Haberler logo Arşiv

25 Haziran - 1 Temmuz 2006
PHASELİS'TE KARANLIĞA SON

Antalya Kemer yakınlarındaki Phaselis'le ilgili “Antik kente elektrik icrası” haberi ses getirdi. 2 bin YTL'lik borcu nedeniyle karanlığa gömülen 2 bin 700 yıllık geçmişe sahip dünyanın ilk limanlı antik kenti Phaselis, yeniden ışığa kavuşacak.

Tekirova Belediye Başkanı ve Güney Antalya Turizmi Geliştirme ve Altyapı İşletme Birliği (GATAB) Başkanı Yusuf Üras, antik kente sahip çıktı. Antik kenti ziyaret eden turistlerin büyük sıkıntı yaşadığı, bir şie soğuk suyu temin etmekte zorlandığı ve aydınlatma olmadığı için tuvaletleri kullanmadağı Phaselis'te 7 aydır süren sıkıntı son bulacak.

Yusuf Üras, şu bilgileri verdi: “Haberde elektriğin borcunun ödenmemesi nedeniyle kesildiği belirtilmişti. Sıkıntının giderilmesi için daha fazla zaman kaybetmeden temaslara geçtik. Dünyanın ve Türkiye'nin en önemli kültür mirasları arasında yer alan Phaselis'in, böyle bir durumda kalması beni çok fazla üzmüştür. Bu duruma kayıtsız kalamazdık” dedi.

Antik kentin elektrik borcunu pazartesi günü ödeyeceğini ifade eden Üras, ayrıca Phaselis için üzerlerine düşen her türlü görevi yerine getirmeye hazır olduklarını vurguladı.
Akşam, Haber: Sercan Aytış, 01.07.2006
OKUL BAHÇESİNDE TARİHİ ESER BULUNDU

Tekirdağ'da bir okulun bahçesinde yapılan kazı sırasında, tarihi değere sahip ''koku şişesi'' bulundu. Edinilen bilgiye göre, Karadeniz Mahallesi'ndeki 100. Yıl İlköğretim Okulunun bahçesinde, Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğüne ait dozerle yaptığı çalışmada sırasında, ''koku şişesi'' ile mozaik ve kemik parçaları bulundu. Okul idaresinin Tekirdağ Müzesi Müdürlüğü yetkililerine durumu bildirmesi üzerine, şişe ile ilgili inceleme başlatıldığı ve ilk belirlemelere göre şişenin 4. yüzyıla ait olduğunun saptandığı bildirildi. Mozaik ve kemik parçalarının da, bölgede eski dönemlere ait mezar olduğunu gösterdiğini belirten yetkililer, 20 yıl önce de bu bölgede yapılan kazıda bulunan tarihi eserlerin müzede sergilendiğini bildirdiler.
edirneninsesi.com, 01.07.2006
ANTİK KENTLER İÇİN HARİTA HAZIRLADILAR

Kuşadası İlçe Turizm Danışma Müdürlüğü, turistlere dağıtılmak üzere ilçenin çevresindeki antik kentleri gösteren bir harita hazırladı.

10 bin adet basılan harita, turistlere verilmek üzere tüm acenteler, rehberler ve konaklama tesislerine dağıtıldı. Turizm Danışma Müdürü Yılmaz Gencer, ilk kez hazırlanan haritada Kuşadası ve çevresindeki antik kentler ile İonia Konfederasyonu'na bağlı kentlerin bulunduğu noktaların gösterildiğini söyledi. Gencer, özellikle 12 İon kentiyle bu kentlerin başkentini oluşturan Güzelçamlı'daki Panionion yönetim merkezinin de haritayla anlatıldığını ve Kuşadası bölgesinin öneminin vurgulandığını kaydetti.
Aydın Denge Gazetesi, 01.07.2006
TAŞ ODALAR EDİRNE TURİZMİNİN HİZMETİNDE

Selimiye Camiii'nin yapım aşamasında çalışanların kalması için Mimar Sinan tarafından yaptırıldığı ifade edilen ve bir rivayete göre de Fatih Sultan Mehmet'in süt annesiyle birlikte kaldığı Taş Odalar işletmeye açıldı. Açılışı yapan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin vakıfların tüm eserleri ayakta tutmakla görevli olduğunu, 2002'de Edirne'ye 50 milyar lira olan ödeneğinin, 2006 yılında 10 trilyon olduğunu söyledi.

Selimiye Camii arkasındaki Taş Odalar Otel, Padişah Sofrası ve Çay Bahçesi önünde düzenlenen törende konuşan Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Hasan Çetinkaya, Selimiye Taş Odaları'nın restorasyonuna 1998 yılında başlandığını ve bugünkü rakamlarla 1 milyon 205 bin YTL harcanarak tamamlandığını belirtti.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Şahin, konuşmasında, Edirne'nin Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik yaptığını hatırlatarak, Edirne'deki Osmanlı İmparatorluğu'na ait olan eserlerin Türk kimliğini haykırdığını ifade etti. Selimiye Taş Odaları'nın Vakıflar tarafından restore edilip şahsa kiraya verildiğini ve buranında butik otel olarak açıldığını ifade eden Şahin, “Burada en mutlu edici olay 25 gencin iş sahibi olması ve istihdam yaratılması” diye konuştu.

Edirne'de bulunan Tarihi İtalyan Kilisesi, havra ve camileri ziyaret ettiğini de ifade eden Şahin, şunları söyledi: “Bu topraklar üzerinde bulunan hangi medeniyete, hangi dine mensup olursa olsun tüm eserler bizim eserlerimizdir. Cami de, kilise de, havra da bizimdir. Vakıflar Genel Müdürlüğü bu yıl 8 kilise ve havrayı restorasyon programına almıştır. Türkiye'de tüm eserleri sahip çıkmak bizim asli görevimizdir. Bu ülkede din de vicdan da özgürdür. Biz hoşgörü medeniyetinin mensuplarıyız. Hangi inanca mensup olursa olsun bu topraklarda yaşayan herkes bizim vatandaşımızdır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti demokratik bir devlettir, aynı zamanda laik bir devlettir. Devletin laik olması her inanç sahibine eşit yakınlıkta bulunması, her inanç sahibinin inancını özgürce yaşayabilmesinin teminatıdır.”

Vakıflar Genel Müdürlüğünün bütçesinin çok kısıtlı olduğuna da değinen Şahin, “Vakıfların bütçesinin artması için bütçeden pay ayırtamıyorduk. 2003 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünün bütçesi 40 trilyondu. Bu bütçeyi artırmak için Vakıfların gelirlerini artırmanın yollarını aradık. Ve şu anda Vakıfların bütçesi 400 trilyondur. 2002 yılında Edirne'ye ayrılan bütçe 50 milyar liraydı. Bu yıl ise Edirne'ye ayrılan bütçe 10 trilyondur” dedi.
edirneninsesi.com, 01.07.2006
'ADİLE SULTAN SARAYI' TÖRENLE AÇILDI

Sakıp Sabancı'nın yaşamının son günlerinde üzerinde en çok durduğu proje olan ve 'yazılmamış vasiyeti' kabul edilen Adile Sultan Sarayı, restorasyonunun tamamlanmasının ardından hizmete girdi.

Sultan Abdülmecid'in 1876 yılında kız kardeşi adına yaptırdığı saray, 1986'da büyük bir yangın geçirmiş, Sabancı da çok sevdiği bu yapının restorasyonu için büyük bağışlarda bulunmuştu.Önceki gece düzenlenen açılış törenine Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, İstanbul Valisi Muammer Güler ve İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'ın yanı sıra çok sayıda davetli katıldı. Törende konuşan Çelik, "Kendimi objektif olmaya zorluyorum ve İstanbul'un dünyanın en güzel şehri olduğu kanaatine varıyorum. Alman filozof Hegel der ki; 'Mimari, sükûnet halindeki felsefedir'. Mimariniz sizin yaşama biçiminizin cisimlenmiş şeklidir" diye konuştu.

Konuklara, "Şuradaki Adile Sultan Sarayı'na bakın, bir de belki ihtiyaçtan kaynaklanan Kandilli Kız Lisesi'nin betonarme binasına bakın" diyen Çelik, "Bir karar aldık. Mevcut Kandilli Kız Lisesi'nin betonarme binalarını yıkacağız ve Adile Sultan Sarayı'na yakışır bir lise yapacağız. Boğaziçi'ne inci gibi yakışan yeni bir eseri, hem Türk milli eğitimine, hem de Boğaziçi'ne kazandırmış olacağız" dedi.
Milliyet, Haber: Tahsin Aksu, 30.06.2006
AYASOFYA MÜZESİ'NE ANLAMLI HEDİYE

Sultan Abdülmecit döneminde Ayasofya Müzesi'nin onarımına katkıda bulunanlara verilmek üzere çıkarılan 99 madalyadan biri olan Tamir-i Ayasofya Madalyası, Antik A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam tarafından müzeye bağışlandı. Artam'ın, Ayasofya Müzesi Müdürü Jale Dedeoğlu'na teslim ettiği gümüş madalya, müzede hazırlanan geçici bir bölüme alınarak sergilenmeye başlandı. Dedeoğlu yaptığı konuşmada "Bu madalyalardan biri geçen aylarda Antik A.Ş tarafından müzayedeye çıkarıldı. Antik A.Ş'nin kurucusu Turgay Bey eseri satın alıp müzemize hediye etti''dedi.
Sabah, 30.06.2006
APOLETLERİNİ SÖKÜP ATTIĞI EV ŞİMDİ DEPO

Mustafa Kemal Atatürk'ün Milli Mücadele döneminde askerlikten istifa kararını verdiği konak, restore edilmeyi bekliyor.

İki katı, ön bahçesinde bulunan iki dükkanın deposu olarak kullanılan konağın sahipleri, restore için maddi güçlerinin olmadığını belirterek, devletten yardım istedi. Milli Mücadeleye başlatmayı planlayan Mustafa Kemal, 3 Temmuz 1918'de geldiği Erzurum'da, ilk olarak Cumhuriyet Caddesi Ulu Cami hizasındaki 146 numaralı konağa yerleşti. O dönem Erzurum Müstahkem Mevkii Kumandanlığı'na bağlı Müfettişlik Karargahı olarak kullanılan konakta çalışmalarını sürdüren Mustafa Kemal, ordudan istifa kararını da bu konakta aldı. 1999 yılında, sahipleri tarafından 500 bin ABD Doları'na Kenan Torun ve kardeşlerine satılan konağın, aynı yıl tescil edilerek koruma altına alındığını belirten Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdür Vekili Ulvi Özel, "Konak şahıs malı olduğu için kurum olarak restorasyon çalışmasına doğrudan katılamıyoruz. Sahibi restore etmek ister ve hazırladığı proje kuruldan onay alırsa, Kültür ve Turizm Bakanlığı, maddi olarak destek verir" dedi.
Hürriyet, Haber: İkram Tekmanlı, 30.06.2006
ANTİK KENTE ELEKTRİK İCRASI

Tekirova yakınlarındaki dünyaca ünlü Phaselis antik kenti, elektrik borcu nedeniyle karanlığa gömüldü. Faiziyle birlikte 6 bin YTL elektrik borcunun 4 bin YTL'si ödendi. Kalan 2 bin 200 YTL'lik borç yüzünden elektrik açılmadı. Seyyar büfelere gün doğdu

Müze talanları iddialarıyla zor günler yaşayan Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu kez de dünyaca ünlü Phaselis Antik Kenti'nde elektriğe uygulanan icra şokunu yaşıyor. Yılda yaklaşık 150 bin turistin 650 bin YTL giriş ücreti ödeyerek ziyaret ettiği antik kent, 2 bin YTL'lik elektrik borcu için karanlığa mahkum edildi. Sadece 3 vasıfsız elemanın görev yaptığı Phaselis'te hizmet durdu. Turistlerin imdadına ise balıkçı teknesini seyyar büfeye dönüştüren girişimciler yetişti. Dünyanın sayılı zenginlerinin ziyaret ettiği antik kentte, şimdi “tekne büfe” turizme hizmet veriyor. Hava kararınca hayat duruyor, tuvalet ihtiyaçları ise doğal ortamlarda gideriliyor.

Türkiye'nin dünyaya rezil olmasına yol açan olay şöyle gelişti: Akdeniz Elektrik Dağıtım A.Ş. (AKEDAŞ) Antalya Müessese Müdürlüğü, Antalya Müzesi'nin 4 bin YTL'lik elektrik borcunu tahsil etmek için icra işlemlerine başladı. Faizleri ile birlikte 6 bin 100 YTL'ye ulaşan borcun 4 bin YTL'si Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Döner Sermaye İşletmeleri Müdürlüğü'nce (DÖSİM) ödendi. Ancak kalan 2 bin 100 YTL ödenmediği için antik kentin enerjisi açılmadı.

Aralık ayından bu yana çözülmeyen sorun, turizm sezonunun en canlı günlerinde büyük bir ayıba dönüştü. Tarihi kentte tüm hizmetler durma noktasına geldi. Phaselis'te bilet kesmek için üç personel görev yapıyor. Bekçisi dahi olmayan antik kentte hava karardıktan sonra hizmet verilmiyor. Denizden gelen korsan satıcılarla mücadele ettiklerini belirten Antalya Müzeler Müdürü Selahattin Aksu, “Kamu dernekleri ve vakıflarının faaliyetine son verilmesi üzerine büfelerde satış durduruldu. Bazı açıkgözlerin teknesinde satış yapmaya başlaması üzerine jandarmaya müracaat ettik ama sonuç alamadık. Personelimiz de bunlarla mücadele etmeye çekiniyor.”

Elektrik kesik olduğu için ören yerinin giriş kapısında turnike yerine zincir kullanılmaya başlandı. Personel, “Turnike çalışmadığı için geçişlerde herkesten giriş ücreti alma konusunda zorlanıyoruz. 10 YTL'lik giriş ücretini ödemeden kaçanlar oluyor. Bunun için turnike yerine şimdi zincir kullanmaya başladık. Giriş ücreti ödendikten sonra zinciri çözüyoruz” diyor. Phaselis antik kentinin limanda ikinci bir giriş kapısı daha var. Yatlarla gelen yerli ve yabancı ziyaretçiler, ücreti karşılığında balıkçı teknelerine binerek, karaya çıkıyor. Ancak turistlerden giriş ücreti olarak sadece YTL kabul ediliyor. YTL'si olmayan dövizle bilet satışı yasak olduğu için içeri alınmıyor. Bu yüzden yüzlerce turist, antik kenti gezemeden geri dönüyor. Bir başka deyişle, elektrik borcunu bile ödeyemeyen antik kentte, her gün elektrik faturası kadar gelir kaybı yaşanıyor.

Kamu derneklerinin faaliyetine son verilmesi sonucu, Phaselis antik kentinde turistler için satılmak üzere daha önce alınan çok sayıda yiyecek ve içecek maddesi, son kullanım tarihi geçtiği için imha edildi. Tur düzenleyen rehberler, “Teknelerle turistleri karaya taşıyan balıkçılar ve korsan büfeciler para kazanıyor. Ama, devlet kendi katı kuralları yüzünden elektrik parasını bile ödeyemiyor. Teknede yiyecek-içecek satanlara kızmamak lazım. Hiç olmazsa, onlar sayesinde turistler susadığında bir bardak su bulabiliyor. Devlet, zengin varlıklarının fakir bekçiliğini yapıyor” diye konuşuyor. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün verilerine göre, Phaselis Antik kentini geçen yıl 154 bin 232 kişi ziyaret etti. Bu ziyaretçilerden 648 bin 416 YTL gelir elde edildi.
Akşam, Haber: Mustafa Kozak, 30.06.2006
BÜYÜKÇEKMECE'DE HEYKEL ATÖLYESİ

Büyükçekmece Belediyesi tarafından davet edilen Meksika, Yunanistan, Romanya, Bolivya, Tayvan ve Türkiye'nin önde gelen heykeltıraşları Büyükçekmece sahilinde kendileri için kurulan açık hava atölyesinde büyük mermer blokları yontmaya başladılar.

Büyükçekmece 7. Uluslararası Kültür ve Sanat Festivali bünyesinde gerçekleştirilen etkinlikte 3 hafta boyunca günde 9 saat çalışacak olan sanatçılar meydana getirdikleri eserleri Büyükçekmece İlçesi'ne hediye edecekler.
Hürriyet, Haber: Aslı Sözbilir, 30.06.2006
UN FABRİKASI MÜZE OLDU

Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekci, 2 yıl önce çıkan yangında büyük zarar gören Külahçıoğlu Un Fabrikası'ndaki çalışmaların, kültürel varlıkların restorasyonunda bir referans oluşturduğunu söyledi.

Zeybekci, Belediye Başkan Yardımcısı Ali Alaybeyoğlu ile birlikte restorasyon çalışmaları devam eden Külahçıoğlu Un Fabrikasında incelemelerde bulunup, yetkililerden bilgi aldı.

Burada gazetecilere açıklamada bulunan Başkan Zeybekci, Külahçoğlu'nda yürütülen çalışmayla yok olmak üzere olan tarihi ve kültürel varlıkların restore edilerek kurtarılabileceğinin ortaya konduğunu belirtti. Geçmişten geleceğe aktarılacak tarihi yapıları korumanın herkesin görevi olduğunu vurgulayan Zeybekci, şöyle konuştu:

''Külahçıoğlu, kültürel varlıkların restorasyonunda çok önemli bir referans oluşturmaktadır. Gelen giden herkes bu restorasyonu görüyor. Başarılı bir örnek oldu. Bundan sonra güvenip restorasyon için bize verilecek eserleri aynı güzellikte yapacağımızı tüm halkımız görmelidir.''

Külahçıoğlu'nun Denizli halkının ihtiyacı doğrultusunda kullanılacağını ifade eden Zeybekci, şöyle devam etti: ''Restorasyonda 1 milyon YTL'nin üzerinde para harcayıp bu eseri kurtardık. Herkes tarafından kullanılmasını istiyoruz. Biz, Denizli Belediyesi konservatuvar binası olarak düşündük. Konservatuvar genel kabul görmüş bir düşüncedir. Ancak farklı şeyler de olabilir.''
Eski Denizli Belediye Başkanı Ali Aygören'in döneminde Sanayi Müzesi olarak restore edilmek üzere kamulaştırılan Külahçıoğlu Un Fabrikası, 18 Ekim 2004'te çıkan bir yangında büyük ölçüde zarar görmüştü.
Haber Ekpres, 30.06.2006
MUMYA FİRAR ETMİŞ

Mısır'ın Krallar Vadisi'nde keşfedilen bir mezardaki 3300 yıllık lahitten firavun Tutankamon'un annesinin mumyasının çıkacağını uman arkeologlar, büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Açılışı "canlı" yayınlamak için bütün televizyon kanallarını çağıran arkeologlar, lahdin içinden mumya yerine, mumyalama işleminde kullanılan eşyaların çıktığını görünce, hiç bozuntuya vermeden buldukları şeylere övgü yağdırdılar.

"KV 63" adı verilen mezarda 84 yıl sonra ilk kez bulunan son lahdi, Mısır Antikalar Yüksek Komiseri Dr. Zahi Havas açacaktı. Ünlü arkeolog, bu heyecanlı an için bütün televizyon kameramanlarını da başına toplamıştı. Açılıştan önce lahitte Tutankamon'un annesinin mumyası olabileceğine dair teoriler ortaya atılmıştı. Tabut açıldığında, mumyalama işlemi için kullanılan malzemeler çıktı. Mısırlı Mısırologların başkanı olan Dr. Havas, hiç bozuntuya vermeyerek "Şunlara bakın. Şu bulduğumuz şeylere bakın" diye konuştu. Tabutun içinde mumya yapım malzemelerinin yanı sıra çiçeklerle süslenmiş ve bir tanesi altın tanelerden oluşan şık kolyeler de vardı.
Hürriyet, 30.06.2006
GÖMLEKLER ŞİFALI, METİNLER HATALI

Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki en ilgi çekici eserlerden olan tılsımlı gömlekler, bir prestij kitabıyla gün yüzüne çıktı. Doç. Dr. Hülya Tezcan'ın imzasını taşıyan kitapta Osmanlıca metinlerin çeviri hataları göze çarpıyor.

Asırlardır Topkapı Sarayı'nda bekleyen, kimi bir padişahtan, kimi bir şehzadeden yadigâr, ama hepsi sadece isimleriyle bile insanı etkileyen 'tılsımlı gömlekler', resimleri ve hikayeleriyle bir kitapta toplandı. 'Topkapı Sarayı'ndaki Şifalı Gömlekler' kitabı, mehteri, semazenleri, çifte ezan okuyan müezzinleri ile beş buçuk asırlık sarayı adeta eski günlerine götüren bir programla tanıtıldı.

Zafer, şifa ve bereketlenmek gibi niyetlerle giyilen; üzerinde çeşitli âyetlerin, duaların, İlahî isimlerin, ebced hesabıyla hazırlanmış şekillerin bulunduğu yazılı gömlekler, eski kültürde 'mutalsam' (tılsımlı) gömlek adıyla anılıyor. Savaşlarda zırh altına giyildikleri için ise 'zırh gömleği' deniliyor. Saraydaki örnekleri birer sanat şaheseri sayılabilecek gömlekler, âherlenerek kâğıt özelliği kazandırılan sık dokumalı kumaşlardan hazırlanmış. Üzerindeki dua ve isimlerin her birini yazmak için astronomi ilmine göre o ismin eşref saati beklenildiğinden bir gömleğin hazırlanması bazen yıllarca sürmüş. Gömleklerden bir kısmının üzerinde III. Murad, Cem Sultan, Şehzade Selim gibi isimlere ait oldukları kayıtlı. İçlerinde Veysel Karanî, Abdülkadir-i Geylânî gibi din büyüklerine nispet edilenleri de var. Birçoğunun ise kime ait olduğu ve tarihi belli değil. 'Topkapı Sarayı Padişah Elbiseleri' bölümünde toplam yüz civarında yazılı gömlek, takke ve örtü bulunuyor.

Uzun yıllar Padişah Elbiseleri bölümünün sorumluluğunu yapan Doç. Dr. Hülya Tezcan'ın kaleme aldığı 'Topkapı Sarayı'ndaki Şifalı Gömlekler', bu alanda yayınlanan ilk eser. Kitabın son kısmında Doç. Dr. Murat Sülün, bazı gömleklerin üzerindeki yazıları açıklıyor. Tasarımını Ravza Kızıltuğ'un yaptığı, Karizma Yayınları tarafından basılan kitap, Bika Otomotiv'in katkılarıyla hazırlandı. Kitabın Topkapı Sarayı'nda yapılan tanıtım toplantısı, katılanları tarihin derinliklerinde kısa bir gezintiye çıkardı. İstanbul Valisi Muammer Güler, yaptığı konuşmada, özel sektörün kültür mirasımıza katkı sağlaması gerektiğini; Kültür Bakanlığı Müsteşarı Prof.Dr. Mustafa İsen, gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen çok fazla eser olduğunu; Prof.Dr. İlber Ortaylı, bu elbiselerin gündelik kıyafetler olmadığını söyledi.

Osmanlıca metinlerin çevirisinde önemli yanlışlıklar içeriyor. Örneğin 37. sayfada “İlim ism-i şerifi'nden bahsediliyor. Oysa Allah'ın 'İlim' değil 'Alim' ismi var. Zaten ileriki sayfalarda yer alan orijinal metinde de öyle yazıyor. Aynı ibarede 'biizn-i Hüdâ', 'yazan, hüda'; 'nisyandan berî olan', 'nisyandan biri olan' şeklinde çevrilmiş. 120. sayfada Hazreti Peygamber'in sırtındaki nübüvvet mührünün temsilî çizimi yer alıyor. Mührün üzerine “Hâzihî mührü'n nübüvve, sallallâhü ve sellim aleyh” kaydı düşülmüş. Salavât-ı şerîfe içerdiği için okunması uzmanlık gerektirmeyen bu ifade, önceki sayfalarda “Haza mührel nebeviyye sellallahü sellim aliyye”ye dönüşmüş. Bir gömleğin yakasında ise 'Dersaadet' baskısının olduğu yazıyor ve bu isim 'İstanbul' şeklinde açıklanıyor. Oysa fotoğrafta, 'Saadet bad / Mutluluk olsun' yazılı. Bazı gömleklerde Kaside-i Bürde'nin yazdığı anlatılırken, söz konusu kasidenin Kâ'b bin Züheyr tarafından yazıldığı ve felçliler için okunduğu söylenmiş. İslâm edebiyatında meşhur iki Kaside-i Bürde var. Biri Kâ'b bin Züheyr'e, diğeri İmam-ı Busayri'ye ait. Evrad tarzında okunması ve felçliler üzerine kıraati âdet olan, İmam-ı Busayri'ninki. Gerçi bir tekstil uzmanı olan Hülya Tezcan, önsözde, metinlerin içeriğinin alanı dışında olduğunu, eserleri sanat açısından incelediğini vurguluyor; ama böyle bir prestij kitabının ileriki baskılarında bu gibi hataların düzeltilmesi eserin değerini arttıracaktır.
Zaman, Haber: Ali Pektaş, 30.06.2006
BULLALAR TURİSTLERİN İLGİ ODAĞI

Gaziantep'in Nizip ilçesi yakınlarında Fırat Nehri kenarında bulunan Zeugma Antik Kenti'nde yapılan kurtarma kazıları sırasında ortaya çıkarılan 100 bin mühür, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Gaziantep Müzesi'nde sergilenen ve dünyanın en büyük mühür koleksiyonu olarak kabul edilen 100 bin mühre gösterilen ilgi üzerine, mühürlerin benzerlerinin yapılarak turistlere satılması gündeme geldi.

Müze Müdür Vekili Arkeolog Mehmet Önal, dünyanın en büyük mühür baskı koleksiyonu olan Zeugma mühür baskılarının benzerlerinin en kısa zamanda yerli ve yabancı turistlere 2 YTL'ye satılacağını söyledi. Önal, turistler için hazırlanan mühürlerin, gerçeği ile aynı ebatlarda kilden yapıldığını ve arka kısmına metal parçalara yapıştırılabilmesi için birer mıknatıs yerleştirildiğini belirtti.

Turistlere yönelik olarak mühür yapımını sürdürdüklerini kaydeden Önal, Amacımız, en kısa sürede müzemizde sergilenen diğer önemli eserleri de anı eşyası olarak turistlere sunabilmek. Bunun için başta savaş tanrısı Mars ve Zeugma mozaikleri olmak üzere değişik eserleri anı eşyası olarak yapıp turistlere satmayı hedefliyoruz. Bu işten müzemize belirli oranda bir gelir de elde etmiş olacağız. Gaziantep Müzesi, son yıllarda yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çekmeye başladı. Kültür turizminde önemli bir yere sahip olan müzelerin, daha cazip mekanlar haline getirilmesi için çalışmalar yapıyoruz dedi.
gaziantep27.net, 30.06.2006
MİNARE YAPILIYOR

Uzun zamandan beri Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından yapımı engellenen İskenderun'daki tarihi Kaptan Mehmet Paşa Camii artık yeni minaresine kavuşuyor. İskenderun'da bulunan tarihi Kaptan Mehmet Paşa Camii'nin 19 m.lik minaresi etrafında çok katlı binaların yapılması sonucu çok kısa kalınca 1974'de 40 m. yüksekliğinde iki minare yapıldı. Alınan bilgilere göre Ceyhan depreminde minareler hasar gördüğü için yıkılması konusunda karar verilerek iki minare de yenisi yapılacağı gerekçesiyle Aralık 2005 tarihinde yıkıldı. Ancak aylar geçmesine rağmen Anıtlar Yüksek Kurulu minarenin yapılmasına izin vermiyor. Gerekçe olarak da “Camii tarihi olduğu için aslına uygun (yani halen 19 m. olan minare kadar) olarak yapabilirsiniz” diyor. Oysa yıkılan minareler 40 m idi. İskenderun Müftüsü Bekir Gülce yaptığı açıklamada; “Ezanın merkezi sistemle Kaptan Mehmet Paşa Camii'nden okunduğu ve İskenderun'daki diğer camilere telsiz sistemiyle bu minarelerden gönderildiği için ASELSAN yetkililerinden konu ile ilgili rapor istedik. ASELSAN tarafından yapılan incelemeler sonucu yazılan rapora göre yapılacak minarenin diğer camilere de sinyal gönderebilmesi için çevresinde ki binaların konumundan dolayı minarenin yüksekliğinin asgari 32.m. olması gerektiğine dair rapor verdiler. Biz de o raporu Anıtlar Yüksek Kurulu'na sunduk ve tek minare olmak şartıyla 35 m. yüksekliğinde yapılabilir izni verildi.” dedi.
Vatan, Haber: Mehmet Adnan Tınk, Foto: H. İbrahim Ataman, 30.06.2006
















KABADAYI ÇEŞMESİ HAYATA GEÇİYOR

1896 yılında Halveti Şeyhlerinden olan İbrahim Şevki Efendi tarafından yaptırılan Kabadayı Çeşmesi, Bolu Belediyesi tarafından yerinden taşınarak, restore edildikten sonra halkımızın hizmetine sokulmak için çalışmaya başladı. Geçmişinden gelen değerleri korumak yerine onları yok etmeyi tercih eden Bolu, şimdi elinde kalan değerlerine dört elle sarılıyor. Bolu Belediyesi, daha önce defalarca haber olan Kabadayı Çeşmesi'ni gündemine alarak, bir değerimizin daha yok olmasının önüne geçmek için kolları sıvadı. Gölyüzü Mahallesi'nde Şehitkâni Caddesi ile Tavil Mehmet Paşa Caddesi'nin kesiştiği bölgede, Halveti Şeyhlerinden İbrahim Şevki Efendi tarafından 1896 yılında yaptırıldığı belirtilen Kabadayı Çeşmesi yürekleri dağlıyordu.

Ankara Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na yapılan müracaatın olumlu sonuçlanması için yapılan uzun uğraşlar neticelenirken, Ankara Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu; Gölyüzü Mahallesi'ndeki 2 adet, Büyük Cami Mahallesi'ndeki 3 adet, Karaçayır Mahallesi'ndeki 1 adet, Aktaş Mahallesi'ndeki 1 adet ve Karamanlı Mahallesi'ndeki 3 adet tescilli tarihi çeşmenin restorasyonuna olur verdi. Bu çeşmeler arasında imar yolunda kalması nedeniyle sık sık kamuoyunun gündemine gelen, bakımsızlıktan yok olma noktasına geldiği için de yetkililerin göreve çağrıldığı Kabadayı Çeşmesi'nin restorasyon ve taşınma izninin çıkması ile çalışmalarına başlayan Bolu Belediyesi, çeşmenin taşınması için kazı çalışmalarına start verdi.

Kurulun restore edilecek çeşmenin Fevzi Paşa Caddesi'nde Bolu Atatürk Lisesi'nin çıkış kısmındaki yeşil alana taşınmasına izin vermesiyle birlikte başlayan çalışmalarda kazı işlemleri yapılırken, Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz yapılan çalışmaları yerinde inceledi. Yapılan çalışma hakkında açıklamalarda bulunan Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz, “Şu anda Bolu'da 11 tane tarihi çeşmemiz var. Bu çeşmelerden bir tanesi de budur. Bu çeşmenin 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında yapıldığını tahmin ediyoruz. Görüntü itibariyle güzel ve tarihi bir çeşme. Biz burada bu tür çeşmeleri koruma altına almak durumundayız. Bu çeşmeyi de Bolu Lisesi yokuşunun bitimindeki üçgen alana, iki taraflı kullanılabilecek şekilde taşıyarak koruma altına almış olacağız. Bununla da Bolu'da ilk defa tarihi yapılara sahip çıktığımızı gösteriyoruz” dedi.

Diğer tarihi çeşmelerde çalışmaların başlatılacağını belirten Başkan Yılmaz, “Bu çeşmeden sonra yapacağımız 10 adet çeşmemiz daha var. Tabii bunlar Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun izniyle yapıldığı için uzun zaman alıyor. Bu süre uzadıkça da halkımız bu eserlerin bakımı neden yapılmıyor diye bir telaşa düşüyor. Vatandaşlarımıza şunu söylüyorum bu konuda hiç telaşlanmasınlar, biz tarihi eserlerimizin de sahibiyiz. Zamanı geldikçe ve Anıt Kurulu'ndan izin aldıkça daha güzel yerlerde ve geleceğe taşıyabilecek şekilde yerleştireceğimizi ifade ediyoruz. Halkımızdan istediğimiz biraz daha sabırlı olmaları” diye konuştu.
Bolunun Sesi, 30.06.2006
KUŞADASI'NDA “IVIR ZIVIR MÜZESİ” AÇILACAK

Kuşadası'nda yaşayan koleksiyoner Hüseyin Keleş'in günlük yaşama ait ''ıvır zıvır'' olarak nitelendirilebilecek küçük ve geçici belgeleri toplama anlamına gelen ''efemera'' tutkusu, Türkiye'ye ilk ''efemera müzesi''ni kazandıracak.

Efemera koleksiyonunda 1700'lü yıllardan başlayarak gazeteler, tapular, noter ve banka evrakı, diploma ve karne gibi belirli konulardaki 10 bin belge ile yine 10 bine yakın tematik pul yer alan Hüseyin Keleş, efemera tutkusunu müzeciliğe dönüştürmeyi hedefledi. Keleş, yaptığı açıklamada, 1954 yılında pul biriktirerek başladığı koleksiyonerliği daha sonra farklı alanlara taşıyarak geliştirdiğini belirtti.

Günlük yaşama ait her türlü belgeyi belirli konular altında biriktirerek bugün Türkiye'nin günlük yaşamına da ışık tutabilecek nitelikte zengin bir koleksiyona sahip olduğunu anlatan Keleş, ''koleksiyonumda yaklaşık 10 bin tematik pulun yanı sıra 1700'lü yıllardan başlayarak gazeteler, tapular, noter ve banka evrakı, diploma ve karne gibi ana konu başlıklarında yaklaşık 10 bin efemera belge bulunuyor'' diye konuştu. Keleş, efemeranın geçmiş günlük yaşamı sonsuza taşıyan çok zevkli bir uğraş olduğunu ve aslında her insanda belli bir ölçüde efemera tutkusunun bulunduğunu ifade etti. Herkesin elinde aile büyüklerine ait gençlik fotoğrafları, kaybedip yenisini çıkarttıktan sonra bulduğu pasaport, kimlik belgesi, sevgiliye yazılan ama korkudan postalanmayan aşk mektubu ya da ilk arabasının, ilk evinin tapusunun bulunabileceğini dile getiren Keleş, şöyle konuştu: ''Bize bir gün öncesi de dahil geçmişi anlatan, baktığınızda derin bir iç çektiren her türlü kağıt parçası efemeradır. Bu belgeleri toplayan, koleksiyonunu yapana da 'efemerist' deniyor. Eminim ki, herkes aslında gizli bir efemeristir. Çünkü herkes en azından sünnet ya da düğün davetiyelerini, fotoğraflarını saklıyordur.''

Keleş, efemera koleksiyonunu Kuşadası'nda Türkiye'de bir ilk olarak kuracağı efemera müzesi ile insanlara ve araştırmacılara açmayı planladığını bildirdi. Bu yöndeki çalışmalarının devam ettiğini ifade eden Keleş, Türkiye'de tarihe sahip çıkılması konusunda yeterince duyarlılık gösterilmediğini, bu nedenle de ''bir çok tarihi ve kültürel değerin ya ilgisizlik sonucu yok olup gittiğini ya da yurtdışına kaptırıldığını'' savundu. Keleş, koleksiyonu içinde İzmir Selçuk'taki Efes Antik Kenti yakınlarındaki Saint Jean antik kalıntılarına ait olan ve 1840 yılında İngiltere'ye götürülen Saint Jean girişi kapı üstünde yer alan Truva savaşında Aşil ve Hektor'un kavgalarını tasvir eden frizlerin fotoğraflarının da yer aldığını belirterek şöyle devam etti: ''Anadolu tarihini dışarıda arıyoruz. Çünkü tarihimize yeterince sahip çıkmıyoruz. Tarihi bir gelir kapısı olarak görenler yüzünden hep dışarı kaçırmışız. Bakın ülkemizde her yerde tarihi eser kaynıyor. Nereyi kazsanız mutlaka bir değere ulaşıyorsunuz. Ama Türkiye'de bunları muhafaza edecek koruyacak yeterince müzemiz yok.''
Aydın Denge Gazetesi, 30.06.2006
TARİHİ HANDA KENEVİR OPERASYONU

Ödemiş'te polis tarafından gerçekleştirilen operasyonda, tarihi bir handa 410 kök dişi Hint keneviri ele geçirildi. Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Ödemiş Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube ekipleri, dün öğle saatlerinde Manyas Caddesi'ndeki tarihi bir hana itfaiye araçlarının da katıldığı bir operasyon düzenledi.

Halkın şaşkın bakışları arasında tarihi Katırcı Hanı'nın çatı bölümüne çıkan ekipler, yaptıkları aramada 410 kök dişi Hint keneviri ele geçirdi. Operasyon esnasında polisler hanın çatı katına çıkmakta zorlanınca, itfaiye aracının merdiveniyle çıktı. Olayla ilgili olarak tarihi hanın sahiplerinden S.G'nin oğlu M.Ş.G'nin arandığı, bu şahsın daha önce aynı suçtan sabıkası olduğu iddia edildi. Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.
İzmir Kent Haber, 30.06.2006
TÜRKİYE'NİN 2. ZEUGMASI OLABİLECEK BESNİ'DEKİ ANTİK KENT İLGİ BEKLİYOR

Sahipsiz kaldığı için tahrip edilerek eserlerinin çalındığı Besni Antik Kenti'nin korumaya alınarak bakım onarımının yapılması halinde Türkiye'nin Zeugma gibi bir tarihi mirasa sahip olacağı belirtiliyor.
Adıyaman'a 46 km uzaklıktaki Besni çevresinde, Türkiye'nin 2. Zeugması olabilecek nitelikte mozaiklere sahip antik kent bakanlığın ilgisini bekliyor. Bölgedeki sektör mensupları, gerekli bakım ve düzenlemelerin yapılması halinde antik kentin kültür turları için önemli bir merkez haline gelebileceğini söylüyor. Türkiye'nin önemli tarihsel mirasları arasına girebilecekken bakımsızlık ve ilgisizlik yüzünden tahrip edilen bölgedeki tarihi eserlerin de çalındığı belirtiliyor.
turizmgazetesi.com, 30.06.2006
YAMAÇ EVLER NİHAYET ZİYARETE AÇILDI

Selçuk'taki Antik Efes Kenti'nde yapılan kazılarda gün ışığına çıkarılan dönemin zenginlerinin oturduğu Yamaç Evleri nihayet ziyarete açıldı. Geçen hafta Celsus Kütüphanesi'nde düzenlenen kokteylle açılan Yamaç Evleri'nde artık paslanmaz çelik taşıyıcılı 'cam taban'lı yürüme ve inceleme yolları var.

'Yamaç Ev 2'yi doğanın ve insanların tahribatına karşı korumak için yapılan 'çatı örtüsü' içindeki gezi yolunun açılış törenine Avusturyalı kazı ekibininin yanı sıra çok sayıda davetli katıldı. Büyüklükleri 400 ile 950 metrekare arasındaki villalar, özel yürüme bandıyla artık ziyaret edilebiliyor. Doğanın yok edici etkisine açık olan antik evlerin korunması, bugüne kadar çözülememiş bir sorun olarak kalmıştı.

Avusturyalılar 100 yıldır araştırma yaptıkları Efes'teki 1800m2 mozaikle bezenen, 1600 m2 mermer kaplamanın kullanıldığı antik villaları 'çağdaş teknolojinin himayesine' aldıkları için gurur duyuyorlar. Bu projeye Türkiye'nin katkısı da mimar Abdurrahman Çabuk'un tasarlayıp uyguladığı paslanmaz çelik taşıyıcılı cam tabanlı yürüme ve inceleme yolu oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 410 bin YTL'ye ihale ettiği sistemi tasarlarken dünyada örnek bulamadıklarını belirten mimar Abdurrahman Çabuk, bu çözümün tamamen kendi fikri olduğunu vurguladı.



Efes Yamaç Evler'deki kazı ve restorasyon çalışmaları Avusturya Viyana Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Fritz Krinzinger başkanlığında sürdürülüyor. Yamaç Evler, 3 yıldır bütün çalışmalar tamamlanıncaya kadar ziyarete kapatılmış durumdaydı. Ancak özel izinle gezilebiliyordu. Efes antik kentinin en görkemli bölümünü oluşuturan Yamaç Evler, 4 bin metrekarelik bir alana yayılmış. Kazı ve restorasyon çalışmaları için ayrılan ödenek 4 trilyon lirayı aşıyor. Bu paranın bir bölümü Avusturya Bilim Bakanlığı, diğer bölümü de Avusturya Efes Dostları Derneği tarafından karşılanıyor.

Kazı çalışmaları 1960'lardan beri süren Yamaç Evler'in M.S. 1'nci yüzyılda, İmparator Augustus döneminde yapıldığı düşünülüyor. Bu bölge, çeşitli onarımlarla M.S. 7'nci yüzyıla kadar dönemin varlıklı ailelerine ev sahipliği yapmış. Daha sonra meydana gelen büyük depremde hasar görmüş. Depremin evlerde yol açtığı hasarı bugün bile görmek mümkün.

Bugün Yamaç Evler'in iki ünitesi gün ışığına çıkarılmış durumda. Mozaiklerle süslü Kuretler Caddesi'nde yeralan Yamaç Evler'in üzeri, çalışmalar nedeniyle büyük bir yapay çatıyla kaplı. Evler bol bol harcın yanısıra taş ve tuğla ile inşa edilmiş. Dışarıdan baktığınızda evlerin içinde bugün için bile gözkamaştırıcı olan bir manzara ile karşılaşacağınızı hayal edemiyorsunuz. Ama yapay koruma çatısının altındaki kapıdan içeri ilk adımınızı attığınızda zamanın bütün tahribatına karşın gördükleriniz karşısında soluğunuz kesiliyor. Yamaç Evler'in ikinci bölümündeki evlerin büyüklüğü 250 ile 950 metrekare arasında değişiyor.

Ailelerin; hizmetçileri ve köleleriyle birlikte yaşadığı bu evlerin bazıları iki, bazıları üç katlı. Evlerde soğuk ve sıcak su sistemleri, ısıtma ve soğutma sistemleri, birkaç kişinin bir anda kullanabileceği duvarları fresk, tabanları mozaiklerle süslü tuvaletler, hamamlar, yetişkin ve çocuk yatak odaları, dinlenme ve yemek odaları bulunuyor. Bazı evlerin tabanları mozailerle süslü... Bazı odaların duvarlarında dönemin beğenisini yansıtan freskler bazı odaların duvarlarında ise mermer kaplamalar ya da gözalıcı cam mozaikler yeralıyor. Evlerde pencere bulunmuyor. Işık ve hava evin merkezine yapılan ve büyüklüğü 25 ile 50 metrekare arasında değişen avludan sağlanıyor.
turizmhabercisi.com, 30.06.2006
KATKI




2010'A ALTI KALA...


İsteğim masumdu... Aslında ben, sadece, oğlumu Sultanahmet'te her yaz yapılan ses ve ışık gösterilerine götürmek için, bilgi almak amacındaydım; ama sonunda kendimi telefonu yere fırlatmış, katıla katıla gülerken buldum, üstelik sonuca da ulaşamamıştım... Hikayem şöyle:

Önce haliyle Eminönü Belediyesi'ni aradım. Santrala derdimi anlatıp nereden öğrenebileceğimi sordum. Beni aktardığı kişiye de aynı şeyi anlattım:

- Aaa, öyle bir şey mi yapılıyor?
Ben: Eveettt... Hem de yıllardır.
- Kim yapıyormuş?
Ben: E, siz bilmezseniz ben vatandaş olarak nerden bileyim?
- Bi dakka, soralım, bilen var mı?
Arkadan bir ses...
- Valiliğe, yok yok Büyükşehir'e sorsunlar.
- Siz en iyisi Büyükşehir'i arayın. Telefonu .....
Ben: E, peki.

Büyükşehir Belediyesi'ni aradım. Yine santrale derdimi anlattım. Beni aktardıkları yerde bir kez daha anlattım.

- Ses ve ışık gösterisi mi? Eminönü'ne soracaksınız.
Ben: Sordum zaten, onlar da size yönlendirdiler.
- Biz ne bilelim onların belediye sınırlarında olan faaliyetleri.
Ben: Nasıl yani? Eminönü, Büyükşehir sınırları içinde değil mi?
- Tamam da, herkesin yaptığını bilemeyiz ki?
Ben: Sizin bir İstanbul'daki etkinlikleri takip eden bir bölümünüz yok mu? Bölümden vazgeçtim bir kişi de mi yok? (Farkındayım konudan uzaklaşıp Büyükşehir'in çalışma sistemini sorgulamaya başladım ama çaresizlik işte...)
- Hamfendi, siz en iyisi bir de Merter'deki yerimizi arayın.
Ben: (Umutsuzca) Peki.

Merter de arandı. Yine santral. Yine aktarılan numaradaki kişiye konuyu ilettim...
- Aslında İl Kültür Müdürlüğü'nü aramanız lazım. Bu faaliyetleri onlar yaparlar.
Ben: Sizde numarası var mı?
- (Uzun hışırtılardan sonra) Yok maalesef. Aslında siz Beyaz Masa'yı arayın.
Ben: (Yine umutsuzlukla) E, peki.

Beyaz Masa arandı. İstanbul halkının tüm talep, memnuniyet ve şikayetlerini değerlendiren ve çözüm üreten bir Büyükşehir Belediyesi Halkla İlişkiler Ünitesi ya... Bu kez biraz umudum vardı, ama yanılmışım...
- Eminönü'ne sormanız lazımdı.
Ben: Zaten sordum, onlar Büyükşehir'e, Büyükşehir Merter'e, Merter siz sormamı istedi.
- Hamfendi, biz öyle herşeyi hemen cevaplayamayız, önce araştırmamız gerekli.
Ben: Ne araştırması, sadece hangi gün Türkçe ve saat kaçta diye soruyorum. Vardır bir liste, bakıp söyleyeceksiniz, o kadar.
- Hamfendi , biz öyle herkesin istediğine hemen cevap verecek olursak burada iş yürümez. (Siz anladınız mı?!! Ben hala bu cümlenin doğruluğunu sorguluyorum) Sizin önce web sayfamızda yer alan Bilgi Formu'nu doldurmanız laızm. O form bize gelince biz araştırıp, inceleyeceğiz ve size cevap vereceğiz.
Ben: (Yarı sinir krizinde) Bu şaka di mi? Ben size Büyükşehir Belediyesi'nin 2006 bütçesini sormuyorum ki, (ben ne soruyordum ki?) sadece Sultanahmet'teki ses ve ışık gösterilerinin gün ve saatini soruyorum. Bunu bu kadar abartacak ne var?
- Abartmıyoruz, biz işimizi yapıyoruz. Sistem böyle işliyor.
Ben: Allah size kolaylık versin, işiniz çok zor.
- Bilseniz ne garip sorular geliyor.
Ben: Tahmin ederim.

İşte ben bu konuşmadan sonra telefonu yere atıp katıla katıla gülmüşüm (kendimde değildim, çevremdekiler anlatıyor). Ama eğlenmiş bir görüntüden çok, sinir krizinin eşiğinde bir görüntüm olduğunu söyledi oğlum.
İstediğim bilgiyi almaktan da çoktan vazgeçmiştim zaten...

Not: Bu bir şaka değildir, ayniyle vaki.

Ayşe Didem Bayvas, 01.07.2006

BOMONTİ BİRA FABRİKASI TURİZM MERKEZİ OLACAK

Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul'daki Bomonti Bira Fabrikası'nı 49 yıllığına turizm tahsisi amacıyla ihaleye çıkarttı. İhalenin 26 Temmuz'da yapılması bekleniyor.



1991 yılından bu yana kullanılmayan bira fabrikası binasının 3 bin 500 kişilik kongre ve sergi merkezi ile bin yatak kapasiteli, 5 yıldızlı otel yapılması planlanıyor. Projenin inşaat alanı, 18 bin 230 metrekaresi yeme-içme alanı, 71 bin 20 metrekaresi de otel ve kongre-sergi merkezi olmak üzere toplam 89 bin 250 metrekareden oluşuyor. İhaleye katılacaklar, birinci dereceden tarihi eser olan bira fabrikasının restorasyonunu gerçekleştirerek kullanılabilir hale getirecek.

Cumhuriyet Mahallesi Bomonti Caddesi Birahane Sokak'ta bulunan binanın restorasyonunun tahmini bedeli 30 milyon 12 bin 231 YTL. Kongre ve sergi merkezinin yatırım maliyeti ise 205 milyon 471 bin 513 YTL. Her iki yatırımın toplam bedeli ise 235 milyon 483 bin YTL. İhaleyi kazanan yatak başına yüzde 5, toplam cirodan da yüzde 2 oranında Hazine'ye pay ödeyecek.

Adını İstanbul'un en eski semtlerinden birine vermiş olan Bomonti Bira Fabrikası, Türkiye'de modern bira üretim tekniği ile imalata başlamış olan ilk bira üretim tesisi olarak biliniyor.
1890 yılında İstanbul Feriköy'de bir bira üretim tesisi kuran İsviçreli Bomonti kardeşler, 1902 yılında işletmelerini bir dönem İstanbul Tekel Bira Fabrikası denilen Bomonti Bira Fabrikası'nın bulunduğu yere taşıdılar. 1912'de Bomonti ve rakipleri olan Nektar Şirketleri birleşerek Bomonti-Nektar Birleşik Bira Fabrikaları şirketini kurdu. 1938'de ise bu işletme Tekel'e geçti. 1991'e kadar Tekel tarafından bira fabrikası olarak kullanılan bina, 1991'den bu yana boş. Bomonti Bira Fabrikası, birkaç kez satışa çıkarılmıştı.
Milliyet, Haber: Tebernüş Kireççi, 29.06.2006
MÜZE´DE ŞOK İDDİA

Kayseri Müzesi´nde bulunan tarihi eserlerden bazılarının çalındığı ya da yerine sahtelerinin konulduğu iddiaları ortalığı karıştırdı.

Yıllar önce Müze'de görev yapan bir çalışanın Kültür ve Turizm Müdürlüğüne gönderdiği ihbar mektubuyla ortaya çıkan olayda Müzede bulunan çok değerli bir tarihi eserin çalındığı ifade ediliyor. 6 sayfalık ihbar mektubunda 20 yıl önce yapıldığı iddia edilen bu olayla ilgili araştırma başlattığı öğrenilen Turizm Müdürlüğü yetkilileri olayla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmadı.

Kayseri Müzesi'nde bulunan eserlerin sayımının devam ettiği öğrenilirken, yerinde olmadığı söylenen eserle ilgili envanter kayıtları inceleniyor. 8-9 bin adet olan etnografik eserlerin sayımının tamamlandığı, 23 bine yakın olan arkeolojik eserlerin ise sayımına önümüzdeki günlerde başlanacağı kaydedilirken ,tarihi eserlerin sayımı için oluşturulan komisyonun titizlikle çalıştığı öğrenildi.

İçerisinde çok önemli binlerce tarihi eser bulunan Kayseri Müzesi'nde yer sıkıntısı nedeniyle eserlerin tamamı sergilenemiyor. Binlerce eser müzenin depolarında bekletilirken Vali Nihat Canpolat döneminde Kayseri Lisesi karşısında bulunan ve Gençlik Merkezi olarak kullanılan tarihi kilisenin müze yapılması için bir takım çalışmalar başlatılmıştı. Ancak yeni müze binası ile ilgili herhangi bir gelişme kaydedilemedi.
Kayseri Gündem, 29.06.2006
YASSIADA BATIKLARININ BELGESELİ ÇEKİLİYOR

Muğla'nın Bodrum İlçesi'ne bağlı Turgutreis Beldesi'nin 3 kilometre açığındaki Yassıda batıklarının belgeseli çekiliyor. "Su Altı Cennetlerimiz" adlı 13 bölümden oluşan belgeselde, Yassıada'nın tarihi öneminden bahsediliyor.

Belgesel filminde, Yassıada'da bulunan tarihi batık gemiler, eskiden şarapla zeytinyağı taşımak için kullanılan amforalar anlatılıyor. Su altı kültürel mirasa sahip çıkmak ve zengin tarihimizi tüm dünyaya tanıtmak amacıyla yapılan çekimlerin 1 ay boyunca süreceği belirtildi. Turgutreis'teki su altı çekimleri, Yönetmen Girayhan Alp Doğan tarafından yapılıyor.

"Su Altı Cennetlerimiz" adlı 13 bölümden oluşan programda aynı zamanda, Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde bulunan su altı batıklarından da bahsediliyor. Turgutreis Limanı'ndan açılan Bodrum Kaymakamı Abdullah Kalkan ve Bodrum Kalesi Su Altı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, Yassıada'da dalış gerçekleştirdi. İlk kez dalış yapan Kaymakam Abdullah Kalkan, gördüğü tarihi gemi batığı karşısında etkilendiğini söyledi.

Kalkan, "Bodrum Yarımadası etrafında çok sayıda gemi batığı bulunuyor. Yassıada batıkları, hem Turgutreis için hem ülke turizmi için büyük önem taşıyor. Bu konuda Turgutreis Belediyesi, Yassıada'nın dünya dalış turizmine açılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü'ne Yassıada projesini sundu. Turizm Bakanlığı da Turgutreis Belediyesi'nin projesini olumlu karşılayarak, hayata geçirilmesi için çalışmalarını hızlandırdı" dedi.

Yassıada ve etrafında bulunan adaların dünya dalış turizmine açılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı, Muğla Valiliği, Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi ve Turgutreis Belediyesi tarafından ortak imzalanan protokolle, Yassıada'nın ve etrafındaki adaların dalış turizmine açılması için belediyenin yapacağı tesislere onay verildi. Turgutreis Belediyesi de, ada üzerine yapmayı planladığı kafeterya, restoran, basınç odaları ve konferans salonlarıyla dünyanın ilgisini Turgutreis'e çekmeyi planlıyor.
turizmgazetesi.com, 29.06.2006
TARİHİ ESERLERİ SATAMADAN YAKALANDI

Konya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, elindeki tarihi eserleri satmak için müşteri aradığı ihbar edilen 41 yaşındaki İbrahim Bağdan'ın evine baskın düzenledi. Evde, Bizans, Roma, Frigya ve Hellenistik döneme ait 749 parça tarihi eser ele geçirildi, Bağdan gözaltına alındı.

Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü Mali Büro Amirliği ekipleri, Meram İlçesi'nde bir kişinin tarihi eser kaçakçılığı yaptığı yönünde ihbar aldı. Hakerete geçen Mali Büro Amirliği ekipleri, İbrahim Bağdan'ın tarihi eserleri satmak için müşteri aradığını belirledi. Evindeki tarihi eserleri satmaya çalışan Bağdan'ın, anlaşmazlık nedeniyle görüşme yaptığı kişilere satışı gerçekleştiremediği belirlendi. Polis, bunun üzerine Bağdan'ın Meram İlçesi Çandır Mahallesi'ndeki evine dün gece savcılıktan alınan iznin ardından baskın düzenledi.

Baskında, Bizans, Roma, Frigya ve Hellenistik döneme ait 749 parça tarihi eser ele geçirildi. MÖ 300-800 yıllarına ait olduğu belirlenen eserler arasında 699 sikke, toprak heykel, metal tabak ve koku kabının bulunduğu açıklandı. Ele geçirilen tarihi eserlere paha biçilemediği bildirildi. Gözaltına alınan Bağdan'ın tarihi eserleri kaçak kazı yaparak ve diğer kaçakçılardan elde ettiği belirlendi. Bağdan, polisteki sorgusunun ardından adliyeye sevk edilecek.
Vatan Gazetesi, Fotoğraf: Konya Kent Haber, 30.06.2006
KARADENİZ BÖLGESİ''NDEKİ TÜM İLLERDE TARİH VE KÜLTÜR ESERLERİNİ RESTORE EDİLİYOR

Vakıflar Genel Müdürlüğü, Karadeniz Bölgesi'ndeki tüm illerde tarih ve kültür eserlerini restore edip geleceğe kazandırırken, sadece Ordu ilinde hiç bir çalışmanın yapılmadığı bildirildi.

Vakıf eserlerinin restore edilerek geleceğe taşınması amacıyla üç yıl önce başlattığı çalışma kapsamında Türkiye genelinde bin 111 vakıf eseri onarıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarında Akdeniz Bölgesi'nde 85, Doğu Anadolu Bölgesi'nde 45, Ege Bölgesi'nde 148, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde 89, İç Anadolu Bölgesi'nde 240, Karadeniz Bölgesi'nde 187, Marmara Bölgesi'nde 317 vakıf eseri restorasyonu tamamlanarak geleceğe kazandırıldı.

Bu çalışmalarda Karadeniz Bölgesi'nde 17 ilde toplam 187 eser onarılarak gelecek kuşakların görmesine imkan sağlandı. Bu kapsamda Amasya'da 28, Artvin'de 4, Bartın'da 3, Bayburt'ta 5, Bolu'da 5, Çorum'da 8, Düzce'de 3, Giresun'da 3, Gümüşhane'de 5, Karabük'te 7, Kastamonu'da 14, Rize'de 1, Samsun'da 10, Sinop'ta 4, Tokat'ta 65, Trabzon'da 17 ve Zonguldak'ta 5 vakıf eseri onarıldı. Karadeniz Bölgesi'nde sadece Ordu'da hiç bir vakıf eseri onarım görmedi.
Taka Gazete, 29.06.2006
DOSYA



YÜZYILIN DAVASI


“BASTA RUBARE!”*



ABD müzelerinin, yasadışı yollardan satın aldıkları eserlerin iadesi için yıllarca bir müzeden diğerine sürdürdükleri pazarlık, yalvarma, rica ve tehditlerden hiçbir sonuç alamayan ve artık sıkılan İtalya, sonunda “Yeter!” dedi.

1995 yılında basit bir trafik kazası ile başlayan ve devamı çorap söküğü gibi gelen olaylar zinciri, bugün artık uluslararası bir davalar zinciri haline dönüşmüş durumda. Davacı taraf İtalya, davalılar ise kaçakçılar, Mafya babaları, Avrupalı büyük aracılar ve ABD müzeleri. Aracılar çoktan pes ettiler. Müzeler ise kendilerine bir çıkış yolu aramakta, ama yolları neredeyse tamamen kapandı.


Torpido gözündeki fotoğraflar ya da zincirin başlangıcı...

Olaylar zinciri, Pasquale Camera'nın, 31 Ağustos 1995 günü, Napoli-Roma arasında bir trafik kazasında ölümü ile başladı. Kaza sonrası arabayı kontrol eden polis torpido gözünde, arkeolojik eserlere ait fotoğraflar buldu. Bu fotoğraflardan yola çıkan Carabinieri'lerin (İtalyan Ordusu'na bağlı polis teşkilatı) Sanat Timi, Camera'nın Roma'daki evinde arama yaptı. Evde, Cenevre'de Serbest Bölge'de bulunan Editions Services isimli bir şirkete ait dökümanlar vardı.

Carabinieri Sanat Timi'nin başı olan Roberto Conforti bu tür operasyonlara alışıktı. Birisi yakalanır, deliller toplanır, bu deliller belki başka birisine işaret eder ve birisi daha yakalanırdı. Ama, bu arada yurt dışına kaçan eserler de çoktan bir koleksiyoner veya bir müzeye satılmış olur, menşeleri ispatlanamaz ve geri alınamazlardı. Ama belki de ilk defa, bu olayda şans, kaçakçılardan ve müzelerden değil, İtalya'dan yana idi.

İsviçre'ye resmi başvuru yapıldı. Kısa bir süre sonra olumlu cevap geldi ve 3 Eylül 1995 günü Cenevre'de, bu şirkete ait ofis ve depolara İsviçre ve İtalyan yetkililer tatafından aynı anda baskınlar yapıldı. Şirketin merkezi neredeyse bir müze görüntüsündeydi. Raflarda ve karton kolilerde binlerce eski eser vardı. Her yer vazolar, bronz ve mermer heykeller, freskler ve mozaiklerle doluydu. Daha da rahatsız edici olan, bazı parçalarda hala Sotheby's müzayede şirketinin etiketlerinin bulunmasıydı. Depolarda bulunan eski eserlerin bir kısmının üzerinde toprak ve çamur parçaları vardı, sanki kazıdan dün çıkmış gibiydiler.

Bu kadar buluntu yetmezmiş gibi, şirket merkezinde bir de insan boyunda kasa vardı. Sebebini anlamak mümkün değildi ama, kasanın anahtarı da üzerinde duruyordu. Kasa açıldığında ise arama ekibinden kimse gözlerine inanamadı. Kasanın içinden, dünyada hiçbir müzenin sahip olmadığı kalitede 20 parçalık bir Klasik Yunan yemek takımı, tümü Euphronios tarafından yapılmış kırmızı boyalı Yunan vazoları ve hepsinden değerlisi, bir yığın belge ile 4000 fotoğraf çıktı. Bazı fotoğraflarda, eski eserlerin soyulmadan önceki in situ görüntüleri ve aynı eserlerin sevkiyat sırasında çekilmiş resimleri birlikte duruyordu.

Bu, bugüne dek Avrupa'da gerçekleştirilen en büyük kaçak eski eser operasyonu idi. Depolarda, yaklaşık 35 milyon dolar değerinde 10.000'den fazla antik eser mevcuttu. Belirtilen bu sayılar tartışmalı olsa da, basına dağıtılan resimlerde bile 500'den fazla eser görülmekteydi. Ele geçirilen eserlerin çoğunun kaynağını tespit edebilmek ise olanaksızdı. Nereden geldiği belli olmayan binlerce Roma ve Yunan eserinin yanısıra, Urartu dönemine ait ve Kıbrıs'tan gelme arkeolojik eserler de mevcuttu. İsviçre polisi, bu şirketle bağlantısı olan bir İtalyanın ismini de belirledi: Giacomo Medici.



Editions Services'e ait başka bir depo, bazısı Güney İtalya'dan gelme değişik çanak çömlekler, Etrüsk candelabrumu, Roma heykeli (foto Carabinieri)


Editions Services depolarında bulunan karışık Miken ve geometrik çanaklar ile Boetian heykelcik (foto Carabinieri)


Editions Services ofisinin girişi, masanın altındaki kompozit başlığın Roma yakınlarındaki bir antik yerleşimden çalındığı ispatlandı. (foto Carabinieri)



Metropolitan tarafından İtalya'ya geri verilmesi kabul edilen Euphronios Krateri (foto Metropolitan Müzesi)


Baskın sırasında Editions Services ofisinde bulunan ve kaçakçılık sisteminin işleyişini, bağlantılar ve aracıları isimlerle açıklayan bir şema (foto Carabinieri/Watson, Todeschini)


Baskın sırasında Editions Services ofisinde bulunmuş, Giacomo Medici'nin Metropolitan Müzesi'nde, Euphronios Krateri önünde kendi resmi (foto Carabinieri)


Medici, Hecht, Dikmen, Üzülmez, Telli ve diğerleri...

İtalyan polisi, Ocak 1997'de Medici'yi tutukladı. Yapılan açıklamaya göre Medici, İtalya'dan yapılan eski eser kaçakçılığının elebaşlarından birisiydi. Medici ise, tüm bu malları satın alan insan olarak aracı Robert E. Hecht'in ismini verdi. Kaldı ki, Medici'nin evinde yapılan aramalarda ele geçen belgeler de bunu doğruluyordu; Medici ile Hecht eski ortaktılar ve nerede ise 40 yıldır tanışıyorlardı. Hecht 1960'lardan beri bu işin içinde ve eski eser kaçakçılığının en tanınmış simasıydı. Eski eserleri bulan insanlardan satın alanlara aracılık yapıyor ve kaçırılmış bu eserlerin ABD'de pazarlamasını sağlıyordu. Akıcı Türkçe konuşan; Aydın Dikmen'i gençlik yıllarından beri tanıyan; Fuat Üzülmez, Edip Telli gibi namlı kaçakçıların arkadaşı olan Hecht, uzun yıllar boyu Elmalı'dan Karun'a, Türkiye'den kaçırılan bir yığın eski eserin de, ABD müzeleri tarafından satın alınmasına aracılık etmişti. 1960'larda, İzmir-İstanbul arasındaki bir uçak yolculuğu sırasında, yeni satın aldığı antik sikkeleri cebinden çkarıp incelediğini gören bir yolcu tarafından polise ihbar edilmiş, Yeşilköy Havaalanı'nda tutuklandıktan sonra “persona non grata” ilan edilerek Türkiye'den sınır dışı edilmişti. Evet, Türkiye'ye giremiyordu ama, Türkiye'den kaçırılıp ABD'ye satılan tüm eski eserlerin aracısıydı. Sadece Türkiye'nin değil, Yunanistan ve İtalya'nın da başına dert idi. Son buluntuların ardından, İtalyan polisinin ibresi bu defa Hecht'e dönmüştü. Hecht Paris'te yaşıyordu. İtalyanlar, Fransız Hükümeti'ne başvurdu ve Hecht'in evinde arama izni alındı.

16 Şubat 2001'de Robert E. Hecht'in Paris'teki evine baskın yapıldı. Bir Fransız görevli kapıyı çaldı. Kapıyı açan, Hecht'in boşandığı eşi Elisabeth, önce polise karşı koymaya çalıştı. Hecht nerede ise 15 yıldır bu evde yaşamıyordu ve evi arayamazlardı. Bu iyi bilinen klasik oyalama taktiğine karşı görevli polisler, ellerinde arama izni olduğunu, aramaya izin vermesi durumunda onun yatak odasını aramıyacaklarını söylediler. Ama, eğer direnmeye devam ederse kapıyı kırıp tüm binanın altını üstüne getireceklerini de ilave ettiler. Elisabeth evi aramalarına izin verdi.

Dairenin iki yatak odası vardı. Elisabeth polisleri, Hecht'in olduğunu söylediği yatak odasına yönlendirdi. O an iki Fransız polisi aralarında sohbet ediyorlardı. Birisi diğerine tüm Amerikan filmlerinde arama yapılan yatak odalarında yatağın altında hep birşeyler bulunduğunu, halbuki gerçek hayatta kimsenin yatağın altına bir şey saklamadığını söylüyordu. Yine de odaya girdiklerinde yatağın altına baktılar.Yatağın altı naylon alışveriş torbaları ile doluydu. Ve hepsinin içinde başka bir eski eser vardı: vazolar, heykeller, bronz miğfer ve bronz kemerler. Tümü toprağa bulanmış, yeni bulunmuş durumdaydılar.

Giacomo Medici'nin tüm kaçakçılık belgeleri ve Robert E. Hecht'in Paris'teki evinde ele geçen, gereksiz şekilde ayrıntılı yazılmış günlüğü artık İtalyan yetkililerin ellerindeydi. Pandora'nın kutusu açılmıştı. Bu iki ortağın uzun yıllar boyu İtalya'dan neler kaçırıp sattıkları belgelenmişti. Artık ibre, bu eserleri satın alanlara dönecekti. Yetkililerin söylediğine göre, Hecht'in geçen 40 yıl boyunca, İtalya'nın kültür mirasına verdiği zarar, para ile ölçülemez boyutlardaydı. Belgelerden ve fotoğraflardan ortaya çıkan en acı olaylardan birisi de Hecht'in, kaçırılanların satılmasına aracılık yapmaktan öte, bazı eserlerin kaçırılması için soygunculara sipariş bile vermesiydi.



İtalyan savcı tarafından hazırlanan ve mahkemeye sunulan, Robert Hecht'in İtalya'dan yurt dışına kaçırıldıktan sonra satışına aracılık ettiği eski eser listesi (Fiorilli)


Listenin devamı (Fiorilli)



Listeleri büyütmek
için üzerlerine tıklayınız


İtalyan savcı tarafından hazırlanan ve mahkemeye sunulan, Marion True tarafından satın alınmış, İtalya'dan yurt dışına kaçak yollardan çıkmış eski eser listesi ( Fiorilli)


Hırsızın pişkinliği...

Hecht mahkemede çok rahattı. Bu biraz da, 87 yaşında olmasının verdiği cesaretten kaynaklanıyordu. Yasalara göre, yatması beklenen 8 yıllık hapis cezası, yaşı dolayısıyla zaten tecil edilecekti. Buna güvenen Hecht, Roma'daki mahkeme boyunca şakalar yaptı, şiirler okudu. Savunması sırasında söylediği sözler şöyleydi:

“Tabi ki Giacomo'dan mal aldım. Neden almayayım ki? Cenevre'de gördüğüm herhangi bir parça, -bu parça Giacomo Medici'nin elinde olsa bile-, bunun çalıntı olduğunu bilmem zaten mümkün olamazdı. Tek bildiğim şey, bir Yunan vazosunun Yunanistan'da ya da Atina'da imal edildiğidir”.

İtalyan Kültür Bakanlığı'nın avukatı Maurizo Fiorilli ise, böylesi bir savunmaya sadece gülünebileceğini söyledi.


Her zamanki varış noktası: Metropolitan...

İtalya, bu baskından önce Metropolitan Müzesi'nden, tümü Hecht aracılığı ile satın alınmış bir kaliks kraterin, MÖ 4. yüzyılda yapılmış bir altın phialenin (adak taşı) ve 15 parçalık bir gümüş definesinin iadesini istemişti.

Altın philae, Hecht'in belki de ilk ciddi işiydi. 1960 yılında, Metropolitan tarafından satın alınmıştı. Tasın üzeri yazıtlıydı ve İtalya'dan geldiği de hemen hemen kesin gibiydi.

Metropolitan'ın 1972 yılında Hecht'ten satın aldığı kaliks krater için, dönemin müze müdürü Thomas Hoving, “Bugüne dek karşılaştığım en mükemmel sanat eseri” tanımını yapmıştı. MÖ 510 yılında yapılan ve Euphronios tarafından İlyada'dan sahnelerle resimlenmiş bu esere, o dönem için rekor bir meblağ olan 1 milyon dolar ödenmişti. Fakat kısa süre içinde çıkan dedikodular, eseri satın alan müzeyi zor durumda bırakacaktı. Hecht, vazoyu Lübnan'da yaşayan tüccar Dikran Sarrafyan'dan aldığını söylese de, bu bilgi, eserin menşeini açıklamaktan uzaktı. İlk başta, alımı destekleyen ve esere övgüler yağdıran The New York Times gazetesi bile, eleştiriler yapmaya başlamıştı. Ne de olsa gazetenin sahibi Arthur Ochs Sulzberger, aynı zamanda Metropolitan mütevelli heyetindeydi ve satınalma komisyonuna da başkanlık ediyordu.

1981-82 yıllarında ise Metropolitan olağanüstü bir eser grubu daha satın aldı. Bu defa alınanlar 15 parçalık bir gümüş yemek takımıydı. Hecht'in aracılık yaptığı bu eserlere tam 2.75 milyon dolar ödenmişti. Satın alınan eser grubu ile ilgili, müzenin 1984 yılı bültenine bir makale yazan, dönemin müze klasik antikalar küratörü Dietrich von Bothmer'e göre bu grup, “Güney İtalya, Toronto veya Doğu Sicilya'dan”dı. Virginia Üniversitesi profesörlerinden ve bugün Amerikan Arkeoloji Enstitüsü etik sorumlusu Malcolm Bell, 1987'de bu eser grubunu görür görmez Morgantina'dan geldiğini tahmin etti ve İtalyan yetkililere haber verdi. Bölgede yapılan kurtarma kazılarında, hem definenin çıktığı nokta bulundu, hem de bir ihbar üzerine kaçak kazıyı yapan soygunculardan birisi yakalandı. Bu soyguncunun ayrıntılı tarifine rağmen, Metropolitan defineyi geri vermeye yanaşmıyordu.


Los Angeles, Malibu'da bulunan J. Paul Getty Müzesi (foto Don Kelsen, Los Angeles Times)


Hecht'in 1960 lı yılların başında Metropolitan'a sattığı, MÖ 4. yüzyılda yapılmış altın phiale de İtalya'ya iade ediliyor (foto Metropolitan Müzesi)




Metropolitan tarafından İtalya'ya geri verilmesi kabul edilen 15 parçalık Morgantina Definesi (foto Metropolitan Müzesi)


Symes'tan 18 milyon dolara satın alınan Aphrodit heykeli Getty Müzesi'nde teşhirde (foto J. Paul Getty Müzesi)


Diğer varış noktaları ve iade süreci...

Şimdi, ele geçirilen tüm bu yeni belgeler ve ifadeler ışığında, Hecht'in bu müzeye sattığı diğer birçok eser için de iade yolu açılmış oluyordu. Tabi aynı şekilde, İtalya'dan kaçırılımış eski eserleri satın alan Getty Müzesi, Boston Güzel Sanatlar Müzesi, Cleveland Sanat Müzesi, Minneapolis Sanat Enstitüsü, Princeton Sanat Müzesi, Toledo Sanat Müzesi ve Leon Levy-Shelby White koleksiyonlarına da davalar açılabilecekti.

Tüm bu belgelerin ortaya çıkmasından sonra, Şubat 2006'da, Metropolitan Müzesi Müdürü Phillipe de Montebello, İtalya Hükümeti ile anlaşmaya vararak altın philaenin, Euphronios vazosunun, Morgantina Definesi olarak isimlendirilen 15 parça Yunan gümüş eserin ve bunlarla birlikte 20 parçanın daha İtalya'ya iade edilmesini kabul etti. Bu anlaşmaya göre, İtalyan hükümeti de tüm bu eserlerin bir kısmının 2 yıl daha Metropolitan'da teşhirde kalmasını kabul etti. Bu arada Metropolitan, Editions Services'de ele geçen fotoğrafları incelemeyi ve eğer bu resimler arasında şu anda müzede bulunan eserler varsa onları da iade etmeyi kabul etti. Hecht'in aracılık ettiği diğer eserlerle ilgili görüşmeler ise henüz başladı.


Getty Müzesi yetkilisi mahkemeye çıkıyor

Metropolitan tarafında bu olaylar yaşanırken, J. Paul Getty Müzesi ile ilgili bambaşka gelişmeler vardı. Ele geçen belgeleri delil kabul eden İtalyan savcı, Mayıs 2005'de, Marion True'ya dava açtı. Los Angeles'te bulunan ve bütçe açısından dünyanın en zengin müzesi olan J. Paul Getty Müzesi'nin kuratörü, İtalya'dan yasadışı yollardan çıkartılmış eski eserleri müzesi adına satın almakla suçlanıyordu. Marion True, böyle bir suçlama ile yurt dışında mahkemeye çıkan ilk Amerikalı müze yetkilisiydi. İtalya, zaten Getty Müzesi'nden 42 eserin iadesini talep ediyordu. Şimdi ise, elde ettikleri belgelerin ışığında, bu eserlerden en az sekiz tanesinin, Hecht tarafından İtalya'dan kaçırılarak Getty Müzesince satın alındığını da ispatlayabiliyordu.

Aynı günlerde, Giacomo Medici'nin davası da sonuçlanmış ve bu eski eser kaçakçısı 10 yıl hapse ve 13 milyon dolar tazminata mahkum olmuştu. Artık arzuladığı tüm belgelere ulaşan avukat Maurizio Fiorilli, İngiliz Robin Symes'a da dava açtı. İngiltere'deki yedi aylık hapis süresi yeni dolan bu eski eser aracısının başı, bu defa İtalya'dan ABD'ye kaçırılmasına ve satışına yardım ettiği eski eserlerden dolayı dertteydi.

İtalyan Hükümeti'nin bu olaylar zinciri boyunca sürdürdüğü planlama ve tavır, son derece etkileyiciydi: Kaçakçılar ve onlara aracılık eden uluslararası komisyonculara -yani bir anlamda suçu işleyen şahıslara- dava açılırken, bu eserleri satın alan müzelerle görüşmeler sürdürülüyor ve çözümün davasız bir şekilde hallolmasına uğraşılıyordu. Kaldı ki bu tarzlarının çok daha verimli olduğu kısa sürede ortaya çıktı. Metropolitan Müzesi, elindeki bazı eserlerin menşei konusunda o denli köşeye sıkışmıştı ki, iadelerini kabul etmekten başka bir yolu kalmamıştı. Maurizio Fiorilli'nin, bir röportaj sırasında gazeteci Suzan Mazur'un bir sorusuna verdiği cevap uyguladıkları bu tarzın açık bir ifadesi:

Suzan Mazur: İtalya artık, ABD müzelerinde bulunan kaçak eski eserler konusunda sürücü koltuğunda oturduğunun farkında değil mi? Eğer böyle ise, kaçak yollardan alındığı kesinleşen bu tür eserlerin iadesinden önce bir süre bu müzelerde sergilenmesine neden izin veriyorsunuz?

Maurizio Fiorilli: Biz, bu ödünç verme sisteminin eski eserlerdeki yasadışı trafiği önleyeceğini düşünüyoruz. Eğer Amerikan müzelerine, İtalya veya diğer ülkelerden ödünç aldıkları eski eserleri sergileme imkanı tanınırsa, bunları piyasadan satın almalarına ve kanuni sorunlarla uğraşmalarına gerek kalmayacaktır. Ayrıca, bu şekilde, bağışlarla gelen paralarını kanuni ve bilimsel kazılara yönlendirerek, daha iyi değerlendirmiş olacaklardır. Bu da, Amerikan ihtiyaçlarına verilmiş kültürel bir yanıt olacaktır.



Marion True, Roma'da mahkeme çıkışında (foto van Rijn)


Hecht (sağda) Roma'da mahkeme çıkışında (foto AP)


Medici-Symes-Hecht üçgeni...

Aynı şekilde, Getty Müzesi ile 42 parçanın iadesi için görüşmeler hala sürdürülüyor ve İtalyan yetkililer, eğer bu görüşmelerde bir sonuç sağlanamazsa bu yıl içinde dava yoluna gideceklerini açıkça belirtiyor. Hecht'in, Getty Müzesi'ne doğrudan sattığı veya satışına aracılık ettiği olağanüstü güzellikte eserler arasında MÖ 5. yüzyıla tarihlenen kırmızı boyalı ve Darius Ressamı olarak bilinen bir sanatçı tarafından resimlenmiş bir vazo da mevcuttu. Getty Müzesi, parçanın Bürki & Sohn isimli bir restorasyon şirketinden alındığını mahkemeye belgeledi. Bu şirketin sahibi olan restoratör Hecht'in arkadaşı ve satışa aracılık eden Atlantis Antiquities ise yine Hecht'in, ortağı koleksiyoner Jonathan Rosen ile beraber işlettiği bir kuruluş. Bahsi geçen bu Jonathan Rosen ise Elmalı Definesi'nden bir adet dekadrahmiyi 225.000 dolara satın alan insan. Yani hangi taşı kaldırsanız altından hep aynı isimler çıkıyor.

İtalya ayrıca, Getty Müzesi'nin en değerli parçalarından biri olan mermer bir Afrodit heykelini de geri istiyor. Heykel 1988'de, tam 18 milyon dolara, aracı Symes'den alınmıştı. Müze, geçen yıl menşeini belgeleyemediği bazı eserleri zaten İtalya'ya geri verdi. Verilenler arasında MÖ 5. yüzyılda Euphronius tarafından yapılmış, kırmızı boyalı resimlerinde Troya Savaşı'ndan bir sahnenin betimlendiği, müzenin en güzel parçalarından birisi olarak kabul edilen bir kylix de var. Eser, Avrupalı ismi açıklanmayan bir aracıdan satın alınmış ve daha sonra Cerveteri'deki bir nekropolde yapılan kaçak kazılar sırasında bulunduğu ispatlanmıştı.

Getty Müzesi'nin kuratörü Marion True'yu, Hecht ile olan işbirliği dolayısıyla mahkemeye düşüren, tümü Medici-Symes-Hecht üçgeni aracılığı ile bu müzeye satılan ve iadesi istenen diğer bazı eserler de şunlar:

- 1992 yılında koleksiyonerler Lawrence ve Barbara Fleischman'dan satın alınmış, onların da Symes'ten satın aldıkları ve Medici'ye kadar izlenebilen, ressam Syriskos tarafından yapılmış, kırmızı boyalı bir krater,

- Yine aynı koleksiyondan, 1996'da satın alınmış bir mermer Tyche heykeli,

- 1990 yılında 60.000 dolara Atlantis Antiquities'den satın alınmış bir Etrüsk candelabrumu (şamdan),

- Ressam Euphronios tarafından yapıldığı tahmin edilen, Dionysos ve satir maskeli, kırmızı boyalı bir kantaros.

Geçtiğimiz aylarda Getty Müzesi Müdürü Michael Brand'ın İtalya Kültür Bakanı Buttiglione ile yaptığı görüşmenin “açık, yapıcı ve olumlu geçtiği” bizzat bakan tarafından açıklandı. Bu görüşmede müze yetkilisi “sorunlu” bazı eserleri, kanuni yollara başvurmaksızın İtalya'ya iade edebileceklerini açıkça dile getirmişti.


Eser aklayan müzeci...

Öte yandan Getty Müzesi'nin, 1996 yılında Lawrence ve Barbara Fleischman'dan satın aldığı 300 parçalık olağanüstü koleksiyonun içindeki birçok eserin de menşeinin karanlık olduğu tahmin ediliyor. Müzenin, kesin miktar açıklanmamakla birlikte 60 ila 80 milyon dolar bedelle satın aldığı tahmin edilen bu koleksiyon, daha önce sergilenmiş ve A Passion for Antiquities isimli bir katalog ile tanıtılmıştı. Christopher Chippindale ve David W.J. Gill tarafından American Journal of Archaeology dergisinde yayınlanan bir makaleye göre bu eserlerin %90'ı 1974 yılından sonra elde edilmişti ve hemen hiçbirinin menşei belgeli değildi. İtalyan yetkililerin açıklamalarına göre, Getty Müzesi, özel olarak da Marion True, çalıntı olduğu hemen hemen kesin olan eserlerin alımı için sürekli olarak Lawrence ve Barbara Fleischman'ı desteklemiş, sonra da bu eserleri müzeye satın alarak bir anlamda “akladığını” düşünmüştü. Örneğin, bahsi geçen koleksiyonun Getty Müzesi tarafından blok olarak satın alınmasından önce, 1992 yılında True, Fleischman Koleksiyonu'nda bulunan Syriskos tarafından yapılmış resimli bir vazoyu ve sekiz başka parçayı 5.5 milyon dolara Getty Müzesi'ne satın almıştı. Fleischman'lar ise vazoyu 1988'de Symes'ten almışlardı. Medici fotoğraflarının içinde bu vazonun restorasyon öncesi, kaçak kazıdan çıktığı hali ile ve restore edildikten sonraki görüntüleri mevcut. Restorasyonunu ise tabi ki Frtiz Bürki yapmıştı. Bu parça da, İtalyan hükümetinin Getty Müzesi'nden geri istediği eserler arasında.

İtalyan savcı Paolo Ferri tarfından sorgulanan Marion True, kendisine gösterilen resimler arasından “Şu anda 13 müze ve 7 özel koleksiyonda bulunan en az üç düzine eski eseri” teşhis etti. Savcılık, bu eserlerin neler olduğu henüz açıklamıyor ve İtalyan hükümeti yeni ortaya çıkan bu buluntular için, Marion True'nun şahitliği ile ayrı bir dava açmaya hazırlanıyor.



Medici'nin, Getty Müzesi'nde bir geyiğe saldıran iki griffin heykeli önünde fotoğrafı (foto Carabinieri /Watson, Todeschini)


Aynı griffinlerin, restore edilmemiş halde bir kamyonet kasasında gösteren ve Editions Services ofisinde bulunan polaroid fotoğraf (foto Carabinieri /Watson, Todeschini)



Pompei yakınlarında bir mezar odasını süsleyen freskin in situ görüntüsünün polaroid resmi Editions Services ofisinde bulundu (foto Carabinieri /Watson, Todeschini)


Aynı freskin sökülmüş ve sevkiyata hazır hale getirilmiş polaroid resmi de ofiste idi (foto Carabinieri/Watson, Todeschini)


Yunanistan da devrede...

Kısa bir süre sonra Medici-Symes-Hecht üçgeni aracılığı ile ABD'ye satılan eski eserler arasında Yunan menşeli birçok parça olduğunu düşünen Yunanistan hükümeti de davalara müdahil oldu. Getty tarafından 1993'de İsviçreli satıcı Christoph Leon'dan 1.15 milyon dolara satın alınan mezar süsü altın bir diadem, mermer bir kore torsosu ile bir mezar yazıtı, tartışmalı eserlerden sadece üçü. Getty Müzesi yetkilileri ise Yunanistan'ın iddiasını düşüneceklerini bildirdiler.

Bu arada, 4 Mayıs 2006 tarihinde Marion True'nun Yunan Adası Paros'ta satın aldığı yazlık evde Yunan polisi tarafından arama yapılmış ve kayıt dışı 29 parça eski eser bulunmuştu. Kaçakçılıkla Mücadele Şubesi Müdürü George Gligoris, bu buluntular ışığında, Marion True'ya ayrı bir dava daha açılacağını bildirdi.


Peki ya Türkiye?

Ele geçen tüm bu belgelerde, fotoğraflarda ve Robert E. Hecht'in anılarında, Türkiye ile ilgili birçok bilginin yer aldığı hemen hemen kesin. Hatta, yukarıda yazdığımız gibi, depolarda bazı Urartu eserleri de bulundu. Hecht'in günlüğünde ise “sevgili dostları” Fuat Üzülmez, Edip Telli ve Aydın Dikmen'e ait birçok bilgi olduğunu da tahmin etmek zor olmasa gerek.

Acaba Kültür ve Turizm Bakanlığımız, günün birinde, “abest”le iştigal etmekten vazgeçip bu konuya eğilerek, şu “kanatlanıp uçan” kültür varlıklarımıza sahip çıkabilecek mi?

İtalya'dan alınacak daha çok dersler var çooook! Ama önce uyanmak lazım, değil mi?


Ali Yamaç - TAY Haber



*"Basta Rubare!": "Yeter Çaldığınız!"


Kaynaklar:
Chippindale, C., D.W.J. Gill, 2000, “Material Consequences of Contemporary Classical Collecting”, American Journal of Archaeology, C. 104, No0: 3, Temmuz
D'Emilio, F., 2003, “Nations Battle Illicit Antiquities Trade”, AP, 4 Aralık
Eakin, H., 2005, “An Odyssey in Antiquities Ends in Questions at the Getty Museum”, New York Times, 15 Ekim
Kiehl, S, 2006, Baltimore Sun, 18 Haziran
Povoledo, E., 2006, The New York Times, 20 Haziran
Watson, P., C. Todeschini, 2006, The Medici Conspiracy, Perseus Books, New York
archaeology.org/online/interviews/watson.html
archaeology.org/online/features/geneva/ (Andrew Slayman)
archaeology.org/online/features/italytrial/ (Andrew Slayman)
scoop.co.nz/stories/HL0602/S00189.htm (Suzan Mansur)
scoop.co.nz/stories/HL0512/S00224.htm (Suzan Mansur)
SULUKULELİLER: BAŞKA TARİHİMİZ, GİDECEK YERİMİZ YOK!

Fatih Belediyesi tarafından gerçekleştirilecek kentsel tasarım projesi kapsamında tarihi dokusuna uygun olarak yeniden inşa edilecek olan Sulukule'nin sakinleri, seslerini duyurabilmek için bir basın açıklaması yaptı.

Şimdiki adıyla Neslişah Sultan ve Hatice Sultan Mahallesi sakinleri adına Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği imzasıyla yapılan açıklamada, "Biz Fatih'in Neslişah ve Hatice Sultan Mahalleri'nde oturan 3500 Roman (703 hak sahibi ve 303 kiracı) olarak, Kasım 2005'ten beri İstanbul' da tarihi Sulukule olarak bilinen bin yıllık tarihi mekanımızdan başka bir yere sürülerek, evlerimizin Fatih Belediyesi tarafından yıkılması ve semtin Romanların yaşadığı kısmının yenilenip 'mutenalaştırılması' tehlikesi ile karşı karşıyayız" denildi.

'Önce İnsan' sloganıyla başlayan Kentsel Yenileme Projesi'nde ne yasanın hazırlanmasında, ne karar aşamasında, ne de uygulamaya geçişte görüşlerinin alınmadığının savunulduğu bildiride, proje sonucu tapusu olmayanların ve kiracıların yüzyıllardır yaşadıkları yerlerden gitmek zorunda kalacakları belirtiliyor.

"Biz Neslişahız, biz Hatice Sultanız, biz Sulukuleyiz, başka tarihimiz, başka gidecek yerimiz yok" denilen bildiride, son iki haftadır Fatih Belediyesi'nin üç günde bir kendilerini gruplar halinde çağırarak projenin temel hatlarını anlattığı ifade edilerek, belediyenin görüşmelerdeki tavrı eleştiriliyor: "Toplam 12 grupla toplantı yapacaklarını söylediler. Toplantıda bizim fikrimiz sorulmuyor, uygulamanın nasıl olacağı ve Eylül ayında başlayacak yıkımlar anlatılıyor".

Öte taraftan, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir tarafından yapılan yazılı açıklamada ise, söz konusu bölgede bir buçuk yıl süren ayrıntılı bir saha araştırması yapıldığı savunularak, yapılan çalışma sonrasında 463 yapı bulunduğu, bunların yaklaşık yüzde 90'ının da sağlıksız ve tabii afet riski taşıyanlardan oluştuğunun belirlendiği dile getiriliyor.

Demir, projenin amacının sosyal donatı alanlarını büyütmek ve sağlıklılaştırmak, bölgenin tarihi ve kültürel özelliklerini koruyarak gelişime uygun bir şekilde yeniden inşa ve restore etmek, günümüz konforu ve kullanım şartlarını içeren konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturmak, kentlerin merkez alanlarının sağlıklı bir şekilde iskân edilerek şehrin güvenliğini tehdit eden denetimsiz bölgeler olmaktan çıkartıp yenileştirmek ve günümüz gereklerine uygun olarak yenileyerek korumak ve yaşatarak kullanılabilir hale getirmek olduğunu savunarak şöyle devam ediyor:

"Belediyemiz, projemizin detaylarını bölge sakinleriyle toplantılar yaparak paylaşmış, son toplantı da 27 Haziran 2006 tarihinde yapılmıştır. Bu toplantılarda, projenin burada bulunan mülk sahiplerine yönelik olduğu, inşa edilecek yapıların öncelikle buradaki mülk sahiplerinin olacağı vurgulanmıştır. Mülk sahiplerine, taşınmazlarına karşılık yenilenecek bölgede mülk edinebilecekleri anlatılmıştır. Projede, mülk sahipleri, eski mülklerinin belirlenecek değerinin arsa ve inşaat maliyetine mahsup edilmesiyle mülk sahibi olabilecektir. Vatandaşlarımıza, mahsup sırasında eski ve yeni mülkleri arasında fazla çıktığı takdirde bu fark hemen nakit olarak ödenecektir. Mahsuplaşmada eksik çıkar ise vatandaşlarımız bu farkı, mülklerin tesliminden itibaren 15 yıl süreyle ödeyeceklerdir. 31 Temmuz 2005 tarihinden önce bölgede kiracı ve işgalci konumuyla oturanlara da TOKİ'nin İstanbul çevresindeki projelerinden çekilişsiz - kurasız 15 yıl vadeyle ev sahibi olma hakkı sağlanmıştır. Kulaktan dolma ve yanlış bilgilerle toplantıya gelen bölge sakinleri, kendilerine proje anlatıldıktan sonra ikna olmuşlar ve uygulamanın bir an önce başlaması dileğiyle toplantılardan çıkmışlardır".
yapi.com.tr, 29.06.2006
KALE'DE KAZILAR YENİDEN BAŞLIYOR

Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Kadir Pektaş, Bitlis Kalesi'ndeki kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün önümüzdeki günlerde start alacağını bildirdi.

MÖ 312 yılında Büyük İskender tarafından Komutan Betlis'e yaptırılan ve çeşitli uygarlıklar tarafından kullanılan Bitlis Kalesi'nde önceki yıllarda başlatılan ve geçen yıl hız kazanan kazı çalışmaları sonunda ortaya bir hamam çıkarılmış, ayrıca birçok bulguya da rastlanmıştı. Temmuz ayının ilk haftasında Bitlis'e gelecek olan kazı ekibinin bu yılki çalışmalara başlayacağını aktaran ve önceki yıl yapılan çalışmalarla ilgili bilgi veren Kazı Başkanı Doç Dr. Pektaş, "Kazılarda, hamam olduğu düşünülen yapının toprak üstü ve altı bölümleri sağlam olarak ortaya çıkarılmıştır. Kazı çalışmalarında çok sayıda lüle ve seramik parçası bulunmuştu. Ayrıca 2004 yılı çalışmaları sırasında çıkarılan toprakta yapılan elemeler sırasında da Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait yaklaşık 100 kadar sikke ile 2 mühür ve çok sayıda çivi parçası bulunmuştur" dedi.

Bu yılki çalışmaların, oluşturulan 70 kişilik ekiple önceki yıllara göre daha aktif olacağını ve yaklaşık 2 ay süreceğini ifade eden Doç. Dr. Pektaş, "Ortaya çıkan hamamın toprak altında kalan kısımlarını da gün ışığına çıkaracağız. Ancak bu yılki çalışmalar sırasında kazı alanındaki güvenlik önlemlerini de artıracağız, sağlamlaştırma çalışmaları yapacağız. Buranın restorasyon projesini de hazırlattık. Bu projeyi Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunacağız. Bu yıl kazı çalışmalarımızın yanında restorasyon işlemlerini de sürdürmeye çalışacağız" şeklinde konuştu.
Bitlis Kent Haber, 29.06.2006
BU KAFAYLA TARİHİ ESER Mİ KORUNUR?

Uşak Müzesi'ndeki Karun Hazineleri'nin en değerli parçası Kanatlı Denizatı Broşu ve Kahramanmaraş Müzesi'ndeki sikke hırsızlığıyla tarihi eserlere ne kadar sahip çıktığımız bir kez daha sorgulanırken şimdi de nadide halı, kilim, avize gibi yüzlerce tarihi eserin 'Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ağır hasarlı boş bir handa 'korunduğu' ortaya çıktı. Bir çok örneği anavatanları Türkistan, İsfahan ve Horasan'da bile bulunmayan halı ve kilimler, Karaköy'de Kozluca Han'da perişan bir durumda. Halılar tamamen çürümeye terk edilmiş durumda..
Sabah, Haber: Enis Umuler - Erdal Şimşek, 29.06.2006
TEMELİ OSMANLI ZAMANINDA ATILAN LİMAN, YIL SONUNDA HİZMETE GİRECEK

Kastamonu'da temeli 124 yıl önce atılan ve yapım çalışmaları halen süren İnebolu Limanı'nın bu yılın sonlarına doğru tamamlanması bekleniyor.

Bolu Ulaştırma Bölge Müdürü Ali Rıza Yüceulu, yapımı yılan hikâyesine dönen liman inşaatının yüzde 83'lük bölümünün fizikî olarak tamamlandığını belirterek, “Bu yıl liman için 4,5 milyon YTL ödeneğimiz var. 1 milyon YTL daha ödenek aktarıldığında 2006 yılı sonunda yüzyılın projesi bitirilecek.” dedi.



Kastamonu Milletvekili Sinan Özkan, İnebolu Limanı'nın filmlere konu olacak bir özellik arz ettiğini ifade ederek, “Yıllardır liman inşaatının bitmemesi ilçe halkını da olumsuz etkilemiştir. Limanın bitmesi o yörede yaşayan insanların düştüğü olumsuz düşünceden kurtulmalarına yardımcı olacaktır.” diye konuştu. İnebolu Belediye Başkanı İdris Güleç ise limanın ilçe ekonomisi için çok önemli olduğuna dikkat çekerek, bittiği takdirde ilçe ekonomisini önemli ölçüde rahatlatacağını aktardı. İlçe esnaflarından Ergün Aksakal da liman inşaatı bitirilmediği için esnafın olumsuz etkilendiğini anlatarak, limanın özellikle Rusya ve diğer bölge ülkelerine ihracat açısından önemli olduğuna işaret etti.

İnebolu Limanı inşaatı, Osmanlı'dan bugüne devletin yürüttüğü yatırım politikasının ilginç örneklerinden biri. Bugüne kadar 3 Osmanlı padişahı, 59 Cumhuriyet hükümeti eskiten limanın temelinin atılmasının üzerinden tam 124 yıl geçmiş. Ancak inşaatı hâlâ sürüyor. Yapımına 1882'de başlanan limanın mimarı, dönemin Kastamonu Valisi Sırrı Paşa. Kente geldiğinde bölge ekonomisinin canlanması ve ticaretin geliştirilmesi amacıyla İnebolu'ya bir liman yapılması gerektiğini düşünen Paşa, bu konuda geliştirdiği projeyi Padişah 2. Abdülhamit Han'a kabul ettirmiş ve 1882'de 10 bin lira ödenekle liman inşaatı başlamış. Liman inşaatı için gerekli malzemelerin tümü İstanbul'dan gönderilmiş. Ancak bu malzemelerle limanın temelini atan valinin, kısa bir süre sonra tayini çıkmış. Sırrı Paşa, görevden ayrılırken halefi Abdurrahman Paşa'dan inşaatın tamamlanmasını istemiş. Abdurrahman Paşa da limanın tamamlanması için büyük çaba sarf etmiş. Fakat, İstanbul'dan gönderilen malzemelerin yetersiz ve adi olduğu ortaya çıkmış. 7 yılda limanın ancak 133 metrelik kısmı bitirilebildi. Abdurrahman Paşa'nın görevden ayrılmasından sonra da inşaat tamamen durdu. 2004'e gelindiğinde eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, bir açılış için geldiği İnebolu'da vatandaşlara, 123 yıldır inşaatı devam eden İnebolu Limanı'nı 2005 yılı içinde bitirme sözü verdi. Ancak liman 2005'te de hizmete açılamadı.
Zaman, Haber: Aydın Hızlıca, 29.06.2006
KİLİTBAHİR KÖYÜ BAŞTAN YARATILDI

Çanakkale Savaşları'na tanıklık eden Gelibolu Yarımadası'ndaki Kilitbahir köyü, zengin tarihine yakışır şekilde yenilendi. OPET tarafından şubat ayında başlatılan ve 12 köyü kapsayan "Tarihe Saygı Projesi" kapsamında, Alçıtepe, Seddülbahir ve Bigalı köylerinde yapılan yenilemenin ardından, Kilitbahir köyündeki restorasyon çalışmaları da tamamlandı. Proje kapsamında meydanı granit taşlarla kaplanan köyün, çevre ve peyzaj düzenlemesi yapıldı. Bütün evler boyandı, eski tuvaletlerin yerine konteyner tuvaletler yerleştirildi. Çocuklar için oyun parkları yapıldı, okul duvarları Atatürk konulu panolarla çevrelendi.

Köyün yeni çehreye kavuşturulması nedeniyle düzenlenen törene katılan OPET Yönetim Kurulu üyesi Nurten Öztürk, dört köyün yenileme çalışmalarının 2.5 milyon YTL'ye mal olduğunu belirterek üç yıl sürecek olan proje kapsamında köylerdeki restorasyon çalışmalarının toplam 5 milyon dolara mal olacağını söyledi. Çanakkale Valisi Orhan Kırlı ise, "Artık Kilitbahir beyaz gelinlik giymiş gibi aslına uygun bir hüviyete kavuşmuştur" diye konuştu.

- Köy evlerinin boyanması için 2 bin 500 kutu boya dağıtıldı
- 600 ağaç, 8 bin bitki ve çiçek dikildi
- Çanakkale'nin tarihini anlatan ve Atatürk resimlerinin bulunduğu 250 adet pano yapıldı
- Dört köyde çocuk oyun parkı yapıldı
- 10 bin adet çay ve su bardağı dağıtıldı, 500 porselen takım dağıtıldı
- 2 müze restore edildi ve bir müzenin peyzajı yapıldı, eski karakol binası kültür sanat merkezi haline getirildi.
Milliyet, Haber: Ahu Coşkun, 29.06.2006
TARİHİ EVLERİ KINALI ELLER RESTORE EDİYOR

Aydın'da Söke Belediyesi öncülüğünde düzenlenen Koruma Amaçlı İnşaat Sektörüne Restorasyon Eğitimi ile Kalifiye Eleman Kazandırma Projesi kapsamında, eğitimlerini tamamlayan Sökeli 4 genç kız, Söke'nin tarihi Kemalpaşa evlerini restore ediyor. Söke Belediye Başkanı Necdet Özekmekçi, yaptığı açıklamada, AB Türkiye İçin Aktif İşgücü Programı çerçevesindeki restorasyon eğitimlerini tamamlayan Ebru Fillik, Fatma Selçuk, Oya İncekara ve Gülden Karabıyık'ın Söke'de Kemalpaşa Mahallesinde koruma altına alınan 54 eski Rum evlerinden kamulaştırılanları ayağa kaldırmaya çalıştığını söyledi.

Özekmekçi, ''Buram buram tarih kokan adeta yıkılmaya yüz tutmuş asırlık evleri aslına uygun olarak restore eden genç yetenekler, AB sayesinde edindikleri mesleğin önemini her geçen gün daha iyi anlamaktalar. Genç kızlarımız Söke'deki Kemalpaşa evlerinin restorasyonun yanı sıra başta Kuşadası olmak üzere bir çok il ve ilçeden iş teklifi almaktalar. Şu anda restorasyon çalışmaları süren tarihi Nuh Bey Konağı 6 Eylülde tamamlanarak konuklara açılacak. İlçemiz yıllar boyunca değişik din ve kültürlerin beraber yaşadığı bir Anadolu merkezi'' dedi. Kemalpaşa Mahallesinin Cumhuriyet öncesi Söke'nin Rum Mahallesi olduğunu anımsatan Özekmekçi, çeşitli nedenlerden dolayı bu gün bu konutların bir çoğunun yıpranmış durumda olduğunu, bu konutların ayağa kaldırılmasında ilçede özel eğitim almış bir ekibin yetişmesinin çok büyük bir fırsat olarak gördüklerini kaydetti.
Aydın Denge Gazetesi, 29.06.2006
8 TONLUK ANIT KALDIRILDI

Afyonkarahisar Belediyesi, alınan karar gereği Cumhuriyet Meydanı'ndaki anıtı kaldırdı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü, Afyonkarahisar'da Cumhuriyet Meydanı'nda yer alan Kuvay-ı Milliye Anıtı'nın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası kapsamında gerekli kültür varlığı özelliği göstermemesi nedeniyle kaldırılmasının uygun olduğuna karar verdi.

Afyonkarahisar Valiliği, kararın uygulanması yönünde Belediye Başkanlığı'na tebligat yaptı. Bunun üzerine çalışma başlatan Afyonkarahisar Belediyesi, 8 tonluk anıtı dün gece geç saatlerde kaldırdı. Çevrede toplanan vatandaşlar, yaklaşık 3 saat süren anıt kaldırma işlemini meraklı gözlerle izledi. Anıt, bir vinçle kamyona yüklenerek götürüldü.

Anıtın kaldırılması konusunda Afyonkarahisar Belediyesi tarafından hiçbir girişim ve çalışma yapılmadığı, alınan ve uygulanan kararın belediyenin tasarrufunda oluşmadığı belirtildi.
Afyonkarahisar Kent Haber, 29.06.2006
OTOMOBİLDE TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

Kırklareli Havsa'da, bir otomobilin içinde çok miktarda tarihi eser ele geçirildi. Edinilen bilgiye göre, Varoş mahallesinde Metin C'nin plakası henüz belirlenemeyen otomobilinde yapılan aramada, 2 adet ön ve arka yüzlerinde insan figürleri olan gümüş para, 59 adet parçalanmış halde eski yüzük, 26 adet parçalanmış metal para, 1 adet mühür, 14 adet taş parçaları ve 54 adet parçalanmış süs eşyaları ele geçirildi. Metin C'le ilgili soruşturma sürüyor.
edirneninsesi.com, 29.06.2006
TARİHİ EVLER TEHLİKE YARATIYOR

Tekirdağ'da yaklaşık 300 civarında bulunan tescilli tarihi ahşap binalar, bürokratik engeller, nedeni bilinmeyen yangınlar ve doğa koşulları nedeniyle bir bir yok olurken, yıkılmaya yüz tutmuş ahşap evler de hiçbir önlem alınmamasından dolayı çevre için tehlike saçıyor.

Tekirdağ Çiftlikönü Mahallesi Vakıfavlu Sokak'ta bulunan bir ahşap bina ise görüntüsüyle görenleri hem şaşkına çeviriyor hem de tedirgin ediyor. Ön ve yan cephesi birbirinden ayrılmış ahşap bina adeta sokağın üzerine çökmüş durumda. Mahalle sakinleri her an çökecek gibi duran ahşap bina nedeniyle tedirginlik yaşarken, "Bina çöktü çökecek ama hiçbir önlem alınmıyor. Çocuklarımız sokaklarda oynuyor. Sokaktan onlarca insan ve araç geçiyor. Eğer bina bir insanın üstüne çökerse bunun sorunlusu kim olacak. Yetkilileri göreve çağırıyoruz" şeklinde konuştu.

Tarihi ahşap binaların restorasyon ve diğer bakım çalışmalarının önündeki en büyük engel ise bu binaların tarihi eser konumunda olmasından dolayı herhangi bir işlem yapılamaması.
Tekirdağ Kent Haber, 29.06.2006
KAÇAK KAZI YAPAN 4 KİŞİ YAKALANDI

Kırklareli'nde, Kofçaz ilçesinde kaçak kazı yapan 4 kişi yakalandı. Edinilen bilgiye göre, jandarma ekipleri, ihbar üzerine gittiği Kocatarla köyü Solucak Deresi mevkiinde kaçak kazı yapan M.E, Z.S, H.T ve M.E'yi suçüstü yakaladı. Gözaltına alınan zanlılarla ilgili soruşturma sürüyor.
edirneninsesi.com, 29.06.2006
TAŞHAN RESTORE EDİLİYOR

Tokat'ın tarihi mekanlarından Taşhan'da restorasyon çalışmaları başlatıldı. Türkiye'de sayılı eserler arasında yer alan ve yaklaşık 2 yıldır yerli ve yabancı turiste gezi amaçlı açık tutulan Taşhan, uzun yıllar kapalı kalmıştı. 1998 yılında yapılan ihalede otel olarak yapılması planlanan Taşhan, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan girişimlerle otel olması karşılı olarak fesh edilmişti. Bu aşamadan sonra çizdirilen restorasyon projesi kuruldan geçerek 19 Mayıs tarihinde ihale gerçekleşerek restorasyon çalışmaları başlatıldı. Taşhan'da yapılan restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyen Vali Erdoğan Gürbüz, amaçlarının Tokat kültürünü geliştirmek ve geçmişe sahip çıkmak olduğunu söyledi.

Vali Gürbüz, Osmanlı'nın Taşhan'ı iş merkezi olarak kullandığını ifade ederek, "Bir ve ikinci katların oda sayısı 115 dolayısıyla buranın yeniden canlı tarihine kavuşması için adeta yenibaştan bir restorasyon yapıyoruz. Bunun vergileriyle beraber maliyeti 2 milyon YTL'ye yakındır. Valilik, Belediye ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile üçlü bir komisyon kurulacak. Buranın dükkan bazında işlevli hale getirilmesi için, el sanatlarına dönük olacak şekilde bir komisyon vasıtasıyla kararlar alınacak. Buradaki dükkanlar Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün göstereceği doğrultuda çalışacak" dedi.

Vakıflar Bölge Müdürü İsmail Aktaş ise uzun yıllar ihaledeki anlaşmazlık nedeniyle Taşhan'ın kapalı kaldığını ifade ederek, "Biz hızlı bir şekilde restorasyon projesini çizdirdik. Buda kurumumuzdan geçti ve ihale yapıldı. Şu anda iş başlamış durumda. Burası bittikten sonrada oluşturulacak komisyonla Tokat'ın tarihine ve kültürüne yüz tutmuş el sanatları üzerinde kiraya vereceğiz. Buradaki amacımız aşırı bir kar amacı değildir. Amacımız yerli ve yabancı turistlerin buraya gelerek faydalanmasıdır'' diye konuştu.
Tokat Kent Haber, 28.06.2006
PERRE ANTİK KENTİ'NDE TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Adıyaman Valisi Halil Işık, Kommagene Uygarlığı'nın 5 büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti'nden tarihin gün yüzüne çıktığını söyledi. Valisi Işık, Adıyaman'ın en büyük açık hava müzesi olan Komagene Uygarlığı'nın 5 büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti'nde yapılan kazı çalışmalarını değerlendirdi. Işık, 'Perre Antik Kenti'nin' Kommageneliler döneminde önemli bir kent olduğunu vurgulayarak, oldukça geniş bir alana sahip olan kentin, yüzölçümü bakımından da adeta bir ilçeyi andırdığını, kente aynı zamanda Bizans ve Roma döneminden kalan buluntulara da rastlamanın mümkün olabileceğini söyledi.

Adıyaman kent merkezine 5 kilometre uzaklıkta, Pirin köyündeki kalıntıların ve 200 civarındaki kaya mezarların bulunduğu, Bizans döneminde de önemli bir kent olan 'Perre Antik Kenti'nin' kazı çalışmalarına 2001 yılında başlandığını belirten Vali Işık, Perre Antik Kentinin kazı çalışmalarında 2001 yılında 2 ay kadar yapılan çalışmalar neticesinde 12 oda mezar ve 31 lahit mezarda kazı temizliği yapıldığını, 3 yeni oda ve 14 lahit mezar gün ışığına çıkarıldığını kaydetti.

Kazı çalışmaların önemine değinen Işık, "2002 yılında sürdürülen çalışmalarda 3 oda mezar ve 23 lahit mezarda kazı çalışması sonucu 20 adet küçük buluntu ele geçirildi. 2004 yılı kazı çalışmalarımızda üniversite öğrencilerin katılımya yapıldı. 18 Mayıs 2004 günü müzeler haftasında yapılan resmi bir tören ile başladığımız çalışmalara Arkeolog ve 21 işçiden oluşan ekip katıldı. Yapılan 1 aylık çalışmalarda, 6 oda mezar ve 48 adet lahit mezarın kazı ve temizliği tamamlandı. Ayrıca yapılan kazı çalışmalarında en değerlisi olan 4 altın küpe olmak üzere bulunan 45 adet eser Adıyaman müzesine kazandırılmış oldu. 2005 yılında yapılan kazı çalışmalarında ise, 8 galeride yapılan kazı ve temizlik sonucu 6 galeri tamamen açılarak temizlendi. Açılan galerilerde toplam dört oda mezar ve 33 adet lahit mezar ortaya çıkarıldı. Yapılan kazı çalışmaları sonucu bir damga mühür, 2 yüzük, bir kolye, 4 spatül ve bir sikke olmak üzere toplam 9 eser müzeye kazandırıldı." dedi.

Adıyaman Valisi Halil Işık, "'Perre Antik Kenti'nin' muhteşem görselliği ile ünlü Kapadokya'yı da aratmayacak. Kaya mezarlar görsel muhteşemliği ile misafirlerini bekliyor." şeklinde konuştu.
adiyamanhaber.com, 28.06.2006
“OTURMAM MÜZE YAPALIM”

Adı Mehmet Ufuk Erden. Kars Valisi. Eşiyle birlikte 4 bin metrekarelik tarihi valilik konağını geziyorlar. 3 antre, 4 muazzam salon, 6 yatak odası, 4 banyo, kiler, bahçe... Eşi Yeşim Hanım'la bakışıyorlar. Ardından Kültür Bakanlığı'na bir yazı; "Tarihi konağın müze haline getirilmesine..."

Aydın'da ilkokul öğretmeniydi. Hukuk okumak istedi. Sınava girip kazandı. Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Ardından kaymakamlık sınavını kazandı. Sonra Mülkiye Başmüfettişi oldu. Ve 6 ay önce vali olarak Kars'a tayin oldu... Şimdi Kars valisi..

Vali Erden'in boşalttığı konakta personel gideri hariç sadece yakıt, elektrik ve su gideri olarak yılda 60 bin YTL'lik tasarruf sağlanacak. Ruslar tarafından 1897'de Baltık mimarisiyle, bin metrekaresi kapalı olmak üzere toplam dört bin metrekare alan üzerine yapılan Vali Konağı'nın ısınma sistemi, Baltık mimarisinin özelliklerinden biri olan peçlerle yapılıyor.

Konağın müzeye dönüştürülmesiyle ilgili bilgi veren Vali Mehmet Ufuk Erden, şunları söyledi: "Baltık mimarisiyle yapılan konak, 1897 yılında inşa edilmiştir. 1877-78 yılları arasında Kars ve bölgesi Rusların esaretine girmiştir. İşgal yaklaşık 40 yıl sürmüştür. Konak uzun yıllar valilerin ikameti olarak kullanılmıştır. Yüzyıla yakın bir hizmet vermiştir. Konağın en önemli özelliklerinden birisi duvarları kalın ve tek katlı bir yapıdır. Güzel bir mekandır. Tarihi bir mekanı Kars'a Türk turizmine kazandırmak arzusundayım. Bu nedenle 4 ay önce geldiğim Kars'taki bu konaktan kısa süre sonra ayrıldım. Burası, tarihi misyonuna uygun olarak restore edildikten sonra müze ya da sosyal aktivitelerin icra edildiği bir yer olarak kullanılacaktır."

Sakarya Zaferi'nden sonra Sovyet Rusya'nın aracılığıyla 3 Sovyet Cumhuriyeti Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında 13 Ekim 1921'deki Kars Antlaşması, bu tarihi konakta imzalandı. Kars antlaşmasıyla Türkiye'nin doğu sınırı kesinleşti.
Hürriyet, Haber: Fatih Çekirge, 28.06.2006
SABANCI KENT MÜZESİ KURULUYOR

Mardin'in kent kimliğine Sabancı sahip çıkıyor. Önceki gün Mardin'de Güler Sabancı Mardin Kent Müzesi çalışmalarını başlattı. Eski Vergi Dairesi binası VAKSA tarafından Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi'ne dönüştürülecek. "Bu müze, Mardin'in asırlardır biriktirilmiş tarihi kültürünün tanıtımına yardımcı olacaktır." diyen Güler Sabancı, başkanı olduğu VAKSA'nın bu müzeyle birlikte bugüne kadar yaptığı kültürel yatırımların 1 milyar doları aştığını duyurdu. II. Abdülhamit döneminde Süvari Kışlası olarak yaptırılan bir dönem vergi dairesi olan tarihi yapıları dönüştürme projesini ÇEKÜL Vakfı, Mardin Belediyesi ve Mardin Eğitim Vakfı da destekliyor.
Radikal, 28.06.2006
İZMİT'TE ROMA TARİHİ KATLEDİLDİ

İzmit'te sergilenecek yer bulunamadığı için gar bahçesine taşınan çoğu Roma dönemine ait heykeller, kimliği belirsiz kişiler tarafından kırılıp siyaha boyandı.

İzmit'te binlerce yıl öncesinden kalan, ancak sergilenecek yer bulunamadığı için gar bahçesine taşınan tarihi eserler, kimliği belirsiz kişiler tarafından kırılarak siyaha boyandı. Heykellerin bulunduğu alanda inceleme yapan İzmit Etnografya Müzesi Müdürü İlksen Özbay, "Eserler arasında çalınan yok. Ancak bekçinin olmadığı bir sırada buraya giren ve normal insan olamayacak kişiler, ne yazık ki heykellere zarar vermiş. Bazılarına siyah yağlıboya sürülmüş, bazıları kırılmış" dedi. İzmit'te "Kasr-ı Hümayun" bahçesinde muhafaza edilen heykeller, buranın restorasyona alınması üzerine İzmit Fuar alanına nakledildi. Heykel, sütun ve lahitlerden oluşan tarihi eserler, üç ay kadar önce yine onarıma alınan tarihi Gar Binası'nın bahçesine taşındı.Toplam 189 parçadan olaşan heykellerin bulunduğu alana önceki gün giren kimliği belirsiz kişiler, tarihi eserleri tahrip etti.

Bekçinin de bulunmamasından yararlanan kimliği belirsiz kişiler, aralarında Roma dönemine ait bir imparator heykeli, gülle tutan sporcu erkek heykeli, iki kadın heykeli, iki sütun ve bir sütun başlığını siyah yağlı boya ile boyadı, bazı heykelleri de devirip kırdı. Kocaeli Valiliği, gar alanına getirilen heykeller için temizlik ihalesi açmıştı. İhaleyi kazanan firma, önümüzdeki günlerde heykelleri temizleyerek teşhire hazırlayacaktı. Polis olay yerinde yaptığı incelemede, eylemi gerçekleştirenlerin kimliğini saptayacak bir iz bulamadı.
Sabah, Haber: Abbas Çakar, 28.06.2006




















HASANKEYF'TE 2 ANIT MEZAR BULUNDU

Batman'ın tarihi Hasankeyf İlçesi'nde devam eden kazılarda, mumyalık adı verilen kümbet altı mezarlardan oluşan anıtsal boyutlu 2 tane mezar bulundu.

İşçilerin ücret azlığı nedeniyle katılmadığı Hasankeyf'teki kazılar, 20 üniversite öğrencisinin çalışmalarıyla devam ediyor. Hasankeyf Kazı Ekibi Başkanı Abdüsselam Uluçam, kazı çalışmalarına bu sene Hasankeyf'teki en eski İslam mezarlığından başladıklarını belirterek, ilk araştırma ve gözlemlerinde olduğu gibi değişik dönemlere ait mezar tipleri ortaya çıkardıklarını söyledi. Bütün dünyaca bilinen Ahlat Mezarlığı'nda mevcut kabartmalı sanduka tipi mezarlara rastladıklarını kaydeden Prof.Dr. Uluçam, "Kültür varlığı açısından bir bütünlük teşkil etmesi çok önemli. Çünkü burada aynen Erciş Çelibağı ve Ahlat Mezarlığı'nda gördüğümüz şekilde mezarlığın yapısal formu üzerindeki süslemeleri ve yazılarıyla kültürün bir devamı, bir bütünü olduğunu ortaya koyuyor. İşte bu Orta Asya geleneğinin Anadolu'ya yansıyan şeklinin bir bütün halinde ortaya çıkarılması olması da kültür tarihi açısından önemli" diye konuştu.

Hasankeyf'teki diğer mezarlıklarda daha eskilere inen, kimlik bilgisini içeren tarihli yazı taşları yani 'Şahide' adını verdikleri birkaç mezara rastladıklarını dile getiren Uluçam, "Birkaç tane hem ismi hem de ölüm tarihini içeren mezara rastladık. 13. yüzyıla kadar inen bir takım bilgiler veriyordu. Bunların hepsi yeniden okunacak, değerlendirilecek ve bilim alemine sunulacak" dedi.

Hasankeyf'teki en eski İslam mezarlığının üst kesiminde yamaçta 2 tane 'Kripta' ya da mumyalık adını verilen kümbet altı mezarlardan oluşan anıtsal boyutlu mimari ortaya çıktığını ifade eden Prof.Dr. Uluçam, "Birisinde bölümlenmiş, cesetleri konulabileceği şekilde ızgara planlı 6 mezar çıktı. Maalesef her biri tahrip edilmiş. Çünkü bütün iskelet kemik birbirine karışmış. Üstünden lağım çukuru akıyor. İskelet kemikleri hamur şeklinde erimiş tamamen, tabutlarla birlikte. Form vermeyen bir hal almış. Ancak yukarıdaki 'Kripta' da ise nispeten daha sağlam bir cesedin diz kapaklarından alt bölümü yani bacak ve ayak bölümleri kalmış. Öbürünün üzerini yıkılmış halen açmadık. Böylece mezarlıkta hem kültür tarihi hem de yapı formu açısından önemli çalışmalar yaptık" şeklinde konuştu.
Mezarlık çalışmalarından sonra Kasımiye bölgesinde kazı çalışmalarını sürdürdüklerini dile getiren Prof.Dr. Uluçam, "Bölgedeki köşkler veya kasır adını verdiğimiz yazlık malikanelerde çalışmaları sürdürüyoruz. Geçen sene 5 tane ortaya çıkarmıştık. Şimdi de muhtemelen konumu ihtimaliyle mescit veya cami olabilecek bir yapı üzerinde çalışıyoruz" dedi.
Batman Kent Haber, 28.06.2006
HASANKEYF'TEKİ KAZI ÇALIŞMALARINDA İŞÇİ SIKINTISI YAŞANIYOR

Batman'ın Hasankeyf ilçesinde yapılan arkeolojik kazı çalışmalarında yaşanan işçi sorunu, Batman'dan işçi temin edilerek giderilmeye çalışılıyor.

Hasankeyf Kazı Ekibi Başkanı ve Konya Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Abdusselam Uluçam, geçen yıllarda kazı çalışmalarında görev alan işçilerin asgari ücreti az bularak çalışmadıklarını belirterek, işçi sorununun giderilmesi için Batman Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'nden yardım istediklerini kaydetti. Kazılarda 100-150 arasında işçiye ihtiyaç duyduklarını belirten Uluçam, ''İşçilerin maaşlarını ben belirlemiyorum. Türkiye'nin her yerinde yapılan kazılarda eşit ücret veriliyor. Bu ücret, Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nun belirlediği ücrettir. Amacımız, Hasankeyfli işsiz gençlerin ekmek kazanmasıydı. Hasankeyfli gençler gelmeyince Batman'dan işçi istedik. Şu anda 20 öğrenci ile çalışmalarımız sürüyor'' dedi.

Batman Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ise kazılarda çalışmak için 1 günde 100 kişinin müracaat ettiğini bildirdi. Kazılarda çalışacak işçilerin sabah erken saatlerde tahsis
edilecek servis araçlarıyla Hasankeyf'e götürüleceklerini belirten yetkililer, 06.00-10.00 ile 16.00-19.00 saatleri arasında çalışacak işçilere asgari ücret ödeneceğini bildirdi.
turizmgazetesi.com, 29.06.2006
TARİHİ KÜLLİYE KURTARILMAYI BEKLİYOR

Bursa Yerel Gündem 21 Kültürel Miras ve Tarih Komisyonu üyesi Ali Turan, Osmangazi İlçesi'nde bulunan tarihi Süleyman Paşa Külliyesi'nin kurtarılması için Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün harekete geçmesini istedi. Ali Turan, Hisar içinde Alattin Mahallesi'nde yer alan Süleyman Paşa Külliyesi'ndeki eserlerin 1950 yıllarda kısmen yıkılması üzerine şahıslara satıldığını, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün bugün bir kısım duvarları ayakta olan eserleri yapacağı tespit çalışmalarıyla kamulaştırarak külliyeyi yeniden ortaya çıkartabileceğini söyledi. Turan, Osmanlı'ya ait kültürel mirasın maalesef günümüze kadar bir türlü istenildiği gibi korunamadığını belirterek, "Alattin (Osmangazi'nin oğlu) Mahallesi'ndeki Süleyman Paşa Külliyesi, Osmanlı döneminin Bursa'daki ilk eserlerindendir. Tarihçi Kazım Baykal'ın kitabında, Fatih Sultan Mehmet döneminde Helvacı Mehmet adında bir şahıs tarafından restore edildiği için mescidin günümüzde bu isimle anıldığı belirtilmektedir. Halen kıble duvarıyla yan duvarları ayakta olan Süleyman Paşa (Helvacı) Mescidi ile Osmanlı'nın belki de ilk hamamı olan bina bugün ikamet olarak kullanılmaktadır. Bu bölgede Rumlar'dan kalma bir lahit kullanılarak yapılmış meşhur Şeyh-i Şami Çeşmesi'nin de yeniden yerine yapılması uygun olacaktır. Bölgedeki kalıntılardan bir medresenin varlığı da anlaşılmakta, tarihi kayıtlarda görülmektedir. Bu medresenin de temelleri mevcuttur. 1950'li yıllara kadar kullanılan bu mescit, duvarlarının yıkılmasından sonra Vakıflar tarafından şahıslara satılmıştır. Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü'nün Alattin Mahallesi Şimşirli Sokağı ile Helvacı Sokağın buluştuğu noktada yer alan bu mülkiyetleri satın alarak, bir temizlik çalışmasıyla kalıntıları ortaya çıkartması gerekir" dedi. Osmanlı'nın Hisar'da yaptığı ilk külliye olması nedeniyle eserin büyük önem arz ettiğini belirten Turan, "Vakıflar yetkililerini göreve davet ediyoruz. Bu konuda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na yazılı müracaatımla bölgedeki eserlerin tescillenmesini istiyorum. 23 Haziran tarihinde kurula bir dilekçe verdim. Osmangazi Belediyesi de kültürel miras çalışmalarına yaptığı katkı çerçevesinde külliyenin orijinaline uygun projelendirilmesine katkı koyabilir" diye konuştu. Alattin Mahallesi Helvacı Sokağı'nda halen mescidin duvarı ve kıble ciheti, hamamın binası ve medresenin temelleri bulunuyor.
Bursa Kent Haber, 27.06.2006
HARALAMBOS KİLİSESİ ONARILIYOR

İzmir, Çeşme'de 19. yüzyılda yaşayan Yunanlılar'ın kullandığı çarşı içindeki Ayios Haralambos Kilisesi, İzmir Özel İdare Müdürlüğü'nün 1 milyon 250 bin YTL'lik katkısı ile restore edilecek. Çeşme Belediyesi'nin bir süredir sadece giriş kısmını resim ve el sanatları sergileri için kullandığı kilise, kültür merkezi haline getirilecek.

Yerel Yönetimler Kanunu'na göre belediyelerin emlak vergi gelirlerinden yüzde 10'luk kesinti yapılarak Özel İdare bütçesinde oluşturulan tarihi yapıların onarımı fonundan tüm belediyeler gibi pay alma hakkına sahip olan Çeşme Belediyesi, bu hakkını Ayios Haralambos Kilisesi için kullandı.

Kilisenin restorasyon projesini hazırlayarak Özel İdare Müdürlüğü'ne başvuran Çeşme Belediyesi, restorasyon giderlerinin yüzde 80'i olan 1 milyon 250 bin YTL'yi almayı başardı. Restorasyon masrafının kalan yüzde 20'lik kısmı da belediye bütçesinden karşılanacak. Kilisenin restorasyon ihalesini hemen yapacaklarını belirten Çeşme Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu, büyük mutluluk duyduklarını söyledi.

Haralambos Kilisesi'ni restore ettirmekten büyük mutluluk duyduklarını belirten Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu, "Tescilli eserlerin korunması gerektiğine inanıyoruz. Haralambos Kilisesi'ni daha önce Avrupa Birliği fonları ile onarmaya çalıştık ama, başarılı olamadık. Şimdi Özel İdare Müdürlüğü'nde oluşan fondan alacağımız kaynakla, restore ettirerek tarihe kazandıracağız. Restorasyon için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün de teknik desteğini alacağız" diye konuştu. Çeşme Turizm Müdürü Osman Kabasakal, turistik bir ilçe olan Çeşme'de hıristiyanlar için bir tek ibadet mekanı bulunmadığını belirterek Haralambos Kilisesi'nin restorasyon sonrasında ibadete açılmasını önerdi. Kabasakal bu şekilde inanç turizmine de katkı sağlanacaını belirtirken Başkan Tütüncüoğlu, kiliseyi ibadete açma gibi bir düşünceleri olmadığını kaydetti.

Çarşı içinde bulunan yaklaşık 1500 metrekare alan üzerine kurulu kilisenin restorasyon inşaatının 6 ay sürmesi planlanıyor. Restorasyon kapsamında tarihi kilisenin iç kısımlarının aslına uygun olarak sıvaları yapılacak. Çatısı yenilenecek olan kilisenin içi ışıklandırılacak ve ses sistemi kurulacak. Ayrıca kiliseye sahne yapılacak ve koltuklar monte edilecek. Doğallığına uygun yapılacak restorasyon sonrasında kilise binası, kültür merkezi olarak kullanılacak.

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre Ayios Haralambos Kilisesi'nin, 19. yüzyılda yapıldığı düşünülüyor. Bazilikal planlı, 3 nefli ve 2 katlı binanın ikinci katında bir galeri yer alıyor. Kilisenin "katolina" denilen 2 renkli çakıl taşından depremler neticesinde oluşmuş bir tabanı bulunuyor.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 28.06.2006
AHLAT İLGİ BEKLİYOR

Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde 8 bin mezarın bulunduğu tarihî Ahlat Selçuklu Mezarlığı özel sektörün ilgisini bekliyor. Ahlat Belediye Başkanı Mevlüt Gülmez, Türk sanatının görkemli örneklerinin bulunduğu mezarlığın restorasyonunun yapılması için işadamlarının buraya dikkatlerini çevirmesini istedi. Ahlat Selçuklu Mezarlığı'nın gerek Türk, gerekse dünya tarihi için oldukça önemli olduğunu söyleyen Gülmez, “Yıpranan anıt mezarların bakımı ve restorasyonu konusunda özel şirketlerden destek bekliyoruz. Zaten devletimizde bu tür özel girişimleri destekliyor” dedi. Ahlat'ın Anadolu'nun Türk yurdu olmasında önemli bir yer tuttuğunu ifade eden Gülmez, “Tam bir açık hava müzesi görünümünde olan mezarlığın tüm görkemiyle iç ve dış turizme açılması için, ülkemizdeki büyük şirket yetkililerinin mutlaka burayı gezip görmelerini daha sonra da buranın bakım ve onarımına yardımcı olmalarını istiyoruz” şeklinde konuştu.
Türkiye Gazetesi, 27.06.2006
TAVŞANLI'DA TARİHİ EVLER TURİZME KAZANDIRILACAK

Kütahya'nın Tavşanlı İlçesi'nde, tarihi evlerin turizme kazandırılacağı bildirildi. Belediye Başkanı Ali İhsan Çakır, "Yukarı Çimen Caddesi ve Dere Sokak'ta onlarca tarihi ev mevcut. Bunların restorasyonu için keşif bedeli yaklaşık 380 bin YTL tutan projeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunduk. Projelerimize destek bekliyoruz" dedi.

Göbel Kaplıcaları'nın termal turizm bölgesi ilan edilmesi için çalıştıklarını ifade eden Çakır, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan bir ekibin kaplıcalar ve 10 kilometre çevresinde incelemeler yaptığını, buraların nasıl turizme kazandırılacağını araştırdıklarını bildirdi. Ekibin termal turizm için olumlu görüş bildirdiğini açıklayan Çakır, kaplıcaların termal turizm bölgesi olarak onaylanması için gerekli evrakları Bakan Koç'a sunduğunu söyledi.
turizmgazetesi.com, 27.06.2006
ANTİK LİMAN'DA SU ALTI ARAŞTIRMALARI YAPILACAK

Edirne'nin Enez ilçesindeki kazı çalışmalarının bu yıl ki bölümünde ilk kez Antik Limanı'nda su altında araştırmalar yapılacağı belirtildi.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü Başkanı Prof.Dr. Sait Başaran, 1970 yılından beri sürdürülen kazı çalışmalarının bu yıl Temmuz ayının ilk haftasında başlayacağını söyledi. Enez'de yaptıkları kazı çalışmalarında çok sayıda tarihi eseri gün yüzüne çıkartarak, ilçenin geçmişine ışık tuttuklarını ifade eden Başaran, bu yıl Fatih Camii, Has Yunus Bey Türbesi ve Osmanlı Mezarlığı'nda basit onarım ve koruma çalışmaları yapacaklarını belirtti.

Bu yıl ilk kez Antik Liman'da kazı çalışmaları yapacaklarını da kaydeden Başaran, aynı zamanda limanda su altı araştırması yapılacağını bildirdi. Antik Liman'ın ne zaman kullanılmaya başladığı ve ne zamana kadar kullanıldığının belirlenmesi amacıyla çalışlar yapacaklarını belirten Başaran, ''Su altındaki araştırmalarda limanın giriş bölümünü tespit etmeye çalışacağız. Limanda batık olup olmadığını de belirlemek istiyoruz. Temmuz ayında başlayacak kazı çalışmalarını öğretim üyeleri ve öğrencilerden oluşan 25 kişilik bir ekiple yapacağız'' dedi.

Enez'de daha önceki yıllarda yapılan kazılarda 2 bin 500 yıllık bronz kül saklama kabı, 2 bin 350 yıllık bronz şarap kadehi bulunmuştu. Kaleiçi ve ilçe merkezindeki 2 ayrı yerde yürütülen kazıda MÖ 4000 kadar giden kültür kalıntılarına ulaşıldı. Pişmiş topraktan yapılma Grek, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait kültür varlıkları da bulunmuştu.

Trakların iskan yeri olan Enez'in tarihi MÖ 3000'e kadar uzanıyor. Ainos adını taşıyan Enez'e Homeros destanında da rastlanıyor. Aions, önce Aiolialılar daha sonra da Midilli ve Kymeliler tarafından koloni olarak kurulmuş. MÖ 6. yüzyıl sonlarında Pers, Hellenistik çağda Mısır (Ptolemaioslar) hakimiyetine rastlanan Enez, MÖ 2. yüzyıl sonlarında Romalılar tarafından alınmış ve Genç Antik çağda Rodop bölgesinin başkenti olmuş. Ortaçağ'da Bizanslıların prenslik merkezi olan Enez, Cenovalı Gattelusi ve Deorea ailelerinin hakimiyetine girmiş, 1456 yılında Fatih Sultan Mehmet'in kumandanlığında Has Yunus Bey tarafından alınmış.
edirneninsesi.com, 27.06.2006
KAŞIKÇI ELMASI VE TOPKAPI HANÇERİ GERÇEK

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç 'un talimatıyla başlatılan inceleme kapsamında, dün İTÜ Maden Fakültesi'nden Prof.Dr. Sezai Kırıkoğlu başkanlığında Gemolog Celal Yahyabeyoğlu ve kuyumcular odasından Gemelog Esin Akbulut'tan oluşan 3 kişilik uzmanlar ekibi, Topkapı Sarayı'ndaki Kaşıkçı Elması üzerinde inceleme yaptı.

Teknik cihazlarla yapılan incelemede, Kaşıkcı Elması'yla etrafındaki diğer elmasların doğal ve gerçek olduğu tespit edildi.

Ön raporu müze yetkililerine veren gemologların inceleme sonuçlarını bir hafta içinde bilimsel ve ayrıntılı rapor haline getirecekleri ve bunun bilimsel bir yayın olarak değerlendirileceği öğrenildi. Aynı uzmanlar, "Topkapı Hançeri" olarak ünlenen eser üzerinde de inceleme yaptılar ve üzerindeki taşların gerçek olduğunu belirttiler.
Hürriyet, Haber: Uğur Dündar - Hatice Demircan, 27.06.2006
OTOBÜSE TARİHİ ESER OPERASYONU

Kocaeli'nin Gebze İlçesi'ne giden bir otobüste ihbar üzerine jandarma ekibi arama yaptı. Bir koltuğun altındaki poşetin içinde 11 parça gümüş takı ve bir ruhsatsız tabanca ele geçirildi. Gerdanlıktan bilekliklere kadar 11 parçadan oluşan tarihi gümüş takıların bulunduğu koltukta oturan 'kaçakçılık'tan sabıkalı Mehmet Fehmi Adıgüzel (43) ve Mehmet Şerif Kurt (51) gözaltına alındı.
Hürriyet, 27.06.2006
FİLDİŞİ KUŞ
ANTİK BİR YETENEĞİ
SERGİLİYOR

Mamut dişinden yapılmış küçük bir yontu, arkeoloji tarihinde şu ana dek bilinen en eski kuş heykeli olabilir.

Almanya'nın Ach Vadisi'nde, Fels Mağarası'nda, kanatlarını yapıştırmış, dalmak üzere olan bir karabatağa benzeyen 30.000 yıllık bir figürin, aynı stilde yapılmış bir at kafası ve yarı insan - yarı hayvan heykelcikleri ile birlikte bulundu.

Nature Dergisi'ne açıklamalarda bulunan uzmanlar bu heykelciklerin sanatın en erken dönemine ait olağanüstü örnekler olduğunu söylediler.

Tubingen Üniversitesi Erken Prehistorya ve Kuvarterner Ekolojisi Bölümü'nden Prof. Nicholas Conard heykeltraşların modern insanlar (Homo sapiens) olduklarını söyledi. BBC ye verdiği demeçte “Böyle olduğunu tahmin ediyoruz çünkü heykelciklerin bulundukları Üst Paleolitik tabaka modern insanlarla bağlantılı, bu dönemin Neanderthallerle herhangi bir bağlantısı yok.” dedi.

Çok küçük olan figürinler arasındaki en büyük parça olan kuş heykelciği ise sadece 4,7 cm uzunlukta. Prof. Conard “Gaga yapısındaki ufak bir farka rağmen genel tarzı aynen bir karabatak. En azından, bir tür su kuşu olduğu kesin. Kuşun arkasındaki belirgin çizgiler ise tüyleri betimlemekte.

Diğer heykelciğin ise bir hayvan başı olduğu kesin. At olabileceği gibi bir ayı da olabilir. Bu parçada da detaylar incelikle işlenmiş. Ağız, burun delikleri ve gözler derin çizgilerle vurgulanmış. Üçüncü heykelciği tanımlamak ise daha zor. 2.5 cm yüksekliğinde olan bu parçanın kesinlikle insana benzeyen bir yapısı olmasına karşın yüzü aslan şeklinde”.

Ach ve Lone vadilerindeki dört ayrı noktada Vogelherd, Geissenklosterle, Hohlenstein-Stadel ve Fels Mağarası'nda bulunan bu heykelciklerle birlikte, bölgedeki fildişi heykelcik koleksiyonu şu anda 20 parçaya ulaşmış durumda. Tümü yaklaşık olarak 30.000 yıl öncesine ait.

Daha önceki yıllarda, çok daha eski, nerede ise yüzbinlerce yıla tarihlenen heykelciklerle ilgili iddialar ortaya atıldı. Israil'de bulunan Berekhat Koç figürü veya Fas'ta bulunan Tan-Tan figürünün homo erectus tarafından yapıldığı iddia edilmekte idi. Fakat birçok araştırmacı da bu parçaların doğal olduğunu, jeolojik etkenlerle insana benzeyen yapılar oluştuğunu düşünmekteler.
BBC, Jonathan Amos'dan kısaltarak derleyen: Ali Yamaç


Mamut dişinden yapılmış karabatak heykelciği



Mamut dişinden yapılmış bir hayvan
başı, büyük olasılıkla bir at



Mamut dişinden yapılmış,
yarı insan - yarı aslan bir yaratık heykeli
MÜZEDE 46 YILLIK İHMAL

Adana Arkeoloji Müzesi'ndeki Geç Roma ve Erken Bizans Dönemi'ne ait mozaikler, yer olmadığı için 46 yıldır Arkeoloji Müzesi'nin bahçesinde sergileniyor. 46 bin 500 tarihi eserin bulunduğu müzede, mozaikler gibi birçok tarihi eser de müze bahçesinde sergilenmek zorunda kalıyor.

Adana İl Kültür ve Turizm Müdürü Zeki Yılmaz, mozaiklerin müzede yer olmadığı için bahçede sergilendiğini, yağmurdan, tozdan ve egzoz dumanından etkilendiğini belirterek, bu eserlerin gelecek nesillere sağlam bir şekilde aktarılması için Adana'ya bir an önce müze yapılması gerektiğini söyledi.

Adana Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Oya Arslan ise, mozaiklerin kapalı alanlarda korunması gerektiğine dikkat çekerek, “Mozaikler narin eserlerdir. Yağmur, güneş ve tozdan çabuk etkilenirler. Dışarıda sergilendikleri zaman özelliklerini yitirirler. Erken Bizans Dönemi'ne ait mozaik ve birçok tarihi eseri yer olmadığı için müze bahçesinde sergilemek zorunda kalıyoruz. Adana'nın, tarihi eserleri en iyi şekilde koruyacak ve sergileyecek bir müzeye ihtiyacı var” diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, 26.06.2006
MÜZENİN PERSONEL SORUNU BAKANLIKTA

Düzce, Konuralp Müzesi'ndeki personel eksikliğinin giderilmesi için Bakanlığa tekrar müracaat edildi. İl Kültür ve Turizm Müdürü Özcan Budak Konuralp Müzesi'ndeki personel eksikliğinin hala devam ettiğini söyledi. Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı'na müracaatın yapıldığını belirten Budak, “Konuralp Müzesi'ndeki personel eksikliği sorununu geçtiğimiz haftalarda yapılan destinasyonda tekrar gündeme getirdik. Bakanlığa da müracaat ettik. Bakanlık konuyu Bölge Koruma Kurulları'na sevk etti.” diye konuştu"
Düzce Damla Gazetesi, 26.06.2006
MAKEDON KULESİ'NDE İLK SERGİ

Edirne Belediyesi'nin 8 proje ortağı ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen etkinlikler çerçevesinde projeye katılan gençler Makedon Kulesi'nde sergi açacak. Sergi öncesi Makedon Kulesi'nin temizlenmesi çalışmaları sürdürülüyor.

Edinilen bilgiye göre, “Roma Ufukları Projesi”ne katılan gençler Edirne'de çektikleri tarihi mekanların fotoğraflarını Kırkpınar Haftası boyunca sergileyecekler. Sergi için de yine tarihi bir mekan olan Makedon Kulesi'ni seçtiler. Makedon Kulesi'nde ilk kez açılacak olan sergi öncesi kulede büyük bir temizlik çalışması başladı.

Temizlik çalışması öncesi kulede ilaçlama yapan belediye çalışanları ayrıca kuleye girişi sağlayacak bir de merdiven yaptılar. İlaçlamanın ardından kulenin içindeki pislikler temizlik ekipleri tarafından temizlenerek, düzenleme yapılacak.

Edirne Belediye Başkan Yardımcısı Cemil Erdoğan, “Roma Ufukları Projesi” kapsamında kursiyer olan 14 öğrencinin çektiği tarihi eser ve insan unsurlarının bulunduğu fotoğrafların 28 Haziran tarihinde sergilenmeye başlayacağını bildirdi.

Bir hafta sürecek olan serginin halka açık olacağını da kaydeden Erdoğan, “Projenin sonlanmasıyla birlikte projeye katılan 17-24 yaş aralığındaki gençlerin çalışmalarını izleyeceğiz. Bunran sonra da projeye katılan 8 ülke birer web sitesi hazırlayacak. Bu web siteleri raha sonra ortak bir web sayfasında da yayınlanacak” diye konuştu.
edirneninsesi.com, 26.06.2006
SULARA GÖMÜLECEK HASANKEYF'E YERLİ VE YABANCI TURİSTLERİN İLGİSİ BÜYÜK

Ilısu Baraj suları altında kalacak olan Batman'ın tarihi Hasankeyf ilçesi, yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini görüyor. Batman İl Kültür ve Turizm Müdürü Selahattin Ortaboy, yaptığı açıklamada, ilçeye yerli ve yabancı turist ilgisinin arttığını söyledi. İlçedeki tarihi mağaraları temizleyip, gelen turistlerin beğenisine sunduklarını kaydeden Ortaboy, şöyle konuştu: “Geçmiş yıllarda günde yaklaşık bin kişinin ziyaret ettiği tarihi ilçeye turistlerin ilgisi son zamanlarda arttı. Şimdi her gün yerli ve yabancı 2 bin turist ilçeye geliyor. Turistler sular altında kalacak olan ilçeyi son kez görmek için geliyor. Biz de turistlerin ilçeden memnun ayrılması için elimizden geleni yapıyoruz. İlçenin tanıtımı konusunda hazırladığımız broşürleri turistleri dağıtıyoruz.'' Hasankeyf Belediye Başkanı Abdulvahap Kusen ise, yapılacak baraja karşı olmadıklarını ancak, antik Hasankeyf'in de sular altında kalmaması gerektiğini belirtti. Barajdan, ilçenin zarar görmemesi için yeni projeler geliştirilmesi gerektiğini anlatan Kusen, “Ilısu barajının yapımı için dış ülkelerden kredi bekleniyormuş. Eğer bu ülkeler krediyi onaylarsa biz de hukuki süreci başlatacağız. Gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gideriz.'' dedi. Kusen, önümüzdeki günlerde Avrupa'dan bazı heyetlerin Ilısu Barajı için Hasankeyf'e geleceğini ve burada yetkililerin yanı sıra vatandaşlarla da görüşeceklerini bildirdi. Ilısu Barajı ile ilgili gelişmeleri yakından takip ettiklerini belirten turistler, “Böylesine muhteşem bir yapı sular altına gömülmemeli'' diye konuştu.
Zaman, 26.06.2006
ÜNİVERSİTELİLER TARİHÎ MEKÂNLARI GÖRMEDEN ERZURUM'DAN AYRILIYOR

Yapılan bir araştırmada üniversite öğrencilerinin tarihinden habersiz olduğu ortaya çıktı. Atatürk Üniversitesi (AÜ) Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ömer Akbulut, üniversitenin son sınıfına gelen öğrenciler arasında yaptığı araştırmada, öğrencilerin ilin, tarihî yerlerini görmeden Erzurum'dan ayrıldığı tespit etti.

Prof.Dr. Ömer Akbulut'un çalışmasına göre, öğrencilerin yüzde 79'u Kongre Binası'nı, yüzde 90'ı Erzurum Tabyaları'nı gezip görmedikleri; yüzde 25'inin Kars Kapı Şehitliğini'nin ve yüzde 90'ının da Nene Hatun'nun mezarının yerini bilmediği ortaya çıktı.

Üniversitelilerin Erzurum'un tarihî yerlerini gezip görmeden ayrılmalarının nedenlerini de araştıran Akbulut; öğrencilerin, tarihî mekânların uzak olması nedeniyle gezmediklerini aktardı. Erzurum'un tarihte çok önemli bir yeri olduğunu kaydeden Akbulut, “Çifte Minareli Medrese ve Yakutiye Medresesi ile tarihte önemli ilim merkezi olan ayrıca kalesi ve tabyaları ile de stratejik bir savunma şehri olan Erzurum'u, son sınıfa gelen öğrenciler üzerinde yaptığım araştırma gösteriyor ki öğrenciler tarihî yerleri gezip görmeden, bu mekânların atmosferini yaşamadan Erzurum'dan ayrılıyor.” diye konuştu.

Gençlere, Erzurum'un tarihî yerlerini göstermek için çalışmalara da başladıklarını ifade eden Akbulut, bu amaçla üniversitedeki son sınıf öğrencileri; tabyalar başta olmak üzere Kongre Binası ve Nene Hatun Türbesi'ne götürdüklerine dikkat çekti. Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü'nün koordinatörlüğünde gerçekleştirilen gezinin kapsamlı bir şekilde devam edeceğini vurgulayan Akbulut, Erzurum'un tarihini anlatmanın herkesin görevi olduğunu kaydetti.

Tarihî yerlerin korunmasına ve güzelleştirilmesine de değinen Akbulut, yapılması gerekenleri şu şekilde sıraladı: “Aziziye Tabyası içinde oluşturulacak müzede, 93 Harbi ve millî mücadelede kullanılan kama, bıçak, balta, süngü, satır, top, tüfek, mermi, elbise, kağnı ve kızak gibi eşyaların sergilenmesi gerekir. Ziyaretlerin daha etkin hale getirilmesi için gerek Mecidiye Tabyası gerekse Aziziye Tabyaları'ndaki su sarnıçları, kar kuyuları, sığınaklar, hamam, siper ve pusu odaları gibi mekânların ışıklandırılması ve açıklayıcı levhaların konması yararlı olacaktır.”
Zaman, Haber: Fatih Temizyürek, 26.06.2006
KÜLTÜR BAKANLIĞI HEYKEL DENETİMİNE ÇIKIYOR

Kültür ve Turizm Bakanlığı, ülke genelinde 'heykel' denetimine çıkıyor. İsimlerin kazındığı, aşkların ilan edildiği ve çeşitli yazıların yazıldığı heykel, büst, anıt, şehitlik ve maskların ne durumda olduğu tespit edilecek.

Denetimler sırasında estetik açıdan güzel olmayan Atatürk heykelleri de belirlenecek. Bunların daha güzelleriyle değiştirilmesi için sanatçılara çağrıda bulunulacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulacak olan komisyon, ülke genelinde onarımı istenen heykellerin net durumunu ortaya koyacak. Heykel, büst, anıt ve şehitliklerin bakım ve onarımı özel firmalarca heykeltıraş, mimar ve peyzaj mimarlarına yaptırılacak.



Bakanlık, bakım ve onarımı yapılan anıt, heykel ve şehitliklerin aslına uygun olup olmadığını her aşamada denetleyecek. Güzel Sanatlar Genel Müdürü Bayram Bilge Tokel, konu ile ilgili yaptığı açıklamada, heykellerin ancak sanatçısının onayı ile bir yerden kaldırılabildiğini veya değiştirilebildiğini belirterek bu sebeple mevcut heykellerin değiştirilmeden onarılması gerektiğini söyledi. Valilikler veya belediyeler kanalı ile de heykellerin durumu ile ilgili bilgi toplandığını anlatan Tokel, yeni heykel isteyen yerleşim yerlerinin bu taleplerinin de karşılanacağını belirtti. Bunun için duyuru yapıldığını ifade eden Tokel, bugüne kadar birçok kez Atatürk'ün çirkin heykellerinin yapıldığını ve bunların dikildiğini söyledi. Ancak bu heykelleri, heykeltıraşlarının izni olmadığı için sökemediklerini anlatan Tokel, yeni heykellerin estetik açıdan daha güzel olmasına dikkat edileceğini belirtti.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Atatürk ve diğer büstler, tek figürlü heykeller, çok figürlü heykel ve anıt kompozisyonları üretilmesi için sanatçılara duyuru yaptı. Başta Atatürk'e ait olmak üzere daha güzel heykeller dikmek istediklerini belirten Tokel, bu sebeple sanatçılardan maket istediklerini ve beğenilen maketlerin asıllarının yapılarak, ihtiyaç olan, uygun bulunan yerlere dikileceğini ifade etti.

Kastamonu'nun İnebolu İlçesi'nde yaptırılan bronz heykelin büyük önder Atatürk'e benzemediği söylentileri üzerine valilik tarafından oluşturulan komisyon, 'heykelin Atatürk'e benzediği' kararına vardı. İnebolu'da Kaymakamlık ve Belediye tarafından 3,5 metre uzunluğunda, 36 bin YTL'ye mal olan, heykeltıraş Said Rüstem'e yaptırılan heykelin Atatürk'e benzemediği söylentileri üzerine valilik tarafından komisyon oluşturuldu. Sanat tarihi öğretmeni ve eski Kastamonu Kültür Müdürü Zühtü Yaman ile 2 arkeoloğun bulunduğu komisyonun, bir elinde şapka diğerinde bastonla tasvir edilen Atatürk heykelinin, 'Atatürk'e benzediği' yönünde karar verdiği bildirildi. Ağustos ayında açılışı yapılması planlanan heykelin Atatürk'e benzemediği yönünde söylentiler yayılması üzerine, heykeltıraş Said Rüstem tarafından heykel üzerinde bazı rötuşlar yapılmıştı.
Zaman, 26.06.2006
MANİSA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

Manisa Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, "Sardes" adlı tarihi eser operasyonunda bir adet mermer tanrıça heykeli, Bizans dönemine ait süslemeli mermer blok ve çeşitli sikkeler ele geçirirken, operasyonla ilgili 4 kişi gözaltına alındı. İl Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan yazılı açıklamada, R.G. isimli şahsın elinde bulundurduğu bir miktar tarihi eseri piyasaya satmaya çalıştığı bilgisi üzerine harekete geçen Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri "Sardes" adlı operasyon başlattı. Şüpheli Z.Ö. isimli şahsın Çarşı Mahallesi'ndeki işyerinde yapılan aramada tarihi eser niteliği taşıyan yüz bölümü 20 santimetre saç örgüsü 15 santimetre eninde ve 24 santimetre uzunluğunda mermer tanrıça heykeliyle üzerinde çeşitli semboller bulunan 55 santimetre eninde 40 santimetre boyunda 10 santimetre kalınlığında Bizans dönemine ait mermer blok ele geçirildi. Z.Ö. ile birlikte A.Ö. isimli şahıs konuyla ilgili olarak yakalanarak gözaltına alındı. Operasyonun devamında takibe alınan R.G.'nin eşi Ş.G.'nin elinde bir poşet olduğu görüldü. Yapılan aramada poşet içerisinde 8 adet Roma dönemine ait değişik ebatlarda gümüş sikke, 19 adet değişik ebatlarda bronz sikke ve bir adet gümüş küpe olmak üzere toplam 29 parça tarihi eser ele geçirildi. Ş.G. ve eşi R.G. de yakalanarak gözaltına alındı. Her iki olayla ilgili gözaltında tutulan şüpheliler adli mercilere sevk edildi.
Manisa Kent Haber, 26.06.2006
TARİHÎ NÜZHETÜL HAZRA KÖŞKÜ İLGİ BEKLİYOR

Erzurum'un tarihî mekânlarından biri olan ve koruma altında olduğu belirtilen Köşk Mahallesi'ndeki Nüzhetül Hazra Köşkü, bakımsızlıktan çürümeye terk edilmiş durumda onarılmayı bekliyor. Uzun süredir bakım ve onarımı yapılmadığı için duvar boyası dökülmüş, sıvası sökülmüş durumda bulunan tarihî mekân ilgi bekliyor.

Nüzhetül Hazra Köşkü, 1795'te dönemin Valisi, Sadrazam Yusuf Ziya Paşa tarafından yaptırılmış. İlk onarımı 1821'de yapılan köşkün bakımını Palandöken Belediyesi gerçekleştiriyor. Tarihî köşk, 1988'de, Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü tarafından tescillenmiş. Restorasyonu belediye tarafından yapılan köşkün üzerinde meydana gelebilecek herhangi bir değişiklik, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü'nün izniyle oluyor. Halen köşkün bulunduğu alan belediye tarafından aile çay bahçesi olarak düzenlenmiş. Çay bahçesinin işletmesini yapan Hayrettin Kotangül, bakım ve temizliğini de kendilerinin yaptığına dikkat çekti. Belediyenin her yıl bir defa köşkün temizliğini yaptığını anlatan Kotangül, bu temizliğin her yıl bahar aylarında yapıldığını belirtti.

Köşk iki katlı olup, her iki katın girişi farklı kapılardan yapılıyor. Üst kata giriş binanın yan kısmındaki merdivenlerden sağlanıyor. Köşkün iç kısmı kullanılamıyor. Çay bahçesi işletmecisi Hayrettin Kotangül, “Binanın iç kısmı boş. İçerisinde tarihî değeri olan hiçbir şey barındırmıyor. Binanın dışı içinden daha önemli özelliklere sahip.” şeklinde konuştu. Tabelasında bulunan bilgilere göre, köşk halkın gezip görmesi amacıyla yapılmış; ancak yapıtın içinin boş olup kapılarının kapalı olması ve halkın ziyaret etmesinin yasaklanması kafaları karıştırıyor. Kotangül, “Binanın içi restore edilip, halkın ziyaretine açılsa dahi bu durum köşk için hiç de iyi olmaz. Bir güvenlik sisteminin sağlanması gerekir. Bu görevi biz değil, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü üstlenecektir. Neticede bu da müdürlükle bizim aramızda tartışmaya yol açacaktır; çünkü bu mekânı biz koruyoruz, bakımını temizliğini biz yapıyoruz. Bir bedende, tek bir baş bulunur, iki baş bulunmaz.” dedi.

Köşkün yan tarafında ise bir düğün salonu yer alıyor. Daha önce içkili lokanta olan mekân, sonradan düğün salonuna dönüştürülmüş. Düğün salonu ve çay bahçesiyle çevrelenmiş köşk, oldukça kalabalık bir ortamda bulunuyor. Bu durum, bakımı düzenli olarak yapılmayan köşkün dış yapısına gün geçtikçe zarar veriyor. Hem iklimsel şartların hem de insan faktörünün etkisiyle bozulan köşkün dış yapısı onarılmayı bekliyor.

Nüzhetül Hazra Köşkü, sadece estetik açıdan yenilenmeyi beklemiyor. Ayrıca, değiştirilmesi gereken bir başka kısmı da var. Köşk hakkında tarihî bilgi veren tabelası da değiştirilmeyi bekleyen yerler arasında yer alıyor; çünkü tabeladaki bilgiler günümüz Türkçe'siyle değil, Osmanlı Türkçe'siyle yazılmış. Bu yüzden halk okuyup, anlamada zorluk çekiyor.

Değiştirilmeyi bekleyen tabeladaki yazının içeriği şöyle: “Köşkün Adı: Nüzhetül Hazra, Bahçenin Adı: Ravzatül Hazra, Yapım tarihi: 1795, Yaptıran Zat: Erzurum Valisi Maadini Hümayün Emini Sadrazam Yusuf Ziya Paşa ahalinin nüzhetgahına mahsus şehirden hariç tahtani ve fevkani bir salon ve üç odalı Nüzhetül Hazra namı ile muanven ve mükemmel bir kasrı dilara ve pişganında envai şüküfe ve ezhap ile müzeyyen Ravzatül Hazra namı ile bir bahçe ve bir havzı kebir vardır....” (Bu binayı yaptıran kişi, Osmanlı devleti madenlerinden sorumlu eski başbakanlardan Yusuf Ziya Paşa'dır. Halkın seyir ve gezi amacıyla şehir dışında bir katlı, salon ve üç odalı Nüzhetül Hazra ünvanıyla isimlendirilmiş mükemmel ve gönül okşayıcı bir köşk, ön tarafında da çeşitli çiçeklerle süslü Ravzatül Hadra adıyla bir bahçe ve büyük bir havuz vardır. İlk onarım tarihi 1821'de M.Emin Rauf Paşa tarafından, ikinci onarım tarihi 1921'de Belediye Reisi Şerif Efendi tarafından, ilave havuzlarla genişletme ise 1957'de Belediye Reisi Edip Somunoğlu tarafından, kabinler, köşkün restoresi ve bahçe düzenlemesi ise 1986'da Belediye Başkanı Necati Güllülü tarafından yapılmıştır.)

Tabeladaki yazıyı tam anlayamadığını belirten vatandaşlardan Hasan Kayhan, “Belki bu yazının da tarihî bir değeri olabilir. Orijinal şeklinin korunması için yazıyı değiştirmiyor olabilirler. Atalarımız burda yazılanları okuduklarında, onu anlamada zorluk çekmemişlerdir; ancak biz yazılanları anlamada zorluk çekiyoruz. Bu yazının günümüz Türkçe'siyle yazılmış şeklinin de bulunması gerekir. Eğer bu tabeladaki yazı değiştirilemiyorsa hiç değilse, bizim de anlayabileceğimiz, günümüz Türkçe'siyle yazılmış bir açıklamasının da bulunması gerekir. Osmanlıca bilen okur, anlar; ama herkes Osmanlıca bilmiyor ki.” diyerek günümüz Türkçe'siyle yazılmış ek bir tabelanın da bulunmasını istedi.

Erzurum Kongresi'nin önemli isimlerinden ve o dönemin tanınmış gazetecilerinden Mustafa Necati Bey, bir anısında Mustafa Kemal Atatürk'ün köşke geldiğini ve köşkü gezdiğini ifade ediyor. Her yönüyle tarihe damgasını vurmuş Nüzhetül Hazra Köşkü, halen içinde bulunduğu durumdan kurtulmak için yetkililerin üzerine düşen görevi yapmasını, dökülmüş sıvası ve çürümüş boyasının onarılmasını bekliyor.
Zaman, Haber: Sare Aydın, 26.06.2006
93 MÜZEYİ 777 GÜVENLİK GÖREVLİSİ KORUYOR

Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı 93 müzede, güvenlik görevlisi ve bekçi olarak 777 personelin görev yaptığı, hizmet alımı yoluyla da 144 kişinin, ihtiyaç duyulan müzelerde istihdam edileceği bildirildi.

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, CHP Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in soru önergesine verdiği yazılı cevapta, bakanlığına bağlı 93 müzenin tamamında depo bulunduğunu bildirdi. Koç, bu müzelerin koleksiyonlarında bulunan taşınır kültür varlıklarının teşhir ve tanziminin, bakanlığın uzmanlarınca dünyadaki gelişmeler takip edilerek sık sık güncellendiğini ifade etti. Müzelerin iç güvenliğinin, bakanlık personeli, koruma güvenlik görevlileri ve bekçilerle sağlandığını belirten Koç, bazı müzelerin dış güvenliğinin ise hizmet alımı yoluyla özel güvenlik şirketlerince gerçekleştirildiğini kaydetti.
Zaman, 26.06.2006
ÇALINAN ÇİNİLER PARİS'TE ÇIKTI

Ayasofya Müzesi Müdürü Jale Dedeoğlu, İkinci Selim ve Üçüncü Murat türbeleri ile Birinci Mahmut Kütüphanesi'nden çalınan çinilerin Paris'te 3 müzede bulunduğunun tespit edildiğini belirttti.

Dedeoğlu, çinilerin istenmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na dosya hazırlandığını bildirdi. Jale Dedeoğlu, Ayasofya Müzesi haziresinde yer alan İkinci Selim Türbesi'nin çalınan çinileriyle ilgili bir profesörün kendisini arayıp bilgi vermesi üzere yaptıkları araştırmada, bu çinilerin yerlerinin tespit edildiğini söyledi. Dedeoğlu, "İkinci Selim, Üçüncü Murat türbeleri ile Birinci Mahmut Kütüphanesi'nden çalınan çinilerin, Paris'te Musee Arts Decoratifs, Musee de Sevres ve Louvre müzelerinde bulundukları tespit edildi" dedi. Dedeoğlu, Aya İrini Müzesi'nin arkasında bulunan Bizans döneminden kalan Samson Hastanesi ve iki sarnıcın temizlik kazılarının önümüzdeki günlerde başlayacağını da bildirdi.
Hürriyet, 25.06.2006
HOŞAP KALESİ İÇİN ÇEVRE TEMİZLİĞİ YAPTILAR

Van'nın Gürpınar ilçesine bağlı Güzelsu Beldesi'ndeki Hoşap Kalesinin turizm sezonuna hazır hale gelmesi için Gürpınar Kaymakamı Mehmet Ali Özkan ve vatandaşlar çevre temizliği yaptı.

Vatandaşlar ile birlikte çöp toplayan Kaymakam Özkan, yıllardır çevre temizliği bilincine sahip olmayan insanlar yüzünden Van'ın ve Türkiye'nin önemli bir turizm yerinin çöplükten geçilmediğini söyledi. Özkan, “Güzelsu Beldemizdeki Hoşap Kalemiz, Van'ımızın ve Türkiye'nin nadide tarihi eserlerinden bir tanesi. Sadece kalemizi görmek için her yıl 30 bin civarında yerli ve yabancı turist gelmekte. Ama ne yazık ki toplum olarak çevre bilincine sahip değiliz. Biz bu çalışmanın örnek olması ve vatandaşla birlikte temizlik yaparak turizm sezonunu burada açmak için bu çalışmayı gerçekleştirdik. Hoşap Kalesi için çalışmalarımız devam ediyor. Çevre düzenlemesi için projemiz hazırlandı ve yakında yürürlüğe girecek. Ben bu çalışmalar sonucunda Güzelsu, Hoşap Van'ın en turistik yerlerinden biri olacak. Hoşap Kalemiz şu an restorasyon çalışmaları için kapalı. Çalışmalar ve onarımlar sonrası kaleyi ziyarete açmayı düşünüyoruz. İnşallah kısa bir sürede bu plan ve programlar tamamlanır ve kaleyi hizmete açarız.” diye konuştu.
Zaman, Haber: Sıtkı Yıldız, 25.06.2006
KARAKÖY CAMİİ YARIM ASIR SONRA HAYATA DÖNÜYOR

Dönemin başbakanı Adnan Menderes tarafından 1958 yılında yol genişletme çalışması neden gösterilerek yıktırılan ve parçaları teknelerle cami yapımında kullanılmak üzere götürüldüğü Kınalıada'da denize gömülen Karaköy Camii yeniden inşaa ediliyor. Akibeti tartışma konusu olduğu için 'Faili meçhul cami' olarak anılan Karaköy Camii, Galagenova projesiyle Türk ve İtalyan mimarlar tarafından Karaköy Meydanı'ndaki boş kalan arazisinde yeniden hayat bulacak.

Karaköy Camii'nin yok olma hikayesinin en canlı şahidi ise 6 ay önce 92 yaşında hayatını kaybeden Nazif İlter'di. İlter, 25 yıl muhtarlığını yaptığı Kınalıada'ya modern bir cami kazandırmak istemişti. Karaköy Meydanı'nda bulunan caminin yerinden söküldüğünü öğrenen İlter, Vakıflar Müdürlüğü'ne başvurarak, cami parçalarını alıp, Kınalıada'da kurma talebinde bulundu. Vakıflar Müdürlüğü Nazif İlter'den gelen bu teklifi kabul etti.

İlter, sökülen cami parçalarını kiraladığı tekneye yükleyerek, Kınalıada'da rıhtıma indirdi. Ancak, ertesi gün rıhtıma inen Nazif İlter cami taşlarının, Marmara Denizi'nin dibini boyladığını gördü. Geriye elinde kalan 4-5 parçayı yapılan camide kullandı. Karaköy Camii'nden geriye kalan iki parça, şimdi Kınalıada'daki cami avlusunun bahçesinde bulunuyor.
Sabah, Haber: Güngör Karakuş, 25.06.2006
ESKİ KİTAPLARIN YAŞI GENETİKLE HESAPLANACAK

Kütüphaneciler genetik biliminin bazı tekniklerini kullanarak eski kitapları tamir etmede kullanabilecek. Genetik mutasyon ile aynı mantığa dayanan bu teknik, kitapların eskime ve çürüme süreçlerinin hesaplayabiliyor. Rönesans döneminden kalma 2 bin 674 kitap ve harita üzerinde inceleme yapan Pennyslyvannia State University biyoloji profesörü Blair Hedges, resim tarayan bir yazılımla aynı kitabın farklı baskılarındaki ufak basım farklarını istatistiksel olarak kaydetti. Hedges, zamanla yapılan yeni baskıların daha düşük kalite gösterdiğini ve bunun zaman ile ilişkilendirilebileceğini belirtiyor. Bu istatistik için bir taban yılı baz alan Hedges, tekniğin Rembrandt'ın kimi el yazmaları ve Shakespeare'in 'Hamlet' ve 'Romeo ve Juliet' gibi tarihi bilinmeyen oyunlarını için kullanılabileceğini vurguluyor.
Türkiye Gazetesi, 25.06.2006


BİR TARİH
YOK OLUYOR

Artvin merkez Hamamlı Köyü'nde, sulama ve içme suyu açılışına giden Vali Cengiz Aydoğdu, köydeki kilisede incelemelerde bulundu.

Vali Cengiz Aydoğdu,Vali Yardımcısı Nejmi Akman, Emniyet Müdürü Orhan Ekinci, Özel İdare Genel Sekreteri Çetin Demirkaya, AKP İl Başkanı Ahmet Özçelik, Merkez İlçe Başkanı Ozkan Yıldırım ve bazı daire müdürleri içme suyu açılışı için gittikleri köyde, Hamamlı Kilisesi'nde incelemede bulundu.

Define avcıları tarafından kilisede yapılan tahribat, yetkilileri şaşırttı. Kilisedeki duvar resimleri ve tarihi anlatan yazıların üstüne badana çekildiği, taşların söküldüğü görüldü.

Köy Muhtarı Mehmet Ali Ergül, konuyla ilgili Vali Aydoğdu'ya bilgi verdi.
Artvin Kent Haber, 25.06.2006
BAKANLIK: 'DEUS' DEĞİL 'DEVS' YAZILMALIYDI

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ndeki zindanın girişindeki 500 yıllık olduğu öne sürülen Latince 'Inde Deus Abest' (Tanrı Buradan Uzaktadır) yazısının Latin dilinin günlük hayatta kullanılmadığı bir dönemde yazıldığının kesinleştiğini açıkladı. Bakanlık, Prof.Dr. Mustafa Hamdi Sayar, Dr. Haydar Dönmez ve arkeolog Zülküf Yılmaz'dan oluşan bilimsel komisyonun inceleme sonuçları şöyle açıklandı:

- Latince yazıtlarda sözcükler cümle bitmediği ya da herhangi bir kısıtlama olmadığı sürece bitişik düzende yazılır.
- 500 yıl önceki Latince yazıtlarda büyük 'U' harfi 'V' şeklinde yazılmaktadır.
- Yazıtın harf karakterleri kaledeki 15-16. yüzyıllara ait çok sayıdaki Latince harf karakterlerine uyum göstermemektedir.
- 'Tanrı Buradan Uzaktadır' ifadesi içerik yönünden 14. ve 15. yüzyıllarda kaleyi kullanan şövalyelerin dinsel ve askeri misyonlarıyla bağdaşmamaktadır.
- Yazıttaki bazı harflerin altındaki beyaz dokunun kolayca görülebildiği, yazıtın yeni açılmış harf oyuklarının yapının tarihsel dokusuyla uyuşmadığı görülmüştür. Yazıtın kırmızı kök boyasına tutkal karıştırılarak boyandığı anlaşılmaktadır."

Eski müze müdürü Oğuz Alpözen'se raporun baskı altında hazırlandığını öne sürerek, "50 profesör söylese yine inanmam. Yanlış bulmak isteyenler İngiliz Kulesi'ne gitsin, 500 yanlış bulurlar" dedi.
Radikal, 25.06.2006
ALPÖZEN'E, 'TARİHİ ESERDE TAHRİFAT' SORUŞTURMASI

İkinci Bilim Kurulu raporunda da Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi tarihi zindanında yazılı olan 'Inde Deus Abest' yazısının 13 yıllık olduğunun ortaya çıkmasının ardından, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, müze eski müdürü Oğuz Alpözen hakkında soruşturma başlatıyor.

'Tarihi eserde tahrifat' nedeniyle hakkında inceleme başlatılacak olan Alpözen'in alacağı cezanın, yazının yazıldığı tarihin üzerinden 10 yıl geçmesi nedeniyle zaman aşımına uğrayıp uğramayacağı henüz bilinmiyor. Ancak, Alpözen'in adına yaptırarak kalenin ve müzenin çeşitli yerlerine koydurduğu armaların, soruşturmada verilecek cezanın şiddetini artırması bekleniyor.

Koç, önümüzdeki hafta bir müfettiş görevlendirecek. Alpözen'den alınacak ifade ve bilim kurulunun raporu ve gazetelerde çıkan haberlerin değerlendirilmesi sonucunda oluşturulacak teftiş raporu doğrultusunda Alpözen hakkında işlem başlatılacak.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 28.06.2006
DEPOSUNDA PİCASSO'LAR VE OSMAN HAMDİ'LER VAR

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde Batı geleneğindeki Türk plastik sanatlarıyla ilgili en geniş koleksiyon bulunuyor. Duvarlarını Osman Hamdi Bey'den İbrahim Çallı'ya, Komet'ten Nuri İyem'e kadar tanınmış ressamlarımızın çalışmalarının süslediği müze ne yazık ki ilgi görmüyor

Dolmabahçe Sarayı'nın arkasındaki çınarlı yolu takip ederek Beşiktaş, Akaretler'e doğru ilerliyorsunuz. Çınarların bittiği noktada, ayakta kalmakta zorlanan nadide bir çınar daha var. Kaybolmasın diye saklanmış da, sonra orada unutulmuş sanki... Birçoğumuzun defalarca önünden geçtiği halde farkına bile varmadığı, içinde Batı geleneğindeki Türk plastik sanatlarıyla ilgili en geniş koleksiyonu barındıran İstanbul Resim ve Heykel Müzesi.
Geniş kanatlı dış kapısından girip parke taşlı yolu geçtiğinizde müze bahçesi çıkıyor karşınıza... Vaktiyle birçok heykelin sergilendiği, havuzunda Beşiktaş'ın ünlü aşık kuğuları Aliş ile Zeynep'in yüzdüğü bu bahçe artık müzeye yasaklı! Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi'nin (KEİPA) kullanımında olan bahçe için müze yetkilileri "Girmemize izin vermiyorlar" diyor. Bir tür meydan okuma mıdır bilinmez, müzenin aksi bütün ihtişamıyla gün boyu havuzda parlıyor.
İçi de dışı kadar ihtişamlı olan bu müzeyi günde sadece 70 kişi geliyor. Oysa ona yürüme mesafesiyle yarım saat uzaklıktaki İstanbul Modern'in hareketliliği hiç azalmıyor. Müzeyi hafta içi 1500, hafta sonu 2 bin 500 kişi geziyor. Sakıp Sabancı Müzesi'nin ortalama ziyaretçi sayısı ise 1000. Rahmi M. Koç Müzesi için bu rakam 1450, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi için de 600.
Peki bu karşılaştırma doğru mu? Picasso'yu, Fikret Mualla'yı dört başı mamur sergilerle izleyicisine sunan bu müzelerle İstanbul Resim Heykel Müzesi'ni karşılaştırmak ne kadar gerçekçi?
İçeri buyurun; kararı siz verin...



Giriştesiniz... Karşınızda sağlı sollu iki merdiven... Merdivenin balkon kısımlarında gördüğünüz Fahri Kaptan, Kasımpaşalı Hilmi gibi fotoğraftan yararlanarak resim yapan ilk asker kökenli sanatçıların saray ve saray bahçesi konulu çalışmaları... Müzenin üst katında balkonlarla bağlantılı alanda gördükleriniz, Osmanlı dönemi heykelleri: İsa Behzat, Yervant Oskan...
Başınızı sola çeviriyorsunuz. Duvardaki Osman Hamdi'nin ünlü "Sarı Cübbeli"si... Hepsi bu değil. Müzede bir de Osman Hamdi Salonu var. Ve içinde tam 10 adet Osman Hamdi tablosu. Oğlunun ve kızının çocukluk portreleri, eşini resmettiği ünlü "Mimozalı Oturan Kadın", evi, arkadaşı... Dünyanın başka bir müzesinde, bu çapta bir ressama salonlar ayrılacağı kesin. Oysa içinde bulunduğunuz, duvardaki resimlerin birbiriyle yarıştığı küçük bir oda. Bu arada, aklınızda olsun müzenin deposunda yedi tane daha Osman Hamdi var.

Osman Hamdi'den ayrılabilirseniz, hemen yanındaki odada Süleyman Seyid, Şeker Ahmet Paşa gibi Avrupa'da eğitim almış asker kökenli sanatçıların eserlerini görebilirsiniz. Ama dikkatli olmanız gerek. Çünkü kapı girişindeki tahta döşeme çatlamış, her an topuğunuz takılıp... Mazallah!
Devam ediyoruz. Bu kez Halife Abdülmecit Efendi'nin büyük boy yağlıboya tablosu "Zeybekler", sağında ve solunda Hoca Ali Rıza'lar, yan duvarda da Ömer Adil'in "Sanayi-i Nefise'nin Kızlar Atölyesi"...

Koridor boyunca gördükleriniz ise ilk kadın sanatçılarımız Melek Celal, Mihri Müşfik, Hale Asaf... Sıkı durun: Bu koridora bağlı salonlardan birinde İbrahim Çallı'nın "Çingene Kızlar"ı ve "Manolyalar"ı var. Aynı koridorun geçtiği merkez salonda ise Hadi Bara, Kamil Sonad, Mahir Tomruk, Nermin Faruki İzsürer heykelleri.
Kapı aralığını geçip sanat tarihi ve plastik değerler açısından çok önemli bir eserle göz göze geliyorsunuz: Halife Abdülmecit'in yaptığı "Sarayda Beethoven". Ki bu resimde halifenin kendisi de dinleyiciler arasında.
İlerleyen salonlarda Zeki Kocamemi, Ali Avni Çelebi... Ve derken Sabri Berkel'ler... Sanatçının çalışmalarının neredeyse yüzde 98'i bu müzede. Berkel hem müze müdürlüğü yapmış hem burayı atölye olarak kullanmış. Berkel tablolarının önündeki büyük salonda ise Nejad Melih Devrim ve Fahrelnissa Zeid'in birer tablosu. Müzede anne oğlun 15'e yakın eseri bulunuyor. Aynı bölümde Zeki Faik İzer'in "Kuşlar"ı, Bedri Rahmi'nin birçok resmi... Tamer Başoğlu, Şadi Çalık, Ali Teoman Germaner, Hakkı Karayiğitoğlu ve Mehmet Aksoy'un heykelleri...
Bir başka salonda biraz daha günümüze yaklaşıyorsunuz: Ömer Uluç, Mustafa Ata, Dinçer Erimez, Güngör Taner, Komet, Devrim Erbil, Burhan Doğançay, Ferruh Başağa, Nuri İyem, Adnan Çoker, Özdemir Altan, Cemal Bingöl ve Altan Gürman, Utku Varlık...


Şimdi de sizi sarayda erkek hamamı olarak bilinen bölüme alalım. Yaklaşık 1,5 yıl önce sergilenebilir hale getirilen ve Zühtü Müridoğlu Salonu adını alan alanda Müridoğlu'nun 10 kadar heykelinin yanı sıra ünlü "Çıplak"ı da yer alıyor. Müzenin depolarında ise Zühtü Müridoğlu'na ait 3 bin kadar heykel, desen, defter, kalıp...
Bu müzede yabancı ressam yok mu demeyin. Tabii ki var. O koridorda hayranlıkla baktıklarınız Salvatore Valeri, Joseph Varnia-Zarzecki, Morris Utrillo, Andre Derrain, Leopold Levi, Eduard Kayser, L. Franquet, Spiridon, Amadeo Preziosi... Her biri ciddi anlamda dünya piyasasında kabul gören ressamlar.
Depolarda da Ayvazovski'nin küçük boyutlu resimlerinden Picasso'nun desenlerine kadar yine birçok yabancı sanatçıya ait eserler var. Şimdi biz soralım: Günde 70 kişinin ziyaret ettiği İstanbul Resim Heykel Müzesi ile binlerce ziyaretçisi olan özel müzeleri karşılaştırmak ne kadar gerçekçi?

Bu yıl, müzenin acil restorasyon ihtiyacıyla ilgili çıkan haberlerden sonra şubat ayında Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, müzeyi ziyaret edip destek açıklamasında bulundu. 7 Nisan'da ise restorasyon için devletten 10 yıl boyunca verilmek üzere 3 milyon YTL'lik yardım sözü geldi. Müze Müdürü Prof.Dr. Ferit Özşen, ödenek çıktıktan sonraki gelişmeleri ve hareket planını anlattı.

Son durum nedir? Söz verilen para ilgili hesaba yattı mı?
Para, bir ay önce TBMM özel hesabına aktarılacaktı. Ama bir türlü aktarılamadı.

Bu gecikmenin nedenini sordunuz mu?
Milli Saraylar'a sordum, konunun üzerinde çalıştıklarını söylediler ama henüz bir ses çıkmadı.

Restorasyonu kim planlayacak?
Milli Saraylar'ın özel ekibi karar verecek.

Restorasyon ne zaman başlayacak?
Kesin bir tarih vermediler ama söz konusu bütçe yılı içinde bu işlerin bitirilmesi lazım.

Peki, restorasyonda öncelik saraya mı verilecek, çağdaş müzecilik standartlarına mı?
Sarayın kendi özel mimarisine zarar verilmemesi birinci planda tutuluyor. Eski yönetimler, müzeyi korumak adına beton panolar yaptırmışlar. Sanıyorum ki 70-80 ton fazladan ağırlığı var müzenin. Onları kaldırıp daha modern malzemelerle binanın restorasyonunu yapacağız. Çatı onarılacak, zemindeki oynamalar düzeltilecek. Rutubete karşı önlemler alınacak. Sarayın kullanılmayan mutfakları depo haline getirilip rehabilite edilecek. Ardından da nakışların restorasyonuna geçilecek ki asıl para alacak şey onlar.

Sergilenecek eser sayısı artacak mı?
Yeni düzenlemelerle en çok 500'e çıkarabiliriz.

Sergileme sorununuz hep olacak gibi görünüyor... Bu nasıl çözülür?
İçimden geçen, dünya kültür başkenti olmaya aday bir şehrin belediyesinin bu kadar birikimi olan bir müzeye yeni bina vermesi. Cumhuriyet öncesi yapıtlar mevcut müzede sergilensin, Cumhuriyet sonrası da yeni binada...

Aklınızda bir yer var mı?
Evet. Sultanahmet'teki İstanbul Adliye Sarayı Okmeydanı'na taşınacak. Boşalan bina, turistik ve merkezi bir çevrede olduğu için müzeye uygun. Kolay ulaşılabilir bir noktada. İkinci yer de Şişli'deki Bomonti Bira Fabrikası. Zaten karşısındaki eski malt fabrikası Mimar Sinan Üniversitesi'ne (MSÜ) verildi, inşaatı sürüyor. Diğeri de verilirse, alan geniş olduğu için müzeyle birlikte son derece fonksiyonel bir kültür merkezi oluşturulabilir.

Restorasyondan sonra müzenin bir kafeteryası, hediyelik eşya dükkanı olacak mı?
İki tane büyük balkonumuz var. Restorasyondan sonra ziyaretçilerimiz bu balkonlarda oturup dinlenebilecek; hiçbir şey yapamasam, bu balkonlara hazır kahve makineleri aldıracağım... Yanımızdaki bahçenin alınması için de çok uğraşıyorum.

Bahçe kime ait?
Bahçe bizim aslında. 1937 yılında Meclis'in aldığı karar var. Ama bahçeyi aynı alanda bulunan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi kullanıyor. Demirel zamanında kurulmuş bir işbirliği derneği bu. Derneği koruyan polisler bahçeye girmemize izin vermiyor. Oysa bahçenin sulanması için harcanan su faturasını bile biz (MSÜ) ödüyoruz. Zamanında orada heykel sergileri açtık defalarca; bunu yine yapmak istiyoruz. Birtakım yerlerden torpil arıyorum. Bu arada sayın Arınç'a seslenmek istiyorum: Lütfen bize bahçemizi geri verin.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi 1937'de Dolmabahçe Sarayı'nın Veliaht Dairesi'nde İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ne bağlı olarak Atatürk'ün emriyle açıldı. Şu an müzede 10 bin 817 eser var. Bunların yarısı büyüklü küçüklü yağlıboya tablolar... Diğer yarısını ise desen çalışmaları, gravürler, hat ve baskı eserleri, seramik, bronz, bakır olmak üzere değişik boylarda heykeller oluşturuyor. Günümüzde bu zenginliğin sadece 350 kadarı sergileniyor.

Türk resminin ve heykelinin 1960'lara ve 1970'lere kadar olan başyapıtları burada.
1980'lerden sonra müzeye resim alımı yapılmadı. Çünkü Mimar Sinan Üniversitesi'ne bağlı olan müzenin devamlı bir bütçesi yok. Üç katlı müzede 48 olması gereken personel sayısı 27. Sekiz koruma görevlisi gündüzleri görev yapıyor; müze kadrosunda iki de gece bekçisi var. Uzman kadro müze müdürü dahil olmak üzere dört kişi.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin ziyaretçilerle dolup taşan, sahip olduğu zenginliğin hakkı verilen bir müze haline gelmesi için ne yapmak gerekiyor?


İlber Ortaylı (Topkapı Sarayı Müzesi müdürü)
Birincisi, müzenin reklamı yapılmıyor. İkincisi, sergileme düzeni çok iyi değil. Bunların hepsini hesaba katmak lazım. Bu şartlar altında günde 60-70 kişinin ziyaret etmesi normaldir. Yani yeniden düzenlenmesi gerekir. Ki bu olmayacak bir şey değil. Bana kalırsa müzenin oradan taşınması lazım.


Nazan Ölçer (Sakıp Sabancı Müzesi müdürü)
Bir kere binanın durumunu netleştirmek, eserleri, koleksiyona uygun sağlıklı bir yapıya kavuşturmak lazım. Bunu restorasyonla yapmak mümkün. Bir diğer seçenek de müzenin taşınması.
Büyük bir kampanyayla, seferberlik gerektiren bir çalışmayla İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ni canlandırabiliriz. Sanat galerilerinin, müzayede şirketlerinin, vakıfların, sponsorların, özel müzelerin katkılarıyla orada muazzam bir hareketlilik yaratılabilir. Dünyada bu tür uygulamalar var. Biz SSM olarak gereken desteği vermeye hazırız.


Filiz Çağman (Sakıp Sabancı Müzesi danışmanı)
Öncelikle müzenin iyi bir onarım görmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama ondan da öte yeni bir müze binası yapılmasından ya da müzenin taşınmasından yanayım. Çünkü pencerelerinden rüzgar giren, denizin üzerinde oturan, son derece rutubetli bir bina burası. İçindeki eserler güzel de olsa, kimse köhne bir binaya gitmek istemez. Çünkü bilirsiniz ki içeri girdiğinizde içiniz kararacaktır. Bina gereken restorasyonu gördüğü takdirde, müzenin yüzü başka türlü bir çehreye bürünecektir ki bu da elbette insanları çeker.


Oya Eczacıbaşı (İstanbul Modern Yön. Kur. başkanı)
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin toplumumuzun daha geniş kesimleriyle buluşmasını sağlamak amacıyla yapılacak çalışmalarda, müzemiz memnuniyetle çağdaş müzecilik konusundaki bilgi, birikim ve deneyimlerini paylaşarak, destek olmayı arzu eder.


Kadir Topbaş (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı)
İstanbul 2010 yılı Kültür Başkenti ilan edildiği için İstanbul genelinde kültür, sanat, tarihi ve doğal güzellikleri meydana çıkarma konusunda bir çalışma yapılacaktır. İstanbul Resim Heykel Müzesi de bu çalışmanın içindedir.
Milliyet Pazar, Haber: Filiz Aygündüz, 25.06.2006
PATNOS'TA TARİHÎ ESER OPERASYONU

Patnos'ta bir eve düzenlenen baskında, 550 adet altın ve gümüş sikke ile beraber çeşitli hayvan figürleri bulunan tarihî eser ele geçirildi. Ağrı İl Emniyet Müdürlüğü ile Patnos İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün Patnos'un Çay Mahallesinde Y.S. ve İ.S. isimli iki kardeşe ait eve ortaklaşa düzenlediği operasyonda, Ağrı İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakcılık ve Organize Şuçlar Şubesi Ekipleri'nin yaptığı aramada; Urartu dönemine ait 550 adet çeşitli altın ve gümüş sikke ile beraber çeşitli hayvan figürlerinin bulunduğu tarihî eserlerin ele geçirildiği bildirildi. İki kardeşin göz altına alındığı olayla ilgili olarak, soruşturma başlatıldığı ifade edildi.
Zaman, Haber: Mustafa Ali Güngör, 25.06.2006
AVRUPA'NIN EN ESKİ FRESKLİ MEZAR ODASI BULUNDU

Bir mezar soyguncusunun polise ihbarı sonucunda, Avrupa'nın fresklerle süslenmiş en eski mezar odası bulundu. Gazetecilere mezar odasını gezdiren arkeologların açıklamalarına göre Roma'nın kuzeyinde, bir buğday tarlasında bulunan mezar odası, yakınlarda bulunan Etrüsk şehri Veio'dan bir savaşçıya ait. MÖ 690 civarına tarihlenen mezarın duvarları kükreyen aslan ve göç eden kuş resimleri ile bezenmiş. İtalya Kültür Bakanı Francesco Rutelli “Bu mezar Batı sanatının köklerini işaret etmekte” dedi. Mezarın yeri, yurtdışına eski eser kaçırma suçunda yargılanmakta olan bir İtalyan tarafından, cezasının azaltılacağı inancı ile, polise açıklandı.

Roma Üniversitesi Etrüsk Uzmanı Giovanni Colonna, Veio Arkeoloji Parkı'nın hemen dışında yer alan mezarı gazetecilere gezdirirken bu mezarın, 50 yıl kadar önce bu parkta bulunmuş ve “Ördekler Mezarı” olarak isimlendirilen mezardan hemen hemen 10 yıl kadar daha eski olduğunu tahmin ettiklerini ifade etti. Bu da yaklaşık MÖ 690 yılına denk geliyor. Bu tarihler ise Etrüsk medeniyetinin en parlak dönemi.
AP ve ANSA'dan kısaltarak derleyen: Ali Yamaç


Mezar odasında göç eden kuş resimleri
TOPKAPI'YA YENİÇERİ GÖREVLİLER

Topkapı Sarayı'nı 2 hafta içerisinde yeni bir çehre kavuşturmaya başladıklarını açıklayan Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un çalışmaları arasında müzedeki bekçilere, görevlilere yeniçeri kıyafeti giydirmek de yer alıyor. Bakanlık Yeniçeri kıyafetlerinin tasarımı için, 17 Haziran'da Topkapı Sarayı'nda 700 parçalık Osmanlı İmparatorluğu'nun gösterişli giysilerinden oluşan bir defile düzenleyen ünlü modacı Faruk Saraç ile anlaştı. Saraç, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan defileden sonra bir teklif aldığını belirterek Topkapı Sarayı'nda farklı bir atmosfer yaratılacağını aktardı. Henüz çalışmalara başlanmadığının altını çizen Saraç, proje aşamasında olduklarını vurgulayarak, temmuzun 15'inden sonra projenin netlik kazanacağını bildirdi. Saray'ın her bir bölümünün atmosferine göre kıyafet tasarlanacağını belirten Saraç, "Sarayı gezerlerken o dönemin atmosferini de yaşatmaya çalışacağız. Harem dairesini gezerken cariye kıyafetleri, sadrazamların odalarını dolaşırken sadrazam kıyafetli görevliler olacak. Kapıda duran memurlara farklı bir tasarım olacak" dedi.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 29.06.2006




-10-


MEZZACAPA KARLI BİR YATIRIM YAPIYOR!




Roma lahitlerinin bir kısmında lahit teknesinin üzerinde “tabula ansata” denilen bir kitabe vardır. Bu kitabede, ölünün adını belirterek, ailesi ve kişinin/ailenin özellikleri anlatılır. Ne yazık ki bazıları çok gösterişli ve özel bile olsa, birçok lahitte böyle bir kitabe bulunmaz. Bu durumda, sahibi bilinemeyen bu tür lahitler literatürde, çoğunlukla bulundukları yerin ismi ile anılır. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunan ve Osman Hamdi Bey tarafından 1887'de bugünkü Lübnan'da, Sidon şehrindeki nekropolde bulunan lahitlerin, “Sidon Lahitleri” olarak anılması bu duruma bir örnektir. Benzer şekilde, Sidamara antik şehri, burada bulunan özel bir tür lahide ismini vermekle kalmamış, bu isim, bu tür lahitler için genel bir isim haline de gelmiştir.

Buna karşılık, bir lahitin, kaçakçısının ismi ile anıldığı pek enderdir. Bu duruma ancak yurt dışına kaçırılmış lahitlerde rastlanılıyor. Metropolitan Müzesi'nde sergilenen ve 1863 yılında dönemin ABD Tarsus Konsolos Yardımcısı Abdo Debbas tarafından New York'a götürülen lahitin, “Abdo Debbas Lahiti” olarak anılması bu duruma bir örnektir. Öte yandan, 7 yıl süren karşılıklı görüşmeler sonunda yurdumuza geri getirilen Mezzacapa Lahdi de, kaçakçısının ismini taşıyan diğer bir örnektir.

Bu kaçakçılık öyküsü o denli ilginç ki, en başından itibaren anlatmakta fayda var. 1970'li yılların başında, Nevşehir'in Avanos ilçesinde, Yaşar Değirmenci, tarlasını sürerken üzerinde çeşitli kabartmalar olan bir lahit bulur ve ilgililere haber verir. Yıllarca hiçbir şey yapılmaz. Günlerden birgün, 3-4 ton ağırlığında olduğu tahmin edilen bu lahit ortadan yok olur ve tarla sahibi “Türkiye'nin tarihsel ve kültürel varlığı olan antik lahdi koruyamadığı ve çaldırdığı” için tutuklanır.

Lahit fazla uzağa gidemez, birkaç gün sonra Kayseri'nin Oymaağaç Köyü yakınlarında bulunacaktır. Lahtin yeni mekanı olan tarlanın sahibi Ahmet Şereflioğlu da tutuklanır. Bir süre sonra lahit tekrar yokolur.1

Nevşehir'deki yetkililerin, taşıyamadıkları için Yaşar Değirmenci'nin tarlasında kaderine terk ettikleri lahit, 1987 yılında, New York Brooklyn Müzesi'nde ortaya çıkar. Yurtdışına çıkarılan lahit, ilk önce Londra'da yaşayan Edip Telli'ye satılmış, daha sonra da onun vasıtası ile New York'lu işadamı Damon Mezzacapa'ya yaklaşık 1 milyon dolara pazarlanmıştır. Mezzacapa ise lahdi, sergilenmek üzere Brooklyn Müzesi'ne ödünç vermiştir.2

Şimdi birkaç soruyu sırası ile soralım:

1. 220x100x90 cm ölçülerinde, tonlarca ağırlığı olan mermer bir Roma lahdi yurt dışına nasıl çıkartılır?

Bu sorunun cevabı kolay: TIR'la veya konteynerle. Mezzacapa Lahdi'nin Brooklyn Müzesi'nde ortaya çıkmasından birkaç yıl sonra, 12 Haziran 1991'de Kapıkule'de bir TIR'ın içinde, etrafı ihracat kolileri ile çevrilerek kamufle edilmiş durumda bir başka Roma lahdi ele geçirildi.3-4

2. Damon Mezzacapa kimdir?

Bu sorunun cevabı ise biraz daha karmaşık: Damon Mezzacapa, New York'un önemli mali danışmanlık ve yatırım şirketlerinden biri olan Lazard Freres'in ortağıdır. Bu şirket ise, Turgut Özal ve Tansu Çiller'in başbakanlıkları döneminde, Türk hükümetinin ticari konularda danışmanlığını yapmaktadır. Şirketin diğer ortağı Jonathan Kagan ise, “Elmalı Definesi” olarak tanınan ve Elmalı'dan kaçırılan sikkelerin pazarlanmasında rol üstlenmiş, William Koch'a satılan Elmalı sikkelerinden komisyon almıştır.5 Damon Mezzacapa, lahit olayının ardından, 1999 yılında başkan yardımcısı ve genel müdürü olduğu Lazard Freres'den ayrılarak kendi ismini taşıyan Mezzacapa Management LLC'yi kurmuştur.

3. Damon Mezzacapa neden bir lahide bu kadar para ödeyip, sonra da onu Brooklyn Müzesi'ne ödünç vermişti?

Ne yapacaktı yani? Bu kaçakçılık olayını ortaya çıkaran Özgen Acar'ın tabiri ile, “Evinde mi sergileyecekti?”. Şaka bir yana, bu, menşei karanlık eski eserleri aklamak için çok klasik bir yöntem. Böyle bir eser satın alındıktan sonra, birkaç yıl, önemli bir müzede teşhire bırakılır. Bu süre zarfında kaçırıldığı ülkeden herhangi bir tepki gelmezse, hem kataloglara girdiği için değeri artmış, hem de aklanmış olur. Ardından, bir müzayedede alındığından çok daha yüksek bir fiyata satılır. Yani satın almada amaç, eski eser koleksiyonculuğu değil, yatırım ve kardır. Kaldı ki, Mezzacapa'nın ilişikte resmini gördüğünüz, Princeton Universitesi Sanat Müzesi'ne bağışladığı ufak bir parça dışında, kayıtlara geçmiş herhangi bir koleksiyonu olmaması da bu durumun bir ispatı sayılabilir.

Bu aşamada olayı fark eden Türk hükümeti, avukatları vasıtası ile Brooklyn Müzesi'ne başvurur. Lahidi geri istemek için elinde çok sağlam kanıtlar vardır. Fahri Işık, Nuşin Asgari ve dönemin Antalya Müze müdürü Kayhan Dörtlük tarafından hazırlanan raporlara göre, Mezzacapa Lahdi, Antalya Müzesi'nde sergilenmekte olan A.16 envanter numaralı Perge Lahdi ile nerede ise tıpatıp aynıdır. Her iki lahit de Docimia mermerinden imal edilmiş ve aynı zamana (MS 180 civarı) tarihlenmektedir. Brooklyn Müzesi yetkililerinin bu verileri yeterli bulmaması üzerine, lahdin sahibi Damon Mezzacapa ile görüşmeler başlar. Bu görüşmeler sonunda, lahdin mülkiyetinin Turkish-American Society'e geçmesi, Brooklyn Müzesi'nde iki yıl sergilenmesinin ardından Türkiye'ye iade edilmesi kabul edilir. Mezzacapa Lahdi, 18 Nisan 1994 günü iade edilir ve Antalya Müzesi'nde sergilenmeye başlar.

Peki şimdi de soru 4: 1970'li yıllarda, Nevşehir Müzesi yetkilileri, bir kamyon ile bir vinç kiralayamazlar mıydı acaba?


1 Acar, Ö., 1990, Cumhuriyet Gazetesi 28 - 29 Eylül
2 Özet, A., 2002, Yitik Miras, İstanbul, 122
3 Acar, Ö., 1991, Cumhuriyet Gazetesi, 15 Eylül
4 Hopalı, T., 1991, Sabah Gazetesi, 21 Ekim
5 Acar, Ö., 1994, Cumhuriyet Gazetesi 12 Nisan





Mezzacapa Lahdi ya da yeni ismi ile Girlandlı Lahit Antalya Müzesi'nde teşhirde






Mezzacapa Lahdi



















Mezzacapa Lahdi


















Princeton Universitesi
Sanat Müzesi,
Damon Mezzacappa hediyesi
bronz Centaur (MÖ 530)







18 - 24 Haziran 2006
ZEUGMA AĞAÇLANDIRILIYOR

Gaziantep İl Çevre ve Orman Müdürlüğü'nün yürüttüğü ''Nizip Erozyon Kontrolü Projesi'' ile Zeugma antik kentini çevreleyen 6 bin dekar alan ağaçlandırılacak. İl Çevre ve Orman Müdürü Mesut Niziplioğlu, uygulanmasına 2004 yılında başlanan Nizip Erozyon Kontrolü Projesi ile bugüne kadar 3 bin 500 dekar alana 500 bin fidan diktiklerini söyledi.

Projenin uygulama alanının GAP kapsamında inşa edilen Birecik Barajı'nın kıyısında bulunduğunu ve Zeugma antik kentini çevrelediğini ifade eden Nizipli oğlu, ''Proje tamamlandığında Zeugma antik kentini ziyaret edenlerin huzur içinde dinlenebilecekleri bir alan olacak'' dedi. Nizipli oğlu, Nizip Erozyon Kontrolü Projesinin kapsadığı alan itibarıyla yörede yürütülen en büyük ağaçlandırma projesi olduğunu vurguladı.

Ağaçlandırma çalışmalarında kızılçam, servi, akasya türü fidanlar diktiklerini ve badem tohumu ektiklerini belirten Niziplioğlu, "Nizip Erozyon Kontrolü Projesi, Fırat nehri üzerinde enerji üretimi, sulama ve içme suyu temini amacıyla kurulan Birecik Barajı'nı erozyondan koruyacak. Kıyıdaki toprak yağmur sularıyla baraj gölüne taşınmayacak dolayısıyla da barajın ömrü uzayacak. Bu projenin bir diğer önemli faydası Nizipliler hatta Gaziantepliler baraj gölü kıyısında çok güzel bir piknik alanına kavuşacak. Öyle ki Zeugma antik kentini ziyaret eden yerli ve yabancı turistler ormanlık alanda huzur içinde dinlenebilecekler" dedi.
gaziantep27.net, 24.06.2006
AYASOFYA'NIN ÇALINAN ÇİNİLER PARİS'TE

Ayasofya Müzesi Müdürü Jale Dedeoğlu, 2. Selim ve 3. Murat türbeleri ile 1. Mahmut Kütüphanesinden çalınan çinilerin Paris'te 3 müzede bulunduğunun tespit edildiğini belirterek, bunların istenmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na dosya hazırlandığını bildirdi.

Müzenin eski müdürü Mustafa Akkaya'nın Bölge İdare Mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararı ile görevine geri dönmesi nedeniyle Ayasofya Müzesi'ndeki görevi bir süre sonra sona erecek olan Jale Dedeoğlu, müdürlüğü döneminde yaptığı çalışmaları anlattı.

Dedeoğlu, Ayasofya Müzesi haziresinde yer alan 2. Selim Türbesi'nin çalınan çinileri için araştırma yapıldığını, burada 1882-1896 yılları arasında Fransız Albert Sorlin Dorigny tarafından yapılan restorasyon sırasında çinilerin onarım için Fransa'ya götürüldüğünün ve yerine sahtelerinin getirildiğinin tespit edildiğini hatırlattı.

Bu çinilere ilişkin çalışmaları sırasında kendisini arayan bir profesörün, ''Paris'te aralarında Louvre'un da bulunduğu bazı müzelerin depolarında çalışma yaptığını ve elinde çok sayıda çini fotoğrafı bulunduğunu'' söylediğini belirten Dedeoğlu, bu doküman üzerinde çalışma yaptıklarını kaydetti. Dedeoğlu, ''2. Selim, 3. Murat türbeleri ile 1. Mahmut Kütüphanesinden çalınan çinilerin, Paris'te Musee Arts Decoratifs, Musee de Sevres ve Louvre müzelerinde bulundukları tespit edilerek, bunların istenmesi için bakanlığa dosyası hazırlandı'' dedi.

Türbelerdeki çinilerin restorasyonunun, çini uzmanı Şenay Onuk'un kontrolündeki 13 kişilik ekip tarafından gerçekleştirildiğini dile getiren Jale Dedeoğlu, röleve çalışmaları ile orijinal çini ve kalem işlerinin tespit edildiğini, bozulmaların belirlendiğini söyledi. Dedeoğlu, temizleme çalışmasının ardından derzlerin açıldığını ve düşme tehlikesi olanların çıkarılıp temizlendiğini, derzlere dolgu yapılmasının ardından da çinilerin yerlerine takıldığını bildirdi.

Restorasyonda ahşap işlerin de önemli bir yer tuttuğuna işaret eden Dedeoğlu, ahşap ustası Yusuf Salman ile 6 kişiden oluşan ekibinin türbelerin bütün ahşap kısımlarını elden geçirdiğini söyledi. Jale Dedeoğlu, türbelerin restorasyonunun yıl sonuna kadar tamamlanarak hizmete açılmaları için çalıştıklarını bildirdi.

Aya İrini Müzesinin arkasında bulunan Bizans döneminden kalan Samson Hastanesi ve iki sarnıcın temizlik kazısı için bakanlığa başvurduklarını ve İl Özel İdaresinden ödenek sağlandığını anlatan Dedeoğlu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bizans kürsüsü öğretim görevlileri ve öğrencilerinin katılımıyla yapılacak kazıların önümüzdeki günlerde başlayacağını bildirdi.

Ayasofya Müzesinde deprem riski konusunda önlem almak için Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Danışma Kurulu üyesi Prof. Dr. Mustafa Erdik'in bir rapor hazırladığını anlatan Dedeoğlu, bu rapor değerlendirilerek gerekli önlemlerin alınacağını kaydetti.

Müzede karşılaştığı ilginç olaylara da değinen Jale Dedeoğlu, Ayasofya'nın 1934 yılında camiden müzeye çevrildiğini, buna karşın zaman zaman burada namaz kılmak isteyen vatandaşlarla karşılaştıklarını anlattı.

Dedeoğlu, güvenlik personelini bu kişilere sertlikle yaklaşmamaları için eğittiklerini ve uyardıklarını belirterek, şunları kaydetti: ''Güvenlik personeline, 'yasak olduğunu çok kısık bir şekilde söyleyeceksiniz, gururuyla oynamayacak, sert olmayacak bir şekilde davranacaksınız, hatta çay ikram edeceksiniz' diye talimat verdik. Bu kişileri, bizim arka tarafta namaz kılınacak küçük bir cami bölümümüz var, oraya yönlendiriyoruz.''
İstanbul Kent Haber, 24.06.2006
PHASELİS'DEKİ
ELEKTRİK KESİNTİSİNE
SORUŞTURMA

CHP Antalya Milletvekili Feridun Baloğlu, Phaselis Örenyeri'ndeki elektrik kesintisini 5 Mayıs 2006 tarihinde TBMM gündemine getirirken, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, elektriğin açılması için 26.05.2005 tarihinde başvuru yapıldığını, ayrıca elektrik borcu ile ilgili konunun da Teftiş Kurulu Başkanlığı'na intikal ettirildiğini söyledi.

CHP Antalya Milletvekili Feridun Baloğlu'nun, Phaselis Örenyeri'ndeki elektrik kesintisi ile ilgili soru önergesini, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç tarafından yanıtlandı.

Phaselis Örenyeri'nde faaliyet gösteren Antalya Kültür Kurumları ve Örenyerleri Geliştirme Derneği İktisadi İşletmesi'nin satış standlarının elektriğini, Antalya Müze Müdürlüğü'ne ait trafo aboneliğinden karşıladığını kaydeden Bakan Koç, Derneğin, 01.03.2004-28.02.2005 tarihleri arasındaki elektrik giderlerinin kendileri tarafından ödenmek istendiğine ilişkin müze müdürlüğüne yazı yazdığını ancak ödemenin yapılmadığını söyledi.

Bunun üzerine elektriğin kesildiğini kaydeden Koç, “Kesik olan elektriğin açılması için faturalar Bakanlığım Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü'ne gönderilmiştir. Merkez Müdürlüğü'ne intikal eden faturalardan reaktif bedelleri olan 2.017.79 YTL düşülerek, 4.869.93 YTL ödenmiş, kalan elektrik borcunun da Antalya Kültür Kurumları ve Örenyerleri Geliştirme Derneği İktisadi İşletmesi tarafından karşılanması gerekmektedir” diye konuştu.

Phaselis Örenyeri'nin elektriğinin kesilmesi sürecinin soruşturulması için Teftiş Kurulu'na yazı gönderildiğini kaydeden Bakan Koç, “Kesik olan elektriğin açılması için 26. 05.2006 tarih ve 1132 sayılı yazı ile Akdeniz Elektrik Dağıtım A.Ş.'ye gerekli müracaat yapılmıştır. Söz konusu elektrik borcu ile ilgili konu incelenmesi için 11.05.2006 tarih ve 74978 sayılı yazı ile Teftiş Kurulu Başkanlığı'na intikal ettirilmiştir” dedi.

Bakan Koç'un yanıtını değerlendiren Baloğlu, “Daha önce Demre İlçesi'ndeki Myra Antik Kenti ve Noel Baba Kilisesi'ndeki elektrik kesintilerini gündeme getirmiştim. Benzer sorunun Phaselis Örenyeri'nde de yaşandığı anlaşılıyor. Turizmin merkezi Antalya'da tarihi yerlerin elektriği kesintisiz olarak sağlanamıyorsa, bu yönetim anlayış kökten sorgulanmalıdır. Sayın Bakan, benzer sorunları, tek tek TBMM gündemine taşımamızı beklemeden, tüm tarihi mekanlar için bir an önce geçerli ve kalıcı çözümler üretmelidir” diye konuştu.
Kemer Gözcü Gazetesi, 24.06.2006
HEDEF: AÇIK HAVA MÜZESİ

Geçtiğimiz yıl ödenek yokluğu nedeniyle kazı yapılamayan Devrekani Kınık'ta bu yıl kazı çalışmaları kaldığı yerden devam edecek. Devrekani Belediye Başkanı Mümtaz Aliustaoğlu yaptığı açıklamada kazı çalışmaları için 50 milyarın üzerindeki bir ödeneğin ayrıldığını, artık kazı ekibini beklediklerini ifade etti. Kazı çalışmalarını yürüten Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu ise 15 Temmuz'dan itibaren kazı çalışmalarına resmen başlayacaklarını ifade etti. Aynı kadroyla çalışmaları yürüteceklerini belirten Çınaroğlu, "tek hedefimiz burayı Açık Hava Müzesi haline getirmektir" dedi. 1994'ten 1997 yılına kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Üniversitesi ve Kastamonu Belediyesi Başkanlığı'nın maddi destekleri ile, 2002 yılından itibaren de Kastamonu Valiliğinin katkılarıyla yürütülen Kınık Kazıları, 15 Temmuz 2006 tarihinden itibaren kaldığı yerden devam edecek. Ankara Üniversitesinden Çınaroğlu'nun bilimsel başkanlığında yürütülen kazılarla ilgili konuşan Devrekani Belediye Başkanı Mümtaz Aliustaoğlu, ödenek konusunda belediye olarak hep takipçi olduklarını, geçtiğimiz yıl ödenek yokluğundan dolayı duran kazılar için bu yıl 50 milyarın üzerinde bir ödeneğin buraya ayrıldığını ifade etti.
Kastamonu Postası, 24.06.2006



HISTORY CHANNEL'DA OSMANLI BELGESELİ

Osmanlı İmparatorluğu belgeseli ABD'nin tarih programları yapan televizyon kanalı “History Channel”da yayınlanacak.“Osmanlı İmparatorluğu: Savaş Makinası” adı ile yayınlanacak belgeselin yapımcısı yaptığı yazılı açıklamada, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir hayatta kalma mücadelesi içinde ortaya çıktığı belirtildi. Devamlı saldırılara maruz kalan Müslüman-Türk boylarının kendilerini korumak amacıyla bir araya gelerek 600 yıl yaşayan bir imparatorluk oluşturdukları kaydedildi. Açıklamada, şu ifadeler yer aldı:“Belgeselde, 14. yüzyıldan günümüze bu geniş imparatorluğun tarihinin derinliklerine dalıyoruz. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlılar Almanya ile müttefikti ve Gelibolu zaferi bu savaşın tarihinde çok önemli bir yere sahipti. Dokuz ay süren ve 100 binden fazla ölümle sonuçlanan kanlı savaşta, Mustafa Kemal isimli bir kumandan birliklerine pek çok zaferler kazandırdı. Osmanlı padişahları Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) ve Muhteşem Süleyman'ın (Kanuni Sultan Süleyman) geleneklerini izleyerek, Mustafa Kemal de Ankara'da Türkiye Cumhuriyeti'nin önderi oldu. Mustafa Kemal enkaz halindeki ülkeyi batılılaşma, modernlik, dayanışma ve eşitlikle getirerek ülkeyi dönüştürdü. Arap alfabesinin yerini Latin alfabesi aldı. Osmanlı İmparatorluğu artık sadece bir hatıra, Türkiye ise gelecektir.”
Hürriyet, 23.06.2006
TARİHİ DEĞERLER KADERİNE TERK

Diyarbakır'ın Silvan İlçesi'nde Ortaçağ'dan kalma 300 mağaranın bulunduğu Hasuni Mağaraları turistlerin ilgisini beklerken, bölge büyükbaş hayvanların otlak alanı haline geldi.

Silvan İlçesi'nin bulunan 300'e yakın mağaralar turistlerin ilgisini beklerken, tarihi Hasuni Mağaraları ilgisizlikten dolayı büyükbaş hayvanların mekanı haline geldi.

Birçok medeniyete beşiklik etmiş olan Hasuni Mağaraları, Ilısu Barajı'nın suları altında kalacak olana Hasankeyf'e alternatif olarak gösteriliyor.

Sasaniler döneminde yapıldığı tahmin edilen mağaraların dünyada bir eşinin bulunmadığı belirtildi.
Diyarbakır Kent Haber, 23.06.2006

PROJE DEĞİŞTİ, İKİNCİ MASAL 'AYASOFYA'

Çocuklara İstanbul'un tarihi, kültürel, turistik mekanlarını ve sosyal dokusunu eğlenceli bir dille öğretmeyi amaçlayan "Masal Masal İstanbul, 23 Masal 23 Eser" isimli projeden Ayasofya Müzesi'ni çıkaran İstanbul Büyükşehir Belediyesi kararını gözden geçirdi. Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın talimatıyla Ayasofya Müzesi'nin proje dahilinde ilk kitap olarak çocuklara dağıtılan "Kız Kulesi"nden sonra ikinci masal kitabı olarak yayınlanmasına karar verildi. İlk kez Sabah'ın duyurduğu olay sonrasında İstanbul Belediyesi, dün "Başlangıçta, 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda dağıtılması düşünülerek, '23 Masal 23 Eser' esprisiyle hareket edilmiş ve projenin ilk etabı için bir derleme yapılmıştır" şeklinde bir açıklama yaptı. Kitabın 23 Nisan'a yetiştirilemediğini, 15 Haziran'da kamuoyuna duyurulduğu belirtilen açıklama şöyle devametti: "Daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş'ın talimatı ile ilk etaptaki eser sayısı 34'e çıkarılarak genişletilmiştir. Buna göre masallardan ilki olarak kamuoyuna duyurulan 'Kız Kulesi'nin ardından ikinci eser 'Ayasofya' olacaktır." Projenin diğer parçalarında da değişiklik yapılacağı ve Ayasofya Müzesi'nin de harita ve yap bozlara dahil edileceği bildirildi. Başbakanlık Basın Danışmanı Ahmet Tezcan'ın yazdığı projede Galata Kulesi, Sultanahmet Camisi, Dolmabahçe Sarayı gibi önemli yapıların yanı sıra Boğaz Köprüsü, İstiklal Caddesi ve Boğaz'daki yalıların da yer alıyor. Projede, ilk kitap 'Kız Kulesi' ile birlikte dağıtılan haritalarda ve yap-bozlarda Ayasofya Müzesi'ne bir efsanesi olmadığı gerekçesiyle yer verilmemişti.
Sabah, Haber: Necla Görgeç, 23.06.2006
TARİHİ ESERLER YER DARLIĞINDAN MÜZELERDE SERGİLENEMİYOR

Doğu ve Güneydoğu, tur şirketlerinin gözdesi oldu ancak müzelerdeki mekan darlığı yüzünden insanlık tarihinin en eski yerleşim yeri olan bölgede yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen mimari eserler sergilenemiyor.

Personel yetersizliğinden buraların hafta sonları kapalı olması turizmcileri düşündürüyor. Dünyada en fazla arkeolojik kazının yapıldığı yerlerin başında gelen Şanlıurfa'da bulunan insanlık tarihinin en eski mimari eserlerinin ise mevcut müzenin yer darlığından dolayı depolarında gün ışığına çıkartılamıyor.

Şanlıurfa'nın en fazla ziyaretçi akınına uğradığı yaz aylarında ve hafta sonlarında müze kapalı olmasına rağmen yıl içinde müzeyi 2 bini yabancı olmak üzere toplam 8 bin kişi gezmiş. Türkiye'nin önemli müzelerinden biri olan Şanlıurfa Müzesi'nde 1 müdür, 4 bekçi, bir kaloriferci bulunuyor. Müzede uzman personel bulunmadığı için Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün imzası ile pazar günleri kapalı tutulması uygun görülmüş. Turist grup rehberi Uğur Ayyıldız, müzenin hafta sonu kapalı tutulmasını utanç verici olarak değerlendiriyor. 45 yıldan buyana çeşitli turlar düzenleyip rehberlik yaptığının altını çizen Ayyıldız böyle bir yasakla ilk defa Şanlıurfa müzesinde karşılaştığını söylüyor. Bölgeye gelen turistler müzenin hafta sonu kapalı olmasından ve insanlığın en eski mimari eserlerini sergilenmemesinden dolayı bu varlıkları göremeden geri dönüyor.

GAP Turizmi Geliştirme Derneği Başkanı Ömer Necdet Güven, tanıtım eksikliğine rağmen bölgenin turist çektiğini vurguladı. Turist Rehberleri Birliği'nin (TUREB) verilerine göre yerli-yabancı her 17 turistten birinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu gezdiğini hatırlatan Güven, her bölgeye gelen yabancı turist sayısının yaklaşık 50 bin olduğunu söyledi.

Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Cihat Kürkçüoğlu ise, 1979 yılında başlatılan Atatürk Barajı kazıları ile 1983 yılından bu yana devam eden Harran kazılarının yanı sıra bölgede tarihi öneme sahip Gürcütepe, Kazene, Şaşkan ve Göbeklitepe gibi toplam 35 arkeolojik kazı çalışması yürütüldüğünü hatırlattı.

Kürkçüoğlu, bu kazılardan elde edilen ve paleolitik çağdan günümüze kadar tüm Ön Asya ve Ortadoğu'nun tarihine ışık tutan 80 bin civarında eserin bir kısmının Şanlıurfa Müzesi'nde bulunduğunu dile getirdi. Eserlerin önemli bir kısmının ise yer darlığı nedeniyle müzenin depolarında muhafaza edildiğini belirten Kürkçüoğlu, dünyada en fazla arkeolojik kazının yapıldığı' kentlerden biri olan Şanlıurfa'da yeni bir müzeye ihtiyaç olduğunu söyledi. Bölgenin öneminin arkeologlar tarafından anlaşılmaya başlandığına işaret eden Kürkçüoğlu, yapılacak yeni bir müze ile Şanlıurfa Müzesinin depolarında muhafaza edilen tarihi eserlerin sergilenebileceği ifade etti.
Zaman, Haber: Mehmet Dener, 23.06.2006
GÜVENLİK ÖNLEMİ OLMAYAN ANKARA KALESİ'NİN SURLARI TEHLİKE SAÇIYOR

Ankara Kalesi'nin surlarında herhangi bir güvenlik önleminin olmaması yaşanabilecek olası kazalara davetiye çıkarıyor. Surların hemen kenarında uçurtma uçuran çocuklar ile kaleyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistler büyük tehlike yaşıyor. Şimdiye kadar, aralarında Japon turistin de bulunduğu üç kişi kale surlarından düşerek yaralandı. Okulların tatil olmasıyla bölgede oturan çocukların zamanlarının büyük çoğunluğunu burada oyun oynayarak geçirmesi ve uluslararası sanatçıların katılımıyla hafta sonu ikincisi yapılacak Ankara Kalesi Şenliği, bu tehlikeyi bir kat daha artırıyor.

Kale surlarından en son 13 yaşında bir çocuk düşerek bacağını kırdı. Surlarda uçurtmasını uçururken boşluğu fark edemediği için aşağı düşen Hüseyin Sarı, şans eseri kazayı ucuz atlattı. Bacağı kırıldığı için bir ay dışarı çıkamayan Hüseyin gibi çok sayıda çocuk kalede oyun oynuyor. İki yıl önce, 7 yaşındaki bir başka çocukta kaleden düşerek ağır yaralandı. Kaleyi ziyarete gelen bir Japon turist de gezi sırasında dengesini kaybederek boşluğa düştü. Hiçbir görevlinin bulunmadığı tarihi mekanda biran önce önlem alınmasını isteyen çevre sakinleri çocuklarının her gün tehlike içinde yaşadığını belirtiyor. Kalenin birçok çocuğun oyun mekanı olduğunu anlatan mahalleliler, surlarda gerekli önlemlerin alınması gerektiğini dile getirdi. Kaleyi gezen ziyaretçiler de, başkentin simgelerinden olan Ankara Kalesi'nin daha güvenli olması gerektiğini ifade ettiler. Yetkililer ise ödenek yetersizliği yüzünden kale güvenliğinin sağlanamadığını söylüyor. Daha önce harabe olan kalenin 2000 yılında restore edildiğini aktaran yetkililer, Zindankapı Burcu olarak bilinen bölgenin çevre düzenlemesiyle turizme kazandırıldığını belirttiler. Restorasyona ayrılan ödeneğin güvenlik önlemleri için yeterli olmadığını aktaran yetkililer, bu konu ile ilgili çalışma yapılacağını kaydettiler.
Zaman, Haber: Hasan Aydemir, 23.06.2006
PATNOS'TA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

Ağrı'nın Patnos İlçesi'nde polis tarafından gerçekleştirilen operasyonda çok sayıda tarihi eser ele geçirildi. Bir ihbarı değerlendiren polis, Çay Mahallesi'nde Y.S. ile İ.S. kardeşlerin evlerine baskın yaptı. Evlerdeki araştırmada Urartu dönemine ait olduğu belirlenen 550 altın ve gümüş sikke ile hayvan figürlerin olduğu tarihi eserler ele geçirildi. Eserlere el konurken, iki kardeş gözaltına alındı. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.
Vatan, 23.06.2006



TARİHİ ÇELİK PALAS'A 31.6 MİLYON DOLAR

Mülkiyeti Emekli Sandığı'na ait olan Bursa'daki tarihi Çelik Palas Oteli'nin özelleştirilmesi için açılan ihalede, en yüksek teklifi 31.6 milyon dolar ile Toray İnşaat Sanayi ve Ticaret verdi. Özelleştirme İdaresi'nin (ÖİB) Çelik Palas Bursa Oteli'nin ve bazı taşınmazların özelleştirilmesi için düzenlediği ihalede nihai pazarlık görüşmesi yapıldı.

İhaleye, Toray İnşaat Sanayi ve Ticaret ile Çelikler Taahhüt İnşaat ve Sanayi katıldı. İhalenin ilk aşamasında, kapalı zarfla revize teklif alındı. En yüksek teklif 31 milyon 600 bin dolar olarak belirlendi. Artırım aralığı 100 bin dolar olarak belirlenen açık artırmada, iki katılımcı da arttırımda bulunmadı. İhale, Toray İnşaat'ın verdiği 31 milyon 600 bin dolarla "teknik olarak" sonuçlandı. İhale, sonuçları ÖİB'in Özelleştirme Yüksek Kurulu'na (ÖYK) bildirilmesinin ardından verilecek kararla kesinleşecek. Toray İnşaat yetkilisinden alınan bilgiye göre, ihale bedelinin yüzde 40'ı peşin, geri kalanı 24 ay taksitle ödenecek.
Hürriyet, 23.06.2006
SARAY BAHÇESİNDE NE ARARSAN VAR

Kültür ve Turizm Bakanı Koç, Topkapı Sarayı bahçesinde deri ve zührevi hastalıklar hastanesi, Matbaacılık Meslek Lisesi ile Cihangirspor'un futbol sahasının bulunduğunu, bu tesislerin taşınacağını açıkladı.

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Topkapı Sarayı'nın bahçesinde bulunan bazı mülklerin kaldırılacağını söyledi. Topkapı Sarayı bahçesine genelev kadınlarını tedavi etmek üzere Deri ve Zührevi Hastalıklar Hastanesi'nin kurulduğunu belirten Koç, "Böyle bir şey olamaz. Genelev oradan kaldırılmış. Ancak hastane orada duruyor. Sağlık Bakanlığı ile anlaştık. Hastane oradan çıkartılacak" dedi.

Saray bahçesinde Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir matbaasının bulunduğunu açıklayan Koç, "Bir de, Matbaacılık Meslek Lisesi inşa edilmiş. MEB ile anlaştık. Lise de, matbaa da buradan başka bir yere taşınacak" dedi. Koç, Topkapı Sarayı bahçesinde Cihangirspor'un futbol sahasının da bulunduğunu açıklarken, "Cihangirspor antremanlarını sarayın bahçesinde yapıyor. Burası da kapatılarak, turistler için dinlenme mekanı yapılacak" diye konuştu.

Sarayın bahçesine otobüslerin girmesini de yasaklayacaklarını söyleyen Koç, "Bundan sonra ziyaretçiler akülü arabalar ile gezdirilecek" dedi. Sarayda personel eksikliğinin de bulunduğunu belirten Koç, "1973 yılında sarayda 200 personelin çalışırken, bugün çalışan sayısı sadece 35. Bu kadar az personel ile hizmet verilmesi mucize" dedi. Kaşıkçı Elması'nın sahte olduğu iddialarına ise Koç "Kaşıkçı elması için inceleme yaptırdık. Sahte olmadığı tespit edildi" diye cevap verdi.
Yeni Şafak Gazetesi, 23.06.2006
500 YILLIK İMRAHOR ÇEŞMESİ SIR OLDU

Mimar Sinan'ın çağdaşı Sai Çelebi tarafından 500 yıl önce Kağıthane'de inşa edilen Tarihi İmrahor Çeşmesi, önce yağmalandı, ardından sır oldu.

Tarihi İmrahor Çeşmesi, yakın zamanda iki kez saldırıya uğradı. İlk saldırıda, kitabenin 'ayna' bölümü kırılıp çalındı. Kırık parçalar, Kağıthane Belediyesi tarafından, Çukurcuma'da bir antikacıda bulundu ve satın alınarak depoya kaldırıldı. İkinci saldırıda kitabeyi bütün halinde sökemeyen hırsızlar, kopuk parçayı bıraktı. Çatı kısmı halen Çukurcuma'da olan çeşmenin yerine, Büyükşehir Belediyesi'nin Sadabad Projesi çerçevesinde inşaat yapan Çekdaş İnşaat San. Ve Tic. Ltd.'in işçi barakaları konuldu. Damat İbrahim Paşa'nın damadı Mehmet Paşa'ya ait bir nişantaşının da aynı dönemde kayıplara karıştığı bildirildi.

İstanbul'daki tarihi çeşmelerin restorasyonunu gerçekleştiren İSKİ Su Vakfı'nın bir yetkilisi şöyle anlattı: “Gözümüzün önünde koca çeşmeyi söküp götürdüler. Peşlerinden koştum, “Nereye götürüyorsunuz?” dedim, yanıt alamadım. Akıbeti konusunda hiçbir bilgi alamadık. Bölgede Sadabad Projesi çerçevesinde inşaat çalışması var. Çeşmenin de bulunduğu alan yükseltildi. Bu sırada kaldıırlmış olabilir. Tarihi bir yapıya böyle davranılmaz. Kaldırılması için Koruma Kurulu'nun izni gerekiyor.”

Bizans ve Osmanlı sanat tarihçisi, Anıtlar Kurulu eski üyesi Prof. Dr. Semavi Eyice, mimari özellikleri ve tarihi üzerine makaleler yazdığı eser için “O çeşmeye çok üzülüyorum” diyor. Prof. Eyice, tarihi çeşmeyle ilgili şu bilgileri verdi: “Önce üzerindeki kitabeyi sökmek için kırdılar. Sonra kitabe de parçalandı. Kağıthane Belediyesi (önceki) ile görüştüğümde, “Parçaları toplattık, monte edeceğiz” dediler. Birşey yapıldığını görmedim. İmrahor Çeşmesi, Kağıthane Mesiresi içinde, Sadabad'dan önce inşa edildi. Özelliği, bahar aylarında saray atlarını yeşil ota çıkarıyorlar. Değerli bir çayırı var. Saray atlarının baş sorumlusuna Emir Ahur denirdi. Halk dilinde İmrahor olmuş. İmrahor önemli bir makam, büyük bir ünvan. Bu ünvanın kalması için bir de İmrahor Kasrı yapılmış. Çeşme bu kasrın tam karşısına inşa edilmiş. Mimari karakteri olan, som mermer kaplı, kemeri de çift renkli taşlardan, kırmızı beyaz bir çeşmeydi.”
Hürriyet Kelebek, Haber: Ali Dağlar, 23.06.2006
İL MÜDÜRLERİ, MÜZELERİN YEREL YÖNETİMLERE DEVREDİLMESİNE KARŞI

Adana İl Kültür ve Turizm Müdürü Zeki Yılmaz, hazırlanan yasa tasarısıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı güzel sanatlar galerileri, müze, kütüphane, kültür merkezi ile danışma bürolarının belediyelere ve il özel idarelerine devredileceğini hatırlatarak, "Tarihi eserden anlamayan kişilerin müzelerin başına getirilmesi sakınca yaratabilir" dedi.

Zeki Yılmaz, yaptığı açıklamada, "Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Bazı Taşra Kuruluşlarının İl Özel İdareleri ve Belediyelere Devredilmesi ile Bazı Yasa ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Tasarısı"nın TBMM Başkanlığı'na sunulduğunu hatırlatarak, yasanın yürürlüğe girmesiyle 23 ulusal müzenin dışındaki Kültür Bakanlığı'na bağlı il, ilçe ve beldelerdeki kütüphane ve müzelerin yerel yönetimlere devredileceğini belirtti.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Yasa'ya eklenecek maddeyle bakanlığın taşra teşkilatında bulunup belediye sınırları içinde yer alan güzel sanatlar galerileri, müzeler, kütüphaneler, kültür merkezleri ile danışma büroları belediyelere; belediye sınırları dışında kalanlar ile il halk kütüphaneleri ve arkeolojik eser bulunan müzeler ise il özel idarelerine devredileceğini söyleyen Yılmaz, "Bu kapsamda il müdürlükleri de kaldırılacak. Yasayla birlikte, 81 il kültür ve turizm müdürüyle 100 müdür yardımcısının görevleri sona erecek. Bu yöneticiler en geç 6 ay içinde derece ve kademelerine uygun olarak il özel idaresi tarafından ihtiyaç duyulan kadrolara atanacak ve yeni bir kadroya atanıncaya kadar, eski görevlerinde eline geçen parayı almaya devam edecek" dedi.

Belediyelerin kendi personeline maaş ödemekte zorlandığını ifade eden Yılmaz, "Belediyeler, müzelerin devredilmesiyle birlikte artacak olan personeline nasıl para ödeyecek? Bunun yanı sıra belediyelerin arkeoloji kadrosu yok. Müzelerde kimler görev yapacak? Tarihi eserden anlamayan kişilerin müzelerin başına getirilmesi sakınca yaratabilir. Hükümet Çankaya'dan dönen Personel Yasası'nı parça parça uygulamaya çalışıyor. Yerinden yönetimi sağlamak istiyor ancak tarihi eserler bu durumdan zarar görecek" diye konuştu.
turizmgazetesi.com, 23.06.2006
TRALLEİS KAZILARI YENİDEN BAŞLIYOR



Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı ve Tralleis Kazı Başkanı Prof. Dr. Abdullah Yaylalı, Tralleis kazılarının 1 Temmuz'da yeniden başlayacağını belirterek, ''İyi bir ödenek alırsak Ekim-Kasım'a kadar çalışma yapma şansımız olacak'' dedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığının kazıyla ilgili olarak ilk etapta 25 bin YTL ödenek gönderdiğini, bu ödeneğin çok az olduğunu ve daha sonra gelecek ödeneklerde bu miktarın daha da fazla olması için çalışma yaptıklarını belirten Yaylalı, ''İyi bir ödenek alırsak Ekim-Kasım'a kadar çalışma yapma şansımız olacak'' diye konuştu. Bu yıl yapılacak çalışmaların gelecek yıla hazırlık olacağını vurgulayan Yaylalı, ''Bu yıl yapacağımız çalışmalara, geçen kazı döneminde ortaya çıkarılan yerlerin temizliğini ve bakımını yaparak başlayacağız. Bu arada Gymnasion'daki restorasyon çalışmalarının ön hazırlıklarını ve proje çalışmalarını yapacağız'' dedi.

Üç Gözler'de de gelecek yıldan itibaren güçlendirme yapacaklarını söyleyen Yaylalı, şöyle devam etti: ''Düşen ve bulunan taşları yerlerine yerleştireceğiz. Üç Gözler sağlamlaştırıldıktan sonra, bir taraftan Üç Gözler'in açılmasına devam edilirken, bir taraftan da bilimsel ağırlıklı olarak yerleşim katmanları nereye kadar gidiyor onları araştıracağız. Üç Gözler'in bir an önce ortaya çıkarılması için gayret göstereceğiz. Üç gözler, Anadolu'da bu boyutta az sayıda sağlam kalabilmiş yapılardan biridir. Bunun bir an önce açığa çıkarılıp, koruma altına alınması gerekmektedir. Sadece kazı yapmayacağız, koruma önlemleri de alacağız.''
Bu yıl çalışmaları 10 akademik personel, 5 arkeolog ve 20 öğrenciyle yürüteceklerini belirten Yaylalı, ''Tralleis'in ilk aşamada kitle turizmine açılması mümkün değil. Çünkü, Üç Gözler dışında gösterilecek yer yok. Tralleis, kazı çalışmaları bittikten ve koruma önlemleri alındıktan sonra ziyarete açılacak'' diye konuştu.

Tralleis kazıları 1996 yılında başlamış ve son iki yıldır ortaya çıkan çeşitli sorunlar nedeniyle kazı çalışmaları yapılamamıştı.
Aydın Denge Gazetesi, 23.06.2006
TARİHİ ESERLER TEMİZLENECEK

Uzun süre Fuar alanında kalan, İzmit'e ait tarihi eserler eski gar çevresindeki yeni yerlerine taşındılar. Valilik, Gar Bölgesi'ndeki projenin açılışı yapılmadan bu tarihi eserlerin temizlenmesi için ihale açtı. Ancak ihaleyi kazanan firma, temizlik çalışması için 40 tonluk bir makinayı bölgeye sokmak istiyor. Gar projesini yapan firma ise, bu aracın yeni yapılan yollara zarar vereceğini belirtiyor. Temizlik makinası sokmak için bölgede geçici yeni bir yol açılacak.
Özgür Kocaeli, 23.06.2006
KONGRE BİNASINA KOÇ DESTEĞİ

Koç Holding, tarihi Erzurum kongre binasının tadilatının yapılması için, 43 bin 800 YTL'lik yardımda bulundu. Koç Topluluğu Erzurum bayileri, Koç Bankta, Kongre Caddesi'ndeki tarihi kongre binasının tadilatı için açılan hesap defterini, Erzurum Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Muhammer Cindilli'ye teslim etti. Yapılan 43 bin 800 YTL'lik yardımın az ancak anlamlı olduğunu ifade eden Cindilli, kongre binasının tadilatı için gelecek ay başlanacak çalışmaların kısa sürede bitirilmesinin planlandığını kaydetti.
Erzurum Gazetesi, 23.06.2006
MÜZE VE ÖREN YERLERİNE ZİYARET EDENLERİN SAYISI YÜZDE 35 AZALDI

Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka, 2006 yılının beş aylık döneminde Aydın'da müze ve ören yerleri ziyaretçi sayılarında azalma olduğunu bildirdi.

Aktakka, yaptığı yazılı açıklamada, Aydın'ın 2005 yılının beş aylık döneminde müze ziyaretçi sayısının 56 bin 839 iken, 2006 yılının aynı döneminde bu sayının yüzde 35'lik bir azalma ile 37 bin 73 kişiye düştüğünü belirtti.

Ören yeri ziyaretçi sayısının 2005 yılının beş aylık döneminde 126 bin 412 olduğunu ifade eden Aktakka, 2006 yılının 5 aylık döneminde yüzde 29'luk bir azalma ile bu sayının 89 bin 819'a düştüğünü kaydetti.

Aktakka ayrıca, Kuşadası limanından günü birlik giriş yapan turist sayısının 2005 yılının beş aylık döneminde 60 bin 632 olduğunu, bu yıl ise 18'lik artışla 73 bin 826'ya yükseldiğini kaydetti.
Aydın Denge Gazetesi, 23.06.2006
JANDARMA'DAN TARİHİ ESER OPERASYONU

Düzce İl Jandarma Komutanlığı'nın Düzce ile Kocaeli illerinde yaptığı tarihi eser operasyonunda Bizans ve Roma dönemine ait 350 parça tarihi eser ele geçirildi. Edinilen bilgilere göre, Düzce il Jandarma Komutanlığına bağlı ekiplerin Düzce ve Kocaeli illerinde yaptığı takip ve istihbarat çalışması sonucunda Bizans ve Roma dönemine ait 350 adet tarihi eser ele geçirildi. Olayla ilgili olarakta 10 kişi gözaltına alınırken 4 araca'da el konuldu. Bizans ve Roma dönemine ait olduğu belirlenen toprak kap, siteli ve figür işlemeli mezartaşı, heykel, haç amblemli kolyeler, göz yaşı şişesi ve çok sayıda sikke ele geçildi. Olayla ilgili olarak tahkikat devam ediyor. Tarihi eserler Düzce'de Konuralp Müzesi bulunmasına rağmen Müdür kadrosu boş olduğundan Bolu Müzeler Müdürlüğü'ne teslim edilecek.
Düzce Damla Gazetesi, 23.06.2006
KATKI







INDE DEUS ABEST'LE İŞTİGAL
ya da
“NASIL ANLATSAAAAM
NERDEN BAŞLASAAAAM...
BODRUUUM BODRUUUM”
*

II

MÜZE KAVGASI ARTIK SAVCIDA


Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ndeki zindanın girişinde yazılı olan ve eski müze müdürü Oğuz Alpözen tarafından 500 yıllık olduğu iddia edilen 'Inde Deus Abest' yazısının, ortaçağda yazılmış orijinal bir yazı olmadığı ortaya çıktı.

Kültür Bakanlığı'nın teknisyen Behçet Dinçer, zindanla birlikte yazıyı gördüklerini iddia eden dönemin müze müdür yardımcısı Aykut Özer, personel şefi Ali Uçarer, arkeolog Mehmet Özgenç hakkında yasal işlem başlatacağı belirtildi.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Şube Müdürü Zülküf Yılmaz, Latin dili uzmanı Haydar Dönmez ve İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi epigraf (kitabe uzmanı) Prof.Dr. Hamdi Sayar, iki gün süren incelemelerinin ardından hazırladıkları raporu bakanlığa gönderdi. Bilim heyeti, zindanın açıldığı günden bu yana bulunan eserler ve yapılan işlerle ilk fotoğrafların yer aldığı Zindan Dosyası'nı inceledi. Dosyada söz konusu yazıyla ilgili tutanak, fotoğraf veya belgeleme bulunamadı. Bilim heyetinin hazırladığı raporda, yazının ortaçağda yazılmadığının saptandığına dikkat çekildi. Harflerin yazılış ve yerleştirilme şekli ortaçağ döneminin taş yazıtlarının karakteristlik özellikleriyle karşılaştırıldı. Ayrıca yazının 'zihniyeti'yle mekânın 'uyuşmadığı' belirtildi. Heyetin raporunda "Yazı 13 yıl önce yazılmış" ifadesi yer almadı.



Ortaçağda kaleme alınmış kitabelerdeki yazıların bitişik düzende olması gerekirken, müzedeki yazıda kelimelerin ayrı olduğuna işaret edilen raporda, Latince 'Deus' sözcüğündeki 'u' harfinin küçük yazımlarda 'u', büyük yazımlarda 'v' şeklinde kullanılması gerektiğinin altı çizildi. Yazının 13 yıl önceki buluntu kayıtlarında yer almadığı belirtilen raporda, teknisyenin durumu itiraf ettiğinin de altı çiziliyor. Konuyla ilgili raporu, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'a sunacaklarını belirten uzmanlar, Bakan Koç'un açıklama yapacağını bildirdiler.

Behçet Dinçer'in ise yakın çevresine, "Gerçeğin ortaya çıkmasıyla üstümden büyük bir yük kalktı. Ancak bazı çevreler beni günah keçisi yapıp, tarihle benim oynadığımı düşünüyor. Oysa ben Alpözen tarafından bana verilen binlerce talimattan bir tanesini yerine getirmekten başka bir şey yapmadım. Müzenin birçok yerinde benim çalışmalarım, yazılarım, şekillerim vardır. 26 yıldır emek verdiğim, ekmek yediğim müzeye nasıl ihanet edebilirim? Asıl suçlu olanlar, bizi ve tarihi kandıranlar, yanıltmaya cesaret edenler cezasız bırakılmamalı" dediği öğrenildi.

Eski Müze Müdürü Oğuz Alpözen de, 27 yıl görev yaptığı ve bir anlamda yoktan var ettiği müzeyi bekçi gözetiminde gezebildi. Yazı tartışmasından sonra ilk kez Sabah gazetesi muhabirleriyle Bodrum Kalesi'ne gelen Alpözen'i, elinde telsiz ve üzerinde tabanca olan 2 bekçi ile bir şef, adım adım izledi. Bu takip müzeden sonra da sürdü. Alpözen, Bodrum sokaklarında da müze şefi Erol Ataer tarafından bir dedektif gibi izlendi. Alpözen, "Ağaçlarını bile eşimle birlikte diktiğim Bodrum Kalesi'ni ve müzeyi böyle gezmek beni kahretti. Bu nasıl zihniyet" diye sitem etti.



Alpözen, "Bu yazıyı ben sonradan yazdırmış olsam, bu kadar küçük ve görünmez halde yazdırmazdım. Şimdi bu yazıyı yazdığını iddia eden Behçet Dinçer'in eline tekrar çekiç versinler aynısını yazabiliyor mu görelim" dedi. Alpözen, "Dinçer, benden baskı gördüğü için 1994'te, yazının orijinal olduğunu söylemek zorunda kalmış. Şimdi baskı görmediğini kim iddia edebilir. Asıl şimdi üzerinde baskı olduğu ve bana karşı bir yıpratma kampanyası için bu iddiada bulunuyor. Onu da piyon olarak kullanıyorlar" diye konuştu.

Bu arada 'Inde Deus Abest' ifadesi, Kültür Bakanlığı'nın müzeyi tanıttığı sayfadan silindi. Bu ifade, bakanlık internet sitesinde, Bodrum Müzesi ile ilgili bilgilerin verildiği 'Zindan' başlıklı sayfada daha önce büyük harflerle yer alıyordu.

Bodrum Kalesi Sualtı Arkeoloji Müzesi'ndeki tarihe zarar verme, görevi kötüye kullanma, soygun ve imitasyon eserlerle ilgili iddialara savcılık el koydu. Müzedeki zindanın girişindeki Latince 'Inde Deus Abest' yazısıyla ilgili tartışmayla, orijinal eserlerin dışarıya kaçırılıp imitasyonlarının sergilendiği iddialarını değerlendiren Bodrum Cumhuriyet Başsavcısı Berkant Karakaya, geniş kapsamlı soruşturma başlattı. Karakaya, "4483 sayılı Memurin Muhakematı Kanunu kapsamındaki 'görev sebebiyle' ve 'görev sırasında' işlenen suçlardan yalnızca 'görev sebebiyle' işlenen suçlar kapsamında soruşturmayı sürdüreceğiz. En küçük bir ipucu ve delilin peşini bırakmayacağız" dedi.

Dönem tespiti nasıl yapılıyor?
Dönem tespiti için, yazının üzerine hafif ıslatılan mürekkep kurutma kâğıdı konuluyor. Fırçayla üzerine vurularak kâğıdın çukur yerlere girmesi sağlanıyor. Kâğıt kuruduktan sonra yazının kâğıda çıkan sureti inceleniyor. Kullanılan ikinci yöntemdeyse, yazının üzerine arap sabunu eriyiği sürülüyor. Onun üzerine de kauçuktan üretilen lateks, fırçayla iki üç milimetre kalınlık oluşana kadar sürülüyor. Soğuduktan sonra plastik haline gelen lateks, sökülüp inceleniyor.

Radikal - Sabah - Akşam - Milliyet - Hürriyet, Der: Ayşe Didem Bayvas, 19-21.06.2006


*
MFÖ'ün “Bodrum Bodrum” isimli şarkısından alınmıştır.

ÇATALHÖYÜK'TE KAZILAR BAŞLADI

Dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri olarak kabul edilen Çatalhöyük'te yapılan hazırlık çalışmalarından sonra kazılar başladı. Konya'nın Çumra İlçesi'ndeki Çatalhöyük kazı alanında bu yıl ilk etapta yapılan çalışmalara, Stanford Üniversitesi Arkeoloji Profesörü ve Çatalhöyük Kazı Başkanı Ian Hodder, Başkan Yardımcısı Shahina Farid ile birlikte İngiltere, ABD, Sırbistan Karadağ, Romanya ve Türkiye'den 32 arkeolog katıldı.

Haziran ayının ilk 2 haftasında hazırlıklarını tamamlayan 32 kişilik ekip, kazı çalışmalarına başladı. Tüm hazırlıkların tamamlandığını ve birkaç gün önce kazılara başladıklarını ifade eden Stanford Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkan Yardımcısı Shahina Farid, "Kazılarımızın başlamasıyla birlikte yeni bulgular elde etmeye başladık. Çok dikkatli çalışan ekibimiz yeni evlerin yanı sıra insan iskeletleri, hayvan kemikleri buldu. Çalışmalarımızı yoğunlaştırarak devam ediyoruz. Şu anda 5 ülkeden toplam 32 kişi bulunan kazı çalışmalarına, 2 hafta sonra Almanya, Polonya ve ABD'den gelecek 100 kişilik bir ekip daha katılacak" dedi.

Çatalhöyük'ün dünya açısından önemli olduğunu ve Türkiye'nin de arkeoloji turizmine büyük katkı sağlayacağını dile getiren Shahina Farid, "Geçtiğimiz yıllarda 20 evi ziyarete açmıştık. Bu yıl 20 Ağustos'a kadar sürecek çalışmalarımızdan sonra yeni evlerin de ziyarete açılmasını hedefliyoruz. 10 yıldan fazla devam etmesi planlanan kazılar, bu bölgeyi bir araştırma, eğitim ve turizm merkezi haline getirecektir" şeklinde konuştu.

Dünyadaki ilk yerleşim yerlerinden biri olarak kabul edilen ve geçmişi 9 bin yıl önceye dayanan Çatalhöyük, 1950'lerin sonlarından beri sadece arkeologlar tarafından değil, birçok kesim tarafından ilgiyle izleniyor. 1961 yılında James Mellaart'ın başlattığı ve sadece 4 yıl sürdürebildiği kazılar, 1993 yılında öğrencisi Ian Hodder başkanlığında tekrar başlamıştı.
turizmgazetesi.com, 22.06.2006
AYASOFYA MÜZESİ BİR SONRAKİ KİTABA...

'Masal Masal İstanbul' projesi kapsamında hazırlanan kitaplara Ayasofya Müzesi'ni almayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kız Kulesi ile Ayasofya'nın bundan sonra basılacak eserler arasında olduğunu açıkladı.

Büyükşehir Belediyesi'nin yazılı açıklamasında, 23 kitaplık 'Masal Masal İstanbul' serisini 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda dağıtılmak üzere '23 Masal 23 Şehir' konsepti ile hazırlandığı belirtilerek, şöyle denildi: "Çalışma, 23 Nisan'a yetiştirilememiş ve 15 Haziran'da duyuruldu. Daha sonra proje Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın direktifiyle eser sayısı 34'e çıkarılarak genişletildi. Buna göre masallardan ilki olarak kamuoyuna duyurulan 'Kız Kulesi'nin ardından ikinci eser 'Ayasofya' olacak." Büyükşehir Belediyesi, 'masal içermediği' gerekçesiyle Ayasofya'ya 23 kitaplık dizide yer vermeyince tepki görmüştü.
Radikal, 22.06.2006
İZMİR'İN KURULDUĞU YER ARKEOLOJİK PARK OLUYOR

İTO Başkanı Demirtaş, kentin doğduğu Bayraklı eski Symrna Ören Yeri'ni şehir turizmine kazandırarak, cazibe merkezi yaratmayı amaçladıklarını söyledi. Yeni kazı sezonunun başlamasının ardından İzmir Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş ve İzmir Ticaret Odası Bayraklı Kazılarını İzleme Komitesi üyelerinin, Bayraklı Eski Smyrna Ören Yeri'ni ziyaret ederek, kazı Başkanı Prof. Dr. Meral Akurgal ve teknik ekibiyle incelemelerde bulunduğu bildirildi.



İZTO'dan yapılan açıklamada, Eski Smyrna'nın önemli bir arkeolojik değer olduğunu ve mutlaka şehir turizmine kazandırılması gerektiğini belirten Demirtaş, Eski Smyrna Ören Yeri'nin arkeolojik bir park haline getirilmesini sağlayarak, turistik bir cazibe merkezi yaratmayı amaçladıklarını kaydetti. Demirtaş, "İzmir'in doğduğu yerin, gezilebilir, görülebilir ve fark edilebilir bir yer haline gelmesini sağlayacağız" dedi.

Symrna Antik Kenti'nin körfeze açılacak bir kanalla birleştirilerek, eski günlerde olduğu gibi denizle buluşturulmasının projeyi tamamlayacağını ifade eden Demirtaş, şunları kaydetti: "Bu fikir, İzmir Yeni Kent Merkezi Kentsel Tasarım Fikir Yarışması'nı kazanan Alman Mimar Brandi'nin projesinde yer alıyor. Bu, bizim de yıllardır hayalini kurduğumuz bir projeydi. Yeni kent merkezinin hayata geçirilmesi ve Smyrna'nın denizle buluşturulması kentimizin çehresini tamamen değiştirecektir. Kazı çalışmalarıyla birlikte Smyrna'nın denizle buluşturulması konusunda da elimizden gelen desteği sağlamaya hazırız."

İZTO'nun Bayraklı Eski Symrna Kazıları'na 2005 yılından bu yana sponsor olduğunu anlatan Demirtaş, şu bilgileri verdi: "Odamız, 1991 yılında sütun başlığı kopyası yapımı, 1996 yılında megaron konservasyonu olmak üzere daha önce iki kez kazılara destek olmuştu. Ancak bundan sonra daha hızlı bir şekilde çalışmaların sürdürülerek Eski Smyrna'nın en kısa sürede kent turizmine kazandırılmasını istiyoruz. Bu nedenle 1993 yılından bu yana kazı başkanlığını yapan Prof. Dr. Meral Akurgal'dan ayrıntılı bilgi alarak, yapılacak çalışmaları görüştük."

Neler Yapılacak?
- Ören yerinin güneyindeki rıhtım ve sur yapısı onarılacak, restorasyon çalışması yapılacak.
- Güney giriş kapısı ve surlar ayağa kaldırılacak.
- Alanda yürüyüş ve gezi parkuru oluşturulacak.
- Yönlendirme ve bilgi panoları kuvvetlendirilecek.
- Turistlerin ve ziyaretçilerin soluklanmaları ve bilgi alabilmeleri için bir merkez oluşturulacak.
- Ören yerinden çıkan eserlerin minyatür kopyaları ve hediyelik eşyalar yapılarak etkin tanıtım sağlanacak.
- İzmir Ticaret Odası'nın yaptırdığı Bayraklı tanıtım kitapçığı İzmir'e uğrayan tüm kruvaziyer gemilerinde dağıtılacak.
- Alandaki doğal bitki örtüsünün bakımı yapılacak.
Yeni Asır, 22.06.2006
AOÇ KURTULDU

Atatürk Orman Çiftliği'nin yasal statüsü, dün TBMM'de kabul edilen kanun teklifiyle yenilendi. CHP'nin istekleri doğrultusunda yenilenen kanunun maddelerine göre, "Atatürk Orman Çiftliği arazileri üzerinde konut, ticaret ve sanayi amaçlı yapılaşma yapılamaz" kesin hükmüyle çiftlik imara açılma tehlikesinden kurtulmuş oldu.
Hürriyet, 22.06.2006
URFA'NIN HER YANI KAZI ALANI

Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Cihat Kürkçüoğlu, tarihte ilk mimari eserlerin yanı sıra, ilk tarımın yapıldığı ve dünyaya yayıldığı yer olarak bilinen Şanlıurfa'da yapılacak her arkeolojik kazının, insanlık tarihine yeni bilgiler katacağını söyledi. Kürkçüoğlu, Şanlıurfa'nın, dünyada kültür ve medeniyet merkezi sayılan ve arkeoloji literatüründe “Bereketli Hilal” olarak adlandırılan bölgede yer aldığını anımsattı.

İl genelinde 1979 yılında başlatılan Atatürk Barajı kazıları ile 1983 yılından bu yana devam eden Harran kazılarının yanı sıra, bölgede tarihi öneme sahip Gürcütepe, Kazene, Şaşkan ve Göbeklitepe gibi toplam 35 arkeolojik kazı çalışması yürütüldüğünü aktaran Kürkçüoğlu, bu kazılardan elde edilen ve paleolitik çağdan günümüze kadar tüm Ön Asya ve Ortadoğu'nun tarihine ışık tutan 80 bin civarında eserin bir kısmının Şanlıurfa Müzesi'nde sergilendiğini kaydetti.

Eserlerin önemli bir kısmının ise yer darlığı nedeniyle müzenin depolarında muhafaza edildiğini belirten Kürkçüoğlu, “dünyada en fazla arkeolojik kazının yapıldığı” kentlerden biri olan Şanlıurfa'da yeni bir müzeye ihtiyaç olduğunu belirtti.

Bölgenin öneminin arkeologlar tarafından anlaşılmaya başlandığına işaret eden Kürkçüoğlu, şunları söyledi: “Bundan sonraki yıllarda Şanlıurfa'da daha çok arkeolojik kazı çalışması yapılacak. Çünkü tarihte ilk mimari eserlerin yanı sıra ilk tarımın yapıldığı ve dünyaya yayıldığı yer olarak bilinen Şanlıurfa'da yapılacak her arkeolojik kazı, insanlık tarihine yeni bilgiler katacaktır. Mevcut tarihi eserlerin ve yeni kazılar sonucu elde edilecek tarihi eserlerin sergilenmesi için Millet Hanı projesinin bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da destek verdiği bu projenin en kısa sürede tamamlamak için herkesin üzerine düşeni yapması gerekiyor.”

Cihat Kürkçüoğlu, Osmanlı döneminden kalma Millet Hanı'nın restore edilerek kültür merkezine dönüştürülmesi için geçtiğimiz yıl Şanlıurfa Valiliği'nin desteğiyle bir proje hazırlandığını da hatırlattı.

Yavuz Sultan Selim tarafından 16. Yüzyılın başlarında inşa ettirilen ve bir dönem askeri kışla ve Alman Yetimhanesi olarak da kullanılan hanın restorasyonu için 5 milyon YTL'lik finansmana ihtiyaç olduğunu aktaran Kürkçüoğlu, içerisinde müze ve kültür müdürlüğü hizmet binalarının yanı sıra el işi atölyeleri ve kitap satış mağazalarının da yer alacağı tarihi hanın, İstanbul'daki Arkeoloji Müzesi'nden daha büyük bir alana sahip olduğunu kaydetti. Projenin tamamlanması halinde Şanlıurfa Müzesi'nin depolarında muhafaza edilen tarihi eserlerin sergilenebileceği yeni bir mekana kavuşacağını aktaran Kürkçüoğlu, “Kültür ve turizm şehri olan Şanlıurfa, Millet Hanı projesiyle cazibe merkezi olabilir” diye konuştu.
Evrensel Gazetesi, 22.06.2006
TUNCA KÖPRÜSÜNÜ ONARACAK EKİP GELDİ

Bosna Hersek'teki tarihi Mostar Köprüsü'nün tadilatını yapan işçilerin görev aldığı ekip, Tunca Nehri Kenarına şantiyesini kurdu. Kırkpınar'ın bitmesiyle birlikte onarım başlayacak.Tarihi Ekmekçizade Ahmet Paşa (Tunca) köprüsünün onarımını yapacak firma, köprü yakınına şantiyesini kurdu. Ekip, köprünün onarımı için Kırkpınar'ın bitmesini bekleyecek.

Köprü, 1607-1615 yılları arasında Ekmekçizade Ahmet Paşa adına Tunca Nehri üzerine Sedefkar Mehmet Ağa tarafından inşa edilmişti. Geçtiğimiz yıl yaşanan su taşkınlarının ardından yan kanatları yıkılan ve böylece kötü durumda olan Ekmekçizade Ahmet Paşa köprüsü (halk arasındaki ismi Tunca Köprüsü) onarım için gün saymaya başladı. Geçtiğimiz yıl yapılan sondaj çalışmasıyla köprüler hakkında bilgi edinen ekipler, bu yıl da köprülerin onarımına başlayacak. İlk olarak onarılacak köprü Tunca Köprüsü olurken, diğer köprülerin de onarımının kısa sürede yapılacağı belirtiliyor.

Tunca Köprüsünün onarımımı yapacak olan ERBA İnşaat Firmasına ait ekipler, Tunca Köprüsü yanındaki boş alana şantiyesini kurdu. Yetkililer, Kırkpınar'a kadar şantiyenin tam olarak faaliyete geçeceğini, şu anda belediye, TREDAŞ ve Türk Telekom ile görüşmeler yaptıklarını söyledi. Şirket yetkilileri, köprüyü onaracak ekipte yer alan çalışanların Bosna Hersek'de bulunan tarihi Mostar Köprüsü'nü onaran görevliler olduğunu belirtti. Onarım çalışması Kırkpınar'dan sonra başlanacak köprüde, ilk olarak nehrin akış yönü değiştirilecek. Ardından yayaların geçebilmesi için ahşap bir köprü yapılacak. Araçlar ise Bosna Köy yolundan Karaağaç'a ulaşım sağlanacak. Tunca Köprüsünün ardından da yine Mostar Köprüsünün onarımını yapan Ebru İnşaat; Fatih, Kanuni ve Yalnızgöz Köprülerinin onarımını yapacak.

Edirne Valisi Nusret Miroğlu daha önce yaptığı açıklamada, 2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığımızca tarihi köprülerin onarımı amacıyla aktarılan 1 milyon YTL ödenekten 8 tarihi köprümüzün projelerinin hazırlandığını söylemişti. Uzunköprü'nün ise proje ihalesi için çalışmalar sürdürüldüğünü hatırlatan Miroğlu, “Projesi hazırlanan 8 köprüden 4'ünün (Fatih, Kanuni, Yalnızgöz, Tunca) restorasyon ihaleleri yapıldı. Diğer 4'ünün ise (Meriç, Saraçhane, Bayezid, Gazimihal) ihale hazırlıkları sürdürülüyor. Bu köprülerimizin tümü için 67 milyon YTL harcanması planlanmakta” diye konuşmuştu.
edirneninsesi.com, 21.06.2006
BURSA'DA KÜLTÜR MİRASINA KORUMA

Bursa'nın merkez Osmangazi İlçe Belediyesi'nin, "Çarşı Bölgesi"nde yoğunlaştırdığı tarihi kültürel miras çalışmalarının, Gökdere Medresesi, Tuz Han ve Geyve Han'da devam ettiği bildirildi.

Osmangazi Belediyesinden yapılan yazılı açıklamaya göre, Uzun Çarşı'da üst örtü projesi kapsamında yürütülen çalışmalarda, sona yaklaşıldı.
Restorasyonu tamamlanan Gökdere Medresesi'nin aydınlatma sistemleri yerleştirildi, restorasyonun sorunsuz yürütülebilmesi amacıyla boşaltılan Tuz Han, eklentilerinden de kurtulduktan sonra gerçek görüntüsüne kavuştu.

Önemli aşamalar kaydedilen Geyve Han'daki restorasyon çalışmaları ise gündüz saatlerindeki alışveriş yoğunluğu nedeniyle gece saatlerinde yürütülüyor. Üst örtünün demir aksamının yerleştirildiği çalışmalar, iki vinç yardımıyla yürütülüyor.
trt.gov.tr, 22.06.2006
EFES'TEKİ BÜFELER KALDIRILACAK MI?

Selçuk Belediyesi Efes Antik Kenti'ndeki büfelerin kaldırılması için yasal başvuru yaptı.
Kültür Bakanlığı Döner Sermaye ve İşletmeleri Merkez Müdürlüğü ile kaymakamlığa bağlı köylere hizmet götürme birliği arasında yapılan protokolle işletilen Efes Antik Kenti'ndeki 7 büfenin ören yerinde görüntü kirliliğine yaratması ve antik yapı dışındaki büfelerle haksız rekabet oluşturması eleştiriliyor.

İzmir İl Genel Meclisi CHP grubu üyelerinin yaptıkları inceleme sonrası büfelerin kaldırılması için girişimler başladı. Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür de büfelerin kaldırılması için yasal başvuru yaptıklarını açıkladı.
turizmhabercisi.com, 21.06.2006
AYASOFYA'DA MÜDÜR ÜÇÜNCÜ KEZ GERİ DÖNDÜ

Milliyet Gazetesi'nin ortaya çıkardığı "turnike yolsuzluğu" davasında yargılanan Ayasofya Müzesi'nin eski müdürü Mustafa Akkaya görevine geri dönüyor. Müfettiş raporlarında, özel bir sistemle müzenin giriş turnikelerinin boşa dönmesini sağlayarak aynı biletleri tekrar satıp devleti zarara uğrattıkları öne sürülen Akkaya ile birlikte müzede görevli 12 kişinin, Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılamaları devam ediyor. Usulsüzlük ve ihmal gerekçeleriyle görevinden 3 kez uzaklaştırılan Akkaya, daha önce yargı kararlarıyla geri dönmüştü. En son Ayasofya Müzesi'nin dış ışıklandırma sisteminin bir yıl boyunca arızalı kalmasına sebep olduğu ve bunu üst makamlara bildirmeyerek görevini yerine getirmediği gerekçesiyle maaştan kesme cezasına çarptırılan Akkaya, Yozgat Müze Müdürlüğü'ne tayin edilmişti. Bölge İdare Mahkemesi'ne dava açarak yürütmeyi durdurma kararı aldı. Mahkemenin kararında şu ifadelere yer verildi: "Davacının, hizmetin yürütülmesinde kusurlu davranışları bulunmakta ise de bu davranışlar nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmış olup aynı fiilin naklen atamaya gerekçe olarak alınmasının atamanın cezalandırma amacını taşıdığı gibi, davacının disiplin cezasına neden olan fiilerinin görev yerinin değiştirilmesini gerektirecek nitelikte olmadığı sonucuna ulaşılmıştır."
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 21.06.2006























HASANKEYF'TE KAZI ÇALIŞMALARI

Ilısu Barajı suları altında kalacak olan Batman'ın tarihi ilçesi Hasankeyf'te kazı çalışmaları başladı. Hasankeyf Kazı Ekibi Başkanı ve Konya Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdusselam Uluçam, 20 öğrenciyle başladıkları kazı çalışmalarının 15 Eylül tarihine kadar devam edeceğini söyledi. Prof. Uluçam, 15 Eylül-15 Ekim tarihleri arasında ise çıkan eserlerin tasnifi, belgelenmesi ve müzeye tesliminin gerçekleştirileceğini belirtti. GAP İdaresi, DSİ ve Turizm ve Kültür Bakanlığı tarafından bu yıl kazılar için 1 milyon 500 bin YTL ödenek ayrıldığını kaydeden Prof. Uluçam, bu konuda bir sıkıntılarının bulunmadığını söyledi. Bu yılki kazı çalışmalarının 3 aşamada gerçekleştirdiklerini ifade eden kazı başkanı Uluçam, 1 Nisan tarihinden Haziran ayı başına kadar 2004-2005 kazı çalışmalarının yapıldığı alanlardaki yığınların, kale başının temizlendiğini açıkladı.

Haziran ayı başında planladıkları kazı çalışmalarını öğrencilerin final sınavları nedeniyle ertelemek zorunda kaldıklarını dile getiren Uluçam, "Bu yıl 2005 yılı kazı çalışmalarında yarım kalan Kasimiye bölgesi adını verdiğimiz antik bölgede çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bu bölgede özellikle Karakoyunlu ve Akkoyunlu dönemini işaret eden sanduka tipi mezarlar dediğimiz, orada yatan kişinin kimliğini yazan kitabeler bulunuyor. Bunları ortaya çıkararak Hasankeyf'te hüküm süren Akkoyunlular'ın, çağdaşı Eyyübiler'in ve daha önceki Artuklu döneminin buradaki hakimiyetinin nasıl olduğunu, burada kimlerin yaşadığını tespit etmeyi amaçlıyoruz" diye konuştu.

Bir gazetecinin, "Baraj yapımı bitmeden tarihi ilçede kazı çalışmalarının sona ermesinin mümkün olup olmadığı" yönündeki sorusuna Prof. Dr Uluçam, "Hasankeyf'teki arkeolojik kazıların ne zaman biteceğine dair bir tarih vermek mümkün değil. Toprağın altından ne çıkacağını bilmiyoruz" yanıtını verdi. Baraj yapımıyla ilgili direkt ilgilerinin bulunmadığını kaydeden Prof. Dr. Uluçam, sözlerini şöyle sürdürdü: "O konu, hükümetin ve devletin sorunudur. Biz burada Hasankeyf'in kültürünü ve tarihi dokusunu ortaya çıkarmayaçalışıyoruz. Süreci de göz önüne alarak çalışmalarımızı yoğunlaştırıyoruz. 'Şu kadar sürede Hasankeyf'in arkeolojik değerleri ortaya çıkar' denemez. İş imkanını, insan ve parasal gücü ne kadar arttırırsanız arttırın, çıkacak olan tarihi dokunun ve kültürel donanımın yapısıyla ilgili. Süreç hakkında kesin bir şey söylemek doğru değil. Mutlaka baraj yapılacaksa, mutlaka bunlar suyun altında kalacaksa, bunların başka yere taşınması, nelerin taşınabileceğinin belirlenmesi esastır. Bu süreçte bize düşen görevleri icra ediyoruz."

Uluçam, her yıl kazı çalışmalarında görev alan Hasankeyfli gençlerin bu yıl ücretleri az bularak çalışmadığını dile getirerek, "İşçilerin maaşlarını kazı başkanı olarak ben belirlemiyorum. Türkiye'nin her yerinde yapılan kazılarda eşit ücret veriliyor. Bu ücreti, Asgari Ücret Tespit Komisyonu belirliyor. İşçilerimiz çalışmaz ise öğrencilerle çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Kazı çalışmalarını arkeologlar, hocalar ve öğrenciler götürür. Amacımız, Hasankeyfli işsiz gençlerin ekmek kazanması idi. Bu nedenle böyle bir strateji izliyorduk. Hasankeyf'te daha önce kazı çalışmalarında çalışan işçileri davet ettik. Gelip gelmemeleri onların takdirine kalmış, ama bizim eleman sıkıntımız yok. 188 üniversite öğrencisi, kazılarda çalışmak için müracaat etti. Dönüşümlü bir sistemle bu öğrencilerle yolumuza devam edeceğiz" şeklinde açıklamada bulundu. Uluçam, önümüzdeki günlerde kazı çalışmalarına Hollanda ve Fransa'dan arkeoloji bölümü öğrencilerinin de katılacağını sözlerine ekledi.
Batman Kent Haber, 21.06.2006
YENİKAPI'DAN TARİH FIŞKIRDI

Marmaray Projesi kapsamında 14 arkeolog ve 150 işçinin çalıştığı Yenikapı'da sürdürülen arkeolojik kazılarda, toprağın altından tarih fışkırdı. Yaklaşık 10 milyon dolarlık bir bütçenin ayrıldığı kazılar sırasında 8 batık, çok sayıda anfora, sikkeler gibi arkeolojik eser gün yüzüne çıkarıldı. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kontrolünde devam eden kazılarla ilgili dün Yenikapı'daki kazı alanında basın toplantısı düzenlendi. Kazı başkanlığını yürüten Müze Müdürü Dr. İsmail Karamut gezdirdiği alanı gazetecilere tanıttı. Karamut, 24 bin metrekarelik alanda 8 batık bulunduğunu, ancak halen kazılmayan alanlar olduğunu belirtti. Karamut, kazıların UNESCO denetiminde yapıldığını ve çok önemli buluntuların ortaya çıktığını vurguladı. Karamut, bulunan antik limanla ilgili olarak da şöyle konuştu: "Fırtına sonucu batmış 8 tekne kalıntısı bulundu. Sur duvarlarının Konstantin'e ait olduğu tahmin ediliyor. Yapı taşları, duvarın 4.20 metrelik genişliği ve statik yapısı su duvarı olma ihtimalini güçlendiriyor. Ancak henüz net olarak sur duvarı demek doğru değil. MÖ 4'üncü yüzyıla ait bir gizli geçit var. Ayrıca mezarlar ve işlikler ortaya çıkarıldı. Koruma Kurulu bu alanın "arkeolojik park" olarak korunmasına karar verdi." Denize yaklaşık 1 kilometre uzaklıktaki alanda yüzeyden 4.20, deniz seviyesinden de eksi 1.20 metrede bulunan batıklardan çok sayıda amforalar ve işlenmiş büyük ahşap parçalar çıkarıldı. İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları, Texas Üniversitesi'nden Prof. Cemal Pulak, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Prof. Sait Başaran'ın ortak çalışmalarıyla bulunan batıklar önce müzeye getirilecek ve onarımlarının yapılmasından sonra Yenikapı istasyonunda oluşturulacak müzede sergilenecek.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 21.06.2006
ALTIN AFRODİT HEYKELİ ELE GEÇİRİLDİ

Muğla'da bir istihbaratı değerlendiren Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, tarihi eser sattığı belirtilen D.S. (34) ile iletişim kurdu.

Alıcı gibi davranan polis ekipleri, Aydın'ın Nazilli İlçesi'nde oturan D.S. ile altın Afrodit heykelini 40 bin Euro'ya almak üzere anlaştı. D.S., heykeli sivil polislere teslim ederken suçüstü yakalandı. Soruşturma kapsamında operasyonlara devam edilerek D.S. ile birlikte çalışan H.S. (36) ve B.İ. (41) yakalandı. Tarihi eser kaçakçılarının ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda, Hellenistik döneme ait altın Afrodit heykelinin yanı sıra aynı döneme ait bir bronz heykel, altı gümüş ve üç bronz sikke ile Roma dönemine ait sekiz bronz sikke ele geçirildi.
Hürriyet, Haber: Cavit Akgün, 21.06.2006
DİYALOG MÜZESİ'NİN 1865 PARÇASI TÜRKİYE'DEN

2007'de görevden ayrılmaya hazırlanan Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, dün açtığı medeniyetlerin tarihi gelişimini konu alan müzeyle Paris'e damgasını vurdu. Müzede Asya, Afrika, Okyanusya ve Amerika kıtasından 3500 adedi daimi olarak sergilenecek 300 binden fazla eser bulunuyor.

Chirac, Seine Nehri kıyısında 400 bin m2 alan içinde yer alan dünyanın en görkemli sanat ve medeniyet müzesini, "Kültürlerin diyalogta bulunduğu mekan" sloganıyla açtı. Müzenin Ortadoğu eserleri ve kültür varlıkları koleksiyonu sorumlusu Hana Chidiac açılıştan hemen sonra Hürriyet'e yaptığı açıklamada Türkiye'den 18, 19 ve 20'nci yüzyıla ait etnolojik değerde 1865 parçanın bulunduğunu, 650'sinin Osmanlı ve Türk hükümeti tarafından hibe edildiğini söyledi. Müzede, Türkiye'den takı, gelinlik, halı, düğün giysileri, kaftan gibi tekstil ürünlerinin yanı sıra miğfer ve tüfek gibi savaş aletleri de bulunuyor. Chidiac, yer darlığından parçaların 6 ayda dönüşümlü olarak sergileneceğini söyledi. Chirac ise "Bu müze, hızla ilerleyen ve gelişmekte olan modern yaşam tarafından tehdit edilen, zayıflatılmak istenen, marjinalliğe itilen halkların onurunu iade ediyor" dedi. Chirac, 260 milyon Euro'ya malolan ve adını Branly rıhtımından alan Quai Branly Müzesi ile Paris'e önemli bir miras bırakmış oldu.
Hürriyet, Haber: Muammer Elveren, 21.06.2006
APHRODİSİAS'TA RUHSATSIZ İÇKİ SATIŞINA TEPKİ

Aydın, Karacasu'ya bağlı Geyre beldesi Belediye Başkanı Hüseyin Kunak, belediye sınırları içerisindeki dünyaca ünlü Aphrodisias ören yerinde içki satıldığını, ancak ören yerinde içki satış ruhsatı olmadığını söyledi.

Kunak, yaptığı açıklamada, geçen yıl haziran ayında, Aphrodisias ören yerindeki kafeteryaların işletilmesi hakkı için Kültür ve Turizm Bakanlığına başvurduklarını, Karacasu Belediyesinin de başvuruda bulunması üzerine, işletmelerin Karacasu Kaymakamlığına verildiğini belirtti.

Karacasu Kaymakamlığının bir yıldır Köylere Hizmet Götürme Birliği vasıtasıyla ören yerindeki kafeteryaları işlettiğini belirten Kunak, şöyle konuştu: ''Ören yeri içerisindeki kafeteryalarda ve ören yerindeki tarihi eserlerin ortasında içki satışı yapılıyor. Oysa, ören yerinde içki satış ruhsatı yok. Yani ören yerinde kaçak olarak içki satışı yapılıyor. Bu konuda bize dün başvuruda bulundular. Bize göre ören yeri içerisinde içki satışı çok yanlış. Belediye olarak Kaymakamlığa bu konuda ceza kesme hakkımız var. Fakat uygun bir dille durumu düzeltmeye çalışacağız.''

Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka da kafeteryalarda bira satışı yapıldığını, ancak tarihi eserlerin arasında içki satışı yapıldığı konusunda bilgisi bulunmadığını söyledi.

Ören yeri içerisinde içki satışı için ruhsat gerekip gerekmediği konusunda kanun ve yönetmelikler çerçevesinde bir inceleme yaptıktan sonra gerekli açıklamayı yapacağını ifade eden Aktakka, ''Kanunlara ve yönetmeliklere uygun değilse, içki satışını kaldıracağız'' dedi.

Bu arada Kaymakamlık yetkililerinden edinilen bilgilere göre, geçen hafta ören yerini ziyaret eden Karacasu Kaymakamı İlhan Karakoyun'un, burayı gezen turistlerin su ihtiyaçlarının giderilebilmesi için Hodrian Hamamı ile Kuzey Agora arasında su satışı için buzdolabı konulması talimatı verdiği öğrenildi. Kaymakamlık yetkilileri ayrıca, ören yerinde içki satışı için ruhsat alındığını söylediler.

Özellikle Roma döneminde Aphrodithe tapınağıyla ünlenmiş bayındır bir antik kent olan Aphrodisias, günümüzde çok iyi korunmuş anıt yapılarıyla Türkiye'nin en önemli arkeolojik yerlerinden biri durumunda bulunuyor. Aphrodisias ören yerinde 1961 yılında New York Üniversitesinin başlattığı kazılar sürdürülüyor.
Aydın Denge Gazetesi, 21.06.2006
DUYARLILIK GEREK!

Erzurum'un tarihi dokusunun yok olma süreci; ilgisizlik, ihmal ve aldırmazlıklar nedeniyle endişe verici boyutta devam ediyor. Tarihi Çifte Minareli Medrese'nin minarelerindeki çini tezyinattaki deformasyon ve dökülmeler, Medresenin kimlik kaybına uğrayacağı boyuta varırken, minarelerin restorasyonu için hiçbir çaba sarf edilmiyor.

Çifte Minareli Medrese'nin dış duvarlarında yapılan onarım çalışmaları, tarihi özellik taşıyan ve emsalsiz çiniler barındıran minarelerin restorasyonunu içermiyor. İklim olumsuzlukları, Medrese etrafındaki trafik yoğunluğu, bakımsızlığa mahkûm edilmiş minarelerden her gün yeni bir motifin yok olmasına neden oluyor.

Önceki yıllarda Yakutiye Medresesi'nin çini işlemeyle tezyin edilmiş minarelerindeki bozulmaya yıllarca müdahale edilmemiş, daha sonra yapılan restorasyonda ise aslıyla çok farklı motifler işlenmişti. Çifte Minareli Medrese minarelerine müdahale olmaması durumunda Yakutiye benzeri yeni bir tarihi facia daha yaşanacak gibi görünüyor.
Erzurum Gazetesi, 21.06.2006
LALAPAŞA CAMİİ ŞADIRVANININ BAKIMSIZLIĞI VATANDAŞIN TEPKİSİNE YOL AÇIYOR

Erzurum'un önemli tarihi eserlerinden biri olan Lala Paşa Cami önünde bulunan tarihi şadırvanın bakımsızlığı vatandaşın tepkisine yol açıyor. Musluklarının bir bölümü akmayan ve pas içinde olan şadırvanının restore edilmesini isteyen vatandaşlar, tarihi eserlerin orijinalliğinin korunmasının büyük bir gereklilik olduğunu ifade ettiler.

Cami şadırvanından yararlana vatandaşlar, tarihi eserler konusundaki duyarlılığın yeterli olmadığını dile getirdiler.Yaklaşık 15 yıldır aynı camiye gittiğini belirten Mehmet Turhan, “Önemli eser olan Lala Paşa Caminin şadırvanın restorasyondan geçirilmesi gerekiyor. Muslukların büyük bir bölümü paslanmış ve birçoğu akmıyor. Bu görüntüler önemli bir tarihi esere yakışmıyor. Tarihi eserlerin orijinalliği korunmalı ve yaşatılmalıdır. Önemli bir tarihi eserin bakımı yıllardır ihmal ediliyor” diye konuştu.
Erzurum Gazetesi, 21.06.2006
KATKI




KARGAMIŞ DEFİNESİ: “Elmalı Definesi'nden bile daha büyük ve ondan çok daha değerli”



Birecik'in güneyinde, Suriye - Türkiye sınırında yer alan antik Kargamış kentinde, 1995 yılında bulunan ve kaçak yollardan yurt dışına pazarlanarak satılan “Kargamış Definesi”, uluslararası antik sikke camiasında şu şekilde tanımlanıyor: “Elmalı Definesi'nden bile daha büyük ve ondan çok daha değerli”.

Bir çiftçinin tarlada bulduğu define, Hikmet Gül ve Fuat Üzülmez tarafından yurt dışına kaçırılıp satıldı. Aynı kaçakçılar tarafından kaçırılıp, aynı müzayede firmaları ve aynı şirketler tarafından pazarlanan, hatta aynı koleksiyonerler tarafından paylaşılan, yani bir anlamda Elmalı ve diğer definelerle aynı kadere sahip olan Kargamış Definesi'ndeki yegane yenilik, bu kez, Yunanistan'ın da alıcı olarak sahneye çıkması idi.

3000'den fazla sikke içeren Kargamış Definesi'nde, MÖ 465 yıllarında basılmış Atina dekadrahmilerinden 15 adet bulunduğu da söylentiler arasında.

Ön yüzünde Athena, arka yüzünde ise baykuş resmi basılı olan dekadrahmiler MÖ 5. yüzyılda tedavülde olan normal bir para değildi. O çağda, en değerli sikke, dört drahmi iken Yunanlılar, Persleri bozguna uğratmalarının anısına on drahmilik özel bir sikke basmışlardı. Elmalı Definesi bulunana kadar, dünyada bilinen sadece 13 dekadrahmi vardı. Elmalı ile birlikte bu sayı 27 olmuştu. Şimdi yine, Türkiye'de, bu defa 15 tane birden...


Atina Sikke Müzesi,
Heinrich Schliemann'ın evi
Atina Sikke Müzesi'ne
hibe edilen
ikinci dekadrahmi ön yüz
Atina Sikke Müzesi'ne
hibe edilen
ikinci dekadrahmi arka yüz
Dr. Ioannis Touratsoglu'nun Atina Sikke Müzesi'ne hibe edilen ilk dekadrahmi ile ilgili
makalesinin 2 sayfası. İthafta adı geçen “bilinmeyen bağışçı” aslında Yunan Hükümeti.
Atina Sikke Müzesi'ne Yunan Hükümeti tarafından hibe edilen ilk dekadrahmi


600.000'den fazla antik sikkeye ev sahipliği yapan Atina Sikke Müzesi'nin Iliou Melathron'da bulunan binası, müze olmadan önce Heinrich Schliemann'ın evi idi. Bu çok etkileyici sikke koleksiyonunun yegane eksiği ise, bunca güzel sikke arasında bir tane bile dekadrahmi bulunmaması idi -en azından bugüne kadar.

Sonunda, 1999 yılında, Atina Sikke Müzesi, artık bir Atina Dekadrahmisi'ne sahip olduklarını bildirdi. Basın bültenine göre sikke, müzayede firması Peus tarafından satılmış ve satın alan ismi açıklanmayan bir koleksiyoner tarafından da müzeye bağışlanmıştı.

Olayın aslı şuydu: 1990'ların sonlarında, Atina Sikke Müzesi, Kargamış Definesi'nden gizlice haberdar olmuştu. Bu, onlar için bir dekadrahmiye sahip olabilmenin son şansıydı. Fakat Türkiye'de bulunmuş bir defineden kaçak yollarla yapılacak böylesi bir alım çok riskliydi. Konu hakkında, dönemin Yunan Kültür Bakanı Elisabeth Papazoe'ye danışan müze yetkililerine, bakan, devlet desteği garantisi verdi. Ama, diplomatik bir rezalet yaşanmaması için, bu alım dolambaçlı yollardan yapılmalıydı.

Yunanistan'ın şanlı geçmişinin bir nişanesi olan böyle bir sikkenin Yunanistan'da olmaması ayıbını telafi etmeye gönüllü bir koleksiyoner bulundu. Ardından, Avrupa piyasasında dolaşan Kargamış Definesi'ne ait dekadrahmilerden birisi seçildi. Aracılık yapacak kuruluşun ABD'li değil AB'li olmasının, vergi indirimleri açısından büyük avantajı olacaktı. Sonuçta, Alman Dr. Busso Peus Nachfolger müzayede firması aracı olarak seçildi. Peus tarafından hazırlanan sahte menşe belgelerine göre dekadrahmi, daha önce bir Amerikalı koleksiyonere aitti. Sonuçta, sponsor Yunanlı milyarder, 1999 yılında, 250.000 doları Peus'a ödedi ve sikke el değiştirdi.

Şimdi gelelim en komik kısma: Devletine bu denli bonkör davranan Yunanlı'ya, Yunan Hükümeti tarafından bu işlemden dolayı ithalat vergisi konunca, zengin sponsor da sinirlenerek sikkeyi hibe etmekten vazgeçti.

Ama bu operasyonunda başarısız olan Atina Sikke Müzesi vazgeçmedi. Başka bir dekadrahmi seçildi. Bu defa bir sponsor bulunamadığı için parayı Yunan Hükümeti gizlice ödedi ve bu ödeme kayıtlara “İsmi açıklanmayan bağışçı” olarak geçti. Aracı firma yine Peus'tu. Sonunda satın alınan sikke müzeye ulaştı.

2005 yılında müzenin sürpriz bir dekadrahmisi daha oldu. Yine Kargamış Definesi'nden gelen sikke bu defa Freeman&Sear'dan Goldberg'e geçmiş, oradan da Numismatica Ars Classica şirketi tarafından, Atina Sikke Müzesi'ne satılmıştı. Bu defaki sponsor ise Yunan Alpha Bankası idi. Sikkeye tam 280.000 dolar ödemişlerdi.

Sonuç?

Sonuçta şu anda Yunanistan'ın elinde üç dekadrahmi var. Tümü Türkiye'den kaçak yollarla çıkmış bu sikkelerden ikisi Atina Sikke Müzesi'nde, birisi de ismi açıklanmayan sinirli bir Yunanlı milyarderde.

Der: Ali Yamaç

TARİHİ CAMİİDE RESTORASYON BAŞLADI

Çanakkale'nin Gelibolu İlçesi'nde bulunan 621 yıllık Gazi Süleyman Paşa Camii, 100 yıl aradan sonra yeniden restore edilmeye başlandı. Gelibolu Müftüsü Ahmet Bilgi, ilçenin en eski camilerinden birisi olan Gazi Süleyman Paşa Camii'nin tarihi açıdan önemine işaret ederek, "1385 yılında Murad-ı Hüdevandigar zamanında Gazi Süleyman Paşa tarafından yaptırılan cami, ilçemizin en eski tarihi yerleri arasında bulunuyor. Burası cami yapılmadan önce kilise olarak kullanılmış.

Zamanın hükümdarı Murad-ı Hüdevandigar'ın talimatıyla Gazi Süleyman Paşa tarafından cami haline getirilmiş. Yaklaşık 100 yıl önce geniş bir tadilat geçiren bu camide zamanla meydana gelen deformasyonların önüne geçmek için başlatılan çalışmalar, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün önderliğinde yürütülüyor. 6 Haziran 2006'da yapılan ihaleyle Vakıflar ile müteahhit firma arasında sözleşme imzalandı. 799 bin YTL'ye mal olacak olan restorasyon 6 ayda tamamlanacak. Çalışmaların Ramazan ayına kadar tamamlanması planlanıyor" dedi.
Çanakkale Kent Haber, 20.06.2006
ABD'DE KARUN SKANDALI!

Uşak Müzesi'nde Kanatlı Denizatı Broşu'nun sahtesiyle değiştirilmesiyle ortaya çıkan skandalın benzeri ABD'deki Getty Villa Müzesi'nde yaşandı. Müzedeki 350 eserin sahte ya da kaçak olabileceği belirtiliyor

ABD'nin önde gelen müzelerinden Getty Villa'da sergilenen antik sanat eserlerinin büyük bölümünün yasadışı kazılarla çıkarılan ve gizlice ABD'ye sokulan eserler olduğu kaydedildi. Ayrıca bu eserlerin büyük bölümünün, kaynağı şüpheli "gerçek olmayan" parçalar olabileceği belirtildi.

İngiliz "Guardian" gazetesinin haberine göre, tarihi eser talanını önlemek için yapılan incelemeler sırasında, Getty Villa'da sergilenen ve değeri 100 milyon dolardan fazla olan 350 eserin kaynağının şüpheli olduğu belirlendi. Merkezi Los Angeles'te bulunan Getty Vakfı'nca yaptırılan incelemede, İtalya'nın, tarihi eser kaçakçıları tarafından ABD'ye götürüldükleri ileri sürülerek iadesini istediği 48 milyon dolar değerindeki 52 başka parçanın da "gerçek olmaması mümkün, şüpheli" eserler kategorisinde olduğu saptandı.



Hakiki olmayabilecekleri yeni keşfedilen antik sanat eserler arasında müzenin kataloğunda şaheserler kapsamında gösterilen 104 parçadan 35'inin yer aldığı belirtildi. Çok büyük ilgi gören aslan gövdesi ile kartal başı ve kanatlarına sahip mitolojik bir yaratığa ait iki heykel, Yunan güzellik tanrıçası Afrodit'in mermer ve kireç taşından heykelleri ve bronzdan yapılmış Muzaffer Gençlik heykellerinin de şüpheli orijinden gelme eserler olabilecekleri kaydedildi.

ABD'deki sahte tarihi eser skandalı İtalyan makamlarının çalınan tarihi eserlerini geri almak için başlatığı hukuki mücadele sırasında patlak verdi. New York Metropolitan Sanat Müzesi geçtiğimiz Şubat'ta İtalya ile bir anlaşma imzalayarak tartışmalı eserlerin iadesini kabul etmişti.

Getty Müzesi'nin eski antika uzmanı Marion True halen Roma'da tarihi eser kaçakçılarıyla işbirliği yapma suçundan yargılanıyor. Bayan True tarihi eserleri bilerek almadığı yolunda savunma yaptı. İtalya'nın yeni Kültür Bakanı Francesco Rutelli, davayla ilgili olarak yaptığı açıklamada, "Büyük talan dönemi artık sona erdi" dedi.
Milliyet, 20.06.2006
TARİHİ KİLİSEYE ÖZEL GÜVENLİK

Ordu'nun Perşembe İlçesi Çaytepe mevkiinde Yason Burnu'nda bulunan tarihi kilise, özel güvenlik elemanları tarafından korunuyor. Antik Yunan döneminde 'Argonot' efsanesinin geçtiği Yason Burnu'nun turistik cazibesinin arttırılması amacıyla 2004 yılında başlayan restorasyon çalışmaları sürüyor. 'Argonot-Altın Post' efsanesinin anlatıldığı rölyef ve sütunların yerleştirildiği, 150 yıllık tarihi kilisenin restore edildiği ve kiliseye giden yolun parke taşla döşendiği alandaki çalışmalar zaman zaman sekteye uğrasa da aralıksız sürüyor. Ordu Valiliği Kültür ve Turizm Müdürlüğü, hizmet alımı yoluyla kiliseyi özel güvenlik kapsamına aldı. Tarihi kiliseyi her gün dönüşümlü olarak 2 özel güvenlik elemanı koruyor.

Bu arada, Yason Burnu'nda arazi fiyatları arttı. Turizm alanı kapsamına alınmadan önce değeri 25 bin YTL olarak belirlenen bir arazinin, villa yapılmak amacıyla 125 bin YTL'ye satın alındığı bildirildi. Yason Burnu'na giden yolun tapulu arazileri olduğu öne süren yöre sakinleri ile Kültür ve Turizm Müdürlüğü arasında sorunlar yaşandığı da öğrenildi.
Ordu Kent Haber, 20.06.2006
RESTORASYON İÇİN ÖDENEK TALEBİ

Şanlıurfa'da Osmanlı döneminden kalan tarihi Millet Hanı, restore edilmek için maddi kaynak bekliyor. Topkapı Müzesi'nden sonra Türkiye'nin en büyük ikinci müzesi olması planlanan tarihi hanla ilgili projeler hazırlandı.



Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan onay alınan proje için kaynak aranırken, Kültür ve Turizm Bakanlığı uzmanlarının tarihi hanı konaklama tesisi yapmak konusunda hazırlıkları olduğu öğrenildi. Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Cihat Kürkçüoğlu, tarihi hanın en uygun kullanma şeklinin müze olacağını ifade etti.

Hanın müzeye dönüştürülmesi için 4-5 milyon YTL'ye ihtiyaç bulunduğunu ifade eden Yrd. Doç. Dr. Kürkçüoğlu, tarihi yapıda geçen yıl taban kazılarının da yapıldığını söyledi.

Kürkçüoğlu, "Türkiye'nin sosyal aktiviteli en büyük kültür merkezi olarak projelendirilen Millet Hanı'nda el sanatları üretim atölyeleri, kitap satış mağazaları, restoran, kafeterya, arkeoloji müzesi, kütüphane, sergi ve konferans salonları yer alıyor. İl sınırları içerisinde yapılan 35 civarındaki arkeolojik kazıdan elde edilen yaklaşık 80 bin eser, Topkapı Sarayı'ndan sonra Türkiye'nin ikinci en büyük müzesi olacak olan Millet Hanı Arkeoloji Müzesi'nde sergilenecektir. Müze ve kültür tesisleri olarak değerlendirilecek olan hanın ihalesi bir an evvel yapılmalıdır" dedi.



Tarihi hanla ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı uzmanlarının konaklama tesisi projesi hazırlandığına dair bilgilere ulaştıklarını da kaydeden Yrd. Doç. Dr. Cihat Kürkçüoğlu, tarihi hanın otel olarak kullanılmaması gerektiğini söyledi. Şanlıurfa mimarisine özgü yapıların bulunduğu Yorgancı Sokak, Çulha Sokak ve Güllüoğlu Sokağı'nın çevrildiği bölgede bulunan 17 adet evin restore edilerek pansiyon otele dönüştürülebileceğini açıklayan Kürkçüoğlu, "Tarihi Millet Hanı projesi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan geçtiği şekliyle müze ve kültür tesisi olarak inşa edilmelidir" diye konuştu.

16. yüzyıl ortalarına Osmanlı döneminde yapılan Millet Hanı, kesme taşlardan inşa edilmiş olup, geniş avlusunun çevresinde kalın payelerle bölünmüş, birbirleriyle bağlantılı geniş mekanlar yer alıyor. 1833 yılında onarım görmüş olan han, bir dönem Alman Yetimhanesi olarak, bir dönemse askeri kışla olarak kullanılmış. Kuzeydeki tek katlı bölüm tahrip görmemişken, iki katlı güney cephesi tahrip olmuş. Tarihi Han'da geçen yıl zemin kazıları yapılmıştı.
Şanlıurfa Kent Haber, 20.06.2006
THERA YANARDAĞI'NIN
PATLAMA TARİHİ DEĞİŞTİ


3500 yıl kadar önce Thera Adası'ndaki yanardağ patladığında kraterden çıkan kül sütunu 30 km yüksekliğinde idi. Bu küller Çin, Grönland ve Kuzey Amerika'ya kadar ulaştı. Patlamanın oluşturduğu 12 m yüksekliğinde tsunami 100 km güneydeki Girit Adası'nı vurdu ve büyük bir olasılıkla Minos Uygarlığı'nın yıkılmasına yol açtı.

Bu patlamanın yaygın etkisinden bağımsız olarak, patlamanın kesin olarak tarihlendirilmesinde sürekli zorluklarla karşılaşıldı.

Bazı arkeologlar, patlama sonrası tamamen örtülen Akrotiri'de bulunan çömlek parçaları ile Mısır'da Yeni Krallık dönemine ait çanaklar arasındaki benzerlikten hareketle, patlamayı MÖ 1500 civarında olduğunu düşünmekteler. Radyokarbon uzmanları ise, olayın verilen bu tarihten 100 yıl kadar daha önce olduğuna inanmaktalar.

Şimdi, Science Dergisi'nin 28 Nisan 2006 tarihli sayısında yayınlanan iki yeni radyokarbon çalışması, diğer radyokarbon ölçümlerini destekleyen sonuçlar vermekte.

Cornell Üniversitesi'nden arkeolog Sturt Manning'in çalışması Akrotiri'den toplanan ağaç ve tohumları tarihlerken Danimarka, Aarhus Üniversitesi'nden jeolog Walter Friedrich'in çalışması ise patlama sırasında yaşarken küle gömülen bir zeytin ağacı dalının ölüm tarihinin bulunması esasına dayanmakta.

Zeytin dalı ile ilgili olarak Manning, Science Dergisi'ne: “Tartışmaların başladığı günden bu yana bulunan en sağlam delil” dedi. Her iki araştırmanın ortak sonucu patlamanın MÖ 1660 ile 1600 arasında olduğunu göstermekte.
Fox News, Haber: Ker Than, Der.: Ali Yamaç

Akrotiri'de Thera patlaması ile
yıkılmış merdivenler


Thera Yanardağı kaldera duvarı


Radyokarbon testi yapılan
zeytin dalı
DİYARBAKIR SURLARI NASIL KURTULACAK?

Ankara Üniversitesi Başkent Meslek Yüksek Okulu ve Ankara Üniversitesi Jeoolji Mühendisliği Bölümü'nden uzmanlar tarafından hazırlanan, “Diyarbakır Surları Onarım Harçları Malzeme Analizi Raporu”nda tarihi surlardaki onarım hataları bilimsel olarak ortaya konuluyor.

Yerel Gündem 21'in talebiyle hazırlanan raporda, sur onarımında çimento içerikli harçlar kullanıldığı tespit edilerek, “surlarda kullanılan çimento içerikli harçlar; özgün harçları kapatmış, onarımın ötesinde yoğun müdahale ile yenilenmiş haliyle, yapının özgünlüğünü kaybettirmiş ve surlara yeni sorunlar taşımış durumdadır. Bu onarımlar, restorasyon ilke ve etiklerini yansıtmamaktadır” denildi.

Diyarbakır Valiliği, hazırlanan raporlar doğrultusunda surlardaki onarımı durdurdu.
Diyarbakır Kültür ve Turizm Müdürü Songül Göksu, Yerel Gündem 21'den gelen raporların valilik tarafından ciddiye alındığı ve kendilerinin de yaptırdığı araştırmaların bu raporlarla örtüştüğünü söyledi. Göksu şöyle devam etti: “Surlarda hatalı restorasyonların olduğu raporlarla belgelenmiştir. Surlardaki onarım ciddi boyutlarda tehlike yaratığı için dünya mirası olan surların, UNESCO listesine girememe tehlikesi var. Bunun üzerine yine valilik gözetiminde biz, Zeynep ve Metin Ağınbay gibi UNESCO'da görev almış, dünya kültür mirası alanında çalışmalar yapmış iki ismi Diyarbakır'a çağırdık. Diyarbakır'da surlarda restorasyonda hata olup olmadığı konusunda rapor istedik onlardan. Bu rapor da ciddi ve düşündürücüydü. Yerel Gündem 21'in raporlarıyla örtüşen bir rapordu bu.”

Diyarbakır surlarının onarımında kullanılan taşların aslına uygun olmadığı, kireç yerine çimento harcı kullanıldığını doğrulayan Göksu, Diyarbakır'da onarımı aslına uygun yapacak teknik ekip ve donanımın olmadığını söyledi. Göksu, “Kalifiye eleman ihtiyacı ciddi boyutlarda. Diyarbakır'da restorasyon mimar yok. Sadece Kültür Müdürlüğü'nde değil, Diyarbakır'da yok. Mimar'a değil, restorasyon mimara ihtiyaç var. Hatta konservasyon ve restorasyon konusunda uzmanların Diyarbakır'da olması gerekiyor. Öncelikle net bilimsel bilgiye ve raporlara ihtiyacımız var. Örneğin surlarda nem sorunu var. Ve biz bu nem sorununun çözümünü bilmiyoruz. Bu surlardaki nem sorunu nasıl çözülecek. Bunun için bizim bilimsel raporlara ihtiyacımız var” diyerek içinde bulundukları sıkıntıları dile getirdi.

Surların konservasyon (koruma) ve restorasyonu konusunda bir master planının hazırlanması ve çalışmaların bu yönde yapılması gerektiğini ifade eden Göksu, “Öncelikle koruma amaçlı imar planının olması gerekir Suriçi'nde. Bu koruma amaçlı imar planı içerisinde ve bu plan çerçevesinde alan yönetiminin yapılması ve bu çerçevede yerelde koruma gereklidir. Bu bizim görevimiz. Ama sadece Kültür Müdürlüğü'nün değil. Belediyelerin, sivil toplum örgütlerinin ve herkesin görevi” diye konuştu.

'Diyarbakır Mimarlar Odası Başkanı Ramazan Karaşin: Şu an mevcut onarım ile surlar restore edileceğine tahrip ediliyor. Onarım çalışmalarında uygun malzeme, taş ve uygun teknikler kullanılmadığı için bırakın surlara zarar vermesini, görüntü ve estetik açısından bile çok kötü bir tablo ortaya çıkıyor. Surların onarımında kullanılan taşın kesimini orjinaline uygun olmamasından, kullanılan harca ve yapım tekniğine kadar birçok şey aslına uygun değil ve tarihi dokuyu bozuyor.

Ülkenin birçok yerinde bu tür restorasyon çalışmaları titizlikle ve özenle yürütülürken özellikle bölgemizde başta Diyarbakır, Hasankeyf ve Mardin'de buna özen gösterilmemesi de manidardır bizce. Bölgedeki yetkililer tarihi varlıklarımıza karşı duyarsız. Ancak son dönemde Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün ciddi çalışmaları olduğunu da belirtmek gerekiyor. Diyarbakır surlarının mal varlığı olarak Hazine'ye ait. Ancak surlar ile ilgili tüm uygulamaların tasarrufu ve yetkisi Kültür Bakanlığı'nda ve o ilde Kültür Müdürlüğü'ndedir. Surların restorasyonunun sağlıklı olması için ilahe sürecinden başlamak gerekir. İhale şartnamesinde nasıl bir restorasyon yapılacağı, işi yapacak kişilerin ne kadar kalifiye ve ehil kişiler olduğuna dikkat edilmeli ve restorasyon sürecinde sürekli takip edilmeli.
Evrensel Gazetesi, Haber: Mehmet Aslanoğlu, 19.06.2006
KEHANETLER ÜLKESİ DİDİM
BELGESELİ ÇEKİMLERİ BİTTİ

Didim'in tarihinin canlandırıldığı ''Kehanetler Ülkesi Didim'' belgeselinin çekimleri tamamlandı. Film yönetmeni Remzi Kazmaz, gazetecilere yaptığı açıklamada, Didim Belediye Başkanı Mümin Kamacı dahil yaklaşık 150 Didimli vatandaşın figüran olarak görev yaptığı belgeselin amacına ulaştığını söyledi.

Didim Belediyesi, Didim Turizm Derneği ve Alternatif Sinema Birliği tarafından hazırlanan belgesel çekimlerinin 10 gün sürdüğünü belirten Kazmaz, ''İngilizce ve Türkçe olarak hazırlanacak belgeselin galası 1 Eylülde Didim'de yapılacak. Amacımız; kültür varlıklarımızı tüm dünyaya anlatmak, onları korumak ve bir bilinç oluşturmak'' diye konuştu.

Belediye Başkanı Kamacı da Didim'in çevresinin, kültür ve turizm zenginliklerinin anlatılmasının son derece önemli bir tanıtım olduğunu söyledi.
Aydın Denge Gazetesi, 19.06.2006
BURDUR MÜZESİ'NİN GÜVENLİĞİ ARTTIRILDI

Burdur'da her hafta yapılan "Haftaya İyi Başlangıç Toplantısı"na katılan Müze Müdürü Hacı Ali Ekinci, Burdur Müzesi ve güvenlik önlemleri hakkında bilgi verdi. Özel İdare Binası'nda yapılan toplantıda konuşan Müze Müdürü Ekinci, müzelerin başta uzman personel yetersizliği ve özellikle güvenlik görevlilerinin uzun süre yeterli düzeyde olmayışından kaynaklanan sorunların, bir kar yumağı gibi büyüyerek günümüze geldiğini söyledi. Burdur Müzesi'nin güvenliği konusunda güvenlik elemanlarının emekliye ayrılmaları ve yerlerine yeni güvenlikçilerin istihdam edilmemeleri nedeniyle 3 bekçiye kadar düştüğünü kaydeden Ekinci, "Zaman zaman müzemizde bir bekçinin 18-24 saat gibi uzun süreler görev yaptığı oldu. Özelleştirilen Türk Telekom İdaresi'nden 2 güvenlik görevlisi daha geldi. Böylece, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sağladığı parasal kaynaklarla, 5 kişilik özel güvenlik hizmeti oluşturuldu" diye konuştu. Ekici ayrıca, Burdur Müzesi'ne içten ve dıştan olmak üzere 28 adet sabit güvenlik kamerası, 1 adet DOM kamera ile 24 saat kayıt yapılabildiğini, teşhir-tanzim salonları ve depoların hırsız alarm sistemi ile korunduğunu belirtti.
Burdur Kent Haber, 19.06.2006
HARRAN KALESİ YIKILMA İLE YÜZ YÜZE

Dünyanın kurulan ilk şehri olarak bilinen Harran'ın güneydoğusunda yer alan Harran Kalesi yok olmakla karşı karşıya. Restorasyonu için ödenek ayrılmayan ve gerekli ilginin gösterilmediği kalede temizlik çalışmaları ise yürütülmüyor.

Koruma altına alınmayan kalenin duvarları gün be gün yıkılmakta ve hayvanların mekanı haline gelmiş durumda. Çocukların oyun alanına dönüşen kalenin Harran açısından turizm mekanı olmasına rağmen, gerekli altyapı çalışmaları da yürütülmüyor. Tanıtımı konusunda herhangi bir çalışma yürütülmeyen Harran Kalesi, yetkililerin ilgisini bekliyor.

Kale girişinde bilet satan İbrahim Öten adlı vatandaş, kalenin sahipsiz kaldığına dikkat çekerek, “Ben burada kaleye giriş yapanlara bilet satıyorum. Geçen sene 500 bine yakın ziyaretçi giriş yaptı. Ancak bu sene bu gidişle, ancak sezon sonuna kadar 100 bini bulur” diye konuştu. Öten, gerekli restore çalışmalarının yapılması halinde, turist sayısında ciddi bir artış yaşanacağına dikkat çekti.
Kaledeki en eski tarihi Harran evlerinden birini 15 senedir işleten Mehmet Özyavuz da kaleye gereken önemin verilmemesi nedeniyle her geçen sene kalenin daha fazla kirlendiğini ve harabeye dönüştüğünü söyledi.

Yetkililer ise Maliye Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kale için hiçbir şekilde ödenek ayırmadığını belirterek, bu nedenle restorasyon dahil hiçbir çalışmayı yapamadıklarını dile getirdi.
Evrensel Gazetesi, Haber: Mehmet Ali Ertaş, 19.06.2006
BULUNAMAYAN PİRAMİDE İLGİ BÜYÜK!

Bosna'da olduğu öne sürülen 'Güneş Piramidi'nin tişört gibi ürünleri çok satsa da piramit hâlâ bulunamadı!

Bosna'da Saraybosna yakınlarındaki Visoko kasabasında keşfedildiği öne sürülen gizemli bir piramit, ülkede son günlerin gözde konusu oldu. "Güneş Piramidi" olarak adlandırılan ve piramit biçimli bir tepede toprak altında olduğu öne sürülen piramit, Bosna'yı bir anda arkeoloji çevrelerinin gözdesi haline getirdi. Üzerinde temsili "Güneş Piramidi" resimleri olan tişörtler, kahve kupaları büyük ilgi görürken, Visodko, binlerce gönüllü ve meraklının akınına uğradı.

Ancak "Güneş Piramidi" hala bulunamadı. Piramidi keşfettiği öne sürülen ve herhangi bir arkeoloji eğitimi olmayan Semir Osmanagiç, 12 bin 500 yıllık piramidin, Mısır'daki piramitlerden önce yapıldığını ve Avrupa'nın bu köşesinin medeniyetin beşiği olduğunu gösterdiğini iddia ediyor. Dünyanın önde gelen arkeologları ise bu tezin bir kanıtı olmadığını söylüyor.
Milliyet, 19.06.2006
TAKLİT ANTİK SİKKELERİYLE METROPOLİTAN MÜZESİ'NE GİRDİ

30 yıl önce definecilik yaparken yakalanıp hapse girdi, tövbe edip yasal replika üretimine yöneldi. 53 yaşındaki ilkokul mezunu İbrahim Süner bugün antik eser dünyasında replikanın profesörü olarak anılıyor. Deneme yanılma yöntemiyle mükemmelleştirdiği antik sikke taklitlerine Metropolitan Müzesi'nin hediyelik eşya mağazasında, Avrupa'dan Japonya'ya nümizmatikçi vitrinlerinde rastlamak mümkün.

En büyük sorunu replikalarının gerçekmiş gibi pazarlanması. "Kalemlik olarak yaptığım el kalıbımı geçen yıl Münih'in ünlü galerisi Gorny&Mosch'ta gördüm. Altında 2. yüzyıl Roma imparator eli yazıyordu" diyor. Süner, tarihi eser koleksiyonerlerine sesleniyor: "İstediğiniz eserin replikasını yapayım, tarihi eser yağmacılarına, müze soyguncularına fırsat vermeyin. Anadolu'nun eserleri bu topraklarda kalsın."



İbrahim Süner'in evi ve atölyesi, Antakya'nın güneyinde, Harbiye'ye birkaç kilometre uzaklıktaki bir portakal bahçesinin ortasında. Evinin alt katını laboratuvara dönüştürmüş. Asit banyoları, fırınlar, freze ve presler arasında yıllardır antik dünyanın sırlarını çözüyor: Lidya sikkesi nasıl bu kadar gevrek, Hitit objelerinde hangi boya kullanılmış, mercimek kadar cam boncuğa Finikeliler nasıl desen işlemiş? Önce doğru soruyu soruyor, sonra Ortaçağ simyacısı gibi çalışıp cevabını buluyor.

Süner ilkokul mezunu. 1978'de yaptığı ilk replika, Bizans işi toprak kandilden bu yana okuma-araştırma, deneme-yanılmayla kimyacı kadar elementleri, metalurji mühendisi kadar metalleri, tarihçi kadar Anadolu'nun geçmişini öğrenmiş. Evi, her ülkeden akademisyen, koleksiyoner ve sanatçıların uğrak yeri. 1997'de atölyesine uğradığımızda, 15 günlüğüne misafirliğe gelen bir Alman akademisyen, tulumunu çekmiş, çalışıyordu. Geçen hafta kapısını çaldığımızda ise Ürdün'den misafirleri vardı.

1990'ların başında gazeteci Leyla Umar'ın izini bulup atölyesine gelmesi, Süner'in kaderini değiştiren en önemli olay: "Amerika'dan birçok akademisyen, tarihçi, sanatçıyı Hatay'a getirdi, tanıştırdı. Sayesinde Metropolitan'da ürünlerimi satma teklifi aldım." Çeşitli ülkelerden yerleşme, mağaza açma teklifi gelse de, Hatay'dan ayrılmadı. "Çünkü, taş yerinde ağırdır. Taşınmak, işi büyütüp enflasyon yaratmak istemiyorum."

"Sikke profesörü" sıfatını kazanana kadar başına gelmedik iş kalmadı: "Asitlerle, cıvayla çalıştım. Zehirli duman soludum. Sağlığım bozuldu, safrakesemi kaybettim." Daha vahimi, sayısız gözaltı, soruşturma, dava atlattı. Müze onaylı replikalarını yurtdışına çıkışta müşterisinin bavulunda gören yetkililer, gerçek tarihi eser sanıp polisle dayandı kapısına. Dava açıldı. "Polis ve hapishane görmemek için gençliğimde defineciliğe tövbe edip replika üretmeye başlamıştım. Yıllarca yaptığım işi anlatamadım. Aklandığım davaların sayısı 10'u buldu. Nihayet bürokratlar, mali polis, mahkemeler beni tanıdı. Yasal sınırlarda çalıştığımı öğrendi. Artık valimiz, belediye başkanımız Hatay'ı tanıttığım için teşekkür ediyor."

Süner'i tarihi eserlerle tanıştıran, bir okul gezisi. Gezi sırasında girdiği Roma su tünelinde bulduğu sikkeler bir tutkunun ilk kıvılcımı oldu: "Dedem müzeye verdi, ödülüyle inek aldık. Tarihi eserlere merak sardım." Bölgedeki definecilere katılıp sayısız gözaltı ve bir hapis tecrübesinden sonra tövbe edip kaynakçılığı meslek seçti. İskenderun Demir Çelik, Kerkük-Ceyhan hattında çalıştı. Biriktirdikleriyle Harbiye'de tekstil atölyesi açtı. Bir yandan replika deneylerine başladı.

Almanya, Fransa, İngiltere başta olmak üzere Avrupa'nın tüm önemli müzelerini gezdi. Katalog topladı, kalıp yaptı, koleksiyoncuların peşinde koştuğu, 500 bin dolarlık sikkelerin imitasyonunu üretti. Önceleri, orijinalleri kadar gevrek olmadı yaptıkları. Toprağa gömdü, asitle yıkadı, dondurucuda bekletti. 10 yılda kendi kendine yaptığı sayısız deneyden sonra "evreka!" MÖ 7'nci yüzyılda parayı icat eden Lidyalılar'dan Bizans ve Osmanlı'ya onlarca uygarlığın nadide sikkelerden geniş bir imitasyon koleksiyonu oluşturdu.

Bugün kalıpları 1000'i aşmış durumda. Talep geldiğinde, binlerce dolarlık sikkelerin replikalarını, altın ya da gümüşten basıp, hammadde maliyetinin iki katını talep ediyor.

1997'de karşılaştığımızda, sikkede profesörlüğünü ilan etmiş, çok rağbet gören metal Roma heykelciklerine yönelmişti. "En büyük dileğim büst dökebilecek büyüklükte fırın almak, sonra cama başlayacağım" diyordu. Aradan geçen zamanda kendi imkanlarıyla iki fırın yapmış. Antikçağ'da üç kat kil fırınlarda dökülen objeleri artık rahatlıkla hazırlıyor. 20 civarında model yapmış. "Ziyarete gelen güzel sanatlar fakültesi öğrenci ve hocalarından büst yapımında yardım almak istedim. Beklediğim sonuca ulaşamadım. Bir Fransız heykeltraş ders verdi. Büstleri de kendim hazırlıyorum. Hayalim, bir gün izin alıp Hatay Müzesi'ndeki imparator büstünün replikasını yapmak."

1998'de cam konusuna yönelmiş. Soda şişelerini eritip, sikke kalıplarına dökmüş. Kanada'dan siparişle 10 bin giysi düğmesi ürettiğini anlatıyor. Sonra gözyaşı şişeleri, Finike tarzı renkli kaseler yapmış.

Bugünlerde antik mozaikler üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında Asi Irmağı ve deniz kıyısından renkli taş toplayıp, özel testerelerle taş kesmeyi öğreniyor.

Süner, müzelerdeki takliti gerçeğiyle değiştirme skandallarından en fazla rahatsız olanlardan. Kötü niyetli kişilerin, replikacılığın yıllar sonra kazandığı güveni, yasal statüyü zedelemesinden korkuyor: "Güvenmediğime mal satmam, yurtdışına çıkacaksa ürünün taklit olduğuna dair müzeden belge alırım. Faturamda belirtirim. Yine de bazen özgün çalışmalarım, yurtdışında bazı koleksiyonlara tarihi eser gibi giriyor. Bu tür olaylar, müze skandalları, replikanın prestijini sarsıyor. Tüm koleksiyonerlere sesleniyorum: İstediğiniz eserin replikasını yaparım. Yeter ki müze yağmacılarına fırsat vermeyin. Zenginliğimiz yurdumuzda kalsın."

Süner, 1978'den bu yana her deneyini not alıyor. İş notları 600 sayfayı aşmış. Vefalı çırak bulamamaktan şikayetçi. "Birkaç kişiyi çalıştırdım, daha işi öğrenmeden dükkan açmaya, müşterilerimi ayartmaya kalktılar. Artık kimseye güvenmiyorum" diyor. Ailesini seferber etmiş. Yeğeni Leyla (18), sikke konusunda uzman. Kardeşi Aziz (35), metal objelerle ilgileniyor. Toprak eserler, kız kardeşi Aliye'den (30) soruluyor. Süner, üniversitede takı tasarımı bölümü öğrenimini sürdüren oğlu Yusuf'u (20) diploma sonrası İtalya'ya gönderecek. Yusuf, iki dil öğrenip bayrağı devralacak. İbrahim Süner, bugüne kadar ürettiği her replikanın fotoğrafını, dökümlerin kalıbını saklamış. Hayali, Harbiye'de bir replika müzesi kurmak. Müzede yapım teknikleri de uygulamalı gösterilecek. Kurslar, seminerler düzenlenecek.
Hürriyet, Haber: Serhan Yedig, 18.06.2006
ARSLANTEPE VE AÇIK HAVA MÜZESİ

Dünyanın ilk yerleşim birimlerinden biri olan Malatya Arslantepe Höyüğü'nün Açık Hava Müzesi olması için hazırlanan projenin onaylanmasından sonra ihaleye çıkarılacağı bildirildi.

Orduzu Beldesi'nde bulunan, 1930'lu yıllarda kazılmaya başlanan ve 1962 yılından beri de İtalyan heyetlerince kazı çalışmaları devam eden, geçmişi M.Ö. 3000 yıllarına Hitit dönemine kadar uzanan eserlerin yer aldığı Arslantepe Höyüğü'nün Açık Hava Müzesi olması için projenin hazırlandığını bildiren Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, projenin onaylanmasıyla ihaleye çıkarılacağını ve höyüğün açık hava müzesi olarak açılacağını söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları'nı Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü elemanlarının ileriki günlerde şehre gelerek, sözü edilen proje ve höyük üzerinde inceleme yaptıktan sonra projeye onay vereceklerini vurgulayan Derviş Özbay, böylece bölgenin turistlere açılacağını kaydetti.

Bu arada, dünyanın ilk yerleşim birimlerinden biri olan ve şimdiye kadar 17 katman olduğu tespit edilen Arslantepe Höyüğü'nde her yıl yapılan kazı çalışmalarının bu yılki bölümü Ağustos ayı başlarında başlanacak. İtalya Roma La Spienza Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Prof Dr. Marcella Frangıpane (fotoğraftaki) başkanlığında yapılan kazı çalışmalarında bugüne kadar 15 bin dolayında tarihi eser gün ışığına çıkarıldı.
Malatya Haber, 19.06.2006
TARİHİ MÜCELDİLİ KONAĞI RESTORE EDİLİYOR

Tarihi zenginlikleriyle ön planda olan Erzurum'da bakımı yıllardır ihmal edilen tarihi eserlerin onarımına başlandı. Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen konak tarihi Türk motiflerinin sergilendiği bir mekan haline getirecek.
Erzurum Gazetesi, 19.06.2006
TARİHİ HAMAMLAR YOK OLUYOR

Ortaçağ'da dünyanın bazı bölgelerinde henüz banyo kültürü dahi oluşmamışken, küçük yerleşim birimlerinde hamam inşa etmeyi ihmal etmeyen Osmanlılardan kalma tarihi eserler bakımsızlığa terk ediliyor.

Ordu şehir merkezine 5 kilometre mesafede bulunan, 16. yüzyılın sonlarında Osmanlılar tarafından yaptırılan iki tarihi hamam, kaderine terk edildi. Ordu Fidanlık Müdürlüğü'nün sebze yetiştirme sahasında harabe halde ilgi bekleyen tarihi hamamların restore edilmemesi vatandaşların tepkisini çekiyor. Ordu çevresine 16. yüzyılın sonlarında başlayan göç sonucu civar köylere yerleşen Oymak boyları tarafından inşa edilen tarihi hamamlar, ot ve toprağın arasında kaybolmamak mücadelesi veriyor. Erkek ve kadınlar için birbirinden 100 metre uzaklıkta inşa edilen iki tarihi hamamın içi ve dışı, defineciler tarafından adeta harabeye çevrilmiş vaziyette bulunuyor. Ordu'da şehir merkezinde bulunan iki kilise restore edilerek, kültür merkezi haline getirilirken, Perşembe Yason Burnu'ndaki kilise ise turistik cazibe haline dönüştürüldü. Kiliselere gösterilen ilgiye rağmen Osmanlı eserlerinin kaderine terk edilmesi Ordulular'ın tepkisine sebep oluyor. Eskipazar Köyü'ndeki iki tarihi hamamdan sorumlu kurumun Vakıflar Genel Müdürlüğü olduğu bildirildi.
Ordu Kent Haber, 19.06.2006
DEFİNECİLİK ENGELLENEMİYOR

Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Haşim Karpuz, ekonomik nedenler ya da hayalperest kişiler tarafından, define arama adı altında yapılan kaçak kazıların, bir türlü engellenemediğini söyledi.

Karpuz, binlerce yıldır yerleşim yeri olarak kullanılan ve pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış Anadolu topraklarının, eşsiz bir tarihi eser zenginliğine sahip olduğunu belirtti.
İnsanlığın ortak mirası olan bu tarihi değerleri koruyup gelecek kuşaklara aktarmanın ise bir zorunluluk olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Karpuz, ancak ülkemizdeki tarihi eserlerin büyük bölümünün defineciler ve tarihi eser kaçakçılarının tehdidi altında olduğunu vurguladı.

Ekonomik nedenler ya da hayalperest kişiler tarafından, “define arama” adı altında yapılan kaçak kazıların, bir türlü engellenemediğini ifade eden Karpuz, “kazmadıkları yer yok. Her yeri cahilce kazıyorlar. Örneğin Konya'daki tarihi Zazadin ve Kuruçeşme hanlarını delik deşik ettiler. Höyükler ve tümülüsler de aynı tehdide karşı savunmasız. Bir şey bulduklarını da sanmıyorum. Bu olay öyle boyutlara ulaştı ki, tarihi mermer sütunları bile 'içinde para var' diye kırıyorlar” dedi.
Karpuz, kaçak kazılarda, henüz envanteri bile çıkarılmamış binlerce tarihi eserin tahrip edildiğini, bu durumun önlenebilmesi için, okullarda sanat tarihi derslerine yeniden ağır verilmesi, medya aracılığıyla vatandaşların bilinçlendirilmesi ve güvenlik tedbirlerinin eksiksiz alınmasının şart olduğunu vurguladı.

Uşak Arkeoloji Müzesinde sergilenen Karun Hazinesi'nin parçalarından biri olan “Kanatlı Denizatı” şeklindeki altın broşun sahtesiyle değiştirilmesi olayını anımsatan Karpuz, şöyle konuştu: “Demek ki, eserleri topraktan çıkarmak da yetmiyor. Kanatlı Denizatı broşunda olduğu gibi bazı müzelerden çalınan tarihi eserler, bir 'açık hava müzesi' olmasıyla övündüğümüz ülkemize prestij kaybettirdi. Son dönem müzeciliğinde kalitenin düştüğüne inanıyorum. Kaliteli müze personeli yetiştirmek için ise Müzecilik Okulları kurulmalıdır. Çünkü bundan sonra hiç bir müzede hırsızlık olayı olması bile kalifiye elaman eksikliği nedeniyle müzelerin depolarında bekleyen, daha tasnifi bile yapılmamış binlerce eser, rutubet ve bakımsızlıktan zarar görecektir.”
Konya Hakimiyet, 18.06.2006

Stonehenge


Preseli'de Carn Menyn taş ocakları
STONEHENGE İLE İLGİLİ BUZUL TEORİSİ

Bir jeolog ekibi, Stonehenge'de bulunan ve Batı Galler'deki bir bölgeden geldiği kesin olan mavi kayaçların bronz çağı insanları tarafından buradan çıkartılıp 300 km uzaklıktaki Stonehenge bölgesine taşınmış olmasına karşı çıkan yepyeni bir teori geliştirdiler. Açık Üniversite'ye mensup jeologların bu yepyeni bakış açısına göre taşlar, Salisbury Düzlükleri'ne buzullar vasıtası ile taşındılar.

Geçtiğimiz yıl, arkeologlar taşların Preseli Tepeleri'nden geldiğini söylemişlerdi. Oxford Journal of Archaeology'de yayınlanan son araştırmaya göre taşlar, Son Buzul Çağı'nda buzullar vasıtası ile bulundukları yerden sökülüp taşındılar. Açık Üniversite'nin jeologları ilk olarak 1991 ylında İngiltere'nin bu en çok tanınan tarihsel anıtının taşlarının bir taş ocağından değil, Preseli'nin değişik bölgelerinden geldiğini öne sürmüşlerdi. Profesör Olwen Willams-Thorpe başkanlığında bir ekip tarafından sürdürülen yeni çalışma sırasında, ana buluntuların desteklenmesi için, Stonehenge'de bulunan taş baltaların jeokimsayal analizleri de yapılarak menşeleri araştırıldı. Willams-Thorpe'un söylediğine göre Stonehenge'de bulunan baltalar Preseli'nin değişik noktalarına ait ve tümü dikilitaşların cüruflarından yapılmış.

Pembrokeshire'da yaşayan jeomorfolog Dr Brian John ise, Bronz Çağı'nda yaşayan insanların bu dikilitaşları taş ocaklarından buraya kadar taşıyabilmelerinin çok düşündürücü olduğunu fakat birisinin başka bir çözüm ispatlayana kadar bu tartışmanın süreceğini zaten söylüyordu. Şimdi ise bu son teoriyi destekliyor ve kayaçların buzun mesafeler boyunca taşınması için buzulların çok yavaş fakat çok güçlü bir araç olduğunu belirtiyor.
BBC, Der.: Ali Yamaç, 13.06.2006
SAAT KULESİ YENİLENİYOR

Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından projesi ihale edilen "Raylı Sistem" ve "Cumhuriyet Meydanı Düzenleme Çalışmaları" kapsamında, meydanda bulunan tarihi saat kulesi restore ediliyor.

Kayseri'nin simgesi olarak tarif edilen tarihi değerlerden birisi sayılan Saat Kulesi'nin, meydan projesi kapsamında restorasyon işlemlerine başlandı.

Projeye göre park arasında çay bahçesi olarak düzenlemesi yapılan Saat Kulesi'nin kısa zamanda restore işleminin tamamlanacağı bildirildi.
Kayseri Kent Haber, 18.06.2006






-9-


KAÇAK KAZILAN ŞEHİR: BOUBON




Prof.Dr. Jale İnan'ın anısına


Bir antik yerleşimde kaçak kazı yapmak ayrı bir olay, bir antik şehrin tümünü kaçak olarak kazmak ise bambaşka bir olay olmalı.

Burdur ili, Gölhisar ilçesine bağlı İbecik Köyü'nün 2.5 km güneyinde yükselen Dikmen Tepe üzerinde yer alan antik Boubon şehri, böylesine şanssız bir kadere sahip. Şehrin gözlerden uzak, zor ulaşılır bir yerde bulunmasını fırsat bilen İbecik Köyü sakinleri, 1960'lı yıllarda, hemen hergün tarlaya gidermişçesine bu yerleşime gidip kazılar yaptılar. Bu işi öylesine abarttılar ki, bugün Boubon, kaçak kazı yapılmış değil, hemen hemen hava bombardımanı yaşamış bir şehir görüntüsündedir. Eteklerden başlayarak zirveye kadar tüm Dikmen Tepe kazılmış durumdadır. Ören yerinde tiyatro, agora ve sebasteion dışında, tanımlanabilecek tek bir yapı kalıntısına rastlanmaz. Ancak orada burada mahiyeti teşhis edilemeyen yapılara ait duvar kalıntıları, mimari elemanlar ve etrafa saçılmış yazıtlar görülür.

Anadolu'nun her yanı, yüzyıldan uzun bir zamandır süren kaçak kazılardan muzdariptir aslında. Binlerce arkeolojik eser kaçak kazılar sonucu bulunmuş, yöneticilerin ihmal ve ilgisizliği sonucu bu eserler yabancı müzeleri doldurmuştur. Ama, herhalde, bu kaçak kazıların hiçbirisi Boubon'da olduğu kadar tahripkar değildir. Burada, nerede ise bir antik şehir tümü ile kazılarak yok edilmiştir.

Boubon'da köylü “arkeologlar” tarafından sürdürülen bu kazıların ardından, 1967 yılında ABD'de, bazıları üstün sanat kalitesine sahip, bronz heykel, torso, baş ve parçalardan oluşan büyük bir heykel grubu ortaya çıkar. Anadolu menşeli olduklarına kesin gözü ile bakılan bu eserlerin nereden bulunduklarına dair hiçbir bilgi yoktur. Prof. Jale İnan, 1973 yılında yayınlanan bir makalesinde, Burdur Müzesi'nde bulunan ve Boubon'da müsadere edilen bir torso ile J. Paul Getty Müzesi'nde bulunan bir başı karşılaştırarak ABD'de bulunan bu bronz heykel ve fragmanların tümünün Boubon antik şehrinden gitme olduğunu bildirir . Aslında, İmparator Valerianus'a ait olan bu heykelin, başı dışında sağ ayağı da J. Paul Getty Müzesi'ndedir.

Takip eden yıllarda Jale İnan, bu konudaki araştırmalarını sürdürür. Kaçakçılığın boyutlarının anlaşılabilmesi için, 1990 yılında Boubon Sebastion'unu kazar ve bulduğu tüm heykel kaidelerinin ABD'de bulunan heykellere ait olduğu anlaşılır . Kaidelerde, üstlerinde bulunan heykellerin kimler olduğunu açıklayan yazıtlar vardır ve bu yazıtlar, yapılan kaçak kazılar sonucu kaçırılan heykellerin tümünün Boubon Sebastion'una ait olduğunun ispatıdır. Aslında, burası oldukça ufak bir Sebasteion'dur; yapı 4.80 x 6.50 m ölçülerinde ve U şeklindedir. Bu yapıda 11'i Roma imparatorlarına, 3'ü de imparatoriçelere ait toplam 14 heykel mevcuttur. Özellikle Anadolu'da imparator kültünün 3 yy'ın ortalarına kadar devam ettiğini göstermesi açısından Boubon Sebasteion'u büyük önem taşımaktadır. Jale İnan, kazı sırasında bulduğu ve altüst olmuş tüm kaideleri kronolojik olarak yerleştirir. Bu yerleştirmeye paralel olarak, bugün kayıp olan heykellerin de ait oldukları kaidelerin üstünde durduklarını tahmin edebiliriz. Ekli tabloda tüm heykellerin kronolojik listesi ve bugünkü mekanları mevcut. Tablo, aşağıdaki dipnotlarda belirtilen ilaveler hariç Jale İnan'in “Boubon Sebasteionu ve Heykelleri Üzerine Son Araştırmalar” adlı eserinin 26. sayfasından alıntıdır.


YAZITLAR TARİH HEYKELİN BULUNDUĞU YER
Poppia Sabeina 63-65 ?
Nerva 96-98 ?
Marcus Aurelius 161-180 Torso: Cleveland Museum of Art
Lucius Verus 161-169 Heykel: Shelby White Koleksiyonu, NY
Commodus 180-192 Torso: Dr Sackle Koleksiyonu
Septimus Severus 193-211 Torso: Edward H. Merrin Gallery, NY,
ardından Dorothy Wendall Cherry
Koleksiyonu, NY
Julia Domna 195-211 ?
Genç Caracalla 211-218 Baş: Lipson Koleksiyonu, NY,
ardından Royal Athena Galleries, NY
Olgun Caracalla 211-218 Baş: Norbert Schimmel Koleksiyonu, NY
Gordian 233-244 ?
? (yazıtsız kaide) ? ?
Valerianus 253-260 Torso: Burdur Müzesi, Baş: J. Paul
Getty Müzesi
Gallienus 253-268 ?
Salonina 253-268 ?


Bu garip listeye ek olarak, 1998 yılında İsviçre'de ele geçirilen ve Boubon kökenli olduğu anlaşılan bronz bir Dionysos heykeli de, önce İngiltere'ye verilmesine karşın İngiltere'den alınarak Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne teslim edildi. Bu olay da kendi başına bir yazı konusu olacak kadar ilginçtir. Dünya çapında şöhrete sahip kaçakçılarımızdan Edip Telli İngiltere'de tutuklu iken, İsviçre'de ele geçirilen bu Dionysos heykelinin 1993 yılında Türkiye'de kendisi ve ortakları tarafından satın alındığını itiraf eder. Bu itiraf ve ardından Türk hükümeti tarafından verilen belgelere dayanarak, İngiliz Yüksek Mahkemesi, 16 Ekim 2002 tarihinde heykelin Türkiye'ye iadesine karar verir .

Anlaşıldığı kadarı ile, Boubon Sebasteion'undaki kazıyı 1960'lı yıllarda tamamlayan İbecik Köyü sakinleri, 1990'lı yıllarda bu antik şehrin başka bir yerinde yeni bir kazıya başlamışlar. Ne dersiniz, bir sonraki Kazı Sonuçları Toplantısı'nda bildiri sunmaları ilginç olmaz mı?




1 İnan, J., 1994, Boubon Sebasteionu ve Heykelleri Üzerine Son Araştırmalar, İstanbul, 5
2 İnan, J., 1977-78, “Der Bronzetorso im Burdur Museum aus Boubon und Bronzekopf im Paul Getty Museum“, IstMitt 27/28, 267 vdd.
3 İnan, J., 1994, Boubon Sebasteionu ve Heykelleri Üzerine Son Araştırmalar, İstanbul, 7
4 Chippindale, C. - D.W.J. Gill, 2000, “Material Consequences of Contemporary Classical Collecting”, American Journal of Archaeology, C. 104, Sayı: 3, July, 489-490
5 swan.ac.uk/classics/staff/dg/looting/gc2/ Table 11
6 wan.ac.uk/classics/staff/dg/looting/gc2/ Table 11
7 swan.ac.uk/classics/staff/dg/looting/gc2/ Table 11
8 swan.ac.uk/classics/staff/dg/looting/gc2/ Table 11
9 skulpturhalle.ch/de/sammlung/teil4.html ( #1302)
10 Özet, A. ed., 2002, Yitik Miras, İstanbul, 90-93





Olgun Caracalla başı, önden ve yandan,
Norbert Schimmel Koleksiyonu,
New York




Boubon Sebasteion'unun rekonstrüksüyonu, Çizim A. Öztürk



Dionysos heykeli,

Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi




Valerianus torsosu,

Burdur Müzesi




Marcus Aurelius torsosu,

Cleveland Museum of Art




Lucius Verus heykeli,

Shelby White Koleksiyonu,
New York




Septimus Severus torsosu,
Dorothy Wendall Cherry
Koleksiyonu, New York







11 - 17 Haziran 2006

KATKI


INDE DEUS ABEST'LE İŞTİGAL

ya da

“NASIL ANLATSAAAAM
NERDEN BAŞLASAAAAM...
BODRUUUM BODRUUUM”


ve

FotoSentez

(Haberlerin sonunda)

BEYKOZ KASRI İÇİN TOPBAŞ'A TAM YETKİ

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin dünkü oturumda, AKP ve CHP'li meclis üyelerinin oybirliği ile Başkan Kadir Topbaş'a, İstanbul'un incisi Beykoz Kasrı'nın da içinde bulunduğu 200 dönümlük yeşil alanın tahsis ya da alım yetkisi verildi. Topkapı Sarayı'nın ardından Boğaziçi'nde inşa edilen ilk saray olma özelliği taşıyan ve boğaz kıyısında kendi koyuna sahip olmasıyla bilinen Beykoz Kasrı, 28 Nisan 2006 tarihine kadar Beykoz Çocuk ve Göğüs Hastalıkları Hastanesi olarak hizmet veriyordu.

"Dünya tek bir devlet olsaydı, başkenti İstanbul olurdu" diyen ünlü Fransız devlet adamı Napolyon da Beykoz Kasrı'nda kalmıştı. Mecidiye Kasrı olarak da bilinen Beykoz Kasrı, 1854 yılında yapımına başlanmış, oğlu Prens Said Halim Paşa tarafından bitirilerek, Sultan Abdülaziz'e hediye edilmişti.
Sabah, Haber: Serdar Canıpek, 17.06.2006
KUYUMCU ATÖLYELERİ TARİHÎ ESERLERİ VE HAVAYI KİRLETİYOR

Üç medeniyete ev sahipliği yapan Eminönü üzerinde barındırdığı işyerleri nedeniyle zor günler yaşıyor. Tarihî yarımadada bulunan bin 200 kuyum atölyesinin kullandığı kimyevi maddeler tarihî eserleri yok etmekle kalmıyor, insan sağlığını da tehdit ediyor. Hava kirliliğinde yapılan ölçümler normal değerlerin 81 kat aşıldığını ortaya koydu.

İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan İnce öncülüğündeki akademik heyet, belediyenin isteği üzerine Eminönü'ndeki atölyelerin durumuyla ilgili teknik durum raporu hazırladı. 8 aydır bu konuda çalışan akademik heyetin hazırladığı ilk rapora göre, bölgede faaliyet gösteren kuyum atölyeleri 30'un üzerinde kimyevi madde kullanıyor. Bunların başında siyanür, kezzap, cam asidi, amonyum klorür (nişadır), boraks (teneker), deterjan, fosfat, tuzruhu, hidrojen peroksit, alçı, karbonat, sülfit, sülfirik asit ve ispirto geliyor. Yapılan ölçümlerde çıkan gazlardan dolayı hava kirliliğinde birçok değer, normallerini 81, 39 ve 11 kat gibi yüksek oranlarda aştı. Asit ve siyanür buharı gibi gaz atıklar havada buluştuğunda her canlıyı öldürücü gaz hüviyetine giriyor. Yılda 750-1.000 ton üretim yapan atölyelerin atıklardaki altın kaybı ise ortalama 2 ton olarak tahmin ediliyor.

Bölgede havaya bırakılan gazlar nedeniyle Nuruosmaniye Camii, Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Camii, Yerebatan Sarnıcı, Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii, Vezir Han ve Arnavut Han gibi yerler doğrudan etkileniyor. İçinde birçok kuyumcu atölyesi bulunan Vezir Han'ın tüm duvar taşları deforme olurken, Arnavut Han da yakında kullanılamaz hale gelecek. Camilerin tüm kubbelerini muhafaza eden kurşunlar da 10 yılda bir değişmek zorunda kalıyor. Oysa Üsküdar'da bir caminin kurşunları ortalama 50 yıl dayanıyor.
'Eminönü'nde hangi tehlikeli madde, nerede, ne kadar depolanıyor?' gibi soruların cevaplarının bilinmediğini kaydeden Prof. Dr. Orhan İnce'ye göre asıl tehlike burada. Prof. İnce, muhtemel yangın ya da büyük afetlerde nereye, ne kadar müdahale gerektiğinin tespit edilemediğini vurguladı.

Üniversiteyle yaptıkları ortak çalışma sonunda buradaki atölyelerin çevreye ve tarihe verdikleri zararın boyutlarının bilimsel olarak ortaya çıkacağını söyleyen Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, başta çevre kirliliği ve insan sağlığını tehdit eden tüm atölyelerin Eminönü'nden taşınacağını ifade etti. Tarihî yarımadadaki kuyum atölyelerinin hiçbirinde arıtma tesisi yok.
Zaman, Haber: Eyüp Boğazkesen, 17.06.2006
HÜDAVENDİGAR'A YANGIN KORUMASI

1365 yılında yapılan ve en son 1976 yılında onarılan Bursa'nın en önemli camilerinden biri olan 1. Murat Hüdavendigar Camisi restore edilecek. İşlemeleriyle ünlü olan camiyi yangına karşı korumak için tesisat yapılacak. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün onaracağı cami daha önce, kısıtlı ödeneklerle restore edilmişti.

Eserin mimari özellikleri şöyle:"Alt katı cami üst katı medrese olarak düzenlenen yapı, altı odadan oluşuyor. İçeriden bir niş halinde olan mihrap, yapının dışında beş köşeli ve dışa çıkıntılı halde duruyor. Caminin yapımında taş tuğla ve devşirme malzeme kullanılmış."

Çekirge'de Bursa Ovası'na bakan tepenin üzerinde Osmanlı Devleti'nin üçüncü Padişahı Orhan Gazi'nin oğlu 1. Murat Hüdavendigar tarafından yaptırılan cami, ilk olarak 1520, son olarak 1976 yılında toplam yedi kez onarıldı. Bu eserle birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğü 2003-2006 yılları arasında toplam bin 111 vakıf eseri onarmış olacak.
Bursa Hakimiyet Gazetesi, 17.06.2006
HASANKEYF'TE KAZI ÇALIŞMALARI 19 HAZİRAN'DA BAŞLIYOR

Hasankeyf'teki kazı çalışmalarına 19 Haziran'da başlanacak. Hasankeyf kazı ekibi başkanı ve Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülselam Uluçam, bu yıl 1 Nisandan beri süren temizlik çalışmalarının ardından, Hasankeyf'teki kazı çalışmalarına başlayacaklarını söyledi.
Hasankeyf'teki temizlik çalışmalarında görev alan işçilerin bir süre önce asgari ücreti yetersiz buldukları gerekçesiyle işten ayrıldıklarını belirten Uluçam, bu işçilerin yerine çalışmak isteyen 188 üniversite öğrencisinin kendilerine başvurduğunu bildirdi. Bu öğrencilerden 40'ını yapacakları kura çekiminin ardından kazı çalışmaları için işe alacaklarını ifade eden Uluçam, “Kazı için bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı ile GAP İdaresi ve Devlet Su İşleri ortaklaşa 1 milyon 500 bin YTL ödenek ayırdı. Ödenek konusunda hiçbir sıkıntımız yok” dedi.

Bu yıl ki çalışmaları 3 dönem şeklinde planladıklarını, birinci dönemin temizlik, ikinci dönemin ise kazı çalışması olduğunu belirten Prof. Dr. Uluçam, “Ekim ayından sonra da kazıda ortaya çıkan eserlerin laboratuar ortamında teknik çalışmasını yapacağız. Kazı çalışmalarında toplam 18 öğretim üyesi görev alacak. Ayrıca Hollanda ve Fransa'dan 4 arkeolog katılacak” diye konuştu. Ilısu Baraj Gölü altında kalacak tarihi varlıkların kurtarılması için 20 yıldır çalışma yapıldığını belirten Uluçam, şunları kaydetti:

“Son 2 yılda, 12 yılda yapılacak işi yaptık. Bu süre içinde bilinmeyen 19 taşınmaz kültür varlığı ortaya çıkardık. Biri Osmanlılara, diğerleri Artuklulara ait toplam 5 köşk bulduk. Artuklular dönemine ait cadde ve duvarları tespit ettik. Kazılarda ayrıca Roma dönemine ait ilk kez tespit edilen bir kapıya rastladık. Çalışmalarımız barajın yapılmasına endeksli olarak sürüyor. Kazıları 2012 yılında tamamlamamız gerekiyor. Kazılar bittikten sonra, ortaya çıkarılan tarihi eserleri başka bir yerde sergileyeceğiz.''
turizmgazetesi.com, 16.06.2006












SAGALASSOS ANTİK KENTİ'NDE KAZILAR YENİDEN BAŞLIYOR

Belçikalı Prof.Dr. Marc Waelkens başkanlığında kazı çalışmalarının yürütüldüğü Sagalassos Antik Kenti'nde çalışmaların Temmuz ayında tekrar başlayacağı bildirilirken, ünlü Antoninler Çeşmesi için 2006 yılında 80 bin Euro ayrıldığı açıklandı.

Çeşmenin restorasyon çalışmasını gerçekleştiren mimar restoratör Semih Ercan, Burdur'un Ağlasun İlçesi'nde 1998 yılından bu yana devam eden çalışmalarda 3 bin 500 parça taşın 400 blok haline getirildiğini söyledi. M.S. 161-180 yılları arasında yapılan 28 metre cepheli 9 metre yüksekliğindeki çeşmenin görkemli bir yapı olduğunu ifade eden Ercan, "Bugüne kadar 400 bloktan 200'den fazlasını yerleştirdik. Kalan blokları da yerleştirmeye devam ediyoruz. Çalışmalarımız 2010 yılında tamamlanacak" dedi. Çeşmenin yapımında 7 farklı renk taş kullanıldığına dikkat çeken Ercan, "Parçalar bir araya getirilirken, eksik olan parçaları taş yontarak tamamlıyoruz. Ekibimizde 6 taş usta bulunuyor. Eksik olan taş parçalarını orijinaline uygun olarak Afyon mermeri ve Burdur kireç taşından tamamlıyoruz" diye konuştu.

Geniş ve anıtsal özellik taşıyan şelaleli Antoninler Çeşmesi'nin restorasyon çalışması tamamlandığında su bağlanacağını da kaydeden Ercan, "Çeşme Roma İmparatorluğu döneminde prestij göstergesi olarak, kentin politik merkezine inşa edilmiş. M.S. 500 yılında depremde yıkılan ve toprak altında kalan anıtsal çeşmede restorasyonun yanı sıra, depreme karşı güçlendirme çalışması da yapılacak. Ayrıca çeşmenin restore çalışmaları bitince 500 metre uzaklıktaki Hellenistik Çeşme'den su bağlayacağız" şeklinde konuştu. Antoninler Çeşmesi'nin restorasyon çalışması için geçen yıl ilk kez bir Türk firmasının sponsor olduğunu hatırlatan Ercan, "AYGAZ, çalışmalarımıza sponsor oldu. Antoninler Çeşmesi'nin sponsorluğunu AYGAZ ve Belçikalılar sağlıyor. AYGAZ, 2010 yılına kadar sponsorluğunu devam ettirecek" dedi. Ercan, çeşmenin restorasyonunda 15 kişilik bir ekibin çalıştığını kaydetti.

Burdur'un Ağlasun İlçesi'ne 7 kilometre uzaklıktaki Sagalassos Antik Kenti'nde 1990 yılında Belçikalı Prof. Dr. Mare Waelkens başkanlığında başlayan kazılarda; Dor Tapınağı, Hellenistik Çeşme, Neon Kütüphanesi, 200 kişilik meclis binası, yukarı ve aşağı agoralar, Heroon, Apollon Klarios Tapınağı, Antinius Pius Tapınağı, Antoninler Çeşmesi, Roma Hamamı, tiyatro ve su kanallarının varlığı tespit edilmişti.
Burdur Kent Haber, 16.06.2006
TUTUKLU MÜZE MÜDÜRÜNE SÜRGÜN

Karun Hazinesi'nin en önemli parçası olan Kanatlı Denizatı broşunun Uşak Arkeoloji Müzesi'nden çalınmasından sonra açığa alınıp tutuklanan Müze Müdürü Kazım Akbıyıklıoğlu, Trabzon Müze Müdürlüğü'ne atandı.

Uşak Valisi Kayhan Kavas, 'Tayin edilme olayı doğrudur. Bakanlık müfettişinin hazırladığı rapor doğrultusunda bu tayin çıkmıştır. Yalnız şu anda soruşturma devam ettiğinden ve şahıs cezaevinde tutuklu bulunduğundan dolayı tayin yazısı tebliğ edilmemiştir' dedi.

Avukat Mustafa Tekin ise tutuklu Akbıyıklıoğlu'nun tayininin yapılmasının bir skandal olduğunu söyledi. Tekin, 'Nitelikli suçtan tutuklu bulunan Akbıyıklıoğlu'nun tayini tam bir skandaldır.

Tayin ile olay örtbas mı edilmek isteniyor. Bu şekilde olay gündemden düşürülmeye ve unutturulmaya çalışılıyor' dedi.
Akşam, 16.06.2006
EL YAZMA ESERLER FOTOĞRAFTAN OKUNACAK

Bursa El Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi'ndeki bütün kitaplar, yüksek çözünürlükte fotoğraflanarak, dijital ortamda kullanıcıların hizmetine sunulacak. İl Halk Kütüphanesi, fotoğraflandırma işi için ihale düzenliyor. 14 Temmuz'da İl Halk Kütüphanesi'nde yapılacak ihalede 1 milyon 143 bin 397 adet fotoğraflandırma ve 3 çeşit disk ortamında kayıt-arşivleme hizmeti alınacak. Bir hafta içinde kitapların teslimiyle başlayacak olan bu çalışma 4 ay içerisinde tamamlanacak. 10 milyon mega piksel kayıt özelliğine sahip fotoğraf makinesiyle yapılması istenilen çekimlerde, yüksek kalitede alınacak sayfaların fotoğrafları başka bir ihaleyle internet ortamına taşınacak. İl Kütüphane Müdürü Ömer Kurmuş, daha önce de çok kullanılan eserlerin opak olarak tarandıklarını ve bir kısım eserlerin kullanıcıları orijinal kitap yerine, CD ortamında taranmış metin belgesi olarak verildiğini hatırlattı. Kurmuş, "Bu kitaplar çok eskiye ait ve yılların verdiği yorgunluktalar. Raflarda uzun yıllardır durdukları için hava ve iklim şartları, kütüphanenin yaşadığı sıkıntılar sebebiyle her yerinden çıkartıldığında yıpranıyorlar. Biz araştırmacıları ve kitaplardan mahrum etmemek için bir defa fotoğraf kayıtlarını alıp, bundan sonra istenilen kitabı, bir fotoğraf dosyası halinde bilgisayar ortamında kullanıcılarla paylaşmayı hedefliyoruz" dedi.
Bursa Hakimiyet Gazetesi, 16.06.2006
“MÜZEMİZDE SIKINTI YOK”

Son zamanlarda yaşanan müze soygunları sonrası, bünyesinde 15 bin tarihi eseri barındıran Bolu Müzesi'nin Müdür Vekili Mustafa Güneş, “Müzemizde her türlü güvenlik önlemi vardır ve şu anda aktif bir şekilde çalışmaktadır” diyerek yüreklere su serpti.

Geçtiğimiz ay düzenlenen törenle yeniden Kültür Sitesi bünyesinde faaliyete geçen Bolu Müze Müdürlüğü hakkında açıklamalarda bulunan Bolu Müze Müdür Vekili Mustafa Güneş, şu anda müzenin 3'lü vardiya sistemiyle çalışan güvenlik personeli tarafından 24 saat korunduğunu belirtti. Güneş yaptığı açıklamada, “Bolu Müzesi bir ay önce düzenlenen törenle açıldı. Müdürlüğümüzün bünyesinde 15 bin tarihi eser bulunmakta. Müzede sergilenen eserler özel olarak yapılmış olan bölmeler içerisinde sergilenmekte. Müzeyi ziyarete edenler sürekli olarak güvenlik kameraları ile gözlenmekte. Müze kapalı olduğu zamanda, kameralar kayıt yapmaya devam ediyor” dedi.
Bolu'nun Sesi, 16.06.2006
259 ADET TARİHİ SİKKE ELE GEÇİRİLDİ

Kuşadası'nda 259 adet tarihi sikke ele geçirildi. Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren polis, önceki akşam Kuştur mevkiinde durdurulan bir otomobilin içinde bulunan K.A ve D.Ç'yi gözaltına aldı. Zanlıların bulunduğu otomobilde yapılan aramada, 259 adet, ön yüzünde Osmanlı tuğrası, ağaç dalları ve yıldız figürleri, arka yüzünde yine ağaç dalları ve yazı bulunan sikkeler ele geçirildi.
Aydın Denge Gazetesi, 16.06.2006
KAPALIÇARŞI TEHLİKEDE!

Türkiye'nin tarihi eserlerle ilişkisi hep sorunlu olmuştur. Kendi toprağındaki zenginliği bu kadar hoyratça kullanan başka bir millet var mı doğrusu bilmiyorum. Küçüklüğümden hatırlıyorum Kars'taki Ani Harabeleri'nden sökülen taşlarla hayvan ağılları yapılırdı. Tarihi eserlerimizi ya böyle tahrip ettik ya da çalıp yurtdışına sattık. Bir türlü sahiplenemedik. İstanbul buna en çarpıcı örnek. Surların haline bakın. Sadece millet değil, devlet de yerel yönetimler de surları adeta işgal etti. Kimi gecekondu, kimi de "lüks restoran" kondurdu surların üstüne. Şimdi anlaşılıyor ki, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nun "payitahtı" İstanbul'un merkezi Topkapı Sarayı bile ilgisizliğin, bilgisizliğin kurbanı.

Buna bile şükretmek gerekiyor. Çünkü asıl vahim olay dünyanın ilk alışveriş merkezi Kapalıçarşı'da yaşandı, halen de yaşanıyor. Eğer kısa sürede Kapalıçarşı ele alınmazsa çok ciddi bir tehlike söz konusu. Neden mi? Çünkü; Kapalıçarşı'nın altı yıllardır oyuluyor . Bir süre önce Kapalıçarşı ile ilgilenen bir grup bilim adamıyla konuştum. Söyledikleri gerçekten ürperticiydi. Yıllar önce 2-4 metrekare olan küçük dükkânlar şimdi 10, hatta 20 metrekareye çıkmış. Yani Kapalıçarşı'nın altı "para hırsı" yüzünden delik deşik edilmiş ama haberimiz yok.

Peki bu durum karşısında devlet veya yerel yönetim ne yapıyor? Anladığım kadarıyla hepsi şaşkın şaşkın sadece olanları izliyor. Ve kimse dur demiyor, diyemiyor. Daha vahim olanı, ortada Kapalıçarşı'nın bir rölevesi bile yok. Kısacası kimin nerede ne yaptığını devlet ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi bilmiyor. Düşünün, İstanbul bir deprem tehlikesiyle karşı karşıya. Böyle bir şehirde, önemli bir tarihi yapının altı yıllardır oyuluyor ama nedense kimse bu gerçeği görmek istemiyor.

Uşak Müzesi'nden çalınan Karun Hazinesi'ne ait "Kanatlı Denizatı Broşu" nu belki yeniden bulmak mümkün. Peki Kapalıçarşı yıkılırsa yeniden yapma şansımız var mı? Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er bu konuda ne düşünüyor doğrusu merak ediyorum. Umarım 1. Eminönü Sempozyumu'nda bu konu ele alınır ve bir sonuca bağlanır.
Sabah, Haber: Mahmut Övür, 16.06.2006
AYASOFYA MÜZESİ'NİN ÇATISI İÇİN İHALEYE ÇIKILDI

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, İstanbul Ayasofya Müzesi'nin kurşun örtüsünün yenilenmesi işi için ihale açtı.

Toplam 3 bin 500 metrekare çatı alanı kurşun örtü yenileme hizmeti işinin ihalesi, ''açık ihale usulü'' ile gerçekleştirilecek. İhale, 30 Haziran 2006 tarihinde saat 11.00'de İstanbul İl Özel İdaresi'nde yapılacak.Yer tesliminden itibaren toplam 300 günlük süreyi kapsayacak olan ihaleye, sadece yerli firmalar katılabilecek.

İstekliler işin teknik şartnamesini, İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nden görebilecekleri gibi, aynı yerden bedeli mukabili temin edebilecekler. Teknik şartnameye göre hazırlanacak olan teklif mektupları ise son teklif verme tarih ve saatine kadar İstanbul İl Özel İdaresi'ne verilecek. Konsorsiyumların teklif veremeyecekleri ihalede, firmalar teklif ettikleri bedelin yüzde 3'ünden az olmamak üzere kendi belirleyecekleri tutarda geçici teminat verecekler.
turizmgazetesi.com, 16.06.2006
DEFİNE KAZISI YENİDEN BAŞLADI

Edirne Belediyesi'nin Saraçhane Semtindeki Temizlik İşleri Müdürlüğü'ne ait alanda geçen yıl başlatılan ancak kazı alanında kaynayan su nedeniyle ara verilen 300 ton altının aranması çalışmalarına yeniden başlandı. Bulgaristan'dan getirildiği iddia edilen bir haritada yerinin gösterildiği iddia edilen define kazısında kesin yer tespitinin saptandığı iddia edildi.

Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi'nin oğlu Hakan Sedefçi, Meriç Belediye Başkanı Erol Dübek'in bacanağı Nuri Şirin, ortakları Zeki Esen ve Şefik Topçu'nun aldıkları resmi define arama izniyle geçen yıl Haziran ayında başlayan ve iki kez ara verilen kazıda ilk olarak Osmanlı Darphanesi aranmıştı. Daha sonra bu alandaki definenin Kazıklı Voyvoda'ya ait olduğu söylenmiş ancak kazı alanına su sızması nedeniyle çalışmalara ara verilmişti. Su sızmasını engellemek için 'keson' olarak tabir edilen 5 metre genişliğinde beton kuyu inşa ederek altın bulunduğu ileri sürülen odaya ulaşmayı hedefleyen ekip, kuyunun maliyetinin yüksek olması nedeniyle, geçen yıl yapılan kazı alanının yakınlarında bu kez başka bir kazıya başladı.

Kazı ortaklarından Şefik Topçu, son sistem teknolojik cihazlarla odanın kapağının bulunduğu yeri nokta olarak saptadıklarını belirterek, “Bu kez altınların üzerindeki kapağı bulma konusunda bir sıkıntı yaşanmayacağına inanıyorum” dedi.

Kazı yapılan alanda üç odanın bulunduğu, bu odaların içinde Osmanlı, Bizans ve Romanya'nın altınlarının bulunduğu belirtildi. Odaların yapımı sırasında su sızmaması için bal mumuyla sıvandığını iddia eden, isminin açıklanmasını istemeyen kişi, “Bu odalar yapıldıktan ve içine altınlar konulduktan sonra bu alan göle çevrilmiş. Bu alanda bir de köprü varmış. Bu tarihi köprü seddelerin yapımı sırasında yıkılmış. Bu köprü definenin burada olduğunun en büyük göstergesi. Bulgaristan'dan birkaç bilen kişi getirdik buranın yerini tespit ettik. Ben 45 yıldır burada define olduğunu biliyorum ama bir türlü aramaya başlayamamıştım. Geçen yıl aranan alanını dışında bir yer kazıyoruz. Geçen yıl asıl defineye ulaşamadık. Bu yıl daha kolay ulaşabileceğimiz bir noktayı deneyeceğiz” diye konuştu.

Saraçhane semtindeki kazıyı Defterdarlık, Emniyet Müdürlüğü yetkililerinin yanı sıra Edirne Müze Müdürü Ömer Eren de nezaret ediyor. Kazının başlamasıyla birlikte kazı alanı meraklı vatandaşların ilgi odağı oldu.

Kazıklı Voyvoda 15. yüzyılda Eflak'ta yaşamış, İrlandalı yazar Bram Stoker'in Drakula adlı ünlü romanına esin kaynağı olan III. Vlad 1456 1462 yılları arasında hükümdarlık yaptı. Rumen tarihinde 'ulusal kahraman' olarak görülen III. Vlad, cezalandırmak istediği kişileri kazığa oturttuğu için Türkler tarafından 'Kazıklı Voyvoda' olarak tanınıyor. 1461 yılında Osmanlılar'a karşı isyan başlatan III. Vlad'ın ordusu, Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet'in 1462'de yaptığı seferde yenildi.

III. Vlad, kaçmak istemesine rağmen yakalanarak esir edildi. Tarihi kaynaklara göre 1476 yılında ölen III. Vlad'ın çocukluğunun Edirne'deki Osmanlı Sarayı'nda geçtiği, ancak esir alındıktan sonra Edirne'de yaşadığı yönünde bir bilginin ise bulunmadığı görülüyor.
edirneninsesi.com, 15.06.2006
“URFA EVLERİ RESTORE EDİLİP, BUTİK OTEL OLARAK HİZMET VERMELİ”

GAP Turizm Geliştirme Derneği Başkanı Nejdet Güven, 13 bin 500 yıllık tarihi geçmişe sahip Şanlıurfa'da, turistik alanlardaki değerlerin turizme kazandırılması gerektiğini vurguladı. Güven eski Urfa evlerinin restore edilip, butik otel olarak turizmin hizmetine sunulması gerektiğini bildirdi. Güven, ''Şanlıurfa'da Turizmin Sorunları'' toplantısında, kentin turizm potansiyeli ve yaşanan sorunlar konusunda açıklamalarda bulundu.

Şanlıurfa'da, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tescil edilmiş 300 civarında tarihi ev, 36 cami ve mescit, 5 kilise, 8 medrese, 4 tekke ve zaviye, 20 türbe, 7 köprü, 1 su kemeri, 1 su bendi, 13 çeşme, 1 sebil, 8 hamam, 1 çimecek, 1 kale, 11 han ve 8 kapalı çarşı bulunduğunu ifade eden Güven, şunları söyledi: ''Kentin zengin mimari dokusu, turistlerin ilgisini çekiyor. Şanlıurfa'nın sahip olduğu potansiyelin bilinçli şekilde harekete geçirilmesi, ülkemiz ekonomisine çok önemli katkılar sağlayacaktır. Tarihi açıdan böylesine önemli bir kentte ciddi anlamda tuvalet sorunu vardır. Şanlıurfa'da, turistik alanlardaki tuvalet ihtiyacı acilen giderilmelidir.''

Nejdet Güven, Osmanlı dönemine ait çarşı ve hanların yer aldığı Gümrük Hanı, Dabbakhane ve Mevlevihane bölgesinin, mimari dokusunu koruyabilmiş önemli bir turizm adası olduğunu belirtti. Sadece bu bölgede 8 kapalı çarşı, 7 han ve 4 tarihi hamamın yer aldığını bildiren Güven, ayrıca bakırcılık, keçecilik, kürkçülük ve kalaycılık gibi geleneksel el sanatlarının da tarihi mekanlarda yapıldığını kaydetti.

Tarihi çarşılar ve hanlar bölgesinin Avrupa Birliği'nden sağlanan 500 bin avroluk hibeyle belediye tarafından ıslah edilmeye çalışıldığını ifade eden Güven, ancak ciddi bir restorasyon için en az1 milyon avroya ihtiyaç olduğunu söyledi. Güven, cami, kilise, okul ve tekke gibi farklı din ve kültürlere ait yapıların birbirine 20 metre mesafede yer aldığı Ellisekiz Meydanı'ndaki yapıların da restorasyon ve çevre düzenlemesinin en kısa sürede yapılması, eski Urfa evlerinin restore edilip, butik otel olarak turizmin hizmetine sunulması gerektiğini bildirdi.
turizmgazetesi.com, 15.06.2006
TARİHİ ESERLERİ DEPREME KARŞI KORUMA PROTOKOLÜ İMZALANDI

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresi İstanbul Proje Koordinasyon Birimi arasında, olası bir depreme hazırlık amacıyla Ayasofya ve Topkapı Sarayı müzeleri başta olmak üzere 25 tarihi eserin korunmasına yönelik protokol imzalandı.

İl Özel İdaresi'nden yapılan açıklamada, Özel İdare Genel Sekreteri Sabri Kaya'nın konuya ilişkin görüşlerine yer verildi. Proje kapsamında yaklaşık 4 milyon YTL'lik ödenek ayrıldığını belirten Kaya, “Bütün çalışmalar yüksek teknolojiyle yapılacak. Bu çerçevede Coğrafi Bilgi Sistemi kullanılarak coğrafi ve jeolojik yapı,tarihsel yapılarda mimari yapım teknikleri incelenecek”' dedi.

Kaya, çalışmaların titizlikle yürütüleceğini kaydederek, tarihi binaların geçmiş deprem hasarları ile mimari çizim bilgilerinin de oluşturulduğunu bildirdi. Açıklamada, imzalanan protokole ilişkin bilgi veren İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık (İSMEP) Projesi Direktörü Gökhan Elgin de, şunları kaydetti: “İlk olarak, Topkapı Sarayı-Mecidiye Köşkü, Arkeoloji Müzesi-Ek ve klasik bina ile Ayasofya Müzesi Müdürlüğü-Aya İrini, uzmanlarca ele alınacak. Söz konusu eserlerin afet riskine karşı performansları belirlenerek güçlendirme projeleri hazırlanacak. Şiddetli bir deprem sırasında muhtemel hasar ve yıkılma şekilleri belirlenerek bina güçlendirme önerilerini ve uygun çalışmaları hayata geçireceğiz.”

Açıklamada, İSMEP Projesi için Dünya Bankası'ndan 310 milyon avro tutarında bir kredi sağlandığı hatırlatıldı.
turizmgazetesi.com, 15.06.2006

SÜREN RESTORASYONLAR,
ÇÖKEN KONAKLAR,
YIKILAN KALELER
VE DE SKANDALLAR...

VAN'DA TARİHİ YAPILAR

Van İl Kültür Turizm Müdürü İzzet Kütükoğlu, ilde bulunan tarihi mekanlarda süren restorasyon, tadilat ve onarım çalışmalarının bitimiyle ziyaretçilere daha iyi hizmet sunacaklarını söyledi.

Van Valiliği ve Turizm İl Müdürlüğü tarafından sürdürülen restorasyon, onarım ve tadilat çalışmaları hakkında açıklamalarda bulunan İl Kültür Turizm Müdürü İzzet Kütükoğlu, çalışmaların turizmi hiçbir şekilde olumsuz etkilemediğini ifade etti. Bazı turistik mekanların çürümeye ve yıkılmaya yüz tuttuğunu, bu mekanları korumak için restorasyon çalışmalarının gerekli olduğunu söyleyen Kütükoğlu, geçen yıl ihalesi yapılan Akdamar Kilisesi'nin restorasyon çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu, çevre düzenleme çalışmalarınınsa başlamak üzere olduğunu kaydetti.

Kütükoğlu, Akdamar Kilisesi'nin çevre düzenlemesinin de tamamlanmasıyla Eylül ayında daha rahat bir şekilde ziyaret edilebileceğini, Hoşap Kalesi'ninse surlarının tehlike arz etmesi nedeniyle gelen şikayetler doğrultusunda ziyarete kapatıldığını söyleyerek, şöyle konuştu: "Bu yıl ilde fazla restorasyon çalışması başlatılmadı. Fakat, restorasyonunu yapmak istediğimiz yerler arasında bulunan Van Kalesi ile Hoşap Kalesi'nin proje ihaleleri yapıldı.

Proje tamamlandıktan sonra bu 2 kalenin restorasyon çalışmalarına başlayacağız. Bu gibi tarihi yerler onarılmadığı zaman turistlerden de tepki geliyor. Öte yandan müzenin de artık bir tadilata ihtiyacı vardı. Yıl içerisinde başlayarak sezona yetiştirmek istediğimiz müzenin teşhir ve tanzim çalışmalarının yapılması gerektiğinden, hala hizmete açamadık. Müzede eski yıllara ait malzemeler kullanılıyordu. Yeni malzemelerin kullanılması için teşhir tanzim ihalesinin yapılması bekleniyor. Bunlar yapıldıktan sonra turistlere daha iyi bir hizmet sunacağız. Ayrıca Van Kalesi'nin drenaj ihalesi de yapılarak çalışmalara başlandı. Kalenin güney kesiminde Hüsrevpaşa Camii önünde bulunan dereden geçen su, tarihi yapılara zarar vermektedir. Bu yüzden başlanan drenaj çalışması 2 ay sonra tamamlanacak. Hüsrevpaşa Camii'nin de onarılması için Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce restorasyon ihalesi yapıldı. Hem drenaj hem de restorasyon çalışmalarıyla tarihi mekanları koruyacağız".

Turizm sezonunda başlatılan restorasyon, tadilat ve onarım çalışmalarının turizme fazla olumsuz bir etki getirmediğini kaydeden Kültür Müdürü Kütükoğlu, "Bu tür çalışmaları kış aylarında yapmak mümkün değildir. Ayrıca kısa vadeye de sığdırılabilecek çalışmalar olmadığı için, yaz aylarında yapılmalı. Çünkü tarihi yapılarda yapılacak olan çalışmalar özen gerektirdiği için uzun sürmektedir" dedi.
turizmgazetesi.com, 15.06.2006
EDİRNE'DE TARİHİ ESERLER

Edirne Valisi Nusret Miroğlu, Edirne'ye bütçeden ve diğer kaynaklardan gönderilen paranın tamamının kullanıldığını belirterek, ''İlimize gönderilen bütün parayı yatırımlara harcıyoruz'' dedi. Miroğlu, yaptığı basın toplantısında, ilde 2005'te yapımına başlanan ve 2006'da yapılacak çalışmaları anlattı.

İlde, çeşitli kamu kuruluşlarının yaptıkları çalışmalar ve bu yıl içinde yapılacak yatırımları bildiren Miroğlu, ''Özel İdare'de halen 24 milyon YTL bulunuyor. Bu parayla ilgili projelerin çoğunun ihalesi tamamlandı. Gelen parayı yatırımlara kullanıyoruz'' dedi. Edirne'de tarihi binalara ve yapılara yönelik önemli çalışmaların yapıldığını da bildiren Miroğlu, 2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığınca tarihi köprülerin onarımı amacıyla aktarılan 1 milyon YTL ödenekten 8 tarihi köprünün projelerinin hazırlandığını, Uzunköprü'nün ise proje ihalesi için çalışmanın sürdüğünü kaydetti.
Projesi hazırlanan köprülerden Fatih, Kanuni, Yalnızgöz ve Tunca'nın restorasyon ihalelerinin yapıldığını, Meriç, Saraçhane, Bayezıt ve Gazimihal köprülerinin ise ihale hazırlıklarının sürdüğünü belirten Miroğlu, şöyle konuştu: ''Köprülerimizin tümü için 6-7 milyon YTL harcanması planlanmıştır. İlhan Koman Evi için Kültür ve Turizm Bakanlığımızca Özel İdaremize aktarılan 724 bin YTL ödenekle, proje hazırlanmış olup, restorasyon işi ihale edilerek, yer tespiti yapılmıştır. Yeni Saray Mutfaklar Binası ve Cihannüma Kasrı için bakanlığımızca 247 bin YTL ayrılmış, bunun 100 YTL'si ilimize gönderilmiştir. Proje hazırlatılmış olup, Koruma Kurulu'nun onayı beklenmektedir. 2,6 milyon avro maliyeti bulunan Ekmekçizade Ahmet Paşa Kervansarayı'nın restorasyonuna başlanmış olup, çalışma 18 ayda tamamlanacaktır.'' Miroğlu, Edirne'deki tarihi mezarlıklarda da düzenleme çalışması yaptıklarını belirterek, ''2005 yılında Beylerbeyi ve Kuşçu Doğan camilerinin mezarlıklarından sonra bu yıl Sitti Şah Sultan, Muradiye, Selçuk Hatun, Süle Çelebi, Kadı Bedrettin ve Gazimihal camileri ile Şahabettin Paşa ve Saruca Paşa mescitlerinin mezarlıklarında çalışma yapılacak'' dedi.

Vakıflar Bölge Müdürlüğünce de Edirne'de tarihi yerlerin onarım ve restorasyon çalışmalarının sürdürüldüğünü kaydeden Miroğlu, ''Geçen yıldan devam eden ve bu yıl yeni ihale edilen toplam 4,3 milyon YTL ödeneği bulunan Üç Şerefeli Cami, Bademlik Mescidi, Kirazlı Cami, Tütünsüz Baba Türbesi, Taşlık Cami, Yıldırım Beyazıt Camii ve Dar'ül Hadis Cami'nde çalışmalara başlandı. Bu yıl da Bedesten Çarşısı, İpsala Alaca Mustafa Paşa Cami, Lari Cami, Dar'ül Kurra Medresesi, II:Bayezıt Camii Avlu ve Tabhaneleri, Esik Cami, Gülbahar Hatun Cami, Ayşe Kadın Cami, Demirtaş Cami, Süleymaniye Cami, Saray hamamı ve Saatli Medrese 2. Kısım restorasyonu için ihale hazırlıkları yürütülüyor'' diye konuştu.

Sokullu Hamamı, Atik Ali Paşa Cami, Kasımpaşa Cami, Kuşçu Doğan Cami, Karaağaç Esik Cami, Sezai Baba Mescidi ve Türbesi, Enez Fatih Cami, Havsa Sokullu Paşa Cami ve Keşan Hersekzade Ahmet Paşa Cami'nin proje ihalelerinin ihalesinin de bu yıl için yapılacağını belirten Miroğlu, Edirne'deki tarihi evlerin restorasyonuna da büyük önem verdiklerini bildirdi.
edirneninsesi.com, 15.06.2006
KIZ KALESİ RESTORE EDİLECEK

Mersin İl Özel İdaresi, Erdemli Kız Kalesi'nin mozaik ve sur duvarlarının restorasyon ve çevre düzenleme inşaatı için ihale açtı. İhale, 29 Haziran 2006 tarihinde saat 10.00'da Mersin İl Özel İdaresi'nde “açık ihale usulü” ile yapılacak. Yer tesliminden itibaren toplam 210 günlük süreyi kapsayacak olan işin ihalesine sadece yerli firmalar katılabilecek. Restorasyon ve çevre düzenlemesi ihalesine katılmak isteyenler teknik şartnameyi, Mersin İl Özel İdaresi Emlak İstimlak Müdürlüğü'nden görebilecekleri gibi aynı yerden bedeli mukabili temin edebilecekler. İhale sonucu üzerine ihale yapılan istekli ile anahtar teslimi götürü bedel sözleşmesi imzalanacak.
Türkiye Gazetesi, 14.06.2006
AKDAMAR'DA MUTLU SONA ÇOK AZ KALDI

Van'ın doğa ve tarih hazinesi Akdamar Adası'nda mutlu sona az bir süre kaldı. Adadaki tarihi Akdamar Kilisesi'nin restorasyonunda son aşamaya gelinirken, Van Valisi Niyazi Tanılır, ilgili kurum müdürleriyle adada toplantı yaptı. Adaya su ve elektrik götürülmesi için de çalışma başlatıldı.

Vali Tanılır, "Eylül ayında kilisenin restorasyonu tamamlanıp açılışı yapılacak. Biz bu tarihe kadar su ve elektrik sorununu çözeceğiz. Adaya su getirmek için birkaç alternatif üzerinde duruyoruz. Geçmişte adada yaşayanların su aldıklarını biliyoruz. Kuyu mu açacağız, yoksa sahilden boru ile su mu getireceğiz araştıracağız. Bir başka alternatif olarak, yüklenici firmanın yaptığı gibi taşıma suyu getirmek ve daha büyük bir depo yaparak oraya aktarmak olabilir" dedi.
Hürriyet, Haber: Gülay Özek, 14.06.2006
AYNALI ÇARŞI'DA RESTORASYON SÜRÜYOR

Çanakkale'nin sembolü haline gelen tarihi Aynalı Çarşı'da 3. etap restorasyon çalışmaları sürüyor. Belediye yetkilileri, tarihi çarşıdaki çalışmaların süratle devam ettiğini belirterek, "4 yıl önce çarşının İnönü Caddesi'ne bakan kısmına 11 dükkan yapılmıştı. Ardından ikinci etap çalışmalar tamamlandı. Bu bölümde de 32 dükkan bulunuyor. Son etap çalışmalarında 15 dükkan yapılacak. Şu an çatı kısmı tamamlandı ve iş yerlerinin duvarları örülmeye başlandı.

Bunun ardından sıva işlerine geçilecek. Yıl sonuna kadar tamamlanması planlanan çalışmaların ardından tarihi Aynalı Çarşı modern haliyle hizmete girecek" dedi.
Çanakkale Kent Haber, 16.06.2006
TARİHİ KONAK BUTİK OTEL OLARAK DÜZENLENECEK

Gaziantep'te Osmanlı döneminden kalan tarihi bir konağın, butik otel olarak düzenlenmesinin planlandığı bildirildi. İl Özel İdare Müdürlüğü Genel Sekreteri Abdülkadir Demir, İl Özel İdaresi'nin yeniden yapılandırılması kapsamında, Gaziantep İl Özel İdaresi'ne ait mal varlıklarını araştırdıklarını ve Eyyüpoğlu Mahallesi Bay Mahli Sokak'da tarihi bir konağın, özel idarenin gayrimenkulleri arasında yer aldığını tespit ettiklerini söyledi. Bu konağın, Milli Eğitim Müdürlüğü personelinin ikamet ettiği bir lojman olarak kullanıldığını ancak, Kültür ve Tabiat Varlıkları listesinde yer aldığını öğrendiklerini belirten Demir, bunun üzerine, konağın kente kazandırılması yönünde çalışmalara başladıklarını ifade etti. Konağı, lojman olarak kullanan personelin tahliye işleminin tamamlandığını anlatan Demir, konağın butik otel olarak düzenlenmesine karar verildiğini dile getirdi. Tarihi konağın, butik otel olarak düzenlenmesi için projesinin mimar Zeynep Dinler tarafından gönüllü olarak yapıldığını kaydeden Demir, "Konağın projesi şu anda tamamlandı. Projeyi, Adana Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'na gönderdik. Şu anda incelemeleri sürdürüyorlar. bu incelemeler sonucunda proje kabul edilirse, hemen restorasyon çalışmaları başlayacak. Projenin hayata geçirilmesi için 200 bin YTL ödenek ayırdık. Amacımız bu tarihi konağı turizme kazandırmak. Gaziantep'in en büyük eksiklerinden biri konaklama sorunu. Konaklamanın da kalitesinin artırılması gerektiğini artık herkes biliyor. Dolayısıyla turizme kazandırılması amacıyla burayı butik otel olarak yapmayı amaçlıyoruz. Konakta, içinde banyo ve tuvaleti bulunan 9 adet suit oda olacak. Ayrıca, konağın bahçesinde bulunan ek binada kullanılacak ve bu geniş avlu da pek çok etkinlik yapılabilecek" dedi. Demir, yaptıkları araştırmada, konağın İl Özel İdareye Gaziantepli Göğüş ailesi tarafından verildiğini tespit ettiklerini de sözlerine ekledi.
gaziantep27.net, 16.06.2006
ABACIOĞLU HAN ASLINA DÖNÜYOR

İzmir'de, tarihi Kemeraltı Çarşısı'nda 18'inci yüzyıl başlarında Hacı Mustafa Ağa tarafından yaptırılan ve günümüze kadar geçirdiği çeşitli tadilatlar ile orijinal mimarisi bozulan Abacıoğlu Han aslına dönüyor.

Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, geçtiğimiz yıl projelendirilen ve işyeri sahipleri ile birlikte yürütülen çalışmalarda önemli bir mesafe aldıklarını belirtti. Tunçağ, belediyenin hazırlayıp sunduğu projeyi handa işyerleri bulunan esnafın da sahiplendiğini ve önemli oranlarda maddi katkı sağladığını söyledi.

Başkan Tunçağ, hanın avluya bakan cephelerinde bulunan eklentilerin kaldırıldığını, zemin kaplamasının yapıldığını ve artık ayrıntılar ile ilgili aşamaya gelindiğini ifade etti. Abacıoğlu Hanı'nın tamiratının yapılması, boyanması ve özgün karakterine kavuşturulmasına yönelik kararların hızla yaşama geçirildiğine değinen Tunçağ, şöyle konuştu: "Belediyemizce hazırlanan proje kapsamında, hanın avluya bakan cepheleri ile 920 sokak cephesindeki eklentileri kaldırıldı. Tamiratının yapılması, boyanması ve özgün karakterine kavuşturulmasına yönelik kararlar hızlı bir şekilde uygulandı. Çalışmalara esnafın da katılması sağlandı. Hanın avlusunun ise; yer döşemeleri yenilendi. Yeni aydınlatma elemanlarının konulması ve giriş kapısı dahil çevre düzenlemeleriyle bozulmuş görünümünden kurtulması sağlandı."
Yeni Asır, 14.06.2006
BAŞKAN SEDEFÇİ, TARİHÎ KÖPRÜNÜN ÜSTÜNDEKİ TESİSATLARIN SÖKÜLMESİNE KARŞI ÇIKIYOR

Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, her an yıkılmak üzere olan tarihî köprülerin üzerinden geçen su ve elektrik tesisatlarının sökülmesi durumunda köprülerin restorasyonuna izin vermeyeceklerini söyledi.

Kültür Bakanlığı ve Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından onarım ve bakımları yapılacak olan 6 tarihî köprünün proje çalışmaları tamamlandı. Bakanlık köprülerin restorasyonu için Edirne Valiliği'ne 2 milyon YTL para gönderdi. Köprülerin restorasyonu Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi'nin karşı çıkması üzerine başlamadan durduruldu. Başkan Sedefçi, köprülerin üzerinden geçen ve 500 milyar lira harcayarak yaptıkları elektrik ve su tesisatının sökülmesi durumunda yasal yollara başvuracağını söyledi. “Benim köprülerle her hangi bir sorunum yok, köprülerin onarılmasını ben herkesten çok istiyorum” diyen Başkan Sedefçi, şunları söyledi: “Köprülerin üzerinden merkeze bağlı Karaağaç ve Yıldırım semtinin su ve elektrik tesisatı geçiyor. Bunların yapımı için belediye kasasından 500 milyar lira harcadım. Şimdi de bunları sökeceklerini söylüyorlar. Bu tesisatı köprülerin üzerinden geçirirken Anıtlar Kurulu'nun iznini alarak yaptım. Benim harcadığım parayı bana versinler ancak o şekilde belediye olarak söküme onay veririm.” Köprü üzerlerinden geçen söz konusu tesisatın sökülmesi durumunda bir çok semte elektrik ve su verilemeyeceğini vurgulayan Sedefçi, “Benim görevim halka hizmet etmek. Onarım yapılacak diye ben vatandaşı elektriksiz ve susuz bırakamam. Köprüleri restore edecek kurum, sökülecek olan tesisatın masrafını karşılasın ve söksün.” dedi.
Zaman, Haber: Muhammet Çakan, 14.06.2006
BALKANLAR'IN İLK OSMANLI'SI

Balkanlar'da, Osmanlı tarafından inşa edilen ilk eser olma özelliğine sahip Kosova, Sultan Murad Hüdavendigar Sultan Murat Türbesi'nin aslına uygun olarak onarılması için restorasyon çalışmalarında 2 mimar, 1 inşaat mühendisi ve 20 kadar usta ve işçi görev yaptı. Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürlüğü tarafından finanse edilen ve 700 bin dolara mal olan restorasyon çalışmalarını, Mostar Köprüsü'nün restorasyonunu gerçekleştiren Erbu İnşaat Şirketi üstlendi. Restorasyon'da 1848'te inşa edilen mevcut türbenin içerisinde, 14. yüzyıldan kalma kare planlı daha küçük bir türbe tespit edildi. Proje çerçevesinde ziyaretçiler için modern tuvaletler ve türbeyi koruyan türbedar ailesine bir de ev yapıldı. Kosova'da bulunan ve Osmanlı Türk döneminden kalan Prizren'deki Sinan Paşa Camii, Priştine'deki Fatih Sultan Mehmed Camii, İpek'teki Kızıl Camii gibi kültür varlıklarını yenileme ve restorasyonunu çalışmalarına da önümüzdeki günlerde başlanacak.
Türkiye Gazetesi, 13.06.2006
BABASULTAN TÜRBESİ ONARILMAYI BEKLİYOR

Bursa, Kestel İlçesi Babasultan Köyü sakinleri, Geyikli Baba Türbesi'nin çevresinin yeniden düzenlenmesini istedi.

Babasultan Köyü Muhtarı Fahri Çelik, Orhan Gazi'nin alp erenlerinden olan Geyikli Baba'yı ziyarete yaz döneminde on binlerce kişinin geldiğini belirterek, "Biz Geyikli Baba'yı ziyarete gelenlerin de rahat etmelerini istiyoruz. Tuvaletleri şu anda çökme tehlikesi olduğu için kullanamıyoruz. İl Genel Meclisi üyelerinin Geyikli Baba'ya sahip çıkarak, tarihi caminin ve çınarların önündeki yaklaşık 10 dönümlük alanda köyümüze yakışır bir çevre düzenlemesi yapmalarını bekliyoruz. İnegöl ovasına hakim bu yer tamamen köy tüzel kişiliğine aittir. İyi bir çevre, peyzaj projelendirmesiyle ziyaretçilerimizin rahat edeceği güzel bir mekana kavuşmak mümkün olabilir. Projelendirme ve çalışmaya öncülük için İl Genel Meclisi üyelerimiz ve İl Özel İdare öncülük ederse, köy sakinleri de bu çalışmaları maddi ve manevi olarak destekleyeceklerdir" dedi.
Bursa Olay Gazetesi, 13.06.2006
YOZGAT'TA KORUMA ALTINDAKİ TARİHİ KONAK ÇÖKTÜ

Yozgat'ta, Sungurlu Caddesi'nde yer alan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescili yapılarak koruma altına alınan terkedilmiş durumdaki 2 katlı tarihi ahşap konak çöktü.
Çocukların, bahçesi ve içinde oyun oynadığı tarihi konağın çökmesi üzerine mahalle sakinlerinin ihbarı üzerine Yozgat Emniyet Müdürlüğü, itfaiye ve sivil savunma ekipleri olay yerine geldi. Ekipler, çöken tarihi binanın enkazında çocuk kalmış olabileceğini düşünerek, enkazda arama yaptı.

Çökme esnasında binanın yakınında oynayan çocuklardan birisinin, binada kimsenin olmadığını söylemesi üzerine enkazdaki arama çalışması durduruldu. Sivil savunma ve Yozgat Emniyet Müdürlüğü ekipleri, ahşap binanın kalan kısmının da yıkılabileceği düşüncesiyle binanın etrafını çevirdi.
turizmgazetesi.com, 15.06.2006
MİLLET HANI, 'CAFE' OLDU !.

Gaziantep'te 500 yıllık tarihe sahip olan Millet Hanı, cafe ve turistlik amaçlı hizmet vermeye başladı. Gaziantep'in çoğunluğu ermeni yapımı olan yüzyıllık tarihi hanların restore edilerek, otel ve kafe olarak işletilmesi özellikle turistlerin yoğun ilgisini çekiyor...

Yaklaşık 500 yıl önce Sadrazam Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılan, 2003 yılında ise İşadamı Mustafa Geylani tarafından restore edilerek Gaziantep'e kazandırılan Millet Hanı, nostaljik cafesi, yöresel yemekleri, çay, kahve, nargile ve şark odaları ile huzur veriyor. Özellikle yabancı turistlerin ilgisi çekiyor...
gaziantep27.net, 17.06.2006
MÜZEDEKİ MEZAR ODASININ ASMA TAVANI DÜŞTÜ

Antalya Müzesi'nin yeni yapılan ek binasında bir hafta önce ziyarete açılan mezar odasının metal plakalarla yapılan asma tavanının bir bölümü düştü. Odadaki eserleri inceleyen turistler büyük panik yaşarken şans eseri yaralanan olmadı, eserler zarar görmedi.

Türkiye'nin en büyük kapalı müzeleri arasında yer alan Antalya Müzesi'nin ek binası bir hafta önce hizmete girdi. Ek binadaki mezar odasının metal plakalardan hazırlanan asma tavanının bir bölümü dün öğle saatlerinde yerinden koparak büyük bir gürültüyle düştü. Bu sırada odada bulunan turistler arasında kısa süreli panik yaşandı.

Ek bina içinde yeni hazırlanan mezar odasının resmi açılışı yapılmamasına rağmen turistlerin gezmesine izin verdiklerini söyleyen Antalya Müze Müdürlüğü yetkilileri, asma tavandan plakaların düşmesi üzerine bu bölümü ziyarete kapattıklarını belirtti. Mezar odasının şalterini indirip elektriklerini kesen müze yetkilileri, bu bölüme kimsenin girmemesi için güvenlik şeridi çekti. Müze görevlilerinin naylon güvenlik şeridini odadaki heykellere ve mezar taşlarına bağlamasını tarihe saygısızlık olarak yorumlayan bazı turistler tepki gösterdi.

Müze görevlileri, asma tavandaki çökmenin Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bildirildiğini, biran önce onarım çalışması yapılacağını kaydetti.
Vatan, 15.06.2006
RESTORASYON SKANDALI

Diyarbakır'ın mimari yapısı, kitabeleri ve kabartmalarıyla günümüze kadar gelen 5.5 kilometre uzunluğundaki 2 bin yıllık surlarının aslına uygun restore edilmediği, son olarak Milli Emlak tarafından kiraya verilen 9 no'lu burçtaki onarımda da büyük hatalar olduğu ortaya çıktı. Burç restorasyonundaki hatalar için Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nden yardım istendi. Bazı bölümleri yer yer yıkılmaya başlayan 5.5 kilometre uzunluğundaki surlarda 3 yıl önce başlatılan restorasyon çalışmaları, Yerel Gündem 21'in hazırladığı 'Hatalı Onarım Raporu' üzerine Valilik kararıyla durduruldu. Raporda, surlarda yapılan restorasyon çalışmaları sırasında bir çok bölümün aslına uygun yapılmadığı, özellikle makineyle kesilen bazalt taşlarının beyaz renge dönüştüğü için çirkin bir görüntü yarattığı belirtildi.Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nden teknik bir heyetin inceleme yapmasını istedi. Müdürlük ayrıca Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na da başvurarak, 9 no'lu burçla ilgili projenin doğru olmaması halinde de çalışmaların durdurulmasını istedi. Diyarbakır Kültür ve Turizm Müdürü Songül Göksu "Raporlarda, çimento kullanılmış olabileceği yer alıyor. Dinlenmiş kireç kullanılması gerekiyor" dedi. Göksu, "Geçmişte de elle işlenmesi gereken bazalt taşları, makinelerden çıkarılıp tek kalıp halinde surlara yerleştirildi. Kimsenin restorasyonun nasıl yapılacağını bilmemesi de büyük sorun" dedi.
Milliyet, Haber: Ramazan Yavuz, 17.06.2006
RESTORASYON GECİKİNCE TARİHİ HOŞAP KALESİ YIKILDI

Van'da bulunan ve Osmanlı dönemine ait olan tarihi Hoşap Kalesi, bazı bölümlerindeki yıkılmalar nedeniyle ziyaretçilere kapatıldı. Kalede restorasyon çalışmalarının tamamlanmadığına dikkat çeken yetkililer, kalenin bölgeye gelen yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olduğunu kaydettiler.



1643 yılında Osmanlılara bağlı Mahmudi Beyleri tarafından yaptırılan ve dönemin en büyük kalelerinden biri olan Hoşap Kalesi, Van Gölü çevresindeki önemli tarihi yapılar arasında yer alıyor. Yüksek kayalıkların üzerine inşa edildiği için yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini çeken kalenin turistlerin önemli durakları arasında bulunan kale, yapısındaki bazı yıkılmaların can güvenliğini tehlikeye sokacağı gerekçesiyle ziyaretçilere kapalı bulunuyor.

Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Top, kalenin arkeolojik sit alanı olarak ilan edildiğini ifade ederek, bilimsel çalışmalar dışında şimdiye kadar kapsamlı bir şekilde onarımdan geçirilmediğini, bu nedenle kalenin bazı kesimlerinde, can güvenliğini tehdit edecek derecede yıkılmalar meydana geldiğini belirtti. Yapının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine işaret eden Top, kalenin restorasyon proje ihalesinin 2005 yılı sonunda yapıldığını ancak sonuçlanmadığını belirtti. İhale sonuçlandırılmadığı için kalenin onarımının da yapılamadığını anlatan Top, bölgede yaz sezonunun çok kısa sürdüğünü, onarım çalışmalarının bu mevsimde başlaması gerektiğini bildirdi.Top, bölgeye gelen ziyaretçilerin Hoşap Kalesi'ni ziyaret ettiklerini, ancak bu yıl kaleye gelen ziyaretçilerin hayal kırıklığına uğradığını belirtti.

İl Kültür ve Turizm Müdürü İzzet Kütükoğlu, Hoşap Kalesi'nin duvarlarının yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu, Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü ile Diyarbakır Röleve ve Anıtlar Müdürlüğünden aldıkları rapor doğrultusunda tarihi kaleye girişe izin
verilmediğini kaydederek, şunları söyledi: “Kalenin restorasyon projesi ihalesi 2005 yılının kasım ayında yapıldı. Projenin teslim süresi geçtiği için firma cezalı durumda çalışıyor. 2-3 ay içinde proje tamamlanacak, daha sonra restorasyon projesini başlatacağız.”

Kalenin gezi programından çıkarılmadığını, ziyaretçilerin içine giremediğini ancak kalenin çevresinde gezebildiğini ifade eden Kütükoğlu, dünyanın önemli tarihi değerleri arasında bulunan yapının restore edilmesinin büyük önem taşıdığını dile getirdi.
turizmgazetesi.com, 16.06.2006
GERGER KALESİ'NE GEZİ

Adıyaman'ın Gerger İlçesi'nde lise öğrencileri yıl sonu olması nedeniyle öğretmenleriyle tarihi Gerger Kalesi'ne zorlu bir tırmanış gerçekleştirdi.

Gerger İlçe merkezine yakın olan Gerger Kalesi'ni daha önce hiç görmediklerini söyleyen öğrenciler, Gerger Lisesi Okul Müdürü Ahmet Doğan ile kaleyi gezdi. Yüksek dağ yamaçlarına olması nedeniyle büyük güçlükle kaleye ulaşan öğrenciler, kaleye çıktıklarında yaşadıkları zorlukları unutarak çok mutlu oldu. Kalenin ilgisizlikten dolayı harabe haline gelmesine üzülen öğrenciler, tarihi yapıya bakım ve onarım yapılması gerektiğini belitti. Okul Müdürü Ahmet Doğan, tarihi ve turistik yerleri öğrencilerin yeterince tanımadığını bu nedenle bir gezi tertiplediklerini bildirerek, "Tarihi ve turistik dokuların her öğrenci tarafından iyi bilinmesi gerekiyor. Geçmişten günümüze kadar yaşatılan bu yapıların, gelecek nesillere aktarılması bizlerin en büyük görevidir" dedi.
e-adiyaman.com, 15.06.2006
GEZGİNLERE HAYDARPAŞA ÇAĞRISI

'Kimlik değiştirmeye' hazırlanan Haydarpa Garı, İngiliz Daily Telegraph gazetesine konu oldu. İngiliz muhabir Barnaby Rogerson, garın çevresinin birkaç yıl içinde şehir planlamacıları tarafından değiştirileceğini, bu yüzden gezginlerin şimdiden Haydarpaşa'yı tatil planları arasına alması gerektiğini vurguladı. Garın Berlin-Bağdat hattının önemli parçası olduğunu hatırlatan Rogerson, "Haydarpaşa, demiryolu gezginlerinin son kalelerinden biri. Ortadoğu'ya giden bütün maceraperesteler, kâşifler, Hıristiyan ve Müslüman hacılar bu istasyondan geçmişti" dedi.

Haydarpaşa Garı için ilk çan, 2007'nin sonunda çalacak. Kentin iki yakasını denizaltından birleştirecek olan Marmaray Tüp Geçidi kapsamında raylar yenileneceği için, banliyö seferleri kaldırılacak. Yük ve şehirlerarası yolcu taşıyan trenler Anadolu'da Haydarpaşa yerine Gebze'de, Avrupa yakasındaysa Sirkeci Garı yerine Halkalı'da duracak. Yolcular buradan İETT otobüsleri veya servislerle kentin içlerine taşınacak. Yenileme çalışmaları bittiğinde, Ankara'dan gelenler raylı sistemle Halkalı'ya, Trakya'dan gelenlerse Gebze'ye kadar ulaşabilecek. TCDD, Marmaray bittiğinde, ana hattın dışında kalacak olan Haydarpaşa Garı ve çevresinin 'nasıl kullanılacağı'yla ilgili proje çalışmasını sürdürüyor.
Radikal, 15.06.2006
HATAY ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDE 35 BİN ESER TEK TEK SAYILIYOR

Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun Hazinesi'nin en değerli parçalarından Kanatlı Denizatı Broşu'nun sahtesiyle değiştirilerek çalındığının ortaya çıkması ardından Bakanlık tüm yurttaki müzelerde sayım yapılması için genelge yayınladı.

Bu kapsamda 35 bin civarında küçük ve büyük eserin bulunduğu Arkeoloji Müzesi'nin depolarında başlatılan sayım, uzmanlar tarafından sürdürülüyor. Tunus Müzesi'nden sonra dünyanın mozaik sergileme kapasitesi bakından en büyük 2'nci müzesi olan ve 1939'da inşa edilen müzedeki sayımda kayıtlar ile depoda bulunan eserler karşılaştırılıyor. Yeni tespitler ise ayrıca kayıt altına alınıyor. Müze yetkilileri, öncelikle depodaki eserlerin sayılarak kayıt altına alındığını, bu çalışmanın ardından da teşhir salonlarındaki 2 bin eserin tespitinin yapılacağını söyledi. Sayım sırasında eserlerin gerçek olup olmadığının da tespit edilip kayda alındığı belirtildi. Müzede yer darlığı nedeniyle sadece 2 bin civarında eser sergilenebiliyor. 8 teşhir salonu bulunan müzede Hitit, Asur, altın ve küçük eserleri ayrı ayrı sergileniyor.

1989'da birinci salonda bulunan Roma İmparatoru Trebonlonus Gallus'un heykelinin başının çalınması üzerine müzeye güvenlik kamerası yerleştirildi. Güvenlik kamerasıyla müzenin 8 teşhir salonu 24 saat kontrol ediliyor.
Vatan, 15.06.2006
BAKANLIK MÜZEYE CİMRİ, DİNLENMEYE BONKÖR DAVRANMIŞ

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, 'Müzeler hapishaneler gibi korunsun isteriz ancak para yok' derken, müze soygunlarıyla eleştiri oklarına hedef olan Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bakanlığın 712 milyon 373 bin YTL'lik bütçesinden sadece 99 milyon 32 bin 25 YTL ayrıldı. Öte yandan Bakanlığın, Dinlenme, Kültür ve Din Hizmetleri'ne ise 328 milyon 160 bin 785 YTL ödenek tahsis etmesi dikkat çekti. Bakanlığın bütçesinden Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü'ne 56 milyon 518 bin 450 YTL, Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü'ne 12 milyon 282 bin 205 YTL, Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü'ne 77 milyon 901 bin 580 YTL, Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü'ne ise 10 milyon 434 bin 120 YTL ödenek tahsis edildi.
Akşam, 15.06.2006
20 MİLYON $'LIK TARİHİ HANI ALDI

Tartışmalı Galataport ihalesiyle gündeme gelen Ofer Ailesi, Türkiye'deki ortağı Boğaziçi Holding ile birlikte 20 milyon dolara Karaköy'deki tarihi 'Veli Alemdar Han'ı aldı. Hanın tadilattan geçtikten sonra otel olması bekleniyor Alemdar Ailesi'nin 9 katlı işhanını aylar süren operasyonla toplayan şirket, son olarak 5 bağımsız bölümü de alarak işi bitirdi. Ofer'in Türk ortağı Global Holding'in bünyesindeki Boğaziçi Holding, geçtiğimiz günlerde bir büyük gayrimenkul toplama operasyonunu daha tamamladı. 1900'lü yılların başında inşa edilen han 9 katlı. Tarihi Veli Alemdar Han, Boğaziçi Holding tarafından hisse başına 2.500-3.400 dolar arasında değişen bedellerle, aylar boyunca süren bir operasyon neticesinde adım adım toplandı. Tarihi handa 6 bin ayrı hisse bulunuyor.

Veli Alemdar Han'ın ciddi bir tadilat sonrasında otel olarak değerlendirilmesi en uygun yöntem olarak kabul ediliyor. Gayrimenkul uzmanlarının 'pahalı satın alındı' değerlendirmesine karşın, bölgenin yeni liman projesi sonrasında canlanma beklentisi, hanın değeri konusunda tartışmalara son noktayı koyuyor. Karaköy bölgesinde 1990'lı yıllarda düşen fiyatlar, Galataport ihalesinin de etkisiyle yeniden yükselişe geçmişti.

Selanik göçmeni Alemdar Sabunları'nın üreticisi Gemlikli Alemdar Ailesi tarafından yaptırılan Veli Alemdar Han, zaman içinde arkadaki bahçe kısmına doğru büyütüldü. Birkaç kez yıkılıp, yeniden yapılan binanın Belediye İmar izni 6.50. Ancak Bölge imarıyla dokuz katlı hale gelen binanın tüm proje ve ruhsatları ilgili belediyede bulunuyor. 300 bağımsız bölümün bulunduğu Veli Alemdar Han'da şu anda 20 işyeri faaliyet gösteriyor. Handa bulunan kiracılarının kısa süre içinde işyerlerini boşaltması bekleniyor.
Akşam, 15.06.2006
AMBAR MEMURU AĞIR CEZALIK

Kahramanmaraş Müzesi'ndeki 545 gümüş sikkenin 1998'de sahteleri ile değiştirilmesi skandalıyla ilgili olarak önceki tutuklanan ambar memuru Ali Yiğit, 'nitelikli zimmet' suçundan Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanacak. Uşak Müzesi'nde ortaya çıkan skandalın ardından Kahramanmaraş Müzesi'nde Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettişlerinin sayımı sırasında, 545 gümüş sikkenin sahteleri ile değiştirildiği belirlenmişti. Sikkelerin değiştirilmesinde ihmali görülen Yiğit, önceki gün tutuklanmıştı. Suçlamaları kabul etmeyen Yiğit'in, bu suçtan 12 yıla kadar hapsi istenebilecek.
Hürriyet, 15.06.2006
JANDARMA BASKINI TARİHİ ESERLERİ KURTARDI

Konya Beyşehir İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, elinde tarihi eser bulunduğu yönünde ihbar aldığı 50 yaşındaki Ahmet Kaçar'ın ilçe merkezinde ve İsaköy'deki evlerine eş zamanlı baskın düzenledi.

Aramalarda Roma dönemine ait olduğu belirlenen 111 cm uzunluğunda mermerden yapılmış ve çok değerli olduğu ifade edilen çocuk lahidi ile yine aynı döneme ait 23 sikke ele geçirildi. Ahmet Kaçar, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Hürriyet, Haber: Halil Uslu, 15.06.2006
MÜZE, 3 BİN YILLIK ASUR KILICI DİYE KAFKAS KAMASI SATIN ALMIŞ

Uşak Müzesi'ndeki Karun Hazineleri'ne ait denizatı broşunun sahtesiyle değiştirildiğinin anlaşılması üzerine gözler diğer müzelere çevrildi.

Türkiye'nin birçok yerinde benzer skandallar ortaya çıktı. Van Müzesi ise ilginç bir yolsuzluk suçlamasıyla karşı karşıya. Müzeye çeşitli tarihlerde getirilen eserlere fahiş fiyatlar ödenmiş. Kültür Bakanlığı'nın oluşturduğu uzman ekibe göre, yakın döneme ait bir Kafkas kaması, 'M.Ö. 900. yıla ait Asur kılıcı' diye satın alınmış. Van Müze Müdürü Ahmet Mete Tozkoparan, bacanağı Ahlat Müzesi Müdürü Mehmet Yıldız ve sözleşmeli arkeolog Umut Köse, müzeye aldıkları eserlere değerlerinin çok üzerinde bedel ödemiş. 2003'te 57 bin YTL, 2004'te de 300 bin YTL ödenen eserlerin envanteri bile tutulmamış. Geçtiğimiz yıl rakam 1 milyon yeni lirayı aşınca skandal patlak vermiş.



Alınan bilgilere göre, Van Müzesi Müdürlüğü 2005'te müzeye alındığı belirtilen 36 bin parçalık eser için 1 milyon 920 bin YTL ödeyeceğini beyan edip Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan para talebinde bulundu. Rakamın büyüklüğünden şüphelenen Bakanlık, durumun yerinde incelenmesi için 4 kişilik bir uzman heyet görevlendirdi. 23 gün boyunca Van Müzesi'ne alınan tarihî eserlerle ilgili incelemeler yapan heyet, Müzeler Genel Müdürlüğü'ne 20 maddelik rapor sundu. Müzedeki tarihî eserlerin teşhir salonları ve vitrinlerin mühürsüz olduğu tespit edilirken, şu bilgilere yer verildi: “Van Müzesi'nin geçen yıl satın aldığını beyan ettiği 36 bin 342 tarihî eserin yüzde 90'ı sikkelerden oluşuyor. Bunların alındığı sene içinde envanteri tutulmamış ve bazılarının kimlerden alındığı belli değil. Normalde müzeye kazandırılan eserlerin o yıl içinde envanteri çıkarılır. Van Müzesi'ndeki en son envanter işlemi 9 yıl öncesine ait.”

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Müdürlüğü'ne gönderilen 20 maddelik heyet raporunda ilginç detaylar da yer alıyor. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın'ın evinde sakladığı tarihî eserlerin incelenmesi için oluşturulan heyette de yer alan Van Müzesi Müdürü Ahmet Mete Tozkoparan başkanlığındaki heyet, 2003 yılında satın aldığı tarihî eserlere toplam 57 bin YTL ödemiş. Ancak alınan tarihî eserlerin envanteri çıkartılmamış. Aynı ekip, 2004 yılında da 300 bin YTL ödeyerek tarihî eser satın almış. Ama bu partinin de envanteri yok. Kültür Bakanlığı'nın görevlendirdiği heyetin müzede yaptığı incelemelerde görülen usulsüzlükler bunlarla sınırlı değil. Birçok tarihî eserin ve sikkenin naylon poşetler içinde tutulduğu için oksitlendiği belirlendi. Heyetin raporlarına yansıyan en dikkat çekici olay ise yakın döneme ait bir Kafkas kamasının M.Ö 900. yüzyılda yaşadıkları varsayılan Asurlular dönemine ait bir kılıç olarak fiyatlandırılarak Van Müzesi tarafından satın alınması. Uzmanlar, bu kamanın tarihî eser olarak bile değerlendirilemeyeceğini belirterek, böylesine basit bir eserin 3 bin yıllık bir değer olarak ücretlendirilmesine anlam veremediklerini söylüyor.

Van Müzesi'ne alınan eserlere ödenen ücretler dudak uçuklatıyor. Müze Müdürü Tozkoparan ve bacanak oldukları belirtilen Ahlat Müze Müdürü Yıldız ile Van Müzesi'nde sözleşmeli olarak çalışan arkeolog Köse'den oluşan kurulun, şahıslardan toplanan sikkeleri, ait oldukları döneme göre değil, standart fiyatlandırma yaparak ücretlendirdikleri ortaya çıktı. Bazı şahıslardan satın alınan tarihî eserlere değerinin çok üstünde ödeme yapılmış. Öyle ki, Adnan Yoldaş tarafından müzeye satılan 80 adet tarihî esere kurul tarafından 43 bin YTL değer biçilmesine karşın Kültür Bakanlığı'nın görevlendirdiği heyet, bunların değerini 4 bin 500 YTL olarak belirledi. Aynı şekilde Adnan Tunç'un müzeye sattığı 79 parça esere müze kurulu 72 bin YTL verirken, bakanlığın nazarında bunun değeri sadece 5 bin YTL. Mehmet Önal'dan alınan 129 parça için müze kurulu 21 bin YTL ödeme yapılmasını isterken, bakanlık görevlilerinin biçtiği değer 12 bin YTL. Mehmet Çelik'in 575 adet eserine müze 54 bin YTL ödeme belirlerken, bakanlığın görevlendirdiği kurul 17 bin YTL değer biçti. Buna benzer çok sayıda örneğin yer aldığı raporda, 2005 yılında müzede sergilenmek üzere özel şahıslardan satın alınan toplam 36 bin 342 tarihî eser için de Van Müze Müdürlüğü'nün, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 1 milyon 920 bin YTL istemesi bardağı taşıran son damla olmuş. Talep edilen paranın yüksekliğinden şüphelenen bakanlığın girişimi usulsüzlüğü ortaya çıkarmış. Yapılan incelemede, bu eserlerin tamamının değerinin ancak 156 bin YTL olduğu belirtilerek rapor tamamlanmış. Daha önceki fiyat belirleme kurulunda da görev alan Van Müzesi Müdürü Tozkoparan'ın da imzasının bulunduğu yolsuzluk raporu şimdi Müzeler Genel Müdürlüğü'nde. Bakanlık tarafından incelenecek rapor doğrultusunda devleti zarara uğratttığı iddia edilen görevliler hakkında soruşturma açılması bekleniyor.

Van Müzesi'nde inceleme yapan uzman heyet, 20 maddelik bir rapor hazırladı. Müze Müdürü A.Mete Tozkoparan'ın suçlandığı raporda, satın alınan birçok esere fahiş fiyat ödendiği belirtiliyor. En çarpıcı örnek ise yakın döneme ait bir Kafkas kaması. Müfettişler, M.Ö. 900. yıla ait Asur kılıcı diye ücretlendirilen kamanın tarihî eser olamayacağı görüşünde.

Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Rektörü Prof. Yücel Aşkın, evinde ve ofisinde çıkan tarihî eserler ile ilgili kaçakçılık davasında Müze Müdürü Ahmet Mete Tozkoparan'ın ifadeleriyle kurtulmuştu. Tozkoparan, ifadesinde Aşkın'ın, tarihi eserleri müze envanterine kayıt ettirmek için başvuruda bulunduğunu belirterek beraat etmesinde önemli rol oynamıştı. Bakanlık ise Tozkoparan hakkında 'görevi kötüye kullanma' suçundan idari ve adli iki ayrı soruşturma başlatmıştı.
Zaman, Haber: İsmail Yıldız, 15.06.2006
"İSTANBUL'UN BİZANS DÖNEMİ TARİHSEL TOPOGRAFYASI ÜZERİNE BİRKAÇ GÖZLEM" SÖYLEŞİSİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ

Osmanlı Bankası Müzesi'nde düzenlenen, Voyvoda Caddesi Toplantıları kapsamında, 14 Haziran 2006 Perşembe akşamı; Aykut Köksal "İstanbul'un Bizans Dönemi Tarihsel Topografyası Üzerine Birkaç Gözlem" konulu söyleşi gerçekleştirdi.Söyleşi bu dönemki toplantıların sonuncusuydu.

Toplantıya, mimarlar, arkeologlar, sanat tarihçileri, Bizans Tarihiyle ilgilenen uzmanlar ve öğrencilerden oluşan kalabalık bir dinleyici grubu katıldı. Aykut Köksal konuşmasına Bizans'ın geçirdiği evrelerden, şehir topografyasının tarihsel serüveninden bahsederek başladı. Daha sonra harita ve planların da yardımıyla bu konuda uzman araştırmacıların makalelerinden yola çıkarak 1. Constantinus öncesinde şehrin büyüme sınırının ne olabileceği üzerine yaptığı çalışmalarını sundu. Şehrin mekansal hafızasının çok önemli olduğunu vurgulayarak o dönemki sur izinin bugün bile kentte okunabileceğini, ne yazik ki bu hafızayı dikkate almayan ve yalnızca yazılı kaynaklara dayanan arastırmacıların yanlış sonuçlara ulaştığını belirten Köksal, ayrıca yer adlarının da (toponymie) kentin tarihsel topografyasına ilişkin önemli veriler sunduğunu söyledi. Aykut Köksal konuşmasında Bizans dönemindeki bölge sınırları ve 1. Constantinus öncesi nekropolün yeri gibi konulardaki görüşlerini de aktardı.
Arkitera, Haber: Didem Baran, 15.06.2006
“CUMHURİYETİN TANIKLARINA GECE YARISI OPERASYONU”



Mimarlar Odası Ankara Şubesi Basın Bildirisi'nden:

Cumhuriyetin ilk sanayi tesislerinden olan ve 1929 yılında inşaa edilen, “endüstri mirası” Havagazı Fabrikası Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen gece yarısı operasyonu ile yıkılmaya başlandı.

Başkent Ankara'ya 66 yıl boyunca hizmet veren ve doğalgazın gelmesi ile devre dışı bırakılan Havagazı Fabrikası, 1990 yılında “İş Merkezi” yapılmak amacıyla yıkım kararı alınmış ve yıkıma başlanmış: TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi kentin tekno-tarihsel profilinin katmanlarından biri olan Havagazı Fabrikası Tesislerinin aynı zamanda türünün ayakta kalabilmiş son örneği olması nedeniyle (Londra'nın Kings-Crown Ana Tren Garına komşu ve Viktorya dönemi ticari canlılığın bir simgesi olarak 3 adet “gazometre” benzer gerekçeyle korunmuştur.) korunması ve yaşaması için mücadele başlatmıştır.

1929 yılında inşa edilen Hava Gazı Fabrikası; 1930'lu yıllar Almanya'sının hala “zanaat” bileşeninden kopamamış “endüstriyel yapı” tasarımlarının bir örneği olması dolayısıyla mimarlık tarihimiz açısından yeri son derece önemli, tasarımı ve mühendislik tekniği ve teknolojisi açısından asla yeniden inşa edilmesi mümkün olmayan, sanayi arkeolojisi olarak literatürde tanımlanan anıtlardan olması, ve Havagazı Fabrikası Tesislerinin yıkılması halinde Ankara Garı ve Çevresi gibi kent kültürünün en önemli unsurlarından birinin yıkıcı spekülasyonların gündemine gelmesi gerekçeleri ile,

Taşınmaz Kültür Varlığı olarak tescil edilmesi için 23.10.1990 tarihinde kurula başvurulmuş ve Prof.Dr.Gönül Tankut, Filiz Oğuz, Günsel Renda, Gürkan Toklu, Enver Yılmazer ve Müyesser Sönmez'in olduğu Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri tarafından 19.03.1991 tarihinde taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmiştir.

Alınan tescil kararının ardından mülkiyet sahiplerinden birisi olan EGO Genel Müdürlüğü İdare Mahkemesine açmış olduğu tescilin iptali davasını kaybetmiş ve karar son olarak Danıştay 6.dairesinin 1996/5342 sayılı kararı ile kesinleşmiştir. Kesinleşen kararda, Üstün Kamu Yararı adına Hukuksal Koruma altına alınmıştır.

1991 yılında Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu üyeleri tarafından kültür varlığı olarak tescil edilen Havagazı Fabrikasının 15 yıl aradan sonra, mahkeme kararına rağmen, bugünkü kurul üyeleri tarafından tescil kararının kaldırılması bilime, hukuka, üstün kamu yararına aykırıdır.

Ankara Koruma Kurulu'nun son günlerde almış olduğu kararlar, Ankara'nın ve kültür varlıklarının geleceği açısından endişe yaratmaktadır. Güvenpark, Atatürk Kültür Merkezi Alanı, Ulus Tarihi Kent Merkezi, Gençlik Parkı ve son olarak da Havagazı Fabrikası bardağı taşıran son karar olmuştur. Koruma kurulu üyeleri, hukuksal süreçleri de göz ardı ederek objektif ve bilimsel karar üretme yetisini kaybetmiştir. Bu durum Ankara'ya zarar verecek bir ortama zemin hazırlamaktadır.

2863 sayılı (5226 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile çeşitli kanunlarda değişiklik yapılması hakkında kanun ile değişik) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma kanunda Kültür varlıkları; “tarih öncesi ve ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi yada tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde ve yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklardır” denilmektedir”.

Aynı yasa bu konudaki devletin sorumluluğunu, şöyle tariflemiştir;

“Devlete, kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazlar ile özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazlarda varlığı bilinen ve ya ileride meydana çıkacak olan korunması gerekli taşınır taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları Devlet malı niteliğindedir.”

Ankara Büyükşehir Belediyesi Havagazı Fabrikası yıkımına başlamakla Devlet Malına zarar vermekte ve suç işlemektedir. Koruma Yasasına göre Kültür ve Tabiat varlıklarının korunmasından 1.derece sorumlu olan Kültür ve Turizm Bakanlığı, Cumhuriyet'in başkentinde, Ankara'nın orta yerinde bir kültür varlığının tescilinin kaldırılarak ve gece yarısı operasyonu ile kültür varlığının ortadan kaldırılmasına göz yummakla suça ortak olmaktadır.

Ankara 'yı yoksullaştıran ve yoksunlaştıran çağdışı anlayış, Cumhuriyet'in değerlerine karşı yürüttüğü operasyonlarına bir yenisini daha ekleyerek, Maltepe Havagazı fabrikasını kent belleğinden ve kent kimliğinden silmek istemektedir.
mimarlarodasi.org.tr, 14.06.2006
İZİNSİZ KAZI YAPTIĞI BELİRLENEN 4 KİŞİ YAKALANDI

Edirne'nin Keşan İlçesi'nde, izinsiz kazı yaptığı belirlenen 4 kişi yakalandı. Edinilen bilgiye göre, jandarma ekipleri, Keşan'a bağlı Mecidiye beldesinde yaptığı kontrollerde, A.B, İ.G, S.B. ve M.T'yi İtalyan koyu mevkiinde, kale kalıntılarının bulunduğu alanda izinsiz kazı yaparken yakaladı. A.B, İ.G, S.B. ve M.T. gözaltına alındı.

Olayda kullanılan 3 adet kürek, 2 adet kazma, 1 adet demir levye, 4 adet ahşap kazma sapı, 1 adet çekiç, 2 adet keser, 7 çift eldiven, 2 adet maske, 4 adet kalem pil, 1 adet 5 metrelik metre, 6 adet el feneri, 1 adet kılıflı el bıçkısı ile 34 NH 688 plakalı ve 34 ZR 699 plakalı otomobillere el kondu.
edirneninsesi.com, 14.06.2006
PRENSES ADA'NIN İSKELETİNDE KUŞKU

Bodrum Sulatı Arkeoloji Müzesi'ndeki Latince yazının sonradan yazılıp yazılmadığı tartışılırken yeni bir iddia daha ortaya atıldı. Karialı Prenses olan ziyaretçilere sunulan iskeletin Pers İmparatorluğu'nun Karia Valisi Mausolos'un kız kardeşi Ada olmadığı iddia edildi. Müze Müdürü Yaşar Yıldız, 'Karialı Prenses'in Ada olmadığını tarihi ve tıbbi incelemelerden anlıyoruz' dedi. Prenses Ada'nın 50 yaşın üzerinde öldüğünü söyleyen Yıldız, şöyle dedi: 'İskelet 22 yaşında. Ada'nın hiç çocuğu olmadığı biliniyor. Ancak iskeletin leğen kemikleri incelendiğinde defalarca doğum yaptığı anlaşılıyor. Ada'ya ait olamaz.' Müze eski müdürü Oğuz Alpözen ise bu iddiayı kendisinin ortaya atmadığını belirterek şöyle dedi: 'İskeleti bulduğumuzda lahit ve takılardan önemli biri olduğunu anladık. Etlendirilmesi için İngiltere Manchester Üniversitesi Tıpta Sanat Bölümü'ne gönderdik. Dr. Neave ve Dr. Prag etlendirme çalışması sonucu iskeletin Prenses Ada'ya benzediğini açıkladılar. Ada'nın çocuğu yok ancak bu hiç hamile kalmadığı anlamına gelmez. Düşük yapmış da olabilir.'
Akşam, Zümrüt Saygı, 14.06.2006
HAKAN UZAN'IN ESERLERİ MÜZELİK

Müzelik değerde tasnif ve tescile tabi eski eser ticareti yapmak suçundan yargılanan Uzan Ailesi'ne, mahkemeden kötü haber geldi. Mahkemeye sunulan bilirkişi raporunda 2004 yılı Kasım ayında Murat Hakan Uzan'a ait İstanbul Yeniköy'deki evde ele geçirilen 219 parça eserin, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında, "müzelik değerde tespit ve tescile tabi oldukları" belirtildi. Davaya konu 219 parça tarihi eser Genç Parti Lideri Cem Uzan'ın kardeşi ve firari sanık Murat Hakan Uzan'a ait Yeniköy Köybaşı Caddesi Kirazlıbağlarüstü Sokak 20 numaradaki villaya, 27 Kasım 2004'te yapılan baskında ele geçirilmişti.
Sabah, Haber: Canan Yılmaz, 14.06.2006
ANTİK EFES PAZARI!

Türkiye'nin en önemli ören yerlerinden, her yıl yüzbinlerce turistin ziyaret ettiği Efes Antik Kenti, "pazar yeri" ne döndü. Köylere Hizmet Birliği adına geçen yıl açılan satış noktalarının kaldırılması için çabalar sürerken standlar bu yıl daha da büyütülüp malzemeler etrafa yayılarak antik harabelerin orta yeri bir semt pazarına dönüştürüldü.

Selçuk Köylere Hizmet Birliği adına açılan Celsus Kütüphanesi karşısındaki meşrubat satış noktası ile Yamaçevler önünde, ünlü Kouretes Caddesi'ndeki hediyelik eşya satış standı geçen yıl oluşturuldu. ABD eski Başkanı Bill Clinton, İsveç Kralı Gustaf gibi siyaset, sanat dünyasının birçok ünlü isminin ziyaret ederek önünde anı fotoğrafı çektirdiği Celsus Kütüphanesi'nin hemen karşısında, antik sütunlar arasında kurulan standları görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyor.

Gemiyle geldiği Kuşadası Limanı'ndan Efes'i görmeye geldiğini söyleyen Amerikalı Lary Terien, "Bu muhteşem antik kentin her taşı çok iyi korunmalı. Bu buzdolaplarını, şemsiyeleri, satış yerlerini görünce şaşırdık. Bence buraya büyük zarar verir. Satış için eserlerin en az olduğu ve dokunun en az zarar göreceği nokta seçilmeli" dedi.
Vatan, 14.06.2006
TROYA, ÇELTİK TARLASI OLDU

Homeros'un İlyada Destanı'nda yarı tanrı savaşçı Aşil ve Akha Ordusu tarafından talan edilen Troya'yı, bu kez çeltik tarlaları tehdit ediyor. Durum, Troya Tarihi Milli Parkı'nı çevreleyen Kumkale Ovası'nda sebze yetiştiren çiftçiler sayesinde gündeme geldi. Eski adı 'Batak Ova' olan Kumkale Ovası'nın çeltik ekenler yüzünden tekrar bataklığa döneceğini, bölgeyi sivrisinek basacağını ve sebzelerine hastalık geleceğini iddia eden çiftçiler, çeltikçileri ihbar etti. Konuyu araştıran Çeltik Komisyonu bu bölgede çeltik ekiminin yasak olduğunu belirleyince ekili tarlaların bozulması, ekenlere ceza verilmesi kararı alındı. Çeltik üreticileriyse Bursa İdare Mahkemesi'ne gitti. Mahkeme, Çeltik Komisyonu'nun kararı için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Mahkemenin kesin kararını beklediklerini belirten Çeltik Komisyonu Başkanı Vali Yardımcısı Hasan Şenses, son durumu şöyle anlattı: "Bazı çiftçiler çeltik için izni istedi. Ancak Milli Parklar Genel Müdürlüğü, bölge sit alanı ve milli park statüsünde olduğu için çeltik ekilemeyeceğini söyledi. DSİ de su rezervinin çeltik için yeterli olmayacağını açıkladı. Ayrıca bölgede taban suyunun yükselmesi ve toprağın çoraklaşması söz konusu. Mahkeme nihai karar verene kadar ekim mevcut haliyle sürecek. Komisyonumuz Çanakkale'de çeltik ekilebilecek yerleri saptayacak. Ancak Troya'yı içine alan Kumkale'de ekim gelecek yıldan itibaren yasaklanacak." Çanakkale Ziraat Odası Başkanı ve Çıplak Köyü muhtarı İlhan Ulus ovanın çeltik ekimi nedeniyle yeniden bataklığa dönüşeceğini, sivrisinek istilasına yol açacağını söyledi. Ulus, sebze üreticilerinin son yıllardaki tarım politikaları yüzünden para kazanamayıp çeltiğe yöneldiğini belirtti.

Çeltik su içinde çimlenebilen ve kökleri suda erimiş oksijenden yararlanabilen tek tahıl cinsi. Besin kaynağı olarak tahıllar içinde buğdaydan sonra en önemli kültür bitkisi. Dünyalıların yarıdan fazlasının ana besini. Çeltikten elde edilen pirinçte, nişasta oranı buğdaydan yüksek. Türkiye'de çeltik, Çeltik Ekim Kanunu'na ve çeltik komisyonlarının iznine bağlı olarak ekiliyor. Bu kanun, sıtma mücadelesi ve su düzenlemesi amacıyla çıkarılmıştı.
Radikal, Haber: Burak Gezen - Ersan Küçükkuru, Fotoğraf: Burak Gezen, 14.06.2006
YOLGEÇEN HAN BUTİK OTEL YAPILACAK

Eminönü Belediyesi tarihi Kapalıçarşı'nın içinde ve bitişiğinde altı hanı butik otel yapmak için harekete geçti. Belediye, Yolgeçen, Sepetçi, Çukur, Cebeci, Çuhacı ve Kızlarağası hanlarının sekiz ay önce hazırlanan proje kapsamında butik otele dönüştürülmesi için çalışmaya başlandığını açıkladı.

Projeyle ilgili detaylar, Kültür Bakanı Atilla Koç ve Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın katılacağı toplantıda ele alınacak. İlk etapta hanların mülkiyet sorunlarının giderilmesine uğraşıldığını belirten Eminönü Belediyesi Basın Danışmanı Fatih Sadırlı, "Çarşıda karmaşık bir mülkiyet yapısı var. Bir-iki ay sonra bu çalışma tamamlanmış olur. Daha sonra söz konusu hanların butik otellere dönüşmesi düşünülüyor. Bu noktada yalnızca Eminönü Belediyesi ve Büyükşehir Belediyesi'nin değil, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür Bakanlığı ve Kapalıçarşı Esnaf Derneği de görüşünü belirtiyor" dedi.

Kapalıçarşı esnafıysa tedirgin. Çukur Han'daki Tepzsan Gümüşçülük'ün sahibi Şerif Şerbetçi, "Çarşıda en çok kuyumcular var. Bu yüzden çarşı 19.30'da kapanıyor. Hanlar otele dönüştürülürse çarşı kapanmayacak. Güvenlik nasıl sağlanacak? Belki dışarıdan giriş düşünülebilir ama bu da zor. Bu projenin olabileceğine inanmıyorum" dedi.

Yolgeçen Han'daki Aksoy Kuyumculuk'un sahibi Yuhenun Aksoy'sa esnaf mağdur edilmezse projeyi destekliyor: "Her yeni belediye ilk iş bunu gündeme getiriyor, ancak bir türlü uygulanamıyor. Esnafın görüşü hiç sorulmadı." Aynı handa 13 yıldır deri işiyle uğraşan Bilal Metin bilgi verilmemesinden şikâyetçi: "Biz de olanları gazetelerden, TV'lerden duyuyoruz. Yoksa bizi taşıyacaklar mı?" Sepetçi Han'daki Alfina Deri'nin sahibi Tayfun Bayram'sa projeye tepkili: "Sepetçi eski bir han. Herkesin işi oturmuş durumda. Eğer buradan gidersek bütün düzenimiz bozulur."
Radikal, 14.06.2006
KARACAOĞLAN'IN SAZINI ÇALDILAR

Osmaniye'nin Düziçi İlçesi'nde, ünlü halk ozanı Karacaoğlan'ın bronz heykelindeki saz kırılarak çalındı. Karacaoğlan, sanki başına gelecekleri bilir gibi şu dörtlüğü yazmıştı:

Karac(a)oğlan der naşıma
Çok işler gelir başıma
Mezarımın baş taşına
Baykuş konar öter bir gün

17'nci yüzyılın ilk yarısında yaşayan Karacaoğlan'ın nereli olduğu bugüne kadar netleştirilemezken, bazı kaynaklarda Düziçi'nin Farsak Köyü'nde doğduğu iddia ediliyor. Karacaoğlan'a sahip çıkan Düziçililer, ilçe girişine elindeki sazı havaya kaldırmış halde bir heykelini dikti. Ancak Karacaoğlan heykeli kimliği belirlenemeyen kişi veya kişilerin saldırısına uğradı. Ozanın, sapından tutarak havaya kaldırdığı sazın tekne bölümünü kırıp çalan saldırganlar araştırılıyor. Karacaoğlan'ın doğumunun 400'üncü yıldönümünü çeşitli etkinliklerle kutlayan Düziçi Karacaoğlan Derneği Başkanı Halil Koç, saldırıyı kınadı. Bu saldırının kabul edilemez olduğunu belirten Koç, "Tarihimize atalarımıza böyle mi sahip çıkacağız" diyerek sitemde bulundu.

Karacaoğlan, etkileyici bir dil ve duygu evreni kurduğu şiirleriyle Türk halk şiiri geleneğinde çığır açmıştır. 1606'da doğduğu, 1679'da ya da 1689'da öldüğü sanılmaktadır. Yaşamı üstüne kesin bilgi yoktur. Nereli olduğu üstüne değişik görüşler öne sürülmüştür. Ancak çeşitli kaynaklardan ve şiirlerinden edinilen bilgilerden çıkarılan, onun Çukurova'da doğup, yörenin Türkmen aşiretleri arasında yaşadığıdır. Doğum yeri gibi, ölüm yeri de kesin olarak bilinmemektedir. Şiirlerindeki insana dönüklüğünün özünde belirgin olan tema doğa ve aşktır. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi, ölüm ise şiirinin bu bütünselliği içinde beliren başka temalardır.
Hürriyet, Haber: Süleyman Güzel, 14.06.2006
KİLİS KASTELLERİ TESCİLLENİYOR

"Kastel", Güneydoğuya özgü bir tür çeşme... Kilis'te geçmişten geleceğe bir köprü görevi üstlenen "kastel"ler, kentteki hayat kültürünün bir parçası. Geçmişte kentin su ihtiyacını karşılayan çeşmeler bugün de kullanılmaya devam ediyor. Ön girişleri sivri kemerli, sağında ve solunda iki ayak bulunan yapıların arkası ise su deposu. Yer altındaki kaynaklardan beslenen bu depoların bazılarında 4-5 basamakla çeşmeye ulaşılıyor.
İl Kültür Müdürlüğü tarafından kentteki 20 kastelden 5'i taşınmaz kültür varlığı olarak tescillendi.
trt.gov.tr, 14.06.2006
ANTİK KENT ALLİANOİ ÖDENEK BEKLİYOR

Antik dönemin sağlık merkezlerinden Allianoi'de, kurtarma kazılarının bu yılki bölümünün, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün (DSİ) maddi desteğini kesmesi nedeniyle başlayamadığı belirtildi. Kazı Başkanı ve Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yaraş , Yortanlı Barajı'nın suları altında kalma tehlikesi bulunan kentteki kazılar için sponsor arayışında olduklarını belirtti.

Kazıya bugüne dek DSİ'nin destek verdiğini, ancak baraj çalışmalarının tamamlanması nedeniyle kurumun ödenek aktarmamakta haklı olduğunu belirten Yaraş, Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü'nden destek beklediklerini vurguladı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde teknik elemanların kent için bir komisyon oluşturduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yaraş, ''Komisyonun raporunu bekleyeceğimiz için bu yıl kazı yapabilmemiz çok zor gözüküyor. Bakanlık, Allianoi'nin nasıl korunacağının belirlenmesi için bu komisyondan rapor istedi. Bu komisyon da 6 aydır çalışıyor. Ancak şu ana kadar bir sonuç alınmadı. Allianoi'de ciddi bir kazı yapılması gerekiyor. Eğer bu yıl kazı yapılmazsa büyük bir zaman kaybı yaşanacak'' dedi. Bakanlığa, kente ilişkin projelerini sunduklarına ve kazı ruhsatı aldıklarına değinen Yaraş, sponsor arayışında olduklarını söyledi.

Yortanlı Barajı'nın gövdesindeki kazı ve dolgu inşaatı 1995'te İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun verdiği izinle başladı. Barajın içinde kalan tarihi kalıntıların kurtarılması için Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Devlet Su İşleri (DSİ) arasında 11 ek protokol imzalandı. Protokoller çerçevesinde DSİ kalıntılar için 3 trilyona yakın kaynak ayırdı. Bu süreçte kazı grubu, 1998'den daha sonra bölgedeki Allianoi Termal Kalıntıları üzerinde geniş kazı çalışması yaptı. Bu çalışmalarda birçok eser gün yüzüne çıkarıldı.

Yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı'nda, koruma kurulunun 2001 ile 2005 yıllarında verdiği farklı kararlardan dolayı su tutulmuyor.

2001'de İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, söz konusu antik yerleşimin baraj gölü dışına çıkarılmasını kararlaştırırken 2005'te de alanın dünya mirası literatürüne girebilecek nitelikte korunması gerekli kültür varlığı olduğu vurgulandı ve çözüm bulununcaya dek su tutulmaması istendi.
Cumhuriyet, 13.06.2006
GÖBEKLİTEPE'DE KAZI ÇALIŞMALARI

Alman bilim adamlarının Hz. Adem ile Hz. Havva'nın buluştuğu yer olarak gösterdiği Göbeklitepe kazılarına hız verilmesi istendi. İnsanlık tarihine ışık tutacak Göbeklitepe kazılarının 10 yıldan beri sürdüğünü bildiren Harran Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Cihat Kürkçüoğlu, yılda 2 ay yapılan kazılarla çalışmaların yıllar süreceğini ifade etti. Göbeklitepe'nin, 1963 yılında İstanbul Üniversitesi'nden görevlilerin yüzey araştırmaları yaptıkları sırada fark edildiğini söyleyen Kürkçüoğlu, daha sonra Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından bölgede kazı çalışmalarının başlatıldığını kaydetti.

Doç. Dr. Klaus Schmidt başkanlığında sürdürülen kazılarda şu ana kadar çanak-çömleksiz Neolitik döneme ait 11 bin 500 yıllık yabani hayvan figürlerine rastlandığını aktaran Kürkçüoğlu, bölgedeki çalışmalara hız verilmesini istedi. Göbeklitepe'nin, Neolitik çağın ve uygarlık tarihinin başladığı yer olduğunu savunan Kürkçüoğlu, "10 yıldır Göbeklitepe'de kazı çalışmaları yapılıyor ama bu çalışmalar her yıl yalnızca 2 ay sürüyor. Halbuki ilde yılın büyük bir bölümünde kazı yapmak mümkün. Eğer gerekli kaynak ve ekip sayısı artırılırsa, kazılar hızlandırılır. Eskiden olduğu gibi çalışmalar yılda 2 ay devam ederse, 15 yılda tamamlanabilir" diye konuştu. İnsanlık tarihi için önemli bulguların elde edileceği Göbeklitepe kazılarına Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da parasal destek vermesi gerektiğini ifade eden Kürkçüoğlu, buranın bir an evvel turizmin hizmetine kazandırılmasının faydalı olacağını söyledi. Dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri olan Şanlıurfa'nın birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını anlatan Kürkçüoğlu, bölgenin kazı alanı bakımından çok zengin olduğunu ifade etti. Şu ana kadar ilde 35 ayrı tarihi alanda kazı çalışmaları yapıldığını aktaran Kürkçüoğlu, halen il genelinde 500'e yakın tümülüs bulunduğunu vurguladı.
Şanlıurfa Kent Haber, 13.06.2006
ŞAİR NAMIK KEMAL'İN
RESTORE EDİLEN EVİNE
OTOMOBİL ÇARPTI

Kars Sukapı Mahallesi Eski Ardahan Yolu üzerinde bulunan ve tarihî dokusunu korumak amacıyla restore edilen ünlü şair Namık Kemal'in restore edilen evine, sürücüsü tespit edilemeyen 04 P 0046 plakalı bir otomobil çarptı. Kazaya sebep olan aracın aşırı hızlı olduğunu söyleyen mahalle sakinleri, araçta iki kişinin bulunduğunu ve kazadan sonra şahısların hemen olay yerinden uzaklaştıklarını söyledi. Restore halinde olan evde çalışmayı yürüten müteahhit şahıslardan davacı olurken, evdeki çalışan işçilerin büyük bir tehlike atlattığı dile getirildi.
Zaman, Haber: Murat Kaban, 13.06.2006
TARİHİ BUĞDAY MEYDANI ÇAĞDAŞ GÖRÜNÜME KAVUŞUYOR

Elazığ'ın tarihi mekanlarından buğday meydanı çağdaş görünüme kavuşuyor. Elazığ Belediyesi'nin 2006 yılı projeleri arasında bulunan Tarihi Buğday Pazarı'nın 80 yıl sonra düzenlenip, mimari açıdan yapılandırılmasına başlandı. Elazığ'ın önemli tarihi ve ticari merkezlerinden biri olmasına rağmen yıllardır ihmal edilmiş buğday meydanının şehre yakışır şekilde düzenlenmesi için belediye harekete geçti. Altyapı çalışmalarına başlanan meydanda ilk etapta çevre ve çatı düzenlemesi yapılacak. 750 metrekare kapalı alan teşkil edecek şekilde düşünülen meydanın altı ise kilitli parke taşıyla döşenecek. Hafriyat alımına başlanan meydanda, çalışmalara taban yenilemesi ve çatı düzenlemesi ile devam edilecek.
Zaman, Haber: Ensar Alatürk, 13.06.2006
AFYON KALESİ MANZARASIYLA BÜYÜLÜYOR

Afyonkarahisar'da il merkezinin güneyinde yer alan ve tarihi MÖ 1350'li yıllara dayanan Afyonkarahisar Kalesi manzarasıyla büyülüyor. 226 metre yüksekliğinde olan ve 550 basamağı bulunan tarihi Afyonkarahisar Kalesi'nde gün batımında seyrine doyum olmayan manzaralar ortaya çıkıyor.

Hititler'den sonra Anadolu'da uygarlık kurmuş Frigler döneminde dini bir merkez olarak kullanılan Afyonkarahisar Kalesi'nde, Frig mihrabı, sunu çukurları, Frig basamaklı sunaklar ve Frig kaya tapınakları bulunuyor.
Afyonkarahisar Kent Haber, 13.06.2006
"BOŞA ÇABA YIKILACAK"

Bursa'da kent kamuoyu Taç Kapı karşısında yükselen binayla ilgili gelişmeleri hayretle izleyedursun, her gün yeni soru işaretleri ortaya çıkıyor. Bu kez de mal sahibinin yapı kullanma izni talebine, Osmangazi Belediyesi'nin "olur" verdiği ortaya çıktı.

Oysa Büyükşehir yönetimi bir buçuk ay önce "bölgedeki imar hareketlerinin durdurulmasını" istemişti. İlçe belediyesinin Kurul'a "bizce sakınca yoktur" görüşü ile gönderdiği yazıda, Büyükşehir emrinden sözetmediği anlaşıldı.

Bölgeyle ilgili çalışmaların son aşamaya geldiğini söyleyen Başkan Şahin ise yıkım kararında ısrarlı olduğunun altını çizdi. Şahin, yapılacak Meclis'in ardından konunun yıkım istemiyle Encümen'e gideceğini söyledi.
Bursa Olay Gazetesi, 13.06.2006
CEYHAN'DA HELLENİSTİK KALINTILAR

Adana'nın Ceyhan İlçesi'ne bağlı Sirkeli Köyü yakınında yapılan sondaj kazılarında Hellenistik döneme ait bazı bulgulara rastlandı.
Bir firmanın Arşan dağında yapacağı madencilik çalışmaları nedeniyle Adana Müze Müdürlüğü'nce bölgede sit sınırlarını belirleme çalışmaları başlatıldı. 25 Mayıs'tan bu yana 100'ün üzerinde noktada yapılan sondajda, Hellenistik döneme ait 4 mezar, 7 bronz sikke, pişmiş topraktan yapılmış bir kase ve bir testi bulundu.

Adana Müze Müdürü Kazım Tosun, konuyla ilgili olarak, "Burda bir gün bir şehir ortaya çıkacak. Ama şu anda o konuda kesin bir şey kanıt olmadığı için söylemek durumunda değiliz" dedi. Önümüzdeki günlerde tamamlanacak sondaj çalışmaları sonunda hazırlanacak raporlar, ilgili kuruluşlara sunulacak ve bölgede sit alanı sınırları belirlenecek.
trt.gov.tr, 13.06.2006
EVLİYA ÇELEBİ'YE KÜLLİYE

Kütahya Belediyesi ve Evliya Çelebi Kültür, Hizmet ve Tarihi Eserleri Onarma Derneği tarafından yaptırılan, meşhur seyyah Evliya Çelebi'nin doğduğu evin aslına uygun olarak yapılan külliye törenle hizmete açıldı. Saray Mahallesi'nde 1 yıl önce temeli atılan külliye inşaatının yaklaşı k 350 bin YTL'ye mal olduğunu belirten Evliya Çelebi Kültür, Hizmet ve Tarihi Eserleri Onarma Derneği Fahri Başkanı Mehmet Dumlu, külliyenin 17. asır mimarisinin hususiyetlerini taşıdığını belirtelerek, “Evliya Çelebi Kütahyalı'dır. Şimdiye kadar Kütahya'da Evliya Çelebi ile ilgili hiçbir eser ortaya konulmamıştır” dedi. Dumlu, külliyenin hemen yanında Evliya Çelebi'nin babası Kara Ahmet Efendi'nin kabrinin de bulunduğunu ifade etti.
Türkiye Gazetesi, 13.06.2006
PİRAMİT TARTIŞMASI

Avrupa Arkeologlar Birliği Başkanı Prof. Anthony Harding, Visocica Tepe'sine yaptığı ziyaretin ardından tepenin doğal bir oluşum olduğunu açıkladı ve bölgenin arkeolojik öneme sahip olduğunu kanıtlayan herhangi bir buluntu olmadığını söyledi. Eğer piramit olduğu ispatlanırsa Visocica Tepesi, Avrupa'nın yegane piramiti olacak. Daha önce Avrupa'da ne bir piramit bulundu, ne de kıtadaki antik uygarlıklardan herhangi birisinin piramit inşa etmeye çalıştığına dair bir kayda rastlandı.

Piramit teorisi Bosnalı amatör bir araştırmacı tarafından geçen yıl ortaya atıldı ve birçok yerel ve uluslararası uzman tarafından şiddetle eleştirildi. Bu eleştirilerin odağında, Bosna'nın tarihsel geçmişi boyunca büyük yapılar inşa edebilecek bir medeniyet barındırmadığı vardı. Teoriye karşı çıkanlar tepenin doğal bir oluşum olduğunu söylemekteydiler.

Buna rağmen, amatör bir Bosnalı arkeolog olan ve Latin Amerika piramitlerini 15 yıldır araştıran Semir Osmanagic, Sarayevo'nun 30 km kuzeybatısında bulunan Visocica'da Nisan ayında kazılara başladı. Gönüllülerden oluşan kazı ekibi 645 m yükseliğe sahip tepenin her yönde 45 derecelik eğim yaptığını ve zirvenin tamamen düz olduğunu buldu. Toprak örtüsünün altında taş döşeli zeminler, tünel girişleri ve büyük taş bloklar bulundu.

Osmanagic'in iddialarını incelemek üzere Mayıs ayında bölgeye gelen Mısırlı jeolog Ali Abdullah Bereket, tepenin insan yapısı ve araştırılmaya değer olduğunu belirtmişti. Bereket'in ifadesi tepenin ilkel bir piramit olabileceği yönünde idi.

Fakat tepeyi ziyaret edip, Bereket tarafından da görülen ve “insan yapısı” olduğunu söylediği taş blokları inceleyen Harding bunların doğal olduğunu belirtti. Öte yandan Harding, Osmanagic ve Bereket'in tepenin bir piramit olduğuna dair somut ispatlar olduğunu düşündükleri; zirveye doğru uzanan tüneli ve geometrik olarak düzenli taşlardan oluşan zemin döşemesini görmeden geri döndü. Harding, bu zemin döşemesi hakkında resimlerini gördüğünü, doğal olduğuna inandığını belirtti. Fakat Mısır'da piramit inşasında kullanılan taş bloklar konusunda uzman olan Bereket, bölgeye daha fazla uzman gelmesi konusunda israrlı. Mısırlı bir arkeoloğun bu ay Bosna'ya geleceği bildirildi. Harding'in yorumu hakkında fikri sorulan, Osmanagic'in kazı ekibinin lideri Mario Gerussi, bu ziyaret hakkında daha önceden haber verilmediğini ve ekipten kimsenin Harding'i görmediğini söyledi.

Avrupa Bronz Çağı konusunda uzman olan Harding, İngiltere dışında Polonya'da ve Çek Cumhuriyeti'nde kazılar yapmakta.

Associated Press, Der: Ali Yamaç,12.06.2006


Osmanagic ve Visocica Tepesi
















Visocica Tepesi'nde bulunan
taş döşeli zeminden bir kısım
TOPLU MEZAR SANDILAR OSMANLI KABRİSTANI ÇIKTI

Lübnan'da, Suriye askerleri döneminden kaldığı sanılan toplu mezar, Osmanlı askerlerinin de gömülü olduğu 350 yıllık kabristan çıktı. Başsavcı Said Mirza, Bekaa vadisindeki Ancar kasabasında geçen aralık ayında bulunan 28 kişinin kemiklerinin, 50 ila 350 yıllık mezarlıkta gömülenlerden kaldığını söyledi.

Burada, Osmanlı askerlerinin mezarlarının da bulunduğu belirtildi. Toplu mezar ilk bulunduğunda, parmaklar hemen Suriye askerlerini göstermişti. Suriye karşıtı politikacılar, uluslararası soruşturma açılmasını istemişlerdi. Suriye, Lübnan'daki yaklaşık 30 yıllık askeri varlığına geçen sene son vermişti.
Hürriyet, 12.06.2006
KONAĞIN ENKAZI 1.5 YIL SONRA KALDIRILDI

Tokat'ta, yaklaşık 1.5 yıl önce tamamen yanan tarihi Cinlioğlu Konağı'nda enkaz kaldırma çalışmaları 1.5 yıl aradan sonra başlatılabildi.

Behzat Bulvarı üzerinde bulunan kentin en büyük eski evlerinden iki katlı konak uzun yıllardır kaderine terk edilirken, bir çok defa yangın tehlikesi atlatmış, son olarak 10 Şubat 2005 tarihi gecesinde çıkan yangında ise konak tamamen yanarak enkaza dönüşmüştü. Cinlioğlu Konağı enkazının kaldırılması için Kayseri Yüksek Anıtlar Kurulu'ndan izin bekleniyordu. Tokat Belediye Başkanı Adnan Çiçek, enkaz çalışması için izin çıktığını ifade ederek, "Bilindiği gibi anıtlar kurulunun müsaadesi gerekiyordu. Kayseri Anıtlar Kurulu'na bağlı bulunduğumuzdan dolayı oradan izin çıkmamıştı. Daha sonra Sivas Bölge'ye bağlandıktan sonra enkazın kaldırılmasına ilişkin izin çıktı. Fen İşleri Müdürlüğü'müze bağlı ekipler şu anda enkazı kaldırıyor" dedi. Başkan Çiçek, enkazın molozlarını koruma altına alacağını belirterek, "Sit alanı içindeki tescilli binaların yıkılması yasak. Buranın rölövesini çıkarttık. En kısa zaman içinde burada güzel ve geniş bir alan oluşturacağız" diye konuştu.
Tokat Kent Haber, 12.06.2006
BTC TARİHE DE IŞIK TUTUYOR

Bakü-Tiflis Ceyhan Ham Petrol Boru hattı kazıları sırasında Azerbaycan'da ortaya çıkarılan tarihi eserler, Bakü'de basına tanıtıldı. Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye'de yapılan kazılarda ortaya çıkarılan tarihi eserleri tanıtan bir kitap hazırlanacağı da bildirildi. Tanıtım toplantısında, arkeolojik kazılara,İngiltere ve ABD'nin yanı sıra uluslararası kuruluşlardan arkeologların katıldığı belirtildi.
Azerbaycan'ın Ağstafa kentinin Büyük Kesik köyündeki kazılarda 6500 yıl öncesine ait yerleşim birimi ortaya çıkarıldı. Bu yerleşim biriminde bulunan eserlerin, bölgenin Mezopotamya uygarlığı ile benzerlik gösterdiği belirlendi. Azerbaycan'daki kazılarda ayrıca, Antik ve Tunç Dönemleri ile Orta çağa ait çok sayıda eser ve yerleşim birimi ortaya çıkarıldı.
Bu yerleşim birimlerinin bazılarında rastlanan küp şeklindeki mezarlar dikkat çeken eserler arasında bulunuyor. Elde edilen eserler arasında, küp,tabak, altın ve akik taşından yapılmış süs eşyaları yer alıyor.
Boru hattının geçtiği üç ülkede ortaya çıkarılan eserlerle ilgili internet sitesi ile Hazar Enerji Merkezi'nde sergi düzenlenmesinin de planlandığı bildirildi.
trt.gov.tr, 12.06.2006
ETNOGRAFYA MÜZESİ'NDE ALARM ARIZALI

Atatürk'ün naaşının 1953 yılına kadar muhafaza edildiği Ankara'daki tarihi Etnografya Müzesi'nin içler acısı hali son Sayıştay raporu ile su yüzüne çıktı. "Eserlerin bakımını sağlayacak altyapı yoktur" denilen raporda, tarihi varlıkların depolarda yok olma noktasında olduğu vurgulanıyor. Raporda, "Müze gelişkin bir elektronik kontrol sistemine sahip değildir. En yakın karakola bağlı elektronik alarm sistemi, yapıldığından bu yana arızalıdır" denildi. Yılda yaklaşık 60 bin kişinin ziyaret ettiği, 25 bin 355 adet eserin kayıtlı olduğu müzede 20 kişilik uzman personel bulunuyor.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 12.06.2006
BODRUM KALESİ'NDE TURİSTLERE 'SU' YOK

Günde ortalama 2 bin kişinin gezdiği, dünyaca ünlü Bodrum Kalesi ve Müzesi'ni ziyaret edenler, 2-4 saatlik ziyaretten sonra biraz serinlemek istediklerinde, içecek bir bardak su bile bulamıyorlar. Bunun nedeni, bürokrasi nedeniyle kafeterya ihalesindeki aksaklıkların bir türlü giderilememesi. Bodrum Kalesi Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde döner sermayeden alınarak özelleştirilen kafeteryalar, turizm sezonu başlamasına karşın, kiralama ihalesinin sonuçlandırılamaması nedeniyle kapanınca ziyaretçiler işkence çekmeye başladı. Günde ortalama 2 bin ziyaretçinin geldiği kalede özellikle turistler, saatler süren gezinin ardından, su, soğuk meşrubat ya da çay içmek için gittikleri kafeteryaları kilitli bulunca isyan etti. Bursa'dan eşi ve çocuğuyla tatile gelen Mehmet Çubukçu "Yaklaşık 4 saat süren müze gezimiz sırasında çocuğumuza içirecek bir bardak su bulamadık. Kalenin bekçileri yardımımıza koşup bidondan su verdi. Sualtı ve su üstü müzesinde bir damla su yok" dedi.

Duruma Bodrum Müze Müdürü Yaşar Yıldız da tepki gösterdi. Ancak yapacak bir şeyleri olmadığını belirten Yıldız, şöyle dedi: "Dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan, 13 sergi salonu bulunan, 40 dönüm arazi üzerinde kurulu kaleyi gezen turistler mutlaka dinlenip, çay, kahve, meşrubat ve su içmek istiyor. Bu amaçla kafeteryalara gittiklerinde kapısını kilitli görünce şaşırıp kalıyorlar. Turistlere durumu anlatmakta güçlük çekiyoruz."

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ndeki kafeteryaların kiralanması için ihalenin yapıldığı belirten Muğla Kültür ve Turizm İl Müdür Yardımcısı ve İhale Komisyonu Başkanı Hüseyin Öztürk, ancak ihaleyi kazanan şirket ile henüz sözleşmenin imzalanmadığını söyledi. Öztürk, "Bakanlığın talimatı ile gelir elde etmek amacıyla kafeteryaları kiraladık. Turistlerin kafeteryalardan yararlanamaması şu anda bizim değil DÖSİM'in sorunu. İhaleden sonra kiralama başlangıç tarihi belirlenene kadar DÖSİM hizmetini sürdürecekti, ancak onlar kafeteryaları çalıştıracakları yerde kapatmayı tercih etmişler. Şimdilik bizim yapabileceğimiz bir şey yok, yasal prosedür devam ediyor" dedi.
Hürriyet, Haber: Yaşar Anter, 12.06.2006
KARKAMIŞ DEFİNESİ NASIL YAĞMALANDI?

1995 yılında Gaziantep'e bağlı Karkamış'da bir köylü tarafından bulunan 3000 sikke ile her biri bugünkü piyasada 1 milyon dolara giden nadir Atina "dekadrahmi"sinden (10 drahmi) en az 13'ünün yurtdışına kaçırıldığı ve iki Atina dekadrahmisinin şu anda Atina'daki Nümizmatik Müzesi'nde olduğu ileri sürüldü.

Bir hafta önce çıkan kitabında Türkiye'den kaçırılan sikkelerin dünyada kimlere satıldığını açıklayan Hollandalı araştırmacı yazar Arthur Brand (37), Hürriyet'e "Karkamış Definesi, Elmalı Definesi'nden daha kıymetli ve daha önemli. Karkamış Definesi'nde çok nadir Atina dekadrahmisinden (10 drahmi) en az 13 tane var. Bunları Türkiye'den dışarı kaçıran Hikmet Gül çok zengin oldu ama son birkaç aydır ortalardan kayboldu" dedi.



Hikmet Gül'ün defineyi bulan köylünün akrabası olduğu öğrenildi. Arthur Brand, defineye "Kuzey Halep Definesi" kod adını takan Hikmet Gül'ün 1984'te bulunan Elmalı Definesi'ni yurtdışında pazarlayan ve Münih'te yaşayan Fuat Üzülmez ile temasa geçtiğini belirtti. Brand, Elmalı sikkeleriyle başı derde giren Fuat Üzülmez'in Karkamış Definesi ile ikinci bir kumar daha oynadığını söyledi. Karkamış Definesi'nde MÖ 5. asıra ait 3 bin sikke dışında, çok kıymetli 13-15 Atina dekadrahmisi ve nadir rastlanan sikkeler dikkat çekiyor.

Daha önce dünyada 3 tane bulunan Aineia Tetradrahmi'nin dördüncüsünün Karkamış sikkeleri arasında olduğunu vurgulayan Arthur Brand şöyle konuştu:"Türkiye'den kaçırılan bu defineye o zaman 15 milyon dolar değer biçildi, ama şimdiki değeri en az 50 milyon dolar. Karkamış Definesi'nde her biri 1 milyon dolar eden 13 tane dekadrahmi var. Benim kaynaklarım ise Türkiye'den kaçırılan bu definede 15 tane dekadrahmi olduğunu söylüyor. Bu dekdrahmilerden 1984'de Elmalı Definesi bulunana kadar dünyada 13 tane, Elmalı Hazinesi'yle birlikte 27 tane vardı. Karkamış Definesi'le dünyadaki dekadrahmi sayısı şimdi 42'ye çıktı. Ayrıca definedeki 3 bin sikke arasındaki Kıbrıs sikkeleri çok kıymetli."

1995 yılında Hikmet Gül'ün temasa geçtiği Fuat Üzülmez'in ilk 800 sikkeyi 1.5 milyon dolara satın aldığına dikkat çeken Hollandalı araştırmacı, açıklamalarını şöyle sürdürdü: "İkinci parti Türkiye'deki kaçakçılara 2.5 milyon dolara teklif edildi ama kimse bu kadar parayı çıkartamayınca Hikmet Gül tekrar Fuat Üzülmez'e başvurdu. Birlikte sikkeleri Russo, Bank Leu, Tkalec, Harlan J. Berk, Goldberg, Freeman and Sear, CNG gibi müzayede firmalarına sattılar. Şimdi bile Karkamış Sikkeleri, bu firmaların kataloglarında yer alıyor. Birkaç dekadrahmi ile bazı sikkelerin hala Hikmet Gül'ün elinde olduğunu ve bunları satmaya çalıştığını biliyoruz."
Hürriyet, 12.06.2006
LEONARDO'NUN YENİ TABLOSU MU?

İtalya'nın Venedik kentinde Leonardo da Vinci tarafından yapıldığı ileri sürülen bir portre ortaya çıktı. Venedikli sanayici ve koleksiyoncu Giancarlo Ligabue'ye ait yaklaşık 10 cm yüksekliğinde ve 6,25 cm enindeki, karakalem ve mürekkep kullanılarak yapılmış olan "Testa di Vecchia"ya (Yaşlı Kadın Başı) yapılan kızılötesi analizin sonucu doğruysa, uzmanlar eskizin yaklaşık 4 milyon 975 bin dolar değerinde olabileceğini söylüyor.

Giancarlo Ligabue, üzerinde Leonardo'nun ismi bulunan eskizi 30 yıl önce Venedik'teki bir antikacıdan satın alırken dükkan sahibinin "Da Vinci olduğunu düşünmeyin bile" dediğini hatırlattı.
Hürriyet, 12.06.2006
ATATÜRK EVİ

Çanakkale'nin Bigalı Köyü'nde, Çanakkale Savaşları sırasında Mustafa Kemal Atatürk'ün kullandığı ev, 33 yıl sonra bu kez asker- sivil işbirliğiyle baştan aşağıya yenilendi. Köyde düzenlenen törene katılan 1'inci Ordu Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, "Türkiye'yi üstün kılacak yolun, farklılıkları öne çıkararak, yapay ayrılıkları yaratmaktan değil, şehitlerin kanıyla sulanan bu topraklarda gördüğünüz gibi ortak değerlerimizi öne çıkarmaktan geçtiğin inanmaktayız" dedi.
Hürriyet, Haber: Burak Gezen, 12.06.2006
TARİHİ HEYKELLE YAKALANDILAR

Antalya'da Roma dönemine ait tarihi heykeli satmaya çalışan 2 kişi, polis tarafından yakalandı. 2 kişinin ellerinde bulundurduğu tarihi eseri satmak için müşteri aradığı ihbarını değerlendiren Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği ekipleri, alıcı gibi davranarak bağlantı kurduğu Y.N. ve M.T'yi yakaladı. Gözaltına alınan zanlıların otomobilinde yapılan aramada, Roma dönemine ait 50 santim boyunda, sağ kolu kırık, sol elinde asa tutan, sağ yanında 5 santim boyunda aslan, sol yanında 10 santimlik bir erkek figürü bulunan heykele el konuldu.

Antalya Müze Müdürlüğü yetkililerin de katıldığı operasyonda gözaltına alınan Y.N. ve M.T, ifadelerinin ardından adliyeye sevk edildi. Yetkililer tarihi eser üzerinde inceleme çalışmalarının devam ettiğini kaydetti.
Vatan, 12.06.2006
SİT ALANINA YAPILACAK BİNA İÇİN ÖZEL İZİN ARANACAK

I. ve II. derece arkeolojik sit alanlarındaki ören yerlerinde, kapalı ve açık sergi mekanları ile güvenlik odası, bilet gişesi, WC, açık otopark ve mobil satış üniteleri düzenlemeleri, kazı heyetinin bilimsel raporları doğrultusunda koruma bölge kurulunun özel izniyle yapılacak.

Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun, arkeolojik sit alanlarındaki ören yerleriyle ilgili ilke kararına göre ayrıca özel çevre koruma bölgelerinde yapılacak temelsiz, kalıcı olmayan ve yöresel yapı özelliklerini taşıyan mekanlar koruma bölge kurulunun uygun göreceği yerlerde, vaziyet planı ve projelerin kurul tarafından onaylanması koşuluyla yapılabilecek. Öte yandan tarihî köprülerin korunmasıyla ilgili karar da Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Zaman, 12.06.2006
TAÇ KAPI'DA PİS KOKULAR

Tarihi Koza Han'ın Taç Kapısı'nı beton yığını arkasında bırakan bina, aylardır yükselen tüm tepkilere karşın tamamlanma aşamasına geldi. Konu gündeme ilk geldiğinde Osmangazi Belediye Başkanı Altepe, "Anıtlar Kurulu'ndan izni de, ruhsatı da var. Yapacak birşey yok" demişti.

Ancak daha sonra, Anıtlar Kurulu'nun inşaatı mahkemeye sevk ettiği ortaya çıktı. Bu sıralarda Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin de, "İçime sinmiyor. Yıkacağım" açıklaması yaptı. Bu gelişmelere karşın, Osmangazi Belediyesi'nde bina ruhsatının iptali gündeme bile gelmedi.

Akılları karıştıran bir başka nokta da, binanın denetimini yapan şirket sahibinin aynı zamanda Osmangazi Belediye Meclisi'nde üye olması. Yani, hem yaptıran hem yıkım kararı alması gereken kişi aynı. Bu durumda da akıllara ister istemez, "neler oluyor" sorusu geliyor.

Mal sahibi, ruhsatı iptal edilmediği için Taç Kapı önündeki binasını rahat rahat tamamladı. Bundan sonra yıkım kararı alınırsa milyonlarca YTL'lik kamulaştırma bedeli ödenmesi gerekebilir. Bu durumda da, kaynak bulamayan belediyenin binanın kılına bile dokunmaması gündeme gelebilecek.
Bursa Olay Gazetesi, 12.06.2006
HEYKEL TERÖRÜ

Büyükçekmece'de düzenlenen 'Uluslararası Kültür ve Sanat Festivali' çerçevesinde ilçenin çeşitli yerlerine konulan heykeller vandalizmin kurbanı oldu. Üzerlerine yazı yazılan ve parçalanan heykellerin arasında festival için değişik ülkelerden davet edilen 7 heykeltraşın eserlerinin de bulunduğu öğrenildi.
Milliyet, 12.06.2006
TARİH VAKFI BAŞKANLIĞI'NA HALİM BULUTOĞLU GETİRİLDİ

Tarih Vakfı'nın 6. Genel Kurul'u ardından oluşan yeni Yönetim Kurulu, 3 Haziran Cumartesi günü yaptığı toplantıda, görev bölüşümü yaptı. Vakıf Başkanlığı'na, Genel Sekreter Halim Bulutoğlu getirildi. Önceki dönemde Başkan Yardımcılıklarını üstlenen Edhem Eldem ve Ferdan Ergut bu görevlerini yeni dönemde de sürdürüyorlar. Genel Sekreterliği Murat Güvenç, Saymanlık görevini ise, önceki dönemde de bu görevi yapan Sülün Falay üstlendi.
tarihvakfi.org.tr, 12.06.2006
'İLBER HOCA, KAVGA ÇIKARMAYA ÇALIŞIYOR'

Darphane-i Amire binasının durumuyla ilgili Topkapı Sarayı Müdürü tarihçi İlber Ortaylı'nın söylediklerine binayı kullanan Tarih Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu'ndan sert tepki geldi. Sabah muhabiri İrem Barutçu'nun, Topkapı Sarayı ile ilgili son günlerde ortaya atılan iddialara ilişkin sorularını yanıtlayan İlber Ortaylı, "Darphane- i Amire binası çöküyor, kimse kılını kıpırdatmıyor" demişti.

Darphane-i Amire binasını 49 yıllığına kiralayan Tarih Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu ise, Müze Müdürü İlber Ortaylı'yı konuyu çarpıtmakla suçladı. Halim Bulutoğlu bu konuda "İlber Ortaylı göreve geldiğinden beri tek sorun Darphane-i Amire gibi davranıyor. Bir kavga ortamı yaratıp varolan sorunları unutturmak gibi bir yola başvuruyor" dedi.

İlber Ortaylı İrem Barutçu ile olan röportajında, Tarih Vakfı'nı Darphane-i Amire binasını tahrip etmekle de suçlayarak, "Bina çöküyor, tahrip ediyorlar binayı" demiş, binadan büyük rant sağlandığını da iddia etmişti. Tarih Vakfı başkanı Halim Bulutoğlu ise, Darphane-i Amire binasındaki sorunların Vakfın burayı almasıyla başlamadığını ifade etti. Darphane-i Amire binasını aldıklarında, buranın 28 yıldır terkedilmiş çöplük içinde bir alan olduğunu söyleyen Başkan Halim Bulutoğlu, şunları söyledi. "28 yıl boyunca metruk bir hurda çöplüğü olarak tutulmuş, binalarının çökmesine seyirci kalınmış olan Darphane, Tarih Vakfı'nın devralmasından itibaren 10 ay içinde bayındır hale getirilmiş ve sadece 1996'da 50.000 yerli ve yabancı ziyaretçinin İstanbul'a tarihsel bütünlüğü içinde tek bir mekânda ulaşması sağlanmıştır. Bugüne kadar önemli bölümü uluslararası nitelikte 600'ün üzerinde kültür sanat etkinliğine ev sahipliği yapan, toplam ziyaretçi sayısı bir milyonu aşan Darphane- Amire, İstanbul Müzesi'nin gelecekteki mekanı olarak tüm engellemelere rağmen kentin önemli kültür merkezlerinden biri haline gelmiştir."



Ortaylı: "Şehir müzesi kurmak gibi ham bir hayalle bu işe girmişler ama hiçbir şey kuramadılar."
Bulutoğlu: 1995 yılında tapu kaydı yapılarak İstanbul Müzesi'nin kuruluşu için çalışmaya başladık. Ancak koruma kurullarının engellemesi ve açılan davalar nedeniyle başlayamadık. Müze 2010'a yetişecek.

Ortaylı: "Tarih Vakfı burayı rant kapısı olarak kullanıyor."
Bulutoğlu: Tarih Vakfı kültürel etkinlikleri gelir getirici etkinlikler için kullanıyor. Oranın elektrik, su gibi masrafları var. Bunlar o etkinlikleri yapan insanlarla paylaşılıyor. Buranın zaten astronomik fiatlarla kiraya verilmesi söz konusu değil.

Ortaylı: Dam çöktü yapmadılar.
Bulutoğlu: Olay dört yıl önce yedi numaralı binada gerçekleşti. Ve vakfın bu konuda koruma kuruluna başvurusu olduğu halde, yanıt verilmemesinden ve hukuki süreçte karşılaşılan sorunlardan dolayı yapılamadı.

Darphane-i Amire binasını İstanbul Müzesi yapmak için devraldıklarını söyleyen Halim Bulutoğlu daha sonra açılan davalar nedeniyle bu projeye başlayamadıklarını belirtiyor. Kültür Bakanlığı'na bağlı koruma kurulunun Habitat sergileri nedeniyle açılan sergi düzenlemelerine itiraz ettiğini söyleyen Bulutoğlu, bu nedenle çeşitli davalar açıldığını belirterek, "Tarih Vakfı 1996-2003 yılları arasında binadaki yıkılmaya yönelik gelişmeleri düzenli şekilde belgeleyerek çökmeye karşı önlem içeren projeleri ile birlikte Koruma Kurulu'na sunmuş ama bir yanıt alamamıştır" diye konuştu.

Davayı kazandıktan sonra koruma kurulunun kararının kalkması için Kültür Bakanlığı ile görüşmelere başladıklarını vurgulayan Halim Bulutoğlu "Üç yıldan fazla süren müzakerelerin sonunda 10 Ekim 2005 tarihinde Tarih Vakfı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında İstanbul Müzesi'nin birlikte kurulması ve Tarih Vakfı'nın bu amaçla desteklenmesi için bir protokol imzalanmıştır. Şimdi bu protokol ile, çevre müzelerle de işbirliği içinde İstanbul Müzesinin kuruluşuna yönelik çalışmalar hız kazanmıştır" diye konuştu. Halim Bulutoğlu, İstanbul Müzesi'ni kurma çalışmalarına başladıklarını ve müzenin 2010 yılında da tamamlanacağını söyledi.

Darphane-i Amire'den elde edilen gelirin tamamen yine buranın korunması için harcandığını söyleyen Halim Bulutoğlu, ayrıca vakfın kaynaklarının da Darphane-i Amire için kullanıldığını söyleyerek, "1996 yıllarından başlamak üzere ilk bulunan ve toplamı 3.5 milyon dolar tutan kaynakları Darphane'nin rehabilitasyonu ve Habitat sergileri için kullanmıştır" diye konuştu. Darphane-i Amire'de yapılacak etkinlikler için son derece seçici davrandıklarını söyleyen Tarih Vakfı Müdürü Bulutoğlu, "Topkapı Sarayı'nda da benzer etkinlikler yapılıyor" şeklinde konuştu.
Sabah, Haber: Sadık Güleç, 12.06.2006
"DÜŞÜNCEYİ TAŞA İŞLEYEN ADAM" İSTANBUL'DA




Sakıp Sabancı Müzesi'nin önünde yine uzun kuyruklar oluşacak. Ülkemizde "Düşünen Adam" heykeliyle tanınan Fransız sanatçı Auguste Rodin'in gelen 203 eseri arasında yer alan "Cehennemin Kapısı", "Öpüşme", "Balzac" gibi heykeller 3 Eylül'e kadar Boğaz'a nazır duracak.

Heykel sanatında "anlamın duayeni" olarak bilinen ünlü heykeltıraş Auguste Rodin'in çağdaşı Fransız heykeltıraş Louis Daumas tarafından yapılan ve Atlı Köşk'e adını veren bronz at heykeli bakıma alınarak yerine Rodin'in büyük tartışmalara neden olan "Victor Hugo Anıtı" yerleştirildi.

Paris'te L'Arbalete Sokağı, 3 numaralı evde oturan Marie Cheffer, 12 Kasım 1840'ta dünyaya getirdiği ikinci çocuğu François-Auguste Rene'nin ileride "düşünceyi taşa işleyeceğinden" habersiz, doğal olarak... Ama yine de bir tuhaflık olduğunu sezer. Mahalle bakkalının resimli kitap sayfalarından yaptığı kese kağıtları oğlunun en büyük eğlencesidir. Küçük Auguste kuru erik almak için gittiği bakkalın verdiği kese kağıtlarındaki resimleri model olarak kullanıp desenler çizer art arda... Aile bu ilginin gelip geçici olmadığını anlayınca, onu (Küçük Okul olarak da bilinen) Desen ve Matematik İmparatorluk Özel Okulu'na yollar.

Okulda kopya modeller üstünde çalışır Rodin, killi toprakla ilk kez burada tanışır. Hocası Horace Lecocq de Boisbaudran, çizimi hafızanın eğitilmesine dayalı bir sistemle öğretmektedir. Rodin de ölçü almada kullandığı miyop mavi gözlerini bütün yaşamı boyunca bu tip bir eğitimin hizmetine verecektir. Yeteneği çok erken keşfedildiği için yönlendirilmesi de kolay olur. Güzel Sanatlar Okulu'na devam etmek için başvuruda bulunur ama reddedilir. Hem de tam üç kez. Hayat zor tabii. Orta sınıf bir işçi ailesinden gelen ve eve destek olması gereken Rodin, süslemecilerin yanında çalışmaya başlar. Bir yandan da antik yapıtların desenini yapmak için Louvre Müzesi'ne gider. Akşamları desen kursuna devam eder. At pazarının da sadık ziyaretçilerindendir. Pazarı dolaşıp hayvan desenleri yapar. "Ah" der sonraları, "itiş kakış arasında ayak altında ne çok kaldım orada!". 1862'de 24 yaşındaki kız kardeşi rahibe Marie, karın zarı iltihabından ölür. Rodin, kardeşinin anısını ve ülküsünü sürdürmek için rahip olmaya karar verir. Beş-altı aylık manastır döneminin ardından sağduyulu rahip Eymard'ın ısrarıyla heykele geri döner. Tam da o sıralarda kendisine ömür boyu yol arkadaşlığı yapacak olan terzi Rose Beuret ile tanışır.

Duvarları rutubetten sırılsıklam olmuş bir mahzende çalışmalarına başlayan Rodin, daha sonra atölyesini pencereleri doğru düzgün kapanmayan, soğuğu insanın içine işleyen, yapılan birçok heykelin donup çatladığı bir ahıra taşır; ekonomik gücü ancak buna yettiği için. Ve ünlü "Kırık Burunlu Adam"ı, modellerin kokudan baygınlık geçirdiği bu ahırdan bozma atölyede yapar. Sanat galerilerinin oluşturduğu Salon adlı kurum "Kırık Burunlu Adam"ı geri çevirir. Ama yılmaz Rodin. Biraz daha düzgün bir atölyede yeniden işe koyulur. Bu arada bir de oğlu olur, mali sıkıntıları giderek artar. Yaptığı ticari heykellerle geçimini sağlamaya çalışır.

1875'te hayatının dönüm noktalarından olan İtalya yolculuğuna çıkar. Başucunda Dante'nin "Cehennem" adlı yapıtı ile, Cenova, Pisa, Floransa, Roma ve Napoli'yi dolaşır. Donatello'nun fena halde etkisinde kalarak Paris'e döndüğünde ünü de iyiden iyiye artmaya başlar. Ünlü eseri "Tunç Çağı"nı yapar. Kariyerindeki ilk skandal bu yapıtla gelir. Heykel gerçeğe o kadar yakın olur ki, Rodin insan üzerinden kalıp almakla suçlanır. Neyse ki kimi hakkaniyetli dostları kendisini savunr ve "Tunç Çağı" 1877'de önce Brüksel'de, sonra Paris'te sergilenir.

1880'de "Tunç Çağı"nı satın alan Fransız devleti ileride kurulacak Dekoratif Sanatlar Müzesi için anıtsal bir kapı sipariş eder. Rodin de SSM'deki sergide de göreceğimiz "Cehennem Kapısı" üzerine çalışmaya başlar. Adını Dante'nin "İlahi Komedya"sından alan, Baudelaire'in "Kötülük Çiçekleri"nden esinlenilmiş "Cehennem Kapısı"nın üstünde, yaşamının sonuna kadar çalışır. Müze, bu olağanüstü kapı olmaksızın 1905'te açılır. Rodin'in spontane dehasını üzerinde bütün yönleriyle genişlettiği söylenen ve 186 figür içeren "Cehennem Kapısı", ölümünden on yıl sonra bronz kalıba dökülür.

Taşla ilgili gelmiş geçmiş en büyük düşünürlerden biri olarak kabul edilen Rodin, 1882'de "Düşünen Adam" heykelini yapar. Ardından da ünlü yapıtlarına yenilerini eklemeye devam eder. Taşı, fazlasını atarak heykele dönüştürdüğünü söyleyen heykeltıraşın "Adem", "Öpüşme", "Vaaz Veren Vaftizci Yahya" ve "Calais Burjuvaları Anıtı" adlı eserleri alır sırayı... 1889'da Pantheon için bir başka anıt heykelin, "Victor Hugo"nun siparişi verilir Rodin'e. Ne var ki, Hugo'yu "otururken" tasarladığı maket geri çevrilir. İki yıl sonra bu kez Paris'teki Lüksemburg Bahçesi için yine bir Victor Hugo anıtı istenir kendisinden. Hugo'yu birkaç farklı kompozisyonda çalışan Rodin, "Onun çıplak bir heykelini yapmak isterdim, bir tanrı gibi..." der, dediğini de yapar. Tabii şimşekleri bir kez daha üzerine çeker.

1891'de Emil Zola'nın tavsiyesiyle Edebiyatçılar Derneği Rodin'den bir Balzac anıtı yapmasını ister. Heykel, Edebiyatçılar Derneği tarafından geri gönderilir, başkan "utancından" istifa eder. Zamanında yetiştiremediği ve bu yüzden alay konusu olduğu heykel için 10 bin franklık avans alan Rodin, sonunda parayı geri vermek zorunda kalır. 1898'de Salon'da sergilenen eser halk tarafından büyük nefretle karşılanır, heykel için "inek" benzetmesi yapanlar bile çıkar. "Balzac" ancak sanatçının ölümünden sonra bronz kalıba dökülebilir. Yüzyılın sonuna doğru Rodin'in ünü giderek artar; dünyanın çeşitli ülkelerinde desenleri ve heykelleri sergilenir. 1900'de Uluslararası Sergi kapsamında, Alma Meydanı'nda ilk retrospektifini düzenler. Başarısı "uluslararası" sıfatını kazanır. Matisse ve Picasso sergisini ziyaret eder.

Bundan sonraki dönemde sergiler, geziler, aşklar, tartışmalar, yeni desenler, heykeller ve büstlerle bundan öncesinde olduğu gibi devam eder hayat, Rodin için. 1908'de devletin sahibi olduğu Hotel Biron'un giriş katına yerleşir. O günden sonra bu mekanı müze haline getirme fikri oluşur Rodin'de. 1916'da bütün yapıtlarını, koleksiyonlarını, arşivini ve Meudon'daki villasını devlete bağışlar. 1917'de, hayatına giren çıkan tüm kadınlar sırasında yanından ayrılmayarak büyük bir vefa (!) örneği gösteren, Rose Beuret ile evlenir. 73 yaşında Rodin ile dünyaevine giren Rose, evlendikten 15 gün sonra ölür. Onun ölümünden kısa bir süre sonra, 17 Kasım'da da Rodin veda eder yaşama... Karı koca Meudon'daki villarının bahçesine gömülürler; mezarlarının başına da Rodin'in düşündürücü heykeli "Düşünen Adam" konur.

Rodin'in hayatına çok sayıda kadın girer: Çalışmalarında ona yardımcı olan kadın modeller, sokak kadınları, dönemin ünlü kontesleri, güzel, çirkin, eğitimli, eğitimsiz, soylu ya da avam... Ama içlerinde iki kadının yeri başkadır. Biri hayatını Rodin'e adayan, onunla birlikte Komün sırasında açlığa ve soğuğa direnen, alçılarını ıslatan, hayatının sonuna kadar ona sahip çıkan ve en önemlisi kadınlara zaafına 53 yıl tahammül eden, nihayet 73 yaşında evlendiği eşi Rose Beuret... Diğeri de "Ona nerede altın bulacağını gösterdim belki, ama bulduğu altın kendi içinde.... O, anlaşılmamış bir sanatçı!" dediği heykeltıraş Camille Claudel. "Bütün heykellerimde varsın" diyerek onurlandırdığı (!) "bitimsiz ilahem" sözüyle sevdiği Camille...

Rodin ve Camille 1882'de tanışır. Bir yıl sonra Camille ünlü heykeltraşın öğrencisi olur. Kısa süre sonra sevgilisi, ileride de en büyük rakiplerinden biri. Rodin'in Rose'u terk etmeye ve Camille ile evlenmeye yanaşmaması üzerine 1893'te ayrılırlar. Sonra yeniden birlikte olurlarsa da 1898 yılında tüm bağları kopar. "Vals", "Olgunluk Çağı", "Kayıp Tanrı", "Geveze Kadınlar", "Sakuntala" gibi önemli yapıtlara imza atan Claudel'in "Olgunluk Çağı" adlı yapıtı, Rose-Rodin-Camille üçgenini en vurucu şekilde anlatan heykellerden biri. Rodin'in bu heykele tepkisi ağır olur: "Beni iki kadın tarafından parçalanmış bir kukla gibi göstermişsin, bu iğrenç bir karikatür, sen de ikinci sınıf bir heykeltıraşsın!"

Ayrılık sonrası hem kadın hem de sanatçı olmanın o yıllardaki ağır koşulları ve maddi sıkıntılar nedeniyle ruh hali bozulan Camille, 1906'da sinir krizi geçirerek eserlerinin büyük bölümünü parçalar, bir bölümünü de nehre atar. Bir süre sonra paranoya teşhisiyle akıl hastanesine kapatılır. 19 Ekim 1943'te hastanede ve "Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım ben?" sorusunu kendine sorarak yaşama veda eder.

İtalyan şair Dante Alighieri'yi tasvir ettiği ve aslında "Cehennem Kapısı"ndaki figürlerden biri olan "Düşünen Adam", 1889'da ilk kez Kopenhag'da sergilenir. Yaklaşık yarım yüz yıl sonra bir Rodin tutkunu olan ve kısa bir süre Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde tedavi gören ressam ve heykeltıraş Kemal Künmat, hastanenin bahçesi için bu heykelin bir kopyasını yapmaya başlar. Heykeli bir diğer hasta, Yüzbaşı Mehmet Pişdar tamamlar. Bu heykelin orijinal kopyalarından birini de yine SSM'deki sergide görme imkanı bulacağız.

Hotel Biron 4 Ağustos 1919'da Rodin Müzesi adıyla halka açılıyor. Kurum, Fransa'da ilgili bakanlıktan destek almayan tek müze olma özelliğini hâlâ koruyor. Tamamen ziyaretçilerden ve yurtdışında düzenlenen Rodin sergilerinden elde ettiği gelirle finanse ediliyor. SSM'deki müzede izleyeceğiniz sergideki tüm yapıtlar da bu müzeden getirildi.
Milliyet Pazar, Haber: Filiz Aygündüz, 11.06.2006
TARİHİ ESER NASIL KORUNUR?

Hukukçu, gazeteci ve arkeologlar tarihi eserleri korumanın yasalarla mümkün olmadığını söylerken, müzelerin özel sektöre devredilmesi de dile getiriliyor.



Nereyi kazsan tarih çıkıyor bu ülkede... Binlerce yıldan beri sayısız medeniyete ev sahipliği yapmış Anadolu toprakları, değeri ölçülemeyecek zenginlikleri barındırıyor çünkü. Peki biz zenginliğimizi ne zaman hatırlıyoruz? Tarihi eser kaçakçılığı gündeme gelince... Tıpkı Karun Hazinesi'ni Kanatlı Denizatı Broşu çalındığında; Kahramanmaraş'taki müzeyi, sikkelerin sahteleriyle değiştirildiğini öğrendiğimizde hatırlamamız gibi. Soru çok... Bu eserlerimizi koruyabiliyor muyuz? Sahiplenip tanıtabiliyor muyuz, nerede yanlış yapıyoruz?.. Hangisinden başlamak gerekiyor, cevaplar neler? İzmir Barosu avukatlarından Murat Fatih Ülkü, tarihi eserlerin korunmasında 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun temel alındığını anlatıyor. Arkeolojik SİT kavramının kazılarla çıkan eserleri koruma ya aldığını söyleyen Ülkü, kanuna aykırı davrananların beş yıla kadar hapis ve ağır para cezasına çarptırılabildiğini ifade ediyor. Tarihi eser kaçakçılığının cezası ise Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerine göre veriliyor.



Hukuki çerçevenin önemi tartışılmaz elbette ancak konunun uzmanları yasal tedbirlerin tek başına yeterli olmayacağını vurguluyor. Sayısız kazıda ortaya çıkardığı eserler ve kitaplarıyla Türkiye'nin arkeolojik zenginliğinin artmasındaki önemli isimlerden Prof. Dr. Hayat Erkanal'ın "Halk tarihi eseri taş olarak görüyor," sözleri de bunu gösteriyor. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Erkanal, tarihi eserleri koruyan hükümleri içeren 2863 sayılı kanunun 1974'te çıktığını, ondan önce Asar-ı Atika Nizamnamesi'nin uygulandığını söylüyor: "O gerçekten çok yetersiz bir düzenlemeydi. Cezaları 10 kuruş filandı." Tarihi eserleri korumanın yasal önlemlerle mümkün olmadığının altını çizen Prof. Dr. Erkanal, şöyle devam ediyor: "Bize, kazılarda devletin taşa toprağa neden para yatırdığını sorarlar. Yurtdışında herhangi bir esere zarar vermeye kalkışınca, önce halk karşı çıkar. Bizde bu bilinç yok. Eğitimin ilkokulda başlaması lazım. Eski eserlerimiz, topraklarımızın, vatanımızın kimliğidir. Bunları dışarı verdiğimizde kimliksiz bir toplum oluruz. Halka bunların anlatılması gerek," diyor. Peki, çıkarılan her eser en yakındaki müzede mi sergilenmeli? Erkanal'ın bu soruya verdiği cevap şöyle: "Eseri sergilemek dağ başındaki müzeyle olmaz. İstediğiniz kadar müze kurun, kimse ziyaret etmezse bunun bir anlamı yok. Müze olmaz o, depo olur."

Çıkarılan kimi önemli eserlerin büyük kentlerdeki müzelere getirilebileceğini belirten Erkanal, bu yolla ziyaretçi sayısının da artacağına işaret ediyor. Bu topraklara ait çok önemli tarihi kalıntılar, Almanya, İngiltere ve Fransa'daki müzelerde sergileniyor. Türkiye'de tarihi eserlere gereken özenin gösterilmemesi kimi kez "Bu eserlerin yurtdışına çıkarılmış olması o kadar da kötü değil. En azından onlar korunuyor," yorumlarına da neden oluyor. Bu sözleri aktardığınız Erkanal, düşüncelerini şöyle dile getiriyor: "O eserlerin yurtdışına çıkarıldığı Osman Hamdi döneminde henüz arkeoloji konusunda bilinçlenme yoktu. Bunlar oraya gitmese hali ne olurdu bilemiyorum ama herhalde iyi olmazdı. Eski eserleri put olarak görenler bile vardı. Bu yüzden bazı antik kentlerde bazı mermer eserler taş ve inşaat malzemesi oldu. Bu da bir gerçek."
Sabah Pazar, Haber: Halime Sürek Kahveci, 11.06.2006
'KOLEKSİYON MERAKLISI ZENGİNLER HIRSIZLIĞI ÖZENDİRİYOR'

Türkiye'den kaçırılan eserler denince akla ilk gelenlerden biri Zeugma Sunağı. Bergama krallarından Eumenes II tarafından MÖ 197- 159 arasında yaptırılan ve Alman arkeologların 1865'ten sonra yaptığı kazılarla ortaya çıkarılan sunağın kalıntıları Berlin'e gönderilmiş. Osmanlı'nın kimi imtiyazlara karşılık verdiği belirtilen bu sunak, Berlin Devlet Müzesi'nde restore edilerek 1871'de sergilenmiş. O tarihten sonra müzenin adı Pergamon Müzesi olmuş. Sunağın Türkiye'ye iade edilmesi için 1989'da 'Zeus Sunağı Bergama'nındır. Geri istiyoruz' adıyla kampanya düzenleyen Bergama Belediyesi eski Başkanı Sefa Taşkın, "Avrupa'daki aristokratlar, ABD'deki zenginler ve müzeler de en büyük alıcı. Bizim eserlerimiz o ülkelerin müzelerinden çıkıyor. Koleksiyon meraklısı zenginler, hatta müzeler hırsızlığı özendiriyor.
Sabah Pazar, 11.06.2006
ATA MİRASINDA 'RANT' KORKUSU

1927'de Atatürk'ün isteği ile eğitimcilere verilen Validebağ Korusu ve Adile Sultan Kasrı'nın bahçesi AKP'li Üsküdar Belediyesi'ne devredildi. Bölgedeki en büyük yeşil alanın "rant" için kurban edildiğini söyleyen çevre halkı, Atatürk Orman Çiftliği'nden sonra buranın da yağmalanacağını öne sürdü.



Atatürk'ün isteğiyle, 1927'de eğitimcilere verilen Validebağ Korusu ve Adile Sultan Kasrı'nın bahçesi, 6 Haziran'da, İl Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey ile Üsküdar Belediye Başkanı Murat Çakır arasında imzalanan protokolle 10 yıllığına Üsküdar Belediyesi'ne verildi. İstanbul Valisi Muammer Güler'in onayladığı protokolle nitelikli koru düzenleme projesi kapsamında bakım ve onarımı yapılacak olan 354 dönümlük arazinin nasıl kullanılacağına, belediye karar verecek. Mülkiyeti hazineye ait korunun içindeki binalar ise protokol dışında tutuldu.

Son düzenleme, yıllardır koruda spor yapan öğretmenlerin ve çevre halkının tepkisine neden oldu. Semt halkı, ilçedeki en büyük yeşil alanın rant sağlamak amacıyla belediyeye devredildiğini öne sürdü. Bazı öğretmenler Atatürk Orman Çiftliği ile başlatılan yağmanın Validebağ Korusu ile devam ettiğini iddia ettiler.

Çevresi holding ve sitelerle çevrili olan arazinin 1998'de sit alanı ilan edildiğini belirten 51 yaşındaki emekli öğretmen Faruk Giray, "Protokole göre belediye bakım ve onarım yapacak. Bunda herhangi bir sorun yok. Fakat kullanımın planlanmasının belediyeye ait olması kafalarda soru işareti yaratıyor" dedi. Semra Egeli ise "Arsanın peşine düştüler. Umarım korktuğumuz başımıza gelmez" diye konuştu. Altunizade Mahallesi'nin 13 yıllık muhtarı Cafer Koç da emekli öğretmen. Koç daha önce, Marmara Üniversitesi Hastanesi'nin bulunduğu taraftaki bir bölüm koru arazisinin otopark yapılmak istendiğini anlattı.

Koç, "Altunizade, Acıbadem, Koşuyolu ve Barbaros mahallelerinin duyarlı sakinleri sayesinde bu katliamı önledik. Ama görüyoruz ki, birileri, sessiz sedasız koruda söz sahibi olmuş bile. Kimseden korkmuyoruz korumuza sahip çıkacağız" diye konuştu. Korunun belediyeye devredilmesinden rahatsız olduklarını belirten Validebağ Gönüllüleri Derneği üyeleri ve öğretmenler bugün saat 16:00'da Validebağ Adile Sultan Öğretmenevi'nin önünde eylem yapacaklar.

Korudaki ilk yapı, Abdülaziz'in 1853'de kızkardeşi Adile Sultan adına mimar Nikogos Balyan'a yaptırılan Adile Sultan Kasrı. Kasır, Cumhuriyetin ilk yıllarında yetimler yurdu olarak kullanıldı. 1927 yılında 60 yataklı prevantoryuma dönüştürüldü ve 194 şehit çocuğu veremden kurtarıldı. 1927'de dönemin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, korunun nasıl kullanılacağını Atatürk'e danıştı. Atatürk, buranın tamamen eğitimciler için kullanılmasını istedi. Koruya daha sonra, sırasıyla sanatoryum, öğretmenler hastanesi, sağlık meslek lisesi yapıldı.

Koruya yönelik bir iddia ise buraya özel okul yapılacağı. Ancak, Üsküdar Belediyesi yetkilileri, koruyla ilgili yapı projesinin hazırlanmadığını söylediler. Validebağ Korusu'nda Hababam Sınıfı'nın ilk filmlerinin de çekildiği Adile Sultan Kasrı ve Kültür Merkezi'nin yanısıra Validebağ Öğretmenler Hastanesi ve Sanatoryumu, Validebağ Anadolu Sağlık Meslek Lisesi, Mustafa Necatibey Öğretmen Huzurevi, Abdülaziz Av Köşkü, Şevket Aktalay İzci Okulu ve İzci Müzesi de bulunuyor.

Tarihi Valide Sultan Kasrı, günümüzde Öğretmenevi Kültür Merkezi olarak kullanılıyor. Kasrın önünde, üzerinde "Benim asıl kişiliğim öğretmenliktir" yazan bir Atatürk büstü var. Koruyu gezenler, kasrı da ziyaret ediyor.
Hürriyet, Haber: Selçuk Yaşar, 11.06.2006
YUNANLI BALIKÇININ AĞLARINA TAKILAN BRONZ HEYKEL

Geçtiğimiz ay, Yunanistan Kültür Bakanlığı tarafından Kalymnos Adası açıklarında bir erkek torso bulunduğu bildirildi. Ata binmiş bir askeri betimleyen bir metre yüksekliğindeki buluntunun bu bölgede batan bir yük gemisine ait olabileceği tahmin ediliyor. Heykel, temzilenmesi ve tarhilenmesi için Atina'ya gönderildi. Bakanlıktan verilen bilgiye göre balıkçının ağlarından, heykel ile birlikte yine bu heykele ait olduğu tahmin edilen iki küçük bronz parça ve MÖ 1. yüzyıla tarihlenen bir Knidos amforası çıktı.
Kalymnos etrafındaki suların antik batıklar açısından zengin olduğu, geçtiğimiz yıllarda bulunan birçok eser sayesinde zaten bilinmekteydi. 1995 yılında aynı bölgede bir başka balıkçı tarafından bulunan büyük bir kadın heykeli bugün Atina Milli Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmekte. Ağlarına takılan bu heykeli yetkililere teslim eden balıkçıya Kültür Bakanlığı tarafından 440.000 Euro ödül verilmişti.
Bölgede daha önce bulunan bronz baş, ayaklar ve kolların ise yeni bulunan bu heykele ait olup olmadığı henüz bilinmemekte.
Associated Press - Der: Ali Yamaç 11.06.2006
"MÜZECİLİK TİCARİ BİR İŞTİR"

Müzeler için 'reform' diye nitelenen kanun tasarısı TBMM'de beklemeye devam ederken, bugüne kadar birçok müzeye imza atmış, Çağdaş Türk mimarlığının önde gelen isimlerinden Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı (TAÇ Vakfı) Başkanı Dr. Sinan Genim ile özel bir söyleşi gerçekleştirdik. Müzelerin bugünkü durumuna ilişkin değerlendirmelerde bulunan Genim, özelleştirme ya da özerkleştirme dışında müzelere ilişkin hiçbir düzenlemenin müzelerin kurtulmasına yetmeyeceğini öne sürüyor.

"Müze sözcüğü eski Yunan'dan gelen bir sözcük. 'Muse' esin evi demek. Museum, geçmişten kalan tarihi-kültürel belgeleri, eserleri belirli bir sistematik içinde düzenleyip insanların esinlenip gelecek yaratmak için kullanacakları bir ortamda sergileyeceği mekan demek" diyen Sinan Genim, ülkemizde ise ne yazık ki Kültür Bakanlığı'nın icraatlerinin bu tanımdan çok uzak olduğunu düşünüyor. Bakanlığın uzun yıllardır müzeleri sadece depo olarak gördüğünü kaydeden Genim, bu yüzden müzelerin tarihi eserlerin vatandaşın elinden kurtarılıp, devletleştirip depolandığı mekanlar olmaktan öteye gidemediğini ifade ediyor. Genim, "Tarihi eserleri kapatalım, depolara koyalım, bizim himayemizde olsun tüm dertleri bu" yorumunu yapıyor.



İşte Genim'le müzeler ve kültür varlıkları ile ilgili yaptığımız söyleşideki sorularımız ve ondan gelen cevaplar:

Güncel olan bir gelişmeden başlayalım isterseniz. Müzelerin yönetiminin il özel idarelerine ya da belediyelere devrini öngören kanun tasarısı TBMM'de bekliyor. Bu kanun çıkarsa ne olacak?
Hiçbir şey değişmeyecek. Var olan kadrolarla, bürokrasinin içinde boğulan müzelerimiz ve ören yerlerimiz kapalı kutuları içinde yaşamlarını ağır aksak sürdürmeye devam edecek. Donuk ve verimsiz yapılarının düzelmesini bu yeni kanun da sağlamayacak. Çünkü şu anda müzelerimiz memur zihniyeti ile yönetiliyor.

Yani müzeler için devrim lazım diyorsunuz. Peki o zaman müzelerin iyileştirilmesi için ne yapılabilir?
Müzelerin tümünün özelleştirilmesini istiyorum. Çünkü müzecilik bir ticaret işidir, özellikle de Mahmutpaşa esnafının yaptığının bile üstünde bir ticaret işidir. Dünyadaki en çok ziyaretçi çeken müzelere bakın Louvre, Metropolitan gibi, hepsi birer ticari mekanlardır. Kapıda alınan bilet parası filan bu müzeler için çiklet parası bile değildir. Metropolitan'ı gezen bir ziyaretçinin müzeye bıraktığı gelir en az 90 dolar filandır. Buralara gelen insanlar müzeye girdiklerinde salt eserleri izlemekle kalmazlar. Eserlerin imitasyonundan yapılan özgün hediyelik eşyalar satın alabilir, lokantasında, kafeteryasında vakit geçirebilir, katalogları, tarih kitaplarını okuyup karıştırabilir, ayrı ayrı sergi salonlarında farklı sanatçılarla tanışabilir, konferanslara, panellere katılabilirler.

Bizim müzelerimiz bakın, göreceksiniz ki depo anlayışı ile yönetildiği için statik yapıdalar. Donuk, ölü yerler. Oysa hareketli, gerektiğinde geceleri de açık olacak, sergiler düzenlenen, kafetaryaları, lokantaları, satış mağazaları olan, multimedya gösterileri yapılan, farklı farklı sergiler açılan yerler olmalılar.

Mesela Topkapı Sarayı'nda senede 2 tane veya 3 tane açık arttırmayla düğün yapılsa güzel olmaz mı? Sınır koymak çok önemli, 3 diyorsak 3 düğün yapılmalı. Cumhurbaşkanı bile talimat verse bu sayı değişmemeli. Bu yapılan düğünlerden milyon dolarlar alınsa olmaz mı? Düşünsenize inanılmaz bir şey bu. Dünyada ne kadar çok insan böyle bir şeyin hayalini kuruyordur. Ne kaybederiz ki? Ben mesela 10 milyon dolar veririm Harem'de düğün yaparım.

Ama tarihi eserlerin bazı dönemlerde çeşitli etkinlikler için kiralanması bile eleştiriliyor. Tarihi eserlerin konserler gibi etkinliklerden zarar görebileceği söyleniyor. Topkapı böyle organizasyonları kaldırır mı?
Kaldırır niye kaldırmasın. Senede en fazla 3 tane yapacaksın, sınır koyacaksın, şartların olacak, denetleyeceksin. Bu binalar zaten bu işler için zamanında inşa edilmemiş mi? Padişahlar Topkapı'da eğlenceler düzenlememiş mi? Buraları kavanozun içine koyup saklayalım mı yani. Bunu bırakın, ama bakın Topkapı Sarayı'nda Müzeler Haftası nedeniyle yaşanan tahribi kimse yapmaz. Önce bunları düşünelim.

Bu tür etkinlikler yapılmasını sağlayacak kimse yok mu müzelerimizde, niye söylediğiniz şeyler bugüne kadar yapılamamış?
Bizim üzerimizde ulusal bir tembellik var. Yalnız bedeni olarak değil kafa olarak da tembeliz. Müzelerde bütün bunları herkesten önce görüp düşünüp yapacak kişiler yok denecek kadar az, yurt genelinde 10 kişiyi geçmez. Buralarda klasik memurlar çalışıyor, düşük maaş alan bu kişilerden ne beklenebilir ki zaten. Hoş bu tip insanlar olsa da bürokrasi onların ağzının payını verir o ayrı konu.

Müzelerin özelleştirilmesi her gündeme geldiğinde tarihi değerlerimiz yabancılara peşkeş mi çekilecek deniliyor. Yani müzelerin yönetiminin yabancıların eline verme fobimiz var.
Ne demek efendim. Adam bu işi biliyorsa tabii ki yapacak, bu beceriksizlerle mi idare edelim? Mal benim, bina benim kim nereye, hangi eseri götürecek? Buraları işletmeye vereceğim ben, satmayacağım ki. İşte müzelerin bugünkü durumu ortada. Bugünlerde müzelerden çalınan eserlerimiz gazetelere boy boy manşet oldu. Biz kendimiz koruyamıyoruz tarihi eserlerimizi, bu işte profesyonel olanlardan yardım almak zorundayız.

Müzelerimizin hali buyken örenyerlerimizin hali nasıl peki?
Geçenlerde Perge Antik Kenti'ndeydim anlatayım size. Uzun süredir arkadaşımız Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu kazıyor orayı. Girişteki kulelerin olduğu küçük meydanda kazıdan çıkan taşlar yığılı duruyordu ve yağmurdan sonra orayı su basmıştı. Yaşları 70 olan birkaç Amerikalı turist de bu taşların üzerinden sekerek antik kenti gezme çabasındaydı. Baktım ne şanslı ülkeyiz biz ya dedim. Hani şu adamlardan biri düşse bacağını kırsa, demez mi arkadaş buraya ben para vererek girdim burada olacak herşeyin sorumlusu sizsiniz. Etrafta hiçbir sağlık kuruluşu filan zaten yok.

Başka örnek vereyim; 5 sene evvel yazı yazdık, Demre'deki Noel Baba Kilisesi'nin tepesindeki çan kulesi devrilmek üzere diye. Hatta ben tepesine kadar çıktım, inceledim, proje hazırladım. Bugüne kadar hiçbir adım atılmadı, öyle duruyor. O çan kulesi çökse 5-10 kişinin kafasını yarsa, 1-2 kişi ölse bütün dünya diyecek ki Türkiye'deki ören yerleri tehlikeli, tarihi eserlerine sahip çıkmıyorlar. Hiçkimse bir şey yapmıyor.

Siz umutlu musunuz müzelerimiz için?
Ben hep umutluyumdur. Müzelerin ayağa kalkması için bürokrasiyi ekarte edecek bir kurul ya da konsey kurulmalı. Bu kurulda işin uzmanları yer almalı. Devlet bu işten çekilmeli. Tabii devletin de temsilcileri elbette yer alabilir bu kurulda. Müzelerle ilgili bu uzman kurul iş yapmalı.

Bakın özel müzelerimize nasıl büyük yankılar getiriyorlar, İstanbul Modern, Sabancı, Pera Müzesi. Niye devlet müzeleri bu kadar etkin olamıyorlar? Zihniyet meselesi bunlar. Bizdekilerin fikri var bilgisi yok. Benim gibi adamlar yıllardır devlet adamlarına kültür zihniyeti ile ilgili fikirler anlatıyor, bilgiler veriyor. Ama ne oluyor devlette devamlılık olmadığı için bir müsteşar gidiyor diğeri geliyor. Her seferinde yeniden başlıyoruz.

İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi işimize yarayacak mı sizce?
Yarayacak elbette. İstanbul zaten Avrupa'nın kültür başkentiydi. Bunu tartışmayacağım. Bu paye bize ivme vermesi bakımından yararlı olacak. AB destekli projelere hem para hem manevi destek gelecek. Bazı işler hızlanacak. Bizim iş yapmamız için birilerinin dürtmesi lazım biliyorsunuz.
turizmhabercisi.com, Haber: Özlem Kapar, 11.06.2006
KATKI







INDE DEUS ABEST'LE İŞTİGAL

ya da

“NASIL ANLATSAAAAM
NERDEN BAŞLASAAAAM...
BODRUUUM BODRUUUM”
*


Gün geçmiyor ki müzelerle ilgili yeni bir konu gündeme gelmesin. Bir süredir neredeyse sadece müzeleri konuşuyoruz. Hani biz millet olarak bir konu çok gündeme geldiğinde hemen uzman oluruz ya, şimdi de herkes müzeler, müzecilik, sahte eser, Latince vs. uzmanı. Bir zamanlar herkes deprem otoritesiydi ya, aynı şey işte...

Dağılmış Teşkilatlar (ya da 1001 Müze Hikayesi)'nin devamı da bu hafta Bodrum Müzesi'nde ortaya çıktı. Oysa biz geçen hafta oradan elektronik korumalı, yetmedi kangal köpekli diye söz etmiştik. Malum, bu ödüllü müzemizin aslı Saint Jean Şövalyelerinin kalesi. Hikayemizin geçtiği zindan da, dönemin kale komutanı olan Bizans Ordu Komutanı Jacgues Gatineu tarafından yaptırılmış ve Saint Jean Şövalyeleri tarafından uzun yıllar işkencehane ve zindan olarak kullanılmış. Girişteki “INDE DEUS ABEST” yazısı oranın işkencehane olduğunu vurgulamak için yazılmış. Zindan, 5 Ocak 1523'te, kalenin Osmanlılar'ın ele geçmesiyle duvar örülerek kapatılmış.



Bodrum Kalesi içinde Saint Jean Şövalyeleri tarafından 1406'da yapımına başlanan ve 100 yılda inşa edilen, 1513-22 arasında ise işkence odası olarak kullanılan Gatineau Kulesi, 1992'de keşfedildi. 1994'te de dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar ve Müze Müdürü Oğuz Alpözen tarafından ziyarete açıldı. 23 basamakla inilen Gatineau Zindanı'nın girişinde bulunan, kayaya oyulmuş Latince 'Tanrının Bulunmadığı Yer' yazısının yanına İngilizce ve Türkçe karşılığının bulunduğu sac tabela da o dönemde asıldı.

Yazı, her ne kadar Bakanlığın resmi internet sitesinde müzeyle ilgili tanıtımın yapıldığı sayfada 'tarihi bilgi' olarak yer alıyorsa da, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün tarafından, iki ay önce gönderilen yazıyla, tam 14 yıl zindan girişinde çakılı olan tabelanın kaldırılması talimatı verildi. Kayaya kazılı Latince yazının da, tarihi ve arkeolojik değeri olmadığı gerekçesiyle kazınması ve yok edilmesi istendi. İngilizce ve Türkçe sac tabela hemen kaldırılırken müze yetkilileri, kayaya oyularak yazılmış olan “INDE DEUS ABEST” yazısının nasıl silineceğini düşünmeye başladı.

Müze Müdürü Yaşar Yıldız, bakanlıktan gelen yazılı talimat üzerine hareket ettiklerini belirterek, "Bakanlıktan gelen müfettişler ve arkeologlar yazıların tarihi ve arkeolojik değerleri olmadığını bu nedenle de tarihi mekanda bulunmasının bir anlamı bulunmadığı belirterek, yazıları kaldırmamızı istedi. Biz de talimatları uyguluyoruz. Sac levhayı kaldırdık, kayaya oyulu yazıyı ise ya kazıyacağız ya da üstünü bir şekilde örteceğiz, çünkü tarihi değeri olmadığı belirtildi" dedi.

Bodrum Müzesi'nin emekli müdürü ve sualtı arkeoloğu Oğuz Alpözen “Kültür Bakanlığı internet sitesinde bu zindanı 'Tanrının Bulunmadığı Yer' olarak tam 14 yıl boyunca dünyaya tanıttı, hala da sitesinde yayınlanıyor. Madem tarihi değeri yoktu neden yıllarca insanları yanıltma yoluna gittiler. Bu bir siyasi görüşün düşüncesi. Bir zamanlar kaledeki şapeli mescit yapıp ibatede açmaya çalışanların devamı olan zihniyet, tarihin gerçek değerlerini acımasızca yok etmeye çalışıyor.Yazı orijinaldir ve kesinlikle yok edilmemelidir.“ dedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ise “INDE DEUS ABEST” yazısı ile ilgili kapsamlı yeni bir soruşturma açılacağını söyledi. Bakan Koç, yazının sahte olması durumunda ise kazılması gibi bir işlem yapmayacaklarını ifade etti. Bakan Koç, yazının kazılmasını tarihe ihanet olarak gördüğünü açıkladı.

Konu ile ilgili basında çıkan iddiaları cevaplamak üzere basın toplantısı düzenleyen Atilla Koç, 2005 yılı Ekim ayında Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nin zindan bölümündeki Latince “INDE DEUS ABEST”: Tanrı'nın bulunmadığı yer' yazısının şikayet üzerine incelemeye alındığını belirterek, bu yazının 'Tanrı buradan uzakta' anlamına geldiğini belirtti. Atilla Koç, iddialarda belirtildiği gibi yazının kazıtılmadığını, bu yanlış çevirilerin yer aldığı Türkçe ve İngilizce tabelaların kaldırıldığını dile getirdi. Yazı ile ilgili incelemenin vatandaşlardan gelen şikayetler üzerine başlatıldığı bilgisini veren Koç, Muğla Valiliği'nin arkeologların da içinde bulunduğu bir ekip tarafından işlem yaptığını aktardı. Koç, inceleme sonucunda ve teknisyen Behçet Dinçer'in ifadeleri sonucunda yazının sahte olduğu, 1994 yılında duvara dönemin müze müdürü Oğuz Alpözen'in direktifi ile yazıldığının ortaya çıktığı bilgisini verdi. Bakan Koç, tüm söylentileri değerlendirmek üzere yeni ve kapsamlı bir soruşturma açılacağını belirtti. Koç, yapılacak kapsamlı araştırmadan sonra ortaya çıkan durumdan sorumlu herkes için yeni soruşturmaların açılacağını aktardı. Bakan Koç, 'Kaşıkçı elması'nda olduğu gibi, aslında sahte olmadığını bilmelerine rağmen yeniden inceleme yaptıklarını, bu durumun yazı için de tekrarlanacağını sözlerine ekledi.

Bu olayın basına yansıması ve bakanlığın dün bu konuda basın açıklaması yapması üzerine teknisyen Behçet Dinçer, devlet memuru olduğu için görüş bildiremeyeceğini; ancak bakanlığa verdiği ifadenin doğru olduğunu ve arkasında durduğunu söyledi. Oysa Bodrum Müzesi'nde 17 yıldır teknik ressam olarak çalışan 48 yaşındaki Behçet Dinçer 24 Mayıs 1999'da yine yazının orjinalliğiyle ilgili bir soruşturmada Kültür Bakanlığı Başmüfettişi Oktay Erten'e verdiği ifade şunları söylemişti: "Ben zindanın girişi temizlendikten sonra bölüme ilk girenlerdenim. Bölüm girdiğimizde iç giriş üzerindeki 'Tanrının Bulunmadığı Yer' anlamına gelen Latince yazı vardı. Müdürün isteği üzerine orayı fırçayla temizledim ve kırmızı kök boyayla üzerinden geçtim. Yazının daha belirgin hale gelmesi için üzerinden sert bir cisimle geçmem söz konusu değil. Yazının hiç olmaması ve müdür beyin isteği üzerine tarafımdan yazılması da söz konusu değil."

Eski Müze Müdürü Oğuz Alpözen de, "Elimde tüm deliller mevcut" dedi. Alpözen, Bodrum Kalesi İç Hendek çevresindeki zindanın 1992-1994 arasındaki kazı ve restorasyon çalışmalarının Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ve Döner Sermaye Müdürlüğü tarafından gerçekleştirildiğini belirtti. Alpözen, 1992'deki 11 metrelik kazı sonucunda zindan bölümünün bulunduğunu ve uzmanlarla buraya inildiğini anlatarak, şöyle dedi: “Dinçer, arkeolog Mehmet Özgenç, Müze Müdür Yardımcısı Aykut Özer zindana ilk girenlerdendi. Bu kişiler Başmüfettiş Oktay Ersen'e o tarihte verdikleri yazılı ifadelerinde duvar yıkılıp ilk içeri girenlerden olduklarını, Latince yazı bulunduğunu ve bunun benim talimatımla temizlenerek ortaya çıkarıldığını, sert cisimle kazılmasının söz konusu olmadığını söyledi. Bu raporlar bende ve bakanlıkta mevcut. Önce yazıyı fark edemedik. Her yana ışık koyduktan sonra görebildik. Üzerinden kırmızı kök boyayla geçildi 'İnde Deus Abest' yazısının ne anlama geldiğini Prof. Dr. Ender Varinlioğlu'na mektupla sordum. 23 Haziran 1993'te cevap geldi. Varinlioğlu 'Burada Tanrı Yoktur' yazdığını belirtti. Biz buranın açılışını Fikri Sağlar'la yaptık."

Bodrum Müzesi'nin eski Müdürü Oğuz Alpözen'in, Latince yazının ne anlama geldiğini sorduğu Prof.Dr. Ender Varinlioğlu'nun yazdığı, 25 Haziran 1993 tarihli mektupta Inde Deus Abert'in “Söz konusu yerde Tanrı bulunmuyor” anlamında olduğu ve “Burada Tanrı yoktur” demek olduğu belirtilmekteyken Murat Bardakçı Latince'deki U harfinin aslında V olarak yazıldığını, bu nedenle büyük ihtimalle de 20. yüzyılın sonlarında yazıldığını iddia etti. Buna cevap çok gecikmedi.

Ankara Üniversitesi Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü Latin Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı öğretim görevlilerinden Prof.Dr. Filiz Öktem,"Ortaçağdan itibaren 'V' ile 'U' birlikte kullanılıyor" dedi. Prof. Öktem zindan girişindeki "Tanrı'nın bulunmadığı yer" sözlerinin de yorumsal olduğunu aktardı. Ancak cümlenin kelime kelime çevirisinin "Tanrı Buradan Uzaktadır" olduğunu vurgulayan Öktem, "Tanrının Bulunmadığı Yer' biraz şiirsel bir anlatım olmuş. Ama yanlış değil. O da biraz kişisel bir bakış. 'Tanrı Buradan Uzak'ın da eşiti 'Tanrı Burada Değil'. Aşırı bir farklılık göstermiyor. Müze müdürünün bu yazıyı uydurmuş olacağını sanmıyorum." dedi.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Dilleri Bölümü Latin Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bedia Demirtaş da "Eski yazıtlarda çoğunlukla 'U' harfi 'V' olarak yazılmıştır. Sert yüzeylere 'U'nun altındaki yuvarlak formu vermek zordur. Geç dönemlerde ise yeni teknikler olduğu için 'U' kullanılmıştır. Ancak 500 yıllık olduğu söylenen bir yazı geç döneme girmez." derken Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve epigrafi uzmanı Prof. Dr. Mustafa Hamdi Sayar, "Latince resmi yazılarda, kitabelerde U, V harfi olarak yazılıyor. Sadece 'Deus' kelimesinde değil Latincede tüm U harfleri V olarak yazılıyor. Ancak bu, Bodrum Müzesi'ndeki yazının sahte olduğunu göstermez. Fotoğraflardaki metnin Latincesi bir garip. Ama yakından gidip bakılmalı" yorumunda bulundu.



Bodrum Müzesi eski Müdürü Oğuz Alpözen, 'u' harfinin 500 yıldır 'v' ya da 'u' olarak kullanıldığını, ispatının İngiliz tarihçi ve arkeolog George Newton'un belgelerinde bulunduğunu söyledi. Oğuz Alpözen, şunları söyledi: "Newton kalede yaptığı kazılar boyunca çıkarılan eserleri ve eserler üzerindeki yazıları bilim adamlarıyla birlikte raporlara ve kayıtlara geçmiş. Daha sonra bunları İngiltere'de yayımlamıştır. Newton'un tarihi belgelerinde 'U' veya 'V' harfinin aynı anlamda 500 yıl önce de aynı cümle ve hatta aynı kelimeler içerisinde kullanıldığını görüyoruz. Ayrıca Bodrum Kalesi'nin halen surlarında bulunan ve kazılardan elde edilen kabartmalarda yine aynı iki harfin yan yana kullanıldığı görülüyor. Bu harfleri 500 yıl önceki yazılara veya 150 yıl önce Newton'un eserlerine de ben mi yerleştirdim? Tarihi yanıltmak mümkün değil. Er ya da geç ortaya çıkar."

"İsimsiz mektuplar ve e-maillerle gelen şikâyetler üzerine Muğla Valiliği'nin 15 Kasım 2005'te söz konusu yazıyla ilgili arkeolojik ve tarihi bakımdan tespit yapılmasını istediğini" belirten Orhan Düzgün de, görevlendirilen İl Müdür Yardımcısı Hüseyin Öztürk'ün 23 Ocak 2006'da Bodrum Müze Müdür Vekili Arkeolog Yaşar Yıldız ve Arkeolog Erhan Özcan ile zindanlar bölümünde inceleme yaptığını kaydetti. Düzgün, arkeologlar Yıldız ve Özcan'ın 1993-1994 yıllarında zindanlar bölümü restorasyonunda görevli olmadıklarını, ancak bu yazıya ilişkin iddiaları duyduklarını belirtti. Yıldız ve Özcan'ın ifadelerine dayanarak Alpözen'i suçlayan Düzgün, "yazıyı müzede görevli teknisyen Behçet Dinçer'in aldığı talimat doğrultusunda taşa kazıdığı"nı söyledi.

Yıldız ve Özcan'ın ifadelerine atıfta bulunan Düzgün, "Ancak Behçet Dinçer'in o yıllarda Müze Müdürü Alpözen'i 'Eğer bu yazıyı yazdığımı söylersen seni bu müzeden tayin ettiririm' şeklinde tehdit ederek bugüne kadar olayın gerçeğini söylemediğini ifade etmişlerdir" dedi.

Bunun üzerine İl Müdür Yardımcısı Hüseyin Öztürk'ün görüştüğü teknisyen Behçet Dinçer'in "Alpözen'in talimatıyla söz konusu yazıyı taşa kazıdığını kabul ettiğini ve bu ifadeyi her zaman, her yerde tekrarlayacağını belirttiğini" anlatan Düzgün, "hiçbir tarihi ve arkeolojik değeri bulunmayan söz konusu yazıyı açıklayıcı levhaları kaldırmaları için 28 Şubat 2006'da Muğla Valiliği'ne yazı gönderdiklerini" söyledi. Düzgün, valilikten kendisine, sözlü olarak tartışılan Latince yazı için "fantezi amaçlı" bilgisi verildiğini belirterek, arkeologlar Yıldız ve Özcan'ın da imzasını taşıyan valilik raporu çerçevesinde sadece çeviri tabelalarını kaldırma talimatı verdiğini ifade etti.

Düzgün, teknisyen Dinçer'in 1999'da tam aksi yöndeki ifadesini de içeren raporu anımsatan Milliyet muhabirine "O raporu görmedim" dedi. "Dinçer'in o dönemde Alpözen tarafından tayin ile tehdit edildiği için yanlış ifade vermiş olabileceğini" savunan Düzgün, "şimdi Alpözen emekli olduğu için gerçeği açıklama gereği duymuş olabileceğini" söyledi.
Alpözen ise "Sayın Orhan Düzgün beni suçlayamaz. Kendisi kaymakam kökenli bir kişi olan Düzgün, acaba tarihi eserleri nasıl anlayacak? Gitsin kendi işini yapsın. Benim elimde tüm deliller mevcut. O yazı orada vardı, ben yazdırmadım" dedi.

Oğuz Alpözen, yazıyı kazıttırdığı iddiasıyla ilk önce 1999'da karşılaştığını belirterek, o dönemde Başmüfettiş Oktay Erten'in müzede inceleme yaptığını açıkladı. O dönemde tutulan resmi raporda, bugünkü iddiaların temel kaynağı olan teknisyen Dinçer'in "yazıyı talimatla yazması" gibi bir durum olmadığı yönünde ifade verdiğini anlatan Alpözen, "Allah'tan geçen yıl emekli olmama rağmen belgeleri sakladım. Beni suçlayan, önce geçmişteki teftiş raporunu incelemeliydi" dedi. Alpözen, Dinçer'e sadece var olan yazının üzerinden kırmızı boya ile geçmesi talimatını verdiğini belirterek, kaledeki başka yazılara da bu uygulamayı yaptıklarını dile getirdi.

Alpözen, Yılanlı Kale'deki "Saklı Müze" adlı bölüme de sansür uygulandığını öne sürdü. "Saklı Müze"de antik çağlara ilişkin erotik eserlerin yer aldığını kaydeden Alpözen, kadın-erkek ilişkisini anlatan sahnelerden rahatsızlık duyulduğu için yeni müze yönetimince sergiye son verildiğini savundu. Olayı yazı değil, laik-antilaik çatışması olarak gördüğünü söyleyen Alpözen, "Burada ifade mesele yaratıyor. Yazı, Tanrısızlık gibi algılanıp bu sorgulanıyor. Sadece teknisyen Behçet Dinçer'in ifadesine dayanarak tabelaları kaldırttılar" dedi.

Bu tartışmalar sürerken Oğuz Alpözen'in kendisine şövalye arması çizdirdiği, mermere işlettiği armaları kaledeki caminin minaresiyle müzenin beş değişik yerine monte ettirdiği ve yine kaledeki bir kuyunun kapağına da kendi adından ilham alarak Oğuz boylarının sembolünü kazıttığı ortaya çıktı.

Eski yüzyıllarda Bodrum'a hákim olan Saint Jean Şövalyeleri tarafından Bodrum Kalesi'nin kumandanlığına tayin edilenlerin kendilerine arma yaptırıp mermere kazıtmaları ve bu mermerleri kale duvarlarına koymaları bir gelenekti. Şövalyelerin bu ádetini yüzyıllar sonra yeniden hayata geçirmeye çalışan Oğuz Alpözen'in arması, altta yan yatmış bir anforanın üzerinde ayyıldız, onun üzerinde de çift kuleli bir kaleden oluşuyor.

Müzede, Oğuz Alpözen'in yedi ayrı yerde arması bulunuyor. Karyalı Prenses, Uluburun ve Cambatığı salonlarının giriş kapılarının üzerinde ve Komutan Kulesi'nde birer "Alpözen arması" var. Kendisinden önce görev yapmış olan müdürlerin isimlerini de arma halinde mermere nakşettiren Alpözen, Geçitkule'ye bu armalarla birlikte kendi armasını yerleştirmiş. Altıncı arma ise çok daha ilginç bir yerde bulunuyor: Alpözen, Refahyol iktidarı döneminde büyük tartışmalardan sonra inşa edilen minareye de armasını koydurmuş ve arma, minarenin şerefesine çıkan müezzin ile aynı hizada duruyor. Armaların bazılarında şekillerle beraber "Oğuz Alpözen" kelimeleri, bazılarında ise sadece "O.A." harfleri yazılı.

Oğuz Alpözen'in ismini "ölümsüzleştiren" bir diğer işaret ise, Uluburun batığının sergilendiği salonun avlusundaki kuyunun üzerine nakşedilmiş. Sergi salonunun altında eski devirlerden kalma bir sarnıç, avlunun kenarında da sarnıçtan su çekmeye yarayan bir kuyu var. Birkaç yıl öncesine kadar sıradan bir kapakla örtülen kuyunun üzerine taca benzer bir iláve yaptıran Alpözen, yeni kısımdaki çıkıntılara iki ayyıldız koydurmuş ve ayyıldızların ortasına da adından esinlenerek Oğuz Boyu'nun işaretlerini kazıtmış.

Konuyla ilgili açıklama yapan Alpözen, kaledeki bir kuyunun kapağına da kendi adından ilham alarak Oğuz Boylarının sembolünü kazıttığı iddialarının doğru olmadığını savunarak, "Bu Oğuz Boyunun sembolü değildir, yalan. Osmanlı Devleti'nin kurucusu Kayı Boyunun sembolüdür" dedi. Alpözen hakkındaki iddiaları şöyle cevapladı:

"Kaledeki bütün salonları, müzeyi ben açtım. Tapusunu gidip kendim aldım. Koruma Kurulu'ndan izni de uzun uğraşılar sonucu elde ettim. Yoksa müze binasının yerinde başka binalar olacaktı. 'Türk övün, çalış güven' diye bir söz var. Çalıştım ve övünüyorum, güzel işler yaptım. Oraya ismimin yazılmasının da doğru olduğuna inanıyorum. Oğuz Alpözen bunları yapmasın mı? Ben yaptıysam konuşurum. Biri çıkıp da Oğuz Alpözen bunları yaptı demiyor.

Bunlar sürerken, halen müzede görevli olduğunu belirten bir kişinin Bodrum Kaymakamlığı, Muğla Valiliği, Bodrum Müzesi ile Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'ne gönderdiği e-posta ve faks mesajları soğuk duş etkisi yarattı. Yazıda sergilenen çok sayıda eserin taklit olduğunu, gerçeklerinin ise eski Müdür Oğuz Alpözen döneminde müze dışına çıkarıldığını iddia ediliyordu. İhbar üzerine soruşturma başlatıldı.

İhbar mektubunda şöyle yazıyordu: "Bu konuda kim girişimde bulunduysa cezalandırıldı. Şimdi müzemizin müdürü olan ve bu komplonun dışında olan Sayın Yaşar Yıldız bu yüzden defalarca Bodrum'dan sürgün edildi. Müze bahçesinde otantik cam işi yapan Server Demiriz dışarı atıldı. Jandarma Astsubay Sabri Göktaş, Doğu'ya sürüldü. Bu konuyu delilleriyle ortaya çıkaran ama her nedense itibar edilmeyen dosya kendisindedir ve isteyen kişilere vermeye hazırdır." Mektupta MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un da müzeyi ziyaret ettiği hatırlatılarak SUTA (Sualtı Araştırmaları Teknolojisi Derneği) Başkanı Erkan Ayral ile geçen diyaloga da yer verildi: "Erkan Ayral tarihi som altın kadehi göstererek, 'Bu kadehi eski INA Başkanı George Bass'ın ve İngiliz fotoğrafçı Donald Frey'in evlerinde de görüp sorduğumda, bana bunların imitasyon olduğu söylenmişti' dediğinde 'Evet bu da imitasyon' cevabını aldı. Bunun üzerine müsteşarın saydığı her eser için görevli 'Evet bu da sahte' dedi." SUTA Başkanı Erkan Ayral yazılanların büyük bölümünün doğru olduğunu öne sürerek Şenkal Atasagun'a 'sahte' diyen sualtı arkeologu Harun Özdaş da "MİT Müsteşarı'na doğruyu söylemek zorundaydım" açıklaması yaptı.

Muğla Valiliği imzasız e-posta ve faks mesajlarına dayanarak soruşturma başlatılırken, suçlamaların hedefindeki eski müze müdürü Oğuz Alpözen, ise suçlamaları reddetti: "Bu eserler Türkiye'nin ve dünyanın en pahalı ve değerli eserleri. Bunları korumak için sadece bakanlıkta üst düzey bürokratların bilgisi ve izniyle imitasyonlarını yapıp sergiliyoruz. Bunların imitasyon olduğunu bekçiler ve kaledeki memurlar bile bilmez. Sahici sanır. Tüm eserler müzede yerli yerinde duruyor, bundan herkes emin olabilir."

Bodrum Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız da "Müzenin değerli eserleri bir haftadır sayılıyor ve şu ana kadar herhangi bir eksikliğe rastlamadık. Ancak sayım henüz bitmedi" dedi.
Alpözen, Bodrum Müzesi'ndeki 27 yıllık müdürlük görevi sırasında 112 kez bakanlık soruşturması geçirdi, hakkında açılan 95 dava da beraat etti. Bazı soruşturmaların gerekçeleri ise şöyle:
- Kalede bulunan tavşanların tarihi taşları kemirmesine engel olmadı.
- Emekli albay olan İl Kültür Müdürü'nün talimatı ile tavuskuşlarını gözaltına alıp bir süre kafese kapattı.
- İngiliz Kulesi'nde şarap içilmesine izin verdi.
- Türk hamamında tas içine koyduğu insan dışkısı maketini sergileyerek tarihle dalga geçti.



Bu sayfanın yayına girmesinden hemen önceki son gelişme ise, müze teknisyeni Behçet Dinçer'in, yazının, o zamanki Müze Müdürü Oğuz Alpözen tarafından “'Yaşayan müzecilik yapıyoruz, bu nedenle dikkatleri müzeye ve zindanlara çekmemiz gerek. Sen giriş kapısının üzerine sağ tarafa 'Inde Deus Abest' yaz, sol tarafa da İngilizce ve Türkçe levhasını asarız” denilerek, kendisine yazdırtıldığını söylemesiydi. 1999'daki soruşturmada, "Zindan girişindeki yazı vardı, ben kırmızı kök boyayla belirginleştirdim" diyen, son soruşturmada ise eski Müze Müdürü Oğuz Alpözen'in sürgünle tehdit etmesi üzerine kendisinin yazdığını belirten Dinçer, dün Müze Müdürü Yaşar Yıldız ile birlikte Bodrum Kaymakamı Abdullah Kalkan'a giderek yazıyı yazdığına dair imzalı bir dilekçe verdi.

Hürriyet - Milliyet - Sabah - Radikal - Zaman, Der: Ayşe Didem Bayvas, 13-18.06.2006



*
MFÖ'ün “Bodrum Bodrum” isimli şarkısından alınmıştır.





-8-

FELLOWS XANTHOS'U TAŞIYOR




Sir Charles Fellows bu şehri çok sevmişti, belki de bu antik şehri kendisinden yüzyıl sonra kazmaya başlayan Demargne, Metzger ya da Courtils ile birlikte en çok seven ve ona gönülden bağlanan birkaç kişiden birisi idi. Bu sevgi, yazdığı her kitapta, o kitapların her satırında açıkça görülür. Örnek vermek gerekirse Xanthos'u daha ilk gördüğü 19 Nisan 1838 günü şu satırları yazmıştı:

"Öğlen oldu, İngiltere gibi uzak bir ülkeden bile sadece burayı görmeye gelinebilecek kadar etkileyici olan tüm bu eserleri incelemek amacıyla yeterli bilgim ve zamanım olmadığı için kederliyim"*

Bizim açımızdan şanssızlık ise Fellows'un 19. yüzyılda yaşaması idi. Bu şehri, ona tüm bir yaşamını bağlayacak kadar seven diğer insanlar, Xanthos'un tüm eserleri ve doğası ile birlikte, bir bütün olarak daha güzel olduğunun bilincine varılan 20. yüzyılda yaşadılar.

Xanthos'un sakinleri ilginç insanlardı; gururlu ve özgürlüklerine düşkün olduklarını biliyoruz. Biliyoruz çünkü tarihin tekerrürden ibaret olduğu savı Xanthos'da acı bir şekilde somutlaşmıştı. MÖ 545 yılında Harpagos komutasındaki Pers ordularına karşı şehri daha fazla savunamayacaklarını anlayan Xanthoslular eşlerini ve çocuklarını öldürdükten sonra şehrin kapılarını açıp bir intihar saldırısı yapmış ve katledilmişlerdi. MÖ 42 yılında ise şehrin tarihindeki ikinci felaket gerçekleşti: Xanthoslular Caesar'ın öldürülmesi üzerine yerine tahta geçen Brutus'ü Roma imparatoru olarak tanımamakta direndiler. Bunun üzerine bölgeye bir sefer düzenleyen Brutus büyük bir direnişle karşılaştı. Günlerce süren kuşatma sonunda Roma ordusu ile başedemeyeceklerini anlayan Xanthos'lular 500 yıl sonra eski davranışlarını tekrarladılar ve yine topluca ölüme koştular.

Sir Charles Fellows'un 1838 baharında bulduğu Xanthos işte böyle ilginç bir geçmişe sahip idi. Fellows'un Anadolu gezisi ile ilgili ilk kitabı "A Journal Written During an Excursion in Asia Minor" 1839'da Londra'da basıldı. Eserde Xanthos'a diğer antik şehirlerden daha fazla yer ayrılmış, birçok kalıntı ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştı. Fellows'un bu seyahatinde yanına aldığı başarılı bir ressam ve mimar olan George Scharf'ın çizimleri de kitabın yarattığı etkiyi artırmıştı. Bu anlatım ve çizimlerle nekropolde bulunan Aslanlı Lahit, Harpiler Anıtı gibi eserler batılıları ilk defa Likya sanatı ile tanıştırmıştır. Kitabın gördüğü ilgi üzerine 1840'da yeniden Anadolu'ya dönen Fellows bu ikinci araştırmasını tamamen Likya'ya ayırır. Ertesi yıl basılan "An Account of the Discoveries in Lycia" nın ardından 1842 yılında Teğmen Spratt komutasındaki HMS Beacon gemisi Xanthos'da bulunan sanat eserlerini British Museum'a taşımakla görevlendirildi. İki ay boyunca işçiler anıtları sökmek ve gemiye nakletmekle uğraştılar, sonunda 70 dev sandık dolusu heykel ve anıt İngiltere'ye ulaştı.

Fellows'un Xanthos'a daha ilk gelişinde dikkatini çeken Harpiler Anıtı'nın rölyefleri götürülen eserler arasında idi. Akropolde, tiyatronun yanında bulunan, 9 m yüksekliğindeki bu mezar anıtının tepesinde, mezar odasını çevreleyen rölyeflerde bulunan harpiler (kuş-kadınlar) kime ait olduğu bilinmeyen bu mezara isimlerini vermişlerdir. Likya anıt mezar mimarisinin ilginç bir örneği olan bu yapı, 1.5 m'lik bir alt kaide üzerinde yükselen 5.5 m yüksekliğinde yekpare bir gövdenin üstünde, kapak taşı ile örtülen ve etrafı rölyeflerle çevrili mezar odası şeklindedir. İki yönde de, ölünün ruhunu temsil eden kuş-kadınlara ait rölyefler bulunmaktadır. Diğer iki tarafta ise mezar sahibi ve eşine ait kabartmalar yer almaktadır. 1957 yılında Türk hükümetinin isteği ile alçı kopyaları alınmış ve mezar restore edilmiştir.

Fellows, 1840 yılında, Xanthos'a ikinci gelişinde, nekropolde bulduğu Merehi ya da diğer adı ile Chimaera Lahdi'nin yerinden oynamış teknesini bırakarak, semerdam biçimindeki kapağını İngiltere'ye naklettirmişti. Bu kapak şimdi British Museum'un 10 numaralı salonunda, röprodüksiyon lahit teknesinin üzerinde sergilenmektedir. MÖ 390-385 yıllarına tarihlenen bu lahdin kapağının iki uzun yüzünde dört atlı bir araba üzerinde sürücü ve bir panter, Chimaera'ya karşı konumdadır. Ön yüzde ise, birbirlerine karşı oturmuş iki sfenks kabartması ile bunların altında, aynı şekilde, oturmuş durumda bir erkek ve bir kadın kabartması vardır. Lahidin şu anda Xanthos'da bulunan teknesindeki likçe yazıtta sahibi Merehi'nin adı bulunmaktadır.

Xanthos nekropolünden İngiltere'ye götürülen diğer bir eser de Pajava Lahdi'dir. MÖ 370-360 yıllarında yapıldığı tahmin edilen bu lahit, likçe kitabesinde bulunan isim ile anılmaktadır. Kaidede bulunan kabartmalarda bir savaş sahnesi anlatılmaktadır. Kapakta bulunan kabartmalarda ise, Merehi Lahdi'ne benzer şekilde, dört atlı bir araba üzerinde sürücü betimlenmiştir.

Nereidler Mezar Anıtı, Fellows tarafından Xanthos'tan British Museum'a taşınan buluntuların hem en büyüğü, hem de sanatsal açıdan en etkileyicisidir. Bir mezardan çok, tapınak planına uygun olarak inşa edilen bu anıt, klasik çağın mimari ve heykeltraşlık üslubu ile yerel öğelerin bütünleşmesi olarak kabul edilebilir. Yaklaşık olarak MÖ 400'e tarihlenen eser, yüksek ve içi dolu bir podyum üzerine, 4 x 6 sütunlu tapınak planında inşa edilmiştir. Ion sütunlar, kabartmalı arşitrav frizlerini taşır, cella duvarı ve podyum da frizlidir. Bu frizlerde savaş, av, armağan verme gibi çeşitli konular işlenmiştir. Podyum üzerindeki frizlerde surlarla korunmuş bir kente yapılan saldırı, şehrin ele geçirilmesi ve tahtta oturan bir kişiye şehrin sunulması anlatılmaktadır. Bu kişi, yerel hükümdarlardan birisi ve büyük ihtimalle de mezarın sahibidir. Sütunlar arasında 12 heykel yer alır. Rüzgarda uçuşan giysileri ile bu kadın heykelleri, ayaklarının altında bulunan balıklar ve deniz hayvanlarından dolayı deniz kızları Nereidler olarak tanımlanmış ve kimin için yapıldığını bilmediğimiz bu anıtmezara isimlerini vermişlerdir.

Harpagos'tan Brutus'a kadar nice savaşlara direnen Xanthos, ne yazık ki bugün Fellows'a yenilmiş durumdadır. British Museum'un özel bir salonunda sergilenen bu görkemli eserler, şehrin bu acı geçmişini ve uzun aralıklarla gelen üç büyük felaketi ziyaretçilere anlatır gibidir...



*
Fellows, C., 1852, Travels and Researches in Asia Minor, London, 167












Nereid Anıtı'na ait rölyef , British Museum











British Museum'da Xanthos buluntularının ilk teşhiri



Pajava Mezarı, British Museum




Nereid Anıtı'na ait bir heykel,
British Museum




Nereid Anıtı'na ait bir
rölyeften detay,
British Museum




Nereid Anıtı,
British Museum




Xanthos, tiyatronun üstünde

sağda Harpiler Anıtı,
solda Likya tipi bir lahit




Harpiler Anıtı'na ait bir rölyef,
British Museum






DOSYA



DAĞILMIŞ TEŞKİLATLAR

(YA DA 1001 MÜZE HİKAYESİ)


(Dosya için tıklayınız)



4 - 10 Haziran 2006
“PARILDAYAN HALKALAR” SERGİSİ SÜRÜYOR

Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi'nde Nisan ayında açılan “Sevgi Gönül Koleksiyonlarından Osmanlı İstanbul'una Ait Kilise Gümüşleri Sergisi”2 Temmuz'a kadar görülebilir.

Sergilenen, 18. yüzyıl başından 20. yüzyıl başına kadar olan ikiyüz yıl boyunca, İstanbul'daki atölyelerde imal edilmiş ve Osmanlı İstanbulunun kozmopolit yapısını ve sanatsal zevkini yansıtan 90 eser arasında kiliselerde düzenlenen ayinlerde kullanılan dinsel eşyalar (paten, kalis, yelpaze, ekmek kutuları, gülabdan), vaftiz ve suların kutsanması gibi dini törenlerde kullanılan kaplar, değişik ibadet eşyaları, aydınlatma gereçleri, piskopos asaları, cüppesi ve aksesuarları yer almakta.

Sergilenen eserlerin çoğu gümüş olup bunların büyük kısmı tuğralı ve Osmanlı tebaası içinde yeralan Hristiyan cemaatin ihtiyaçları doğrultusunda, İstanbul'daki gümüş atölyelerinde çalışan farklı inançlara sahip ustalar tarafından, farklı kaynaklardan gelen üslupların sentezi yapılarak üretilmişler.

Sergide gümüş eserlerin yanısıra, Osmanlı'daki kiliselerin “İstanbul işi” sedef ve bağa işçiliğinin ustalıkla uygulandığı eşyalara da önemli oranda talep bulunduğunu gösteren zengin bezemeli ahşap eserler de izlenebilir.

TAY Haber, 10.06.2006

İSTANBUL 'DÜNYA KÜLTÜR MİRASI'NDAN ÇIKARILACAK MI?

BM'nin Bilim, Eğitim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) Dünya Mirasını Koruma Komitesi'nin Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta dün başlayan ve 16 Temmuz'a kadar sürecek olan toplantısında, İstanbul'un 'Dünya Kültür Mirası' listesinden çıkarılarak 'Tehlikedeki Dünya Kültür Mirası' listesine alınıp alınmayacağına karar verilecek.
Türkiye, toplantılara Dışişleri Bakanlığı, Turizm ve Kültür Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden uzmanların oluşturduğu bir heyetle katılıyor.
Zaman, 10.06.2006
KAMU-SEN'DEN TARİHİ DOKU TEPKİSİ

Kamu-Sen İl Temsilcisi Celal Karapınar, Büyükşehir Belediyesi'nin Çifte Minareli Medrese'nin etrafında çevre düzenlemesi oluşturmak amacıyla işyeri yapması konusunda sivil kitle örgütlerini sorumlu tutmasının doğru bir yaklaşım olmadığını ifade etti.

Karapınar, “Erzurum Büyükşehir Belediyesi'nin Çifte Minareli Medrese'nin etrafında çevre düzenlemesi yapmak ve tarihe nefes aldırmak amacıyla başlanan ancak bilmediğiniz nedenlerle yeniden tarihi olacak bir projeye dönüşmüş olması asla kabul edilir bir proje olmadığı gibi bunu mesuliyetinin de 2863 sayılı yasa gereği sivil toplum kuruluşlarından destek aldığını söyleyerek sorumluluğu sivil topumu örgütlerinin yüklemenin ne kadar doğru olduğunu kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Selçukluların Anadolu'daki mührü olan bu dünya harikası eserin etrafını yeşillerle, çiçeklerle güzelleştirmek yerine beton yığınlarıyla etrafını kapatmaya kimsenin hakkının olmadığı gibi Erzurum'daki en büyük sivil kitle örgütü olan bizlere yani Türkiye Kamu-Sen'e de bu hususta hiçbir kuruluş görüş sormamıştır. Şayet sormuş olsalardı asla destek vermezdik. Lütfen Erzurum için Erzurum'un geleceği için ceddimizin yadigârı için gibi karardan vaz geçin. Erzurum'daki sivil toplum kuruluşlarını kimler temsil ediyor onu da anlamış değilim. Kültür ve eğitim seviyesi en yüksek sayısal olarak en büyük düşünebilen üreten yol gösteren Kamu-Sen'i görmezden gelemezsiniz” dedi.
Erzurum Gazetesi, 10.06.2006
KÖPRÜLERE ORİJİNAL TAŞ ARANIYOR

Edirne'de ihaleleri yapılan Fatih, Kanuni ve Yalnız Köprüleri'nin onarımını Mostar Köprüsü'nü yapan Erbu İnşaat, Tunca Köprüsü'nün onarımını ise ÖzBa İnşaat firması yapacak.

Önümüzdeki hafta başlanacak çalışmaların sezon sonuna kadar bitirilmesi planlanırken köprü onarımında kullanılacak orijinal taşlar için Özel İdare ve Karayolları Genel Müdürlüğü'nün ülke genelinde araştırma yaptığı belirtiliyor. Kırkpınar bitiminde trafiğe kapatılacak Tunca Köprüsü'nün onarımı sezon sonuna kadar bitmezse, köprü kış boyunca da trafiğe kapalı kalacak.

Vali Nusret Miroğlu başkanlığında Haziran ayı ikinci oturumunu yapan İl Encümen Kurulu toplantısının gündem dışı konuları arasında onarılacak tarihi köprüler konusu da yer aldı. İl Özel İdaresi İçme Suları Şube Müdürü Mimar Hüseyin Akkaya köprülerle ilgili son durum hakkında Vali Nusret Miroğlu'na bilgi verdi. Meriç, Gazimihal ve Bayezid Köprülerinin yapım, Saraçhane ve Uzunköprü Köprüsü'nün de proje ihalesinin yapılacağını kaydeden Akkaya, ihalesi yapılan ve onarımına başlanacak olan Tunca, Fatih, Kanuni ve Yalnızgöz Köprüleri'nin onarımına önümüzdeki hafta başlanacağını kaydetti.



Geçtiğimiz hafta Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndaki toplantıya katılan Mimar Hüseyin Akkaya köprüler üzerinde kalan tesisatlarla ilgili görüşmelerde Telekom ve TREDAŞ tesisatlarını kaldıracaklarını belirttiklerini söyledi. Su borularının kaldırılması yönünde bir yıl boyunca belediye ile çalışıldığını ancak belediyenin bu işi yapacak parası olmadığını beyan ettiğini kaydeden Akkaya şunları söyledi:

“Belediye'nin yapması gereken, teknik sorumluluğu İl Özel İdaresi'ne ait olup bu işi biz yapacağız. Yasal yollardan da masrafı için de tahsilat yoluna gidilecek. Tunca ve Meriç Nehri boyunca 350 metre bir hat var. Belediyeye yapacağımız içme suyu hattı ise toplam 2 kilometredir.

Önümüzdeki hafta onarımına başlanacak olan Tunca Köprüsü Kırkpınar Haftası bitiminde araç trafiğine kapatılacak. 35 metrelik bölümü çelik olan köprünün bu bölümünü kaldıracak vinç ve suyun içinde çalışacak olan makineler Afyon'dan Edirne'ye nakledilmeye başlandı.

Tunca Köprüsü trafiğe kapandığında Meriç ve Tunca Köprüsü arasındaki tesislere giden alternatif yol olarak Gazimihal Köprüsü'nün batısından Tunca Köprüsü'nün batısına çıkan yol kullanılacak. Meriç Köprüsü de kapatıldığında Mermer Sanayinin altından Bosnaköye çıkan askeri amaçlı köprü alternatif köprü olarak kullanılacak.

Saraçhane Köprüsü'nün orijinal döşemesi üzerinde bir bir buçuk metre kadar toprak dolgu olduğundan kenar korkulukları bu dolgudan dolayı yıkıldı. Köprü onarılana kadar trafiğe kapalı kalacak. Fatih, Kanuni, Yalnızgöz, Tunca Köprüleri'nin onarım programı 2007 yılı sonuna kadar ancak bu sezon sonuna kadar yetiştirilmesi planlanıyor. Hava şartları ve nehir suyunun kabarmasına bağlı olarak onarım çalışmaları sürdürülebilecek.

Tüm köprülerin onarımlarında kullanılacak Orijinal taşlar için Karayolları Genel Müdürlüğü'nün ve Edirne İl Özel İdaresi'nin ülke genelindeki araştırmaları da bu arada devam ediyor.”
edireninsesi.com, 10.06.2006
BUNLAR DA DENİZİN ALTINI SOYMUŞLAR

Muğla'nın Milas İlçesi Selimiye Beldesi'nde oturan ve Mumcular Orman İşletme Şefliği'nde çalışan orman muhafaza memuru 62 yaşındaki Ali Durgut'un elindeki tarihi eserlere müşteri aradığı istihbaratını alan polisler, kardeşi 37 yaşındaki Vedat Durgut, 39 yaşındaki Abdullah Akarca ve 46 yaşındaki Zekai Gener ile alıcı gibi irtibata geçtiler. Polisler, Mumcular Beldesi Pınarlıbelen Köyü'nde tarihi eserleri satın almak için bu kişilerle buluştu. Ali Durgut ve beraberindekiler, toplam 850 bin YTL değer biçtikleri 40 santimetre büyüklüğündeki kulplu amfora ile çok sayıda tarihi eser yakalandı. Eserlerin Bodrum Yassıada ve Marmaris Bozburun açıklarında denizden çıkarıldığı iddia edildi.
Hürriyet, Haber: Yaşar Anter, 10.06.2006
AYASOFYA NEDEN GÜL KURUSU RENGİ

AKP Adana Milletvekili Atilla Başoğlu Ayasofya'nın eski ve yeni renklerini fotoğraflarla gösterdiği önergede Kültür Bakanı Koç'a "Ayasofya hangi gerekçelerle gül kurusu renge boyandı" diye sordu. AKP Adana Milletvekili Atilla Başoğlu, TBMM'de bir ilke imza attı ve fotoğraflı soru önergesi verdi. Başoğlu, daha önce sarı renkte olan Ayasofya'nın, hangi gerekçe ile "gül kurusu" rengine boyandığını sordu. Önergede, Ayasofya'nın eski ve yeni renkleri ile Ortodoks kiliselerinin gül kurusu renklerini gösteren fotoğraflar yer aldı. Yeni önerge modeli, Meclis bürokratlarının kafasını karıştırsa da sorun olmayacağına karar verildi. Başoğlu, Kültür Bakanı Atilla Koç tarafından yanıtlanması için TBMM Başkanlığı'na verdiği soru önergesinde, Ayasofya'nın renginin ne zaman, hangi tasarrufla, hangi tarihte değiştirildiğini sordu. Başoğlu, bu değişiklikte 'dış finansman ve dış taleplerin de etkili olduğunu' ima ederek, şöyle dedi: "Rengin değiştirilmesinde herhangi bir dış finansman etkili olmuş mudur? Renk tercihinde herhangi bir yazılı yahut sözlü yönlendirme olmuş mudur? Gül kurusu rengin tercih edilmesinin sebepleri nelerdir? Resimlerde görülebileceği gibi Ortodoks kiliselerinin diğerlerinden bu renkle ayırt edildiği doğru mudur? Caminin atalarımızdan miras kalan sarı renge çevrilmesi düşünülmekte midir?"
Hürriyet, Haber: Nuray Babacan, 10.06.2006
DÜNYANIN EN ESKİ KONDOMU

Dünyanın en eski prezervatifi Avusturya'da bir müzede sergileniyor. İsveç'te bulunan 1640'lardan kalma prezervatif (kondom), domuz bağırsağından yapılmış ve bugüne kadar sağlam kalmış.

Tekrar tekrar kullanılabilen prezervatifin Latince yazılmış kullanma prospektüsünde, kullanılmadan önce hastalıklardan korunmak için ılık süte batırılması talimatı veriliyor.

İsveç'in Lund kentinde bulunan prezervatif, Avusturya'da bu yaz Tirolean Müzesi'nde sergilenecek 250 antika seks objesinden biri.
Hürriyet, 10.06.2006
TÜRKLER İNCE ZEVKTEN ANLAMIYOR

1997 Ekim ayında Dolmabahçe Sarayı'nı ziyaret eden Catherine Badin adlı Fransız, etrafı diğer turistlerden başka bir gözle incelemektedir. Çünkü, dedesi Dieterle, sarayın dekoratörlerinden, Fransız Charles Sechan'ın kalfasıdır. Çocukluğu sarayla ilgili hikayeleri dinleyerek geçmiştir.

Bu bilgiyi saray rehberlerinden Cengiz Göncü'yle paylaşır. Göncü çok heyecanlanır ve daha çok detay dinlemek ister. Ancak Badin uçağını kaçırmak üzeredir. Uçağa yetişmesine yardımcı olan Göncü'ye, Fransa'dan bazı belgeler göndereceğini söyler. Bir süre sonra "Dolmabahçe Sarayı Müdürlüğü'ne" yazılı büyük bir zarf gelir. İçinde Sechan'ın yazdığı mektuplar ve fotoğraflar vardır. Sechan, Dolmabahçe Sarayı'nı yaptıran Sultan Abdülmecid'in resmi davetiyle İstanbul'a gelmiştir. Sechan, mektuplarında Türkleri estetik yoksunu ve debdebe düşkünü olarak tanımlıyor. Saray halkının gösteriş için büyük paraları gözden çıkardığını anlatıyor. İmparatorluğun iç ve dış borçlarına rağmen, saraydaki müsrifliği vurgulamak için gözden çıkarılan cariyelere ödenen parayı ve bunların binbir oyunla padişahın bilgisi dışında yaptığı harcamaları da örnek gösteriyor. İşte Sechan'ın satırlarından saray ve Türkler.

“Büyükelçilikten bir kurye, büyükelçinin sabah saat 07.00'de resmi bir mektup aldığını, buna göre kendisi ile beraber Beşiktaş Sahil Sarayı'na sadrazamın yanına gideceğimi söyledi. (...) Uzun süren bir nargile ve kahve faslından sonra inşaatı süren sarayı gezdik. Boğaz kıyısınca uzanan, görkemli ama çevreye uymayan bir yapılar bütünü. İçinde ise hemen ana giriş salonundan sonra çıkılan bir merdiven düzeneği vardı ki, görülmeye değer! Tuhaf ve inanılması güç bir çelişki var: Türkler sarayda geleneksel mimariden vazgeçip Avrupalı üslubu kendilerince yorumlamış. Bu yaklaşım, mimarların karşı çıkmasına rağmen padişah hazretlerinin fermanı olarak uygulanmış. Bu Türklerin geçiş döneminde yaşadıkları yabanıllığı gösteriyor.



Osmanlı İmparatorluğu'nun mutlak iktidarı altında çalışan bu zavallı mimarlar, düşünüyorum da, ne kadar çelişkili ve mutsuz. Çünkü özgür düşünmeye alışmış bu kişiler -Padişahın yanılmazlığına inanmış Müslüman bir Osmanlı sanatçısı gibi- baskı ve yönlendirmelerle hareket etmeyi kabul edemezlerdi. (...) Görünüşe göre, sarayın dekorasyonunda tüm inisiyatif bana bırakılacak. (...) Keşke sen de burada olup, gördüğüm bu görkemli ama tuhaf şeyleri görebilseydin. Maharet ve bilgini, onların gözlerini kamaştıracak şekilde ortaya koyabilirdin. Şu anda yapman gereken şey, mektubumu aldıktan hemen sonra, atölyemizin bütün imkanlarını Osmanlı İmparatorluğu'nun şeref ve görkemi için seferber etmen.

İşte bütün bu nedenlerden ve en önemlisi de Türk müşterilerimizin, bizim "ince zevk" dediğimiz şeyden anlamamasından "stük sıva" kullanımından vazgeçmek zorunda kaldım. Onlar daha çok biçim ve şekildeki şatafat ile debdebeden, kullanılan malzemelerdeki zenginlik ve çeşitlilikten hoşlanıyordu. (...) Padişahın yatak odası 14. Louis stilinde, küçük ama gösterişli olarak tasarlanacak. Bütün bu detaylara giriyorum çünkü benden teşrifatı ve düzenlemesi hazır bir oda planı isteyeceklerini tahmin ediyorum. Tabii, bütün mesele, bu hazırladığım ve senin de onaylayacağını umduğum planın, Padişaha sunulmasında izlenecek üslubun nasıl olacağı konusunda. Sunumumla ilgili şunları söyleyebilirim: Türkler geometrik dekorasyon tarzından pek hoşlanmıyor. Bu tür bir zevki yetersiz ve sanatsal ifade tarzlarına aykırı görüyor. Onlara daha çok derinlikli yani perspektifli görünümler hitap ediyor. (...) Yatak burada önemli bir konuma sahip, sence neresi uygunsa planda oraya yerleştirirsin.

İhmal edildiğinde bizi batıracak bir başka husus da şu: Padişah cırtlak sarıdan hiç hoşlanmıyor, hatta nefret ediyormuş. O yüzden desenlerde altın yıldız taklidi olarak kullandığın açık sarı tonları silip yerlerine kızıl sarı renk vermelisin. Böylece kullanılan döşemelik kumaşların renkleri ile uyum sağlayacak. Folley'in yaptığı maun ağaç masalar çok kaliteli ve balmumu cilası sürülmüş. Ama Türkler parlak şeylerden hoşlanıyor, o yüzden iyice parlatılmaları gerekti. Adrien, üstlerini vernikleyip parlattı, böylece Türklerin hoşlanacağı bir hal aldı.

Bir başka haber de Sultan hazretlerinin küçük biraderi (Veliaht Abdülaziz Efendi) hakkında. Galiba, birçok sipariş verecek. Her şeyin en iyisini, en kalitelisini istiyor. Çünkü, köşkü (şu anda Resim Heykel Müzesi olan eski Veliaht Dairesi) için basit mobilya siparişlerini kabul etmedi. Köşkünü gezdim. Başharem ağası bana oldukça kabarık bir sipariş listesi sundu. Ama bütün mesele bunu Sultan'a onaylatmakta. Yani anlayacağın, bir yandan Sultan'ın kendi borçları ödenmeye çalışılırken diğer taraftan da yine hem kendisi hem de öteki hanedan üyeleri için yeni borç kalemleri çıkarılmaya çalışılıyor (kendi ihtişamlarını göstermek için) ve biz de doğal olarak bu büyük pastadan payımıza düşeni alacağız.”

Parisli bir terzinin oğlu Charles Polycarpe Sechan (1803-1874), işe renkli duvar kağıdı ticareti yapan bir tüccarın yanında başlar. Sonra dönemin önde gelen dekoratörlerinden Mösyö Leferre'nin yanında 4,5 yıl kadar atölye çalışmalarına katılır. Oradan bir başka ünlü dekoratör Mösyö Çiçeri'nin atölyesine geçer. Ardından sırasıyla Feuchere, Dosplochin ve Dieterle adlı meslektaşlarıyla üç ayrı dekorasyon şirketi kurar. Sechan, Fransa'da opera binası ve tiyatro dekorasyonlarıyla ün salar. Lille, Charleville, Saint-Duentin, Moulins, Versaillers, Douai, Calais ve Avignon tiyatrolarının iç mekan dekorasyonlarını hazırlar. "Melekler Kilisesi" ve "Aziz Eustache Bakirler Kilisesi" gibi kutsal mekanların da mimari restorasyonlarını yapan Sechan, İstanbul'a gelmeden önce Apollon Galerisi'nin restorasyonunu gerçekleştirir.

1850'lerde Sultan Abdülmecid, İstanbul'daki Fransız Büyükelçisi Mösyö Lavalett'ten Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Fransa'nın en ünlü dekoratörünün kim olduğunu öğrenmesini ister. Kendisine Charles Sechan'ın ismi iletilir. Sechan, sarayın Harem bölümündeki Hünkar Dairesi'nin ana salonu (Mavi Salon) ve yine aynı dairedeki Padişah'ın kişisel odası olarak tasarlanan Has Oda'nın (Al Oda) dekorasyonunu yapmak üzere padişah tarafından İstanbul'a davet edilir.

1851'de İstanbul'a varır varmaz saraya gelir, gerekli iç ölçümleri alır ve birlikte çalıştığı meslektaşı Dieterle'ye mektuplar yazarak ondan da dekorasyon taslağı çıkarmasını ister. Taslağı Marseille ile Paris arasındaki deniz-kara kuryeleri ile en kısa zamanda göndermesini rica eder. Dieterle 10 günde Has Oda'nın taslağını çıkartır, padişahın onayına sunar. Dolmabahçe Sarayı'nın dekorasyonuna onaydan sonra resmen başlanır. Has Oda ve Mavi Salon'un tüm resim çalışmaları Paris'te Turgot Caddesi'ndeki atölyede yapılmış. İpekli kumaşlar Lyon'da dokunmuş. Sechan'ın atölyesindekiler İstanbul'a gelmiş, yıllarca saray odalarının dekorasyonunda çalışmış.
Hürriyet Cumartesi, Haber: Aslı Sözbilir, 10.06.2006
ÇİFTE MİNARELİ ESNAFI BAŞKA YERDE DÜKKÂN İSTEMİYOR

Tarihî Çifte Minareli Medrese'nin etrafındaki yapılaşma yargıya taşınırken, esnaflar dükkânlarının yapılmasını istiyor. Büyükşehir Belediyesi tarafından 2 yıl önce yıkılan dükkânlarının yerine yapılacak yeni dükkânların, tarihî dokuya engel olmadığını savunan bir grup esnaf, tarihî mekânda nöbet tutuyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumu Kurul'undan alınan onayın kendilerini haklı çıkardığını belirten esnaflar, başka yerde de dükkân istemiyor. Erzurum Kalkınma Vakfı başta olmak üzere Ticaret Sanayi Odası ve Baro'nun, mağdur olan esnafa başka bir yerde dükkân verilmesi fikrine, Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler'in de karşı çıktığı açıklandı.
Zaman, 09.06.2006
KDZ. EREĞLİ'NİN AŞAĞIDERE KÖYÜ MUHTARI KÖR KUYUDA DEFİNE ARIYOR

Kdz. Ereğli'ye bağlı Aşağıkayalı Dere Köyü Muhtarı Durali Yıldızhan, altın bulabilme umuduyla dere kenarında bulunan kuyunun suyunu gece-gündüz boşaltıyor. Şu ana kadar 3,5 metre derine inen muhtar, hala altın umudunu kaybetmedi. Ereğli Müze Müdürlüğü'nden izin alan muhtar Durali Yıldızhan, köyde bulunan Donbay Deresi'nin kenarında yer alan içi suyla dolu kör bir kuyuda, jandarma nezaretinde define arıyor. Akrabalarıyla birlikte 3 gündür kovalarla kuyudaki suyu boşaltmaya çalışan Yıldızhan, şu ana kadar 3,5 metre derine inebildi. Muhtar Durali Yıldızhan, hem altın bulabilmek, hem de kuyunun dibini merak ettiği için başlattığı çalışma için şimdiye kadar bin YTL para harcadığını söyledi. Yıldızhan, altın bulma umudunu asla kaybetmediğini belirterek, şöyle konuştu: "Dere suyu kuyunun içerisine akıyordu. Kuyu suyla dolmuştu. Söylentilere göre burada altın var. Ben de kuyudaki altını bulabilmek için kovalarla suyu boşaltmaya çalışıyorum. Şu ana kadar 3,5 metre derine indik. Çalışmalarımız sürüyor. Altın umudumu kaybetmedim." Müze Müdürü Ahmet Mercan ise, bölgede şu ana kadar yapılan kazı çalışmalarında altın bulunmadığını ifade etti. Mercan, bulunan altınların yüzde 50'sinin devlete kaldığını, geri kalanın ise çalışma yapan kişiye ait olduğunu anlattı. Ahmet Mercan, köy muhtarı Durali Yıldızhan'ın gerekli izinleri aldıktan sonra çalışmaları başlattığını, müze görevlilerinin de çalışmaları takip ettiğini kaydetti.
Değişim Medya, 09.06.2006
43. ULUSLARARASI TROİA FESTİVALİNE YENİ AFİŞ

Çanakkale Belediyesi ile Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nin (ÇOMÜ) ortaklaşa düzenledikleri 43. Uluslararası Troia Festivali'nin afiş yarışması sonuçlandı. Belediye Meclisi salonunda gerçekleştirilen törende konuşan Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, bu yıl "Barış Kültürümüz Olsun" temasının işlendiği festivalin afişini yarışmayla belirlediklerini belirterek, "Bu yarışmaya ÇOMÜ'nün çeşitli fakültelerinde öğrenim gören 60 öğrenci katıldı. Yarışmada ÇOMÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü 2. sınıf öğrencisi Serdar Akyıldız'ın tasarımı birinci seçildi. 22 eser de sergilenmeye layık görüldü. Bu yarışmada birinciliği kazanan öğrencimizi kutluyorum" dedi. ÇOMÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü 2. sınıf öğrencisi Serdar Akyıldız, yarışmaya 3 eseriyle katıldığını ifade ederek, "Bunlardan birisinin birinci olması beni sevindirdi. Birinci seçildiğim için mutluyum" diye konuştu. Yarışmada birinci olan Serdar Akyıldız'a 15 cumhuriyet altını ile plaket ödülünün festivalin yapılacağı 10 Ağustos'ta verileceği açıklandı.
burasicanakkale.com, 09.06.2006
ABANA MÜZESİ KURULUYOR

Kastamonu'da yıllardır özlemi duyulan ve çeşitli kereler gündeme gelen Abana Müzesi yapımına başlanıyor.Belediye Başkanlığı'nca Nevşehir'den bir TIR dolusu özel taş Müze Binası'nın yapımı için Abana'ya getirildi. Özel taşlar Müze'nin yapılacağı Hükümet Bahçesi'ne Belediye işçilerince indirildi. Belediye Başkanı Şevket Yazkan; yapılacak müzenin 50 m2 civarında olacağını ve şenliklere yetiştirileceğini söyledi. Tamamlandığında İlçe turizmine ve Abana tarihine ışık tutacak ve nostalji yaşatacak olan Abana Müzesi aynı zamanda civar ilçeler içinde de bir ilk olacak. Abana Tarihi ve Müze için bir değer taşıyacak eserlerin şimdiden tespit edilmesi ve yetkililere teslim edilmesi gerekiyor.
Kastamonu Postası, 09.06.2006
EFES'TE YAMAÇ EVLER, 21 HAZİRAN'DA ZİYARETE AÇILACAK

Efes Müzesi Müdürü Enis Üçbaylar, Helen ve Roma çağlarından kalan ve Efes Antik Kenti'nin merkezinde bulunan Yamaç Evler'de yürüme bantlarının yapımına 25 Temmuz 2005'te başlandığını ve 23 Mart 2006'da montaj işlemlerinin tamamlandığını söyledi.

Yamaç Evler'in artık ziyaretçiler tarafından gezilebileceğini belirten Üçbaylar, şunları kaydetti: ''Efes Yamaç Evleri, Efes Antik Kenti'nin merkezinde bulunuyor ve günümüzde burası Kuretler Caddesi olarak adlandırılıyor. Cadde, iki yüksek tepenin arasına yerleşmiş. Roma döneminin varlıklı üst sınıf yaşantısını günümüze taşıyan ve eşsiz mimarlık eserleri olarak kabul edilen Yamaç Evler, cadde ile tepelerden birinin yamaçları arasında kurulmuş. Caddenin o çağdaki adının Embolos olduğu sanılıyor. 2 veya 3 katlı evlerin bulunduğu Embolos semti ve cadde, devlet agorasıyla ticari agorayı bağladığından Hellen-Roma çağlarında Efes Antik Kenti'nin atar damarı olarak biliniyor.''

Yamaç Evler'in 2 ya da 3 katlı, geniş avlulu ve havuzlu bir plana sahip olduğunu ifade eden Üçbaylar, şunları ifade etti: ''Genellikle alt katta mutfak, yemek odası, hamam ve tuvalet gibi günlük yaşam alanları, üst katta ise yatak odalarıyla çocuk odaları vardı. İç duvarları eros, balık, kuş ve mitolojik konu içerikli fresklerle, tabanı tümüyle geometrik desenli mozaikle kaplı olan lüks ve konforlu antik çağ yamaç evlerinde özellikle kentin yöneticileri, hekimler, tüccarlar ve toprak sahipleri yaşıyordu. Yamaç Evler'in sakinleri genellikle sabahları erken kalkar, üzüm, incir ve zeytin gibi meyvelerle kahvaltı yapar, yıkanıp güzel kokular süründükten sonra görevleri gereği ya agoralara alışverişe gider ya da günlük işleri ile devlet işlerini yaparlardı.''
turizmgazetesi.com, 09.06.2006
ANTALYA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

Antalya'da, kazı alanından çaldıkları tarihi eserleri jandarmaya satmak istedikleri iddiasıyla 2 kişi yakalandı. Edinilen bilgiye göre, jandarma ekipleri, Antalya'da kazı yapılan alandan çalınan tarihi eserleri satmaya çalışan kişilerin peşine düştü. Düzenlenen operasyonda Finike Turunçova Mirivana Antik Kenti'ne ait olduğu belirlenen eserleri satmak istedikleri öne sürülen Y.A ve M.U. adlı 2 kişi kıskıvrak yakalandı.

Y.A.'nın daha önceden çeşitli suçlardan dolayı cezaevine girdiği belirtildi. Antalya'da 2001 yılında cezaevinden firar ettiği öğrenilen Y.A.'nın, peşinde olan bir istihbarat elemanını da silah ile yaraladığı kaydedildi. Zanlıların kaldığı yerde yapılan aramada, Roma ve Helenistik döneme ait olduğu belirlenen 1 adet insan başı figürü, 1 adet aslan pençesi figürü, 4 adet taştan yapılmış meşale, 8 adet çeşitli ebatlarda sütun parçası olmak üzere toplam 14 adet tarihi eser ele geçirildi. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.
Antalya Kent Haber, 08.06.2006
TARİHİ TAHT EMİN ELLERDE

Antalya'nın Gazipaşa İlçesi'nde bulunan Roma dönemine ait mermerden yapılma taht, Alanya Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim edildi.

Edinilen bilgiye göre, Antalya'nın Gazipaşa İlçesi Beldibi Köyü Başköy Mahallesi'nde, yangınla mücadele amaçlı helikopterlerin su alması için açılan çukurdan tarihi eser çıktı. Bulunan Eski Roma dönemine ait mermer taht hakkında gece çalınacağı yönünde söylentiler çıkınca, jandarma ekipleri sabaha kadar eser başında nöbet tuttu. Sabah saatlerinde olay yerine gelen Alanya Müze Müdürlüğü yetkilileri, mermer tahtı alarak müze binasına götürdü.
Antalya Kent Haber, 08.06.2006
NEMRUT DAĞI'NIN RESTORASYONUNA ODTÜ TALİP

UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan Nemrut Dağı'nda restorasyon ve koruma çalışmaları için Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında görüşmelerin başladığı açıklandı.

2001 yılından beri Prof. Dr. Herman Brijder başkanlığındaki Hollanda'nın Amsterdam Üniversitesi kazı ve koruma çalışmalarını yürüten ekibin, Nemrut Dağı'ndaki çalışmaları durdurulmuştu. Bir süre önce Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un bölgeye yaptığı ziyaretin ardından yeniden restorasyon çalışmalarının başlatılacağı açıklandı. Adıyaman Valisi Halil Işık, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve ODTÜ yetkililerinin müşterek çalışma içerisinde olduklarını ve en kısa sürede çalışmaya başlanacağını bildirdi. Vali Işık, ören yerinde restorasyon ve koruma amaçlı çalışmaların erken başlaması gerektiğine vurgu yaparak, "Dünyada güneşin en güzel doğup battığı, 2 bin 206 metre yükseklikteki dünyanın en yüksek açık hava müzesi, doğu ve batı senteziyle mitolojik tanrı heykellerinin yer aldığı ören yerinin restorasyonunun bir an önce başlaması çok önemli. Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü yetkililerinin Adıyaman'a gelerek burada yaptıkları ön çalışmalar neticesinde, Nemrut Dağı'nda yeniden restorasyon çalışmalarının başlatılmasını bekliyoruz. Bakanlık ören yerinde yeni çalışma yapılmasında, son derece kararlı ve yakın bir tarihte üniversitelerle çalışma başlatacak" dedi.

Vali Işık, Bakanlık yetkilileriyle ODTÜ'nün müşterek çalışma içersinde olduğunu kaydederek, "Ancak bu çalışmaların başlatılması için gerekli mali kaynakların, projelerin ve alt yapı çalışmalarının hazırlanması gerekiyor. Çalışmaların sonucunda ortaya çıkacak projeyle, kaç yıllık bir master programı çıkacağı belli olacak" şeklinde bilgi verdi.
e-adiyaman.com, 08.06.2006
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ GÜZEL SANATLAR FAKÜLTESİ 8. ULUSAL SANAT SEMPOZYUMU'NDAN BİLDİRİ ÇAĞRISI

Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, 1985 yılından bu yana geleneksel olarak sürdürdüğü sanat sempozyumlarından sekizincisini 18 - 20 Ekim 2006 tarihlerinde gerçekleştirecek.

Sempozyum, sanata özgü tek bir konuyu ele almak yerine günümüz sanat ortamının odağında duran, küresel ve yerel ölçekte sürekli tartışılmakta olan ve birbirleriyle ilişkili farklı konuları ele alarak zengin bir tartışma platformu oluşturmayı amaçlıyor. Ana başlığı "Sanat ve…" olarak belirlenen sempozyum böylece, Küreselleşme; Kurumsallaşma; Küratörlük, Galeriler; Eleştiri; Yerel, Evrensel; Sanal; Sanat Fuarları, Bienaller; Simge; Kuram; Ütopya; Medya; Popüler Kültür, Yüksek Kültür; 20. Yüzyılda Türkiye gibi alt başlıkları bünyesinde topluyor.

Sempozyuma Türkiye'den, plastik sanatlar felsefe, sosyoloji, mimarlık, edebiyat, sinema, ve müziğe kadar uzanan farklı disiplinlerden bir çok değerli konuk davet ediliyor. Tüm bildirilerin sempozyum öncesi bir kitaba dönüştürülmesiyle de, çağdaş sanat ortamı yeni bir bellek kazanmış olacak.
yapi.com.tr, 08.06.2006
NYSA ANTİK KENTİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Aydın İli'nde, Sultanhisar'da bulunan Nysa Antik Kenti'nde, 2006 yılı kazı çalışmaları başladı. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi ve kazı sorumlusu Doç. Dr. Musa Kadoğlu, yaptığı açıklamada, kazı başkanlığını Prof. Dr. Vedat İdil'in yürüttüğünü söyledi.

Nysa Antik Kent Turizm ve Tanıtım Derneği sponsorluğunda geçen yıl haziran ayında başlatılan kazılar için 100 bin YTL harcandığını ifade eden Doç. Dr. Kadoğlu, bu yıl 15 Eylüle kadar sürmesi planlanan kazılarda yaklaşık 50 kişinin çalışacağını bildirdi. Antik kentte kazı çalışmalarının 16 yıldır devam ettiğini belirten Doç. Dr. Kadoğlu, şöyle devam etti: ''Geçen yıl, ören yerinin yüzde 5'lik kısmı gün ışığına çıkarıldı. Nysa Otel, Nysa Turizm Derneği ve Jantsa sponsorluğunda bu yıl başlatılan kazılarda, Selçuk, Akharaka ve Afrodisas'a bağlanan caddenin taş döşemeleri ve kilisenin en azından yüzde 10'unun gün yüzüne çıkarılması hedefleniyor. Ancak şu bir gerçek, antik kent, kazılar 100 yıl daha sürse ancak gün ışığına kavuşur.'' Doç. Dr. Kadoğlu, güçlü sponsorların olması halinde Nysa Antik Kenti'nin çok daha önce gün ışığına kavuşabileceğini de kaydetti.
Aydın Denge Gazetesi, 08.06.2006
HALİÇ'TE BUHARLI GEMİYLE NOSTALJİK GEZİLER BAŞLIYOR

Rahmi Koç Müzesi, yaz ayları boyunca buharlı gemiyle Haliç'te nostaljik geziler düzenleyecek. Cumartesi ve pazar günleri 1935 yılına ait "Liman 2" adlı buharlı gemi Haliç gezileri yapacak. Liman 2 römorkörü, dörder kez müzenin rıhtımından demir alacak ve 40 dakika boyunca konuklarını, seyrülseferle taşıyarak Altın Boynuz'un nostaljisini hatırlatacak. Gezinin bedeli öğrenciler için 5, yetişkinler için 10 YTL olacak.
Milliyet, 08.06.2006
PİCASSO USTALARIYLA AYNI SERGİDE

Pablo Picasso, Madrid'deki bir sergide 17. ve 18. yüzyıl ressamları Diego Velazquez ve Francisco de Goya ile buluştu. İspanya'daki Prado ve Reina Sofia müzelerinin düzenlediği 'Picasso: Gelenek ve Öncülük' adlı sergide, Picasso'nun 100'den fazla eseri, Diego Velazquez ve Francisco de Goya'nın resimleriyle birlikte sergileniyor. İspanya'da bu yazın en önemli kültür olaylarından biri olarak değerlendirilen sergi, Picasso'nun ünlü eseri 'Guernica'nın, 1981'de ABD'den yurduna getirilişinin 25'inci yıldönümü nedeniyle düzenleniyor.
Radikal, 08.06.2006
İSTANBUL'A YAKIŞAN KÜLTÜR MERKEZİ

Ayazağa'da yapımı yılan hikayesine dönen ve son 6 yıldır tek bir çivi bile çakılmayan 'İstanbul Kültür ve Kongre Merkezi'nin yapım işi yeniden start alıyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı, söz konusu kompleksin tamamlanabilmesi amacıyla yeri Kültür Bakanlığı'na devrediyor. Böylece yıllardır yapım işinin gecikmesinden dolayı Kültür Bakanlığı'yla İstanbul Kültür Sanat Vakfı arasında süren polemik te sona ermiş olacak. Cumhurbaşkanlığı fonlarıyla bugüne kadar 32 milyon dolar harcanarak yarısı tamamlanabilen merkezin bitmesi için 30 milyon dolar paraya ihtiyaç var.

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın (İKSV) 49 yıllığına devletten kiraladığı arazide 'bir enkaz yığın' olarak inşaatı duran Kongre ve Kültür Merkezi'nin Vakıf'tan alınarak Kültür Bakanlığı'na devri hususunda geçtiğimiz günlerde yapılan görüşmelerde mutabakata varıldı. İKSV Genel Müdürü Güngör Taner, inşaatı ödenek yetersizliği yüzünden 2000 yılında duran İstanbul Kültür ve Kongre Merkezi'nde gelinen son noktayla ilgili şu bilgileri verdi: “Vakıf kaynakları çok sınırlı olduğu için bizim bu kompleksi bitirebilmemiz mümkün değildi. O yüzden İstanbul Kültür ve Kongre Merkezi bu devir işlemi sonucunda Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Valiliği'nin yönetiminde tamamlanacak.”

Ayazağa'daki üçüncü kolordu komutanlığı alanı içinde bulunan 66 dönümlük alan içinde kurulması planlanan İstanbul Kültür ve Kongre Merkezi bünyesinde 2500 kişilik, 950 kişilik ve 450 kişilik üç tane konser salonu, sinema salonları, 450 kişilik açıkhava tiyatrosu, toplantı salonları, kitaplık, restoran ve brasserie, 750 m2 kapalı ve 1000 m2 açık sergi salonu, fuayeler ve yönetim bölümleri sanatçılar için dinlenme, soyunma ve prova odaları, basın-yayın odaları ile uluslararası düzeyde konser, gösteri, sergi ve konferanslara yanıt verecek tüm teknik donanım ve imkanlarının yer alması hedefleniyor. İnşaat bu planlara göre yapıldığı ve yarıya yakın kısmı tamamlandığı için mevcut durumuyla inşaatın başka bir amaç için kullanılması mümkün gözükmüyor.

Yapımı yılan hikâyesine dönen ve bir dönem Kültür Bakanlığı ile İKSV'yi karşı karşıya getiren İstanbul Kültür ve Kongre Merkezi'nin arazisi içinde Ayazağa Kasrı, Süvari Köşkü ve Çinili Köşk bulunuyor. İKSV, bu tarihi eserlerden Ayazağa Kasrı'nı oda müziği konserleri ve seminerleri, Süvari Köşkü'nü Kültür Bakanlığı'nın sergileri, Çinili Köşk ve önündeki havuzu ise yaz etkinlikleri için kullanılmak üzere planlamış ve bu köşkleri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın bağışlarıyla restore ettirmişti. Kompleksle birlikte köşklerin de yeni sahibi olacak Kültür Bakanlığı'nın, bu tarihi mekanları ne şekilde değerlendireceği ise merakla bekleniyor. Restorasyonu biten köşkler halen boş durumda bulunuyor.

Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy, Vakıf ile Bakanlık arasında gerginliği sebep olan merkezin biran önce tamamlanacak olmasının Türk turizmi açısından sevindirici olduğunu belirterek, “Burası tamamlanırsa İstanbul, kongre ve kültür merkezi bakımından en büyük komplekse sahip olacak. Çok önemli bir açık giderilmiş olacak” diye konuştu. Kültür Bakanlığı'nın devlet kaynaklarıyla kompleksi bitirmesinin zor olacağını savunan Ulusoy, yerin özel sektör kaynaklarıyla tamamlanabilmesinin en kolay yol olduğunu söyledi. Ulusoy, TÜRSAB olarak kendilerinin de sözkonusu yerle ilgili neler yapabilecekleri konusunda çalışmalar yaptıklarını gerektiği takdirde bu işi üstlenebileceklerini sözlerine ekledi.
Türkiye Gazetesi, Haber: Mehmet Gel, 08.06.2006
URLA'DA DENİZALTI VE LİMANTEPE KAZILARININ YAPILDIĞI BÖLGELER TURİZME AÇILACAK

Urla'nın, yaklaşık 7 bin yıllık bir geçmişe sahip olduğunun ortaya çıkarılmasını sağlayan Denizaltı ve Limantepe kazılarının yapıldığı bölgelerin turizme açılacağı bildirildi. Urla Belediye Başkanlığı ve Ege Üniversitesi Mezunları Derneği'nin düzenlediği ''Urla, Kent, Kültür, Turizm ve Çevre'' konulu panel, Urla Belediyesi Düğün Salonu'nda yapıldı.

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hayat Erkanal, panelde yaptığı konuşmada, ''Urla'nın yaklaşık 7 bin yıllık bir geçmişe sahip olduğunun ortaya çıkarılmasını sağlayan Denizaltı ve limantepe kazılarının yapıldığı bölgeleri restore edip turizme açacağız'' dedi.

E.Ü. Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nezih Aytaçlar, Urla'nın Klozemenai dönemi özelliklerini anlattı. Ionia olarak bilinen kentlerden olan Klozemenai'nin, Urla'nın kıyı şeridindeki kentlerden biri olduğunu belirten Aytaçlar, yapılan incelemelerde kentin 2
simgesinin bulunduğunu, bunların kuğu ve kanatlı domuz olduğunu söyledi. Aytaçlar, Klozemenai bölgesinde geçmiş yıllarda ortaya çıkarılan zeytinyağı işliğinin günümüzde de benzer biçimde kullanılan bir işlik olduğunun anlaşılmakta olduğunu bildirdi.

Gazeteci yazar Nedim Atilla ise, Urla'nın yaşanabilecek özellikte bir kent olduğunu söyledi. Yaşanabilecek kentin ilk özelliğinin nüfusunun 1 milyonu geçmemesi gerektiğini belirten Atilla, ''Tarihsel kimliğini koruyan Urla, hala yaşanacak kentlerimizden biridir'' dedi.
turizmgazetesi.com, 08.06.2006
AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTLİĞİNE FARKLI BAKIŞ AÇILARI

İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü, '2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti İstanbul'a Nasıl Bakmalı?' konulu bir panel düzenledi. Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenen paneli İstanbul Vali Yardımcısı ve AKB Yürütme Kurulu Üyesi Cumhur Güven Taşbaşı yönetti. Panele konuşmacı olarak Prof. Dr. İlber Ortaylı, İnsan Yerleşimleri Derneği Başkanı Korhan Gümüş, Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Uğur Tanyeli, AB uzmanı-Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Cengiz Aktar, gazeteci-yazar Akif Emre, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi eski Dekanı Prof. Hüsamettin Koçan ve yazar Beşir Ayvazoğlu katıldı. Panelde İstanbul Valisi Muammer Güler, Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er ile birlikte çok sayıda sektör temsilcisi de yer aldı.



Toplantının açış konuşmasını yapan İstanbul Valisi Muammer Güler, Avrupa Kültür Başkentliğinin İstanbul'a bir ulufe olarak verilmediğini ve İstanbul'un zaten bir kültür başkenti olduğunu söyledi. Kültür başkentliğinin İstanbul'un tanıtılmasına katkı sağlayacağını belirten Güler, Avrupa Birliği'ne girişin bir süreç olduğunu kaydetti. “Kentleşmek başka, kentlileşmek başka. Kültür başkentliği kentlileşmeyi beraberinde getirecektir” diyen Vali Güler, İstanbul'un 21 yüzyılda stratejik hedefinin dünya şehri olmak olduğunu ifade etti.

Avrupa Kültür başkentliği çalışması için sivil toplum örgütlerinin, yerel yönetimlerin ve devletin birlikte çalıştığını vurgulayan Güler, şöyle devam etti: “İstanbul'un kültür eserlerini korumanın yanı sıra kentsel dönüşümü de gerçekleştireceğiz. Kültür başkentliği bizim için bir bahane olacak ama arkasına arkasına takılarak önemli işler yapacağız. Avrupa kültür başkentliği bize önemli görevler getiriyor. İstanbul'un ilgisini bu noktaya çekeceğiz.”

Vali Güler'in ardından konuşan Prof. Dr. İlber Ortaylı, önceki yıllarda Avrupa'da kültür başkenti seçilmiş diğer kentlere bakıldığında İstanbul'un ilk anda çok da önemli olmayan bir paye aldığı izlenimi doğabileceğini belirterek, "Örneğin Essen gibi Almanya'nın proleter bir kenti kültür baskentliği yaptmıştır, Yunanistan'ın Patras kenti de öyle. Ancak Patras bu çarpık kentleşmeden doğan bozulmuş dokusunu kültür başkentliği payesini aldıktan sonra düzeltmeyi başarabildi. İstanbul için de konuya böyle bakmak gerekir" dedi.

Prof. Dr. Ortaylı, tarihte İstanbul'un Roma'dan sonra Avrupa'nın ikinci başkenti olduğunu hatırlatarak, yanlış sanayileşme, yanlış yerleşim ve göç nedeniyle İstanbul'un tahribata uğradığını söyledi. 2010 yılının bir temizleme ve yıkım çalışması yapılmasına vesile olması gerektiğini kaydetti. Üniversitelerin şehri kozmopolitleştirdiğini, festivallerin ise canlandırdığına işaret eden Ortaylı, “Bu çalışmalara tabelaları ve pis yerleri temizleyerek başlayalım. Özellikle tarihi yarım adayı temizleme, düzenleme ve koruma çalışmalarına hız verelim. Müzeleri ve festivalleri düzenleyelim. Bunlar küçük bütçelerle yapılabilecek şeyler" diye konuştu.

İstanbul'a medyatik bir ilginin olduğunu belirten Yeni Şafak gazetesi yazarı Akif Emre ise, yaşanan kavram kargaşasına son vererek, İstanbul'un kimlik ve temsiliyet sorununu aşılması gerektiğini söyledi.

İnsan Yerleşimleri Derneği'nden Mimar Korhan Gümüş ise İstanbul'daki çok kültürlülüğü modern bir çok kültürlülüğe dönüştürülmesi gerektiğini ifade etti.

Avrupa Başkenti olma yolunda ilerlerken tarihsel tiklerimizin belirlenmesi gerektiğini dile getiren Prof. Hüsamettin Koçan, “Çağdaş bir iş yapmak istiyorsak sivil alanı genişleterek bu işe katmamız gerekiyor. Kültürel etkinlikleri sadece merkezlerde yapmak yerine merkezlerin çevrelerine de gitmeliyiz. Bu projeyi devletin ve yerel yönetimin desteklemesi gerekiyor, özel sektörün eline bırakılmamalı" yorumunu yaptı.

Prof. Dr. Uğur Tanyeli de, İstanbul'un çok farklı tanımları ve çok farklı özellikleri olan bir şehir olduğunu belirterek, İstanbul'un güncel kaotik yapısı eleştirildiğini ve İstanbul'un kaotik yapısıyla barışması gerektiğini söyledi. Kültür başkentliğine İstanbul'un güncel bir metropol olduğunu bilerek başlamak gerektiğine işaret eden Tanyeli, “Bu proje İstanbul'u disipline etmenin, pisliklerinden temizlemenin bir aracı değildir. Bu proje İstanbul ile barışmak için bir fırsattır” dedi.

İstanbul Vali Yardımcısı AKB Yürütme Kurulu Üyesi Cumhur Güven Taşbaşı ise bu projeye 1 trilyon para ayırdıklarını, danışma kurulunu genişlettiklerini ve İstanbul'un kültür başkenti olması için 78 proje olduğunu söyledi.
turizmhabercisi.com, 08.06.2006
543 YILLIK TARİHİ KAPALIÇARŞI YENİLENİYOR

Kapalıçarşı'yı yeniden cazibe merkezi haline getirmek için çalışmalar başladı. Çarşıdaki bazı hanların içine butik oteller yapılacak. Kapalıçarşı esnafı, otellerin müşteriyi yeniden çarşıya çekebileceğini düşünüyor.Zaman içinde müşterilerini büyük alışveriş merkezlerine kaptıran çarşı, yeniden cazibe merkezi olmanın yollarını arıyor. Kapalıçarşı, dünyanın bilinen en eski çarşısı. İpek Yolu döneminde Kapalıçarşı'da konaklayacak hanlar da bulunurdu. Şimdi azalan turist sayısını arttırmak ve Kapalıçarşı'nın o eski tarihi hanlarını tekrar canlandırmak için çalışmalar başlatıldı. Projeyle öncelikle çarşının sınırları belirleniyor. Kaçak yapıların büyük kısmı temizleniyor. Turistleri yeniden çarşıya çekebilmek için de bazı hanlara butik oteller yapılacak. Cebeci Han, Çukur Han, Yolgeçen Han ve Sepetçi Han butik otele çevrilecek. Kapalıçarşı esnafı, butik otellerin yeniden müşteri kazanmak için iyi bir yol olduğunu söylüyor. Ancak, küçük esnaf, otellerin yapımı için dükkanlarından çıkarılıp, şehir dışına gönderilmekten korkuyor. Projede sadece butik otel yok. Osmanlı kültürünü yansıtan restoranlar ve kahveler de kurulacak. Otellere gelen müşterilerin araçları için otoparklar ve çarşı içine yeşil sahalar da yapılacak. 2010'da Avrupa'nın kültür başkentlerinden biri olmaya hazırlanan İstanbul için bu proje büyük önem taşıyor. Kapalıçarşı'nın dokusu bozulmadan elden geçirilmesi, tarihi yarımadayı kurtarmanın en önemli adımlarından biri olarak görülüyor.
cnnturk.com, 08.06.2006
HISN-I MANSUR KALESİNDE YANGIN

Adıyaman Hısn-ı Mansur Kalesi eteklerinde çıkan yangın çevrede mahalle sakinlerini korkuttu. Edinilen bilgiye göre, sigara izmaritinden çıktığı tahmin edilen yangın Hısn-ı Mansur Kalesi'nin etrafından bulunan otların tutuşmasına neden oldu. Tarihi Hısn-ı Mansur Kalesi ve etrafında bulunan evlerin SİT alanı içersinde bulunması nedeniyle tarihi mekan yanmaktan son anda kurtuldu. Otların yandığı alanda ağaç ve evlerin bulunması nedeniyle mahalle sakinleri tedirgin olurken, yangın çevreye sirayet etmeden söndürüldü. Olay yerine gelen itfaiye ekipleri itfaiye aracında bulunan hortumu çıkartamayınca, ekipler kazma ve küreklerle yangını söndürmek zorunda kaldı. Yangının sönmesinin ardından Adıyaman Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam da olay yerine gelerek, incelemede bulundu ve bilgi aldı.
e-adiyaman.com, 07.06.2006
MARMARAY'DA ARKEOLOJİK KAZILARA 10 MİLYON DOLAR

Ulaştırma Bakanlığı Demiryollar Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı (DLH) Genel Müdürü Ahmet Arslan, Marmaray'daki arkeolojik kazılar için 2 milyon dolarlık bir maliyet öngörüldüğünü, ancak bu rakamın 10 milyon doları bulacağını söyledi.

Sirkeci, Üsküdar ve Yenikapı'da arkeolojik kazılar yapıldığını belirten Arslan, "Arkeolojik kazıların çalışmaya engel olduğu söyleniyor. Ancak proje çok büyük. Bazı bölümlerde aksama olsa da 2009 ortalarında testlere başlamayı hedefliyoruz. Beklentimiz, 2010'da İstanbul Avrupa kültür başkenti olduğunda Marmaray'ı bitirmek" dedi. Arslan, imalatı devam eden ilk iki tüpün sonbaharda İstanbul Boğazı'na yerleştirilmeye başlayacağını söyledi.
Hürriyet, 07.06.2006
SELİMİYE OSMANLI'NIN PRESTİJİ

Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Engin Beksaç, yapılan her tarihi eserin yapıldığı dönemin izlerini yansıttığını, Selimiye Camii'nin de bu eserlerin en önemlisi olduğunu söyledi.

Trakya Üniversitesi Vakfı tarafından düzenlenen, Edirne Abideleri konulu panelde konuşan Beksaç, Edirne'de Mimar Sinan tarafından yapılan Selimiye Camii'nin, aynı yıllarda Vatikan'da yapılan ve o dönem dünyanın en görkemli yapısı olarak anılan St. Pietro Katedrali'ne karşın Osmanlı İmparatorluğu'nun gücünü ve bir cihan devleti olduğunu göstermek için inşa edildiğini ifade etti.

Prof. Dr. Beksaç, Edirne'de inşa edilen camilerin yapıldıkları dönemi çok iyi yansıttığını belirterek, Selimiye Camii'nin de Osmanlı'nın bir prestij ve güç sembolü olarak St. Pietro'ya karşı meydan okuma anlamı taşıdığının altını çizdi. Beksaç, ”Sultan İkinci Selim tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Selimiye Camii aynı yıllarda Papalığın merkezi olan Vatikan'da yapılan ve dönemin en görkemli eserleri arasında sayılan St. Pietro Katedrali'ne karşılık Osmanlı devletinin gücünü ve Osmanlı'nın bir cihan devleti olduğunu Dünya'ya göstermek adına inşa edilmiştir” diye konuştu.

Vatikan'daki St. Pietro Kilisesinin kubbesi, 1564 yılında Mikelangelo tarafından tasarlanmış. Mimar Sinan da Selimiye Camisi'nin yapımına 1569 yılında başlamış ve kısa bir sürede 1575 yılında bir eşi daha bulunmayan camiyi tamamlamış. Buna karşın St. Pietro Kilisesinin yapımı ise uzun yıllar almış ve parça parça tamamlanmış.
edirneninsesi.com, 07.06.2006
YOLDAKİ ÇÖKMELER ÜZERİNE ANZAK KOYU YOLU ARAÇ TRAFİĞİNE KAPATILDI

Gelibolu Yarımadası'nda Anafartalar Sahil Yolu projesi kapsamında onarım çalışmaları yapılan Anzak yolu, yol üzerinde meydana gelen çökmeler ve toprak kayması sebebiyle araç trafiğine kapatıldı. Çanakkale Valisi Orhan Kırlı, güvenlik nedeniyle yolun araç trafiğine kapatıldığını belirterek, “Bölgede yaşanacak muhtemel kazada, bunun sorumlusu hepimiz oluruz. Bu karar, güvenlik nedeniyle alınmıştır.” dedi.

Kırlı, yarımadayı ziyarete gelenlerin Conkbayırı'na çıkarak bölgeyi yukarıdan görebileceklerini, ancak İngiltere, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi uzak yerlerden gelen görevli ve ziyaretçiler için bazı toleranslar tanınabileceğini bildirdi. Özel bir durum olduğunda Eceabat Kaymakamlığı'ndan alınacak izinle yola girilebileceğini hatırlatan Kırlı, şunları söyledi: “Bu sorunu bir an önce çözüme kavuşturmak istiyoruz. Yolun tamamlanabilmesi için Avustralya, Yeni Zelanda heyetleri ile Çevre ve Orman Bakanlığı yetkilileri, Dışişleri Bakanlığı'mızın kanalıyla görüşmelerini sürdürüyor. Bölgenin ihtiyaçlarını karşılayacak, topoğrafyasını ve arazi yapısını bozmayacak şekilde çalışmalar yapılıyor. Bu çalışmaların olumlu havada geçtiğini öğrendik. Sorun bir an önce çözülmeli ki, gelecek yıl iki ayağımız bir pabuca girmesin.”

Vali Orhan Kırlı, belli kısımlarında çökmeler oluşan yoldaki toprak kaymasının önüne geçebilmek için çözüm üretilmesi gerektiğini ifade ederek, “Yolun kara tarafındaki bölümüne istinat duvarı yapılmazsa toprak kayması önlenemez. Ne tür çalışmalar yapılacağı konusunda ilgili birimlerle görüşmeler devam ediyor. Buraya taş yığma şeklinden istinat duvarı da yapılabilir. Ancak böyle bir çalışma maliyeti yükseltebilir. Bunun kararı, Ankara'da yapılan görüşmelerde verilecek.” diye konuştu.

Söz konusu yolun yapımını üstlenen proje sorumlusu Fatih Akal, uzun süredir yolu tamamlayamadıkları için mağdur olduklarını savundu. Akal, Şafak Ayini törenlerinin 91'inci yılı için yolda yapılan geçici bakım çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi: “Törenlerin sorunsuz atlatılması için yolun bozulan yerlerine yama yapıldı. Heyelan olan bölgedeki topraklar kaldırıldı. Güvenlik şeritleri çekildi. Ancak törenlerin ardından bölgeyi gezmeye gelen ziyaretçilerin araçları, yoldaki deformasyonu artırdı. Bu nedenle yolu trafiğe kapatmış durumdayız. Bize talimat verildiği andan itibaren çalışmalara başlayıp, en kısa sürede projeyi bütün unsurlarıyla tamamlayacağız.”
Zaman, 07.06.2006
ÇORUM SAAT KULESİ RESTORE EDİLECEK

Çorum Belediye Başkan Yardımcısı Saim Balcı, 1894 yılında Çorumlu Beşiktaş Muhafızı Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından yaptırılan tarihi Çorum Saat Kulesi'nin restorasyon ihalesinin temmuz ayının sonunda yapılacağını bildirdi. Balcı, 112 yıllık tarihi Çorum Saat Kulesi'nin bakım ve onarımının belediye tarafından yapılması konusunda 2003 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çorum Belediyesi arasında protokol imzalandığını hatırlattı. Tarihi kulenin restorasyonu için 2003 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Röleve Genel Müdürlüğü teknik ekibi tarafından başlatılan röleve çalışmalarının ardından hazırlanan projenin, 2004 yılının Mayıs ayında Anıtlar ve Müzeler Yüksek Kurulu tarafından kabul edildiğini anımsatan Balcı, "Saat Kulesi'nin restoresi için her şey hazır. Kültür ve Turizm Bakanlığı bu tür restorasyon projeleri için temmuz ayında ödenek yardımı yapabiliyor. Bu nedenle ihale için temmuz ayını bekliyoruz" diye konuştu.
Dünya, 07.06.2006
MALATYA KAZI İÇİN DESTEK ARIYOR

Malatya'nın Doğanşehir ilçesinde Tatari mevkiinde bulunan Roma dönemine ait çok sayıda mozaiğin gün yüzüne çıkarılması için sponsor aranıyor. Malatya Müze Müdürü Enver Üstündağ, tarihi mekanın, yerleşim bölgesinde, sokağın altında kaldığını ve tahrip olduğunu belirtti.

Roma dönemine ait mozaiklerin bulunduğu tarihi alanın nasıl bir zenginliğe sahip olduğunun kazılar sonrasında ortaya çıkacağını ifade eden Üstündağ, şunları söyledi: ''Tarihi alan için Bakanlıktan kazı yapma ruhsatı geldi, ancak kurtarma kazılarını kendi imkanlarımızla yapmamız gerekiyor. Tarihi alanda Roma dönemine ait mozaikler var. Kazıların yapılabilmesi için sponsor ve maddi kaynağa ihtiyaç duyuluyor.''
turizmgazetesi.com, 07.06.2006
200 BİN EL YAZMASI ESER ZAYİ OLACAK

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk İslam Sanatları Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Saim Arıtan, Türkiye'de, tarihi bin 400 yıla kadar dayanan en az 500 bin yazma eserden yaklaşık 200 bininin acilen bakıma ihtiyacı olduğu söyledi. Ciltçiliğin geçmişinin 7. Yüzyıla kadar dayandığını anlatan Arıtan, birçok el sanatı gibi ciltçiliğin de unutulmaya yüz tuttuğunu ifade etti. Türkiye'de bulunan en az 500 bin yazma eserden 200 bininin acil bakıma ihtiyacı olduğunu dile getiren Arıtan, ''Ayrıca nesilden nesle aktarılan ve evlerde saklanan kitapları da sayarsak el yazması eser varlığının 600-700 bine kadar ulaşacağını tahmin ediyorum'' dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığının son zamanlarda, kayıtlı olmayan bu tür kitapları toplamak için uygulama başlattığını anlatan Arıtan, şunları kaydetti:

''Bu kitaplara gereken değer verilmiyor. Çünkü bu kitapların bakımı yapılmıyor, onarılmıyor ve korunmuyor. Ayrıca her yıl bakımı yapılması gereken eser sayısı giderek artıyor. Böyle bir duruma rağmen devlet kütüphanelerinde bir tane bile resmi cilt uzmanı yok, olanlar da geleneksel ciltlemeyi bilmiyor. Bu eserlerin yılda en az 3-4 kez sayfalarının havalandırılması, gerekirse patolojik ilk yardımının yapılarak ilgili birimlere sevk edilmesi gerekir. Bu konuda ciddi bir eksiğimiz var.'' Kültür ve Turizm Bakanlığının bir an önce başlatacağı bir seferberlikle bu kitapların kurtarılması gerektiğini belirten Arıtan, eserlerin ülke genelinde envanterinin çıkarılmasını ve dijital ortama aktarılması gerektiğini belirtti. Türkiye'de şu anda ciltçiliği öğreten tek kurumun Mimar Sinan Üniversitesinde bulunan Güzel Sanatlar Fakültesi Cilt Ana Sanat Dalı olduğunu kaydeden Arıtan, her yıl buraya yaklaşık 10 öğrenci alındığını, fakat bunların hiçbir yerde istihdam edilemediğini belirtti.
Türkiye Gazetesi, 07.06.2006



























SERTİFİKALI RESTORASYON USTALARI

Tarih öncesi çağlardan beri pek çok uygarlığın belgelerini günümüze taşıyan Türkiye, kültür varlığı yönünden zenginliğiyle, dünya kültürel mirasının en önemli yapı taşlarından biridir. Buna rağmen, ne yazık ki, Türkiye'de gerçekleştirilen restorasyon uygulamalarında, proje aşamasındaki uzmanlığın uygulamalara yansıtılmasında önemli sorunlar yaşanıyor. Bu sorunun temel nedeni, restorasyon uygulamalarında uzmanlık gerektiren konularda bilgi ve beceriye sahip, çağdaş uygulama teknik ve yöntemlerine hakim ara elemanların ve ustaların eksikliğidir.

Kültür varlıklarının ve tarihi alanların çağdaş ilkelere uygun, doğru yöntemlerle korunması ve gelecek nesillere tüm özgün nitelikleriyle iletilmesi, ancak eğitimli ve bilinçli uygulamacıların yetiştirilmesiyle gerçekleşecek. Bu amaçla, Koruma ve Restorasyon Firmaları Derneği (KOREFD) tarafından geliştirilen ve dernek tarafından AB fonlarıyla uygulanan “Kültürel Mirasın Korunması Sürecinde Kalifiye Uygulama Elemanı Yetiştirme Programı” başlıklı proje ile kapsamlı, detaylı ve çok yönlü bir eğitim programı oluşturuldu.

Program kapsamında, meslek yüksek okulları restorasyon bölümü mezunları, meslek liselerinin restorasyon, yapı, yapı ressamlığı, inşaat ve mobilya dekorasyon bölümü mezunları ve inşaat sektöründe deneyimli işsiz gençlerin eğitilmesini hedefliyor. Eğitim programında ilk iki ay boyunca restorasyon yaklaşımları, ilkeler, yapı malzemeleri ve uygulama teknikleri üzerine bilgilerin aktarıldığı “teorik eğitim” sunuluyor. Bu süreçte, Türkiye'nin önde gelen üniversitelerinden restorasyon konusunda uzman akademisyenler ve restorasyon uygulamaları gerçekleştiren mimarlar eğitim kadrosunda yer alıyor. Bu sayede, kursiyerler, mesleki yaşamları boyunca yakalayamayacakları bir fırsat sunulmuş oluyor. Koruma konusunda uzman akademisyenlerle, teorisyenlerle ve uygulamacılarla tanışan kursiyerler, bu konuda bilimsel yaklaşımlar hakkında bilgi sahibi oluyorlar. Böylelikle koruma bilinçleri gelişiyor.

Bunu takip eden yedi aylık süreçte ise, verilen teorik bilgilerin pekiştirildiği “uygulama eğitimi” gerçekleştiriliyor. Uygulama eğitiminde kursiyerler, restorasyon uygulamalarının doğru yöntemlerle gerçekleştirildiği nitelikli şantiyelere yerleştiriliyor ve şantiye şefleri ile ustabaşları denetiminde taş işçiliği, raspa işleri, sedefkari, kalemişi, çini konservasyonu gibi çeşitli temel restorasyon uygulamalarında deneyim kazanıyorlar.

Yedi ay boyunca şantiyelerde çalışan usta adayları, ayrıca 10 gün süren teknik eğitim günlerine de katılıyorlar. Bu süreçte ise, uygulama eğitimi boyunca aldıkları eğitime ek olarak, temel restorasyon işlerini uzman eğitmenler, ustabaşları ve ustalar denetiminde uygulama imkanı buluyorlar.

Tüm bu eğitim sürecini başarıyla tamamlayan kursiyerlere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve T.C. İstanbul Valiliği tarafından sertifika veriliyor. 15 Şubat 2006 tarihinde programın ilk mezunları 46 kursiyer İstanbul Ticaret Odası'nda düzenlenen törenle sertifikalarını aldı. İşsizlik sorunu nedeniyle kursa başvuran ve program sonucunda sertifika alan gençlerden 34'ü çeşitli restorasyon şantiyelerinde işe girdi. Bu sayede, bir yandan tarihi eserlerimizin korunmasında ve restorasyonunda işçilik kalitesi arttırılırken, bir yandan da Türkiye'nin önemli sorunlarından biri olan işsizlik konusuna kısmi de olsa bir çözüm sağlanmış oldu. Bu programın başarıya ulaşması sonucu, T.C. İstanbul Valiliği, T.B.M.M. Milli Saraylar Daire Başkanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul İŞKUR İl Müdürlüğü ve KOREFD işbirliğiyle ikinci eğitim programının başlatılmasına karar verildi.

KOREFD tarafından, Balat Fener Kültür ve Güzelleştirme Derneği ortaklığıyla ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, T.C. İstanbul Valiliği ile İstanbul Sıvacı, Boyacı ve İnşaatçılar Esnaf Odası'nın destekleriyle gerçekleştirilen projeyle ilgili olarak İstanbul Vali Yardımcısı Sayın Cumhur Güven Taşbaşı sertifika töreninde projenin gelişimini ve sonuçlarını şu sözlerle yorumladı:

“Bizler, bu projeyle, sivil toplum, kamu, sektör, devlet, yerel yönetim olarak birlikte çalışmayı öğrendik; bundan sonra da devam edeceğiz. Kararlıyız; kültür mirasımıza sahip çıkacağız. Kararlı olduğumuzun en büyük göstergelerinden biri bu projedir. Bilgili, tecrübeli, eğitimden geçmiş ustalarla sahip çıkacağız bu değerlere. İstanbul Valiliği olarak söz veriyoruz: bundan sonra yapacağımız bütün ihalelerde bu gençlerimize iş verilmesi zorunluluğunu getireceğiz.”
Arkitera, 07.06.2006
DİDİM'İN TARİHİ BELGESEL OLUYOR

Ege Bölgesi'nin önemli turizm merkezlerinden olan Didim İlçesi'nin tarihi belgesel oluyor. Didim Belediye Başkanı Mümin Kamacı, belediyenin de destek verdiği belgeselde Didim'in çevresinin kültür ve turizm zenginliklerinin anlatılacağını ''Kehanetler Ülkesi Didim''adlı belgeselin çekimlerinin 15 gün süreceğini belirtti.

Belgeselin yönetmeni Remzi Kazmaz, yaptığı yazılı açıklamada, Didim'de bulunan Apollon Tapınağının antik çağda önemli bir kehanet merkezi olması özelliğinden yola çıkılan belgesel kapsamında ayrıca Milet, Priene Heraklia ve Bafa Gölü'nün anlatıldığını bildirdi. Aylar süren araştırma sonucunda planlanan ve tarihi gerçeklerden yola çıkılan belgeselde tarihi değerlerin yanı sıra kurmaca sahnelerin de yer alacağını anlatan Kazmaz, açıklamasında şu hususlara yer verdi: ''Apollon Tapınağı'ndaki kahinlerden, bilim ve felsefenin babası sayılan Miletli Thales'e, Priene Tiyatrosu'nda sahnelenen oyunlardan 'Ay tanrıçası Selene ile çobanın aşkı' gibi mitolojik efsanelere kadar bir çok yönü ile belgesel; o dönemin kültürünü de yansıtmayı amaçlıyor. Belgeselin ilginç yönlerinden biri de sanatçı Tolga Çandar'ın 2500 yıl önce Apollon için yapılmış bir ilahiyi yeniden yorumlaması.''

Kendisinin daha önce Antik Halikarnassos Bodrum belgeselini çektiğini anımsatan Kazmaz, bu belgesel ile yöredeki kültür varlıklarına sahip çıkma konusundaki mücadelelerini sürdüreceklerini kaydetti.
Aydın Denge Gazetesi, 07.06.2006
EV DEĞİL SANKİ MÜZE

Burdur'un Bucak İlçesi'ndeki bir eve yapılan baskında 2 bin 652 parça tarihi eser ele geçirildi. Daha önce de kaçak kazı ve tarihi eser kaçakçılığı suçlarından kaydı bulunan ev sahibi 84 yaşındaki Bekir Baş gözaltına alındı. Bir ihbarı değerlendiren Burdur ve Muğla İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinin ortaklaşa çalışması sonucu Burdur'un Bucak İlçesi'ne bağlı Çamlık Beldesi'nde oturan Bekir Baş'ın evine baskın düzenlendi. Daha önce de kaçak kazı ve tarihi eser kaçakçılığı suçlarına karışan Baş'ın evinde 1377 parça tarihi eser niteliğindeki insan ve hayvan figürleri, vazolar ve metal objeler ile 1275 gümüş ve bronz sikke ele geçirildi.
Jandarma olayla ilgili soruşturmayı sürdürüyor.
Vatan Gazetesi, 07.06.2006
DİM MAĞARASI, ZİYARETÇİLERİNİ BÜYÜLÜYOR

Antalya'nın Alanya İlçesi'nde Dim Çayı Vadisi'nin yamaçlarında bulunan Dim Mağarası, muhteşem manzarası ve doğal güzellikleriyle ziyaretçilerini büyülüyor. Eskiden keçi barınağı olarak kullanılan mağaraya özellikle yerli ve yabancı turistler ilgi gösteriyor. Eski çağlardan beri bilinen mağaraya doğal haliyle girilebiliyor. 1986 yılında ortaya çıkarılarak 1998 yılında hizmete açılan mağaranın içinde bulunan sarkıtlar, dikitler, perde ve makarnalar, muhteşem görüntüleriyle, doğa harikası olma özellikleriyle tüm ziyaretçileri adeta büyülüyor. Mağaranın batısındaki Pamukkale Salonu'nda bulunan mağara gölleri ve güneydeki salonun sonunda bulunan gizemli göl, eşsiz güzellikleriyle görülmeye değer özellikler taşıyor. Mağarayı projelendirerek hizmete açan Mağtur A.Ş.'nin Yönetim Kurulu Başkanı ve Jeomorfolog Yılmaz Güner, yaptıkları düzenlemeler sonunda yerli ve yabancı turistlerin mağaraya olan ilgisinin arttığına işaret etti.
Zaman, Fotoğraf: dimcave.com.tr, 06.06.206
RODİN'İN ŞEREFİNE

Sabancı Üniversitesi Sabancı Müzesi'nin yer aldığı Atlı Köşk, 'Rodin Köşk' oldu. 13 Haziran'da açılacak 'Heykelin Büyük Ustası Rodin İstanbul'da' sergisi için Atlı Köşk'ün simgesi haline gelen bronz at heykeli yerine geçici süreyle Victor Hugo anıtı konuldu. Rodin'in 16 Eylül 1889 tarihli bir kararnameyle Pantheon için bir Victor Hugo anıtı siparişi almasıyla hikâyesi başlayan bronz anıt, 1 metre 85 cm. boyunda 2 metre 85 cm. genişliğinde. Akbank'ın sponsorluğunu üstlendiği sergide, Auguste Rodin'e ait 203 eser yer alacak. 'Heykelin Büyük Ustası Rodin İstanbul'da' sergisi 3 Eylül'e kadar sürecek.
Radikal, 06.06.2006
AYKUT KÖKSAL'IN İSTANBUL'UN BİZANS DÖNEMİ TARİHSEL TOPOGRAFYASI ÜZERİNE KONFERANSI

Aykut Köksal, 14 Haziran Çarşamba günü Osmanlı Bankası Müzesi'nde “İstanbul'un Bizans Dönemi Tarihsel Topografyası Üzerine Birkaç Gözlem” konulu bir konferans verecek.

İstanbul'un Bizans dönemi tarihsel topografyası üzerine bugüne dek yapılmış çalışmaların büyük bir bölümü, özgün kaynak metinlerden yola çıkar ve kentin bugüne ulaşmış yapısıyla pek ilgilenmez. Oysa, İstanbul'un Bizans dönemi tarihsel topografyası, gerek Osmanlı döneminde kendini sürdüren, gerekse de bugüne ulaşan mekânsal örgütlenme mantığıyla ilişki içindedir. Bu ilişkiyi ve sürekliliği yok sayan çalışmalar dolayısıyla, kentin hiç sahip olmadığı “sur” çizgileri bile, adeta bilimsel bir efsane olarak yayınlarda var olmayı sürdürebilmiştir.

Konuşmada, İstanbul'un büyüme evrelerinden sokak dokusuna, ana portikli yollarından bölge sınırlarına ve yer adlarına ulaşan bir bağlamda, kentin Bizans dönemi tarihsel topografya bilgisine yeni katkılar taşıyan gözlemler paylaşılacaktır.
Arkitera, 06.06.2006
KAHRAMANLAR BİZDEN BİBLOLARI ÇİN'DEN

Turistik eşya satan dükkanların vitrinlerini süsleyen Osmanlı padişahlarının biblolarının birçoğu Çin'de üretiliyor.

Asıl mesleği hediyelik eşya ve biblo imalatçılığı olan Mahmut Kahraman, projeye başlama hikayesini şöyle anlatıyor: "İşimiz gereği dünyadaki tüm önemli fuarlara katılıyorum. Burada Batılı ülkelerin kendi tarihleriyle ilgili ürünleri ne kadar başarılı bir şekilde ürettiklerini görünce içim burkuluyordu. Bir fuar dönüşü bu işe nokta koymaya karar verdim." 2002 yılında başladığı projede ilk önce kütüphanelerde araştırmalar yapıp minyatürler, gravürler ve fotoğrafları tarayarak geniş bir görsel arşiv oluşturmuş Kahraman, bir buçuk sene süren araştırmalar sonunda biblolaştırılacak karakterleri tespit etmiş. Bir padişah, 9 saray görevlisinden oluşan "Osmanlı erkânı serisi" için kutular tasarlanmış, tanıtım kitapçıkları hazırlanmış. Kahraman, asıl sorunu üretim aşamasında yaşadıklarını anlatıyor. Kahraman, "Her bir biblonun elde boyanması gerekiyordu ve ülkemizde bunu seri olarak yapacak atölyeler yoktu. Biz de tüm dünyadaki üreticilerin yaptığı gibi rotayı Çin'e çevirdik." diyor. Çin'deki üretici firma yetkilileri 100 bin adetten az üretim yapmadıklarını söyleyince Mahmut Kahraman yeni bir kararın eşiğine gelir. İstenilen miktarda üretim yapılır ve bunlar elde kalırsa yılların aile şirketi iflasın eşiğine gelecektir. Tutkuları ile ticari arzuları arasında kalan işadamı sonunda içgüdülerine güvenerek bu riski alır ve seri üretim için sipariş verir. İlk Osmanlı bibloları Ekim 2003'te Kapalıçarşı ve Taksim'deki hediyelik eşya satan mağazalarda görücüye çıkar. Biblolar büyük ilgi görür. Kısa zamanda yerli-yabancı birçok satıcıdan telefonlar gelmeye başlar. Kahraman, Osmanlı erkânı serisinin ardından Şubat 2005'te "Sultanlar" serisini satışa sunar. Osman Gazi, Yıldırım Bayezid, II. Murad, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, IV. Murad, IV. Mehmed'in biblolarının satıldığı "Sultanlar" serisi de yoğun ilgi görür. Kahraman, Şubat 2006'da Atatürk, İsmet İnönü, Mareşal Fevzi Çakmak, Kâzım Karabekir, Celal Bayar ve Mehmet Akif Ersoy'un yer aldığı 'Cumhuriyet' serisini piyasaya sürdüklerini belirtiyor. Piyasada 50 ila 60 YTL arasında değişen fiyatlardan satılan bu seriler, Almanya, Amerika gibi Türklerin yoğun olarak yaşadığı ülkelerde internet üzerinden satılıyor.
Zaman, 06.06.2006
GEÇ OLDU, GÜÇ OLDU AMA GÜZEL OLDU

Üç yıllık bir 'gelecek, geliyor, geldi' sürecinin ardından, 'ST' (Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi) kitapçı raflarına yerleşiverdi.
Bundan sonra her bahar, genç sanat tarihçilerinin çabasıyla sayfalarını açacak dergi, 'Sezer Tansuğ Sanat Vakfı' bünyesinde, Ömer Faruk Şerifoğlu'nun editörlüğünde hazırlanıyor. Vakfın kuruluşuyla ilgili hukuki süreç uzayınca ilk sayısının gün yüzüne çıkması geciken derginin yazıları da iyice demlenmiş, tavşankanı kıvamına gelmiş. Yani beklendiğine değmiş.



Ülkemizin sanat değerlerini keşfetme, değerlendirme ve yorumlamaya adanmış bir ömrün, 1998'de kaybettiğimiz Sezer Tansuğ'un anısını yaşatmak ve ondan kalan birikim ile enerjiyi çoğaltmak için yola çıkan ST, plastik sanatlar merkezli olsa da sanat tarihinin sınırlarını zorlayan bir yayın olmayı hedefliyor. “Sezer Tansuğ adını telaffuz etmeden Türkiye'de sanat tarihinden bahsetmek mümkün değil. Onun anısına bir kitap ya da albüm hazırlanır, okunur ve raflarda terk edilebilirdi; ama biz her bahar onu yeniden analım istedik.” diyen Ömer Faruk Şerifoğlu, derginin, özellikle Anadolu'daki üniversitelerde, zihinleri işlek; ama kalemleri tutuk genç akademisyenleri heveslendireceğine inanıyor. Bilimsel çalışmalara sayfa sınırı gözetmeden yer veren ST, bunu yaparken akademizmin ağırlığı altında ezilmemeye ve popülizmin tuzaklarına düşmemeye özen gösteriyor. Sanat Tarihi ve Sezer Tansuğ adının iç içe geçtiği 'ST' harflerini kendine isim seçen derginin her sayısında 'Sezer Tansuğ için' başlıklı bir bölüm olacak ve Tansuğ'un daha önce hiç yayımlanmamış makalelerine, mektuplarına, notlarına ve artık klasikleşmiş metinlerine yer verilecek. Bu anlamda ST, dili kullanırken çalımları ve ironiyi seven Tansuğ'un o coşkulu üslubunun yaşatıldığı ve genç kuşaklara aktarıldığı bir mektep de sayılabilir. Ressamları “beni övüyor mu yeriyor mu anlayamadım” diye yakındıran Tansuğ; derginin taç yapraklı ilk sayısında Canan Beykal, Kaya Özsezgin, Enis Batur, Haşim Nur Gürel, Beşir Ayvazoğlu ve Turgay Gönenç'in kaleminden anlatılıyor.

Her bahar, zihinlerimizde tam oturmamış bir kavramı kapsamlı şekilde incelemeyi hedefleyen derginin mercek altına aldığı ilk dosya konusu 'Sanat ve Kadın'. Dosya, Ahu Antmen ve Esra Aliçavuşoğlu'nun 2003 sonbaharında Canan Beykal ile yaptığı söyleşiyle açılıyor. Burcu Pelvanoğlu'nun kaleminden Hale (Salih) Asaf portresi ile devam eden dosyada Mehmet Üstünipek, Gül Sarıdikmen, Melishan Devrim ve Pelin Derviş'in çalışmaları var. Gelecek baharın dosya konusu da şimdiden belli: Türkiye'de heykel.

Sezer Tansuğ'un 1986 ile 1996 arasındaki sanatsal değişimi incelediği 'Son On Yılın Değerlendirilmesi' adlı makaleyle açılışı yapan demli metinler arasında ise Mehmet Kalpaklı, Tülün Değirmenci, Mustafa Koç, Ali Satan ve Ömer Faruk Şerifoğlu'nun kalemleri çalışmış. Sonuç olarak, ST hem ince bir zevk ürünü olan kapak ve iç tasarımı, hem de zengin içeriği ile sanat tarihi ve plastik sanatlarla ilgilenen okurların kütüphanelerinde yer alacak şık bir armağan olmuş. Ömer Faruk Şerifoğlu'nun 'yavaş yavaş acele eden' çalışma disiplini ve özverisiyle ortaya çıkan dergiyi eline alan herkes, sanırız bizim başlığa taşıdığımız sözü söylemeden edemeyecek: “Geç oldu, güç oldu, ama güzel oldu!”
Zaman, Haber: Jülide Karahan, 06.06.2006
MUĞLA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

Köyceğiz merkezli olarak başlatılan ve "Antik Kıskaç" adı verilen tarihi eser operasyonunda 24 kişi gözaltına alındı. Edinilen bilgiye göre, Muğla İl Jandarma Komutanlığı'nın Muğla'nın Köyceğiz İlçesi merkezli olarak Denizli, Burdur ve bu illere bağlı ilçe ve beldelerde düzenlediği operasyonda 24 kişi gözaltına alınırken ve 2 bine yakın tarihi eser ele geçirildi. Sabah saat 06.00'da başlayan operasyonla Köyceğiz'de kaçak kazı yaptığı ve tarihi eserleri sattığı tespit edilen 10 kişi gözaltına alındı.

Köyceğiz'deki kaçak kazılarda elde edilen tarihi eserleri çetenin Burdur, Denizli, Fethiye, Marmaris ve Muğla merkezdeki bağlantılarına sattığı ihbarı üzerine jandarma, 21 ayrı noktada eş zamanlı bir operasyon düzenledi. 21 askeri araç ve yüzden fazla jandarmanın görev aldığı operasyonda Fethiye'den 4, Marmaris'ten 1, Muğla merkezden 1, Ula'dan 1, Burdur'dan 2, Burdur'a bağlı Gölhisar ve Bucak'tan 2, Denizli'den 1 ve yine Denizli'ye bağlı Çameli ve Acıpayam'dan 2 kişi gözaltına alındı. Çete oluşturmak ve tarihi eser kaçakçılığından gözaltına alınan 24 kişi ve operasyonda ele geçirilen tarihi eserler, Köyceğiz İlçe Jandarma Komutanlığı'na getirildi.

Yapılan operasyonlarda; bronz boğa heykeli, 3 adet insan heykeli, 3 adet heykel başı, çeşitli dönemlere ait 2 bin adet sikke, 2 adet mızrak, 1 adet altın haç, 8 adet dedektör, 18 parça gözyaşı şişesi, çok sayıda antik taş, 20 adet av tüfeği, çok sayıda cam bilezik, çok sayıda göz damlası ele geçirildiği bildirildi.
Muğla Kent Haber, 06.06.2006
URFALİYAM EZELDEN...
URFA'YI ADEM İLE HAVVA
HEYECANI SARDI

Der Spiegel dergisinin Adem ile Havva'nın arkeolojik kazıların yapıldığı Örencik köyü dağlık alanındaki Göbeklitepe'de yaşadığını yazması Urfa'da yeni bir heyecan yarattı. Dün bir basın toplantısı düzenleyen Urfa Valisi Yusuf Yavaşcan, "Bu bilgiler insanlık tarihine yeni açılımlar getirecektir, bunu iyi kullanmalıyız" dedi.

Dünyanın en eski tapınaklarının bölgede bulunduğuna dair bilgilerin bulunduğunu belirten Vali Yusuf Yavaşcan, 80 bin metrekarelik alanın Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 1. derecede SİT alanı olarak ilan edildiğini kaydetti. Kazı çalışmalarının henüz yüzde 1'lik alanı kapsadığını ifade eden Yavaşcan, şöyle devam etti: "Adem ve Havva'nın burada yaşadığını hayalimizden geçirmek insana heyecan veriyor. Der Spiegel Dergisi'nde çıkan makalede Adem ve Havva'nın burada yaşadığı söyleniyor. Buradaki kazılardan elde edilen bilgiler, insanlık tarihine yeni açılımlar getirecektir. Amacımız Avrupalı turistlerin buraya getirtilmesi ve Şanlıurfa ile Türkiye turizmine katkı sağlamasıdır.'' Almanların yılda 2 ay kazı yaptıkları Göbeklitepe kazı alanının bekçiliğini ise 10 yıldır 73 yaşındaki Şavak Yıldız yapıyor. Yıldız, bekçilik için önce 22 YTL maaş aldığını, ancak daha sonra bu paranın 480 YTL'ye çıkarıldığını söyledi.

Göbeklitepe ilk kez 1963 yüzey araştırmaları sırasında fark edildi. Bölgede kazı çalışmaları, 1996'dan itibaren Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü'nce yürütülüyor. Şimdiye kadar ki kazı çalışmalarında, Neolitik döneme ait 11 bin 500 yıllık yabani hayvan figürlü dikili taşların yanı sıra, çapları 15 metreye varan dikdörtgen biçimli 5 alan bulunuyor
Sabah, Haber: Mehmet Yıldırım, 06.06.2006
SPİEGEL URFA'YI BÖLDÜ

Göbeklitepe'nin, Adem ile Havva'nın cennetten kovulduğu bölge olduğu iddiasına Harran Üniversitesi'ndeki sanat tarihçilerinden farklı görüşler geldi. Alman Der Spiegel dergisinin Adem ile Havva'nın yasak elmayı yediği için cennetten kovuldukları yerin kalıntılarının Şanlıurfa Göbeklitepe'de olduğunu yazması Şanlıurfalı bilim adamlarını ikiye böldü.



Bazı bilim adamları iddiaların asılsız olduğunu savunurken, bazıları ise "araştırmaya değer" buldu. Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Araştırmacı Yazar Yrd. Doç. Dr. Cihat Kürkçüoğlu dergiyi Türkçe'ye çevirerek birkaç arkadaşla birlikte gerekli araştırmalara başlayacaklarını açıkladı. Aynı fakülteden Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Bahattin Çelik ise farklı görüşte. İddianın doğru olamayacağı nı söyleyen Çelik, "Dergi Prof. Dr. Klaus Schmidt'i öne çıkarmaya çalışıyor. İddia reklam amaçlı. Dünyanın ilk yerleşim yeri Şanlıurfa'nın Balıklıgöl bölgesidir. Şanlıurfa'nın ilk adının Adem olduğu söylenir" görüşünü savundu.
Sabah, Haber: Mehmet Yıldırım, 05.06.2006
TARİHÎ ESER BULUNDURAN KÜTÜPHANELERE SIKI DENETİM

Hırsızlar, 2005 yılında ve 2006 Mayıs'a kadar elyazması eser kütüphanelerine zarar veremedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Uşak Müzesi'nde olduğu gibi hırsızlık olayları ile karşılaşmamak için, paha biçilemeyen elyazması eserleri bulunduran kütüphanelerin denetimini artırdı. 2005'te Süleymaniye, Milet, Konya gibi Türkiye'nin çeşitli yerlerinde bulunan elyazması eser kütüphanelerini denetleyen müfettişler, dışarıya çıkan eser olmadığını belirledi. Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü Ahmet Arı, 2005 yılında ve 2006 Mayıs'a kadar olumsuz bir durum olmadığını açıklarken, eserlerin merkezlerde toplanmasının bunda etkili olduğunu belirtti.
Zaman, Aslıhan Aydın, 05.06.2006
ROMA'NIN TEKSTİL BAŞKENTİNDE DEFİLE

Roma döneminde tekstilin başkenti olarak bilinen tarihi Laodikeia'da kazı alanında çalışan Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Arkeoloji Bölümü öğrencileri, "Laodikeia Moda Günlerinden Bir Esinti" adı altında defile gerçekleştirdi.

Denizli'de Soroptimist Kulübü tarafından, dönemin ticaret ve tekstil merkezi olan antik Laodikeia kentinin yerel, ulusal ve uluslararası tanınmışlığını arttırmak amacıyla "Laodikeia Moda Günlerinden Bir Esinti" adı altında defile düzenlendi. Antik kent Laodikeia'da kazılarla ortaya çıkartılan Suriye Caddesi'nde düzenlenen defilede PAÜ Arkeoloji Bölümü öğrencilerinden 30'u görev aldı. Defile hazırlıklarının 1 yılı aşkın bir zamandan bu yana sürdürüldüğünü belirten Denizli Soroptimist Kulübü Yönetim Kurulu Başkanı Nurten Horozoğlu, "Kulüp olarak Laodikeia'da yapılacak defile için 1 yılı aşkın bir zamandan bu yana çalışıyoruz.

Arkeoloji bölümünde eğitim gören arkadaşlarımızın görev alacağı defilede sergilenecek elbiseler, keten ve yün karışımı ip kullanılarak, Babadağ'da el tezgahlarında dokundu. Kumaşların kesimi, tasarlanması ve dikilmesi, Kız Meslek Lisesi öğrencilerimiz tarafından yapıldı. Elbiselerle birlikte sunulan döneme ait takılar da takı tasarım bölümünde hazırlandı. Elbiselerin üzerindeki motifler arkeoloji kitaplarına da giren elbiselerin üzerlerinden alındı ve tek tek elle yapıldı. Bu öğrencilerimiz kazı sezonu başladığında da antik kent Laodikeia'nın gün yüzüne çıkartılması için kazılarda görev alacak" dedi.
Denizli Kent Haber, 05.06.2006
ANTİK KENT İLGİ BEKLİYOR

Aydın'ın Karpuzlu İlçesi'nde bulunan 2 bin 700 yıllık Alinda Antik Kent'i ilgi bekliyor. Antik kentin gün yüzüne çıkarılmasını isteyen Karpuzlu Belediye Başkanı Hayrettin Anmak, antik kentte kazıların başlamasıyla birlikte ilçede büyük değişimler yaşanacağını söyledi.

Karpuzlu'nun tarım, hayvancılık ve tarıma dayalı sanayi ile her geçen gün geliştiğini belirten Başkan Anmak, "Tarımın yanında turizm şehri olmak istiyoruz. Alinda Antik Kenti gün yüzüne çıkarılırsa, Muğla Milas yolu üzerinde bulunan ilçemizin cazibe merkezi olacağına inanıyorum" diye konuştu. Karpuzlu'yu aynı zamanda doğal sit görünümüne sokan Alinda'nın bir an önce kazılması için bakanlığın yanısıra bazı üniversitelerle görüşmelerin devam ettiğini belirten Karpuzlu Belediye Başkanı Hayrettin Anmak, "Türkiye'nin tek granit mermer antik kenti olan ve 2 bin 700 yıllık tarihe sahip antik kentin gün yüzüne çıkarılmasını bekliyoruz" dedi.

Tamamen bir Karia yerleşim merkezi olan Alinda'nın köykenti hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Şehrin tarihte ilk ve hemen hemen tek görünüşü Mousolos'un kardeşi Kraliçe Ada ile ilişkili. M.Ö. yaklaşık 340 yılında, kardeşi Piksodaros tarafından tahttan indirilen ve Alinda'ya sürülen Ada, burada saltanatını kısmen de olsa sürdürmeye devam etmiş. Bu arada da tahtını tekrar ele geçirme fırsatını yakalamayı bekleyen kraliçenin bu bekleyişi, çok uzun sürmemiş. Büyük İskender Karia'ya geldiğinde, Ada, onu görmeye giderek Alinda'yı teslim etmeyi ve erkek kardeşine karşı da yardımda bulunmayı teklif etmiş.

Alinda Antik Kenti'nde tiyatro ve görkemli market yapısının her ikisinin de Hellenistik dönemde inşa edildiği bildirilirken, gümüş para basımının da en yaygın tip olan Herakles'li örneklerle birlikte yine aynı dönemde, M.Ö. 200'lü yıllarda başladığı kaydedildi. Şehir duvarları, daha erken dönemde, muhtemelen Mousolos sayesinde inşa edilmiş. Düzgün kesme taş bloklardan inşa edilmiş şehir duvarları çok iyi korunmuş. Bu duvarlar, zirveyi ve tepenin güney doğu yamacını çevreliyor.
Aydın Kent Haber, 05.06.2006
KÖYDEKİ EVİNİ MÜZEYE ÇEVİRDİ

Sivas'ın Gölova İlçesi'nde evinin bir bölümünü müze haline çeviren Süleyman Uçar, babasından kendisine miras kalan ev eşyalarını kendi müzesinde sergiliyor.

İlçeye bağlı Çobanlı Köyü'nde oturan Süleyman Uçar (65), evini müze haline çevirmesinin sebebinin geçmişe değer vermesi olduğunu söyledi. Uçar, "Ben gençliğimde İstanbul'a çalışmaya gittim. Tekrar dönerek köyüme yerleştim. İlçede restoranda çalışıyordum. Babam rahmetli olunca onun dedesinden kalma tabak, kaşık, at eğerleri, bakırdan yapılmış eşyalar vardı. Kardeşlerimle bunların bir kısmını hatıra olarak paylaştık. Ben bunları hep sakladım. Evimin bir köşesine yaptığım vitrinde muhafaza ediyordum. Sonra çocuklarım İstanbul'a gittiler. Orada eski eşyalara benzer eşyalar getirerek, bana hediye ettiler. Eşyaların sayısı artınca evimin bahçesinde babamdan kalma odayı müze haline çevirdim" dedi.

Burada günümüz eşyalarıyla tarihi değeri olan eşyaları sakladığını kaydeden Uçar, "Köy gibi bir yerde müze yapmak güzel bir duygu. Gölova İlçesi'nde müze yok ama benim köyümde kendi evimde var. Bazen insanlar gelip geziyor. Bu da beni mutlu ediyor" dedi. Uçar, tarihe değer verdiğini de kaydederek, "Yaşım 65 oldu. Az bir ömrüm kaldı. Ben babamdan aldığım eşyaları bu güne kadar sakladım. Bundan sonra da torunlarıma saklayacakları güzel bir miras bırakıyorum" dedi.

Uçar, müzeyi gezmeye gelenlerin bazı eşyaları satın almak istediğini ancak kendisinin hiçbir şeyi satmadığını söyledi.
Sivas Kent Haber, 05.06.2006




TARİHÎ EMİR ŞEYH TÜRBESİ RESTORE EDİLEREK ZİYARETE AÇILDI



Tarihî Emir Şeyh Türbesi yapılan restorasyon çalışmaları sonrası, önceki bakımsız görüntüsünden kurtularak, daha iyi bir şekilde ziyaret edilebilir hale geldi.

Yerli ve yabancı birçok turistin görmek için geldiği Erzurum'un tarihî yapıları, zaman zaman restorasyon çalışmaları ile onarılıyor; ancak bazı tarihî dokular bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle tahrip oluyor. Duvarlardaki eski yazılar dahi okunamaz hale geliyor. Böyle olunca gelecek kuşaklar bu tarihî yapının kime ve ne zamana ait olduğu hakkında bilgi edinemiyor. Her ne kadar tarihî yerlerin onarım ve tadilatı devlet eliyle yapılsa da bu konuda vatandaşın duyarlılığı da önemli bir yer tutuyor. Erzurum'da onlarca türbe ve 30'un üzerinde tarihî mezar ve mezar taşları bulunuyor. Bunlardan biri de Emir Şeyh Türbesi. Bakımsızlığa ve ilgisizliğe uğrayan yelerden biri. Şimdilerde ismini vermeyen bir iş adamı tarafından restore edilen türbe, onarımdan önce, yabancı bir kişi tarfından farkedilemeyecek kadar bakımsız bir durumdaydı. Emir Şeyh Türbesi, Çifte Minareli Medrese'nin arka tarafında Emir Şeyh Camii ile içiçe girmiş bir durumdaydı. Türbenin giriş kapısı caminin içinde idi. Dolayısıyla türbeyi ziyaret etmek isteyen vatandaşlar, caminin içindeki giriş kapısını kullanmak zordundaydı. Türbenin diğer, caminin dışından olan giriş kapısı ise duvar örülerek kapatılmış ve uzun yıllar ev olarak kullanılmış. Bu ev nedeniyle türbe olup, olmadığı anlaşılamıyordu. Son zamanlarda harabe bir yeri andıran bu ev, terkedilmiş bir durumdayken; bir iş adamı tarafından satın alınarak türbeye dahil edildi.

Öte yandan kendi döneminin hem valisi hem de büyük alimlerinden olduğu söylenen Emir Şeyh'in hayatına ilişkin ise fazla bilgi bulunmuyor. Erzurum Vakıflar Bölge Müdürlüğü görevlileri kendilerinde de bu zatla ilgi bilginin az olduğunu, bu türden konularda bilinen en iyi kaynağın ise İbrahim Hakkı Konyalı tarafından kaleme alınan Tarihçe-i Erzurum eseri olduğunu söylüyorlar.

İbrahim Hakkı Konyalı da eserinde şunları yazıyor: “Erzurum, tarihte siyasi hâkimiyeti bakımından sayısız istilâlara mağruz kalmış, vakıf defterleri ve vakfiyeler yok olmuştur. Türbedeki kabirlerde ve türbenin diğer yerlerinde bilgi yoktur. Saltukoğulları, İlhaniler ve Erzurum'da hüküm süren diğer devletlere ait kadı sicilleri ve vakfiyeler bulunmadıkça bu türbede yatanlar hakkında doru bilgi edinilemez. Emir Şeyh Hazretleri'nin İlhanlı döneminde yaşamış olduğu tahmin ediliyor.”

Erzurum'un bazı tarihi abidelerini manzum bir halde ifade eden Erzurumlu mutassavıf ve şair Ketencizade Rüştü Efendi, bu türbe hakkında mısralarında şunları söylüyor: 'Ulu Cami bina olduk da, bu türbe bina olmuş' bu mısralara göre türbenin Ulu Cami'nin yapıldığı tarihte yapıldığı tahmin edilyor.
Zaman, 05.06.2006
OTURDUĞU MAHALLENİN CAMİSİNİ SOYDU

Hırsızlık ve uyuşturucu madde suçlarından poliste kaydı bulunan Cevat C. (56), oturduğu Kızyakup Mahallesindeki Ebu İshak Camii'nden cemaatin namaz kıldığı sırada çok sayıda ayakkabı, tespih ve seccadenin yanısıra Osmanlı Dönemine ait üç adet şamdanı alarak kayıplara karıştı. Namaz öncesi Cevat C.'yi cami çevresinde gören vatandaşlar bunu polise söyleyince Hırsızlık Büro Amirliği ve Muammer Sencer Polis Merkezi ekipleri yaşlı adamı gözaltına aldı.

Evde yapılan aramada çok sayıda ayakkabı, tespih ve seccadeye el kondu, 5 YTL karşılığında sattığı tarihi şamdanlar da hurdacıdan geri alındı. Sorgulaması tamamlanan Cevat C. tutuklandı.
Bursa Olay Gazetesi, 05.06.2006
DÜNYA MEVLEVİHANELERİ BELGESEL OLUYOR

Mevlânâ Celâleddin Rûmi'nin mesajını dünyanın çeşitli ülkelerinde yayan Mevlevihaneler belgesel oluyor. İsrail'den Ukrayna'ya kadar 10 farklı ülkede bulunan Mevlevihanelerin konu edileceği belgesel filmin çekimleri Suriye'de başlayacak. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu'nun (UNESCO) ilan ettiği 2007 Dünya Mevlana Yılı kapsamında hazırlanan belgeselin Kasım 2006'da tamamlanması hedefleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteklediği projenin koordinatörlüğünü fotoğraf sanatçısı Fevzi Şimşek yapıyor. Daha önce 'Türkiye Mevlevihaneleri' belgeseli ve fotoğraf albümüne imza atan Şimşek, dünya Mevlevihanelerini yeniden gün yüzüne çıkaracak çalışmadan büyük heyecan duyduğunu söylüyor. Şimşek, çekim yapılacak ülkeleri şu şekilde sıralıyor: Suriye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Lübnan, İsrail, Mısır, Yunanistan, Bulgaristan, Bosna, Sırbistan-Karadağ (Kosova), Ukrayna (Kırım). Proje Bilim Danışmanı Prof. Dr. Haşim Karpuz, yaklaşık 50 farklı ülkede kurulan Mevlevihanelerden günümüze çok az sayıda eserin ulaşabildiğini belirterek projenin önemine dikkat çekiyor.
Zaman, Musa Kirazgiller, 05.06.2006
AMCAZADE YALISI 2 YILDA YENİLENECEK

307 yıl önce yapılan ve Osmanlı mimarisinin ayakta kalan en eski ahşap eseri olarak kabul edilen Anadoluhisarı'ndaki Amcazade Yalısı nihayet restore ediliyor. Boğaziçi İmar Müdürlüğü, mülkiyeti Mülhak Köprülü Amcazade Hüseyin Paşa Vakfı'na ait olan yalıda Köprülü ailesinin yaptırdığı kaçak binaların yıkımı için tebliğ gönderdi. Yalı, 5 Ağustos'ta başlanacak bir projeyle yeniden inşa edilecek. 4 bin 500 metrekare inşaat alanına sahip olan yalının yeniden inşası yaklaşık 5 milyon dolar tutacak. Yeniden inşa işleminin en geç 2 yıl içinde tamamlanması planlanıyor. Son 95 yıldır birkaç küçük girişimle ayakta tutulmaya çalışılan Amcazade Yalısı'nın restorasyonu, 1950'lerin ortasından bu yana yılan hikâyesine dönmüştü. Yalı, bu yıllarda küçük çaplı bir restorasyon gördü, ama kalıcı olmadı. 1910 yılında İstanbul'a geldiğinde Amcazade Yalısı'nın durumuna dikkat çeken Pierre Loti, bir yazısında "Boğaziçi yalılarını, özellikle de Amcazade Yalısı'nı kurtarın" demişti. 8 bin 711 metrekare alana sahip, 285 metrekare uzunluğunda bir rıhtımı bulunan yalı, Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın amcasının oğlu Amcazade Hüseyin Paşa tarafından 1699 yılında inşa edildi. Yaklaşık bir asırdır harabe durumunda olan yalının sadece küçük bir saray durumundaki divanhane kısmı ayakta duruyor.
Milliyet, Haber: Tebernüş Kireççi, 04.06.2006
FOÇA'NIN SİMGESİ FOK DEĞİL KUŞMUŞ

28. Uluslararası Kazı Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'ndan sürpriz bir sonuç çıktı. Beş gün süren sempozyumda Foça'yı anlatan Phokaia Kazı Başkanı Prof. Dr. Ömer Özyiğit, Foça'nın gerçek sembolünün fok değil, mitolojik bir kuş olan griffon olduğunu söyledi. Özyiğit, "2005 yılında Athena tapınağında yapılan kazılarda griffon ve at protom heykelleri ortaya çıkarıldı. Böylelikle Foçalılar, Phokaia'nın diğer gerçek sembolleriyle ilk kez tanıştılar" dedi.

Yerli ve yabancı 240'tan fazla bilim adamının katıldığı sempozyumda 2005 yılında Türkiye'de yapılan kazıların tümü tartışmaya açılırken, en çok konuşulan bildiri de Prof. Dr. Özyiğit'in bildirisi oldu. Çünkü eski dönemdeki adı, fok balığı anlamına gelen Phoca'dan türeyen Foça, dünyadaki ününü de Akdeniz'in bu sevimli hayvanları sayesinde kazanmıştı.
Athena tapınağında geçen yıl yaptığı kazılarda griffonlara ait çok sayıda heykel çıkaran Özyiğit, "Phokaia sikkelerinde fok betimlemelerinin yanı sıra griffon tasvirleri de bulunuyordu. Üstelik griffon betimli Phokaia sikkeleri, fok betimlemelerinden çok daha fazla. Phokaia'nın en görkemli zamanı olan İÖ 7. yüzyılın sonlarından Roma döneminin ortalarına kadar griffon betimlemelerini sikkelerde görüyoruz" diye konuştu.
Griffonları mitolojik kuşlar olarak tanımlayan Prof. Özyiğit, bulunan at başlarını da kentin baş tanrıçası Athena'nın aynı zamanda atları eğiten ve onlara egemen olan bir tanrıça olmasına bağlıyor.

Griffonların doğuda İÖ 2 binden beri bilindiğini söyleyen Prof. Dr. Ömer Özyiğit, Foça'nın simgesi olduğunu tespit ettiği griffonu şöyle tanımlıyor: "Mitolojik bir kuş olan griffon, sfenks, siren ve khimeira gibi karışık bir yaratık. Kartal başlı, aslan gövdeli ve kanatlı bu yaratıklar, eşek kulaklı ve kartal çeneli olarak tasvir edilmiş.'
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 04.06.2006
ALAY-I HÜMAYUN, PERA SEFERİNDE



17. yüzyıl ortalarında İsveç Büyükelçisi Claes Ralamb'ın emriyle yaptırılan ve Sultan IV. Mehmed'in 1657'de Edirne'ye ava gidişini anlatan resimler yaklaşık üç buçuk asır sonra Türkiye'de! Pera Müzesi'nde açılan '17. Yüzyılda İsveç Büyükelçisi Claes Ralamb'ın Yaptırdığı Tablolarla Avcı Mehmed'in Alay-ı Hümayunu' sergisinde Türkiyeli izleyicilerle buluşan resimler hem 17. yüzyıl ortasında Osmanlı İmparatorluğu hem de IV. Mehmed'in hükümdarlığı konusunda bilgi veren benzersiz bir kültür mirası niteliğinde.

'Avcı' diye anılan Sultan IV. Mehmed'in, 1657 yılı sonbaharında, büyük bir kalabalık eşliğinde Edirne'ye ava gidişi çok büyük bir gösteriye dönüşmüş, o yıllarda İstanbul'da İsveç büyükelçisi olarak bulunan Claes Ralamb da, bugün adı bilinmeyen bir ressama (veya ressamlara) yaptırdığı bir dizi yağlıboya resimle bu yolculuğun İstanbul çıkışını görselleştirip tarihe bırakmıştı. Pera Müzesi'ndeki sergide yirmi tablodan oluşan ve bugün İsveç'teki Nordiska Museet'te korunan bu neredeyse 'sinematografik' kaydın sergilenebilir durumdaki on altı parçalık bölümü yer alıyor.

Resimlerin elçinin Stockholm'deki evinin dekorasyonu için ya da bir galeri, dans, resepsiyon salonunu süslemek için yaptırıldığı tahmin ediliyor. Resimlerde alay sağdan sola doğru hareket ediyor. Alayda baştan sona doğru Asesbaşı, subaşı, yeniçeriler, çavuşlar, cebecibaşı, çorbacılar, Bektaşiler, çuhadar- ı bab- ı Ocak, Yeniçeri Sakaları, Yeniçeri Ağası, Alay Çavuşu, Müteferrikalar, Sadrazam'ın maiyeti, Padişaha en yakın görevliler Kapıcıbaşılar, çeşitli tarikat şeyhleri, içinde Kuran bulunan küçük bir mabet taşıyan bir deve, Sadrazam, Padişahın cüceleri, onun av köpeklerini yetiştiren Samsuncular, Peykler (Uşak ya da muhafız), çeşitli rütbelerden Okçular, Padişah, Hadımağaları, Doğancılar, Mehterane, aşçılar ve Aşçılar Sakası yer alıyor. Tabloların her birinde A'dan U'ya kadar iri siyah harflerle numaralar, alt kısımlarında ise açılmış birer tomar biçiminde beyaz etiket resimleri bulunuyor. Etiketlerin üzerinde ise İsveççe, siyah, kaligrafik yazılar var. Bunlar 17. yüzyıl el yazısıyla yazılmış zarif metinler; alay-ı hümayunda hangi saray ileri gelenlerinin gösterildiği ve işlevleri konusunda gerekli görülen açıklamaları içeriyor.

Eni 122 cm, boyu ise 133 cm'den 203 cm'ye kadar değişen resimlerin en önemli özelliklerinden biri de dönem resimlerinde sık rastlanan egzotizmi ihtiva etmemesi. Zira alaydaki Osmanlı subaylarının görünüşleri ve davranışları hiç abartılmamış. İstanbul görüntüleri gibi, insan figürlerinin de gerçeğe yakın olduğu sanılıyor.
Küratörlüğünü İsveç Araştırma Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Karin Adahl'ın yaptığı sergiyi 1 Haziran'da İsveç Kralı 16. Gustaf ve Kraliçe Silvia açtılar. Pera Müzesi, Sevgi ve Erdoğan Gönül Galerisi'nde sergilenen tablolar 1 Ekim'e kadar görülebilir.
Radikal, 04.06.2006
ANİ HARABELERİ'NE KAMERALI KORUMA



Tarihî Ani Harabeleri için devletten turizm jandarması alamayan Kars İl Kültür Müdürlüğü, çareyi özel güvenlikte buldu. Harabelerin güvenliğini artık özel güvenlik görevlisi sağlayacak. Ören yerlerine yerleştirilen internet bağlantılı kameralarla tarihi kalıntılar 24 saat gözlenecek. İl Kültür ve Turizm Müdürü Kenan Bekis, kameralı güvenlik sisteminin yararını şöyle özetliyor: “Ani'de tel örgülere bir kuş çarpsa Ankara'nın haberi olacak.”

Türkiye ile Ermenistan sınırında bulunan ve tarihî M.Ö. 5 binli yıllara dayanan Ani antik kentinin yağmalanmaması ve burada yapılan kazı ve restore çalışmalarının zarar görmemesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kars Valiliği ve il müdürlüğü ören yeri için bazı tedbirler aldı. Kars'a 42 kilometre uzaklıkta bulunan ve geçtiğimiz yıllarda askerî yasak bölge dışına çıkarılmasıyla turist akınına uğrayan Ani Harabeleri hem çevre köylerden içeriye giren hayvanlar tarafından hem de taşlarının alınıp başka yerlerde kullanılmasıyla tahrip ediliyordu. Tarihî dokunun ve binlerce yıllık yapıların zarar görmemesi için harekete geçen Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ani'yi korumak için bir dizi tedbir almaya başladı. Geçtiğimiz yıl Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un Ani Harabeleri'ni gezmesinden sonra çalışmalara hız verildi. Harabelerin korunması için akla gelen ilk yöntem ise ülke genelinde bu tür yerlerde uygulanan turizm jandarması oldu. Ancak harabeler askerî yasak bölge dışına çıkarılınca ilgili komutanlık turizm jandarması uygulamasına sıcak bakmadı. Bunun üzerine bakanlıktan teknik elemanlar gelip Ani Harabeleri'ni gezerek güvenliğin nasıl sağlanabileceği yönünde çalışmalar yaptı. Araştırmalar neticesinde yeni önlemler alındı. İl Kültür ve Turizm Müdürü Kenan Bekis, önlemleri şöyle anlatıyor: “Ani ören yerinin etrafındaki çitler yükseltilecek. Yıpranan yerler düzeltilecek, diğer yerlerdeki çitler de hayvanların içeriye girememesi için yükseltilecek. Çevreden gelen hayvanlar buradaki tarihi yapılara zarar veriyor. Alınan kararlar içerisinde giriş kapısına turnike ve her yere güvenlik kamerası konulması yer alıyor. Güvenlik kameraları hem buradan hem de Ankara'dan takip edilebilecek. Böylece, internet üzerinden takibi gerçekleştirilecek olan Ani ören yerinin çitlerine bir kuşun bile dokunması Ankara'dan izlenebilecek. Bunlarla da yetinmeyeceğiz ve silahlı özel güvenlik elemanı alacağız. Bakanlıktan paraları gönderildi. Kars Valiliği Güvenlik Komisyonu'na da yazımızı yazdık, oradan cevap bekliyoruz. Buradan onay alınırsa ihaleye çıkacak ve ilk etapta 3 kişilik bir özel güvenlik ekibi kuracağız. Bir de bunlarla birlikte 2 kişi de temizlikçi olarak alınacak.” Ani'nin gelirleri arttıkça bakanlığın buraya daha sıcak bakacağını ve Ani Harabeleri'nin Aspendos veya Efes gibi olacağını belirten Bekis'in Ani Harabeleri'yle ilgili yeni projeleri de var: “Artık hayvanlar Ani'ye giremeyecek. Hediyelik eşya, fast-food yiyecek içecek stantları açmayı da düşünüyoruz. Ani'ye girişlerde Türkiye'nin her yerinde olduğu gibi biletli geçişler uygulanarak gelir elde edilecek.”
Zaman, Murat Kaban, 04.06.2006
CAMİDEN SONRA KÖPRÜDE DE HATALI TABELA

İkinci Bayezid Camii'ne; Yıldırım semtindeki, “Yıldırım Bayezid Camii” tabelasının asılmasının ardından, İkinci Bayezid Köprüsü'ne de 'Yıldırım Bayezid Köprüsü' tabelası çakılması şaşkınlığı ikiye katladı. Bayezid'lerin karıştırılması ve tarihi eserlere yanlış tabelalar asılmasına yol açan karışıklığın; yetkililerin Edirne'yi iyi bilmemesi ve yararlandıkları kaynaklardaki bilgilerin hatalı ya da noksan oluşundan meydana geldiği sanılıyor.

İkinci Bayezid Külliyesi içinde yer alan ve cami ve külliye ile aynı adı taşıyan köprü Tunca nehrinin diğer kolu üzerine Mimar Sinan tarafından inşa edilen Yalnızgöz Köprüsü ile birleşip tek bir köprü gibi görünüyor. Geçtiğimiz günlerde, bu köprüye ağır tonajlı araç girişini yasaklayan tabelanın altına “Yıldırım Bayezit Köprüsü 1488” yazılı bir tabela çakılarak hata bir kez de burada tekrarlanmış oldu.

Camide yapılan isim hatasının köprüde de tekrarlandığı, tabelada köprünün adının yanlış omasına karşın yapım tarihinin doğru olduğu görüldü. Köprüye konan tabela da aynı camide olduğu gibi yetkililerin Yıldırım Bayezid (1'nci Bayezid) ile İkinci Bayezid (Bayezid-i Veli ya da Sofu Bayezid'i) karıştırdığının açık bir göstergesi. Bu hatalı tabelalara göre 1403 yılında ölen Yıldırım Bayezid 1484-1488 yılları arasında yani ölümünden 83 yıl sonra Mimar Hayrettin'e cami ve külliyesini yaptırmaya başlamış oluyor.

1484-1488 yılları arasında İkinci Bayezid tarafından Mimar Hayrettin'e yaptırılan Cami ve Külliyesi ile ilgili yerel kaynaklarda da birbiri ile çelişen tarihçeler yer alıyor. Bu çelişkiler nedeniyle araştırmacılar da hatalı kaynaklardan yararlanıp, yanlışların bir zincir şeklinde tekrarlanmasının neden oluyor. Birçok kaynakta da Yıldırım Bayezid Köprüsü ile İkinci Bayezid Köprüsü'nün karıştırıldığı ve hatalı fotoğrafların kullanıldığı görülüyor.

Yeniimaret semtinde yaşayanlar geçtiğimiz günlerde caminin ana girişindeki ilk kapıya asılan “Yıldırım Bayezit Camii” tabelasını görünce hatanın düzeltilmesi istemiyle konuyu gazetemize iletmişti. Konu önceki gün Hudut Gazetesi'ne manşet olurken, bir gün sonra camiye tabelayı kontrol etmeye gittiğimizde bu kez İkinci Bayezit'in Külliye ile birlikte inşa ettirdiği köprüde de hatalı tabelanın çakılmış olduğunu farkettik. Araştırdığımız birçok kaynağın da bu konuda yıllardır yanlış bilgiler aktardığını zaman zaman Yıldırım ve Yeniimaret semtlerindeki camilerle köprülerin birbirine karıştırıldığını tespit ettik.

İkinci Bayezid, büyükbabası olan Yıldırım Bayezid'in (Birinci Bayezid) ölümünden 44 yıl sonra doğmuş. Yıldırım semtinde kendi adını taşıyan Yıldırım Bayezid Camisi'ni 1399 yılında yaptıran Yıldırım (1'nci Bayezit) Padişah 1'nci Murat'ın oğlu olarak 1360 tarihinde doğdu. Edirne'deki Türk döneminin en eski yapısı olan ve Yıldırım Bayezid tarafından 13971400 yalları arasında yaptırılan Yıldırım Bayezid Camisi haç planlı eski bir Bizans Kilisesi'nin yalnızca temeli bırakılarak, üzerine yeni bir cami binası olarak inşa edilmiş.

1481-1512 yılları arasında toplam 31 yıl saltanat süren İkinci Bayezid, Yeniimaret semtinde kendi adını taşıyan 'İkinci Bayezid Cami ve Külliyesi'nin temeli 23 Mayıs 1484 günü atıldı. Cami, şifahane, medrese, imaret, tabhane, hamam, değirmen ve köprüden oluşan büyük külliyenin mimarı olan Mimar Hayrettin tüm bu kompleksi 4 yıl gibi kısa bir sürede 1488 yılında tamamladı. Fatih Sultan Mehmet'in oğlu İkinci Bayezid, Edirne'nin Sazlıdere köyü yakınlarında ölünce tahta oğlu Yavuz Sultan Selim geçti.
edirneninsesi.com, 04.06.2006
BİR TARİH ELDEN GİDİYOR

Sivas'ın Gölova İlçesi'ne bağlı Çobanlı Köyü halkı, Çobanlı Türbesi'nin tadilatının yapılması için Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan çıkacak olan tadilat ve restorasyon iznini bekliyor.

Çobanlı Köyü sakinlerinden Süleyman Uçar, Horasan Savaşı için Sivas'tan geçen Yavuz Sultan Selim'e ve askerlerine yardım ettiği ve savaş zaferini Yavuz Sultan Selim'e çok önceden verdiği söylenilen çobanın son isteğinin yerine getirilerek, buraya türbe şeklinde mezar yapıldığını hatırlattı. Yıllardır türbeyi bilenlerin köye uğrayarak, dua ettiklerini belirten Uçar, uzun yıllardır tadilat ve restorasyonu yapılmayan taş örmeli türbenin ayakta kalması için yetkililerin harekete geçmesi gerektiğini kaydetti. Uçar, "Bizler Çobanlı Köyü halkı olarak, kendi aramızda inşaat malzemesi topladık. Türbenin çatısının da kurşun kaplanması için yeterli miktarda kurşun aldık. Anıtlar Yüksek Kurulu'nun izni olmadan restorasyon, tamir ve bakımını yapamıyoruz. Bu eserin torunlarımıza kalması için köylü olarak biz masrafı karşılamak istiyoruz. Ancak izin olmadığından hiçbir şey yapamıyoruz. Yetkililerin bu eserin ayakta kalabilmesi için gerekli izni vermesini istiyoruz" dedi.
Sivas Kent Haber, 04.06.2006




-7-

BİR TAVIR ÖRNEĞİ: SARDİS 1922






1919-22 arasında, üç yıl süren Yunan işgali sırasında, Batı Anadolu'da arkeolojik açıdan yaşanan olaylar hemen hiçbir çalışma ve araştırmaya konu olmamıştır. Halbuki bu yıllar içinde bu bölgede araştırılmaya değer çok ilginç kazılar vardır.

Örnek vermek gerekirse; Myrina, Clazomenai gibi bazı antik yerleşmeler Yunanlı arkeologlar tarafından yangından mal kaçırırcasına kazılmış ve buluntular Yunanistan'a götürülmüş, öte yandan, Notion, Phokaia, Sardis gibi önemli bazı antik yerleşmeler için ise yabancı arkeologlara kontrolsuz izinler verilmiştir. Bu döneme ait kazı raporları ya da buluntu listeleri mevcut değildir.

Kazısı çok daha önce başlamasına rağmen, H.C. Butler'ın Sardis kazısı sırasında bulduğu eserlerin kaderi de Kurtuluş Savaşı ile değişmiştir. 1910 yılında ABD'de, Princeton Üniversitesi'ne bağlı bir enstitü olarak kurulan Sardis Kazıları Cemiyeti, Osmanlı Devleti'nden izin alarak Sardis kazılarına başladı. Butler başkanlığında sürdürülen bu kazılar sırasında bulunan tüm eserler Sardis'de inşa edilen bir depoda muhafaza edildi. 1. Dünya Savaşı'nın başlaması ile kazılar durmuş, savaş sonuna kadar depoda korunan buluntular ise 1918 yılında İzmir'de Mekteb-i Sultani'nin deposuna yerleştirilmişti.

İzmir'in Yunanlılar tarafından işgali ile tüm bu eserler teorik olarak Yunanlıların eline geçmiş, ama, ilginç bir işbirliği ile, işgal sırasında Butler ve ekibi Sardis kazılarına yeniden başlamıştı. Eylül 1922'de ise, kazı ekibi, İzmir'de bulunan 200'den fazla eseri, 56 sandık halinde bir gemiye yükleyerek New York Metropolitan Müzesi'ne gönderir. Cesnola'nın sattığı Kıbrıs buluntuları ve ABD'nin Tarsus konsolos yardımcısı Abdo Debbas'ın gönderdiği Roma Lahdi'nden sonra, Sardis'ten çıkan bu eserler, Metropolitan Müzesi'ne Anadolu'dan giden üçüncü eser grubudur.

Sardis buluntularının, İzmir'den ABD'ye gönderildiğini haber alan, dönemin İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Halil Edhem Bey (Eldem), aynı yıl içinde Metropolitan Müzesi'nden bu eserleri geri ister. Metropolitan Müzesi, Sardis'ten gelen eserleri geri vermeyi kabul etmez. Yazışmalar sürer. Büyük bir heyecan ile yürütülen bu iade kampanyası, etkisini de çabuk gösterir. İlk başta iadeye olumsuz yaklaşan ABD yetkilileri, karşılıklı yazışmalar ve ardından Türk Hükümeti'nin verdiği nota karşısında yumuşar. İlk teklif, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin bu buluntuların ABD'ye hediye etmesi, bunların da kurulan yeni dostluğun bir nişanesi olarak Metropolitan Müzesi'nde özel bir salonda sergilenmesidir. Bu teklif, Halil Edhem Bey tarafından derhal reddedildiği gibi, eserlerin, sandıklar dahi açılmadan, aynen iadesinde israr edilir. Uzun yazışmalar ve görüşmeler sonunda, müzede kalması uygun görülen birkaç eser dışında, diğer Sardis buluntuları 53 sandık halinde Haziran 1924'de Türkiye'ye iade edilir.

Bitmedi. Bu esnada, Sardis'in son kazı döneminde bulunan, 30'u altın, 150 Lidya sikkesinin İzmir Amerikan Konsolosluğu'nda kaldığını öğrenen Halil Edhem Bey, bunların da derhal teslim edilmesini ister. Kısa bir süre sonra bu sikkeler de Türkiye Cumhuriyeti'ne iade edilir.

Bu olayda, Halil Edhem Bey'in şahsında, ortada daha doğru dürüst bir devlet bile yokken, ülkesinin kültürel değerlerini korumak için uğraş veren dirayetli bir devlet adamı tavrının pırıl pırıl örneğini görürüz.

Anlayabilenler için iyi bir örnek, değil mi?




















Sardis Artemis Tapınağı



İon sütun başlığı,
Sardis Artemis Tapınağı
MÖ 4. yy, Metropolitan Müzesi




Lydion (parfüm kabı) Sardis,
MÖ 6. yy, Metropolitan Müzesi




Skyphos (içki kabı), Sardis,
MÖ 6. yy, Metropolitan Müzesi




ABD tarafından iade edilen
altın Lidya stateri








.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi