Uluslararası restorasyon ve konservasyon ekibince
gerçekleştirilen çalışmaların büyük önem taşıdığına
dikkati çeken Doç.Dr. Ladstaetter, şöyle konuştu:
"Yamaç Ev 2'de 7 yerleşim biriminde bulunan 78
odada duvar resimleri var. Bunlardan 8'inin
duvarlarının restorasyonu tamamlandı. Duvar
resimleri çok önemli. Roma Dönemi'nden, 1. yüzyıldan
başlıyor ve 3. yüzyıla kadar gidiyor. Her bir odada
bir kaç kat resmi üst üste bir arada görebiliyoruz.
Bazı odalarda üst üste 5 kat resim var."
Efes Vakfı Genel Müdürü Gülsevim Avcı Tolunay ise
vakıf olarak 2013 yılında finansör olarak
destekledikleri projeler arasında 3 odanın duvar
resimlerinin restorasyon çalışmalarının yer aldığını
anlattı.
Çalışmaların tamamlanmasının sponsor desteği ile
mümkün olduğunu vurgulayan Avcı Tolunay, şunları
kaydetti: "Bu gibi büyük işler para ve zaman gerektiriyor.
Bir odanın bütçesi 40 bin avro. Bu yıl tamamlanan 3
odanın restorasyonu için 120 bin avro harcama
yapıldı. Vakfımızın bu yılki bütçesi 230 bin avro
civarında. Sponsorlara çok ihtiyacımız var.
ilgilenenlerden destek bekliyoruz. Kültürel
mirasımız güzel bir şekilde, en kısa zamanda ortaya
çıkarılsın ve herkesin bakışına görüşüne
sunulabilsin."
Restoratör Kurtuluş Türk da kompleks duvarlarında
gün ışığına çıkarılan resimlerin, doğal boyalar
kullanılarak yapıldığını anlattı.
Her bir odada yer alan resimlerin farklı özellikleri
bulunduğunu ifade eden Türk, "Eros odası var. Kuş,
insan ve bitki resimleri ile mozaiklerin bulunduğu
odalar var" dedi.
Hürriyet, 05.07.2013
|
 |
AKM İÇİN TARİH BELLİ OLDU!
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Atatürk Kültür Merkezi'nin 2014 yılı içerisinde hizmete açılmasının planlandığını bildirdi.
Çelik, CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek'in yazılı soru önergesine verdiği cevapta, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nin tadilat ve onarım işlemlerinin, sivil toplum kuruluşlarınca açılan davalar ve yargı kararları nedeniyle 2008 yılından 2012 yılına kadar gerçekleştirilemediğini hatırlattı.
Geçen yıl yapılan ihaleyi takiben Mayıs ayında tadilat ve onarım işlemlerine başlandığını belirten Çelik, Atatürk Kültür Merkezi'nin 2014 yılı içerisinde hizmete açılmasının planlandığını bildirdi.
BAROK MİMARİLİ OPERA BİNASI
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKM ile ilgili yaptığı son açıklamasında, bu binanın yıkılarak yerine 'Barok' mimarili bir Opera binası yapılacağını belirtmişti. Erdoğan, binanın, II. Abdülhamid tarafından yaptırılmak üzereyken İttihatçılar tarafından yıktırıldığını hatırlatmıştı.
Habertürk, 05.07.2013
|
NEVŞEHİR'İN RUM MİRASI KENTSEL DÖNÜŞÜM KURBANI

Doğal güzellikleri ve peri bacaları ile olduğu
kadar erken Hıristiyan tarihinin izlerini taşıdığı
için de turizm sektörünün ilgisini çeken Nevşehir’de
uzun zamandır hummalı bir çalışma sürüyor. 2009’da
başlayan proje ile şehrin eski merkezi Cumhuriyet
Mahallesi’nde kilise ve camiler ile belirlenen
birkaç bina dışında taş taş üstünde kalmadı. Konak
tipi gösterişli evler, çeşmeler, dükkanlar ve
okullar yerle bir edilmiş durumda. Nedeni ise
kentsel dönüşüm.
Nevşehir Rumlarından geriye kalanlar
TOKİ’nin ‘inşa harekatı’nda moloza dönüşen Muş’un
Ermeni mahallesinin kaderinin benzerini
Nevşehir’deki eski Rum yerleşimi yaşıyor. Şehrin
geçmişteki merkezini oluşturan bölge bugün kentsel
dönüşüm kapsamında kelimenin tam anlamıyla şantiyeye
dönüşmüş durumda.
Doğal güzellikleri ve peri bacaları ile olduğu
kadar erken Hıristiyan tarihinin izlerini taşıdığı
için de turizm sektörünün ilgisini çeken Nevşehir’de
uzun zamandır hummalı bir çalışma sürüyor. 2009’da
başlayan proje ile şehrin eski merkezi Cumhuriyet
Mahallesi’nde kilise ve camiler ile belirlenen
birkaç bina dışında taş taş üstünde kalmadı. Antik
Yunan tiyatrolarında olduğu gibi yukarıdan aşağıya
basamaklı şekilde yapılandırılan bölgedeki konak
tipi gösterişli evler, çeşmeler, dükkanlar ve
okullar yerle bir edilmiş durumda. Nedeni ise
kentsel dönüşüm.
İstanbul’daki gibi…
Belediye yetkililerine göre evler artık yaşam
koşullarını sağlayamadıkları için yıkıldılar. Zira
Cumhuriyet’in ilanının ardından alınan mübadele
kararı ile el değiştiren binalar kötü kullanılmış,
bazısına kaçak kat çıkılmış bazısına ise eklemeler
yapılmıştı. Belediye bu durumu gerekçe gösteriyor
yıkarak başlattığı restorasyon için. Ancak bir
gerçek daha var ki bu süreç sonunda Rumlardan sadece
birkaç bina günümüze ulaşacak. Rum mahallesinin
yerine ise orijinal hallerine ‘yakın’ ama ‘modern’
binalar yapılmaya başlanacak sıra sıra. Tıpkı
İstanbul’da olduğu gibi…
Bu hızlı değişimde yıkıntıların arasında bir
başına duran, şehir merkezinin Hıristiyan kimliğini
ilk bakışta ön plana çıkartan bina ise halk arasında
Meryemana Kilisesi olarak bilinen Koimesis Theotoku
Kilisesi…
1849’da yapılan, bölgenin Post-Bizans anıtlarının
başını çeken kilise, mahallenin Rumlarının
topraklarından kopartılması nedeniyle bir süre boş
kaldı önce. Daha sonra ise cezaevine
dönüştürülmesine karar verildi. Sütunlarının arasına
duvarlar örüldü, koğuşlar oluşturuldu. Tavanı yüksek
olduğu için iki kata bölündü, odalar, banyo ve
tuvaletler eklendi.
Ünlülerin cezaevi
Cezaevi olduğunda içine ilk girenlerden biri
Kemal Tahir’di. Tahir, Nazım Hikmet ile birlikte
yargılandığı Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi
tarafından tutuklanmasının ardından Nevşehir’e
gönderildi. 1948-1950 yılları arasında hapiste kalan
Kemal Tahir cezaevi günlerinde Nazım Hikmet’in
salıverilmesi için açlık grevi başlatmış, Nazım
Hikmet ise 10 Mart 1950’de yazdığı bir mektupla
kararından vazgeçmesini istemişti: ''Açlığını
duydum. Doğruluğuna inanamadım. Doğru ise bana en
büyük kötülüğü yapıyorsun. Benim başım için vazgeç.
Vazgeçtiğini hemen telle.''
Kiliseden cezaevine çevrilen binanın bir sonraki
ünlü ismi Yılmaz Güney oldu. Güney, 15 Haziran
1961’de ‘Tatlı Bela’ isimli filmin çekimi sırasında
gözaltına alındıktan sonra Üsküdar Paşakapısı
cezaevinin ardından nakledildi Nevşehir Cezaevi’ne…
Yılmaz Güney, “Hayatımın akışı değişti” dediği,
“Benim ilkokulumdur” diye nitelediği cezaevi olarak
kullanılan kilisede ‘Boynu Bükük Öldüler’ adlı ilk
romanını yazdı. Kasım 1975’te yayınlanan kitabın
önsözünde Güney şöyle anlatıyordu binada geçen
günlerini: “Boynu Bükük Öldüler, Nevşehir
Cezaevinde, siyasiler koğuşunun en dip köşesinde,
rutubetli bir duvara komşu ranzada, geceli gündüzlü
on altı aylık bir çalışmanın ürünüdür. Ranzamdan hiç
indirmediğim küçük bir masam vardı. Yatma zamanı
gelince, ayakucuma çeker, ayaklarımı altına sokar
uyurdum. Çoğunlukla, anlattığım insanları görürdüm
düşlerimde, onlarla yaşardım.”
1973’te ise binada başrollerini Türkan Şoray ve
Hakan Balamir’in oynadıkları “Mahpus” filmi
çekiliyordu. Altın Portakal’da ödül kazanan film
kilisenin 1970’lerdeki durumunu da belgeliyordu.
1980 darbesinde tutuklananların da yolu düştü
Nevşehir Cezaevi’ne. Bu dönemde sol görüşlü
tutukluların talebi üzerine, cezaevi yönetiminin
izin vermesiyle freskler açıldı. Ancak bu ‘özgürlük’
dönemi kısa sürdü. Koğuş değişikliği sonrasında sağ
görüşlü tutukluların gelmesi ile yeniden üstleri
kapanarak yeniden ‘hapsedildiler’.
1983’te ise bina yeni cezaevi yapımı ile
boşaltıldı, üç yıl sonra Nevşehir Belediyesi’ne
kültürel amaçlı olarak kullanılması için verildi.
Ancak bu süreç yılan hikayesine döndü. Dönem dönem
restorasyon projeleri gündeme geldiyse de sonuç
çıkmadı. Metruk kaldı, adeta definecilerin ellerine
teslim edildi. Kilisenin avlusunda görülebilen büyük
çukurlar da o süreçten kaldı bugüne…
‘Çanlı Kilise’
Ayakta kalan bir başka Rum yapısı ise halk
arasında ‘Çanlı Kilise’ olarak bilinen Hagios
Georgios Kilisesi. Adının ‘çanlı’ diye bilinmesinin
nedeni 1797’da yapılan kiliseden geriye sadece
İbrahimpaşa İlkokulu’nun içinde kalan çan kulesinin
ulaşması… Bugün öğrencisi olmayan ve kendisi de
metruk halde bulunan okulun bahçesindeki çan kulesi
de korunmuyor.
Bölgede bir zamanlar 100 kadar evden oluşan bir
Ermeni mahallesi bulunmasına rağmen ayakta kalan tek
bir Ermeni eseri bile yok. Karasoku Mahallesi’nin
yakınındaki mahallenin yerini apartmanlar aldı,
kiliseden geriye ise hiçbir iz kalmadı. Kilise ile
ilgili tek bilinen binanın bazı taşlarının 1950’de
inşa edilen Nevşehir Lisesi’nin giriş
merdivenlerinin yapımında kullanıldığı.
Bu sürecin sonunda bugün Kapadokya’da yani ‘güzel
atlar ülkesi’nde ne atlar var, ne de sahipleri…
Artık hepsi çok uzaktalar… Yaşar Kemal’in dediği
gibi güzel insanlar güzel atlara binip gideli çok
oldu bu topraklardan...
Agos, Haber: Serdar Korucu, 05.07.2013
|
ZEUGMA'NIN BELGESELİ ÇEKİLDİ

Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel
Müdürlüğünün izniyle Gaziantep'e gelen Massmedia
adlı belgesel yapım firmasından 7 kişilik ekip,
Zeugma Müzesi'ndeki mozaikler ile Zeugma
antik kentindeki tarihi eserlerini tanıtan belgesel
hazırladı. Özellikle kazı alanında çekim yapan ekip,
daha önce yapılan kazılarda kurtarılan mozaiklerin
görüntülerini de hazırlığını yaptıkları belgesele
ekledi.
Massmedia Genel Müdürü Naruchit Rochananond, yaptığı
açıklamada, İstanbul, Kapadokya, Gaziantep,
Şanlıurfa ve Van'daki tarihi varlıkların çekimi için
Türkiye'ye geldiklerini belirtti.
Yapılan çalışmalarla hem Türkiye'deki tarihi
zenginlikleri yerinde gördüklerini hem de
Tayland'daki özel bir televizyon için belgesel
hazırladıklarını ifade eden Rochananond, şunları
kaydetti:
''Yaptığımız çalışmayla ülkemizdeki insanlara
Türkiye'de keşfedilmeyen ve görülmeyen yerleri
gösteriyoruz. Çektiğimiz görüntülerden
hazırlayacağımız belgesel filmi hem ülkemizdeki
televizyon kanallarında hem de turizm bürolarında
kullanarak Türkiye'deki tarihi zenginlikleri
anlatmaya çalışacağız."
Sabah, 05.07.2013
|
AMASRA'NIN ANTİK HARİTASI OLUŞTURULACAK
Amasra Müze Müdürü Baran Aydın, "İlk
hedefimiz
Amasra'daki antik kalıntıların nerede olduğu
ve nerelere kadar dağıldığı araştırmak, elimizde
antik
Amasra'nın haritası oluşacak, önümüzdeki beş
yıl on yıl elli yıl kadar
Amasra'nın turizmine kültürüne ne katabilir
bunları düşünüyoruz, Belediye ile ortak
çalışmalar yapılabilir biz bunlara açığız" dedi.
