Haberler logo Arşiv

GÖNÜLLÜLER YETİŞEMİYOR

İzmir Bergama'da yapılan Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacak Allianoi Antik Kenti'ndeki kazı, ödenek azlığı nedeniyle, gönüllülerin yardımlarıyla sürdürülüyor. Kazıda görevli öğrenciler erzaklarını evlerinden getiriyor, gönüllü işadamları ile kuruluşlar alet ve acil ihtiyaçları karşılıyor. Kazı ekibi başkanı Yrd. Doç. Ahmet Yaraş, "Barajda kasımdan itibaren su tutulacak. Mümkün olduğunca çok eser kurtarmayı hedefliyoruz. Ödenek yok, işçi çalıştıramıyoruz" dedi.
Milliyet, 09.07.2005

'TÜRKLER' ÖDÜL GETİRDİ

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Türkiye'nin kültürel değerlerine ve tanıtımına katkılarından dolayı Prof. Dr. Nurhan Atasoy, Dr. Filiz Çağman ve Dr. Nazan Ölçer'e 'Dışişleri Bakanlığı Üstün Hizmet Ödülü' verileceğini açıkladı.
Gül, açıklamasında, Prof. Atasoy'un yurtiçi ve dışında Osmanlı sanat tarihini araştırıp tanıttığını, pek çok özgün serginin düzenlenmesine öncülük yaptığını anımsattı.
Milliyet, 09.07.2005

MİMARLARDAN ORTAK MESAJ

TMMOB Mimarlar Odası'nın ev sahipliğinde gerçekleştirilen 22. Dünya Mimarlık Kongresi 'küreselleşme karşıtı' İstanbul Bildirgesi'nin açıklanmasıyla sona erdi. Bildirgede Mezopotamya'nın çağdaş kentlerini yakıp yıkan savaşın sona ermesi istendi

Dünya çapında 1 milyon 300 bin üyesi bulunan Uluslararası Mimarlar Birliği'nin (UIA), uluslararası kamuoyuna yönelik mesajı ise 'İstanbul Bildirgesi' adı altında dün duyuruldu. Mimarlar Odası Genel Başkanı ve Kongre Başkan Yardımcısı Oktay Ekinci, bildirgenin dünya kentleri ve mimarlığının geleceğine yön verecek tarihsel bir belge niteliğini taşıdığını söyledi. Oktay Ekinci, "Sonuç bildirgesi, kongrenin yapıldığı kentin adını taşıyor. Nasıl ki Lahey, Viyana, Rio ve Ramsar sözleşmeleri tertiplendikleri kentlerin adlarını ölümsüzleştirmişse, İstanbul da öyle olacaktır" diye konuştu. Mustafa Kemal'in 'Yurtta barış, dünyada barış' özdeyişine atıfta bulunan bildirgenin maddeleri de şöyle:

- Uluslararası Mimarlar Birliği, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yıkılan kentlerin yeniden inşası için mimarların dayanışmasıyla oluşmuştur. 57. kuruluş yılındaki İstanbul Kongresi de dünya mimarisinin doğduğu Mezopotamya'nın çağdaş kentlerini yıkan bir savaşla aynı dönemde yapılmıştır. Bu nedenle kongrenin birincil dileği, kentleri ve mimariyi yok eden savaşların sona erdiği bir dünyanın yaratılmasıdır.

- Kentleri mimari içeriğinden ve yaratıcılığından uzaklaştırarak, mekanik üretim ve tüketim merkezleri, hatta para basma makineleri olarak gören küresel politikalar, kent ile mimarinin organik bütünlüğünü tehdit etmektedir. Ancak, bu sadece mimarlığın değil, aynı zamanda insanlığın temel sorunudur.

- Yaşamı ve çevreyi tahrip eden tüketim ekonomisinin yerine, yoksulluğu önlemeye yönelik olarak üretim ekonomisi olmalıdır.

- Toplumların kültürel kimliğini yok etmeyen mimarlık ve çevre öğretisi benimsenmelidir.

- Dünyada var olan ulusları köleleştiren bir uluslararası egemenlik mekanizması yerine, öz kaynaklarının talanına izin vermeyen uluslararası işbirliği yapılmalıdır.
Milliyet, 08.07.2005

MÜZE-KÖY

Demir Çağı'nda yerleşim alanı olarak kullanılan ve birçok döneme tanıklık eden Yozgat'ın Büyüknefes Köyü'nün her yerinden tarih fışkırıyor. Orta Tunç Çağı'nda yapılan iki kale ve kalelerin arasındaki geniş yerleşim yerinde, yüzey araştırmalarına 1998'de başlandı.

Avusturya Klegenfurt Üniversitesi'nden Prof. Dr. Karl Strobel ve Almanya Heidelberg Üniversitesi'nden Dr. Christoph Gerber başkanlığındaki ekibin yürüttüğü yüzey araştırmalarının, bu yıl 10 Temmuz'da başlayacağı bildirildi. Yozgat'ın Büyüknefes Köyü muhtarı Yaşar Seyhan, 'Daha önce tarihi eserler hep tahrip ediliyordu. Şimdi ise herkes bunun bilincinde ve köyümüzdeki eserler, köy halkında 4 bekçi tarafından sürekli korunuyor. Tarihi araştırmalar başladıktan sonra, köyümüze turistler gelmeye başladı ve köyümüzün çehresi değişti. Yozgat Valiliği tarafından yolumuz yapılmaya başlandı' diye konuştu.
Hürriyet, 06.07.2005

ROMA DÖNEMİNE AİT 9 TARİHİ ESER ÇALINDI

Denizli merkeze bağlı Eskihisar Köyü yakınlarındaki antik kent Laodikya'daki kazılardan çıkarılan eserlerden 9'unun, çalındığı bildirildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, yurtdışına çıkarılmasını önlemek için internet sitesinde eserlerin listesini yayınladı. Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Doç. Dr. Celal Şimşek, 2 Mayıs'ta deponun kilidi parçalanarak Roma dönemine ait 9 parça eserin çalındığını söyledi. Jandarmanın olayla ilgili çok yönlü soruşturma yaptığını, bu nedenle olayın bir süre gizli tutulduğunu kaydeden Doç. Şimşek, 'Hırsızlık olayından sonra Laodikya'da önlemler artırıldı. Antik kent tel örgüyle çevrildi' şeklinde konuştu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Laodikya Kazı Denetçisi Ali Ceylan da eserlerin etütlük küçük eserler olduğunu belirterek, 'Maddi değerleri, parçalar tamamlandığında ortaya çıkar. Ancak bu tür tarihi ve arkeolojik eserler, müzayedelerde çok kolay alınıp satılır. Bunlar, çalıntı listesine girdikten sonra, aradan 50 yıl geçse de geriye dönebilecek eserler' dedi. Çalınan Roma dönemine ait tarihi eserler şunlar: 'Mermer rahip başı parçası, mermer Zeus başı parçası, mermer aslan başlı çörten parçası, mermer kaideli sol el parçası, mermer tef tutan el parçası, mermer kadın başı parçası, mermer erkek başı parçası, mermer erkek başı ve mermer sağ el parçası.'
Akşam, 05.07.2005

MALATYA'DAKİ ESKİ ESER RESTORASYONLARI

Yazıhan-Fethiye Uzun Hasan Camii ve Arapgir Gümrükçü Osman Paşa Camii restorasyon işleri devam etmekte olup, 2006'da açılışları yapılacaktır.

Arapgir Cafer Paşa Camii, Battalgazi Ulu Camii, Battalgazi Kanlı Kümbet'in projeleri hazırlanmış ve ihaleleri verilmiştir.

Battalgazi Sütlü Camii'nin proje ihalesi 22 Haziran'da, Hekimhan Taşhan ve Köprülü Mehmet Paşa Hamamı'nın proje ihalesi ise 14 Haziran'da yapılmıştır.

Merkez Yeni Camii, Battalgazi Emir Ömer Mescidi, Darende Sadrazam Mehmet Paşa Kütüphanesi, Sadrazam Mehmet Paşa Camii Minaresi, Hacı Müsrif Camii Minaresi, Hüseyin Paşa Camii Minaresi ve Hasan Rıza Paşa Türbesi'nin projeleri koruma kurulundan onaylanmış ve yaklaşık maliyetlerinin hesabı aşamasındadır. En kısa zamanda ihalesi yapılıp işe başlanacaktır.

Battalgazi Üçkardeşler (Halfetih Minaresi), Battalgazi Beş Kardeşler (Şahabiye-i Kübra Medresesi), Battalgazi Ahmet Duran Mescidi ve Battalgazi Melik Sunullah Camii (Vaiz Ocağı) projeleri de ihale aşamasındadır."dedi.
Foto: Battalgazi Kanlı Kümbet (Salih KAYHAN) Malatya Haber, 04.07.2005

DARENDE EVLERİ KURTARILMAYI BEKLİYOR

Tarihi, kültürü, doğal güzellikleri ile ünlü Darende'nin gözden kaçan bir zenginliği daha var. Tarihi evleri, kerpiç mimarisi, özgün sokakları. Son zamanlarda ülkemizde birçok yörede tarihi evler restore edilerek turizme kazandırılıyor. Ekonomik güç ve cazibe merkezi haline getiriliyor.

Dünyaca ünlü Balaban kerpiç evleri ile birlikte Darende'nin sahip olduğu birçok güzel ev kurtarılmayı bekliyor. İlk etapta sahipleri ile görüşülmekte olan Nadir Köprüsü yukarısındaki bir kartal yuvasını andıran, ancak giderek yokolan “Namık Paksoy” konağı ve Tiryandafil Otel'in hemen karşı sokağında yer alan Heyiketeği Mahallesi Yuvalı ve Sönmezler sokaklarındaki evlerin öncelikle, daha fazla yıpranmadan Darende kültür ve turizmine kazandırılması gerekiyor. Darende dereboyu mahallelerindeki tarihi evleri de unutmamak gerek. Ve tabii ki Tarihi Kentler Birliği üyesi de olan Balaban evleri…
Darende Haber, 04.07.2005

ÇALINAN SEKİZE DÜŞTÜ

Topkapı Sarayı'ndaki hırsızlık olayıyla ilgili soruşturma sürdürülürken çalınan eser sayısının 9 değil, 8 olduğu bildirildi. Daha önce çalındığı açıklanan 3'üncü derecede öneme sahip tarihi eşyalardan üzerinde iki sedef yıldız bulunan ahşap paravan parçasının saray kayıtlarında da zaten 'eksik' olarak yer aldığı ortaya çıktı.
Hürriyet, 03.07.2005

1600 YILLIK LAHiT BULUNDU

Batman'ın antik kenti Hasankeyf İlçesi'nde sürdürülen kazı çalışmalarında, MS 4'üncü yüzyıldan kalma ve Süryaniler'e ait olduğu belirlenen lahit bulundu. Konya Selçuk Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam başkanlığında sürdürülen kazılarda, ilk kez 1600 yıllık tarihi mezar ortaya çıkarıldı.
Kazı heyeti başkanı Prof. Uluçam, Hasankeyf kanyonunda Karaköy'e giden yoldaki tarihi kilisenin bahçesinde yapılan kazılar sırasında çıkarılan lahde ender rastlandığını belirtti. Prof. Uluçam milattan sonra 4'üncü yüzyıldan kalma Süryaniler'e ait mezarın çok önemli olduğuna dikkat çekti.
Hürriyet, 02.07.2005

ZEUGMA'DAN ÇALINAN MOZAiK INTERNET iLANIYLA ARANIYOR

Gaziantep Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Rıfat Ergeç, Gaziantep'teki Zeugma ören yerinden 7 yıl once çalınan Dionysos mozaiğini, internet sitesinde yayınladığı ilanla arıyor.
Ergeç, 'www.zeugma.ergec.com' adresinden ulaşılabilen web sitesinde yayınladığı ilanla Dionysos mozaiğinin bulunması için kültürel mirasa duyarlı bireylerden destek istediğini söyledi.
Hürriyet, 02.07.2005

MOZAİKLER TOPRAĞA GÖMÜLDÜ

Kilis'in Oylumhöyük Köyü'nde geçtiğimiz yaz yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan mozaikler, korumaya alınmaması üzerine, zarar görmemeleri için yeniden toprakla kapatıldı.
Hacettepe Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden Dr. Atilla Engin, yürüttüğü kazılarda ortaya çıkarılan mozaiklerin belediye tarafından koruma altına alınmadığını söyledi. Dr. Engin, mozaiklerin üzerlerinin güneş ışığında zarar görmemeleri için yumuşak toprakla kapatıldığını belirterek, 'Belediye yetkilileri, deprem sonrası yıkıldığı ileri sürülen kilise kalıntılarının altında bulunan geometrik desenli taban mozaiklerinin, belediye tarafından koruma altına alınacağını söylemişti ama bununla ilgili hiç bir çalışma yapılmadı' dedi.
Hürriyet, 28.06.2005

İMPARATORUN ORDUSU ÇÜRÜYOR

Çin'in 2 bin 200 yıllık toprak askerleri, 100 yıl içinde yeniden 'toprağa karışabilir'. Çin basınında yer alan haberlere göre bunun sorumlusu hava kirliliği. 1974 yılında tesadüfen bulunan 'toprak ordu', havadaki asit parçacıkları yüzünden aşınmaya, rengini yitirmeye başladı. Heykellerin burun, saç, bıyık gibi özelliklerinin yok olmaya başladığını belirten Çin Sosyal Bilimler Akademisi Müdürü Cao Junji, "Şimdi bir şeyler yapılmazsa 100 yıl sonra askerlerin hiçbir estetik değeri kalmaz. Mezarlar da kömür ocağına döner" dedi.
Çinli ve ABD'li bilim adamları ise hava kirliliğine karşı iki yıllık kurtarma projesi geliştirdi. İlk olarak bölgedeki hava analizlerine başlandı.

İmparator Çin Şihuang'ın 56 kilometrekarelik mezarını çevreleyen at ve asker heykelleri, 1974 yılında bulunmuştu. Ülkenin kuzeydoğusundaki Şian kenti yakınlarında su kuyusu açan köylüler, rastladıkları bazı çanak-çömlekleri önemsemeyip atmak istedi. Bu sırada tesadüfen orada bulunan arkeolog durumu yetkililere iletti. Çok geçmeden başlatılan kazıda 20. yüzyılın en nefes kesici bulguları günışığına çıkmaya başladı.

Çin'in ilk imparatoru Çin Şihuang, geniş toprakların yönetimini eline aldıktan hemen sonra kendi mezarını inşa ettirmeye başladı. Bunun için yaklaşık 40 yıl boyunca 700 bin kişi çalıştı. Ama imparator öldüğünde mezar hâlâ tamamlanmamıştı. Çin'e para, yazı ve ölçü sistemini getiren imparator, Çin Seddi'nin de fikir babasıydı.
Radikal, 28.06.2005

DAHİ MİMARLAR GELİYOR

İstanbul'da 3 Temmuz Pazar günü başlayacak olan Dünya Mimarlar Kongresi'ne, çarpıcı projelere imza atmış dünyaca ünlü 28 mimar da katılacak. İşte bu mimarlardan 3'ü ve en ünlü eserleri...

CCTV Binası - Rem Koolhaas

Kariyerine gazeteci olarak başlayan Hollandalı mimar, özgün çalışmalarıyla adından söz ettiriyor. Çok sayıda uluslararası ödüle sahip olan Koolhaas'ın en ilginç projelerinden birisi, Çin Devlet Televizyonu(CCTV) için tasarladığı bina. 50 bin metrekarelik alana sahip sarmal şeklindeki bina, şaşırtıcı bir dönüşe sahip olduğu için mühendislik harikası olarak nitelendiriliyor.


Suntory Müzesi - Tado Ando

Uluslararası Mimarlar Birliği, 2005 yılı Altın Madalyası'nı Japon mimara vermeyi kararlaştırdı. Ando, ödülünü İstanbul'da alacak. Herhangi bir mimarlık eğitimi almayan ve çocukluğunda mahallesindeki marangozda çalışan Ando'nun en ilgi çeken projeleri arasında etkileyici yapısıyla Osaka'daki Işık Kilisesi ve Suntory Müzesi yer alıyor.

Innsbruck Kayak Merkezi - Zaha Hadid

Bağdat doğumlu İngiliz vatandaşı Hadid, Strasbourg Tramvay Terminali (Fransa), Innsbruck Kayak Merkezi (Avusturya) ve Rosenthal Çağdaş Sanatlar Merkezi (ABD) projeleriyle dikkat çekti. Harvard ve Yale üniversitelerinde de mimarlık eğitimi veren Hadid, prestijli mimarlık ödülü Pritzker'i alan ilk ve tek kadın olma sıfatını da taşıyor.
Milliyet, 28.06.2005

MİMARLIK TARİHİMİZ SANAL ORTAMDA

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin 122. kuruluş etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen "Mimarlık Eğitimine Yön Verenler: 1883-1923 Sanayi-i Nefise Mektebi" adlı sergi, cumhuriyet döneminde mimarlık eğitimine yön verenleri, sanatçı kişilikleriyle yansıtmayı amaçlıyor. Sanal ortamda geniş kitlelere ulaştırılması hedeflenen sergide, dönemin önde gelen mimarları, portre ve tasarladıkları binaların fotoğraflarıyla yer alıyor.

Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi, 1883'te Osman Hamdi Bey öncülüğünde, bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri içindeki Eski Şark Eserleri Müzesi'nin bulunduğu binada açıldı. Akademi'nin 1883'te eğitime başladığı ilk yıllarda atanan hocalardan mimar Vallaury 25 yıl, ressam Valeri 32 yıl, Osgan Efendi 30 yıldan fazla ders verdi. Heykel atölyesi 1914'te İhsan Özsoy'a, resim atölyeleri 1915'te Ömer Adil, İbrahim Çallı ve Hikmet Onat'a, mimarlık atölyesi Vedat Tek'e verildi.

Somut anlamda bir müzeye geçiş girişiminin ilk aşaması olarak hayata geçirilen www.mimarlikmuzesi.org'un yöneticisi Derya Nüket Özer, kişisel arşivlerde kalmış ve mimarlık tarihinin biçimlenmesine katkıda bulunacak her türlü belge ve objenin müze için değerli olduğunu belirtiyor.
Milliyet, 27.06.2005

SÜLEYMANİYE ÜÇ YILDA YENİLENECEK

Osmanlı mimarisinin eşsiz örneklerinden biri olan ve 1985 yılında 'Dünya Mirası Listesi'ne alınan Süleymaniye Camii, çöküntü durumundan kurtulacak

Dünya Mirası Listesi'nden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya olan Süleymaniye Camii'nin 10 yıl süren koruma imar planı hazırlıkları tamamlandı.
Hazırlanan plana göre, tarihi yarımada, Beyoğlu, Üsküdar ve Boğaz'a sahili olan yerler plan ve program dahilinde düzenlenecek. Büyükşehir Belediyesi, projeleri yapması için mimarlardan, üniversite hocalarından oluşan 'Müze Kent' adında bir birim kurdu. Kentsel tasarım projesinin 3 ay içinde bitirileceğini, sonra da mülkiyet problemlerini çözeceklerini kaydeden Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu üyesi Ulvi Günpınar, yeni çıkan kanunlarla mülkiyet probleminin de aşılacağını vurguladı. Süleymaniye'nin aslına uygun yapılacağını ifade eden Günpınar, otopark haline getirilen alanların, kayıp eserlerin belirlendiğini söyledi. Bölgede bin 500'ü aşkın kayıp eser bulunuyor. "Eski hali camiyse cami, çeşmeyse çeşme, sübyan mektebiyse sübyan mektebi olacak" diyen Günpınar, çalışmaların internet sitesinden de takip edilebileceğini kaydetti.

Büyükşehir, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul Valiliği ve II Özel Idare'nin toplam 400 trilyon liralık bütçe ayırdığı Süleymaniye çalışmalarının 3 yılda tamamlanması hedefleniyor. Ulvi Günpınar, bölgeyi numaralandırarak ilgili kurumlara 'şu sokağı siz alın' diyeceklerini ve çalışmaları süratli bir şekilde bitireceklerini de vurguladı.
Vatan, 27.06.2005

KÖMÜR MADENİNDE ROMA MEZAR TAŞLARI

Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki kömür havzalarında yapılan kazı çalışmaları sırasında son 5 yılda milattan önce 264 ile milattan sonra 1'inci yüzyıl arası Roma Dönemi'ne ait 7 gladyatör steli (mezar taşı) bulundu.

Ün yapmış Khrysos, Vitalius, Khrysopteros, Amarios, Eumolos, Droseros ve Akhilleus adlı gladyatörlerin stelleri, hazırlanan özel salonda önümüzdeki ekim ayından itibaren sergilenmeye başlanacak. Salonda kurulacak dev ekranda 'Truva' ve 'Gladyatör' filmlerinden alınan dövüşme sahneleri ve özel ses efektleri kullanılarak gladyatörlerin yaşadığı çağ ziyaretçilere hissettirilecek.
Hürriyet, 26.06.2005

FOÇA'DAN VİKİNG ÇAPASI ÇIKTI

Foça'da denizden tarihi değeri bulunan, 10 metre uzunluğunda ve 3 ton ağırlığında bir gemi çapası çıkarıldı. Viking gemilerine ait olduğu tahmin edilen ve üzerinde fosil de barındıran çapa, Foça Liman Başkanlığı önünde ziyarete açıldı.
Milliyet, 26.06.2005

TOPKAPI SARAYI'NDA SOYGUN

Topkapı Sarayı’nda aralarında I. Mahmud ve I. Abdulhamit’in tuğralarının da bulunduğu 3. derece öneme sahip 9 eser depo bölümünden çalındı.

İstanbul Valiliği’nin verdiği bilgiye göre, Topkapı Sarayı müzesinde depo olarak kullanılan Bağdat Köşkü’nün arkasında bulunan kavuk odasının pencere camının kırık olduğu fark edildi.

Yapılan inceleme sonucu 3. derecede öneme sahip eserlerin yer aldığı odada 9 adet eserin eksik olduğu belirlendi. Bu eserlerin I. Mahmud’un tuğrası, 2 adet şal, üzerinde 2 adet sedef yıldız bulunan 1 adet ahşap paravan, I. Abdulhamit’in tuğrasının da aralarında bulunduğu 3 tuğra ve 2 adet tuğralı levha olduğu açıklandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, olayla ilgili soruşturma başlattı.
ntvmsnbc.com-30.6.05

KATKI



TAHRİBATIN DİĞER ADI: TARİHİ ESER SOYGUNU

Nihayet, Türkiye'nin en iyi korunan müzelerinden biri olduğu iddia edilen Topkapı Sarayı Müzesi de soyuldu. Aslında bu, basından takip ettiğimiz kadarıyla kayıtlara geçen üçüncü soygun. Saray gerçekten de görüntüde, sistemleri nedeniyle en iyi korunan müze. Ancak bu durum aniden, hem de "güpegündüz" soyulmasına engel olmadı. Ana giriş kapısından en uzak nokta olan Bağdat Köşkü'nün arkasında, restorasyon nedeniyle ziyaretçilere kapalı alanda yer alan ve üçüncü derecede öneme haiz eserlerin yer aldığı söylenen mühürlü müze deposu soyuldu.

Soygun olayını basından takip ettiğimiz kadarıyla şöyle bir toparlayalım : Müze yetkililerinin 27 Haziran'da Eminönü Emniyet Müdürlüğü'ne yaptığı hırsızlık başvurusu üzerine inceleme yapan polisin elde ettiği bulgulara göre, hırsız veya hırsızlar Bağdat Köşkü'nün Sarayburnu tarafına bakan, 3 metre yükseklikteki penceresine, dağcıların emniyet almak için kullandıkları 'perlon' adı verilen şerit yardımıyla tırmandılar. Camı kırarak içeri girdiler. İçeri girdikleri pencere, kameralar tarafından görüntülenemeyen ölü noktadaydı. Polis, hırsızların, sarayın surlarını aşıp girmiş olmaları ihtimalini düşünmediklerini söyledi. Polis yetkilileri, hırsız veya hırsızların, Topkapı Sarayı'nın Gülhane Parkı içinde kalan ve birkaç ay önce yoğun yağışların etkisiyle yıkılan duvarının çok yakınında yer alan depoya, 24 saat nöbet tutulan bu noktadan girmiş olma ihtimalinin yok denecek kadar az olduğunu düşünmekte. Hırsızların çalınan malları yurt dışına çıkarmak isteyebileceği ihtimaliyle tüm sınır kapıları ve tarihi eser alıcıları uyarıldı.

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü açıklamasına göre, çalınan eserler ve durumları şöyle:
1- Levha: Env.No: 9/20 Ölçü: 52x42 cm. I. Mahmud'un tuğrası. Levhanın yazı zemini aşınmış olup haraptır. Eserin çerçevesi mevcuttur.
2- Şal: Env.No:5/8 Ölçü: 330x143. Harap.
3- Şal: 315x139 cm. Harap.
4- Ahşap Paravan: 29x9,5x2 cm. ölçülerinde küçük bir pafta. Üzerinde 2 adet sedef yıldız var. Sedefler yer yer dökülmüş.
5- Tuğralı Levha: Ölçü 39 cm. yükseklikte. Çerçevesi ve camı kırık.
6- Tuğralı Levha: Ölçü: 44 cm. yükseklikte. Ahşap üzerine kumaş kaplı olup ahşap çerçeveli. Fetih Suresi'nden bir ayet tuğra şeklinde yazılmış. Çerçevesi çürümeden dolayı kırık, kenarındaki usta adı kopmuş, zemininde solma ve lekeler var.
7- Tuğra: Kâğıt üzerine I. Abdülhamit'in tuğrasıdır. Ahşap çerçevesinde yer yer kurtlanmalar var.
8- Levha: Ölçü: 45x33 cm. Kâğıt üzerine yazılmış olup ahşap çerçevelidir. Harap.
9- Tuğra: Ölçü: 32x24 cm. Ahşap üzerine kâğıt yapıştırılmıştır. Harap.

Yaklaşık 700 bin metrekarelik geniş bir alana sahip sarayda, sadece ziyaret güzergâhlarındaki sergi salonlarında kapalı devre kamera sistemi ve alarm sistemleri bulunuyor. Saray, toplam 78 kamera ve 16 monitörle izleniyor, görüntü kayıtları 15 gün saklanıyor. Müze depolarının çoğunda ve ziyaret güzergâhı dışında kalan bölümlerdeyse alarm ve kamera sistemleri yok. Sarayın belli mekânlarında sadece geceleri bekçilerin saat başı kurduğu saatler yer alıyor. Bazı birimlerdeki kameralar yaklaşık 20 yıl önceye ait olup çoğu da sağlıklı çalışmıyor.

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, soygunla ilgili yaptığı açıklamada, "Oradaki eserlerin sayımının yapılması talimatı vermiştim. Çalınan eserler üçüncü sınıf önemdeki eserler. Kaygım, daha önemli bazı eserlerin özellikle de tabloların kaybolma veya kopyalarıyla değiştirilme ihtimalidir" dedi. Bakan Koç, eserlerin sayımının mutlaka yapılacağını, Başbakan'ın bu konuda talimatı olduğunu bildirdi. Sayım işinin, Türkiye'de şimdiye kadar yapılanlar gibi yapmadığının altını çizen Bakan Koç, şunları söyledi:
"Sayım işi şimdiye kadar bir heyet tarafından yapılmıştır. Heyetin ekspertiz olup olmadığına dikkat edilmemiştir. İlk intibam, yanılırsam bürokratlarımdan özür dilemekten çekinmem, ancak bana kalırsa idari bir hata görülüyor. Bu ilk intibam suçlama olarak görülmesin, bir ihmal var.''

Yürütülen soruşturmada alınan kan örnekleri de şüphelilerle tutmayınca bu kez ortaya köstebek iddiası atıldı. Soruşturma hala sürüyor. Sonucu da çalınan eserleri de bekliyoruz….

Türkiye'de, ödüllü birkaç müzemiz olmasına rağmen, maalesef müzecilik gelişmemiş, gelişememiştir. Bunun nedenleri hep ödenek olarak açıklanmıştır. Büyük şehirlerdeki müzelerin bazı bölümleri personel yokluğu nedeniyle kapalı kalırken, Anadolu'daki birçok müzede müze görevlileri hem bekçidir, hem bilet keser, hem rehberlik, hem de temizlik yapar. Bütün bu konuların güvenlik konusu ile birleştirerek, yeniden ele alınarak gözden geçirilmesinin gerekliliiği ortaya çıkmaktadır.

Öncelikle tüm müzelerimizde envanter çalışmasının yapılması gerekmektedir. Hangi tip eserin nasıl korunacağına dair uzmanlar tarafından belirlenen önlemlerin alınması ikinci şarttır. Bütün bunlar için ödenek yoksa bile, eminim ki bu ülkede, arkeoloji ve sanat tarihi konusunda uzman olan yetişmiş birçok kişi envanter konusunda gönüllü destek vermeye hazırdır.

Ama artık gerçekten gözlerimizi açmamızın zamanıdır. Bugün “üçüncü derecede önemli eserleri”, yarın Kaşıkçı Elması, hatta belki Şah İsmail'in Tahtı, öbür gün İskender Lahdi'ni kaybedebiliriz. Hatta gözümüzün önünde Ayasofya'nın minaresini çalsalar ruhumuz duymayacak.

Ayşe Bayvas


TAY NE DİYOR?

"Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde birçok müzenin tadilat, onarım vd. nedenlerle kapalı olduğu görülmüştür. Özellikle genç kuşakların, sahip olduğumuz kültür değerlerinin örneklerini birebir görme şansını yakalayabileceği müzelerde sergileme yapılamıyor olması büyük bir kayıptır. Çeşitli gerekçelerle kapalı durumda olan müzelerin sadece depolama yerleri olmaktan çıkarılarak, kültür varlıklarının özenli sergilemelerle halka ulaşır hale getirilmesi gerekmektedir."

"Kültür varlıklarının korunmasına yönelik çok sayıda kurum ve kuruluş olmasına rağmen, aralarında eşgüdüm kurulamaması ve yazışmaların, bürokratik işlemlerin uzaması nedeniyle söz konusu varlıklar korunamıyor. Müzelerin personel, araç-gereç ve bilgi yetersizlikleri de önemli etkenlerden biri. (…)"

"Kamu kurum ve kuruluşlarının çoğu (Turizm ve Kültür bakanlığı, müzeler) sağlıklı bir envanter sistemine sahip olmadığından, kayıtlarda varlığı bilinen (ya da bilindiği sanılan) birçok kültürel emanetin yeri bilinmiyor. Bu da kültür varlıklarının işgal, hırsızlık ve benzeri yağmacılık yollarıyla devletin denetimi, kullanımı dışına çıkmasını kolaylaştırıyor."

Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri Tahribat Raporu - 2001-2002-2003


SENARYO AYNI, YÖNETMEN FARKLI

İstanbul polisi, iki hafta önce Vatan Caddesi yakınlarında bir gecekonduya yaptığı baskında Türk Sineması'nın unutulmaz filmlerinden 'Salak Milyoner'i aratmayan bir sahne ile karşılaştı. Yapılan aramada define bulmak için biri 15 diğeri 20 metre uzunluğunda iki tünel bulundu. Senaryosunu Sadık Şendil'in yazdığı ve Ertem Eğilmez'in yönettiği 'Salak Milyoner' filmi de benzer bir hikaye ile 31 yıl önce seyirciyi salonlara doldurmuştu.

Filmde Kayserili dört genç (Kemal Sunal-Saffet, Zeki Alasya- Himmet Ağa, Metin Akpınar- Hayret, Halit Akçatepe-Gayret), vasiyet üzerine İstanbul'a gelip babalarının askerlik arkadaşından (Münir Özkul) bir define haritası alıyordu. Polisin iki hafta önce yaptığı operasyonda filmdeki dört kardeşi aratmayan 5 kafadar yakalandı.



Defineciler tarihi eser ya da altın bulabilmek umuduyla Aşağı Gureba Caddesi'ndeki otoparkın yanında bulunan Ali M.'ye ait gecekondunun bahçesine naylondan derme çatma bir kulübe yaptı. Ardından gecekondunun içinden 15, kulübeden ise 20 metre uzunluğunda, bir buçuk metre genişliğinde iki tünel ya da filmdeki ifade ile 'dümseh gazmaya' başladılar. Çalışmaları uzun süre fark edilmedi.

Bahçede biriken topraklardan şüphelenen vatandaşlar ihbarda bulundu. Operasyonda gecekondu sahibi Ali M. ve diğer dört kişi yakalanarak gözaltına alındı. Define avcılarının kullandığı bir kazma, 3 kürek, bir kurusıkı tabanca ve bir şarjör de suç aleti olarak ele geçirildi.

Polis, bir adet kiremit renkli pipo ucuna benzer obje ile bir adet deve üzerinde insan figürü bulunan heykelciği de tutanaklara geçirdi. Ancak iki objenin de tarihi eser olmadığı anlaşıldı. Serbest bırakılan 5 kişi, kaçak kazı yaptıkları gerekçesiyle tutuksuz yargılanabilecek.
Akşam, 20.06.2005

DEFİNE TUTKUSU ÖLDÜRDÜ

Define tutkusunun ölümle sonuçlandığı olay, İzmir'in Gaziemir ilçesi Çatalkaya Yolu Papara mevkiinde meydana geldi. Mustafa B. (46), oğlu Cihan B. (18) ile İsmail B. (32) ve Sedat İçtençakar, yaklaşık bir yıl önce define bulmak için girdikleri mağarada göçük olması nedeniyle ara verdikleri işe dün tekrar başladılar. 25 metre derine inmeyi başaran define avcıları, açtıkları kuyunun içinde biriken suyu boşaltmak için de mağaranın içine benzinli motor kurdu. Defineciler, motoru çalıştırıp, hortumla suyu dışarı boşaltmaya başladı. Kuyuya ilk giren Sedat İçtençakar'dan uzun süre haber alınamayınca, bu kez İsmail Bülbül mağaraya girdi. Baba oğul iki arkadaşlarından haber beklemeye başladı. İsmail Bülbül'den de uzun süre ses çıkmaması üzerine Mustafa Berberoğlu oğlu Cihan'ı aşağı yolladı. Oğlundan da haber alamayan Mustafa B., kendi mağaraya indi. İçeride yoğun gaz olduğunu hisseden Berberoğlu, yetkililere durumu anlattı. Gelen kurtarma ekipleri, Cihan B. ve İsmail B.'yi baygın halde çıkartırken Sedat İ. ise ölü bulundu.
Akşam, 06.06.2005

DEFİNE AVCILARI
İKİ MEZARI TAHRİP ETTİ

Ayazma Camisindeki hırsızlık olayı, Hasan Yener adlı definecinin Üsküdar Cumhuriyet Savcılığı'na yaptığı şikayet üzerine ortaya çıktı. Olay yerine gelen polisler, camiinin arka bahçesinde kazılarak tahrip edilmiş iki tarihi mezarla karşılaştı.

Caminin imamı gözaltına alınırken define işleriyle ilgilendiği belirtilen Hasan Yener'in de ifadesine başvuruldu. Yener ifadesinde, "imam mezarlarda altın olduğunu biliyordu" diye konuştu. Mezarlardan 250 kg. altın çıkarıldığı yönündeki söylentilerse çevre sakinlerini heyecanlandırdı. Üsküdar Cumhuriyet Savcılığı'nın olayla ilgili başlattığı soruşturma sürüyor.
cnnturk.com, 16.03.2005

TARİH YAĞMACILARININ 2005 YAZ KAMPANYALARI

Kolay yoldan zengin olmak isteyenler, define peşine düştü. Tonlarca altın bulunduğu iddiasıyla Konya'da bir mağara ile Edirne'de Belediye Binası'nın bahçesi kazıldı. Önceki gün de Bartın'ın Amasra İlçesi açıklarında binlerce altın ve gümüş sikkeyle battığına inanılan bir Osmanlı gemisinin çıkarılması için planlar yapıldığı gündeme geldi.

Benzeri bir gelişme bugünlerde Adana'da yaşanıyor. Kıbrıs Rum Kesimi'nin eski liderlerinden Makarios'un da doğum yeri olduğu iddia edilen Feke İlçesi'nin Gürümze Köyü'nde, Niğdeli Bayram A., Müze Müdürlüğü'nden ruhsat alarak, 120 metrekarelik alanda define kazısı başlattı. Bayram A.'nın, Kurtuluş Savaşı sırasında Gürümze Köyü'nde çıkan çatışmada bir kız çocuğu dışında tüm Rumların öldüğü, hayatta kalan ve daha sonra İstanbul'a yerleşen kızın ise savaştan hemen önce köyde 'Yedi katır yükü altın gömüldüğü' yolundaki anlatımından yola çıkarak köyde kazı yaptırdığı öğrenildi. Jandarma ve Müze Müdürlüğü personeli nezaretinde yapılan kazıyı sekiz işçi yürütüyor. Bayram A. kazdıkları yerde gömüye rastlamamaları halinde yeni ruhsatlar alarak başka bölgelerde de arama yapacaklarını söyledi.
Akşam, 19.06.2005

TARİHİ HAN DEFİNE AVCILARININ HEDEFİ

Selçuklu döneminden kalan “Saadeddin Köpek Hanı” olarak da bilinen tarihi Zazadin Hanı, handa define olduğuna dair haritalar satan kişilerin etkisinde kalan define avcılarının verdiği tahribat nedeniyle büyük zarar gördü.
Selçuklu Belediye Başkanı Adem Esen yaptığı açıklamada, hanın bulunduğu Tömek Mahallesi'nin Muhtarı Nurettin Fındık'ın talebi üzerine inceledikleri handa üzücü durumlarla karşılaştıklarını söyledi.
Esen, 1235-1236 yıllarında yaptırılan ve Selçuklu dönemi eseri olan tarihi Zazadin Hanı'nın, kullanılan beyaz ve açık renk kahverengi kesme taşlarıyla Selçuklu dönemi taş işçiliğini yansıtan önemli bir eser olduğunu belirterek, şunları kaydetti: “Ne yazık ki tarih hazinelerimizden biri daha define avcılarının istilasına uğradı. Hanın içinde açılmış çok sayıda çukur var. Pek çok duvarı da yine define avcıları tarafından tahrip edilmiş. Saadeddin Köpek Hanı olarak da bilinen ve Selçuklular'dan günümüze kadar ayakta kalmayı başaran bu han, son birkaç yılda define avcılarının verdiği tahribat nedeniyle büyük zarar gördü. Bölgeye gelen definecilerin ellerinde, handa hazine olduğunu gösteren bazı haritaların olduğunu öğrendik. Haritaları köylülere gösterenler olmuş. Ellerine geçirdikleri haritalarla altın arayan hazine avcıları, hanı harabeye çevirmiş. Kazdılar, aradılar, zarar verdiler, ancak aradıklarını bulamadılar.”
Ülke genelinde bu şekilde harabeye dönmüş çok sayıda tarihi yapının bulunduğunu ifade eden Esen, Selçuklu'nun uzun süre başkentliğini yapan Konya'da, Selçuklular'ın ticaretin gelişmesi için han ve kervansaraylar yaptırdığını söyledi. Bu yapıların amacının günümüzdeki oteller gibi seyahat eden kişilerin konaklanmasını sağlamak olduğunu bildiren Esen, sözlerini şöyle sürdürdü: “Buradaki handa şimdiye kadar hiçbir şekilde altın bulunmadı. Buradaki bazı taşların da götürüldüğünü öğrendik. Bu taşlar sadece burada değerlidir. Burada altın da yok. Tarihi mirasımıza verilen zarar çok üzücü. Emlak vergilerinden sağlanan paranın bir kısmıyla bu han gibi zarar görmüş tarihi yerleri restore etmeyi planlıyoruz. Bu konuda çalışmalarımız son aşamaya geldi.”
Tömek Mahallesi Muhtarı Fındık ise Konya Milletvekillerinin de bölge turizmi için büyük önem taşıyan bu önemli yapının restore edilmesi ve kaçak kazıların önlenmesi için somut adım atılması konusunda destek vermesini istedi.

EDİRNE'DE YİNE BOŞA ÇIKAN UMUTLAR

Çok sayıda define meraklısının da izlediği kazının bir bölümünde yine foseptik çukuruna ulaşıldı. Ancak teknik cihazlarla yer altında 3 odacık saptadıklarını söyleyen defineciler, kazıya devam kararı aldı.

Sarayiçi'nde, Belediye Temizlik Müdürlüğü'nün yer aldığı alanda define arama çalışmaları teknik cihazlarla yapılan ölçümlerden sonra yeniden başladı. Bulgaristan'dan getirdikleri bir haritadan yola çıkarak define aramaya başlayan Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi'nin oğlu Hakan Sedefçi ile Şefik Topçu, Zeki Eser, Nuri Şirin ve İhsan Duman, Osmanlı İmparatorluğu hazinesine ait olduğunu söyledikleri tonlarca altını arıyor.

İki hafta önce başlayan ve foseptik çıktığı için durdurulan kazıların, teknik cihazlarla ölçüm yapıldıktan sonra yeniden başlaması nedeniyle çevrede büyük bir kalabalık oluştu. İzinli olarak define arayan 5 ortaktan Şefik Topçu, Nuri Şirin, İhsan Duman, Zeki Eser kazı yapılan alana geldi.

Çalışmalar başladığı günden beri kendisinin define ile bir ilgisi olmadığını sadece bacanağının ortaklığı bulunduğunu belirten Meriç Belediye Başkanı Erol Dübek, altınların yakında bulunacağından emin olduğunu söyledi. Başkan Dübek, "Bilgisayarlı makine ile baktık. Bunun sonucunda yerin 9 metre aşağısında üç odacık olduğunu gördük, altın doluydu. O odacıkların içine girildiğinde defineye ulaşacağız. Bugünkü çalışmalar bu yönde sürüyor. Altınları bulduğumuzda personelime bir yıllık ikramiye vereceğim" dedi.

Meriç Belediye Başkanı Dübek, basın mensuplarının kendilerine ne vereceği sorusu üzerine, "Burada bulunan gazetecilere de bir Clio vereceğim" diye konuştu. Başkan Dübek, kazı çalışmalarının maliyeti ile ilgili ise bilgi vermekten kaçındı.

Kazı çalışmalarını izleyen meraklılardan Emin Ocak, alanda define bulunmasını beklemediğini söyleyerek, "Bana göre buradan altın çıkması zor bir ihtimal. Tabi bulunursa Edirne'ye ve hazineye yararı olur" dedi. Meraklılardan Atilla Özturhan ise "300 ton altından söz ediliyor.

Mantıklı düşünülürse bu kadar büyük bir rakam olmaz. Şimdiki teknolojiyle bile altın üretmekte güçlük çekilirken, o zamanlarda bu kadar altın üretilmesi zor. Ama eğer altın bulunursa yüzde 10'u belediyeye kalacak. Tabi bu nedenle yüksek bir miktar olursa iyi olur" dedi.

Define arama çalışmalarını elinde bastonuyla meraklı gözlerle izleyen 70 yaşındaki Osman Topçu, "İnşallah bulurlar. Türkiye'ye yararlı olur. Osmanlılar buraya altın bırakmış olabilirler" diye konuştu.

Definecilerden Şefik Topçu'nun arkadaşı Mehmet Elmas ise "Teknik işlemlere göre nokta burası. Yakında altın çıkar. Burada bulunamazsa yine buraya yakın bir bölgede daha sonra yine çalışma yapılacak" dedi.
Vatan, 15.06.2005

KATKI



TARİHİN MALI DENİZ...

Türkiye, üzerinde barındırdığı kültürel ve doğal zenginlikleri nedeniyle her zaman insanlar tarafından yapılan tahribatla karşılaşmıştır. Ne yazık ki kültürel varlıkları koruma bilinci, geçmişte olduğu gibi günümüzde de hala toplumsal yaygınlık kazanmamıştır. Her ne kadar zaman zaman konuyla ilgili çeşitli girişimler yapılıyorsa da (ya da "yapılıyor gibi yapılıyorsa da") gerçek, günlük politikalarla değişmektedir.

Hepimiz “Define” kelimesi ile, ilk kez “Define Adası” adlı romanın vasıtasıyla tanıştık. Bazılarımız dedesinden eski define haritaları ile ilgili hikayeler dinledi sonra da çogunu unuttu. Unutmayanlar ve o hikayelere inananlar ise, o gizemli dünyaya define aramaya koyuldu.
Para hırsı ile define aramak üzere yola çıkanlar, tarihe saygısızlık ettiklerinin, tarih kapkaççılığı/hırsızlığı yaptıklarını bir ihtimal farkında olsalar da, aldırmadıkları çok açıktır...
Türkiye'nin neredeyse tamamının "Tehdit Altındaki Dünya Mirası" olduğunu göz önüne alırsak durumun içler acısı olduğunu söyleyebiliriz. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 4. Bölüm'ünde yer alan "Araştırma, Sondaj, Kazı ve Define Arama" başlıklı kısmın 35. maddesine göre taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını meydana çıkartmak üzere, araştırma, sondaj ve kazı yapma hakkı, sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı'na aittir. Kazılarda meydana çıkartılan bütün taşınır kültür ve tabiat varlıkları, kazı yapan heyet ve kurumlar tarafından her yıl yapılan kazı sonunda bağlı olduğu ildeki devlet müzesine verileceği; kazı ve sondaj araştırmalarında elde edilen insan ve hayvan iskeletleri ile bütün fosiller, bakanlıkça uygun görüldüğü takdirde tabiat tarihi müzeleri ile üniversitelere veya ilgili diğer bilim kurumlarına verileceği; ayrıca, kazı ve sondaj araştırmalarında elde edilen askeri tarihle ilgili her türlü taşınır kültür varlığı, Genelkurmay Başkanlığı'nın uygun görüşü ile, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca askeri müzelere devredileceği hükmü ise 41. maddede belirtilmiştir.

Define arama ile ilgili olan 50. madde ise şöyledir: "Define aramak isteyenlere, bu Kanunun 6. maddesinde korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı olarak belirtilen yerler ile tespit ve tescil edilen sit alanları ve mezarlıklar dışında, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca define arama ruhsatnamesi verilebilir.
Define aramak isteyenlere aynı süre içinde birden fazla yerde arama izni verilemez. Define arama izni, başkalarına devredilemez. Bu iş için bir başkası tevkil olunamaz.
Arama ruhsatının verilmesi, define arayıcıdan istenecek belgeler, aramanın yapılması, çıkan defineden arayıcıya tanınacak haklar, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı'nın birlikte düzenleyeceği yönetmelikte belirtilir."

Kanundan da anlaşılacağı gibi define aramak, kazı izninden tamamen farklı ve kolay hükümlere tabi olduğu için isteyenler bir dilekçe ile , define aranacak sahanın yetkili teknik elemanına çizdirilmiş İl Bayındırlık Müdürlüğü'nce tasdikli 1/500 ölçekli krokisi, krokisi çıkarılamayacak ev ve bunun gibi yerler için ise ada, parsel ve çap numarasını belirten vaziyet planı, uzaktan ve yakından olmak üzere çeşitli yönlerden çekilmiş net fotoğrafları, define aranacak yer sahibi ise gerçek kişilerden Noter tasdikli muvafakatname, tüzel kişilerden de yetkili organlardan alınacak muvafakat yazısı ile İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne başvurdukları takdirde, 100 m
2'yi geçmemek üzere bir kazı izni alabilmektedir.

Günümüzde define aramak için çeşitli aletlerin açık bir şekilde (hatta internet üzerinden) satışının yanısıra define haritası işaretlerinin çözümüne dair çizimlerin sadece 40 YTL'ye evinize kadar ulaşması son derece kolaydır.

Anadolu'daki höyüklerde, tarihi yerleşimlerde aranan definelerden, soyulmaya çalışılan kaya mezarlarından sonuca varan oldu mu bilemeyiz ama bugünlerde pek çok kişi Edirne'de aranan definenin sonucunu merakla (!) beklemektedir. Edirne'de aralarında Edirne Belediye Başkanı'nın oğlunun da bulunduğu define avcıları, belediye bahçesinde yaptıkları kazı çalışmalarında foseptik çukuruna rastlamalarına rağmen (ki bu, tarihin, bir defineciye verip verebileceği en iyi hediyedir!) aramalarına devam etmektedir. Ayrıca TV kanalları da haberlerde Edirne'ye canlı yayın ekipmanını göndererek yayınlar yapmakta, Anadolu'nun çeşitli yerlerinden definecilerin akın akın bölgeye taşınmasına çanak tutmaktadır. Oysa yine aynı günlerde gazetelerde, İzmir'in Gaziemir ilçesi Çatalkaya Yolu Papara mevkiinde, define tutkusunun ölümle sonuçlandığı haberleri de yer almıştır. Ekonomik krizin boy gösterdiği, işsizliğin yoğunlaştığı son yıllarda kolay yoldan zengin olmak isteyenler tarafından, tonlarca altın bulunduğu iddiasıyla Konya'da bir mağara ile Bartın'ın Amasra ilçesi açıklarında binlerce altın ve gümüş sikkeyle battığına inanılan bir Osmanlı gemisinin çıkarılması için planlar yapıldığı gündeme gelmektedir.

Sonuç olarak; arkeolojik mesleki temel eğitimi almamış ve konu ile yakın ilişkisi dahi bulunmayan disiplinlerden gelenlere bile Türkiye'de kazı izninin verilmesinin yanlış olması kadar ellerinde nereden geldiği belli olmayan ve gerçekliği işin ehli kişilerce ispatlanmamış haritalarla "define arama" adı altında kazı izni vermek de bir o kadar yanlıştır. 2863 no'lu kanunun en kısa zamanda revizyonuna ihtiyaç vardır (Ama kültür ve tabiat varlıklarının belirlenmesinde madenci çıkarlarının öncelikli tutulması gibi revizyonlara değil!). İzin almadan kazı yapanlar için ise eğitim sisteminin iyileştirilmesi, ilkokul yıllarından başlayarak arkeoloji eğitimi verilmesi ve bilinçlendirme konusunda resmi kurumlar ile sivil toplum kuruluşlarının ortak bir platformda işbirliği yapması şarttır. Bu çalışmaların, uzun bir zaman alacağı kuşkusuzdur; ancak "çok geç" olmadan yola çıkılması gerektiği de apaçık ortadır...
Acil önlemler hemen alınmalıdır, yoksa 2005 yazında da tıpkı diğer yıllarda oldugu gibi geriye dönülemeyecek talan tüm şiddetiyle sürecektir.

Lütfen uyumayalım!

Ayşe Bayvas



TAY NE DİYOR?

"Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 50. maddesi uyarınca define aramak isteyenlere, SİT alanları dışında olması koşulu ve ilgili bakanlıklardan temsilci bulundurma zorunluluğuyla define arama ruhsatı verilmektedir. Defineci şeklinde anılan, define arayan insan tipinin özel bir profil arzettiği bu kişilerin, özünde geçmişe duyulan merak, köklerini araştırma, arkeoloji, tarih aşkından ziyade, bulmayı umduğu definenin hayaliyle yaşadığı, kolay para peşinde olduğu bir gerçektir. Define arama çalışmalarının temsilci gözetiminde yapılması zorunlu kılınsa da bilimsellikle bağdaşmayan bu kazıların yarattığı/yaratacağı tahribata yasal zemin hazırlanmaktadır. Bu yasayla tanımlı hale gelen definecilik kavramı yaygınlaşarak önüne geçilemez bir soruna dönüşmektedir. Toplumdaki tüm sorunların birbiriyle ilişkili olduğu düşünülecek olursa, kanımızca kaçakçılık, tarih hırsızlığı zihniyetini beraberinde getiren definecilik olgusu, kültürel bilincin yerleşemediği, geçmişleri kayıp insan profilleri yaratacağından, toplumun sağlıklı bir geleceğe ulaşması yönünde önemli bir engeldir.

Bunun içindir ki, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda yer alan 50. maddenin külliyen ortadan kaldırılması, hiçbir definecilik faaliyetine ruhsat verilmemesi, bu kanunla korunmaya çalışılan değerlerin bir başka açıdan tahribatını büyük ölçüde önleyecek, tahribatın yasal bir boyut kazanmasını da engelleyecektir."

Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri Tahribat Raporu - 2002 / İç Anadolu Bölgesi





BU TARİHİ ESERE DOKUNULABİLİR

Antalya Müzesi'nin yıl sonunda hizmete girecek ek binasında, müzeyi gezerken eserlere dokunmak isteyenlere yönelik, MÖ 2. yüzyıla ait yol kılavuz anıtının reprodüksiyonuna yer verilecek.

Antalya Müze Müdürü Selahattin Aksu, müze binasına bin 200 metrekarelik ek bina yapılacağını kaydederek, ''Antalya'nın potansiyeli göz önünde bulundurulduğunda, müzemiz, kazı alanlarından gelecek eserlere yetmeyecek'' dedi.

Selahattin Aksu, müzeyi ziyaretçilerin hoş vakit geçirecekleri şekilde yeniden planladıklarını belirterek, ''Bütün eserlerin sergiye girmesi gerekmiyor. Zaten müzecilik anlayışında bu yoktur. Uluslararası birçok müzede de durum aynı. Hatta bazı müzelerde eserin aslı değil, reprodüksiyonu sergilenir'' diye konuştu.
Aksu, müzede insanların eserleri bir camekanın arkasından izlemesini istemediklerini, eski eserleri sevdirmek için kişinin o eserle temas kurmasını sağlayacaklarını sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı, 25.06.2005

MÜZELER,
HIRSIZIN ARKA BAHÇESİ GİBİ

Türkiye'de müze hırsızlıkları son dönemde arttı. Hırsızlar en son, 60 kilo olmasına karşın Side Müzesi'nden Athena Büstü'nü, Isparta Müzesi'nin bahçesinden de yine 60-70 kilo ağırlığındaki 2 savaşçılı mermer lahit parçasını çaldılar.

Athena Büstü, Side Müzesi'nin bahçesinde büronun önünde duruyordu. 2 ay önce, bir gece müze bahçesinden 'ayrıldı'. Müze yetkilileri ise şöyle dedi: "Müze her an soyulabilir. Çünkü güvenlik yok."Gece bekçisi, 15 hektarlık ören yerini de tek başına kontrol ediyor. Müze 6 kez soyuldu. Yıllık geliri 500 bin YTL olan müzenin, alarm sisteminin maliyeti ise 50 bin YTL

Isparta Müzesi bahçesinden de benzer şekilde M.S. 2 yüzyıla ait Roma dönemi 2 savaşçı tasvirli lahit parçası çalındı. Müzenin içindeki alarm işe yaramadı; eser bahçede olduğundan, bekçi, hırsızları fark edemedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ise hırsızlıklarla başa çıkamıyor. Topkapı, İstanbul Arkeoloji, Efes gibi büyükler hariç Anadolu'da pek çok müzede alarm ve kapalı devre kamera sistemi yok. İçinde bulunduğumuz yıl içinde 9 müze, 3 ören yeri, bir belediye deposu soyuldu.





Ayrıca Burdur'un Ağlasun Belediyesi İtfaiye deposundaki ve Samsun'un Alaçam ilçesinde sokaktaki tarihi çeşme çalındı. İzmir Agora ören yerinden kül tablası ile heykel başı, Antalya Perge'den Tanrı Kestros Kabartması ile Leodikya'dan 9 eser kayboldu. Sadece 2005'in ilk 6 ayında 9 müze, 3 ören yeri soyuldu.
Türkiye'de en son soyulan müzeler Side, Isparta, Sivas, Mersin Amphora, İzmir Arkeoloji, Şerifler Yalısı, Milas Balıkpazarı, Milas, Sakıp Sabancı ve İstanbul Divan Edebiyatı Müzeleri... Isparta Müzesi'nin bahçesinden çalınan MS 2 yüzyıla ait Roma dönemi 2 savaşçı tasvirli lahit parçası ile Roma dönemine ait, kireçtaşından yapılan 60 kilo ağırlığındaki Athena Büstü ise güvenlik sistemi olmayan Side Müzesi'nden kolayca alınıp götürüldü.
Milliyet, 25.06.2005



28 NİSAN 2009: HAYDARPAŞA KAPATILIYOR

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Gebze-Haydarpaşa-Sirkeci-Halkalı Banliyö hatlarının iyileştirilmesi ve Boğaz Tüp Geçiş (Marmaray) Projesi inşaatının tamamlanma tarihi olarak planlanan 28 Nisan 2009 tarihinden itibaren Haydarpaşa Garı'nın tren trafiğine kapatılacağını açıkladı. Gar'nı ticaret merkezine dönüşecek olması tepki uyandırdı.
Vatan, 24.06.2005

HAYDARPAŞA'YA TİCARET MERKEZİ EYLEMİ

Tarihi Haydarpaşa Garı ve çevresinin 'Dünya Ticaret Merkezi ve Kruvaziyer Limanı' yapılması yönündeki proje dün 600 kişinin katıldığı bir etkinlikle protesto edildi.
Haydarpaşa Garı kuşaklar boyunca 'taşı toprağı altın' diyerek bu kente gelen milyonlarca kişinin İstanbul'la tanıştığı ilk nokta oldu. 2004 yılında çıkarılan bir kanun ile liman alanında bulunan hazine malı taşınmazlar Devlet Demiryolları'na bırakıldı. Bu arazide yapılacak her türlü imar hareketi konusunda da Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yetkili kılındı. Kısa süre önce, garın çevresindeki yaklaşık 1 milyon metrekarelik alanın 'Haydarpaşa Otel ve Ticaret Merkezi Projesi' adı altında yeniden düzenlenmesi gündeme geldi.
Haydarpaşa'nın tarihi siluetini ortadan kaldırması söz konusu olan bu proje 600 kişinin katıldığı bir etkinlikle protesto edildi. 50'den fazla sivil toplum örgütü ve 6 siyasi parti tarafından imzalanan basın açıklamasında, Haydarpaşa'nın siluetine bilimsel ve etik kurallar hiçe sayılarak çekilen beton perdenin toplumsal hafızayı yok edeceği görüşüne yer verildi.
Haber : cnnturk.com, 22.06.2005 -Foto: Radikal, 22

SİVEREK'TE İKİNCİ
ZEUGMA

Siverek'te kaçak yapılan bir kazıda, Zeugma antik kentindekine benzer tarihi eserler bulundu. Sabuncu Köyü'nün Subastı Mezrası'nda iki kişinin izinsiz kazı yaptığı ihbarı üzerine jandarma bölgeyi bastı. İnsan ve hayvan figürlerinin bulunduğu 40 metrekarelik kazı alanında iki kişi yakalandı. Uzmanlar, eserlerin çok değerli ve Zeugma antik kentindekilerin benzeri olduğunu söyledi. Güvenlik altına alınan bölgede arkeolojik araştırma yapılacağı belirtildi.
Radikal, 25.06.2005

JANDARMA'DAN TARİHİ ESER OPERASYONU

Düzce İl Jandarma Alay Komutanlığına bağlı ekiplerin düzenlediği tarihi eser operasyonu kapsamında, Düzce Merkez ve Yığılca ilçesinde 6 kişi göz altına alındı. Alınan bilgilere göre Düzce İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından düzenlenen tarihi eser operasyonu çerçevesinde Düzce Merkez ve Yığılca ilçesinde toplam 20 ev ve işyerinde yapılan aramalarda tarihi eser değeri taşıyan parçalara rastlandığı öğrenildi. Yapılan aramalar sonucunda ele geçirilen tarihi eserler arasında Roma dönemine ait 1 adet lahit mezar parçası, 1 adet topraktan yapılmış pipo, 2 adet üzerinde Hz. İsa' nın resminin olduğu hac parçaları, Konuralp müzesine ait fotoğraf, harita ve kasetler, 60 adet 9 mm.fişek,1 adet tabanca şarjörü, 3 ruhsatsız av tüfeği, 3 adet tabanca, kazı için kullanılan matkap, matkap ucu, kazma ve kürek ele geçirildi.
Düzce Damla Gazetesi, 25.06.2005

MÜZEDEKİ ESERLER PERSONEL EKSİKLİĞİNDEN SERGİLENEMİYOR

Personel ve fizikî mekan yetersizliği, tarihî eserlerin sergilenmesini engelliyor. Türkiye'deki toplam 95 müzede 2 milyar 800 bin tarihî eser bulunuyor. Bunların sadece yüzde 10'u sergilenebiliyor.

Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği Başkanı ve Konya Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Adil Tırpan, personel yetersizliğinden dolayı sergilenemeyen eserlerin depolarda kötü şartlarda istiflendiğini söyledi. Prof. Dr. Tırpan, bazı müzelerde personel yetersizliğinden müdürlerin bilet satışı yaptığını iddia etti. Tırpan, müzelerimizin çoğunun eski ve mahalle arasında olduğunu, eserlerin yüzde 90'ının depolarda uygunsuz bir şekilde istiflendiğini, en önemli turizm merkezi Muğla'da bile müzenin eski hapishanenin üç odasına sığdırılmış durumda olduğunu vurguladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı birimlerde uzman sayısının az olması değerli eserlerin deforme olmasına sebep oluyor. Uzman sayısının az olmasından yakınan yetkililer, İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı'nın 10-15 uzmanla hizmet vermeye çalıştığına dikkat çekiyor. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü yetkilileri, Uşak'taki Karun Hazineleri'nin de personel yetersizliği yüzünden korozyona uğradığını belirtti.
Haber: Melih Evren, Uşak, Zaman Gazetesi, 25.06.2005

DANIŞTAY, AYASOFYA'NIN
İBADETE AÇILMASI TALEBİINİ
REDDETTİ

Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın yeniden ibadete açılması yönündeki talebi reddetti.Davacı dernek, bu karara itiraz ederse dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'na gidecek. İstanbul'da 2004 yılında kurulan Sürekli Vakıflar Tarihi Eserler ve Çevreye Hizmet Derneği, ”Bakanlar Kurulu'nca alınacak bir karar ile Ayasofya Camisi'nin müzeye çevrilmesini ilişkin 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı'nın kaldırılarak, ülke çıkarlarının gerektirmesi halinde müze vasfı korunarak söz konusu caminin ibadet açılmasına yönelik bir düzenleme yapılması” istemiyle Başbakanlığa başvurdu. Başbakanlık bu isteme yanıt vermedi.

Dernek bunun üzerine 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı'nın iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştay'da dava açtı. Danıştay 10. Dairesi, davanın durumu ve uyuşmazlığın niteliğine göre İdari Yargılama Yasası'nda öngörülen koşulların bu aşamada gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması istemini bire karşı 4 üyenin oyuyla reddetti. Karara muhalif kalan bir üye, davacı derneğin 2004'de kurularak tüzel kişilik kazandığını kaydetti. Davanın Bakanlar Kurulu Kararı'nın yürürlüğe girmesinden 70 yıl sonra açıldığına işaret eden üye, davanın süre yönünden reddedilmesi gerektiğini savundu
Hürriyet, 24.06.2005

MİLLİ SARAYLARA İLGİ ARTTI

Bu yıl tarihi mekânları gezen ziyaretçi sayısı rekora doğru gidiyor. 2005 yılının ilk beş aylık periyodunda, Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayı başta olmak üzere TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na bağlı tarihi mekânları gezen yerli ve yabancı ziyaretçi sayısı geçen yıla göre yüzde 70 oranında artış göstererek 415 bine ulaştı. Geçen yılın ilk beş aylık döneminde sarayları yaklaşık 250 bin kişi gezmişti.
Milli Saraylar arasında en çok ziyaretçiyi 298 binle Dolmabahçe Sarayı çekerken, Beylerbeyi Sarayı da yılın ilk beş aylık periyodunda 60 bin yerli ve yabancı turisti ağırladı. Ziyaretçi sayısındaki artış Milli Saraylar'ın gelirlerine de yüzde 100 oranında yansıdı: Yılın ilk beş ayında 2 trilyon 125 milyar lira gişe ve kamera geliri elde edildi.
Radikal, 24.06.2005


IRAK'IN MİRASI TEHLİKEDE

Dünya Anıtlarını Koruma Fonu (WMF), Irak'taki her türlü kültür ürününün tehdit altında olduğunu ve bütün Irak'ı, 'tehlikedeki 100 anıt listesine' dahil ettiklerini açıkladı. Irak'ın kültürel mirasının WMF'nin 2006 kayıtları arasına dahil edildiğini, bir ülkenin bütünüyle ilk kez bu listede yer aldığını belirten WMF Başkanı Bonnie Burnham, 'Irak'ta her türlü kültür ürünü tehdit altında' dedi. Burnham, 1980-1988 İran-Irak savaşıyla bugünkü Amerikan işgali ve isyan hareketinin, Irak'taki kültür hazinelerine büyük zarar verdiğine işaret etti. 2006 listesinde 55 ülkeden anıtlar yer alıyor. Örgüt, tehdit altında bulunan kültür bölgelerinin korunmasını amaçlıyor.
Radikal, 22.06.2005

SİKKELERİ SÜNNET DÜĞÜNÜNDE TAKTILAR

İzmir Arkeoloji Müzesi Müdür Yardımcısı M.A., 7 adet Osmanlı sikkesini eşi E.A. aracılığıyla çalıştığı müzeye sattı. Olayın duyulması üzerine İzmir Valiliği'nin başlattığı soruşturma çerçevesinde muhakkik İzmir İl Kültür Turizm Müdür Yardımcısı Fahri Çerçi'ye ifade veren A., "Sikkeler oğlumun sünnet düğününde takı olarak geldi" dedi.
E.A., 2003 yılı aralık ayında İzmir Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nce oluşturulan, Eski Eser Kıymet Takdir Komisyon Raporu'na dayanarak 7 adet Osmanlı sikkesi sattı. Ön yüzü tuğralı, arka yüzünde "duribefi Konstantiye, 1223 Hicri" yazılı 7 sikke için müzeden 245 milyon lira ödendi. Ardından İzmir Valiliği konuyla ilgili soruşturma başlattı. Satış sırasında İzmir Arkeoloji Müzesi'nde arkeolog alarak çalışan M.A., sorularımız üzerine sikke satışını doğruladı. Atıcı şöyle konuştu: "Bu konuda şikâyet oldu ve soruşturma geçirdik. Oğlumun sünnet düğününde takıldı. Bundan normal ne var. Bu sikkeler piyasada satılıyor zaten. Bunlar eski tarihli olarak hesaplanıyor, Cumhuriyet tarihi olanlar yeni olarak hesaplanıyor. Kuyumcular bunu 'eski eser kapsamına giriyor' diye eritip yok ediyor. Bunun yok edilmesinin anlamı var mı? Eski eseri korumuş olduk. O dönem müzede arkeologdum ve oluşturulan komisyonda yoktum." Soruşturmanın kapatılmasıyla ilgili görüşüne başvurduğumuz kültürden sorumlu İzmir Vali Yardımcısı Cezmi Batuk, açılan soruşturmanın kendisine ulaşmadığını söyledi.
Milliyet, 22.06.2005

ANFİ TİYATRO BELEDİYELERİN KATKILARIYLA ONARILACAK

Konuralp Belediye Başkanı İbrahim Aykut trafik komisyonunda alınan bir karar ile Konuralp' te bulunan anfi tiyatronunu onarılacağını belirterek;" İl Trafik komisyonu toplantısında alınan karara göre Düzce ve Akçakoca Belediyelerinin katkısıyla anfi tiyatroda onarıma geçme çalışmaları başlayacak" dedi.
Düzce Damla Gazetesi, 25.06.2005

HASANKEYF'TE KAZI ZAMANI

Batman'ın tarihi Hasankeyf ilçesinde bu yıl 4 ayrı bölgede yürütülecek olan kazı çalışmalarına başlandı. Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Hasankeyf Arkeolojik Kazı Ekibi Başkanı Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam, Hasankeyf'teki tarihi eserlerin bilinçsizce tahrip edildiğini söyledi. Kazı çalışmalarının 15 Ekim'e kadar süreceği bildirildi.
Milliyet, 23.06.2005

TARİHİN ÜZERİNE BETON DÖKÜLDÜ

İstanbul Üsküdar Meydanı'nda Marmaray Tüp Geçit Projesi kapsamında yapılan arkeolojik kazılar tartışmaları da beraberinde getirdi. İş makinelerinin alana sokulmasına tepki gösteren Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği, alttaki katmanların tahrip edildiğini ileri sürdü. Kazı ekibi ise aksini iddia etti.

Tüp geçit için yapılan kurtarma kazılarında çini, anfora, kandil ve sikke gibi pek çok tarihi eserin yanı sıra MÖ 4. yüzyıldan, son dönem Osmanlı mimarisine kadar pek çok yapının temellerine rastlandı. Bu eserler çıkarıldı. Ancak arkeologların karşı çıkmasına rağmen İstanbul 3 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 'mevcut mimari buluntuların hafif iş makineleriyle kaldırılmasını' onayladı. Kazıyı yürüten arkeolog Dr. Şeniz Atik ise, karara tepki gösterince kazılardan el çektirildi. Kazılarda görevli bir arkeolog, "Kimse yapılmamalı demiyor. Ancak usulünde ve doğru yapılmalıydı. Alttaki tabakaya zarar verildi. Erken dönem Roma'ya kadar bulgulara rastladık. Bunlar kurula bildirildi. Ama iş makineleriyle alttaki tabaka yok edildi" görüşünü savundu.

Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Doç. Dr. Sevil Gülçur da şöyle konuştu: "Kazı alanında İstanbul'un geçmişiyle ilgili bilgilere ulaşılabilirdi. Bunlar belgelenerek arkeolojinin genel kuralları içinde kaldırılmalıydı. İş makinesi ile arkeolojik duvar kaldırılmaz." İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü İsmail Karamut ise farklı bir görüş savundu: "Altta kalıntı yok. Makine kazı yapmadı, mevcut duvarları yıktı. Bu duvarı bir şekilde yıkmak zorundasınız. İster yumrukla, ister kazma ile isterse makine ile yıkarsınız. Fark etmez. Yıkılan duvarlar arkeologlarca didik didik incelendi."

3 Numaralı Koruma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Can Binan da, "Buluntular hafif iş makinesi kullanılarak, yüzeyden yatay tabakalar halinde kaldırıldı. Arkeolojik alan değil orası. Lastik tekerlekli, düz ağızlı kepçeler kullanıldı" dedi.
Milliyet, 19.06.2005




AYASOFYA'YA ÖZEL KORUMA

Kültür Bakanlığı Döner Sermaye İşletmeleri Müdürlüğü, başta Ayasofya ve Türk İslam Eserleri müzeleri olmak üzere önemli tarihi eserlerin korumasını ihaleyle özel güvenlik şirketlerine verdi.
Kurum içi güvenlik görevlileri tarafından korunan müzelerden Ayasofya ve Türk İslam Eserleri müzelerinin 25 Nisan 2005 tarihinde yapılan ihalesini 20 firma arasından 8 ay için teçhizat dahil toplam 632 bin YTL ile en düşük teklifi vererek kazanan 'TR Vip' güvenlik şirketi, 90 güvenlik görevlisiyle iki eseri sıkı korumaya alacak. TR Vip'in Genel Koordinatörü Kenan Işık, şunları söyledi:'Bizim için Ayasofya bir prestij ve referans işi olacak. Bu nedenle para kazanmayı ikinci planda tutuyoruz. Temmuz başında güvenlik görevlilerimiz iş başı yapacak. Personelimizin giyiminden teçhizatına kadar her şeyi en ince ayrıntısına kadar ayarlıyoruz. Çalışanlarımıza özel eğitim de veriyoruz. Buradan kuş uçurtmayacağız ama bir o kadar da ziyaretçilere güleryüzlü hizmet vereceğiz.'
Hürriyet, 22.06.2005


IRAK MÜZESİ'NDEN TÜRKİYE'YE SİTEM

Irak Müzesi'nin Müdürü Donny George güvenlik konusunda başka müze müdürlerinden çok daha fazla endişeli.
Müdür, patlamaların devam etmesinden dolayı dünyanın en önemli müzelerinden biri olan Irak Müzesi'nin açılışını sürekli erteliyor. ABD işgali sırasında Bağdat düşerken yaşanan karmaşada müzeden 15 bin parça tarihi eser yağmalanmıştı. Ortadan kaybolan 15 bin parçanın neredeyse yarısının nerede olduğu belirlendi. Kuveyt'ten Japonya ve İtalya'ya kadar pek çok ülkeye dağılmış olan bu eserleri henüz geri getirmeye hazır olmadıklarını belirten Donny George, "Yerlerini tespit ettiğimiz parçalar şu anda güvenlikte" diye konuştu. Ürdün ve ABD'nin kendileriyle önemli bir işbirliği yaptığını vurgulayan George, İran ve Türkiye'nin bu ülkelere kaçırılmış olan eserlerle ilgili bir girişimde bulunmadığını ve pek çok eserin bu iki ülkede olduğunu düşündüklerini dile getirdi.
Bir zamanlar medeniyetin beşiği olan Mezopotomya'nın en değerli parçalarına sahip müzeden, çok ağır tanrı heykelleri gibi parçalar dışında neredeyse tüm eserler çalınmıştı. Müzenin şimdilik boş olan kabinleri tozla kaplanmaya başladı.
Radikal, 18.06.2005

TARİHİ ALANLARDA SÖZ BELEDİYENİN

Kentsel Dönüşüm Yasası, dün TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi. Yasaya göre Büyükşehir Belediyeleri ile nüfusları 50 bini aşan il ve ilçe belediyeleri kentin yıpranan tescilli yapı ve bölgelerini yeniden inşa ve restore edebilecek. Bu tür bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturabilecek. Belediye sınırları dışında bu görevi il özel idareleri üstlenecek. Yenileme alanları, il genel meclisi ve belediye meclislerinde kabul edildikten sonra Bakanlar Kurulu'nun onayına sunulacak. Kurul üç ay içerisinde projenin uygulanıp uygulanmayacağına karar verecek. Belediyece ve il özel idaresince hazırlanacak yenileme projeleri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayanın ardından hayata geçirilebilecek.
Radikal, 17.06.2005

ASLI SUYUN 35 METRE ALTINDA, KOPYASI MÜZEDE

Urartu döneminde Malatya çevresi tarihine önemli bir ışık tutan ve oyularak üzerine yazı yazılan kaya, Karakaya Baraj Gölü'nün 35 metre derinliğinde kalınca, kopyası yapılarak "İzoli Yazıtı" adı altında Malatya Müzesi'nde sergileniyor.
Malatya Müzesi'nde "İzoli Yazıtı' altında sergilenen kitabenin, M.Ö. 750-733 döneminde Urartu Kralı 3. Sarduri'nin Fırat'tan batıya geçen ilk kral olması nedeniyle Fırat'ın kenarına bugünkü Karakaya Baraj Gölü üzerindeki Kömürhan Köprüsü yakınlarında kaya üzerine yazdırdığı yazının kopyası olduğu belirtildi.
Malatya Müze Müdürü Enver Üstündağ, "Karakaya Baraj Gölü üzerindeki, bugünkü Kömürhan Köprüsü yakınında yaklaşık 35 metre suyun altında kalan 'İzoli Yazıtı', dik bir kaya yüzeyi üzerine 15-20 santim derinliğindeki bir niş oyulmak suretiyle ana kayaya yazılmıştır. Yazıt, Urartu Kralı 3. Sarduri'ye (M.Ö. 750-733) ait olup, Urartu döneminde Malatya çevresi tarihine önemli bir ışık tutmaktadır" dedi.
Malatya Haber, 17.06.2005

KASTAMONU, ÇİFTE HAMAM İÇİN İTÜ'DEN EKİP GELDİ

Çifte Hamam'ın atıl vaziyetten kurtararak gün ışığına çıkarılması için İstanbul Teknik Üniversitesi'nden gelen restorasyon ekibi çalışmalarına başladı. Çifte Hamam'ın restorasyonu sırasında dışarıdan göründüğü gibi olmadığı ortaya çıktı. Restorasyon ekibi tarafından hamam civarında yıkılan binaların alt kısımlarına doğru gidildiğinde uzantıların olduğu tespit edilirken, geçmiş tarihin mimari özelliklerini sergileyen hamam'daki restorasyona İstanbul Teknik Üniversitesi Restarasyon ve Mimarlık Bölümü'nden Doç.Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller başkanlık ediyor.
Kastamonu Postası, 17.06.2005

EFES'TE 5 YENİ LAHİT BULUNDU

İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki Efes Antik Kenti'nde, Avusturyalı Kazı Başkanlığı'nın bu yıl başlattığı çalışmalarda, iki ayrı bölgede 5 lahit bulundu. Selçuk Kaymakamı Hayri Sandıkçı, Avusturyalı Efes Kazı Başkanlığı'nın Arkadiane Caddesi (Liman) ile Yedi Uyuyanlar civarında yürüttüğü çalışmalarda 5 lahit tespit edildiğini, bunlardan birinin çıkarılarak Selçuk Efes Arkeoloji Müzesi'ne konulduğunu belirtti.
Antik Tiyatro ile liman arasındaki Arkadiane Caddesi'nin Selçuk Efes Havaalanı'na yakın noktasında bulunan ve gün yüzüne çıkarılan lahidin, MS 3. yüzyıla ait olduğunun tespit edildiğini kaydeden Sandıkçı, orijinal olan ve hasarı bulunmayan lahidin kenarlarında Zafer Tanrıçası Nike, ortasında 2 adet Aşk Tanrısı Eros heykelcikleriyle o döneme ait ünlü bir kişinin büstünün bulunduğun bulunduğunu söyledi. Hayri Sandıkçı, Yedi Uyuyanlar bölgesindeki 4 lahidin ise çıkarılması işleminin sürdüğünü anlattı.
Selçuk Efes Arkeoloji Müzesi Müdürü Enis Üçbaylar da son bulunan 5 lahit ile müzedeki lahit potansiyelin arttığını belirterek, “Müzenin içinde ayrı bir bölgeye kronolojik lahit teşhir salonu açmayı planlıyoruz” diye konuştu.
Hürriyet, 16.06.2005

ERZURUM KALESİ'NDE ARKEOLOJİK KAZI YAPILACAK

Kültür ve Turizm il Müdürü Fikret Öztürk tarafından kentin tarihi açısından önemli bir yere sahip olan Erzurum Kalesi içerisinde arkeolojik kazı çalışmalarına başlanacağı bildirildi.,
Erzurum Gazetesi, 15.06.2005

ZEUGMA'NIN VİLLALARI KORUNACAK



Gaziantep'teki Zeugma Antik Kenti'ndeki Dionysos ve Danea villaları, Bakanlar Kurulu kararı doğrultusunda Zeugma Arkeoloji Projesi kapsamında gerçekleştirilecek kazılara başkanlık edecek olan Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kutalmış Gençay'ın gelecek hafta başlatacağı kazıyla gün ışığına çıkarılıp korumaya alınacak.
Sabah, 16.06.2005

UĞUR MUMCU'NUN DOĞDUĞU EV YIKILDI

Kırşehir Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Gökgül, bombalı saldırı sonucu hayatını kaybeden Gazeteci-Yazar Uğur Mumcu'nun doğduğu, Cumhuriyet'in ilk yıllarından kalma, Kayabaşı Mahallesi Ağalar Sokağı'ndaki Kırşehir Evi'nin tescillenerek koruma altına alınması için yapılan yazışmaların henüz bitirilemediğini, ancak evin mal sahipleri tarafından yıkıldığını öğrendiklerini açıkladı. Bu tür evlerin kamulaştırılması aşamasında, ödenek yokluğundan dolayı sorun yaşandığını, mülk sahiplerinin de bu tür yapıları tescil edilmeden yıktığını söyleyen Göknül, tescil edilerek koruma altına alınan bu tür yapıların sadece aslına uygun olarak restore ettirildiğini ve başka türde yapılaşmaya kesinlikle izin verilmediğini, mal sahibinin de evi tescil ettirilmeden yıktığını belirtti.
Yıkılan evin sahibi olan Mehmet Günday ise evin babasından kaldığını belirterek, Uğur Mumcu'nun bu evde doğduğu ve buranın koruma altına alınacağı yönünde hiçbir kurumdan, kendisine resmi olarak bildirimde bulunulmadığını, yerine yeni ev yapmak için eski evi yıktırtırdığını ve enkazı kaldırdığını söyledi.
Hürriyet, 15.06.2005

NEMRUT'UN KADERINI BİLİM KURULU BELIRLEYECEK

Kültür ve Turizm Bakanlığı, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan Nemrut'un koruma altına alınması için harekete geçti. Bu nedenle Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun Türkiye'deki çeşitli üniversitelerde görev yapan bazı bilim adamlarından bir seçici kurul oluşturuldu. Kurul Nemrut'ta incelemelere başladı. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Nemrut için bazı bilim adamları, 'Kurtarma çalışmaları başlamazsa Nemrut 5-10 yıl içinde yok olabilir' yorumunu yapmıştı. Böylece 2012 yılına kadar uygulanacak bir restorasyon planı ile Nemrut kurtarılacak.
Hürriyet, 15.06.2005

CAMİYE RESTORASYON!

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Düzce'nin Akçakoca İlçesi'ne bağlı Hemşin Köyü'nde bulunan 170 yıllık camiye onarım izni verdi.
Akçakoca İlçesi'nin Hemşin Köyü'nde bulunan ve 3 köyün ortak olarak kullandığı 170 yıllık tarihi cami, izin alınmasının ardından aslına uygun olarak onarılıyor. Hemşin Köyü Muhtarı Ayhan Kibar, Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na caminin onarılması için müracaat ettiklerini söyleyerek, "Cami 170 yıllık geçmişe sahip. Yapılırken, hiç çivi kullanılmadan inşa edilmiş. Ancak aradan geçen zaman içinde bina harap bir hale gelmiş. Camiyi Hemşin, Karatavuk ve Yenice Köyleri ortak kullanıyor. Aldığımız izin ile camiyi aslına uygun olarak restore ediyoruz. Cami için Ukrayna'dan ladin ağacı getirttik. Sadece minaresi için 35 milyar lira harcadık" dedi. Cami restorasyonunun tamamlanabilmesi için yaklaşık 40 milyar liraya daha ihtiyaç duyulduğunu belirten Muhtar Kibar, bu konuda hayırseverlerden destek beklediklerini dile getirdi.
Zonguldak, Değişim Gazetesi, 14.06.2005

NEMRUT'A ARSLANLI HOROSKOP



Adıyaman'ın Kahta İlçesi'ndeki Nemrut Ören yerinde bulunan Aslanlı Horoskop'un prototipi yapılacak. Amsterdam Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Herman Brijder, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Nemrut Dağı'ndaki dünyanın en büyük orijinal horoskopunun prototipini yaparak dağda yapılacak bir müzede sergilemeyi planladıklarını söyledi.
Kum taşına kabartma olarak yapılmış 4 deksiyosis ve arslanlı horoskopun 2003 yılında koruma altına alınmak üzere Nemrut Dağı'nın kuzeyinde yapılan geçici restorasyon laboratuvarına getirildiğini ifade eden Brijder Amsterdam'da orijinalinin bire bir ölçülerinde yaptıracakları prototipini önümüzdeki yıl Nemrut Dağı'na getirerek dağda yapılacak bir müzede sergilemeyi planladıklarını ancak bütün bunların gerekli izinlerin verilmesine bağlı olduğunu söyledi.
Aslanlı Horoskop, 1,75x 2,40 metre boyunda ve 0,47 metre kalınlığında bir taş kabartma olup, sağa doğru yürümekte olan bir aslanı betimler. Aslanın gövdesinde bulunan 19 yıldızın her birisi, sivri uçlu 8 ışından oluşuyor. Konumlarındaki küçük değişiklikler dışında, bu yıldızlar, Eratostenes'in Ephemeris'inde tasvir ettiği Aslan konstelasyonunu (dizilişini) temsil eder.
Aslanın boynunda, yeni ayın sembolü hilal var. Hilalin hemen üstünde Regulus (kral) yıldızı parlar. İnsanlık tarihi boyunca Regulusyıldızı krallarla özdeşleştirilmiştir. Aslanın üzerinde her biri 16 ışından oluşan 3 yıldız görülür. Bunlar, üzerlerine Yunanca isimleri de kazınan Mars, Merkür ve Jüpiter gezegenleridir. Aslanlı Horoskop, bu göksel cisimlerin, bir anlık konumlarını tasvir ediyor. Jüpiter'in yörüngesini tamamlaması için 12, Mars'ın 2 ve Merkür'ün1 yıla ihtiyacı bulunuyor. Ay yörüngesini 1 ayda tamamlar. Bunlardan, horoskoptaki yavaş gezegenler Jüpiter ve Mars'ın yılı, Merkür'ün ayı, ayın günü gösterdiği ortaya çıkıyor.
İÖ 109 yılının 14 Temmuz'undaki diziliş seçilmiş. Normal şartlar altında Merkür dünyadan çıplak gözle görülemez. Ancak, bu özel günde Merkür güneşten en uzak konumuna ulaştığı için, yeryüzünden kolaylıkla seçilebiliyor. Güneşin doğuşu ile ayın batışı arasındaki zaman farkı, yaklaşık 17 dakika. Eğer, Ay-Kral yıldızı buluşması dağın tepesinden görülebildiyse bu ancak çok kısa bir süre için, ayın gerçek yerel saatle 19.37'de batmasından hemen önce olmalıdır. Yani, yıldız ve gezegenlerin horoskopta betimlenmiş konumlarını almalarından sadece birkaç dakika önce. Bu özel ve istisna fenomen sadece dizilişin oluştuğu tarihi değil, aynı zamanda kesin saatin de 19.37 olarak hesaplanmasına imkan veriyor.
Yazıtlardan öğrenildiğine göre, İÖ 109 yılının 14 Temmuz günü saat19.37'de Kral Mithridates taç giymiş. Bu özel tarih, çok önceden belirlenmiş ve taç giyme töreni için uygun bulunmuş. Aslanlı horoskopun, önümüzdeki 25 bin yıl içinde bir daha görülemeyecek bir canlandırmayı yansıttığı, canlandırmanın bireyleri Nemrut'un batı terasına ve İÖ 109 yılının 14 Temmuz'una götüreceği ve o geceye ilişkin özel dizilişi ifade ettiği savunuluyor.
Sabah, 13.06.2005

ÇİFTE MİNARELERİN RESTORE PROJESİ İHALEYE ÇIKIYOR.

Daha önce eksik proje nedeniyle yapımına ve restorasyonuna başlanamayan Çifte Minareli Medrese için proje hazırlama safhası bir türlü tamamlanamıyor. Bakım ve restorasyonu konusunda yeterli hassasiyetin gösterilmediği Çifte Minareli Medresenin rölöve ve restorasyon işlemlerini yapılması için, hazırlanacak proje için 20 Haziran'da ihale yapılacak.

Çifte Minareli Medrese daha önce Vakıflar Bölge Müdürlüğüne ait durumdayken eksik proje hazırlanması sebebiyle onarım işletmelerine bir türlü başlanamamıştı. 2005 yılı programında 700 milyar kaynak ayrılan Çifte Minareli Medresenin restorasyon projesinin hazırlanması oldukça uzun bir süreç alacak ve bu yıl içinde minarenin onarılmasına başlanılması mümkün olmayacak gibi görünmüyor.
Erzurum Gazetesi, 13.06.2005

DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI'NIN RESTORASYONU HAKKINDA

Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Organizasyonu UNESCO'nun 1985'te Dünya Mimari Mirası'na dahil ettiği, Ortaçağ sanatının Türkiye'deki şaheserlerinden 800 yıllık Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'na en ölümcül darbeyi, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 60'lı yıllarda yaptırdığı restorasyon vurmuştu. Şimdi ise Ulu Cami için yeni ve kritik bir dönem başladı. Sivas Valisi Hasan Canpolat, ihaleye çıkarak caminin restorasyonunu gerçekleştireceğini açıkladı. Ancak Ulu Cami'ye 40 yılını vermiş, 1997'de 'Divriği Mucizesi' adlı bir kitap yazmış, üstelik Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nın Restorasyonu İşi Bilimsel Danışma Kurulu Genel Danışmanı olan Prof. Dr. Doğan Kuban, 'İhale derhal durdurulsun' diyor.
Vali Hasan Canpolat Divriği Ulu Camii'nin restorasyonuyla ilgili şu açıklamayı yapıyor : Anadolu kültürü ve mimarisi açısından çok önemli olan Divriği Ulu Camii ile ilgili sorunlar 4 Eylül 2003'te Sivas'ta yapılan Bakanlar Kurulu toplantısından sonra hükümet düzeyinde ele alınmaya başlandı. Yatırımları Hızlandırma Ödeneği'nden Turizm Bakanlığı aracılığıyla 2.3 trilyon liralık ödenek başlangıç olarak aynı yılın kasım ayında Sivas İl Özel İdaresi'ne aktarıldı.



Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür Bakanlığı ve Sivas Valiliği bir protokol imzaladı ve üç kurumun işbirliğiyle restorasyonun yürütüleceğini deklare edilerek teknik kurul ve danışma kurulu oluşturuldu. İhale Kanunu'ndan kaynaklanan sıkıntılar gündeme geldiği için cami restorasyonu kanunun kapsamı dışına çıkarıldı. Fakat Kültür Bakanlığı uygulamaya ilişkin yönetmelikleri çıkarmadı. Kültür ve Tabiat Varlıklarının Restorasyonuna İlişkin İhale Uygulama Yönetmeliği'nin çıkmadığı için çalışmalar mevcut İhale Kanunu'na göre yürütülüyor. Taslak şartname hazırlandığı ve ihale için geçtiğimiz mart ayında ilan verildiği halde talip çıkmayınca ihaleyi iptal edildi. Tekrar ihaleye açılıyor ancak aynı şartnameye yine talip çıkmayacağı için değişiklik yapılıyor. Bu ihaleye isteyen herkes -yabancılar dahil-, konsorsiyum halinde de girebilecek. Caminin etrafındaki on tarihi eserin onarımını da ihaleden çıkarıldı. İhalede özel fiyatlandırma yapılacağı için kim daha iyi yapacaksa ona verilecek. Üniversiteler de bu ihaleye katılmalı.
Prof. Dr. Doğan Kuban ise Türkiye'de, özellikle de Ortaçağ eserlerinde restorasyon konusunda uzmanlaşmış kimse olmadığının altını çizerek Ulu Cami ihalesinin hemen durdurulması gerektiğini söylüyor. Kuban, bu kadar komple bir restorasyonun hiç yapılmadığını, yeterli hazırlık, laboratuvar çalışması, teknik araştırma, röleveleri yapılmadan, gereken para ayrılmadan bu işi ihale edilmesinin doğru olmadığını belirtirken Türkiye'de hálá en büyük anıtların modern usullerle yapılmış rölevesi olmadığının, Ortaçağ mimarisini; Ortaçağ Ermeni Mimarisi, Ortaçağ Selçuklu, Ortaçağ Anadolu konstrüksiyon tekniklerini, malzemelerini, dekoratif detayları bilmek gerektiğinin altını çiziyor. Restoratörlerin bunları bilmesi zaten zorken müteahhitlerin duyarlı olmasının ise imkansız olduğunu söyleyen Kuban, “Divriği Ulu Camii'nin tabanı yakınındaki imam hatip lisesinden almıyor ki suyu sadece. Yağmur, rüzgar, kar, don, dolu da zarar veriyor. İmam hatipteki çocuklar bahçesinde futbol oynuyor. Caminin kapılarını kale yapıp şut çekiyorlar. Divriği'de de geri dönülmez hatalar yapılacak. Çünkü çalışmanın teknik bir temeli yok. Rheims Katedrali'ni gördüm geçenlerde. On senedir on şirket taş analizi yapıyor. O şirketler, 100 yıldır bu işe hazırlanmıştır. Katedralde bin tane heykel var, hálá tartışıyorlar. Çünkü Ortaçağ, zordur. Ulu Cami'de de hiçbir şey birbirine benzemiyor. Taş duvarı düzeltebilirsin ama taş oymayı şırınga yöntemiyle ancak 15 yıl yaşatabilirsin. 800 yıllık yapıyı 15 yıllık garantiyle kime emanet edeyim. Münferit bir yapı. Eşi yok. Müzeye kaldırılması gerekiyor. Ulu Cami'ye heykel gözüyle bakmak lazım ama müzeye taşınması zor. Türkiye'de restorasyonların duayeniyim. Söyleyeceklerim, kuşağımdakilerin eriştikleri bilginin özeti. Türkiye'de iki dünya çapında büyük yapı var: Biri Divriği Ulu Camii, diğeri Edirne Selimiye Camii. Bunlarla oyun olmaz, tartışılmaz. Topkapı Sarayı'ndaki Mukaddes Emanetler gibi saklanması gerekir.” diye belirtiyor.

Kuban'a gore hiçbir şey yapmamak, sadece bir kış daha geçirmesin diye camiyi müze değerinden kabul edip binayı örtmek yeterli olacak. Ondan sonra Kazakistan'da Ahmet Yesevi Türbesi gibi içinde istedikleri düzenleme yavaş yavaş yapılabilir.
Cami, Mengücekoğulları hükümdarı Süleyman Şah'ın oğlu Ahmet Şah tarafından 1228 yılında yaptırıldı. 1280 metrekarelik kapalı alana sahip. Anıtın başmimarı Ahlatlı Hürremşah. Bitişiğindeki Darüşşifa (hastane) ise eşi Ahmet Şah'ın eşi ve Behram Şah'ın kızı Melike Turan Melek tarafından yaptırıldı. 768 metrekarelik alana sahip olan hastanede ruh hastalıkları müzik ve su sesiyle tedavi edilirdi. Her iki yapı birbirinden ayırt edilemediği için Ulu Cami sözcüğü her ikisini de kapsıyor. Caminin mükemmel bir işçilikle yapılmış olan ahşap minberi, Tiflisli İbrahim oğlu Ahmed adlı bir sanatkara ait. 16 sütunlu cami, 23 tonoz ve iki kubbe ile örtülü. Mihrabın biçim ve bezemelerinin Anadolu'da başka örneği yok. Caminin, Kıble-Kuzey Taç Kapısı, batı yönünde çıkış kapısı olan Çarşı-Batı Kapısı ve doğuda yer alan Şah Kapısı olmak üzere üç girişi bulunuyor. Camide dört kitabe, dört usta imzası, besmele, ayet ve dua yazılı olan 21 pano yer alıyor. Kapılarda birbirini tekrarlamayan kabartma motifler, ışık-gölge oyunları anıtsal etki yaratıyor.
Bir zamanlar ilçenin dışında olan cami, günümüzde apartmanlar arasında kalmış. Ulu Cami'nin mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne, kullanım hakkı ise Diyanet İşleri'ne ait. TBMM, Kültür, Turizm Bakanlığı ve UNESCO da müdahil. Taş oyma bezemeleriyle dünya sanat tarihinde benzeri olmayan caminin süslemeleri artık dökülüyor, eriyor. Doğu Kapısı, diğer adıyla Şah Kapısı, kışla kapısı gibi gri boyalı demir parmaklıklarla kapatılmış. Ana-Taç Kapı'nın üzerindeki oyma figürler demir çemberlerle bağlanmış. Giriş-Kale Kapısı'ndaki kabartmaların dökülen yerleri beton yamalarla kapatılmış. Batı-Çarşı Kapısı'ndaki tek başlı kartal Mengücekoğlu Beyliği'ni, çift başlı olan da Selçuklular'ı simgeliyor. Kapının sağ tarafındaki üç metrelik bölümün figürleri artık yok.
Caminin arka tarafına gitmek isterseniz dehşet verici bir manzara sizi durduruyor. 64 metrelik arka duvar, dört metre yüksekliğindeki istinat duvarıyla boydan boya kapatılmış. Tarihi taşlar, betonun içinde kalmış. Caminin kuzey ve doğu kenarları da çirkinlik ötesi demir basamak ve demir trabzanlarla çıkılan bu beton yükseltiye bağlanmış. Altı ise karanlık, küflü bir galeri. Güya caminin arka duvarını ve zeminini dağdan akan sulardan korusun, hava sirkülasyonuyla nemden arıtsın diye yapılmış. Ancak en ufak bir matematik hesaptan uzak bu ilkel uygulama, gelen suyu birkaç misli artırırarak camiyi temelinden minaresine çürütüyor.
Caminin elektrik tesisatı 1968'de yapılmış. Duvarların üzerindeki siyah kablolar, priz ve anahtarların çirkinliği bir tarafa her an kontak yapıp 800 yıllık şaheseri kül haline getirebilir. Tarihi yapıda çatlak ve ayrılmalara ve de restorasyon ihtiyacına neden olan 150 tonluk kurşun çatı 1940'lara kadar toprakmış. İşgal yıllarında İstanbul'dan getirilen kıymetli eşyaların korunması için kurşun bir çatı yapılmış. Cumhuriyet'in ilk yıllarında da sık sık yapılan çatı onarımları caminin genel statiğini altüst etmiş.
Caminin içi de saygısızlıktan nasibini almış. Yüzlerce yıllık ahşap kapılara, hırsızlara karşı ağaç mertekler dayanmış. Sütunlar arasına gerilen tellere perdeler asılmış. Bir kenarda elektrik süpürgesi, formika masa ve çelik dolaplar duruyor. Caminin tarihi halıları yıllar önce İstanbul Halı Müzesi'ne götürülmüş. Yerlerine birbiriyle alakasız renk ve desenlerde makine halıları serilmiş. Abanoz ağacından ve her milimetresi oyma nakışlarla süslü geçmeli yani çivisiz yapılmış minber, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün vaktiyle yaptığı cami restorasyonu sırasında inşaat iskelesi olarak kullanıldığı için epeyce hasar görmüş. Minberin önünde bir tabela duruyor: '21 Haziran 2002 tarihinde çalınan minber kapısı ve iki adet üzeri işlemeli ahşap levha, Sivas İl Jandarma Komutanlığı'nın çalışmaları sonucu İstanbul ilinde yakalanarak Sivas'a getirilmiş ve 23 Ekim 2002 tarihinde yerine monte edilmiştir.'
Şifahane (Hastane) Kapısı'ndan girildiğinde tavandan sarkan mavi çini küre artık yerinde yok. Her an düşüp kırılabir diye Sivas Müzesi'ne nakledilmiş. Mengücek hanedanlarının mezarları vaktiyle Selçuklu çinileriyle kaplıymış. Büyük bir bölümü çalınmış.
Hürriyet, 12.06.2005

ANADOLU'YA DAHA ÖNCE GELMİŞİZ

Amorium antik kentinde kazıları yöneten ABD'li arkeolog Dr. Chris Lightfoot Türklerin Anadolu'ya 1071'deki Malazgirt Savaşı'ndan yaklaşık 300 yıl önce geldiğini, hatta Afyon'a kadar ilerlediklerini savundu. Afyon'da bulunan Amorium antik kentinin kazı başkanlığını yürüten Lightfoot, 838 yılındaki Arap kuşatmasına çok sayıda paralı Türk askerin katıldığını, bazı generallerin de Türk olduğunu söyledi.

Akdeniz Üniversitesi'nin Antalya'da düzenlediği 27. Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'na katılan New York Metropolitan Sanat Müzesi'nden Lightfoot, antik kentte gerçekleştirilen çalışmaları anlattı. Lightfoot, "Hem Bizans, hem de Arap kaynaklarında bundan bahsediliyor. Kazılarda her açmada bir yangın tabakası görüyoruz. Dönemin imparatoru Theofilos'tu. Arap orduları Amorium'a geldi ve burayı kuşattı. Çünkü Theofilos bu kentte doğmuştu, Amorium Hanedanlığı zamanında. Bu şehri yok etmek istediler. Türkler Anadolu'ya 1071'den önce, ilk defa bu savaşla geldiler. Bu ordunun komutanı bir Türk generaldi. Bu nedenle çok sayıda paralı Türk askeri vardı. Kazı çalışmaları sırasında pek çok iskelete rastlıyoruz. Bu iskeletleri inceliyoruz. Bunların içinden mutlaka Türklere ait olan çıkacaktır." dedi.

Amorium antik kenti, Ortaçağda Bizans İmparatorluğu'nun İstanbul ve Selanik'ten sonra en önemli üçüncü kentiydi. II. Mikhail, Theofilos ve III. Mikhail isimli imparatorların yer aldığı Bizans sülalesine ev sahipliği yapan Amorium, daha çok M.S. 838'de Abbasi Halifesi Al-Mu'tassım yönetimindeki orduların gerçekleştirdiği kuşatma ve işgal nedeniyle tanınıyor. 1988 yılında Oxford Üniversitesi'nden Prof. Martin Harrison'ın başlattığı kazı çalışmaları, bugün Lightfoot başkanlığında sürdürülüyor. Antik kent dünyada el değmemiş ve yağmalanmamış lahitlerin bulunduğu tek arkeolojik bölge olma özelliğini taşıyor.
Milliyet, 12.06.2005

AVRUPA'NIN EN ESKİ MEDENİYETİ

Avrupa kıtasının en eski medeniyetine dair bazı kalıntılar bulundu. Günümüzden yaklaşık 7 bin yıl öncesine ait kalıntılar, Mısır piramitlerinden ve Britanya'nın güneyindeki ünlü Stonehenge dikilitaşlarından 2 bin yıl daha yaşlı.
Arkeologlar, Almanya'nın doğusu, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Avusturya'yı kapsayan yaklaşık 600 km uzunluğundaki bölgede, MÖ 4800 ve 4600 yıllarına tarihlenen 150'den fazla tapınağın izlerini tespit etti. Piramitler ile Stonehenge'den bile yaşlı olan bu yapılar, 'Avrupa'da anıtsal mimarinin Ortadoğu, Mezopotamya ve Mısır'dan daha sonra geliştiği' yolundaki yaygın tezi değiştirebilecek. Ancak üç yıldır hava fotoğrafları ve kazılardan elde edilen bulgulara rağmen henüz bu uygarlığa bir isim verilmiş değil. Ahşap ve çamur kullanılarak yapılan tapınakların Tuna ovasından gelen göçmenlerin torunları olan 'dindar' bir halk tarafından inşa edildiği sanılıyor. Bu kişiler koyun ve domuz yetiştiricisiydi. Buluntular arasında en ilgi çekeni Almanya'nın Dresden kentindeki 150 metre çapında, dört çukurla çevrili, üç yığma toprak duvarlı bir tapınak. Tapınakta taş ve tahta aletler bulundu. Mısır medeniyetlerinde evcil hayvanların öldüklerinde ketene sarılıp gömüldüklerini hatırlatan Oxford Üniversitesi arkeoloji profesörü Andrew Sherratt, Dresden'deki tapınakta da Mısır medeniyetlerindekine benzer insan ve hayvan heykelleri bulunduğunu ancak uygulamanın nasıl bir inanca ait olduğu konusunda bilgi sahibi olamadıklarını söyledi.
Kuzey Avrupa'da şimdiye dek bulunan en eski kalıntılar Orkney Adaları'nda ortaya çıkarılan İ.Ö 3500 yılına ait taş yapılardı. Yeni kalıntılar ise bu yapılardan yaklaşık 1500 yıl daha eskiye dayanıyor.
Radikal, 12.06.2005

KÜÇÜK AYASOFYA'DA RESTORASYON MU, TAHRİBAT MI?



İnsanlık tarihinin en önemli, benzersiz, bir daha yerine konması olanaksız yapılarından biri, 1500 yıllık Küçük Ayasofya Camisi, restorasyon projesi olmaksızın, yani mimari boyutu hiç dikkate alınmadan, restore ediliyor.
Asıl adı Aziz Sergios ve Bakkhos Kilisesi olan yapı, İustinianos tarafından kendi sarayı Hormisdas'ın hemen bitişiğinde inşa ettirildi. Kilisenin 536 yılından önce bitirilmiş olduğu sanılıyor. Bunun anlamı şu: Yapı yaklaşık 1500 yaşında. Sadece bu yaşı nedeniyle bile Küçük Ayasofya, yeryüzünde özgün strüktürünün ağırlıklı kesimini koruyarak ayakta durmayı başarabilen ve kullanılabilen en eski yapılardan biri. Dünyada bunu başaran daha olsa olsa on tane yapı bulunduğu söylenebilir. Kuşkusuz ayakta duruşunda Osmanlı çağında gördüğü onarımların da önemli etkisi var.
Küçük Ayasofya eskiliği ve özgün niteliklerini koruyabilmesi açılarından olduğu kadar yarattığı tarihsel sorunlar nedeniyle de, İstanbul'un ve dünyanın en fazla dikkat çekmiş, merak edilmiş yapılarından biri. 19. yüzyılın ortalarından bu yana inceleniyor. Yine de, bu çok önemli tarihsel yapı hakkında bilinebileceklerin ancak çok küçük kesiminin aydınlatıldığı söylenmeli. Örneğin, kimi araştırmacılar Küçük Ayasofya'ya ilişkin hipotezler ortaya atmış, ama yapının içinde çıplak gözle yapılan incelemelerin bu hipotezleri irdelemeye olanak vermemesi nedeniyle daha ileriye gidilememiş. Özetle, dünya mimarlık tarihinin en önemli örneklerinden biri olan bu yapıyı en gelişkin çağdaş olanaklarla korumak, gelecek kuşaklara aktarmak ve bilinmezlerini aydınlatmak gibi zorunluluklarla yüzyüzeyiz. Ne var ki, Küçük Ayasofya'da 2002 yılında resmen başlatılan ve halen sürdürülen müdahaleler bilim dünyasının ciddi kaygılar duymasına yol açacak noktaya gelmiş durumda ve konuya kamuoyunun dikkatini çekmek gerekiyor. Türkiye'de koruma ve restorasyon adı altında gerçekleştirilen ve genellikle yapıların korunmasından çok tahrip edilmesine neden olan uygulamaların son bir örneğini Küçük Ayasofya oluşturuyor. Her tür olumsuz etmenin varlığına karşın 1500 yıl ayakta durmayı başarmış bu çok çok önemli yapının kaderini etkileyen son durum hakkında hepimizin ve dünya kamuoyunun açıklama ve ciddiyet bekleme hakkı vardır.
Küçük Ayasofya'yı bir restorasyon faciası haline getirmekte olan girişim, 2002 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yapıyı, asıl sahibi olan Vakıflar'dan restore etmek amacıyla bir protokol yaparak devralmasıyla başlıyor. Ardından aynı yıl içinde belediye, 1500 yaşındaki bu benzersiz yapının "zemin takviyesi ve yapı restorasyonu inşaatı"nı bir müteahhitlik şirketine ihale ediyor. Demek ki, insanlık tarihinin en önemli, en benzersiz, bir daha yerine konması olanaksız yapılarından biri restorasyon projesi olmaksızın, yani mimari boyutu hiç dikkate alınmayarak restore edilmeye başlanıyor. Daha açık bir ifadeyle, mimarlık tarihinin bir avuç başyapıtından birinin, bir müteahhitlik şirketi tarafından kendi kararları doğrultusunda restore edilmesi öngörülüyor. Sadece bu kadarının bile kamuoyunu ayağa kaldırması ve sözkonusu girişime dur denilmesi gerekirdi. Ancak, konu dikkat bile çekmiyor. Ve ihaleyi alan şirket, ele aldığı yapının restorasyonunun sadece bir sağlamlaştırma işi olduğu inancıyla, yani alelade çağdaş bir hasarlı yapı ile uğraştığını varsayarak, zemin mekânikçisi bir akademisyene başvuruyor. Amaç, yapının sorunlu olduğu düşünülen "temel zemininin iyileştirilmesi ve temel sisteminin güçlendirilmesi" için bir proje hazırlatmak. Bu aşamada yapının henüz bir restorasyon projesi ve mimarı yok!
Müteahhitin ihaleyi üstlenmesinden ancak altı ay kadar sonra, yapının restorasyon projesinin yaptırılması gündeme gelecektir. Müteahhit firma, bu amaçla başka bir firmayla restorasyon projesinin yapımı için anlaşma imzalıyor. Bu firmanın mimarı Mehmet Alper'in hazırladığı rölöve (yapının mevcut durumunu belgeleyen proje) Koruma Kurulu tarafından onaylanıyor. Yapının nasıl restore edileceğini tanımlayan restorasyon projesi de yine Alper tarafından hazırlanarak Eylül 2003'te Koruma Kurulu tarafından uygun bulunuyor. Yapının zemin takviyesi için hazırlanan proje de onaylanan projenin bir bileşenidir. Bu restorasyon projesi sadece bir önproje niteliğinde. Çünkü, Türkiye'deki garip prosedür nedeniyle, bu denli karmaşık tarihsel ve inşai sorunları olan bir yapının müdahale görmeden önce ayrıntılı bir restorasyon projesini hazırlamak mümkün değil. Ortaya çıkacak verileri dikkate alan daha ayrıntılı bir proje, ancak restorasyon başladıktan sonra yapılabilecek. Oysa, aynı iş herkesin dilinden düşmeyen şu AB ülkelerinden birinde yapılıyor olsaydı, önce yıllar süren bir araştırmalar dizisi gerçekleştirilir, proje bu çalışmaların ardından hazırlanırdı. Bir daha yineleyelim, Küçük Ayasofya yeryüzünün en önemli ve tarihsel-inşai nedenlerle en karmaşık yapılarından biridir. Uzun araştırmalar yapılmadan restore edilemez.
Ne var ki, ne belediyenin ne de müteahhit firmanın böyle araştırmalara inanması sözkonusu değil. Dolayısıyla, işe yukarıda tanımlanan önproje doğrultusunda başlanıyor. Ama, o sırada yapıda girişilen ilk araştırmalar bile, projede revizyonlar yapılmasını zorunlu kılacak veriler sağlıyor. Örneğin, İstanbul Arkeoloji Müzeleri elemanları tarafından caminin zemininde kazı yapılıyor. Sonuç, bazı eski araştırmacıların tahmin ettiği, ama doğrulayamadığı bir gerçeği doğruluyor: Yapının zemini -muhtemelen 17. yüzyılda ve drenaj zorunlulukları nedeniyle bir metreden fazla doldurulmuştur. Kazılar, özgün zemini, onun altındaki ve üstündeki d-renaj sistemini ortaya çıkarıyor. Caminin kilise olarak kullanıldığı dönemdeki "kripta" denilen küçük yeraltı kesimi de açığa çıkıyor. Bu arada temel ve zemin takviyesi işlerine de başlanıyor. Zemin takviyesi projesini üstlenen firma bu amaçla sadece üç adet sondaj yaparak zeminin ve temelin durumuna karar veriyor. Bir 9. yüzyıl Bizans yapısı olan Venedik'teki San Marco Bazilikası için, üstelik hiçbir zemin takviye sorunu yaşanmadığı halde, sadece zeminin ve altyapının durumunu anlamak için 98 adet sondaj yapıldığını anımsatalım. Herhalde bizler daha akıllı olduğumuz için, üç adet sondajla durumu kavrayabileceğimize inanıyoruz ve burada böyle bir gereksiz çabaya girişmeyi anlamsız buluyoruz. Ne var ki, bu arada kazılarla yapının Geç Antik çağın en ilginç temel sistemlerinden biri olduğu anlaşılan altyapısı da ortaya çıkarılmış oluyor. O eski temel sistemi ise, Küçük Ayasofya'nın 1500 yıldır ayakta durmasını sağlayabilmiş oluşu bağlamında bile ayrı bir ilgiyi hak ediyor. İstanbul'un sözkonusu 1500 yılda sayısız deprem atlattığını ve başka bir tarihsel aymazlıkla, yapının hemen duvarının dibinden geçirilen demiryolu hattının yaklaşık 150 yıldır sürekli titreşim ürettiğini hatırlayalım.
Bu aşamada Mehmet Alper, bu çok önemli restorasyonun yanlışsız yapılabilmesi için akademik bir destek de görmesi gerektiğini düşünüyor, akademisyen danışmanlar buluyor. Konunun çok önemli bir tarihsel yapı hakkında sadece strüktürel nitelikte olamayacak kararları almayı gerektirdiğini biliyor. Aynı zamanda, yapının özgün durumunun ne olduğunu ve tarihsel değişimini ortaya koyacak araştırmaların gerekliliğinin de bilincinde. Ne var ki, anlaşıldığı kadarıyla, gerek Belediye Fen İşleri Dairesi Yapı İşleri Müdürlüğü, gerekse de müteahhit firma için Küçük Ayasofya sadece strüktürel açıdan sorunlu bir yapıdır. Mühendislik tedbirleriyle kurtarılmalıdır. Dolayısıyla, müteahhit firma bu kez de daha önproje onayı aşamasında ve sıva katmanı kaldırılmadan önce bağlantı kurduğu uzmanlarla, çatlakları "dikmek" biçimindeki mühendislik girişimlerini ve onlara ilişkin tedbirleri uygulamaya koyuyor. Oysa, aynı sıva katmanının kaldırılması sayesinde, yapının en az birbuçuk yüzyıldır tartışılan inşaat tarihçesini ve eklemlendiği yapılarla ilişkilerini aydınlatma olanağı doğuyor. Ne var ki, belediyeden müteahhit firmaya dek herkesin çok acelesi var. Bir an önce bu yapı onarılıp güçlendirilmeli, içi tekrar doldurulup "tertemiz" edilmelidir.
Acele ediliyor, çünkü kimi çevreler Küçük Ayasofya'nın da bir çırpıda Ayasofya gibi müze yapılmasından çok korkuyor. Böyle bir endişeyi akla getirecek hiçbir şey olmamasına karşın, ortada bir "hassasiyet" var. Toplumun bir kesimi bu çok önemli yapının kendi öz malı olduğundan hâlâ kuşku duyuyor ve onu yitirebileceğini sanıyor. Ama, yitirmekten korkulan o yapının restorasyon adı altında düpedüz tahrip edilmesine karşı aynı "hassasiyet" gösterilemiyor. Halbuki şu noktanın açıkça belirtilmesi gerek: Küçük Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesini gerektiren bir durum yok; hatta tam tersine cami olarak işlevini sürdürmesi, yani hayatın dışına atılmaması bu yapının korunması için de bir güvencedir, tabii korumacılığın tüm bilimsel gereklerine uyulması koşuluyla.
Bu arada, bütün bu acele içinde, ortaya çıkarılan eski temel sisteminin davranışını dikkate alan bir araştırma yapılacak yerde zemin takviyesi yapılıyor. Zemine çimento zerkedilerek, mini kazıklar çakılıyor. Bunlar yapılırken, ortaya çıkabilecek yeni strüktürel sorunlar için üstyapıda sürekli bir izleme yapılmıyor. Yani, yapıya uzun ve kısa vadede zarar mı, yoksa yarar mı verildiği izlenmiyor. 1500 yıldır kendi dengeleriyle ayakta kalmayı başarmış bir yapıya böyle ağır bir müdahalede bulunmanın mevcut dengeleri çok ciddi bir biçimde bozabileceği sorgulanmıyor. Proje müellifi Mehmet Alper ve danışmanları olan öğretim üyeleri sözkonusu uygulamaların denetlenemez bir hızla ilerlemesi karşısında duydukları kaygıları hem müteahhit firmaya hem de belediyeye iletiyorlar. Yapı üzerindeki tarihsel verilerin bir daha geri gelmeyecek şekilde ortadan kalktığı endişesini duyduklarını bildiriyorlar. Kaldı ki, yapıda gerçekleştirilen mühendislik uygulamaları, her iki üniversitenin görüşlerine başvurulan bazı mühendis öğretim üyeleri tarafından da kuşkulu bulunuyor. Ardından da Alper, yapı ile ilgili 1 Numaralı Koruma Kurulu'na, takviye uygulamalarının, yeni bir restorasyon projesi hazırlanıp, kimi strüktürel ve tarihsel sorunlar aydınlatılana kadar durdurulmasını önererek başvuruyor. Kurulun kararıyla, projenin revizyonu ve restorasyonun durdurulması gereksiz görülüyor. Ne yazık ki bu aşamada konunun uzmanlarına, akademisyen restoratörlere ve mimarlık tarihçilerine danışma gereği de duyulmuyor.
Bu durum karşısında proje müellifi Alper görevinden ayrılıyor. Sorumluluğu daha fazla üstlenmeyeceğini bildiriyor. Restorasyon adı altındaki tahribat ise devam edip gidiyor. Çatlaklar dikiliyor, derzler dolduruluyor, zemin takviyesi yapılıyor. Çatı örtüsü kaldırılıyor, kubbe tüm itirazlara karşın içeriden askıya alınıyor. Hiçbir mimarlık tarihi ve teknoloji tarihi araştırması yapılmıyor. Tüm dünyaya borçlu olduğumuz bir bilgi üretme işi yapılmıyor. Gelecekte yapma şansı da ortadan kaldırılıyor; çünkü veriler yok ediliyor. Önemli kesimi çoktan yok edildi bile. UĞUR TANYELİ: YTÜ, öğretim üyesi - AYKUT KÖKSAL: MSÜ, öğretim üyesi
Restorasyon nedir?
Restorasyon, sadece bir yapıyı yıkılmasın diye ayakta tutmak demek değildir. Restorasyon, o yapıyı var eden ve hem şimdi hem de gelecekte başvurabileceğimiz tarihsel kanıtları, verileri bozmaksızın gelecek kuşaklara aktarmak demektir. Onları -Küçük Ayasofya örneğinde olduğu gibi- bozuyorsanız ayakta tuttuğunuz yapı için gelecekte kimse sizi hayırla yad etmeyecektir. Çünkü, artık o yapı "o yapı" değildir. Onun içindir ki, restorasyon, hele hele Küçük Ayasofya Camisi gibi benzersiz önemde bir yapının restorasyonu, mühendislere, müteahhit firmanın insafına, kimi belediye yetkililerinin kayıtsızlığına, Vakıflar'ın duyarsızlığına emanet edilemeyecek kadar önemlidir.
Mühendislere özel bir not
Restorasyonu hakkında yargılar ürettiğiniz yapı 1500 yaşında. Siz onun kadar yaşayabilecek tek bir yapı projelendirdiğinize inanıyorsanız, buyurun Küçük Ayasofya hakkında da bildiğiniz gibi eylemde bulunun. Restorasyonun, konuya ilişkin herkesin, başta Vakıflar'ın ve adı ne olursa olsun her uzmanın dikkat etmesi gereken altın kural şudur: Önce, restore ettiğiniz yapıyı gerçekleştirenlerin sizden daha akıllı ve bilgili olduğunu kabul etmelisiniz. Bu kabulden yola çıkmıyorsanız hiçbir yapıya elinizi sürmeyin, aman lütfen...
Radikal, 12.06.2005

FATİH CAMİİ 6 CM KAYMIŞ

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yaptığı çalışma sonucunda Fatih Camii'nin 6 cm kaydığı bildirildi. Zemini 6 cm kayan Fatih Camii, 1458 yılında yapıldı. Camii Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tekrar eski yerine getirilecek. Fatih Camii, Süleymaniye Camii, Nuruosmaniye Camii, Piyale Camii ve Valide Sultan Camii'nin projelerini bitiren Genel Müdürlük, restorasyon çalışmalarını 2006'nın sonuna kadar tamamlamayı planlıyor. Vakıflar, restorasyonunu gerçekleştirdiği yapıların depreme karşı güçlendirilmesini de sağlayacak.

Genel Müdürlük, cami mimarlarının çalışma tarzını da belirledi. Orijinal şekilleri de tespit edilen yapılar, yıkılsa bile aslına uygun olarak yeniden inşaa edilebilecek. Yapıların herhangi bir depremde zarar görmesi durumunda 2006'nın sonuna kadar da uzmanlarının elinde yapıların orijinaline uygun planlar da bulundurulacak.
Hürriyet, 11.06.2005

55 YILLIK EVLERİNİ ÜNİVERSİTEYE BAĞIŞLADILAR

İstanbul Üniversitesi, Prehistorya Anabilim Dalı kurucusu ve İstanbul Üniversitesi'nden emekli olan arkeolog Prof. Dr. Halet Çambel ile Ağa Han mimarlık ödülü sahibi Nail V. Çakırhan, Arnavutköy kıyısındaki yalılarını Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışladı. Çiftin 55 yıllarını geçirdikleri mekan, Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırmaları Enstitüsü yapılacak.
Vatan-Hürriyet, 11.06.2005



NEMRUT TANRI HEYKELLERİ TEHLİKE ALTINDA

Bölgede çalışma yapan Amsterdam Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Herman Brijder, UNESCO'nun 'Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan Nemrut ören yerindeki dev tanrı heykellerinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söyledi. Merkezi Hollanda'da bulunan 'Uluslararası Nemrut Vakfı'nın 2001 yılında başlattığı 'Nemrut Projesi' kapsamında ören yerinde yapılan çalışmalara ilişkin gazetecilere bilgi veren Brijder, bu yıl çalışmalara 23 Temmuz'da başlanacağını ve proje kapsamında önceki yıllarda, Doğu Terası'nda dağınık halde bulunan kral heykellerinin, gövdelerin önüne gelecek şekilde sıraya dizildiğini kaydetti. Akbank ve ENKA'nın da destek verdiği 'Nemrut Projesi' ile 2012 yılına kadar devam edecek bir çalışma programı hazırladıklarını ifade eden Prof. Dr. Brijder, yaşanan aksaklıkların çalışma programında gecikmeye neden olduğunu, bu nedenle de dev heykellerin biraz daha yaşlandığını ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını belirtti.

Bu yıl, Doğu Terası'ndaki Kartal ve Aslan heykellerinin paslanmaz metaller kullanarak gövdelerinin üzerine monte edileceğini ve Herakles Heykeli'nin zemininin sağlamlaştırılacağını ifade eden Brijder, kırılma ve dağılma riski yüksek eserler üzerinde de çalışmalar yapılacağını kaydetti. Brijder, Nemrut ören yerinin yanı sıra, buradan Adıyaman Arkeoloji Müzesi'ne taşınan eserler üzerinde dokümantasyon çalışması da yapılacağını söyledi.
Sabah, 11.06.2005

BİZANS GEMİSİ KARADA BULUNDU

Boğaz Tüp Geçişi Marmaray projesi kapsamında yapılan kazılarda 1.5 ay önce denize yaklaşık 1 kilometre uzaklıktaki alanda yüzeyden 4.20, deniz seviyesinden de eksi 1.20 metrede bulunan gemiden amforalar ve işlenmiş büyük ahşap parçaları ortaya çıktı. Ahşaplar ve gemiden çıkan kurşun mühürler üzerinde yapılan çalışma geminin 11'inci yüzyıldan kalma bir Bizans gemisi olduğunu gösteriyor.
İstanbul'un tarihine bakıldığında bugün yanında tren istasyonunun bulunduğu ve Langa Bostanları olarak bilinen yerin aslında Bizans'ın büyük ticaret limanı Theodosisos olduğunu gösteriyor. Tarihi 5 ve 6'ıncı yüzyıla uzanan liman, Likos Deresi'nin (Bayrampaşa Deresi) alüvyonlarını denize boşalttığı yer. İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü Yenikapı kazı alan sorumlusu Sırrı Çömlekçi, antik kaynaklara göre, o dönemde Bizans ve Mısır arasında tahıl ticareti yapıldığını belirtiyor ve Mısır'ı Müslümanlar fethedince bu limanın da eski önemini kaybettiğini söylüyor. Limanın bulunduğu yer, Osmanlı döneminde Ermeni iskanına açıldı, daha sonra meşhur Langa Bostanları olarak İstanbul tarihine geçti. Gemiden 40'ı bütün olmak üzere pek çok kırık amfora da çıktı. Ayrıca kurşundan yapılmış üç mühür, kürek, ahşap aparatlar ve bir de çapası ortaya çıktı. Geminin Y harfi şeklinde çapası da bulundu ancak koruma yöntemleri tamamlanmadığı için hala çıkarılmadı.
Sabah, 11.06.2005



KAZI YAPACAK ÜNİVERSİTE ARANIYOR

Düzce İl Kültür ve Turizm Müdürü Özcan Budak yaptığı açıklamada bu yıl içinde Konuralp'te gerçekleştirilecek kazı çalışmalarının yapılabilmesi için Üniversite arayışlarının devam ettiğini bildirdi. Konuralp'te ve anfitiyatroda yapılacak kazı çalışmalarını Konuralp Belediyesi ve Düzce Belediyesi'nin yürütmesi beklenirken, kazının nasıl, nerede ve ne şekilde yapılacağı konusunda araştırmalara devam edildiği belirtiliyor.
Düzce Damla Gazetesi, 11.06.2005

2 BİN YILLIK LAHİT SU ALTINDA KALDI

Sakarya'nın Kurtköy Beldesi'nde 10 gün önce içme suyu şebekesi kazısında bulunan 2 bin yıllık lahit, kepçenin boruyu patlatması sonucu 5 dakika içinde su altında kaldı. Roma dönemine ait lahit arkeolog olmadığı için başına jandarma dikilerek korumaya alınmıştı.
Hürriyet 10.06.2005

Mimarlar Odası:
"HAYDARPAŞA, VARSIL EMLAK PİYASASININ EMRİNE SUNULUYOR..."

Haydarpaşa Garı ve çevredeki 1 milyon metrekarelik alan, uluslararası bir projeyle İstanbul'un Manhattan'ı haline gelecek.

Özelleştirme İdaresi'nin hazırlayıp mekânın TCDD'nin olması nedeniyle Ulaştırma Bakanlığı aracılığıyla hayata geçirmeye hazırlandığı proje, Haydarpaşa Tren Garı ve çevresindeki 1 milyon metrekarelik alanı Dünya Ticaret Merkezi haline getirecek. 5 milyon dolarlık proje Kadıköy Et Balık Kurumu, Haydarpaşa Tren Garı Binası, TCDD Limanı ve Harem'i içerisine alan alanı kapsıyor. Haydarpaşa Garı'nın tarihi binasının otele dönüştürüleceği bölgede 5 yıldızlı oteller ve 11 Eylül saldırılarının hedefi olan ikiz kulelerinin bir benzeri de yer alacak. Gar ve liman ise, turizm yatırımları, kongre, kültür ve iş merkezleri ile spor alanları şeklinde değerlendirilecek. 7 gökdelen inşa edilecek ve Et ve Balık Kurumu arazisi Kadıköy Yat Limanı ile marinaya dönüştürülecek. Buraya sadece yolcu gemilerinin yanaşmasına izin verilecek Kadıköy ve Üsküdar Belediyeleri'nin sınırlarında kalan tarihi alan ticaret ve alışveriş merkezinin can damarı olacak. TCDD, projenin hayata geçmesiyle birlikte yıllık 150-200 milyon dolar kira geliri elde etmeyi bekliyor. Projede her türlü imar ve ruhsat işlemleri ile ilgili olarak mekânın sahipliğinden dolayı Ulaştırma Bakanlığı yetkili kılındı. Projeye Dünya Bankası da destek veriyor.

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ise yaptığı açıklamayla Haydarpaşa'nın "IMF direktifleri ve ekonominin borç ödeme çarkının dönmesi bahanesi ile dünyanın varsıl emlak piyasası emrine sunulduğunu" belirtmiş ve açıklamada özetle şöyle denilmiştir: "Dünyanın en özel ve güzel siluetine her türlü yasa ve yönetmelikle birlikte bilimsel ve etik kuralları da hiçe sayarak tam yedi adet gökdelen diken; Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bu yoğun yapılaşma alanında yer kalırsa, yapacakları yolları parkları ve bahçeleri bile girişimciye bırakarak kamu mülkiyetine terketmeyeceğini hükme bağlayan bu talihsiz satış projesinin, sadece ve sadece; Dünya mirası İstanbul’un doğal tarihi ve kültürel zenginliğine sahip çıkan ve bu değerlerin kısa süreli ekonomik çıkarlar uğruna talan edilmesine izin vermeyecek olanların dayanışması ile engellenebileceğini biliyoruz.". Basın Duyurusu
Sabah - TAY, 10.06.2005

PERA MÜZESİ AÇILDI

Taksim'de 1893 yılında mimar Achille Manoussos'un yaptığı ve 'Bristol Oteli' olarak bilinen bina, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi olarak kapılarını açtı. Beş katlı müzede Kıraç ailesinin özel koleksiyonundan, Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri, Kütahya Çini ve Seramikleri sergileri ile aralarında Osman Hamdi'nin Kaplumbağa Terbiyecisi tablosunun da yer aldığı İmparatorluktan Portreler sergisi yer alıyor.
Hürriyet, 09.06.2005

EN ESKİ DENİZ FENERİ PATARA'DA

Akdeniz Üniversitesi'nde geçen hafta düzenlenen 27. Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'nun en çarpıcı bildirilerinden birini Prof. Dr. Havva İşkan Işık sundu. Işık, İspanya'nın Lacarunya kentindeki deniz fenerinden 60 yıl daha eski olan Patara deniz fenerinin tüm yapıtaşlarıyla birlikte bulunduğunu açıkladı.
Antalya Kalkan'a bağlı Patara sahilindeki kumların, fener harabelerinin yok olmasını engellendiği de belirtildi. Fener, İstanbul Deniz Ticaret Odası ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın desteğiyle bu yıl ayağa kaldırılacak. Tahminen 16-20 metre yüksekliğinde olacak. M.S. 60'lı yıllarda yapılan fener, bugün denizden 60 metre içeride. 10 metre enkazı olan feneri ortaya çıkarmak için 3 bin kamyon kum taşıdıklarını belirten Prof. Dr. Işık, şunları söyledi:

"Fenerin üzerinde 25-30 santim genişliğinde, yapıyı çevreleyen bir bronz yazıtın olduğunu, buluntu taşlardan anlıyoruz. Taşlar arasında İmparator Cladius'un ismini 2 kez tamamlayabiliyoruz. Diğer bir yazıtta Patara'ya deniz feneri yaptırdığı için imparatora teşekkür ediliyor. Deniz feneri anlamına gelen 'pharos' kelimesi kullanılıyor. Bu yapı kesinlikle bir deniz feneri."
Milliyet 09.06.2005

MEDRESEYİ TAŞIDILAR

Yunanistan'ın Selanik kentinde Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma tarihi medrese, yol genişletme çalışmaları nedeniyle raylar üzerine alınarak 25 metre uzağa taşındı. Selanik'teki Pavlu Mela Kışlası alanı içinde bulunan ve 19. yüzyılda inşa edilen 1500 ton ağırlığındaki medresenin nakil işlemi, saatte 3 metre hızla gerçekleştirildi.
Milliyet 09.06.2005

KAZMAYI NEREYE VURSAN TARİH

İstanbul'un iki yakasını deniz dibinden birbirine bağlayacak Marmaray Tüp Geçiş İstasyonu yine tarihe çarptı. Sirkeci istasyonu için Cağaloğlu'nda yapılan kazıda, Osmanlı dönemine ait mimari kalıntılar bulundu. İstanbul Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı, "İlk etapta 1 metrelik kazı başlatıldı. Burada Osmanlı dönemine ait eserler çıktı. Arkeologların gözetiminde kazı çalışmaları yapılıyor. Aşağıda da Bizans dönemine ait bulguların ortaya çıkacağı tahmin ediliyor." Taşbaşı, 'Eğer önemli bir kalıntı bulunursa ne yapılacak' sorusunu ise "O zaman burası iptal edilip, güzergâh değiştirilir. Eserin önemine 1 No'lu Anıtlar Kurulu karar verecek" diye yanıtladı. Marmaray'ın Üsküdar ve Yenikapı istasyonları için yapılan kazılarda da tarihi kalıntılara rastlanmıştı.
Radikal 07.06.2005

HATALI MÜZE ELDE KALDI

Antalya Arkeoloji Müzesi'nin 2002'de inşaatı bitirilen ek binası, hatalı yapıldığından hâlâ açılamadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın hazırladığı raporlarda, yağmur yağdığında ek binanın çatısından akıntılar olduğuna, yangın tehlikesi de bulunduğuna dikkat çekildi. Antalya Arkeoloji Müzesi'nde bulunan 53 bin eserden sadece 6 bin 500'ü sergilenebiliyordu. Bunun üzerine 2001 yılında dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay tarafından temeli atılan müze ek inşaatı süratle bitirildi. 2002 yılında kesin kabulü yapılıp inşaatı tamamlanan müze o tarihten beri bir türlü açılamadı. Çünkü her yağmurda müzeyi su bastı. Bodrumlar sular altında kaldı. Bir türlü eser teşhiri yapılamayan müzenin açılabilmesi için en az 1 milyon YTL'ye ihtiyaç olduğu bildirildi.
Milliyet 06.06.2005

MERZİFONLU PAŞA'NIN BAŞI ORTADA KALDI!

Avusturya'da, Viyana Müzesi'nin deposunda bulunduğu iddia edilen 'Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın kafatasının defni tartışma başlattı! II. Viyana kuşatmasını gerçekleştiren ve başarısız olması üzerine idam edilen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'ya ait olduğu sürülen kafatasının defnedilmesi gündeme geldi.

Avusturya Haber Ajansı (APA), Habsburg Hanedanı'nın Belgrad'ı ele geçirmesi sonrasında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın kesik başını Viyana'ya getirttiğini yazdı. O dönem Viyana'da Kara Mustafa Paşa'nın kesik başının zafer ganimeti olarak sergilendiğini ifade eden APA, Türkiye'nin kesik başın Paşa'ya ait olduğuna kuşkuyla baktığı için ilgilenmediğini ve geri almak için girişimde bulunmadığını kaydetti.

Viyana Mailath-Pokorny Şehir Kültürleri Konseyi Bürosu'nun sözcüsü Saskia Schwaiger, APA'ya yaptığı açıklamada, Viyana Müzesi'nin deposunda bulunan kafatasının gömülmeden önce bir kimsenin hak iddia edip edemeyeceği konusunun kesinlik kazanması gerektiğini dile getirdi. Schwaiger, ölüye saygı nedeniyle kesik başın sergilenmeyeceği ve fotoğrafının yayımlanmayacağını garanti ettiklerini de sözlerine ekledi.

Konuya ilişkin açıklama yapan Prof. Dr. İlber Ortaylı: "Birileri böyle saçma sapan şeyler söylüyor. Yıllardır söylenen bir saçmalık. Zaten bunu onların uzmanları da reddediyor. Ne işi var Paşa'nın kellesinin Viyana'da?... Böyle her iddiayı ciddiye almamak lazım. Ciddiye alınacak şeyler değil bunlar." demiştir

TTK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu (Türk Tarih Kurumu Başkanı): "Bu iddia yıllardır vardır. Paşa, Belgrad'da padişah tarafından öldürtülmüş cenazesi de Edirne'ye getirilmiştir. Bir insan öldürülecek, başı bırakılacak, olur mu öyle şey? Zaten başı gövdesinden ayrılmamıştır. Bostancıbaşı tarafından kementle boğularak öldürülmüştür. Avusturyalılar zaferlerinin bir simgesi olarak bunu yıllardır söyleyip duruyorlar. Doğru değildir." açıklamasını yapmıştır.
Milliyet 06.06.2005

GÖZDEN UZAK, İLGİDEN UZAK!

Malatya'daki birçok tarihi eser ilgi beklerken, "göz önünde" olan az sayıdaki eser, duyarlı çevrelerin çabalarıyla "restorasyon" için gündeme getirilebiliyor. Battalgazi ilçesi Şişman Köyü sınırlarında bulunan ve halk arasında "Şişman Han" ya da "Sultan Murad Hanı" diye adlandırılan tarihi han ise "gündemde" olmayan tarihi varlıklardan biri..

Tarih kitaplarında ve araştırmalarında Şişman Han ve Sultan Murad Han olarak geçen hanın hangi dönemde yapıldığıyla ilgili net bir bilgi ise bulunmuyor. Ancak, Selçuklu dönemi eseri olduğu ve miladi 1230 yıllarında yapılmış olabileceğine ilişkin iddialar da var. Yöredeki birçok hana "Sultan Murad Hanı" adı verildiği için, bazı tarih çevreleri, bu hanın "Şişman Han" olarak adlandırılmasının daha belirleyici olduğunu savunuyor.

Sadece dış ve iç duvarları ayakta kalan hanla ilgili bilgi veren İnönü Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Göknur Akçadağ Göğebakan, "Eskiden Doğu yönünde Yarımca Hanı -Şişman Hanı- Kömür Hanı üzerinden Harput'a uzanan bir ara kervanyolu bulunuyordu. Bu yol üzerindeki hanlardan Şişman Hanı 690 m. kotta yer alan, Osmanlı öncesi dönemde yapılmış hanlardandır. Sultan Murad Hanı olarak kaynaklarda geçer. Şişman köyünün 2. km. güneyinde yer alır ve Şişman çayının batısındadır. Dikdörtgen planlı hanın batı yönünde üstü tonozlu ve bütün cephe boyunca uzanan giriş kısmından sonra geniş bir orta avlu bulunmaktadır. Yer yer kesme taşlar kullanılmıştır, ikinci bir katın varlığına ilişkin izler görülmektedir. Han kısmen ayakta olup, 20-25 yıl once mevcut olan taş kapısının sökülerek değirmen yapımında kullanıldığı tespit edilmiştir. Hanın 300 m. kadar kuzeyinde Sultan Murat Köprüsü olarak bilinen bir köprünün yıkıntıları bulunmaktaysa da günümüzde bu köprü baraj gölü altında kalmıştır. Köprünün Şişman çayının batı kıyısındaki bir ayağı ile küçük bir duvar parçası korunmuştur. Köprü harçla örtülmüş moloz taştan yapılıp üstü kesme taş ile kaplanmıştır." dedi.
Malatya Haber, 05.06.2005



TEVFİKİYE MEDRESESİ ONARIMA ALINDI

1824 yılında Hatip Tevfik Efendizade ailesinden Tevfik Efendi tarafından yaptırılarak günümüze kadar gelebilen Nasrullah Kadı Camii'nin yanındaki Tevfikiye Medresesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafında bir dizi bakım ve onarıma alındı.
Kastamonu Postası, 04.05.2005

BİR ÇAĞI DEĞİŞTİREN KAPININ HALİNE BAKIN

İstanbul'un Fethi'nin 552'nci yılında Fatih'in kente atıyla ilk adımını attığı tarihi Romanos kapısının içler acısı durumda. Topkapı'daki tarihi Bizans surlarının Millet Caddesi'ne çok yakın bir noktasında yer alan Romanos Kapısı, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nde surların bir kısmının yıkılmasıyla ortaya çıktı. Ancak o günden beri sur yıkıntılarının içinde toz toprak bir alanda kalan kapıya ulaşmak başlı başına bir macera. Tinerci ve evsiz yuvası haline gelen surların içinde her yer idrar ve pislik kokusu içinde

Hâlâ rahatça görünen bir haç işaretinin olduğu kitabede "Aziz Romanos'a götüren orta kapı" yazısı var. Tuğla ile örülerek kapatılan girişin biraz önünde dev top gülleleri var. Bizans ve Osmanlı kaynaklarında Fatih'in top ustası Macar asıllı Urban'ın dev topunun Romanos'un 50 metre uzağında konuşlandığından bahsedilir. Restore edilip turizme kazandırılması gereken bu önemli bölge yıkıntılar arasında acınacak halde...
Vatan, 01.06.2005 - Haber: Koray KARAERMİŞ

ARKEOLOG, TARİHİ ESER SATARKEN YAKALANDI

Arkeolog M.Ş. alıcı kılığındaki Mali Şube dedektiflerine, Hellenistik döneme ait milattan önce 4. yüzyıldan kalma 8 parça tarihi eseri 300 bin dolara satmak isterken yakalandı. Pişmiş topraktan yapılma kapların üzerlerinde mitolojik Yunan tanrıları Zeus, Hermes ve Pshyke'nin figürleri yer alıyor.
Üzerlerinde savaş sahneleri ve erotik figürlerin olduğu eserler, Arkeoloji Müzesi yetkililerince 'paha biçilmez' olarak nitelendirildi. Eserlerin Kayseri'deki Kültepe Höyüğü'nden bir kral mezarından çıkarıldığı tespit edildi.
Hürriyet 31.05.2005

KOÇ'A 'TARİHİ ESER' TEPKİSİ

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un yurtdışına kaçırılmış eserlerimizin geri getirilmesinin pahalı ve zor bir iş olduğunu belirterek, "Ayrıca bu eserler, Türkiye'nin tanıtımına daha çok katkı sağlıyor" demesi şaşkınlıkla karşılandı. Uzmanlar, Koç'un açıklamalarının kaçakçıları cesaretlendireceğini söyledi.
Elmalı Definesi'nin uzun yıllar süren dava aşamasından sonra Türkiye'ye kazandırılmasında büyük emekleri geçen araştırmacı gazeteci Özgen Acar, şöyle dedi:
"Bakanın anlayışı, kaçakçılığı teşvik eden itici güç olacaktır. Gerek Karun Hazinesi, gerek Elmalı Definesi ve diğer lahitlerin getirilmesiyle, Avrupa ve ABD'de Türkiye'den kaçırılan eserlere karşı çok önemli caydırıcılık yaratılmıştı.”
Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği Başkanı Prof. Ahmet Tırpan da, "Belli ki kendisini bu konularda bilgilendirecek bürokratları yok. Bu sözler Türkiye'deki politik değişimi gösterir. Uluslararası camiada böyle algılanır. Eski eser kaçakçıları cesaretlenir" dedi.
Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı Başkanı Prof. Sinan Genim ise şöyle dedi: "Yurtdışındaki müzelerde sergilenen eserler Türkiye için propaganda olmaz. Türkiye'den geldiğini bile söylemiyorlar. Uluslararası mahkemelerde süren davalarımızı bu açıklama sekteye uğratır. Tüm dünyadaki koleksiyonerler Türkiye eserlerine sahip çıkıyor diye, ülkemizden giden menşei belli olmayan eserleri almıyorlardı ya da fiyatını düşük tutuyorlardı."
Milliyet 31.05.2005








ERZURUM'UN SİMGESİ ÇİFTE MİNARELER YOK OLMA TEHLİKESİ İÇİNDE

Erzurum'un simgesi olan Çifte Minareler Medresesi'nde restorasyon çalışmaları henüz başlamazken, tarihi yapı ciddi biçimde doğanın tahribatına uğruyor.

Kar ve yağmur sularının olumsuz etkilediği tarihi mekanın özellikle minarelerinde meydana gelen hasarlar endişe doğuracak seviyede.

2003 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi bilim adamlarının yaptığı etüt ve tespit çalışmalarının üzerinden yaklaşık iki yıllık bir süre geçmiş olmasına rağmen, Çifteminareli Medresede onarım ve restorasyon adına hiçbir çalışma gerçekleştirilmedi.

Minarelerin altında yer alan ve mavi çinilerle tezyin edilmiş bölümlerde bozulma ve sökülmeler sürüyor. Medrese portalından bakıldığında sol tarafta, Tebrizkapıya doğru olan minarenin çinili bölümündeki doğal tahribat, minarenin özelliğini yitirmesine yol açacak boyutta. Minarelerin üzerindeki sırlı süslemeler de gerekli onarımlar yapılmadığı için kopuyor.

Çifteminareli Medrese etrafındaki işyerlerinin yıkılmasıyla ortaya çıkan ve muhtemelen sur kalıntıları olan duvarlar da yıkılma tehlikesi altında bulunuyorlar. Kalıntıların üzerine çocuk ve ziyaretçilerin çıkmasına sessiz kalınırken, duvarları oluşturan taşlarda düşmeye devam ediyor.

2004 yılının yaz aylarında çevresi açılan ve yeşil alan düzenlemesi yapılacağı açıklanan tarihi Erzurum Kalesi'nin Batpazarı ile Cumhuriyet Caddesi üzerinde bitiştiği yerdeki surlar da dökülüyor. Az bir ödenekle onarılması mümkün olan yıkık kale surları, zamana karşı dirençlerini yitirmek üzereler. Ne ki bu alanın onarımı konusunda da ciddi bir girişim başlatılmış değil.
Erzurum Gazetesi. 30.05.2005

ANTİK MİLET KENTİ KEÇİLERE KALDI

Her yıl on binlerce turist çeken antik Milet kentinin müze ve tarihi binaları ziyarete kapandı. Eserler yağmalanırken kent, ağıla döndü
Antik dönemde deniz kenarında, İonia'nın en eski yerleşim merkezi olarak kurulan, Karyalıların yaşadığı Milet kenti, bir ayıba sahne oluyor. M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda bilim ve sanatın en önemli merkezlerinden biri olan Milet antik kentinde, Kültür Bakanlığı'nın 1973 yılında yaptırdığı Milet Müzesi, inşaatında deniz kumu kullanılması ve kötü işçilik nedeniyle 2000 yılının Kasım ayında duvarların ve tavanın çatlaması, sıvaların dökülmesi üzerine, can güvenliği olmaması gerekçesiyle kapatıldı.

Yeterli güvenlik görevlisi ve alarm sistemi bulunmayan müze 5 kez soyuldu, içinden ve bahçesinden çok sayıda tarihi eser çalındı. Müze yapılırken, tarihi eserlerin korunması için gerekli depolar inşa edilmeyince, eserler müzenin bahçesinde ve Didim-Söke karayolu üzerinde sergilenirken, yağmaya uğradı. Personel yetersizliği nedeniyle 600 yıllık Menteşeoğlu Kervansarayı, Menteşeoğulları Tekkesi, Roma hamamı, medrese, sinagog ziyarete kapatıldı.

Milet'te yetişen antik çağın 7 bilgesinden Tales, Prieneli Bias, Atinalı Solon, Spartalı Khilon, Korinthli Periandros, Giritli Epimanides ve Syralı Pherekyades ile filozofların eğitim gördüğü, daha sonra Roma döneminde şapel, Osmanlı döneminde medrese olarak kullanılan, 2 bin 600 yıllık bina da turistlerin ziyaretine kapatıldı.Yöre köylüleri bu tarihi binayı keçileri için ağıl yaptı. Antik kenti çevreleyen surlar içine de ahır ve ağıllar kuruldu.
Milliyet, 30.05.2005



.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi