Haberler logo Arşiv

28 Mayıs - 3 Haziran 2006

DOSYA


Şu bizim kanatlanan deniz atı:

"DURUM VAHİM, AMA CİDDİ DEĞİL!.."


İçindekiler:
- Bilmece Bildirmece'nin Kronolojisi
- Müzeler Sahte Dolu
- Kültür Bakanı'ndan 'Müze Soygunları' İtirafı: 'Sadece Aptallar Yakalanıyor'
- Müzedeki Eserler Sayılıyor
- Ay inaaaanmiyorum... Haberleri: Yahu Ne Acelesi Vardı Sayın Bakan'ım!
- Katkı: Kamunun Malı (Kültür Varlıkları) Neden Yağmalanıyor?
- Koparılan Sayfalar: Uşak - New York - Uşak Hattı
ve
- FotoSentez

(Haberlerin devamında)

DÜNYANIN EN ESKİ EL RESMİ

Fransız arkeoglar önceki gün, "sanat tarihine" ışık tutacak yeni bir mağara keşfetti. Ülkenin batısındaki Charante bölgesinde yer alan Vilhonneur ormanında bulunan antik mağaranın, 27 bin yıllık olduğu tahmin ediliyor. Mağaranın en dikkat çekici özelliklerinde birisi de duvarlarına özenle çizilen insan yüzü ve kobalt mavisiyle çizilmiş el resimleri.
Sabah, 04.06.2006
















ADEM'İN CENNETİ

Adem ile Havva'nın yasak elmayı yediği için kovulduğu cennetin kalıntıları Türkiye'de bulundu. Sanatçıların, ressamların, edebiyatçıların yüzyıllardır canlandırdığı, efsane mi gerçek mi olduğu tartışmasının bitmediği 11 bin yıl geriye uzanan cennetin izlerini arkeologlar Türkiye'nin doğusunda buldu. Almanya'nın haftalık haber dergisi "Der Spiegel" 11 sayfa ayırdığı yeni sayısını bu konuya ayırdı. Dergi İngiliz yazar David Rohl'ün yayınladığı "Efsane" adlı bestseller kitabını kaynak gösterdiği yazısında cennetten kovulan Adem ile Havva'nın da burada yaşadığını yazdı.

Göbeklitepe'de bulunan kalıntıların cennetin Türkiye'nin doğusunda olduğunun önemli temel kanıtları olduğu kaydedildi. Adem ile Havva'nın cennetten atılmasından sonra burada toprağı işlemeye başladığı ve ilk tarımın da burada yapıldığı belirtildi. Max Planck Enstitüsünün Köln'de bitkiler üzerine yaptığı araştırmada 68 yeni buğday çeşidini kıyasladığı ve tüm tahılların kökeninin ise Karacadağ eteklerinde bugün de halen yetişen yabani buğday bitkisi olduğunun ortaya çıktığı vurgulandı.

İngiliz yazar David Rohl'ün tezine göre bundan 11 bin yıl önce taş devrinde insanlar Türkiye, Suriye, Irak ve İran sınır bölgesinde avcılıkla yaşıyordu. Daha sonra insanlar burada yerleşmeye, toprağı işlemeye başladı. Bununla birlikte medeniyet de başladı. En yüksek medeniyet burada oluştu. Göbeklitepe'de bulunan en eski tapınaklar bunun kanıtı. Mukaddes kitapta belirtilen cennette akan dört ırmaktan ikisi Dicle ve Fırat nehirleri. Adem de İncil'e göre ilk buğdayı burada öğüttü ve tarımın başlangıç temelini attı. Kabil burada çiftçiliğe başladı. Göçebe halinde ve avcılıkla yaşayan insanlar da ilk kez burada av silahlarını bırakıp toprağı işlemeye ve yerleşik olmaya başladı. Hayvanları evcilleştirip onlardan yararlanmaya başlayan insanlar kendisine ev ve yatak yapmayı, topraktan çömlek yapmayı ve kendi yetiştirdiği bitkilerden beslenmeyi öğrendi. Max Planck Enstitüsü'nün yaptığı araştırma da ilk evrimin Türkiye'nin doğusunda olduğunu kanıtlıyor. Göçebelikten yerleşik düzene geçiş sancılı oldu, insanlar büyük evrim geçirdi.

Türkiye ve Suriye'de yapılan son kazılar insanoğlunun göçebelikten yerleşik düzene nasıl geçtiğini adım adım gösteriyor.

1. İsa'dan 10 bin yıl önce avcılıkla yaşayan insanlar zengin bir bitki örtüsünün bulunduğu bu bölgede avlanıyordu. Bölge hayvan sürüleriyle doluydu.
2. İsa'dan 7 bin 500 yıl önce ise hayvanlar azalmaya başlayınca açlık sorunu başgösterdi ve insanlar biraraya gelerek köyler oluşturmaya, bitkilerle beslenmeye başladılar ve yaşam biçimini tamamen değiştirmek zorunda kaldılar. Açlık insanları yenilikler bulmaya zorladı. İnsanoğlu buğdayı öğütmeyi öğrendi. Toprağı eğilerek işleme ve buğdayı öğütme işi öylesine ağırdı ki, insanoğlunun iskelet biçimi değişti. Hayvanları evcilleştirmek de kolay olmadı. Çit çevrilerek hapsedilen hayvanlar önce şok yaşadı. Hayvanlardan ürün alınması uzun zaman aldı.

Der Spiegel, 11 sayfalık yazısında Ağrı Dağı, Hasankeyf, Mezopotamya ve Nuh'un gemisine de değiniyor. Dergi, Ağrı Dağı görüntüsünün içine figürünü monte ettiği Adem ile Havva'nın Şanlıurfa Göbeklitepe bölgesinde yaşamış olabileceğini öne sürüyorlar.
Hürriyet, Haber: Celal Özcan-Münih, 04.06.2006
RODİN DE İSTANBUL'DA

Ünlü Fransız heykeltıraş Auguste Rodin'in yapıtları 12 Haziran'dan itibaren Sakıp Sabancı Müzesi'nde sergilenecek.Rodin'in eserleri bugün sabah saatlerinde MNG Kargo şirketine ait Airbus A- 300 tipi uçakla Paris'ten İstanbul'a getirildi. Toplam 49 parça olarak Türkiye'ye getirilen eserler, özel olarak tasarlanmış sandıklarda taşındı. Rodin Müzesi'nden Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı ve Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer'in gayretleriyle getirilen Rodin'in eserleri, 12 Haziran- 3 Eylül arasında sergilenecek.

Geçen günlerde rekor sayıda ziyaretçisi ve 6 bin 500 metrekarelik galerisiyle dünya standartlarındaki Sabancı Müzesi'nde ünlü ressam Pablo Picasso'nun 135 eseri sergilenmişti. 'Düşünceyi mermere işleyen usta' olarak tanımlanan Rodin'in en önemli eserleri arasında Le Panseur (Düşünen Adam), Les Trois Ombres (Üç Gölge), Adam et Eve (Adem ile Havva) ve Le Baiser (Öpücük) yer alıyor.
Hürriyet, Haber: Murat Çakır, 03.06.2006
TOPKAPI SARAYI İNTERNETTE

Türkiye'nin en önemli kültürel zenginliklerinden biri olan Topkapı Sarayı için internette tanıtım sayfası hazırlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğünün işbirliğiyle hazırlanan web sayfasına "www.topkapisarayi.gov.tr" adresinden ulaşılabilecek.

Türkçe hazırlanan site, 9 Haziran'dan itibaren İngilizce de hizmet verecek.
Hürriyet, 03.06.2006
SİDE'DE KİBELE BULUNDU

Antalya'nın Manavgat ilçesi sınırlarındaki Side Antik Kenti'nin batı nekropolünde yürütülen kurtarma kazı çalışmalarında bir Kibele heykeli bulundu. Side Müzesi Müdürü Arif Küçükçoban, 22 santimetre yüksekliğinde beyaz mermerden yapılan heykelde, Kibele'nin iki yanında aslan bulunan bir taht üzerinde oturtularak tasvir edildiğini söyledi. Küçükçoban, heykelin, İ.Ö. 8. yüzyıla ait olabileceğini belirterek, "Heykel, Hitit ve Frig kültürleriyle ana tanrıça inancının bölgedeki etkisiyle ilgili yeni bilgilere ulaşılması bakımından son derece önemli" diye konuştu.
Radikal, 03.06.2006
VAKIFLAR, YURTDIŞINDAKİ OSMANLI ESERLERİNİN ENVANTERİNİ ÇIKARACAK

Yurtiçindeki eserlerin büyük bölümüne yönelik restorasyon projesi yürüten Vakıflar Genel Müdürlüğü, ülke dışındaki Türk eserlerine de sahip çıkacak.

TBMM'de görüşülmeye devam eden Vakıflar Kanunu'yla tüm dünyadaki Türk eserlerini tamir etme yetkisine kavuşacak olan Genel Müdürlük, birçok ülkede bulunan Osmanlı eserlerine yönelik envanter çalışması başlattı. Nerede hangi eserin bulunduğunun tam olarak tespit edilmesinin ardından, yok olmaya yüz tutan tarihî değerlerin yeniden canlandırılması hedefleniyor. Eserin bulunduğu ülkenin bu konuda sorun çıkarması durumunda ise AİHM gibi uluslararası mahkemelere gidilecek. Vakıflar Kanun Tasarısı'nı görüşen Adalet Alt Komisyonu'nun başkanı AK Partili Recep Özel, “Başkalarının Türkiye'de 100 eseri varsa, bizim dışarıda belki bin eserimiz var. Ancak ne yazık ki bugüne kadar dışarıdaki eserlerimizin envanterini bile çıkaramamışız. Öncelikle bunun tamamlanması lazım.” dedi.

Bu arada, tasarıya ilişkin alt komisyon görüşmelerinde CHP'liler tasarının kanunlaşmasıyla Ayasofya'nın kiliseye dönüşebileceği iddiasında bulundu. Tasarıya karşı çıkan CHP'lilere göre kanunla birlikte Büyükada ve Gökçeada'nın da kaybedilmesi gündeme gelebilecek. Konunun uzmanlarından Doç. Dr. Ali Akyıldız da CHP'lilerin itirazlarında haklılık payı bulunduğunu bildirdi.
Zaman, Haber: Habib Güler, 03.06.2006
TUZ HANI'NDA RESTORASYONA START

Bursa, Osmangazi Belediyesi, tarihi ve kültürel mirasın korunması projesi kapsamında Tuz Hanı'nın restorasyon çalışmalarına başladı. Esnaf ile sıkıntıların yaşandığı Tuz Hanı'nda, bazı dükkanların boşaltıldığı, hana sonradan eklenen bölümlerin ise yıkılmaya başlandığı belirtildi.

Timurtaşpaşa'nın oğlu Umurbey tarafından 1454 yılında yaptırılan ve yaşanan 3 depremde büyük hasar gören Tuz Hanı'nı, yeniden hayata döndürecek restorasyon çalışmalarına başlandı. Restorasyon işini üstlenen Öztimurlar İnşaat Şantiye Şefi Özgür Kuru, üst katında 22, alt katında 16 dükkan bulunan hanın, aslına uygun hale getirileceğini söyledi. Çalışmalar çerçevesinde hana sonradan eklenen kemer altı duvarlarının yıkılacağını ve hanın orijinal haline kavuşacağını anlatan Kuru, tarihi yapının ayrıca hemen arkasında bulunan Nilüfer Köylü Pazarı'na bir geçit ile bağlanacağını kaydetti. Kuru, bir sorunla karşılaşılmadığı takdirde restorasyon çalışmalarının 6 ay içinde tamamlanacağını belirtti.

Bu arada, keşif bedeli 521 bin YTL olan restorasyon maliyetinin Tuz Hanı'ndaki mülk sahiplerinden tahsil edilecek olması ise huzursuzluğa neden oluyor. Han içindeki 8 mülk sahibinin restorasyon çalışmasının durdurulmasına yönelik dava açtığı öğrenilirken, belediyenin ise han ile ilgili kamulaştırma kararı aldığı kaydedildi. Esnaf ve mülk sahipleri ile belediye arasında su yüzüne çıkmasa da gerginlik sürüyor. Kamulaştırılmasına karar verildiği takdirde, belediye ile masaya oturacak olan mülk sahipleri, ödenecek bedelin tatmin etmemesinden endişe ederken, handa kiracı olan ve inşaat nedeniyle dükkanını boşaltan esnaf ise restorasyon tamamlandıktan sonra yeniden dükkanını açıp açamayacağı konusunda kaygılı.
Bursa Hakimiyet Gazetesi, 03.06.2006
TARİHİ ESER KAÇAKÇISI İKİ KİŞİ YAKALANDI

Aydın'da, tarihi eser kaçakçılığı yapan 2 kişi yakalandı. Edinilen bilgiye göre, ihbar üzerine, jandarma ekipleri, merkez Yılmazköy'de, H.B'ye ait zeytin bahçesinde arama yaptı. Aramada, Roma dönemine ait ortası delikli mermer parçası ele geçirildi. Aynı köyde A.C'nin evinde yapılan aramada ise ''kuyu bileziği'' olarak bilinen Roma dönemine ait tarihi eser bulundu. H.B. ve A.C'nin gözaltına alındığı bildirildi.
Aydın Denge Gazetesi, 02.06.2006
300 YILLIK ÇEŞMENİN
KİTABESİ ÇALINDI

Balıkesir'in Edremit ilçesinde, Osmanlılar döneminde atların sulandığı bir çeşmede takılı bulunan yaklaşık 300 yıllık tarihi kitabe çalındı.

Hekimzade Mahallesi'nde bulunan ve 1700'li yıllarda şehir dışından gelen kişilerin atlarını sulayabilmeleri için yapılan tarihi çeşmenin kitabesi, kimliği meçhul kişiler tarafından çalındı.

Tarihi çeşmesinin kitabesinin çalınması mahallelilerin tepkisine neden oldu.
Körfezin Sesi Gazetesi, 02.06.2006
KAZI, ARAŞTIRMA VE ARKEOMETRİ SEMPOZYUMU

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü faaliyetleri kapsamında gerçekleştirilen "28. Uluslararası Kazı Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu" Çanakkale'de yapıldı.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Terzioğlu Kampüsü Troya Kültür Merkezi'nde düzenlenen sempozyumun açış konuşmasını yapan Bilim Kurulu Başkanı Kutlu Emre, tarihi özelliğiyle önem taşıyan Çanakkale'de yapılan sempozyumun önemine değinerek, "Kazı ve araştırmaların sonuçlarının duyurulmasının yalnızca bu tür sempozyumlardaki sunumlarla yeterli olmayacağı bir gerçektir. Genel Müdürlüğümüzce kazı sonuçlarıyla ilgili bilimsel yayınların en kısa zamanda bilim alemine sunulması temin edilmelidir" dedi.

ÇOMÜ Rektörü Prof. Dr. Ramazan Aydın, üniversite olarak önemli bir sempozyuma ev sahipliği yapmanın mutluluğunu yaşadıklarını belirterek, "Çanakkale'mizde arkeolojinin gelişmesi, bu konuda bilimsel araştırmaların yapılması, bunların yayına dönüştürülmesi, sergilenmesi ve herkesle paylaşılması için üniversite olarak ne gerekiyorsa onu yapmaya çalışıyoruz" diye konuştu.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün ise, bu tür sempozyumların sadece bilimsel yönü değil, aynı zamanda çeşitli meslek gruplarını bir araya getirerek dostlukları pekiştiren sosyal bir etkinlik olma özelliği taşıdığını ifade etti. Düzgün, "2005 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla 63 Türk, 37 yabancı kazısı, 30 müze kazısı, eski eser ve müze kaçakçılığının önlenmesi amacıyla da acil müdahale gerektiren 85 kurtarma kazısı gerçekleştirilmiştir. Bunların yanı sıra karayolu ve baraj etkileşim alanlarında yer alan 23 alanda acil kurtarma kazısı ve 4 alanda da yüzey araştırması yapılmıştır. Yine 2005 yılında ülkemizde 665 Türk, 31 yabancı bilim adamı tarafından yüzey araştırması gerçekleştirilmiştir. Böylece 2005 yılında 238 adet kazı, 101 adet yüzey araştırması olmak üzere toplam 339 adet bilimsel araştırma gerçekleştirilmiş, 2004 yılına göre yüzde 14 oranında bir artış göstermiştir. 2006 yılı için bakanlığımıza yapılan başvurulardan bu sayının gittikçe artacağı beklenmektedir" şeklinde bilgi verdi.

Arkeolojik kazılarla ortaya çıkan bulgular ışığında varılan bilimsel sonuçlar kadar açığa çıkarılan kültür varlıklarının onarılarak gelecek kuşaklara aktarılmasının da önemli bir görev olduğuna dikkat çeken Düzgün, şunları söyledi: "Arkeolojik kazılarda ve kazı alanlarında yapılacak restorasyon, konservasyon proje ve uygulamalarında uyulacak olan usul ve esaslar ile kazı alanlarında yapılacak kazı, restorasyon konservasyon ve çevre düzenleme uygulamalarının denetlenmesine yönelik usul ve esaslara ilişkin 2 yönerge yürürlülüğe girmiştir. Koruma sürecinin tespit, tescil ve planlama olarak tanımlanabilecek olan aşamalarının ilk ve en önemli bölümü korunacak değerlerin doğru tanımlanması, tespiti ve belgelenmesidir. Hızla bozulan, vasıf değiştiren ve yok olan korunması gereken çevre ve onu oluşturan kültürel ve doğal varlıklar hakkında derlenen her türlü bilgi bu yönüyle belgesel bir değer taşımaktadır. Ülkemizin kültür envanterinin hızla tamamlanabilmesi için değerli bilim adamlarımızdan, özellikle yüzey araştırmaları kapsamında çalışma bölgelerindeki kültürel değerleri tespit ederek bu belgelerin bize ulaştırılmasını beklediğimizi belirtmek isterim."
Yasadışı yollarla ülke dışına çıkarılan Anadolu eserlerinin iadesinin, uluslararası işbirliği anlayışı ve hukuk kuralları göz önünde bulundurularak ele alındığını anlatan Düzgün, "İnsanlık tarihi açısından büyük önem taşıyan eserlerin ait oldukları ülke topraklarında bulundurulması gerektiği konusunda yerli ve yabancı bilim adamlarımızın bizlerle birlikte olduğuna ve bizleri destekleyeceğine inanıyorum" dedi.

2 Haziran tarihine kadar devam eden sempozyumda hafta boyunca 4 salonda kazılara ait 129, yüzey araştırmalarına ait 84, arkeometri çalışmalarına ait 30 ve müze araştırmalarına ait de 31 olmak üzere toplam 274 tebliğ sunuldu. Ayrıca 30 Mayıs'ta Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç yabancı kazı başkanlarıyla bir toplantı yaptı. Yabancı kazı heyeti başkanlarıyla yapacağı toplantı için Çanakkale'ye gelen Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, 28. Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'na dinleyici olarak katıldı.

Yabancı kazı heyeti başkanlarıyla olan toplantıda Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2005 yılında yaptığı çalışmalara değinen Bakan Koç, "Arkeologların buluşları beni dehşet heyecanlandırıyor. 2005 yılında 3930 adet kazı ve yüzey araştırması gerçekleştirdik. Yabancı kazı heyetlerinin geçen yıl yaptığı çalışmalar bakanlığımızca değerlendirilmektedir. 85 arkeolog istihdamı açtık. Ülkemizdeki modern üniversitelerimizden 33 tanesinde arkeoloji ilmi öğretilmektedir" diye konuştu. Kazı çalışmaları ile ilgili diğer önemli bir konunun restorasyon ve koruma çalışmaları olduğunu vurgulayan Bakan Koç, "Restorasyon ve koruma çalışmalarına çok az yer verilmektedir. Bakanlığımızca restore ve koruma çalışmaları konusunda daha iyisinin yapılması planlanmaktadır. Yerli ve yabancı tüm kazı heyetlerinin çalışmaları ciddi bir şekilde denetlenmelidir. Bu denetleme kültür varlıklarını koruma bakımından çok yararlı olacaktır. Arkeolojik çalışmalar deneme tahtası gibi olursa, bu kültür varlıklarına zarar verecektir. Buna Bakanlık olarak müsaade etmeyiz" şeklinde konuştu. Türkiye'de 2600 adet el değmemiş höyük olduğunu hatırlatan Bakan Koç, "Türkiye'de bulunan bu höyüklere ben petrol kuyuları adını veriyorum. Bu höyüklerin gerçek petrol kuyularından farklıdır. Farkı da gerçek petrol kuyuları savaşa ve işgale neden olurlar. Benim höyüklerim ise barışa neden olan petrol kuyularımdır. Ülkemizde 115 tane antik tiyatro var. henüz açılmamışlar ile birlikte toplam 215 tane antik tiyatromuz var. Bunların tekrar kullanılır hale getirilmesi benim için çok önemli" diye konuştu. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, daha sonra Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Troia Kültür Merkezi'ndeki 'Arkeolojik Kitap Sergisi'ni gezdi.
burasicanakkale.com, 02.06.2006
BU HEYKEL GELECEK !

Adana Müzesi vermemekte, Gaziantep Müzesi almakta kararlı.... 1931 yılında Adana Arkeoloji Müzesine teslim edilen Afrodit Genetriks heykeli tartışma konusu oldu. Gaziantep Müze Müdürlüğü bizim olan heykeli almak için girişimde bulundu ancak Adana Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Tosun, Afrodit Genetriks heykelinin Gaziantep'e götürülmesine izin vermeyeceğini söyledi. Şimdi gözler Gaziantep Arkeoloji Müzesi'ne çevrildi.

Adana Arkeoloji Müzesi'nin 1924 yılında kurulduğunu ve bölge müzesi olarak hizmet verdiğini ifade eden Tosun, "Adana'dan çıkartılan birçok tarihi eser İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor. Türkiye'de her açılan yeni müze Gaziantepliler'in yaptığını yaparsa bir karmaşa yaşanır. Bu karmaşaya meydan vermemek lazım. 3 eserin müzemizde kalması için gösterdiğimiz çabaya Adana milletvekilleri Ziya Yergök ve Recep Garip'ten başka kimse destek vermedi. Gaziantepli canla başla tarihi eserleri müzesine götürmek için çaba harcarken ben bu savaşta tek başıma kaldım. Ama ne olursa olsun müzeden tek bir eser dahi vermeyeceğim. Buna göz yumulursa müzede tarihi eser kalmayacak. 76 yıldan bu yana müzemizde sergilenen ve çok önemli olan bu eserleri kesinlikle vermeyeceğim. Bu konuda mücadelemi sürdüreceğim" diye konuştu.

Kazım Tosun yaptığı açıklamada, 75 yıl önce Zeugma Antik Kenti'nden çıkarılan ve o dönemde Gaziantep'te müze olmadığı için Adana Arkeoloji Müzesi'ne teslim edilen mermer Afrodit heykelinin, Gaziantep Arkeoloji Müzesi'ne götürülmek istendiğini belirtti. Tosun, 1 metre 21 santimetre yüksekliğinde, üzerinde şeffaf bir giysiyle ayakta duran, sağ eliyle belinden sarkan giysi tomarını tutan ve dirsekten kırık olan sol elinde ise elma bulunan aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit heykelinin M.S. 2. yüzyılda yapıldığını ve Roma dönemine ait bir eser olduğunu kaydetti. Afrodit heykelinin Gaziantep Arkeoloji Müzesi içinde bulunan ''Afrodit evinde'' sergilenmesi için milletvekili ve sivil toplum kuruluşlarının girişimlerde bulunduğunu hatırlatan Tosun, "Zeugma'dan çıkartılan 79 eserden 8'i müzemizde sergileniyor. Afrodit heykeliyle birlikte fıstık tutan çocuk kabartması ve aslan kapı eserleri de müzemizden alınmak isteniyor. Bu 3 eser müzemizin en önemli eseri. Yıllar sonra bu eserlerin müzemizden alınması kabul edilemez" dedi.
gaziantep27.com, 02.06.2006
KIRKODALI KONAĞI 125 YIL SONRA OTEL OLUYOR

Yapımı 1881'de gerçekleştirilen, askeri hastane, kışla ve ilkokul olarak kullanılan tarihi Kırkodalı Konağı artık turizme hizmet verecek. Kırkodalı Konağının turizm amaçlı konaklama tesisi olabilmesi için geçici ihalesi yapıldı. Açık artırma usulüyle yapılan ihaleye, 3 firmanın yanı sıra 1 kişi de kendi adına katıldı. İhaleyi 73. turda 3 bin 509 YTL'ye Salt Beton Parke İnşaat Taahhüt Turizm Temizlik, Tarım,Hayvancılık Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi kazandı. Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürü Yavuz Yücebıyık, amaçlarının tarihi konağı turizme kazandırmak olduğunu söyledi. İhale sonuçlarınınVakıflar Genel Müdürlüğüne gönderileceğini bildiren Yücebıyık, ''Buradaki onaydan sonra 2 ay içinde projesi hazırlanıp Anıtlar Kuruluna sunulacak. Proje, Anıtlar Kurulunda onaylandığı takdirde 8 ayiçinde konağın restorasyonu bitirilecek ve hizmete açılacak'' diye konuştu.

Balkan Savaşları sırasında askeri hastane ve kışla olarak kullanılan konak, bir dönem de ilkokul olarak hizmet verdi. Vakıflar Genel Müdürlüğünce 1956'da İl Özel İdaresinden satın alınan konak, 1985'e kadar öğrenci yurdu olarak kullanıldı. Kırkodalı Konağı, 2001'de Kastamonu Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğüne onarımının yapılması şartıyla, Kültür ve Sanat Evi olarak kullanılmak üzere tahsis edildi. Restorasyon 2003'te tamamlandı. Ancak, konağın belirtilen amaçla işletilmesinin verimli olamayacağı gerekçesiyle 2005'te tahsis işlemi iptal edildi ve konak Vakıflar Bölge Müdürlüğüne teslim edildi.
Kastamonu Postası, 02.06.2006
ESHAB-I KEHF DAVASI

Eski Emekli Müftü Hüseyin Aşık Eshab-ı Kehf'in Tarsus'ta olduğunu söyleyerek Tarsus 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açtı.

Emekli müftü Hüseyin Aşık şunları söyledi: “İki yıldır İstanbul'dan Tarsus'taki Eshab-ı Kehf'in yerine Maraş ili Afşin ilçesinde olduğu iddialarını izliyorum. Dayanamadım Tarsus'a geldim. Kuran'da Kehf suresinde 18 ayette net olarak Kıtmir dahil 8 kişiden bahseder. Aynı surenin 16 ve 17. ayetinde mağara tarif edilmektedir. Oysa Afşin'in Eshab-ı Kehf mağarası Afşin'de diye iddia ettiği yer aslında bir dağ yamacında başka bir yer değildir. Tarsus'ta bulunan Eshab-ı Kehf Kuran'da Kehf suresinde 16. ve 17. ayette tarif edilen mağaraya tıpa tıp uymaktadır. Ben Eshab-ı Kehf'in Tarsus'ta olduğunu mahkemede delilleri ile birlikte sunarak ispat edeceğim. Tüm Tarsus'luların benim bu mücedeleme destek olmasını bekliyorum. 10 Mayıs 2006 tarihinde gazetenize gönderdiğim yazımda da olayların ne şekilde geliştiğini açıklamıştım.

Halkın dini inançlarını istismar eden Afşin'deki ilgililer hakkında da gerekli kanuni haklarımı mahkeme yoluyla arayacağım” diyen Aşık sözlerini şu şekilde sürdürdü:“Tarsus ilçesi merkezinde “Eshab-ı Kehf Külliyesini Koruma ve Yaşatma Derneği” kurarak Eshab-ı Kehf'i tüm dünyaya tanıtma ve bilgilendirme görevini üstleneceğiz” dedi.
Tarsus Haber, 02.06.2006
TARİHÎ KURŞUNLU MEDRESESİ HARABEYE DÖNMEKTEN KURTARILACAK

'Alimler Ocağı' diye adlandırılan, birçok ünlü fikir ve din adamının yetiştiği Erzurum Kurşunlu Medresesi ve Cami'inde restorasyon çalışmaları nihayet başladı. Özellikle bakımsızlık ve ilgisizlikten harabeye dönerek, cami cemati ile mahalle sakinlerinin tepkisini çeken caminin, medrese kısmının asli görüntüsüne döndürülmesi için beklenen onarım kararı imzalandı.

Ekim ayına kadar tamamlanması planlanan çalışmalar kapsamında medresenin ve caminin çatıları söküldü. Baran İnşaat tarafından yapılan çalışmaların bitirilmesinin ardından medrese aslına uygun olarak ziyaretçilere açılacak.

Erzurumlu Feyzullah Efendi tarafından yaptırılan Kurşunlu (Fevziye) Medresesi'nde, son dönemin tanınmış onlarca alimi yetişti. Taş yapı olan medrese, Tevhidi Tedrisat Kanunu'nun ardından Kur'an kursuna çevrildi. Bakımızlıktan ve ilgisizlikten zamanla unutulmaya yüz tutan medrese, 2001 yılında kullanıma kapatıldı. Mirza Mehmet Mahallesi'nde aynı adla anılan Kurşunlu Camii'nin bitişiğinde bulunan medresede 13 öğrenci odası bulunuyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün çalışmaları sonrası tarihî medreseye eski görünümü tekrar kazandırılacak.
Zaman, 02.06.2006
TROİA'DA ÖNCELİK SERGİYE

Troia Antik Kenti'ndeki kazılara geçen yıldan beri başkanlık eden Almanya'nın Tübingen Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ernst Pernicka, “Bundan sonraki dönemde kazılara ağırlık vermektense, kazı sonuçlarını değerlendirmeye, kazılardan çıkarılan buluntuların değerlendirilmesine” öncelik vereceklerini söyledi.

Antik kentte uzun yıllar boyunca kazı başkanlığı görevini yürüten Prof. Dr. Manfred Korffman geçen yıl hayatını kaybetmiş, onun yerine bu göreve Prof. Dr. Ernst Pernicka getirilmişti.

Çalışmalar hakkında sürekli yayın yapacaklarını anlatan Pernicka, “Troia hakkında yıllardır tartışma yaşanıyor. Bu tartışmalardan en önemlisi buranın bir ticaret merkezi olup olmadığı yönündeydi. Bu tartışmaları azaltmak için sürekli yayın yapmayı planlıyoruz” dedi.

Pernicka, Troia ören yerine kurulması planlanan Troia Müzesi ve yurtdışında bulunan Troia hazineleri hakkındaki görüşlerini ise şöyle açıkladı: “Troia arkeoloji biliminin kader tepesidir. Troia ören yerinde yapılacak müze, bölgeyi gezmeye gelen binlerce turistin rahatça dolaşabileceği bir mekanı halini almalıdır. Bu müze konseptinde Troia eserlerinin sunulması ön planda olmalıdır. Müze oluşturmadaki diğer bir amaç ise eserlerin bir araya getirilmesidir. Yurtdışına kaçırılan Troia hazinelerinin bölgeye getirilmesi konusunda kesin bir şey söyleyemem, ama eserler çok iyi kopyalarla müzede yer alabilir. Bunun yanında geçici bir süre orijinal eserler sergilenebilir. Ancak eserlerin çıktığı yerde sergilenmesi herkesin gönlünde yatan bir şeydir.”

Bu yıl Troia'da aşağı kent savunma sistemini tespit etmeye yönelik kazılar yapacaklarını anlatan Pernicka, bunların, Korfmann'ın başlattığı çalışmalar olduğunu kaydetti.
Evrensel Gazetesi, 02.06.2006
TARİHİ ESERLER YAZI TAHTASINA DÖNÜŞTÜ

Van'ın Akköprü Mahallesi'nde bulunan Urartular dönemine ait tarihi eserler, ilgisizlik ve bilinçsizlikten dolayı üzerine yazılan çeşitli yazılarla çirkin bir görünüme üründü. Toprakkale yakınlarındaki Meher Kapı mevkiinde bulunan Urartulardan kalma eserlerin hali, görenleri şaşırtıyor.

Urartuların, inandıkları 79 tanrının isimlerinin yazıldığı kitabelerin de bulunduğu bölgede, tarihi eserler üzerine çeşitli renkteki boyalarla yazılan ve çoğunlukla aşk, sevgiyi anlatan cümleler kötü bir görünüm arz ediyor. Urartuların tapınak olarak kullandıkları bildirilerek, kayalara oyulmuş yapıtların bu halinin ilgisizlikten kaynaklandığı ve bilinçsiz bazı gençlerin buraları yazı panosuna dönüştürdükleri kaydediliyor.
Van Kent Haber, 02.06.2006
EDİRNE'DEKİ MURADİYE CAMİİ'NİN ŞADIRVANINDAKİ ÇEŞMELER ÇALINDI

Menzilahir Mahallesi'ndeki Muradiye Camii'nde ihbar üzerine yapılan incelemede, şadırvan ve tuvaletteki 16 musluğun uzatmalarıyla birlikte çalındığı anlaşıldı

Tarihi caminin duvarlarındaki çinilerin bir bölümü de 5 yıl önce yerlerinden sökülerek çalınmıştı.
trt.gov.tr, 02.06.2006
KİLİMCİLERDEN YETKİLİLERE MÜZE TEPKİSİ

Van'daki kilim satıcıları, Van Müzesi'nin kapalı olması yüzünden yüzde 50 oranlarında turist kaybı yaşandığını, kendilerinin de bu durumdan ekonomik olarak olumsuz yönde etkilendiklerini bildirdi.

Van Müzesi önünde kilim satışı yapan kilimciler, tadilata giren müzenin zamanında açılmamasına tepki gösterdi. Sabah saatlerinde müze önünde toplanarak basın açıklaması yapan kilim satıcıları, müzenin 5 Nisan 2006 tarihinde hizmete açılmasını beklediklerini ancak nerdeyse 2 ay geçmesine rağmen açılmadığını dile getirdi. Kilimciler adına basın açıklaması yapan Karmen Kilim sahibi Hasan Aslan, "Kars, Hakkari, Bitlis gibi illerden turist kafileleri Van'a gelmek için telefonla arıyor. Buradaki müzenin kapalı olduğunu duyunca da gelmekten vazgeçiyorlar. Müzenin kapalı olması ve belirlenen süre içerisinde yetiştirilmemesi ilin yüzde 50 oranlarında turist kaybına uğramasına sebep olmuştur. Türkiye'de Urartu medeniyetlerine ait tarihi eserlerin bulunduğu bu tek müzemizin açılmaması bizlerin de satışlarını büyük oranda etkilemiştir. Bu konuda Van Valisi başta olmak üzere tüm yetkililere, bu sorunu çözmeleri için sesleniyorum" şeklinde konuştu.

Öte yandan, konuyla ilgili olarak açıklamalarda bulunan Van Müze Müdürü Mete Tozkoparan, müze onarımının sadece binayla sınırlı olmadığını, etüt çalışmaları ve teşhir tanzim projelerinin hazırlanması gerektiğini kaydetti. Tozkoparan, müzenin zamanında açılmamasının en büyük nedeninin Kültür Bakanlığı tarafında yapılacak olan teşhir tanzim ve çevre düzenlemesi projeleri olduğunu ifade ederek, "Binanın onarım süreci bitse bile açılması mümkün değil. Çünkü Kültür Bakanlığı tarafından müzenin teşhir tanzim ve çevre düzenleme projeleri hazırlanıyor. Bunlar hazırlandıktan sonra ihalesi yapılacak. Bakanlıktan gelecek olan ekiplerle yeni bir düzenleme yapılacak" şeklinde konuştu.
Van Kent Haber, 01.06.2006
SAVAŞ TANRISI MARS'A LAZERLİ KORUMA

Zeugma'da çıkarılan savaş tanrısı Mars heykelinin akıbeti, Karun Hazineleri gibi olmasın diye lazer güvenlik sistemiyle korunuyor. Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Mehmet Önal, bronz Mars heykelini, Zeugma Antik Kenti'nin Birecik Barajı göl suları altında kalan bölümünde 2000 yılında yürüttükleri kurtarma kazısı sırasında bulduklarını anımsattı.

Mars heykelinin Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nde korunan ve sergilenen en önemli birkaç eserden biri olduğunu vurgulayan Önal, ”Çok değerli olması nedeniyle bu eseri korumak için lazer güvenlik sistemini tercih ettik. Esere fazla yaklaşılınca alarm sistemi devreye giriyor” diye konuştu.

Mars heykeli ile Zeugma Antik Kenti'nin simgesi haline gelen ”Çingene Kızı” mozaiğini de lazer güvenlik sistemiyle koruduklarını belirten Önal, şunları kaydetti: “Bakanlığımızın müzelerdeki eserlerin sayılmasına ilişkin genelgesi bize de ulaştı. Bizim müzemizde 90 bin eser var ve hepsi envantere kayıtlı. Bu eserlerden 5 binini sergiliyoruz, diğerlerini koruyoruz. Müzemizde sergilediğimiz en değerli eserler Zeugma'dan kurtarılan 550 metrekare mozaik, 120 metrekare duvar resmi, 2 bin 500 kil mühür baskı ve savaş tanrısı Mars heykeli.”

Eserlerin sergilendiği salonları değişik açılardan güvenlik kameraları aracılığıyla izleyerek kayıt yaptıklarını bildiren Önal, her salonda güvenlik görevlisi bulundurma olanağına sahip birkaç müzeden biri olduklarını belirtti. Müzecilik çalışmaları kapsamında Gazianteplileri tarihi ve kültürel mirası sahiplenmeleri konusunda bilinçlendirmeye çalıştıklarını ifade eden Önal, “Biz müzeciler tarihi ve kültürel mirasın korunmasından birinci derecede sorumluyuz. Ama tarihi ve kültürel mirasın korunması, toplumsal bir görevdir” dedi.

Kurtarma kazıları sırasında bulunan Mars heykeli, Zeugma'dan kurtarılan en değerli eserlerden biri kabul ediliyor. Savaş tanrısı Mars'ın bronzdan yapılmış çıplak heykelinin gövdesi (S) hareketi yaparak ayakta duruyor. Dirseğinden bükerek yukarı kaldırdığı sağ eli bir mızrak tutar gibi işlenen Mars, sol eliyle de kıvrık dallı bir çiçek tutuyor. Savaş ve bereketi simgeleyen dünyadaki bilinen tek Mars heykeli olan eserin, MÖ 2. yüzyıldan günümüze kaldığı ifade ediliyor.

Mars haykeli, sırt üstü yatar pozisyonda, üzerine düşen ağır cisimler nedeniyle sol kolu kırık, göğüs bölümü yanık ve ezik, eli ise parçalanmış halde bulunmuştu. Heykel, 2001 yılında İtalyan Dr. Roberto Nardi başkanlığındaki ekip tarafından yapılan ve yaklaşık bir yıl süren çalışma sonunda sergilenmeye hazır hale getirildi ve Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nde kendisi için özel olarak hazırlanan bölümde teşhir edilmeye başlandı.
Hürriyet, 01.06.2006, Büyük foto: gaziantep27.com














ACEM TEKKESİ''NDE RESTORASYON

Samsun'un İlkadım Belediyesi'nce beldede bulunan tarihi ''Acem Tekkesi''nde başlatılan restorasyon çalışmalarının devam ettiği bildirildi. İlkadım Belediye Başkanı Erdoğan Tok, yaptığı açıklamada, restorasyonun Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan bağlanan ödenekle gerçekleştirildiği Acem Tekkesi'ndeki çalışmaların devam ettiğini kaydetti.

Uzun yıllardan beri atıl vaziyette olan ve bir türlü restorasyonu yapılamayan Acem Tekkesi'nin restorasyonu için yapılan girişimlerin sonuç vermesinden mutluluk duyduğunu belirten Tok, ''Bu tarihi ve manevi değeri yüksek binanın restorasyonunu yapmak bize nasip oldu. İnşallah bu yılın sonunda çalışmalarımızı tamamlayarak ve halkın hizmetine açacağız'' dedi.
Samsun Haber, 01.06.2006
120 MİLYON YILLIK MAĞARA TURİZME AÇILIYOR

Dörtyol'a bağlı Payas Beldesi'nde 5 yıl önce keşfedilen 120 milyon yıllık Sincan Mağarası'nın turizme açılması için çalışma başlatıldı.

Dörtyol Kaymakamı Hayri Sandıkçı, Payas Belediye Başkanı Bekir Altan ile birlikte Sincan Köyü'nde 5 yıl önce keşfedilen 120 milyon yıllık Sincan Mağarası'nı gezdi. Mağarayı ilk kez gezen Kaymakam Sandıkçı, Mustafa Kemal Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cevdet Melih Erek'ten mağara hakkında bilgi aldı. Erek, Sincan Mağarası'nın yaklaşık 120 milyon yıllık olduğunu ve içerisinde 300 senede oluşan sarkıtlar bulunduğunu belirtti. Mağara içindeki sarkıt ve dikitlere dayanarak tahminde bulunduklarını ifade eden Erek, sarkıt ve dikitlerin oluşumu için milyonlarca yıl gerektiğine dikkat çekerek, "İkisinin buluşması da milyonlarca yıllık bir süreci gerektirir, ama bizim belirttiğimiz süreç bir tahmini oluşturmaktadır. Mağarada suyla oluşan sarkıt ve dikitlerin 3 metre yüksekliğe ulaşan buluşması bile milyonlarca yıllık bir sürecin geçtiğini gösteriyor. Zira, bu suyla oluşan bir süreçtir ve biz bunun Crtecfaa olarak adlandırılan bir jeolojik dönemi kapsadığını, belki o dönemden bile eski olabileceğini tahmin ediyoruz" dedi.
Kaymakam Hayri Sandıkçı ise, mağaranın bulunduğu Amanos Dağları'nın mutlaka turizme açılması gerektiğini ifade ederek, bölgenin pek çok güzelliğe sahip olduğunu, bunların tanıtılması gerektiğini kaydetti. Daha sonra beraberindekilerle birlikte "Meryem Ana" suyunun bulunduğu bölgeye giden Sandıkçı, geçtiğimiz aylarda katıldıkları Emit Fuarı'nda Dörtyol ve çevresini tanıttıklarını, bunun ilk adım olduğunu söyledi.
Hatay Kent Haber, 01.06.2006
MÜZELERİN DEVRİ NELER GETİRECEK?



Müzeler için 'reform' sayılabilecek kanun tasarısı 31 Mayıs 2006'da TBMM İçişleri Komisyonu'ndan geçerek kanun olma yolunda hızla ilerlerken, birçok soruyu da beraberinde getirdi. Tasarı; kütüphaneler, müzeler, saraylar ve ören yerlerinin yönetiminin belediyelere devrini öngörmesi nedeniyle eleştiriliyor. Müze, kütüphane gibi kurumların kaderi hakkında uzmanların değil, belediye meclisinin karar vermesini sakıncalı bulan kültür dünyası temsilcileri, bu yeni düzenlemenin kültür hayatına darbe vuracağını savunuyor. Ancak asıl olarak eleştirilerin odak noktasını müzeler oluşturuyor. Müzelerin il özel idarelerine ya da belediyelere devrinin mevcut kadrolarla şu andaki 'hantal' yapıya canlılık kazandırmayacağı iddia ediliyor.

Tasarı kanunlaşırsa, bakanlığa bağlı devlet güzel sanatlar galerileri, müzeler, kütüphaneler, kültür merkezleri ile enformasyon büroları belediye sınırları içinde belediyelere; belediye sınırları dışında da il özel idarelerine devredilecek. Bakanlık, devrettiği müze ve kütüphanelerin sadece denetiminden sorumlu olacak. Bu durumun İstanbul gibi büyük şehirlerde zaten oturmuş altyapı nedeniyle sorun teşkil etmeyeceğini söyleyen İstanbul Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı, Anadolu'daki illerde bu hizmetin nasıl yapılacağının dikkatle düzenlenmesi gerektiğini ifade etti.

Turizmhabercisi.com'a tasarıyla ilişkili özel açıklamalarda bulunan Taşbaşı, müzelerdeki deneyimli, bilgi birikimi yüksek personelin bu yeni düzenlemeyle harcanmamasını diledi. Taşbaşı, "Biliyorsunuz bizim devlet anlayışımızda yeni gelen kendi kadrosuyla gelir, her yapılan yeni düzenleme yeni eleman getirir. Müzelerimizdeki yetişmiş, eldeki kaliteli personeli de bu yeni kanunla değiştireceksek olmaz" dedi.

Müzelerdeki yetki konusunda valiliklerin doğru adres olduğunun altını çizen Taşbaşı, tasarının müzelerin il özel idarelerine devir konusundaki maddelerini olumlu buldu. Taşbaşı şöyle konuştu: "Müzelerimiz kültür turizminin merkezleridir. Turizm; ulaşım, altyapı, üretim, sağlık, güvenlik, çevre, vs.'nin bir bütününden oluşur. Bu alanlar düzgün olursa ancak turizm yapılabilir. Bu saydığımız alanlarda yetki ve sorumlulukların adresi valilikler olduğuna göre, valiliklerin turizmde söz sahibi olmasını sağlayacak düzenlemelerin yapılması doğrudur. Kültür varlıklarının işletmesinin valiliklere devriyle zincirleme iyileştirmeler mümkün olabilir. Biz İstanbul'da zaten belediyelerle işbirliği ve koordinasyon içinde çalışıyoruz. Bu konuda içimiz rahat. Özellikle turizmin olmazsa olmazı tanıtım konusundaki işbirliğimiz örnek verilebilir.”

Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı (TAÇ Vakfı) Başkanı Sinan Genim ise, özelleştirme dışında müzelere ilişkin hiçbir düzenlemenin bugünkü durumlarından kurtulmalarına yetmeyeceğini öne sürüyor. Devlet içinde yapılacak her düzenlenmenin aynı kısıtlı olanaklar dahilinde, aynı kadrolar içinde olduğu sürece çare olmayacağını savunan Sinan Genim, "Müzelerin işletmesini profesyonellere bırakmanın vakti çoktan gelmiştir. Bakın Topkapı Müzesi'nde bile yıllardır devam eden problemlere çare hala bulunamadı. En basit örnek tuvaletler, günce yüzlerce ziyaretçiyi ağırlayan böylesi önemli bir müzede hala tek bir tuvalet var; o da içler acısı durumda. Müzelerin iyileştirilmesi için en kısa zamanda özelleştirilmesi şarttır. Yetki devirleriyle sorunlar çözülemez." diye konuştu.

Öte yandan tasarının yasalaşması halinde, turizm ile birlikte kültür yaşamının da zarar göreceğini belirten Kültür Sanat Sen, gazetelere verdiği ilanda, böyle bir düzenlemenin bakanlığa, dolayısıyla da ülkeye nasıl zarar vereceğinin görülerek bundan vazgeçilmesini istiyor. Kültür Sanat Sen'in gazetelere verdiği ilanda tasarı ile ilgili olarak şöyle deniyor:
“Bakanlığı neredeyse ortadan kaldıran, geride kalan birikimlerini ise işlevsiz birer mikro örneklere çevirecek olan bu uygulamalar, ülkemizin geniş ve zengin kültürel dokusunu örseleyecek, doğru planlanmış yerelleşmeler içerisinde ülkeyi en ince sinir uçlarına kadar ayrıştıran bir hizmet görmeyi amaçlıyor.

Bu tasarı ile sayıları 1300'ün üzerinde olan halk ve çocuk kütüphanelerinin yaklaşık 20 adeti hariç, geriye kalanların tamamı bulundukları yere göre belediyelere ve bazıları da il özel idarelerine bağlanmış olacak. Yine bu taslağa göre ülkemizdeki müzelerin 23 tanesi Bakanlık uhdesinde kalırken, diğerleri yerel yönetimlere ve il özel idarelerine bağlanacak. İl kültür ve turizm müdürlükleri, kültür merkezleri, galeriler ve danışma bürolarını aynı akıbet bekliyor.

Bu yasa taslağı ile adında halk ibaresi olan 7'den 70'e bütün yurttaşlarımıza ücretsiz hizmet veren bir kurum ortadan kaldırılıyor. Vitrin ve depolarının her birinde 10 binlerce obje ile bütün dünyanın ilgisini üzerine çeken, Anadolu'da yeşermiş uygarlıklara ait dünyanın başka yerlerinde örneği olmayan nadide eserlere sahip olan müzelerimiz talana ve özelleştirilmeye açılıyor.”
turizmhabercisi.com, Kaynak: Özlem Kapar, 01.06.2006
TARİH GÖZ GÖRE GÖRE YOK OLUYOR

Gümüşhane'nin Şiran İlçesi'ne bağlı Çakırkaya Köyü'nde kayalara oyularak yapılan tarihi manastır, yıllarca defineciler tarafından tahrip edilmesi sonucu harabeye döndü.

Çakırkaya Manastırı'nın korunmaması ve definecilerin hışmına uğraması sonucu harabeye döndüğünü ifade eden Gümüşhane İl Genel Meclisi üyesi Şahbender Polat, manastıra ilgisizlikten yakındı. Meclis üyesi Polat, şunları kaydetti: "Böyle bir tarihi yapıyı koruyamamak, hepimize büyük bir üzüntü veriyor. Kayalar oyularak yapılan bu manastırı bugünün teknolojisiyle yapmak asla mümkün değil. Ancak, hem definecilerin talanı hem de korumaya alınmaması ne yazık ki manastırın harabeye dönmesine neden oldu. Ancak, yine de her şeyi kaybetmiş değiliz. Manastırın içerisi restore edilir kırılan sütunlar aslına uygun olarak yapılırsa, yerli ve yabancı turistlerin önemli uğrak yeri durumuna gelir. Kaldı ki manastırın Tomara Şelalesi'ne olan uzaklığı ise 3 kilometre. Tomara Şelalesi'ne gelen yerli ve yabancı turistler, bu manastırı ziyaretlerinden oldukça üzgün ayrılıyor"

Milattan önce Çakırkaya Köyü'ne kayalar oyularak yapılan tarihi manastırın kesin yapılış tarihi bilinmiyor. Kayalar oyularak yapılan, merdivenlerle birlikte 12 basamak çıkıldıktan sonra geniş bir kapıdan girilen manastır 4 ana odadan oluşuyor. Her oda arasında bulunan sütunların kimler tarafından kırıldığı ya da korumasız kalması sonucu yıkıldığı belirtiliyor. Kayalar oyularak yapılan altı pencereyle aydınlatılan manastır içerisinde tavana yapılan haç ise hala özelliğini korumasıyla dikkat çekiyor.
Gümüşhane Kent Haber, 01.06.2006





BEYOĞLU'NDA DEVRİÂLEM

Mimarlar ve öğretim görevlilerinden oluşan bir uzman grubu, İstanbul'un göz bebeği Beyoğlu'nun tarihini araştırdı. Uzmanlar, Beyoğlu'ndaki değişimi gösterir örnek yapılar seçerek, bu yapıların tarihini belgelediler. Böylece, İstiklal Caddesi'nin geçmişine ışık tutacak belgesel anlamda çok önemli veriler elde edildi.

35 yaş altı genç mimarlar ve mimarlık öğrencileri arasında bir yarışma düzenlendi. Yarışmacılar, 50 yıl sonraki Beyoğlu'yu hayal ettiler ve hayallerini anlattılar. Aralarından seçilen katılımcılarla bir atölye çalışması yapıldı. Ortaya çıkan çalışmalar, Beyoğlu'nun nereye doğru gidebileceğini ya da gitmesi gerektiğini işaret ediyordu. Meydana,1870'lerden bu yana makyajını ve görüntüsünü sürekli değiştiren; ancak kültürleri, insanları ve zevkleri buluşturma misyonunda hiçbir değişime uğramayan bir Beyoğlu portresi çıktı. Demirören Gayrimenkul, Beyoğlu'nun kültürüne büyük katkı sağlayacak bu bilgileri, özel bir sergiyle sanatseverlerle buluşturdu. Araştırma danışmanlığını Yrd. Doç. Dr. Yıldız Salman'ın, mimari tasarımını ise Mimar Ahmet Özgüner'in yaptığı “1870'lerden 2050'lere Beyoğlu nereye?” adlı sergi bugün açıldı. Taksim Meydanı, Galatasaray Meydanı, San Antuan Kilisesi bahçesi, Odakule ve Tünel Meydanı olmak üzere 5 farklı noktaya yerleştirilen sergi yapıları üzerinde Beyoğlu'nun geçmişi 5 ana döneme ayrılıyor ve her dönemde nasıl bir değişim geçirdiği fotoğraflar, haritalar ve yazılarla belgeleniyor.
Türkiye Gazetesi, 01.06.2006
5 MİLYON YILLIK MAĞARA ŞAŞIRTTI

İsrail'de, milyonlarca yıl öncesinin ekosistemine sahip bir mağara bulundu. Mağarayı, taşocağı için kazı yapan işçilerin bulduğu ve yetkililere haber verdiği belirtildi. Mağaraya gelen bilim adamları, daha önce bilinmeyen omurgasız ve kabuklu türleriyle karşılaştı. Biyolog Dr. Hanan Dimantman, "Şimdiye kadar sekiz tür hayvan bulduk. Hiçbiri bugüne kadar bilim adamlarınca bilinmiyordu" dedi. Dimantman, mağaranın ekosisteminin muhtemelen, bölgenin bazı bölümlerinin Akdeniz sularının altında bulunduğu 5 milyon yıl öncesine ait olduğunu söyledi. Bilim adamlarının milyonlarca yıl boyunca bozulmadan kalmış olduğunu düşündükleri mağara, inceleme yapılmak üzere tamamen kapatıldı.
Radikal, 01.06.2006
ANTİK ASPENDOS`TA MEZUNİYET TÖRENİ

Antalya`nın Serik İlçesi`ne bağlı Belkıs Beldesi`nde bulunan Aspendos Antik Tiyatrosu`nda, tarihte ilk defa bir üniversite tarafından mezuniyet töreni düzenlendi.

Düzenlenen mezuniyet töreninde 11 fakülte, 4 yüksek okul ve 9 meslek yüksek okulundan toplam 1182 öğrenci diplomalarını aldılar. Törene, Akdeniz Üniversitesi Rektörü Mustafa Akaydın, Antalya Vali Yardımcısı Necdet Özeroğlu, Bölge İdare Mahkemesi Başkanı İsmail Toraman, Antalya İl Jandarma Komutanı J. Kur. Kd. Alb. İsmail Salim Olguner, Serik Kaymakamı Selami Altınok, Kumluca Kaymakamı Abdullah Aslaner, AÜ`nün onursal ve kurucu rektörü Prof. Dr. Yaşar Uçar, AÜ`nün idari ve akademik kadrosu, öğretim üyeleri, öğrenciler ve öğrenci velilerinden oluşan yaklaşık 10 bin kişilik bir davetli topluluğu katıldı.

Saygı duruşu ve İstiklal Marşı`nın okunmasıyla başlayan törende, Fatih Şansal yönetiminde sunulan Antalya Devlet Opera ve Balesi tarafından Folkorama gösterisi davetliler tarafından büyük bir ilgiyle izlendi. Törende, AÜ`yü birincilikle bitiren Su Ürünleri Fakültesi öğrencisi Zafer Ceylan öğrenciler adına bir konuşma yaptı. Ceylan, konuşmasında mezun olmalarının haklı gururunu yaşadıklarını belirterek, kendilerini bugünlere getiren aileleri ve üniversite öğretim üyelerine teşekkür etti.
Kemer Gözcü Gazetesi, 01.06.2006
SÜREYYA SİNEMASI 'KÜLTÜR MERKEZİ' OLUYOR

1927 yılından bu yana Süreyya Sineması olarak hizmet veren tarihi bina, Kadıköy Belediyesi tarafından Kültür Merkezi'ne dönüştürülecek. Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, 'Adı Süreyya Paşa Kültür Merkezi olarak değişecek. Restorasyon çalışmaları için hazırlıklarımızı tamamladık. Anıtlar Kurulu'ndan geçen hafta onay aldık. Çalışmalara 1 Haziran'da başlayacağız. Binayı aslına uygun bir şekilde restore edeceğiz. Çalışmalar yaklaşık 5 ay sürecek. 29 Ekim Pazar günü Cumhuriyet Balosu'nu yaparak bu eşsiz binayı tekrar hizmete sokacağız. Sadece sinemasıyla değil, opera, balo ve sinema salonuyla tam bir sanat kompleksi olacak' dedi.
Akşam, 31.05.2006
ETİ ARKEOLOJİ MÜZESİ'NİN
RESTORASYONUNU ÜSTLENDİ

Eskişehir'in kanayan yarası olan ve üç yıldır bitirilemeyen Arkeoloji Müzesi binasının restorasyonunu ETİ yapacak.

ETİ Şirketler Grubu Başkanı Firuz Kanatlı, bu görevi üstleneceklerini bildirdi. Restorasyon maliyetinin 3 milyon YTL olduğu öğrenildi.
Sakarya Gazetesi, 31.05.2006
AFRODİT'İN ŞEHRİ GERİ DÖNÜYOR

100 yıl boyunca Roma İmparatorluğu'na başkentlik yapan, uzun süre Hıristiyan piskoposluk merkezi olarak görkemli günler yaşayan Afrodisias, döneminin tek heykelcilik okuluna sahipti. Afrodit heykelleriyle bilinen Afrodisias'ta 2006 kazı dönemi 15 Mayıs'ta başladı.

Geyre Vakfı öncülüğünde, Koçbank Özel Bankacılık sponsorluğundaki kazı, New York Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nden Arkeolog Doç. Dr. Christopher Ratte başkanlığında yürütülüyor.

Ratte, ekipte iki mimar da olduğunu belirterek, süren yüzey araştırmaları sonunda kentin çevresinin haritalanacağını söylüyor. Kazılarla, eski yollar, eski mezarlar, eski su yolu ve çiftlik evleri de aranıyor. Afrodisias'ta 10 yıldır kazı yapan Ratte, bir kazı dönemine 250 bin dolar harcandığını da belirtiyor.

Geyre Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Mesut Ilgım ise Kenan Erim döneminde gün ışığına çıkarılan ve o dönemin teknolojisiyle tamir edilen antik kentin, uzman bir kuruluş tarafından yeniden ve kalıcı olarak tamir edildiğini anlatıyor. Çalışmayla, onarılan rölyeflerin orijinali, yenilenecek müzede sergilenecek.

Kopyaları da orijinaline uygun onarılacak tapınağa yerleştirilecek. Afrodisias'ın heykelcilik merkezi olmasının önemine dikkat çeken Ilgım, "Bugün Roma İmparatorluğu'nun en şaaşalı dönemlerinde Roma'da dikilen en önemli heykellerin altında bile Afrodisisas'lı heykeltıraşların imzası yer alır" diyor.
Hürriyet Kelebek, Haber: Mustafa Küçük, 31.05.2006
ERVAK'TAN TARİHİ ESER HASSASİYETİ

Tarihi Çifte Minareli Medrese'nin etrafına yaptırılan dükkanlar, medresenin Kümbet kısmının kapanmasına neden oluyor. Erzurum Kalkınma Vakfı (ERVAK), belediyenin 'en azından güneydoğu kısmına yapılan dükkanlardan' vazgeçmesini istedi. ERVAK, bunun için Anıtlar Kurulu ve sivil toplum kuruluşlarının harekete geçmesini istedi.
Erzurum Kalkınma Vakfı Başkanı Erdal Güzel, Çifte Minareli Medrese'nin sadece Erzurum'un değil tüm Türk - İslam Aleminin malı olduğunu hatırlatarak, "Şair Nefi İlköğretim Okulu'na taraf olan kısımda yapılan dükkanlar medresenin kümbet kısmının görünmesini engelleyecek. Şu an inşaat halinde olan bu dükkanların yapımı derhal durdurulmalı" dedi. Güzel, Erzurum Müze Müdürlüğü'nün Medresede başlattığı kazı çalışmalarını da hatırlatarak, "yapılan kazıda medresenin hamam, aşevi ve han gibi gizli kalmış kısımları ortaya çıkarılacak. Bir taraftan 800 yıllık bu eseri ortaya çıkarırken, bir taraftan kapatmak için uğraş veriyoruz" diye konuştu. Güzel, belediyenin uyarıları dikkate almaması durumunda kültür bakanlığı ve başbakanlığa müracaatta bulunacaklarını kaydetti.
Erzurum Gazetesi, 31.05.2006
ÇATALHÖYÜK'TE KAZILAR BAŞLIYOR

Konya'da bulunan Çatalhöyük'te 2006 yılı kazıları 3 haziranda başlayacak. Konya Müzeler Müdürü Erdoğan Erol, Prof. Dr. Ian Hodder başkanlığındaki ekibin Çatalhöyük'te, 10 yılı aşkın süredir kazı çalışmalarını sürdürdüğünü belirtti.

Erol, kazıların devam edeceğini anlattı: ''Kazılar, doğa koşulları nedeniyle sadece yaz mevsiminde yapılıyor. Kazı ekibinde, yurtiçi ve yurtdışından yaklaşık 100 kişilik ekip görev yapacak. Ekibin çoğunluğunu geçtiğimiz yıllarda görev yapan personel oluşturuyor."
cnnturk.com, 31.05.2006
ABDULHAMİT'İN METHEDİLDİĞİ KİTABE BULUNDU

Van Gölü'ndeki Akdamar Adası'nda bulunan tarihi kilisede restorasyon çalışmaları sürerken, 1 Haziran 1884 tarihinde Katalikos Gaçador Ruşdini tarafından dönemin Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamit'in ruhban okulunun açılmasına verdiği destekten dolayı methiyelerin yazılı olduğu bir kitabe bulundu.

Akdamar Adası'ndaki tarihi kilisenin, Kültür ve Turizm Bakanlığı denetimindeki restorasyon çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Van Gölü'ndeki Akdamar Adası'nda restorasyon çalışmalarının yanı sıra yürütülen arkeolojik kazılarda, kilisede eğitim gören öğrencilerin kaldığı 13 odanın yıllar sonra ilk kez gün yüzüne çıkmasının ardından, yapılan çalışmalarda 6 odalı ruhban okulu da gün yüzüne çıktı. Ruhban okulunun gün yüzüne çıkmasıyla 1 Haziran 1884 tarihinde Katalikos Gaçador Ruşdini tarafından dönemin padişahı 2. Abdülhamit'e ruhban okulunun açılmasına verdiği destekten dolayı methiyeler içeren bir kitabe bulundu. Kitabe hakkında basın mensuplarına bilgi veren Van Müze Müdür Vekili Mete Tozkoparan, yüklenici firma Kartalkaya tarafından yapılan kazı çalışmalarında işçilerin başında kendilerinin de bilimsel ekip olarak çalışmalara katıldıklarını söyledi. Tozkoparan, yapılan çalışmada manastır alanında birçok odanın meydana çıktığını aktardı. En son çalıştıkları kısmın hemen yukarısında olan birbirine simetrik 3 odadan oluşan 6 odalı mekan içinden bir de kitabe çıktığını ifade eden Tozkoparan şunları söyledi:

"Bu mekanla ilgili olan kitabede, buranın bir ruhban okulu olduğunu gösteriyor. 1 Haziran 1884 tarihinde Katalikos Gatador Rüşdinsi tarafından yapılan bir ruhban okulunun kitabedeki yazıda yapımıyla ilgili bilgi var. Katalikos'un ruhban okulunun yapılmasında katkı sağlayan dönemin padişahı olan 2. Abdülhamit'e 'Abdulhamit Paşa'ya şükranlarımı sunuyorum' diye bir hitabet var. Buna göre okulun 1884 yılında 2. Abdülhamit döneminde yaptırıldığını en azından bu kitabeye göre tahmin ediyoruz. Manastırda hemen hemen yapı olarak aynı dönemlere arz ediyor. Malzeme olarak, duvar tekniği olarak birçok yönden aynı özellikleri taşıyor, ama en azından ruhban oklunun kesin olarak bu kitabeye göre 1 Haziran 1884 yılında yapıldığını söyleyebiliriz".

Bir gazetecinin, "Bu yeni bir bilgi değil mi 1884'te yapıldığı ortaya çıktı" sorusuna ise Tozkoparan, "Manastır alanı içinde belki daha önce de burada muhtemel bir ruhban okulu olup, yıkılmış olabilir. Ama burada onu belirtmiyor. Burada Katalikos'un döneminde bir ruhban okulunun yapıldığını söylüyor. Yani burada okulun aşağı kısmında muhtemelen keşişlerin eğitildiği hücre odaları bulunuyor. Bu kitabeyi bulduğumuzda buranın tarihini de belirlemiş olduk" şeklinde konuştu.
Van Kent Haber, 30.05.2006
TARİHİ MEDRESE KÜLTÜR EVİ OLUYOR

Antalya, Korkuteli'de, 1319 yılında Selçuklular döneminden kalan tarihi eserlerden olan Sinanettin Medresesi, Kaymakamlık tarafından restore ettirilerek, kültür evi haline getirilecek.

Alaaddin Mahallesi'nde bulunan medrese, Korkuteli Kaymakamlığı tarafından Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü ile İl Özel İdare'nin katkılarıyla restore ettirilecek. Korkuteli Kaymakamı Rıza Dalan, ilçeye kazandırılacak olan Selçuklular döneminden kalan Sinanettin Medresesi'nin kültür evine dönüştürülmesi için ilk önce Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü ile İl Özel İdare'nin biran önce onarımı tamamlaması gerektiğini belirtti. Dalan, "Biz de Kaymakamlık olarak ilçe merkezindeki, köy ve kasabalarda bulunan tarihi eserleri burada sergileyeceğiz.
Antalya Kent Haber, 30.05.2006






SEMPOZYUMDAN GERİYE 10 HEYKEL

İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin ev sahipliğini yaptığı ve 1 ay süren Malatya Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu, 10 adet mermer heykelin yapımının tamamlanmasıyla sona erdi. İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Pof. Dr. Kadir Karkın, (üstteki fotoğrafta) "Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu 1 Mayıs 2006'da başladı. Yurtdışından Mısır, İspanyol, Bulgaristan, Sırbistan ile Gürcistan'dan 5 yabancı sanatçı ile Marmara, Kocaeli, Mersin ile Anadolu Üniversitelerinden 1'er ve 1'de serbest sanatçı olmak üzere toplam 10 tane seçkin sanatçı sempozyuma katıldı" şeklinde bilgi verdi. Sempozyum sonunda İnönü Üniversitesi'nin 10 tane heykel sahibi olduğunu aktaran Karkın, sanatın gelişmesi, halkla sanatın buluşması adına bu tür sempozyumların önemli olduğunu dile getirdi.

Kitap okuyan öğrencilerin heykelini yapan Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Berika İpekbayrak (alttaki fotoğrafta), "Son derece uyumlu bir sempozyum oldu. 10 kişilik ekibin 5'i yabancıydı. Bu tür etkinliklerde ekip çalışması çok önemlidir. Bu sempozyumların kültürümüzün ve sanatımızın uluslararası düzeyde tanınması bakımında önemsiyorum. Malatya'da böyle bir heykel sempozyumunun düzenlenmiş olması çok anlamlıdır. Bu tür etkinliklerin uluslararası düzeyde yapılması çok faydalıdır" dedi. İpekbayrak, sempozyumun bir açık hava atölyesi şeklinde gerçekleşmesinin, insanların heykellerin nasıl yapıldığını görmesi açısında önemli olduğunu söyledi.

Sempozyum süresince yapılan 10 adet heykelin üniversite kampüsünde belirlenen 10 ayrı yere yerleştirileceği bildirildi.
Malatya Haber, 30.05.2006
GAZİANTEP'İN YAVUZELİ İLÇESİNDE BULUNAN RUMKALE TURİZME KAZANDIRILIYOR

Fırat Nehri ile Merzimen Çayı'nın birleştiği yerde bir tepe üzerinde bulunan Rumkale'nin Birecik Barajı'nda su tutulmasının ardından üç tarafı su ile çevrildi. Gaziantep İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Abdulkadir Demir, Hıristiyanların kutsal saydığı Rumkale'nin kültür mirasının yalnızca bir parçası olduğunu söyledi.

Gaziantep'teki Zeugma, Rumkale, Tilmenhöyük ve Dülük antik kentinin, kültür turizmi açısından önemli birer cazibe merkezleri olarak değerlendirildiğini belirten Demir, Rumkale'nin ilgi odağı olduğuna dikkat çekti. Demir, Rumkale çevre düzenlemesi, doğu-batı girişi röleve restütasyon ve restorasyon çalışması projesini de anlattı: ''Bu çalışma 120 günde teslim edilecektir. Projenin İl Özel İdaresi'ne tesliminden sonra Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanarak söz konusu düzenlemeler gerçekleşecektir. Bu çalışmalarla Rumkale'nin çevre sorunu biraz olsun giderilmiş olacaktır. İnanç turizmi açısından önemli bir yer tutan Rumkale'nin olanaklar ölçüsünde sorunları çözülmeye devam edilecektir. Rumkale'yi tam anlamıyla turizme kazandırmayı hedefliyoruz.''

İlk kez milattan önce dokuzuncu yüzyılın ortalarında Asur, daha sonra da sırasıyla Med, Pers, Roma ve Arapların hakimiyetinde kalan ve antik dönemdeki adı Hromgla olan manastır görünümündeki yerde, İsa peygamberin havarilerinden Johannes'in Roma döneminde Rumkale'yi merkez yaparak Hıristiyanlığı bölgede yaymaya çalıştığı ve kayadan oyma bir odada İncil müsvettelerini sakladığı, daha sonra ise İncil'in Beyrut'a kaçırıldığı rivayet ediliyor. Johannes'in mezarının da kalede olduğunun düşünülmesi, Rumkale'yi Hristiyanlarca kutsal bir mekan haline getiriyor. Haçlı seferleri sırasında Haçlıların 1098 yılında kurduğu ve merkezi Şanlıurfa'da bulunan Urfa Haçlı Kontluğu'nun başlıca kalelerinden biri olan Rumkale, daha sonra Haçlıların bölgeden çıkarılmasıyla, 1292 yılında, çevresiyle birlikte Müslümanlar tarafından ele geçirildi.

Rumkale'de ve bölgede Türk-İslam döneminde yapılan birçok eser yeralıyor. Türk-İslam sanatının özelliklerinin de görülebildiği kalede, kullanılamayacak hale gelen bir de mescit bulunuyor.
cnnturk.com, 30.05.2006









"DASKYLEİON ANTİK KENTİ"NDE KAZI

Dünyada en erken tarihli ve tek örnek olan Zerdüşt tapınma merkezinin yer aldığı Balıkesir'in Bandırma İlçesi'ne bağlı Ergili Köyü yakınlarındaki Hisartepe'de bulunan "Daskyleion Antik Kenti"ndeki kazı çalışmalarının, 26 Haziran'da başlayacağı bildirildi. Kazı Başkanı Prof. Dr. Tomris Bakır, yaptığı açıklamada, Daskyleion'daki 18. kazı yılında, 30 kişilik bir ekibin çalışacağını söyledi.

Kazıların bu yılki bölümünde, restorasyon, koruma ve SİT alanı düzenleme çalışmalarının da yürütüleceğini belirten Bakır, "Dünyada en erken tarihli ve tek örnek olan Zerdüşt dini tapınım merkezinin bulunduğu Daskyleion, kazılar tamamlandığında, Zerdüşt dininden olanlar için adeta bir hac merkezi olacak; böylece din turizmine de hizmet verecek" dedi.
Hisartepe'nin güneybatısında yer alan "Kült yolu"ndaki çalışmaların, 2003 kazı yılından itibaren genişleyerek devam ettiğini ifade eden Bakır, bu alandaki kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan Pers dönemine ait saray, dini ve kamu yapıları üzerindeki çalışmalara da devam edeceklerini bildirdi. 2001 yılı kazı çalışmaları sırasında bulunan Pers zamanından kalma "monumental teras-sur" yapısının, bugüne kadar sadece 120 metrelik bölümünün
kısmen açığa çıkartıldığını dile getiren Bakır, Hisartepe'nin güneydoğusunda yer alan bu uzun teras duvarının tamamı ortaya çıkarıldıktan sonra, üzerinin korunması amacıyla mevcut olan çatının genişletilmesinin planlandığını kaydetti.
Daskyleion'un 2.5 kilometre doğusunda yer alan ve Büyük İskender'in komutanlarından birine ait olan Kösemtuğ Tümülüsü'nün, 1991 yılında restorasyonunun tamamlandığını hatırlatan Bakır, mezar odası Anadolu'da korunmuş en iyi örnek olan tümülüste, yağmurun olumsuz etkisini azaltmak için bakım çalışması yapacaklarını anlattı. Bakır, Fransa, Almanya ve
İtalya'dan bilim adamlarının, yayın çalışmaları yapmak üzere kısa süreli katılmalarının beklendiği kazı çalışmalarının eylül ayı sonuna kadar devam etmesinin planlandığını belirtti.
trt.gov.tr, 30.05.2006
YENİÇERİLER SURLARA TARLADAN SALDIRD!

İstanbul'un Fethi'nin 553'üncü yıldönümü nedeniyle Belgradkapı'da yapılan törenlerde temsili yeniçeriler, sebze bahçelerinin arasından geçerek şehrin ele geçirilmesini canlandırdı. Fatih Sultan Mehmet Türbesi'ndeki törenle başlayan kutlamalara katılan İstanbul Valisi Muammer Güler, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral Muzaffer Cengiz Arslan türbeye çiçek bıraktı, ardından dua edildi. Belgradkapı'da fethi canlandırmak için düzenlenen törende, protokolün halkı selamlamasıyla başladı. İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından, Mehteran Bölüğü'nün çaldığı Cenk Marşı ve top atışları eşliğinde takma bıyıklı yeniçeriler surlara hücum ederek İstanbul'un Fethi'ni ve Fatih Sultan Mehmet'in şehre girişini canlandırdı. Sur önü sebze bahçesine dönüştürüldüğü için, yeniçeriler marul ve lahanaların arasından geçerek surların dibine ulaştı.
Milliyet, Haber: Şenol Demirci, 30.05.2006











KADIRGALAR HALİÇ'E GELEMEDEN DAĞILDI!

İstanbul'un fethinin 553. yıldönümü nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen etkinlikler kapsamında Dolmabahçe'den Haliç'e karadan iki "kadırga" indirildi. Gezinti teknesini andıran ve kamyonların üstüne monte edilmiş sözde kadırgalar daha Haliç'in kenarına gelmeden dağılmaya başladı.

Kadırgaların yürütülmesinden önce Dolmabahçe'de düzenlenen törene TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve AKP İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar katıldı. Konuşmaların ardından kadırgalar yola çıktı.
Mehter Takımı eşliğindeki kortejde, temsili Fatih Sultan Mehmet, Molla Gürani ve Akşemsettin'in de bulunduğu atlılar, onların peşinde de karadan yürütülen kadırgalar vardı. Ancak leventler tarafından çekildiği izlenimi verilmek istenen kadırgalar, üzerine monte edilen kamyonlar tarafından taşınıyordu.

Temsil korteji İnönü Stadı'nın arkasından dolanarak Gümüşsuyu'ndan Taksim'e çıktı. Bu sırada kadırgalardan birinin altından egzoz dumanı çıkması leventlerin yiğitliğine halel getirdi! Ancak leventlerin, yaz güneşinin kendisini iyice hissettirdiği bir saatte Kasımpaşa'dan Taksim'e yürüyerek çıkmaları dahi övgüye değerdi. Mehteran Takımı, Osmanlı atlı askerleri, leventler, kadırgalar geçtikleri yerde yerli yabancı herkesin ilgi odağı oldu. Özellikle turistler bol bol fotoğraf çekti.

Gerçeği 61 metre boyunda ve yaklaşık 8 metre genişliğinde olan Osmanlı gemilerini temsilen hazırlanan kadırgalar da insanların arasında biraz küçük kaldı. Yelken direkleri olmasa fark bile edilmeyeceklerdi. Kadırgaların üzerlerine konulan küreklerin daha Haliç'in kıyısına gelmeden bir çoğu parçalandı. Kadırgalardan birinin burun kısmı yolda düşerken, üzerlerinin gezinti teknesi gibi süslenmesi dikkat çekti. Temsili kadırgaların üzerinde ne temsili top vardı ne de resmi. Kadırgalar bu halleriyle kayık tanımına daha yakındı. Konvoy Kasımpaşa'da top sesleriyle karşılandı. Ancak tek tek oldukça uzun aralıklı patlatılan toplar da fetih coşkusunu vermeye yetmedi.
Milliyet, Haber. Mehmet Demirkaya, 29.05.2006
SULTAN FATİH, BÜTÜN ZAMANLARIN EN ÖNEMLİ HÜKÜMDARI

Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. İlber Ortaylı, son imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğu'nun başkentinin İstanbul olduğunu belirterek, “İstanbul'u korumak zorundayız. Lüzumsuz imar hareketleriyle bu şehri tahrip etmeye hakkımız yoktur. Yeniden fethettiğimiz şehrin bağrındaki pislikleri temizlemek zorundayız.” dedi.

Fatih Belediyesi'nce, İstanbul'un fethinin 553. yıldönümü kutlamaları kapsamında Aya İrini Kilisesi'nde “İstanbul'un fethi, Fatih ve dönemi” konulu sempozyum düzenlendi. Ortaylı, sempozyumda yaptığı konuşmada, İstanbul'un fethinde, Türk ordusunun ilk defa modern dönem silahı olan ateşli silahlara geçtiğini ve karadan gemileri yürüterek ilginç bir strateji ortaya koyduğunu anlattı. Televizyonlarda bu konuyla ilgili konuşanların bir “efsaneyi yıkmak, silmek” istediklerini vurgulayan Ortaylı, şunları söyledi: “Bu gibi eylemlere giren insanların çok iyi tarihçi olması lazım. Yabancı tarihçiler bile bunu doğrularken, bizim medyada bu tip konuşan tarihçilerin ciddiyeti yoktur. Çünkü iyi tarihçi değillerdir. Karadan gemiler yürütülmüştür. Bunlar büyük kalyonlar değillerdir. Ancak kuşatmanın kaderini ne şekilde değiştirdiği de belli değildir.”

İlber Ortaylı, Fatih Sultan Mehmet'in, “bütün çağları, bütün milletleri aşan bir hükümdar, doğunun ve batının efendisi ve bütün zamanların en önemli hükümdarı” olduğunu kaydetti. Fetihle birlikte büyük bir imparatorluğun yeniden dirildiğini anlatan Ortaylı, İstanbul'un bu imparatorluğun merkezi olması için fethedildiğini söyledi.
Zaman, 29.05.2006
''URARTU TARİHİ YAĞMALANIYOR''

Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Rafet Çavuşoğlu, Kalecik köyünde bulunan Urartu dönemine ait nekropoldeki yedi mezar odasının tahrip edildiğini söyledi. Çavuşoğlu, merkeze 5 kilometre uzaklıktaki Kalecik köyünün kuzeydoğusunda bulunan ve Urartular tarafından gökbilim merkezi olarak kullanıldığı tahmin edilen nekropolde definecilerin kaçak kazı yaptığını belirtti. Çavuşoğlu, iki yıldır sürdürülen kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkarılan mezarlardaki bilimsel verilerin definecilerin farklı alanlarda yaptığı 17 sondaj çalışması sonucu yağmalandığını açıkladı. Nekropoldeki kaçak kazıların önlenmesi için bilimsel kazıların kısa zamanda desteklenmesi gerektiğini vurgulayan Çavuşoğlu, Van Müze Müdürlüğü'ne dilekçe sunduklarını anlattı: ''Nekropolde yapılan incelemeler esnasında yeni kaçak kazıların yapılmış olduğunu gördük. Şimdiye kadar yapılmış kaçak kazılara göre çok daha büyük bir tahribatın söz konusu olduğu kazılarda, nekropolün çeşitli yerlerine yayılmış 17 ayrı noktada sondaj çalışması yapılmıştır. Kaçak kazıların bir bölümü, 2005 yılında tarafımızdan yapılan A sondajı olarak adlandırılan bölümdedir. Buradaki ana kaya büyük oranda kırılarak tahrip edilmiş ve alanın batı kesiminde gerçekleştirilen kaçak kazılardan üçünde de yeni mezar bulunmuştur. Bu odalarda yaptığımız incelemelerde kaçak kazılar esnasında mezarların çeşitli yerlerinde ana kaya parçalanarak mimari dokuya da hasar verilmiştir.''
Çavuşoğlu, alanın korunması için ciddi önlemlerin alınması ve tahribata neden olan kişilerin bir an önce bulunması için çalışma başlatılması gerektiğini sözlerine ekledi.
cnnturk.com, 29.05.2006
ÇİFTELERDE KAZI BAŞLADI

Erzurum'da, İlhanlılar döneminden kaldığı tahmin edilen hamam ve aşevinin ortaya çıkarılması için tarihi Çifte Minareli Medrese arkasında kazı çalışmaları başlatıldı.

Anadolu'nun zengin tarihi mirasının en önemli ve en büyük eserlerinden biri olan Çifte Minareli Medresesi'nin çevresinde başlatılan kazı çalışması, Erzurum Etnografya Müze Müdürlüğü tarafından yapılıyor. Kazı çalışmasında, İlhanlılar dönemine ait olduğu belirlenen tarihi eserin toprak altında kalan bölümlerinin ortaya çıkarılması amaçlanıyor. Erzurum Müze Müdürlüğü yetkilileri, içlerinde arkeologların da bulunduğu 20 kişilik ekiple yapılacak kazıda, tarihi mekanın statik durumunun yanı sıra toprak altında kalan hamam, aşevleri, ahır ve buna benzer tarihi yapıların ortaya çıkacağına inandıklarını belirtti.

Çifte Minareli Medrese, 13. yüzyılın sonunda İlhanlılar tarafından yaptırılan, açık avlulu, 2 katlı ve 2 minareli eğitim kurumudur. Osmanlı öncesi medreselerin en büyüğüdür. 1270-1291 yılları arasında Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'ın kızı Hüdavent Hatun veya İlhanlı Hanedanı'ndan Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Çifte Minareli Medrese halen kültürel ve sanatsal etkinlikler için kullanılmaktadır
Erzurum Gazetesi, 29.05.2006
SİİRT'İN TARİHİ DEĞERLERİ DİJİTAL PANODA TANITILIYOR

Siirt'in, tarihi ve kültürel zenginlikleri şehrin çeşitli yerlerine asılacak dijital panolarla tanıtılacak. İl Kültür Merkezi girişinde ilk örneği yapılan panoyu beğenen Vali Hüseyin Avni Mutlu, Belediye Başkanı Mervan Gül'den benzer panoların yapılarak kentin muhtelif yerlerine konulmasını istedi. Şehrin yeterince tanıtılamadığına dikkat çeken Vali Mutlu, “Siirt tarihi ve kültürel açıdan çok zengin bir ilimiz. Ancak bu zenginliği yeterince tanıtamamışız. Ulu Cami, İbrahim Hakkı ve Botan Vadisi ve diğer doğal ve kültürel zenginliklerimizi gösteren bu tablo çok güzel olmuş. Benzer panolar yapılarak, şehrin muhtelif yerlerine koyalım. Bu tarihi güzellikleri görme imkanı bulamayanlar görerek varlıklarından haberdar olurlar.” diye konuştu.
Zaman, 29.05.2006
AĞRI, İSHAKPAŞA SARAYI'NDA YAPILACAK 'SATRANÇ OLİMPİYATLARI'NA HAZIRLANIYOR

Ağrı'da 5-13 Ağustos tarihleri arasında yapılacak Satranç Olimpiyatları hazırlıkları devam ediyor. Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesinde yapılacak olan 16 yaş altı Satranç Olimpiyatı'na, 20 ülkeden sporcunun katılması bekleniyor. Türkiye Satranç Federasyonu Asbaşkanı Tahsin Aktar, Ağrı'da yapılacak olan büyük organizasyon öncesi Doğubayazıt'ta bazı incelemelerde bulundu. Turnuvanın 45 masadan internette canlı olarak verileceğini belirten Asbaşkan Aktar, “Doğu Anadolu Bölgesi'nde ilk defa olimpiyat organizasyonu yapılıyor. Dünya'nın birçok yerinden bu turnuvaya katılmak üzere sporcu geliyor. Bu yüzden Ağrı'nın çok büyük bir tanımıtımı yapılmış olacak. Hem turizm açısından hemde spor açısından güzel gelişmeler olacak. Final maçı da tarihi İshakpaşa Sarayı'nda yapılacak. Bu organizede büyük katkısı olan Ağrı Gençlik Spor İl Müdürlüğü'ne teşekkür ederim. İnşallah sorunsuz bir şekilde organizeyi bitiririz.” dedi.
Zaman, 29.05.2006
MİLLİ BOKSÖRÜ PİCASSO YIKTI!

İstanbul'da 4 kişilik bir çete, İspanyol ressama ait olduğunu öne sürdükleri iki tabloyu satmaya çalışırken yakalandı. Alıcı gibi davranarak H.S., S.K., Ş.Y. ve İ.P. adlı satıcılarla pazarlık yapan ve 6.5 milyon dolara anlaşan jandarma ekipleri, tabloları teslim almak için Tuzla'ya gitti. Buluşma yerinde düzenlenen operasyonda aralarında eski milli boksörlerden S.K.'nın da bulunduğu 4 kişi gözaltına alındı. Zanlılar, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Operasyon sonucunda 70x50 ebadında "Picasso" imzalı bir yağlıboya tablo ile yine aynı teknikle yapılmış 60x46 ebadında "Vacarla Pilate" imzalı bir yağlıboya tablo ele geçirildi. Yapılan incelemelerde tabloların sahte olduğu anlaşıldı.
Milliyet, 28.05.2006
DOSYA



Şu bizim kanatlanan deniz atı:


"DURUM VAHİM, AMA CİDDİ DEĞİL!.."

"Bilmece Bildirmece"nin Kronolojisi (*)


MÖ 6. yüzyıl

- Lidyalıların son kralı Kroisos, nam-ı diğer Karun dönemi

1965

- Toptepe Tümülüsü kaçak kazısı. Burada, altın başlı tutamaklı kepçe, altın makara, altın iğneli küpe, altın kanatlı at broş, akik ve taştan yapılmış geometrik şekilli kolye, arslanbaşı şeklinde bir çift bilezik, uçları taş boncuklu püskül şeklinde altın gerdanlık bulundu.

1966

- İkiztepe Tümülüsü kaçak kazısı

1970

- Gazeteci Özgen Acar 1970 Temmuz'unda bir İngiliz gazetecinin bu olayı anlatmasıyla ilk haberi bu tarihte yazdı.

1983

- Kaçırılan eserlerin Metropolitan Müzesi'nde olduğu yönünde bilgiye ulaşılınca, Türkiye Karun Hazinesi'ni istedi ancak sonuç alamadı.

1984

- Kaçırılan eserlerle ilgili ilk resmi kayıt ortaya çıktı. Metropolitan Müzesi'nin "A Greek and Roman Treasury" adlı bir kataloğunda bu eserler yer alıyordu.

- Katalog, gazeteci Özgen Acar tarafından Kültür Bakanlığı'na iletildi. Bu katalogda, Uşak ve çevresindeki tümülüslerde kaçak kazılar sonucu bulunan ve yurtdışına kaçırılan Karun Hazinesi'nin bir kısmının yer aldığı görüldü.

- Türkiye, "Hays and Sklar" isimli hukuk firmasıyla anlaşarak Mayıs 1987'de Metropolitan'a dava açtı.

1990

- New York Federal Mahkemesi Karun Hazinesi'nin Türkiye Cumhuriyeti'nin malı olduğu belirterek müzenin zamanaşımı iddiasını kabul etmedi ve eserlerin geri verilmesi gerektiğini söyledi. Metropolitan Müzesi 363 eserin iadesini kabul etti.

Ekim 1993

- Türkiye'ye getirilen eserler üç yıl boyunca Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde koruma altına alındı ve bir süre sergilendi. Bu sırada Uşak Arkeoloji Müzesi de restore edilerek yenilendi.

14 Şubat 1996

- Eserler Uşak'a götürüldü. Ancak 363 parça eser, Uşak Arkeoloji Müzesi'ne 362 parça olarak teslim edildi.

- Devir teslim işlemleri sırasında 108.180.93 envanter nolu 1.5 x 1.5 ölçülerinde 0,15 gram ağırlığında altın varak üzerine işlenmiş kuş figürlü aplik eserin olmadığı tespit edildi. Bununla ilgili olarak sürdürülen soruşturma sonucu ikisi arkeolog toplam üç kişiye 45 YTL ceza verildiği de ortaya çıktı.

2005

- Altın broşun son fotoğrafı 10 Mart 2005'de çekildi.

- Ağustos ayında Muğla Müzesi'nden gelen bir telefon üzerine, müze uzmanlarınca vitrin dışından gözle kontrolü yapıldı.

- Ekim ayında yapılan ihaleyle elektronik güvenlik sistemi kuruldu ve sistem aralık ayında faaliyete geçti. Eserler, penceresiz bir salonda sekiz kamerayla izlenmekte, ayrıca giriş kapısında bir kamera ve sesli dedektör var. Kameralar ise 24 saat çalışıyor.

Ocak 2006

- Yapılan ihbar üzerine müfettişler Uşak Arkeoloji Müzesi'nde üç hafta süren incelemelerde bulundu. Ancak yerinde duran broşun, İzmir Arkeoloji Müzesi uzmanlarından oluşturulan 3 kişilik komisyonca incelenmesi sonucu, çalındığı ve yerine sahtesinin konulduğu belirlendi. Haber basında 20 Nisan 2006 tarihinde yer aldı.

28 Mayıs 2006

- Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu raporuna göre, Karun Hazinesi'ndeki eksik, sadece kanatlı denizatı biçimli altın broş değil. Elektron bir sikkenin de gümüş sikke ile değiştirildiği ortaya çıktı.

30 Mayıs 2006

- Operasyon sırasında Akbıyıkoğlu'nun evinde yapılan aramada tarihi eser şüphesiyle bazı halı, kilim ve çanaklar bulundu.

- Gaspçı grubun da pazarlamaya çalıştığı broşun, Bulgaristan'a kaçırıldığı yönünde bilgi edinen polis, Interpol'den yardım isteyecek.

31 Mayıs 2006

- Uşak Müzesi'deki Karun Hazinesi'nin en değerli parçası Kanatlı Denizatı Broşu'nun çalınmasıyla ilgili soruşturmada gözaltına alınan 10 zanlıdan, emniyet sorgusu tamamlanan 9'u adliyeye sevk edildi. Polis soruşturmasında ise Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu'nun ekonomik sıkıntı çektiği ve maaşına haciz konduğu belirlendi.

- Broşun bulunması için tüm sınır kapıları uyarıldı. Broş yurt dışına çıkarılmışsa 186 ülkede interpol aracılığı ile aranması için bülten çıkarılacak.

- İstanbul'da bir toplantı sonrası basın mensuplarının sorularıyla karşılaşan Bakan Koç, konunun Cumhuriyet Savcılığına ve hukuka intikal ettiğini bundan sonra konuşmanın yanlış olacağını söyledi. "Müzelerin dış korumasından önce iç koruması önemlidir" diyen Bakan "Hırsız evin içinde mi?" sorusuna da "Ben bir şey demedim, sen dedin, evet" yanıtını verdi.

- Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, yurt dışına kaçırılan tarihi eserlerin yurda geri getirilmesi için yargı sürecinin ülkeye çok pahalıya malolduğunu açıklayarak, Karun Hazineleri ile Elmalı Sikkelerinin getirilmesi için Amerikan Herrick Feinstein avukatlık firmasına 20 milyon doların zorlukla ödenebilmesini de buna örnek olarak gösterdi. Bakanlığın bütçesinin çok üstünde bulunan bu meblağ oldukça zor ödenmiş ve borç 2004 yılında kapatılabilmiştir.

- Karun Hazineleri'nin Türkiye'ye gelmesini sağlayan dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar, hazinenin binbir güçlükle getirildiğini, bu kadar kolay elden çıkmasının üzüntü verici olduğunu söyledi. Sağlar, eserin sahtesiyle değiştirildiği iddiaları için de hazinenin tüm parçalarının sertifikalarıyla getirildiğini bildirdi.

- Karun Hazineleri'nin çalınması ve Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü'nün şüpheli olarak gözaltına alınması, dünya basınında da geniş yankı buldu. İngiliz Times Gazetesi, hazinelerin çalınmasının "Türkiye için utanç" olduğunu belirtirken, New York Times, tarihi eserlerin ait olduğu ülkeye iade edilmesinin doğru olup olmadığını tartışmaya açtı.

1 Haziran 2006

- Uşak Valisi Kayhan Kavas, Kanatlı Denizatı Broşu'nun sahtesiyle değiştirilmesiyle ilgili soruşturma kapsamında gözaltına alınan Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu'nun görevden alındığını açıkladı.

- Kanatlı Denizatı Broşu'nun çalınması, broşu kentin simgesi yapmaya hazırlanan Uşaklıları hayal kırıklığına uğrattı. Yeni amblemli tabela siparişi veren birçok kuruluş, skandaldan sonra çalışmaları durdurdu.

- Kamera sisteminin, eserin orijinaliyle sahtesinin değiştirildiği 2005 yılı Ağustos - Eylül ayları arasında bozuk olduğu ortaya çıkarıldı. Bozuk kameranın, uzun bir süre tamir ettirilmediği belirlenirken, Uşak Müzesi Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu ve diğer yöneticilerin, bozuk kamera konusunda Kültür Bakanlığı'na 'tamir edilmesi' yönünde resmi bir yazı yazıp yazmadıkları araştırılıyor.

- İhbarın ardından yapılan incelemede kayıtlarda 14.5 gram olarak görünen broş, tartılınca 13.5 gram çıkınca sahte olduğunun tespit edildiği öğrenildi.

- `Teşekkül halinde tarihi eser kaçakçılığı, zimmet ve suç delillerini bildirmeme' suçlarından adliyeye sevk edilen Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu, polis memuru Bülent Y., Mehmet P., Fuat E., Fehmi İ., Ahmet G. ve Halil E. çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak Uşak E Tipi Cezaevi'ne gönderilirken, Dursun Savaş G., İsmail B. ve Erkul K. serbest bırakıldı. Soruşturmayı derinleştiren polis olayla ilgisi olduğunu tespit ettiği A.D. (32), S.Y. (35) ve U.S. (39)'yi tutuklama müzekkeresi ile aramaya başladı.

- Amerika'daki Gori Müzayede Salonu'nda el altından satılmak üzereyken, olayın ortaya çıkması ve satıldığı takdirde Amerika'da birkaç işadamının başının derde gireceği düşünülerek satışı son anda iptal edilen Kanatlı Denizatı Broşu'nun şu anda Yunanistan'da olduğu belirtildi. Müzayede Salonları'nda söz sahibi olabilmek için çok sayıda tarihi eser topladığı belirtilen Türkiye'deki işadamının elindeki tek eserin Kanatlı Denizatı Broşu olmadığı, Uşak'ın Mıdıklı Köyü'nde 7 ay önce kaçak kazı sonucu çıkartılan Lidya dönemine ait arı peteği işlemeli 29 santimetre büyüklüğündeki gümüş vazoyla birlikte çok sayıda sikkeyi de elinde bulundurduğu belirtildi. Kanatlı Denizatı Broşu'nun da içinde bulunduğu çok sayıda tarihi eserin Yunanistan'da bir iki ay içersinde yeni açılacak olan bir müzayede salonunda el altından satışa çıkarılacağı öğrenildi.

2 Haziran 2006

- İddialara göre müzedeki kamera ve alarm sistemininin aynı dönemde arızalanmasıyla Denizatı broşunun kalıbı çıkarıldı ve İran'da sahtesi hazırlandı. Orijinal broşu çalan F.İ., O.S., F.Y. ve A.P., İstanbul'da satarken alıcılar, tabancalarını çekerek Denizatı'nı gasp edip kaçtı. Organizasyon içinde yer alan kişiler, Uşak'ta görevli polis memuru B.Y.'den gasp edilen broşun geri verilmesi konusunda aracılık yapmasını istedi.

- Broşun sahtesiyle değiştirilmesiyle ilgili olarak tutuklanan Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu, Karun Hazineleri'ni 1993'te ABD'den kendisinin getirdiğini belirterek, 363 parça eseri Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne teslim ettiğini, kendi müzelerinin tadilatı tamamlandıktan sonra da 1996'da teslim aldığını anlattı. Teslim aldığı sırada 362 adet eser olduğunu farkettiğini belirten Akbıyıkoğlu şunları söyledi: "Bir eserin kayıp olduğuna dair tutanak tutuldu. 362 parça eseri Uşak Müzesi'ne getirdim. O tarihten beri eserlerin yerleri değişmedi. 2006 Mart'ta ihbar üzerine Müze Müdürlüğü'ne gelen müfettişlerin incelemeleri sonucunda broşun sahte olduğunu öğrendim. Kimseye eseri çıkarıp vermedim."

- Akbıyıkoğlu ikinci ifadesinde ise müzedeki vitrinlerin açılmasının mümkün olmadığını, vitrinlerin anahtarlarının da asistanların odasındaki bir çelik kasada kilitli ve mühürlü olarak saklandığını söyledi. Akbıyıkoğlu, "Bu yüzden şu anda müzede bulunan tarihi broşun yerinden alınmasının ve yerine sahtesinin konulmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Şu anda müzede bulunan eser bence orijinalidir bu eser bana Amerika'dan teslim edilen eserdir. Ancak bu eser belki de Amerika'dan bana teslim edilirken sahtesi teslim edilmiştir" dedi.

- Öte yandan müze çalışanlarından araştırmacı Sibel Alpaslan Arca, arkeologlar Sadık Doğan ve Halil Arca 31 Mayıs 2001'de Uşak Cumhuriyet Başsavcılığı'na müze müdürü Kazım Akbıyıkoğlu için suç duyurusunda bulundu. Müze çalışanları, içlerinde Atatürk'e ait eserlerin, el yazması kuranların, eski halıların Etnografya Müzesi yanındaki lojmana taşındığını ve buradan bazı eserlerin çalındığını ve hırsızlığın müze müdürü tarafından örtbas edildiğini iddia ettiler. Çalışanların bir başka iddiasına göre de çalınan eserler bazı koleksiyonculara satılmak istendi. Hasan Zara adlı koleksiyoner hırsızlar tarafından kendisine getirilen bir tören kılıcıyla "Ne o müzeyi mi soydurdunuz? Bu kılıç buradan çıkmış olmalı" diye müzeye başvurdu. Müze Müdürü Akbıyıkoğlu ise "Hasan Zara şaka yapmış" diyerek olayı geçiştirdi.

- Bu iddialar üzerine savcının Müdür Akbıyıkoğlu için yaptığı soruşturma talebi "Memurin Muhakemat Kanununa" gereği dönemin valisi Ayhan Çevikce'nin "soruşturmaya gerek görmedim" cevabı ile reddedildi. Cumhuriyet Savcısı'nın bu karara karşı idare mahkemesine yaptığı itiraz da reddedildi.


Derleyen: Ayşe Didem Bayvas - TAY Haber



Bilmece Bildirmece için bkz. 23-29 Nisan 2006
MÜZELER SAHTE DOLU

Uşak'taki tarihi eser skandalından iki yıl önce, Meclis'te müzelerdeki sahte eserlerin araştırılmasının istendiği ortaya çıktı. Medeniyetlerin beşiği Türkiye'de son 10 yılda 60 müze ve ören yeri soygunu kayıtlara geçerken, uzmanlar müzelerde bulunan eserlerin bazılarının sahteleriyle değiştirildiğini belirtiyorlar. Bu konuda devlete yapılan en son uyarı ise AKP Adana Milletvekili Atilla Başoğlu tarafından 2004 yılı ocak ayında verilen bir önergede belgelendi.

Başoğlu önergesinde müzelerin sahte eserlerle dolduğunu belirterek önlem alınmasını istedi. Ayasofya gibi bir çok önemli müzede görev alan arkeolog ve sanat tarihçisi Erdem Yücel ise bazı müzelerde sahte eser sayısının inanılmayacak düzeyde olduğunu belirterek, "Personel kısıtlamasına gittiler. Eskiden Sayıştay'dan gönderilen müfettişler arkeolog veya sanat tarihçiydi, şimdi hukukçular geliyor. Onlar da neyin nasıl olduğunu bilemiyorlar" dedi.

Uluslararası polis teşkilatı Interpol'ün çalıntı eserler bölümü Türkiye'den kaçırılan tarihi eserlerin resimleriyle dolarken, Kültür Bakanlığı, "gizli kayıt" ile başta Interpol olmak üzere müzelere, antikacılara, koleksiyonculara ve emniyet birimlerine verdiği raporla, tarihi değeri oldukça yüksek 3 bin eserin çalındığını haber verdi. Türkiye'den kaçırılan tarihi eserler üzerinde araştırmalar yapan Türk sanat tarihçileri, yabancı ülke müzelerindeki Anadolu'ya ait eserlerin fotoğraflarını 150-300 dolar arasında ücret ödeyerek çekebiliyorlar. Arkeolog Erdem Yücel, bunun bir trajedi olduğunu belirterek, "Kendi eserlerimizin görüntüsü için ücret ödüyoruz. Ama şunu söyleyebilirim ki bizden iyi koruyorlar. Çoğu yabancı müzede flaş kullanmak bile yasak" diyor. Müzelerdeki envanterin sağlıklı olmaması, işe başlayan yeni personelin eskiye dönük bilgiden yoksun olmasına neden oluyor. Bir çok müzede birbirinden kıymetli tarihi eserleri kayıt altına alacak kurulun fotoğraf makinesi bile yok.

Tarihi eserlerin korunabilmesi için tescil edilmesi gerekiyor. Kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurulları, teknik yetersizlik ve personel eksikliği nedeniyle görevini yerine getiremiyor. Doğu bölgelerinde 3-4 bin kültür varlığı tescil edilmeyi bekliyor.

Adana Milletvekili Atilla Başoğlu, önergeyi verdiği dönemde, "Türkiye'nin ve dünyanın her yerini karış karış gezdim. İran pazarında tarihi eserlerin sahtesinin aynısı yapılıyor. İran üzerinden yapılan sahte eserlerin müze ve saraylardakilerle değiştirildiği ihbarlarını yurtdışındaki koleksiyonerlerden de duymuştuk" demişti. Başoğlu İran'a çok sayıda parça gönderildiğini ve bunları kamuoyuna açıkladığını da belirtti.

Ayasofya Müzesi'nde 10 yıl, Türk İslam Eserleri Müzesi'nde 7 yıl görev alan arkeolog ve araştrmacı Erdem Yücel, personel yetersizliğinin güvenlik zaafiyeti yarattığını belirterek, şunları söyledi: "Envanterlerin kopyası Sayıştay'a gider. Bakanlık müfettişleri denetlemeye gelir. Eskiden bu kadrolar arkeolog ve sanat tarihçilerden oluşuyordu. Şimdi hukukçulardan oluşuyor. Müze müdürleri bile orijinali bazen anlayamıyor. Müzeleri tapu dairesi ile bir tutamazsın. Karun hazinesi Uşak yerine İstanbul'a getirilseydi, böyle bir olay olmazdı. Bu daha çok küçük müzelerde oluyor."
Sabah, Haber: Veysi Sağlam, 03.06.2006
KÜLTÜR BAKANI'NDAN 'MÜZE SOYGUNLARI' İTİRAFI

'Sadece aptallar yakalanıyor'


Uşak Arkeoloji Müzesi'nde bulunan Karun Hazinesi'ne ait en önemli parçalardan biri olan "Kanatlı Denizatı Broşu"nun çalınması Türkiye'deki müzelerdeki güvenlik zafiyetini ortaya çıkardı. Çanakkale'de devam eden Uluslararası Arkeoloji Sempozyumu'na katılan Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, müzelerle ilgili olarak 'devrim' diye nitelendirdiği çalışmaları ve karşılaştıkları olumsuzlukları, "Karun Hazinesi"nin çalındığını kamuoyuna duyuran muhabirimiz Ömer Erbil'e anlattı:

Son olayda da gördük ki müzelerin güvenliği başlıca bir sorun. Bu konuda neler yapıyorsunuz?
2005 ve 2006 yılı içinde 95 müzenin 71'ine özel güvenlik ve temizlik hizmeti başlattık. Bunların hiçbiri yoktu. 23 müzemizin güvenlik sistemini yeniliyoruz. 4 müzeye ilk defa güvenlik sistemi kuruluyor. Senin o meşhur Uşak'taki müzene ben güvenlik sistemini kurdurmuştum. Ama ona rağmen bu yapıldı. Bu yılın sonunda da 95 müzenin 81'inde güvenlik sistemi bitirilmiş olacak. Kapalı tutulan 31 müzemizden 25'ini yeniden açtım.

Müzelerde genel bir denetim başlatacağınızı söylemiştiniz...

Başladı bile. İçinde bulunduğumuz Çanakkale Müzesi'nde şu an genel teftiş var. Bakın ben kimseyi aldatmam. Bazı meseleleri gösteri için yapmak istemiyorum. Bazı teftişlerin aptalları yakalamaktan başka bir işe yaradığı da yok. Ama buna rağmen devletin varlığını hissettirmek için teftiş yapıyoruz. Müzenin envanteri hiç yapılmamışsa neyin üzerinde teftiş edeceksin? Eser tekse ve onu da adam alıp gittiyse nasıl ispat edeceksin.

Temel sorunlardan biri de envanter kayıtları...

Yıllardır yapılmayan envanter sayımlarına başlandı. Bu yıl 32 müzenin envanter çalışmaları yapılmış olacak. Şimdi bakın bu envanter çalışmalarını yapıyorsun. Ancak bunu yaparken öyle bir durumla karşı karşıya kalıyorsunuz ki, karamsar bir durum oluşuyor. Hukuken de bir şey yapamaz hale geliyorsun. Örneğin bir eser 40 sene evvel gelmiş müzeye. Nereden bileceksin orijinal mi, değil mi? Envanter yok ki! Nasıl karşılaştıracaksın?

Bu tablo karşısında ne yapacaksınız?
Hepsini dijital ortama aktaracağız. Tek tek sayımları yapılacak, fotoğrafları çekilecek, ölçümleri kaydedilecek. Kolaylıkla bulunması sağlanacak. Bu müzecilik tarihinde bir devrim.

Müzelere yıllardır kadro verilmiyor...
Asıl mesele bu. Benim 700'den fazla kadro eksiğim var. DÖSİM aracılığıyla müzelere 86 arkeolog aldım. Türkiye'de ilk defa böyle bir olay oldu. Ama bir şey daha söyleyeyim, bunları da asgari ücretle çalıştırıyorum. Ben bundan utanıyorum. Derdimiz bir değil elvan, elvan.

Kadro almanıza Maliye Bakanlığı mı engel oluyor?
Bu Türkiye'nin genelinde böyle. Bazı konuları yeni yeni ehemmiyet veriyoruz ve yeni aşmaya çalışıyoruz. Bizim moralimizi bozan durumlar da oluyor. Kendi içimizdeki personelde de problemler var. Karın kurdu içinden çıkıyor.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 01.06.2006
MÜZEDEKİ ESERLER SAYILIYOR

Hatay Kültür ve Turizm İl Müdürü Hasan Eliaçık, ülke genelindeki müzelerde Bakanlık genelgesiyle sayımlara başlandığını, Hatay Arkeoloji Müzesinde sayımın 4 ay sürebileceğini bildirdi. Eliaçık, yaptığı açıklamada, Uşak Arkeoloji Müzesindeki Karun Hazineleri'nin en değerli parçalarından olan ''Kanatlı Deniz Atı'' broşunun ve diğer bazı parçaların çalınması üzerine Bakanlığın bir genelge göndererek, ülke genelindeki müzelerde sayım yapılmasını istediğini kaydetti. Bu genelge üzerine sayım çalışmalarına başladıklarını ifade eden Eliaçık, ''Uşak Müzesinde yaşanan olaylar çok üzücü. Bu konuda herkesin dersler çıkartması gerekiyor. Arkeoloji Müzesinde 38 bin kadar eserimiz var. Yer darlığı nedeniyle bunlardan sadece 2 bin 43 adetini sergileyebiliyoruz. Diğerlerini depoda uygun bir şekilde koruyoruz. Zaten dünyanın ünlü müzelerinde de eserlerin birer örneği ve yüzde 10-15 kadarı sergilenir. Tek sorunumuz personel sıkıntısı. İki-üç personelle envanter çalışmalarının 4 ay kadar süreceğini tahmin ediyoruz.'' Eliaçık, ziyaretçilerin müzeyi sayım sırasında da gezebileceklerini sözlerine ekledi.
Hatay Gazetesi, 02.06.2006
"Ay inaaanmiyoruum..." Haberleri
BAKANLIK MÜZELERDEN SAYIM İSTEDİ

Uşak Müzesi'nde Karun Hazineleri'nin en değerli eseri olan Kanatlı Denizatı'nın çalınması, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı harekete geçirdi. Türkiye'deki diğer müzelerde de orijinal eserlerin çalınmış ya da sahtesiyle değiştirilmiş olabileceği ihtimalini göz önünde bulunduran bakanlık, bütün müzelerde sıkı bir denetim başlattı.

Bakanlığa bağlı müzelere yazı gönderen Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, müze envanterlerinin yeniden gözden geçirilmesini ve sayım yapılmasını istedi. Müzelere önceki gün ulaşan yazı uyarınca Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı müzelerde sayım yapılarak eksik eser olup olmadığı tespit edilecek.
Zaman, Haber: Özge Yalın - Melik Evren 31.05.2006
YAHU NE ACELESİ VARDI SAYIN BAKAN'IM!


Uçtu uçtu ne uçtu?: Altı üstü bir Kanatlı Deniz Atı kanatlanıp uçtu!!! Siz de hemmen harekete geçmişiniz. "Sıkı bir denetim" başlatmışsınız. Allah kolaylık versin!

Habere baktığımızda yazı bile gönderilmiş müzelere! Yazı henüz elime ulaşmadı ama herhalde şu mealdedir:

"Müzedeki tüm eserler oturup tek tek parmak ilen sayıla, eksik, kayıp, sahtesiyle değiştirilmiş var mı bakıla (bu sahtesiyle değiştirilmiş olanlar, müzelerdeki ileri teknolojik aparatlar kullanılarak [AFLD - Archaeological Feature Lie Detector - Arkeolojik Eser Yalan Makinesi], müze uzmanlarınca hemen anlaşılır zaten...), eğer var ise sessizce bir yere not edile, bize yazıla; amman ortalık bulandırılmaya, medya üzerimize salınmaya..."

Şimdi otur, depolara in, eserleri eldeki kargacık burgacık "sayım" defterlerinden, kağıtlarından kontrol et, yanlarına çek at... Peki bunları kime yaptırtmayı düşünüyorsunuz Sayın Bakan'ım, yalnızca bir bekçi kadrosu olan müzelerde herhalde 1 haftada nihayete erer bu "yeniden gözden geçirme"...

Şimdi bu konuyla ilgili, yukarıdaki haberde, Hatay Kültür ve Turizm İl Müdürü ilginç bir şeyler söylüyor: "Arkeoloji Müzesinde 38 bin kadar eserimiz var. Yer darlığı nedeniyle bunlardan sadece 2 bin 43 adetini sergileyebiliyoruz. Diğerlerini depoda uygun (evet eminim -S.B.S.) bir şekilde koruyoruz. (...) İki-üç personelle envanter çalışmalarının 4 ay kadar süreceğini tahmin ediyoruz".

E be Sayın Müdür'üm, siz de mi izindesiniz Sayın Bakan'ımın, insaf! "38 bin kadar" (o da ne demekse) eser 4 ayda, ayda 9.500 (yazı ile dokuzbinbeşyüz) eser envanterlemek demek.

Yani hesabımız doğruysa -hadi 3 personel desek- (ki bu sevgili envanterci personel dostlarımızın, arkeolojik malzemeden, ölçüm, biçim, fotoğraflama yöntemleri, bu malzemenin envanterleneceği veritabanları sistemleri konusunda engin bilgileri olduğundan hiç şüphemiz yok), her biri ayda 3.166 (yazı ile üçbinyüzaltmışaltı), günde 126 (sayıyla yüzyirmialtı) eseri envanterleyecek demektir. E pes be Sayın Müdür'üm, eğer bu hesap doğru ise sizin yolunuz çok açık çoook... Sayın Bakan'ım da sizinle gurur duymuştur.

Yalnız bir küçük öneri: Mesaiden sonraki gece çalışmalarında, envanterci personele, teşanüş otu suyu içirip göz kapaklarının arasına kibrit ittirin ki, 120 gün boyunca uyumasınlar...

Bence burada müzeyi ziyaret eden yerli-yabancı turistlere de görev verilmeli, oturup saysınlar. İşleri ne! (Amman bundan önce bir-iki tanıtım yapılıp birkaç ziyaretçi müzelere çağırılmalı, ya da kolundan tutup zorla içeri tıkılmalı).

Peki bir de müzede eksik eser olup olmadığının tespiti işini buyurmuşsunuz Sayın Bakan'ım, ya bu eser bir süre önce şu müze envanteri sandığınız şeyden de kazaen düşmüş ise? Ayıkla pirinçin taşını...

Bu işler böyle olmaz ya Sayın Bakan'ım! Haddimize değil!

Milliyet'ten Ömer Erbil'e demişsiniz ki: "(...) Müzenin envanteri hiç yapılmamışsa neyin üzerinde teftiş edeceksin? Eser tekse ve onu da adam alıp gittiyse nasıl ispat edeceksin." Ağzınıza sağlık Sayın Bakan'ım, işte budur! Peki ya müze envanteri yapılmamışsa ya da yarım yamalak ise, müze otomasyonu için hiçbir merkezi çalışma yapmadan, sevgili müzeci meslektaşlarımızı nasıl bir sorumluluğun altına soktuğunuzu biliyor musunuz Sayın Bakan'ım?

Şu "devrim"in sonucunu merakla ve heyecanla bekliyoruz Sayın Bakan'ım, bakalım başka hangi kanatlı türler şu son 3-4 yılda memleketi terketmiş ya da şu sıralarda terkediyor?

Saygılarımla

S.B. Sinirli


KATKI



KAMUNUN MALI (KÜLTÜR VARLIKLARI) NEDEN YAĞMALANIYOR?


Psikolojik etkenler:
Yurttaşlar kültür varlıklarına bakış açısının (devletin malı denizdir) anlayışına yatkın olması ve kamuoyunun da bu olguyu (defineciliği) olağan karşılaması.

Talep yoğunluğu:
Genel nüfus artışı ve göç olgusu, konut ve işyeri ihtiyacının hızlı ve sürekli biçimde artırıyor. Büyük kentlere göç ve burada karşılaşılan işsizlik nedeni ile büyük kentlerin yakın çemberlerinde daha yoğun bir tahribat görülüyor.

Politik Kaygılar:
Oy kaygısı nedeniyle siyasi partiler ve hükümetler, popülist yaklaşımlarla defineciliği ve tarihi eser yağmacılığını özendiriyor.

Örgütsel yapıdaki dağınıklık ve eşgüdümsüzlük:
Kültür varlıklarının korunmasına yönelik çok sayıda kurum ve kuruluş olmasına rağmen, aralarında eşgüdüm kurulamaması ve yazışmaların, bürokratik işlemlerin uzaması nedeniyle söz konusu varlıklar korunamıyor. Müzelerin personel, araç-gereç ve bilgi yetersizlikleri de önemli etkenlerden biri.

Rant oluşumuna elverişlilik:
Özellikle büyük şehirlerde ve çevrelerinde yeterli ve sistemli arsa üretimi yapılamadığından yasa dışı rant amaçlı usulsüz parseller yapılarak, bunlar tarla, konut için yurttaşlara ve spekülatif amaçlı diğer kişi ve gruplara satılıyor. Arsa spekülasyonu paranın taşınmaz mallara yatırılarak dondurulması nedeniyle, gelir dağıtımını dar gelirli kitleler aleyhine ekonomik açıdan bozucu etkiler meydana getiriyor. Bu tür spekülasyonlar, kentlerin düzenli gelişimini de önlüyor.

Yasal düzenlemelerdeki yetersizlik:
Kamu kurum ve kuruluşlarının çoğu (Kültür ve Turizm Bakanlığı, müzeler) sağlıklı bir envanter sistemine sahip olmadığından, kayıtlarda varlığı bilinen (ya da bilindiği sanılan) birçok kültür varlığının yeri bilinmiyor. Bu da kültür varlıklarının işgal ve benzeri yağmacılık yollarıyla devletin denetimi, kullanımı dışına çıkmasını kolaylaştırıyor.
Ülkemizde kültür ve tabiat varlıklarının korunması genel olarak Koruma Kurullarına bırakılmış durumda. Ancak bu kurullar, yeterli elemana, donanıma ve bir envantere sahip olmadıklarından hırsız ve kaçakçılara karşı işlevlerini yerine getiremiyor.

Yasal güç odaklarının varlığı:
Yürürlükteki mevzuata göre kurulmuş dernek, vakıf ve şirket gibi kuruluşlar, sahip oldukları sosyal ve ekonomik güçleri ile rant amaçlı olarak kamuya, devlete ait kültür varlıklarına kolayca sahip olabiliyor.



Kaynak: 26 yıldır Maliye Bakanlığı'nda görev yapmış olan İlhami Söyler'in “Devlet Mallarının Yönetimi ve Kamu Finansmanı Açısından Değerlendirilmesi” doktora tezi ve TAY Projesi Tahribat Raporları.





-6-

UŞAK - NEW YORK - UŞAK HATTI





Uzun bir zamandır kazıyorlardı. Geceleri çalışmışlar ve metrelerce derinlikte bir çukur açmışlardı. Bir gece mezar odasının mermer kapı taşlarına ulaştılar. Kapıya ulaşmışlardı ulaşmasına ama bu mermerleri bir türlü kıramıyorlardı. Demirci ustasının yaptığı balyoz bile fayda etmemişti. Bunun üzerine taktik değiştirip tavandan girmeye karar verdiler. 6 Haziran 1966 gecesi, mezar odasının üst taşlarını dinamitlediler. Taşlar kırılıp mezar odasına indiklerinde inanılmaz bir manzara onları bekliyordu. Karşılarında gümüş ve altın vazolar, takılar, gümüş sürahiler, mutfak eşyaları ve aksesuarlarla dolu bir hazine vardı. Uşak'ın Güre ilçesinden Osman Ünsal, İsmail Çelik ve Durmuş Ersoy heyecandan nefeslerini tutarak etraflarında yığılı duran bu hazineye bakakaldılar. Yüzlerce eser 2600 yıl sonra yeniden yeryüzüne çıkıyordu. Karun Hazinesi uyanmıştı. Artık 30 yıl sürecek, bakanından kaçakçısına iki ülkeden onlarca insanın ve milyonlarca doların işin içine karışacağı bir kaçmaca-kovalamaca başlamıştı.

Genel kanının aksine, “Karun Hazinesi” olarak adlandırılan bu eserler, bir tek tümülüsten çıkmamıştı. 1965-68 yılları arasında kaçak olarak kazılan Uşak'ın Güre ilçesinde Toptepe, İkiztepe, Haylaztepe ve Aktepe ile Manisa'nın Kırkağaç ilçesi, Harta Mevkii'ndeki bir başka tümülüsten çıkan buluntuların tümünü kapsıyordu. İlginç olan taraf ise hemen hemen tüm buluntuların MÖ 6. yüzyıla tarihlenmesi idi. Bu yüzyılda Lidya sanatı, Doğu Yunan ile İran Akamenid uygarlıklarının etkisi altında, fakat kendine özgü farklı bir üslup geliştirmişti. Arkeologlar tarafından daha sonra yapılan incelemelerde, bu tümülüslerin, Kroisos dönemine ait kraliyet ailesi, yönetici veya komutanlarına, ya da o yıllarda Anadolu'yu istila edip Lidya Krallığı'na son veren Pers satraplarına ait olabileceği kanısı uyanmıştı.

Çeşitli tümülüslerin soyulması ile oluşan bu koleksiyonun en önemli parçaları Dinar'lı Şakir Ünver ve İzmir'li Ali Bayırlar tarafından satın alınmıştı. Uluslararası taşımacılığını Nevzat Telli, pazarlamasını ise Edip ve Nizamettin Telli kardeşler ile Fuat Üzülmez gerçekleştirmişti. Metropolitan Müzesi'ne satışına ise John Klejman, Robert Hecht ve İranlı Muhammed Yegani aracılık etmişlerdi.

İlk bulunan parçaları Şakir Ünver aracılığı ile Ali Bayırlar satın almış ve İzmir'de John Klejman'a pazarlamıştı. Klejman parayı İzmir'de ödemiş ama eserleri Avrupa'da teslim almıştı. İlk parti mal için Klejman'ın Ali Bayırlar'a 120.000 dolar, aracılık yapan Nizamettin Telli'ye de 24.000 dolar ödediği biliniyor. Bu arada, Manisa'daki tümülüsün klinesinin iki yanında bulunan mermer sfenksler de ilk talanın ardından yerlerinden kırılarak sökülmüş ve yine Ali Bayırlar aracılığı ile John Klejman'a satılmıştı. Klejman'ın bu iki sfenks için Metropolitan'a kestiği faturanın tarihi 21.2.1967, bedeli ise 25.500 dolar idi. Bu soygunlardan çok sonra, aynı tümülüste bulunan duvar resimleri de sökülerek Metropolitan'a taşınmıştı. Bu seferki aracı Hecht; duvar resimlerini satın alıp sonra da müzeye bağışlayarak vergiden düşen şahıs ise dönemin ABD Hazine Bakanı Douglas Dillon idi.

Metropolitan Müzesi, 1966-68 yılları arasında satın aldığı 200'ü aşkın eserden oluşan ilk partiye 1.2 milyon dolar ödemişti. Müze daha sonra çeşitli özel koleksiyonlara ve antikacılara dağılan parçaları da satın almaya devam etti. Eserler o denli değerli idiler ki, müzenin soyulan tümülüsleri incelemek üzere Uşak ve Manisa'ya uzmanlar gönderdiği biliniyor.

Metropolitan Müzesi, satın aldığı bu koleksiyondan beş parçayı, 1973'de, kuruluşunun 100. yılı için açtığı özel bir sergide teşhir etti. Sergiyi gezen Prof. Kenan Erim, bu parçaların Anadolu kökenli olduğunu tahmin ederek Türk hükümetine haber verdi. Daha sonra Güre İkiztepe Tümülüsü'nde, soygundan sonra kazı yapan Burhan Tezcan Metropolitan'ı ziyareti sırasında, Dietrich von Bothmer'den, buluntuların menşei hakkında ilk teyidi aldı. Bunun ardından Dışişleri Bakanlığı eserlerin iadesi için girişimde bulundu ve cevap olumsuz olunca dosya kapandı.

Müze 1984 yılında, bu defa 55 parçayı sergilemeye başladı. Gazeteci Özgen Acar, daha önceden bilgi sahibi olduğu bu kaçakçılık olayını, Milliyet Gazetesi'nde, 4 Nisan 1986 günü başlayan uzun bir yazı dizisi halinde yayınladı. Ardından da, dönemin Kültür Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu ile bir görüşme yapıp konuyu açıkladı ve Metropolitan'a dava açılması sözünü aldı. 1987 yılında New York'ta Türkiye Cumhuriyeti'nin avukatları Harry Rand ve Lawrence Kaye Metropolitan Müzesi'ne dava açtılar.

Tabii bu aşamaya gelinirken, Dişişleri Bakanlığı'nda, 1973 yılında yapılan ilk yazışmaların dosyasının, veya ihbar üzerine 1966 yılında Uşak Mahkemesi'ne intikal etmiş olayın dosyasının kayıp olması, ya da 1973 yılında bir ateşemizin Metropolitan Müzesi'ne telefon edip “Bizim sizde bazı eski eserlerimiz varmış, şunları lütfen geri verin” demesi gibi ufak tefek gariplikleri göz ardı etmemizde fayda var.

Temmuz 1990'da, New York Federal Mahkemesi, Metropolitan Müzesi'nin bu hazinenin Türkiye'den kaçırıldığını bile bile ve kötü niyetle satın aldığını karara bağladı. Kararın devamında, bu hazinenin gerçek ve yasal sahibi olan Türkiye Cumhuriyeti'ne, belirleyeceği bilim adamları ile Metropolitan Müzesi'nin satın aldığı bu koleksiyonun depolarda bulunan diğer parçalarını da inceleme hakkı tanınmıştı. Mahkeme kararına göre, üç gün ile sınırlandırılan bu incelemeye, Türk hükümeti adına Ekrem Akurgal, Burhan Tezcan, Güven Bakır, Kazım Akbıyıkoğlu, Machteld Mellink ve C.H. Greenewalt'tan oluşan bir heyet katıldı. Bu inceleme esnasında, Karun Hazinesi'nin depolardaki birçok parçası, ilk defa gözler önüne serildi. Bu incelemeye dek, Türkiye'den kaçırılan ve müze tarafından satın alınan bu koleksiyondaki parçaların toplam sayısı dahi bilinmemekte idi.

Ardından Temmuz 1990'da, New York Federal Mahkemesi yargıcı Vincent Broderick kararını açıkladı: Bu kararda, Karun Hazinesi'nin Türkiye Cumhuriyeti'nin malı olduğu belirtiliyor ve müzenin zamanaşımı iddiasını kabul etmeyerek, eserlerin geri verilmesi gerektiği vurgulanıyordu. Bu karar üzerine Metropolitan Müzesi yetkilileri dava konusu olan 363 parçalık Karun Hazinesi'ni Türkiye'ye iade etmeye karar verdiler.

Eserler,Ekim 1993'de ait olduğu topraklara döndü.

Devamı mı?

Aslında bu hikayenin bir devamı olmaması arzu edilirdi ama, ne yazık ki devamını bugünlerde her gazetede okuyor veya televizyon haberlerinde izliyorsunuz...






İkiztepe Tümülüsü, gümüş buhurdanlık




Harta Tümülüsü, fresk





Güre tümülüslerinden birisinde
bulunmuş güneş kursu şeklinde altın kolye





Güre tümülüslerinden birisinde
bulunmuş aslan protomlu
bir çift altın bilezik



Tüm resimler: Özet, M. Aykut (ed.); Yitik Miras'ın Dönüş Öyküsü, İstanbul 2003



Toptepe Tümülüsü, kouros kulplu
oinochoe ve gümüş kepçe




Toptepe Tümülüsü,
hippokambos biçimli broş




İkiztepe Tümülüsü,
elektron fibula




İkiztepe Tümülüsü,
altın sarkaç




İkiztepe Tümülüsü,
gümüş eserler





İkiztepe Tümülüsü,
gümüş üzerine altın işlemeli phialeler





İkiztepe Tümülüsü, gümüş oinochoeler,
büyük olanı makara,
küçüğü ise aslan ve Bes kulplu




İkiztepe Tümülüsü, gümüş alabastron









21 - 27 Mayıs
DRAKULA'NIN KALESİ İADE

Romanya, 'Drakula'nın kalesi' olarak bilinen ortaçağ karargâhını II. Dünya Savaşı öncesindeki sahiplerine geri veriyor. Habsburg kraliyet ailesi 60 yıl önce sosyalist rejim tarafından bölgeden sürülmüştü. Karpat Dağları üzerindeki kale, Bükreş hükümetinin mülkiyet iadesi kanunu çerçevesinde geri verilen ilk önemli mülk oldu. Bran Kalesi, Bram Stoker'in kurgusal karakteri Drakula'ya esin kaynağı olan Romanya'nın 16. yüzyıldaki prensi Vlad Tepeş'in (bilinen adıyla Kazıklı Voyvoda) eviydi. Beş yıllık hukuk savaşı sonunda elde edilen kazanım, başka ailelere de umut oldu.
Radikal, 27.05.2006
ESKİ VALİ KONAĞI KORUMA KURULU'NUN HİMAYESİNDE

Çanakkale'de, tarihi binaları yeniden kazanmak amacıyla başlatılan proje kapsamında restore edilen bina, Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna tahsis edildi. İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Kansız, yaptığı açıklamada, 19. yüzyıl sivil mimari örneklerinden olan binanın, 1968 yılına kadar vali konağı, daha sonra kız yurdu ve çıraklık eğitim merkezi olarak kullanıldığını söyledi. Kansız, 2 yıl önce çıkan yangında büyük hasar gören binanın Kültür ve Turizm Bakanlığınca 443 bin YTL'ye restore edilerek yeniden kente kazandırıldığını belirterek, tarihi binanın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna tahsis edildiğini kaydetti.
Gazete Boğaz, 27.05.2006
MARDİN TARİHİ SEMPOZYUMU

Mardin Tarihi, uluslararası sempozyumda masaya yatırılmaya başlandı. Avrupa Birliği destekli 'Kültürel Mirası Koruma' fonları tarafından Mardin Valiliği ile ortaklaşa hazırlanan “Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi” kapsamında düzenlenen ''Uluslararası Mardin Tarihi Sempozyumu'', 26 Mayıs 2006 tarihinde Büyük Mardin Oteli'nde Vali Mehmet Kılıçlar'ın konuşmasıyla başladı. Konuşmasında; düzenlenen sempozyumun çok konuşulan, ancak bilimsel anlamda çok az araştırılmaya konu olan Mardin tarihi için adeta bir dönüm noktası olduğu inancında olduklarını ifade eden Vali Kılıçlar, "Mardin, tarihin mistik havasını günümüze taşıyabilmiş ender şehirlerden birisidir. Geçmişinde çok farklı din ve dilde insanların uyum içinde birlikte yaşadığı bu kent, günümüzde de modern çağın birçok toplumunu kıskandıracak şekilde bu uyumu devam ettirmektedir. Kuşkusuz bu uyumun temelinde tarihten günümüze ulaşan sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi sebepler mevcuttur. Bu sebepler, Mardin'i Mardin yapan özelliklerdir. Ancak bu özellikler, şimdiye kadar bilimsel bakış açısıyla ele alınmamıştır" dedi.

Sempozyumun onur konuğu olan Belediye Başkanı Metin Pamukçu, yaptığı konuşmada, Mardin Tarihi Uluslararası Sempozyumu'na katılan yabancı bilim adamları sayesinde Mardin'e önemli bir tanıtım fırsatı çıktığını dile getirdi. Başkan Pamukçu, Mardin'in tarihi yönü denince akla gelen; şehrin tarihi dokusu, taş evleri ve tarihi kalıntıları olduğunu hatırlatarak, "Mardin'in bu yönü önemli olmakla birlikte, şehrin tarihi zenginliği sadece tarihi yapı ve kalıntılardan ibaret değildir. Mardin, yüzyıllarca değişik inançtan insanların uyum içerisinde yaşadığı bir coğrafyadır. Ancak Mardin'in bu yönü, yani yaşanmış tarihi hikayesi, ihmal edilmektedir. Bu ihmali ortadan kaldırmak için yerli ve yabancı araştırmacılarla üniversitelerin Mardin tarihine ilgilerini çekmek gerekmekteydi. Bu proje, Mardin'in çok konuşulan ancak çok az araştırılan tarihi bir şehir olması gerçeğinden yola çıkılarak hazırlanmıştır. Her yönüyle tarihi özümsemiş Mardin, tarihi zenginlikleriyle uluslar arası düzeyde ilgi çekmesine rağmen, tarihine yönelik bilimsel araştırmaların az olduğu ender şehirlerden biridir. Bu sebeple, Mardin tarihine yönelik bilimsel çalışmalar, hem Mardin tarihinin daha iyi anlaşılması hem de kent tarihinin turizm potansiyeline dönüştürülmesi için olmazsa olmaz bir gerekliliktir" dedi.

Bu arada, sempozyuma İsrail Haifa Üniversitesi'nden katılan Prof. Frenkel Yehosihe, dinlerin, dillerin ve ırkların ortak merkezi Mardin'i Kudüs'e benzettiği için üzerinde araştırma yaptığını söyledi. Mardin'in de başkentlik yaptığı Artuklular'ın eğitim ve bilime büyük bir önem verdiğini bildiğini belirten Prof. Yehosihe, Artuklular'ın İsrail'de yaptırdığı iki medrese hakkında araştırma yaptığı sırada Mardin'i keşfettiğini söyledi. Sempozyumda, üç gün boyunca üç ayrı oturum ve üç ayrı salonda toplam 87 bilim adamı bildiri sunacak.
Mardin Kent Haber, 26.05.2006
120 YILLIK TARİHİ BİNA ÇÖKTÜ

Ordu'nun Fatsa İlçesi'nde bir inşaat çalışması sırasında 120 yıllık tarihi ahşap ev çöktü. Edinilen bilgiye göre, Sakarya Mahallesi, Sakarya Caddesi üzerinde sürdürülen inşaat çalışmasının temel dökümü sırasında, inşaatın yanında bulunan 120 yıllık tarihi binada toprak kayması sebebiyle göçük meydana geldi. Toprak kaymasının yaşandığı sırada inşaatta çalışanlar tarafından ev sahipleri uyarılarak evin tahliyesi sağlanırken, tarihi bina tahliyenin ardından çöktü. Görevlilerce çevre güvenlik kordonu altına alınırken, enkaz kaldırma çalışmaları başlatıldı.
Ordu Kent Haber, 26.05.2006
YEŞİL TÜRBE'NİN RESTORASYONU BAŞLIYOR

Kültür Bakanlığı'nın 2 Temmuz 2005 tarihinde her türlü restorasyon masraflarını karşılamak üzere restorasyon işini Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'ne verdiği Yeşil Türbe tamiratı başlıyor. Yaklaşık bir yıldır Kültür Bakanlığı içindeki yazışmaların tamamlanması ve TOBB'un 1 trilyon YTL'lik kaynağı Bursa Valiliği'nin emrine havale etmesiyle, ihale aşamasına gelindi. Bursa Vali Yardımcısı başkanlığında, İl Kültür Müdürlüğü, TOBB'u temsilen Bursa Ticaret ve Sanayi Odası, Büyükşehir Belediyesi, Kültür Bakanlığı İstanbul Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü temsilcileri, Bayındırlık ve Özel İdare'den temsilcilerin de bulunduğu 11 kişilik ihale komisyonu, firmaların fiyat teklifleri ve yeterliliklerini değerlendirdi. Kültür Müdürlüğü'nün hazırladığı ve daha önce kamuoyuna açıklanmayan 1 milyon 160 bin YTL'lik keşif fiyatından yüzde 15 daha düşük fiyat veren Bursalı Usra ile İstanbullu Pekerler İnşaat ortaklığı teklifi kabul gördü. Finale kalan ikinci firma İstanbullu Nik İnşaat ise 1 milyon 180 bin YTL'lik fiyat verdi. Komisyon, aradaki farkın fazla olması sebebiyle ihaleyi Usra-Pekerler ortaklığına verdi. Kültür Müdürlüğü tarafından yapılacak sözleşmeler ve yer tesliminden sonra 15 gün içinde tamirat çalışmalarının başlaması bekleniyor. Bir yıl içinde de işin tamamlanması hedefleniyor. Yeşil Türbe'nin renkleri birbirini tutmayan banyo fayanslarının değiştirilmesi ve iç duvarlardaki rutubetin önlenmesi için 15 yıldır proje hazırlanması, izin alınması gibi hususlarda çalışmalar yürütüldü. Bu dönemde Bursa'da 7 tane vali değişti. Senelerdir projeleri hazır olmasına rağmen parasızlık sebebiyle başlatılamayan restorasyona, BTSO'nun teklifiyle TOBB sponsor oldu. Sekizgen cepheli Yeşil Türbe'nin dış cephesinde, sadece kuzey doğu cephesindeki bir cephede orijinal İznik çinileri bulunuyor. Bu çinilerin muhteviyatına göre yeni çiniler dökülecek. Osmanlı hükümdarlarından Çelebi Mehmet Han'ın yine orijinal çinili hatlarla bezenmiş kabrinin bulunduğu türbenin, ilk zamanda yedek olarak dökülen çinilerinin akıbeti de bilinmiyor. Fransız tarihçi Gabriel'in gerçek mezarın bulunduğu alt kısımda Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu eski başkanlarından Kazım Baykal ile 1970'lerde yaptıkları incelemede ikinci kat yedek çinilerin yerinde bulunmadığı, Cumhuriyet'in ilk yıllarında Ankara'ya götürülme bahanesiyle yerinden alındıkları anlaşılmıştı.
Bursa Kent Haber, 26.05.2006
NİLÜFER'DE, TARİHİ CAMİ KÜL OLDU

Bursa'da, kullanılmayan tarihi bir cami, çıkan yangında kül oldu. Alınan bilgiye göre, merkez Nilüfer İlçesi Alaaddinbey Mahallesi Asmalı Sokak'taki tarihi camide, gece 05.30 sıralarında bilinmeyen bir sebeple yangın çıktı. Kullanılmayan eski camideki yangın kısa sürede büyüdü. İtfaiye ekiplerinin müdahalesiyle yangın çevreye sıçramadan söndürülürken, caminin tamamen yandığı belirlendi. Polis ekipleri olayla ilgili soruşturma başlattı.
Bursa Kent Haber, 26.05.2006
KÜTAHYA'NIN MUHTARI AYASOFYA MÜZESİ'NDE

Ayasofya Müzesi, pazartesi akşamı çok özel bir sergiyi ağırlayacak. Dünyaca ünlü Kütahyalı çini ustası Sıtkı Usta (Olçar) teklif üzerine Ayasofya Müzesi kubbesindeki çini desenlerini, orijinallerine sadık kalarak pano ve kayık tabaklara geçirdi. Ve yedi aylık bir çalışma sonucunda hazırladığı mozaik tarzı 16 çini eserini, Ayasofya Müzesi'nde sergileyecek. Bu özel serginin sadece açılışına bile, bin 500 kişinin katılması bekleniyor.

Olçar 29 Mayıs'ta Ayasofya Müzesi'nde açılacak özel sergisi için şunları söylüyor: "Ayasofya'nın kubbesinde yer alan orijinal mozaik desenleri gökkubeden yere indirmiş oldum. Bunları bire bir çini üzerinde uyguladık. Bu ilk kez yapılan bir şey. Müze Müdürü Jale Dedeoğlu orijinal mozaiklerin slaytlarını verdi ve üzerinde yedi ay çalıştım. Sekiz pano, sekiz tane de Picasso'nun kayık tabaklarından yaptım. Panoların altın varaklarını ise ressam Serpil Gogen boyadı. Daha önce Metropolitan Müzesi'ni gezmiştim. Picasso'nun kayık tabakları çok hoşuma gitmişti. Fransa'nın bir seramik köyü var, orada çalışmış. Ondan da esinlendim. Form olarak Picasso'nun tabakları üzerine sekiz tane mozaik yaptım ki, panoyu taşıyamayanlar ya da alım gücü olmayanlar bu tabakları alabilsinler. Dünyanın pek çok yerinde, sanat galerilerinde sergiler açtım. Artık beni eserlerimin müzelerde yer alması ve saraylarda sergiler açmak heyecanlandırıyor." Bu etkinliğin ardından ise Olçar çinilerini eylül ayında Boston ve Miami'de sergileyecek.
Sabah Cuma, 26.05.2006
MYLASA KAZISINDA BİRÇOK KALINTI

Mylasa kazı çalışmalarının olduğu alanda Milas'ın tarihine ışık tutacak birçok kalıntı bulundu. Mylasa Kent İçi Kurtarma Kazısı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Abuzer Kızıl, Milas'taki kazı çalışmalarına Esentepe bölgesindeki antik tiyatrodan başlamak istediklerini anlattı: ''1993 yılında askerlik şubesi binasının temeli kazılırken Hayıtlı Mahallesi'nde ortaya çıkan Mylasa kenti ilgimizi çekti. Burada tarihi eser bulunmasından sonra, buranın daha önemli olduğuna karar verdik. Mylasa kazı çalışmalarımızın olduğu alanda Milas'ın tarihine ışık tutacak birçok kalıntı bulduk.''

Kızıl, Mylsa kent İçi Kurtarma Kazısı'nın yapıldığı alanda bulunan kırık lahitin ise bölgenin Roma İmparatorluk döneminde mezarlık olarak kullanıldığını gösterdiğini açıkladı. Yrd. Doç.Dr. Abuzer Kızıl, kazı alanında ortaya çıkan diğer eserlerin ise Roma İmparatorluğu sonrası dönemlere ait olduğunu anlattı:

''2004-2005 yılları arasında yapılan çalışmalar sonucunda Bizans dönemine ait el kantarı, bakır sikkeler bulundu. Roma dönemine ait olarak da sikkeler, kırık testi parçaları bulduk. Kazı çalışmalarında ayrıca Helenistik döneme ait üzerinde çift yüzlü balta (Labris), Trident, at motifleri bulunan bronz sikkeler, kabartma desenli kalıp yapımı kaseler, parlak kırmızı sırlı doğu sigilataları bulundu. Ayrıca üzerinde Zeus'un kabartmalı yıldırım demeti bulunan küçük blok taş ile bir yüzünde labris, bir yüzünde tirident bulunan sunak, bulunan önemli eserler arasındaki yerini aldı.''
cnnturk.com, 26.05.2006
ÇANAKKALE ANTİK KAZILARA HAZIRLANIYOR

Tarihi ve turistik açıdan önemli bir yerleşim yeri olan Çanakkale'de, antik kazı çalışmalarına Haziran ayından itibaren başlanacak. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan yetkililer, ilk kazı çalışmalarının Haziran ayı sonunda Troia Antik Kenti'nde başlayacağını belirterek, "Bunun dışında Gülpınar Apollon Smintheus Tapınağı Mabedi ve çevresi, Assos Antik Kenti, Alexandrea-Troas, Gökçeada Bademli Höyüğü ve Biga Kemer Praion Antik Kenti'nde de kazı çalışmaları yapılacak. Buralardaki kazılar, görevli ekipler tarafından Haziran ile Ağustos aylarında belirli dönemlerle başlayacak. Çalışmalar Eylül ayı sonlarına kadar devam edecek" dediler.
Gazete Boğaz, 26.05.2006
ARPAZ HARABELERİ İLGİ BEKLİYOR

Nazilli'ye bağlı Esenköy sınırları içerisindeki Arpaz harabeleri ilgi bekliyor. Nazilli Kaymakamı Caner Yıldız, yaptığı açıklamada, tarihi değeri olan Arpaz harabeleri içindeki kule ve konağın Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından en kısa süre içinde restoresinin yapılarak müze haline dönüştürülmesi gerektiğini söyledi.

Yıldız, ''Kültür varlıklarımızı korumak zorundayız. Bu konuda bize düşen ne görev varsa yapmaya hazırız. Arpaz harabeleri tabiat olayları karşısında her geçen gün tahribata uğramaktadır. Kültür ve Turizm Bakanımız Atilla Koç'un harabelerin restoresi hakkında gerekli hassasiyeti göstereceğine olan inancımız tamdır'' diye konuştu.
Bu arada, harabelerin bulunduğu arazinin sahibi olan Dr. Rıza Arpaz ise eşine çok az rastlanacak güzellikte olan Arpaz kulesi, konak ve diğer tarihi değeri olan eserlerin bir an önce koruma altına alınmasını istediklerini ifade etti. Tarihi değeri olan bu eserlerin restore edilmesi için 1996'dan bu yana uğraştıklarını anlatan Arpaz, şöyle konuştu: ''Bu eserlerle ilgili dosyalar şu anda Kültür Bakanlığımızda bulunmaktadır. Tarihi eserlerin çevresi Kültür Bakanlığımızca sit alanı kapsamına alındı, ancak restore edilmeleri yönünde hiçbir çalışmada bulunulmadı. Arpaz ailesine ait olan bu yerlerin bir an önce restore edilerek müze haline getirilmesini ve turizme açılmasını istiyoruz.''
Aydın Denge Gazetesi, 26.05.2006
DÜNYAYI KURTARIRKEN KAPADOKYA'YI KİRLETTİLER

Kapadokya'da "Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu" filminin çekimlerini tamamlayan ekip, geride bir çöp yığını bırakarak bölgeden ayrıldı. Ekibin bıraktığı çöpler, bölgeyi gezen yerli ve yabancı turistlerin tepkisine yol açtı. Film ekibinin geride bıraktığı çöp ve malzemeler, Ürgüp Belediyesi temizlik görevlilerince toplandı.
Hürriyet, 25.05.2006
LAHİT'İN ALTINDA 'BAŞKAN' KALDI!

Malatya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nin, 4 aydır sürdürdüğü "tarihi eser" operasyonuna son nokta "İstasyon Virajı"nda konuldu. Malatya polisinin, "LAHİT" kod adını verdiği operasyonda, Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesi Izgın Beldesinin AKP'li belediye başkanının kullandığı, makam otosunda çok sayıda tarihi eser ile "Glock" marka ruhsatsız tabanca ele geçirildi. Belediye Başkanı ile birlikte toplam 6 kişi gözaltına alındı ve gönderildikleri adliyede "Suç İşlemek Amacı ile Örgüt Kurmak, Tarihi Eser Kaçakçılığı ve Ticaretini Yapmak, 6136 SKM” suçlamasıyla gönderildikleri adliyece, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıkları bildirildi. Bu arada, operasyon sırasında araçta olmayan, belediye başkanının makam aracı şoförünün, direkt savcılığa giderek teslim olduğu ve silahın kendisine ait olduğunu söylediği, açık kimliği öğrenilemeyen bu şahsın, olayın 7'nci kişisi olduğu haber alındı. Silaha el konulduğu, ele geçirilen tarihi eserlerin ise Malatya Müzesi'ne teslim edileceği öğrenildi. Ele geçen eserler ile şöyle : 4 adet taş mühür çeşitli dönemlere ait müzelik değerde, 22 adet obje etütlük nitelikli, 3 adet bronz bilezik Roma-Bizans dönemine ait müzelik değerde, 10 adet bronz haç Bizans dönemine ait müzelik değerde, 7 adet bronz yüzük Roma-Bizans dönemine ait müzelik değerde, 1 adet cam koku kabı Roma dönemine ait müzelik değerde, 3 adet fibula/bronz küpe Roma dönemine ait müzelik değerde, 1 adet bronz insan figürü Roma dönemine ait müzelik değerde, 1 adet bronz hayvan figürü Roma dönemine ait müzelik değerde, 1 adet bronz topuzlu iğne Roma dönemine ait müzelik değerde, 1 adet bronz tıp alet Roma dönemine ait müzelik değerde, 1 adet bronz figürlü çivi Roma dönemine ait müzelik değerde, 1 adet gümüş yüzük Osmanlı dönemine ait etnografik nitelikli, 1 adet bronz mühür Osmanlı dönemine ait etnografik nitelikli, 3 adet bronz toka Yeni döneme ait etütlük nitelikli, 3 adet bronz kantar çubuğu Osmanlı dönemine ait etnografik nitelikli, 1 adet mermer kılıç etnografik nitelikli, 27 adet bronz sikke Bizans dönemine ait müzelik değerde, 85 adet bronz sikke Roma dönemine ait müzelik değerde, 1 adet gümüş sikke Grek dönemine ait müzelik değerde, 4 adet gümüş sikke Ortaçağ dönemine ait müzelik değerde, 1 adet gümüş sikke İslami döneme ait müzelik değerde, 2 adet bronz sikke Ortaçağ dönemine ait müzelik değerde, 7 adet gümüş sikke Osmanlı dönemine ait müzelik değerde, 3 adet bakır sikkenin Osmanlı dönemine ait müzelik değerde.
Malatya Haber, 25.05.2006
EFSANE KAYIPLAR

İnsanoğlunun en fazla merak ettiği kayıplar arasında "Nuh'un Gemisi", "Atlantis uygarlığı" ve varlığı tartışılan "Kutsal Kase" geliyor.Yeryüzünde birçok kayıp medeniyet ve kültür hazinesinin bulunması için her yıl onlarca araştırma yapılıyor. Kayıplar arasında en fazla merak uyandıranların başında Nuh'un Gemisi geliyor. Araştırmacıların en fazla ilgilendikleri kayıplar şunlar:

Nuh'un Gemisi: Nuh'un Gemisi'nin Ağrı Dağı'nda olduğa inananların sayısı hayli fazla. Nuh'un Gemisi'ni aramak üzere 20 Ağustos 1829'da Ağrı Dağı'nın zirvesine ulaşan ilk araştırmacı Alman bilim adamı Frederic Parrot oldu. Parrot, gemiyi bulamadı ama izlerine rastladığını iddia etti. 1916 yılında Vladimir Roskovski adlı bir Rus pilot, Ağrı üzerinden uçarken bir gemi kalıntısı gördüğünü iddia etmiş ve konuyu tekrar gündeme taşımıştı. 11 Eylül 1959'da Binbaşı İlhami Durupınar da 4000-4500 metre yükseklikten çekilmiş fotoğrafları incelerken Nuh'un Gemisi'ne çok benzeyen bir oluşum var olduğunu öne sürmüştü. Bu amaçla dağa çıkanlardan birisi de Ay'a ilk ayak basan astronotlardan James Irwin oldu. Ancak Irwin ve arkadaşları da somut bir bulgu elde edemedi.

Kayıp Medeniyet Atlantis: Sular altında kaldığı söylenen efsanevi ada Atlantis de en önemli kayıplardan biri olarak dikkat çekiyor. İspanya'nın güney sahilleri, Girit Adası yakınları, Konya, Kıbrıs ile Suriye arasında Akdeniz'in derinleri gibi birçok değişik bölgede olduğu ileri sürülen medeniyetin izlerini bulmak için yapılan çalışmalar bıkmadan sürdürülüyor. Bugün birçok insanın varlığına inandığı Atlantis'ten ilk bahseden ise ünlü düşünür Eflatun.

Kutsal Kase: Hz. İsa'nın Yahudi ve Romalıların oluşturduğu askeri bir güç tarafından yakalanıp çarmıha gerilerek idam edilmesinden önce havarileri ile yediği son akşam yemeğinde kullandığı veya çarmıha geriliş esnasında Arimatealı Yusuf'un İsa'dan akan kanı doldurduğu bir kasenin varlığına inananlar az değil. Antakya'da olduğu yönünde iddiaların ortaya atıldığı kasenin İstanbul'daki Çemberlitaş'ın altında bile olabileceği ileri sürülmüştü.

Kayıp Kıta Mu: İzlerine tarih içinde pek çok uygarlıkta rastlandığı ifade edilen batık Mu kıtası, insanoğlunun en büyük kayıp meraklarından birisini oluşturuyor. 19. Yüzyılda İngiliz araştırmacı James Churchward kayıp kıta için Orta Amerika'da çeşitli araştırmalar yaparak, konuyla ilgili eserler kaleme aldı.
Bursa Olay Gazetesi, 25.05.2006
KÜLTÜR VARLIKLARI, SANAL ORTAMDA GÜNCELLEŞTİRİLEREK TURİZME KAZANDIRILIYOR

Fethiye yöresinin tarihi ve kültürel değerleri sanal ortamda güncelleştirilerek dünya gündemine taşınacak. Bölgenin yurtdışı ve yurtiçin turizm fuarlarında sahil turizmi yanısıra kültür ve doğal varlıklar turizmi de ön plana çıkacak. Yetkililer geçen yıl 8 bin turistin ziyaret ettiği Amynthas (Amintas)'ı bu yıl 10 bin konuğun gezmesini bekliyor. Şehir içinde bulunan Likya dönemine ait tarihi eserler olan Telmessos ve Amynthas'a ait bilgiler Muğla Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından güncelleniyor.

Fethiye yöresinin dünyada tanınması ve kültür turizminin ilçede yaygınlaşması için turizm fuarlarında Likya Medeniyeti tarihi eserleri hakkında bilgilendirme yapacaklarını belirten Muğla Valisi Mustafa Temel Koçaklar, yörenin MÖ kalma eserlerle adeta açık hava müzesi konumunda olduğunu ifade etti. Koçaklar, "Fethiye'de turizmi 12 aya yaymayı hefeliyoruz. Fethiye'nin iklimi, doğal yapısı, kültür ve doğal varlıkları ile yılın 365 günü turizm yapmaya elverişli bir şehir. Şehir içinde bulunan Likya döneminden kalma şehiriçi amfitiyatro Telmessos ile Amynthas Kaya Mezarları kültür turizminin yaygınlaşması ve ilçenin tanınmasında mihenk taşı olan kültür varlıklarıdır." şeklinde konuştu. Turizm beldesinde bulunan başta Telmessos ve Amynthas Kaya Mezarlarını güncelleştirdiklerini ifade eden Fethiye Kültür ve Turizm Müdürü Burhan Çoşkun, ilçede MÖ IV. yüzyıldan kalma kaya mezarlarının aradan 3 bin 500 yıl geçmesine rağmen halen orjinalliğini koruduğunu söyledi. Fethiye Müzesi'nde 18 bin tarihi eserin bulunduğunu belirten Çoşkun, yerin dar olmasından ötürü bugün eserlerin az bir kısmının sergilenebildiğini ifade etti. Çoşkun, "Dünyada şehir içinde tek amfitiyatrosu bulunan turizm kenti Fethiye. Termessos Kralı Hermapia'nın oğlu Amynthas yaptırdığı kral mezarı süslü kolonları ile günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Amynthas günümüze kadar orginalliğini korumuştur. Turizm beldesinde kültür turizminin artması için özel gayret gösteriyoruz. İlçemizin dünyada tanımmasında Amynthas Kaya Mezarları'nın büyük önemi var." dedi.
Zaman, 25.05.2006
ILISU BARAJI İÇİN AVRUPA'DA LOBİ YAPILDI, MUHALİFLER İKNA EDİLDİ

Antik kent Hasankeyf'in sular altında kalacağı söylentileriyle gündeme gelen ve kurulmasıyla Türkiye'nin Atatürk Barajı'ndan sonraki en büyük barajı olacak Ilısu Barajı için Avrupa'da lobi çalışmaları yapıldı.

Avrupa ülkelerinde Ilısu Barajı'nın yapımına karşı çıkan çevrelere Hasankeyf'in sular altında kalmayacağı ve hazırlanan projelerle antik kentin kurtarılacağı anlatıldı. AKP Mardin Milletvekili Beşir Hamidi başkanlığında, Ilısu Köyü Muhtarı Mehmet Çelik, Dargeçit eski belediye başkanlarından Tevfik Vural, Hasankeyf'i Yaşatma Derneği Başkanı Ahmet Akdeniz'den oluşan heyet, Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali Projesi'nin gerçekleşmesi ve bu projeye kredi verilmesi için başlattıkları lobi faaliyetlerini tamamlayarak yurda döndü.

Zürih, Bern, Viyana ve Berlin ziyaretleriyle ilgili bilgi veren heyet başkanı Mardin Milletvekili Beşir Hamidi, Hasankeyf'in yok olacağı, bölge halkının bu projeyi istemediği ve finans kuruluşlarının 'Ilısu Baraj Projesi'ne kredi vermemesi yönündeki Avrupa kamuoyunu yanıltan tezleri çürüttüklerini söyledi.

Ziyaret kapsamında İsviçre, Avusturya ve Almanya'nın dışişleri bakanlık yetkilileri, ihracatçı kredi kuruluşları, hazine ile ilgili bakanlık yetkilileri, basın kuruluşları ve Türk büyükelçileriyle görüştüklerini belirten Hamidi, “Delegasyonumuz, bu projemizin Türkiye Cumhuriyeti'nin 100 yıllık vizyonunun içinde yer alan önemli bir yatırım projesi olduğunu anlattı. Arkasında hükümetimizin siyasi iradesinin bulunduğu dev bir proje olduğunu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin kalkınmasına katkıda bulunacak barajın yapım süresince binlerce kişiye istihdam sunacağını ifade ettik. Ilısu Projesi tamamlandığında santralin üreteceği yıllık ortalama 3.8 milyar kilovat enerjiyle ülke ekonomisine yılda 300 milyon dolar katma değer ve bölgemize önemli ticari faaliyet, sosyal ve ekonomik hareketlilik getirecektir.” dedi.

Ilısu Projesi'nin, bölge dahilinde su altında kalan mevcut yol, köprü, demiryolu ve köylerin yeniden ve modern bir şekilde imarını sağlayacağına dikkat çeken Hamidi, kısmen baraj gölü altında kalacak olan kültürel mirasın kurtarılması, korunması ve restore edilmesi için yeni yerleşim projesi geliştirildiğini vurguladı. Hamidi, Hasankeyf'in yüzde 80'inin bu projeden etkilenmediğini, geri kalan 11 tarihi eserin ise son teknolojiyle yeni Kültürel Park'a taşınacağını, dolayısıyla bölgede turizmin gelişeceğini ve cazibe merkezi haline geleceğini kaydetti. Dünyanın sayılı baraj projelerinden olan Ilısu Barajı'nın yapımı için 8 bin kişinin istihdam edileceğini dile getiren AKP Mardin Miletvekili Beşir Hamidi, barajın temelinin 4 Haziran'da Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından atılacağını söyledi.
Zaman, 25.05.2006
KAYIP DENİZATINDAN MÜDÜR SORUMLU

Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun Hazinesi'ne ait "altın kanatlı denizatı broşun" sahtesiyle değiştirilerek çalınması üzerine başlatılan soruşturma tamamlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettişleri, Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu'nun eserin çalınmasında birinci derece sorumlu olduğu gerekçesiyle memurluktan çıkarılmasını istedi. Zimmet suçlamasıyla Uşak Cumhuriyet Başsavcılığı'na da suç duyurusunda bulunuldu.
Türkiye'nin milyonlarca dolar harcayıp 10 yıllık hukuk mücadelesi sonrası 1993'te ABD Metropolitan Müzesi'nden geri aldığı Karun Hazinesi'ne ait en önemli parça, Uşak'taki müzede sahtesiyle değiştirilerek çalındı. Milliyet'in kamuoyunun gündemine taşıdığı hırsızlıkla ilgili olarak bakanlık müfettişleri soruşturma başlattı. Tamamlanan soruşturma Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç tarafından onaylanarak, gereği için Personel Daire Başkanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Uşak Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderildi.

Soruşturma sonucuyla ilgili olarak Bakanlık yetkilileri şu bilgileri verdi: "Eserin ne zaman ve kimler tarafından değiştirildiği henüz netlik kazanmadı. Ancak zimmeti üzerinde bulunduran Uşak Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu olayın tek sorumlusudur. Bu bakımdan Müze Müdürü'nün memurluktan men edilmesi istenmiştir. Ayrıca zimmet suçlaması nedeniyle hakkında dava açılması gerekmektedir. Bakanlıkta bu tür soruşturmalar sonucunda ihmali bulunan personel hakkında ödetme kararı verilir, eserin değer tespiti bir komisyonca yapıldıktan sonra sorumluluğu olan kişi ya da kişilerden bu para alınırdı. Ancak burada dava açılması istenerek, Müze Müdürü hakkında hapis kararına kadar gidecek bir süreç başlatıldı."

Dilimizdeki "Karun gibi zengin" deyişinin kaynağı olan Lidyalıların son kralı Karun (Kroisos) dönemine ait MÖ 6. yüzyıldan kalma yüzlerce altın sikke, takı ile günlük hayatta kullanılan gümüş eşyaların bulunduğu 450 parçalık hazine, Uşak'ın Güre köyünde kaçak kazılar sonucu ortaya çıkarıldı. Eserler 1967-68-69 yıllarında kaçak yollarla ABD'ye gitti ve Metropolitan Müzesi'nde sergilenmeye başlandı. Türkiye, 1980'li yılların başında gazeteci Özgen Acar'ın büyük çabaları sonucu Metropolitan Müzesi'ne dava açtı. Davanın Türkiye'nin lehine sonuçlanacağı anlaşılınca Metropolitan, eserleri iade etmeyi kabul etti. İade edilen 363 parça eser 1996'dan sonra Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmeye başlandı.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 24.05.2006
100 YILLIK TARİHİ BİNA ÇÖKTÜ

Bursa'da, 100 yıllık tarihi bina gece saatlerinde çöktü. Alınan bilgiye göre, merkez Osmangazi İlçesi Çakırhamam semtinde Merkez Bankası'nın arkasında bulunan 100 yıllık tarihi bir bina, gece saat 01.30 sıralarında büyük bir gürültüyle çöktü. Ayakkabı tamircilerinin bulunduğu Pirinç Hanı arkasındaki 2 katlı tarihi binanın çökmesi sırasında yoldan geçen kimsenin bulunmaması ya da içeride uçucu madde bağımlısı çocukların olmaması muhtemel bir faciayı önledi.
Bursa Kent Haber, 24.05.2006
DEFİNE AVCILARININ DELİK DEŞİK ETTİĞİ TARİHİ ESERLER BİR BİR YOK OLUYOR

Birçok medeniyete ev sahipliği yapan Ankara'nın 60'a yakın tarihi eseri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Kaderine terk edilen bazı külliye ve türbeler define avcılarının hedefi olurken, mahalle aralarında unutulan bazı tarihi eserler de alkoliklerin mekanı oldu. Polatlı'daki Hacı Tuğrul Baba Türbesi ve Haymana'daki Hüsameddin Ankaravi Külliyesi'nin durumu olayın en açık göstergesi.

Hacıtuğrul köyündeki Hacı Tuğrul Kümbeti define avcılarının uğrak yerlerinin başında geliyor. 600 yıllık türbenin her tarafı defineciler tarafından delik deşik edilmiş. Yıkılmaya yüz tutan türbe, zamana direnmeye çalışıyor. Bakımsızlıktan harabeye dönen 500 yıllık Hüsameddin Ankaravi Külliyesi de acil olarak restore edilmesi gereken tarihi eserlerin başında geliyor. Türbenin yanı başındaki caminin durumu türbeden farklı değil. Çatısı yıkılan caminin iç mekanında da define aranmış. Diğer dikkat çekici örnek ise Ankara Kalesi'nin yanı başındaki Kırklar Mezarlığı. Tahta bir kapıyla girişi kapatılan 734 yıllık mezarlıkta bulunan paha biçilmez kitabeler mahalle sakinlerinin korumasına bırakılmış. 'Bir zamanlar mezarlıkta bostan bile yetiştiren oldu' diyen mahalle sakinleri, mezarlığın kapısını kilitli tutarak korumaya çalışıyor. Başkentin simgesi kabul edilen Ankara Kalesi'nin de dört bir yanı gecekondularla çevrili. Yıllardır restore edileceği söylenen kale için somut adım atılamadı.

Başkentin tarihi eser envanterini çıkaran Araştırmacı-Yazar Kerim Erdoğan, 60'ın üzerinde tarihi eserin yıkılma tehlikesi olduğunu söyledi. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin defineciler tarafından tahrip edildiğini savunan Erdoğan, yetkililerin bu duruma son vermesi gerektiğini kaydetti. Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri ise tarihi eserlerin içler acısı durumundan haberdar olduklarını ve konuyla ilgili çalışma yaptıklarını açıkladı.
Zaman, 24.05.2006
TARİH TALANCILARINA POLİSTEN ŞOK BASKIN

İstanbul'da, Eski Tunç, Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait tarihi eserlerin yanısıra, Anadolu'nun değişik illerindeki cami, tekke ve çeşmelerden çalınan eserlerin de aralarında bulunduğu 717 parça tarihi eser ele geçirildi. Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, tarihi değeri yüksek eserlerin yurtdışına pazarlanmak üzere bazı adreslerde tutulduğu bilgisini aldı. Çalışma başlatan ekipler şebekenin Eminönü, Fatih ve Kağıthane'de bir depo, bir işyeri ve evde eserleri gizlediklerini belirledi.

Eserler arasında, bir Bektaşi dergahından çalınan Hz. Ali'nin kabartması ile arapça 'Ali'den başka genç, Zülfikar'dan başka kılıç yoktur' yazılı sancak bulundu. Ele geçirilen tarihi eserler arasında Eski Tunç, Hellenistik ve Roma dönemlerine ait pişmiş topraktan maske ile tanrıça başları da dikkat çekti. Eserler, Arkeoloji Müzesi'ne teslim edilirken, yakalanan 2 kişinin savcılıktan serbest kaldığı, 1 kişinin de savcılıkta sorgusunun sürdüğü bildirildi.

Ele geçirilen eserler : 664 Adet Çeşitli Dönemlere Ait Sikke, 19 Adet Büyük Şamdan, 13 Adet Alem, 8 Adet Pişmiş Toprak Küp Ve Kap, 8 Adet Dirhem, 6 Adet Şamdan Parçası, 5 Adet Bronz Ok Ucu, 3 Adet Şamdan Kaidesi, 3 Adet Yazılı Prinç Tas, 3 Adet Havan, 3 Adet Prinç Testi, 3 Adet Pişmiş Toprak Ağırlık, 3 Adet Bronz Yüzük, 2 Adet Musluk, 2 Adet Pişmiş Toprak Figürün Başı, 3 Adet Kurşun Ağırlık, 2 Adet Obje, 1 Adet Ay, 1 Adet Havan Tokmağı, 1 Adet Minare Alem Parçası, 1 Adet Çini Parçası, 1 Adet Çini Vazo, 1 Adet Boyalı Cami Alemi, 1 Adet Hat Levha, 1 Adet Pişmiş Toprak Koku Şişesi, 1 Adet Pişmiş Toprak Kandil, 1 Adet Cam Şişecik, 1Adet Bronz Delici, 1 Adet Bronz İğne, 1 Adet Bronz Dirhem ve 1 Adet Bronz Kemer Tokası olmak üzere toplam 717 Adet.
Akşam, iem.gov.tr, Foto: iem.gov.tr, 24.05.2006






ATATÜRK'E YAKIŞIR MÜZE

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için geldiği Samsun'da kaldığı Mıntıka Palas Oteli, Atatürk Müzesi haline getirildi.

1940 yılından bu yana Gazi Müzesi olan Mıntıka Palas Oteli, binanın ve Büyük Önder'in kullandığı eşyalarına gerekli bakımın yapılmaması nedeniyle müze verimli olarak kullanılamadı. Atatürk Müzesi adı altında yeni bir müze daha oluşturarak Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün eşyaları ve Kurtuluş Mücadelesi'ni başlatmak üzere Samsun'a geldiği 18 silah arkadaşının balmumu heykeli yapılarak müzeye yerleştirildi.

Samsun Valiliği'nin başlattığı 'Tarihi Mirasımıza Sahip Çıkalım' projesi kapsamında 2005 yılında Atakum Rotary Kulübü tarafından Gazi Müzesi restore edilerek müze şartlarına kavuşturuldu. Atatürk'ün 125. doğum yılında Atatürk Müzesi ve Gazi Müzesi birleştirilerek Atatürk'ü anlatan tek müze olarak yeniden faaliyete sokuldu. Açılış töreninde konuşan Samsun Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, kurtuluş meşalesinin yakıldığı Samsun'da Büyük Önder'i anlatan müzenin ayrı bir önem taşıdığını söyledi. Özellikle gençlerin Ata'yı tanıması ve Kurtuluş Mücadelesi'nin nasıl kazanıldığını öğrenmeleri açısından müzenin önemli olduğunu dile getiren Güzeloğlu, "Burada tarihi yaşıyoruz. Bu çalışmada devlet, sivil toplum ve özel sektörün işbirliğini görüyoruz" dedi.
Törene Çorum Valisi Hüseyin Poroy, kamu kurum ve kuruluş temsilcileri, askeri ve mülki erkan ile çok sayıda vatandaş katıldı. Halka açılan müzede Atatürk'ün özel eşyaları, fotoğrafları, otelde kullandığı eşyaların yanı sıra Kurtuluş Mücadelesi'ni başlatmak üzere Bandırma Vapuru'yla Samsun'a geldiği 18 silah arkadaşıyla birlikte balmumu heykeli, kullandığı banyo, yatak odası ve oturma grupları yer alıyor. Ayrıca müzede sürekli büyük önderin konuşmaları ses sistemiyle yayınlanacak ve sevdiği şarkılar çalınacak.
Kuzey Haber, 24.05.2006
TÜTÜN DEPOSUNDA MÜZİK MÜZESİ AÇILACAK

Türkiye'nin müzik kültürünün envanteri çıkarılacak. Bilkent Üniversitesi ile Kültür Bakanlığı tarafından düzenlenen Uluslararası Müzik Kongresi'nde Türkiye'de müzik kültürü ve yıl içinde açılacak müzik müzesi tartışılacak. Böylece ilk kez uluslararası boyutta bir tarihsel süreç içerisinde müzik kültürü ele alınmış olacak.

Prof. Halil İnalcık'ın onursal başkanlığında düzenlenecek kongre 29-31 Mayıs arasında Harbiye Askeri Müze'de gerçekleşecek. Kongrede 80 bilimsel tebliğ sunulacak, Aya İrini, Arkeoloji Müzesi ve Topkapı Sarayı'nda konserler verilecek ve çeşitli atölye çalışmaları düzenlenecek. Zülfü Livaneli, Orhan Gencebay, Leman Sam, Yalçın Tura, Erkan Oğur, Bülent Forta, İbrahim Yazıcı gibi isimlerin yanı sıra yabancı bilim adamlarının katılacağı kongre UNESCO tarafından da takip edilecek. Dün düzenlenen basın toplantısında Türkiye'nin ilk Müzik Müzesi'nin bu yıl içerisinde açılacağı duyruldu. Üsküdar Paşalimanı'ndaki Tekel Deposu restore edildikten sonra Müzik Müzesi olacak.
Radikal, 24.05.2006
HASANKEYF'TE KAZI İŞÇİLERİ İŞ BIRAKTI

Batman'ın tarihi Hasankeyf İlçesi'ndeki arkeolojik kazılarda mevsimlik olarak çalışan işçiler, ücretlerinin azlığını gerekçe göstererek işi bıraktı. 70 işçi, üç yıldan beri ücretlerine zam yapılmadığını ileri sürdü.

İşçi temsilcisi Ali Bulak, şöyle dedi: "Her gün sekiz saat iğne ile oya işler gibi kazı çalışması yapıyoruz. Sabahtan akşama kadar güneş altında çalışıyoruz. Günde 12 YTL ücret alıyoruz. Aldığımız para ev geçindirmek için yeterli değildir. Sigortalarımızın düzgün bir şekilde yatırılıp yatırılmadığını da bilmiyoruz. Günlük en az 20 YTL olmasını talep ediyoruz."
Hürriyet, 24.05.2006
İNŞAAT ÇALIŞMASINDA TARİH BULUNDU

Sinop'ta bir inşaat kazısı sırasında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 3 metre boyunda üzeri işlemeli mermer alınlık bulundu. Kefevi Mahallesi'ndeki bir inşaat kazısı sırasında mermer üzerine işlemeli, yaklaşık 3 metre boyunda, 1 metre eninde blok ortaya çıkması üzerine durum Sinop Arkeoloji Müzesi yetkililerine bildirildi. Yerinden çıkarılarak müzeye götürülen buluntunun tahminen Roma dönemi bir kalıntı olduğunu belirten Arkeolog Fuat Dereli, yapılacak incelemeden sonra eserin tarihlenebileceğini söyledi. Muhtemelen bir tapınak girişi veya bir anıta ait alınlık olabileceğini kaydeden Fuat Dereli, “Eser temizlenip gerçek yüzü ortaya çıkınca daha net bir bilgi edinilebilecek.” ifadesini kullandı.
Zaman, 24.05.2006
KÜÇÜK AYASOFYA KENDİNE GELİYOR

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalan 1500 yıllık Küçük Ayasofya Camii'ni kurtarmak için başlattığı restorasyon çalışmalarında sona gelindi.

Günümüze kadar olduğu gibi korunan ve ayakta kalmayı başaran bu en eski Bizans dönemi yapısı, Sultan II. Beyazıt döneminde, Topkapı Sarayı'nın Dar'üssaade Ağası Hüseyin Ağa tarafından camiye çevrilmişti. 1648 ve 1763 yıllarındaki iki büyük depremden de etkilenen cami, arşiv belgelerine göre 1831'de ciddi bir onarım gördü. Bizans surlarına dayanmış olarak yüz yıllardır minarelerinde ezanlar yükselen cami için en önemli değişiklikler demiryolunun inşasıyla başladı. Cami ile surlar arasından geçen demiryolu çevre düzenlemesinde de değişikliklere yol açtı. Üç yönden girilen avlusunda havuzu ve göbeği bulunan şadırvanı bugün görmek mümkün değil.

2002 yılında başlayan restorasyondan önce de zaman zaman onarımlar gören cami, Balkan Savaşı sırasında bir süre barınma yeri olarak kullanıldı. Savaştan kaçanlara barınaklık yapan bu güzel cami, Cumhuriyet döneminde 1937 ve 1955 yıllarında da onarım gördü. 1955 yılındaki restorasyonla kubbe dışındaki tüm cephedeki taş ve tuğla görünür hale getirildi.
Büyük bir gürültüyle geçen her trenle sarsılan Küçük Ayasofya'ya bir darbe de, 1999 Marmara Depremi vurdu. 17 Ağustos depremiyle duvarlarında bozulmalar ve derin çatlaklar oluşan cami, ciddi bir tehlike yaşamaya başlayınca İstanbul Büyükşehir Belediyesi yardıma koştu.

Koruma Kurulu'nun 2 Aralık 1999 tarihli kararının ardından cami için yeni bir dönem başladı. Her gün onlarca turistin gezdiği Küçük Ayasofya Camii, 20 Haziran 2002 tarihinden bugüne restore ediliyor. Ağır ilerleyen ilk dönemde, yapıyla ilgili ciddi bir ilmi çalışma gerçekleştirildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kontrolündeki restorasyon çalışmalarında önce tarihi araştırma yapıldı. Ardından rölöve çalışmasına geçildi ve nihayet restitüsyon çalışmasına gelindi. Görenlerin bir türlü ilerlemiyor dediği bu dönemde yapılanlar ise çok şaşırtıcı. 1500 yılın ağırlığını taşıyan yapıda öncelikle 600 mini kazıkla temel takviyesi yapıldı. Her iki mini kazığın arasına da birer adet enjeksiyon yapılarak zeminin güçlendirilmesi gerçekleştirildi. Çeliğin üç katı dayanıklılığa sahip, çürümeyen ve özelliğini yitirmeyen karbon çubukların da kullanıldığı zemin güçlendirilmesinde 20 metreye kadar 3 adet sondaj kuyusu, 4 metreye kadar 4 adet de araştırma çukuru açıldı. İbadetin bahçede de olsa devam ettiği ve ezanın günde beş vakit okunduğu cami avlusunda restorasyon çalışmalarının çok uzağında bir yoğunluk ise hep sürdü.

2005 yılında sadece kubbeyi değil bütün yapıyı örten bir uzay çatı, çevreye farklı bir hava katmış durumda. Sahil yolunu kullanan İstanbullular'ı her defasında şaşırtan dev inşaat iskelesi yüzlerce yıllık tarihi, her türlü dış etkiye karşı koruyor. 'Uzay çatı' adı verilen iskele, restorasyonun sonuna yaklaşıldığı bugünlerde sökülmeye başlandı. Restorasyon çalışmasının yüklenici firması Abide Ltd. Şti. uzmanlarına göre böyle büyük bir anıt yapının restorasyonu için çok sabırlı bir çalışma gerekiyor. İstanbul Arkeoloji Müzeleri denetiminde sürdürülen kazı çalışmalarından sonra yapının kubbe ve iç mekan restorasyonunun da devam ettiğini aktaran uzmanlar, dört yılda gerçekleştirilen işlerin büyük başarı olduğu kanaatindeler.
Türkiye Gazetesi, 23.05.2006
ZEUGMA İNTERNETTE

Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Mehmet Önal, “Zeugma Antik Kenti'nden kurtarılan mozaiklerin en güzellerini sanal ortamda da sergilemeye başladık” dedi. gaziantepmuzesi.gov.tr adresinden ulaşılabilen internet sitesini ziyarete açtıklarını kaydeden Önal, “Müzemizi ve özellikle de Gaziantep turizmine yeni bir soluk kazandıran Zeugma mozaiklerini sanal ortamda sergileyerek tanıtmak için internet sitesi hazırladık. Türkçe ve İngilizce olarak hazırladığımız sitemizi ziyaret edenler Gaziantep'teki tarih ve kültür mirasına, müzelerimize ve şaheser Zeugma mozaiklerine ilişkin doyurucu bilgiye ulaşabilirler. Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nin internet sitesinde, müzedeki diğer eserlerin yanı sıra Zeugma Antik kentinden çıkarılan “Poseidon”, “Okeanos-Tethis”, “Ge (Gaia)”, “Akhileus”, “Eros-Psikhe”, “Dionysos-Telete-Skyrtos”, “Dionysos”, “Satyros ve Antiope” ile Zeugma'nın simgesi olarak da adlandırılan “Menad (Çingene Kızı)” mozaiklerine ve bu mozaiklere ilişkin bilgilere yer verildi.
Türkiye Gazetesi, 23.05.2006
GÖKHÖYÜK, DEVİRLERİN BEŞİĞİ

Konya'da, Seydişehir İlçesi'nde Gökhöyük Kurtarma kazısı sonuçlarını, Müzeler Haftası kapsamında bilim çevreleri ve kamuoyuyla paylaşmak için bir konferans düzenlendi. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nce organize edilen ve basın mensupları dışında çok az katılımın olduğu konferansa konuşmacı olarak Kazı Başkanı Arkeolog Enver Akgün katıldı. Akgün, kazıda bulunan eserler hakkında bilgi verdiği konferansta, kurtarma kazısının bu yıl da devam edeceğini söyledi. Kazı Başkanı Arkeolog Enver Akgün, Gökhöyük kazı alanının, Beyşehir Gölü sularını Suğla Gölü ve Apa Barajı'na taşıyacak kanalın inşaat çalışmaları sırasında fark edildiğini söyledi. Akgün, 2002 yılında başlayan kurtarma kazısı çalışmalarında, kanalın geçtiği bölgede önce İslami mezarlara, daha aşağı inildiğinde ise demir çağı ve neolitik çağa ait buluntulara ulaşıldığını anlattı. Çalışmaların 4 yıldır sürdüğünü, özellikle neolitik döneme ait çok zengin buluntulara rastladıklarını ifade eden Akgün, aralarında çömlekler, obsidyen taşı ve kemiklerden yapılan kesici aletler, içinde çocuk iskeletlerinin bulunduğu çömlek mezarlar ile Çatalhöyük'te de rastlanan ana tanrıça figürleri ile birlikte yaklaşık bin 300 etüt parçası bulunduğunu, bunlardan 520 envanterlik eserin müzeye teslim edildiğini belirtti.
Konya Hakimiyet Gazetesi, 23.05.2006
TARİHİ OTOPARK!

Ortaköy'ün simgelerinden Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu, 13 Temmuz 2002 tarihinde çıkan bir yangınla kül oldu. Yangının otopark mafyası tarafından çıkartıldığı iddia edilirken, öğrenciler Burak Reis İlköğretim Okulu'nun ek binasına taşındı. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey'in Naime Sultan Yalısı olarak da anılan 1905 yapımı binanın onarılıp tekrar okul olarak kullanılacağını söylemesine karşın bina 4 yıldır çürümeye bırakıldı

Boğaziçi İmar Müdürlüğü, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 1'inci grup korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilen okul ve İl Özel İdaresi tarafından aylık 200 bin YTL bedelle Trafik Vakfı'na kiraya verilen bina, iki kurumun arasını açtı. Binanın korunması gereken kültür mirası olduğunu üç ay sonra hatırlayan İstanbul İl Özel İdaresi, Emniyet Müdürlüğü'ne 5 Ekim 2005'te yazı göndererek binayı 15 gün içinde tahliye etmelerini istedi. Halen otopark olarak kullanılan bina nedeniyle Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu Aile Birliği ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu isyan bayrağını çekti. Kurul binanın otopark olarak kullanılmasına izin verenler hakkında soruşturma açılmasını isterken, okul aile birliği yöneticileri binanın varislerini aramaya girişti.

Birlik Başkanı Canan Sığınak, okulun varisçileri olan Osmanlı torunlarına ulaşılması halinde sorunun çözüleceğine inandığını belirterek, 'Okulun tadilatı yapılmadığı için buranın birilerinin eline tamamen geçmesinden endişe ediyoruz. Burası 1953 yılında İstanbul Kadastrosu ile birlikte Maliye Hazinesi olarak adı tescil ediliyor. 28 Aralık 1959 yılında 'Marif Vekaleti' adına tahsis ediliyor. Ancak Marif Vekaleti halen devam ediyor. Dolayısıyla burasının okul olarak kullanılması şartı var. Okulun dışında hiçbir şey burada yapılamaz' dedi.
Akşam, 22.05.2006
YESEMEK 3 BİN YIL SONRA CANLANDI

Ünlü Alman arkeolog Karl Humann 5 Nisan 1888'de, İskenderun Limanı'na 20 kazma, 12 tırmık, bunlar için 100 adet yedek kazma sapı, 55 kürek, 12 el arabası, 57 toprak taşıma sepeti, iki demir kaldıraç, iki ağır çekiç, üç halat ve bir makaralı pranga, çelik dingili ağır bir arabayla indi. Amacı Genç Keyhüsrev'in, Büyük İskender'in, Haçlı Ordularının izlediği yoldan geçerek; Sarımazı Yaylası, Amik Ovası üzerinden İslâhiye'deki ünlü Hitit kenti Zincirli'ye varmaktı.
Humann, at sırtında üç günde ulaştı İslâhiye'ye. Günümüzden yaklaşık 120 yıl öncesinin İslâhiye'si Humann'a göre 'sağlığa aykırı elli kadar pis kulübeden meydana gelmiş bir kasabaydı.

8 Nisan 1888 Pazar günü 13 kişiyle İslâhiye'den Zincirli Köyü'ne doğru yola çıktı Humann, ancak köyde gördükleri de hiç iç açıcı değildi. Zincirli Köyü'nü "Burada korkunç derecede pis insanlar, Kürtler ve Ensariler oturmaktaydı. Köyün her yanı ıslak çamur içindeydi" diye anlatır. Tarihin derinliklerine doğru ilk kazma vurulur. Ortaya çıkacak olan ilk tunç çağından Roma dönemine kadar uzanan bir yerleşme alanıdır. Kentin içinde geleneksel Hitit üslubunda, sakalsız, atlı ya da avcı figürleri vardır. Taş kabartmalardan da anlaşılır ki, yerleşme alanı Neo-Hitit döneminin küçük krallıklarından birinin başkentidir.

Bugün Zincirli'ye gidenler, Humann'ın vurduğu ilk kazmanın izini hâlâ görürler. Çünkü topraktan çıkarılıp İskenderun üzerinden yurtdışına kaçırılan tarihi eserlerin oyukları hâlâ durmaktadır.

Humann'ın, Berlin Prusya Kraliyet Müzeleri adına yaptığı kazıyı yöneten Felix von Luschan da boş durmamış, Zincirli kentindeki kabartmaların asıl kaynağı, Yesemek heykel atölyesini bulmuştu. Burası 3 bin yıldır keşfedilmeyi bekleyen Hititlere ait bir heykel atölyesiydi. Ancak o anda Luschan, yalnızca antik Anadolu'nun değil, Mezopotamya ve bütün Akdeniz havzasının da en büyük açık hava heykel atölyesini bulduğunu bilmiyordu.

1893 yılında Berlin'de yayımlanan kazı raporlarının birinci cildine "Taşocağı ve çok sayıda aslan tasviriyle işçilikleri tamamlanmamış heykellerin bulunduğu yer" diye girerek ilk kez arkeoloji yazınındaki yerini alacaktı Yesemek. Sonra yine uzun bir sessizliğe gömülür; ta ki 1955 yılında Pof. Dr. Bahadır Alkım başkanlığında ilk bilimsel kazı ve araştırmalar başlayıncaya dek.

İkinci kazı dönemi 1989 yılında arkeolog İlhan Temizsoy tarafından başlatılmış, yatık heykeller ayağa kaldırılmış ve antik atölye bir açıkhava müzesine dönüştürülmüş. Geçen yıl da tuvaletleriyle, açılmayı bekleyen kafeteryasıyla, gezi ve dinlenme alanlarıyla Yesemek görkeminin hak ettiği bir müze haline getirilmiş.

Binlerce yıl sonra Yesemek'te heykel yapılmasının nedeni, GAP Kültürel Mirası Geliştirme Programı kapsamında Yesemek Tarihi Açıkhava Heykel Atölyesi'nin tanıtımı projesi. Gaziantep Gazeteciler Derneği liderliğinde İslâhiye Kültür ve Sosyal Dayanışma Derneği, Gaziantep Kültür ve Eğitim Derneği ortaklığındaki projeyi AB Komisyonu finanse ediyor.
Genç heykeltıraşlar yerel taş ustalarıyla buluşturulmuş ilk aşamada. Heykellerin yapımı sürüyor. Sonra uluslararası bir 'Yesemek Bienali' yapılacak. 10 uluslararası heykel sanatçısı atölye ortamında bir ay süreyle çalışıp yaratacakları çağdaş heykeller aracılığıyla bölgenin kültürel mirasına katkıda bulunacaklar. Atölye çalışmalarında yapılan heykeller Gaziantep ve İslâhiye'de gerçekleştirilecek dört ayrı sergiyle kamuoyuna sunulacak.

Atölye, Açıkhava Müzesi'nin tam karşısındaki tepeye kurulmuş. 3 bin yıl arayla kurulan iki atölyeyi görüp, birinden gelen çekiç seslerini duymak heyecan verici. Genç heykeltıraşlar Tuğçe Turan, Fulya Asyalı, Meysem Samsun, Ergün Akgül, Emre Karaca, Şule Töre, Kemal Deniz Erol ve İdris Yavuz karşılarında duran Hitit heykellerine baka baka aynı taşa bu kez modern bir şekil veriyorlar. Uluslararası Yesemek Bienali'nin küratörlüğünü yapacak heykel sanatçısı Kemal Tufan ilk kez gördüğü Yesemek'in hayat bulmasının heyecanını yaşıyor:
"Dünyanın dört bir yanından gelecek uluslararası heykel sanatçıları, dünyanın en önemli açık hava heykel atölyelerinden Yesemek'te tekrar çalışmaya başlayarak binlerce yıldır süregelen suskunluğa ve unutulmuşluğa son verecekler. Pek çok farklı kültürün bir araya gelişini, 3 bin yıl önceki ustalarımızla günümüz sanatçılarının buluşmalarına ve Yesemek'te sanatın yeniden doğuşuna tanıklık ediyoruz."

Proje çerçevesinde Işıl Özgentürk de Yesemek'le ilgili bir belgesel çekecek. Filmde, müze kurulduğundan beri burada bekçilik yapan Ali Çiçek'in yaşamı da yer alacak. Işıl Özgentürk de düşlerini gerçekleştirmenin sevincinde. "Bir sonbahar günü yolum Yesemek'e düştü. Sanki farklı bir yaşam parçasının içine düşmüştüm ve yüzlerce heykelin kılavuzluğunda sır dolu bir yolculuk yapıyordum. Sonra Yesemek'in bekçisi Ali Çiçek'le oğlu yanıma gelip, elimden tuttular ve sırları çözmeme yardım ettiler. O gün hayal kurdum, bölgeden ve dünyanın her yerinden gelmiş heykeltıraşların, burada bazalt taşını oyarak heykel yaptıklarını düşündüm, çekiçlerin seslerini duydum ve Ali Çiçek'le oğlunun hayatını anlatmak için bir film yapmayı düşündüm. Şimdi bu hayal gerçek oluyor."

Belgesele konu olacak bekçi Ali Çiçek 1964'te, heykel atölyesinin hemen dibindeki toprak evde doğmuş. İlk kazı başladığında babası Ömer Çiçek 50 kuruş gündelikle işçilik yapmış Prof. Dr. Alkım'ın yanında. Hatta kimsenin ayağa kaldıramadığı 'Ayı Maskeli Adam' heykelini bir kaldıraçla ayakları üzerine diktiği için 2,5 lira ödül almış. 1989'da ikinci kazı yapılırken de oğul Ali Çiçek arkeolog İlhan Temizsoy'un yanında soğuk demirci olarak başlamış işe. İlhan hocayı o kadar sevmiş ki Ali Çiçek, şimdi 16 yaşında olan oğluna onun adını vermiş. 17 yıldır da burada bekçilik yapıyor Ali. "Bütün bu gördüğün ağaçları, çiçekleri ben diktim" diyor övünçle, "Çamları, narları, dutları, çınarları, gülleri, kayısıları, incirleri..."

Ali'nin anlattığına göre 1990'larda 300-500 kişi gelir gezermiş atölyeyi. Çoğu da yabancı. 2000'lerde bu sayı 10 bine çıkmış. Geçen yıl 14 bin olmuş. Binlerce yıl öncesinden kalma heykel atölyesindeki 'Ayı maskeli tapınak bekçisi', 'dağ tanrısı', 'kadın başlı, aslan gövdeli yaratık', 'iki tekerlekli savaş arabası', 'kapı aslanları', 'Kargamış Krallığı'nın tanrıçası Kubaba' heykelleri 3 bin yıl sonra duydukları çekiç seslerine "Demek ki sanatçılarımız ölmemiş, sadece kısa bir süreliğine bizi terk etmişler, şimdi de geri döndüler" diye seviniyorlar.
Radikal, Haber: Celal Başlangıç, 22.05.2006
HANGİSİNE İNANMALI?
MÜZELER GECESİ İYİ DUYURULMADI

Bu yıl Türkiye'de ilk kez hayata geçirilen Müzeler Gecesi uygulaması, yeterince ilgi görmedi. Birçok Avrupa ülkesinde yıllardır yapılan ve büyük ilgi gören Müzeler Gecesi kapsamında Türkiye'nin dokuz önemli devlet müzesiyle İstanbul'daki üç büyük özel müze, 20 Mayıs gecesi saat 01.00'e kadar açıktı. Ancak bedava gezilebilmesine karşın, Ayasofya dışında müzelerin önünde Avrupa'daki gibi kuyruklar oluşmadı. Müzeler Gecesi'nin Türkiye'de nasıl yaşanacağını gözlemlemek için önceki gece, İstanbul'da uygulamaya dahil olan bütün özel müzeleri gezdik. Müze seferimize saat 20.00'de Sabancı Müzesi'ndan başladık. Sabancı'da Picasso sergisine benzer kuyruklar yoktu. Görevliler, müzenin diğer günlere oranla daha kalabalık olduğunu söyledi. Sabancı'dan çıkıp Pera Müzesi'nin yolunu tuttuk. Normal sayılabilecek bir kalabalık vardı. Ancak 'Kaplumbağa Terbiyecisi'ni görmeye gelenler hüsrana uğradı. Tadilat nedeniyle tablonun bulunduğu bölüm kapalıydı.

Pera'dan Sultanahmet'e uzandık. Sultanahmet Köftecisi'nin önündeki kuyruk Ayasofya Müzesi'ndeki kalabalığın habercisiydi. Saatler 22.30'a yaklaşırken Ayasofya'daki ziyaretçi sayısı 200'e yakındı. Müze yetkilisi bugün başlarını kaşıyacak vakitlerinin olmadığını söyledi. Uygulama dahilindeki Topkapı Sarayı ise güvenlik gerekçesiyle saat 20.30'da kapılarını kapatmıştı. Oradan Türk-İslam Eserleri Müzesi'ne gittik. Kayda değer kalabalık yoktu. Arkeoloji Müzesi'ndeyse sadece giriş katındaki salonlar açıktı ve görevlilere göre ziyaretçi sayısı normal günlerden farksızdı. İstanbul Modern'e vardığımızda saat 24.00'ü geçiyordu ve kalabalık iyice azalmıştı. Konuştuğumuz ziyaretçilerin çoğu, duyuru eksikliğinden yakındı ve uygulamanın varlığını Radikal gazetesinden öğrendiklerini söyledi. Haksız da değillerdi. Zira Müzeler Gecesi'yle ilgili duyuru yapılmadığı gibi Avrupa'daki toplu taşım araçları müzeler arasında özel seferler yapılması, müzelerin çevresinde konser düzenlenmesi gibi uygulamalar da yoktu.
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ-Müjde Yazıcı, 22.05.2006
GECE AİLE GEZMESİ DEĞİL MÜZE GEZMESİ

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın uygulamasıyla “Dünya Müzeler Günü” dolayısıyla önceki gece ilk kez saat 01.00'e kadar açık olan müzeler, ziyaretçi akınına uğradı. Gün boyu, ücretsiz giriş sebebiyle zaten ağzına kadar dolu olan mekânlarda gece de yerli ve yabancı turistler vardı. Manzara içinde dikkat çekici olansa saat 22.00'de pusetteki bebeğiyle, elinden tutuğu küçük çocuğuyla ve kayınvalidesi-kayınpederiyle müzelere gelenlerdi.

Çocukların ilgisini en çok çeken, Arkeoloji Müzesi içindeki “Renkli Tanrılar” sergisi oldu. Yüzyıllar önce yapılmış heykellerin renklendirilmiş reprodüksiyonlarını uzun uzun inceledi küçük ziyaretçiler. Müzenin kapısı önündeyse bir genç kız, arkadaşlarına “Ne yapacaktık Taksim'e gidip? Oraya her zaman gidilir, iyi ki buraya gelmişiz.” dedikten sonra 'gece müze gezmesi'nin hatırası olarak fotoğraf çektirdi.

Ayasofya Müzesi ise kalabalıktan ziyade hareketlilik yaşıyordu. Ellerinde rehber kitaplarıyla turistler, İstanbul'a bir günlüğüne gelmiş ve fırsatı kaçırmak istemeyen vatandaşlar, Sultanahmet'e inmişken bu orijinal ânı kaçırmak istemeyen gençler birbiri ardına dolup boşaltıyordu tarihî mekânı.

Biraz ilerideki Türk İslam Eserleri Müzesi de dışarıdan fark edilmeyen bir kalabalığı barındırıyordu. Buradaki ziyaretçi profili daha çok ailelerden oluşuyordu. Kayserili bir aile ise Trabzon'dan gelen akrabalarıyla birlikte İran'dan gelen misafirlerini gezdirmek için seçmişti Türk İslam Eserleri Müzesi'ni. İstiklal Caddesi'nin kalabalığıyla kıyaslanacak değilse bile Odakule'deki Pera Müzesi de aynı saatlerde her katında ziyaretçilerini ağırladı.

Uygulama kapsamında gece 00.00'a kadar açık olan Konya Mevlana Müzesi de ziyaretçilerin uğrak yeriydi. Mevlana Müzesi Müdür Yardımcısı Naci Bakırcı, “Müzeler Haftası dolayısıyla yerli ve yabancı turistler müzemizi ücretsiz gezdi. Gün boyu yaklaşık 10 bin kişi müzemizi ziyaret ederken 19.00 ile 00.00 saatleri arasında da 300 kişiyi ağırladık.” dedi. Normalde 19.00'da kapanması gereken müzelerin en uzun gecesi, çalışanlarını da etkiledi tabii. Bütün gün yoğun bir kalabalık ve kalabalığa karışan yankesici, tinerci gibi tiplerle uğraşmaktan yakınan güvenlik görevlileri de gecenin ilerleyen saatlerinde yorgun düştü. Görevlilerin isteği, rutin mesaiye eklenen altı saatlik görevde eleman sayısının önceden artırılmasıydı. Gelecek seneki “Müzelerin Gecesi”ne kadar bu talep de karşılanır belki.
Zaman, Elif Tunca-Bostan Cemiloğlu; İstanbul, Konya, 22.05.2006
MEÇHUL ASKER'İN TÜFEĞİ ÇALINIYORDU

Adana'nın Fransız işgalinden kurtuluşunu simgeleyen Atatürk Parkı'ndaki Atatürk Anıtı yanındaki bronzdan yapılan Meçhul Asker heykelininin tüfeği çalınmak istendi. Omuzunda tüfeği, elinde Türk bayrağı ve yanında diz çökmüş vaziyette bayrağı öpen Anadolu kadınının tasvir edildiği 70 yıllık heykele yapılan çirkin eylemi parkta sabah yürüyüşüne çıkan vatandaşlar fark etti.

Yapılan ihbarla harekete geçen Adana Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü görevlileri, Meçhul Asker'in omuzuna asılı vaziyetteki tüfeğinin askısının parçalanıp alındığını, tüfeğin koparılmak istendiğini tespit etti. Heykelin ana gövdesine yapışık olan tüfeği çalamayan hırsızlar, askılığını parçalayıp, yaklaşık 30 santimlik bölümünü koparıp aldı. Yaklaşık 3 metrelik kaide üzerine oturtulan Atatürk heykelinde ise herhangi bir hasar bulunmadığı saptandı.
Hürriyet, Haber: Bünyamin Yıl, 22.05.2006
İSTANBUL'UN TARİHİ YAPILARINA 3 MİLYON $'LIK DEPREM TEDBİRİ

İstanbul Valiliği geçen aylarda İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Projesi (İSMEP) başlattı. Dünya Bankası'nın da yaklaşık 400 milyon euro kredi verdiği proje ile 840 adet kamu binasının güçlendirilmesi çalışmaları yürütülüyor. Çalışmanın diğer bir boyutunda ise kültürel miras niteliğindeki binaların risk değerlendirmesi yapılacak. Dünya Bankası'nın da onayladığı projeye 3 milyon dolar (yaklaşık 4 milyon YTL) ödenek ayrılıyor.

Proje kapsamında, 'Kültür ve Turizm Bakanlığı mülkiyetinde veya tahsisinde bulunan İstanbul'daki toplam 25 taşınmaz kültür varlığının ve bunlar kapsamındaki tarihi kültürel miras niteliğindeki binaların envanterinin geliştirilmesi ve bu binalarda hasar görebilirlik durumunun değerlendirilmesi' yapılacak. Ayrıca belirlenen tarihi ve kültürel nitelik taşıyan yapıların çoklu afet riskine karşı performanslarının belirlenmesi ve güçlendirme projeleri hazırlanacak. Ayrıca bu proje, Türkiye'deki diğer kurumların sorumlulukları altındaki tarihi ve kültürel miras kapsamındaki binaları içerecek şekilde model oluşturacak.

İnceleme altına alınacak tarihi eserler arasında ise, Arkeoloji Müzeleri Kompleksi, Ayasofya Müzesi ve bağlı birimleri, Galata Mevlevihanesi, Yıldız Sarayı Kompleksi, Topkapı Sarayı Kompeksi ve bağlı birimleri, tarihi kütüphaneler ile köşk yer alıyor.

Çalışma kapsamında her bina için zemin, deprem davranış analizi gibi bir çok inceleme yapılacak. Ayrıca binaların deprem sırasında muhtemel hasar ve yıkılma şekilleri belirlenerek bina güçlendirme önerileri geliştirilecek. Binalar üzerinde yapılacak tüm çalışmaların maliyetleri incelemeler sonucunda belirlenecek. Çalışma sonunda yapılan çalışmaların özetini içeren el kitapları da hazırlanacak.

İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, projeyi şöyle anlattı: 'İSMEP, İstanbul'daki 840 tane kamu binasının güçlendirilmesi projesi. Bu proje kapsamında 3 milyon dolarlık bir ödeneğimiz var. Bu ödenekle İstanbul'daki toplam 25 taşınmaz kültür varlığının ve bunlar kapsamındaki tarihi kültürel miras niteliğindeki binaların envanterinin geliştirilmesi ve bu binalarda risk durumunun değerlendirilmesi ile ilgili bir çalışma yapılacak. Ayrıca yine Topkapı Sarayı - Mecidiye Köşkü, Arkeoloji Müzesi - Ek Bina ve Klasik Bina, Ayasofya Müzesi Müdürlüğü - Kariye Müzesi'nin de uygulama projeleri hazırlanacak.
Akşam, Haber: Seda Kılıç, 21.05.2006
DA VİNCİ ŞİFRESİ'NDE BİLE ADI VAR, TUVALETİ YOK!

Türkiye dahil pek çok ülkede önceki gün vizyona giren "Da Vinci Şifresi" adlı filminde ismi geçen İznik, bu fırsatla turist çekmeyi hedefliyor. Ancak, filmde de bahsedildiği gibi 325 yılında Roma İmparatoru Konstantin'in isteğiyle bir araya gelen ve İncil'in dört kitabı esas aldığı kararına varan Birinci Konsül'e ev sahipliği yapan İznik'te, bugün ne turistleri ağırlayacak yeterli tesis ne de tuvalet var. İznik kanunlarının kabul edildiği Ayasofya Kilisesi'nin restorasyonuna bu yıl başlanması planlanıyor.

Dünyada 40 milyonu aşan satışıyla rekor kıran "Da Vinci Şifresi" isimli kitapta, 20 Mayıs-25 Temmuz 325 tarihleri arasında İznik'te Senato Sarayı'nda toplanan Birinci Konsül'e de yer veriliyor. Senato Sarayı'na ait kalıntılar bilimsel olarak ortaya çıkarılamasa da sarayın İznik'te olduğu biliniyor. Diğer yandan 787 yılında da 7. Konsül toplantısı İznik'teki Ayasofya Kilisesi'nde yapıldı. Burada alınan kararlar, Hıristiyan dünyası için halen geçerliliğini koruyor. Kiliseyken 1331'de camiye çevrilen bina, bu yüzyılın başında geçirdiği deprem ve yangınlardan sonra terk edilerek harabeye dönmüş. Bugün turistlerin ziyaret ettiği bir müze olarak dış duvarları ile ayakta kalmayı başaran Ayasofya Kilisesi'nin çatısı her türlü doğa şartlarına karşı savunmasız. Kilisenin girişinde, ortada İsa ve çevresinde 12 havariyi temsil eden yer mozaiği, bir mezar steli ile duvarlarda birkaç fresk günümüze kadar gelmeyi başarmış.

Dört medeniyete ev sahipliği yapan İznik'in tarihi mekânları ve özellikle de çinisi ile dünyaca tanındığını, ancak yine de turizmin nimetlerinden yararlanamadıklarını belirten İznik Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz şöyle konuştu: "İlçemizde halen kanalizasyon yok. Çevre düzenlemeleri yapıyoruz. Tarihi eserlerimizi onarmaya başladık. Temel sıkıntımız, turisti ağırlayacak tesis yokluğu. En komiği tuvalet yok. Turist otobüsten indiğinde ihtiyacını giderecek yer bulamıyor." Kütahya'dan getirilen çinilerin boyanarak İznik çinisi gibi satılmasının, İznik çinisinin şöhretini bitireceğini kaydeden Eryılmaz, "Çinimize patent almaya uğraşıyoruz. Esnafımıza kendi çinimizi üretip sattıracağız" dedi.

İznik Kaymakamı Hüseyin Avcı, "İznik, Türkiye'de Hıristiyanlık için en önemli yer. Ancak tanıtımını pek iyi yaptığımız söylenemez. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ilçemizi ziyaret edince pek çok tarihi eserimizin restorasyonu için düğmeye basılmasını sağladı. Vakıflar, Bakanlık ve Kaymakamlığımız arasında yapılan protokol ile içinde Ayasofya Kilisesi'nin de bulunduğu 5 tarihi eserin restorasyonu için projeler çizildi. Koruma Kurulu'ndan geçtikten sonra bu yıl içinde ihaleleri yapılarak bu eserlerimiz onarılacak. Ayasofya Kilisesi'nin çatısı orijinaline sadık kalınarak kapatılacak" diye konuştu.

İznikliler ise Da Vinci Şifresi'ne oldukça ilgisiz. Dünyada büyük yankı uyandırmasına rağmen halk kitabı okumamış. Filmin ismini duyan birkaç kişi de filmle İznik arasında bir bağ olduğunu bilmiyor. Kitabı okuyamadığını ancak "Da Vinci Şifresi" adlı filmle ilgili haberleri takip ettiğini belirten İznik Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz "Film İznik için bir şans. Ama ilçenin yatak kapasitesi 250. Keşke filmin galasını burada yapabilseydik. Ama ancak aktörleri yatırabilirdik. Beş yıldızlı oteller istemiyoruz. Pansiyon turizmine önem veriyoruz. Üçüncü katlara pansiyon ruhsatı vererek yatak kapasitemizi artırmayı hedefliyoruz" dedi.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 21.05.2006


































ŞEYH TÜRBESİ İÇİN AB'YE PROJE YOLLANIP TESİS İSTENDİ

Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde 96 yıl önce ölen Nakşibendi Şeyhi Aktepeli Abdurrahman'ın türbesinde yapılan anmaya yaklaşık 40 bin kişi katıldı. Şeyhin ayak izinin bulunduğu söylenen tepeye tırmanan binlerce kişi buradan topladıkları otları yere sürüp, hasta tedavisinde kullanmak üzere eve götürdü. Kadınlar çocuklarına şeyhin mezarını öptürdü. Şeyh Aktepeli Abdurrahman'ın torunu Altan Tarhan'sa tepenin hastalara şifa dağıttığına ilişkin iddiaların asılsız olduğunu açıkladı: "Üç yıl öncesine kadar bu tepede böyle bir şey yoktu. Güya şeyhin ayak izleri varmış burda. Öyle bir şey yok. Üç yıl önce kadınlardan birinin şeyhin buraya yağmur duasına çıktığı ve bu nedenle buradaki otların her türlü hastalığa şifalı olduğunu söylemesi üzerine burası bu hale geldi. Buradaki otların şifa dağıttığıyla ilgili bir şey yok. Türbeye yapıştırılan taşları, türbedeki toprağın poşetlere konularak evlere götürülmesini, türbe duvarına el-yüz sürülmesini engellemeye çalışıyoruz. Ancak bir türlü önüne geçemiyoruz." Aktepe Köyü Derneği Başkanı avukat Mehmet Işık'sa şeyhin türbesini ziyarete gelenlerin sayısının her geçen gün arttığını söyledi. Işık, "Köye gelenlerin rahat ziyarette bulunması için bir proje hazırladık ve bu projeyi Avrupa Birliği'ne gönderdik. Proje kabul edilirse, köye gelenler için yeni yerler açılacak, tuvaletler yapılacak, iş merkezi de kurulacak" dedi.
Radikal, 21.05.2006
KOLOMB'UN MEZARI İSPANYA'DAYMIŞ

Kristof Kolomb, ölümünün 500. yılında İspanya'da etkinliklerle anılırken, İspanyol bilim adamları ünlü kâşifin Sevilla Katedrali'nde gömülü olduğunu gösteren yeni kanıtlar bulunduğunu öne sürdü. Böylece Dominik Cumhuriyeti ve İspanya arasında 100 yıldır süren 'Kolomb'un mezarı nerede?' tartışması genetik araştırmalarla yeni boyut kazandı. Ancak 2002'de başlayan araştırmaya göre, Kolomb'a ait bazı kalıntıların Sevilla'da gömüldüğü kesinleşse de bazı kalıntıların Dominik Cumhuriyeti'nde olma ihtimali hâlâ var. İspanyol genetikçi Jose Antonio Lorente önderliğindeki adli tıp ekibi, Sevilla Katedrali'nde gömülü kemiklerle, Kolomb'un kardeşi Diego'nun yine aynı şehirdeki mezarından alınan DNA örneklerini karşılaştırdı ve aralarında tam uyum çıktı. Kolomb'un kemiklerinin gömülü olduğu söylenen Dominik Cumhuriyeti'nin Santo Domingo şehrindeki Kolomb Feneri'nin yöneticisi Juan Bautista Mieses ise Kolomb'un kendi ülkesinde gömülü olduğunda ısrarlı. Ancak Dominik Cumhuriyeti, buradaki mezarın açılarak, kalıntıların incelenmesine izin vermiyor. İspanyol bilim adamları, Sevilla'da gömülü kalıntıların Kolomb'a ait olduğuna emin, ancak Santo Domingo'dakiler için de tam aksini net biçimde söyleyemiyor. Kolomb'un cenazesi defalarca yer değiştirdiği için bu mezarda da kâşifin vücudundan bir parça olabili
Radikal, Foto: AP, 21.05.2006
NASRETTİN HOCA MÜZESİ'NDE YANGIN ÇIKTI

Konya'nın Akşehir ilçesindeki Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde yangın çıktı. Müzede maddi hasara yol açan yangın, mahalle sakinlerinin panik yaşamasına yol açtı. Müzenin ikinci katında Nasreddin Hoca'nın değişik fıkralarıyla ilgili heykellerin konulacağı ahşap kısım, çıkan yangında tamamen tahrip oldu. Akşehir Belediyesi'ne bağlı itfaiye ekipleri tarafından kısa sürede kontrol altına alınarak söndürülen yangında yeni restore edilen binada büyük çapta maddi hasar oluştu. Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi binası tarihi eser statüsünde olduğu için soruşturma başlatıldığı bildirildi. Yetkililer, yangının nedenini araştırıyor.
Zaman, 21.05.2006
ŞİFRENİN SIRRI İSTANBUL'DA MI?

Dan Brown'un, şimdi de sinemalarda fırtına koparan eseri Da Vinci Şifresi bir cinayetle başlar. Cinayetin çözüm sürecinde ise İsa'nın evlenmiş ve soyunun yürümüş olduğu düşüncesi savunularak Hıristiyan dünyasını karıştıran tez ortaya atılır. Kitabın sürprizlerinden biri de, Leonardo da Vinci'nin, S. Maria delle Grazie Manastırı için yaptığı Son Akşam Yemeği adlı freskte, İsa'nın yanında oturan kişinin Havari Yuhanna değil; Magdalalı Meryem (Maria Magdalena) olabileceği ve Magdalalı Meryem'in İsa'nın eşi olduğu iddiasıdır. İddiaya göre, Bizans İmparatoru 1. Constantinus, İznik Konsili sırasında, pagan toplumları Hıristiyanlık'a çekebilmek için İsa'yı tanrılaştıran anlayışın desteklenmesini ve 'bazı gerçeklerin' perdelenmesini sağlamıştır. İşte bu gerçeği ortaya koyacak belgeler, Sion tarikatı tarafından korunmaktadır. Ayrıca, Hıristiyanlık tarihinin en önemli simgelerinden biri olan 'Kutsal Kase', aslında bir dişiyi, Magdalalı Meryem'i gelemektedir. Kitabın Hıristiyan dünyasını karıştıran en tartışmalı özelliği ise, hikayenin kurgusu içinde cinayetlerin, Papa 2. Jean Paul döneminde gücünü arttırdığı bilinen 'Opus Dei' tarikatının üyelerine işletilmesidir!.. Peki ama Da Vinci Şifresi, bize ne kadar uzak, ne kadar yakındır? Kitapta adı geçen ve tarihte 'İstanbul'un kurucusu' olarak bilinen 1. Constantinus kimdir? 'Kutsal Kase', kitapta her ne kadar bir dişiyi temsil ediyorsa da, bir şehir efsanesi olarak dillendirildiği üzere, 1. Constantinus döneminde diğer kutsal eşyalarla beraber İstanbul'a getirilmiş midir? Peki ya Bizans'ta Sion tarikatı etkili midir? İşte biz, Dan Brown'un 'kurgu' eserinden yola çıkarak bu ve takip eden soruları Bizans tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice'ye yönelttik; Eyice ise bize tarihi 'gerçekleri' anlattı.



- Dan Brown'un Da Vinci Şifresi adlı eserinde adı geçen imparator 1.Constantinus kimdir?
- 'Büyük Constantinus' olarak da bilinen 1. Constantinus, Roma ordusunun Balkanlı bir kumandanıdır. Roma, bu dönemde, imparator biraz zayıflamaya görsün, isyanın patladığı ve ordunun, başındaki kumandanı imparator ilan ettiği bir yapıya bürünmüştür.
- Constantinus da, imparatorluk tacına oynayan komutanlardan mıdır?
- 1. Constantinus da böyle bir dönemde ortaya çıkıyor ve diğer iki kumandanla rekabet ediyor. Bu kumandanlardan biri süreç içinde bertaraf ediliyor ve Constantinus ile Licinius mücadelede baş başa kalıyor. Fakat bu dönem, müthiş baskı görmelerine ve acımasız işkencelerle öldürülmelerine rağmen, Hıristiyanlığın Roma içinde, gizlice yayılmakta olduğu bir dönem... Doğal olarak Hıristiyanlık, ordu içinde de yayılıyor!.. İşte, karşı tarafın ordusu içinde Hıristiyanların bulunduğunun farkında olan Constantinus, Hıristiyanlık'a göz yumar gibi görünerek, diğer tarafın askerini kendi cephesine çekiyor. Nitekim sonuçta Licinius Doğu'ya, İstanbul'a kadar çekiliyor, tutunamıyor; Asya yakasına geçiyor ve son savaş, Üsküdar'ın arkasındaki düzlüklerde yapılıyor. Licinius, orada kesin olarak yeniliyor ve öldürülüyor. Constantinus, tek başına imparator oluyor. Fakat "Constantinus gerçekten inanmış samimi bir Hıristiyan mıdır?" diye sorarsanız, bunun objektif tarihçiler tarafından incelenmesi gerektiğini söylerim!
- Ve Constantinus'un imparatorluğuyla Dan Brown'un kitabındaki 'pagan dişi tanrılardan, erkek tek tanrıya yöneliş' dönemi başlıyor... Constantinus, imparator olarak nelere imza atıyor?
- Önce Constantinus'un Hıristiyanlar nazarında 'Azizlerin azizi' olarak ilan edildiğini söylemek lazım. Constantinus ve annesi Helena her yerde aziz ve azize olarak geçerler. Ne de olsa Constantinus, Hıristiyanlığı, artık takip edilmeyen serbest bir din haline getiriyor. Hatta İstanbul'da adına bir kilise yapılıyor: Aziz Constantinus Kilisesi.
- Nerededir bu kilise?
- Edirnekapı'da küçük bir kilisedir. Constantinus, 330 yılında da İstanbul'un açılış merasimini yapmış, İstanbul'u yeniden kurmuştur. O zamanki şehrin ortasına bir forum, meydan yaptırmış ve bunun ortasına da bir anıt diktirmiştir. Bugün, Çemberlitaş denilen anıt... Bunun üzerine de güneşi selamlayan Apollon olarak kendini tasvir ettirmiştir.



- İşte bu noktada, yine Da Vinci Şifresi'ne dönmek istiyorum. Kitapta, Hıristiyanlık tarihinin en önemli sembollerinden biri olan 'Kutsal Kase'nin Magdalalı Meryem olduğu iddiası da yer alıyor. Bu iddia, Hıristiyan dünyasında fırtınalar kopardı! İstanbul'un tarihine dönersek ise, 'Kutsal Kase'nin Çemberlitaş'ın kaidesinde olabileceği söylentisi, yıllardır bir şehir efsanesi olarak dillendiriliyor.
- Efsaneye göre, Çemberlitaş'ta dikilen anıtın altına bir odacık inşa ediliyor. O odacığa da, Hıristiyanlık'ın birtakım kutsal eşyaları, Constantinus'un annesi Helena tarafından Kudüs'ten getirilerek konuluyor. Ancak Osmanlı döneminde Çemberlitaş'ı ayakta tutabilmek için alt kısmına taştan bir kılıf giydirilmiş ve odanın girişi kalmamıştır. Ne var ki buna rağmen, bazı maceraperestler çevredeki dükkanları kiralayarak, yer altından tüneller açmak suretiyle içeri girmeyi denemişlerdir. Bu denemelerin biri de 1928-29 yıllarında, Vett adında bir Danimarkalı ve Ernst Mamboury adındaki bir İsviçreli tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu kişiler civardan bir dükkan kiralamış, tünel açarak Çemberlitaş'ın altına girmeye çalışmış fakat başarılı olamamışlardır. Ne var ki Mamboury orada bir şey keşfettiğini söylüyor: "Toprak yumuşaktı ve toprak altında çürümüş bir elektrik kablosu vardı" diyor.
- Dolayısıyla, daha önce de aynı senaryo tekrarlanmış!..
- Evet... Bakın zamanında, orada gerçekten kutsal eşyalar varsa bile, bugün bulunabilmesine imkan ve ihtimal yoktur. İstanbul 1204 yılında Haçlılar tarafından işgal edilmiştir. İşte bu işgal sırasında, başta kilise eşyası olmak üzere, kutsal eşyalar toplanmış ve bu şövalyeler tarafından kendi memleketlerindeki kiliselere götürmüştür.
- Sonuç olarak?
- Diyelim ki, Kutsal Eşya, Çemberlitaş'ın kaidesindeydi... O dönemde, Çemberlitaş'taki anıtın dışındaki kılıf da olmadığına göre, muhtemelen bu kaidedeki oda da şövalyeler tarafından yağmalanmıştır!..
- Constantinus'un tüm bu icraatlarıyla, imparatorluk sınırlarında pagan tanrıları silerek tek tanrılı Hıristiyanlığı getirdiğini söylemek yanlış olmaz, değil mi?
- Tabii paganizmanın kırıntıları, imparatorluğun içinde yaşamaya devam etmiştir. Bakın, Hz. İsa'nın fiziksel özelliklerine ilişkin bir bilgi yoktur. Halbuki Hz. İsa, genç, yakışıklı bir delikanlı olarak tasvir edilmiştir. Örneğin "İyi Çoban" tasviri de bu doğrultudadır. Halbuki doğrudan doğruya Apollon'u İsa'laştırmışlardır! Nitekim Meryem de, zaman zaman Diana ile, Artemis ile kaynaşmıştır. Ayrıca şunu da eklemek istiyorum ki, Constantinus'un vaftiz olduğu bile şüphelidir!..
- Yazar, kitapta Constantinus'un gerçekten inanmış bir Hıristiyan olup olmadığına dair kuşkularını açıkça ifade ediyor. Siz de röportajımızda sık sık tüm bunların politik adımlar olabileceğine dair şüphenizi ifade ediyorsunuz. Ne var ki Constantinus döneminde kilise yapımına izin verildiği de bir gerçek. Nitekim Ayasofya'nın ya da bir başka deyişiyle Hagia Sophia'nın, ki Dan Brown'un kitabının kadın karakterinin adı da Sophie'dir, fikren mimarı da Constantinus, değil mi?
- Fikren mimarı olabilir, ancak Ayasofya oğlu zamanında bitirilmiştir. Zaten inşa edilen Ayasofya da bugünkü Ayasofya değildir. Ahşap çatılı, uzunca bir yapıdır. Yangında yok olmuştur. Yeniden inşa edilmiş, fakat ikinci kez yanmıştır. 6. yüzyılda, İmparator Jüstinyanus, bugünkü Ayasofya'yı yaptırmıştır.
- Peki ya Ayasofya adını irdelersek?..
- Doğrudan doğruya, kutsal hikmete ithaf edilmiş bir kilisedir. Tanrı'nın, "Ol" sözüyle oluşan İsa'yı ifade eder. Tanrı, "Ol" demiş, Hz. Meryem'in kulağından girmiş ve onun üzerine İsa dünyaya gelmiştir. Hıristiyanlar buna inanır. İşte bu kutsal sözün eser olarak simgelenmesidir Ayasofya.
- Kitapta, 'Kutsal Kase'nin Magdalalı Meryem olduğu, İsa'nın bu kişiyle evlendiği vurgulanıyor ve kızının mezarını kutsal bir sır olarak koruyan Sion Tarikatı'ndan bahsediliyor. Bizans'ta tarikatlar etkili midir?
- Evet. Hatta bu tarikat, Bizans'ta da mevcuttur. Tabii teoloji benim alanım değil; ancak Güneybatı Anadolu'da Sion Manastırı adında bir manastır vardır.
- Bu manastır, tam olarak nerededir?
- Kaş taraflarında... Antalya'nın batısındadır. Hatta bu manastırın hayli değerli eşyasının olduğu da anlatılır. Söylentiye göre, Araplar Akdeniz kıyılarını yağmaladıklarında, o manastırdaki kıymetli eşya bir mağaraya gizlenmiş ve mağaranın ağzı kapatılmıştır. Bundan elli yıl önce mağara köylülerce keşfedilmiş, açılmış ve muazzam bir hazine ile karşı karşıya kalınmıştır. Kutsal tepsiler, avizeler, buhurdanlıklar, kupalar... Muazzam bir hazine... Köylüler bir kısmını ezmiş, altın olarak satmaya çalışmış; bir kısmını antikacılar kapışmış, yurt dışına kaçırmışlardır. Hazinenin İsviçre'ye götürüldüğü ve orada bir müzayede ile satıldığı söylenir. Büyük bir kısmını Amerika satın almıştır; Washington'dadır. Bir kısmı ise özel koleksiyonculara gitmiştir. Bizim hükümetimiz nice sonra ayılmış; el konulanlar önce İstanbul'a getirilmiş, temizlenip onarıldıktan sonra Antalya Müzesi'nde koruma altına alınmıştır. Nitekim şimdi değerli eşyanın bir kısmı Antalya Müzesi'ndedir.
- Sadece bir kısmı mı?
- Evet. Hatırlarım, bizim o zamanki müzeler müdürü, "Ben bunları Amerikalılar'dan alacağım," diye tutturmuştu. Avukatlar tutuldu, davalar açıldı ancak bir sonuç alınamadı. Hatta Amerika'da, o koleksiyonun bulunduğu enstitünün müdürü bir dönem Türkiye'ye gelmişti, benim evime de konuk oldu. O zaman, "Benim bir teklifim var. Yirmi sene müddetle bunlar bizde kalsın; restore edelim, koleksiyonu onardıktan sonra büyük bir uluslararası sergi ile teşhir edelim, bir de kitabını yapalım, sonra da size iade edelim," diyordu. Ancak bu teklif bizimkiler tarafından kabul edilmedi.
Sabah Pazar, Haber: İrem Barutçu, 21.05.2006
PERRE'DE KAZILAR BAŞLADI

Kommagene Uygarlığı'nın 5 büyük kentinden birisi olan Perre Antik Kenti'nde başlatılan kazı çalışmasıyla Adıyaman'da 18-24 Mayıs Müzeler Haftası'nın açılışı da yapıldı.

2001 yılından beri yerel imkanlarla kazı çalışmalarının yürütüldüğü Perre Antik Kenti'nin il için çok önem arz ettiğini kaydeden Vali Halil Işık, Perre Antik Kenti'nin gün yüzüne çıkmasıyla turizm sektörünün de canlanacağını kaydetti. Kazı için 150 bin YTL bütçe ayırdıklarını anlatan Vali Işık, "Bu yıl da Özel İdare ek bütçesinden 150 bin YTL ödenek çıkartarak, buradaki kazı çalışmalarının genişlemesi için çalışıyoruz. Adıyaman şehir merkezinde bulunan Perre Antik Kenti, Tuz Hanı ve Eski Askerlik Şubeleri'nin restorasyonun ardından gelen turistler ilde konaklayacak ve ülkeye ekonomik girdi sağlayacak. Amacımız, şehre gelen turistlerin ekonomiye katkı sağlamasıdır" dedi.

Adıyaman Müze Müdürü Fehmi Eraslan ise, 2001-2005 yılları arasında Perre Antik Kenti'nde yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkan tarihi eserler hakkında bilgi vererek, "Nekropol alanda yapılan kazı çalışmaları için bugüne kadar 62 bin 749 YTL harcandı. Bu kazı ve temizleme çalışmalarında 26 oda ve 136 lahit mezar ortaya çıkartılarak temizliği yapıldı. Kazılarda 134 adet arkeolojik ve 89 adet sikke olmak üzere 223 adet eser müzeye kazandırıldı" diye konuştu.

Perre Antik Kenti'nde; Vali Halil Işık, Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam ve Müze Müdürü Fehmi Eraslan ilk kazmayı vurarak çalışmayı başlattı. Perre Antik Kenti'nde yapılan temsili açılış sonrası Adıyaman Müze Müdürlüğü'nde sergilenen eserler incelendi.
e-adiyaman.com, 21.05.2006
ADALET KASRI KAPILARINI AÇACAK

Mimar Sinan'ın Tunca kıyısındaki Edirne Sarayı alanında inşa ettiği Adalet Kasrı bu yıl Kırkpınar Haftası ve yaz sezonu boyunca ziyarete açık tutulacak. Kasrın duvarlarını, Küçük El Sanatları Kooperatifi ortağı sanatçıların, Edirne Evleri ve Edirne Saraylarını yansıtan yağlı boya resimleri ile Kırkpınar şiirleri süsleyecek.

Sarayiçi'nde Tunca Nehri kenarındaki Kanuni Sultan Süleyman'ın ünlü Mimar Sinan'a yaptırdığı Adalet Kasrı yıllar sonra kapılarını ziyarete açacak. Bu yıl 645'ncisi gerçekleştirilecek olan Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri Kültür ve Etkinlikleri Haftası'na kadar açılması planlanan Adalet Kasrı'nda önce genel bakım ve temizlik çalışması yapılacak. Daha sonra da Küçük El Sanatları Kooperatifi ortağı sanatçıların Edirne Evleri ve Edirne Saraylarını yansıtan yağlı boya tabloları ve Kırkpınar şiirleri kasrın duvarlarını süsleyecek.

Tarihte Bakanlar Kurulu ve Yargıtay binası olarak kullanılan yapının, sürekli ziyarete açık tutulması için Tunca Nehrinin ıslah edilmesi bekleniyor. Bilindiği gibi Sarayiçi mevki, her yıl taşkınların yaşandığı dönemlerde haftalarca sular altında kalıyor. Edirne Valisi Nusret Miroğlu, taşkın bölgesinde kalan yapının daha önce halkın ziyaretine açılmadığını bu yıl Kırkpınar Haftası'na kadar sadece Kırkpınar ve yaz sezonu boyunca açık tutulmasının planlandığını belirterek şunları söyledi.

“Adalet Kasrı'nın bulunduğu bölge maalesef taşkın alanında. Tunca'yı ıslah edebilirsek bu yapımızını devamlı olarak halkımızın ve turistlerin ziyaretine açık tutmayı arzu ediyoruz. Bu yıl Kırkpınar'a kadar temizlik ve genel bakımını yaptıktan sonra ziyarete açacağız. Tarihi yapılarımızın kullanılmasında fayda var. Kullanılmayınca daha çabuk harap oluyor, bakımsız kalıyor. Bu tarihi yapımızı da Tunca ıslah edilene kadar yaz sezonu boyunca şimdilik açık tutmayı planlıyoruz. Kırkpınar Derneği'nin de Adalet Kasrı'nda Kırkpınar Haftası'nda şiirler tabloların duvarlarına asılarak sergilenebileceği yönünde talebi oldu. Bunu da değerlendireceğiz” dedi.

Küçük El Sanatları Kooperatifi ortağı sanatçıların ise Kırkpınar Evi'ndeki atölyesinde Adalet Kasrı'nın duvarlarını süsleyecek yağlı boya tablolar için hazırlıkları sürdürüyor. Sanatçı Meral Köse, Mesut Künteci ve Hatice Nevarlı kooperatif ortakları sanatçı arkadaşlarıyla birlikte 30 çalışma yaptıklarını belirtti. Köse, Künteci ve Nevarlı, üst katta saraylar, üçüncü katta Edirne evleri, ikinci katta da Kırkpınar'ı anlatan ağa ve güreşçilerin resimlerinin bulunduğu çalışmalar üzerinde hazırlıkların sürdüğünü kaydetti.

Mimar Sinan 1562 yılında Kanuni tarafından yapımı istenen binayı taştan ve Selçuk Mimarisi tarzında inşa etmiş. Bakanlar Kurulu (Divanı Hümayun) ve Yargıtay olarak kullanılan binanın ilk katında Şerbethane, ikinci katında Divan Katipleri, en üst katında da Divan Heyeti'nin toplandığı mermer salon bulunuyor. Divan'ın toplandığı salonun ortasında Edirnekari mermer bir havuz ve köşede kafes arkasında padişahın tahtı yer alıyor.
edirneninsesi.com, 21.05.2006




-5-

MELLAART, DORAK VE CEVABI OLMAYAN SORULAR






1961 yılında İngiliz Arkeoloji Enstitüsü'ne verilen izinle arkeolog James Mellaart Çatalhöyük'te kazılara başladı. Mellaart daha önce, 1955 yılında Hacılar'daki neolitik yerleşmede kazı yapmış ve neolitik çağın en önemli köylerinden biri, bu kazı sonucunda tanınmıştı. Uzun yıllar boyu Türkiye'de yaşayan Mellaart, İstanbul'lu işadamlarından Kadri Cenani'nin kızı ile evli idi ve yarı yarıya Türkiyeli sayılırdı. London University College arkeoloji bölümünden mezun ve Ankara'da, İngiliz Arkeoloji Enstitüsü'nde görevli idi.

Çatalhöyük kazıları devam ederken, 29 Mayıs 1962 günü, Milliyet Gazetesi'nde Turhan Aytul imzası ile ilginç bir haber yayınlanır. Haberde, 29 Kasım 1959 tarihinde London Illustrated News gazetesinde yayınlanan bir başka habere atıf yapılmaktadır. Bu habere göre Mellaart, Balıkesir yakınlarındaki Dorak köyünde bulunan bir mezarda, ölü hediyesi olarak ele geçen birçok eski eseri anlatmakta ve çizimlerini de vermektedir. Dört sayfalık, bol resimli bu habere göre, bu mezarların buluntuları, belki de, Ur'da bulunan kral mezarlarından sonra arkeoloji dünyasının en büyük keşfi sayılabilirdi. Milliyet gazetesi ise, biraz da medyatik bir üslupla, bahsedilen bu eserlerin nerede olduklarını sormakta ve Mellaart'ı suçlamaktadır. Bir anda kıyamet kopar: London Illustrated News'ta nerede ise 1.5 yıl önce yayınlanmış bir haberi Milliyet Gazetesi'nden öğrenen Türk hükümeti, haberin hemen ardından adli soruşturma başlatır. Bu aşamada, en azından Cumhuriyet Dönemi'nde adı bu tür hiçbir olaya karışmamış, saygın bir kuruluş olan Ingiliz Arkeoloji Enstitüsü, Mellaart'ın savunma yapmasını ister ve olaylar, sonucu bugün dahi belli olmayan bir karmaşaya, polisiye bir hikayeye dönüşür.1

Olay, Mellaart'ın resmi ifadesine göre şu şekilde cereyan etmiştir: 1958 yılında Ankara'dan İzmir'e yaptığı bir tren yolculuğu esnasında karşısında oturan genç ve güzel bir kadının kolundaki altın bilezik Mellaart'ın dikkatini çekmiştir. Arkeolog, bu neolitik bilezikle ilgilenince kadın ona, bu ve daha birçok parçanın Mustafakemalpaşa yakınlarında bir kaçak kazıda bulunduğunu ve tüm parçaların şu anda evinde olduğunu söyler ve onu evine davet eder. Mellaart, isminin Anna Papastrati olduğunu söyleyen kadının, İzmir Karşıyaka'daki evinde, tüm parçaları tek tek inceler. Buluntular olağanüstü, nerede ise yüzyılın en büyük arkeolojik keşfidir ama, ifadesine göre kadın korkmakta ve acele etmektedir. Mellaart'ın yanında da fotoğraf makinesi yoktur. O yüzden tüm parçaları tek tek çizer, bir daha da karşılaşmazlar. Evde, mezarlar açıldığı anda çekilmiş eski bir fotoğraf da vardır. Resmin üzerindeki Yunanca notlardan Mellaart kazının Yunan işgali sırasında yapıldığını düşünür.

Polislere, Anna Papastrati'nin, yayın hakları için kendisine izin verdiği mektubu da teslim eder. Ama, İzmir Karşıyaka'da böyle bir adres yoktur. Mellaart durumu açıklayamaz ve Çatalhöyük ile ilgili kazı izni iptal edilir. Yıllar sonra, Suzan Mazur isimli bir gazeteci çok farklı bir iddia ile gelir: Anna Papastrati'nin yazdığı öne sürülen mektup, Ankara'da İngiliz Arkeoloji Enstitüsü'nün Remington marka daktilosunda yazılmıştır2. Dolayısıyla, Suzan Mansur'a göre, bir Anna Papastrati yoktur ve hiçbir zaman varolmamıştır.

Mezar buluntuları arasında kehribar, türkuaz, fildişi gibi, o dönem için çok uzun ticari alışveriş yolları gerektiren ve çok değerli mallar vardır3. Buluntular arasında demir olması da ilginçtir (MÖ 2300 yıllarında bu maden altından daha değerli idi). Tüm bunların arasında, sanki mezar buluntularının tarihlenmesine yardımcı olsun diye, Mısır hiyeroglifli altın varak parçaları da mevcuttur.

Seton Lloyd ise, bazı parçaların aynı yerden olamayacağını, ama tümünün kabaca MÖ 2300'e tarihlenebileceğini yazmaktadır4.

Yıllar içinde konu dallanıp budaklandı. Mellaart ise son yıllara kadar hiç konuşmadı. Yıllar boyunca, temel olarak iki iddia ortaya atıldı:

İlki Mellaart'ın meşhur olmak için böyle bir senaryo yazdığı ve sonunda bu yalanının böylesi bir seviyeye ulaşacağını tahmin etmediği idi. Diğer iddia ise, -yakın zamanda ilk defa kendisinin de dile getirdiği gibi- gerçekten böyle bir mezar bulunduğu, yıllar önce kaçak bir kazı yapıldığı, bulunan eserler ile ilgili olarak bir bilim adamının değerli görüşlerinin, bu eserlerin piyasa değerini arttıracağını düşünen kaçakçıların, Mellaart'ın fikrine başvurmak için bu yolu seçmeleri idi. Anna Papastrati ise bir yem olarak kullanılmıştı.5

Peki ama, Mellaart'ın Dorak Köyü'nde ne işi vardı?6 Gerçekten orada bulunmuş mu idi, yoksa resminden onu teşhis eden Dorak köylüleri yalan mı söylüyordu? Bilmiyoruz. Aynen, bahsedilen bu eserlerin gerçekten var olup olmadıklarını bilmediğimiz gibi. Belki bu vakıa tam olarak bir "Koparılan Sayfa" değil; ama bugün, olayın üzerinden 40 yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra, "Mellaart ve Dorak Olayı” hakkında bildiğimiz yegane şey, hiçbirşey şey bilmediğimiz...








1 Pearson, K. - P. Connor, 1967, The Dorak Affair, London
2 http://www.scoop.co.nz/stories/HL0508/S00224.htm , 22-05-06, 18:00
3 Lloyd, S., 1967, Early Highland Peoples of Anatolia, London, s. 32
4 Lloyd, S., 1967, Early Highland Peoples of Anatolia, London, s. 30, resimaltı
5 Tyler, C., 2006, The Man Who Changed the History, Cornucopia, Sayı 35, s. 19
6 Pearson, K. - P. Connor, 1967, The Dorak Affair, London, s. 127-133











James Mellaart,
Sanat Dünyamız 80,
Yapı ve Kredi Yayınları, s. 112,
Foto: Tolga Çebi




Anna Papastrati'nin yayın hakları için
J. Mellaart'a gönderdiği mektup,
Foto: Patricia Connor



Dorak mezar buluntuları arasında
el baltaları, Mellaart'ın çizimi




Dorak mezar buluntuları arasında
kilim parçaları, Mellaart'ın çizimi




Dorak mezar buluntuları arasında
altın sürahi, Mellaart'ın çizimi




Dorak mezarları açıldığı
andaki durumu, Mellaart'ın çizimi




Dorak mezar buluntuları arasında
altın varak mobilya kaplaması,
hiyeroglif kartuşta firavun Sahure'nin
adı yazıyor, Mellaart çizimi








14 - 20 Mayıs
ŞEYTANIN EVİ BERLİN'DEYMİŞ

Amerikalı İncil araştırmacısı Adela Collins, sansasyon yaratan son tezinde şeytanın Almanya’nın başkenti Berlin’de olduğunu iddia etti. "Biblical Archaelogical Review" adlı dergide son tezini anlatan Collins, Şeytan’ın 19’uncu yüzyılda Bergama’da kazı yapan Alman arkeologlar tarafından kaçırılıp Berlin’e getirilen Zeus Sunağı’nda resmedildiğini böne sürdü.

Tapınağın sadece hayvanların kurban edildiği bir tapınak olmadığını kaydeden Collins, "Bu tapınakta medeniyet ve barbarlık savaşını görüyoruz" dedi. ABD’li araştırmacı, Zeus Sunağı üzerindeki ejderha ve yılan tasvirlerinin şeytan ve ordusunu sembolize ettiğini vurguladı.

Prof. Collins, tezlerini Hz. İsa’nın ölümünden yaklaşık 100 yıl sonra havari Yohanna tarafından kaleme alınan İncil’in "Aydınlanma" bölümüne dayandırdı. ABD’li araştırmacı, Yohanna’nın İncili’nin bu bölümünde Bergama sakinlerini "İki tarafı da keskin kılıç. Senin nerede oturduğunu biliyorum. Şeytanın tacının bulunduğu ve onun oturduğu yerdesin" sözleriyle uyardığını iddia etti. Harvard ve Tübingen üniversitelerinde öğrenim gören, ABD’deki Yale Üniversitesi’nde ders veren Prof. Collins, "Yohanna’ya göre Şeytan’ın tacı için en güzel mekan Bergama Tapınağı’ydı" dedi.
Hürriyet, Haber: Murat Tosun/Berlin, 21.05.2006


Nano-yorum: "E iyi ya işte! Siz sunağı iade edin, biz şeytanı da halletmesini biliriz..."



OLİMPOS KORUMA ALTINDA

Danıştay 10. Dairesi, Beydağları Sahil (Olimpos) Milli Parkı'nın sınırlarının değiştirilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararının yürütmesini durdurdu. Bölgenin doğal niteliğinin bozulup bozulmadığı sorusuna bilimsel raporlarla yanıt verilmesini isteyen 10. Daire'nin kararında, rapor geldikten sonra konunun yeniden inceleneceği kaydedildi. Türkiye Mimar ve Mühendisler Odaları Birliği Mimarlar Odası, Makine Mühendisleri Odası ve Elektrik Mühendisleri Odası Antalya şubeleri, milli parkın sınırlarını değiştiren, 2 Eylül 2005'te Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Danıştay'da dava açmıştı. 10. Daire de davalı idareler Başbakanlık ile Çevre ve Orman Bakanlığı'nın savunmaları alındıktan sonra yürütmenin durdurulması istemini inceledi. Bakanlar Kurulu'ndan bazı soruların yanıtlamasını isteyen daire, bunlara yanıt aldıktan sonra konuyu yeniden incelemek kaydıyla yürütmenin durdurulmasına karar verdi. 10. Daire'nin Bakanlar Kurulu'ndan istediği bilgiler arasında şu konular yer aldı:
Cevap istenen sorular
o Bakanlar Kurulu kararı ile milli park sahası dışına çıkarılan alanların Milli Parklar Yönetmeliği'nin 5 ve 6. maddelerinde belirlenen ilke ve kriterleri yitirip yitirmediği.
o Özellikle bu alanların doğal niteliğinin bozulup bozulmadığı, ıslah edilebilir durumda olup olmadığının saptanması yönünden bölge bazında bilimsel ve teknik bir çalışma yapılıp yapılmadığı.
o Çalışma yapılmışsa içeriği.
Milliyet, 17.05.2006
KUMKALE SULAR ALTINDA

Çanakkale merkeze bağlı Tevfikiye köyü sınırları içerisinde bulunan Troia Antik kenti ile Çanakkale Savaşlarının yaşandığı Kumkale arasındaki ova, çeltik ekiminin yapılmaya başlanmasıyla sular altında kaldı. Gerek bölgede sulu tarımına izin verilmemesi, gerekse Troia Milli Parkı Hudutları içerisinde çeltik ekiminin yasaklanmasına rağmen Kumkale ve Tevfikiye'den birkaç arazi sahibinin bu ekime başlaması bölgeyi adeta göle çevirdi. Daha şimdiden sivrisinek yoğunluğunun gözlendiği bölgede, bu yaz sivrisinek nedeniyle açık havada oturmak mümkün olamayacağını belirten vatandaşlar, en kısa sürede bu soruna çözüm bulunmasını istediler. Öte yandan bir süre önce Çanakkale İl koordinasyon Kurulu'nda da gündeme gelen çeltik ekimi; İl Çevre Müdürü Mahmut Ustabaş'ın da tepkisine neden olmuş ve bu ekime izin verilmeyeceği görüşü bildirilmişti. Kumkale Belediye Başkanı Süleyman Erte ve Kumkale Belediye Meclisi kararına rağmen birkaç köylünün başlattığı bu ekimin, bölge için büyük bir sorun olacağını belirten DSİ. 25. Bölge Müdürlüğü yetkililerinin çeltik tarlalarına su vermeyeceklerini söylemesine rağmen başlatılan bu ekimin bölgede aşırı derecede sineğin olmasına sebep olacağını belirten vatandaşlar, yüzyıllardır sağlık nedeniyle bölgede çeltik ekimi gibi sulu tarımın yasaklandığını belirterek, "Bu bölge yüzyıllar önce bataklık olduğu için Padişah Abdülmecit zamanından yakın yıllara kadar zorlukla kurutulabilmişti. Ancak son yapılan bu uygulama yüzyıllarca uğraşılan emeği de yok etmeye başladı. Bizler bu bölgenin yeniden bataklık olmasını istemiyoruz. Ayrıca çeltik ekimi ile birlikte turizm bölgesi olan bu yer sinekle dolacağı için zor durumda kalacağız. Bu bölgede yaşamak zor hale gelecek. Bölgede üreyen sivrisinekler aynı alanda yapılan domates ve sebze ekimini de olumsuz yönde etkileyecek. Üretimde de düşüş olacak. Yetkilileri bu konuda göreve davet ediyoruz"
Gazete Boğaz, 19.05.2006
KATKI



BİR "MÜZELER GECE AÇIK" MACERASI


Avrupa Konseyi'nin girişimiyle geçen yıl başlayan, Fransa, İtalya, Belçika, Letonya, Almanya, Polonya, İngiltere, Litvanya ve İspanya'nın katıldığı müzelerin 19.00 - 01.00 arasında ücretsiz olarak açık olması uygulamasına bu yıl, Arnavutluk, Avusturya, Kıbrıs Rum Kesimi ve Estonya ile birlikte Türkiye'nin de katılacağı duyurulmuştu.

Uluslararası Müzeler Haftası nedeniyle, 20 Mayıs olarak belirlenen bu uygulama, basında çok az yer aldığı gibi, Kültür Bakanlığı'nın web sitesinde de sadece “Müzeler Haftası 18-24 Mayıs 2006 Tarihleri arasında yapılacaktır” başlıklı duyurunun içinde göze çarpmıştı. Bu uygulamaya göre, 20 Mayıs 2006 Cumartesi gününü 21 Mayıs 2006 Pazar gününe bağlayan gece, saat 01.00'e kadar, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Antalya Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İzmir Arkeoloji Müzesi, Efes Müzesi, Konya Mevlana Müzesi, Muğla Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde yerli ve yabancı tüm ziyaretçilere ücretsiz giriş imkanı sağlanacaktı.

Bizim maceramızsa şöyle başladı: İçimde oluşan tereddüte kulak verip 19 Mayıs Cuma günü önce Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın web sitesinde yer alan telefon numarasından Ayasofya Müzesi'ni aradım. Bozuk ya da kullanılmayan telefonlar gibi bir meşgul sesi çıktığından ikinci olarak Topkapı Sarayı Müzesi'ni aradım. Görevli bana haberin yanlış olduğunu, bakanlığı defalarca uyarmalarına rağmen (Buraya dikkat: Müze bakanlığı uyarıyor!) bu duyurunun kaldırılmadığını, Topkapı Sarayı Müzesi'nin sadece 20.30'a kadar açık olduğunu söyledi. Ayrıca görevli bana, web sayfasında yer alan Ayasofya'nın telefon numarasının yanlış olduğunu söyleyip farklı iki numara verdi. Bu kez Ayasofya'yı buldum, telefondaki görevli gece uygulaması ile ilgili net bir bilgileri olmadığını, böyle bir ihtimal olduğunu ama ancak öğleden sonra ararsam doğru bilgi verebileceğini söyledi. Tekrar aradığımda da uygulamanın kesinleştiğini öğrendim.

Cumartesi planımızı buna göre yapıp, akşam saatlerinde önce Arkeoloji Müzeleri'ne gittik. Kapıdaki görevliler uygulamayı teyid ettiler ama açık açık da “inşallah kimse gelmez, biz de erken kapatır gideriz” dediler. Herkesin evine ulaşma problemi olduğu için haklı olarak kimse geç saate kadar kalmak istemiyordu. İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksinde sadece Arkeoloji Müzesi binası açıktı. Onun da sadece giriş katındaki antik heykeller ve Sayda Kral Nekropolü Salonları'na girilebiliyordu.

Ayasofya girişinde de aynı cümle ile karşılaştık. Ana mekanın karanlığı bir yana (loş filan değil, bildiğiniz karanlık) galeri katı da çıkış ışıklandırılmadığı için tamamen kapalıydı.

Bu kadar fiyaskodan sonra içimden Türk ve İslam Eserleri Müzesi'ne gitmek de gelmedi doğrusu.

Bu maceradan çıkarılabilecek pek çok soru arasında siz de belki kendi sorularınızı üretirsiniz. Ama benimkiler şöyle:

1. Bakanlığın web sitesinde yer alan bilgilere güvenemeyeceksem neye güveneceğim?

2. Bu uygulama bu kadar mı duyurulmalıydı?

3. Bakanlıkla müzeler arasında askeri tabirle nasıl bir “emir-komuta” uygulaması var?

4. Müze yöneticileri ile görevli personel arasında gene askeri tabirle nasıl bir “emir-komuta” zinciri var?

5. Müzeler dükkan mıdır ki müşteri gelmezse uygun bir saatte kapatılsın?

6. Gerekli iç ışıklandırma, yeterli sayıda görevli personel ve onların ulaşım sorunu çözülmeden niye böyle bir uygulamaya soyunulur?

7. Bu kadar basit bir uygulamayı bile başaramazken İstanbul nasıl 2010'da Avrupa Kültür Başkenti olur?

ve son soru:

8. Artık bir Kültür Bakanlığı kurulması düşünülüyor mu, düşünülüyorsa ne zaman?


Ayşe Didem Bayvas

ACİLEN MÜZEYE İHTİYAÇ VAR

Konya İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdüssettar Yarar, Konya'daki müzelerin tarihi eserlerle dolup taştığını belirtti. Yarar, “Mevlana ile Alaaddin Tepesi arasında acilen bir müze kurulması gerekiyor” dedi. “Valilik binasının müze olmasını mı istiyorsunuz?” sorumuza Yarar “Arife tarif gerekmez” ifadesini kullandıktan sonra, 'İllaki Valilik binası müze olsun demiyoruz. İl Özel İdare binası da müze olarak kullanılabilinir' dedi.

Bu arada Türkiye'de yerli turistin en çok Mevlana Müzesi'ni ziyaret ettiği ortaya çıktı. Yarar konuşmasında, “Toplam ziyaretçiye bakıldığı zaman Topkapı Sarayı'ndan sonra ikinci sırada Mevlana Müzesi yer alıyor. Fakat yerli ziyaretçide birinci sırada Mevlana Müzesi bulunuyor” dedi.
Konya, Hakimiyet Gazetesi, 19.05.2006
“HİTİT RÜZGARI”

Sanat hayatında 48. yılını dolduran ve Türkiye'de seramik ve heykel sanatı tarihinde yer alan Erdinç Bakla; üç yıllık bir çalışmadan sonra “Hitit Rüzgarı” Sergisi ile İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sanatseverlerle buluşuyor.

Arkeoloji Müzesi'nin görkemli ve nostaljik Assos salonunda, Hitit esintilerinin günümüz anlayışı ile farklı form ve malzemelerle yeniden yorumlandığı sergide, heykellerin yanı sıra tabak ve gümüş çay takımlarının da yorumlanıyor.

İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde 17-28 Mayıs 2006 tarihleri arasında gezilebilecek olan Erdinç Bakla'nın “Hitit Rüzgarı” sergisinde, 35 parça mermer, plexiglas, fiberglas, bronz tekniğinde heykel ve bir altın yemek takımı ile 10 adet gümüş çay takımı tasarımı yer alıyor.

Bakla'nın “Hitit Rüzgarı” sergisi, 17-28 Mayıs İstanbul Arkeoloji Müzesi'nden sonra 14-24 Haziran 2006 tarihleri arasında da Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sanatseverlerle yeniden buluşacak.
TAY Haber, 20.05.2006


YAĞMALANAN MURADİYE CAMİİ'NİN ÇİNİLERİ KAMERALARLA KORUNACAK

Edirne'deki tarihî Muradiye Camii'nin yağmalanırken kırılan çinileri, Kültür Bakanlığı uzmanları tarafından tek tek onarılıp yerlerine konuldu. Vakıflar Bölge Müdürlüğü, resmî açılışını yaptıkları caminin içindeki tarihî çinileri muhafaza edebilmek için geçici bir süre kapısına kilit vurdu. Güvenlik kameralarının devreye girmesiyle birlikte cami tamamen ibadete açılacak. Yağmalanırken kırılan tarihî çinileri uzmanların tek tek tamir ettiğini belirten Vakıflar Bölge Müdürü Hasan Çetinkaya, çinilerin tekrar çalınmaması için caminin MOBESE güvenlik sistemi ile korunacağını söyledi. Yağmalanıp kırılan çinilerin 6 ay içerisinde onarılarak caminin eski görünümüne kavuşturulduğunu anlatan Çetinkaya, şu bilgiyi verdi: “2001 yılında kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından yağmalanan camide çinilerin birçoğu, sökülmesi esnasında tahrip edilmiş. Kırılan çiniler tek tek toplandı. Uzman kişiler tarafından bu çini parçaları yapıştırılmaya çalışıldı.”

2001 yılında Muradiye Camii'nde 15. yüzyıla ait 200'ün üzerinde İznik çinisinin yağmalandığı ortaya çıkmıştı. 557 yıl önce Osmanlı padişahı Sultan 2. Murat tarafından yaptırılan Muradiye Camii'nin dünyaca ünlü çinilerinin yağmalanması üzerine ibadete kapatılan caminin restorasyonu üç yılda tamamlanabildi. Osmanlı devrine ait mimarî özelliklerinin tümünü taşıyan cami 6 aylık bir çalışmadan sonra tekrar eski haline dönüştürüldü. Çalınan çinilerin çok değerli olduğunu belirten uzmanlar, olayı tarih ve kültür yağmacılığı olarak nitelendiriyor.
Zaman, 20.05.2006
AŞIKTAN TARİHİ ESER TANITIMI

Gaziantep'in Araban İlçesi'ne bağlı Elif beldesinde yaşayan Aşık Mustafa Sarıkaya (40), beldesinde bulunan Anıt Mezar'ı tanıtmak için konser düzenledi. Edinilen bilgiye göre, beldede yaşayan vatandaşlar tarafından sevilen Aşık Mustafa, Roma Dönemi'ne ait 5 bin yıllık Anıt Mezarı'ın önünde elinde bulunan sazı ile kendi bestelerini söyleyerek konser verdi. Belde halkının ilgi ile izlediği konser sonrasında bir konuşma yapan Aşık Mustafa, amacının halde hakkına müzik ziyafeti vermek, hem de tarihi eserin tanıtımına katkıda bulunmak olduğunu söyledi. Aşık Mustafa, Araban ilçesi ve bağlı köylerinde, çok sayıda tarihi eser bulunduğunu, bu eserlerin yeterince tanıtılamadığını belirtti.
Gaziantep Olay Medya, 20.05.2006
BANDIRMA VAPURUNA ZİYARETÇİ AKINI

19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı nedeniyle müze gemi Bandırma Vapuru yoğun ilgi görürken, geminin önünde zaman zaman uzun kuyruklar oluşuyor. 2000 yılında yapımına başlandıktan bir yıl sonra tamamlanarak Doğu Parkta düzenlenen alanda ziyarete açılan müze gemi Bandırma Vapuru, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı nedeniyle halkın yoğun ilgisine neden oluyor.

Aslına sadık kalınarak bire bir ölçülerde inşa edilen Milli Mücadele'nin sembolü gemiyi gezen ziyaretçiler, içinde Atatürk ile Samsun'a gelen silah arkadaşlarının balmumu heykelleri ve fotoğrafları bulunan Bandırma Vapurunda hatıra fotoğrafı da çektirdiler.
Samsun Haber, 20.05.2006
VICTORIA & ALBERT MÜZESİ'NDEN DAVİD ANDERSON İSTANBUL'DA

İstanbul Müzesi Proje Grubu'nun gerçekleştirdiği Müzecilik Konferansları Dizisi'nin sekizincisinde, İrlandalı müzecilik uzmanı David Anderson 27 Mayıs Cumartesi günü saat 16:00'da Darphane'de “Kirpi mi Tilki mi? Kültür Kurumları için Stratejik Seçimler” başlıklı bir konferans vererek Victoria & Albert Müzesi'nin son yıllarda yaşadığı değişimi anlatacak, müzecilik ve eğitim hakkında görüş ve deneyimleri ile “Exhibition Road Cultural Group” adlı çok aktörlü müzeler mahallesinin gelişim öyküsünü aktaracak.Anderson'ın eş başkanlığını yaptığı bu oluşum, İngiltere'nin Güney Kensington bölgesinde, üç ulusal müze, üç üniversite, Royal Albert Hall, Royal Geographic Society ve Ismaili Centre'ı da içeren 15 büyük kuruluşun çalışmalarını bütünleştirmeyi hedefliyor. İngilizce verilecek konferansta simultane tercüme de olacak.
tarihvakfi.org.tr, 20.05.2006
MÜZELER HAFTASI'NDA MÜZECİLİK VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK PANELİ

Müzeler Haftası kapsamında, 23 Mayıs Salı günü “Müzecilik ve Sürdürülebilirlik” başlıklı bir panel düzenleniyor. 14:00-18:30 arasında Ankara'daki Milli Kütüphane Salonu'nda gerçekleştirilecek olan panelin, ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nden Prof. Dr. Cevat Erder tarafından yönetilecek ilk oturumuna Müzeciler Derneği Başkanı Prof. Dr. Berna Alpagut, Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği Başkanı Prof. Dr. Ahmet Tırpan, Müze Yöneticisi Dr. Emin Mahir Balcıoğlu ve Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Dr.Hale Özkasım panelist olarak katılacak. İkinci oturumda ise Prof. Dr. Cevat Erder (Oturum Başkanı), Tarih Vakfı'ndan Orhan Silier, Anadolu Sanat Tarihçileri Derneği'nden Prof. Dr. Filiz Yenişehirlioğlu, ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nden Doç. Dr. Ayşen Savaş, İnsan Yerleşimleri Derneği Başkanı Korhan Gümüş yer alacak. Oturumların ardından yapılacak değerlendirme ile panel sona erecek.
tarihvakfi.org.tr, 20.05.2006
MUDURNU TARİH VE DOĞAYLA CANLANDI

Bolu'nun Mudurnu İlçesi, canlandırılan Osmanlı mimarisiyle Safranbolu ve Beypazarı'na rakip oldu. Mudurnu Tavukçuluk AŞ'nin iflas etmesi üzerine ilçede tarım-turizm-tekstil alanlarında yeni iş imkanları yaratmak amacıyla başlatılan "3 T Projesi" kapsamında tarihi konak ve evler restore edilmeye başlandı.

4 yıldır süren çalışmalar sonucunda 120 ev ve konak onarıldı. Mudurnu Belediye Başkanı Metin Soygür, toplam 125 yatak kapasitesine sahip olduklarını belirterek, "Hedefimiz yatak kapasitemizi 500'e çıkartmak. Bundan önce sadece bayram günleri dolan konaklarımız, hafta sonları yüzde 100 doluluk oranına ulaştı" dedi.
Hürriyet, Haber: Metin Ferah, 20.05.2006










DA VİNCİ'NİN KÖPRÜSÜ 504 YIL GECİKMEYLE HALİÇ'TE

İtalyan ressam, heykeltıraş ve bilim adamı Leonardo da Vinci'nin 1502'de Haliç için tasarladığı köprünün uygulama projeleri, 504 yıl sonra hazırlanmaya başlandı. Köprü, önümüzdeki ekim ayında Eyüp ve Sütlüce arasında tamamlanmış olacak.

Çırağan Sarayı'nın restorasyonunu yapan mimar Bülent Güngör, Leonardo da Vinci'nin 1502 yılında Sultan İkinci Bayezid'in isteği üzerine çizdiği 240 metre uzunluğundaki köprünün bire bir ölçülerindeki projesinin ekim ayında tamamlanacağını söyledi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne Bağlı Kültür AŞ'nin eski Genel Müdürü Cengiz Özdemir'in önerisiyle bir yıldır proje üzerinde çalıştığını belirten Bülent Güngör, "Köprü, Da Vinci'nin tasarımındaki orijinal ölçülere göre olacak. Köprünün boyu 240 metre uzunluğunda, denizden yüksekliği 24 metre ve genişliği 8 metre olacak. Köprü tamamen çelikten yapılacak. Üzeri, Mimar Sinan'ın da pek çok köprüsünde kullandığı, küfeki taşı ile kaplanacak. Bu taşlar çelik yapıya vidalanacak. Köprü yayalar için olacak ancak acil durumlarda köprüden itfaiye araçları geçebilecek."

Köprünün orijinal boyutlarının Eyüp Silahtarağa'yla Sütlüce Miniatürk arasına uygun düştüğünü belirten Mimar Güngör, "Leonardo da Vinci sanki köprüyü burası için tasarlamış. Sayın Topbaş yer konusunda kesin karar vermedi. Eyüp ile Sütlüce arasında olacak ama tam nereye yapılacak, ona henüz karar verilmedi" dedi.

Leonardo da Vinci, Sultan II. Bayezid'ın isteği üzerine 1502'de Haliç'e bir köprü tasarladı. 240 metre uzunluğunda, 23 metre genişliğinde ve su yüzeyinden 40 metre yüksekliğinde olan köprü projesini, dönemin imkanlarını göz önüne alan Sultan II. Bayezid, "Uygulanamaz" diye reddetmişti. Gençliğinde İstanbul'a gelip gezdiği öne sürülen Leonardo da Vinci'nin rüyası ekim ayında gerçek olacak.
Hürriyet, 19.05.2006
MONA LİSA'NIN SESİ KALIN VE GENİZDENDİ

Japon araştırmacılar, ünlü İtalyan sanatçı Leonardo da Vinci ile ünlü tablosu "Mona Lisa"nın gerçek sesini "ürettiklerini" öne sürdüler. Akustik konusunda uzman olan araştırmacılar, ünlü ressam ve Mona Lisa portrelerini inceleyerek nasıl bir sese sahip olabileceklerini araştırdılar.

Yüz hatlarına bakarak ses tahlilinin cinayet soruşturmalarında da kullanıldığı belirtildi. Araştırmacıların elde ettikleri sesler, Japonya'da gösterime giren "Da Vinci Şifresi" filminin reklam spotunda kullandı. Akustik laboratuvarı sorumlusu Mastumi Suzuki, "Da Vinci ve Mona Lisa'nın gerçek seslerine yakın sesleri, belki de onların seslerinin aynısını elde ettiğimize inanıyorum" dedi. Suzuki'ye göre, 1,68 metre boyundaki Mona Lisa'nın bir kadın için nispeten kalın sayılabilecek bir sesi vardı ve genç kadın, biraz genizden konuşuyordu. Da Vinci'nin portresindeki uzun sakalının yüzün tamamının tahlil edilmesine imkan tanımadığını anlatan Suzuki, "Kanaatimizce, Da Vinci geniş çeneye sahipti. Bu da yumuşak ve kalın bir sese sahip olduğunu düşündürüyor" dedi. Mona Lisa ve Da Vinci'nin sesleri, http://promotion.msn.co.jp./davinci/voice.htm internet adresinden dinlenebiliyor.
Hürriyet, 19.05.2006
KİL MÜHÜRLER SERGİLENMEYE BAŞLANDI

Gaziantep'in Nizip İlçesi'ndeki Zeugma Antik Kenti'nden kurtarılan 100 bin kil mühür baskıdan (bulla) 2 bin 500'ü, Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmeye başlandı.

Avrupa Birliği Komisyonu'nun, "GAP Bölgesi Kültürel Mirasın Geliştirilmesi Programı" kapsamında sağladığı 152 bin Euro destekle 5 ay önce başlatılan "Zeugma Kil Mühür Baskıları Envanteri Projesi" çerçevesinde, Zeugma Antik Kenti'ndeki kurtarma kazılarında çıkarılan 100 bin kil mühür baskından bugüne kadar 8 bin 500'ü temizlendi. Restore edilen mühür baskılar fotoğraflandı ve envanter defterine kayıt edilerek, bilgisayar ortamına aktarıldı. Proje kapsamında temizlenen 8 bin 500 kil mühür baskıdan 2 bin 500'ü, Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nde Zeugma Antik Kenti'ndeki Thyke Tapınağı'ndan esinlenilerek yapılan otantik vitrinde sergilenmeye başlandı.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Çelebi, serginin açılışı dolayısıyla düzenlenen törende yaptığı konuşmada, "Zeugma Kil Mühür Baskı Envanteri Projesi"nin 5 aydır yürütüldüğünü ifade ederek, proje kapsamında sergilenen kil mühür baskıların müzeye ilgiyi artıracağını söyledi. Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili ve Proje Koordinatörü Mehmet Önal ise, 152 bin Euro hibe destekle başlatılan projede, 100 binin üzerindeki kil mühür baskıdan 8 bin 500 adedini 5 ayda temizleyip envanterini çıkararak, teşhir edilebilecek hale getirildiklerini belirtti. Önal, "Thyke Tapınağı'ndan esinlenilerek yapılan vitrinde, temizlenen 8 bin 500 adet mühür baskıdan 2 bin 500'ünü teşhire açtık. Vitrinin arkasındaki duvara astığımız bilgi panolarında kil mühür baskılara ilişkin bilgilerde yer alıyor" dedi. Önal, Gaziantep Arkeoloji Müzesi'ni ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerin, dünyanın 2. büyük mozaik müzesini ziyaret ettikleri gibi, dünyanın en büyük kil mühür baskılarının olduğu müzeyi de ziyaret etmiş olacaklarını sözlerine ekledi.
Gaziantep Olay Medya, 19.05.2006
'HASANKEYF'TE ÖLÜM TEHDİDİ

Hasankeyf kazı başkanı Prof. Dr. Abdusselam Uluçam, ölüm tehditleri aldığını, ancak aldırmadığını söyledi. Uluçam, Batman Çağdaş gazetesine "Birileri 'O profesör buraya gelmesin, öldürürüz' diye haber gönderiyor. Hasankeyf'teki iç kalede hayvanlar cirit atıyor. Kalede ev ve işletmeleri olanlar birbirini şikâyet ediyor, onlar da bunu benden bilerek olmadık dedikodu çıkarıyor. Bıktım. Zaman zaman istifa etmeyi düşünüyorum" dedi.
Radikal, 15.05.2006
TARİHİ DOKU ORTAYA ÇIKARILACAK

Batman'ın tarihi Hasankeyf İlçesi'nde kazı için temizlik çalışmaları aralıksız devam ederken, bu yılki kazıların Büyüksaray ve civarında yoğunlaşacağı belirtildi.

Kazı ekibi Başkanı Prof. Dr. Abdusselam Uluçam, ön hazırlık için Hasankeyf'teki ekibin temizlik çalışmalarını sürdürdüğünü, kazı çalışmalarının ise 1 Haziran tarihinde start alacağını ve büyük bir hızla devam edeceğini vurguladı. Ilısu Barajı nedeniyle çalışma zamanlarının kısıtlılığının farkında olduklarını belirten Prof. Uluçam, "Hasankeyf'teki tarihi dokuyu ortaya çıkarmak için gereken her türlü çalışma yapılıyor. Büyüksaray ve çevresinde yoğunlaşacak bu yılki kazılar için GAP idaresinden 1 milyon 200 bin YTL ödenek ayrıldı. İlk etapta 300 bin YTL hesaba aktarıldı. İhtiyaç duyuldukça geri kalan para da hesaba aktarılacak. Kale başındaki mağaralar, Hasankeyf'te bulunan kazı ekibi personeli ve işçiler tarafından temizleniyor. Kale başında temizlenmesi öngörülen 110 mağaradan 50'si temizlendi, geri kalan mağaralar ise 1 Haziran tarihine kadar temizlenecek" diye konuştu.

Tehdit aldığı yönündeki haberlerle ilgili olarak ise Prof. Dr. Uluçam, "Haberi okuyunca şaşırdım" diyerek, bugüne kadar hiçbir tehdit almadığını, hem yetkililer hem de halk tarafından kendisine büyük bir sevgi ve saygı gösterildiğini söyledi. Prof. Dr. Uluçam, tehdit aldığına yönelik haberin sansasyon amaçlı olduğunu savundu.
Batman Kent Haber, 19.05.2006
METROPOLLERİN RUHUNDA MİLET'İN PLANI YATIYOR

Şehirler hızla büyüdükçe şehir planlamacılarının da işleri gittikçe zorlaşıyor. M.Ö 479'da inşa edilen Milet'in tasarımı ise birçok planlamacı için hâlâ örnek alınan ana model durumunda.

Birleşmiş Milletler'in çevre raporuna göre 25 yıl içerisinde dünya üzerindeki mevcut şehirlere 2 milyar insan daha taşınacak. Ancak şu an bile 6 milyar olan dünya nüfusunun yaklaşık yarısı şehirlerde yaşıyor. Bu rakamın 2010 yılına kadar 4 milyara yaklaşması bekleniyor. Kısacası özellikle son 50 yıl içerisinde global olarak yayılan şehirleşme trendi, önümüzdeki dönemde de etkisini sürdürecek. Bu sorun, dünya üzerindeki mevcut şehirlere çok sayıda yenisinin ekleneceği anlamına da geliyor. Giderek büyüyen ve metropol haline gelen şehirlerde ise, hayatın yaşanır kalabilmesi için planlamacılara büyük görevler düşüyor.

İnsanlığın topluluklar halinde yaşaması tarihin ilk dönemlerinde başladı. Ancak zamanla nüfusun artması ve kalabalığın belirli merkezlerde toplanması, şehirlerin her metresinin tasarlanma zorunluluğunu da beraberinde getirdi. Bu "planlı" yaşam tarzının ilk örnekleri Mısır medeniyetleri ve Mezopotamya devletlerinde görüldü. Asur Kralı Sanherib (M.Ö. 705-681), imparatorluğunun başkenti Ninova'yı büyük uğraşlar sonucunda döneminin "en planlı" ve modern şehri haline getirdi.

Kral Sanherib, kendinden sonra gelenlerin yaptığı eseri yok etmemesi için şehir merkezine bir de uyarı yazıtı koydurdu. Halen İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunan yazıtın mesajı çok açıktı: "Şehrin her tarafına yollar açtırdım ve onları pırıl pırıl yaptırdım. Bu yolları her kim daraltırsa, onu kendi evinin çatısına astırırım!". Tabii uyarı bu kadar net ve ceza da bu kadar kesin olunca, Ninova şehrinin yolları da uzun yıllar hiç daralmadı.



Avrupa bölgesinin ilk planlı şehri ise M.Ö. 479'da ünlü mimar Hippodamus tarafından inşa edilen Milet oldu. İlklerin kenti olarak bilinen şehirde ilk defa kent, devlet binalarının bulunduğu "şehir merkezi" etrafında oluşturuldu. Sokaklar ve caddelerin köşeleri ilk defa doksan derecelik açılarla tasarlandı ve tüm sokakların birbirlerini yine dik açıyla kesmesi sağlandı. İnsan trafiğinin en yüksek olduğu şehir merkezlerinde cadde ve sokakların zemini çok daha sağlam taşlardan döşendi. Sokak ve caddelerin arasında kalan parsellerin aynı büyüklükte olması sağlandı. Böylece şehir içerisinde her karış toprak plan çerçevesinde kullanılır hale gelirken diğer yandan bu bölgelerde yaşayanlar arasında da eşitlik sağlanmış oldu.

Bu model o kadar tuttu ki, dönemin önde gelen tüm büyük şehirlerinde kullanılmaya başlandı. Bugün bile hâlâ Torino gibi Avrupa'da birçok kent, Milet modelinin temel çizgilerini taşıyor. Antik şehirlerin planlanmasına neden olan gelişmelerin başında güvenlik geliyordu. Örneğin, Romalılar şehirlerini kare tasarıma göre şekillendirdiler. Bu tasarımda, Milet'te olduğu gibi şehir merkezi yoktu, ancak kenti hem dikey hem de yatay olarak iki eşit parçaya bölen iki geniş cadde bulunuyordu. Bu caddeler de ayrıca çok sayıda küçük sokakla kesiliyordu. Bu tasarımın sağladığı en büyük avantaj şehirleri savunulması çok kolay hale getirmesiydi.

Kentleşme konusunda en çarpıcı değişim ise sanayi devrimiyle birilikte başladı. İş imkanları nedeniyle hızla köylerden kentlere göç eden insanlar, şehir yöneticilerini ve tasarımcılarını içerisinden çıkılması neredeyse imkansız bir sorunla karşı karşıya bıraktı. Londra ve Paris başta olmak üzere birçok Avrupa şehri, ciddi altyapı sorunlarıyla karşılaştı. Dünyanın diğer bir köşesinde aynı dönemlerde şekillenmeye başlayan ABD'li kentler ise, bu konuda çok daha şanslıydı. Avrupalı ve Asyalı metropollere kıyasla daha geç inşa edilen bu kentler, tasarım bakımından mükemmele yakın oluşturuldu.

Geçmişin deneyimlerini günün ihtiyaçlarıyla birleştiren şehir planlamacıları, yerleşim bakımından mükemmele yakın şehirler tasarladı. Konunun uzmanlarına göre, şehir planlamacılığı bakımından en dikkat çekici metropollerin başında New York geliyor. Nüfusu 20 milyona yaklaşan kent, tam bir planlama harikası. Yüzlerce caddenin binlerce sokakla kesiştiği bu kentte, insan ve araç seli olabildiğince kontrol altında hareket edebiliyor. Kentin şehir planına bakıldığında ise, oldukça çarpıcı bir manzarayla karşılaşılıyor. Zira devasa şehrin sokak ve caddelerinin tasarımı 2 bin 485 yıl önce inşa edilmiş Milet kentinin adeta büyük bir kopyası gibi. Kısacası dünyanın neresinde olursa olsun, her büyük ve planlı kentin ruhunda mutlaka Milet'ten bir parça bulunuyor.

Kentleşmeyi körükleyen nedenler ; İş alanları - Yüksek kazanç - Kariyer imkanı - Tüketim, bakım ve eğitim imkanları - Bağımsız hareket imkanı - Kültürel ve sanatsal imkanlar ve Yüksek yaşam standardı olarak belirlenirken
Kentte hayatı cehenneme çeviren nedenler; Dar alanda yüksek nüfus - Doğaya yabancılaşma - Hayatın tekdüzeleşmesi - Her alanda yüksek rekabet - Hayat pahalılığı - Trafik sorunu ve Büyük şehir sıkıntısı olarak tanımlanıyor.

Yaşadığı dönemin en modern şehirlerini kuran Asur Kralı Sanherib (MÖ 705-681), Ninova şehrinin merkezine diktiği taşa şunları yazdı:

"[...] Dünyanın dört bir yanında saraylarda oturan bütün prensleri, boyun eğmiş olarak ayaklarıma getirttim ve onlar benim boyundurluğuma girdi. O zaman, benim kraliyet şehrim Nineve'yi büyüttüm. Çarşı sokaklarını bir kral yolu geçecek kadar geniş eyledim ve yolu gün gibi parlar hale getirdim. Dış duvarların ustaca yapılmasını sağladım. Ve onları dağlar gibi yükselttim. 50 kübite (yaklaşık 50 metre) genişlettim. İleriki günlerde kral yolu daraltılmasın diye karşılıklı yüzyüze duran steller diktirdim. Park kapısına kadar kral yolunun genişliğini 52 kübit ( 25 metre) olarak ölçtürdüm. Eğer bu şehirde oturanlardan eski evini yıkıp yeni bir ev inşa ederse, bu evin temeli kral yoluna tecavüz ederse o, evinin üstünde bir direğe asılacaktır"
Sabah Emlak, 18.05.2006
BURSA KENT MÜZESİ, AVRUPA'DA EN İYİ 3. MÜZE OLDU

Bursa Büyükşehir Belediyesi Kent Müzesi, Avrupa Müze Forumu'nun 'Yılın En İyi Müzesi' yarışmasında üçüncülüğü elde etti. Portekiz'in başkenti Lizbon'da düzenlenen Avrupa Müze Forumu'nun 'Yılın En İyi Müzesi' ödülünde 19 ülke yarıştı. Bursa Kent Müzesi Müdürü Ahmet Erdönmez tarafından sunumu yapılan Bursa Kent Müzesi, yarıştığı kategoride İspanya'nın Barselona ve İzlanda'nın Reykjavile müzelerinin ardından 3. oldu. Erdönmez'e Bursa Kent Müzesi'nin ödülünü Avrupa Müze Forumu Direktörü Massimo Negri verdi. Avrupa Müze Forumu Direktörü Massimo Negri, Bursa Kent Müzesi'nin kısa sürede çok büyük atılım gösterdiğini belirtirken, 2009 yılındaki ödül törenini Türkiye'de düzenlemekten büyük mutluluk duyacağını bildirdi.

Ödül töreninde aynı zamanda Avrupa Müze Forumu'nun başkanı olan Belçika Kraliçesi Fabiola da Erdönmez'i tebrik ederken, Bursa'yı Osmanlı İmparatorluğu'nun kurulduğu bir kent olarak bildiğini söyledi. Bu arada Avrupa Müze Forumu'nun 2007 yılı ödül töreninin 30. yıl kutlamasıyla birlikte İspanya'nın Alicante şehrinde yapılacağı açıklandı. Erdönmez, törene katıldığı Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Mustafa Karakoç ve Protokol Şube Müdürü Hatice Yılmaz'la birlikte Kraliçe Fabiola'nın verdiği yemeğe de katıldı.

14 Şubat 2004 tarihinden bu yana kentin eski adliye binasında hizmet veren Kent Müzesi'nde Bursa'nın 7 bin yıllık zaman diliminde geçirdiği değişim ve dönüşümler sergileniyor. Müze binası 1926 yılında Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından Adliye Binası olarak inşa edildi, mimarının Kemalettin Bey olduğu sanılmaktadır. 1999 yılında Adliye'nin yeni binasına taşınmasından sonra boşalan bina, restorasyon sonrası müzeye çevrildi.
Zaman, 18.05.2006
“TARİHİ TAŞ ODALAR SOSYAL AMAÇLI KULLANILACAK”

Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Hasan Çetinkaya, Selimiye Camii'nin yanındaki Tarihi Taş Odaları'nın sosyal amaçlı kullanılacağını belirtti.Çetinkaya, Taş Odaları'nın restorasyonun tamamlanmasıyla kentin bir kültür eseri daha kazandığını söyledi.

Taş Odaları'nın 4 bin YTL karşılığında kiraya verildiğini ifade eden Çetinkaya, ''Taş Odalar, 6 oda, salon ve mutfak bölümlerinden oluşuyor. Taş Odaları'na ait büyük bir bahçede var. Butik otel olarak kullanılacak binada, Edirne yemeklerinin verilmesinin yanı sıra, bahçesi sosyal amaçlı etkinlikler için kullanılacak'' dedi. Çetinkaya, kentte vakıflara ait eserlerin onarımının sürdüğünü de sözlerine ekledi.
edirneninsesi.com, 18.05.2006
KAYIP KENT CEND BULUNDU

Selçuklu devletinin temellerinin atıldığı kayıp Cend kentinin izlerinin bulunduğu açıklandı. Ege Üniversitesi'nden (EÜ) bir ekip, Kazakistan'da yaptıkları çalışmalar sırasında Türklerin yerleşik hayata geçişi açısından çok önemli bir aşama kabul edilen kayıp kente ait kalıntıları bulduklarını söyledi. Kalıntılar arasında, Selçuklu devletinin kurucusu Selçuk Bey'in türbesi, cami, saray ve hamam bulunuyor.

Türk-Kazak Hoca Ahmed Yesevi Üniversitesi'nde de Türk eserlerinin envanter çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Bekir Deniz, Cend şehrini de ilk bu çalışmalar sırasında keşfettiğini söyledi. Deniz, çalışmanın önemini şöyle anlattı: "Türklerin İslamiyet öncesinde türbeler yaptığını biliyordum. Fakat bunun günümüze gelen örnekleri yoktu. Kazakistan'da yaptığım araştırmalarda Milattan Sonra 8'inci ve 9'uncu yüzyıllara ait türbeler de buldum. Keşif, ilim dünyasına ilk kez Ege Üniversitesi tarafından tanıtılacak. Bu, Türk tarihinde bir değişim ve yeniliktir. İleride yapılacak araştırmalar için de önemli bir adımdır. Araştırma yapılan bölgeler çoğunlukla çöl durumunda. Bu bölgelerde terk edilmiş olsa da yaşanmaya devam eden yerler keşfettim. Bulgular, Türk Tarih Kurumu tarafından kitap haline getirilecek."
Radikal, Foto: DHA, 18.05.2006
PERRE ANTİK KENTİ'NDE, 2006 YILI KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Adıyaman Merkez Örenli (Pirin) Mahallesi'nde bulunan Kommagene Krallığı'nın 5 büyük Antik Kenti'nden birisi olan Perre Antik Kenti'nde, 2006 yılı kazı çalışmaları başladı. 18-24 Mayıs 160. Müzeler Haftası kutlamaları Adıyaman'da başladı. Kutlamalara, Kommagene Krallığının başkenti Samosata ile Melitene (Malatya) arasında bir uğrak yeri olan Perre Antik Kenti Nekropol Alanında başlandı. Adıyaman Valisi Halil Işık'ın temsili olarak ilk kazıyı vurmasıyla Perre'de kazı çalışmalarına da başlanmış oldu. 2001 yılında kazı çalışmalarına başlanan Perre Antik Kentin de en dikkat çeken kalıntılar, girişleri kabartmalarla süslenmiş mezar odaları. Kayalıklar içine oyularak yapılmış mezar odaları içerisinde de lahitler de yer alıyor. Adıyaman Valisi Halil Işık, Perre Antik Kenti'nin Adıyaman için en önemli bölge olduğunu belirterek, "Perre'deki kazı çalışmalarına destek vereceğiz. 2005 yılının bir ayı içi şu an için 150 bin YTL ödenek ayırdık. Çalışmalar devam ettikçe kaynaklara da devam edeceğiz." dedi. Işık, "21 dolayında medeniyete ev sahipliği yapmış Adıyaman'da, bu medeniyetlerin tarihi ve kültürel izlerine rastlamak mümkündür. Bizim görevimizde bu kalıntıları koruyup yeni nesilere aktarmaktır." diye konuştu. Bir gün gelecek tarih burda yazılacak diyen Vali Işık, "Tarihi kalıntıların gün yüzüne çıkartılmasıyla, Adıyaman büyük ölçüde istifade edecektir. Bunun içinde önemli cazibe merkezlerin oluşması gerekir" diye konuştu.

Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan ise Perre Antik Kenti Nekropol alanında 2001 yılında kazı çalışmalara başladıklarını belirterek "Bu yılda Adıyaman Valiliği Özel İdare bütçesinden ayrılan kaynak ile Müze Müdürlüğü başkanlığında Perre Antik Kenti Nekropol Alanında yapılan 2005 yılı kazı ve temizlik çalışmalarını beş arkeolog ve 24 işçiyle yaptık. 17 bin930 YTL ödeneğin ayrıldığı 2005 yılında 8 galeride kazı çalışmaları yaptık. Çalışmalar neticesinde, altı galeri tamamen açılarak, dört oda ve 33 lahit mezar ortaya çıkardık. Kazılar sonucunda da, bir damga mühür, 2 yüzük, bir kolye, 4 sparül ve bir sikke olmak üzere toplam 9 eser Adıyaman Müzesi'nde kazandırıldı." şeklinde konuştu.
adiyamanhaber.com, 18.05.2006
ASIRLIK ÇARŞI CAMİİ'NİN MİNARESİ ONARILIYOR

Adıyaman'ın eski camilerinden biri olan Çarşı Camii'nin minaresi onarılmaya başlandı. Diğer adı Hacı Abdulgani olan cami, 1557 yılında Hacı Abdulgani Efendi tarafından yaptırıldı. 1640 yılında Hacı Mehmet Rızaullah tarafından onarılan cami 1910 (Vakıflar idaresince), 1957 ve 1982 yıllarında tekrar onarım gördü. Beyaz Küfeki taşından yapılan cami, 1982 yılından sonra ilk defa Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmaya başlandı. Cami imamı Emin Çil'in girişimleri sonucunda Çarşı Camii yeniden eski görünümüne kavuşuyor. Çarşı Camii'nin Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 2006 yılı projesi içerisinde olmamasına rağmen onarıldığı bildirildi.
Zaman, Foto: e-adiyaman.com,18.05.2006
İSLAMİ SANAT, YATIRIMCIYA KAZANDIRMIYOR

Dünyanın en büyük müzayede evlerinden Christies'in İslam Sanatı Departman Başkanı William Robinson, Türkiye'nin İslami sanat konusunda güçlü bir müzayede geleneğine sahip ülkelerden biri olduğunu belirterek, son 20 yılda İslam sanat eserlerinin fiyatlarının arttığını söyledi.

Robinson, "En iyi ve genelikle nadir parçalar çok alıcı buluyor. Fakat normal eserler genelikle alıcı bulamıyor. Çok kaliteli parçalar dışındaki İslami sanat eserleri çok kárlı değil. Çok küçük bir alıcı kitlesine bağımlı olan parçaları yatırım için almak tehlikeli. İslami sanat eserleri piyasasına yatırım amaçlı gelen çok az insan var" dedi.

İslami sanatta yatırım için özel bir alan tavsiye edemeyeceğini dile getiren Robinson, "Gerçek sanat alıcısı büyük oranda kalbiyle satın alır. Bir İznik tabağı 5 bin sterlin ederken, aynı döneme ait ve aynı boyuttaki diğer bir tabağın neden 100 bin sterlin olduğunu açıklamak zor. Bu alıcının eserle ilgili gerçek güzellik hissine bağlı. En yüksek fiyatı getiren sonuçta 'kalp'. Sanatseverlere tavsiyem, gerçekten güzel olduğunu düşündüklerini satın almaları yönünde" diye konuştu. Robinson, 2004'de İslami sanatta Londra piyasasında 30 milyon sterlinlik toplam satış yapıldığını aktararak, bunun normal bir yılda 12 milyon sterlin olan tutarın çok üzerine çıktığını, Paris ve New York'daki fraksiyonların daha düşük olduğunu kaydetti.

William Robinson, parası olması durumunda hangi İslam sanat eserini satın alacağı konusundaki soruyu şöyle yanıtladı: "Topkapı Sarayı'ndaki bir albümdeki tabloyu almak isterdim. Bu tablo 1470-1490 tarihleri arasında muhtemelen Tebriz'de yapıldı. Soylular ve hizmetkarların çevrelediğ mükemmel yeşil manzarada oturan bir prens tasviri var. Bu Londra Royal Academy'deki 'Türkler' sergisinin kataloğu için de kapak yapılmıştı. Bu sanat eseri bana yıllarca memnunluk verebilirdi."

William Robinson, 15'inci yüzyıldan beri elde ettiği birikimlerle Topkapı Sarayı'nın dünyanın en önemli hazinelerinden biri olduğunu dile getirerek, "İstanbul'un ticaretin geçiş yolu üzerinde bulunması Çin ve İran sanatının da bu şehirde görülmeye değer olmasını sağladı. Daha uzak ülkelere ait hazineler de var" diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Hanife Baş, 17.05.2006
MUSTAFA PAŞA CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA), Makedonya'daki Osmanlı dönemi eserlerinden Mustafa Paşa Camii'nin restorasyonu için çalışma başlattı. TİKA'dan yapılan açıklamaya göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Türkiye Diyanet Vakfı'nın işbirliğinde yürütülecek restorasyon çalışması kapsamında, caminin tüm bölümleri kademeli ve aslına uygun olarak yenilenecek. Makedonya'daki Osmanlı eserlerinin en önemlilerinden biri olan ve 15. yüzyılda Sultan 2. Beyazıt zamanında yaptırılan Mustafa Paşa Camii, 1912 yılına kadar ibadete açık kaldı. Zaman içinde yıpranan cami, en büyük hasarı 1963 Üsküp depreminde gördü. 1968 yılında Türkiye'den giden mimarlar tarafından onarılan camide daha sonra yeniden yapısal sorunlar çıktı.
Türkiye Gazetesi, 17.05.2006
SAĞLIK MÜZESİNİ 4,5 AYDA
40 BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ

Trakya Üniversitesi Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesini, 4.5 ayda 40 bin 428 kişi ziyaret etti. Müze Müdürü Enver Şengül, Avrupa Müze Ödülü'nün ardından, turizm acentelerin de tur programına aldıkları müzeyi ziyaret edenlerin her geçen gün arttığını söyledi.Bu yıl, 15 Mayıs itibarıyla müzeyi 259'u yabancı 40 bin 428 kişinin ziyaret ettiğini belirten Şengül, ''Sağlık Müzesi, Selimiye Camii gibi kentte en çok ziyaret edilen yer haline geldi'' dedi.
Sağlık Müzesini, açıldığı 1997 yılında 3 bin 200 kişinin ziyaret ettiğini kaydeden Şengül, geçen yıl bu rakamın 111 bin 300'e ulaştığını anımsattı. Şengül, Fatih Sultan Mehmed'in oğlu Sultan II. Bayezid'in 1488'te yaptırdığı ''Şifahane'de, o dönemde hastalara tıbbi müdahalelerin yanı sıra musikiyle de tedavi uygulandığını anlattı.
edirneninsesi.com, 17.05.2006
DENİZLİ'DE TARİH ESER ELE GEÇİRİLDİ

Denizli'de, İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinin ihbar üzerine gözaltına aldığı 29 yaşındaki Davut Birsen'in üzerinde yapılan aramada, tarihi eser ele geçirildi. Aldıkları bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Bağbaşı Beldesi'nde Davut Birsen'i durdurdu. Birsen'in üzerinde arama yapan jandarma ekipleri Roma dönemine ait 1 bronz baston başı, 4 gümüş sikke, 1 bronz sikke ve Osmanlı dönemine ait 1 bronz sikke ele geçirdi. Tarihi eser kaçakçılığından sabıkalı olan D.B. gözaltına alındı. Zanlının sorgusunun sürdüğü belirtildi.
Vatan Gazetesi, 17.05.2006
GÖKKUŞAĞINDA İKİ KUŞAK: FAHR EL NİSSA İLE NEJAD

Modern sanatın öncülerinden Fahr el Nissa Zeid ile oğlu Nejad Devrim'in eserlerini ilk kez bir araya getiren “Fahrelnissa ile Nejad: Gökkuşağında İki Kuşak” isimli sergi, İstanbul Modern'de açılıyor. İstanbul Modern Süreli Sergi Salonu'ndaki serginin, 27 Ağustos'a kadar açık kalacak.



İstanbul Modern bir anne-oğulun, Fahr el Nissa Zeid (1901-1991) ve Nejad Devrim'in (1923-1995) 18 Mayıs tarihinde açılacak olan kapsamlı sergisine ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Haldun Dostoğlu'nun yaptığı ve Fahr el Nissa Zeid ile Nejad Devrim'in "ilk kez bir arada", aynı mekân içinde birlikte değerlendirileceği "Fahrelnissa ile Nejad: Gökkuşağında İki Kuşak" sergisi, Türk sanatının iki önemli kuşağının sanat tarihimiz içindeki serüvenini ortaya koyuyor.

Bir gökkuşağı kadar rengârenk yaşayan, yalnız yaşamlarıyla değil, ürettikleri resimlerle de renkçiliklerini kabul ettiren Fahr el Nissa ile Nejad, sanki gökkuşağından bir dilim, bir kuşak, bir renk olarak aynı kubbenin altında buluşuyor. İki önemli ressamımızı birlikte katıldıkları az sayıdaki grup sergileri dışında, ilk kez baş başa, yan yana aynı sergide izliyoruz. Tıpkı Fahrelnissa'nın gökkuşağı için dediği gibi biz de anne-oğul sanatçı için rahatlıkla aynı görüşü dile getirebiliriz: Bu iki kuşak olmasaydı ne yapardık?

1901 yılında doğan Zeid yüzyılın ilk kuşağını temsil ederken, 1923 doğumlu Nejad ise Cumhuriyetimizin ilk kuşağının üyesidir. İşgal İstanbul'unda Sanayi-i Nefise de neredeyse ilk kadın öğrenciler arasında yer alan Zeid'i Türk kadınının Cumhuriyet öncesinden bağlayan modernleşme serüveninin ilk temsilcilerden saymak yanlış olmaz. İkinci Dünya harbinin gerilimli günlerinde Akademi'de eğitimini sürdüren Nejad ise modern sanatımızın öncüleri arasında sayılabilir. İmparatorluğun sancılı yıllarının içinden yeni bir Cumhuriyet'i doğuran kuşak ile modernleşme süreci içinde sanatımızı özgürleştiren kuşağın temsilcileri olan anne ve oğlun, resim tarihimizde en önemli dönüşümleri gerçekleştirenler arasında yer aldıklarını söylemek hiç de yanlış olmaz.

Her ikisinin de İstanbul'da, Büyükada'da başlayan yaşamları, Avrupa'nın büyük metropollerinde sürmesine rağmen, anlaşılması zor kişisel girdaplarla dünyanın farklı uçlarında büyük kentlerden uzakta sonlanıyor.

1901'de İstanbul'da doğup, Abdülhamid rejimiyle büyüyen, çocukluğunda İkinci Meşrutiyet dönemini aile içinden izleyen, Balkan ve Birinci Dünya savaşlarının zor günlerini yaşayarak hisseden, İşgâl İstanbul'unda Sanayi-i Nefise'ye giden, Kurtuluş Savaşı'nın ardından kurulan yeni Cumhuriyet'in coşkusunu paylaşan, ve hemen arkasından Nazizm'in yükselişini ve İkinci Dünya Savaşı'nı birinci elden deneyimleyen Fahrelnissa...
Yeni kurulan Cumhuriyet'in ilk nesli olarak 1923'te dünyaya gelen ve İkinci Dünya Savaşı'nın kendi içine kapanmış İstanbul'unda sanat eğitimi alırken Cumhuriyet'in geniş ufuklu ve engin ütopyalarıyla yetişen taze kuşağı olarak daha fazlalarını hayalleyen Nejad...

İki özgün sanatçının yaşamlarına, ürettiklerine, yakından bakmak heyecan verici bir zenginliğin, renkliliğin, çeşitliliğin, yaratıcılığın tadına varmakla sonuçlanıyor.
"Fahr el Nissa fahile Nejad: Gökkuşağında İki Kuşak" sergisi seyirciye bu iki yaşamın, bir arada başlayan ama ayrı ayrı süren tüm serüvenini izleme fırsatı veriyor. Yaklaşık toplam 180 eserin sunulduğu sergide Fahrelnissa ve Nejad'ın İstanbul'da, aynı çatı altında başlayan ancak her anlamda birbirlerinden uzak dünyalarda süren yaşamlarını ve yaratım süreçlerini kaydetmek mümkün olabiliyor. Her iki sanatçının yaşamlarındaki tüm dönemlerden en güçlü eserlerin yer aldığı sergi aynı zamanda resim tarihimizin önemli kırılmasının gerçekleştiği yıllara yapıtlarla tanıklık ediyor, adeta belgeler sunuyor.
Hürriyet, 16.05.2006
SULTANAHMET'E MAKYAJ, CANCAN'A SÜRGÜN

İstanbul'un kültür başkenti seçilmesiyle, kentin vitrini Sultanahmet Meydanı'nda görüntü kirliliği yaratan otobüslere giriş yasağı konması, ardından da Deri ve Tenasül Hastalıklar Hastanesi'nin kaldırılması kararlaştırıldı

İstanbul'un 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi kentin en gözde turizm merkezlerinden Sultanahmet'te yeni düzenlemelere gidilmesine neden oldu. Valilikte, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un da katılımıyla düzenlenen toplantıda İstanbul'un kültür yatırımları ve projeleri masaya yatırıldı. İstanbul'a tarihi dokusunu kazandırmak için yapılması gerekenlerin tartışıldığı toplantıda Kültür Başkenti hazırlıklarına Sultanahmet'ten başlanmasına karar verildi. Projeyle Sultanahmet'in makyajının tazelenmesi sağlanacak.

Bölgenin tarihi dokusunu korumak amacıyla ilk olarak Sultanahmet'te yoğunluğa neden olan turist otobüslerinin meydana girişi yasaklanacak. Otobüslerin durması için Topkapı Sarayı'nın içindeki futbol sahası 150 otobüslük bir otopark haline getirilecek. Toplantıda, Sultanahmet için alınan diğer önemli karar da seks işçilerinin kendi aralarında 'Cancan' olarak nitelendirdikleri ve kontrole götürüldükleri Cankurtaran'daki Deri ve Tenasül Hastalıkları Hastanesi ile ilgili. Hastane, bölgenin tarihi dokusuna uymadığı için başka bir bölgeye taşınacak. Hastanenin taşınacağı yer henüz belirlenmezken, İl Özel İdare Genel Sekreteri Sabri Kaya, ' İstanbul'u ziyaret eden her turist buraya geliyor. Burası Türkiye'nin vitrini.

Böyle bir hastanenin turistin görmeyeceği bir yere gitmesinin daha uygun olduğuna inanıyoruz. Bakanlık, Valilik ve Belediye bununla ilgili bir çalışma başlattı. En yakın zamanda karar alınacak' dedi. Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er de, 'Valilik konuyla ilgili yer arayışında. Hastane binası da içinde kafeteryaların olduğu bir sosyal tesis haline getirilecek' diye konuştu.
Akşam, Haber: Seda Kılıç, 16.05.2006
ÖĞRENCİLERİN GÖZÜYLE ANADOLU UYGARLIKLARI

Uluslararası kara taşımacılığında kullanılan tırlar bu defa öğrencilerin Anadolu uygarlıklarını anlattığı eserlerini sergilemek için yola çıktı. Yaratıcı Çocuklar Derneği'nin düzenlediği 'Anadolu Uygarlıklarının Kardeş Çocukları' isimli sergide 12 okulun öğrencilerinin resim, mozaik, ve heykel çalışmaları yer alacak. Yaratıcı Çocuklar Derneği'nin, Özel Yüzyıl Işıl Okulları koordinatörlüğünde gerçekleştirdiği gezici sergiye 12 okul katılıyor. Öğrencilerin Hititler, Frigler, Urartular, Lidyalılar gibi pek çok uygarlığı ve dönemi anlattığı resim, seramik, mozaik ve heykel çalışmalarının bulunduğu gezici sergi bugün İzmir Basmane Mimar Kemalettin Ceddesi'nde görülebilecek. Serginin diğer illerdeki programı ise şöyle: 17 Mayıs, Denizli/Çamlık Açıkhava Tiyatrosu önü, 18 Mayıs- 4 Haziran İstanbul/ Kariye Müzesi Gezici Sergi.
Radikal, 16.05.2006
TARİHİ ÇEŞME RESTORE EDİLDİ

300 yıllık geçmişiyle Osmanlı çeşme mimarisinin en önemli eserlerinden biri olan ve Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetindeki tarihi Tophane Meydan Çeşmesi, Sabancı Holding'e bağlı Saka Su tarafından restore edildi.Çeşme önünde düzenlenen törene, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı da katıldı. Türkiye'nin 3. büyük meydan çeşmesi olan Tophane Meydan Çeşmesi 1732 yılında 1. Mahmut'un emri ile kurulmuştu. Çeşmenin restorasyonu 19 ay sürdü.
Sabah, 16.05.2006
TARİHÎ MUDANYA TRENİ, SERGİLENMEK İÇİN BURSA'YA GETİRİLDİ

Bursa'da, uzun yıllar hizmet veren tarihî Mudanya Treni, sergilenmek üzere eski Merinos İstasyonu'na getirildi. Trenin bir vagonu, tarihî garda kafeterya olarak hizmet verecek. Sultan II. Abdülhamid Han devrinde Bursa-Mudanya arasına 1874 yılında inşa edilen demiryolunda uzun yıllar hizmet veren kara tren, seneler sonra Bursalılarla yeniden buluştu. Osmangazi Belediyesi'nin Merinos İstasyonu'nu restore etmesinin ardından, buharla çalışan kara tren Bursa'ya getirtildi. Bir süre Fransız firması tarafından işletilen Mudanya Treni, Mudanya-Bursa arasında uzun yıllar ulaşımı sağladığı gibi, Bursa'da üretilen malların başta Avrupa olmak üzere başka bölgelere aktarılmasında da önemli roller oynamıştı. Bursa ve yöresinin tanınmasında oldukça etkili olan demiryolu, 10 Temmuz 1953 tarihinde işletmeden kaldırılırken, raylar bir bir sökülüp satıldı. Bugün sadece cadde ismi ile anılır hale gelen Merinos İstasyonu, uzun yıllar metruk vaziyette kaldı. Tren istasyonunu hazineden devralan Osmangazi Belediyesi ve Çekül Vakfı, ortaklaşa gerçekleştirdikleri projeyle, tarihi istasyon binasını restore etti. İstasyon binası, nikah sarayı ve sosyal tesis olarak hizmete sokuldu.

Uzun süredir beklenen meşhur kara tren de, Devlet Demir Yolları'nın Manisa'daki deposundan alınarak, Bursa'ya getirildi. Lokomotifle beraber bir vagonun da kafeterya olarak düzenleneceği belirtildi.
Zaman, 15.05.2006
YUNUS EMRE'NİN ANNESİNE AİT TEKKENİN ONARIMINA BAŞLANDI

Karaman'da Yunus Emre'nin ailesine ait olduğuna inanılan İsmail Hacı Dede Tekkesi'nde onarım çalışmaları, törenle başladı. 729. Türk Dil Bayramı ve Yunus Emre'yi Anma Etkinlikleri kapsamında, merkez Yeşildere beldesindeki, Yunus Emre'nin ailesine ait olduğuna inanılan İsmail Hacı Dede Tekkesi'nin onarımı ve çevre düzenlemesi için tören düzenlendi. Törene Karaman Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, Karaman Milletvekilleri Yüksel Çavuşoğlu, Mevlüt Akgün, Hollanda Parlamentosu Milletvekili Fadime Örgü, Karaman Belediye Başkanı Ali Kantürk ile çok sayıda vatandaş katıldı. Yeşildere Belediye Başkanı İbrahim Koçak, törende yaptığı konuşmada, Yunus Emre'nin ailesinin burada yaşadığını söyledi. Belediye başkanının konuşmasının ardından, Vali Güzeloğlu başta olmak üzere, diğer protokol üyeleri, büyük bölümü yıkılan tekke duvarının onarımı için ilk harcı attı.
Zaman, 14.05.2006








BEREKET TANRIÇASI KIRŞEHİRLİ ÇIKTI

Hititler Dönemi'nin Ana Tanrıça inancını sembolize eden ve bir diğer anlamda bereketin sembolü olan Kybele'nin, Kırşehir'de olduğu ortaya çıktı.

Kırşehir Kültür, Sanat ve Çevre Derneği (KIRÇED) tarafından Kırşehir'in Sıdıklı-Kulpak Köyü'nde yapılan araştırmada, Kulpak Köyü'nün en yüksek tepesinde bulunan ve 12 metre uzunluğundaki tarihi yapıtın Hitit dönemine ait bereket tanrıçası Kybele'ye ait olduğu ortaya çıkarıldı. Kızılırmak Havzası'ndaki yaklaşık 100 bin hektarlık ovaya bakan Kybele anıtının, zaman içerisinde doğa ve insan eliyle yıpratıldığı görülürken, yapıt üzerinde ve çevresinde incelemeler yapan Kırşehir Belediye Başkanı Halim Çakır ile KIRÇED Başkanı Mustafa Bağ ve Belediye Meclis Üyesi Musa Solak, gördükleri manzara karşısında hayrete düşerken, kafası koparılan tanrıça Kybele anıtının bakım altına alınması ve Türk turizmine kazandırılmasını istedi.

Konuyla ilgili açıklama yapan KIRÇED Başkanı Mustafa Bağ, Kırşehir'in birçok tarihe ve medeniyete ev sahipliği yaptığını belirterek, "Hitit Dönemine ait olan bu bölgede, devasa bir yassı höyük ve hemen yanı başında yer altı şehri ve 12 metre büyüklüğünde ana tanrıça Kybele'nin bulunması, Kırşehir'in tarihteki yerini bir kez daha ortaya koyuyor. Yöresel ağızla 'Kız Heykeli ' denilen bu yapıtın gerçekte bir tanrıça heykeli olduğu ve bulunduğu bölgenin bir tapınak olduğu alenen meydandadır. Bu yapıtın rengi kırmızı ve sarı karışımı olup, güneşin batış yönünde çok uzaklardan parıltısı görülmektedir. Ancak, bilinmeyen bir tarihi yapıtın sahipsizlik nedeniyle kafasının koparılması ve yere atılması, son derece üzüntü verici. Antik bir dünya mirası olan bu yapıtın acilen bakım altına alınması ve Türk turizmine kazandırılması gerekiyor. Aksi taktirde insanlık kaybedecek, ülkemiz kaybedecek" dedi.

Belediye Başkanı Halim Çakır, tarihi yapıtın çevre düzenlemesi ve bakımı noktasında belediye imkanlarını kullanacaklarını söyledi. Başkan Çakır, "Kültür Bakanımız Sayın Atilla Koç'a bu yapıtla ilgili gerekli bilgi ve belgeleri bizzat ben vereceğim. Birçok medeniyete ev sahipliği yapan Kırşehir'de, bereket tanrıçası Kybele'nin bulunması son derece önemli bir olay ve yapıtın turizme kazandırılması gerekiyor. Biz, yıllarca 'Kırşehir, Kapadokya'nın giriş kapısı' dedik. Ama gördük ki Kırşehir, Kapadokya'nın ta kendisi. Böylesine önemli bir yapıtı ortaya çıkaran KIRCED Başkanı Mustafa Bağ'a ve Belediye Meclis Üyesi Musa Solak'a teşekkür ediyorum" diye konuştu.
Kırşehir Kent Haber, 19.05.2006




-4-

KIBRIS'TAN NEW YORK'A


2. Bölüm: 100 Yıl Sonra



Aydın Dikmen, Konya'da yaşayan bir teknik ressamdı, geceleri de barlarda davul çalıyordu. Asıl mesleği ise eski eser kaçakçılığı idi. 1965 yılında evini ziyaret eden Kenneth Pearson ile Patricia Connor'a kaçak kazılardan ve resmi kazılarda çalışan işçilerden kaçak yollarla elde edilmiş koleksiyonunu övünerek göstermişti. Hatta daha da ileri giderek, fotoğraf çekmelerine izin vermiş, eserleri satın aldığı insanların isimlerini dahi açıklamıştı. Kendi anlatımına göre bu eserlerden bazıları Çatalhöyük ve Hacılar'dan idi1. Bir yıl sonra Cleveland Müzesi'ne bir aracı vasıtası ile sattığı “Balina Tarafından Yutulan Jonah” heykeli, aynı yıl Art News Dergisi'nin Eylül sayısında kapak olmuştu2. 1966 da tutuklanan Aydın Dikmen, kısa bir süre sonra serbest bırakıldı.

Bu yazının amacı Aydın Dikmen'in eski eser kaçakçılığını anlatmak değil. Kaldı ki geçen 40 yıl boyunca Dikmen'in yurt dışına kaçırıp sattığı eski eserleri anlatmaya bu yazının boyu yetmez. Umarız birgün, hapiste yatarken anılarını kaleme alır ve bizler, kazanç çılgınlığı içinde geçen yaşamını bir kitap halinde okuma imkanına sahip oluruz. Bu yazının amacı, Kıbrıs'ın eski eserlerine Cesnola'dan 100 yıl sonra en büyük zarar veren ikinci insanı sizlere tanıtmaktan ibaret.

1974'de, Türk Ordusu'nun Kıbrıs'a çıkması ile birçok Rum köyü boşalmış ve güneye kaçan Rumların geride bıraktıkları eserler tamamen sahipsiz kalmıştı. Bu boşluğu fark eden ve daha önceden Kıbrıs'la ilişkileri olan Dikmen, 1974'den sonra, kaçakçılık işini tümüyle adaya kaydırdı. Sadece kiliselerdeki mozaikleri söküp satmakla kalmadı, soyulan Rum evlerinden alınan ikonaların yurt dışına pazarlanmasına da başladı. 3 Temmuz 1988 günü Kuzey Kıbrıs'ta bulunan Panaya Kanakarya Kilisesi'nden sökülmüş mozaikleri ABD vatandaşı, Indianapolis'de galeri sahibi olan Peg Goldberg'e 1.2 milyon dolara sattı3-4. 5. veya 6. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Panaya Kanakarya Kilisesi'nin apsitindeki 525 - 550 yıllarına tarihlenen ve çocuk İsa'yı Meryem'in kucağında otururken, başmelek ve havarilerle sarılı olarak gösteren mozaikler ile Aziz Matthew ve Aziz Andreas mozaikleri, Erken Bizans sanatının en önemli örneklerindendi. Bugün Kilise nerede ise harap durumda, bahsedilen mozaiklerin büyük bir kısmı ise, Aydın Dikmen tarafından sökülerek yurt dışına satıldı. Bu soygun, o tarihe dek ufak bir çevre içinde tanınan Aydın Dikmen'i uluslararası camiada şöhret sahibi yapacaktı. Çünkü, Kıbrıs Rum Kesimi, 1989'da, ABD'nde açtığı dava ile bu mozaikleri geri istiyordu. Uzun süren davayı, sonunda Kıbrıs Rum Kesimi kazandı ve Peg Goldberg'in elinde bulunan tüm mozaikler iade edildi. Bu arada, davanın temyizi aşamasında, Illinois eyaletinin 7. Federal Temyiz Mahkemesi Kıdemli Başyargıcı William J. Bauer'in karara yazdığı bir cümle çarpıcı idi:

“Savaş, …en yüce, en kutsal tapınaklarımızı birer taş parçasına dönüştürebilmektedir. Sadece bayağının bayağısı, aşağılık kişiler toplumun bu kaybından kendileri için özel bir çıkar sağlamaya teşebbüs ederler.”

Yukarıda, temyiz kararında kendisinden böylesi zarif bir üslupla bahsedilen Aydın Dikmen'in Almanya ve Türkiye'de bulunan farklı evlerinde, Alman ve Türk polisleri tarafından değişik tarihlerde ele geçirilen tüm parçalar göz önüne alındığında5, Dikmen'in Kıbrıs operasyonunun hacmi 139 ikona, 61 fresk ve 4 mozaik idi. Bu ise, 1974 sonrası kayıp olduğu belirtilen miktarın çok ufak bir parçası. Sadece Kanakarya Kilisesi'nde bile, sökülen mozaiklerin nerede ise yarısı hala kayıp6. Bu arada, bir konuyu da açıklığa kavuşturmakta fayda var; yukarıdaki satırda belirtilen sayılar Dikmen'de ele geçirilen Kıbrıs eserleri idi, diğer eski eserler bu sayının birkaç katı, yıllar boyu yurtdışına sattıkları ise birkaç müze dolduracak kadardı.

1997'de, Almanya'da çalıntı ve kaçak eski eser suçundan tekrar tutuklanan Aydın Dikmen bir yıl hapiste kaldıktan sonra tekrar ticarete döndü. Bu arada Alman polisi tarafından evinde ele geçirilen ve Kuzey Kıbrıs'tan çalınan bir kısım eski eser yine Kıbrıs Rum Kesimi'ne iade edildi7. Bu konu ile ilgili olarak KKTC yetkilileri “Bu ülkeler bizi tanımıyor, Kıbrıs Rum Kesimi'ni tanıyor. O yüzden biz değil, onlar geri isteyebiliyor” açıklaması yaptılar. Açıklamalarında belki haklı idiler. Öte yandan, Aydın Dikmen, Kanakarya Kilisesi'nde tavan mozaiklerini söktürürken bu işte görev alan, emekli polis Mustafa Avcıbaşı ve Hasan Harman benzer suçtan daha önce tutuklanmışlar, kısa bir süre hapis yatıp çıkmışlardı. Bu iki zanlının verdikleri ifadelerde isimlerini itiraf ettikleri patronları ile ilgilenilmemişti. Kaldı ki, KKTC'nde eski eser kaçakçılığı işinde o denli önemli insanlar mevcut ki, polisin de bir anlamda eli kolu bağlıydı. KKTC Eski Eserler ve Müzeler Dairesi'nde görevli arkeolog Tuncer Bağışkan'ın hazırladığı, KKTC'deki eski eser kaçakçılığını gözler önüne seren gizli bir raporu üst düzey yetkililere verdikten sonra başına gelenler de bu durumun teyidi gibiydi. Halbuki, Kanakarya Kilisesi'nin mozaiklerinin söküldüğünü haber alan Kıbrıs Rum Yönetimi, 14 Haziran 1982'de, daha uluslararası satış bile yapılmamışken ve kimin çaldığı bilinmezken, mozaiklerin resimlerini dünya basınına dağıttı. Bu mozaiklerin satın alınmamasını, herhangi bir duyumu olanların ise derhal kendilerine haber vermesini istedi. Ardından, mozaikler ABD'de, Peg Goldberg'de ortaya çıktığında ise derhal dava açtı. Bu tavır dahi, yaklaşımlarının ciddiyetini açıkça göstermiyor mu?







1 Pearson, K. - P. Connor, 1967, The Dorak Affair, London, s. 70-75
2 http://www.scoop.co.nz/stories/HL0508/S00224.htm
3 Acar, Ö., 6 Mayıs 1989, Cumhuriyet Gazetesi
4 Hofstadter, D., 1994, Goldberg's Angel, New York, s. 44 et seq.
5 http://www.michelvanrijn.nl/pillowtalk/dikmen.htm
6 http://www.mcdonald.cam.ac.uk/IARC/cwoc/issue3/Mosaics.htm
7 http://www.milliyet.com.tr/1997/12/24/t/dunya/kkt.html










Kanakarya'dan bir başka çalıntı
mozaik, Peg Goldberg'den




Kanakarya Kilisesi




Kanakarya'dan bir başka
çalıntı mozaik, Peg Goldberg'den



Aydın Dikmen, St. Andreas mozaiği
ile birlikte. Foto: Michel van Rijn




Dikmen tarafından Cleveland
Müzesi'ne satılan heykel
Art News Dergisi'nin kapağında




Aydın Dikmen ve koleksiyonun
neolitik parçaları (1965)
Foto: Patricia Connor




St. Thomas mozaiği Dikmen'in
evinde ele geçirildiğinde
Foto: Michel van Rijn




Dikmen'in Almanya'daki evinde yapılan
arama sırasında ele geçirilen albüm.
Hem çalıntı mozaiklerin resimleri,
hem de mozaiklerin nasıl kesilecekleri
gösterilmiş. Foto: Michel van Rijn




Kıbrıs Rum Kesimi Başpiskoposu
Kanakarya Mozaiklerinden
bir parçayı geri alıyor, (1997)




Lentoid
Kanakarya'dan çalıntı mozaik








7 - 13 Mayıs
HAYDARPAŞA BÖLGESİ SİT ALANI İLAN EDİLDİ

Haydarpaşa "kentsel ve tarihi sit" olarak koruma altına alınıyor. Böylece bir yıldan fazla süren "Haydarpaşa" tartışmasına da son nokta konuluyor. Edinilen bilgiye göre, Haydarpaşa için, bu bölgeye bakan İstanbul 5 no'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Türkiye'deki ilk büyük demiryolu tesisleri alanı olduğu için "tarihi sit" alanı olmasını uygun gördü. Bu karar üzerine, Haydarpaşa, Haydarpaşa olarak kalacak, dev gökdelenlerle dolmayacak, ticaret, turizm, kısacası rant projesine feda edilmeyecek ve Manhattan'a dönüşmeyecek. Eğer buraya bir düzenleme getirilmek istenirse, bölgenin kentsel ve tarihi sit alanı karakterinin gözetileceği ve yaşatılacağı projelerle birlikte Koruma Kurulu'ndan izin alınarak uygulama yapılabilecek.
Gazete Kadıköy, 12-18.05.2006
TÜRKİYE'NİN
EN ZENGİN DOĞA MÜZESİ
ÇÜRÜYOR

Binlerce yıl önce Anadolu'da yaşamın mamutlar dahil olmak üzere dünyanın geçmişine ışık tutan yüzlerce canlıya ait fosillerin, maden ve mineral örneklerinin ve daha pek çok nesnenin sergilendiği, Türkiye'nin en zengin doğa müzesi olan "MTA Tarihi Tabiat Varlıkları Müzesi" çürümeye bırakıldı.

MTA Genel Müdürlüğü'nün bir seneyi aşkın bir zaman içerisinde çürük çatısını onarmayarak, binanın ve tarihi nesnelerin yok edilmesine maruz bıraktığı müzeyi, binayı yapan inşaat firması onarmak istedi.

Bu isteğini yazılı olarak üç kez dile getiren Kur İnşaat Başkanı Kemal Tankal'ı, MTA Genel Müdürü Mehmet Üzer, olayın yargıya da yansıdığını vurgulayarak geri çevirdi.

Üzer, yılda yaklaşık 300 bin kişinin ziyaret ettiği Müzeyi, uzun bir süre tavanlarındaki çökmelerle ve alçıpanları düşmüş bir şekilde kaderine terk etti.
Hürriyet, 13.05.2006
SANDUKANIN İADESİ İÇİN İLK ADIM ATILDI

Akşehir Asliye Hukuk Mahkemesi, 100 yıl önce Almanya'ya kaçırılan ve halen aynı ülkede bir müzede sergilenen Hacı İbrahim Veli Sandukası'nın, Akşehir'e ait olduğuna karar verdi. Hacı İbrahim Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Erkök Avcıoğlu yaptığı açıklamada, halen Berlin Doğu İslam Sanatları Müzesinde bulunan Hacı İbrahim Veli Sandukası'nın 1906'da, ilçeye bağlı Alanyurt köyündeki Hacı İbrahim Veli Türbesi'nden Almanya'ya kaçırıldığı belirtti. Tarihi sandukanın Akşehir'e ait olduğunun tespit edilmesi ve Türkiye'ye iadesi için davayı, Akşehir Asliye Hukuk Mahkemesine 1995 yılında açıklarını anımsatan Avcıoğlu, “Bugüne kadar devam eden davanın, Vakıflar Konya Bölge Müdürlüğü avukatlarından Türkan Gültekin'in de hazır bulunduğu dünkü karar duruşmasında mahkeme, sandukanın, Alanyurt köyünde bulunan Hacı İbrahim Vakfına ait olduğuna karar verdi” dedi. Bu mahkeme kararıyla sandukanın iadesi için ilk adımın atıldığını vurgulayan Avcıoğlu, Almanya'da sandukanın bulunduğu Berlin Doğu İslam Sanatları Müzesinin, mahkeme kararına uyup sandukayı iade etmemesi durumunda, Hacı İbrahim Vakfı olarak, iadenin gerçekleşmesi için konuyu uluslararası mahkemelere taşıyacaklarını söyledi.
Merhaba Gazetesi, 13.05.2006
HASANKEYF VE ALLİANOİ'Yİ KORUMAK İSTİYORUZ

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, jeotermal kaynaklar yasasının taslak halinde olduğunu belirterek, "Bu yasanın eksikliklerini birlikte tamamlayarak çıkaralım" dedi.
Dikili'deki sempozyumda konuşan Bakan Güler, ayrıca enerji yatırımları konusunda titizlikle çalıştıklarını belirterek, "Enerji politikalarımızı uygularken, aynı zamanda çevreci de düşünüyoruz. Hasankeyf ve Allianoi'yi de korumak istiyoruz" dedi.

İzmir'in Dikili İlçesi'nde “1'inci Dikili Yöresi Jeotermal Kaynakların Değerlendirilmesi Sempozyumu”nun açılış konuşmasını yapan Belediye Başkanı Osman Özgüven, jeotermal kaynakların bilinçli şekilde halkın kullanımına verilmesi gerektiğini söyleyerek, "20 yıl önce jeotermal kaynaklardan yararlanmak için çalışma başlattık. Ancak bilimselikten uzak olduğumuz için maalesef yararlanmadık. Çocuklarımıza yaşanabilir bir gelecek bırakmak için jeotermal enerji kaynaklarımızı halkımızın kullanımına açmalıyız. İzmir ve Ege Bölgesi'nde çok zengin kaynaklarımız olmasına rağmen bu kaynaklardan malesef yararlanamadık. Değerlendirilmesinde kısa vadeli çözümler düşünülmemeli ve çıkar çevrlerine peşkeş çekilmemeli. Bu kaynakların gerçek sahipleri halkın kendisi olmalı" diye konuştu.

Oğuz Gündoğdu da konuşmasında, "Birilerinin Türkiye'yi altarnatif enerji kaynakları konusunda engellemeye çalıştığını" söyledi. Gündoğdu, bu engelleri aşmak gerektiğini vurguladı, "Ayrıca iyi ki deprem fay hatları var ki jeotermal enerji kaynaklarına sahibiz. Bu kaynaklarımızı enerjide, diğer üretim alanları ve ısıtmada en iyi şekilde kullanmalıyız" dedi.

Aynı zamanda Marmara Ünivesitesi Mühendislik Fakültesi Enerji Anabilim Dalı Başkanı olan Doç.Dr. Tanay Sıdkı Uyar Türkiye'de çevre duyarlılığının arttığına işaret etti. 150 çevre kuruluşu bulunduğunu ve bu grupların ülkenin her yerinde çalışmalar yaptığını ifade eden Uyar, "Endüstrileşmiş ülkeler, yenilenebilir enerji projeleri üretmeye yönelmişlerdir. Biz ülke olarak çevreye duyarlı şekilde hareket edip Avrupa standartlarının altında enerji teknolojilerin kullanılmasına izin vermemeliyiz" diye konuştu.

SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın da Türkiye'nin, kullandığı enerjinin yüzde 72'sini ithal ettiğini, bu açığın mutlaka kapatılması gerektiğini söyledi. Karayalçın, "Türkiye'nin kendi enerjisini üretebilmesi için 173 bin kilovat saat enerji üretmesi gerekiyor. Bunu yaparken de elbette çevreye duyarlı enerji kaynaklarının değerlendirilmesi gerekiyor. Jeotermal enerji kullanımı konusunda Dikili Belediyesi son derece tecrübeli. Bu konuda ayrıca yüksek duyarlılık göstermiştir. Enerji sorunlarını ne kadar tartışırsak o kadar doğru sonuca ulaşırız. Türkiye bu konuda kendini aşarak dışa bağımlı olmaktan kurtulmalı" dedi.

Bakan Hilmi Güler, "Ülkemizin altında bir soba yanıyor ama bunu yıllardır ne yazık ki fark edememişiz, faydalanamamışız. Enerji konusunda hükümetimizin önemli ve ciddi çalışmaları var. Örneğin Ege Bölgesi jeotermal enerjinin yüzde 75'ne sahip. Biz ise sadece yüzde 5'inden faydalanıyoruz. Enerji Bakanlığı olarak çok kapsamlı çalışmalarımız içinde bir kitap hazırladık. Bu kitapçık ülkemizin enerji faliyetlerini ve yatırım alanlarını gösteren fizibilite hazırlanmasına yardımcı olabilecek geniş kapsamlı bir çalışma. Bunun yanıda bir de enerji haritası çıkardık. Enerji yatırımcılarına bu da iyi bir kaynak teşkil edecek. Ve yatırımcılarımız ona göre yatırımlarını planlayabilecek. Lafla peynir gemisi yürümez. Hem politik hem çevresel hem de ekonomik olarak enerji politikamızı iyi düşünmemiz gerekir. Enerji yatırımları konusunda bugüne kadar 150 müracat olmuştur. Bu da bizim için son derece sevindirici bir durum. Alternatif enerji içinde yer alan rüzgar enerjisine pek olumlu bakmadık. Bunun sebebi 20 yıllık uzun bir vade gerektirmesi. Ancak barajlarımızı enerji üretimi için çok iyi şekilde değerlendireceğiz. Altarnatif enerji üretimleri konusunda Ankara'da bir deneyim merkezi kurduk. İsteyen yatırımcılar bu enerji üretim faailiyetelerini gidip görebilir. Biz enerji üretim politikalarımızı uygularken aynı zamanda çevreci de düşünüyoruz. Enerji alanları içinde tarihi miraslarımızı korumak istiyoruz. Hasankeyf ve Allianoi gibi eserlerimizi de korumak istiyoruz" dedi.

Bakan Güler ayrıca hükümet olarak tarımsal alanda da biodizel enerji üretimini arttırmaya çalıştıklarına dikkat çekerek, "Biz ülke olarak enerji palitikamızda da geçiş coğrafyasını kullanmaktan yanayız. Enerji boru hatlarımızla, doğal gaz ve petrol boru hatlarımızla güçlü bir ülke olmayı hedefliyoruz. Enerji konusunda kanun teklifimiz Mecliste hazır taslak halinde. Gelin bunun eksikliklerini birlikte tamamlayarak çıkaralım" dedi.
Vatan Gazetesi, 12.05.2006
MARMARAY'A 'BİZANS OYUNU'

Alman Der Spiegel, Marmaray projesini yazdı. Dergi "Vurulan her kazmayla Bizans dönemine ait eserler bulunuyor. Arkeolojik cennet, Marmaray için cehennem oluyor" yorumunu yaparak projenin 2010'a kadar yetişmeyeceğini ima etti. Arkeolog Metin Gökçay da BBC'ye konuştu.

Dünyanın en derin tüp geçidinin inşa edileceği Marmaray projesinde kazılan her yerden tarih fışkırması, batı basınında büyük ilgi çekti. Kazı çalışmaları sırasında Yenikapı semtinde 4'üncü yüzyıldan kalma bir limanla birlikte, 8 batık geminin kalıntılarına rastlanmasının ardından İngiliz televizyonu BBC ve Alman dergisi Der Spiegel, "İstanbul'da son dönemin en değerli arkeolojik eserleri bulunuyor" yorumunu yaptı. Der Spiegel dergisi, 2010 yılında bitirilmesi beklenen projenin, tarihi eserler için yapılan kazı çalışmaları nedeniyle kısmen durmasına göndermede bulunarak, "Arkeolojik cennet, Marmaray için cehennem oluyor" ifadesini kullandı. Yani dergi, ilk kez 1860 yılında Sultan Abdülmecit döneminde gündeme gelen ve 2004'te hayata geçirilen 144 yıllık rüyanın, arkeolojik kazılar nedeniyle uzun bir süre daha gecikebileceği imasında bulundu. Spiegel'e konuşan Proje Müdürü Haluk Özmen de zamanlamadan endişeli: "Uykularım kaçıyor. Projeyi bitirememek en büyük kaygımız. Yenikapı'da çalışmaları durdurmak zorunda kaldık. Bu yüzden diğer noktalarda günde 24 saat çalışarak açığı kapatmaya çalışıyoruz." Arkeolog Metin Gökçay ise BBC'ye, "İstanbul'da sayısız kazı yaptım. Ama hiç bu kadar çok eserle karşılaşmadım. Eserler 4'üncü yüzyıl, yani Roma İmparatoru Konstantin dönemi hakkında önemli bilgiler veriyor" dedi.
Vatan Gazetesi, 12.05.2006
ANTİK MOZAİK KENTİNDE ÇAĞDAŞ SANAT BULUŞMASI

Antikçağ'ın göz alıcı sanat eserlerini topraklarında barındıran Antakya, 10 gün boyunca modern sanat etkinliklerine ev sahipliği yapacak. Sanatın sokağa çıkıp, gündelik hayatın içine karışacağı etkinliklere polemiğe açık bir isim verildi: "Aslında Öyle Bir Şey Yok!" İstanbul ve Antalyalı 40 sanatçı, Uluslararası Antakya Çağdaş Sanat Buluşması süresince çarşı, han, okul, köprü gibi mekanlarda enstalasyon, sergi, oyun, performans, atölye çalışması, belgesel gösterimi gerçekleştirecek.



Lokman Hekim'in ölümsüzlüğün reçetesini düşürdüğü Orantes (Asi) Irmağı bugün modern sanatla tanışacak, üstüne kurulan ve Antakya'nın iki yakasını birbirine bağlayan taş köprü şenlenecek. Üzerine yerleştirilecek imgelerle köprü 10 günlüğüne yepyeni bir çehreye bürünecek. Bir zamanların Hatay Meclisi binası, şimdilerin erotik filmler gösteren Gündüz Sineması esprili bir enstalasyona sahne olacak: "Alan da Pişman Satan da Pişman." Uykusunu yitiren kral kızı, 10 gün boyunca, sandık içinde belirecek binanın önünde. Modern sanat Uzunçarşı'ya da uzanacak, tarihi mekanda boşlukla doluluğun çelişkisini yaşanacak. TCDD'nin Doğu Ekspresi'nde çalışan bir görevlisi, bir belgeselci ve Hareket Atölyesi oyuncuları birlikte sahneye çıkıp, hafıza ve yolculuk kavramları üzerine çeşitlemeler yapacak. Köy ve şehir ilkokullarında öğrencilerle yaratıcı drama çalışmaları gerçekleştirilecek. 17 Mayıs'tan sonra Kurşunlu Han'a uğrayanlar, İtalyan sanatçı Luciano Iogna'nın sanat ve hayat arasında kuracağı zeka trapezine tanıklık edecek. Bu arada Antakya Gazetesi asparagas haberlerden oluşan bir ilave yayımlayacak.

Antikçağ sanatının gözde eserleriyle ünlü Antakya, bundan böyle yılda bir kez de olsa modern sanat etkinlikleriyle adından söz ettirmeye hazırlanıyor. Plastik sanatlar, sinema ve tiyatrodaki modern yaklaşımların sergileneceği Uluslararası Antakya Çağdaş Sanat Buluşması, bir grup İstanbullu ve Antakyalı sanatçının el ele vermesiyle hazırlandı. Fikir, geçen yıl İstanbul Bienali sırasında ortaya çıktı. Mustafa Kemal Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Melih Apa, akademisyen arkadaşları ve dokuz öğrencisiyle birlikte bir süredir A77 Sanat Kolektifi adı altında Antakya'da modern sanat çalışmalarını sürdürüyordu. İstanbul'daki bienal sırasında tanıştıkları sanatçılarla, iki şehir arasında sanat köprüsü kurmaya karar verdiler. İstanbulluların sanat platformu Avrasya Sanat Kolektifi (ASK) ile Antakyalıların A77'si el ele verdi, "İstanbul-Antakya Çağdaş Sanat Buluşmaları"nı başlattı. İlk etkinlik bu yıl Antakya'da. Gelecek yıl İstanbul'a da taşınacak.



Amatör coşkuyla hazırlanan etkinliğe Mustafa Kemal Üniversitesi ve Antakya Belediyesi destek veriyor. 10 günlük etkinliklerin tüm bütçesi, katılımcıların kapı kapı dolaşıp 20 sponsordan topladığı 900 YTL. Bu bütçeyle 10 enstalasyon, 5 oyun, 10 belgesel gösterimi, altı video çalışması yapılacak. Şölen, MÖ 300 yılında antik kentin kuruluş törenlerinin yapıldığı günün yıldönümünde, 22 Mayıs'ta sona erecek.

Buluşmaya A77 ve ASK sanatçılarının yanı sıra dışarıdan sanatçılar da işleriyle davet edildi. Performans, video, tiyatro sanatçıları ve mimarlardan oluşan katılımcılar şöyle: Nebi Atay, Melih Apa, Gülsu Aren, Yoldaş Baştürk, Dilek K. Birdinç, Talin Büyükkürkçiyan, Hakan Bitmez, M. Hasan Demirci, Şirin Çelikkaya, Özgür Duman, Meral Erdoğan, Volkan Eray, Naz Erayda, Ekmel Ertan, Figen Evren, Mehmet Fahracı, Murat Germen, Emrah Gökdemir, Nadi Güler, Nilgün Günsür, Sibel Günsür, Zeynep Günsür, Luciano Iogna, Dizem Kaftan, Mustafa Kaplan, İdil Kemer, Raziye Kubat, Somnur Kurt, Nihal Kuyumcu, Yann Marussich, Deniz Boro Polat, Tijen Savaşkan, Filiz Sızanlı, Necati Sönmez, Zühre Sözeri, Ece Ulutan, Ömer Uysal, Ediz Yenmiş, Deniz Olgay Yamanus.
Hürriyet, Haber: Ayten Serin, 12.05.2006
BU TARİHİN İÇİNDEN BİR GÜNDE GEÇİN

Toplam 14 kilometrelik bir güzergah burası. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in adım adım gezerek ortaya çıkardığı alternatif bir tarih ve kültür rotası. Fatih Camii'nden başlayıp Çarşamba'nın içinden geçerek Kariye'ye ulaşıyor. Sonra surları takip ederek Haliç'e iniyor.

Fatih Camii, Osmanlı'nın İstanbul'daki ilk göz ağrısı. Sabahın ilk ışıklarında nasıl güzeldir bilemezsiniz. Fatih'in türbesinin üzerinde vitraylardan süzülen rengarenk ışıklar gezinir. Caminin haziresinde kuşların sesi, çok eski bir zamanın ilahileri gibidir. Külliyenin güneyinde Akdeniz, kuzeyinde Karadeniz Medreseleri var. "İki denizin sultanı" diye anılan Fatih, 1470'te tamamlanan medreselere bu isimleri vermiş.

Fatih Camii'nin kuzeybatısındaki kapısından çıkıp Darüşşafaka Caddesi'ni takip ederek Çarşamba'ya varıyoruz. İsmailağa Camii'ni sağ tarafımızda bırakıp Fethiye'ye ulaştığımızda İstanbul'un mucizelerinden biri olan Pammakaristos Kilisesi ile karşılaşacaksınız. Kilisenin temelleri 5. yüzyılda atılmış. Ana ibadet mahalli 1592'de camiye çevrilmiş, küçük şapel olarak hizmet vermeyi sürdürmüş. Bu bölüm Cumhuriyet'ten sonra müzeye dönüştürülmüş. Ayasofya Müzesi tarafından Üç ay önce onarımı tamamlanarak ziyarete açılan bu yapının küçük kubbesinde 12 büyük peygamberin tasvirleri ve sözleri bulunuyor.



Yolumuz Draman'a doğru inen vadiye doğru kıvrılıyor. Buradan geçerken mutlaka Mehmet Ağa Camii'ni de görmelisiniz. Aynı adı taşıyan sokakta bulunan cami 1585'te Mimar Davut Ağa tarafından yapılmış. Ana kubbenin dört yanındaki zarif yarım kubbeleri, kubbenin içini süsleyen hatları ve çinileriyle eşsiz güzellikteki bu ibadethaneyi gördüğünüze sevineceksiniz.

Şimdi vadinin güneyine yönelerek Kariye Mahallesi'ne giriyoruz. Semt ismini Khora Manastırı'ndan alıyor. Burası İstanbul'un ilk surlarının dışında kaldığından bölgeye, Khora yani "köy" adı verilmiş. İkinci surlar bu semti de içine alıp köyü kente katmış. Khora zamanla Kariye'ye dönüşmüş. Buradaki manastır 610 yılında tamamlanmış. Kubbeli ibadet yerinin inşa tarihi ise 1320. Bugün dünyanın hayranlıkla izlediği olağanüstü mozaikler işte o tarihte yapılmış ve çok fazla zayiat vermeden günümüze kadar gelmiş. Bina önce camiye, daha sonra da müzeye (Kariye Müzesi) dönüştürülmüş.

Çelik Gülersoy tarafından düzenlemesi ve restorasyonu yapılan Kariye semtini gezmek için Fatih Belediyesi, bir ay sonra iki fayton koyacak. Eğer o zamana denk gelirseniz yolculuğun geri kalan bölümünü faytonla yapmanız da mümkün olacak.

Kariye'den çıktığınızda kendinizi Surdibi'nde bulacaksınız. Çok değil bundan 15 yıl öncesine kadar at ve eşek mezbahası olarak kullanılan surlar teker teker elden geçirildi, burçlar tamir edildi. Surları solunuza alıp yolunuza devam ettiğinizde Tekfur Sarayı'na ulaşacaksınız. Ve yıllardır kendi kaderine terk edilmiş bu tek Bizans sarayının orasının burasının ölçüldüğünü göreceksiniz. Bu, yakında restore edileceğinin işareti. Fatih Belediyesi'nin hazırladığı kentsel rehabilitasyon projesinin başlangıç noktası Tekfur Sarayı olacak. Ardından güzergahımızda bulunan Toklu Dede Mahallesi ve Anemas Zindanları'nın restorasyonu ve yenileme çalışmalarına geçilecek. Bizans'tan günümüze ayakta kalan tek saray olan Tekfur, Çakırağa Camii Sokak'ta.



Yolumuz buradan yine Surdibi'ni izleyerek Eğrikapı'ya açılacak. Yeni kentsel yenileme planına göre, birkaç yıl sonra şu anda surları çepeçevre kuşatan binalardan eser kalmayacak. Eğrikapı'ya gelmişken şöyle surun dışına çıkıp Osmanlı mezarlarını ziyaret edebilirsiniz. Eğrikapı semtinde Bizans döneminde soyluların konakları varmış. Eski adı Ayosonis olan bu mahalleye Kaligaria Kapısı adı verilen Eğrikapı'dan girilirmiş. Kaşıkçı Elması işte bu mahallede bulunmuş.

Kapıyı arkanıza alıp yürürken ilk sağa girerseniz yolunuz başka bir aleme çıkar. Kandillitürbe Sokağı adı verilen yolun başında Panayia Suda Ortodoks Kilisesi yer alır. Tarihçesi 9. yüzyıla kadar uzanan bu kilise bir zamanlar deliler manastırı olarak da kullanılmış.

Sokağın sonuna vardığınızda bir zamanlar ahşap konaklarla dolu bir eski zaman mahallesinin içine düşeceksiniz. Konaklardan geriye bahçeleri süsleyen ulu çınarlar, at kestaneleri, erguvanlar, leylaklar ve akasyalar kalmış sadece. Avcıbaşı Caddesi'ni izleyerek Kazasker İvazefendi Camii'ne ve Anemas Zindanları'na çakacaksınız. Bir de Dervişzade Caddesi ile Ahmet Rufai Sokak'ın kesiştiği köşede bulunan Emir Buhari Tekkesi'ne. Yıkılmak üzere olan tekkenin onarımına yakında başlanacak. 1513'te inşa edilen bu mabetin, çoğu yan yatmış, toprağa batmış olan mezar taşlarının muazzam işçiliği sizi şaşırtacak.

Mustafapaşa Bostanı Sokak, Kırkambar'a çıkar. Yolu devam ettiğinizde Mahkemealtı Caddesi'ne ulaşıp Balat'ın içlerine girersiniz. Bu yol üzerinde Vlaherna Ayazması, Aya Dimitri Ortodoks Kilisesi, Balino Rum Kilisesi, Ferruh Kethüda Camii, Surp Hraştagabet Ermeni Kilisesi bulunur. Biraz ilerlerseniz Yambol ve Ahrida Sinagogları'yla yüz yüze gelirsiniz.
Bir Mimar Sinan eseri olan Ferruh Kethüda Camii ise güneş saatleriyle benzersiz. Üç güneş saatinden avluda bulunan ve ayaklı olanı kaybolmuş geriye ikisi kalmış. Hayatınızda hiç güneş saati görmediyseniz bu olanağı mutlaka değerlendirin.
Hürriyet, Haber: Ersin Kalkan, 12.05.2006
CENEVİZ KALESİ YENİDEN HAYAT BULACAK

Beykoz sırtlarındaki tarihi Ceneviz (Yoros) Kalesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nce restore edilip turizme kazandırılacak. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, mülkiyeti maliye hazinesi ve Milli Savunma Bakanlığı'na ait olan kalenin 9 bin 260 metrekarelik bölümünün Büyükşehir'e devrine ilişkin Başkan Kadir Topbaş'a protokol yapma yetkisi verdi. Kalenin röleve, restitüsyon, restorasyon ve çevre düzenlemesi yapılacak. Anadolukavağı'nda Karadeniz'e paralel bir şekilde 500 metre uzanan kalenin genişliği 60 ile 130 metre arasında değişiyor. Boğaz'ın girişini kontrol etmek amacıyla yapılan kale, İstanbul'un fethinden sonra tamamen Türk hâkimiyetine geçti.
Radikal, 12.05.2006
İSHAKPAŞA SARAYI 48 YILDIR YANLIŞ RESTORE EDİLİYORMUŞ

Dünyanın ilk merkezî ısıtmalı sarayı olarak bilinen tarihî İshakpaşa Sarayı'nın yarım asırdır süren restorasyon çalışmalarının hatalı olduğu ortaya çıktı. Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğretim üyelerinin aralarında bulunduğu 20 kişilik bilim kurulu, binlerce turistin ziyaret ettiği sarayda 1958'den beri devam eden restorasyonların, tarihî yapıya büyük hasar verdiğini tespit etti. Duvar yüzey kaplamasında dökülme, duvarlarda çatlak, su sızıntısı ve çatının yapısal taşıyıcı sistemindeki bozukluk hasarlardan sadece birkaçı. ODTÜ'lü hocalar sarayda yaptıkları incelemelerde belirledikleri hataları raporlaştıracak. Ağrı Turizm ve Kültür Müdürü Muhsin Bulut, bundan sonraki restorasyonun uzmanların hazırlayacağı rapora göre yürütüleceğini söyledi. Ağrı Valisi H. İbrahim Akpınar da restorasyon çalışmalarına kurulun el koyduğunu doğrulayarak, “Önceki dönemlerde yapılan hatalar bu kez yapılmayacak.” dedi. ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi ve Ağrı Valiliği Bilimsel Kurulu Üyesi Prof. Dr. Emine Caner Saltık ise saraydaki restorasyonun tamamen yanlış olduğunu belirterek, “17. yüzyıldan kalan bir miras için daha dikkatli olunmalıydı. Çünkü bu gibi yapıtlar bozulduğu zaman eski haline getirmek zor. Tahribatsız analizler ve kızılötesi ısı görüntüleme yapacağız. Ama acil olarak sarayın çatı probleminin çözülmesi gerekiyor.” bilgisini verdi. Bu arada geçen yıl sarayı gezen Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, restorasyonun iyi yapılmadığından yakınmıştı. Ağrı Valiliği de bunun üzerine ODTÜ ile bilimsel kurul oluşturmuş ve sarayla ilgili yeni bir restorasyon çalışmasına karar vermişti. Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde etkili olan hortum, İshakpaşa Sarayı'na zarar verdi. Doğubayazıt'ta önceki gün öğleden sonra başlayan yağmur ve fırtınanın etkisiyle sarayın giriş kapısının sol tarafındaki çatı çöktü. Ağrı Turizm ve Kültür Müdürü Muhsin Bulut, “İshakpaşa Sarayı hortumdan ciddi şekilde etkilendi ama çok şükür can kaybı yaşanmadı. Çatı 1999-2000 yıllarında yapılmıştı.” diye konuştu.
Zaman, 11.05.2006
AKDAMAR KİLİSESİ YAZ SEZONUNA HAZIRLANIYOR

Van-Tatvan Karayolu'nun 50. Kilometresinde bulunan kıyıdan 4 kilometre uzaklıktaki Akdamar Adası'ndaki tarihi Akdamar Kilisesi'nde geçen yıl başlatılan restorasyon çalışmalarında sona yaklaşılıyor. Yirmi kişilik bir ekiple devam edilen kazılarda şimdiye kadar yapılan çalışmalarla kilisedeki 27 oda açığa çıkarıldı. Kilisenin bu yaz turizme açılacağı açıklandı. Restorasyon ihalesini kazanan Kartalkaya Proje İnşaat Sanayi Müdürü Cahit Zeydanlı, projenin dış cephe, çatı restorasyonu, dış cephelerin biyolojik temizliği, iç bölümdeki duvar ve zeminlerin sağlamlaştırılması, frescoların konservasyonu ile kilise ve manastır kalıntılarındaki arkelojik kazıları içerdiğini belirtti.

Çalışmalara başlamadan önce binanın üç boyutlu statik analizinin yapıldığını ve bunun sonucunda kilisedeki taşların Tatvan'ın Kotum (Küçüksu), Bitlis'in Ahlat ve Van bölgesinden kullanıldığının ortaya çıktığını kaydeden Zeydanlı, buradan hareketle, restorasyonda özgün malzemeler kullanılmasına karar verildiğini ifade etti. Zeydanlı, restorasyon için deneyimlerinden yararlanmak amacıyla, İtalya ve Ermenistan'dan da taş konservatörü ile fresk uzmanlarını davet ettiklerini ve restorasyonun aceleye gelecek bir iş olmadığını hatırlatan Zeydanlı, “Çalışmalarda yeni bir buluntuya rastlanması halinde, resrorasyonun seyri değişip, hizmete açılma süresinda bir sarkma olabilir” dedi. Restorasyon ekibine dahil edilen kameraman ve fotoğrafçı restorasyonun tüm aşamalarını belgelediği çalışmalarda ulaşılan tüm bilgi ve belgeler akdamarkilisesi.com adresinde herkesin kullanımına sunuluyor.
turizmgazetesi.com, 11.05.2006
ÇEŞME MÜZESİ'NDE '1770 OSMANLI-RUS DENİZ SAVAŞI TEŞHİR SALONU' AÇILACAK

Tarihi Çeşme Kalesi içinde yer alan Çeşme Müzesi'nde 2000 yılında hizmete giren ''Arkeolojik Teşhir Salonu''nun ardından, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfının (TİNA) desteğiyle 7 Temmuz 2006 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un katılımıyla açılacağı belirtilen ''1770 Çeşme Osmanlı-Rus Deniz Savaşı Teşhir Salonu''nun, ''yaşayan, canlı müzecilik örneği'' olacağı ifade edildi.

Çeşme Müze Müdürü Emrullah Karaturgut, teşhir salonunun oluşturulmasına yönelik çalışmaların bir ay içerisinde tamamlanacağını bildirdi. Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsünün yürüttüğü ''Ege'nin Kayıp Denizcilik Tarihi Sualtı Araştırma Projesi''nde Kültür ve Turizm bakanlığı temsilcisi olarak yer alan, Çeşme Müzesinde görevli Hüseyin Vural da ''1770 Çeşme Osmanlı Rus-Savaşı Teşhir Salonu''nda, Çeşme açıklarında tespit edilen ve çıkarılan o döneme ait gemi batıklarının da sergileneceğini belirtti. Vural, salonda, Çeşme Osmanlı-Rus Savaşı'na yönelik ilişkin belgeler, Osmanlı-Rus amiralleri ve deniz askerlerinin giysileri, o dönem gemilerinin maketleri, donanma sancakları ve röprodüksiyonların teşhir edileceğini söyledi.

Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi Başkanı Geza Dologh, Türkiye'nin karasularında önemli hazinelerin yattığını bildirdi. Bugüne kadar su altındaki kültürel ve tarihsel mirasın ''Yasak Dalış Bölgeleri'' ile korunduğunu, buralarda yapılacak bilimsel çalışmalarla elde edilen bulgular, belgeler ve sonuçların Çeşme, Bodrum, Kuşadası, Foça gibi deniz kıyılarında açılacak müzelerde sergilenmesinin çok önemli olacağını savunan Dologh, denizin sadece ''yazın serinlenecek yer'' olarak akıllara gelmemesi gerektiğini ifade etti. Dologh, denizin alt ve üst nimetlerinin, kültürel değerlerinin insanları birbirlerine yaklaştıracak en önemli araç olduğunu dile getirdi.
www.turizmgazetesi.com, 11.05.2006
TARİHİ ESER OPERASYONU

İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince yapılan çalışmalar neticesi, İstanbul, Eminönü İlçesi'nde bulunan bir iş yerinde Vakıflara ait Camilerden, Tekkelerden ve Çeşmelerden çalınan çok miktarda tarihi değeri yüksek eserlerin gizlenerek yurtdışına pazarlanmaya çalışıldığı bilgileri edinilmesi üzerine 09.05.2006 tarihinde operasyon düzenlenmiştir.

Toplam 95 adet eser ele geçirilerek el konulmuş, olayda bir şahıs yakalanarak hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na Muhalefet ve Hırsızlık Malı Bilerek Satın Almak ve Satmak Suçlarından düzenlenen tahkikat evrakıyla birlikte adli mercilere sevk edilmiştir.

Polis yetkilileri, ele geçirilen tarihi eserler arasında, üzerlerinde Osmanlıca olarak, Mevlana'nın gelini Fatma Hatun tarafından Konya'daki Yanık Cami'ye vakfedildiğine dair “Fatma Hatun'un Yanık Cami'ye vakfettiği eserdir” yazısı bulunan 4 adet şamdanın da yer aldığını ifade ettiler.

Ele geçirilen tüm malzeme ise şöyle : 22 Adet Çini, 17 Adet Çanak Çömlek, 11 Adet Şamdan, 10 Adet Musluk, 8 Adet Mermer Parça, 7 Adet Cami Alemi, 6 Adet Değişik Ebatlarda Çerçeveli Hat Levha, 6 Adet Pişmiş Toprak Kandil, 3 Adet Bronz Bizans Sikke, 1 Adet Yuvarlak Seramik Obje, 1 Adet Sıralı Kolye, 1 Adet Bronz Küpe, 1 Adet Metal Pota, 1 Adet Bronz Vazo.
iem.gov.tr, Konya Hakimiyet Gazetesi, 11.05.2006







TARİHİ KÜTÜPHANEYE ONARIM

Osmanlı Devleti'nde, Köprülü Kütüphanesi'nden sonra bağımsız binaya sahip ikinci kütüphane özelliğini taşıyan Atıf Efendi Kütüphanesi'nin onarımı Büyükşehir Belediye Meclisi'nde gündeme geldi. 1992 yılından bu yana restorasyon yapılmayan kütüphanenin onarılması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevreyi Koruma Müdürlüğü meclise bir teklif sundu.

Onarılması gündeme gelen Vefa Semti'nde, Vefa Caddesi'nde bulunan Atıf Efendi Kütüphanesi'nde el yazması yaklaşık 28 bin eser bulunuyor. Bu eserler arasında Nefi'nin divanı, çok sayıda hat, çok eski kitap nüshaları, güzel ciltler, tezhip ve minyatürlü eserlerle mühür albümleri yer alıyor.
Sabah, Serdar Canıpek , 10.05.2006
DOĞU LİKYA UYANIYOR

Antalya'nın Kumluca İlçesi sınırları içinde bulunan Rhodiapolis Antik Kenti'ndeki tarihi kalıntılar, 1 Temmuz 2006 tarihinde başlayacak kazılarla gün ışığına çıkartılacak.

Kazı başkanı olan Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nevzat Çevik, Rhodiapolis'in Likya'nın doğudaki Likya kültürünü yansıtan son kentlerinden biri olduğuna dikkat çekerek, 7. yüzyılda kurulduğu düşünülen kentte Roma ve Bizans dönemine ait kalıntıların da bulunduğunu belirtti. Çevik, "Rodos Kolonizasyon döneminde kurulduğunu düşündüğümüz Rhodiapolis, deniz bağlantıları güçlü bir kent olarak da önem taşıyor" dedi. Rhodiapolis Antik Kenti'nde 2000 yılında bir yangın meydana geldiğini ifade eden Prof. Dr. Çevik, "Bu yangın sonucu antik kent tamamen ortaya çıktı. Halen pek çok yapı ayakta bulunuyor. Görünen kalıntılar Roma ve Bizans dönemlerine aittir. Tiyatro tipik Helenistik dönem tiyatrosudur. Geç Helenistik'ten itibaren var olduğu düşünülüyor. Duvar işçiliği ve oturma sıralarının profilli, bu tarihi doğrular. Çok büyük olmayan tiyatronun 41.5 metre çapındaki caveası sağlam kalmış skene binası ise yıkılmıştır. Sahne binası ana hatlarıyla eski biçimini korumasına rağmen tamiratlar görmüş ve değişikliğe uğramıştır" diye konuştu.



Kentin kuzey ve batısında tiyatro ve Opramoas Anıtı, güneyinde ise hamamlar ve sarnıçların bulunduğunu kaydeden Prof. Dr. Çevik, Helenistik kulenin sur bağlantısının henüz anlaşılamadığını, belki de sadece gözetleme kulesi olarak yapılmış olabileceğini söyledi. Antik kentteki nekropollerin yerleşimin kuzey, güneydoğu ve doğusunda bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Çevik, kentin çıkışında büyük bir kaya kütlesinin üç yüzünde 24 kaya mezarı bulunduğunu bildirdi. "Likçe yazıtlara da sahip olan bu mezarların bazıları geleneksel ahşap imitasyon cepheli Likya mezar mimarisinde yapılmış" diyen Prof. Dr. Çevik, kentte nekropol alanları dışında da mezarlar bulunduğunu açıkladı. Opramoas mezar anıtı yazıtlarına göre Opramoas'ın kente iki de tapınak yaptırdığını söyleyen Prof. Dr. Çevik, kazı çalışmalarında Fortuna ve Nemesis tapınaklarını da gün ışığına çıkarmayı ümit ettiklerini dile getirdi.

Likya'nın en zengin ve hayırsever vatandaşı olan Rhodiapolisli Opramoas'ın mezarının da bu kentte bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Çevik, sözlerini şöyle sürdürdü: "Kentin en ünlü siması Opramoas'tır. Ve en iyi bilinen yapısı da Opramoas'ın anıt mezarıdır. İ.S. 138-161'de yaşamış olan bu kişi Likya'nın en zengin ve en ünlü hayırseveriydi. Ataları Likya Birliği Başkanı, ordu komutanlığı ve süvari birliği başkanlığı gibi çok yüksek makamlara gelmişlerdi. Opramoas, imparator kültü baş rahipliği, Likya Birliği yazmanı ve Lykiarkhos olarak görev yapmıştır. Çok kez onurlandırılmıştır. Opramoas'ın neredeyse tüm Likya'da yardım etmediği kent yok gibidir. Özellikle 141 depreminden sonra yıkılan pek çok yapı Opramoas tarafından parası verilerek onarılmıştır. 3 bin dinardan 100 bin dinara kadar değişen miktarlarda yardım etmiştir".



Kentlere yaptığı yardımlar dışında Opramoas'ın kefen parası, genç kızlar için çeyizlik ve yoksullara yemek parası gibi yardımlarda da bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Çevik, "Tüm bu yardım listesi ve onurlandırmalar yanında Roma kayzerleriyle olan mektuplaşmaları içeren 12 yazıt, prokuratorlardan gelen 19 mektup, Likya Birliği'ne ait 33 doküman Opramoas'ın anıt mezarı duvarlarını doldurmaktadır" şeklinde konuştu. Prof. Dr. Çevik, bu yazıtın Anadolu'nun en uzun yazıtı olma özelliğini taşıdığına da dikkat çekti. Kazı çalışmaları sonucu antik kentin turizme kazandırılacağını bildiren Prof. Dr. Çevik, "2 ay önce çıkan izin ve oluşturduğumuz uluslararası kazı ekibiyle 1 Temmuz'da çalışmalara başlayacağız. 30 kişilik ekipte Almanya, Hollanda, Fransa ve İngiltere'den bilim adamları ve öğrenciler bulunuyor. Antik kentin turizme kazandırılmasıyla Kumluca İlçesi turizmine de büyük destek sağlanacağını düşünüyoruz" dedi.

Tepede ve eteklerde önemli anıtsal yapıların bulunduğu Rhodiapolis'in, Kumluca halkı tarafından bile bilinmeyen bir antik kent olduğunu söyleyen Prof. Dr. Çevik, Kumluca halkının yüzde 90'ının Opramoas gibi bir hemşehrileri olduğundan haberleri bulunmadığını belirtti. Prof. Dr. Çevik, "Kent artık hak ettiği bilinirliği ve görselliği bir an önce yakalamalıdır" diye konuştu.
Antalya Kent Haber, 10.05.2006
AHMET PAŞA KERVANSARAYI'NIN RESTORASYONUNA BAŞLANDI

Edirne'de Avrupa Birliği fonları ile iş merkezine dönüştürülmesine karar verilen tarihî Ekmekçizade Ahmet Paşa Kervansarayı'nda restorasyon çalışmaları başladı. 6 bin 500 metrekarelik alanı bulunan kervansarayda çalışmalar 18 ayda bitirilecek. Uzun yıllar ilgisizlikten dolayı atıl durumda olan ve Avrupa Birliği (AB) fonları ile Balkan Ticaret İş Merkezi olarak kullanılması planlanan tarihi Ekmekçizade Ahmet Paşa Kervansarayı'nın restorasyonuna başlandı. Tarihi kervansarayın restorasyon çalışmasının 2007 yılının Temmuz ayında tamamlanacağı belirtiliyor. Edirne Valisi Nusret Miroğlu, Balkan Ticaret İş Merkezi olarak kullanılması planlanan kervansarayın AB fonları ile tekrar hayat bulacağını söyledi. Vali Miroğlu, Cihan muhabirine yaptığı açıklamada, restorasyonuna başlanan tarihi mekanın bir bölümünü otel olarak kullanmayı düşündüklerini belirterek, şunları kaydetti: “Proje için 3 milyon Euro ödenek ayrıldı. Restorasyonun finansmanının yüzde 75'i Avrupa Birliği, yüzde 25'i de Türkiye tarafından karşılanacak.”

Söz konusu ihaleden 500 bin Euro para kaldığını ifade eden Miroğlu, “Bu parayı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışacağız. Ayrıca kervansarayın dış dükkanlarının bir bölümü Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yaptırılacak.” diye konuştu. Tarihi kervansarayın şehir ekonomisine de canlılık getireceğini vurgulayan Miroğlu, “18 ay sonra inşallah burası umduğumuz gibi işler duruma gelecek. Bunun için çalışmalarımız ve yeni arayışlarımız sürüyor.” dedi.

İhaleyi kazanan Pekerler ve Meto şirketi yetkilileri de, restorasyonun 18 ayda tamamlanacağını, kervansarayın aslına uygun olarak yapılacağını açıkladılar. Mimarlığını Sedefkar Mehmet Ağa'nın yaptığı kervansaray, 1. Ahmet'in emriyle Başdefterdar Ekmekçizade Ahmet Paşa tarafından 1609 yılında inşa ettirildi. Halk arasında Ayşekadın Kervansarayı olarak da bilinen yapı, 6 bin 500 metrekarelik bir alanı kaplıyor.
Zaman, 10.05.2006
MİMAR SİNAN KİTABI

Dünya çapındaki mimarımız Mimar Sinan'ı yine dünya çapında ünlü olan bir başka mimarımız Turgut Cansever, yazdığı bir kitapla tekrar gündeme getirdi. Mimar Sinan'ı en iyi anlayan mimarlardan biri olarak bilinen Cansever, kitabında; tasnifler ve teknik bilgiler kadar, Sinan'ın ortaya koyduğu eserlerin ondan öncekilerle ve sonrakilerle karşılaştırılarak Osmanlı mimarisindeki yerini bütün detaylarıyla ortaya koydu. Turgut Cansever'in Albaraka Türk tarafından prestij kitabı niteliğinde yayınlanan eseri, kültür mirasımızın en önemli yapılarının arkasındaki fikir, estetik ve tekniği günümüze taşıyor.

Mimar Sinan'ın eserlerini, ait oldukları çağa ve topluma ilişkin aslî özellikleriyle kavramaya yöneltmek amacıyla eseri kaleme aldığını kaydeden Cansever, “Kitap metinlerinde Mimar Sinan'ın mimarlık alanındaki başarısının temellerini oluşturan mekân ve hareket telakkisinin eserlerine yansıması, yapıları oluşturan unsurların mekân içinde yer alış biçimleri, biçimlerin ifadeleri, yapılar ile hayat arasında kurulan ilişkileri, özetle, mimarî vasıtasıyla oluşturulan güzellik duygusunun türleri araştırıldı” diyor.

Mühründe “El-fakir el-hakir Sinan” ibaresini kullanan Sinan gibi bir dehanın geçmişte kalmış eşsiz başarılarının özüne ulaşmak niyetiyle bu kitabı hazırladığını kaydeden Cansever, “Bu metin, Mimar Sinan'ın tarih görüşü, eserini vücuda getirdiği sırada sahip olduğu gelecek tasavvuru, inancı ve seziş yetenekleriyle belirlediği güzelliğin, uyum ve çelişkilerden doğan zarif çözümlemeleri nasıl yaşanılır kıldığı hususuna açıklık getirmek, böylece Sinan'ın mimarisinin bugün konuşulanların ötesindeki güzelliklerini ve sembolik anlamlarını okuyucunun fark etmesine katkıda bulunmak amacıyla kaleme aldım. Okuyucuların, insanlık tarihinin bu seçkin kültür ürünlerinin tarifi zor, vakar dolu yüceliğini oluşturan biçim dünyasına ulaşarak onların ayrıcalıklı güzelliklerini fark etme saadetini, yapıları bizzat ziyaret ederek yaşayabilecekleri aşikârdır. Ancak bu imkânı bulamayacaklar için Mimar Sinan'ın eserlerini aslî güzelliklerini yansıtan fotoğraflarla metni destekledik, okuyuculara küçücük bir kapı dahi aralamayı başarabildiysek kendimizi hedefimize fazlasıyla ulaşmış sayacağız” diyor.
Türkiye Gazetesi, 10.05.2006
ATLIHAN ÇARŞISI YENİLENİYOR

Eskişehir'in Odunpazarı Belediyesi, tarihi Atlıhan Çarşısı'nı yıkarak yeniden inşa etme çalışmalarına başladı.

Odunpazarı bölgesinde tarihe ev sahipliği yapan Atlıhan Çarşısı, Odunpazarı Belediyesi ekipleri tarafından iş makineleriyle yıkılırken, orijinaline uygun olarak yeniden inşa edilecek.

Yeni çarşının yapımı tamamlandığında, içinde 25 satış birimi, atölye, kapalı iç avlu ve bir restoran yer alacak.

Odunpazarı Belediyesi yetkilileri, tamamlandığında kiraya verilecek olan iki katlı binanın otantik bir havaya sahip olacağını ve bölge halkına da ekonomik açıdan fayda sağlayacağını belirtti.

Belediyenin büyük projeleri arasında yer alan Atlıhan Projesi'nin, Kasım ayı içerisinde tamamlanarak hizmete açılmasının planlandığı bildirildi.
Eskişehir Kent Haber, 10.05.2006




TARİHİ MEDRESE ONARIMINA ENGEL

Kütahya'da, mülkiyeti Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne geçen ve yıllardır harabe halinde bulunan 572 yıllık İshak Fakih Medresesi'nin, aslına uygun olarak restore edilmesi için 2006 yılı yatırım programına alındığı, ancak Belediye ile Vakıflar arasındaki yol ihtilafı sebebiyle tadilata başlanamadığı bildirildi.

Maruf Mahallesi Ertuğrulgazi Caddesi üzerindeki tarihi medrese, 14. yüzyılda yaşayan büyük fıkıh alimi İshak Fakih Hazretleri'nin adını taşıyan medrese ile cami arasında genişliği 5 metre, boyu 80 metreyi bulan alanın, alternatifi olduğu halde, yıllardır yol olarak kullanılması yüzünden restorasyona başlanamıyor. Maruf Mahallesi sakinleri, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün alternatif yolun kullanılması için Kütahya Belediyesi'ne başvurduğunu, ancak günlerdir olumlu ya da olumsuz bir cevap alamadıklarını belirtti.

Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, İshak Fakih Medresesi'nin aslına uygun olarak restore ettirildikten sonra, burada öğrencilere yönelik hizmet verileceğini belirtti. Büyük alim İshak Fakih Hazretleri'nin 572 yıllık tarihi binada binlerce talebe yetiştirdiği kaydedildi.
Kütahya Kent Haber, 10.05.2006
TARİHİ ESERLERDE ONARIM ATAĞI

Bahar sezonun başlamasıyla birlikte Vakıflar Bölge Müdürlüğü çalışmaların hız verirken, kurum Erzurum için 2006 programının 7 milyon kaynakla gerçekleştirecek. Bir çok tarihi eserde çalışmalar gerçekleştirecek kurum, Gürcü Kapı Camii'nde de tadilat çalışmalarına başladı.
Erzurum Gazetesi, 09.05.2006
TURİZMCİLERE 'METROPOLİS' ŞOKU

İzmir'in Torbalı İlçesi'nde 1988'den beri Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Recep Meriç tarafından kazı çalışmaları sürdürülen antik Metropolis Kenti'nin eteklerine Organize Sanayi Sitesi kurulmak istenmesi tepkilere yol açtı.

Metropolis Antik Kenti'nin hemen yanında Organize Sanayi Sitesi kurulmasına tepki gösteren Kuşadası Profesyonel Turist Rehberleri Derneği (KURED) Yönetim Kurulu üyeleri, DEÜ Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu Arkeoloji Kulübü'nden 60 öğrenci ve Torbalı eski Belediye Başkanı Ertan Ünver, Metropolis'teki antik tiyatroda bir basın açıklaması yaptı. KURED Başkanı Ali Karapınar, rehberler için eğitim gezileri düzenledikleri Metropolis Antik Kenti'nin korunması gerektiğini belirterek, "Daha önce turizm bölgesi olarak planlanan Metropolis'in yanına sanayi sitesi kurmak, henüz doğmamış çocuğu anne karnında öldürmek demektir" dedi.

Aydın-İzmir Otoyolu'nun batısında kalan yamaçların kendi başkanlığı döneminde arkeolojik alan, pastoral alan, arıcılık sahası ve golf alanları olacak şekilde planlandığını belirten Torbalı eski Belediye Başkanı Ertan Ünver ise, katliam olarak nitelendirdiği çalışmalara son verilmesi için İzmir'in tüm yetkililerini göreve çağırdı. 1992'de bin 805 dekar alana arıcılık ve golf sahası yapmak istediklerini, eski taş ocaklarını da Portekiz'deki örneklerinde olduğu gibi şelaleye çevirmeyi planladıklarını kaydeden Ünver, golf sahalarını sulamak için gerekli suyun Torbalı'daki sanayi kuruluşlarının atık sularını arıtarak sağlamayı planladıklarını vurgulayarak, Metropolis gibi önemli bir arkeolojik değerin korunmasını istedi.
İzmir Kent Haber, 09.05.2006





BAŞKENTTE HEYKEL TERÖRÜ

Ankara'nın merkezindeki park, cadde ve sokakları süsleyen, dikildikleri yerlerin simgesi haline gelen sınırlı sayıdaki heykeller tek tek saldırıya uğruyor. Heykel vandalları, son olarak Sakarya ve Yüksel caddelerindeki heykelleri tahrip etti.

Sakarya Caddesi'ndeki ellerini gökyüzüne açan sevgili heykellerinden erkek olanın kolu, kimliği belirsiz kişilerce kırıldı. Heykellerin üzerleri de sprey boyayla boyandı. Yüksel Caddesi'ndeki memur heykelinin parçalanmasının ardından yine aynı cadde üzerinde, metro istasyonu çıkışında bulunan ihtiyar adam heykelinin de kafası kırıldı. Kırılan heykelin kafası, caddeden gelip geçenlerce çöp tenekesi olarak kullanılmaya başlandı!

Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz, saldırılardan korumak için heykellerin kapalı mekânlarda sergilenebileceğini belirtti.
Milliyet, 09.05.2006
BALAT'A YEPYENİ BİR ÇEHRE

İstanbul'un en eski semtleri UNESCO projesiyle baştan sona yenilenmeye başladı. Toplam 7 milyon Euro harcanan proje 2007'ye kadar uzatıldı.

Tarihi geçmişi açısından bir kültür hazinesi olan semtlerden Fener ve Balat, UNESCO'nun bundan 9 sene önce başlattığı projeyle yepyeni bir çehre kazanıyor. AB ve Fatih Belediyesi'nin ortaklaşa yürüttüğü "Fener ve Balat Semtlerinin Rehabilitasyon Programı" Ocak 2003 tarihinde uygulanmaya başlandı ve 2006 Ekim'inde tamamlanması planlandı. Fener-Balat projesi mimari ekip şefi Ali Emrah Ünal 1. etapta 26, 2. etapta 72, 3. etapta ise 28 yapı bulunduğunu belirterek "7 milyon Euro'luk bu projeyi ancak 2007 yılının temmuz ayında bitireceğiz" diye konuştu. Programda konut restorasyonu, sosyal rehabilitasyon, tarihi çarşının canlandırılması ve katı atık yönetimi yeralıyor ve semt halkının kararlara katılımı sağlanıyor. Fener ve Balat semtleri, Tarihi Yarımada'da, güneyde Haliç va batıda Bizans kara surları arasındaki bölgede yer alıyor. Bir dönem, Rum, Musevi ve Ermenilerin yaşam sürdürdüğü Fener ve Balat bugün, öteki kentlerden göçen müslüman bir nüfusu barındırıyor.
Sabah, Haber: Hasan Erşan, 09.05.2006
KANALİZASYON ÇALIŞMASINDA ODA MEZAR BULUNDU

Bodrum Belediyesi tarafından yaklaşık 5 ay önce başlatılan kanalizasyon çalışmaları sırasında oda mezar bulundu.

Belediyenin Gümbet Mahallesi'ndeki altyapı çalışmaları sırasında ortaya çıkan oda mezarda incelemelerde bulunan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nden Arkeolog Bahadır Berkaya, "Mezarın tabanına kadar olan dolgu temizlenecek. Daha sonra koruma önlemleri projelendirilecek. Bölgede benzer çalışmalar sırasında başka mezarlar da bulunmuştu.
Mezarın içinde ölü hediyeleri olabilir. Kazı çalışmaları sırasında Antik Halikarnassos'a ait yeni bilgiler elde edeceğiz. Bu tür mezarlar Myndos Kapısı ve Göktepe eteklerinde de bulunmuştu. Görünen bölüm, Roma çağında kaya oyularak mezara geçiş için yapılmış. Bu mezara antik çağda ve sonrasında müdahale edilmiş olabileceğinden, umduğumuz kalıntılar çıkmayabilir. Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun önerisine göre antik kalıntı değerlendirilecektir" şeklinde konuştu.

Gümbet Mahallesi dolgu alanında belediye ekipleri tarafından sürdürülen kanalizasyon çalışması sırasında ortaya çıkan kaya mezarın, 3.5 metre genişliğinde ve 3 metre boyunda olduğu açıklandı.
Muğla Kent Haber, 09.05.2006




BATIK GEMİLER ÖNEMLİ ÇALIŞMA

Bodrum'da bulunan Sualtı Arkeoloji Enstitüsü (INA) bünyesinde, çıkartılan gemi batıklarının korunması amacıyla kurulan INA Konservasyon Merkezi basın toplantısıyla tanıtıldı.

INA'nın Bodrum'daki merkezinde yapılan basın toplantısında konuşan Enstitü Başkanı Tufan Turanlı, projenin amacının batıklardan su yüzüne çıkartılan ahşabın korunması olduğunu belirterek, ''Araştırma ve kazılar her ne kadar önemliyse de, su altı arkeolojisinin asıl önemli bölümü konservasyon ve restorasyondur. Yapılan incelemeler göstermiştir ki, su altından bir eserin çıkartılması için 1 saat harcanıyorsa çıkartıldıktan sonra o eser için 20 saat harcanmaktadır'' dedi. Bir eserin kazısının yapılıp sudan çıkartılmasının işin kolay yanı olduğuna işaret eden Turanlı, ''Bu sebeple enstitü ekibinin denizdeki faaliyetleri yaz aylarında sürmesine rağmen, konservasyon ekibi 12 ay boyunca faaliyetlerini sürdürmektedir. Çalışmaların niteliği nedeniyle, enstitü olarak en çok ahşap konservasyonuna yoğunlaştık'' diye konuştu.

Turanlı, son yıllarda çıkartılan birbirinden değerli antik gemilerin korunması için Sualtı Arkeolojisi Entitüsü'nün merkezinde birçok batığın ahşaplarının bakımını gerçekleştirebilecek bir konservasyon merkezi oluşturmayı hedeflediklerine işaret ederek, ''Büyük maddi kaynak gerektiren bu laboratuarın gerçekleşmesi için iş dünyasına destek çağrısında bulunduk. Bu çağrımıza Global Yatırım Holding'den cevap geldi. Buradan gelen destek ilk aşamada acilen ihtiyaç duyulan ve kullanımına önümüzdeki günlerde 2 bin 600 yıllık Bodrum Pabuç Burnu batığında başlanacak olan polietilen kimyasalları için kullanılacak. INA olarak Ege ve Akdeniz'de 200'e yakın antik gemi kalıntısı tespit ettik. Türkiye'den yurtdışına tarihi eserlerin kaçırılmasını önlemenin tek yolu, bilimsel ve arkeolojik çalışmalara önem vermektir'' şeklinde konuştu. Batığın yeniden yapılandırılmasının yıllar süren çalışmalar gerektirdiğine değinen Turanlı, "Yaşayan müzeciliği desteklemek için Gümüşlük Beldesi'ne bağlı Dereköy'de bir konservasyon ve restorasyon merkezi kurmayı planlıyoruz. Burada batıkların yapılandırılması ziyaretçiler tarafından izlenebilecek" dedi.

Global Yatırım Holding A.Ş Yönetim Kurulu Üyesi Gregory M.Kiez ise faaliyet gösterdikleri her alanda Türkiye'nin tanıtılmasına katkı sağlamayı bir görev olarak bildiklerini ifade ederek, ''Bu doğrultuda Türkiye'nin paha biçilmez tarihi ve kültürel değerlerini korumak için, çeşitli arkeoloji projeleriyle yakından ilgileniyoruz. Türkiye'deki Sualtı Arkeoloji çalışmalarına katkıda bulunmak bizler için sevindirici. Bu değerleri nesilden nesle geçirmek için konservasyon çalışmalarına destek vermeye devam edeceğiz. Ne kadar kaynak maddi gerekiyorsa vereceğiz'' diye ifade etti.

Ayrıca toplantıda, Türkiye'de gerçekleştirilen 9 sualtı kazısı ve her yıl gerçekleştirilen araştırmalarda tespit edilen 200'e yakın antik gemi kalıntısıyla Türkiye'yi sualtı arkeolojisinin merkezi haline getirdiği de açıklandı. Enstitünün Antalya Kaş yakınlarında kazısını gerçekleştirdiği 3 bin 300 yıllık "Uluburun" Geç Tunç Devri Batığı kazısının bilim otoritelerince 20. yüzyılın en önemli 10 arkeolojik olayından birisi olarak seçildiği ve 2006 yılında Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü'nün geçtiğimiz yıl başlayan "Kızılburun" Roma Dönemi Sütun Batığı'nın kazısına devam edeceği de öğrenildi.

Basın toplantısının bitiminde Sualtı Arkeoloji Enstitüsü'nde denizden çıkartılan batıkların uzmanlar tarafından özel havuzlarda nasıl muhafaza edildiği gösterildi. Batıklardan çıkartılan amforaların uzmanlar tarafından tek tek numaralandıktan sonra "paraloid" adı verilen özel yapıştırıcılar kullanılarak bir araya getirildiği de bildirildi.
Muğla Kent Haber, 09.05.2006
DENİZ DİBİNDE HAZİNE AVI

Hazine avcısı Greg Stemm, 312 yıl önce Cebelitarık'ta batan gemideki 6.7 milyar YTL değerindeki altın ve gümüşün yerini tespit etti.

1694'de sulara gömülen İngiliz Donanması'na ait HMS Sussex gemisinin hazinesi bulundu. Dünyanın en değerli batıklarından biri olan gemi, İngiltere-Fransa Savaşı sırasında, Fransa'ya altın götürmekle görevlendirilmiş, fakat fırtınada batmıştı. Hazine avcılarının hayalini süsleyen bu batığı Amerikan Odyssey Deniz Araştırma Şirketi 2 yıl sonunda buldu. Şirketin sahibi Greg Stemm, "Altınlara çok yaklaştım" diyor.

Yüksek teknoloji ürünü cihazlarla yüklü gemisiyle denizin altını tarayan Stemm "Batık 900 metre derinde. Altınların değeri ise 5.1 milyar dolar. Yakında altının olduğu en alt kısma ulaşacağız. Hazine de bizim olacak" dedi. Ancak İspanya karasuları içindeki bir İngiliz gemisinin bir Amerikan şirketi tarafından bulunması sorun yaratıyor. Yeri sır gibi saklanan hazinenin nasıl paylaşılacağı ise tartışma konusu.
Vatan Gazetesi, 08.05.2006
BURSA'DA BİZANS'TAN KALMA SURLARA BAKIM ÇALIŞMASI

Osmangazi Belediyesi, Bizans'tan kalma 7 asırlık surların üzerindeki bitki örtülerinin temizlenerek, güçlendirilmesi çalışmalarını sürdürüyor.

Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, Sultan Abdülmecit Han zamanında yenilenen ancak 50 yıl önce yıkılan Hisar Kapı'yı (Saltanat Kapısı) orijinaline uygun olarak yeniden inşa ettiklerini belirterek, "Tophane Ortapazar Caddesi başlangıcındaki tarihi kapımız orijinaline sadık kalınarak yapıldı. Pınarbaşı'ndaki Fetih Kapısı surları da orijinal malzemeler kullanılarak yapıldı. Yerkapı için kamulaştırmaların büyük bir kısmını tamamladık. Tahtakale tarafından giriş olan Yerkapı'ya da bir kapı inşa edeceğiz. Pınarbaşı Mezarlığı'nın karşısındaki kısımlarda yürüyüş yolları ve rekreasyon alanlarıyla birlikte Bursa surlarının bütün halinde görülebileceği şekilde düzenleme yapıyoruz.

Hisar Kapı'nın devamında burç üstü tabir edilen bölgede de ekiplerimiz uzun yıllar neticesinde oluşmuş yamaç topraklarını ve bitki örtüsünü temizlemeye başladı. Bu bölgede orijinal surları ve kale parçalarını aslını değiştirmeden güçlendireceğiz. Çakırhamam ve Balibey Hanı bölgesinden bakıldığında toprak ve bitki örtüsüyle kaplanmış bir Bursa Kalesi değil, orijinal şekliyle bir kale görülecek" diye konuştu. Sur açma ve sağlamlaştırma çalışmaları, Kale Boyu ve Cilimboz girişinde de yer yer kamulaştırmalarla sürdürülecek.
Bursa Kent Haber, 08.05.2006
OTOPARKTA 1676 YILLIK TARİH

İstanbul'da Roma ve Bizans döneminin görkemli yapısı Hipodrom'un günümüze ulaşan en büyük parçası "Sfendon" duvarına dikkat çekmek için, Sultanahmet Rotary Kulübü bir proje hazırladı. Bugün Sultanahmet Lisesi'nin üzerine oturduğu, dibinde de bir otoparkın bulunduğu "sfendon" duvarı, çoğu kişi için bakmadan yanından geçtiği bir "kalıntı". Oysa, bir zamanlar içinde ve çevresinde olağanüstü canlı bir yaşam vardı. Sultanahmet Rotary Kulübü, 800 yıl öncesine kadar kullanılan Hipodrom'un 1676 yıllık duvarına dikkat çekmek için bir proje hazırladı. Proje kapsamında, Hipodrom'un tam çizimlerinin yer aldığı broşürlerle "sfendon duvarı" tanıtılıp burada neler yapılabileğine ilişkin paneller düzenlenecek. Proje Yöneticisi Kemal Çakırgöz, Sfendon'a yeterince değer verilmediği için İstanbul'u anlatan hiçbir rehber kitapta adının geçmediğini söyledi. Çakırgöz, üniversitelerin Sfendon'un restorasyonuyla ilgili çalışmaları olduğunu belirterek "Amacımız bu büyük mimari değere dikkat çekmek ve varolan projeler üzerinden burada neler yapılabileceğini tartışmak" dedi. Kampanya sorumlularından Tugay Toydemir ise yurtdışında benzeri yapıları milyonlarca turistin ziyaret ettiğine dikkat çekti. Kampanya sorumlularından Ercüment Çalışlar da Sfendon'la ilgili çalışmanın, UNESCO'nun İstanbul'u "Dünya Kültür Mirası Listesi"nden çıkarmaması için katkı sağlayacağını söyledi.

Roma'daki Circus Maximus'tan esinlenerek MS 200 yıllarında İmparator Septimus Severus zamanında yapımına başlanan hipodrom, MS 330'da, I. Constantinus tarafından büyütüldü. Bu sırada "Sfendon" olarak adlandırılan hipodromun yarı dairesel ucu, arazi aniden alçaldığı için tonozlu galerilerden ve duvarlardan meydana gelmiş kütlesel bir altyapı üzerine oturtuldu. Hipodrom, toplam 30-40 bin kişi alabiliyordu.
Hürriyet, Haber: Aslı Sözbilir, 08.05.2006
YEDİ ÜLKEDEN TARİHİ MİRAS GERİ İSTENDİ

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, CHP'li Canan Arıtman'ın soru önergesine verdiği yanıtta bakanlığı döneminde yedi ülkedeki tarihi eserlerin iadesinin istendiğini açıkladı. Bakan Koç'un verdiği bilgiye göre Türkiye'ye iadesi istenilen eserler şöyle:

Almanya: Boğazköy Sfenksi, Bergama-Zeus Sunağı, Aphrodisias-İhtiyar Balıkçı Heykeli, Konya-Beyhekim Camii Mihrabı, Hacı İbrahim Veli Türbesi sandukası, Troya eserleri, Kocaeli Müzesi Müdürlüğü fuar alanından çalınan heykel başı, Aydın Dikmen'in evinde ele geçirilen eserler, İzmir Arkeoloji Müzesi Müdürlüğün'den çalınan Afrodit heykelciği, İzmir-Agora Örenyeri deposunda mermer erkek heykel başı
ABD: Herakles heykeli, Kumluca eserleri, ABD J.Paul Getty Müzesi'ndeki eserler.
Danimarka: David's Samling koleksiyonu, Diyarbakır Müzesi Sfenks figüri, Akşehir Seydi Mahmut Hayrani Türbesine ait sanduka, Cizre Ulu Cami kapı tokmağı, İstanbul Nuruosmaniye Kütüphanesi'nden çalınan Kuran sayfaları.
Rusya: Troya eserleri.
İsviçre: Likya eserleri.
İtalya: İtalya interpolü tarafından ele geçirilen yazıt.
Fransa: Louvre Müzesi'ndeki Ayasofya Camii-II. Selim Türbesi çinileri.
Radikal, 07.05.2006
TARİHİ ESER OPERASYONU

İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince yapılan çalışmalar neticesi, İstanbul'da bir evde gizlenen çok miktarda tarihi eserin yurtdışına pazarlanmaya çalışıldığı ve yine bir kişinin elinde tarihi eserlerin bulunduğu bilgileri edinilmesi üzerine; 03.05.2006 tarihinde iki ayrı ilçede yapılan operasyonlar neticesinde toplam 248 adet eser ele geçirilerek el konulmuş, olayda 2 kişi yakalanarak haklarında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet suçundan düzenlenen tahkikat evrakıyla birlikte Adli mercilere sevk edilmiş ve 1 kişi tutuklanmıştır.

Ele geçirilen malzeme şöyledir: 202 Adet Bizans ve Roma Dönemine ait Sikke, 20 Adet Pişmiş Toprak Çanak Çömlek, 5 Adet Bronz Halhal, 5 Adet Bizans Dönemine ait Yüzük, 4 Adet Bronz Topuz Başlı İğne, 4 Adet Cam Şişe, 2 Adet Bronz Mızrak Ucu, 2 Adet Bronz Ağırlık, 2 Adet Metal Obje, 1 Adet Bronz Tas, 1 Adet Bronz Kepçe
iem.gov.tr, 08.05.2006




MEVLÂNÂ TÜRBESİ'NİN KUBBESİ YENİLENİYOR

Mevlânâ Türbesi'nin kubbesindeki firuze rengindeki çiniler sökülerek yenileriyle değiştirilecek. Dört fil ayak üzerinde yükselen 'Kubbe-i Hadra' (Yeşil Kubbe) en son 1963'te yenilenmişti.

Yeşil Kubbe'deki yenileme çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca oluşturulan bilimsel heyetin kararıyla başlayacak. Mevlânâ Müzesi bahçesinde (Gülbahçe) de peyzaj ve düzenleme çalışmaları yapılacak. Konya İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdüssettar Yarar, kubbenin muhtelif yerlerinde hasar ve çatlama meydana geldiğini, 10 adet çininin de hasar gördüğünü belirtti. Arkeoloji ve sanat tarihçilerinden oluşan bilimsel heyetin kubbeyi incelediğini anlatan Yarar, çinilerin tamamının orijinal rengi korunarak yenileneceğini kaydetti.

Bu arada UNESCO'nun 2007'yi 'Mevlânâ Yılı' ilan etmesi üzerine Konya Büyükşehir Belediyesi, Selçuk Üniversitesi ve Kültür Müdürlüğü şimdiden hazırlıklara başladı. Selçuk Üniversitesi Mevlânâ Araştırma ve Uygulama Merkezi (SÜMAM) de 2007'de önemli projeleri hayata geçirecek. İlk olarak 'Uluslararası Mevlânâ Kongresi' düzenleyecek. Mevlânâ düşüncesinin ele alınacağı, yılda iki kez Türkçe ve İngilizce yayınlanacak bilimsel bir dergi çıkarılacak. SÜMAM Müdür Yard. Doç. Dr. Nuri Şimşekler, 'Mevlânâ Dokümantasyon Merkezi ve Kütüphanesi' için ön çalışmaların tamamlandığını bildirdi. Konya Büyükşehir Belediyesi Belediye Başkanı Tahir Akyürek de 2007'de Konya'daki Mevlânâ'yı anma etkinliklerinin dünya genelinde 1 yıla yayılacağını aktardı. Akyürek, etkinlikleri şöyle sıraladı: Mevlânâ şiirleri beste yarışması, film festivalleri, Mevlevihane ve Selçuklu eserleri minyatürlerinden oluşan parkın açılışı, Mevlânâ Barış Ödülü projesi.
Zaman, 07.05.2006
İKİ ASIRLIK CAMİYE 3'ÜNCÜ DARBE

Emirgan'da 1870 yılında Sultan 1. Abdülhamit tarafından yaptırılan ve daha önce de yanan Sakıp Sabancı Caddesi üzerindeki 236 yıllık tarihi ahşap Emirgan Hamid-i Evvel Camii'nde 06 Mayıs 2006 tarihinde saat 15.00 sıralarında yangın çıktı. Boyama çalışmaları sırasında çıktığı belirtilen ve kısa sürede büyüyen yangın ahşapçatıya sıçradı. Olay yerine gelen Sarıyer İtfaiyesi, yangını söndürmekte yetersiz kalınca, Beşiktaş, İstinye, Seyrantepe İtfaiye ekipleri takviye olarak geldi.

Yangında herhangi bir can kaybı meydana gelmezken, caminin çatısı tamamen yandı. Halılarının da sular altında kalması nedeniyle cami kullanılamaz hale geldi.

Caminin restorasyonunu bir kez Cem Uzan'ın bir kez de Sakıp Sabancı'nın yaptırdığı öğrenildi. Daha önce de 2 kez yanan tarihi camiye 2 ay önce giren hırsızların 2 adet tablo çaldığı öğrenildi.
Sabah, Haber: Müslim Sarıyar, 07.05.2006


PATRİK I. BARTHOLOMEOS'UN KATILACAĞI DİNİ TÖRENDE İZİN KRİZİ YAŞANDI

Kültür ve Turizm Bakanlığı: Ayin yapılırsa tuğla düşebilir
İçişleri Bakanlığı: Sakınca yok, yapılabilir

Bergama'daki Bazilika'da Aziz Yuhanna anısına düzenlenmesi planlanan ve Patrik 1. Bartholomeos'un yöneteceği dini ayin konusunda izin komedisi yaşandı. Kültür Bakanlığı, "duvardan tuğla düşer" diyerek ayine izin vermezken, İçişleri Bakanlığı ayinin düzenlenmesinde sakınca görmedi. Ancak İçişleri Bakanlığı'nın dediği oldu ve ayinin gerçekleştirileceğini açıkladı.

Her yıl 8 Mayıs günü Aziz Yuhanna anısına düzenlenen ayin iki bakanlığı karşı karşıya getirdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bergama Kaymakamlığı'na yazı göndererek ayine izin verilmediğini belirtti. Karara ilginç bir gerekçe gösteren Bakanlık, Kaymakamlığa gönderdiği yazıda, şu görüşlere yer verdi: "8 Mayıs 2006 tarihinde, 09.00-13.00 saatleri arasında Bergama Kızılavlu Kilisesi'ndeki ayinin yapılmasının uygun olmadığı, kalabalık ve uzun süreli ziyaretlerde kilisenin büyük tehlike arz ettiği görülmektedir. Bazilika'daki duvarlardan tuğla düşme ihtimali vardır. Yerde kazılardan dolayı galeriler açıldığından insanların düşme ihtimali bulunmaktadır. Bu nedenle burada ayin düzenlenmesi mümkün değildir. Konuyla ilgili İl Kültür Müdürlüğü'nün yaptığı değerlendirmeler de gözönüne alınmıştır. Bu nedenlerden dolayı da ayinin yapılmasına izin verilmemiştir."

Ayine izin çıkmadığını bilmeyen İçişleri Bakanlığı ise, İzmir Valiliği'ne yazı göndererek, ayinin asayiş yönünden olumsuz bir nitelik taşımadığını ve yapılabileceğini belirtti. Tartışmaların ardından, AKP'li Belediye Başkanı Raşit Ürper, ayinin yapılacağını açıkladı. Ürper, "Bartholomeos'un yöneteceği ayin için Bazilika'da hazırlıklara başladık. Belediye olarak tesisleri kuracağız. Ticaret Odası panoyu yapacak. Program pazartesi günü, aynen uygulanacak" diye konuştu. Bergama Berksoy Oteli de, Yunanistan ve Midilli'den gelecek din adamları ve vatandaşlar tarafından rezervasyon yapıldığını açıkladı.

Sözkonusu ayin, geçen ay da ilçede siyasi bir gerginliğe neden olmuştu. İlçede bulunan 6 siyasi partinin yöneticisi, ayinin "ekümenik" amacına hizmet ettiğini ileri sürmüştü. CHP, ANAVATAN, DSP, DYP, MHP ve SP ilçe başkanları, bu nedenle 17 Nisan'da Bergama Kaymakamlığı'na dilekçe vererek 1. Bartholomeos'un ziyaretine izin verilmemesini istemişti.

Bergama Belediye Başkanı Raşit Ürper de, ilçenin bir kültür ve turizm şehri olduğunu vurgulayarak, şunları söyledi: "3 bin yıllık tarihi bir kent olan Bergama'da inanç turizminin gelişmesi için bu ayinlerin yapılması, bölge ekonomisi açısından çok önemlidir. Bu ayinler Bergama'da yapıldığı sürece inanç turizmi için çok önemli gelişmeler ortaya çıkacaktır. Bazilika'da 3 yıldır aynı ayinler yapılıyor. Bugüne kadar zarar verici bir olay yaşanmış mıdır? Her gün yüzlerce turist Bazilika'yı geziyor. Kültür Bakanlığımız 3 yıldır aynı mekanda yapılan ayinler için, bu yıl 'tuğla düşer' diyor. Madem öyle, burayı ziyarete kapatıp acilen restore ettirin."

Bergama Belediyesi eski Başkanı Sefa Taşkın da, "Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, ayine izin vermemesi büyük ayıptır. Bergama dinlerin doğduğu bir şehirdir. Dinin en büyük tapınaklarından Zeus Sunağı Bergama'dadır. Bugün 'Kızılavlu' dediğimiz 'Serapion Mabedi' Anadolu'da bulunan antik Mısır tanrılarına ait tek din merkezidir. Bu ayinler bir yandan tarihi yeniden canlandırırken bir yandan da Bergama'ya yüzlerce turistin gelmesini sağlamakta, kent ekonomisinin gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Turizm Bakanlığı'nın gerekçesi komik olmaktan öte saçmadır. Madem tuğlalar düşecek, görevi korumak olan Kültür Bakanlığı, bu eşsiz insanlık mirasını bugüne kadar neden onarmamıştır. Kültür ve Turizm Bakanı'nın tarihsel yapıları korumak şimdi mi aklına gelmiştir" diye konuştu.
Yeni Asır, Haber. Erdal Çarboğa, 07.05.2006
YARIMADA SİL BAŞTAN

Sur-u Sultanî olarak tanımlanan ve tam 1635 yıllık bir destansı tarihe sahip olan bölgeyi yeniden canlandırmak için çalışmalara başlandı. Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı ve Sirkeci Garı'nı da içine alan ve Cankurtaran'a kadar uzanan tüm bölge, projeye göre Müze Kent alanı olarak belirlendi. Sahil yolunun yer altına alınmasının planlandığı çalışmada, tren yolunun bir bölümü de kaldırılıyor. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ile Müsteşar Prof. Mustafa İsen'in hazırladığı “Müze Kent” projesinin yürütülmesini ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi üstleniyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nde kabul edilen projeye göre yeniden düzenlenecek bölgenin nasıl kullanılacağı ve mevcut yapılara hangi işlevlerin verileceği de belli oldu. Bugün Tarih Vakfı tarafından kullanılan Darphane-i Amire binasının da proje kapsamında yeniden düzenlendiği Müze Kent, Sirkeci'den başlayıp Gülhane'yi de içine alarak Cankurtaran sahiline kadar uzanan bölgeyi kapsıyor.

Eminönü'nü dünyanın en önemli kültür bölgelerinden biri yapacak projenin tamamlanması durumunda, bölge ciddi bir çekim merkezi haline dönüşecek. Tarihi yarımadayı gezen turistlerin Topkapı'ya sadece 2-3 saatini değil, 2-3 gününü ayırmak zorunda kalacakları çalışma, yaşayan bir tarihi ortaya çıkarmayı hedefliyor. Sarayburnu sahilinde yok olan kasır ve diğer yapıların da zamanla yeniden inşasını öngören çalışma, demiryolunun Sirkeci'ye gelmesi ve sahil yolunun yapımıyla yok olan pek çok Osmanlı dönemi eserinin de hayat bulmasına imkan verecek.

Yapılan bu düzenlemelerde Topkapı Sarayı, Sirkeci'den başlayarak Gülhane Parkı'nın arkasındaki Milli Eğitim Basımevi, Gülhane Hastaneleri ve Arkeoloji Müzesi ele alınacak. Milli Eğitim Basımevi'nin bulunduğu mekan konservasyon merkezi olarak düzenlenecek, araştırmalar için burada bir mekan hazırlanacak ve mevcut envanter kayıtlan yeni bir programla bilgisayara geçirilecek. Ayrıca envanter kayıtları da yenilenecek. Son yılların en önemli kültür ve turizm projesine göre, Sultanahmet Camii'nin yanındaki Tarım Bakanlığı misafirhanesi At Müzesi yapılırken, İstanbul Adliyesi'nin arşivi olarak kullanılan tarihi bina da İslam Eserleri Müzesi'nin ek binaları olarak düzenlenecek. Yeni müzelerin açılmasının da planlandığı projede bu müzelerde, tarihi yarımadadaki müzelerin depolarında kaderine terk edilen birçok eser sergilenecek.

Sur-u Sultani'nin komple bir müze adası haline getirileceği çalışmadaki en önemli yeniliklerden biri de, Eminönü Yeni Cami'den itibaren yolun yer altına alınması. Böylece burada hem mekân, hem restorasyon, hem düzenleme yapma imkanı oluşacak. Tren yolunun Yenikapı'ya taşınacağı projede, denizle müze alanının bağlantısı da kurulacak. Müze Kent'in bir girişi sanat galerisi olarak düzenlenecek Sirkeci Tren Garı, diğer girişi ise, Zührevi Hastalıklar Hastanesi bölgesinden yapılacak.

Hangi yapı, ne olacak?
* Sirkeci Garı (Sanat Galerisi)
* Darphane-i Amire binaları (Arkeoloji ve Topkapı Sarayı depolarındaki eserler sergilenecek)
* Gülhane Parkı (Osmanlı bahçeleri, kafeteryalar)
* Zührevi Hastalıklar Hastanesi (Müze Kent girişi ve idari binalar)
* Askeri Alan (Dinlenme alanları)
* Tarım Bakanlığı Misafirhanesi (At Müzesi)
* İstanbul Adliyesi Arşiv Deposu (İslam Eserleri Müzesi Ek bina)
* Büyüksaray Kazı Alam (Açık Hava Müzesi)
* Alay Köşkü (Müze)
* Milli Eğitim Basımevi (Matbaacılık Müzesi)
* Basımevi hangarları (Konservasyon Merkezi)
* GATA Hastanesi (Müze)
* Cankurtaran Stadyumu (Otopark)
* Askeri binalar (Müze depoları)
Türkiye Gazetesi, 07.05.2006
MAĞARADA DEFİNE ARAYAN İKİ KİŞİ YUVARLANAN KAYANIN ALTINDA KALDI

Bolu'da izinsiz define arayan 2 kişinin üzerine kayaların devrilmesi nedeniyle 1 kişi öldü, 1 kişi yaralandı. Alınan bilgiye göre, Bolu merkeze bağlı Kozlu köyü Sokular mevkiinde izinsiz define aramak için bir mağaranın içine giren Osman Eyikli (40) ve Ahmet Tuncay (20), üzerlerine düşen kayaların altında kaldı. Olayda Osman Eyikli hayatını kaybederken, yaralanan Ahmet Tuncay, kayanın altından kurtularak yardım istedi. Tuncay'ın haber vermesi üzerine olay yerine gelen Sivil Savunma ekipleri Osman Eyikli'nin cesedini çıkarmak için çalışma başlattı. Ahmet Tuncay, Jandarma ekipleri tarafından gözaltına alındı. Yaşamını yitiren Osman Eyikli'nin (40) cesedi, olay yerine gelen Bolu Sivil Savunma ve Bolu İl Jandarma ekiplerince 5 saatlik çalışmanın ardından çıkarıldı. Yetkililer, Eyikli'nin üzerine kaya düşmesi sonucu hayatını kaybettiğini belirterek, “Mağaranın dar olması nedeniyle Osman Eyikli'yi bulunduğu yerden çıkartmak çok zor oldu. Üzerindeki kayaları kaldırmamız gerekiyordu. Biz Osman Eyikli'ye ulaştığımızda ölmüştü.” şeklinde konuştu.
Zaman, 07.05.2006
BESNİ ÖREN YERİ RESTORE EDİLİYOR

Adıyaman'ın Besni İlçesi'nde ören yerinde bulunan tarihi ve turistik eserlerin restore edilip koruma altına alımına yönelik çalışmalar devam ediyor.

Eski Besni ören yerinde yapılan restorasyon ve koruma çalışmalarıyla ilgili olarak yapılan İnceleme sonrası açıklama yapan Şanlıurfa Vakıflar Bölge Müdürü Arif Çelik, 2006 yılının vakıflar ve medeniyetler yılı olduğunu bu nedenle bu yıl tüm tarihi ve kültürel değerleri olan eserlerin ihyasıyla ilgili çalışmalara devam edeceklerini bildirdi. Çelik, "Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nde görevli teknik arkadaşlar tarafından eski Besni ören yerinde bulunan Tahta Oba Camisi, Kızılca Oba Camisi, Ulu Cami, Meydan Hamamı ve Bekir Bey Hamamı'nın ölçüm çalışmaları yapıldı. Çalışmalar devam edecek" dedi.
e-adiyaman.com, 07.05.2006
MUĞLA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

Marmaris'te Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından yapılan operasyonda, Roma, Helenistik ve Bizans dönemlerine ait 73 parça tarihi eserle birlikte bu eserleri satacakları tespit edilen 2 kişi ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre, Marmaris İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı Çetibeli Jandarma Karakol Komutanlığı'nın düzenlediği operasyonda, 77 parça tarihi eser ele geçirildi. Düzenlenen operasyonda 10 PA 597 plakalı özel otomobille Marmaris'e girmek isteyen M.A. (44) ve R.Ö. 'nün (41) üstlerinde ve araçlarında yapılan aramada Bizans, Roma ve Helenistik dönemlere ait 73 parça tarihi eser bulundu. Balıkesir'de kaçak kazılar sırasında çıkartıldığı tespit edilen Roma, Helenistik döneme ait gümüş ve bronz sikkeler ile kolye, yüzük, yüzük taşı, heykelcik ve arasında koku şişesinde bulunduğu 73 parça tarihi eser Marmaris Jandarması'nın düzenlediği operasyonla müzeye gönderildi.

Tarihi eser kaçakçılığı yapan M.A. ve R.Ö.'nün aracında, 3 adet Bizans dönemine ait altın sikke, 3 adet bronz sikke, 2 adet Pers dönemine ait gümüş sikke, 33 adet gümüş Grek sikke, 2 adet Helenistik dönem bronz sikke, 15 adet Helenistik gümüş sikke, 6 adet Roma dönemine ait gümüş sikke, 1 adet kartal heykelciği, 1 adet yüzük taşı, 1 adet yüzük, 1 adet Grek bakır sikke, 1 adet Bizans dönemine ait bronz sikke, 1 adet altın kolye ucu, 1 adet iki ucu üçgen yapılı gümüş obje, 1 adet bakır kurt başı tasviri bulunan kolye ve 1 adet de Roma dönemine ait cam koku şişesi olmak üzere 73 parça tarihi eser bulundu. Tarihi eserlere, Marmaris Müze Müdürlüğü'ne teslim edilmek üzere el konulurken, tarihi eser kaçakçıları M.A. ve R.Ö. isimli şahıslar, Marmaris Cumhuriyet Savcılığı'na sevk edilmek üzere gözaltına alındı.
Muğla Kent Haber, 07.05.2006














-3-

KIBRIS'TAN NEW YORK'A


1. Bölüm: 100 Yıl Önce


Luigi Palma di Cesnola ilginç bir insandı. 1832'de İtalya'da, Torino yakınlarında doğdu. Askeri okuldaki eğitiminin ardından İtalyan Ordusu'nda görev aldı. Kırım Savaşı'nda İngilizlerle birlikte çarpıştı. 1861'de New York'a göç ettiğinde Cesnola kendisini İç Savaş'ın içinde buldu. Bu tarihte ABD'nin hangi ülkeden göçmüş olursa olsun her türden askere ve subaya şiddetle ihtiyacı vardı. Arka arkaya birçok çarpışmada görev alan Cesnola 1865'de , savaşın bitişi ile birlikte Abraham Lincoln tarafından ABD'nin Kıbrıs Konsülü olarak görevlendirildi ve Larnaka'ya yerleşti. 1877'ye kadar 12 yıl boyunca Kıbrıs'ta görev yapan Cesnola bu süre zarfında adada sürekli olarak arkeolojik kazı yaptırdı. “Yaptırdı” diyoruz çünkü kendi adına yürütülen hemen hiçbir kazıda bulunmamıştı. Kazıların yerlerini özellikle gizli tutmuş, buluntularla ilgili hiçbir kayıt tutmamıştı. Elliden fazla yerleşimi kazdığı bilinmekte ise de, bugün, kazdığı hiçbir yeri kesin olarak bilmemekteyiz. Cesnola'nın arkeolojik kazı tarzı 19. yüzyıl arkeolojisi için bile fazla tahripkârdı. 1870 yılının başında Kıbrıs Konsülü'nün faaliyetleri İstanbul'da da duyulmuştu. Kazılarının engellenmesi için adaya ferman çıkarıldı ama nafile.

Tunç Çağı'ndan Bizans'a kadar hemen her dönemden parçalar içeren bu koleksiyonu, Louvre Müzesi'nde sergilenmek üzere satın almak için 3. Napoleon, 1870 yılında Cesnola ile görüşmeye başlar. Bunu haber alan Rus görevliler de Hermitage Müzesi için benzer bir talep götürürler. Piyasayı kızıştırmak isteyen Cesnola koleksiyonunun büyük bir kısmını Londra'da sergilerken, bazı parçaları da gösterişli müzayedelerde satmaya başlar. Londra sergisinde Kıbrıs'tan gelen bu eski eserlere gösterilen ilgi o denli büyüktü ki haberler ABD'ye kadar ulaşır. Sonuçta, o tarihlerde yeni kurulmakta olan Metropolitan Müzesi ABD'li işadamlarının da finansal desteği ile koleksiyonun büyük kısmını satın alır. Aslında 35.573 parçalık koleksiyonun 13.000 parçası daha önceki müzayedelerde satılmıştı. Cesnola'nın, 4 ülkenin müzesini birbiri ile kapıştırdığı pazarlık geri kalan 22.000 parça eski eser içindi.

Cesnola, bu satış ile birlikte Metropolitan Müzesi'nin mütevelli heyetinde de yer alır ve 1879'da müzenin ilk müdürü olur ve 1904 yılındaki ölümüne kadar bu görevini sürdürür. 1880 yılında, New York Herald'da, Gaston Feuerdent tarafından yazılan bir makalede, kendisine ciddi bir suçlama yöneltilmişti. Sanat uzmanı olan Feuerdent, bu makalesinde, Cesnola'yı Kıbrıs antikalarının bir kısmının restorasyonun kalitesizliği ile suçlamıştı. Kalitesizlikten daha da önemlisi, bazı restorasyonların gerçeği yansıtmayacak şekilde abartılması ile ilgili idi. Her ne kadar açılan davayı Cesnola kazandı ise de bugün Feuardent'in suçlamalarının tümü ile gerçeği yansıttığı bilinmektedir; Cesnola, piyasa değerini arttırmak için, birçok parçası eksik buluntuya süslü ve gerçeği yansıtmayan restorasyonlar yaptırmıştır.

20. yüzyılda Metropolitan Müzesi'nde bulunan 22.000 parçalık Cesnola koleksiyonu yavaşça erimeye başladı. Müzenin, kazanç sağlamak için satışa çıkarttığı birçok parça değişik müzeler tarafından satın alındı, ardından tekrar satıldı. Bugün, Stanford ve Harvard üniversitelerinin müzelerinde, Boston Güzel Sanatlar Müzesinde, Metropolitan Müzesi'nin zaman içinde sattığı Cesnola Koleksiyonu'ndan Kıbrıs'tan elde edilmiş arkeolojik eserler mevcuttur.

Müze ve koleksiyonlardaki eksikleri de Cesnola'dan 100 yıl sonra Kıbrıs'ı soyan diğer bir kaçakçı, Aydın Dikmen tamamlayacaktır.

(Devamı haftya)







Calvin, T., 1989 Merchants and Masterpieces: The Story of the Metropolitan Museum of Art, New York
di Cesnola, L.P., 1877, Cyprus, its Ancient Cities, Tombs and Temples, New York
di Cesnola, L.P., 1885-1903, A Descriptive Atlas of the Cesnola Collection of Cypriote Antiquities in the Metropolitan Museum of Art, New York, 3 cilt, Boston,
Karageorghis, V., J.R. Mertens ve M.E. Rose, 2000, Ancient Art from Cyprus: The Cesnola Collection, New York, Metropolitan Museum
Marangou, A.G., 2000, The Consul Luigi Palma Di Cesnola 1832-1904: Life and Deeds, Nicosia
Meyer, K.E., 1974, The Plundered Past, London









Jug, Cypro-Archaic I (yaklaşık MÖ 750 - MÖ 600)
Golgoi ya da Kition'dan, Cesnola Koleksiyonu,
Metropolitan Müzesi




Harvard Üniversitesi Müzesi'ndeki
Cesnola Koleksiyonunun bir kısmı



Luigi Palma di Cesnola




Bakır Tripod, yaklaşık MÖ 13.-12. yüzyıllar, Kıbrıs Son Tunç, Cesnola Koleksiyonu Metropolitan Müzesi




Lahit MÖ 5. yüzyıl sonu, Amathus'dan, Cesnola Koleksiyonu, Metropolitan Müzesi




Gümüş Kap, yaklaşık MÖ 725-675, Kourion'dan geldiği tahmin ediliyor, Cesnola Koleksiyonu, Metropolitan Müzesi




Rahip Heykeli, MÖ 6. yüzyıl sonu, Golgoi Tapınağından olduğu tahmin ediliyor, Cesnola Koleksiyonu, Metropolitan Müzesi




Chariot krater, Miken, MÖ. 13. yüzyıl ilk yarısı, Cesnola Koleksiyonu, Metropolitan Müzesi




Lentoid
flask, MÖ 11. yüzyıl, Cesnola Koleksiyonu, Metropolitan Müzesi





Foto: Ersin Karabudak



.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi