4 - 11 Haziran 2017
|
AZTEKLERİN İNSAN
KURBANLI OYUN SAHASI

Meksika'nın başkenti Meksico City'de, Aztek
kabilesine ait bir tapınak ile ölümcül top oyunu
için kullanılan spor alanı gün yüzüne çıkarıldı.
Oyuncuların kalçalarıyla topu sahanın içerisinde
tutmaya çalıştığı ve insanların kurban edildiği
ölümcül oyunun oynandığı alanda, 32 takım insan
boyun kemiği bulunduğu açıklandı. Arkeologlar,
kemiklerin oyun sırasında kafası kesilen insanlara
ait olduğunu belirtti. Kazılar sırasında ortaya
çıkarılan dev tapınağın ise Azteklerin rüzgar
tanrısı Ehecatl-Quetzalcoatl'a adandığını ifade
edildi. Kazıların bitmesi sonrasında alanın müze
olarak hizmet vereceği belirtildi.

Sabah, 09.06.2017 |
BÖLGE TURİZMİNE
ÖNEMLİ KATKI SAĞLAYACAK
Düzce’nin Yığılca
İlçesi'nde bulunan ve restorasyon çalışmalarının
sürdüğü Sarıkaya mağarasında çalışmalar hızla
ilerliyor. Çalışmaların yarıya yakın kısmı
tamamlanırken geri kalan kısmı ise 1,5 ay gibi
bir sürüde tamamlanması bekleniyor. Çalışmalar
ve mağara hakkında bilgiler veren Yığılca
Belediye Başkanı Muzaffer Yiğit “Sarıkaya
mağarası hem ilçe hem de bölge turizmine renk
katacağına yürekten inanıyorum. Uzmanların
verdiği bilgiye göre hem boy uzunluğu hem de iç
donanımı ayrıca sarkıkları ile mağaramız
bölgenin en gözde mağarası olduğu söyleniyor.
Birde bulunduğu alan itibari ile cennetimsi bir
coğrafya da bulunması her şeye değer görülüyor
ki Yığılca’mız turizm Beldesi olma noktasında
hızla ilerliyor. Hem eşsiz coğrafyası hem de
bozulmamış kültürel varlıkları ile Yığılca’mız
bir marka olmaya aday. Ben bu arada Mağara ve
diğer çalışmalarımızda hep yanımızda olan
Valimiz Zülkif Dağlar’lıya ve Kaymakamımız
Furkan Sancaktutar‘a sonsuz teşekkür ediyorum.
Yığılca’mızın yarınları bu günden sonra çok
farklı olacak’’ dedi.
Düzce Damla,
08.06.2017 |
YALOVA'DA KAÇAK KAZIDA 10 KİŞİYE SUÇÜSTÜ

Yalova'nın Altınova
İlçesi'ndeki tarihi Çobankale'de,
kaçak kazı yapan 10 kişi suçüstü yakalandı.
Alınan bilgiye göre, İlçe Jandarma
Komutanlığı ekipleri, ihbar üzerine
tarihi Çobankale'ye operasyon düzenledi.
Operasyonda, define aradıkları belirlenen 10
kişi, suçüstü yakalandı.
Şüphelilerin jandarmadaki işlemleri
sürüyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Bursa Müze
Müdürlüğü ve Altınova
Belediyesi iş birliğiyle restorasyona
yönelik temizlik ve araştırma kazısı yapılan
Çobankale'deki resmi kazılara, bir süre önce ara
verildiği öğrenildi.
Altınova Belediye Başkanı Metin Oral,
gazetecilere yaptığı açıklamada, kalenin çok
önemli tarihi bir miras olduğunu belirtti.
Oral, "Osmanlı'nın, Doğu Roma ile ilk kez
savaştığı bölge olma özelliği taşıyan
Çobankale'nin tarihi önemi oldukça fazla.
Bölgede güvenliği artırıyoruz. Çobankale ve
çevresi 7 gün 24 saat kamerayla izlenecek."
ifadelerini kullandı.
Bursa'da Bugün,
07.06.2017
|
2 BİN 400 YILLIK SURLAR IŞIL IŞIL
Tarihteki en
büyük imparator olarak bilinen Makedonya Kralı Büyük
İskender'in isteğiyle yaptırılan, günümüzde ise
İzmir'in simgelerinden biri haline gelen tarihi
Kadifekale surları, yaklaşık 24 asır sonra İzmir
Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edildi.
İHA'nın haberine göre yeniden ayağa kalkan surlar,
kurulan özel aydınlatma sistemiyle geceleri de
kentin birçok noktasından görülür hale geldi.

Enerji verimliliği yüksek led armatürler
aracılığıyla tarihi surların özellikleri estetik bir
biçimde vurgulanırken, alan turizm açısından daha
çekici bir mekan haline getirildi.
MÖ 334
yılında Pagos Dağı'nda yaptırılan surların kentin
gece siluetinde algılanabilmesi için hazırlanan
projede, kale içinde ve dışında toplam 298 adet
yüksek performanslı led armatür, 46 adet son
teknoloji ürünü data iletim ve otomasyon cihazı
kullanıldı. Armatürler 4 metre ile 6 metre arasında
değişen 15 adet modern tasarımlı direk, 128 adet
kafes ile korunarak beton kaideler üzerine monte
edildi. Kale duvarları amber, burçlar beyaz renkte
aydınlatılırken, kalenin dış duvarları özel günlerde
istenen her renkte ışıklandırılıyor. Kale dış
duvarları için seçilen renk kombinasyonları,
internet üzerinden de kontrol edilebiliyor.
Habertürk, 07.06.2017 |
1500 YILLIK RAHİP HEYKELİ MÜZE BAHÇESİNDEN ÇALINDI
Yalvaç Adliyesi ile Hükümet Konağı'nın ortasında
bulunan, etrafı yaklaşık 1 metre istinat duvarı ve 2
metrelik demir korkuluklarla çevrili Müze Müdürlüğü
bahçesinde yer alan MS 6'ncı yüzyıldan kalma 70
santim boyundaki rahip heykeli, kimliği belirsiz
kişi ya da kişilerce çalındı. Bu
Sabah mesai için gelen müze görevlileri
tarafından fark edilen hırsızlık olayı polise
bildirildi. Olay yerine gelen polis ekipleri
yaptıkları incelemede istinat duvarındaki demir
korkulukların kesildiği ve tarihi eserin bu şekilde
çıkarıldığını belirledi. Polis olayla ilgili
soruşturma başlattı.
Tarihi rahip heykeli 31 Aralık 2010 tarihinde
Nevşehir'den Yalvaç'a tarihi eser satmaya
geldiği belirlenen 4 kişinin Eğirler Köyü
yakınlarında durdurulmasıyla ele geçirilmişti.
Polis, hırsızlığı o dönem yakalanan şüphelilerin
gerçekleştirmiş olabileceği ihtimali üzerinde
duruyor.

Milliyet, Haber: Nurettin Arkan, 07.06.2017 |
İTÜ NADİR ESERLER KOLEKSİYONU DİJİTAL ORTAMA
AKTARILIYOR
İTÜ, Osmanlı ve
erken Cumhuriyet dönemlerinde yazılan, mühendislik
kaynaklarını dijital ortamda da araştırmacılara
açıyor.
İTÜ rektörü Prof.Dr. Mehmet Karaca 17'inci, 18'inci,
19'uncu ve 20'inci yüzyıllara ait yaklaşık 6000
kitabı ve süreli yayını barındıran nadide eserler
arşivinin, büyük emeklerin ardından sonunda dijital
ortama aktarılmaya başlandığını belirtti.
Koleksiyondan yakında araştırmacıların da
yararlanabileceğini belirten Karaca bu sürecin
tamamlanmasıyla birlikte, bugün internette ve
ansiklopedilerinde bulunmayan pek çok bilginin
Türkiye'nin mühendislik hafızasını ortaya
çıkaracağını söyledi.
Türkiye'nin mühendislik birikimini
yansıtan eserler
Üniversitenin sadece teknik bir okul değil, aynı
zamanda Türk dünyasının mühendislik hafızası
anlamına da geldiğine dikkat çeken Karaca,
araştırmacılara açılacak bu akademik mirasın yeni
eserlerin yazılmasına kaynaklık edeceğini, bunun
yanında, aktarılan kaynakların oldukça geniş bir
çeşitliliğe sahip olduğunu ifade ederek
koleksiyonda; Osmanlı İmparatorluğu'nda üretilen
mühendislik, tarih, edebiyat, sosyoloji ve sanat
metinleri ile mühendislik öğrencilerinin çıkardığı
mizah dergisi, dönemin ders notları, Osmanlı
İmparatorluğu döneminde hayata geçen demiryolları,
elektrik, tramvay gibi altyapı projelerine ilişkin
sözleşmeler, planlar, projeler ve haritaların da
bulunduğunu sözlerine ekledi.

Genç kuşağın günümüzde tüm araştırmalarını dijital
platformlar üzerinden yaptığına dikkat çeken Karaca
düşüncelerini: "Bugün, Türkiye'de mühendisliğin
başhocası olarak bilinen Hoca İshak Efendi'ye dair
internette çok az bilgi vardır. Aynı şekilde,
üniversitemize tam 43 yıl hizmet veren Ord. Prof.
Fikri Santur'a ait yayınlara ve eserlere dair
bilgiler de düşük düzeydedir. Aralarında Şişli
Camii'nin de bulunduğu pek çok yapının dayanıklılık
(mukavemet) hesaplarını da yapan Santur, ülkemizin
mühendislik birikimine 30'un üzerinde telif ve
çeviri eser kazandırmıştır. Türkiye'nin ilk kadın
mühendislerinin de yetiştiği üniversitemizdeki
dijital arşivimiz bu sayede, sosyal ve kültürel
tarihimize de ışık tutacak." sözleriyle paylaştı.
Fotoğraflar, mizah dergileri, benzersiz nota
kayıtları
Dijital ortama aktarılacak İTÜ Nadide Eserler
Koleksiyonu'nda, 1793'te, III. Selim'in emriyle
kurulan kütüphanenin koleksiyonunda bulunan; askeri
teknoloji ve fen bilimleriyle ilgili kaynaklar,
teknik kitaplar, ansiklopediler, sözlükler, tarih,
coğrafya ve dil eğitimi üzerine verilen nadide
eserlerin yanında, haritalardan ve coğrafi
materyallerden müzik arşivlerine dek uzanan geniş
bir yelpazede, toplam 7363 parça referans kaynak yer
alıyor. Astronom ve matematikçi Ali Kuşçu'nun Farsça
kaleme aldığı "Menazil" adlı astronomi kitabının
1515 tarihli Edirne'de yazılmış el yazması bir
kopyası da eserler arasında bulunuyor.
1909-1928 yılları arasında mühendislik
öğrencileri tarafından çıkartılan "Şaka" adlı mizah
ve edebiyat dergisi ise koleksiyonun diğer önemli
parçalarından biri olarak göze çarpıyor. Dergi,
dönemin mühendislik eğitimi hakkında çok önemli
ipuçları veriyor, son derece değerli karikatür ve
çizimlere de yer veriyor. Topkapı Sarayı ve Hamidiye
Kütüphanesi'nden devredilen kitaplar, 1910'da
İstanbul'un elektrifikasyonu imtiyazını kazanan Ganz
Elektrik Şirketi'nin hediye ettiği fotoğraf albümü
gibi pek çok kıymetli esere de bu dijital arşivden
ulaşılabilecek.

Proje kapsamında İTÜ Nadir Eserler Koleksiyonu
dışında, dijital ortama aktarılacak diğer
koleksiyonlar ise şöyle:
İTÜ Dijital Harita ve Coğrafi Materyaller
Koleksiyonu: Çoğu, Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü
öğretim üyemiz Prof.Dr. Celal Şengör'ün bağışladığı
kaynaklardan oluşan koleksiyonda, jeolojiyle ilgili
yaklaşık 5000 harita bulunuyor. Koleksiyon Türkçe,
Çince, Rusça, İngilizce, Bulgarca, Arapça,
Portekizce, Katalanca ve Macarca başta olmak üzere,
İbraniceden Felemenkçeye uzanan farklı dillerde
kaleme alınan haritalardan oluşuyor.
İTÜ TMDK Dijital Müzik Arşivi: Arşiv, İTÜ Türk
Musikisi Devlet Konservatuarı (İTÜ TMDK)
kurucularından kemençe üstadı Cüneyd Orhon'a ait
nota koleksiyonunu barındırıyor. Orhon'un ailesi
tarafından 2014 yılında, İTÜ TMDK Ercümend Berker
Kütüphanesi'ne bağışlanmış bu özel koleksiyonda,
tekrarlar çıkarıldığında 748 sözlü eser ve 524 saz
eserinden oluşuyor. Orhon'un, kullanıldığı kaynaklar
hakkında her eserin arka sayfasına, el yazısıyla
düştüğü notlar ise koleksiyonun bir diğer önemli
özelliği olarak öne çıkıyor.
Arkitera, Haber:
Nilüfer Karakoç, Kaynak, İTÜ, 07.06.2017
|
FAS'TA İNSAN TÜRÜNE AİT EN ESKİ İSKELET BULUNDU
Fas’ta 300 bin yıllık insan iskeleti
bulundu. Kalıntıların şimdiye kadar keşfedilen en
eski insan kalıntıları olduğu ifade edildi.
Fas Kültür ve İletişim
Bakanlığından yapılan açıklamada, Faslı bilim
insanı ve araştırmacı Abdulvahid bin
Nasır ve Alman araştırmacı Jan
Jack Yublan’ın öncülüğünde çalışan
uluslararası bir arkeoloji ekibinin Fas’ın
Yusufiye bölgesi kırsalında yer alan Cebel İhud
Köyü yakınlarında yaptıkları kazı çalışmalarında
"homo sapiens"e ait iskelet kalıntılarına
rastladıkları belirtildi.
Kalıntıların yaklaşık 300 bin yıllık olduğu
belirtilen açıklamada, yapılan testler sonucunda
kalıntıların şimdiye kadar keşfedilen en eski
insan kalıntıları olduğu ifade edildi.
Şimdiye kadar yapılan araştırmalarda en eski
100 bin yıllık kalıntılara ulaşıldığı kaydedilen
açıklamada, Fas’ta keşfedilen kalıntılara
ilişkin ilmi makalenin 8 Mayıs 2017 tarihinde
Almanya’da çıkan "Doğa" dergisinde yayımlandığı
kaydedildi.
Cebel İhud civarında 2014 yılında yapılan
kazı çalışmalarında 16 bin yıl öncesine ait
insan kalıntıları bulunmuştu.
Ntv,
07.06.2017
******
EVRİM KİTAPLARINI
BAŞTAN YAZDIRACAK KEŞİF
İnsanların 200 bin yıl
önce Doğu Afrika'da "insanlığın beşiği" olarak
tanımlanan tek bir noktadan dünyaya yayıldığı
fikri yeni bir araştırmaya göre artık geçerli
değil.
Kuzey Afrika'da bulunan
beş yeni Homo Sapiens (modern insan) fosili, ilk
insanların tahmin edilenden 100 bin yıl önce
yani yaklaşık 300 bin yıl önce ortaya çıktığını
gösteriyor.
Yeni bulgulara göre
insanların evrimi Afrika kıtasının çeşitli
noktalarından eşzamanlı olarak gerçekleşti.
Bilim insanlarının bu son
araştırması, Nature dergisinde yayınlandı.
BBC Bilim Muhabiri Pallab
Ghosh'un BBC Türkçe'deki haberine göre
Almanya'daki Max Planck Evrimsel Antropoloji
Enstitüsü'nden (MPI) Prof. Jean-Jacques Hublin,
bu keşfin insanlığın ortaya çıkışına dair ders
kitaplarının baştan yazılmasına yol açacağını
söylüyor:
"İnsanların Afrika'da bir
'cennet bahçesinden' hızlıca yayıldığı
düşüncesinin doğru olmadığını gördük. Bizim
görüşümüz insanların Afrika kıtası çapında
zamana yayılan bir evrim geçirdiği yönünde. Eğer
bir cennet bahçesinden bahsedeceksek bu bütün
Afrika olmalı."
Paris'teki College de
France'da düzenlediği bir basın toplantısında
konuşan Prof. Hublin, Fas'ın Jebel Irhoud
bölgesinde buldukları fosil kalıntılarını
gazetecilere gururla gösterdi.
Fosillerin arasında
kafatası, diş ve uzun kemiklere ait parçalar
bulunuyor.
1960'larda da aynı
bölgede kemikler bulunmuş, bunlar Homo
Sapiens'in yakın akrabası sayılan
Neanderthallerin Afrika'daki grubundan kalan 40
bin yıllık kemikler olarak tanımlanmıştı.
Bu bulgulardan hiçbir
zaman tatmin olmayan Prof. Hublin, MPI ekibine
katılarak bu mağarayı tekrardan incelemeye aldı
ve 10 yılın ardından çok farklı bir hikaye
anlatan kanıtlarla ortaya çıktı.
Gelişmiş teknolojik
yöntemlerle elde edilen veriler, kemiklerin 300
ile 350 bin yıllık olduğunu ve kafataslarının
modern insanlarınkiyle neredeyse aynı olduğunu
ortaya koyuyor.
Kafataslarının
günümüzdeki insanlardan farkı ise biraz daha
çıkık kaş çıkıntıları ve biraz daha küçük beyin
hacmi.
Prof. Hublin'in kazı
ekibi, bu insanların taştan aletler yaptığı ve
ateşi kullanmayı öğrendiğini de ortaya çıkardı.
Yani bu insanlar hem modern insanlar gibi
görünüyor hem de modern insanlar gibi
davranıyordu.
Bugüne kadar türümüze ait
ilk fosiller Etiyopya'nın Omo Kibish bölgesinde
ortaya çıkarılan 195 bin yıllık fosillerdi.
Prof. Hublin "Artık ilk
insanların ortaya çıkış hikayesini baştan
yazmamız gerekecek" dedi hınzırca bir gülüşle.
Türümüz evrilmeden önce
Afrika'da birbirinden farklı, çok sayıda insan
türü yaşıyordu. Hepsinin kendine özgü güçlü ve
zayıf yanları vardı. Tıpkı diğer hayvanlar gibi
zaman içinde geçirdikleri evrim sonucu yavaşça
görünüşlerini değiştiriyorlardı. Bu süreç yüz
binlerce yıla yayılıyordu.
Buna karşın, Prof.
Hublin'in bulguları öncesinde, bilim
dünyasındaki ana akım görüş ilk modern
insanların Doğu Afrika'da 200 bin yıl önce
ansızın ortaya çıktığı yönündeydi. Buna göre ilk
modern insanlar bir anda günümüzdeki insanın
görünüşüne kavuşmuştu ve yalnızca o noktadan
sonra dünyaya yayılmaya başlamıştı. Fakat Prof.
Hublin'in bulguları bu anlatıyı değiştirdi.
Jebel Irhoud, Afrika'da
300 bin yıl geriye uzanan antik arkeolojik
bölgelerin tipik özelliklerini taşıyor. Bu
bölgelerde benzer araçlar ve ateş kullanımını
gösteren kanıtlar bulunmuştu.
Bu alanda çalışan çoğu
uzmanın insan türünün 200 bin yıl önce ortaya
çıktığını düşünmesi nedeniyle bu araçların
modern insanlardan önceki türler tarafından
kullanıldığı varsayılıyordu. Fakat Jebel
Irhoud'daki bulgular, bunların o dönemde yaşayan
modern insanlardan kaldıklarını anlamamızı
sağladı.
AFRİKA DIŞINDA DA
OLABİLİR
Araştırmayı yürüten ekipten
Dr. Shannon McPhearon da "ilk insanın kökeninin
Fas olduğunu söylemiyoruz. Zira benzer bulgular
Afrika'ya yayılan 300 bin yıllık pek çok
mağarada var" dedi.
Araştırmaya dahil olmayan
Londra'daki Doğal Tarih Müzesi'nden Prof. Chris
Stringer da BBC'ye "Artık insanlığın tek bir
beşiği olduğu düşüncesinden vazgeçmemiz lazım"
diye konuştu.
Stringer o yıllarda Homo
Sapiens'lerin Afrika dışında da yaşıyor
olabileceğini söyledi:
"İsrail'de bulunan ve
muhtemelen aynı dönemden kalan fosiller de Homo
Sapiens'in gelişmekte olduğu döneme ait diye
tanımlayabileceğimiz özellikler sergiliyor."
Prof. Stringer daha
küçük beyne, daha büyük surata, daha belirgin
kaş çıkıntılarına ve daha büyük dişlere sahip
olan ilk insanların da Homo Sapiens sınıfına
girebileceğine ve bu insanların yarım milyon yıl
önce yaşıyor olabileceğine dikkat çekti.
Odatv, 08.06.2017
|
DEFİNECİLER BİTLİS'TE YAKALANDI
Bitlis’te izinsiz kazı yapan tarihi eser
kaçakçılarına yönelik yapılan baskınlarda çok sayıda
tarihi eser ele geçirildi. Bitlis Valiliğinden
yapılan açıklamada, “Merkez İlçe Jandarma
Komutanlığı sorumluluk alanı Yolcular (Verwan) Köyü
Samanlı mezrasında, M.C.Ç. isimli kişinin evinin
bahçesinde izinsiz kazı yapan 5 kişi kazı yaptıkları
esnada suçüstü yakalanmışlardır” denildi.Açıklamanın
devamında ise kazı yapanların üzerinde yapılan
aramada, çok sayıda tarihi bronz sikkelerin ele
geçirildiği belirtilerek, şu bilgilere yer verildi:
“
Şahısların üzerinde yapılan aramada, dönemi henüz
tespit edilmeyen 139 adet bronz sikke, 16 adet metal
ok ucu, bir adet eski metal bileklik, bir adet metal
dedektör, bir adet kazma ve kürek ele geçirilmiştir”
şeklinde bilgi verilirken, ele geçirilen 5 kişiden
3’ünün Batmanlı olduğu ileri sürüldü.
Batman
Gazetesi, 07.06.2017 |
 |
ÇİÇEKDAĞI'NDA KAÇAK KAZI!
Jandarma ekipleri
tarafından düzenlenen tarihi eser operasyonunda 2
kişi suçüstü yakalandı.
Alınan bilgiye göre
Çiçekdağı İlçesi Hacıhasanlı Köyünde kaçak kazı
ihbarı sonrası yapılan operasyonda B.Ç., ve O.A.,
yakalandı. Operasyonda 10 altın ve bronz sikke, 5
desenli obje, 2 kolye ucu, ile birlikte define
aramakta kullanılan dedektör ele geçirildi.
Şüpheliler gözaltına alınırken tarihi eserle
Kırşehir Müzesi'ne teslim edildi.
karamanca.net,
07.06.2017
|
ORDU'DA 3 KADIN HEYKELİ YİNE TAHRİP EDİLDİ
Ordunun Altınordu İlçesi'nde, kentin yöresel türküsü
olan Tabya başında 3 kız yan yana türküsünden
esinlenilerek yapılıp açık havada sergilenen, daha
önce de 2 kez tahrip edilen 3 kadın heykelinin bu
kez ayakları kırıldı.

Altınordu İlçesi'nde Taşbaşı Mahallesi'nde seyir
terası konumundaki açık alana 11 yıl önce kaide
yapılıp buraya, kentin yöresel türküsü 'Tabya
başında 3 kız yan yana' türküsünden esinlenerek 3
kadın heykeli yerleştirildi. Yerli ve yabancı
ziyaretçilerin de büyük ilgisini çeken kadın
heykeller, 6 ay önce, başı gövdesinden ayrılarak
tahrip edildi. Büyükşehir Belediyesi tarafından
onarılan heykeller tekrar aynı yere yerleştirildi.
Daha önce 2 kez tahrip edilen heykellerin bu
kez ayakları kırılarak zarar verildi. Belediye
ekipleri tarafından bulunduğu yerden kaldırılan
heykeller onarılmaya götürüldü. Heykellerin zarar
görmemesi için caydırıcı amaçla koyulan güvenlik
kamerasının da tahrip edildiği ve çalışmadığı
belirtildi.
KADIN HEYKELLERİNİN YERİNİ DEĞİŞMİŞTİ
Daha önce dönemin Ordu Belediyesi tarafından
düzenlenen Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu'na
katılan 8 heykeltraş tarafından yapılan 12 heykel,
kentin merkezinde cadde ve parklarda sergileniyordu.
Kadın heykeller sprey boyalarla tahrip edilince
temizlenip tekrar bulundukları kaidelere
yerleştirilmişti.

