Haberler logo Arşiv

ÖZEL HABER


DÜLÜK ANTİK KENTİ'NİN SON DURUMU İÇLER ACISI





"Günümüzde SİT alanı olan Dülük, Gaziantep İli'nin 10 km kuzeyinde yer alır. Antik dönemde güney, kuzey, doğu ve batıdan uzanan ticaret yollarının kesiştiği kavşak noktasındaydı. Asurlular döneminde Mezopotamya'dan Kilikya'ya uzanan yolun; Hellenistik ve Roma döneminde ise, Antakya ve Kilikya'dan Zeugma'ya uzanan İpek Yolu'nun güzergahında bulunmaktaydı.

Dülük (Doliche), antik kent ve kutsal alan olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Antik kent bugün Dülük Köyü'nün kuzey bitişiğindeki Keber Tepesi ve çevresinde toprak altındadır. Kutsal alan ise Dülük Köyü'nün yaklaşık 3 km kuzeyinde, sedir ve çam ağaçlarıyla kaplı, 1.020 rakımlı Dülük Baba tepesinde yer almaktadır.

Arkeolog Prof. Dr. Enver Bostancı'nın yaptığı araştırma sonuçlarına göre, Türkiye'de Paleolitik Çağ'a ait buluntular (fosil ve ok uçları) ilk kez burada ele geçmiş; bu taş aletler, özgün bir karaktere sahip olduğundan literatürde “Dülükien” olarak adlandırılmıştır. Yörede bulunan ve bugünkü adı Şarklı Mağara olan mağaranın duvarlarında ilk kez sayı sistemi kullanıldığı öne sürülmüştür. Dülük, MÖ 1525 yılında Hitit Kralı 1. Hattuşili tarafından işgal edilerek, askeri üs olarak kullanılmış, Hitit İmparatorluğu'nun parçalanması sonrasında kurulan Geç Hitit Krallıkları'ndan biri olan ve Asurlular'ın ortadan kaldırdığı Gummuhi Krallığı'na bir süre başkentlik yapmıştır. Dülük'e sonraki yıllarda sırasıyla Asurlular, Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Romalılar, Ermeniler, Haçlılar ve Türkler hakim oldu. Dülük, bugünkü Gaziantep'in kurulmasıyla beraber önemini kaybetmiştir.

Teşup, Zeus ve Jüpiter Dolikhenos inançlarının kült merkezi olan Dülük'de Mitra inancı da mevcuttu. Dünya'da bilinen yeraltına inşa edilen Mitras tapınaklarının (Mithraeum) en büyüğü, Dülük'te Keber Tepesi'nin güney eteğinde bulunmuştur. Dülük Mitras Tapınağı Gaziantep Müzesi ile Almanya'dan Münster Üniversitesi'nin katılımlı kazıları sonucunda 1997 ve 1998 yıllarında araştırılmıştır. Anadolu'da bulunan Mitras yeraltı tapınaklarının ilkidir.

Dülük'te yaşayanların çakmaktaşı işlemeciliği yaptıklarına ilişkin bilgi ve bulgulara dayanılarak, bu yörenin Anadolu'da sanayiye ve teknolojiye beşiklik ettiği ifade edilmektedir.

Bugün Dülük'te geçmişin kanıtı olarak en eski yerleşim, Keber Tepesi'nin güneyindeki tarihöncesinde yerleşim görmüş mağaradır. Ayrıca Keber Tepesi'nin karşı sırtlarında mezarlık (nekropol) alanı vardır. Burada çok sayıda kayaya oyulmuş oda mezarları mevcuttur. Bu kaya mezarlarının bazısının ön odasına taş basamaklarla (Dromos) inilerek ulaşılmaktadır. Mezar içerisinde lahitler bulunmaktadır. Bazısında ise dini mitolojik konulu kabartmalar mevcuttur."

Bunları durup dururken niye mi anlattık? Niye mi sizlere Dülük'ü tanıtma ihtiyacı hissettik? Bu fotoğraflar yüzünden….


Fotoğrafları, yurt dışında yaşayan ve ailesini görmeye Dülük'e gittiğinde çekip bize ulaştıran Sayın Yıldız Çağdaş, mesajında bu mezarların pislik içinde olduğundan, köylülerin antik kenti korumak bir yana tahrip etmek için neredeyse ellerinden geleni yaptıklarından söz ediyor. Tuvaletlerini yapmak için dahi bu kaya mezarlarını kullanan köylülere karşı antik kent için muhtarın bile birşey yapmamasına dikkat çeken okurumuz, gelen turistlerin yöreyi pislik içinde gezmesine tanık olduğunu da anlatıyor.

Aşağıdaki "İşte Yağmalanan Tarihimiz!" haberinde olduğu gibi gidenler için sızım sızım sızlanırken, acaba bir gün, elimizdekileri korumayı öğrenecek miyiz?

TAY Haber, Ayşe Bayvas, 17.09.2005


İŞTE YAĞMALANAN TARİHİMİZ!

Popüler bilim ve kültür dergisi Focus, bu ayki sayısında Anadolu'dan çalınan eserleri 10 sayfalık bir dosya ile tanıttı. İşte dünyanın en büyük müzelerini dolduran eserlerin 'çok küçük bir kısmının' listesi:
1. Mausoleum, Bodrum, Londra-İngiltere
2. Tanrıça Demeter Heykeli, Muğla, Londra-İngiltere
3. Troia Hazinesi, Çanakkale, Rusya'nın 2 şehrinde
4. Bergama Zeus Sunağı, İzmir, Berlin-Almanya
5. Priene Athena Tapınağı, Aydın, Berlin-Almanya
6. Marsyas Heykeli, Manisa, ABD, (Geri geldi, tekrar çalındı)
7. Boğazköy Sfenksi, Çorum, Berlin-Almanya
8. 8 bin adet Boğazköy Tableti, Çorum, Almanya (Geri geldi)
9. Noel Baba'nın kemikleri, Antalya / Demre, Bari-İtalya
10. Herakles Heykeli, Antalya / Perge (Perge), Boston-ABD
11. Kumluca Hazinesi, Antalya, ABD
12. Lidya Yazıtı, Manisa / Saraycık (Saittai), Roma-İtalya
13. Lidya Hazinesi, Uşak / İkiztepe, New York-ABD
14. Quadriga Atları, İstanbul / Hipodrom, Venedik-İtalya
15. Elmalı Hazinesi, Antalya, ABD (Büyük kısmı geri geldi)
16. Zeugma Mozaikleri, Gaziantep, İtalya ve İngiltere'de
17. Milo Venüsü, Milo Adası, Paris - Fransa
Milliyet, 13.09.2005

KASTAMONU MÜZESİ ZİYARETE AÇILDI

Yedi yıldır yapım ve onarım çalışmaları süren Kastamonu Arkeoloji Müzesi dün ziyarete açıldı. İl Kültür ve Turizm Müdürü Zühtü Yaman “ İlimiz Müze Hizmet Binası ve Arkeoloji Müzesi'nin bulunduğu yapı; 1914-1917 yıllarında mimar Kamalettin Bey tarafından ittihat ve Terakki Fıkrası Binası olarak yapılmış, 1945 yılında Müze Deposu, 1952 yılında da müze müdürlüğü açılarak hizmette bulunmuştur. Büyük Önder Atatürk'ün 23-31 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu ve İlçelerini ziyareti gezisinde 30 Ağustos 1925 gününde “Kastamonu Nutku'nu bu binada söylemiştir. Bakanlıkça 1998 yılında, onarım. Restorasyon ve yeniden teşhir-tanzim çalışmaları yapılmak üzere ziyarete kapatılan Arkeoloji Müzesi'nde çalışmalar tamamlanmıştır. Bina içerisinde yeni müzecilik sisteminde ilimizde bulunan, satın alınan ve koleksiyonda mevcut karakteristik arkeolojik eserler vitrinlerde yeniden düzenlenmiş, bitişiğinde yer alan parsellerin kamulaştırılması sonrası genişletilmesi ile bahçe yeniden tanzim edilerek taş eserler sergilenmiştir” dedi.
Kastamonu Postası, 17.09.2005


DÜZCE'NİN TARİHİ ESERLERİ
İSTANBUL'DA SERGİLENECEK

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, 13 Ekim 2005-31 Mart 2006 tarihleri arasında Vedat Nedim Tör Müzesi'nde açılacak 'Eski Tunç Çağının Bedenleri' adlı sergide, Düzce Konuralp Müzesi'nde bulunan çeşitli dönemlere ait tarihi eserler de sergilenecek.

Bu sergi için Düzce'nin yanısıra Ankara, Antalya, Afyon, Adıyaman, Kütahya, Edirne, Burdur, Şanlıurfa, İstanbul, Bolu, Sakarya ve Kocaeli illerinde bulunan müzelerden çeşitli dönemlere ait tarihi eserler toplanıyor.

Daha önce Truva, Boğazkaya, Hitit, Urartu ve arkeolojik sergilerinin yapıldığı Vedat Nedim Tör Müzesi' ne katılımın yoğun olması bekleniyor.
Düzce Damla Gazetesi, 16.09.2005


YAZ BİTTİ - TURİST GİTTİ, ARKEOLOJİ MÜZESİ'NİN TÜM BÖLÜMLERİ AÇILDI!

Personel yetersizliği yüzünden sadece üç bölümü açık, altı bölümü kapalı olan İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin bütün bölümleri nihayet ziyarete açıldı.
Vatan, 14.09.2005


İASOS'UN ROMALI KOMUTANININ EVİ

Muğla'nın Milas İlçesi Kıyıkışlacık Köyü'ndeki 2500 yıllık İasos antik kentinde yapılan arkeolojik kazılarda Romalı bir komutana ait, mozaiklerle kaplı lüks bir evin kalıntılarına ulaşıldı. Kale surları içinde, Romalı soylu bir komutana ait olduğu saptanan evdeki 1800 yıllık mozaikler, hayranlık uyandırdı.Ev, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkısıyla 'mozaik evi' haline getirilip üstü çatıyla kapatıldı.
Hürriyet, 12.09.2005


SİLAH SESİ YERİNE BİLİMİN AYAK SESİ

Geçmişte adı sadece terör olayları ile gündeme gelen Şırnak ve ilçelerinde artık silah sesleri yerine bilimin ayak sesleri yankılanıyor. Cizre, Silopi ve İdil ilçelerindeki arkeolojik kalıntılar tespit edildi. Bu tarihi kalıntıların gün yüzüne çıkması, bölgenin bir kültür turizmi merkezi haline gelmesini bile sağlayabilecek.
Şırnak'ta 2004 yılında başlatılan arkeolojik yüzey araştırmaları devam ediyor. Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Gülriz Kozbe ve öğrencileri bölgede tarihi medeniyetlere ait kalıntıları bulmak için araştırmalarını sürdürüyorlar. Şırnak'ın Cizre ilçesi Babil köyü ve çevresinde devam eden arkeolojik envanter çalışmaları, 2005 yılında TÜBİTAK Sosyal ve Beşeri Bilimler Projesi olarak değerlendirilmeye layık görüldü. Bu doğrultuda TÜBİTAK'ın maddi desteği aldıklarını söyleyen, Doç.Dr. Gülriz Kozbe; Şırnak Milletvekili A. Veli Seyda, danışmanı Abdullah Aksoy, Şırnak Valisi Osman Güneş ve ŞIRGEV'in maddi ve manevi destekleri ile araştırmaları sürdürülmekte oldukalarını söyledi.
Bölgede iki hafta süren araştırmalar sonucunda Cizre, Silopi ve İdil ilçelerindeki arkeolojik eserler tespit edildi. Bu tarihi ören yerleri gün yüzüne çıktığında bölgenin çehresini değiştireceğini vurgulayan Kozbe "Kebeli (Babil), Gre Ta, Taş Höyük (Gre Gevr), Fil Harabeleri, İdil Aşağı Mahalle Höyüğü, Takyan, Nervan ve Amarzava gibi başlıca yerleşim yerlerinde ele geçen yüzey bulguları üzerinde yapılan ön incelemeler, bölgedeki ilk yerleşimin 8 bin 500 yıl önce Neolitik Dönem'le başladığını ve daha sonra günümüzden 6500 yıl öncesine tarihlendirilen Halaf Dönemi'nde ise yoğun yerleşime sahip olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra, MÖ 900-600 yıllarına tarihlenen Yeni Assur Dönemi'ne ait çanak çömleğin bölgede çok sayıda ele geçmesi, özellikle Cizre-Silopi Ovası'nın Assur İmparatorluğu'nun Anadolu'ya yayılımı sırasında büyük öneme sahip olduğunu işaret etmektedir. Bunun en belirgin örneği, bazalt yapımı sur duvarları, şehre giriş kapısı ve Aşağı Kent kalıntılarıyla Cizre'nin yaklaşık 25 km. güneybatısındaki Kebeli Höyük (Babil)'tür." dedi. Kozbe, "Bölge yıllardır olumsuz olaylarla anılmakta, biz bu arkolojik kazıları gün yüzüne çıkartarak, bu bölgeyi de turizme kazandırmak istiyoruz. Çalışmalar iki yıl daha sürecek."
Kanal7 Haber, 05.09.2005






TARLASINDAN 'MÜZE' ÇIKTI!

Tarlasındaki eğimi düzeltmek için çalışan Gaziantepli Mehmet Güngör, arkeolojik bir keşfe imza attı. Önce bazı düzgün yapı taşlarına rastladığını, bu taşları incelediği sırada topraktaki küçük mozaik taşlarını fark ettiğini söyleyen Güngör, "Ortaya tarihi mozaikler çıktı. Fotoğraflarını çektikten sonra üzerini yeniden toprakla örttük" açıklamasını yaptı.

Çektiği fotoğrafları müze yetkililerine gösterdiğini belirten Güngör, "Yetkililer gelip tarlamda inceleme yaptı. Mozaiklerin 1500-2000 yıllık ve muhtemelen Bizans dönemine ait bir kilisenin taban mozaikleri olabileceğini söylediler" diye konuştu. Güngör, define avcılarının kaçak kazı yaparak mozaiklere ve tarlasına zarar vermelerinden korktuğunu belirtti.
Sabah, 09.09.2005





400 YILLIK TARİH YOK OLUYOR

Kastamonu'nun Daday İlçesi, Uzbanlar Köyü, Çiftlik Mahallesi'nde bulunan 400 yıllık Balaban Ağa Konağı yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya.

Osmanlılar zamanında Hüsem Ağa tarafından yaptırılan ve bahçesinde hamamı ile çeşmesi bulunan Balaban Ağa Konağı şiddetli lodos sonrası tamamıyla yıkılma tehlikesine girerken tarihin konağın fırtına sonrası uçan saçağından sızan kar ve yağmur suları evin tarihi dokusunun yok olmasına neden oluyor.

Osmanlı döneminin ahşap işçiliğinin en güzel örneklerini içerisinde barındıran ve Osmanlıca yazıların duvarlarını süslediği konağın ikinci katı tamamen yıkılmaya yüz tutmuş durumda.
Kastamonu Nasrullah Gazetesi, 09.09.2005


KOÇ: AYASOFYA'DA
İBADETE ENGEL YOK

Dönem dönem alevlenen "Ayasofya ibadete açılsın" talepleriyle ilgili olarak Danıştay, 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararnamesinin iptali taleplerini reddederken, Kültür Bakanı Koç'tan “durumu idare edecek" bir açıklama geldi. Koç "Ayasofya'nın ibadete açılmasında herhangi bir engel yok" dedi.

Bir milletvekilinin konuyu önergeyle kendisine sorması üzerine kısa bir yanıt veren Bakan Koç, öncelikle Ayasofya'nın dünya mimarlık tarihinin eşsiz bir eseri olduğunu, yapımına başlandığı 532 yılından günümüze kadar ayakta durabildiğini, ülkenin kültürel mirası açısından olduğu gibi evrensel kültür açısından da son derece önemli olduğunu anımsattı. Kültür Bakanı Koç'un Ayasofya'da ibadet edilebileceğini açıkladığı yanıtının ilgili kısmı ise şöyle: "Dünya çapında haklı bir üne sahip olan Ayasofya, 1934'ten bu yana yerli ve yabancı ziyaretlere açık bir müze konumunda olup, bu uygulama ibadet ihtiyacı olan insanların ibadet etmelerine engel teşkil etmemektedir. Ayasofya Müzesi'nin Topkapı Sarayı'na bakan cephesinden girişi bulunan, yine Ayasofya Camii olarak anılan üç yüz kişi kapasiteli bir cami yer almaktadır. Müzenin bir parçası olan bu caminin bakımı, temizliği, güvenliği olanaklar elverdiği ölçüde Müze Müdürlüğü'nce yapılmaktadır."

Ancak Bakan Koç'un bu yanıtı, 5-10 bin kişinin aynı anda ibadet için Cuma günü buraya gitmesi halinde yaşanabilecekler konusundaki kaygıları da gündeme getirdi.
Hürriyet, 09.09.2005

“I. ULUSLARARASI KATILIMLI
MELİTA'DAN BATTALGAZİ'YE
TARİH-ARKEOLOJİ-KÜLTÜR-SANAT GÜNLERİ"

Uluslararası Katılımlı, Melita'dan Battalgazi'ye Tarih- Kültür-Arkeoloji-Sanat Günleri' adlı panelin ilki 17-18 Eylül 2005 tarihlerinde tarihi geçmişi 5 bin yılı bulan, Arslantepe'den sonra Malatya'nın 2. yerleşim yeri olan ve Kültür Bakanlığının 3. derece SİT alanı olarak belirlediği Battalgazi (Eski Malatya) İlçesi'nde Battalgazi Belediyesi tarafından gerçekleştirilecek. Panelin ana felsefesi bölgenin Tarihi, Arkeolojik, Mimari ve Sanatsal açıdan geçmişi, bugünü ve geleceğini ulusal ve uluslararası platforma taşımak.

Program, Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nda 100 sanatçının toplam 200 eserinden oluşacak ve 17-26 Eylül tarihleri arasında gezilebilecek olan ”KERVANSARAY BULUŞMASI” adlı karma “Resim, Heykel, Seramik, Fotoğraf ve Geleneksel Sanatlar” sergisinin açılışı ile başlayacak. Panelin ilk günü olan 17 Eylül'de Prof.Dr. Marcella Frangipane, Prof.Dr. Ufuk Esin, Prof.Dr. Fahri Işık, Prof.Dr. Rüçhan Arık, Ressam Mehmet Güleryüz, 18 Eylül'de ise Prof Dr. Mehmet Özdoğan, Mimar Oktay Ekinci, Prof.Dr. Oluş Arık, Yrd.Doç.Dr. Göknur Akçadağ Göğebakan konuşmacı olarak yer alacaklar.

Etkinlik konserler ve tarihi - arkeolojik geziler ile sona erecek.
TAY Haber, 09.09.2005


SEDDÜLBAHİR KALESİ'NDEKİ
2005 ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI

1659 yılında, 4. Mehmet Han döneminde Frenk Ahmet Paşa tarafından mimar Mustafa Ağa'ya yaptırılan ve günümüzde harap bir halde bulunan Seddülbahir Kalesi'nin 2005 yılı röleve ve kurtarma kazısı çalışmaları sona erdi. Konu ile ilgili açıklamalarda bulunan yetkililer, Çanakkale Boğazı'nın girişinde harabe haliyle dikkat çeken Seddülbahir Kalesi'nin bir yandan rölevesi yapılırken, diğer yandan da kurtarma kazısı gerçekleştirildiğini, bu yılki kurtarma kazısında kale içinde yer alan eski hastane binasının temelleri açığa çıkarıldığını ve 1 ay süren çalışmaların gelecek yıl da devam edeceğini açıkladılar.
Gazete Boğaz, 08.09.2005


EDİRNE'DEKİ
TARİHİ KÖPRÜLERİN
YAPISI İNCELENİYOR


Edirne Valiliği kent merkezindeki tarihi 8 köprüde onarım öncesi, inceleme başlattı. Edinilen bilgiye göre, tarihi köprülerdeki taşın kalitesi, kullanılan malzeme ve köprü ayaklarının derinliği tespit ediliyor.

Tarihi köprülerdeki incelemelerin tamamlanmasından sonra, onarım çalışmasına başlanacak.
www.edirneninsesi.com, 08.09.2005
PEMBE HAN YENİDEN RESTORE EDİLİYOR

Bayezıd döneminde yaptırılan tarihi Pembe Han'da (Balkapanı Hanı) restorasyon çalışmaları başladı. Geçirdiği yangın sonrası harabe şeklinde duran tarihi yapıyı yeniden ayağa dikme yolunda harekete geçen Vakıflar Bölge Müdürlüğünün açtığı ihaleyi kazanan Mutaş İnşaat, Restorasyon startını hafta başında verdi.
Hafriyat çalışmalarını yaptıklarını söyleyen Mutaş İnşaat yetkilisi Aşur Taştan, restorasyonda kullanacakları Kayseri taşının geldiğini, zemine bu taşları döşedikten sonra üç ay içinde bütün çalışmaları bitirmeyi hedeflediklerini söyledi. Aşur Taştan, şu andaki tek sıkıntılarının ise, yolların darlığı nedeniyle sıkıntı yaşadıkları malzeme nakli olduğunu belirtti.
Kastamonu Postası, 08.09.2005


ATABEY HANI YOK OLUYOR

Kastamonu - Tosya Karayolu'nun 23'üncü kilometresinde, Elmayakası Köyü sınırları içinde ve Karadere Çayı'nın kenarında bulunan Atabey Hanı, gün geçtikçe yok oluyor.

Fetihten sonra Kastamonu çevresinde, sosyal amaçlı olarak inşa edilen ilk binalardan birisi olan han; Çobanoğulları Beyliği'nin kurucusu ve ilk hükümdarı Hüsameddin Çoban Bey tarafından 1273 yılından önceki bir tarihte yaptırılmış. İpek Yolu üzerinde bulunan ve mimari özelliği ile Anadolu hanları içerisinde ayrı bir yeri olan Han, yerleşim yerlerine olan uzaklığı sebebiyle uzun yıllardır ilgi görmemiş ve yok olmaya yüz tutmuş vaziyette. Halbuki, Kastamonu Fatihi Emir Hüsamettin Çoban Bey tarafından yaptırıldığı kuvvetle muhtemel bulunan Atabey Hanı, Kastamonu'ya vurulan Müslüman - Türk mührünün ilk eserlerinden birisi olması yanında İpek yolu üzerinde yer alan ticari yapılardan olması ve mimari tarzıyla Anadolu'daki ender hanlar arasında yer alması sebebiyle de önem taşıyor.
Kastamonu Postası, 08.09.2005


ARKELOGLAR BULUŞTU

Troia Antik Kenti Kazı Heyeti Sorumlusu ve Almanya'nın Tübingen Üniversitesi Öğretim Görevlisi Arkeolog Dr. Rüstem Arslan, Çanakkale tarihinin, Troia Antik Kenti olmadan önlem kazanmadığını söyledi.

