24 - 30 Haziran 2007
|
ALLIANOI'A ELVEDA... |
İzmir'in Bergama İlçesi'nde yapımı geçen yıl tamamlanan, ancak su tutma havzası içinde bulunan Allianoi antik kentinin geleceğinin ne olacağı konusunda karar verilemediği için, bir türlü su tutulamayan Yortanlı Barajı'nın devreye alınabileceği belirtildi.
Devlet Su İşleri (DSİ) 2'nci Bölge Müdürü Ayhan Sarıyıldız, ağustos ayından itibaren barajda su tutulmaya başlanabileceğini söyledi.
Allianoi Girişim Grubu Üyesi Avukat Arif Ali Cangı ise Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun verdiği ilke kararına karşı Danıştay'da bir davanın sürdüğünü belirtti. Danıştay'ın bugünlerde bir karar verme aşamasında olduğunu ifade eden Cangı, "Danıştay, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 'yerinde koruma'yla 'su altında bırakılması'nın ne anlama geldiğini anlatan teknik bir açıklama istedi. Bu arada İzmir 4'üncü İdare Mahkemesi'nde, DSİ'nin duvar projesinin iptali için açılmış ve süren bir dava var. Bu davada da 4'üncü İdare Mahkemesi, Danıştay'dan gelecek kararı bekliyor. Danıştay, Yüksek Kurul'un ilke kararını hukuka aykırı bulursa, DSİ'nin duvar projesinin de bir dayanağı kalmayacak" dedi.
Hürriyet, Haber: Turan Gültekin, 01.07.2007

ALLIANOI'DE KAZI YAPTIRMIYORLAR
Biliyorum kimileri, "Şimdi sırası mı" diyecekler.
Kimileri onların böyle diyeceğini biliyorlar. "Tam seçim öncesinde
Allianoi ile kimse ilgilenmez" diye düşünerek kıs kıs gülüyorlar.
Allianoi'de son saniyede kazı yapıp bilinmeyenleri, unuttuklarımızı ortaya çıkarmak isteyen bilim adamlarına kazı yasağı koyuyorlar.
Kazı parasını onlar mı veriyorlar?
Yoooo!
Bilim adamları kazı parasını boşlukta kendileri buluyorlar.
Nereden?
Bu işlerin bilincinde olanlardan gıdım gıdım sağladıkları yardımlarla, gerekirse bir tas çorbayla doyunarak bir gün daha çok çalışabilmek için...
Peki, bunca önemli mi bu?
Evet bunca önemli!
Çünkü arkeologlar böylece kültür vatanımızı büyütüyorlar...
Devletin yönetiminde sözü olanlar ya da onun kurumlarının başında olanlar, neden önlüyorlar öyleyse kazıyı?
Bilisizliklerinden. (Cahilliklerinden.)
Çağımızın en önemli kavramı kültür.
Kültürsüz ne devlet, ne hükümet, ne bakanlık ne de başka bir şey yönetilebilir. Yönetiyoruz sanmaları gene bilisizliklerinden...
Bütün yaptıklarının yanlış olduğu bir gün ortaya çıkacak...
Kültür, yaşamı olanaklandırma savaşımıdır. Kimlik, kişilik biçimlenmesi, bilinçlenmesidir. Kültür, geçmişimizi günümüz insanın iyiliğine, kimliğine, kişiliğine yararlı yorumlayabilmektir.
Geçmiş nasıl bilinir?
Ya yazılı (taşa, kile, kağıda vb.) kaynaklardan ya da ortaya konulan yapıtlardan...
Bu yapıtların binlerce yılın tozunun, toprağın birikintilerinin altında kalmış olanlarını da kazıp çıkararak...
Ama en önemlisi onlara sahip çıkarak...
Yanından geçip gidiciymiş gibi davranarak, yabancılayarak değil...
Aralarında doğup büyüdüğüm bu yerleri, buralardaki yapıtları, başka coğrafyaların adanıları mı benimseyecekler?
Olur mu böyle şey?
Olur!
Ben bilisizsem olur... Ben çocuğumu, torunumu sevmiyorsam, onların geleceklerini hiç düşünmüyorsam olur...
"Haydi oradan bilisiz sen de!" demelerini haklı çıkarırsam olur...
Bana sorarsanız Çatalhöyük'te ortaya çıkan ana tanrıça Artemis Tapınağı’nı kuranlar da, Ayasofya'ya gök kubbe oturtanlar da, Süleymaniye'yi, Selimiye'yi yaratanlar da, Safranbolu evlerini yapanlar da benim atalarım...
Bundan hiç mi hiç kuşkum yok. Kuşkusu olanın kendisi bilisiz oğlu bilisizdir.
Örneğin Allianoi'daeki yapıları kuranlar "Haydi şu Anadolu'ya sağlık kenti kuralım!" deyip Roma'dan gelmediler. Anadolulular, işçisi, ustası, mimarı yapmadılar mı o yapıtları? Ben de Anadolulu değil miyim? Biçimleriyle etkilenmediler mi, çağın başat beğenisinden?
Etkilenseler ne olur?
Şimdi de etkilenmiyor mu herkes birbirinden?
İnsandan etkilenmeyen insan olur mu?
Allianoi'yi kuranlar dedelerimin dedeleri değilse onların amca, dayı oğullarıdır. Dedim ya hiç kuşkum yok...
Orada bulunan her şey atalarımın daha o çağda sağlık konularında ne denli duyarlı olduklarını; insanlara, sağlığına kavuşmada yardımcı olabilmek için ne güzel yapılar kurduklarını kanıtlıyor.
Bunları bilmek ama kimlik, kişilik kazandırıyor.
Bilmek şöyle dursun, onların gün yüzüne çıkartılmasını yasaklayanların, sular altında bırakmak isteyenlerin de ne denli bunlardan yoksun olduklarını...
Evrensel, Yazı: Cengiz Bektaş, 02.07.2007
****
SUSUZLUĞA İSYAN MİTİNGİ
Yortanlı Barajı Girişim Grubu tarafından Bergama'da düzenlenen 'Suyumuzu İstiyoruz' mitingi, havanın aşırı sıcak olmasına rağmen geniş kalabalıkların katılımıyla gerçekleştirildi. Yortanlı Barajı'nın bir an önce kapaklarının kapatılması ve barajın su tutması için yapılan eyleme Bergama, Dikili, Kınık ve bu ilçelere bağlı 5 belde ile köylerinden 500 civarında çiftçi katıldı.
Dün 45 derece sıcağa aldırmadan mitinge katılmak isteyen çiftçiler, spor salonu önünde toplandı. Çiftçilere burada 10 bin adet bayrak ve 10 bin adet üzerinde "Suyumuzu istiyoruz", "Yortanlı Barajı Girişim Grubu'nu destekliyoruz" yazılı balonlar dağıtıldı. Aşırı sıcağa rağmen Yortanlı Barajı Girişim Grubu üyeleri, ellerinde Türk bayrakları ile Cumhuriyet Meydanı'na kadar yürüyerek "Su yoksa üründe yok", Su hayattır", Su gelecektir, suyumuzu çalmayın", "Afrika'ya dönmek istemiyoruz" sloganları attılar. Geniş güvenlik önlemlerinin alındığı mitinge İzmir'den iki otobüs Çevik Kuvvet ekibi Bergama'ya takviye olarak gönderildi.

Spor salonu önünden yürüyüşe başlayan kalabalık, sloganlar atarak Cumhuriyet Meydanı'na ulaştı. Burada bir traktörün römorkundan oluşturulan kürsüye çıkan İzmir Ziraat Odası Başkanı Sedat Köse, küresel ısınma nedeniyle meydana gelen kuraklığa değinerek, "Küresel ısınma tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de tarımı bitirme noktasına getirdi. Bergama'da da çiftçiler kuraklık ve susuzluktan dolayı topraklarını ekememekte, istediği verimi alamamaktadır. 2006 yılı dünyada kuraklık ve çölleşme yılı olarak belirlendi. Buna rağmen ülkemizde bazı kesimler, birtakım gerekçelerle barajların açılmasına karşı çıkıyor. Ama biz söke söke suyumuzu alacağız" dedi.
Köse şöyle devam etti: "Bölgemizde susuzluk sadece Bergama ve bölge çiftçimizi değil, sanayici ve diğer esnafı da çok ciddi bir şekilde etkiliyor. Hali hazırda bir barajımız var ama su tutması çok görülüyor. Çiftçi mağdur ediliyor. Bugün Bergama'da belli tarım ürünlerini susuzluktan yetiştiremiyoruz. Bunun için suyumuzu istiyoruz. Bu baraj açılmasın da çiftçi aç mı kalsın? Yurt dışından buğday mı alalım? Bergamalı üreticiler, barajın su tutmasını istiyor" dedi.
Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü baş mühendislerinden Ahmet Tomar da Yortanlı Barajı'nın bölge çiftçisi ve bölge ekonomisi için son derece önemli olduğunu ifade ederek, barajın bir an önce su tutması gerektiğini söyledi. Tomar, şöyle konuştu: "Yortanlı Barajı, Bergama ve bölgemiz açısından son derece önemli. Kurtarma kazıları geçen yıl sona ermişti. Ancak bu nedenle oluşturulan bilimsel heyet, bazı eylem planları kararlaştırdı. Yortanlı Barajı işte bu heyetin gecikmeli kararları nedeniyle bekletiliyor. Barajın su tutmasıyla bölgede 6 bin kişiye istihdam sağlanacak. Bölge ekonomisine katkısı turizmin getireceği katkıdan 25 kat daha fazla olacak."
Yortanlı Barajı'nın su tutmaması için mahkemeye başvuran kişilerin Bergamalı olmadığını belirten Yortanlı Barajı Girişim Grubu Sözcüsü Bedri Çakmaklıoğulları, "73 kişi dava açıyor. Bunlardan biri Bergamalı, diğerleri burada yaşamıyorlar. Bizim tekerimize çomak sokan güçler var. Bunlar görüntüde yabancılarla taban tabana zıt gibi görünen ancak gizli gizli Avrupa'ya gidip iki Yunanlı milletvekilini buraya getirten, oradaki harabeleri gösteren kişilerdir" diye konuştu.
Çakmaklıoğulları şöyle konuştu: "Biz Avrupa Birliği'nin diretmelerine karşı hareket edecek bir milletin çocukları değiliz. Biz hayatımızla oynatmayız. O baraj eninde sonunda su tutacak. Biz Atatürk'ün efendileriyiz, milletin efendileriyiz. Bugüne kadar 2 eylem yaptık. Bugün aşırı sıcağa rağmen nasıl miting yapılır gösterdik. Ama biz her şeye rağmen 15 gün sonra baraja gidip o kapakları kapatacağız. Barajımızın su tutmasını sağlayacağız."
Yortanlı'da aslında tarih olmadığını ileri süren Çakmaklıoğulları sözlerini şöyle sürdürdü: "Orada sadece kalıntı var. O kalıntıları da tarih diye yutturuyorlar. Bu arada da barajın su tutması için durmadan bizi oyalıyorlar. Geçen bu sürede topraklarımız çöle dönüştü. Benim üreticim aç dururken oradaki kalıntıların ne anlamı var? Tarım susuzluktan kırılıyor, tarım Bakırçay'da bitmiş vaziyette. Biz devletin bir an önce barajın kapaklarını kapatmasını istiyoruz. Yoksa çiftçilik biter. Bakırçay'ın Afrika'ya dönmesini istemiyoruz. Tarih bizim karnımızı doyurmaz. SİT bahane Bakırçay köylüsünü öldürmek istiyorlar."
Yeni Asır, Haber: Erdal Çalboğa, 26.06.2007
|
STADYUM SİT ALANI

Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu, Bursa Atatürk Stadı ve
çevresini SİT alanı ilan etti.
Atatürk Stadı'nın
geleceğine ilişkin tartışmalara son nokta, Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'ndan geldi. Kurul,
Atatürk Stadı, Atatürk Spor Salonu, Atatürk Lisesi
ve İpekiş Fabrikası ile bitişiğindeki Yahudi
Mezarlığı'nın da yer aldığı adayı SİT alanı ilan
ederek, koruma altına aldı. Kararın hafta başında
ilgili kurum ve kuruluşlara tebliği bekleniyor.
Alınan bilgilere göre,
Gürhan Akdoğan ve Selim Lümalı'nın "Atatürk
Stadyumu'nun tescili ve SİT alanı ilan edilmesi"
talebiyle yaptığı başvuruyu görüşen Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu, başvuruda stadyumla ilgili
ifade edilen 'tarihi değer'in bir bilim kurulu
tarafından incelenmesine karar verdi.
Kurul, bu kararının yanı sıra, bölgenin genel
durumunu da değerlendirdi ve Atatürk Stadı ile
Atatürk Spor Sarayı, Atatürk Lisesi, İpekiş
Fabrikası ve müştemilatı ile adanın kuzeyinde
bulunan Yahudi Mezarlığı'nı Kültürpark'ın uzantısı
olarak kabul etti.
Bu karar ışığında, Stadyum ile mezarlık arasındaki
alanın tümünün geleceğinin ancak doğal SİT olan
Kültürpark'la birlikte değerlendirilebileceği
görüşüne varan Kurul, bu adayı Kültürpark Tampon
Bölgesi SİT Alanı ilan etmeye karar verdi.
Bu karar özetle, Atatürk Stadı ve diğer yapıların
bulunduğu alanın Kültürpark sınırları içerisine
alınması ve gelecekte bu adada yapılacak her türlü
mimari tasarımın da ancak Kültürpark'la birlikte ele
alınarak değerlendirilebilmesi anlamına geliyor.
Bundan böyle Atatürk Stadı ve çevresindeki binalara
çivi çakmak için bile 'Kurul onayı' gerekecek.
Hatırlanacağı üzere,
Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin Bursa'ya
yeni bir spor kompleksi kazandırılmasına kaynak
sağlamak amacıyla Atatürk Stadı'nın bulunduğu alana
başka bir proje yapılmasını düşünmüş, bu konuda
Büyükşehir Belediye Meclisi'nden plan değişikliği de
geçmişti.
Bölgeye ilişkin meslek odaları temsilcilerinden de
görüş alan Şahin, Atatürk Stadı ve çevresinde yeni
yapılaşma düşüncesinden 'akademik mutabakat
sağlanamaması' nedeniyle vazgeçtiğini kamuoyuna
duyurmuştu.
Bursa Hakimiyet,
30.06.2007
|
TAYHaber'den Uyarı! |
 |
ARAZİYE ÇIKACAKLAR DİKKAT:
YANINIZA KENE ÇIKARMA ALETİ ALMAYI UNUTMAYIN!
Almanya'da kışın sıcak geçmesi yüzünden kene sayısında büyük bir artış oldu. Bu durumu göz önünde bulunduran Alman bilim adamları, doktora gitmeye ihtiyaç kalmaksızın kenelerin etkisiz hale getirilmesi için bir çözüm buldular. Isırması halinde insana ölümcül hastalık bulaştıran kenelerden korunmak için geliştiriler kene kartı, bu zararlının zehrini insan vücuduna akıtmadan tenden uzaklaştırılmasını sağlıyor.
Türkiye'de de kene ısırığına bağlı ölümlerin meydana gelmesi üzerine, Almanya'dan memlekete tatil için gidecek olanlar kene kartı edinmeye başladı. Henüz Türkiye'de üretilmeyen bu kart, Almanya'daki tüm eczanelerde 2 Euro'ya satılıyor. Kart, kenenin arka kısmında bulunan zehrini insan bedenine zerketmeden etkisiz hale getirilmesi işleminde kullanılıyor. Keneye karşı savaşım için kartın yanında cımbız ve bant gibi başka araçlar da kullanılıyor.
Hürriyet, 30.06.2007 |
1600 YILLIK SARNIÇ
YENİDEN HAYAT BULDU
Osmanlı döneminde
İstanbul'un su ihtiyacını karşılayan sarnıçlardan
biri olan Fatih'deki bin 600 yıllık Sultan Sarnıcı 7
yıl süren restorasyonun ardından, davet ve
organizasyonların yapılacağı bir merkez haline
getirildi.
Uzun bir süredir boş
olan sarnıç, belirli bir süre iplik bükücüler ve
marangozlar tarafından kullanıldı. Bu sırada doğal
dokusu yıpranan sarnıç 2000 yılına kadar atık
malzemelerin biriktiği metruk bir bina halinde
bekledi. Daha sonra ise Sarnıç Turizm Organizasyon
ve Prodüksiyon A.Ş., Sultan Sarnıcı'nı İstanbul
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden 49 yıllığına
yap-işlet-devret modeli ile kiralayarak
restorasyonuna başladı. 9 Temmuz'da açılışı
yapılacak sarnıç 7 yıl süren bir restorasyon
sonucunda aslına uygun olarak yenilendi.
Sabah, Ercan Sarıkaya,
30.06.2007
|
|
SARAY BAHÇESİNDE
GECEKONDU LOJMAN
Osmanlı
İmparatorluğu'nun yönetildiği, İstanbul'un ve
dünyanın en değerli eserlerinin sergilendiği Topkapı
Sarayı bahçesinde müştemilat olarak inşa edilen ve
lojman olarak kullanılan gecekondular yıllardır
sorun olmaya devam ediyor. Tahliye ve yıkımı mahkeme
kararıyla durdurulduğu için 15 memur ailesi Topkapı
Sarayı bahçesinde bulunan 9 gecekondu ve bir saray
karakolunda yaşamlarını sürdürüyorlar.

Topkapı Sarayı'nın bahçesindeki Aya İrini
Müzesi'nin hemen arkasında bulunan sarayı çevreleyen
sur duvarlarına 20 yıl içinde saray müdürlerinin
gözetiminde 9 gecekondu yapıldı. Kültür Müdürlüğü,
İstanbul Valiliği'nin iznini alarak gecekondu
lojmanlara memurlarını yerleştirdi. Gecekondular ve
saray bahçesinde bulunan karakolda sarayın bazı
güvenlik görevlileri, arkeoloji müzesinde görevli
memurlar ile İstanbul'un çeşitli müzelerinde görevli
memurlar aileleriyle birlikte yaşıyor.
Gecekondularda oturanlar girişi sarayın birinci
avlusundan yapıyor. Memurlara dönüşümlü olarak
tahsis edilen gecekondu baraka lojmanlarda 10 yılı
dolduranların ise yerlerini yeni memurlara
bıraktıkları öğrenildi.
Öte yandan gecekonduların hemen önünde bulunan ve
geçmiş yıllarda sarayın korunması için karakol
binası olarak kullanılan bina da lojmana
dönüştürülmüş durumda. Tek katlı karakol binası
içinde 6 odada 6 aile yaşıyor. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Suri Sultani Projesi kapsamında
gecekonduları yıkmak için karar aldı. Memurlara da
evleri boşaltmaları için tebligat gönderdi. Ancak
memurlar kazanılmış hakları olduğunu ileri sürerek,
İstanbul İdare Mahkemesi'ne dava açtı. Mahkeme bir
ay önce yıkım ve tahliye kararının yürütmesini
durdurdu. Böylece baraka gecekondu lojmanlar
yıkılamadı. Gecekonduların yıkılması için İdare
Mahkemesi'nin konuyla ilgili karar vermesi
bekleniyor.
Gecekondu lojmanlarda kötü şartlarda yaşamlarını
sürdüren memurlar ise bakanlığın yer göstermeden
çıkın demesine tepki gösterdi. Maaşlarının çok düşük
olduğunu belirten memurlar, kendilerine yer
gösterilmesi gerektiğini dile getirdi.
Sabah, Haber: Ercan
Sarıkaya, 30.06.2007
|
TİTANİK'İN BELGELERİ
MÜZAYEDEDE KAPIŞILDI
1912'de bir buz dağına
çarpan Titanic gemisinin batmasından sonra
başlatılan kurtarma çalışmalarına katılan gemilerden
'SS Mackay-Bennet'in seyir defteri, New York'ta
Christie's müzayede evince düzenlenen açık
artırmada, 102 bin dolara satıldı.
Titanic'in 12 Nisan
1912'de batmasından sonra cesetlerin toplanması
çalışmalarına katılan geminin seyir defterinde,
cesetlerin sayısı yer alıyor. Satışa sunulan birinci
sınıf yolcu listesi de 48 bin dolara alıcı buldu.
Kazada bin 500 insan
hayatını kaybetmişti.
Radikal, Fotoğraf:
AFP/AP, 30.06.2007
|

SS Mackay-Bennet'in maketine
yoğun ilgi vardı. Müzayedede Titanic'in
tarihi çizimi de yer aldı.
|
HOMEROS VADİSİ TEMMUZ'DA
HAZIR
İzmir Büyükşehir
Belediyesi'nin, kente yeni bir çekim merkezi
kazandırmak amacıyla Bornova'da başlattığı "Homeros
Vadisi" çalışmaları son aşamaya geldi. İlçe
merkeziyle Kayadibi arasındaki Bornova Çayı
yatağında uzanan 3.5 kilometrelik vadi boyunca
göletler, su kanalları ve bentler inşa edildi.
Rengarenk çiçeklerle ve yaklaşık 5 bin ağaçla bezeli
eşsiz piknik alanları oluşturuldu.
Projeyle, fazla yağmurlarda yaşanan su baskınlarının
da önleneceği belirtildi.
Başkan Aziz Kocaoğlu,
Homeros'un yaşadığı varsayılan mağaranın, turistik
açıdan ciddi potansiyel oluşturmasını beklediklerini
söyledi. Kocaoğlu, ''Burası; piknik alanları,
doyumsuz manzarası, tertemiz havası, berrak suları
ve kent merkezine yakınlığıyla şehrimizin simge
mesire yerlerinden olacak'' dedi.
Dünya Sergisi'nin (EXPO)
2015 organizasyonuna, "Daha sağlıklı bir dünya için
yeni yollar ve herkes için sağlık" temasıyla aday
olan İzmir Büyükşehir Belediyesi, bu çerçevede
interaktif bir müze oluşturacak. Ahmet Piriştina
Kent Arşivi ve Müzesi'nde kurulacak "Kent ve Sağlık"
müzesinde, tarihten bugüne İzmir'in sağlık
alanındaki ilkleri sergilenecek. Kentin antik
döneminde yaşayan Galen, Hipokrat gibi simge
isimlerinin heykelleri konulacak. Müzede;
canlandırmalarla, müzikle ve barkovizyon
gösterileriyle eski dönemlerin havası yaratılacak.
Ziyaretçiler, Agora kazılarıyla gün yüzüne çıkarılan
"ilk diş plantasyonu", "ilk şırınga", "ameliyat
malzemeleri" gibi çok özel tarihi objeleri de
görebilecek.
Milliyet Ege, 30.06.2007
|
|
SÜRGÜNDEN KURTULDULAR
Van’daki Akdamar
Kilisesi Anıt Müzesi’ne zarar verdikleri iddia
edilen yaklaşık 300 tavşanın adada kalması
kararlaştırıldı.
Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün isteği doğrultusunda
Akdamar Adası’nda inceleme başlatan Çevre Orman
Müdürlüğü uzmanları, hazırladıkları teknik raporla
tavşanların zararsız olduğunu belirledi. Raporda
’Kilise ve çevresinde yapılan incelemede çok
belirgin olarak tavşanlara ait bir kazı ve tahribata
rastlanmamıştır. Tavşanlarda ekosistemi olumsuz
yönde etkileyecek bir artış gözlemlenmemiştir.
Bundan dolayı tavşanların adadan uzaklaştırılması
uygun görülemez" denildi. Kültür Turizm Müdürü İzzet
Kütükoğlu, bu rapor üzerine tavşanların kalmasına
karar verildiğini belirtirken, yine de sürekli takip
edileceğini belirtti. YYÜ ÇSAUM Müdürü Dr. Şevket
Alp de adanın tavşanların üremesi için uygun bir
mekan olduğunu belirterek, "Hem tavşanlar hem de
tarihi eser ve tabiatı koruma açısından en iyi
çözüm, tavşanların Akdamar Adası’ndan belirli
aralıklarla tuzaklarla tutulup, yaşayabilecekleri
doğal bir ortama bırakılmalarıdır" dedi.
Hürriyet, Haber: Osman
Bekleyen, 30.06.2007
|
AYASOFYA'NIN USTALARI
Roma La Sapienza Üniversitesi Bizans Sanatı Tarihi Bölümü Başkanı Prof. Alessandra Guiglia Guidobaldi başkanlığındaki altı kişilik ekip tarafından Ayasofya`da yürütülen çalışmalarda, bugüne kadar gözden kaçan önemli bulgular keşfedildi. Sekiz yıllık kapsamlı araştırmalar sonucunda yapının mermerleri, döşeme, sütun detayları ve korkuluk levhaları üzerinde 6. yüzyıla tarihlenen ve Ayasofya'nın yapımında çalışan 120 ustanın imzalarına rastlandı. Grekçe harflerin kodlanmasından oluşan imzalar, belirli bir gurubun ve atölyenin kısaltılmış isimlerinden ve sembollerden oluşuyor.
Mermerlerin üzerindeki isim ve sembollerin her birinin bir ustayı temsil ettiğini belirten arkeologlar, yapının her elemanın ayrı ustalar tarafından yapıldığına değinerek her usta grubunun bir tip eseri yapma konusunda uzmanlaştığını vurguluyor. Aynı dönemlerde inşaa edilen diğer Justinianus dönemi yapılarda da imzaların varolduğunu belirten arkeologlar, Küçük Ayasofya başta olmak üzere pek çok yapıda Ayasofya `nın yapımında çalışan ustaların imzalarına rastlandığını belirttiler.
Turkish Daily News, Haber: Vercihan Ziflioğlu, Çev.: Yüksek Zemin Arayışı, 29.06.2007
|

 |

|
GÜMÜŞHANE ATAÇ KONAĞI HİZMETTE
Türkiye'nin ilk Maliye Bakanlarından olan Hasan Fehmi Ataç'ın konağı son yapılan restorasyon çalışmalarından sonra hizmete açıldı.
Varisleri tarafından aslına uygun olarak restore edilerek il turizmine açılması için Gümüşhane Valiliği'ne bağışlanan ve Gümüşhane'nin tarihi konaklarından olan Hasan Fehmi Ataç Konağı, çevre düzenlemesi ve iç dekorasyonu tamamlanarak hizmete açıldı. Konağı 15 yıllığına kiralayarak çevre düzenlemesi ve dekorasyonu yaparak hizmete açtıklarını söyleyen Gümüşhaneli iş adamı Ercan Çimen, konağın 7 oda ve 15 yatak kapasitesi olduğunu belirterek "Odalar her türlü donanıma sahip" diye konuştu.
Karadeniz Gazetesi, 29.06.2007
|
MALATYA'DA ROMA DÖNEMİ
MOZAİKLERİ
Malatya'nın Doğanşehir
İlçesi'nde bulunan Roma Dönemi'ne ait 4 metrekare
alanda otlayan karaca, Kuluncak İlçesi'nde de kuş
figürüne benzeyen mozaikler gün yüzüne çıkarılmayı
bekliyor.
Malatya Müzesi Müdürü
İzzet Esen, yaptığı açıklamada, Kuluncak ve
Doğanşehir'de daha önce yapılmış ihbarlar üzerine
tespit edilmiş mozaikler olduğunu belirtti. Esen, mozaiklerle ilgili
şu bilgiyi verdi:
"Kuluncak'taki mozaik oldukça tahrip edilmiş,
mozaiğin hazinenin habercisi olduğunu zannıyla
hareket eden define avcıları biraz kazı yapmış. Bu
mozaiğin bir kuş ya da güvercin figürüne benzediğini
düşünüyoruz. Mozaiğin kurtarılması çalışmasının
yapılması gerekiyor. Bununla ilgili yazışmalarımızı
yaptık. Bölge kurulunda bu konu görüşüldü. Ancak
Kuluncak'taki bu mozaik özel mülkiyet elinde
olduğundan bakanlığımızın burayı istimlak etmesi
gerekiyor. Doğanşehir'deki mozaik de bu kadar
olmamakla birlikte tahrip olmuş, ancak bu mozaik
belediye başkanının arazisi içinde. Kendisi bizi
destekliyor ve teşvik ediyor. Burada da kaçak kazı
izleri mevcut."
Doğanşehir'deki mozaikle
ilgili belediye başkanının kendilerine yazılı izni
verdiğine dikkati çeken Esen, şunları kaydetti: "Bu mozaik 4 metrekare
alanda otlayan bir karaca. Orijinal bir şekilde
korunmuş. Ekip ve ekipman sorunumuz var. Dışardan
ekip takviyesi lazım. Çünkü bu anlamda müzemizin
personeli yeterli değil, özellikle de uzman
anlamında. Yerel makamlardan, il özel idaremizden,
sivil toplum kuruluşlarından hatta olabilirse diğer
kurum ve kuruluşlardan destek istiyoruz. Gerekli
imkanlar sağlanırsa mozaikleri gün yüzüne
çıkaracağız."
Gaziantep'teki Zeugma ve
Hatay'da bulunan mozaiklere de değinen Esen,
Malatya'da da bu anlamda bir potansiyelin olduğunu,
bu potansiyelin değerlendirilmesi gerektiğini
kaydetti.
Trt/Haber, 29.06.2007
|
BATTI-ÇIKTI'DAN YİNE SÜTUN ÇIKTI
D-100 karayolunun İzmit Kent Geçişi Projesi kapsamında Orduevi kesiminde çalışmalar sürüyor.
Sıcak günlerde, daralan yolda araç sürücülerinin büyük sıkıntı çektiği çalışmalar sırasında dün tarihi eser özelliği taşıyabilecek yeni kalıntılar bulundu. Yolun, Gültepe kavşağına yakın kesiminde yapılan kazı çalışması sırasında eski dönemlere ait iki tane taş sütun bulundu. Battı-Çıktı tünelinin kazısı sırasında bulunan tarihi eserlerle ilgili olarak Müze yetkililerine haber verildi. İzmit Müze Müdürü İlksen Özbay, bulunan sütunların kontrollü biçimde dışarı çıkartılmasını sağladı, ardından kazı çalışmalarının devamına izin verdi. Özbay, bulunan sütunların uzmanlarca inceleneceğini söyledi.
Özgür Kocaeli, 29.06.2007
|

|
 |
KIZLAR MANASTIRI'NDA HAMAM BULUNDU
Trabzon Müze Müdürlüğü ile Trabzon Belediyesi tarafından yapılan kurtarma kazısı çalışmaları neticesinde Kızlar Manastırı'nın güney kısmında eski dönemlere ait bir hamama rastlandı. Geçtiğimiz aylarda aynı manastır içerisinde 10 adet insan iskeletine rastlanmasından sonra kazı çalışmaları daha hızlandırılmıştı. Söz konusu hamamın 13. yüzyıldan kalmış olabileceği tahmin ediliyor. Trabzon Müze Müdürü Nilgün Yılmazer Salihoğlu 6 aydan bu yana devam eden kazı çalışmalarında bu güne kadar 13. yüzyıla tarihlenen seramik buluntuları, bronz ve kemik buluntular, boncuk buluntuların yanı sıra 2 adet tam iskelet olmak üzere ve 10 adet kafatası ve insan kemikleri ortaya çıkartıldığını dile getirerek, "Bu güne kadar varlığı bilinmeyen bir adet sarnıç ve batıdaki kilise binasının ön kısmında bahçe duvarlarına rastladık. Ayrıca kuzeydeki öğrenci odalarındaki yapı katlarını açığa çıkarmakla birlikte çok nadir de olsa mermer yapı parçacıkları tespit ettik. En ilginç tespitlerimiz arasında ise Manastırın mimarisine yönelik tespitler söz konusu idi; başından bu yana pişmiş toprak boru ve kanal sistemini takip ettik ve sonuç olarak 26.06.2007 tarihinde Manastırın güneybatısında bir hamam yapısıyla karşılaştık. Mimari yönden incelemelerine devam ettiğimiz hamam yapısının ısınma kısmı muhtemelen güney teras kısmında bulunuyor" diye konuştu. Manastırdaki restorasyon çalışmalarında belediye tarafından yürütülen çalışmada projenin değiştirilmesi gerektiğini ifade eden Salihoğlu, "Bu demektir ki, Manastırın restorasyonu üzerine hazırlanan projelerde değişikliğe gidilmesi gerekiyor, çünkü bu alan projede yanılmıyorsam konferans salonu olarak planlanmıştı oysa alanın şeffaf çatılarla kaplanıp Efes'deki Yamaç Evler gibi özgün haliyle korunması gerekmektedir. Ayrıca alandaki kazı sonucundaki tespitlerimiz mevcut projede bir çok değişiklik yapılmasını öngörüyor kanaatindeyim. Tabii ki kurtarma kazısı sonucunda hazırlayacağımız rapora göre Taşınmaz Kültür Varlığı Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nun 14.12.1974 gün ve 8195 sayılı kararı gereği Trabzon Belediyesi'nce hazırlanan projede birçok revizyon yapılması gerekecek" ifadelerine yer verdi.
Karadeniz Gazetesi, 29.06.2007
|
TUNCA KÖPRÜSÜ'NDEKİ DEMİR AKSAM
SÖKÜLDÜ
Edirne'yi Karaağaç semtine bağlayan
ilk köprü olan Ekmekçizade Ahmet Paşa (Tunca )
Köprüsü'nün geçtiğimiz yıllarda selden zarar görerek
yıkılan kemerlerin üzerine yapılan çelik bölme,
köprünün onarımı çerçevesinde yerinden söküldü.
Köprünün yıkık olan iki kemerini diğer bölümüyle
bağlayan çelik bölmenin yerine orjinal kemerlerin
yapılması için müteahhit firma Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan
çıkacak kararı bekliyor.
Edirne Internet Gazetesi, 27.06.2007
|
3.2 MİLYON YILLIK FOSİL "LUCY" TURA ÇIKIYOR
Amerika
Dışişleri Bakanlığı, dünyanın en meşhur fosili olan
Lucy'nin ABD seyahatine izin verdi. Etiyopya'da 1974
yılında bulunan 3,2 milyon yaşındaki insan fosili
"Lucy" diye adlandırılıyor. Ancak yeryüzünde insanın
kökenine ilişkin en nadide bulgulardan biri olan
Lucy'nin, seyahate çıkarılması, müze uzmanlarını ve
arkeologların tepkisine neden oluyordu. Lucy 2008'e
kadar sürecek yolculuğunda önce Houston'da, sonra
Washington, New York, Chicago ve Denver'da
sergilenecek.
Sabah, 29.06.2007
|
BOĞAZİÇİ VE GEORGE WASHINGTON ÜNİVERSİTELERİ TARİHİ
YARIMADA İÇİN "TURİZM YÖNETİM STRATEJİSİ" HAZIRLADI
Boğaziçi ve George Washington
Üniversitelerinin
lisan üstü öğrencileri tarafından İstanbul tarihi
yarımadasında sürdürülebilir turizmi oluşturmak ve
şehri dünya standartlarında bir kültürel miras
destinasyonu haline getirmek için oluşturulan
stratejik yönetim planının ön raporu, İTO’da
düzenlenen bir basın toplantısında sektöre ve
kamuoyuna sunuldu.
Dünya
Turizm Örgütü'ne bağlı TedQual Uluslararası Gönüllü
Programı çerçevesinde ve Eminönü Belediyesi'nin
desteğiyle 12 Türk ve 16 yabancı lisan üstü
öğrencinin katılımıyla oluşturulan ''İstanbul Tarihi
Yarımadasını Dünya Standartlarında Bir Varış Noktası
Olarak Konumlandıracak Sürdürülebilir Turizm
Stratejisi'' isimli çalışmanın ön raporu, İstanbul
Ticaret Odası (İTO) Meclis Salonu'nda düzenlenen
toplantıyla açıklandı. Ana raporun ise 11 Temmuz’da
yayınlanacağı bildirildi.
Ön raporun
sunumu öncesinde bir açılış konuşması yapan Eminönü
Belediye Başkanı Nevzat Er, “Tarihi Yarımada
tarihteki yerini almak durumundadır” diyerek her
geçen gün giderek kirlenen tarihi yarımadanın
gelecekte dünya turizminin önemli bir yeri haline
getirmek için gösterilen çabalarla bütünleşen önemli
bir çalışma olduğuna inandığını belirttiği
''İstanbul Tarihi Yarımadasını Dünya Standartlarında
Bir Varış Noktası Olarak
Konumlandıracak Sürdürülebilir Turizm Stratejisi''
çalışması için her iki üniversite mensuplarına
teşekkür etti.
Boğaziçi ve
George Washington üniversitelerinden Duygu Malalı,
Yasin Rofcanin, Dawid Brown ve Jennifer Park’ın
sunduğu ön raporda, öncelikli olarak gelişmiş
kamu-özel sektör ortaklığı oluşturulmasıyla
Eminönü'nün dünya mirasında yerini alabileceğine
işaret edilerek, tarihi yarımadanın en çok ziyaretçi
yönetimi, önemli tarihi ve kültürel kaynakların
korunması, güçsüz özel ve kamusal ortaklıklar
konularında sorunlar yaşadığına dikkat çekildi ve
talep yönetimi, varış noktası yönetimi ve alan
yönetimi konularında öneriler geliştirildi.
Ön raporda, raporun zamanlamasına özellikle
dikkat çekilerek, İstanbul’un tarihi alanlarının
UNESCO’nun “Tehlikeli Alanlar” listesine girme
tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna özel vurgu
yapılarak, “Hükümetin, Dünya Miras Yönetimi Planı’nı
Şubat 2008’e kadar tamamlaması gerekmektedir”
denildi.
Ön raporda ayrıca, İstanbul'un kültürel miras
destinasyonu olarak pazarlanmasına ve şehrin hedef
kitlelere pazarlanmasında yenilikçi araçlardan
yararlanılmasına odaklanılması gerektiği
vurgulanarak, bu konuda ''istanbul.com'' adlı
internet sitesinin iyileştirilmesi, İstanbul'u 24
saat gösterecek gerçek zamanlı online video,
''İstanbul'un en iyileri'' fotoğraf yarışması ve
İstanbul'un 2010 internet sitesinin yenilenmesi için
milli yarışma yapılması öneriliyor.
Ön raporda,
şu önerilere yer verildi:
''Hizmet sektöründe çalışanlar için servis kalitesi
ve özgünlük sertifikası programları düzenlenmesi,
çalışanlar için eğitim olanakları sağlanması,
müşteri memnuniyeti takip sistemi kurulması, Avrupa
Mobilite Haftası Girişimi, alternatif rehbersiz tur
rotaları oluşturulması, tutarlı, temalı tabelaların
asılması, turist ulaşım rehberleri hazırlanması,
seyahat acentaları ve tur operatörlerine yönelik
'İstanbul'da mükemmel 3 üç gün yarışması' yapılması
ve İstanbul 2010'u bir marka haline getirmek için
sponsorluk ve tanıtımlar yapılması.
Turistlerin İstanbul'da zengin ve özgün bir tatil
deneyimi yaşayabilmeleri için de ayrıca farklı
önerilerin yer aldığı raporda; ziyaretçi akışı
yönetim stratejilerinin oluşturulması, müzelerde
kalite geliştirme programının uygulanması, kişisel
müzik dinleme aleti olan Ipod gibi çeşitli işitsel
cihazlarla turistlere açıklama programı kurulması ve
tarihi yapıları yenileme çalışmaları için kaynak
artırımına gidilmesi tavsiye ediliyor.
Her iki
üniversitenin öğrencileri için danışmanlık deneyimi
niteliği taşıyan ve Eminönü Belediyesi’nin destek
verdiği proje çalışması, 17-29 Haziran tarihleri
arasında İstanbul’da çalışan danışman öğrenci grubu,
George Washington Üniversite İşletme ve Turizm
İşletmeciliği Yüksek Lisans Programı ve Boğaziçi
Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Lisans programı
öğrencileri tarafından hazırlandı. George Washington
Üniversitesi öğrencileri projeyi George Washington
Üniversitesi’nden Dr. Non Hawkins ve Milena Nikolova
rehberliğinde yürütürken, Boğaziçi Üniversitesi
öğrencileri çalışmalarını Boğaziçi Üniversitesi
öğretim üyeleri Yard. Doç. Dr. Maria Alvarez ve Doç.
Dr. Şükrü Yarcan denetiminde gerçekleştirdiler.
Turizm Gazetesi, 29.06.2007
|
ZAZADİN HANI'NA ONARIM
Selçuklu Belediyesi Sille Hamamı’ndan sonra Zazadİn Han’ı da yaklaşık 2 trilyon liralık bir harcama ile restore edecek. 210 günde tamamlanacak olan çalışmaların ilk harcı dün kondu.
Konya-Aksaray karayolunun 22. kilometresinde bulunan, 2 bin 500 metrekare kapalı alana sahip ve bin metrekare açık avlusu bulanan hanın onarım çalışmalarının başladığı törende konuşan Vali Osman Aydın, böyle tarihi mimarilerin Anadolu’da Türkiye’nin damgası olduğunu belirterek, “Mazisini öğrenmeyen bir milletin geleceği karanlıktır. Böyle eserleri geleceğimize aktarmak görevimizdir. İnanıyorum ki 40 civarında eserin onarımlarının tamamlanması ile bu alanda önemli bir adım atılmış olacak” dedi. Bünyesinde 2 mescit, hamam ve insanların sosyal ihtiyaçlarını karşılayacağı mekanlara sahip yapının restorasyonun 210 günde tamamlanacağını ifade eden Selçuklu Belediye Başkanı Adem Esen, konuşmasında, “Bu hanın restorasyon çalışmalarının yüzde yirmisini biz karşılıyoruz. Geriye kalan yüzde seksenini ise, hemşehrilerimizin vermiş olduğu emlak vergisinin bir bölümüyle karşılıyoruz. Zazadın han’ın restorasyonu toplam 2 milyon YTL civarında tutuyor. Restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra burayla ilgili bazı projeler ürettik. Gelen teklifler doğrultusunda bu han otel, restoran olabilir. İnşallah bu eserler tahrip olamadan gelecek nesillere aktarılır” diye konuştu.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdüssettar Yarar’da konuşmasında, “Zazadın Hanı’nın iç ve dış kapılarındaki kitabelerden öğrenildiğine göre, Vezir Sadettin Köpek tarafından 1235–1236 yıllarında yaptırılmıştır. Günümüze iyi bir durumda gelen Zazadın Hanı, doğu batı doğrultusunda dikdörtgen plan şeması göstermektedir. Selçuklu han ve kervansaraylarında olduğu gibi kapalı ve açık bölümlerden meydana gelmiş, ancak kuzey duvarı kademeli olarak yapılmıştır. Yapımında kesme taş kullanılmıştır. Bu taşların arasına devşirme olarak antik taşlara da yer verilmiştir. Han kütlevi görünüşü itibarı ile bir kaleyi andırmaktadır” dedi.
Selçuklu İlçesi'ne bağlı Tömek Köyü yakınlarında bulunan Zazadın Han’da düzenlenen törene Vali Osman Aydın, Konya Milletvekili Sami Güçlü, Selçuklu Belediye Başkanı Adem Esen, Selçuklu Kaymakamı Şükrü Görücü, Meram Belediye Başkanı Refik Tuzcuoğlu, İl Emniyet Müdürü M. Salih Tuzcu İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdüssettar Yarar, Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, ve çok sayıda davetli katıldı. Konuşmaların ardından protokol üyeleri Zazadın han'ın restorasyon çalışmalarına ilk taşı koyarak hanın restorasyonunu başlattı.
Merhaba Gazetesi, Haber: Ali Sait Öge, Fotoğraf: turkishhan.org, 29.06.2007
|

 |

|
İŞTE DÜNYANIN YENİ MİRASLARI
UNESCO Dünya Mirası Komitesi, dünya mirası listesini dün güncelledi.
Güncellemeye göre kültür mirası listesindeki yer ve yapılar şunlar:
Sydney Opera Evi - Avustralya
Ivami Ginzan Gümüş Madeni - Japonya
Nisa Kalesi - Türkmenistan
Delhi'deki Kızıl Kale Kompleksi - Hindistan
Samarra'daki arkeolojik kalıntılar - Irak
Lope-Okanda'da doğa - Gabon
Richtersveld'deki dağlık kurak topraklar - Güney Afrika
Mağara çizimleriyle ünlü Twyfelfontein-Namibya
Guandong'daki 1800 kule ev - Çin
Nazilerin İkinci Dünya Savaşı sırasında 1 milyonun üzerinde Yahudiyi öldürdüğü Auschwitz Toplama Kampı'nın adı da Polonya'nın isteği üzerine "Auschwitz-Birkenau Alman Nazi Toplama ve İmha Kampı" olarak değiştirildi. Bu talebin nedeni, "Auschwitz" adının "yaşananları" anlatma konusunda tek başına yetersiz oluşuydu.
Milliyet, 29.06.2007
|
APHRODISIAS'A YENİ OTOPARK
Aydın'a bağlı Karacasu İlçesi'nin merkez bucağına bağlı Geyre Belediye Başkanlığı, Afrodisias antik kentinde yeni otoparkın hizmete açıldığını bildirdi.
Bu yeni otoparkta ücretsiz olarak şöförlere çay ve araçların yıkanması için su servisi yapılıyor, ayrıca otoparkla Afrodisias arasındaki 200 metrelik mesafede turistlere çekçeklerle taşıma hizmeti veriliyor.
Turizm Habercisi, 29.06.2007
|

|
 |
HALEPLİBAHÇE'DE ARKEOLOJİK SONDAJ
Şanlıurfa Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, Haleplibahçe'de yapılan kazılarda 100 metrekarelik mozaiğin gün ışığına çıkarıldığını belirtti.
Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, MS 3. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Haleplibahçe Mozaiklerinde 'Savaşçı Amazon Kraliçelerinin resimlerinin dünyadaki ilk örneklerine rastlandığını söyledi. Haleplibahçe mozaiklerini, mozaik tekniği, sanatı ve 4 milimetre kare ile 1 milimetre kare ebadında Fırat Nehri'nin orijinal taşlarından yapılması ve benzeri özelliklerinden dolayı, dünyanın en kıymetli mozaiklerinden biri olarak tanımladığını ifade eden Yıldız, şunları söyledi; “Av sahnesi mozaiğinin kenar bordürlerinde, geometrik motifler, bitki desenleri, güvercin, kanatsız çocuk erosu, sincap, ördek, kaplan, keklik, ceylan ve tazı figürlerine yer verilmiştir. Mozaiği çevreleyen bordürün köşelerinde ise Urfa halkının 'Edessa Güzeli' diye adlandırdığı, genç kız maskına yer verilmiştir. Ayrıca mozaiğin genelinde doğadaki tüm renklerin kullanılması, aynı rengin farklı tonları kullanılarak verilen gölgelendirmeler, kısacası renklerin zenginliği, taşların küçüklüğü, üst seviyedeki sanatın mozaiklere resmedilmesi görenleri büyülemektedir. Ana sahnede dört amazon kraliçesi Hippolyte (Hipolite), Antiope, Melanippe (Melanipe) ve Pentehesileia (Pentesilya) savaşçı amazon kadınlarına özgü giysileriyle, tek göğüslü olarak at üstündeki av sahneleri tasvir edilip Grekçe isimlerine yer verilmiştir. Bu sahneler bugüne kadar rölyeflere resmedilmişti. Apollon ve Artemis Tapınağı, İzmir, Efes, Sinop, Samsun İli'ne bağlı Terme Çayı yanında kurulan Themiscyria gibi yerleşimler Amazon Kraliçeleri tarafından kurulmuştur.Yunan mitolojisinin en önemli unsuru olan Savaşçı Amazon Kraliçeleri Şanlıurfa'nın var olan kültürel mirasına katkı sağlayacaktır."
İl Kültür ve Turizm Müdür Selami Yıldız, Halepli Bahçede bulunan mozaiklerin 11 bin 500 yıl öncesine ait Göbeklitepe Tapınağı ve Balıklıgöl Heykeli gibi arkeoloji dünyasında ilgi ile izlenildiğini belirterek, "175 dönümlük alanın tamamında 10'ar metre aralıklarla sondaj çukuru kazılacaktır. Sondaj çalışmalarını başlattık. Yapılan sondajlarla alanın tamamında tarama yapılıp varsa diğer mozaikler de ortaya çıkarılacaktır. Çalışmalarımız Şanlıurfa Valiliğimizin sağladığı imkanlarıyla itina ile davam etmektedir" diye konuştu.
Şanlıurfa Kent Haber, 28.06.2007
|
RESTORE EDİLEN 2 TARİHİ BİNA AÇILIYOR
Akşehir Belediyesi'nin
restore ettiği Kent Müzesi ve Konuk Evi ile
Bakanlıkça restore edilen Nasreddin Hoca Arkeoloji
ve Etnografya Müzesi, şenliklerin ilk günü olan 5
Temmuzda açılacak.
Akşehir'de 1927 yılında
yaptırılan ve 2000 yılındaki depremden sonra orta
hasarlı olduğu için kullanılmayan tarihi Cumhuriyet
İlköğretim Okulu Binasında, Belediye tarafından
hazırlanan proje ile restorasyon işlemi yapıldı.
Restorasyonu tamamlanarak, Kent Müzesi ve Konuk Evi
olarak hizmet verecek olan yapı, açılışı bekliyor.
Öte yandan Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
restore edilen, Nasreddin Hoca Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi olarak kullanılacak olan tarihi
binadaki restorasyon çalışmalar da tamamlandı.
Akşehir Belediye Başkanı Mustafa Baloğlu, her 2
yapının, bu yıl 48'incisi düzenlenecek olan
Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Şenliği
kapsamında 5 Temmuzda törenle açılacağını söyledi.'
Merhaba Gazetesi, 28.06.2007
|
ÇAKIRSAZ HANI ZİYARETE
AÇILDI
Kütahya'nın Altıntaş
Kaymakamı Faik Arıcan, Vakıflar Bölge Müdürlüğü
tarafından restore ettirilen Çakırsaz Hanı'nı
ziyaret etti.
Kaymakam Arıcan, ziyareti sırasında yaptığı
konuşmada, hanların ve kervansarayların Türk
tarihinde ticaret yollarındaki önemli merkezler
olduğunu belirterek, "Hanlar, yollar üzerine bir
günlük yürüyüş mesafesi kadar aralıklarla yapılmış
olan yapılardır. Gelip geçen yolcuların, ticaret
kervanlarının barındıkları, konakladıkları, zaman
zaman satış yaptıkları, etraflarında yolcuların
ihtiyaçlarını karşılayabileceği nalbant, semerci vb
sanatkarların toplandığı birer merkezdiler. Aynı
zamanda yapı tekniklerinden dolayı, yolcuların
güvenlik açısından sığınma yerleriydiler. Uygun
yapılarından dolayı yazın serinlemek isteyen, kışın
ısınmak isteyen yolcuların istirahatgahıydılar"
dedi.
Altıntaş ilçesine 15 kilometre uzaklıkta bulunan
Çakırsaz Hanı, heybetli görünümü ile ziyaretçilerini
bekliyor.
Kütahya Kent Haber,
28.06.2007
|
|
TARİHİ ESER
DOLANDIRICILARI YAKALANDI
"Tarihi eser" süsü
verdikleri madeni eşyaların gömülü bulunduğu
haritayı satmak veya ortaklı kazı yapmak suretiyle
vatandaşları dolandırdıkları iddia edilen Batmanlı
bir şebeke Ardahan’da yakalandı.
Alınan bilgiye Beşiri
doğumlu Y.K, S.K, S.G. ile D.G. isimli şahıslar
Ardahan ilinin Hanak ilçesine giderek burada bulunan
bir İmama ellerinde tarihi eserlerden oluşan
hazineye ait harita bulunduğunu ve
milyarlarca lira değerinde altına ulaşmanın zor
olmadığını anlattılar.
Köy imamıyla anlaşmaya
varan 4 Batmanlı, daha sonra ellerindeki haritayı
İmama satmak üzere planlarını uygulamaya koydular.
Taraflar arasındaki görüşmeler devam ederken köy
imamı durumu yetkililere bildirdi ve yapılan
operasyonla 4 kişi yakalanarak gözaltına alındı. Adliyeye çıkarılan
zanlılardan Y.K. tutuklanarak cezaevine
gönderilirken diğer 3 kişi serbest bırakıldı.
Ardahan’ın Hanak
İlçesi'nde meydana gelen bu olayda isimleri geçen
kişilerin Beşirili olması, bir müddet önce aynı
yöntemle kandırılan ve borçlanması nedeniyle intihar
eden Dr. Hasan Bölükbaş olayını hatırlattı.
Bilindiği üzere Dr. Bölükbaş da benzer bir şebekenin
tarihi eser oyununa gelmiş ve büyük paralar bularak
borçlanmıştı. Aynı yöntemi kullanan bu gurubun
Ardahan’da yakalanması bu olayı anımsatırken,
yetkililer, benzer dolandırıcılık yönteminin her
zaman geçerli olabileceğine dikkat çekerek
vatandaşların uyanık olmasını istediler.
Batman Gazetesi,
28.06.2007
|

|
MÜZEYE ZİYARETÇİ AKINI
Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürü Ahmet Denizhanoğulları, müze ziyaretçi sayısının arttığını bildirdi. Arkeoloji Müzesi Müdürü Ahmet Denizhanoğulları, 2007 yılının ilk 6 ayında ziyaretçi sayısı bakımından geçen yıla göre yüzde 30 artış olduğunu belirtti.
Denizhanoğulları, "Ziyaretçi sayımızı 2006 yılı ile karşılaştırdığımızda yüzde 30'luk bir artış görülmektedir. 2006 yılında 40 bin 713 ziyaretçi müzemizi gezerken, 2007 yılında bu sayı 55 bin 393 kişiye ulaşmıştır. Çevremizdeki komşu illerle birlikte geliştirilecek ortak projeler ile Gaziantep bölgenin turizm cazibe merkezi haline getirilebilir" şeklinde konuştu.
Bölgede kazı çalışmalarının da devam ettiğini söyleyen Denizhanoğulları, "Kaledeki restorasyona yönelik kazı çalışmaları ile ilgili İl Özel İdaresi ile proje görüşmelerimiz sürüyor. Ayrıca, Yesemek ve Dülük Antik Kenti'nde temizlik çalışmaları yapılacak. Ağustos ayında ise yine Dülük'te bilimsel kazı çalışmasına başlanılacak. Yine Ağustos ayında Zeugma'da bilimsel kazı çalışması yapılacak" diye konuştu.
Gaziantep 27 Gazetesi, 28.06.2007
|
MUMYANIN SIRRI DNA İLE ÇÖZÜLDÜ
Mısır’da 104 yıl önce bulunan 3500 yıllık kadın mumyasının Kraliçe Hatşepsut olduğu, 1.80 cm büyüklüğündeki dişine yapılan DNA testiyle belirlendi. Dişleri çürük ve 50 yaşlarındaki şişman kadın mumyası, arkeologların uzun yıllardır çözmeye çalıştığı bir bilmeceydi. Mısır’ın başarkeoloğu Zahi Havas, "Dişler tıpkı parmak izleri gibidir" dedi.
Mısır’ın başarkeoloğu Zahi Havas, 104 yıl önce bulunan ve üst soylu sınıftan şişman bir kadına ait mumyanın dişinden alınan DNA örneğiyle diğer bilimsel testler sayesinde, kimliğinin belirlendiğini açıkladı. Zahi Havas, mumyayı gazetecilere tanıttığı basın toplantısında, "Bundan yüzde yüz eminiz. Mumya, 3500 yıl önce ülkeyi yöneten Kraliçe Hatşepsut’a ait" dedi. Firavunlar Vadisi’nde Tutankamun’un da gömülü olduğu mezarda 1903 yılında bulunan mumya üzerinde yapılan incelemelerde, kadının kemik kanserinden öldüğü belirlenmişti.
Havas, Kahire Müzesi’ne kaldırılan bu mumyanın, mezarın sahibi olan Hatşepsut’un "Sitre In" adlı nedimesine ait olduğunu sanıyordu. Ancak yıllar sonra sürpriz bir gelişmeyle mumyanın Hatşepsut’a ait olduğunu ortaya çıkardı. Firavunların vücut parçaları, ayrı kutulara konularak başka bir yerde muhafaza ediliyordu. Üzerinde Kraliçe Hatşepsut’un adının yazılı olduğu kutunun içinde bulunan azı dişi incelenince, mumyanınkine tıpatıp uyduğu görüldü. Havas, "Dişler tıpkı parmak izleri gibidir. 1.80 cm genişliğindeki bu dişi, bir dişçi ölçtü ve yüzde yüz mumyanınkine uyduğunu gördü" dedi.
Hatşepsut’un mumyası, aynı yerde bulunduğu Tutankamun mumyasından bu yana Mısır’daki en önemli arkeolojik bulgu oluyor.
Hürriyet, 28.06.2007
|

 |


|
TAŞKÖPRÜ'DE TARİHİ HAMAM
KALINTISI
Kastamonu`nun Taşköprü
İlçesi'nde Roma Dönemi`ne ait olduğu sanılan tarihi
hamam kalıntısı bulundu. Alınan bilgiye göre,
Taşköprü`ye bağlı Donalar Köyü'ndeki tarihi
hamam kalıntısı Karadere Barajı`nın yapımı sırasında
ortaya çıktı.
Kastamonu Müze Müdürü
Hüseyin Karaoğlu, yaptığı açıklamada, İl Kültür
Müdürlüğü'nde görev yapan bir kişinin yaptığı başvuru
üzerine bölgede incelemelerde bulunduklarını
söyledi. Taşköprü merkeze 13 kilometre mesafedeki
Donalar Köyü civarında bulunan kalıntının, olduğu
yerde yapılan araştırmalar sonucunda
ellerindeki literatürde bulunmaması nedeniyle
dikkatlerini çektiğini söyleyen Karaoğlu, hamam
kalıntısının Roma Dönemi`ne ait izler taşıdığını,
ancak aynı bölgedeki kaya mezarı ve höyüklerin MÖ
7`nci yüzyılda Paflagonyalılar Dönemi`ne denk gelmesi
nedeniyle incelemelerini sürdürdüklerini
belirtti. Karaoğlu, kalıntının olduğu bölgenin Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altına alınması
için başvuracaklarını, incelemelerin neticesine göre
bölgede kazı yapılabilmesi için İl
Encümeni`ne başvuracaklarını dile getirdi.
Moloz
taşından yapılan ve üç bölmeden oluşan hamam
kalıntısının bulunduğu alanın taşlarla çevrili olması
ve hemen yanında tarihi görünüme sahip çeşmenin
bulunması nedeniyle bölgenin bir yerleşim yeri olması
olasılığı üzerinde de duruluyor.
Kastamonu Postası, Fotoğraf: Kastamonu Kent Haber, 27.06.2007
|
KUŞADASI VE AYDIN'DA GÜVERCİNADASI VE MİLET
MÜZESİ'NİN ONARIMI İÇİN İHALE AÇILDI
Kuşadası'nda bulunan Güvercinadası'nın sur duvarları
ve içkalenin rölöve işi ihaleye çıkarıldı. Aydın
Millet Müzesinin yapımı ve çevre düzenlemesi de
ihale edilecek. Kuşadası Belediyesi
Güvercinadası'nın bin 950 metrekare sur
duvarlarının, 470 metrekare iç kalenin röleve
projesi hizmetini yaptıracak.

İhale, 16
Temmuz 2007 tarihinde saat 15.00'de belediyede açık
ihale usulü ile yapılacak.
15 Ağustos ve 15 Aralık 2007 tarihleri olmak üzere
toplam 120 günlük süreyi kapsayacak olan hizmet işi
ihalesine yerli firmalar katılabilecek. İhaleye
katılmak isteyenler şartnameyi belediyeden temin
edebilecekler.
Öte yandan Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü,
Aydın Millet Müzesi'nin yapımı, teşhir tanzimi ve
çevre düzenlemesi işini yaptırmak üzere ihale açtı.
Toplam bin 400 metrekare müze binasının yapımı işi
açık ihale usulü ile gerçekleştirilecek.

Yer tesliminden itibaren toplam 500 günlük süreyi
kapsayacak olan işin ihalesine yerli firmalar
katılabilecek. İhale, 13 Temmuz 2007 tarihinde saat
10.30'da Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünde
yapılacak.
İhale
dokümanı Aydın Valiliği İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğünden bedeli mukabili temin edilebilecek.
Teklif mektupları ise ihale günü ihale saatine kadar
aynı adrese verilecek.
Söz konusu ihale istekliler teklif edilen bedelin
yüzde 3'ünden az olmamak üzere kendi belirleyeceği
tutarda geçici teminat verecekler.
Muhtelif kuruluşların yapacağı bazı inşaat ihaleleri
ve ihale tarihleri de şöyle:
''İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü Kadıköy,
Beşiktaş, Üsküdar, Şişli, Maltepe ve Beyoğlu
ilçelerinde bulunan Vakıflar Bölge Müdürlüğüne ait
33 adet lojmana doğalgaz tesisatı bağlatacak (19
Temmuz 2007 saat 14.30), İstanbul İl Özel İdaresi,
İmar Yatırım ve İnşaat Daire Başkanlığı Kadıköy
Küçükbakkalköy eğitim kompleksi inşaatını
yaptıracak. (20 Temmuz 2007 saat 11:00), Karayolları
12.Bölge Müdürlüğü kavşak düzenlemesi yaptıracak (18 Temmuz 2007 saat 10.00), Silivri
Belediyesi-Fen İşleri Müdürlüğü tarafından prefabrik
sağlık ocağı yaptırılacak (13 Temmuz 2007 saat
14.00), Sulama Onarım İnşaatı (Yıldızırmağı
Sulaması) Yaptırılacaktır. Dsi 19. Bölge Müdürlüğü
191 Şube Müdürlüğü tarafından Yıldızırmağı sulaması
inşaatı yaptırılacak (11 Temmuz 2007 saat 9.30).''
Turizm Gazetesi, Foto: Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, geocities.com, 27.06.2007
|
ATATÜRK'ÜN DADAY'DA KALDIĞI KONAĞIN RESTORASYONU TAMAMLANDI
Kastamonu`nun Daday İlçesi'nde bulunan ve 30 Ağustos 1925 tarihinde Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk`ün ilçeyi ziyareti sırasında konakladığı ve balkonundan Dadaylılara hitap ettiği Köpekçioğlu Konağı`nın restorasyonu 13 yıl aradan sonra tamamlandı. Kültür Bakanlığı 1994 yılında, Daday ilçe merkezinde 3 Nisan 1912 tarihinde 3 katlı olarak inşa edilen, 30 Ağustos 1925`te Ulu Önder`i ağırlayan Köpekçioğlu Konağı`nın Atatürk Müzesi yapılması düşüncesiyle restorasyonuna başladı. Ödenek yetersizliği ve çeşitli nedenlerle uzun süre restorasyonu durdurulan bina bir müddet sonra kütüphane yapılmak amacıyla Kütüphaneler Genel Müdürlüğü'ne devredildi. İlçede ihtiyacı karşılayacak kütüphanenin bulunması nedeniyle bina daha sonra Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü'ne geçti.
Kastamonu İl Kültür Müdürü Mehmet Taşkın, yaptığı açıklamada, müteahhit firmanın konağın restorasyonunu tamamlayarak anahtarını İl Kültür Müdürlüğü'ne teslim ettiğini söyledi. Ödenek yetersizliği ve çeşitli nedenlerden binanın restorasyon çalışmalarının uzadığını, ancak böyle güzel bir eserin tamamlanmasının kendi dönemine denk gelmesinden dolayı mutluluk duyduğunu ifade eden Taşkın, "Yakında rölöve çalışmalarına başlanacak. Köpekçioğlu Konağı, Kastamonu ve Daday turizmine kazandırılacak" dedi. Taşkın, rölöve çalışmasının tamamlanmasının ardından binanın en az 5 yıl kiraya verilmesi için Milli Emlak Genel Müdürlüğü'nden izin alınacağını da bildirdi. Daday İlçesi'nin en önemli tarihi yapılarından biri olan Köpekçioğlu Konağı, tavan, kapı ve pencere süslemeleriyle dikkat çekiyor.
Kastamonu Postası, Fotoğraf: Daday Belediyesi, 27.06.2007
|
 |
|
AKÇAKALE KAZILIYOR
Rum Pontus İmparatoru
tarafından yaptırılan, tapusu bir yıl öncesine kadar
bir şahsa ait Akçakale Kalesi'ndeki restorasyon
çalışmaları başlıyor.
475 bin YTL'ye devlet
tarafından satın alınan, Trabzon Akçaabat'ta bulunan
700 yıllık kalede 10 kişilik bir ekip tarafından 72
gün sürecek bir kazı çalışması yapılacak. Kazıda
eski dönemlere ait mezarların ve tarihi nitelikte
dökme topların çıkması bekleniyor.
Kalenin 1297 -
1330 yılları arasında İmparator Aleksios II
tarafından Selçuklulardan korunmak amacıyla
yaptırıldığı sanılırken, Trabzon'un fethinden sonra
kale yedi yıl daha savunulmuş ve sonra Fatih Sultan
Mehmed'in komutanlarından Mahmut Paşa tarafından ele
geçirilmişti. Kuşatma sonunda şehit düşen Mahmut
Paşa'nın da kaleye gömüldüğü belirtiliyor.
Kazı çalışmalarına başkanlık edecek olan Trabzon
Müze Müdürü Nilgün Yılmazer Salihoğlu, söz konusu
alanın dolgu yapılarak tarla olarak kullanıldığını,
öncelikle bu dolgunun kaldırılacağını ifade ederek,
"Yaklaşık 72 gün 10 kişilik bir ekiple yapılacak bir
kurtarma kazısına başlayacağız" dedi.
Kazılardan sonra neye ulaşılacağının belli
olmadığını dile getiren Salihoğlu, "Bu kale çok
sayıda savaşta kullanmış. Bu açıdan top güllelerine
ulaşmayı düşünüyoruz.
Kalenin içi tarla haline getirilmiş. Bu toprakları
ortadan kaldırdığımızda altında büyük bir tarihi
hazine çıkacağını sanıyorum" diye konuştu.
Karadeniz Gazetesi,
27.06.2007
|
BİTLİS KALESİ'NDEN KOPARAK TEHLİKE SAÇAN KAYALARA KARŞI TEDBİR ALINACAK
Bitlis Kalesi'nden koparak tehlike saçan kayalara karşı tedbir alınmak amacıyla çalışmalar başlatıldığı bildirildi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör, kış aylarında büyük sıkıntı oluşturan kaleden kopan taşlar konusunda bir heyetin incelemeler yaptığını söyledi.
Işıkgör, "Bitlis Kalesi'nde kaya kopmalarına karşı nasıl bir tedbir alınacağı konusunda incelemeler yapmak üzere ilimize gelen Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri proje çalışması başlatacaklar." dedi
Turizm Gazetesi, Fotoğraf: Diyarbakır Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, 27.06.2007
|

|
SİDE'DE KALİTELİ TURİST İÇİN KÜLTÜR VE ARKEOLOJİ
TURİZMİ CANLANDIRILACAK

Antalya'nın Manavgat İlçesi Side
Beldesi Belediye Başkanı Osman Delikkulak, turizm
beldesini dünyada kültür ve arkeoloji turizminin
başkenti yapacaklarını söyledi.
Turizm beldesini geçen yıl 500 bin turistin ziyaret ettiğini bildiren Başkan Delikkulak, bu yıl ise bu rakamının yüzde 20'lik bir artışla 700 bin olacağını tahmin ettiklerini belirtti. Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi'nin (NASA) 29 Mart 2006 tarihinde 4 dakikalık güneş tutulma anını Side'den canlı yayınla dünyaya duyurmasının turizm beldesinin tanıtımına büyük katkı sağladığını ifade eden Delikkulak, hedeflerinin İspanya, Yunanistan, İtalya ve Karayip Adaları'na giden entellektüel ve kültürlü turistleri Side'ye çekmek olduğunu aktardı.

Delikkulak, "Side'de sahil
turizmi yanı sıra kültür, sanat, tarih ve arkeoloji
turizmini de canlandırmak istiyoruz. Bunun için 3
yıldır yurtiçi ve yurt dışı turizm fuarında
beldemizin tanıtımında arkeoloji turizmini ön plana
çıkarıyoruz. Araştırmalarımıza göre dünyada sahil
turizmi ile arkeoloji turizmin bütün donanımı ile
bulunduğu başka bir antik kent yok. Side'ye kaliteli
ve paralı turist seçici davranmak zorundayız.
Cebinde 500 Euro ile Türkiye'ye tatile gelen bir
turist Side'de hiç esnafa yararı olmaz. Beldemizde
turizmin kalitesini ve çıtasını yükseltmek için
arkeoloji ve kültür turizmini canlı tutmak
zorundayız. Zaten dünyada da para bırakan kişilerde
entellektüel turistlerdir." diye konuştu.
Delikkulak, beldede kültür ve
arkeoloji turizminin canlı tutmak için Side Antik
Kent'te Kültür ve Turizm Bakanlığı katkıları ve
Antalya Koruma Kurulu'nun izni ile Apollon
Tapınağı, Bizans Bazilikası ve şehre girişte
bulunan Vespasian Çeşmesi'nde güzelleştirme
yaptıklarını ifade etti. Delikkulak, beldede ilk
tarihi kazıların 1947 yılında Prof. Dr. Arif Müfid
Mansel tarafından yapıldığını ve Side Müzesi'nde
açık ve kapalı alanda 20 bin tarihi eserin
sergilendiğini söyledi.
Türkiye'ye ikinci defa tatile
geldiğini Rusya'da Moskova Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü 3. sınıf öğrencisi Maria Perelygina (21),
önümüzdeki yıl üniversiteyi bitirme tezi olarak
Side Antik Kent veya Likya medeniyetinin baş şehri
olan Antalya'nın Kaş İlçesi Kınık beldesindeki
Xanthos'u hazırlayacağını söyledi.
Son 5 yıl içinde dünyada yükselen
turizm değerinin arkeoloji, sanat tarihi, yayla ve
doğa turizmi olduğunu ifade eden Alman heykeltıraş
Dietmar Frieze (78), İspanya, Fransa, İtalya ve
Yunanistan'daki turizmcilerin ülkelerine
entellektüel turist çekmek için özel çabalarının
olduğunu aktardı. 50 yıldır Side'de yaşadığını ve
eşinin Türk olduğunu belirten Dietmar Frieze,
arkeoloji turizminin yaygınlaşmasında kültür ve
turizm bakanlığının iktidarlara göre değil de uzun
vadeli milli politikalarının bulunması gerektiğini
kaydetti.
Arkeoloji öğrencisi olan Rus Maria
Perelygina, Antalya ve turistik ilçelerinin deniz
turizmi yanısıra arkeoloji turizmi için cazip
olduğunu söyledi. Perelygina, "Geçen yıl 10 günlük
tatilimi Fethiye Ölüdeniz'de yaptım ve günümü
Letoon kazılarını yapıldığı yerde geçirdim.
Türkiye arkeolojik kültür zengini bir ülke. Bu yıl
ise 10 günlük tatilimi Side'de geçiriyorum. Side
Müzesini gezdim ve tarihi eserleri görünce
büyülendim. Otelden çıktıktan sonra Side Antik
Kent'in tarihi mekanlarını gezince huzur
buluyorum. Üniversite bitirme tezimi Side veya
Xanthos üzerine yapmayı düşünüyorum." dedi.
TürkiyeTurizm.com, 27.06.2007
|
BİR KÜLTÜR OLARAK MATEMATİK
Dünyada birçok insan
matematikle olan dargın ilişkisinden şikayet eder.
Birçoğumuz bunu bir eksiklik olarak ifade etmekten
hiç çekinmez. Aksine, matematikteki eksikliğini
neredeyse övünerek dile getirir. Matematiği
gözümüzde öylesine büyütmüşüz ki, böyle bir
"ihtişam" karşısında yetersiz kalmak bir özellik
olarak algılanıyor. Otoriteye biat etmek sahnesi...
Matematiği yalnızca bir
araç olarak gören ve toplumsal devinimden bağımsız
algılayan bir paradigmada, matematiğin ideolojik
boyutunu da gündeme taşımış oluyoruz böylece.
Her bilgi dalı gibi matematik de bir kültür
olarak yaşamını sürdürür. Son zamanlarda yapılan
kazılarda 30000-40000 yıl öncesine varan bulgulara
rastlanmaktadır. Çeşitli kemikler ve taşlar
üzerindeki işaretlerden daha o zamanlar insanların
yaşamlarını ölçüp biçtiğini, hesap kitap yaptığını
öğreniyoruz.
Gereksinmelerin giderilmesi, yaşamın örgütlenmesi
için üzerinde yaşanan topraklar ölçülmüş,
bölümlen-miş, hayvanlar sayılmış, gruplara
ayrılmıştır. Evreni anlamak yolunda uzay tasavvur
edilmiş, evrende görülenler benzetilerek geometrik
şekil ve cisimlere vardırılmıştır. Giderek sayı
dizgeleri farklılaşmış, çeşitli tabanda sayı
sistemleri ortaya çıkmıştır. Bir taraftan insanların
merak duyguları, yaratıcı yetileri, diğer yandan
ihtiyaçların itici gücü ile matematik yaşamın
kaçınılmaz bir parçası olmuştur. Doğa bilimleri
büyük bir hızla evrilirken matematiği tetiklemiş,
matematik de fiziksel araştırmaların motor gücü
olmuştur.
Bu sürece sayısız örnek katmak olasıdır. Ancak
temel sorun, böylesine insana has bir özelliğin,
birçok kişinin başına nasıl dert olup çıktığıdır.
Descar-tes'tan başlayan çözümleyici bakış açısı,
Newton ve Leibniz ile doğanın devinimini
anlamlandırma gayretlerinde doruğa ulaşmıştı.
Matematik o güne kadar fizikle bu denli iç içe
olmamıştı. Sonlu küçük matematikle fiziksel
olguların değişim süreçlerine el atılmış, doğal
süreçlerin modellenmesi ile mekanik biliminin
temelleri atılmıştı. Bunun anlamı şuydu: Doğa
olayları artık tasarlanabilir ve benzetilebilirdi.
Böylece, matematik belirli bir dizge çerçevesinde
düzenlenmeye başladı. Gelişen sanayi ölçütlerine
göre insan yetiştirebilecek okullar ortaya çıkmaya
başladı. Bu okullar, günün koşullarına ve
gereksinmelerine göre içerik kazandı. Geometri
cebirselleşti. Matematiği daha rahat kullanmanın ve
buna göre bir öğretim çatısını kurmanın yoğun uğraşı
gündeme geldi. Matematiğin bu yeni sistematik yapısı
yeni kuşaklara aktarıldı.
Kültürel bir olgu olan matematik bu süreçte doğa
bilimlerinin evriminde o denli etkili oldu ki,
"bilimlerin kralı/kraliçesi" önermesiyle
taçlandırıldı. Matematik bir "zeka ölçütü" olarak
öne çıktı. Matematik bir otorite olarak
örgütlenince, insan türünün çokluk, uzam, renk gibi
doğal zihinsel yetileri şeyleşti. Yalın bir doğallık
olan parmakla hesap yapmak gibi edimler aşağılandı.
İnsanlar baş tacı edilen bu "matematik anlayışı"
süzgecinden geçirilerek sınıflandırıldılar. Herkesin
kendine özgü matematiksel nitelikleri, kabul gören
ölçütlere karşı yenik düştü. Matematiğe
yabancılaşıldı. Böylece, matematik kaygısı toplumsal
bir nitelik kazandı.
Matematik, bir kültür olarak insani bir üründür,
bir eserdir. Tarihsel devinimde bir evrim yaşamıştır
ve yaşamaktadır. Hüküm süren kapitalist/tek-nolojist
paradigma pozitivist ideoloji kapsamında matematiği
tarihsiz kılar. Matematiğin evrenselliğine ilişkin
inancı önemli ölçüde pekiştirir. Araçsallaştırır.
Böylece matematik üzerinden bir iktidar kurar.
Matematik bir otorite olarak seçkinci bir çizgi
izler. Matematik, modern bilimin anahtar girdisidir
ve teknolojinin kaçınılmaz bir hammaddesidir. Buna
göre, çokluk, uzam, renk, değişim, biçim gibi
boyutlar insan zihninin doğal nitelikleriyken
şeyleşir, metalaşır ve insana yabancılaşır...
Birgün, Yazı: Beno Kuryel (Ege Ü. Müh. F.),
27.06.2007
|
|
AĞRI METEOR ÇUKURU MODERN HALE GETİRİLECEK
Ağrı
İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, 'Ağrı
Meteor Çukuru'nun daha modern bir hale gelmesi için
çevre düzenleme projesi hazırladıklarını,
çalışmaların tamamlanması ile önemli bir doğal
güzellik olan çukurun daha güvenli bir şekilde
ziyaret edilebileceğini söyledi.
Muhsin Bulut, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü teknik elemanları tarafından hazırlanan
projenin Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge
Koruma Kurulu'na gönderildiğini ifade etti. Meteor
çukurunun çevresinin bu düzenleme ile yeni bir hale
getirileceğini dile getiren Bulut "Öncelikle çukurun
etrafında bir toprağın içeriye girilmesi setle
engellenecek, yeşil alan ve ağaçlandırma
yapılacaktır. Bununla beraber gelen ziyaretçiler
için kafeterya ve dinlenme alanları
oluşturulacaktır. Çukurun izlenmesi için 12 metre
yüksekliğinde çelik bir kuleden Meteor çukuru
izlenilebilecek. Çok daha keyifli çok daha güveni
bir ortamda gelen ziyaretçilerimizi ağırlayacağız.
Proje dünyanın ikinci büyük meteor çukuruna yakışır
tarzdadır" dedi.
Turizm Gazetesi, Fotoğraf: Doğubayazıt
Kaymakamlığı, 27.06.2007
|
KÜLLİYE'NİN ÇEHRESİ YENİLENİYOR
Vakıflar Bölge
Müdürlüğü tarafından geçtiğimiz gün ihalesi
gerçekleştirilen, Sultan II. Bayezid Külliyesi
Tabhane, Mutfak ve Camii restorasyonu bitirildikten
sonra Avrupa Müze Ödülü sahibi Sağlık Müzesi'yle
birlikte Edirne'nin cazibe merkezi olacak.
Geçtiğimiz yıllarda Trakya Üniversitesi'ne devredilen
ve onarım için Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne bırakılan
bölümler onarımın ardından müze yapılmak üzere
tekrar Üniversite'ye devredilecek.
Kısa sürede başlaması ve bitirilmesi
planlanan restorasyon sonrasında tekrar Trakya
Üniversitesi'ne devredilecek olan aşhane, mumhane,
mutfak ve fırın bölümleri dönemine uygun olarak
mankenlerle canlandırılacak ve diğer bölümlere ise
sergi salonu ve cafeterya yapılacak. Bu çalışmaların
tamamlanmasıyla birlikte, halen çalışmaları devam
eden Tıp Medresesi Müzesi ve Avrupa Müze ödüllü
Sağlık Müzesi bütünleşerek Edirne'nin ciddi turizm
potansiyeline sahip bir alan haline gelecek.
Sultan II. Bayezid Külliyesi'nin ihaleye çıkarılan
bölümleri için en düşük fiat teklifini restorasyon
devi ERBU İnşaat verdi. 2 milyon 559 bin YTL ile
ihaleye en düşük teklifi veren firma hedeflerinin
restorasyonu kısa sürede bitirmek olduğunu belirtti.
Tarihi eser restorasyonu konusunda başarılı işlere
imza atan ERBU İnşaat, Bosna Hersek'te Mostar Köprüsü
ve Camii, Kosova'da Murathan Hüdavendigar Külliye
ve Türbesi, Van Akdamar Kilisesi, Kayseri Şah Ruh
Köprüsü, Nevşehir İbrahim Paşa Köprüsü, Antalya
Asperdos Köprüsü gibi önemli restorasyonlara imza
atarken, Edirne'de Kanuni, Fatih, Saraçhane, II.
Bayezid, Yalnızgöz, Meriç Köprüleri, Adana Taşköprü,
Adapazarı Ali Fuat Paşa Köprüsü, İstanbul Mimarsinan
Köprüsü ve Muş'ta da Murat Köprüsü gibi önemli
eserlerin restorasyonuna devam ediyor.
Edirne Internet Gazetesi, 27.06.2007
|
TARİHİ ESER
KAÇAKÇILIĞINA 8 TUTUKLAMA
Tokat İl Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube
Müdürlüğü'nce yapılan operasyonda tarihi eser
kaçakçılığı yaptığı iddia edilen 10 kişi yakalanarak
gözaltına alındı.
Sorgulamalarının
ardından adliyeye çıkarılan zanlılardan 8'i
tutuklanarak cezaevine konuldu.
Cumhuriyet
Başsavcılığı'ndan yapılan açıklamaya göre, Tokat'ta
tarihi eser kaçakçılığı ve izinsiz kazı yaptıkları
değerlendirilen şahıslara yönelik yapılan
çalışmalarda tüm yurt genelinde faaliyeti takip
edilmekle olan Y.Y. isimli şüphelinin özellikle son
2 aydan beri kente dışında bazı yabancı şahıslarla
beraber görülmesi üzerine Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın talimatıyla operasyon başlatıldı.
Tokat merkez Kızılköy,
Kılıçlı köyü, Pazar ilçesi Dereçaylı köyü ve Niksar
ilçelerinde zaman zaman kaçak kazı ve tarihi eser
pazarladıkları tespit edilen 10 şüpheli gözaltına
alındı. Emniyet mensuplarının başarılı takip izleme
ve arama işlemleri sonunda Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın talimatıyla başlatılan operasyonda
şahısların ev, iş yeri ve araçlarında yapılan
aramada kazı yapmak için kullanılan suç aletleri, 2
adet ruhsatsız tabanca ile şarjör, 10 adet CD, 90
adet çeşitli figür ve mekanların bulunduğu
fotoğraflar, 23 adet Osmanlıca yazılmış tapu
belgelerine el konuldu.
Gözaltına alınan 10
kişi, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet
suçlarından adliyeye çıkartıldı. Nöbetçi mahkemeye
sevk edilen zanlılardan M.E.Ö., K.G., Y.Y., A.T.,
H.Ö., B.A., S.K. ve Ü.G. isimli şahıslar
tutuklanarak Tokat Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na
konuldu.
Tokat Kent Haber,
27.06.2007
|
TÜRKİYE'NİN EN UZUN 6. MAĞARASI OLAN AYVAİNİ
MAĞARASI ZİYARETÇİ BEKLİYOR
Bursa'ya 40
kilometre mesafedeki Ayva Köyü'nde bulunan
Türkiye'nin en uzun 6. mağarası Ayvaini Mağarası,
farkedilmeyi bekliyor. Mağaranın yolunun yapılması
halinde yabancı turist ilgisinin artacağı
belirtiliyor.

Mağara
yoğunluğu bakımından dünyanın önde gelen
ülkelerinden olan Türkiye, doğal güzellikleri ile
turistleri adeta büyüleyen bu mağaralarından
yeterince yararlanamıyor. Dağların derinliklerinde
saklı kalan güzelliklerin turizme kazandırılamaması
bölgeler için büyür gelir kayıplarına neden oluyor.
Bursa'da,
yeni yeni turizme kazandırılan 7 kilometrelik Oylat
Mağarası'nın aksine, Ayva Köyü ve Mustafakemalpaşa
İlçesi'ne bağlı Kazanpınar Köylerindeki ağızları ile
2 girişi bulunan 6 kilometrelik Ayvaini Mağarası
farkedilmeyi bekliyor. Uluabat Gölü'nün güney
bölümünde yer alan Ayvaini Mağarası, doğal
güzellikleri, gizemli derinlikleri ve gölleri ile
meraklıları cezbediyor.
Derinlikleri yer yer 3-4 metreye ulaşan 60 adet
gölcük bulunan mağaranın çıkışındaki gölcüğün
uzunluğu ise yaklaşık 400 metre. Su
seviyesinin mevsimlere göre değişiklik gösterdiği,
sarkıtlarla kaplı, el değmemiş yapısı ile gerçek bir
doğa harikası olan Ayvaini Mağarası, özellikle
üniversitelerin mağaracılık kulüplerinin ilgi odağı
oluyor. Güney
Marmara Bölgesi'nin en uzun yer altı geçidi olduğu
belirlenen ve sarkıt, dikit, duvar damlataşları,
sulu damlataş havuzları ve küçük gölcükleriyle doğa
harikası olan mağara, giriş kısmı hariç yatay
gelişmiş bir mağaradır. Bir noktadan girilip, diğer
tarafından çıkılabilen mağarada ilerleyebilmek için
göllerle kaplı alanlarının botlarla geçilmesi
gerekiyor.
Köy muhtarı Nuri Ceylan, mağaranın 1970 yılında 3
İspanyol turist tarafından keşfedildiğini anlatıyor. İspanyol
turistlerin köy okulunda bir hafta kaldıklarını ve
mağarayı incelediklerini belirten Ceylan, daha sonra
ülkelerine dönen turistlerin mağara hakkında bir
kitap yazdıklarını, kitabın piyasaya çıkması üzerine
mağaranın farkedildiğini aktarıyor.
Mağaranın
kendileri için çok önemli bir gelir kaynağı olduğunu
vurgulayan Muhtar Ceylan, özellikle hafta sonları
gelen ziyaretçilerin köylerinden alışveriş yapması
nedeniyle köy halkının önemli ölçüde yan gelir elde
ettiğini kaydetti.
Mağaranın turizme açılması durumunda daha fazla
ziyaretçinin köylerine geleceğini belirten Ceylan,
yol haricinde mağaranın ışıklandırılması gibi
konuların halledilmesini beklediklerini anlattı. Özellikle
Arap turistlerin mağara için köye geldiklerini
belirten Ceylan, "Arap turistler özellikle yazın çok
sık geliyorlar. Ama mağaranın yolu olmadığını
görünce geri dönüyorlar. Bu konuyu Valimiz Nihat
Canpolat'a açtık. Kendisi köye geldi, mağarayı
gezdi. Mağaraya yol yapılması için 50 bin YTL para
çıkarttı. Konunun Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından onaylanmasını bekliyoruz. Bir an önce
buranın ihaleye verilerek yapılması gerekiyor.
Mağaranın yolunun yapılması durumunda ziyaretçi
oranı 3-4 katına çıkacaktır." diye konuştu.
Turizm Gazetesi, 27.06.2007
|
ATA'NIN KALDIĞI EV 88. YILDA MÜZE OLDU
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Milli Mücadele yıllarında Tokat'a geldiğinde kaldığı ev, "Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi" olarak hizmete açıldı.
Atatürk'ün Tokat'a gelişinin 88. yıldönümü nedeniyle düzenlenen kutlama programı çerçevesinde ilk olarak kortej yürüyüşü yapıldı. Gaziosmanpaşa Stadyumu önünden başlayan yürüyüş Cumhuriyet Meydanı'nda Atatürk anıtına çelenk konulmasıyla sona erdi.
"Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi" açılışı ile devam eden programa halk yoğun ilgi gösterdi. Atatürk'ün Milli Mücadele yıllarında Tokat'a geldiğinde Devegörmez Mahallesi'nde kaldığı tarihi evin açılış töreninde evin eski sahibi Ercan Süsoy ve İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz konuşma yaptı. Son olarak kürsüye gelen Vali Akyel, Atatürk'ün Tokat'a geldiğinde kaldığı konağı devlete teslim eden Süsoy ailesine teşekkür etti. Vali Akyel, "Tarihimize, şehitlerimize, gazilerimize, atalarımıza minnet ve şükran duygularımızı yaşatmalıyız. Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak her zaman gazilerimiz ve şehitlerimizin yanındayız" dedi. Yapılan konuşmaların ardından Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi'nin açılışı yapıldı. Tarihi evde Atatürk'ün kullandığı çeşitli eşyalar da bulunuyor.
Tokat Kent Haber, 27.06.2007
|
 |
MALATYA KALESİ SURLARI TARTIŞMA
KONUSU OLDU
Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde
bulunan ve yaklaşık 2 yıl önce SİT alanı ilan edilen
500 yıllık tarihi Malatya Kalesi surlarının
çevirdiği iki mahallenin sakinleri kendilerine ait
arazide yapılaşmaya izin verilmemesinden şikayet
ediyor.

Battalgazi
Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, yaptığı açıklamada, surların 1960'lı yıllarda
yapılan tapulaştırmada 2-3 bin kişinin özel
mülkiyetine geçtiğini, vatandaşların surların
etrafına ev ve bahçeler yaptığını, ancak belediyenin
bu arazi sahipleri ile görüşerek surları
kamulaştırmak ve son kalıntılarını koruyarak turizme
kazandırmak istediğini ifade etti.
Gürkan,
Malatya Kalesi'nin yıkılma tehlikesi ile karşı
karşıya olan 3 bin metre uzunluğundaki surlarının
geçtiği arazinin 1960'lı yıllarda Battalgazi
semtinde yapılan tapu kadastro çalışmaları sırasında
vatandaş mülkiyetine geçmiş olabileceğini kaydetti. Kamulaştırma
çalışmaları sonucunda surların 550 metrelik kısmının
özel mülkiyetten çıkarılarak devlet arazisi haline
getirildiğini belirten Gürkan, şöyle konuştu:
''Surlar 1960'lı yıllardaki tapulaştırma
çalışmalarında 2 veya 3 bin kişinin özel mülkiyetine
geçmiş. Vatandaşlar surların etrafına ev ve bahçeler
yapmış. Ancak biz bu arazi sahipleri ile görüşerek
surları kamulaştırmak ve son kalıntılarını koruyarak
turizme kazandırmak istiyoruz. 2007 yılı içinde Müzeler Genel Müdürlüğü
ile görüştük. Onay alındıktan sonra Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na başvuracağız. Ağustos ayı sonunda
çalışmalara başlanacağına inanıyoruz.''
Malatya İl
Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay ise Malatya
Kalesi'ne ait tarihi surların yaklaşık bir buçuk
kilometrelik bölümünün son kalıntılarını kurtarmak
için çalışmalar yaptıklarını, ancak bu surların özel
mülkiyette olması nedeniyle restorasyon
çalışmalarında sıkıntı yaşandığını ifade etti. Surların
üzerinden geçtiği arazileri Battalgazi
Belediyesi'nin kamulaştırmasını istediklerini
belirten Özbay, ''Kamulaştırma yapıldığı takdirde en
kısa sürede restorasyona başlayacağız'' dedi.
Yaklaşık 2 yıl önce SİT alanı olarak korumaya alınan
tarihi Malatya Kalesi surları, ilçedeki Meydanbaşı
ve Alacakapı mahallelerinde ikamet eden 2 bin
vatandaşın tapulu arazisi üzerinde bulunuyor.
Mahalle sakinleri, SİT alanı ilan edildiği için
kendi arazilerinde ev yapamadıklarını ifade ederek,
surlara çok uzak olan alanlara bile müdahale
edildiğini iddia etti.
Meydanbaşı
Mahallesi Muhtarı Bekir Yağız, surların 500 metre
uzağına ev yapmak istediğini, ancak izin
verilmediğini belirterek mağdur edildiklerini
savundu. Yağız, ''Tek dert surları korumaksa ben de
korurum. Eğer isterlerse surların arazimizde olan
kısmını da verelim. Ancak surlara 500 metre
uzaklıktaki bahçeme ev yaptırmak için iki yıldır
niye bekliyorum?'' diye konuştu.
Mahalle
sakinlerinden İsmet Sayın ise surlara 300 metre
uzaklıkta bulunan evlerinin yanına oğluna bir ev
yapmak istediğini ancak 1,5 yıl kendisine olumlu bir
yanıt verilmeyince oğluna ilçede ev kiralamak
zorunda kaldığını kaydetti.
Malatya'nın ilk yerleşim yeri Battalgazi İlçesi'ndeki
kale, tarihi kaynaklara göre yapıldıktan sonra Roma,
Bizans, Sasani ve Bizans, Arap mücadelelerinde
önemli tahribata uğramış. Bu surlar her seferinde
onarılarak Osmanlı dönemine kadar korunmuş.
Battalgazi'nin
kahramanlıklarıyla destanlaşan Malatya Kalesi, 19.
yüzyıla kadar şehrin savunmasında önemli rol
oynamış. Şehrin her tarafından görülebilen Malatya
Kalesi'nin 71 burcu ve 11 kapısı bulunuyor.
Turizm Gazetesi, Fotoğraf:
Battalgazi Belediyesi, 27.06.2007
|
PAMUKKALE'DE ARAÇ YASAĞI
Denizli Valiliği,
Pamukkale’ye araç girişini yasakladı. Karara göre,
turist taşıyan otobüsler ile özel araçlar artık ören
yerine giremeyecek.
UNESCO’nun dünyanın olağandışı evrensel değerlere
sahip kültürel ve doğal varlıkları içerisine giren
ve dünya miras listesinde yer alan Pamukkale’ye araç
girişleri yasaklandı. Uygulamayla, tur otobüsleri
ile özel araçlar, Pamukkale’ye giriş yapamıyor.
Denizli Valisi Hasan Canpolat, yaptığı açıklamada
“Ziyaretçilerden bir tek şikayet gelmedi. Tur
rehberleri bizlere teşekkür mektubu gönderdiler. Çok
büyük bir rahatlama oldu. Tüm dünyadaki antik
kentlerde böyle gezilir. Buralara araç sokulmaz.
Ancak hava şartlarına göre bizler de önlemlerimizi
alırız. Şu anda Pamukkale içerisinde servisler var.
Karar yerinde bir karardır” dedi.
Turizmciler ise karara tepki gösterdi. Turistlerin
yaklaşık bir kilometre yürüyerek Pamukkale’ye
ulaştığını söyleyen rehberler, aşırı sıcakların da
olumsuz etkilere neden olduğunu belirtiyor.
Rehber Gökhan Tunç, “Bizce yanlış bir uygulama.
Buraya Türkiye’nin her yerinde akın eden turistler
var. Genç turist fazla olmuyor, genellikle 60, 70,
80 yaşında turistler oluyor, bunları nasıl
gezdireceğiz. Devlet adeta ‘Buraya gelmeyin’ diyor.
Bence bir yol yapılmalı raylı sistem veya Side de
olduğu gibi konvoy halinde tren, o zaman daha iyi
olur diye düşünüyorum” dedi.
Öte yandan, turistlerin bazıları ise yürümekten
memnun olduklarını belirttiler.
NTV, 27.06.2007
|
CAMİ ÖNÜNDE DEFİNE AVI
Kastamonu, Pınarbaşı
Savaş Köyü'nde bir kişi camii önündeki taşı define
aramak maksadıyla yerinden sökünce Jandarma
tarafından yakalandı.
İ.B. isimli şahısın define aramak amacıyla taşı
yerinden söktüğü açıklandı. Şahıs Cumhuriyet
Savcılığının talimatı ile serbest bırakıldı.
Nasrullah Gazetesi, 27.09.2007
|
MUSTAFA İSEN GÖREVİNE DÖNDÜ
Partileri tarafından
aday gösterilmeyen bürokratlar eski görevlerine geri
dönmeye başladı.
AKP’den aday
gösterilmeyen Mustafa İsen, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Müsteşarlığı görevine getirildi.
Turizm Gazetesi, 29.06.2007
|
|
HERAT'TA 5 MİNARE
Afganistan'ın batısındaki Herat kenti bir zamanlar
yaşadığı şaşaanın çok gerisinde şimdilerde. Tarihi
İpek Yolu üzerindeki bu kadim kent yarım asra
yaklaşan şiddetli savaşlar ve iç çatışmaların
altında eski görkemli günlerini mumla arıyor. Bir
zamanların büyük ticaret merkezi olan kentte tarihi
binalar da bu yıkımdan nasibini alıyor.
Timur'un
kızlarından birinin yaptırdığı bilinen Herat
Medrese'sinden de geriye sadece bu beş minare
kalmış. Uzmanlar tarafından mimari bir şaheser
olarak değerlendirilen medresenin ana binalarıysa
tamamen yok olmuş durumda. Kentin tarihini bilenler
bir zamanlar her yerinden şaheserlerin yükseldiği bu
kadim kentten geriye kalan yıkıntıların içinde bile
eski zamanların ruhunun dolaştığını söylüyorlar.
Yeni Şafak, 27.06.2007
|
YALI CAMİİ RESTORE EDİLİYOR
İzmir'in simgesi tarihi Saat Kulesi ile Konak Meydanı'nda yer alan 18. yüzyıl eserlerinden Yalı Camisi, restore ediliyor. Konak Meydanı'nda Saat Kulesi ile Hükümet binası arasında yer alan Yalı Camii, eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Priştina'nın başlattığı meydan düzenlenmesinde de meydanın tarihi dokusu içindeki yerini korumuştu. Tarihi yapı hakkında açıklama yapan Vakıflar Genel Müdürlüğü İzmir Bölge Müdürü Dr. Birsen Erat, caminin, 18. yüzyılda Mehmet Paşa'nın kızı Ayşe Hanım tarafından yaptırıldığını söyledi. Caminin L şeklinde bir medrese ve L'nin uzun kolunun bittiği yerde de medreseden bağımsız olarak yapılan ve mescit olarak da kullanılabilen sekizgen bir dershane olarak yapıldığını belirten Erat, o dönemde medreselerde dershanelerin mescit olarak da kullanıldığını, dershane içinde mihrabın da bulunduğunu kaydetti. Medresenin zamanla yıkıldığını söyleyen Erat, Yalı Camii'nin Hükümet Önü Camisi olarak da adlandırıldığını kaydetti. Erat, eserin 1917-1918 yıllarında İzmir Valisi Rahmi Bey tarafından onarımdan geçirildiğini belirterek, binanın 2. kez de 1964 yılında Mimar Tahsin Sermet tarafından onarıldığını söyledi. Mimar Tahsin Sermet'in dönemin önemli mimari yapıları olan Milli Kütüphane, Milli Sinema ve Deniz İşletmeleri binalarını da inşa ettiğini bildiren Erat, binanın çinilerinin de Seramik Sanatçısı Ümran Baradan tarafından 1997 yılında elden geçirildiğini ifade etti. Dr. Birsen Erat, restorasyonla ilgili şu bilgileri verdi: "Asıl çinileri korumak, bozulan çinileri onarmak istiyoruz. Yapının bozulan kısımlarını da projeye uygun olarak restore etmek istiyoruz. Cami, denize açık alanda bulunduğu için hava koşullarından çok etkilenmiş. Binanın cephelerinde erime ve tuzlanma var. Bunlarda onarım yapacağız bozulanları değiştireceğiz, minareyi de onaracağız. Camiyi, proje dahilinde yenileyeceğiz." Eserin 2006 yılı içinde röleve, restorasyon ve restitüsyon projelerinin ihale edilerek çizildiğini ve koruma kurulundan izinlerin alındığını söyleyen Erat, son olarak 26 Mart 2007'de restorasyon ihalesinin yapıldığını ifade etti. İhaleyi kazanan firma ile 18 Nisanda sözleşme imzaladıklarını söyleyen Erat, projenin Ağustos ayı içinde bitirilmesinin planlandığını ve maliyetinin KDV hariç 269 bin 489 YTL olduğunu söyledi.
Haber Ekspres, Fotoğraf: wowturkey.com/Onur Çakıcı, 27.06.2007
|
 |

|
KIRGIZLAR TÜRBESİ RESTORE EDİLDİ
Selçuklu ordusu ile birlikte İznik'i almak için aynı saflarda savaşan bir grup Kırgız askerinin hatırasını yaşatmak için yapılan Kırgızlar Türbesi'nin restorasyonu tamamlandı.
CHP Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık'ın TBMM gündemine taşıdığı Kırgızlar Türbesi’nin iç kısmındaki kalem işleri iki ay içerisinde tamamlandı. Dış ve iç kısmı tamamlanan tarihi türbe İznik Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği'nin imkanları ile restore edildi. Kaymakam Hüseyin Avcı önceki gün tamamlanan kalem işlerini inceledi. Önümüzdeki günlerde Kırgızistan'dan gelecek bir heyet türbenin açılış tarihini belirleyecek. Açılışa Kırgızistan Cumhurbaşkanı’nın da katılacağı öğrenildi.
Bursa Hakimiyet, 27.06.2007
|
SAFRANBOLU EVLERİ İÇİN BAŞBAKANLIK TANITMA FONU'NDAN PAY AYRILDI
Safranbolu İlçesi'ndeki tarihi evlerin restorasyonu için Başbakanlık Tanıtma Fonu'ndan 1 milyon 800 bin YTL maddi destek verileceği açıklandı. Safranbolu Kaymakamlığı'nın belirlediği evlerin restorasyonu için hazırlanan projelerin Anıtlar Yüksek Kurulu'nun onayından geçmesinin ardından çalışmaların başlatılacağı bildirildi. UNESCO'nun dünya miras listesinde yer alan ve “açık hava müzesi” olarak tanımlanan Safranbolu ilçesindeki 42 tarihi ahşap evin restorasyonu için ilk etapta Başbakanlık Tanıtma Fonu'nun 500 bin YTL gönderildiği öğrenildi.
Safranbolu Kaymakamlığı'nın belirlediği evlerin restorasyonu için hazırlanan projeler Anıtlar Yüksek Kurulu'nda onaylandıktan sonra çalışmaların başlatılacağı belirtiliyor. Tarihi yapıların restorasyonu için bir atölye kurulduğu, ilçedeki tüm restorasyon çalışmalarının bu atölyede görev yapan eğitim görmüş elemanlar tarafından yürütüldüğü bildirildi.Konuyla ilgili bir açıklama yapan Safranbolu Belediye Başkanı Nihat Çebeci, şunları söyledi: "Dünya miras listesinde yer alan Safranbolu ilçemizi, tarihi yapılarını korumak için büyük özen gösteriyoruz. Turizm ve Kültür Bakanlığı'nın desteği ve Başbakanlık Tanıtma Fonu'ndan sağlanan maddi destekle çok sayıda tarihi eseri, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun gözetim ve denetiminde tamamlayarak turizm sektörümüze kazandırıyoruz. Altyapı çalışmaları için de, belediye olarak çok yoğun çalışma içerisindeyiz. Karasu projesiyle de ilçemizde 40-50 yıl su sorunu yaşanmayacaktır."
Turizm Gazetesi, 27.06.2007
|
 |
TARİHİ HAMAM MÜZE OLUYOR
Bursa'da Emirsultan semtinde
Yıldırım Beyazıt'ın kızı ve Emir Sultan
Hazretleri’nin eşi Hundi Sultan tarafından 1426
yılında yaptırılan tarihi hamam, artık yeni bir
kimlik ile Bursa halkıyla buluşacak. Büyük bölümü
özel mülkiyete ait olan hamam, geçen sene Vakıflar
Bölge Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldı. 610
metrekare alana sahip olan tarihi yapı,
restorasyonun ardından müze haline getirilecek.
İhaleye çıkarılan hamamda onarım iki gün sonra
yapılacak yer tesliminin ardından başlayacak.
Restorasyon çalışmaları için 600 bin YTL harcanacak.
Daha önce 1622, 1670 ve 1712 yıllarında onarılan
tarihi mekan bu sefer müze olarak hizmet verecek.
Halı, kilim, şamdan gibi tarihi değere sahip
eşyaların sergileneceği müze, kasım ayı sonunda
faaliyete geçirilecek.
Bursa Hakimiyet, 27.06.2007
|
 |
FUHUŞ HARABEYE İNDİ!
Diyarbakır Sur İçi Beldesi’nde bulunan tarihi ve tescillenmiş harabe yapıların çökme riski bulunduğu sürekli gündeme gelirken, harabe yapılarda uyuşturucu kullanılıp, kumar ve fuhuş yapıldığı iddia edildi. Tescillenmiş olan bazı yapılar, Sur Belde Belediyesi tarafından tehlikeye dikkat çekmek için üzerlerine asılan “Bu yapı tehlike arz ediyor” yazısına rağmen, tescilli oldukları gerekçesiyle de yıkılamıyor. Yapıların bulunduğu mahallelerde vatandaşlar gerek buraların çöp dolduğunu, gerek çökme tehlikesi bulunduğunu, gerekse içerisinde her türlü çirkinliğin yapıldığını söylüyor. Özellikle de Cami-i Kebir Mahallesi Merdivenli Sokak’ta bulunan tescilli ve yarısı yıkılmış yapı, mahalle sakinlerini oldukça rahatsız ediyor. Mahallelinin iddialarına göre, buranın tehlike arz etmesi bir yana, içerisinde uyuşturucu kullanılıp, fuhuş yapıldığı öne sürülürken, mahalle Muhtarı Veysel Cihangir, yapı içerisinde yere serilmiş yatağın, fuhuş için kullanıldığını iddia etti.
Fuhuşun yanı sıra, yapıda bali ve uyuşturucu kullanılıp, kumar oynandığını ileri süren Cihangir, “Defalarca ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına konu ile ilgili başvuruda bulunduk. Ancak hala çözüm bulamadık. Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü, buranın bir kısmının yıkılması için onay verdi. Fakat halen yıkılmadı. Konuyla kamu kurum ve kuruluşları ile yerel yönetimlerin ilgilenmesini bekliyoruz” dedi. Mahalle sakinlerinin de defalarca kendisine şikayette bulunduğunu vurgulayan Cihangir, “Yapı heran birinin başına yıkılabilir. Bunun içerisinde çocuklar oyun oynuyor. Mahalle sakinleri şikayetçi. Hiç kimse evinin yanında bulunan bir yerde fuhuş yapılmasını, uyuşturucu ve bali kullanılıp, kumar oynanmasını istemez. Vatandaşlar bundan dolayı ürküyorlar. Defalarca mahallemizin gençleri, orada fuhuş yapanları, uyuşturucu kullananları dışarı attı. Ancak yine de geliyorlar. Çünkü burası tenha. Polis burada onları görmüyor, onlar için en güvenli yer burası” diye konuştu.
Mahalle sakinlerinin neredeyse hepsinin yoksul olduğunu, bu tür olaylardan dolayı evlerini taşıyamadıklarını kaydeden Cihangir, “Bunun yanındaki evlerden birinde kamu kurumlarında çalışan yöneticilerden biri yaşasaydı, bunun tescilli olup olmaması kimsenin umurunda olmaz, hemen yıkılırdı” dedi.
Güneydoğu Ekspres, 27.06.2007
|
ŞİRİNCE YIKILIYOR MU?

Şirince’nin yeni yapılan
“Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planı”nda diz
boyu çifte standart var.
25 gün önce hazırlanıp köye getirilerek askıya
çıkarılan “ŞİRİNCE KENTSEL SİT ALANI KORUMA AMAÇLI
İMAR PLANI“ Şirince’yi karıştırdı. Planla ilgili
itirazlar hergün artıyor.
Şirince’de 1991-1999 yılları arasında iki dönem
muhtarlık yapan Ahmet Dereli, Planın dizboyu çifte
standartlarla dolu olduğunu söyleyerek şöyle devam
etti:
“Köyümüzde 1970’li yıllarda sit alanı konusu gündeme
gelmeden önce yeni yapılmış 40 adet betonarme bina
vardı. Köy 1985 yılında sit alanı ilan edildiğinde
bir imar planı yapılmıştı, bu kırk bina da
korunmuştu. Yeni yapılan imar planında yüzellinin
üzerinde bina yıkılıp yeniden yapılacak. Bunların
yanında aynı şartları haiz onlarca evde de sadece
cephe düzenlemesi yapılacak. Bu çifte standart
değilse nedir?.. Bu planı yapan kişiler Şirince’de
bir binayı yıkıp yapmanın bedelini biliyorlar mı? Bu
evler yıkılırsa sahipleri yeniden yapamaz.
Arsalarını satmak ve köyü terketmek zorunda
kalacaklar. Böylece köyde yerli halk kalmayacak,
otuz-kırk hane kalacak. Bu da köyü dolaylı yönden
boşaltmaktır bence. Bunun yanı sıra köy içindeki
onlarca arsa vardı. Bunlar imar planı öncesi ev
yapamayıp evlenemeyen köy gençlerine
kazandırılacaktı. Yerli halkın köyde kalması
sağlanacak, köyün nostaljisi bozulmayacaktı. Bırakın
onu, bu arsalar hazineye kazandırıldı. Kısa süre
sonra ihaleyle satışa çıkarılacak ve bu ihalelere
köylüler giremeyeceler!.. Böylece köyün yeni
sahipleri, yine dolaylı yönden başkaları olacaktır.”
Köyde en çok mağdur olan vatandaş Veysel Özülkü
ise bakın neler söylüyor: “Plan yapılırken
Şirince’nin tarihsel, doğal, mimari, kültürel ve
ekonomik değerleri korunarak çağdaş yaşam
koşullarına uygun gelişimi sağlanacaktı. Bırakın
bunları, plan bu sözlerden uzak... 152 ev
yıkılacak. Yerine yenilerini ev sahipleri
yapamayacak. Mağdur olacaklar. Arsalarını ya
satacaklar ya da köy yıkıntı içinde kalacak. 125
tescilli bina var, izinsiz çivi çakılamıyor. Köyün
arsaları elden gitti. Bazı vatandaşların tapulu
arsaları planda gözükmüyor bile. Bazılarının,
başta benim tapulu arsam yola terkedilmiş, evim
yıkılıyor. Arsam da elimden gidiyor.
Söylenildiğine göre planlamacının (Orhan BEKER)
kendisinin veya eşinin olduğu söylenen, ilk
muhtarlardan Kaptan adıyla bilinen kişiden aldığı
arsasına iki ev izni veriliyor. Ne hikmetse bu
arsanın sınırına bir yol veriliyor bu yoldan
sonraki taşlık arsalar tarım alanı yapılıyor! Bu
kadar bariz hata yapılmaz.
Şu anda köyde 180 aile yaşıyor. 115 kişi plana
itiraz etti. Bu tür şeyler yapılırken
bilirkişilerden oluşan komisyonlar kurulur. Plan
yapılacak alanla ilgisi olmayanlar sırça saraylar
içerisinde yapmışlar planı, haksızlıklar ve çifte
standartlar diz boyu…”
Selçuk Bölge Haberleri,
Fotoğraf: Şirince Rehberi, 27.06.2007
|
BAFRA MÜZESİ RESTORE EDİLDİ
Bafra Müzesi'nin
onarımı tamamlandı.
İkiztepe'deki kazılardan elde edilen bulgular,
Samsun'un Bafra İlçesi'ndeki müzede sergilenecek.
Bafra'nın geçmişine ışık tutacak olan eserlerin
sergileneceği, Bafra Müzesi
3 kattan oluşuyor.
Müzede, İkiztepe Örenyeri'nde yapılan kazı
çalışmaları sonucu günışığına çıkarılan bulgular
sergilenecek.
Trt/Haber, 26.06.2007
|
|
|
SARAY HAMAMI RESTORE
EDİLİYOR
Selimiye Camii yanında
bulunan tarihi Saray Hamamı'nda restorasyon
çalışmalarına başlandı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından programa
alınarak Vakıflar Edirne Bölge Müdürlüğü tarafından
geçtiğimiz dönemde yapılan ihalede restorasyon
işini, Vakıf İnşaat firması 884 bin 999 YTL bedelle
aldı. İhale edilen hamamda restorasyon çalışmalarına
başlandı.
Selimiye Camii ile birlikte yapılan Sultan Selim
Hamamı, Saray-ı Atik'in (Eski Saray) içinde yer
almasından dolayı Saray Hamamı diye de anılır. Taş
Odalar Mahallesi'nde Muradiye Küçük Pazar Caddesi
üzerindeki hamam, Sultan I. Murad'ın buyruğuyla 1365
tarihinde temeli atılıp 1368 tarihinde tamamlandı.
Sarayın arsasına Selimiye Camii yapıldıktan
sonra bu hamamın çarşı hamamı olarak çalıştırıldığı
söylenir. Çifte hamam tipinde ve camekanları kubbeli
olan hamamın kadınlar bölümü sıcaklık halvetlerinin
birinde yivli kubbe tipi kullanılmıştır. Yivlerdeki
açıklık sekiz dilimlidir. Bu kubbeler eyvanların ve
nişlerin üstünü örtmekte kullanılmıştır. Kadınlar
bölümü sıcaklık eyvanında ise çokgen tabanlı altı
tam dilim kullanılmıştır. Geçit alanları alçı
mukarnaslıdır.
Erkekler bölümü sıcaklığının 9 metre çapında
açıklıklı kubbesinde geçiş, kemerin çevrelediği
tonoz-bingilerle olmaktadır. Mukarnas öğeleri
yalnızca tonoz-binginin eteğinde yer almaktadır.
Saray hamamının erkekler bölümü ılıklık kubbesindeki
dikdörtgen alan kısa kenarlarda yer alan üç mukarnas
dizisi ile kareye çevrilir. Mimari değeri büyük olan
bu hamam Balkan Savaşları sırasında bir süre ahır
olarak kullanılmıştır.
Edirne Kent Haber,
26.06.2007
|
KÜLTÜREL ZENGİNLİKLER KORUNACAK
Düzce’de ilk kez kültür varlıklarının kayıt altına
alınması, belgelenmesi, korunması ve tanıtılması
amacıyla "Kültür Envanteri" çalışması yapılacak.
Düzce’de genel anlamda
bugüne kadar kültür envanteri çalışması yapılmadığı
için Düzce Valiliği İl Kültür Turizm Müdürlüğü
tarafından uygulanacak projenin amacı günümüzde
hızla değişen ve tek tipleşen kültür
zenginliklerimizin tamamını yitirmeden belgemek,
korumak ve tanıtmak, gelecek kuşaklara aktarmak
olarak açıklandı.
Düzce Valiliği'nden yapılan
yazılı açıklamaya göre iki yılda tamamlanması
planlanan Kültür Envanteri Projesi'nin konu
başlıkları şöyle:
-
Arkeolojik yüzey
araştırması: Düzce ve ilçelerinin tümünde yüzey
araştırması yapılmalı ve var olan sit alanlarından
yola çıkarak tespiti ve tescili.
-
Geleneksel Halk, dini ve
sivil mimari örnelerinin tespit ve tescili.
-
Geleneksel halk
kültürünün (Doğumla ilgili inanışlar , evlenme ile
ilgili inanışlar, halk oyunları, halk takvimi, özel
günler, batıl inanış ve itikatlar vb.) maddi ve
manevi kültür öğelerinin tespiti, sözlü kültür
geleneği ve gelecek kuşaklara aktarılması için
belgelenmesi
-
Anıt ağaçların tespiti
ve tescili
Projede dijital fotoğraf
makinesi, ses kayıt cihazı ve ulaşım araçları
kullanılacak. Bütçe ise Kültür ve Turizm Bakanlığı
Personel Dairesi Başkanlığı, Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü ile Kütüphaneler ve Yayımlar
Genel Müdürlüğü'nden karşılanacak.
Kültür Envanteri hazırlık
çalışma formatına göre kültür potansiyelini
oluşturan kaynaklar şöyle sıralandı: Arkeolojik,
Doğal, Tarihi ve Kentsel sit alanları, taşınmaz
kültür varlıkları, müzeler, dil ve edebiyat,
kültürel kuruluşlar, folklorik değerler, bayramlar,
törenler, seyirlik oyunlar, sanat, geleneksel
mimari.
Düzce Damla, 26.06.2007
|
MOSKOVA'DA ALTIN KUR'AN SERGİLENİYOR
162 sayfadan oluşan 14 kilogram ağırlığındaki benzersiz kitabın, Rusya Maliye Bakanlığı'na bağlı Moskova Darphanesi'nde hazırlanması için bir buçuk yıl aralıksız çalışma yapıldığı açıklandı.
Değerinin 5,9 milyon dolar olduğu kaydedilen altın kitabın, 8. yüzyıldan kalma bir el yazmasından kopyalandığı, bu el yazmasının orijinalinin, 1936 yılından bu yana Rusya Bilimler Akademisi'ne bağlı St. Petersburg Doğu Bilimleri Enstitüsü'nde bulunduğu belirtiliyor.
Puşkin Müzesi'nde 3 hafta sergilenecek altın kitabı hazırlayan WTşirketinin başkanı Vladimir Prusakov, özel lazer teknolojisiyle altın sayfalara basılan Kur'an-ı Kerim'in taklidini yapmanın mümkün olmadığını ifade etti.
Yeni Şafak, 26.06.2007
|

|
EFES CELCUS KÜTÜPHANESİ'NDE DEFİLE, ASKLEPION
TİYATROSU'NDA KONSER
Dünyaca ünlü tekstil, hazır giyim markalarının
sahiplerini ve temsilcilerini ağırlayan Bossa
Tekstil, koleksiyonunu, ünlü mankenlerin katılımıyla
sunmuş. Etkinlik sırasında, Cem Adrian da Aşık
Veysel'in bestelerini seslendirmiş.

71 yıldır aralıksız süre
gelen Uluslararası Bergama Kermesi de 7 gün 7 gece
süren etkinliklerin ardından, Coşkun Sabah'ın
Asklepion Antik Tiyatro'da konser
vermesiyle sona ermiş.

Coşkun Sabah’ın
şarkılarına eşlik etmek için Antik Tiyatro’yu
dolduran Bergamalıların sayısı basında yer almadı.
Ancak, Ege sularında bir gemide ağırlanan ve Kuşadası’na
demirleyen gemiden inerek Efes Antik Kenti'ne gelen,
dünyaca ünlü markaların sahipleri ve
temsilcilerinden oluşan konukların sayısının 200
civarında (Kaynak: Selçuk Bölge Haberleri),
Uluslararası Bergama Festivali'nin dördüncü gününde
gene Asklepion Antik Tiyatro'da 1.5 saat sahne alan
Emre Aydın'ın izleyici kitlesinin de 5.000 kişi
olduğu öğrenildi (Kaynak: Bergama Kuzeyege
Gazetesi). Gelgelelim, neredeyse MÖ 4. yüzyıla
tarihlediğimiz tiyatronun kapasitesi 3.500 kişi...
Anlayacağınız, ölümlerin giremediği Sağlık
Merkezi'nde faciaya ramak kalmış.
Defilenin, kütüphanenin
önünde gerçekleştiği fotoğraflardan anlaşılmaktaysa
da mankenlerin soyunma mekanlarının neresi olduğu, bütün bu organizasyonlar için kullanılan
ekipmanın içeri ve dışarı yüklemelerin sonucunu,
çekilen elektrik ve telefon hatlarının ve ses
sistemlerinin verdiği zararı, konteynırların park
yerinin neresi olduğunu, catering servisi için mekanın
neresinin kullanıldığını, catering'deki ısıtma ve
soğutma işlemlerinin nasıl yapıldığını filan
da öğrenemedik.
Ayrıca, bu izinleri kimin verdiğini, bunlardan
kira alındıysa kimin aldığını da merak etmekteyiz.
Fotoğraflara bakılırsa Bergama organizasyon
sorumlusu Bergama Belediye Başkanı görülüyor. Antik
Tiyatroların yönetimi de yerel belediyelere verildi
de biz mi bilmiyoruz? Peki ya Efes? Haydi Devlet
Tiyatrosu gösterilerini bir yere kadar anladık da,
neredeyse 2000 yaşındaki Celcus'a bu eziyeti kimin
ettiğini bilen var mı?
TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, Foto: Aydın Kent Haber - Milliyet Ege, 26.06.2007
|
MEHMETÇİK CAMİ ONARDI
Hakkari’nin Çukurca İlçesi’nde Mehmetçik tarafından
onarılan cami törenle ibadete açıldı. Hakkari’nin
Çukurca İlçesi’nde 635 yılında yaptırılan ve
yaklaşık 10 gün önce restorasyon çalışmaları
başlatılan Emir Şaban Camii askerler tarafından
onarıldı.
Yeniden ibadete açılan cami için düzenlenen törende
konuşan Yüksekova 3. Taktik Piyade Tümen Komutanı
Tümgeneral Yurdaer Olcan, kendilerine düşen görevi
yerine getirmenin mutluluğunu yaşadıklarını ifade
etti. Emir Şaban Camii açılışına, Yüksekova Jandarma
Sınır Tugay Komutanı Tuğgeneral Süleyman Yüksel,
Çukurca Kaymakamı Pevrül Ayhan Akpay, Yüksekova
Kaymakamı Celalettin Cantürk, Çukurca Belediye
Başkanı M. Yaşar Turan, Hakkari İl Jandarma Alay
Komutanı Kıdemli Albay Erhan Kubat ile vatandaşlar
katıldı.
Akşam, 26.06.2007
|
SAGALASSOS'A RESTORASYON
Burdur’un Ağlasun İlçesi’ndeki Sagalassos Antik
Kenti’nde restorasyon çalışmalarına başlandı.
Antoninler Çeşmesi’nin kurulma çalışmalarının bu yıl
son bulacağı belirtildi
Koç
Holding’in sponsorluğunda yapılan kazı çalışmalarını
yürüten Kazı Başkanı Restorasyon Uzmanı Mimar Semih
Ercan, yaptığı açıklamada, bu yılki kazı
çalışmalarının gelecek ay başlayacağını, bunun
öncesinde restorasyon çalışmalarına ağırlık
verdiklerini belirtti. Roma dönemi MS 161-180
yıllarına ait Antoninler Çeşmesi ve MS 0-25
yıllarına ait Heroon ile iç alanda
sağlamlaştırma çalışmalarına başladıklarını ifade
eden Ercan, şunları söyledi: “2001 yılında kazı
çalışmalarına başlanan çeşmenin eksik taşları ve
kurulma çalışmaları bu yıl son bulacak. Deprem
riskine karşı gelecek yıl taşlar birbirine
bağlanacak. Mimari yapının restorasyonunun 2010
yılına kadar bitirilmesi hedefleniyor. 3 bin 500
parçalık üç boyutlu puzzle bu yıl içerisinde
çözülecek ve yapı kendini göstermeye başlayacak.
2010 yılına kadar sürecek restorasyon çalışmaları
sonunda Antoninler Çeşmesi’nden suyun, şelaleyi
andıracak şekilde yüksekten akmasını sağlamayı
hedefliyoruz.” Ercan, Zeus Tapınağı, giriş kapısı ve
meclis binasında da da çalışmaların devam ettiğini
sözlerine ekledi.
Ağlasun’a 7 km uzaklıkta bulunan Sagalassos’un yakın
çevresinin tarihi, MÖ 12 binlere kadar uzanır. MÖ 3
binde ilk yerleşim izlerinin fark edildiği
Sagalassos, MÖ 1600’lerde Pisidia coğrafyası
içerisinde kalır. Uzun bir süre tarihin
karanlıklarında kalan Sagalassos, Büyük İskender’in
bölgeyi kendi topraklarına katmak istemesiyle (MÖ
334) tarihteki yerini alır. Batı Toros dağlarının
kollarından biri olan Akdağ üzerinde, 1450-1700
metreler arasında kurulu Sagalassos, Büyük
İskender’in ordusuna karşı büyük bir savunmada
bulunur. Kanlı bir savaş sonucunda İskender
tarafından antik kent ele geçirilir. Sagalassos, MÖ
25 yılında Roma egemenliği altına girer. MS I.
yüzyılın ortasında da, bölgenin en önemli ve büyük
şehri haline gelir. MS 3. yüzyılın başına kadar
mimari yönden en parlak devrini yaşayan kent, MS
518’de bir deprem geçirir. Yıkılan yapılar yenilense
de MS 7. yüzyılda yaşanan yeni bir deprem kenti yok
eder.

Bunun üstüne kent, bir de Arap akınlarıyla karşı
karşıya kalır. Üst üste kötü olaylarla sarsılan
Sagalassos’u, susuzluk ve ardından gelen bulaşıcı
hastalıklar da rahat bırakmaz. Sonuçta kent terk
edilir. Bu güzel kentin üzeri hemen yamacına
kurulduğu Akdağ’dan inen toprak kütleleriyle
örtülür. Doğa tarafından böylelikle koruma altına
alınan Sagalassos, yüzyıllarca sürecek derin bir
uykuya dalar. Yüzlerce yıl sonra, 1706’da Fransız
gezgin Paul Lucas Sagalassos’a gelir. Lucas
seyahatnamesinde antik kentten perilerin yaşadığı
yerler olarak söz eder. Sagalassos’un gerçek
kimliği, 1824’te İngiliz papaz Francis Arundell
tarafından tespit edilir. Arundell, kentin Batı
Torosların en önemli antik kentlerinden Sagalassos
olduğuna işaret eder. 1985’lerde İngiliz
araştırmacılar, Stephen Mitchell başkanlığında
bölgeye giderler. 1986 yılındaki araştırmalara
katılan Belçikalı arkeolog Marc Waelkens ise
Sagalassosíu yüzlerce yıllık uykusundan uyandıran
ilk bilim adamı olur.
Zİyaretçilerini bekleyen Sagalassos, Antalya
Havaalanı’ndan 110 kilometre uzaklıkta bulunuyor.
Ayrıca Antalya-Pamukkale ve Kapadokya-Antalya arası
yolculuk yapacaklar için bir duraklama noktası
konumundaki kent, Burdur ile Isparta’ya sadece 30
kilometre mesafede. 1 Haziran-1 Eylül tarihleri
arasında bölgeyi ziyaret etmek isteyenler, hem kazı
çalışmalarını izleyebilir hem de Sagalassos’un
gönüllü rehberleri tarafından ücretsiz olarak
İngilizce, Fransızca, Almanca, Flamanca dillerinde
gezdirilebilir.
Akşam Akdeniz, Fotoğraf: sagalassos.be, 26.06.2007
|
KIZIL KİLİSE'NİN RESTORASYONU BAŞLIYOR
Aksaray'ın
Güzelyurt İlçesi Kaymakamı Ramazan Yıldırım, merkezi
New York'ta bulunan Dünya Anıtlar Fonu'nun (World
Monuments Fund-WMF), Haziran ayı başında ''2008
Yılında Dünyanın En Fazla Tehlike Altında Bulunan
100 Tarihi Eser Listesi''ni açıkladığını belirtti.

Yıldırım, bu listede yer alan yaklaşık 60 ülkeden
100 tarihi eserin içinde Türkiye'den Hasankeyf,
İstanbul'un tarihi surları, Ankara'daki Çukur Han,
Kapadokya'nın Göreme bölgesindeki Meryem Ana
Kilisesi ve Güzelyurt ilçesine bağlı Sivrihisar
beldesindeki Kızıl Kilise'nin bulunduğunu vurguladı.
Kurtarılmayı bekleyen 100 eser içindeki Kızıl
Kilise'nin kubbesinde yapısal hasar olduğunu
belirten Yıldırım, yapının genel olarak bakıma
ihtiyacı olduğunu söyledi. Kızıl Kilise'nin
restorasyonu için hazırlıkların sürdüğünü, Dünya
Anıtlar Fonu'nun kiliseyi dünyadaki 100 eser
arasında göstermesiyle kaynak sorunu da
yaşamayacaklarını ifade eden Yıldırım, ''Kızıl
Kilise, Fransızlar tarafından kurulan Kapadokya
Sevenler Derneği'nin
katkılarıyla restore edilecek. Restorasyonu ise
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmet Ağaryılmaz
başkanlığındaki ekip yapacak'' dedi.
Prof. Dr. Ağaryılmaz'ın 20 yılı aşkın bir süredir
Güzelyurt'u takip ettiğini, bu yıl da restore
çalışmaları için ilçeye geldiğini belirten Yıldırım,
Kızıl Kilise'de 3 yıl sürecek olan restorasyon
çalışmalarının maliyetinin 400 bin doların üzerinde
olacağını ifade etti. Yıldırım, ''Restorasyonu
yapacak ekibi belirledik, projemiz de hazırlanarak
kuruldan geçti'' dedi.
Kızıl Kilise'nin dünyada acil olarak kurtarılması
gereken ilk 100 eser arasına girmesinin Güzelyurt'un
tanıtımı açısından da çok önemli olduğunu kaydeden
Yıldırım, şunları kaydetti: ''Listede yer alan
tarihi eserler, dünya kamuoyunun dikkatini çekiyor
ve adeta turist akınına uğruyor. 5. yüzyılda
Ortodoksların hac yolu üzerinde kırmızı kesme taştan
yaptırılan Kızıl Kilise'nin de turistlerden ilgi
görmesini bekliyoruz. Böylece, Kapadokya bölgesinin
en önemli yerleşim yerlerinden biri olan
Güzelyurt'un da tanıtımı yapılmış olacak.''
Yıldırım, Güzelyurt'ta çok sayıda tarihi kilise ve
şapel bulunduğunu, ayrıca ilçenin önemini arttıran
bir başka faktörün ise Hıristiyanlığın 3 büyük
kolundan biri olan Ortodoks mezhebinin Güzelyurt'ta
kurulduğuna inanılması olduğunu sözlerine ekledi.
Sabah, 26.06.2007
|
KOÇ: BİZANS BİZİM DEĞİL DİYEMEZSİNİZ
"1. Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları
Sempozyumu"nu açan Kültür ve Turizm Bakanı Atilla
Koç, "'Bizans bizim değil' diyemezsiniz. Aksi halde
bu topraklarda iddianız kalmaz" dedi.

Vehbi Koç Vakfı tarafından İstanbul Arkeoloji
Müzeleri'nde düzenlenen sempozyum dört gün sürecek
ve yerli ve yabancı 90 uzman tebliğ sunacak. Büyük
ilgi gören sempozyuma Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürü Orhan Düzgün, Topkapı Sarayı Müdürü
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Koç Holding Yönetim Kurulu
Üyeleri Semahat Arsel ve Ömer Koç'un da aralarında
bulunduğu konuklar katıldı. Koç, açılışta şunları
kaydetti:
"Söyleyeceğim sözü yadırgayanlar belki olacak, ama
bu topraklarda Bizanslılar da yaşamıştır. Fatih
Sultan Mehmet'in camiye çevirdiği, bugün müze olarak
kullanılan Ayasofya da Bizans eseridir. Biz
yıkmamışız ve kullanmışız... 'Bizans bizim değildir'
diyemezsiniz. Aksi halde bu topraklarda iddianız kalmaz. Bu
topraklar Türkündür. Bugün de, Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının toprağıdır. Meseleye böyle bakalım.
Osmanlı, Selçuklu eserlerine verdiğimiz önem gibi
Hattuşa'ya ya da Lidya, Urartu, Frigya ve Likya'ya
da aynı önemi veririm. AKP'li bir bakan olarak
söylüyorum; milli birlik ve beraberlik açısından bu
anlamda dikkatli olunması gerekir."
Üç yılda bir gerçekleştirilmesi planlanan
sempozyumun amacı, "Türkiye'de ve diğer ülkelerde
sürdürülen bilimsel araştırmaları uluslararası bir
platformda paylaşmak, yayın aracılığıyla kamuoyuna
sunarak kültürel miras bilincini arttırmak, bu alana
yönelik çalışmaların yaygınlaşmasını sağlamak ve
genç Bizans araştırmacılarının yetişmesine destek
olmak" olarak açıklandı.
Sempozyum kapsamında iki serginin de açılışı
yapıldı. Marmaray kazılarından çıkan yaklaşık 500
buluntu "Gün Işığında; İstanbul'un Sekiz Bin yılı"
isimli sergide ziyaretçilerle buluştu. Üsküdar ve
Yenikapı kazılarından elde edilen anfora,
çanak-çömlek, seramik, sikke gibi taşınabilir kültür
varlıkları da bu sergide sergileniyor. "Kalanlar; 12
ve 13. yüzyıllarda Türkiye'de Bizans" isimli sergide
de Anadolu'nun çeşitli müzelerinden getirilen,
mimari eserler, mühür, sikke gibi 100 Bizans dönemi
tarihi eser yer alıyor.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 26.06.2007
|

 |
BALAT'TA DİMİTRİ KANTEMİR MÜZESİ AÇILDI
Avrupa Birliği ve Fatih Belediyesi’nin birlikte yürüttüğü "Fener ve Balat Semtlerinin Rehabilitasyon Programı" çerçevesinde restore edilen Boğdan Prensi Dimitri Kantemir’in evi müze olarak açıldı.
Osmanlı döneminde 22 yıl İstanbul’da yaşayan Boğdan Prensi Dimitri Kantemir’in evi, Avrupa Birliği ve Fatih Belediyesi’nin otaklaşa yürüttüğü Fener ve Balat Semtlerinin Rehabilitasyonu Programı kapsamında restore edildi ve Romanya Cumhurbaşkanı Traian Basescu’nun katılımıyla müze olarak açıldı. Törende İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Mesut Pektaş, Ak Parti Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Dülger, AB Türkiye Delegasyonu Eş Başkanı Büyükelçi Marc Pierini ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir de yer aldı.
İstanbul’a 15 yaşındayken gelip 22 yılını burada geçiren ve 18. yüzyıl Türk musikisinin en önemli bestecilerinden olan Dimitri Kantemir, Doğu ve Batı kültürlerinin buluşmasında büyük bir rol oynadı. Her iki kültürün felsefesine ve sanatına da hakim olan Kantemir, eserleriyle İstanbul’un kültür hayatına kalıcı izler bırakmış bir şahsiyet. Kendi icadı olan nota sistemi ile birçok klasik besteyi yok olmaktan kurtardı, Türk musikisi makamlarıyla şarkılar besteledi ve ileri yaşlarını da Osmanlı kültürünü batıya tanıtmakla geçirdi.
Kültür A.Ş., 26.06.2007
|
ATALARIMIZ NE ZAMANDIR YERLEŞİK
Arkeoloji dergisi
Minerva'nın temmuz sayısında yer vereceği
araştırmaya göre insanoğlunun ataları,
avcı-toplayıcılıktan yerleşik hayata bilinenden 400
bin yıl daha önce geçti.
Araştırmanın sahibi
Hamburg Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Helmut
Ziegert, 'insan evrimi'nin bugüne kadar kabul edilen
zaman çizelgesinin doğru olmadığını iddia ediyor.
Ziegert, Afrika'dan Asya ve Avrupa'ya göç eden,
insanlığın ilk atası 'homo erectus'un 10 bin yıldan
çok daha önce yerleşik topluluklarda yaşamaya
başladığını söylüyor. Ziegert, Kuzey ve Doğu
Afrika'da özellikle Libya'daki Fezzan Gölü
yakınlarında ve Etiyopya'daki Awash Gölü civarında
teorisini doğrulayacak, balıkçılık ve kasaplık için
inşa edilen taştan evler, araçlar gibi kanıtlar
bulduğunu açıkladı.
Radikal, 26.06.2007
|
MOZAİK MÜZESİ'NE İHTİYAÇ YOKMUŞ
İl
Özel İdaresi Genel Sekreteri Abdulkadir Demir,
ilginç bir değerlendirme yaptı ve yeni bir mozaik
müzesine ihtiyaç olmadığını söyledi.
Demir, Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nin, depolarda
bekletilen mozaiklerin sergilenmesi için yeterli
alana sahip olduğunu belirterek, "Gaziantep'in yeni
bir müzeye ihtiyacı yok" dedi. Gaziantep Arkeoloji
Müzesi'yle ilgili bir rapor hazırlattıklarını
belirten Demir, şu an müzede kullanılmayan yerlerin
tespit edildiğini, bu alanların revize edilmesiyle
birlikte depolarda tutulan mozaiklerin restore
edilerek bu bölümlerde sergilenebileceğini söyledi.
Kamuoyunda yeni bir Mozaik Müzesi yapılması yönünde
taleplerin artığına dikkat çeken Demir, böyle bir
müzeye ihtiyaç olmadığını savundu.
Gaziantep 27 Gazetesi,
26.06.2007
|
BODRUM'DA TARİH, İNŞAAT YAĞMASININ KURBANI
Bodrum'un, kontrolsüz inşaat yağmasına uğraması, bundan da en büyük yarayı sit alanlarının alması 1980'li yılların ortalarında başladı. Bodrum, bir yandan doğa, kültür ve turizm cenneti olarak tanıtılmaya; Dünya çapında bir marka olarak benimsetilmeye çalışılırken ne yazık ki söylemler hep lafta kalacakmış gibi görünüyor. Dış tanıtımlarında "Mausoleion'u geri istiyoruz' diye yola çıkanlar ne yazık ki şu an ellerinin altındaki değerlere sahip çıkma konusunda aynı duyarlılığı gösteremiyorlar. Yakın zamanlara kadar, Bodrum Kalesi, Antik tiyatro ve Mindos kapısı gibi belli başlı yerler dışında tarihi dokunun canlandırılmasına yönelik hiç bir girişimde bulunulmadı. Bodrum ve belde belediyelerinin imar yetki ve uygulamalarının bir çoğundaki hatalı ve keyfi uygulamalar, Bodrum yarımadasında ve tümüyle bir sit alanı sayılabilecek konumdaki Bodrum'da çarpık kentleşmeyi körükledikçe körükledi. Bugün Mars Tapınağı'nın yerinde özel bir hastanenin yer alması, Antik Stadion'un, yıllar önce oldukça iyi durumda ortaya çıkarılabilecekken, Sanayi Sitesi inşaası uğruna feda edilmesi, eskiden bazı noktalarda rahatlıkla izlenebilen Halikarnas kent suruna ait kalıntıların neredeyse yerlerinde yeller esiyor olması; yüksek rant beklentilerinin, Bodrum'u her geçen gün nasıl bu çarpıklıklara mahkum ettiğinin sadece bir kaç örneği. En son örnek ise; Kıbrıs Şehitleri Caddesi üzerinde, Bodrum çıkışı yakınlarındaki doğu sur duvarı kalıntılarının bulunduğu tepenin etrafının traşlanmış olması ve neredeyse çepeçevre inşa faaliyetlerinin sürmekte olması. İlginç olan da; Bodrum İş Merkezi projesi altındaki imzanın, "Tarihi Kentler Birliği"nin de üyesi olmakla övünen Bodrum Belediyesi'ne ait olması.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın geçtiğimiz yıl sonunda Bodrum Yarımadası'nın İmar Planı ile ilgili yetkiyi üzerine almasının ardından hazırlanmaya başlanan 1/25.000'lik Çevre Düzeni Planı tamamlandığı ve Bodrum'daki belediyelere ulaştığı haberleri gündemde. Yarımada'daki belediyelerin planı kendi bölgelerinde birkaç gün içerisinde askıya çıkartmaları bekleniyor.
Çevre Düzeni Planı olmadığı için Yarımada'nın katı atık yeri, otogar ve arıtma tesisleri gibi projeleri sonuçlandırılamıyormuş. Ama anlaşılan sit alanlarının tahrip etmek için tüm haklar, peynir ekmek gibi birileri tarafından bol keseden dağıtılıyor.
arkeoloji.web.tr, 25.06.2007
|
MISIR'IN 1500 YILLIK KAYA RESİMLERİ

Mısır'da
Komo Ombo kentinin kuzeyinde
yer alan Kurta (Qurta) kasabasında Belçikalı
arkeologlar tarafından bulunan kaya resimleri bilim
dünyasında yankı buldu. Paleolitik Dönem'e tarihlenen
kaya resimleri, Fransa'da bulunan
Lascaux Mağarası'nda ele geçen
kaya resimleriyle benzerlik göstermekte. Bilim
adamlarına göre, bulunan kaya resimlerini bu kadar
özel kılan nokta çizimlerin doğal bir stili olması.
Kaya resimlerinin çoğu hayvan betimlemeleriyle
süslü; yaygın olarak da hipopotam, kuş, balık ve
insan figürlerinin olduğu resimler,
Paleolitik dönemin tarihine ve
dönemin insan yaşamındaki yansımalarına ışık
tutması bakımından oldukça önemli.

Toplam 30 panelden oluşan kaya resimlerinin 20 paneli fotoğraflanmış ve belgelenmiş durumda. Geri kalan 10 panelin incelenmesi ise 2008 yılında yapılacak. İncelenen panellerde en çok kullanılan hayvanın bizon olduğunu belirten arkeologlar, toplam 111 değişik pozisyonda resmedilen bizonların yanısıra 7 adet kuş, 3 adet hipopotam, 3 adet impala ve 2 tane de balık figürünün resmedildiğini sözlerine eklediler. Resmedilen hayvanların hiçbirinin evcilleşmiş olduğuna dair bir kanıt ise gözlenmemiş. Hayvan betimlemelerinin yanısıra 10 adet stilize insan figürünün de yer aldığı kaya resimlerinde, insanların kalça bölgeleri diğer bölgelerinden daha belirgin bir biçimde betimlenmiş. Kaya resimlerinin hepsi koyu bir renkle resmedilmiş ve ardından tamamına cila yapılarak resim sabitlenmiş.

Grup halinde betimlemelerden
ziyade, tek tek resmedilen hayvan figürlerinin
boyutları da çizimler kadar istisnai. Kurta kaya
resimlerinde yer alan hayvanların boyutları yaklaşık
0.4 - 0.5 metre civarında. Kazı başkanı
Huyge'nin açıklamalarına göre, tarihöncesi insanlar bu sanatı yaratırken çoğunlukla kayaların doğal yarık, çatlak ve kıvrımlarından faydalanarak, kazıma tekniği ile betimlemeleri resmetmişler.
Kazı başkanı Huyge, kaya resimlerinin geç
Paleolitik Dönem'e tarihlenen,
Ballanan-Silsilian kültürüne ait olduğunu
ifade etti. Kurta kaya resimlerinin Mısır kültüründe
gözlenen en erken çizgisel aktivite olduğunu
belirten arkeologlar, resimlerin Avrupa'da gözlenen
Paleolitik Dönem sanatıyla kronolojik olarak Afrika
ve Mısır'da da gözlendiğini belirttiler.
Al-Ahram Weekly Online, haber: Nevine El-Aref,
Çev.: Yüksek Zemin Arayışı, 25.06.2007
|

|
ONARILAN SVETİ GEORGİ KİLİSESİ EDİRNE'YE DAHA FAZLA
BULGAR TURİST GELMESİNİ SAĞLADI
Bulgaristan'ın
Edirne Başkonsolosu Angel Angelov, Edirne'de Sveti
Georgi Kilisesi'nin onarılmasıyla kente ibadet ve
turizm amaçlı gelen Bulgarların sayısının arttığını
belirtti.
Angelov,
yaptığı açıklamada,
Kıyık Mahallesi'ndeki kilisenin onarılmasıyla,
yöreye büyük bir canlılık geldiğini söyledi.
Bulgaristan'dan hafta sonları yoğun olmak üzere her
gün çok sayıda kişinin Sveti Georgi Kilisesi'ni
ziyaret amacıyla Edirne'ye geldiğini ifade eden
Angelov, şöyle konuştu:
''Kilise
onarılmadan önce Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelenler
ibadet için İstanbul'a gidiyordu. Kilisenin
onarılarak, faaliyete geçirilmesiyle vatandaşlarımız
ibadetlerini Edirne'de yapıyorlar. Sveti Georgi
Kilisesi'nin onarılmasıyla kente ibadet ve turizm
amaçlı gelenlerin sayısı arttı. Bu da iki ülke
arasında kültür, sanat ve ticarete katkı sağlıyor.'
Turizm Gazetesi,
Fotoğraf: Edirne Vergi Dairesi, 25.06.2007
|
GAZİMAĞUSA'NIN DÜNYA ANITLAR FONU LİSTESİ'NE
ALINMASI
Leonardo Da Vinci, William Shakespeare ve
Namık Kemal gibi dünyaca ünlü sanatçılarla anılan
tarihi kent Gazimağusa´nın, Doğu Akdeniz
Üniversitesi´nin 3 yıl boyunca Gazimağusa Belediyesi
ve Eski Eserler Müzeler Dairesi´nin de katkılarıyla
yürüttüğü çalışma sonucunda Dünya Anıtlar Fonu
listesine girdiği bildirildi.
Gazimağusa´nın listede tarihi eser bakımından
"ilgiye muhtaç 100 kent" arasında yer almasının
"utanılacak bir durum olmadığı" vurgulanarak, kentin
tarihi eserlerinin korunması ve ileriye taşınması
için iki yıl boyunca uluslararası fon ve uzman
katkısı sağlanacağı da kaydedildi.
Gazimağusa Belediye Başkanı Oktay Kayalp, Eski
Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürü Fuat Azimli, Doğu
Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Halil Güven
ile DAÜ Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Doç.
Dr. Micahel Walsh, Ginkko Restoran´da basın
toplantısı düzenleyerek süreçle ilgili bilgi
verdiler. Basın toplantısında ilk sözü alan DAÜ Rektörü
Prof. Dr. Halil Güven, DAÜ´nün Gazimağusa´da
olmaktan gurur ve mutluluk duyduğunu belirterek,
üniversitenin tarihi mirası kentle ortak
paylaştığını söyledi. Güven, listeye girmek için belediye ve Eski
Eserler Müzeler Dairesi´nin de katkılarını alarak
DAÜ´nün çalışma yaptığını, bu yönde talepte
bulunduğunu kaydederek, "Amaç Gazimağusa´yı
prestijli bir noktaya çekmekti" dedi.

Rektör Güven, Gazimağusa´daki kültür mirasının
ileriki nesillere taşınması ve korunması için DAÜ
Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü´nün 3 yıl kadar bir
süre çalışma yaptığını belirterek, bu çalışmanın
sonucunda Gazimağusa´nın Dünya Anıtlar Fonu
listesine dahil edildiğini kaydetti.
Listeye girme amacının uluslararası fondon
finansman sağlayıp dünyanın ilgisini Gazimağusa´ya
da çekmek olduğunu söyleyen Güven, Dünya Anıtlar
Fonu´nun Türkiye´den dört yer ile KKTC´den
Gazimağusa´yı inceleme listesine aldığını belirtti. Güven, listeye dahil olması nedeniyle Dünya
Anıtlar Fonu´nun Gazimağusa ile ilgili projelere 2
yıl süreyle finansman ve uzman yardımı yapacağını
kaydetti.
Gazimağusa´nın özellikle yurt dışında tarihi
dokusuyla, kültür sanat yapısıyla ön plana çıktığını
belirten Belediye Başkanı Oktay Kayalp da, Dünya
Anıtlar Fonu´nun korunması gereken 100 kent veya yer
arasına Gazimağusa´ya da yer vermesinin çok önemli
olduğunu söyledi. Kayalp, "Bizim bütün amacımız Gazimağusa´ya
dikkat çekmek, daha fazla katkı, parasal ve manevi
destek alarak korunmasını ve bu tarihi mirasın
geleceğe taşınmasını sağlamaktı. Bu olay bizim
açımızdan çok önemli ve inanıyorum ki 2008 yılında
bu konuda bizim önümüzü daha da açacak" dedi. Bir süredir AB´dan aldıkları kaynakla Suriçi´ni
canlandırma planı doğrultusunda belirli düzenleme ve
restorasyonları gerçekleştirdiklerini söyleyen
Kayalp, böyle bir listede yer almanın yeni kaynaklar
yaratacağını söyledi.
Dünya Anıtlar Fonu başkanının basın açıklamasına
da değinen Kayalp, listeye alınan kentlerin yüzde
75´inin bir yıl sonra uluslararası fonların
katkısıyla beklenen noktaya geldiğini söyledi.
Kayalp, listede yer alan kentlerin bir yıl sonra
turist akınına uğradıklarını, turistlerin bu listede
yer alan tarihi eserleri özellikle görmek
istediklerinin altını çizdi.
Belediye Başkanı Kayalp, bir soruya karşılık,
Türkiye basınının ilk etapta listede yer alan
kentlerle ilgili olumsuz imaj yarattığını,
kamuoyunda "yıkılmış kent" gibi bir yanlış algılama
oluştuğunu da belirterek, listede yer almanın
prestijli, ayrıca uluslararası fonların ve
organizasyonların dikkatini çekmek için uyarıcı
olduğunu söyledi.
Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürü Fuat
Azimli de, daire olarak tüm kurum ve kuruluşlarla
işbirliği içerisinde eski eserleri korumaya yönelik
her türlü çalışmaya hazır olduklarını belirterek,
DAÜ Arekoloji ve Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Walsh´ın
yürttüğü çalışmaya da daire olarak destek
verdiklerini ifade etti. Gazimağusa Suriçi ve surlarının tarihi dokusu
hakkında bilgi veren Azimli, Suriçi´nde 249 eski
eser nitelikli mekan bulunduğunu, 2 kilometre
uzunluğundaki surların kalınlığının da 5 metre
olduğunu söyledi. Azimli, Suriçi´nin tarihinin 800 yıl öncesine
dayandığını, en eski mekanının ise Othello Kalesi
olduğunu söyledi.
DAÜ Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Doç.
Dr. Michael Walsh da, Gazimağusa gibi zengin ve
önemli bir mirasa sahip bir kentin ilgiye,
uluslararası işbirliğine, fonlara ve uluslarası
uzman bilgisine ihtiyacı olduğunu söyledi. Dünya Anıtlar Fonu´nun iki yıl süreyle
uluslararası yardım sunacağını kaydeden Walsh, "İki
yıl boyunca Dünya Anıtlar Fonu´nun kapıları bizim
sunacağımız projelere destek ve uzmanlık sağlamak
için Gazimağusa´ya açık olacak dedi. Fona Gazimağusa´nın dahil edilmesinin utanılacak
bir durum olmadığını, listede Venedik, New York,
Londra ve Dublin gibi şehirlerin de bulunduğunu
söyleyen Walsh, "Tarihi mirasların bakımı çok pahalı
ve zahmetli. Biz de bu yardıma ihtiyaç duyuyoruz"
dedi.
Walsh, fon kapsamında uluslararası uzmanların
Gazimağusa´ya gelerek, tarihi eserlerin ne durumda
olduklarını tespit edeceklerini ve kapsamlı rapor
hazırlayacaklarını söyledi. Walsh, "İhtiyacımız olan tek şey para değil,
uzmanlık bilgisine daha fazla ihtiyacımız var" dedi.
Kuzey Kıbrsı Vatan, Fotoğraf: Kıbrıs Fotoğraf
Galerisi, 25.06.2007
|
ÖDEMİŞ'TE TARİHİ ESER
OPERASYONU
İzmir’in Ödemiş
İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı Merkez Karakol
Komutanlığı tarafından yapılan bir operasyonla,
tarihi eserler
ve sikkeler ele geçirildi.
Edinilen bilgilere göre Ödemiş’e bağlı Tosunlar
köyünde ikamet eden M. T. İle İ. D. adlı şahısların
ellerinde tarihi eser ve sikkeler bulunduğu
bilgisini alan jandarma ekiplerince burada
düzenlenen operasyonla çeşitli dönemlere ait eserler
ele geçirildi. Eserler Müze Müdürlüğü'ne teslim
edilirken, olayla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğü
bildirildi.
Selçuk Bölge Haberleri,
25.06.2007
|
|
İLK İSTANBUL'A SAHİP ÇIKACAK MIYIZ?
İçinden gemi
geçen şehirleri, içinden gemi geçen şarkıları
severim. Gemileri seyretmeyi severim. Son yirmi yıl
hep gemileri seyredebileceğim mahallelerde oturdum.
Boğaz’ı yararak geçen kırmızı, bazen lacivert, bazen
beyaz gemileri, şilepleri izlerken, bir arkadaşımın
aklıma soktuğu şeyi düşünürüm bazen: "Gemiler, bizim
egomuzu simgeler" demişti. Egomuzu, suyun üstünde
akarken görebiliriz. İçine ne koymak istersen onu
koy, neyi taşıtmak istersen onu taşıt. İşte, hep
görmek istediğin bilinçaltın karşında geçiyor.
Onunla birlikte batmak ya da onun içine
taşıyabileceği güzel yük koymak senin elinde.
Aslında tek tek egoların toplamından oluşan, ortak,
en azından kısmen ortak, toplumsal bir ego,
toplumsal bir bilinçaltı da vardır denebilir. O
vakit, bu gemiler ve sularımız, ortak
bilinçaltımızın sahnesi haline dönüşür.
Yeryüzünün en kıymetli doğa parçalarından biri,
Çanakkale ve İstanbul boğazları, Karadeniz ve
Marmara Denizi’nin buluştuğu bölgedir. Kıtalar, iki
boğaz ve iki denizle buluşur. İklimler ve kültürler
için de bir kavşak olmuştur. O yüzden, zamanın en
güçlü halkları hep bu coğrafyayı arzulamıştır.
Haçlılar üstünden geçmiştir, Araplar alamamıştır,
Türkler beş asırdan fazla bir süredir buranın
sahibidir.
Boğazlardan çok sular aktı. Hisarların, surların
duvarları yıkıldı. Boğazların üstüne köprüler
yapıldı, ormanları yok edildi, gölleri atık havuzu
oldu, kıyıları doldurulup asfalt yapıldı. Başka bir
egonun, bilinçaltının hakim olduğu bir zamanda
yaşıyoruz.
İstanbul, dünyanın limanı. En eski ve en büyük
limanı. Geç kalmış bir şehircilik örneği olarak
İstanbul’un bir yakasına Marmaray bir yakasına metro
kazıları yapan belediyemiz, hiç istemediği, yazık ki
hiç istemediği bir gerçekle karşılaşıyor: İlk
İstanbul’la karşılaşıyor.
Temmuz sayısında Atlas, kapak konusu olarak bu
kazıyı işliyor. Oradan bir cümle:
“Theodusius Limanı’nın zemininde bin yılı aşkın süre
bekleyen 24 antik gemi, bir antik limanda bugüne
kadar ulaşılan dünyadaki en büyük batık grubu.
Limanın gemiler tarafından aktif olarak kullanıldığı
MS 5. ile 11. yüzyıl arasına tarihlenen batık ve
gemi aksamları, antik dönem denizciliğinin
bilinmeyenlerini ilk kez cevaplıyor.”
İlk İstanbul, şehrin en arkaik zamanı, şehrin
bilinçaltı gibi eşilen toprağın altından çıkıyor.
Kimi yerleri telaşla örtülse bile çıkıyor işte.
Dünyanın en eski limanı bulunuyor İstanbul’da.
Limanda batmış gemiler çıkarılıyor. Dünya kültürünün
nabzı son zamanlarda İstanbul’da atıyor.
Hak ettiği ilgiyi, özeni, korunmayı görüyor mu,
hayır.
Bu konuda yalnızca belediyeyi suçlamıyorum. Dünyanın
en eski limanının kalıntıları, Yenikapı’da,
Üsküdar’da meydana çıkıyor. Yazık ki dokunsan
dağılacak, dağılan enkazların üzerinde greyderler,
kepçeler dolaşıyor.
Türk basınında, sanatçısında, İstanbul entelektüeli
ya da sosyetesinde, "İlk İstanbul"la yüz yüze
gelmenin ya da gelememenin telaşı, heyecanı, onu
koruyamamanın acısı, öfkesi, tepkisi yok.
İstanbul’un hafızası güçlüdür. Bu şehir unutmaz.
Şehrin fiyakalı tepelerine görmemişlik kuleleri
dikilme planları kadar bile heyecan yaratmadı "İlk
İstanbul".
İstanbul’a geldik, çünkü burası İstanbul olduğu
için. İstanbul’u arzuluyoruz, çünkü burası İstanbul.
İstanbul’u, İstanbul’u yok ederek mi geliştireceğiz?
O zaman İstanbul’a niye geldik ki? Bir yerden bir
yere gitmek önemli. Bir yerden bir yere gitmek
İstanbul’da bir cehennem. Ama bir yerden bir yere
gitmek için İstanbul’u yok etmek mi gerekiyor? O
zaman İstanbul’a niye geldik? İstanbul’un yeni
sakinleri, dünyanın bu en önemli metropolünü hak
ettiklerini göstermek için İstanbul’un üstünden
geçmeden İstanbul’da bir yerden bir yere gitmeyi
başarmalıdır. Yoksa..
Modest Mouse’un güzel bir şarkısı vardır:
“We’re dead even before the ship sank.”
Şöyle çevirmek hoşuma gider:
“Hepimiz ölmüşüz gemi batmadan önce.”
Referans, Yazı. Özcan Yüksek, 25.06.2007
|
DEKANLAR
HADRIANOPOLİS'TE
Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi (ZKÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi'nde
gerçekleştirilen ve çok sayıda üniversiteden dekanın
katıldığı toplantının ardından dekanlar, gezi için
Karabük'ün Eskipazar ilçesine geldi. Eskipazar'da
Hadrianoupolis Antik Kentini gezen dekanlara, Dokuz
Eylül Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeloji
Bölümü öğretim üyesi Yard.Doç Dr Ergün Laflı
tarafından bölge hakkında bilgeler verildi.

Laflı, kendisinin
başkanlık ettiği kazı çalışmalarının 2005 yılında
başladığını söyleyerek, "2003 yılında Karadeniz
Ereğlisi Müzesi tarafından yapılan kurtarma
kazılarında ortaya çıkarılan ve tarafımızdan Erken
Bizans B Kilisesi olarak adlandırılan kent
merkezindeki kilise dışında arkeolojik yüzey
araştırmaları sonucunda 14 adet dağınık kamu ve
diğer tür yapılar tespit edilmiştir. Kamu yapıları
arasında 2 hamam, 2 kilise,1 savunma yapısı, 1
tiyatro, 1 kemerli yapı, 1 kubbeli yapı gibi anıtsal
yapılar bulunmaktadır" dedi.
Erken Bizans A kilisesi
ile Erken Bizans B kiliselerinin birbirine plansal
ve anıtsal olarak benzediğini belirten Laflı, A
kilisesi tabanında bulunan mozaiklerin olağanüstü
olduğunu söyleyerek, "Bu mozaik zemin büyük
olasılıkla Paplagonia'ya Kuzey Afrika'dan gelen
ustalar tarafından yapılmış. B Kilisesi'nin
tabanında bulunan mozaikler ise Edessalı ustalar
tarafından yapılmış olmalı" diye konuştu.

Hadrianopolis antik
öreninde yüzey araştırmaları sonucunda bulunan
anıtsal hamam A yapısının 13 ana mekanının ortaya
çıkarıldığını kaydeden Laflı, "Bizans devri dini
yapıların yoğunlaştığı alandaki hamamın inşası büyük
bir olasılıkla MS 5.yy'da gerçekleşmiş olmalı.
Hamamın hypocaust sistemi bize Geç Roma hamamlarını
hatırlatmaktadır. Hamam MS 7.yy sonuna kadar
kullanılmış olmalıdır ki, kazılar sırasında ele
geçirdiğimiz 7 adet sikkeden bir kısmı bize hamamın
MS 8.yy'nin başlarında terk edildiğini
düşündürmektedir. Binanın içinden çıkardığımız en
çarpıcı arkelojik öge ise 10 nolu mekanda bulunan
geometrik bezemeli mozaikli bir zemindir. Bu mozaik
binanın MS 5.yy.'da inşa edilmiş olduğunu teyit
eder" dedi.
Değişim Gazetesi, Foto: Karabük Valiliği i25.06.2007
|

|
"3 BİN YILLIK TARİH TALAN EDİLİYOR"
Fileleftheros gazetesi, fotoğraflı olarak yayımladığı haberinde, KKTC’deki büyük inşaat faaliyetlerinin artık Karpaz Yarımadası’na kadar dayandığını yazdı.
Habere göre, yakın zamanlarda Dipkarpaz’daki evlerin yıkılması ve iskan edilmesinden bahsedildiğini, öte yandan Yalusa’daki (Yeni Erenköy) “yağma edilmiş Kıbrıs Rum malları ve beraberindeki 3 bin yıllık tarih aleyhindeki programlanmış kalkınma planının da halihazırda bilindiğini” kaydetti.
Gazete, bir yıldan beridir bölgede “Barbaro” isimli turistik bir şehir kurulmasıyla ilgili planlamaların bilindiğini, elde edilen son bilgilere göre ise, çalışmaların birtakım sebeplerden dolayı geciktiğini belirtti.
Öte yandan haberde, söz konusu yapım çalışmalarının gerçekleştirileceği toprakların Yeni Erenköylü Kıbrıslı Rumlara ait olduğu, bunların kim olduğunun tespit edildiği, bunların ikisinin G-8´İN öldüğü, mirasçılarının ise topraklarında yapılacak çalışmalarla ilgili olarak bilgilendirilmesine çalışıldığı kaydedildi.
Gazete ayrıca, bölgede sadece Yalusalıların (Yeni Erenköylüler) mal-mülklerinin tahrip edilmediğini; bölgedeki 3 bin yıllık kültürün de tahrip edildiğini iddia ederek, bölgenin 3 bin yıllık tarihinin adanın ilk gelen Elen yerleşiklerine kadar uzandığını belirtti
Kuzey Kıbrıs Vatan, 25.06.2007
|
TARİHİ KAYDA ALALIM

Selçuklu’ya iki asırdan fazla süre
başkentlik yapan Konya’da bulunan çok sayıda tarihi
eserin tam anlamıyla kayıt altına alınmaması
korumayı engelliyor
Geçmiş nesillerin insanlığa ortak miras olarak bıraktığı tarihi eserler, bugün birçok insan tarafından bilinmezken, bazıları da yok olmak üzere. İstanbul, Edirne ve Bursa’dan daha önce ‘Selçuklu’nun en muhteşem şehri’ ünvanını alan Konya’daki tarihi eserlerin tamamının kayıt altına alınmaması büyük bir eksiklik. SÜ Harita Mühendisliği Bölümü öğrencileri M. Arif Taşdemir ve M. Fatih Hançerli, Konya’daki tarihi eserlerin bilgilerinin topanarak veri tabanı oluşturdu.
Öğrencilerin proje danışmanı Yrd.Doç.Dr. Savaş Durduran, Konya’nın tarih yönünden en önemli eksikliğinin eserlerinin kayıt altına alınmaması olduğunu vurgulayarak, “Tarihi eserleri korumak için önce kayıt altına almak gerekir. Kentlerin kimliklerini koruyabilmeleri için, kültürel mirasını tespit edip tescil atlına alması ve koruması bir zorunluluktur. Bu sadece Tabi Anıtlar Kurulu’nun değil belediyelerin ve üniversitelerin de görevi” değerlendirmesinde bulundu.
Kendilerine verilen bitirme tezi ödevini hakkıyla
yerine getiren Taşdemir ve Hançerli ise kentlerin
tarihi eserleri ile kendi kimliklerini kazandığını
belirterek, geçmişin tanıklarına sahip çıkılması
gerektiğini ifade etti. Tez, Türkiye’de ilk defa bir
ildeki tüm tarihi eserlerin kayıt altına alınmasını
sağladı. Tez kapsamında hazırlanan veri tabanının
geliştirilmesi ve internet sitesi haline
getirilmesi, şehirdeki tarihi eserlerin tanıtımı ve
korunması açısından ciddi önem taşıyor.
SÜ Harita Mühendisliği Bölümü öğrencisi M Arif
Taşdemir ve M. Fatih Hançerli hazırladıkları bitirme
tezinde Konya’daki büyük küçük tüm tarihi yapıların
bilgilerinin bulunduğu bir veri tabanı oluşturdu
Selçuk Üniversitesi Harita Mühündesliği Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Savaş Durduran, son
sınıftaki iki öğrencisine bitirme tezi olarak
Konya’daki büyüklü küçüklü tüm tarihi eserlerin
bilgilerinin toplanması ve bu bilgilerden bir veri
tabanı oluşturulası konusunu verdi. Mehmet Arif
Taşdemir ve Mehmet Fatih Hançerli’nin, altı ay süren
uzun bir çalışma sonrasında araştırmalarını hakkıyla
yerine getirerek, hazırladıkları eser, Konya’nın
tarihinin kayıt altına alınması için altyapı
oluşturabilecek nitelikte.
Bitirme tezi ile ilgili görüşlerini aldığımız
Taşdemir ve Hançerli, Konya’nın tarihi eserleri
bakımından Türklüğün sayılı şehirlerinden birisi
olduğunu belirterek, Konya’nın Bursa, Edirne ve
İstanbul’dan önce Selçuklu döneminde ‘En muhteşem
Türk şehri’ mertebesine ulaştığını hatırlattı.
Çalışmalarının 1850 yılı öncesindeki camiler,
medreseler, darülhuffazlar, kiliseler, mescitler,
hamamlar, müzeler, çeşme ve şadırvanlar gibi tüm
tarihi eserleri kapsadığını dile getiren öğrenciler,
topladıkları bilgileri bir veri tabanında işleyerek,
Konya’nın tarihi eser bilgi sistemini oluşturmaya
çalıştıklarını kaydetti.
Öğrenciler, “Kentler, değerleriyle kendi
kimliklerini kazanırlar. Geçmişin bu değerli
tanıklarına öncelikle tarihsel ve duygusal değerleri
göz önüne alarak saygı göstermeliyiz. Günümüzde
kentlerin kendi kimliklerini koruyabilmeleri için
kültürel mirasını tespit ederek, tescil altına almak
ve tarihi çevrenin yok olan tarihi değerler ve
kültürel çevrenin korunup geliştirilerek
kullanılabilmeleri için sağlıklı çözümler aranması
zorunluluğu bulunmakta. Bu bağlamda yapılan
çalışmalarda yaşanan en büyük sıkıntılardan birisi
saptama-belgeleme çalışmalarının henüz istenen
düzeyde ve hızda gerçekleştiriliyor olmaması.
Belgeler bilgisayar ortamında olmadığı için çabuk
bozulup kaybolabiliyor” dedi.
Öğrencilerin proje danışmanı Yrd. Doç. Dr. Savaş
Durduran, tarihi çevrelerin insanlığın ortak malı
olarak kabul edilmesi gerektiğini belirterek,
günümüzde çarpık kentleşme ile giderek artan
niteliksiz yapılaşmalar sonucu fiziksel çevreler ve
dolayısıyla tarihi çevrelerin olumsuz yönde
değiştiğini kaydetti. Yaşanan bu değişimin
beraberinde korunmanın önemini de gündeme
getirdiğini açıklayan Durduran, “Tarihi eserlere ve
kültürel varlıklara sahip çıkmak, korumak ve gelecek
nesillere aktarmak hepimizin kutsal görevidir”
değerlendirmesini yaptı.
Yrd. Doç. Dr. Durduran, öğrencilerin hazırladığı
projenin gerçekten Konya için büyük önem taşıdığına
inandığını belirterek, hazırlanan veri tabanının
Konya’daki tüm tarihi eserlerin bilgilerini kayıt
altına alacak, bu eserleri dünyaya tanıtacak,
eserlerin korunması ve yaşatılmasını sağlayacak bir
çalışmanın temelini oluşturabileceğini kaydetti.
Türkiye’de bu şekilde bir çalışmanın hiçbir il için
yapılmadığını anlatan Yrd. Doç. Dr. Durduran,
“Tarihi eserlerin koruma altına alınabilmesi için
öncelikle bu eserlerin güncel bilgilerine ihtiyaç
var. Kültür ve tabiat varlıklarının korunması ile
ilgili çalışmalarda en önemli aşama saptama ve
belgeleme, yani eski deyimiyle tescil ve tespittir.
Ülkemizde en büyük sorun kültür ve tabiat
varlıklarının envanterinin büyük ölçüde
tamamlanmamış olmasıdır. Bu tür çalışmaların sadece
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülmesi
ile çalışmaların yeterince hızlı olması imkansız. Bu
nedenle yerel yönetimler, üniversiteler ve sivil
toplum örgütlerinin iştiraki ile Türkiye’nin mimari
envanterinin çıkarılması gerekiyor. Kültür
varlıklarının zamanında tespit edilmemesi onun
korunamaması ve hızla bozulmasına neden oluyor” diye
konuştu.
Yrd. Doç. Dr. Durduran, projenin bu aşamada öneminin
birkaç kat daha arttığını belirterek, yapılan
çalışmanın İl Kültür Müdürlüğü, Tabi Anıtlar Kurulu
ve yerel yönetimler tarafından değerlendirilip
geliştirilmesi ile Konya’nın tarihinin tamamen kayıt
altına alınabileceğini açıkladı.
Merhaba Gazetesi, Haber: Mehmet
Gülüm, 25.06.2007
|
KIZLAR MANASTIRI MÜZE OLACAK
Trabzon'un Boztepe Mahallesi'nde bulunan Kızlar Manastırı'nda arkeoloji çalışmaları devam ediyor.
Çalışmaları yerinde inceleyen Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu, Trabzon’un kültürel değerlerini öne çıkarma çabası içinde olduklarını belirterek “Belediye olarak Kızlar Manastırı için Çağdaş Sanatlar Müzesi Projesi hazırladık. Bu proje öncesi son çalışma olarak da arkeolojik kazı çalışmalarını başlattık. 10 aydan beri devam eden bu çalışma tamamlandığında hazırladığımız proje çerçevesinde Çağdaş Sanatlar Müzesi olarak burayı hizmete açacağız. Bu proje ile hem Boztepe Mahallesi'ne yeni bir cazibe kazandırmayı, hem de böyle bir tarihi eseri kurtarıp dünya tarih mirasına kazandırmayı planlıyoruz“ dedi.
Arkeolog Yusuf Korkmaz ise çalışmalar sırasında kendilerine destek veren Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu’na teşekkür ederek, gerekli zemin etüd çalışmalarının tamamlandığını diğer kazı çalışmalarının devam ettiğini söyledi.
Trabzon Kent Haber, 25.06.2007
|

|
TARİHİ CAMİLER BELEDİYEYE EMANET
Süleymaniye,
Sultanahmet gibi tarihi camilerin her türlü bakımını
İstanbul Büyükşehir Belediyesi yapacak. İstanbul
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi ve müftülük arasında yapılan protokole
göre tarihi ve turistik öneme sahip 22 caminin
temizlik, onarım ve güvenliği belediye tarafından
sağlanacak.
İstanbul'da turistlerin ziyaret etmek istediği
mekanların başında tarihi camiler geliyor. Bütün
dünyada Blue Mosque (Mavi Cami) olarak tanınan
Sultanahmet Camii'ni bazı günler 25 bin kişi ziyaret
ediyor. Bu camilerde tarihi dokunun korunması ve
temizliğinin sağlanması görevini Büyükşehir
Belediyesi üstlendi. Belediye Meclisi'nden çıkan
karara göre 22 caminin her türlü hizmetini belediye
yürütecek.
Cami dernekleri de uygulamaya destek
vereceklerini açıkladı. Eminönü Yeni Camii Dernek
Başkanı Çetin Palancı, "Belediyenin tarihi camilerin
her türlü bakım ve onarımını yapması büyük bir
kazanç. Karar bizi sevindirdi. Belediyeye, yapacağı
hizmetlerde biz de yardımcı olmaya devam edeceğiz."
dedi. Sultanahmet Camii Dernek Başkanı Ramazan
Apaydın da tarihi camilere sahip çıkılması
çalışmalarının desteklenmesi gerektiğini belirtti.
Apaydın, bu camilerde verilen hizmetlerin sabah
namazı ile başladığına dikkat çekerek, "Bizim
görevimiz sabah namazı ile başlayıp yatsı namazı ile
sona eriyor. Belediye bunu dikkate alarak planlama
yapmalı. Mesai kavramı ile bu görev yürütülemez."
diye konuştu.
Zaman, Haber: Mükremin Albayrak, 25.06.2007
|

|
GAZİEMİR
YERALTI ŞEHRİ KAPILARINI AÇTI
Kapadokya’nın önemli yer altı şehirlerinden Gaziemir
turizme açıldı.
Aksaray’ın Güzelyurt İlçesi'ne bağlı Gaziemir
Köyü'ndeki yeraltı şehrinin açılışına çok sayıda
davetli katıldı. Yeraltı şehrini turizme kazandıran
Aksaray Müze Müdürlüğü'nde görevli kazı başkanı
Güzin Karaköy, yıllardır ortaya çıkarılmayan yeraltı
şehrini, 6 ayda 25 kişilik kazı ekibiyle gün ışığına
kavuşturduklarını belirtti. Yeraltı şehri için 4
mağara girişinde çalışma başlattıklarını ve burada
sel sularının doldurduğu çamur ve toprakları
temizledikçe yeni bölümlere ulaştıklarını ifade eden
Karaköy, Bizans Dönemi'ne ait Gaziemir yeraltı
şehrinin, Aksaray’daki benzerlerine oranla çok büyük
olduğunu kaydetti. Hamam, iki kilise, erzak
depoları, hayvan barınakları, büyük ve küçük ocaklar
ile yaşama mekanlarından oluşan yeraltı şehrinin ilk
ziyaretçileri ise Alman, Fransız, Macar, Çin ve
Japonlardan oluşan 10 kişilik turist kafilesi oldu.
Türkiye Gazetesi,
Fotoğraf: Aksaray.gov.tr, 25.06.2007
|
ATATÜRK'ÜN MEKTUBU ARTIRMADA
Christie's müzayede şirketinin 3
Temmuz Salı günü Londra'da gerçekleştireceği
müzayedede Atatürk'ün İsviçreli antropolog Eugene
Pittard'a 1927'de kurşun kalemle Latin harflerle
gösterdiği "Yeni Türk Lirası" illüstrasyonu açık
artırmaya çıkarılacak.
Christie's müzayede
kataloğunda "ATATÜRK, Mustafa Kemal (1881-1938)" adı
verilen lot, açık artırmaya bin ile bin 500 sterlin
arasındaki rezerve ile çıkarılacak. Yani bin sterlin
altına satılamaz ancak en çok bin 500 olarak
beklenen ilginin daha fazla olması durumunda daha
yüksek fiyata satılabilir. Müzayede kataloğunda yeni
Türk alfabesinin doğuşu ve Türk dili hakkında da
geniş bilgi veriliyor. Osmanlı'nın son yıllarında
nüfusunun yüzde 80'inin okur yazar olmadığı
kaydedilen açıklamalar kısmında Türk Harf
Devrimi'nden övgüyle bahsediliyor.
Türkiye üzerine birçok çalışması bulunan antropolog
EugPittard, 1927 yılında eşiyle Ankara'da bulunduğu
sırada Atatürk'ün misafiri oldu. Atatürk'ün alfabe
reformundan çok etkilenen Pittard, 'Le visage
nouveau de la Turquie (1931)' adlı eserinde Harf
Devrimi'ni tarihin en büyük sosyal devrimlerinden
biri olarak niteledi.
Sabah, Haber: Perihan Korkmaz,
25.06.2007
|
TOPKAPI'DA BÜYÜK SAYIM
Topkapı Sarayı Müzesi'nde inceleme
ve sayım işlemi başlatıldı. Yaklaşık 1 aydır devam
eden sayımlar 2 yıl sürecek. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Teftiş Kurulu'nda görevli iki müfettiş
nezaretinde sürdürülen sayımlarda, kayıp olan, ancak
depolarda olabileceği söylenen Hz. Muhammed'in kabir
kapısının örtüsü bulunamadı.

Tüm müzelerde sayım işlemi başlatan Kültür ve Turizm
Bakanlığı, yaklaşık 50 müzenin sayımını bitirdi.
Topkapı Sarayı Müzesi de bu sayıma tabi tutuldu. İki
müfettiş, konusunun uzmanlarından oluşan komisyonlar
vasıtasıyla tüm eserleri tek tek sayıyor. Envanter
bilgileriyle eserler karşılaştırılıyor.
Komisyonların en büyük sıkıntısı ise eserlerin
envanter bilgilerinin eksik ya da yetersiz oluşu.
Müfettişler komisyonların hazırladığı raporları
kayda geçirerek bir anlamda sarayın yeniden envanter
kaydını oluşturuyor.
İlk olarak Hazine, Saatler, İşlemeler ve Güzel
Yazmalar bölümlerinde başlatılan sayım işlemleri
sürüyor. En çok müze kütüphanesinde yapılacak sayım
merak ediliyor. Çünkü daha önce çok sayıda kitabın
kaybolduğu kamuoyuna yansımıştı.
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde Arapça, Türkçe
ve Farsça yazma 13 bin 71 cilt eser bulunuyor. Bazı
ciltlerde birden fazla eser çıkabiliyor. Bu nedenle
elyazması eser sayısının 20 bine çıkabileceği
bildiriliyor.
Müzede toplam 79 bin 17 eser
bulunuyor. Eserlerin çoğu sergileme alanlarının
kısıtlı olması nedeniyle depolarda saklanıyor. Ancak
ihmal birçok eserin harap olmasına neden oldu. Sayım
sırasında harap olan eserler tespit edilecek. Daha
sonra atölyelerde eserlerin onarımlarına başlanacak.
Yetkililer, şu ana kadar yapılan sayımlarda sadece
24/146 envanter numarasına kayıtlı ravza-i
mutahharanın (Peygamber kabrinin kapı örtüsü)
bulunamadığını, başka eksik çıkmadığını
belirtiyorlar. Ancak kütüphane sayımında önemli
eksiklerin çıkmasından endişe ediliyor.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil,
25.06.2007
|
TUZDA KORUNMUŞ 3. YÜZYIL İNSANI
Part İmparatorluğu’nun yıkılmasından hemen sonra, Roma İmparatorluğu Dönemi'nde kuzeybatı İran’da bulunan bir tuz madeninde çalışan işçi tavandaki bir kayanın kopup üstüne düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Yaklaşık 1800 yıl sonra, tuz içinde korunmuş ve mumyalanmış ceseti öldüğü noktada yeniden bulundu. Bu, Zanjan bölgesindeki Chehr Abad madeninde bulunan altıncı “tuz adam”.
Vücudun tuzlu ortamdan taşınmasının ona zarar vereceğini düşünen arkeologlar şimdilik bulunduğu yerde korunmasını uygun gördüler. İran Arkeolojik Araştırmalar Merkezi yöneticisi Hassan Fazeli Nashli’nin söylediğine göre geçtiğimiz 14 yıl içinde bu madende bulunan diğer beş mumyanın korunmasında ciddi sorunlar mevcut. Nashli, "Bu son keşif planlanmamıştı. Son yağmurlar yaklaşık 20 cm derinlikte gömülü kalmış gövdeyi açığa çıkarttı. Altı mumyaya ilave olarak araştırmacılar deri ayakkabılar, çanta ve bir kandil de buldular." dedi.
Discovery News, Haber: Jennifer Viegas, 22.06.2007
|
 |
İMÇ'DE OSMANLI KONAKLARI

Cumhuriyet döneminin başarılı
mimari ve kentsel uygulamalarından biri olan İMÇ
bloklarının, Osmanlı konakları yapılmak üzere
yıkılması planlanıyor.
Nasıl bir durumla karşı karşıyayız? Tarihi binalar
bir tarafa, bu gidişle güncel mimarlığın, Doğan
Tekeli, Sami Sisa, Metin Hepgüler gibi önemli
ustaların dahi yaşadığımız kentte izleri kalmayacak.
Mimarlara sipariş üzerine 'bina resmi çizen' kişiler
olarak bakılacak, onlara bu rol biçilecek.
Profesyonellik, yaratıcılık adına ne varsa bunların
hepsi kamusal alandan çekilip zengin ailelerin,
yatırımcı sponsorların, sermayenin himayesi altına
alınacak. Özel alanlara izole edilecek. Mimarlar,
mimarlığı hakkıyla yapmaya çalışanlar halka, esnafa,
yani sıradan insana hizmet veremeyecekler.
Kendilerini, profesyonelliklerini yatırımcılara,
zenginlere adayacaklar. Halk ise, kendisini temsil
ettiğini iddia eden siyasetçilerin basmakalıp
fikirlerine, tahakkümüne terk edilecek. Ne tuhaf bir
karşıtlık ve ne tuhaf bir uzlaşma bu? Belediyenin
bir şirketinde hem proje müellifi, hem karar verici,
hem koruma kurulu üyesi hem de "Tarihi Yarımada
Grubu" yöneticisi olarak iş gören bir kişi,
katıldığı toplantılarda göğsünü gere gere şunları
söylüyor: "Tarihi Yarımada'da yer alacak olan yeni
binalar, Osmanlı tarzında olacak. Modern bina
isteyenler varsa, onlar da istediklerini
yapabilirler, ama başka bir yerde. Tarihi
Yarımada'nın dışında. Buraya gelen turistler bizim
nasıl yaşadığımızı, bize ait olan mimariyi
görmeliler". Şimdi sıra İstanbul Manifaturacılar
Çarşısı'na gelmiş. "Tarihi Yarımada Koruma Projesi"
kapsamında İMÇ yıkılacak ve yerine Kiptaş tarafından
Osmanlı mimarisi tarzında 50 adet ahşap görünümlü
villa yapılacakmış. Kiptaş'ın İMÇ'yi yıkıp yerine
yaptıracağı Osmanlı Konakları, ferforje adı verilen
tırtıllı demirlerle süslenecek, üstleri ahşap
görünümlü malzemelerle kaplanacak, banyolarına
desenli seramikler döşenecekmiş. Oysa İMÇ, Perpa ya
da Kuyumcukent gibi kentsel boyutu dikkate almayan
bir küçük üretim ve ticaret merkezi değil.
Cumhuriyet döneminin başarılı mimari ve kentsel
uygulamalarından biri. Yangın geçirmiş tarihsel bir
doku içinde 1960'larda inşa edilen bloklar,
kademeli, katmanlı yer alış biçimleriyle, kentsel
topografyayı dikkate alarak, tepelere yerleştirilen
anıt camilerle 'kentsel morfoloji' arasındaki
ilişkileri sorgulayan, dikkate alan ilginç bir
mimarlık düşüncesini sergiliyorlar. Yarışma yöntemi
ile elde edilen bu projenin temel farkı, bu popülist
yaklaşımda olduğu gibi sosyal dokuyu yok edici bir
özellik taşımaması.
Basında yer alan ayrıntılar şöyle: Kiptaş Genel
Müdürü İsmet Yıldırım, -boş bir araziye konut sitesi
yapar gibi-, ilk etabın çok kısa bir süre içinde
başlayacağını, İMÇ'nin tamamen kaldırılacağını
açıklamış. Onbinlerce kişinin çalıştığı, iki binden
fazla işyerinin bulunduğu İMÇ'nin esnafı ise soluğu
mahkemede almış, kararın iptalini istemiş. Bu arada
planları iki sene önce onaylayan, ancak seçimler
öncesi durumu fark eden Eminönü Belediye Başkanı
Nevzat Er, "Bu karar hatalı, düzeltmek için Kadir
Topbaş'ı ikna etmeye çalışıyorum" demiş. İMÇ'nin
yıkılma kararını duyunca bölgeyi tanıyan herkes
şaşırıyor. Diyorlar ki, "İMÇ, Tahtakale, Sultanhamam
gibi kentin kalbinin attığı bir yer. Onbinlerce
insan burada çalışıyor, yüzbinlerce insan buradan
faydalanıyor. Burası bölgenin gelişmesini sağlayan
bir merkez durumunda. Buraya prestij konutları adı
altında 'Osmanlı Konakları' yaptırmayı düşünenler
aklını peynir ekmekle yemiş olmalı..."
Gelin de şaşırmayın. Sanki kent yönetimi bir sabah
kalkmış, "acaba bugün nereyi yıkmalıyım" diye
düşünürken aklına İMÇ gelmiş! İnsan şunu merak
ediyor: Koskoca İstanbul'da işi, uğraşı icabı,
planları okuma zahmetine katlanan kimse yok mu?
Planları, projelerin hazırlanma yöntemini vatandaş
mı tartışacak? Gariplik şurada ki, bunları
tartışmaya açmak için çırpınan birkaç kişi dışında,
kimsenin bu yönteme ve kararlara bir itirazı yok!
Herkes kendi işiyle meşgul olduğu için kimse
belediyenin hazırlattığı ucube planlara, projelere
bakmıyor. Sıra yıkıma gelince fark ediliyor.
Belediye meclisleri ve koruma kurulu tarafından iki
yıl önce onaylanan "Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı
Nazım Uygulama İmar Planı" çerçevesinde bölge,
'prestij konutları alanı' ilan ediliyor. Onaylanan
bu planlarda "İMÇ'nin desantralize edilmesi" hükmü
-ayrı bir bölüm olarak- yer alıyor. Yer almakla da
kalmıyor, belediyeye bağlı bir şirket adına güya
kentsel tasarım projeleri hazırlanıyor. Tıpkı diğer
projeler gibi. Sonuçta planlardan birçok kişinin
haberi var. Bir tek bölgede yaşayan, çalışan
insanların yok! Osmanlı mirası da, Cumhuriyet
döneminin önemli mimari örnekleri de Osmanlı tarzı
binalar yapılmak üzere arsaya dönüştürülüyor.
Süleymaniye'de, Zeyrek'te, Sulukule'de birtakım
kişiler kamusal gücü arkalarına alıp, 'korumacılık'
kılıfı altında kendi fikirlerini dayatıyorlar.
Kültür mirasının yaratıcı bir uğraş içinde
korunabileceğini, bu işin de bir mimari araştırma ve
sorgulama konusu olduğunu onlara hatırlatan,
aktörlere bunun yöntemlerini gösteren hiçbir kurum,
kişi yok.
Elbette ki bütün fikirler değerlidir. Ne kadar saçma
bulursak bulalım, İMÇ'yi Osmanlı Konakları'na
dönüştürmek isteyen zevatın da görüşleri değerlidir.
Ancak demokratik bir yönetim biçiminde bir kişi "Ben
böyle karar verdim, Tarihi Yarımada'ya 'Osmanlı
konakları' yakışır. Bu nedenle bu konu tartışılamaz"
diyemez. Bir kenti planlamak yaratıcı bir iştir,
farklı fikirlere açıklık ve katılım, araştırma,
gözlem, yorum gerektirir. Kamusal işlevleri
profesyonelliğe, yaratıcılığa, halkın katılımına
kapatanlar kamu adına yalnızca kendi fikirlerini
sergiliyorlar. Demek ki bugünlerde planlama, kentsel
tasarım, mimarlık gibi işlevlerin marangozluk,
sıvacılık gibi uğraşlar olmadığını, yeniden
hatırlamamız gerekiyor: Bu modelin berhava etmek
istediği yalnızca buradaki sosyal doku değil. Aynı
zamanda, kentin tarihsel yapısını yaratıcı bir
deneyimle keşfetmeyi amaçlayan profesyonel bir
nitelik, bir birikim. İstanbul'un kendi modernlik
deneyimi.
Radikal 2, Haber:
Korhan Gümüş, 24.06.2007
|
2 BİN YILLIK KRAL MEZARI BULUNDU
Balıkesir
Dursunbey'de 2 bin yıllık 2 odalı kral mezarı
bulundu. Roma Dönemi'ne ait olduğu sanılan tarihi
eserin ortaya çıkarılmasıyla ilgili çalışmalar
sürüyor.
Balıkesir Müze Müdürlüğü
yetkililerinden alınan bilgiye göre, Dursunbey'in
Adaören Köyü mezrası yakınlarında tümülüs mezar
bulundu. 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen mezarın
krala ait olduğu sanılıyor. Balıkesir Kültür ve
Turizm Müdürü Mustafa Çaltı, çalışmaların devam
ettiğini, mezarın daha önceki zamanlarda zarar
gördüğünü söyledi. Mezarda şu ana kadar her hangi
bir yazı veya işarete rastlamadıklarını belirten
müze yetkilileri, Balıkesir bölgesinde bu tip
mezarın ilk defa bulunduğunu, tek örnek olması
nedeniyle de önemli olduğunu belirtti. Dursunbey
Jandarma Komutanlığınca güvenliği sağlanan mezar
kazı çalışmaları sürüyor. Kaymakam İbrahim Küçük,
kazı çalışmalarını yerinde inceledi. Yetkililer,
mezarın boş olduğunu, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
yazışmaların devam ettiğini bildirdi. İlçe merkezine
uzak olmase nedeniyle kral mezarının koruma altına
alınıp, alınmayacağına incelemeler tamamlandıktan
sonra karar verileceği kaydedildi. Jandarma ile Müze
Müdürlüğü görevlilerinin nezaretinde çalışmaların
sürdüğü mezarın bulunması, ilçede sevinçle
karşılandı.
Haber Ekspres, 24.06.2007
|
|
ALMANYA'DA 35.000 YILLIK MAMUT HEYKELİ BULUNDU
Güneybatı Almanya’da Tübingen Üniversitesi
arkeologları şu ana dek bilinen en eski heykeli
buldular. 35.000 yıllık ve sapasağlam durumdaki
heykelcik Baden-Württemberg eyaletinde Swabian Jura
bölgesinde bulundu.
Bu bölgede, Vogelherd
Mağarası’nda yakın zamanlarda beş mamut heykeli
bulunmuştu. Mağara, buluntuları açısından 1931
yılından bu yana bilinmekte. Yeni buluntular
arasında bir aslan heykelciği ve başka bir mamut
heykelciği parçaları da var. Buluntularla ilgili
olarak Tübingen Üniversitesi web sayfasında “Son Buz
Çağı’na ait en önemli, en eski ve en çarpıcı sanat
eserleri” ifadesini kullanmakta.
Spiegel Online, 20.06.2007
|
KALE ÇEVRESİ CAZİBE MERKEZİ OLACAK
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, yaptıkları çalışmalarla kale ve çevresini kentin cazibe merkezi haline getireceklerini ve tarihi dokuyu koruyacaklarını söyledi. Güzelbey, İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığının hazırlayarak Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na gönderdiği Kale Çevre Düzenleme Projesi'nin kabul edildiğini belirtti. Geçen yıl aralık ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sağladığı kaynakla, Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi'nin ihalesini yaptığı Kale Çevre Düzenlemesi Projesi kapsamında çalışmalara başlandığını ifade eden Güzelbey, "Kale etrafında çevre düzenleme çalışmaları kapsamında ağaçlandırma, oturma grupları, havuz, kaldırım, yürüyüş yolları, kafeterya, danışma bürosu ve otopark yapılacak. Kalenin giriş meydanına ise gişeler, turnikeler, turizm bilgilendirme ofisi, hediyelik eşya üniteleri, seyir mekanları ve bilgilendirme panoları kurulacak. Yaptığımız çalışmalarla kale ve çevresini kentin cazibe merkezi haline getireceğiz ve tarihi dokuyu koruyacağız" dedi.
Güzelbey, Kale Altı, Şirvani Cami, Köprübaşı, Naip Hamamı civarı ve Mezbaha Caddesi'nin, kale çevre düzenlemesiyle yeni bir çehreye kavuşacağını ifade etti. Tarih turizmini canlandırarak bölgeye olan ilgiyi arttırmayı hedeflediklerini belirten Güzelbey, böylelikle yeni nesillerin kültürel ve sosyal değerlere sahip çıkmasının da sağlanacağını dile getirdi. Kale çevre düzenlemesi projesinin tamamlanmasıyla, Gaziantep Kalesi çevresinden Bakırcılar Çarşısı'na kadar olan hat üzerindeki proje çalışmalarına başlanacağını ifade eden Güzelbey, kültürel mirasın korunması ve yaşatılmasına ilişkin projeler hazırlamaya devam edeceklerini kaydetti.
Gaziantep 27 Gazetesi, 24.06.2007
|
 |

Yapımına 1703 yılında başlanan ve
1730 yılında tamamlanan Fatih Türbesi'nde
Hz. Muhammed'in ayak izi de bulunuyor.
|
TÜRBEDEKİ
TARİHİ ESERLER KÜL OLDU
Padişah 1. Abdülhamid'in
naaşının bulunduğu türbede sabaha karşı çıkan
yangında, ahşap binalar kül oldu. Hz. Muhammed'in
ayak izinin de bulunduğu camide çok sayıda eser de
yandı.
Eminönü'nde Osmanlı
Padişahı 1. Abdulhamid'in ve padişah kızlarının
naaşlarının bulunduğu türbede bilinmeyen bir nedenle
dün sabah 06.00'da yangın çıktı. Türbenin ahşap
kısmında başlayan yangın itfaiyenin müdahalesiyle
söndürüldü. Fatih İtfaiyesi ekiplerinin müdahale
ettiği yangın, 1. Abdülhamid'in naaşının bulunduğu
bölüme sıçramadan söndürüldü. Türbenin ahşap
bölümünün ise tamamen yandığı bildirildi.
Sabah, 24.06.2007
|
TAPINAKLAR DİYARI EFES RESTORE EDİLİYOR
Efes
Antik Kenti Kazı Başkanı ve Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü Başkanı Ordinaryus Prof. Dr. Fritz
Krinzinger, bu yıl Efes Antik Kenti’nde, 180 kişilik
akademik kadroyla 170 günlük kazı süresince 19 proje
yürüteceklerini bildirdi. Krinzinger, Efes Antik
Kenti’ni ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerin
Hadrianus Tapınağı, Celcius Kütüphanesi, Amfitiyatro
gibi kentteki önemli yerleri çok yakından inceleme,
gezme, yaşama, ayak basma, dokunma şansını
bulduklarını, bunun da antik kentlerde ender
rastlanan bir durum olduğunu belirtti. Avusturya
Arkeoloji Enstitüsü’nün Efes’te 113 yıldır çalışma
yürüttüğünü, kentin yüzde 20’sinin ancak gün yüzüne
çıkarıldığını kaydeden Krinzinger, toprak
altındakilerin tamamı yerine, önemli yerlerinin
ortaya çıkarılması ve kazı yapılan alanların
korunmasıyla restorasyonuna ağırlık verdiklerini
söyledi. İstanbul’daki Topkapı ve Ayasofya’dan sonra
Türkiye’de en fazla ziyaret edilen ören yerinin Efes
Antik Kenti olduğunu belirten Krinzinger, geçen yıl
kenti ortalama 1 milyon 400 bin kişinin gezdiğini
anlattı.

Bu yıl 212 kişi için kazı çalışma müsaadesi
alındığını, ancak 180 akademik kadronun 19 projeyi
yürüteceğini anlatan Krinzinger, şu bilgiyi verdi:
“Bu heyet içinde arkeologların yanı sıra topoğraf,
antropolog, mimarlar ile çeşitli branşlardan
uzmanlar yer alıyor. Geçen yıl Selçuk Belediyesi ve
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği’nin desteğiyle
başladığımız 24 bin kişilik tarihi amfitiyatrodaki
güçlendirme ve restorasyon çalışmalarına bu yıl da
devam edeceğiz. Yamaçevleri’nin içinde yer alan
Mermer Konferans Salonu Borusan tarafından restore
ediliyor. Bu çalışma 3 yıl sürecek. Viyana’daki Efes
Dostları Derneği’nin finansmanını karşılayacağı,
Kleopatra’nın kız kardeşi Prenses Arsimoe’nin
anıtsal mezarının bulunduğu Oktogon’da çevre
düzenlemesine başlayacağız.”
Prof. Dr. Fritz Krinzinger, Efes Antik Kenti’nden
çıkan ve depolarda bulunan eserleri 15 kişilik bir
heyetin tek tek temizleyerek, parçaları bir araya
getiren titiz bir çalışma yürüttüğünü anımsattı.
Krinzinger, Efes’in Akdeniz Bölgesi’ndeki en büyük
kazılardan biri olduğunu savunurken Türkiye’nin
büyük bir dünya mirasına sahip olduğunu,
Prehistorik, Klasik, Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu
ve Osmanlı dönemine ait önemli arkeolojik değerler
bulunduğunu anımsattı. Avusturya Kültür
Bakanlığı’nın bu yılki kazı çalışmasına 550 bin
Euro, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Bilim Destekleme
Fonu’nun da 140 bin Euro yardım yapacağını ifade
eden Krinzinger, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan
gelecek katkının ne kadar olduğunu bilmediğini
kaydetti. Krinzinger, Antik Tiyatro’da geçen yıl
kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkan gladyatör
mezarlarının da Efes’in tanımına katkı yaptığını
söyledi.
Akşam Ege, Foto: Avusturya Arkeoloji Enstitüsü, 24.06.2007
|
APOLLON'UN KEHANET MERKEZİ PATARA
Patara Antik Kenti, geçmiş ile bugün arasında bir zaman yolculuğuna çıkarıyor insanı. Antik kentin kalıntıları arasında atla yürüyüşe çıkmak, Patara’nın hırçın dalgaları arasında yüzmek veya kum tepelerinde gün batımını izlemek, eşsiz bir keyif veriyor insana. Önemli gelişmelerin tanığı olmuş Patara, bugün de tarihin izlerini fazlasıyla yaşatıyor. Geçmiş dönemlerde Tanrı Apollon adına büyük bir tapınak yaparak, Akdeniz’in ikinci büyük “orakel” yani kehanet merkezi olmuş kent, bugün koruma altına alınan turistik bir bölge. Patara’da bölgenin doğal ve kültürel yapısı bozulmadan turistlere her türlü konaklama hizmeti veriliyor. Kilometrelerce uzunluktaki eşsiz ince kum sahili günübirlik turistik geziler için de ideal. Bu sahil belli dönemlerde Caretta kaplumbağalarının yumurtlama sahası olduğundan, bu dönemlerde sahil koruma altına alınmaktadır.
Akşam Akdeniz, Fotoğraf: Patara Excavations, 24.06.2007
|
 |

|
SANCAĞA RAPTİYEYE TEPKİ
Ayasofya Müzesi'ndeki "İnsanlığın Mirası Mevlana" sergisinde yer alan sancakların duvara raptiye ile tutturularak sergilenmesi uzmanların büyük tepkisine yol açtı.
Tarihi eser korunmasındaki hassasiyetsizliğe tepki gösteren uzmanlar, müzecilikte raptiye ile sergileme tekniğinin bulunmadığını kaydetti. İstanbul Üniversitesi Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü öğretim üyesi Ufuk Kocabaş'a göre, tekstil eserlerini camekan içerisinde sergilemek daha doğru.
Kocabaş'a göre, Ayasofya'da duvara paralel konan sancaklar bu şekilde kaldığı sürece sarkabilir veya deformasyona uğrayabilir. Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Doç Dr. Hande Kökten ise sergide insanların dokunabilecek kadar yaklaşabildiği eserlerin tahrip olabileceğini belirtti.
Sabah, 24.06.2007
|
HZ. MONA MERYEM LISA
Italyah sanat tarihçisi
Franco Paliaga geçen hafta çıkan "L'equivoco della
Giocanda" adlı kitabında, Leonarda da Vinci'nin ünlü
resmi 'Mona Lisa' hakkında yeni bir görüş ortaya
attı. Resim hakkında yapılan yorumlar genellikle
kadının kimliği hakkında oluyor.
Giorgio Vasari 1550'de Da Vinci'nin, Francesco
del Giocondo'nun eşi Lisa Gherardini'yi çizdiğini
söylemişti; fakat geçen hafta kitap çıkaran Paliaga
resimdeki bayanın kimliğine soru işaretleri koymanın
yanı sıra, yapının nasıl anlanması gerektiği
hakkında da şaşırtıcı düşünceler ileri sürüyor.
Paglia'ya göre Gioconda (İtalyancada keyifli)
isimlendirmesi resimdeki bayanın eşinin soyadına
değil, fakat kadının ruh halini anlatıyor. Zaten
Giocondo adında bir Floransa zengin tüccarın eşi
olsaydı, peçe takmış ve bu kadar gösterişsiz
giyinmiş olmazdı. Benzeri portrelerde kadınlar
değerli elbiseler giyinmiş ve değerli takılar
takınmış olurlardı. Paglia, resmin fondaki hava,
toprak, su ve ateşten oluşan elementleri görüyor. Da
Vinci'nin düşünce dünyasında ve ilgi duyduğu
hetrodoks dini çevrelerde bütün yaşamların kaynağı
olarak görülen dört elementlerin vazgeçilmez bir
rolü var.
Sonuçta Paglia, çizilen kişinin Meryem Ana'dan
bir başkası olamayacağını yazıyor. Resimdeki kadının
yüzü ile Da Vinci'nin çeşitli Madonna'ların
yüzlerindeki benzerlik bu şekilde anlaşılır bir
duruma geliyor. Paglia'ya göre Da Vinci
"Elementlerin Madonna'sı"nı çizmiş. Son olarak istek
üzeri çizilmeyen; fakat Da Vinci'nin kişisel dini
anlayışına uyan resmi neden her zaman yanında
taşıdığı da anlaşılır duruma geliyor.
Birgün, 22.06.2007
|
SAATLİ MEDRESE YARGIDA
Geçtiğimiz yıllarda Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale edilerek, onarım işi Pusat Ltd. Şirketi'ne verilen ve onarımın bitmesinin ardından müteahit firma hataları nedeniyle bir türlü teslim alınamayan Fatih Sultan Mehmet'in de eğitim gördüğü “Saatli Medrese” sonunda mahkemelik oldu. Mahkeme heyetinin incelemelerde bulunduğu medresede bilirkişi tarafından yapılan incelemenin ardından mahkeme kararını verecek.
Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından geçtiğimiz yıllarda ihale edilerek onarım ve restorasyon işi Pusat Ltd. Şirketine verilen Üç Şerefeli Camisi yanındaki tarihi 'Saatli Medrese' de yapılan restorasyon hataları nedeniyle Vakıflar Bölge Müdürlüğü onarımı biten medreseyi devralamıyordu.
Onarımında hatalar olduğu sıradan vatandaşlar tarafından bile rahatlıkla görülebilen medrese için müteahit firmanın ek ödenek de talep etmesi üzerine, Vakıflar Bölge Müdürlüğü firmayı mahkemeye verdi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından onarımı hatalı yapıldığı gerekçesiyle mahkemeye verilen firmanın, restorasyonu hatalı yapıp yapmadığı belirlenen bilirkişi tarafından çözülecek.
Geçtiğimiz gün mahkeme heyeti tarafından yapılan incelemenin ardından bilirkişinin düzenleyeceği rapora göre mahkeme heyeti, medresede restorasyon hatası olup olmadığını ve firmanın ek ödeneği talep etme hakkının bulunup bulunmadığını karara bağlayacak.
Edirne Internet Gazetesi, Fotoğraf: haberler.com, 20.06.2007
|
 |
HEYKELLER ARTIK SERGİLENİYOR
Trakya Üniversitesi eski Rektörü
Prof. Dr. Osman İnci döneminde düzenlenen
“Uluslararası İlhan Koman Heykel Sempozyumu”
kapsamında Dünyaca ünlü heykeltraşlar tarafından
yapılarak üniversiteye devredilen ancak uzun
zamandır, Karaağaç Rektörlük Yerleşkesi bahçesinde
atıl duran heykeller, Güzel Sanatlar Fakültesi'ne
devredildikten sonra Güllapoğlu yerleşkesinde
sergilenmeye başladı.
Trakya Üniversitesi tarafından 2003 yılında
düzenlenen “Uluslararası İlhan Koman Heykel
Sempozyumu” kapsamında yabancı heykeltraşlar
tarafından yapılarak Trakya Üniversitesi'ne bırakılan
heykeller, uzun zamandır Karaağaç'ta Lozan Anıtı'nın
arkasındaki alanda kaderine terk edilmişti.
Bakımsızlık nedeniyle tepkilere yol açan heykeller,
Güzel Sanatlar Fakültesi'ne devredildikten sonra,
Güllapoğlu yerleşkesinde belirlenen alanlarda
sergilenmeye başladı.
Uzun zamandır otlar arasında ve atıl olarak duran
heykellerin sergilenmesinden mutluluk duyan sanat
çevreleri, “Biraz geç oldu ancak böylesi değerli
heykellerin artık sergileniyor olmasından ötürü
mutluyuz” dedi.
Edirne Internet Gazetesi, 20.06.2007
|
BİR TÜTÜN DEPOSU, BİR OTEL

Beşiktaş sahil silüetinin değişmez
parçalarından birisi olan ve herkese başka başka
düşler kurdurtan Astro Türk Tütün Deposu
artık yok. Yapıdan geriye sadece askıya alınmış iki
cephe ve pekçok soru işareti kaldı. T.C. Kültür
ve Turizm Bakanlığı İstanbul 3 Numaralı Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, eski tütün
deposunun bir otel olarak yeniden
işlevlendirilmesine olur verirken, Mimarlar Odası,
binanın taşıyıcı sisteminin ve fonksiyonunun tamamen
değiştirildiği ve değiştirilen fonksiyonun gereği ve
rantabilitesini sağlamak amacıyla da -24.20 kotuna
kadar inilerek ilave yedi bodrum kat önerildiği
gerekçesi ile projeye karşı çıkıyor.
Oda, binanın bulunduğu ve kentsel sit alanı olan
Beşiktaş Meydanı'ndaki her türlü yapılaşmayı, yaya
dolaşımını, taşıt ulaşımını, altyapı sorunlarını,
kıyı kullanımını ve jeolojisini aşırı derecede
zorlayan bu tür parsel bazındaki kararların, halen
çalışmaları yürütülen koruma amaçlı uygulama imar
planlarını devre dışı bırakarak diğer parseller için
emsal teşkil edici bulunduğu görüşünü savunuyor.
Mimarlar Odası, bir sit bölgesinin koruma amaçlı
imar planı yapılana dek o bölgedeki tescilli
yapıların parsellerine dair kurul kararlarına göre
uygulama yapılma imkanı olduğunu, buna karşılık
kültür ve tabiat varlıkları ilgili ilke kararları
uyarınca, henüz genel olarak kentsel ulaşım ve
yerleşim kararları bölge ölçeğinde belirlenmemiş
parseller için ilave yapılaşma ve imar haklarının
tanınamayacağı ilkesinin varlığının da unutulmaması
gerektiğine dikkat çekiyor.
MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Doç.
Dr. Gülşen Özaydın, söz konusu yapının
zannedilenin aksine bir kamu malı değil, şahıs malı
olduğuna dikkat çekiyor. Özaydın, yapının yakın
dönem tarihi ile ilgili yaptığı kısa
değerlendirmede, İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski
başkanı Bedrettin Dalan döneminde İstanbul’da pek
çok yerin ‘turizm alanı’ olarak ilan edildiğini
anımsatarak, Astro Türk Tütün Deposu’nun bulunduğu
alanın da o dönemde bunlardan birisi olduğunu
belirtiyor. O sıralar herhangi bir tescil kaydı
olmayan yapının yakın çevresindeki Dolmabahçe ve
Feriye Sarayları’nın gabarisini aşmayacak biçimde
yeniden yapılmasını öngören bir konaklama tesisi
projesinin tartışıldığını, çeşitli nedenlerden
dolayı projenin gerçekleşmediğini ve bu esnada
yapının bulunduğu parselin el değiştirdiğini
söyleyen Özaydın, tütün deposunun ancak 2005 yılında
bir endüstriyel miras olarak ikinci derece taşınmaz
kültür varlığı olarak tescillenebildiğini
hatırlatıyor.

Özaydın, günümüzde artık bir tütün deposu olarak
kullanılmayan ve atıl durumda olan yapının modern
kent dinamikleri içerisinde korunabilmesi için
yeniden işlevlendirilmesinin kaçınılmaz olduğunu
vurguluyor. Özel mülkiyetteki yapının bir konaklama
tesisi olarak kullanılması talebini kentsel ölçekte
değerlendiren Özaydın, yapının Beşiktaş ve Ortaköy
oteller dizisi içinde konumu itibariyle bir kent içi
oteli olarak işlev göreceği, yakın çevresindeki
kültür tesisleri olarak var olan Resim Heykel Müzesi
ile, mimari yarışma sonucunda elde edilen Deniz
Müzesi’nin ek yapıları arasında bir geçiş alanı
oluşturabileceğini belirtiyor. Yapının zemin katında
yer alması öngörülen Tütün Ürünleri Müzesi ile sergi
alanlarının bu bağlamda kamusal kullanıma olanak
sağlayacağına değinen Özaydın, böylece yapının
orijinal işlevine ilişkin bir kentsel imge de
oluşturulabileceğini savunuyor.
Özaydın, Beşiktaş için yakın gelecekte gerçekleşmesi
düşünülen metro ile Barbaros Hayrettin Paşa Vapur
İskelesi arasındaki güçlü yaya akışında, yapının
dışarıdan bakılan bir nesne olmasının yanı sıra,
kültürel kullanımlarla içine girilebilme fırsatının
da olanaklı hale geldiğini belirtiyor.

Özaydın, yıkılan iki cepheyle ilgili olarak da,
“Yapı, 1930 – 1940’lı yıllara tarihlenebilecek erken
betonarme strüktürün bir örneği olarak kabul
edilebilir" diyor ve üniversitelerin hazırlamış
olduğu teknik raporların, yapının mevcut
strüktürünün korozyon gibi nedenlerle hasar gördüğü
ve bu nedenle yenilenmesi gerektiği yönünde
olduğundan, saraya ve denize bakan cephelerin
korunması ve diğerlerinin ise tekrar aynılarının
yapılması şartıyla yıkılmasının gündeme geldiğini
anlatıyor.
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Restorasyon Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Dr.
Yıldız Salman ise, korumada genel olarak iyi
niyetin önemine işaret ediyor. Olayları incelerken
çok katı ve yanlı olmamak adına, öncelikle kurul
kararlarının uygulamaya nasıl yansıdığına bakmak
gerektiğine dikkat çeken Salman, bir eleştiri varsa
bunun uygulamaya mı yoksa kurul kararlarına mı
yönelik olduğunun doğru tespit edilmesi gerektiğini
söylüyor. Salman, kurul kararlarının
değerlendirilmesi aşamasında kurula sunulan
belgelerin de göz önünde tutulması gerektiğini
belirtiyor. "Buranın kaliteli bir dokunuşa hitiyacı
var" diyen Salman, şöyle devam ediyor:
"Kurulun kararının yanısıra müdahalenin niteliği de
önemli. Cepheyi tutmak, yaklaşım olarak güzel. Son
dönemde Beyoğlu’nda çok karşılaşıyoruz, hiçbir zaman
olmamış bir tarihi dönemin yapıları var: 2007
tarihli 19. yüzyıl binaları. Eğer Tütün Deposu’nda
özgün cephe korunabilirse, bu kabul edilebilir bir
karar bence".
Daha önce Tekfen Holding'e ait olan Astro Türk Tütün
Deposu, üç yıl önce Tanrıverdi Holding tarafından
satın alınmıştı. Merkezi Eminönü'nde olan Tanrıverdi
Holding, tekstil alanında faaliyet gösteriyor.
Projeyle ilgili görüşlerini almak istediğimiz
Tanrıverdi Tekstil Yönetim Kurulu Başkan Asistanı
Aziz İba'ya, işi gereği hep dışarıda olduğu
gerekçesiyle ulaşamadık.
Yapı, Yazı: Mesut Tufan, 18.06.2007
|
17 - 23 Haziran 2007
|
İZİNSİZ KAZIDA BİZANS PARÇALARI
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı'nın dünürü, Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er'in köylüsü Malatyalı işadamı Mehmet Şeker'in Özel İdare'den yaklaşık 25 trilyona satın aldığı Laleli'deki Gedikpaşa İlköğretim Okulu yerinde yaptırdığı işmerkezi inşaatında Arkelooji ve Müzeler Müdürlüğü'nden izinsiz yapılan kazılarda Bizans dönemine ait bazı parçaların bulunduğunun iddia edildiğini biliyor musunuz?
Hürriyet, Yalçın Bayer, 23.06.2007
|
OSMANLI ÇEŞMESİ ONARILDI
Balıkesir'in Bandırma
İlçesi'ndeki tarihi Osmanlı çeşmesi onarılarak
yeniden hizmete açıldı.
Haydarçavuş Camisi
yanındaki 104 yıllık tarihi çeşme son 10 yıldır
bakımsızlık ve kurnaları olmadığı için akmıyordu.
Belediye Başkanı Recep Eraydın'ın talimatıyla
onarılmaya başlanan çeşme, boyası yapıldıktan sonra
muslukları da takılarak yeninden hizmete açıldı.
Şehir merkezindeki tarihi çeşmenin yıllar sonra
yeniden akmaya başlaması vatandaşları da memnun
etti.
Haber Ekspres,
23.06.2007
|
TARİHİ ANADOLU
KİLİMLERİ SLOVENYA'DA GÖRÜCÜYE ÇIKTI
Dr. Ayan ve Brigitte
Gülgönen koleksiyonunda yer alan 17. ve 18. yüzyıl
Anadolu kilimleri, Ljubljana'da Narodna Galerija'da
sergileniyor.
1960'lardan bu yana
oluşturulan ve ilk kez yurtdışına çıkarılan
koleksiyon, AB'nin en önemli müzelerindeki kilim
koleksiyonları ile rekabet edebilecek özellikler
taşıyor. Sergi 15 Temmuz'a kadar sürecek.
Zaman, 23.06.2007
|
12 BİN YIL ÖNCEKİ
ANADOLU'YU 100 BİN ALMAN GEZDİ
Türkiye'deki çeşitli
müzelerden 400 civarında eserle Almanya'da
sanatseverlerle buluşan '12000 Yıl Önce
Anadolu-İnsanlığın En Eski Anıtları' sergisi,
yaklaşık 100 bin kişi tarafından ziyaret edildi.
20 Ocak'ta Almanya'nın
Karlsruhe Müzesi'nde açılan '12000 Yıl Önce Anadolu'
sergisi 17 Haziran'da sona erecek
Zaman, 23.06.2007
|
21 ESER RESTORE EDİLECEK
Vakıflar Genel Müdürlüğü
İzmir Bölge Müdürü Birsen Erat, eski eserlerin
aslına uygun şekilde onarılmasına büyük önem
verdiklerini, çalışmalarını bu anlayışla
yürüttüklerini belirtti. Erat, İzmir ve Manisa'da
bulunan eski eserleri takip ettiklerini belirterek,
yaptıkları tespitlerle acilen onarılması gereken
yapılara ilk sırada yer verdiklerini kaydetti.
"Eski eser yapıların aslına uygun onarılması bizim
için çok önemli olduğundan, müşavirlik şeklinde bir
hizmet aldık" diyen Erat, acilen onarılması gereken
yapıları hemen ele aldıklarını, belirli bir program
dahilinde diğer yapıların da restorasyonunu
tamamladıklarını ifade etti. Eski eserlerin tümünün
korunması gerektiğini ifade eden Erat, şunları
kaydetti: "Eski eserlerin onarılmasını sadece
müteahhidin kontrol etmesine müsaade etmiyoruz.
Kendi personelimizi de sadece bu iş için
görevlendiremiyoruz. Çünkü bir taraftan onarım işi
devam ederken, diğer yandan da yeni onarımlar için
çalışmalarımız devam ediyor."
21 eserin proje ihalelerinin bittiğini söyleyen
Erat, bu eserlerin de en kısa zamanda restorasyon
ihalelerinin yapılarak, onarımına başlanacağını
kaydetti.
Haber Ekspres,
23.06.2007
|
HIRST'ÜN HAPLARI 14 MİLYON EURO
İngiliz sansasyonel
sanatçı Damien Hirst'ün "Bahar Ninnisi" adlı
çalışması, 14.3 milyon Euro'ya satıldı.
Hirst'ün tek tek elle
boyayarak, üst üste dizilmiş üç metre genişliğindeki
raflara yerleştirdiği altı bin 136 hapın bulunduğu
çalışması, daha önce Venedik Bienali'nde
sergilenmişti. Yaşayan bir sanatçının çalışmasına en
yüksek bedeli ödeyen sanatseverin ismi, açıklanmadı.
Sabah, 23.06.2007
|
ANITTA'NIN HANÇERİNE MÜZEDE ÖZEL VİTRİN
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunan Hitit Kralı Anitta’nın Hançeri, üzerindeki "E GAL A-ni-it-ta ru-ba-im: Kral Anitta’nın Sarayı" yazısına yoğun ilgi nedeniyle özel vitrinde sergilenecek.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Hikmet Denizli, Anitta’nın Hançeri’nin ziyaretçilerden yoğun ilgi gördüğünü ancak, diğer Koloni Çağı eserleriyle birlikte sergilendiği için üzerindeki çivi yazısının yeterince görülemediğini söyledi.
Bu nedenle hançer için özel vitrin yaptırdıklarını belirten Denizli, eserin hak ettiği gibi sergileneceğini kaydetti.
Sumerolog Dr. Şerife Yılmaz da vitrinin ışıklandırması ile tunç hançerin üzerindeki "E GAL A-ni-it-ta ru-ba-im: Kral Anitta’nın sarayı" yazısının net bir şekilde görülebileceğini dile getirdi.
Hançerin, Hititlerin ilk başkentinin Kaniş (Kültepe) olduğunu kanıtladığını vurgulayan Yılmaz, bunun hançerin üstündeki çivi yazısının çözümlenmesi ile anlaşıldığını bildirdi. Asur Ticaret Kolonileri döneminde, Kuşşara kralı Pithana ve oğlu Anitta, Kaniş’i zapt ederek kendi krallıklarını Neşa olarak adlandırdıkları Kaniş’e taşmış. Anitta daha sonra Hititlerin başkenti olacak Hattuşa’yı da zapt etmiş ve buraya kimse yerleşmesin diye lanetlemiş.
Kayseri Kültepe’de (Kaniş), üzerinde "E GAL A-ni-it-ta ru-ba-im: Kral Anitta’nın sarayı" yazılı tunç hançerin bulunması, Kaniş’in Kuşşara kralı Pithana ve oğlu Anitta tarafından merkez olarak kullanıldığını ortaya çıkarmıştı.
Hürriyet Ankara, 23.06.2007
|
 |
İLK OLİMPİYATLARIN
ŞİFRESİ ÇÖZÜLDÜ
Çanakkale Ezine
yakınlarında bulunan Alexandria Troas antik kentinde
kazı yapan Alman arkeologlar olimpiyat oyunlarının
ilk kurallarını içeren üç mektubu deşifre etti.
Almanya’daki Münster Üniversitesi tarafından
yürütülen kazılara Arkeolog Profesör Elmar
Schwertheim başkanlık yapıyor.
Deşifre edilen mektuplar Roma İmparatoru Hadrian
tarafından yazılmış. İmparator bu mektuplarda
yıllara göre değişik kentlerde düzenlenen olimpiyat
oyunları için belirlediği kuralları sıralıyor.

İmparatorun en önemli
emri yarışmalara ayrılan bütçenin hiçbir şekilde
başka bir harcama için kullanılmaması. Bu konuda o
kadar kesin emir veriyor ki, kıtlık bile olsa
kendisine haber verilmesini istiyor: "Bir kent günün
birinde sıkıntılı bir duruma düşerse, -ben bu
ihtimale karşı tedbir aldım, zevk ve lüks için
değil, aksine tahıl darlığı ve buğday için- bana
haber verilsin; ancak benim iznim olmadan bu
yarışmalar için ayrılmış paraların bu tür bir amaçla
kullanılmasına hiçbir şekilde müsaade
edilmeyecektir. Çünkü öyle bir davranış sadece
adaletsizlik değil, aynı zamanda haince sahtekarlık
olur".
Yarışma ödülü, bir para kesesine konacak,
mühürlenecek ve zafer çelenginin yanına bırakılacak.
Disiplin müzik alanında ya da jimnastik alanında
olsa da galip gelen para ödülünü zafer çelengiyle
birlikte kazanmasından hemen sonra herkesin gözünün
önünde teslim alacak. Bu şekilde yapmayanlar yarışma
ödülünün iki mislini borçlanacaktır, öyle ki bir
yarısını yarışmacı alacaktır, diğeri ise
yarışmaların gerçekleştiği kente verilecektir.
Eğer gerek olursa bir yarışmacı kırbaçlanmalı.
Çünkü yarışmacıların korku duymaları için bir sebep
olması ve disiplinsiz hareket edenleri hizaya
getirmek icap ediyor. Ama öyle yapmalı ki, bunlar
aynı anda çok kişi tarafından dövülmemeli ve sadece
bacaklara vurulmalı ve ne biri sakatlanmalı ne de
başka biri zarara uğramalı.
Yarışmaların kuralları her bir kutlamada kamuya açık
olarak yazılmış olmalı ki, bilgisizlikten dolayı
yasak olan hususlardan hiçbir tanesi yapılmasın.
Yarışmaya aday olma akseptanslarında adayın bir
yurttaşına bir şefaat (iltimas) yapmasına izin
verilmesin, çünkü o zaman kabuller yasaya aykırı
sonuçlanıyor.
Size alışkanlığıma sadık kalarak yemeyi ve içmeyi
müsaade ediyorum ama öbür yandan kentlere önceden
sağlamadıkları yeni masraflar yüklemeye alışık
değilim. Elbette geleneksel öğünleri onaylamaktayım,
öyle ki Agonothetler’in bu tür mali harcamalardan
tamamen kaçmaları serbest kalmasın.
Münster Asia Minor Araştırma Kurumu Başkanı Profesör
Elmar Schwertheim (ortada) ve kazı ekibi, 2003’te
bulunan pano mektupların anlamını nihayet çözdü. MS
133’te yazılan mektuplarda, olimpiyat yarışmalarına
katılan müzisyenler için de kurallar sıralanıyor.
Hürrieyt Ege, Haber:
Ayten Serin, 23.06.2007
|
ŞEHİTLERİN SANCAĞINA
RAPTİYE

MÜCAHİDİN-İ MEVLİYYE BAYRAĞI Mücahidin-i Mevleviyye Bayrağı Atlas 180x170 Konya Mevlana Müzesi env. no: 1356
UNESCO Mevlana yılı
etkinlikleri kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı
Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü tarafından
düzenlenen "Aşk Ocağında Can Olmak - İnsanlığın
Mirası: Mevlana Celaleddin-i Rumi" adlı sergide
"raptiye şoku" yaşanıyor. İstanbul Ayasofya
Müzesi'nde, Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, Prof. Dr.
Nurhan Atasoy, Prof. Uğur Derman, Tuğrul İnançer,
Dr. Nuri Şimşekler ve Ekrem Işın'dan oluşan Danışma
Kurulu'nun yol göstericiliğinde hazırlanan sergide
yer verilen birbirinde kıymetli tarihi eserler,
raptiyelerle panoya tutturulunca delik deşik oldu.
Küratörlüğünü Ekrem Işın'ın yaptığı ve "dünya
standartlarında gerçekleştirilen ilk ve tek Mevlana
sergisi" olduğu belirtilen sergideki bu görüntü,
ziyaretçileri de hayrete düşürdü.
Ayasofya Müzesi'nde özel olarak tasarlanmış geçici
bir bölüm içinde gerçekleşen sergide, Konya Mevlana
Müzesi, Konya ve Ankara Etnografya müzeleri,
İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İstanbul
Divan Edebiyatı Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yıldız Şehir Müzesi
ve İstanbul Sadberk Hanım Müzesi'nden derlenen 200
eserin bir kısmı cam bölmelerin içinde sergileniyor.
Ancak Osmanlı'ya ait Mücahiddin- i Mevleviyye
Bayrağı, Manisa Mevlihanesi Sancağı, Konya Dergahı
gibi tarihi bayraklar sergi alanındaki platforma
raptiyelerle tutturuldu. Cam kafeslerde korunan
diğer eserlerin yanına istiflenen naftalin poşetleri
de görenlerin tepkisini çekiyor.
Ayasofya Müzesi Müdürü Mustafa Akkaya, serginin
açılışında müdahalelerinin olmadığı ve kendilerinden
görüş alınmadığını belirterek şunları söyledi:
"Sorumluluk pazartesiden itibaren bize geçecek.
Başka bazı sıkıntılar, eleştirilecek yerler de var.
Onları da düzelteceğiz. Eserlerin raptiyelerle
tutturulması mutlaka hoş değil. Küratörler çalıştı
ama sorumluluk Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndaydı.
Bakanlık yetkilileri de bunu görmüştür. Sayın
Bakanımız da açılışta vardı zaten. Ama tabii bu
biraz mesleki dikkat ister, Sayın Bakan onun farkına
varmamışlardır." Serginin küratörü Ekrem Işın ise,
Birinci Dünya Savaşı'ndan kalma sancakların,
getirildiği Konya Mevlana Müzesi'nde de duvara
çiviyle tutturulduğunu savundu. Işın, eserlerin
sergiye son dakika katılması nedeniyle zaman darlığı
yaşadıklarını ve raptiye kullanmak zorunda
kaldıklarını ifade etti. Eserlerin, ziyaretçilerin
dokunmasına önlemek için pleksiglass ile korunacağı
ve raptiye yerine üstten tutturularak sergileneceği
bir sistem sipariş verildiği de öğrenildi. Sergiyi
düzenleyen kurulun üyelerinden Yrd. Doç. Nuri
Şimşekler ise, eserlerin raptiye ile tutturulmasını
bir hata olduğunu kabul ederek, durumun teknik
elemanların dikkatsizliğinden kaynaklandığını
söyledi.
Sabah, Haber: Nurdeniz
Kutsel, 23.06.2007
YÜZLERCE MEVLEVİ MISIR
YOLUNDA YAŞAMINI YİTİRDİ

"Bir Mevlevi
grubunun neden sancağı olduğu" sorusunun cevabı şu
hikayede yatıyor: Osmanlı İmparatorluğu'nun 1914'te
Birinci Dünya Savaşı'na girmesinden sonra, "Konya
Çelebisi" yani Hazreti Mevlana'nın soyundan gelen ve
en kıdemli Mevlevi olan Veled Çelebi'nin (İzbudak)
girişimiyle Mevlevi dervişlerinden oluşan bir
askeralay kurulmuştu. Mevlevi Alayı'nın Süveyş
Kanalı çevresinde İngilizlere karşı mücadele etmesi
planlanmıştı. Resmadı "MücahidMevleviyye Alayı" olan
Mevlevi birliği, 1915'te Konya üzerinden Şam'a doğru
yola çıktı. Ancak, aralarında yaşlı Mevlevilerin de
bulunduğu alay Süveyş'e ulaşamadı. Mevleviler'in bir
kısmı yolda hastalıktan can verdi, Mevlevi Alayı
projesi de çok sayıda can kaybına yol açtı.
Sabah, 23.06.2007
|
180 KİŞİ KAZILARA
BAŞLADI
Efes Antik Kenti Kazı
Başkanı ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Başkanı
Ordinaryus Prof. Dr. Fritz Krinzinger, bu yıl antik
kentte, 180 kişilik akademik kadroyla 170 günlük
kazı süresince 19 proje yürüteceklerini bildirdi
Krinzinger, Efes Antik Kenti'ni ziyaret eden yerli
ve yabancı turistlerin Hadrianus Tapınağı, Celcius
Kütüphanesi, Amfitiyatro gibi kentteki önemli
yerleri çok yakından inceleme, gezme, yaşama, ayak
basma, dokunma şansını bulduklarını, bunun da antik
kentlerde ender rastlanan bir durum olduğunu
belirtti. Avusturya Arkeoloji Enstitüsünün Efes'te
113 yıldır çalışma yürüttüğünü, kentin yüzde
20'sinin ancak gün yüzüne çıkarıldığını kaydeden
Krinzinger, toprak altındakilerin tamamı yerine,
önemli yerlerinin ortaya çıkarılması ve kazı yapılan
alanların korunmasıyla restorasyonuna ağırlık
verdiklerini söyledi.
İstanbul'daki Topkapı ve
Ayasofya'dan sonra Türkiye'de en fazla ziyaret
edilen ören yerinin Efes Antik Kenti olduğunu
belirten Krinzinger, geçen yıl kenti yaklaşık 1
milyon 400 bin kişinin gezdiğini anlattı. Celcıus
Kütüphanesi'nin onarımının, dönemin para birimi olan
3 milyon Alman Markına gerçekleştirildiğini
hatırlatan Krinzinger, 3 yıldır yürütülen
Yamaçevleri'ndeki çalışmalara da 5 milyon avro
harcandığını söyledi.
Bu yıl 212 kişi için kazı çalışma müsaadesi
alındığını, ancak 180 akademik kadronun 19 projeyi
yürüteceğini anlatan Krinzinger, şu bilgiyi verdi:
"Bu heyet içinde arkeologların yanı sıra topoğraf,
antropolog, mimarlar ile çeşitli branşlardan
uzmanlar yer alıyor. Geçen yıl Selçuk Belediyesi ve
Türkiye Seyhat Acentaları Birliğinin desteğiyle
başladığımız 24 bin kişilik tarihi amfi tiyatrodaki
güçlendirme ve restorasyon çalışmalarına bu yıl da
devam edeceğiz. Yamaçevleri'nin içinde yer alan
Mermer Konferans Salonu Borusan tarafından restore
ediliyor. Bu çalışma 3 yıl sürecek. Viyana'daki Efes
Dostları Derneğinin finansmanını karşılayacağı,
Kleopatra'nın kız kardeşi Prenses Arsimoe'nin
anıtsal mezarının bulunduğu Oktogon'da çevre
düzenlemesine başlayacağız."
Haber Ekspres,
23.06.2007
|
İMÇ BLOKLARININ
YIKILMASI ÜZERİNE

İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin İstanbul Manifaturacılar Çarşısı'nı
(İMÇ) “Tarihi Yarımada’yı Koruma Projesi” kapsamında
yıkıp yerine Prestij Konutları adı altında Osmanlı
mimarisiyle 50 villa yapmak istemesi üzerine İMÇ Kat
Malikleri Yönetim Kurulu 2006 Mart ayında İstanbul
İdare Mahkemesi’ne başvurdu ve yönetim kurulunun
haklı görülmesi üzerine yürütmeyi durdurma kararı
alındı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın yürütmeyi durdurma kararına
Mayıs 2006'da bir üst mahkemede itiraz etmesi
üzerine Danıştay 6. Dairesi de itirazı
değerlendirmek için bilirkişi raporu hazırlanmasına
karar verdi. Konu ile ilgili projenin
müelliflerinden olan Doğan Tekeli ve Metin Hepgüler
ile Mimarlar Odası eski başkanı Oktay Ekinci’den
görüşlerini istedik.
Doğan Tekeli’nin Görüşleri
Gökçe Aras: İMÇ’nin yıkılıp yerine Prestij
Konutları adı altında Osmanlı mimarisiyle 50 adet
ahşap villa yapılacağı söyleniyor? Proje
müelliflerinden birisi olarak bu konu ile ilgili
görüşlerinizi alabilir miyiz?
Doğan Tekeli: Tabii ki yıkılmaması
düşüncesindeyim. Yıkılması için öne sürülen
gerekçelerin AKM’de olduğu gibi geçerli olmadığını
düşünüyorum. Bu alana yapılması öngörülen Prestij
Konutları’nın bulvarın niteliği, yapısı ve ölçeğiyle
kesin olarak uymayacağı düşüncesindeyim. Bu konu ile
ilgili İMÇ danıştayda bir dava açtı. Şu anda bu dava
yürümekte aynı zamanda bu hafta başında bilirkişi
incelemesi de yapıldı. Bilirkişiler ise Yıldız
Teknik Üniversitesi’nden Prof. Zekai Görgülü, Emre
Aysu ve Hakkı Önel idi. Ben de danıştay hakiminin
önünde bu projenin nasıl hazırlandığını, yurt
dışında ve yurt içinde nasıl beğeni kazandığını
anlattım. Şu anda mahkeme aşamasında olduğu için
konu ile ilgili çok da konuşmak istemiyoruz
tabiatıyla. Ancak yıkılma kararının gözden
geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca Serbest
Mimarlar Derneği Başkanı olarak İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı’ndan hem genel meselelerimizi hem
de bu konuyu geniş ölçüde anlatmak üzere bir randevu
istedim.
GA: İMÇ’nin eskisi gibi çalışmadığına dair
de çeşitli iddialar var.
DT: Bu tür iddialardan dolayı
Manifaturacılar, Danıştay Hakimine hemen hemen bütün
katları gezdirdiler ve “Bir tane boş mağaza
gösterin” dediler. Mağazaların hepsi dolu ve her
şeyleriyle muntazam. Bu durum karşısında Danıştay
hakimi de şaşırdı çünkü belediye iddiaları arasında
nerdeyse yarışı boş artık çalışmıyor deniliyordu.
GA: Bunun dışında İMÇ’yi yıkmak için başka
ne gibi gerekçeler öne sürülüyor?
DT: Benim anladığım kadarıyla
Süleymaniye eteklerindeki küçük dokulu şehir
parçasının uzatılmasını istiyorlar. Halbuki bu şöyle
bir mesele; İstanbul’un iki tepesinde yer alan Fatih
ve Süleymaniye Külliyeleri arasında eskiden 16. 17.
yy hatta 19. yy’a kadar küçük dokulu bir kent dokusu
vardı. Bu dokuyu ahşap evleriyle Osmanlı sokakları
oluşturuyordu. Ve bu iki tepe arasında yer alan
vadideki bu doku tepedeki külliyeleri azametli
gösteriyordu. 1860’da bir yangın çıkmış ve bu vadide
yani şimdiki Atatürk Bulvarı güzergahında yer alan
yapıların bir kısmını yakmış. Daha sonra 1940’larda
Atatürk Bulvarı’nın geçirilmesi için üst kısımda bir
istimlak yapılmış ve alan bomboş kalmış. Daha sonra
50 metre genişliğinde bir arter olan Atatürk
Bulvarı’nın da geçirilmesiyle o küçük dokunun artık
devam etmesine imkan kalmamış. Nitekim bulvarın
karşı tarafında da bildiğiniz gibi Sedad Hakkı
Eldem’in yaptığı 6 – 7 katlı sigorta binaları var.
Bu binalar ise daha büyük ölçekli dokular. Bizim
yapımız olan İstanbul Manifaturacılar Çarşısı ise
arkada yer alan küçük ölçekle bulvar ölçeği arasında
bir geçiş ölçeğinde. Hatta bu şekliyle İslam
kentlerinde olan trafiğin dokuyu parçalayan
tahribatına karşı bir çözüm olarak görülebilir.
Böyle bir yapı yaparak mevcut ölçekle bulvar
ölçeğini bağdaştırmayı amaçladık. Ayrıca o gün keşif
esnasında görüldü ki İstanbul Manifaturacılar
Çarşısı’nın Süleymaniye’ye açılan avlularının arkası
tamamıyle ya kaçak ya da izinli yapılarla
doldurulmuş. Artık buralardan sadece Süleymaniye’nin
minarelerinin uçları görünüyor.
GA: Aslında o binaları kaldırmaları
gerekirken...
DT: Gayet tabii ki. İlk planda,
bilinçsizce yapılmış olan bu binaların kaldırılması
düşünülecekken nedense manifaturacılar çarşısını
kaldırmak düşünülüyor. Manifaturacılar çarşısının
kaldırılması için güçlü bir gerekçe yok. Yeni imar
planında bulvardan 6,5 metre yükseklikte evlerden
bahsediliyor, bu evlerin Bulvar ölçeğinin yanında
nasıl duracağını tahmin edemiyorum. Kaldı ki imar
planında böyle olması demek yıkılabilir olması da
demek değil bence. Çünkü Anayasaya göre yerine konut
yapılacak bir yer istimlak edilemez. Bir alanda
istimlak yapılabilmesi için o alan ya yeşil alan
olmalı, ya kamu yapısı olmalı ya da yol geçirilmeli
fakat burada bunların hiç biri yok. İmar planında
Prestij Konutları deniyor, prestij konutarı için de
istimlak yapılamayacağına göre geriye baskı yaparak
esnafı kaçırtmak kalıyor. Zaten onu da
yapıyorlarmış. Örneğin otoparkını kapatmışlar.
Şimdi önce Yıldız Teknik Üniversitesi’nin şehircilik
ve mimarlık hocalarının vereceği bilirkişi raporunu
daha sonra da danıştayın kararını bekliyoruz.

Metin
Hepgüler’in Görüşleri
İMÇ (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı) kompleksinin
projeleri, iki etaplı bir proje yarışması
neticesinde elde edildi.
Yarışmanın birinci etabında şehircilik planlama
prensipleri, ikinci etapta ise birinci etabı geçen
projelerden bir mimari konsept ve detaylandırma
istendi.
Zamanın İstanbul Büyükşehir Belediyesi temsilcisi ve
tecrübe sahibi meslektaşlarımız ile şehircilik
uzmanı ve en önemlisi yine zamanın şehircilik üstadı
İtalyan Prof. Luigi Piccinato’dan kurulu jüri,
iştirakçiler arasından bir grubu önce şehircilik -
bölgesel planlama bakımından eleştirip seçti ve
ikinci etapta da verilen detaylı programın
prensiplerine uygun geliştirilmiş şeklini dikkate
alarak derecelendirmeyi yaptı.
Sayın ortaklarım Doğan Tekeli ve rahmetli Sami Sisa
ile birlikte hazırlamış olduğumuz proje birincilik
ödülünü aldı.
Her iki etapta da dikkate aldığımız prensipler;
bölgenin tarihsel - yapısal karakterine
entegrasyonunun sağlanması, odak noktası olan ve
suküneti ile tatlı meyilli tepeye oturan Süleymaniye
Camii’ne açılan iç bahçelerin tanzimi ile caminin
komplekse her noktadan görsel bağlantısının temini
ve en önemlisi parsel üzerinde mevcut cami ve yatır
mezarlarının hiçbirine zarar vermeksizin,
şehircilik, yapısal planlama ve tatbikatının
gerçekleştirilmesiydi.
Parselin mevcut kot farkının programın yerleşiminde
müsbet kullanımı, blokların ana yola sakin cepheler
ile açılması, kendi iç bahçelerine tanzim edilen
dolaşım arterleri ile hareketin temini, irtifaların
asgaride tutulması, yarım asra yakın süreçteki
İMÇ’nin fonksiyonel ve İstanbul’un büyük
ihtiyaçlarına - trafikte ve ulaşımda zaman kaybını
asgari tutan bölgesel doğru seçimi ile kullanımına -
imkan veriyor.
İMÇ’nin yıkılarak yerine 50 adet villa - lüks konut
düşünülmesi, AKM’nin yıkılarak yeniden yapılması
gibi programların nedenlerini, yapılması öncelikli
olan pek çok mevzu varken ön planda tutulmalarını,
maalesef bu mevzularda milletlerarası çalışmış ve
çalışmakta olan bir meslek adamı olarak anlamakta
zorlanıyorum.
Rumeli Hisarı’nın tanzimi yarışmasını kazandığımız
zaman, Hisar içerisinde hatırladığım kadarı ile 16
adet kadar gecekondu vardı. Bunlar öncelikle
nakledildi. Bir patlama neticesi yıkıldığı söylenen
küçük cami, o zamanki durumu ile plato ve minaresi
restore edildi ve Hisar, günümüzde de kullanımı ile
ön planda olan toplumsal hizmete açık tarihsel
karakteri günümüze yansıtan değerini muhafaza etti.
Endişemiz AKM ve İMÇ’nin restore edilip
kullanımlarına devamının temin edilmeleri yerine,
yıkılmalarını isteyen zihniyetin Rumeli Hisarı ve
benzeri tarihsel seçim ve yapımlara da yeni
programlar tasarlayabilmesi olasılığının getireceği
lüzumsuz maddi - manevi zaman kayıplarıdır.

Oktay
Ekinci’nin Görüşleri
Zeynep Güney: Son günlerde basında yer alan,
İMÇ Blokları’nın yıkılacağı ve burada Prestij
Konutları adı altında Osmanlı mimarisiyle 50 adet
ahşap villa yapılacağına dair haberler hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Oktay Ekinci: Bizim asıl çağdaş prestij
mimarimiz İMÇ Blokları gibi eserlerdir. Türkiye’nin
ve İstanbul’un mimari prestijini korumak
isteyenlerin öncelikle bu blokları ve bu tür
yapıları korumaları gerekir. Bunları yıkmak ve yok
etmek, tam tersine, çağdaş dünyada bizim prestij
kaybımıza neden olur. Ayrıca halkın tarihle günümüz
arasındaki mimari aşamaları algılama olanağı ortadan
kaldırılmış olur.
Mimarlık tarihi uygarlığın sürekliliğinin
göstergesidir. Uygarlık durağan bir şey değildir,
devamlı ilerler. Eğer öyle olmasaydı, bugünkü
kentlerimiz antik kentlere benzer olurdu. Bu
sürekliliğin önemli belgelerini, önemli aşamalarına
ait mimari simgelerini ortadan kaldırmak, tarihin
derinlemesine kavranmasına da engel olur.
İMÇ Blokları ve benzeri yapıları ortadan kaldırıp,
onların yerlerine eski Osmanlı Mimarisi’ni
anımsatacak, üstelik “Prestij Konutları” gibi bence
absürd bir tanımlamayla pazarlanmayı hedefleyen
yapıları yapmak isteyenlerin, aynı zamanda siyasal
kimliklerini tarihten referans alarak belirtmeleri
ve muhafazakar geçinmeleri de bir kara mizah örneği
olarak karşımızda duruyor.
Ben hangi açıdan bakılırsa bakılsın, İMÇ
Blokları’nın yıkılması ya da yok edilmesi gibi bir
düşüncenin, İstanbul’a, çağdaşlığa, hatta mimarlığa
yakışmadığı kanısındayım.
ZG: Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, İMÇ
Blokları’nın çevresindeki yaklaşık bine yakın
parselin de kentsel dönüşüm projesi kapsamında ele
alınacağını ve İMÇ Blokları’nın bu anlamda
yıkılmasının yanlış bir karar olduğunu söylüyor.
Çevresinin, bir dönüşüm geçireceği göz önüne
alındığında sizce İMÇ Blokları eski fonksiyonuyla mı
kalmalı? Yeniden işlevlendirilecek olursa hangi
fonksiyonla değerlendirilebilir?
OE: Tarihi Yarımada topyekun bir
işlev değişikliğiyle karşı karşıya. İstanbul kültür
turizmi merkezi olma yolunda ilerliyor. Gelecekte bu
bölge, Avrupa’daki tarihi kentlerin eski merkezleri
gibi, hem toplumun, hem İstanbullular’ın, hem de
ziyaretçilerin doyasıya yararlandığı bir kültür
turizmi bölgesine dönüşebilirse eğer, biz bunu
sağlayabilirsek, o zaman İMÇ Blokları da tekrardan o
işleve uygun, doyasıya kullanılan mekanlar olarak
değerlendirilebilir.
Önemli olan, Türkiye’de modern mimaride, kenti
ezmeyen, tarihi doku içerisinde uyumlu
yüksekliklerde inşa edilmiş, atriumları olan,
monoblok şeklinde devasa çözümleri içermeyen,
insanların açık ve kapalı mekanlarda dolaşmasına
önem vermiş bir anlayışla bir yapılaşma
yarattığınızı dünyaya ve gelecek kuşaklara
gösterebilmektir.
Ben İMÇ Blokları’nın çizgileri moderndir diye onun
insancıllığını, uyumunu, ölçeklerini gözardı eden
bir kafanın mimarlık açısından talihsizlik olduğunu
düşünüyorum. Üstelik bu kafa, Boğaziçi sırtlarındaki
Karayolları arsasına 28 – 30 katlı yapıya izin
verirken, kentin tarihten gelen özgün silüetini
düşünmüyor da; burada mı düşünüyor?
Arkitera, Der. Gökçe
Aras, 22.06.2007
|
|
DİVRİĞİ'DE 3 TARİHİ ESER
DAHA ONARIMA ALINACAK
Sivas'ın Divriği İlçesi'nde 11
tarihi eserin restore çalışması tamamlanırken, 3
eserin daha restorasyon çalışmalarına başlanılacağı
bildirildi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden alınan
bilgiye göre Divriği'de Araplık Türbesi, Süleyman
Ağa Camii ve Kantepe Camii'nde
restorasyon çalışmalarına kısa bir süre içerisinde
başlanacak.
Süleymanağa
Camii'nin restorasyon işini Astaştanlar adlı firma
aldı. 90 bin YTL'ye ihale edilen eser 120 günde
bitirilecek. 165 bin YTL'ye ihale edilen Kantepe
Camii'ni de Osman Gülsüm Firması aldı. Burası da 120
gün de bitirilecek.
Restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla birlikte
ecdad yadigarı eserlerden 3 tanesi daha ayağa
kaldırılarak gelecek kuşaklara aktarılacak.
Memleket Sivas,
22.06.2007
|
ŞÖFÖRLER CENDERE'DE YASAK DİNLEMİYOR
Adıyaman'ın Kahta İlçesi'nde bulunan tarihi Cendere Köprüsü'nden yasak tabelası olmasına rağmen, araçlar geçmeye devam ediyor.
Kommagene Krallığı döneminde, MS 2. yüzyılda Roma İmparatoru Septimus Severus tarafından Cabinas (Cendere) Çayı üzerinde yaptırılan köprü, önceki yıllarda hem tarihi dokusunun zedelenmemesi hem de yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı için araç trafiğine kapatıldı. Köprü girişine 'taşıt trafiğine kapalı yol' tabelası asılmasına rağmen, araçlar köprü üzerinden geçmeye devam ediyor.
Her yıl binlerce turistin akın ettiği Cendere, bin 700 yıldır hiç harç kullanılmadan ayakta kalan köprüler arasında yer alıyor. 120 metre uzunluğunda ve 30 metre yüksekliğindeki Cendere Köprüsü 7 metre genişliğe sahip. Her biri bloklar halinde yapılan Cendere Köprüsü, bin 700 yıl boyunca çok sayıda yolcu, orduı ve kervanlara ev sahipliği yaptı.
Adıyaman Haber, 22.06.2007
|
 |
 |
MERİNOS TARİHİ BURSA'DA KALDI
Merinos Fabrikası'nın tarihi eserleri, Büyükşehir Belediyesi'nin girişimiyle Bursa'ya kazandırıldı.Bursa - Merinos Fabrikası'nın kuruluşundan bugüne kadar kullanılan makine ve teçhizatın yanı sıra aralarında Atatürk'ün yazdığı defterin de yer aldığı tarihi eserler, Büyükşehir Belediyesi'nin girişimleriyle Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından Tekstil ve Sanayi Müzesi'nde sergilenmek üzere Bursa'ya kazandırıldı. Özelleştirme Yüksek Kurulu, Büyükşehir Belediyesi'nin girişimleriyle daha önce aldığı eserlerin İstanbul Paşa Limanı Müzesi'nde sergilenmeleri yönündeki kararından vazgeçti. Bursa'nın sanayi kenti olmasında öncü rol oynayan ve Türk ekonomisinin ilk temel lokomotiflerinden biri olan Merinos Fabrikası'nın açıldığı 2 Şubat 1938 yılından bu yana kullanılan eserleri, Büyükşehir Belediyesi'nin yapımı devam eden Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nde yer alacak Tekstil ve Sanayi Müzesi'nde sergilenecek.Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin, Merinos Fabrikası'nın tarihi ile bütünleşmiş makine ve eserlerin Bursa'nın malı olduğunu belirterek, "Özelleştirme Yüksek Kurulu, talebimize rağmen Sümerbank'ın Türkiye genelindeki diğer fabrikalarındaki tüm eserlerini İstanbul'daki Tekel Paşa Limanı Müzesi'nde sergileme yönünde karar almıştı. Milletvekilimiz Sedat Kızılcıklı'nın da desteği ile bu konudaki kararın yanlışlığını ilgililere ilettik. Çünkü Bursa ile özdeşleşmiş kentin sanayi kimliğini yansıtan bu eserler, ruhuna uygun bir şekilde yaşadıkları yerde sergilenmeliydi. Yaptığımız girişimlerle eserleri yeniden Bursa'ya kazandırdık. Manevi değeri paha biçilmez eserler, gerçek yeri olan Merinos'ta nesiller boyunca yaşayacak" dedi. Başkan Şahin, ayrıca Tekstil ve Sanayi Müzesi düzenlemesinin Uludağ Üniversitesi Mühendislik Fakültesi tarafından yapılacağını da belirterek, gerekli çalışmaların başlatıldığını bildirdi.
Bursa Hakimiyet, 22.06.2007
|
DOLMABAHÇE SARAYI'NDA
TÜRK SÜSLEME SERGİSİ
Dolmabahçe Sarayı'nda,
"Türk Süsleme Sanatları Sergisi" açıldı. Serginin
açılışında konuşan TBMM Milli Saraylar Daire Başkan
Vekili Yunus Aydın, Türk süsleme sanatlarının
önemine işaret ederek, "Eğer Türkiye, kültürünü
uluslararası platforma taşımak istiyorsa ebru,
minyatür, hat ve tezhip sanatlarına gereken önemi
vermelidir" dedi. Yıldız Şale Eğitim Gönüllüleri
Kursu eğitmenleri Talih Mert, Taner Kaygısız,
Nilüfer Kurfeyz, Salim Sağlam, Hikmet Barutçugil,
Hilal Korhan Erdüvenci, Dürdane Ünver ve Müjgan
Başköylü''nün tezhip, minyatür, hat ve ebru
eserlerinin yer aldığı sergi, 30 Haziran'a kadar
gezilebilecek.
Sabah, 22.06.2007
|
MODERN SANATIN DEVLERİ PERA MÜZESİ'NDE
Modern ve çağdaş sanatın dev isimleri sonbaharda İstanbul'da olacak. Pera Müzesi'nin İstanbul'a getirdiği Jp Morgan Chase Koleksiyonu'ndan seçilen yapıtlardan oluşan sergide Warhol, Lichtenstein, Dubuffet gibi starlar yer alıyor. 'Collected Visions - Çağdaş Ustalardan Seçmeler' adlı sergide eserleri yer alan isimleri gören her sanatseverde heyecan yaratıyor: Jean Dubuffet, Jasper Johns, Andy Warhol, Roy Lichtenstein, Jean-Michel Basquiat, Cy Twombly, Joseph Beuys, Keith Haring, Jeff Koons, Cindy Sherman, Joseph Kosuth, Gilbert and George, Christo, Bruce Nauman, Nam June Paik ve Zaha Hadid. Dünyanın en önemli sanat koleksiyonlarından birine sahip JP Morgan Chase, 50'yi aşkın ülkede faaliyet gösteren ve 1.4 trilyon dolarlık varlığa sahip bir finans devi. JP Morgan Chase koleksiyonu ise 1959 yılında David Rockefeller tarafından oluşturulmaya başlanmış, böylece özellikle 50 sonrası akımların ve çağdaş sanatın dev isimleri bu koleksiyonda yer almış. İstanbul'a gelecek olan sergide, 59 sanatçıdan 70 yapıt yer alıyor. Sergi, İstanbul'a özel olarak hazırlanmış. Pera Müzesi'nin bağlı olduğu Suna ve İnan Kıraç Vakfı'nın JP Morgan Chase'le imzaladığı anlaşma sonucu ortaya çıkan 'Collected Visions' sergisi dünyada ilk kez 26 Ekim-6 Ocak tarihlerinde Pera Müzesi'nde sergilenecek.
Radikal, 22.06.2007
|

Andy Warhol'un Marilyn Monroe çoğaltmaları da
sergide yer alacak. |
MARDİN'E ARAŞTIRMA MERKEZİ
Mardin’de Artuklu
Üniversitesinin kurulmasından sonra İstanbul Teknik
Üniversitesi (İTÜ) de Mardin’e Eğitim Araştırma ve
Uygulama Merkezi açmaya karar verdi.
Mardin Valiliği ve Mardin Belediyesi ve İTÜ
İşbirliğiyle Mardin’de kurulacak İTÜ-MardINT Eğitim
Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin kuruluş
çalışmaları hız kazandı. İstanbul Teknik
Üniversitesi Yönetim Kurulu, çalışmaları yerinde
görmek ve çalışmalar hakkında paydaş kuruluş ve il
yöneticileriyle bilgi alışverişinde bulunmak üzere
Mardin’e gelerek biz dizi toplantı yaptı.
Valilik Dara Toplantı salonunda gerçekleştirilen
toplantıda kurulacak araştırma ve uygulama merkezi
ile ulusal ve uluslar arası bilimsel, kültürel ve
sanatsal etkinliklerin planlaması, düzenlenmesi ve
yürütülmesi; Mardin’in kültürel ve sanatsal
varlıklarının korunması ve yaşatılması için gereken
disiplinler arası çalışmaların planlaması ve
programlanması, bilimsel, kültürel ve sanatsal
çalışmaları için akademik çalışma ortamının
oluşturulması ve yaşatılması, ulusal ve uluslar
arası akademik ve bilimsel kurumlarla işbirliği
olanaklarının araştırılması ve geliştirilmesi,
Mardin üzerine çeşitli zamanlarda yapılan
çalışmaların derlenmesi, arşivlenmesi ve bir kentsel
bellek oluşmasına katkı sağlamanın amaçlandığı
belirtildi
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
öğrencileri, MardINT kuruluş sürecinde çeşitli
zamanlarda Mardin’de yapılan restorasyon, uygulama
ve mimari proje stüdyosu çalışmaları sergilendi.
Merkezin işlerliğini kazanması için İTÜ Mimarlık
Fakültesi tarafından lisans ve lisansüstü
düzeylerinde çeşitli çalışmalar gerçekleştirilirken,
İTÜ mezunu ve aynı zamanda Mardin’ li olan Saffet
Baysal’ın Necmeddin Mahallesinde ailesine ait iki
evini İTÜ-MardINT kullanımına tahsis etti.
Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar, İTÜ MardINT Eğitim,
Araştırma ve Uygulama Merkezinin, Mardin’e ve
bölgeye büyük yararlar sağlayacağını belirterek,
tarihi dokunun korunması ve kültürel değerlerin
gelecek nesillere teslim taşınmasında İTÜ MardINT’ın
üstleneceği görev sorumlulukların büyük önem
taşıdığını söyledi.
Mardin Valiliği, 21.06.2007
|
|
TARİHİ KIR KAHVESİ
AÇILDI
"Kumandan Kahvesi" olarak da bilinen Kır Kahvesi 1947
yılında inşa edilmiş, tüm projeleri Gaziantep Büyükşehir
Belediyesi tarafından hazırlanarak Haziran 2006
tarihinde restorasyonuna başlanmıştı. Özverili
çalışmalar neticesinde Aralık 2006 tarihinde
bitirilen kahve, asli fonksiyonunu devam ettirecek
olduğundan buna uygun olarak ve özgün yapı korunarak
restore edildi. Hizmete giren Kahve, kültürel
mirasın korunarak yaşatılmasının yanı sıra yerli ve
yabancı turistlerin kale çevresi ve kale ziyaretleri
sonunda dinlenebilecekleri, tarihin mistik
gölgesinde sohbet edebilecekleri aynı zamanda da
yerel kahve kültürünü ve yerel içecekleri tatma
imkanı sunan bir mekan haline geldi. Kapalı alanda
34 kişi, açık alanda 136 kişi olmak üzere toplam 170
kişilik kapasitesi ile Kahve bölge halkına, yerli ve
yabancı ziyaretçilere hizmet verecek.
Yeni Şafak, Haber. Yaşar
Yavuz, 21.06.2007
|
3 BİN YILLIK İZMİT'İN NİHAYET MÜZESİ VAR
Yaklaşık 3 bin yıllık geçmişinde pek çok medeniyete kucak açan, elle eşeleseniz bile toprağının altından paha biçilmez tarih hazineleri fışkıran İzmit’in nihayet bir müzesi oldu. Tarihi Gar Binası karşısında yaptırılan İzmit Arkeoloji ve Etnografya Müzesi düzenlenen törenle hizmete girdi.
Törene Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, Vali Gökhan Sözer, Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, Milletvekilleri Nihat Ergün, Eyüp Ayar ve Nevzat Doğan ile çok sayıda davetli katıldı. Başkan Karaosmanoğlu konuşmasında bu müzenin kent kimliğini ortaya koyduğunu söylerken, Milletvekili Ayar sanayiye doymuş Kocaeli’nin kültür ve tarih kenti olma yolunda önemli bir adım attığını ifade etti. Bakan Pepe ise Gar Kompleksinin gerçekleşmesindeki katkıları nedeniyle önceki Vali Erdal Ata’dan övgüyle söz ederek, “Yiğidi öldür, ama hakkını ver. Bugün aramızda olmasa da bu müzenin hizmete girmesinde büyük çaba gösteren eski Vali Erdal Ata’ya teşekkür ediyorum” dedi.
Özgür Kocaeli, 21.06.2007
|
HASAN FEHMİ PAŞA CAMİİ
RESTORE EDİLİYOR
Sakarya'nın Sapanca
İlçesi Mahmudiye Köyü'nde bulunan Hasan Fehmi Paşa
Camii, Sakarya Özel İdaresi tarafından restore
ettiriliyor.
Mahmuduye Köyü'nde 130 yıl önce yapılmış Hasan Fehmi
Paşa Camii'nde incelemelerde bulunan Sakarya Valisi
Hüseyin Atak, çatı ve kadın mahfelinde tahribat
meydana gelen caminin restore edilmesini istedi.
Vali Atak, "Tarihi eserlerimizi korumak kanuni,
vicdani ve insani görevimiz. Bu maksatla bu işe
ödenek ayırdık. Sapanca Kaymakamımız restorasyon
işini takip edip neticelendirecek” dedi.
Atak'ın talimatı üzerine Hasan Fehmi Paşa Camii
Sakarya İl Özer İdaresi tarafından restore edilecek.
Vali Atak'ın inceleme gezisine, İl Özel İdaresi
Genel Sekreteri Orhan Alimoğlu ve Sapanca Kaymakamı
Mehmet Ceylan ile diğer yetkililer de katıldı.
Sakarya Kent Haber, 21.06.2007
|
|
 |
900 YILLIK KÜLTÜRÜ YAŞATIYORLAR
Yaklaşık 900 yıl önce Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Oğuzlar’ın son konar göçer aşiretlerinden olan Sarıkeçililer, halen 300 aile ve 2 bin 500 kişilik nüfusları ile gelenek ve geleneklerini sürdürmeye çalışıyor.
Sarıkeçililer Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı Pervin Çoban Savran, son konar göçer yörüklerden olan Sarıkeçililer'in Oğuz boyundan geldiğini, yaklaşık 900 yıl önce Orta Asya'dan Anadolu'ya develerle göç ettiğini söyledi. Savran, Sarıkeçililer’in 300 çadır ve 2 bin kişilik nüfusları ile bugün de yaşamlarını devam ettirdiğini ifade etti. Geçimlerini hayvancılıkla sağlayan Sarıkeçililer'in, yazın İç Anadolu Bölgesi'nin Konya yaylalarında, kışın da Akdeniz Bölgesi Mersin sahillerinde kıl çadırlarında yaşadığını belirten Savran, Toros yaylalarının yazın evleri olduğunu bildirdi.
Savran, şunları kaydetti: ''Yılın 3 ayını yolda, 3 ayını yaylada, 6 ayını da sahillerde geçiren Sarıkeçililer, göç başlamadan aldıkları un, bulgur, tuz, yağ, kefenlik, kazan, tencere, yayık, beşik, yatak ve yorganlarını develere yükleyip yola çıkarlar. 1.5 ay süren yolculuğun ardından Şeyhömer, Çakırderesi, Gıravga ve Gökgedik köyleri, Hacıbaba Dağı, Armusun Köyü, Abaz Dağı, Mayköy, Çukurçimen Köyü ve Seydişehir yolunu takip ederek, Konya Beyşehir yakınlarındaki yaylalara ulaşır. Her yıl bu yolculuk tekrarlanır.''
900 yıldır Yörüğün en büyük yardımcısı ve dayanağının develer olduğunu vurgulayan Savran, develerin yörüğün kamyonu gibi olduğunu söyledi.
Bugün, 21.06.2007
|
SOTHEBY'S'DE SATILAN URARTU ESERİ

Sotheby’s Müzayede Şirketi’nin New York salonlarında 7 Haziran 2007 tarihinde yapılan “Mısır, Klasik ve Batı Asya Antikaları” satışında yine menşei belirsiz birçok parça vardı. İlginç olan nokta ise, Akdeniz kaynaklı birçok eserin nereden geldiği açıkça yazılmış olmasına karşın Doğu kökenli eserlerin kaynaklarının belirtilmemiş olması idi.
Buna karşılık 92 numaralı gümüş kabın MÖ 6. veya 7. yüzyıldan kalma bir Urartu eseri olduğu katalogda belirtilmişti. 17 cm yüksekliğindeki bu eser 60.000.- USD bedelle açıldı ve 144.000.- USD ye kimliği açıklanmayan bir alıcıya satıldı. Türkiye açısından en ilginç nokta ise eserin daha önceki sahibinin J.J. Klejman olması idi.
Bayındır’da bulunan ve yurt dışına kaçırılan Dekadrahmi Definesi’nde de karşımıza çıkan Klejman (bkz. http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=1267&html=haber_detail_tu.html&layout=web büyük
olasılıkla elindeki eserlerin bir kısmını satmaya
karar vermişti.
TAYHaber, Haber: Ali Yamaç, 21.06.2007
|
ESKİ YAPILAR YOKOLUYOR
Beyşehir’e bağlı Kayabaşı Beldesi'nde bulunan
cumbalı birçok eski yapının yıkılma ve yok olma
tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğu bildirildi.
Kayabaşı Belediye Başkanı İsmail Gökmen, belde
merkezinde yer alan bir cumbalı evin kış şartlarında
çatısının yıkıldığını ve tehlike arz ettiğini
belirterek, yıkılma tehlikesi olan yapıları
Bayındırlık İl Müdürlüğü'nden verilen raporlar
doğrultusunda yıktıklarını söyledi.
Kayabaşı Beldesi'nde Osmanlı tarzı cumbalı ev
modelinde çok sayıda yapı olduğunu, bunlardan
bazılarının metruk olarak yıkılma ve yok olma
tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunu söyleyen
İsmail Gökmen, “Geçmişe yeterince sahip çıkmıyoruz.
Belde merkezinde yer alan bazı yapıların daha önceki
dönemde cumbalar yok edildi. Bunun yerine demir veya
plastik pencereler monte edildi. Bu yapıların koruma
altına alınması için öncelikle belediye'nin uhdesine
kazandırmak istedik. Ancak, istenen astronomik
rakamlar nedeniyle bunu başaramadık. Beldede bulunan
bir cumbalı evi, Kayabaşı Kültür Evi olarak
düzenleyip tefriş etmek istiyoruz” dedi.
Hayata geçirmek istedikleri proje konusunda ev
sahipleri ile uzlaşamadıklarını ve bu nedenle
cumbalı evlerin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya
bulunduğunu vurgulayan İsmail Gökmen, “Bu evler
ahşaptan yapılmış. Osmanlı döneminin mimari tarzı,
60 santimetre eninde taştan duvarı olan günümüz
yapısının aksine toprakla sıvanan insanlar için
oldukça sağlıklı evlerdir. Yazın serin olan ve bu
yüzden klima istemeyen bu tip evler, kış aylarında
ise aksine mekanı sıcak tutan, çok az yakıt
sarfiyatı kullanan yapılardır" şeklinde konuştu.
Merhaba Gazetesi, 21.06.2007
|
TABLOLARA SIKI KORUMA
Norveçli ressam Edvard
Munch'ün Oslo'daki Munch Müzesi'nden 2 yıl önce
çalınan ve az da olsa hasar görmüş halde bulunan
'Çığlık' ve 'Madonna' tablolarının korunması için
bir Japon şirketi 500 bin avro bağışlayacak.
Oslo Belediyesi'nden yapılan açıklamada, Japon
Idemitsu Petroleum grubunun yaklaşık 500 bin avroluk
bağışının tabloların korunması ve bu iki tablo
üzerinde yapılacak araştırmalar için kullanılacağı
belirtildi. Ressamın paha biçilemeyen ünlü
tabloları, 2004 ağustosunda Munch Müzesi'nden maskeli
ve silahlı 2 kişi tarafından güpegündüz çalınmıştı.
Tabloları çalanlar, kendilerini bekleyen 3. kişinin
kullandığı araçla kaçmışlardı.
1893 tarihli tabloların 31 Ağustos 2006'da
bulunmasının ardından, olaya karışan 3 kişiye 5 ila
9 yıl hapis cezaları verilmişti. Ayrıca mahkeme,
sanıkların Oslo Belediye Başkanlığına toplam
yaklaşık 194 bin avro tazminat ödemesini
kararlaştırmıştı.
Bursa Hakimiyet, 21.06.2007
|
|
 |
TARİHİ MAĞARALAR TURİZME AÇILACAK
Diyarbakır Müze Müdür Vekili Nevin Soyukaya, Ergani ilçesine 8 kilometre uzaklıktaki Anadolu'nun en eski mağara yerleşim alanlarından biri olan Hilar Mağaraları'nın turizme kazandırılması amacıyla geçen İl Özel İdare Müdürlüğü iş birliğiyle bir çalışma başlattıklarını söyledi. Çalışma kapsamında mağaraların kültür turizmine kazandırılması için bir yandan çevre düzenleme projelerinin hazırlandığını, bir yandan da tarihi kazı çalışmalarının başladığını aktaran Soyukaya, mağaraları koruyup turizme açmak istediklerini bildirdi. Mağaralarda çevre ve güzergah düzenlemesi, tuvaletler, levhalar ve gişelerin yapılacağını, giriş çıkışların kontrol altına alınacağını kaydeden Soyukaya, mağaraların yakınında yol güzergahı üzerinde olan yaklaşık 100 haneli Hilar Köyü'nün de yol ve çevre düzenlemesinin yapılacağını belirtti. Soyukaya, Hilar Köyü'nde yaşayan köylülere de turizm konusunda eğitim verileceğini ifade ederek, şöyle dedi:
''Turistler Diyarbakır'a günübirlik geziler için geliyor. Turistleri kentte tutmak için yeni tarihi mekanların turizme kazandırılması gerekiyor. Hilar Mağaraları kentimizin yeni turistik bir mekanı olacak. Hilar Mağaraları, MÖ 12 binde mağara yerleşimi, MS 2. ve 3. yüzyılda Roma döneminde de kaya mezar olarak kullanılmış. Geçen yılki çalışma için 80 bin YTL ayrılmıştı. Bu yılki çalışma bu ayın sonunda başlayacak. Onun için de 100 bin YTL ayrıldı. Önümüzdeki yıl da turizme açmayı hedefliyoruz. Çok geniş bir alan olduğu için kazıları 2 etap halinde yapıyoruz. Geçen yıl 1. etapta başlatılan çalışma bu yıl bitecek ve 2. etaba başlanacak. Turizme açıldıktan sonra da tarihi kazılar sürecek. Tarihi kazılarda antik kent ve kaya mezarlar ortaya çıkarılacak. Tarihi mağaralarda ilk kez turizme dönük bir çalışma yapılıyor.''
Sabah, 21.06.2007
|
ASIRLIK DEV KÜP İLGİ ÇEKİYOR
Kütahya'da, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü bahçesindeki asırlık dev küp ilgi çekiyor.
Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü yetkilileri, toprak küplerin ömrünün 5 - 6 asır arasında değiştiğini belirterek, "Şehrimizin birçok yapısında buna benzer tarihi küpler görmek mümkün. Bizim sorumlu olduğumuz bu dev küp, şehrimize gelen yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Turistler, eskiden su depolamak için kullanılan bu küpün ömrünün 5 - 6 asır olduğunu duyunca çok şaşırıyor. Bunca zaman geçmesine rağmen küplerde en küçük bir yıpranma olmaması, turistlerde hayranlık uyandırıyor" dedi.
Kütahya Kent Haber, 20.06.2007
|
 |
|
HELLENİSTİK DÖNEME AİT MEZAR
Samsun'un Ayvacık
İlçesi'ndeki yol çalışması sırasında Hellenistik
döneme ait mezar ortaya çıkarıldığı bildirildi.
Edinilen bilgiye göre, Söğütpınar
Köyü Hamlık
Mahallesi yakınlarındaki yol çalışması sırasında iş
makinesinin kazdığı bölümde tarihi bir mezara
rastlandı.
Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi
yetkililerine haber verilmesi üzerine bölgeye gelen
uzmanlar, yaptıkları ön incelemelerde mezarın,
Hellenistik döneme ait MÖ 1. yüzyıldan kalma olduğunu
tespit ettiler.
2 metreye 1 metre ebatlarındaki mezarda bazı
insan kemikleri dışında herhangi bir buluntuya
rastlanmadı. Söz konusu mekanın antik çağlarda
soyulmuş olduğu tahmin ediliyor.
Yetkililer, buluntular üzerinde çalışmaların
sürdürüldüğünü söylediler. Samsun'da 1995 yılındaki
bir yol çalışması sırasında ortaya çıkarılan mezar
odasında "Amisos Hazinesi" olarak bilinen ve çok
sayıda altın eserden oluşan buluntulara
rastlanmıştı.
Trt/Haber, 20.06.2007
|
ÇALINTI TARİHİ ESERLER BULUNDU
Köyceğiz'de Kaunos Antik Kenti'nin eski yerleşim alanında bulunan Kaunos Karya dönemine ait Mermer Lahit Mezarı içinden çalınan tarihi eserler jandarmanın yaptığı operasyonla bulundu.
Muğla İl Jandarma
Komutanlığı ekipleri tarafından yapılan takip sonucu
Köyceğiz İlçesi'ne bağlı Toparlar Köyü'nde lahit
mezardan çalınan tarihi eserler ele geçirildi. Lahit
mezardan çalınan tarihi eserleri satmak amacıyla
müşteri aradığı öğrenilen T.S. (58) ise gözaltına
alındı.
Haber Ekspres, 20.06.2007
|
TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI
YAKALANDI
Denizli İl Jandarma
ekipleri aldıkları istihbarat üzerine yaptıkları
takip sonucunda Aşağışamlı Kasabası yakınlarında
şüpheliler S.T. ve Y.Ç. ‘nin kullandıkları
motosikletler durdurularak arama yapıldı.
Aramada, 12 adet Roma ve Bizans dönemine ait sikke,
4 adet aynı döneme ait etütlük metal eser, 1 adet
White’s marka metal arama dedektörü, 1 adet kazma, 2
adet uyku tulumu ve 2 adet el feneri ele geçirildi.
Ele geçirilen eşyalar ile motosikletlere el
konulurken zanlılar tutuklandı.
denizlili.net, 21.06.2007
|
DÜNYANIN YENİ 7 HARİKASI İÇİN GERİ SAYIM SÜRÜYOR
Türkiye'den Ayasofya Müzesi'nin de aday olduğu
dünyanın "7 yeni harikası" seçimi için geri sayım
sürüyor. 6 Temmuz'da sona erecek oylamaya şu ana
kadar 50 milyonun üzerinde katılım gerçekleşti.
Oylama http://www.new7wonders.com adresinde sürüyor.
1999 yılında İsviçreli maceraperest Bernard Weber
tarafından kurulan "Dünyanın Yedi Yeni Harikası"
adlı vakıf tarafından yapılan yarışmanın
başlangıcında ödül için 200 aday gösterilmişti.
Vakfın amacı, dünya kültür mirasının maruz kaldığı
yıkıma dikkat çekmek ve bu varlıkların korunması
için küresel duyarlığı artırmak.
Yarışmada son günlere girilirken Yunanistan'dan
Atina Akropolü, Fransa'dan Eyfel Kulesi,
Hindistan'dan Tac Mahal, Şili'den Easter Heykelleri,
Brezilya'dan İsa Heykeli ve Ürdün'den Petra
Harabeleri son 7'ye iddialı giren yapılar arasında.
Adaylar arasında Çin Seddi, Roma'daki Colesseum'un
yanı sıra, New York'taki Özgürlük Anıtı ve
Sydney'deki opera binası gibi modern yapılar da yer
alıyor.
Organizasyon yetkilileri oylamaya en yüksek ilginin
Latin Amerika ve Asya'dan geldiğini belirtirken,
dünyanın yeni 7 harikası kampanyasının sözcüsü Tia
B. Viering iglobal bir oylama olduğunun altını
çizdi.
İnternet ya da telefon aracılığıyla yapılan oylama 6
Temmuz 2007'ye kadar sürecek. Dünyanın "7 yeni
harikası" yarışmasının sonucu ise 7 Temmuzda
Portekiz'in başkenti Lizbon'da açıklanacak.
Turizmdebusabah.com, 20.06.2007
|
OYUN KAĞITLARINDA ARKEOLOJİ
ABD Savunma Bakanlığı Irak ve Afganistan’da bulunan birliklerine 40.000 paket yeni oyun kağıdı dağıtacağını açıkladı.
Fakat, daha önceki oyun kağıtlarında olduğu gibi, aranan insanların resimlerinin yerine bu sefer dağıtılacak oyun kağıtlarında bölgenin arkeolojik özelliklerini açıklayan bilgiler bulunuyor.
New York’da, Fort Drum’da sevk bekleyen askerlere de kurs veren arkeolog Laurie Rush’ın açıklamasına göre bu programın iki amacı var: antik yerleşimlere verilecek gereksiz hasarın ve kanundışı eski eser trafiğinin önlenmesi.
Rush “Birliklerdeki askerlerin çoğu sağduyulu, fakat dürüst olmamız gerekiyor, bölgedeki eski eserlere verilen zarar inanılmaz boyutlarda.” demekte.
American Journal of Archaeology, Haber: Victoria Schlesinger, Volume 60 Number 4, July/August 2007
|
 |
|
ŞEMSİ PAŞA CAMİİ'NİN MİNARESİ RESTORE EDİLİYOR
Mimar Sinan'ın en
küçük eseri olan Üsküdar'daki Şemsi Paşa Camii'nin 7
santimetre deniz tarafına yatan minaresi, aslına
uygun olarak restore ediliyor. Şemsi Paşa semtinde
deniz kıyısında bulunan ve sürekli rüzgar aldığı
için kuşların konamaması nedeniyle halk arasında
"Kuşkonmaz Camii" minaresinin şerefesi, döşemesinden
sökülerek restorasyonuna başlandı. Çalışmaları
hakkında bilgi veren Yılmazlar İnşaat Yönetim Kurulu
Başkanı Yusuf Yılmaz, camideki tadilat nedeninin
minarenin 7 santimetre deniz tarafına doğru kayması
olduğunu söyledi. Cami içerisinde yapılması gereken
şeylerin de bu tadilatla birlikte yapıldığını
belirten Yılmaz, "Caminin içerisi olduğu gibi su
alıyor. Ayrıca dış yapı temizliğinin yapılması
gerekiyor” dedi.
Yeni Şafak, Fotoğraf: İstanbul Valiliği, Muhammet
Safi, 20.06.2007
|
İLYAS BEY CAMİİ 3 YIL SONRA HAZIR
Aydın'ın Didim
İlçesi'ne bağlı Balat Köyü'ndeki tarihi İlyas Bey
Camii'nin restorasyon çalışmaları başladı.
Milet Müzesi Müdürü
Hasibe Akat, restorasyon için ön hazırlığın
yapılmaya başlandığını söyledi. Vakıflar Genel
Müdürlüğüne ait olan alanın, protokol ile yaklaşık 3
yıllığına SÖKTAŞ firmasına devredildiğini belirten
Akat, protokole göre temizleme ve kazı
çalışmalarının ardından İlyasbey Camii'nin tarihi
dokularının korunarak restore edileceğini dile
getirdi. Akat, "Yıllardır harabeye dönen bu tarihi
eser, 3 yıl sonunda hizmete açılabilecek" dedi.
Haber Ekspres, Fotoğraf: kultur.gov.tr, 20.06.2007
|
|
NYSA ANTİK KENTİNE SPONSOR BULUNAMADI
Aydın'ın
Sultanhisar İlçesi'nde bulunan Nysa Antik Kenti'nde kazı
çalışmalarına, sponsor bulunamadığı için
başlanamadı. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve
Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi ve kazı sorumlusu
Doç. Dr. Musa Kadıoğlu, gazetecilere yaptığı
açıklamada, kazıların daha geniş kapsamlı
yapılabilmesi için güçlü sponsorlara ihtiyaç
duyulduğunu söyledi.
Geniş bir alana sahip Nysa ve bağlantısı olan
Akharaka'da gün ışığına yüzde 10'luk bir bölümün
çıkarıldığını, bu bölümün ilçe turizmine büyük fayda
sağladığını gördüklerini belirten Doç. Dr. Kadıoğlu,
ancak bu yıl sponsor konusunda sıkıntı yaşadıklarını
bildirdi. Doç. Dr. Kadıoğlu, Mayıs ayı sonlarında ve
Haziran ayı başında başlayan kazıların Temmuz ayında
başlamasının da zorlaştığını belirterek, şöyle
konuştu:
"Restorasyon çalışmaları için para yok. Bulursak
hemen başlayacağız. Nysa'nın dünya turizminde önemli
yeri var. Ne yazık ki ihmallerle kaderine
bırakılmış. Nysa'da toplam alanın yüzde 10'u yeryüzüne çıkarıldı. Böyle devam edilirse kazılar
yüzyıl sürer. Güçlü sponsorlara ihtiyaç var."
Nysa'da 1905 yılında Almanlar'ın ve Yunanlılar'ın
başlattığı kazılara, 1917 yılında ara verilmişti.
Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vedat İdil başkanlığında
1990 yılında yeniden başlatılan kazılarda, geçen yıl
kütüphane, stadyum ve tiyatro bölümlerinde çalışma
yapıldı.
Sultanhisar Nysa Ören Yeri Dayanışma Derneğince
maddi olarak desteklenen kazılarda, 2006 yılında 100
bin YTL harcama yapıldı.
Haber Ekspres, 20.06.2007
|
BORUSAN ARTIK PERİLİ KÖŞK'TEN YÖNETİLECEK
Borusan Holding Yönetim Merkezi, Rumelihisarı’nda, Perili Köşk olarak bilinen tarihi Yusuf Ziya Paşa Köşkü’ne taşındı.

Yeniden, restore edilen tarihi binanın dış görünüşü
aynen korunurken, iç mekanlarında son derece modern
bir iş ortamı oluşturuldu.
Çelik, distribütörlük, telekom ve lojistik
sektörlerinde faaliyet gösteren Borusan Holding,
Nisan ayında merkezini Rumelihisarı’ndaki Perili
Köşk’e taşıdı. 27 Haziran’da ise açılış var. Işık
tüpüyle aydınlatılan yönetim merkezinin açılış
davetiyelerinde de adı "Perili Köşk’ olarak
geçiyor. Borusan’ın, Rumelihisarı’nda Baltalimanı
Caddesi üzerinde, Boğaz’ın en güzel noktalarından
birinde yer alan yeni binasının onarım serüveni,
1995 yılında başladı. Yapının rölöve, restitüsyon,
restorasyon ve uygulama projeleri, mimar Hakan Kıran
tarafından gerçekleştirildi. Tuğla kaplama malzemesi
İngiltere’den ithal edilerek aslına en uygun şekilde
4 ayda tamamlandı. Binanın betonarme imalatında
2.800 metreküp beton, 350 ton demir kullanıldı.
Köşkün dış görünüşü korunurken, iç mekanlar modern
iş ortamı sağlayacak şekilde düzenlendi.
Binada kullanılan Marsilya, Büyükdere ve normal
harman tuğlaları ile taşlar, restorasyon sırasında
tek tek yerlerinden çıkarıldı. Yeniden yapımda örnek
oluşturabilecek profilli ve farklı boyutlu tuğlalar,
iç-dış pencere ve kapı silmeleri, saçak ve kat
döşeme kotlarındaki silme, korniş ve kirpiler
toplanarak korundu. Özgün renkli cam vitraylar,
metal merdiven ve balkon korkulukları, tüm metal
basamak öğeleri, yeni yapıda kullanılmak üzere
saklandı. İki ayrı kattan (zemin kat ve 2. kat)
giriş imkanı olan yapı son inşaat teknolojileri
kullanılarak inşa edildi, depreme karşı dayanıklılık
en ince detayına kadar düşünüldü. 10 katlı yapı, bir
yandan Karadeniz, diğer yanda ise Marmara Denizi
açılımını görüyor.
Borusan’ın yeni binasında gerçekleştirilen ışık tüpü
uygulaması Türkiye’de ilk ve tek olma özelliği
taşıyor. 22 metre
olan tüpün 6.5 metrelik bölümü binanın dışında
bulunuyor. Işık tüpü binanın dört katından geçiyor
ve güneş ışınlarını helistatlar aracılığı ile büyük
aynaya yansıtarak içeri doğal ışık veriyor. Işık
tüpünün bina dışında kalan kısmı 6. katın terasında
bulunuyor. Işık tüpü Borusan’ın yeni binasında
aydınlatma ve dekorasyon amaçlı kullanılıyor. Ayrıca
uzaktan kumanda ile geceleri, 1400’ü aşkın renk
çeşidi ile renkli aydınlatma yapılabiliyor.
Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet
Kocabıyık, yeni binalarını şöyle değerlendiriyor:
"Perili Köşk, dışarıdan bakıldığında tarihi bir
bina, içerisi ise en modern olanaklara sahip bir iş
ortamı. Köşk geleneği ve modernliği birlikte
yaşatıyor. Bu bakımdan, Borusan’a çok yakışıyor.
’2010 Avrupa Kültür Başkenti’ İstanbul’un kültürel
kimliğine önemli katkıda bulunan tarihi eseri tekrar
yaşayan bir bina haline getirmek ve bu şekilde
geleceğini güvence altına almak da bize ayrıca
mutluluk veriyor."
Yusuf Ziya Paşa Köşkü, 19. yüzyıl başlarında
inşa edildi. Ancak sahipleri bir süre sonra mali
sıkıntıya düşerek Mısır’a gittiler. Hiçbir zaman
tamamlanamayan bina, Yusuf Ziya Paşa’nın ölümünden
sonra konut olarak kullanıldı. Bina son 30 yıldır
kullanılmıyordu.
Hürriyet, 20.06.2007
|
|
MONET'E 36 MİLYON DOLAR
Claude Monet'nin 1904
tarihli 'Waterloo Köprüsü, Kasvetli Hava' adlı
tablosu Londra'daki Christie's müzayedesinde 36
milyon dolara alıcı buldu.
Tahmin edilen miktarın
iki katına satılan tabloyu bir Amerikalının aldığı
belirtildi. Aynı müzayadede ressamın 'Les Arceaux de
Roses, Givenchy' adlı tablosu da 17.8 milyon dolara
satıldı.
Radikal, Fotoğraf:
jimloy.com, 20.06.2006
|
TARİHİ VURGUN ENGELLENDİ
Konya'da Çimenli
Mahallesi’ndeki bir evde mahkeme kararına istinaden
yapılan aramada 146 parça tarih eser ele geçirildi
Konya İl ve Akşehir İlçe Emniyet Müdürlüğü
Ekipleri’nin 18 Haziran 2007 Pazartesi günü Çimenli Mahallesi’ndeki bir evde
mahkeme kararına istinaden yaptığı aramada 146 parça
tarih eser ele geçirildi.
Ele geçirilen tarihi eserlerin Selçuklu ve
Bizans Dönemleri’ne ait ve tamamının altından
yapılmış olduğu bildirilirken olayla ilgili olarak
gözaltına alınan R.Y (30) Adliye’ye sevk edildikten
sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Değer biçilemeyen eserler arasında 8 bölümlü Altın
Kemer (72 cm. uzunluğunda, 22 ayar, 721 gr.), Sultan
Yüzüğü (22 ayar, 38gr.), Selçuklu ve Bizans
Dönemleri’ne ait Altın Sikkeler, Kaş işlemeli
Yüzükler ve yaka iğneleri bulunuyor. Ele geçirilen
1300 gr. ağırlığındaki tarihi esere el koyulduğu ve
soruşturmanın devam ettiği bildirildi.
Pervasız Gazetesi,
20.06.2007
|
|
ESKİ ROMALILAR HAZIR YEMEKLERİ TERCİH EDİYORLARDI
Leicester Üniversitesi’nden arkeolog Penelope
Allison’a göre eski Romalıların çoğu düzgün
beslenmekten çok “ayaküstü atıştırıyorlardı”.
Allison’un bu teorisinin en önemli kanıtları MS 79
yılında Vezüv Yanardağı’nın lavları ile örtülen
Pompeii kazılarının buluntularında.

Allison, Discovery News’a
yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Bugün batı
dünyasında aile bireylerinin birlikte akşam yemek
yeme geleneği vurgulanmakta fakat antik Roma’da
durum bu değildi.” Bu görüşünü destekleyen bilgiler
ise Pompeii kazılarında buldukları ve
bulamadıklarından kaynaklanıyor. Belirttiğine göre
evlerin çoğunda yemek takımları olmadığı gibi
belirli bir yemek yeri, hatta mutfak bile
bulunmamakta. Bunun yerine, birçok ev kazısında evin
değişik yerlerine dağılmış, çoğunlukla da yatak
odalarında tek tük tabaklar bulunmuş.
Allison bu durumun çocuklar
açısından bugünkü duruma benzediğini, Roma’lı
çocukların evin şurasında, burasında atıştırmış
olabileceklerini, zaman zaman da dadılık görevini
üstlenen kölelerle birlikte yediklerini düşünüyor.
Öte yandan birçok evde bulunan, küçük mangal benzeri
“kömür kutuları” alelacele hazırlanan yemeklerin bir
ispatı.
Allison, Oxford Üniversitesi
tarafından yayınlanan yeni kitabında bu teorisini
kapsamlı şekilde açıklamakta. Antik Roma konusunda
dünyanın sayılı uzmanlarından kabul edilen,
Archaeological Institute of America’nın eski başkanı
ve Buffalo Üniversitesi profesörü Stephen Dyson da, Allison’un
yeni kitabını “inanılmaz detaylı bir çalışma” olarak
değerlendirdi ve kendisinin daha önce yaptığı
kazıların da bu teoriyi desteklediğini vurguladı.
Dyson’un söylediğine göre Pompeii’de ve diğer Roma
şehir kazılarında birçok “fast food” lokantası
bulunmuş. Küçük apartman dairelerinde yaşayan orta
halli Romalılar, büyük olasılıkla bu tür ucuz ve
basit yerlerde yemek yemeyi tercih ediyorlardı.
Discovery News, Haber: Jennifer Viegas, 18.06.2007
|
GELENEKLER YAŞATILIYOR
Bünyesinde birçok medeniyeti barındırmış olan tarihi
Şanlıurfa şehri üzerinden binlerce yıl geçmesine
rağmen kültürüne sahip çıkarak günümüze kadar
getiriyor. Şanlıurfa’da kente egemen olan
toplulukların birçoğunun tarih boyunca bırakmış
oldukları derin kültür izleri yörenin çeşitli
bölgelerinde hala yaşanıyor.
Geçmişi Selçuklular’a kadar uzanan “sıra gecesi”
kültürü, Şanlıurfa gecelerinin vazgeçilmezleri
arasında yer alıyor. Çok eski bir toplantı geleneği
olan sıra gecelerine son zamanlarda eklenen sazlı
sözlü eğlenceler bu nostaljiye farklı bir boyut
katıyor.
Şanlıurfa halkının kültüründe ayrı bir yeri olan
“mırra” geleneği ise dostluğun, kardeşliğin ve
vefanın adeta bir temsilcisi. “Bir fincan kahvenin
kırk yıl hatırı var” sözüne burada “mırra” ile daha
farklı bir anlam kazandırılıyor. Özel kulpsuz
fincanın dibine azıcık konarak içilen acı, keskin ve
etkileyici bir kahve çeşidi olan “mırra”, Urfa’nın
önemli bir klasiği olmayı sürdürüyor.
Şanlıurfa halkının leblebi gibi yediği acıdan
simsiyah kesilmiş baharatı olan isot bilmeyeni
yakıyor bilene haz veriyor. Halkın yemek kültüründe
baş rol oynayan “isot” daha bebek yaşındaki çocuklar
tarafından ekmek peynir gibi yeniyor ama acısı bana
mısın demiyor. Her yemekte ve hatta kahvaltıda bile
sofraların ekmeği ve suyu gibi değerli olan, ve o
olmadan oturulmayan “isot”, Şanlıurfa kültürünün
apayrı bir yelpazesini yansıtıyor.
Genellikle Suriye’nin Şanlıurfa sınırındaki köylerde
süregelen “döğme” geleneği sadece yaşlılar arasında
rağbet görüyor. Kişinin toplumdaki yerinin
belirlenmesine yardımcı olan döğmeler; erkeklerde
gücü, bayanlarda ise güzelliği temsil ettiğine
inanılıyor. Kullanılan köylerde isminin “Dek” olarak
bilindiği döğmeler insanları nazarlardan,
hastalıklardan ve afetlerden koruduklarına
inanılıyor. “Karaçi” diye adlandırılan döğme
ustaları tarafından belli bir ücret karşılığında
yapılan döğmeleri yaptıran erkeklere “Medkuk”
bayanlara ise “Medkuke” deniliyor.
Doyumluk değil, tadımlık olarak yapılan bir ikram
yemeği olan çiğ köftenin geçmişi çok eskiye gidiyor.
Efsaneye göre Nemrut, şehirdeki yakacakları toplayıp
ateş yakmayı yasaklayınca halk ne yapacağını
düşünür. Bir avcının vurduğu ceylan etinden, hanımı
bugünkü çiğ köftenin karışımı olan; et, bulgur ve
isottan oluşan ilkel şeklini hazırlar. Zaman içinde
çok beğenilir. Bir zaruretten doğan yemeğe 4 bin yıl
kadar önce işte böyle başlanır ve zaman içinde
geliştirilerek bugünlere ulaşır. Şanlıurfa ile
özdeşleşmiş olan çiğ köfte, aslında yöre
kadınlarının kıvrak zekasının bir ürünüdür.
Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 19.06.2007
|
YAKUTİYE BELEDİYESİ TARİHİ DOKUYU YENİLİYOR
Yakutiye Belediyesi Fen İşleri Ekipleri'nce Yeğenağa
Mahallesi'nde bulunun ve halk tarafından Lal Baba
Türbesi olarak bilinen mezarlığın çevre düzenlemesi
yapıyor.
Çevre halkı tarafından büyük saygı gören ve ziyaret
edilerek dualar edilen 'Lal Baba' olarak bilinen
zatın yıllar önce kanaat önderi ve ilim adamı olarak
rivayet ediliyor.
Mezarlık çevresinin harabe ve metrük olması
nedeniyle Yakutiye Belediyesi ekipleri çalışma
başlattı. Düzenleme ile mezarlık ve çevresi yeniden
inşa edilerek ağaç dikimi sağlandı.
Konu
ile ilgili olarak bilgi veren Yakutiye Belediye
Başkanı Fahrettin Atınç, Erzurum'un evliyalar yatağı
olduğunu belirterek söz konusu Lal Baba olarak
rivayet edilen zatında bu evliyalardan birisinin
olabileceğini söyledi. Erzurum'un bütün semtlerinde
buna benzer bir çok mezarlığın bulunduğunu
hatırlatan Başkan Atınç, "Bu mezları gün yüzüne
çıkarılarak inancımız gereği onlara manevi saygımızı
göstermeliyiz. Belki haklarında bilgi sahibi değiliz
, ancak üniversitemizdeki araştırmacıların bu ve
buna benzer sahipsiz mezarlıkların kime ait olduğu
yönünde bir çalışma yapabilir. Zaten söz konusu
mezarlık üzerindeki kitabe yazılarını Üniversite
yetkililerin teslim ettik. Bu konuda gerekli
araştırma yapılacak." diye konuştu
Erzurum Gazetesi, 19.06.2007
|
 |
MEVLEVİLİĞİN BENZERSİZ ESERLERİ SERGİLENİYOR
Mevlevi felsefesinin ve kültürünün 800 yıllık izlerini taşıyan ve sadece Türkiye’nin elinde bulunan 190 eser, 2007 Mevlana Yılı etkinlikleri kapsamında, dün Mevlana’nın hiç görmediği 1500 yıllık Ayasofya Müzesi’nde sergilenmeye başladı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği "Aşk Ocağında Can Olmak-İnsanlığın Mirası: Mevlana Celaleddin-i Rumi" başlıklı sergi 12 Ağustos’a kadar gezilebilecek. Serginin küratörü Ekrem Işın "Bu buluşma Ayasofya’nın tarihinde bir ilktir. Ayasofya’nın Hz. Mevlana’yı konuk etmesi önemli bir olaydır" dedi. Işın, Mevlevilik’te 18 rakamının önemli olduğunu, bölüneni 9’un da kutsal kabul edildiğini belirterek, serginin 9 üzerine kurgulandığını söyledi. Eserler, üç Mesnevi’nin yer aldığı orta kule çevresinde sekiz hücrede sergileniyor. Sergide zikir malzemeleri, çile kemeri (kuşağı), rahle, şamdan, kandil, buhurdan, posta çantası, tesbih, mütteka, Mevlana’ya atfedilen arakkiye, Mesnevi, Divan-ı Kebir, Ahmet Celalettin Dede’ye ait Galata Mevlevihanesi’nin son postnişi bulunuyor. Sergi, Pazartesi günleri dışında, 09.00-18.30 saatleri arasında gezilebilecek.
Hürriyet, Haber: Muharrem Aydın, 19.06.2007
|
SIRRI PAŞA KONAĞI'NIN DEĞERİ: 1.800.425 YTL.
İzmit Akçakoca Mahallesi’nde bulunan, şehrimizin en önemli tarihi binalarından olan Sırrıpaşa Konağı için resmi değer tesbiti yaptırıldı.
Bilindiği gibi Sırrıpaşa Konağı, Çepni Ailesine ait sahipsiz kalan tarihi bina, çok yıprandı ve zaman zaman da yangınlar geçirdi. Büyükşehir Belediyesi bu nedenle tarihi binayı alarak, restore ettirmek ve kente kazandırmak istiyor. Büyükşehir Belediyesi binanın alımı konusunda sahibi Çepni ailesi ile fiyatta anlaşamadı. Bunun üzerine resmi bir kuruldan değer tespiti istedi. Mahkeme tarafından oluşturulan, İnşaat mühendisi Necat Sezer, İnşaat mühendisi Nafiz Bal, İnşaat mühendisi Ahmet Çelik, bilirkişiler İbrahim Yılmaz ve Muammer Çelik’ten oluşan heyet, Sırrıpaşa Konağı için 1 milyon 800 bin 425 YTL değer biçti. Bilirkişi heyeti tarihi binanın restore edilip butik otel, gazino, restaurant gibi kullanılması halinde değerinin 5-6 milyon dolar’ı bulabileceğini de belirtti.
Büyükşehir Belediyesi Sırrıpaşa Konağı'nı kamulaştırmaya kalkarsa, 1 milyon 800 bin YTL’nin üzerinde para ödemek zorunda kalacak. Belediye’nin bu rapora itiraz etmesi bekleniyor.
Özgür Kocaeli, 19.06.2007
|

|
TARİHİN KALELERİ EĞİTİME AÇILIYOR
Talim ve
Terbiye Kurulu, müzeleri eğitime açma kararı aldı.
Kurul Başkanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan, müzelerin
eğitim amaçlı kullanılması için gerekli mevzuat
değişikliklerinin yapılacağını belirtti.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Talim Terbiye
Kurulu (TTK) Başkanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan
müzeleri eğitime açacaklarını belirterek, "Müzelerin
eğitimde daha etkin ve verimli bir şekilde
kullanılabilmesi için gerekli mevzuat
değişikliklerini yapacağız" dedi.
MEB, eğitim öğretim sürecinde müzelerden daha etkin
ve verimli şekilde yararlanmaya yönelik yeni bir
proje geliştirdi.
Projenin mimarı Kurul Başkanı Prof. Dr. Erdoğan,
eğitimin sadece okullarla sınırlı kalmaması
gerektiğini, eğitim öğretim sürecinde okul dışı
kurumlardan da yararlanılmasının çok önemli olduğunu
belirtti.
Erdoğan, "Müzelerin sadece tarihi ve kültürel
değerlerin korunduğu yerler olarak kalmaması
gerekir. Buraların birer eğitim ve iletişim
merkezleri haline getirilmesi ülkemiz ve eğitimimiz
açısından büyük önem taşımaktadır" dedi.
Müzelerde, somut nesnelerden esinlenilerek drama
hikaye anlatma gibi yöntemlerin uygulanabileceğini
ifade eden Erdoğan, müzelerin hem fen hem de sosyal
bilimler alanlarına ait derslerde kullanılabilecek
materyalleri bünyesinde barındırdığını söyledi.
Müzede yaşayarak, gözlem yaparak öğrenilen
bilgilerin daha kalıcı olacağını belirten Erdoğan,
müze ile eğitim sayesinde öğrencilere değişimi
kavrama erdeminin daha kolay kazandırılabileceğini,
öğrencilerde sanat sevgisinin gelişmesinin
sağlanabileceğini söyledi.
Erdoğan, "Ayrıca bu proje sayesinde müzelerimiz de
atıl durumda kalmaktan kurtulacak, daha dinamik ve
işlevsel kurumlar olarak halkımıza hizmet
verecektir" dedi. Erdoğan, şöyle konuştu:
"Sürekli aynı ortamda durağan bir şekilde bulunan
öğrenciler, müzelerde farklı etkinliklerde bir araya
gelerek kaynaşma olanağı bulurlar, birbirlerini,
kültürel değerlerini daha iyi tanıma fırsatı elde
ederler. Müzeler öğrencilerimizin geçmiş, bugün ve
gelecek hakkında bağ kurmalarına katkı sağlar."
Hürriyet Ankara, 19.06.2007
|
DÜNYADA EŞİ OLMAYAN KOLEKSİYONU ÇALDILAR
Anadolu’daki yerel takı, başlık ve kıyafet kültürü
üzerine uzun yıllar araştırma yapan 71 yaşındaki
ünlü etnolog Sabiha Tansuğ’un Mecidiyeköy’deki evine
giren hırsızlar, 2 bin parçalık dünyada eşi benzeri
olmayan koleksiyonun en değerli 300 parçasını
çaldılar.

Anadolu’yu karış karış dolaşarak satın alıp
topladığı altın ve gümüş takılar, kemerler,
başlıklar, düğmeler ve kıyafetlerden oluşan 2 bin
parçalık koleksiyonunu Mecidiyeköy Ortaklar
Caddesi’ndeki evinde koruyan Sabiha Tansuğ, geçen ay
İzmir’e tatile gitti. Aksu Apartmanı’nın kapıcısı,
önceki gece Tansuğ’un evinin kapısının önünde 50
yaşlarında 2 erkek gördü. "Biz Sabiha Hanım’ın
arkadaşlarıyız" diyen şahısların, binadan
ayrılmasından sonra şüphelenip Sabiha Tansuğ’u
arayan kapıcı durumu anlattı. Tansuğ, İstanbul’da
oturan Ressam arkadaşı İrfan Ertel’i arayıp evini
kontrol etmesini istedi. Sabiha Tansuğ’un
koleksiyonunun fotoğraflarını çekip katalog
hazırlayan Ertel, eve girince koleksiyonunun en
değerli parçalarının bulunduğu dolabın levyeyle
açıldığını ve yaklaşık 300 parçanın çalındığını
gördü. Haberi alan Sabiha Tansuğ hemen İstanbul’a
geldi.
Avrupa’daki birçok kişi ve kurumun Anadolu halk
takıları koleksiyonunu almaya çalıştıklarını
belirten Sabiha Tansuğ, "Kültür Bakanlığı’nın elinde
böyle bir koleksiyon yok. Bu koleksiyonu kendi
imkanlarımla oluşturdum. Bütün eserler Türk İslam
Müzesi’ne kayıtlı. Kültür Bakanlığı’nın bu eserlere
sahip çıkıp sanat ve etnografya müzesi açması
gerekiyor. Bugüne kadar hiçbir çalışma yapmadılar.
Umarım çalınan parçalar bulunur ve müze açılır" diye
konuştu. Hiçbir maddi beklentisi olmadığını belirten
Sabiha Tansuğ, amacının sadece unutulan bu kültürün
yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılması
olduğunu söyledi.
Anadolu’yu yıllarca karış karış gezen etnolog ve
araştırmacı Sabiha Tansuğ’un "Türklerde Çiçek
Sevgisi ve Sümbülname", İngilizceye de çevrilen
"Türkmen Giyimi" gibi eserleri bulunuyor. Sabiha
Tansuğ’un geleneksel kıyafetli bir portresi, 1980
yılında tedavülden kaldırılan 50 kuruşların üzerinde
yer alıyordu. Tansuğ, bu portre için, başına "Ankara
hotozu" giyip poz vermişti.
Sabiha Tansuğ, 1500-1950 yılları arasındaki geniş
bir dönemi kapsayan koleksiyonundan çalınanlar
arasında İsfendiyaroğulları’na ait 1 kilodan fazla
altının bulunduğu gelin başının bulunduğunu söyledi.
Altın gelinbaşının koleksiyonun en değerli parçası
olduğunu belirten Tansuğ, 18’inci yüzyıla ait kolye,
Şamanizm izleri taşıyan kemerler ve işlemeli
tepelikler gibi birçok eserin de çalındığını
bildirdi. Tansuğ, "Gümüş kolyelerin hepsinin bir
anlamı var. Bunların başka bir örneği yok. Osmanlı
tuğralı takıların tarihi önemi çok büyüktü" dedi.
Hürriyet, Haber: Selçuk Yaşar, 19.06.2007
|
|
TEKKE KİLİSEYE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR
Batı Trakya'da
Taşlık köyündeki 270 yıllık tarihe sahip Osmanlı
dönemi eserlerinden tarihi "Hıdır Baba Tekkesi"
kiliseye dönüştürüldü. Üstelik kilisenin yapıldığı
köyde tek bir hıristiyan bile yaşamıyor.
Yunanistan yönetimi, Batı Trakya Türkleri'nin
atalarından kalan bu yadigarlara da tahammül
edemedi.
Taşlık köyündeki tarihi "Hıdır Baba Tekkesi"nin
kitabeleri ve çevresindeki mezar taşları artık ait
oldukları yerlerde değil. Çünkü Yunanistan yönetimi
garip bir kararla Hıdır Baba tekkesini kiliseye
dönüştürmeye başladı.
Batı Trakya Türkleri böyle bir değerin adeta
gaspedilmesine tepkili.
Trt/Haber, 18.06.2007
|
İKİNCİ ULUSLARARASI EMİNÖNÜ SEMPOZYUMU SON BULDU
Eminönü
Belediyesi’nin düzenlediği 2. Uluslararası
Eminönü Sempozyumu, 15 - 17 Haziran tarihleri
arasında çok sayıda bilimadamı, araştırmacı, sivil
toplum kuruluşu yöneticisi ve katılımcıyı bir araya
getirdi. İstanbul Ticaret Odası’nda gerçekleşen
sempozyumun ilk günü protokol konuşmalarıyla
başladı.
İTO Başkanı Murat
Yalçıntaş, Prof. Dr. İlber Ortaylı, KİPTAŞ Genel
Müdürü İsmet Yıldırım, Kuyumcukent adına Mustafa
Ercan Özgür ve İl Kültür Turizm Müdür Vekili Haluk
Dursun’un açılış konuşmasını yaptığı sempozyumda üç
gün boyunca tebliğler sunuldu.
Eminönü Belediye
Başkanı Nevzat Er, üç imparatorluğa merkez
olmuş İstanbul’un dünyanın en eski başkentlerinden
biri olduğunu belirterek, 2010 Avrupa Kültür
Başkenti seçilen İstanbul’da 2. Uluslararası Eminönü
Sempozyumu gibi bilimsel çalışmaların önemini
vurguladı.
Üç gün süren sempozyum,
Türkiye, İstanbul ve Eminönü için bir şeyler düşünen
herkese kapılarını açtı. Sempozyumda, Eminönü’nün
tarihten günümüze geçirmiş olduğu değişim serüveni
incelendi.
2. Uluslararası Eminönü
Sempozyumu, Eminönü’nün bölgesel, ulusal ve küresel
açıdan önemini koruması; ticari, kültürel, turistik
potansiyelini artırması; ikamet açısından cazibesini
koruması ve kentsel değişim açısından yaşadığı
olumsuzlukları gidermesi amacıyla düzenlendi.
2. Uluslararası Eminönü
Sempozyumu; ‘Arkeolojinin
Dili ile Dünden Bugüne Eminönü’, ‘Avrupa Birliği
Sürecinde Toplumsal İmajın Yansımaları’, ‘Siyasi,
İktisadi ve Yerel Yönetimde Değişme Olgusu’,
‘Eminönü’nün Tarihi Süreçleri’, ‘Karşılaştırmalı
Örneklerde Eminönü’, ‘Değişimin Kültürel Olguları’,
‘Tarihi Perspektifte İstanbul Bağlamında Eminönü’
bağlamında yer aldı.
Sempozyumun ana
sponsorluğunu KİPTAŞ üstlendi. Kuyumcukent, İstanbul
Kuyumcular Odası, TUROB, Storks, Konyalı, Aydın
Tekstil ve Star Gazetesi ile 24 kanalı da diğer
sponsorlar arasındaydı.
Eminönü Belediyesi, 18.06.2007
|
NEWTON'UN
EL YAZMALARI KUDÜS'TE
Kudüs Üniversitesi, İngiliz fizikçi, matematikçi,
mucit, astronom Isaac Newton'un (1642-1727)
elyazmalarını sergiliyor. Bütün zamanların en ünlü
bilim adamı olarak kabul edilen Newton'un birçok el
yazmasının bulunduğu Kudüs Üniversitesi Milli
Kütüphanesi'nin dün sergilemeye başladığı
belgelerde, Newton'un dünyanın sonunun 2060'ta
geleceğini öngördüğü ortaya çıktı.
Üniversiteden yapılan açıklamada, 'Newton'un
Sırları' adlı sergi dolayısıyla ünlü bilim adamının
el- yazmalarının, 1969'dan beri ilk kez kamuoyuna
sunulduğuna dikkat çekildi. Sergideki yazılar,
2000'in ocak ayında başlayan Newton Elyazmaları
Projesi'nin kaynağının önemli bir kısmını
oluşturuyor. Proje Newton'un bilim dışı konularda
yazılarını birkaç cilt halinde yayımlamayı
amaçlıyor.
Radikal, Fotoğraf:
Sabah, 18.06.2007
|
|
TARİHİ AYAŞ EVLERİ HAYATA
DÖNDÜRÜLÜYOR
Tarihi, Malazgirt Savaşı'na kadar dayanan ve özgün
mimari dokusuyla dikkati çeken tarihi Ayaş evleri,
yeniden hayata döndürülüyor. Ayaş Kaymakamı Nihat
Karabiber, Ankara'nın Ayaş İlçesi'ndeki tarihi
dokunun korunması ve yaşatılması projesi kapsamında,
74 adet tarihi evin sokak sağlıklaştırmasının
tamamlandığını bildirdi. Karabiber, yaptığı
açıklamada, tarihi 1071'e kadar dayanan Ayaş'ın,
Türklerin Anadolu'ya ilk yerleştiği bölgelerden biri
olduğunu belirterek, "Burada yaklaşık 400 kadar
korunmaya değer, Anadolu mimarisi özelliklerini
taşıyan evimiz var" dedi.
Kültür Bakanlığı ve Devlet Bakanlığı ile yaptıkları
ortak çalışmayla, Ayaş'taki tarihi dokunun korunması
ve yaşatılması projesi kapsamında, ilk etapta 74
adet tarihi evin sokak sağlıklaştırmasının (evlerin
dış cephesinin onarılıp, boyanması, sokakların
yenilenmesi) gerçekleştirildiğini söyleyen
Karabiber, bu projeye Kültür ve Turizm Bakanı Atilla
Koç ile Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın çok büyük
destek sağladıklarını söyledi. Karabiber, projenin
devamında ilk etapta Kültür ve Turizm Bakanlığına
ait 3 tarihi konağın bu yıl içerisinde
restorasyonunun gerçekleştirilip turizmin hizmetine
sunulacağını, 100 kadar evin de yine sokak
sağlıklaştırma kapsamında değerlendirileceğini
bildirdi. Proje kapsamında temel amaçlarının,
Bakanlıkça "Tarihi İpekyolu Destinasyonu Projesi"
kapsamında tespit
edilen,Ayaş-Beypazarı-Nallıhan-Mudurnu-Taraklı
güzergahında ilk uğrak yeri olan Ayaş'ı turizm
merkezi haline dönüştürmek olduğunu belirten Nihat
Karabiber, şunları kaydetti: "Ayaş'ın bir avantajı
daha var. Ayaş, tarihi kaplıca turizmi olarak da
Anadolu'da bilinen bir merkez. Bu kültürel mirası,
sağlık turizmiylebirleştirip Ayaş'ı bir cazibe
merkezi haline getirmeye çalışıyoruz.
Çalışmalarımız, bu kapsamda yoğun olarak devam
ediyor. "
ÇEKÜL'ün, söz konusu projenin başlangıcından bu yana
devamlı yanlarında olduğunu ifade eden Karabiber,
"Çok büyük maddi ve manevi desteklerinialdık.
Özellikle projelendirme ve tespit çalışmalarında
yanımızda oldular. Onlarla beraber uzun yıllardır
çalışıyoruz, beraber çalışmaktan büyük mutluluk
duyduk" dedi. ÇEKÜL Vakfı Ankara Temsilcisi Faruk
Soydemir de vakıflarının, Türkiye'deki kültürel
mirasın korunması, gelecek kuşaklara aktarılması ve
ortaya çıkarılması yönünde çalışmalar yaptığını
ifade ederek, "Ayaş evlerinin özgün yapısının ortaya
çıkarılması yönünde ÇEKÜL Vakfı Ankara Temsilciliği
olarak katkı koyduk" dedi. Katkılarının, proje ve
danışmanlık desteği şeklinde gerçekleştiğini belirten
Soydemir, "Aslında amacımız, sadece Ayaş'a değil,
Ankara'nın belirli bölgelerine katkı sağlamak" diye
konuştu. Soydemir, Ayaş'taki evlerin genel
özellikleri hakkında şunları söyledi: "Buradaki
evler, genellikle 2 katlı oluyor. Üst katları ve
zemin katları yaşam mekanı oluyor, ancak bazı evlerde
zemin katlar, ahır olarak kullanılmış. Pencereler,
genelde giyotin pencere şeklinde, ölçekler ise 1'e 1
veya 1'e 2. Evlerin özgün renkleri krem ve beyaz ama
bazı örneklerde kırmızı, mavi ve yeşil renklerinin de
kullanıldığını görüyoruz. Bir özelliği de azı
evlerde topraktan yapılan seramik tuğla
özelliklerini de içeren malzemenin kullanılması. Bazı
evlerde o malzemeler bugüne kadar taşınmış.
Yeni Şafak, 18.06.2007
|
GELİBOLU SAVAŞ MÜZESİ
AÇILDI
Koleksiyoncu Onur
Akmanlar tarafından hazırlanan, "Gelibolu Savaş
Müzesi" açıldı. Gelibolu Belediye Başkanı Cihat
Bingöl, açılışta yaptığı konuşmada, Çanakkale deniz
ve kara savaşlarının Türk tarihinin şerefli
sayfalarını dolduran önemli bir destan olduğunu
söyledi. Gönül ve özverilerin birleşmesiyle bölgenin
en güzel müzelerinden birinin oluşturulmasının
tarihe olan sorumluluk duygusunu gösterdiğini
belirten Bingöl, "Müzede sergilenmek üzere savaş
eserlerini veren ve müzenin açılmasında büyük çaba
gösteren Onur Akmanlar'a teşekkür ediyorum" dedi.
Koleksiyoncu Onur
Akmanlar ise binlerce vatan evladının hiç düşünmeden
canlarını feda ettiği Gelibolu Yarımadası'na böyle
bir müzeyi açmaktan gurur duyduğunu ifade etti.
Açılışa, Çanakkale Valisi Orhan Kırlı, Çanakkale
Boğaz Komutanı Tuğamiral Erhan Akboray, Gelibolu
Kaymakamı Adnan Çakıroğlu, İl Emniyet Müdürü Orhan
Okur ile davetliler katıldı. "Gelibolu Savaş
Müzesi"nde, Gelibolu Yarımadası'nda savaşan Türk,
Fransız, İngiliz ve Anzak askerlerine ait özel
eşyalar, apoletler, kemer tokaları, ilaç şişeleri,
silahlar, mataralar, damacanalar, üniformalar,
dönemin deniz ve kara savaşlarında kullanılan
değişik çapta mermiler ile yaklaşık 6 bin obje
sergileniyor.
Haber Ekspres,
18.06.2007
|
BURSA'DAKİ GÖKDERE MEDRESESİ HARABEYE DÖNÜŞMEDEN
KURTARILDI

Yaklaşık beş asırlık bir geçmişe sahip
Gökdere Medresesi, Bursa'nın Osmangazi Belediyesi
tarafından restore ettirilerek kültür merkezine
dönüştürüldü. Tarihi yapıda söyleşi ve dinletilerin
yanı sıra, Türk sanat müziği alanında çalışmalar
yapılacak. Yıllarca kadın hapishanesi, marangozhane,
demirci dükkanı ve depo olarak kullanılan tarihi
yapı, artık kültüre hizmet verecek.
Kalabalık bir davetli topluluğunun katılımıyla
hizmete açılan Gökdere Medresesi'nin, II. Bayezit
döneminin tanınmış müderrislerinden Zeyrekzade Paşa
Çelebi tarafından yaptırıldığı sanılıyor. 1939
tarihinde özel mülkiyete geçen medrese, yıllarca
işlevine uygun olmayan işlerde hoyratça
kullanılmıştı. Kadın hapishanesi, marangozhane,
demirci dükkanı ve depo olarak da hizmet veren
tarihi yapıyı 2005 yılında yaklaşık 1,5 milyon
YTL'ye satın alan Osmangazi Belediyesi, tapuyu alır
almaz, medresenin önünde bulunan ve yapıyı kapatan 5
dükkanı kaldırmıştı. 3 milyon YTL'ye mal olan
restorasyon projesi kapsamında, tarihi yapının
çatısı ve kubbesi yeniden yapıldı. Medresenin hemen
yanındaki sivil mimarlık örneği yapı da
kamulaştırılarak medresenin müştemilatına katıldı.
Açılışta konuşan Osmangazi Belediye Başkanı Recep
Altepe, önemli bir tarihi değeri daha Bursa'ya
kazandırdıklarını söyledi. Bursa'nın çok sayıda
saklı kalmış değeri barındırdığına dikkat çeken
Altepe, "Biz bu değerleri bir bir ortaya
çıkarıyoruz. Bu çabamızda yalnız da değiliz. Birçok
kişi ve kurum çalışmalarımıza destek veriyor." dedi.
"Başlattığımız tarihi ve kültürel projelerimiz
kapsamında Bursa'daki bütün eserleri ele aldık."
diyen Altepe, şu bilgiyi verdi: "Gökdere Medresemiz
de mülkiyeti şahsa ait olan bir değerimizdi.
Belediye olarak takas karşılığı satın alıp
çalışmalara başladık. Osmanlı'nın ilk dönem
eserlerinden biri olan Gökdere Medresesi, içine
girdiğinizde çıkmak istemediğiniz, çok güzel, sıcak
bir eser. İçinde kültürümüz canlanacak. Başta Türk
sanat müziği olmak üzere çeşitli sanatsal ve
kültürel etkinliklere ev sahipliği yapacak." Türk
sanat müziğinin duayenlerinden Burhan Dikencik de
unutulmaz bir konser verdi.
Bursa Kütüğü'ndeki bilgilere göre, tarihi yapı, 15.
yüzyıl sonlarında Paşa Çelebi adındaki hayırsever ve
bilgin bir kişi tarafından yaptırıldı. 12 hücre ve
büyük bir dershane şeklinde inşa edilen medresenin
kubbelerinin üstü kurşun ile kaplandı. Paşa Çelebi,
medresenin masrafları için nakit akçenin yanı sıra;
debbağhane, Kayıhan'da 12 dükkan, bir ahır, azeb
odaları, Tatarlar Çarşısı'nda dükkanlar, Yoğurt Hanı
civarında 7 dükkan, Kayhan Çarşısı'nda at değirmeni,
Gökdere üzerinde 3 su değirmenini vakfetti.
Vakfiyesinde vakıf mütevelliliğini yapacak kişilerde
medrese okuyup tahsil yapma şartı olduğu için
çocuklarının yanı sıra soyundan da birçok alim
yetişti.
Zaman, Haber: Nevzat Bayram, 18.06.2007
|
200 YILLIK TOHUMLAR FİLİZLENDİ
İngiliz bilim adamları
1803 yılında 3. George zamanında Hollandalı bir
tacir tarafından Güney Afrika'dan İngiltere'ye
getirilen ve Milli Arşiv Dairesi'ndeki bir defterin
arasında bulunan tohumları yeşertmeyi başardı.
Kraliyet Botanik Bahçeleri Kurumu'na bağlı olarak
faaliyet gösteren Milenyum Tohum Bankası'ndan
çevrebilimci Matt Daws, yaptığı açıklamada “Öyle
tahmin ediyoruz ki tohumlar Güney Afrika'nın Cape
Town şehrinden gelirken aylarca gemide beklemiş.
Sonra Londra Kulesi'nde uzun süre saklı kalmış ve
nihayet son 10 yıldır korumaya alınan eşyalar
arasında keşfedilmiş. Hayata döndürmeyi başardığımız
tohumlardan biri baklagiller familyasından,
diğerleri ise akasya ve söğüt ağacı” diye konuştu.
Yeni Şafak, 18.06.2007
|
ETRÜSKLERİN ANADOLU KÖKENİNE DNA KANITI
Yıllardır süren çeşitli araştırmaların ardından
Etrüskler’in Anadolu’dan Orta İtalya’ya göç
ettikleri tezi, DNA testleri ile de büyük ölçüde
kanıtlandı. Araştırma, Torino Üniversitesi’nde
yapıldı.

Torino Üniversitesi’nin son 4 yıl içerisinde yaptığı
çok yönlü araştırmaların sonuçları açıklandı.
Araştırmaya göre Etrüskler’in kökeni, Anadolu’da
Lidya bölgesinde yaşanan ve aşırı kıtlık yüzünden
toplu halde önce Limni Adası’na, buradan da deniz
yolu ile Orta İtalya’daki Toskana bölgesine göç eden
insanlara dayanıyor. Araştırmayı yürüten genetik
uzmanı Prof. Dr. Alberto Piazza, Toscana bölgesinde
Etrüskler’in odaklandığı üç kasaba olan Volterra,
Murlo ve Casentino’da toplam 263 kişinden alınan
kanın DNA testlerinin, daha sonra Kuzey ve Güney
İtalya, Güney Balkanlar, Sicilya Adası, Sardunya
Adası, Limni Adası ve Anadolu’nun eski Lidya
topraklarında yaşayan toplam 1264 kişinin DNA’sı ile
karşılaştırıldığını belirtti. Prof. Piazza,
karşılaştırma sonunda Volterra, Murlo ve Casentio’da
alınan DNA örneklerine en yakın örneklerin
Türkiye’dekiler olduğunun tespit edildiğini
belirtti. Testlerde, 5 kişinin DNA’sının Lidya
bölgesindekilerle (Batı Anadolu’da Gediz ve Küçük
Menderes vadileri arasındaki bölge) tıpatıp
uyuştuğunu da sözlerine ekledi.
Fransa’nın Nice kentindeki Avrupa Toplumları
Kongresi’nde konuşan İtalyan genetik araştırmacı,
gönüllü olarak bu kasabalarda kan veren ve en az üç
nesildir Toskana topraklarında oturanların
DNA’larının, İtalya ve Balkanlar’daki diğer
bölgelere oranla Lidya bölgesindekilere çok daha
yakın olduğu bulgusuna ulaştıklarını ve Bodrum
doğumlu ünlü tarihçi Heredot’un varsayımının doğru
olabileceğini vurguladı. Heredot (MÖ 484-MÖ 425),
Etrüsklüler’in Anadolu’dan kıtlık nedeniyle
İtalya’ya göç ettiklerini yazmıştı.
İtalyan araştırmacı Prof. Piazza, 30 Etrüsk
mezarından alınan DNA’ların, daha önce Ferrara
Üniversitesi’nde araştırıldığını ve kendi
sonuçlarına benzer sonuçlar alındığını vurgulayarak
"Özellikle Etrüskler’ in yoğun yaşadığı Siena’ya
bağlı Murlo kasabasında yaşayanların DNA testlerinin
sonuçlarına göre, kanlarında normal bir İtalyan’dan
çok, Anadolu kökenlilerinkine benzer kanların
bulunduğuna rastladık. Bu bakımdan, tezimizin yüzde
yüz olmasa bile buna yakın doğrulukta olduğuna
inanmaktayız" dedi.
Hürriyet, Haber: Reha Erus, 18.06.2007
|
BÜYÜKŞEHİR HAYDARPAŞA'YI OTEL YAPIYOR
İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı, tarihi Haydarpaşa
Gar Binası'nı otele çevirerek, hem 'Vizyon Anıt
Projesi'ni aradan çıkarmaya, hem de yılda minimum
4,7 milyar dolar gibi bir gelir elde etmeye
hazırlanıyor. Çalışmanın proje aşamasını
tamamlandığı ve Haydarpaşa Garı'nın otele
dönüştürülmesi ile ilgili uygulamanın; önümüzdeki
günlerde hayata geçirileceği belirtiliyor. Projeye
göre, 99 yıldır TCDD'nin ilk kalkış noktası olarak
kullanılan binanın, TCDD'den, 20 yıl vadeli olarak
devrahnacağı ve söz konusu otelin yapımına İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından '2010
Yılında Avrupa'nın Kültür Başkenti İstanbul'
çalışmalarına yetiştirilmesi için, bizzat Kadir
Topbaş'ın talimat verdiği de kaydediliyor.
Tarihi gar binasının devralınmasının ardından,
hızlı bir biçimde otelin inşası ve işletmeciliği
için ihale sürecine girileceği de hatırlatılırken,
Çırağan Sarayı'nın da 49 yıllığına kiracısı olan
Arap ADİA firmasının, ihale için en büyük teklifi
vermeye hazırlandığı vurgulanıyor. ADİA firması
yetkililerinin, konu ile ilgili olara geçen hafta
içinde İstanbul ve Ankara'da çok çeşidi ikili
görüşmeler yaptıkları ve ihale sürecinde, yıllık
olarak 4,7 ile 6 milyar dolarlık bir yıllık kira
bedelini vermeye hazır olduklarını ifade ettikleri
belirtiliyor. İhaleye, ADİA firması ile birlikte,
Ritz Carlton Otelleri'nin de sahibi olan Marriott
Hotel Company'nin de aralarında bunduğu beş firmanın
daha katılmaya hazırlandığı, ancak söz konusu şirket
temsilcilerinin, ADİA'nın önermeyi planladığı 4,7
milyar dolarlık teklifi çok yüksek buldukları da
ileri sürülüyor.
Yaklaşık beş yıldır sürekli olarak gündemde
tutulan ve İstanbul'un bir vizyon anıta ihtiyacının
bulunduğu tartışmalarına da, bu otel ile son
noktanın konulmuş olunacağı ve otelin; uluslararası
platformda, 'İstanbul'un Vizyonu' olarak lanse
edileceği de vurgulanıyor.
Birgün, Haber. Boğaç Yüzgül, 17.06.2007
|
MACARİSTAN'DA BİR BOTTICELLI FRESKİ BULUNDU
İtalya Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nın açıklamasına göre,
Estergon’da yıkık bir Macar sarayı kalıntıları
arasında Rönesans dönemi ressamlarından Sandro
Botticelli’ye ait olduğu tahmin edilen bir fresk
bulundu.

Dört üstün meziyet olan
fazilet, itidal, cesaret ve adaleti simgeleyen dört
kadın figürüne sahip olan fresk aslında 1930'larda
açığa çıkartılmıştı. Fakat sanat tarihçileri yakın
zamanda kadın figürlerinden birisinin Botticelli'nin
stilinin çok belirgin özelliklerine sahip olduğunu
anladılar.
Freskin, Macaristan’ın Katolik
Kilisesi’ni 1465 ila 1472 yılları arasında yöneten
Başpiskopos
Janos Vitez tarafından
sanatçıya sipariş edilmiş olabileceği tahmin
edilmekte. Vitez’in İtalyan sanatçıları ile yakın
ilişkileri vardı ve Fra Filippo Lippi’nin atölyesine
çalışma odasını dekore ettirdiği bilinmekte.
Botticelli ise aynı yıllarda bu atölyede çırak
olarak sanat hayatına başlamıştı.
Botticelli’ye atfedilen kadın
figürü “itidal”i temsil ediyor ve uzman Zsuzsanna
Wierdl’e göre sanatçının bu freskten 20 yıl sonra
yaptığı “Venus’un Doğuşu” tablosu ile büyük
benzerlikler içeriyor.
Associated Press, 08.06.2007
|
|
SUDAN YURTDIŞINA MUMYA KAÇIRMAYA ÇALIŞAN 12 KİŞİYİ
YAKALADI
Sudan Haber Ajansı’nın
verdiği bilgiye göre, yetkililer içlerinde 2 mumya
da bulunan birçok eski eseri yurt dışına kaçırmaya
çalışan 12 kişiyi yakaladılar. Mumyaların hangi
döneme ait oldukları ise bildirilmedi.
Antik Nubya Medeniyeti’nin
bulunduğu bu topraklarda komşusu Mısır’dan daha
fazla piramit olmasına karşın, bugüne dek çok az
arkeolojik kazı yapıldı. “Siyah Firavunlar” olarak
da bilinen Nubya kralları MÖ 760 ila 660 yılları
arasında Mısır’ı da yönettiler. Sudan’da bulunan
piramitlerin birçoğu kuzeyde, Merowe olarak bilinen
bölgede ve MÖ 300 civarına tarihlenmekte. Aynı
bölgede, Mısır ölü gömme geleneklerinin benzeri
yüzyıllar boyunca uygulanmış ve ölüler
mumyalandıktan sonra piramitlerdeki veya yer
altındaki mezar odalarına defnedilmişler.
Reuters, 16.06.2007
|
TARİH ÇATALHÖYÜK'TE
Türkiye'de en
çok tüketilen gıda maddesi olan ekmeğin Anadolu'daki
tarihçesi, MÖ 8 binli yıllara Çatalhöyük'e kadar
dayanıyor.
Selçuk Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Öğretim
Üyesi Yrd. Doç. Dr. Emine Karpuz yaptığı açıklamada,
günümüzde kent merkezleri, ilçe, belde ve köylerde,
fırınlarda, tandırlarda, kuzine soba ve saç üzerinde
çeşitli ekmekler yapıldığını söyledi.
Türkiye'de çok fazla tüketilen ekmeğin kültürü,
pişirilmesi ve tüketilmesi konusunda bir araştırma
yaptıklarını anlatan Karpuz, ekmeğin Anadolu'daki
tarihinin MÖ 8 binli yıllara Çatahöyük'e kadar
dayandığını bildirdi.
Çatalhöyük'teki kazılarda pişmiş toprak çanak,
çömlek ve ocakların bulunduğunu ifade eden Karpuz,
ayrıca Diyarbakır-Çayönü (MÖ 7250-6750), Burdur
Hacılar (MÖ 7040), Kahramanmaraş-Domuztepe Höyüğü'nde
(MÖ 7000-5000) yapılan kazılarda, dönem insanlarının
buğday ve arpa yetiştirmeyi, hasat etmeyi, öğütmeyi
bildikleri, bunları saklamak ve pişirmek için
çanak-çömlek yaptıklarının ortaya çıktığını
kaydetti.
11. yüzyıldan başlayarak Orta Asya'dan göç eden
Türkler'in diğer kültürel değerler gibi ekmek
kültürünü de Anadolu'ya taşıdığını anlatan Karpuz,
Anadolu'da Selçuklu döneminde bazlama, gömeç, türüm,
közmen, özleme, sinçü ve çukmın adıyla ekmekler
yapıldığını söyledi.
Özellikle büyük seri üretimin yapıldığı fırınlarda
kalite düşse de kırsal alanlarda, evlerde ve
tandırlarda yapılan geleneksel ekmeklerin halen eski
kalitesi ve tadını koruduğunu dile getiren Karpuz,
şunları kaydetti:
''Bazı börek çeşitleri de pişiriliş ve tüketimi
nedeniyle ekmek sınıfında yer alıyor. Buna göre
sadece Konya'da tandır, saç, kuzine soba ve
fırınlarda tandır ekmeği, yufka, fırın ekmeği,
bazlama, somun, pide, tava ekmeği, bükme, etli
ekmek, fetir, gözleme, haçapur, hınkal, hıçın, et
hıçını, katmer, kete, kömbe, tava kömbesi, lukur,
pileki ekmeği, pişi, simit, su böreği, saç böreği,
tandır gevreği, tandır böreği, tava ekmeği, yağlı
güdük gibi 29 çeşit ekmek yapılıyor. Hınkal, açılan
ve kare şeklinde kesilen içine domates, biber,
patates, pırasa ve ıspanak karışımının konulup
pişirilmesiyle yapılır. Kömbe, içine haşhaş ya da
patates konulmuş hamurun pişmesiyle, pileki ise
mayalanan ve kabaran hamurun toprak fırınlarda
pişirilmesiyle üretiliyor. Hıçın ise mayalı hamur
ortasına peynir, tuz ve haşlanmış patates konulup
kızgın yağda kızartılmasıyla yapılır.''
Karpuz, ayrıca ekmekten yapılan pişi tiridi, tirit,
patlıcan tiridi, yumurta tiridi, papara sündürme,
ekmek salması gibi yemeklerin de tüketildiği
Konya'nın tarihinde ekmek kültürünün önemli yer
tuttuğunu bildirdi.
Merhaba Gazetesi, 17.06.2007
|
RESTORASYON SIRASINDA YARALANDILAR
Sultanahmet'teki tarihi Binbirdirek Sarnıcı'nın
restorasyonu sırasında düşen iki işçinin kolları
kırıldı. Sütunları boyamak için çıktıkları
tekerlekli iskelenin devrilmesiyle düşen Serkan Kar
(26) ile Adil Bayhan (37) hastanede tedaviye alındı.
Kar ile Bayhan'ın kollarında ve vücutların kırıklar
tespit edildi.
Sabah, 17.06.2007
|
FOTOĞRAF SERÜVENİMİZ

Fotoğraf sanatının Osmanlı’ya girişinin 1842
yıllarına kadar uzandığını söyleyen Dr. Hidayet
Nuhoğlu, imparatorluğun son dönemlerine denk düşen
fotoğraf sanatının ülke ve saray üzerindeki önemli
etkileri olduğunu kaydetti. Ağustos 1839’da Paris’te
Daguerreotype’in tanıtılmasının üzerinden çok
geçmeden bu buluşun Türkiye’ye geldiğini anlatan Dr.
Nuhoğlu, bununla ilgili en eski belgenin 19 Şaban
1255/28 Ekim 1839 tarihli Takvim-i Vekayi’deki yayın
olduğunu kaydetti. Fotoğraf kelimesinin 1841’de
Türkçe’ye girdiğini söyleyen Dr. Nuhoğlu, “Bu buluş
haber ve bilgi olarak Türk kamuoyunda yerini hemen
bulmuş ise de fiillen İstanbul’a gelişi üç yıl sonra
olmuştu” dedi.
Fotoğrafı ilk olarak Osmanlı sınırları içerisine
Mösyö Kompa’nın soktuğunu kaydeden Dr. Nuhoğlu,
“Ceride-i Havadis’in 8 Cemaziyelahir 1258/17 Temmuz
1842 tarihli nüshasında, M. Daguerre’in
çıraklarından M.Kompa adında birinin İstanbul’a
geldiği, fotoğraf sanatını ücret mukabili teşhir
ettiği, isteyenlere öğrettiğini bahseden bir haber
ve bir ilan neşredilmişti. Böylece fotoğraf
İstanbul’a fiilen gelmişti. Daha önceki devirlerin
ressamları gibi, çeşitli milletlerden fotoğrafçılar
İstanbul’a gelerek fotoğrafçılığın Osmanlı
coğrafyasına yayılmasını sağladı. Mösyö Kompa’dan
sonra Gerard de Nerval ve Carlo Naya 1845’te
İstanbul’da bir stüdyo açtı ve fotoğrafın
tanınmasını sağladılar” dedi.
Kırım savaşıyla birlikte ‘harp fotoğrafçılığı’ gibi
yeni bir mesleğin doğduğunu kaydeden Dr. Nuhoğlu, o
tarihlerden sonra Batılı fotoğrafçıların yolunun
İstanbul’a düşmeye başladığını ve yeni yeni İstanbul
ve Anadolu albümlerinin meydana getirildiğini
söyledi. 1856’da İstanbul’da profesyonel
fotoğrafhanelerin kurulmasının ardından yerli
fotoğrafçıların devrinin başladığını kaydeden Dr.
Nuhoğlu, “İlk olarak Abdullah Biraderler ve
ardından, Abdullah Şükrü adını alacak olan Vichen
çalışmalara başladı. İlk fotoğrafçılarımız,
İstanbul’daki kültür ve sanat eserleri ile günlük
hayatı tesbite çalıştılar. Onların bu teşebbüsleri
ilerde Yıldız koleksiyonunun nüvesini
hazırlayacaktı” diye konuştu.
Abdullah Biraderler’in Osmanlı’da fotoğrafçılığı
zirve yapan bir isim olduğunu kaydeden Dr. Nuhoğlu,
“Abdullah Biraderler’in çalışmaları sarayca da
takdir edilmiş olmalı ki 1863’de “Ressam-ı Hazret-i
Şehriyari” ünvanı ile devrin padişahı Sultan
Abdülaziz’in fotoğrafçılığını üstlendi. Bu ünvanı,
Sultan Abdülaziz’den sonra Sultan II. Abdülhamid
devrinde bir ara kaybetmişlerse de tekrar elde etti
ve bu ünvanın bir imtiyazı olarak fotoğraf
kartlarının arkasında, Sultanın tuğrasını da
bastırarak kullandı. 1867 Paris Sergisi’ne katılan
Abdullah Biraderler’in çalışmaları o denli takdir
edildi ki, çok geçmeden milletlerarası şöhrete
ulaştı. Abdullah Biraderler’den sonra yetişen
fotoğrafçılar da, bu sanatı Osmanlı’nın sosyal ve
siyasi hayatının tesbitinde kullandı” diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 17.06.2007
|
"BU UTANÇ ABİDESİ YIKILMALI"
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof. Dr. İlber
Ortaylı’nın, Belediye Sarayı binası için söylediği
“O çirkin binayı bazı hocalarımız milli eser olarak
tescil ettirdi. Bu bir abide-i utançtır. Türk
mimarları ve İstanbullular için kara bir lekedir. Bu
binanın hangi eserler yıkılarak oraya yapıldığını
İstanbullular bilmiyor” sözleri mimarlık tarihçileri
tarafından doğru bulunmadı.
Uzmanlar, tarihi kalıntıları korumanın mimarların
sorumluluğu altında olmadığını ve bir binayı güzel
ya da çirkin olarak değerlendirmenin yanlış olduğunu
belirterek, söz konusu binanın Türk mimarlık
tarihinde bir dönemin başlangıcı ve tüm dünyanın
kabul ettiği uluslararası üslubun ilk ve düzeyli bir
örneği olduğunu söylediler.
Bu açıklamalardan sonra sözlerini daha da
sertleştiren Ortaylı, “Bu bina çirkin ve tarihe
çevreye uymuyor. Koridorları, odaları hapishane
gibi. Depremde zarar gördüğü, duvarlarında çatlaklar
oluştuğu için de yıkılması şart. Güçlendirilmesi
için trilyonlar gerekir.
Bu bir kültür işi. Bu binayı savunan Afife Batur ve
öteki mimarlar, İTÜ’de okurken kaç kez sur içine
gittiler de oraları alıcı gözle gördüler. Sadece bir
kez ders için gitmişlerdir. Sur içinde yaşamayan
İstanbul’u anlamaz. Bunu anlamak için orada oturmak
lazım. Bu bir kültür meselesi” dedi.
Biz
mimarlık tarihçileri, binalara güzel ya da çirkin
diye değil, temsil ettikleri içerik açısından
bakarız. Belediye Sarayı, 1950’lerde bütün dünyanın
kabul ettiği uluslararası üslubun ilk ve düzeyli
örneklerinden biridir. Türk mimarlık tarihinde bir
dönemin başlangıç yapısıdır. Kişisel yargılardan
kaçınarak belediye binasının bir dönemin öncüsü
olduğunu söylemek mümkün. Hangi yapılar yıkılarak
yapıldığı konusu ise ayrı. O konu döneminin imar
kurallarına hazırlayan kişilerin suçu olabilir.
Bugün de birçok yeni bina yapılıyor ve birçok tarihi
kalıntı yok ediliyor. Bunu o yapının mimarına mal
etmek doğru değil.
Ayasofya yapılırken antik Yunan mabetlerinin
sütunları istanbul’a getirilmiş, Osmanlı da Bizans
yapılarını sökerek yeni binalar yapmış. Kültür
katmanları gibi yapılar da kalıntılar üzerine
yapılmıştır. İlber Bey’in dediği yerde benim de
dedemin köşkü vardı. O zamanlar orada İstanbul’un en
seçkinleri yaşardı. Buraları belediye istimlak
etmişti. Ortaylı’nın hassasiyetini anlıyorum ama
burada iki konuyu ayırmak lazım. Bu bir... İkincisi,
binanın mimarisinde 1950’li yıllarda tüm dünyaya
hakim olan uluslararası uslübün özellikleri
görülüyor. Bu da çok önemli. Hilton Oteli de o
zamanın eseri. O zaman yatay bloklar, dikdörtgen
bloklar hakimdi.
Akşam, Haber. Nebahat Koç, 17.06.2007
|
DENİZ ALTINDA BİNLERCE İNCİ
17. yüzyıla ait bir
İspanyol kalyonunun (İspanyollar tarafından
kullanılan yelkenli ve kürekli bir çeşit savaş
gemisi) enkazını arayan dalgıçlar, küçük bir kutu
içinde binlerce inci buldu. Blue Water Ventures
isimli dalgıçlık firması için çalışan ABD'li
dalgıçlar, Key West'in 65 kilometre açıklarında, 5.5
metre derinlikte bulunan 9x14 santimetre
ölçülerindeki kutuda 3'le 19 milimetre arasında
değişen boyutlarda binlerce inciyle karşılaştı.
Kutunun içinde incilerin yanı sıra altın bir kalıp,
sekiz altın zincir ve yüzlerce küçük eşya da
bulundu. Dalgıç firmasına danışmanlık yapan arkeolog
James Sinclair, incilerin çok eski olması ve
durumlarından dolayı değerlerinin 1 milyon doların
(yaklaşık 1.32 milyon YTL) üstünde olabileceğini
söyledi.
Sinclair, incilerin kendilerini oluşturan
istiridyenin içinden çıktıktan sonra genelde okyanus
sularında yaşayamadığını, bu nadir görülen yaşama
durumunun incilerin değerini artırdığını da
vurguladı. İnciler, Key West'teki Mel Fisher
Denizcilik Müzesi'nin içinde yer alan arkeoloji
laboratuvarında temizlenip, muhafaza edilecek.
Radikal, Fotoğraf: AP, 17.06.2007
|
|
|
İZMİR'İN KÜLTÜR FABRİKASI OLACAK
İzmir'in Alsancak Semti'nde 1902 yılında Fransız
Laidloux&Sons şirketi tarafından yapılan tarihi
havagazı fabrikası, yeniden hayat bulacak. Yaklaşık
bir asır hizmet verdikten sonra geçtiğimiz yıllarda
kaderine terk edilen tesis, Büyükşehir Belediyesi
tarafından aslına uygun olarak restore edilip
kültür-sanat merkezine dönüştürülecek.
Geçen nisan ayında yapılan ihaleyi 1 milyon 645 bin
570 YTL bedelle kazanan Akdemir Madencilik ve İnşaat
Sanayi, 28 bin 500 metrekarelik alandaki tescilli
yapıların onarımına, 50 metre yüksekliğindeki
bacadan başladı. Döküm binasının kafeterya, depo
binalarının ise sergi salonu ve sanat atölyeleri
şeklinde düzenleneceği bildirildi. Ayrıca diğer
tescilli yapıların okuma salonu, satış birimi, idari
bina olarak kullanılmak üzere elden geçirileceği
kaydedildi. Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz
Kocaoğlu, çalışmaların 250 günde bitirilmesinin
planlandığını söyledi. Kocaoğlu, ''Bu proje, kentin
kültür-sanat hayatını canlandırma yolunda çok önemli
bir adım olacak'' dedi.
Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 17.06.2007
|
POLİSE
SATACAKLARDI
Antalya’da alıcı gibi davranan
polise Roma dönemine ait kadın heykel başını satmak
isteyen bir kişi gözaltına alındı.
Bir ihbarı değerlendiren Antalya polisi, alıcı gibi
davranarak tarihi eser kaçakçısı Ahmet Yıldırım’a
telefon etti. Polis, zanlı ile Roma dönemine ait
kadın heykel başı için 70 bin dolar karşılığında
anlaştı. Alıcı gibi davranan polisler tarihi eser
satıcısına Çallı Emniyet Müdürlüğü’nün karşısında
buluşma yeri verdi. Emniyet’e 10 metre mesafedeki
randevuya elindeki Roma dönemine ait kadın heykel
başı ile gelen Yıldırım, gözaltına alındı. Evinde
yapılan aramada yine Roma dönemine ait 3 bronz sikke
bulunan Yıldırım, tutuklandı.
Hürriyet, Haber: Soner Kocaer, 17.06.2007
|
|
ISPARTA'NIN EN ESKİ YERLEŞİM YERİ OLAN ANTIOKHEIA'DA
KAZILAR BAŞLIYOR

Süleyman Demirel Üniversitesi’nde
geçtiğimiz yıl kurulan Arkeoloji bölümü kazı
çalışmaları için Isparta’nın en eski yerleşim yeri
olan Antiokheia antik kentinde ön inceleme
çalışmalarına başladı.Yalvaç Belediyesi’nin desteği
olmadan antik kente kazı yapmanın çok güç olduğuna
belirten Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yardımcı
Doçent Doktor Mehmet Özhanlı, “bu nedenle Yalvaç
Belediyesi’nin bize desteği çok önemli” dedi. Yalvaç
Belediyesi rehberliğin de antik kenti gezen Yrd.
Doç. Dr. Özhanlı, tarihi çok eskilere giden ve geniş
bir alana yayılmış olan antik kentten çok
etkilendiklerini, kazılarla buradaki eserleri gün
yüzüne çıkararak Yalvaç’ın turizm değerlerine
katacaklarını söyledi.
Kazı hazırlıkları kapsamında,
Antalya’da faaliyet gösteren “Akdeniz Medeniyetleri
Araştırma Enstitüsü” Müdürü Arkeolog Kayhan Dörtlük
ile birlikte bir kez daha Yalvaç’a gelen Yardımcı
Doçent Doktor Mehmet Özhanlı, Pisidia Antiokheia
antik kentinde ilk kazmayı vurmak için kazı alanı
tespit çalışması yaptı.
Yalvaç Belediye Başkanı Yalçın
Bulgurcu, “Göreve geldiğim günden bu yana,
Hellenistik dönemde kurulan ve Roma döneminde de
antik Pisidia bölgesine başkentlik yapacak kadar
önemli bir kent olan Antiokheia’nın kazısının
mutlaka bir üniversite tarafından bilimsel bir
titizlikle kazısının yapılmasını savundum.
Süleyman Demirel Üniversitesi bünyesinde Arkeoloji
bölümü kurulmasının ardından Antiokheia antik
kentinin kazılarının söz konusu üniversite
tarafından üstlenilmesi teklifimizi Kültür
Bakanımız Sayın Atilla Koç’a da sundum. Bünyesinde
Roma tiyatrosu, Augustus tapınağı ve st. Paul
Kilisesi gibi önemli yapıları barındıran 46 hektar
genişliğe sahip antik kentteki kazıları bir
üniversitenin üstlenmesi demek, çıkan her bir
eserin üniversite bünyesinde yüksek lisans,
doktora ve doçentlik gibi çeşitli kademelerdeki
tezlere ve makalelere konu olması ve Antiokheia
antik kentinin tarihi konusunda yeni verilere
sahip olmamız anlamına gelir. Ayrıca söz konusu
yayınlar sayesinde Antiokheia antik kentinin
tanıtımı daha geniş çevrelere yapılmış olur.”
Başkan Bulgurcu, Önümüzdeki yıl
ilk öğrencilerini alacak olan SDÜ Arkeoloji Bölümü
kazıya başladığında yaz sezonunda en az 4 ay
boyunca yaklaşık 100 kişilik ekiple kazı
yapacaklarını bu ekibin de Yalvaç ekonomisine
özellikle öğrencilerin olmadığı yaz sezonunda
katkı yapacağının altını çizdi.
TürkiyeTurizm.com, 16.06.2007
|
10 - 16 Haziran 2007
|
NUH'UN GEMİSİ AĞRI'DA
DEĞİL CUDİ'DE

Greenpeace geçtimiz
günlerde küresel ısınmaya karşı dünya kamuoyunun
dikkatini çekmek için Ağrı dağına 20 marangoz
getirip kısa sürede Nuh’un gemisinin maketini
yaptırmıştı. Nuh’un gemisinin Cudi’de değil, Ağrı
Dağında olduğuna dair maksatlı girişimlerin sıkça
yapıldığına dikkat çeken Prof. Dr. Mehmet
Maksudoğlu, yaptığı çalışmalarla Hazreti Nuh’un
gemisinin Cudi’de olduğunu bilgi ve dökümanlar ile
ortaya koyuyor. Tufan hakkında 72 dilde 80 bin
eserin olduğunu kaydeden Prof. Maksudoğlu, “Dr.
Smith 1951 yılında 40 kişilik ekibiyle Ağrı Dağı’nda
hiçbir şey bulamadı. Gılgamış Destanı’nda geminin
Nisir Dağı’nda, Tevrat’ta ise Ararat dağlarında
karaya oturduğu anlatılıyor. Eski Babil çivi yazı
tabletlerinde ise Nisin Dağı ibaresi geçiyor ki bu
dağın araştırmalara göre Cudi olduğu anlaşılıyor”
diyor.
Diğer bir araştırmada ise ilginç bulguları ortaya
koyan Maksudoğlu; “Bilindiği gibi, Basra
Körfezi’nden başlayıp Mısır’a uzanan hilal
biçimindeki bölgeye Bereketli Hilal diyoruz.
Tecrübeli Amerikan ve İngiliz arkeologlar, 1923
yılından başlayarak, kazı mevsimlerinde 6 yıl
müddetle, Basra Körfezi’nin kuzey-batısında, Sümer
Kral mezarlarlarının bulunduğu Tell Mukkayyar’da
kazı yaparak Ur kentini ortaya çıkardı. O gün
“Mezopotamya’dan tufanı bulduk” telgrafı çekildi.
Gördüğümüz haritalar ile Cizre ve Cudi Tufan alanına
girer.” diye konuşuyor.
Ağrı Dağına Nuh’un
gemisi olayının sürekli tekrarlandığını kaydeden
Maksudoğlu, “Düşündürücü olan, yüksek öğrenim
görmüş, “yetişmiş” kabul edilen insanlarımızın,
kendi kutlu kitabı Kur’an-ı Kerim’de, Hazret-i
Nuh’un gemisinin Cudi’de karaya oturduğunun
belirtildiğini bilmelerine rağmen tahrif edilmiş
kitaplarına sıkı sıkı bağlı diğer dinler
mensuplarını sorgusuz sualsiz takip etmeleri. Sonuç
olarak, bu trajikomik olay geçiştirilir, üzerinde
durulmazsa, bu yanlış tekrarlana tekrarlana sanki
gerçekmiş gibi kabul edilmeğe başlanır; böylece,
değişikliklere uğramış son kullanma tarihi geçmiş
Kitab-ı Mukaddes doğru, bir harfi bile değişmemiş
Kur’an-ı Kerim, haşa yanlış zannedilir. Bu ise
yalnız Müslümanlara değil bütün insanlar için
felaket olur” diyor.
Türkiye Gazetesi, Haber:
İnan Arvas, 16.06.2007
|
SAHABE TÜRBESİ DE
BOMBALANDI
Irak'ta mezhep
çatışmaları çıkarmak için hedef alınan kutsal
mekanlara bu kez Peygamberimizin akradaşlarından
Talha Bin Ubeydullah'ın türbesi de eklendi.
Samarra kentindeki
Askeriye Türbesi'ne yapılan saldırının üzerinden 48
saat geçtikten sonra düzenlenen saldırıda Basra
kenti yakınlarındaki türbe neredeyse tamamen
yıkıldı. Iraklı General Ali Musavi, sabah
saatlerinde Basra'nın 25 kilometre uzağındaki Zübeyr
yakınlarındaki Talha İbn Ubeydullah türbesine gelen
bir grubun fotoğraf çekmek istediğini söyleyerek
türbeye girdiklerini ve etrafına yerleştirdikleri
bombaları patlattıklarını açıkladı. Birkaç dakika
arayla meydana gelen iki patlamada türbenin 2
kubbesi ile minaresinin tamamen yıkıldığını ifade
eden General Musavi, türbenin bekçilerin
tutuklandığı söyledi.
Yeni Şafak, 16.06.2007
|
|
TARİHİ SARAY BÖYLE OLACAK
Tarihi Atiye Sultan Sarayı'nın iki binası, restore edilerek hükümet konağı olacak. Uzmanlarsa diğer 4 binanın yıkılacağı gerekçesiyle tepkili..

2'nci Abdülhamid'in tahta çıktığı İstanbul Kağıthane'deki tarihi Sadabad'ın ayakta kalan nadir parçalarından Atiye Sultan Sarayı'nın (Küçük Zabit Mektepleri) restorasyonu için İl Özel İdaresi ihale açtı. 6 ana binadan oluşan saray için bir de restorasyon projesi hazırlandı. Ancak önümüzdeki hafta ihaleye çıkarılacak olan projede sadece 2 binaya yer verildi. Restorasyon ihalesini alacak olan firmanın, projede olmadığı için 4 binayı yıkabilecek olması ise tepki çekti. Kağıthane Belediyesi'nin orijinal halinin bozulacağı için sıcak bakmadığı proje ile sarnıç, toprak altında bulunan tarihi havuz ve binanın ön tarafında bulunan daireler de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.
Adını açıklamak istemeyen bir belediye yetkilisi, "Projenin ihalesi bittiğinde restorasyon yapılacak. Ancak bu projenin hatası bir daha düzeltilemeyecek. Müteahhit proje hatasına bakmaz ve bir tarihi eser daha heba olur" diyerek çekincelerini dile getirdi. Yetkili şunları söyledi: "Projeyi hazırlayan firma, diğer binaları yok sayıp Anıtlar Kurulu'nu yanıltmıştır. Proje iki bina üzerinde yürüyeceğinden kar oranı artacak. Halen varlığını korumasına rağmen projeye girmemiş yapıların yok edilmesi meşru olacak. Toprakla örtülü bir tarihi havuz ve bazı bölümler yok olacak."

Saray arazisinin imara aykırı yollar geçirilerek iki parsele bölünmesiyle ilgili 1 Numaralı Koruma Kurulu'nun 5 yıl önce yaptığı suç duyurusunun kayıp olduğu savcılık yazısıyla ortaya çıktı. 15 Nisan 2002 tarihli kararda özetle şöyle deniliyor: "Küçük Zabit Mektepleri'nin, korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli olmasına rağmen, kurul izni alınmadan tevhid ve ifraz işlemi yapıldığı anlaşıldığından suç duyurusunda bulunulmasına... Her türlü imar planı tadilatı ile tevhid ve ifraz işlemi için kurul izni alınması gerektiğine, bu nedenle yapılan işlemlerin yasal olmadığına..."
Sabah, Haber: Hasan Erşan, 16.06.2007
|
 |
MÜZEYİ
FARELERDEN
'MEMUR KEDİ'
KORUYOR
Dünyanın en eski müzelerinden birisi olan Rusya'daki St. Petersburg Ermitaj Müzesi yetkilileri, müzede cirit atan farelerden kurtulmanın yolunu kedileri işe almakta buldu.
250 yıllık müzenin yetkilileri kurumda 50'ye yakın kedinin memur olarak görev yaptığını bildirdi.
Sabah, 16.06.2007
|
BEKLERKEN ÇÖKMEZSE YA
MÜZE OLACAK YA ÜNİVERSİTE

Türkiye’nin ilk karma
okulu ve en köklü eğitim kurumlarından Darüşşafaka
Lisesi’nin tarihi binası yıkılma tehlikesiyle karşı
karşıya. Dolmabahçe Sarayı’nın mimarı Balyan
Efendi’nin eseri olan bina 28 Haziran 1873’te
Fatih’te hizmete açıldı. Darüşşafaka Lisesi’nin
1992’de Maslak’taki yeni binasına taşınmasıyla
boşaltıldı. 1994’te Zıraat Bankası’na devredilen
bina, o günden beri kendi haline bırakıldı.
Helikopterden çektiğimiz fotoğraflarda binanın
çatısının yer yer çöktüğü, kiremitlerinin bir
kısmının uçtuğu, çatı kirişlerinin kırıldığı açıkça
görülüyor. Fatih Belediye Başkanı olduğu dönemde
Sadettin Tantan, bu binanın Fatih Külliyesi
bünyesinde yer alan Karadeniz Medreseleri ile
birleştirilerek bir üniversiteye devredilmesi için
çaba sarf etti. Fatih’te Boğaz girişi ile Haliç
koridoruna hakim bir tepede kurulmuş bulunan binaya
çok talip çıktı. Ama o dönem Ziraat Bankası
yönetiminin mülke biçtiği yüksek değerden dolayı
kimse yanına yaklaşamadı. Üniversite projesinin
ortaya çıktığı günden bu yana geçen 12 yıllık süre
içinde bakım ve onarım yüzü görmeyen bina çatıdaki
çökmelerden dolayı su almaya başladı. Kagir olan dış
cephesinde çatlaklar oluştu. Ama tüm bunlara rağmen
Ziraat Bankası yönetimi binanın kurtarılması için
gerekeni yapmadı. İki yıl önce 4 milyon YTL’ye
satışa çıkan binaya talip çıkmayınca yapı yeniden
kaderine terk edildi.
Koç Vakfı İdare Heyeti Başkanı Semahat Arsel, bu
önemli eserin kurtarılması için 12 yıldır çaba
harcıyor. Geçtiğimiz ocak ayında yanına Ömer Koç ve
Koç Vakfı Genel Müdürü Erdal Yıldırım’ı da alan
Semahat Hanım tarihi okulu gezdi. Semahat Arsel, bir
ay kadar sonra Koç Holding Yönetim Kurulu Onursal
Başkanı Rahmi Koç’un da binayı görmesini sağladı.
Semahat Arsel, Sarıyer’de bulunan ve sürekli
genişleyerek yerine sığmayan Sadberk Hanım Müzesi’ne
yeni bir yer arıyor ve Darüşşafaka binasının uygun
olacağını düşünüyor.
Koç Vakfı’nın tarihi okul binasıyla ilgilenmesi kısa
zamanda etkisini gösterdi. İstanbul Ticaret Odası
(İTO) da talipler kervanına katıldı. İTO, şu anda
Üsküdar’da eğitimini sürdüren İstanbul Ticaret
Üniversitesi’ni buraya taşımayı planlıyor.
Üniversite kampüsünü taşımak için Yedikule’deki
gazhane ve Devlet Demiryolları kompleksinin
bulunduğu alanla da ilgilenen İTO, Darüşşafaka
arazisinin fiyatını pahalı buluyor. Araziye
verilecek para kadar restorasyona da harcama
yapılacağını hesaplayan İTO yönetimi, Ziraat
Bankası’yla yaptığı pazarlığı, banka yönetiminin 4
milyon YTL’de ısrar etmesi yüzünden
sonuçlandıramadı.
Bunun üzerine Ziraat Bankası, 21 Haziran’da ihale
kararı aldı. Açık artırmada 26766 metrekarelik
Darüşşafaka arazisi için başlangıç bedeli olarak 1
milyon 680 bin YTL’yi uygun buldu.
Hürriyet Cumartesi,
Haber: Ersin Kalkan, 16.06.2007
|
|
ORTAYLI: BELEDİYE BİNASI ABİDE-İ UTANÇTIR
Eminönü'nün tarihi, ticari, sosyal, kültürel, turistik açıdan cazibe merkezi olmasını sağlamak amacıyla düzenlenen 2. Uluslararası Eminönü Sempozyumu İstanbul Ticaret Odası'nda başladı. Sempozyumda Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof. İlber Ortaylı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin hizmet binasını eleştirdi.
Ortaylı şunları söyledi: "O çirkin binayı bazı hocalarımız milli eser olarak tescil ettirmişlerdir. Bu bir abide-i utançtır. Türk mimarları ve İstanbullular için bir kara lekedir. Onun hangi eserler yıkılarak oraya yapıldığı İstanbulluların hafızası dışındadır.
Milliyet, 16.06.2007
|
FRIDA KAHLO 100 YAŞINDA
Meksika'nın dünyaca ünlü
kadın ressamı Frida Kahlo'yu 100. doğum yılında
anmak için Mexico Güzel Sanatlar Sarayı'nda
sanatçının bütün önemli eserleri dün sergilenmeye
başladı.Frida'nın genellikle dünyanın çeşitli
yerlerinde bulunan 354 tablosu, deseni, gravürü,
mektupları, kendi ve yakınlarının fotoğrafları,
Güzel Sanatlar Sarayı'nın 8 salonunda sergileniyor
ve ilk kez bu kadar eserin bir arada teşhir
edilebildiği belirtiliyor.

19 Ağustosa kadar açık
kalacak serginin açılışına, Devlet Başkanı Felipe
Calderon'un da katıldığı bildirildi.
1907'de doğan Frida'nın doğumunun 100. ve 1957'de
ölen eşi Diego Rivera'nın ölümünün 50. yılı
dolayısıyla bu yıl boyunca ulusal düzeyde çeşitli
etkinlikler düzenlenecek.
Frida Kahlo, Mexico City'nin güneyindeki Coyocan'da,
Macar Yahudisi fotoğrafçı Wilhelm Kahlo ve
Kızılderili asıllı Matilde Calderon Gonzales'in
dört kızından üçüncüsü olarak 6 Temmuz 1907'de
dünyaya geldi.
6 yaşındayken geçirdiği çocuk felcinin sonucunda bir
bacağı sakat kalan Frida, bu özrüyle başetmesini
bilerek, genç kızlık çağında, dönemin en iyi
eğitimini veren Ulusal Hazırlık Okulu'nda okudu. Bu
okul, onu sanat, edebiyat, felsefe gibi alanlara
yönlendirdi. 19 yaşında geçirdiği trafik kazası
bütün hayatını değiştirdi. Okuldan eve dönerken
bindiği otobüsün tramvayla çarpışması sonucu çok
sayıda kişinin öldüğü kazada, trenin demir
çubuklarından birisi Frida'nın sol kalçasından girip
leğen kemiğinden çıktı.
Kazadan sonra tüm hayatı korseler, hastaneler ve
doktorlar arasında geçen, omurgası ve sağ bacağında
dinmeyen bir acıyla yaşayan, 32 kez ameliyat edilen
Frida Kahlo, ailesinin teşviki ile sıkıntı ve
acıdan kaçmak için resim yapmaya başladı.
Yatağının tavanındaki
aynaya bakarak oto-portreler yaptı. 1927 yılı
sonunda yürümeye başlayan Kahlo, bu dönemde sanat ve
politika çevreleri ile yakınlaşmaya başladı ve
1929'da Meksika Komünist Partisi'ne üye oldu.
Aynı dönemde, "Meksikalı
Michelangelo" olarak anılan ünlü ressam Diego
Rivera'ya resimlerini gösteren Kahlo, 21 Ağustos
1929'da Rivera ile evlendi. 1939 yılında ayrılan
çift 1 yıl sonra yeniden evlendi.
Sık sık sağlığı bozulan ve dayanılmaz acılarla başa
çıkmak için bütün gücüyle resim yapan Frida, yalnız
ülkesinde değil, Amerika ve Fransa'da sergiler
açtı. 1938'de New York'ta açtığı sergi ona büyük ün
getirdi, 1939'daki Paris sergisi ile övgüler
topladı. 1943'te bir sanat okulunda öğretim
üyeliğine başlayan Frida, sağlık durumu
kötüleşmesine rağmen ders vermeyi sürdürdü. 1950'de
omurgasındaki sorunlar nedeniyle hastaneye
kaldırıldı ve 9 ay hastanede kaldı.
1953 yılı Nisan ayında
Mexico City'de kişisel sergi açtı, Temmuz ayında
ise sağ bacağı kesildi. Frida Kahlo, 13 Temmuz
1954'te, akciğer embolisi teşhisiyle son nefesini
verdiğinde arkasında 70 tablo bıraktı. Resimlerinin
büyük bölümü oto-portrelerden oluşan Frida'nın 70
tablosundan 50'si bugün, büyük bir Kahlo hayranı
olan Madonna'nın koleksiyonunda bulunuyor.
Hürriyet, 16.06.2007
|
ÜRESİN HAN'IN ONARIMI İÇİN İHALE AÇILDI
Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Konya Aksaray merkezde bulunan Üresin Han'ın (Tepesidelik Han) onarımı için ihale açtı.
İhale, Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nde 25 Temmuz 2007 tarihinde saat 10.30'da yapılacak. Yer tesliminden itibaren toplam 500 günlük süreyi kapsayacak olan işin ihalesine sadece yerli firmalar teklif verebilecekler. İhale dokümanı, Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğünden görülebileceği gibi aynı yerden bedeli karşılığı temin edilebilecek.
Şartnameye göre hazırlanacak olan teklif mektupları ise ihale günü ihale saatine kadar Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğüne anahtar teslimi götürü bedel üzerinden verilecek.
Buna göre ihale sonucu, üzerine ihale yapılan istekli ile anahtar teslimi götürü bedel sözleşmesi yapılacak. Söz konusu ihalede istekliler teklif ettikleri bedelin yüzde 3'ünden az olmamak üzere kendi belirleyecekleri tutarda geçici teminat verecekler. İhaleye konsorsiyumlar teklif veremeyecekler.
Merhaba Gazetesi, Fotoğraf: Turizmdebusabah.com, 16.06.2007
|
|
DATÇA'DA YELDEĞİRMENLERİ
TURİZME KAZANDIRILIYOR

Datça'da 1800'lü
yılların başında yapılan ve 1970'li yıllara kadar
tahıl öğütmede kullanılan yel değirmenleri artık,
teknolojiye yenik düşmüş ve çürümeye terk edilmiş
durumda. Turistlerin yakın ilgisini çeken yel
değirmenlerinden özel idareye ait olanı, Datça
Kaymakamlığınca restore edildi ve aslına uygun hale
getirildi.
Restore edilen yel değirmenini kiralama yöntemi ile
çalıştırmayı düşündüklerini söyleyen Datça Kaymakamı
Mustafa Kaya, ''Yel değirmenleri, kültürel
değerlerin korunması ve yaşatılması adına Datça'nın
önemli sembollerinden birisi. İlçemizde 19 tane bu
tarzda yel değirmeni var. Bu değirmenler harap
vaziyetteydi. Biz bunlardan birini aslına uygun
restore ettik. Çevre düzenlemesi yaparak turizme
kazandırmak istedik. Restore edilmeyi bekleyen diğer
18 yel değirmeni de sırayla restore edilecek. Bu
konuda çalışmalar sürüyor'' dedi. Burada yapılan
çalışmanın Muğla ve Türkiye turizmine katkı adına
yapılan bir çalışma olduğuna işaret eden Kaya, ''Yel
değirmenleri çalışma sistemi Datça'nın deneyimli ve
bilgili ustaları tarafından yeniden yapıldı. Turizm
sezonu ile birlikte burayı açmayı hedefliyoruz.
Kiralama konusunda talepler var. Kiralayarak
çalıştırmak istiyoruz. Bu sistem unu öğütecek
aşamada hazır bekliyor. Yel değirmenini onarırken,
her şeyin aslına uygun olması için özen gösterdik.''
diye konuştu.
Üç kattan oluşan yel
değirmenlerinin en üst katı, öğütme ve çatıdaki
sistem rüzgarın esiş yönüne göre vaziyet alabiliyor.
Orta kat depolama bölümü ve en alt kat ise ağırlama,
depo ve işin teslim alanı olarak kullanılıyor.
Datça Kaymakamı Mustafa Kaya, Datça'da çok sayıda
tarihi eser ulunduğunu, bunların da aslına uygun
biçimde revizyondan geçirilerek urizme
kazandırılacağını söyledi. Kaya, ''Bu çalışmalar ile
Datça'da geleneksel ve tarihi değerleri ortaya
çıkarıyoruz. Datça'daki kiliseler, bölgenin
koşularını sergileyen sarnıçlar, eski evler var.
Bunlar bir sıra halinde ve aslına uygun biçimde,
orijinalliği korunarak turizme kazandırılacak.
Böylece hem kültürel değerlerimiz korunacak, hem de
yeni kuşaklara taşınacak. Bu da Datça'da heyecan
yaratıyor.'' diye konuştu.
Sabah, 15.06.2007
|
|
PAHA BİÇİLMEZLERİN
MÜZAYEDESİ
Paha biçilmez izlenimci
ve modern sanat eserleri İngiltere'de açık artırmaya
çıkıyor.
Christie's müzayedeevi,
Londra'da yapılacak izlenimci modern sanat
müzayedesi öncesinde aralarında Monet, Picasso ve
Degas gibi dünyaca ünlü sanatçılara ait tabloların
bulunduğu yapıtları tanıttı.
Müzayedede onlarca
yıldır satışa sunulmayan bazı eserler yeni
sahipleriyle buluşacak. İzlenimci Fransız ressam
Claude Monet'nin havuzdaki nilüfer çiceklerini
resmettiği ünlü tablosu bunlardan biri. 40 yıldır
müzayede salonlarında görülmeyen bu çok değerli
tablonun 18 ila 24 milyon dolar arasında alıcı
bulması bekleniyor.
Müzayedede modern
sanatın ustalarından Pablo Picasso'nun 6, Fransız
izlenimci ressam Edgar Degas'nın ise üç tablosu açık
artırmaya sunuluyor.
Milyon dolarlık
fiyatlarla alıcı bulması beklenen eserler arasında
Marc Chagall'ın kış konulu bir yapıtı da
gösteriliyor.
TRT/Haber, 15.06.2007
|
MARDİN EVLERİ RÖLÖVE
TESPİT ÇALIŞMALARI İÇİN ÖĞRENCİLERİ BEKLİYOR
Mardin Belediyesi,
Mardin’in UNESCO Kültür Mirası Listesinde yer alması
amacıyla bir dizi çalışma gerçekleştirecek. Bunların
arasında yer alan ve bölgede sit alanı içindeki
tescilli yapıların rölövelerinin tespitine yönelik
çalışma için mimarlık ve restorasyon meslek yüksek
okulu öğrencileri aranıyor. Katılmak isteyen
öğrencilerin daha önce rölöve çalışması yapmış
olması gerekiyor.
3 ay sürecek olan çalışmada 15 kişiden oluşan
öğrenci grupları (toplamda 6 grup olması
düşünülmekte) dönüşümlü olarak alanda tespit
çalışmaları yapacak ve bu tespitleri Belediye
tarafından belirlenecek formatta dijital hale
dönüştürecekler. Staj olarak gösterilebilecek
çalışma süresince öğrencilere 15 günlük çalışmaları
için 250 YTL verilecek. Ayrıca çalışma süresince
özel sağlık sigortası yapılacak ve ulaşımla birlikte
lojistik (yeme - içme, konaklama) ihtiyaçları Mardin
Belediyesi tarafından karşılanarak, çalışma sonunda
katkılarından dolayı kendilerine teşekkür
sertifikası verilecek.
Arkitera, 15.06.2007
|
ALACAHAN CAMİİ DE ONARIMA ALINACAK
Sivas
Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından bu yıl inşaat
çalışmalarına başlanan Alacahan Kervansarayı'nın
ardından bu kez de Alacahan Camii için ihaleye
çıkılıyor.
Kangal
Alacahan Camii'nin onarımı amacıyla Sivas Vakıflar
Bölge Müdürlüğü tarafından uzun
süredir devam eden proje hazırlama çalışmalarının
sona ermesi ve kurulun onayından projenin çıkması
sonrasında Bölge Müdürlüğü camiinin onarım işi için
ihaleye çıktı.
Kangal Alacahan Camii'nin onarımına ilişkin 21
Haziran günü saat 09.30'da Sivas Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'nde ihale gerçekleştirilecek olurken,
yapılan ihalenin ardından çalışmaları en kısa süre
içerisinde başlanacağı öğrenildi.
Alacahan Camii'nin restorasyonunun bu yıl
tamamlanarak camiinin yeniden hizmete açılacağı
öğrenilirken, caminin iç ve dış mekanlarında çeşitli
değişikliklerin yapılarak camiinin gelecek kuşaklara
aktarılacağı ifade edildi.
Memleket Sivas, 15.06.2007
|
ALACA'DA
TARİHİ ESER OPERASYONU
Çorum’un Alaca
İlçesi’nde jandarma ekiplerine tarihi eser satmak
isteyen bir kişi suçüstü yakalandı. Alınan bilgiye
göre, İl Jandarma Komutanlığı ekipleri Alaca’da
elinde tarihi eser bulunduğu ve satmak istediğini tespit
ettiği O.G. (40) isimli şahısla alıcı kılığında
irtibata geçtiler. Alaca İlçe Emniyet Müdürlüğü
ile ortaklaşa yapılan operasyonda, buluşma yerine
giden ekipler, O.G. ile pazarlık yaptı. Elindeki
tarihi eserler için 1 milyon 500 bin YTL para
talep eden O.G. Alaca Belediye Parkı’na gelen
diğer güvenlik görevlilerince yakalanarak
gözaltına alındı.
Operasyonda, tarihi değeri
yüksek 4 adet heykel ile bir adet sikke ele
geçirildi. Gözaltına alınan O.G. sorgusunun
ardından adliyeye sevk edildi.
Çorum Haber, 15.06.2007
|
|
I. ULUSLARARASI SEVGİ GÖNÜL BİZANS ARAŞTIRMALARI
SEMPOZYUMU

Bu yıl ilki düzenlenecek olan
ve 3 yılda bir tekrarlanması planlanan
Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları
Sempozyumu 25 - 28 Haziran tarihleri
arasında İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde
gerçekleştirilecek.
I. Uluslararası Sevgi Gönül
Bizans Araştırmaları Sempozyumu'nun konusu "Onikinci-Onüçüncü
Yüzyıllarda Bizans Dünyasında Değişim" olarak
belirlendi. Vehbi Koç Vakfı'nın üstlendiği
Sempozyuma, Bizans alanında dünyaca ünlü isimler
katılıyor. Sempozyumun amacı; Türkiye'de ve diğer
ülkelerde sürdürülen bilimsel araştırmaları
uluslararası bir platformda paylaşmak, yayın
aracılığıyla kamuoyuna sunarak kültürel miras
bilincini arttırmak, bu alana yönelik çalışmaların
yaygınlaşmasını sağlamak ve genç Bizans
araştırmacılarının yetişmesine destek olmak şeklinde
belirlendi.
Sempozyum kapsamında iki de sergi
düzenlenecek.
"Kalanlar" başlığı
altında 26 Haziran'da İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Yıldız Salonu'nda açılacak sergide, Bizans
döneminden günümüze kalan eserler 30 Ekim'e kadar
ziyaretçilerle buluşacak. "Gün Işığında: Istanbul'un
Sekiz Bin Yılı - Marmaray - Metro - Sultanahmet
Kazıları" başlıklı sergi ise İstanbul Arkeoloji Müzeleri Assos Salonu'nda 26 Haziran'da açılacak ve 31 Aralık'a kadar görülebilecek.
Yüksek Zemin Arayışı - TAYHaber, 15.06.2007
|
ŞEHİTLİKLERE DALIŞA DEVAM
Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi Sualtı Topluluğu’nun, Genelkurmay
Başkanlığı’nın izniyle başlattığı ’Sualtındaki
Şehitleri ve Şehitlikleri Araştırma Projesi’
kapsamında ’Ceyhun’ ve Kios’ nakliye gemilerinden
sonra bu kez de ’40 Nolu Rehber’le ’Elenora’
batıklarına dalındı.

Donanma Komutanlığı Yıldızlar Su Üstü Eğitim Merkezi
Komutanı Deniz Kurmay Albay Murad Hatip’in de
aralarında bulunduğu 10 kişilik grup ’Ceyhun’ ve
’Kios’ nakliye gemilerine, sualtındaki şehitlikleri
ziyaret niteliği de taşıyan dalışlar yaptı. Aynı
grup önceki gün de Karabiga’nın Aksaz Köyü
açıklarında, o dönemde Şirketi Hayriye’nin olan ve
cepheye asker taşırken İngiliz denizaltısının
batırdığı 50 metre derinlikteki yandan çarklı ’40
Nolu Rehber’ gemisine dalış yaptı. Sualtında bütün
olarak kalan az sayıdaki gemiden biri olan 40 Nolu
Rehber batığını dalgıçlar ayrıntılı görüntüledi.
İkinci dalış Çanakkale Savaşları’nın yaşandığı
dönemde cephedeki hayvanlar için saman götüren ve
yine bir denizaltının batırdığı Kemer Köyü
açıklarında 25 metre derinlikteki, ’Elenora’
gemisine gerçekleştirildi. Donanma Komutanlığı
Yıldızlar Su Üstü Eğitim Merkezi Komutanı Deniz
Kurmay Albay Murat Hatip sualtındaki şehitliklere
dalışların, diğer batıklarla ilgili yapılacak dalış
planları doğrultusunda süreceği belirtildi.
Hürriyet, 15.06.2007
DESPINA'YA DA
ULAŞTILAR
Çanakkale Boğazı'nda
deniz altındaki şehitleri arama çalışmaları
tamamlandı. Dalgıçlar, İngilizler’in batırdığı 3
denizcinin şehit olduğu 'Despina'ya ulaşmayı
başardı.

Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi'nin talebi, Genelkurmay Başkanlığı'nın
izniyle Çanakkale Boğazı'ndaki "Deniz Altındaki
Şehitleri ve Şehitliklerimizi Araştırma Projesi"
kapsamında, dün de "Despina" batığına dalış yapıldı.
Donanma Komutanlığı Yıldızlar Su Üstü Eğitim Merkezi
Komutanı Deniz Kurmay Albay Murad Hatip'in
liderliğindeki dalgıç grubu, Yapıldak Köyü
açıklarındaki "Ceyhun", Akbaş'ta "Kios", Karabiga'da
"Rehber" ve Kemer açıklarında 25 metre derinlikte
bulunan "Elenora" gemilerine yapılan dalışları
tamamladı.
Dalgıç grubu son olarak,
Lapseki İlçesi'nin Çardak Beldesi açıklarında E-11
İngiliz denizaltısı tarafından batırılan, 3
denizcinin şehit olduğu, Çanakkale Savaşları'nda
cepheye mühimmat ve yiyecek taşıyan Osmanlı
bandıralı yaklaşık 100 metre uzunluğundaki "Despina"
adlı gemi batığına dalış yaptı. Kurmay Albay Murad
Hatip ve dalgıç grubu, yaklaşık 40 metre derinlikte
bulunan metal gövdeli geminin üst güvertesinin
söküldüğünü, pervanesinde kesikler olduğunu tespit
etti. 5 batığa yapılan derin su dalışlarının
başarıyla tamamlandığı, dalışlardan elde edilecek
bilgilerin bir rapor halinde sunulacağı, ilerleyen
zamanda, Marmara Denizi ve İzmit Körfezi'nde de
dalışlar yapılmasının planlandığı bildirildi.
Çanakkale Yat Limanı'ndan Recep Özbek'e ait "Misty"
adlı tekneyle denize açılan Kurmay Albay Murad
Hatip'ın yanı sıra dalgıçlar, ilk olarak 7 Haziran
1915 tarihinde İngiliz "E-11" adlı denizaltı
tarafından Yapıldak Köyü açıklarında batırılan
"Ceyhun" adlı nakliye gemisine dalış yapmıştı.
Bugün, 16.06.2007
|
TÜRK USTALAR LİZBON'DA
"Boğaziçi güzeldir,
hatta güzelden de ötedir." Gülbenkyan Vakfı
Müzesi'nde dün açılan 'Sakıp Sabancı Müzesi'nden
Tablolar' başlıklı sergiye girenleri, Calouste
Sarkis Gülbenkyan'ın bu sözleri karşılıyor. Üsküdar
doğumlu Gülbenkyan'ın hasretle andığı Boğaziçi ve
İstanbul'u onun doğduğu yıllardaki haliyle gösteren
tablolar, bu ünlü koleksiyoncuya gecikmiş bir
armağan niteliğinde. Sergi aynı zamanda Türk sanat
tarihinin Batı'da görücüye çıkması bakımından da
önemli bir atılım.

Gülbenkyan Vakfı'nın 50. yıl kutlamalarının kapanış
etkinliği olarak hazırlanan sergi, dün Güler
Sabancı'nın da katılımıyla açıldı. Gülbenkyan
Müzesi, geçen yıl İstanbul'da Sabancı Müzesi'nde
nadir kitapların öne çıktığı bir sergi açmıştı;
şimdi Sabancı, iadeyi ziyarette bulunuyor. Aslında
serginin ilginç bir öyküsü var. İstanbul'daki sergi
sırasında, Gülbenkyan Müzesi'nin resim uzmanı,
Sabancı Müzesi'nin deposunda asılı duran Türk
resminin ustalarına ait, klasik yapıtları görüp
beğenmiş. Bunun üzerine, 50. yıl kutlamalarının
kapanışını, bu tabloları Lizbon'a getirerek yapmaya
karar vermişler ve öneriyi onlar yapmış.
Serginin açılışından önce Güler Sabancı, 'sadece bir
müze değil, bilim, araştırma ve sanat merkezi'
olarak tanımladığı Gülbenkyan'la işbirliği yapmaktan
duyduğu memnuniyeti anlattı. Çünkü Gülbenkyan Vakfı,
Sabancı Üniversitesi'ne bağlı olan Sakıp Sabancı
Müzesi'nin hedeflerine uygun bir kurum. Nitekim
Sabancı Müzesi, Gülbenkyan Vakfı'nın birikiminden
yararlanmayı, ortak projeler yapmayı sürdürecek.
İstanbul'dan gelen 38 tablonun yer aldığı sergi, her
şeyden önce mükemmel düzenlemesiyle göz dolduruyor.
Girer girmez izleyiciyi bir sürpriz karşılıyor:
Solda bir tablo ve karşısındaki duvarda boş bir
çerçeve. Küçük resim, Gülbenkyan'ın 1899'da kişisel
koleksiyonu için aldığı ikinci tablo. Felix Ziem
imzalı tablo, Üsküdar'dan ağaçlıklı bir manzarayı ve
arkada, uzakta Sarayburnu'yla Ayasofya'yı
gösteriyor. Karşı duvardaki çerçevenin ortasındaki
boşluğa baktığınızda ise, duvarın arkasında duran
Şevket Dağ imzalı, Ayasofya'nın içini tasvir eden
bir başka tabloyu görüyorsunuz. Bu küçük oyunla 'iki
tablo, iki müze ve iki koleksiyoncu' arasındaki
çember, daha en başta tamamlanmış oluyor.
Sergi, tematik ve kronolojik dört bölümden oluşuyor.
Her bölümde İstanbullu ressamlarla birlikte onlarla
benzer üsluba sahip kimi Portekizli sanatçıların
yapıtları da var.
Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer, bu sanatçılardan
kimilerinin Osmanlı ressamlarıyla Paris'te aynı
okullarda okuduğunu, aynı havayı soluduğunu
aktarıyor. Belki de birbirlerini tanıyorlardı bile,
kim bilir... Serginin ilk bölümü 'Çağrışımlar'
başlığını taşıyor. Burada Abdülmecid Efendi'nin
'Cami Kapısı', Osman Hamdi Bey'in 'Arzuhalci' gibi
tablolarında olduğu gibi dinsel etkisi olan, günlük
yaşamın geleneksel yönüne işaret eden yapıtlar var.
Ardından gelen 'Yolculuklar' bölümündeyse
Boğaziçi'nin çekim alanına kapılan İstanbullu ya da
İstanbul'da uzun süre çalışmış sanatçıların
'oryantalist' etkili yapıtları yer alıyor. Hüseyin
Zekai Paşa'nın, Çıracıyan'ın, Ayvazovski'nin,
Zonaro'nun tabloları kayıkları, gemileri,
Boğaziçi'ni gösteriyor.
'Atmosferler' adlı bölümde resimler bir önceki
bölümün loş romantizminden daha canlı bir İstanbul
manzarasına taşıyor izleyeni. İlk bakışta kendini
belli eden empresyonizmin altını çiziyor sergi. Hoca
Ali Rıza, Halil Paşa, Sami Yetik, İbrahim Çallı,
Nazmi Ziya, boş sahilleri, ağaçlar arasında evleri,
konakları, çiçeklerle birlikte kadınları gösteriyor
resimlerinde. Serginin 'Paris' başlıklı son
bölümüyse, Türkiyeli ve Portekizli ressamların,
mesela Namık İsmail ve Francis Smith'in benzer
üsluplarına işaret ediyor. İki ülke sanatının ortak
çıkış noktasına, Paris'in atölyelerine, Fransız
resminin o dönemki yoğun etkisine tanık oluyoruz bir
kez daha.
Uzun adıyla 'Çağrışımları, Yolculukları ve
Atmosferiyle İstanbul, Sakıp Sabancı Müzesi'nden
Tablolar' başlıklı sergi, 26 Ağustos'a kadar açık
kalacak. Lizbon'un en önemli sanat merkezi olan
Gülbenkyan Müzesi, ziyaretçilerine Türk resminin az
bilinen bir dönemi ve Boğaziçi'nin geçmiş zamanlarda
kalmış romantik anlarıyla beklenmedik bir karşılaşma
olanağı sunuyor. Ama üzerinde daha çok durulması
gereken, Türk sanat tarihinin depolardan çıkıp, Batı
sanatıyla karşılaşabildiği, karşılaştırılabildiği
ender etkinliklerden birinin gerçekleşmiş olması.
Fotoğraf Altı:
Lizbon'un en önemli sanat merkezi olan Gülbenkyan
Müzesi'ndeki serginin açılışında düzenlenen basın
toplantısına Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer,
Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler
Sabancı, Calouste Gülbenkyan Vakfı Başkanı Rui Vilar
ve Gülbenkyan Müzesi Direktörü Joao Castel-Branco
katıldı (soldan sağa).
Radikal, Haber ve Fotoğraf: Cem Erciyes, 15.06.2007
|
İLK
AVRUPALILAR İNSAN KURBAN ETTİ Mİ?
Avrupa'nın tarih öncesi
mezar alanlarında yapılan kazılarda, insan kurban
etme geleneği olabileceğine dair kalıntılara
rastlandı. Pisa Üniversitesi uzmanlarına göre, mezar
alanlarındaki cüce iskeletler ve zarar görmüş çocuk
iskeletleri, 28 bin ila 10 bin yıl önce Avrupa'da
insan kurban edildiğini gösteriyor.
Rusya'daki bir mezardan çıkarılan 9 ile 13 yaşları
arasında olduğu tahmin edilen bir kız ile erkek
cesedinin yanında bir yığın fildişi süsü bulundu.
Pisa Üniversitesi'nden Vincenzo Formicola süslerin
özellikle çocuklar için yapıldığına inandıklarını
söylüyor: "İki çocuğun mezarında, çocuklar için özel
yapıldığı belli olan çok sayıda küçük süs eşyası
bulunması, bunların çocuklar ölmeden önce
hazırlandığı olasılığını doğuruyor. Bu törenin
önceden planlanmış olduğu anlamına geliyor."
Glasgow Üniversitesi'nden Rupert Housley ise
çocukların aynı anda ölmüş ve gömülmüş olmasının
nedenin hastalık olabileceğini ancak kurban edilmiş
olma ihtimallerinin de olduğunu söyledi.
Çek Cumhuriyeti'nde yaşları 16 ile 25 arasında
değişen ikisi erkek üç iskelet bulundu. Üçüncünün
cinsiyeti, deforme olduğu için belirlenemedi.
İskeletlerin ikisi yüzükoyun, yan yatmış durumdaki
ise deforme olmuş iskeletin cinsel organına uzanmış
halde bulundu. 12 bin yıl önce bölgede yamyamlık
yapıldığına dair kanıt olduğunu söyleyen Housley,
tahminler doğrulanırsa eski kanıtların güçleneceğini
söyledi.
Radikal, Fotoğraf:
AP, 15.06.2007
|
|
İSTANBUL
ARKEOLOJİ MÜZELERİ GEZMENİZİ BEKLİYOR
Sıcaklara teslim
olduğumuz şu günlerde serin bir atmosferde geçmişin
zenginliklerini keşfetmek, lahitler ve asırlık
çınarların gölgesinde soluklanıp kahvenizi
yudumlamak istiyorsanız İstanbul Arkeoloji
Müzeleri’ne uğrayın. Depreme karşı önlem alınmadığı
için kentin diğer müzeleriyle yok olması beklenen bu
mücevher kutusuyla vedalaşın.

Çocuğunuzu da yanınıza alabilir, müzedeki oyun
alanında tarihle tanışmasını sağlayabilirsiniz.
Koleksiyonunda 70 bin arkeolojik eser, 800 bin
sikke, 75 bin çivi yazısı tableti, 100 bin eski
kitap bulunan müzelerin, 25 yıldır kapalı olan kuzey
binası yeniden açıldı. Gün ışığına çıkan 170 parça
nadide eserden biri de göz kamaştırıcı Sidemara
Lahti.
İstanbul’un Tarihi Yarımada olarak bilinen
bölümünde, Gülhane Parkı ile Topkapı Sarayı
arasındaki alanda kurulu İstanbul Arkeoloji
Müzeleri. Eski Şark Eserleri Müzesi, Çinili Köşk
Müzesi ve Arkeoloji Müzesi olmak üzere üç ana
birimden oluşuyor. 19’uncu yüzyılda ünlü ressam ve
müzeci Osman Hamdi Bey tarafından Müze-i Hümayun
(İmparatorluk Müzesi) ismiyle kurulmuş, 13 Haziran
1891’de ziyarete açılmış. Müze, alanında dünyanın
önemli koleksiyonlarından birine sahip. Türkiye’nin
ilk müzesi ve kullandığı binalar dünyada müze olarak
inşa edilen sayılı yapılar arasında.
Osman Hamdi Bey Yokuşu’nu tırmanıp, ana giriş
kapısından girdiğinizde sağdaki yapı Eski Şark
Eserleri Müzesi. 1883 yılında Sanayi-i Nefise
Metkeb-i Alisi (Güzel Sanatlar Akademisi) olarak
kullanılan binada şimdi İslamiyet öncesi Arap
Yarımadası, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu eserleri
yer alıyor. Bunlar arasında Aramiti Yazıtı, Güneş
Saati, Mısır Mumyaları, Adap Kralı Lugal Dalu’nun
Heykeli, Kadeş Antlaşması, Boğazköy Sfenksi, ve
Maraş’tan hiyeroglif yazıtlı Kapı Aslanı gibi
tanınan eserler bulunuyor. Bu müzede 20 bine yakın
arkeolojik eser var. Çivi yazılı belgeler arşivinde
ise 73 bin tablet mevcut.
Bahçenin girişindeki sol bölümde dönemin ünlü mimarı
Alexandre Vallaury’e yaptırılan bina yer alıyor.
Bina, müzenin ana yapısı. Salonlarında, Osman Hamdi
Bey’in 1887-1888 yılları arasında Sidon’da
(Sayra-Lübnan) yaptığı Kral Nekrolopü Kazıları’ndan
İstanbul’a getirdiği tarihi eserler sergileniyor.
İskender, Tabnit, Satrap, Ağlayan Kadınlar lahitleri
gibi büyük boyutlu, önemli eserler bunların
arasında. Sergide ayrıca Arkaik Dönem’den Roma
Dönemi sonuna kadar olan süreci yansıtan, Roma
İmparatorluğu sınırları içindeki bölgelerden
toplanan eserler yer alıyor. Bunlar arasında Didim
Milet Kutsal Yolu’nun Brankhit heykelleri,
Halikarnassos Mozolesi’ne ait aslan heykeli, ünlü
Bergama Zeus Sunağı’na ait Aphodite başı, Büyük
İskender Portresi, Roma Devri’nin üç büyük mermer
kenti Aphodisias Ephesos ve Miletos’un heykelleri en
bilinenleri.
Bu binanın girişindeki sol bölümünde bir de
Çocuk Müzesi müzeyi gezmeye gelen yerli yabancı
turistlerin çocuklarına hoşça vakit geçirtiyor. Bu
bölümün girişine Truva’daki tahta atın küçük bir
kopyası yapılmış. 7 yaşından büyük çocukların atın
önündeki merdivene tırmanıp, içine girmesi serbest.
Aynı alana ilk insanların hayatını yansıtan bir
mağara ve bir kulübe kurulmuş. Çocuk müzesinin
içinde ise Tunç Çağı’ndan Bizans Dönemi’ne kadar
yazının icadı, çanak çömlek yapımı ve kullanımı,
paranın icadı gibi tarihte yaşanan ilkleri
vurgulayan eserler var.
Ana binanın karşısında ise Çinili Köşk Müzesi tüm
ihtişamı ile yükseliyor. 1472 yılında yapıldığı
anlatılan Çinili Köşk, Osmanlı Sivil mimarisinin
Selçuklu etkisinde yapılmış İstanbul’daki tek
örneği. Köşkte bugün Selçuklu ve Osmanlı çinilerin
muhteşem örnekleri sergileniyor. Müzelerin
avlusunda, ikinci dereceden eserlerin arasına bir de
kafe açılmış.
Roma döneminde, MS 3. yüzyılda yapılan
Sidemara Lahti, 1898’de Konya’nın Ambar köyündeki
kazılarda bulundu. Osman Hamdi Bey tarafından,
1909’da İstanbul’a getirilip müze koleksiyonuna
katıldı. Bilinen en büyük lahit. 4 metre
uzunluğunda, 3.5 metre yüksekliğinde, 25 ton
ağırlığında. Roma dönemindeki soylu bir aileye ait
olduğu sanılıyor. Dört yüzeyinde figürler var.
Kapağında lahdin ait olduğu kişi ile karısı yarı
uzanmış şekilde, kızlarıyla tasvir ediliyor. Bir
yüzünde av sahnesi bulunuyor. 25 yıldır depoda
bulunan lahit, 169 parça tarihi eserle sergilenmeye
başlandı.
Müze Müdürü İsmail Karamut, kuzey binası
olarak bilinen ve 25 yıldır kapalı tutulan bölümün
İl Özel İdaresi’nce 1.2 milyar YTL’ye restore
edildiğini söyledi. 11 aylık restorasyon sırasında
binaya güvenlik sistemi de kuruldu. Karamut, uzun
yıllar ödenek yetersizliği nedeniyle kapalı tutulan
yapının imparatorluk müzesi niteliği taşıması
nedeniyle önemli olduğunu söylüyor: "Anadolu’nun
ötesinde Osmanlı sınırları içindeki bölgelerden
getirilen mimari parçalar, lahitler ve mezar
stelleri bulunuyor koleksiyonumuzda. Mısır, Roma ve
Bizans Likya dönemi lahitleri ile ilk Türk
kazılarından Lagina’da ortaya çıkarılan Hekate ve
Artemis tapınağından kabartmaları sergiliyoruz."
Hürriyet Cuma, Haber: Cahit Akyol, 15.06.2007
|
PICASSO TABLOSU
KAÇIRILAMADI
Kilis Öncüpınar Sınır
Kapısı’nda düzenlenen operasyonda, ’Picasso’ imzalı
bir tablo ele geçirildi.
Tabloyu Suriye’de satmak için ülkeden çıkarmak isteyen M.A. (29) ile Y.K.’yı (29) Öncüpınar Sınır Kapısı’nda gözaltına alındı.
79x29 santimetre ebadındaki tabloda yapılan incelemede üzerinde ’Pablo Picasso’nun imzası bulunduğu belirlendi. Mahkemeye sevk edilen zanlılardan M.A., tutuklanırken, Y.K. tutuksuz yargılanacak.
Hürriyet, 16.06.2007
|
ÜÇ
TESCİLLİ YAPININ ONARIMI İÇİN KARŞILIKSIZ KREDİ
ÇIKTI
Çorum Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru, ‘Taşınmaz Kültür Varlıklarının Bakım ve Onarımına Yardım Sağlanması’na dair yönetmelik kapsamında yapılan başvurulardan üçüne olumlu yanıt verildiğini bildirdi. Özüdoğru, ikisi
İskilip’te biri Boğazkale-Hattuşa’da olmak üzere üç
yapının onarımı için karşılıksız olarak toplam 120
bin YTL kredi çıkarıldığını dile getirdi.Kültür
Müdürü Özüdoğru, İskilip Sadık Hotunlu Konağı için
30 bin İskilip Bahattin Dökmeci
Konağı için 40 bin ve Boğazkale Hasan-Rasih
Dölarslan’a ait harem-selamlık ve hamam
restorasyonu için 50 bin YTL ayrıldığını açıkladı.Yapılan yardımların
karşılıksız olduğunu belirten Özüdoğru, tarihi
konak sahiplerinin tescilli eserlerinin
restorasyonu için proje üretmeleri çağrısını
yineledi.
Çorum Haber, 15.06.2007
|
KURTKULAĞI KERVANSARAYI KURTARILDI
Ceyhan'a 12 kilometre mesafedeki Kurtkulağı beldesinde bulunan 17. yüzyılda yaptırılan Kurtkulağı Kervansarayı, restore çalışmasının tamamlanmasının ardından kapılarını ziyaretçilerine yarın düzenlenecek ''Karpuz Festivali'' ile açacak.

Ticaret yolları üzerinde ''konak yeri'' olarak inşa
edilen, barış zamanlarında pazar yerleri olarak da
kullanılan, savaşlarda ise düşmanlara karşı ''koruma
duvarı'' işlevi gören yapılardan biri olan
''Kurtkulağı Kervansarayı'', son çalışmayla daha
önceki hatalı restore nedeniyle ''gece kulübü''
imajı veren görüntüsünden kurtuldu.Ceyhan Kaymakamı
Ayhan Boyacı, yaptığı açıklamada,
kervansarayların, geçmişten günümüze farklı
amaçlarla kullanıldığını
belirtti. Geçmişte, geceleri güvenli konaklamaya
hizmet eden kervansarayların,
savaşlarda da düşmanlardan korunmak için adeta
''kalkan'' görevi üstlendiğini vurgulayan Boyacı,
''Bugün ise Anadolu'nun her yerinde birçoğu ayakta
kalabilen bu kervansaraylar, turizm çeşitliliğimizde
önemli bir kozumuzu oluşturuyorlar'' dedi.
Boyacı, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce aslına uygun
olarak restore çalışması tamamlanan Kurtkulağı
Kervansarayı'nın kapılarını yeni haliyle
ziyaretçilere ilk kez 15 Haziran'da düzenlenecek
''Karpuz Festivali'' ile açacağını belirterek,
şunları söyledi: ''Uluslararası petrol boru hattı,
turizmi de peşinden sürüklüyor. Bu
nedenle yöremizdeki tüm tarihi yerleri
ziyaretçilerine hazır hale getiriyoruz. Ana geçim
kaynağı tarım ve hayvancılık olan yöre halkı, artık
turizme de umut bağladı. Biz de yöre halkına,
bölgelerindeki tarihi yapılara sahip çıkarak,
bunlardan en iyi şekilde faydalanmalarını
öneriyoruz.''
Kervansaray 17. yüzyılda Hüseyin Paşa tarafından
yaptırıldı. Yapı daha sonra mimar başı Mehmet Ağa
tarafından onarıldı. Menzilhan olarak da bilinen
kervansaray, eski Halep yolu üzerinde yer alıyor.
Giriş kapısı doğuya bakan binanın içinde iki sıra
halinde uzanan ayaklar, birbirine sivri kemerle
bağlanıyor. Ayaklar ve sivri kemerler de yapının
üzerini örten beşik tonozları taşıyor.
Kervansarayın bahçesinde ise dönemin zenginlerinden
Haydar Ağa tarafından 1601 yılında yapılmış bir cami
yer alıyor. Yörede ayrıca, aynı kişi tarafından
yaptırılmış bir de türbe bulunuyor.
Sabah, 14.06.2007
|
PERU MEZARINDA SERAMİK BAŞLI BİR İNSAN
Bir Peru mezarında bulunan başsız insan iskeleti
antik And kültüründe insan kurbanı tartışmalarında
yeni bir dönem başlattı. Güney Peru’da Nazca
bölgesinde bulunan mezar burada MS ilk 6 yüzyıl
boyunca varlığını sürdüren kültüre ait. “Nazca
çizgileri” ile de tanınan bu kültürün insan kurban
törenleri ve kafatası koleksiyonları zaten
bilinmekte idi. Fakat toplanan kafataslarının
düşmanlara mı yoksa kurban edilen yerel insanlara mı
ait olduğu belirsizdi.

2004 yılında Texas State
Üniversitesi’nden arkeolog Christina Conlee ilk defa
başsız ve başın yerine seramik bir “baş kabı” olan
mezar buldu. Hem kurbanın yaşı, hem de vücudun ve
kabın durumları, kurbanın bir törende öldürüldüğünü
açıkça göstermekte idi. Conlee “Bu mezar antik And
kültüründe insan kurban edilme törenleri açısından
olduğu kadar başların törensel olarak kesilmesini de
açıklaması açısından çok önemli” demekte.
İskelet 20-25 yaşlarında bir
erkeğe ait ve baş vücut daha taze iken, obsidiyen
bir bıçakla kesilmiş. La Tiza olarak da bilinen gömü
yerinde şimdiye kadar sadece üç tane, başının yerine
bir seramik kap bulunan mezar bulundu. Bulunan bu
seramik kaplara bu mezarların dışında sadece çok
önemli kişilerin mezarlarında ölü hediyesi olarak
rastlanması bu kurbanlara verilen önemin bir işareti
olarak kabul edilmekte.
Conlee’nin açıklamasına göre
buluntular Orta Nazca Dönemi olarak da bilinen MS
450-550 yıllarına tarihlenmekte.
National Geographic News,
Haber: Kelly Hearn, 06.06.2007
|
TARİH GÜN IŞIĞINA ÇIKMAK İSTİYOR
Niğde'de tarihteki adı Melandoza olan Çiftlik
İlçesi'nin, ilk
yerleşmeden günümüze tarihini aydınlatacak olan
çalışmalar devam ediyor.

Özyurt adıyla Nahiye Teşkilatı
olarak idare
edilirken 1972 yılında Belediye olan bölge, 7 Mayıs 1990 tarihinde Çiftlik adıyla ilçe
oldu. İstanbul Üniversitesi tarafından 2000 yılında
bölgede başlatılan inceleme ve araştırmalarda ilçe
merkezine bir kilometre uzaklıktaki höyükte önemli
bulgulara ulaşıldı.
Gazeteci - yazar Ömer Fethi Gürer, Çiftlik
İlçesi'nde saptananların Niğde bölgesinde Köşk Höyük
ile benzerlik taşıdığını ve aynı döneme ait olma
olasılığının uzmanlar tarafından dile getirildiğini
belirterek, Anadolu tarihinde yeni bir sayfanın
açılacağını umduğunu söyledi. Gürer şu bilgileri
verdi:
"Höyük ile ilgili ilk tespit, I.A.Todd tarafından
13.09.1966 tarihinde yapılmış ve 300x170 m
boyutlarında olduğu belirlenen ve oval biçimli bir
höyük konisi ile 100 m uzunlukta bir terastan
oluştuğu saptanan höyüğün 33.300 m'lik bir alanı
kapsadığı da saptanmıştır. 9.60–4.60 metrelerde
değişen ovaya göre yüksekliği olan höyükte, İstanbul
Üniversitesi Araştırma Fonu tarafından desteklenen
proje yürütülmektedir. Tepecik-Çiftlik' deki
çalışmalar ile Neolitik – Kalkolitik dönemle ilgili
izler bulunduğu yer yakınlarında başka bir höyük
olmaması, bu alanın yerleşim açısından önemini
gösteriyor. Çiftlik Kasabasının Holsen (yaklaşık 12
bin yıl önce) gölalanı olduğu, süreç içinde dolan ve
ova halini alan bölgenin küçülme süresinin yaklaşık
8 bin yıl önce yerleşmelerde başladığı da
saptanıyor. Neolitik dönem, avcı-toplayıcı dönemden
ilk defa yerleşik üretim yapmaya başlanan dönem
olarak da biliniyor. Bereketli Hilal olarak da
tanımlanan bölge genel olarak bilinmeyen tarih için
önemli verilerin olduğu alan olarak uzmanlarca
tanımlıyor. Bölgede devam edecek çalışmalarda önemli
bulgulara erilmesi bekleniyor."
Niğde Kent Haber, Haber: Ömer Fethi Gürer,
14.06.2007
|
'TARİHİ KENTLER'İN KADIKÖY BULUŞMASI
"Küresel
kültür, yöresel değerlerimizi yok etmeye çalışıyorsa
daha duyarlı olmalıyız. Bize ait ne varsa korumamız
lazım..."
Tarihi Kentler Birliği (TKB) Başkanı ve Kayseri
Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki'nin
bu sözleriyle başlayan TKB Kadıköy Buluşması'ndaki
tema "Geleceğe Miras: Kent Çarşıları"ydı.
Caddebostan Kültür Merkezi'nde 26 Mayıs 2007 günü
yapılan oturumlarda, geleneksel çarşı ve
pazarlarımızdaki binlerce yıllık "yaşama
kültürümüzün yaşatılması" ele alındı. Buluşmanın
"sonuç bildirgesi"nde de antik "agora" ve "arasta"larımızdan gelen bu zenginliğimizi
acımasız "rekabet"leriyle yok eden alışveriş
merkezleri için şunlar vurgulandı:
"Önemle belirtiriz ki kent merkezlerinde yuvalanmış
büyük iş merkezleri ve hipermarketlerin, kent dışına
taşınarak tarihimizin, tarihi çarşılarımızın rakibi
olmaları engellenmelidir. Ayrıca çıkması beklenen
büyük mağazacılık yasasında bunların da çalışma günü
ve saatlerine sınırlama getirilmesini TBMM'den
dilemekteyiz..."
Peki, özellikle şu son 4 yıllık "muhafazakar"
dönemde, imarla ilgili onca "kar" amaçlı düzenlemeye
rağmen geleneklerimizin "muhafaza"sını da sağlayacak
süpermarket yasası neden tavsatıldı? Kabinenin
yeniden aday gösterilmeyen tek üyesi, Sanayi ve
Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un yanıtı "açık" ve
"net"ti: "Büyük mağazaların tepkisi nedeniyle geri
çektik..." (10 Eylül 2004-Ekonomi)
Bu tepkilerin ardındaki "yatırım"lar ise dur durak
bilmiyor. 20 yılda 115 mega alışveriş merkezi
açılırken 2008'e kadar 37'si daha eklenecekmiş.
Sadece İstanbul'da ise Cevahir ve Akmerkez gibi iki
devin toplamından 17 kat fazla alanlı yeni "shopping
center"lar planlanmış!
Acaba süpermarket yasası, küresel tüketim sektörünün
ülkemizdeki bu büyük "istila"sını tamamlamasını mı
bekliyor?
Buluşmanın ev sahibi Kadıköy Belediye Başkanı
Selami Öztürk dedi ki: "Yerel yaşamı en iyi
bilenler yerel yöneticilerimizdir. Çarşılarımız ise
birlikte yaşamanın güvenceleridir. Anadolu'nun
dünyadaki bu en zengin kent kimliğini korumak
zorundayız..." Başarılı restorasyonuyla özgün işlevi
korunduğu için 2006 yılı TKB ödülünü alan
"Süreyya Operası"nın Kadıköy çarşısıyla kültürel
birlikteliğini anımsatan Öztürk, şunları ekledi:
"Sanatın da merkezi olan eski çarşımız kentin
ruhudur; toplumsal bilincin mayasıdır..."
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım
Güzelbey de aynı ödülü paylaşan "Bakırcılar
Çarşısı" projesini şöyle özetledi: "16. yy'dan
beri yaşayan çarşıyı sağlıklılaştırmak ekonomiyi de
canlandırdı. Artık herkes burayı görmek ve alışveriş
yapmak istiyor; esnaf da sanatlarının tarihsel
ustalığını ve zarafetini yeniden gösteriyor..."
TKB üyesi belediyelerin, tarihten gelen alışveriş
mekanlarımızın "süpermarket yasası"nı durduranlara
karşı "direnişini güçlendiren" bu anlamlı projeleri
karşısında, Prof. Dr. Metin Sözen de şunları
söyledi:
"Bu örnekler, Türkiye'nin unutmaya başladığı
geçmişine bakmayı yeniden hatırlatıyor. Düne kadar
bilim insanları konuşuyor, bilgilerini aktarmakla
yetiniyorlardı... artık yerel yöneticiler konuşuyor.
Yaptıklarını, birikimlerini anlatıyorlar ve destek
istiyorlar. Onlara vereceğimiz en büyük destek,
İstanbul'un Anadolu'yu artık fark etmesini
sağlamaktır..."
Metin Sözen'in "İstanbul"dan kastettiği, kuşkusuz
öncelikle bu kenti yönetenler olmalı... Çünkü
"küresel tüketim merkezleri"ne karşı insanlık mirası
olarak yaşatılmaları gereken tarihsel çarşılarımız,
hatta dünya güzeli Kapalıçarşımız bile "pazar
günleri de açık tutulan" şımarık rakiplerine karşı
adeta "sahipsiz"ler...
Yöneticiler ise kente saygısız "alışveriş
hangarları"nı sınırlamak yerine, daha da "özendiren"
ayrıcalıklı imar olanaklarını sunuyorlar. İşte bu
umarsızlığın "Anadolu erdemliliğini fark edebilmesi"
için İstanbul Büyükşehir Belediyesi de TKB ailesine
kabul edildi.
Kadıköy Buluşması'nın ardından toplanan TKB Meclisi,
başvuruları danışma kurulunca da olumlu görülen
Şehitkamil (Gaziantep), Samsun, Beyoğlu (İstanbul),
Çankaya (Ankara), Mersin, Ereğli (Konya), Didim
(Aydın), Darende (Malatya), Eyyüpnebi (Şanlıurfa),
Tomarza (Kayseri), Adıyaman, Lapseki (Çanakkale) ve
Vezirköprü (Samsun) ile birlikte İstanbul'un da
üyeliğine karar verdi.
Böylece 2600 yıllık metropolümüz de "geçmişine
saygılı kentleşme sözü" vermiş 200'ü aşkın TKB üyesi
arasına katılmış oldu. Bakalım, 2000 yılından bu
yana belediyelerin "yerel kimlik"leriyle bir araya
geldikleri bu onurlu üyeliğe ait "sorumluluk"lar,
İstanbul'daki kültür yoksunu imarcılığı
durdurabilecek mi?
TKB Meclisi'nin Kadıköy gündeminde "seçim" de
vardı... Encümen üyelerinden Rıza Yalçınkaya
, milletvekilliği adaylığı için Bartın Belediye
Başkanlığı'nı bıraktığından, TKB yöneticiliğinden de
ayrıldı.
Boşalan encümen üyeliğine Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal seçildi. Böylece, kentlerindeki
"mimarlık mirası"nı korumak için bir araya gelen
belediyelerin birlik yönetiminde bir "mimar" da
görev almış oldu...
Meclisin ardından Emirgan'daki tarihi Şerifler
Yalısı'nın TKB genel merkezi olarak açılışı da
yapıldı. Harem Dairesi günümüze gelemeyen, sadece
Selamlık bölümü korunabilen yalının bahçesinde, 2006
yılı koruma ödüllerini kazanan üye belediyeleri
kutlama töreni gerçekleştirildi.
Maliyeden kiralanan ünlü yalı, 1782'de yapılmış ve
Boğaziçi'ndeki barok mimari örneklerinden...
Ülkemizde "tarihi dokuları sahiplenen belediyecilik"
anlayışının gelişmesine eşsiz katkılarda bulunan
TKB'ye de doğrusu çok yakışıyor...
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 14.06.2007
|
DÜNYAYI SARSAN TARİHİ
KALINTILAR
Şanlıurfa’nın 20 km doğusundaki Örencik Köyü
yakınlarında bulunan Göbeklitepe’de yapılan kazı
çalışmaları ile birlikte, bilim ve tarih dünyasını
derinden sarsacak kalıntılar ortaya çıktı.
Neolitik döneme ait dünyanın ilk inşa edilmiş
tapınağının kalıntılarını bulunduran Göbeklitepe’de
çalışmalar hızla devam ediyor.

Yapılan kazılarda günümüzden 11.500 yıl öncesine ait
büyük (Çanak-Çömleksiz Neolitik Dönem) bir tapınak
kalıntısına ulaşıldı. 90 dönüme yayılan bu alanda
bugüne kadar ancak yüzde 1’lik bir kazı yapılmış ve
elde edilen bulgular arkeoloji dünyasında bomba
etkisi yapmıştı. Neolitik döneme ait dünyanın bu ilk
tapınağını önemli kılan nedenin, tapınağı
yapanların, yerleşik hayata geçmemiş avcı-toplayıcı
insanlar olduğu iddia ediliyor.
Kazı alanında “T” biçimli 16 destek ve kireçtaşı
tabakası dikkat çekiyor. Bu taşlar üzerinde çeşitli
hayvan kabartmaları ya da taşa kazınmış figürler ile
yaban domuzu, kaplumbağa ve akbaba heykelleri yer
alıyor. Arkeologlara göre Göbeklitepe, bölgede
yaşayan insanlarca dini amaçlar için düzenli olarak
ziyaret edilen bir buluşma yeri. Göbeklitepe, resim
sanatının taşa kazındığı, haberleşmenin sembollerle
yapıldığı dünyanın ilk yerleşim yeri olma özelliğini
de taşıyor. Bölgede bulunan bazalttan yapılmış
kaplar ve işlenmiş çakmaktaşlarından, burada
yerleşimin kalıcı olmasa da, en azından geçici bir
süre devam ettiğini ortaya koyuyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 14.06.2007
|
KONGRE VADİSİ PROJESİ SEÇİM SONRASINA KALDI
AKP’nin, sanatçılar ve toplumun çeşitli
kesimlerinden gelen tepkilere karşın, aralarında
İstanbul Taksim’deki AKM Binası ile Harbiye’deki
Muhsin Ertuğrul Tiyatro binasının da bulunduğu
tarihi mekanları yıkmayı öngören Kongre Vadisi
projesi araya erken genel seçimlerin girmesi ile
başka bahara kaldı.

Kamuoyunda tepkilere neden olan ve
son olarak Anıtlar Kurulu’nun verdiği karar ile de
zora giren Kongre Vadisi projesi, araya erken
seçimin germesi ile gündemden çıktı.
Projeyi izleyen kongre turizmi organizasyonu yapan
acenta yöneticileri, araya erken seçimlerin girmesi
nedeniyle projenin gündemden çıktığını, projenin
geleceğinin ise seçimlerden çıkacak sonuçlara bağlı
olduğunu belirtiyorlar.
Kongre Vadisi projesi, AKP
hükümetin aldığı karar ile gündeme gelmişken, işin
sahibi olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi proje
için ihale açmış, ancak ihale daha sonra iptal
edilmişti.
İstanbul 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu; konuyla ilgili olarak yaptığı
incelemeden sonra Taşkışla Divan Pastanesi'nden
başlayarak Hilton Oteli, TRT binası, Harbiye Muhsin
Ertuğrul Sahnesi, Lütfi Kırdar Kongre Sarayı ve
Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nu içine alan bölgeyi SİT
alanı ilan etmişti.
İstanbul 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mete Tapan, 1938'de
yapılmış plandaki hatlara göre Harbiye bölgesindeki
binaların zaten tescilli olduğunu belirterek, "Bu
bölgeye yeni binalar yapılamaz. Hilton ve çevresi
olarak anılan bölgeyi tarihsel ve kentsel SİT alanı
ilan ettik” demişti. Tapan, bakanlığa gönderdikleri
kararın onaylanması ile bu bölge üzerindeki
tartışmaların biteceğini söylemişti.
AKP, çok sayıda tarihi binanın yıkılmasını da içeren
projeye gerekçe olarak IMF Guvernorler toplantısının
2009’da İstanbul’da yapılacak olmasını gösteriyor.
Projeye bağlı olarak yıkılması gündeme gelen
İstanbul Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi (AKM)
ile ilgili olarak ise Kültür ve Turizm Bakanı Atilla
Koç, ''AKM’yi yıkmıyor yapıyoruz” diyordu. Koç buna
yönelik eleştiriler içi ayrıca “Her yiğidin bir
yoğurt yiyişi vardır” demişti.
Turizm Gazetesi, 14.06.2007
|
4 ASIRLIK TABLOYU BURNUNUN DİBİNDEN
ÇALDILAR
Hollandalı ressam Frans van Mieris
tarafından yapılan resmin 1.2 milyon ABD Doları
değerinde olduğu belirtildi. Yetkililer, eni 30,
boyu ise 26 santimetre olan küçük tablonun 10
Haziran Pazar
günü öğle saatlerinde, galerinin halka açık olduğu
sırada çalındığını bildirdi. Güvenlik
kameralarındaki görüntülerin incelendiği, ancak,
tablonun çalındığı odada kamera bulunmaması
yüzünden, bir sonuç alınamadığı kaydedildi. Galeri
Müdürü Edmund Capon galerinin sıkı
güvenlik önlemleriyle korunduğunu ifade ederek, "Şok
oldum. Galeriyi her sene yaklaşık 1 milyon insan
ziyaret ediyor ve bu çok nadir bir olay" diye
konuştu.
Avustralya'nın Sidney kentinde
bulunan New South Wales Sanat Galerisi'nden, 17.
yüzyıldan kalma önemli bir tablo çalındı.
Hırsızların, galerinin açık olduğu ve güvenlik
görevlilerinin bulunduğu sırada tabloyu çalmayı
başarması ise yetkilileri hayrete düşürdü.
Urla Gazetesi, 14.06.2007
|
|
POLONYALI ARKEOLOGLAR 5000 YILLIK BİR MISIR MEZARI
BULDULAR
Jagiellonian
Üniversitesi’nden Prof. Krzysztof Cialowicz’in
bildirdiğine göre Polonyalı arkeologlar Nil
Nehri’nin deltasının kuzey doğusunda 4900 yıl
öncesine tarihlenen ve çok zengin buluntuları olan
bir mezar buldular.

Üç ayrı Polonya Üniversitesi'nin
Tell el-Farcha’da sürdürdükleri ortak çalışma 10
yıldır devam ediyor. “Piliç Tepesi” anlamına gelen
bu tepe, MÖ 4. bine kadar ulaşan bir yerleşime ev
sahipliği yapmakta. Mısır’da firavunlar döneminin
başlangıcı demek olan bu tarih birçok açıdan büyük
bir öneme sahip. 2006 kazıları ise, bir yönetici ve
oğluna ait, yaklaşık 50 cm yüksekliğinde iki stel
ile tahta bir figür bulunması ile, Polonyalılar için
çok parlak bir sezon oldu.
Bu yıl ise Tell el-Farcha’nın
mezarlık kazıları yepyeni bir sürprizle başladı.
Dağınık bir kemik yığınının yanında son derece
değişik ve MÖ 3000 yıllarına tarihlenen mezar
hediyeleri bulundu. Taştan yapılmış ve sapına timsah
şekli işlenmiş bir kaşık bu buluntulardan sadece
birisi. Diğer bir keşif ise Mısır tarihinin en eski
bira fabrikasının Tell el-Farcha’da bulunması.
Mezarlıkta sürdürülen kazılarda
ortaya çıkan en ilginç yapı ise 2. Hanedanlık
Dönemi’ne (yaklaşık MÖ 2900) ait olduğu varsayılan,
tuğladan yapılmış, 8x9 m gibi çok büyük ölçüye sahip
bir mezar. Prof. Cialowicz “Mezarda 50 seramik, 30
taş eser, bakır mızraklar ve mücevherler bulduk. Bu,
o dönem için çok zengin bir mezar” dedi.
http://en.naukawpolsce.pl,
05.06.2007
|
DİDİM'DE ETNOGRAFYA MÜZESİ AÇILMASI İÇİN GİRİŞİM
BAŞLATILDI
Aydın'ın Didim İlçesi'nde, Etnoğrafya
Müzesi yapımı için çalışma başlatıldı.
Didim
Apollon Tapınağı ve Hisar Mahallesini Yaşatma Kültür
ve Sanat Derneği Başkanı Hilmi Yıldırım, Hisar
Mahallesi'nde Etnoğrafya Müzesi için Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile yazıştıklarını söyledi.
İlçede bir
başka projelerinin Rumların, Yörüklerin, Makedonya
göçmenlerinin ve Doğu-Güneydoğu'nun halk oyunları
ekiplerini oluşturmak olduğunu söyleyen Yıldırım,
''Batı Trakya ekibi, Efe oyunu ile Doğu-Güneydoğu
halk oyunları ekiplerini oluşturarak, kültür
kaynaşmasını ortaya çıkarmak hedefindeyiz'' dedi.
Didim'in
simgesi Apollon Tapınağı'nın korunması gereken en
önemli kültür mirası olduğunu ifade eden Yıldırım,
tapınak duvarlarının yıkılmak üzere olduğunu, buna
önlem alınması gerektiğini bildirdi
Turizm Gazetesi, 14.06.2007
|
 |
YILLARDIR ATIL BEKLEYEN ASKERİ MAHKEME BİNASI MÜZE OLUYOR
Kocaeli'nde 1863 yılında redif subayları için, İzmit Mutasarrıfı Hasan Paşa tarafından inşa ettirilen ve bir süre kolordu mahkeme binası olarak da kullanılan yapı, "Atatürk, TSK ve İzmit Redif Müzesi" olacak. Kocaeli Valiliği, 15. Piyade Tümen Komutanlığı ve Kocaeli Üniversitesi'nce yürütülen çalışmalar Valilik 100. Yıl Toplantı Salonu'nda kamuoyuna tanıtıldı. Müzede, Atatük, Silahlı Kuvvetler ve İzmit ile ilgili eserler yer alacak. Kocaeli Valisi Gökhan Sözer, yaptığı konuşmada, 17 Ağustos 1999 depreminde kullanılamaz hale gelen ve Redif Binası olarak bilinen tarihi yapının ilin önemli kültür varlıklarından birisi olduğunu, İzmit'in kültür, tarih ve tabiat varlıkları olarak zengin bir bölge olduğunu söyledi. Bu zenginliklere sahip çıkmanın, halkın kullanımına sunmanın esas olduğunu ifade eden Sözer, kentin Atatürk'ün yaşamında da önemli yerinin olduğunu kaydetti. 15. Piyade Tümeni ve Garnizon Komutanı Tümgeneral Emin Cihangir Akşit de, tarihi yapıyı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) toplumsal gelişime destek faaliyetleri kapsamında İzmitlilerin hizmetine sunmaktan gurur duyduklarını belirtti. Tümgeneral Akşit, müzede Atatürk bölümü oluşturacaklarını, bunun için materyal desteğine ihtiyaç duyduklarını bildirdi. Bu amaçla Kocaeli Valiliği'yle bir proje başlatacaklarını dile getiren Tümgeneral Akşit, elinde Atatürk'le ilgili materyal bulunanların kendilerine bağışta bulunmasını talep etti. 15. Piyade Tümeni ve Garnizon Komutanlığı adına yürütülen çalışma hakkında bilgi veren Kurmay Albay Ata Uz ise çalışmaların 2006 yılının Ocak ayında başlatıldığını, binanın rölöve ve güçlendirme çalışmalarının da devam ettiğini kaydetti. Projeyi gelecek yılın ağustos ayında tamamlamayı hedeflediklerini dile getiren Uz, müzede İzmit'in Kurtuluş Savaşı'ndaki yeri, İzmit'in kurtuluşu, İzmit'te milli mücadele kahramanları, bölgedeki ayaklanmalar, Atatürk'ün İzmit'e gelişi ile yakın tarihte yaşanan gelişmelere ait dokümanların bulunacağını, binanın ikinci katında ise Atatürk'e ait eşya, belge, tarihi objeler ve balmumu heykelinin yer alacağını sözlerine ekledi.
Zaman, Haber: Mehmet Güler, Fotoğraf: Özgür Kocaeli, 14.06.2007
|
MİLAS MÜZESİ'NDE ÇALIŞMALAR TAMAM
Uzun
yıllar ziyaretçilerini ilk haliyle karşılayan Milas
Müzesi son derece özverili bir çalışma sonunda
yenilendi. Müze teşhir salonunda aydınlatma, döşeme
gibi birçok yenilik tarihi eserlerin sergilendiği bu
önemli merkezi bambaşka bir görünüme kavuşturdu.
Müzede ayrıca eserlerde güncelleme yapılarak son
kazılarda gün ışığına çıkarılan tarihi varlıklar
sergilenerek bu bilime ilgi duyanların Milas’ın
tarihiyle ilgili daha aydınlatıcı bilgi edinmesi
amaçlandı. Karya ve Menteşeoğulları’na başkentlik
yapan tarihi kentin müzesi, Müzeler Genel
Müdürlüğü’nün aldığı bir kararla resmi tatil, hafta
sonu tatillerinde de mesai saatleri içinde açık
olacak. Milas Müzesi Müdürü Erol Özen, yenileme
çalışması sonucu aynı zamanda güncelleme yapıldığını
belirterek, “Yeni vitrinlerimize bir ay önce
yaptığımız kazılardan elde edilen eserlerimizi de,
bugüne kadar hiç gün yüzüne çıkmamış eserleri de
koyduk. Aynı zamanda mevcut eserlerimizin de daha
güzel sunumunu yapmaya çalıştık. Teşhir salonunda
kumaş, ışıklandırma ve tabanında yenilik yaptık”
dedi.
Erol Özen, nisan ayından itibaren genel müdürün
talimatı ve Bakanlık’tan gelen resmi yazıyla 2002
yılından beri personel eksikliği nedeniyle kapalı
kalan müzenin bundan böyle hafta sonları ve resmi
tatillerde mesai saatleri içinde ziyaretçilere açık
olacağını söyledi. Milas Müzesi vitrin yenileme
çalışmasının tam bir imece usulüyle gerçekleştiğini
anlatan Özen, şöyle konuştu: “Vitrinleri yenilerken
mimar, öğrenci, arkeolog, sanat tarihçisi gibi
meslek gruplarının fikirlerini dikkate aldık. Bundan
maksadımız herkesin beğeneceği bir müze
oluşturmaktı.” Özen, iki uygarlığa başkentlik eden
ve tarihsel açıdan zengin bir varlığa sahip olan
Milas Müzesi’ne yalnızca ‘makyaj’ uygulandığını
ifade ederek müze bahçesinde ayrılan bir ödenekle
yeni düzenleme yapılacağını, güvenliğin daha da
artırılarak yenilikler getirileceğini anlattı. Özen
ayrıca, tarihi Milas’a daha çok yakışan bir müze
kurulma çalışmalarının sürdüğü müjdesini de verdi.
Akşam Ege, 14.06.2007
|
MÜDÜR
DEĞİŞTİ HEYKEL ELDE KALDI
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Çanakkale
kahramanı Seyit Onbaşı’nın heykelini üçüncü kez
değiştirmek için yaptırdığı son heykeli almadı.
Daha önce yaptırılan iki heykel tarihi gerçeklere
uymadığı için eleştirilirken son heykel ise dört
aydır atölyede duruyor. Heykelin çatlamaya
başladığını belirten heykeltıraş Murat Daşkın, Genel
Müdürlüğün artık kendisine yardım etmediğini
belirtti. Heykelin yapılma talimatını veren Genel
Müdür Bayram Bilge Tokel’in ve Plastik Sanatlar
Daire Başkanı’nın görevinden ayrıldıklarını
hatırlatan Daşkın, şimdi Genel Müdürlüğe vekaleten
bakan Mustafa Atalar’ın ise kendisine "Elimizde üç
tane Topçu Seyit Onbaşı heykeli oldu. Ben de ne
yapacağımızı bilmiyorum" yanıtını verdiğini aktardı.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 14.06.2007
|
|
"BUGÜN CAMİLER SADECE BİR PROPAGANDA AMACI OLARAK
YAPILIYOR"
Bir taçyapıtı olarak
nitelendirilen 'Osmanlı Mimarisi'nin yazarı Doğan
Kuban, '15. yüzyıldan 19. yüzyıla Osmanlı sultanları
cami yaptırıyorlar ama hiçbiri eskiye benzemiyor.
Dünyadaki bütün Müslüman ülkelerde yapılan yeni
camiler bizim bugün yaptıklarımızdan bin kat iyi.
Bizimkiler artık kötü bir propaganda ve ticaret
aracı olarak yapılıyor' diyor.
 |
Doğan Hasol (solda) Doğan Kuban'ın kitabını Mimar Sinan'ın Selimiye'si gibi 'tacyapıt' olarak nitelendiriyor. İlk Osmanlı mimarisi kitabını Goodwin'in yazdığını hatırlatan Kuban "Biz niye yapmıyoruz diye 30 yıl kızdım ve oturup bu kitabı yazdım" diyor. |
Yapı-Endüstri
Merkezi'nin 40. yılında Prof. Doğan Kuban'ın
'Osmanlı Mimarisi' adlı kitabını çıkarmaktan dolayı
mutluluk duyuyoruz. Bizim için, bu boyutta kitap
ilk. Bir prodüksiyon gibi oldu; ünlü fotoğrafçı
Cemal Emden'in çektiği yüzlerce yeni fotoğrafı ve
oluşturulan yeni çizimleri içeriyor. Bu kitap
Osmanlı tarihinin mimari dille anlatılması ve
mimarlık tarihiyle sosyal tarihin bir araya gelmesi
bakımından çok önemli, bir yapılar kataloğu değil.
Erken Osmanlı döneminden Cumhuriyet'e kadar
eleştirel bakış içeren bir değerlendirme. Ayrıca
Osmanlı döneminde yaratılan kent çevresi ve
mimarlığın dünya mimarlığı içinde karşılaştırmalı
bir panoramasını, bu alanda yapılmış en son çalışma
ve bulguların verilerini de dikkate alarak sunuyor.
Osmanlı'da mimarlık denince yapılar var yalnızca.
Yani proje, çizim yok, kitap ve belge de çok az.
Bütün bu olumsuzluklar araştırma sürecini nasıl
etkiledi? Bu olumsuzluklar bir dezavantaj mıdır?
Bence elbette dezavantaj çünkü her yapının arkasında
bir program var. Ne kadar basit olursa olsun o
program hakkında yeterli bilgi sahibi olmak önemli.
Eğer programın arkasında birtakım kuramsal fikirler,
felsefe vb. olsaydı daha da zor olurdu. Rönesans
eğilimleri yok. Yapıların varlığı kendi başlarına
mimarlık tarihini yazmak için yeterli olmasa bile
asıl malzemedir. Örneğin Naima'yı okuyorsun, koskoca
Sultan Ahmet Camisi'nden birkaç satır söz ediyor. O
yüzden ne kadar beğenmesek de, Evliya Çelebi her
şeye karşın en büyük kaynak, çünkü gözlemci. Örneğin
Selimiyesi'yle ilgili birçok şeyi; strüktürü bile
gözlemleyebiliyor. Keşke öyle birkaç kişi daha
olsaydı da biraz daha fazla öğrenseydik.
Osmanlı'nın ekonomik yaşamı anlatan, birikmiş
belgesel bilgi var. Onlar insana çok şey
öğretiyorlar gerçekten. Fiziksel varlıkları ve o
sayısal belgeleri değerlendirerek belli bir ölçüde
mimarlık tarihi yazma olanağı var.
Bizim gibi bir memleketin kendi tarihini yazma
zorunluluğu var. Birçok Osmanlı tarihi kitabı
yazılmış gerçi ama sokaktaki adama 'Osmanlı tarihini
anlat' dersen, özetleyebileceği bilgiyi
edinebileceği kaynak yoktu. İrili ufaklı kitaplar,
makaleler var ama derli toplu, kapsamlı bir yayın
yoktu. Osmanlı mimarlık tarihini ilk kez Robert
Kolej'de tarih öğretmeni olan Goodwin kapsamlı
olarak derledi. Bu işin uzmanı değil. Sonradan kitap
yazdıktan sonra uzman oldu ama akıllı bir Avrupalı,
tarihçi. Okunabilir bir kitap yazdı. Ama sonunda, bu
30 yıl sürünce kızdım. Goodwin'e kızmadım; Goodwin
çok iyi bir ödev yaptı. Bizim bunu niye
yapmadığımıza kızdım. Onun üzerine Osmanlı mimarlık
tarihini de yazayım dedim. Kendi düşünceme, kendi
bilgime göre dünyayı da oldukça tanımış olduğumu
düşünerek yazdım. Fena da olmadı.
Belki de güçlük biraz da yazılanların
yayımlanmasında. Yayın desteğinin sağlanabilmesi
gerekiyor. Kültür Bakanlığı'nın hazırladığı öyle
kitaplar biliyorum ki, çok yüksek bütçeli ama
kimsenin okuyamayacağı türden. Bizde devletin bunu
yapması gerekiyordu ama yapamadı. Belki zamanı ve
parası olmadı. İktidarlar maalesef hangi konuda
olursa olsun kendilerine uygun adamlarla
çalışıyorlar, asıl uzmanlarla çalışmıyorlar.
Osmanlı, yalnızca Anadolu coğrafyasında değil;
geniş topraklara yayılan 600 yıllık bir devlet.
Osmanlı mimarlığını ana hatlarıyla nasıl
özetleyebilirsiniz? Bir ikinci nokta da, Osmanlı
mimarlığının dünya mimarlığı içindeki konumu...
Coğrafyaya bağlı bir durum o. Bence Osmanlı, Doğu
Akdeniz ve Balkan devleti. Ama diyeceksiniz ki, en
büyük İslam devleti olarak İslam bekçisi gibi
Hıristiyanlığın sınırında. Aynı zamanda Yakındoğu
İslamı'nın da Cezayir'e kadar coğrafya olarak
özümsediği bir bölgenin temsilcisi. Ama bana kalırsa
bir Anadolu-Balkan-Doğu Akdeniz imparatorluğu.
Osmanlı hep Viyana'yı hatta İtalya'yı bile almayı
düşünmüş ama Isfahan'a hiç gitmemiş. Dolayısıyla
Osmanlı'nın kavgası batıda. İstanbul batılı bir
şehir. Osmanlı da herkesin bildiği gibi kozmopolit
bir devlet. O yüzden mimarisi de kozmopolit. Ancak
Osmanlı mimarisi kozmopolittir derken 'kozmopolit
özgün değildir' anlamında değil. Örneğin
Hindistan'daki İslam mimarisi de kozmopolittir.
Hindistan'a gider gitmez bambaşka bir mimari
bulursunuz. Anadolu ile oradakinin hiç ilgisi
yoktur.
Biz Anadolu'da olduğumuz zaman iki ayrı dönemden
geçmişiz: Birisi Selçuklu dönemi. O bir yerleşme
dönemi. Selçuklu dönemi, İslam'ın (hem Arap, hem
İran, hem Orta Asya İslamı'nın) Anadolu'ya nüfuz
ettiği bir süreç; mimarisi de öyle. Selçuklu
mimarisi kendisinin henüz Orta Asya, İran ile göbek
bağının kesilmediği bir dönemi anlatan mimari. Ama
tam anlamıyla heterojen değil. Bu mimari süreç çok
uzun da değil; devlet, II. Kılıç Arslan öldüğü zaman
parçalanmış. Başlamasıyla bitmesi bir olmuş, o devir
tam bir fermantasyon devri. Fakat bütün önemli
örnekler doğudan, İslam'dan gelmiş. Anadolu'da 14.
yy'ın başından başlayarak Selçuk'u sürdüren ama daha
çok Bizans'ın etkisi altında olan bir bölgede
Osmanlı başka bir mimari geliştirmeye başlıyor. Daha
geometrik, daha soyutlanmış... Bütün ana biçimleri
doğudan geldiği halde yavaş yavaş daha değişik bir
yorumun varlığını gösteren yapılar. 15. yüzyıla
geldiği zaman artık Osmanlı; Selçuklu değil, İranlı
da değil, Arap da değil, hiçbir şey değil, yalnızca
Osmanlı. Bir yüzyıl süresince o tuhaf metamorfozu
geçirmiş. Sonra kendine özgü bir şeyleri Mimar
Sinan'dan önce tanımlamaya başlamış. Ama tipolojik
bağlamda geriye doğru gidebilirsin.
Osmanlı'nın klasikleşmesi ve dünya çapında yer
kazanmasıysa Sinan ile başlamıştır. Sinan gerçekten
büyük bir sanatçı. Selimiye hiçbir İslam yapısına
benzemez, hiçbir Avrupa yapısına da benzemez.
Gerçekten özgün, tek kubbeli bir konsept üzerine bir
başyapıttır. Dünyanın endüstri döneminden önce
yarattığı yapı teknikleri çok sınırlı. Taş var,
tonoz var, tuğla var vs. geometri üzerine kurulan
varyasyonlar var. O çeşitlemeler içinde Roma'dan
kalan tek cidarlı küresel kubbeli mekan tipinde en
güzel üsluplaşma süreci belki Sinan'da başlamıyor
ama bence orada bitiyor. Onu aşan başka bir şey de
yok. Michelangelo'nun San Pietro'sunu da bir yıl
inceledim Selimiye'yi incelediğim gibi. İkisi de tek
kubbeli ama ikisi arasında ne boyutsal, ne oransal
ne de konsept olarak ilişki var.
Osmanlı bu tek cidarlı kubbe çözümünü zirveye
taşır. Bizans'tan aldı kubbeyi gibi söylemler vardır
ama yepyeni yorumla başka noktaya getirmişti.
Osmanlı, Bizans'tan önce de kubbe yapıyordu.
Osmanlı'yı etkileyen Bizans geleneği ve Ayasofya'dır
ama o ortaçağ Bizans'ı değildir. Ayasofya'dan
etkilenmeyen bir adam olabilir mi? Köylüyü de
götürsen etkilenir. Bir mimar, haliyle etkilenir.
Sinan, daha İstanbul'a gelmeden, Üç Şerefeli Cami
inşa edilmiş. Üç Şerefeli Cami'de 26 metre çapında
bir kubbe vardır. Süleymaniye'yi Sultan Süleyman
istediği için yaptı, Kılıç Ali Paşa istediğinde
ötekini yaptı. Ama iş kendine kaldığı zaman
Şehzade'yi, Selimiye'yi yaptı. Yani Ayasofya'yı
yinelemedi. Süleymaniye'de de Ayasofya'yı yineledi
sayılmaz. Çünkü oradaki ışıklı mekan, strüktür ile
Ayasofya'daki kilise mekanı arasında hiç ilgi yok.
Orada geometrik konseptin olağanüstü bir sanatla
geliştirilmiş olduğu açık. Tıpkı, Divriği
bezemelerinin nasıl bir eşi yoksa, Selimiye
konseptinin de eşi yoktur.
Osmanlı'da korumacılık anlayışı var mıydı? Bizans
yapıtları konusunda ya da mimari miras konusunda
bakış nasıldı?
O devirde böyle şey yok. Ama mimari yapıtları
yıkmıyor, kullanıyor. Sultan Orhan'dan başlayarak
bakıyor kocaman güzel bir kilise, niye cami olarak
kullanmasın? Çünkü Emevi devrinden başlayarak
İslam'da kullanılmaz diye bir şey yok. Namaz kılma
mekanının tarifi İslam'da yoktur. Olmadığı için de
çok çeşitli tipoloji var. Hıristiyan dünyasında
nereye gitsen bazilika ya da varyasyonlarını
bulursun. Ama İslam dünyasında Çin'de, Arabistan'da,
Endonezya'da başka başka camiler var. Elbette basit
bir srüktürü var. Ama tipolojik olarak eyvanlı İran
camisi ile küçük kubbeli örtülü Arap camisi,
Osmanlı'dan farklı.
Koruma bugün ne kadar var ki? 30 yılı doldurmamış
anıtsal binaları yıkıyorlar...
Bu, ekonomik güdülerle, ticari anlayışla oluyor.
Kültürle ilgisi yok.
Osmanlı yıkmıyor, kullanıyor. Biz 21. yüzyılda
'Yıkıp yeniden yaparsak daha ucuza mal olur'
anlayışı içindeyiz!
Oysa daha ucuza mal olmuyor. Müteahhit daha çok para
kazanıyor.
Osmanlı'da mimarın eğitimi, mimarlık mesleğinin
uygulanması, meslek kurumları üzerine biraz
konuşalım...
Bir mimarı yaratan, Hassa mimarları ocağı. Aslında o
da sarayın içinde gibi. Buraya gelenlerin büyük bir
çoğunluğu devşirme başlangıçta. Devşirme de asker
kökenli oluyor. Eyaletlerin de inşaat loncaları var.
Oralarda da yetişen mimarlar var. Mimar dediğiniz de
aslında inşaat ustası. Mimar Sinan da Ser Mimaran-ı
Hassa ama aynı zamanda mühendis. Hendeseden,
geometriden anlamayan adam mimar olamıyor. Ama
mimariden önce bunların çoğu usta; taş ustası,
marangoz ustası vb. Sinan da büyük olasılıkla
marangoz olarak gelmiş. Ama orduda yüzbaşı,
zemberekçi başı olmuş. Yani asker. Bütün seferlere
başta istihkamcı olarak katılıyor, yol, köprü
yapıyor.
1965'te Britanya Mimarları Kraliyet Enstitüsü
RIBA'nın Londra'daki merkezine gittim. Bana 15. ve
16. yüzyıldan bu yana saklanmış mimari çizimleri
gösterdiler. Bizdeyse Anıtkabir'in projeleri bile
ortada yok. Projeler Seka'ya gönderilmiş yeniden
kağıt olmuş, yani Osmanlı meselesi değil... Bu
belgeler bizde niçin yok?
Saklanmamış, çünkü hiç yok. Çiziyorlar elbette ama
kabaca çiziyorlar. Yani Gotik dönemde ne kadar
çiziyorlarsa bizde de o kadar. Maket yapıyorlar.
Minyatürlerde de resimleri var. Süleymaniye'nin
maketini görebiliyoruz, tam benzemiyor, bire bir
maket değil o, bir imaj. Niye saklanmamış ben
bilemiyorum, biz hala arşiv fikrine ulaşmamış bir
toplumuz.
İnsanların kafasında bir çeşit ulusalcılık,
geriye bakış, eskiye öykünme, eskiyi taklit etme ve
eskiyi yeniden yaratma güdümü var. Bunlar insanların
genlerinde olmalı herhalde. Şu anda da Yeni
Osmanlıcılık denemeleri var; gerçi böyle
adlandırılmıyor ama örneğin bir Milli Eğitim Bakanı
çıkıp 'Osmanlı tarzı okullar yapacağız' diyebiliyor
ve bu anlamda çalışmalar görüyoruz. Bu konuda ne
dersiniz? Bir de bugünkü camiler; yeni yapılmakta
olanlarla ilgili yorumlarınız nedir?
Esinlenmek ayıp değil. Güzel bir binadan
hoşlanırsınız, tipolojiler sonsuz değil zaten,
dolayısıyla birini uygularsınız, strüktürel olarak
da doğruysa, sorun yok. Yalnızca plana bakarsınız
aynıdır ama oranlar, açıklıklar, kullanılan malzeme
vb. ikisini yan yana koyduğun zaman aynı plan
olduğunu anlayamazsın.
Ama bizde yapılmak istenen ilkokul. Osmanlı'nın
hangi döneminde bugünkü, sekiz yıllık ilköğretim
okuluna karşılık olabilecek bir plan tipi var? Yani
sıbyan mektebini mi uygulayacaksınız? Sanıyorum
yalnızca cephecilik esas alınacak.
Osmanlı'da ilk üniversiteyi yaptıkları zaman, eskiye
bakarak medreseyi mi yapmışlar, yok. Avrupa
binalarına benzer koskoca askeri kışlaları nereye
bakarak yapmışlar? Yeniçerilerin kışlalarına
benzeterek mi? Hayır.
Ama camilere gelince Türkiye'de bu tür yapıları
yaptıran, toplumun kültürünün içeriğini gösteriyor.
Bizdekiler ilkel çünkü, kopya da çekemiyorlar.
Klasik Osmanlı'ya benzer cami yapıyorlar sözümona
ama kiliseye benziyor. Kompozisyondan, orandan hiç
anlamıyorlar. Osmanlı işlevsel bir cami yapıyor,
onun üzerine de oranlı minare yapıyor. Şimdiki gibi
betonarme, göklere çıkan minareler tümüyle türban
takmaya benziyor. Artık mimariyle, sanatla ilgisi
yok bu işin. Osmanlı tarihine baktığınız zaman
Osmanlı 15. yüzyılda bir cami yapıyor, 16 ve 17.
yüzyılda daha başka. 19. yüzyıla geldiğinde bütün
Osmanlı sultanları cami yaptırıyorlar ama hiçbiri
eskiye benzemiyor. Tipolojisini değiştiriyorlar, ön
tarafına sultan mahfillerini ve dairelerini
ekliyorlar. Çok güzel binalar, iç mekanları
olağanüstü yapılar var. Dünyadaki bütün Müslüman
ülkelerinde yapılan yeni camiler yeni olmaya
çabalıyor ve bizimkilerden bin kat iyi. Bizimkisi
yalnızca kötü bir propaganda aracı, ticaret aracı
olarak yapılıyor.
Siz kitapta Selimiye'den 'taçyapı' diye söz
etmişsiniz.
Bruno Taut'un sözüdür o. Selimiye, Edirne'nin
tacıdır diyor.
O zaman ben de ondan esinlenerek 'Osmanlı
Mimarisi' kitabınız için Doğan Kuban'ın taçyapıtı
diyerek söyleşimizi bitirmek istiyorum. Teşekkür
ederim.
Radikal, Haber:
Doğan Hasol, Fotoğraf: Muhsin Akgün, 14.06.2007
|
MİNARELERİ DE GİTTİ
Iraklı Şiilerin en kutsal
mekanlarından olan ve geçen yıl altın rengi kubbesi
yıkılan Samarra’daki Askeriye Türbesi dün yine
bombalandı ve bu sefer iki minaresini de kaybetti.
Büyük infial yaratan saldırıdan El Kaide sorumlu
tutuluyor. Geçen yıl kubbenin yıkılması Şiiler ile
Sünniler arasında mezhep çatışmalarını tetiklemiş ve
34 bin 142 kişi ölmüştü.

Irak’taki mezhep çatışmalarının başlangıcı
sayılan geçen yılki saldırıda kubbesi yıkılan
Şiilerin Samarra’daki Askeriye Türbesi Camisi dün
yine bombalandı. Bu sefer de iki minaresi tamamen
yıkılan türbeye yapılan saldırı infial yarattı. Irak
hükümeti saldırıden dolayı El Kaide’yi suçlarken,
Iraklı Şiilerin lideri Mukteda El Sadr, 3 günlük yas
ilan ederek itidal çağrısında bulundu.
Samarra’ya
saldırının ardından derhal sokağa çıkma yasağı ilan
edildi ve takviye polis kuvvetleri gönderildi.
Türbenin ikinci kez bombalanmasının mezhep
çatışmalarını daha da şiddetlendirmesinden
korkuluyor.
Irak Başbakanı Nuri El Maliki, caminin
bombalanmasından Irak El Kaide örgütünü ve idam
edilen Saddam Hüseyin yandaşlarını sorumlu tuttu ve
saldırganların Irak’ta mezhep çatışması çıkarmaya
çalıştığını savundu. Maliki, Irak’ta diğer camilerin
de saldırıların hedefi olabileceğini belirterek,
camilerin etrafındaki güvenlik önlemlerinin
artırılmasını istedi. Amerikalı komutanlardan
takviye kuvvet isteyen Maliki, Askeriye Türbesi'nin
korunmasından sorumlu tüm güvenlik güçlerinin
tutuklanması talimatını verdi.
Şiilerin ruhani lideri Ayetullah Ali el-Sistani de,
saldırıyı "iğrenç" olarak niteledi ve Iraklılara
şiddete şiddetle karşılık vermemeleri çağrısında
bulundu. Mukteda el-Sadr yandaşı 30 milletvekili,
saldırıyı protesto etmek amacıyla parlamento
oturumlarını boykot edeceklerini açıkladılar.
ABD saldırıdan El Kaide’yi sorumlu tutarken
İran ise ABD’yi suçladı. İran Cumhurbaşkanı Mahmud
Ahmedinejad, Irak’taki güvenlikten işgalcilerin
sorumlu olduğunu ifade ederek, kutsal mekanlara
yapılan saldırıların sorumlularının da başta ABD
olmak üzere işgal kuvvetleri olduğunu söyledi.

Askeriye Türbesi, Şiiler için özel bir öneme sahip.
Burada, Hz. Muhammed’in soyundan gelen iki Şii
imamın mezarları bulunuyor. Bunlar dokuzuncu
yüzyılda yaşayan 10. ve 11. imamlar olan Ali el-Hadi
ile oğlu Hasan el-Askeri. Cami ve külliyesi adını
el-Askeri’den alıyor. Şiilerin 12 imamdan sonuncusu
kabul ettiği Muhammed el-Mehdi’nin de burada ortadan
kaybolduğuna inanılıyor. Şiiler Mehdi’nin sağ
olduğuna ve bir gün döneceğine inanıyor. Bu nedenle
her yıl milyonlarca Şii, bölgeyi ziyaret ederek hacı
oluyor.
Hürriyet, Foto: Hürriyet-Yeni Şafak, 14.06.2007
|
KAÇAK
KAZICILARA SUÇÜSTÜ
Denizli İl Jandarma Komutanlığı ekipleri Buldan
İlçesi’nde yürüttükleri önleyici kolluk devriye
hizmeti sırasında kaçak kazı yapan 6 kişiyi suçüstü
yakaladılar.
Denizli Valiliği’nden yapılan açıklamaya göre,
Buldan’da yapılan devriye hizmeti sırasında H.K.,
M.A.K., M.A., S.A., T.D. ve H.G isimli şahıslar
kaçak kazı yaparlarken suçüstü yakalandılar.
Olay yerinde yapılan aramada 1 adet jeneratör, 1
adet hilti, 1 adet demir burgu, 1 adet kazma ve 2
adet kürek bulundu. Cumhuriyet Savcısı'nın talimatıyla
olayda kullanılan malzemelere el konulurken,
şüpheliler ifadelerinin alınmasının ardından serbest
bırakıldılar.
denizlili.net, 12.06.2007
|
ERMENEK'TE
TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ
Karaman'ın Ermenek İlçesi'nde Osmanlı dönemine ait
olduğu tahmin edilen tarihi eserler ele geçirildi.
İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne yapılan bir ihbarı
değerlendiren Asayiş Büro ekipleri, F.S. (43) adlı
şahsı Akçamescit Mahallesi Kartal Sokak No 7'deki
evinde gözaltına aldı. Şahıs, üzerinde bulunan 7
adet metal sikke ve 1 adet eski metal kartal figürlü
heykeli polise teslim ederken, şahsın evinde yapılan
aramada 1 adet metal Osmanlı tuğrası para ve 1 adet
üzerinde motif olan taş bulundu. Şahıs yapılan
sorgulamasından sonra serbest bırakılırken, ele
geçirilen 7 adet metal sikke, 1 adet metal kartal
figürü heykel, 1 adet eski metal Osmanlı tuğrası
para ve 1 adet üzerinde motif olan taş incelenmek
üzere Karaman Müze Müdürlüğü'ne gönderildi.
Merhaba Gazetesi, 13.06.2007
|
 |
TARİHİ KALE NE OLACAK?
Kayseri'de tarihi Kayseri Kalesi´nin içinin düzenlenerek bir kültür sanat merkezi haline dönüştürüleceğinin açıklanması ile bir beklenti içine giren Kale esnafı Büyükşehir Belediyesi'nden haber bekliyor.
Kaleiçi Baraka Esnafı Yardımlaşma Derneği Başkanı Regaib Erdem, baraka esnafının taşınması fikrinin bir an önce hayata geçirilmesini beklediklerini söyledi.Büyükşehir Belediyesi'nin kendilerinden istediği kooperatif kurma gibi çalışmaların hepsinin tamamlandığını ifade eden Erdem, " Kale esnafı belediyemizden haber bekliyor. Başkanımız Mehmet Özhaseki, bizimde mağdur olmamamız için bir şeyler yapmaya çalışıyor ancak kamuoyu olarak ona destek olmak lazım" dedi. Kale içinde 280 baraka esnafının bulunduğunu hatırlatan Dernek Başkanı Erdem, "Orada bulunan arkadaşlarımız 16 yıldır Kaleyi ticaret merkezi haline getirdiler. İki sene öncede Kalenin boşaltılacağı açıklandı. Baraka esnafına da Hunat arkasından yer verileceği söylendi. Biz kooperatifimizi kurduk ve açtığımız hesapta 100 milyara yakın para biriktirdik. Büyükşehir Belediyesi'nden gelecek haberi bekliyoruz" diye konuştu.
Büyükşehir Belediyesi Cumhuriyet Meydanı düzenleme çalışmaları kapsamında Kaleiçinin boşaltılarak kültür sanat merkezi haline getirileceğini açıklamış, Kale esnafını da Hunat Camii arkasında yapılacak ve altı İstanbul'da ki Doğubank gibi ticaret merkezi üstü de otopark olacak bir iş merkezine taşıyacaklarını söylemişti.
Kayseri Gündem, 13.06.2007
|
YÜZ YILLIK
YASAK AŞK BU RESİMLERDE SAKLI
Sanat tarihçileri,
Avustralya'nın en önemli ressamlarından birine ait
resmin 100 yıl önceye dayanan bir aşk hikayesi
sakladığını buldu.
Ulusal Victoria
Galerisi, Arthur Streeton'un empresyonist başyapıtı
'Spring'in (İlkbahar) restorasyon çalışmaları
sırasında, resimde çıplak bir kadın figürü ve gizli
aşk mesajları olduğunu ortaya çıkardı.
Galeri ressamın
1890'da yaptığı resme, eser hala ıslakken defalarca
'Florry Walker, sevgilim' yazdığını, yazının ancak
mikroskopla okunabildiğini söyledi. X ışınıyla
tarama sonucu görülen çıplak kadın figürünün
Walker'ı yansıttığı sanılıyor. Başka bir sanatçının
kız kardeşi olan Walker'ın varisleriyle konuşan
tarihçiler, ikisi de başkalarıyla evlenen çiftin
kısa bir ilişki yaşadığını tahmin ediyor.
Bir kırsal Avustralya manzarası yansıtan 'Spring'
adlı resimdeki kurşun deliklerini tamir etmekse bir
yıldan uzun sürdü. Galeri resimdeki hasarın 20.
yüzyılın başında, resim Avustralya'da bir malikanede
asılıyken olduğunu söylüyor. Yetkililer evin sahibi
ve arkadaşlarının, birkaç kadeh içkiden sonra
resimdeki inekleri vurmaya karar verdiğini ve resme
14 kez ateş ettiğini belirtiyor.
Radikal, Fotoğraf:
AFP, 13.06.2007
|

Ressam Streeton (solda),
Walker'a aşkını resmine gizlediği çıplak kadın
ve yazılarla ölümsüzleştirmiş.
|
MÜZENİN LOKAL OLMASINA DEKANLAR TEPKİ GÖSTERDİ
Bursa'da Türkiye`nin tek Ormancılık
Müzesi`ne ev sahipliği yapan Saatçi Köşkü`nün, Türk
Parlamenterler Birliği lokali olarak tahsis edilmesi
9 üniversitenin orman fakültesi dekanlarınca
tepkiyle karşılandı.
İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Tahsin Akalp, Karadeniz Teknik
Üniversitesi Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zafer
Cemal Özkan, Z.K.Ü. Bartın Orman Fakültesi Vekil
Dekanı Prof. Dr. Metin Sarıbaş, Düzca Orman
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nafiz Duru, S.D.Ü.
Isparta Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Cahit
Balabanlı, K.S.İ.Ü. Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr.
Orhan Erdaş, Artvin Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr.
Cantürk Gümüş, Çankırı Orman Fakültesi Dekanı Prof.
Dr. İlhami Köksal ve Kastamonu Orman Fakültesi
Dekanı Prof. Dr. Hasan Vurdu yaptıkları yazılı basın
açıklamasıyla kararı eleştirdi.
Anadolu`nun zengin florasını yansıtan ağaç
fosillerin, tarihi değere sahip harita, fotograf ve
belgelerin yanı sıra orman hayatından kesitlerin
sunulduğu yaklaşık 1000 eserin sergilendiği müzenin
her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edildiğinin
vurgulandığı açıklamada şunlar kaydedildi:
`70 yıla yakın bir süredir Türk ormancılığına hizmet
eden Saatçi Köşkü Ormancılık Müzesi`nin, Türk
Parlamenterler Birliği`ne tahsisinin tarihi,
kültürel ya da bilimsel açıdan hiçbir nedeni
bulunmamaktadır. Lokal ihtiyacı herhangi bir bina
ile de giderilebilir. İdarenin mutlak ve sınırsız
olmayan yetkisini aşan, yararlananların sayısı,
yararlanma amaç ve biçimleri bakımından kamu yayarı
kavramına ters düşen, ulusal ve uluslararası
düzenlemelere aykırılıklar içeren, söz konusu
binanın tarihi ve kültürel kimliğini zayıflatan bu
tahsis işleminin geri alınmasını talep ediyor ve
yetkili makamları `tarihimiz kimliğimiz ve
geleceğimizdir` diyerek uyarıyoruz.`
Bursa Olay, 13.06.2007
|
İMPARATORLUĞA SANAL DÖNÜŞ
Roma'nın tarihi yapıları
turist yığınlarıyla kaynıyor, zamana ve kirliliğe
yenik düşüyor olabilir. Ama bu antik imparatorluk
kentinin parıltılı günleri, artık sanal ortamda
yaşamaya devam edecek. Roma'yı dijital olarak
yeniden yaratan çalışma, dünyanın dört yanından
uzmanların katılımıyla bugüne kadar yapılmış en
geniş tarihi kent simülasyonu olarak açıklandı.
Virginia Üniversitesi'nden Bernard Frischer
simülasyonun kenti MS 320'de İmparator Konstantin
zamanında, 7 bin yapı ve 1 milyon vatandaşla
gösterdiğini açıkladı. Simülasyon Senato, Colosseum
ve İmparator Maxentius'un yaptırdığı bazilika da
dahil, yaklaşık 30 binanın içini de freskleri ve
dekorasyonuyla gösteriyor.
 |
Simülasyon, kenti Konstantin zamanında, 7 bin yapısıyla gösteriyor.
Colosseum'un (altta) dahil olduğu 30 binanın içi de dekorasyonuyla yansıtılıyor.
|
Sanal Roma'nın ziyaretçileri, şehirde antik Romalıların yaptığından çok daha fazlasını yapabiliyor: Aslan kafesleri ve ilkel asansörlerle dolu Colosseum'un sütunları arasında dolaşabiliyor, kenti detaylı bir şekilde tepeden inceleyebiliyor. 2 milyon dolara mal olan 'Rome Reborn' adlı simülasyonu uluslararası bir arkeolog, mimar ve bilgisayar uzmanı ekibi 10 yılda yapabildi.
Simülasyon, antik binaların kaldıracağı insan
kapasitesi gibi soruları yanıtlamak için bilim
insanlarının deney yapmasına olanak sağlayabilecek.
Frischer, çalışmanın Roma'yı ziyaret eden turist ve
öğrencilere de faydalı olacağını söylüyor: "Bu,
sanal bir zaman makinesi oluşturmamız için atılmış
ilk adım. Böylece çocuklarımız ve torunlarımız Roma
ve dünyadaki diğer büyük tarihi kentler üzerine
bilgi sahibi olabilecek."
Simülasyonun bazı bölümlerine www.
romereborn.virginia.edu internet sitesinden
ulaşılabiliyor, ancak site sadece simülasyonun
görüntü ve videolarını içeriyor.
Kente giriş izni vermenin, binlerce kullanıcının
aynı anda girmeye çalışması anlamına geldiğini, bu
durumda devasa bilgisayar gücüne ihtiyaç
duyulacağını söyleyen Frischer, simülasyonun
tamamınına 'Second Life' sitesi üstünden
ulaşılabilmesi için görüşmelerin sürdüğünü açıkladı.
Özel şirketlerden oluşan bir grup da Nisan 2008'de
Colosseum'un yanına bir sinema salonu açarak,
interaktif ve üç boyutlu animasyonlar oynatmayı
planlıyor. Orjinal simülasyonda karakterler yer
almıyor ancak ticari projede onlar da bulunuyor.
Radikal, Fotoğraflar:
Reuters - AP, 13.06.2007
|
BEYLERBEYİ SARAYININ ŞAMDAN SANIKLARINA CEZA DAVASI
TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na ait
Beylerbeyi Sarayı’nda sergilenen 19. yy. Osmanlı
dönemine ait onarıma muhtaç dokuz şamdan, Saray
Müdür Vekili Birsen Asa’nın tuttuğu teslim
tutanağıyla Dolmabahçe Sarayı’ndaki gümüş atölyesi
sorumlusu Nadi Emre ile usta Murat Kabil’e teslim
edildi. Gümüş şamdanlar, tamirat sonrası
fotoğraflanıp ambalajlanarak saraya geri gönderildi.
Ancak müze görevlisi Güller Karahüseyin, restorasyon
öncesi ve sonrası çekilen fotoğrafları
karşılaştırdığında şamdanlarda 14 kol, 17 mumluk, 19
mumluk tabağı, dokuz çiçek süslemesi ve iki hayvan
heykelciğinin eksik olduğunu belirleyip durumu
üstlerine bildirdi. Bunun üzerine İstanbul Milli
Saraylar Daire Başkanlığı’nca soruşturma başlatıldı.
Olayda ihmali tespit edilen Nadi Emre ve gümüş
ustası Murat Kabil’e Milli Saraylar Daire Başkanı
Cemal Öztaş tarafından 1/30 oranında maaş cezası
verildi. Sözleşmeli personel olarak çalışan Emre ile
Kabil hakkında ise TBMM Hukuk Müşavirliği’nce
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda
bulunuldu. İki görevli hakkında emniyeti suiistimal
suçundan beşer yıla kadar hapis istemiyle dava
açıldı.
Milli Saraylar Daire Başkanlığı, şamdanlarda meydana
gelen değer kaybının tahsili için Nadi Emre ve Murat
Kabil’e, Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi’nde bir de
alacak davası açtı. Şamdanlarda meydana gelen değer
kaybı konusunda Darphane ve Damga Matbaası Genel
Müdürlüğü’nün görüşünün alındığı anlatılan
dilekçede, Milli Saraylar Daire Başkanlığı iki
görevliden 7 bin YTL talep etti.
Hürriyet, Haber: Mutlu Koser, 13.06.2007
|
PERRE
ANTİK KENTİ'NDE TÜNEL BULUNDU
Adıyaman Müze
Müdürlüğü tarafından Perre Antik Kenti'nde yapılan
kazı ve temizleme çalışmaları sırasında, yeraltına
inen bir tünel bulundu.
Perre Antik Kenti nekropol alanı ve Mozaikli
Villa kazı bölgelerinde Özel İdare bütçesiyle 3
yıldır sürdürülen kazı çalışmaları, bu yıl daha
geniş kapsamlı olarak devam ediyor. Kazı başkanı ve
Adıyaman Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan'ın
öncülüğünde 4 arkeolog ve 80 işçiyle yürütülen kazı
ve temizleme çalışmalarında, yeraltına uzanan bir
tünel bulundu. Perre Antik Kenti'nde kaya mezarları,
lahit ve odaların olması gerektiğini, ortaya çıkan
tünelin şaşırtıcı olduğunu belirten arkeologlar,
tüneldeki toprak dolguların temizlenmesi
çalışmalarının sürdüğünü, şu ana kadar 20 metreye
kadar inilebildiğini kaydetti.
Adıyaman Valisi Halil Işık, tünelin kesin işlevinin
temizleme çalışmalarının ardından ortaya çıkacağını
açıklayarak, "Basamaklı uzun bir girişe sahip ve
işlevi henüz tespit edilemeyen bir yapı ortaya
çıktı. Temizleme çalışmaları, yapının bitimine kadar
devam edecek. Perre'de bu özellikte bir yapının
ortaya çıkması ilginç" dedi.
Kazı ve temizleme çalışmalarının yaklaşık 1 aydan
beri devam ettiğini kaydeden Işık, "Bugüne kadar
yapılan kazı ve temizleme çalışmalarında 3 galeride
çalışmalar bitirildi. 8 galeride temizleme ve kazı
çalışmaları devam ediyor. 1 aylık zaman diliminde 1
kireç taşı kabartma, 1 altın yüzük, 5 cam bilezik, 4
kandil, 1 taş damga mühür, ok uçları ve çok sayıda
bronz sikke bulundu" şeklinde konuştu.
Haber Diyarbakır, 13.06.2007
|
|
|
SU TEVZİ
İSTASYONU MÜZE OLACAK
Karabük'ün tarihi açısından ilk yapısı ve ilk su
kaynağı olan TCDD Su Tevzi İstasyonu müze haline
dönüştürülecek.
Belediye Başkanı Hüseyin Erer; Cumhuriyet Kenti
Karabük'ün yakın tarihi açısından büyük önem arzeden
taş-ahşap yapının restore edilerek, müze haline
dönüştürülüp halkın ziyaretine açılacağını söyledi.
Erer, "Kentimizin ismi 1930'lu yıllarda yapılan
Ankara-Zonguldak demiryolu hattı üzerindeki buharlı
trenlerin su ihtiyacını karşılamak için kurulan
tevzi istasyonuna Karabük isminin verilmesiyle
olmuştur. O yıllarda olağanüstü ihtişamı ve
manzarasıyla insanı kendisine hayran bırakan su
tevzi istasyonu bir taş yapı üzerine ahşap kaplama
olarak yapılmıştır. Bu yapının müze haline
dönüştürülmesi için TCDD yetkilileriyle birlikte
proje ve güçlendirme çalışmaları yapacağız" dedi.
3 odalı taş yapının bahçesinde 60 m.
derinliğindeki su kuyusunun kuruluşundan bu yana
gelip-geçen lokomotiflerin su ihtiyacının
karşılanmasında önemli bir yere sahip olduğunu
kaydeden Erer, belediyenin restorasyon çalışmasıyla
yeniden hayata döndürülecek olan tarihi yapının
bahçesindeki havuza kurulacak küçük şelale ile su ve
kuş sesleri arasında memur ve esnafların kısa molada
stres atabileceklerini vurguladı.
Karabük'e hizmette her konuyu bir bütün olarak
değerlendirdiklerini belirten Erer, "Sorunları
çözümlerken, çevreyi ihmal etmiyoruz. Kentsel
dönüşüm projelerini gerçekleştirirken, tarihi ve
kültürel mirası da dikkate alıyoruz. Tarihi bir
mirasın çağdaş bir bahçe ile bütünleşip aynı potada
buluşacağı Karabük'ün tarihinin simgesi olan su
kulesi, restorasyon ve çevre düzenlemesi
çalışmasıyla metruk halden kurtarılacak" diye
konuştu.
Karabük Kent Haber, 13.06.2007
|
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MOZAİK KÖPRÜSÜ

Geçmişten Günümüze Mozaik Köprüsü: “4.
Uluslararası Türkiye Mozaik Sempozyumu” 6-9 Haziran
2007 tarihleri arasında Gaziantep’te gerçekleşti.
2004 yılından beri Uludağ Üniversitesi Mozaik
Araştırmalar Merkezi’nce Türkiye Mozaik Corpusu’nun
yaratılması amacıyla düzenlenen toplantılar, bu yıl
Gaziantep Ticaret Odası’nın yürütmekte olduğu ve
Avrupa Birliği’nin finanse ettiği “Gaziantep,
Halfeti ve Rumkale’de Turizm Etkinliğinin
Arttırılması Projesi” kapsamında gerçekleştirilmesi
planlanan “Uluslararası Mozaik Sempozyumu” ile
birleştirilerek çerçeve genişletildi.
Amerika, İngiltere, Danimarka, Avusturya, Fransa,
İtalya, Portekiz, İsviçre, Almanya, Azerbaycan,
İsrail, Lübnan ve Türkiye’den gelen arkeologlar,
sanat tarihçileri, koruma – onarım uzmanları ve
mozaik sanatçılarından oluşan yaklaşık 100 kişilik
katılımcı grubunun davetli olduğu sempozyumda 50
konuşmacı toplam 39 bildiri sundu.
Arkitera Mimarlık Merkezi’nce tamamı izlenen
sempozyum programı çerçevesinde, dünyanın 2. büyük
mozaik müzesine ev sahipliği yapmakta olan
Gaziantep’e 5 Haziran tarihinde gelmeye başlayan
sempozyum katılımcıları, sempozyumun ilk günü olan 6
Haziran’da Gaziantep Ticaret Odası’ndaki Program
Açılış Toplantısı’nda buluştular. Daha sonra Nizip’e
hareket eden katılımcı grubu Nizip Ticaret
Odası’ndaki karşılamanın ardından Zeugma Antik Kenti
kazı alanı ziyaretinde bulundu. Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi ve Zeugma Kazı Başkanı Doç.Dr.
Kutalmış Görkay’dan kazı alanı hakkında bilgi alan
katılımcılar, buradan Birecik Barajı Tanıtım ve
Kültür Evi’ne geçtiler. Gösterilen tanıtım filminin
ardından Gaziantep’e dönen grup, Gaziantep Mozaik
Eğitim Merkezi’ne giderek yapılan çalışmaları
inceleme fırsatı buldu. Son olarak Gaziantep Mozaik
Müzesi’ni ziyaret eden katılımcılar, sempozyum
öncesinde buradaki eserleri incelediler. Toplam 9 oturumda sunulan 39
bildiriyi dinleyen katılımcılar, oturumların
ardından yapılan tartışma sırasında konuşmacılara
sorularını yönelttiler.
7 – 8 Haziran’da Gaziantep Ticaret Odası
Oditoryumu’nda yapılan bildiriler öncesi sempozyumun
açılış konuşmasını yapan GTO Başkanı Mehmet Aslan,
Gaziantep'in her metrekaresinde tarih olduğunu ve
topraklarından eski medeniyetlerin fışkırdığını
ifade etti. Geçmişten geleceğe taşınan eserleri
dünyaya tanıtmak için birlikte hareket edilmesi
gerektiğinin altını çizen Aslan, Gaziantep'in ciddi
bir turizm potansiyeli bulunduğunu ve kentte
insanlığın tüm ortak değerlerinin buluştuğunu
belirtti: ''Dülük Antik Kenti, Zeugma ve Rumkale'ye
tüm insanlık tarihinin eserleri olarak bakıyoruz ve
tanıtımına çok önem veriyoruz. Bölgemizin ve
şehrimizin dünya turizmine açılması bakımından
sempozyum büyük önem taşıyor. Tarihi eserleri
paylaşamazsak o eserler orada kalır ve nostalji
haline gelir. Amacımız bölgeyi ve Gaziantep'i tüm
dünyanın gelip ziyaret edebileceği, geçmişini
görebileceği bir merkez haline getirmek. Geçmişten
geleceğe taşınan eserleri dünyaya tanıtmak için hep
birlikte hareket etmeliyiz."
Uluslararası Mozaik Çalışmaları Birliği (AIEMA)
Kuzey Amerika Şubesi Başkanı Prof.Dr. David Parrish
ise Türkiye'de bir mozaik hazinesi olduğunu ve bunun
dokümante edilmesi gerektiğini söyledi. Prof.Dr.
Parrish, sempozyumun açılışında yaptığı konuşmada,
üniversitelerden, müzeden ve çeşitli disiplinlerden
birçok insanın bir araya geldiği sempozyumun verimli
geçeceğine inandığını ifade etti. Parrish,
''Türkiye'de bir mozaik hazinesi var, bunu dokümante
etmeliyiz. Bu şekilde eserleri gelecek nesillere
aktarmalıyız'' dedi.
Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi
Müdürü Prof.Dr. Mustafa Şahin yaptığı konuşmada
sempozyumu mozaiğin kalbi olan Gaziantep'te
düzenlemenin gurur ve mutluluğunu yaşadıklarını
söyledi. Zeugma'daki mozaiklerin müzenin depolarında
hapsedilmeden nezih bir şekilde Gaziantep Arkeoloji
Müzesi'nde sergilendiğini ifade eden Şahin, şunları
söyledi: ''Önceki toplantılardan farklı olarak bu
sempozyumda katılımcı sayısı beklenenin çok
üzerinde. Bu ilgi bizi çok sevindirdi. Bu toplantıda
5 oturumda 50 katılımcı tarafından toplam 39 bildiri
sunulacak. 2008'de mozaik toplantısı
düzenlemeyeceğiz. Çünkü bilindiği gibi Mozaik
Araştırmaları Merkezi olarak Dünya Mozaik
Kongresi'ni 2009'da düzenlemeyi biz üstlendik. Bu
kongreye en iyi şekilde hazırlanmak için geleneksel
toplantılara ara vereceğiz.''
Uludağ Üniversitesi Rektör Danışmanı Prof.Dr. İsmail
Naci Cangül ise arkeolojik açıdan Türkiye'nin bir
cennet olduğunu ifade etti. Arkeolojik eserlerin
ortaya çıkarılıp korunması için hep birlikte
çalışılması gerektiğini vurgulayan Cangül,
sempozyumun yararlı geçeceğine inandığını kaydetti.
Gaziantep Valisi Süleyman Kamçı da mozaik sanatının
doğduğu, geliştiği ve şaheserlerini verdiği en
önemli yerlerden biri olan Zeugma Antik Kenti'nin ve
buradan çıkarılan mozaiklerin dünya kamuoyunda
tanıtılmasının çok önemli olduğunu söyledi.
Dünya kültür mirası olarak kabul edilen ve son
yıllarda adı Gaziantep ile anılan Zeugma
mozaiklerinin bilimsel açıdan değerlendirilmesinin
çok önemli olduğunu ifade eden Vali Kamçı, dünyanın
ikinci büyük mozaik müzesinin bulunduğu Gaziantep'in
mozaik merkezi olabilecek potansiyele sahip olduğunu
kaydetti.
Gaziantep Üniversitesi Rektör Vekili Prof.Dr. İsmail
Hakkı Özsabuncuoğlu ise zengin bir tarih ve tabiat
varlığı olan Türkiye'de turizmin sadece deniz ve
sahil şeridindeki plaj ve tatil köylerine sıkışıp
kalmaması gerektiğine dikkat çekti. Zeugma'nın tarih
turizminin odak noktası olan antik bir kent olduğunu
ifade eden Özsabuncuoğlu, kültür varlıklarının
ortaya çıkarılması ve korunması kadar bilimsel
şekilde sunulmasının da önemli olduğunu kaydetti.
7 – 8 Haziran tarihlerinde sunulan 39 bildiri,
arkeolojiden sanat tarihine, koruma – onarımdan
günümüz mozaik sanatına kadar çok geniş bir zemine
yayıldı. Bildiriler hem Zeugma özelinde hem de
Türkiye ve dünyadaki diğer örnekler üzerinde
ilerledi.
Mozaiklerin en sağlıklı biçimde gün ışığına
çıkarılması ve sonrasında koruma – onarım
çalışmalarındaki başarı için geçmişte yapılan
hatalı, doğru uygulamalar ve bundan sonra yapılması
gerekenler katılımcılara sunuldu.
Arkeolojik kazı ve koruma – onarım çalışmaları
tamamlandıktan sonra mozaiklerin ve diğer kültür
varlıklarının en doğru ve güvenli biçimde
sergilenebilmesi için gerekli olan müze koşulları ve
tasarımı da bildiri konularına dahil edildi.
Günümüz mozaik sanatından örnekler ve bu sanatı
yaygınlaştırıp niteliğini yükseltmek için yapılması
gerekenler de konuşmacıların sundukları bildirilerle
katılımcılara aktarıldı.
Sempozyumun son etkinliği, 9 Haziran 2007 tarihinde
yapılan Antakya gezisiydi. Burada Antakya Arkeoloji
Müzesi’ndeki mozaikleri inceleme fırsatı bulan
katılımcı grubu son olarak Saint Pierre Kilisesi’ni
ziyaret etti.
Gaziantep, Halfeti ve Rumkale’de Turizm
Potansiyelinin Arttırılması Projesi
Gaziantep Ticaret Odası tarafından
yürütülen ve Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu ve
GAP Bölge Kalkınma İdaresi işbirliği ile finanse
edilen “Gaziantep, Halfeti ve Rumkale’de Turizm
Potansiyelinin Arttırılması Projesi” 21 Aralık 2005
tarihinde faaliyetlerine başladı.
Proje kapsamında, önemli tarihi, kültürel ve doğal
zenginliğe sahip olan bölgenin bu potansiyelinin
turizme sunumunun çeşitli faaliyetlerle koordineli
bir şekilde arttırılması ve etkinleştirilmesi
hedefleniyor.
Bu hedefler doğrultusunda Gaziantep Mozaik Eğitim
Merkezi kurularak Zeugma mozaikleri ve mozaik
zanaatını Gaziantep’te yeniden canlandıracak ve
Gaziantep’i dünyadaki örnekleri ile yarışan bir
mozaik merkezi haline getirecek olan çalışmalar
başlatıldı. 20 aylık bir sürede gerçekleştirilmesi
planlanan projenin 14’üncü ayının içinde, öngörmüş
olduğu faaliyetlerin büyük çoğunluğunu
gerçekleştirilmesiyle sıra bütün bu faaliyetlerin
finalini oluşturacak etkinliğe geldi: “Uluslararası
Mozaik Sempozyumu”.
Bu sempozyumla, sahip olunan eşsiz kültürel miras
Zeugma Mozaikleri başta olmak üzere, Gaziantep’in ve
bölgenin tanıtımı hedeflendi. Bunun yanı sıra bu
mirasın yeniden hayata geçirilmesini sağlayan ve
mozaiğin sektörünü oluşturacak kursiyerlerin
konusunda uzman mozaik sanatçıları, mozaik okulu
yöneticileri ve uluslararası mozaik kuruluşlarının
yetkilileriyle etkileşimde bulunmaları bekleniyordu.
Bu noktadan hareketle geçmiş yıllarda düzenlemiş
olduğu uluslararası “Türkiye Mozaik Corpusu”
toplantıları nedeniyle sahip olduğu deneyim ve
bağlantılı oldukları uluslararası organizasyonlar
ile projeye katkı sağlayacağına inanılan Uludağ
Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi (AIEMA -
Türkiye) ile işbirliğine gidilerek, konuyla ilgili
eşgüdümlü çalışmalar başlatıldı.
Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları
Merkezi
Uludağ Üniversitesi kapsamında 06 Ocak 2006 gün ve
2006-01 numaralı oturumda alınan 6 numaralı karar
ile resmen kurulan Uludağ Üniversitesi Mozaik
Araştırmaları Merkezi’nin amacını Türkiye’nin sahip
olduğu zengin mozaik kültür mirasını bilimsel bir
disiplin altında kayıta geçmek, bu kayıtları bir
veri bankasında toplamak, ciltler halinde bir corpus
olarak yayınlamak, tanınmaları ve korunmaları
konusunda uluslararası katılımlı projeler hazırlamak
ve bunları hayata geçirmek oluşturuyor. 2004
yılından beri aralıksız her yıl düzenlenen
uluslararası katılımlı Türkiye Mozaik Corpusu
toplantıları Türkiye’nin zengin mozaik buluntularını
dünyaya tanıtıyor. Ulusal ve uluslararası
kuruluşlarla işbirliği yaparak sürdürülen geniş
çaplı araştırmalar ve eğitim faaliyetleri aynı
zamanda Türkiye mozaikleri konusunda kamuoyunun
bilinçlenmesini sağlıyor.
Gaziantep Mozaik Eğitim Merkezi
Zeugma yöresinde bulunan mozaiklerle birlikte
Gaziantep ve yöresi, dünya genelindeki mozaik mirası
içerisinde ön sıralardaki yerini aldı. Halihazırda
bulunan, restorasyonu yapılan ve kazı çalışmaları
ile yenileri eklenecek olan Zeugma mozaikleri ile
Gaziantep; Ürdün, Tunus, İtalya gibi mozaik
merkezlerinin çok güçlü bir alternatifi haline
geldi.
Zeugma’nın bu zenginliğin çeşitli etkinliklerle
tanıtımı ve turizme yönlendirilmesi Gaziantep,
Halfeti ve Rumkale’de Turizm Potansiyelinin
Arttırılması Projesi’nin koordineli faaliyet
alanlarından birini oluşturuyor. Bunun sonucunda
proje dahilinde Gaziantep ilinde bir Mozaik Eğitim
Merkezin kurulması planlandı ve bu merkezde alanında
uzman eğitmenler tarafından mozaik zanaatkarları
yetiştirilmesi öngörüldü.
Mozaik Müzesi ve mozaik eğitim merkezinin birbirini
destekler nitelikte olabilmesi ve bir bütünlük
sağlayabilmesi için her iki faaliyetin de aynı
mekanda olması öngörülerek ve bu nedenle Eğitim
Merkezi Gaziantep için planlandı.
Merkezin Gaziantep’te kurulmasının diğer bir
nedenlerini ise, Gaziantep’te bulunan insan kaynağı,
eğitim merkezinin hedeflediği gruplara ulaşılmasında
yaşanacak kolaylıklar ve ürünlerin pazarlanmasında
sağlanacak avantajlar oluşturuyor.
Merkezde verilen eğitimin konu başlıkları:
Mozaik Tasarımı ve röprodüksiyonu : Mozaik
eğitimi kapsamında yapılacak mozaiklerin tasarımı ve
gerçek mozaiklerin röprodüksiyonlarının yapımı
konularındaki eğitimler
Mozaik Tekniği: Mozaiğin yapımı,
kullanılan malzemeler ve teknikler konularındaki
eğitimler
Arkeoloji Eğitimi: Mozaikler ve Zeugma
mozaiklerinin tarihçesi konularındaki eğitimler
Jeoloji Eğitimi: Mozaik yapımında
kullanılan taşların özellikleri, nerelerde
bulunduklarına yönelik eğitimler
Pazarlama Eğitimi: Mozaiklerin kullanım
alanları, hedef kitleler ve kitlelere ulaşım,
ürünlerin pazarlanmasında izlenecek yollar
alanlarındaki eğitimler
Bu eğitim 6’şar aylık 2 farklı dönemde yetenek
sınavı sonucunda seçilen 20’şer kursiyere veriliyor.
Arkitera, Der. Aslı Canbal, 12.06.2007
|
ALMAN MÜZELERİ BİR TÜRK'E EMANET
Almanya’da
açılacak iki müzenin müdürlüğünü yapacak olan Tayfun
Belgin, “Almanya’da müzeler çok ilerici değil,
Türkiye’de ise bu anlamda önemli adımlar atılıyor”
diyor
Alman vatandaşı ve sanat tarihçisi olan Tayfun
Belgin, yıllardır Almanya'da müzecilikle ilgileniyor
ve şu ana dek birçok müzenin küratörlüğünü yapmış.
Klasik-modern dönemin uzmanı sayılan Belgin, Almanya
Hagen Karl-Ernst-Osthaus ve Emil Shumah müzelerinin
müdürlüğünü yapacak. Çağdaş sanata önem veren ve
gelişmesi için birçok yenilik yapan Belgin'in,
seçilme nedeni de Almanya'da müzecilik adına yaptığı
faaliyetlerin beğenilmesi.

Daha önce Avusturya'da da müdürlük yaptığına
dikkat çeken Belgin, 13 sene Almanya'da Dortmund
Müzesi'nde küratör olarak çalıştığını, ardından
Avusturya Krems'te Karlshure Sarayı'nda 3.5 sene
görev yaptığını belirtti. Belgin, "Şimdi ise
Almanya'nın çok önemli sanatçılarından olan ve 1999
yılında ölen Emil Shumah adına açılacak olan çağdaş
sanat müzesiyle 1902'de açılan Hagen
Karl-Ernst-Osthaus Müzesi'nin müdürlüğünü yapacağım.
Çok mutlu ve aynı zamanda da heyecanlıyım" dedi.
Müdürlüğünü yapacağı Hagen Karl- Ernst-Osthaus
Müzesi'nin iki seneden beri kapalı olduğunu ve
restorasyon yapıldığını anlatan Belgin, müzenin
1902'de kurulduğunu belirtti. Belgin, "100 sene
evvel zengin insanların bu müze için çeşitli
atılımları oldu. Daha sonra şehrin himayesine girdi
bu müze. Çağdaş sanata önem veriliyor burada. Tam
benim istediğim şey. Aynı zamanda zengin bir klasik
koleksiyon var. Benim için enteresan olacak. Çünkü
bugün çağdaş sanat alanındaki sanatçılar da Akdeniz
kültürüyle uğraşıyorlar. Yalnız Türkler ya da
Araplar değil, Batı Avrupa'dan insanlar da
uğraşıyor. Önemli bir atılım olacak benim için. İki
üç sene sonra Türk sanatçılarının eserlerini de
sergileriz. Türk, Yunan, İsrail, Suriye de olabilir.
İrlanda’da da enteresan sanatçılar var. Onları
deneyeceğim zamanla. Ama Alman çağdaş sanatı ve Batı
Avrupa çağdaş sanatı önemlidir" dedi.
Almanya'da müzeciliğin devlet himayesinde olduğu
için çok ilerici olmadığını belirten Belgin, aynı
zamanda müzelerin rayına da oturmadığını ifade etti.
"Avusturya'da böyle bir durum yok. Orası Almanya'dan
çok daha gelişmiş bir durumda. Oradaki müzelerde
holding sistemi var. Devlete bağlı değil. Burada
biraz yavaş gidiyor. Ama Almanya'da da müzeler çok
zengin. Çünkü Almanya daha büyük. Çok da geniş bir
koleksiyona sahip. Özellikle Fransız İhtilali'nden
sonra birçok müze açıldı Almanya'da. Geniş bir
kitleye sunuldu. Türkiye de müzecilik konusunda
önemli adımlar atıyor. Çağdaş Sanat alanında önemli
atılımlar gerçekleşti" diyen Belgin, Koç, Sabancı,
İstanbul Modern, Eczacıbaşı'nın Sanal Müzesi gibi
müzelerin kurulmasıyla önemli adımların atıldığını
ifade etti.
Bugün, Haber: İmge Yücetürk, 12.06.2007
|
SASON'DA
365 ODALI KİLİSE
Batman’ın Sason İlçesi'nde Merato
dağının karşısında 2000 metre yükseklikte ve iki bin
yıllık geçmişi ile tarihi Kom Kilisesi mimari yapısı
ile görenleri hayrete düşürüyor. İki bin yıl önce
yapıldığı söylenen ve 365 odalı olan tarihi Kom
Kilisesi Sason İlçesi'ne yaklaşık bir saat mesafede
bulunuyor.
Batman’dan kiliseyi ziyarete giden Batman Fotoğraf
Grubu üyesi Recep Kavuş tarihi Ermeni Kilisesi ile
ilgili olarak mimari yapısı Van Akdamar Kilisesi ile
benzer olduğunu, bir kültür mirası olan Ermeni
Kilisesi'nin korunma altına alınması gerektiğini
söyledi. Kavuş “adeta hayvan barınağı haline gelen
ve her geçen gün bir bölümü yıkılan tarihi kom
kilisesinin en kısa sürede onarılmasını
istediklerini söyledi
İki bin metre yükseklikte bulunan tarihi Ermeni
Kilisesi çobanların barınak yeri halin almış
durumda. Kültür Bakanlığı'nın el atmasını isteyen
tarih severler tarihi bir geçmişe sahip 365 odalı
Kom Kilisesi'nin kültür turizmine kazandırılması
gerekir dediler. Yapıldığı dönemde güneş ışığı ile
zamanın öğrenildiği sabah ve akşamı öğrenmek için
kurulan sistem ise günümüz mimarlarını geride
bırakıyor.
Haber Diyarbakır, 12.06.2007
|
|
BİKİNİYİ ROMALILAR 2 BİN YIL ÖNCE BULMUŞ
1946
yılında, Parisíte bir moda tasarımcısı olan ve
annesinin kadın iç çamaşırı ile gecelik üreten
şirketini işleten Louis Reard, kadınlar için iki
parçalı bir mayo tasarladı. Bu mayoyu giymeye
başlangıçta çoğu kadın cesaret edemedi. Çünkü,
bikini vücudu mayolara göre daha fazla açıkta
bırakıyordu. En sonunda, Paris’teki gece
kulüplerinden birinde çalışan Micheline Bernardini
bu öneriyi kabul ederek mayoyu giydi. Fransız
erkekler, bir anda ilgilerini çeken ve o zaman henüz
adı konmamış olan iki parçalı bu kıyafete ‘Bikini”
adını taktılar. Bernardini'nin hayranları bir anda
neredeyse beşe katlandı! Bikini Adası o günlerde
bomba deneyleri nedeniyle dünya basınında geniş yer
ettiğinden, bu kıyafete de ‘Bu resmen bir bombadır!’
anlamında ìbikini” adı verildi. Oysa Bikini
Reard’tan iki bin yıl önce Romalılar tarafından icat
edilmişti. İki bin yıl öncesinin turistleri Romalı
kadınlar, bikinileri cesaretle giyiyorlardı.
Romalılara yapılardan ortaya çıkan resimleri de bunu
ispatlıyordu.
Akşam Akdeniz, 12.06.2007
|
ANTİK KENT YARDIM BEKLİYOR
Tralleis Antik Kenti
Tanıtım ve Geliştirme Derneği Başkanı Mehmet Sak,
sivil toplum örgütleri ve iş adamlarına Tralleis
Antik Kenti kazılarına destek vermesi çağrısında
bulundu.
Sak, Tralleis Antik Kenti'ni gezilebilir hale
getirmeyi amaçladıklarını, antik kentin gezilebilir
hale gelmesinin Aydın'ın kültür ve ticari hayatında
yaratacağı ivmenin çok büyük olacağını söyledi.
Tralleis'in gezilebilir hale gelmesi için halk
arasında "Üç Gözler" olarak bilinen "Gymnasion
Kapısı"nın güçlendirilmesi, daha önceki kazılarda
ortaya çıkarılan ve antik kentlerde rastlanmayan üç
katlı Arsenal'in sağlamlaştırılması ve
ışıklandırılması ile antik kentin bakımının
yapılması gerektiğini vurgulayan Sak, şöyle konuştu:
"Bu üç ayak tamamlandığı zaman, Tralleis Aydın için
bir etki alanı yaratacaktır. Aydın'dan günde 50'nin
üzerinde tur otobüsü transit geçmektedir. Bunlar
Aydın'da durmuyor, Efes'e ve Pamukkale'ye gidip
tekrar Marmaris'e dönüyorlar. Biz burada transit bir
şehir konumunda kalıyoruz. Ama Aydın'daki bu tür
yapıtlar ve Arkeoloji Müzesinin tamamlanması
halinde, Aydın'da tur otobüslerinin mola vermesine
ve turistlerin bir günlerini geçirmesi artık bir
sebep olacak. Bunun sonucunda Aydın'daki ticaretin
gelişmesine ve genel bir değişime hepimiz tanık
olacağız."
Devletin verdiği ödenekle, kazıların devam ettiğine,
ancak bunun yeterli olmadığına işaret eden Sak,
"Bahsettiğim çalışmalar 3-5 yıl içerisinde
tamamlanacak çalışmalardır. Bunlar için 500 bin
YTL'ye ihtiyaç var. Bunun için de gerek sivil toplum
örgütlerimizin gerekse iş adamlarımızın gelecek 2-3
yıl boyunca kazılara destek olmalarını istiyoruz"
diye konuştu.
Haber Ekspres, 12.06.2007
|
MALATYA YENİ CAMİ'DEN BİR İLK
FOTOĞRAF
Halk arasında Teze Cami, kayıtlardaki adıyla Hacı
Yusuf Camii ya da taş yapısından ötürü Hacı Yusuf
Taş Camii olarak da adlandırılan Malatya'nın
simgelerinden Yeni Cami'nin, bugüne kadar
yayınlanmamış bir fotoğrafı ortaya çıktı.
Foto Ufuk arşivindeki bu fotoğraf, kuzey yönünden,
bugünkü Asayiş Şubesi (Şire Pazarı) civarından
çekilmiş. Solda görülen taş yapı, "Çarşı Kilisesi"
olarak yapılan, daha sonra bir süre depo olarak
kullanılan, bugün Çınarlı Camii olarak işlevini
sürdüren yapı. Fotoğrafın, 1930'lu yılların
ortalarında çekilmiş olduğu değerlendiriliyor.
 |
Foto Ufuk arşivinde bulunan ve ilk kez yayınlanan Yeni Cami fotoğrafı |
Araştırmacı- Yazar Celal Yalvaç, fotoğrafla ilgili
olarak şu açıklamayı yaptı: "Yeni Cami, Malatya’yı simgeleyen nadir
güzellikte bir Osmanlı eseridir. 18/19 Şubat 1308
(miladi 4 Mart 1893) günü meydana gelen ve ‘Büyük
Zelzele’ olarak anılan depremde yıkılan Hacı Yusuf
Camii’nin yerine yapılan bu cami ile ilgili
araştırmalar halen kesinlik kazanmış değildir.
Adnan Işık, Ahmet Şentürk, İsmail Aytaç ve sair
kişiler tarafından yapılan araştırma ve yayınlar
oldukça önemlidir. Yapımından bugüne kadar geçen
süre içinde meydana gelen depremlerden ve zamanın
ortaya koyduğu bazı yıpranmalardan dolayı tamir ve
tadilata sahne olan Yeni Cami üzerindeki son büyük
onarım 2005- 2006 yıllarını kapsamış, çevre
düzenlemesi de bu yıl tamamlanmıştır.
Caminin ilk yapıldığı yıllara ait bir fotoğraf ele
geçmiş, Adnan Işık tarafından ele geçirilen bu
fotoğraf çeşitli yayınlarda önemli bir obje olarak
kullanılmıştır.
Camiye ait çok ilginç bir fotoğraf da Foto Ufuk
müessesesi tarafından bulunmuştur. Sahibi tarafından
fotoğrafın 1934 yılında çekildiği söylenmiştir.
Caminin ana giriş kapısı üzerindeki kitabesinin son
satırında bitim tarihi olarak 1323 (miladi 1907)
tarihi verilmiştir. Son ele geçen fotoğraf dikkatle
incelenirse, son cemaat yeri revaklarının üzerinin
çatı ile kapatılmış olduğu görülür.
 |
Yeni Cami'nin Foto Ufuk tarafından çekilmiş olan 2007 yılı görüntüsü |
Yapımı 1907 yılında biten caminin son cemaat yeri
revak kubbelerinin, fotoğrafın çekildiği 1934 yılına
kadar yapılmadığını veya yapılamadığını düşünmek
mümkün değildir. Yaşı 1934’lü yılları rahatlıkla
hatırlamaya müsait olan eczacı Mithat Barış, revak
üzerindeki çatıyı anımsamadığını belirtmiş, ‘Ben
revak üstünü hep kubbeli gördüm’ demiştir.
İkinci Meşrutiyet'in ilanı, Balkan Harbi, Birinci
Cihan Harbi, mütareke yılları ve Kurtuluş Savaşı’nın
kubbe yapılış süresini uzattığı düşünülebilir. Bu
durum da düşünce olmaktan öte bir şeyler ifade
etmez.
Fotoğraf dikkatle incelenirse, fotoğrafın çekim
tarihinin bazılarınca iddia edildiği gibi 1334
(miladi 1918) olmadığı görülür. Fotoğrafta görülen
lambalı bisikletin mevcudiyeti bu tahminleri çürütür
mahiyettedir.
Muhtemelen bahis konusu çatı, herhangi bir sebepten
onarımı gereken revak kubbeleri üzerine geçici
olarak yapılmıştır.”
Malatya Haber, Yazı: Celal Yalvaç, 12.06.2007
|
|
MUSTAFAKEMALPAŞA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU
Bursa'nın
Mustafakemalpaşa İlçesi'nde kaçak kazı yaparken
suçüstü yakalanan 9 kişi çıkarıldıkları mahkemece
tutuklandı.
Alınan bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı
ekiplerinin takibi sonucu Muradiye Köyü Çiğdüren
mevkiinde kaçak kazı yapan 9 kişi yakalandı.
Yakalanan şahıslarla birlikte 3 adet dedektör, 8
adet Osmanlı dönemine ait metal para, 2 adet dönemi
belli olmayan metal para, 5 adet kiremitten obje, 1
adet metal haç, 2 adet metal çan, 1 adet jenaratör,
6 adet fünye, 7 dinamit lokumu, 7 adet fünyeleri
takılmış dinamit ile muhtelif kazı malzemeleri ele
geçirildi. Şahıslar çıkarıldıkları mahkemece
tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Bursa
Kent Haber 12.06.2007
|
TURİZMİN TARİHİ İNSANLIK KADAR ESKİ
Kültürel alışveriş, değişik değerleri paylaşma,
birbirini anlama gibi sonuçlar yaratması nedeniyle
insanları, halkları birbirine yakınlaştıran turizmin
geçmişi, insanlık tarihine dayanıyor. Antalya’nın
Perge Antik Kenti’ndeki sütunların ayağa
kaldırılması ve mozaiklerin dağılmaması için sosyal
projeleri gerçekleştiren Kültür Bilincini Geliştirme
Vakfı’nın araştırmasına göre; turizmin tarihi,
insanoğlunun avcılık toplayıcılık yaptığı döneme
kadar uzanıyor. Önce, dünyayı keşfetme arzusuyla
birlikte büyük seyyahlar çıktı tarih sahnesine. Bu
kişiler aslında gezi kültürünün temelini attı.
Ksenefon’dan Homeros’a, Marco Polo’dan İbn-i Batuta
ve Evliya Çelebiíye kadar çeşitli milletlerden
isimler, onca zorluğa rağmen gezmenin büyüsünden
kendilerini alamayıp, gittikleri yerlerdeki
insanların örf ve adetlerine uyarak, yemeğinden
içkisine, pazarından düğününe, bitkisinden hayvanına
gördüklerini, yaşadıklarını anlatılar. Diğer
kültürleri tanıyan gezginler ülkelerinin
ilerlemesine de büyük katkı sağladılar. Kapitalist
batı uygarlığının temelinde de gezme kültürü yer
alıyor.
Teknolojik gelişmenin doğrultusunda meraklar da
farklılaştı. Oryantalizm, Uzakdoğu’ya ilgi yeni
alanlar doğurdu. Avrupa’nın soyluları, Anadolu’dan,
Uzakdoğu’dan getirdikleri ya da getirttikleri
eşyalarla birbirlerine gösteriş yapmaya başladı.
Daha çok yer görmüş olma, böbürlenme aracı oldu. 17.
yyíla birlikte Avrupaínın belirli güzergahlarında
soylu beyler ve hanımları gezdirmek için turlar
düzenleniyordu artık. Avrupalı zenginler o dönemde
fotoğraf makinesi de olmadığı için beraberlerinde
ressamları götürüyordu. Gittikleri yerlerin
resimlerini çizdiriyorlardı. Gezmeyle birlikte yan
sektörler de hareketlenmeye başladı. Ulaşım
araçları, konaklama yerleri, giysiler, bavullar,
nasıl gezileceğine dair seyahat kitaplar yazılmaya
başlandı. Ancak bunlar hep soylu sınıfa yönelik
çabalardı.
Ancak “profesyonel eğitim yolcusu olmak” için daha
uzun yıllar geçmesini beklemek gerekecekti.
Amerika’daki yerlilere frengiyi bulaştıran
Avrupalılardı. İnkaları, Aztekleri tarihe gömen de
onlardı. Mısır’ın, Anadolu’nun tarihi eserlerini
yağmalayıp şu anda görkemli müzelerinde sergileyen
Avrupalı aydın kişilerdi. Nitekim Napolyon Doğu
seferini gerçekleştirdiğinde beraberinde ressamları
da götürmüştü. Doğu seferinden sonra Avrupa’da Ampir
üslubu denilen bir sanat akımı ortaya çıkmıştı.
Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte tarih ve
arkeolojiye de merak arttı. Gezginlerin sayısı
çoğalıp arkeolojideki yağmalar da artmıştı.
Anadolu’dan Mısır’dan, Irak’tan tarihi eserler
yağmalanıp, yurtdışına kaçırıldı. Yağmaların son
örneği ise, Körfez savaşında ve Irak Savaşı’nda
yaşandı. Teknolojik gelişmeyle birlikte ulaşımdaki
kolaylık, turizmi çeşitlendirdi. Gençlik turizmi,
bilimsel kongre turizmi, teşvik edici geziler, spor
turizmi derken kitle turizmi akıl almaz boyutlara
ulaştı.
Osmanlı’da seyyah bol. Oryantalizm, sayısız seyyahı
Osmanlı topraklarına çekiyor. 19. yüzyılda
Osmanlı’da “ecanib sınaatı” ya da turizm endüstrisi
yeşermeye başlıyor. Kırım Savaşı ertesi İstanbul
şenleniyor. 1863’te Sultanahmet Meydanında açılan
Sergi-i Umumi-i Osmani iç turizmin başlangıcı
oluyor. Marmara’ya civar yörelerden sergiyi görmeye
gelenlere o günün gazeteleri geniş yer veriyor.
Anadolu demiryolu, İzmit ve yöresinden sergiye
sürekli ziyaretçi taşıyor. Turizm denince konaklama
ve beslenme akla geliyor. Osmanlı’da otel ve lokanta
reklamlarına 1860’lı yıllardan itibaren rastlıyoruz.
Ruzname-i Ceride-i Havadis 6 Ocak 1862 günlü
sayısında şu reklama yer veriyor; “Beyoğlu’nda
Galatasaray karşısında Yani Dimitri nam kimesne
Osmanlıya mahsus et’ime-i nefise-i mütenevvia
(değişik türde nefis yemekler) tabh ettirip
takımları ve mahalli ve hizmetçileri olduğundan ve
mahall-i merkumede yatak lokantası dahi olup üç
yataklı ve iki ve bir yataklı kamaraların yorgan ve
çarşafları gayet temiz bulunduğundan beytutet edecek
(geceleyecek) olanların ehven suretle istirahat
edeceklerini sahib-i lokanta taahhüd eder.”
Bu dönemde otel sözcüğü henüz kullanılmıyor.
Kervansaray ve han türü gecelenen yerler Beyoğlu’nda
“yatak lokantası” olarak anılıyor. Nitekim 1868’te
yayımlanan ve İstanbul’un reklamları içeren ilk
ticaret rehberi olan L’indicateur
constantinopolitain: Guide commercial’de Fransızca
“hotel” karşılığı “lokanta” olarak gösteriliyor.
Reklamdaki “Osmanlıya mahsus et’ime-i nefise-i
mütenevvia” ise “Osmanlı mutfağının nefis yemekleri”
anlamına geliyor. 1868 kaynağında bu otelin adı
Petersburg. Adresi: Grand’Rue 220, Pera. Dönemin
diğer ünlü otellerini sayalım; Luxemburg, Paris,
Univers, Grande Bretagne, Bizans, Orient, Angleterre
(İngiltere), Elysee Français, Grand Balcon, Peşte,
Tobias. Grand Balcon ve Tobias Galata’ta, diğerleri
Beyoğlu’nda. İstanbul kısa sürede turist merkezi
olmuşa benziyor.
İlk
turizm reklamı yine Ruzname-i Ceride-i Havadis’te
yer alıyor. Aşağıdaki reklam, gazetenin 21 Haziran
1863 tarihli nüshasından. Reklamı veren, Beyoğlu’nda
kurulmuş olan Mösyö Misiri’nin “seyahat acentası”.
Şöyle diyor reklam; “Dersaadet ahalisinden
Avrupa’nın başlıca şehirlerini görmek isteyen zevat
için suhulet ve az masrafla seyr-ü seyahat etmek
üzere Beyoğlu’nda ‘Mösyö Misiri’ tarafından
bervech-i ati bir şirket akd ve tesis olunmuştur.
Mezkur seyahat kırk iki gün zarfında ikmal edilerek
bilcümle mesarifatıyla yalnız yetmiş beş Osmanlı
lirasına olacaktır. Bu babda daha ziyade malumat
almak murad olunur ise Beyoğlu’nda dörtyol ağzında
İngiltere Hoteli sahibi mumaileyh Mösyö Misiri
tarafına müracaat olunması lazım gelecektir.”
Reklama göre, seyahat acentesi, İngiltere Oteli
sahibi Mösyö Misiri tarafından işletiliyor. 42
günlük Avrupa gezisinin bedeli 75 Osmanlı lirası.
Hizmetçiler için ise bu bedelin yarısı. O günün
koşullarına göre hiç de küçümsenecek bir ücret
değil. Robert College’in yıllık yatılı ücreti o
yıllarda 44 Osmanlı lirası. Niharisi ise 10 Osmanlı
lirası. Seyahat etmenin üst gelir gruplarına özgü
bir uğraş olduğu bariz. Bu ilanın en belirgin yönü
Osmanlı’nın bugün package tour diye bilinen yöntemi
daha o tarihlerde uygulamaya sokması. Günümüz
seyahat acenteleri de farklı bir hizmet
getirmiyorlar. Türkiye’de de turizm endüstrisi ya da
kitle turizmi büyük ölçüde 1950’li yıllarla birlikte
gündeme geliyor. İstanbullu önce Adalar’ı,
Caddebostan, Suadiye’yi; ardından Erdek’i,
Ayvalık’ı; Kuşadası, Bodrum, Marmaris’i ve nihayet
Antalya sahillerini keşfediyor.
Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 12.06.2007
|
|
BALİNANIN
İÇİNDEN ANTİKA ÇIKTI
Alaska açıklarında
yakalanan elli tonluk bir balinanın içinden 19.
yüzyıla ait bir silah parçası bulundu.
Massachuset
eyaletine bağlı New Bedford'da (zamanın balina
avı merkezlerinden) üretildiği saptanan silah,
1890'lardan kalma. Metal bir silindir fırlatılarak
hedefe saplanıyor ve içindeki patlayıcının patlaması
ile balinayı hemen öldürüyor. Yüzyıl önce böyle bir
saldırıdan kurtulduğu anlaşılan balina, geçtiğimiz
günlerde benzer bir yöntem ile yakalandı. Boyun
hizasında saplı bulunan metal ok, balinaya zarar
vermiş olsa da hayatını sürdürmesine engel olmamış.
Balinaların yaşı, göz lenslerinde
bulunan amino asitler yardımı ile saptanıyor. Bugüne
kadar saptanmış en yaşlı balina yaklaşık
200
yaşında. Alaska açıklarında avlanan bu balinanın ise
130 yaşında olabileceği düşünülüyor. Yüz yaşından
büyük balinalara çok sık rastlanmıyor.
Yahoo News, Çev. Yüksek Zemin Arayışı, 14.06.2007
|
TARİHİ SAAT KULESİ ONARIMDAN GEÇİRİLECEK
Fotoğraf Altı: 1 Eylül 1901'de yapımı tamamlanan Tarihi Saat Kulesi, 1 Şubat 1974'teki 5.2'lik büyük depremde büyük zarar görmüştü
Yaklaşık bir asır önce Padişah Sultan II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yıldönümü nedeniyle İzmir'de Konak Meydanı'nda inşaa edilen ve bugüne kadar ayakta kalmayı başarabilen Tarihi Saat Kulesi, Büyükşehir Belediyesi tarafından onarılacak. Büyükşehir, önümüzdeki haftalarda tamirat projesi için ihaleye çıkacak. Projenin İzmir 1 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanmasının ardından başlayacak onarım çalışması ile Tarihi Saat Kulesi'nin zaman içinde yıpranan yerleri, aslına uygun olarak yenilenecek.
Son zamanlarda kulede yer yer meydana gelen çatlaklar nedeniyle harekete geçen Büyükşehir yetkilileri, kulede detaylı bir inceleme yaptı. Kentin simge yapısında gerçekleştirilen incelemeler sonucunda deformasyona ilişkin ciddi bulgulara ulaşılmasa da, yapının onarıma ihtiyacı olduğu yönünde fikir birliğine varıldı. Teknik elemanların hazırladığı rapor doğrultusunda Başkan Aziz Kocaoğlu, Tarihi Saat Kulesi'nin onarım çalışmalarına onay verdi.
Yeni Asır, Haber: Ertan Gürcaner, 12.06.2007
|
 |

|
BODRUM'DA 100 YILLIK ZEYTİN AĞAÇLARI KÜL OLDU
Muğla'nın Bodrum İlçesi'ndeki zeytinlik alanda çıkan yangında 300'e yakın asırlık zeytin ağacı kül oldu. Ortakent beldesi Yaka mevkiinde dün akşam saatlerinde çıkan yangının elektrik tellerinin birbirine sürtmesinden dolayı çıkan kıvılcımların kuru otları tutuşturmasından kaynaklandığı öğrenildi. Dört saat sürdükten sonra kontrol altına alınan yangının yaklaşık 4 hektarlık alanda etkili olduğu bildirildi.
Ortakent-Yahşi Belediye Başkanı Mehmet Kocadon yanan asırlık zeytin ağaçlarının Bodrum'un en eski zeytin ağaçları olduğunu ve bu ağaçların Bodrum'un simgelerinden olduğunu belirtti. Öte yandan Bodrum'un Yokuşbaşı semtinde yine elektrik tellerinden çıkan ve kuru otların tutuşması sonucu büyüyen yangında yarım hektarlık ormanlık alan yandı.
Sabah, Haber: Alp Arbak, 12.06.2007
|
TOPKAPI SARAYI PROTOKOL ARAÇLARINDAN ŞİKAYETÇİ
Protokol araçları Topkapı Sarayı Bab-ı Humayun
Kapısı'ndan geçmekte ısrar edince, müze müdürlüğü
devlet erkanını bakanlığa şikayet etti.
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç tarafından,
geçtiğimiz yıl, Bab-ı Humayun Kapısı'ndan geçilerek
Topkapı Saray Müzesi 1. Avlusu'na araçla girmek
yasaklanmıştı. Bu süre zarfında da çevre ve yol
düzenlemesi bitirilerek, Bab-ı Humayun Kapısı daha
güzel bir görünüme kavuşturuldu. Ancak, sarayın
tarihi dokusunun zarar görmemesi adına başlatılan
uygulama, yine devlet erkanına ait protokol
araçlarınca delindi. Araçlar, tarihi kapıya zarar
vererek avluya girmeye çalışınca, saray görevlileri
ile protokol araçlarının şoförleri ve korumaları
arasında, avluya araçla girilip girilmemesi
noktasında sürekli olarak tartışma yaşandı. Protokol
araçları ile başa çıkamayan Topkapı Sarayı Müzesi
Müdür Vekili Nurullah Çakır, ilgili protokol
amirliklerine uyarı yapılması için Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na durumu bildirdi. Bakanlık da, İstanbul
Valiliği, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, turizm meslek birlikleri ile
protokol müdürlüklerine uyarı yazısı gönderdi.
Bakanlık yetkilileri, Bab-ı Humayun Kapısı'ndan
geçen protokol araçları sebebi ile, saray önünün
sürekli tartışmalara sahne olduğunu belirtti.
Yetkililer, uyarı yazısının dikkate alınmasını
istediklerini, aksi takdirde, tarihi kapının halk
tarafından değil, halka örnek olması gereken devlet
erkanı tarafından tahrip edileceğini dile getirdi.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 12.06.2007
|
MAĞARALAR
İLGİ BEKLİYOR
Konya'da birbirinden güzel yaylaları,
pınarları, su kaynakları, akarsuları, vadileri,
yüksek dağları ile dünyaca ünlü yer altı ve yerüstü
mağaralara sahip Derebucak İlçesi'ndeki bu
güzellikler değerlendirilmeyi bekliyor.
İlçede gizli kalmış mağaraların bazıları özellikleri
nedeniyle dünya çapında bir üne sahip olmasına
rağmen, ulaşım şartları nedeniyle her geçen gün
ziyaretçilerini kaybediyor. Mağaraların yeniden ilgi
çekmesi ve bölgenin cazibesinin eski günlerine
kavuşabilmesi için Beyşehir-Antalya Karayolu’nun bir
an önce açılmasının gerekliliğine dikkat çekiliyor.
Çeşitli özelliklere sahip Balatini, Körükini, Büyük
Düden ve Düden Deliği olarak yöre halkı tarafından
adlandırılan mağaraların geçmiş yıllarda insanların
sığınak ihtiyacına cevap verdiği öğrenilirken,
Suluin (mağara), Karain (mağara), Kayadibi,
Culadeliği (kar deposu), İpsizin bucak, Düdenardı,
Havala, Çatalerik, İnardı ve Karaşıhı da yöredeki
diğer inler olarak biliniyor.
Konya Hakimiyet, 11.06.2007
|
|
"İMAR PLANIMIZ HAZIR, GALATAPORT DA İHALEYE ANITLAR
KURULU ONAYINDAN SONRA ÇIKILACAK
Salıpazarı-Karaköy Kruvaziyer Liman Kompleksi'nde
(Galataport) yeniden ihaleye çıkılması için Anıtlar
Kurulu'ndan çıkacak karar bekleniyor. İmar planı
taslağını iki ay önce kurula teslim ettiklerini
belirten Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci,
ihale sürecini başlatmak için kararı beklediklerini
söyledi.
İhalenin tekrar 49 yıllığına kiralama şeklinde
yapılıp yapılmayacağı ise henüz belli değil. Başkan
Kilci, sürenin kısalabileceğini kaydederken, "Daha
önce ortaya çıkan rakamlar yap-işlet-devret modeline
göreydi. Şimdi tamamen Özelleştirme Kanunu
çerçevesinde yapılıyor. Muhakkak çok şey değişecek."
bilgisini veriyor. Galataport için 1,5 yıl önce
çıkılan ihalede, İsrailli işadamı Sami Ofer ile Türk
ortağı Mehmet Kutman'ın oluşturduğu konsorsiyum, 49
yıllığına 4,3 milyar dolar önermişti. Ortakların,
açık alanı 100 bin, kapalı alanı ise yaklaşık 300
bin metrekarelik projesinde toplam 750 odalı 5
yıldızlı otel ve 4 yıldızlı oteller, alışveriş
merkezleri, fast-food yerleri, kruvaziyer liman
(gümrüklü saha), free-shoplar, otopark ile müze
planlanıyordu. Ancak Danıştay 6. Dairesi'nin Ocak
2006'da projeyle ilgili olarak Kültür Bakanlığı'nca
hazırlanan imar planının geçersiz olduğu yönünde
karar vermesi üzerine ihale askıya alınmıştı. 22
Temmuz'daki milletvekili seçimlerine doğru geri
sayım sürerken, ekonomi gündemin alt sıralarına
düştü. Bu arada kısmen yavaşlama olsa da
özelleştirme takvimi planlanan çerçevede ilerliyor.
Sıradaki ihaleler hakkında Zaman'a açıklamalarda
bulunan Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci,
Halkbank'ın halka arzını milat gibi görüyor.
Kilci'ye göre yoğun ilgi, ekonomide puslu bir
havanın olmadığının teyidi oldu. Ayrıca Türk
ekonomisine olan güveni göstermesi açısından da
büyük önem taşıyor. Sektörün yedinci büyük
bankasının geçen ay yüzde 25'lik hissesinin satışına
rekor talep geldi. Toplam talepte Türk sermaye
piyasaları tarihinde ulaşılan en yüksek rakam oldu.
Kilci, "Bu, 2004'ten beri Avrupa'da finans
sektöründe yapılmış en büyük halka arz. Mükemmel bir
sonuç elde ettik." diyor.
Zaman, Haber: Hüseyin Sümer - Ercan Baysal,
11.06.2007
|
BİR ZAMANLAR BİR KAPADOKYA KASABASI
1920'li yıllara kadar halkının çoğu Rum olan bir
Kapadokya kasabasıydı Sinasos. Mübadeleye tabi
tutulan Rumlar kasabanın sokak sokak fotoğraflarını
çektirmişti. Bu fotoğraflar birbirinden güzel
anlatımlarla yeniden gün ışığına çıktı.
 |
Belediye Binası, Mübadele Komisyonu'na da ev sahipliği yapmıştı. 'Sinasos' albümünde, Çeşmede yerel giysiler içindeki kadınların bulunduğu 1924 yılına ait bir fotoğraf da var. |
Büyük bir telaş
yaşanıyordu. Kasabalarında, İstanbul'da, Atina'da,
hatta
Amerika'da dört ayrı komite kurulmuş; hepsi
üzerlerine düşenin altından kalkmaya çalışıyordu.
Artık 'Büyük Göç' başlayacaktı. Çok az bir süre
kalmıştı. Binlerce yıldır yaşadıkları anayurtlarını
terk etmek zorundaydılar. Bir daha geri dönmemek
üzere çıkıyorlardı yola, bilmedikleri bir dünyaya
doğru.
Konakları, kiliseleri, okulları, köprü ve
çeşmeleriyle; kendine özgü mimarisi, eğitimli
insanlarıyla halkın büyük çoğunluğu Rumlardan
oluşan, 3 bin nüfuslu bir Kapadokya kasabasıydı
Sinasos.
Yıl 1924'tü. Türkiye ile Yunanistan arasında 'nüfus
mübadelesi' başlamıştı. Yer değiştirecekti yüz
binlerce insan; Anadolu'dan Yunanistan'da,
Yunanistan'dan Anadolu'ya doğru.
Merkezi komite İstanbul'daydı. Sinasosluların
Pire'ye taşınmasını organize edecekti.
Sinasos Komitesi cemaate ya da şahıslara ait
mallardan kurtarabildiklerini kaydediyor, ayırıyor,
kutulara yerleştiriyordu. Bunları güvenli şekilde
Yunanistan'a ulaştırmayı üstlenmişti. Ayrıca kara ve
denizyoluyla yapılan zahmet göz yolculuğuna nezaret
ederek göçmenlerin yiyecek ve diğer ihtiyaçlarını
karşılayacaktı.
Atina-Pire Komitesi'nin de zor bir görevi vardı.
Sinasos göçmenlerini karşılayacak, zahmet ve
masraflardan kaçmadan geçici bir süre için
bakımlarını üstlenip onlara kalacak bir yer
bulacaktı. Sonra da 'Yeni Sinasos'un kurulması için
uygun bir yer arayacaktı.
Amerika Komitesi ise maddi yardım toplayarak
göçmenlerin yerleştirilmesine katkı sunmayı
hedefliyordu.
İşte bütün bu hengame içinde Serafim Rizos'un
aklından hiç çıkmayan bir fikir vardı. Ama bir türlü
de açıkça söyleyemiyordu. Çünkü çevresindeki
insanlar; bir daha geri dönmemek üzere anayurtlarını
terk etmenin, yeni ve bilinmeyen bir ülkeye göçmenin
telaşına öyle kaptırmışlardı ki kendini; bir de bu
durumun getirdiği gündelik sorunlarla öylesine
meşgul ve kaynaklar açısından öylesine dardaydılar
ki böyle bir lükse ilişkin herhangi bir teklifin
hemen reddedileceğinden korkuyordu.
Sonunda dayanamadı, Sinasos Komitesi Başkanı olan
ağabeyi Rizos N. Rizos'a düşüncesini açtı Serafim:
"Göçmeden kasabamızın fotoğraflarını çekelim."
Sonunda 20 liralık bir kaynak tahsis edildi fotoğraf
çekimleri için.
"20 lirayla ne yapılabilirdi? Kastro'da bankerlik
yapan iyi kalpli Pandazidis kardeşlerin çocukları,
İosif'in oğlu Anastasis Pandazis ile
İlia'nın oğlu İsaak Pandazis'in bir fotoğraf
makinelerinin olduğunu duymuştum. Onları bularak 20
lira karşılığında 1 Haziran 1924'ten ay sonuna kadar
köyün farklı bölgelerini birlikte dolaşmak ve işaret
edeceğim şeylerin fotoğrafını çekmek üzere
anlaştım."
Serafim; mahallelerin, kiliselerin, okulların,
mimari değeri olan yapıların, kadın ve erkek
giysilerinin, yöresel oyunların, çeşmelerin,
pazaryerinin görüntülenmesini istedi.
Yunanistan'a göçerken İstanbul Komitesi'ne uğradı ve
doktor İoannis Arhelaes'e fotoğraf plakalarını
bıraktı, bir ricasıyla birlikte: "Bir Sinasos albümü
hazırlayalım."
"Böylece göçmenlik
dalgasıyla sürüklenerek Yunanistan'a gittim. Bir
gün, Nea İonia'daki Podarades'te, çalıştığım halı
fabrikasına postayla ağır bir paket geldi. İçinden,
kedersiz köyümüzün, serhattaki Küçük Asya Rumlarının
asude, bilinmeyen, uzun tarihinin yegane hatırası,
'Doğu'nun İncisi' albümü çıktı."
Kapadokya Rum cemaatlerinin tarihi konusunda derin
bilgiye sahip olan Evangelia Balta işte bu 82
fotoğraftan oluşan 'Doğu'nun İncisi Sinasos'
albümünden yola çıkmış. Yunanistan'daki diğer
kurumsal ve kişisel arşivlerdeki görsel unsurlarla
zenginleştirmiş. Küçük Asya Araştırmaları Merkezi
tarafından yapılan sözlü tarih çalışmalarında yer
alan Sinasos'un eski sakinlerinin anlatılarıyla
birleştirmiş ve ortaya 240 sayfalık, görsel ve sözel
açılardan çok zengin bir yapıt çıkarmış;
'Sinasos-Mübadeleden Önce Bir Kapadokya Kasabası.'
Kitapta bu Kapadokya kasabasının; Anadolu
coğrafyasında, iyi eğitimli insanlardan oluşan,
dünyaya açık, modern mimariye sahip bir yerleşime
dönüşmesinin öyküsü de var.
Yeterince işleyecek toprakları yokmuş
Sinasosluların. Nüfus artınca köyde yaşam zorlaşmış.
Gurbete çıkmaya başlamışlar. Köyün papazı dualarla
uğurlarmış gençleri İstanbul'a.
Sözlü tarih çalışmalarında yer almış bu çileli
yolculukları Sinasosluların: "Açık havada
gecelerdik. Türk köylerinden geçtiğimizde bize süt,
yoğurt ve yumurta verirlerdi. Ankara'ya sekiz günde
varırdık. Ankara'da bir gün kalarak at ya da
katırlarımızı nallar, tekrar yola çıkardık. 12'nci
günde İzmit'teydik. Oradan trenle Haydarpaşa'ya
geçerdik. Orada bizi akrabalarımızla dostlarımız
bekler, İstanbul'a götürürlerdi. İstanbul'a
gidenlerin çoğu, mal mülk edinmiş olarak 10-15 yıl
sonra dönerdi. Köye gelip evlenirler, eşlerini köyde
bırakıp ya da yanlarına alarak tekrar gurbete
çıkarlardı. Yeni evli kadınlar, kocalarını 10-15 yıl
sonra tekrar görebiliyorlardı. Erkekler eşlerini
hamile bırakıp gidiyor, döndüklerinde 12 yaşında
delikanlılarla karşılaşıyordu."
Ancak bu 'gurbetçilik' Sinasos'un zenginleşmesine, İstanbul'da para kazanan Sinasosluların payitahtta en seçkin kişiler arasına girmesine yol açmış. Ancak insan merak etmekten de geri duramıyor bu havyarcılık, balıkçılık nereden bulaşmış bu Kapadokya Rumlarına? Kitapta onun da yanıtı var. Sinasoslular, İstanbul'da havyarcılık yapıyorlar, Karadeniz ve Marmara'nın balıklarını tuzlama zamanı; sardalye, uskumru, çiroz, palamut tuzluyor ve Rusya'dan getirttikleri siyah havyarın ticaretini yapıp Osmanlı İmparatorluğu'nun taşrasına dağıtıyorlarmış.
"Bu zenaat sayesinde zenginleşerek, köyleri
Sinasos'u bir mücevhere çevirdiler. Her Sinasoslu
ailenin İstanbul'un bir havyarcısında çalışan bir
üyesi vardı. Sinasosluların, Anadolu'nun dağlarıyla
taşları arasında yetişmiş Karaman asıllı bu
insanların, havyarcılık mesleğine nasıl merak
saldıkları hayranlık uyandırır. Bir söylenceye göre,
1821'den önce İstanbul'un bütün havyarcıları Sakız
Adalıymış. Yunan ihtilaliyle Sakızlılar İstanbul'u
terk edince, dükkanlarını döndüklerinde geri almak
şartıyla Sinasoslulara geçici olarak devretmişler."
Birbirinden güzel anlatımlar, birbirinden güzel
fotoğraflar var
'Sinasos' albümünde.
Albümün editörü Balta "Atalarımın yurdunu" diyor,
"Kapadokya'yı, bu büyülü yeri, büyükannemin
anlattıklarına bakılırsa hem tatlı hem de acı olan
bu yeri, daha çocukluğumdan beri, Kavala'nın bir
göçmen mahallesinde büyürken sevmeye başlamıştım. Bu
yurdun o zamanki tadı bugüne kadar damağımdadır.
Büyürken Kapadokya ile ilgilenmek varoluşumun temel
unsuru olmuştu.
Albüme başlayınca insan 1900'lü yıllara doğru bir
zaman tüneline giriyor. Hele bitirdiğinde; bütün bir
kasabayı sokak sokak, ev ev, okul okul, insan insan,
öykü öykü o kadar iyi öğreniyor ki "Vay canına!"
diyor, "Demek ki ben de bir zamanlar
Sinasosluymuşum!"
Radikal, Haber:
Celal Başlangıç, 11.06.2007
|
'ÇUKUR HAN' ÇUKURDAN ÇIKARILACAK
'2008 Yılında
Dünyada En Fazla Tehlike Altındaki 100 Tarihi Eser'
listesine alınınca dikkatleri üzerine çeken
Ankara'daki Çukur Han kurtarılarak, Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'nin bir parçası yapılacak.

Dünya Anıtlar Fonu (World Monuments Fund-WMF)
tarafından hazırlanan "2008 Yılında Dünyada En Fazla
Tehlike Altındaki 100 Tarihi Eser" listesine alınan
Ankara'daki Çukur Han önümüzdeki aylarda Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'nin bir parçası olacak.
Ankara Kalesi'nin hemen ön tarafındaki tarihi kent
merkezinde yer alan Çukur Han, bir 18. yüzyıl
yapısı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde cezaevi
olarak kullanıldığı belirlenen Çukur Han, Ankara'da
Osmanlı dönemi kervansaray örneği olarak ayakta
kalmış az sayıdaki tarihi yapılardan biri.
Mülkiyeti, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde olan Çukur
Han, ahşap kısımları tümüyle çürümesi ve zaman zaman
evsizlerce kullanılması nedeniyle WMF tarafından
"2008 Yılında Dünyada En Fazla Tehlike Altındaki 100
Tarihi Eser" listesine alındı.
Milliyet'in, WMF ve WMF'nin yaptığı listeye ilişkin
soruları yanıtlayan Kültür ve Turizm Bakanı Atilla
Koç, Türkiye'den bu listeye giren Çukur Han,
Hasankeyf, İstanbul Surları, Meryem Ana Kilisesi ve
Kızıl Kilise'nin tahribata uğradığını yakından
bildiklerini ifade etti.
Koç, şunları söyledi: "Ben hepsinden önce de
farkındayım. Dedikleri yanlış değildir, lakin biz
çalışıyoruz. En önemlisi İshak Paşa Sarayı değil mi?
İshak Paşa Sarayı üzerinde çalışıyoruz. Meryem Ana
Kilisesi üzerinde de çalışıyoruz. Ben işime sahibim
ama onlar elbette buna sahip çıkacaktır. Bunlar
çünkü sadece benim malım değil, dünyanın malıdır,
korumak mecburiyetindeyiz."
Koç, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan
Çukur Han için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ankara
Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanmış protokol
çerçevesinde hareket edileceğini anımsattı.
Çukur Han'ın, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin
genişletilmesi projesiyle restore edileceğini
söyleyen Koç, Büyükşehir Belediyesi'nden aldığı
bilgi çerçevesinde yakın zamanda çalışmalara
başlanacağını ifade etti. Böylece restorasyon
sonrasında Rahmi Koç Müzesi'ne dönüştürülen Çengel
Han gibi Çukur Han'ı da geleceğe taşıyacaklarını
kaydeden Koç, Avrupa'dan müzecilik ödülleri almış
olan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ni de çevresindeki
tarihi yapılarla zenginleştireceklerini anlattı.
Koç'un anımsattığı proje kapsamında, Ankara
Büyükşehir Belediyesi, Çıkrıkçılar Yokuşu'nda
yıkılması planlanan dükkanlardan bazılarını
kamulaştırdı. ASKİ'ye ait su deposunun bulunduğu
arazinin müzeye dahil edilmesi ve Ulus İlk Meclis
İlköğretim Okulu'nun tarihi binasının yeniden
düzenlenmesi kararlaştırıldı.
Milliyet, Haber: Yıldız Yazıcıoğlu, 11.06.2007
|
ASKLEPİON
RESTORE EDİLİYOR
İzmir'in Bergama İlçe Belediye
Başkanı Raşit Ürper, tarihi Asklepion'a yeni bir
çehre kazandırmak için çalışma yürüttüklerini
bildirdi. Ürper, her yıl yüz binlerce yerli ve yabancı
turistin ziyaret ettiği Asklepion'un, girişinde
bulunan ve askeri yasak bölge içinde kalan bilet
satış gişesi, iş yerleri ve tuvaletlerin yerini
değiştirerek, yenilediklerini belirtti. Ürper'in verdiği bilgiye göre, yeni projeye göre ihalesi yapılan Asklepion'a giriş Atmaca Mahallesi yönünden olacak. Projenin 6 ay içinde tamamlanması planlanıyor. Bölgeye, giriş bilet gişeleri, otopark ve 8 iş yeriyle tuvalet inşa edilecek. Bergama'daki Asklepion, dünyanın ilk sağlık
yurtlarından biri olarak kabul ediliyor.
Öte yandan, Osman Bayatlı Caddesi'nde bulunan ve
1985 yılına kadar kullanılan tarihi Küplü Hamam'ın
da restore edilmesi planlanıyor. Yaklaşık 22 yıldır harabeye dönüşen tarihi yapı,
tekrar bölge insanı ve turizmin hizmetine sunulacak.
Projenin 6 ayda tamamlanması planlanıyor. Tarihi Küplü Hamam'ın yapım tarihi bilinmemekle
beraber, 1341-1350 yılları arasında yapıldığı tahmin
ediliyor. 19. yüzyıla kadar hamamda bulunan, daha sonra
yurt dışına kaçırılan ve bugün Paris Louvre
Müzesi'nde bulunan antik mermer bir küp nedeniyle
hamamın adı Küplü Hamam olarak anılıyor.
Bergama'da tarihi hamam olan Çarşı Hamamı'nın da
restorasyonunun en kısa sürede İzmir Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'nce yapılmasını talep ediliyor.
Trt/Haber, 11.06.2007
|
|
SUALTI MÜZESİ SANAL DÜNYADA
Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından oluşturulan internet siteleri
aracılığıyla, dünyanın her noktasından sanal alemde
izlenmeye başlandı.
Müdür Yaşar Yıldız, "Bodrum’a gelemeyenler veya
gelmek isteyip önceden müze hakkında bilgi almak
isteyenler internet sitelerimizi ziyaret edebilir.
Her yıl 200 binin üzerinde turistin ziyaret ettiği
müzeye sanal alemdede milyonlarca kişinin ziyaret
etmesini bekliyoruz" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi İşlem
Koordinatörlüğü ile Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü’nce Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi’nin sanal ortamda gezilmesine olanak sağlayan
internet siteleri Türkçe ve İngilizce olarak hizmete
sunuldu.
Antik Halikarnassos kentinin tarihçesi, Kral
Mousolos’un yaşamı, dünyanın en eski batığı olan
Uluburun Batığı’ndan Kraliçe Ada ile mezarından
çıkarılan paha biçilmez eserlerin ve mücevherlerin
bulunduğu müzenin www.kulturturizm. gov.tr ,
www.kultur.gov.tr, www.turizm.gov.tr ve
www.goturkey.com.tr adreslerinden 360 derece
panoramik görüntülerle izlenebileceği bildirildi.
Yıldız, sanal alemde müzeyle ilgili yayınlanacak
görüntülerden sonra tarihi mekana olan ilginin büyük
oranda artacağını umduklarını belirtti.
Hürriyet Ege, 11.06.2007
|
KAZI YAPARKEN AKREP SOKTU
Batman'ın Hasankeyf İlçesi'nde akrep sokması sonucu zehirlenen kişi hastaneye kaldırıldı.
Tarihi Hasankeyf kalıntılarında sürdürülen arkeolojik kazı çalışmasında işçi olarak çalışan Ahmet Demir'i (50), akrep soktu. Arkadaşları tarafından Batman Devlet Hastanesi'ne kaldırılan Demir, buradaki ilk müdahalenin ardından Diyarbakır'a sevk edildi.
Bursa Hakimiyet, 11.06.2007
|
İLK ARABA VAPURU BİR TÜRK'ÜN ESERİ
İDO (İstanbul Deniz Otobüsleri)’nin katkılarıyla,
araştırmacı Dr. Murat Koraltürk’ün hazırladığı
kaynak niteliğindeki Şirket-i Hayriye kitabı, 163
yıllık bir seyahat tarihinin seyrini; belgeleri,
resimleri ve bu uzun deniz öyküsünü kahramanlarıyla
sunuyor.

Kitaptaki bilgilere göre, Boğaziçi’nde ulaşıma
rağbetin artmasıyla yolcu taşımacılığı yapacak bir
buharlı gemi işletmesine duyulan ihtiyacı gidermek
üzere kurulan Şirket-i Hayriye’nin kuruluşu yönünde
ilk adımı Ahmet Cevdet ve Fuat Paşa’lar atar.
Kurulacak vapur işletmesinin önemini dile getiren
layihayı kaleme alarak bu layihayı İstanbul’daki
resmi makamlara ileterek Şirket-i Hayriye’nin
kuruluşu için ilk girişimde buluşmuş olur. Sultan
Abdülmecid Han’ın iradesi ile Şirket-i Hayriye
resmen kurulur.
Hüseyin Haki Efendi şirketin müdürlüğüne getirilince
şirket adına yeni yeni girişimlerde bulunur.
Boğaz’da at, araba ve eşya nakline bir kolaylık
bulmak amacıyla İskender Efendi ile şirketin
Hasköy’deki fabrikasının sermimarı Mehmed Usta ile
başbaşa verip o güne kadar benzeri görülmemiş bir
tekne tipi çizer. Bugün araba vapuru dediğimiz, iki
tarafından da karaya indirilecek kapakları bulunan,
hem ileri hem de geri gidebilen araba vapuru ya da
feribot dediğimiz gemilerin gerçek bir prototipidir
bu tekne.
Ana güvertesi baştan sona dümdüzdür, buraya atlar,
arabalar alınacaktır. Yolcuların yeri ise üstteki
salondadır. Haki Efendi, çizdikleri eskizleri Mehmed
Usta’yla İngiltere’deki Maudslay Sons And Elelds
tezgahlarına gönderir. 26 numara verilecek Suhulet
(Kolaylık) adlı bu ilk araba vapurunun inşası, 1871
yılında sona erer. Uzunluğu 45.7 m, genişliği 8.5 m
olan gemi yandan çarklı ve saatte 7 mil hız yapar.
Velhasıl Suhulet 1872 yılında hizmete başlar.
Suhulet’in gelişinden memnun olmayan kayıkçılar tüm
yolcularını kaybetmiştir. Önceleri Suhulet’in
camlarını taşlarlar, kimi zaman ise hiç olmadık
yerlerde vapurun karşısına çıkıp durdurmaya
çalışırlar. Suhulet ilk seferinde Üsküdar’dan
alacağı bir topçu kıtasını karşıya, Kabataş’a
geçireçektir. Kayıkçılar hemen kayıklarını yan yana,
birbirlerine zincirleyerek iskelenin önünü
kapatırlar. Akıllarınca, Suhulet’in gelip iskeleye
yanaşmasını engelleyeceklerdir. Ama oradaki topçu
bataryasının subayı topları üzerlerine çevirince
zincirleri tez elden çözmekten başka çare kalmaz.
İşte dünyanın ilk araba vapuru olan yandan çarklı
Suhulet, tam 89 yıl hizmet verdikten sonra 1961’de
sökülmek üzere satılır.
Türkiey Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 11.06.2007
|

|
NAPOLYON'UN KILICINA 4.8 MİLYON EURO VERİLDİ
Napolyon'un 1800 yılında İtalya'daki Marengo Savaşı'nda taşıdığı kılıcı, Fransa'nın başkenti Paris'in Fontainebleau Müzayede Evi'nde dün düzenlenen açık artırmada 4.8 milyon euro'ya (6.4 milyon dolar) satıldı.
Müzayedeci Jean-Pierre Osenat ise kılıcın, kimliğini açıklamadığı, ancak nüfuz sahibi diye tanımladığı bir kadın tarafından "Babalar Günü hediyesi" olarak kocası için alındığını söyledi.
Milliyet, 11.06.2007
|
AYDIN BEY'İN HİLTON BASKISI
Hilton arazisinde kendisine haksız kazanç sağlayacak yeni imar planı için başvuran Aydın Doğan, seçim atmosferinden yararlanarak, kar peşinde koşuyor. Anıtlar Yüksek Kurulu’nun çivi bile çakılamaz kararına karşın Aydın Doğan, belediye üzerinde baskı yaratmaya başladı
Aydın Doğan’ın, milyarlarca dolarlık haksız kazancı içeren Hilton Planı’na, yasalar ‘dur’ dedi.
Umudunu Büyükşehir İmar Müdürlüğü ve Belediye Meclisi kararlarına bağlayan Aydın Doğan, İstanbul’u çirkinleştirecek planı için seçim ortamını kullanarak, kulise başladı.
Koruma Kurulu kararıyla milyarlarca dolarlık haksız kazançtan olan Doğan, seçim dönemini fırsat olarak değerlendirmek istiyor.
Doğan, zenginliğine zenginlik katacak planı için seçim sürecinde Büyükşehir Belediyesi İmar Müdürlüğü üzerinde baskıyı yoğunlaştırdı.
Bu arada Aydın Doğan’ın hevesini kursağında bırakan gelişmeler de yaşanıyor. Bunların en önemlisi İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından alınan kararla yaşandı. Kurul, Hilton Oteli’nin de içinde bulunduğu bölgeyi SİT alanı ilan ederken, Hilton Oteli binasını da taşınmaz kültür varlığı olarak tescil etti. Buna göre araziye hiçbir şey yapılamayacağı gibi otel binasına da dokunulamaması gerekiyor.

Doğan Grubu’nun Hilton’u aldıktan sonra gerçekleştirdiği 3.5 milyar dolarlık atakta yeni bir etaba geçiliyor. Grubun, Emekli Sandığı otellerinin özelleştirmesinde 255 milyon dolara satın aldığı Hilton Oteli arazisine, milyar dolarlık planlar yaptığı ve bu konuda Şişli Belediyesine dilekçe ile başvurmuştu. Şişli Belediyesi, 300 dilekçe sahibiyle birlikte bu dilekçeyi de kabul ederek, Büyükşehir İmar Müdürlüğü’ne sevk etmişti.
Büyükşehir İmar Müdürlüğü üzerinde baskı oluşturmaya başlayan Doğan, seçim arifesinde bölgeye yönelik değişiklik raporlarını istediği gibi tamamlatarak, Büyükşehir Meclisi’ne onaylatmak istiyor.
Aydın Doğan, Ortadoğu Otomotiv kanalıyla, Hilton’u arazisiyle birlikte almıştı. Daha sonra 255 milyon dolara aldığı Hilton Oteli’nin arsasına dev bir kompleks yapmak için resmi talepte bulundu.
Ortadoğu Otomotiv, Şişli Belediyesi’ne başvurarak İstanbul’un en gözde yeri Taksim’deki Hilton Oteli’nin 63 dönümlük arsası için 0.7 olan emsalin 2.7’ye çıkarılmasını talep etti. Şişli Belediyesi 2.5 emsal izni verdi ve onay için Büyükşehir Belediyesi’ne gönderdi.
Aydın Doğan’ın istediği olursa, araziyi aldığı sırada 43 bin metrekare olan kapalı inşaat alanı 233 bin metrekareye çıkacak.
Müteahhitler istenen yeni imar izni ile bu inşaatlardan Doğan’ın kasasına 3 ila 3.5 milyar doların geleceğini belirtiyor. Doğan, imar değişiklikleri konusunda uzman. Doğan’a ait İstanbul Mecidiyeköy’deki arazide de benzeri gelişmeler yaşanmıştı. Şu anda 12 kat temel sağlamlaştırma çalışmaları yapılan bu projenin inşaatını Taşyapı İnşaat yürütüyor.
Hilton arazisi üzerindeki kapalı inşaat alanını 43 bin 666 metrekareden 233 bin metrekareye çıkarmak için Şişli Belediyesi’ne plan değişikliğini onaylattıran Aydın Doğan’ın şirketi Ortadoğu Otomotiv, milyarlarca dolarlık rant operasyonunu başlattı. Yasaların dur demesine karşın Doğan, yetkililer üzerindeki baskıyı artırdı.
Aydın Doğan, elindeki medya gücünü kullanarak Petrol Ofisi’nde ortaya çıkan milyarlık vergi borcunu da kuşa çevirmeyi başarmıştı. Aynı Aydın Doğan, şimdi aynı yöntemle, Hilton arazasinde milyar dolarlık haksız kazanç sağlamanın peşinde koşuyor. Doğan’ın istediği imar plan değişikliği kabul olursa, İstanbul silüetine bir darbe daha vurulurken, Doğan’ın cebine de milyarlar girecek.
Hilton’un bulunduğu bölgenin tarihsel ve kentsel SİT alanı olduğunu söyleyen Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhcu, aksi halde dava açacaklarını söyledi. Doğan’ın Hilton arazisi üzerinde emsal artırarak turizm, ticaret ve konut alanları inşaat etme projesine sivil toplum kuruluşlarından da tepki var. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Eyüp Muhcu bölgenin tarihsel ve kentsel SİT alanı olduğuna işaret ederek, “Oraya bir çivi bile çakamazlar” dedi. Bu nedenle bölgede bir yapılaşmaya gidilmesinin imkansız olduğuna işaret eden Muhcu, “Biz Mimarlar Odası olarak hukuki yollara mutlaka başvuracağız” diye konuştu.
Şehir Plancıları Odası Başkanı Ahmet Turgut, emsal değişikliği talebinde hata olduğunu söyleyerek, “1/5000’lik planların değişikliği için Şişli Belediyesi’ne değil, Büyükşehir Belediyesi’ne talep götürmek gerekir. Şişli Belediyesi’nin 1/5000’lik plan ile ilgili aldığı bir kararın hukuki geçerliliği olamaz, sadece tavsiye niteliğinde olabilir” dedi. Turgut, civardaki yoğunluğun dikkate alınarak emsal verilebileceğini dile getirdi. Bölgenin İstanbul için çok önemli olduğuna değinen Turgut, “Eğer talep edilen değişiklik çevreyle uyum içinde değilse, o zaman yanlış olur” diye konuştu.
İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Cemal Gökçe, bölgedeki emsal ile oynamanın yeşil alanları yok etmek olacağını belirterek şu bilgileri veriyor: “Hilton arazisi üzerindeki bina yoğunluğunun artırılması doğru bir şey değil. Hilton’un bulunduğu bölge trafik açısından yoğun, altyapı açısından yetersiz bir bölge. Hilton’un da üzerinde bulunduğu arazi şehrin ve dolayısıyla burada yaşayan insanların nefes alması için özellikle yeşil alan olarak tutuldu. Hilton arazisinin binayla dolması yeşil alanı yok etmesi anlamına gelir ki bu bir felaket. Kimse aptal değil ki. Karayolları arazisi de İETT garajı arazisi de böyle. Hilton’da yoğunluk değişmesi kente çok büyük bir zarar olacaktır.”
Anıtlar Kurulu, oteli kültür varlığı, alanı da SİT olarak kabul etti
Hilton arazisi, plan değişikliği talebine karşı SİT alanı ilan edildi. İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, oy çokluğu ile aldığı kararla, Hilton Oteli’nin yer aldığı 1759 nolu yapı adasını kültür varlığı olarak onayladı. 11 Nisan’da alınan bu karar, Aydın Doğan’ın araziye rezidans, iş merkezi yapma hayalinin sonu olarak yorumlandı.
Hilton Oteli’nin Türkiye mimarlığının genç modern-uluslararası üslup niteliği taşıması, dönemi simgeleyen örnek yapılardan olması nedeniyle taşınmaz kültür varlığı olarak tesciline karar veren kurulun, görüşü de şöyle:
“Hilton Oteli’nin yanı sıra içinde bulunduğu doğal çevreyle, bitki örtüsüyle birlikte 11 Mart Vakası’nın yaşandığı Taşkışla gibi önemli tarihi olaylara sahne olan, tarihi, mimarı, estetik özellikleri nedeniyle değer taşıdıkları için taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilen Radyoevi, Açıkhava Tiyatrosu, Lütfi Kırdar Spor Sarayı, Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, Demokrasi Parkı içindeki yapı ve yapı kalıntıları, Küçük Çiftlik yapıları, havuz ve bahçeleri ile Dolmabahçe Sarayı’nın aydınlatılması için yapılmış olan binaları içine alan kısmen imara açılmış olmasına karşın, 1937 tarihli Atatürk’ün de onayladığı Prost planda, Dolmabahçe, Maçka, Taşkışla, Harbiye arasında planlanan yeşil alanların günümüze gelebilen, Beyoğlu Kentsel Sit alanının devamında yer alan eski paftalarda sınırları belirtiline alanın, 19.4.1996 tarih ve 421 sayı ve Ekim 2006 tarih ve 720 sayılı ilke kararlarına göre Tarihi ve kentsel sit alanı olarak belirlenmesine karar verilmiştir.”
Akşam, 11.06.2007
TAYHaber Bilgi: İstanbul Hilton Oteli, 1950'lerdeki Türk mimarlığının, Avrupa ve ABD'de giderek yaygınlaşan Modern Mimarlık'ın etkisi altında rasyonalizme yönelmesinin bir örneğidir. İkinci Dünya Savaşı sonuçlanmış, Türkiye siyasal ve kültürel olarak Batıya iyice yakınlık duymaya başlamıştır. Mimarlığını Skidmore, Owings and Merrill (SOM) ile Sedat Hakkı Eldem'in yaptığı 1953 tarihli İstanbul Hilton Oteli'nin yanısıra, İstanbul Belediye Sarayı (Nevzat Erol, yarışma, 1952), Büyükada Anadolu Kulübü (Turgut Cansever, Abdurrahman Hancı , 1953), Sakarya Hükümet Konağı (Enis Kortan, Nişan Yaubyan, 1956), Brüksel Dünya Sergisindeki Türkiye Pavyonu (Muhlis Türkmen, Utarit İzgi, Hamdi Şensoy, İlhan Türegün, 1958), DSİ Genel Müdürlüğü (Enver Tokay, Behruz Çinici , Teoman Doruk, 1959), İstanbul'da Tekel Genel Müdürlüğü (İlhan Tayman, Yılmaz Sanlı, 1959), Kızılay-Emek gökdeleni (Enver Tokay, 1959) bu dönemin kimi tipik örnekleridir.
1950'ler, Türk mimarlığının, teknolojik, ekonomik, sosyal, çevresel verilere bakmaksızın daha çok, dış yayın ve etkilerle beslendiği evrenselci, rasyonalist bir dönemdir.
Hilton Oteli, Türkiye'nin ilk beş yıldızlı otelidir. 1939 tarihli Prost Planı'nda Taksim-Harbiye-Maçka aksı üzerinde gerçekleştirilmesi öngörülen 2. no.lu park alanı ilk kez Hilton Oteli'nin yapımı için imara açılmıştır. 1952'de Amerikalı mimarlık grubu Skidmore, Owings and Merrill (SOM) tarafından tasarlanan yapının yerel danışmanı ve kollaboratörü Sedad Hakkı Eldem idi. İstanbul Hilton Oteli, 2. Ulusal Mimarlık Dönemi'nin kapanışını örnekleyen yapılar arasındadır. Geniş giriş katı üzerinde pilotilerle yükselen yatak katlarının prizmatik kitlesi ile oda ve balkonların cephede oluşturduğu kafes doku ve bunların oranları Türkiye'de Uluslararası Üslup'un karakteristiği olarak benimsenmiştir.
Yapı, 21x100 m boyutunda bir dikdörtgenler prizması biçiminde, toplam 258 odalı 8 yatak katı ile resepsiyon, lobi, oturma salonları ve restoranlar, yönetim, servis hacimlerini barındıran üç kattan oluşur.
Sedad Hakkı Eldem, projeye iki önemli katkıda bulunmuştur. Birincisi, balo salonunun divanhane çağrışımlı haçvari planı, öteki ise girişteki uçan halı simgesini çağrıştıran dalgalı saçaktır.
Eldem ayrıca 1965'te, uygulanmayan, bir genişletme projesi hazırlamıştır. 1975'te hazırladığı otopark, dükkânlar ve ofis projesi uygulanmıştır. 1984'te gazino-şadırvan ve ek odaların yapımı ve bir sergileme merkezi eklenmiştir. 1985'te balo salonu terası altına Park Floors eklenerek oda sayısı 500'e çıkarılmıştır.
Kaynak ve Fotoğraf: Mimarlık Müzesi
|
SALTANATIN KAYIKLARI DA SÜRGÜN YOLUNDA
Sirkeci
İstasyonu’ndan soğuk bir mart akşamı, içinde Osmanlı
hanedanlarını taşıyan tren kalktığında takvim 1924
yılını gösteriyordu.
Son halife ve veliaht Abdülmecid Efendi’yi de
taşıyan trenin son durağı Fransa olacaktı. Bundan
bir asır sonra, ‘Saltanat Kayıkları’nı yeniden
yaptırıp Boğaz’ın suları ile buluşturan Gülsün
Bozkurt, kayıkların kaderinin bir zamanlar üzerinde
gezinen hanedan sahiplerine benzeyeceğini nereden
bilebilirdi ki? Oysa, Saltanat Kayıkları ile
Boğaz’da yaptığı ilk gezintide, içinden ileride
tertip edeceği ‘fener alaylı gece festivalleri’nin
düşünü kuruyordu. Kayıklara dünyanın dört bir
yanındaki yayın organlarının gösterdiği teveccüh,
onun heyecanını da kamçılamıştı. Ancak kayıkların
ikematgahı olarak kendisine gösterilen Eyüp
sahilindeki izbe yer, zaman içinde hayallerine gölge
düşürecekti. Kayıklar ile sahil arasına çekilen
metal çit, sorunun üzerine tuz biber ekti. Fuhuştan
gaspa kadar genişleyen bir suç ağının ortasında
kalan kayıkların bekçileri geçen yıl bıçaklı
saldırıya bile uğradı. Şimdi Fransa’dan davet almış
olan kayıkların bir daha anayurduna dönmeme ihtimali
var. Yaklaşık 80 yıl önce Fransa’ya sürgüne giden
Abdülmecid Efendi gibi. Bir asır sonra Boğaz’ın
serin suları ile tekrar buluştuğunda dönemin
İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna’nın da
aralarında bulunduğu kalabalık bir heyet tarafından
alkışlarla karşılanmıştı. Şimdi ise üzerinde tekrar
sürgün hesapları yapılır hale geldi. Boğaz’da tekrar
boy gösteren saltanat kayıkları, aradan beş yıl
geçmesine karşılık, başını sokacak bir liman
bulamadığı için başka bir ülkenin sularına doğru
kürek sallama tehlikesi ile karşı karşıya.
Fransa’nın en büyük festivallerinden birine onur
konuğu olarak 2009 yılına davetiye alan saltanat
kayıklarına Dubai’den de davet var. Kayıkların
misafir gittikleri sulara alıştığı takdirde tekrar
Boğaz’a geri dönmeme ihtimali var.
Aslında her şey peri masalını kıskandıracak
şekilde başlamıştı. Cide’de yapılan ilk kayık
Boğaz’ın serin sularına vardığında, Gülsün
Bozkurt’un gözlerinde, bir hayali gerçekleştirmenin
haklı bir sevinci vardı. Daha üç yıl önce Boğaz’a
nazır evinin penceresinden günün en sevgili
saatlerinde, derin mavi ile kucaklaşmış Bebek’i
seyrederken Boğaz’a imzasını atmayı kafasına
koymuştu. Bir gün olacak Boğaz’ın ve hatta
İstanbul’un adı, hayata geçirdiği ‘Saltanat
Kayıkları’ ile anılacaktı. İlk önce Beşiktaş Deniz
Müzesi’ndeki örneğinin detaylarını çıkartmayı
başardı. Daha sonra her 33 santimde teknenin altına
çentik atacak bir aleti tekrar icat etti. Çünkü 400
yıllık bir tarihi olan saltanat kayıkları, bu
çentikler sayesinde dönemin en hızlı sürat
tekneleriydi. Velhasıl Cide’de sarı çam ile meşe
ağacından 15 usta tarafından üç ayda yapılan ve her
biri 300 bin dolara mal olan üç kayık şaşaalı bir
şekilde İstanbul’a giriş yaptığında aklından
kayıklara fenerler takıp Boğaz’ın gecelerini
renklendirmek geçiyordu. Bu fikir gerçekleşse kim
bilir ne güzel olurdu? Kayıklar, ilk yüzdürüldüğünde
başta İstanbul’da olmak üzere bütün dünyada ses
getirdi. Nam salmış seyahat dergilerinin kapaklarını
süslediği çok oldu. Ancak aynı kayıklar, Haliç’te
kendilerine tahsis edilen yere öyle bir çakıldı ki,
geldiği günden beri gün yüzü görmediler. Kendilerine
Haliç’in ‘altın boynuz’unun ucunda, yani Eyüp
sahilinde yapılan tahsis kötü günlerin habercisiydi.
Çünkü tahsis olunan yer bugün dahi İstanbul’un
bilinen en bitirim mekanlarının başını çekiyor.
Gündüz serserilerin volta attıkları bir yer iken
gece ‘azılı tiplerin’ meskeni haline geliyor. Zaten
geçen yıl, kayıklardan birinde içki alemi yapmak
isteyenlere engel olmak isteyen bekçi, iki yerinden
bıçaklanmış. Bozkurt, “Bizim kaptanlar 50 yaşında
olmasına karşılık bu bölgedeki gençlerden tedirgin
oluyor. Düşünün bir sabah bu sahilde yürüyüş yapan
bir genç kız kaçırılmak istenirken bizim kayıkların
personeli tarafından son anda kurtarıldı. Plakası
olmayan bir kamyon sahibinin elinden genç bir kızı
bizimkiler kurtardı.” diyor. Üstelik Eyüp sahilinde
park edilen saltanat kayıklarının önünde çift katlı
metal çit gerili. Müşteriler kayıklara, buradan
ancak çitlerin üzerini aşacak şekilde yapılmış ‘U’
şeklindeki bir köprü ile ulaşabiliyor. Normal
şartlarda Eyüp’ten müşteri almanın cazip bir tarafı
olmadığı için yolcular genellikle Dolmabahçe, İDO
ile şehir hatları iskeleleri veya sahil kenarındaki
işletmelerden yolcu alıyor. Bu sıkıntıya rağmen
popülaritesi oldukça yerinde kayıkların. Her yıl
Türkiye’ye yolu düşen ünlü simalar, kayıkla Boğaz
turu atmadan şehirden ayrılmıyor. Örneğin, dünyaca
ünlü top model Naomi Campbell, matematik dahisi John
Nash, merhum işadamı Sakıp Sabancı, Prenses Nilüfer,
Kazakistan cumhurbaşkanı, Kenya genelkurmay başkanı,
ABD’li senatörler bu isimlerden bazıları.
Türkiye’deki evinden dolayı sıkıntı yaşayan
kayıklar, şimdiden dünyanın dört bir yanından davet
alıyor. 2009 yılında Paris’te yapılacak uluslararası
bir festivalin onur konuklarından birisi de
‘Saltanat Kayıkları’. Bozkurt, aynı şekilde
Dubai’den de davet aldıklarını söylüyor. Hatta
Dubaililer kayıkları satın almak istiyormuş.
Bozkurt, bu teklife şimdilik sıcak bakmadığını
anlatıyor. Bozkurt’u en fazla heyecanlandıran teklif
ise AB’nin üzerinde çalıştığı ‘Kraliyet Kayıkları
Festivali’. Bozkurt, projeyi şöyle aktarıyor:
“Bugüne kadar tekneler eşya taşımış. Taşıdıkları ya
araba ya baharat veya insan olmuş. İlk defa tekneler
tarih ve kültür taşıyacak. Tekneler bir dönem
denizde sarayın gücü ve sembolü oldukları için, her
krallığın kendine has kayıkları vardı. Proje Avrupa
ile de sınırlı değil, dünya genelini kapsıyor.
Böylelikle 50 kraliyet kayığından söz ediyoruz. AB,
festival süresinde yapılacak etkinliklerin 10 milyon
turist çekeceğini tahmin ediyor. Bu festival her yıl
tekrarlanacak. Ancak biz, festivali Türkiye’ye
çekmek istediğimizde bu kayıkların park etmesi için
Eyüp sahilini nasıl önerebiliriz?” Bozkurt,
Dolmabahçe’nin yanında orijinal ve atıl durumda bir
kayıkhane bulunduğunun altını çizerek, belediyenin
burayı kendilerine tahsis etmesi durumunda şirket
olarak restorasyonunu üstlenebileceklerini söylüyor.
Bozkurt’un bir hayali de kayıkları halka açmak.
Kayıklar belirli bir sayıyı aştığında, bir kısmını
da halkın kullanımına sunmak istiyor.

Sultan kayıkları, padişahın ve yakınlarının cuma
selamlığı törenleri, günlük geziler, kılıç kuşanma,
tahta çıkma, eski saraya nakledilme, ava çıkış,
Ramazan eğlenceleri, harem kadınlarının ziyaretleri
vs. gibi çok amaçlı, saltanatı ve devlet kudretini
simgeleyecek ölçüde süslemelerle yapılmış
teknelerdi. Sultan kayıklarının uzunluğu genellikle
30-32 m kadar, yüksekliği ise 2,5-3 m olurdu. Bütün
gövde kenardan süslemelerle bezenir ve bu süslemeler
her iki ucunda doruk noktasına ulaşırdı. Sultan
kayığının en göz alıcı kısmı, saltanatı temsil eden
köşkleriydi; başları uzun ya da kıvrık olur.
Kayıkların baş tarafında, ayrıca ahşaptan veya
gümüşten yapılmış kartallar ve deniz kuşları
bulunurdu. İçlerindeki minik köşklerde sultanın taht
koltuğu ya da kanepesi vardır. Önceleri puflu
minderlerle divanlara uzanır ve imparatorluk rengi
olan al şemsiyenin altında geziler yaparlardı.
Kayıklar Batılılaşma sonrası, gösterişin öne
çıkmasıyla tahtanın içine altın parçalar katılarak
imal edilir oldu; çatıları yükseldi, hatta
bazılarında kubbe biçimini aldı.
Zaman Pazar, Yazı. Hakan Yılmaz, 10.06.2007
|
RUMKALE'NİN YOLU GENİŞLETİLİYOR
Yavuzeli'nde, KÖYDES
çalışmaları kapsamında ilçeye bağlı köylerin birinci
ve ikinci kat asfalt yol yapım, bakım ve onarımı
çalışmalarına başlandı. Çalışmaları yerinde
inceleyen Kaymakam Yusuf İzzet Karaman, KÖYDES
projesi kapsamında Yavuzeli'ne bağlı köylerde 35
kilometre yolun bakım ve onarımının yapılacağını
söyledi. İlçe merkezi ile tarihi Rumkale arasındaki
7 kilometrelik yolun ikinci kat büyük onarımının
yapımına başlandığını duyuran Karaman, onarımın bazı
bölgelerine, Sarılar köyü sınırlarının Fırat
kıyısında bulunan malzemenin yol bakım ve onarımının
düzenlemesinde kullanmak için çok elverişli
olduğundan bu bölgelerde de bu malzemeyi
kullandıklarını belirtti. Karaman, KÖYDES
çalışmalarının İl Özel İdaresi tarafından, Yavuzeli
Köylere Hizmet Götürme Birliğince görevlendirilen
teknik elemanlarla birlikte yerinde incelediğini
anlatarak, "Kasaba köyünden Rumkale'ye inişte
bulunan dönemeç çok keskin. Rumkale'yi gezmeye gelen
yerli ve yabancı turistlerin kaleye inişlerinde
kullandıkları yolun bir bölümünü herhangi bir kazaya
neden olmaması amacı ile genişletmeyi planlıyoruz"
dedi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 10.06.2007
|
262 YIL
SONRA TEKRAR İSVEÇ'E DEMİR ATTI
Bundan 262 yıl önce, 12 Eylül 1745 tarihinde, İsveç'in Göteborg limanına giriş yapan "Gotheborg" isimli ticari geminin orijinaline sadık kalınarak inşa edilen dev ahşap gemi, dün yine Göteborg limanındaydı...
İngiltere ile Hindistan arasında yük taşımacılığı yapan ve döneminin en ihtişamlı gemilerinden biri olarak kabul edilen Gotheborg'a, dün limana girişi sırasında çok sayıda iri ufaklı tekne ve yatın eşlik etmesi, renkli görüntüler oluşturdu.
1745'teki seferinde çay, ipek ve baharat taşıyan geminin bugünkü yeniden inşa edilen versiyonu, en büyük ahşap gemilerden biri özelliğine sahip.
Sabah, 10.06.2007
|
|

1861 tarihli bir fotoğraf
|
ATİYE SULTAN SARAYI HÜKÜMET KONAĞI OLACAK
İkinci Abdülhamid'in tahta çıktığı Kağıthane'deki tarihi Sadabad'ın ayakta kalan nadir parçalarından Küçük Zabit Mektepleri (Atiye Sultan Sarayı) 6 ana binadan oluşuyor. Ancak sanki 2 bina varmış gibi hazırlanan restorasyon projesinin, Anıtlar Kurulu yanıltılarak onay aldığı iddia edildi. Projeyle, Hükümet Konağı olarak kullanılmak üzere restore edilecek binalardan ikisi dışındaki ek binaların yokedileceğini öne sürüldü.
Tartışmalı projenin sahibi Halil Onur Mimarlık'ın yöneticisi Halil Onur, iki ana bina ve hamam için proje yaptıklarını, diğer bölümlerin ayrı bir projeye konu olabileceğini söyledi. Saray arazisinin imara aykırı yollar geçirilerek iki parsele bölünmesiyle ilgili 1 Numaralı Koruma Kurulu'nun 5 yıl önce yaptığı suç duyurusunun kayıp olduğu da savcılık yazısıyla ortaya çıktı. Tarihi binaların Anıtlar Kurulu ilke kararına göre birinci derece tarihi eser iken ikinci derece tarihi eser kapsamına alınması da dikkat çekti.
Vatan, Haber: Yüksel Koç, Fotoğraf: 1sonsuz3.blogcu.com, 10.06.2007
|
SURLARI ÇÖPLÜK YAPTIK
İstanbul surları, Dünya Anıtlar Fonu tarafından 2008'de en fazla tehlike altında olan 100 tarihi yer arasında gösterildi.
Fatih Belediyesi, dünya mirası listesinde yer alan İstanbul'un tarihi surlarını çöp ve moloz döküm alanı olarak kullanıyor. Restorasyonu yılan hikayesine dönen surların Fatih sınırları içerisinde bulunan Mevlanakapı bölümü, gösterilen özensizliğin boyutlarını apaçık bir şekilde gözler önüne seriyor. Sur kapısı ile komşu olan Güherciler Sokak sakinleri, Fatih Belediyesi'nin bir yıla yakın zamandır surun hemen dibindeki alana çöp ve moloz dökmeye başladığını belirtti.
Sokağın 60 yıllık sakinlerinden Süleyman Altunbaş'ın anlattıkları, durumun vahametini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor: "Geçtiğimiz hafta gelen 10 kişilik bir turist kafilesi, kokudan ve tozdan burada duramadı. Gezilerini yarıda bırakıp şaşkın bir şekilde kaçarcasına buradan uzaklaştılar. Bu rezalete bir çözüm bulunsun. Hepimiz hasta olduk. Kapılarımızı, pencerelerimizi açamıyoruz. Parkı yapan belediye, hemen yanı başını da çöp alanı haline getirdi. At arabalarıyla da buraya çöp ve moloz taşınıyor."
Fatih Belediye Meclisi CHP Grup Başkanı Can Özyedierler konuyu defalarca meclis gündemine taşıdıklarını ancak bir sonuç alınamadığını belirterek çöplerin kaldırılmaması halinde dava açacaklarını söyledi. Fatih Belediyesi yetkilileri 20 Haziran tarihinde yapılacak ihalenin ardından çöp ve moloz yığınlarının buradan kaldırılacağını kaydetti.
Vatan, Haber: Bülent Ergün, 10.06.2007
|
 |
KUMLUCALI OPRAMOAS GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Antalya’da Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nevzat
Çevik başkanlığında geçen yıl uluslararası bir ekip
tarafından başlatılan Rhodiapolis antik kentindeki
kazı çalışmalarının yeniden startı verildi.
Kazıyla ilgili bütün hazırlıkların tamamlandığını
bildiren Prof. Dr. Nevzat Çevik, geçen yılki
kazıların 310 bin YTL’lik bir bütçeyle
gerçekleştirildiğini açıkladı. Bunun 225 bin
YTL’sinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca
karşılandığını bildiren Çevik, “Bakanlık bugüne
kadar en büyük kazı desteğini Opramoas antik kenti
için verdi. 2007 bütçesinden en büyük payı da bu yıl
Opramoas aldı. Bakanlık bu yılki kazılar için 110
bin YTL’lik kaynak aktardı” dedi. Geçen yıl 100
kişiyle antik kentteki haman, tiyatro, agora, Stoa
ve caddenin yüzde 70’inin açığa çıkartıldığını
bildiren Prof. Dr. Nevzat Çevik, 2007 yılı kazı
çalışmalarının da önümüzdeki hafta başlayacağını
açıkladı. Bu yıl ki kazılarda geçen yıl başlatılan
işlerin tamamlanacağını ve ayrıca antik dönemin en
büyük hayırseveri olarak nitelendirilen Opramodas’ın
mezar anıtının kazılacağını bildiren Çevik, şunları
söyledi: “Rhodiapolis, Kumluca halkı tarafından bile
bilinmeyen bir antik şehirdir. Bu antik şehirde
dünyanın gelmiş geçmiş en büyük hayırseverlerinden
biri yaşamıştır. Antik çağda depremlerle yıkılan
şehirleri Opramoas yeniden inşa ettirmiştir.
Servetini hayır işlerinde harcayan Opramoas için
vefatından sonra hemşerileri bir anıt mezar inşa
ettirmiştir. Ancak depremlerle yıkılan şehirleri
inşaa ettiren Opramoas’ın yaşadığı şehir zamanla
yıkılmıştır. Biz şimdi antik çağın şehirlerini ayağa
kaldıran Opramoas’ın şehrini gün yüzüne
çıkartıyoruz. Bu kente hak ettiği bilinirliği
kazandırmak, kent merkezini onarıp, turizme sunmak
amacındayız. Rhodiapolis’i ünlü bir kent yapan
Opramoas Anıtı ve çevresindeki tiyatro, haman ve
agoradan oluşan doku koruma, amacımızın başını
çekiyor. Bu yıl bunu gerçekleştireceğiz.”
Rhodiapolis, Antalya kent merkezine 90 kilometre
uzaklıktaki Kumluca İlçesi’nin 4 kilometre
kuzeybatısındaki tepede bulunuyor. Kentin en ünlü
siması Opramoas’tır. Kentin en iyi bilinen yapısı da
Opramoas için yapılan mezar anıtıdır. MS 138-161
yılları arasında yaşayan Opramoas, Likya bölgesinin
en zengin insanıydı. Annesi Korydallalı, babası
Rhodiapolis’li olan Opramoas’ın Lükya bölgesinde
yardım etmediği şehir yoktu. MS 141
yılında meydana gelen depremde yıkılan birçok yapı
Opramoas’ın verdiği maddi yardımla yeniden onarıldı.
Yıkılan şehirlerin herbirine 3 bin dinardan 100 bin
dinara kadar değişen miktarlarda yardımda bulunan
Opramoas, en büyük yardımı 100 bin dinarla Myra
antik kentine yapmıştı. Kentlere yaptığı yardımların
yanında o dönemin yoksullarına da sahip çıkan
Opramoas, yaşayanlar için kefen parası, genç kızlara
çeyiz parası verip, aç olanların karınlarını
doyuruyordu. Likya Birliği yöneticisi olan
Opramoas’ın ölümünden sonra antik şehirin
tiyatrosunun yanında mezar anıtı inşa edildi. Mezar
anıtının üzerine de Opramoas’ın yaptığı yardımların
listesine, Roma Kayzerleriyle olan mektuplaşmalarını
içeren 12 yazıt, 19 mektup ve Likya Birliği’ne ait
33 döküman yazıldı. Hayırseverlerin atası olan
Opramoas, bugünkü işadamlarına da örnek
gösteriliyor.
Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 10.06.2007
|

 |
ÖDENEKSİZLİK, TARİHİ MOZAİK ÜZERİNDE 15 YIL TARIM YAPTIRDI
Hatay'ın Harbiye beldesindeki bir bahçede 15 yıl önce tespit edilmesine karşın ödeneksizlik nedeniyle çıkarılamayan ve üzerinde tarım yapılmaya devam edilen tarihi mozaik, ödenek gelince önce domates fideleri ayıklandı, ardından, bir metre yeraltına inilerek gün ışığına çıkarılması için çalışmalara başlandı.
Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürü Faruk Kılınç, yaptığıaçyklamada, Harbiye beldesinde Hindiye Uçar'ın, bahçesine domates ekmek için yaptığı kazıda tesadüf üzerine bulduğu mozaiği 15 yıl önce müzeye bildirdiğini söyledi. Mozaiğin bulunduğu bahçede yapılan incelemede, mozaiğin MS 4'üncü yüzyıla ait olduğunun tespit edildiğini ifade eden Kılınç, bakanlıktan ödenek gelmesiyle, mozaiği çıkarma çalışalaryna yeni başladıklarını kaydetti. Kazı ekibi başkanı Arkeolog Ömer Çelik de yörenin tarihi eser yönünden çok zengin olduğunu, çünkü burada soyluların oturduğunu belirtti. Mozaiği çıkarma çalışmalarını 20 günde tamamlamayı hedeflediklerini ifade eden Çelik, şöyle devam etti: ''Bakanlıktan ayrılan 30 bin YTL ödenek sayesinde, 11 işçi ve 2 arkeologla başlattığımız kazı çalışmaları ile önemli bir mozaik daha gün yüzüne çıkacak ve müzede sergilenecek. Yıllar önce belirlenen ve üzerine ekim yapılan mozaiğin ilk incelemelerimizde tahrip edilmediğini gördük. Toprağın bir metre altında olması ve çok derin ekimlerin yapılmaması mozaiğin yıllarca korunmasını sağlamış. 2 metrelik bir alanda olduğunu belirlediğimiz mozaiği en kısa sürede çıkarmayı hedefliyoruz. Bölgede tarihte soylular yaşadığı için yer altında çok sayıda mozaik var. Bu nedenle kazı alanının genişletileceğini tahmin ediyoruz. Mozaiğe şu an için herhangi bir isim veremiyoruz, ancak birkaç gün içinde bu eserle ilgili tüm bilgiler ortaya çıkacak.''
Bahçesinde mozaik bulan Hindiye Çolak (60), bahçeyi ektiği sırada karşılaştığı eserin mozaik olduğunu önce anlayamadığını, komşularına haber verdiğini ve hemen müzeyi aradığını söyledi. Yaklaşık 15 yıldır çıkarılmasını beklediği mozaiğin bulunduğu alana toprağı fazla tahrip etmeyecek marul, domates, yeşil soğan, maydanoz gibi ürünler ekmeye devam ettiğini belirten Çolak, ''Esere kimse bir şey yapmasın ve fark etmesin diye ekim yapmaya devam ettim ve gözüm gibi korudum. Umarım bu çabam müzeye önemli bir katkı sağlar'' diye konuştu.
Çelik, Harbiye bölgesinde 2005 yılında başlayan çalışmalar kapsamında Zehra Süner'e ait evin bahçesinde tespit edilen Anosis (Uyanış) Tanrıçası'na ait mozaiğin kazı çalışmaları kapsamında yerinden alınarak müzeye taşındığını söyledi. Yaklaşık 12 metre genişliğinde olan mozaiğin müzede temizlenmesinin ardından sergileneceğini vurgulayan Çelik, ''Vatandaşlarımız artık her yerden bir tarihi eser ya da mozaik çıkacağı bilincine vardı. Bunun için toprağı her kazışında karşılaştığı bir parçada müzeyi arayıp, duyarlı davranıyor. Vatandaşların bu davranışı sayesinde birçok mozaik tespit ettik ve müzeye kazandırdık'' diye konuştu.
Hatay Gazetesi, 09.06.2007
|
TARİHİ CAMİLER ONARILIYOR
Muğla Valiliği, Beçin
Belediyesi ve Tarihi Kentler Birliği'nce ortak
yapılacak çalışmayla, Beçin Kalesi içerisindeki
tarihi Kızılhan ve Yelli camilerinin restore
edileceği bildirdi. Kalede incelemelerde bulunan
Beçin Belediye Başkanı Mehmet Balcı, çok sayıda
yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği tarihi
kalenin içindeki camilerin, harabe durumda olduğunu
söyledi. Kalenin içerisindeki camilerin restore
edilmesi için Tarihi Kentler Birliği ve Muğla
Valiliği'ne başvuruda bulunduklarını anlatan Balcı,
şunları kaydetti: "Restore çalışmaları için
projelendirme çalışmalarını Tarihi Kentler Birliği
yapacak. Muğla Valiliği tarafından turizm
bölgelerinden elde edilen çeşitli gelirlerden
ayrılacak bir ödenekle ve bizim katkılarımızla
çalışmalara başlayacağız. Restore çalışmalarının
tamamlanmasıyla bu iki tarihi varlığımız çok güzel
bir hal alacak."
Haber Ekspres, 09.06.2007
|
GÖKMEDRESE YENİLENİYOR
Sivas’ta, Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1271 yılında, mimar Konyalı Kaluyan’a yaptırılan tarihi Gökmedrese’de başlatılan restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Sivas Valisi Veysel Dalmaz, Gökmedrese’nin, Sivas Kalesi’nin eteğinde, o zamanda bataklık bir yere inşa edilmesine rağmen 800 yıl tahrip olmadan ayakta kaldığını söyledi. Restorasyonun ardından yapıya diğer medreseler gibi fonksiyonel bir işlev kazandırmayı hedeflediklerini kaydeden Dalmaz, “Gökmedrese’de el sanatlarının sergilendiği veya çalışmaların yapıldığı ve bazı güzelliklerinin paylaşıldığı mekanlar olacak.” dedi.
Medresenin bahçesinde Selçukluların simgesi olan “Hayat Ağacı” figürünün mermerden işlenmiş şekilde canlandırıldığı bir köşenin de olacağını belirten Dalmaz, Gökmedrese’nin etrafıyla birlikte Sivas’ın en gözde ziyaret edilen bir mahali haline geleceğini belirtti. Adını gök mavisi çinilerinden alan Gökmedrese, Selçuklu mimarisinin en seçkin eserleri arasında yer alıyor.
Türkiye Gazetesi, Fotoüraf: Sivas Belediyesi, 09.06.2007
|

|
TARİHİ TAŞ BİNA ŞEHİR ARŞİVİ OLUYOR
Zengin bir tarih ve kültür mirasına evsahipliği
yapan Selçuk'ta restorasyonu yıllar önce tamamlanan,
5 yılı aşkın süre emtia ve Tekel'e ait tütün deposu
olarak kullanılan tarihi bina, şehir arşivi müzesi
yapılmak üzere Selçuk Belediyesi'ne tahsis edildi.
Atatürk Mahallesi Namık Kemal Caddesi'nde bulunan,
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyonu
tamamlanan 3 katlı ve bin metrekare büyüklüğündeki
taş binada kurlacak müze, 22-23 Haziran tarihlerinde
bilimadamlarından oluşan uzman bir heyetle yapılacak
danışma toplantısında projelendirilecek.
"Selçuk-Efes Kent Arşivi" adıyla hizmet verecek
müzenin kullanımı için ilk adımın atılacağı
toplantıda, nasıl bir şehir arşivi oluşturulacağı
görüşülecek. İlçe için önemli bir tarihi zenginliğin
arşivde toplanmasının güzel bir çalışma olacağını
ifade eden Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür, tarih
ve kültür mirasının, toplantıya katılacak 20'nin
üzerinde bilimadamının görüşleri doğrultusunda
şekilleneceğini söyledi.
Müzenin oluşturulmasına büyük çaba sarfettiklerini
vurgulayan Başkan Ülgür, "Ortaya konulan çalışmanın
sadece belediyenin eseri olarak değerlendirilmesini
istemiyoruz. Bilimadamlarıyla birlikte yapılacak
toplantılarla ortaya çıkan projelerin her zaman
destekçisi olacağız." dedi.
Beklentisinin ilçeye bırakılan önemli bir mirasa
önderlik yapmak olduğunu söyleyen Ülgür, "Proje
sayesinde 50-60 sene sonra, şu anda Türkiye'de
birçok ilde olmayan tarihi bir birikime sahip
olunacak." şeklinde konuştu. Müzenin kurulmasına yön
verecek toplantıya Avusturya Efes Kazıları Başkanı
Prof. Dr. Fritz Krinzinger, Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Johannes Koder, ÇEKÜL
Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen ve Prof. Dr.
Uygun Aksoy başta olmak üzere Efes Kazı Evi
arkeologları, Efes Müzesi yetkilileri, Aydın Koruma
Kurulu temsilcileri, İzmir 2 Nolu Koruma Kurulu
temsilcileri, Celal Bayar, Dokuz Eylül ve Ege
üniversitelerinden bilimadamları katılacak.
Haber Ekspres, 09.06.2007
|
HATAY MOZAİKLERİ DÜNYA MÜZELERİNDE SERGİLENİYOR
Tunus'tan sonra taban mozaiği konusunda dünyada
ikinci konumda olan Hatay'ın mozaikleri dünya
müzelerinde sergileniyor.
Hatay Müze Müdürlüğü arkeologlarından Demet Kara,
13 medeniyete ev sahipliği yapan Hatay'ın, Fransız
işgali döneminde birçok değerli mozaiğinin yurt
dışına götürüldüğü ve şimdi bu mozaiklerin dünyanın
birçok müzesinde sergilendiğini söyledi. Hatay
mozaiklerinin sanatsal açıdan çok kaliteli olduğunu
belirten Kara, il genelinde yürüttükleri kazı
çalışmalarında çıkartılan mozaiklerin şu an müzeye
bile sığmadığını depolarda sergilenmeyi beklediğini
vurguladı.
Hatay Müze Müdürlüğü arkeologlarından Ömer Çelik
ise Gaziantep mozaiklerinin Hatay mozaikleri ile
yarışamayacağını ifade etti. Gaziantep mozaiklerinin
yalnızca bir yerden çıkartıldığını Hatay
mozaiklerinin 5 altı ilçede yapılan kazılarda
çıkartıldığını anlatan Çelik, Hatay'ın hem alan
olarak hem de çıkartılan mozaiklerin sanatsal yönü
itibariyle Gaziantep mozaiklerinden çok önde
olduğunu dile getirdi.
Geçtiğimiz günlerde Marmaris'te ve Gaziantep'te
düzenlenen bilimsel toplantıda Hatay mozaiklerinin
ve Gaziantep mozaiklerin tartışma konusu olduğunu
aktaran Çelik burada yaptığı konuşmalarda Hatay
mozaiklerinin Tunus'tan sonra ikinci olduğunu teknik
bilgiler ışığında anlattığını ifade etti.
Gaziantep'teki
mozaiklerin yalnızca bir döneme Hatay'daki
mozaiklerin ise çeşitli dönemlere ve tarihi açıdan
çok gerilere hitap ettiğini dile getiren Çelik,
"Hatay'ın mozaik teşhiri metre kare olarak Gaziantep
mozaiklerinden 2 kat fazla. Gaziantep'teki
mozaikleri MS 3.yüzyıla tanıklık ediyor. Hatay'daki
mozaikler ise MÖ Hellenistik
dönemin 300 yıl öncesinde başlıyor." dedi.
Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürü Faruk Kılınç ise
geçmişte soyluların yerleşim yeri olarak bilinen
Hatay'ın mozaik eser yönünden çok zengin olduğunu
söyledi. Kılıç yörede çok derin ekimlerin
yapılmamasından dolayı da mozaiklerin yıllarca
korunmasının sağlandığını bildirdi.
Bu arada Hatay mozaikleri halkın da sosyal
hayatına uzun yıllardan buyana yansımış. Birçok
mütahit yaptırdığı apartmanın üzerini Hatay'da
ortaya çıkartılan mozaiklerle süslüyor. Protokol
yetkileri şehri ziyaret için gelen heyetlere
mozaikten tablolar hediye ediyor. Hatay'da mozaik
üzerine apartmanlara süsleme yapan Mithat Güleryüz
son bir yıl içerisinde 50 civarında apartmanın
cephesini mozaiklerle süslemiş.
Zaman, Haber: Mehmet Dener, 09.06.2007
|
KIZILTEPE'DE KERPİÇ EVLER YOK OLUYOR
Mardin'in
Kızıltepe İlçesi'nde kerpiç evlerin yerini beton
apartmanlar alıyor. Kızıltepe'de yaklaşık 20 yıl
önce evlerin yüzde 90'nı kerpiçten yapılırken şimdi
ise beton evler şehrin her tarafına yayıldı.
Son yıllarda hızla kentleşen ilçede, kalan son
kerpiç evler de bir bir yıkılıp yerlerine
apartmanlar dikiliyor. Vatandaşların çoğu kerpiç
evlerin daha sağlıklı olduğunu dile getirmesine
rağmen daha çok betonarme evler tercih ediliyor.
Vatandaşlardan Ali Elitaş, kerpiç evlerin yaz
aylarında serin kış aylarında da sıcak olduğunu dile
getirdi.
Zaman, Haber: Adnan Koçhan, 09.06.2007
|
KIRK YILLIK SORUN ÇÖZÜLDÜ
İzmir’in Selçuk İlçesi sınırlarındaki Efes Antik
Kenti’ndeki dükkanların kullanım hakkıyla ilgili 40
yıldır yaşanan problem sona erdi.
Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür’ün, Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile gerçekleştirdiği görüşmeler
sonucu Bakan Atilla Koç ile imzaladığı protokol
gereği, antik kentteki dükkanların kullanım hakkı,
belediyeye geçti. Protokole göre, Selçuk Belediyesi
5 yıl boyunca Efes alt kapıda bulunan 44 işyeri ile
Efes içindeki 2 tuvaleti ve üst kapıda bulunan Efes
yönüne bakan dükkanların kullanım ve koruma hakkını
elde etti. Burada işyeri sahibi olanların haklarını
saklı tutan protokol gereği, esnafla belediye
arasında kira sözleşmesi yapılacak ve kiralar bu
tarihten itibaren belediyeye ödenecek. Ayrıca 5 yıl
içinde ruhsat sahipleri iş yerlerini devredemeyecek,
büyütemeyecek ve ruhsat dışı işler yapamayacak.
Selçuk Belediyesi de bu süre içinde Efes’i koruma
amaçlı imar planını yapacak ve ilgili kurumlara
onaylattıktan sonra yeni planlanan alanlarda yeni iş
yerleri, otoparklar ve diğer kullanım alanları
belediye tarafından yeniden inşa edilecek. Belediye,
bu alanların sahibi konumuna geçecek. Yeni yapılanma
tamamlandıktan sonra şu anki iş yerleri yıkılacak ve
esnaf yeni iş yerlerine taşınacak. Kültür ve Turizm
Bakanlığı, 5 yıllık geçiş dönemi içinde protokole
uygun davranılıp davranılmadığını denetleyecek.
Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür, ilçenin çok
önemli bir sorununu çözmekten duyduğu memnuniyeti
dile getirdi. Yıllardır Efes’de dünyanın en önemli
kültürel ve tarihi mirasına yakışmayan işletme
görüntülerinin olduğunu belirten Ülgür, “Binlerce
insan, bir çirkinlik abidesi içinde ticari
faaliyetlerini sürdürüyor. Bir çivi dahi çakılamayan
bu tesisleri tamamen yıkıp, planların uygun göreceği
alanlarda yeni ve Efes’e yakışır dükkanlar, çağdaş
otoparklar, gişeler, tuvaletler inşa ederek, ilçe ve
ülke turizmine en önemli katkımızı sağlayacağız.
Herkesin eleştirdiği ve kınadığı Efes’in önemine ve
dokusuna uymayan bu görünüme son vereceğiz” dedi.
Akşam Ege, 09.06.2007
|

|
MİLAS'TA 2000 YILLIK MEZAR
Muğla'nın Milas İlçesi'nde müze müdürlüğü yetkilileri denetiminde yapılan inşaat temel kazısında, ilk belirlemelere göre 2 bin 300 yıllık olan 2 oda mezar bulundu.
Emek Mahallesi Meşe Caddesi'ndeki arsada tarihi mezarların bulunmasının ardından inşaatın kazı çalışmaları durduruldu.
Milas Müze Müdürü Erol Özen başkanlığında oluşturulan ekip tarafından oda mezarların kapakları açılarak, arkeolojik inceleme başlatıldı. Özen, "Mezarların içi balçıkla dolmuş. Şu ana kadar çok sayıda koku şişesi ve bir adet krater (ölü küllerinin konulduğu kap) bulundu" dedi.
Milliyet, 09.06.2007
|
DENİZLİ HOROZUNUN 2. YÜZYILA AİT FİGÜRÜ ORTAYA
ÇIKARILDI
Denizli'nin Tavas İlçesi'nde süren
kazı çalışmalarında, 2. yüzyıla ait olduğu
belirlenen şehrin simgesi horoz figürünün bulunduğu
anıt ortaya çıkarıldı. Tavas'ta
yapılan kazılarda ortaya çıkan horoz figürü, o dönem
ölen bir tıp öğrencisinin ardından yapılan anıtta
gençlik ve gücü temsil ettiği belirtildi.
Tavas'tan
Pamukkale'ye getirilen anıtı inceleyen Denizli
Valisi Hasan Canpolat, anıt hakkında bilgi verdi.
Denizli horozu figürünün 2. yüzyılda çizildiğini
belirten Vali Canpolat, "Genç bir delikanlının
ölümünün ardından bu taş yapılmış. Anıttaki yazılar
ölen gencin yiğitliğini anlatıyor. Horoz ise
gençlik, yiğitlik, delikanlılık sembolü olarak
kullanılmış. Bu horozun sebebi hikmeti bu" dedi.
Pamukkale'de
yapılan kazı çalışmaları hakkında da termal havuzda
basın toplantısı düzenleyen Hasan Canpolat,
amaçlarının Pamukkale'de hizmet kalitesini
yükseltmek olduğunu söyledi.
Pamukkale'den
Sorumlu Vali Yardımcısı Mustafa Güney, Kültür ve
Turizm İl Müdürü Mehmet Korkmaz ve turizmcilerin
katıldığı basın toplantısında soruları cevaplayan
Vali Canpolat, Pamukkale'nin çok geniş bir bölge
olduğunu belirterek, "Bizim düşüncemiz, bu bölgede
hizmetlerin bir bütün olarak yürütülmesidir.
İnsanlara karşılama merkezinden geldikleri andan
itibaren çıkışa kadar profesyonel bir şekilde
hizmetin verilmesi lazım. Bu kamu eliyle olmamalı.
Biz bütüncül olarak alandaki hizmetleri özel sektör
eliyle yapılmasını planlıyoruz" dedi.
Pamukkale'nin
saha olarak çok büyük bir alan olduğunu belirten
Vali Canpolat, "Bu tür bir çalışma Türkiye'de ilk
defa yapılacak. Ölüdeniz gibi birkaç yerde daha
yapılıyor ancak bu kadar geniş alanda değil.
Büyüklük açısından Pamukkale farklı bir saha. Biz
buranın özelleştirme şartlarını hazırlarken, Güney
ve Kuzey kapıları, Kocaçukur ve termal havuzun
etrafı gibi kiralayacağımız alanlarda işi alacak
firmanın imalat ve yapılacak işleri kendisinin
yapmasını düşündük. Ama şartnamenin biraz ağır
olduğu ortaya çıktı. Biz de yeni şartnamede bazı
şartları kaldıracağız" diye konuştu.
Turizm Gazetesi, 08.06.2007
|
ÖTZİ: 5000
YILLIK MAKTUL
"Buzadam"
Ötzi, 1991'de deniz seviyesinden 3210 metre yukarıda İtalya Alpleri'nde bulunmuştu. İçinde kaldığı buz katmanı sayesinde, bugüne kadar en iyi korunmuş örneklerden biri kabul ediliyor.
Üzerinde pek çok bilimsel araştırma yapıldı fakat ölüm nedeni bugüne değin tam olarak bilinmiyordu. Yüksekce bir yerden düştüğü, ok yüzünden ya da donarak öldüğü üzerinde duruluyordu.
Günümüzden 5000 yıl önce yaşamış olan Ötzi'nin (adını Ötzlar Alplerinden alıyor), X Işınları ile incelenmesi neticesinde,
omzuna saplanan bir ok sonucunda öldüğü anlaşıldı.
Deri ve bitki liflerinden yapılmış kıyafetleri, bakır baltası, ok ve yay takımı ile çok iyi korunmuş olan Ötzi'nin, aldığı darbe sonucu omzundaki ana atar damarının önemli zarar gördüğü ve darbeden kısa bir süre sonra öldüğü belirtiliyor.
Bugüne kadar yapılan bilimsel incelemeler sayesinde, yaşadığı dönemdeki hayat tarzına yönelik önemli bilgiler edinilmişti.
En son yediği yemeğin geyik ve keçi eti olduğu anlaşılan 5000 yıllık avcının, bir diğer avcı tarafından öldürüldüğü düşünülüyor.
Yahoo News, Çev. Yüksek Zemin Arayışı, 08.06.2007
|


|
"BU BAŞKA BİRŞEY"
Malatya'da restore edildiği öne sürülen Beşkonaklar’ı gören
Ankara Mimar Odası Başkanı Nimet Özgönül ve
mimarlar, “Bu restorasyon değil, başka birşey!..”
diyerek tepki gösterdiler. Başkan, bölgede eski bir
konağın alınması halinde “restorasyonun nasıl
yapılacağını göstermek istediklerini” söyledi.
Malatya’daki tarihi ve kültürel özellikleri bulunan
yapıların, “restorasyon” adı altında onarımı,
bazılarının adeta yeniden inşa edilmesi, bu
çalışmalar sırasında özgün yapının tahrip edilmesine
ilişkin eleştiriler, ilgililer tarafından dikkate
alınmazken, bu konudaki en net tepki, konunun
uzmanları olan mimarlardan geldi. TMMOB Mimarlar
Odası Ankara Şube Başkanlığı’nca, aralarında
Malatya’nın da bulunduğu bağlı 22 temsilcilikten 120
mimarın katılımıyla düzenlenen Malatya Bölge
Toplantısı’nın son bölümünde bazı saha incelemeleri
yapan mimar konuklar, Beşkonaklar’da adeta şoke
oldular.

Etkinlik kapsamında Battalgazi İlçesi'ndeki tarihi
Silahtar Mustafapaşa Kervansarayı’nda düzenlenen
toplantıda, İnönü Üniversitesi öğretim üyesi
Yrd.Doç.Dr. Göknur Akçadağ’ın “Bir Şehir Bir Yapı-
Geçmiş Gelecek Kurgusunda Malatya’nın tarihi Eserler
ve Kültür Turizm Vizyonu Ne Olacak?” konulu
sinevizyon gösterimi ve sunumu yaptı. Akçadağ,
Türkiye'deki örnekler ve Malatya'daki bazı
çalışmalar hakkında da bilgi verdi.
Daha sonra sözalan Mimarlar Odası Ankara Şube
Başkanı Nimet Özgönül, “Mimarlar Odası olarak
restorasyonu devam eden tarihi konaklardan birini
almak istiyoruz, sayın Valimizden bu konuda destek
istiyoruz” derken, Vali Halil İbrahim Daşöz konuyu
Mimarlar Odası Malatya il temsilcisi Abdurrahman
Yavuz’la geniş bir şekilde görüşeceği ifadesinde
bulundu.
Battalgazi ilçesindeki bu sunumda Vali Daşöz,
Battalgazi Kaymakamı A.Kadir Demir, Battalgazi
Belediye Başkanı Selahattin Gürkan hazır bulunmasına
karşın Malatya Belediyesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü
ile Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden herhangi bir
yetkilinin bulunmaması dikkat çekerken, bu
toplantının ardından grup, 5 yapının “onarım”
çalışmaları devam eden Beşkonaklar’a geçerek burayı
dıştan inceledi.
Dışarıdan incelemede konakların duvarlarının beton
sıvayla kaplanmış olması mimar konukları şaşkına
uğrattı. Ankara Şube Başkanı Özgönül ile mimarlar
“Böyle şey olmaz. Bu restorasyon değil, başka şey.”
diye tepki gösterdiler. Başkan Özgönül, Malatya
temsilcisi Yavuz’a dönerek “Sayın başkan, bu konuyu
başta kullanılan malzeme olmak üzere geniş bir rapor
hazırlayalım. Nedir ne değildir, ondan sonra da
gerekli tepkimizi koyalım.”sözleriyle, konunun
takipçisi olacakları mesajını verdi.
Gezi sırasında restorasyon adı altında adeta yeniden
yapım çalışmasına tanık olduğu ifade edilen
Özgönül’ün, Malatya temsilcisine ayrıca “ Biz
restore edilen binaların dışında bir bina alalım.
Restorasyonun ne olduğunu, nasıl yapıldığını
ilgililere gösterelim” dediği duyuldu.
Battalgazi ilçesindeki 300 yıllık Kanlı Kümbet
restorasyon adı altında adeta yeniden inşa edilmiş,
yine restore adı altında onarıldığı öne sürülen ve
bu nedenle de yaklaşık 1 yıl süreyle kapalı kalan
800 yıllık Ulucami’nin, bu onarım sırasında alçı
kemerlerinin tahrip edildiği, geçen yılki Melita’dan
Battalgazi’ye konulu etkinliklerde uzmanlarca dile
getirilmişti.
Yine, yaklaşık yarım trilyon liralık harcamayla
“restore” edildiği öne sürülen Karakaş Konağı için
hazırlanan projedeki uygulama “çatısız” olarak
gerçekleştirilirken, yapı bu nedenle büyük hasar
görmüş, geçtiğimiz günlerde “çatı” eklenmişti. Bu
özgün çatısının “oluklu kiremit” olması gerekirken,
bu konağın çatısının ise çok sonraki zamanlarda
kullanılan kiremitlerle kaplanması, yine bir
“özensizlik” olarak dikkat çekmişti.
Malatya Haber, 05.06.2007
|
KOMPRESÖRLÜ RESTORASYON
Antalya'nın sembolü Yivli Minare'nin bitişiğindeki
eski Bizans Kilisesi, 1373'te bir camiye
dönüştürülmüştü (bugünkü Yivli Minare Camii).
Frossiart'ın günlüklerinde bahsedildiği gibi, bunun
sebebi, liman şehri Antalya'nın, 1361-1373 arasında
Kıbrıslılarca işgali esnasında, Kıbrıs Kralı I.
Peter'in komutasındaki Latin istilacılar tarafından
13. yüzyılda yapılmış Selçuklu ulu camisinin
yakılması ve şehrin Müslüman nüfusunun yok
edilmesidir. Cenevizlilerin yakın bir zamanda
kendilerine saldıracağından endişelenen Kıbrıslılar,
Katolik Papa 11. Gregory'nin emrine karşı gelerek
Antalya şehrini Müslüman Hamidoğullarından Antalya
Beyliği lideri Mehmet Bey'e geri verdi. Mehmed Bey,
bir Cuma camisine ihtiyaç duyunca bu Bizans
Kilisesi, -Antalya'nın ulu camisi yapılmak üzere-
1373 yılında camiye çevrildi. Hem duvarın kıble
yönünde olmaması hem de duvardan bağımsız bir
mihrabın varlığının da ortaya koyduğu gibi, kapının
üzerindeki kitabe de mimar Balaban Tavşi tarafından
gerçekleştirilen bu değişikliği kaydediyor. Burası
Antalya surları içinde ayakta kalan en eski Cuma
camisidir.
Eski kilise camiye dönüştürüldüğü zaman duvarlardaki
Bizans resimlerinin üzeri kapatıldı. Yıllar içinde
cami duvarları hat sanatı örnekleri ve figürsüz
süslemelerle dekore edildi, altı asır boyunca tabaka
üstüne tabaka eklendi. Bu camide 1929-30'da mevcut
olan 19. yüzyıl süslemelerinin bir bölümü R. M.
Riefstahl tarafından fotoğraflandı ve 1931 yılında
"Güneybatı Anadolu'da Türk Mimarisi" isimli
kitabında yayınlandı.

21. yüzyılda, 2007'nin başlarında, "kentsel sit"
olarak tescillenmiş Kaleiçi'ndeki (Antalya) tarihi
mirası muhafaza etmesi gereken Antalya Koruma
Kurulu'nun resmi izni ve Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nün onayıyla bir grup işçi, bir haftadan
az bir sürede Yivli Minare Camii'nin iç
duvarlarındaki bütün sıva tabakasını ve boyamalarını
temizlemek üzere kompresör ve havalı matkaplarla
caminin içinde işe başladı. Bu yapılan Yivli Minare
Camii'nin içerisinin restorasyonuydu. 600 yıllık
boyamaları ve süsleme tabakaları üzerine kaydedilmiş
tarih, çıplak taşlar ve sıvalar bırakmak üzere,
birkaç gün içinde ve resmi izinle duvarlardan
tamamen kazındı, Antalya Kaleiçi'ndeki tarih ve
kültür silindi.
Bu yıkım ve tecavüzün dikkatsizlik, kaza ya da
ihmalle kıyaslanamayacak denli sıklıkla ve
restorasyon kisvesi altında gerçekleştiğini
saymazsak, bu "sözde restorasyon", işin
sorumluluğunu üstlenen görevliler tarafından
akılsızca onaylanmış, cahilce bir vandalizm olarak
ele alınabilir. Şehir duvarlarının içinde ve dışında
1884'te tespit edilen 80 kulenin -yedisi hariç-
tamamı ve Hadriyanus (Üçkapılar) haricindeki tüm
kapılar dahil, şehir surların büyük bir kısmı son 70
yılda yıkıldı. Osmanlı sivil mimarisi örneği olan
Kaleiçi'ndeki evler de son 15 yılda sözde
restorasyonlarla o kadar tahrip edildi ki, "kentsel
sit" dokusu yapı bütünlüğünü kaybetti.
Bu sözde restorasyonlarda taş işçiliğinin yerini
beton aldı, evlerin birinci katındaki taş ve ahşabın
birlikte kullanıldığı Bağdadi duvar briket bloklarla
yer değiştirdi, duvar içine yerleştirilen deprem
şoklarını önleyici ahşap hatılların yerine yapısal
olarak hiçbir fonksiyonu olmayan ve duvar yüzeyine
monte edilen göstermelik hatıllar kondu, ahşap
sütunlar betonarme olanlarıyla değiştirildi.
Çatılarda kullanılan kiremitler de -Cumhuriyet
Meydanı'ndan görülebileceği gibi- Osmanlı tipinde
değiller. Kaleiçi'nde orijinal kiremitle kaplı az
sayıdaki çatı da sözde "restorasyonlarla"yok
edilmeden önce kayda alınmaya değer. Restorasyon,
yapıyı orijinal görünümüne döndürmek anlamına gelir
ve bu iş kullanılan malzeme ile yapı tekniğinde
tutarlılık gerektirir.
Yivli Minare Camii'nin iç duvarlarında yapılan bu
sözde "restorasyon", tıpkı Kaleiçi'ndeki o çok
modern restorasyonlar gibi, bir kültürel kıyım
değilse geçmiş mirasın yok edilmesi değil mi?
Radikal 2, Yazı: Mikail Duggan,
İrlandalı sanat tarihçi ve ressam , 03.06.2007
|
3 - 9 Haziran 2007
|
DİPKARPAZ'DA TARİHİ ESER
Kuzey Kıbrıs'ta Dipkarpaz´da köy içinde,
İskele Kaymakamlığı ile Belediye'nin birlikte
gerçekleştirdiği yol genişletme çalışmaları
sırasında ortaya çıkan mağara içinde 18 parça tarihi
eser bulundu.
Toprak üstünde tespit edilen eserler, Eski
Eserler ve Müzeler Dairesi Gazimağusa Bölge
Müdürlüğü´nden bir ekip tarafından mağaradan
çıkarıldı.
Mağarada, toprak altında başka tarihi eserlerin
olabileceğine dikkat çekilerek, kazı çalışmalarına
yarın başlanacağı ifade edildi.
Yaklaşık 2700 yıllık, Geometrik Dönem´e ait irili
ufaklı testi ve iki kulplu tepsilerden oluşan tarihi
eserlerin Kıbrıs´ta ender bulunan tarihi eserlerden
olduğu bildirildi.
Dipkarpaz Belediye Başkanı Mehmet Demirci, tarihi
eserlerin mağaradan çıkarıldığı sırada yaptığı
açıklamada, yol genişletme çalışmaları sırasında
kazı yapılırken bir mağaranın ortaya çıktığını,
mağaranın içinde de toprak üstünde tarihi eserlerin
tespit edildiğini ifade etti.
Kuzey Kıbrıs Vatan, 08.06.2007
|
|
 |
GÜLEZLER KONAĞI BEKLEMEDE
Bolu Belediyesi tarafından Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan alınan izin doğrultusunda yıkımı gerçekleştirilen Gülezler Konağı’nın inşaat çalışmaları Anıtlar Yüksek Kurulu’na takıldı. Kurul, konağın tüm hakkının Bolu Belediyesi’nde olmadığı gerekçesiyle yapılmak istenen çalışmaya izin vermiyor.
Gülezler Konağı'nın orijinal haliyle yeniden restore edilmesi ve gelecek nesillere aktarılabilmesi için bazı hissedarlar haklarından feragat ederek, Bolu Belediyesi’ne bağışta bulunmuşlardı. Anıtlar Yüksek Kurulu’yla yapılan görüşmeler sonrası, çevreye verdiği tehdit ve orijinaline uygun yeniden inşa edileceği belirtilerek, Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan alınan izin doğrultusunda Gülezler Konağı’nın yıkımı gerçekleştirilmişti.
Yıkım çalışmasının tamamlanmasının ardından, Bolu Belediyesi Anıtlar Yüksek Kurulu’na binayı orijinaline uygun olarak yeniden yapmak için yaptığı girişimlere ise şu ana kadar, bina hissesinin hepsine sahip olmadığı gerekçesiyle onay alamadı.
Bolunun Sesi, 08.06.2007
|
"URARTU ESERLERİNİN TANITILMASI VAN'I ÖNE ÇIKARIR"
Ayanis Turizm Seyahat Acentesi Yönetim Kurulu
Başkanı Abdullah Tunçdemir, Van'ın Türkiye'nin
önemli tarihi ve turistik zenginliklerini
barındırdığını belirterek, iyi ve kaliteli bir
tanıtımla turizm patlaması yaşanacağını söyledi.
Van'ın tarihi
zenginliklerle dolu olduğunu ifade eden Abdullah
Tunçdemir, bu eserlerin tanıtımıyla bölgedeki
turizmin Türkiye sıralamasında ciddi bir tırmanışa
geçeceğini ve ilk 5 il arasına girebileceğini
kaydetti. 2002 yılında Van'a 10 bin yabancı ve 25
bin yerli turist geldiğini, 2007 yılında ise bu
rakamın ilk 6 ayda yakalandığını belirten Tunçdemir,
ciddi bir tanıtımla yabancı turist sayısının bir
yılda 250 bin, yerli turist sayısının ise 500 bine
ulaşabileceğini ifade etti. Tarihi zenginlikleri,
otel kapasiteleri ve altyapısıyla bu sayıyı
kaldıracak durumda olduklarını vurgulayan Tunçdemir,
Van ilinde 8 ile 10 alternatif turizm olduğunu
söyledi. Abdullah Tunçdemir, "2007 yılında sektörde
çok ciddi bir canlılık yaşanıyor. İlk 6 ayda 10 bin
yabancı turist Van'a geldi. Yıl sonuna kadar 20 bin
yabancı, 250 bin yerli turist hedefliyoruz. Bu yıl
yaşanan canlılığın en büyük etkenlerinden biri
Akdamar Adası Anıt Müzesi'nin açılmış olmasıdır.
Bilindiği gibi Van, Urartu Devleti'ne başkentlik
yapmıştır.
Burada bulunan
Urartu dönemine ait eserler, Akdamar Adası Anıt
Müzesi gibi tanıtılabilirse Van turist cennetine
döner. Şehrin en iyi fabrikaları tarihi ve turistik
yerleridir. Tanıtılması halinde her eser bir fabrika
kadar ilin ekonomisine katkı sağlar" dedi.
Hedeflenen 250
bin yabancı ve 500 bin yerli turist sayısına
ulaşıldığı taktirde yıllık Van ekonomisine yaklaşık
500 milyon dolar katkı sağlanabileceğini ifade eden
Tunçdemir, 22 Temmuz tarihinde yapılacak genel
seçimlerin turizm sektörünü etkilemeyeceğini de
belirtti. Tunçdemir, "Siyaset farklı, turizm
farklıdır. İnsanlar programlarını yapıyorlar ve
gezmek istedikleri yerlere gidiyor. Bu yıl şu ana
kadar Van'da turizm istenilen seviyede canlılığını
korumaktadır" diye konuştu.
Urartu
medeniyetine başkentlik yapan ve günümüze kadar
Hurriler, Hititler, Persler, Medler, Selçuklular,
Osmanlılar gibi birçok kültürü taşıyan Van'da, MÖ
9. yüzyılda Lutupri'nin oğlu 1. Sarduri tarafından
yaptırılan Van Kalesi'yle birlikte 19 kale, 14
tarihi cami ve medrese, 3 kilise, 6 köprü başta
olmak üzere yaklaşık 98 tarihi eser bulunuyor. Bu
eserlerin yanı sıra dünyaca ünlü Van Kedisi, Van
Gölü, Muradiye Şelalesi ile birlikte 4 ada, kuş
izleme mekanı, müze, kayak, yayla, dağ, doğa,
botanik, kültür gibi turizm alanları bulunuyor.
Turizm Gazetesi, 08.06.2007
|
TARİHİ ÇINAR 600 YAŞINDA
Osmangazi Belediyesi,
Uludağ yolunda bulunan tarihi İnkaya çınarının
600'üncü yaşına girmesi nedeniyle tören düzenledi.
Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, her biri
ağaç gövdesi kalınlığındaki heybetli dallarıyla
Bursa'yı adeta kucaklayan çınarın, Türk ulusunun bu
topraklar üzerindeki kökleri gibi sağlam kökleri
bulunduğunu söyledi.
Başkan Altepe, tarihi çınarların Bursa için
önemine değinerek, "Anıtsal ağaçların bakımı,
tedavisi ve restorasyonları için elimizden geleni
yapıyoruz. Kent içinde anıtsal özelliği olan 540
adet ağaç var. Bu ağaçlarda oluşan çıplak yüzeyler,
mantar ve böcek tahribatlarına mazur kalıyor.
Tedavilerinin yapılmaması halinde ömürleri
kısalıyor. Biz de bunları hayatta tutmak için her
şeyi yapıyoruz" dedi.Törende daha sonra İnkaya
çınarının 600. yaşının anlam ve önemini belirten
yazının yer aldığı panonun açılışı yapıldı.
Bursa Hakimiyet, 08.06.2007
|
KAÇAK KAZI
YAPARKEN YAKALANDILAR
Muğla'nın Milas İlçesi'nde
kaçak kazı yaptıkları iddia edilen 5 kişi gözaltına
alındı.
İlçeye bağlı Güllük beldesi Sıralık mevkisinde kaçak
kazı yapıldığı ihbarı alan jandarma ekipleri,
bölgeye operasyon düzenledi. Ekipler, bir oda mezar
ortaya çıkardığı iddia edilen M.K (61), A.Ç (64),
İ.Y (31), H.K (34) ve T.T'yi (21) gözaltına aldı.
Kazıda kullandığı tespit edilen aletlerle bir arama
detektörüne el konuldu. Zanlıların bugün adli
makamlara sevk edileceği kaydedildi.
Haber Ekspres, 08.06.2007
|
GÖBEKLİTEPE 2007 KAZILARI BAŞLADI
Göbekli Tepe kazılarının
onüçüncü sezonu 05.06.2007 tarihinde başladı.
Göbekli Tepe kazı başkanı Prof.Dr.Klaus Schmidt
31.05. 2007 tarihinde Urfa’ya geldi. İlk birkaç gün
kamp hazırlıkları ve kazı araç-gerecinin transferi
ile geçti, kazı ekibinin ve Bakanlık temsilcisinin
Urfa’ya gelmesinden sonra 05.06.2007 tarihinde kazı
yerinde alan çalışmalarına başlanıldı. 2007 yılında Göbekli
Tepe’de iki dönem halinde çalışılacak.
5 Haziran-5 Temmuz arasındaki ilk dönemden sonra,
kazı ekibi Ağustos ayı sonunda tekrar Urfa’ya gelip
Eylül-Ekim ayları boyunca çalışacak.
Güneydoğu Medya, 07.06.2007
|
FATİH'İN BİLİNMEYEN DEFTERİ TOPKAPI'DA GÜN YÜZÜNE
ÇIKTI
1453-İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi, Fatih Sultan
Mehmet’in henüz “Fatih” unvanını almadığı gençlik
yıllarında kullandığı 180 sayfadan oluşan deftere
geniş yer ayırdı. Topkapı Sarayı Müzesi Hazine
Kütüphanesi'nde bulunan, mürekkebin dağılmaması için
özel bir karışımla sayfaları cilalanmış ve sonradan
ciltlenmiş olan defterin 21,5 x 28,5 ebadında olduğu
bildirildi. Fatih Sultan Mehmet’in değişik çizim ve
yazılarının yer aldığı defterde, ileride kullanacağı
tuğra üzerinde de çalıştığı göze çarpıyor.

Dergideki araştırmaya göre, söz konusu defterde;
bitirilen ya da yarım bırakılan çok sayıda tuğra
müsveddesi, at başları, baykuş, kartal ve leylek
çizimleri, çiçek motifleri, Türk ve Yunan alfabesi,
ebced hesaplarında kullanılan karakterler ve Farsça
beyitler dikkat çekiyor. Dergide ayrıca, defterin
bugüne kadar kapsamlı bir şekilde incelenmediği ve
ilk defa ayrıntılarına yer verildiği öne sürüldü.
Topkapı Sarayı Müdürü ve aynı zamanda derginin yayın
danışma kurulu üyesi Prof. Dr. İlber Ortaylı da
defterin Fatih Sultan Mehmet’e ait olduğunu
doğruladı. Kurul üyelerinden sanat tarihçisi Prof.
Dr. Semavi Eyice ise söz konusu defterle ilgili
sanat tarihçisi merhum Ord. Prof. Dr. A. Süheyl
Ünver’in yayınlar yaptığını belirtti.
Türkiye Gazetesi, 08.06.2007
|
MİMAR SİNAN ÜNİVERSİTESİ: HİÇ BİR YERE TAŞINMIYORUZ
Mimar Sinan Üniversitesi Rektörlüğü, internet
sitelerinde ve çeşitli basın organlarında yer alan
üniversitenin Şile'ye taşınacağı yolundaki
haberlerin yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını
belirterek, bugünkü eğitim alanının taşınmayacağını,
yaz okulları için Şile Belediyesi'nden yer
istendiğini açıkladı.
Rektörlük tarafından yapılan açıklamada "Mimar
Sinan Üniversitesi Şile'ye taşınıyor" şeklinde Şile
Belediyesi'nin web sitesindeki haberler medyamızda
yer almış ve yanlış anlaşılmalara yol açmıştır. Var
olan mekanlarımız, 1926 Cumhuriyetin ilk yıllarından
bu yana kurumumuzun eğitimini sürdürdüğü ve
sürdüreceği yerleşkelerdir. Bugünkü eğitim alanının
taşınması söz konusu olmadığı gibi Bomonti
inşaatımız da devam etmektedir. Şile'den yer
istenmesi, yaz okullarının açılması, sosyal ve spor
tessilerinin geliştirilmesi, araştırma
merkezlerimizin aktif hale getirilerek Uluslararası
kültür ve sanat vadisi oluşturmayı, üniversitemizin
ileriye dönük açılımaları için fiziki imkanlarını
genişletmeyi amaçlamaktadır" denildi.
Sabah, 08.06.2007
|
İSPANYA DEFİNECİ ABD GEMİLERİNİ BIRAKMIYOR
İspanya hükümeti Akdeniz'in batı sularında batık bir gemiden 250 milyon sterlin (657,5 milyon YTL) değerinde 17 ton altın ve gümüş sikke çıkaran 2 Amerikan keşif gemisinin Cebelitarık'tan ayrılmasına izin vermedi.
Hazinenin İspanya'ya ait olabileceğini belirten hükümet bu konuda bir de yargı kararı çıkardı. İspanyol mahkemesi, merkezi Florida'da bulunan "Odyysey Marine Exploration" adlı Amerikan şirketine ait 2 gemi için yakalama ve arama yapılması emri çıkardı. İspanya Kültür Bakanlığı sözcüsü Amerikan teknelerinin Akdeniz'in batı sularında yasadışı operasyonlar yaptığına dair ciddi delillere ulaşıldığını öne sürdü. İspanya, Amerikan keşif gemilerinin söz konusu hazineyi 1641'te Sicilya açıklarında batan İngiliz Merchant Royal gemisinden çıkarmış olabileceğini ve bu kargonun da İspanya'ya ait olduğunu öne sürüyor.
Milliyet, 08.06.2007
|

|
TÜRKİYE'DE 5 TARİHİ YER TEHLİKE ALTINDA
Dünyada
2008 yılında en fazla tehlike altında olan ve
korunmasına yeterince özen gösterilmeyen 100 tarihi
yer açıklandı. "2008 Yılında Dünyanın En Fazla
Tehlike Altında Bulunan 100 Tarihi Yeri Listesi"nde,
Türkiye'den aralarında Hasankeyf ve İstanbul tarihi
surlarının da bulunduğu 5 tarihi eser yer alırken,
KKTC'den de Gazimağusa listeye girdi.
Merkezi New York'ta bulunan Dünya Anıtlar Fonu'nun
(World Monuments Fund-WMF) Başkanı Bonnie Burnham
tarafından açıklanan listede, hem gelişmiş hem de
gelişmekte olan yaklaşık 60 ülkeden 100 tarihi yer
bulunuyor. Burnham, açıkladıkları yerlerin dünya
kamuoyunun dikkatini çektiği için turist akınına da
uğradığını dile getirdi.
Türk gazetecilerin listeyle ilgili sorularını
yanıtlayan Dünya Anıtlar Fonu yöneticilerinden
arkeolog Michelle Berenfeld, "Türkiye'de o kadar çok
tarihi alan var ki, Türk devleti bu alanların
korunması için çalışıyor, bizim de onlara yardımcı
olmamamız gerekir.
Koruma ve bakım konusunda yalnızca tarihi yerlerin
bulunduğu ülkeye değil hepimize sorumluluk düşüyor,
çünkü hepimiz bu yerlerden yararlanıyoruz" diye
konuştu.
İşte listede yer alan
eserler
Çukur Han : Dünya Anıtlar Fonu'nun listeyle ilgili raporunda,
Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesi yakınında ve
Rahmi Koç Müzesi'nin hemen yanı başında bulunan
kervansarayın bakımsız ve terk edilmiş durumda
olduğu ve acil bakıma ihtiyaç olduğu belirtildi.
Hasankeyf : Raporda Hasankeyf'in, Ilısu Barajı projesi
yüzünden sular altında kalma tehlikesi altında
olduğu hatırlatılarak, kentteki tarihi kalıntıların
başka bir yere taşınması önerisinin bulunduğu, ancak
bunun da kimi sorunlara yol açabileceği kaydedildi.
İstanbul'un Tarihi Surları : Daha önce UNESCO yetkilileri tarafından da
belirtildiği biçimde İstanbul'un tarihi surların
acil bakıma gereksinimi olduğunun belirtildiği
raporda, tarihi surların korunması için uzun dönemli
ve kapsamlı bir planın hazırlanması gerektiği ifade
edildi.
Meryem Ana ve Kızıl Kilise : Raporda, Göreme-Kapadokya bölgesinde bulunan
Meryem Ana Kilisesi'nde yapısal hasarlar bulunduğu,
Güzelyurt bölgesinde bulunan Kızıl Kilise'nin ise
kubbesinde yapısal hasar olduğu ve genel olarak 2
kilisenin de bakıma ihtiyacı olduğu kaydedildi.
Gazimağusa : KKTC'den Gazimağusa da listede yer aldı. Raporda, kentin tarihsel zenginliğinden söz edilerek şu an Ada'daki siyasal durum ve izolasyon yüzünden Gazimağusa'daki tarihsel yerlerin yeterince bakım göremediği belirtildi.
Milliyet, 08.06.2007
|
UZAYDAN ARKEOLOJİK KEŞİF

Uzay
teknolojilerini arkeolojik keşifler yapmak için
kullanmak giderek yaygınlaşıyor. En son
uygulamalardan biri
Mısır'da
yapılmakta. Projenin amacı, yer çalışmaları ile daha
zor ve yavaş yapılan alan taramasını, uydular
aracılığı ile daha kolay hale getirmek. Bu proje
sayesinde Mısır'da antik döneme ait yüzlerce
yerleşim saptanmış durumda. Büyüklüğü ve konumuna
göre yerleşimlerin haritası çıkarılmakta, daha sonra
da kazılar yapmak sureti ile arkeolojik kalıntılar
incelenmekte.
En son bulunan yerleşimlerden
biri Kahire'ye yaklaşık 300 kilometre uzaklıkta.
MS 400 civarına tarihlenen
yerleşim, bugüne kadar bulunanların en büyüğü.
Kentte yapılan kazılar neticesinde elde edilen sikke
ve seramik buluntuları, kentin Anadolu, Doğu Akdeniz
ve Yunan yarımadası ile ticaretinin olduğunu ortaya
koyuyor.
Diğer bulunan yerleşimler
arasında, MS 4. yüzyıla ait bir
manastır, MÖ 6. yüzyıldan kalma
bir başka büyük kent sayılabilir. Keşfedilen
kalıntılar arasında en eskisi
5000
yıl önceye ait. Uydu aracılığı ile bulunan toplam
yerleşim sayısı 400 civarında.
Araştırmacılar, özellikle
keşfedilen yerleşimlerin pek çoğunun daha önce
bilinmediğini ifade ediyorlar. Eski yerleşim
alanlarının toprak ve bitki örtüsü farklılık
göstermekte ve bu tür farklılıkları uzaydan yapılan
gözlemler ile saptamak çok daha kolay olmakta.
Paha biçilmez
eserlerin üzerine baraj ve şehir kurup sonra da işin
içinden çıkamayan bizler de, umarız yakın zamanda bu
tür teknolojik uygulamaları kullanma yoluna gideriz.
Bu tür uygulamalar, yeni yerleşimlerin kurulması
veya mevcut olanların planlı şekilde
genişletilmesinde; baraj, yol, maden çıkarma vs.
gibi çalışmaların eski eserlere en az zarar ile
gerçekleştirilmesinde faydalı olacaktır.
(Ç.N.)
AOL News, Haber: Heather Whipps, Çev. Yüksek
Zemin Arayışı, 07.06.2007
|
BİRİNCİ ULUSLARARASI AVRASYA ARKEOLOJİ KONGRESİ'NİN ARDINDAN
Avrasya Türk arkeolojisinin uluslararası düzeyde tartışıldığı dünyanın ilk bilimsel toplantısı olan Birinci Uluslararası Avrasya Arkeoloji Kongresi / The First International Congress of Eurasian Archaeology, Ficea 2007 21 – 24 Mayıs 2007’de İzmir, Çeşme’de gerçekleştirildi.

Bu kongre, 2001-2004 arasında, Doğu Anadolu ve Avrasya’nın geniş bir alanında yürütülen OTAK (Orta Avrasya’da Türk Kültürünün Arkeolojik Kaynakları) Projesinin uzun vadeli amaçlarından biri idi ve, Avrasya kavramı içinde, Türk arkeolojik birikiminin uluslararası düzeyde tartışılmasını amaçlayan bir tasarımdı. Kongrede 119 bildiri tartışıldı, bunların 13’ü Türkiye üniversitelerini temsil ediyordu.
Dokuz Eylül Üniversitesi, Anadolu ve Avrasya Enstitüsü ve Moğolistan Altay Araştırmaları Enstitüsü adına düzenlenen Birinci Uluslararası Avrasya Arkeoloji Kongresi, dünya arkeologlarını ve tarihçilerini, Avrasya tarihi ve arkeoloji ile ilgili uluslararası alanda faaliyet gösteren bilim kurumlarını Türkiye’de bir araya toplamak, Türk kültürünün Avrasya’daki köklü arkeolojik tarihini uluslararası düzeyde ele almak, tartışmak, tanıtmak ve bu kapsamda Türkiye’nin İzmir ölçeğinde bir bölümünün zengin arkeolojik ve tarihsel birikimini başta hedef kitle olan Rusya Federasyonu ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri olmak üzere tüm dünyaya tanıtmak ve ülkelerarası dostluk ve kültür ilişkilerinin geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla tasarlanmış bir proje idi.
Kongre, adından da belli olduğu gibi, ilk kez yapılan bir kongre idi. İçerik, kapsam ve organizasyon bakımından türünde de ilkti. Bununla birlikte, projenin ilkelerinden biri de, kongrenin uluslararası saygınlığının en yüksek düzeyde tutulmasıydı. Kongrede, Başta Rusya olmak üzere, hemen tüm Avrasya ülkeleri (Ukrayna,, Hakasya, Tuva, Altay, Moğolistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Japonya, Kore, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Hindistan, Tacikistan, İran, Azerbaycan, Dağıstan, Abhazya) ve Amerika, Almanya, İngiltere, İspanya, İsviçre, Macaristan, Polonya, bu ülkelerin en değerli arkeologları tarafından temsil edildiler ve Kongrede, basılı programda yer almayanlar da dâhil 119’dan fazla bildiri tartışıldı.
Toplantıda aşağıdaki sonuçlara ulaşıldı:
1. 21 – 24 Mayıs 2007 tarihleri arasında İzmir, Çeşme, Ilıca Otelde gerçekleştirilen Kongreye, 25 ülkeden, 119 temsilci katılmıştır. Bu temsilciler, kendi ülkelerinde Avrasya Arkeolojisi alanında çalışan uzman kişilerdir. Kongre üç gün boyunca, iki salonda (Bilge Kagan ve Cengiz Han Kongre Salonları) 16 oturum halinde gerçekleştirilmiştir. Her oturumun sonunda bildirilerle ilgili ayrıntılı ve verimli tartışmalar yapılmış, bu tartışmalar sayesinde ülkemiz ve yurtdışından gelen bilim insanları arasında zengin bir bilgi alış-verişi gerçekleştirilmiştir.
2. Kongre, bu alanda ülkemizde yapılan ilk kongre olma özelliği taşımaktadır, bilimsel içerik, katılımcıların uluslararası saygınlıkları, ön bilimsel hazırlıklar ve profesyonel organizasyon bakımından, aynı kavramda dünyada bu güne kadar gerçekleştirilen kongreler içinde en büyüğü olarak kayıtlara geçmiştir.
3. Bilimsel seviyesi en yüksek noktalara ulaşan Kongre, üye ülkelerarası akademik ilişkilerin güçlenmesi, ortak projelerin yaratılması ve toplumlar arasında dostluk ilişkilerinin canlanmasına vesile olmuştur.
4. Kongrede, tüm dünyaya, sadece bilimsel değil, aynı zamanda, Slav-Uzakdoğulu-Türk dilli halkların tarihten gelen dostluğu ve kardeşliğinin anlam kazandığı “Avrasyalılığın” vurgulanması ve bu kavramın öneminin bir kez de bu toplantıda yenilenmesi noktalarında önemli mesajlar verilmiştir.
5. “Avrasya Türk Arkeolojisi”nin Türkiye üniversitelerinde ve bilim kurumlarında kurumsallaştırılmasının gerekliliği vurgulanmıştır.
6. Birinci Uluslararası Avrasya Arkeoloji Kongresinin bundan sonra kurumsallaştırılmasına, Kongrenin her üç yılda bir yapılmasına, 2010’da düzenlenecek ikincisine yine Türkiye’nin ev sahipliği yapmasına, diğerlerine ise, Kongre Daimi Bilim Komitesi’nin alacağı kararlara göre, diğer üye ülkelerin ev sahipliği yapmasına, İkinci Uluslararası Avrasya Arkeoloji Kongresinin, Kültepe Kaniş-Karum’un Kayseri’sinde, Çatalhöyüğün Konya’sında ya da uygarlıklar beşiği Antalya’da yapılmasına karar verilmiştir.
7. İkinci Uluslararası Avrasya Arkeoloji Kongresinin teması “Avrasya’da Türk Halklarının Arkeolojik ve Etno-Kültür Tarihi” olarak benimsenmiştir.
Dr. A. Semih Güneri, Kongre Başkanı, Anadolu ve Avrasya Enstitüsü
|
 |
TUNCA'NIN KANADI MERİÇ'E UZANIYOR
Edirne'de Tarihi Ekmekçizade Ahmet Paşa (Tunca) Köprüsü'ndeki onarım kazısı; köprü yan kanatlarının Meriç Köprüsü'ne doğru uzandığını ortaya çıkardı. Edirne Valiliği İl Özel İdaresi tarafından geçtiğimiz yıl başlatılan “Tarihi Köprülerin Onarımı” kapsamında dolgu malzemesinin sökümü sırasında açılan bir kontrol kuyusu ortaya bir duvar çıkardı.
Köprü çalışmalarını denetleyen İl Özel İdare Genel Sekreteri İlhami Doğan, konunun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'na iletileceğini, çıkacak karara göre de yolun ve iki köprünün birbirine bağlanabileceğini ifade etti.
Geçtiğimiz gün üzerindeki dolgu malzemeleri sökülmeye başlanan Tunca Köprüsü'nün geçtiğimiz gece Un Fabrikası tarafındaki kanatları yıkıldı. Geçtiğimiz yıllarda köprüde yaşanan deformasyonun etkisiyle bir anda çöktüğü tahmin edilen duvar kanatlarının gece geç saatlerde çökmesi ve köprü yakınında kimsenin olmayışı şans eseri bir kazaya sebebiyet vermedi.
Edirne Internet Gazetesi, 07.06.2007
|
KARACALAR
CAMİİ YENİLENİYOR
Bolu,
Mengen İlçesi, Karacalar Köyü Merkez Mahallesi’nde Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından Karacalar Camii'nin
restorasyonuna başlandı.
Restorasyonu Vakıflar Genel Müdürlüğü üstlenerek
400.000 YTL’ye ihalesi yapıldığı
bildirildi. Müteahhit Cavit Karakaş caminin
restorasyon işinin en kısa zamanda bitirileceğini ve
köy halkının daha modern bir camiye kavuşacağını
belirtti.
Karacalar
Köyü muhtarı Aslan Yılmaz
yapılan restorasyon ile ilgili olarak, “Beldemizde
vakıflara ait tek cami Karacalar Camiidir.
Restorasyonu yapılan cami sayesinde köy halkımızın
daha iyi şartlarda ibadetlerini yapabileceklerini
düşünüyorum” dedi.
Bolunun Sesi, Fotoğraf: mengen.gen.tr, 07.06.2007
|

|
BETON KALIPLARA TEPKİ
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Yatağan
İlçesi'nde restorasyonu tamamlanan binaların toplu
açılış törenine katılmak ve incelemelerde bulunmak
için Muğla'ya geldi. Ziyaretine Stroneika Antik
Kenti'ndeki restorasyon çalışmaları süren bir camiyi
gezerek başlayan Bakan Koç, "Bugüne kadar, kazı
başına bin YTL ile 5 bin YTL arasında para
ödeniyordu. Toplam rakam da 1.5 milyon YTL ile 2
milyon YTL arasında ödenek ediyordu. Ben göreve
geldikten sonra bu rakam 2006'da 8 milyon 5 bin
YTL'ye, bu yıl da ise 10 milyon 500 bin YTL'ye
çıktı. En küçük kazı heyetine bile 30 bin YTL'nin
altında para göndermiyoruz" dedi.
Türkiye'nin ilk müzesini kuran Osman Hamdi Bey'in
Yatağan'daki evini ziyaret eden Kültür ve Turizm
Bakanı Atilla Koç, Valilik tarafından sürdürülen
restorasyon çalışmalarında beton kullanılmasından
rahatsızlık duyduğunu belirterek, "Bu ev tescil
edilmiş bir kültür varlığı. Bunun için izin alındı
mı?" diye sordu. Yerde duran beton kalıpları gören
Koç, "Binada beton kullanılması beni rahatsız etti.
Etmedi desem yalan olur, ama benden çok kurulu
rahatsız eder. Zaten, herhalde beton bölümleri
gizleyecekler. Fonksiyon verebilmek ve fonksiyonu
sağlamlaştırmak için ahşap taban ve tavanda beton
kullanımına geçilmiş. Benim genel olarak bu hususta
itirazım var. Benim itirazım, bu husustaki sanat
görüşümün neticesidir. Kurul kabul ettiyse ben de
kurulun görüşlerini kabul ederim" dedi.
Yeni Asır, Haber: Cem Kaytan, 07.06.2007
|
 |
SON OSMANLI FOTOĞRAFLARI
Sultan II. Abdülhamid Han, devlet idaresinde fotoğrafı en etkin şekilde kullanan bir devlet adamıydı. Çektirdiği fotoğraflarla, yurt içinde ve yurt dışındaki gidip görmediği yerler hakkında fikir sahibi olmuş, gelişmeleri izlemişti. Kendisine sunulan yazılı ve sözlü raporlarla yetinmemiş, dönemin en önemli icatlarından olan fotoğraf çekiminden destek almıştı. Sadece mekan ve önemli nokta fotoğraflarından değil, askeri talimlerden cezaevlerindeki mahkumlara kadar her türlü görüntüden yararlanmıştı. Kendi siparişlerinin yanında yabancı fotoğrafçıların çektiği resimleri de para verip satın aldırtmıştı. Osmanlı’nın ihtişamını, ekonomik ve askeri gücünü yansıtan albümler oluşturup yabancı devlet başkanlarına göndermiş, “Osmanlı hala ayaktadır, güçlüdür” mesajını vermişti. İşte bu eşsiz hazine, bugün dünyanın en önemli fotoğraf koleksiyonlarından biri. Fotoğrafların pek çoğu zaman içinde yıpranmış, silinmiş olsa da geriye kalanlar bile büyük bir zenginlik. Maalesef, bu eşsiz koleksiyondan pek çoğumuzun haberi yok. Kamuoyu ile paylaşılmamış çünkü...
Sultan II. Abdülhamid Han döneminde bu yolla oluşan 911 albümden müteşekkil bu dev fotoğraf koleksiyonu “Sultan II. Abdülhamid Arşivi İstanbul Fotoğrafları” adıyla kitaplaştı. Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. ve IRCICA tarafından hazırlanan eser 9 Haziran’da görücüye çıkıyor. Kitapta, 17.276 konu başlığı altında tasnif edilen 36.000 fotoğraftan seçkiler yer alıyor. İstanbul’un tarihi vesikası niteliğindeki eserin tanıtımı, kitabı oluşturan fotoğrafların yıllarca saklı kaldığı Yıldız Sarayı-Silahhane bölümünde, İBB Başkanı Kadir Topbaş ve IRCICA Genel Direktörü Halit Eren’in katılımıyla gerçekleşecek. İstanbul’un tarihi bir vesikası niteliğindeki eserde; manzaralar, saraylar, camiler, türbeler, çeşmeler, abidevi yapılar, kışlalar, hastaneler, okullar, kamu yapıları, müzeler, törenler, yabancılar, tesisler, sosyal yaşam, surlar, spor ve 1894 depremi alt başlıklarında çok sayıda fotoğraf yer alıyor. “
Türkiye Gazetesi, Haber: Tuncay Önür, 07.06.2007
|
MİLYARLIK KEMAN BULUNDU
Avusturya'nın başkenti Viyana'da, bir müzisyenin dairesinden çalınan değerli Stradivari kemanı bulundu.
İçişleri Bakanı Günter Platter, en az 2,7 milyon dolar (yaklaşık 3,5 milyon YTL) değerindeki kemanı, düzenlediği bir basın toplantısıyla müzisyen Christian Altenburger'e teslim etti.
Herhangi bir hasar görmeyen kemanın dün Viyana'da bulunduğu, hırsızlıkla ilgili olarak 6 Gürcünün gözaltına alındığı belirtildi.
Keman, yaklaşık 10 gün önce Altenburger bir resital için Almanya'da bulunduğu sırada çalınmıştı.
Dünyaca ünlü keman ustası Antonio Giacomo Stradivari tarafından 17. ve 18. yüzyıllarda yapılan binin üzerinde enstrümandan 600 kadarının günümüze ulaştığı tahmin ediliyor. Bunlardan bazıları müzelerde sergilenirken, bazıları hala müzisyenlerce kullanılıyor.
Hürriyet, 07.06.2007
|
 |
|
RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Bolu'da bulunan ve tarihi değer taşıyan 9 adet çeşmede, Mimarlar ve Mühendisler Odası’nın katkılarıyla restorasyon çalışmaları başladı. 10 mühendisin hazırladığı projeler Tabiat Varlıkları Kurulu’na sunularak, çeşmelerin restorasyon izinleri alındı.
Bu projeler dahilinde ilimiz Büyükcami Mahallesi’nde bulunan 2 adet, Karamanlı Mahallesi’nde bulunan 3 adet ve Gölyüzü Mahallesi’nde bulunan 1 adet çeşmenin röleveleri onaylanırken, Tabaklar Mahallesi’nde bulunan 1 adet ve Büyükcami Mahallesi’nde bulunan 1 adet çeşmenin projelerindeki eksiklikler nedeniyle röleveleri kabul edilmedi. Gölyüzü Mahallesi’nde bulunan tarihi çeşme İmar Yolu üzerinde bulunması nedeniyle önceki aylarda Belediye ekipleri tarafından Bolu Lisesi yokuşunun karşısına taşınmıştı.
Gerede Caddesi üzerinde bulunan İsmet Oğultürk Çeşmesi’nin projesini Mimarlar ve Mühendisler Odası Başkanı Hüseyin Özsoy ve İbrahim Aksoy çizdi.
Yapılan çalışmalar hakkında açıklamalarda bulunan Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz; “Şu anda Bolu’da 11 tane tarihi çeşmemiz var. Bu çeşmelerin restorasyon çalışmalarına başladık. Bu çeşmelerden bir tanesi de Bolu Lisesi yokuşunun karşısına taşıdığımız çeşmedir. Bu çeşmenin 19’ncu yüzyılın ikinci yarısında yapıldığını tahmin ediyoruz. Görüntü itibariyle güzel ve tarihi bir çeşme. Biz burada bu tür çeşmeleri koruma altına almak durumundayız. Bu çeşmeyi de Bolu Lisesi yokuşunun bitimindeki üçgen alana, iki taraflı kullanılabilecek şekilde taşıyarak koruma altına aldık. Bununla da Bolu’da ilk defa tarihi yapılara sahip çıktığımızı gösteriyoruz” dedi.
Bolu Olay, 07.06.2007
|
"BU AYIPTAN KURTULALIM"
Bolu İl Genel Meclisi'nin Haziran ayı 3. oturumunu gerçekleştirdi. İki gündem maddesi olan toplantıda, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü bahçesinin otopark amaçlı kullanımının engellenmesi hususu masaya yatırıldı..
İl Kültür ve Turizm Müdürü Hasan Kaplan, meclis üyelerine Bolu'daki turizm sektörü ve yapılması gereken işler ile ilgili bilgiler verdi. Kaplan açıklamalarının ardından İl Genel Meclis üyelerinin sorularını yanıtladı. CHP’li İl Genel Meclis Üyesi Fahrettin Tanyar Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün bahçesinin otopark gibi kullanılmasına tepki göstererek; “Orada çok büyük değerler var. Sizlerde bu değerlere sahip çıkmıyorsunuz. Orası otopark gibi oluyor. Bunun bir an önce engellenmesi lazım. Ben çok üzülüyorum oradaki eserlerin zarar görmesinden. Kültür Müdürlüğü bir an önce gerekli çalışmaları yaparak oraya bir düzen getirmeli. Bizlerden de bir talebiniz varsa karşılayalım, ama orası o halinden kurtarılsın.” dedi.
Tanyar’ın bu konuşmalarının ardından Kültür Müdürlüğü'nün çevre düzenlemesi hakkında bilgiler veren İl Kültür ve Turizm Müdürü Hasan Kaplan, çevre düzeni projesinin çizildiğini ve ödeneğinin de hazırlandığını ifade ederek; “Çevre düzeni ile ilgili büyün çalışmalarımız bitti. Sadece ihalesi kaldı. Ancak şu an Belediyenin şu an bir yol genişletme çalışması var. Birde trafo binası taşınacak. Bu nedenle şu an çevre düzeni projesini uygulayamıyoruz. Müdürlüğün bahçesinin otopark gibi kullanılmasından bizde son derece rahatsızız. Araçların park etmemeleri için oraya toprak döktürdük. Bir kapı ya da bekçi koyma şansımız da yok. Bu nedenle çevre düzeni projesi uygulanıncaya kadar bu şekilde kendi imkanlarımızla oraya araç parkını engellemeye çalışacağız.” Dedi.
Bolu Olay, 07.06.2007
|
 |

|
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TAŞKÖPRÜ SEMPOZYUMU
Geçtiğimiz yıl ilki mayıs ayında gerçekleşen ve Taşköprülüzadeler Sempozyumu adında düzenlenen sempozyum bu yıl "Tarihi ve Kültürü ile Geçmişten Günümüze Taşköprü Sempozyumu" adı altında düzenlenecek.
Kültür ve Turizim Bakanlığı ve Taşköprü Belediyesi`nin ortaklaşa düzenlediği sempozyumunun ilk günkü oturumunda Prof. Dr. Cahit Baltacı, Yrd. Doç. Dr. Eyüp Akman, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Eski Yrd. Doç. Dr. Mehmet Serdar Yılmaz , ikinci günkü kısmında ise Yrd. Doç. Dr. Emin Baydıl, Öğr. Gör. Gülten Küçükbasmacı, Yrd. Doç Dr. Bünyamin Çağlayan ve Mğr. Gör. Ahmet Yaşar Zengin konuşmacı olarak katılacak.
Kastamonu Postası, Haber: Mehmet Tuğcu, 07.06.2007
|
HASANKEYF TOZ DUMAN İÇİNDE
Son bir haftadır özellikle Hasankeyf kent merkezi olmak üzere Hasankeyf İlçesi'nin karşısında olan ancak Batman'a bağlı olan Kesmeköprü Köyü sakinleri tarihin tozlarını yutuyor.
Hasankeyf ilçe merkezindeki ve özellikle Küçük Saray olarak bilinen eski kale ve kale başındaki Ulu Cami'de yapılan arkeolojik kazılar esnasında molozlar ve kazı sonrası toz kütleleri kaleden aşağıya rasgele bırakılınca Hasankeyf üzerinde dev bir toz kütlesi oluşuyor. Çalışma saatlerinde 50-60 metre aşağıya bırakılan tozlara en çok esnaflar tepki gösteriyor.
Hasankeyf’in tarihi çarşısında esnaflık ve tezgahtarlık yapan esnaflar, sabahtan akşama kadar kaleden aşağıya atılan molozlar, toprak yığınları ve kaya tozları yüzünden eşyalarının kullanılamaz hale geldiğini belirterek, Hasankeyf’e gelen konukların gezmeden veya alışveriş yapmadan tozdan kaçtıklarını belirttiler. Bazı vatandaşlar ise aşırı toz nedeniyle pencerelerini bu sıcaklarda dahi açamadıklarını söyleyerek, sürekli temizlik yapmak zorunda kaldıklarını söylediler.
Kazı Başkanı Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam bu sene kazı programının böyle olduğunu ve zaten kale dibinden geçişlerin yasak olması nedeniyle molozları aşağı bıraktıklarını söyledi. Prof. Dr. Uluçam, tedbirleri alacaklarını da sözlerine ekledi.
Batman Gazetesi, 07.06.2007
|
 |
YAZ AYLARINDA KAÇAK KAZILAR ARTIYOR
Erzurum Müze Müdürü
Mustafa Erkmen, define avcılarının yaz aylarında
arttığını belirterek, bilinçsiz kişilerin tarihi
eserlere hasar verdiğini söyledi.
İzinsiz kazı yapanların tarihi
eserler ve türbelerde tahribatlar oluşturduğunu
belirten Erkmen, “Bu konuda duyarlı olunması
gerekiyor. Tarihi zenginliklere bu şekilde darbe
vurulmamalıdır. Bu yöndeki cezalar geçen yıl
çıkarılan düzenlemelerle artırıldı. Tarihi eserler
hepimizin ortak değerleri ve koruma altına
alınmalıdır” dedi.
İzinsiz kazılarda mezarlıkların ilk sıralarda yer
aldığını belirten Erkmen, “Kaçak kazılarda
mezarlıklar ilk sıralarda yer alıyor. Bu yöndeki
uygulamalar cezai işlemlerin uygulanmasına neden
olabiliyor. Kaçak kazıya kimse tevessül etmemelidir.
Sorunların aşılması noktasında herkes üzerine düşeni
yapabilmelidir” diye konuştu.
Arkeolojik kazı çalışmalarının önemli bir yere sahip
olduğunu belirten Erkmen, “Kentin tarihi dokusunun
ortaya çıkması adına arkeolojik kazı çalışmaları çok
önemli. Kentin tarihi misyonunu analiz etme imkanı
bulduk.. Diğer tarihi eserlerinde korunması ve
yaşatılması açısından vatandaşa bilinçli ve duyarlı
olmak adına önemli görevler düşüyor. Tarihini
bilmeyen bir milletin gelecekte başarılı olması söz
konusu olamaz. Herkesin bu bilinçle hareket etmesini
bekliyoruz. Müzeleri ziyaret etme kültürü de küçük
yaşta kazandırılmalı ve tarihin önemi genç nesillere
anlatılmadır” diye konuştu.
Erzurum Gazetesi, 06.06.2007
|
"İSTANBUL 2007: MÜZELERİN DEPREMDEN KORUNMASI
KONFERANSI" DEKLARASYONU
“İstanbul 2007: Müzelerin
Depremden Korunması Uluslararası” konferansı, 4 – 5
Haziran tarihleri arasında uluslararası uzmanların
katılımıyla Pera Müzesi Oditoryumu’nda gerçekleşti.
Konferans sonrasında Mustafa Erdik (Boğaziçi
Üniversitesi), Eser Durukal (Boğaziçi Üniversitesi)
ve Bilgen Sungay (Boğaziçi Üniversitesi) imzasıyla
yayınlanan deklarasyon şöyle:
"İstanbul 2007: Müzelerin Depremden Korunması
konferansı katılımcıları, iki kıta üzerinde kurulmuş
ve dünya kültür mirasının ayrılmaz parçası olan
sayısız müzeye ev sahipliği yapan Istanbul kentinin
karşı karşıya olduğu yüksek deprem tehlikesinin,
kültür mirasımızın ulusal kimliğimizin
tanımlanmasındaki öneminin ve farklı kültürlerin
izlerinin korunması konusundaki sorumluluklarının
bilincinde olarak, sunulan bildiriler ve yapılan
tartışmalar ışığında ve Uluslararası Müzeler Konseyi
(ICOM), Kültür Varlıklarını Koruma ve Restorasyon
Çalışmaları Uluslararası Merkezi (ICCROM), J. Paul
Getty Müzesi, Boğaziçi Üniversitesi, Yıldız Teknik
Üniversitesi ve diğer üniversiteler, hükümet
temsilcileri, Pera Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi ve
diğer müzelerin desteği ile aşağıdaki kararları
almıştır:
1. Müzelerin karşı karşıya bulundukları deprem
riskleri uygun güçlendirme, takviye ve / veya risk
azaltma yöntemleri yardımıyla azaltılabilir.
2. Müzelerin depremden korunması için danışmanlık
yapacak disiplinlerarası uzmanlardan oluşan
ekiplerin oluşturulması, risk azaltma yöntemleri ve
malzemeleri ile ilgili bilimsel araştırmaların
yapılması, eğitim malzemeleri geliştirerek müze
personeline ve konu ile ilgili alanlarda öğrencilere
eğitim verilmesi, bilgi paylaşımı, risklerin
belirlenmesi ve önlem yöntemlerinin uygulanması acil
olarak ele alınması gereken konulardır. Bu amaca
yönelik olarak, disiplinlerarası uzmanlıkla
araştırma, geliştirme, eğitim, danışmanlık, teknik
destek ve kurtarma operasyonları için bir merkez
oluşturulması gereklidir.
3. “İstanbul 2010 – Avrupa Kültür Başkenti” oluşumu
çerçevesinde müzelerin deprem riskinin azaltılması
konusunda kamu ve özel sektör kurum ve kuruluşları
tarafından projeler başlatılmalıdır.
Konferansta temsil edilen kurum ve kuruluşlar,
kültür mirasımızın gelecek kuşaklara aktarılması
konusunda taşıdıkları sorumluluğun bilinciyle,
müzelerin ve kültür varlıklarının depremden
korunması ile ilgili olarak çalışmaya devam etme
konusunda kararlılıdır."
Yapı, 06.06.2007
|
MİMARLAR ODASI İSTANBUL BÜYÜKKENT ŞUBESİ FOTOĞRAF YARIŞMASI: "CUMHURİYET DÖNEMİ MİMARİ MİRASI"
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından
geleneksel olarak her sene düzenlenen fotoğraf
yarışmasının dokuzuncusu bu yıl
gerçekleştirilecek. Tüm dünyada aynı tema çerçevesinde
her yıl Ekim ayının ilk pazartesi günü kutlanan
"Dünya Mimarlık Günü" TMMO İstanbul Büyükkent Şubesi
tarafından Mimarlık ve Kent Şenliği adı altında bir
haftaya yayılarak kutlanmakta. 2007 yılında
gerçekleştirilecek bu haftanın teması “Cumhuriyet
Dönemi Mimari Mirası” olarak belirlendi.

TMMO'dan yapılan
çıklamada ; kültür mirasımızın daha fazla rant uğruna tahrip ve
yok olma sürecinin, başta yasal düzenlemeler olmak
üzere alınan tüm önlemlere karşın devam ettiği
belirtilerek en kolay ve kaygısızca tahrip ve hatta
yok edilen bölümünün, Cumhuriyet Dönemi yapıları
olduğu rahatça söylenebileceği vurgulandı.
Açıklamada ayrıca "Bu
“kıyım” ın nedenleri arasında, bu dönem yapılarının
“eski” (!) olmaması ya da yakın bir geçmişte
yapılmış olmaları, herhangi bir üst düzey mimari,
artistik ve estetik değer içermemeleri, çok sayıda
bulunmaları vb. sayılmaktadır. Bu “kıyım”’ın önemli
bir bölümü ne yazık ki, merkezi ve yerel yönetimler
eliyle gerçekleştirilmektedir.
1950’li yıllardan itibaren tahrip ve yok etme süreci
özellikle son yıllarda Cumhuriyetin yaratmış olduğu
tüm değerlere yönelmiştir. Cumhuriyetin kuruluş
sürecinin belleğini oluşturan endüstri mirasımız
yanı sıra Cumhuriyet Dönemi kültürel gelişmişlik
düzeyimizi yansıtan ve mimari belleğimizi oluşturan
İstanbul Radyosu, Muhsin Ertuğrul, Akm, Taşkızak Tersanesi, vb. mimari
mirasımızın farklı gerekçelerle aynı anda hedef
seçilmesi anlamlıdır. Seçilen hedef vatandaşı
olmakla övündüğümüz Cumhuriyet’in belleğidir.
Cumhuriyet’in bir kurumu olarak Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi, her dönemde kültürel ve
doğal mirasın korunması ve kamu yararına
değerlendirilmesine yönelik olarak bir meslek
odasından beklenen her türlü çabayı göstermiştir ve
göstermeye devam edecektir. Cumhuriyet dönemi
mimarlığının da belgelenmesi, korunması ve
değerlendirilmesi yanı sıra bu dönem mimari
belleğimizin içinde bulunduğu tehlikeye kamuoyunun
dikkatini çekmek amacı ile “Cumhuriyet Dönemi Mimari
Mirası” bu yılki fotoğraf yarışmasının teması
seçilmiştir." dendi.
·
Yarışmaya, Cumhuriyet Döneminde yapılmış yapılara
ait en çok 6 adet olmak üzere, 5x5 cm. camlı
çerçeveye konulmuş “35
mm renkli saydam” veya uzun
kenarı 40
cm. olacak şekilde 300 dpi
çözünürlükte tif ya da jpeg formatında ve (CMYK
olarak düzenlenmiş) dijital fotoğraf ile Seçici
Kurul ve Ajanda Yayın Kurulu dışında herkes
katılabilir. Son katılma tarihi ise 1 Ağustos 2007.
Mİmarlar Odası, 06.06.2007
|

|
EFES'E TÜRKÇE İSİM ÖNERİSİNE TEPKİ
TBMM Türkçe Araştırma Komisyonu’ndaki AKP’li üyelerin, Efes, Kapadokya gibi tarihi yerlerin isimlerinin değiştirilmesini önermesi, turizmcilerin tepkisini çekti.
Selçuk’ta, dünyadan her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği Efes Antik Kenti’nin başka bir adla anılmasının mümkün olmadığını belirten turizmciler, bu konudaki öneri ve girişimin gülünç olacağını vurguladı. Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Genel Başkanı Başaran Ulusoy da, Türkiye’deki isimlerin değiştirilmesini önerenlerin, Bosna Hersek, Makedonya gibi ülkelerdeki Türk isimleriyle anılan tarihi yerlerin adının değiştirilmesini de kabullenmesi gerektiğini söyleyerek konuya farklı bir bakış açısı getirdi. Ulusoy, doğduğu köye dahi yeni isim verilmesine karşı olduğunu belirterek, "Ne kadar değiştirirseniz değiştirin, onlar sadece tabelalarda olur. Siz kitaplardaki, beyinlerdekini silemezsiniz" dedi.
Hürriyet, Haber: Latif Sansür, 06.06.2007
|
KÜLTÜR VE TABİAT KURULU HASANKEYF'TE TOPLANDI
Kültür ve Tabiat Kurulu
Hasankeyf’te toplandı. Toplantıya kurulda yer alan
Hasankeyf Kaymakamı Osman Varol, Belediye Başkanı
A.Vahap Kusen, Hasankeyf Arkeolojik kazı başkanı
Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam ile Kültür Bakanlığı Kültür
ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu'ndan bir heyet
katıldı.
Toplantıda, Hasankeyf’te
gezilecek ve gezilmeyecek yerlerin belirlenmesi,
kazı alanlarının yakınında bulunan işportacı ve
çardakçı esnafının yasak yerlerde işyeri açmamaları
konusunda karar alınıyor.
Kararın uygulanması ile
Yolgeçen Hanı ve etrafındaki 30 civarındaki çardak,
tarihi mekanlarda bulunan işportacılar ve bir çok
yerde tezgah açan kişilere yasak gelecek. Ancak kurul yeterli
çoğunluğun sağlanmadığını gerekçe göstererek karar
vermeyi erteledi. Yoğun tepkilerin yaşanacağı göz
önünde bulundurulacağından bir sonraki toplantıda
karar alınacağı belirtiliyor.
Kendileriyle
görüştüğümüz bazı Hasankeyfliler bu uygulamanın
işsizliği artıracağını ve Hasankeyf’teki canlılığı
olumsuz yönde etkileyeceğini belirterek, böyle bir
karar alınmadan önce başka alanlarda serbest bir
bölge verilerek iş alanlarının oluşturulmasını
istedi.
Hasankeyf Belediye
Başkanı A.Vahap Kusen ise, kararın yasak şeklinde
çıkması durumunda başka yerlerin belirlenmesi için
çalışma başlatacaklarını ancak şimdilik böyle bir
kararın söz konusu olmadığını söyledi.
Batman Gazetesi, 06.06.2007
|
82 BİN YILLIK MÜCEVHER BULUNDU
Oxford Üniversitesi Arkeoloji Enstitüsü arkeologları
Fas’ta bir mağarada yapılan kazılar sırasında deniz
kabuklarından yapılmış 82.000 yıllık takılar
buldular. Enstitü yöneticisi Prof. Nick Barton
“Afrika’da takılar ve boncuklar, çok eski dönemlere
uzanan, farklı taş teknolojisine bağlı ve uzun
mesafeli değiş-tokuşlar veya sosyal ağlarla
birbirlerinden etkilenen bir kültürdür. Öte yandan
evrim çalışmalarında cevaplanması gereken en önemli
soru ise tamamen çağdaş gözüken böylesi bir
uygulamanın ilk insanlar tarafından en erken ne
zaman, neden ve ne şekilde başladığıdır. Bu tür
süslemelerin insanların bilinç ve kimliklerinin
şekillenmeye başlaması ile yakın ilişkisi vardır.”
dedi.

El yapımı deniz kabuğu takılar
Fas’ın doğusunda, Taforalt’taki Güvercinler
Mağarası’nda yapılan kazılarda bulundu. Prof
Barton’un belirttiğine göre bu boncuklar Avrupa’da
şimdiye dek bulunan en eski benzerlerinden 40.000
yıl daha eski. Kolyelerde takı olarak kullanılan
Nassarius kabuklarına daha önce Cezayir, İsrail ve
Güney Afrika’daki kazılarda da rastlanmıştı.
(http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=1665&html=haber_detail_tu.html&layout=web)

Diğer buluntular Fas’ta
bulunanlardan biraz daha yeni idiler ve
diğerlerinden farklı olarak, Fas’taki boncuklar ilk
defa kırmızı bir aşı boyası uygulanmış durumda
bulundu.
oxfordmail.net, 04.06.2007
|
DAMLATAŞ MAĞARASI'NA 5 AYDA ZİYARETÇİ AKINI
Antalya'nın Alanya İlçesi'nde bulunan Damlataş Mağarası yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olmaya devam ediyor. Alanya Belediyesi Gelir Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, Damlataş Mağarası'nı ziyaret edenlerin sayısı geçen yıla oranla yüzde 10 arttı.
2007'nin 5 aylık diliminde mağarayı 58 bin 130 kişi ziyaret etti. Özellikle astım hastalarının uğrak yeri olan mağaraya geçen yılın aynı döneminde 53 bin 10 kişi gitmişti. Belediye Gelir Müdürlüğü, yaz sezonunda mağarayı günde ortalama bin 500 kişinin ziyaret ettiğini bildirdi. Mağara içinde bulunan sarkıt ve dikitler turistler tarafından fotoğraf ve kameraya kayda alınıyor. Turist ve yerli vatandaşlar 4 YTL, öğrenci ve tur otobüsleriyle gelenler ise 2 YTL ücret ödeyerek mağarayı gezebiliyor.
Zaman, Haber: Ahmet Yeşil, Fotoğraf: antalya-ws.com, 05.06.2007
|
 |

|
TUNCA KÖPRÜSÜ'NÜN KAPATILMASINA ESNAFTAN TEPKİ
En son olarak araç ve yaya trafiğine kapatılan 400 yıllık Tunca Köprüsü'nde restorasyon çalışmasına başlandı. Edirne Valisi Nusret Miroğlu söz konusu tarihi köprülerin 450 iş günü araç trafiğine kapalı tutulacağını söyledi. Miroğlu, restorasyon kapsamında köprülerin araç trafiğine kapatılmasının ardından vatandaşları mağdur etmemek için Meriç Köprüsü ve Gazimihal Mahallesi'ne alternatif yol açtıklarını kaydetti. Bu arada kent merkezini, 8 bin nüfusun yaşadığı Karaağaç semtine bağlayan söz konusu köprülerin trafiğe kapatılması hem vatandaşları hem de Karaağaç bölgesinde kalan restoran ve eğlence merkezi sahiplerinin tepkisine neden oldu. Karaağaç bölgesinde bulunan eğlence ve restoran sahipleri ise söz konusu tarihi köprünün kapatılmasının kendilerine çok büyük zarar vereceğini belirterek, "Bu bölgedeki iş yerleri yaz aylarında para kazanır. Kışın ise birçok iş yeri kapalı olur.Tunca Köprüsü'nün kapatılmasıyla birlikte vatandaşların Karaağaç bölgesine gelebilmeleri için 20 kilometre yıl kat etmeleri gerekiyor." dedi.
Yeni Şafak, 05.06.2007
|
TARİHİ ÇINARA PROTEZ GÖVDE
600 yaşındaki tarihi
çınarı yaşatmak için çürüyen gövdesi temizlenerek
protez kasnak takıldı.

Bursa'nın Hisar semtinde 6 asırlık olduğu tahmin
edilen tarihi Kavaklı Çınarı'nı daha uzun yıllar
yaşatmak için ilginç bir operasyon yapıldı. Tarihi
çınarın çürüyen gövdesi temizlenerek, yerine özel
olarak hazırlanan alüminyum iskeletli, dolgu
malzemeleri bir protez takıldı.
Osmangazi Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü
ekipleri, vatandaşların çınar ağacının gövdesinin
çürüdüğünü belirtmeleri üzerine ekipler harekete
geçti. Senelerdir çürük olarak bulunan gövdenin,
hayat belirtileri olan sağlam kısmı da bozduğunu
tespit eden ekipler, çürük olan yüzde 80 oranındaki
gövdeyi temizledi. Ağacın senelerin neticesinde
oluşturduğu tonlarca ağırlığındaki baskıyı
karşılamak için, kesilen çürük gövdenin yerine
alüminyum profillerden oluşturulan kafes gibi takma
bir gövde oluşturuldu.
Bu alüminyum kafes gövdenin üzerinde, çınar ağacının
gövdesine yakın astarlı özel bir macun ile kaplandı.
Rengini de çağla yeşiline boyayıp çınarın canlı
gövde rengini veren ekipler, yeni protez ile ağacın
uzun yıllar daha ayakta durabileceğini ifade etti.
Bu arada Osmangazi Belediyesi ekipleri, tarihi
çınarların uzun yıllar yaşatılması için her türlü
bakımının yapıldığını ifade etti. Her biri en az 2-3
asırlık olan tarihi ağaçların daha uzun yıllar
hayatlarını sürdürebilmeleri için, diplerindeki
yağış alabilecekleri toprak alanların
genişletilmesinden, çürüyen kısımlarına protez
takılmasına kadar birçok çalışmanın başlatıldığını,
bu konularda vatandaşların her türlü şikayetlerinin
kısa sürede giderildiğini belirtti.
Bursa Hakimiyet, 05.06.2007
|
KÜLLÜOBA KAZISININ DA WEB SİTESİ AÇILDI
1996 yılından bu yana, Eskişehir'in Seyitgazi İlçesi'nde, Prof.Dr. Turan Efe başkanlığında kazılan Küllüoba Höyüğü'nün web sitesi, Türkçe ve İngilizce olarak açıldı.
11 yıldır kazıları süren, 330x150 m boyutlarında, ova seviyesinden 10 m yükseklikteki höyükte, Geç Kalkolitik Çağ'dan İlk Tunç Çağı sonuna kadar tabakalanma izlendiği belirtilmekte.
Kazı Raporları, Araştırma Tarihçesi, Fokoğraflar, Haberler, Kaynakça gibi sayfaların yeraldığı siteye kulluoba.org adresinden ulaşılabilir.
TAYHaber, Foto: kulluoba.org, 05.6.2007 |
 |
AVRUPA'DAKİ OSMANLI
Balkanlar’daki Osmanlı yadigarı eserler İbrahim
Dıvarcı başkanlığındaki bir ekipce tek tek
fotoğraflandı. Fotoğraf sanatçısı İbrahim Dıvarcı,
Balkanlardaki Osmanlı İzleri adını taşıyan projeyi,
Feyzi Şimşek, Ahmet Kuş, Umut Yavuz ve Selçuk
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haşim Karpuz ile
birlikte gerçekleştirdiklerini belirtti.
Dıvarcı, böyle bir çalışmaya, Kültür ve Turizm
Bakanlığının Dünya Mevlevihaneleri Belgeseli ve
Fotoğraf Albümü Projesi için uğradıkları Bulgaristan
ve Yunanistan’da tarihi eserleri fotoğraflarken
karar verdiklerini belirtti.
2006 temmuz ve ağustos aylarında 2 ay içinde
Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Kosova, Makedonya,
Bosna Hersek ve Sırbistan’ı gezdiklerini ve bugüne
kadar bilinen ya da bilinmeyen tüm Osmanlı dönemi
eserlerini tespit etmeye çalıştıklarını anlatan
Dıvarcı, şunları kaydetti:
“Hep Balkanlar’daki Osmanlı eserleri söylenir ancak
gidip bakan olmazdı, biz bunu yaptık. Gezdiğimiz tüm
Balkan ülkelerinde 60-70 civarında Osmanlı eseri
fotoğrafladık. Bizi çok etkileyen tespitlerimiz
oldu. Örneğin Yunanistan’daki Osmanlı döneminde
yapılan cami, tarihi ev gibi birçok yapının kültür
envanterimizde bulunmadığını tespit ettik. Mesela
Yunanistan’ın Larrissa (Yenişehir) kentinde, 16.
yüzyılda yapılmış bir Osmanlı camisi şimdi müze
olarak kullanılıyor.”
Bu ve benzeri, bütünüyle Osmanlı eseri olan tarihi
yapının Osmanlı’ya ait olduğunun şüphe götürmemesine
rağmen, o ülke insanları tarafından, bilerek ya da
bilmeyerek göz ardı edildiğini belirten Dıvarcı,
üzerinde Maşallah yazan, girişinde Osmanlı kitabesi
ya da tuğrası olan pek çok tarihi konak, Osmanlı
dönemi eseri sayılmak yerine şu an o topraklar
üzerinde yaşayanların eseri kabul ediliyor. Örneğin,
Konya’daki Osmanlı zamanında yapılmış bir kiliseye
biz, Osmanlı döneminde şu cemaat tarafından
yaptırılmış deriz. Balkan ülkelerinde Romanya’nın
Köstence bölgesi hariç hiç bir yerde Osmanlı
döneminde Türkler tarafından yaptırılmış eserlere
‘Osmanlı eseri’ denilmiyor. Bu gibi örnekler tüm
ekibi çok üzdü.”
Dıvarcı, Balkanlar’ın onca tahribata rağmen yoğun
bir şekilde Osmanlı izleri taşıdığını gördüklerini
belirterek, bu çalışmanın ürünü olan, Tuna Nehri
üzerindeki muhteşem köprüler, ince taş işçiliğinin
kullanıldığı camiler başta olmak üzere,
Balkanlar’daki 40 seçkin Osmanlı eserinin
fotoğraflarından oluşan ilk sergiyi Konya’da geçen
günlerde açtıklarını, bu fotoğrafları diğer
kentlerde de sergilemek istediklerini sözlerine
ekledi.
Türkiye Gazetesi, 05.06.2007
|
DATÇA'NIN
MEZAR TAŞLARI KİTAP OLDU
Muğla Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili Bölümü Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Namık Açıkgöz, Datça’daki Osmanlı
döneminden kalma mezar taşları ve kitabelerinde
yazılanları kitaplaştırdı. 2 yıl süren araştırmasını
"Datça Mezar Taşları ve Kitabeleri" adlı kitapta
toplayan Açıkgöz, "Datça’da 17 ve 19’uncu
yüzyıllardan kalma 86 mezar taşı ve dört kitabe
bulunuyor. Kuzey Afrika’dan gelen Mağribilerin
buraya yerleştiğini belirledim. Mezar taşlarının
bazılarında özel olarak yazılmış şiirlere rastladım.
Ayrıca halk ve divan edebiyatı örnekleri buldum. Bu
edebi eserlerin hiçbir yerde yazılı kaydı yok. Hepsi
de birer kültür hazinesi. Çok acil koruma altına
alınmalı" diye konuştu.
Hürriyet, 05.06.2007
|
KARABURUN'DAKİ TARİHİ BİNA BUNDAN SONRA BELEDİYE
KONAĞI
İzmirİin Karaburun İlçesi'nde, geçmiş
dönemlerde belediye, kaymakamlık, yabancı dil
merkezi olarak hizmet veren tarihi binanın
restorasyonu ve revizyonu yapıldı. Yapı bu kez,
'Belediye Konağı' olarak açıldı. Belediye Başkanı
Serdar Yasa, binayı özel günlerde, resepsiyonlarda
kullanacaklarını, resmi ve dini bayramlarda da
halkla burada bayramlaşacaklarını söyledi. Yasa,
''Binayı kültürel faaliyetlere, resim sergilerine de
ev sahipliği yapacak tarzda dizayn ettik'' diye
konuştu.
İlçe Kaymakamı İlker Özerk Özcan'ın da katıldığı
açılış töreninde, ressam Cemal Demir'in eserlerinin
yer aldığı sergi de düzenlendi. 35 tablonun yer
aldığı sunumun, 10 Haziran'a kadar ziyaret
edilebileceği belirtildi.
Milliyet Ege, 03.06.2007
|
|
NUH'UN KAÇAK GEMİSİNE YIKIM
Greenpeace'in Ağrı
Dağı Milli Parkı koruma alanında küresel ısınmaya
dikkat çekmek için inşa ettiği Nuh'un Gemisi'nin
yıkılması gerektiği ortaya çıktı. Çevre ve Orman
Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Ağrı
Valiliği'nce Eli Köyü civarında sembolik bir Nuh'un
Gemisi inşasına izin verilip verilemeyeceği
yönündeki yazıya olumsuz yanıt verdi. Greenpeace de
Iğdır Valiliği'ne başvurdu. Iğdır Valisi Saim Saffet
Karahisarlı, bakanlıktan görüş yazısı istemeden,
Nuh'un Gemisi'nin inşası için "inisiyatif
kullanarak" izin verdi.
Karahisarlı, geçen hafta Korhan Yaylası'ndaki
törenle Iğdır halkı adına ahşap gemiyi teslim
alırken, Çevre ve Orman Bakanlığı Milli Parklar
Genel Müdürlüğü, 1 Haziran'da Iğdır Valiliği'ne
gönderdiği resmi yazıyla park sınırları içinde
"kaçak" yapıya nasıl izin verildiğini sordu. Nuh'un
Gemisi'nin hukuki açıdan bakanlık izni olmaksızın
milli park alanına inşa edildiği için yıkılması
gerektiği belirtildi. Ancak Çevre ve Orman Bakanı
Osman Pepe'nin, Greenpeace'in amacına sıcak baktığı,
seçim öncesi yıkımda acele edilmeyeceği öğrenildi.
Milliyet, Haber: Yıldız Yazıcıoğlu, 05.06.2007
|
KAÇAK KAZI
YAPAN 6 KİŞİ YAKALANDI
Karaman'ın Ermenek İlçesi'ne bağlı Görmeli Köyü'nde
tarihi eser bulmak amacıyla izinsiz kazı yaptıkları
iddia edilen 6 kişi yakalandı.Tarihi eser bulmak
amacıyla kazı yapıldığı ihbarını alan jandarma
ekipleri, Görmeli Köyü Meşat mevkiine geldiğinde
S.Ş, M.Ç, M.Ç, K.Ç, K.Y. ve Ö.B'yi kazı yaparken
yakaladı. Kazı malzemeleri ile birlikte gözaltına
alınan şahıslar ifadeleri alınmak üzere jandarma
karakoluna götürülürdü.
Merhaba Gazetesi, 05.06.2007
|
NAPOLYON'UN MEKTUPLARI ÇAMAŞIRHANEDE BULUNDU
Dünyanın en büyük tarihi mektup koleksiyonlarından
birini oluşturan ve 2005'te hayatını kaybeden
Avusturyalı banker Albin Schram'ın koleksiyonu,
çamaşırhanesindeki metal dolap içinde bulundu.
Winston Churchill, Büyük Petro, Aleksander Puşkin
gibi isimlere ait 1000 belge ve mektup, 3 Temmuz'da
Londra'da açık artırmaya çıkarılacak.
Sabah, 05.06.2007
|
KOCAELİ BÜYÜKŞEHİR TARİHE SAHİP ÇIKIYOR
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, kentin tarihi değerlerini ortaya çıkararak, halkın hizmetine sunmak için çalışmalarına hız verdi. Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, tarihi eserlerin yoğun olarak bulunduğu Akçakoca Mahallesi'nde incelemelerde bulundu. Başkan Karaosmanoğlu, tarihi değerlere sahip çıkmayı kendilerine görev saydıklarını söyledi.

Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim
Karaosmanoğlu, beraberindeki Saraybahçe Belediye
Başkanı Halil Vehbi Yenice, Fen İşleri Daire Bakan
Yardımcısı Ali Alp Arslan ve teknik personelle
birlikte, Akçakoca Mahallesi'nde restorasyon
çalışması yapılacak olan tarihi eserleri gezdi.
Başkan Karaosmanoğlu, kentin tarihi eser bakımından
çok zengin olmasına rağmen, yeterli çalışma
yapılmadığı için bugüne kadar bu konudan
yararlanılamadığını anlattı. Kent turizminin
canlandırılması için tarihi değerlere sahip
çıkılması gerektiğini söyleyen Başkan Karaosmanoğlu,
“Biz bu konuda elimizden geleni yapıyoruzi dedi.
Eskihisar, Osman Hamdi
Bey Müzesi, Anibal'ın mezarı gibi tarihi değerleri
kente kazandırıp, insanların hizmetine açtıklarını
belirten Karaosmanoğlu, bu eserlere yenilerini
eklemek için çaba gösterdiklerini dile getirdi.
Gezisi sırasında 14. yy'da Orhan Gazi döneminde
yaptırılan Süleyman Paşa Hamamı'nı inceleyen
Karaosmanoğlu, burayı yakın bir gelecek içinde kent
insanının hizmetine açacaklarını ifade etti. Anıtlar
Yüksek Kurulu'ndan restorasyon onayı çıkan Süleyman
Paşa Hamamı'nın yapımı, yakın bir süre içinde ihale
edilecek.
Büyükşehir Belediye
Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, yıllarca sanayinin
gölgesinde kalan Kocaeli'nin tarihi ve kültürel
değerlerine sahip çıkılmadığını belirtti. Bu
değerleri ortaya çıkarıp, doğal güzellikleri
tanıtarak, Kocaeli turizmini uluslararası arenada
daha etkin bir yere getirmeyi hedeflediklerini
anlatan Karaosmanoğlu, bu konuda büyük mesafe
aldıklarını dile getirdi. Karaosmanoğlu, tarihi
Süleyman Paşa Hamamı'nın kubbesel kısmının olduğu
gibi korunarak, 285 metrekarelik bir alanda
yapılanacağını ifade etti. Binanın yol cephesi ise
müzeyyen cam süslemesi ile kaplanacak.
Yeni Şafak, 04.06.2007
|
TARİHİ TUZ HAN 550 YIL SONRA YENİDEN HAYAT BULDU
Uzak diyarlardan deve kervanlarının tuz ve baharat
getirdiği Bursa'nın tarihi mekanlarından Tuz Han,
yüzyıllarca hanlar bölgesinde çarşı deposu olarak
kullanıldıktan sonra, yeniden ayağa kalktı.

550 yıllık geçmişiyle Tuz Han, bugün üzerini
örtüp saklayan zamanların ağır tortusundan
silkelenip dirilmeye, canlanıp hayata karışmaya;
kapılarının ardına gizlediği anlamlarla barışık yeni
çehresiyle gülümsemeye durdu.
Osmangazi Belediyesi'nin Tarih ve Kültür Yolu
Canlandırma Projesi kapsamında Hanlar Bölgesi'nde
yürüttüğü önemli çalışmalardan birisi olan Tuz
Han'ın restorasyonu tamamlandı. Yapıldığı 1454
yılından bugüne değin zaman zaman tamiratlar
geçirmesine rağmen yılların yorgunluğunu
taşıyamayacak hale gelen yapı, restorasyonun
ardından bölgenin cazibe merkezi haline geldi.
Tarihi yapıdaki restorasyonla birlikte, handa
bulunan ve daha önce birçoğu depo olarak kullanılan
dükkanların yerini; dokuyu bozmayan, yapıyla
bütünleşik modern dükkanlar aldı. Hızlı ama bir o
kadar da dikkatli sürdürülen restorasyon
çalışmaları, yaklaşık 10 ay içinde tamamlandı.
Tuz Han'ın restorasyonu kapsamında üst katta çatı
örtüsü kaldırılarak kurşun kaplaması yenilendi.
Revaklı kısımdaki demir doğramalar ve duvarlar
kaldırılarak yapı özgün haline döndürüldü. Revaklı
kısımdaki eksik olan tonoz da yapıldı. İki kattaki
dükkanların kapı ve pencere doğramaları kaldırılarak
tarihi yapının dokusuna uygun ahşap doğramalar
takıldı. Tarihi yapının Uzunçarşı'ya cephe olan
bölümündeki dükkanlar da yine tarihi dokuya uygun
hale getirildi.
Uzunçarşı'da Tuzpazarı Caddesi'nde yer alan Tuz
Han, Timurtaş Paşa'nın oğlu Umur Bey tarafından
camisine gelir temini amacı ile 1454 yılında
yaptırıldı. Duvarları kesme taş ve tuğla ile örülen
yapı, dikdörtgen avlu etrafında iki katlı olarak
sıralanan; üzerleri beşik tonoz ile örtülü odalardan
oluşuyor. Toplam alanı 1.100 metrekare olan bu küçük
ve şirin han, yeni yüzüyle bölgenin cazibe
merkezlerinden biri haline gelecek.
Tarihi yapının yeniden açılış töreni dün görkemli
bir törenle yapıldı. Osmangazi Yerel Gündem 21
tiyatro ekibinin; Evliya Çelebi'nin
Seyahatnamesi'nden Tuz Han'la ilgili bölümü
canlandırmasıyla başlayan törende konuşan Osmangazi
Belediye Başkanı Recep Altepe, yaklaşık 550 yıldır
bu kente hizmet veren Tuz Han'ın kapsamlı bir
şekilde elden geçirildiğini söyledi. Restorasyon
öncesi yapılan kazı çalışmaları sonucunda,
yüzyılların yorgunluğunu taşıyan tarihi yapının
ayakta duramayacak hale geldiğini anlatan Altepe,
"Yüzyıllardır içinde bulunan insanlara ve
Bursalılara hizmet etmiş olan bu tarihi yapıya
müdahale etmeseydik belki de çökebilirdi. Şimdi
bütün taşıyıcı sistemleri güçlendirildi ve han
yeniden doğdu." dedi.
Handa işyerleri olan bazı esnafların,
çalışmaların uzayabileceği endişesini taşıdığını
hatırlatan Altepe şöyle konuştu: "Daha önce
restorasyon çalışmaları çok uzun sürüyordu. Örneğin
bir Pirinç Han örneği var zihinlerde, yıllarca
restorasyonu süren. Tuz Han'daki bazı esnaflarımız
da bu endişelerini dile getirmişlerdi. Biz de onlara
mağdur edilmeyecekleri konusunda söz vermiştik.
Restorasyonu normalinden 4 ay daha erken
tamamlayarak bu sözümüzü tuttuk. Temmuz 2006'da
başlayan çalışmaları kısa sürede tamamlayabilmek ve
böylece esnafımızı mağdur etmemek için geceleri de
çalıştık ve 2007 Nisan sonu itibarıyla da
tamamladık. Şimdi herkes mutlu, hayırlı olsun."
Alt katında 23, üst katında 22 olmak üzere toplam
45 dükkan ile wc'lerin yer aldığı tarihi yapıdaki
çalışmalar Osmangazi Belediyesi'ne yaklaşık 1
trilyon 300 milyar liraya mal oldu. Projesi Mimar
Yavuz Selim Sepin tarafından hazırlanan Tuz Han'ın
restorasyonunu Öztimurlar şirketi yaptı. Büyükşehir
Belediyesi eski Başkanı Erdem Saker, Osmangazi
Kaymakamı Sebahattin Öztürk, Uludağ Üniversitesi
Öğretim üyeleri Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu ve Prof.
Dr. Mustafa Kara ile çok sayıda davetlinin katıldığı
törende konuşan Tuz Han Derneği Başkanı İsmet Zümrüt
de, muhteşem bir yapı kazandıklarını söyledi. Aynı
zamanda Tuz Han esnafı olan Zümrüt, restorasyon
öncesi 100-150 milyon lira arasında olan dükkan
kiralarının restorasyondan sonra 600-700 milyon lira
civarına yükseldiğini kaydetti. Zümrüt, "Ne kadar
teşekkür etsek azdır. Hem esnafımız hem de Bursa
eşsiz bir yapı kazandı." dedi.
Zaman, Haber: Adem Elitok, 04.06.2007
|
TURYAĞ FABRİKASI YAŞAM MERKEZİ OLACAK
İzmir'in 91
yıllık fabrikası Türk Henkel'e ait Turyağ fabrikası,
Torunlar, Kiğılı ve Sur Yapı gruplarının oluşturduğu
Nokta İnşaat Yatırım Turizm Sanayi ve Ticaret AŞ'ye
satıldı. Torunlar Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet
Torun, kente yeni bir yaşam merkezinin
kazandırılacağını söyledi.

İzmir'de
sanayinin kaleleri arasında gösterilen ve 1916
yılında Bayraklı semtinde kurulan fabrika, Türk
Henkel'in geçen yıl yağ üretimini Balıkesir'deki Arı
Yağ'a devretmesi ve son olarak deterjan bölümünü de
Ankara Elmadağ'daki Karizma firmasının tesislerine
taşıma kararıyla son günlerine adım attı. Yapılan
planlamayla fabrikanın 31 Nisan 2008 tarihinden
itibaren tamamen Ankara'ya taşınarak kapanması
öngörüldü. İzmir Büyükşehir
Belediyesi'nin ''İzmir Yeni Kent Merkezi Planı''
olarak belirlediği ve kamuoyunda ''gökdelenler
bölgesi'' olarak tanımlanan Nazım İmar Planı içinde
yer alan fabrika arazisi ise Torunlar, Kiğılı ve
Sur Yapı gruplarının oluşturduğu
Nokta İnşaat'a satıldı.
Torunlar Grubu
Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Torun, toplam 44
dönümlük arazinin satış bedelini
açıklayamayacaklarını belirtti. İzmir Körfezi'nde
görüntü ve deniz kirliliği yaratan bir tesisin bu
alışverişle ortadan kalmış olacağını ifade eden
Torun, araziyle ilgili planların taşınma sonrası
netleşeceğini belirtti. Arazinin imarıyla ilgili
davaların sürdüğünü, büyükşehir ve ilçe
belediyelerinin konuyla ilgili çalışma yaptığını
ifade eden Torun, şöyle konuştu:
''Şu aşamada
söylenebilecek en doğru şey İzmir'in atık üreten bir
tesisten kurtulacak olmasıdır. Burada ileride neler
yapılacağı, fabrika taşındıktan ve imar
düzenlemeleri yapıldıktan sonra belirlenecek bir
konu. Araziyle ilgili mahkemeler devam ediyor,
projeyle ilgili ayrıntıları vermek doğru olmaz.
Kapanma süreci 1 yıl sürecek, bölgeye mimarlarımız
girecek ve planlar ortaya
çıkacak. İzmir Körfezi kirlilikten ve kötü
görüntüden kurtularak yeni bir yaşam merkezine
kavuşacak. Bölge insanların soluk alacağı,
yaşayacağı, yürüyüş yapacağı, gelip gideceği bir yer
haline gelecek.''
Bölge için
düzenlenen imar planlarına uygun olan alışveriş ve
iş merkezi, rezidans gibi yatırımların olumlu
projeler olduğunu kaydeden Torun, yine de
yapacakları yatırımla ilgili bilgi vermek için erken
olduğunu kaydetti.Torun, İzmir'in gayrimenkul
sektöründe hızla büyüdüğüne de dikkat çekerek, grup
olarak kentte başka yatırımlar da yapabileceklerini
dile getirdi.
Turizm Gazetesi, Fotoğraf: TMMOB Şehir Plancıları
Odası İzmir Şb., 04.06.2007
|
BANKA KASASINDAN BİR MÜZE ÇIKTI
İsviçre’de bir bankanın kasasında, Nazilerce
Fransa’da el konulduğu sanılan büyük ustalara ait 14
tablo bulundu.
Alman gazetesi Süddeutsche Zeitung’taki habere göre
gerçek olup olmadıkları tespit edilecek olan
tabloların Dürer, Monet, Renoir, Sisley, Kokoschka,
Corot ve Van Kessel imzalarını taşıdığı ve gerçek
olmaları halinde her bir eserin milyonlarca avro
değer taşıdığı belirtildi. Haberde, Hitler’e yakın
isimlerden Hermann Göring’in el koyulduğu sanılan
tabloların, İkinci Dünya Savaşı sırasında Göring
için çalışan ünlü sanat tarihçisi Bruno Lohse’nin
mart ayında 95 yaşında ölümünün ardından, Münih
savcılığının talep ettiği soruşturma kapsamında,
Zürih’te, Lohse’nin 1978 yılında kiraladığı bir
kasada ortaya çıktığı belirtildi. Lohse’nin
servetini güvence altına almak için vakıf kurduğu
Liechtenstein’da da bir soruşturma yürütülüyor.
Türkiye Gazetesi, 04.06.2007
|
2 BİN YILDIR AYAKTA
Konya'nın Güneysınır İlçesi'ne
bağlı Alanözü beldesinde bulunan Anıt Ağacın, en az
2 bin yıllık olduğu belirtildi.
Alanözü Belediye Başkanı Ali Türedi,
Toroslar'ın eteğindeki beldelerinin yaklaşık 2
kilometre dışındaki ormanlık alanda bulunan Anıt
Ağacın, bir ardıç ağacı olduğunu söyledi.
Ağaç üzerinde birçok uzmanın araştırma yaptığını
ifade eden Türedi, araştırma sonuçlarında, ağacın,
en az 2 bin yıllık olduğunun belirlendiğini
bildirdi.
Bazı orman mühendislerinin ise ağacın, 3 ana
gövdesinin bulunması nedeniyle 3 bin yıllık olduğunu
savunduğunu belirten Türedi, şunları kaydetti:
''Ağacın çevresini 11 kişi kollarını tamamen açarak
ancak dolaşabiliyor. Taç çevresi 52 metre olan
ağacın boyu 13 metre olarak ölçüldü. Kök uzunluğu
ise 800 metreye kadar ulaşıyor. Hatta bazı kökleri,
çevresinde bahçesi olan çiftçilerin tarla sürdüğü
sırada yanlışlıkla zarar gördü. Bu zarar yüzünden
ağacın bazı dalları kurudu, ancak ağaç halen tüm
gösterişiyle ayakta duruyor.''

Alanözü Belediye Başkanı Ali Türedi, ağacın fazla
zarar görmemesi için köklerinin ulaştığı bahçelerin
traktörle sürülmesini yasakladıklarını, ağacı koruma
altına aldıklarını bildirdi.
Küresel ısınmanın etkisiyle birçok yerde sular
azalırken, ağaçlar kururken Anıt Ağaç'ın yıllara
meydan okuyarak bugüne geldiğini belirten Türedi,
ağacın yurt dışında da tanındığını, yaz aylarında
özellikle Avrupalı turistlerin ağacı görmeye
geldiğini ve hatıra fotoğrafları çektirdiğini
söyledi.
Birkaç gün önce Hollanda, Fransa ve Almanya'dan
turistlerin bulunduğu bir grubun kendi araçlarıyla
Anıt Ağaça geldiklerini belirten Türedi, ağacı daha
fazla tanıtarak bölgeye turist çekmeyi istediklerini
kaydetti.
Konya Hakimiyet,
04.06.2007
|
TARİHE IŞIK TUTAN SERGİ
İstanbul’a evrensel nitelikte bir modern sanat
müzesi kazandırmak amacıyla faaliyet gösteren
İstanbul Sanat Müzesi Vakfı, 20. yüzyılın
Türkiye’sini çağdaş Türk sanatçılarının
penceresinden yansıtan “Modern Türk 2 Özel
Koleksiyonlarla 1950-1970 Dönemi Resim Sanat
Sergisi”ni 5-27 Haziran 2007 tarihlerinde İstanbul
Tophane-i Amire’de gerçekleştiriyor. İlki 6 yıl önce
gerçekleştirilen Modern Türk Sergisi, bu kez 5
önemli Türk koleksiyoncunun sahip olduğu 250’den
fazla ünlü eseri biraraya getirecek.
Tophane-i Amire’de yarın açılacak sergide, döneme
damgasını vurmuş 42 çağdaş Türk ressamının eserleri
yer alacak. İstanbul Sanat Müzesi Vakfı tarafından
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın ve Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörlüğü
desteğiyle gerçekleştirilen ModernTürk 2’de, eserler
soyut, soyutlama ve figüratif olmak üzere üç ana
başlıkta toplanıyor. ModernTürk 2’de resimleri
sergilenecek sanatçılar arasında, Nuri İyem’den
Abidin Dino’ya, Adnan Çoker’den Fikret Mualla, Zeki
Faik İzer, Özdemir Altan ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’na
kadar birçok ünlü çağdaş Türk ressamı yer alıyor.
Sergi bir ay boyunca açık kalacak.
Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 04.06.2007
|
MAKEDONYA'DAKİ KÖPRÜLERİ TÜRKLER ONARIYOR
Makedonya'daki köprüleri onarım ve ıslah
çalışmalarını hızlı bir şekilde yapan Türk ÇEAŞ
firması, işlerini bitirmek için yoğun bir gayret
gösteriyor. NATO'nun maddi desteğiyle geçen yıl
başlatılan ıslah ve onarım çalışmalarında 50 köprü
yenilecek.
Bu yıl tamamlanması planlanan birinci safha,
Yunanistan sınır bölgesindeki 29 köprüyü kapsıyor.
Diğer bölgelerde bulunan 21 diğeri ise ikinci
safhada onarılacak. Köprülerin onarılmasının yanı
sıra mevcut dayanma kapasiteleri iki katına
çıkarılacak. İnşaat mühendisliği uzmanı Goran
Markovski, devletin önümüzdeki 50 yıl içinde
köprülerde hiçbir ilave değişiklik yapması
gerekmeyecek.
Ulaştırma ve Haberleşme Bakanı Mile Janakievski,
projelerin sağlam bir karayolu altyapısı kurulması
ve Makedonya'nın Avrupa karayolu ağına katılma
kapasitesinin artırılmasına katkıda bulunacağını
kaydetti.
Modası geçmiş yöntemler ve malzemelerle
1960'larda inşa edilen köprüler kötü durumdaydı.
Taşıyıcı sütunlar ciddi ağır hasar görmüştü ve
asfalt harap haldeydi. NATO, son sekiz yıldır
Kosova'ya giden Makedon karayollarının en çok
kullanan taraf olduğu için projeyi finanse ediyor.
Birinci safhada hedeflenen 29 köprüden dokuzunun
onarım işleri tamamlanmak üzere. Bir diğer sekizi
yenilemenin son safhalarında yer alırken, geri
kalanı Aralık ayına kadar bitirilecek.
ÇEAŞ, kaydedilen ilerlemeden memnun olduğunu
söylüyor. Üstlenici firmaya göre, bu hız
korunabilirse işler Aralık ayından önce bile
tamamlanabilir. Ancak yerel şoförler
sabırsızlanıyorlar. Üsküp-Veles Otoyolu'ndaki trafik
şimdilik iki şeritten tek şeride inmiş durumda ve
kazalara sebep oluyor.
Zaman, 04.06.2007
|
ANTİK MISIR'DA BOWLING
Mısır’da,
Kom mady bölgesinde kazı yapan İtalyan arkeolog
ekibi “Bowling” oyununun bilinen ilk salonunu
keşfetti. Ptolemy Dönemi’ne ait yapıda 20 cm eğimli
parkurlarda pişmiş toprak testilerin yerleştirilmesi
için açılmış delikler de var. Ayrıca, kazı ekibi
cilalı iki tane taş “bowling topu” da buldu.
Yapının incelenmesi sonucu,
antik dünyada daha önce buna benzer herhangi benzer
bir yapının bilinmediği anlaşıldı. İtalyan kazı
ekibi yapının büyük olasılıkla günümüzde bowling
olarak bilinen oyunun bir benzeri için inşa edilmiş
olması gerektiğini açıkladı.
Yapı, Kom Mady’nin antik yaşam
alanında bulunan yapılardan birisinin içindeki kazı
esnasında bulundu. Aynı yerde yapılan kazıda papirüs
tomarları, seramik ve fayans parçaları ile bazı
bakır alet ve edevat da bulundu.
elmasla.com, Haber: Ayman
El-Kady, 28.05.2007
|

 |
ÇİN MEZARINDA BULUNAN AVRUPALI
Çin’de, DNA testlerine göre Avrupa menşeli olduğu anlaşılan bir erkeğe ait 1400 yıllık mezar bulundu.
DNA araştırmasını yapan Çinli bilimadamları Yu Hong isimli erkeğin batı Avrasya’nın en eski genetik grubuna ait olduğunun anlaşıldığını belirttiler.
Mezarın bulunduğu Çin’in Taiyuan bölgesi, böylece antik Avrupa bağlantısının tesbit edilebildiği en doğu nokta haline geldi.
Jilin Universitesi Yaşam Bilimi Koleji DNA laboratuvarı yöneticisi olan Zhou Hui “Yu Hong’un ait olduğu genetik grup, orta Çin’de bulunan ilk batı Avrasya bağlantısıdır” dedi.
Yu Hong’un mezarında kazılar 1999 yılından beri devam ediyor ve mezarda doğu Asya kökenli bir kadının kalıntıları da bulunmuştu.
Uzmanların bildirdiğine göre mezarın renkli rölyefleri ve gömü tekniği tamamen o dönemin Orta Asya geleneklerini yansıtmakta.
Öte yandan, rölyeflerdeki insan görüntülerinde sert burun ve derin çukur gözler gibi Avrupalı özellikler göze çarpmakta.
Yine rölyefler ve yazıtlardan anlaşıldığı kadarı ile Yu Hong’un kendisi gibi, babası ve büyükbabasının da aynı bölgede yaşadığı ve hepsinin yerel bir kabilenin reisleri olduğu anlaşılmakta.
Bu kabilenin ise, büyük olasılıkla, Sui Hanedanlığı Dönemi’nde (MS 580 - 618) Orta Asya bozkırlarını bırakarak Çin’e yerleşen bir grup insan olduğu tahmin ediliyor.
National Geographic News, Haber: Stefan Lovgren, 24.05.2007
|
2100 YIL
ÖNCEKİ BİR SOFRADAN
Japonya'da arkeologlar, 2100 yıl önceki bir sofradan kalan kavun kalıntısı buldu!
Uzmanlar Moriyama şehrinde bulunan meyvenin, ıslak yeraltı tabakasında vakumlanmış olarak kaldığı için çok iyi korunduğunu belirtti.
Kavunun, şimdiye kadar bulunan en eski kavun kalıntısı olduğu tahmin ediliyor.
Yetkililer, yenilecek kısmı korunmuş kavun kalıntısına nadir rastlandığını belirtti.
Sabah, 03.06.2007
|
|
TARİHİ MEDRESE ONARILIYOR
Aydın il merkezinde
bulunan binlerce tarihi eserden birisi olan Nasuh
Paşa Medresesi onarılıyor. Geçen yıla kadar sokakta
yaşayanların barındığı bir yer konumunda olan
medrese, Vakıflar Aydın Bölge Müdürlüğü tarafından
restore ettiriliyor.
Yıllardan beri atıl
vaziyette kaderine terkedilen Nasuh Paşa
Medresesi'nde Aydın Belediyesi ve Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'nün girişimleri sayesinde tamirat
çalışmalarına başlandı. MS 1700 yıllarda yapıldığı
tahmin edilen binanın geçen yıla kadar sokakta
yaşayanlara ev sahipliği yaptığını belirten medrese
çevresinde yaşayan vatandaşlar, bu yüzden geceleri
dışarı çıkmaya çekindiklerini söyledi. Denetim
yapılmadığı için her türlü insanın burada yaşadığını
iddia eden mahalle sakinleri, restorasyon
çalışmalarının başlamasıyla bu meselenin
hallolduğunu kaydetti. Nasuh Paşa Medresesi'nin
tarihi hakkında bilgiler veren Vakıflar Aydın Bölge
Müdürü Seyfullah Öztürk, Aydınlı Nasuh Paşa
tarafından 1708 yılında küçük bir mescit, medrese,
han ve hamamdan oluşan bir külliye olarak
yaptırıldığını söyledi. Yakın tarihlerde
medresesinin içinden yol geçirildiğini ifade eden
Özturk, ilk yapılan mescidin, medreseyi kesen yolun
sonunda ve hamamın kuzeybatısında bulunduğunu
açıkladı.

Nasuh Paşa Medresesi'nin aynı zamanda Osman Ağa
Medresesi ismiyle de tanındığını hatırlatan Öztürk,
külliyenin ortasında oldukça geniş bir alanın mevcut
olduğuna işaret etti. Yapının doğu ucunda hamam,
batısında Nasuh Paşa Hanı bulunduğunu belirten
Seyfullah Öztürk, "U şeklindeki medresenin bir
bölümü, içinden yol geçirilirken yıkılmıştır. Mermer
söveli ve yuvarlak kapının içi, Yunan işgali
sırasında örülerek kapatılmıştır. Günümüze 17
hücresi ulaşan medresenin orijinalinde 27 hücre
olduğu sanılmaktadır. Külliyenin doğusunda yer alan
Zincirli Hanı 2 bölümlüdür. Bunlardan ana bölüm,
dikdörtgen planlı ve iki katlıdır. Bu bölümün
caddeye açılan kapısı üzerinde 1708 yılında
yaptırıldığı yazılıdır. Moloz taş ve tuğla ile
yapılan hanın tonozla örtülü sivri kemerli girişi iç
avluya açılmaktadır. Avlunun birinci katında 18,
ikinci katında da 27 odası vardır. Ahşap örtülü
odalarda ocaklar ve dolap nişleri bulunmaktadır.
Avlunun güneydoğusundaki bir koridordan hanın ikinci
bölümüne geçilir. Buradaki cadde üzerinde sivri
tuğla kemerli 3 dükkan bulunmaktadır. Bu bölümlerde
yolcuların hayvanları ve arabaları için ayrı
bölümler vardır. Külliyenin batı ucunda, medresenin
yanında enine iki bölümden oluşan hamam yer
almaktadır. Hamamın soyunmalık bölümüne beş
basamaklı bir merdivenle çıkılır. İçeride dört
köşede özel hücrelere ayrılmış olan sıcaklık bölümü
sonradan yapılmış beton bir kubbe ile örtülüdür."
dedi.
Seyfullah Öztürk, medresenin onarılmaya başlamasıyla
yıkık virane bir medrese yerine tarih kokan kuru
otlardan arındırılmış bir yapı haline gelmeye
başladığını kaydetti. Öztürk, bu yıl Nasuh Paşa
Medresesinin yanı sıra bölge sınırları içerisindeki
vakıflara ait 10 ayrı eserin üzerinde restorasyon
çalışmalarının tamamlanacağını haberdi. Restorasyon
çalışmaları sırasında her hangi bir kurumdan maddi
destek almadıklarına dikkat çeken Öztürk, gerekli
paranın Vakıflar Bankası'nın karlarından ve
vakıflara ait mülklerin kiralanmasında yapılan yasal
değişiklikler ile elde edilen gelirlerden
karşılandığını sözlerine ekledi.
Haber Ekspres, Fotoğraf: haberler.com, 03.06.2007
|
"RESİM İYİ BİR YATIRIM ARACI"
Türkiye’de uluslararası anlamda galericiliği hayata
geçiren Yahşi Baraz, Türk resminin hak ettiği yere
henüz gelemediğini söylüyor. 1870’den beri yaklaşık
130-140 yıldır, yüzlerce sanatçımız Batı’ya
gittiğini, ancak hiç birinin dünya çapında bir
başarı elde edemediğini ifade eden Baraz, “Oraya
giden ressamlarımız bir Monet, bir Duchamph, bir
Bacon gibi resimler yaptılar, bunlar niçin dünya
sanat tarihine geçsin ki, orijinalini onlar yapmıştı
zaten. Bunlar maalesef bizim sanatçılarımızın
gerçeğiydi ve dolayısıyla uluslararası nitelikte bir
sanatçımız olamadı.” diyor.
“Dünyanın en yüksek derecedeki uzmanlarını
şaşırtacak bir üslupla karşılarına çıkabilmemiz,
ancak kendi kültürümüzden çıkış yaparak olacaktır.”
diyen Baraz’a göre diğer önemli bir neden de yetmiş
milyonluk büyük bir ülkede sanat eserlerinin
üretiminin bir kaç şehirle sınırlı kalması.
1850 ile 1970 arası ülkemizde sadece 20-25 bin
resmin yapıldığını söyleyen Baraz, bunun ancak 15
bininin piyasa içinde döndüğünü ve bunun da çok az
bir rakam olduğunu kaydediyor. Yabancı
koleksiyoncuların bizden eser almadıkları için
sektöre yabancı para girmediğini söyleyen Baraz’a
göre ciddi bir pazar da oluşmuyor.
Sanatın bu şekilde gelişmesinin mümkün olmadığını
kaydeden Baraz, “Sadece İstanbul ve Ankara’da -o da
belirli bölgelerde- açılan sergiler bir şey ifade
etmiyor. Bırakın Anadolu’yu Beyoğlu’nda bile sergi
açılsa en fazla 2000-3000 kişiye ulaşıyor ki bu da
yetersiz. Burada bir kültür çıkarmasına gereksinim
var. Hepsi İstanbul’da yaşayan Anadolu zenginleri
madem ki bu ülkeden kazanmışlar, doğdukları
şehirlere birer kültür merkezi kurmalılar.” diyor.
Baraz, ülkemizde resmin alınıp satılmasının 1975’ten
sonra kurulan galerilerle başladığını ifade ediyor.
O yıllarda bu konuya biraz şüpheyle baktığını da
kaydeden Baraz, “Biz, zenginlerimizi koleksiyon
yapmaları konusunda yönlendirdik. Koleksiyon sahibi
olmanın getirdiği prestijden, bunun aynı zamanda bir
yatırım olma hali taşıdığından ve her geçen gün
değişecek ve gelişecek sanat ortamından bahsettik.
Geçmişte resim ticaretinin olmayışı onların bize
tereddütle yaklaşmalarına neden oluyordu. O yıllarda
resmin değeri bilinmediği gibi en büyük
ressamlarımız bile Türk toplumu tarafından
tanınmıyordu. 200-300 dolar değer biçilebiliyordu en
önemli resimlere, bu şartlarda başladık biz.” diye
konuşuyor.
Ülkemizdeki ilk resim alıcıların; Şakır Eczacıbaşı,
Erol Aksoy, Halil Bezmen, Sema ve Barbaros Çağa,
Sakıp Sabancı, Suna Kıraç, Sevgi Gönül, Rahmi Koç ve
Mustafa Taviloğlu gibi dönemin ünlü kişileri
olduğunu söyleyen Baraz, bugün bir resme ülkemizde
200-300 bin YTL’ye alıcı bulduğunu kaydediyor.
Resim piyasasının ciddi değişim içinde olduğunun
altını çizen Baraz, “80’li yılardan itibaren doğum
tarihi 1927-1930 arasındaki ressamlarla çalışmaya
başladım. Burhan Doğançay, Erol Akyavaş, Adnan
Çöker, Mehmet Güleryüz, Ömer Uluç gibi ressamların
tanıtılması, resimlerine pazar açılması için çok
emek harcadım. Hatta o zamanlar söz konusu
ressamların eserleri avangard resimler olduğu için
bu çalışmam gereksiz bile karşılandı. Bu resimlerin
sanatsal değerinin olup olmadığı tartışılıyordu.
Bugün ise hepsi birer ekol, tabloları yüksek
fiyatlara alıcı buluyor.” diyor. Bunca gelişmeye
rağmen ülkemizde resmin bir yatırım aracı olarak
hala görülmediğini ifade eden Baraz’a göre milli
gelir kişi başına 10 bin dolara çıkmadığı sürece bu
pek uzak görünen bir ihtimal. Fakat her şeye rağmen
Baraz’a göre ülkemizde büyük sanatçılar var, para
ise sanatın değişmesine ve ilerlemesine yardım eden
bir etken o kadar...
Yahşi Baraz’ın verdiği rakamlara göre bugün
ülkemizde resim piyasası aktörlerinin sayısı aslında
üç bini geçmiyor. Türkiye’de ortalama 120 özel sanat
galerisi var. Banka galerileriyle birlikte bu sayı
200’ü aşmıyor. 1850’den bu yana Türkiye’de bilinen
sanatçı sayısı 3 bin 700. Oysa bugün sadece New
Yok’ta 300 bin ressam yaşıyor. Rusya’da bu rakam 260
bin, Paris’te ise 70 bin civarında. Türkiye’de
koleksiyoner sayısı ise sadece 1000 rakamıyla
sınırlı.
Baraz’a göre yaşayan en pahalı ressam Burhan
Doğançay. Zaten yurt dışında gerçek anlamda başarı
sağlayabilmiş birkaç isimden biri de o. Doğançay’ın
dünyada kabul görmüş, eserleri 60’tan fazla müzede
sergilenen bir isim olduğunu ifade eden Baraz, “Türk
ressamları
dünya pek tanınmasa da Dogançay’ı bütün dünya
tanıyor. Çok büyük alıcıları var Doğançay’ın” diyor.
Baraz, Kültür Bakanlığının da bu anlamda
girişimlerde bulunması gerektiğini savunuyor.
İvedilikle uzman kişilerden oluşan bir plastik
sanatlar masası kurulmasını öneren Baraz,
ülkemizdeki müzelerin eksikliğine de değiniyor. Söz
konusu resim arşivinin Anadolu’ya da taşınması
gerektiğini söyleyen Baraz, “Aksi takdirde
koleksiyonlar çok küçük bir sosyete ortamında
sıkışıp kalma tehlikesiyle yüz yüze kalır. Türk
resminin sadece satın alınması yeterli değil.
Sermayenin entelektüel altyapı ile birleştirilmesi
gerekir. Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve
plastik sanatlar eğitimi veren okulların bu
entelektüel altyapıyı hazırlaması gerekir” diyor.
Türkiye Gazetesi, 03.06.2007
|
ETRÜSKLER %97 TÜRK
MÖ 500'lü yıllarda yaşayan
ve Roma tarihinin hakkında en az bilgi sahibi olunan
topluluklarından Etrüskler'in bilim adamlarınca
masaya yatırıldığı "Tarihten Bir Kesit: Etrüskler"
adlı sempozyum, Bodrum'da başladı.
Türkiye eski güzeli Günseli Başar'ın girişimleriyle,
Türk Tarih Kurumu (TTK) tarafından Marmara
Koleji'nde düzenlenen, 2 gün sürecek sempozyuma 30'a
yakın Türk, İtalyan, Rus ve Amerikalı bilim adamı
katıldı. Sempozyumun açılış konuşmasını yapan TTK
Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, "Kazı
çalışmalarında tarihçilerin ortaya çıkardıkları
bulgular ile yine DNA testlerinden elde edilen
bulgular, İtalyanlar'ın ataları olarak bilinen ve
Roma tarihinde önemli bir yer tutan Etrüskler'in
yüzde 97 ihtimalle Türk olduğunu ve Anadolu'dan
yaklaşık 2 bin 500 yıl önce İtalya'ya göç
ettiklerini ortaya koyuyor" dedi.
Hürriyet, Haber: Yaşar Anter, 03.06.2007
|
MARDİN'DE ARTUKLU DEVLETİ'NİN ELE ALINACAĞI
SEMPOZYUM DÜZENLENECEK
Bünyesinde bir çok
medeniyeti barındıran Mardin'in tarihi ve mimari
dokusu üzerinde büyük etki bırakan Artuklu
Devleti'nin ele alınacağı uluslararası bir sempozyum
düzenlenecek.
Avrupa Birliği ve Mardin Valiliği tarafından geçen yıl ortak düzenlenen 'Uluslararası Mardin Artuklu Tarihi Sempozyumu'ndan sonra, bu yıl da 25-27 Ekim tarihleri arasında 'Uluslararası Mardin Artuklu Sempozyumu' düzenlenecek. Konu hakkında bir açıklama yapan Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı Dr. İbrahim Özcoşar, 25-27 Ekim'de gerçekleştirilecek sempozyumun hazırlıklarına başladıklarını söyledi. Valilik bünyesinde kurulan 'Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi'nin hayata geçirilmesinin ardından Uluslararası Mardin Tarihi Sempozyumu'nu düzenlediklerini açıklayan Özçoşar, "Daha sonra da Mardin Artuklu Tarihi Sempozyumu'nu düzenleme kararı aldık. Proje Mardin'in çok konuşulan, ancak çok az araştırılan tarihi bir şehir olması gerçeğinden yola çıkılarak hazırlandı. Her yönüyle tarihi özümsemiş Mardin, tarihi zenginlikleriyle uluslararası düzeyde ilgi çekmesine rağmen, tarihine yönelik bilimsel araştırmaların az olduğu ender şehirlerden biridir. l. Uluslararası Artuklu Sempozyumu'nun amacı, ulusal ve uluslararası ölçekte Artuklu tarih ve kültürü üzerine uzmanlaşmış yerli ve yabancı araştırmacıları bir araya getirerek, bir sempozyum çerçevesinde araştırma ve çalışmaları bilim dünyası ve kamuoyu ile paylaşmaktır." diye konuştu.
Zaman, Haber: Şeyhmus Edis, 02.06.2007
|
ZEUS
MAĞARASI YERLİ VE YABANCI TURİSTLERİN İLGİSİNİ
ÇEKİYOR
Aydın'ın Söke İlçesi sınırlarında bulunan
Büyük Menderes Deltası Dilek Yarımadası Milli Parkı
girişindeki Zeus Mağarası, yerli ve yabancı
turistlerden ilgi görüyor.
Milli Park
girişindeki Zeus Mağarası'nın yolunun geçen yıl
Güzelçamlı Belediyesi tarafından yapılmasının
ardından, beldeye günübirlik gelen ziyaretçilerin
sayısının yüzde 50 arttığı öğrenildi.
Tuzlu deniz suyu ile tatlı kaynak suyunun
karışımından oluşan suyla kaplı mağarada, derinlik
5-20
metre arasında değişirken,
yerli ve yabancı turistler buz gibi mağara suyunda
yüzerek serinliyor.
Mitolojiye göre, tanrılar
tanrısı ve gök tanrısı Zeus'un dinlenip yıkandığı
mağara olarak bilinen Zeus Mağarası'nda, çok az
oluşan özel çamurun sürülmesiyle cildin güzelleştiği
de iddia ediliyor
Turizm Gazetesi, Fotoğraf: güzelcamli.com,
02.06.2007
|
|