12 heykelden kadın olan 5'i parklardan alınarak,
Taşbaşı Kültür Merkezi bahçesine yerleştirildi.
Kadın heykellerinin yerinin değiştirilmesiyle tepki
toplayan Büyükşehir Belediye Başkanı Ak Partili
Enver Yılmaz, Bu heykelerden 5 tanesinin toplumun
genel algısı, örfümüz, adetimiz ve ahlaki
duyarlılığımızı da dikkate almak suretiyle başka bir
alana taşımayı planladık açıklaması yapmıştı.
Milliyet, Haber: Nedim Kovan, 06.06.2017
|
GÖBEKLİTEPE'NİN SEMBOLÜ KURUYOR!
Alman Arkeolog Prof.Dr. Klaus Schmidt tarafından
keşfedilen, Dünya'nın bilinen en eski tapınaklarının
bulunduğu Göbeklitepe'de bulunan ve
Göbeklitepe'nin sembolü olan dilek ağacı can suyu
bekliyor.
Üst çatı projesinin yürütüldüğü ve ziyarete
kapalı olan Göbeklitepe'deki karadut ağacı kurumaya
ve böceklenmeye başladı. Konuya dair açıklama Prof.Dr. Klaus Schmidt'in eşi Çiğdem Köksal Schmidt'ten
geldi.
Ağacın fotoğrafını paylaşan Köksal Schmidt,
"Dilek ağacının da keyfi yok. Gövdede kuruma ve
böceklenme başlamış. Belki Harran Üniversitesi
Ziraat Bölümü bir bakabilir, tamamen kuruyup
gitmeden ağaç bir şeyler yapılabilir. Sonuçta ovadan
her açıdan görülebilen bu ağaç da Göbekli Tepe' nin
bir sembolü" diyerek ağacın kurumasının önüne
geçilmesini istedi.
Üzerine dilek tutarak rengarenk kumaşların
bağlandığı ağaçta renkli kumaşların olmadığına da
dikkat çeken Köksal Schmidt, "Üzerindeki rengarenk
kumaş parçaları da yok artık, sadece Klaus'un her
zaman kullandığı beyaz puşilerden biri hala bir
dalında sarılı duruyor." yorumunda bulundu.
Şimdi konuya duyarlılık göstererek gündeme
getiren Köksal Schmidt'in uyarısının dikkate
alınarak ağaç için gerekli önlemlerin alınması
bekleniyor.
Ajans Urfa, Haber: Özlem Koçhan,
06.06.2017
|
KOCAELİ'DE TARİHİ MEZAR TAŞLARI DUVAR YAPIMINDA
KULLANILDI
Kocaeli’nin İzmit
İlçesi'nde yer alan
Bağçeşme Mezarlığı’nın duvarlarında tarihi eserler
dolgu malzemesi olarak kullanıldı.

Barındırdığı tarihi zenginliği dünyanın en önemli
şehirlerinden biri haline gelebilecek olan İzmit’in
bütün bu zenginliğinin büyük bir bölüm hala toprak
altında yatıyor. Toprak üstündekiler ise yok
ediliyor. İzmit’in en büyük mezarlığı olan Bağçeşme
Mezarlığı’nın duvarlarında tarihi eserlerin dolgu
malzemesi olarak kullanılmasına vatandaşlar tepki
gösterdi.

arkeolojihaber.net, Kaynak: Kocaeli Barış Gazetesi,
06.06.2017 |
"OSMANLI, ROMA DÖNEMİ İNSANLARI GÜNÜMÜZE GÖRE DAHA
KISA"
Sinop'taki Balatlar Kilisesi kazısından çıkarılan
iskeletler üzerinde yapılan antropolojik incelemeler
sonucunda, Roma dönemi iskeletleriyle geç Osmanlı
dönemi iskeletlerinde boy farkı bulunmadığı ve o
dönemlerde yaşayanların şimdiki ortalama insan
boyundan kısa oldukları belirlendi.
İstanbul Üniversitesi
(İÜ) Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. İzzet Duyar, bir program kapsamında
geldiği Bursa'da, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Sinop'ta "Balatlar Kilisesi" olarak anılan bölgede,
2010'da başlayan arkeolojik kazının antropolojik
çalışmaları kapsamında gün yüzüne çıkarılan
mezarları ve bu mezarlardaki buluntuları,
iskeletleri incelediklerini söyledi.
"Çok iri bir insan yapısı yok"
Anadolu'nun birçok
yerinde 20-25 bin iskelet incelediğini belirten
Duyar, şunları kaydetti:
"Osmanlı, Selçuklu
dönemi ve daha eski dönemlerden iskeletler
inceledim. Şunu görüyoruz ki çok iri bir insan
yapısı yok. Hatta Osmanlı, Roma insanları
günümüzdeki insanlara göre daha kısa. Eskiden 3-5
metre boyunda, bir adım attığında kaç metre
ilerleyen insanlar olduğu, bir söylentiden ibaret.
Bu, belki de ataları yüceltme yönünde yapılan bir
inanış. Biz incelediğimiz iskeletlerde böyle bir şey
görmüyoruz. Şu ana kadar 2 metre, hatta 1,90 boyunda
bir insan iskeletiyle bile hiç karşılaşmadım."
"Kireçleme ve eklem bozulmaları azalmış"
Duyar, iskeletlerden
yola çıkarak eklem hastalıklarını ve bu
hastalıklardaki değişimi de gözlemlediklerini
vurgulayarak, şunları kaydetti:
"İlk veriler, bölgede,
aynı topluluğun yaşamını sürdürdüğünü gösteriyor.
Zorlanmayla ortaya çıkan, aşırı yüklenme, yük
taşıma, çok fazla hareket etme ve periyodik, zorlu
işler yapma sonucunda dizlerde, kalçada, dirsekte ve
omuzda oluşan değişimleri de gözlemledik. Burada
yaptığımız incelemelerde, 5-6. yüzyıl erken Roma
döneminden, 18-19. yüzyıl geç Osmanlı dönemine,
aradaki bin 200 yılık zaman diliminde insanların
artrit ve eklem bozulmalarının azaldığını gördük.
Demek ki zaman içinde insana binen yük giderek
azalmış. Biz, bunu ortaya koyduk. Artritin
göstergesi olan kişinin daha fazla yük altında
kalmasının giderek azaldığı gözleniyor. Erken Roma
döneminde yaşayanlar, daha fazla yüklenme altında
kalıyor. 'Daha şanssızlar' diyebiliriz. Geç Osmanlı
18-19. yüzyıl insanları ise daha rahat. Bu verileri
günümüz hastane verileriyle karşılaştırarak, daha da
ilginç sonuçlar da elde edebiliriz. Böylece bir
bölgede aynı toplumun zaman içinde nasıl değişim
geçirdiğini anlayabiliriz."
Anadolu Ajansı,
Haber: Büşra Nur Özcan, 05.06.2017
|
YOL ÇALIŞMASI YAPARKEN BULDULAR
Çinli işçiler,
dünyanın en çok dinozor yumurtası fosili barındıran
kenti Heyuan'da 43 yumurta daha buldu. Yumurtalar
yol tamiri çalışmasında ortaya çıkarıldı.

Çin'in güneyindeki Guangdong eyaletinde bulunan
Heyuan kentinde 43 dinozor yumurtası bulundu.
Dünyanın en fazla dinozor yumurtası fosiline sahip
olması sebebiyle 'Dinozorların Evi' olarak da anılan
kent, 2004 yılında Guinness Rekorlar Kitabı'na
girmişti.

Araştırmacılar, yumurtaların hangi türe ait olduğunu
tespit etmek için analiz yapılacağını belirtti.
Heyuan Müzesi'nde bulunan yumurtaların çoğu, 89
milyon yıl önce yaşamış olan ördek gagalı Oviraptor
türüne ait.

Heyuan'da ilk kez 1996 yılında bir inşaat alanında
oynayan çocuklar tarafından bulunan dinozor yumurta
fosillerinin sayısı, bugün 17 bini geçmiş durumda.


Sabah, 05.06.2017 |
ÇALINAN BUDA HEYKELİ ORTAYA ÇIKTI
Hindistan'da bir süre önce
tapınaktan çalınan 900 yıllık Buda heykeli
bulundu.
Hindistan haber ajansı
ANI, Arunaçal Pradeş eyaletindeki tapınaktan çalınan
12. yüzyıldan kalma Buda heykelinin, Delhi'nin Majnu
Ka Tilla bölgesinde ele geçirildiğini duyurdu.
Delhi Suçla Mücadele
Şube Müdürlüğü, heykeli satmaya çalışan 2 kişiyi
gözaltına aldı.
Anadolu Ajansı, Haber: Zehra
Ulucak, 05.06.2017
|
 |
ÇATALHÖYÜK'ÜN GİZEMİ ÇÖZÜLÜYOR
UNESCO Dünya Kültür
Mirası Listesi’nde yer alan sayılı prehistorik
yerleşim merkezlerinden biri olan Çatalhöyük’te kazı
ekibi, Kuzey ve Güney Alanı’nda gerçekleştirdiği
çalışmalarla bölgedeki en erken yapıları ortaya
çıkarmaya biraz daha yaklaştı. Geçen yıl çok ilginç
buluntular elde edildi, kazılar bu yıl da devam
edecek. Yazın aşırı sıcakları bastırmadan
Çatalhöyük’ü grömenin şu sıralar tam zamanı...
Çatalhöyük’te geçen yıl kazı bağlantı alanında bir
topuz başı, şu ana kadar görülen en yüksek kalitede
dört çift yüzlü obsidyen ok, Kuzey Alanı’nda kemik
ve seramik objeler; Güney Alanı’nda ise çok sayıda
gömü bulundu. ‘Bina 1’ olarak adlandırılan bölgede
ise iki adet çakmaktaşı hançer ve bir deniz
kabuğunun da içinde bulunduğu, bugüne kadar bulunan
en değerli gömüye ulaşıldı.
Çok detaylı bir çalışma yürütülen Kuzey Alanı’nda, ‘Bina 132’ bölgesinin dışında ise aktivite alanları, ateş yerleri ve çalışma alanları en ince detaylarına kadar belirlendi. Dış mekanların nasıl kullanıldığına dair bilgiler elde edildi.

Kazılarda son durum...
Bölgedeki kazılarda
görevli arkeologlar, Çatalhöyük’te 1999 yılında Doğu
Höyük’ün en alt katmanına ulaştıklarını ancak en
erken yapıları bulamadıklarını hatırlatırken, kazı
sezonu hakkında şu değerlendirmede bulundu:

“Doğu Höyük’te 1999’da yaptığımız çalışmalarda
evler yerine çöp alanları ve ağıllar bulmuştuk.
Geçtiğimiz sene en alt katmana ve en erken yapılara
ulaşma hedefiyle 12 kazıcı, 15 laboratuvar ve destek
uzmanından oluşan bir çekirdek ekiple
çalışmalarımızı yürüttük. Ancak kazı sezonunun kısa
sürmesinden dolayı kazıları 2017’de sürdürme kararı
aldık. 2016 kazı sezonunda yine ilginç buluntular
elde ettik. Doğu Höyük üzerinde iki kadın figürini
bulduk. Yaptığımız değerlendirmede bunların toplumda
prestij elde etmiş ve saygınlığı olan kadınlara ait
olduğu sonucunu elde ettik. 2016’da Güney Alanı’nda
en alt katmana ulaşmak amacıyla çalışmalarımız devam
etti. 2017’de gerçekleştireceğimiz çalışmalarla da
Çatalhöyük’ün en erken yapılarını ortaya
çıkaracağımıza inanıyorum.”

Çatalhöyük dijitalleşiyor
Yine geçen yıl
Çatalhöyük’ün geniş kitlelerce bilinmesi amacıyla
sosyal medyada da çalışmalar başlatıldı. Çatalhöyük
ziyaretçileri için bir mobil uygulama
geliştiriliyor. Ayrıca alanla ilgili video oyun
dizayn ediliyor. Çatalhöyük’ün son kazı sezonuna
özel olarak ayrıca bu sene 21 Haziran 2017’de Koç
Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma
Merkezi’nde (ANAMED) bir sergi düzenlenecek.

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan
Çatalhöyük’ün hiç bilinmeyen tarafları, 25 yıl
boyunca kazıların nasıl yapıldığına dair detayları
güncel ve interaktif sergileme teknikleriyle
ziyaretçilere aktarılacak. Çatalhöyük’ü bilinir
kılan arkeologların verilere nasıl ulaştığı ve
laboratuvarlardaki merak uyandıran bilimsel
analizler deneyime dayalı sergileme yöntemleriyle
ziyaretçilere sunulacak. Sergide, her bir
katılımcıya MÖ 9000 yılına tarihlenen
Çatalhöyük’teki kazı çalışmalarında adeta bir
araştırmacı olma olanağı sağlamak amaçlanıyor.

Çatalhöyük Kronolojisi
* MÖ 7400:
Çatalhöyük’ün ilk kuruluş adımları atıldı.
*
1950’lerin sonu: Çatalhöyük keşfedildi.
*
1961-65: James Mellaart öncülüğünde arkeolojik
kazılar yapıldı.
* 1993: Prof. Ian Hodder’ın
başkanlığında kazılar yeniden başladı.
*
1993’ten sonra: 9 bin yıl öncesinin günlük yaşamı ve
sanat unsurları keşfedildi.
* 2012: Çatalhöyük
UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne
alındı.
Hürriyet, Haber: Melih Uslu, 04.06.2017
|
BUZ ADAM ÖTZİ'Yİ KİM ÖLDÜRDÜ?
Ötzi, İtalya'nın kuzeyinde bulunan Ötztal
Alpleri'nin tepesinde bundan 5300 yıl önce sırtından
okla vuruldu.
Okun atardamarına gelmesi nedeniyle, büyük
ihtimalle birkaç dakika içinde kan kaybından öldü.
Bedeni buzulların altında donan adam, dünyanın en
eski ve en iyi korunan mumyalarından biri olarak
tarihe geçti.
Ötzi ilk defa 1991 yılında keşfedildi. Bilim
insanları 10 yıl sonra da omzuna saplanmış olan taş
ok başını buldular.
Ancak araştırmacılar birkaç ay önce üst düzey bir
dedektifin yönettiği bir soruşturma sonucunda,
Ötzi'nin nasıl vurulduğu sorusuna odaklanmaya
başladı.
Bu bir cinayet miydi? Ötzi'yi kim öldürmüş
olabilirdi?
5300 yıllık faili
meçhul dava
Ötzi'nin bedeninin sergilendiği Güney Tirol
Arkeoloji Müzesi'nin Direktörü Angelika Fleckinger,
Münich Polis Departmanı'ndan Dedektif Alexander
Horn'u soruşturma için çağırdı.
Horn'a daha önce "faili meçhul vakalara bakıp
bakmadığı" soruldu:
"Daha önce baktığım faili meçhul davalar 20,
bilemediniz 30 yıllıktı. Bu defa 5300 yıllık bir
dosyaya bakmam isteniyordu."

Dedektif Horn, ilk başta cesedin kötü durumda
olduğunu düşündü. Ancak o günlerde çalıştığı ölü
bedenlerden çok daha iyi durumdaydı.
Alpler'in tepesinde bulunan olay yerini de
ziyaret eden Horn, ceset üzerinde 25 yıldır devam
eden araştırmayı derileştirerek yaraları ve mide
içeriğini inceledi.
Araştırma sonuçları Horn'un teorisini
destekliyordu:
"Bu, fazlasıyla bir cinayete benziyordu" diyen
Horn, sözlerine şöyle devam ediyor:
"Ötzi büyük ihtimalle yaklaşık 30 metre mesafeden
vuruldu, yani yakın temas cinayeti değildi."
Ötzi'nin elinde
bıçak yarası
Horn, Ötzi'nin vurulmadan hemen önce buzulların
üstünde habersizce dinleniyor olduğunu ve okuna
davranamadığını tahmin ediyor.
Horn, "Ağır bir öğün yemek yiyordu; kaçtığı bir
şey veya acelesi yok gibiydi" diyor.
Bir başka dikkat çekici kanıt, ölümünden iki gün
önce elinden aldığı yaraydı. Ötzi, büyük ihtimalle
bir kavgaya karışmıştı.
Bu, klasik bir aktif savunma yarasına benziyordu.
Örneğin biri sizi bıçaklamaya çalıştığında bıçağı
tutarak itmeye çalıştığınızda aldığınız yara gibi.
Ötzi'nin başka bir yarası olmadığı için, kavgadan
galip çıktığı düşünülüyor.
Horn ve ekibi, buzulların üstündeki Ötzi
cinayetinin bu kavganın bir devamı olduğunu, katilin
Ötzi'yi Alpler'e kadar takip edip vurduğunu tahmin
ediyor.
Ancak katil, Ötzi'nin bakır baltasını ya da başka
bir değerli aletini çalmamıştı.
Nefret mi,
kıskançlık mı, intikam mı?
Horn'a kalırsa bu, kişisel bir meseleydi.
İtalyan detektif, "Konu nefret, kıskançlık ya da
intikamsa, bunu size biz söyleyemeyiz" diyor.
Arkeoloji Müzesi'nden Angelika Fleckinger,
Ötzi'nin ölümüne ilişkin sır perdesinin
aralanmasında gelinen noktadan memnun.
Horn ise, "Cinayeti çözememiş olduğumuz
gerçeğinden hoşnut değilim" diyor.
Bu davayı günün birinde çözebileceklerine olan
inancı düşük.
Buruk bir gülümsemeyle, "Katilin yanına kar
kaldı. Bu da soruşturma yürütürken hoşuma giden bir
şey değil" diye konuşuyor.
BBC Türkçe,
04.06.2017
|
SUMELA'NIN 400 YILLIK GELECEĞİ KURTARILACAK

Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biri
olan ve 20 aydır restorasyon çalışmaları nedeniyle
ziyarete kapatılan Trabzon’un Maçka İlçesi'ndeki
tarihi Sümela Manastırı’nda restorasyon çalışmaları
sürüyor.
Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan
Maçka Belediye Başkanı Koray Koçhan, yapılan
çalışmayla Sümela’nın gelecek 300-400 yılının
kurtulmuş olacağını söyledi.
Sümela’da yapılan
çalışmaların zorluğuna işaret eden Başkan Koçhan,
çalışmaların 2018 yılının sonuna kadar
sürebileceğine dikkat çekerek kaya güçlendirmesiyle
ilgili birinci etabın tamamlandığını söyledi.
"2018 yılı sonuna kadar Sümela kapalı kalacak"
Sümela’nın kapalı kaldığı sürede gerek seyir
teraslarıyla gerekse de elektronik müze sayesinde
turistlere hizmet vereceğini kaydeden Başkan Koçhan,
“Sümela Trabzon’un dünyaya açılan penceresi. Kültür
ve Turizm Bakanlığımız burayla ilgili büyük bir
restorasyon projesi başlattı. Bunun yanında da taş
düşme tehlikesine karşı bir çalışma yapılıyor.
Yaklaşık 50 milyon TL’lik bir proje. Sümela
Manastırı belki 2018 yılının sonuna kadar kapalı
kalacak. Burada düşme tehlikesi olan 60 tonluk
kayalar var. Bununla ilgili ilk etap çalışması hızlı
bir şekilde devam etti. Bu çalışmalar iş makinesiyle
değil profesyonel dağcılar tarafından yapılıyor.
Malzemeler teleferikle çekiliyor dolayısıyla
çalışmalar yaz kış devam ediyor. Kapıya kadar olan
ilk etap kısmı bitti. Şimdi kapıdan diğer tarafa
olan kısmı devam ediyor" diye konuştu.
"Fresklerin restorasyonuna başladı"
"Bu yüklü bir
maliyeti olan ince işçilik ve uzun bir zaman isteyen
bir çalışma" diye konuşan Koçhan "Şu an kaya
kilisesinin içindeki fresklerin restorasyonuna
başlandı. Belki 2018 yılının sonuna kadar Sümela
Manastırı kapalı kalacak ancak Sümela Manastırı’nın
gelecek 300-400 yılını bu projeyle kurtarmış
olacağız. Bakanlığımız 50 milyon TL para harcayacak.
Bu sene kapının yanına kadar ziyarete açılacağını
düşünüyoruz. Sümela Manastırı’nın başladığı patika
yerde bir kilise var o kiliseyi Turizm
Bakanlığımızın üç boyutlu Sümela Manastırı içinde
gezilecek elektronik müzeye dönüşmesi projesi var.
Ayrıca üç tanede de seyir terası yapılacak yaklaşık
2 milyon ödeneği çıktı. Sümela manastırı kapalı
kaldığı sürece hem seyir teraslarıyla hem küçük
elektronik müzesiyle geleceğine yönelik çalışmalar
devam ediyor” ifadelerini kullandı.
"Teleferik projemiz olmazsa olmazımız"
Sümela
Manastırı’nda en önemli sorunun teleferik projesi
olduğunu bunun da hayata geçirilmesi için yoğun
gayret sarf ettiklerini kaydeden Koçhan, “ Bunun
yanında Sümela Manastırı’ndaki mevcut tesisler
yetmiyor Bu bölgede Milli Parklar’ın bir çalışması
var; günü birlik konaklamalar, restoranlar
yapılacak. Bunların yanında teleferik projesi var.
Bu proje çok büyük önem arz ediyor. Sümela’da
gündeme getireceğimiz en önemli meselenin teleferik
olduğunu düşünüyorum. Bir an önce bu teleferiği
hızlı bir şekilde 2018 yılının sonuna kadar 2.2
kilometre olan bölümünü bir an önce yapmamız lazım.
Böylelikle Sümela’nın girişindeki trafik sıkışıklığı
önlenmiş olacak. Bunun taliplisinin de olduğunu
biliyorum. Bir an önce prosüdür hızlandırmamız
gerekir. Bana göre Sümelada en önemli problemlerden
biri bu teleferik problemini ortadan kaldırmamız
lazım. Ayrıca Turizm Bakanlığımız tarafından bu yıl
Vazelon Manastırıyla ilgili restorasyon projesi var”
şeklinde konuştu.

Milliyet, 04.06.2017 |
ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI BİLİNEN TARİHİ
DEĞİŞTİRDİ
Osmaniye'de bulunan ve sütunlu caddesi, tiyatrosu,
hamamı, kilise kalıntıları ve Orta Çağ'dan kalma
kalesi ile Kesmeburun, Bahçe ve Kazmaca köylerinin
ortasında, Ceyhan nehrinin yakınlarında küçük bir
ovaya hakim kaya çıkıntısı üzerinde yükselen
Kastabala antik kentindeki arkeolojik kazı
çalışmaları, kentin bugüne kadar bilinen tarihçesini
değiştirdi. İl Kültür ve Turizm Müdürü Garip Yıl,
Kastabala'daki arkeolojik kazı çalışmalarının,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Karadeniz Teknik
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Turgut Hacı
Zeyrek başkanlığında sürdürülmekte olduğunu
belirterek, "Antik kentte gerçekleştirilen
çalışmalardan sonra kentin bugüne kadar bilinen
tarihçesi değişmiştir. Kazı buluntuları Geç
Neolitik-Erken Kalkolitik, MÖ 5. yüzyıl, MÖ 1-MS 1.
yüzyıl, MS 2. yüzyıl, MS 4-6. yüzyıl, MS 13-15.
yüzyıla tarihlenmiştir. Bilinen tarihten daha eski
döneme ait bulgular elde edilmiştir. Yapılan kazı
çalışmaları devam etmektedir." dedi.
Kazı, sondaj ve
araştırma çalışmaları sonrasında kentin sınırlarının
güneyde Ceyhan nehri, kuzeyde Karatepe, batıda
Kırmıtlı Kuş Cenneti arasında genişleyen verimli
ovayı kapsadığının belgeledğini kaydeden Yıl şöyle
dedi: "Sur ile çevrili kent merkezi, Roma
İmparatorluk döneminde (MS 2. yüzyıl) sur duvarı
ile çevrili olmadığı, ilk savunma sisteminin MS 4.
yüzyıl sonlarında inşa edildiği düşünülmektedir.
Kent planlama ilkelerinin geliştirildiği Anadolu’nun
Batı ve Güney kıyı merkezlerindeki uygulamalara
paralel planlı şehirciliğin en üst seviyeye ulaştığı
yerlerden Kastabala’nın Artemis Perasia kült merkezi
olması kentte dinsel, siyasal, toplumsal ve ekonomik
koşullar oluşturmuştur. Şehir plancılığı açısından
sütunlu cadde yerleşmenin ana aksını
belirlemektedir. Tiyatro, hamam, dükkanlar, kuzey ve
güney kiliseler uygun parsellerde inşa edilmiştir.
Orta Çağ kalesi ise savunmaya elverişli kayalık bir
tepe üzerinde yükselmektedir. Sur ile çevrili kent
merkezi, Roma İmparatorluk döneminde (MS 2. yüzyıl)
sur duvarı ile çevrili olmadığı, ilk savunma
sisteminin MS 4. yüzyıl sonlarında inşa edildiği
düşünülmektedir.Kale tepesinin güney eteğinde
batı-doğu yönünde uzanan sütunlu caddenin doğu
ucunda bir propylona ait kalıntılar bulunmaktadır.
Sütunlu cadde batı-doğu yönünde eğimli araziye uygun
biçimde basamaklandırılarak uzanmaktadır. İki yanda
kaldırımlı, tabanı taş döşeli sütunlu caddenin doğu
ucunda bir propylon mevcuttur."
Başak Gazetesi,
Haber: İsmail Emül, 04.06.2017 |
İSTANBUL MÜZESİ
İstanbul tarihin en eski
kentlerinden biri.
Bütün uğraşımıza rağmen İstanbul’u tam olarak
bozamıyoruz ve kent yaşayan bir müze olma halini
korumak için gayret ediyor.
Ancak İstanbul’da kentin ihtişamına yakışır bir
müze yok.
Topkapı Sarayı Müzesi müthiş bir yer ama müze
olarak kullanılması zaten zor, ayakta duran yapıyı
zorluyor.
Arkeoloji Müzesi en güzel müzelerimizden biri ama
dar bir alana sığmak zorunda kalmış.
Beşiktaş sahilindeki Resim ve Heykel Müzesi ne
yazık ki, yer itibarıyla sıkıntılı ve kötü durumda.
İstanbul Modern ise çok iyi niyetli bir girişim
ama yeterli değil.
İstanbul’un New York’taki Metropolitan, St.
Petersburg’daki Hermitage, Fransa’daki Louvre,
Floransa’daki Uffizi, Londra’daki British Museum,
Berlin’deki müzeler gibi bir müzesi ne yazık ki yok.
KENTSEL DÖNÜŞÜMDEN MÜZEYE
Ama size güzel bir haberim var. İstanbul müthiş
bir müzeye kavuşmanın planlarını yapıyor.
İstanbul’un yeni müzesi için düşünülen yer
Esenler.
Kentsel dönüşüm içindeki Esenler’de dönüşüm
sonrasında yaklaşık 1 milyon 300 bin metrekarelik
bir rekreasyon alanı ortaya çıkacak.
İşte yeni İstanbul Müzesi bu alandaki yaklaşık
300 bin metrekarelik bir bölüme inşaat edilecek ve
700 bin metrekarelik bir müze binası planlanıyor.
Müze için uluslararası bir proje yarışması
yapılacak ve seçici kurulun belirleyeceği eserler
arasından belirlenecek 3 projeden birine siyasi erk
tarafından karar verilecek.
HERKESİN VAKFI
Müzenin yapılması ve sonrasında da sürekliliğinin
sağlanması için bir vakıf kurulması düşünülüyor.
Vakfın içinde ilgili devlet kurumlarından da
temsilciler olacak ama asıl ağırlığın
“sivil” olmasına önem veriliyor.
İş dünyasının sanata gönül vermiş isimleri,
sanatçılar, işadamları vakfın mütevelli heyetini
oluşturacak.
Vakfın elinde güçlü bir fon oluşması isteniyor.
Bunun için devlet çok ciddi miktarda kaynak koyacak,
ancak mütevelli heyet üyeleri ve iş dünyası da
vakfın fonu için elini cebine atacak. Gelir
sürekliliği için, İstanbul özelinde çok cüzi bir
vergi de düşünülüyor.
Bu son derece mantıklı. Çünkü müze İstanbul’a
değer katacak.
Bu yüzden de İstanbul’da sadece bu amaca yönelik
olarak çok çok düşük oranda ama toplamda ciddi bir
rakam oluşturacak bir “minik”
vergi, ticari işlemlere ya da en azından kimi ticari
işlemlere koyulabilir. Bu konuda henüz net bir görüş
yok.
HEM TÜRKİYE ENVANTERİ HEM ÖZEL
KOLEKSİYONLAR
Müze binası tamamlanınca, İstanbul’da başta
Topkapı olmak üzere pek çok müzede sergilenen ama bu
müzelerin fiziki ortamı nedeniyle doğru düzgün
sergilenemeyen ve bir bölümü depolarda kalan eserler
bu müzeye taşınacak ve çok daha sağlıklı ortamlarda
sergilenme fırsatı bulacaklar. Aynı zamanda şu anda
müze olarak kullanılan sarayların da aşırı
yıpranmasının önüne geçilecek. Buralarda sadece çok
özel koleksiyonlar kalacak ve ancak sınırlı sayıda
ve randevulu ziyaretçilere açık olacak.
Anadolu’dan da önemli eserler bu müzeye taşınacak
ve Türkiye coğrafyasının tüm kültürel envanterinin
önemli bir bölümü burada görülebilecek.
Müzede özel koleksiyon sahibi sanatseverler için
de ayrı bölümler düşünülüyor.
Elinde çok zengin koleksiyonlar olan ama bunları
sergileyemeyen ve özel müze açmak isteyen, bunun
için devletten bina isteyen koleksiyonerlere de müze
içinde özel bölümler verilecek. Koleksiyonerler bu
bölümlerin inşaatını üstlenecekler ve buralarda
kendi isimlerini taşıyan salonlarda kendi
koleksiyonlarındaki sanat eserlerini
sergileyecekler.
CARAVAGGIO BİLE GELEBİLİR
Müze yıllar içinde giderek büyüyen bir fona sahip
olacak ve bu fon sayesinde uluslararası müzayedelere
katılarak önemli sanatçıların eserlerini İstanbul
Müzesi’ne kazandırmaya gayret edecek. Ancak bu
noktada çok da hayalci olmamak lazım. Her biri on
hatta yüz milyonlarca dolara el değiştiren, hatta
bazıları satışa çıkması halinde milyar dolar
edebilecek eserlerden çok fazla sayıda edinip bu
müzeye koymak mümkün değil.
Ancak İstanbul Müzesi bu konuda farklı bir yol
izlemeyi planlıyor.
Dünyanın büyük müzeleriyle karşılıklı işbirliğine
gidilmesi ve dönemsel sergilerle eser değiş tokuşu
yapılması planlanıyor.
Böylelikle Metropolitan’daki kimi koleksiyonları,
Hermitage’daki bazı eşsiz eserleri, Uffizi’deki
tabloları İstanbul’a getirmek, bunun karşılığında
İstanbul’daki bazı eserleri oraya göndermek kültür
alışverişi açısından da çok olumlu olacak.
Böylelikle İstanbullular bir Caravaggio,
bir Rubens, bir Raphael
sergisi görebilecekler.
KEŞKE ÖMER KOÇ OLSA
Müzenin ve vakfın profesyonel yönetimi için de
güzel fikirler var.
Müzenin başına bu konuda uluslararası deneyim
sahibi bir ismin getirilmesi planlanıyor. Tercihen
daha önce dünyadaki büyük müzelerden birinde üst
düzey yöneticilik ya da küratörlük yapmış bir ismin
transfer edilerek bu müzenin başına geçirilmesi ve
böylelikle müzenin uluslararası işbirliğine daha
kolay ulaşması hesaplanıyor.
Açıkçası bu proje beni çok heyecanlandırdı.
Bu müzenin mütevelli heyetinin başına mesela
Ömer Koç’un çok yakışacağını,
Zafer Yıldırım gibi sanata gönül vermiş
birinin onun yanında yer alacağını, Erdoğan
Demirören, Demet Sabancı Çetindoğan gibi
isimlerin bu işte yer almasının çok iyi olacağını
düşünüyorum.
EN BÜYÜK ESER
Eğer bu proje hayata geçme aşamasına gelirse
inşaatında gönüllü amelelik bile yaparım.
Bu projenin hayata geçirilmesi için büyük çaba
sarf eden Mehmet Çebi’ye minnet
duyuyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu
projeyi desteklediğini biliyorum.
Eğer bu iş olursa, Cumhurbaşkanı’nın en büyük
eserlerinden biri olacaktır.
Böyle bir müze 3. köprüden de, 3. havalimanından
da daha önemli bir eser olarak tarihe kalacaktır.
Habertürk, Yazı: Fatih Altaylı, 04.06.2017
|
"TÜRKİYE'NİN 10 BÜYÜK AİLESİNİ MÜZE AÇMAK İÇİN
BİRARAYA GETİRECEĞİZ"
Hat sanatı koleksiyoneri Mehmet Çebi ile bugün Cemal
Reşit Rey’de açılan Hilye-i Şerif Sergisi’ni ve
İstanbul’da açılması planlanan dünya sanatları
müzesinin detaylarını Gazete Habertürk'te yer alan
röportajda Kübra Par'a anlattı.
İstanbul’da bir dünya sanatları müzesi açmayı
planlıyormuşsunuz. Proje ne aşamada?
Evet, hem Doğu hem de Batı sanatlarının aynı
mekan içerisinde sergilendiği 300 bin metrekare
kapalı alanı olan bir müze projemiz var. Alan
itibarıyla dünyanın en büyük müzesi olacak.
Hermitage ve Louvre’dan daha büyük olacak.
İçinde İslam eserleri de olacak, Batı sanatı da,
Doğu sanatı da... Çok geniş bir Türk modern
sanatı koleksiyonuna ev sahipliği yapacağız.
Primitiflerden baş- layıp Şeker Ahmet’ler,
Hüseyin Zekai’ler, oralardan 1914 kuşağına gelip
oradan Cumhuriyet dönemine, oradan çağdaşa,
günümüz sanatçı- larının eserlerinin de içinde
olduğu bir bölüm olacak. Bunun karşısında da
bizde olmayan bir dünya sanatı... Klasik
dönemden başlayıp günümüzün çağdaş Batı sanatını
da içeren eserlerin olduğu bir müze düşünün.
Peki,
koleksiyonu nasıl oluşturacaksınız?
Eserlerin yüzde 90’ı bizim müzelerimizde mevcut.
Bu kurulan müze, Türkiye’deki bütün müzelerden
eser alabilecek; bu, kanuni olarak müsait hale
getirilecek.
Ya Batı
sanatı eserleri? Nasıl satın alınacak?
Batı’nın önemli sanat eserleri artık 100 milyon
dolarlara satılıyor. Tüm eserleri satın almak
elbette mümkün değil. Bu durumu birkaç aşamalı
şekilde halletmeye çalışıyoruz. Dünyanın 3-4
müzesiyle karşılıklı olarak belirli süreler için
eser değiş tokuş anlaşmaları yapacağız. Mesela,
Topkapı Sarayı’ndan 500 parça Vatikan Müzesi’ne
vereceğiz, Vatikan Müzesi’nden 300 parça bu
müzeye alacağız. Herkesin eseri ödünç olarak
sergilenmek üzere alı- nacak, bu eserlerin
sigortaları da yapılacak. Bu şekilde tespit
ettiğimiz 4-5 müze var. Dünyada çok önemli
kurumsal koleksiyoncular da var. Mesela, şu an
Deutsche Bank’ın elinde 70 bin civarında resim
var. Bunun gibi önemli kurumsal koleksiyonculara
kendi koleksiyonlarını belirli süreliğine
müzemizde sergilemeleri için yer açma önerisinde
bulundum. Nasır Halili isminde, İran asıllı
Yahudi bir koleksiyoncu var. Dünyanın en önemli
İslam eserleri koleksiyoncularından. Ona da aynı
şekilde teklif götürmeyi düşünüyoruz.
Bu geçici
koleksiyonlar yeterli olabilir mi iddialı bir
müze için?
Elbette bu iş yalnızca
emanet eserlerle olmaz. Kalıcı eserler de
almamız lazım. Bunun için de devletin yıllık 1
milyar dolar bütçe ayırmasını teklif ettik.
Kendi sanat piyasamızı da hareketlendirmemiz,
müzeye Türk sanatçıların eserlerini de almamız
lazım.
‘SPONSOR
YARDIMI VERGİDEN DÜŞÜLECEK’
Bu ölçekte
bir müze için devletin ayıracağı bütçe yeterli
olacak mı?
Açıldıktan sonraki 1-2
sene içerisinde, yıllık ziyaretçi sayısının 10
milyon civarında olmasını bekliyoruz. Bu
yalnızca bir kültür-sanat faaliyeti değil, aynı
zamanda çok ciddi bir turizm ve ticaret
faaliyetidir. İnşaatta bir problem yok çünkü
orada çok büyük bir konut projesi var, o
projenin içinde bu da yapılacak. Özel sektörü de
bu işe dahil ettik. Sponsorluk meselesinin
vergiden düşülmesiyle ilgili bir kanun
düşünülüyor. Mesela, Murat Ülker buraya yıllık
20 milyon dolar yardımda bulunacak, o bulunduğu
yardımı da vergiden düşebilecek. “Bu iş çok
büyük paralara hallolur” gibi bir durum yok.
Müzelerin depolarında duran 4 milyon eser var.
Dolayısıyla, bunların hepsi kuracağımız müzenin
bankası olacak.
Yeni
alımlarla da 3-5 sene içerisinde müzenin kendine
ait güzel bir koleksiyonu oluşur. Türkiye’nin 10
büyük ailesini bu işin içine dahil edeceğiz.
Bu ailelerle temas kuruldu mu?
Bir kısmıyla konuştuk, hepsi çok müspet
yaklaşıyor.
‘BİRİNCİYE
50 BİN DOLAR VERİYORUZ’
Bugün
İstanbul Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda
Hilye-i Şerif Sergisi’ni açtınız. Uluslararası
Hilye-i Şerif Yarışması’nın sizin için önemi
nedir?
840 civarında hattat katıldı.
Bunların içerisinden 40 tanesine ödül
verecekken, birçok güzel çalışmanın geldiğini
gördük. Öyle olunca verebileceğimiz en üst
limite kadar ödül vermeye karar verip, ödül
sayısını 68’e çıkardık. Birinciye 50 bin dolar
veriyoruz. Dünyada yapılan yarışmalarda bu rakam
en fazla 18 bin dolar. Hatta o yarışmaları
düzenleyenler de bana, “Neden piyasayı
yükseltiyorsun?” diye serzenişte bulundular. Ben
de “Biz kendi sanatımıza ve sanatçımıza maddi
olarak gereken değeri vermezsek, biz bu desteği
kimden bekleyeceğiz” dedim. IRCICA adlı bir
kuruluşumuz 3 senede bir yarışma yapıyor. Daha
önce ödül olarak 3 bin dolar veriyordu, bu sene
7 bin dolara çıkardılar. IRCICA gibi bir
kuruluşun birinciye minimum 250 bin dolar
vermesi lazım. Aydın Doğan Vakfı bir karikatür
yarışması düzenleyip birinciye 100 bin dolar
ödül veriyor. Onu örnek alalım, hatta dünyada
kim en iyisini yapıyorsa onu örnek alalım.
Sponsor
kim? 68 ayrı ödül verdiğinize göre zengin bir
vakıfsınız!
Vakfın da ara sıra
sponsorları oluyor. Gönlü zengin bir vakfımız
var. Sanat olarak da zengin bir vakıf ama yeni
olduğu için desteğe ihtiyacı var.
‘MÜZE
İŞİNDE TECRÜBELİ, DÜNYANIN 10 BÜYÜK FİRMASINA
PROJE HAZIRLATACAĞIZ’
“Bir konut
projesinin içerisinde yer alacak” demeniz bende
endişe doğurdu açıkçası. Dünyada artık müzeler
mimarisi ile de ön plana çıkıyor; bu tür işler
rahmetli Zaha Hadid, Frank Gehry gibi önemli
mimarlara sipariş ediliyor. Kuracağınız müzenin
mimarı belli mi?
Beyefendi,
“Uluslararası yarışma yapalım” diye bir teklifte
bulundu. Ben de yarışmayla bu işin çok uygun
olmayacağını, müze işinde tecrübeli dünyanın 10
büyük firmasını çağırıp onlara teklif usulü bir
proje hazırlatmayı, 3 projeden birine de
beyefendinin karar vermesini önerdim. Beyefendi
de uygun gördüler.
Yarışma
yapılmasına neden sıcak bakmadınız?
Dünyanın büyük firmaları genelde çok yoğun
çalışıyorlar. Kendilerini de yarışmalara sokmak
istemezler. Dolayısıyla, üst kalitede bir proje
yapacaksak üst kalitedeki belirli mimarlık
firmalarıyla çalışmak daha doğru.
Takviminiz
belli oldu mu? Proje hangi tarihte başlayacak?
1 sene sonra inşaata başlayacak durumdayız.
Müzeyi de Cumhuriyet’imizin 100. Yılı olan
2023’te açmayı düşünüyoruz.
Müzenin
adını düşündünüz mü?
Dünya Sanatları
Müzesi olarak düşündük ama önüne, arkasına bir
şey konulur mu bilemiyorum. Belki İstanbul Dünya
Sanatları Müzesi olur.
Dünya
müzelerine kıyasla büyüklüğü ne kadar olacak?
Louvre Müzesi de karma bir müze ama orada da
ağırlıklı olarak Batı sanatı eserleri
sergileniyor. Louvre’un İslam sanatları
ağırlıklı, Batı sanatı destekli hali gibi
düşünün. 2-3 sene önce Louvre 4-5 bin metrekare
yer ayırarak bir İslam bölümü açtı. Biz mesela
onun İslam bölümüne vermiş olduğu yerin belki 10
katını Batı sanatı için ayıracağız. Dolayısıyla,
konsept olarak British Museum, Louvre
çeşitliliğinde olacak. Ama tabii ki bizim kültür
coğrafyamızda üretilen eserlere ağırlık
vereceğiz. Arkeoloji ayağı da çok ciddi bir ayak
olacak. Benim şahsi kanaatim, buranın dörtte
birinin arkeoloji ağırlıklı olması yönündedir.
Çünkü bizim elimizdeki arkeoloji eserleri
dünyanın hiçbir yerinde yok. O kadar ciddi
arkeoloji eserimiz var.
Müzenin
direktörü siz mi olacaksınız?
Ben
fikir babası olarak katkıda bulunuyorum. Bu
işlerde fikri söyleyenleri sonra bir köşede
oturtuyorlar. O çok önemli değil, ben zaten
yapacaklarımı yaptım; Cumhurbaşkanımız ile
görüşüp onu ikna ettim...
Muhafazakar kesimin son dönemde hat sanatına
ilgisinin arttığı söyleniyor. Böyle bir durum
var mı?
Tamamen asparagas. Böyle bir
şey yapılsa önce bana gelecekler. Bana da gelen
kimse yok. Muhafazakar kesimin genel anlamda
sanata, özel anlamda da hat sanatına maalesef
ilgisi yok. Dünyada kişi başına düşen milyoner
sayısı en yüksek ülke Türkiye’dir. Ortalama 2-3
milyon kişiye 1 koleksiyoncu düşüyor. Ama
Türkiye’den doğru düzgün 40 koleksiyoncu
sayamayız.
Buna
seküler kesim de dahil mi?
Ben
insanları dini, seküler diye ayırmak
istemiyorum. Ama size bazı isimler söyleyeceğim,
bu isimlerin seküler mi dindar mı olduğuna siz
karar verin. Türkiye’nin en büyük İslam eserleri
koleksiyoncusu Erdoğan Demirören’dir. İkincisi,
Cengiz Çetindoğan’dır. Üçüncüsü, Kaya
Turgut’tur. Bu üç isim, İslam eserleri
noktasında Türkiye’nin en önemli
koleksiyoncularıdır. Aynı zamanda Erdoğan
Demirören Bey’in, Cengiz Çetindoğan’ın ve Kaya
Turgut’un Türk resmi ve Türk antika sanatları
konusunda da güzel koleksiyonları var. Bunların
içerisinde Cengiz Bey çok eski değildir. Cengiz
Bey, koleksiyonculuğa 10 sene önce başlamıştır
ama bu süre içerisinde “Türkiye’nin en önemli
koleksiyoncusu mu değil mi?” diye tartışılan bir
isim olmuştur. Bu iş muhafazakarlıkla falan
ilgili değil. Bu, genel bilgiyle, hayat
anlayışıyla, dünyayı tanımayla ilgili.
Türkiye’de milyonlarca doları olup da takvim
yaprağından hat kesip onu çerçeveleterek
duvarına asmayı normal kabul eden insanlar var.
Türkiye’nin en zengin 20 insanından
diyebileceğimiz bir abimiz, bir gün Mercedes’i
ile dükkana geldi. Bana, “Hacı abi, yengen bir
hilye istiyor ama çok pahalı olmasın” dedi. 5
bin, 10 bin dolarlık bir hilye önerdim, çok
pahalı olduğunu söyledi. Sayılı baskılarımızdan
vardı, hediye olarak onlardan verdim. Ben
ilgilenmeyeceğini düşünüyordum ama çok sevinerek
gitti. 3-5 gün sonra bize 1 koli sucuk ve
pastırma hediye gönderdi! (Gülüyor) İlgi bu
düzeyde; bedava olursa son derece ilgililer.
Para verip almaya gelince ilgi kalmıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “Siyasi iktidar olduk ama
kültürel iktidar olamadık” dedi. Son dönemde
refah seviyesi artan kesim neden kültürel
iktidar olamadı sizce?
Kültür
dediğimiz şey birdenbire gelişen bir şey değil.
Kültür, eğitim temelinde gelişir ve belli bir
zaman içerisinde ancak bir kaliteye gelebilir.
Onun için ben olsam Kültür Bakanlığı’nı
kaldırırım. Kültür Bakanlığı’nın, Milli Eğitim
Bakanlığı içerisinde ana bir bölüm olarak ele
alınmasını isterim. Ana okulundan başlayıp
mümkünse üniversiteyi bitirene kadar bir plan,
proje dahilinde kültürümüzün ana direklerini
anlatmaya çalışırım. Sanat işleri için de,direkt
Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Yüksek Sanat Kurulu
oluşturulması taraftarıyım. Binlerce sanatçımız
var ama kurumsallaşma maalesef oturmamış.
İstanbul Modern’i saymazsanız, dünya
standartlarında galerimiz, müzemiz yok. O da
fiziki imkan bakımından sınırlı.
Sanat
mahallesi sizi ne kadar kabullendi? Bir kültürel
iktidarla karşılaştınız mı?
Oradaki
insanların hepsi bizim arkadaşımız. Sonuçta
insanlar kendi mahallelerini seçemiyorlar. Hiç
ötekileştirme hissetmedim. Zaten mevzuya
vukufiyetim o arkadaşların birçoğundan iyi
olduğu için onlar benimle muhabbet etmekten zevk
alıyorlar.
Kendinizi
muhafazakar mahallenin bir parçası olarak
görüyor musunuz?
Ben o mahalle, bu
mahalle diye ayırmak istemiyorum. Kendimi
Müslüman Türk sanatına, Türk kültürüne
vukufiyeti olan ama bunları yeterli bulmayan, bu
sanatları dünya sanatları haline getirme
mücadelesi veren ve kendi çapında bir çığır açan
bir isim olarak görüyorum. Önümüzdeki yıllarda
benimle ilgili master-doktora tez çalışmaları
yapılacak diye tahmin ediyorum. Önemli
adamlardan “Hayatını kitap yapalım” diye teklif
aldım.
Çok
iddialısınız! Biraz abartmıyor musunuz?
İddialı olacağız tabii, niye iddialı olmayalım?
“Gemileri karadan yürütelim” diyen bir şey
oluyor, “Sadece denizden yürütelim” diyen bir
şey olmuyor.
Habertürk, 03.06.2017
|
ÇOBANLARIN İHBARIYLA 52 ODALI YERALTI ŞEHRİ BULUNDU
Kayseri'nin yer altı envanterini çıkaran
araştırmacılar, bir ihbar sayesinde başlattıkları
çalışma sonucu 52 odalı, 80 metre uzunluğundaki
Belağası Yeraltı Şehri'ni keşfetti.

Kayseri'nin Gesi bölgesindeki mahalle sakinlerinin
ve çobanların bölgede mağara olduğu ihbarı üzerine
başlatılan çalışma sonucu 52 odalı bir yer altı
şehri bulundu.

Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Obruk Mağara
Araştırma Grubu ve ÇEKÜL Vakfı, 2014'te kentin
yeraltı envanterini çıkarmak amacıyla çeşitli
bölgelerde çalışma başlattı.

Gesi bölgesinde yürütülen çalışmalarda buradaki
mahalle sakinleri ve çobanların bölgede mağara
olduğu ihbarı üzerine incelemeleri bu yönde
genişleten araştırmacılar, bunun sonucunda 52 odaya
sahip ve 80 metre uzunluğundaki Belağası Yeraltı
Şehri'ne ulaştı.

ÇEKÜL Kayseri Temsilcisi
Prof.Dr. Osman Özsoy
yaklaşık 3 yıl önce kentin yer altı envanterini
çıkarmak amacıyla proje başlattıklarını hatırlattı.

Kayseri'nin yeraltı envanteri bakımından oldukça
zengin bir kent olduğunu vurgulayan Özsoy, şunları
kaydetti: "Kayseri Büyükşehir Belediyesi, ÇEKÜL
Vakfı ve Obruk Mağara Araştırma Grubu ile beraber
2014'ten bugüne Kayseri'nin yeraltı envanterini
çıkarmak için projemizi yürütüyoruz.

Bununla ilgili yoğunluklu olarak Melikgazi sınırları
içinde 2 yıla yakın çalıştık. Bu süreçte Belağası
bölgesinde oturan mahalle sakinlerinden ve
çobanlardan burada mağara, yeraltı şehri olduğu
yönünde ihbar aldık. Böylece biz de bu enteresan
yere geldik. Belağası Yeraltı Şehri'nin bulunduğu
dağın yüzeyinde kilise ve farklı yapıların olduğunu
gördük. Çalışmalar sonucu daha sonra burada birkaç
farklı yeraltı şehri olduğunu keşfettik. Yeraltı
şehirlerinin çizimini, haritalanmasını yaparken
ilginç bir şekilde bölgedeki en çok odaya ve katmana
sahip bir yeraltı şehri olduğunu fark ettik. Hatta
belki de Türkiye'de ilk defa 50'den fazla odaya
sahip bir yer altı şehri olduğunu gördük."

Özsoy, geçmişte Belağası Yeraltı Şehri'nde
yaşayanların zamanla nüfus artışı ve ihtiyaçlara
göre oda sayısını çoğalttıklarını, böylece buranın
52 odaya ulaştığını tahmin ettiklerini ifade etti.
Kayseri'nin yeraltı şehirleri bakımından diğer
bölgelerden farklılık gösterdiğine dikkati çeken
Özsoy, şöyle devam etti:

"Bu yapıyı diğer bölgedekilerle kıyasladığımızda
Kapadokya ölçeğinden oldukça farklı bir yapıya sahip
olduğunu görüyoruz. Bizim bu bölgedeki yeraltı
şehirleri yapı olarak Kapadokya bölgesindeki,
özellikle Nevşehir ölçeğindeki yer altı
şehirlerinden farklı. Kapadokya'da bir bölgede, bir
beldede veya bir kentte bir tane dikey yeraltı şehri
oluyor. Ama Kayseri'de bir yerde birden çok yeraltı
şehri olabiliyor.

Ayrıca bunlar dikeyden çok yatay olabiliyor. Bu
bölgede Nevşehir ölçeğinden farklı olarak yatay
yeraltı şehrine rastlıyoruz. Melikgazi İlçesi'nde,
özellikle Gesi bölgesi bu noktada oldukça zengin"

Osman Özsoy, söz konusu yeraltı şehrinin tarihi ve
turizme kazandırılmasıyla ilgili çalışmaların
sürdüğünü sözlerine ekledi.

Ntv, 03.06.2017
|
KLEOPATRA'NIN ROMA HAVUZUNDA SÜT BANYOSU YAPMADIĞI
ORTAYA ÇIKTI
Yıllardır
yanlış bilinen hikayenin gerçeğini gün yüzüne
Niğde Müze Müdürü Arkeolog
Fazlı Açıkgöz çıkardı. Antik
Mısır'ın son kraliçesi VII.
Kleopatra'nın
Niğde'de bulunan
Roma Havuzunda süt banyosu yaptığının gerçeği
yansıtmadığını söyledi.
Niğde Müze Müdürü Arkeolog
Fazlı Açıkgöz,
Kleopatra'nın milattan önce 69 ile 30 yılları
arasında yaşadığı,
Roma havuzunun ise milattan sonra 2.yüzyılın
sonu ile 3. yüzyılın başında inşa edildiği için
tarihlerin tutmadığını aktardı.
SÖYLENENLER
RİVAYETTEN İBARET
11. Pitelema
Mısır Kralının kızı olan
Kleopatra 18 yaşında
Mısır'ın başına geçmiş ve
Mısır'da yaşamış birisidir. Bizim
Roma havuzu milattan sonra 2.yüz yılın sonu ile
3. yüzyılın başında inşa edildiği için bu rivayet
sadece söylenti olarak kalabilir. Buradaki yapılan
araştırmalarda söylenen rivayet ile ilgili bir şeyle
karşılaşmadık. "dedi.
OLİMPİK
ÖLÇÜLERDEN OLAN BİR HAVUZ
Romalılar tarafından
milattan sonra 2. yüzyılın başında inşa edilen bu
havuz halk tarafından
Roma havuzu diye biliniyor. Teknik olarak doğal
kayanın açılıp bütün kenarlarını kesme taş ve mermer
blok taşlarının örülmesi ile inşa edildiğini anlatan
Müdür Açıkgöz havuzun tarihini şu şekilde anlattı:
"Burada bir doğal su kaynağı var. Bu doğal su
kaynağının hemen çıktığı yerde inşa edilmiş bir
havuz.
Roma döneminde yanı başındaki sütun ayaklarında
olduğu Zeyos 'Aspamayos'a adanmış bir tapınak var.
Burası Tyana ile ilgili bir alan. Bu havuzun asıl
önemi o dönemdeki Tyana antik kentine burada
kaynaktan çıkan suyu böyle bir havuzda toplayıp daha
sonra yer altı kanalları ve daha sonrada su
kemerleri ile suyun oraya taşınmıştır. Burada kazı
yapan heyetlerin ve araştırmacıların verdikleri
bilgiye göre,
Roma döneminde 30 binlik bir nüfus var. Oradaki
o nüfusa su ihtiyacını karşılayan kaynaktan söz
ediyorlar. Bu kaynağın başındaki
Roma havuzundan söz ediyorlar.
O dönemdeki inanışlara ve halk arasındaki
söylentilere göre buradaki havuza bir insanın yalan
söyleyip, söylemediğini anlamak için bu havuza
girdiklerinde tüm yalanlarının ortaya çıktığına
inanılan bir durummuş."
İNŞAAT
HALİNDEYKEN TAŞLARIN ARASINA SİKKELER
YERLEŞTİRMİŞLER
Romalıların bir
geleneğini anlatan Açıkgöz, " Yaptıkları her
inşaatlık faaliyetteki harcının içerisine sikkeler
yada metal parçaları koyuyorlar. Bizde burada
bulduğumuz sikkelerin krozyon tabakasının temizlenip
korservasyonundan sonra gördük ki buradaki havuz
bire bir olarak
Roma İmparatoru Kara Kalla döneminde yapıldığı
tespit ettik. Milattan sonra 197 ile 217 yılları
arasında yapıldığı öğrenmiş oluyoruz. "diye konuştu.
haberler.com, 03.06.2017
|
İKİZCE GENÇAĞA KALESİ TURİZME KAZANDIRILACAK

Kurul Kalesi’ndeki kazılarda Kibele heykelinin
bulunmasıyla birlikte gözlerin çevrildiği
Ordu’da tarihe ışık tutacak yeni bir kazı daha
başlıyor. Ordu Büyükşehir Belediyesi,
Hacıemiroğulları Beyliği döneminden kalma olduğu
iddia edilen Gençağa Kalesi için arkeolojik
çalışma başlatacak.
Kalenin gün yüzüne çıkarılması için çalışma
başlatacaklarını ve bu konuda gerekli
talimatları verdiklerini ifade eden Başkan Enver
Yılmaz, “Kurul Kalesi, Ünye Kalesi ve Fatsa
Cıngırt Kalesi’nde olduğu gibi aynı döneme ait
olduğunu düşündüğümüz Gençağa Kalesi’ni de gün
yüzüne çıkararak himaye altına alacağız” dedi.
“GENÇAĞA KALESİ’Nİ HİMAYE ALTINA
ALACAĞIZ”
İkizce İlçesi'nin tarihi ve kültürel
değerlerinden biri olan Gençağa Kalesi’ni
ziyaret eden Başkan Yılmaz, kalenin gün yüzüne
çıkarılması ve turizme kazandırılması için
talimat verdi. Altınordu İlçesi'ndeki Kurul
Kalesi’nde kazı çalışması yapan ekibin başında
bulunan Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Yücel
Şenyurt’tan da kale hakkında bilgi alan ve
kalede çalışma yapmasını isteyen Başkan Enver
Yılmaz, “Büyükşehir olarak, tarihi kalemizi
himaye altına alıp, sahiplenecek ve turizme
kazandıracağız” diye konuştu.
Ordu ve İkizce İlçesi için tarih turizmi
açısından değer taşıyan, ne zaman ve kim
tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmeyen
Gençağa Kalesi, iki bölümden oluşuyor. Etrafı
surlarla çevrili olan kale, Kale Mahallesi
sınırları içerisinde bulunuyor.
Ordu
Belediyesi, 03.06.2017
|
İZMİR KÖRFEZİ'NDE HEYECAN VEREN KEŞİF
İzmir Körfezi'ni “70-80 yıl öncesine” döndürecek
dünyanın en büyük ekolojik geri dönüşüm
projelerinden birine imza atmaya hazırlanan İzmir
Büyükşehir Belediyesi, Büyük Körfez Projesi
çalışmaları sırasında, İzmir Körfezi ile ilgili
önemli bulgulara da rastladı. İzmir Büyükşehir
Belediyesi ve TCDD işbirliği ile devam eden “İzmir
Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi” kapsamında
alınan ÇED izninin ardından çalışmalarını
hızlandıran İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel
Müdürlüğü, proje kapsamında Çiğli açıklarında
planlanan iki doğal yaşam adasının etüdü sırasında
“batık gemi” keşfetti. Dokuz Eylül Üniversitesi
Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü tarafından
yürütülen “doğal yaşam adalarının batimetrik,
hidrografik ve oşinografik etüt işi” çalışmaları
kapsamında, Çiğli açıklarında orta Körfez'de 1800'lü
yılların sonunda batmış olabileceği düşünülen bir
gemiye rastlandı.
Dokuz Eylül -3 gemisi ile birlikte İZSU projesi
için Çiğli açıklarında bulunan Prof.Dr. Muhammet
Duman, Doç.Dr. Hüsnü Eronat ve Araştırma Görevlisi
Tarık İlhan, bilgisayar kayıtlarında bir farklılık
hissedince “batık” olabileceğinden şüphelenerek
sismik cihazla ve yanar taramalı sonar görüntüleri
aldı. Bu görüntülerde 42 metre derinlikte, 78 metre
boyunda ve 8 metre genişliğinde yan yatmış bir batık
gemi tesbit edildi. Geminin 1800'lü yılların sonunda
İstanbul'dan İzmir'e yük taşıyan ticari bir gemi
olduğu ve ana iskelede herhangi bir deformasyon
olmadığı için arızadan batmış olabileceği
düşünülüyor.
KÖRFEZDEKİ 5. BATIK GEMİ
İzmir Körfezi'nin Yenikale açıklarında, yani İç
Körfez'de çok daha önceki yıllarda tespit edilmiş 4
batık gemi daha bulunuyor. Orta Körfez'de tespit
edilen bu yeni batık gemi ile birlikte bu sayı 5'e
çıktı. Yenikale'de Körfez'in 19 metre derinliğinde
1950'li yıllarda çarpışma sonucu battığı düşünülen
gemiden birisinin 120 metre uzunluğunda bir yük
gemisi, diğerinin ise 80 metre uzunluğunda Karşıyaka
-Göztepe arasında sefer yapan yolcu gemisi olduğu
düşünülüyor. Bu gemiler Körfez'de ayrıca resif
görevi de görüyor.
Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve
Teknolojisi Enstitüsü, yeni tespit edilen batık gemi
ile ilgili daha detaylı bilgiler elde etmek amacıyla
önümüzdeki günlerde deniz altından kameralı görüntü
alacak. Açıkta ve 42 metre derinlikte olduğu için
Körfez'deki su sirkülasyonunu etkilemeyen batık
gemi, aynı zamanda resif görevi de görüyor.
“BÜYÜK HEYECAN DUYDUK”
1981 yılından bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi
Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü'nde görev
yapan ve İZSU için gerçekleştirdikleri araştırma
sırasında ekibiyle birlikte batık gemiyi keşfeden
Prof.Dr. Muhammet Duman, büyük heyecan
yaşadıklarını belirtti. İnsansız su altı kamerası
ile çekim yapacaklarını ve batık gemi ile ilgili
daha detaylı bilgiye ulaşma imkanına kavuşacaklarını
dile getiren Duman, “Savaş sırasında İzmir'i terk
eden Yunanlılar'ın İzmir Müzesi'ni boşalttıkları ve
bu gemi ile kaçarlarken eski kahramanlarımızdan
birinin gemiyi batırdığı söyleniyor. Ancak
İstanbul'dan İzmir'e 1800'lü yılların sonunda yük
taşıyan ticari gemilere de benziyor. Böyle bir deniz
arkeolojisini ortaya çıkardığımız için mutluyuz.
Arızadan mı, fırtınadan mı battığını bilmiyoruz ama
görünür darbe izi yok. Yan yatmış olduğu için bir
yırtıktan kaynaklanıyor olabilir. Önümüzdeki
günlerde yeni batık gemi ile ilgili detaylı
görüntüler aldığımızda daha net bilgilere
ulaşacağız” dedi.
Yeni Çağ Gazetesi, 03.06.2017
|
TARİHİ HİTİT BARAJI GÜN SAYIYOR

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Hitit
Barajı ve çevresindeki düzenlemelerin yüzde 65'lik
kısmının tamamlanmasına ilişkin, "İlklerin bakanlığı
olarak, sadece Türkiye'nin değil dünya tarihi için
de önemli mirasların gelecek nesillere aktarımı için
çalışmalarımız sürecek." dedi.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı, çağının en büyük
devleti olan Hitit İmparatorluğu'ndan kalan tarihi
mirasın gelecek nesillere aktarımı için
çalışmalarını sürdürüyor.
Hititlerin,
Çorum-Alacahöyük'te bulunan başkentleri
Hattuşaş'ın içme ve sulama suyu ihtiyacı için inşa
ettiği ve
Anadolu'nun ilk barajı olma özelliğine sahip
Hitit Barajı koruma altına alınarak, vatandaşların
ziyaretine açılacak.
YÜZDE 65'LİK KISMI TAMAMLANDI
Hititlerin, MÖ 13'üncü yüzyılda inşa
ettiği Hitit Barajı mirası, Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü tarafından Alacahöyük Sit Alanı dışında
bir Arkeopark-Rekreasyon projesine dahil edildi.

2002'de kazılarla ortaya çıkan 2,5 metre
yüksekliğinde 20 bin metreküp su hacmine sahip Hitit
Barajı'nın yer aldığı 277 dekarlık
Arkeopark-Rekreasyon alanında turistler için hizmet
tesislerinin inşasına devam ediliyor.
Sosyal tesisler, Alacahöyük Kazıları Araştırma
Merkezi, misafirhane, kütüphane, sergi ve konferans
salonu, satış büfeleri, yürüyüş bantları, otopark,
Hitit arabalarıyla yapılabilecek geziler için
yollar, baraj ve kazı alanları için seyir terasları,
doğal tarım alanları, laboratuvar, atölyeler ve
çalışma ofisleri yapımında inşaatın yüzde 65'lik
kısmı tamamlandı.
35 BİNDEN 70 BİNE ÇIKMASI HEDEFLENİYOR
Projenin tamamlanmasıyla ilk çağda
Avrupa ve
Ortadoğu'nun mitolojisini, dilini, dinini,
siyasetini büyük ölçüde etkileyen Hititlerin
başkenti Alacahöyük'ün ziyaretçi sayısının 35 binden
70 bine çıkması hedefleniyor.
Orman ve Su İşleri Bakanı Eroğlu, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, şunları kaydetti: "Bakanlık
olarak tabiat ve tarih varlıklarını korumak
görevimiz çünkü Türkiye'de tabiat ve tarih iç içe.
Aynı Zeynel Bey Türbesi'nin Ilısu Baraj Gölü'nün
altında kalmaması için iki kilometre taşımamızda
olduğu gibi, Alacahöyük'teki Hitit Barajı'nı da
koruyoruz. İlklerin bakanlığı olarak sadece
Türkiye'nin değil dünya tarihi için de önemli
mirasların gelecek nesillere aktarımı için
çalışmalarımız sürecek."
Milliyet, 02.06.2017
|
GAUDİ'NİN İLK KONUT PROJESİ CASA VICENS MÜZE OLUYOR
Antoni Gaudí'nin Barselona'daki ilk konut çalışması
olan Casa Vicens, kapsamlı bir restorasyon
çalışmasının ardından bu yılın sonbahar döneminde
kapılarını halka açacak.

Andorra'da özel bir banka olan MoraBanc tarafından,
müze haline getirilmek amacıyla 2014 yılında satın
alınan yapı, Gaudí'nin Art Nouveau tarzını ön plana
çıkaran özgün eserlerinden biri. 1885 yılında
tamamlanan Casa Vicens, Gaudi'nin ilk
müşterilerinden komisyoncu Manel Vicens i Montaner
için bir yazlık ev olarak tasarlandı.

Bu renkli yapı, 1899'da başka bir aile tarafından
satın alındı ve 1925 yılında Gaudí'nin arkadaşı Joan
Baptista Serra de Martínez'in talimatıyla üç katlı
hale getirildi. Bu işlem sırasında yapı içinde yer
alan orijinal merdivenlerden biri, yapıdan
çıkarılmıştı.

Sagrada Familia, Casa Batlló ve Park Güell gibi ünlü
eserler ile Katalan mimarisine büyük katkılarda
bulunmuş Gaudí'nin ilk konut projesi olması özelliği
ile öne çıkan Casa Vicens, 2005 yılında UNESCO Dünya
Mirası Listesi’ne girmişti.

Martínez Lapeña-Torres Arquitectes ve Daw Office
tarafından yürütülen, ilk aşaması 2015 yılının Nisan
ayında başlanan restorasyon projesinin başında José
Antonio Martínez Lapeña, Elías Torres ve David
García bulunuyor.

Arkitera, Kaynak: http://www.architectmagazine.com,
Haber: Tülay Aydın, 02.06.2017 |
UŞAK ARKEOLOJİ MÜZESİ GÖREVLİSİ ÖLDÜRÜLDÜ
Uşak Arkeoloji Müzesinde görevli Ali
Ekber Polat, kimliği henüz belirlenemeyen
bir kişi tarafından tüfekle vurularak
öldürüldü.
Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sanat
tarihçi olarak çalışan Ali Ekber Polat (38),
sabah saatlerinde Cumhuriyet Mahallesi Orhan
Dengiz Bulvarı'nda yürüdüğü sırada arkadan
yaklaşan biri tarafından tüfekle vuruldu.
Ağır yaralanan 2 çocuk babası Polat,
kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.
Polis, saldırganı yakalamak için harekete
geçerken, bölgedeki çok sayıda güvenlik kamerası
kayıtları incelemeye alındı.
Olayla ilgili soruşturma sürüyor.
Uşak
Gündem, 02.06.2017
|
Niğde Altunhisar
İlçesi'nde bulunan Kınık Höyük'te
2010 yılından bu zamana kadar yani 7 yıldır kazılar
yapıldığını ifade eden Prof.Dr. Lorenzo D'Alfonso;
“ 2010 yılında başladı bizim Kınık Höyük kazımız.
Her yıl yaklaşık 2 ay gibi bir süre burada kazılar
yaparız. Kınık Höyük'te yapılan kazılarda her yıl
çıkan eser sayısı değişiyor ama yaklaşık yılda 15
ile 20 adet kalıntı yani eser çıkartılıp Niğde
Müzesi'ne teslim ediliyor. Kınık Höyük'te 5 açma
açtık. Her açma farklı bir medeniyete ait. 2 açmada
ise Türkiye’de önemli bir duvar. Demir çağ Suru o
döneme ait 3 Bin yıl öncesine ait bir duvar. Bu
duvar çok büyük 4 metre genişliğinde ve 13 metrelik
yükseklikte. Bu eski Sur’un sıvası bu zamana kadar
bozulmadan duruyor. Bu güzel bir konservasyona
Türkiye’de rastlayamazsınız ama bizim Kınık Höyükte
çıktı” dedi.
Kazı başkanı ve New York
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Lorenzo
D’Alfonso; Kınık Höyük’te 2010’dan beri süren
arkeolojik kazı çalışmalarında, 3.000 yıl öncesine
ait 13 metre yüksekliğindeki anıt sur duvarının
ortaya çıkarılma çalışmaları sırasında 100
metrekarelik 4 odalı, içerisinde çeşitli hayvan
heykelcikleri bulunan tapınağa rastlandı. Tapınağın
2500 yıllık olduğu ve Pers dönemine ait olduğunu
belirtti.
Prof.Dr. Lorenzo D'Alfonso “Orta
Anadolu’da Pers dönemi tapınağı bulunmadı. Onun için
bu çok önemli buluntu. Tapınakta çok eser bulduk.
Bir parça riton bulduk. İran’a ait eser ama en
önemlisi yerli eserler bulduk. Örneğin bütün olarak
bir taş şahin heykeli bulduk. Yine inek, kuş
figürleri bulduk. Bu eserler bir tapınak için normal
ama Anadolu’da daha önce bulunmadı. Burada en önemli
buluntu şahin heykeli çünkü tapınağın ortasında tüm
heykel bulmak zor” dedi.
Kınık Höyük'te 3 yıl önce
yapılan Kazıda 100 metrekarelik 4 odalı, içerisinde
çeşitli hayvan heykelcikleri bulunan tapınağa
rastlandığını ifade eden Prof.Dr. Lorenzo
D'Alfonso; “burada çok farklı dönemlere ait yerler
kazdık. Bu yıl yine devam edeceğiz kazı
çalışmalarımıza. Bu yıl Demir Çağ dönemine ait
açmada kazı çalışmaları yapacağız. Ama Pers Dönemi
tapınakta geçen yıl Kazı çalışmalarında 2 parça
halinde bulunan ve restorasyon çalışmalarıyla
tamamlanan Şahin heykeli bulundu. Kazıda bulunan
figürün yüksekliği 211 mm, genişliği 70 mm, uzunluğu
82 mm. Orta Anadolu'da tapınağa rastlanmamakla
birlikte; Kınık Höyük kutsal yapısının kil zemini
üzerinde bulunan şahin heykelciği ve ele geçirilen
diğer figürlerin adak malzemesi olarak bir tanrıçaya
ithaf edildiği düşünülüyor. Kültür ve Turizm
Bakanlığı bize söylediği 2016 yılında en güzel bir
buluntu eser olduğu söylendi. Türkiye’de 4 tane bu
Şahin heykeline benzeyen eser var Çatan Höyük'ten
heykel ve bizim heykel.” diye konuştu.
Niğde
Anadolu Haber, 02.06.2017
|
TESADÜFEN TARİHİ KEŞİF
Aydın ve Muğla sınırları içindeki Beşparmak
Dağları’nın antik Latmos bölgesinde doğa yürüyüşü
yapan bir grup, keşfedilmemiş tarihi kalıntılara
rastladı...

Kayalık ve ormanlık yapısı nedeniyle gözden uzak
kalarak günümüze ulaşabilen antik Latmos bölgesinin
7 bin yıllık tarihine yeni keşfedilen kalıntılar
ekleniyor.
Aydın ve
Muğla illeri sınırlarındaki Beşparmak
Dağları’nın yamacında bulunan bölgeye doğa gezisi
yapan Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği
Başkanı Bahattin Sürücü, gezi esnasında tesadüfen
bir manastıra ait bina kalıntıları ile kaya
duvarlarına çizilmiş freskler (resim) bulduklarını
söyledi.
‘Keşif yapılmalı’
Manastırın
Bizans Dönemi’ne ait olabileceğini kaydeden ve
kayalara işlenmiş freskleri oldukça etkileyici
olduğunu anlatan Sürücü, “Tesadüfen bulduk. Engebeli
ve kayalık bir yapıya sahip Latmos’da daha ne kadar
eser var bunu bilmek imkansız. Keşiflerin yapılması
için zamana ve yetkililerin ilgisine ihtiyaç var.
Fresklerin yanındaki yaşam bölgesinin oldukça geniş
bir alana yayıldığı gördük. Bizi üzen ve tedirgin
eden
Kaçak kazı yapanların bıraktığı izler. Her
tarafta kazma kürekle açılan 2 metre derinliğinde
çukurlar var. Bu kadar zorlu bir coğrafyada bile
tarihi eserler tahrip ve talan edilebiliyor” dedi.
‘Milli park olmalı’
Beşparmak
Dağları ve çevresinin, Batı
Anadolu’nun etkileyici ve arkeolojik açıdan
zengin bölgelerinden olduğunu söyleyen Sürücü,
“Latmos’da kayaların rüzgar ve yağmur erozyonuyla
aşınmaları sonucu, insanın kendini farklı bir
gezegende hissedeceği olağanüstü görüntüler
yaşanıyor. Başta 8 bin yıllık tarih öncesi kaya
resimleri olmak üzere, antik yerleşimler, kutsal
alanlar, antik döşeme yollar, kaleler ve savunma
yapıları, Bizans manastırları, freskler gibi pek çok
insanlık mirası dağın gizemli coğrafyasında yer
almakta. Biz milli park ilan edilmesini beklerken
maden ocaklarına verilen izinlerle yok olma
tehlikesi yaşanıyor. Maden ocakları geri dönülemez
tahribatlar oluşturarak Latmos’u yok edebilir.
Latmos’u insanlık mirası değerinde korumalıyız”
ifadelerini kullandı.
Milliyet, Haber: Gökhan
Karakaş, 01.06.2017
|
İSRAİL'DE OSMANLILARDAN KALMA SU TESİSATI BULUNDU
Kudüs’ün 30km batısında bulunan Beyt Şemeş’te
Osmanlılardan kalma su dağıtım sistemi ve deposu
bulundu.

İsrailli arkeologlar, zamanın Osmanlı yönetiminin
söz konusu rezervuarı uzun yolculuk yapanların
dinlenme ihtiyacı için inşa ettiğini belirtti.
İsrail Arkeoloji Bakanlığının (IAA) bildirdiğine
göre, rezervuar 38 numaralı çevre yolunun
genişletilmesi sırasında bulundu. Bölgenin tarihi
bir alan olması dolayısı ile yolu yapan inşaat
şirketi arkeologlar ile birlikte çalışıyor.
Rezervuarı IAA personeli ile birlikte kazı yapan
İsrail Askeri Akademisi hazırlık sınıfı öğrencileri
ortaya çıkardı.
Rezervuar yüzeyin 3,5 metre altında bulunuyor ve
arkeologlara göre çevrede başka bir benzeri yok.
Arkeologlar genişletilmekte olan 38 numaralı
karayolun güney bölgelerini kuzeye bağlayan ana yol
olduğunu, tarihte de böyle olduğunu belirtti.
Dolayısı ile Osmanlı, yolculuk edenlerin su
ihtiyacını gidermek için su deposunu inşa ettirmiş.
Deponun, zamanına göre bir mühendislik harikası
olduğu ifade edildi.

Şalom, 30.05.2017
|