Amasra Müze Müdürü Baran Aydın
İHA'ya yaptığı açıklamada, göreve başladığı
bir aylık süreyi en iyi şekilde kullanarak
ilçenin tarihi kültürel ve arkeolojik yapısı
hakkın da başlattığı çalışmalar sonucu edindiği
bilgiler ışığında kalıcı projelere imza atmaya
hazırlandıklarını söyledi.
Baran Aydın, "Amasra'da göreve başlayalı bir ay
oldu. Göreve başlamadan dışarıdan bakınca
arkeoloji dünyası açısından
Amasra veya Karadeniz çok fazla dikkat çeken
bir bölge değil.
Türkiye'deki sit alanı haritalarında bile
Karadeniz boş alan olarak görülüyor. Genelde
Ege ve
Akdeniz birazda İç
Anadolu olmak üzere bu alanlarda sit
alanları antik kent olarak görüldüğünü
biliyoruz. Tabi ben Batıkaradeniz'e ilk kez
geliyorum. İlk defa böyle bölgede görev
yapıyorum. Açıkçası internetten ve çeşitli
yerlerden yaptığımız yüzeysel araştırmalarla,
Amasra hakkındaki yaptığımız araştırmalarla
antik kentin sadece yarım adadan oluştuğunu
düşünüyordum. Daha küçük çaplı bir yer olduğunu
ümit ediyordum, ama buraya gelince burada
arkadaşlarımızla da birçok yere gittik çevreyi
ve vatandaşlarımızı tanımaya yönelik küçük çaplı
geziler yaptık.
Yaptığımız gezilerde
kalıntıların daha geniş bir alana yayılmış
olduğunu gördüm. Özellikle Roma döneminde önemli
bir şehir olduğu ortaya çıktı. Bununla ilgili
Türkiye'nin değişik yerlerinde eserler yada
antik kentler üzerinde araştırmalar yaptık.
Burada ilk önce Antik Kentler'in yayılma alanı
en erken ne zaman kurulmuş dönemleri neler
nerelere yayılıyor günümüze kadar nasıl gelmiş,
bunları araştıracağız. Elimizde
Amasra ile ilgili ne çeşit yayın harita var
onları toplamaya çalışacağız onun haricinde
dediğim gibi uzun vadede bizim 3. derece
arkeolojik kazı alanlarında kazı yapabilme
yetkimiz var. Bu kazılar sırasında birçok eser
açığa çıkıyor. Özellikle mimari eserler bizler
bütün elimizdeki bu buluntuları değerleri
değerlendirerek dediğim gibi antik kentte,
nerede tapu yapısı, nerede evler, nerede agora
varmış, nerede sit yapısı var, nerede hukukla
ilgili bir bazilika yeri varsa bunları
araştırdıkça ortaya çıkacaktır. İlk hedefimiz
Amasra'daki antik kalıntıların nerede olduğu
ve nerelere kadar dağıldığı araştırmak.
Bilindiği gibi
Amasra'da yoğun bir bitki örtüsü var ancak
çevredeki faaliyetlerle zaman zaman bu bitki
örtüsü kesiliyor. Kesildikçe altından hiç
ummadığımız çeşitli eserler çıkıyor. Bir yapı
bir mezar yazıt sütun parçası bir top parçası
çıkıyor. Bizim elimizde arazi envanteri var.
Korunması gerekenler hangileri bizler bunların
korunması için neler yapabiliriz bu işin tamamen
teknik yönü. Müzenin tanıtımıyla ilgili bazı
düşüncelerimiz var. Neler yapabiliriz gibi
tanıtımlar. Kalemiz var kaleye girerken gizli
karanlık yollar var. Bununla ilgili tanıtıcı
levhalar koymayı tanıtım yapılmasını
düşünüyoruz. Çarşı içinde çekek yeri var belki
Roma dönemine kadar geriye gidebilen ama
orijinal bir şekilde korunmuş
Anadolu'da çok nadir bulunan iskele var.
İskelede aydınlatıcı bilgi verici levhalar
kurmayı düşünüyoruz. Onun haricinde müzecilik
alanında bizim alanımız kazılarımız çeşitli
sürprizlerle dolu. Bu sürprizleri buradaki
ziyaretçilere tanıtmak beğenisine sunmak yerli,
yabancı turistlere tanıtıp ilçemizi
Türkiye genelinde tanıtımına katkıda
bulunmaktır" dedi.
haberler.com, 03.07.2013
|
KAZI BAŞLIYOR
Batı Karadeniz’in tek antik kenti Konuralp’te kazı çalışmaları 12 Temmuz tarihi itibari ile başlıyor.
Tarihi ve kültürel miras bakımından Türkiye’nin önemli merkezlerinden birisi olan Konuralp’te toprak altındaki tarihi varlıkların ortaya çıkarılması için yapılacak arkeolojik kazılar Temmuz ayı içinde başlayacak.
MÖ 2000 yıllarına kadar geçmişe sahip bulunan Konuralp antik kentinde yeni arkeolojik kazı çalışmaları için nihayet ödenek de geldi. Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı ile tescil edilmiş 4 adet Sit alanında kazılar yapılacak. Konuralp’te bulunan Roma Köprüsü, Batı Surları, Güney Surları, Atlı Kapı ve Antik Tiyatro’da gerçekleştirilecek kazı çalışmaları ile tarihi değerler ortaya çıkacak. Düzce için dönüm noktası olacak.
Kazı çalışmaları Düzce Üniversitesi ve Konuralp Müzesi Müdürlüğü’nden oluşan ekip ile gerçekleştirilecek.
Düzca Damla, 03.07.2013
|
 |
ROMA DÖNEMİNE AİT 2 BİN YILLIK HEYKEL BULUNDU

Sakarya'nın Kaynarca'ya bağlı Uzunalan Köyü
Parayatağı mevkiinde bir hafta kadar önce Roma
dönemine ait 2 bin yıllık kafası ve eli kopmuş
heykel bulunması üzerine Sakarya Müzesi bölgede
arkeolojik araştırma yapmaya başladı.
Bölgeye gelen Sakarya Müzesi'nde görevli
arkeologlar heykelin bulunduğualanda kazı
yaparken Müze Müdürü Murşit Yazıcı, "Bu heykelin
tek başına burada olamayacağı için yerleşim alanı
olup olmadığını araştırıyoruz" dedi.
Kaynarca İlçesi Uzuncaalan Köyü'nde bir evin
temel kazısı yapılırken kafası ve 1 eli kepçeyle
kopartılmış heykel bulundu. Sakarya Müzesi'ne teslim
edilen Romalı kıyafetli heykelin Roma dönemine ait 2
bin yıllık olduğu belirlenince Sakarya Müzesi
bölgede ön araştırma yapmaya başladı. Bugün jandarma
ekipleriyle birlikte bölgeye gelen Sakarya
Müzesi'nde görevli sanat tarihçisi Süleyman Acar,
Arkeolog Gökhan Beyazcem ve Kaynarca Belediyesi
görevlileriyle birlikte 2 bin yıllık heykelin
bulunduğu bölgede ön arkeolojik araştırma yapmaya
başladı. Sakarya Müzesi Müdürü Murşit Yazıcı yaptığı
açıklamada bölgede yapılan çalışmanın arkeloojik
kazı olmadığını, sadece ön arkeolojik araştırma
olduğunu belirterek şunları söyledi:
"Kafası ve bir eli olmayan heykel Roma döneminden
kalma ve yaklaşık 2 bin yıllık bir heykel.
Muhtemelen bir Roma soylusuna ait. İmparatorluk
ailesinin bir mensubuna da ait olabilir. Bunu
incelemeden bilemeyiz. Bu heykel bu bölgede tek
başına olamayacağından dolayı bölgede belki eski bir
yerleşim olabileceği ihtimaline karşılık ön
araştırma yapıyoruz. Yapılan arkeleojik bir kazı
kesinlikle değil. Bu ön araştırma sonrasında da
değerlendirme yapacağız."
Uzunalan Köyü Muhtarı Saffet Tezer, heykelin Roma
dönemine ait ve yaklaşık 2 bin yıllık olduğunu
söylerken heykelin bulunmasından sonra köyde "Muhtar
define buldu" söylentilerinin çıkmasına tepki
gösterdi. Muhtar Tezer, şöyle konuştu:
"Bir hafta önce köyümüz Parayatağı mevkiinde bir
arazide bina temeli kazan iş makinası operatörü taş
parçası bulduğunu ve bunun heykel olabileceğini
söyledi. Biz gerekli yerlere müracaat ettik.
Hakikaten heykelmiş. Ekipler geldi, heykele el koydu
ve müzeye kaldırdı. Şu an ise çalışmalar devam
ediyor. Bizim kızdığımız konu ise 'muhtar define
buldu defineyi kaldırdı' diye söylenti
çıkarmaları."
Zaman, 03.07.2013
|
KURTARMA KAZISINDAN ROMA DÖNEMİ MOZAİKLERİ ÇIKTI

Amasya'daki kurtarma kazısında, Roma döneminden
kalma yaklaşık 2 bin yıllık tapınağa ait olduğu
düşünülen mozaikler bulundu.
Merkeze bağlı Yavru Köyü Küp Deresi mevisinde kaçak
kazı sonrası
Amasya Müze Müdürlüğünce başlatılan kurtarma
kazısı sırasında bulunan, MS 1.
yüzyıla tarihlenen Roma dönemi mozaikleri, motifleri
ve canlı renkleriyle görenlerin ilgisini çekiyor.
Çorum
Hitit Üniversitesi Karadeniz Arkeolojisini
Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr.
Esra Keskin'in bilimsel danışmanlığını yürüttüğü
kazıların 8 Temmuz'a kadar sürdürüleceği öğrenildi.
Yetkililer, yaklaşık 20 metrekarelik madalyon
şeklindeki mozaik yapının içindeki motiflerde elma
ağacı ve ağaç altında kekliklerin
yansıtıldığını, mozaikleri oluşturan küp taşların
ise renklerini koruduklarını belirtti.
Amasya'nın meşhur "misket elması" da eserde
motif olarak yer alıyor.
Uzmanlar, ortaya çıkan mozaiklerin
Gaziantep'in
Nizip İlçesi'ndeki "Zeugma" mozaikleri ile
repertuar olarak benzerlik gösterdiğini, bu anlamda
söz konusu mozaiklerin uluslararası düzeyde ilgi
uyandıracağını kaydetti.
Yapının o dönemde tapınak ya da sunak olarak
kullanıldığını belirten uzmanlar, işlevinin tam
olarak yapılacak araştırma ve incelemeler sonrası
ortaya çıkacağını bildirdi.
haberler.com, Haber: Fatih Mehmet Kürkçü,
03.07.2013
|
7 ASIR ÖNCE İLK PARA BURADA BASILDI
Bursa Büyükşehir Belediyesi, 1300’lü yıllarda Orhan Gazi döneminde ilk paranın basıldığı harabe halindeki darphaneyi ilk günkü ihtişamına kavuşturacak restorasyon çalışmalarını başlatıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, kamulaştırmanın tamamlandığını ve projelerin koruma kurulu tarafından onaylandığını belirterek, tarihi yapının sosyal, kültürel ve sanatsal aktivitelerin yapılacağı bir mekan olarak Bursa’ya kazandırılacağını söyledi.
Bursa’yı yaşayan canlı bir tarih kenti haline
getirmek amacıyla Bitinya’dan arkeolojik döneme,
Osmanlı’dan Cumhuriyet ilk dönem eserlerine kadar
her alanda yoğun bir çalışma sürdüren Büyükşehir
Belediyesi, tarihi ve kültürel miras projelerine
Osmanlı’da ilk paranın basıldığı tarihi darphane
binasını da ekledi. Orhan Gazi döneminde 1300’lü
yıllarda ilk paranın basıldığı ve zaman içinde
ilgisizlikten harabe haline dönen tarihi yapının
yeniden kente kazandırılması için yoğun çaba sarf
eden Büyükşehir Belediyesi, kamulaştırmanın
tamamlanmasının ardından fiziki çalışmaların da
startını veriyor. Projeleri Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu tarafından onaylanan Maksem
Mahallesi’ndeki tarihi yapıda restorasyon
çalışmalarına önümüzdeki günlerde başlanıyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
beraberindeki Tarihi ve Kültürel Miras Projeler
Koordinatörü Aziz Elbas ile restorasyon öncesi
tarihi binada incelemelerde bulundu. Maksem
Mahallesi Muhtarı Mehmet Güleç’in de hazır bulunduğu
inceleme gezisinde tarihi yapı hakkında bilgi veren
Başkan Altepe, Osmanlı’nın ilk çarşıları kurduğu,
ilk parayı bastığı, han, hamam, şifahane, tekke gibi
mimari eserlerin ilklerinin yer aldığı Bursa’da bir
değeri daha gün yüzüne çıkarmanın mutluluğunu
yaşadıklarını söyledi. Uzun süredir üzerinde
çalıştıkları darphane binasında kamulaştırmanın
bittiğini ve tarihi yapının Büyükşehir mülkiyetine
geçtiğini ifade eden Başkan Altepe, “Yaklaşık 700
yıl önce Orhan Gazi döneminde ilk para burada
basıldı. Kent kimliği ve kent kültürü açısından
büyük önem taşıyan ve zaman içinde ilgisizlik
nedeniyle harabeye dönen darphane binasıyla ilgili
çalışmalarımızda sona geldik. Kamulaştırma bitti,
projelerimiz onaylandı ve şimdi restorasyon
çalışmalarını başlatıyoruz. Ekim ayı sonuna kadar
buranın toparlanıp, ilk günkü orijinal halini
almasını hedefliyoruz. Osmanlı’dan bu yana basılan
paraların sergileneceği bir bölümün de yer alacağı
bina sosyal ve kültürel aktivitelerin yapılabileceği
bir merkez olacak” diye konuştu.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, 02.07.2013
|
TARİHİ ESERLER TOPRAĞINA DÖNÜYOR

Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Tarihi Kayseri
Kalesi'ni kültür merkezine dönüştürme çalışmalarına
başladı. Kale içine yapılacak önemli birimlerden
birisi de Arkeoloji Müzesi olacak. Yeni Arkeoloji
Müzesi'nin yapılmasıyla birlikte Kültepe'den
çıkarılan ve sergilenemediği için Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'ne gönderilen eserler de
yeniden çıkarıldıkları topraklara getirilecek.
Kayseri Arkeoloji Müzesi envanterinde kayıtlı
yaklaşık 34 bin 300 eser bulunuyor. Bu eserlerden
yaklaşık 24 bini etnoğrafik, 10 bin 400'ü ise
arkeolojik eser olarak değerlendiriliyor. Buna
karşılık, Kayseri Arkeoloji Müzesi'nde sadece 850
civarında eser sergilenebiliyor. Kültepe'de 60 yılı
aşkın süredir devam eden kazılarla gün yüzüne
çıkarılan tarihi eserlerin yüzde 90'ı sergilenemiyor
ve müzenin karanlık deposuna kaldırılmak durumunda
kalıyor. Kültepe'den çıkarılan eserlerin bir kısmı
da sergilenmek üzere Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi'ne gönderiliyor. Büyükşehir Belediyesi
tarafından hayata geçirilecek Kale İçi Kültür
Merkezi, yer sıkıntısı nedeniyle sergilenemeyen
tarihi eserlerin depolardan tekrar gün yüzüne
çıkmasını sağlamakla kalmayıp, Ankara'ya giden
tarihi eserlerin yeniden çıkarıldıkları topraklara
döndürülmesini de sağlayacak.
Kayseri Arkeoloji Müzesi'nde, şu an itibarıyla 10
bin 400 arkeolojik eser bulunuyor. Büyükşehir
Belediyesi tarafından yaptırılan kale içindeki
müzenin bitirilmesi ardından, bu eserlerin tamamı
sergilenecek. Öte yandan, yapılacak müze klasik
müzecilik anlayışı ile hizmet vermeyecek. Dijital
cihazlarla desteklenen müze, ziyaretçilerin eserleri
görmesinin yanı sıra bilgi almalarını da sağlayacak.
Timetürk, 01.07.2013
|
KAZIDA GÜN IŞIĞINA ÇIKARILAN ESERLER DEPOLARA
SIĞMIYOR
Kütahya'da, 5 bin yıllık Seyitömer Höyüğü'nde 7
yıldır sürdürülen kazılarda bulunan tarihi eserler,
Arkeoloji Müzesi'nin depoları dolunca Kossuth
Müzesi'nde muhafaza edilmeye başlandı. Höyükten son
8 yılda çıkarılan 17 binden fazla eser, sergilenmek
üzere Müze Müdürlüğüne teslim edildi.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre,
Seyitömer Höyüğü, il merkezine 26 kilometre
uzaklıkta,
Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel
Müdürlüğüne bağlı
Seyitömer Linyit İşletmesi (SLİ) Müessesesi
imtiyaz sahasında bulunuyor.
Orijinal yüksekliği 23,5 metre, eni 140 ve boyu 150
metre olan höyükte kurtarma kazısına, altındaki 12
milyon tonluk linyit kömürünün ekonomiye
kazandırılması amacıyla 1989 yılında
Eskişehir Müze Müdürlüğünce başlandı. Höyük,
1990-1995'te
Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü tarafından
kazıldı.
TKİ Genel Müdürlüğü ile
Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Rektörlüğü
arasında imzalanan protokol doğrultusunda kazılar,
2006'da DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümüne devredildi. Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat
Bilgen başkanlığında öğretim elemanları, öğrenciler
ve işçilerden oluşan kazı heyeti, 2006'dan bu yana
her yıl 6 ay kazıları sürdürüyor.
Protokol uyarınca 6 yılda tamamlanması öngörülen
kazı çalışmaları, buluntu eserlerin çokluğu ve
restorasyon için yoğun çalışılması gerektiğinden
2011'de 3 yıl uzatıldı.
Her yıl haziran-kasım aylarında arazide kazı
çalışması yapan arkeologlar ve öğrenciler, yılın
diğer aylarında da DPÜ
Evliya Çelebi Yerleşkesi'ndeki laboratuvarda
restorasyona ihtiyaç duyulan buluntu eserlerle
ilgileniyor.
Höyükten son 8 yılda bulunan çoğu toprak kap olmak
üzere metal ve ahşaptan 17 bin 292 eser,
Kütahya Arkeoloji Müzesi'ne teslim edildi. Bu
eserlerin 10 bin 532'si, laboratuvarda restore
edilerek yeniden oluşturuldu. Sergilenmeye hazır
olarak çıkarılan 6 bin 760 eser ise doğrudan müzeye
gönderildi.
Arkeoloji Müzesi'ne getirilen eserler, buradaki
depolara sığmayınca Kossuth Müzesi'nde muhazafa
edilmeye başlandı.
Kazı Grubu Başkanı Bilgen, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, höyükten çok fazla eser
çıkardıklarını söyledi.
Bir müzenin deposu dolduğu için ikinci müzenin
deposunu kullanmaya başladıkları bilgisini veren
Bilgen, şöyle konuştu:
"Kazı çalışmalarına ara verilen kış sezonunda
Seyitömer Höyüğü'nün içinde bulunduğu SLİ
Müessese Müdürlüğünce sağlanan imkanlar
doğrultusunda DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü laboratuvarlarında 10 uzmanın
görevlendirilmesi sonucu yaklaşık iki ay önce ilk
grupta 465 eserin restorasyon ve belgeleme işlemleri
tamamlanarak
Kütahya Arkeoloji Müzesi'ne teslim edildi.
Yapılan çalışmaların devam ettirilmesi sonucunda
ise 200 eser daha buraya gönderildi. Böylelikle 2013
yılında müzeye teslim edilen eser sayısı 665 oldu."
haberler.com, Haber: Hadi Şengül, 01.07.2013
|
KARADENİZ'DE İKİ BATIK GEMİ BULUNDU
Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı
Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, antik kentin limanında batmış
gemiler olduğunu daha önce de bildiklerini ancak
yerini net tespit edemediklerini söyledi.
Karada süren kazılarda belirli mesafe katettikten
sonra denizde çalışma yapmayı plandıklarını anlatan
Atasoy, "Biz bu süreci beklerken dalgalar
batık gemilerin üzerindeki çamuru temizliyor.
Böylece gemiler ortaya çıkıyor. Balıkçılar da bunu
görerek bize haber veriyor. Onların beyanına göre
iki gemi, yükleriyle denizin dibinde duruyor"
şeklinde konuştu.
Atasoy, gemilerin fırtına sonucu kayalara çarparak
batmış olabileceğini tahmin ettiklerini
vurgulayarak, şunları kaydetti:
"İlgili bakanlıktan acil ödenek ile izin bekliyoruz.
İlk belirlemelere göre yüküyle batan iki antik gemi
söz konusu. Gemilerde iki kuplu testiler, sütunlar
ve taşlar olduğu anlatılıyor. Balıkçıların gördüğü
kadarıyla bilgiye sahibiz. Gemilerin kaç metre
derinlikte olduğunu bilemiyoruz. Ödenek ve izin
geldiğinde Bülent Ecevit Üniversitesinden balık
adamlar ön tespit için dalış yapacaklar. Fotoğraflar
çekecekler, biz de ona göre fikir edineceğiz.
Böylece gemilerin büyüklüğü, yükü ve ne kadar
derinlikte yer aldıklarını bileceğiz. Acil olarak bu
yaz ilk incelemeler tamamlanacaktır."
Gemilerle ilgili ön tespitlerin ardından arkeolog
dalgıçların asıl çalışmayı yürüteceğine işaret eden
Atasoy, "Su altı arkeolojisi ayrı bir teknik
istiyor. Umarız derinlik fazla değildir. Ön
çalışmadan sonra proje hazırlayacağız. Batıkların
soyulmaması için acil olarak çalışma yapmalıyız"
diye konuştu.
Atasoy, batık gemilerle ilgili sürecin kendilerini
heyecanlandırdığını ifade ederek, şunları kaydetti:
"Gemiler MS 2. yüzyıldan 13. yüzyıla kadarki
süreçte Roma, Bizans ve Cenevizliler dönemine ait
olabilir. Bu yüzyıllar arasında deniz ticareti
bölgede çok yoğun. Kentten o dönemlerde balık ihraç
ediliyor. Palamut kurutularak Akdeniz ve Ege'ye
gönderiliyor. Giden gemilerden de
Karadeniz'de olmayan takılarla çanak ve çömlek
geliyor. Gemilerle kente testi içinde zeytinyağı da
getiriliyor. Biz batıkların yükü nedeniyle kente
gelen gemiler olduğunu düşünüyoruz."
Balıkçılardan Zeki Kaçar ise zıpkınla dalış yaptığı
sırada iki batığı gördüğünü belirterek, "Kazı
ekibine bilgiyi ben verdim. Gemiden örnek olarak
üzerinde işaretler bulunan kurşun bir obje aldım.
Bunu da jandarmaya teslim ettim. Batık geminin
kenarlarında da işlemeli sütunlar gördüm" diye
konuştu.
Tieion Antik Kenti
Zonguldak'ın kuzeydoğusunda sahil kenti Filyos'taki
Tieion antik kenti, Tios adlı rahibin öderliğindeki
Miletos kolonisince kurulmuş. Tarih boyunca
Herakleia Pontika (Ereğli) ve Amastris'in (Amasra)
gölgesinde kalan kent, çeşitli krallıklara bağlı
varlığını sürdürmüş.
Romalılar tarafından yıkılıp yağma edilen kent, daha
sonra yeniden inşa edilerek Roma eyaletlerine bağlı
ticaret ve balıkçı bölgesi olarak varlığına devam
etmiş. Bölge, sonraki dönemlerde balıkçı kasabasına
dönüşmüş.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yabancı
araştırmacılar ve seyyahlarca araştırmalar yapılan
antik kentte 2006'da başlatılan kazı çalışmalarının
Karadeniz ve Küçük Asya tarihi ile arkeolojisine
ışık tutması bekleniyor.
Sabah, 29.06.2013
|
METROPOLİS ANTİK KENT KAZI ÇALIŞMALARI
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve
Celal Bayar Üniversitesi'nin işbirliğiyle, 23
yıldır sürdürülen Metropolis antik kenti kazı
çalışmalarının 2013 yılı etabı, 1 Temmuz'da
başlayacak.
Torbalı Belediyesi ve Metropolis Sevenler Derneği
(MESEDER) ile birlikte kazı çalışmalarına destek
veren Sabancı Vakfı'ndan yapılan yazılı açıklamaya
göre; Metropolis, 2013 yılında
Ören yeri olarak ziyaretçilere açılarak, kültür
turizmine kazandırılacak.
Metropolis antik kentindeki kazı çalışmalarının
başkanlığını yürüten
Celal Bayar
Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek, geçen yıl başlayan
Ören yeri çalışmalarının bu yıl tamamlanacağını
belirterek, "Metropolis'in 2013'te ören yeri olarak
açılması ve kültür turizmine kazandırılması için
çalışmalarımız devam ediyor. Metropolis'in aynı
zamanda
İzmir'in EXPO 2020 adaylığı konusunda yapılan
çalışmalarda önemli bir rol oynayacağına inanıyoruz"
ifadelerini kullandı.
Aşağı Hamam (Palaestra) yapısındaki, 2008 yılında
başlanılan kazı çalışmalarını bu yıl tamamlamayı ve
hamamı eksiksiz olarak ortaya çıkarmayı
hedeflediklerini aktaran Aybek, bununla birlikte
Metropolis kentinin resmi yapılarının yoğunlaştığı
Orta Kent (Kent Meclisi Binası, Hamam Yapısı, Stoa
ve çevresi) alanında yeni bir çalışmaya başlamayı
düşündüklerini, bu yıl da yeni yapılar topluluğu,
buluntu ve eserleri gün ışığına çıkarak
Metropolis'in gizemini çözmeye devam edeceklerini
bildirdi.
Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan
ise Metropolis gibi önemli bir tarihsel mirasın
ortaya çıkarılmasına destek vermeyi görev kabul
ettiklerini belirterek, Metropolis'in tarihsel
zenginliğinin ülke için önemli bir değer olduğunu,
Ören yeri çalışmalarının da tamamlanmasıyla, bu
zenginliğin yerli ve yabancı turistlerle
paylaşılacak olmasının, kendilerine heyecan
verdiğini, Metropolis'in bölge ekonomisine ve kültür
turizmine önemli katkıları olacağına inandıklarını
aktardı.
haberler.com, 27.06.2013
|
 |
ANTİK KENT BULUNTULARI TARİHE IŞIK TUTUYOR
Pompeipolis Antik Kenti Kazı Başkanı ve Kastamonu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer, 7 yıldır süren kazı çalışmalarında beklediklerinden çok daha fazla buluntuya ulaştıklarını söyledi.
Summerer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Taşköprü İlçesi'nde 2006 yılından beri devam eden Pompeiopolis antik kenti kazılarının bu yıl 1 Temmuz'da başlayacağını ve yaklaşık 2 ay süreceğini anlattı. Kazılara Almanya, İngiltere, İsviçre, ABD ve Fransa başta olmak üzere birçok ülkeden uzman ve arkeologların katılacağını aktaran Summerer, "7 yıl gibi kısa süre zarfında, Pompeiopolis antik kentinde beklediğimizden çok daha fazla buluntuya ulaştık" dedi.
Summerer, bu yılki kazı çalışmalarında antik kentin tarihine ışık tutacak buluntulara ulaşmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi.
Star, 27.06.2013
|
MAGNESİA ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI
Germencik
İlçesi'nde
Ortaklar beldesindeki Magnesia antik kentinde
sürüdülen kazı çalışmalarında Helensitik döneme ait
kadın heykeli bulunduğunu açıklayan kazı başkanı
Prof.Dr. Orhan Bingöl, "Magnesia'da bu yılki
kazılarda sansasyonel buluntularla karşılaşacağımız
çok yüksek bir ihtimaldir" dedi.
Kazı başkanı Prof. Dr Orhan Bingöl, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Magnesia antik kentindeki kazısı
çalışmalarının
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Anıtlar ve Müzeler
Genel Müdürlüğü'nün tahsis ettiği ödeneklerle 30
yıldır sürdürüldüğünü, bu yıl da 261 bin 200 lira
ile kazı bütçesinden en yüksek payı aldıklarını
belirtti.
Aydın Özel İdaresi'nin de çalışmalarına kaynak
aktardığını bildiren Bingöl, "Her yıl yaklaşık dört
ay süren çalışmalarımızın bu yıl daha da uzan
sürecek. Magnesia'da bu yılki kazılarda sansasyonel
buluntularla karşılaşacağımız çok yüksek bir
ihtimaldir" dedi.
Prof.Dr. Bingöl, kazılarda Hellenistik döneme ait bir
kadın heykelinin gün yüzüne çıkarıldığını açıkladı,
çalışmaların stadyum bölgesinde devam ettiğini
bildirdi.
haberler.com, 27.06.2013
|
YOL ÇALIŞMASI SIRASINDA TARİH FIŞKIRDI
Muğla'nın Yatağan İlçesi Yeşilbağcılar beldesindeki
yol çalışmalarında Bizans dönemine ait mezara
rastlandı.
Beldenin Türkiye Kömür
İşletmeleri tarafından istimlak
edilmesinin ardından devam eden
yol açma çalışmaları sırasında işçiler,
mezar ve insan kemiklerine rastladı. Muğla Müze
Müdürlüğüne haber verilmesinin ardından
alan koruma altına alındı.
Muğla Müze
Müdürlüğü ekipleri bölgeye gelerek çalışma
başlattı. Arkeolog ve işçiler mezarları açarak
çalışmalara başladı. Ekiplerin yaptıkları sondaj
çalışmalarında Bizans dönemine ait olduğu
belirlenen 8 adet mezara rastlandı.
Bölgede çok sayıda Bizans dönemine ait mezar
olduğu tahmin ediliyor.
Haber 7, 27.06.2013
|
|
|
HİTİT VE ROMA DÖNEMİ ESERLERİ TAHRİP EDİLİYOR
Kayseri'nin Gümüşören Köyü'nde bulunan Hitit
döneminden kalma kaya anıtı ve Ayşepınar mevkiindeki
Roma dönemi kaya mezarları talan ediliyor.
Develi'nin Gümüşören Köyü'ndeki araştırmacıların
ve turistlerin oldukça ilgisini çeken Hitit dönemine
ait 3. Hattuşili'nin eşi Kraliçe Puduhepa adına
yapılmış ender kaya anıtının parçaları ile Roma-
Bizans dönemine ait Ayşepınar Ağzıgüzeller
mevkiindeki mezarların bezemeleri, bazı kişilerce
sökülerek, götürülüyor.
Roma mezarlarındaki özellikle göz bezemelerinin
murçlarla sökülerek götürülmesi tepkilere yol
açıyor. Eserlerin bulunduğu yerdeki köylüler,
ilgililerin bir an önce önlem almasını istiyor.
haberler.com, 26.06.2013
|
MYRA ANDRİAKE KAZILARI DEVAM EDİYOR

Antalya'nın Demre İlçesi'nde, 2009 yılında başlayan
Myra ve Andriake kazılarında 4 yılda 460 günlük
çalışmalarda 393 kişi görev alırken, kazıların yanı
sıra restorasyon, konsolidasyon çalışmaları devam
ediyor.
Dört yıllık bir kazı olmasına karşın, kapsamlı bir
kazı istasyonu, vinç, kepçe, traktör ve diğer iş
araç gereçleri ile elektronik donanımlı alt yapısı
ile dikkat çeken Myra ve Andriake kazıları, Kültür
ve Turizm Bakanlığı dışında Antalya Valiliği, Demre
Kaymakamlığı, Demre Belediye Başkanlığı, Akdeniz
Üniversitesi ve özel sektörden de destek görüyor.
TÜRKİYE'DE TANINAN BİRKAÇ KAZIDAN BİRİ OLDU
Kazı Başkanı Prof.Dr.Nevzat Çevik, hassasiyetle
ortaya çıkarılan bulguların arşivlenerek bilimsel
değerlendirmelerinin yapılıp yayınlandığı Myra ve
Andriake kazılarının tanıtımı ile ilgili pek çok
bilim ve sanat etkinliği düzenlendiğini söyledi.
Yurt içi ve yurt dışında sergiler, konserler
konferanslar, sempozyumlar gerçekleştirildiğini
belirten Kazı Başkanı Akdeniz Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr.Nevzat Çevik, Myra ve Andriake'de
organizasyon, finans temini, bilimsel ve sosyal
etkinliklerde ve halkla ilişkiler ve tanıtımda kısa
zamanda alışılmamış bir düzeye ulaşıldığını
belirtti. Prof.Dr.Çevik, Myra ve Andriake
kazılarının Türkiye'nin en önemli kazılarından biri
olduğunu belirterek 'Biz 4 yılın bereketinden ve
alın terimizden memnunuz. Bilim, kültür ve turizm
olarak karşılığını almaya devam ediyoruz.
Memleketimizin ve halkımızın hizmetinde olmaktan
onur duyuyoruz. Onların hizmetine yeni kalıntılar,
alanlar açmaktan mutlu oluyoruz. Devletimiz ve
üniversitemizin yüzünü uluslararası platformlarda ak
çıkaran bu prestij projesini daha da
ilerletebilmemiz için Bakanlığımız, Valiliğimiz ve
Üniversitemiz elinden geleni yapmaktadır' dedi.
AÇIK HAVA MÜZESİ
Önümüzdeki 5 yıl içinde başlanmış
projelerin tamamlanmış olacağını belirten
Prof.Dr.Çevik, Myra ve Andriake'de pek çok yapının
kazı ve onarımlarının tamamlanması yanında, Bakanlık
ve Kazı Başkanlığının hayal projeleri olarak
Andriake'de bir açık hava müzesi ve binası
olacağını, Myra tiyatrosunun da kazı restorasyonunun
tamamlanarak olağanüstü bir antik yapının turizme ve
bilime kazandırılacağını söyledi. Prof.Dr.Çevik,
'Nihai hedefimiz ve büyük hayalimiz Demre'nin
altında, Anadolu Pompeisi gibi, 2 kilometre çapında
bir antik metropol olarak 10 metre derinde yattığını
bildiğimiz Myra antik kentinin ortaya
çıkarılmasıdır' dedi.
DEMRE 550 BİN TURİSTLE TÜRKİYE'DE 8'İNCİ
SIRADA
Myra ve Andriake kazıları ile birlikte
Demre'nin ruhunun değiştiğini, halkın arkeolojiye
artık bambaşka gözlerle bakmaya başladığını belirten
Prof.Dr. Nevzat Çevik, sözlerini şöyle sürdürdü:
'Gelecekte müthiş bir kültür, arkeoloji, turizm
merkezi oluşmaya, yeni cazibe alanlarının temelleri
atılmaya başlanmıştır. Demre, 550 bin turistle
Antalya'da 1'inci, Türkiye'de 8'inci sıradadır. Bu
sayı 4-5 yıl sonra en az 4 katına çıkacaktır. Gelir
de 20 katına çıkacaktır. Bunun için arkeolojik
kazılar en etkin ivmeyi oluşturmuştur.'
Prof.Dr.Çevik, 2012 yılı boyunca Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan toplam 505 bin lira destek (projeler
hariç) verildiğini belirterek sözlerine şöyle devam
etti: 'Bir bu kadar da Antalya Valiliği, Akdeniz
Üniversitesi, Demre Belediyesi, İstanbul
Üniversitesi, AKMED ve özel sektörden destek
alınmıştır. Geçen sezon TÜRSAB'dan 70 tonluk bir
vinç (480.000 TL) bir servis aracı (20.000 TL);
Demre Belediyesi'nden bir kepçeli traktör ve mutfak
malzemesi (50.000 TL), Myra kitabımın telif hakkı
karşılığı olarak bir traktör (20.000 TL) ve ITM
Rehberleri'nden alınan (100.000 TL) gibi daha pek
çok ayni destek de alınmıştır. İlk kez yabancı bir
tur operatörü (RSD Reisen) bir Türk kazısına destek
vermiştir.'
MÜZE PROJESİ HAYATA GEÇİRİLDİ
Bakanlık Projeleri olarak, Andriake'de (8.500.000
Lira) Müze Projesi'nin hayata geçirildiğini ifade
eden Prof.Dr.Nevzat Çevik, şunları söyledi: 'Myra'da
da 1,800.000 lira değerde Myra Tiyatrosu acil onarım
projesi şu an devam etmektedir. Dolayısıyla
Myra Andriake kazılarında müthiş projeler
devreye girmiş, kazı ekibi bu desteklerin yüzünü ak
çıkarmak için rekor zaman uzunluğunda ve çok kişilik
ekiplerle çalışarak 4 yılda 20 yıllık ilerleme
sağlamıştır. Bu desteklerin devam edeceğini belirten
Kültür ve Turizm Bakanlığı bu dönemde de başarılı
işler yapmamızı ve Myra kazılarının Bakanlığın
prestij projelerinden biri olarak büyümesini
sağlayacaktır'.
Prof.Dr.Çevik, bu yıl başlangıç olarak Myra ve
Andriake kazıları için 100.000 TL ayrıldığını dönem
içinde de yeni kaynakların gönderileceğinin
belirtildiğini ve diğer önemli desteğin Antalya
Valiliğinden geldiğini, Myra'daki bazı kamulaştırma
alanları için 1.500.000 TL ödenek ayrıldığını
söyledi.
UNESCO DÜNYA GEÇİCİ MİRAS LİSTESİ'NE GİRDİ
'Bu çalışmalar Myra ve Limanı Andriake için çok geç
kaldığımız ancak 4 yılda geçmiş zaman farkını
kapatmaya gayret ettiğimiz faaliyetlerimizdir' diyen
Prof.Dr.Çevik, St. Nikolaos Kilisesi, Kekova ve Myra
antik kentiyle 2011 yılında UNESCO Dünya Geçici
Miras Listesi'ne giren ve kalıcı listeye girmesi
için de uğraşıların sürdüğü bunca değerin buluştuğu
bu özel tarihi ve doğal cazibe merkezi için ne
yapılsa az olduğunu söyledi.
MYRA - ANDRİAKE KAZILARI 2009-2012 ARASI
FAALİYETLER
MYRA
Tiyatro (Kazı, Taş restorasyonu, Proskene
Anastylosisi 2011-2012, Doğu Kesim acil onarım ve
koruma projesi 2013)
Şapel (Kazı, Konservasyon,Restorasyon 2010)
Nymphaion (Kazı 2009)
Batı Nekropolü Sondajı (Kazı 2009)
Myros Vadisi (Sondaj ve Kazı 2009)
Kaya Mezarları Araştırmaları
Arkeojeofizik Araştırmaları
Epigrafik Araştırmalar
Sualtı Araştırmaları
Haritalama ve Röleve Çalışmaları
Yüzey Araştırmaları
Eser Restorasyonu
Eser Envanterleme
Kazı Araştırma İstasyonu Yapımı
ANDRİAKE
Granarium (Kazı 2009- Restorasyon ve Likya Müzesi
Uygulama çalışması da başlıyor)
Liman Agorası/Plakoma (Kazı 2009-2011 Restorasyon
Uygulama çalışması da başlıyor)
Murex İşlikleri (Kazı,Konservasyon 2010)
Granarium Önü İşlik Alanları (Kazı 2012)
Liman Dükkanları (Kazı,Konservasyon 2009-2010)
Liman Anıtsal Girişi (Kazı, Restorasyon 2009-2011)
Onurlandırma Anıtları (Kazı,Restorasyon 2010,2012)
Doğu Hamamı (Kazı,Konservasyon 2012)
Sinagog (Kazı,Konservasyon 2009)
B Kilisesi (Kazı,Konservasyon, Kısmi Restorasyon
2011-2012)
Savunma Sistemi (Kazı ve Araştırma 2011)
Genel Kapsamlı Bitki ve Moloz Temizliği
Sabah, 26.06.2013
|