Bilim Sanat Kültür Etkinlikleri Derneği (ÇABİSAK) ile Çanakkale Belediye Başkanlığı, tarihi Yalı Hanı'nda geçtiğimiz ay hayatını kaybeden Troia Kazı Heyeti Başkanı Arkeolog Prof. Dr. Manfred Korfmann'ın anısına düzenen etkinlikte Dr. Arslan, yaptığı konuşmada, Troia Antik Kenti'nde bu yıl yapılan kazı çalışmalarına 13 farklı ülkeden 55 bilim adamı ve uzmanın katıldığı, birçok kişinin doktora ve master tezleri konusunda çalışmalar yürüttüğünü bildirdi. Troia'nın Çanakkale için çok önemli bir yer olduğunu ve Çanakkale tarihinin Troia Antik Kenti olmadan bir anlam kazanmadığını belirten Dr. Arslan yaptığı konuşmadan sonra Troia Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Manfred Korfmann'ın kazılarla ilgili son bildirisini okudu.
www.burasicanakkale.com, 07.09.2005


TARİHİ ÇEŞMEYİ KURUTTULAR

Osmanlı Donanması'nın su ihtiyacını karşılayan Çanakkale-İzmir Yolu üzerindeki tarihi Piri Reis Çeşmesi, ilgisizlik sebebiyle harabeye döndü. Piri Reis'in yazdığı "Kitab-ı Bahriye"de, deniz kenarında bulunan bu çeşmeden asırlar boyu Osmanlı Donanması'nın su ikmali yaptığı belirtiliyor. Vatandaşlar, "Çeşmenin yanında asılı kitabedede bu durum açıkça yazıyor. Ayrıca, çeşmenin yan tarafında mozaik kabartmayla Piri Reis'in çizdiği haritada, gemilerin bu çeşmeden suyu nasıl aldığı da gösteriliyor. Çeşme, 1993 yılında yeniden düzenlenmiş ve suyu akıtılmıştı. Ancak kısa süre sonra kendi haline terk edilen çeşme, şimdi harabeye dönmüş durumda. Yıllarca tarihe ışık tutan çeşmenin etrafında şu an belediye düzenleme çalışması yapıyor. Çeşmenin yeniden elden geçirilerek güzel bir hale kavuşturulmasını istiyoruz" dediler.
www.burasicanakkale.com, 07.09.2005


ROMALILARDAN HATIRA

Erdemli İlçesi'ne bağlı Ayaş Beldesi'nde (Elausa Sebaste) 11 yıldır kazı çalışmalarını sürdüren Roma La Sapenza Üniversitesi ekibi, MS 1. yüzyılda Romalılar tarafından inşa ettirildiği tahmin edilen, bölgenin en büyük tapınağını bulduklarını açıkladı.
Arkeolog Dr. Emanuela Borgia, MS 5-6. yüzyılda kiliseye çevrildiği, 7 ya da 8. yüzyılda da büyük bir depremle yıkıldığı belirlenen tapınakta, kilisenin kuruluşu ve hangi döneme ait olduğu ile ilgili bir işarete rastlamadıklarını, ancak kazı sırasında bazı bulgulara ulaşabileceklerini söyledi. Dr. Borgia, Elausa Sebaste'nin hâkim bir noktasına kurulan tapınağın bölgenin en büyük tapınağı olduğunu, yaşanan depremle sütunların paralel biçimde tapınağın üstüne yığın halinde yıkıldığının belirlendiğini ifade etti. Ancak Borgia, sütunların vinçle kaldırılabileceğini ve bunun için çok para gerektiğini söyledi.
Radikal, 07.09.2005


8 BİN YILLIK BİR GEMİ

Güney Koreli arkeologlar, dünyanın en eski gemi kalıntısını buldukları iddiasında. Ekibin başkanı Lee Jung-Gun, başkent Seul'ün 360 km güneydoğusundaki Bibong-ri'de yürütülen kazılarda ortaya çıkarılan tarih öncesi çağa ait bu geminin 'dünyanın en eski gemi kalıntısı' olduğunu söyledi. Balıkçı teknesi olduğu sanılan 8 bin yıl öncesine ait kalıntılar kabuklu deniz hayvanlarıyla kuşatılmış.
Radikal, 07.09.2005


ÇATALHÖYÜK'ÜN AYI TANRIÇASI

Çatalhöyük'te daha önce bulunan, ancak baş kısımları olmadığı için, insan mı hayvan mı oldukları anlaşılamayan 9 bin yıllık rölyeflerin sırrını, yeni bulunan 'ayı tanrıça' heykelciği çözdü.
7 santim boyundaki heykelciği '2005 yılındaki en önemli buluntu' olarak niteleyen kazı başkanı İngiliz Arkeolog Prof. Dr. Ian Hodder, şunları söyledi: 'Yaklaşık 7 santimetre boyundaki ayı heykelciğinin çok güzel tasarlanmış bir mühür olduğunu tahmin ediyoruz. Heykelciği özel kılan şey ise 1960'lı yıllarda burada kazı yapan James Mellart'ın gün ışığına çıkardığı, gövdeleri sağlam kalmış, ancak baş ve el kısımları olmayan benzer rölyeflerin neyi anlattığını bize kanıtladı.'
Hürriyet, 06.09.2005


SAĞLIK MÜZESİ ''DÜNYANIN EN İYİ KÜLTÜR KALITI'' KONGRESİ'NE KATILACAK

Trakya Üniversitesi (TÜ) Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi'nin, 22-25 Eylül'de Hırvatistan'ın Dubrovnik kentinde yapılacak ''Dünyanın En İyi Kültür Kalıtı'' Kongresi'nde, uluslararası müzecilik alanında başarılı kabul edilen 16 müzeyle bir araya geleceği bildirildi.
TÜ Rektörü Prof. Dr. Enver Duran, Sağlık Müzesi'nde düzenlediği basın toplantısında, Dünyanın En İyi Kültür Kalıtı Kongresi'nde uluslararası izleyici ve jürinin önünde 40 dakikalık bir sunum yaparak ülkeyi, Edirne'yi, üniversiteyi ve müzeyi tanıtma imkanı bulacaklarını ifade etti.

Duran, külliyenin mutfak, mum hane ve diğer bölümlerinin onarım ve restorasyonu için, üniversite tarafından bir ihale yapıldığını ve bu bölümlerin kubbe kurşunlarının bir kısmının onarıldığını belirtti. Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Hasan Çetinkaya da Meriç ve Tunca nehirlerinin taşması nedeniyle külliyenin sular altında kaldığını belirterek, gerekli drenaj kanalı çalışmalarını yaparak bu sorunu çözüme kavuşturacaklarını söyledi.
www.edirneninsesi.com, 06.09.2005


SOBESOS'TA 72 MEZAR ORTAYA ÇIKARTILDI

Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ndeki Sobesos Antik Kenti'nde sürdürülen kazı çalışmalarında Erken Bizans dönemine ait olduğu belirlenen 72 mezar ortaya çıkartıldı. Ürgüp'e bağlı Şahinefendi Köyü Kuşcin Mevkii'nde kaçak kazı yapılan alanda, 5 yıl önce kurtarma kazısı ile başlatılan çalışmalarda Geç Roma ve Erken Bizans dönemine ait olduğu belirlenen mozaik parçalarına ulaşılması ile kazı alanı genişletildi. Roma dönemi hamamının yanı sıra, kilise ve toplantı yeri alanlarının da ortaya çıkartılmasıyla yoğunlaştırılan kazıların bu yılki bölümünde, 72 kaya mezar ortaya çıkartıldı. Bu yılki kazı alanında ortaya çıkartılan bir mezarın kilisenin ileri gelenlerinden birine ait olduğunun belirlenmesi üzerine, mezardaki kitabenin okunması için, yazının bir kopyasının Sorbon Üniversitesi'ne gönderildiği belirtildi.
Hürriyet, 05.09.2005


UTANÇ ABİDESİ

Mustafa Kemal Atatürk tarafından Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızdan Mareşal Fevzi Çakmak'a verilen Kadıköy Caddebostan'daki köşk, harap bir halde onarılmayı bekliyor. Caddebostan'daki lüks evlerin arasında kaderine terk edilen 2 katlı tarihi köşkte bürokratik engellerden dolayı bir çivi bile çakılamıyor. Çevre sakinleri, köşkün 20 yıldır bu durumda olduğunu belirterek, bahçesinde başıboş köpeklerin dolaştığını söylüyor. istanbul'un gözbebeği semtlerinden birinde restorasyon bekleyen bu tarihi bina yetkililerden ilgi bekliyor.
Vatan, 04.09.2005


HAYDARPAŞA VENEDİK GİBİ OLACAK



Kentin en önemli sit alanlarından bir olan Haydarpaşa'da 2.5 milyon metrekarelik bir alanda fuar kenti planlanıyor. Haydarpaşa Limanı dönüşüm projesine ilişkin kamuoyuna yansıyan tek görüntü, mimar Şefik Birkiye tarafından hazırlanan lale şeklindeki yedi gökdelenli, denizden fıskiyelerin yükseldiği, eski Türk evlerini içeren fotoğraftı.
İstanbul'a yeni bir simge kazandırılacak şekilde tasarlanan proje için, tarihi yarımada ve Boğaz siluetine zarar vereceği, bölgenin altyapısını çökerteceği, kentsel sit alanını yok edeceği endişeleri dile getirilirken, projenin kamuoyundan gizlenmesi ve sivil toplum örgütlerinin süreç dışında bırakılması tepki gördü. Proje sahibi mimar Birkiye, konuya ilişkin ilk defa detaylı bilgi verirken, alternatif olarak gökdelensiz ve Venedik gibi kanallar içeren projeler de hazırlandığını söyledi. Birkiye, Arkitera Mimarlık Merkezi'nden Şevin Yıldız'a Haydarpaşa projesine ilişkin şu bilgileri verdi:

Haydarpaşa projesi neleri içeriyor?
Öyle aktiviteler getirelim ki, Anadolu yakasının da diğer yakaya bağlı olmadan bir hayatı olsun. Bu nedenle oraya fonksiyon olarak Avrupa'nın en büyük ticari merkezlerine uygun bir fuar organizasyonu getirdik. Bu fuar sistemi 150 bin-200 bin metrekare bir alan ve çevresinde kongre merkezleri, spor merkezleri, 4 bin odalı otel, restoranlar olması lazım. Tek başına fuar alanı yapamıyorsunuz, bu çok büyük bir yatırım. Onun dışında buraya gelenler nasıl eğlenecek, nerede kalacak, alışveriş merkezleri, sinemalar, spor tesisleri, kültürel merkezler nasıl olacak derken anafikir olan fuar aktivitesini, kendi hizmetlerini kendi verecek bir şehir olarak düşündük. Bunlara konutlar, iş merkezleri gibi fonksiyonları ekleyerek bir program hazırladık. Fransız danışmanlarımız oldu, Disney'den çocuklara yönelik eğlence merkezleri yapmak için bilgi aldık. Bütün alanı eski İstanbul'daki evlerin ölçeğinden esinlenen, üç-dört katlı binalarla, çağdaş Osmanlı mimarisi şeklinde düşünüp, üstünü bahçelerle kapladık. Arsanın yüzde 40'ı da çatı bahçeleri ve gezinti alanları şeklinde yeşil alan olarak düzenlendi. Projenin bir alternatifinde de suni bir Boğaz geliştirdik. Venedik'te olduğu gibi suni bazı kanallar yaparak, yalıları oraya sarkıtan bir proje bu. Bir de simgesel kuleler olsun mu diye düşündük. Diğer büyük şehirlerdeki gibi İstanbul'un da simgesel bir kısmı olsun mu, yoksa tarihi mimariden esinlenen adalar mı olsun dedik. Şimdi içinde kulelerin olmadığı alternatif bitmek üzere.

Tarihi yarımadayı düşünürsek, İstanbul'un böyle bir simgeye ihtiyacı var mı?
Bizden simge istenildiği için, yedi tane ince bakır kule düşündük.
'Bu İstanbul'a simge olur mu' derseniz, cevabım şu olur: Sadece metrekare inşa ederek dünyadan müşteri çekemezsiniz, bir de projenin simgesel yönü olmalı. Siz şimdi gazetelerde onu görüyorsunuz. Çünkü en gösterişlisi ve en çarpıcı olan oydu.

Kullanıcı profili nasıl olacak?
Size iki rakam vereyim: Bu proje zemin üzerinde 2 milyon 300 bin metrekare. Türkiye'ye getireceği ciro senede yaklaşık 1.2 milyar avro. Hem Türkiye'ye fuar alanlarında günlük harcamaları yaklaşık 600-800 avro arasında olacak turistler ve kaliteli bir tüketici getirecek. Ayrıca bu 1.2 milyar avronun sadece işletme vergisini hesapladığınızda, kente gelir olabilecek yüksek bir rakam tutuyor. Buraya gelen bu cironun yüzde 80'i diğer aktivitelere dağılıyor. Projeye doğrudan gelen gelir, oteller ve kiralar. Halbuki bu harcamaların yüzde 80'i uçak ve taksiye, lokantacılara, ziyaretlere, alışverişlere gidiyor. Yeterli otel yapamadığımızdan, oteller fuar alanının dışına da taşıyor, insanlar başka yerlerde de kalıyor. Sonuçta bu projenin şehir için çok büyük bir artı değeri var.

Proje alanındaki kamusal ve tarihi binalarla, altyapının durumu ne olacak?
Hepsi halka açık müze olacak. Bütün arazi ve yollar kamuya açık. Kamuya açık caddeler dışında özel bir şey gerektirmiyor. Mevcut yollara bağlanmak için çeşitli kavşaklar gerekebilir. Otopark giriş-çıkışlarına dikkat ediyoruz. Yolların yanlarından çok fazla giriş çıkış vererek, arabaların kaybolmasını sağlamak lazım. Ayrıca, caddeler, meydanlar, gezinti alanları olacak. Bu projede Paris ve Belçika'da kullandığım bir sistemi kullanıyoruz. Projeyi çok yüksek çevre değerli binalar sisteminde inşa etmeyi düşünüyoruz. Proje enerji ihtiyacının büyük bir bölümünü kendi karşılayacak. Birimlere merkezi ısıtma sistemiyle dağıtım yapacağız. Güneş ısısından esinlenerek tasarlanmış yeni bir sistem var. Cam kullanmadan, paslanmaz çelikten yapılmış. Günlük kullanacağımız suların yüzde 40'ı güneş enerjisinden. Toplanan yağmur sularıyla bahçeler sulanıyor. O yağmur sularını da ayrı bir sistemle tüm çamaşır makinelerinde, tuvaletlerde ve içme suyu gerektirmeyen yerlerde tekrar kullanıyoruz. Ekolojik malzemeler kullanıyoruz, poliüretan gibi malzemler kullanılmıyor. Selüloz ve ahşap artıklarından izolasyon malzemeleri, bakır kullanılıyor. Hep geri kazancı olan malzemeler kullanılıyor. Böyle entegre bir proje. Şimdi estetik konusu var. O ise her memlekette olduğu gibi bir tartışma konusu.

Bölgeyle ilgili yetkinin belediyeden alınıp Ankara'ya devredilmesi, özel bir yasa çıkarılması konusunda ne diyorsunuz?
Böyle büyük projeleri yapmak için tek çare arsaları satın almak ve birleştirmek. Üzerinde yön ve fonksiyonları tespit etmek, sonra şehirciliğe açmak. Öteki türlü, arsaları büyük projelerde kullanmak istediğiniz zaman, çok değişik problemler çıkıyor ve en iyi projeleri bile durdurabiliyor. Bu tip problemleri şahıs veya özel yatırımcı halledemiyor. Onun için bunların önceden merkezileştirilmesi, tek bir karara bağlanması lazım. Biz projenin yüzde 70'ini başka mimarlara inşa ettirmeyi düşünüyoruz. Ben Disney'in yanındaki bir şehirde çalışıyorum. Altı milyon metrekarelik bir şehir parçası, orada 28 mimarlık ofisiyiz. Ama ana planı New York'tan bir mimarlık grubu yaptı. Sonra onun katıldığı jürilerle, referanslarla, bu mimari yaklaşıma sahip kaliteli ofisleri seçtiler ve onlara bölüm bölüm şehir parçaları verdiler.

Eleştiriler projeyi etkiliyor mu?
Simgesel kısım tartışılabilir, ama bizim yaptığımız ana şehircilik, İstanbul'un mimarisinden esinlenmiş çağdaş bir şehircilik yaklaşımı. Bu dünyanın yüzde 80'nin eleştirisini alan bir yaklaşım. Neden? Çünkü malzeme üretenler, moda mimari ve tüketim mimarisi yapanlar, bu tip uzun vade kalan mimarlara karşılar. Çünkü biz ekolojik, çevresel yaklaşımda uzun yıllar dayanan stillerden yanayız. Ben eski şehir taraftarıyım, çünkü onlar daha uzun vade dayanıyor, daha az çöplüğe gidiyor.
Radikal, 03.09.2005


EKONOMİ DEBELENİYOR, DEFİNECİ EŞELENİYOR!

ADANA'DA '7 KATIR YÜKÜ' ALTIN "KAZISI"

Adana'nın Feke İlçesi'nde, Rum asıllı bir kadının beyanına dayanarak, '7 katır yükü altın çıkarma' umuduyla başlatılan ancak sonuç alınamayan izinli "kazı" çalışmalarına yeniden başlandı.

Edip Çam, Kıbrıs Rum Kesimi'nin eski liderlerinden Makarios'un da doğum yeri olduğu iddia edilen Feke'nin Gürümze Köyü'nde, Rum asıllı kadının, ölmeden önce, bölgeyi terk eden Rum köylülerin 'kaya kovuğuna altın ziynet eşyası' koyduklarına şahit olduğunu iddia etmesi üzerine bölgede geçen ay "kazı" başlatmıştı. Çam, sonuç alınamayan bu yerin yaklaşık 50 metre uzağında yeniden "kazı" çalışmalarını sürdürüyor.
Hürriyet, 02.09.2005


ALEKSANDREIA TROAS GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

Ezine İlçesi'ne bağlı Geyikli Beldesi'ndeki Aleksandreia Troas Antik Kenti'nde bulunan ve Anadolu'daki Roma Dönemi'ne ait en büyük hamam olduğu bildirilen Herodes Attikus Hamamı, gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.

Kazı Başkanı Alman Arkeolog Prof. Dr. Elmar Schwertheim, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazılarda, Almanya'nın Münster Wesfalische Wilhelm Üniversitesi ile Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Arkeoloji bölümünden 30 kişilik ekibin yer aldığını söyledi. Çanakkale Arkeoloji Müzesi ile 1997 yılında başlatılan kazı çalışmalarının 2002 yılından beri kendi başkanlığında yürütüldüğünü bildiren Prof. Dr. Schwertheim, ''Bu yıl çalışmalar tapınak, kentin ana caddesi, agora ve surlarda sürüyor. Bölgede yaklaşık 100 yıllık bir kazı çalışması yapılması planlanıyor. Şehrin Doğu Kapısı'ndaki (Ana Kapı) restorasyon çalışmaları da devam ediyor'' dedi. Prof. Dr. Schwertheim, Aziz Paulus'un Hıristiyanlığı Avrupa'ya yaymak için bu kentten geçtiğini, bu nedenle kentin inanç turizmi açısından da büyük önemi bulunduğunu belirtti.



Prof. Dr. Schwertheim, bölgedeki asıl önemli yapının M.S 135 yılında inşa edilmiş ve kentin simgesi haline gelmiş Herodes Attikus Hamamı olduğunu ifade etti. Hamamın gün yüzüne çıkarılmayı beklediğini, ancak bölgenin kazılabilmesi için oldukça fazla ödeneğe ve zamana ihtiyaç olduğunu belirten Prof. Dr. Schwertheim, şunları kaydetti: ''1809 yılına kadar büyük kısmı ayakta olan yapı, bir deprem sonucu yıkılmış ve bugün görünürde bir kemeri kalmıştır. Bu hamamın ölçüleri oldukça büyüktür. Cephesi yaklaşık 100 metredir. Anadolu'daki Roma Dönemi'ne ait bugüne kadar bilinen en büyük hamam yapısıdır. Yapının anıtsal ölçüleri, bugün ayakta kalan kemerlerden anlaşılmaktadır. 2000 ve 2001 yılında yapı araştırmaları tarafından restorasyon projesi hazırlıklarına başlanmış, yumuşak ve deniz kabukları içeren kireç taşından yapılmış ve yıkılma tehlikesi çok yüksek olan kemerlerden birisi koruma altına alınmıştır.'' Prof. Dr. Schwertheim, 1 Ağustos tarihinde başlayan bu yılki kazı çalışmalarının 15 Eylül'de sona ereceğini sözlerine ekledi.
www.burasicanakkale.com, 02.09.2005


“ENEZ İLÇESİ'NİN TARİHİ ARKEOLOJİSİ VE ÇEVRE TOPLANTISI”

''Enez İlçesi'nin Tarihi Arkeolojisi ve Çevre Toplantısı'' İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Nazım Terzioğlu tesislerinde başladı.

Edirne Valisi Nusret Miroğlu, burada yaptığı konuşmada, toplantının daha sonra yapılacak aktivitelerde itici bir güç olacağını belirterek, ''Toplantıların sonuçları çok önemlidir. Enez hiç aklımdan çıkarmadığım bir yer ama Enez'i Türkiye'nin gündemine nasıl çıkarırız diye düşünüyorum'' dedi. Bölge için Master Planı'nın çok önemli olduğuna işaret eden Vali Miroğlu, Enez Kalesi'nin onarımı için Turizm Bakanlığı'ndan 29 bin YTL ödenek çıktığını da sözlerine ekledi.

Enez İlçesi'nde uzun yıllar arkeolojik kazı çalışmalarına başkanlık eden Prof. Dr. Sait Başaran da Saros Körfezi, Gelibolu Körfezi ve Edirne gibi büyük merkezlerin varlığının Enez'in öneminin arttırdığını söyledi. Prof. Dr. Başaran, Enez'de arkeolojik kazıların 1971 yılından beri sürdürüldüğüne işaret ederek, ''Yaptığımız çalışmalar yalnızca Antik ve Orta Cağ Trakyası'nın en önemli liman kenti olan Enez'in arkeolojisini ortaya çıkarmakla kalmamış, bölgenin tarih öncesinden başlayarak bütün dönemleri içine alan kültür envanterini ortaya çıkartmıştır'' dedi.
www.edirneninsesi.com, 01.09.2005



















SUUDİLER BU KEZ TARİHİ KÖPRÜYÜ YIKIYOR

Suudi Arab News gazetesinde çıkan habere göre Medine Belediyesi, 1900'lü yıllarda Osmanlılar tarafından, hacıları kutsal topraklara taşımak için yapılan tarihi Hicaz Demiryolu'nun geçtiği Akik Vadisi üzerindeki köprüyü yıkma kararı aldı. Medine Belediyesi, Anbariya İstasyonu'nda başlangıç terminali bulunan demiryolunun Medine İstasyonu'na iki üç kilometre mesafede bulunan köprüyü geçen yılki yağışlarda gördüğü hasar nedeniyle yıkım kararı aldıklarını belirtti. Haberde, Suudi tarihçiler arasında tartışma yaratan kararın Medine'de yaşayan halkın da tepkisine yol açtığı belirtildi.
Medine'deki tarihi yerlerden sorumlu Antik Eserler Bölümü yetkilileri, belediyenin aldığı bu kararla ilgili olarak kendilerine bilgi verilmediğini söyledi. Okas gazetesine demeç veren tarihçi Dr. Muhammed el Zulfa da, "Gelişmiş ülkeler tarihi eserlere önem veriyor. Özellikle de böyle belirleyici olanlara. Medine'deki bütün yerler önemli. Bunlar tarihte önemli noktaları gösteriyor. Bu demiryolu, Medine tarihinin bir parçası, umre ve hac için ülkeye gelenlerin güvenli yolculuk yapmalarının da bir göstergesi" dedi.
Türk Yapımcılar Birliği tarafından 1999 yılında ödüle layık görülen "Hicaz Demiryolları Belgeseli"nin yapımcısı Mustafa Aksay, köprünün Medine İstasyonu'na 2-3 kilometre mesafede olduğunu ve Medine Tren Köprüsü olarak anıldığını ifade etti. Belgeseli çektikleri dönemde Medine İstasyonu'nun da yıkılıp otel yapılmak istendiğini ancak daha sonra karardan vazgeçildiğini kaydeden Aksay, "İstasyonu Türk mimar Mahmut Kirazoğlu'na restore ettirdiler. Çok güzel bir yer oldu. Medine'deki bütün Türk tarihi eserlerini yıktılar. Medine'de ayakta kalabilen tek yer istasyon ve onun uzantısı köprü kalmıştı" dedi.
Öte yandan köprünün yıkılmaması için Ankara da devreye girdi. Dışişleri Bakanlığı'nın talimatıyla harekete geçen Türkiye'nin Riyad Büyükelçiliği, Suudi Arabistan makamlarıyla temasta bulunarak köprünün yıkımı yerine onarılmasını istedi. Suudi makamlarının cevabı bekleniyor.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Mekke'de yapılan 350 yıllık Ecyad Kalesi'ni, Türkiye'nin tepkisine ve UNESCO'nun uyarılarına karşın yıkan Suudi yönetimi, aynı yere otel ve alışveriş merkezi yaptı. Suudi yönetimi 1991 yılında da Medine de Hz. Muhammed'in kabrinin hemen yakınındaki Türk çarşısı ile Arif Hikmet kütüphanesi yıktı. 1960'lı yıllarda Harem-i Şerif Camisi'nin de Osmanlı eli değmiş her eseri revaklar haricinde yıkılıp Memluk mimarisine göre yeniden inşa edildi.
Tarihi köprünün yıkılması kararına Türk tarihçiler de tepki gösterdi. Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı Suudi Arabistan'ın Türklerden kalma eserleri yıktığını belirtti. Uygar toplumların tarihi eserleri tamir ettirdiklerini anlatan Prof. Dr. Ortaylı, "Balkanlar'da da Osmanlı eserleri var. Ama tamir ediliyorlar. Suudiler ise yıkmak istiyor. Tarih şuuru meselesi. Medine'de ne varsa yıkıyorlar ve yerine otel yapıyorlar. Tarihi siliyorlar" dedi. Hicaz Demiryolları'nın modern Türk Mühendisliği'nin en önemli eserlerinden biri olduğunu anlatan Prof. Dr. Ortaylı, "Çok hızlı yapılan bir demiryolu. Bağışlarla yapıldı. O bölgede istasyonlarda tahrip edilmiş durumda. Garip bir düşmanlık var. Söyleyecek fazla bir şey yok" diye konuştu.
Sabah, 01.09.2005


ÜSKÜDAR'DA RESTORASYON REZALETİ

Üsküdar Meydanı'nda uzun süre harabe halinde duran, bir süre önce de özel bir şirketin depo olarak kullandığı 300 yıllık Yeni Valide Camii Külliyesi'ne ait imarethane, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce onarım planı kapsamına alındı. İmarethane, 'Restore et, işlet, devret' modeliyle, 10 yıllığına Katibim Lokantaları'na verildi. Takiben, 400 bin YTL keşif bedeliyle ihaleye çıkan imarethane restorasyonu işini, Bilgen İnşaat Elektrik Otomotiv ile Melikoğlu İnşaat Gıda Otopark şirketleri aldı. Kontrolörlüğü de, Vakıflar Bölge Müdürlüğü üstlendi.

Restorasyon dahilinde, önce beton kaplı kubbeler temizlendi. Ardından, imarethanenin Üsküdar Meydanı'na bakan dış duvarına kapı açılmak istendi. Beton kırma makineleriyle işe başlayan 2 işçi, 300 yıllık tarihi duvarı 2 günde yerle bir etti.
İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden bir yetkili, durumdan haberleri olmadığını savunarak, "Koruma Kurulu'ndan geçen projede oraya yeni bir kapı açma durumu yok. Zaten yan sokağa açılan bir kapısı var. Duruma müdahale edeceğiz" dedi.

Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Doç. Dr. Sevil Gülçur, "Kurul metro kazılarındaki tarihi eserleri de kaldırttı. Dava açtık. Özgün mimariye dokunmak suçtur" dedi. İstanbul kent mimarisi uzmanı Doç. Dr. Gül Akdeniz de, "Orası çok özgün bir mimariydi. Taşın şekli, harcın rengi bile çok önemli. Hiçbir zaman orijinalini tutmuyor. Ticari amaçlı yaklaşımlar sürekli tahribata yol açıyor" diye konuştu.
Milliyet, 31.08.2005






TARİHE, TARİHİ AYIP

Erzurum Çifte Minareli Medrese'nin kubbe kısmında yapılan tahribatlar, tarih bilincine sahip vatandaşların tepkisine neden oluyor. Kubbe kısmının çizilerek, tahribatların oluşması tarihi eserler konusunda gereken duyarlığın olmadığını da gözler önüne seriyor.
Çifte Minareli Medrese'de güvenlik önlemlerinin artırılmasını isteyen vatandaşlar, tarihi eserler konusunda gereken duyarlılığın gösterilmesini istediler.
Erzurum Gazetesi, 31.08.2005

MİLLİ SARAYLAR'DAKİ İKİ TABLO "SIRRA KADEM BASTI"

Bir milletvekilinin, TBMM'deki ve bağlı saraylardaki güzel sanat eserlerinin korunması, envanterlerinin çıkarılması, sahteleriyle değiştirilip değiştirilmediğinin düzenli olarak kontrol edilip edilmediğiyle ilgili soru önergesini yanıtlayan TBMM Başkanvekili İsmail Alptekin, TBMM'de 190 adet yağlıboya tablo bulunduğunu ve bunların makam odaları ile salonlarda sergilendiğini, küçük bir bölümünün ise depolarda muhafaza edilmekte olduğunu anlattı. Tüm tablolar ve kıymetli halıların koruma ve takip açısından fotoğraflanıp albümlerinin hazırlandığını, ayrıca meraklılarının görebilmesi için yeni katalog hazırlıklarının hazırlanması için çalışmaların başladığını belirten Alptekin, TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na bağlı saray, köşk ve kasırlarda bulunan tarihi ve demirbaş eşyaların ise toplam 72 bin 661'i bulduğunu açıkladı.

"Bugüne kadar çalınan eser var mı?" şeklindeki önergeye Alptekin'in verdiği yanıt iki yağlıboya tablonun daha kaybolduğunu ortaya çıkardı. Alptekin bu durumu, "1990 yılına kadar kayıt ve envanter takip işlemlerindeki yetersizlik sebebiyle, 1991 yılında yapılan sayımlarda, 8530 demirbaş nolu 'Keçi Güden Kız' konulu ve 14205 demirbaş nolu 'Köy Girişi' konulu (2) adet yağlıboya tablonun kaybolduğu tespit edilmiş ve uzun yıllar yapılan araştırmalar sonucunda bulunamamıştır" diyerek açıkladı.

Milli Saraylarda, 1952 envanter kayıtlarında 12/2764 numara ile kayıtlı bulunan Zonaro imzalı 56.5 cm x 42.5 cm boyutlarında olduğu saptanan suluboya resmin 6.8.1993 tarihinde Cariyeler Dairesi'nin tefrişi sırasında bulunamadığını açıklayan Alptekin, "Çerçevesinde bulunamayan suluboya resimin hasara uğradığı veya çalındığı ihtimaline binaen yapılan araştırmalarda 1952-1993 yılları arasındaki bir dönemde kaybolduğu anlaşılan resmin akibeti hakkında kesin sonuç almak mümkün olmamıştır" dedi.

Periyodik denetimin güçlüğü nedeniyle 1998'de bu envanterin bilgisayara aktarılması çalışmalarına başlandığını tamamının bilgisayar ortamına aktarıldığını kaydeden Alptekin, karşılaştırılması için sergideki tüm eserlere barkod etiketleri takıldığını bildirdi. Alptekin, "Depolarda bulunan eserler ise planlama çalışmaları sürdürülmekte olan Depo Müze Projesi kapsamında değerlendirilerek bilgisayar sistemine aktarılacaktır" dedi. Eserlerin bilgisayar ortamına aktarılmasıyla, hızlı ve etkin periyodik denetim altyapısının hazırlandığını belirten Alptekin, "Eserlerin denetimi amacıyla güvenlik kamera sistemi ve objelerin dijital izlenmesi imkanını sağlayacak olan RFID etiket takılması projesi ise ihale aşamasına gelmiş bulunmaktadır" dedi. Alptekin'in sözünü ettiği Radyo Frekans Tanımlayıcılar (RFID) çok küçük bir çipten oluşuyor. Bazı ülkelerde pasaportlara da takılması gündeme gelen RFID etiketleri, minik bir silikon yonga ve anten vericisinden oluşuyor. RFID etiketler özellikle takip ve sayım için geliştirildi.

TBMM'deki tüm tabloların orjinalliğinin Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı uzmanlarının tek tek yaptığı incelemeler sonucunda ortaya çıktığını kaydeden Başkanvekili İsmail Alptekin, bugüne kadar eserlerin orjinal olmadığı yönünde şikayet de gelmediğini açıkladı. Alptekin, eserlerin orjinalliğinin mutemetlere emanet edildiğini de "Mevcut tablolar orjinal haliyle muhafaza edilmekte, tablolar sergilenmekte oldukları birimin mutemedi tarafından yerinde takip edilmektedir" diyerek açıkladı.
Hürriyet, 31.08.2005


TÜP GEÇİT İÇİN VURULAN KAZMA BU ANTİK LİMANI ORTAYA ÇIKARDI



Hem metro, hem de Marmaray adıyla anılan tüp geçit için ana istasyon yeri olarak Yenikapı'daki Langa Bostanları bölgesi seçilmişti. Ancak gerek metro gerekse tüpgeçit istasyonu için burada yapılan neredeyse her kazı, bir tarihi eserin ortaya çıkmasına yol açıyor.

Yenikapı'da denizden 1.5 kilometre içerideki metro çalışması sırasında önce iki Bizans kalyonu, sonra bir Osmanlı limanı kalıntısı bulundu. Tüp geçit istasyonu çalışması sırasında ise Roma-Bizans döneminden kalma Theodosios Limanı ortaya çıktı. Metro ve tüp geçit için çalışan mühendisler, artık arkeologlarla yan yana çalışıyor.

Marmaray adı verilen tüp geçidin Avrupa yakası merkez istasyonu olan Yenikapı'daki alan, aynı zamanda Taksim'i Yenikapı'ya yeraltından bağlayacak olan metro hattının da merkez istasyon çıkışı. Bu nokta, Gar Gazinosu'nun hemen arkasında. Mustafa Kemal, Namık Kemal ve Küçük Langa caddeleri arasında kalan ulaşım ağı bağlantı aksı, 24 bin metrekarelik bir büyüklüğe sahip. Burası, yüzyıllarca Langa Bostanları olarak anılmış ve İstanbul'un taze sebze ihtiyacını karşılamıştı. 1872'de Yenikapı Tren İstasyonu inşa edilmişti. Bölge 30 yıl önce imara kapalıydı. Bostanların üstüne son yıllarda birkaç büyük yapı inşa edilmiş, alanın bir kısmı da otopark ve pazar yeri olarak kullanılmıştı.

2 Kasım 2004'te metro için ilk kazma vurulduğunda bostan arazisinin altında ne olduğu bilinmiyordu. Gar Gazinosu'nun arkasında tesadüfen açılan çukurun 8 metre altında ahşap bir tekneyle karşılaşıldı. Çukur biraz daha kazıldığında ikinci bir gemi daha tespit edildi, İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne haber verildi. Müze uzmanları batıklar konusunda uzman Bodrum Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü'ne haber gönderdi. Enstitü'nün ikinci başkanı olan ve deniz dibinden onlarca tekne çıkaran ve bu alanda dünyanın belli başlı uzmanlarından biri olan Prof. Dr. Cemal Pulak batığı gördüğünde çok heyecanlandı ve hemen kazı alanının üstünün örtülmesini istedi. Çünkü, yüzyıllardır toprak altında kalmış olan bu gemilerin ansızın havayla teması hızla çürümesine yol açıyordu. Texas A&M Üniversitesi hocalarından Prof. Dr. Pulak, çalıştığı üniversiteye de haber verdi. Bodrum'daki enstitüden ve Teksas'taki üniversiteden ekipler geldikten sonra çalışmalar başladı. Önce birkaç metre ötede bulunan ikinci batığın üstü, bozulmasın diye kil tabakasıyla örtüldü.

İlk bulunan tekne üzerinde ayrıntılı inceleme yapıldı. 11. yüzyıl başlarına ait bir ticaret gemisiydi bu. Halatları ve çıpaları üstünde duruyor. Uzunluğu 11 metre. Alt omurgasından küpeştesine kadar sağlam. Prof. Pulak, 'Dünyada çıkarılan yaklaşık bin gemiden sadece beşi küpeştesine kadar sağlam' diyor. Bizans dönemine ait benzer kalıntılar var ama teknik özellikler açısından bunun bir eşi daha yok. Haberi alan bilim çevreleri batığa büyük bir ilgi göstermeye başladı. Şimdiden, dünyanın birçok yerinden sualtı arkeolojisi uzmanları gelip batığı ziyaret etti. Cemal Pulak, 9. yüzyıldan kalma ikinci geminin daha önemli olduğunu söylüyor: 'Kürekli bir yolcu gemisi. İlk tekneden daha uzun ve ince olduğunu saptadık. Bugüne kadar insanlar bu gemiyi sadece kitaplardan okudu. Çünkü örneği bulunamadı.' Birincisi bittikten sonra ikinci teknenin çıkarma işlemine başlanacak. Kazı alanında tekneler için bir konservasyon havuzu inşa edildi. Çıkarılan parçalar özel kimyasallarla dolu bu havuza yatırılıyor. Konservasyon işleminden sonra geminin parçaları birbirine ekleniyor. Altı ay içinde iki teknenin de yeniden inşa edilip ortaya çıkması bekleniyor. Bu arada teknelerin çevresinde 45'i sağlam binlerce amfora parçası bulundu.

Metro ekibi bu çukurdan umudu kesince 15 metre ilerde ikinci bir çukur kazdı. Yine bir sürpriz: Bu defa karşılarına Bizans ve Osmanlı döneminden kalma bir liman yolu ve binaları çıktı. O sırada Marmaray ekibi de onların 600 metre ilerisinde tüp geçit istasyonu için bir kazı yaptı. Onların şaşkınlığı daha da büyük oldu. Çünkü, Roma, erken Bizans, Bizans ve Osmanlı yapılarının üstüste bindiği olağanüstü bir ören yeri çıktı ortaya.

Kent arkeolojisi açısından çığır açacak bu yapı topluluğu İstanbul'un saklı tarihi hakkında binlerce ipucuyla dolu: Bölgenin İstanbul'un kayıp antik limanı olduğu sonucuna varıldı. Wolfgang Müller-Wiener'in 'Bizans'tan Osmanlı'ya İstanbul Limanı' adlı eserinde sözünü ettiği Theodosios Limanı işte burası. İkinci kazı alanında ortaya çıkan kent parçası iç içe geçmiş, kanallar ve tünellerle birbirine bağlanan su yapılarını da barındırıyor. Ortaya çıkan kent parçasının geçmişinin 2. yüzyıla kadar uzandığı tahmin ediliyor.

Wiener, bu limanın bulunması için arkeolojik kazı yapılmasını önermişti. Kitabında buranın kentin en büyük tahıl limanı olduğunu, bir dönem askeri amaçla da kullanıldığını anlatıyor. Wiener, Portus Theodosiacus adıyla da anılan limanın son günleri hakkında şu bilgileri veriyor: 'Liman 7. yüzyıl başlarında, Mısır'dan tahıl sevkiyatının sona ermesiyle işlevinin en önemli bölümünü yitirmiş, ondan sonra belki de, güney kıyısında oturan balıkçılar tarafından kullanılmıştı. Kaldı ki bu bölge -tıpkı Haliç'teki kıyı şeritleri gibi- komşu semtlerin sakinleri için kullanışlı bir moloz dökme alanı haline gelmiş olmalı. Öyle ki eski liman bölgesi Osmanlı devrinin ilk zamanlarında karaya katılmış durumdaydı. Vlanga (şimdiki Langa'yı kastediyor) denilen bölge artık bostan olarak kullanılıyordu...'

Son beş yılda Tarihi Yarımada'da yapılan metro kazılarında 2300 tarihi objeye ulaşıldı, Anıtlar Kurulu 17 Eylül 2003'te tarihi eserlerin çıktığı kazı alanlarını koruma altına aldı. İşte çıkan eserlerden bazıları:

- Vezneciler'de 100 metrekarelik bir mozaik döşeme bulundu.
- Aynı bölgede Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim dönemine ait 98 altın sikke ve 76 Venedik dükası ortaya çıktı.
- Aksaray'daki kazıda 3. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar uzanan zaman dilimine ait çok sayıda Bizans ve Osmanlı eserine rastlandı.
- Ancak, metro kazılarında ortaya çıkarılan en önemli buluntular iki batık gemi ve Theodosios Limanı.

Kazı sırasında çıkan eserler Arkeoloji Müzesi tarafından alınarak envanter çalışmasına başlandı.
Hürriyet, 28.08.2005


MALATYA
ATATÜRK EVİ'NİN
ÖYKÜSÜ..

Şu sıralar, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun verdiği karar doğrultusunda, Malatya Valiliği ve 2. Ordu Komutanlığı tarafından başlatılan restorasyon çalışmaları yapılan Atatürk Evi, Cumhuriyet döneminin Malatya'ya bahşettiği ilk abidevi binalardan birisidir.

“Türk Ocağı” binası olarak yapılmış, Türk Ocakları'nın kapatılması üzerine 1931'de Cumhuriyet Halk Fırkası'na verilmiş; 1950'li yılların başına kadar CHP tarafından Halk Evi ve parti binası olarak kullanılmıştır.

Zaman zaman statüsü değiştirilerek çeşitli sahalarda (Okul eki, Halk Eğitim Merkezi) hizmet vermiş, 1981 yılında Atatürk Evi ismi altında bir nevi Atatürk Müzesi'ne çevrilmiştir.
Malatya Haber, 28.09.2005


Bugünkü Atatürk Evi binasının inşaat halindeki görüntüsü-1927 Ocak
(Mustafa Kuşçuoğlu Arşivi)



Binanın tamamlandıktan sonraki görüntüsü
(Mişmiş Dergisi Arşivi).

Soldaki bugünkü Atatürk Evi binası. Ortada ileride görülen bugünkü Askerlik Şubesi, o zamanki Kışla binası, sağ tarafta öne doğru olan çıkartmalı beyaz bina, bugünkü Milli Eğitim Müdürlüğü'nün yerindeki Orta Mektep (daha sonra Malatya Lisesi) binası. Sağ başta inşaat çalışmaları görülen bina ise Gazi İlköğretim Okulu binası
(Mişmiş Dergisi Arşivi).

EN ESKİ İZMİR BULUNDU

Bornova'nın Yeşilova bölgesinde üç hafta önce başlatılan kazıda, İzmir'in tarihinin 5 bin değil en az 8 bin yıla dayandığı ortaya çıktı. Kazı ekibi başkanı Yrd. Doç. Dr. Zafer Derin, İzmir'deki ilk yerleşim alanını bulduklarını söyledi.
Höyükte 8 metreye indiklerini belirten Derin, "Üst üste yerleşimler var. 8 bin yıllık tarih, Avrupa'ya bile yerleşimlerin bu bölgeden göçlerle yapıldığının göstergesi olabilir" dedi. Derin, su taşkınları nedeniyle Bornova Ovası'nı terk edenlerin daha yükseklere yerleştiğini, Tunç Çağı sakinlerinin daha yukarı kesimlerde yaşadığını belirtti. Daha önce İzmir'in ilk kurulduğu yer olarak Bayraklı'da bulunan Tepekule Höyüğü gösteriliyordu.
Radikal, 27.08.2005


TARİHİ GELİBOLU MEVLEVİHANESİ

17. yüzyılda Ağazade Mehmet Dede tarafından yaptırılan ve Dünya'nın en büyük mevlevihanesi olarak bilinen Gelibolu Mevlevihanesi 13 Eylül tarihinde düzenlenecek törenle açılacak.
Gazete Boğaz, 27.08.2005


''ÇANAKKALE-TROAS ARKEOLOJİ BULUŞMASI 4'' SEMPOZYUMU

Çanakkale Bilim Sanat ve Kültür Etkinlikleri Derneği (ÇABİSAK) ile Çanakkale Belediyesi tarafından düzenlenen ''Çanakkale-Troas Arkeoloji Buluşması 4'' sempozyumu, 5-10 Eylül tarihleri arasında yapılacak.

Sempozyumda, Hisarlık mevkiindeki Troia, Dalyan Köyü'ndeki Troas, Ayvacık İlçesi'ne bağlı Behramkale Köyü'ndeki Assos, Ezine İlçesi'ne bağlı Gülpınar Beldesi'ndeki Apollon Smintheus Tapınağı ve Gökçeada'daki Yenibademli Köyü'ndeki höyük kazılarının son durumu hakkında kamuoyuna bilgi verilecek. Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Troia Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Manfred Korfmann'ın anısına düzenlenecek sempozyuma, Troia kazılarını yöneten Rüstem Aslan, Troas Kazı Başkanı Alman Arkeolog Prof. Dr. Elmar Schwertheim, Assos Kazı ve Restorasyon Heyet Başkanı Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu, Gülpınar Apollon Smintheus Tapınağı Kazıları Başkanı Prof. Dr. A. Coşkun Özgünel, Gökçeada Yenibademli Köyü Höyük Kazıları Başkanı Doç. Dr. Halime Hüryılmaz katılacak. Ayrıca, Prof. Dr. Cevat Başaran ''Parion Kazıları'', Yrd. Doç. Dr. Turan Takaoğlu ''Coşkuntepe Yüzey Araştırmaları'', Dr. Armin Schultz ''Neandria Yüzey Araştırmaları'', Yrd. Doç. Dr. Gürcan Polat ''Antandros Kazı Çalışmaları'', Prof. Dr. Thomas Schafer ''Sigeion Yüzey Araştırmaları'' ve Dimitris Matsas ''Semadirek Mikro Voini Kazıları'' konusunda bilgiler verecek.
TROİA KAZILARI
Çanakkale'ye 32 kilometre uzaklıktaki Hisarlık mevkiindeki Troia adına, ilk kez Homeros'un İlyada destanında rastlanır. Bu destandan çok etkilenen Alman Arkeolog Heinrich Schliemann 1878 yılında Troia'yı bulmak için kazılara başladı. Bu kazılarda, ''Priamos'un Hazinesi'' olarak ünlenen buluntularla dünya Troia'yı tanıdı. Antik kentte en kapsamlı kazı, 1988 yılında Arkeolog Prof. Dr. Manfred Korfmann tarafından başlatıldı. Çeşitli ülkelerden çok sayıda arkeologların katıldığı kazılarda, Troia'nın 9 katının varlığı belirlendi. Son yıllarda ele geçen buluntularla kentin Anadolu ile bağlantıları ortaya kondu.
ALEKSANDREİA TROAS
Çanakkale'ye 55 kilometre uzaklıktaki Dalyan Köyü'nde, M.Ö 310 yılında Büyük İskender'in generallerinden Antigonos tarafından kuruldu. Kentte uzun süredir yüzey araştırmaları yapan Almanya Münster Westfalische Wilhelms Üniversitesi Öğretim Üyesi Arkeolog Prof. Dr. Elmar Schwertheim, 2001 yılında kazılara başladı. Bölgenin en yeni kazısı olmasına rağmen Aleksandreia Troas kazısında, Augustus döneminde yapıldığı sanılan bir tapınağın kalıntıları ortaya çıkarıldı.
ASSOS
Ayvacık İlçesi'ne bağlı Behramkale Köyü'ndeki kent, M.Ö. 7. yüzyılda Midilli Adası'ndaki Metymna şehri sakinleri tarafından kuruldu. En önemli özelliği Aristo'nun ilk felsefe okulunu burada açmasıdır. Buradaki ilk kazılar, 1881-1883 yılları arasında Amerikalı arkeologlar tarafından yapıldı. 1981 yılından bu yana, Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu başkanlığında bir ekip, Assos'ta kazı ve restorasyon çalışmaları yapıyor. İki kapısı olan antik kentte kazı çalışmaları, batı kapısı önündeki Nekropol (mezarlık) alanında yoğun olarak sürdürülüyor. Kazı çalışmaları kapsamında Akropol ve tiyatroda da restorasyon yapıldı.
GÜLPINAR APOLLON SMİNTHEUS TAPINAĞI
Ezine İlçesi'ne bağlı Gülpınar Beldesi'nde bulunan Gülpınar Apollon Smintheus Tapınağı, Anadolu'daki en ünlü Apollon kutsal alanlarından biridir. İlk kazıların başlatıldığı 1866 yılında beri tapınağın üzerine zeytinyağı fabrikaları kuruldu, bahçe olarak kullanıldı ve mermerleri yakılarak kireç elde edilmek istendi. Prof. Dr. Coşkun Özgünel başkanlığındaki ekibin 1980 yılında başlattığı kazılarda, tapınağın güney-batı köşesi restore edilerek 3 sütun ayağa kaldırıldı. Kazı alanındaki bir bina, buluntuların sergilendiği müze olarak kullanılmaya başladı.
GÖKÇEADA YENİBADEMLİ KÖYÜ HÖYÜĞÜ
Gökçeada'daki Yenibademli Köyü'nde, 1996 yılında Doç. Dr. Halime Hüryılmaz başkanlığında başlatılan kazılarda, Troia-1 ile bağlantılı çağdaş mimari yapı kalıntılarına rastlandı. Ayrıca, M.Ö 3. ve 2. bin yılda iskan gördüğüne dair kanıtlar elde edildi.
www.burasicanakkale.com, 27.08.2005


ALLIANOI'DE TARİHİ KURTARMA TELAŞI

İzmir'in Bergama İlçesi'nde yapımı süren Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacak olan Allianoi Antik Kenti'nde de Ilısu Barajı'nın suları altında kalacak olan Hasankeyf'te olduğu gibi zamana karşı bir yarış sürüyor.
Antik kentin kuzeydoğusunda, 2000 yılında Nymphe (Su perisi) heykelinin bulunduğu alanın yakınlarında kazı sezonu başından bu yana çalışmalarını yoğunlaştıran arkeologlar önce tabanı mozaiklerle döşenmiş, sekiz sütunun yeraldığı bir salon buldu. Salonda yapılan çalışmaların ardından ise salona bağlı olan oda keşfedildi.
Hürriyet, 27.08.2005


ÇEŞME YAŞLANDI

Çeşme Bağlararası'nda bir temel kazısında ortaya çıkarılan şaraphane, Çeşme tarihini yeniden yazacak. Yapının M.Ö 3'üncü binyıla ait olduğunu belirten kazı başkanı Prof. Dr. Hayat Erkanal, "Bugüne kadar Çeşme kent merkezinin tarihini sadece 5 bin sene önceye kadar geri götürdük. Tamamen Girit geleneklerine göre yapılmış binada MÖ 1770 Girit depreminin izlerini de bulduk" dedi.
Foto: Ahmet Aktaş/DHA Radikal, 26.08.2005

SOKULLU'NUN KONAĞI SATILIYOR

350 yıllık geçmişi olan ve Osmanlı Veziri Sokullu Mehmed Paşa için yaptırılan konak, şu anda butik otel olarak işletiliyor. 6 katlı konağın bulunduğu arazinin altında ise Büyük Bizans Sarayı'na uzanan bir geçit var. Otelin şarap mahseni olarak kullanılan geçit aynı zamanda servis bölümü olarak da hizmet veriyor. Sahibinin borcundan dolayı İstanbul 10'uncu İcra Müdürlüğü'nce el konulan otel açık artırma ile satılacak.
Vatan, 26.08.2005


IŞILTILARININ SIRRI CAM TOZU ÇIKTI

Washington'daki Ulusal Sanat Galerisi'nde görevli araştırmacı Barbara Berrie, Rönesans döneminde yaşamış Venedikli ressamlardan Lorenzo Lotto ile Tintoretto'nun resimlerini elektron mikroskopuyla inceledi. Resimlerde, içine cam tozu katılmış boyaların kullanıldığı belirlendi.

Berrie, Lotto'nun, "St. Catherine" tablosundaki St. Catherine'in kırmızı elbisesinde ve "İsa'nın Doğumu" isimli tablosunda Hazreti Yusuf'un turuncu - kırmızı kıyafetinde cam tozu olduğunu tespit etti. Tintoretto'nun da, "İsa Galilee Denizi'nde" tablosunda denizin ışıltılarında kullandığı sarı boyada cam tozu kullandığı anlaşıldı.
Cam tozlarının boyaya parlaklık verdiği ve resmin ışıltısını zamanla kaybetmesini önlediği belirlendi. Cam tozu parçacıklarının, bir santimetrenin binde birinden küçük olduğunu söyleyen Berrie, başka tablolarda da aynı yöntemin kullanılmış olabileceğini kaydetti.
Milliyet, 26.08.2005

ANTALYA KORUMA KURULU'NDA DANIŞMANLIK TARTIŞMASI

Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanlığı'nı yürüten Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu'nun, kurulun yetki sınırlarında bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan restorasyon ihaleleri alan bir inşaat şirketine danışmanlık yaptığı belirlendi. Kanunun ise bu durumu açıkça yasakladığı belirtildi.

Sayka Mimarlık-Mühendislik şirketince Side'de yapılan onarım işlerinin hepsinde danışman olarak Abbasoğlu'nun ismi var. Şirket son olarak Side ören yerindeki tarihi anıtsal çeşmenin restorasyon, restitüsyon, röleve ihalesini aldı. Sayka daha önce de Side'deki Büyük ve Liman hamamlarının restorasyonlarını gerçekleştirmişti. Şirketin son almak istediği iş ise Abbasoğlu'nun başkanlığında yürütülen Perge kazılarının antik kule inşaatının 500 bin YTL tutarındaki onarım ihalesi. Diğer şirketler, Abbasoğlu'nun aynı zamanda Koruma Kurulu Başkanı, Kazı Başkanı ve Sayka'nın danışmanı olması nedeniyle tepki gösterince ihale iptal edildi.

Şirket, danışmanının ismini de onarım yaptığı her inşaatın önündeki tabelaya yazmaktan çekinmedi. Oysa 5226 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu buna izin vermiyor. Yasanın 10. maddesinin 3. bendi şöyle: "Koruma Yüksek Kurulu ile Koruma Bölge Kurulu üyeleri görev ve yetki alanlarına giren konularda doğrudan veya dolaylı taraf olamaz, hiçbir menfaat sağlayamazlar. Aksi davrananların kurul üyeliği bakanlıkça sona erdirilir."

"Hamam restorasyonları doçentlik tezimdi" diyen Abbasoğlu ise iddialarla ilgili şunları söyledi: "Başka birinin danışmanlık yapmasına zaten izin vermezdim. Sayka, bakanlıktan buranın ihalesini alınca, onlara danışmanlık yaptım. Maddi bir karşılık almadım. Çeşme onarımına da maddi bir karşılık yapmadan danışmanlık yapıyorum. 5226 sayılı yasada belirtildiği gibi, maddi bir karşılığı olan danışmanlık değil bu. 1960 yılından beri ben Side'de ve Perge'de çalışıyorum. Bu bölgeyi benden daha iyi bilen yok. Çeşme onarımının tüm eski çalışmaları İstanbul Üniversitesi olarak bizdedir. Kurul kararlarında ben, yasaya aykırı imzalar atmıyorum. Zaten kurulda 7 kişi var. Ancak bu iddaların esas sebebi gayet açıktır. Perge'deki helenistik kulelerin onarım işi var. Kazı başkanı benim, ihaleye 4 firma katılıyor. Bu iddalar o firmalardan çıkıyor."

Birçok yeri arkeolojik SİT alanı olan Antalya'da, bu bölgelerin inşaat projesi, Koruma Kurulu'na geliyor. Ancak projeler dosya yoğunluğundan bazen kuruldan aylarca geçmiyor. Bu açıdan Koruma Kurulu inşaat firmalarının adeta korkulu rüyası. Çünkü kurul projeyi onaylamadan tek bir çivi bile çakılamıyor, restorasyon da yapılamıyor.

İstanbul 1 No'lu Koruma Kurulu üyesi Prof. Dr. Cengiz Eruzun, "Hem etik değil, hem de yasa izin vermiyor. Bakanlıktan iş alıp Kurul, Başkanı'nı danışman yapacaksınız. Bu, kabul edilebilir bir şey değil" diye konuştu. İstanbul 3 No'lu Koruma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Can Binan ise "Kurul üyeleri kendi bölgelerinde iş yapan bir şirkete danışmanlık yapamaz. Etik değil. Ben kurul üyeliğimden önce iş yaptığım yerlerin dosyaları bile geldiğinde toplantılara katılmıyorum" dedi.

Mimarlar Odası Genel Başkanı ve Bursa Koruma Kurulu üyesi Oktay Ekinci ise "Abbasoğlu en deneyimli hocalarımızdan olup saygın biridir. Bugüne kadar korumanın tersine bir davranışı bulunmamıştır. Yine de, kurullarda görev yapanların o kurulun izin verdiği projelerle ilişkisi olmamalı" dedi. Ekinci, sorumuz üzerine de "Kurul üyesi olduğumda kendi büromu kapattım. Görevim sırasında kurul bölgesinde bu tür ilişkilere girmiyorum. Ama bölgemin dışında danışmanlık yapıyorum" diye konuştu.
Milliyet, 25.08.2005


TURİST İLGİSİ GÜNEŞ SAATİNİ DURDURACAK

Muğla'nın Datça ilçesindeki Knidos Antik Kenti'nin en önemli kalıntıları arasında yer alan güneş saati, turistlerin dokunarak incelemek istemesi yüzünden yıpranıyor. Kazı Ekibi Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Ertekin Doksanaltı, güneş saatini, antik çağın en önemli bilginlerinden Eudoxos'un yaptığını belirterek, eserin tel ya da benzeri bir malzemeyle çevrilmesi gerektiğini söyledi.
Milliyet, 25.08.2005


TARİHİ KİLİSEYİ SATMAYA ÇALIŞTILAR

Adana'nın Kozan ilçesine bağlı İdem köyünde, Roma dönemine ait tarihi bir kiliseyi içindeki mozaik ve sütunlarla birlikte 8.5 milyon dolara polise satmak isteyen şebekenin yakalanması ile ortaya çıkan tarihi eserler, koruma altına alındı.

Geçen Cumartesi günü bir ihbar üzerine, Adana Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ekipleri, defineciler 35 yaşındaki Abdulnasır Dinlemez ve 30 yaşındaki İsmail Önen ile alıcı kılığında buluştu. Yapılan pazarlık sonucu polis memurları, Kozan'da Roma dönemine ait antik kent kalıntıları arasındaki kilisede bulunan üzerinde kadın figürleri, ellerinde çiçekler olan 2 bebek, kuş figürleri ve halı desenleri bulunan 9 metrekarelik mozaikleri, 8.5 milyon dolara almak için anlaştı. Mozaikleri kiliseden sökmeyi kabul eden Dinlemez ve Önen, paranın teslim edileceği bankaya gelince suçüstü yakalanıp gözaltına alındı. Zanlıların sorgulamaları sonucu, kendilerine yardımcı oldukları iddia edilen 41 yaşındaki M. Metin Yaşar ve 30 yaşındaki Cumali Acuncaner de yakalandı.

Ortaya çıkan tarihi kalıntılar, Jandarma ve Adana Arkeoloji Müze Müdürlüğü tarafından kendisine teslim edilen İdem Köyü Muhtarı Mürset Yalçın, köylerinde daha bir çok tarihi kalıntının olabileceğine inandıklarını söyledi. Köylerinden çıkan tarihin, yine köylerine yararlı olmasını isteyen muhtar Mürset Yalçın şunları söyledi:“Müze yetkilileri saray ve kilise kalıntısı olduğunu belirttikleri, alanın yaklaşık 2 dönüm, mozaik örtüsünün ise 200 metre kare civarında olabileceği tahmininde bulundular. Önümüzdeki günlerde köyümüze tekrar gelerek çalışmalara başlayacaklar.”
Hürriyet, 24.08.2005


KANUNİ'NİN HEDİYE ETTİĞİ TOP HURDALIKTA

Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos seferi dönüşü, 'Gaza hakkı' olarak Muğla'ya verdiği hediyeler arasındaki tarihi top, hurdaların arasında çürümeye başladı. Muğla'nın simgesi olan ve yaklaşık 500 yıllık tarihe tanıklık eden ramazan topu, iki yıl önce belediye tarafından Asar Mevkii'nde, Tophane Meydanı'ndaki yerinden sökülerek tamirhaneye kaldırıldı. Bakım ve temizliği yapılacağı söylenen top tamirhanede, hurdaların ve çöp yığınlarının içinde bırakıldı, bugüne kadar da yerine konulmadı.

Tarih araştırmacısı, yazar Ünal Türkeş, Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın 1522 yılında Rodos seferi için Muğla'dan Marmaris'e geçtiğini, Rodos seferi başarıyla sonuçlanınca, padişahın dönüşte çevredeki boylara 'Gaza hakkı' olarak çeşitli hediyeler verdiğini belirtti. Türkeş şunları anlattı: "Kanuni Sultan Süleyman, Muğla'ya da toprak, para ve çeşitli hediyeler verdi. Yayınladığı fermanla 'Göçer konarlar artık göçtüğü yere yerleşecek ve burada yerleşik tarım yapacak' dedi. Kanuni'nin hediyelerinden biri olduğu tahmin edilen Osmanlı topu, Muğla'da uzun yıllar kullanıldı. Cumhuriyetin ilanı bu topla atış yapılarak kutlandı. Cumhuriyet kutlamalarında top fazla ısınınca ikinci sefer barut koymak isteyen belediye görevlisi Halil İbrahim, patlamayla kolunu kaybetti. Ona daha sonra 'Kolsuz Halil İbrahim' lakabı verildi. Muğla geçmişinde önemli bir yeri olan tarihi Osmanlı topunun hurdaların ve çöpün içinde olması çok üzücü.”

Muğla Belediye Başkanı Osman Gürün ise topun bakım ve temizliğinin yapılması için yerinden söküldüğünü söyledi. Başkan Gürün, “Tarihi topu temizlemek için yerinden aldık. Tophane bölgesinde düzenleme yapmayı planlıyoruz. Düzenleme yapıldıktan sonra top eski yerine konulacak” diye konuştu.
Hürriyet, 24.08.2005


URARTULAR'IN 2 BİN 800 YILLIK KÜVETİ

Van'daki Yoncatepe Kalesi'nin saray kısmında sürdürülen kazı çalışmalarında, 2 bin 800 yıl öncesinden kalan, Urartular'ın üst düzey yöneticilerinin kullandığı harem ve içinde cariyelerle birlikte kullanılan hamam ile küvet ortaya çıkarıldı. İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Oktay Belli, bulunan hamamın günümüzdeki hamamların ve modern banyoların ilk örneğini oluşturduğunu iddia etti.

Van'a 11 kilometre uzaklıktaki Bakraçlı Köyü Yoncatepe Kalesi'nde 1991 yılından beri süren kazı çalışmalarında Urartular'ın ilk hamamı ortaya çıkarıldı. Hamamın çok güzel bir şekilde ve gizli dizayn edildiğini belirten kazı ekibi Başkanı Belli, 1991 yılından bu yana yaptıkları kazılarda en önemli bölüme ulaştıklarını söyledi. Özellikle hamama girişin harem dairesinden yapılmasının çok ilginç geldiğini ve gizlilik içerdiğini belirten Prof. Dr. Belli, hamamda küvet olmasının uygarlığın ne kadar gelişmiş olduğunun göstergesi olduğun dikkat çekti.
Hürriyet, 24.08.2005


2 BİN YILLIK TARİHİ DİNAMİTLİYORLAR

Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Şahin, Konya bölgesinde korkunç bir tarih katliamına tanık olduklarını açıkladı.
Prof. Şahin, M.Ö. 1. yüzyıl ile M.S. 2. yüzyıl arası dönemden kalma eserlerin bulunduğu Konya'nın Bozkır ilçesine yaptıkları inceleme gezisi sırasında Geç Helenistik ve Roma Çağı'na ait İsaura Antik Kenti çevresindeki pek çok kaya anıtının defineciler tarafından dinamitle patlatıldığını tespit ettiklerini belirtti.
Prof. Şahin, antik kentteki tarih katliamına çarpıcı bir örneği şöyle anlattı: "Bir kaya mezarda, mezarı bulunan kişinin at üzerinde resmedildiği bir kabartma var. Kabartmada, mezar sahibi, av hayvanlarına doğru mızrak tutarken tasvir edilmiş. 'Bu mızrağın ucu altınların bulunduğu yeri gösteriyor' deyip, kaya anıtın sağ tarafını dinamitle havaya uçurmuşlar. Oysa kayanın içine değerli eşya koyup üzerini kapatmak, günümüzün teknolojisiyle bile çok zor." Bazı kaya anıtlarında da matkapla dinamit lokumu yerleştirilecek delikler açıldığını gördüklerini kaydeden Prof. Şahin, sözlerini şöyle bitirdi: Bu vandalizme karşı, kültür varlıkları, yerel yönetimlere zimmetlenebilir. Böylece, yerel yönetimler bölgelerindeki eserleri hem daha iyi koruyacak, hem de tarihi eserler tahrip olursa yakasına yapışılacak bir muhatap bulunabilecektir."
Milliyet, 23.08.2005


ZEUGMA'DA SON DURUM

Gaziantep'in Nizip ilçesi yakınlarındaki Zeugma Antik Kenti'nde 25 Temmuz'da başlatılan kazı çalışmalarının başkanı Doç. Dr. Kutalmış Görkay, "Şu ana kadar bölgeden çıkarılan Mars Heykeli, 3 bin 700 sikke, bin metrekare mozaik, 150 metrekare freske, 100 bin mühür baskısı, 12 villa, hamam, arşiv binası ve taşınabilir kültür varlıkları, Gaziantep Müzesi'nde koruma altına alındı" dedi.
Milliyet, 23.08.2005


HASANKEYF'TE HOCALAR İŞİ BIRAKTI

Hasankeyf'te kurtarma kazılarında görev yapan sekiz öğretim görevlisi, iki yıldır ödenek almadıkları gerekçesiyle kazı işini bıraktı. Kazı ekibinin başında bulunan Prof. Dr. Abdulselam Uluçam, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın söz konusu öğretim görevlilerine ödenek vermediğini, durumu defalarca Bakanlığa ilettiklerini belirterek, 'Bu yıl beş ayrı yerde çalıştığımız kazılarda görev alan bazı arkadaşların ayrılması bizi zor durumda bıraktı. En az altı ay süre gereken kazıyı, öğretim görevlisi sayısının yetersizliğinden kısa keseceğiz' dedi.
Prof. Dr. Uluçam, öğretim görevlilerinin büyük çoğunluğunun artık yabancı kazılarda görev almayı tercih ettiklerini ifade ederek, '1.5- 2 trilyonluk ödenek Hasankeyf'e geldiği halde, bunu bazı kalemlerde kullanamayınca, elimiz kolumuz bağlı kalıyor' dedi.
Hürriyet, 22.08.2005
ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE NiHAYET ONARILIYOR

Onarımı sürekli ertelenen Çifte Minareli Medrese'nin onarımı çalışmalarına başlandı. Rölöve ve Anıtlar Müdürü Fatma Mergan, Çifte Minareli Medrese'nin onarımına başlandığını belirterek, 700 milyar liralık kaynak ayrıldığını ve onarımın önümüzdeki yıl da devam edeceğini ifade etti.
Erzurum Gazetesi, 23.08.2005


.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi