Haberler logo Haziran '07 Arşivi

24 - 30 Haziran 2007

ALLIANOI'A ELVEDA...

İzmir'in Bergama İlçesi'nde yapımı geçen yıl tamamlanan, ancak su tutma havzası içinde bulunan Allianoi antik kentinin geleceğinin ne olacağı konusunda karar verilemediği için, bir türlü su tutulamayan Yortanlı Barajı'nın devreye alınabileceği belirtildi.

Devlet Su İşleri (DSİ) 2'nci Bölge Müdürü Ayhan Sarıyıldız, ağustos ayından itibaren barajda su tutulmaya başlanabileceğini söyledi.

Allianoi Girişim Grubu Üyesi Avukat Arif Ali Cangı ise Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun verdiği ilke kararına karşı Danıştay'da bir davanın sürdüğünü belirtti. Danıştay'ın bugünlerde bir karar verme aşamasında olduğunu ifade eden Cangı, "Danıştay, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 'yerinde koruma'yla 'su altında bırakılması'nın ne anlama geldiğini anlatan teknik bir açıklama istedi. Bu arada İzmir 4'üncü İdare Mahkemesi'nde, DSİ'nin duvar projesinin iptali için açılmış ve süren bir dava var. Bu davada da 4'üncü İdare Mahkemesi, Danıştay'dan gelecek kararı bekliyor. Danıştay, Yüksek Kurul'un ilke kararını hukuka aykırı bulursa, DSİ'nin duvar projesinin de bir dayanağı kalmayacak" dedi.

Hürriyet, Haber: Turan Gültekin, 01.07.2007








ALLIANOI'DE KAZI YAPTIRMIYORLAR

 

Biliyorum kimileri, "Şimdi sırası mı" diyecekler.
Kimileri onların böyle diyeceğini biliyorlar. "Tam seçim öncesinde
Allianoi ile kimse ilgilenmez" diye düşünerek kıs kıs gülüyorlar.
Allianoi'de son saniyede kazı yapıp bilinmeyenleri, unuttuklarımızı ortaya çıkarmak isteyen bilim adamlarına kazı yasağı koyuyorlar.
Kazı parasını onlar mı veriyorlar?
Yoooo!
Bilim adamları kazı parasını boşlukta kendileri buluyorlar.
Nereden?
Bu işlerin bilincinde olanlardan gıdım gıdım sağladıkları yardımlarla, gerekirse bir tas çorbayla doyunarak bir gün daha çok çalışabilmek için...
Peki, bunca önemli mi bu?
Evet bunca önemli!
Çünkü arkeologlar böylece kültür vatanımızı büyütüyorlar...
Devletin yönetiminde sözü olanlar ya da onun kurumlarının başında olanlar, neden önlüyorlar öyleyse kazıyı?
Bilisizliklerinden. (Cahilliklerinden.)
Çağımızın en önemli kavramı kültür.
Kültürsüz ne devlet, ne hükümet, ne bakanlık ne de başka bir şey yönetilebilir. Yönetiyoruz sanmaları gene bilisizliklerinden...
Bütün yaptıklarının yanlış olduğu bir gün ortaya çıkacak...
Kültür, yaşamı olanaklandırma savaşımıdır. Kimlik, kişilik biçimlenmesi, bilinçlenmesidir. Kültür, geçmişimizi günümüz insanın iyiliğine, kimliğine, kişiliğine yararlı yorumlayabilmektir.
Geçmiş nasıl bilinir?
Ya yazılı (taşa, kile, kağıda vb.) kaynaklardan ya da ortaya konulan yapıtlardan...
Bu yapıtların binlerce yılın tozunun, toprağın birikintilerinin altında kalmış olanlarını da kazıp çıkararak...
Ama en önemlisi onlara sahip çıkarak...
Yanından geçip gidiciymiş gibi davranarak, yabancılayarak değil...
Aralarında doğup büyüdüğüm bu yerleri, buralardaki yapıtları, başka coğrafyaların adanıları mı benimseyecekler?
Olur mu böyle şey?
Olur!
Ben bilisizsem olur... Ben çocuğumu, torunumu sevmiyorsam, onların geleceklerini hiç düşünmüyorsam olur...
"Haydi oradan bilisiz sen de!" demelerini haklı çıkarırsam olur...
Bana sorarsanız Çatalhöyük'te ortaya çıkan ana tanrıça Artemis Tapınağı’nı kuranlar da, Ayasofya'ya gök kubbe oturtanlar da, Süleymaniye'yi, Selimiye'yi yaratanlar da, Safranbolu evlerini yapanlar da benim atalarım...
Bundan hiç mi hiç kuşkum yok. Kuşkusu olanın kendisi bilisiz oğlu bilisizdir.
Örneğin Allianoi'daeki yapıları kuranlar "Haydi şu Anadolu'ya sağlık kenti kuralım!" deyip Roma'dan gelmediler. Anadolulular, işçisi, ustası, mimarı yapmadılar mı o yapıtları? Ben de Anadolulu değil miyim? Biçimleriyle etkilenmediler mi, çağın başat beğenisinden?
Etkilenseler ne olur?
Şimdi de etkilenmiyor mu herkes birbirinden?
İnsandan etkilenmeyen insan olur mu?
Allianoi'yi kuranlar dedelerimin dedeleri değilse onların amca, dayı oğullarıdır. Dedim ya hiç kuşkum yok...
Orada bulunan her şey atalarımın daha o çağda sağlık konularında ne denli duyarlı olduklarını; insanlara, sağlığına kavuşmada yardımcı olabilmek için ne güzel yapılar kurduklarını kanıtlıyor.
Bunları bilmek ama kimlik, kişilik kazandırıyor.
Bilmek şöyle dursun, onların gün yüzüne çıkartılmasını yasaklayanların, sular altında bırakmak isteyenlerin de ne denli bunlardan yoksun olduklarını...

Evrensel, Yazı: Cengiz Bektaş, 02.07.2007


****


SUSUZLUĞA İSYAN MİTİNGİ

 

Yortanlı Barajı Girişim Grubu tarafından Bergama'da düzenlenen 'Suyumuzu İstiyoruz' mitingi, havanın aşırı sıcak olmasına rağmen geniş kalabalıkların katılımıyla gerçekleştirildi. Yortanlı Barajı'nın bir an önce kapaklarının kapatılması ve barajın su tutması için yapılan eyleme Bergama, Dikili, Kınık ve bu ilçelere bağlı 5 belde ile köylerinden 500 civarında çiftçi katıldı.


Dün 45 derece sıcağa aldırmadan mitinge katılmak isteyen çiftçiler, spor salonu önünde toplandı. Çiftçilere burada 10 bin adet bayrak ve 10 bin adet üzerinde "Suyumuzu istiyoruz", "Yortanlı Barajı Girişim Grubu'nu destekliyoruz" yazılı balonlar dağıtıldı. Aşırı sıcağa rağmen Yortanlı Barajı Girişim Grubu üyeleri, ellerinde Türk bayrakları ile Cumhuriyet Meydanı'na kadar yürüyerek "Su yoksa üründe yok", Su hayattır", Su gelecektir, suyumuzu çalmayın", "Afrika'ya dönmek istemiyoruz" sloganları attılar. Geniş güvenlik önlemlerinin alındığı mitinge İzmir'den iki otobüs Çevik Kuvvet ekibi Bergama'ya takviye olarak gönderildi.






Spor salonu önünden yürüyüşe başlayan kalabalık, sloganlar atarak Cumhuriyet Meydanı'na ulaştı. Burada bir traktörün römorkundan oluşturulan kürsüye çıkan İzmir Ziraat Odası Başkanı Sedat Köse, küresel ısınma nedeniyle meydana gelen kuraklığa değinerek, "Küresel ısınma tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de tarımı bitirme noktasına getirdi. Bergama'da da çiftçiler kuraklık ve susuzluktan dolayı topraklarını ekememekte, istediği verimi alamamaktadır. 2006 yılı dünyada kuraklık ve çölleşme yılı olarak belirlendi. Buna rağmen ülkemizde bazı kesimler, birtakım gerekçelerle barajların açılmasına karşı çıkıyor. Ama biz söke söke suyumuzu alacağız" dedi.


Köse şöyle devam etti: "Bölgemizde susuzluk sadece Bergama ve bölge çiftçimizi değil, sanayici ve diğer esnafı da çok ciddi bir şekilde etkiliyor. Hali hazırda bir barajımız var ama su tutması çok görülüyor. Çiftçi mağdur ediliyor. Bugün Bergama'da belli tarım ürünlerini susuzluktan yetiştiremiyoruz. Bunun için suyumuzu istiyoruz. Bu baraj açılmasın da çiftçi aç mı kalsın? Yurt dışından buğday mı alalım? Bergamalı üreticiler, barajın su tutmasını istiyor" dedi.

 

Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü baş mühendislerinden Ahmet Tomar da Yortanlı Barajı'nın bölge çiftçisi ve bölge ekonomisi için son derece önemli olduğunu ifade ederek, barajın bir an önce su tutması gerektiğini söyledi. Tomar, şöyle konuştu: "Yortanlı Barajı, Bergama ve bölgemiz açısından son derece önemli. Kurtarma kazıları geçen yıl sona ermişti. Ancak bu nedenle oluşturulan bilimsel heyet, bazı eylem planları kararlaştırdı. Yortanlı Barajı işte bu heyetin gecikmeli kararları nedeniyle bekletiliyor. Barajın su tutmasıyla bölgede 6 bin kişiye istihdam sağlanacak. Bölge ekonomisine katkısı turizmin getireceği katkıdan 25 kat daha fazla olacak."

 

Yortanlı Barajı'nın su tutmaması için mahkemeye başvuran kişilerin Bergamalı olmadığını belirten Yortanlı Barajı Girişim Grubu Sözcüsü Bedri Çakmaklıoğulları, "73 kişi dava açıyor. Bunlardan biri Bergamalı, diğerleri burada yaşamıyorlar. Bizim tekerimize çomak sokan güçler var. Bunlar görüntüde yabancılarla taban tabana zıt gibi görünen ancak gizli gizli Avrupa'ya gidip iki Yunanlı milletvekilini buraya getirten, oradaki harabeleri gösteren kişilerdir" diye konuştu.


Çakmaklıoğulları şöyle konuştu: "Biz Avrupa Birliği'nin diretmelerine karşı hareket edecek bir milletin çocukları değiliz. Biz hayatımızla oynatmayız. O baraj eninde sonunda su tutacak. Biz Atatürk'ün efendileriyiz, milletin efendileriyiz. Bugüne kadar 2 eylem yaptık. Bugün aşırı sıcağa rağmen nasıl miting yapılır gösterdik. Ama biz her şeye rağmen 15 gün sonra baraja gidip o kapakları kapatacağız. Barajımızın su tutmasını sağlayacağız."

 

Yortanlı'da aslında tarih olmadığını ileri süren Çakmaklıoğulları sözlerini şöyle sürdürdü: "Orada sadece kalıntı var. O kalıntıları da tarih diye yutturuyorlar. Bu arada da barajın su tutması için durmadan bizi oyalıyorlar. Geçen bu sürede topraklarımız çöle dönüştü. Benim üreticim aç dururken oradaki kalıntıların ne anlamı var? Tarım susuzluktan kırılıyor, tarım Bakırçay'da bitmiş vaziyette. Biz devletin bir an önce barajın kapaklarını kapatmasını istiyoruz. Yoksa çiftçilik biter. Bakırçay'ın Afrika'ya dönmesini istemiyoruz. Tarih bizim karnımızı doyurmaz. SİT bahane Bakırçay köylüsünü öldürmek istiyorlar."

Yeni Asır, Haber: Erdal Çalboğa, 26.06.2007

STADYUM SİT ALANI





Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, Bursa Atatürk Stadı ve çevresini SİT alanı ilan etti.

 

Atatürk Stadı'nın geleceğine ilişkin tartışmalara son nokta, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'ndan geldi. Kurul, Atatürk Stadı, Atatürk Spor Salonu, Atatürk Lisesi ve İpekiş Fabrikası ile bitişiğindeki Yahudi Mezarlığı'nın da yer aldığı adayı SİT alanı ilan ederek, koruma altına aldı. Kararın hafta başında ilgili kurum ve kuruluşlara tebliği bekleniyor.

 

Alınan bilgilere göre, Gürhan Akdoğan ve Selim Lümalı'nın "Atatürk Stadyumu'nun tescili ve SİT alanı ilan edilmesi" talebiyle yaptığı başvuruyu görüşen Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, başvuruda stadyumla ilgili ifade edilen 'tarihi değer'in bir bilim kurulu tarafından incelenmesine karar verdi.


Kurul, bu kararının yanı sıra, bölgenin genel durumunu da değerlendirdi ve Atatürk Stadı ile Atatürk Spor Sarayı, Atatürk Lisesi, İpekiş Fabrikası ve müştemilatı ile adanın kuzeyinde bulunan Yahudi Mezarlığı'nı Kültürpark'ın uzantısı olarak kabul etti. Bu karar ışığında, Stadyum ile mezarlık arasındaki alanın tümünün geleceğinin ancak doğal SİT olan Kültürpark'la birlikte değerlendirilebileceği görüşüne varan Kurul, bu adayı Kültürpark Tampon Bölgesi SİT Alanı ilan etmeye karar verdi.


Bu karar özetle, Atatürk Stadı ve diğer yapıların bulunduğu alanın Kültürpark sınırları içerisine alınması ve gelecekte bu adada yapılacak her türlü mimari tasarımın da ancak Kültürpark'la birlikte ele alınarak değerlendirilebilmesi anlamına geliyor. Bundan böyle Atatürk Stadı ve çevresindeki binalara çivi çakmak için bile 'Kurul onayı' gerekecek.

 

Hatırlanacağı üzere, Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin Bursa'ya yeni bir spor kompleksi kazandırılmasına kaynak sağlamak amacıyla Atatürk Stadı'nın bulunduğu alana başka bir proje yapılmasını düşünmüş, bu konuda Büyükşehir Belediye Meclisi'nden plan değişikliği de geçmişti.


Bölgeye ilişkin meslek odaları temsilcilerinden de görüş alan Şahin, Atatürk Stadı ve çevresinde yeni yapılaşma düşüncesinden 'akademik mutabakat sağlanamaması' nedeniyle vazgeçtiğini kamuoyuna duyurmuştu.

Bursa Hakimiyet, 30.06.2007

TAYHaber'den Uyarı!
ARAZİYE ÇIKACAKLAR DİKKAT:

YANINIZA KENE ÇIKARMA ALETİ ALMAYI UNUTMAYIN!

Almanya'da kışın sıcak geçmesi yüzünden kene sayısında büyük bir artış oldu. Bu durumu göz önünde bulunduran Alman bilim adamları, doktora gitmeye ihtiyaç kalmaksızın kenelerin etkisiz hale getirilmesi için bir çözüm buldular. Isırması halinde insana ölümcül hastalık bulaştıran kenelerden korunmak için geliştiriler kene kartı, bu zararlının zehrini insan vücuduna akıtmadan tenden uzaklaştırılmasını sağlıyor.

Türkiye'de de kene ısırığına bağlı ölümlerin meydana gelmesi üzerine, Almanya'dan memlekete tatil için gidecek olanlar kene kartı edinmeye başladı. Henüz Türkiye'de üretilmeyen bu kart, Almanya'daki tüm eczanelerde 2 Euro'ya satılıyor. Kart, kenenin arka kısmında bulunan zehrini insan bedenine zerketmeden etkisiz hale getirilmesi işleminde kullanılıyor. Keneye karşı savaşım için kartın yanında cımbız ve bant gibi başka araçlar da kullanılıyor.
Hürriyet, 30.06.2007

1600 YILLIK SARNIÇ YENİDEN HAYAT BULDU

 

Osmanlı döneminde İstanbul'un su ihtiyacını karşılayan sarnıçlardan biri olan Fatih'deki bin 600 yıllık Sultan Sarnıcı 7 yıl süren restorasyonun ardından, davet ve organizasyonların yapılacağı bir merkez haline getirildi.

 

Uzun bir süredir boş olan sarnıç, belirli bir süre iplik bükücüler ve marangozlar tarafından kullanıldı. Bu sırada doğal dokusu yıpranan sarnıç 2000 yılına kadar atık malzemelerin biriktiği metruk bir bina halinde bekledi. Daha sonra ise Sarnıç Turizm Organizasyon ve Prodüksiyon A.Ş., Sultan Sarnıcı'nı İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden 49 yıllığına yap-işlet-devret modeli ile kiralayarak restorasyonuna başladı. 9 Temmuz'da açılışı yapılacak sarnıç 7 yıl süren bir restorasyon sonucunda aslına uygun olarak yenilendi.

Sabah, Ercan Sarıkaya, 30.06.2007

SARAY BAHÇESİNDE GECEKONDU LOJMAN

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetildiği, İstanbul'un ve dünyanın en değerli eserlerinin sergilendiği Topkapı Sarayı bahçesinde müştemilat olarak inşa edilen ve lojman olarak kullanılan gecekondular yıllardır sorun olmaya devam ediyor. Tahliye ve yıkımı mahkeme kararıyla durdurulduğu için 15 memur ailesi Topkapı Sarayı bahçesinde bulunan 9 gecekondu ve bir saray karakolunda yaşamlarını sürdürüyorlar.





Topkapı Sarayı'nın bahçesindeki Aya İrini Müzesi'nin hemen arkasında bulunan sarayı çevreleyen sur duvarlarına 20 yıl içinde saray müdürlerinin gözetiminde 9 gecekondu yapıldı. Kültür Müdürlüğü, İstanbul Valiliği'nin iznini alarak gecekondu lojmanlara memurlarını yerleştirdi. Gecekondular ve saray bahçesinde bulunan karakolda sarayın bazı güvenlik görevlileri, arkeoloji müzesinde görevli memurlar ile İstanbul'un çeşitli müzelerinde görevli memurlar aileleriyle birlikte yaşıyor. Gecekondularda oturanlar girişi sarayın birinci avlusundan yapıyor. Memurlara dönüşümlü olarak tahsis edilen gecekondu baraka lojmanlarda 10 yılı dolduranların ise yerlerini yeni memurlara bıraktıkları öğrenildi.

Öte yandan gecekonduların hemen önünde bulunan ve geçmiş yıllarda sarayın korunması için karakol binası olarak kullanılan bina da lojmana dönüştürülmüş durumda. Tek katlı karakol binası içinde 6 odada 6 aile yaşıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Suri Sultani Projesi kapsamında gecekonduları yıkmak için karar aldı. Memurlara da evleri boşaltmaları için tebligat gönderdi. Ancak memurlar kazanılmış hakları olduğunu ileri sürerek, İstanbul İdare Mahkemesi'ne dava açtı. Mahkeme bir ay önce yıkım ve tahliye kararının yürütmesini durdurdu. Böylece baraka gecekondu lojmanlar yıkılamadı. Gecekonduların yıkılması için İdare Mahkemesi'nin konuyla ilgili karar vermesi bekleniyor.

Gecekondu lojmanlarda kötü şartlarda yaşamlarını sürdüren memurlar ise bakanlığın yer göstermeden çıkın demesine tepki gösterdi. Maaşlarının çok düşük olduğunu belirten memurlar, kendilerine yer gösterilmesi gerektiğini dile getirdi.

Sabah, Haber: Ercan Sarıkaya, 30.06.2007

TİTANİK'İN BELGELERİ MÜZAYEDEDE KAPIŞILDI

 

1912'de bir buz dağına çarpan Titanic gemisinin batmasından sonra başlatılan kurtarma çalışmalarına katılan gemilerden 'SS Mackay-Bennet'in seyir defteri, New York'ta Christie's müzayede evince düzenlenen açık artırmada, 102 bin dolara satıldı.

 

Titanic'in 12 Nisan 1912'de batmasından sonra cesetlerin toplanması çalışmalarına katılan geminin seyir defterinde, cesetlerin sayısı yer alıyor. Satışa sunulan birinci sınıf yolcu listesi de 48 bin dolara alıcı buldu.

 

Kazada bin 500 insan hayatını kaybetmişti.

Radikal, Fotoğraf: AFP/AP, 30.06.2007



SS Mackay-Bennet'in maketine
yoğun ilgi vardı. Müzayedede Titanic'in
tarihi çizimi de yer aldı.

HOMEROS VADİSİ TEMMUZ'DA HAZIR

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin, kente yeni bir çekim merkezi kazandırmak amacıyla Bornova'da başlattığı "Homeros Vadisi" çalışmaları son aşamaya geldi. İlçe merkeziyle Kayadibi arasındaki Bornova Çayı yatağında uzanan 3.5 kilometrelik vadi boyunca göletler, su kanalları ve bentler inşa edildi. Rengarenk çiçeklerle ve yaklaşık 5 bin ağaçla bezeli eşsiz piknik alanları oluşturuldu.
Projeyle, fazla yağmurlarda yaşanan su baskınlarının da önleneceği belirtildi.

 

Başkan Aziz Kocaoğlu, Homeros'un yaşadığı varsayılan mağaranın, turistik açıdan ciddi potansiyel oluşturmasını beklediklerini söyledi. Kocaoğlu, ''Burası; piknik alanları, doyumsuz manzarası, tertemiz havası, berrak suları ve kent merkezine yakınlığıyla şehrimizin simge mesire yerlerinden olacak'' dedi.

 

Dünya Sergisi'nin (EXPO) 2015 organizasyonuna, "Daha sağlıklı bir dünya için yeni yollar ve herkes için sağlık" temasıyla aday olan İzmir Büyükşehir Belediyesi, bu çerçevede interaktif bir müze oluşturacak. Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi'nde kurulacak "Kent ve Sağlık" müzesinde, tarihten bugüne İzmir'in sağlık alanındaki ilkleri sergilenecek. Kentin antik döneminde yaşayan Galen, Hipokrat gibi simge isimlerinin heykelleri konulacak. Müzede; canlandırmalarla, müzikle ve barkovizyon gösterileriyle eski dönemlerin havası yaratılacak. Ziyaretçiler, Agora kazılarıyla gün yüzüne çıkarılan "ilk diş plantasyonu", "ilk şırınga", "ameliyat malzemeleri" gibi çok özel tarihi objeleri de görebilecek.

Milliyet Ege, 30.06.2007

SÜRGÜNDEN KURTULDULAR

 

Van’daki Akdamar Kilisesi Anıt Müzesi’ne zarar verdikleri iddia edilen yaklaşık 300 tavşanın adada kalması kararlaştırıldı.

Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün isteği doğrultusunda Akdamar Adası’nda inceleme başlatan Çevre Orman Müdürlüğü uzmanları, hazırladıkları teknik raporla tavşanların zararsız olduğunu belirledi. Raporda ’Kilise ve çevresinde yapılan incelemede çok belirgin olarak tavşanlara ait bir kazı ve tahribata rastlanmamıştır. Tavşanlarda ekosistemi olumsuz yönde etkileyecek bir artış gözlemlenmemiştir. Bundan dolayı tavşanların adadan uzaklaştırılması uygun görülemez" denildi. Kültür Turizm Müdürü İzzet Kütükoğlu, bu rapor üzerine tavşanların kalmasına karar verildiğini belirtirken, yine de sürekli takip edileceğini belirtti. YYÜ ÇSAUM Müdürü Dr. Şevket Alp de adanın tavşanların üremesi için uygun bir mekan olduğunu belirterek, "Hem tavşanlar hem de tarihi eser ve tabiatı koruma açısından en iyi çözüm, tavşanların Akdamar Adası’ndan belirli aralıklarla tuzaklarla tutulup, yaşayabilecekleri doğal bir ortama bırakılmalarıdır" dedi.

Hürriyet, Haber: Osman Bekleyen, 30.06.2007

AYASOFYA'NIN USTALARI

Roma La Sapienza Üniversitesi Bizans Sanatı Tarihi Bölümü Başkanı Prof. Alessandra Guiglia Guidobaldi başkanlığındaki altı kişilik ekip tarafından Ayasofya`da yürütülen çalışmalarda, bugüne kadar gözden kaçan önemli bulgular keşfedildi. Sekiz yıllık kapsamlı araştırmalar sonucunda yapının mermerleri, döşeme, sütun detayları ve korkuluk levhaları üzerinde 6. yüzyıla tarihlenen ve Ayasofya'nın yapımında çalışan 120 ustanın imzalarına rastlandı. Grekçe harflerin kodlanmasından oluşan imzalar, belirli bir gurubun ve atölyenin kısaltılmış isimlerinden ve sembollerden oluşuyor.

 

Mermerlerin üzerindeki isim ve sembollerin her birinin  bir ustayı temsil ettiğini belirten arkeologlar, yapının her elemanın ayrı ustalar tarafından yapıldığına değinerek her usta grubunun bir tip eseri yapma konusunda uzmanlaştığını vurguluyor.  Aynı dönemlerde inşaa edilen diğer Justinianus dönemi yapılarda da imzaların varolduğunu belirten arkeologlar, Küçük Ayasofya başta olmak üzere pek çok yapıda Ayasofya `nın yapımında çalışan ustaların imzalarına rastlandığını belirttiler.

Turkish Daily News, Haber: Vercihan Ziflioğlu, Çev.: Yüksek Zemin Arayışı, 29.06.2007



GÜMÜŞHANE ATAÇ KONAĞI HİZMETTE

 

Türkiye'nin ilk Maliye Bakanlarından olan Hasan Fehmi Ataç'ın konağı son yapılan restorasyon çalışmalarından sonra hizmete açıldı.


Varisleri tarafından aslına uygun olarak restore edilerek il turizmine açılması için Gümüşhane Valiliği'ne bağışlanan ve Gümüşhane'nin tarihi konaklarından olan Hasan Fehmi Ataç Konağı, çevre düzenlemesi ve iç dekorasyonu tamamlanarak hizmete açıldı. Konağı 15 yıllığına kiralayarak çevre düzenlemesi ve dekorasyonu yaparak hizmete açtıklarını söyleyen Gümüşhaneli iş adamı Ercan Çimen, konağın 7 oda ve 15 yatak kapasitesi olduğunu belirterek "Odalar her türlü donanıma sahip" diye konuştu.

Karadeniz Gazetesi, 29.06.2007

MALATYA'DA ROMA DÖNEMİ MOZAİKLERİ

 

Malatya'nın Doğanşehir İlçesi'nde bulunan Roma Dönemi'ne ait 4 metrekare alanda otlayan karaca, Kuluncak İlçesi'nde de kuş figürüne benzeyen mozaikler gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.

 

Malatya Müzesi Müdürü İzzet Esen, yaptığı açıklamada, Kuluncak ve Doğanşehir'de daha önce yapılmış ihbarlar üzerine tespit edilmiş mozaikler olduğunu belirtti. Esen, mozaiklerle ilgili şu bilgiyi verdi:


"Kuluncak'taki mozaik oldukça tahrip edilmiş, mozaiğin hazinenin habercisi olduğunu zannıyla hareket eden define avcıları biraz kazı yapmış. Bu mozaiğin bir kuş ya da güvercin figürüne benzediğini düşünüyoruz. Mozaiğin kurtarılması çalışmasının yapılması gerekiyor. Bununla ilgili yazışmalarımızı yaptık. Bölge kurulunda bu konu görüşüldü. Ancak Kuluncak'taki bu mozaik özel mülkiyet elinde olduğundan bakanlığımızın burayı istimlak etmesi gerekiyor. Doğanşehir'deki mozaik de bu kadar olmamakla birlikte tahrip olmuş, ancak bu mozaik belediye başkanının arazisi içinde. Kendisi bizi destekliyor ve teşvik ediyor. Burada da kaçak kazı izleri mevcut."

 

Doğanşehir'deki mozaikle ilgili belediye başkanının kendilerine yazılı izni verdiğine dikkati çeken Esen, şunları kaydetti: "Bu mozaik 4 metrekare alanda otlayan bir karaca. Orijinal bir şekilde korunmuş. Ekip ve ekipman sorunumuz var. Dışardan ekip takviyesi lazım. Çünkü bu anlamda müzemizin personeli yeterli değil, özellikle de uzman anlamında. Yerel makamlardan, il özel idaremizden, sivil toplum kuruluşlarından hatta olabilirse diğer kurum ve kuruluşlardan destek istiyoruz. Gerekli imkanlar sağlanırsa mozaikleri gün yüzüne çıkaracağız."

 

Gaziantep'teki Zeugma ve Hatay'da bulunan mozaiklere de değinen Esen, Malatya'da da bu anlamda bir potansiyelin olduğunu, bu potansiyelin değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti.

Trt/Haber, 29.06.2007

BATTI-ÇIKTI'DAN YİNE SÜTUN ÇIKTI

 

D-100 karayolunun İzmit Kent Geçişi Projesi kapsamında Orduevi kesiminde çalışmalar sürüyor.


Sıcak günlerde, daralan yolda araç sürücülerinin büyük sıkıntı çektiği çalışmalar sırasında dün tarihi eser özelliği taşıyabilecek yeni kalıntılar bulundu. Yolun, Gültepe kavşağına yakın kesiminde yapılan kazı çalışması sırasında eski dönemlere ait iki tane taş sütun bulundu. Battı-Çıktı tünelinin kazısı sırasında bulunan tarihi eserlerle ilgili olarak Müze yetkililerine haber verildi. İzmit Müze Müdürü İlksen Özbay, bulunan sütunların kontrollü biçimde dışarı çıkartılmasını sağladı, ardından kazı çalışmalarının devamına izin verdi. Özbay, bulunan sütunların uzmanlarca inceleneceğini söyledi.

Özgür Kocaeli, 29.06.2007

KIZLAR MANASTIRI'NDA HAMAM BULUNDU

Trabzon Müze Müdürlüğü ile Trabzon Belediyesi tarafından yapılan kurtarma kazısı çalışmaları neticesinde Kızlar Manastırı'nın güney kısmında eski dönemlere ait bir hamama rastlandı. Geçtiğimiz aylarda aynı manastır içerisinde 10 adet insan iskeletine rastlanmasından sonra kazı çalışmaları daha hızlandırılmıştı. Söz konusu hamamın 13. yüzyıldan kalmış olabileceği tahmin ediliyor. Trabzon Müze Müdürü Nilgün Yılmazer Salihoğlu 6 aydan bu yana devam eden kazı çalışmalarında bu güne kadar 13. yüzyıla tarihlenen seramik buluntuları, bronz ve kemik buluntular, boncuk buluntuların yanı sıra 2 adet tam iskelet olmak üzere ve 10 adet kafatası ve insan kemikleri ortaya çıkartıldığını dile getirerek, "Bu güne kadar varlığı bilinmeyen bir adet sarnıç ve batıdaki kilise binasının ön kısmında bahçe duvarlarına rastladık. Ayrıca kuzeydeki öğrenci odalarındaki yapı katlarını açığa çıkarmakla birlikte çok nadir de olsa mermer yapı parçacıkları tespit ettik. En ilginç tespitlerimiz arasında ise Manastırın mimarisine yönelik tespitler söz konusu idi; başından bu yana pişmiş toprak boru ve kanal sistemini takip ettik ve sonuç olarak 26.06.2007 tarihinde Manastırın güneybatısında bir hamam yapısıyla karşılaştık. Mimari yönden incelemelerine devam ettiğimiz hamam yapısının ısınma kısmı muhtemelen güney teras kısmında bulunuyor" diye konuştu. Manastırdaki restorasyon çalışmalarında belediye tarafından yürütülen çalışmada projenin değiştirilmesi gerektiğini ifade eden Salihoğlu, "Bu demektir ki, Manastırın restorasyonu üzerine hazırlanan projelerde değişikliğe gidilmesi gerekiyor, çünkü bu alan projede yanılmıyorsam konferans salonu olarak planlanmıştı oysa alanın şeffaf çatılarla kaplanıp Efes'deki Yamaç Evler gibi özgün haliyle korunması gerekmektedir. Ayrıca alandaki kazı sonucundaki tespitlerimiz mevcut projede bir çok değişiklik yapılmasını öngörüyor kanaatindeyim. Tabii ki kurtarma kazısı sonucunda hazırlayacağımız rapora göre Taşınmaz Kültür Varlığı Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nun 14.12.1974 gün ve 8195 sayılı kararı gereği Trabzon Belediyesi'nce hazırlanan projede birçok revizyon yapılması gerekecek" ifadelerine yer verdi.

Karadeniz Gazetesi, 29.06.2007

TUNCA KÖPRÜSÜ'NDEKİ DEMİR AKSAM SÖKÜLDÜ

 

Edirne'yi Karaağaç semtine bağlayan ilk köprü olan Ekmekçizade Ahmet Paşa (Tunca ) Köprüsü'nün geçtiğimiz yıllarda selden zarar görerek yıkılan kemerlerin üzerine yapılan çelik bölme, köprünün onarımı çerçevesinde yerinden söküldü.

Köprünün yıkık olan iki kemerini diğer bölümüyle bağlayan çelik bölmenin yerine orjinal kemerlerin yapılması için müteahhit firma Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan çıkacak kararı bekliyor.
Edirne Internet Gazetesi, 27.06.2007

3.2 MİLYON YILLIK FOSİL "LUCY" TURA ÇIKIYOR

 

Amerika Dışişleri Bakanlığı, dünyanın en meşhur fosili olan Lucy'nin ABD seyahatine izin verdi. Etiyopya'da 1974 yılında bulunan 3,2 milyon yaşındaki insan fosili "Lucy" diye adlandırılıyor. Ancak yeryüzünde insanın kökenine ilişkin en nadide bulgulardan biri olan Lucy'nin, seyahate çıkarılması, müze uzmanlarını ve arkeologların tepkisine neden oluyordu. Lucy 2008'e kadar sürecek yolculuğunda önce Houston'da, sonra Washington, New York, Chicago ve Denver'da sergilenecek.

Sabah, 29.06.2007

BOĞAZİÇİ VE GEORGE WASHINGTON ÜNİVERSİTELERİ TARİHİ YARIMADA İÇİN "TURİZM YÖNETİM STRATEJİSİ" HAZIRLADI

 

Boğaziçi ve George Washington Üniversitelerinin lisan üstü öğrencileri tarafından İstanbul tarihi yarımadasında sürdürülebilir turizmi oluşturmak ve şehri dünya standartlarında bir kültürel miras destinasyonu haline getirmek için oluşturulan stratejik yönetim planının ön raporu, İTO’da düzenlenen bir basın toplantısında sektöre ve kamuoyuna sunuldu.

 

Dünya Turizm Örgütü'ne bağlı TedQual Uluslararası Gönüllü Programı çerçevesinde ve Eminönü Belediyesi'nin desteğiyle 12 Türk ve 16 yabancı lisan üstü öğrencinin katılımıyla oluşturulan ''İstanbul Tarihi Yarımadasını Dünya Standartlarında Bir Varış Noktası Olarak Konumlandıracak Sürdürülebilir Turizm Stratejisi'' isimli çalışmanın ön raporu, İstanbul Ticaret Odası (İTO) Meclis Salonu'nda düzenlenen toplantıyla açıklandı. Ana raporun ise 11 Temmuz’da yayınlanacağı bildirildi.

 

Ön raporun sunumu öncesinde bir açılış konuşması yapan Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, “Tarihi Yarımada tarihteki yerini almak durumundadır” diyerek her geçen gün giderek kirlenen tarihi yarımadanın gelecekte dünya turizminin önemli bir yeri haline getirmek için gösterilen çabalarla bütünleşen önemli bir çalışma olduğuna inandığını belirttiği ''İstanbul Tarihi Yarımadasını Dünya Standartlarında Bir Varış Noktası Olarak Konumlandıracak Sürdürülebilir Turizm Stratejisi'' çalışması için her iki üniversite mensuplarına teşekkür etti.

 

Boğaziçi ve George Washington üniversitelerinden Duygu Malalı, Yasin Rofcanin, Dawid Brown  ve Jennifer Park’ın sunduğu ön raporda, öncelikli olarak gelişmiş kamu-özel sektör ortaklığı oluşturulmasıyla Eminönü'nün dünya mirasında yerini alabileceğine işaret edilerek, tarihi yarımadanın en çok ziyaretçi yönetimi, önemli tarihi ve kültürel kaynakların korunması, güçsüz özel ve kamusal ortaklıklar konularında sorunlar yaşadığına dikkat çekildi ve talep yönetimi, varış noktası yönetimi ve alan yönetimi konularında öneriler geliştirildi.

 

Ön raporda, raporun zamanlamasına özellikle dikkat çekilerek, İstanbul’un tarihi alanlarının UNESCO’nun “Tehlikeli Alanlar” listesine girme tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna özel vurgu yapılarak, “Hükümetin, Dünya Miras Yönetimi Planı’nı Şubat 2008’e kadar tamamlaması gerekmektedir” denildi.

 

Ön raporda ayrıca, İstanbul'un kültürel miras destinasyonu olarak pazarlanmasına ve şehrin hedef kitlelere pazarlanmasında yenilikçi araçlardan yararlanılmasına odaklanılması gerektiği vurgulanarak, bu konuda ''istanbul.com'' adlı internet sitesinin iyileştirilmesi, İstanbul'u 24 saat gösterecek gerçek zamanlı online video, ''İstanbul'un en iyileri'' fotoğraf yarışması ve İstanbul'un 2010 internet sitesinin yenilenmesi için milli yarışma yapılması öneriliyor.

 

Ön raporda, şu önerilere yer verildi:
''Hizmet sektöründe çalışanlar için servis kalitesi ve özgünlük sertifikası programları düzenlenmesi, çalışanlar için eğitim olanakları sağlanması, müşteri memnuniyeti takip sistemi kurulması, Avrupa Mobilite Haftası Girişimi, alternatif rehbersiz tur rotaları oluşturulması, tutarlı, temalı tabelaların asılması, turist ulaşım rehberleri hazırlanması, seyahat acentaları ve tur operatörlerine yönelik 'İstanbul'da mükemmel 3 üç gün yarışması' yapılması ve İstanbul 2010'u bir marka haline getirmek için sponsorluk ve tanıtımlar yapılması.

 

Turistlerin İstanbul'da zengin ve özgün bir tatil deneyimi yaşayabilmeleri için de ayrıca farklı önerilerin yer aldığı raporda; ziyaretçi akışı yönetim stratejilerinin oluşturulması, müzelerde kalite geliştirme programının uygulanması, kişisel müzik dinleme aleti olan Ipod gibi çeşitli işitsel cihazlarla turistlere açıklama programı kurulması ve tarihi yapıları yenileme çalışmaları için kaynak artırımına gidilmesi tavsiye ediliyor.

 

Her iki üniversitenin öğrencileri için danışmanlık deneyimi niteliği taşıyan ve Eminönü Belediyesi’nin destek verdiği proje çalışması, 17-29 Haziran tarihleri arasında İstanbul’da çalışan danışman öğrenci grubu, George Washington Üniversite İşletme ve Turizm İşletmeciliği Yüksek Lisans Programı ve Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Lisans programı öğrencileri tarafından hazırlandı. George Washington Üniversitesi öğrencileri projeyi George Washington Üniversitesi’nden Dr. Non Hawkins ve Milena Nikolova rehberliğinde yürütürken, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri çalışmalarını Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri Yard. Doç. Dr. Maria Alvarez ve Doç. Dr. Şükrü Yarcan denetiminde gerçekleştirdiler.

Turizm Gazetesi, 29.06.2007

ZAZADİN HANI'NA ONARIM

Selçuklu Belediyesi Sille Hamamı’ndan sonra Zazadİn Han’ı da yaklaşık 2 trilyon liralık bir harcama ile restore edecek. 210 günde tamamlanacak olan çalışmaların ilk harcı dün kondu.

Konya-Aksaray karayolunun 22. kilometresinde bulunan, 2 bin 500 metrekare kapalı alana sahip ve bin metrekare açık avlusu bulanan hanın onarım çalışmalarının başladığı törende konuşan Vali Osman Aydın, böyle tarihi mimarilerin Anadolu’da Türkiye’nin damgası olduğunu belirterek, “Mazisini öğrenmeyen bir milletin geleceği karanlıktır. Böyle eserleri geleceğimize aktarmak görevimizdir. İnanıyorum ki 40 civarında eserin onarımlarının tamamlanması ile bu alanda önemli bir adım atılmış olacak” dedi. Bünyesinde 2 mescit, hamam ve insanların sosyal ihtiyaçlarını karşılayacağı mekanlara sahip yapının restorasyonun 210 günde tamamlanacağını ifade eden Selçuklu Belediye Başkanı Adem Esen, konuşmasında, “Bu hanın restorasyon çalışmalarının yüzde yirmisini biz karşılıyoruz. Geriye kalan yüzde seksenini ise, hemşehrilerimizin vermiş olduğu emlak vergisinin bir bölümüyle karşılıyoruz. Zazadın han’ın restorasyonu toplam 2 milyon YTL civarında tutuyor. Restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra burayla ilgili bazı projeler ürettik. Gelen teklifler doğrultusunda bu han otel, restoran olabilir. İnşallah bu eserler tahrip olamadan gelecek nesillere aktarılır” diye konuştu.


İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdüssettar Yarar’da konuşmasında, “Zazadın Hanı’nın iç ve dış kapılarındaki kitabelerden öğrenildiğine göre, Vezir Sadettin Köpek tarafından 1235–1236 yıllarında yaptırılmıştır. Günümüze iyi bir durumda gelen Zazadın Hanı, doğu batı doğrultusunda dikdörtgen plan şeması göstermektedir. Selçuklu han ve kervansaraylarında olduğu gibi kapalı ve açık bölümlerden meydana gelmiş, ancak kuzey duvarı kademeli olarak yapılmıştır. Yapımında kesme taş kullanılmıştır. Bu taşların arasına devşirme olarak antik taşlara da yer verilmiştir. Han kütlevi görünüşü itibarı ile bir kaleyi andırmaktadır” dedi.


Selçuklu İlçesi'ne bağlı Tömek Köyü yakınlarında bulunan Zazadın Han’da düzenlenen törene Vali Osman Aydın, Konya Milletvekili Sami Güçlü, Selçuklu Belediye Başkanı Adem Esen, Selçuklu Kaymakamı Şükrü Görücü, Meram Belediye Başkanı Refik Tuzcuoğlu, İl Emniyet Müdürü M. Salih Tuzcu İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdüssettar Yarar, Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, ve çok sayıda davetli katıldı. Konuşmaların ardından protokol üyeleri Zazadın han'ın restorasyon çalışmalarına ilk taşı koyarak hanın restorasyonunu başlattı.
Merhaba Gazetesi, Haber: Ali Sait Öge, Fotoğraf: turkishhan.org, 29.06.2007







İŞTE DÜNYANIN YENİ MİRASLARI

 

UNESCO Dünya Mirası Komitesi, dünya mirası listesini dün güncelledi.

 

Güncellemeye göre kültür mirası listesindeki yer ve yapılar şunlar:
 

Sydney Opera Evi - Avustralya

Ivami Ginzan Gümüş Madeni - Japonya

Nisa Kalesi - Türkmenistan

Delhi'deki Kızıl Kale Kompleksi - Hindistan

Samarra'daki arkeolojik kalıntılar - Irak

Lope-Okanda'da doğa - Gabon

Richtersveld'deki dağlık kurak topraklar - Güney Afrika

Mağara çizimleriyle ünlü Twyfelfontein-Namibya

Guandong'daki 1800 kule ev - Çin

Nazilerin İkinci Dünya Savaşı sırasında 1 milyonun üzerinde Yahudiyi öldürdüğü Auschwitz Toplama Kampı'nın adı da Polonya'nın isteği üzerine "Auschwitz-Birkenau Alman Nazi Toplama ve İmha Kampı" olarak değiştirildi. Bu talebin nedeni, "Auschwitz" adının "yaşananları" anlatma konusunda tek başına yetersiz oluşuydu.

Milliyet, 29.06.2007

APHRODISIAS'A YENİ OTOPARK

 

Aydın'a bağlı Karacasu İlçesi'nin merkez bucağına bağlı Geyre  Belediye Başkanlığı, Afrodisias antik kentinde yeni otoparkın hizmete açıldığını bildirdi.

 

Bu yeni otoparkta ücretsiz olarak şöförlere çay ve araçların yıkanması için su servisi yapılıyor, ayrıca otoparkla Afrodisias arasındaki 200 metrelik mesafede turistlere çekçeklerle taşıma hizmeti veriliyor.

Turizm Habercisi, 29.06.2007

HALEPLİBAHÇE'DE ARKEOLOJİK SONDAJ

 

Şanlıurfa Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, Haleplibahçe'de yapılan kazılarda 100 metrekarelik mozaiğin gün ışığına çıkarıldığını belirtti.


Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, MS 3. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Haleplibahçe Mozaiklerinde 'Savaşçı Amazon Kraliçelerinin resimlerinin dünyadaki ilk örneklerine rastlandığını söyledi. Haleplibahçe mozaiklerini, mozaik tekniği, sanatı ve 4 milimetre kare ile 1 milimetre kare ebadında Fırat Nehri'nin orijinal taşlarından yapılması ve benzeri özelliklerinden dolayı, dünyanın en kıymetli mozaiklerinden biri olarak tanımladığını ifade eden Yıldız, şunları söyledi; “Av sahnesi mozaiğinin kenar bordürlerinde, geometrik motifler, bitki desenleri, güvercin, kanatsız çocuk erosu, sincap, ördek, kaplan, keklik, ceylan ve tazı figürlerine yer verilmiştir. Mozaiği çevreleyen bordürün köşelerinde ise Urfa halkının 'Edessa Güzeli' diye adlandırdığı, genç kız maskına yer verilmiştir. Ayrıca mozaiğin genelinde doğadaki tüm renklerin kullanılması, aynı rengin farklı tonları kullanılarak verilen gölgelendirmeler, kısacası renklerin zenginliği, taşların küçüklüğü, üst seviyedeki sanatın mozaiklere resmedilmesi görenleri büyülemektedir. Ana sahnede dört amazon kraliçesi Hippolyte (Hipolite), Antiope, Melanippe (Melanipe) ve Pentehesileia (Pentesilya) savaşçı amazon kadınlarına özgü giysileriyle, tek göğüslü olarak at üstündeki av sahneleri tasvir edilip Grekçe isimlerine yer verilmiştir. Bu sahneler bugüne kadar rölyeflere resmedilmişti. Apollon ve Artemis Tapınağı, İzmir, Efes, Sinop, Samsun İli'ne bağlı Terme Çayı yanında kurulan Themiscyria gibi yerleşimler Amazon Kraliçeleri tarafından kurulmuştur.Yunan mitolojisinin en önemli unsuru olan Savaşçı Amazon Kraliçeleri Şanlıurfa'nın var olan kültürel mirasına katkı sağlayacaktır."


İl Kültür ve Turizm Müdür Selami Yıldız, Halepli Bahçede bulunan mozaiklerin 11 bin 500 yıl öncesine ait Göbeklitepe Tapınağı ve Balıklıgöl Heykeli gibi arkeoloji dünyasında ilgi ile izlenildiğini belirterek, "175 dönümlük alanın tamamında 10'ar metre aralıklarla sondaj çukuru kazılacaktır. Sondaj çalışmalarını başlattık. Yapılan sondajlarla alanın tamamında tarama yapılıp varsa diğer mozaikler de ortaya çıkarılacaktır. Çalışmalarımız Şanlıurfa Valiliğimizin sağladığı imkanlarıyla itina ile davam etmektedir" diye konuştu.

Şanlıurfa Kent Haber, 28.06.2007

RESTORE EDİLEN 2 TARİHİ BİNA AÇILIYOR

 

Akşehir Belediyesi'nin restore ettiği Kent Müzesi ve Konuk Evi ile Bakanlıkça restore edilen Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, şenliklerin ilk günü olan 5 Temmuzda açılacak.

 

Akşehir'de 1927 yılında yaptırılan ve 2000 yılındaki depremden sonra orta hasarlı olduğu için kullanılmayan tarihi Cumhuriyet İlköğretim Okulu Binasında, Belediye tarafından hazırlanan proje ile restorasyon işlemi yapıldı. Restorasyonu tamamlanarak, Kent Müzesi ve Konuk Evi olarak hizmet verecek olan yapı, açılışı bekliyor. Öte yandan Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilen, Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi olarak kullanılacak olan tarihi binadaki restorasyon çalışmalar da tamamlandı. Akşehir Belediye Başkanı Mustafa Baloğlu, her 2 yapının, bu yıl 48'incisi düzenlenecek olan Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Şenliği kapsamında 5 Temmuzda törenle açılacağını söyledi.'

Merhaba Gazetesi, 28.06.2007

ÇAKIRSAZ HANI ZİYARETE AÇILDI

 

Kütahya'nın Altıntaş Kaymakamı Faik Arıcan, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore ettirilen Çakırsaz Hanı'nı ziyaret etti.

Kaymakam Arıcan, ziyareti sırasında yaptığı konuşmada, hanların ve kervansarayların Türk tarihinde ticaret yollarındaki önemli merkezler olduğunu belirterek, "Hanlar, yollar üzerine bir günlük yürüyüş mesafesi kadar aralıklarla yapılmış olan yapılardır. Gelip geçen yolcuların, ticaret kervanlarının barındıkları, konakladıkları, zaman zaman satış yaptıkları, etraflarında yolcuların ihtiyaçlarını karşılayabileceği nalbant, semerci vb sanatkarların toplandığı birer merkezdiler. Aynı zamanda yapı tekniklerinden dolayı, yolcuların güvenlik açısından sığınma yerleriydiler. Uygun yapılarından dolayı yazın serinlemek isteyen, kışın ısınmak isteyen yolcuların istirahatgahıydılar" dedi.

Altıntaş ilçesine 15 kilometre uzaklıkta bulunan Çakırsaz Hanı, heybetli görünümü ile ziyaretçilerini bekliyor.

Kütahya Kent Haber, 28.06.2007

TARİHİ ESER DOLANDIRICILARI YAKALANDI

 

"Tarihi eser" süsü verdikleri madeni eşyaların gömülü bulunduğu haritayı satmak veya ortaklı kazı yapmak suretiyle vatandaşları dolandırdıkları iddia edilen Batmanlı bir şebeke Ardahan’da yakalandı.

 

Alınan bilgiye Beşiri doğumlu Y.K, S.K, S.G. ile D.G. isimli şahıslar Ardahan ilinin Hanak ilçesine giderek burada bulunan bir İmama ellerinde tarihi eserlerden oluşan  hazineye ait harita bulunduğunu ve milyarlarca lira değerinde altına ulaşmanın zor olmadığını anlattılar.

 

Köy imamıyla anlaşmaya varan 4 Batmanlı, daha sonra ellerindeki haritayı İmama satmak üzere planlarını uygulamaya koydular. Taraflar arasındaki görüşmeler devam ederken köy imamı durumu yetkililere bildirdi ve yapılan operasyonla 4 kişi yakalanarak gözaltına alındı. Adliyeye çıkarılan zanlılardan Y.K. tutuklanarak cezaevine gönderilirken diğer 3 kişi serbest bırakıldı.

 

Ardahan’ın Hanak İlçesi'nde meydana gelen bu olayda isimleri geçen kişilerin Beşirili olması, bir müddet önce aynı yöntemle kandırılan ve borçlanması nedeniyle intihar eden Dr. Hasan Bölükbaş olayını hatırlattı. Bilindiği üzere Dr. Bölükbaş da benzer bir şebekenin tarihi eser oyununa gelmiş ve büyük paralar bularak borçlanmıştı. Aynı yöntemi kullanan bu gurubun Ardahan’da yakalanması bu olayı anımsatırken, yetkililer, benzer dolandırıcılık yönteminin her zaman geçerli olabileceğine dikkat çekerek vatandaşların uyanık olmasını istediler.

Batman Gazetesi, 28.06.2007

MÜZEYE ZİYARETÇİ AKINI

 

Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürü Ahmet Denizhanoğulları, müze ziyaretçi sayısının arttığını bildirdi.  Arkeoloji Müzesi Müdürü Ahmet Denizhanoğulları, 2007 yılının ilk 6 ayında ziyaretçi sayısı bakımından geçen yıla göre yüzde 30 artış olduğunu belirtti.

 

Denizhanoğulları, "Ziyaretçi sayımızı 2006 yılı ile karşılaştırdığımızda yüzde 30'luk bir artış görülmektedir. 2006 yılında 40 bin 713 ziyaretçi müzemizi gezerken, 2007 yılında bu sayı 55 bin 393 kişiye ulaşmıştır. Çevremizdeki komşu illerle birlikte geliştirilecek ortak projeler ile Gaziantep bölgenin turizm cazibe merkezi haline getirilebilir" şeklinde konuştu.

 

Bölgede kazı çalışmalarının da devam ettiğini söyleyen Denizhanoğulları, "Kaledeki restorasyona yönelik kazı çalışmaları ile ilgili İl Özel İdaresi ile proje görüşmelerimiz sürüyor. Ayrıca, Yesemek ve Dülük Antik Kenti'nde temizlik çalışmaları yapılacak. Ağustos ayında ise yine Dülük'te bilimsel kazı çalışmasına başlanılacak. Yine Ağustos ayında Zeugma'da bilimsel kazı çalışması yapılacak" diye konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 28.06.2007

MUMYANIN SIRRI DNA İLE ÇÖZÜLDÜ

 

Mısır’da 104 yıl önce bulunan 3500 yıllık kadın mumyasının Kraliçe Hatşepsut olduğu, 1.80 cm büyüklüğündeki dişine yapılan DNA testiyle belirlendi. Dişleri çürük ve 50 yaşlarındaki şişman kadın mumyası, arkeologların uzun yıllardır çözmeye çalıştığı bir bilmeceydi. Mısır’ın başarkeoloğu Zahi Havas, "Dişler tıpkı parmak izleri gibidir" dedi.

 

   

 

Mısır’ın başarkeoloğu Zahi Havas, 104 yıl önce bulunan ve üst soylu sınıftan şişman bir kadına ait mumyanın dişinden alınan DNA örneğiyle diğer bilimsel testler sayesinde, kimliğinin belirlendiğini açıkladı. Zahi Havas, mumyayı gazetecilere tanıttığı basın toplantısında, "Bundan yüzde yüz eminiz. Mumya, 3500 yıl önce ülkeyi yöneten Kraliçe Hatşepsut’a ait" dedi. Firavunlar Vadisi’nde Tutankamun’un da gömülü olduğu mezarda 1903 yılında bulunan mumya üzerinde yapılan incelemelerde, kadının kemik kanserinden öldüğü belirlenmişti.

Havas, Kahire Müzesi’ne kaldırılan bu mumyanın, mezarın sahibi olan Hatşepsut’un "Sitre In" adlı nedimesine ait olduğunu sanıyordu. Ancak yıllar sonra sürpriz bir gelişmeyle mumyanın Hatşepsut’a ait olduğunu ortaya çıkardı. Firavunların vücut parçaları, ayrı kutulara konularak başka bir yerde muhafaza ediliyordu. Üzerinde Kraliçe Hatşepsut’un adının yazılı olduğu kutunun içinde bulunan azı dişi incelenince, mumyanınkine tıpatıp uyduğu görüldü. Havas, "Dişler tıpkı parmak izleri gibidir. 1.80 cm genişliğindeki bu dişi, bir dişçi ölçtü ve yüzde yüz mumyanınkine uyduğunu gördü" dedi.

Hatşepsut’un mumyası, aynı yerde bulunduğu Tutankamun mumyasından bu yana Mısır’daki en önemli arkeolojik bulgu oluyor.

Hürriyet, 28.06.2007






TAŞKÖPRÜ'DE TARİHİ HAMAM KALINTISI

 

Kastamonu`nun Taşköprü İlçesi'nde Roma Dönemi`ne ait olduğu sanılan tarihi hamam kalıntısı bulundu. Alınan bilgiye göre, Taşköprü`ye bağlı Donalar Köyü'ndeki tarihi hamam kalıntısı Karadere Barajı`nın yapımı sırasında ortaya çıktı.

 

Kastamonu Müze Müdürü Hüseyin Karaoğlu, yaptığı açıklamada, İl Kültür Müdürlüğü'nde görev yapan bir kişinin yaptığı başvuru üzerine bölgede incelemelerde bulunduklarını söyledi. Taşköprü merkeze 13 kilometre mesafedeki Donalar Köyü civarında bulunan kalıntının, olduğu yerde yapılan araştırmalar sonucunda ellerindeki literatürde bulunmaması nedeniyle dikkatlerini çektiğini söyleyen Karaoğlu, hamam kalıntısının Roma Dönemi`ne ait izler taşıdığını, ancak aynı bölgedeki kaya mezarı ve höyüklerin MÖ 7`nci yüzyılda Paflagonyalılar Dönemi`ne denk gelmesi nedeniyle incelemelerini sürdürdüklerini belirtti. Karaoğlu, kalıntının olduğu bölgenin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altına alınması için başvuracaklarını, incelemelerin neticesine göre bölgede kazı yapılabilmesi için İl Encümeni`ne başvuracaklarını dile getirdi.

 

Moloz taşından yapılan ve üç bölmeden oluşan hamam kalıntısının bulunduğu alanın taşlarla çevrili olması ve hemen yanında tarihi görünüme sahip çeşmenin bulunması nedeniyle bölgenin bir yerleşim yeri olması olasılığı üzerinde de duruluyor.

Kastamonu Postası, Fotoğraf: Kastamonu Kent Haber, 27.06.2007

KUŞADASI VE AYDIN'DA GÜVERCİNADASI VE MİLET MÜZESİ'NİN ONARIMI İÇİN İHALE AÇILDI

 

Kuşadası'nda bulunan Güvercinadası'nın sur duvarları ve içkalenin rölöve işi ihaleye çıkarıldı. Aydın Millet Müzesinin yapımı ve çevre düzenlemesi de ihale edilecek. Kuşadası Belediyesi Güvercinadası'nın bin 950 metrekare sur duvarlarının, 470 metrekare iç kalenin röleve projesi hizmetini yaptıracak.





İhale, 16 Temmuz 2007 tarihinde saat 15.00'de belediyede açık ihale usulü ile yapılacak.
15 Ağustos ve 15 Aralık 2007 tarihleri olmak üzere toplam 120 günlük süreyi kapsayacak olan hizmet işi ihalesine yerli firmalar katılabilecek. İhaleye katılmak isteyenler şartnameyi belediyeden temin edebilecekler.
       
Öte yandan Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Aydın Millet Müzesi'nin yapımı, teşhir tanzimi ve çevre düzenlemesi işini yaptırmak üzere ihale açtı. Toplam bin 400 metrekare müze binasının yapımı işi açık ihale usulü ile gerçekleştirilecek.






Yer tesliminden itibaren toplam 500 günlük süreyi kapsayacak olan işin ihalesine yerli firmalar katılabilecek. İhale, 13 Temmuz 2007 tarihinde saat 10.30'da Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünde yapılacak.

 

İhale dokümanı Aydın Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünden bedeli mukabili temin edilebilecek. Teklif mektupları ise ihale günü ihale saatine kadar aynı adrese verilecek.
Söz konusu ihale istekliler teklif edilen bedelin yüzde 3'ünden az olmamak üzere kendi belirleyeceği tutarda geçici teminat verecekler.
       
Muhtelif kuruluşların yapacağı bazı inşaat ihaleleri ve ihale tarihleri de şöyle:
''İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü Kadıköy, Beşiktaş, Üsküdar, Şişli, Maltepe ve Beyoğlu ilçelerinde bulunan Vakıflar Bölge Müdürlüğüne ait 33 adet lojmana doğalgaz tesisatı bağlatacak (19 Temmuz 2007 saat 14.30), İstanbul İl Özel İdaresi, İmar Yatırım ve İnşaat Daire Başkanlığı Kadıköy Küçükbakkalköy eğitim kompleksi inşaatını yaptıracak. (20 Temmuz 2007 saat 11:00), Karayolları 12.Bölge Müdürlüğü kavşak düzenlemesi yaptıracak (18 Temmuz 2007 saat 10.00), Silivri Belediyesi-Fen İşleri Müdürlüğü tarafından prefabrik sağlık ocağı yaptırılacak (13 Temmuz 2007 saat 14.00), Sulama Onarım İnşaatı (Yıldızırmağı Sulaması) Yaptırılacaktır. Dsi 19. Bölge Müdürlüğü 191 Şube Müdürlüğü tarafından Yıldızırmağı sulaması inşaatı yaptırılacak (11 Temmuz 2007 saat 9.30).''

Turizm Gazetesi, Foto: Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, geocities.com, 27.06.2007

ATATÜRK'ÜN DADAY'DA KALDIĞI KONAĞIN RESTORASYONU TAMAMLANDI

Kastamonu`nun Daday İlçesi'nde bulunan ve 30 Ağustos 1925 tarihinde Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk`ün ilçeyi ziyareti sırasında konakladığı ve balkonundan Dadaylılara hitap ettiği Köpekçioğlu Konağı`nın restorasyonu 13 yıl aradan sonra tamamlandı. Kültür Bakanlığı 1994 yılında, Daday ilçe merkezinde 3 Nisan 1912 tarihinde 3 katlı olarak inşa edilen, 30 Ağustos 1925`te Ulu Önder`i ağırlayan Köpekçioğlu Konağı`nın Atatürk Müzesi yapılması düşüncesiyle restorasyonuna başladı. Ödenek yetersizliği ve çeşitli nedenlerle uzun süre restorasyonu durdurulan bina bir müddet sonra kütüphane yapılmak amacıyla Kütüphaneler Genel Müdürlüğü'ne devredildi. İlçede ihtiyacı karşılayacak kütüphanenin bulunması nedeniyle bina daha sonra Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü'ne geçti.

 

Kastamonu İl Kültür Müdürü Mehmet Taşkın, yaptığı açıklamada, müteahhit firmanın konağın restorasyonunu tamamlayarak anahtarını İl Kültür Müdürlüğü'ne teslim ettiğini söyledi. Ödenek yetersizliği ve çeşitli nedenlerden binanın restorasyon çalışmalarının uzadığını, ancak böyle güzel bir eserin tamamlanmasının kendi dönemine denk gelmesinden dolayı mutluluk duyduğunu ifade eden Taşkın, "Yakında rölöve çalışmalarına başlanacak. Köpekçioğlu Konağı, Kastamonu ve Daday turizmine kazandırılacak" dedi. Taşkın, rölöve çalışmasının tamamlanmasının ardından binanın en az 5 yıl kiraya verilmesi için Milli Emlak Genel Müdürlüğü'nden izin alınacağını da bildirdi. Daday İlçesi'nin en önemli tarihi yapılarından biri olan Köpekçioğlu Konağı, tavan, kapı ve pencere süslemeleriyle dikkat çekiyor.

Kastamonu Postası, Fotoğraf: Daday Belediyesi, 27.06.2007

AKÇAKALE KAZILIYOR

 

Rum Pontus İmparatoru tarafından yaptırılan, tapusu bir yıl öncesine kadar bir şahsa ait Akçakale Kalesi'ndeki restorasyon çalışmaları başlıyor.

 

475 bin YTL'ye devlet tarafından satın alınan, Trabzon Akçaabat'ta bulunan 700 yıllık kalede 10 kişilik bir ekip tarafından 72 gün sürecek bir kazı çalışması yapılacak. Kazıda eski dönemlere ait mezarların ve tarihi nitelikte dökme topların çıkması bekleniyor.

 

Kalenin 1297 - 1330 yılları arasında İmparator Aleksios II tarafından Selçuklulardan korunmak amacıyla yaptırıldığı sanılırken, Trabzon'un fethinden sonra kale yedi yıl daha savunulmuş ve sonra Fatih Sultan Mehmed'in komutanlarından Mahmut Paşa tarafından ele geçirilmişti. Kuşatma sonunda şehit düşen Mahmut Paşa'nın da kaleye gömüldüğü belirtiliyor.


Kazı çalışmalarına başkanlık edecek olan Trabzon Müze Müdürü Nilgün Yılmazer Salihoğlu, söz konusu alanın dolgu yapılarak tarla olarak kullanıldığını, öncelikle bu dolgunun kaldırılacağını ifade ederek, "Yaklaşık 72 gün 10 kişilik bir ekiple yapılacak bir kurtarma kazısına başlayacağız" dedi. Kazılardan sonra neye ulaşılacağının belli olmadığını dile getiren Salihoğlu, "Bu kale çok sayıda savaşta kullanmış. Bu açıdan top güllelerine ulaşmayı düşünüyoruz. Kalenin içi tarla haline getirilmiş. Bu toprakları ortadan kaldırdığımızda altında büyük bir tarihi hazine çıkacağını sanıyorum" diye konuştu.

Karadeniz Gazetesi, 27.06.2007

BİTLİS KALESİ'NDEN KOPARAK TEHLİKE SAÇAN KAYALARA KARŞI TEDBİR ALINACAK

 

Bitlis Kalesi'nden koparak tehlike saçan kayalara karşı tedbir alınmak amacıyla çalışmalar başlatıldığı bildirildi.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör, kış aylarında büyük sıkıntı oluşturan kaleden kopan taşlar konusunda bir heyetin incelemeler yaptığını söyledi.

Işıkgör, "Bitlis Kalesi'nde kaya kopmalarına karşı nasıl bir tedbir alınacağı konusunda incelemeler yapmak üzere ilimize gelen Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri proje çalışması başlatacaklar." dedi

Turizm Gazetesi, Fotoğraf: Diyarbakır Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, 27.06.2007

SİDE'DE KALİTELİ TURİST İÇİN KÜLTÜR VE ARKEOLOJİ TURİZMİ CANLANDIRILACAK





Antalya'nın Manavgat İlçesi Side Beldesi Belediye Başkanı Osman Delikkulak, turizm beldesini dünyada kültür ve arkeoloji turizminin başkenti yapacaklarını söyledi.

 

Turizm beldesini geçen yıl 500 bin turistin ziyaret ettiğini bildiren Başkan Delikkulak, bu yıl ise bu rakamının yüzde 20'lik bir artışla 700 bin olacağını tahmin ettiklerini belirtti. Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi'nin (NASA) 29 Mart 2006 tarihinde 4 dakikalık güneş tutulma anını Side'den canlı yayınla dünyaya duyurmasının turizm beldesinin tanıtımına büyük katkı sağladığını ifade eden Delikkulak, hedeflerinin İspanya, Yunanistan, İtalya ve Karayip Adaları'na giden entellektüel ve kültürlü turistleri Side'ye çekmek olduğunu aktardı.





Delikkulak, "Side'de sahil turizmi yanı sıra kültür, sanat, tarih ve arkeoloji turizmini de canlandırmak istiyoruz. Bunun için 3 yıldır yurtiçi ve yurt dışı turizm fuarında beldemizin tanıtımında arkeoloji turizmini ön plana çıkarıyoruz. Araştırmalarımıza göre dünyada sahil turizmi ile arkeoloji turizmin bütün donanımı ile bulunduğu başka bir antik kent yok. Side'ye kaliteli ve paralı turist seçici davranmak zorundayız. Cebinde 500 Euro ile Türkiye'ye tatile gelen bir turist Side'de hiç esnafa yararı olmaz. Beldemizde turizmin kalitesini ve çıtasını yükseltmek için arkeoloji ve kültür turizmini canlı tutmak zorundayız. Zaten dünyada da para bırakan kişilerde entellektüel turistlerdir." diye konuştu.

 

Delikkulak, beldede kültür ve arkeoloji turizminin canlı tutmak için Side Antik Kent'te Kültür ve Turizm Bakanlığı katkıları ve Antalya Koruma Kurulu'nun izni ile Apollon Tapınağı, Bizans Bazilikası ve şehre girişte bulunan Vespasian Çeşmesi'nde güzelleştirme yaptıklarını ifade etti. Delikkulak, beldede ilk tarihi kazıların 1947 yılında Prof. Dr. Arif Müfid Mansel tarafından yapıldığını ve Side Müzesi'nde açık ve kapalı alanda 20 bin tarihi eserin sergilendiğini söyledi.

 

Türkiye'ye ikinci defa tatile geldiğini Rusya'da Moskova Üniversitesi Arkeoloji Bölümü 3. sınıf öğrencisi Maria Perelygina (21), önümüzdeki yıl üniversiteyi bitirme tezi olarak Side Antik Kent veya Likya medeniyetinin baş şehri olan Antalya'nın Kaş İlçesi Kınık beldesindeki Xanthos'u hazırlayacağını söyledi.

 

Son 5 yıl içinde dünyada yükselen turizm değerinin arkeoloji, sanat tarihi, yayla ve doğa turizmi olduğunu ifade eden Alman heykeltıraş Dietmar Frieze (78), İspanya, Fransa, İtalya ve Yunanistan'daki turizmcilerin ülkelerine entellektüel turist çekmek için özel çabalarının olduğunu aktardı. 50 yıldır Side'de yaşadığını ve eşinin Türk olduğunu belirten Dietmar Frieze, arkeoloji turizminin yaygınlaşmasında kültür ve turizm bakanlığının iktidarlara göre değil de uzun vadeli milli politikalarının bulunması gerektiğini kaydetti.

 

Arkeoloji öğrencisi olan Rus Maria Perelygina, Antalya ve turistik ilçelerinin deniz turizmi yanısıra arkeoloji turizmi için cazip olduğunu söyledi. Perelygina, "Geçen yıl 10 günlük tatilimi Fethiye Ölüdeniz'de yaptım ve günümü Letoon kazılarını yapıldığı yerde geçirdim. Türkiye arkeolojik kültür zengini bir ülke. Bu yıl ise 10 günlük tatilimi Side'de geçiriyorum. Side Müzesini gezdim ve tarihi eserleri görünce büyülendim. Otelden çıktıktan sonra Side Antik Kent'in tarihi mekanlarını gezince huzur buluyorum. Üniversite bitirme tezimi Side veya Xanthos üzerine yapmayı düşünüyorum." dedi.

TürkiyeTurizm.com, 27.06.2007

BİR KÜLTÜR OLARAK MATEMATİK

 

Dünyada birçok insan matematikle olan dargın ilişkisinden şikayet eder. Birçoğumuz bunu bir eksiklik olarak ifade etmekten hiç çekinmez. Aksine, matematikteki eksikliğini neredeyse övünerek dile getirir. Matematiği gözümüzde öylesine büyütmüşüz ki, böyle bir "ihtişam" karşısında yetersiz kalmak bir özellik olarak algılanıyor. Otoriteye biat etmek sahnesi...

 

Matematiği yalnızca bir araç olarak gören ve toplumsal devinimden bağımsız algılayan bir paradigmada, matematiğin ideolojik boyutunu da gündeme taşımış oluyoruz böylece.

Her bilgi dalı gibi matematik de bir kültür olarak yaşamını sürdürür. Son zamanlarda yapılan kazılarda 30000-40000 yıl öncesine varan bulgulara rastlanmaktadır. Çeşitli kemikler ve taşlar üzerindeki işaretlerden daha o zamanlar insanların yaşamlarını ölçüp biçtiğini, hesap kitap yaptığını öğreniyoruz.

 

Gereksinmelerin giderilmesi, yaşamın örgütlenmesi için üzerinde yaşanan topraklar ölçülmüş, bölümlen-miş, hayvanlar sayılmış, gruplara ayrılmıştır. Evreni anlamak yolunda uzay tasavvur edilmiş, evrende görülenler benzetilerek geometrik şekil ve cisimlere vardırılmıştır. Giderek sayı dizgeleri farklılaşmış, çeşitli tabanda sayı sistemleri ortaya çıkmıştır. Bir taraftan insanların merak duyguları, yaratıcı yetileri, diğer yandan ihtiyaçların itici gücü ile matematik yaşamın kaçınılmaz bir parçası olmuştur. Doğa bilimleri büyük bir hızla evrilirken matematiği tetiklemiş, matematik de fiziksel araştırmaların motor gücü olmuştur.

 

Bu sürece sayısız örnek katmak olasıdır. Ancak temel sorun, böylesine insana has bir özelliğin, birçok kişinin başına nasıl dert olup çıktığıdır. Descar-tes'tan başlayan çözümleyici bakış açısı, Newton ve Leibniz ile doğanın devinimini anlamlandırma gayretlerinde doruğa ulaşmıştı. Matematik o güne kadar fizikle bu denli iç içe olmamıştı. Sonlu küçük matematikle fiziksel olguların değişim süreçlerine el atılmış, doğal süreçlerin modellenmesi ile mekanik biliminin temelleri atılmıştı. Bunun anlamı şuydu: Doğa olayları artık tasarlanabilir ve benzetilebilirdi. Böylece, matematik belirli bir dizge çerçevesinde düzenlenmeye başladı. Gelişen sanayi ölçütlerine göre insan yetiştirebilecek okullar ortaya çıkmaya başladı. Bu okullar, günün koşullarına ve gereksinmelerine göre içerik kazandı. Geometri cebirselleşti. Matematiği daha rahat kullanmanın ve buna göre bir öğretim çatısını kurmanın yoğun uğraşı gündeme geldi. Matematiğin bu yeni sistematik yapısı yeni kuşaklara aktarıldı.

 

Kültürel bir olgu olan matematik bu süreçte doğa bilimlerinin evriminde o denli etkili oldu ki, "bilimlerin kralı/kraliçesi" önermesiyle taçlandırıldı. Matematik bir "zeka ölçütü" olarak öne çıktı. Matematik bir otorite olarak örgütlenince, insan türünün çokluk, uzam, renk gibi doğal zihinsel yetileri şeyleşti. Yalın bir doğallık olan parmakla hesap yapmak gibi edimler aşağılandı. İnsanlar baş tacı edilen bu "matematik anlayışı" süzgecinden geçirilerek sınıflandırıldılar. Herkesin kendine özgü matematiksel nitelikleri, kabul gören ölçütlere karşı yenik düştü. Matematiğe yabancılaşıldı. Böylece, matematik kaygısı toplumsal bir nitelik kazandı.

 

Matematik, bir kültür olarak insani bir üründür, bir eserdir. Tarihsel devinimde bir evrim yaşamıştır ve yaşamaktadır. Hüküm süren kapitalist/tek-nolojist paradigma pozitivist ideoloji kapsamında matematiği tarihsiz kılar. Matematiğin evrenselliğine ilişkin inancı önemli ölçüde pekiştirir. Araçsallaştırır. Böylece matematik üzerinden bir iktidar kurar. Matematik bir otorite olarak seçkinci bir çizgi izler. Matematik, modern bilimin anahtar girdisidir ve teknolojinin kaçınılmaz bir hammaddesidir. Buna göre, çokluk, uzam, renk, değişim, biçim gibi boyutlar insan zihninin doğal nitelikleriyken şeyleşir, metalaşır ve insana yabancılaşır...

Birgün, Yazı: Beno Kuryel (Ege Ü. Müh. F.), 27.06.2007

AĞRI METEOR ÇUKURU MODERN HALE GETİRİLECEK

 

Ağrı İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, 'Ağrı Meteor Çukuru'nun daha modern bir hale gelmesi için çevre düzenleme projesi hazırladıklarını, çalışmaların tamamlanması ile önemli bir doğal güzellik olan çukurun daha güvenli bir şekilde ziyaret edilebileceğini söyledi.
 

Muhsin Bulut, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü teknik elemanları tarafından hazırlanan projenin Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Koruma Kurulu'na gönderildiğini ifade etti. Meteor çukurunun çevresinin bu düzenleme ile yeni bir hale getirileceğini dile getiren Bulut "Öncelikle çukurun etrafında bir toprağın içeriye girilmesi setle engellenecek, yeşil alan ve ağaçlandırma yapılacaktır. Bununla beraber gelen ziyaretçiler için kafeterya ve dinlenme alanları oluşturulacaktır. Çukurun izlenmesi için 12 metre yüksekliğinde çelik bir kuleden Meteor çukuru izlenilebilecek. Çok daha keyifli çok daha güveni bir ortamda gelen ziyaretçilerimizi ağırlayacağız. Proje dünyanın ikinci büyük meteor çukuruna yakışır tarzdadır" dedi.

Turizm Gazetesi, Fotoğraf: Doğubayazıt Kaymakamlığı, 27.06.2007

KÜLLİYE'NİN ÇEHRESİ YENİLENİYOR

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından geçtiğimiz gün ihalesi gerçekleştirilen, Sultan II. Bayezid Külliyesi Tabhane, Mutfak ve Camii restorasyonu bitirildikten sonra Avrupa Müze Ödülü sahibi Sağlık Müzesi'yle birlikte Edirne'nin cazibe merkezi olacak.

Geçtiğimiz yıllarda Trakya Üniversitesi'ne devredilen ve onarım için Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne bırakılan bölümler onarımın ardından müze yapılmak üzere tekrar Üniversite'ye devredilecek.

Kısa sürede başlaması ve bitirilmesi planlanan restorasyon sonrasında tekrar Trakya Üniversitesi'ne devredilecek olan aşhane, mumhane, mutfak ve fırın bölümleri dönemine uygun olarak mankenlerle canlandırılacak ve diğer bölümlere ise sergi salonu ve cafeterya yapılacak. Bu çalışmaların tamamlanmasıyla birlikte, halen çalışmaları devam eden Tıp Medresesi Müzesi ve Avrupa Müze ödüllü Sağlık Müzesi bütünleşerek Edirne'nin ciddi turizm potansiyeline sahip bir alan haline gelecek.

Sultan II. Bayezid Külliyesi'nin ihaleye çıkarılan bölümleri için en düşük fiat teklifini restorasyon devi ERBU İnşaat verdi. 2 milyon 559 bin YTL ile ihaleye en düşük teklifi veren firma hedeflerinin restorasyonu kısa sürede bitirmek olduğunu belirtti.

Tarihi eser restorasyonu konusunda başarılı işlere imza atan ERBU İnşaat, Bosna Hersek'te Mostar Köprüsü ve Camii, Kosova'da Murathan Hüdavendigar Külliye ve Türbesi, Van Akdamar Kilisesi, Kayseri Şah Ruh Köprüsü, Nevşehir İbrahim Paşa Köprüsü, Antalya Asperdos Köprüsü gibi önemli restorasyonlara imza atarken, Edirne'de Kanuni, Fatih, Saraçhane, II. Bayezid, Yalnızgöz, Meriç Köprüleri, Adana Taşköprü, Adapazarı Ali Fuat Paşa Köprüsü, İstanbul Mimarsinan Köprüsü ve Muş'ta da Murat Köprüsü gibi önemli eserlerin restorasyonuna devam ediyor.

Edirne Internet Gazetesi, 27.06.2007

TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞINA 8 TUTUKLAMA

 

Tokat İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü'nce yapılan operasyonda tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddia edilen 10 kişi yakalanarak gözaltına alındı.

Sorgulamalarının ardından adliyeye çıkarılan zanlılardan 8'i tutuklanarak cezaevine konuldu.

 

Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan yapılan açıklamaya göre, Tokat'ta tarihi eser kaçakçılığı ve izinsiz kazı yaptıkları değerlendirilen şahıslara yönelik yapılan çalışmalarda tüm yurt genelinde faaliyeti takip edilmekle olan Y.Y. isimli şüphelinin özellikle son 2 aydan beri kente dışında bazı yabancı şahıslarla beraber görülmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla operasyon başlatıldı.

 

Tokat merkez Kızılköy, Kılıçlı köyü, Pazar ilçesi Dereçaylı köyü ve Niksar ilçelerinde zaman zaman kaçak kazı ve tarihi eser pazarladıkları tespit edilen 10 şüpheli gözaltına alındı. Emniyet mensuplarının başarılı takip izleme ve arama işlemleri sonunda Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla başlatılan operasyonda şahısların ev, iş yeri ve araçlarında yapılan aramada kazı yapmak için kullanılan suç aletleri, 2 adet ruhsatsız tabanca ile şarjör, 10 adet CD, 90 adet çeşitli figür ve mekanların bulunduğu fotoğraflar, 23 adet Osmanlıca yazılmış tapu belgelerine el konuldu.

 

Gözaltına alınan 10 kişi, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet suçlarından adliyeye çıkartıldı. Nöbetçi mahkemeye sevk edilen zanlılardan M.E.Ö., K.G., Y.Y., A.T., H.Ö., B.A., S.K. ve Ü.G. isimli şahıslar tutuklanarak Tokat Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na konuldu.
Tokat Kent Haber, 27.06.2007

TÜRKİYE'NİN EN UZUN 6. MAĞARASI OLAN AYVAİNİ MAĞARASI ZİYARETÇİ BEKLİYOR

 

Bursa'ya 40 kilometre mesafedeki Ayva Köyü'nde bulunan Türkiye'nin en uzun 6. mağarası Ayvaini Mağarası, farkedilmeyi bekliyor. Mağaranın yolunun yapılması halinde yabancı turist ilgisinin artacağı belirtiliyor.





Mağara yoğunluğu bakımından dünyanın önde gelen ülkelerinden olan Türkiye, doğal güzellikleri ile turistleri adeta büyüleyen bu mağaralarından yeterince yararlanamıyor. Dağların derinliklerinde saklı kalan güzelliklerin turizme kazandırılamaması bölgeler için büyür gelir kayıplarına neden oluyor.

 

Bursa'da, yeni yeni turizme kazandırılan 7 kilometrelik Oylat Mağarası'nın aksine, Ayva Köyü ve Mustafakemalpaşa İlçesi'ne bağlı Kazanpınar Köylerindeki ağızları ile 2 girişi bulunan 6 kilometrelik Ayvaini Mağarası farkedilmeyi bekliyor. Uluabat Gölü'nün güney bölümünde yer alan Ayvaini Mağarası, doğal güzellikleri, gizemli derinlikleri ve gölleri ile meraklıları cezbediyor.

 

Derinlikleri yer yer 3-4 metreye ulaşan 60 adet gölcük bulunan mağaranın çıkışındaki gölcüğün uzunluğu ise yaklaşık 400 metre. Su seviyesinin mevsimlere göre değişiklik gösterdiği, sarkıtlarla kaplı, el değmemiş yapısı ile gerçek bir doğa harikası olan Ayvaini Mağarası, özellikle üniversitelerin mağaracılık kulüplerinin ilgi odağı oluyor. Güney Marmara Bölgesi'nin en uzun yer altı geçidi olduğu belirlenen ve sarkıt, dikit, duvar damlataşları, sulu damlataş havuzları ve küçük gölcükleriyle doğa harikası olan mağara, giriş kısmı hariç yatay gelişmiş bir mağaradır. Bir noktadan girilip, diğer tarafından çıkılabilen mağarada ilerleyebilmek için göllerle kaplı alanlarının botlarla geçilmesi gerekiyor.

 

Köy muhtarı Nuri Ceylan, mağaranın 1970 yılında 3 İspanyol turist tarafından keşfedildiğini anlatıyor. İspanyol turistlerin köy okulunda bir hafta kaldıklarını ve mağarayı incelediklerini belirten Ceylan, daha sonra ülkelerine dönen turistlerin mağara hakkında bir kitap yazdıklarını, kitabın piyasaya çıkması üzerine mağaranın farkedildiğini aktarıyor.

 

Mağaranın kendileri için çok önemli bir gelir kaynağı olduğunu vurgulayan Muhtar Ceylan, özellikle hafta sonları gelen ziyaretçilerin köylerinden alışveriş yapması nedeniyle köy halkının önemli ölçüde yan gelir elde ettiğini kaydetti. Mağaranın turizme açılması durumunda daha fazla ziyaretçinin köylerine geleceğini belirten Ceylan, yol haricinde mağaranın ışıklandırılması gibi konuların halledilmesini beklediklerini anlattı. Özellikle Arap turistlerin mağara için köye geldiklerini belirten Ceylan, "Arap turistler özellikle yazın çok sık geliyorlar. Ama mağaranın yolu olmadığını görünce geri dönüyorlar. Bu konuyu Valimiz Nihat Canpolat'a açtık. Kendisi köye geldi, mağarayı gezdi. Mağaraya yol yapılması için 50 bin YTL para çıkarttı. Konunun Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından onaylanmasını bekliyoruz. Bir an önce buranın ihaleye verilerek yapılması gerekiyor. Mağaranın yolunun yapılması durumunda ziyaretçi oranı 3-4 katına çıkacaktır." diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 27.06.2007

ATA'NIN KALDIĞI EV 88. YILDA MÜZE OLDU

Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Milli Mücadele yıllarında Tokat'a geldiğinde kaldığı ev, "Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi" olarak hizmete açıldı.

Atatürk'ün Tokat'a gelişinin 88. yıldönümü nedeniyle düzenlenen kutlama programı çerçevesinde ilk olarak kortej yürüyüşü yapıldı. Gaziosmanpaşa Stadyumu önünden başlayan yürüyüş Cumhuriyet Meydanı'nda Atatürk anıtına çelenk konulmasıyla sona erdi.

 

"Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi" açılışı ile devam eden programa halk yoğun ilgi gösterdi. Atatürk'ün Milli Mücadele yıllarında Tokat'a geldiğinde Devegörmez Mahallesi'nde kaldığı tarihi evin açılış töreninde evin eski sahibi Ercan Süsoy ve İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz konuşma yaptı. Son olarak kürsüye gelen Vali Akyel, Atatürk'ün Tokat'a geldiğinde kaldığı konağı devlete teslim eden Süsoy ailesine teşekkür etti. Vali Akyel, "Tarihimize, şehitlerimize, gazilerimize, atalarımıza minnet ve şükran duygularımızı yaşatmalıyız. Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak her zaman gazilerimiz ve şehitlerimizin yanındayız" dedi. Yapılan konuşmaların ardından Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi'nin açılışı yapıldı. Tarihi evde Atatürk'ün kullandığı çeşitli eşyalar da bulunuyor.

Tokat Kent Haber, 27.06.2007

MALATYA KALESİ SURLARI TARTIŞMA KONUSU OLDU

 

Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde bulunan ve yaklaşık 2 yıl önce SİT alanı ilan edilen 500 yıllık tarihi Malatya Kalesi surlarının çevirdiği iki mahallenin sakinleri kendilerine ait arazide yapılaşmaya izin verilmemesinden şikayet ediyor.





Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, yaptığı açıklamada, surların 1960'lı yıllarda yapılan tapulaştırmada 2-3 bin kişinin özel mülkiyetine geçtiğini, vatandaşların surların etrafına ev ve bahçeler yaptığını, ancak belediyenin bu arazi sahipleri ile görüşerek surları kamulaştırmak ve son kalıntılarını koruyarak turizme kazandırmak istediğini ifade etti.

 

Gürkan, Malatya Kalesi'nin yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya olan 3 bin metre uzunluğundaki surlarının geçtiği arazinin 1960'lı yıllarda Battalgazi semtinde yapılan tapu kadastro çalışmaları sırasında vatandaş mülkiyetine geçmiş olabileceğini kaydetti. Kamulaştırma çalışmaları sonucunda surların 550 metrelik kısmının özel mülkiyetten çıkarılarak devlet arazisi haline getirildiğini belirten Gürkan, şöyle konuştu: ''Surlar 1960'lı yıllardaki tapulaştırma çalışmalarında 2 veya 3 bin kişinin özel mülkiyetine geçmiş. Vatandaşlar surların etrafına ev ve bahçeler yapmış. Ancak biz bu arazi sahipleri ile görüşerek surları kamulaştırmak ve son kalıntılarını koruyarak turizme kazandırmak istiyoruz. 2007 yılı içinde Müzeler Genel Müdürlüğü ile görüştük. Onay alındıktan sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvuracağız. Ağustos ayı sonunda çalışmalara başlanacağına inanıyoruz.''

 

Malatya İl Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay ise Malatya Kalesi'ne ait tarihi surların yaklaşık bir buçuk kilometrelik bölümünün son kalıntılarını kurtarmak için çalışmalar yaptıklarını, ancak bu surların özel mülkiyette olması nedeniyle restorasyon çalışmalarında sıkıntı yaşandığını ifade etti. Surların üzerinden geçtiği arazileri Battalgazi Belediyesi'nin kamulaştırmasını istediklerini belirten Özbay, ''Kamulaştırma yapıldığı takdirde en kısa sürede restorasyona başlayacağız'' dedi.
 

Yaklaşık 2 yıl önce SİT alanı olarak korumaya alınan tarihi Malatya Kalesi surları, ilçedeki Meydanbaşı ve Alacakapı mahallelerinde ikamet eden 2 bin vatandaşın tapulu arazisi üzerinde bulunuyor. Mahalle sakinleri, SİT alanı ilan edildiği için kendi arazilerinde ev yapamadıklarını ifade ederek, surlara çok uzak olan alanlara bile müdahale edildiğini iddia etti.

 

Meydanbaşı Mahallesi Muhtarı Bekir Yağız, surların 500 metre uzağına ev yapmak istediğini, ancak izin verilmediğini belirterek mağdur edildiklerini savundu. Yağız, ''Tek dert surları korumaksa ben de korurum. Eğer isterlerse surların arazimizde olan kısmını da verelim. Ancak surlara 500 metre uzaklıktaki bahçeme ev yaptırmak için iki yıldır niye bekliyorum?'' diye konuştu.

 

Mahalle sakinlerinden İsmet Sayın ise surlara 300 metre uzaklıkta bulunan evlerinin yanına oğluna bir ev yapmak istediğini ancak 1,5 yıl kendisine olumlu bir yanıt verilmeyince oğluna ilçede ev kiralamak zorunda kaldığını kaydetti.
       
Malatya'nın ilk yerleşim yeri Battalgazi İlçesi'ndeki kale, tarihi kaynaklara göre yapıldıktan sonra Roma, Bizans, Sasani ve Bizans, Arap mücadelelerinde önemli tahribata uğramış. Bu surlar her seferinde onarılarak Osmanlı dönemine kadar korunmuş. Battalgazi'nin
kahramanlıklarıyla destanlaşan Malatya Kalesi, 19. yüzyıla kadar şehrin savunmasında önemli rol oynamış. Şehrin her tarafından görülebilen Malatya Kalesi'nin 71 burcu ve 11 kapısı bulunuyor.

Turizm Gazetesi, Fotoğraf: Battalgazi Belediyesi, 27.06.2007

PAMUKKALE'DE ARAÇ YASAĞI

 

Denizli Valiliği, Pamukkale’ye araç girişini yasakladı. Karara göre, turist taşıyan otobüsler ile özel araçlar artık ören yerine giremeyecek.

UNESCO’nun dünyanın olağandışı evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal varlıkları içerisine giren ve dünya miras listesinde yer alan Pamukkale’ye araç girişleri yasaklandı. Uygulamayla, tur otobüsleri ile özel araçlar, Pamukkale’ye giriş yapamıyor.

Denizli Valisi Hasan Canpolat, yaptığı açıklamada “Ziyaretçilerden bir tek şikayet gelmedi. Tur rehberleri bizlere teşekkür mektubu gönderdiler. Çok büyük bir rahatlama oldu. Tüm dünyadaki antik kentlerde böyle gezilir. Buralara araç sokulmaz. Ancak hava şartlarına göre bizler de önlemlerimizi alırız. Şu anda Pamukkale içerisinde servisler var. Karar yerinde bir karardır” dedi.

Turizmciler ise karara tepki gösterdi. Turistlerin yaklaşık bir kilometre yürüyerek Pamukkale’ye ulaştığını söyleyen rehberler, aşırı sıcakların da olumsuz etkilere neden olduğunu belirtiyor.

Rehber Gökhan Tunç, “Bizce yanlış bir uygulama. Buraya Türkiye’nin her yerinde akın eden turistler var. Genç turist fazla olmuyor, genellikle 60, 70, 80 yaşında turistler oluyor, bunları nasıl gezdireceğiz. Devlet adeta ‘Buraya gelmeyin’ diyor. Bence bir yol yapılmalı raylı sistem veya Side de olduğu gibi konvoy halinde tren, o zaman daha iyi olur diye düşünüyorum” dedi.

Öte yandan, turistlerin bazıları ise yürümekten memnun olduklarını belirttiler.

NTV, 27.06.2007

CAMİ ÖNÜNDE DEFİNE AVI

 

Kastamonu, Pınarbaşı Savaş Köyü'nde bir kişi camii önündeki taşı define aramak maksadıyla yerinden sökünce Jandarma tarafından yakalandı.

İ.B. isimli şahısın define aramak amacıyla taşı yerinden söktüğü açıklandı. Şahıs Cumhuriyet Savcılığının talimatı ile serbest bırakıldı.

Nasrullah Gazetesi, 27.09.2007

MUSTAFA İSEN GÖREVİNE DÖNDÜ

 

Partileri tarafından aday gösterilmeyen bürokratlar eski görevlerine geri dönmeye başladı.

 

AKP’den aday gösterilmeyen Mustafa İsen, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığı görevine getirildi.

Turizm Gazetesi, 29.06.2007

HERAT'TA 5 MİNARE

 

Afganistan'ın batısındaki Herat kenti bir zamanlar yaşadığı şaşaanın çok gerisinde şimdilerde. Tarihi İpek Yolu üzerindeki bu kadim kent yarım asra yaklaşan şiddetli savaşlar ve iç çatışmaların altında eski görkemli günlerini mumla arıyor. Bir zamanların büyük ticaret merkezi olan kentte tarihi binalar da bu yıkımdan nasibini alıyor.

 

Timur'un kızlarından birinin yaptırdığı bilinen Herat Medrese'sinden de geriye sadece bu beş minare kalmış. Uzmanlar tarafından mimari bir şaheser olarak değerlendirilen medresenin ana binalarıysa tamamen yok olmuş durumda. Kentin tarihini bilenler bir zamanlar her yerinden şaheserlerin yükseldiği bu kadim kentten geriye kalan yıkıntıların içinde bile eski zamanların ruhunun dolaştığını söylüyorlar.

Yeni Şafak, 27.06.2007

YALI CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

 

İzmir'in simgesi tarihi Saat Kulesi ile Konak Meydanı'nda yer alan 18. yüzyıl eserlerinden Yalı Camisi, restore ediliyor. Konak Meydanı'nda Saat Kulesi ile Hükümet binası arasında yer alan Yalı Camii, eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Priştina'nın başlattığı meydan düzenlenmesinde de meydanın tarihi dokusu içindeki yerini korumuştu. Tarihi yapı hakkında açıklama yapan Vakıflar Genel Müdürlüğü İzmir Bölge Müdürü Dr. Birsen Erat, caminin, 18. yüzyılda Mehmet Paşa'nın kızı Ayşe Hanım tarafından yaptırıldığını söyledi. Caminin L şeklinde bir medrese ve L'nin uzun kolunun bittiği yerde de medreseden bağımsız olarak yapılan ve mescit olarak da kullanılabilen sekizgen bir dershane olarak yapıldığını belirten Erat, o dönemde medreselerde dershanelerin mescit olarak da kullanıldığını, dershane içinde mihrabın da bulunduğunu kaydetti. Medresenin zamanla yıkıldığını söyleyen Erat, Yalı Camii'nin Hükümet Önü Camisi olarak da adlandırıldığını kaydetti. Erat, eserin 1917-1918 yıllarında İzmir Valisi Rahmi Bey tarafından onarımdan geçirildiğini belirterek, binanın 2. kez de 1964 yılında Mimar Tahsin Sermet tarafından onarıldığını söyledi. Mimar Tahsin Sermet'in dönemin önemli mimari yapıları olan Milli Kütüphane, Milli Sinema ve Deniz İşletmeleri binalarını da inşa ettiğini bildiren Erat, binanın çinilerinin de Seramik Sanatçısı Ümran Baradan tarafından 1997 yılında elden geçirildiğini ifade etti. Dr. Birsen Erat, restorasyonla ilgili şu bilgileri verdi: "Asıl çinileri korumak, bozulan çinileri onarmak istiyoruz. Yapının bozulan kısımlarını da projeye uygun olarak restore etmek istiyoruz. Cami, denize açık alanda bulunduğu için hava koşullarından çok etkilenmiş. Binanın cephelerinde erime ve tuzlanma var. Bunlarda onarım yapacağız bozulanları değiştireceğiz, minareyi de onaracağız. Camiyi, proje dahilinde yenileyeceğiz." Eserin 2006 yılı içinde röleve, restorasyon ve restitüsyon projelerinin ihale edilerek çizildiğini ve koruma kurulundan izinlerin alındığını söyleyen Erat, son olarak 26 Mart 2007'de restorasyon ihalesinin yapıldığını ifade etti. İhaleyi kazanan firma ile 18 Nisanda sözleşme imzaladıklarını söyleyen Erat, projenin Ağustos ayı içinde bitirilmesinin planlandığını ve maliyetinin KDV hariç 269 bin 489 YTL olduğunu söyledi.

Haber Ekspres, Fotoğraf: wowturkey.com/Onur Çakıcı, 27.06.2007

KIRGIZLAR TÜRBESİ RESTORE EDİLDİ

 

Selçuklu ordusu ile birlikte İznik'i almak için aynı saflarda savaşan bir grup Kırgız askerinin hatırasını yaşatmak için yapılan Kırgızlar Türbesi'nin restorasyonu tamamlandı.


CHP Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık'ın TBMM gündemine taşıdığı Kırgızlar Türbesi’nin iç kısmındaki kalem işleri iki ay içerisinde tamamlandı. Dış ve iç kısmı tamamlanan tarihi türbe İznik Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği'nin imkanları ile restore edildi. Kaymakam Hüseyin Avcı önceki gün tamamlanan kalem işlerini inceledi. Önümüzdeki günlerde Kırgızistan'dan gelecek bir heyet türbenin açılış tarihini belirleyecek. Açılışa Kırgızistan Cumhurbaşkanı’nın da katılacağı öğrenildi.

Bursa Hakimiyet, 27.06.2007

SAFRANBOLU EVLERİ İÇİN BAŞBAKANLIK TANITMA FONU'NDAN PAY AYRILDI

 

Safranbolu İlçesi'ndeki tarihi evlerin restorasyonu için Başbakanlık Tanıtma Fonu'ndan 1 milyon 800 bin YTL maddi destek verileceği açıklandı. Safranbolu Kaymakamlığı'nın belirlediği evlerin restorasyonu için hazırlanan projelerin Anıtlar Yüksek Kurulu'nun onayından geçmesinin ardından çalışmaların başlatılacağı bildirildi. UNESCO'nun dünya miras listesinde yer alan ve “açık hava müzesi” olarak tanımlanan Safranbolu ilçesindeki 42 tarihi ahşap evin restorasyonu için ilk etapta Başbakanlık Tanıtma Fonu'nun 500 bin YTL gönderildiği öğrenildi.

 

Safranbolu Kaymakamlığı'nın belirlediği evlerin restorasyonu için hazırlanan projeler Anıtlar Yüksek Kurulu'nda onaylandıktan sonra çalışmaların başlatılacağı belirtiliyor. Tarihi yapıların restorasyonu için bir atölye kurulduğu, ilçedeki tüm restorasyon çalışmalarının bu atölyede görev yapan eğitim görmüş elemanlar tarafından yürütüldüğü bildirildi.Konuyla ilgili bir açıklama yapan Safranbolu Belediye Başkanı Nihat Çebeci, şunları söyledi: "Dünya miras listesinde yer alan Safranbolu ilçemizi, tarihi yapılarını korumak için büyük özen gösteriyoruz. Turizm ve Kültür Bakanlığı'nın desteği ve Başbakanlık Tanıtma Fonu'ndan sağlanan maddi destekle çok sayıda tarihi eseri, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun gözetim ve denetiminde tamamlayarak turizm sektörümüze kazandırıyoruz. Altyapı çalışmaları için de, belediye olarak çok yoğun çalışma içerisindeyiz. Karasu projesiyle de ilçemizde 40-50 yıl su sorunu yaşanmayacaktır."

Turizm Gazetesi, 27.06.2007

TARİHİ HAMAM MÜZE OLUYOR

 

Bursa'da Emirsultan semtinde Yıldırım Beyazıt'ın kızı ve Emir Sultan Hazretleri’nin eşi Hundi Sultan tarafından 1426 yılında yaptırılan tarihi hamam, artık yeni bir kimlik ile Bursa halkıyla buluşacak. Büyük bölümü özel mülkiyete ait olan hamam, geçen sene Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldı. 610 metrekare alana sahip olan tarihi yapı, restorasyonun ardından müze haline getirilecek. İhaleye çıkarılan hamamda onarım iki gün sonra yapılacak yer tesliminin ardından başlayacak. Restorasyon çalışmaları için 600 bin YTL harcanacak.

 

Daha önce 1622, 1670 ve 1712 yıllarında onarılan tarihi mekan bu sefer müze olarak hizmet verecek. Halı, kilim, şamdan gibi tarihi değere sahip eşyaların sergileneceği müze, kasım ayı sonunda faaliyete geçirilecek.

Bursa Hakimiyet, 27.06.2007

FUHUŞ HARABEYE İNDİ!

Diyarbakır Sur İçi Beldesi’nde bulunan tarihi ve tescillenmiş harabe yapıların çökme riski bulunduğu sürekli gündeme gelirken, harabe yapılarda uyuşturucu kullanılıp, kumar ve fuhuş yapıldığı iddia edildi. Tescillenmiş olan bazı yapılar, Sur Belde Belediyesi tarafından tehlikeye dikkat çekmek için üzerlerine asılan “Bu yapı tehlike arz ediyor” yazısına rağmen, tescilli oldukları gerekçesiyle de yıkılamıyor. Yapıların bulunduğu mahallelerde vatandaşlar gerek buraların çöp dolduğunu, gerek çökme tehlikesi bulunduğunu, gerekse içerisinde her türlü çirkinliğin yapıldığını söylüyor. Özellikle de Cami-i Kebir Mahallesi Merdivenli Sokak’ta bulunan tescilli ve yarısı yıkılmış yapı, mahalle sakinlerini oldukça rahatsız ediyor. Mahallelinin iddialarına göre, buranın tehlike arz etmesi bir yana, içerisinde uyuşturucu kullanılıp, fuhuş yapıldığı öne sürülürken, mahalle Muhtarı Veysel Cihangir, yapı içerisinde yere serilmiş yatağın, fuhuş için kullanıldığını iddia etti.

Fuhuşun yanı sıra, yapıda bali ve uyuşturucu kullanılıp, kumar oynandığını ileri süren Cihangir, “Defalarca ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına konu ile ilgili başvuruda bulunduk. Ancak hala çözüm bulamadık. Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü, buranın bir kısmının yıkılması için onay verdi. Fakat halen yıkılmadı. Konuyla kamu kurum ve kuruluşları ile yerel yönetimlerin ilgilenmesini bekliyoruz” dedi. Mahalle sakinlerinin de defalarca kendisine şikayette bulunduğunu vurgulayan Cihangir, “Yapı heran birinin başına yıkılabilir. Bunun içerisinde çocuklar oyun oynuyor. Mahalle sakinleri şikayetçi. Hiç kimse evinin yanında bulunan bir yerde fuhuş yapılmasını, uyuşturucu ve bali kullanılıp, kumar oynanmasını istemez. Vatandaşlar bundan dolayı ürküyorlar. Defalarca mahallemizin gençleri, orada fuhuş yapanları, uyuşturucu kullananları dışarı attı. Ancak yine de geliyorlar. Çünkü burası tenha. Polis burada onları görmüyor, onlar için en güvenli yer burası” diye konuştu.

Mahalle sakinlerinin neredeyse hepsinin yoksul olduğunu, bu tür olaylardan dolayı evlerini taşıyamadıklarını kaydeden Cihangir, “Bunun yanındaki evlerden birinde kamu kurumlarında çalışan yöneticilerden biri yaşasaydı, bunun tescilli olup olmaması kimsenin umurunda olmaz, hemen yıkılırdı” dedi.

Güneydoğu Ekspres, 27.06.2007

ŞİRİNCE YIKILIYOR MU?





Şirince’nin yeni yapılan “Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planı”nda diz boyu çifte standart var. 25 gün önce hazırlanıp köye getirilerek askıya çıkarılan “ŞİRİNCE KENTSEL SİT ALANI KORUMA AMAÇLI İMAR PLANI“ Şirince’yi karıştırdı. Planla ilgili itirazlar hergün artıyor.

 

Şirince’de 1991-1999 yılları arasında iki dönem muhtarlık yapan Ahmet Dereli, Planın dizboyu çifte standartlarla dolu olduğunu söyleyerek şöyle devam etti: “Köyümüzde 1970’li yıllarda sit alanı konusu gündeme gelmeden önce yeni yapılmış 40 adet betonarme bina vardı. Köy 1985 yılında sit alanı ilan edildiğinde bir imar planı yapılmıştı, bu kırk bina da korunmuştu. Yeni yapılan imar planında yüzellinin üzerinde bina yıkılıp yeniden yapılacak. Bunların yanında aynı şartları haiz onlarca evde de sadece cephe düzenlemesi yapılacak. Bu çifte standart değilse nedir?.. Bu planı yapan kişiler Şirince’de bir binayı yıkıp yapmanın bedelini biliyorlar mı? Bu evler yıkılırsa sahipleri yeniden yapamaz. Arsalarını satmak ve köyü terketmek zorunda kalacaklar. Böylece köyde yerli halk kalmayacak, otuz-kırk hane kalacak. Bu da köyü dolaylı yönden boşaltmaktır bence. Bunun yanı sıra köy içindeki onlarca arsa vardı. Bunlar imar planı öncesi ev yapamayıp evlenemeyen köy gençlerine kazandırılacaktı. Yerli halkın köyde kalması sağlanacak, köyün nostaljisi bozulmayacaktı. Bırakın onu, bu arsalar hazineye kazandırıldı. Kısa süre sonra ihaleyle satışa çıkarılacak ve bu ihalelere köylüler giremeyeceler!.. Böylece köyün yeni sahipleri, yine dolaylı yönden başkaları olacaktır.”

 

Köyde en çok mağdur olan vatandaş Veysel Özülkü ise bakın neler söylüyor: “Plan yapılırken Şirince’nin tarihsel, doğal, mimari, kültürel ve ekonomik değerleri korunarak çağdaş yaşam koşullarına uygun gelişimi sağlanacaktı. Bırakın bunları, plan bu sözlerden uzak... 152 ev yıkılacak. Yerine yenilerini ev sahipleri yapamayacak. Mağdur olacaklar. Arsalarını ya satacaklar ya da köy yıkıntı içinde kalacak. 125 tescilli bina var, izinsiz çivi çakılamıyor. Köyün arsaları elden gitti. Bazı vatandaşların tapulu arsaları planda gözükmüyor bile. Bazılarının, başta benim tapulu arsam yola terkedilmiş, evim yıkılıyor. Arsam da elimden gidiyor. Söylenildiğine göre planlamacının (Orhan BEKER) kendisinin veya eşinin olduğu söylenen, ilk muhtarlardan Kaptan adıyla bilinen kişiden aldığı arsasına iki ev izni veriliyor. Ne hikmetse bu arsanın sınırına bir yol veriliyor bu yoldan sonraki taşlık arsalar tarım alanı yapılıyor! Bu kadar bariz hata yapılmaz.

Şu anda köyde 180 aile yaşıyor. 115 kişi plana itiraz etti. Bu tür şeyler yapılırken bilirkişilerden oluşan komisyonlar kurulur. Plan yapılacak alanla ilgisi olmayanlar sırça saraylar içerisinde yapmışlar planı, haksızlıklar ve çifte standartlar diz boyu…”

Selçuk Bölge Haberleri, Fotoğraf: Şirince Rehberi, 27.06.2007

BAFRA MÜZESİ RESTORE EDİLDİ

 

Bafra Müzesi'nin onarımı tamamlandı.

İkiztepe'deki kazılardan elde edilen bulgular, Samsun'un Bafra İlçesi'ndeki müzede sergilenecek.

 

Bafra'nın geçmişine ışık tutacak olan eserlerin sergileneceği, Bafra Müzesi 3 kattan oluşuyor.

 

Müzede, İkiztepe Örenyeri'nde yapılan kazı çalışmaları sonucu günışığına çıkarılan bulgular sergilenecek.

Trt/Haber, 26.06.2007

SARAY HAMAMI RESTORE EDİLİYOR

 

Selimiye Camii yanında bulunan tarihi Saray Hamamı'nda restorasyon çalışmalarına başlandı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından programa alınarak Vakıflar Edirne Bölge Müdürlüğü tarafından geçtiğimiz dönemde yapılan ihalede restorasyon işini, Vakıf İnşaat firması 884 bin 999 YTL bedelle aldı. İhale edilen hamamda restorasyon çalışmalarına başlandı.

Selimiye Camii ile birlikte yapılan Sultan Selim Hamamı, Saray-ı Atik'in (Eski Saray) içinde yer almasından dolayı Saray Hamamı diye de anılır. Taş Odalar Mahallesi'nde Muradiye Küçük Pazar Caddesi üzerindeki hamam, Sultan I. Murad'ın buyruğuyla 1365 tarihinde temeli atılıp 1368 tarihinde tamamlandı. Sarayın arsasına Selimiye Camii yapıldıktan sonra bu hamamın çarşı hamamı olarak çalıştırıldığı söylenir. Çifte hamam tipinde ve camekanları kubbeli olan hamamın kadınlar bölümü sıcaklık halvetlerinin birinde yivli kubbe tipi kullanılmıştır. Yivlerdeki açıklık sekiz dilimlidir. Bu kubbeler eyvanların ve nişlerin üstünü örtmekte kullanılmıştır. Kadınlar bölümü sıcaklık eyvanında ise çokgen tabanlı altı tam dilim kullanılmıştır. Geçit alanları alçı mukarnaslıdır.

Erkekler bölümü sıcaklığının 9 metre çapında açıklıklı kubbesinde geçiş, kemerin çevrelediği tonoz-bingilerle olmaktadır. Mukarnas öğeleri yalnızca tonoz-binginin eteğinde yer almaktadır. Saray hamamının erkekler bölümü ılıklık kubbesindeki dikdörtgen alan kısa kenarlarda yer alan üç mukarnas dizisi ile kareye çevrilir. Mimari değeri büyük olan bu hamam Balkan Savaşları sırasında bir süre ahır olarak kullanılmıştır.

Edirne Kent Haber, 26.06.2007

KÜLTÜREL ZENGİNLİKLER KORUNACAK

 

Düzce’de ilk kez kültür varlıklarının kayıt altına alınması, belgelenmesi, korunması ve tanıtılması amacıyla "Kültür Envanteri" çalışması yapılacak.

 

Düzce’de genel anlamda bugüne kadar kültür envanteri çalışması yapılmadığı için Düzce Valiliği İl Kültür Turizm Müdürlüğü tarafından uygulanacak projenin amacı günümüzde hızla değişen ve tek tipleşen kültür zenginliklerimizin tamamını yitirmeden belgemek, korumak ve tanıtmak, gelecek kuşaklara aktarmak olarak açıklandı.

 

Düzce Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamaya göre iki yılda tamamlanması planlanan Kültür Envanteri Projesi'nin konu başlıkları şöyle:

  • Arkeolojik yüzey araştırması: Düzce ve ilçelerinin tümünde yüzey araştırması yapılmalı ve var olan sit alanlarından yola çıkarak tespiti ve tescili.

  • Geleneksel Halk, dini ve sivil mimari örnelerinin tespit ve tescili.

  • Geleneksel halk kültürünün (Doğumla ilgili inanışlar , evlenme ile ilgili inanışlar, halk oyunları, halk takvimi, özel günler, batıl inanış ve itikatlar vb.) maddi ve manevi kültür öğelerinin tespiti, sözlü kültür geleneği ve gelecek kuşaklara aktarılması için belgelenmesi

  • Anıt ağaçların tespiti ve tescili

Projede dijital fotoğraf makinesi, ses kayıt cihazı ve ulaşım araçları kullanılacak. Bütçe ise Kültür ve Turizm Bakanlığı Personel Dairesi Başkanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü'nden karşılanacak.

 

Kültür Envanteri hazırlık çalışma formatına göre kültür potansiyelini oluşturan kaynaklar şöyle sıralandı: Arkeolojik, Doğal, Tarihi ve Kentsel sit alanları, taşınmaz kültür varlıkları, müzeler, dil ve edebiyat, kültürel kuruluşlar, folklorik değerler, bayramlar, törenler, seyirlik oyunlar, sanat, geleneksel mimari.

Düzce Damla, 26.06.2007

MOSKOVA'DA ALTIN KUR'AN SERGİLENİYOR

 

162 sayfadan oluşan 14 kilogram ağırlığındaki benzersiz kitabın, Rusya Maliye Bakanlığı'na bağlı Moskova Darphanesi'nde hazırlanması için bir buçuk yıl aralıksız çalışma yapıldığı açıklandı.

 

Değerinin 5,9 milyon dolar olduğu kaydedilen altın kitabın, 8. yüzyıldan kalma bir el yazmasından kopyalandığı, bu el yazmasının orijinalinin, 1936 yılından bu yana Rusya Bilimler Akademisi'ne bağlı St. Petersburg Doğu Bilimleri Enstitüsü'nde bulunduğu belirtiliyor.

 

Puşkin Müzesi'nde 3 hafta sergilenecek altın kitabı hazırlayan WTşirketinin başkanı Vladimir Prusakov, özel lazer teknolojisiyle altın sayfalara basılan Kur'an-ı Kerim'in taklidini yapmanın mümkün olmadığını ifade etti.

Yeni Şafak, 26.06.2007

EFES CELCUS KÜTÜPHANESİ'NDE DEFİLE, ASKLEPION TİYATROSU'NDA KONSER

 

Dünyaca ünlü tekstil, hazır giyim markalarının sahiplerini ve temsilcilerini ağırlayan Bossa Tekstil, koleksiyonunu, ünlü mankenlerin katılımıyla sunmuş. Etkinlik sırasında, Cem Adrian da Aşık Veysel'in bestelerini seslendirmiş.





71 yıldır aralıksız süre gelen Uluslararası Bergama Kermesi de 7 gün 7 gece süren etkinliklerin ardından, Coşkun Sabah'ın Asklepion Antik Tiyatro'da konser vermesiyle sona ermiş.





Coşkun Sabah’ın şarkılarına eşlik etmek için Antik Tiyatro’yu dolduran Bergamalıların sayısı basında yer almadı. Ancak, Ege sularında bir gemide ağırlanan ve Kuşadası’na demirleyen gemiden inerek Efes Antik Kenti'ne gelen, dünyaca ünlü markaların sahipleri ve temsilcilerinden oluşan konukların sayısının 200 civarında (Kaynak: Selçuk Bölge Haberleri),  Uluslararası Bergama Festivali'nin dördüncü gününde gene Asklepion Antik Tiyatro'da 1.5 saat sahne alan Emre Aydın'ın izleyici kitlesinin de 5.000 kişi olduğu öğrenildi (Kaynak: Bergama Kuzeyege Gazetesi). Gelgelelim, neredeyse MÖ 4. yüzyıla tarihlediğimiz tiyatronun kapasitesi 3.500 kişi... Anlayacağınız, ölümlerin giremediği Sağlık Merkezi'nde faciaya ramak kalmış.

 

Defilenin, kütüphanenin önünde gerçekleştiği fotoğraflardan anlaşılmaktaysa da mankenlerin soyunma mekanlarının neresi olduğu, bütün bu organizasyonlar için kullanılan ekipmanın içeri ve dışarı yüklemelerin sonucunu, çekilen elektrik ve telefon hatlarının ve ses sistemlerinin verdiği zararı, konteynırların park yerinin neresi olduğunu, catering servisi için mekanın neresinin kullanıldığını, catering'deki ısıtma ve soğutma işlemlerinin nasıl yapıldığını  filan da öğrenemedik.

 

Ayrıca, bu izinleri kimin verdiğini, bunlardan kira alındıysa kimin aldığını da merak etmekteyiz. Fotoğraflara bakılırsa Bergama organizasyon sorumlusu Bergama Belediye Başkanı görülüyor. Antik Tiyatroların yönetimi de yerel belediyelere verildi de biz mi bilmiyoruz? Peki ya Efes? Haydi Devlet Tiyatrosu gösterilerini bir yere kadar anladık da, neredeyse 2000 yaşındaki Celcus'a bu eziyeti kimin ettiğini bilen var mı?

TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, Foto: Aydın Kent Haber - Milliyet Ege, 26.06.2007

MEHMETÇİK CAMİ ONARDI

 

Hakkari’nin Çukurca İlçesi’nde Mehmetçik tarafından onarılan cami törenle ibadete açıldı. Hakkari’nin Çukurca İlçesi’nde 635 yılında yaptırılan ve yaklaşık 10 gün önce restorasyon çalışmaları başlatılan Emir Şaban Camii askerler tarafından onarıldı.

Yeniden ibadete açılan cami için düzenlenen törende konuşan Yüksekova 3. Taktik Piyade Tümen Komutanı Tümgeneral Yurdaer Olcan, kendilerine düşen görevi yerine getirmenin mutluluğunu yaşadıklarını ifade etti. Emir Şaban Camii açılışına, Yüksekova Jandarma Sınır Tugay Komutanı Tuğgeneral Süleyman Yüksel, Çukurca Kaymakamı Pevrül Ayhan Akpay, Yüksekova Kaymakamı Celalettin Cantürk, Çukurca Belediye Başkanı M. Yaşar Turan, Hakkari İl Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Erhan Kubat ile vatandaşlar katıldı.

Akşam, 26.06.2007

SAGALASSOS'A RESTORASYON

 

Burdur’un Ağlasun İlçesi’ndeki Sagalassos Antik Kenti’nde restorasyon çalışmalarına başlandı. Antoninler Çeşmesi’nin kurulma çalışmalarının bu yıl son bulacağı belirtildi

Koç Holding’in sponsorluğunda yapılan kazı çalışmalarını yürüten Kazı Başkanı Restorasyon Uzmanı Mimar Semih Ercan, yaptığı açıklamada, bu yılki kazı çalışmalarının gelecek ay başlayacağını, bunun öncesinde restorasyon çalışmalarına ağırlık verdiklerini belirtti. Roma dönemi MS 161-180 yıllarına ait Antoninler Çeşmesi ve MS 0-25 yıllarına ait Heroon ile iç alanda sağlamlaştırma çalışmalarına başladıklarını ifade eden Ercan, şunları söyledi: “2001 yılında kazı çalışmalarına başlanan çeşmenin eksik taşları ve kurulma çalışmaları bu yıl son bulacak. Deprem riskine karşı gelecek yıl taşlar birbirine bağlanacak. Mimari yapının restorasyonunun 2010 yılına kadar bitirilmesi hedefleniyor. 3 bin 500 parçalık üç boyutlu puzzle bu yıl içerisinde çözülecek ve yapı kendini göstermeye başlayacak. 2010 yılına kadar sürecek restorasyon çalışmaları sonunda Antoninler Çeşmesi’nden suyun, şelaleyi andıracak şekilde yüksekten akmasını sağlamayı hedefliyoruz.” Ercan, Zeus Tapınağı, giriş kapısı ve meclis binasında da da çalışmaların devam ettiğini sözlerine ekledi.


 


Ağlasun’a 7 km uzaklıkta bulunan Sagalassos’un yakın çevresinin tarihi, MÖ 12 binlere kadar uzanır. MÖ 3 binde ilk yerleşim izlerinin fark edildiği Sagalassos, MÖ 1600’lerde Pisidia coğrafyası içerisinde kalır. Uzun bir süre tarihin karanlıklarında kalan Sagalassos, Büyük İskender’in bölgeyi kendi topraklarına katmak istemesiyle (MÖ 334) tarihteki yerini alır. Batı Toros dağlarının kollarından biri olan Akdağ üzerinde, 1450-1700 metreler arasında kurulu Sagalassos, Büyük İskender’in ordusuna karşı büyük bir savunmada bulunur. Kanlı bir savaş sonucunda İskender tarafından antik kent ele geçirilir. Sagalassos, MÖ 25 yılında Roma egemenliği altına girer. MS I. yüzyılın ortasında da, bölgenin en önemli ve büyük şehri haline gelir. MS 3. yüzyılın başına kadar mimari yönden en parlak devrini yaşayan kent, MS 518’de bir deprem geçirir. Yıkılan yapılar yenilense de MS 7. yüzyılda yaşanan yeni bir deprem kenti yok eder.





Bunun üstüne kent, bir de Arap akınlarıyla karşı karşıya kalır. Üst üste kötü olaylarla sarsılan Sagalassos’u, susuzluk ve ardından gelen bulaşıcı hastalıklar da rahat bırakmaz. Sonuçta kent terk edilir. Bu güzel kentin üzeri hemen yamacına kurulduğu Akdağ’dan inen toprak kütleleriyle örtülür. Doğa tarafından böylelikle koruma altına alınan Sagalassos, yüzyıllarca sürecek derin bir uykuya dalar. Yüzlerce yıl sonra, 1706’da Fransız gezgin Paul Lucas Sagalassos’a gelir. Lucas seyahatnamesinde antik kentten perilerin yaşadığı yerler olarak söz eder. Sagalassos’un gerçek kimliği, 1824’te İngiliz papaz Francis Arundell tarafından tespit edilir. Arundell, kentin Batı Torosların en önemli antik kentlerinden Sagalassos olduğuna işaret eder. 1985’lerde İngiliz araştırmacılar, Stephen Mitchell başkanlığında bölgeye giderler. 1986 yılındaki araştırmalara katılan Belçikalı arkeolog Marc Waelkens ise Sagalassosíu yüzlerce yıllık uykusundan uyandıran ilk bilim adamı olur.

Zİyaretçilerini bekleyen Sagalassos, Antalya Havaalanı’ndan 110 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Ayrıca Antalya-Pamukkale ve Kapadokya-Antalya arası yolculuk yapacaklar için bir duraklama noktası konumundaki kent, Burdur ile Isparta’ya sadece 30 kilometre mesafede. 1 Haziran-1 Eylül tarihleri arasında bölgeyi ziyaret etmek isteyenler, hem kazı çalışmalarını izleyebilir hem de Sagalassos’un gönüllü rehberleri tarafından ücretsiz olarak İngilizce, Fransızca, Almanca, Flamanca dillerinde gezdirilebilir.
Akşam Akdeniz, Fotoğraf: sagalassos.be, 26.06.2007

KIZIL KİLİSE'NİN RESTORASYONU BAŞLIYOR

 

Aksaray'ın Güzelyurt İlçesi Kaymakamı Ramazan Yıldırım, merkezi New York'ta bulunan Dünya Anıtlar Fonu'nun (World Monuments Fund-WMF), Haziran ayı başında ''2008 Yılında Dünyanın En Fazla Tehlike Altında Bulunan 100 Tarihi Eser Listesi''ni açıkladığını belirtti.





Yıldırım, bu listede yer alan yaklaşık 60 ülkeden 100 tarihi eserin içinde Türkiye'den Hasankeyf, İstanbul'un tarihi surları, Ankara'daki Çukur Han, Kapadokya'nın Göreme bölgesindeki Meryem Ana Kilisesi ve Güzelyurt ilçesine bağlı Sivrihisar beldesindeki Kızıl Kilise'nin bulunduğunu vurguladı.

Kurtarılmayı bekleyen 100 eser içindeki Kızıl Kilise'nin kubbesinde yapısal hasar olduğunu belirten Yıldırım, yapının genel olarak bakıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Kızıl Kilise'nin restorasyonu için hazırlıkların sürdüğünü, Dünya Anıtlar Fonu'nun kiliseyi dünyadaki 100 eser arasında göstermesiyle kaynak sorunu da yaşamayacaklarını ifade eden Yıldırım, ''Kızıl Kilise, Fransızlar tarafından kurulan Kapadokya Sevenler Derneği'nin katkılarıyla restore edilecek. Restorasyonu ise Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmet Ağaryılmaz başkanlığındaki ekip yapacak'' dedi.

Prof. Dr. Ağaryılmaz'ın 20 yılı aşkın bir süredir Güzelyurt'u takip ettiğini, bu yıl da restore çalışmaları için ilçeye geldiğini belirten Yıldırım, Kızıl Kilise'de 3 yıl sürecek olan restorasyon çalışmalarının maliyetinin 400 bin doların üzerinde olacağını ifade etti. Yıldırım, ''Restorasyonu yapacak ekibi belirledik, projemiz de hazırlanarak kuruldan geçti'' dedi.

Kızıl Kilise'nin dünyada acil olarak kurtarılması gereken ilk 100 eser arasına girmesinin Güzelyurt'un tanıtımı açısından da çok önemli olduğunu kaydeden Yıldırım, şunları kaydetti: ''Listede yer alan tarihi eserler, dünya kamuoyunun dikkatini çekiyor ve adeta turist akınına uğruyor. 5. yüzyılda Ortodoksların hac yolu üzerinde kırmızı kesme taştan yaptırılan Kızıl Kilise'nin de turistlerden ilgi görmesini bekliyoruz. Böylece, Kapadokya bölgesinin en önemli yerleşim yerlerinden biri olan Güzelyurt'un da tanıtımı yapılmış olacak.''

Yıldırım, Güzelyurt'ta çok sayıda tarihi kilise ve şapel bulunduğunu, ayrıca ilçenin önemini arttıran bir başka faktörün ise Hıristiyanlığın 3 büyük kolundan biri olan Ortodoks mezhebinin Güzelyurt'ta kurulduğuna inanılması olduğunu sözlerine ekledi.

Sabah, 26.06.2007

KOÇ: BİZANS BİZİM DEĞİL DİYEMEZSİNİZ

 

"1. Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu"nu açan Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, "'Bizans bizim değil' diyemezsiniz. Aksi halde bu topraklarda iddianız kalmaz" dedi.





Vehbi Koç Vakfı tarafından İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde düzenlenen sempozyum dört gün sürecek ve yerli ve yabancı 90 uzman tebliğ sunacak. Büyük ilgi gören sempozyuma Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Topkapı Sarayı Müdürü Prof. Dr. İlber Ortaylı, Koç Holding Yönetim Kurulu Üyeleri Semahat Arsel ve Ömer Koç'un da aralarında bulunduğu konuklar katıldı. Koç, açılışta şunları kaydetti:


"Söyleyeceğim sözü yadırgayanlar belki olacak, ama bu topraklarda Bizanslılar da yaşamıştır. Fatih Sultan Mehmet'in camiye çevirdiği, bugün müze olarak kullanılan Ayasofya da Bizans eseridir. Biz yıkmamışız ve kullanmışız... 'Bizans bizim değildir' diyemezsiniz. Aksi halde bu topraklarda iddianız kalmaz. Bu topraklar Türkündür. Bugün de, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının toprağıdır. Meseleye böyle bakalım. Osmanlı, Selçuklu eserlerine verdiğimiz önem gibi Hattuşa'ya ya da Lidya, Urartu, Frigya ve Likya'ya da aynı önemi veririm. AKP'li bir bakan olarak söylüyorum; milli birlik ve beraberlik açısından bu anlamda dikkatli olunması gerekir."


Üç yılda bir gerçekleştirilmesi planlanan sempozyumun amacı, "Türkiye'de ve diğer ülkelerde sürdürülen bilimsel araştırmaları uluslararası bir platformda paylaşmak, yayın aracılığıyla kamuoyuna sunarak kültürel miras bilincini arttırmak, bu alana yönelik çalışmaların yaygınlaşmasını sağlamak ve genç Bizans araştırmacılarının yetişmesine destek olmak" olarak açıklandı.
 

Sempozyum kapsamında iki serginin de açılışı yapıldı. Marmaray kazılarından çıkan yaklaşık 500 buluntu "Gün Işığında; İstanbul'un Sekiz Bin yılı" isimli sergide ziyaretçilerle buluştu. Üsküdar ve Yenikapı kazılarından elde edilen anfora, çanak-çömlek, seramik, sikke gibi taşınabilir kültür varlıkları da bu sergide sergileniyor. "Kalanlar; 12 ve 13. yüzyıllarda Türkiye'de Bizans" isimli sergide de Anadolu'nun çeşitli müzelerinden getirilen, mimari eserler, mühür, sikke gibi 100 Bizans dönemi tarihi eser yer alıyor.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 26.06.2007



BALAT'TA DİMİTRİ KANTEMİR MÜZESİ AÇILDI

 

Avrupa Birliği ve Fatih Belediyesi’nin birlikte yürüttüğü "Fener ve Balat Semtlerinin Rehabilitasyon Programı" çerçevesinde restore edilen Boğdan Prensi Dimitri Kantemir’in evi müze olarak açıldı.

 

Osmanlı döneminde 22 yıl İstanbul’da yaşayan Boğdan Prensi Dimitri Kantemir’in evi, Avrupa Birliği ve Fatih Belediyesi’nin otaklaşa yürüttüğü Fener ve Balat Semtlerinin Rehabilitasyonu Programı kapsamında restore edildi ve Romanya Cumhurbaşkanı Traian Basescu’nun katılımıyla müze olarak açıldı. Törende İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Mesut Pektaş, Ak Parti Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Dülger, AB Türkiye Delegasyonu Eş Başkanı Büyükelçi Marc Pierini ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir de yer aldı.
 

 

İstanbul’a 15 yaşındayken gelip 22 yılını burada geçiren ve 18. yüzyıl Türk musikisinin en önemli bestecilerinden olan Dimitri Kantemir, Doğu ve Batı kültürlerinin buluşmasında büyük bir rol oynadı. Her iki kültürün felsefesine ve sanatına da hakim olan Kantemir, eserleriyle İstanbul’un kültür hayatına kalıcı izler bırakmış bir şahsiyet. Kendi icadı olan nota sistemi ile birçok klasik besteyi yok olmaktan kurtardı, Türk musikisi makamlarıyla şarkılar besteledi ve ileri yaşlarını da Osmanlı kültürünü batıya tanıtmakla geçirdi.

Kültür A.Ş., 26.06.2007

ATALARIMIZ NE ZAMANDIR YERLEŞİK

 

Arkeoloji dergisi Minerva'nın temmuz sayısında yer vereceği araştırmaya göre insanoğlunun ataları, avcı-toplayıcılıktan yerleşik hayata bilinenden 400 bin yıl daha önce geçti.

 

Araştırmanın sahibi Hamburg Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Helmut Ziegert, 'insan evrimi'nin bugüne kadar kabul edilen zaman çizelgesinin doğru olmadığını iddia ediyor. Ziegert, Afrika'dan Asya ve Avrupa'ya göç eden, insanlığın ilk atası 'homo erectus'un 10 bin yıldan çok daha önce yerleşik topluluklarda yaşamaya başladığını söylüyor. Ziegert, Kuzey ve Doğu Afrika'da özellikle Libya'daki Fezzan Gölü yakınlarında ve Etiyopya'daki Awash Gölü civarında teorisini doğrulayacak, balıkçılık ve kasaplık için inşa edilen taştan evler, araçlar gibi kanıtlar bulduğunu açıkladı.

Radikal, 26.06.2007

MOZAİK MÜZESİ'NE İHTİYAÇ YOKMUŞ

 

İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Abdulkadir Demir, ilginç bir değerlendirme yaptı ve yeni bir mozaik müzesine ihtiyaç olmadığını söyledi.

 

Demir, Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nin, depolarda bekletilen mozaiklerin sergilenmesi için yeterli alana sahip olduğunu belirterek, "Gaziantep'in yeni bir müzeye ihtiyacı yok" dedi. Gaziantep Arkeoloji Müzesi'yle ilgili bir rapor hazırlattıklarını belirten Demir, şu an müzede kullanılmayan yerlerin tespit edildiğini, bu alanların revize edilmesiyle birlikte depolarda tutulan mozaiklerin restore edilerek bu bölümlerde sergilenebileceğini söyledi. Kamuoyunda yeni bir Mozaik Müzesi yapılması yönünde taleplerin artığına dikkat çeken Demir, böyle bir müzeye ihtiyaç olmadığını savundu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 26.06.2007

BODRUM'DA TARİH, İNŞAAT YAĞMASININ KURBANI

 

Bodrum'un, kontrolsüz inşaat yağmasına uğraması, bundan da en büyük yarayı sit alanlarının alması 1980'li yılların ortalarında başladı. Bodrum, bir yandan doğa, kültür ve turizm cenneti olarak tanıtılmaya; Dünya çapında bir marka olarak benimsetilmeye çalışılırken ne yazık ki söylemler hep lafta kalacakmış gibi görünüyor. Dış tanıtımlarında "Mausoleion'u geri istiyoruz' diye yola çıkanlar ne yazık ki şu an ellerinin altındaki değerlere sahip çıkma konusunda aynı duyarlılığı gösteremiyorlar. Yakın zamanlara kadar, Bodrum Kalesi, Antik tiyatro ve Mindos kapısı gibi belli başlı yerler dışında tarihi dokunun canlandırılmasına yönelik hiç bir girişimde bulunulmadı. Bodrum ve belde belediyelerinin imar yetki ve uygulamalarının bir çoğundaki hatalı ve keyfi uygulamalar, Bodrum yarımadasında ve tümüyle bir sit alanı sayılabilecek konumdaki Bodrum'da çarpık kentleşmeyi körükledikçe körükledi. Bugün Mars Tapınağı'nın yerinde özel bir hastanenin yer alması, Antik Stadion'un, yıllar önce oldukça iyi durumda ortaya çıkarılabilecekken, Sanayi Sitesi inşaası uğruna feda edilmesi, eskiden bazı noktalarda rahatlıkla izlenebilen Halikarnas kent suruna ait kalıntıların neredeyse yerlerinde yeller esiyor olması; yüksek rant beklentilerinin, Bodrum'u her geçen gün nasıl bu çarpıklıklara mahkum ettiğinin sadece bir kaç örneği. En son örnek ise; Kıbrıs Şehitleri Caddesi üzerinde, Bodrum çıkışı yakınlarındaki doğu sur duvarı kalıntılarının bulunduğu tepenin etrafının traşlanmış olması ve neredeyse çepeçevre inşa faaliyetlerinin sürmekte olması. İlginç olan da; Bodrum İş Merkezi projesi altındaki imzanın, "Tarihi Kentler Birliği"nin de üyesi olmakla övünen Bodrum Belediyesi'ne ait olması.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın geçtiğimiz yıl sonunda Bodrum Yarımadası'nın İmar Planı ile ilgili yetkiyi üzerine almasının ardından hazırlanmaya başlanan 1/25.000'lik Çevre Düzeni Planı tamamlandığı ve Bodrum'daki belediyelere ulaştığı haberleri gündemde. Yarımada'daki belediyelerin planı kendi bölgelerinde birkaç gün içerisinde askıya çıkartmaları bekleniyor.

Çevre Düzeni Planı olmadığı için Yarımada'nın katı atık yeri, otogar ve arıtma tesisleri gibi projeleri sonuçlandırılamıyormuş. Ama anlaşılan sit alanlarının tahrip etmek için tüm haklar, peynir ekmek gibi birileri tarafından bol keseden dağıtılıyor.

arkeoloji.web.tr, 25.06.2007

MISIR'IN 1500 YILLIK KAYA RESİMLERİ





Mısır'da Komo Ombo kentinin kuzeyinde yer alan Kurta (Qurta) kasabasında Belçikalı arkeologlar tarafından bulunan kaya resimleri bilim dünyasında yankı buldu. Paleolitik Dönem'e tarihlenen kaya resimleri, Fransa'da bulunan Lascaux Mağarası'nda ele geçen kaya resimleriyle benzerlik göstermekte. Bilim adamlarına göre, bulunan kaya resimlerini bu kadar özel kılan nokta çizimlerin doğal bir stili olması. Kaya resimlerinin çoğu hayvan betimlemeleriyle süslü; yaygın olarak da hipopotam, kuş, balık ve insan figürlerinin olduğu resimler, Paleolitik dönemin tarihine ve dönemin insan yaşamındaki yansımalarına  ışık tutması bakımından oldukça önemli.





Toplam 30 panelden oluşan kaya resimlerinin 20 paneli fotoğraflanmış ve belgelenmiş durumda. Geri kalan 10 panelin incelenmesi ise 2008 yılında yapılacak. İncelenen panellerde en çok kullanılan hayvanın bizon olduğunu belirten arkeologlar, toplam 111 değişik pozisyonda resmedilen bizonların yanısıra 7 adet kuş, 3 adet hipopotam, 3 adet impala ve 2 tane de balık figürünün resmedildiğini sözlerine eklediler. Resmedilen hayvanların hiçbirinin evcilleşmiş olduğuna dair bir kanıt ise gözlenmemiş. Hayvan betimlemelerinin yanısıra 10 adet stilize insan figürünün de yer aldığı kaya resimlerinde, insanların kalça bölgeleri diğer bölgelerinden daha belirgin bir biçimde betimlenmiş. Kaya resimlerinin hepsi koyu bir renkle resmedilmiş ve ardından tamamına cila yapılarak resim sabitlenmiş.





Grup halinde betimlemelerden ziyade, tek tek resmedilen hayvan figürlerinin boyutları da çizimler kadar istisnai. Kurta kaya resimlerinde yer alan hayvanların boyutları yaklaşık 0.4 - 0.5 metre civarında. Kazı başkanı Huyge'nin açıklamalarına göre, tarihöncesi insanlar bu sanatı yaratırken çoğunlukla kayaların doğal yarık, çatlak ve kıvrımlarından faydalanarak, kazıma tekniği ile betimlemeleri resmetmişler.

Kazı başkanı Huyge, kaya resimlerinin geç Paleolitik Dönem'e tarihlenen, Ballanan-Silsilian kültürüne ait olduğunu ifade etti. Kurta kaya resimlerinin Mısır kültüründe gözlenen en erken çizgisel aktivite olduğunu belirten arkeologlar, resimlerin Avrupa'da gözlenen Paleolitik Dönem sanatıyla kronolojik olarak Afrika ve Mısır'da da gözlendiğini belirttiler. 

Al-Ahram Weekly Online, haber: Nevine El-Aref, Çev.: Yüksek Zemin Arayışı, 25.06.2007

ONARILAN SVETİ GEORGİ KİLİSESİ EDİRNE'YE DAHA FAZLA BULGAR TURİST GELMESİNİ SAĞLADI

 

Bulgaristan'ın Edirne Başkonsolosu Angel Angelov, Edirne'de Sveti Georgi Kilisesi'nin onarılmasıyla kente ibadet ve turizm amaçlı gelen Bulgarların sayısının arttığını belirtti.


Angelov, yaptığı açıklamada, Kıyık Mahallesi'ndeki kilisenin onarılmasıyla, yöreye büyük bir canlılık geldiğini söyledi. Bulgaristan'dan hafta sonları yoğun olmak üzere her gün çok sayıda kişinin Sveti Georgi Kilisesi'ni ziyaret amacıyla Edirne'ye geldiğini ifade eden Angelov, şöyle konuştu:

 

''Kilise onarılmadan önce Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelenler ibadet için İstanbul'a gidiyordu. Kilisenin onarılarak, faaliyete geçirilmesiyle vatandaşlarımız ibadetlerini Edirne'de yapıyorlar. Sveti Georgi Kilisesi'nin onarılmasıyla kente ibadet ve turizm amaçlı gelenlerin sayısı arttı. Bu da iki ülke arasında kültür, sanat ve ticarete katkı sağlıyor.'

Turizm Gazetesi, Fotoğraf: Edirne Vergi Dairesi, 25.06.2007

GAZİMAĞUSA'NIN DÜNYA ANITLAR FONU LİSTESİ'NE ALINMASI

 

Leonardo Da Vinci, William Shakespeare ve Namık Kemal gibi dünyaca ünlü sanatçılarla anılan tarihi kent Gazimağusa´nın, Doğu Akdeniz Üniversitesi´nin 3 yıl boyunca Gazimağusa Belediyesi ve Eski Eserler Müzeler Dairesi´nin de katkılarıyla yürüttüğü çalışma sonucunda Dünya Anıtlar Fonu listesine girdiği bildirildi.

 

Gazimağusa´nın listede tarihi eser bakımından "ilgiye muhtaç 100 kent" arasında yer almasının "utanılacak bir durum olmadığı" vurgulanarak, kentin tarihi eserlerinin korunması ve ileriye taşınması için iki yıl boyunca uluslararası fon ve uzman katkısı sağlanacağı da kaydedildi.

 

Gazimağusa Belediye Başkanı Oktay Kayalp, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürü Fuat Azimli, Doğu Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Halil Güven ile DAÜ Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Micahel Walsh, Ginkko Restoran´da basın toplantısı düzenleyerek süreçle ilgili bilgi verdiler. Basın toplantısında ilk sözü alan DAÜ Rektörü Prof. Dr. Halil Güven, DAÜ´nün Gazimağusa´da olmaktan gurur ve mutluluk duyduğunu belirterek, üniversitenin tarihi mirası kentle ortak paylaştığını söyledi. Güven, listeye girmek için belediye ve Eski Eserler Müzeler Dairesi´nin de katkılarını alarak DAÜ´nün çalışma yaptığını, bu yönde talepte bulunduğunu kaydederek, "Amaç Gazimağusa´yı prestijli bir noktaya çekmekti" dedi.





Rektör Güven, Gazimağusa´daki kültür mirasının ileriki nesillere taşınması ve korunması için DAÜ Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü´nün 3 yıl kadar bir süre çalışma yaptığını belirterek, bu çalışmanın sonucunda Gazimağusa´nın Dünya Anıtlar Fonu listesine dahil edildiğini kaydetti.

Listeye girme amacının uluslararası fondon finansman sağlayıp dünyanın ilgisini Gazimağusa´ya da çekmek olduğunu söyleyen Güven, Dünya Anıtlar Fonu´nun Türkiye´den dört yer ile KKTC´den Gazimağusa´yı inceleme listesine aldığını belirtti. Güven, listeye dahil olması nedeniyle Dünya Anıtlar Fonu´nun Gazimağusa ile ilgili projelere 2 yıl süreyle finansman ve uzman yardımı yapacağını kaydetti.

 

Gazimağusa´nın özellikle yurt dışında tarihi dokusuyla, kültür sanat yapısıyla ön plana çıktığını belirten Belediye Başkanı Oktay Kayalp da, Dünya Anıtlar Fonu´nun korunması gereken 100 kent veya yer arasına Gazimağusa´ya da yer vermesinin çok önemli olduğunu söyledi. Kayalp, "Bizim bütün amacımız Gazimağusa´ya dikkat çekmek, daha fazla katkı, parasal ve manevi destek alarak korunmasını ve bu tarihi mirasın geleceğe taşınmasını sağlamaktı. Bu olay bizim açımızdan çok önemli ve inanıyorum ki 2008 yılında bu konuda bizim önümüzü daha da açacak" dedi. Bir süredir AB´dan aldıkları kaynakla Suriçi´ni canlandırma planı doğrultusunda belirli düzenleme ve restorasyonları gerçekleştirdiklerini söyleyen Kayalp, böyle bir listede yer almanın yeni kaynaklar yaratacağını söyledi.

 

Dünya Anıtlar Fonu başkanının basın açıklamasına da değinen Kayalp, listeye alınan kentlerin yüzde 75´inin bir yıl sonra uluslararası fonların katkısıyla beklenen noktaya geldiğini söyledi.

Kayalp, listede yer alan kentlerin bir yıl sonra turist akınına uğradıklarını, turistlerin bu listede yer alan tarihi eserleri özellikle görmek istediklerinin altını çizdi.

 

Belediye Başkanı Kayalp, bir soruya karşılık, Türkiye basınının ilk etapta listede yer alan kentlerle ilgili olumsuz imaj yarattığını, kamuoyunda "yıkılmış kent" gibi bir yanlış algılama oluştuğunu da belirterek, listede yer almanın prestijli, ayrıca uluslararası fonların ve organizasyonların dikkatini çekmek için uyarıcı olduğunu söyledi.

 

Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürü Fuat Azimli de, daire olarak tüm kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde eski eserleri korumaya yönelik her türlü çalışmaya hazır olduklarını belirterek, DAÜ Arekoloji ve Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Walsh´ın yürttüğü çalışmaya da daire olarak destek verdiklerini ifade etti. Gazimağusa Suriçi ve surlarının tarihi dokusu hakkında bilgi veren Azimli, Suriçi´nde 249 eski eser nitelikli mekan bulunduğunu, 2 kilometre uzunluğundaki surların kalınlığının da 5 metre olduğunu söyledi. Azimli, Suriçi´nin tarihinin 800 yıl öncesine dayandığını, en eski mekanının ise Othello Kalesi olduğunu söyledi.

 

 

DAÜ Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Michael Walsh da, Gazimağusa gibi zengin ve önemli bir mirasa sahip bir kentin ilgiye, uluslararası işbirliğine, fonlara ve uluslarası uzman bilgisine ihtiyacı olduğunu söyledi. Dünya Anıtlar Fonu´nun iki yıl süreyle uluslararası yardım sunacağını kaydeden Walsh, "İki yıl boyunca Dünya Anıtlar Fonu´nun kapıları bizim sunacağımız projelere destek ve uzmanlık sağlamak için Gazimağusa´ya açık olacak dedi. Fona Gazimağusa´nın dahil edilmesinin utanılacak bir durum olmadığını, listede Venedik, New York, Londra ve Dublin gibi şehirlerin de bulunduğunu söyleyen Walsh, "Tarihi mirasların bakımı çok pahalı ve zahmetli. Biz de bu yardıma ihtiyaç duyuyoruz" dedi.

 

Walsh, fon kapsamında uluslararası uzmanların Gazimağusa´ya gelerek, tarihi eserlerin ne durumda olduklarını tespit edeceklerini ve kapsamlı rapor hazırlayacaklarını söyledi. Walsh, "İhtiyacımız olan tek şey para değil, uzmanlık bilgisine daha fazla ihtiyacımız var" dedi.

Kuzey Kıbrsı Vatan, Fotoğraf: Kıbrıs Fotoğraf Galerisi, 25.06.2007

ÖDEMİŞ'TE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

İzmir’in Ödemiş İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı Merkez Karakol Komutanlığı tarafından yapılan bir operasyonla, tarihi eserler ve sikkeler ele geçirildi.

 

Edinilen bilgilere göre Ödemiş’e bağlı Tosunlar köyünde ikamet eden M. T. İle İ. D. adlı şahısların ellerinde tarihi eser ve sikkeler bulunduğu bilgisini alan jandarma ekiplerince burada düzenlenen operasyonla çeşitli dönemlere ait eserler ele geçirildi. Eserler Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken, olayla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.

Selçuk Bölge Haberleri, 25.06.2007

İLK İSTANBUL'A SAHİP ÇIKACAK MIYIZ?

 

İçinden gemi geçen şehirleri, içinden gemi geçen şarkıları severim. Gemileri seyretmeyi severim. Son yirmi yıl hep gemileri seyredebileceğim mahallelerde oturdum. Boğaz’ı yararak geçen kırmızı, bazen lacivert, bazen beyaz gemileri, şilepleri izlerken, bir arkadaşımın aklıma soktuğu şeyi düşünürüm bazen: "Gemiler, bizim egomuzu simgeler" demişti. Egomuzu, suyun üstünde akarken görebiliriz. İçine ne koymak istersen onu koy, neyi taşıtmak istersen onu taşıt. İşte, hep görmek istediğin bilinçaltın karşında geçiyor. Onunla birlikte batmak ya da onun içine taşıyabileceği güzel yük koymak senin elinde.

Aslında tek tek egoların toplamından oluşan, ortak, en azından kısmen ortak, toplumsal bir ego, toplumsal bir bilinçaltı da vardır denebilir. O vakit, bu gemiler ve sularımız, ortak bilinçaltımızın sahnesi haline dönüşür.

Yeryüzünün en kıymetli doğa parçalarından biri, Çanakkale ve İstanbul boğazları, Karadeniz ve Marmara Denizi’nin buluştuğu bölgedir. Kıtalar, iki boğaz ve iki denizle buluşur. İklimler ve kültürler için de bir kavşak olmuştur. O yüzden, zamanın en güçlü halkları hep bu coğrafyayı arzulamıştır. Haçlılar üstünden geçmiştir, Araplar alamamıştır, Türkler beş asırdan fazla bir süredir buranın sahibidir.

Boğazlardan çok sular aktı. Hisarların, surların duvarları yıkıldı. Boğazların üstüne köprüler yapıldı, ormanları yok edildi, gölleri atık havuzu oldu, kıyıları doldurulup asfalt yapıldı. Başka bir egonun, bilinçaltının hakim olduğu bir zamanda yaşıyoruz.

İstanbul, dünyanın limanı. En eski ve en büyük limanı. Geç kalmış bir şehircilik örneği olarak İstanbul’un bir yakasına Marmaray bir yakasına metro kazıları yapan belediyemiz, hiç istemediği, yazık ki hiç istemediği bir gerçekle karşılaşıyor: İlk İstanbul’la karşılaşıyor.

Temmuz sayısında Atlas, kapak konusu olarak bu kazıyı işliyor. Oradan bir cümle:

“Theodusius Limanı’nın zemininde bin yılı aşkın süre bekleyen 24 antik gemi, bir antik limanda bugüne kadar ulaşılan dünyadaki en büyük batık grubu. Limanın gemiler tarafından aktif olarak kullanıldığı MS 5. ile 11. yüzyıl arasına tarihlenen batık ve gemi aksamları, antik dönem denizciliğinin bilinmeyenlerini ilk kez cevaplıyor.”

İlk İstanbul, şehrin en arkaik zamanı, şehrin bilinçaltı gibi eşilen toprağın altından çıkıyor. Kimi yerleri telaşla örtülse bile çıkıyor işte. Dünyanın en eski limanı bulunuyor İstanbul’da. Limanda batmış gemiler çıkarılıyor. Dünya kültürünün nabzı son zamanlarda İstanbul’da atıyor.

Hak ettiği ilgiyi, özeni, korunmayı görüyor mu, hayır.

Bu konuda yalnızca belediyeyi suçlamıyorum. Dünyanın en eski limanının kalıntıları, Yenikapı’da, Üsküdar’da meydana çıkıyor. Yazık ki dokunsan dağılacak, dağılan enkazların üzerinde greyderler, kepçeler dolaşıyor.

Türk basınında, sanatçısında, İstanbul entelektüeli ya da sosyetesinde, "İlk İstanbul"la yüz yüze gelmenin ya da gelememenin telaşı, heyecanı, onu koruyamamanın acısı, öfkesi, tepkisi yok.

İstanbul’un hafızası güçlüdür. Bu şehir unutmaz. Şehrin fiyakalı tepelerine görmemişlik kuleleri dikilme planları kadar bile heyecan yaratmadı "İlk İstanbul".

İstanbul’a geldik, çünkü burası İstanbul olduğu için. İstanbul’u arzuluyoruz, çünkü burası İstanbul. İstanbul’u, İstanbul’u yok ederek mi geliştireceğiz? O zaman İstanbul’a niye geldik ki? Bir yerden bir yere gitmek önemli. Bir yerden bir yere gitmek İstanbul’da bir cehennem. Ama bir yerden bir yere gitmek için İstanbul’u yok etmek mi gerekiyor? O zaman İstanbul’a niye geldik? İstanbul’un yeni sakinleri, dünyanın bu en önemli metropolünü hak ettiklerini göstermek için İstanbul’un üstünden geçmeden İstanbul’da bir yerden bir yere gitmeyi başarmalıdır. Yoksa..

Modest Mouse’un güzel bir şarkısı vardır:

“We’re dead even before the ship sank.”

Şöyle çevirmek hoşuma gider:

“Hepimiz ölmüşüz gemi batmadan önce.”

Referans, Yazı. Özcan Yüksek, 25.06.2007

DEKANLAR HADRIANOPOLİS'TE

 

Zonguldak Karaelmas Üniversitesi (ZKÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi'nde gerçekleştirilen ve çok sayıda üniversiteden dekanın katıldığı toplantının ardından dekanlar, gezi için Karabük'ün Eskipazar ilçesine geldi. Eskipazar'da Hadrianoupolis Antik Kentini gezen dekanlara, Dokuz Eylül Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeloji Bölümü öğretim üyesi Yard.Doç Dr Ergün Laflı tarafından bölge hakkında bilgeler verildi.





Laflı, kendisinin başkanlık ettiği kazı çalışmalarının 2005 yılında başladığını söyleyerek, "2003 yılında Karadeniz Ereğlisi Müzesi tarafından yapılan kurtarma kazılarında ortaya çıkarılan ve tarafımızdan Erken Bizans B Kilisesi olarak adlandırılan kent merkezindeki kilise dışında arkeolojik yüzey araştırmaları sonucunda 14 adet dağınık kamu ve diğer tür yapılar tespit edilmiştir. Kamu yapıları arasında 2 hamam, 2 kilise,1 savunma yapısı, 1 tiyatro, 1 kemerli yapı, 1 kubbeli yapı gibi anıtsal yapılar bulunmaktadır" dedi.

 

Erken Bizans A kilisesi ile Erken Bizans B kiliselerinin birbirine plansal ve anıtsal olarak benzediğini belirten Laflı, A kilisesi tabanında bulunan mozaiklerin olağanüstü olduğunu söyleyerek, "Bu mozaik zemin büyük olasılıkla Paplagonia'ya Kuzey Afrika'dan gelen ustalar tarafından yapılmış. B Kilisesi'nin tabanında bulunan mozaikler ise Edessalı ustalar tarafından yapılmış olmalı" diye konuştu.





Hadrianopolis antik öreninde yüzey araştırmaları sonucunda bulunan anıtsal hamam A yapısının 13 ana mekanının ortaya çıkarıldığını kaydeden Laflı, "Bizans devri dini yapıların yoğunlaştığı alandaki hamamın inşası büyük bir olasılıkla MS 5.yy'da gerçekleşmiş olmalı. Hamamın hypocaust sistemi bize Geç Roma hamamlarını hatırlatmaktadır. Hamam MS 7.yy sonuna kadar kullanılmış olmalıdır ki, kazılar sırasında ele geçirdiğimiz 7 adet sikkeden bir kısmı bize hamamın MS 8.yy'nin başlarında terk edildiğini düşündürmektedir. Binanın içinden çıkardığımız en çarpıcı arkelojik öge ise 10 nolu mekanda bulunan geometrik bezemeli mozaikli bir zemindir. Bu mozaik binanın MS 5.yy.'da inşa edilmiş olduğunu teyit eder" dedi.

Değişim Gazetesi, Foto: Karabük Valiliği i25.06.2007

"3 BİN YILLIK TARİH TALAN EDİLİYOR"

 

Fileleftheros gazetesi, fotoğraflı olarak yayımladığı haberinde, KKTC’deki büyük inşaat faaliyetlerinin artık Karpaz Yarımadası’na kadar dayandığını yazdı.

 

Habere göre, yakın zamanlarda Dipkarpaz’daki evlerin yıkılması ve iskan edilmesinden bahsedildiğini, öte yandan Yalusa’daki (Yeni Erenköy) “yağma edilmiş Kıbrıs Rum malları ve beraberindeki 3 bin yıllık tarih aleyhindeki programlanmış kalkınma planının da halihazırda bilindiğini” kaydetti.

 

Gazete, bir yıldan beridir bölgede “Barbaro” isimli turistik bir şehir kurulmasıyla ilgili planlamaların bilindiğini, elde edilen son bilgilere göre ise, çalışmaların birtakım sebeplerden dolayı geciktiğini belirtti.

Öte yandan haberde, söz konusu yapım çalışmalarının gerçekleştirileceği toprakların Yeni Erenköylü Kıbrıslı Rumlara ait olduğu, bunların kim olduğunun tespit edildiği, bunların ikisinin G-8´İN öldüğü, mirasçılarının ise topraklarında yapılacak çalışmalarla ilgili olarak bilgilendirilmesine çalışıldığı kaydedildi.

 

Gazete ayrıca, bölgede sadece Yalusalıların (Yeni Erenköylüler) mal-mülklerinin tahrip edilmediğini; bölgedeki 3 bin yıllık kültürün de tahrip edildiğini iddia ederek, bölgenin 3 bin yıllık tarihinin adanın ilk gelen Elen yerleşiklerine kadar uzandığını belirtti

Kuzey Kıbrıs Vatan, 25.06.2007

TARİHİ KAYDA ALALIM





Selçuklu’ya iki asırdan fazla süre başkentlik yapan Konya’da bulunan çok sayıda tarihi eserin tam anlamıyla kayıt altına alınmaması korumayı engelliyor

Geçmiş nesillerin insanlığa ortak miras olarak bıraktığı tarihi eserler, bugün birçok insan tarafından bilinmezken, bazıları da yok olmak üzere. İstanbul, Edirne ve Bursa’dan daha önce ‘Selçuklu’nun en muhteşem şehri’ ünvanını alan Konya’daki tarihi eserlerin tamamının kayıt altına alınmaması büyük bir eksiklik. SÜ Harita Mühendisliği Bölümü öğrencileri M. Arif Taşdemir ve M. Fatih Hançerli, Konya’daki tarihi eserlerin bilgilerinin topanarak veri tabanı oluşturdu.

Öğrencilerin proje danışmanı Yrd.Doç.Dr. Savaş Durduran, Konya’nın tarih yönünden en önemli eksikliğinin eserlerinin kayıt altına alınmaması olduğunu vurgulayarak, “Tarihi eserleri korumak için önce kayıt altına almak gerekir. Kentlerin kimliklerini koruyabilmeleri için, kültürel mirasını tespit edip tescil atlına alması ve koruması bir zorunluluktur. Bu sadece Tabi Anıtlar Kurulu’nun değil belediyelerin ve üniversitelerin de görevi” değerlendirmesinde bulundu.

Kendilerine verilen bitirme tezi ödevini hakkıyla yerine getiren Taşdemir ve Hançerli ise kentlerin tarihi eserleri ile kendi kimliklerini kazandığını belirterek, geçmişin tanıklarına sahip çıkılması gerektiğini ifade etti. Tez, Türkiye’de ilk defa bir ildeki tüm tarihi eserlerin kayıt altına alınmasını sağladı. Tez kapsamında hazırlanan veri tabanının geliştirilmesi ve internet sitesi haline getirilmesi, şehirdeki tarihi eserlerin tanıtımı ve korunması açısından ciddi önem taşıyor.

SÜ Harita Mühendisliği Bölümü öğrencisi M Arif Taşdemir ve M. Fatih Hançerli hazırladıkları bitirme tezinde Konya’daki büyük küçük tüm tarihi yapıların bilgilerinin bulunduğu bir veri tabanı oluşturdu

Selçuk Üniversitesi Harita Mühündesliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Savaş Durduran, son sınıftaki iki öğrencisine bitirme tezi olarak Konya’daki büyüklü küçüklü tüm tarihi eserlerin bilgilerinin toplanması ve bu bilgilerden bir veri tabanı oluşturulası konusunu verdi. Mehmet Arif Taşdemir ve Mehmet Fatih Hançerli’nin, altı ay süren uzun bir çalışma sonrasında araştırmalarını hakkıyla yerine getirerek, hazırladıkları eser, Konya’nın tarihinin kayıt altına alınması için altyapı oluşturabilecek nitelikte.


Bitirme tezi ile ilgili görüşlerini aldığımız Taşdemir ve Hançerli, Konya’nın tarihi eserleri bakımından Türklüğün sayılı şehirlerinden birisi olduğunu belirterek, Konya’nın Bursa, Edirne ve İstanbul’dan önce Selçuklu döneminde ‘En muhteşem Türk şehri’ mertebesine ulaştığını hatırlattı. Çalışmalarının 1850 yılı öncesindeki camiler, medreseler, darülhuffazlar, kiliseler, mescitler, hamamlar, müzeler, çeşme ve şadırvanlar gibi tüm tarihi eserleri kapsadığını dile getiren öğrenciler, topladıkları bilgileri bir veri tabanında işleyerek, Konya’nın tarihi eser bilgi sistemini oluşturmaya çalıştıklarını kaydetti.


Öğrenciler, “Kentler, değerleriyle kendi kimliklerini kazanırlar. Geçmişin bu değerli tanıklarına öncelikle tarihsel ve duygusal değerleri göz önüne alarak saygı göstermeliyiz. Günümüzde kentlerin kendi kimliklerini koruyabilmeleri için kültürel mirasını tespit ederek, tescil altına almak ve tarihi çevrenin yok olan tarihi değerler ve kültürel çevrenin korunup geliştirilerek kullanılabilmeleri için sağlıklı çözümler aranması zorunluluğu bulunmakta. Bu bağlamda yapılan çalışmalarda yaşanan en büyük sıkıntılardan birisi saptama-belgeleme çalışmalarının henüz istenen düzeyde ve hızda gerçekleştiriliyor olmaması. Belgeler bilgisayar ortamında olmadığı için çabuk bozulup kaybolabiliyor” dedi.


Öğrencilerin proje danışmanı Yrd. Doç. Dr. Savaş Durduran, tarihi çevrelerin insanlığın ortak malı olarak kabul edilmesi gerektiğini belirterek, günümüzde çarpık kentleşme ile giderek artan niteliksiz yapılaşmalar sonucu fiziksel çevreler ve dolayısıyla tarihi çevrelerin olumsuz yönde değiştiğini kaydetti. Yaşanan bu değişimin beraberinde korunmanın önemini de gündeme getirdiğini açıklayan Durduran, “Tarihi eserlere ve kültürel varlıklara sahip çıkmak, korumak ve gelecek nesillere aktarmak hepimizin kutsal görevidir” değerlendirmesini yaptı.
 

Yrd. Doç. Dr. Durduran, öğrencilerin hazırladığı projenin gerçekten Konya için büyük önem taşıdığına inandığını belirterek, hazırlanan veri tabanının Konya’daki tüm tarihi eserlerin bilgilerini kayıt altına alacak, bu eserleri dünyaya tanıtacak, eserlerin korunması ve yaşatılmasını sağlayacak bir çalışmanın temelini oluşturabileceğini kaydetti. Türkiye’de bu şekilde bir çalışmanın hiçbir il için yapılmadığını anlatan Yrd. Doç. Dr. Durduran, “Tarihi eserlerin koruma altına alınabilmesi için öncelikle bu eserlerin güncel bilgilerine ihtiyaç var. Kültür ve tabiat varlıklarının korunması ile ilgili çalışmalarda en önemli aşama saptama ve belgeleme, yani eski deyimiyle tescil ve tespittir. Ülkemizde en büyük sorun kültür ve tabiat varlıklarının envanterinin büyük ölçüde tamamlanmamış olmasıdır. Bu tür çalışmaların sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülmesi ile çalışmaların yeterince hızlı olması imkansız. Bu nedenle yerel yönetimler, üniversiteler ve sivil toplum örgütlerinin iştiraki ile Türkiye’nin mimari envanterinin çıkarılması gerekiyor. Kültür varlıklarının zamanında tespit edilmemesi onun korunamaması ve hızla bozulmasına neden oluyor” diye konuştu.


Yrd. Doç. Dr. Durduran, projenin bu aşamada öneminin birkaç kat daha arttığını belirterek, yapılan çalışmanın İl Kültür Müdürlüğü, Tabi Anıtlar Kurulu ve yerel yönetimler tarafından değerlendirilip geliştirilmesi ile Konya’nın tarihinin tamamen kayıt altına alınabileceğini açıkladı.

Merhaba Gazetesi, Haber: Mehmet Gülüm, 25.06.2007

KIZLAR MANASTIRI MÜZE OLACAK

Trabzon'un Boztepe Mahallesi'nde bulunan Kızlar Manastırı'nda arkeoloji çalışmaları devam ediyor.

 

Çalışmaları yerinde inceleyen Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu, Trabzon’un kültürel değerlerini öne çıkarma çabası içinde olduklarını belirterek “Belediye olarak Kızlar Manastırı için Çağdaş Sanatlar Müzesi Projesi hazırladık. Bu proje öncesi son çalışma olarak da arkeolojik kazı çalışmalarını başlattık. 10 aydan beri devam eden bu çalışma tamamlandığında hazırladığımız proje çerçevesinde Çağdaş Sanatlar Müzesi olarak burayı hizmete açacağız. Bu proje ile hem Boztepe Mahallesi'ne yeni bir cazibe kazandırmayı, hem de böyle bir tarihi eseri kurtarıp dünya tarih mirasına kazandırmayı planlıyoruz“ dedi.

 

Arkeolog Yusuf Korkmaz ise çalışmalar sırasında kendilerine destek veren Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu’na teşekkür ederek, gerekli zemin etüd çalışmalarının tamamlandığını diğer kazı çalışmalarının devam ettiğini söyledi.

Trabzon Kent Haber, 25.06.2007

TARİHİ CAMİLER BELEDİYEYE EMANET

 

Süleymaniye, Sultanahmet gibi tarihi camilerin her türlü bakımını İstanbul Büyükşehir Belediyesi yapacak. İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve müftülük arasında yapılan protokole göre tarihi ve turistik öneme sahip 22 caminin temizlik, onarım ve güvenliği belediye tarafından sağlanacak.

 

İstanbul'da turistlerin ziyaret etmek istediği mekanların başında tarihi camiler geliyor. Bütün dünyada Blue Mosque (Mavi Cami) olarak tanınan Sultanahmet Camii'ni bazı günler 25 bin kişi ziyaret ediyor. Bu camilerde tarihi dokunun korunması ve temizliğinin sağlanması görevini Büyükşehir Belediyesi üstlendi. Belediye Meclisi'nden çıkan karara göre 22 caminin her türlü hizmetini belediye yürütecek.

 

Cami dernekleri de uygulamaya destek vereceklerini açıkladı. Eminönü Yeni Camii Dernek Başkanı Çetin Palancı, "Belediyenin tarihi camilerin her türlü bakım ve onarımını yapması büyük bir kazanç. Karar bizi sevindirdi. Belediyeye, yapacağı hizmetlerde biz de yardımcı olmaya devam edeceğiz." dedi. Sultanahmet Camii Dernek Başkanı Ramazan Apaydın da tarihi camilere sahip çıkılması çalışmalarının desteklenmesi gerektiğini belirtti. Apaydın, bu camilerde verilen hizmetlerin sabah namazı ile başladığına dikkat çekerek, "Bizim görevimiz sabah namazı ile başlayıp yatsı namazı ile sona eriyor. Belediye bunu dikkate alarak planlama yapmalı. Mesai kavramı ile bu görev yürütülemez." diye konuştu.

Zaman, Haber: Mükremin Albayrak, 25.06.2007

GAZİEMİR YERALTI ŞEHRİ KAPILARINI AÇTI

 

Kapadokya’nın önemli yer altı şehirlerinden Gaziemir turizme açıldı.

 

Aksaray’ın Güzelyurt İlçesi'ne bağlı Gaziemir Köyü'ndeki yeraltı şehrinin açılışına çok sayıda davetli katıldı. Yeraltı şehrini turizme kazandıran Aksaray Müze Müdürlüğü'nde görevli kazı başkanı Güzin Karaköy, yıllardır ortaya çıkarılmayan yeraltı şehrini, 6 ayda 25 kişilik kazı ekibiyle gün ışığına kavuşturduklarını belirtti. Yeraltı şehri için 4 mağara girişinde çalışma başlattıklarını ve burada sel sularının doldurduğu çamur ve toprakları temizledikçe yeni bölümlere ulaştıklarını ifade eden Karaköy, Bizans Dönemi'ne ait Gaziemir yeraltı şehrinin, Aksaray’daki benzerlerine oranla çok büyük olduğunu kaydetti. Hamam, iki kilise, erzak depoları, hayvan barınakları, büyük ve küçük ocaklar ile yaşama mekanlarından oluşan yeraltı şehrinin ilk ziyaretçileri ise Alman, Fransız, Macar, Çin ve Japonlardan oluşan 10 kişilik turist kafilesi oldu.

Türkiye Gazetesi, Fotoğraf: Aksaray.gov.tr, 25.06.2007

ATATÜRK'ÜN MEKTUBU ARTIRMADA

 

Christie's müzayede şirketinin 3 Temmuz Salı günü Londra'da gerçekleştireceği müzayedede Atatürk'ün İsviçreli antropolog Eugene Pittard'a 1927'de kurşun kalemle Latin harflerle gösterdiği "Yeni Türk Lirası" illüstrasyonu açık artırmaya çıkarılacak.

 

Christie's müzayede kataloğunda "ATATÜRK, Mustafa Kemal (1881-1938)" adı verilen lot, açık artırmaya bin ile bin 500 sterlin arasındaki rezerve ile çıkarılacak. Yani bin sterlin altına satılamaz ancak en çok bin 500 olarak beklenen ilginin daha fazla olması durumunda daha yüksek fiyata satılabilir. Müzayede kataloğunda yeni Türk alfabesinin doğuşu ve Türk dili hakkında da geniş bilgi veriliyor. Osmanlı'nın son yıllarında nüfusunun yüzde 80'inin okur yazar olmadığı kaydedilen açıklamalar kısmında Türk Harf Devrimi'nden övgüyle bahsediliyor.

Türkiye üzerine birçok çalışması bulunan antropolog EugPittard, 1927 yılında eşiyle Ankara'da bulunduğu sırada Atatürk'ün misafiri oldu. Atatürk'ün alfabe reformundan çok etkilenen Pittard, 'Le visage nouveau de la Turquie (1931)' adlı eserinde Harf Devrimi'ni tarihin en büyük sosyal devrimlerinden biri olarak niteledi.

Sabah, Haber: Perihan Korkmaz, 25.06.2007

TOPKAPI'DA BÜYÜK SAYIM

 

Topkapı Sarayı Müzesi'nde inceleme ve sayım işlemi başlatıldı. Yaklaşık 1 aydır devam eden sayımlar 2 yıl sürecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu'nda görevli iki müfettiş nezaretinde sürdürülen sayımlarda, kayıp olan, ancak depolarda olabileceği söylenen Hz. Muhammed'in kabir kapısının örtüsü bulunamadı.





Tüm müzelerde sayım işlemi başlatan Kültür ve Turizm Bakanlığı, yaklaşık 50 müzenin sayımını bitirdi. Topkapı Sarayı Müzesi de bu sayıma tabi tutuldu. İki müfettiş, konusunun uzmanlarından oluşan komisyonlar vasıtasıyla tüm eserleri tek tek sayıyor. Envanter bilgileriyle eserler karşılaştırılıyor. Komisyonların en büyük sıkıntısı ise eserlerin envanter bilgilerinin eksik ya da yetersiz oluşu. Müfettişler komisyonların hazırladığı raporları kayda geçirerek bir anlamda sarayın yeniden envanter kaydını oluşturuyor.


İlk olarak Hazine, Saatler, İşlemeler ve Güzel Yazmalar bölümlerinde başlatılan sayım işlemleri sürüyor. En çok müze kütüphanesinde yapılacak sayım merak ediliyor. Çünkü daha önce çok sayıda kitabın kaybolduğu kamuoyuna yansımıştı.


Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde Arapça, Türkçe ve Farsça yazma 13 bin 71 cilt eser bulunuyor. Bazı ciltlerde birden fazla eser çıkabiliyor. Bu nedenle elyazması eser sayısının 20 bine çıkabileceği bildiriliyor.


Müzede toplam 79 bin 17 eser bulunuyor. Eserlerin çoğu sergileme alanlarının kısıtlı olması nedeniyle depolarda saklanıyor. Ancak ihmal birçok eserin harap olmasına neden oldu. Sayım sırasında harap olan eserler tespit edilecek. Daha sonra atölyelerde eserlerin onarımlarına başlanacak. Yetkililer, şu ana kadar yapılan sayımlarda sadece 24/146 envanter numarasına kayıtlı ravza-i mutahharanın (Peygamber kabrinin kapı örtüsü) bulunamadığını, başka eksik çıkmadığını belirtiyorlar. Ancak kütüphane sayımında önemli eksiklerin çıkmasından endişe ediliyor.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 25.06.2007

TUZDA KORUNMUŞ 3. YÜZYIL İNSANI

 

Part İmparatorluğu’nun yıkılmasından hemen sonra, Roma İmparatorluğu Dönemi'nde kuzeybatı İran’da bulunan bir tuz madeninde çalışan işçi tavandaki bir kayanın kopup üstüne düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Yaklaşık 1800 yıl sonra, tuz içinde korunmuş ve mumyalanmış ceseti öldüğü noktada yeniden bulundu. Bu, Zanjan bölgesindeki Chehr Abad madeninde bulunan altıncı “tuz adam”.

 

Vücudun tuzlu ortamdan taşınmasının ona zarar vereceğini düşünen arkeologlar şimdilik bulunduğu yerde korunmasını uygun gördüler. İran Arkeolojik Araştırmalar Merkezi yöneticisi Hassan Fazeli Nashli’nin söylediğine göre geçtiğimiz 14 yıl içinde bu madende bulunan diğer beş mumyanın korunmasında ciddi sorunlar mevcut. Nashli, "Bu son keşif planlanmamıştı. Son yağmurlar yaklaşık 20 cm derinlikte gömülü kalmış gövdeyi açığa çıkarttı. Altı mumyaya ilave olarak araştırmacılar deri ayakkabılar, çanta ve bir kandil de buldular." dedi.

Discovery News, Haber: Jennifer Viegas, 22.06.2007

İMÇ'DE OSMANLI KONAKLARI





Cumhuriyet döneminin başarılı mimari ve kentsel uygulamalarından biri olan İMÇ bloklarının, Osmanlı konakları yapılmak üzere yıkılması planlanıyor.

 

Nasıl bir durumla karşı karşıyayız? Tarihi binalar bir tarafa, bu gidişle güncel mimarlığın, Doğan Tekeli, Sami Sisa, Metin Hepgüler gibi önemli ustaların dahi yaşadığımız kentte izleri kalmayacak. Mimarlara sipariş üzerine 'bina resmi çizen' kişiler olarak bakılacak, onlara bu rol biçilecek. Profesyonellik, yaratıcılık adına ne varsa bunların hepsi kamusal alandan çekilip zengin ailelerin, yatırımcı sponsorların, sermayenin himayesi altına alınacak. Özel alanlara izole edilecek. Mimarlar, mimarlığı hakkıyla yapmaya çalışanlar halka, esnafa, yani sıradan insana hizmet veremeyecekler. Kendilerini, profesyonelliklerini yatırımcılara, zenginlere adayacaklar. Halk ise, kendisini temsil ettiğini iddia eden siyasetçilerin basmakalıp fikirlerine, tahakkümüne terk edilecek. Ne tuhaf bir karşıtlık ve ne tuhaf bir uzlaşma bu? Belediyenin bir şirketinde hem proje müellifi, hem karar verici, hem koruma kurulu üyesi hem de "Tarihi Yarımada Grubu" yöneticisi olarak iş gören bir kişi, katıldığı toplantılarda göğsünü gere gere şunları söylüyor: "Tarihi Yarımada'da yer alacak olan yeni binalar, Osmanlı tarzında olacak. Modern bina isteyenler varsa, onlar da istediklerini yapabilirler, ama başka bir yerde. Tarihi Yarımada'nın dışında. Buraya gelen turistler bizim nasıl yaşadığımızı, bize ait olan mimariyi görmeliler". Şimdi sıra İstanbul Manifaturacılar Çarşısı'na gelmiş. "Tarihi Yarımada Koruma Projesi" kapsamında İMÇ yıkılacak ve yerine Kiptaş tarafından Osmanlı mimarisi tarzında 50 adet ahşap görünümlü villa yapılacakmış. Kiptaş'ın İMÇ'yi yıkıp yerine yaptıracağı Osmanlı Konakları, ferforje adı verilen tırtıllı demirlerle süslenecek, üstleri ahşap görünümlü malzemelerle kaplanacak, banyolarına desenli seramikler döşenecekmiş. Oysa İMÇ, Perpa ya da Kuyumcukent gibi kentsel boyutu dikkate almayan bir küçük üretim ve ticaret merkezi değil. Cumhuriyet döneminin başarılı mimari ve kentsel uygulamalarından biri. Yangın geçirmiş tarihsel bir doku içinde 1960'larda inşa edilen bloklar, kademeli, katmanlı yer alış biçimleriyle, kentsel topografyayı dikkate alarak, tepelere yerleştirilen anıt camilerle 'kentsel morfoloji' arasındaki ilişkileri sorgulayan, dikkate alan ilginç bir mimarlık düşüncesini sergiliyorlar. Yarışma yöntemi ile elde edilen bu projenin temel farkı, bu popülist yaklaşımda olduğu gibi sosyal dokuyu yok edici bir özellik taşımaması.
 

Basında yer alan ayrıntılar şöyle: Kiptaş Genel Müdürü İsmet Yıldırım, -boş bir araziye konut sitesi yapar gibi-, ilk etabın çok kısa bir süre içinde başlayacağını, İMÇ'nin tamamen kaldırılacağını açıklamış. Onbinlerce kişinin çalıştığı, iki binden fazla işyerinin bulunduğu İMÇ'nin esnafı ise soluğu mahkemede almış, kararın iptalini istemiş. Bu arada planları iki sene önce onaylayan, ancak seçimler öncesi durumu fark eden Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, "Bu karar hatalı, düzeltmek için Kadir Topbaş'ı ikna etmeye çalışıyorum" demiş. İMÇ'nin yıkılma kararını duyunca bölgeyi tanıyan herkes şaşırıyor. Diyorlar ki, "İMÇ, Tahtakale, Sultanhamam gibi kentin kalbinin attığı bir yer. Onbinlerce insan burada çalışıyor, yüzbinlerce insan buradan faydalanıyor. Burası bölgenin gelişmesini sağlayan bir merkez durumunda. Buraya prestij konutları adı altında 'Osmanlı Konakları' yaptırmayı düşünenler aklını peynir ekmekle yemiş olmalı..."


Gelin de şaşırmayın. Sanki kent yönetimi bir sabah kalkmış, "acaba bugün nereyi yıkmalıyım" diye düşünürken aklına İMÇ gelmiş! İnsan şunu merak ediyor: Koskoca İstanbul'da işi, uğraşı icabı, planları okuma zahmetine katlanan kimse yok mu? Planları, projelerin hazırlanma yöntemini vatandaş mı tartışacak? Gariplik şurada ki, bunları tartışmaya açmak için çırpınan birkaç kişi dışında, kimsenin bu yönteme ve kararlara bir itirazı yok! Herkes kendi işiyle meşgul olduğu için kimse belediyenin hazırlattığı ucube planlara, projelere bakmıyor. Sıra yıkıma gelince fark ediliyor. Belediye meclisleri ve koruma kurulu tarafından iki yıl önce onaylanan "Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı Nazım Uygulama İmar Planı" çerçevesinde bölge, 'prestij konutları alanı' ilan ediliyor. Onaylanan bu planlarda "İMÇ'nin desantralize edilmesi" hükmü -ayrı bir bölüm olarak- yer alıyor. Yer almakla da kalmıyor, belediyeye bağlı bir şirket adına güya kentsel tasarım projeleri hazırlanıyor. Tıpkı diğer projeler gibi. Sonuçta planlardan birçok kişinin haberi var. Bir tek bölgede yaşayan, çalışan insanların yok! Osmanlı mirası da, Cumhuriyet döneminin önemli mimari örnekleri de Osmanlı tarzı binalar yapılmak üzere arsaya dönüştürülüyor. Süleymaniye'de, Zeyrek'te, Sulukule'de birtakım kişiler kamusal gücü arkalarına alıp, 'korumacılık' kılıfı altında kendi fikirlerini dayatıyorlar. Kültür mirasının yaratıcı bir uğraş içinde korunabileceğini, bu işin de bir mimari araştırma ve sorgulama konusu olduğunu onlara hatırlatan, aktörlere bunun yöntemlerini gösteren hiçbir kurum, kişi yok.
 


Elbette ki bütün fikirler değerlidir. Ne kadar saçma bulursak bulalım, İMÇ'yi Osmanlı Konakları'na dönüştürmek isteyen zevatın da görüşleri değerlidir. Ancak demokratik bir yönetim biçiminde bir kişi "Ben böyle karar verdim, Tarihi Yarımada'ya 'Osmanlı konakları' yakışır. Bu nedenle bu konu tartışılamaz" diyemez. Bir kenti planlamak yaratıcı bir iştir, farklı fikirlere açıklık ve katılım, araştırma, gözlem, yorum gerektirir. Kamusal işlevleri profesyonelliğe, yaratıcılığa, halkın katılımına kapatanlar kamu adına yalnızca kendi fikirlerini sergiliyorlar. Demek ki bugünlerde planlama, kentsel tasarım, mimarlık gibi işlevlerin marangozluk, sıvacılık gibi uğraşlar olmadığını, yeniden hatırlamamız gerekiyor: Bu modelin berhava etmek istediği yalnızca buradaki sosyal doku değil. Aynı zamanda, kentin tarihsel yapısını yaratıcı bir deneyimle keşfetmeyi amaçlayan profesyonel bir nitelik, bir birikim. İstanbul'un kendi modernlik deneyimi.

Radikal 2, Haber: Korhan Gümüş, 24.06.2007

2 BİN YILLIK KRAL MEZARI BULUNDU

 

Balıkesir Dursunbey'de 2 bin yıllık 2 odalı kral mezarı bulundu. Roma Dönemi'ne ait olduğu sanılan tarihi eserin ortaya çıkarılmasıyla ilgili çalışmalar sürüyor.

 

Balıkesir Müze Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgiye göre, Dursunbey'in Adaören Köyü mezrası yakınlarında tümülüs mezar bulundu. 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen mezarın krala ait olduğu sanılıyor. Balıkesir Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çaltı, çalışmaların devam ettiğini, mezarın daha önceki zamanlarda zarar gördüğünü söyledi. Mezarda şu ana kadar her hangi bir yazı veya işarete rastlamadıklarını belirten müze yetkilileri, Balıkesir bölgesinde bu tip mezarın ilk defa bulunduğunu, tek örnek olması nedeniyle de önemli olduğunu belirtti. Dursunbey Jandarma Komutanlığınca güvenliği sağlanan mezar kazı çalışmaları sürüyor. Kaymakam İbrahim Küçük, kazı çalışmalarını yerinde inceledi. Yetkililer, mezarın boş olduğunu, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yazışmaların devam ettiğini bildirdi. İlçe merkezine uzak olmase nedeniyle kral mezarının koruma altına alınıp, alınmayacağına incelemeler tamamlandıktan sonra karar verileceği kaydedildi. Jandarma ile Müze Müdürlüğü görevlilerinin nezaretinde çalışmaların sürdüğü mezarın bulunması, ilçede sevinçle karşılandı.

Haber Ekspres, 24.06.2007

ALMANYA'DA 35.000 YILLIK MAMUT HEYKELİ BULUNDU

 

Güneybatı Almanya’da Tübingen Üniversitesi arkeologları şu ana dek bilinen en eski heykeli buldular. 35.000 yıllık ve sapasağlam durumdaki heykelcik Baden-Württemberg eyaletinde Swabian Jura bölgesinde bulundu.

 

Bu bölgede, Vogelherd Mağarası’nda yakın zamanlarda beş mamut heykeli bulunmuştu. Mağara, buluntuları açısından 1931 yılından bu yana bilinmekte. Yeni buluntular arasında bir aslan heykelciği ve başka bir mamut heykelciği parçaları da var. Buluntularla ilgili olarak Tübingen Üniversitesi web sayfasında “Son Buz Çağı’na ait en önemli, en eski ve en çarpıcı sanat eserleri” ifadesini kullanmakta.

Spiegel Online, 20.06.2007

KALE ÇEVRESİ CAZİBE MERKEZİ OLACAK

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, yaptıkları çalışmalarla kale ve çevresini kentin cazibe merkezi haline getireceklerini ve tarihi dokuyu koruyacaklarını söyledi. Güzelbey, İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığının hazırlayarak Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na gönderdiği Kale Çevre Düzenleme Projesi'nin kabul edildiğini belirtti. Geçen yıl aralık ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sağladığı kaynakla, Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi'nin ihalesini yaptığı Kale Çevre Düzenlemesi Projesi kapsamında çalışmalara başlandığını ifade eden Güzelbey, "Kale etrafında çevre düzenleme çalışmaları kapsamında ağaçlandırma, oturma grupları, havuz, kaldırım, yürüyüş yolları, kafeterya, danışma bürosu ve otopark yapılacak. Kalenin giriş meydanına ise gişeler, turnikeler, turizm bilgilendirme ofisi, hediyelik eşya üniteleri, seyir mekanları ve bilgilendirme panoları kurulacak. Yaptığımız çalışmalarla kale ve çevresini kentin cazibe merkezi haline getireceğiz ve tarihi dokuyu koruyacağız" dedi.

Güzelbey, Kale Altı, Şirvani Cami, Köprübaşı, Naip Hamamı civarı ve Mezbaha Caddesi'nin, kale çevre düzenlemesiyle yeni bir çehreye kavuşacağını ifade etti. Tarih turizmini canlandırarak bölgeye olan ilgiyi arttırmayı hedeflediklerini belirten Güzelbey, böylelikle yeni nesillerin kültürel ve sosyal değerlere sahip çıkmasının da sağlanacağını dile getirdi. Kale çevre düzenlemesi projesinin tamamlanmasıyla, Gaziantep Kalesi çevresinden Bakırcılar Çarşısı'na kadar olan hat üzerindeki proje çalışmalarına başlanacağını ifade eden Güzelbey, kültürel mirasın korunması ve yaşatılmasına ilişkin projeler hazırlamaya devam edeceklerini kaydetti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 24.06.2007



Yapımına 1703 yılında başlanan ve
1730 yılında tamamlanan Fatih Türbesi'nde
Hz. Muhammed'in ayak izi de bulunuyor.

TÜRBEDEKİ TARİHİ ESERLER KÜL OLDU

 

Padişah 1. Abdülhamid'in naaşının bulunduğu türbede sabaha karşı çıkan yangında, ahşap binalar kül oldu. Hz. Muhammed'in ayak izinin de bulunduğu camide çok sayıda eser de yandı.

 

Eminönü'nde Osmanlı Padişahı 1. Abdulhamid'in ve padişah kızlarının naaşlarının bulunduğu türbede bilinmeyen bir nedenle dün sabah 06.00'da yangın çıktı. Türbenin ahşap kısmında başlayan yangın itfaiyenin müdahalesiyle söndürüldü. Fatih İtfaiyesi ekiplerinin müdahale ettiği yangın, 1. Abdülhamid'in naaşının bulunduğu bölüme sıçramadan söndürüldü. Türbenin ahşap bölümünün ise tamamen yandığı bildirildi.

Sabah, 24.06.2007

TAPINAKLAR DİYARI EFES RESTORE EDİLİYOR

 

Efes Antik Kenti Kazı Başkanı ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Ordinaryus Prof. Dr. Fritz Krinzinger, bu yıl Efes Antik Kenti’nde, 180 kişilik akademik kadroyla 170 günlük kazı süresince 19 proje yürüteceklerini bildirdi. Krinzinger, Efes Antik Kenti’ni ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerin Hadrianus Tapınağı, Celcius Kütüphanesi, Amfitiyatro gibi kentteki önemli yerleri çok yakından inceleme, gezme, yaşama, ayak basma, dokunma şansını bulduklarını, bunun da antik kentlerde ender rastlanan bir durum olduğunu belirtti. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün Efes’te 113 yıldır çalışma yürüttüğünü, kentin yüzde 20’sinin ancak gün yüzüne çıkarıldığını kaydeden Krinzinger, toprak altındakilerin tamamı yerine, önemli yerlerinin ortaya çıkarılması ve kazı yapılan alanların korunmasıyla restorasyonuna ağırlık verdiklerini söyledi. İstanbul’daki Topkapı ve Ayasofya’dan sonra Türkiye’de en fazla ziyaret edilen ören yerinin Efes Antik Kenti olduğunu belirten Krinzinger, geçen yıl kenti ortalama 1 milyon 400 bin kişinin gezdiğini anlattı.





Bu yıl 212 kişi için kazı çalışma müsaadesi alındığını, ancak 180 akademik kadronun 19 projeyi yürüteceğini anlatan Krinzinger, şu bilgiyi verdi: “Bu heyet içinde arkeologların yanı sıra topoğraf, antropolog, mimarlar ile çeşitli branşlardan uzmanlar yer alıyor. Geçen yıl Selçuk Belediyesi ve Türkiye Seyahat Acentaları Birliği’nin desteğiyle başladığımız 24 bin kişilik tarihi amfitiyatrodaki güçlendirme ve restorasyon çalışmalarına bu yıl da devam edeceğiz. Yamaçevleri’nin içinde yer alan Mermer Konferans Salonu Borusan tarafından restore ediliyor. Bu çalışma 3 yıl sürecek. Viyana’daki Efes Dostları Derneği’nin finansmanını karşılayacağı, Kleopatra’nın kız kardeşi Prenses Arsimoe’nin anıtsal mezarının bulunduğu Oktogon’da çevre düzenlemesine başlayacağız.”

Prof. Dr. Fritz Krinzinger, Efes Antik Kenti’nden çıkan ve depolarda bulunan eserleri 15 kişilik bir heyetin tek tek temizleyerek, parçaları bir araya getiren titiz bir çalışma yürüttüğünü anımsattı. Krinzinger, Efes’in Akdeniz Bölgesi’ndeki en büyük kazılardan biri olduğunu savunurken Türkiye’nin büyük bir dünya mirasına sahip olduğunu, Prehistorik, Klasik, Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait önemli arkeolojik değerler bulunduğunu anımsattı. Avusturya Kültür Bakanlığı’nın bu yılki kazı çalışmasına 550 bin Euro, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Bilim Destekleme Fonu’nun da 140 bin Euro yardım yapacağını ifade eden Krinzinger, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan gelecek katkının ne kadar olduğunu bilmediğini kaydetti. Krinzinger, Antik Tiyatro’da geçen yıl kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkan gladyatör mezarlarının da Efes’in tanımına katkı yaptığını söyledi.

Akşam Ege, Foto: Avusturya Arkeoloji Enstitüsü, 24.06.2007

APOLLON'UN KEHANET MERKEZİ PATARA

 

Patara Antik Kenti, geçmiş ile bugün arasında bir zaman yolculuğuna çıkarıyor insanı. Antik kentin kalıntıları arasında atla yürüyüşe çıkmak, Patara’nın hırçın dalgaları arasında yüzmek veya kum tepelerinde gün batımını izlemek, eşsiz bir keyif veriyor insana. Önemli gelişmelerin tanığı olmuş Patara, bugün de tarihin izlerini fazlasıyla yaşatıyor. Geçmiş dönemlerde Tanrı Apollon adına büyük bir tapınak yaparak, Akdeniz’in ikinci büyük “orakel” yani kehanet merkezi olmuş kent, bugün koruma altına alınan turistik bir bölge. Patara’da bölgenin doğal ve kültürel yapısı bozulmadan turistlere her türlü konaklama hizmeti veriliyor. Kilometrelerce uzunluktaki eşsiz ince kum sahili günübirlik turistik geziler için de ideal. Bu sahil belli dönemlerde Caretta kaplumbağalarının yumurtlama sahası olduğundan, bu dönemlerde sahil koruma altına alınmaktadır.

Akşam Akdeniz, Fotoğraf: Patara Excavations, 24.06.2007

SANCAĞA RAPTİYEYE TEPKİ

 

Ayasofya Müzesi'ndeki "İnsanlığın Mirası Mevlana" sergisinde yer alan sancakların duvara raptiye ile tutturularak sergilenmesi uzmanların büyük tepkisine yol açtı.

 

Tarihi eser korunmasındaki hassasiyetsizliğe tepki gösteren uzmanlar, müzecilikte raptiye ile sergileme tekniğinin bulunmadığını kaydetti. İstanbul Üniversitesi Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü öğretim üyesi Ufuk Kocabaş'a göre, tekstil eserlerini camekan içerisinde sergilemek daha doğru.

 

Kocabaş'a göre, Ayasofya'da duvara paralel konan sancaklar bu şekilde kaldığı sürece sarkabilir veya deformasyona uğrayabilir. Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Doç Dr. Hande Kökten ise sergide insanların dokunabilecek kadar yaklaşabildiği eserlerin tahrip olabileceğini belirtti.

Sabah, 24.06.2007

HZ. MONA MERYEM LISA

 

Italyah sanat tarihçisi Franco Paliaga geçen hafta çıkan "L'equivoco della Giocanda" adlı kitabında, Leonarda da Vinci'nin ünlü resmi 'Mona Lisa' hakkında yeni bir görüş ortaya attı. Resim hakkında yapılan yorumlar genellikle kadının kimliği hakkında oluyor.

 

Giorgio Vasari 1550'de Da Vinci'nin, Francesco del Giocondo'nun eşi Lisa Gherardini'yi çizdiğini söylemişti; fakat geçen hafta kitap çıkaran Paliaga resimdeki bayanın kimliğine soru işaretleri koymanın yanı sıra, yapının nasıl anlanması gerektiği hakkında da şaşırtıcı düşünceler ileri sürüyor. Paglia'ya göre Gioconda (İtalyancada keyifli) isimlendirmesi resimdeki bayanın eşinin soyadına değil, fakat kadının ruh halini anlatıyor. Zaten Giocondo adında bir Floransa zengin tüccarın eşi olsaydı, peçe takmış ve bu kadar gösterişsiz giyinmiş olmazdı. Benzeri portrelerde kadınlar değerli elbiseler giyinmiş ve değerli takılar takınmış olurlardı. Paglia, resmin fondaki hava, toprak, su ve ateşten oluşan elementleri görüyor. Da Vinci'nin düşünce dünyasında ve ilgi duyduğu hetrodoks dini çevrelerde bütün yaşamların kaynağı olarak görülen dört elementlerin vazgeçilmez bir rolü var.

 

Sonuçta Paglia, çizilen kişinin Meryem Ana'dan bir başkası olamayacağını yazıyor. Resimdeki kadının yüzü ile Da Vinci'nin çeşitli Madonna'ların yüzlerindeki benzerlik bu şekilde anlaşılır bir duruma geliyor. Paglia'ya göre Da Vinci "Elementlerin Madonna'sı"nı çizmiş. Son olarak istek üzeri çizilmeyen; fakat Da Vinci'nin kişisel dini anlayışına uyan resmi neden her zaman yanında taşıdığı da anlaşılır duruma geliyor.

Birgün, 22.06.2007

SAATLİ MEDRESE YARGIDA

 

Geçtiğimiz yıllarda Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale edilerek, onarım işi Pusat Ltd. Şirketi'ne verilen ve onarımın bitmesinin ardından müteahit firma hataları nedeniyle bir türlü teslim alınamayan Fatih Sultan Mehmet'in de eğitim gördüğü “Saatli Medrese” sonunda mahkemelik oldu. Mahkeme heyetinin incelemelerde bulunduğu medresede bilirkişi tarafından yapılan incelemenin ardından mahkeme kararını verecek.

Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından geçtiğimiz yıllarda ihale edilerek onarım ve restorasyon işi Pusat Ltd. Şirketine verilen Üç Şerefeli Camisi yanındaki tarihi 'Saatli Medrese' de yapılan restorasyon hataları nedeniyle Vakıflar Bölge Müdürlüğü onarımı biten medreseyi devralamıyordu.

Onarımında hatalar olduğu sıradan vatandaşlar tarafından bile rahatlıkla görülebilen medrese için müteahit firmanın ek ödenek de talep etmesi üzerine, Vakıflar Bölge Müdürlüğü firmayı mahkemeye verdi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından onarımı hatalı yapıldığı gerekçesiyle mahkemeye verilen firmanın, restorasyonu hatalı yapıp yapmadığı belirlenen bilirkişi tarafından çözülecek.

Geçtiğimiz gün mahkeme heyeti tarafından yapılan incelemenin ardından bilirkişinin düzenleyeceği rapora göre mahkeme heyeti, medresede restorasyon hatası olup olmadığını ve firmanın ek ödeneği talep etme hakkının bulunup bulunmadığını karara bağlayacak.

Edirne Internet Gazetesi, Fotoğraf: haberler.com, 20.06.2007

HEYKELLER ARTIK SERGİLENİYOR

 

Trakya Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Osman İnci döneminde düzenlenen “Uluslararası İlhan Koman Heykel Sempozyumu” kapsamında Dünyaca ünlü heykeltraşlar tarafından yapılarak üniversiteye devredilen ancak uzun zamandır, Karaağaç Rektörlük Yerleşkesi bahçesinde atıl duran heykeller, Güzel Sanatlar Fakültesi'ne devredildikten sonra Güllapoğlu yerleşkesinde sergilenmeye başladı.

Trakya Üniversitesi tarafından 2003 yılında düzenlenen “Uluslararası İlhan Koman Heykel Sempozyumu” kapsamında yabancı heykeltraşlar tarafından yapılarak Trakya Üniversitesi'ne bırakılan heykeller, uzun zamandır Karaağaç'ta Lozan Anıtı'nın arkasındaki alanda kaderine terk edilmişti. Bakımsızlık nedeniyle tepkilere yol açan heykeller, Güzel Sanatlar Fakültesi'ne devredildikten sonra, Güllapoğlu yerleşkesinde belirlenen alanlarda sergilenmeye başladı.

Uzun zamandır otlar arasında ve atıl olarak duran heykellerin sergilenmesinden mutluluk duyan sanat çevreleri, “Biraz geç oldu ancak böylesi değerli heykellerin artık sergileniyor olmasından ötürü mutluyuz” dedi.

Edirne Internet Gazetesi, 20.06.2007

BİR TÜTÜN DEPOSU, BİR OTEL





Beşiktaş sahil silüetinin değişmez parçalarından birisi olan ve herkese başka başka düşler kurdurtan Astro Türk Tütün Deposu artık yok. Yapıdan geriye sadece askıya alınmış iki cephe ve pekçok soru işareti kaldı. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul 3 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, eski tütün deposunun bir otel olarak yeniden işlevlendirilmesine olur verirken, Mimarlar Odası, binanın taşıyıcı sisteminin ve fonksiyonunun tamamen değiştirildiği ve değiştirilen fonksiyonun gereği ve rantabilitesini sağlamak amacıyla da -24.20 kotuna kadar inilerek ilave yedi bodrum kat önerildiği gerekçesi ile projeye karşı çıkıyor.

Oda, binanın bulunduğu ve kentsel sit alanı olan Beşiktaş Meydanı'ndaki her türlü yapılaşmayı, yaya dolaşımını, taşıt ulaşımını, altyapı sorunlarını, kıyı kullanımını ve jeolojisini aşırı derecede zorlayan bu tür parsel bazındaki kararların, halen çalışmaları yürütülen koruma amaçlı uygulama imar planlarını devre dışı bırakarak diğer parseller için emsal teşkil edici bulunduğu görüşünü savunuyor. Mimarlar Odası, bir sit bölgesinin koruma amaçlı imar planı yapılana dek o bölgedeki tescilli yapıların parsellerine dair kurul kararlarına göre uygulama yapılma imkanı olduğunu, buna karşılık kültür ve tabiat varlıkları ilgili ilke kararları uyarınca, henüz genel olarak kentsel ulaşım ve yerleşim kararları bölge ölçeğinde belirlenmemiş parseller için ilave yapılaşma ve imar haklarının tanınamayacağı ilkesinin varlığının da unutulmaması gerektiğine dikkat çekiyor.

 

MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Doç. Dr. Gülşen Özaydın, söz konusu yapının zannedilenin aksine bir kamu malı değil, şahıs malı olduğuna dikkat çekiyor. Özaydın, yapının yakın dönem tarihi ile ilgili yaptığı kısa değerlendirmede, İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Bedrettin Dalan döneminde İstanbul’da pek çok yerin ‘turizm alanı’ olarak ilan edildiğini anımsatarak, Astro Türk Tütün Deposu’nun bulunduğu alanın da o dönemde bunlardan birisi olduğunu belirtiyor. O sıralar herhangi bir tescil kaydı olmayan yapının yakın çevresindeki Dolmabahçe ve Feriye Sarayları’nın gabarisini aşmayacak biçimde yeniden yapılmasını öngören bir konaklama tesisi projesinin tartışıldığını, çeşitli nedenlerden dolayı projenin gerçekleşmediğini ve bu esnada yapının bulunduğu parselin el değiştirdiğini söyleyen Özaydın, tütün deposunun ancak 2005 yılında bir endüstriyel miras olarak ikinci derece taşınmaz kültür varlığı olarak tescillenebildiğini hatırlatıyor.





Özaydın, günümüzde artık bir tütün deposu olarak kullanılmayan ve atıl durumda olan yapının modern kent dinamikleri içerisinde korunabilmesi için yeniden işlevlendirilmesinin kaçınılmaz olduğunu vurguluyor. Özel mülkiyetteki yapının bir konaklama tesisi olarak kullanılması talebini kentsel ölçekte değerlendiren Özaydın, yapının Beşiktaş ve Ortaköy oteller dizisi içinde konumu itibariyle bir kent içi oteli olarak işlev göreceği, yakın çevresindeki kültür tesisleri olarak var olan Resim Heykel Müzesi ile, mimari yarışma sonucunda elde edilen Deniz Müzesi’nin ek yapıları arasında bir geçiş alanı oluşturabileceğini belirtiyor. Yapının zemin katında yer alması öngörülen Tütün Ürünleri Müzesi ile sergi alanlarının bu bağlamda kamusal kullanıma olanak sağlayacağına değinen Özaydın, böylece yapının orijinal işlevine ilişkin bir kentsel imge de oluşturulabileceğini savunuyor.

Özaydın, Beşiktaş için yakın gelecekte gerçekleşmesi düşünülen metro ile Barbaros Hayrettin Paşa Vapur İskelesi arasındaki güçlü yaya akışında, yapının dışarıdan bakılan bir nesne olmasının yanı sıra, kültürel kullanımlarla içine girilebilme fırsatının da olanaklı hale geldiğini belirtiyor.






Özaydın, yıkılan iki cepheyle ilgili olarak da, “Yapı, 1930 – 1940’lı yıllara tarihlenebilecek erken betonarme strüktürün bir örneği olarak kabul edilebilir" diyor ve üniversitelerin hazırlamış olduğu teknik raporların, yapının mevcut strüktürünün korozyon gibi nedenlerle hasar gördüğü ve bu nedenle yenilenmesi gerektiği yönünde olduğundan, saraya ve denize bakan cephelerin korunması ve diğerlerinin ise tekrar aynılarının yapılması şartıyla yıkılmasının gündeme geldiğini anlatıyor.
 

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Dr. Yıldız Salman ise, korumada genel olarak iyi niyetin önemine işaret ediyor. Olayları incelerken çok katı ve yanlı olmamak adına, öncelikle kurul kararlarının uygulamaya nasıl yansıdığına bakmak gerektiğine dikkat çeken Salman, bir eleştiri varsa bunun uygulamaya mı yoksa kurul kararlarına mı yönelik olduğunun doğru tespit edilmesi gerektiğini söylüyor. Salman, kurul kararlarının değerlendirilmesi aşamasında kurula sunulan belgelerin de göz önünde tutulması gerektiğini belirtiyor. "Buranın kaliteli bir dokunuşa hitiyacı var" diyen Salman, şöyle devam ediyor:

"Kurulun kararının yanısıra müdahalenin niteliği de önemli. Cepheyi tutmak, yaklaşım olarak güzel. Son dönemde Beyoğlu’nda çok karşılaşıyoruz, hiçbir zaman olmamış bir tarihi dönemin yapıları var: 2007 tarihli 19. yüzyıl binaları. Eğer Tütün Deposu’nda özgün cephe korunabilirse, bu kabul edilebilir bir karar bence".

Daha önce Tekfen Holding'e ait olan Astro Türk Tütün Deposu, üç yıl önce Tanrıverdi Holding tarafından satın alınmıştı. Merkezi Eminönü'nde olan Tanrıverdi Holding, tekstil alanında faaliyet gösteriyor. Projeyle ilgili görüşlerini almak istediğimiz Tanrıverdi Tekstil Yönetim Kurulu Başkan Asistanı Aziz İba'ya, işi gereği hep dışarıda olduğu gerekçesiyle ulaşamadık.

Yapı, Yazı: Mesut Tufan, 18.06.2007




17 - 23 Haziran 2007

İZİNSİZ KAZIDA BİZANS PARÇALARI

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı'nın dünürü, Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er'in köylüsü Malatyalı işadamı Mehmet Şeker'in Özel İdare'den yaklaşık 25 trilyona satın aldığı Laleli'deki Gedikpaşa İlköğretim Okulu yerinde yaptırdığı işmerkezi inşaatında Arkelooji ve Müzeler Müdürlüğü'nden izinsiz yapılan kazılarda Bizans dönemine ait bazı parçaların bulunduğunun iddia edildiğini biliyor musunuz?
Hürriyet, Yalçın Bayer, 23.06.2007

OSMANLI ÇEŞMESİ ONARILDI

 

Balıkesir'in Bandırma İlçesi'ndeki tarihi Osmanlı çeşmesi onarılarak yeniden hizmete açıldı.

 

Haydarçavuş Camisi yanındaki 104 yıllık tarihi çeşme son 10 yıldır bakımsızlık ve kurnaları olmadığı için akmıyordu. Belediye Başkanı Recep Eraydın'ın talimatıyla onarılmaya başlanan çeşme, boyası yapıldıktan sonra muslukları da takılarak yeninden hizmete açıldı. Şehir merkezindeki tarihi çeşmenin yıllar sonra yeniden akmaya başlaması vatandaşları da memnun etti.

Haber Ekspres, 23.06.2007

TARİHİ ANADOLU KİLİMLERİ SLOVENYA'DA GÖRÜCÜYE ÇIKTI

 

Dr. Ayan ve Brigitte Gülgönen koleksiyonunda yer alan 17. ve 18. yüzyıl Anadolu kilimleri, Ljubljana'da Narodna Galerija'da sergileniyor.

 

1960'lardan bu yana oluşturulan ve ilk kez yurtdışına çıkarılan koleksiyon, AB'nin en önemli müzelerindeki kilim koleksiyonları ile rekabet edebilecek özellikler taşıyor. Sergi 15 Temmuz'a kadar sürecek.

Zaman, 23.06.2007

12 BİN YIL ÖNCEKİ ANADOLU'YU 100 BİN ALMAN GEZDİ

 

Türkiye'deki çeşitli müzelerden 400 civarında eserle Almanya'da sanatseverlerle buluşan '12000 Yıl Önce Anadolu-İnsanlığın En Eski Anıtları' sergisi, yaklaşık 100 bin kişi tarafından ziyaret edildi.

 

20 Ocak'ta Almanya'nın Karlsruhe Müzesi'nde açılan '12000 Yıl Önce Anadolu' sergisi 17 Haziran'da sona erecek

Zaman, 23.06.2007

21 ESER RESTORE EDİLECEK

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü İzmir Bölge Müdürü Birsen Erat, eski eserlerin aslına uygun şekilde onarılmasına büyük önem verdiklerini, çalışmalarını bu anlayışla yürüttüklerini belirtti. Erat, İzmir ve Manisa'da bulunan eski eserleri takip ettiklerini belirterek, yaptıkları tespitlerle acilen onarılması gereken yapılara ilk sırada yer verdiklerini kaydetti.


"Eski eser yapıların aslına uygun onarılması bizim için çok önemli olduğundan, müşavirlik şeklinde bir hizmet aldık" diyen Erat, acilen onarılması gereken yapıları hemen ele aldıklarını, belirli bir program dahilinde diğer yapıların da restorasyonunu tamamladıklarını ifade etti. Eski eserlerin tümünün korunması gerektiğini ifade eden Erat, şunları kaydetti: "Eski eserlerin onarılmasını sadece müteahhidin kontrol etmesine müsaade etmiyoruz. Kendi personelimizi de sadece bu iş için görevlendiremiyoruz. Çünkü bir taraftan onarım işi devam ederken, diğer yandan da yeni onarımlar için çalışmalarımız devam ediyor."


21 eserin proje ihalelerinin bittiğini söyleyen Erat, bu eserlerin de en kısa zamanda restorasyon ihalelerinin yapılarak, onarımına başlanacağını kaydetti.

Haber Ekspres, 23.06.2007

HIRST'ÜN HAPLARI 14 MİLYON EURO

 

İngiliz sansasyonel sanatçı Damien Hirst'ün "Bahar Ninnisi" adlı çalışması, 14.3 milyon Euro'ya satıldı.

 

Hirst'ün tek tek elle boyayarak, üst üste dizilmiş üç metre genişliğindeki raflara yerleştirdiği altı bin 136 hapın bulunduğu çalışması, daha önce Venedik Bienali'nde sergilenmişti. Yaşayan bir sanatçının çalışmasına en yüksek bedeli ödeyen sanatseverin ismi, açıklanmadı.

Sabah, 23.06.2007

ANITTA'NIN HANÇERİNE MÜZEDE ÖZEL VİTRİN

 

Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunan Hitit Kralı Anitta’nın Hançeri, üzerindeki "E GAL A-ni-it-ta ru-ba-im: Kral Anitta’nın Sarayı" yazısına yoğun ilgi nedeniyle özel vitrinde sergilenecek.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Hikmet Denizli, Anitta’nın Hançeri’nin ziyaretçilerden yoğun ilgi gördüğünü ancak, diğer Koloni Çağı eserleriyle birlikte sergilendiği için üzerindeki çivi yazısının yeterince görülemediğini söyledi.

Bu nedenle hançer için özel vitrin yaptırdıklarını belirten Denizli, eserin hak ettiği gibi sergileneceğini kaydetti.

Sumerolog Dr. Şerife Yılmaz da vitrinin ışıklandırması ile tunç hançerin üzerindeki "E GAL A-ni-it-ta ru-ba-im: Kral Anitta’nın sarayı" yazısının net bir şekilde görülebileceğini dile getirdi.

Hançerin, Hititlerin ilk başkentinin Kaniş (Kültepe) olduğunu kanıtladığını vurgulayan Yılmaz, bunun hançerin üstündeki çivi yazısının çözümlenmesi ile anlaşıldığını bildirdi. Asur Ticaret Kolonileri döneminde, Kuşşara kralı Pithana ve oğlu Anitta, Kaniş’i zapt ederek kendi krallıklarını Neşa olarak adlandırdıkları Kaniş’e taşmış. Anitta daha sonra Hititlerin başkenti olacak Hattuşa’yı da zapt etmiş ve buraya kimse yerleşmesin diye lanetlemiş.

Kayseri Kültepe’de (Kaniş), üzerinde "E GAL A-ni-it-ta ru-ba-im: Kral Anitta’nın sarayı" yazılı tunç hançerin bulunması, Kaniş’in Kuşşara kralı Pithana ve oğlu Anitta tarafından merkez olarak kullanıldığını ortaya çıkarmıştı.

Hürriyet Ankara, 23.06.2007

İLK OLİMPİYATLARIN ŞİFRESİ ÇÖZÜLDÜ

 

Çanakkale Ezine yakınlarında bulunan Alexandria Troas antik kentinde kazı yapan Alman arkeologlar olimpiyat oyunlarının ilk kurallarını içeren üç mektubu deşifre etti. Almanya’daki Münster Üniversitesi tarafından yürütülen kazılara Arkeolog Profesör Elmar Schwertheim başkanlık yapıyor.

Deşifre edilen mektuplar Roma İmparatoru Hadrian tarafından yazılmış. İmparator bu mektuplarda yıllara göre değişik kentlerde düzenlenen olimpiyat oyunları için belirlediği kuralları sıralıyor.






İmparatorun en önemli emri yarışmalara ayrılan bütçenin hiçbir şekilde başka bir harcama için kullanılmaması. Bu konuda o kadar kesin emir veriyor ki, kıtlık bile olsa kendisine haber verilmesini istiyor: "Bir kent günün birinde sıkıntılı bir duruma düşerse, -ben bu ihtimale karşı tedbir aldım, zevk ve lüks için değil, aksine tahıl darlığı ve buğday için- bana haber verilsin; ancak benim iznim olmadan bu yarışmalar için ayrılmış paraların bu tür bir amaçla kullanılmasına hiçbir şekilde müsaade edilmeyecektir. Çünkü öyle bir davranış sadece adaletsizlik değil, aynı zamanda haince sahtekarlık olur".

Yarışma ödülü, bir para kesesine konacak, mühürlenecek ve zafer çelenginin yanına bırakılacak. Disiplin müzik alanında ya da jimnastik alanında olsa da galip gelen para ödülünü zafer çelengiyle birlikte kazanmasından hemen sonra herkesin gözünün önünde teslim alacak. Bu şekilde yapmayanlar yarışma ödülünün iki mislini borçlanacaktır, öyle ki bir yarısını yarışmacı alacaktır, diğeri ise yarışmaların gerçekleştiği kente verilecektir.

Eğer gerek olursa bir yarışmacı kırbaçlanmalı. Çünkü yarışmacıların korku duymaları için bir sebep olması ve disiplinsiz hareket edenleri hizaya getirmek icap ediyor. Ama öyle yapmalı ki, bunlar aynı anda çok kişi tarafından dövülmemeli ve sadece bacaklara vurulmalı ve ne biri sakatlanmalı ne de başka biri zarara uğramalı.

Yarışmaların kuralları her bir kutlamada kamuya açık olarak yazılmış olmalı ki, bilgisizlikten dolayı yasak olan hususlardan hiçbir tanesi yapılmasın. Yarışmaya aday olma akseptanslarında adayın bir yurttaşına bir şefaat (iltimas) yapmasına izin verilmesin, çünkü o zaman kabuller yasaya aykırı sonuçlanıyor.

Size alışkanlığıma sadık kalarak yemeyi ve içmeyi müsaade ediyorum ama öbür yandan kentlere önceden sağlamadıkları yeni masraflar yüklemeye alışık değilim. Elbette geleneksel öğünleri onaylamaktayım, öyle ki Agonothetler’in bu tür mali harcamalardan tamamen kaçmaları serbest kalmasın.

Münster Asia Minor Araştırma Kurumu Başkanı Profesör Elmar Schwertheim (ortada) ve kazı ekibi, 2003’te bulunan pano mektupların anlamını nihayet çözdü. MS 133’te yazılan mektuplarda, olimpiyat yarışmalarına katılan müzisyenler için de kurallar sıralanıyor.

Hürrieyt Ege, Haber: Ayten Serin, 23.06.2007

ŞEHİTLERİN SANCAĞINA RAPTİYE


  

MÜCAHİDİN-İ MEVLİYYE BAYRAĞI Mücahidin-i Mevleviyye Bayrağı Atlas 180x170 Konya Mevlana Müzesi env. no: 1356


UNESCO Mevlana yılı etkinlikleri kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen "Aşk Ocağında Can Olmak - İnsanlığın Mirası: Mevlana Celaleddin-i Rumi" adlı sergide "raptiye şoku" yaşanıyor. İstanbul Ayasofya Müzesi'nde, Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, Prof. Dr. Nurhan Atasoy, Prof. Uğur Derman, Tuğrul İnançer, Dr. Nuri Şimşekler ve Ekrem Işın'dan oluşan Danışma Kurulu'nun yol göstericiliğinde hazırlanan sergide yer verilen birbirinde kıymetli tarihi eserler, raptiyelerle panoya tutturulunca delik deşik oldu. Küratörlüğünü Ekrem Işın'ın yaptığı ve "dünya standartlarında gerçekleştirilen ilk ve tek Mevlana sergisi" olduğu belirtilen sergideki bu görüntü, ziyaretçileri de hayrete düşürdü.

Ayasofya Müzesi'nde özel olarak tasarlanmış geçici bir bölüm içinde gerçekleşen sergide, Konya Mevlana Müzesi, Konya ve Ankara Etnografya müzeleri, İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İstanbul Divan Edebiyatı Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yıldız Şehir Müzesi ve İstanbul Sadberk Hanım Müzesi'nden derlenen 200 eserin bir kısmı cam bölmelerin içinde sergileniyor. Ancak Osmanlı'ya ait Mücahiddin- i Mevleviyye Bayrağı, Manisa Mevlihanesi Sancağı, Konya Dergahı gibi tarihi bayraklar sergi alanındaki platforma raptiyelerle tutturuldu. Cam kafeslerde korunan diğer eserlerin yanına istiflenen naftalin poşetleri de görenlerin tepkisini çekiyor.

Ayasofya Müzesi Müdürü Mustafa Akkaya, serginin açılışında müdahalelerinin olmadığı ve kendilerinden görüş alınmadığını belirterek şunları söyledi: "Sorumluluk pazartesiden itibaren bize geçecek. Başka bazı sıkıntılar, eleştirilecek yerler de var. Onları da düzelteceğiz. Eserlerin raptiyelerle tutturulması mutlaka hoş değil. Küratörler çalıştı ama sorumluluk Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndaydı. Bakanlık yetkilileri de bunu görmüştür. Sayın Bakanımız da açılışta vardı zaten. Ama tabii bu biraz mesleki dikkat ister, Sayın Bakan onun farkına varmamışlardır." Serginin küratörü Ekrem Işın ise, Birinci Dünya Savaşı'ndan kalma sancakların, getirildiği Konya Mevlana Müzesi'nde de duvara çiviyle tutturulduğunu savundu. Işın, eserlerin sergiye son dakika katılması nedeniyle zaman darlığı yaşadıklarını ve raptiye kullanmak zorunda kaldıklarını ifade etti. Eserlerin, ziyaretçilerin dokunmasına önlemek için pleksiglass ile korunacağı ve raptiye yerine üstten tutturularak sergileneceği bir sistem sipariş verildiği de öğrenildi. Sergiyi düzenleyen kurulun üyelerinden Yrd. Doç. Nuri Şimşekler ise, eserlerin raptiye ile tutturulmasını bir hata olduğunu kabul ederek, durumun teknik elemanların dikkatsizliğinden kaynaklandığını söyledi.

Sabah, Haber: Nurdeniz Kutsel, 23.06.2007




YÜZLERCE MEVLEVİ MISIR YOLUNDA YAŞAMINI YİTİRDİ





"Bir Mevlevi grubunun neden sancağı olduğu" sorusunun cevabı şu hikayede yatıyor: Osmanlı İmparatorluğu'nun 1914'te Birinci Dünya Savaşı'na girmesinden sonra, "Konya Çelebisi" yani Hazreti Mevlana'nın soyundan gelen ve en kıdemli Mevlevi olan Veled Çelebi'nin (İzbudak) girişimiyle Mevlevi dervişlerinden oluşan bir askeralay kurulmuştu. Mevlevi Alayı'nın Süveyş Kanalı çevresinde İngilizlere karşı mücadele etmesi planlanmıştı. Resmadı "MücahidMevleviyye Alayı" olan Mevlevi birliği, 1915'te Konya üzerinden Şam'a doğru yola çıktı. Ancak, aralarında yaşlı Mevlevilerin de bulunduğu alay Süveyş'e ulaşamadı. Mevleviler'in bir kısmı yolda hastalıktan can verdi, Mevlevi Alayı projesi de çok sayıda can kaybına yol açtı.

Sabah, 23.06.2007

180 KİŞİ KAZILARA BAŞLADI

 

Efes Antik Kenti Kazı Başkanı ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Ordinaryus Prof. Dr. Fritz Krinzinger, bu yıl antik kentte, 180 kişilik akademik kadroyla 170 günlük kazı süresince 19 proje yürüteceklerini bildirdi

Krinzinger, Efes Antik Kenti'ni ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerin Hadrianus Tapınağı, Celcius Kütüphanesi, Amfitiyatro gibi kentteki önemli yerleri çok yakından inceleme, gezme, yaşama, ayak basma, dokunma şansını bulduklarını, bunun da antik kentlerde ender rastlanan bir durum olduğunu belirtti. Avusturya Arkeoloji Enstitüsünün Efes'te 113 yıldır çalışma yürüttüğünü, kentin yüzde 20'sinin ancak gün yüzüne çıkarıldığını kaydeden Krinzinger, toprak altındakilerin tamamı yerine, önemli yerlerinin ortaya çıkarılması ve kazı yapılan alanların korunmasıyla restorasyonuna ağırlık verdiklerini söyledi.
 

İstanbul'daki Topkapı ve Ayasofya'dan sonra Türkiye'de en fazla ziyaret edilen ören yerinin Efes Antik Kenti olduğunu belirten Krinzinger, geçen yıl kenti yaklaşık 1 milyon 400 bin kişinin gezdiğini anlattı. Celcıus Kütüphanesi'nin onarımının, dönemin para birimi olan 3 milyon Alman Markına gerçekleştirildiğini hatırlatan Krinzinger, 3 yıldır yürütülen Yamaçevleri'ndeki çalışmalara da 5 milyon avro harcandığını söyledi.


Bu yıl 212 kişi için kazı çalışma müsaadesi alındığını, ancak 180 akademik kadronun 19 projeyi yürüteceğini anlatan Krinzinger, şu bilgiyi verdi: "Bu heyet içinde arkeologların yanı sıra topoğraf, antropolog, mimarlar ile çeşitli branşlardan uzmanlar yer alıyor. Geçen yıl Selçuk Belediyesi ve Türkiye Seyhat Acentaları Birliğinin desteğiyle başladığımız 24 bin kişilik tarihi amfi tiyatrodaki güçlendirme ve restorasyon çalışmalarına bu yıl da devam edeceğiz. Yamaçevleri'nin içinde yer alan Mermer Konferans Salonu Borusan tarafından restore ediliyor. Bu çalışma 3 yıl sürecek. Viyana'daki Efes Dostları Derneğinin finansmanını karşılayacağı, Kleopatra'nın kız kardeşi Prenses Arsimoe'nin anıtsal mezarının bulunduğu Oktogon'da çevre düzenlemesine başlayacağız."

Haber Ekspres, 23.06.2007

İMÇ BLOKLARININ YIKILMASI ÜZERİNE





İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul Manifaturacılar Çarşısı'nı (İMÇ) “Tarihi Yarımada’yı Koruma Projesi” kapsamında yıkıp yerine Prestij Konutları adı altında Osmanlı mimarisiyle 50 villa yapmak istemesi üzerine İMÇ Kat Malikleri Yönetim Kurulu 2006 Mart ayında İstanbul İdare Mahkemesi’ne başvurdu ve yönetim kurulunun haklı görülmesi üzerine yürütmeyi durdurma kararı alındı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yürütmeyi durdurma kararına Mayıs 2006'da bir üst mahkemede itiraz etmesi üzerine Danıştay 6. Dairesi de itirazı değerlendirmek için bilirkişi raporu hazırlanmasına karar verdi. Konu ile ilgili projenin müelliflerinden olan Doğan Tekeli ve Metin Hepgüler ile Mimarlar Odası eski başkanı Oktay Ekinci’den görüşlerini istedik.

Doğan Tekeli’nin Görüşleri

Gökçe Aras: İMÇ’nin yıkılıp yerine Prestij Konutları adı altında Osmanlı mimarisiyle 50 adet ahşap villa yapılacağı söyleniyor? Proje müelliflerinden birisi olarak bu konu ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?

Doğan Tekeli: Tabii ki yıkılmaması düşüncesindeyim. Yıkılması için öne sürülen gerekçelerin AKM’de olduğu gibi geçerli olmadığını düşünüyorum. Bu alana yapılması öngörülen Prestij Konutları’nın bulvarın niteliği, yapısı ve ölçeğiyle kesin olarak uymayacağı düşüncesindeyim. Bu konu ile ilgili İMÇ danıştayda bir dava açtı. Şu anda bu dava yürümekte aynı zamanda bu hafta başında bilirkişi incelemesi de yapıldı. Bilirkişiler ise Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Prof. Zekai Görgülü, Emre Aysu ve Hakkı Önel idi. Ben de danıştay hakiminin önünde bu projenin nasıl hazırlandığını, yurt dışında ve yurt içinde nasıl beğeni kazandığını anlattım. Şu anda mahkeme aşamasında olduğu için konu ile ilgili çok da konuşmak istemiyoruz tabiatıyla. Ancak yıkılma kararının gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca Serbest Mimarlar Derneği Başkanı olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’ndan hem genel meselelerimizi hem de bu konuyu geniş ölçüde anlatmak üzere bir randevu istedim.

GA: İMÇ’nin eskisi gibi çalışmadığına dair de çeşitli iddialar var.

DT: Bu tür iddialardan dolayı Manifaturacılar, Danıştay Hakimine hemen hemen bütün katları gezdirdiler ve “Bir tane boş mağaza gösterin” dediler. Mağazaların hepsi dolu ve her şeyleriyle muntazam. Bu durum karşısında Danıştay hakimi de şaşırdı çünkü belediye iddiaları arasında nerdeyse yarışı boş artık çalışmıyor deniliyordu.

GA: Bunun dışında İMÇ’yi yıkmak için başka ne gibi gerekçeler öne sürülüyor?

DT: Benim anladığım kadarıyla Süleymaniye eteklerindeki küçük dokulu şehir parçasının uzatılmasını istiyorlar. Halbuki bu şöyle bir mesele; İstanbul’un iki tepesinde yer alan Fatih ve Süleymaniye Külliyeleri arasında eskiden 16. 17. yy hatta 19. yy’a kadar küçük dokulu bir kent dokusu vardı. Bu dokuyu ahşap evleriyle Osmanlı sokakları oluşturuyordu. Ve bu iki tepe arasında yer alan vadideki bu doku tepedeki külliyeleri azametli gösteriyordu. 1860’da bir yangın çıkmış ve bu vadide yani şimdiki Atatürk Bulvarı güzergahında yer alan yapıların bir kısmını yakmış. Daha sonra 1940’larda Atatürk Bulvarı’nın geçirilmesi için üst kısımda bir istimlak yapılmış ve alan bomboş kalmış. Daha sonra 50 metre genişliğinde bir arter olan Atatürk Bulvarı’nın da geçirilmesiyle o küçük dokunun artık devam etmesine imkan kalmamış. Nitekim bulvarın karşı tarafında da bildiğiniz gibi Sedad Hakkı Eldem’in yaptığı 6 – 7 katlı sigorta binaları var. Bu binalar ise daha büyük ölçekli dokular. Bizim yapımız olan İstanbul Manifaturacılar Çarşısı ise arkada yer alan küçük ölçekle bulvar ölçeği arasında bir geçiş ölçeğinde. Hatta bu şekliyle İslam kentlerinde olan trafiğin dokuyu parçalayan tahribatına karşı bir çözüm olarak görülebilir. Böyle bir yapı yaparak mevcut ölçekle bulvar ölçeğini bağdaştırmayı amaçladık. Ayrıca o gün keşif esnasında görüldü ki İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nın Süleymaniye’ye açılan avlularının arkası tamamıyle ya kaçak ya da izinli yapılarla doldurulmuş. Artık buralardan sadece Süleymaniye’nin minarelerinin uçları görünüyor.

GA: Aslında o binaları kaldırmaları gerekirken...

DT: Gayet tabii ki. İlk planda, bilinçsizce yapılmış olan bu binaların kaldırılması düşünülecekken nedense manifaturacılar çarşısını kaldırmak düşünülüyor. Manifaturacılar çarşısının kaldırılması için güçlü bir gerekçe yok. Yeni imar planında bulvardan 6,5 metre yükseklikte evlerden bahsediliyor, bu evlerin Bulvar ölçeğinin yanında nasıl duracağını tahmin edemiyorum. Kaldı ki imar planında böyle olması demek yıkılabilir olması da demek değil bence. Çünkü Anayasaya göre yerine konut yapılacak bir yer istimlak edilemez. Bir alanda istimlak yapılabilmesi için o alan ya yeşil alan olmalı, ya kamu yapısı olmalı ya da yol geçirilmeli fakat burada bunların hiç biri yok. İmar planında Prestij Konutları deniyor, prestij konutarı için de istimlak yapılamayacağına göre geriye baskı yaparak esnafı kaçırtmak kalıyor. Zaten onu da yapıyorlarmış. Örneğin otoparkını kapatmışlar.

Şimdi önce Yıldız Teknik Üniversitesi’nin şehircilik ve mimarlık hocalarının vereceği bilirkişi raporunu daha sonra da danıştayın kararını bekliyoruz.






Metin Hepgüler’in Görüşleri
İMÇ (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı) kompleksinin projeleri, iki etaplı bir proje yarışması neticesinde elde edildi.

Yarışmanın birinci etabında şehircilik planlama prensipleri, ikinci etapta ise birinci etabı geçen projelerden bir mimari konsept ve detaylandırma istendi.

Zamanın İstanbul Büyükşehir Belediyesi temsilcisi ve tecrübe sahibi meslektaşlarımız ile şehircilik uzmanı ve en önemlisi yine zamanın şehircilik üstadı İtalyan Prof. Luigi Piccinato’dan kurulu jüri, iştirakçiler arasından bir grubu önce şehircilik - bölgesel planlama bakımından eleştirip seçti ve ikinci etapta da verilen detaylı programın prensiplerine uygun geliştirilmiş şeklini dikkate alarak derecelendirmeyi yaptı.

Sayın ortaklarım Doğan Tekeli ve rahmetli Sami Sisa ile birlikte hazırlamış olduğumuz proje birincilik ödülünü aldı.

Her iki etapta da dikkate aldığımız prensipler; bölgenin tarihsel - yapısal karakterine entegrasyonunun sağlanması, odak noktası olan ve suküneti ile tatlı meyilli tepeye oturan Süleymaniye Camii’ne açılan iç bahçelerin tanzimi ile caminin komplekse her noktadan görsel bağlantısının temini ve en önemlisi parsel üzerinde mevcut cami ve yatır mezarlarının hiçbirine zarar vermeksizin, şehircilik, yapısal planlama ve tatbikatının gerçekleştirilmesiydi.

Parselin mevcut kot farkının programın yerleşiminde müsbet kullanımı, blokların ana yola sakin cepheler ile açılması, kendi iç bahçelerine tanzim edilen dolaşım arterleri ile hareketin temini, irtifaların asgaride tutulması, yarım asra yakın süreçteki İMÇ’nin fonksiyonel ve İstanbul’un büyük ihtiyaçlarına - trafikte ve ulaşımda zaman kaybını asgari tutan bölgesel doğru seçimi ile kullanımına - imkan veriyor.

İMÇ’nin yıkılarak yerine 50 adet villa - lüks konut düşünülmesi, AKM’nin yıkılarak yeniden yapılması gibi programların nedenlerini, yapılması öncelikli olan pek çok mevzu varken ön planda tutulmalarını, maalesef bu mevzularda milletlerarası çalışmış ve çalışmakta olan bir meslek adamı olarak anlamakta zorlanıyorum.

Rumeli Hisarı’nın tanzimi yarışmasını kazandığımız zaman, Hisar içerisinde hatırladığım kadarı ile 16 adet kadar gecekondu vardı. Bunlar öncelikle nakledildi. Bir patlama neticesi yıkıldığı söylenen küçük cami, o zamanki durumu ile plato ve minaresi restore edildi ve Hisar, günümüzde de kullanımı ile ön planda olan toplumsal hizmete açık tarihsel karakteri günümüze yansıtan değerini muhafaza etti.

Endişemiz AKM ve İMÇ’nin restore edilip kullanımlarına devamının temin edilmeleri yerine, yıkılmalarını isteyen zihniyetin Rumeli Hisarı ve benzeri tarihsel seçim ve yapımlara da yeni programlar tasarlayabilmesi olasılığının getireceği lüzumsuz maddi - manevi zaman kayıplarıdır.






Oktay Ekinci’nin Görüşleri
Zeynep Güney: Son günlerde basında yer alan, İMÇ Blokları’nın yıkılacağı ve burada Prestij Konutları adı altında Osmanlı mimarisiyle 50 adet ahşap villa yapılacağına dair haberler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Oktay Ekinci:
Bizim asıl çağdaş prestij mimarimiz İMÇ Blokları gibi eserlerdir. Türkiye’nin ve İstanbul’un mimari prestijini korumak isteyenlerin öncelikle bu blokları ve bu tür yapıları korumaları gerekir. Bunları yıkmak ve yok etmek, tam tersine, çağdaş dünyada bizim prestij kaybımıza neden olur. Ayrıca halkın tarihle günümüz arasındaki mimari aşamaları algılama olanağı ortadan kaldırılmış olur.

Mimarlık tarihi uygarlığın sürekliliğinin göstergesidir. Uygarlık durağan bir şey değildir, devamlı ilerler. Eğer öyle olmasaydı, bugünkü kentlerimiz antik kentlere benzer olurdu. Bu sürekliliğin önemli belgelerini, önemli aşamalarına ait mimari simgelerini ortadan kaldırmak, tarihin derinlemesine kavranmasına da engel olur.

İMÇ Blokları ve benzeri yapıları ortadan kaldırıp, onların yerlerine eski Osmanlı Mimarisi’ni anımsatacak, üstelik “Prestij Konutları” gibi bence absürd bir tanımlamayla pazarlanmayı hedefleyen yapıları yapmak isteyenlerin, aynı zamanda siyasal kimliklerini tarihten referans alarak belirtmeleri ve muhafazakar geçinmeleri de bir kara mizah örneği olarak karşımızda duruyor.

Ben hangi açıdan bakılırsa bakılsın, İMÇ Blokları’nın yıkılması ya da yok edilmesi gibi bir düşüncenin, İstanbul’a, çağdaşlığa, hatta mimarlığa yakışmadığı kanısındayım.

ZG: Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, İMÇ Blokları’nın çevresindeki yaklaşık bine yakın parselin de kentsel dönüşüm projesi kapsamında ele alınacağını ve İMÇ Blokları’nın bu anlamda yıkılmasının yanlış bir karar olduğunu söylüyor. Çevresinin, bir dönüşüm geçireceği göz önüne alındığında sizce İMÇ Blokları eski fonksiyonuyla mı kalmalı? Yeniden işlevlendirilecek olursa hangi fonksiyonla değerlendirilebilir?

OE: Tarihi Yarımada topyekun bir işlev değişikliğiyle karşı karşıya. İstanbul kültür turizmi merkezi olma yolunda ilerliyor. Gelecekte bu bölge, Avrupa’daki tarihi kentlerin eski merkezleri gibi, hem toplumun, hem İstanbullular’ın, hem de ziyaretçilerin doyasıya yararlandığı bir kültür turizmi bölgesine dönüşebilirse eğer, biz bunu sağlayabilirsek, o zaman İMÇ Blokları da tekrardan o işleve uygun, doyasıya kullanılan mekanlar olarak değerlendirilebilir.

Önemli olan, Türkiye’de modern mimaride, kenti ezmeyen, tarihi doku içerisinde uyumlu yüksekliklerde inşa edilmiş, atriumları olan, monoblok şeklinde devasa çözümleri içermeyen, insanların açık ve kapalı mekanlarda dolaşmasına önem vermiş bir anlayışla bir yapılaşma yarattığınızı dünyaya ve gelecek kuşaklara gösterebilmektir.

Ben İMÇ Blokları’nın çizgileri moderndir diye onun insancıllığını, uyumunu, ölçeklerini gözardı eden bir kafanın mimarlık açısından talihsizlik olduğunu düşünüyorum. Üstelik bu kafa, Boğaziçi sırtlarındaki Karayolları arsasına 28 – 30 katlı yapıya izin verirken, kentin tarihten gelen özgün silüetini düşünmüyor da; burada mı düşünüyor?

Arkitera, Der. Gökçe Aras, 22.06.2007

DİVRİĞİ'DE 3 TARİHİ ESER DAHA ONARIMA ALINACAK

 

Sivas'ın Divriği İlçesi'nde 11 tarihi eserin restore çalışması tamamlanırken, 3 eserin daha restorasyon çalışmalarına başlanılacağı bildirildi.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre Divriği'de Araplık Türbesi, Süleyman Ağa Camii ve Kantepe Camii'nde restorasyon çalışmalarına kısa bir süre içerisinde başlanacak.

 

Süleymanağa Camii'nin restorasyon işini Astaştanlar adlı firma aldı. 90 bin YTL'ye ihale edilen eser 120 günde bitirilecek. 165 bin YTL'ye ihale edilen Kantepe Camii'ni de Osman Gülsüm Firması aldı. Burası da 120 gün de bitirilecek.

Restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla birlikte ecdad yadigarı eserlerden 3 tanesi daha ayağa kaldırılarak gelecek kuşaklara aktarılacak.

Memleket Sivas, 22.06.2007

ŞÖFÖRLER CENDERE'DE YASAK DİNLEMİYOR

 

Adıyaman'ın Kahta İlçesi'nde bulunan tarihi Cendere Köprüsü'nden yasak tabelası olmasına rağmen, araçlar geçmeye devam ediyor.

 

Kommagene Krallığı döneminde, MS 2. yüzyılda Roma İmparatoru Septimus Severus tarafından Cabinas (Cendere) Çayı üzerinde yaptırılan köprü, önceki yıllarda hem tarihi dokusunun zedelenmemesi hem de yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı için araç trafiğine kapatıldı. Köprü girişine 'taşıt trafiğine kapalı yol' tabelası asılmasına rağmen, araçlar köprü üzerinden geçmeye devam ediyor.

 

Her yıl binlerce turistin akın ettiği Cendere, bin 700 yıldır hiç harç kullanılmadan ayakta kalan köprüler arasında yer alıyor. 120 metre uzunluğunda ve 30 metre yüksekliğindeki Cendere Köprüsü 7 metre genişliğe sahip. Her biri bloklar halinde yapılan Cendere Köprüsü, bin 700 yıl boyunca çok sayıda yolcu, orduı ve kervanlara ev sahipliği yaptı.

Adıyaman Haber, 22.06.2007

MERİNOS TARİHİ BURSA'DA KALDI

 

Merinos Fabrikası'nın tarihi eserleri, Büyükşehir Belediyesi'nin girişimiyle Bursa'ya kazandırıldı.Bursa - Merinos Fabrikası'nın kuruluşundan bugüne kadar kullanılan makine ve teçhizatın yanı sıra aralarında Atatürk'ün yazdığı defterin de yer aldığı tarihi eserler, Büyükşehir Belediyesi'nin girişimleriyle Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından Tekstil ve Sanayi Müzesi'nde sergilenmek üzere Bursa'ya kazandırıldı. Özelleştirme Yüksek Kurulu, Büyükşehir Belediyesi'nin girişimleriyle daha önce aldığı eserlerin İstanbul Paşa Limanı Müzesi'nde sergilenmeleri yönündeki kararından vazgeçti. Bursa'nın sanayi kenti olmasında öncü rol oynayan ve Türk ekonomisinin ilk temel lokomotiflerinden biri olan Merinos Fabrikası'nın açıldığı 2 Şubat 1938 yılından bu yana kullanılan eserleri, Büyükşehir Belediyesi'nin yapımı devam eden Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nde yer alacak Tekstil ve Sanayi Müzesi'nde sergilenecek.Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin, Merinos Fabrikası'nın tarihi ile bütünleşmiş makine ve eserlerin Bursa'nın malı olduğunu belirterek, "Özelleştirme Yüksek Kurulu, talebimize rağmen Sümerbank'ın Türkiye genelindeki diğer fabrikalarındaki tüm eserlerini İstanbul'daki Tekel Paşa Limanı Müzesi'nde sergileme yönünde karar almıştı. Milletvekilimiz Sedat Kızılcıklı'nın da desteği ile bu konudaki kararın yanlışlığını ilgililere ilettik. Çünkü Bursa ile özdeşleşmiş kentin sanayi kimliğini yansıtan bu eserler, ruhuna uygun bir şekilde yaşadıkları yerde sergilenmeliydi. Yaptığımız girişimlerle eserleri yeniden Bursa'ya kazandırdık. Manevi değeri paha biçilmez eserler, gerçek yeri olan Merinos'ta nesiller boyunca yaşayacak" dedi. Başkan Şahin, ayrıca Tekstil ve Sanayi Müzesi düzenlemesinin Uludağ Üniversitesi Mühendislik Fakültesi tarafından yapılacağını da belirterek, gerekli çalışmaların başlatıldığını bildirdi.

Bursa Hakimiyet, 22.06.2007

DOLMABAHÇE SARAYI'NDA TÜRK SÜSLEME SERGİSİ

 

Dolmabahçe Sarayı'nda, "Türk Süsleme Sanatları Sergisi" açıldı. Serginin açılışında konuşan TBMM Milli Saraylar Daire Başkan Vekili Yunus Aydın, Türk süsleme sanatlarının önemine işaret ederek, "Eğer Türkiye, kültürünü uluslararası platforma taşımak istiyorsa ebru, minyatür, hat ve tezhip sanatlarına gereken önemi vermelidir" dedi. Yıldız Şale Eğitim Gönüllüleri Kursu eğitmenleri Talih Mert, Taner Kaygısız, Nilüfer Kurfeyz, Salim Sağlam, Hikmet Barutçugil, Hilal Korhan Erdüvenci, Dürdane Ünver ve Müjgan Başköylü''nün tezhip, minyatür, hat ve ebru eserlerinin yer aldığı sergi, 30 Haziran'a kadar gezilebilecek.

Sabah, 22.06.2007

MODERN SANATIN DEVLERİ PERA MÜZESİ'NDE

 

Modern ve çağdaş sanatın dev isimleri sonbaharda İstanbul'da olacak. Pera Müzesi'nin İstanbul'a getirdiği Jp Morgan Chase Koleksiyonu'ndan seçilen yapıtlardan oluşan sergide Warhol, Lichtenstein, Dubuffet gibi starlar yer alıyor. 'Collected Visions - Çağdaş Ustalardan Seçmeler' adlı sergide eserleri yer alan isimleri gören her sanatseverde heyecan yaratıyor: Jean Dubuffet, Jasper Johns, Andy Warhol, Roy Lichtenstein, Jean-Michel Basquiat, Cy Twombly, Joseph Beuys, Keith Haring, Jeff Koons, Cindy Sherman, Joseph Kosuth, Gilbert and George, Christo, Bruce Nauman, Nam June Paik ve Zaha Hadid. Dünyanın en önemli sanat koleksiyonlarından birine sahip JP Morgan Chase, 50'yi aşkın ülkede faaliyet gösteren ve 1.4 trilyon dolarlık varlığa sahip bir finans devi. JP Morgan Chase koleksiyonu ise 1959 yılında David Rockefeller tarafından oluşturulmaya başlanmış, böylece özellikle 50 sonrası akımların ve çağdaş sanatın dev isimleri bu koleksiyonda yer almış. İstanbul'a gelecek olan sergide, 59 sanatçıdan 70 yapıt yer alıyor. Sergi, İstanbul'a özel olarak hazırlanmış. Pera Müzesi'nin bağlı olduğu Suna ve İnan Kıraç Vakfı'nın JP Morgan Chase'le imzaladığı anlaşma sonucu ortaya çıkan 'Collected Visions' sergisi dünyada ilk kez 26 Ekim-6 Ocak tarihlerinde Pera Müzesi'nde sergilenecek.

Radikal, 22.06.2007



Andy Warhol'un Marilyn Monroe çoğaltmaları da
sergide yer alacak.

MARDİN'E ARAŞTIRMA MERKEZİ

Mardin’de Artuklu Üniversitesinin kurulmasından sonra İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) de Mardin’e Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi açmaya karar verdi.

Mardin Valiliği ve Mardin Belediyesi ve İTÜ İşbirliğiyle Mardin’de kurulacak İTÜ-MardINT Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin kuruluş çalışmaları hız kazandı. İstanbul Teknik Üniversitesi Yönetim Kurulu, çalışmaları yerinde görmek ve çalışmalar hakkında paydaş kuruluş ve il yöneticileriyle bilgi alışverişinde bulunmak üzere Mardin’e gelerek biz dizi toplantı yaptı.

Valilik Dara Toplantı salonunda gerçekleştirilen toplantıda kurulacak araştırma ve uygulama merkezi ile ulusal ve uluslar arası bilimsel, kültürel ve sanatsal etkinliklerin planlaması, düzenlenmesi ve yürütülmesi; Mardin’in kültürel ve sanatsal varlıklarının korunması ve yaşatılması için gereken disiplinler arası çalışmaların planlaması ve programlanması, bilimsel, kültürel ve sanatsal çalışmaları için akademik çalışma ortamının oluşturulması ve yaşatılması, ulusal ve uluslar arası akademik ve bilimsel kurumlarla işbirliği olanaklarının araştırılması ve geliştirilmesi, Mardin üzerine çeşitli zamanlarda yapılan çalışmaların derlenmesi, arşivlenmesi ve bir kentsel bellek oluşmasına katkı sağlamanın amaçlandığı belirtildi

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğrencileri, MardINT kuruluş sürecinde çeşitli zamanlarda Mardin’de yapılan restorasyon, uygulama ve mimari proje stüdyosu çalışmaları sergilendi.

Merkezin işlerliğini kazanması için İTÜ Mimarlık Fakültesi tarafından lisans ve lisansüstü düzeylerinde çeşitli çalışmalar gerçekleştirilirken, İTÜ mezunu ve aynı zamanda Mardin’ li olan Saffet Baysal’ın Necmeddin Mahallesinde ailesine ait iki evini İTÜ-MardINT kullanımına tahsis etti.

Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar, İTÜ MardINT Eğitim, Araştırma ve Uygulama Merkezinin, Mardin’e ve bölgeye büyük yararlar sağlayacağını belirterek, tarihi dokunun korunması ve kültürel değerlerin gelecek nesillere teslim taşınmasında İTÜ MardINT’ın üstleneceği görev sorumlulukların büyük önem taşıdığını söyledi.

Mardin Valiliği, 21.06.2007

TARİHİ KIR KAHVESİ AÇILDI

 

"Kumandan Kahvesi" olarak da bilinen Kır Kahvesi 1947 yılında inşa edilmiş, tüm projeleri Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanarak Haziran 2006 tarihinde restorasyonuna başlanmıştı. Özverili çalışmalar neticesinde Aralık 2006 tarihinde bitirilen kahve, asli fonksiyonunu devam ettirecek olduğundan buna uygun olarak ve özgün yapı korunarak restore edildi. Hizmete giren Kahve, kültürel mirasın korunarak yaşatılmasının yanı sıra yerli ve yabancı turistlerin kale çevresi ve kale ziyaretleri sonunda dinlenebilecekleri, tarihin mistik gölgesinde sohbet edebilecekleri aynı zamanda da yerel kahve kültürünü ve yerel içecekleri tatma imkanı sunan bir mekan haline geldi. Kapalı alanda 34 kişi, açık alanda 136 kişi olmak üzere toplam 170 kişilik kapasitesi ile Kahve bölge halkına, yerli ve yabancı ziyaretçilere hizmet verecek.

Yeni Şafak, Haber. Yaşar Yavuz, 21.06.2007

3 BİN YILLIK İZMİT'İN NİHAYET MÜZESİ VAR

 

Yaklaşık 3 bin yıllık geçmişinde pek çok medeniyete kucak açan, elle eşeleseniz bile toprağının altından paha biçilmez tarih hazineleri fışkıran İzmit’in nihayet bir müzesi oldu. Tarihi Gar Binası karşısında yaptırılan İzmit Arkeoloji ve Etnografya Müzesi düzenlenen törenle hizmete girdi.

 

 

Törene Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, Vali Gökhan Sözer, Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, Milletvekilleri Nihat Ergün, Eyüp Ayar ve Nevzat Doğan ile çok sayıda davetli katıldı. Başkan Karaosmanoğlu konuşmasında bu müzenin kent kimliğini ortaya koyduğunu söylerken, Milletvekili Ayar sanayiye doymuş Kocaeli’nin kültür ve tarih kenti olma yolunda önemli bir adım attığını ifade etti. Bakan Pepe ise Gar Kompleksinin gerçekleşmesindeki katkıları nedeniyle önceki Vali Erdal Ata’dan övgüyle söz ederek, “Yiğidi öldür, ama hakkını ver. Bugün aramızda olmasa da bu müzenin hizmete girmesinde büyük çaba gösteren eski Vali Erdal Ata’ya teşekkür ediyorum” dedi.

Özgür Kocaeli, 21.06.2007

HASAN FEHMİ PAŞA CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

 

Sakarya'nın Sapanca İlçesi Mahmudiye Köyü'nde bulunan Hasan Fehmi Paşa Camii, Sakarya Özel İdaresi tarafından restore ettiriliyor.

Mahmuduye Köyü'nde 130 yıl önce yapılmış Hasan Fehmi Paşa Camii'nde incelemelerde bulunan Sakarya Valisi Hüseyin Atak, çatı ve kadın mahfelinde tahribat meydana gelen caminin restore edilmesini istedi.

Vali Atak, "Tarihi eserlerimizi korumak kanuni, vicdani ve insani görevimiz. Bu maksatla bu işe ödenek ayırdık. Sapanca Kaymakamımız restorasyon işini takip edip neticelendirecek” dedi.

Atak'ın talimatı üzerine Hasan Fehmi Paşa Camii Sakarya İl Özer İdaresi tarafından restore edilecek. Vali Atak'ın inceleme gezisine, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Orhan Alimoğlu ve Sapanca Kaymakamı Mehmet Ceylan ile diğer yetkililer de katıldı.
Sakarya Kent Haber, 21.06.2007

900 YILLIK KÜLTÜRÜ YAŞATIYORLAR

 

Yaklaşık 900 yıl önce Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Oğuzlar’ın son konar göçer aşiretlerinden olan Sarıkeçililer, halen 300 aile ve 2 bin 500 kişilik nüfusları ile gelenek ve geleneklerini sürdürmeye çalışıyor.

 


Sarıkeçililer Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı Pervin Çoban Savran, son konar göçer yörüklerden olan Sarıkeçililer'in Oğuz boyundan geldiğini, yaklaşık 900 yıl önce Orta Asya'dan Anadolu'ya develerle göç ettiğini söyledi. Savran, Sarıkeçililer’in 300 çadır ve 2 bin kişilik nüfusları ile bugün de yaşamlarını devam ettirdiğini ifade etti. Geçimlerini hayvancılıkla sağlayan Sarıkeçililer'in, yazın İç Anadolu Bölgesi'nin Konya yaylalarında, kışın da Akdeniz Bölgesi Mersin sahillerinde kıl çadırlarında yaşadığını belirten Savran, Toros yaylalarının yazın evleri olduğunu bildirdi.

Savran, şunları kaydetti: ''Yılın 3 ayını yolda, 3 ayını yaylada, 6 ayını da sahillerde geçiren Sarıkeçililer, göç başlamadan aldıkları un, bulgur, tuz, yağ, kefenlik, kazan, tencere, yayık, beşik, yatak ve yorganlarını develere yükleyip yola çıkarlar. 1.5 ay süren yolculuğun ardından Şeyhömer, Çakırderesi, Gıravga ve Gökgedik köyleri, Hacıbaba Dağı, Armusun Köyü, Abaz Dağı, Mayköy, Çukurçimen Köyü ve Seydişehir yolunu takip ederek, Konya Beyşehir yakınlarındaki yaylalara ulaşır. Her yıl bu yolculuk tekrarlanır.''

900 yıldır Yörüğün en büyük yardımcısı ve dayanağının develer olduğunu vurgulayan Savran, develerin yörüğün kamyonu gibi olduğunu söyledi.

Bugün, 21.06.2007

SOTHEBY'S'DE SATILAN URARTU ESERİ





Sotheby’s Müzayede Şirketi’nin New York salonlarında 7 Haziran 2007 tarihinde yapılan “Mısır, Klasik ve Batı Asya Antikaları” satışında yine menşei belirsiz birçok parça vardı. İlginç olan nokta ise, Akdeniz kaynaklı birçok eserin nereden geldiği açıkça yazılmış olmasına karşın Doğu kökenli eserlerin kaynaklarının belirtilmemiş olması idi.

Buna karşılık 92 numaralı gümüş kabın MÖ 6. veya 7. yüzyıldan kalma bir Urartu eseri olduğu katalogda belirtilmişti. 17 cm yüksekliğindeki bu eser 60.000.- USD bedelle açıldı ve 144.000.- USD ye kimliği açıklanmayan bir alıcıya satıldı. Türkiye açısından en ilginç nokta ise eserin daha önceki sahibinin J.J. Klejman olması idi.

Bayındır’da bulunan ve yurt dışına kaçırılan Dekadrahmi Definesi’nde de karşımıza çıkan Klejman (bkz. http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=1267&html=haber_detail_tu.html&layout=web büyük olasılıkla elindeki eserlerin bir kısmını satmaya karar vermişti.

TAYHaber, Haber: Ali Yamaç, 21.06.2007

ESKİ YAPILAR YOKOLUYOR

 

Beyşehir’e bağlı Kayabaşı Beldesi'nde bulunan cumbalı birçok eski yapının yıkılma ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğu bildirildi.


Kayabaşı Belediye Başkanı İsmail Gökmen, belde merkezinde yer alan bir cumbalı evin kış şartlarında çatısının yıkıldığını ve tehlike arz ettiğini belirterek, yıkılma tehlikesi olan yapıları Bayındırlık İl Müdürlüğü'nden verilen raporlar doğrultusunda yıktıklarını söyledi.


Kayabaşı Beldesi'nde Osmanlı tarzı cumbalı ev modelinde çok sayıda yapı olduğunu, bunlardan bazılarının metruk olarak yıkılma ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunu söyleyen İsmail Gökmen, “Geçmişe yeterince sahip çıkmıyoruz. Belde merkezinde yer alan bazı yapıların daha önceki dönemde cumbalar yok edildi. Bunun yerine demir veya plastik pencereler monte edildi. Bu yapıların koruma altına alınması için öncelikle belediye'nin uhdesine kazandırmak istedik. Ancak, istenen astronomik rakamlar nedeniyle bunu başaramadık. Beldede bulunan bir cumbalı evi, Kayabaşı Kültür Evi olarak düzenleyip tefriş etmek istiyoruz” dedi.


Hayata geçirmek istedikleri proje konusunda ev sahipleri ile uzlaşamadıklarını ve bu nedenle cumbalı evlerin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunu vurgulayan İsmail Gökmen, “Bu evler ahşaptan yapılmış. Osmanlı döneminin mimari tarzı, 60 santimetre eninde taştan duvarı olan günümüz yapısının aksine toprakla sıvanan insanlar için oldukça sağlıklı evlerdir. Yazın serin olan ve bu yüzden klima istemeyen bu tip evler, kış aylarında ise aksine mekanı sıcak tutan, çok az yakıt sarfiyatı kullanan yapılardır" şeklinde konuştu.

Merhaba Gazetesi, 21.06.2007

TABLOLARA SIKI KORUMA

 

Norveçli ressam Edvard Munch'ün Oslo'daki Munch Müzesi'nden 2 yıl önce çalınan ve az da olsa hasar görmüş halde bulunan 'Çığlık' ve 'Madonna' tablolarının korunması için bir Japon şirketi 500 bin avro bağışlayacak.


Oslo Belediyesi'nden yapılan açıklamada, Japon Idemitsu Petroleum grubunun yaklaşık 500 bin avroluk bağışının tabloların korunması ve bu iki tablo üzerinde yapılacak araştırmalar için kullanılacağı belirtildi. Ressamın paha biçilemeyen ünlü tabloları, 2004 ağustosunda Munch Müzesi'nden maskeli ve silahlı 2 kişi tarafından güpegündüz çalınmıştı. Tabloları çalanlar, kendilerini bekleyen 3. kişinin kullandığı araçla kaçmışlardı.


1893 tarihli tabloların 31 Ağustos 2006'da bulunmasının ardından, olaya karışan 3 kişiye 5 ila 9 yıl hapis cezaları verilmişti. Ayrıca mahkeme, sanıkların Oslo Belediye Başkanlığına toplam yaklaşık 194 bin avro tazminat ödemesini kararlaştırmıştı.

Bursa Hakimiyet, 21.06.2007

TARİHİ MAĞARALAR TURİZME AÇILACAK

 

 

Diyarbakır Müze Müdür Vekili Nevin Soyukaya, Ergani ilçesine 8 kilometre uzaklıktaki Anadolu'nun en eski mağara yerleşim alanlarından biri olan Hilar Mağaraları'nın turizme kazandırılması amacıyla geçen İl Özel İdare Müdürlüğü iş birliğiyle bir çalışma başlattıklarını söyledi. Çalışma kapsamında mağaraların kültür turizmine kazandırılması için bir yandan çevre düzenleme projelerinin hazırlandığını, bir yandan da tarihi kazı çalışmalarının başladığını aktaran Soyukaya, mağaraları koruyup turizme açmak istediklerini bildirdi. Mağaralarda çevre ve güzergah düzenlemesi, tuvaletler, levhalar ve gişelerin yapılacağını, giriş çıkışların kontrol altına alınacağını kaydeden Soyukaya, mağaraların yakınında yol güzergahı üzerinde olan yaklaşık 100 haneli Hilar Köyü'nün de yol ve çevre düzenlemesinin yapılacağını belirtti. Soyukaya, Hilar Köyü'nde yaşayan köylülere de turizm konusunda eğitim verileceğini ifade ederek, şöyle dedi:
''Turistler Diyarbakır'a günübirlik geziler için geliyor. Turistleri kentte tutmak için yeni tarihi mekanların turizme kazandırılması gerekiyor. Hilar Mağaraları kentimizin yeni turistik bir mekanı olacak. Hilar Mağaraları, MÖ 12 binde mağara yerleşimi, MS 2. ve 3. yüzyılda Roma döneminde de kaya mezar olarak kullanılmış. Geçen yılki çalışma için 80 bin YTL ayrılmıştı. Bu yılki çalışma bu ayın sonunda başlayacak. Onun için de 100 bin YTL ayrıldı. Önümüzdeki yıl da turizme açmayı hedefliyoruz. Çok geniş bir alan olduğu için kazıları 2 etap halinde yapıyoruz. Geçen yıl 1. etapta başlatılan çalışma bu yıl bitecek ve 2. etaba başlanacak. Turizme açıldıktan sonra da tarihi kazılar sürecek. Tarihi kazılarda antik kent ve kaya mezarlar ortaya çıkarılacak. Tarihi mağaralarda ilk kez turizme dönük bir çalışma yapılıyor.''

Sabah, 21.06.2007

ASIRLIK DEV KÜP İLGİ ÇEKİYOR

 

Kütahya'da, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü bahçesindeki asırlık dev küp ilgi çekiyor.

Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü yetkilileri, toprak küplerin ömrünün 5 - 6 asır arasında değiştiğini belirterek, "Şehrimizin birçok yapısında buna benzer tarihi küpler görmek mümkün. Bizim sorumlu olduğumuz bu dev küp, şehrimize gelen yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Turistler, eskiden su depolamak için kullanılan bu küpün ömrünün 5 - 6 asır olduğunu duyunca çok şaşırıyor. Bunca zaman geçmesine rağmen küplerde en küçük bir yıpranma olmaması, turistlerde hayranlık uyandırıyor" dedi.

Kütahya Kent Haber, 20.06.2007

HELLENİSTİK DÖNEME AİT MEZAR

 

Samsun'un Ayvacık İlçesi'ndeki yol çalışması sırasında Hellenistik döneme ait mezar ortaya çıkarıldığı bildirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, Söğütpınar Köyü Hamlık Mahallesi yakınlarındaki yol çalışması sırasında iş makinesinin kazdığı bölümde tarihi bir mezara rastlandı.

 

Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi yetkililerine haber verilmesi üzerine bölgeye gelen uzmanlar, yaptıkları ön incelemelerde mezarın, Hellenistik döneme ait MÖ 1. yüzyıldan kalma olduğunu tespit ettiler.

 

2 metreye 1 metre ebatlarındaki mezarda bazı insan kemikleri dışında herhangi bir buluntuya rastlanmadı. Söz konusu mekanın antik çağlarda soyulmuş olduğu tahmin ediliyor.

 

Yetkililer, buluntular üzerinde çalışmaların sürdürüldüğünü söylediler. Samsun'da 1995 yılındaki bir yol çalışması sırasında ortaya çıkarılan mezar odasında "Amisos Hazinesi" olarak bilinen ve çok sayıda altın eserden oluşan buluntulara rastlanmıştı.

Trt/Haber, 20.06.2007

ÇALINTI TARİHİ ESERLER BULUNDU

 

Köyceğiz'de Kaunos Antik Kenti'nin eski yerleşim alanında bulunan Kaunos Karya dönemine ait Mermer Lahit Mezarı içinden çalınan tarihi eserler jandarmanın yaptığı operasyonla bulundu.

 

Muğla İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından yapılan takip sonucu Köyceğiz İlçesi'ne bağlı Toparlar Köyü'nde lahit mezardan çalınan tarihi eserler ele geçirildi. Lahit mezardan çalınan tarihi eserleri satmak amacıyla müşteri aradığı öğrenilen T.S. (58) ise gözaltına alındı.

Haber Ekspres, 20.06.2007

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI YAKALANDI

 

Denizli İl Jandarma ekipleri aldıkları istihbarat üzerine yaptıkları takip sonucunda Aşağışamlı Kasabası yakınlarında şüpheliler S.T. ve Y.Ç. ‘nin kullandıkları motosikletler durdurularak arama yapıldı.

 

Aramada, 12 adet Roma ve Bizans dönemine ait sikke, 4 adet aynı döneme ait etütlük metal eser, 1 adet White’s marka metal arama dedektörü, 1 adet kazma, 2 adet uyku tulumu ve 2 adet el feneri ele geçirildi. Ele geçirilen eşyalar ile motosikletlere el konulurken zanlılar tutuklandı.

denizlili.net, 21.06.2007

DÜNYANIN YENİ 7 HARİKASI İÇİN GERİ SAYIM SÜRÜYOR

 

Türkiye'den Ayasofya Müzesi'nin de aday olduğu dünyanın "7 yeni harikası" seçimi için geri sayım sürüyor. 6 Temmuz'da sona erecek oylamaya şu ana kadar 50 milyonun üzerinde katılım gerçekleşti. Oylama http://www.new7wonders.com adresinde sürüyor.

 

1999 yılında İsviçreli maceraperest Bernard Weber tarafından kurulan "Dünyanın Yedi Yeni Harikası" adlı vakıf tarafından yapılan yarışmanın başlangıcında ödül için 200 aday gösterilmişti. Vakfın amacı, dünya kültür mirasının maruz kaldığı yıkıma dikkat çekmek ve bu varlıkların korunması için küresel duyarlığı artırmak.

Yarışmada son günlere girilirken Yunanistan'dan Atina Akropolü, Fransa'dan Eyfel Kulesi, Hindistan'dan Tac Mahal, Şili'den Easter Heykelleri, Brezilya'dan İsa Heykeli ve Ürdün'den Petra Harabeleri son 7'ye iddialı giren yapılar arasında. Adaylar arasında Çin Seddi, Roma'daki Colesseum'un yanı sıra, New York'taki Özgürlük Anıtı ve Sydney'deki opera binası gibi modern yapılar da yer alıyor.

Organizasyon yetkilileri oylamaya en yüksek ilginin Latin Amerika ve Asya'dan geldiğini belirtirken, dünyanın yeni 7 harikası kampanyasının sözcüsü Tia B. Viering iglobal bir oylama olduğunun altını çizdi.


İnternet ya da telefon aracılığıyla yapılan oylama 6 Temmuz 2007'ye kadar sürecek. Dünyanın "7 yeni harikası" yarışmasının sonucu ise 7 Temmuzda Portekiz'in başkenti Lizbon'da açıklanacak.

Turizmdebusabah.com, 20.06.2007

OYUN KAĞITLARINDA ARKEOLOJİ

 

ABD Savunma Bakanlığı Irak ve Afganistan’da bulunan birliklerine 40.000 paket yeni oyun kağıdı dağıtacağını açıkladı.

Fakat, daha önceki oyun kağıtlarında olduğu gibi, aranan insanların resimlerinin yerine bu sefer dağıtılacak oyun kağıtlarında bölgenin arkeolojik özelliklerini açıklayan bilgiler bulunuyor.

New York’da, Fort Drum’da sevk bekleyen askerlere de kurs veren arkeolog Laurie Rush’ın açıklamasına göre bu programın iki amacı var: antik yerleşimlere verilecek gereksiz hasarın ve kanundışı eski eser trafiğinin önlenmesi.

Rush “Birliklerdeki askerlerin çoğu sağduyulu, fakat dürüst olmamız gerekiyor, bölgedeki eski eserlere verilen zarar inanılmaz boyutlarda.” demekte.

American Journal of Archaeology, Haber: Victoria Schlesinger, Volume 60 Number 4, July/August 2007

ŞEMSİ PAŞA CAMİİ'NİN MİNARESİ RESTORE EDİLİYOR

 

Mimar Sinan'ın en küçük eseri olan Üsküdar'daki Şemsi Paşa Camii'nin 7 santimetre deniz tarafına yatan minaresi, aslına uygun olarak restore ediliyor. Şemsi Paşa semtinde deniz kıyısında bulunan ve sürekli rüzgar aldığı için kuşların konamaması nedeniyle halk arasında "Kuşkonmaz Camii" minaresinin şerefesi, döşemesinden sökülerek restorasyonuna başlandı. Çalışmaları hakkında bilgi veren Yılmazlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Yılmaz, camideki tadilat nedeninin minarenin 7 santimetre deniz tarafına doğru kayması olduğunu söyledi. Cami içerisinde yapılması gereken şeylerin de bu tadilatla birlikte yapıldığını belirten Yılmaz, "Caminin içerisi olduğu gibi su alıyor. Ayrıca dış yapı temizliğinin yapılması gerekiyor” dedi.

Yeni Şafak, Fotoğraf: İstanbul Valiliği, Muhammet Safi, 20.06.2007

İLYAS BEY CAMİİ 3 YIL SONRA HAZIR

 

Aydın'ın Didim İlçesi'ne bağlı Balat Köyü'ndeki tarihi İlyas Bey Camii'nin restorasyon çalışmaları başladı.

 

Milet Müzesi Müdürü Hasibe Akat, restorasyon için ön hazırlığın yapılmaya başlandığını söyledi. Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olan alanın, protokol ile yaklaşık 3 yıllığına SÖKTAŞ firmasına devredildiğini belirten Akat, protokole göre temizleme ve kazı çalışmalarının ardından İlyasbey Camii'nin tarihi dokularının korunarak restore edileceğini dile getirdi. Akat, "Yıllardır harabeye dönen bu tarihi eser, 3 yıl sonunda hizmete açılabilecek" dedi.

Haber Ekspres, Fotoğraf: kultur.gov.tr, 20.06.2007

NYSA ANTİK KENTİNE SPONSOR BULUNAMADI

 

Aydın'ın Sultanhisar İlçesi'nde bulunan Nysa Antik Kenti'nde kazı çalışmalarına, sponsor bulunamadığı için başlanamadı. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi ve kazı sorumlusu Doç. Dr. Musa Kadıoğlu, gazetecilere yaptığı açıklamada, kazıların daha geniş kapsamlı yapılabilmesi için güçlü sponsorlara ihtiyaç duyulduğunu söyledi.


Geniş bir alana sahip Nysa ve bağlantısı olan Akharaka'da gün ışığına yüzde 10'luk bir bölümün çıkarıldığını, bu bölümün ilçe turizmine büyük fayda sağladığını gördüklerini belirten Doç. Dr. Kadıoğlu, ancak bu yıl sponsor konusunda sıkıntı yaşadıklarını bildirdi. Doç. Dr. Kadıoğlu, Mayıs ayı sonlarında ve Haziran ayı başında başlayan kazıların Temmuz ayında başlamasının da zorlaştığını belirterek, şöyle konuştu:


"Restorasyon çalışmaları için para yok. Bulursak hemen başlayacağız. Nysa'nın dünya turizminde önemli yeri var. Ne yazık ki ihmallerle kaderine bırakılmış. Nysa'da toplam alanın yüzde 10'u yeryüzüne çıkarıldı. Böyle devam edilirse kazılar yüzyıl sürer. Güçlü sponsorlara ihtiyaç var."


Nysa'da 1905 yılında Almanlar'ın ve Yunanlılar'ın başlattığı kazılara, 1917 yılında ara verilmişti. Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vedat İdil başkanlığında 1990 yılında yeniden başlatılan kazılarda, geçen yıl kütüphane, stadyum ve tiyatro bölümlerinde çalışma yapıldı.


Sultanhisar Nysa Ören Yeri Dayanışma Derneğince maddi olarak desteklenen kazılarda, 2006 yılında 100 bin YTL harcama yapıldı.
Haber Ekspres, 20.06.2007

BORUSAN ARTIK PERİLİ KÖŞK'TEN YÖNETİLECEK

 

Borusan Holding Yönetim Merkezi, Rumelihisarı’nda, Perili Köşk olarak bilinen tarihi Yusuf Ziya Paşa Köşkü’ne taşındı.





Yeniden, restore edilen tarihi binanın dış görünüşü aynen korunurken, iç mekanlarında son derece modern bir iş ortamı oluşturuldu.

Çelik, distribütörlük, telekom ve lojistik sektörlerinde faaliyet gösteren Borusan Holding, Nisan ayında merkezini Rumelihisarı’ndaki Perili Köşk’e taşıdı. 27 Haziran’da ise açılış var. Işık tüpüyle aydınlatılan yönetim merkezinin açılış davetiyelerinde de adı "Perili Köşk’ olarak geçiyor. Borusan’ın, Rumelihisarı’nda Baltalimanı Caddesi üzerinde, Boğaz’ın en güzel noktalarından birinde yer alan yeni binasının onarım serüveni, 1995 yılında başladı. Yapının rölöve, restitüsyon, restorasyon ve uygulama projeleri, mimar Hakan Kıran tarafından gerçekleştirildi. Tuğla kaplama malzemesi İngiltere’den ithal edilerek aslına en uygun şekilde 4 ayda tamamlandı. Binanın betonarme imalatında 2.800 metreküp beton, 350 ton demir kullanıldı. Köşkün dış görünüşü korunurken, iç mekanlar modern iş ortamı sağlayacak şekilde düzenlendi.

Binada kullanılan Marsilya, Büyükdere ve normal harman tuğlaları ile taşlar, restorasyon sırasında tek tek yerlerinden çıkarıldı. Yeniden yapımda örnek oluşturabilecek profilli ve farklı boyutlu tuğlalar, iç-dış pencere ve kapı silmeleri, saçak ve kat döşeme kotlarındaki silme, korniş ve kirpiler toplanarak korundu. Özgün renkli cam vitraylar, metal merdiven ve balkon korkulukları, tüm metal basamak öğeleri, yeni yapıda kullanılmak üzere saklandı. İki ayrı kattan (zemin kat ve 2. kat) giriş imkanı olan yapı son inşaat teknolojileri kullanılarak inşa edildi, depreme karşı dayanıklılık en ince detayına kadar düşünüldü. 10 katlı yapı, bir yandan Karadeniz, diğer yanda ise Marmara Denizi açılımını görüyor.

Borusan’ın yeni binasında gerçekleştirilen ışık tüpü uygulaması Türkiye’de ilk ve tek olma özelliği taşıyor. 22 metre olan tüpün 6.5 metrelik bölümü binanın dışında bulunuyor. Işık tüpü binanın dört katından geçiyor ve güneş ışınlarını helistatlar aracılığı ile büyük aynaya yansıtarak içeri doğal ışık veriyor. Işık tüpünün bina dışında kalan kısmı 6. katın terasında bulunuyor. Işık tüpü Borusan’ın yeni binasında aydınlatma ve dekorasyon amaçlı kullanılıyor. Ayrıca uzaktan kumanda ile geceleri, 1400’ü aşkın renk çeşidi ile renkli aydınlatma yapılabiliyor.

Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık, yeni binalarını şöyle değerlendiriyor:
"Perili Köşk, dışarıdan bakıldığında tarihi bir bina, içerisi ise en modern olanaklara sahip bir iş ortamı. Köşk geleneği ve modernliği birlikte yaşatıyor. Bu bakımdan, Borusan’a çok yakışıyor. ’2010 Avrupa Kültür Başkenti’ İstanbul’un kültürel kimliğine önemli katkıda bulunan tarihi eseri tekrar yaşayan bir bina haline getirmek ve bu şekilde geleceğini güvence altına almak da bize ayrıca mutluluk veriyor."

Yusuf Ziya Paşa Köşkü, 19. yüzyıl başlarında inşa edildi. Ancak sahipleri bir süre sonra mali sıkıntıya düşerek Mısır’a gittiler. Hiçbir zaman tamamlanamayan bina, Yusuf Ziya Paşa’nın ölümünden sonra konut olarak kullanıldı. Bina son 30 yıldır kullanılmıyordu.

Hürriyet, 20.06.2007

MONET'E 36 MİLYON DOLAR

 

Claude Monet'nin 1904 tarihli 'Waterloo Köprüsü, Kasvetli Hava' adlı tablosu Londra'daki Christie's müzayedesinde 36 milyon dolara alıcı buldu.

 

Tahmin edilen miktarın iki katına satılan tabloyu bir Amerikalının aldığı belirtildi. Aynı müzayadede ressamın 'Les Arceaux de Roses, Givenchy' adlı tablosu da 17.8 milyon dolara satıldı.

Radikal, Fotoğraf: jimloy.com, 20.06.2006

TARİHİ VURGUN ENGELLENDİ

 

Konya'da Çimenli Mahallesi’ndeki bir evde mahkeme kararına istinaden yapılan aramada 146 parça tarih eser ele geçirildi

Konya İl ve Akşehir İlçe Emniyet Müdürlüğü Ekipleri’nin 18 Haziran 2007 Pazartesi günü Çimenli Mahallesi’ndeki bir evde mahkeme kararına istinaden yaptığı aramada 146 parça tarih eser ele geçirildi.


Ele geçirilen tarihi eserlerin Selçuklu ve Bizans Dönemleri’ne ait ve tamamının altından yapılmış olduğu bildirilirken olayla ilgili olarak gözaltına alınan R.Y (30) Adliye’ye sevk edildikten sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Değer biçilemeyen eserler arasında 8 bölümlü Altın Kemer (72 cm. uzunluğunda, 22 ayar, 721 gr.), Sultan Yüzüğü (22 ayar, 38gr.), Selçuklu ve Bizans Dönemleri’ne ait Altın Sikkeler, Kaş işlemeli Yüzükler ve yaka iğneleri bulunuyor. Ele geçirilen 1300 gr. ağırlığındaki tarihi esere el koyulduğu ve soruşturmanın devam ettiği bildirildi.

Pervasız Gazetesi, 20.06.2007

ESKİ ROMALILAR HAZIR YEMEKLERİ TERCİH EDİYORLARDI

 

Leicester Üniversitesi’nden arkeolog Penelope Allison’a göre eski Romalıların çoğu düzgün beslenmekten çok “ayaküstü atıştırıyorlardı”. Allison’un bu teorisinin en önemli kanıtları MS 79 yılında Vezüv Yanardağı’nın lavları ile örtülen Pompeii kazılarının buluntularında.





Allison, Discovery News’a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Bugün batı dünyasında aile bireylerinin birlikte akşam yemek yeme geleneği vurgulanmakta fakat antik Roma’da durum bu değildi.” Bu görüşünü destekleyen bilgiler ise Pompeii kazılarında buldukları ve bulamadıklarından kaynaklanıyor. Belirttiğine göre evlerin çoğunda yemek takımları olmadığı gibi belirli bir yemek yeri, hatta mutfak bile bulunmamakta. Bunun yerine, birçok ev kazısında evin değişik yerlerine dağılmış, çoğunlukla da yatak odalarında tek tük tabaklar bulunmuş.

 

Allison bu durumun çocuklar açısından bugünkü duruma benzediğini, Roma’lı çocukların evin şurasında, burasında atıştırmış olabileceklerini, zaman zaman da dadılık görevini üstlenen kölelerle birlikte yediklerini düşünüyor. Öte yandan birçok evde bulunan, küçük mangal benzeri “kömür kutuları” alelacele hazırlanan yemeklerin bir ispatı.

 

Allison, Oxford Üniversitesi tarafından yayınlanan yeni kitabında bu teorisini kapsamlı şekilde açıklamakta. Antik Roma konusunda dünyanın sayılı uzmanlarından kabul edilen, Archaeological Institute of America’nın eski başkanı ve Buffalo Üniversitesi profesörü Stephen Dyson da, Allison’un yeni kitabını “inanılmaz detaylı bir çalışma” olarak değerlendirdi ve kendisinin daha önce yaptığı kazıların da bu teoriyi desteklediğini vurguladı. Dyson’un söylediğine göre Pompeii’de ve diğer Roma şehir kazılarında birçok “fast food” lokantası bulunmuş. Küçük apartman dairelerinde yaşayan orta halli Romalılar, büyük olasılıkla bu tür ucuz ve basit yerlerde yemek yemeyi tercih ediyorlardı.

Discovery News, Haber: Jennifer Viegas, 18.06.2007

GELENEKLER YAŞATILIYOR

 

Bünyesinde birçok medeniyeti barındırmış olan tarihi Şanlıurfa şehri üzerinden binlerce yıl geçmesine rağmen kültürüne sahip çıkarak günümüze kadar getiriyor. Şanlıurfa’da kente egemen olan toplulukların birçoğunun tarih boyunca bırakmış oldukları derin kültür izleri yörenin çeşitli bölgelerinde hala yaşanıyor.


Geçmişi Selçuklular’a kadar uzanan “sıra gecesi” kültürü, Şanlıurfa gecelerinin vazgeçilmezleri arasında yer alıyor. Çok eski bir toplantı geleneği olan sıra gecelerine son zamanlarda eklenen sazlı sözlü eğlenceler bu nostaljiye farklı bir boyut katıyor.


Şanlıurfa halkının kültüründe ayrı bir yeri olan “mırra” geleneği ise dostluğun, kardeşliğin ve vefanın adeta bir temsilcisi. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var” sözüne burada “mırra” ile daha farklı bir anlam kazandırılıyor. Özel kulpsuz fincanın dibine azıcık konarak içilen acı, keskin ve etkileyici bir kahve çeşidi olan “mırra”, Urfa’nın önemli bir klasiği olmayı sürdürüyor.

Şanlıurfa halkının leblebi gibi yediği acıdan simsiyah kesilmiş baharatı olan isot bilmeyeni yakıyor bilene haz veriyor. Halkın yemek kültüründe baş rol oynayan “isot” daha bebek yaşındaki çocuklar tarafından ekmek peynir gibi yeniyor ama acısı bana mısın demiyor. Her yemekte ve hatta kahvaltıda bile sofraların ekmeği ve suyu gibi değerli olan, ve o olmadan oturulmayan “isot”, Şanlıurfa kültürünün apayrı bir yelpazesini yansıtıyor.


Genellikle Suriye’nin Şanlıurfa sınırındaki köylerde süregelen “döğme” geleneği sadece yaşlılar arasında rağbet görüyor. Kişinin toplumdaki yerinin belirlenmesine yardımcı olan döğmeler; erkeklerde gücü, bayanlarda ise güzelliği temsil ettiğine inanılıyor. Kullanılan köylerde isminin “Dek” olarak bilindiği döğmeler insanları nazarlardan, hastalıklardan ve afetlerden koruduklarına inanılıyor. “Karaçi” diye adlandırılan döğme ustaları tarafından belli bir ücret karşılığında yapılan döğmeleri yaptıran erkeklere “Medkuk” bayanlara ise “Medkuke” deniliyor.

Doyumluk değil, tadımlık olarak yapılan bir ikram yemeği olan çiğ köftenin geçmişi çok eskiye gidiyor. Efsaneye göre Nemrut, şehirdeki yakacakları toplayıp ateş yakmayı yasaklayınca halk ne yapacağını düşünür. Bir avcının vurduğu ceylan etinden, hanımı bugünkü çiğ köftenin karışımı olan; et, bulgur ve isottan oluşan ilkel şeklini hazırlar. Zaman içinde çok beğenilir. Bir zaruretten doğan yemeğe 4 bin yıl kadar önce işte böyle başlanır ve zaman içinde geliştirilerek bugünlere ulaşır. Şanlıurfa ile özdeşleşmiş olan çiğ köfte, aslında yöre kadınlarının kıvrak zekasının bir ürünüdür.
Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 19.06.2007

YAKUTİYE BELEDİYESİ TARİHİ DOKUYU YENİLİYOR

 

Yakutiye Belediyesi Fen İşleri Ekipleri'nce Yeğenağa Mahallesi'nde bulunun ve halk tarafından Lal Baba Türbesi olarak bilinen mezarlığın çevre düzenlemesi yapıyor.

 

Çevre halkı tarafından büyük saygı gören ve ziyaret edilerek dualar edilen 'Lal Baba' olarak bilinen zatın yıllar önce kanaat önderi ve ilim adamı olarak rivayet ediliyor. Mezarlık çevresinin harabe ve metrük olması nedeniyle Yakutiye Belediyesi ekipleri çalışma başlattı. Düzenleme ile mezarlık ve çevresi yeniden inşa edilerek ağaç dikimi sağlandı.

 

Konu ile ilgili olarak bilgi veren Yakutiye Belediye Başkanı Fahrettin Atınç, Erzurum'un evliyalar yatağı olduğunu belirterek söz konusu Lal Baba olarak rivayet edilen zatında bu evliyalardan birisinin olabileceğini söyledi. Erzurum'un bütün semtlerinde buna benzer bir çok mezarlığın bulunduğunu hatırlatan Başkan Atınç, "Bu mezları gün yüzüne çıkarılarak inancımız gereği onlara manevi saygımızı göstermeliyiz. Belki haklarında bilgi sahibi değiliz , ancak üniversitemizdeki araştırmacıların bu ve buna benzer sahipsiz mezarlıkların kime ait olduğu yönünde bir çalışma yapabilir. Zaten söz konusu mezarlık üzerindeki kitabe yazılarını Üniversite yetkililerin teslim ettik. Bu konuda gerekli araştırma yapılacak." diye konuştu

Erzurum Gazetesi, 19.06.2007

MEVLEVİLİĞİN BENZERSİZ ESERLERİ SERGİLENİYOR

 

Mevlevi felsefesinin ve kültürünün 800 yıllık izlerini taşıyan ve sadece Türkiye’nin elinde bulunan 190 eser, 2007 Mevlana Yılı etkinlikleri kapsamında, dün Mevlana’nın hiç görmediği 1500 yıllık Ayasofya Müzesi’nde sergilenmeye başladı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği "Aşk Ocağında Can Olmak-İnsanlığın Mirası: Mevlana Celaleddin-i Rumi" başlıklı sergi 12 Ağustos’a kadar gezilebilecek. Serginin küratörü Ekrem Işın "Bu buluşma Ayasofya’nın tarihinde bir ilktir. Ayasofya’nın Hz. Mevlana’yı konuk etmesi önemli bir olaydır" dedi. Işın, Mevlevilik’te 18 rakamının önemli olduğunu, bölüneni 9’un da kutsal kabul edildiğini belirterek, serginin 9 üzerine kurgulandığını söyledi. Eserler, üç Mesnevi’nin yer aldığı orta kule çevresinde sekiz hücrede sergileniyor. Sergide zikir malzemeleri, çile kemeri (kuşağı), rahle, şamdan, kandil, buhurdan, posta çantası, tesbih, mütteka, Mevlana’ya atfedilen arakkiye, Mesnevi, Divan-ı Kebir, Ahmet Celalettin Dede’ye ait Galata Mevlevihanesi’nin son postnişi bulunuyor. Sergi, Pazartesi günleri dışında, 09.00-18.30 saatleri arasında gezilebilecek.

Hürriyet, Haber: Muharrem Aydın, 19.06.2007

SIRRI PAŞA KONAĞI'NIN DEĞERİ: 1.800.425 YTL.

 

İzmit Akçakoca Mahallesi’nde bulunan, şehrimizin en önemli tarihi binalarından olan Sırrıpaşa Konağı için resmi değer tesbiti yaptırıldı.


Bilindiği gibi Sırrıpaşa Konağı, Çepni Ailesine ait sahipsiz kalan tarihi bina, çok yıprandı ve zaman zaman da yangınlar geçirdi. Büyükşehir Belediyesi bu nedenle tarihi binayı alarak, restore ettirmek ve kente kazandırmak istiyor. Büyükşehir Belediyesi binanın alımı konusunda sahibi Çepni ailesi ile fiyatta anlaşamadı. Bunun üzerine resmi bir kuruldan değer tespiti istedi. Mahkeme tarafından oluşturulan, İnşaat mühendisi Necat Sezer, İnşaat mühendisi Nafiz Bal, İnşaat mühendisi Ahmet Çelik, bilirkişiler İbrahim Yılmaz ve Muammer Çelik’ten oluşan heyet, Sırrıpaşa Konağı için 1 milyon 800 bin 425 YTL değer biçti. Bilirkişi heyeti tarihi binanın restore edilip butik otel, gazino, restaurant gibi kullanılması halinde değerinin 5-6 milyon dolar’ı bulabileceğini de belirtti.


Büyükşehir Belediyesi Sırrıpaşa Konağı'nı kamulaştırmaya kalkarsa, 1 milyon 800 bin YTL’nin üzerinde para ödemek zorunda kalacak. Belediye’nin bu rapora itiraz etmesi bekleniyor.

Özgür Kocaeli, 19.06.2007

TARİHİN KALELERİ EĞİTİME AÇILIYOR

 

Talim ve Terbiye Kurulu, müzeleri eğitime açma kararı aldı. Kurul Başkanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan, müzelerin eğitim amaçlı kullanılması için gerekli mevzuat değişikliklerinin yapılacağını belirtti.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Talim Terbiye Kurulu (TTK) Başkanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan müzeleri eğitime açacaklarını belirterek, "Müzelerin eğitimde daha etkin ve verimli bir şekilde kullanılabilmesi için gerekli mevzuat değişikliklerini yapacağız" dedi.

MEB, eğitim öğretim sürecinde müzelerden daha etkin ve verimli şekilde yararlanmaya yönelik yeni bir proje geliştirdi. Projenin mimarı Kurul Başkanı Prof. Dr. Erdoğan, eğitimin sadece okullarla sınırlı kalmaması gerektiğini, eğitim öğretim sürecinde okul dışı kurumlardan da yararlanılmasının çok önemli olduğunu belirtti.

Erdoğan, "Müzelerin sadece tarihi ve kültürel değerlerin korunduğu yerler olarak kalmaması gerekir. Buraların birer eğitim ve iletişim merkezleri haline getirilmesi ülkemiz ve eğitimimiz açısından büyük önem taşımaktadır" dedi.

Müzelerde, somut nesnelerden esinlenilerek drama hikaye anlatma gibi yöntemlerin uygulanabileceğini ifade eden Erdoğan, müzelerin hem fen hem de sosyal bilimler alanlarına ait derslerde kullanılabilecek materyalleri bünyesinde barındırdığını söyledi.

Müzede yaşayarak, gözlem yaparak öğrenilen bilgilerin daha kalıcı olacağını belirten Erdoğan, müze ile eğitim sayesinde öğrencilere değişimi kavrama erdeminin daha kolay kazandırılabileceğini, öğrencilerde sanat sevgisinin gelişmesinin sağlanabileceğini söyledi.

Erdoğan, "Ayrıca bu proje sayesinde müzelerimiz de atıl durumda kalmaktan kurtulacak, daha dinamik ve işlevsel kurumlar olarak halkımıza hizmet verecektir" dedi. Erdoğan, şöyle konuştu:

"Sürekli aynı ortamda durağan bir şekilde bulunan öğrenciler, müzelerde farklı etkinliklerde bir araya gelerek kaynaşma olanağı bulurlar, birbirlerini, kültürel değerlerini daha iyi tanıma fırsatı elde ederler. Müzeler öğrencilerimizin geçmiş, bugün ve gelecek hakkında bağ kurmalarına katkı sağlar."
Hürriyet Ankara, 19.06.2007

DÜNYADA EŞİ OLMAYAN KOLEKSİYONU ÇALDILAR

 

Anadolu’daki yerel takı, başlık ve kıyafet kültürü üzerine uzun yıllar araştırma yapan 71 yaşındaki ünlü etnolog Sabiha Tansuğ’un Mecidiyeköy’deki evine giren hırsızlar, 2 bin parçalık dünyada eşi benzeri olmayan koleksiyonun en değerli 300 parçasını çaldılar.





Anadolu’yu karış karış dolaşarak satın alıp topladığı altın ve gümüş takılar, kemerler, başlıklar, düğmeler ve kıyafetlerden oluşan 2 bin parçalık koleksiyonunu Mecidiyeköy Ortaklar Caddesi’ndeki evinde koruyan Sabiha Tansuğ, geçen ay İzmir’e tatile gitti. Aksu Apartmanı’nın kapıcısı, önceki gece Tansuğ’un evinin kapısının önünde 50 yaşlarında 2 erkek gördü. "Biz Sabiha Hanım’ın arkadaşlarıyız" diyen şahısların, binadan ayrılmasından sonra şüphelenip Sabiha Tansuğ’u arayan kapıcı durumu anlattı. Tansuğ, İstanbul’da oturan Ressam arkadaşı İrfan Ertel’i arayıp evini kontrol etmesini istedi. Sabiha Tansuğ’un koleksiyonunun fotoğraflarını çekip katalog hazırlayan Ertel, eve girince koleksiyonunun en değerli parçalarının bulunduğu dolabın levyeyle açıldığını ve yaklaşık 300 parçanın çalındığını gördü. Haberi alan Sabiha Tansuğ hemen İstanbul’a geldi.

Avrupa’daki birçok kişi ve kurumun Anadolu halk takıları koleksiyonunu almaya çalıştıklarını belirten Sabiha Tansuğ, "Kültür Bakanlığı’nın elinde böyle bir koleksiyon yok. Bu koleksiyonu kendi imkanlarımla oluşturdum. Bütün eserler Türk İslam Müzesi’ne kayıtlı. Kültür Bakanlığı’nın bu eserlere sahip çıkıp sanat ve etnografya müzesi açması gerekiyor. Bugüne kadar hiçbir çalışma yapmadılar. Umarım çalınan parçalar bulunur ve müze açılır" diye konuştu. Hiçbir maddi beklentisi olmadığını belirten Sabiha Tansuğ, amacının sadece unutulan bu kültürün yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılması olduğunu söyledi.

Anadolu’yu yıllarca karış karış gezen etnolog ve araştırmacı Sabiha Tansuğ’un "Türklerde Çiçek Sevgisi ve Sümbülname", İngilizceye de çevrilen "Türkmen Giyimi" gibi eserleri bulunuyor. Sabiha Tansuğ’un geleneksel kıyafetli bir portresi, 1980 yılında tedavülden kaldırılan 50 kuruşların üzerinde yer alıyordu. Tansuğ, bu portre için, başına "Ankara hotozu" giyip poz vermişti.

Sabiha Tansuğ, 1500-1950 yılları arasındaki geniş bir dönemi kapsayan koleksiyonundan çalınanlar arasında İsfendiyaroğulları’na ait 1 kilodan fazla altının bulunduğu gelin başının bulunduğunu söyledi. Altın gelinbaşının koleksiyonun en değerli parçası olduğunu belirten Tansuğ, 18’inci yüzyıla ait kolye, Şamanizm izleri taşıyan kemerler ve işlemeli tepelikler gibi birçok eserin de çalındığını bildirdi. Tansuğ, "Gümüş kolyelerin hepsinin bir anlamı var. Bunların başka bir örneği yok. Osmanlı tuğralı takıların tarihi önemi çok büyüktü" dedi.

Hürriyet, Haber: Selçuk Yaşar, 19.06.2007

TEKKE KİLİSEYE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR

 

Batı Trakya'da Taşlık köyündeki 270 yıllık tarihe sahip Osmanlı dönemi eserlerinden tarihi "Hıdır Baba Tekkesi" kiliseye dönüştürüldü. Üstelik kilisenin yapıldığı köyde tek bir hıristiyan bile yaşamıyor.

 

Yunanistan yönetimi, Batı Trakya Türkleri'nin atalarından kalan bu yadigarlara da tahammül edemedi.

 

Taşlık köyündeki tarihi "Hıdır Baba Tekkesi"nin kitabeleri ve çevresindeki mezar taşları artık ait oldukları yerlerde değil. Çünkü Yunanistan yönetimi garip bir kararla Hıdır Baba tekkesini kiliseye dönüştürmeye başladı.

 

Batı Trakya Türkleri böyle bir değerin adeta gaspedilmesine tepkili.

Trt/Haber, 18.06.2007

İKİNCİ ULUSLARARASI EMİNÖNÜ SEMPOZYUMU SON BULDU

Eminönü Belediyesi’nin düzenlediği 2. Uluslararası Eminönü Sempozyumu, 15 - 17 Haziran tarihleri arasında çok sayıda bilimadamı, araştırmacı, sivil toplum kuruluşu yöneticisi ve katılımcıyı bir araya getirdi. İstanbul Ticaret Odası’nda gerçekleşen sempozyumun ilk günü protokol konuşmalarıyla başladı.

 

İTO Başkanı Murat Yalçıntaş, Prof. Dr. İlber Ortaylı, KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım, Kuyumcukent adına Mustafa Ercan Özgür ve İl Kültür Turizm Müdür Vekili Haluk Dursun’un açılış konuşmasını yaptığı sempozyumda üç gün boyunca tebliğler sunuldu.

 

Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, üç imparatorluğa merkez olmuş İstanbul’un dünyanın en eski başkentlerinden biri olduğunu belirterek, 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’da 2. Uluslararası Eminönü Sempozyumu gibi bilimsel çalışmaların önemini vurguladı.

 

Üç gün süren sempozyum, Türkiye, İstanbul ve Eminönü için bir şeyler düşünen herkese kapılarını açtı. Sempozyumda, Eminönü’nün tarihten günümüze geçirmiş olduğu değişim serüveni incelendi.

 

2. Uluslararası Eminönü Sempozyumu, Eminönü’nün bölgesel, ulusal ve küresel açıdan önemini koruması; ticari, kültürel, turistik potansiyelini artırması; ikamet açısından cazibesini koruması ve kentsel değişim açısından yaşadığı olumsuzlukları gidermesi amacıyla düzenlendi.

 

2. Uluslararası Eminönü Sempozyumu; ‘Arkeolojinin Dili ile Dünden Bugüne Eminönü’, ‘Avrupa Birliği Sürecinde Toplumsal İmajın Yansımaları’, ‘Siyasi, İktisadi ve Yerel Yönetimde Değişme Olgusu’, ‘Eminönü’nün Tarihi Süreçleri’, ‘Karşılaştırmalı Örneklerde Eminönü’, ‘Değişimin Kültürel Olguları’, ‘Tarihi Perspektifte İstanbul Bağlamında Eminönü’ bağlamında yer aldı.

 

Sempozyumun ana sponsorluğunu KİPTAŞ üstlendi. Kuyumcukent, İstanbul Kuyumcular Odası, TUROB, Storks, Konyalı, Aydın Tekstil ve Star Gazetesi ile 24 kanalı da diğer sponsorlar arasındaydı. 

Eminönü Belediyesi, 18.06.2007

NEWTON'UN EL YAZMALARI KUDÜS'TE

 

Kudüs Üniversitesi, İngiliz fizikçi, matematikçi, mucit, astronom Isaac Newton'un (1642-1727) elyazmalarını sergiliyor. Bütün zamanların en ünlü bilim adamı olarak kabul edilen Newton'un birçok el yazmasının bulunduğu Kudüs Üniversitesi Milli Kütüphanesi'nin dün sergilemeye başladığı belgelerde, Newton'un dünyanın sonunun 2060'ta geleceğini öngördüğü ortaya çıktı.


Üniversiteden yapılan açıklamada, 'Newton'un Sırları' adlı sergi dolayısıyla ünlü bilim adamının el- yazmalarının, 1969'dan beri ilk kez kamuoyuna sunulduğuna dikkat çekildi. Sergideki yazılar, 2000'in ocak ayında başlayan Newton Elyazmaları Projesi'nin kaynağının önemli bir kısmını oluşturuyor. Proje Newton'un bilim dışı konularda yazılarını birkaç cilt halinde yayımlamayı amaçlıyor.

Radikal, Fotoğraf: Sabah, 18.06.2007

TARİHİ AYAŞ EVLERİ HAYATA DÖNDÜRÜLÜYOR

 

Tarihi, Malazgirt Savaşı'na kadar dayanan ve özgün mimari dokusuyla dikkati çeken tarihi Ayaş evleri, yeniden hayata döndürülüyor. Ayaş Kaymakamı Nihat Karabiber, Ankara'nın Ayaş İlçesi'ndeki tarihi dokunun korunması ve yaşatılması projesi kapsamında, 74 adet tarihi evin sokak sağlıklaştırmasının tamamlandığını bildirdi. Karabiber, yaptığı açıklamada, tarihi 1071'e kadar dayanan Ayaş'ın, Türklerin Anadolu'ya ilk yerleştiği bölgelerden biri olduğunu belirterek, "Burada yaklaşık 400 kadar korunmaya değer, Anadolu mimarisi özelliklerini taşıyan evimiz var" dedi.

 

Kültür Bakanlığı ve Devlet Bakanlığı ile yaptıkları ortak çalışmayla, Ayaş'taki tarihi dokunun korunması ve yaşatılması projesi kapsamında, ilk etapta 74 adet tarihi evin sokak sağlıklaştırmasının (evlerin dış cephesinin onarılıp, boyanması, sokakların yenilenmesi) gerçekleştirildiğini söyleyen Karabiber, bu projeye Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ile Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın çok büyük destek sağladıklarını söyledi. Karabiber, projenin devamında ilk etapta Kültür ve Turizm Bakanlığına ait 3 tarihi konağın bu yıl içerisinde restorasyonunun gerçekleştirilip turizmin hizmetine sunulacağını, 100 kadar evin de yine sokak sağlıklaştırma kapsamında değerlendirileceğini bildirdi. Proje kapsamında temel amaçlarının, Bakanlıkça "Tarihi İpekyolu Destinasyonu Projesi" kapsamında tespit edilen,Ayaş-Beypazarı-Nallıhan-Mudurnu-Taraklı güzergahında ilk uğrak yeri olan Ayaş'ı turizm merkezi haline dönüştürmek olduğunu belirten Nihat Karabiber, şunları kaydetti: "Ayaş'ın bir avantajı daha var. Ayaş, tarihi kaplıca turizmi olarak da Anadolu'da bilinen bir merkez. Bu kültürel mirası, sağlık turizmiylebirleştirip Ayaş'ı bir cazibe merkezi haline getirmeye çalışıyoruz. Çalışmalarımız, bu kapsamda yoğun olarak devam ediyor. "

 

ÇEKÜL'ün, söz konusu projenin başlangıcından bu yana devamlı yanlarında olduğunu ifade eden Karabiber, "Çok büyük maddi ve manevi desteklerinialdık. Özellikle projelendirme ve tespit çalışmalarında yanımızda oldular. Onlarla beraber uzun yıllardır çalışıyoruz, beraber çalışmaktan büyük mutluluk duyduk" dedi. ÇEKÜL Vakfı Ankara Temsilcisi Faruk Soydemir de vakıflarının, Türkiye'deki kültürel mirasın korunması, gelecek kuşaklara aktarılması ve ortaya çıkarılması yönünde çalışmalar yaptığını ifade ederek, "Ayaş evlerinin özgün yapısının ortaya çıkarılması yönünde ÇEKÜL Vakfı Ankara Temsilciliği olarak katkı koyduk" dedi. Katkılarının, proje ve danışmanlık desteği şeklinde gerçekleştiğini belirten Soydemir, "Aslında amacımız, sadece Ayaş'a değil, Ankara'nın belirli bölgelerine katkı sağlamak" diye konuştu. Soydemir, Ayaş'taki evlerin genel özellikleri hakkında şunları söyledi: "Buradaki evler, genellikle 2 katlı oluyor. Üst katları ve zemin katları yaşam mekanı oluyor, ancak bazı evlerde zemin katlar, ahır olarak kullanılmış. Pencereler, genelde giyotin pencere şeklinde, ölçekler ise 1'e 1 veya 1'e 2. Evlerin özgün renkleri krem ve beyaz ama bazı örneklerde kırmızı, mavi ve yeşil renklerinin de kullanıldığını görüyoruz. Bir özelliği de azı evlerde topraktan yapılan seramik tuğla özelliklerini de içeren malzemenin kullanılması. Bazı evlerde o malzemeler bugüne kadar taşınmış.

Yeni Şafak, 18.06.2007

GELİBOLU SAVAŞ MÜZESİ AÇILDI

 

Koleksiyoncu Onur Akmanlar tarafından hazırlanan, "Gelibolu Savaş Müzesi" açıldı. Gelibolu Belediye Başkanı Cihat Bingöl, açılışta yaptığı konuşmada, Çanakkale deniz ve kara savaşlarının Türk tarihinin şerefli sayfalarını dolduran önemli bir destan olduğunu söyledi. Gönül ve özverilerin birleşmesiyle bölgenin en güzel müzelerinden birinin oluşturulmasının tarihe olan sorumluluk duygusunu gösterdiğini belirten Bingöl, "Müzede sergilenmek üzere savaş eserlerini veren ve müzenin açılmasında büyük çaba gösteren Onur Akmanlar'a teşekkür ediyorum" dedi.

 

Koleksiyoncu Onur Akmanlar ise binlerce vatan evladının hiç düşünmeden canlarını feda ettiği Gelibolu Yarımadası'na böyle bir müzeyi açmaktan gurur duyduğunu ifade etti. Açılışa, Çanakkale Valisi Orhan Kırlı, Çanakkale Boğaz Komutanı Tuğamiral Erhan Akboray, Gelibolu Kaymakamı Adnan Çakıroğlu, İl Emniyet Müdürü Orhan Okur ile davetliler katıldı. "Gelibolu Savaş Müzesi"nde, Gelibolu Yarımadası'nda savaşan Türk, Fransız, İngiliz ve Anzak askerlerine ait özel eşyalar, apoletler, kemer tokaları, ilaç şişeleri, silahlar, mataralar, damacanalar, üniformalar, dönemin deniz ve kara savaşlarında kullanılan değişik çapta mermiler ile yaklaşık 6 bin obje sergileniyor.

Haber Ekspres, 18.06.2007

BURSA'DAKİ GÖKDERE MEDRESESİ HARABEYE DÖNÜŞMEDEN KURTARILDI





Yaklaşık beş asırlık bir geçmişe sahip Gökdere Medresesi, Bursa'nın Osmangazi Belediyesi tarafından restore ettirilerek kültür merkezine dönüştürüldü. Tarihi yapıda söyleşi ve dinletilerin yanı sıra, Türk sanat müziği alanında çalışmalar yapılacak. Yıllarca kadın hapishanesi, marangozhane, demirci dükkanı ve depo olarak kullanılan tarihi yapı, artık kültüre hizmet verecek.

Kalabalık bir davetli topluluğunun katılımıyla hizmete açılan Gökdere Medresesi'nin, II. Bayezit döneminin tanınmış müderrislerinden Zeyrekzade Paşa Çelebi tarafından yaptırıldığı sanılıyor. 1939 tarihinde özel mülkiyete geçen medrese, yıllarca işlevine uygun olmayan işlerde hoyratça kullanılmıştı. Kadın hapishanesi, marangozhane, demirci dükkanı ve depo olarak da hizmet veren tarihi yapıyı 2005 yılında yaklaşık 1,5 milyon YTL'ye satın alan Osmangazi Belediyesi, tapuyu alır almaz, medresenin önünde bulunan ve yapıyı kapatan 5 dükkanı kaldırmıştı. 3 milyon YTL'ye mal olan restorasyon projesi kapsamında, tarihi yapının çatısı ve kubbesi yeniden yapıldı. Medresenin hemen yanındaki sivil mimarlık örneği yapı da kamulaştırılarak medresenin müştemilatına katıldı.

Açılışta konuşan Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, önemli bir tarihi değeri daha Bursa'ya kazandırdıklarını söyledi. Bursa'nın çok sayıda saklı kalmış değeri barındırdığına dikkat çeken Altepe, "Biz bu değerleri bir bir ortaya çıkarıyoruz. Bu çabamızda yalnız da değiliz. Birçok kişi ve kurum çalışmalarımıza destek veriyor." dedi. "Başlattığımız tarihi ve kültürel projelerimiz kapsamında Bursa'daki bütün eserleri ele aldık." diyen Altepe, şu bilgiyi verdi: "Gökdere Medresemiz de mülkiyeti şahsa ait olan bir değerimizdi. Belediye olarak takas karşılığı satın alıp çalışmalara başladık. Osmanlı'nın ilk dönem eserlerinden biri olan Gökdere Medresesi, içine girdiğinizde çıkmak istemediğiniz, çok güzel, sıcak bir eser. İçinde kültürümüz canlanacak. Başta Türk sanat müziği olmak üzere çeşitli sanatsal ve kültürel etkinliklere ev sahipliği yapacak." Türk sanat müziğinin duayenlerinden Burhan Dikencik de unutulmaz bir konser verdi.

Bursa Kütüğü'ndeki bilgilere göre, tarihi yapı, 15. yüzyıl sonlarında Paşa Çelebi adındaki hayırsever ve bilgin bir kişi tarafından yaptırıldı. 12 hücre ve büyük bir dershane şeklinde inşa edilen medresenin kubbelerinin üstü kurşun ile kaplandı. Paşa Çelebi, medresenin masrafları için nakit akçenin yanı sıra; debbağhane, Kayıhan'da 12 dükkan, bir ahır, azeb odaları, Tatarlar Çarşısı'nda dükkanlar, Yoğurt Hanı civarında 7 dükkan, Kayhan Çarşısı'nda at değirmeni, Gökdere üzerinde 3 su değirmenini vakfetti. Vakfiyesinde vakıf mütevelliliğini yapacak kişilerde medrese okuyup tahsil yapma şartı olduğu için çocuklarının yanı sıra soyundan da birçok alim yetişti.

Zaman, Haber: Nevzat Bayram, 18.06.2007

200 YILLIK TOHUMLAR FİLİZLENDİ

 

İngiliz bilim adamları 1803 yılında 3. George zamanında Hollandalı bir tacir tarafından Güney Afrika'dan İngiltere'ye getirilen ve Milli Arşiv Dairesi'ndeki bir defterin arasında bulunan tohumları yeşertmeyi başardı. Kraliyet Botanik Bahçeleri Kurumu'na bağlı olarak faaliyet gösteren Milenyum Tohum Bankası'ndan çevrebilimci Matt Daws, yaptığı açıklamada “Öyle tahmin ediyoruz ki tohumlar Güney Afrika'nın Cape Town şehrinden gelirken aylarca gemide beklemiş. Sonra Londra Kulesi'nde uzun süre saklı kalmış ve nihayet son 10 yıldır korumaya alınan eşyalar arasında keşfedilmiş. Hayata döndürmeyi başardığımız tohumlardan biri baklagiller familyasından, diğerleri ise akasya ve söğüt ağacı” diye konuştu.

Yeni Şafak, 18.06.2007

ETRÜSKLERİN ANADOLU KÖKENİNE DNA KANITI

 

Yıllardır süren çeşitli araştırmaların ardından Etrüskler’in Anadolu’dan Orta İtalya’ya göç ettikleri tezi, DNA testleri ile de büyük ölçüde kanıtlandı. Araştırma, Torino Üniversitesi’nde yapıldı.





Torino Üniversitesi’nin son 4 yıl içerisinde yaptığı çok yönlü araştırmaların sonuçları açıklandı. Araştırmaya göre Etrüskler’in kökeni, Anadolu’da Lidya bölgesinde yaşanan ve aşırı kıtlık yüzünden toplu halde önce Limni Adası’na, buradan da deniz yolu ile Orta İtalya’daki Toskana bölgesine göç eden insanlara dayanıyor. Araştırmayı yürüten genetik uzmanı Prof. Dr. Alberto Piazza, Toscana bölgesinde Etrüskler’in odaklandığı üç kasaba olan Volterra, Murlo ve Casentino’da toplam 263 kişinden alınan kanın DNA testlerinin, daha sonra Kuzey ve Güney İtalya, Güney Balkanlar, Sicilya Adası, Sardunya Adası, Limni Adası ve Anadolu’nun eski Lidya topraklarında yaşayan toplam 1264 kişinin DNA’sı ile karşılaştırıldığını belirtti. Prof. Piazza, karşılaştırma sonunda Volterra, Murlo ve Casentio’da alınan DNA örneklerine en yakın örneklerin Türkiye’dekiler olduğunun tespit edildiğini belirtti. Testlerde, 5 kişinin DNA’sının Lidya bölgesindekilerle (Batı Anadolu’da Gediz ve Küçük Menderes vadileri arasındaki bölge) tıpatıp uyuştuğunu da sözlerine ekledi.

Fransa’nın Nice kentindeki Avrupa Toplumları Kongresi’nde konuşan İtalyan genetik araştırmacı, gönüllü olarak bu kasabalarda kan veren ve en az üç nesildir Toskana topraklarında oturanların DNA’larının, İtalya ve Balkanlar’daki diğer bölgelere oranla Lidya bölgesindekilere çok daha yakın olduğu bulgusuna ulaştıklarını ve Bodrum doğumlu ünlü tarihçi Heredot’un varsayımının doğru olabileceğini vurguladı. Heredot (MÖ 484-MÖ 425), Etrüsklüler’in Anadolu’dan kıtlık nedeniyle İtalya’ya göç ettiklerini yazmıştı.

İtalyan araştırmacı Prof. Piazza, 30 Etrüsk mezarından alınan DNA’ların, daha önce Ferrara Üniversitesi’nde araştırıldığını ve kendi sonuçlarına benzer sonuçlar alındığını vurgulayarak "Özellikle Etrüskler’ in yoğun yaşadığı Siena’ya bağlı Murlo kasabasında yaşayanların DNA testlerinin sonuçlarına göre, kanlarında normal bir İtalyan’dan çok, Anadolu kökenlilerinkine benzer kanların bulunduğuna rastladık. Bu bakımdan, tezimizin yüzde yüz olmasa bile buna yakın doğrulukta olduğuna inanmaktayız" dedi.

Hürriyet, Haber: Reha Erus, 18.06.2007

BÜYÜKŞEHİR HAYDARPAŞA'YI OTEL YAPIYOR

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, tarihi Haydarpaşa Gar Binası'nı otele çevirerek, hem 'Vizyon Anıt Projesi'ni aradan çıkarmaya, hem de yılda minimum 4,7 milyar dolar gibi bir gelir elde etmeye hazırlanıyor. Çalışmanın proje aşamasını tamamlandığı ve Haydarpaşa Garı'nın otele dönüştürülmesi ile ilgili uygulamanın; önümüzdeki günlerde hayata geçirileceği belirtiliyor. Projeye göre, 99 yıldır TCDD'nin ilk kalkış noktası olarak kullanılan binanın, TCDD'den, 20 yıl vadeli olarak devrahnacağı ve söz konusu otelin yapımına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından '2010 Yılında Avrupa'nın Kültür Başkenti İstanbul' çalışmalarına yetiştirilmesi için, bizzat Kadir Topbaş'ın talimat verdiği de kaydediliyor.

 

Tarihi gar binasının devralınmasının ardından, hızlı bir biçimde otelin inşası ve işletmeciliği için ihale sürecine girileceği de hatırlatılırken, Çırağan Sarayı'nın da 49 yıllığına kiracısı olan Arap ADİA firmasının, ihale için en büyük teklifi vermeye hazırlandığı vurgulanıyor. ADİA firması yetkililerinin, konu ile ilgili olara geçen hafta içinde İstanbul ve Ankara'da çok çeşidi ikili görüşmeler yaptıkları ve ihale sürecinde, yıllık olarak 4,7 ile 6 milyar dolarlık bir yıllık kira bedelini vermeye hazır olduklarını ifade ettikleri belirtiliyor. İhaleye, ADİA firması ile birlikte, Ritz Carlton Otelleri'nin de sahibi olan Marriott Hotel Company'nin de aralarında bunduğu beş firmanın daha katılmaya hazırlandığı, ancak söz konusu şirket temsilcilerinin, ADİA'nın önermeyi planladığı 4,7 milyar dolarlık teklifi çok yüksek buldukları da ileri sürülüyor.

 

Yaklaşık beş yıldır sürekli olarak gündemde tutulan ve İstanbul'un bir vizyon anıta ihtiyacının bulunduğu tartışmalarına da, bu otel ile son noktanın konulmuş olunacağı ve otelin; uluslararası platformda, 'İstanbul'un Vizyonu' olarak lanse edileceği de vurgulanıyor.

Birgün, Haber. Boğaç Yüzgül, 17.06.2007

MACARİSTAN'DA BİR BOTTICELLI FRESKİ BULUNDU

 

İtalya Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nın açıklamasına göre, Estergon’da yıkık bir Macar sarayı kalıntıları arasında Rönesans dönemi ressamlarından Sandro Botticelli’ye ait olduğu tahmin edilen bir fresk bulundu. 





Dört üstün meziyet olan fazilet, itidal, cesaret ve adaleti simgeleyen dört kadın figürüne sahip olan fresk aslında 1930'larda açığa çıkartılmıştı. Fakat sanat tarihçileri yakın zamanda kadın figürlerinden birisinin Botticelli'nin stilinin çok belirgin özelliklerine sahip olduğunu anladılar.

 

Freskin, Macaristan’ın Katolik Kilisesi’ni 1465 ila 1472 yılları arasında yöneten Başpiskopos

Janos Vitez tarafından sanatçıya sipariş edilmiş olabileceği tahmin edilmekte. Vitez’in İtalyan sanatçıları ile yakın ilişkileri vardı ve Fra Filippo Lippi’nin atölyesine çalışma odasını dekore ettirdiği bilinmekte. Botticelli ise aynı yıllarda bu atölyede çırak olarak sanat hayatına başlamıştı.

Botticelli’ye atfedilen kadın figürü “itidal”i temsil ediyor ve uzman Zsuzsanna Wierdl’e göre sanatçının bu freskten 20 yıl sonra yaptığı “Venus’un Doğuşu” tablosu ile büyük benzerlikler içeriyor.

Associated Press, 08.06.2007

SUDAN YURTDIŞINA MUMYA KAÇIRMAYA ÇALIŞAN 12 KİŞİYİ YAKALADI

 

Sudan Haber Ajansı’nın verdiği bilgiye göre, yetkililer içlerinde 2 mumya da bulunan birçok eski eseri yurt dışına kaçırmaya çalışan 12 kişiyi yakaladılar. Mumyaların hangi döneme ait oldukları ise bildirilmedi.

 

Antik Nubya Medeniyeti’nin bulunduğu bu topraklarda komşusu Mısır’dan daha fazla piramit olmasına karşın, bugüne dek çok az arkeolojik kazı yapıldı. “Siyah Firavunlar” olarak da bilinen Nubya kralları  MÖ 760 ila 660 yılları arasında Mısır’ı da yönettiler. Sudan’da bulunan piramitlerin birçoğu kuzeyde, Merowe olarak bilinen bölgede ve MÖ 300 civarına tarihlenmekte. Aynı bölgede, Mısır ölü gömme geleneklerinin benzeri yüzyıllar boyunca uygulanmış ve ölüler  mumyalandıktan sonra piramitlerdeki veya yer altındaki mezar odalarına defnedilmişler.

Reuters, 16.06.2007

TARİH ÇATALHÖYÜK'TE

 

Türkiye'de en çok tüketilen gıda maddesi olan ekmeğin Anadolu'daki tarihçesi, MÖ 8 binli yıllara Çatalhöyük'e kadar dayanıyor.


Selçuk Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Emine Karpuz yaptığı açıklamada, günümüzde kent merkezleri, ilçe, belde ve köylerde, fırınlarda, tandırlarda, kuzine soba ve saç üzerinde çeşitli ekmekler yapıldığını söyledi.


Türkiye'de çok fazla tüketilen ekmeğin kültürü, pişirilmesi ve tüketilmesi konusunda bir araştırma yaptıklarını anlatan Karpuz, ekmeğin Anadolu'daki tarihinin MÖ 8 binli yıllara Çatahöyük'e kadar dayandığını bildirdi.


Çatalhöyük'teki kazılarda pişmiş toprak çanak, çömlek ve ocakların bulunduğunu ifade eden Karpuz, ayrıca Diyarbakır-Çayönü (MÖ 7250-6750), Burdur Hacılar (MÖ 7040), Kahramanmaraş-Domuztepe Höyüğü'nde (MÖ 7000-5000) yapılan kazılarda, dönem insanlarının buğday ve arpa yetiştirmeyi, hasat etmeyi, öğütmeyi bildikleri, bunları saklamak ve pişirmek için çanak-çömlek yaptıklarının ortaya çıktığını kaydetti.


11. yüzyıldan başlayarak Orta Asya'dan göç eden Türkler'in diğer kültürel değerler gibi ekmek kültürünü de Anadolu'ya taşıdığını anlatan Karpuz, Anadolu'da Selçuklu döneminde bazlama, gömeç, türüm, közmen, özleme, sinçü ve çukmın adıyla ekmekler yapıldığını söyledi.

Özellikle büyük seri üretimin yapıldığı fırınlarda kalite düşse de kırsal alanlarda, evlerde ve tandırlarda yapılan geleneksel ekmeklerin halen eski kalitesi ve tadını koruduğunu dile getiren Karpuz, şunları kaydetti:


''Bazı börek çeşitleri de pişiriliş ve tüketimi nedeniyle ekmek sınıfında yer alıyor. Buna göre sadece Konya'da tandır, saç, kuzine soba ve fırınlarda tandır ekmeği, yufka, fırın ekmeği, bazlama, somun, pide, tava ekmeği, bükme, etli ekmek, fetir, gözleme, haçapur, hınkal, hıçın, et hıçını, katmer, kete, kömbe, tava kömbesi, lukur, pileki ekmeği, pişi, simit, su böreği, saç böreği, tandır gevreği, tandır böreği, tava ekmeği, yağlı güdük gibi 29 çeşit ekmek yapılıyor. Hınkal, açılan ve kare şeklinde kesilen içine domates, biber, patates, pırasa ve ıspanak karışımının konulup pişirilmesiyle yapılır. Kömbe, içine haşhaş ya da patates konulmuş hamurun pişmesiyle, pileki ise mayalanan ve kabaran hamurun toprak fırınlarda pişirilmesiyle üretiliyor. Hıçın ise mayalı hamur ortasına peynir, tuz ve haşlanmış patates konulup kızgın yağda kızartılmasıyla yapılır.''

Karpuz, ayrıca ekmekten yapılan pişi tiridi, tirit, patlıcan tiridi, yumurta tiridi, papara sündürme, ekmek salması gibi yemeklerin de tüketildiği Konya'nın tarihinde ekmek kültürünün önemli yer tuttuğunu bildirdi.

Merhaba Gazetesi, 17.06.2007

RESTORASYON SIRASINDA YARALANDILAR

 

Sultanahmet'teki tarihi Binbirdirek Sarnıcı'nın restorasyonu sırasında düşen iki işçinin kolları kırıldı. Sütunları boyamak için çıktıkları tekerlekli iskelenin devrilmesiyle düşen Serkan Kar (26) ile Adil Bayhan (37) hastanede tedaviye alındı. Kar ile Bayhan'ın kollarında ve vücutların kırıklar tespit edildi.

Sabah, 17.06.2007

FOTOĞRAF SERÜVENİMİZ





Fotoğraf sanatının Osmanlı’ya girişinin 1842 yıllarına kadar uzandığını söyleyen Dr. Hidayet Nuhoğlu, imparatorluğun son dönemlerine denk düşen fotoğraf sanatının ülke ve saray üzerindeki önemli etkileri olduğunu kaydetti. Ağustos 1839’da Paris’te Daguerreotype’in tanıtılmasının üzerinden çok geçmeden bu buluşun Türkiye’ye geldiğini anlatan Dr. Nuhoğlu, bununla ilgili en eski belgenin 19 Şaban 1255/28 Ekim 1839 tarihli Takvim-i Vekayi’deki yayın olduğunu kaydetti. Fotoğraf kelimesinin 1841’de Türkçe’ye girdiğini söyleyen Dr. Nuhoğlu, “Bu buluş haber ve bilgi olarak Türk kamuoyunda yerini hemen bulmuş ise de fiillen İstanbul’a gelişi üç yıl sonra olmuştu” dedi.

Fotoğrafı ilk olarak Osmanlı sınırları içerisine Mösyö Kompa’nın soktuğunu kaydeden Dr. Nuhoğlu, “Ceride-i Havadis’in 8 Cemaziyelahir 1258/17 Temmuz 1842 tarihli nüshasında, M. Daguerre’in çıraklarından M.Kompa adında birinin İstanbul’a geldiği, fotoğraf sanatını ücret mukabili teşhir ettiği, isteyenlere öğrettiğini bahseden bir haber ve bir ilan neşredilmişti. Böylece fotoğraf İstanbul’a fiilen gelmişti. Daha önceki devirlerin ressamları gibi, çeşitli milletlerden fotoğrafçılar İstanbul’a gelerek fotoğrafçılığın Osmanlı coğrafyasına yayılmasını sağladı. Mösyö Kompa’dan sonra Gerard de Nerval ve Carlo Naya 1845’te İstanbul’da bir stüdyo açtı ve fotoğrafın tanınmasını sağladılar” dedi.

Kırım savaşıyla birlikte ‘harp fotoğrafçılığı’ gibi yeni bir mesleğin doğduğunu kaydeden Dr. Nuhoğlu, o tarihlerden sonra Batılı fotoğrafçıların yolunun İstanbul’a düşmeye başladığını ve yeni yeni İstanbul ve Anadolu albümlerinin meydana getirildiğini söyledi. 1856’da İstanbul’da profesyonel fotoğrafhanelerin kurulmasının ardından yerli fotoğrafçıların devrinin başladığını kaydeden Dr. Nuhoğlu, “İlk olarak Abdullah Biraderler ve ardından, Abdullah Şükrü adını alacak olan Vichen çalışmalara başladı. İlk fotoğrafçılarımız, İstanbul’daki kültür ve sanat eserleri ile günlük hayatı tesbite çalıştılar. Onların bu teşebbüsleri ilerde Yıldız koleksiyonunun nüvesini hazırlayacaktı” diye konuştu.

Abdullah Biraderler’in Osmanlı’da fotoğrafçılığı zirve yapan bir isim olduğunu kaydeden Dr. Nuhoğlu, “Abdullah Biraderler’in çalışmaları sarayca da takdir edilmiş olmalı ki 1863’de “Ressam-ı Hazret-i Şehriyari” ünvanı ile devrin padişahı Sultan Abdülaziz’in fotoğrafçılığını üstlendi. Bu ünvanı, Sultan Abdülaziz’den sonra Sultan II. Abdülhamid devrinde bir ara kaybetmişlerse de tekrar elde etti ve bu ünvanın bir imtiyazı olarak fotoğraf kartlarının arkasında, Sultanın tuğrasını da bastırarak kullandı. 1867 Paris Sergisi’ne katılan Abdullah Biraderler’in çalışmaları o denli takdir edildi ki, çok geçmeden milletlerarası şöhrete ulaştı. Abdullah Biraderler’den sonra yetişen fotoğrafçılar da, bu sanatı Osmanlı’nın sosyal ve siyasi hayatının tesbitinde kullandı” diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 17.06.2007

"BU UTANÇ ABİDESİ YIKILMALI"

 

Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın, Belediye Sarayı binası için söylediği “O çirkin binayı bazı hocalarımız milli eser olarak tescil ettirdi. Bu bir abide-i utançtır. Türk mimarları ve İstanbullular için kara bir lekedir. Bu binanın hangi eserler yıkılarak oraya yapıldığını İstanbullular bilmiyor” sözleri mimarlık tarihçileri tarafından doğru bulunmadı.

 

Uzmanlar, tarihi kalıntıları korumanın mimarların sorumluluğu altında olmadığını ve bir binayı güzel ya da çirkin olarak değerlendirmenin yanlış olduğunu belirterek, söz konusu binanın Türk mimarlık tarihinde bir dönemin başlangıcı ve tüm dünyanın kabul ettiği uluslararası üslubun ilk ve düzeyli bir örneği olduğunu söylediler.

Bu açıklamalardan sonra sözlerini daha da sertleştiren Ortaylı, “Bu bina çirkin ve tarihe çevreye uymuyor. Koridorları, odaları hapishane gibi. Depremde zarar gördüğü, duvarlarında çatlaklar oluştuğu için de yıkılması şart. Güçlendirilmesi için trilyonlar gerekir.

Bu bir kültür işi. Bu binayı savunan Afife Batur ve öteki mimarlar, İTÜ’de okurken kaç kez sur içine gittiler de oraları alıcı gözle gördüler. Sadece bir kez ders için gitmişlerdir. Sur içinde yaşamayan İstanbul’u anlamaz. Bunu anlamak için orada oturmak lazım. Bu bir kültür meselesi” dedi.

 

Biz mimarlık tarihçileri, binalara güzel ya da çirkin diye değil, temsil ettikleri içerik açısından bakarız. Belediye Sarayı, 1950’lerde bütün dünyanın kabul ettiği uluslararası üslubun ilk ve düzeyli örneklerinden biridir. Türk mimarlık tarihinde bir dönemin başlangıç yapısıdır. Kişisel yargılardan kaçınarak belediye binasının bir dönemin öncüsü olduğunu söylemek mümkün. Hangi yapılar yıkılarak yapıldığı konusu ise ayrı. O konu döneminin imar kurallarına hazırlayan kişilerin suçu olabilir. Bugün de birçok yeni bina yapılıyor ve birçok tarihi kalıntı yok ediliyor. Bunu o yapının mimarına mal etmek doğru değil.

 

Ayasofya yapılırken antik Yunan mabetlerinin sütunları istanbul’a getirilmiş, Osmanlı da Bizans yapılarını sökerek yeni binalar yapmış. Kültür katmanları gibi yapılar da kalıntılar üzerine yapılmıştır. İlber Bey’in dediği yerde benim de dedemin köşkü vardı. O zamanlar orada İstanbul’un en seçkinleri yaşardı. Buraları belediye istimlak etmişti. Ortaylı’nın hassasiyetini anlıyorum ama burada iki konuyu ayırmak lazım. Bu bir... İkincisi, binanın mimarisinde 1950’li yıllarda tüm dünyaya hakim olan uluslararası uslübün özellikleri görülüyor. Bu da çok önemli. Hilton Oteli de o zamanın eseri. O zaman yatay bloklar, dikdörtgen bloklar hakimdi.

Akşam, Haber. Nebahat Koç, 17.06.2007

DENİZ ALTINDA BİNLERCE İNCİ

 

17. yüzyıla ait bir İspanyol kalyonunun (İspanyollar tarafından kullanılan yelkenli ve kürekli bir çeşit savaş gemisi) enkazını arayan dalgıçlar, küçük bir kutu içinde binlerce inci buldu. Blue Water Ventures isimli dalgıçlık firması için çalışan ABD'li dalgıçlar, Key West'in 65 kilometre açıklarında, 5.5 metre derinlikte bulunan 9x14 santimetre ölçülerindeki kutuda 3'le 19 milimetre arasında değişen boyutlarda binlerce inciyle karşılaştı.


Kutunun içinde incilerin yanı sıra altın bir kalıp, sekiz altın zincir ve yüzlerce küçük eşya da bulundu. Dalgıç firmasına danışmanlık yapan arkeolog James Sinclair, incilerin çok eski olması ve durumlarından dolayı değerlerinin 1 milyon doların (yaklaşık 1.32 milyon YTL) üstünde olabileceğini söyledi.

Sinclair, incilerin kendilerini oluşturan istiridyenin içinden çıktıktan sonra genelde okyanus sularında yaşayamadığını, bu nadir görülen yaşama durumunun incilerin değerini artırdığını da vurguladı. İnciler, Key West'teki Mel Fisher Denizcilik Müzesi'nin içinde yer alan arkeoloji laboratuvarında temizlenip, muhafaza edilecek.

Radikal, Fotoğraf: AP, 17.06.2007

İZMİR'İN KÜLTÜR FABRİKASI OLACAK

 

İzmir'in Alsancak Semti'nde 1902 yılında Fransız Laidloux&Sons şirketi tarafından yapılan tarihi havagazı fabrikası, yeniden hayat bulacak. Yaklaşık bir asır hizmet verdikten sonra geçtiğimiz yıllarda kaderine terk edilen tesis, Büyükşehir Belediyesi tarafından aslına uygun olarak restore edilip kültür-sanat merkezine dönüştürülecek.

Geçen nisan ayında yapılan ihaleyi 1 milyon 645 bin 570 YTL bedelle kazanan Akdemir Madencilik ve İnşaat Sanayi, 28 bin 500 metrekarelik alandaki tescilli yapıların onarımına, 50 metre yüksekliğindeki bacadan başladı. Döküm binasının kafeterya, depo binalarının ise sergi salonu ve sanat atölyeleri şeklinde düzenleneceği bildirildi. Ayrıca diğer tescilli yapıların okuma salonu, satış birimi, idari bina olarak kullanılmak üzere elden geçirileceği kaydedildi. Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, çalışmaların 250 günde bitirilmesinin planlandığını söyledi. Kocaoğlu, ''Bu proje, kentin kültür-sanat hayatını canlandırma yolunda çok önemli bir adım olacak'' dedi.

Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 17.06.2007

POLİSE SATACAKLARDI

 

Antalya’da alıcı gibi davranan polise Roma dönemine ait kadın heykel başını satmak isteyen bir kişi gözaltına alındı.

Bir ihbarı değerlendiren Antalya polisi, alıcı gibi davranarak tarihi eser kaçakçısı Ahmet Yıldırım’a telefon etti. Polis, zanlı ile Roma dönemine ait kadın heykel başı için 70 bin dolar karşılığında anlaştı. Alıcı gibi davranan polisler tarihi eser satıcısına Çallı Emniyet Müdürlüğü’nün karşısında buluşma yeri verdi. Emniyet’e 10 metre mesafedeki randevuya elindeki Roma dönemine ait kadın heykel başı ile gelen Yıldırım, gözaltına alındı. Evinde yapılan aramada yine Roma dönemine ait 3 bronz sikke bulunan Yıldırım, tutuklandı.

Hürriyet, Haber: Soner Kocaer, 17.06.2007

ISPARTA'NIN EN ESKİ YERLEŞİM YERİ OLAN ANTIOKHEIA'DA KAZILAR BAŞLIYOR





Süleyman Demirel Üniversitesi’nde geçtiğimiz yıl kurulan Arkeoloji bölümü kazı çalışmaları için Isparta’nın en eski yerleşim yeri olan Antiokheia antik kentinde ön inceleme çalışmalarına başladı.Yalvaç Belediyesi’nin desteği olmadan antik kente kazı yapmanın çok güç olduğuna belirten Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yardımcı Doçent Doktor Mehmet Özhanlı, “bu nedenle Yalvaç Belediyesi’nin bize desteği çok önemli” dedi. Yalvaç Belediyesi rehberliğin de antik kenti gezen Yrd. Doç. Dr. Özhanlı, tarihi çok eskilere giden ve geniş bir alana yayılmış olan antik kentten çok etkilendiklerini, kazılarla buradaki eserleri gün yüzüne çıkararak Yalvaç’ın turizm değerlerine katacaklarını söyledi.

 

Kazı hazırlıkları kapsamında, Antalya’da faaliyet gösteren “Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü” Müdürü Arkeolog Kayhan Dörtlük ile birlikte bir kez daha Yalvaç’a gelen Yardımcı Doçent Doktor Mehmet Özhanlı, Pisidia Antiokheia antik kentinde ilk kazmayı vurmak için kazı alanı tespit çalışması yaptı.  

 

Yalvaç Belediye Başkanı Yalçın Bulgurcu, “Göreve geldiğim günden bu yana, Hellenistik dönemde kurulan ve Roma döneminde de antik Pisidia bölgesine başkentlik yapacak kadar önemli bir kent olan Antiokheia’nın kazısının mutlaka bir üniversite tarafından bilimsel bir titizlikle kazısının yapılmasını savundum. Süleyman Demirel Üniversitesi bünyesinde Arkeoloji bölümü kurulmasının ardından Antiokheia antik kentinin kazılarının söz konusu üniversite tarafından üstlenilmesi teklifimizi Kültür Bakanımız Sayın Atilla Koç’a da sundum. Bünyesinde Roma tiyatrosu, Augustus tapınağı ve st. Paul Kilisesi gibi önemli yapıları barındıran 46 hektar genişliğe sahip antik kentteki kazıları bir üniversitenin üstlenmesi demek, çıkan her bir eserin üniversite bünyesinde yüksek lisans, doktora ve doçentlik gibi çeşitli kademelerdeki tezlere ve makalelere konu olması ve Antiokheia antik kentinin tarihi konusunda yeni verilere sahip olmamız anlamına gelir. Ayrıca söz konusu yayınlar sayesinde Antiokheia antik kentinin tanıtımı daha geniş çevrelere yapılmış olur.”

 

Başkan Bulgurcu, Önümüzdeki yıl ilk öğrencilerini alacak olan SDÜ Arkeoloji Bölümü kazıya başladığında yaz sezonunda en az 4 ay boyunca yaklaşık 100 kişilik ekiple kazı yapacaklarını bu ekibin de Yalvaç ekonomisine özellikle öğrencilerin olmadığı yaz sezonunda katkı yapacağının altını çizdi.

TürkiyeTurizm.com, 16.06.2007





10 - 16 Haziran 2007

NUH'UN GEMİSİ AĞRI'DA DEĞİL CUDİ'DE





Greenpeace geçtimiz günlerde küresel ısınmaya karşı dünya kamuoyunun dikkatini çekmek için Ağrı dağına 20 marangoz getirip kısa sürede Nuh’un gemisinin maketini yaptırmıştı. Nuh’un gemisinin Cudi’de değil, Ağrı Dağında olduğuna dair maksatlı girişimlerin sıkça yapıldığına dikkat çeken Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu, yaptığı çalışmalarla Hazreti Nuh’un gemisinin Cudi’de olduğunu bilgi ve dökümanlar ile ortaya koyuyor. Tufan hakkında 72 dilde 80 bin eserin olduğunu kaydeden Prof. Maksudoğlu, “Dr. Smith 1951 yılında 40 kişilik ekibiyle Ağrı Dağı’nda hiçbir şey bulamadı. Gılgamış Destanı’nda geminin Nisir Dağı’nda, Tevrat’ta ise Ararat dağlarında karaya oturduğu anlatılıyor. Eski Babil çivi yazı tabletlerinde ise Nisin Dağı ibaresi geçiyor ki bu dağın araştırmalara göre Cudi olduğu anlaşılıyor” diyor.


Diğer bir araştırmada ise ilginç bulguları ortaya koyan Maksudoğlu; “Bilindiği gibi, Basra Körfezi’nden başlayıp Mısır’a uzanan hilal biçimindeki bölgeye Bereketli Hilal diyoruz. Tecrübeli Amerikan ve İngiliz arkeologlar, 1923 yılından başlayarak, kazı mevsimlerinde 6 yıl müddetle, Basra Körfezi’nin kuzey-batısında, Sümer Kral mezarlarlarının bulunduğu Tell Mukkayyar’da kazı yaparak Ur kentini ortaya çıkardı. O gün “Mezopotamya’dan tufanı bulduk” telgrafı çekildi. Gördüğümüz haritalar ile Cizre ve Cudi Tufan alanına girer.” diye konuşuyor.

 

Ağrı Dağına Nuh’un gemisi olayının sürekli tekrarlandığını kaydeden Maksudoğlu, “Düşündürücü olan, yüksek öğrenim görmüş, “yetişmiş” kabul edilen insanlarımızın, kendi kutlu kitabı Kur’an-ı Kerim’de, Hazret-i Nuh’un gemisinin Cudi’de karaya oturduğunun belirtildiğini bilmelerine rağmen tahrif edilmiş kitaplarına sıkı sıkı bağlı diğer dinler mensuplarını sorgusuz sualsiz takip etmeleri. Sonuç olarak, bu trajikomik olay geçiştirilir, üzerinde durulmazsa, bu yanlış tekrarlana tekrarlana sanki gerçekmiş gibi kabul edilmeğe başlanır; böylece, değişikliklere uğramış son kullanma tarihi geçmiş Kitab-ı Mukaddes doğru, bir harfi bile değişmemiş Kur’an-ı Kerim, haşa yanlış zannedilir. Bu ise yalnız Müslümanlara değil bütün insanlar için felaket olur” diyor.

Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 16.06.2007

SAHABE TÜRBESİ DE BOMBALANDI

 

Irak'ta mezhep çatışmaları çıkarmak için hedef alınan kutsal mekanlara bu kez Peygamberimizin akradaşlarından Talha Bin Ubeydullah'ın türbesi de eklendi.

 

Samarra kentindeki Askeriye Türbesi'ne yapılan saldırının üzerinden 48 saat geçtikten sonra düzenlenen saldırıda Basra kenti yakınlarındaki türbe neredeyse tamamen yıkıldı. Iraklı General Ali Musavi, sabah saatlerinde Basra'nın 25 kilometre uzağındaki Zübeyr yakınlarındaki Talha İbn Ubeydullah türbesine gelen bir grubun fotoğraf çekmek istediğini söyleyerek türbeye girdiklerini ve etrafına yerleştirdikleri bombaları patlattıklarını açıkladı. Birkaç dakika arayla meydana gelen iki patlamada türbenin 2 kubbesi ile minaresinin tamamen yıkıldığını ifade eden General Musavi, türbenin bekçilerin tutuklandığı söyledi.

Yeni Şafak, 16.06.2007

TARİHİ SARAY BÖYLE OLACAK

 

   

 

Tarihi Atiye Sultan Sarayı'nın iki binası, restore edilerek hükümet konağı olacak. Uzmanlarsa diğer 4 binanın yıkılacağı gerekçesiyle tepkili..





2'nci Abdülhamid'in tahta çıktığı İstanbul Kağıthane'deki tarihi Sadabad'ın ayakta kalan nadir parçalarından Atiye Sultan Sarayı'nın (Küçük Zabit Mektepleri) restorasyonu için İl Özel İdaresi ihale açtı. 6 ana binadan oluşan saray için bir de restorasyon projesi hazırlandı. Ancak önümüzdeki hafta ihaleye çıkarılacak olan projede sadece 2 binaya yer verildi. Restorasyon ihalesini alacak olan firmanın, projede olmadığı için 4 binayı yıkabilecek olması ise tepki çekti. Kağıthane Belediyesi'nin orijinal halinin bozulacağı için sıcak bakmadığı proje ile sarnıç, toprak altında bulunan tarihi havuz ve binanın ön tarafında bulunan daireler de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

 

Adını açıklamak istemeyen bir belediye yetkilisi, "Projenin ihalesi bittiğinde restorasyon yapılacak. Ancak bu projenin hatası bir daha düzeltilemeyecek. Müteahhit proje hatasına bakmaz ve bir tarihi eser daha heba olur" diyerek çekincelerini dile getirdi. Yetkili şunları söyledi: "Projeyi hazırlayan firma, diğer binaları yok sayıp Anıtlar Kurulu'nu yanıltmıştır. Proje iki bina üzerinde yürüyeceğinden kar oranı artacak. Halen varlığını korumasına rağmen projeye girmemiş yapıların yok edilmesi meşru olacak. Toprakla örtülü bir tarihi havuz ve bazı bölümler yok olacak."





Saray arazisinin imara aykırı yollar geçirilerek iki parsele bölünmesiyle ilgili 1 Numaralı Koruma Kurulu'nun 5 yıl önce yaptığı suç duyurusunun kayıp olduğu savcılık yazısıyla ortaya çıktı. 15 Nisan 2002 tarihli kararda özetle şöyle deniliyor: "Küçük Zabit Mektepleri'nin, korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli olmasına rağmen, kurul izni alınmadan tevhid ve ifraz işlemi yapıldığı anlaşıldığından suç duyurusunda bulunulmasına... Her türlü imar planı tadilatı ile tevhid ve ifraz işlemi için kurul izni alınması gerektiğine, bu nedenle yapılan işlemlerin yasal olmadığına..."

Sabah, Haber: Hasan Erşan, 16.06.2007

MÜZEYİ
FARELERDEN
'MEMUR KEDİ'
KORUYOR

 

Dünyanın en eski müzelerinden birisi olan Rusya'daki St. Petersburg Ermitaj Müzesi yetkilileri, müzede cirit atan farelerden kurtulmanın yolunu kedileri işe almakta buldu.

250 yıllık müzenin yetkilileri kurumda 50'ye yakın kedinin memur olarak görev yaptığını bildirdi.

Sabah, 16.06.2007

BEKLERKEN ÇÖKMEZSE YA MÜZE OLACAK YA ÜNİVERSİTE





Türkiye’nin ilk karma okulu ve en köklü eğitim kurumlarından Darüşşafaka Lisesi’nin tarihi binası yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Dolmabahçe Sarayı’nın mimarı Balyan Efendi’nin eseri olan bina 28 Haziran 1873’te Fatih’te hizmete açıldı. Darüşşafaka Lisesi’nin 1992’de Maslak’taki yeni binasına taşınmasıyla boşaltıldı. 1994’te Zıraat Bankası’na devredilen bina, o günden beri kendi haline bırakıldı.

Helikopterden çektiğimiz fotoğraflarda binanın çatısının yer yer çöktüğü, kiremitlerinin bir kısmının uçtuğu, çatı kirişlerinin kırıldığı açıkça görülüyor. Fatih Belediye Başkanı olduğu dönemde Sadettin Tantan, bu binanın Fatih Külliyesi bünyesinde yer alan Karadeniz Medreseleri ile birleştirilerek bir üniversiteye devredilmesi için çaba sarf etti. Fatih’te Boğaz girişi ile Haliç koridoruna hakim bir tepede kurulmuş bulunan binaya çok talip çıktı. Ama o dönem Ziraat Bankası yönetiminin mülke biçtiği yüksek değerden dolayı kimse yanına yaklaşamadı. Üniversite projesinin ortaya çıktığı günden bu yana geçen 12 yıllık süre içinde bakım ve onarım yüzü görmeyen bina çatıdaki çökmelerden dolayı su almaya başladı. Kagir olan dış cephesinde çatlaklar oluştu. Ama tüm bunlara rağmen Ziraat Bankası yönetimi binanın kurtarılması için gerekeni yapmadı. İki yıl önce 4 milyon YTL’ye satışa çıkan binaya talip çıkmayınca yapı yeniden kaderine terk edildi.

Koç Vakfı İdare Heyeti Başkanı Semahat Arsel, bu önemli eserin kurtarılması için 12 yıldır çaba harcıyor. Geçtiğimiz ocak ayında yanına Ömer Koç ve Koç Vakfı Genel Müdürü Erdal Yıldırım’ı da alan Semahat Hanım tarihi okulu gezdi. Semahat Arsel, bir ay kadar sonra Koç Holding Yönetim Kurulu Onursal Başkanı Rahmi Koç’un da binayı görmesini sağladı. Semahat Arsel, Sarıyer’de bulunan ve sürekli genişleyerek yerine sığmayan Sadberk Hanım Müzesi’ne yeni bir yer arıyor ve Darüşşafaka binasının uygun olacağını düşünüyor.

Koç Vakfı’nın tarihi okul binasıyla ilgilenmesi kısa zamanda etkisini gösterdi. İstanbul Ticaret Odası (İTO) da talipler kervanına katıldı. İTO, şu anda Üsküdar’da eğitimini sürdüren İstanbul Ticaret Üniversitesi’ni buraya taşımayı planlıyor. Üniversite kampüsünü taşımak için Yedikule’deki gazhane ve Devlet Demiryolları kompleksinin bulunduğu alanla da ilgilenen İTO, Darüşşafaka arazisinin fiyatını pahalı buluyor. Araziye verilecek para kadar restorasyona da harcama yapılacağını hesaplayan İTO yönetimi, Ziraat Bankası’yla yaptığı pazarlığı, banka yönetiminin 4 milyon YTL’de ısrar etmesi yüzünden sonuçlandıramadı.

Bunun üzerine Ziraat Bankası, 21 Haziran’da ihale kararı aldı. Açık artırmada 26766 metrekarelik Darüşşafaka arazisi için başlangıç bedeli olarak 1 milyon 680 bin YTL’yi uygun buldu.

Hürriyet Cumartesi, Haber: Ersin Kalkan, 16.06.2007

ORTAYLI: BELEDİYE BİNASI ABİDE-İ UTANÇTIR

 

Eminönü'nün tarihi, ticari, sosyal, kültürel, turistik açıdan cazibe merkezi olmasını sağlamak amacıyla düzenlenen 2. Uluslararası Eminönü Sempozyumu İstanbul Ticaret Odası'nda başladı. Sempozyumda Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof. İlber Ortaylı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin hizmet binasını eleştirdi.


Ortaylı şunları söyledi: "O çirkin binayı bazı hocalarımız milli eser olarak tescil ettirmişlerdir. Bu bir abide-i utançtır. Türk mimarları ve İstanbullular için bir kara lekedir. Onun hangi eserler yıkılarak oraya yapıldığı İstanbulluların hafızası dışındadır.

Milliyet, 16.06.2007

FRIDA KAHLO 100 YAŞINDA

 

Meksika'nın dünyaca ünlü kadın ressamı Frida Kahlo'yu 100. doğum yılında anmak için Mexico Güzel Sanatlar Sarayı'nda sanatçının bütün önemli eserleri dün sergilenmeye başladı.Frida'nın genellikle dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan 354 tablosu, deseni, gravürü, mektupları, kendi ve yakınlarının fotoğrafları, Güzel Sanatlar Sarayı'nın 8 salonunda sergileniyor ve ilk kez bu kadar eserin bir arada teşhir edilebildiği belirtiliyor.





19 Ağustosa kadar açık kalacak serginin açılışına, Devlet Başkanı Felipe  Calderon'un da katıldığı bildirildi.

1907'de doğan Frida'nın doğumunun 100. ve 1957'de ölen eşi Diego  Rivera'nın ölümünün 50. yılı dolayısıyla bu yıl boyunca ulusal düzeyde  çeşitli etkinlikler düzenlenecek.
         
Frida Kahlo, Mexico City'nin güneyindeki Coyocan'da, Macar Yahudisi  fotoğrafçı Wilhelm Kahlo ve Kızılderili asıllı Matilde Calderon  Gonzales'in dört kızından üçüncüsü olarak 6  Temmuz 1907'de dünyaya geldi.

6 yaşındayken geçirdiği çocuk felcinin sonucunda bir bacağı sakat kalan  Frida, bu özrüyle başetmesini bilerek, genç kızlık çağında, dönemin en  iyi eğitimini veren Ulusal Hazırlık Okulu'nda okudu. Bu okul, onu sanat,  edebiyat, felsefe gibi alanlara yönlendirdi. 19 yaşında geçirdiği trafik  kazası bütün hayatını değiştirdi. Okuldan eve dönerken bindiği otobüsün  tramvayla çarpışması sonucu çok sayıda kişinin öldüğü kazada, trenin  demir çubuklarından birisi Frida'nın sol kalçasından girip leğen  kemiğinden çıktı.

Kazadan sonra tüm hayatı korseler, hastaneler ve doktorlar arasında  geçen, omurgası ve sağ bacağında dinmeyen bir acıyla yaşayan, 32 kez  ameliyat edilen Frida Kahlo, ailesinin teşviki ile sıkıntı ve acıdan  kaçmak için resim yapmaya başladı.
 

Yatağının tavanındaki aynaya bakarak oto-portreler yaptı. 1927  yılı sonunda yürümeye başlayan Kahlo, bu dönemde sanat ve politika  çevreleri ile yakınlaşmaya başladı ve 1929'da  Meksika Komünist Partisi'ne üye oldu.

 

Aynı dönemde, "Meksikalı Michelangelo" olarak anılan ünlü ressam Diego  Rivera'ya resimlerini gösteren Kahlo, 21 Ağustos 1929'da  Rivera ile evlendi. 1939 yılında ayrılan çift 1 yıl sonra yeniden  evlendi.

Sık sık sağlığı bozulan ve dayanılmaz acılarla başa çıkmak için bütün  gücüyle resim yapan Frida, yalnız ülkesinde değil, Amerika ve Fransa'da  sergiler açtı. 1938'de New York'ta açtığı sergi ona  büyük ün getirdi, 1939'daki Paris sergisi  ile övgüler topladı. 1943'te bir sanat okulunda  öğretim üyeliğine başlayan Frida, sağlık durumu kötüleşmesine rağmen  ders vermeyi sürdürdü. 1950'de omurgasındaki  sorunlar nedeniyle hastaneye kaldırıldı ve 9 ay hastanede kaldı.
 

1953  yılı Nisan ayında Mexico City'de kişisel sergi açtı, Temmuz ayında ise  sağ bacağı kesildi. Frida Kahlo, 13 Temmuz 1954'te,  akciğer embolisi teşhisiyle son nefesini verdiğinde arkasında 70 tablo  bıraktı. Resimlerinin büyük bölümü oto-portrelerden oluşan Frida'nın 70  tablosundan 50'si bugün, büyük bir Kahlo hayranı olan Madonna'nın  koleksiyonunda bulunuyor.

Hürriyet, 16.06.2007

ÜRESİN HAN'IN ONARIMI İÇİN İHALE AÇILDI

 

Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Konya Aksaray merkezde bulunan Üresin Han'ın (Tepesidelik Han) onarımı için ihale açtı.

 

İhale, Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nde 25 Temmuz 2007 tarihinde saat 10.30'da yapılacak. Yer tesliminden itibaren toplam 500 günlük süreyi kapsayacak olan işin ihalesine sadece yerli firmalar teklif verebilecekler. İhale dokümanı, Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğünden görülebileceği gibi aynı yerden bedeli karşılığı temin edilebilecek.


Şartnameye göre hazırlanacak olan teklif mektupları ise ihale günü ihale saatine kadar Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğüne anahtar teslimi götürü bedel üzerinden verilecek.
Buna göre ihale sonucu, üzerine ihale yapılan istekli ile anahtar teslimi götürü bedel sözleşmesi yapılacak. Söz konusu ihalede istekliler teklif ettikleri bedelin yüzde 3'ünden az olmamak üzere kendi belirleyecekleri tutarda geçici teminat verecekler. İhaleye konsorsiyumlar teklif veremeyecekler.

Merhaba Gazetesi, Fotoğraf: Turizmdebusabah.com, 16.06.2007

DATÇA'DA YELDEĞİRMENLERİ TURİZME KAZANDIRILIYOR





Datça'da 1800'lü yılların başında yapılan ve 1970'li yıllara kadar tahıl öğütmede kullanılan yel değirmenleri artık, teknolojiye yenik düşmüş ve çürümeye terk edilmiş durumda. Turistlerin yakın ilgisini çeken yel değirmenlerinden özel idareye ait olanı, Datça Kaymakamlığınca restore edildi ve aslına uygun hale getirildi.

Restore edilen yel değirmenini kiralama yöntemi ile çalıştırmayı düşündüklerini söyleyen Datça Kaymakamı Mustafa Kaya, ''Yel değirmenleri, kültürel değerlerin korunması ve yaşatılması adına Datça'nın önemli sembollerinden birisi. İlçemizde 19 tane bu tarzda yel değirmeni var. Bu değirmenler harap vaziyetteydi. Biz bunlardan birini aslına uygun restore ettik. Çevre düzenlemesi yaparak turizme kazandırmak istedik. Restore edilmeyi bekleyen diğer 18 yel değirmeni de sırayla restore edilecek. Bu konuda çalışmalar sürüyor'' dedi. Burada yapılan çalışmanın Muğla ve Türkiye turizmine katkı adına yapılan bir çalışma olduğuna işaret eden Kaya, ''Yel değirmenleri çalışma sistemi Datça'nın deneyimli ve bilgili ustaları tarafından yeniden yapıldı. Turizm sezonu ile birlikte burayı açmayı hedefliyoruz. Kiralama konusunda talepler var. Kiralayarak çalıştırmak istiyoruz. Bu sistem unu öğütecek aşamada hazır bekliyor. Yel değirmenini onarırken, her şeyin aslına uygun olması için özen gösterdik.'' diye konuştu.

 

Üç kattan oluşan yel değirmenlerinin en üst katı, öğütme ve çatıdaki sistem rüzgarın esiş yönüne göre vaziyet alabiliyor. Orta kat depolama bölümü ve en alt kat ise ağırlama, depo ve işin teslim alanı olarak kullanılıyor.


Datça Kaymakamı Mustafa Kaya, Datça'da çok sayıda tarihi eser ulunduğunu, bunların da aslına uygun biçimde revizyondan geçirilerek urizme kazandırılacağını söyledi. Kaya, ''Bu çalışmalar ile Datça'da geleneksel ve tarihi değerleri ortaya çıkarıyoruz. Datça'daki kiliseler, bölgenin koşularını sergileyen sarnıçlar, eski evler var. Bunlar bir sıra halinde ve aslına uygun biçimde, orijinalliği korunarak turizme kazandırılacak. Böylece hem kültürel değerlerimiz korunacak, hem de yeni kuşaklara taşınacak. Bu da Datça'da heyecan yaratıyor.'' diye konuştu.

Sabah, 15.06.2007

PAHA BİÇİLMEZLERİN MÜZAYEDESİ

 

Paha biçilmez izlenimci ve modern sanat eserleri İngiltere'de açık artırmaya çıkıyor.

 

Christie's müzayedeevi, Londra'da yapılacak izlenimci modern sanat müzayedesi öncesinde aralarında Monet, Picasso ve Degas gibi dünyaca ünlü sanatçılara ait tabloların bulunduğu yapıtları tanıttı. 

 

Müzayedede onlarca yıldır satışa sunulmayan bazı eserler yeni sahipleriyle buluşacak. İzlenimci Fransız ressam Claude Monet'nin havuzdaki nilüfer çiceklerini resmettiği ünlü tablosu bunlardan biri. 40 yıldır müzayede salonlarında görülmeyen bu çok değerli tablonun 18 ila 24 milyon dolar arasında alıcı bulması bekleniyor.

 

Müzayedede modern sanatın ustalarından Pablo Picasso'nun 6, Fransız izlenimci ressam Edgar Degas'nın ise üç tablosu açık artırmaya sunuluyor.

 

Milyon dolarlık fiyatlarla alıcı bulması beklenen eserler arasında Marc Chagall'ın kış konulu bir yapıtı da gösteriliyor.

TRT/Haber, 15.06.2007

MARDİN EVLERİ RÖLÖVE TESPİT ÇALIŞMALARI İÇİN ÖĞRENCİLERİ BEKLİYOR

 

Mardin Belediyesi, Mardin’in UNESCO Kültür Mirası Listesinde yer alması amacıyla bir dizi çalışma gerçekleştirecek. Bunların arasında yer alan ve bölgede sit alanı içindeki tescilli yapıların rölövelerinin tespitine yönelik çalışma için mimarlık ve restorasyon meslek yüksek okulu öğrencileri aranıyor. Katılmak isteyen öğrencilerin daha önce rölöve çalışması yapmış olması gerekiyor.

3 ay sürecek olan çalışmada 15 kişiden oluşan öğrenci grupları (toplamda 6 grup olması düşünülmekte) dönüşümlü olarak alanda tespit çalışmaları yapacak ve bu tespitleri Belediye tarafından belirlenecek formatta dijital hale dönüştürecekler. Staj olarak gösterilebilecek çalışma süresince öğrencilere 15 günlük çalışmaları için 250 YTL verilecek. Ayrıca çalışma süresince özel sağlık sigortası yapılacak ve ulaşımla birlikte lojistik (yeme - içme, konaklama) ihtiyaçları Mardin Belediyesi tarafından karşılanarak, çalışma sonunda katkılarından dolayı kendilerine teşekkür sertifikası verilecek.

Arkitera, 15.06.2007

ALACAHAN CAMİİ DE ONARIMA ALINACAK

 

Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından bu yıl inşaat çalışmalarına başlanan Alacahan Kervansarayı'nın ardından bu kez de Alacahan Camii için ihaleye çıkılıyor.

 

Kangal Alacahan Camii'nin onarımı amacıyla Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından uzun süredir devam eden proje hazırlama çalışmalarının sona ermesi ve kurulun onayından projenin çıkması sonrasında Bölge Müdürlüğü camiinin onarım işi için ihaleye çıktı.

Kangal Alacahan Camii'nin onarımına ilişkin 21 Haziran günü saat 09.30'da Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nde ihale gerçekleştirilecek olurken, yapılan ihalenin ardından çalışmaları en kısa süre içerisinde başlanacağı öğrenildi.

Alacahan Camii'nin restorasyonunun bu yıl tamamlanarak camiinin yeniden hizmete açılacağı öğrenilirken, caminin iç ve dış mekanlarında çeşitli değişikliklerin yapılarak camiinin gelecek kuşaklara aktarılacağı ifade edildi.

Memleket Sivas, 15.06.2007

ALACA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Çorum’un Alaca İlçesi’nde jandarma ekiplerine tarihi eser satmak isteyen bir kişi suçüstü yakalandı. Alınan bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı ekipleri Alaca’da elinde tarihi eser bulunduğu ve satmak istediğini tespit ettiği O.G. (40) isimli şahısla alıcı kılığında irtibata geçtiler. Alaca İlçe Emniyet Müdürlüğü ile ortaklaşa yapılan operasyonda, buluşma yerine giden ekipler, O.G. ile pazarlık yaptı. Elindeki tarihi eserler için 1 milyon 500 bin YTL para talep eden O.G. Alaca Belediye Parkı’na gelen diğer güvenlik görevlilerince yakalanarak gözaltına alındı.

 

Operasyonda, tarihi değeri yüksek 4 adet heykel ile bir adet sikke ele geçirildi. Gözaltına alınan O.G. sorgusunun ardından adliyeye sevk edildi.

Çorum Haber, 15.06.2007

I. ULUSLARARASI SEVGİ GÖNÜL BİZANS ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU





Bu yıl ilki düzenlenecek olan ve 3 yılda bir tekrarlanması planlanan Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu 25 - 28 Haziran tarihleri arasında İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde gerçekleştirilecek. 

 

I. Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu'nun konusu "Onikinci-Onüçüncü Yüzyıllarda Bizans Dünyasında Değişim" olarak belirlendi. Vehbi Koç Vakfı'nın üstlendiği Sempozyuma, Bizans alanında dünyaca ünlü isimler katılıyor. Sempozyumun amacı; Türkiye'de ve diğer ülkelerde sürdürülen bilimsel araştırmaları uluslararası bir platformda paylaşmak, yayın aracılığıyla kamuoyuna sunarak kültürel miras bilincini arttırmak, bu alana yönelik çalışmaların yaygınlaşmasını sağlamak ve genç Bizans araştırmacılarının yetişmesine destek olmak şeklinde belirlendi.

 

Sempozyum kapsamında iki de sergi düzenlenecek. "Kalanlar" başlığı altında 26 Haziran'da İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıldız Salonu'nda açılacak sergide, Bizans döneminden günümüze kalan eserler 30 Ekim'e kadar ziyaretçilerle buluşacak. "Gün Işığında: Istanbul'un Sekiz Bin Yılı - Marmaray - Metro - Sultanahmet Kazıları" başlıklı sergi ise İstanbul Arkeoloji Müzeleri Assos Salonu'nda 26 Haziran'da açılacak ve 31 Aralık'a kadar görülebilecek.

Yüksek Zemin Arayışı - TAYHaber, 15.06.2007

ŞEHİTLİKLERE DALIŞA DEVAM

 

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sualtı Topluluğu’nun, Genelkurmay Başkanlığı’nın izniyle başlattığı ’Sualtındaki Şehitleri ve Şehitlikleri Araştırma Projesi’ kapsamında ’Ceyhun’ ve Kios’ nakliye gemilerinden sonra bu kez de ’40 Nolu Rehber’le ’Elenora’ batıklarına dalındı.





Donanma Komutanlığı Yıldızlar Su Üstü Eğitim Merkezi Komutanı Deniz Kurmay Albay Murad Hatip’in de aralarında bulunduğu 10 kişilik grup ’Ceyhun’ ve ’Kios’ nakliye gemilerine, sualtındaki şehitlikleri ziyaret niteliği de taşıyan dalışlar yaptı. Aynı grup önceki gün de Karabiga’nın Aksaz Köyü açıklarında, o dönemde Şirketi Hayriye’nin olan ve cepheye asker taşırken İngiliz denizaltısının batırdığı 50 metre derinlikteki yandan çarklı ’40 Nolu Rehber’ gemisine dalış yaptı. Sualtında bütün olarak kalan az sayıdaki gemiden biri olan 40 Nolu Rehber batığını dalgıçlar ayrıntılı görüntüledi.

İkinci dalış Çanakkale Savaşları’nın yaşandığı dönemde cephedeki hayvanlar için saman götüren ve yine bir denizaltının batırdığı Kemer Köyü açıklarında 25 metre derinlikteki, ’Elenora’ gemisine gerçekleştirildi. Donanma Komutanlığı Yıldızlar Su Üstü Eğitim Merkezi Komutanı Deniz Kurmay Albay Murat Hatip sualtındaki şehitliklere dalışların, diğer batıklarla ilgili yapılacak dalış planları doğrultusunda süreceği belirtildi.

Hürriyet, 15.06.2007



DESPINA'YA DA ULAŞTILAR

 

Çanakkale Boğazı'nda deniz altındaki şehitleri arama çalışmaları tamamlandı. Dalgıçlar, İngilizler’in batırdığı 3 denizcinin şehit olduğu 'Despina'ya ulaşmayı başardı.





Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nin talebi, Genelkurmay Başkanlığı'nın izniyle Çanakkale Boğazı'ndaki "Deniz Altındaki Şehitleri ve Şehitliklerimizi Araştırma Projesi" kapsamında, dün de "Despina" batığına dalış yapıldı. Donanma Komutanlığı Yıldızlar Su Üstü Eğitim Merkezi Komutanı Deniz Kurmay Albay Murad Hatip'in liderliğindeki dalgıç grubu, Yapıldak Köyü açıklarındaki "Ceyhun", Akbaş'ta "Kios", Karabiga'da "Rehber" ve Kemer açıklarında 25 metre derinlikte bulunan "Elenora" gemilerine yapılan dalışları tamamladı.
 

Dalgıç grubu son olarak, Lapseki İlçesi'nin Çardak Beldesi açıklarında E-11 İngiliz denizaltısı tarafından batırılan, 3 denizcinin şehit olduğu, Çanakkale Savaşları'nda cepheye mühimmat ve yiyecek taşıyan Osmanlı bandıralı yaklaşık 100 metre uzunluğundaki "Despina" adlı gemi batığına dalış yaptı. Kurmay Albay Murad Hatip ve dalgıç grubu, yaklaşık 40 metre derinlikte bulunan metal gövdeli geminin üst güvertesinin söküldüğünü, pervanesinde kesikler olduğunu tespit etti. 5 batığa yapılan derin su dalışlarının başarıyla tamamlandığı, dalışlardan elde edilecek bilgilerin bir rapor halinde sunulacağı, ilerleyen zamanda, Marmara Denizi ve İzmit Körfezi'nde de dalışlar yapılmasının planlandığı bildirildi.

Çanakkale Yat Limanı'ndan Recep Özbek'e ait "Misty" adlı tekneyle denize açılan Kurmay Albay Murad Hatip'ın yanı sıra dalgıçlar, ilk olarak 7 Haziran 1915 tarihinde İngiliz "E-11" adlı denizaltı tarafından Yapıldak Köyü açıklarında batırılan "Ceyhun" adlı nakliye gemisine dalış yapmıştı.

Bugün, 16.06.2007

TÜRK USTALAR LİZBON'DA

 

"Boğaziçi güzeldir, hatta güzelden de ötedir." Gülbenkyan Vakfı Müzesi'nde dün açılan 'Sakıp Sabancı Müzesi'nden Tablolar' başlıklı sergiye girenleri, Calouste Sarkis Gülbenkyan'ın bu sözleri karşılıyor. Üsküdar doğumlu Gülbenkyan'ın hasretle andığı Boğaziçi ve İstanbul'u onun doğduğu yıllardaki haliyle gösteren tablolar, bu ünlü koleksiyoncuya gecikmiş bir armağan niteliğinde. Sergi aynı zamanda Türk sanat tarihinin Batı'da görücüye çıkması bakımından da önemli bir atılım.





Gülbenkyan Vakfı'nın 50. yıl kutlamalarının kapanış etkinliği olarak hazırlanan sergi, dün Güler Sabancı'nın da katılımıyla açıldı. Gülbenkyan Müzesi, geçen yıl İstanbul'da Sabancı Müzesi'nde nadir kitapların öne çıktığı bir sergi açmıştı; şimdi Sabancı, iadeyi ziyarette bulunuyor. Aslında serginin ilginç bir öyküsü var. İstanbul'daki sergi sırasında, Gülbenkyan Müzesi'nin resim uzmanı, Sabancı Müzesi'nin deposunda asılı duran Türk resminin ustalarına ait, klasik yapıtları görüp beğenmiş. Bunun üzerine, 50. yıl kutlamalarının kapanışını, bu tabloları Lizbon'a getirerek yapmaya karar vermişler ve öneriyi onlar yapmış.

Serginin açılışından önce Güler Sabancı, 'sadece bir müze değil, bilim, araştırma ve sanat merkezi' olarak tanımladığı Gülbenkyan'la işbirliği yapmaktan duyduğu memnuniyeti anlattı. Çünkü Gülbenkyan Vakfı, Sabancı Üniversitesi'ne bağlı olan Sakıp Sabancı Müzesi'nin hedeflerine uygun bir kurum. Nitekim Sabancı Müzesi, Gülbenkyan Vakfı'nın birikiminden yararlanmayı, ortak projeler yapmayı sürdürecek.


İstanbul'dan gelen 38 tablonun yer aldığı sergi, her şeyden önce mükemmel düzenlemesiyle göz dolduruyor. Girer girmez izleyiciyi bir sürpriz karşılıyor: Solda bir tablo ve karşısındaki duvarda boş bir çerçeve. Küçük resim, Gülbenkyan'ın 1899'da kişisel koleksiyonu için aldığı ikinci tablo. Felix Ziem imzalı tablo, Üsküdar'dan ağaçlıklı bir manzarayı ve arkada, uzakta Sarayburnu'yla Ayasofya'yı gösteriyor. Karşı duvardaki çerçevenin ortasındaki boşluğa baktığınızda ise, duvarın arkasında duran Şevket Dağ imzalı, Ayasofya'nın içini tasvir eden bir başka tabloyu görüyorsunuz. Bu küçük oyunla 'iki tablo, iki müze ve iki koleksiyoncu' arasındaki çember, daha en başta tamamlanmış oluyor.


Sergi, tematik ve kronolojik dört bölümden oluşuyor. Her bölümde İstanbullu ressamlarla birlikte onlarla benzer üsluba sahip kimi Portekizli sanatçıların yapıtları da var.


Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer, bu sanatçılardan kimilerinin Osmanlı ressamlarıyla Paris'te aynı okullarda okuduğunu, aynı havayı soluduğunu aktarıyor. Belki de birbirlerini tanıyorlardı bile, kim bilir... Serginin ilk bölümü 'Çağrışımlar' başlığını taşıyor. Burada Abdülmecid Efendi'nin 'Cami Kapısı', Osman Hamdi Bey'in 'Arzuhalci' gibi tablolarında olduğu gibi dinsel etkisi olan, günlük yaşamın geleneksel yönüne işaret eden yapıtlar var. Ardından gelen 'Yolculuklar' bölümündeyse Boğaziçi'nin çekim alanına kapılan İstanbullu ya da İstanbul'da uzun süre çalışmış sanatçıların 'oryantalist' etkili yapıtları yer alıyor. Hüseyin Zekai Paşa'nın, Çıracıyan'ın, Ayvazovski'nin, Zonaro'nun tabloları kayıkları, gemileri, Boğaziçi'ni gösteriyor.


'Atmosferler' adlı bölümde resimler bir önceki bölümün loş romantizminden daha canlı bir İstanbul manzarasına taşıyor izleyeni. İlk bakışta kendini belli eden empresyonizmin altını çiziyor sergi. Hoca Ali Rıza, Halil Paşa, Sami Yetik, İbrahim Çallı, Nazmi Ziya, boş sahilleri, ağaçlar arasında evleri, konakları, çiçeklerle birlikte kadınları gösteriyor resimlerinde. Serginin 'Paris' başlıklı son bölümüyse, Türkiyeli ve Portekizli ressamların, mesela Namık İsmail ve Francis Smith'in benzer üsluplarına işaret ediyor. İki ülke sanatının ortak çıkış noktasına, Paris'in atölyelerine, Fransız resminin o dönemki yoğun etkisine tanık oluyoruz bir kez daha.


Uzun adıyla 'Çağrışımları, Yolculukları ve Atmosferiyle İstanbul, Sakıp Sabancı Müzesi'nden Tablolar' başlıklı sergi, 26 Ağustos'a kadar açık kalacak. Lizbon'un en önemli sanat merkezi olan Gülbenkyan Müzesi, ziyaretçilerine Türk resminin az bilinen bir dönemi ve Boğaziçi'nin geçmiş zamanlarda kalmış romantik anlarıyla beklenmedik bir karşılaşma olanağı sunuyor. Ama üzerinde daha çok durulması gereken, Türk sanat tarihinin depolardan çıkıp, Batı sanatıyla karşılaşabildiği, karşılaştırılabildiği ender etkinliklerden birinin gerçekleşmiş olması.

 

Fotoğraf Altı: Lizbon'un en önemli sanat merkezi olan Gülbenkyan Müzesi'ndeki serginin açılışında düzenlenen basın toplantısına Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer, Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, Calouste Gülbenkyan Vakfı Başkanı Rui Vilar ve Gülbenkyan Müzesi Direktörü Joao Castel-Branco katıldı (soldan sağa).

Radikal, Haber ve Fotoğraf: Cem Erciyes, 15.06.2007

İLK AVRUPALILAR İNSAN KURBAN ETTİ Mİ?

 

Avrupa'nın tarih öncesi mezar alanlarında yapılan kazılarda, insan kurban etme geleneği olabileceğine dair kalıntılara rastlandı. Pisa Üniversitesi uzmanlarına göre, mezar alanlarındaki cüce iskeletler ve zarar görmüş çocuk iskeletleri, 28 bin ila 10 bin yıl önce Avrupa'da insan kurban edildiğini gösteriyor.


Rusya'daki bir mezardan çıkarılan 9 ile 13 yaşları arasında olduğu tahmin edilen bir kız ile erkek cesedinin yanında bir yığın fildişi süsü bulundu. Pisa Üniversitesi'nden Vincenzo Formicola süslerin özellikle çocuklar için yapıldığına inandıklarını söylüyor: "İki çocuğun mezarında, çocuklar için özel yapıldığı belli olan çok sayıda küçük süs eşyası bulunması, bunların çocuklar ölmeden önce hazırlandığı olasılığını doğuruyor. Bu törenin önceden planlanmış olduğu anlamına geliyor."


Glasgow Üniversitesi'nden Rupert Housley ise çocukların aynı anda ölmüş ve gömülmüş olmasının nedenin hastalık olabileceğini ancak kurban edilmiş olma ihtimallerinin de olduğunu söyledi.


Çek Cumhuriyeti'nde yaşları 16 ile 25 arasında değişen ikisi erkek üç iskelet bulundu. Üçüncünün cinsiyeti, deforme olduğu için belirlenemedi. İskeletlerin ikisi yüzükoyun, yan yatmış durumdaki ise deforme olmuş iskeletin cinsel organına uzanmış halde bulundu. 12 bin yıl önce bölgede yamyamlık yapıldığına dair kanıt olduğunu söyleyen Housley, tahminler doğrulanırsa eski kanıtların güçleneceğini söyledi.

Radikal, Fotoğraf: AP, 15.06.2007

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ GEZMENİZİ BEKLİYOR

 

Sıcaklara teslim olduğumuz şu günlerde serin bir atmosferde geçmişin zenginliklerini keşfetmek, lahitler ve asırlık çınarların gölgesinde soluklanıp kahvenizi yudumlamak istiyorsanız İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne uğrayın. Depreme karşı önlem alınmadığı için kentin diğer müzeleriyle yok olması beklenen bu mücevher kutusuyla vedalaşın.





Çocuğunuzu da yanınıza alabilir, müzedeki oyun alanında tarihle tanışmasını sağlayabilirsiniz. Koleksiyonunda 70 bin arkeolojik eser, 800 bin sikke, 75 bin çivi yazısı tableti, 100 bin eski kitap bulunan müzelerin, 25 yıldır kapalı olan kuzey binası yeniden açıldı. Gün ışığına çıkan 170 parça nadide eserden biri de göz kamaştırıcı Sidemara Lahti.

İstanbul’un Tarihi Yarımada olarak bilinen bölümünde, Gülhane Parkı ile Topkapı Sarayı arasındaki alanda kurulu İstanbul Arkeoloji Müzeleri. Eski Şark Eserleri Müzesi, Çinili Köşk Müzesi ve Arkeoloji Müzesi olmak üzere üç ana birimden oluşuyor. 19’uncu yüzyılda ünlü ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey tarafından Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) ismiyle kurulmuş, 13 Haziran 1891’de ziyarete açılmış. Müze, alanında dünyanın önemli koleksiyonlarından birine sahip. Türkiye’nin ilk müzesi ve kullandığı binalar dünyada müze olarak inşa edilen sayılı yapılar arasında.

Osman Hamdi Bey Yokuşu’nu tırmanıp, ana giriş kapısından girdiğinizde sağdaki yapı Eski Şark Eserleri Müzesi. 1883 yılında Sanayi-i Nefise Metkeb-i Alisi (Güzel Sanatlar Akademisi) olarak kullanılan binada şimdi İslamiyet öncesi Arap Yarımadası, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu eserleri yer alıyor. Bunlar arasında Aramiti Yazıtı, Güneş Saati, Mısır Mumyaları, Adap Kralı Lugal Dalu’nun Heykeli, Kadeş Antlaşması, Boğazköy Sfenksi, ve Maraş’tan hiyeroglif yazıtlı Kapı Aslanı gibi tanınan eserler bulunuyor. Bu müzede 20 bine yakın arkeolojik eser var. Çivi yazılı belgeler arşivinde ise 73 bin tablet mevcut.

Bahçenin girişindeki sol bölümde dönemin ünlü mimarı Alexandre Vallaury’e yaptırılan bina yer alıyor. Bina, müzenin ana yapısı. Salonlarında, Osman Hamdi Bey’in 1887-1888 yılları arasında Sidon’da (Sayra-Lübnan) yaptığı Kral Nekrolopü Kazıları’ndan İstanbul’a getirdiği tarihi eserler sergileniyor. İskender, Tabnit, Satrap, Ağlayan Kadınlar lahitleri gibi büyük boyutlu, önemli eserler bunların arasında. Sergide ayrıca Arkaik Dönem’den Roma Dönemi sonuna kadar olan süreci yansıtan, Roma İmparatorluğu sınırları içindeki bölgelerden toplanan eserler yer alıyor. Bunlar arasında Didim Milet Kutsal Yolu’nun Brankhit heykelleri, Halikarnassos Mozolesi’ne ait aslan heykeli, ünlü Bergama Zeus Sunağı’na ait Aphodite başı, Büyük İskender Portresi, Roma Devri’nin üç büyük mermer kenti Aphodisias Ephesos ve Miletos’un heykelleri en bilinenleri.

Bu binanın girişindeki sol bölümünde bir de Çocuk Müzesi müzeyi gezmeye gelen yerli yabancı turistlerin çocuklarına hoşça vakit geçirtiyor. Bu bölümün girişine Truva’daki tahta atın küçük bir kopyası yapılmış. 7 yaşından büyük çocukların atın önündeki merdivene tırmanıp, içine girmesi serbest. Aynı alana ilk insanların hayatını yansıtan bir mağara ve bir kulübe kurulmuş. Çocuk müzesinin içinde ise Tunç Çağı’ndan Bizans Dönemi’ne kadar yazının icadı, çanak çömlek yapımı ve kullanımı, paranın icadı gibi tarihte yaşanan ilkleri vurgulayan eserler var.

Ana binanın karşısında ise Çinili Köşk Müzesi tüm ihtişamı ile yükseliyor. 1472 yılında yapıldığı anlatılan Çinili Köşk, Osmanlı Sivil mimarisinin Selçuklu etkisinde yapılmış İstanbul’daki tek örneği. Köşkte bugün Selçuklu ve Osmanlı çinilerin muhteşem örnekleri sergileniyor. Müzelerin avlusunda, ikinci dereceden eserlerin arasına bir de kafe açılmış.


Roma döneminde, MS 3. yüzyılda yapılan Sidemara Lahti, 1898’de Konya’nın Ambar köyündeki kazılarda bulundu. Osman Hamdi Bey tarafından, 1909’da İstanbul’a getirilip müze koleksiyonuna katıldı. Bilinen en büyük lahit. 4 metre uzunluğunda, 3.5 metre yüksekliğinde, 25 ton ağırlığında. Roma dönemindeki soylu bir aileye ait olduğu sanılıyor. Dört yüzeyinde figürler var. Kapağında lahdin ait olduğu kişi ile karısı yarı uzanmış şekilde, kızlarıyla tasvir ediliyor. Bir yüzünde av sahnesi bulunuyor. 25 yıldır depoda bulunan lahit, 169 parça tarihi eserle sergilenmeye başlandı.

 

Müze Müdürü İsmail Karamut, kuzey binası olarak bilinen ve 25 yıldır kapalı tutulan bölümün İl Özel İdaresi’nce 1.2 milyar YTL’ye restore edildiğini söyledi. 11 aylık restorasyon sırasında binaya güvenlik sistemi de kuruldu. Karamut, uzun yıllar ödenek yetersizliği nedeniyle kapalı tutulan yapının imparatorluk müzesi niteliği taşıması nedeniyle önemli olduğunu söylüyor: "Anadolu’nun ötesinde Osmanlı sınırları içindeki bölgelerden getirilen mimari parçalar, lahitler ve mezar stelleri bulunuyor koleksiyonumuzda. Mısır, Roma ve Bizans Likya dönemi lahitleri ile ilk Türk kazılarından Lagina’da ortaya çıkarılan Hekate ve Artemis tapınağından kabartmaları sergiliyoruz."
Hürriyet Cuma, Haber: Cahit Akyol, 15.06.2007

PICASSO TABLOSU KAÇIRILAMADI

 

Kilis Öncüpınar Sınır Kapısı’nda düzenlenen operasyonda, ’Picasso’ imzalı bir tablo ele geçirildi.

Tabloyu Suriye’de satmak için ülkeden çıkarmak isteyen M.A. (29) ile Y.K.’yı (29) Öncüpınar Sınır Kapısı’nda gözaltına alındı.


79x29 santimetre ebadındaki tabloda yapılan incelemede üzerinde ’Pablo Picasso’nun imzası bulunduğu belirlendi. Mahkemeye sevk edilen zanlılardan M.A., tutuklanırken, Y.K. tutuksuz yargılanacak.
Hürriyet, 16.06.2007

ÜÇ TESCİLLİ YAPININ ONARIMI İÇİN KARŞILIKSIZ KREDİ ÇIKTI

 

Çorum Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru, ‘Taşınmaz Kültür Varlıklarının Bakım ve Onarımına Yardım Sağlanması’na dair yönetmelik kapsamında yapılan başvurulardan üçüne olumlu yanıt verildiğini bildirdi. Özüdoğru, ikisi İskilip’te biri Boğazkale-Hattuşa’da olmak üzere üç yapının onarımı için karşılıksız olarak toplam 120 bin YTL kredi çıkarıldığını dile getirdi.Kültür Müdürü Özüdoğru, İskilip Sadık Hotunlu Konağı için 30 bin İskilip Bahattin Dökmeci Konağı için 40 bin ve Boğazkale Hasan-Rasih Dölarslan’a ait harem-selamlık ve hamam restorasyonu için 50 bin YTL ayrıldığını açıkladı.Yapılan yardımların karşılıksız olduğunu belirten Özüdoğru, tarihi konak sahiplerinin tescilli eserlerinin restorasyonu için proje üretmeleri çağrısını yineledi.

Çorum Haber, 15.06.2007

KURTKULAĞI KERVANSARAYI KURTARILDI

 

Ceyhan'a 12 kilometre mesafedeki Kurtkulağı beldesinde bulunan 17. yüzyılda yaptırılan Kurtkulağı Kervansarayı, restore çalışmasının tamamlanmasının ardından kapılarını ziyaretçilerine yarın düzenlenecek ''Karpuz Festivali'' ile açacak.





Ticaret yolları üzerinde ''konak yeri'' olarak inşa edilen, barış zamanlarında pazar yerleri olarak da kullanılan, savaşlarda ise düşmanlara karşı ''koruma duvarı'' işlevi gören yapılardan biri olan ''Kurtkulağı Kervansarayı'', son çalışmayla daha önceki hatalı restore nedeniyle ''gece kulübü'' imajı veren görüntüsünden kurtuldu.Ceyhan Kaymakamı Ayhan Boyacı, yaptığı açıklamada, kervansarayların, geçmişten günümüze farklı amaçlarla kullanıldığını belirtti. Geçmişte, geceleri güvenli konaklamaya hizmet eden kervansarayların, savaşlarda da düşmanlardan korunmak için adeta ''kalkan'' görevi üstlendiğini vurgulayan Boyacı, ''Bugün ise Anadolu'nun her yerinde birçoğu ayakta kalabilen bu kervansaraylar, turizm çeşitliliğimizde önemli bir kozumuzu oluşturuyorlar'' dedi.

Boyacı, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce aslına uygun olarak restore çalışması tamamlanan Kurtkulağı Kervansarayı'nın kapılarını yeni haliyle ziyaretçilere ilk kez 15 Haziran'da düzenlenecek ''Karpuz Festivali'' ile açacağını belirterek, şunları söyledi: ''Uluslararası petrol boru hattı, turizmi de peşinden sürüklüyor. Bu nedenle yöremizdeki tüm tarihi yerleri ziyaretçilerine hazır hale getiriyoruz. Ana geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olan yöre halkı, artık turizme de umut bağladı. Biz de yöre halkına, bölgelerindeki tarihi yapılara sahip çıkarak, bunlardan en iyi şekilde faydalanmalarını öneriyoruz.''


Kervansaray 17. yüzyılda Hüseyin Paşa tarafından yaptırıldı. Yapı daha sonra mimar başı Mehmet Ağa tarafından onarıldı. Menzilhan olarak da bilinen kervansaray, eski Halep yolu üzerinde yer alıyor. Giriş kapısı doğuya bakan binanın içinde iki sıra halinde uzanan ayaklar, birbirine sivri kemerle bağlanıyor. Ayaklar ve sivri kemerler de yapının üzerini örten beşik tonozları taşıyor.

Kervansarayın bahçesinde ise dönemin zenginlerinden Haydar Ağa tarafından 1601 yılında yapılmış bir cami yer alıyor. Yörede ayrıca, aynı kişi tarafından yaptırılmış bir de türbe bulunuyor.

Sabah, 14.06.2007

PERU MEZARINDA SERAMİK BAŞLI BİR İNSAN

 

Bir Peru mezarında bulunan başsız insan iskeleti antik And kültüründe insan kurbanı tartışmalarında yeni bir dönem başlattı. Güney Peru’da Nazca bölgesinde bulunan mezar burada MS ilk 6 yüzyıl boyunca varlığını sürdüren kültüre ait. “Nazca çizgileri” ile de tanınan bu kültürün insan kurban törenleri ve kafatası koleksiyonları zaten bilinmekte idi. Fakat toplanan kafataslarının düşmanlara mı yoksa kurban edilen yerel insanlara mı ait olduğu belirsizdi. 





2004 yılında Texas State Üniversitesi’nden arkeolog Christina Conlee ilk defa başsız ve başın yerine seramik bir “baş kabı” olan mezar buldu. Hem kurbanın yaşı, hem de vücudun ve kabın durumları, kurbanın bir törende öldürüldüğünü açıkça göstermekte idi. Conlee “Bu mezar antik And kültüründe insan kurban edilme törenleri açısından olduğu kadar başların törensel olarak kesilmesini de açıklaması açısından çok önemli” demekte. 

 

İskelet 20-25 yaşlarında bir erkeğe ait ve baş vücut daha taze iken, obsidiyen bir bıçakla kesilmiş. La Tiza olarak da bilinen gömü yerinde şimdiye kadar sadece üç tane, başının yerine bir seramik kap bulunan mezar bulundu. Bulunan bu seramik kaplara bu mezarların dışında sadece çok önemli kişilerin mezarlarında ölü hediyesi olarak rastlanması bu kurbanlara verilen önemin bir işareti olarak kabul edilmekte. 

 

Conlee’nin açıklamasına göre buluntular Orta Nazca Dönemi olarak da bilinen MS 450-550 yıllarına tarihlenmekte.

National Geographic News, Haber: Kelly Hearn, 06.06.2007

TARİH GÜN IŞIĞINA ÇIKMAK İSTİYOR

Niğde'de tarihteki adı Melandoza olan Çiftlik İlçesi'nin, ilk yerleşmeden günümüze tarihini aydınlatacak olan çalışmalar devam ediyor.





Özyurt adıyla Nahiye Teşkilatı olarak idare edilirken 1972 yılında Belediye olan bölge, 7 Mayıs 1990 tarihinde Çiftlik adıyla ilçe oldu. İstanbul Üniversitesi tarafından 2000 yılında bölgede başlatılan inceleme ve araştırmalarda ilçe merkezine bir kilometre uzaklıktaki höyükte önemli bulgulara ulaşıldı.

 

Gazeteci - yazar Ömer Fethi Gürer, Çiftlik İlçesi'nde saptananların Niğde bölgesinde Köşk Höyük ile benzerlik taşıdığını ve aynı döneme ait olma olasılığının uzmanlar tarafından dile getirildiğini belirterek, Anadolu tarihinde yeni bir sayfanın açılacağını umduğunu söyledi. Gürer şu bilgileri verdi:

 

"Höyük ile ilgili ilk tespit, I.A.Todd tarafından 13.09.1966 tarihinde yapılmış ve 300x170 m boyutlarında olduğu belirlenen ve oval biçimli bir höyük konisi ile 100 m uzunlukta bir terastan oluştuğu saptanan höyüğün 33.300 m'lik bir alanı kapsadığı da saptanmıştır. 9.60–4.60 metrelerde değişen ovaya göre yüksekliği olan höyükte, İstanbul Üniversitesi Araştırma Fonu tarafından desteklenen proje yürütülmektedir. Tepecik-Çiftlik' deki çalışmalar ile Neolitik – Kalkolitik dönemle ilgili izler bulunduğu yer yakınlarında başka bir höyük olmaması, bu alanın yerleşim açısından önemini gösteriyor. Çiftlik Kasabasının Holsen (yaklaşık 12 bin yıl önce) gölalanı olduğu, süreç içinde dolan ve ova halini alan bölgenin küçülme süresinin yaklaşık 8 bin yıl önce yerleşmelerde başladığı da saptanıyor. Neolitik dönem, avcı-toplayıcı dönemden ilk defa yerleşik üretim yapmaya başlanan dönem olarak da biliniyor. Bereketli Hilal olarak da tanımlanan bölge genel olarak bilinmeyen tarih için önemli verilerin olduğu alan olarak uzmanlarca tanımlıyor. Bölgede devam edecek çalışmalarda önemli bulgulara erilmesi bekleniyor."

Niğde Kent Haber, Haber: Ömer Fethi Gürer, 14.06.2007

'TARİHİ KENTLER'İN KADIKÖY BULUŞMASI

 

"Küresel kültür, yöresel değerlerimizi yok etmeye çalışıyorsa daha duyarlı olmalıyız. Bize ait ne varsa korumamız lazım..."

Tarihi Kentler Birliği (TKB) Başkanı ve Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki'nin bu sözleriyle başlayan TKB Kadıköy Buluşması'ndaki tema "Geleceğe Miras: Kent Çarşıları"ydı.

Caddebostan Kültür Merkezi'nde 26 Mayıs 2007 günü yapılan oturumlarda, geleneksel çarşı ve pazarlarımızdaki binlerce yıllık "yaşama kültürümüzün yaşatılması" ele alındı. Buluşmanın "sonuç bildirgesi"nde de antik "agora" ve "arasta"larımızdan gelen bu zenginliğimizi acımasız "rekabet"leriyle yok eden alışveriş merkezleri için şunlar vurgulandı:

"Önemle belirtiriz ki kent merkezlerinde yuvalanmış büyük iş merkezleri ve hipermarketlerin, kent dışına taşınarak tarihimizin, tarihi çarşılarımızın rakibi olmaları engellenmelidir. Ayrıca çıkması beklenen büyük mağazacılık yasasında bunların da çalışma günü ve saatlerine sınırlama getirilmesini TBMM'den dilemekteyiz..."

Peki, özellikle şu son 4 yıllık "muhafazakar" dönemde, imarla ilgili onca "kar" amaçlı düzenlemeye rağmen geleneklerimizin "muhafaza"sını da sağlayacak süpermarket yasası neden tavsatıldı? Kabinenin yeniden aday gösterilmeyen tek üyesi, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un yanıtı "açık" ve "net"ti: "Büyük mağazaların tepkisi nedeniyle geri çektik..." (10 Eylül 2004-Ekonomi)

Bu tepkilerin ardındaki "yatırım"lar ise dur durak bilmiyor. 20 yılda 115 mega alışveriş merkezi açılırken 2008'e kadar 37'si daha eklenecekmiş. Sadece İstanbul'da ise Cevahir ve Akmerkez gibi iki devin toplamından 17 kat fazla alanlı yeni "shopping center"lar planlanmış!

Acaba süpermarket yasası, küresel tüketim sektörünün ülkemizdeki bu büyük "istila"sını tamamlamasını mı bekliyor?

Buluşmanın ev sahibi Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk dedi ki: "Yerel yaşamı en iyi bilenler yerel yöneticilerimizdir. Çarşılarımız ise birlikte yaşamanın güvenceleridir. Anadolu'nun dünyadaki bu en zengin kent kimliğini korumak zorundayız..." Başarılı restorasyonuyla özgün işlevi korunduğu için 2006 yılı TKB ödülünü alan "Süreyya Operası"nın Kadıköy çarşısıyla kültürel birlikteliğini anımsatan Öztürk, şunları ekledi: "Sanatın da merkezi olan eski çarşımız kentin ruhudur; toplumsal bilincin mayasıdır..."

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey de aynı ödülü paylaşan "Bakırcılar Çarşısı" projesini şöyle özetledi: "16. yy'dan beri yaşayan çarşıyı sağlıklılaştırmak ekonomiyi de canlandırdı. Artık herkes burayı görmek ve alışveriş yapmak istiyor; esnaf da sanatlarının tarihsel ustalığını ve zarafetini yeniden gösteriyor..."

TKB üyesi belediyelerin, tarihten gelen alışveriş mekanlarımızın "süpermarket yasası"nı durduranlara karşı "direnişini güçlendiren" bu anlamlı projeleri karşısında, Prof. Dr. Metin Sözen de şunları söyledi:

"Bu örnekler, Türkiye'nin unutmaya başladığı geçmişine bakmayı yeniden hatırlatıyor. Düne kadar bilim insanları konuşuyor, bilgilerini aktarmakla yetiniyorlardı... artık yerel yöneticiler konuşuyor. Yaptıklarını, birikimlerini anlatıyorlar ve destek istiyorlar. Onlara vereceğimiz en büyük destek, İstanbul'un Anadolu'yu artık fark etmesini sağlamaktır..."

Metin Sözen'in "İstanbul"dan kastettiği, kuşkusuz öncelikle bu kenti yönetenler olmalı... Çünkü "küresel tüketim merkezleri"ne karşı insanlık mirası olarak yaşatılmaları gereken tarihsel çarşılarımız, hatta dünya güzeli Kapalıçarşımız bile "pazar günleri de açık tutulan" şımarık rakiplerine karşı adeta "sahipsiz"ler...

Yöneticiler ise kente saygısız "alışveriş hangarları"nı sınırlamak yerine, daha da "özendiren" ayrıcalıklı imar olanaklarını sunuyorlar. İşte bu umarsızlığın "Anadolu erdemliliğini fark edebilmesi" için İstanbul Büyükşehir Belediyesi de TKB ailesine kabul edildi.

Kadıköy Buluşması'nın ardından toplanan TKB Meclisi, başvuruları danışma kurulunca da olumlu görülen Şehitkamil (Gaziantep), Samsun, Beyoğlu (İstanbul), Çankaya (Ankara), Mersin, Ereğli (Konya), Didim (Aydın), Darende (Malatya), Eyyüpnebi (Şanlıurfa), Tomarza (Kayseri), Adıyaman, Lapseki (Çanakkale) ve Vezirköprü (Samsun) ile birlikte İstanbul'un da üyeliğine karar verdi.

Böylece 2600 yıllık metropolümüz de "geçmişine saygılı kentleşme sözü" vermiş 200'ü aşkın TKB üyesi arasına katılmış oldu. Bakalım, 2000 yılından bu yana belediyelerin "yerel kimlik"leriyle bir araya geldikleri bu onurlu üyeliğe ait "sorumluluk"lar, İstanbul'daki kültür yoksunu imarcılığı durdurabilecek mi?

TKB Meclisi'nin Kadıköy gündeminde "seçim" de vardı... Encümen üyelerinden Rıza Yalçınkaya , milletvekilliği adaylığı için Bartın Belediye Başkanlığı'nı bıraktığından, TKB yöneticiliğinden de ayrıldı.

Boşalan encümen üyeliğine Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal seçildi. Böylece, kentlerindeki "mimarlık mirası"nı korumak için bir araya gelen belediyelerin birlik yönetiminde bir "mimar" da görev almış oldu...

Meclisin ardından Emirgan'daki tarihi Şerifler Yalısı'nın TKB genel merkezi olarak açılışı da yapıldı. Harem Dairesi günümüze gelemeyen, sadece Selamlık bölümü korunabilen yalının bahçesinde, 2006 yılı koruma ödüllerini kazanan üye belediyeleri kutlama töreni gerçekleştirildi.

Maliyeden kiralanan ünlü yalı, 1782'de yapılmış ve Boğaziçi'ndeki barok mimari örneklerinden... Ülkemizde "tarihi dokuları sahiplenen belediyecilik" anlayışının gelişmesine eşsiz katkılarda bulunan TKB'ye de doğrusu çok yakışıyor...

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 14.06.2007

DÜNYAYI SARSAN TARİHİ KALINTILAR

 

Şanlıurfa’nın 20 km doğusundaki Örencik Köyü yakınlarında bulunan Göbeklitepe’de yapılan kazı çalışmaları ile birlikte, bilim ve tarih dünyasını derinden sarsacak kalıntılar ortaya çıktı.

 

Neolitik döneme ait dünyanın ilk inşa edilmiş tapınağının kalıntılarını bulunduran Göbeklitepe’de çalışmalar hızla devam ediyor.





Yapılan kazılarda günümüzden 11.500 yıl öncesine ait büyük (Çanak-Çömleksiz Neolitik Dönem) bir tapınak kalıntısına ulaşıldı. 90 dönüme yayılan bu alanda bugüne kadar ancak yüzde 1’lik bir kazı yapılmış ve elde edilen bulgular arkeoloji dünyasında bomba etkisi yapmıştı. Neolitik döneme ait dünyanın bu ilk tapınağını önemli kılan nedenin, tapınağı yapanların, yerleşik hayata geçmemiş avcı-toplayıcı insanlar olduğu iddia ediliyor.

Kazı alanında “T” biçimli 16 destek ve kireçtaşı tabakası dikkat çekiyor. Bu taşlar üzerinde çeşitli hayvan kabartmaları ya da taşa kazınmış figürler ile yaban domuzu, kaplumbağa ve akbaba heykelleri yer alıyor. Arkeologlara göre Göbeklitepe, bölgede yaşayan insanlarca dini amaçlar için düzenli olarak ziyaret edilen bir buluşma yeri. Göbeklitepe, resim sanatının taşa kazındığı, haberleşmenin sembollerle yapıldığı dünyanın ilk yerleşim yeri olma özelliğini de taşıyor. Bölgede bulunan bazalttan yapılmış kaplar ve işlenmiş çakmaktaşlarından, burada yerleşimin kalıcı olmasa da, en azından geçici bir süre devam ettiğini ortaya koyuyor.

Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 14.06.2007

KONGRE VADİSİ PROJESİ SEÇİM SONRASINA KALDI

 

AKP’nin, sanatçılar ve toplumun çeşitli kesimlerinden gelen tepkilere karşın, aralarında İstanbul Taksim’deki AKM Binası ile Harbiye’deki Muhsin Ertuğrul Tiyatro binasının da bulunduğu tarihi mekanları yıkmayı öngören Kongre Vadisi projesi araya erken genel seçimlerin girmesi ile başka bahara kaldı.





Kamuoyunda tepkilere neden olan ve son olarak Anıtlar Kurulu’nun verdiği karar ile de zora giren Kongre Vadisi projesi, araya erken seçimin germesi ile gündemden çıktı.

Projeyi izleyen kongre turizmi organizasyonu yapan acenta yöneticileri, araya erken seçimlerin girmesi nedeniyle projenin gündemden çıktığını, projenin geleceğinin ise seçimlerden çıkacak sonuçlara bağlı olduğunu belirtiyorlar.

 

Kongre Vadisi projesi, AKP hükümetin aldığı karar ile gündeme gelmişken, işin sahibi olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi proje için ihale açmış, ancak ihale daha sonra iptal edilmişti. 

İstanbul 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu; konuyla ilgili olarak yaptığı incelemeden sonra Taşkışla Divan Pastanesi'nden başlayarak Hilton Oteli, TRT binası, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Lütfi Kırdar Kongre Sarayı ve Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nu içine alan bölgeyi SİT alanı ilan etmişti.

İstanbul 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mete Tapan, 1938'de yapılmış plandaki hatlara göre Harbiye bölgesindeki binaların zaten tescilli olduğunu belirterek, "Bu bölgeye yeni binalar yapılamaz. Hilton ve çevresi olarak anılan bölgeyi tarihsel ve kentsel SİT alanı ilan ettik” demişti. Tapan, bakanlığa gönderdikleri kararın onaylanması ile bu bölge üzerindeki tartışmaların biteceğini söylemişti.

AKP, çok sayıda tarihi binanın yıkılmasını da içeren projeye gerekçe olarak IMF Guvernorler toplantısının 2009’da İstanbul’da yapılacak olmasını gösteriyor. Projeye bağlı olarak yıkılması gündeme gelen İstanbul Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi (AKM) ile ilgili olarak ise Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, ''AKM’yi yıkmıyor yapıyoruz” diyordu. Koç buna yönelik eleştiriler içi ayrıca “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” demişti.

Turizm Gazetesi, 14.06.2007

4 ASIRLIK TABLOYU BURNUNUN DİBİNDEN ÇALDILAR

 

Hollandalı ressam Frans van Mieris tarafından yapılan resmin 1.2 milyon ABD Doları değerinde olduğu belirtildi. Yetkililer, eni 30, boyu ise 26 santimetre olan küçük tablonun 10 Haziran Pazar günü öğle saatlerinde, galerinin halka açık olduğu sırada çalındığını bildirdi. Güvenlik kameralarındaki görüntülerin incelendiği, ancak, tablonun çalındığı odada kamera bulunmaması yüzünden, bir sonuç alınamadığı kaydedildi. Galeri Müdürü Edmund Capon galerinin sıkı güvenlik önlemleriyle korunduğunu ifade ederek, "Şok oldum. Galeriyi her sene yaklaşık 1 milyon insan ziyaret ediyor ve bu çok nadir bir olay" diye konuştu.

 

Avustralya'nın Sidney kentinde bulunan New South Wales Sanat Galerisi'nden, 17. yüzyıldan kalma önemli bir tablo çalındı. Hırsızların, galerinin açık olduğu ve güvenlik görevlilerinin bulunduğu sırada tabloyu çalmayı başarması ise yetkilileri hayrete düşürdü.

Urla Gazetesi, 14.06.2007

POLONYALI ARKEOLOGLAR 5000 YILLIK BİR MISIR MEZARI BULDULAR

 

Jagiellonian Üniversitesi’nden Prof. Krzysztof Cialowicz’in bildirdiğine göre Polonyalı arkeologlar Nil Nehri’nin deltasının kuzey doğusunda 4900 yıl öncesine tarihlenen ve çok zengin buluntuları olan bir mezar buldular. 

 

 Üç ayrı Polonya Üniversitesi'nin Tell el-Farcha’da sürdürdükleri ortak çalışma 10 yıldır devam ediyor. “Piliç Tepesi” anlamına gelen bu tepe, MÖ 4. bine kadar ulaşan bir yerleşime ev sahipliği yapmakta. Mısır’da firavunlar döneminin başlangıcı demek olan bu tarih birçok açıdan büyük bir öneme sahip. 2006 kazıları ise, bir yönetici ve oğluna ait, yaklaşık 50 cm yüksekliğinde iki stel ile tahta bir figür bulunması ile, Polonyalılar için çok parlak bir sezon oldu. 

 

Bu yıl ise Tell el-Farcha’nın mezarlık kazıları yepyeni bir sürprizle başladı. Dağınık bir kemik yığınının yanında son derece değişik ve MÖ 3000 yıllarına tarihlenen mezar hediyeleri bulundu. Taştan yapılmış ve sapına timsah şekli işlenmiş bir kaşık bu buluntulardan sadece birisi. Diğer bir keşif ise Mısır tarihinin en eski bira fabrikasının Tell el-Farcha’da bulunması.
 

Mezarlıkta sürdürülen kazılarda ortaya çıkan en ilginç yapı ise 2. Hanedanlık Dönemi’ne (yaklaşık MÖ 2900) ait olduğu varsayılan, tuğladan yapılmış, 8x9 m gibi çok büyük ölçüye sahip bir mezar. Prof. Cialowicz “Mezarda 50 seramik, 30 taş eser, bakır mızraklar ve mücevherler bulduk. Bu, o dönem için çok zengin bir mezar” dedi.

http://en.naukawpolsce.pl, 05.06.2007

DİDİM'DE ETNOGRAFYA MÜZESİ AÇILMASI İÇİN GİRİŞİM BAŞLATILDI

 

Aydın'ın Didim İlçesi'nde, Etnoğrafya Müzesi yapımı için çalışma başlatıldı.

 

Didim Apollon Tapınağı ve Hisar Mahallesini Yaşatma Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Hilmi Yıldırım, Hisar Mahallesi'nde Etnoğrafya Müzesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yazıştıklarını söyledi.

 

İlçede bir başka projelerinin Rumların, Yörüklerin, Makedonya göçmenlerinin ve Doğu-Güneydoğu'nun halk oyunları ekiplerini oluşturmak olduğunu söyleyen Yıldırım, ''Batı Trakya ekibi, Efe oyunu ile Doğu-Güneydoğu halk oyunları ekiplerini oluşturarak, kültür kaynaşmasını ortaya çıkarmak hedefindeyiz'' dedi.

 

Didim'in simgesi Apollon Tapınağı'nın korunması gereken en önemli kültür mirası olduğunu ifade eden Yıldırım, tapınak duvarlarının yıkılmak üzere olduğunu, buna önlem alınması gerektiğini bildirdi

Turizm Gazetesi, 14.06.2007

YILLARDIR ATIL BEKLEYEN ASKERİ MAHKEME BİNASI MÜZE OLUYOR

 

Kocaeli'nde 1863 yılında redif subayları için, İzmit Mutasarrıfı Hasan Paşa tarafından inşa ettirilen ve bir süre kolordu mahkeme binası olarak da kullanılan yapı, "Atatürk, TSK ve İzmit Redif Müzesi" olacak. Kocaeli Valiliği, 15. Piyade Tümen Komutanlığı ve Kocaeli Üniversitesi'nce yürütülen çalışmalar Valilik 100. Yıl Toplantı Salonu'nda kamuoyuna tanıtıldı. Müzede, Atatük, Silahlı Kuvvetler ve İzmit ile ilgili eserler yer alacak. Kocaeli Valisi Gökhan Sözer, yaptığı konuşmada, 17 Ağustos 1999 depreminde kullanılamaz hale gelen ve Redif Binası olarak bilinen tarihi yapının ilin önemli kültür varlıklarından birisi olduğunu, İzmit'in kültür, tarih ve tabiat varlıkları olarak zengin bir bölge olduğunu söyledi. Bu zenginliklere sahip çıkmanın, halkın kullanımına sunmanın esas olduğunu ifade eden Sözer, kentin Atatürk'ün yaşamında da önemli yerinin olduğunu kaydetti. 15. Piyade Tümeni ve Garnizon Komutanı Tümgeneral Emin Cihangir Akşit de, tarihi yapıyı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) toplumsal gelişime destek faaliyetleri kapsamında İzmitlilerin hizmetine sunmaktan gurur duyduklarını belirtti. Tümgeneral Akşit, müzede Atatürk bölümü oluşturacaklarını, bunun için materyal desteğine ihtiyaç duyduklarını bildirdi. Bu amaçla Kocaeli Valiliği'yle bir proje başlatacaklarını dile getiren Tümgeneral Akşit, elinde Atatürk'le ilgili materyal bulunanların kendilerine bağışta bulunmasını talep etti. 15. Piyade Tümeni ve Garnizon Komutanlığı adına yürütülen çalışma hakkında bilgi veren Kurmay Albay Ata Uz ise çalışmaların 2006 yılının Ocak ayında başlatıldığını, binanın rölöve ve güçlendirme çalışmalarının da devam ettiğini kaydetti. Projeyi gelecek yılın ağustos ayında tamamlamayı hedeflediklerini dile getiren Uz, müzede İzmit'in Kurtuluş Savaşı'ndaki yeri, İzmit'in kurtuluşu, İzmit'te milli mücadele kahramanları, bölgedeki ayaklanmalar, Atatürk'ün İzmit'e gelişi ile yakın tarihte yaşanan gelişmelere ait dokümanların bulunacağını, binanın ikinci katında ise Atatürk'e ait eşya, belge, tarihi objeler ve balmumu heykelinin yer alacağını sözlerine ekledi.

Zaman, Haber: Mehmet Güler, Fotoğraf: Özgür Kocaeli, 14.06.2007

MİLAS MÜZESİ'NDE ÇALIŞMALAR TAMAM

 

Uzun yıllar ziyaretçilerini ilk haliyle karşılayan Milas Müzesi son derece özverili bir çalışma sonunda yenilendi. Müze teşhir salonunda aydınlatma, döşeme gibi birçok yenilik tarihi eserlerin sergilendiği bu önemli merkezi bambaşka bir görünüme kavuşturdu. Müzede ayrıca eserlerde güncelleme yapılarak son kazılarda gün ışığına çıkarılan tarihi varlıklar sergilenerek bu bilime ilgi duyanların Milas’ın tarihiyle ilgili daha aydınlatıcı bilgi edinmesi amaçlandı. Karya ve Menteşeoğulları’na başkentlik yapan tarihi kentin müzesi, Müzeler Genel Müdürlüğü’nün aldığı bir kararla resmi tatil, hafta sonu tatillerinde de mesai saatleri içinde açık olacak. Milas Müzesi Müdürü Erol Özen, yenileme çalışması sonucu aynı zamanda güncelleme yapıldığını belirterek, “Yeni vitrinlerimize bir ay önce yaptığımız kazılardan elde edilen eserlerimizi de, bugüne kadar hiç gün yüzüne çıkmamış eserleri de koyduk. Aynı zamanda mevcut eserlerimizin de daha güzel sunumunu yapmaya çalıştık. Teşhir salonunda kumaş, ışıklandırma ve tabanında yenilik yaptık” dedi.

Erol Özen, nisan ayından itibaren genel müdürün talimatı ve Bakanlık’tan gelen resmi yazıyla 2002 yılından beri personel eksikliği nedeniyle kapalı kalan müzenin bundan böyle hafta sonları ve resmi tatillerde mesai saatleri içinde ziyaretçilere açık olacağını söyledi. Milas Müzesi vitrin yenileme çalışmasının tam bir imece usulüyle gerçekleştiğini anlatan Özen, şöyle konuştu: “Vitrinleri yenilerken mimar, öğrenci, arkeolog, sanat tarihçisi gibi meslek gruplarının fikirlerini dikkate aldık. Bundan maksadımız herkesin beğeneceği bir müze oluşturmaktı.” Özen, iki uygarlığa başkentlik eden ve tarihsel açıdan zengin bir varlığa sahip olan Milas Müzesi’ne yalnızca ‘makyaj’ uygulandığını ifade ederek müze bahçesinde ayrılan bir ödenekle yeni düzenleme yapılacağını, güvenliğin daha da artırılarak yenilikler getirileceğini anlattı. Özen ayrıca, tarihi Milas’a daha çok yakışan bir müze kurulma çalışmalarının sürdüğü müjdesini de verdi.

Akşam Ege, 14.06.2007

MÜDÜR DEĞİŞTİ HEYKEL ELDE KALDI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Çanakkale kahramanı Seyit Onbaşı’nın heykelini üçüncü kez değiştirmek için yaptırdığı son heykeli almadı.

Daha önce yaptırılan iki heykel tarihi gerçeklere uymadığı için eleştirilirken son heykel ise dört aydır atölyede duruyor. Heykelin çatlamaya başladığını belirten heykeltıraş Murat Daşkın, Genel Müdürlüğün artık kendisine yardım etmediğini belirtti. Heykelin yapılma talimatını veren Genel Müdür Bayram Bilge Tokel’in ve Plastik Sanatlar Daire Başkanı’nın görevinden ayrıldıklarını hatırlatan Daşkın, şimdi Genel Müdürlüğe vekaleten bakan Mustafa Atalar’ın ise kendisine "Elimizde üç tane Topçu Seyit Onbaşı heykeli oldu. Ben de ne yapacağımızı bilmiyorum" yanıtını verdiğini aktardı.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 14.06.2007

"BUGÜN CAMİLER SADECE BİR PROPAGANDA AMACI OLARAK YAPILIYOR"

 

Bir taçyapıtı olarak nitelendirilen 'Osmanlı Mimarisi'nin yazarı Doğan Kuban, '15. yüzyıldan 19. yüzyıla Osmanlı sultanları cami yaptırıyorlar ama hiçbiri eskiye benzemiyor. Dünyadaki bütün Müslüman ülkelerde yapılan yeni camiler bizim bugün yaptıklarımızdan bin kat iyi. Bizimkiler artık kötü bir propaganda ve ticaret aracı olarak yapılıyor' diyor.


Doğan Hasol (solda) Doğan Kuban'ın kitabını Mimar Sinan'ın Selimiye'si gibi 'tacyapıt' olarak nitelendiriyor. İlk Osmanlı mimarisi kitabını Goodwin'in yazdığını hatırlatan Kuban "Biz niye yapmıyoruz diye 30 yıl kızdım ve oturup bu kitabı yazdım" diyor.


Yapı-Endüstri Merkezi'nin 40. yılında Prof. Doğan Kuban'ın 'Osmanlı Mimarisi' adlı kitabını çıkarmaktan dolayı mutluluk duyuyoruz. Bizim için, bu boyutta kitap ilk. Bir prodüksiyon gibi oldu; ünlü fotoğrafçı Cemal Emden'in çektiği yüzlerce yeni fotoğrafı ve oluşturulan yeni çizimleri içeriyor. Bu kitap Osmanlı tarihinin mimari dille anlatılması ve mimarlık tarihiyle sosyal tarihin bir araya gelmesi bakımından çok önemli, bir yapılar kataloğu değil. Erken Osmanlı döneminden Cumhuriyet'e kadar eleştirel bakış içeren bir değerlendirme. Ayrıca Osmanlı döneminde yaratılan kent çevresi ve mimarlığın dünya mimarlığı içinde karşılaştırmalı bir panoramasını, bu alanda yapılmış en son çalışma ve bulguların verilerini de dikkate alarak sunuyor.


Osmanlı'da mimarlık denince yapılar var yalnızca. Yani proje, çizim yok, kitap ve belge de çok az. Bütün bu olumsuzluklar araştırma sürecini nasıl etkiledi? Bu olumsuzluklar bir dezavantaj mıdır?
Bence elbette dezavantaj çünkü her yapının arkasında bir program var. Ne kadar basit olursa olsun o program hakkında yeterli bilgi sahibi olmak önemli. Eğer programın arkasında birtakım kuramsal fikirler, felsefe vb. olsaydı daha da zor olurdu. Rönesans eğilimleri yok. Yapıların varlığı kendi başlarına mimarlık tarihini yazmak için yeterli olmasa bile asıl malzemedir. Örneğin Naima'yı okuyorsun, koskoca Sultan Ahmet Camisi'nden birkaç satır söz ediyor. O yüzden ne kadar beğenmesek de, Evliya Çelebi her şeye karşın en büyük kaynak, çünkü gözlemci. Örneğin Selimiyesi'yle ilgili birçok şeyi; strüktürü bile gözlemleyebiliyor. Keşke öyle birkaç kişi daha olsaydı da biraz daha fazla öğrenseydik.


Osmanlı'nın ekonomik yaşamı anlatan, birikmiş belgesel bilgi var. Onlar insana çok şey öğretiyorlar gerçekten. Fiziksel varlıkları ve o sayısal belgeleri değerlendirerek belli bir ölçüde mimarlık tarihi yazma olanağı var.


Bizim gibi bir memleketin kendi tarihini yazma zorunluluğu var. Birçok Osmanlı tarihi kitabı yazılmış gerçi ama sokaktaki adama 'Osmanlı tarihini anlat' dersen, özetleyebileceği bilgiyi edinebileceği kaynak yoktu. İrili ufaklı kitaplar, makaleler var ama derli toplu, kapsamlı bir yayın yoktu. Osmanlı mimarlık tarihini ilk kez Robert Kolej'de tarih öğretmeni olan Goodwin kapsamlı olarak derledi. Bu işin uzmanı değil. Sonradan kitap yazdıktan sonra uzman oldu ama akıllı bir Avrupalı, tarihçi. Okunabilir bir kitap yazdı. Ama sonunda, bu 30 yıl sürünce kızdım. Goodwin'e kızmadım; Goodwin çok iyi bir ödev yaptı. Bizim bunu niye yapmadığımıza kızdım. Onun üzerine Osmanlı mimarlık tarihini de yazayım dedim. Kendi düşünceme, kendi bilgime göre dünyayı da oldukça tanımış olduğumu düşünerek yazdım. Fena da olmadı.


Belki de güçlük biraz da yazılanların yayımlanmasında. Yayın desteğinin sağlanabilmesi gerekiyor. Kültür Bakanlığı'nın hazırladığı öyle kitaplar biliyorum ki, çok yüksek bütçeli ama kimsenin okuyamayacağı türden. Bizde devletin bunu yapması gerekiyordu ama yapamadı. Belki zamanı ve parası olmadı. İktidarlar maalesef hangi konuda olursa olsun kendilerine uygun adamlarla çalışıyorlar, asıl uzmanlarla çalışmıyorlar.


Osmanlı, yalnızca Anadolu coğrafyasında değil; geniş topraklara yayılan 600 yıllık bir devlet. Osmanlı mimarlığını ana hatlarıyla nasıl özetleyebilirsiniz? Bir ikinci nokta da, Osmanlı mimarlığının dünya mimarlığı içindeki konumu...
Coğrafyaya bağlı bir durum o. Bence Osmanlı, Doğu Akdeniz ve Balkan devleti. Ama diyeceksiniz ki, en büyük İslam devleti olarak İslam bekçisi gibi Hıristiyanlığın sınırında. Aynı zamanda Yakındoğu İslamı'nın da Cezayir'e kadar coğrafya olarak özümsediği bir bölgenin temsilcisi. Ama bana kalırsa bir Anadolu-Balkan-Doğu Akdeniz imparatorluğu. Osmanlı hep Viyana'yı hatta İtalya'yı bile almayı düşünmüş ama Isfahan'a hiç gitmemiş. Dolayısıyla Osmanlı'nın kavgası batıda. İstanbul batılı bir şehir. Osmanlı da herkesin bildiği gibi kozmopolit bir devlet. O yüzden mimarisi de kozmopolit. Ancak Osmanlı mimarisi kozmopolittir derken 'kozmopolit özgün değildir' anlamında değil. Örneğin Hindistan'daki İslam mimarisi de kozmopolittir. Hindistan'a gider gitmez bambaşka bir mimari bulursunuz. Anadolu ile oradakinin hiç ilgisi yoktur.


Biz Anadolu'da olduğumuz zaman iki ayrı dönemden geçmişiz: Birisi Selçuklu dönemi. O bir yerleşme dönemi. Selçuklu dönemi, İslam'ın (hem Arap, hem İran, hem Orta Asya İslamı'nın) Anadolu'ya nüfuz ettiği bir süreç; mimarisi de öyle. Selçuklu mimarisi kendisinin henüz Orta Asya, İran ile göbek bağının kesilmediği bir dönemi anlatan mimari. Ama tam anlamıyla heterojen değil. Bu mimari süreç çok uzun da değil; devlet, II. Kılıç Arslan öldüğü zaman parçalanmış. Başlamasıyla bitmesi bir olmuş, o devir tam bir fermantasyon devri. Fakat bütün önemli örnekler doğudan, İslam'dan gelmiş. Anadolu'da 14. yy'ın başından başlayarak Selçuk'u sürdüren ama daha çok Bizans'ın etkisi altında olan bir bölgede Osmanlı başka bir mimari geliştirmeye başlıyor. Daha geometrik, daha soyutlanmış... Bütün ana biçimleri doğudan geldiği halde yavaş yavaş daha değişik bir yorumun varlığını gösteren yapılar. 15. yüzyıla geldiği zaman artık Osmanlı; Selçuklu değil, İranlı da değil, Arap da değil, hiçbir şey değil, yalnızca Osmanlı. Bir yüzyıl süresince o tuhaf metamorfozu geçirmiş. Sonra kendine özgü bir şeyleri Mimar Sinan'dan önce tanımlamaya başlamış. Ama tipolojik bağlamda geriye doğru gidebilirsin.


Osmanlı'nın klasikleşmesi ve dünya çapında yer kazanmasıysa Sinan ile başlamıştır. Sinan gerçekten büyük bir sanatçı. Selimiye hiçbir İslam yapısına benzemez, hiçbir Avrupa yapısına da benzemez. Gerçekten özgün, tek kubbeli bir konsept üzerine bir başyapıttır. Dünyanın endüstri döneminden önce yarattığı yapı teknikleri çok sınırlı. Taş var, tonoz var, tuğla var vs. geometri üzerine kurulan varyasyonlar var. O çeşitlemeler içinde Roma'dan kalan tek cidarlı küresel kubbeli mekan tipinde en güzel üsluplaşma süreci belki Sinan'da başlamıyor ama bence orada bitiyor. Onu aşan başka bir şey de yok. Michelangelo'nun San Pietro'sunu da bir yıl inceledim Selimiye'yi incelediğim gibi. İkisi de tek kubbeli ama ikisi arasında ne boyutsal, ne oransal ne de konsept olarak ilişki var.


Osmanlı bu tek cidarlı kubbe çözümünü zirveye taşır. Bizans'tan aldı kubbeyi gibi söylemler vardır ama yepyeni yorumla başka noktaya getirmişti.
Osmanlı, Bizans'tan önce de kubbe yapıyordu. Osmanlı'yı etkileyen Bizans geleneği ve Ayasofya'dır ama o ortaçağ Bizans'ı değildir. Ayasofya'dan etkilenmeyen bir adam olabilir mi? Köylüyü de götürsen etkilenir. Bir mimar, haliyle etkilenir. Sinan, daha İstanbul'a gelmeden, Üç Şerefeli Cami inşa edilmiş. Üç Şerefeli Cami'de 26 metre çapında bir kubbe vardır. Süleymaniye'yi Sultan Süleyman istediği için yaptı, Kılıç Ali Paşa istediğinde ötekini yaptı. Ama iş kendine kaldığı zaman Şehzade'yi, Selimiye'yi yaptı. Yani Ayasofya'yı yinelemedi. Süleymaniye'de de Ayasofya'yı yineledi sayılmaz. Çünkü oradaki ışıklı mekan, strüktür ile Ayasofya'daki kilise mekanı arasında hiç ilgi yok. Orada geometrik konseptin olağanüstü bir sanatla geliştirilmiş olduğu açık. Tıpkı, Divriği bezemelerinin nasıl bir eşi yoksa, Selimiye konseptinin de eşi yoktur.


Osmanlı'da korumacılık anlayışı var mıydı? Bizans yapıtları konusunda ya da mimari miras konusunda bakış nasıldı?
O devirde böyle şey yok. Ama mimari yapıtları yıkmıyor, kullanıyor. Sultan Orhan'dan başlayarak bakıyor kocaman güzel bir kilise, niye cami olarak kullanmasın? Çünkü Emevi devrinden başlayarak İslam'da kullanılmaz diye bir şey yok. Namaz kılma mekanının tarifi İslam'da yoktur. Olmadığı için de çok çeşitli tipoloji var. Hıristiyan dünyasında nereye gitsen bazilika ya da varyasyonlarını bulursun. Ama İslam dünyasında Çin'de, Arabistan'da, Endonezya'da başka başka camiler var. Elbette basit bir srüktürü var. Ama tipolojik olarak eyvanlı İran camisi ile küçük kubbeli örtülü Arap camisi, Osmanlı'dan farklı.


Koruma bugün ne kadar var ki? 30 yılı doldurmamış anıtsal binaları yıkıyorlar...
Bu, ekonomik güdülerle, ticari anlayışla oluyor. Kültürle ilgisi yok.


Osmanlı yıkmıyor, kullanıyor. Biz 21. yüzyılda 'Yıkıp yeniden yaparsak daha ucuza mal olur' anlayışı içindeyiz!
Oysa daha ucuza mal olmuyor. Müteahhit daha çok para kazanıyor.


Osmanlı'da mimarın eğitimi, mimarlık mesleğinin uygulanması, meslek kurumları üzerine biraz konuşalım...
Bir mimarı yaratan, Hassa mimarları ocağı. Aslında o da sarayın içinde gibi. Buraya gelenlerin büyük bir çoğunluğu devşirme başlangıçta. Devşirme de asker kökenli oluyor. Eyaletlerin de inşaat loncaları var. Oralarda da yetişen mimarlar var. Mimar dediğiniz de aslında inşaat ustası. Mimar Sinan da Ser Mimaran-ı Hassa ama aynı zamanda mühendis. Hendeseden, geometriden anlamayan adam mimar olamıyor. Ama mimariden önce bunların çoğu usta; taş ustası, marangoz ustası vb. Sinan da büyük olasılıkla marangoz olarak gelmiş. Ama orduda yüzbaşı, zemberekçi başı olmuş. Yani asker. Bütün seferlere başta istihkamcı olarak katılıyor, yol, köprü yapıyor.


1965'te Britanya Mimarları Kraliyet Enstitüsü RIBA'nın Londra'daki merkezine gittim. Bana 15. ve 16. yüzyıldan bu yana saklanmış mimari çizimleri gösterdiler. Bizdeyse Anıtkabir'in projeleri bile ortada yok. Projeler Seka'ya gönderilmiş yeniden kağıt olmuş, yani Osmanlı meselesi değil... Bu belgeler bizde niçin yok?
Saklanmamış, çünkü hiç yok. Çiziyorlar elbette ama kabaca çiziyorlar. Yani Gotik dönemde ne kadar çiziyorlarsa bizde de o kadar. Maket yapıyorlar. Minyatürlerde de resimleri var. Süleymaniye'nin maketini görebiliyoruz, tam benzemiyor, bire bir maket değil o, bir imaj. Niye saklanmamış ben bilemiyorum, biz hala arşiv fikrine ulaşmamış bir toplumuz.


İnsanların kafasında bir çeşit ulusalcılık, geriye bakış, eskiye öykünme, eskiyi taklit etme ve eskiyi yeniden yaratma güdümü var. Bunlar insanların genlerinde olmalı herhalde. Şu anda da Yeni Osmanlıcılık denemeleri var; gerçi böyle adlandırılmıyor ama örneğin bir Milli Eğitim Bakanı çıkıp 'Osmanlı tarzı okullar yapacağız' diyebiliyor ve bu anlamda çalışmalar görüyoruz. Bu konuda ne dersiniz? Bir de bugünkü camiler; yeni yapılmakta olanlarla ilgili yorumlarınız nedir?
Esinlenmek ayıp değil. Güzel bir binadan hoşlanırsınız, tipolojiler sonsuz değil zaten, dolayısıyla birini uygularsınız, strüktürel olarak da doğruysa, sorun yok. Yalnızca plana bakarsınız aynıdır ama oranlar, açıklıklar, kullanılan malzeme vb. ikisini yan yana koyduğun zaman aynı plan olduğunu anlayamazsın.


Ama bizde yapılmak istenen ilkokul. Osmanlı'nın hangi döneminde bugünkü, sekiz yıllık ilköğretim okuluna karşılık olabilecek bir plan tipi var? Yani sıbyan mektebini mi uygulayacaksınız? Sanıyorum yalnızca cephecilik esas alınacak.
Osmanlı'da ilk üniversiteyi yaptıkları zaman, eskiye bakarak medreseyi mi yapmışlar, yok. Avrupa binalarına benzer koskoca askeri kışlaları nereye bakarak yapmışlar? Yeniçerilerin kışlalarına benzeterek mi? Hayır.


Ama camilere gelince Türkiye'de bu tür yapıları yaptıran, toplumun kültürünün içeriğini gösteriyor. Bizdekiler ilkel çünkü, kopya da çekemiyorlar. Klasik Osmanlı'ya benzer cami yapıyorlar sözümona ama kiliseye benziyor. Kompozisyondan, orandan hiç anlamıyorlar. Osmanlı işlevsel bir cami yapıyor, onun üzerine de oranlı minare yapıyor. Şimdiki gibi betonarme, göklere çıkan minareler tümüyle türban takmaya benziyor. Artık mimariyle, sanatla ilgisi yok bu işin. Osmanlı tarihine baktığınız zaman Osmanlı 15. yüzyılda bir cami yapıyor, 16 ve 17. yüzyılda daha başka. 19. yüzyıla geldiğinde bütün Osmanlı sultanları cami yaptırıyorlar ama hiçbiri eskiye benzemiyor. Tipolojisini değiştiriyorlar, ön tarafına sultan mahfillerini ve dairelerini ekliyorlar. Çok güzel binalar, iç mekanları olağanüstü yapılar var. Dünyadaki bütün Müslüman ülkelerinde yapılan yeni camiler yeni olmaya çabalıyor ve bizimkilerden bin kat iyi. Bizimkisi yalnızca kötü bir propaganda aracı, ticaret aracı olarak yapılıyor.


Siz kitapta Selimiye'den 'taçyapı' diye söz etmişsiniz.
Bruno Taut'un sözüdür o. Selimiye, Edirne'nin tacıdır diyor.


O zaman ben de ondan esinlenerek 'Osmanlı Mimarisi' kitabınız için Doğan Kuban'ın taçyapıtı diyerek söyleşimizi bitirmek istiyorum. Teşekkür ederim.
Radikal, Haber: Doğan Hasol, Fotoğraf: Muhsin Akgün, 14.06.2007

MİNARELERİ DE GİTTİ

 

Iraklı Şiilerin en kutsal mekanlarından olan ve geçen yıl altın rengi kubbesi yıkılan Samarra’daki Askeriye Türbesi dün yine bombalandı ve bu sefer iki minaresini de kaybetti. Büyük infial yaratan saldırıdan El Kaide sorumlu tutuluyor. Geçen yıl kubbenin yıkılması Şiiler ile Sünniler arasında mezhep çatışmalarını tetiklemiş ve 34 bin 142 kişi ölmüştü.





Irak’taki mezhep çatışmalarının başlangıcı sayılan geçen yılki saldırıda kubbesi yıkılan Şiilerin Samarra’daki Askeriye Türbesi Camisi dün yine bombalandı. Bu sefer de iki minaresi tamamen yıkılan türbeye yapılan saldırı infial yarattı. Irak hükümeti saldırıden dolayı El Kaide’yi suçlarken, Iraklı Şiilerin lideri Mukteda El Sadr, 3 günlük yas ilan ederek itidal çağrısında bulundu.

 

Samarra’ya saldırının ardından derhal sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve takviye polis kuvvetleri gönderildi. Türbenin ikinci kez bombalanmasının mezhep çatışmalarını daha da şiddetlendirmesinden korkuluyor.

Irak Başbakanı Nuri El Maliki, caminin bombalanmasından Irak El Kaide örgütünü ve idam edilen Saddam Hüseyin yandaşlarını sorumlu tuttu ve saldırganların Irak’ta mezhep çatışması çıkarmaya çalıştığını savundu. Maliki, Irak’ta diğer camilerin de saldırıların hedefi olabileceğini belirterek, camilerin etrafındaki güvenlik önlemlerinin artırılmasını istedi. Amerikalı komutanlardan takviye kuvvet isteyen Maliki, Askeriye Türbesi'nin korunmasından sorumlu tüm güvenlik güçlerinin tutuklanması talimatını verdi.

Şiilerin ruhani lideri Ayetullah Ali el-Sistani de, saldırıyı "iğrenç" olarak niteledi ve Iraklılara şiddete şiddetle karşılık vermemeleri çağrısında bulundu. Mukteda el-Sadr yandaşı 30 milletvekili, saldırıyı protesto etmek amacıyla parlamento oturumlarını boykot edeceklerini açıkladılar.

ABD saldırıdan El Kaide’yi sorumlu tutarken İran ise ABD’yi suçladı. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Irak’taki güvenlikten işgalcilerin sorumlu olduğunu ifade ederek, kutsal mekanlara yapılan saldırıların sorumlularının da başta ABD olmak üzere işgal kuvvetleri olduğunu söyledi.





Askeriye Türbesi, Şiiler için özel bir öneme sahip. Burada, Hz. Muhammed’in soyundan gelen iki Şii imamın mezarları bulunuyor. Bunlar dokuzuncu yüzyılda yaşayan 10. ve 11. imamlar olan Ali el-Hadi ile oğlu Hasan el-Askeri. Cami ve külliyesi adını el-Askeri’den alıyor. Şiilerin 12 imamdan sonuncusu kabul ettiği Muhammed el-Mehdi’nin de burada ortadan kaybolduğuna inanılıyor. Şiiler Mehdi’nin sağ olduğuna ve bir gün döneceğine inanıyor. Bu nedenle her yıl milyonlarca Şii, bölgeyi ziyaret ederek hacı oluyor.

Hürriyet, Foto: Hürriyet-Yeni Şafak, 14.06.2007

KAÇAK KAZICILARA SUÇÜSTÜ

 

Denizli İl Jandarma Komutanlığı ekipleri Buldan İlçesi’nde yürüttükleri önleyici kolluk devriye hizmeti sırasında kaçak kazı yapan 6 kişiyi suçüstü yakaladılar.

 

Denizli Valiliği’nden yapılan açıklamaya göre, Buldan’da yapılan devriye hizmeti sırasında H.K., M.A.K., M.A., S.A., T.D. ve H.G isimli şahıslar kaçak kazı yaparlarken suçüstü yakalandılar.

 

Olay yerinde yapılan aramada 1 adet jeneratör, 1 adet hilti, 1 adet demir burgu, 1 adet kazma ve 2 adet kürek bulundu. Cumhuriyet Savcısı'nın talimatıyla olayda kullanılan malzemelere el konulurken, şüpheliler ifadelerinin alınmasının ardından serbest bırakıldılar.

denizlili.net, 12.06.2007

ERMENEK'TE TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Karaman'ın Ermenek İlçesi'nde Osmanlı dönemine ait olduğu tahmin edilen tarihi eserler ele geçirildi.

 

İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne yapılan bir ihbarı değerlendiren Asayiş Büro ekipleri, F.S. (43) adlı şahsı Akçamescit Mahallesi Kartal Sokak No 7'deki evinde gözaltına aldı. Şahıs, üzerinde bulunan 7 adet metal sikke ve 1 adet eski metal kartal figürlü heykeli polise teslim ederken, şahsın evinde yapılan aramada 1 adet metal Osmanlı tuğrası para ve 1 adet üzerinde motif olan taş bulundu. Şahıs yapılan sorgulamasından sonra serbest bırakılırken, ele geçirilen 7 adet metal sikke, 1 adet metal kartal figürü heykel, 1 adet eski metal Osmanlı tuğrası para ve 1 adet üzerinde motif olan taş incelenmek üzere Karaman Müze Müdürlüğü'ne gönderildi. 

Merhaba Gazetesi, 13.06.2007

TARİHİ KALE NE OLACAK?

 

Kayseri'de tarihi Kayseri Kalesi´nin içinin düzenlenerek bir kültür sanat merkezi haline dönüştürüleceğinin açıklanması ile bir beklenti içine giren Kale esnafı Büyükşehir Belediyesi'nden haber bekliyor.

 

 

Kaleiçi Baraka Esnafı Yardımlaşma Derneği Başkanı Regaib Erdem, baraka esnafının taşınması fikrinin bir an önce hayata geçirilmesini beklediklerini söyledi.Büyükşehir Belediyesi'nin kendilerinden istediği kooperatif kurma gibi çalışmaların hepsinin tamamlandığını ifade eden Erdem, " Kale esnafı belediyemizden haber bekliyor. Başkanımız Mehmet Özhaseki, bizimde mağdur olmamamız için bir şeyler yapmaya çalışıyor ancak kamuoyu olarak ona destek olmak lazım" dedi. Kale içinde 280 baraka esnafının bulunduğunu hatırlatan Dernek Başkanı Erdem, "Orada bulunan arkadaşlarımız 16 yıldır Kaleyi ticaret merkezi haline getirdiler. İki sene öncede Kalenin boşaltılacağı açıklandı. Baraka esnafına da Hunat arkasından yer verileceği söylendi. Biz kooperatifimizi kurduk ve açtığımız hesapta 100 milyara yakın para biriktirdik. Büyükşehir Belediyesi'nden gelecek haberi bekliyoruz" diye konuştu.


Büyükşehir Belediyesi Cumhuriyet Meydanı düzenleme çalışmaları kapsamında Kaleiçinin boşaltılarak kültür sanat merkezi haline getirileceğini açıklamış, Kale esnafını da Hunat Camii arkasında yapılacak ve altı İstanbul'da ki Doğubank gibi ticaret merkezi üstü de otopark olacak bir iş merkezine taşıyacaklarını söylemişti.

Kayseri Gündem, 13.06.2007

YÜZ YILLIK YASAK AŞK BU RESİMLERDE SAKLI

 

Sanat tarihçileri, Avustralya'nın en önemli ressamlarından birine ait resmin 100 yıl önceye dayanan bir aşk hikayesi sakladığını buldu.

 

Ulusal Victoria Galerisi, Arthur Streeton'un empresyonist başyapıtı 'Spring'in (İlkbahar) restorasyon çalışmaları sırasında, resimde çıplak bir kadın figürü ve gizli aşk mesajları olduğunu ortaya çıkardı.

 

Galeri ressamın 1890'da yaptığı resme, eser hala ıslakken defalarca 'Florry Walker, sevgilim' yazdığını, yazının ancak mikroskopla okunabildiğini söyledi. X ışınıyla tarama sonucu görülen çıplak kadın figürünün Walker'ı yansıttığı sanılıyor. Başka bir sanatçının kız kardeşi olan Walker'ın varisleriyle konuşan tarihçiler, ikisi de başkalarıyla evlenen çiftin kısa bir ilişki yaşadığını tahmin ediyor.


Bir kırsal Avustralya manzarası yansıtan 'Spring' adlı resimdeki kurşun deliklerini tamir etmekse bir yıldan uzun sürdü. Galeri resimdeki hasarın 20. yüzyılın başında, resim Avustralya'da bir malikanede asılıyken olduğunu söylüyor. Yetkililer evin sahibi ve arkadaşlarının, birkaç kadeh içkiden sonra resimdeki inekleri vurmaya karar verdiğini ve resme 14 kez ateş ettiğini belirtiyor.

Radikal, Fotoğraf: AFP, 13.06.2007



Ressam Streeton (solda),
Walker'a aşkını resmine gizlediği çıplak kadın
ve yazılarla ölümsüzleştirmiş.

MÜZENİN LOKAL OLMASINA DEKANLAR TEPKİ GÖSTERDİ

 

Bursa'da Türkiye`nin tek Ormancılık Müzesi`ne ev sahipliği yapan Saatçi Köşkü`nün, Türk Parlamenterler Birliği lokali olarak tahsis edilmesi 9 üniversitenin orman fakültesi dekanlarınca tepkiyle karşılandı.

 

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tahsin Akalp, Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zafer Cemal Özkan, Z.K.Ü. Bartın Orman Fakültesi Vekil Dekanı Prof. Dr. Metin Sarıbaş, Düzca Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nafiz Duru, S.D.Ü. Isparta Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Cahit Balabanlı, K.S.İ.Ü. Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Orhan Erdaş, Artvin Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Cantürk Gümüş, Çankırı Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlhami Köksal ve Kastamonu Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Vurdu yaptıkları yazılı basın açıklamasıyla kararı eleştirdi.

 

Anadolu`nun zengin florasını yansıtan ağaç fosillerin, tarihi değere sahip harita, fotograf ve belgelerin yanı sıra orman hayatından kesitlerin sunulduğu yaklaşık 1000 eserin sergilendiği müzenin her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edildiğinin vurgulandığı açıklamada şunlar kaydedildi: `70 yıla yakın bir süredir Türk ormancılığına hizmet eden Saatçi Köşkü Ormancılık Müzesi`nin, Türk Parlamenterler Birliği`ne tahsisinin tarihi, kültürel ya da bilimsel açıdan hiçbir nedeni bulunmamaktadır. Lokal ihtiyacı herhangi bir bina ile de giderilebilir. İdarenin mutlak ve sınırsız olmayan yetkisini aşan, yararlananların sayısı, yararlanma amaç ve biçimleri bakımından kamu yayarı kavramına ters düşen, ulusal ve uluslararası düzenlemelere aykırılıklar içeren, söz konusu binanın tarihi ve kültürel kimliğini zayıflatan bu tahsis işleminin geri alınmasını talep ediyor ve yetkili makamları `tarihimiz kimliğimiz ve geleceğimizdir` diyerek uyarıyoruz.`

Bursa Olay, 13.06.2007

İMPARATORLUĞA SANAL DÖNÜŞ

 

Roma'nın tarihi yapıları turist yığınlarıyla kaynıyor, zamana ve kirliliğe yenik düşüyor olabilir. Ama bu antik imparatorluk kentinin parıltılı günleri, artık sanal ortamda yaşamaya devam edecek. Roma'yı dijital olarak yeniden yaratan çalışma, dünyanın dört yanından uzmanların katılımıyla bugüne kadar yapılmış en geniş tarihi kent simülasyonu olarak açıklandı.


Virginia Üniversitesi'nden Bernard Frischer simülasyonun kenti MS 320'de İmparator Konstantin zamanında, 7 bin yapı ve 1 milyon vatandaşla gösterdiğini açıkladı. Simülasyon Senato, Colosseum ve İmparator Maxentius'un yaptırdığı bazilika da dahil, yaklaşık 30 binanın içini de freskleri ve dekorasyonuyla gösteriyor.




Simülasyon, kenti Konstantin zamanında, 7 bin yapısıyla gösteriyor.
Colosseum'un (altta) dahil olduğu 30 binanın içi de dekorasyonuyla yansıtılıyor.


Sanal Roma'nın ziyaretçileri, şehirde antik Romalıların yaptığından çok daha fazlasını yapabiliyor: Aslan kafesleri ve ilkel asansörlerle dolu Colosseum'un sütunları arasında dolaşabiliyor, kenti detaylı bir şekilde tepeden inceleyebiliyor. 2 milyon dolara mal olan 'Rome Reborn' adlı simülasyonu uluslararası bir arkeolog, mimar ve bilgisayar uzmanı ekibi 10 yılda yapabildi.


Simülasyon, antik binaların kaldıracağı insan kapasitesi gibi soruları yanıtlamak için bilim insanlarının deney yapmasına olanak sağlayabilecek. Frischer, çalışmanın Roma'yı ziyaret eden turist ve öğrencilere de faydalı olacağını söylüyor: "Bu, sanal bir zaman makinesi oluşturmamız için atılmış ilk adım. Böylece çocuklarımız ve torunlarımız Roma ve dünyadaki diğer büyük tarihi kentler üzerine bilgi sahibi olabilecek."


Simülasyonun bazı bölümlerine www. romereborn.virginia.edu internet sitesinden ulaşılabiliyor, ancak site sadece simülasyonun görüntü ve videolarını içeriyor.


Kente giriş izni vermenin, binlerce kullanıcının aynı anda girmeye çalışması anlamına geldiğini, bu durumda devasa bilgisayar gücüne ihtiyaç duyulacağını söyleyen Frischer, simülasyonun tamamınına 'Second Life' sitesi üstünden ulaşılabilmesi için görüşmelerin sürdüğünü açıkladı. Özel şirketlerden oluşan bir grup da Nisan 2008'de Colosseum'un yanına bir sinema salonu açarak, interaktif ve üç boyutlu animasyonlar oynatmayı planlıyor. Orjinal simülasyonda karakterler yer almıyor ancak ticari projede onlar da bulunuyor.

Radikal, Fotoğraflar: Reuters - AP, 13.06.2007

BEYLERBEYİ SARAYININ ŞAMDAN SANIKLARINA CEZA DAVASI

 

TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na ait Beylerbeyi Sarayı’nda sergilenen 19. yy. Osmanlı dönemine ait onarıma muhtaç dokuz şamdan, Saray Müdür Vekili Birsen Asa’nın tuttuğu teslim tutanağıyla Dolmabahçe Sarayı’ndaki gümüş atölyesi sorumlusu Nadi Emre ile usta Murat Kabil’e teslim edildi. Gümüş şamdanlar, tamirat sonrası fotoğraflanıp ambalajlanarak saraya geri gönderildi.

Ancak müze görevlisi Güller Karahüseyin, restorasyon öncesi ve sonrası çekilen fotoğrafları karşılaştırdığında şamdanlarda 14 kol, 17 mumluk, 19 mumluk tabağı, dokuz çiçek süslemesi ve iki hayvan heykelciğinin eksik olduğunu belirleyip durumu üstlerine bildirdi. Bunun üzerine İstanbul Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nca soruşturma başlatıldı.

Olayda ihmali tespit edilen Nadi Emre ve gümüş ustası Murat Kabil’e Milli Saraylar Daire Başkanı Cemal Öztaş tarafından 1/30 oranında maaş cezası verildi. Sözleşmeli personel olarak çalışan Emre ile Kabil hakkında ise TBMM Hukuk Müşavirliği’nce İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu. İki görevli hakkında emniyeti suiistimal suçundan beşer yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

Milli Saraylar Daire Başkanlığı, şamdanlarda meydana gelen değer kaybının tahsili için Nadi Emre ve Murat Kabil’e, Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi’nde bir de alacak davası açtı. Şamdanlarda meydana gelen değer kaybı konusunda Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü’nün görüşünün alındığı anlatılan dilekçede, Milli Saraylar Daire Başkanlığı iki görevliden 7 bin YTL talep etti.

Hürriyet, Haber: Mutlu Koser, 13.06.2007

PERRE ANTİK KENTİ'NDE TÜNEL BULUNDU

 

Adıyaman Müze Müdürlüğü tarafından Perre Antik Kenti'nde yapılan kazı ve temizleme çalışmaları sırasında, yeraltına inen bir tünel bulundu.

 

Perre Antik Kenti nekropol alanı ve Mozaikli Villa kazı bölgelerinde Özel İdare bütçesiyle 3 yıldır sürdürülen kazı çalışmaları, bu yıl daha geniş kapsamlı olarak devam ediyor. Kazı başkanı ve Adıyaman Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan'ın öncülüğünde 4 arkeolog ve 80 işçiyle yürütülen kazı ve temizleme çalışmalarında, yeraltına uzanan bir tünel bulundu. Perre Antik Kenti'nde kaya mezarları, lahit ve odaların olması gerektiğini, ortaya çıkan tünelin şaşırtıcı olduğunu belirten arkeologlar, tüneldeki toprak dolguların temizlenmesi çalışmalarının sürdüğünü, şu ana kadar 20 metreye kadar inilebildiğini kaydetti.

Adıyaman Valisi Halil Işık, tünelin kesin işlevinin temizleme çalışmalarının ardından ortaya çıkacağını açıklayarak, "Basamaklı uzun bir girişe sahip ve işlevi henüz tespit edilemeyen bir yapı ortaya çıktı. Temizleme çalışmaları, yapının bitimine kadar devam edecek. Perre'de bu özellikte bir yapının ortaya çıkması ilginç" dedi.

Kazı ve temizleme çalışmalarının yaklaşık 1 aydan beri devam ettiğini kaydeden Işık, "Bugüne kadar yapılan kazı ve temizleme çalışmalarında 3 galeride çalışmalar bitirildi. 8 galeride temizleme ve kazı çalışmaları devam ediyor. 1 aylık zaman diliminde 1 kireç taşı kabartma, 1 altın yüzük, 5 cam bilezik, 4 kandil, 1 taş damga mühür, ok uçları ve çok sayıda bronz sikke bulundu" şeklinde konuştu.

Haber Diyarbakır, 13.06.2007

SU TEVZİ İSTASYONU MÜZE OLACAK

Karabük'ün tarihi açısından ilk yapısı ve ilk su kaynağı olan TCDD Su Tevzi İstasyonu müze haline dönüştürülecek.

 

Belediye Başkanı Hüseyin Erer; Cumhuriyet Kenti Karabük'ün yakın tarihi açısından büyük önem arzeden taş-ahşap yapının restore edilerek, müze haline dönüştürülüp halkın ziyaretine açılacağını söyledi.

 

Erer, "Kentimizin ismi 1930'lu yıllarda yapılan Ankara-Zonguldak demiryolu hattı üzerindeki buharlı trenlerin su ihtiyacını karşılamak için kurulan tevzi istasyonuna Karabük isminin verilmesiyle olmuştur. O yıllarda olağanüstü ihtişamı ve manzarasıyla insanı kendisine hayran bırakan su tevzi istasyonu bir taş yapı üzerine ahşap kaplama olarak yapılmıştır. Bu yapının müze haline dönüştürülmesi için TCDD yetkilileriyle birlikte proje ve güçlendirme çalışmaları yapacağız" dedi.

 

3 odalı taş yapının bahçesinde 60 m. derinliğindeki su kuyusunun kuruluşundan bu yana gelip-geçen lokomotiflerin su ihtiyacının karşılanmasında önemli bir yere sahip olduğunu kaydeden Erer, belediyenin restorasyon çalışmasıyla yeniden hayata döndürülecek olan tarihi yapının bahçesindeki havuza kurulacak küçük şelale ile su ve kuş sesleri arasında memur ve esnafların kısa molada stres atabileceklerini vurguladı.

 

Karabük'e hizmette her konuyu bir bütün olarak değerlendirdiklerini belirten Erer, "Sorunları çözümlerken, çevreyi ihmal etmiyoruz. Kentsel dönüşüm projelerini gerçekleştirirken, tarihi ve kültürel mirası da dikkate alıyoruz. Tarihi bir mirasın çağdaş bir bahçe ile bütünleşip aynı potada buluşacağı Karabük'ün tarihinin simgesi olan su kulesi, restorasyon ve çevre düzenlemesi çalışmasıyla metruk halden kurtarılacak" diye konuştu.

Karabük Kent Haber, 13.06.2007

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MOZAİK KÖPRÜSÜ





Geçmişten Günümüze Mozaik Köprüsü: “4. Uluslararası Türkiye Mozaik Sempozyumu” 6-9 Haziran 2007 tarihleri arasında Gaziantep’te gerçekleşti.

2004 yılından beri Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmalar Merkezi’nce Türkiye Mozaik Corpusu’nun yaratılması amacıyla düzenlenen toplantılar, bu yıl Gaziantep Ticaret Odası’nın yürütmekte olduğu ve Avrupa Birliği’nin finanse ettiği “Gaziantep, Halfeti ve Rumkale’de Turizm Etkinliğinin Arttırılması Projesi” kapsamında gerçekleştirilmesi planlanan “Uluslararası Mozaik Sempozyumu” ile birleştirilerek çerçeve genişletildi.

Amerika, İngiltere, Danimarka, Avusturya, Fransa, İtalya, Portekiz, İsviçre, Almanya, Azerbaycan, İsrail, Lübnan ve Türkiye’den gelen arkeologlar, sanat tarihçileri, koruma – onarım uzmanları ve mozaik sanatçılarından oluşan yaklaşık 100 kişilik katılımcı grubunun davetli olduğu sempozyumda 50 konuşmacı toplam 39 bildiri sundu.

Arkitera Mimarlık Merkezi’nce tamamı izlenen sempozyum programı çerçevesinde, dünyanın 2. büyük mozaik müzesine ev sahipliği yapmakta olan Gaziantep’e 5 Haziran tarihinde gelmeye başlayan sempozyum katılımcıları, sempozyumun ilk günü olan 6 Haziran’da Gaziantep Ticaret Odası’ndaki Program Açılış Toplantısı’nda buluştular. Daha sonra Nizip’e hareket eden katılımcı grubu Nizip Ticaret Odası’ndaki karşılamanın ardından Zeugma Antik Kenti kazı alanı ziyaretinde bulundu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Zeugma Kazı Başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay’dan kazı alanı hakkında bilgi alan katılımcılar, buradan Birecik Barajı Tanıtım ve Kültür Evi’ne geçtiler. Gösterilen tanıtım filminin ardından Gaziantep’e dönen grup, Gaziantep Mozaik Eğitim Merkezi’ne giderek yapılan çalışmaları inceleme fırsatı buldu. Son olarak Gaziantep Mozaik Müzesi’ni ziyaret eden katılımcılar, sempozyum öncesinde buradaki eserleri incelediler. Toplam 9 oturumda sunulan 39 bildiriyi dinleyen katılımcılar, oturumların ardından yapılan tartışma sırasında konuşmacılara sorularını yönelttiler.

 

7 – 8 Haziran’da Gaziantep Ticaret Odası Oditoryumu’nda yapılan bildiriler öncesi sempozyumun açılış konuşmasını yapan GTO Başkanı Mehmet Aslan, Gaziantep'in her metrekaresinde tarih olduğunu ve topraklarından eski medeniyetlerin fışkırdığını ifade etti. Geçmişten geleceğe taşınan eserleri dünyaya tanıtmak için birlikte hareket edilmesi gerektiğinin altını çizen Aslan, Gaziantep'in ciddi bir turizm potansiyeli bulunduğunu ve kentte insanlığın tüm ortak değerlerinin buluştuğunu belirtti: ''Dülük Antik Kenti, Zeugma ve Rumkale'ye tüm insanlık tarihinin eserleri olarak bakıyoruz ve tanıtımına çok önem veriyoruz. Bölgemizin ve şehrimizin dünya turizmine açılması bakımından sempozyum büyük önem taşıyor. Tarihi eserleri paylaşamazsak o eserler orada kalır ve nostalji haline gelir. Amacımız bölgeyi ve Gaziantep'i tüm dünyanın gelip ziyaret edebileceği, geçmişini görebileceği bir merkez haline getirmek. Geçmişten geleceğe taşınan eserleri dünyaya tanıtmak için hep birlikte hareket etmeliyiz."

Uluslararası Mozaik Çalışmaları Birliği (AIEMA) Kuzey Amerika Şubesi Başkanı Prof.Dr. David Parrish ise Türkiye'de bir mozaik hazinesi olduğunu ve bunun dokümante edilmesi gerektiğini söyledi. Prof.Dr. Parrish, sempozyumun açılışında yaptığı konuşmada, üniversitelerden, müzeden ve çeşitli disiplinlerden birçok insanın bir araya geldiği sempozyumun verimli geçeceğine inandığını ifade etti. Parrish, ''Türkiye'de bir mozaik hazinesi var, bunu dokümante etmeliyiz. Bu şekilde eserleri gelecek nesillere aktarmalıyız'' dedi.

Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof.Dr. Mustafa Şahin yaptığı konuşmada sempozyumu mozaiğin kalbi olan Gaziantep'te düzenlemenin gurur ve mutluluğunu yaşadıklarını söyledi. Zeugma'daki mozaiklerin müzenin depolarında hapsedilmeden nezih bir şekilde Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nde sergilendiğini ifade eden Şahin, şunları söyledi: ''Önceki toplantılardan farklı olarak bu sempozyumda katılımcı sayısı beklenenin çok üzerinde. Bu ilgi bizi çok sevindirdi. Bu toplantıda 5 oturumda 50 katılımcı tarafından toplam 39 bildiri sunulacak. 2008'de mozaik toplantısı düzenlemeyeceğiz. Çünkü bilindiği gibi Mozaik Araştırmaları Merkezi olarak Dünya Mozaik Kongresi'ni 2009'da düzenlemeyi biz üstlendik. Bu kongreye en iyi şekilde hazırlanmak için geleneksel toplantılara ara vereceğiz.''

Uludağ Üniversitesi Rektör Danışmanı Prof.Dr. İsmail Naci Cangül ise arkeolojik açıdan Türkiye'nin bir cennet olduğunu ifade etti. Arkeolojik eserlerin ortaya çıkarılıp korunması için hep birlikte çalışılması gerektiğini vurgulayan Cangül, sempozyumun yararlı geçeceğine inandığını kaydetti.

Gaziantep Valisi Süleyman Kamçı da mozaik sanatının doğduğu, geliştiği ve şaheserlerini verdiği en önemli yerlerden biri olan Zeugma Antik Kenti'nin ve buradan çıkarılan mozaiklerin dünya kamuoyunda tanıtılmasının çok önemli olduğunu söyledi.

Dünya kültür mirası olarak kabul edilen ve son yıllarda adı Gaziantep ile anılan Zeugma mozaiklerinin bilimsel açıdan değerlendirilmesinin çok önemli olduğunu ifade eden Vali Kamçı, dünyanın ikinci büyük mozaik müzesinin bulunduğu Gaziantep'in mozaik merkezi olabilecek potansiyele sahip olduğunu kaydetti.

Gaziantep Üniversitesi Rektör Vekili Prof.Dr. İsmail Hakkı Özsabuncuoğlu ise zengin bir tarih ve tabiat varlığı olan Türkiye'de turizmin sadece deniz ve sahil şeridindeki plaj ve tatil köylerine sıkışıp kalmaması gerektiğine dikkat çekti. Zeugma'nın tarih turizminin odak noktası olan antik bir kent olduğunu ifade eden Özsabuncuoğlu, kültür varlıklarının ortaya çıkarılması ve korunması kadar bilimsel şekilde sunulmasının da önemli olduğunu kaydetti.

7 – 8 Haziran tarihlerinde sunulan 39 bildiri, arkeolojiden sanat tarihine, koruma – onarımdan günümüz mozaik sanatına kadar çok geniş bir zemine yayıldı. Bildiriler hem Zeugma özelinde hem de Türkiye ve dünyadaki diğer örnekler üzerinde ilerledi.

Mozaiklerin en sağlıklı biçimde gün ışığına çıkarılması ve sonrasında koruma – onarım çalışmalarındaki başarı için geçmişte yapılan hatalı, doğru uygulamalar ve bundan sonra yapılması gerekenler katılımcılara sunuldu.

Arkeolojik kazı ve koruma – onarım çalışmaları tamamlandıktan sonra mozaiklerin ve diğer kültür varlıklarının en doğru ve güvenli biçimde sergilenebilmesi için gerekli olan müze koşulları ve tasarımı da bildiri konularına dahil edildi.

Günümüz mozaik sanatından örnekler ve bu sanatı yaygınlaştırıp niteliğini yükseltmek için yapılması gerekenler de konuşmacıların sundukları bildirilerle katılımcılara aktarıldı.

Sempozyumun son etkinliği, 9 Haziran 2007 tarihinde yapılan Antakya gezisiydi. Burada Antakya Arkeoloji Müzesi’ndeki mozaikleri inceleme fırsatı bulan katılımcı grubu son olarak Saint Pierre Kilisesi’ni ziyaret etti.

Gaziantep, Halfeti ve Rumkale’de Turizm Potansiyelinin Arttırılması Projesi
Gaziantep Ticaret Odası tarafından yürütülen ve Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu ve GAP Bölge Kalkınma İdaresi işbirliği ile finanse edilen “Gaziantep, Halfeti ve Rumkale’de Turizm Potansiyelinin Arttırılması Projesi” 21 Aralık 2005 tarihinde faaliyetlerine başladı.

Proje kapsamında, önemli tarihi, kültürel ve doğal zenginliğe sahip olan bölgenin bu potansiyelinin turizme sunumunun çeşitli faaliyetlerle koordineli bir şekilde arttırılması ve etkinleştirilmesi hedefleniyor.

Bu hedefler doğrultusunda Gaziantep Mozaik Eğitim Merkezi kurularak Zeugma mozaikleri ve mozaik zanaatını Gaziantep’te yeniden canlandıracak ve Gaziantep’i dünyadaki örnekleri ile yarışan bir mozaik merkezi haline getirecek olan çalışmalar başlatıldı. 20 aylık bir sürede gerçekleştirilmesi planlanan projenin 14’üncü ayının içinde, öngörmüş olduğu faaliyetlerin büyük çoğunluğunu gerçekleştirilmesiyle sıra bütün bu faaliyetlerin finalini oluşturacak etkinliğe geldi: “Uluslararası Mozaik Sempozyumu”.

Bu sempozyumla, sahip olunan eşsiz kültürel miras Zeugma Mozaikleri başta olmak üzere, Gaziantep’in ve bölgenin tanıtımı hedeflendi. Bunun yanı sıra bu mirasın yeniden hayata geçirilmesini sağlayan ve mozaiğin sektörünü oluşturacak kursiyerlerin konusunda uzman mozaik sanatçıları, mozaik okulu yöneticileri ve uluslararası mozaik kuruluşlarının yetkilileriyle etkileşimde bulunmaları bekleniyordu. Bu noktadan hareketle geçmiş yıllarda düzenlemiş olduğu uluslararası “Türkiye Mozaik Corpusu” toplantıları nedeniyle sahip olduğu deneyim ve bağlantılı oldukları uluslararası organizasyonlar ile projeye katkı sağlayacağına inanılan Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi (AIEMA - Türkiye) ile işbirliğine gidilerek, konuyla ilgili eşgüdümlü çalışmalar başlatıldı.

Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi
Uludağ Üniversitesi kapsamında 06 Ocak 2006 gün ve 2006-01 numaralı oturumda alınan 6 numaralı karar ile resmen kurulan Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi’nin amacını Türkiye’nin sahip olduğu zengin mozaik kültür mirasını bilimsel bir disiplin altında kayıta geçmek, bu kayıtları bir veri bankasında toplamak, ciltler halinde bir corpus olarak yayınlamak, tanınmaları ve korunmaları konusunda uluslararası katılımlı projeler hazırlamak ve bunları hayata geçirmek oluşturuyor. 2004 yılından beri aralıksız her yıl düzenlenen uluslararası katılımlı Türkiye Mozaik Corpusu toplantıları Türkiye’nin zengin mozaik buluntularını dünyaya tanıtıyor. Ulusal ve uluslararası kuruluşlarla işbirliği yaparak sürdürülen geniş çaplı araştırmalar ve eğitim faaliyetleri aynı zamanda Türkiye mozaikleri konusunda kamuoyunun bilinçlenmesini sağlıyor.

Gaziantep Mozaik Eğitim Merkezi
Zeugma yöresinde bulunan mozaiklerle birlikte Gaziantep ve yöresi, dünya genelindeki mozaik mirası içerisinde ön sıralardaki yerini aldı. Halihazırda bulunan, restorasyonu yapılan ve kazı çalışmaları ile yenileri eklenecek olan Zeugma mozaikleri ile Gaziantep; Ürdün, Tunus, İtalya gibi mozaik merkezlerinin çok güçlü bir alternatifi haline geldi.

Zeugma’nın bu zenginliğin çeşitli etkinliklerle tanıtımı ve turizme yönlendirilmesi Gaziantep, Halfeti ve Rumkale’de Turizm Potansiyelinin Arttırılması Projesi’nin koordineli faaliyet alanlarından birini oluşturuyor. Bunun sonucunda proje dahilinde Gaziantep ilinde bir Mozaik Eğitim Merkezin kurulması planlandı ve bu merkezde alanında uzman eğitmenler tarafından mozaik zanaatkarları yetiştirilmesi öngörüldü.

Mozaik Müzesi ve mozaik eğitim merkezinin birbirini destekler nitelikte olabilmesi ve bir bütünlük sağlayabilmesi için her iki faaliyetin de aynı mekanda olması öngörülerek ve bu nedenle Eğitim Merkezi Gaziantep için planlandı.

Merkezin Gaziantep’te kurulmasının diğer bir nedenlerini ise, Gaziantep’te bulunan insan kaynağı, eğitim merkezinin hedeflediği gruplara ulaşılmasında yaşanacak kolaylıklar ve ürünlerin pazarlanmasında sağlanacak avantajlar oluşturuyor.

Merkezde verilen eğitimin konu başlıkları:
Mozaik Tasarımı ve röprodüksiyonu : Mozaik eğitimi kapsamında yapılacak mozaiklerin tasarımı ve gerçek mozaiklerin röprodüksiyonlarının yapımı konularındaki eğitimler

Mozaik Tekniği: Mozaiğin yapımı, kullanılan malzemeler ve teknikler konularındaki eğitimler

Arkeoloji Eğitimi:
Mozaikler ve Zeugma mozaiklerinin tarihçesi konularındaki eğitimler

Jeoloji Eğitimi:
Mozaik yapımında kullanılan taşların özellikleri, nerelerde bulunduklarına yönelik eğitimler

Pazarlama Eğitimi:
Mozaiklerin kullanım alanları, hedef kitleler ve kitlelere ulaşım, ürünlerin pazarlanmasında izlenecek yollar alanlarındaki eğitimler

Bu eğitim 6’şar aylık 2 farklı dönemde yetenek sınavı sonucunda seçilen 20’şer kursiyere veriliyor.
Arkitera, Der. Aslı Canbal, 12.06.2007

ALMAN MÜZELERİ BİR TÜRK'E EMANET

 

Almanya’da açılacak iki müzenin müdürlüğünü yapacak olan Tayfun Belgin, “Almanya’da müzeler çok ilerici değil, Türkiye’de ise bu anlamda önemli adımlar atılıyor” diyor

Alman vatandaşı ve sanat tarihçisi olan Tayfun Belgin, yıllardır Almanya'da müzecilikle ilgileniyor ve şu ana dek birçok müzenin küratörlüğünü yapmış. Klasik-modern dönemin uzmanı sayılan Belgin, Almanya Hagen Karl-Ernst-Osthaus ve Emil Shumah müzelerinin müdürlüğünü yapacak. Çağdaş sanata önem veren ve gelişmesi için birçok yenilik yapan Belgin'in, seçilme nedeni de Almanya'da müzecilik adına yaptığı faaliyetlerin beğenilmesi.






Daha önce Avusturya'da da müdürlük yaptığına dikkat çeken Belgin, 13 sene Almanya'da Dortmund Müzesi'nde küratör olarak çalıştığını, ardından Avusturya Krems'te Karlshure Sarayı'nda 3.5 sene görev yaptığını belirtti. Belgin, "Şimdi ise Almanya'nın çok önemli sanatçılarından olan ve 1999 yılında ölen Emil Shumah adına açılacak olan çağdaş sanat müzesiyle 1902'de açılan Hagen Karl-Ernst-Osthaus Müzesi'nin müdürlüğünü yapacağım. Çok mutlu ve aynı zamanda da heyecanlıyım" dedi. Müdürlüğünü yapacağı Hagen Karl- Ernst-Osthaus Müzesi'nin iki seneden beri kapalı olduğunu ve restorasyon yapıldığını anlatan Belgin, müzenin 1902'de kurulduğunu belirtti. Belgin, "100 sene evvel zengin insanların bu müze için çeşitli atılımları oldu. Daha sonra şehrin himayesine girdi bu müze. Çağdaş sanata önem veriliyor burada. Tam benim istediğim şey. Aynı zamanda zengin bir klasik koleksiyon var. Benim için enteresan olacak. Çünkü bugün çağdaş sanat alanındaki sanatçılar da Akdeniz kültürüyle uğraşıyorlar. Yalnız Türkler ya da Araplar değil, Batı Avrupa'dan insanlar da uğraşıyor. Önemli bir atılım olacak benim için. İki üç sene sonra Türk sanatçılarının eserlerini de sergileriz. Türk, Yunan, İsrail, Suriye de olabilir. İrlanda’da da enteresan sanatçılar var. Onları deneyeceğim zamanla. Ama Alman çağdaş sanatı ve Batı Avrupa çağdaş sanatı önemlidir" dedi.

Almanya'da müzeciliğin devlet himayesinde olduğu için çok ilerici olmadığını belirten Belgin, aynı zamanda müzelerin rayına da oturmadığını ifade etti. "Avusturya'da böyle bir durum yok. Orası Almanya'dan çok daha gelişmiş bir durumda. Oradaki müzelerde holding sistemi var. Devlete bağlı değil. Burada biraz yavaş gidiyor. Ama Almanya'da da müzeler çok zengin. Çünkü Almanya daha büyük. Çok da geniş bir koleksiyona sahip. Özellikle Fransız İhtilali'nden sonra birçok müze açıldı Almanya'da. Geniş bir kitleye sunuldu. Türkiye de müzecilik konusunda önemli adımlar atıyor. Çağdaş Sanat alanında önemli atılımlar gerçekleşti" diyen Belgin, Koç, Sabancı, İstanbul Modern, Eczacıbaşı'nın Sanal Müzesi gibi müzelerin kurulmasıyla önemli adımların atıldığını ifade etti.

Bugün, Haber: İmge Yücetürk, 12.06.2007

SASON'DA 365 ODALI KİLİSE

 

Batman’ın Sason İlçesi'nde Merato dağının karşısında 2000 metre yükseklikte ve iki bin yıllık geçmişi ile tarihi Kom Kilisesi mimari yapısı ile görenleri hayrete düşürüyor. İki bin yıl önce yapıldığı söylenen ve 365 odalı olan tarihi Kom Kilisesi Sason İlçesi'ne yaklaşık bir saat mesafede bulunuyor.

Batman’dan kiliseyi ziyarete giden Batman Fotoğraf Grubu üyesi Recep Kavuş tarihi Ermeni Kilisesi ile ilgili olarak mimari yapısı Van Akdamar Kilisesi ile benzer olduğunu, bir kültür mirası olan Ermeni Kilisesi'nin korunma altına alınması gerektiğini söyledi. Kavuş “adeta hayvan barınağı haline gelen ve her geçen gün bir bölümü yıkılan tarihi kom kilisesinin en kısa sürede onarılmasını istediklerini söyledi

İki bin metre yükseklikte bulunan tarihi Ermeni Kilisesi çobanların barınak yeri halin almış durumda. Kültür Bakanlığı'nın el atmasını isteyen tarih severler tarihi bir geçmişe sahip 365 odalı Kom Kilisesi'nin kültür turizmine kazandırılması gerekir dediler. Yapıldığı dönemde güneş ışığı ile zamanın öğrenildiği sabah ve akşamı öğrenmek için kurulan sistem ise günümüz mimarlarını geride bırakıyor.

Haber Diyarbakır, 12.06.2007

BİKİNİYİ ROMALILAR 2 BİN YIL ÖNCE BULMUŞ

 

1946 yılında, Parisíte bir moda tasarımcısı olan ve annesinin kadın iç çamaşırı ile gecelik üreten şirketini işleten Louis Reard, kadınlar için iki parçalı bir mayo tasarladı. Bu mayoyu giymeye başlangıçta çoğu kadın cesaret edemedi. Çünkü, bikini vücudu mayolara göre daha fazla açıkta bırakıyordu. En sonunda, Paris’teki gece kulüplerinden birinde çalışan Micheline Bernardini bu öneriyi kabul ederek mayoyu giydi. Fransız erkekler, bir anda ilgilerini çeken ve o zaman henüz adı konmamış olan iki parçalı bu kıyafete ‘Bikini” adını taktılar. Bernardini'nin hayranları bir anda neredeyse beşe katlandı! Bikini Adası o günlerde bomba deneyleri nedeniyle dünya basınında geniş yer ettiğinden, bu kıyafete de ‘Bu resmen bir bombadır!’ anlamında ìbikini” adı verildi. Oysa Bikini Reard’tan iki bin yıl önce Romalılar tarafından icat edilmişti. İki bin yıl öncesinin turistleri Romalı kadınlar, bikinileri cesaretle giyiyorlardı. Romalılara yapılardan ortaya çıkan resimleri de bunu ispatlıyordu.

Akşam Akdeniz, 12.06.2007

ANTİK KENT YARDIM BEKLİYOR

 

Tralleis Antik Kenti Tanıtım ve Geliştirme Derneği Başkanı Mehmet Sak, sivil toplum örgütleri ve iş adamlarına Tralleis Antik Kenti kazılarına destek vermesi çağrısında bulundu.


Sak, Tralleis Antik Kenti'ni gezilebilir hale getirmeyi amaçladıklarını, antik kentin gezilebilir hale gelmesinin Aydın'ın kültür ve ticari hayatında yaratacağı ivmenin çok büyük olacağını söyledi.
Tralleis'in gezilebilir hale gelmesi için halk arasında "Üç Gözler" olarak bilinen "Gymnasion Kapısı"nın güçlendirilmesi, daha önceki kazılarda ortaya çıkarılan ve antik kentlerde rastlanmayan üç katlı Arsenal'in sağlamlaştırılması ve ışıklandırılması ile antik kentin bakımının yapılması gerektiğini vurgulayan Sak, şöyle konuştu:


"Bu üç ayak tamamlandığı zaman, Tralleis Aydın için bir etki alanı yaratacaktır. Aydın'dan günde 50'nin üzerinde tur otobüsü transit geçmektedir. Bunlar Aydın'da durmuyor, Efes'e ve Pamukkale'ye gidip tekrar Marmaris'e dönüyorlar. Biz burada transit bir şehir konumunda kalıyoruz. Ama Aydın'daki bu tür yapıtlar ve Arkeoloji Müzesinin tamamlanması halinde, Aydın'da tur otobüslerinin mola vermesine ve turistlerin bir günlerini geçirmesi artık bir sebep olacak. Bunun sonucunda Aydın'daki ticaretin gelişmesine ve genel bir değişime hepimiz tanık olacağız."


Devletin verdiği ödenekle, kazıların devam ettiğine, ancak bunun yeterli olmadığına işaret eden Sak, "Bahsettiğim çalışmalar 3-5 yıl içerisinde tamamlanacak çalışmalardır. Bunlar için 500 bin YTL'ye ihtiyaç var. Bunun için de gerek sivil toplum örgütlerimizin gerekse iş adamlarımızın gelecek 2-3 yıl boyunca kazılara destek olmalarını istiyoruz" diye konuştu.

Haber Ekspres, 12.06.2007

MALATYA YENİ CAMİ'DEN BİR İLK FOTOĞRAF

 

Halk arasında Teze Cami, kayıtlardaki adıyla Hacı Yusuf Camii ya da taş yapısından ötürü Hacı Yusuf Taş Camii olarak da adlandırılan Malatya'nın simgelerinden Yeni Cami'nin, bugüne kadar yayınlanmamış bir fotoğrafı ortaya çıktı.

Foto Ufuk arşivindeki bu fotoğraf, kuzey yönünden, bugünkü Asayiş Şubesi (Şire Pazarı) civarından çekilmiş. Solda görülen taş yapı, "Çarşı Kilisesi" olarak yapılan, daha sonra bir süre depo olarak kullanılan, bugün Çınarlı Camii olarak işlevini sürdüren yapı. Fotoğrafın, 1930'lu yılların ortalarında çekilmiş olduğu değerlendiriliyor.




Foto Ufuk arşivinde bulunan ve ilk kez yayınlanan Yeni Cami fotoğrafı



Araştırmacı- Yazar Celal Yalvaç, fotoğrafla ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: "Yeni Cami, Malatya’yı simgeleyen nadir güzellikte bir Osmanlı eseridir. 18/19 Şubat 1308 (miladi 4 Mart 1893) günü meydana gelen ve ‘Büyük Zelzele’ olarak anılan depremde yıkılan Hacı Yusuf Camii’nin yerine yapılan bu cami ile ilgili araştırmalar halen kesinlik kazanmış değildir.

Adnan Işık, Ahmet Şentürk, İsmail Aytaç ve sair kişiler tarafından yapılan araştırma ve yayınlar oldukça önemlidir. Yapımından bugüne kadar geçen süre içinde meydana gelen depremlerden ve zamanın ortaya koyduğu bazı yıpranmalardan dolayı tamir ve tadilata sahne olan Yeni Cami üzerindeki son büyük onarım 2005- 2006 yıllarını kapsamış, çevre düzenlemesi de bu yıl tamamlanmıştır.

Caminin ilk yapıldığı yıllara ait bir fotoğraf ele geçmiş, Adnan Işık tarafından ele geçirilen bu fotoğraf çeşitli yayınlarda önemli bir obje olarak kullanılmıştır. Camiye ait çok ilginç bir fotoğraf da Foto Ufuk müessesesi tarafından bulunmuştur. Sahibi tarafından fotoğrafın 1934 yılında çekildiği söylenmiştir. Caminin ana giriş kapısı üzerindeki kitabesinin son satırında bitim tarihi olarak 1323 (miladi 1907) tarihi verilmiştir. Son ele geçen fotoğraf dikkatle incelenirse, son cemaat yeri revaklarının üzerinin çatı ile kapatılmış olduğu görülür.



Yeni Cami'nin Foto Ufuk tarafından çekilmiş olan 2007 yılı görüntüsü



Yapımı 1907 yılında biten caminin son cemaat yeri revak kubbelerinin, fotoğrafın çekildiği 1934 yılına kadar yapılmadığını veya yapılamadığını düşünmek mümkün değildir. Yaşı 1934’lü yılları rahatlıkla hatırlamaya müsait olan eczacı Mithat Barış, revak üzerindeki çatıyı anımsamadığını belirtmiş, ‘Ben revak üstünü hep kubbeli gördüm’ demiştir.

İkinci Meşrutiyet'in ilanı, Balkan Harbi, Birinci Cihan Harbi, mütareke yılları ve Kurtuluş Savaşı’nın kubbe yapılış süresini uzattığı düşünülebilir. Bu durum da düşünce olmaktan öte bir şeyler ifade etmez. Fotoğraf dikkatle incelenirse, fotoğrafın çekim tarihinin bazılarınca iddia edildiği gibi 1334 (miladi 1918) olmadığı görülür. Fotoğrafta görülen lambalı bisikletin mevcudiyeti bu tahminleri çürütür mahiyettedir.

Muhtemelen bahis konusu çatı, herhangi bir sebepten onarımı gereken revak kubbeleri üzerine geçici olarak yapılmıştır.”

Malatya Haber, Yazı: Celal Yalvaç, 12.06.2007

MUSTAFAKEMALPAŞA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Bursa'nın Mustafakemalpaşa İlçesi'nde kaçak kazı yaparken suçüstü yakalanan 9 kişi çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.

Alınan bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinin takibi sonucu Muradiye Köyü Çiğdüren mevkiinde kaçak kazı yapan 9 kişi yakalandı. Yakalanan şahıslarla birlikte 3 adet dedektör, 8 adet Osmanlı dönemine ait metal para, 2 adet dönemi belli olmayan metal para, 5 adet kiremitten obje, 1 adet metal haç, 2 adet metal çan, 1 adet jenaratör, 6 adet fünye, 7 dinamit lokumu, 7 adet fünyeleri takılmış dinamit ile muhtelif kazı malzemeleri ele geçirildi. Şahıslar çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Bursa Kent Haber 12.06.2007

TURİZMİN TARİHİ İNSANLIK KADAR ESKİ

 

Kültürel alışveriş, değişik değerleri paylaşma, birbirini anlama gibi sonuçlar yaratması nedeniyle insanları, halkları birbirine yakınlaştıran turizmin geçmişi, insanlık tarihine dayanıyor. Antalya’nın Perge Antik Kenti’ndeki sütunların ayağa kaldırılması ve mozaiklerin dağılmaması için sosyal projeleri gerçekleştiren Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı’nın araştırmasına göre; turizmin tarihi, insanoğlunun avcılık toplayıcılık yaptığı döneme kadar uzanıyor. Önce, dünyayı keşfetme arzusuyla birlikte büyük seyyahlar çıktı tarih sahnesine. Bu kişiler aslında gezi kültürünün temelini attı. Ksenefon’dan Homeros’a, Marco Polo’dan İbn-i Batuta ve Evliya Çelebiíye kadar çeşitli milletlerden isimler, onca zorluğa rağmen gezmenin büyüsünden kendilerini alamayıp, gittikleri yerlerdeki insanların örf ve adetlerine uyarak, yemeğinden içkisine, pazarından düğününe, bitkisinden hayvanına gördüklerini, yaşadıklarını anlatılar. Diğer kültürleri tanıyan gezginler ülkelerinin ilerlemesine de büyük katkı sağladılar. Kapitalist batı uygarlığının temelinde de gezme kültürü yer alıyor.

Teknolojik gelişmenin doğrultusunda meraklar da farklılaştı. Oryantalizm, Uzakdoğu’ya ilgi yeni alanlar doğurdu. Avrupa’nın soyluları, Anadolu’dan, Uzakdoğu’dan getirdikleri ya da getirttikleri eşyalarla birbirlerine gösteriş yapmaya başladı. Daha çok yer görmüş olma, böbürlenme aracı oldu. 17. yyíla birlikte Avrupaínın belirli güzergahlarında soylu beyler ve hanımları gezdirmek için turlar düzenleniyordu artık. Avrupalı zenginler o dönemde fotoğraf makinesi de olmadığı için beraberlerinde ressamları götürüyordu. Gittikleri yerlerin resimlerini çizdiriyorlardı. Gezmeyle birlikte yan sektörler de hareketlenmeye başladı. Ulaşım araçları, konaklama yerleri, giysiler, bavullar, nasıl gezileceğine dair seyahat kitaplar yazılmaya başlandı. Ancak bunlar hep soylu sınıfa yönelik çabalardı.

Ancak “profesyonel eğitim yolcusu olmak” için daha uzun yıllar geçmesini beklemek gerekecekti. Amerika’daki yerlilere frengiyi bulaştıran Avrupalılardı. İnkaları, Aztekleri tarihe gömen de onlardı. Mısır’ın, Anadolu’nun tarihi eserlerini yağmalayıp şu anda görkemli müzelerinde sergileyen Avrupalı aydın kişilerdi. Nitekim Napolyon Doğu seferini gerçekleştirdiğinde beraberinde ressamları da götürmüştü. Doğu seferinden sonra Avrupa’da Ampir üslubu denilen bir sanat akımı ortaya çıkmıştı. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte tarih ve arkeolojiye de merak arttı. Gezginlerin sayısı çoğalıp arkeolojideki yağmalar da artmıştı. Anadolu’dan Mısır’dan, Irak’tan tarihi eserler yağmalanıp, yurtdışına kaçırıldı. Yağmaların son örneği ise, Körfez savaşında ve Irak Savaşı’nda yaşandı. Teknolojik gelişmeyle birlikte ulaşımdaki kolaylık, turizmi çeşitlendirdi. Gençlik turizmi, bilimsel kongre turizmi, teşvik edici geziler, spor turizmi derken kitle turizmi akıl almaz boyutlara ulaştı.

Osmanlı’da seyyah bol. Oryantalizm, sayısız seyyahı Osmanlı topraklarına çekiyor. 19. yüzyılda Osmanlı’da “ecanib sınaatı” ya da turizm endüstrisi yeşermeye başlıyor. Kırım Savaşı ertesi İstanbul şenleniyor. 1863’te Sultanahmet Meydanında açılan Sergi-i Umumi-i Osmani iç turizmin başlangıcı oluyor. Marmara’ya civar yörelerden sergiyi görmeye gelenlere o günün gazeteleri geniş yer veriyor. Anadolu demiryolu, İzmit ve yöresinden sergiye sürekli ziyaretçi taşıyor. Turizm denince konaklama ve beslenme akla geliyor. Osmanlı’da otel ve lokanta reklamlarına 1860’lı yıllardan itibaren rastlıyoruz. Ruzname-i Ceride-i Havadis 6 Ocak 1862 günlü sayısında şu reklama yer veriyor; “Beyoğlu’nda Galatasaray karşısında Yani Dimitri nam kimesne Osmanlıya mahsus et’ime-i nefise-i mütenevvia (değişik türde nefis yemekler) tabh ettirip takımları ve mahalli ve hizmetçileri olduğundan ve mahall-i merkumede yatak lokantası dahi olup üç yataklı ve iki ve bir yataklı kamaraların yorgan ve çarşafları gayet temiz bulunduğundan beytutet edecek (geceleyecek) olanların ehven suretle istirahat edeceklerini sahib-i lokanta taahhüd eder.”

Bu dönemde otel sözcüğü henüz kullanılmıyor. Kervansaray ve han türü gecelenen yerler Beyoğlu’nda “yatak lokantası” olarak anılıyor. Nitekim 1868’te yayımlanan ve İstanbul’un reklamları içeren ilk ticaret rehberi olan L’indicateur constantinopolitain: Guide commercial’de Fransızca “hotel” karşılığı “lokanta” olarak gösteriliyor. Reklamdaki “Osmanlıya mahsus et’ime-i nefise-i mütenevvia” ise “Osmanlı mutfağının nefis yemekleri” anlamına geliyor. 1868 kaynağında bu otelin adı Petersburg. Adresi: Grand’Rue 220, Pera. Dönemin diğer ünlü otellerini sayalım; Luxemburg, Paris, Univers, Grande Bretagne, Bizans, Orient, Angleterre (İngiltere), Elysee Français, Grand Balcon, Peşte, Tobias. Grand Balcon ve Tobias Galata’ta, diğerleri Beyoğlu’nda. İstanbul kısa sürede turist merkezi olmuşa benziyor.
 

İlk turizm reklamı yine Ruzname-i Ceride-i Havadis’te yer alıyor. Aşağıdaki reklam, gazetenin 21 Haziran 1863 tarihli nüshasından. Reklamı veren, Beyoğlu’nda kurulmuş olan Mösyö Misiri’nin “seyahat acentası”. Şöyle diyor reklam; “Dersaadet ahalisinden Avrupa’nın başlıca şehirlerini görmek isteyen zevat için suhulet ve az masrafla seyr-ü seyahat etmek üzere Beyoğlu’nda ‘Mösyö Misiri’ tarafından bervech-i ati bir şirket akd ve tesis olunmuştur. Mezkur seyahat kırk iki gün zarfında ikmal edilerek bilcümle mesarifatıyla yalnız yetmiş beş Osmanlı lirasına olacaktır. Bu babda daha ziyade malumat almak murad olunur ise Beyoğlu’nda dörtyol ağzında İngiltere Hoteli sahibi mumaileyh Mösyö Misiri tarafına müracaat olunması lazım gelecektir.”

Reklama göre, seyahat acentesi, İngiltere Oteli sahibi Mösyö Misiri tarafından işletiliyor. 42 günlük Avrupa gezisinin bedeli 75 Osmanlı lirası. Hizmetçiler için ise bu bedelin yarısı. O günün koşullarına göre hiç de küçümsenecek bir ücret değil. Robert College’in yıllık yatılı ücreti o yıllarda 44 Osmanlı lirası. Niharisi ise 10 Osmanlı lirası. Seyahat etmenin üst gelir gruplarına özgü bir uğraş olduğu bariz. Bu ilanın en belirgin yönü Osmanlı’nın bugün package tour diye bilinen yöntemi daha o tarihlerde uygulamaya sokması. Günümüz seyahat acenteleri de farklı bir hizmet getirmiyorlar. Türkiye’de de turizm endüstrisi ya da kitle turizmi büyük ölçüde 1950’li yıllarla birlikte gündeme geliyor. İstanbullu önce Adalar’ı, Caddebostan, Suadiye’yi; ardından Erdek’i, Ayvalık’ı; Kuşadası, Bodrum, Marmaris’i ve nihayet Antalya sahillerini keşfediyor.

Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 12.06.2007

BALİNANIN İÇİNDEN ANTİKA ÇIKTI

 

Alaska açıklarında yakalanan elli tonluk bir balinanın içinden 19. yüzyıla ait bir silah parçası bulundu.

 

Massachuset eyaletine bağlı New Bedford'da (zamanın balina avı merkezlerinden) üretildiği saptanan silah, 1890'lardan kalma. Metal bir silindir fırlatılarak hedefe saplanıyor ve içindeki patlayıcının patlaması ile balinayı hemen öldürüyor. Yüzyıl önce böyle bir saldırıdan kurtulduğu anlaşılan balina, geçtiğimiz günlerde benzer bir yöntem ile yakalandı. Boyun hizasında saplı bulunan metal ok, balinaya zarar vermiş olsa da hayatını sürdürmesine engel olmamış.

 

Balinaların yaşı, göz lenslerinde bulunan amino asitler yardımı ile saptanıyor. Bugüne kadar saptanmış en yaşlı balina yaklaşık 200 yaşında. Alaska açıklarında avlanan bu balinanın ise 130 yaşında olabileceği düşünülüyor. Yüz yaşından büyük balinalara çok sık rastlanmıyor.

Yahoo News, Çev. Yüksek Zemin Arayışı, 14.06.2007

TARİHİ SAAT KULESİ ONARIMDAN GEÇİRİLECEK

 

Fotoğraf Altı: 1 Eylül 1901'de yapımı tamamlanan Tarihi Saat Kulesi, 1 Şubat 1974'teki 5.2'lik büyük depremde büyük zarar görmüştü

 

Yaklaşık bir asır önce Padişah Sultan II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yıldönümü nedeniyle İzmir'de Konak Meydanı'nda inşaa edilen ve bugüne kadar ayakta kalmayı başarabilen Tarihi Saat Kulesi, Büyükşehir Belediyesi tarafından onarılacak. Büyükşehir, önümüzdeki haftalarda tamirat projesi için ihaleye çıkacak. Projenin İzmir 1 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanmasının ardından başlayacak onarım çalışması ile Tarihi Saat Kulesi'nin zaman içinde yıpranan yerleri, aslına uygun olarak yenilenecek.


Son zamanlarda kulede yer yer meydana gelen çatlaklar nedeniyle harekete geçen Büyükşehir yetkilileri, kulede detaylı bir inceleme yaptı. Kentin simge yapısında gerçekleştirilen incelemeler sonucunda deformasyona ilişkin ciddi bulgulara ulaşılmasa da, yapının onarıma ihtiyacı olduğu yönünde fikir birliğine varıldı. Teknik elemanların hazırladığı rapor doğrultusunda Başkan Aziz Kocaoğlu, Tarihi Saat Kulesi'nin onarım çalışmalarına onay verdi.

Yeni Asır, Haber: Ertan Gürcaner, 12.06.2007

BODRUM'DA 100 YILLIK ZEYTİN AĞAÇLARI KÜL OLDU

 

Muğla'nın Bodrum İlçesi'ndeki zeytinlik alanda çıkan yangında 300'e yakın asırlık zeytin ağacı kül oldu. Ortakent beldesi Yaka mevkiinde dün akşam saatlerinde çıkan yangının elektrik tellerinin birbirine sürtmesinden dolayı çıkan kıvılcımların kuru otları tutuşturmasından kaynaklandığı öğrenildi. Dört saat sürdükten sonra kontrol altına alınan yangının yaklaşık 4 hektarlık alanda etkili olduğu bildirildi.

 

Ortakent-Yahşi Belediye Başkanı Mehmet Kocadon yanan asırlık zeytin ağaçlarının Bodrum'un en eski zeytin ağaçları olduğunu ve bu ağaçların Bodrum'un simgelerinden olduğunu belirtti. Öte yandan Bodrum'un Yokuşbaşı semtinde yine elektrik tellerinden çıkan ve kuru otların tutuşması sonucu büyüyen yangında yarım hektarlık ormanlık alan yandı.

Sabah, Haber: Alp Arbak, 12.06.2007

TOPKAPI SARAYI PROTOKOL ARAÇLARINDAN ŞİKAYETÇİ

 

Protokol araçları Topkapı Sarayı Bab-ı Humayun Kapısı'ndan geçmekte ısrar edince, müze müdürlüğü devlet erkanını bakanlığa şikayet etti.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç tarafından, geçtiğimiz yıl, Bab-ı Humayun Kapısı'ndan geçilerek Topkapı Saray Müzesi 1. Avlusu'na araçla girmek yasaklanmıştı. Bu süre zarfında da çevre ve yol düzenlemesi bitirilerek, Bab-ı Humayun Kapısı daha güzel bir görünüme kavuşturuldu. Ancak, sarayın tarihi dokusunun zarar görmemesi adına başlatılan uygulama, yine devlet erkanına ait protokol araçlarınca delindi. Araçlar, tarihi kapıya zarar vererek avluya girmeye çalışınca, saray görevlileri ile protokol araçlarının şoförleri ve korumaları arasında, avluya araçla girilip girilmemesi noktasında sürekli olarak tartışma yaşandı. Protokol araçları ile başa çıkamayan Topkapı Sarayı Müzesi Müdür Vekili Nurullah Çakır, ilgili protokol amirliklerine uyarı yapılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na durumu bildirdi. Bakanlık da, İstanbul Valiliği, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, turizm meslek birlikleri ile protokol müdürlüklerine uyarı yazısı gönderdi. Bakanlık yetkilileri, Bab-ı Humayun Kapısı'ndan geçen protokol araçları sebebi ile, saray önünün sürekli tartışmalara sahne olduğunu belirtti. Yetkililer, uyarı yazısının dikkate alınmasını istediklerini, aksi takdirde, tarihi kapının halk tarafından değil, halka örnek olması gereken devlet erkanı tarafından tahrip edileceğini dile getirdi.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 12.06.2007

MAĞARALAR İLGİ BEKLİYOR

 

Konya'da birbirinden güzel yaylaları, pınarları, su kaynakları, akarsuları, vadileri, yüksek dağları ile dünyaca ünlü yer altı ve yerüstü mağaralara sahip Derebucak İlçesi'ndeki bu güzellikler değerlendirilmeyi bekliyor.

İlçede gizli kalmış mağaraların bazıları özellikleri nedeniyle dünya çapında bir üne sahip olmasına rağmen, ulaşım şartları nedeniyle her geçen gün ziyaretçilerini kaybediyor. Mağaraların yeniden ilgi çekmesi ve bölgenin cazibesinin eski günlerine kavuşabilmesi için Beyşehir-Antalya Karayolu’nun bir an önce açılmasının gerekliliğine dikkat çekiliyor.

Çeşitli özelliklere sahip Balatini, Körükini, Büyük Düden ve Düden Deliği olarak yöre halkı tarafından adlandırılan mağaraların geçmiş yıllarda insanların sığınak ihtiyacına cevap verdiği öğrenilirken, Suluin (mağara), Karain (mağara), Kayadibi, Culadeliği (kar deposu), İpsizin bucak, Düdenardı, Havala, Çatalerik, İnardı ve Karaşıhı da yöredeki diğer inler olarak biliniyor.

Konya Hakimiyet, 11.06.2007

"İMAR PLANIMIZ HAZIR, GALATAPORT DA İHALEYE ANITLAR KURULU ONAYINDAN SONRA ÇIKILACAK

 

Salıpazarı-Karaköy Kruvaziyer Liman Kompleksi'nde (Galataport) yeniden ihaleye çıkılması için Anıtlar Kurulu'ndan çıkacak karar bekleniyor. İmar planı taslağını iki ay önce kurula teslim ettiklerini belirten Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci, ihale sürecini başlatmak için kararı beklediklerini söyledi.

İhalenin tekrar 49 yıllığına kiralama şeklinde yapılıp yapılmayacağı ise henüz belli değil. Başkan Kilci, sürenin kısalabileceğini kaydederken, "Daha önce ortaya çıkan rakamlar yap-işlet-devret modeline göreydi. Şimdi tamamen Özelleştirme Kanunu çerçevesinde yapılıyor. Muhakkak çok şey değişecek." bilgisini veriyor. Galataport için 1,5 yıl önce çıkılan ihalede, İsrailli işadamı Sami Ofer ile Türk ortağı Mehmet Kutman'ın oluşturduğu konsorsiyum, 49 yıllığına 4,3 milyar dolar önermişti. Ortakların, açık alanı 100 bin, kapalı alanı ise yaklaşık 300 bin metrekarelik projesinde toplam 750 odalı 5 yıldızlı otel ve 4 yıldızlı oteller, alışveriş merkezleri, fast-food yerleri, kruvaziyer liman (gümrüklü saha), free-shoplar, otopark ile müze planlanıyordu. Ancak Danıştay 6. Dairesi'nin Ocak 2006'da projeyle ilgili olarak Kültür Bakanlığı'nca hazırlanan imar planının geçersiz olduğu yönünde karar vermesi üzerine ihale askıya alınmıştı. 22 Temmuz'daki milletvekili seçimlerine doğru geri sayım sürerken, ekonomi gündemin alt sıralarına düştü. Bu arada kısmen yavaşlama olsa da özelleştirme takvimi planlanan çerçevede ilerliyor. Sıradaki ihaleler hakkında Zaman'a açıklamalarda bulunan Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci, Halkbank'ın halka arzını milat gibi görüyor. Kilci'ye göre yoğun ilgi, ekonomide puslu bir havanın olmadığının teyidi oldu. Ayrıca Türk ekonomisine olan güveni göstermesi açısından da büyük önem taşıyor. Sektörün yedinci büyük bankasının geçen ay yüzde 25'lik hissesinin satışına rekor talep geldi. Toplam talepte Türk sermaye piyasaları tarihinde ulaşılan en yüksek rakam oldu. Kilci, "Bu, 2004'ten beri Avrupa'da finans sektöründe yapılmış en büyük halka arz. Mükemmel bir sonuç elde ettik." diyor.
Zaman, Haber: Hüseyin Sümer - Ercan Baysal, 11.06.2007

BİR ZAMANLAR BİR KAPADOKYA KASABASI

 

1920'li yıllara kadar halkının çoğu Rum olan bir Kapadokya kasabasıydı Sinasos. Mübadeleye tabi tutulan Rumlar kasabanın sokak sokak fotoğraflarını çektirmişti. Bu fotoğraflar birbirinden güzel anlatımlarla yeniden gün ışığına çıktı.



Belediye Binası, Mübadele Komisyonu'na da ev sahipliği yapmıştı. 'Sinasos' albümünde, Çeşmede yerel giysiler içindeki kadınların bulunduğu 1924 yılına ait bir fotoğraf da var.



Büyük bir telaş yaşanıyordu. Kasabalarında, İstanbul'da, Atina'da, hatta Amerika'da dört ayrı komite kurulmuş; hepsi üzerlerine düşenin altından kalkmaya çalışıyordu. Artık 'Büyük Göç' başlayacaktı. Çok az bir süre kalmıştı. Binlerce yıldır yaşadıkları anayurtlarını terk etmek zorundaydılar. Bir daha geri dönmemek üzere çıkıyorlardı yola, bilmedikleri bir dünyaya doğru.


Konakları, kiliseleri, okulları, köprü ve çeşmeleriyle; kendine özgü mimarisi, eğitimli insanlarıyla halkın büyük çoğunluğu Rumlardan oluşan, 3 bin nüfuslu bir Kapadokya kasabasıydı Sinasos.
Yıl 1924'tü. Türkiye ile Yunanistan arasında 'nüfus mübadelesi' başlamıştı. Yer değiştirecekti yüz binlerce insan; Anadolu'dan Yunanistan'da, Yunanistan'dan Anadolu'ya doğru.

 

Merkezi komite İstanbul'daydı. Sinasosluların Pire'ye taşınmasını organize edecekti. Sinasos Komitesi cemaate ya da şahıslara ait mallardan kurtarabildiklerini kaydediyor, ayırıyor, kutulara yerleştiriyordu. Bunları güvenli şekilde Yunanistan'a ulaştırmayı üstlenmişti. Ayrıca kara ve denizyoluyla yapılan zahmet göz yolculuğuna nezaret ederek göçmenlerin yiyecek ve diğer ihtiyaçlarını karşılayacaktı.

Atina-Pire Komitesi'nin de zor bir görevi vardı. Sinasos göçmenlerini karşılayacak, zahmet ve masraflardan kaçmadan geçici bir süre için bakımlarını üstlenip onlara kalacak bir yer bulacaktı. Sonra da 'Yeni Sinasos'un kurulması için uygun bir yer arayacaktı.


Amerika Komitesi ise maddi yardım toplayarak göçmenlerin yerleştirilmesine katkı sunmayı hedefliyordu.


İşte bütün bu hengame içinde Serafim Rizos'un aklından hiç çıkmayan bir fikir vardı. Ama bir türlü de açıkça söyleyemiyordu. Çünkü çevresindeki insanlar; bir daha geri dönmemek üzere anayurtlarını terk etmenin, yeni ve bilinmeyen bir ülkeye göçmenin telaşına öyle kaptırmışlardı ki kendini; bir de bu durumun getirdiği gündelik sorunlarla öylesine meşgul ve kaynaklar açısından öylesine dardaydılar ki böyle bir lükse ilişkin herhangi bir teklifin hemen reddedileceğinden korkuyordu.


Sonunda dayanamadı, Sinasos Komitesi Başkanı olan ağabeyi Rizos N. Rizos'a düşüncesini açtı Serafim: "Göçmeden kasabamızın fotoğraflarını çekelim." Sonunda 20 liralık bir kaynak tahsis edildi fotoğraf çekimleri için.


"20 lirayla ne yapılabilirdi? Kastro'da bankerlik yapan iyi kalpli Pandazidis kardeşlerin çocukları, İosif'in oğlu Anastasis Pandazis ile İlia'nın oğlu İsaak Pandazis'in bir fotoğraf makinelerinin olduğunu duymuştum. Onları bularak 20 lira karşılığında 1 Haziran 1924'ten ay sonuna kadar köyün farklı bölgelerini birlikte dolaşmak ve işaret edeceğim şeylerin fotoğrafını çekmek üzere anlaştım."


Serafim; mahallelerin, kiliselerin, okulların, mimari değeri olan yapıların, kadın ve erkek giysilerinin, yöresel oyunların, çeşmelerin, pazaryerinin görüntülenmesini istedi.


Yunanistan'a göçerken İstanbul Komitesi'ne uğradı ve doktor İoannis Arhelaes'e fotoğraf plakalarını bıraktı, bir ricasıyla birlikte: "Bir Sinasos albümü hazırlayalım."
 

"Böylece göçmenlik dalgasıyla sürüklenerek Yunanistan'a gittim. Bir gün, Nea İonia'daki Podarades'te, çalıştığım halı fabrikasına postayla ağır bir paket geldi. İçinden, kedersiz köyümüzün, serhattaki Küçük Asya Rumlarının asude, bilinmeyen, uzun tarihinin yegane hatırası, 'Doğu'nun İncisi' albümü çıktı."


Kapadokya Rum cemaatlerinin tarihi konusunda derin bilgiye sahip olan Evangelia Balta işte bu 82 fotoğraftan oluşan 'Doğu'nun İncisi Sinasos' albümünden yola çıkmış. Yunanistan'daki diğer kurumsal ve kişisel arşivlerdeki görsel unsurlarla zenginleştirmiş. Küçük Asya Araştırmaları Merkezi tarafından yapılan sözlü tarih çalışmalarında yer alan Sinasos'un eski sakinlerinin anlatılarıyla birleştirmiş ve ortaya 240 sayfalık, görsel ve sözel açılardan çok zengin bir yapıt çıkarmış; 'Sinasos-Mübadeleden Önce Bir Kapadokya Kasabası.'


Kitapta bu Kapadokya kasabasının; Anadolu coğrafyasında, iyi eğitimli insanlardan oluşan, dünyaya açık, modern mimariye sahip bir yerleşime dönüşmesinin öyküsü de var. Yeterince işleyecek toprakları yokmuş Sinasosluların. Nüfus artınca köyde yaşam zorlaşmış. Gurbete çıkmaya başlamışlar. Köyün papazı dualarla uğurlarmış gençleri İstanbul'a.

Sözlü tarih çalışmalarında yer almış bu çileli yolculukları Sinasosluların: "Açık havada gecelerdik. Türk köylerinden geçtiğimizde bize süt, yoğurt ve yumurta verirlerdi. Ankara'ya sekiz günde varırdık. Ankara'da bir gün kalarak at ya da katırlarımızı nallar, tekrar yola çıkardık. 12'nci günde İzmit'teydik. Oradan trenle Haydarpaşa'ya geçerdik. Orada bizi akrabalarımızla dostlarımız bekler, İstanbul'a götürürlerdi. İstanbul'a gidenlerin çoğu, mal mülk edinmiş olarak 10-15 yıl sonra dönerdi. Köye gelip evlenirler, eşlerini köyde bırakıp ya da yanlarına alarak tekrar gurbete çıkarlardı. Yeni evli kadınlar, kocalarını 10-15 yıl sonra tekrar görebiliyorlardı. Erkekler eşlerini hamile bırakıp gidiyor, döndüklerinde 12 yaşında delikanlılarla karşılaşıyordu."


Ancak bu 'gurbetçilik' Sinasos'un zenginleşmesine, İstanbul'da para kazanan Sinasosluların payitahtta en seçkin kişiler arasına girmesine yol açmış. Ancak insan merak etmekten de geri duramıyor bu havyarcılık, balıkçılık nereden bulaşmış bu Kapadokya Rumlarına? Kitapta onun da yanıtı var. Sinasoslular, İstanbul'da havyarcılık yapıyorlar, Karadeniz ve Marmara'nın balıklarını tuzlama zamanı; sardalye, uskumru, çiroz, palamut tuzluyor ve Rusya'dan getirttikleri siyah havyarın ticaretini yapıp Osmanlı İmparatorluğu'nun taşrasına dağıtıyorlarmış.

"Bu zenaat sayesinde zenginleşerek, köyleri Sinasos'u bir mücevhere çevirdiler. Her Sinasoslu ailenin İstanbul'un bir havyarcısında çalışan bir üyesi vardı. Sinasosluların, Anadolu'nun dağlarıyla taşları arasında yetişmiş Karaman asıllı bu insanların, havyarcılık mesleğine nasıl merak saldıkları hayranlık uyandırır. Bir söylenceye göre, 1821'den önce İstanbul'un bütün havyarcıları Sakız Adalıymış. Yunan ihtilaliyle Sakızlılar İstanbul'u terk edince, dükkanlarını döndüklerinde geri almak şartıyla Sinasoslulara geçici olarak devretmişler."


Birbirinden güzel anlatımlar, birbirinden güzel fotoğraflar var  'Sinasos' albümünde. Albümün editörü Balta "Atalarımın yurdunu" diyor, "Kapadokya'yı, bu büyülü yeri, büyükannemin anlattıklarına bakılırsa hem tatlı hem de acı olan bu yeri, daha çocukluğumdan beri, Kavala'nın bir göçmen mahallesinde büyürken sevmeye başlamıştım. Bu yurdun o zamanki tadı bugüne kadar damağımdadır. Büyürken Kapadokya ile ilgilenmek varoluşumun temel unsuru olmuştu. Albüme başlayınca insan 1900'lü yıllara doğru bir zaman tüneline giriyor. Hele bitirdiğinde; bütün bir kasabayı sokak sokak, ev ev, okul okul, insan insan, öykü öykü o kadar iyi öğreniyor ki "Vay canına!" diyor, "Demek ki ben de bir zamanlar Sinasosluymuşum!"

Radikal, Haber: Celal Başlangıç, 11.06.2007

'ÇUKUR HAN' ÇUKURDAN ÇIKARILACAK

 

'2008 Yılında Dünyada En Fazla Tehlike Altındaki 100 Tarihi Eser' listesine alınınca dikkatleri üzerine çeken Ankara'daki Çukur Han kurtarılarak, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin bir parçası yapılacak.





Dünya Anıtlar Fonu (World Monuments Fund-WMF) tarafından hazırlanan "2008 Yılında Dünyada En Fazla Tehlike Altındaki 100 Tarihi Eser" listesine alınan Ankara'daki Çukur Han önümüzdeki aylarda Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin bir parçası olacak.


Ankara Kalesi'nin hemen ön tarafındaki tarihi kent merkezinde yer alan Çukur Han, bir 18. yüzyıl yapısı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde cezaevi olarak kullanıldığı belirlenen Çukur Han, Ankara'da Osmanlı dönemi kervansaray örneği olarak ayakta kalmış az sayıdaki tarihi yapılardan biri.


Mülkiyeti, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde olan Çukur Han, ahşap kısımları tümüyle çürümesi ve zaman zaman evsizlerce kullanılması nedeniyle WMF tarafından "2008 Yılında Dünyada En Fazla Tehlike Altındaki 100 Tarihi Eser" listesine alındı.

Milliyet'in, WMF ve WMF'nin yaptığı listeye ilişkin soruları yanıtlayan Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Türkiye'den bu listeye giren Çukur Han, Hasankeyf, İstanbul Surları, Meryem Ana Kilisesi ve Kızıl Kilise'nin tahribata uğradığını yakından bildiklerini ifade etti.


Koç, şunları söyledi: "Ben hepsinden önce de farkındayım. Dedikleri yanlış değildir, lakin biz çalışıyoruz. En önemlisi İshak Paşa Sarayı değil mi? İshak Paşa Sarayı üzerinde çalışıyoruz. Meryem Ana Kilisesi üzerinde de çalışıyoruz. Ben işime sahibim ama onlar elbette buna sahip çıkacaktır. Bunlar çünkü sadece benim malım değil, dünyanın malıdır, korumak mecburiyetindeyiz."

Koç, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan Çukur Han için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ankara Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanmış protokol çerçevesinde hareket edileceğini anımsattı. Çukur Han'ın, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin genişletilmesi projesiyle restore edileceğini söyleyen Koç, Büyükşehir Belediyesi'nden aldığı bilgi çerçevesinde yakın zamanda çalışmalara başlanacağını ifade etti. Böylece restorasyon sonrasında Rahmi Koç Müzesi'ne dönüştürülen Çengel Han gibi Çukur Han'ı da geleceğe taşıyacaklarını kaydeden Koç, Avrupa'dan müzecilik ödülleri almış olan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ni de çevresindeki tarihi yapılarla zenginleştireceklerini anlattı.


Koç'un anımsattığı proje kapsamında, Ankara Büyükşehir Belediyesi, Çıkrıkçılar Yokuşu'nda yıkılması planlanan dükkanlardan bazılarını kamulaştırdı. ASKİ'ye ait su deposunun bulunduğu arazinin müzeye dahil edilmesi ve Ulus İlk Meclis İlköğretim Okulu'nun tarihi binasının yeniden düzenlenmesi kararlaştırıldı.

Milliyet, Haber: Yıldız Yazıcıoğlu, 11.06.2007

ASKLEPİON RESTORE EDİLİYOR

 

İzmir'in Bergama İlçe Belediye Başkanı Raşit Ürper, tarihi Asklepion'a yeni bir çehre kazandırmak için çalışma yürüttüklerini bildirdi. Ürper, her yıl yüz binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Asklepion'un, girişinde bulunan ve askeri yasak bölge içinde kalan bilet satış gişesi, iş yerleri ve tuvaletlerin yerini değiştirerek, yenilediklerini belirtti. Ürper'in verdiği bilgiye göre, yeni projeye göre ihalesi yapılan Asklepion'a giriş Atmaca Mahallesi yönünden olacak. Projenin 6 ay içinde tamamlanması planlanıyor. Bölgeye, giriş bilet gişeleri, otopark ve 8 iş yeriyle tuvalet inşa edilecek. Bergama'daki Asklepion, dünyanın ilk sağlık yurtlarından biri olarak kabul ediliyor.

 

Öte yandan, Osman Bayatlı Caddesi'nde bulunan ve 1985 yılına kadar kullanılan tarihi Küplü Hamam'ın da restore edilmesi planlanıyor. Yaklaşık 22 yıldır harabeye dönüşen tarihi yapı, tekrar bölge insanı ve turizmin hizmetine sunulacak. Projenin 6 ayda tamamlanması planlanıyor. Tarihi Küplü Hamam'ın yapım tarihi bilinmemekle beraber, 1341-1350 yılları arasında yapıldığı tahmin ediliyor. 19. yüzyıla kadar hamamda bulunan, daha sonra yurt dışına kaçırılan ve bugün Paris Louvre Müzesi'nde bulunan antik mermer bir küp nedeniyle hamamın adı Küplü Hamam olarak anılıyor.

 

Bergama'da tarihi hamam olan Çarşı Hamamı'nın da restorasyonunun en kısa sürede İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce yapılmasını talep ediliyor.

Trt/Haber, 11.06.2007

SUALTI MÜZESİ SANAL DÜNYADA

 

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından oluşturulan internet siteleri aracılığıyla, dünyanın her noktasından sanal alemde izlenmeye başlandı.

Müdür Yaşar Yıldız, "Bodrum’a gelemeyenler veya gelmek isteyip önceden müze hakkında bilgi almak isteyenler internet sitelerimizi ziyaret edebilir. Her yıl 200 binin üzerinde turistin ziyaret ettiği müzeye sanal alemdede milyonlarca kişinin ziyaret etmesini bekliyoruz" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi İşlem Koordinatörlüğü ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nce Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin sanal ortamda gezilmesine olanak sağlayan internet siteleri Türkçe ve İngilizce olarak hizmete sunuldu.

Antik Halikarnassos kentinin tarihçesi, Kral Mousolos’un yaşamı, dünyanın en eski batığı olan Uluburun Batığı’ndan Kraliçe Ada ile mezarından çıkarılan paha biçilmez eserlerin ve mücevherlerin bulunduğu müzenin www.kulturturizm. gov.tr , www.kultur.gov.tr, www.turizm.gov.tr ve www.goturkey.com.tr adreslerinden 360 derece panoramik görüntülerle izlenebileceği bildirildi.

Yıldız, sanal alemde müzeyle ilgili yayınlanacak görüntülerden sonra tarihi mekana olan ilginin büyük oranda artacağını umduklarını belirtti.
Hürriyet Ege, 11.06.2007

KAZI YAPARKEN AKREP SOKTU

 

Batman'ın Hasankeyf İlçesi'nde akrep sokması sonucu zehirlenen kişi hastaneye kaldırıldı.

 

Tarihi Hasankeyf kalıntılarında sürdürülen arkeolojik kazı çalışmasında işçi olarak çalışan Ahmet Demir'i (50), akrep soktu. Arkadaşları tarafından Batman Devlet Hastanesi'ne kaldırılan Demir, buradaki ilk müdahalenin ardından Diyarbakır'a sevk edildi.

Bursa Hakimiyet, 11.06.2007

İLK ARABA VAPURU BİR TÜRK'ÜN ESERİ

 

İDO (İstanbul Deniz Otobüsleri)’nin katkılarıyla, araştırmacı Dr. Murat Koraltürk’ün hazırladığı kaynak niteliğindeki Şirket-i Hayriye kitabı, 163 yıllık bir seyahat tarihinin seyrini; belgeleri, resimleri ve bu uzun deniz öyküsünü kahramanlarıyla sunuyor.





Kitaptaki bilgilere göre, Boğaziçi’nde ulaşıma rağbetin artmasıyla yolcu taşımacılığı yapacak bir buharlı gemi işletmesine duyulan ihtiyacı gidermek üzere kurulan Şirket-i Hayriye’nin kuruluşu yönünde ilk adımı Ahmet Cevdet ve Fuat Paşa’lar atar. Kurulacak vapur işletmesinin önemini dile getiren layihayı kaleme alarak bu layihayı İstanbul’daki resmi makamlara ileterek Şirket-i Hayriye’nin kuruluşu için ilk girişimde buluşmuş olur. Sultan Abdülmecid Han’ın iradesi ile Şirket-i Hayriye resmen kurulur.

Hüseyin Haki Efendi şirketin müdürlüğüne getirilince şirket adına yeni yeni girişimlerde bulunur. Boğaz’da at, araba ve eşya nakline bir kolaylık bulmak amacıyla İskender Efendi ile şirketin Hasköy’deki fabrikasının sermimarı Mehmed Usta ile başbaşa verip o güne kadar benzeri görülmemiş bir tekne tipi çizer. Bugün araba vapuru dediğimiz, iki tarafından da karaya indirilecek kapakları bulunan, hem ileri hem de geri gidebilen araba vapuru ya da feribot dediğimiz gemilerin gerçek bir prototipidir bu tekne.


Ana güvertesi baştan sona dümdüzdür, buraya atlar, arabalar alınacaktır. Yolcuların yeri ise üstteki salondadır. Haki Efendi, çizdikleri eskizleri Mehmed Usta’yla İngiltere’deki Maudslay Sons And Elelds tezgahlarına gönderir. 26 numara verilecek Suhulet (Kolaylık) adlı bu ilk araba vapurunun inşası, 1871 yılında sona erer. Uzunluğu 45.7 m, genişliği 8.5 m olan gemi yandan çarklı ve saatte 7 mil hız yapar. Velhasıl Suhulet 1872 yılında hizmete başlar.


Suhulet’in gelişinden memnun olmayan kayıkçılar tüm yolcularını kaybetmiştir. Önceleri Suhulet’in camlarını taşlarlar, kimi zaman ise hiç olmadık yerlerde vapurun karşısına çıkıp durdurmaya çalışırlar. Suhulet ilk seferinde Üsküdar’dan alacağı bir topçu kıtasını karşıya, Kabataş’a geçireçektir. Kayıkçılar hemen kayıklarını yan yana, birbirlerine zincirleyerek iskelenin önünü kapatırlar. Akıllarınca, Suhulet’in gelip iskeleye yanaşmasını engelleyeceklerdir. Ama oradaki topçu bataryasının subayı topları üzerlerine çevirince zincirleri tez elden çözmekten başka çare kalmaz. İşte dünyanın ilk araba vapuru olan yandan çarklı Suhulet, tam 89 yıl hizmet verdikten sonra 1961’de sökülmek üzere satılır.

Türkiey Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 11.06.2007

NAPOLYON'UN KILICINA 4.8 MİLYON EURO VERİLDİ

 

Napolyon'un 1800 yılında İtalya'daki Marengo Savaşı'nda taşıdığı kılıcı, Fransa'nın başkenti Paris'in Fontainebleau Müzayede Evi'nde dün düzenlenen açık artırmada 4.8 milyon euro'ya (6.4 milyon dolar) satıldı.


Müzayedeci Jean-Pierre Osenat ise kılıcın, kimliğini açıklamadığı, ancak nüfuz sahibi diye tanımladığı bir kadın tarafından "Babalar Günü hediyesi" olarak kocası için alındığını söyledi.

Milliyet, 11.06.2007

AYDIN BEY'İN HİLTON BASKISI

 

Hilton arazisinde kendisine haksız kazanç sağlayacak yeni imar planı için başvuran Aydın Doğan, seçim atmosferinden yararlanarak, kar peşinde koşuyor. Anıtlar Yüksek Kurulu’nun çivi bile çakılamaz kararına karşın Aydın Doğan, belediye üzerinde baskı yaratmaya başladı

Aydın Doğan’ın, milyarlarca dolarlık haksız kazancı içeren Hilton Planı’na, yasalar ‘dur’ dedi.

Umudunu Büyükşehir İmar Müdürlüğü ve Belediye Meclisi kararlarına bağlayan Aydın Doğan, İstanbul’u çirkinleştirecek planı için seçim ortamını kullanarak, kulise başladı.

Koruma Kurulu kararıyla milyarlarca dolarlık haksız kazançtan olan Doğan, seçim dönemini fırsat olarak değerlendirmek istiyor.

Doğan, zenginliğine zenginlik katacak planı için seçim sürecinde Büyükşehir Belediyesi İmar Müdürlüğü üzerinde baskıyı yoğunlaştırdı.

Bu arada Aydın Doğan’ın hevesini kursağında bırakan gelişmeler de yaşanıyor. Bunların en önemlisi İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından alınan kararla yaşandı. Kurul, Hilton Oteli’nin de içinde bulunduğu bölgeyi SİT alanı ilan ederken, Hilton Oteli binasını da taşınmaz kültür varlığı olarak tescil etti. Buna göre araziye hiçbir şey yapılamayacağı gibi otel binasına da dokunulamaması gerekiyor.






Doğan Grubu’nun Hilton’u aldıktan sonra gerçekleştirdiği 3.5 milyar dolarlık atakta yeni bir etaba geçiliyor. Grubun, Emekli Sandığı otellerinin özelleştirmesinde 255 milyon dolara satın aldığı Hilton Oteli arazisine, milyar dolarlık planlar yaptığı ve bu konuda Şişli Belediyesine dilekçe ile başvurmuştu. Şişli Belediyesi, 300 dilekçe sahibiyle birlikte bu dilekçeyi de kabul ederek, Büyükşehir İmar Müdürlüğü’ne sevk etmişti.

Büyükşehir İmar Müdürlüğü üzerinde baskı oluşturmaya başlayan Doğan, seçim arifesinde bölgeye yönelik değişiklik raporlarını istediği gibi tamamlatarak, Büyükşehir Meclisi’ne onaylatmak istiyor.

Aydın Doğan, Ortadoğu Otomotiv kanalıyla, Hilton’u arazisiyle birlikte almıştı. Daha sonra 255 milyon dolara aldığı Hilton Oteli’nin arsasına dev bir kompleks yapmak için resmi talepte bulundu.

Ortadoğu Otomotiv, Şişli Belediyesi’ne başvurarak İstanbul’un en gözde yeri Taksim’deki Hilton Oteli’nin 63 dönümlük arsası için 0.7 olan emsalin 2.7’ye çıkarılmasını talep etti. Şişli Belediyesi 2.5 emsal izni verdi ve onay için Büyükşehir Belediyesi’ne gönderdi.

 

Aydın Doğan’ın istediği olursa, araziyi aldığı sırada 43 bin metrekare olan kapalı inşaat alanı 233 bin metrekareye çıkacak.

Müteahhitler istenen yeni imar izni ile bu inşaatlardan Doğan’ın kasasına 3 ila 3.5 milyar doların geleceğini belirtiyor. Doğan, imar değişiklikleri konusunda uzman. Doğan’a ait İstanbul Mecidiyeköy’deki arazide de benzeri gelişmeler yaşanmıştı. Şu anda 12 kat temel sağlamlaştırma çalışmaları yapılan bu projenin inşaatını Taşyapı İnşaat yürütüyor.

 

Hilton arazisi üzerindeki kapalı inşaat alanını 43 bin 666 metrekareden 233 bin metrekareye çıkarmak için Şişli Belediyesi’ne plan değişikliğini onaylattıran Aydın Doğan’ın şirketi Ortadoğu Otomotiv, milyarlarca dolarlık rant operasyonunu başlattı. Yasaların dur demesine karşın Doğan, yetkililer üzerindeki baskıyı artırdı.

 

Aydın Doğan, elindeki medya gücünü kullanarak Petrol Ofisi’nde ortaya çıkan milyarlık vergi borcunu da kuşa çevirmeyi başarmıştı. Aynı Aydın Doğan, şimdi aynı yöntemle, Hilton arazasinde milyar dolarlık haksız kazanç sağlamanın peşinde koşuyor. Doğan’ın istediği imar plan değişikliği kabul olursa, İstanbul silüetine bir darbe daha vurulurken, Doğan’ın cebine de milyarlar girecek.

 

Hilton’un bulunduğu bölgenin tarihsel ve kentsel SİT alanı olduğunu söyleyen Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhcu, aksi halde dava açacaklarını söyledi. Doğan’ın Hilton arazisi üzerinde emsal artırarak turizm, ticaret ve konut alanları inşaat etme projesine sivil toplum kuruluşlarından da tepki var. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Eyüp Muhcu bölgenin tarihsel ve kentsel SİT alanı olduğuna işaret ederek, “Oraya bir çivi bile çakamazlar” dedi. Bu nedenle bölgede bir yapılaşmaya gidilmesinin imkansız olduğuna işaret eden Muhcu, “Biz Mimarlar Odası olarak hukuki yollara mutlaka başvuracağız” diye konuştu.

 

Şehir Plancıları Odası Başkanı Ahmet Turgut, emsal değişikliği talebinde hata olduğunu söyleyerek, “1/5000’lik planların değişikliği için Şişli Belediyesi’ne değil, Büyükşehir Belediyesi’ne talep götürmek gerekir. Şişli Belediyesi’nin 1/5000’lik plan ile ilgili aldığı bir kararın hukuki geçerliliği olamaz, sadece tavsiye niteliğinde olabilir” dedi. Turgut, civardaki yoğunluğun dikkate alınarak emsal verilebileceğini dile getirdi. Bölgenin İstanbul için çok önemli olduğuna değinen Turgut, “Eğer talep edilen değişiklik çevreyle uyum içinde değilse, o zaman yanlış olur” diye konuştu.

 

İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Cemal Gökçe, bölgedeki emsal ile oynamanın yeşil alanları yok etmek olacağını belirterek şu bilgileri veriyor: “Hilton arazisi üzerindeki bina yoğunluğunun artırılması doğru bir şey değil. Hilton’un bulunduğu bölge trafik açısından yoğun, altyapı açısından yetersiz bir bölge. Hilton’un da üzerinde bulunduğu arazi şehrin ve dolayısıyla burada yaşayan insanların nefes alması için özellikle yeşil alan olarak tutuldu. Hilton arazisinin binayla dolması yeşil alanı yok etmesi anlamına gelir ki bu bir felaket. Kimse aptal değil ki. Karayolları arazisi de İETT garajı arazisi de böyle. Hilton’da yoğunluk değişmesi kente çok büyük bir zarar olacaktır.”

Anıtlar Kurulu, oteli kültür varlığı, alanı da SİT olarak kabul etti

Hilton arazisi, plan değişikliği talebine karşı SİT alanı ilan edildi. İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, oy çokluğu ile aldığı kararla, Hilton Oteli’nin yer aldığı 1759 nolu yapı adasını kültür varlığı olarak onayladı. 11 Nisan’da alınan bu karar, Aydın Doğan’ın araziye rezidans, iş merkezi yapma hayalinin sonu olarak yorumlandı.

Hilton Oteli’nin Türkiye mimarlığının genç modern-uluslararası üslup niteliği taşıması, dönemi simgeleyen örnek yapılardan olması nedeniyle taşınmaz kültür varlığı olarak tesciline karar veren kurulun, görüşü de şöyle:

“Hilton Oteli’nin yanı sıra içinde bulunduğu doğal çevreyle, bitki örtüsüyle birlikte 11 Mart Vakası’nın yaşandığı Taşkışla gibi önemli tarihi olaylara sahne olan, tarihi, mimarı, estetik özellikleri nedeniyle değer taşıdıkları için taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilen Radyoevi, Açıkhava Tiyatrosu, Lütfi Kırdar Spor Sarayı, Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, Demokrasi Parkı içindeki yapı ve yapı kalıntıları, Küçük Çiftlik yapıları, havuz ve bahçeleri ile Dolmabahçe Sarayı’nın aydınlatılması için yapılmış olan binaları içine alan kısmen imara açılmış olmasına karşın, 1937 tarihli Atatürk’ün de onayladığı Prost planda, Dolmabahçe, Maçka, Taşkışla, Harbiye arasında planlanan yeşil alanların günümüze gelebilen, Beyoğlu Kentsel Sit alanının devamında yer alan eski paftalarda sınırları belirtiline alanın, 19.4.1996 tarih ve 421 sayı ve Ekim 2006 tarih ve 720 sayılı ilke kararlarına göre Tarihi ve kentsel sit alanı olarak belirlenmesine karar verilmiştir.”

Akşam, 11.06.2007





TAYHaber Bilgi: İstanbul Hilton Oteli, 1950'lerdeki Türk mimarlığının, Avrupa ve ABD'de giderek yaygınlaşan Modern Mimarlık'ın etkisi altında rasyonalizme yönelmesinin bir örneğidir. İkinci Dünya Savaşı sonuçlanmış, Türkiye siyasal ve kültürel olarak Batıya iyice yakınlık duymaya başlamıştır. Mimarlığını Skidmore, Owings and Merrill (SOM) ile Sedat Hakkı Eldem'in yaptığı 1953 tarihli İstanbul Hilton Oteli'nin yanısıra, İstanbul Belediye Sarayı (Nevzat Erol, yarışma, 1952), Büyükada Anadolu Kulübü (Turgut Cansever, Abdurrahman Hancı , 1953), Sakarya Hükümet Konağı (Enis Kortan, Nişan Yaubyan, 1956), Brüksel Dünya Sergisindeki Türkiye Pavyonu (Muhlis Türkmen, Utarit İzgi, Hamdi Şensoy, İlhan Türegün, 1958), DSİ Genel Müdürlüğü (Enver Tokay, Behruz Çinici , Teoman Doruk, 1959), İstanbul'da Tekel Genel Müdürlüğü (İlhan Tayman, Yılmaz Sanlı, 1959), Kızılay-Emek gökdeleni (Enver Tokay, 1959) bu dönemin kimi tipik örnekleridir.

1950'ler, Türk mimarlığının, teknolojik, ekonomik, sosyal, çevresel verilere bakmaksızın daha çok, dış yayın ve etkilerle beslendiği evrenselci, rasyonalist bir dönemdir.
 

Hilton Oteli, Türkiye'nin ilk beş yıldızlı otelidir. 1939 tarihli Prost Planı'nda Taksim-Harbiye-Maçka aksı üzerinde gerçekleştirilmesi öngörülen 2. no.lu park alanı ilk kez Hilton Oteli'nin yapımı için imara açılmıştır. 1952'de Amerikalı mimarlık grubu Skidmore, Owings and Merrill (SOM) tarafından tasarlanan yapının yerel danışmanı ve kollaboratörü Sedad Hakkı Eldem idi. İstanbul Hilton Oteli, 2. Ulusal Mimarlık Dönemi'nin kapanışını örnekleyen yapılar arasındadır. Geniş giriş katı üzerinde pilotilerle yükselen yatak katlarının prizmatik kitlesi ile oda ve balkonların cephede oluşturduğu kafes doku ve bunların oranları Türkiye'de Uluslararası Üslup'un karakteristiği olarak benimsenmiştir.

Yapı, 21x100 m boyutunda bir dikdörtgenler prizması biçiminde, toplam 258 odalı 8 yatak katı ile resepsiyon, lobi, oturma salonları ve restoranlar, yönetim, servis hacimlerini barındıran üç kattan oluşur.


Sedad Hakkı Eldem, projeye iki önemli katkıda bulunmuştur. Birincisi, balo salonunun divanhane çağrışımlı haçvari planı, öteki ise girişteki uçan halı simgesini çağrıştıran dalgalı saçaktır.


Eldem ayrıca 1965'te, uygulanmayan, bir genişletme projesi hazırlamıştır. 1975'te hazırladığı otopark, dükkânlar ve ofis projesi uygulanmıştır. 1984'te gazino-şadırvan ve ek odaların yapımı ve bir sergileme merkezi eklenmiştir. 1985'te balo salonu terası altına Park Floors eklenerek oda sayısı 500'e çıkarılmıştır.

Kaynak ve Fotoğraf: Mimarlık Müzesi

SALTANATIN KAYIKLARI DA SÜRGÜN YOLUNDA

 

Sirkeci İstasyonu’ndan soğuk bir mart akşamı, içinde Osmanlı hanedanlarını taşıyan tren kalktığında takvim 1924 yılını gösteriyordu.

 

Son halife ve veliaht Abdülmecid Efendi’yi de taşıyan trenin son durağı Fransa olacaktı. Bundan bir asır sonra, ‘Saltanat Kayıkları’nı yeniden yaptırıp Boğaz’ın suları ile buluşturan Gülsün Bozkurt, kayıkların kaderinin bir zamanlar üzerinde gezinen hanedan sahiplerine benzeyeceğini nereden bilebilirdi ki? Oysa, Saltanat Kayıkları ile Boğaz’da yaptığı ilk gezintide, içinden ileride tertip edeceği ‘fener alaylı gece festivalleri’nin düşünü kuruyordu. Kayıklara dünyanın dört bir yanındaki yayın organlarının gösterdiği teveccüh, onun heyecanını da kamçılamıştı. Ancak kayıkların ikematgahı olarak kendisine gösterilen Eyüp sahilindeki izbe yer, zaman içinde hayallerine gölge düşürecekti. Kayıklar ile sahil arasına çekilen metal çit, sorunun üzerine tuz biber ekti. Fuhuştan gaspa kadar genişleyen bir suç ağının ortasında kalan kayıkların bekçileri geçen yıl bıçaklı saldırıya bile uğradı. Şimdi Fransa’dan davet almış olan kayıkların bir daha anayurduna dönmeme ihtimali var. Yaklaşık 80 yıl önce Fransa’ya sürgüne giden Abdülmecid Efendi gibi. Bir asır sonra Boğaz’ın serin suları ile tekrar buluştuğunda dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna’nın da aralarında bulunduğu kalabalık bir heyet tarafından alkışlarla karşılanmıştı. Şimdi ise üzerinde tekrar sürgün hesapları yapılır hale geldi. Boğaz’da tekrar boy gösteren saltanat kayıkları, aradan beş yıl geçmesine karşılık, başını sokacak bir liman bulamadığı için başka bir ülkenin sularına doğru kürek sallama tehlikesi ile karşı karşıya. Fransa’nın en büyük festivallerinden birine onur konuğu olarak 2009 yılına davetiye alan saltanat kayıklarına Dubai’den de davet var. Kayıkların misafir gittikleri sulara alıştığı takdirde tekrar Boğaz’a geri dönmeme ihtimali var.

 

Aslında her şey peri masalını kıskandıracak şekilde başlamıştı. Cide’de yapılan ilk kayık Boğaz’ın serin sularına vardığında, Gülsün Bozkurt’un gözlerinde, bir hayali gerçekleştirmenin haklı bir sevinci vardı. Daha üç yıl önce Boğaz’a nazır evinin penceresinden günün en sevgili saatlerinde, derin mavi ile kucaklaşmış Bebek’i seyrederken Boğaz’a imzasını atmayı kafasına koymuştu. Bir gün olacak Boğaz’ın ve hatta İstanbul’un adı, hayata geçirdiği ‘Saltanat Kayıkları’ ile anılacaktı. İlk önce Beşiktaş Deniz Müzesi’ndeki örneğinin detaylarını çıkartmayı başardı. Daha sonra her 33 santimde teknenin altına çentik atacak bir aleti tekrar icat etti. Çünkü 400 yıllık bir tarihi olan saltanat kayıkları, bu çentikler sayesinde dönemin en hızlı sürat tekneleriydi. Velhasıl Cide’de sarı çam ile meşe ağacından 15 usta tarafından üç ayda yapılan ve her biri 300 bin dolara mal olan üç kayık şaşaalı bir şekilde İstanbul’a giriş yaptığında aklından kayıklara fenerler takıp Boğaz’ın gecelerini renklendirmek geçiyordu. Bu fikir gerçekleşse kim bilir ne güzel olurdu? Kayıklar, ilk yüzdürüldüğünde başta İstanbul’da olmak üzere bütün dünyada ses getirdi. Nam salmış seyahat dergilerinin kapaklarını süslediği çok oldu. Ancak aynı kayıklar, Haliç’te kendilerine tahsis edilen yere öyle bir çakıldı ki, geldiği günden beri gün yüzü görmediler. Kendilerine Haliç’in ‘altın boynuz’unun ucunda, yani Eyüp sahilinde yapılan tahsis kötü günlerin habercisiydi. Çünkü tahsis olunan yer bugün dahi İstanbul’un bilinen en bitirim mekanlarının başını çekiyor. Gündüz serserilerin volta attıkları bir yer iken gece ‘azılı tiplerin’ meskeni haline geliyor. Zaten geçen yıl, kayıklardan birinde içki alemi yapmak isteyenlere engel olmak isteyen bekçi, iki yerinden bıçaklanmış. Bozkurt, “Bizim kaptanlar 50 yaşında olmasına karşılık bu bölgedeki gençlerden tedirgin oluyor. Düşünün bir sabah bu sahilde yürüyüş yapan bir genç kız kaçırılmak istenirken bizim kayıkların personeli tarafından son anda kurtarıldı. Plakası olmayan bir kamyon sahibinin elinden genç bir kızı bizimkiler kurtardı.” diyor. Üstelik Eyüp sahilinde park edilen saltanat kayıklarının önünde çift katlı metal çit gerili. Müşteriler kayıklara, buradan ancak çitlerin üzerini aşacak şekilde yapılmış ‘U’ şeklindeki bir köprü ile ulaşabiliyor. Normal şartlarda Eyüp’ten müşteri almanın cazip bir tarafı olmadığı için yolcular genellikle Dolmabahçe, İDO ile şehir hatları iskeleleri veya sahil kenarındaki işletmelerden yolcu alıyor. Bu sıkıntıya rağmen popülaritesi oldukça yerinde kayıkların. Her yıl Türkiye’ye yolu düşen ünlü simalar, kayıkla Boğaz turu atmadan şehirden ayrılmıyor. Örneğin, dünyaca ünlü top model Naomi Campbell, matematik dahisi John Nash, merhum işadamı Sakıp Sabancı, Prenses Nilüfer, Kazakistan cumhurbaşkanı, Kenya genelkurmay başkanı, ABD’li senatörler bu isimlerden bazıları.

 

Türkiye’deki evinden dolayı sıkıntı yaşayan kayıklar, şimdiden dünyanın dört bir yanından davet alıyor. 2009 yılında Paris’te yapılacak uluslararası bir festivalin onur konuklarından birisi de ‘Saltanat Kayıkları’. Bozkurt, aynı şekilde Dubai’den de davet aldıklarını söylüyor. Hatta Dubaililer kayıkları satın almak istiyormuş. Bozkurt, bu teklife şimdilik sıcak bakmadığını anlatıyor. Bozkurt’u en fazla heyecanlandıran teklif ise AB’nin üzerinde çalıştığı ‘Kraliyet Kayıkları Festivali’. Bozkurt, projeyi şöyle aktarıyor: “Bugüne kadar tekneler eşya taşımış. Taşıdıkları ya araba ya baharat veya insan olmuş. İlk defa tekneler tarih ve kültür taşıyacak. Tekneler bir dönem denizde sarayın gücü ve sembolü oldukları için, her krallığın kendine has kayıkları vardı. Proje Avrupa ile de sınırlı değil, dünya genelini kapsıyor. Böylelikle 50 kraliyet kayığından söz ediyoruz. AB, festival süresinde yapılacak etkinliklerin 10 milyon turist çekeceğini tahmin ediyor. Bu festival her yıl tekrarlanacak. Ancak biz, festivali Türkiye’ye çekmek istediğimizde bu kayıkların park etmesi için Eyüp sahilini nasıl önerebiliriz?” Bozkurt, Dolmabahçe’nin yanında orijinal ve atıl durumda bir kayıkhane bulunduğunun altını çizerek, belediyenin burayı kendilerine tahsis etmesi durumunda şirket olarak restorasyonunu üstlenebileceklerini söylüyor. Bozkurt’un bir hayali de kayıkları halka açmak. Kayıklar belirli bir sayıyı aştığında, bir kısmını da halkın kullanımına sunmak istiyor.





Sultan kayıkları, padişahın ve yakınlarının cuma selamlığı törenleri, günlük geziler, kılıç kuşanma, tahta çıkma, eski saraya nakledilme, ava çıkış, Ramazan eğlenceleri, harem kadınlarının ziyaretleri vs. gibi çok amaçlı, saltanatı ve devlet kudretini simgeleyecek ölçüde süslemelerle yapılmış teknelerdi. Sultan kayıklarının uzunluğu genellikle 30-32 m kadar, yüksekliği ise 2,5-3 m olurdu. Bütün gövde kenardan süslemelerle bezenir ve bu süslemeler her iki ucunda doruk noktasına ulaşırdı. Sultan kayığının en göz alıcı kısmı, saltanatı temsil eden köşkleriydi; başları uzun ya da kıvrık olur. Kayıkların baş tarafında, ayrıca ahşaptan veya gümüşten yapılmış kartallar ve deniz kuşları bulunurdu. İçlerindeki minik köşklerde sultanın taht koltuğu ya da kanepesi vardır. Önceleri puflu minderlerle divanlara uzanır ve imparatorluk rengi olan al şemsiyenin altında geziler yaparlardı. Kayıklar Batılılaşma sonrası, gösterişin öne çıkmasıyla tahtanın içine altın parçalar katılarak imal edilir oldu; çatıları yükseldi, hatta bazılarında kubbe biçimini aldı.

Zaman Pazar, Yazı. Hakan Yılmaz, 10.06.2007

RUMKALE'NİN YOLU GENİŞLETİLİYOR

 

Yavuzeli'nde, KÖYDES çalışmaları kapsamında ilçeye bağlı köylerin birinci ve ikinci kat asfalt yol yapım, bakım ve onarımı çalışmalarına başlandı. Çalışmaları yerinde inceleyen Kaymakam Yusuf İzzet Karaman, KÖYDES projesi kapsamında Yavuzeli'ne bağlı köylerde 35 kilometre yolun bakım ve onarımının yapılacağını söyledi. İlçe merkezi ile tarihi Rumkale arasındaki 7 kilometrelik yolun ikinci kat büyük onarımının yapımına başlandığını duyuran Karaman, onarımın bazı bölgelerine, Sarılar köyü sınırlarının Fırat kıyısında bulunan malzemenin yol bakım ve onarımının düzenlemesinde kullanmak için çok elverişli olduğundan bu bölgelerde de bu malzemeyi kullandıklarını belirtti. Karaman, KÖYDES çalışmalarının İl Özel İdaresi tarafından, Yavuzeli Köylere Hizmet Götürme Birliğince görevlendirilen teknik elemanlarla birlikte yerinde incelediğini anlatarak, "Kasaba köyünden Rumkale'ye inişte bulunan dönemeç çok keskin. Rumkale'yi gezmeye gelen yerli ve yabancı turistlerin kaleye inişlerinde kullandıkları yolun bir bölümünü herhangi bir kazaya neden olmaması amacı ile genişletmeyi planlıyoruz" dedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 10.06.2007

262 YIL SONRA TEKRAR İSVEÇ'E DEMİR ATTI

 

Bundan 262 yıl önce, 12 Eylül 1745 tarihinde, İsveç'in Göteborg limanına giriş yapan "Gotheborg" isimli ticari geminin orijinaline sadık kalınarak inşa edilen dev ahşap gemi, dün yine Göteborg limanındaydı...

İngiltere ile Hindistan arasında yük taşımacılığı yapan ve döneminin en ihtişamlı gemilerinden biri olarak kabul edilen Gotheborg'a, dün limana girişi sırasında çok sayıda iri ufaklı tekne ve yatın eşlik etmesi, renkli görüntüler oluşturdu.

1745'teki seferinde çay, ipek ve baharat taşıyan geminin bugünkü yeniden inşa edilen versiyonu, en büyük ahşap gemilerden biri özelliğine sahip.

Sabah, 10.06.2007



1861 tarihli bir fotoğraf

ATİYE SULTAN SARAYI HÜKÜMET KONAĞI OLACAK

 

İkinci Abdülhamid'in tahta çıktığı Kağıthane'deki tarihi Sadabad'ın ayakta kalan nadir parçalarından Küçük Zabit Mektepleri (Atiye Sultan Sarayı) 6 ana binadan oluşuyor. Ancak sanki 2 bina varmış gibi hazırlanan restorasyon projesinin, Anıtlar Kurulu yanıltılarak onay aldığı iddia edildi. Projeyle, Hükümet Konağı olarak kullanılmak üzere restore edilecek binalardan ikisi dışındaki ek binaların yokedileceğini öne sürüldü.

Tartışmalı projenin sahibi Halil Onur Mimarlık'ın yöneticisi Halil Onur, iki ana bina ve hamam için proje yaptıklarını, diğer bölümlerin ayrı bir projeye konu olabileceğini söyledi. Saray arazisinin imara aykırı yollar geçirilerek iki parsele bölünmesiyle ilgili 1 Numaralı Koruma Kurulu'nun 5 yıl önce yaptığı suç duyurusunun kayıp olduğu da savcılık yazısıyla ortaya çıktı. Tarihi binaların Anıtlar Kurulu ilke kararına göre birinci derece tarihi eser iken ikinci derece tarihi eser kapsamına alınması da dikkat çekti.

Vatan, Haber: Yüksel Koç, Fotoğraf: 1sonsuz3.blogcu.com, 10.06.2007

SURLARI ÇÖPLÜK YAPTIK

 

İstanbul surları, Dünya Anıtlar Fonu tarafından 2008'de en fazla tehlike altında olan 100 tarihi yer arasında gösterildi.

 


Fatih Belediyesi, dünya mirası listesinde yer alan İstanbul'un tarihi surlarını çöp ve moloz döküm alanı olarak kullanıyor. Restorasyonu yılan hikayesine dönen surların Fatih sınırları içerisinde bulunan Mevlanakapı bölümü, gösterilen özensizliğin boyutlarını apaçık bir şekilde gözler önüne seriyor. Sur kapısı ile komşu olan Güherciler Sokak sakinleri, Fatih Belediyesi'nin bir yıla yakın zamandır surun hemen dibindeki alana çöp ve moloz dökmeye başladığını belirtti.

Sokağın 60 yıllık sakinlerinden Süleyman Altunbaş'ın anlattıkları, durumun vahametini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor: "Geçtiğimiz hafta gelen 10 kişilik bir turist kafilesi, kokudan ve tozdan burada duramadı. Gezilerini yarıda bırakıp şaşkın bir şekilde kaçarcasına buradan uzaklaştılar. Bu rezalete bir çözüm bulunsun. Hepimiz hasta olduk. Kapılarımızı, pencerelerimizi açamıyoruz. Parkı yapan belediye, hemen yanı başını da çöp alanı haline getirdi. At arabalarıyla da buraya çöp ve moloz taşınıyor."

Fatih Belediye Meclisi CHP Grup Başkanı Can Özyedierler konuyu defalarca meclis gündemine taşıdıklarını ancak bir sonuç alınamadığını belirterek çöplerin kaldırılmaması halinde dava açacaklarını söyledi. Fatih Belediyesi yetkilileri 20 Haziran tarihinde yapılacak ihalenin ardından çöp ve moloz yığınlarının buradan kaldırılacağını kaydetti.

Vatan, Haber: Bülent Ergün, 10.06.2007

KUMLUCALI OPRAMOAS GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

Antalya’da Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nevzat Çevik başkanlığında geçen yıl uluslararası bir ekip tarafından başlatılan Rhodiapolis antik kentindeki kazı çalışmalarının yeniden startı verildi.

 

Kazıyla ilgili bütün hazırlıkların tamamlandığını bildiren Prof. Dr. Nevzat Çevik, geçen yılki kazıların 310 bin YTL’lik bir bütçeyle gerçekleştirildiğini açıkladı. Bunun 225 bin YTL’sinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca karşılandığını bildiren Çevik, “Bakanlık bugüne kadar en büyük kazı desteğini Opramoas antik kenti için verdi. 2007 bütçesinden en büyük payı da bu yıl Opramoas aldı. Bakanlık bu yılki kazılar için 110 bin YTL’lik kaynak aktardı” dedi. Geçen yıl 100 kişiyle antik kentteki haman, tiyatro, agora, Stoa ve caddenin yüzde 70’inin açığa çıkartıldığını bildiren Prof. Dr. Nevzat Çevik, 2007 yılı kazı çalışmalarının da önümüzdeki hafta başlayacağını açıkladı. Bu yıl ki kazılarda geçen yıl başlatılan işlerin tamamlanacağını ve ayrıca antik dönemin en büyük hayırseveri olarak nitelendirilen Opramodas’ın mezar anıtının kazılacağını bildiren Çevik, şunları söyledi: “Rhodiapolis, Kumluca halkı tarafından bile bilinmeyen bir antik şehirdir. Bu antik şehirde dünyanın gelmiş geçmiş en büyük hayırseverlerinden biri yaşamıştır. Antik çağda depremlerle yıkılan şehirleri Opramoas yeniden inşa ettirmiştir. Servetini hayır işlerinde harcayan Opramoas için vefatından sonra hemşerileri bir anıt mezar inşa ettirmiştir. Ancak depremlerle yıkılan şehirleri inşaa ettiren Opramoas’ın yaşadığı şehir zamanla yıkılmıştır. Biz şimdi antik çağın şehirlerini ayağa kaldıran Opramoas’ın şehrini gün yüzüne çıkartıyoruz. Bu kente hak ettiği bilinirliği kazandırmak, kent merkezini onarıp, turizme sunmak amacındayız. Rhodiapolis’i ünlü bir kent yapan Opramoas Anıtı ve çevresindeki tiyatro, haman ve agoradan oluşan doku koruma, amacımızın başını çekiyor. Bu yıl bunu gerçekleştireceğiz.”

 

Rhodiapolis, Antalya kent merkezine 90 kilometre uzaklıktaki Kumluca İlçesi’nin 4 kilometre kuzeybatısındaki tepede bulunuyor. Kentin en ünlü siması Opramoas’tır. Kentin en iyi bilinen yapısı da Opramoas için yapılan mezar anıtıdır. MS 138-161 yılları arasında yaşayan Opramoas, Likya bölgesinin en zengin insanıydı. Annesi Korydallalı, babası Rhodiapolis’li olan Opramoas’ın Lükya bölgesinde yardım etmediği şehir yoktu. MS 141 yılında meydana gelen depremde yıkılan birçok yapı Opramoas’ın verdiği maddi yardımla yeniden onarıldı. Yıkılan şehirlerin herbirine 3 bin dinardan 100 bin dinara kadar değişen miktarlarda yardımda bulunan Opramoas, en büyük yardımı 100 bin dinarla Myra antik kentine yapmıştı. Kentlere yaptığı yardımların yanında o dönemin yoksullarına da sahip çıkan Opramoas, yaşayanlar için kefen parası, genç kızlara çeyiz parası verip, aç olanların karınlarını doyuruyordu. Likya Birliği yöneticisi olan Opramoas’ın ölümünden sonra antik şehirin tiyatrosunun yanında mezar anıtı inşa edildi. Mezar anıtının üzerine de Opramoas’ın yaptığı yardımların listesine, Roma Kayzerleriyle olan mektuplaşmalarını içeren 12 yazıt, 19 mektup ve Likya Birliği’ne ait 33 döküman yazıldı. Hayırseverlerin atası olan Opramoas, bugünkü işadamlarına da örnek gösteriliyor.

Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 10.06.2007







ÖDENEKSİZLİK, TARİHİ MOZAİK ÜZERİNDE 15 YIL TARIM YAPTIRDI

 

Hatay'ın Harbiye beldesindeki bir bahçede 15 yıl önce tespit edilmesine karşın ödeneksizlik nedeniyle çıkarılamayan ve üzerinde tarım yapılmaya devam edilen tarihi mozaik, ödenek gelince önce domates fideleri ayıklandı, ardından, bir metre yeraltına inilerek gün ışığına çıkarılması için çalışmalara başlandı.

 

Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürü Faruk Kılınç, yaptığıaçyklamada, Harbiye beldesinde Hindiye Uçar'ın, bahçesine domates ekmek için yaptığı kazıda tesadüf üzerine bulduğu mozaiği 15 yıl önce müzeye bildirdiğini söyledi. Mozaiğin bulunduğu bahçede yapılan incelemede, mozaiğin MS 4'üncü yüzyıla ait olduğunun tespit edildiğini ifade eden Kılınç, bakanlıktan ödenek gelmesiyle, mozaiği çıkarma çalışalaryna yeni başladıklarını kaydetti. Kazı ekibi başkanı Arkeolog Ömer Çelik de yörenin tarihi eser yönünden çok zengin olduğunu, çünkü burada soyluların oturduğunu belirtti. Mozaiği çıkarma çalışmalarını 20 günde tamamlamayı hedeflediklerini ifade eden Çelik, şöyle devam etti: ''Bakanlıktan ayrılan 30 bin YTL ödenek sayesinde, 11 işçi ve 2 arkeologla başlattığımız kazı çalışmaları ile önemli bir mozaik daha gün yüzüne çıkacak ve müzede sergilenecek. Yıllar önce belirlenen ve üzerine ekim yapılan mozaiğin ilk incelemelerimizde tahrip edilmediğini gördük. Toprağın bir metre altında olması ve çok derin ekimlerin yapılmaması mozaiğin yıllarca korunmasını sağlamış. 2 metrelik bir alanda olduğunu belirlediğimiz mozaiği en kısa sürede çıkarmayı hedefliyoruz. Bölgede tarihte soylular yaşadığı için yer altında çok sayıda mozaik var. Bu nedenle kazı alanının genişletileceğini tahmin ediyoruz. Mozaiğe şu an için herhangi bir isim veremiyoruz, ancak birkaç gün içinde bu eserle ilgili tüm bilgiler ortaya çıkacak.''

 

Bahçesinde mozaik bulan Hindiye Çolak (60), bahçeyi ektiği sırada karşılaştığı eserin mozaik olduğunu önce anlayamadığını, komşularına haber verdiğini ve hemen müzeyi aradığını söyledi. Yaklaşık 15 yıldır çıkarılmasını beklediği mozaiğin bulunduğu alana toprağı fazla tahrip etmeyecek marul, domates, yeşil soğan, maydanoz gibi ürünler ekmeye devam ettiğini belirten Çolak, ''Esere kimse bir şey yapmasın ve fark etmesin diye ekim yapmaya devam ettim ve gözüm gibi korudum. Umarım bu çabam müzeye önemli bir katkı sağlar'' diye konuştu.

 

Çelik, Harbiye bölgesinde 2005 yılında başlayan çalışmalar kapsamında Zehra Süner'e ait evin bahçesinde tespit edilen Anosis (Uyanış) Tanrıçası'na ait mozaiğin kazı çalışmaları kapsamında yerinden alınarak müzeye taşındığını söyledi. Yaklaşık 12 metre genişliğinde olan mozaiğin müzede temizlenmesinin ardından sergileneceğini vurgulayan Çelik, ''Vatandaşlarımız artık her yerden bir tarihi eser ya da mozaik çıkacağı bilincine vardı. Bunun için toprağı her kazışında karşılaştığı bir parçada müzeyi arayıp, duyarlı davranıyor. Vatandaşların bu davranışı sayesinde birçok mozaik tespit ettik ve müzeye kazandırdık'' diye konuştu.

Hatay Gazetesi, 09.06.2007

TARİHİ CAMİLER ONARILIYOR

 

Muğla Valiliği, Beçin Belediyesi ve Tarihi Kentler Birliği'nce ortak yapılacak çalışmayla, Beçin Kalesi içerisindeki tarihi Kızılhan ve Yelli camilerinin restore edileceği bildirdi. Kalede incelemelerde bulunan Beçin Belediye Başkanı Mehmet Balcı, çok sayıda yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği tarihi kalenin içindeki camilerin, harabe durumda olduğunu söyledi. Kalenin içerisindeki camilerin restore edilmesi için Tarihi Kentler Birliği ve Muğla Valiliği'ne başvuruda bulunduklarını anlatan Balcı, şunları kaydetti: "Restore çalışmaları için projelendirme çalışmalarını Tarihi Kentler Birliği yapacak. Muğla Valiliği tarafından turizm bölgelerinden elde edilen çeşitli gelirlerden ayrılacak bir ödenekle ve bizim katkılarımızla çalışmalara başlayacağız. Restore çalışmalarının tamamlanmasıyla bu iki tarihi varlığımız çok güzel bir hal alacak."

Haber Ekspres, 09.06.2007

GÖKMEDRESE YENİLENİYOR

 

Sivas’ta, Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1271 yılında, mimar Konyalı Kaluyan’a yaptırılan tarihi Gökmedrese’de başlatılan restorasyon çalışmaları devam ediyor.

 

Sivas Valisi Veysel Dalmaz, Gökmedrese’nin, Sivas Kalesi’nin eteğinde, o zamanda bataklık bir yere inşa edilmesine rağmen 800 yıl tahrip olmadan ayakta kaldığını söyledi. Restorasyonun ardından yapıya diğer medreseler gibi fonksiyonel bir işlev kazandırmayı hedeflediklerini kaydeden Dalmaz, “Gökmedrese’de el sanatlarının sergilendiği veya çalışmaların yapıldığı ve bazı güzelliklerinin paylaşıldığı mekanlar olacak.” dedi.

 

Medresenin bahçesinde Selçukluların simgesi olan “Hayat Ağacı” figürünün mermerden işlenmiş şekilde canlandırıldığı bir köşenin de olacağını belirten Dalmaz, Gökmedrese’nin etrafıyla birlikte Sivas’ın en gözde ziyaret edilen bir mahali haline geleceğini belirtti. Adını gök mavisi çinilerinden alan Gökmedrese, Selçuklu mimarisinin en seçkin eserleri arasında yer alıyor.

Türkiye Gazetesi, Fotoüraf: Sivas Belediyesi, 09.06.2007

TARİHİ TAŞ BİNA ŞEHİR ARŞİVİ OLUYOR

 

Zengin bir tarih ve kültür mirasına evsahipliği yapan Selçuk'ta restorasyonu yıllar önce tamamlanan, 5 yılı aşkın süre emtia ve Tekel'e ait tütün deposu olarak kullanılan tarihi bina, şehir arşivi müzesi yapılmak üzere Selçuk Belediyesi'ne tahsis edildi. Atatürk Mahallesi Namık Kemal Caddesi'nde bulunan, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyonu tamamlanan 3 katlı ve bin metrekare büyüklüğündeki taş binada kurlacak müze, 22-23 Haziran tarihlerinde bilimadamlarından oluşan uzman bir heyetle yapılacak danışma toplantısında projelendirilecek.

 

"Selçuk-Efes Kent Arşivi" adıyla hizmet verecek müzenin kullanımı için ilk adımın atılacağı toplantıda, nasıl bir şehir arşivi oluşturulacağı görüşülecek. İlçe için önemli bir tarihi zenginliğin arşivde toplanmasının güzel bir çalışma olacağını ifade eden Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür, tarih ve kültür mirasının, toplantıya katılacak 20'nin üzerinde bilimadamının görüşleri doğrultusunda şekilleneceğini söyledi.


Müzenin oluşturulmasına büyük çaba sarfettiklerini vurgulayan Başkan Ülgür, "Ortaya konulan çalışmanın sadece belediyenin eseri olarak değerlendirilmesini istemiyoruz. Bilimadamlarıyla birlikte yapılacak toplantılarla ortaya çıkan projelerin her zaman destekçisi olacağız." dedi.
Beklentisinin ilçeye bırakılan önemli bir mirasa önderlik yapmak olduğunu söyleyen Ülgür, "Proje sayesinde 50-60 sene sonra, şu anda Türkiye'de birçok ilde olmayan tarihi bir birikime sahip olunacak." şeklinde konuştu. Müzenin kurulmasına yön verecek toplantıya Avusturya Efes Kazıları Başkanı Prof. Dr. Fritz Krinzinger, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Johannes Koder, ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen ve Prof. Dr. Uygun Aksoy başta olmak üzere Efes Kazı Evi arkeologları, Efes Müzesi yetkilileri, Aydın Koruma Kurulu temsilcileri, İzmir 2 Nolu Koruma Kurulu temsilcileri, Celal Bayar, Dokuz Eylül ve Ege üniversitelerinden bilimadamları katılacak.
Haber Ekspres, 09.06.2007

HATAY MOZAİKLERİ DÜNYA MÜZELERİNDE SERGİLENİYOR

 

Tunus'tan sonra taban mozaiği konusunda dünyada ikinci konumda olan Hatay'ın mozaikleri dünya müzelerinde sergileniyor.

 

Hatay Müze Müdürlüğü arkeologlarından Demet Kara, 13 medeniyete ev sahipliği yapan Hatay'ın, Fransız işgali döneminde birçok değerli mozaiğinin yurt dışına götürüldüğü ve şimdi bu mozaiklerin dünyanın birçok müzesinde sergilendiğini söyledi. Hatay mozaiklerinin sanatsal açıdan çok kaliteli olduğunu belirten Kara, il genelinde yürüttükleri kazı çalışmalarında çıkartılan mozaiklerin şu an müzeye bile sığmadığını depolarda sergilenmeyi beklediğini vurguladı.

 

Hatay Müze Müdürlüğü arkeologlarından Ömer Çelik ise Gaziantep mozaiklerinin Hatay mozaikleri ile yarışamayacağını ifade etti. Gaziantep mozaiklerinin yalnızca bir yerden çıkartıldığını Hatay mozaiklerinin 5 altı ilçede yapılan kazılarda çıkartıldığını anlatan Çelik, Hatay'ın hem alan olarak hem de çıkartılan mozaiklerin sanatsal yönü itibariyle Gaziantep mozaiklerinden çok önde olduğunu dile getirdi.

 

Geçtiğimiz günlerde Marmaris'te ve Gaziantep'te düzenlenen bilimsel toplantıda Hatay mozaiklerinin ve Gaziantep mozaiklerin tartışma konusu olduğunu aktaran Çelik burada yaptığı konuşmalarda Hatay mozaiklerinin Tunus'tan sonra ikinci olduğunu teknik bilgiler ışığında anlattığını ifade etti.

 

Gaziantep'teki mozaiklerin yalnızca bir döneme Hatay'daki mozaiklerin ise çeşitli dönemlere ve tarihi açıdan çok gerilere hitap ettiğini dile getiren Çelik, "Hatay'ın mozaik teşhiri metre kare olarak Gaziantep mozaiklerinden 2 kat fazla. Gaziantep'teki mozaikleri MS 3.yüzyıla tanıklık ediyor. Hatay'daki mozaikler ise MÖ Hellenistik dönemin 300 yıl öncesinde başlıyor." dedi.

 

Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürü Faruk Kılınç ise geçmişte soyluların yerleşim yeri olarak bilinen Hatay'ın mozaik eser yönünden çok zengin olduğunu söyledi. Kılıç yörede çok derin ekimlerin yapılmamasından dolayı da mozaiklerin yıllarca korunmasının sağlandığını bildirdi.

 

Bu arada Hatay mozaikleri halkın da sosyal hayatına uzun yıllardan buyana yansımış. Birçok mütahit yaptırdığı apartmanın üzerini Hatay'da ortaya çıkartılan mozaiklerle süslüyor. Protokol yetkileri şehri ziyaret için gelen heyetlere mozaikten tablolar hediye ediyor. Hatay'da mozaik üzerine apartmanlara süsleme yapan Mithat Güleryüz son bir yıl içerisinde 50 civarında apartmanın cephesini mozaiklerle süslemiş.

Zaman, Haber: Mehmet Dener, 09.06.2007

KIZILTEPE'DE KERPİÇ EVLER YOK OLUYOR

 

Mardin'in Kızıltepe İlçesi'nde kerpiç evlerin yerini beton apartmanlar alıyor. Kızıltepe'de yaklaşık 20 yıl önce evlerin yüzde 90'nı kerpiçten yapılırken şimdi ise beton evler şehrin her tarafına yayıldı.

Son yıllarda hızla kentleşen ilçede, kalan son kerpiç evler de bir bir yıkılıp yerlerine apartmanlar dikiliyor. Vatandaşların çoğu kerpiç evlerin daha sağlıklı olduğunu dile getirmesine rağmen daha çok betonarme evler tercih ediliyor. Vatandaşlardan Ali Elitaş, kerpiç evlerin yaz aylarında serin kış aylarında da sıcak olduğunu dile getirdi.

Zaman, Haber: Adnan Koçhan, 09.06.2007

KIRK YILLIK SORUN ÇÖZÜLDÜ

 

İzmir’in Selçuk İlçesi sınırlarındaki Efes Antik Kenti’ndeki dükkanların kullanım hakkıyla ilgili 40 yıldır yaşanan problem sona erdi.

 

Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür’ün, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile gerçekleştirdiği görüşmeler sonucu Bakan Atilla Koç ile imzaladığı protokol gereği, antik kentteki dükkanların kullanım hakkı, belediyeye geçti. Protokole göre, Selçuk Belediyesi 5 yıl boyunca Efes alt kapıda bulunan 44 işyeri ile Efes içindeki 2 tuvaleti ve üst kapıda bulunan Efes yönüne bakan dükkanların kullanım ve koruma hakkını elde etti. Burada işyeri sahibi olanların haklarını saklı tutan protokol gereği, esnafla belediye arasında kira sözleşmesi yapılacak ve kiralar bu tarihten itibaren belediyeye ödenecek. Ayrıca 5 yıl içinde ruhsat sahipleri iş yerlerini devredemeyecek, büyütemeyecek ve ruhsat dışı işler yapamayacak. Selçuk Belediyesi de bu süre içinde Efes’i koruma amaçlı imar planını yapacak ve ilgili kurumlara onaylattıktan sonra yeni planlanan alanlarda yeni iş yerleri, otoparklar ve diğer kullanım alanları belediye tarafından yeniden inşa edilecek. Belediye, bu alanların sahibi konumuna geçecek. Yeni yapılanma tamamlandıktan sonra şu anki iş yerleri yıkılacak ve esnaf yeni iş yerlerine taşınacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 5 yıllık geçiş dönemi içinde protokole uygun davranılıp davranılmadığını denetleyecek.

 

Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür, ilçenin çok önemli bir sorununu çözmekten duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Yıllardır Efes’de dünyanın en önemli kültürel ve tarihi mirasına yakışmayan işletme görüntülerinin olduğunu belirten Ülgür, “Binlerce insan, bir çirkinlik abidesi içinde ticari faaliyetlerini sürdürüyor. Bir çivi dahi çakılamayan bu tesisleri tamamen yıkıp, planların uygun göreceği alanlarda yeni ve Efes’e yakışır dükkanlar, çağdaş otoparklar, gişeler, tuvaletler inşa ederek, ilçe ve ülke turizmine en önemli katkımızı sağlayacağız. Herkesin eleştirdiği ve kınadığı Efes’in önemine ve dokusuna uymayan bu görünüme son vereceğiz” dedi.

Akşam Ege, 09.06.2007

MİLAS'TA 2000 YILLIK MEZAR

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde müze müdürlüğü yetkilileri denetiminde yapılan inşaat temel kazısında, ilk belirlemelere göre 2 bin 300 yıllık olan 2 oda mezar bulundu.


Emek Mahallesi Meşe Caddesi'ndeki arsada tarihi mezarların bulunmasının ardından inşaatın kazı çalışmaları durduruldu.


Milas Müze Müdürü Erol Özen başkanlığında oluşturulan ekip tarafından oda mezarların kapakları açılarak, arkeolojik inceleme başlatıldı. Özen, "Mezarların içi balçıkla dolmuş. Şu ana kadar çok sayıda koku şişesi ve bir adet krater (ölü küllerinin konulduğu kap) bulundu" dedi.

Milliyet, 09.06.2007

DENİZLİ HOROZUNUN 2. YÜZYILA AİT FİGÜRÜ ORTAYA ÇIKARILDI

 

Denizli'nin Tavas İlçesi'nde süren kazı çalışmalarında, 2. yüzyıla ait olduğu belirlenen şehrin simgesi horoz figürünün bulunduğu anıt ortaya çıkarıldı. Tavas'ta yapılan kazılarda ortaya çıkan horoz figürü, o dönem ölen bir tıp öğrencisinin ardından yapılan anıtta gençlik ve gücü temsil ettiği belirtildi.


Tavas'tan Pamukkale'ye getirilen anıtı inceleyen Denizli Valisi Hasan Canpolat, anıt hakkında bilgi verdi. Denizli horozu figürünün 2. yüzyılda çizildiğini belirten Vali Canpolat, "Genç bir delikanlının ölümünün ardından bu taş yapılmış. Anıttaki yazılar ölen gencin yiğitliğini anlatıyor. Horoz ise gençlik, yiğitlik, delikanlılık sembolü olarak kullanılmış. Bu horozun sebebi hikmeti bu" dedi.
 

Pamukkale'de yapılan kazı çalışmaları hakkında da termal havuzda basın toplantısı düzenleyen Hasan Canpolat, amaçlarının Pamukkale'de hizmet kalitesini yükseltmek olduğunu söyledi.

Pamukkale'den Sorumlu Vali Yardımcısı Mustafa Güney, Kültür ve Turizm İl Müdürü Mehmet Korkmaz ve turizmcilerin katıldığı basın toplantısında soruları cevaplayan Vali Canpolat, Pamukkale'nin çok geniş bir bölge olduğunu belirterek, "Bizim düşüncemiz, bu bölgede hizmetlerin bir bütün olarak yürütülmesidir. İnsanlara karşılama merkezinden geldikleri andan itibaren çıkışa kadar profesyonel bir şekilde hizmetin verilmesi lazım. Bu kamu eliyle olmamalı. Biz bütüncül olarak alandaki hizmetleri özel sektör eliyle yapılmasını planlıyoruz" dedi.


Pamukkale'nin saha olarak çok büyük bir alan olduğunu belirten Vali Canpolat, "Bu tür bir çalışma Türkiye'de ilk defa yapılacak. Ölüdeniz gibi birkaç yerde daha yapılıyor ancak bu kadar geniş alanda değil. Büyüklük açısından Pamukkale farklı bir saha. Biz buranın özelleştirme şartlarını hazırlarken, Güney ve Kuzey kapıları, Kocaçukur ve termal havuzun etrafı gibi kiralayacağımız alanlarda işi alacak firmanın imalat ve yapılacak işleri kendisinin yapmasını düşündük. Ama şartnamenin biraz ağır olduğu ortaya çıktı. Biz de yeni şartnamede bazı şartları kaldıracağız" diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 08.06.2007

ÖTZİ: 5000 YILLIK MAKTUL

 

"Buzadam" Ötzi, 1991'de deniz seviyesinden 3210 metre yukarıda İtalya Alpleri'nde bulunmuştu. İçinde kaldığı buz katmanı sayesinde, bugüne kadar en iyi korunmuş örneklerden biri kabul ediliyor.

Üzerinde pek çok bilimsel araştırma yapıldı fakat ölüm nedeni bugüne değin tam olarak bilinmiyordu.  Yüksekce bir yerden düştüğü, ok yüzünden ya da donarak öldüğü üzerinde duruluyordu.

Günümüzden 5000 yıl önce yaşamış olan Ötzi'nin (adını Ötzlar Alplerinden alıyor), X Işınları ile incelenmesi neticesinde, omzuna saplanan bir ok sonucunda öldüğü anlaşıldı.

 

Deri ve bitki liflerinden yapılmış kıyafetleri, bakır baltası, ok ve yay takımı ile çok iyi korunmuş olan Ötzi'nin, aldığı darbe sonucu omzundaki ana atar damarının önemli zarar gördüğü ve darbeden kısa bir süre sonra öldüğü belirtiliyor.

Bugüne kadar yapılan bilimsel incelemeler sayesinde, yaşadığı dönemdeki hayat tarzına yönelik önemli bilgiler edinilmişti.

En son yediği yemeğin geyik ve keçi eti olduğu anlaşılan 5000 yıllık avcının, bir diğer avcı tarafından öldürüldüğü düşünülüyor.

Yahoo News, Çev. Yüksek Zemin Arayışı, 08.06.2007



"BU BAŞKA BİRŞEY"

 

Malatya'da restore edildiği öne sürülen Beşkonaklar’ı gören Ankara Mimar Odası Başkanı Nimet Özgönül ve mimarlar, “Bu restorasyon değil, başka birşey!..” diyerek tepki gösterdiler. Başkan, bölgede eski bir konağın alınması halinde “restorasyonun nasıl yapılacağını göstermek istediklerini” söyledi.

Malatya’daki tarihi ve kültürel özellikleri bulunan yapıların, “restorasyon” adı altında onarımı, bazılarının adeta yeniden inşa edilmesi, bu çalışmalar sırasında özgün yapının tahrip edilmesine ilişkin eleştiriler, ilgililer tarafından dikkate alınmazken, bu konudaki en net tepki, konunun uzmanları olan mimarlardan geldi. TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanlığı’nca, aralarında Malatya’nın da bulunduğu bağlı 22 temsilcilikten 120 mimarın katılımıyla düzenlenen Malatya Bölge Toplantısı’nın son bölümünde bazı saha incelemeleri yapan mimar konuklar, Beşkonaklar’da adeta şoke oldular.





Etkinlik kapsamında Battalgazi İlçesi'ndeki tarihi Silahtar Mustafapaşa Kervansarayı’nda düzenlenen toplantıda, İnönü Üniversitesi öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Göknur Akçadağ’ın “Bir Şehir Bir Yapı- Geçmiş Gelecek Kurgusunda Malatya’nın tarihi Eserler ve Kültür Turizm Vizyonu Ne Olacak?” konulu sinevizyon gösterimi ve sunumu yaptı. Akçadağ, Türkiye'deki örnekler ve Malatya'daki bazı çalışmalar hakkında da bilgi verdi.

Daha sonra sözalan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Nimet Özgönül, “Mimarlar Odası olarak restorasyonu devam eden tarihi konaklardan birini almak istiyoruz, sayın Valimizden bu konuda destek istiyoruz” derken, Vali Halil İbrahim Daşöz konuyu Mimarlar Odası Malatya il temsilcisi Abdurrahman Yavuz’la geniş bir şekilde görüşeceği ifadesinde bulundu.

Battalgazi ilçesindeki bu sunumda Vali Daşöz, Battalgazi Kaymakamı A.Kadir Demir, Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan hazır bulunmasına karşın Malatya Belediyesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden herhangi bir yetkilinin bulunmaması dikkat çekerken, bu toplantının ardından grup, 5 yapının “onarım” çalışmaları devam eden Beşkonaklar’a geçerek burayı dıştan inceledi.

Dışarıdan incelemede konakların duvarlarının beton sıvayla kaplanmış olması mimar konukları şaşkına uğrattı. Ankara Şube Başkanı Özgönül ile mimarlar “Böyle şey olmaz. Bu restorasyon değil, başka şey.” diye tepki gösterdiler. Başkan Özgönül, Malatya temsilcisi Yavuz’a dönerek “Sayın başkan, bu konuyu başta kullanılan malzeme olmak üzere geniş bir rapor hazırlayalım. Nedir ne değildir, ondan sonra da gerekli tepkimizi koyalım.”sözleriyle, konunun takipçisi olacakları mesajını verdi.

Gezi sırasında restorasyon adı altında adeta yeniden yapım çalışmasına tanık olduğu ifade edilen Özgönül’ün, Malatya temsilcisine ayrıca “ Biz restore edilen binaların dışında bir bina alalım. Restorasyonun ne olduğunu, nasıl yapıldığını ilgililere gösterelim” dediği duyuldu.

Battalgazi ilçesindeki 300 yıllık Kanlı Kümbet restorasyon adı altında adeta yeniden inşa edilmiş, yine restore adı altında onarıldığı öne sürülen ve bu nedenle de yaklaşık 1 yıl süreyle kapalı kalan 800 yıllık Ulucami’nin, bu onarım sırasında alçı kemerlerinin tahrip edildiği, geçen yılki Melita’dan Battalgazi’ye konulu etkinliklerde uzmanlarca dile getirilmişti.

Yine, yaklaşık yarım trilyon liralık harcamayla “restore” edildiği öne sürülen Karakaş Konağı için hazırlanan projedeki uygulama “çatısız” olarak gerçekleştirilirken, yapı bu nedenle büyük hasar görmüş, geçtiğimiz günlerde “çatı” eklenmişti. Bu özgün çatısının “oluklu kiremit” olması gerekirken, bu konağın çatısının ise çok sonraki zamanlarda kullanılan kiremitlerle kaplanması, yine bir “özensizlik” olarak dikkat çekmişti.

Malatya Haber, 05.06.2007

KOMPRESÖRLÜ RESTORASYON

 

Antalya'nın sembolü Yivli Minare'nin bitişiğindeki eski Bizans Kilisesi, 1373'te bir camiye dönüştürülmüştü (bugünkü Yivli Minare Camii). Frossiart'ın günlüklerinde bahsedildiği gibi, bunun sebebi, liman şehri Antalya'nın, 1361-1373 arasında Kıbrıslılarca işgali esnasında, Kıbrıs Kralı I. Peter'in komutasındaki Latin istilacılar tarafından 13. yüzyılda yapılmış Selçuklu ulu camisinin yakılması ve şehrin Müslüman nüfusunun yok edilmesidir. Cenevizlilerin yakın bir zamanda kendilerine saldıracağından endişelenen Kıbrıslılar, Katolik Papa 11. Gregory'nin emrine karşı gelerek Antalya şehrini Müslüman Hamidoğullarından Antalya Beyliği lideri Mehmet Bey'e geri verdi. Mehmed Bey, bir Cuma camisine ihtiyaç duyunca bu Bizans Kilisesi, -Antalya'nın ulu camisi yapılmak üzere- 1373 yılında camiye çevrildi. Hem duvarın kıble yönünde olmaması hem de duvardan bağımsız bir mihrabın varlığının da ortaya koyduğu gibi, kapının üzerindeki kitabe de mimar Balaban Tavşi tarafından gerçekleştirilen bu değişikliği kaydediyor. Burası Antalya surları içinde ayakta kalan en eski Cuma camisidir.


Eski kilise camiye dönüştürüldüğü zaman duvarlardaki Bizans resimlerinin üzeri kapatıldı. Yıllar içinde cami duvarları hat sanatı örnekleri ve figürsüz süslemelerle dekore edildi, altı asır boyunca tabaka üstüne tabaka eklendi. Bu camide 1929-30'da mevcut olan 19. yüzyıl süslemelerinin bir bölümü R. M. Riefstahl tarafından fotoğraflandı ve 1931 yılında "Güneybatı Anadolu'da Türk Mimarisi" isimli kitabında yayınlandı.
 





21. yüzyılda, 2007'nin başlarında, "kentsel sit" olarak tescillenmiş Kaleiçi'ndeki (Antalya) tarihi mirası muhafaza etmesi gereken Antalya Koruma Kurulu'nun resmi izni ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün onayıyla bir grup işçi, bir haftadan az bir sürede Yivli Minare Camii'nin iç duvarlarındaki bütün sıva tabakasını ve boyamalarını temizlemek üzere kompresör ve havalı matkaplarla caminin içinde işe başladı. Bu yapılan Yivli Minare Camii'nin içerisinin restorasyonuydu. 600 yıllık boyamaları ve süsleme tabakaları üzerine kaydedilmiş tarih, çıplak taşlar ve sıvalar bırakmak üzere, birkaç gün içinde ve resmi izinle duvarlardan tamamen kazındı, Antalya Kaleiçi'ndeki tarih ve kültür silindi.
 

Bu yıkım ve tecavüzün dikkatsizlik, kaza ya da ihmalle kıyaslanamayacak denli sıklıkla ve restorasyon kisvesi altında gerçekleştiğini saymazsak, bu "sözde restorasyon", işin sorumluluğunu üstlenen görevliler tarafından akılsızca onaylanmış, cahilce bir vandalizm olarak ele alınabilir. Şehir duvarlarının içinde ve dışında 1884'te tespit edilen 80 kulenin -yedisi hariç- tamamı ve Hadriyanus (Üçkapılar) haricindeki tüm kapılar dahil, şehir surların büyük bir kısmı son 70 yılda yıkıldı. Osmanlı sivil mimarisi örneği olan Kaleiçi'ndeki evler de son 15 yılda sözde restorasyonlarla o kadar tahrip edildi ki, "kentsel sit" dokusu yapı bütünlüğünü kaybetti.
Bu sözde restorasyonlarda taş işçiliğinin yerini beton aldı, evlerin birinci katındaki taş ve ahşabın birlikte kullanıldığı Bağdadi duvar briket bloklarla yer değiştirdi, duvar içine yerleştirilen deprem şoklarını önleyici ahşap hatılların yerine yapısal olarak hiçbir fonksiyonu olmayan ve duvar yüzeyine monte edilen göstermelik hatıllar kondu, ahşap sütunlar betonarme olanlarıyla değiştirildi. Çatılarda kullanılan kiremitler de -Cumhuriyet Meydanı'ndan görülebileceği gibi- Osmanlı tipinde değiller. Kaleiçi'nde orijinal kiremitle kaplı az sayıdaki çatı da sözde "restorasyonlarla"yok edilmeden önce kayda alınmaya değer. Restorasyon, yapıyı orijinal görünümüne döndürmek anlamına gelir ve bu iş kullanılan malzeme ile yapı tekniğinde tutarlılık gerektirir.


Yivli Minare Camii'nin iç duvarlarında yapılan bu sözde "restorasyon", tıpkı Kaleiçi'ndeki o çok modern restorasyonlar gibi, bir kültürel kıyım değilse geçmiş mirasın yok edilmesi değil mi?
Radikal 2, Yazı: Mikail Duggan, İrlandalı sanat tarihçi ve ressam , 03.06.2007





3 - 9 Haziran 2007

DİPKARPAZ'DA TARİHİ ESER

 

Kuzey Kıbrıs'ta Dipkarpaz´da köy içinde, İskele Kaymakamlığı ile Belediye'nin birlikte gerçekleştirdiği yol genişletme çalışmaları sırasında ortaya çıkan mağara içinde 18 parça tarihi eser bulundu.

 

Toprak üstünde tespit edilen eserler, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Gazimağusa Bölge Müdürlüğü´nden bir ekip tarafından mağaradan çıkarıldı.

 

Mağarada, toprak altında başka tarihi eserlerin olabileceğine dikkat çekilerek, kazı çalışmalarına yarın başlanacağı ifade edildi.

 

Yaklaşık 2700 yıllık, Geometrik Dönem´e ait irili ufaklı testi ve iki kulplu tepsilerden oluşan tarihi eserlerin Kıbrıs´ta ender bulunan tarihi eserlerden olduğu bildirildi.

Dipkarpaz Belediye Başkanı Mehmet Demirci, tarihi eserlerin mağaradan çıkarıldığı sırada yaptığı açıklamada, yol genişletme çalışmaları sırasında kazı yapılırken bir mağaranın ortaya çıktığını, mağaranın içinde de toprak üstünde tarihi eserlerin tespit edildiğini ifade etti.

Kuzey Kıbrıs Vatan, 08.06.2007

GÜLEZLER KONAĞI BEKLEMEDE

 

Bolu Belediyesi tarafından Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan alınan izin doğrultusunda yıkımı gerçekleştirilen Gülezler Konağı’nın inşaat çalışmaları Anıtlar Yüksek Kurulu’na takıldı. Kurul, konağın tüm hakkının Bolu Belediyesi’nde olmadığı gerekçesiyle yapılmak istenen çalışmaya izin vermiyor.

 

 

Gülezler Konağı'nın orijinal haliyle yeniden restore edilmesi ve gelecek nesillere aktarılabilmesi için bazı hissedarlar haklarından feragat ederek, Bolu Belediyesi’ne bağışta bulunmuşlardı. Anıtlar Yüksek Kurulu’yla yapılan görüşmeler sonrası, çevreye verdiği tehdit ve orijinaline uygun yeniden inşa edileceği belirtilerek, Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan alınan izin doğrultusunda Gülezler Konağı’nın yıkımı gerçekleştirilmişti.

 

Yıkım çalışmasının tamamlanmasının ardından, Bolu Belediyesi Anıtlar Yüksek Kurulu’na binayı orijinaline uygun olarak yeniden yapmak için yaptığı girişimlere ise şu ana kadar, bina hissesinin hepsine sahip olmadığı gerekçesiyle onay alamadı.

Bolunun Sesi, 08.06.2007

"URARTU ESERLERİNİN TANITILMASI VAN'I ÖNE ÇIKARIR"

 

Ayanis Turizm Seyahat Acentesi Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Tunçdemir, Van'ın Türkiye'nin önemli tarihi ve turistik zenginliklerini barındırdığını belirterek, iyi ve kaliteli bir tanıtımla turizm patlaması yaşanacağını söyledi.

 

Van'ın tarihi zenginliklerle dolu olduğunu ifade eden Abdullah Tunçdemir, bu eserlerin tanıtımıyla bölgedeki turizmin Türkiye sıralamasında ciddi bir tırmanışa geçeceğini ve ilk 5 il arasına girebileceğini kaydetti. 2002 yılında Van'a 10 bin yabancı ve 25 bin yerli turist geldiğini, 2007 yılında ise bu rakamın ilk 6 ayda yakalandığını belirten Tunçdemir, ciddi bir tanıtımla yabancı turist sayısının bir yılda 250 bin, yerli turist sayısının ise 500 bine ulaşabileceğini ifade etti. Tarihi zenginlikleri, otel kapasiteleri ve altyapısıyla bu sayıyı kaldıracak durumda olduklarını vurgulayan Tunçdemir, Van ilinde 8 ile 10 alternatif turizm olduğunu söyledi. Abdullah Tunçdemir, "2007 yılında sektörde çok ciddi bir canlılık yaşanıyor. İlk 6 ayda 10 bin yabancı turist Van'a geldi. Yıl sonuna kadar 20 bin yabancı, 250 bin yerli turist hedefliyoruz. Bu yıl yaşanan canlılığın en büyük etkenlerinden biri Akdamar Adası Anıt Müzesi'nin açılmış olmasıdır. Bilindiği gibi Van, Urartu Devleti'ne başkentlik yapmıştır.


Burada bulunan Urartu dönemine ait eserler, Akdamar Adası Anıt Müzesi gibi tanıtılabilirse Van turist cennetine döner. Şehrin en iyi fabrikaları tarihi ve turistik yerleridir. Tanıtılması halinde her eser bir fabrika kadar ilin ekonomisine katkı sağlar" dedi.

Hedeflenen 250 bin yabancı ve 500 bin yerli turist sayısına ulaşıldığı taktirde yıllık Van ekonomisine yaklaşık 500 milyon dolar katkı sağlanabileceğini ifade eden Tunçdemir, 22 Temmuz tarihinde yapılacak genel seçimlerin turizm sektörünü etkilemeyeceğini de belirtti. Tunçdemir, "Siyaset farklı, turizm farklıdır. İnsanlar programlarını yapıyorlar ve gezmek istedikleri yerlere gidiyor. Bu yıl şu ana kadar Van'da turizm istenilen seviyede canlılığını korumaktadır" diye konuştu.

Urartu medeniyetine başkentlik yapan ve günümüze kadar Hurriler, Hititler, Persler, Medler, Selçuklular, Osmanlılar gibi birçok kültürü taşıyan Van'da, MÖ 9. yüzyılda Lutupri'nin oğlu 1. Sarduri tarafından yaptırılan Van Kalesi'yle birlikte 19 kale, 14 tarihi cami ve medrese, 3 kilise, 6 köprü başta olmak üzere yaklaşık 98 tarihi eser bulunuyor. Bu eserlerin yanı sıra dünyaca ünlü Van Kedisi, Van Gölü, Muradiye Şelalesi ile birlikte 4 ada, kuş izleme mekanı, müze, kayak, yayla, dağ, doğa, botanik, kültür gibi turizm alanları bulunuyor.

Turizm Gazetesi, 08.06.2007

TARİHİ ÇINAR 600 YAŞINDA

 

Osmangazi Belediyesi, Uludağ yolunda bulunan tarihi İnkaya çınarının 600'üncü yaşına girmesi nedeniyle tören düzenledi. Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, her biri ağaç gövdesi kalınlığındaki heybetli dallarıyla Bursa'yı adeta kucaklayan çınarın, Türk ulusunun bu topraklar üzerindeki kökleri gibi sağlam kökleri bulunduğunu söyledi.

 

Başkan Altepe, tarihi çınarların Bursa için önemine değinerek, "Anıtsal ağaçların bakımı, tedavisi ve restorasyonları için elimizden geleni yapıyoruz. Kent içinde anıtsal özelliği olan 540 adet ağaç var. Bu ağaçlarda oluşan çıplak yüzeyler, mantar ve böcek tahribatlarına mazur kalıyor. Tedavilerinin yapılmaması halinde ömürleri kısalıyor. Biz de bunları hayatta tutmak için her şeyi yapıyoruz" dedi.Törende daha sonra İnkaya çınarının 600. yaşının anlam ve önemini belirten yazının yer aldığı panonun açılışı yapıldı.

Bursa Hakimiyet, 08.06.2007

KAÇAK KAZI YAPARKEN YAKALANDILAR

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde kaçak kazı yaptıkları iddia edilen 5 kişi gözaltına alındı.


İlçeye bağlı Güllük beldesi Sıralık mevkisinde kaçak kazı yapıldığı ihbarı alan jandarma ekipleri, bölgeye operasyon düzenledi. Ekipler, bir oda mezar ortaya çıkardığı iddia edilen M.K (61), A.Ç (64), İ.Y (31), H.K (34) ve T.T'yi (21) gözaltına aldı. Kazıda kullandığı tespit edilen aletlerle bir arama detektörüne el konuldu. Zanlıların bugün adli makamlara sevk edileceği kaydedildi.

Haber Ekspres, 08.06.2007

GÖBEKLİTEPE 2007 KAZILARI BAŞLADI

 

Göbekli Tepe kazılarının onüçüncü sezonu 05.06.2007 tarihinde başladı. Göbekli Tepe kazı başkanı Prof.Dr.Klaus Schmidt 31.05. 2007 tarihinde Urfa’ya geldi. İlk birkaç gün kamp hazırlıkları ve kazı araç-gerecinin transferi ile geçti, kazı ekibinin ve Bakanlık temsilcisinin Urfa’ya gelmesinden sonra 05.06.2007 tarihinde kazı yerinde alan çalışmalarına başlanıldı. 2007 yılında Göbekli Tepe’de iki dönem halinde çalışılacak. 5 Haziran-5 Temmuz arasındaki ilk dönemden sonra, kazı ekibi Ağustos ayı sonunda tekrar Urfa’ya gelip Eylül-Ekim ayları boyunca çalışacak.

Güneydoğu Medya, 07.06.2007

FATİH'İN BİLİNMEYEN DEFTERİ TOPKAPI'DA GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 

1453-İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi, Fatih Sultan Mehmet’in henüz “Fatih” unvanını almadığı gençlik yıllarında kullandığı 180 sayfadan oluşan deftere geniş yer ayırdı. Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Kütüphanesi'nde bulunan, mürekkebin dağılmaması için özel bir karışımla sayfaları cilalanmış ve sonradan ciltlenmiş olan defterin 21,5 x 28,5 ebadında olduğu bildirildi. Fatih Sultan Mehmet’in değişik çizim ve yazılarının yer aldığı defterde, ileride kullanacağı tuğra üzerinde de çalıştığı göze çarpıyor.





Dergideki araştırmaya göre, söz konusu defterde; bitirilen ya da yarım bırakılan çok sayıda tuğra müsveddesi, at başları, baykuş, kartal ve leylek çizimleri, çiçek motifleri, Türk ve Yunan alfabesi, ebced hesaplarında kullanılan karakterler ve Farsça beyitler dikkat çekiyor. Dergide ayrıca, defterin bugüne kadar kapsamlı bir şekilde incelenmediği ve ilk defa ayrıntılarına yer verildiği öne sürüldü.

 

Topkapı Sarayı Müdürü ve aynı zamanda derginin yayın danışma kurulu üyesi Prof. Dr. İlber Ortaylı da defterin Fatih Sultan Mehmet’e ait olduğunu doğruladı. Kurul üyelerinden sanat tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice ise söz konusu defterle ilgili sanat tarihçisi merhum Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’in yayınlar yaptığını belirtti.

Türkiye Gazetesi, 08.06.2007

MİMAR SİNAN ÜNİVERSİTESİ: HİÇ BİR YERE TAŞINMIYORUZ

 

Mimar Sinan Üniversitesi Rektörlüğü, internet sitelerinde ve çeşitli basın organlarında yer alan üniversitenin Şile'ye taşınacağı yolundaki haberlerin yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını belirterek, bugünkü eğitim alanının taşınmayacağını, yaz okulları için Şile Belediyesi'nden yer istendiğini açıkladı.

Rektörlük tarafından yapılan açıklamada "Mimar Sinan Üniversitesi Şile'ye taşınıyor" şeklinde Şile Belediyesi'nin web sitesindeki haberler medyamızda yer almış ve yanlış anlaşılmalara yol açmıştır. Var olan mekanlarımız, 1926 Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana kurumumuzun eğitimini sürdürdüğü ve sürdüreceği yerleşkelerdir. Bugünkü eğitim alanının taşınması söz konusu olmadığı gibi Bomonti inşaatımız da devam etmektedir. Şile'den yer istenmesi, yaz okullarının açılması, sosyal ve spor tessilerinin geliştirilmesi, araştırma merkezlerimizin aktif hale getirilerek Uluslararası kültür ve sanat vadisi oluşturmayı, üniversitemizin ileriye dönük açılımaları için fiziki imkanlarını genişletmeyi amaçlamaktadır" denildi.

Sabah, 08.06.2007

İSPANYA DEFİNECİ ABD GEMİLERİNİ BIRAKMIYOR

 

İspanya hükümeti Akdeniz'in batı sularında batık bir gemiden 250 milyon sterlin (657,5 milyon YTL) değerinde 17 ton altın ve gümüş sikke çıkaran 2 Amerikan keşif gemisinin Cebelitarık'tan ayrılmasına izin vermedi.


Hazinenin İspanya'ya ait olabileceğini belirten hükümet bu konuda bir de yargı kararı çıkardı. İspanyol mahkemesi, merkezi Florida'da bulunan "Odyysey Marine Exploration" adlı Amerikan şirketine ait 2 gemi için yakalama ve arama yapılması emri çıkardı. İspanya Kültür Bakanlığı sözcüsü Amerikan teknelerinin Akdeniz'in batı sularında yasadışı operasyonlar yaptığına dair ciddi delillere ulaşıldığını öne sürdü. İspanya, Amerikan keşif gemilerinin söz konusu hazineyi 1641'te Sicilya açıklarında batan İngiliz Merchant Royal gemisinden çıkarmış olabileceğini ve bu kargonun da İspanya'ya ait olduğunu öne sürüyor.

Milliyet, 08.06.2007

TÜRKİYE'DE 5 TARİHİ YER TEHLİKE ALTINDA

 

Dünyada 2008 yılında en fazla tehlike altında olan ve korunmasına yeterince özen gösterilmeyen 100 tarihi yer açıklandı. "2008 Yılında Dünyanın En Fazla Tehlike Altında Bulunan 100 Tarihi Yeri Listesi"nde, Türkiye'den aralarında Hasankeyf ve İstanbul tarihi surlarının da bulunduğu 5 tarihi eser yer alırken, KKTC'den de Gazimağusa listeye girdi.


Merkezi New York'ta bulunan Dünya Anıtlar Fonu'nun (World Monuments Fund-WMF) Başkanı Bonnie Burnham tarafından açıklanan listede, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan yaklaşık 60 ülkeden 100 tarihi yer bulunuyor. Burnham, açıkladıkları yerlerin dünya kamuoyunun dikkatini çektiği için turist akınına da uğradığını dile getirdi.


Türk gazetecilerin listeyle ilgili sorularını yanıtlayan Dünya Anıtlar Fonu yöneticilerinden arkeolog Michelle Berenfeld, "Türkiye'de o kadar çok tarihi alan var ki, Türk devleti bu alanların korunması için çalışıyor, bizim de onlara yardımcı olmamamız gerekir.


Koruma ve bakım konusunda yalnızca tarihi yerlerin bulunduğu ülkeye değil hepimize sorumluluk düşüyor, çünkü hepimiz bu yerlerden yararlanıyoruz" diye konuştu.

İşte listede yer alan eserler

Çukur Han : Dünya Anıtlar Fonu'nun listeyle ilgili raporunda, Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesi yakınında ve Rahmi Koç Müzesi'nin hemen yanı başında bulunan kervansarayın bakımsız ve terk edilmiş durumda olduğu ve acil bakıma ihtiyaç olduğu belirtildi.

Hasankeyf : Raporda Hasankeyf'in, Ilısu Barajı projesi yüzünden sular altında kalma tehlikesi altında olduğu hatırlatılarak, kentteki tarihi kalıntıların başka bir yere taşınması önerisinin bulunduğu, ancak bunun da kimi sorunlara yol açabileceği kaydedildi.

İstanbul'un Tarihi Surları : Daha önce UNESCO yetkilileri tarafından da belirtildiği biçimde İstanbul'un tarihi surların acil bakıma gereksinimi olduğunun belirtildiği raporda, tarihi surların korunması için uzun dönemli ve kapsamlı bir planın hazırlanması gerektiği ifade edildi.

Meryem Ana ve Kızıl Kilise : Raporda, Göreme-Kapadokya bölgesinde bulunan Meryem Ana Kilisesi'nde yapısal hasarlar bulunduğu, Güzelyurt bölgesinde bulunan Kızıl Kilise'nin ise kubbesinde yapısal hasar olduğu ve genel olarak 2 kilisenin de bakıma ihtiyacı olduğu kaydedildi.

Gazimağusa : KKTC'den Gazimağusa da listede yer aldı. Raporda, kentin tarihsel zenginliğinden söz edilerek şu an Ada'daki siyasal durum ve izolasyon yüzünden Gazimağusa'daki tarihsel yerlerin yeterince bakım göremediği belirtildi
.

Milliyet, 08.06.2007

UZAYDAN ARKEOLOJİK KEŞİF





Uzay teknolojilerini arkeolojik keşifler yapmak için kullanmak giderek yaygınlaşıyor. En son uygulamalardan biri Mısır'da yapılmakta. Projenin amacı, yer çalışmaları ile daha zor ve yavaş yapılan alan taramasını, uydular aracılığı ile daha kolay hale getirmek. Bu proje sayesinde Mısır'da antik döneme ait yüzlerce yerleşim saptanmış durumda. Büyüklüğü ve konumuna göre yerleşimlerin haritası çıkarılmakta, daha sonra da kazılar yapmak sureti ile arkeolojik kalıntılar incelenmekte.
 

En son bulunan yerleşimlerden biri Kahire'ye yaklaşık 300 kilometre uzaklıkta. MS 400 civarına tarihlenen yerleşim, bugüne kadar bulunanların en büyüğü. Kentte yapılan kazılar neticesinde elde edilen sikke ve seramik buluntuları, kentin Anadolu, Doğu Akdeniz ve Yunan yarımadası ile ticaretinin olduğunu ortaya koyuyor.
 

Diğer bulunan yerleşimler arasında, MS 4. yüzyıla ait bir manastır, MÖ 6. yüzyıldan kalma bir başka büyük kent sayılabilir. Keşfedilen kalıntılar arasında en eskisi 5000 yıl önceye ait. Uydu aracılığı ile bulunan toplam yerleşim sayısı 400 civarında.

 

Araştırmacılar, özellikle keşfedilen yerleşimlerin pek çoğunun daha önce bilinmediğini ifade ediyorlar. Eski yerleşim alanlarının toprak ve bitki örtüsü farklılık göstermekte ve bu tür farklılıkları uzaydan yapılan gözlemler ile saptamak çok daha kolay olmakta.
 

Paha biçilmez eserlerin üzerine baraj ve şehir kurup sonra da işin içinden çıkamayan bizler de, umarız yakın zamanda bu tür teknolojik uygulamaları kullanma yoluna gideriz. Bu tür uygulamalar, yeni yerleşimlerin kurulması veya mevcut olanların planlı şekilde genişletilmesinde; baraj, yol, maden çıkarma vs. gibi çalışmaların eski eserlere en az zarar ile gerçekleştirilmesinde faydalı olacaktır. (Ç.N.)

AOL News, Haber: Heather Whipps, Çev. Yüksek Zemin Arayışı, 07.06.2007

BİRİNCİ ULUSLARARASI AVRASYA ARKEOLOJİ KONGRESİ'NİN ARDINDAN

 

Avrasya Türk arkeolojisinin uluslararası düzeyde tartışıldığı dünyanın ilk bilimsel toplantısı olan Birinci Uluslararası Avrasya Arkeoloji Kongresi / The First International Congress of Eurasian Archaeology, Ficea 2007 21 – 24 Mayıs 2007’de İzmir, Çeşme’de gerçekleştirildi.





Bu kongre, 2001-2004 arasında, Doğu Anadolu ve Avrasya’nın geniş bir alanında yürütülen OTAK (Orta Avrasya’da Türk Kültürünün Arkeolojik Kaynakları) Projesinin uzun vadeli amaçlarından biri idi ve, Avrasya kavramı içinde, Türk arkeolojik birikiminin uluslararası düzeyde tartışılmasını amaçlayan bir tasarımdı. Kongrede 119 bildiri tartışıldı, bunların 13’ü Türkiye üniversitelerini temsil ediyordu. 

 

Dokuz Eylül Üniversitesi, Anadolu ve Avrasya Enstitüsü ve Moğolistan Altay Araştırmaları Enstitüsü adına düzenlenen Birinci Uluslararası Avrasya Arkeoloji Kongresi, dünya arkeologlarını ve tarihçilerini, Avrasya tarihi ve arkeoloji ile ilgili uluslararası alanda faaliyet gösteren bilim kurumlarını Türkiye’de bir araya toplamak, Türk kültürünün Avrasya’daki köklü arkeolojik tarihini uluslararası düzeyde ele almak, tartışmak, tanıtmak ve bu kapsamda Türkiye’nin İzmir ölçeğinde bir bölümünün zengin arkeolojik ve tarihsel birikimini başta hedef kitle olan Rusya Federasyonu ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri olmak üzere tüm dünyaya tanıtmak ve ülkelerarası dostluk ve kültür ilişkilerinin geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla tasarlanmış bir proje idi.

 

Kongre, adından da belli olduğu gibi, ilk kez yapılan bir kongre idi. İçerik, kapsam ve organizasyon bakımından türünde de ilkti. Bununla birlikte, projenin ilkelerinden biri de, kongrenin uluslararası saygınlığının en yüksek düzeyde tutulmasıydı. Kongrede, Başta Rusya olmak üzere, hemen tüm Avrasya ülkeleri (Ukrayna,, Hakasya, Tuva, Altay, Moğolistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Japonya, Kore, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Hindistan, Tacikistan, İran, Azerbaycan, Dağıstan, Abhazya) ve Amerika, Almanya, İngiltere, İspanya, İsviçre, Macaristan, Polonya, bu ülkelerin en değerli arkeologları tarafından temsil edildiler ve Kongrede, basılı programda yer almayanlar da dâhil 119’dan fazla bildiri tartışıldı.

 

Toplantıda aşağıdaki sonuçlara ulaşıldı:

 

1. 21 – 24 Mayıs 2007 tarihleri arasında İzmir, Çeşme, Ilıca Otelde gerçekleştirilen Kongreye, 25 ülkeden, 119 temsilci katılmıştır. Bu temsilciler, kendi ülkelerinde Avrasya Arkeolojisi alanında çalışan uzman kişilerdir. Kongre üç gün boyunca, iki salonda (Bilge Kagan ve Cengiz Han Kongre Salonları) 16 oturum halinde gerçekleştirilmiştir. Her oturumun sonunda bildirilerle ilgili ayrıntılı ve verimli tartışmalar yapılmış, bu tartışmalar sayesinde ülkemiz ve yurtdışından gelen bilim insanları arasında zengin bir bilgi alış-verişi gerçekleştirilmiştir.

 

2. Kongre, bu alanda ülkemizde yapılan ilk kongre olma özelliği taşımaktadır, bilimsel içerik, katılımcıların uluslararası saygınlıkları, ön bilimsel hazırlıklar ve profesyonel organizasyon bakımından, aynı kavramda dünyada bu güne kadar gerçekleştirilen kongreler içinde en büyüğü olarak kayıtlara geçmiştir.

 

3. Bilimsel seviyesi en yüksek noktalara ulaşan Kongre, üye ülkelerarası akademik ilişkilerin güçlenmesi, ortak projelerin yaratılması ve toplumlar arasında dostluk ilişkilerinin canlanmasına vesile olmuştur.

 

4. Kongrede, tüm dünyaya, sadece bilimsel değil, aynı zamanda, Slav-Uzakdoğulu-Türk dilli halkların tarihten gelen dostluğu ve kardeşliğinin anlam kazandığı “Avrasyalılığın” vurgulanması ve bu kavramın öneminin bir kez de bu toplantıda yenilenmesi noktalarında önemli mesajlar verilmiştir.

 

5. “Avrasya Türk Arkeolojisi”nin Türkiye üniversitelerinde ve bilim kurumlarında kurumsallaştırılmasının gerekliliği vurgulanmıştır.

 

6. Birinci Uluslararası Avrasya Arkeoloji Kongresinin bundan sonra kurumsallaştırılmasına,  Kongrenin her üç yılda bir yapılmasına, 2010’da düzenlenecek ikincisine yine Türkiye’nin ev sahipliği yapmasına, diğerlerine ise, Kongre Daimi Bilim Komitesi’nin alacağı kararlara göre, diğer üye ülkelerin ev sahipliği yapmasına, İkinci Uluslararası Avrasya Arkeoloji Kongresinin, Kültepe Kaniş-Karum’un Kayseri’sinde, Çatalhöyüğün Konya’sında ya da uygarlıklar beşiği Antalya’da yapılmasına karar verilmiştir.

 

7. İkinci Uluslararası Avrasya Arkeoloji Kongresinin teması “Avrasya’da Türk Halklarının Arkeolojik ve Etno-Kültür Tarihi” olarak benimsenmiştir.

Dr. A. Semih Güneri, Kongre Başkanı, Anadolu ve Avrasya Enstitüsü

TUNCA'NIN KANADI MERİÇ'E UZANIYOR

 

Edirne'de Tarihi Ekmekçizade Ahmet Paşa (Tunca) Köprüsü'ndeki onarım kazısı; köprü yan kanatlarının Meriç Köprüsü'ne doğru uzandığını ortaya çıkardı. Edirne Valiliği İl Özel İdaresi tarafından geçtiğimiz yıl başlatılan “Tarihi Köprülerin Onarımı” kapsamında dolgu malzemesinin sökümü sırasında açılan bir kontrol kuyusu ortaya bir duvar çıkardı.

Köprü çalışmalarını denetleyen İl Özel İdare Genel Sekreteri İlhami Doğan, konunun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'na iletileceğini, çıkacak karara göre de yolun ve iki köprünün birbirine bağlanabileceğini ifade etti.

 

Geçtiğimiz gün üzerindeki dolgu malzemeleri sökülmeye başlanan Tunca Köprüsü'nün geçtiğimiz gece Un Fabrikası tarafındaki kanatları yıkıldı. Geçtiğimiz yıllarda köprüde yaşanan deformasyonun etkisiyle bir anda çöktüğü tahmin edilen duvar kanatlarının gece geç saatlerde çökmesi ve köprü yakınında kimsenin olmayışı şans eseri bir kazaya sebebiyet vermedi.

Edirne Internet Gazetesi, 07.06.2007

KARACALAR CAMİİ YENİLENİYOR

 

Bolu, Mengen İlçesi,  Karacalar Köyü Merkez Mahallesi’nde Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Karacalar Camii'nin restorasyonuna başlandı.

 

Restorasyonu Vakıflar Genel Müdürlüğü üstlenerek 400.000 YTL’ye ihalesi yapıldığı bildirildi. Müteahhit Cavit Karakaş caminin restorasyon işinin en kısa zamanda bitirileceğini ve köy halkının daha modern bir camiye kavuşacağını belirtti.

 

Karacalar Köyü muhtarı Aslan Yılmaz yapılan restorasyon ile ilgili olarak, “Beldemizde vakıflara ait tek cami Karacalar Camiidir. Restorasyonu yapılan cami sayesinde köy halkımızın daha iyi şartlarda ibadetlerini yapabileceklerini düşünüyorum” dedi.

Bolunun Sesi, Fotoğraf: mengen.gen.tr, 07.06.2007

BETON KALIPLARA TEPKİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Yatağan İlçesi'nde restorasyonu tamamlanan binaların toplu açılış törenine katılmak ve incelemelerde bulunmak için Muğla'ya geldi. Ziyaretine Stroneika Antik Kenti'ndeki restorasyon çalışmaları süren bir camiyi gezerek başlayan Bakan Koç, "Bugüne kadar, kazı başına bin YTL ile 5 bin YTL arasında para ödeniyordu. Toplam rakam da 1.5 milyon YTL ile 2 milyon YTL arasında ödenek ediyordu. Ben göreve geldikten sonra bu rakam 2006'da 8 milyon 5 bin YTL'ye, bu yıl da ise 10 milyon 500 bin YTL'ye çıktı. En küçük kazı heyetine bile 30 bin YTL'nin altında para göndermiyoruz" dedi.

 

Türkiye'nin ilk müzesini kuran Osman Hamdi Bey'in Yatağan'daki evini ziyaret eden Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Valilik tarafından sürdürülen restorasyon çalışmalarında beton kullanılmasından rahatsızlık duyduğunu belirterek, "Bu ev tescil edilmiş bir kültür varlığı. Bunun için izin alındı mı?" diye sordu. Yerde duran beton kalıpları gören Koç, "Binada beton kullanılması beni rahatsız etti. Etmedi desem yalan olur, ama benden çok kurulu rahatsız eder. Zaten, herhalde beton bölümleri gizleyecekler. Fonksiyon verebilmek ve fonksiyonu sağlamlaştırmak için ahşap taban ve tavanda beton kullanımına geçilmiş. Benim genel olarak bu hususta itirazım var. Benim itirazım, bu husustaki sanat görüşümün neticesidir. Kurul kabul ettiyse ben de kurulun görüşlerini kabul ederim" dedi.

Yeni Asır, Haber: Cem Kaytan, 07.06.2007

SON OSMANLI FOTOĞRAFLARI

 

Sultan II. Abdülhamid Han, devlet idaresinde fotoğrafı en etkin şekilde kullanan bir devlet adamıydı. Çektirdiği fotoğraflarla, yurt içinde ve yurt dışındaki gidip görmediği yerler hakkında fikir sahibi olmuş, gelişmeleri izlemişti. Kendisine sunulan yazılı ve sözlü raporlarla yetinmemiş, dönemin en önemli icatlarından olan fotoğraf çekiminden destek almıştı. Sadece mekan ve önemli nokta fotoğraflarından değil, askeri talimlerden cezaevlerindeki mahkumlara kadar her türlü görüntüden yararlanmıştı. Kendi siparişlerinin yanında yabancı fotoğrafçıların çektiği resimleri de para verip satın aldırtmıştı. Osmanlı’nın ihtişamını, ekonomik ve askeri gücünü yansıtan albümler oluşturup yabancı devlet başkanlarına göndermiş, “Osmanlı hala ayaktadır, güçlüdür” mesajını vermişti. İşte bu eşsiz hazine, bugün dünyanın en önemli fotoğraf koleksiyonlarından biri. Fotoğrafların pek çoğu zaman içinde yıpranmış, silinmiş olsa da geriye kalanlar bile büyük bir zenginlik. Maalesef, bu eşsiz koleksiyondan pek çoğumuzun haberi yok. Kamuoyu ile paylaşılmamış çünkü...

 

Sultan II. Abdülhamid Han döneminde bu yolla oluşan 911 albümden müteşekkil bu dev fotoğraf koleksiyonu “Sultan II. Abdülhamid Arşivi İstanbul Fotoğrafları” adıyla kitaplaştı. Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. ve IRCICA tarafından hazırlanan eser 9 Haziran’da görücüye çıkıyor. Kitapta, 17.276 konu başlığı altında tasnif edilen 36.000 fotoğraftan seçkiler yer alıyor. İstanbul’un tarihi vesikası niteliğindeki eserin tanıtımı, kitabı oluşturan fotoğrafların yıllarca saklı kaldığı Yıldız Sarayı-Silahhane bölümünde, İBB Başkanı Kadir Topbaş ve IRCICA Genel Direktörü Halit Eren’in katılımıyla gerçekleşecek. İstanbul’un tarihi bir vesikası niteliğindeki eserde; manzaralar, saraylar, camiler, türbeler, çeşmeler, abidevi yapılar, kışlalar, hastaneler, okullar, kamu yapıları, müzeler, törenler, yabancılar, tesisler, sosyal yaşam, surlar, spor ve 1894 depremi alt başlıklarında çok sayıda fotoğraf yer alıyor. “

Türkiye Gazetesi, Haber: Tuncay Önür, 07.06.2007

MİLYARLIK KEMAN BULUNDU

 

Avusturya'nın başkenti Viyana'da, bir müzisyenin dairesinden çalınan değerli Stradivari kemanı bulundu.

İçişleri Bakanı Günter Platter, en az 2,7 milyon dolar (yaklaşık 3,5  milyon YTL) değerindeki kemanı, düzenlediği bir basın toplantısıyla  müzisyen Christian Altenburger'e teslim etti.

Herhangi bir hasar görmeyen kemanın dün Viyana'da bulunduğu, hırsızlıkla  ilgili olarak 6 Gürcünün gözaltına alındığı belirtildi.

Keman, yaklaşık 10 gün önce Altenburger bir resital için Almanya'da  bulunduğu sırada çalınmıştı.

 

Dünyaca ünlü keman ustası Antonio Giacomo Stradivari tarafından 17. ve  18. yüzyıllarda yapılan binin üzerinde enstrümandan 600 kadarının  günümüze ulaştığı tahmin ediliyor. Bunlardan bazıları müzelerde  sergilenirken, bazıları hala müzisyenlerce kullanılıyor.

Hürriyet, 07.06.2007

RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Bolu'da bulunan ve tarihi değer taşıyan 9 adet çeşmede, Mimarlar ve Mühendisler Odası’nın katkılarıyla restorasyon çalışmaları başladı. 10 mühendisin hazırladığı projeler Tabiat Varlıkları Kurulu’na sunularak, çeşmelerin restorasyon izinleri alındı.


Bu projeler dahilinde ilimiz Büyükcami Mahallesi’nde bulunan 2 adet, Karamanlı Mahallesi’nde bulunan 3 adet ve Gölyüzü Mahallesi’nde bulunan 1 adet çeşmenin röleveleri onaylanırken, Tabaklar Mahallesi’nde bulunan 1 adet ve Büyükcami Mahallesi’nde bulunan 1 adet çeşmenin projelerindeki eksiklikler nedeniyle röleveleri kabul edilmedi. Gölyüzü Mahallesi’nde bulunan tarihi çeşme İmar Yolu üzerinde bulunması nedeniyle önceki aylarda Belediye ekipleri tarafından Bolu Lisesi yokuşunun karşısına taşınmıştı.


Gerede Caddesi üzerinde bulunan İsmet Oğultürk Çeşmesi’nin projesini Mimarlar ve Mühendisler Odası Başkanı Hüseyin Özsoy ve İbrahim Aksoy çizdi.


Yapılan çalışmalar hakkında açıklamalarda bulunan Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz; “Şu anda Bolu’da 11 tane tarihi çeşmemiz var. Bu çeşmelerin restorasyon çalışmalarına başladık. Bu çeşmelerden bir tanesi de Bolu Lisesi yokuşunun karşısına taşıdığımız çeşmedir. Bu çeşmenin 19’ncu yüzyılın ikinci yarısında yapıldığını tahmin ediyoruz. Görüntü itibariyle güzel ve tarihi bir çeşme. Biz burada bu tür çeşmeleri koruma altına almak durumundayız. Bu çeşmeyi de Bolu Lisesi yokuşunun bitimindeki üçgen alana, iki taraflı kullanılabilecek şekilde taşıyarak koruma altına aldık. Bununla da Bolu’da ilk defa tarihi yapılara sahip çıktığımızı gösteriyoruz” dedi.

Bolu Olay, 07.06.2007

"BU AYIPTAN KURTULALIM"

 

 

Bolu İl Genel Meclisi'nin Haziran ayı 3. oturumunu gerçekleştirdi. İki gündem maddesi olan toplantıda, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü bahçesinin otopark amaçlı kullanımının engellenmesi hususu masaya yatırıldı..

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Hasan Kaplan, meclis üyelerine Bolu'daki turizm sektörü ve yapılması gereken işler ile ilgili bilgiler verdi. Kaplan açıklamalarının ardından İl Genel Meclis üyelerinin sorularını yanıtladı. CHP’li İl Genel Meclis Üyesi Fahrettin Tanyar Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün bahçesinin otopark gibi kullanılmasına tepki göstererek; “Orada çok büyük değerler var. Sizlerde bu değerlere sahip çıkmıyorsunuz. Orası otopark gibi oluyor. Bunun bir an önce engellenmesi lazım. Ben çok üzülüyorum oradaki eserlerin zarar görmesinden. Kültür Müdürlüğü bir an önce gerekli çalışmaları yaparak oraya bir düzen getirmeli. Bizlerden de bir talebiniz varsa karşılayalım, ama orası o halinden kurtarılsın.” dedi.


Tanyar’ın bu konuşmalarının ardından Kültür Müdürlüğü'nün çevre düzenlemesi hakkında bilgiler veren İl Kültür ve Turizm Müdürü Hasan Kaplan, çevre düzeni projesinin çizildiğini ve ödeneğinin de hazırlandığını ifade ederek; “Çevre düzeni ile ilgili büyün çalışmalarımız bitti. Sadece ihalesi kaldı. Ancak şu an Belediyenin şu an bir yol genişletme çalışması var. Birde trafo binası taşınacak. Bu nedenle şu an çevre düzeni projesini uygulayamıyoruz. Müdürlüğün bahçesinin otopark gibi kullanılmasından bizde son derece rahatsızız. Araçların park etmemeleri için oraya toprak döktürdük. Bir kapı ya da bekçi koyma şansımız da yok. Bu nedenle çevre düzeni projesi uygulanıncaya kadar bu şekilde kendi imkanlarımızla oraya araç parkını engellemeye çalışacağız.” Dedi.

Bolu Olay, 07.06.2007

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TAŞKÖPRÜ SEMPOZYUMU

 

Geçtiğimiz yıl ilki mayıs ayında gerçekleşen ve Taşköprülüzadeler Sempozyumu adında düzenlenen sempozyum bu yıl "Tarihi ve Kültürü ile Geçmişten Günümüze Taşköprü Sempozyumu" adı altında düzenlenecek.

 

Kültür ve Turizim Bakanlığı ve Taşköprü Belediyesi`nin ortaklaşa düzenlediği sempozyumunun ilk günkü oturumunda Prof. Dr. Cahit Baltacı, Yrd. Doç. Dr. Eyüp Akman, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Eski Yrd. Doç. Dr. Mehmet Serdar Yılmaz , ikinci günkü kısmında ise Yrd. Doç. Dr. Emin Baydıl, Öğr. Gör. Gülten Küçükbasmacı, Yrd. Doç Dr. Bünyamin Çağlayan ve Mğr. Gör. Ahmet Yaşar Zengin konuşmacı olarak katılacak.

Kastamonu Postası, Haber: Mehmet Tuğcu, 07.06.2007

HASANKEYF TOZ DUMAN İÇİNDE

 

 

Son bir haftadır özellikle Hasankeyf kent merkezi olmak üzere Hasankeyf İlçesi'nin karşısında olan ancak Batman'a bağlı olan Kesmeköprü Köyü sakinleri tarihin tozlarını yutuyor.

 

Hasankeyf ilçe merkezindeki ve özellikle Küçük Saray olarak bilinen eski kale ve kale başındaki Ulu Cami'de yapılan arkeolojik kazılar esnasında molozlar ve kazı sonrası toz kütleleri kaleden aşağıya rasgele bırakılınca Hasankeyf üzerinde dev bir toz kütlesi oluşuyor. Çalışma saatlerinde 50-60 metre aşağıya bırakılan tozlara en çok esnaflar tepki gösteriyor.

 

Hasankeyf’in tarihi çarşısında esnaflık ve tezgahtarlık yapan esnaflar, sabahtan akşama kadar kaleden aşağıya atılan molozlar, toprak yığınları ve kaya tozları yüzünden eşyalarının kullanılamaz hale geldiğini belirterek, Hasankeyf’e gelen konukların gezmeden veya alışveriş yapmadan tozdan kaçtıklarını belirttiler. Bazı vatandaşlar ise aşırı toz nedeniyle pencerelerini bu sıcaklarda dahi açamadıklarını söyleyerek, sürekli temizlik yapmak zorunda kaldıklarını söylediler.

 

Kazı Başkanı Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam bu sene kazı programının böyle olduğunu ve zaten kale dibinden geçişlerin yasak olması nedeniyle molozları aşağı bıraktıklarını söyledi. Prof. Dr. Uluçam, tedbirleri alacaklarını da sözlerine ekledi.

Batman Gazetesi, 07.06.2007

YAZ AYLARINDA KAÇAK KAZILAR ARTIYOR

 

Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, define avcılarının yaz aylarında arttığını belirterek, bilinçsiz kişilerin tarihi eserlere hasar verdiğini söyledi.

 

İzinsiz kazı yapanların tarihi eserler ve türbelerde tahribatlar oluşturduğunu belirten Erkmen, “Bu konuda duyarlı olunması gerekiyor. Tarihi zenginliklere bu şekilde darbe vurulmamalıdır. Bu yöndeki cezalar geçen yıl çıkarılan düzenlemelerle artırıldı. Tarihi eserler hepimizin ortak değerleri ve koruma altına alınmalıdır” dedi.

 

İzinsiz kazılarda mezarlıkların ilk sıralarda yer aldığını belirten Erkmen, “Kaçak kazılarda mezarlıklar ilk sıralarda yer alıyor. Bu yöndeki uygulamalar cezai işlemlerin uygulanmasına neden olabiliyor. Kaçak kazıya kimse tevessül etmemelidir. Sorunların aşılması noktasında herkes üzerine düşeni yapabilmelidir” diye konuştu.

 

Arkeolojik kazı çalışmalarının önemli bir yere sahip olduğunu belirten Erkmen, “Kentin tarihi dokusunun ortaya çıkması adına arkeolojik kazı çalışmaları çok önemli. Kentin tarihi misyonunu analiz etme imkanı bulduk.. Diğer tarihi eserlerinde korunması ve yaşatılması açısından vatandaşa bilinçli ve duyarlı olmak adına önemli görevler düşüyor. Tarihini bilmeyen bir milletin gelecekte başarılı olması söz konusu olamaz. Herkesin bu bilinçle hareket etmesini bekliyoruz. Müzeleri ziyaret etme kültürü de küçük yaşta kazandırılmalı ve tarihin önemi genç nesillere anlatılmadır” diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, 06.06.2007

"İSTANBUL 2007: MÜZELERİN DEPREMDEN KORUNMASI KONFERANSI" DEKLARASYONU

 

“İstanbul 2007: Müzelerin Depremden Korunması Uluslararası” konferansı, 4 – 5 Haziran tarihleri arasında uluslararası uzmanların katılımıyla Pera Müzesi Oditoryumu’nda gerçekleşti. Konferans sonrasında Mustafa Erdik (Boğaziçi Üniversitesi), Eser Durukal (Boğaziçi Üniversitesi) ve Bilgen Sungay (Boğaziçi Üniversitesi) imzasıyla yayınlanan deklarasyon şöyle:

"İstanbul 2007: Müzelerin Depremden Korunması konferansı katılımcıları, iki kıta üzerinde kurulmuş ve dünya kültür mirasının ayrılmaz parçası olan sayısız müzeye ev sahipliği yapan Istanbul kentinin karşı karşıya olduğu yüksek deprem tehlikesinin, kültür mirasımızın ulusal kimliğimizin tanımlanmasındaki öneminin ve farklı kültürlerin izlerinin korunması konusundaki sorumluluklarının bilincinde olarak, sunulan bildiriler ve yapılan tartışmalar ışığında ve Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM), Kültür Varlıklarını Koruma ve Restorasyon Çalışmaları Uluslararası Merkezi (ICCROM), J. Paul Getty Müzesi, Boğaziçi Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve diğer üniversiteler, hükümet temsilcileri, Pera Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi ve diğer müzelerin desteği ile aşağıdaki kararları almıştır:

1. Müzelerin karşı karşıya bulundukları deprem riskleri uygun güçlendirme, takviye ve / veya risk azaltma yöntemleri yardımıyla azaltılabilir.

2. Müzelerin depremden korunması için danışmanlık yapacak disiplinlerarası uzmanlardan oluşan ekiplerin oluşturulması, risk azaltma yöntemleri ve malzemeleri ile ilgili bilimsel araştırmaların yapılması, eğitim malzemeleri geliştirerek müze personeline ve konu ile ilgili alanlarda öğrencilere eğitim verilmesi, bilgi paylaşımı, risklerin belirlenmesi ve önlem yöntemlerinin uygulanması acil olarak ele alınması gereken konulardır. Bu amaca yönelik olarak, disiplinlerarası uzmanlıkla araştırma, geliştirme, eğitim, danışmanlık, teknik destek ve kurtarma operasyonları için bir merkez oluşturulması gereklidir.

3. “İstanbul 2010 – Avrupa Kültür Başkenti” oluşumu çerçevesinde müzelerin deprem riskinin azaltılması konusunda kamu ve özel sektör kurum ve kuruluşları tarafından projeler başlatılmalıdır.

Konferansta temsil edilen kurum ve kuruluşlar, kültür mirasımızın gelecek kuşaklara aktarılması konusunda taşıdıkları sorumluluğun bilinciyle, müzelerin ve kültür varlıklarının depremden korunması ile ilgili olarak çalışmaya devam etme konusunda kararlılıdır."

Yapı, 06.06.2007

MİMARLAR ODASI İSTANBUL BÜYÜKKENT ŞUBESİ FOTOĞRAF YARIŞMASI: "CUMHURİYET DÖNEMİ MİMARİ MİRASI"

 

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından geleneksel olarak her sene düzenlenen fotoğraf yarışmasının dokuzuncusu bu yıl gerçekleştirilecek. Tüm dünyada aynı tema çerçevesinde her yıl Ekim ayının ilk pazartesi günü kutlanan "Dünya Mimarlık Günü"  TMMO İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından Mimarlık ve Kent Şenliği adı altında bir haftaya yayılarak kutlanmakta. 2007 yılında gerçekleştirilecek bu haftanın teması “Cumhuriyet Dönemi Mimari Mirası” olarak belirlendi.



TMMO'dan yapılan çıklamada ; kültür mirasımızın daha fazla rant uğruna tahrip ve yok olma sürecinin, başta yasal düzenlemeler olmak üzere alınan tüm önlemlere karşın devam ettiği belirtilerek en kolay ve kaygısızca tahrip ve hatta yok edilen bölümünün, Cumhuriyet Dönemi yapıları olduğu rahatça söylenebileceği vurgulandı.

 

Açıklamada ayrıca "Bu “kıyım” ın nedenleri arasında, bu dönem yapılarının “eski” (!) olmaması ya da yakın bir geçmişte yapılmış olmaları, herhangi bir üst düzey mimari, artistik ve estetik değer içermemeleri, çok sayıda bulunmaları vb. sayılmaktadır. Bu “kıyım”’ın önemli bir bölümü ne yazık ki, merkezi ve yerel yönetimler eliyle gerçekleştirilmektedir.

 

1950’li yıllardan itibaren tahrip ve yok etme süreci özellikle son yıllarda Cumhuriyetin yaratmış olduğu tüm değerlere yönelmiştir. Cumhuriyetin kuruluş sürecinin belleğini oluşturan endüstri mirasımız yanı sıra Cumhuriyet Dönemi kültürel gelişmişlik düzeyimizi yansıtan ve mimari belleğimizi oluşturan İstanbul Radyosu, Muhsin Ertuğrul,  Akm, Taşkızak Tersanesi, vb. mimari mirasımızın farklı gerekçelerle aynı anda hedef seçilmesi anlamlıdır. Seçilen hedef vatandaşı olmakla övündüğümüz Cumhuriyet’in belleğidir.

 

Cumhuriyet’in bir kurumu olarak Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, her dönemde kültürel ve doğal mirasın korunması ve kamu yararına değerlendirilmesine yönelik olarak bir meslek odasından beklenen her türlü çabayı göstermiştir ve göstermeye devam edecektir. Cumhuriyet dönemi mimarlığının da belgelenmesi, korunması ve değerlendirilmesi yanı sıra bu dönem mimari belleğimizin içinde bulunduğu tehlikeye kamuoyunun dikkatini çekmek amacı ile “Cumhuriyet Dönemi Mimari Mirası” bu yılki fotoğraf yarışmasının teması seçilmiştir." dendi.

 

·     Yarışmaya, Cumhuriyet Döneminde yapılmış yapılara ait en çok 6 adet olmak üzere, 5x5 cm. camlı çerçeveye konulmuş “35 mm renkli saydam” veya uzun kenarı 40 cm. olacak şekilde 300 dpi çözünürlükte tif ya da jpeg formatında ve (CMYK olarak düzenlenmiş) dijital fotoğraf ile Seçici Kurul ve Ajanda Yayın Kurulu dışında herkes katılabilir. Son katılma tarihi ise 1 Ağustos 2007.

Mİmarlar Odası, 06.06.2007

EFES'E TÜRKÇE İSİM ÖNERİSİNE TEPKİ

 

TBMM Türkçe Araştırma Komisyonu’ndaki AKP’li üyelerin, Efes, Kapadokya gibi tarihi yerlerin isimlerinin değiştirilmesini önermesi, turizmcilerin tepkisini çekti.

Selçuk’ta, dünyadan her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği Efes Antik Kenti’nin başka bir adla anılmasının mümkün olmadığını belirten turizmciler, bu konudaki öneri ve girişimin gülünç olacağını vurguladı. Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Genel Başkanı Başaran Ulusoy da, Türkiye’deki isimlerin değiştirilmesini önerenlerin, Bosna Hersek, Makedonya gibi ülkelerdeki Türk isimleriyle anılan tarihi yerlerin adının değiştirilmesini de kabullenmesi gerektiğini söyleyerek konuya farklı bir bakış açısı getirdi. Ulusoy, doğduğu köye dahi yeni isim verilmesine karşı olduğunu belirterek, "Ne kadar değiştirirseniz değiştirin, onlar sadece tabelalarda olur. Siz kitaplardaki, beyinlerdekini silemezsiniz" dedi.

Hürriyet, Haber: Latif Sansür, 06.06.2007

KÜLTÜR VE TABİAT KURULU HASANKEYF'TE TOPLANDI

 

Kültür ve Tabiat Kurulu Hasankeyf’te toplandı. Toplantıya kurulda yer alan Hasankeyf Kaymakamı Osman Varol, Belediye Başkanı A.Vahap Kusen, Hasankeyf Arkeolojik kazı başkanı Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam ile Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu'ndan bir heyet katıldı.

 

Toplantıda, Hasankeyf’te gezilecek ve gezilmeyecek yerlerin belirlenmesi, kazı alanlarının yakınında bulunan işportacı ve çardakçı esnafının yasak yerlerde işyeri açmamaları konusunda karar alınıyor.

 

Kararın uygulanması ile Yolgeçen Hanı ve etrafındaki 30 civarındaki çardak, tarihi mekanlarda bulunan işportacılar ve bir çok yerde tezgah açan kişilere yasak gelecek. Ancak kurul yeterli çoğunluğun sağlanmadığını gerekçe göstererek karar vermeyi erteledi. Yoğun tepkilerin yaşanacağı göz önünde bulundurulacağından bir sonraki toplantıda karar alınacağı belirtiliyor.

 

Kendileriyle görüştüğümüz bazı Hasankeyfliler bu uygulamanın işsizliği artıracağını ve Hasankeyf’teki canlılığı olumsuz yönde etkileyeceğini belirterek, böyle bir karar alınmadan önce başka alanlarda serbest bir bölge verilerek iş alanlarının oluşturulmasını istedi.

 

Hasankeyf Belediye Başkanı A.Vahap Kusen ise, kararın yasak şeklinde çıkması durumunda başka yerlerin belirlenmesi için çalışma başlatacaklarını ancak şimdilik böyle bir kararın söz konusu olmadığını söyledi.

Batman Gazetesi, 06.06.2007

82 BİN YILLIK MÜCEVHER BULUNDU

 

Oxford Üniversitesi Arkeoloji Enstitüsü arkeologları Fas’ta bir mağarada yapılan kazılar sırasında deniz kabuklarından yapılmış 82.000 yıllık takılar buldular. Enstitü yöneticisi Prof. Nick Barton “Afrika’da takılar ve boncuklar, çok eski dönemlere uzanan, farklı taş teknolojisine bağlı ve uzun mesafeli değiş-tokuşlar veya sosyal ağlarla birbirlerinden etkilenen bir kültürdür. Öte yandan evrim çalışmalarında cevaplanması gereken en önemli soru ise tamamen çağdaş gözüken böylesi bir uygulamanın ilk insanlar tarafından en erken ne zaman, neden ve ne şekilde  başladığıdır. Bu tür süslemelerin insanların bilinç ve kimliklerinin şekillenmeye başlaması ile yakın ilişkisi vardır.” dedi.





El yapımı deniz kabuğu takılar Fas’ın doğusunda, Taforalt’taki Güvercinler Mağarası’nda yapılan kazılarda bulundu. Prof Barton’un belirttiğine göre bu boncuklar Avrupa’da şimdiye dek bulunan en eski benzerlerinden 40.000 yıl daha eski. Kolyelerde takı olarak kullanılan Nassarius kabuklarına daha önce Cezayir, İsrail ve Güney Afrika’daki kazılarda da rastlanmıştı.

(http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=1665&html=haber_detail_tu.html&layout=web)





Diğer buluntular Fas’ta bulunanlardan biraz daha yeni idiler ve diğerlerinden farklı olarak, Fas’taki boncuklar ilk defa kırmızı bir aşı boyası uygulanmış durumda bulundu.

oxfordmail.net, 04.06.2007

DAMLATAŞ MAĞARASI'NA 5 AYDA ZİYARETÇİ AKINI

 

Antalya'nın Alanya İlçesi'nde bulunan Damlataş Mağarası yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olmaya devam ediyor. Alanya Belediyesi Gelir Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, Damlataş Mağarası'nı ziyaret edenlerin sayısı geçen yıla oranla yüzde 10 arttı.

 

2007'nin 5 aylık diliminde mağarayı 58 bin 130 kişi ziyaret etti. Özellikle astım hastalarının uğrak yeri olan mağaraya geçen yılın aynı döneminde 53 bin 10 kişi gitmişti. Belediye Gelir Müdürlüğü, yaz sezonunda mağarayı günde ortalama bin 500 kişinin ziyaret ettiğini bildirdi. Mağara içinde bulunan sarkıt ve dikitler turistler tarafından fotoğraf ve kameraya kayda alınıyor. Turist ve yerli vatandaşlar 4 YTL, öğrenci ve tur otobüsleriyle gelenler ise 2 YTL ücret ödeyerek mağarayı gezebiliyor.

Zaman, Haber: Ahmet Yeşil, Fotoğraf: antalya-ws.com, 05.06.2007

TUNCA KÖPRÜSÜ'NÜN KAPATILMASINA ESNAFTAN TEPKİ

 

En son olarak araç ve yaya trafiğine kapatılan 400 yıllık Tunca Köprüsü'nde restorasyon çalışmasına başlandı. Edirne Valisi Nusret Miroğlu söz konusu tarihi köprülerin 450 iş günü araç trafiğine kapalı tutulacağını söyledi. Miroğlu, restorasyon kapsamında köprülerin araç trafiğine kapatılmasının ardından vatandaşları mağdur etmemek için Meriç Köprüsü ve Gazimihal Mahallesi'ne alternatif yol açtıklarını kaydetti. Bu arada kent merkezini, 8 bin nüfusun yaşadığı Karaağaç semtine bağlayan söz konusu köprülerin trafiğe kapatılması hem vatandaşları hem de Karaağaç bölgesinde kalan restoran ve eğlence merkezi sahiplerinin tepkisine neden oldu. Karaağaç bölgesinde bulunan eğlence ve restoran sahipleri ise söz konusu tarihi köprünün kapatılmasının kendilerine çok büyük zarar vereceğini belirterek, "Bu bölgedeki iş yerleri yaz aylarında para kazanır. Kışın ise birçok iş yeri kapalı olur.Tunca Köprüsü'nün kapatılmasıyla birlikte vatandaşların Karaağaç bölgesine gelebilmeleri için 20 kilometre yıl kat etmeleri gerekiyor." dedi.

Yeni Şafak, 05.06.2007

TARİHİ ÇINARA PROTEZ GÖVDE

 

600 yaşındaki tarihi çınarı yaşatmak için çürüyen gövdesi temizlenerek protez kasnak takıldı.





Bursa'nın Hisar semtinde 6 asırlık olduğu tahmin edilen tarihi Kavaklı Çınarı'nı daha uzun yıllar yaşatmak için ilginç bir operasyon yapıldı. Tarihi çınarın çürüyen gövdesi temizlenerek, yerine özel olarak hazırlanan alüminyum iskeletli, dolgu malzemeleri bir protez takıldı.


Osmangazi Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü ekipleri, vatandaşların çınar ağacının gövdesinin çürüdüğünü belirtmeleri üzerine ekipler harekete geçti. Senelerdir çürük olarak bulunan gövdenin, hayat belirtileri olan sağlam kısmı da bozduğunu tespit eden ekipler, çürük olan yüzde 80 oranındaki gövdeyi temizledi. Ağacın senelerin neticesinde oluşturduğu tonlarca ağırlığındaki baskıyı karşılamak için, kesilen çürük gövdenin yerine alüminyum profillerden oluşturulan kafes gibi takma bir gövde oluşturuldu.


Bu alüminyum kafes gövdenin üzerinde, çınar ağacının gövdesine yakın astarlı özel bir macun ile kaplandı. Rengini de çağla yeşiline boyayıp çınarın canlı gövde rengini veren ekipler, yeni protez ile ağacın uzun yıllar daha ayakta durabileceğini ifade etti.

 

Bu arada Osmangazi Belediyesi ekipleri, tarihi çınarların uzun yıllar yaşatılması için her türlü bakımının yapıldığını ifade etti. Her biri en az 2-3 asırlık olan tarihi ağaçların daha uzun yıllar hayatlarını sürdürebilmeleri için, diplerindeki yağış alabilecekleri toprak alanların genişletilmesinden, çürüyen kısımlarına protez takılmasına kadar birçok çalışmanın başlatıldığını, bu konularda vatandaşların her türlü şikayetlerinin kısa sürede giderildiğini belirtti.

Bursa Hakimiyet, 05.06.2007

KÜLLÜOBA KAZISININ DA WEB SİTESİ AÇILDI

1996 yılından bu yana, Eskişehir'in Seyitgazi İlçesi'nde, Prof.Dr. Turan Efe başkanlığında kazılan Küllüoba Höyüğü'nün web sitesi, Türkçe ve İngilizce olarak açıldı.

11 yıldır kazıları süren, 330x150 m boyutlarında, ova seviyesinden 10 m yükseklikteki höyükte, Geç Kalkolitik Çağ'dan İlk Tunç Çağı sonuna kadar tabakalanma izlendiği belirtilmekte.

Kazı Raporları, Araştırma Tarihçesi, Fokoğraflar, Haberler, Kaynakça gibi sayfaların yeraldığı siteye kulluoba.org adresinden ulaşılabilir.
TAYHaber, Foto: kulluoba.org, 05.6.2007

AVRUPA'DAKİ OSMANLI

 

Balkanlar’daki Osmanlı yadigarı eserler İbrahim Dıvarcı başkanlığındaki bir ekipce tek tek fotoğraflandı. Fotoğraf sanatçısı İbrahim Dıvarcı, Balkanlardaki Osmanlı İzleri adını taşıyan projeyi, Feyzi Şimşek, Ahmet Kuş, Umut Yavuz ve Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haşim Karpuz ile birlikte gerçekleştirdiklerini belirtti.
Dıvarcı, böyle bir çalışmaya, Kültür ve Turizm Bakanlığının Dünya Mevlevihaneleri Belgeseli ve Fotoğraf Albümü Projesi için uğradıkları Bulgaristan ve Yunanistan’da tarihi eserleri fotoğraflarken karar verdiklerini belirtti.

 

2006 temmuz ve ağustos aylarında 2 ay içinde Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Kosova, Makedonya, Bosna Hersek ve Sırbistan’ı gezdiklerini ve bugüne kadar bilinen ya da bilinmeyen tüm Osmanlı dönemi eserlerini tespit etmeye çalıştıklarını anlatan Dıvarcı, şunları kaydetti:
“Hep Balkanlar’daki Osmanlı eserleri söylenir ancak gidip bakan olmazdı, biz bunu yaptık. Gezdiğimiz tüm Balkan ülkelerinde 60-70 civarında Osmanlı eseri fotoğrafladık. Bizi çok etkileyen tespitlerimiz oldu. Örneğin Yunanistan’daki Osmanlı döneminde yapılan cami, tarihi ev gibi birçok yapının kültür envanterimizde bulunmadığını tespit ettik. Mesela Yunanistan’ın Larrissa (Yenişehir) kentinde, 16. yüzyılda yapılmış bir Osmanlı camisi şimdi müze olarak kullanılıyor.”

Bu ve benzeri, bütünüyle Osmanlı eseri olan tarihi yapının Osmanlı’ya ait olduğunun şüphe götürmemesine rağmen, o ülke insanları tarafından, bilerek ya da bilmeyerek göz ardı edildiğini belirten Dıvarcı, üzerinde Maşallah yazan, girişinde Osmanlı kitabesi ya da tuğrası olan pek çok tarihi konak, Osmanlı dönemi eseri sayılmak yerine şu an o topraklar üzerinde yaşayanların eseri kabul ediliyor. Örneğin, Konya’daki Osmanlı zamanında yapılmış bir kiliseye biz, Osmanlı döneminde şu cemaat tarafından yaptırılmış deriz. Balkan ülkelerinde Romanya’nın Köstence bölgesi hariç hiç bir yerde Osmanlı döneminde Türkler tarafından yaptırılmış eserlere ‘Osmanlı eseri’ denilmiyor. Bu gibi örnekler tüm ekibi çok üzdü.”


Dıvarcı, Balkanlar’ın onca tahribata rağmen yoğun bir şekilde Osmanlı izleri taşıdığını gördüklerini belirterek, bu çalışmanın ürünü olan, Tuna Nehri üzerindeki muhteşem köprüler, ince taş işçiliğinin kullanıldığı camiler başta olmak üzere, Balkanlar’daki 40 seçkin Osmanlı eserinin fotoğraflarından oluşan ilk sergiyi Konya’da geçen günlerde açtıklarını, bu fotoğrafları diğer kentlerde de sergilemek istediklerini sözlerine ekledi.

Türkiye Gazetesi, 05.06.2007

DATÇA'NIN MEZAR TAŞLARI KİTAP OLDU

 

Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Namık Açıkgöz, Datça’daki Osmanlı döneminden kalma mezar taşları ve kitabelerinde yazılanları kitaplaştırdı. 2 yıl süren araştırmasını "Datça Mezar Taşları ve Kitabeleri" adlı kitapta toplayan Açıkgöz, "Datça’da 17 ve 19’uncu yüzyıllardan kalma 86 mezar taşı ve dört kitabe bulunuyor. Kuzey Afrika’dan gelen Mağribilerin buraya yerleştiğini belirledim. Mezar taşlarının bazılarında özel olarak yazılmış şiirlere rastladım. Ayrıca halk ve divan edebiyatı örnekleri buldum. Bu edebi eserlerin hiçbir yerde yazılı kaydı yok. Hepsi de birer kültür hazinesi. Çok acil koruma altına alınmalı" diye konuştu.

Hürriyet, 05.06.2007

KARABURUN'DAKİ TARİHİ BİNA BUNDAN SONRA BELEDİYE KONAĞI

 

İzmirİin Karaburun İlçesi'nde, geçmiş dönemlerde belediye, kaymakamlık, yabancı dil merkezi olarak hizmet veren tarihi binanın restorasyonu ve revizyonu yapıldı. Yapı bu kez, 'Belediye Konağı' olarak açıldı. Belediye Başkanı Serdar Yasa, binayı özel günlerde, resepsiyonlarda kullanacaklarını, resmi ve dini bayramlarda da halkla burada bayramlaşacaklarını söyledi. Yasa, ''Binayı kültürel faaliyetlere, resim sergilerine de ev sahipliği yapacak tarzda dizayn ettik'' diye konuştu. İlçe Kaymakamı İlker Özerk Özcan'ın da katıldığı açılış töreninde, ressam Cemal Demir'in eserlerinin yer aldığı sergi de düzenlendi. 35 tablonun yer aldığı sunumun, 10 Haziran'a kadar ziyaret edilebileceği belirtildi.

Milliyet Ege, 03.06.2007

NUH'UN KAÇAK GEMİSİNE YIKIM

 

Greenpeace'in Ağrı Dağı Milli Parkı koruma alanında küresel ısınmaya dikkat çekmek için inşa ettiği Nuh'un Gemisi'nin yıkılması gerektiği ortaya çıktı. Çevre ve Orman Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Ağrı Valiliği'nce Eli Köyü civarında sembolik bir Nuh'un Gemisi inşasına izin verilip verilemeyeceği yönündeki yazıya olumsuz yanıt verdi. Greenpeace de Iğdır Valiliği'ne başvurdu. Iğdır Valisi Saim Saffet Karahisarlı, bakanlıktan görüş yazısı istemeden, Nuh'un Gemisi'nin inşası için "inisiyatif kullanarak" izin verdi.

 

Karahisarlı, geçen hafta Korhan Yaylası'ndaki törenle Iğdır halkı adına ahşap gemiyi teslim alırken, Çevre ve Orman Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü, 1 Haziran'da Iğdır Valiliği'ne gönderdiği resmi yazıyla park sınırları içinde "kaçak" yapıya nasıl izin verildiğini sordu. Nuh'un Gemisi'nin hukuki açıdan bakanlık izni olmaksızın milli park alanına inşa edildiği için yıkılması gerektiği belirtildi. Ancak Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin, Greenpeace'in amacına sıcak baktığı, seçim öncesi yıkımda acele edilmeyeceği öğrenildi.

Milliyet, Haber: Yıldız Yazıcıoğlu, 05.06.2007

KAÇAK KAZI YAPAN 6 KİŞİ YAKALANDI

 

Karaman'ın Ermenek İlçesi'ne bağlı Görmeli Köyü'nde tarihi eser bulmak amacıyla izinsiz kazı yaptıkları iddia edilen 6 kişi yakalandı.Tarihi eser bulmak amacıyla kazı yapıldığı ihbarını alan jandarma ekipleri, Görmeli Köyü Meşat mevkiine geldiğinde S.Ş, M.Ç, M.Ç, K.Ç, K.Y. ve Ö.B'yi kazı yaparken yakaladı. Kazı malzemeleri ile birlikte gözaltına alınan şahıslar ifadeleri alınmak üzere jandarma karakoluna götürülürdü.

Merhaba Gazetesi, 05.06.2007

NAPOLYON'UN MEKTUPLARI ÇAMAŞIRHANEDE BULUNDU

 

Dünyanın en büyük tarihi mektup koleksiyonlarından birini oluşturan ve 2005'te hayatını kaybeden Avusturyalı banker Albin Schram'ın koleksiyonu, çamaşırhanesindeki metal dolap içinde bulundu. Winston Churchill, Büyük Petro, Aleksander Puşkin gibi isimlere ait 1000 belge ve mektup, 3 Temmuz'da Londra'da açık artırmaya çıkarılacak.

Sabah, 05.06.2007

KOCAELİ BÜYÜKŞEHİR TARİHE SAHİP ÇIKIYOR

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, kentin tarihi değerlerini ortaya çıkararak, halkın hizmetine sunmak için çalışmalarına hız verdi. Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, tarihi eserlerin yoğun olarak bulunduğu Akçakoca Mahallesi'nde incelemelerde bulundu. Başkan Karaosmanoğlu, tarihi değerlere sahip çıkmayı kendilerine görev saydıklarını söyledi.





Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, beraberindeki Saraybahçe Belediye Başkanı Halil Vehbi Yenice, Fen İşleri Daire Bakan Yardımcısı Ali Alp Arslan ve teknik personelle birlikte, Akçakoca Mahallesi'nde restorasyon çalışması yapılacak olan tarihi eserleri gezdi. Başkan Karaosmanoğlu, kentin tarihi eser bakımından çok zengin olmasına rağmen, yeterli çalışma yapılmadığı için bugüne kadar bu konudan yararlanılamadığını anlattı. Kent turizminin canlandırılması için tarihi değerlere sahip çıkılması gerektiğini söyleyen Başkan Karaosmanoğlu, “Biz bu konuda elimizden geleni yapıyoruzi dedi.

 

Eskihisar, Osman Hamdi Bey Müzesi, Anibal'ın mezarı gibi tarihi değerleri kente kazandırıp, insanların hizmetine açtıklarını belirten Karaosmanoğlu, bu eserlere yenilerini eklemek için çaba gösterdiklerini dile getirdi. Gezisi sırasında 14. yy'da Orhan Gazi döneminde yaptırılan Süleyman Paşa Hamamı'nı inceleyen Karaosmanoğlu, burayı yakın bir gelecek içinde kent insanının hizmetine açacaklarını ifade etti. Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan restorasyon onayı çıkan Süleyman Paşa Hamamı'nın yapımı, yakın bir süre içinde ihale edilecek.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, yıllarca sanayinin gölgesinde kalan Kocaeli'nin tarihi ve kültürel değerlerine sahip çıkılmadığını belirtti. Bu değerleri ortaya çıkarıp, doğal güzellikleri tanıtarak, Kocaeli turizmini uluslararası arenada daha etkin bir yere getirmeyi hedeflediklerini anlatan Karaosmanoğlu, bu konuda büyük mesafe aldıklarını dile getirdi. Karaosmanoğlu, tarihi Süleyman Paşa Hamamı'nın kubbesel kısmının olduğu gibi korunarak, 285 metrekarelik bir alanda yapılanacağını ifade etti. Binanın yol cephesi ise müzeyyen cam süslemesi ile kaplanacak.

Yeni Şafak, 04.06.2007

TARİHİ TUZ HAN 550 YIL SONRA YENİDEN HAYAT BULDU

 

Uzak diyarlardan deve kervanlarının tuz ve baharat getirdiği Bursa'nın tarihi mekanlarından Tuz Han, yüzyıllarca hanlar bölgesinde çarşı deposu olarak kullanıldıktan sonra, yeniden ayağa kalktı.





550 yıllık geçmişiyle Tuz Han, bugün üzerini örtüp saklayan zamanların ağır tortusundan silkelenip dirilmeye, canlanıp hayata karışmaya; kapılarının ardına gizlediği anlamlarla barışık yeni çehresiyle gülümsemeye durdu.

 

Osmangazi Belediyesi'nin Tarih ve Kültür Yolu Canlandırma Projesi kapsamında Hanlar Bölgesi'nde yürüttüğü önemli çalışmalardan birisi olan Tuz Han'ın restorasyonu tamamlandı. Yapıldığı 1454 yılından bugüne değin zaman zaman tamiratlar geçirmesine rağmen yılların yorgunluğunu taşıyamayacak hale gelen yapı, restorasyonun ardından bölgenin cazibe merkezi haline geldi. Tarihi yapıdaki restorasyonla birlikte, handa bulunan ve daha önce birçoğu depo olarak kullanılan dükkanların yerini; dokuyu bozmayan, yapıyla bütünleşik modern dükkanlar aldı. Hızlı ama bir o kadar da dikkatli sürdürülen restorasyon çalışmaları, yaklaşık 10 ay içinde tamamlandı.

 

Tuz Han'ın restorasyonu kapsamında üst katta çatı örtüsü kaldırılarak kurşun kaplaması yenilendi. Revaklı kısımdaki demir doğramalar ve duvarlar kaldırılarak yapı özgün haline döndürüldü. Revaklı kısımdaki eksik olan tonoz da yapıldı. İki kattaki dükkanların kapı ve pencere doğramaları kaldırılarak tarihi yapının dokusuna uygun ahşap doğramalar takıldı. Tarihi yapının Uzunçarşı'ya cephe olan bölümündeki dükkanlar da yine tarihi dokuya uygun hale getirildi.

 

Uzunçarşı'da Tuzpazarı Caddesi'nde yer alan Tuz Han, Timurtaş Paşa'nın oğlu Umur Bey tarafından camisine gelir temini amacı ile 1454 yılında yaptırıldı. Duvarları kesme taş ve tuğla ile örülen yapı, dikdörtgen avlu etrafında iki katlı olarak sıralanan; üzerleri beşik tonoz ile örtülü odalardan oluşuyor. Toplam alanı 1.100 metrekare olan bu küçük ve şirin han, yeni yüzüyle bölgenin cazibe merkezlerinden biri haline gelecek.

 

Tarihi yapının yeniden açılış töreni dün görkemli bir törenle yapıldı. Osmangazi Yerel Gündem 21 tiyatro ekibinin; Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden Tuz Han'la ilgili bölümü canlandırmasıyla başlayan törende konuşan Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, yaklaşık 550 yıldır bu kente hizmet veren Tuz Han'ın kapsamlı bir şekilde elden geçirildiğini söyledi. Restorasyon öncesi yapılan kazı çalışmaları sonucunda, yüzyılların yorgunluğunu taşıyan tarihi yapının ayakta duramayacak hale geldiğini anlatan Altepe, "Yüzyıllardır içinde bulunan insanlara ve Bursalılara hizmet etmiş olan bu tarihi yapıya müdahale etmeseydik belki de çökebilirdi. Şimdi bütün taşıyıcı sistemleri güçlendirildi ve han yeniden doğdu." dedi.

 

Handa işyerleri olan bazı esnafların, çalışmaların uzayabileceği endişesini taşıdığını hatırlatan Altepe şöyle konuştu: "Daha önce restorasyon çalışmaları çok uzun sürüyordu. Örneğin bir Pirinç Han örneği var zihinlerde, yıllarca restorasyonu süren. Tuz Han'daki bazı esnaflarımız da bu endişelerini dile getirmişlerdi. Biz de onlara mağdur edilmeyecekleri konusunda söz vermiştik. Restorasyonu normalinden 4 ay daha erken tamamlayarak bu sözümüzü tuttuk. Temmuz 2006'da başlayan çalışmaları kısa sürede tamamlayabilmek ve böylece esnafımızı mağdur etmemek için geceleri de çalıştık ve 2007 Nisan sonu itibarıyla da tamamladık. Şimdi herkes mutlu, hayırlı olsun."

 

Alt katında 23, üst katında 22 olmak üzere toplam 45 dükkan ile wc'lerin yer aldığı tarihi yapıdaki çalışmalar Osmangazi Belediyesi'ne yaklaşık 1 trilyon 300 milyar liraya mal oldu. Projesi Mimar Yavuz Selim Sepin tarafından hazırlanan Tuz Han'ın restorasyonunu Öztimurlar şirketi yaptı. Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Erdem Saker, Osmangazi Kaymakamı Sebahattin Öztürk, Uludağ Üniversitesi Öğretim üyeleri Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu ve Prof. Dr. Mustafa Kara ile çok sayıda davetlinin katıldığı törende konuşan Tuz Han Derneği Başkanı İsmet Zümrüt de, muhteşem bir yapı kazandıklarını söyledi. Aynı zamanda Tuz Han esnafı olan Zümrüt, restorasyon öncesi 100-150 milyon lira arasında olan dükkan kiralarının restorasyondan sonra 600-700 milyon lira civarına yükseldiğini kaydetti. Zümrüt, "Ne kadar teşekkür etsek azdır. Hem esnafımız hem de Bursa eşsiz bir yapı kazandı." dedi.

Zaman, Haber: Adem Elitok, 04.06.2007

TURYAĞ FABRİKASI YAŞAM MERKEZİ OLACAK

 

İzmir'in 91 yıllık fabrikası Türk Henkel'e ait Turyağ fabrikası, Torunlar, Kiğılı ve Sur Yapı gruplarının oluşturduğu Nokta İnşaat Yatırım Turizm Sanayi ve Ticaret AŞ'ye satıldı. Torunlar Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Torun, kente yeni bir yaşam merkezinin kazandırılacağını söyledi.





İzmir'de sanayinin kaleleri arasında gösterilen ve 1916 yılında Bayraklı semtinde kurulan fabrika, Türk Henkel'in geçen yıl yağ üretimini Balıkesir'deki Arı Yağ'a devretmesi ve son olarak deterjan bölümünü de Ankara Elmadağ'daki Karizma firmasının tesislerine taşıma kararıyla son günlerine adım attı. Yapılan planlamayla fabrikanın 31 Nisan 2008 tarihinden itibaren tamamen Ankara'ya taşınarak kapanması öngörüldü.  İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin ''İzmir Yeni Kent Merkezi Planı'' olarak belirlediği ve kamuoyunda ''gökdelenler bölgesi'' olarak tanımlanan Nazım İmar Planı içinde yer alan fabrika arazisi ise Torunlar, Kiğılı ve  Sur Yapı gruplarının oluşturduğu Nokta İnşaat'a satıldı.

 

Torunlar Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Torun, toplam 44 dönümlük arazinin satış bedelini açıklayamayacaklarını belirtti. İzmir Körfezi'nde görüntü ve deniz kirliliği yaratan bir tesisin bu alışverişle ortadan kalmış olacağını ifade eden Torun, araziyle ilgili planların taşınma sonrası netleşeceğini belirtti. Arazinin imarıyla ilgili davaların sürdüğünü, büyükşehir ve ilçe belediyelerinin konuyla ilgili çalışma yaptığını ifade eden Torun, şöyle konuştu:

 

''Şu aşamada söylenebilecek en doğru şey İzmir'in atık üreten bir tesisten kurtulacak olmasıdır. Burada ileride neler yapılacağı, fabrika taşındıktan ve imar düzenlemeleri yapıldıktan sonra belirlenecek bir konu. Araziyle ilgili mahkemeler devam ediyor, projeyle ilgili ayrıntıları vermek doğru olmaz. Kapanma süreci 1 yıl sürecek, bölgeye mimarlarımız  girecek ve planlar ortaya çıkacak. İzmir Körfezi kirlilikten ve kötü görüntüden kurtularak yeni bir yaşam merkezine kavuşacak. Bölge insanların soluk alacağı, yaşayacağı, yürüyüş yapacağı, gelip gideceği bir yer haline gelecek.''

 

Bölge için düzenlenen imar planlarına uygun olan alışveriş ve iş merkezi, rezidans gibi yatırımların olumlu projeler olduğunu kaydeden Torun, yine de yapacakları yatırımla ilgili bilgi vermek için erken olduğunu kaydetti.Torun, İzmir'in gayrimenkul sektöründe hızla büyüdüğüne de dikkat çekerek, grup olarak kentte başka yatırımlar da yapabileceklerini dile getirdi.

Turizm Gazetesi, Fotoğraf: TMMOB Şehir Plancıları Odası İzmir Şb., 04.06.2007

BANKA KASASINDAN BİR MÜZE ÇIKTI

 

İsviçre’de bir bankanın kasasında, Nazilerce Fransa’da el konulduğu sanılan büyük ustalara ait 14 tablo bulundu.

 

Alman gazetesi Süddeutsche Zeitung’taki habere göre gerçek olup olmadıkları tespit edilecek olan tabloların Dürer, Monet, Renoir, Sisley, Kokoschka, Corot ve Van Kessel imzalarını taşıdığı ve gerçek olmaları halinde her bir eserin milyonlarca avro değer taşıdığı belirtildi. Haberde, Hitler’e yakın isimlerden Hermann Göring’in el koyulduğu sanılan tabloların, İkinci Dünya Savaşı sırasında Göring için çalışan ünlü sanat tarihçisi Bruno Lohse’nin mart ayında 95 yaşında ölümünün ardından, Münih savcılığının talep ettiği soruşturma kapsamında, Zürih’te, Lohse’nin 1978 yılında kiraladığı bir kasada ortaya çıktığı belirtildi. Lohse’nin servetini güvence altına almak için vakıf kurduğu Liechtenstein’da da bir soruşturma yürütülüyor.

Türkiye Gazetesi, 04.06.2007

2 BİN YILDIR AYAKTA

 

Konya'nın Güneysınır İlçesi'ne bağlı Alanözü beldesinde bulunan Anıt Ağacın, en az 2 bin yıllık olduğu belirtildi.

Alanözü Belediye Başkanı Ali Türedi, Toroslar'ın eteğindeki beldelerinin yaklaşık 2 kilometre dışındaki ormanlık alanda bulunan Anıt Ağacın, bir ardıç ağacı olduğunu söyledi. Ağaç üzerinde birçok uzmanın araştırma yaptığını ifade eden Türedi, araştırma sonuçlarında, ağacın, en az 2 bin yıllık olduğunun belirlendiğini bildirdi.

Bazı orman mühendislerinin ise ağacın, 3 ana gövdesinin bulunması nedeniyle 3 bin yıllık olduğunu savunduğunu belirten Türedi, şunları kaydetti: ''Ağacın çevresini 11 kişi kollarını tamamen açarak ancak dolaşabiliyor. Taç çevresi 52 metre olan ağacın boyu 13 metre olarak ölçüldü. Kök uzunluğu ise 800 metreye kadar ulaşıyor. Hatta bazı kökleri, çevresinde bahçesi olan çiftçilerin tarla sürdüğü sırada yanlışlıkla zarar gördü. Bu zarar yüzünden ağacın bazı dalları kurudu, ancak ağaç halen tüm gösterişiyle ayakta duruyor.''





Alanözü Belediye Başkanı Ali Türedi, ağacın fazla zarar görmemesi için köklerinin ulaştığı bahçelerin traktörle sürülmesini yasakladıklarını, ağacı koruma altına aldıklarını bildirdi. Küresel ısınmanın etkisiyle birçok yerde sular azalırken, ağaçlar kururken Anıt Ağaç'ın yıllara meydan okuyarak bugüne geldiğini belirten Türedi, ağacın yurt dışında da tanındığını, yaz aylarında özellikle Avrupalı turistlerin ağacı görmeye geldiğini ve hatıra fotoğrafları çektirdiğini söyledi.

Birkaç gün önce Hollanda, Fransa ve Almanya'dan turistlerin bulunduğu bir grubun kendi araçlarıyla Anıt Ağaça geldiklerini belirten Türedi, ağacı daha fazla tanıtarak bölgeye turist çekmeyi istediklerini kaydetti.

Konya Hakimiyet, 04.06.2007

TARİHE IŞIK TUTAN SERGİ

 

İstanbul’a evrensel nitelikte bir modern sanat müzesi kazandırmak amacıyla faaliyet gösteren İstanbul Sanat Müzesi Vakfı, 20. yüzyılın Türkiye’sini çağdaş Türk sanatçılarının penceresinden yansıtan “Modern Türk 2 Özel Koleksiyonlarla 1950-1970 Dönemi Resim Sanat Sergisi”ni 5-27 Haziran 2007 tarihlerinde İstanbul Tophane-i Amire’de gerçekleştiriyor. İlki 6 yıl önce gerçekleştirilen Modern Türk Sergisi, bu kez 5 önemli Türk koleksiyoncunun sahip olduğu 250’den fazla ünlü eseri biraraya getirecek.


Tophane-i Amire’de yarın açılacak sergide, döneme damgasını vurmuş 42 çağdaş Türk ressamının eserleri yer alacak. İstanbul Sanat Müzesi Vakfı tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörlüğü desteğiyle gerçekleştirilen ModernTürk 2’de, eserler soyut, soyutlama ve figüratif olmak üzere üç ana başlıkta toplanıyor. ModernTürk 2’de resimleri sergilenecek sanatçılar arasında, Nuri İyem’den Abidin Dino’ya, Adnan Çoker’den Fikret Mualla, Zeki Faik İzer, Özdemir Altan ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’na kadar birçok ünlü çağdaş Türk ressamı yer alıyor. Sergi bir ay boyunca açık kalacak.

Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 04.06.2007

MAKEDONYA'DAKİ KÖPRÜLERİ TÜRKLER ONARIYOR

 

Makedonya'daki köprüleri onarım ve ıslah çalışmalarını hızlı bir şekilde yapan Türk ÇEAŞ firması, işlerini bitirmek için yoğun bir gayret gösteriyor. NATO'nun maddi desteğiyle geçen yıl başlatılan ıslah ve onarım çalışmalarında 50 köprü yenilecek.

 

Bu yıl tamamlanması planlanan birinci safha, Yunanistan sınır bölgesindeki 29 köprüyü kapsıyor. Diğer bölgelerde bulunan 21 diğeri ise ikinci safhada onarılacak. Köprülerin onarılmasının yanı sıra mevcut dayanma kapasiteleri iki katına çıkarılacak. İnşaat mühendisliği uzmanı Goran Markovski, devletin önümüzdeki 50 yıl içinde köprülerde hiçbir ilave değişiklik yapması gerekmeyecek.

 

Ulaştırma ve Haberleşme Bakanı Mile Janakievski, projelerin sağlam bir karayolu altyapısı kurulması ve Makedonya'nın Avrupa karayolu ağına katılma kapasitesinin artırılmasına katkıda bulunacağını kaydetti.

 

Modası geçmiş yöntemler ve malzemelerle 1960'larda inşa edilen köprüler kötü durumdaydı. Taşıyıcı sütunlar ciddi ağır hasar görmüştü ve asfalt harap haldeydi. NATO, son sekiz yıldır Kosova'ya giden Makedon karayollarının en çok kullanan taraf olduğu için projeyi finanse ediyor.

Birinci safhada hedeflenen 29 köprüden dokuzunun onarım işleri tamamlanmak üzere. Bir diğer sekizi yenilemenin son safhalarında yer alırken, geri kalanı Aralık ayına kadar bitirilecek.

 

ÇEAŞ, kaydedilen ilerlemeden memnun olduğunu söylüyor. Üstlenici firmaya göre, bu hız korunabilirse işler Aralık ayından önce bile tamamlanabilir. Ancak yerel şoförler sabırsızlanıyorlar. Üsküp-Veles Otoyolu'ndaki trafik şimdilik iki şeritten tek şeride inmiş durumda ve kazalara sebep oluyor.

Zaman, 04.06.2007

ANTİK MISIR'DA BOWLING

 

Mısır’da, Kom mady bölgesinde kazı yapan İtalyan arkeolog ekibi “Bowling” oyununun bilinen ilk salonunu keşfetti. Ptolemy Dönemi’ne ait yapıda 20 cm eğimli parkurlarda pişmiş toprak testilerin yerleştirilmesi için açılmış delikler de var. Ayrıca, kazı ekibi cilalı iki tane taş “bowling topu” da buldu.

 

Yapının incelenmesi sonucu, antik dünyada daha önce buna benzer herhangi benzer bir yapının bilinmediği anlaşıldı. İtalyan kazı ekibi yapının büyük olasılıkla günümüzde bowling olarak bilinen oyunun bir benzeri için inşa edilmiş olması gerektiğini açıkladı.

 

Yapı, Kom Mady’nin antik yaşam alanında bulunan yapılardan birisinin içindeki kazı esnasında bulundu. Aynı yerde yapılan kazıda papirüs tomarları, seramik ve fayans parçaları ile bazı bakır alet ve edevat da bulundu.

elmasla.com, Haber: Ayman El-Kady, 28.05.2007



ÇİN MEZARINDA BULUNAN AVRUPALI

 

Çin’de, DNA testlerine göre Avrupa menşeli olduğu anlaşılan bir erkeğe ait 1400 yıllık mezar bulundu.

 

DNA araştırmasını yapan Çinli bilimadamları Yu Hong isimli erkeğin batı Avrasya’nın en eski genetik grubuna ait olduğunun anlaşıldığını belirttiler.

Mezarın bulunduğu Çin’in Taiyuan bölgesi, böylece antik Avrupa bağlantısının tesbit edilebildiği en doğu nokta haline geldi.

Jilin Universitesi Yaşam Bilimi Koleji DNA laboratuvarı yöneticisi olan Zhou Hui “Yu Hong’un ait olduğu genetik grup, orta Çin’de bulunan ilk batı Avrasya bağlantısıdır” dedi.

Yu Hong’un mezarında kazılar 1999 yılından beri devam ediyor ve mezarda doğu Asya kökenli bir kadının kalıntıları da bulunmuştu.

Uzmanların bildirdiğine göre mezarın renkli rölyefleri ve gömü tekniği tamamen o dönemin Orta Asya geleneklerini yansıtmakta.

Öte yandan, rölyeflerdeki insan görüntülerinde sert burun ve derin çukur gözler gibi Avrupalı özellikler göze çarpmakta.

Yine rölyefler ve yazıtlardan anlaşıldığı kadarı ile Yu Hong’un kendisi gibi, babası ve büyükbabasının da aynı bölgede yaşadığı ve hepsinin yerel bir kabilenin reisleri olduğu anlaşılmakta.

Bu kabilenin ise, büyük olasılıkla, Sui Hanedanlığı Dönemi’nde (MS 580 - 618) Orta Asya bozkırlarını bırakarak Çin’e yerleşen bir grup insan olduğu tahmin ediliyor.

National Geographic News, Haber: Stefan Lovgren, 24.05.2007

2100 YIL ÖNCEKİ BİR SOFRADAN

 

Japonya'da arkeologlar, 2100 yıl önceki bir sofradan kalan kavun kalıntısı buldu!

Uzmanlar Moriyama şehrinde bulunan meyvenin, ıslak yeraltı tabakasında vakumlanmış olarak kaldığı için çok iyi korunduğunu belirtti.

Kavunun, şimdiye kadar bulunan en eski kavun kalıntısı olduğu tahmin ediliyor.

Yetkililer, yenilecek kısmı korunmuş kavun kalıntısına nadir rastlandığını belirtti.

Sabah, 03.06.2007

TARİHİ MEDRESE ONARILIYOR

 

Aydın il merkezinde bulunan binlerce tarihi eserden birisi olan Nasuh Paşa Medresesi onarılıyor. Geçen yıla kadar sokakta yaşayanların barındığı bir yer konumunda olan medrese, Vakıflar Aydın Bölge Müdürlüğü tarafından restore ettiriliyor.

 

Yıllardan beri atıl vaziyette kaderine terkedilen Nasuh Paşa Medresesi'nde Aydın Belediyesi ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün girişimleri sayesinde tamirat çalışmalarına başlandı. MS 1700 yıllarda yapıldığı tahmin edilen binanın geçen yıla kadar sokakta yaşayanlara ev sahipliği yaptığını belirten medrese çevresinde yaşayan vatandaşlar, bu yüzden geceleri dışarı çıkmaya çekindiklerini söyledi. Denetim yapılmadığı için her türlü insanın burada yaşadığını iddia eden mahalle sakinleri, restorasyon çalışmalarının başlamasıyla bu meselenin hallolduğunu kaydetti. Nasuh Paşa Medresesi'nin tarihi hakkında bilgiler veren Vakıflar Aydın Bölge Müdürü Seyfullah Öztürk, Aydınlı Nasuh Paşa tarafından 1708 yılında küçük bir mescit, medrese, han ve hamamdan oluşan bir külliye olarak yaptırıldığını söyledi. Yakın tarihlerde medresesinin içinden yol geçirildiğini ifade eden Özturk, ilk yapılan mescidin, medreseyi kesen yolun sonunda ve hamamın kuzeybatısında bulunduğunu açıkladı.





Nasuh Paşa Medresesi'nin aynı zamanda Osman Ağa Medresesi ismiyle de tanındığını hatırlatan Öztürk, külliyenin ortasında oldukça geniş bir alanın mevcut olduğuna işaret etti. Yapının doğu ucunda hamam, batısında Nasuh Paşa Hanı bulunduğunu belirten Seyfullah Öztürk, "U şeklindeki medresenin bir bölümü, içinden yol geçirilirken yıkılmıştır. Mermer söveli ve yuvarlak kapının içi, Yunan işgali sırasında örülerek kapatılmıştır. Günümüze 17 hücresi ulaşan medresenin orijinalinde 27 hücre olduğu sanılmaktadır. Külliyenin doğusunda yer alan Zincirli Hanı 2 bölümlüdür. Bunlardan ana bölüm, dikdörtgen planlı ve iki katlıdır. Bu bölümün caddeye açılan kapısı üzerinde 1708 yılında yaptırıldığı yazılıdır. Moloz taş ve tuğla ile yapılan hanın tonozla örtülü sivri kemerli girişi iç avluya açılmaktadır. Avlunun birinci katında 18, ikinci katında da 27 odası vardır. Ahşap örtülü odalarda ocaklar ve dolap nişleri bulunmaktadır. Avlunun güneydoğusundaki bir koridordan hanın ikinci bölümüne geçilir. Buradaki cadde üzerinde sivri tuğla kemerli 3 dükkan bulunmaktadır. Bu bölümlerde yolcuların hayvanları ve arabaları için ayrı bölümler vardır. Külliyenin batı ucunda, medresenin yanında enine iki bölümden oluşan hamam yer almaktadır. Hamamın soyunmalık bölümüne beş basamaklı bir merdivenle çıkılır. İçeride dört köşede özel hücrelere ayrılmış olan sıcaklık bölümü sonradan yapılmış beton bir kubbe ile örtülüdür." dedi.


Seyfullah Öztürk, medresenin onarılmaya başlamasıyla yıkık virane bir medrese yerine tarih kokan kuru otlardan arındırılmış bir yapı haline gelmeye başladığını kaydetti. Öztürk, bu yıl Nasuh Paşa Medresesinin yanı sıra bölge sınırları içerisindeki vakıflara ait 10 ayrı eserin üzerinde restorasyon çalışmalarının tamamlanacağını haberdi. Restorasyon çalışmaları sırasında her hangi bir kurumdan maddi destek almadıklarına dikkat çeken Öztürk, gerekli paranın Vakıflar Bankası'nın karlarından ve vakıflara ait mülklerin kiralanmasında yapılan yasal değişiklikler ile elde edilen gelirlerden karşılandığını sözlerine ekledi.

Haber Ekspres, Fotoğraf: haberler.com, 03.06.2007

"RESİM İYİ BİR YATIRIM ARACI"

 

Türkiye’de uluslararası anlamda galericiliği hayata geçiren Yahşi Baraz, Türk resminin hak ettiği yere henüz gelemediğini söylüyor. 1870’den beri yaklaşık 130-140 yıldır, yüzlerce sanatçımız Batı’ya gittiğini, ancak hiç birinin dünya çapında bir başarı elde edemediğini ifade eden Baraz, “Oraya giden ressamlarımız bir Monet, bir Duchamph, bir Bacon gibi resimler yaptılar, bunlar niçin dünya sanat tarihine geçsin ki, orijinalini onlar yapmıştı zaten. Bunlar maalesef bizim sanatçılarımızın gerçeğiydi ve dolayısıyla uluslararası nitelikte bir sanatçımız olamadı.” diyor.
 

“Dünyanın en yüksek derecedeki uzmanlarını şaşırtacak bir üslupla karşılarına çıkabilmemiz, ancak kendi kültürümüzden çıkış yaparak olacaktır.” diyen Baraz’a göre diğer önemli bir neden de yetmiş milyonluk büyük bir ülkede sanat eserlerinin üretiminin bir kaç şehirle sınırlı kalması.
1850 ile 1970 arası ülkemizde sadece 20-25 bin resmin yapıldığını söyleyen Baraz, bunun ancak 15 bininin piyasa içinde döndüğünü ve bunun da çok az bir rakam olduğunu kaydediyor. Yabancı koleksiyoncuların bizden eser almadıkları için sektöre yabancı para girmediğini söyleyen Baraz’a göre ciddi bir pazar da oluşmuyor.


Sanatın bu şekilde gelişmesinin mümkün olmadığını kaydeden Baraz, “Sadece İstanbul ve Ankara’da -o da belirli bölgelerde- açılan sergiler bir şey ifade etmiyor. Bırakın Anadolu’yu Beyoğlu’nda bile sergi açılsa en fazla 2000-3000 kişiye ulaşıyor ki bu da yetersiz. Burada bir kültür çıkarmasına gereksinim var. Hepsi İstanbul’da yaşayan Anadolu zenginleri madem ki bu ülkeden kazanmışlar, doğdukları şehirlere birer kültür merkezi kurmalılar.” diyor.

 

Baraz, ülkemizde resmin alınıp satılmasının 1975’ten sonra kurulan galerilerle başladığını ifade ediyor. O yıllarda bu konuya biraz şüpheyle baktığını da kaydeden Baraz, “Biz, zenginlerimizi koleksiyon yapmaları konusunda yönlendirdik. Koleksiyon sahibi olmanın getirdiği prestijden, bunun aynı zamanda bir yatırım olma hali taşıdığından ve her geçen gün değişecek ve gelişecek sanat ortamından bahsettik. Geçmişte resim ticaretinin olmayışı onların bize tereddütle yaklaşmalarına neden oluyordu. O yıllarda resmin değeri bilinmediği gibi en büyük ressamlarımız bile Türk toplumu tarafından tanınmıyordu. 200-300 dolar değer biçilebiliyordu en önemli resimlere, bu şartlarda başladık biz.” diye konuşuyor.


Ülkemizdeki ilk resim alıcıların; Şakır Eczacıbaşı, Erol Aksoy, Halil Bezmen, Sema ve Barbaros Çağa, Sakıp Sabancı, Suna Kıraç, Sevgi Gönül, Rahmi Koç ve Mustafa Taviloğlu gibi dönemin ünlü kişileri olduğunu söyleyen Baraz, bugün bir resme ülkemizde 200-300 bin YTL’ye alıcı bulduğunu kaydediyor.

 

Resim piyasasının ciddi değişim içinde olduğunun altını çizen Baraz, “80’li yılardan itibaren doğum tarihi 1927-1930 arasındaki ressamlarla çalışmaya başladım. Burhan Doğançay, Erol Akyavaş, Adnan Çöker, Mehmet Güleryüz, Ömer Uluç gibi ressamların tanıtılması, resimlerine pazar açılması için çok emek harcadım. Hatta o zamanlar söz konusu ressamların eserleri avangard resimler olduğu için bu çalışmam gereksiz bile karşılandı. Bu resimlerin sanatsal değerinin olup olmadığı tartışılıyordu. Bugün ise hepsi birer ekol, tabloları yüksek fiyatlara alıcı buluyor.” diyor. Bunca gelişmeye rağmen ülkemizde resmin bir yatırım aracı olarak hala görülmediğini ifade eden Baraz’a göre milli gelir kişi başına 10 bin dolara çıkmadığı sürece bu pek uzak görünen bir ihtimal. Fakat her şeye rağmen Baraz’a göre ülkemizde büyük sanatçılar var, para ise sanatın değişmesine ve ilerlemesine yardım eden bir etken o kadar...

 

Yahşi Baraz’ın verdiği rakamlara göre bugün ülkemizde resim piyasası aktörlerinin sayısı aslında üç bini geçmiyor. Türkiye’de ortalama 120 özel sanat galerisi var. Banka galerileriyle birlikte bu sayı 200’ü aşmıyor. 1850’den bu yana Türkiye’de bilinen sanatçı sayısı 3 bin 700. Oysa bugün sadece New Yok’ta 300 bin ressam yaşıyor. Rusya’da bu rakam 260 bin, Paris’te ise 70 bin civarında. Türkiye’de koleksiyoner sayısı ise sadece 1000 rakamıyla sınırlı.

 

Baraz’a göre yaşayan en pahalı ressam Burhan Doğançay. Zaten yurt dışında gerçek anlamda başarı sağlayabilmiş birkaç isimden biri de o. Doğançay’ın dünyada kabul görmüş, eserleri 60’tan fazla müzede sergilenen bir isim olduğunu ifade eden Baraz, “Türk ressamları dünya pek tanınmasa da Dogançay’ı bütün dünya tanıyor. Çok büyük alıcıları var Doğançay’ın” diyor.

 

Baraz, Kültür Bakanlığının da bu anlamda girişimlerde bulunması gerektiğini savunuyor. İvedilikle uzman kişilerden oluşan bir plastik sanatlar masası kurulmasını öneren Baraz, ülkemizdeki müzelerin eksikliğine de değiniyor. Söz konusu resim arşivinin Anadolu’ya da taşınması gerektiğini söyleyen Baraz, “Aksi takdirde koleksiyonlar çok küçük bir sosyete ortamında sıkışıp kalma tehlikesiyle yüz yüze kalır. Türk resminin sadece satın alınması yeterli değil. Sermayenin entelektüel altyapı ile birleştirilmesi gerekir. Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve plastik sanatlar eğitimi veren okulların bu entelektüel altyapıyı hazırlaması gerekir” diyor.

Türkiye Gazetesi, 03.06.2007

ETRÜSKLER %97 TÜRK

 

MÖ 500'lü yıllarda yaşayan ve Roma tarihinin hakkında en az bilgi sahibi olunan topluluklarından Etrüskler'in bilim adamlarınca masaya yatırıldığı "Tarihten Bir Kesit: Etrüskler" adlı sempozyum, Bodrum'da başladı.

Türkiye eski güzeli Günseli Başar'ın girişimleriyle, Türk Tarih Kurumu (TTK) tarafından Marmara Koleji'nde düzenlenen, 2 gün sürecek sempozyuma 30'a yakın Türk, İtalyan, Rus ve Amerikalı bilim adamı katıldı. Sempozyumun açılış konuşmasını yapan TTK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, "Kazı çalışmalarında tarihçilerin ortaya çıkardıkları bulgular ile yine DNA testlerinden elde edilen bulgular, İtalyanlar'ın ataları olarak bilinen ve Roma tarihinde önemli bir yer tutan Etrüskler'in yüzde 97 ihtimalle Türk olduğunu ve Anadolu'dan yaklaşık 2 bin 500 yıl önce İtalya'ya göç ettiklerini ortaya koyuyor" dedi.

Hürriyet, Haber: Yaşar Anter, 03.06.2007

MARDİN'DE ARTUKLU DEVLETİ'NİN ELE ALINACAĞI SEMPOZYUM DÜZENLENECEK

 

Bünyesinde bir çok medeniyeti barındıran Mardin'in tarihi ve mimari dokusu üzerinde büyük etki bırakan Artuklu Devleti'nin ele alınacağı uluslararası bir sempozyum düzenlenecek.

 

Avrupa Birliği ve Mardin Valiliği tarafından geçen yıl ortak düzenlenen 'Uluslararası Mardin Artuklu Tarihi Sempozyumu'ndan sonra, bu yıl da 25-27 Ekim tarihleri arasında 'Uluslararası Mardin Artuklu Sempozyumu' düzenlenecek. Konu hakkında bir açıklama yapan Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı Dr. İbrahim Özcoşar, 25-27 Ekim'de gerçekleştirilecek sempozyumun hazırlıklarına başladıklarını söyledi. Valilik bünyesinde kurulan 'Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi'nin hayata geçirilmesinin ardından Uluslararası Mardin Tarihi Sempozyumu'nu düzenlediklerini açıklayan Özçoşar, "Daha sonra da Mardin Artuklu Tarihi Sempozyumu'nu düzenleme kararı aldık. Proje Mardin'in çok konuşulan, ancak çok az araştırılan tarihi bir şehir olması gerçeğinden yola çıkılarak hazırlandı. Her yönüyle tarihi özümsemiş Mardin, tarihi zenginlikleriyle uluslararası düzeyde ilgi çekmesine rağmen, tarihine yönelik bilimsel araştırmaların az olduğu ender şehirlerden biridir. l. Uluslararası Artuklu Sempozyumu'nun amacı, ulusal ve uluslararası ölçekte Artuklu tarih ve kültürü üzerine uzmanlaşmış yerli ve yabancı araştırmacıları bir araya getirerek, bir sempozyum çerçevesinde araştırma ve çalışmaları bilim dünyası ve kamuoyu ile paylaşmaktır." diye konuştu.

Zaman, Haber: Şeyhmus Edis, 02.06.2007

ZEUS MAĞARASI YERLİ VE YABANCI TURİSTLERİN İLGİSİNİ ÇEKİYOR

 

Aydın'ın Söke İlçesi sınırlarında bulunan Büyük Menderes Deltası Dilek Yarımadası Milli Parkı girişindeki Zeus Mağarası, yerli ve yabancı turistlerden ilgi görüyor.

 

Milli Park girişindeki Zeus Mağarası'nın yolunun geçen yıl Güzelçamlı Belediyesi tarafından yapılmasının ardından, beldeye günübirlik gelen ziyaretçilerin sayısının yüzde 50 arttığı öğrenildi.  Tuzlu deniz suyu ile tatlı kaynak suyunun karışımından oluşan suyla kaplı mağarada, derinlik 5-20 metre arasında değişirken, yerli ve yabancı turistler buz gibi mağara suyunda yüzerek serinliyor.

 

Mitolojiye göre, tanrılar tanrısı ve gök tanrısı Zeus'un dinlenip yıkandığı mağara olarak bilinen Zeus Mağarası'nda, çok az oluşan özel çamurun sürülmesiyle cildin güzelleştiği de iddia ediliyor

Turizm Gazetesi, Fotoğraf: güzelcamli.com, 02.06.2007






.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi