Haberler logo Haziran '17 Arşivi


4 - 11 Haziran 2017
AZTEKLERİN İNSAN KURBANLI OYUN SAHASI



Meksika'nın başkenti Meksico City'de, Aztek kabilesine ait bir tapınak ile ölümcül top oyunu için kullanılan spor alanı gün yüzüne çıkarıldı. Oyuncuların kalçalarıyla topu sahanın içerisinde tutmaya çalıştığı ve insanların kurban edildiği ölümcül oyunun oynandığı alanda, 32 takım insan boyun kemiği bulunduğu açıklandı. Arkeologlar, kemiklerin oyun sırasında kafası kesilen insanlara ait olduğunu belirtti. Kazılar sırasında ortaya çıkarılan dev tapınağın ise Azteklerin rüzgar tanrısı Ehecatl-Quetzalcoatl'a adandığını ifade edildi. Kazıların bitmesi sonrasında alanın müze olarak hizmet vereceği belirtildi.


Sabah, 09.06.2017
BÖLGE TURİZMİNE ÖNEMLİ KATKI SAĞLAYACAK

Düzce’nin Yığılca İlçesi'nde bulunan ve restorasyon çalışmalarının sürdüğü Sarıkaya mağarasında çalışmalar hızla ilerliyor. Çalışmaların yarıya yakın kısmı tamamlanırken geri kalan kısmı ise 1,5 ay gibi bir sürüde tamamlanması bekleniyor. Çalışmalar ve mağara hakkında bilgiler veren Yığılca Belediye Başkanı Muzaffer Yiğit “Sarıkaya mağarası hem ilçe hem de bölge turizmine renk katacağına yürekten inanıyorum. Uzmanların verdiği bilgiye göre hem boy uzunluğu hem de iç donanımı ayrıca sarkıkları ile mağaramız bölgenin en gözde mağarası olduğu söyleniyor. Birde bulunduğu alan itibari ile cennetimsi bir coğrafya da bulunması her şeye değer görülüyor ki Yığılca’mız turizm Beldesi olma noktasında hızla ilerliyor. Hem eşsiz coğrafyası hem de bozulmamış kültürel varlıkları ile Yığılca’mız bir marka olmaya aday. Ben bu arada Mağara ve diğer çalışmalarımızda hep yanımızda olan Valimiz Zülkif Dağlar’lıya ve Kaymakamımız Furkan Sancaktutar‘a sonsuz teşekkür ediyorum. Yığılca’mızın yarınları bu günden sonra çok farklı olacak’’ dedi.
Düzce Damla, 08.06.2017
YALOVA'DA KAÇAK KAZIDA 10 KİŞİYE SUÇÜSTÜ



Yalova'nın Altınova İlçesi'ndeki tarihi Çobankale'de, kaçak kazı yapan 10 kişi suçüstü yakalandı.

Alınan bilgiye göre, İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, ihbar üzerine tarihi Çobankale'ye operasyon düzenledi.

Operasyonda, define aradıkları belirlenen 10 kişi, suçüstü yakalandı.

Şüphelilerin jandarmadaki işlemleri sürüyor. 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Bursa Müze Müdürlüğü ve Altınova Belediyesi iş birliğiyle restorasyona yönelik temizlik ve araştırma kazısı yapılan Çobankale'deki resmi kazılara, bir süre önce ara verildiği öğrenildi.  

Altınova Belediye Başkanı Metin Oral, gazetecilere yaptığı açıklamada, kalenin çok önemli tarihi bir miras olduğunu belirtti.

Oral, "Osmanlı'nın, Doğu Roma ile ilk kez savaştığı bölge olma özelliği taşıyan Çobankale'nin tarihi önemi oldukça fazla. Bölgede güvenliği artırıyoruz. Çobankale ve çevresi 7 gün 24 saat kamerayla izlenecek." ifadelerini kullandı.
Bursa'da Bugün, 07.06.2017

2 BİN 400 YILLIK SURLAR IŞIL IŞIL

Tarihteki en büyük imparator olarak bilinen Makedonya Kralı Büyük İskender'in isteğiyle yaptırılan, günümüzde ise İzmir'in simgelerinden biri haline gelen tarihi Kadifekale surları, yaklaşık 24 asır sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edildi. İHA'nın haberine göre yeniden ayağa kalkan surlar, kurulan özel aydınlatma sistemiyle geceleri de kentin birçok noktasından görülür hale geldi.



Enerji verimliliği yüksek led armatürler aracılığıyla tarihi surların özellikleri estetik bir biçimde vurgulanırken, alan turizm açısından daha çekici bir mekan haline getirildi.

MÖ 334 yılında Pagos Dağı'nda yaptırılan surların kentin gece siluetinde algılanabilmesi için hazırlanan projede, kale içinde ve dışında toplam 298 adet yüksek performanslı led armatür, 46 adet son teknoloji ürünü data iletim ve otomasyon cihazı kullanıldı. Armatürler 4 metre ile 6 metre arasında değişen 15 adet modern tasarımlı direk, 128 adet kafes ile korunarak beton kaideler üzerine monte edildi. Kale duvarları amber, burçlar beyaz renkte aydınlatılırken, kalenin dış duvarları özel günlerde istenen her renkte ışıklandırılıyor. Kale dış duvarları için seçilen renk kombinasyonları, internet üzerinden de kontrol edilebiliyor.
Habertürk, 07.06.2017
1500 YILLIK RAHİP HEYKELİ MÜZE BAHÇESİNDEN ÇALINDI

Yalvaç Adliyesi ile Hükümet Konağı'nın ortasında bulunan, etrafı yaklaşık 1 metre istinat duvarı ve 2 metrelik demir korkuluklarla çevrili Müze Müdürlüğü bahçesinde yer alan MS 6'ncı yüzyıldan kalma 70 santim boyundaki rahip heykeli, kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce çalındı. Bu Sabah mesai için gelen müze görevlileri tarafından fark edilen hırsızlık olayı polise bildirildi. Olay yerine gelen polis ekipleri yaptıkları incelemede istinat duvarındaki demir korkulukların kesildiği ve tarihi eserin bu şekilde çıkarıldığını belirledi. Polis olayla ilgili soruşturma başlattı.

Tarihi rahip heykeli 31 Aralık 2010 tarihinde Nevşehir'den Yalvaç'a tarihi eser satmaya geldiği belirlenen 4 kişinin Eğirler Köyü yakınlarında durdurulmasıyla ele geçirilmişti. Polis, hırsızlığı o dönem yakalanan şüphelilerin gerçekleştirmiş olabileceği ihtimali üzerinde duruyor.


Milliyet, Haber: Nurettin Arkan, 07.06.2017
İTÜ NADİR ESERLER KOLEKSİYONU DİJİTAL ORTAMA AKTARILIYOR

İTÜ, Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerinde yazılan, mühendislik kaynaklarını dijital ortamda da araştırmacılara açıyor.

İTÜ rektörü Prof.Dr. Mehmet Karaca 17'inci, 18'inci, 19'uncu ve 20'inci yüzyıllara ait yaklaşık 6000 kitabı ve süreli yayını barındıran nadide eserler arşivinin, büyük emeklerin ardından sonunda dijital ortama aktarılmaya başlandığını belirtti. Koleksiyondan yakında araştırmacıların da yararlanabileceğini belirten Karaca bu sürecin tamamlanmasıyla birlikte, bugün internette ve ansiklopedilerinde bulunmayan pek çok bilginin Türkiye'nin mühendislik hafızasını ortaya çıkaracağını söyledi.

Türkiye'nin mühendislik birikimini yansıtan eserler
Üniversitenin sadece teknik bir okul değil, aynı zamanda Türk dünyasının mühendislik hafızası anlamına da geldiğine dikkat çeken Karaca, araştırmacılara açılacak bu akademik mirasın yeni eserlerin yazılmasına kaynaklık edeceğini, bunun yanında, aktarılan kaynakların oldukça geniş bir çeşitliliğe sahip olduğunu ifade ederek koleksiyonda; Osmanlı İmparatorluğu'nda üretilen mühendislik, tarih, edebiyat, sosyoloji ve sanat metinleri ile mühendislik öğrencilerinin çıkardığı mizah dergisi, dönemin ders notları, Osmanlı İmparatorluğu döneminde hayata geçen demiryolları, elektrik, tramvay gibi altyapı projelerine ilişkin sözleşmeler, planlar, projeler ve haritaların da bulunduğunu sözlerine ekledi.



Genç kuşağın günümüzde tüm araştırmalarını dijital platformlar üzerinden yaptığına dikkat çeken Karaca düşüncelerini: "Bugün, Türkiye'de mühendisliğin başhocası olarak bilinen Hoca İshak Efendi'ye dair internette çok az bilgi vardır. Aynı şekilde, üniversitemize tam 43 yıl hizmet veren Ord. Prof. Fikri Santur'a ait yayınlara ve eserlere dair bilgiler de düşük düzeydedir. Aralarında Şişli Camii'nin de bulunduğu pek çok yapının dayanıklılık (mukavemet) hesaplarını da yapan Santur, ülkemizin mühendislik birikimine 30'un üzerinde telif ve çeviri eser kazandırmıştır. Türkiye'nin ilk kadın mühendislerinin de yetiştiği üniversitemizdeki dijital arşivimiz bu sayede, sosyal ve kültürel tarihimize de ışık tutacak." sözleriyle paylaştı.

Fotoğraflar, mizah dergileri, benzersiz nota kayıtları
Dijital ortama aktarılacak İTÜ Nadide Eserler Koleksiyonu'nda, 1793'te, III. Selim'in emriyle kurulan kütüphanenin koleksiyonunda bulunan; askeri teknoloji ve fen bilimleriyle ilgili kaynaklar, teknik kitaplar, ansiklopediler, sözlükler, tarih, coğrafya ve dil eğitimi üzerine verilen nadide eserlerin yanında, haritalardan ve coğrafi materyallerden müzik arşivlerine dek uzanan geniş bir yelpazede, toplam 7363 parça referans kaynak yer alıyor. Astronom ve matematikçi Ali Kuşçu'nun Farsça kaleme aldığı "Menazil" adlı astronomi kitabının 1515 tarihli Edirne'de yazılmış el yazması bir kopyası da eserler arasında bulunuyor.

1909-1928 yılları arasında mühendislik öğrencileri tarafından çıkartılan "Şaka" adlı mizah ve edebiyat dergisi ise koleksiyonun diğer önemli parçalarından biri olarak göze çarpıyor. Dergi, dönemin mühendislik eğitimi hakkında çok önemli ipuçları veriyor, son derece değerli karikatür ve çizimlere de yer veriyor. Topkapı Sarayı ve Hamidiye Kütüphanesi'nden devredilen kitaplar, 1910'da İstanbul'un elektrifikasyonu imtiyazını kazanan Ganz Elektrik Şirketi'nin hediye ettiği fotoğraf albümü gibi pek çok kıymetli esere de bu dijital arşivden ulaşılabilecek.

Proje kapsamında İTÜ Nadir Eserler Koleksiyonu dışında, dijital ortama aktarılacak diğer koleksiyonlar ise şöyle:

İTÜ Dijital Harita ve Coğrafi Materyaller Koleksiyonu: Çoğu, Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü öğretim üyemiz Prof.Dr. Celal Şengör'ün bağışladığı kaynaklardan oluşan koleksiyonda, jeolojiyle ilgili yaklaşık 5000 harita bulunuyor. Koleksiyon Türkçe, Çince, Rusça, İngilizce, Bulgarca, Arapça, Portekizce, Katalanca ve Macarca başta olmak üzere, İbraniceden Felemenkçeye uzanan farklı dillerde kaleme alınan haritalardan oluşuyor.

İTÜ TMDK Dijital Müzik Arşivi: Arşiv, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı (İTÜ TMDK) kurucularından kemençe üstadı Cüneyd Orhon'a ait nota koleksiyonunu barındırıyor. Orhon'un ailesi tarafından 2014 yılında, İTÜ TMDK Ercümend Berker Kütüphanesi'ne bağışlanmış bu özel koleksiyonda, tekrarlar çıkarıldığında 748 sözlü eser ve 524 saz eserinden oluşuyor. Orhon'un, kullanıldığı kaynaklar hakkında her eserin arka sayfasına, el yazısıyla düştüğü notlar ise koleksiyonun bir diğer önemli özelliği olarak öne çıkıyor.
Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, Kaynak, İTÜ, 07.06.2017

FAS'TA İNSAN TÜRÜNE AİT EN ESKİ İSKELET BULUNDU

Fas’ta 300 bin yıllık insan iskeleti bulundu. Kalıntıların şimdiye kadar keşfedilen en eski insan kalıntıları olduğu ifade edildi.

Fas Kültür ve İletişim Bakanlığından yapılan açıklamada, Faslı bilim insanı ve araştırmacı Abdulvahid bin Nasır ve Alman araştırmacı Jan Jack Yublan’ın öncülüğünde çalışan uluslararası bir arkeoloji ekibinin Fas’ın Yusufiye bölgesi kırsalında yer alan Cebel İhud Köyü yakınlarında yaptıkları kazı çalışmalarında "homo sapiens"e ait iskelet kalıntılarına rastladıkları belirtildi.

Kalıntıların yaklaşık 300 bin yıllık olduğu belirtilen açıklamada, yapılan testler sonucunda kalıntıların şimdiye kadar keşfedilen en eski insan kalıntıları olduğu ifade edildi.

Şimdiye kadar yapılan araştırmalarda en eski 100 bin yıllık kalıntılara ulaşıldığı kaydedilen açıklamada, Fas’ta keşfedilen kalıntılara ilişkin ilmi makalenin 8 Mayıs 2017 tarihinde Almanya’da çıkan "Doğa" dergisinde yayımlandığı kaydedildi.

Cebel İhud civarında 2014 yılında yapılan kazı çalışmalarında 16 bin yıl öncesine ait insan kalıntıları bulunmuştu. 
Ntv, 07.06.2017



******


EVRİM KİTAPLARINI BAŞTAN YAZDIRACAK KEŞİF

İnsanların 200 bin yıl önce Doğu Afrika'da "insanlığın beşiği" olarak tanımlanan tek bir noktadan dünyaya yayıldığı fikri yeni bir araştırmaya göre artık geçerli değil.

Kuzey Afrika'da bulunan beş yeni Homo Sapiens (modern insan) fosili, ilk insanların tahmin edilenden 100 bin yıl önce yani yaklaşık 300 bin yıl önce ortaya çıktığını gösteriyor.

Yeni bulgulara göre insanların evrimi Afrika kıtasının çeşitli noktalarından eşzamanlı olarak gerçekleşti.

Bilim insanlarının bu son araştırması, Nature dergisinde yayınlandı.

BBC Bilim Muhabiri Pallab Ghosh'un BBC Türkçe'deki haberine göre Almanya'daki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü'nden (MPI) Prof. Jean-Jacques Hublin, bu keşfin insanlığın ortaya çıkışına dair ders kitaplarının baştan yazılmasına yol açacağını söylüyor:

"İnsanların Afrika'da bir 'cennet bahçesinden' hızlıca yayıldığı düşüncesinin doğru olmadığını gördük. Bizim görüşümüz insanların Afrika kıtası çapında zamana yayılan bir evrim geçirdiği yönünde. Eğer bir cennet bahçesinden bahsedeceksek bu bütün Afrika olmalı."

Paris'teki College de France'da düzenlediği bir basın toplantısında konuşan Prof. Hublin, Fas'ın Jebel Irhoud bölgesinde buldukları fosil kalıntılarını gazetecilere gururla gösterdi.

Fosillerin arasında kafatası, diş ve uzun kemiklere ait parçalar bulunuyor.

1960'larda da aynı bölgede kemikler bulunmuş, bunlar Homo Sapiens'in yakın akrabası sayılan Neanderthallerin Afrika'daki grubundan kalan 40 bin yıllık kemikler olarak tanımlanmıştı.

Bu bulgulardan hiçbir zaman tatmin olmayan Prof. Hublin, MPI ekibine katılarak bu mağarayı tekrardan incelemeye aldı ve 10 yılın ardından çok farklı bir hikaye anlatan kanıtlarla ortaya çıktı.

Gelişmiş teknolojik yöntemlerle elde edilen veriler, kemiklerin 300 ile 350 bin yıllık olduğunu ve kafataslarının modern insanlarınkiyle neredeyse aynı olduğunu ortaya koyuyor.

Kafataslarının günümüzdeki insanlardan farkı ise biraz daha çıkık kaş çıkıntıları ve biraz daha küçük beyin hacmi.

Prof. Hublin'in kazı ekibi, bu insanların taştan aletler yaptığı ve ateşi kullanmayı öğrendiğini de ortaya çıkardı. Yani bu insanlar hem modern insanlar gibi görünüyor hem de modern insanlar gibi davranıyordu.

Bugüne kadar türümüze ait ilk fosiller Etiyopya'nın Omo Kibish bölgesinde ortaya çıkarılan 195 bin yıllık fosillerdi.

Prof. Hublin "Artık ilk insanların ortaya çıkış hikayesini baştan yazmamız gerekecek" dedi hınzırca bir gülüşle.

Türümüz evrilmeden önce Afrika'da birbirinden farklı, çok sayıda insan türü yaşıyordu. Hepsinin kendine özgü güçlü ve zayıf yanları vardı. Tıpkı diğer hayvanlar gibi zaman içinde geçirdikleri evrim sonucu yavaşça görünüşlerini değiştiriyorlardı. Bu süreç yüz binlerce yıla yayılıyordu.

Buna karşın, Prof. Hublin'in bulguları öncesinde, bilim dünyasındaki ana akım görüş ilk modern insanların Doğu Afrika'da 200 bin yıl önce ansızın ortaya çıktığı yönündeydi. Buna göre ilk modern insanlar bir anda günümüzdeki insanın görünüşüne kavuşmuştu ve yalnızca o noktadan sonra dünyaya yayılmaya başlamıştı. Fakat Prof. Hublin'in bulguları bu anlatıyı değiştirdi.

Jebel Irhoud, Afrika'da 300 bin yıl geriye uzanan antik arkeolojik bölgelerin tipik özelliklerini taşıyor. Bu bölgelerde benzer araçlar ve ateş kullanımını gösteren kanıtlar bulunmuştu.

Bu alanda çalışan çoğu uzmanın insan türünün 200 bin yıl önce ortaya çıktığını düşünmesi nedeniyle bu araçların modern insanlardan önceki türler tarafından kullanıldığı varsayılıyordu. Fakat Jebel Irhoud'daki bulgular, bunların o dönemde yaşayan modern insanlardan kaldıklarını anlamamızı sağladı.

AFRİKA DIŞINDA DA OLABİLİR
Araştırmayı yürüten ekipten Dr. Shannon McPhearon da "ilk insanın kökeninin Fas olduğunu söylemiyoruz. Zira benzer bulgular Afrika'ya yayılan 300 bin yıllık pek çok mağarada var" dedi.

Araştırmaya dahil olmayan Londra'daki Doğal Tarih Müzesi'nden Prof. Chris Stringer da BBC'ye "Artık insanlığın tek bir beşiği olduğu düşüncesinden vazgeçmemiz lazım" diye konuştu.

Stringer o yıllarda Homo Sapiens'lerin Afrika dışında da yaşıyor olabileceğini söyledi:

"İsrail'de bulunan ve muhtemelen aynı dönemden kalan fosiller de Homo Sapiens'in gelişmekte olduğu döneme ait diye tanımlayabileceğimiz özellikler sergiliyor."

Prof. Stringer daha küçük beyne, daha büyük surata, daha belirgin kaş çıkıntılarına ve daha büyük dişlere sahip olan ilk insanların da Homo Sapiens sınıfına girebileceğine ve bu insanların yarım milyon yıl önce yaşıyor olabileceğine dikkat çekti.
Odatv, 08.06.2017

DEFİNECİLER BİTLİS'TE YAKALANDI

Bitlis’te izinsiz kazı yapan tarihi eser kaçakçılarına yönelik yapılan baskınlarda çok sayıda tarihi eser ele geçirildi. Bitlis Valiliğinden yapılan açıklamada, “Merkez İlçe Jandarma Komutanlığı sorumluluk alanı Yolcular (Verwan) Köyü Samanlı mezrasında, M.C.Ç. isimli kişinin evinin bahçesinde izinsiz kazı yapan 5 kişi kazı yaptıkları esnada suçüstü yakalanmışlardır” denildi.Açıklamanın devamında ise kazı yapanların üzerinde yapılan aramada, çok sayıda tarihi bronz sikkelerin ele geçirildiği belirtilerek, şu bilgilere yer verildi: “

Şahısların üzerinde yapılan aramada, dönemi henüz tespit edilmeyen 139 adet bronz sikke, 16 adet metal ok ucu, bir adet eski metal bileklik, bir adet metal dedektör, bir adet kazma ve kürek ele geçirilmiştir” şeklinde bilgi verilirken, ele geçirilen 5 kişiden 3’ünün Batmanlı olduğu ileri sürüldü. 
Batman Gazetesi, 07.06.2017
ÇİÇEKDAĞI'NDA KAÇAK KAZI!

Jandarma ekipleri tarafından düzenlenen tarihi eser operasyonunda 2 kişi suçüstü yakalandı.

Alınan bilgiye göre Çiçekdağı İlçesi Hacıhasanlı Köyünde kaçak kazı ihbarı sonrası yapılan operasyonda B.Ç., ve O.A., yakalandı. Operasyonda 10 altın ve bronz sikke, 5 desenli obje, 2 kolye ucu, ile birlikte define aramakta kullanılan dedektör ele geçirildi.

Şüpheliler gözaltına alınırken tarihi eserle Kırşehir Müzesi'ne teslim edildi.
karamanca.net, 07.06.2017

ORDU'DA 3 KADIN HEYKELİ YİNE TAHRİP EDİLDİ

Ordunun Altınordu İlçesi'nde, kentin yöresel türküsü olan Tabya başında 3 kız yan yana türküsünden esinlenilerek yapılıp açık havada sergilenen, daha önce de 2 kez tahrip edilen 3 kadın heykelinin bu kez ayakları kırıldı.



Altınordu İlçesi'nde Taşbaşı Mahallesi'nde seyir terası konumundaki açık alana 11 yıl önce kaide yapılıp buraya, kentin yöresel türküsü 'Tabya başında 3 kız yan yana' türküsünden esinlenerek 3 kadın heykeli yerleştirildi. Yerli ve yabancı ziyaretçilerin de büyük ilgisini çeken kadın heykeller, 6 ay önce, başı gövdesinden ayrılarak tahrip edildi. Büyükşehir Belediyesi tarafından onarılan heykeller tekrar aynı yere yerleştirildi. Daha önce 2 kez tahrip edilen heykellerin bu kez ayakları kırılarak zarar verildi. Belediye ekipleri tarafından bulunduğu yerden kaldırılan heykeller onarılmaya götürüldü. Heykellerin zarar görmemesi için caydırıcı amaçla koyulan güvenlik kamerasının da tahrip edildiği ve çalışmadığı belirtildi.

KADIN HEYKELLERİNİN YERİNİ DEĞİŞMİŞTİ
Daha önce dönemin Ordu Belediyesi tarafından düzenlenen Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu'na katılan 8 heykeltraş tarafından yapılan 12 heykel, kentin merkezinde cadde ve parklarda sergileniyordu. Kadın heykeller sprey boyalarla tahrip edilince temizlenip tekrar bulundukları kaidelere yerleştirilmişti. 

12 heykelden kadın olan 5'i parklardan alınarak, Taşbaşı Kültür Merkezi  bahçesine yerleştirildi. Kadın heykellerinin yerinin değiştirilmesiyle tepki toplayan Büyükşehir Belediye Başkanı Ak Partili Enver Yılmaz, Bu heykelerden 5 tanesinin toplumun genel algısı, örfümüz, adetimiz ve ahlaki duyarlılığımızı da dikkate almak suretiyle başka bir alana taşımayı planladık açıklaması yapmıştı.
Milliyet, Haber: Nedim Kovan, 06.06.2017

GÖBEKLİTEPE'NİN SEMBOLÜ KURUYOR!

Alman Arkeolog Prof.Dr. Klaus Schmidt tarafından keşfedilen, Dünya'nın bilinen en eski tapınaklarının bulunduğu Göbeklitepe'de bulunan ve Göbeklitepe'nin sembolü olan dilek ağacı can suyu bekliyor.

Üst çatı projesinin yürütüldüğü ve ziyarete kapalı olan Göbeklitepe'deki karadut ağacı kurumaya ve böceklenmeye başladı. Konuya dair açıklama Prof.Dr. Klaus Schmidt'in eşi Çiğdem Köksal Schmidt'ten geldi.

Ağacın fotoğrafını paylaşan Köksal Schmidt, "Dilek ağacının da keyfi yok. Gövdede kuruma ve böceklenme başlamış. Belki Harran Üniversitesi Ziraat Bölümü bir bakabilir, tamamen kuruyup gitmeden ağaç bir şeyler yapılabilir. Sonuçta ovadan her açıdan görülebilen bu ağaç da Göbekli Tepe' nin bir sembolü" diyerek ağacın kurumasının önüne geçilmesini istedi.

Üzerine dilek tutarak rengarenk kumaşların bağlandığı ağaçta renkli kumaşların olmadığına da dikkat çeken Köksal Schmidt, "Üzerindeki rengarenk kumaş parçaları da yok artık, sadece Klaus'un her zaman kullandığı beyaz puşilerden biri hala bir dalında sarılı duruyor." yorumunda bulundu.

Şimdi konuya duyarlılık göstererek gündeme getiren Köksal Schmidt'in uyarısının dikkate alınarak ağaç için gerekli önlemlerin alınması bekleniyor.
Ajans Urfa, Haber: Özlem Koçhan, 06.06.2017

KOCAELİ'DE TARİHİ MEZAR TAŞLARI DUVAR YAPIMINDA KULLANILDI

Kocaeli’nin İzmit İlçesi'nde yer alan Bağçeşme Mezarlığı’nın duvarlarında tarihi eserler dolgu malzemesi olarak kullanıldı.



Barındırdığı tarihi zenginliği dünyanın en önemli şehirlerinden biri haline gelebilecek olan İzmit’in bütün bu zenginliğinin büyük bir bölüm hala toprak altında yatıyor. Toprak üstündekiler ise yok ediliyor. İzmit’in en büyük mezarlığı olan Bağçeşme Mezarlığı’nın duvarlarında tarihi eserlerin dolgu malzemesi olarak kullanılmasına vatandaşlar tepki gösterdi.


arkeolojihaber.net, Kaynak: Kocaeli Barış Gazetesi, 06.06.2017
"OSMANLI, ROMA DÖNEMİ İNSANLARI GÜNÜMÜZE GÖRE DAHA KISA"

Sinop'taki Balatlar Kilisesi kazısından çıkarılan iskeletler üzerinde yapılan antropolojik incelemeler sonucunda, Roma dönemi iskeletleriyle geç Osmanlı dönemi iskeletlerinde boy farkı bulunmadığı ve o dönemlerde yaşayanların şimdiki ortalama insan boyundan kısa oldukları belirlendi.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. İzzet Duyar, bir program kapsamında geldiği Bursa'da, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sinop'ta "Balatlar Kilisesi" olarak anılan bölgede, 2010'da başlayan arkeolojik kazının antropolojik çalışmaları kapsamında gün yüzüne çıkarılan mezarları ve bu mezarlardaki buluntuları, iskeletleri incelediklerini söyledi.

"Çok iri bir insan yapısı yok"
Anadolu'nun birçok yerinde 20-25 bin iskelet incelediğini belirten Duyar, şunları kaydetti:

"Osmanlı, Selçuklu dönemi ve daha eski dönemlerden iskeletler inceledim. Şunu görüyoruz ki çok iri bir insan yapısı yok. Hatta Osmanlı, Roma insanları günümüzdeki insanlara göre daha kısa. Eskiden 3-5 metre boyunda, bir adım attığında kaç metre ilerleyen insanlar olduğu, bir söylentiden ibaret. Bu, belki de ataları yüceltme yönünde yapılan bir inanış. Biz incelediğimiz iskeletlerde böyle bir şey görmüyoruz. Şu ana kadar 2 metre, hatta 1,90 boyunda bir insan iskeletiyle bile hiç karşılaşmadım."

"Kireçleme ve eklem bozulmaları azalmış"
Duyar, iskeletlerden yola çıkarak eklem hastalıklarını ve bu hastalıklardaki değişimi de gözlemlediklerini vurgulayarak, şunları kaydetti:

"İlk veriler, bölgede, aynı topluluğun yaşamını sürdürdüğünü gösteriyor. Zorlanmayla ortaya çıkan, aşırı yüklenme, yük taşıma, çok fazla hareket etme ve periyodik, zorlu işler yapma sonucunda dizlerde, kalçada, dirsekte ve omuzda oluşan değişimleri de gözlemledik. Burada yaptığımız incelemelerde, 5-6. yüzyıl erken Roma döneminden, 18-19. yüzyıl geç Osmanlı dönemine, aradaki bin 200 yılık zaman diliminde insanların artrit ve eklem bozulmalarının azaldığını gördük. Demek ki zaman içinde insana binen yük giderek azalmış. Biz, bunu ortaya koyduk. Artritin göstergesi olan kişinin daha fazla yük altında kalmasının giderek azaldığı gözleniyor. Erken Roma döneminde yaşayanlar, daha fazla yüklenme altında kalıyor. 'Daha şanssızlar' diyebiliriz. Geç Osmanlı 18-19. yüzyıl insanları ise daha rahat. Bu verileri günümüz hastane verileriyle karşılaştırarak, daha da ilginç sonuçlar da elde edebiliriz. Böylece bir bölgede aynı toplumun zaman içinde nasıl değişim geçirdiğini anlayabiliriz."
Anadolu Ajansı, Haber: Büşra Nur Özcan, 05.06.2017

YOL ÇALIŞMASI YAPARKEN BULDULAR

Çinli işçiler, dünyanın en çok dinozor yumurtası fosili barındıran kenti Heyuan'da 43 yumurta daha buldu. Yumurtalar yol tamiri çalışmasında ortaya çıkarıldı.



Çin'in güneyindeki Guangdong eyaletinde bulunan Heyuan kentinde 43 dinozor yumurtası bulundu. Dünyanın en fazla dinozor yumurtası fosiline sahip olması sebebiyle 'Dinozorların Evi' olarak da anılan kent, 2004 yılında Guinness Rekorlar Kitabı'na girmişti.



Araştırmacılar, yumurtaların hangi türe ait olduğunu tespit etmek için analiz yapılacağını belirtti. Heyuan Müzesi'nde bulunan yumurtaların çoğu, 89 milyon yıl önce yaşamış olan ördek gagalı Oviraptor türüne ait.



Heyuan'da ilk kez 1996 yılında bir inşaat alanında oynayan çocuklar tarafından bulunan dinozor yumurta fosillerinin sayısı, bugün 17 bini geçmiş durumda.




Sabah, 05.06.2017
ÇALINAN BUDA HEYKELİ ORTAYA ÇIKTI

Hindistan'da bir süre önce tapınaktan çalınan 900 yıllık Buda heykeli bulundu.

Hindistan haber ajansı ANI, Arunaçal Pradeş eyaletindeki tapınaktan çalınan 12. yüzyıldan kalma Buda heykelinin, Delhi'nin Majnu Ka Tilla bölgesinde ele geçirildiğini duyurdu.

Delhi Suçla Mücadele Şube Müdürlüğü, heykeli satmaya çalışan 2 kişiyi gözaltına aldı.
Anadolu Ajansı, Haber: Zehra Ulucak, 05.06.2017

ÇATALHÖYÜK'ÜN GİZEMİ ÇÖZÜLÜYOR

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan sayılı prehistorik yerleşim merkezlerinden biri olan Çatalhöyük’te kazı ekibi, Kuzey ve Güney Alanı’nda gerçekleştirdiği çalışmalarla bölgedeki en erken yapıları ortaya çıkarmaya biraz daha yaklaştı. Geçen yıl çok ilginç buluntular elde edildi, kazılar bu yıl da devam edecek. Yazın aşırı sıcakları bastırmadan Çatalhöyük’ü grömenin şu sıralar tam zamanı...

Çatalhöyük’te geçen yıl kazı bağlantı alanında bir topuz başı, şu ana kadar görülen en yüksek kalitede dört çift yüzlü obsidyen ok, Kuzey Alanı’nda kemik ve seramik objeler; Güney Alanı’nda ise çok sayıda gömü bulundu. ‘Bina 1’ olarak adlandırılan bölgede ise iki adet çakmaktaşı hançer ve bir deniz kabuğunun da içinde bulunduğu, bugüne kadar bulunan en değerli gömüye ulaşıldı. 
Çok detaylı bir çalışma yürütülen Kuzey Alanı’nda, ‘Bina 132’ bölgesinin dışında ise aktivite alanları, ateş yerleri ve çalışma alanları en ince detaylarına kadar belirlendi. Dış mekanların nasıl kullanıldığına dair bilgiler elde edildi.

Kazılarda son durum...
Bölgedeki kazılarda görevli arkeologlar, Çatalhöyük’te 1999 yılında Doğu Höyük’ün en alt katmanına ulaştıklarını ancak en erken yapıları bulamadıklarını hatırlatırken, kazı sezonu hakkında şu değerlendirmede bulundu:

“Doğu Höyük’te 1999’da yaptığımız çalışmalarda evler yerine çöp alanları ve ağıllar bulmuştuk. Geçtiğimiz sene en alt katmana ve en erken yapılara ulaşma hedefiyle 12 kazıcı, 15 laboratuvar ve destek uzmanından oluşan bir çekirdek ekiple çalışmalarımızı yürüttük. Ancak kazı sezonunun kısa sürmesinden dolayı kazıları 2017’de sürdürme kararı aldık. 2016 kazı sezonunda yine ilginç buluntular elde ettik. Doğu Höyük üzerinde iki kadın figürini bulduk. Yaptığımız değerlendirmede bunların toplumda prestij elde etmiş ve saygınlığı olan kadınlara ait olduğu sonucunu elde ettik. 2016’da Güney Alanı’nda en alt katmana ulaşmak amacıyla çalışmalarımız devam etti. 2017’de gerçekleştireceğimiz çalışmalarla da Çatalhöyük’ün en erken yapılarını ortaya çıkaracağımıza inanıyorum.”

Çatalhöyük dijitalleşiyor 
Yine geçen yıl Çatalhöyük’ün geniş kitlelerce bilinmesi amacıyla sosyal medyada da çalışmalar başlatıldı. Çatalhöyük ziyaretçileri için bir mobil uygulama geliştiriliyor. Ayrıca alanla ilgili video oyun dizayn ediliyor. Çatalhöyük’ün son kazı sezonuna özel olarak ayrıca bu sene 21 Haziran 2017’de Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde (ANAMED) bir sergi düzenlenecek. 

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Çatalhöyük’ün hiç bilinmeyen tarafları, 25 yıl boyunca kazıların nasıl yapıldığına dair detayları güncel ve interaktif sergileme teknikleriyle ziyaretçilere aktarılacak. Çatalhöyük’ü bilinir kılan arkeologların verilere nasıl ulaştığı ve laboratuvarlardaki merak uyandıran bilimsel analizler deneyime dayalı sergileme yöntemleriyle ziyaretçilere sunulacak. Sergide, her bir katılımcıya MÖ 9000 yılına tarihlenen Çatalhöyük’teki kazı çalışmalarında adeta bir araştırmacı olma olanağı sağlamak amaçlanıyor.

Çatalhöyük Kronolojisi 

* MÖ 7400: Çatalhöyük’ün ilk kuruluş adımları atıldı.
* 1950’lerin sonu: Çatalhöyük keşfedildi.
* 1961-65: James Mellaart öncülüğünde arkeolojik kazılar yapıldı. 
* 1993: Prof. Ian Hodder’ın başkanlığında kazılar yeniden başladı. 
* 1993’ten sonra: 9 bin yıl öncesinin günlük yaşamı ve sanat unsurları keşfedildi.
* 2012: Çatalhöyük UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alındı.


Hürriyet, Haber: Melih Uslu, 04.06.2017

BUZ ADAM ÖTZİ'Yİ KİM ÖLDÜRDÜ?

Ötzi, İtalya'nın kuzeyinde bulunan Ötztal Alpleri'nin tepesinde bundan 5300 yıl önce sırtından okla vuruldu.

Okun atardamarına gelmesi nedeniyle, büyük ihtimalle birkaç dakika içinde kan kaybından öldü.

Bedeni buzulların altında donan adam, dünyanın en eski ve en iyi korunan mumyalarından biri olarak tarihe geçti.

Ötzi ilk defa 1991 yılında keşfedildi. Bilim insanları 10 yıl sonra da omzuna saplanmış olan taş ok başını buldular.

Ancak araştırmacılar birkaç ay önce üst düzey bir dedektifin yönettiği bir soruşturma sonucunda, Ötzi'nin nasıl vurulduğu sorusuna odaklanmaya başladı.

Bu bir cinayet miydi? Ötzi'yi kim öldürmüş olabilirdi?

5300 yıllık faili meçhul dava

Ötzi'nin bedeninin sergilendiği Güney Tirol Arkeoloji Müzesi'nin Direktörü Angelika Fleckinger, Münich Polis Departmanı'ndan Dedektif Alexander Horn'u soruşturma için çağırdı.

Horn'a daha önce "faili meçhul vakalara bakıp bakmadığı" soruldu:

"Daha önce baktığım faili meçhul davalar 20, bilemediniz 30 yıllıktı. Bu defa 5300 yıllık bir dosyaya bakmam isteniyordu."

Dedektif Horn, ilk başta cesedin kötü durumda olduğunu düşündü. Ancak o günlerde çalıştığı ölü bedenlerden çok daha iyi durumdaydı.

Alpler'in tepesinde bulunan olay yerini de ziyaret eden Horn, ceset üzerinde 25 yıldır devam eden araştırmayı derileştirerek yaraları ve mide içeriğini inceledi.

Araştırma sonuçları Horn'un teorisini destekliyordu:

"Bu, fazlasıyla bir cinayete benziyordu" diyen Horn, sözlerine şöyle devam ediyor:

"Ötzi büyük ihtimalle yaklaşık 30 metre mesafeden vuruldu, yani yakın temas cinayeti değildi."

Ötzi'nin elinde bıçak yarası

Horn, Ötzi'nin vurulmadan hemen önce buzulların üstünde habersizce dinleniyor olduğunu ve okuna davranamadığını tahmin ediyor.

Horn, "Ağır bir öğün yemek yiyordu; kaçtığı bir şey veya acelesi yok gibiydi" diyor.

Bir başka dikkat çekici kanıt, ölümünden iki gün önce elinden aldığı yaraydı. Ötzi, büyük ihtimalle bir kavgaya karışmıştı.

Bu, klasik bir aktif savunma yarasına benziyordu. Örneğin biri sizi bıçaklamaya çalıştığında bıçağı tutarak itmeye çalıştığınızda aldığınız yara gibi.

Ötzi'nin başka bir yarası olmadığı için, kavgadan galip çıktığı düşünülüyor.

Horn ve ekibi, buzulların üstündeki Ötzi cinayetinin bu kavganın bir devamı olduğunu, katilin Ötzi'yi Alpler'e kadar takip edip vurduğunu tahmin ediyor.

Ancak katil, Ötzi'nin bakır baltasını ya da başka bir değerli aletini çalmamıştı.

Nefret mi, kıskançlık mı, intikam mı?

Horn'a kalırsa bu, kişisel bir meseleydi.

İtalyan detektif, "Konu nefret, kıskançlık ya da intikamsa, bunu size biz söyleyemeyiz" diyor.

Arkeoloji Müzesi'nden Angelika Fleckinger, Ötzi'nin ölümüne ilişkin sır perdesinin aralanmasında gelinen noktadan memnun.

Horn ise, "Cinayeti çözememiş olduğumuz gerçeğinden hoşnut değilim" diyor.

Bu davayı günün birinde çözebileceklerine olan inancı düşük.

Buruk bir gülümsemeyle, "Katilin yanına kar kaldı. Bu da soruşturma yürütürken hoşuma giden bir şey değil" diye konuşuyor.
BBC Türkçe, 04.06.2017

SUMELA'NIN 400 YILLIK GELECEĞİ KURTARILACAK



Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biri olan ve 20 aydır restorasyon çalışmaları nedeniyle ziyarete kapatılan Trabzon’un Maçka İlçesi'ndeki tarihi Sümela Manastırı’nda restorasyon çalışmaları sürüyor.

Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan Maçka Belediye Başkanı Koray Koçhan, yapılan çalışmayla Sümela’nın gelecek 300-400 yılının kurtulmuş olacağını söyledi.
Sümela’da yapılan çalışmaların zorluğuna işaret eden Başkan Koçhan, çalışmaların 2018 yılının sonuna kadar sürebileceğine dikkat çekerek kaya güçlendirmesiyle ilgili birinci etabın tamamlandığını söyledi.

"2018 yılı sonuna kadar Sümela kapalı kalacak"
Sümela’nın kapalı kaldığı sürede gerek seyir teraslarıyla gerekse de elektronik müze sayesinde turistlere hizmet vereceğini kaydeden Başkan Koçhan, “Sümela Trabzon’un dünyaya açılan penceresi. Kültür ve Turizm Bakanlığımız burayla ilgili büyük bir restorasyon projesi başlattı. Bunun yanında da taş düşme tehlikesine karşı bir çalışma yapılıyor. Yaklaşık 50 milyon TL’lik bir proje. Sümela Manastırı belki 2018 yılının sonuna kadar kapalı kalacak. Burada düşme tehlikesi olan 60 tonluk kayalar var. Bununla ilgili ilk etap çalışması hızlı bir şekilde devam etti. Bu çalışmalar iş makinesiyle değil profesyonel dağcılar tarafından yapılıyor. Malzemeler teleferikle çekiliyor dolayısıyla çalışmalar yaz kış devam ediyor. Kapıya kadar olan ilk etap kısmı bitti. Şimdi kapıdan diğer tarafa olan kısmı devam ediyor" diye konuştu.

"Fresklerin restorasyonuna başladı"
"Bu yüklü bir maliyeti olan ince işçilik ve uzun bir zaman isteyen bir çalışma" diye konuşan Koçhan "Şu an kaya kilisesinin içindeki fresklerin restorasyonuna başlandı. Belki 2018 yılının sonuna kadar Sümela Manastırı kapalı kalacak ancak Sümela Manastırı’nın gelecek 300-400 yılını bu projeyle kurtarmış olacağız. Bakanlığımız 50 milyon TL para harcayacak. Bu sene kapının yanına kadar ziyarete açılacağını düşünüyoruz. Sümela Manastırı’nın başladığı patika yerde bir kilise var o kiliseyi Turizm Bakanlığımızın üç boyutlu Sümela Manastırı içinde gezilecek elektronik müzeye dönüşmesi projesi var. Ayrıca üç tanede de seyir terası yapılacak yaklaşık 2 milyon ödeneği çıktı. Sümela manastırı kapalı kaldığı sürece hem seyir teraslarıyla hem küçük elektronik müzesiyle geleceğine yönelik çalışmalar devam ediyor” ifadelerini kullandı.

"Teleferik projemiz olmazsa olmazımız"
Sümela Manastırı’nda en önemli sorunun teleferik projesi olduğunu bunun da hayata geçirilmesi için yoğun gayret sarf ettiklerini kaydeden Koçhan, “ Bunun yanında Sümela Manastırı’ndaki mevcut tesisler yetmiyor Bu bölgede Milli Parklar’ın bir çalışması var; günü birlik konaklamalar, restoranlar yapılacak. Bunların yanında teleferik projesi var. Bu proje çok büyük önem arz ediyor. Sümela’da gündeme getireceğimiz en önemli meselenin teleferik olduğunu düşünüyorum. Bir an önce bu teleferiği hızlı bir şekilde 2018 yılının sonuna kadar 2.2 kilometre olan bölümünü bir an önce yapmamız lazım. Böylelikle Sümela’nın girişindeki trafik sıkışıklığı önlenmiş olacak. Bunun taliplisinin de olduğunu biliyorum. Bir an önce prosüdür hızlandırmamız gerekir. Bana göre Sümelada en önemli problemlerden biri bu teleferik problemini ortadan kaldırmamız lazım. Ayrıca Turizm Bakanlığımız tarafından bu yıl Vazelon Manastırıyla ilgili restorasyon projesi var” şeklinde konuştu.


Milliyet, 04.06.2017
ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI BİLİNEN TARİHİ DEĞİŞTİRDİ


Osmaniye'de bulunan ve sütunlu caddesi, tiyatrosu, hamamı, kilise kalıntıları ve Orta Çağ'dan kalma kalesi ile Kesmeburun, Bahçe ve Kazmaca köylerinin ortasında, Ceyhan nehrinin yakınlarında küçük bir ovaya hakim kaya çıkıntısı üzerinde yükselen Kastabala antik kentindeki arkeolojik kazı çalışmaları, kentin bugüne kadar bilinen tarihçesini değiştirdi. İl Kültür ve Turizm Müdürü Garip Yıl, Kastabala'daki arkeolojik kazı çalışmalarının, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Turgut Hacı Zeyrek başkanlığında sürdürülmekte olduğunu belirterek, "Antik kentte gerçekleştirilen çalışmalardan sonra kentin bugüne kadar bilinen tarihçesi değişmiştir. Kazı buluntuları Geç Neolitik-Erken Kalkolitik, MÖ 5. yüzyıl, MÖ 1-MS 1. yüzyıl, MS 2. yüzyıl, MS 4-6. yüzyıl, MS 13-15. yüzyıla tarihlenmiştir. Bilinen tarihten daha eski döneme ait bulgular elde edilmiştir. Yapılan kazı çalışmaları devam etmektedir." dedi.

Kazı, sondaj ve araştırma çalışmaları sonrasında kentin sınırlarının güneyde Ceyhan nehri, kuzeyde Karatepe, batıda Kırmıtlı Kuş Cenneti arasında genişleyen verimli ovayı kapsadığının belgeledğini kaydeden Yıl şöyle dedi: "Sur ile çevrili kent merkezi, Roma İmparatorluk döneminde (MS 2. yüzyıl) sur duvarı ile çevrili olmadığı, ilk savunma sisteminin MS 4. yüzyıl sonlarında inşa edildiği düşünülmektedir. Kent planlama ilkelerinin geliştirildiği Anadolu’nun Batı ve Güney kıyı merkezlerindeki uygulamalara paralel planlı şehirciliğin en üst seviyeye ulaştığı yerlerden Kastabala’nın Artemis Perasia kült merkezi olması kentte dinsel, siyasal, toplumsal ve ekonomik koşullar oluşturmuştur. Şehir plancılığı açısından sütunlu cadde yerleşmenin ana aksını belirlemektedir. Tiyatro, hamam, dükkanlar, kuzey ve güney kiliseler uygun parsellerde inşa edilmiştir. Orta Çağ kalesi ise savunmaya elverişli kayalık bir tepe üzerinde yükselmektedir. Sur ile çevrili kent merkezi, Roma İmparatorluk döneminde (MS 2. yüzyıl) sur duvarı ile çevrili olmadığı, ilk savunma sisteminin MS 4. yüzyıl sonlarında inşa edildiği düşünülmektedir.Kale tepesinin güney eteğinde batı-doğu yönünde uzanan sütunlu caddenin doğu ucunda bir propylona ait kalıntılar bulunmaktadır. Sütunlu cadde batı-doğu yönünde eğimli araziye uygun biçimde basamaklandırılarak uzanmaktadır. İki yanda kaldırımlı, tabanı taş döşeli sütunlu caddenin doğu ucunda bir propylon mevcuttur."

Başak Gazetesi, Haber: İsmail Emül, 04.06.2017
İSTANBUL MÜZESİ

İstanbul tarihin en eski kentlerinden biri.

Bütün uğraşımıza rağmen İstanbul’u tam olarak bozamıyoruz ve kent yaşayan bir müze olma halini korumak için gayret ediyor.

Ancak İstanbul’da kentin ihtişamına yakışır bir müze yok.

Topkapı Sarayı Müzesi müthiş bir yer ama müze olarak kullanılması zaten zor, ayakta duran yapıyı zorluyor.

Arkeoloji Müzesi en güzel müzelerimizden biri ama dar bir alana sığmak zorunda kalmış.

Beşiktaş sahilindeki Resim ve Heykel Müzesi ne yazık ki, yer itibarıyla sıkıntılı ve kötü durumda.

İstanbul Modern ise çok iyi niyetli bir girişim ama yeterli değil.

İstanbul’un New York’taki Metropolitan, St. Petersburg’daki Hermitage, Fransa’daki Louvre, Floransa’daki Uffizi, Londra’daki British Museum, Berlin’deki müzeler gibi bir müzesi ne yazık ki yok.

KENTSEL DÖNÜŞÜMDEN MÜZEYE
Ama size güzel bir haberim var. İstanbul müthiş bir müzeye kavuşmanın planlarını yapıyor.

İstanbul’un yeni müzesi için düşünülen yer Esenler.

Kentsel dönüşüm içindeki Esenler’de dönüşüm sonrasında yaklaşık 1 milyon 300 bin metrekarelik bir rekreasyon alanı ortaya çıkacak.

İşte yeni İstanbul Müzesi bu alandaki yaklaşık 300 bin metrekarelik bir bölüme inşaat edilecek ve 700 bin metrekarelik bir müze binası planlanıyor.

Müze için uluslararası bir proje yarışması yapılacak ve seçici kurulun belirleyeceği eserler arasından belirlenecek 3 projeden birine siyasi erk tarafından karar verilecek.

HERKESİN VAKFI
Müzenin yapılması ve sonrasında da sürekliliğinin sağlanması için bir vakıf kurulması düşünülüyor.

Vakfın içinde ilgili devlet kurumlarından da temsilciler olacak ama asıl ağırlığın “sivil” olmasına önem veriliyor.

İş dünyasının sanata gönül vermiş isimleri, sanatçılar, işadamları vakfın mütevelli heyetini oluşturacak.

Vakfın elinde güçlü bir fon oluşması isteniyor. Bunun için devlet çok ciddi miktarda kaynak koyacak, ancak mütevelli heyet üyeleri ve iş dünyası da vakfın fonu için elini cebine atacak. Gelir sürekliliği için, İstanbul özelinde çok cüzi bir vergi de düşünülüyor.

Bu son derece mantıklı. Çünkü müze İstanbul’a değer katacak.

Bu yüzden de İstanbul’da sadece bu amaca yönelik olarak çok çok düşük oranda ama toplamda ciddi bir rakam oluşturacak bir “minik” vergi, ticari işlemlere ya da en azından kimi ticari işlemlere koyulabilir. Bu konuda henüz net bir görüş yok.

HEM TÜRKİYE ENVANTERİ HEM ÖZEL KOLEKSİYONLAR
Müze binası tamamlanınca, İstanbul’da başta Topkapı olmak üzere pek çok müzede sergilenen ama bu müzelerin fiziki ortamı nedeniyle doğru düzgün sergilenemeyen ve bir bölümü depolarda kalan eserler bu müzeye taşınacak ve çok daha sağlıklı ortamlarda sergilenme fırsatı bulacaklar. Aynı zamanda şu anda müze olarak kullanılan sarayların da aşırı yıpranmasının önüne geçilecek. Buralarda sadece çok özel koleksiyonlar kalacak ve ancak sınırlı sayıda ve randevulu ziyaretçilere açık olacak.

Anadolu’dan da önemli eserler bu müzeye taşınacak ve Türkiye coğrafyasının tüm kültürel envanterinin önemli bir bölümü burada görülebilecek.

Müzede özel koleksiyon sahibi sanatseverler için de ayrı bölümler düşünülüyor.

Elinde çok zengin koleksiyonlar olan ama bunları sergileyemeyen ve özel müze açmak isteyen, bunun için devletten bina isteyen koleksiyonerlere de müze içinde özel bölümler verilecek. Koleksiyonerler bu bölümlerin inşaatını üstlenecekler ve buralarda kendi isimlerini taşıyan salonlarda kendi koleksiyonlarındaki sanat eserlerini sergileyecekler.

CARAVAGGIO BİLE GELEBİLİR
Müze yıllar içinde giderek büyüyen bir fona sahip olacak ve bu fon sayesinde uluslararası müzayedelere katılarak önemli sanatçıların eserlerini İstanbul Müzesi’ne kazandırmaya gayret edecek. Ancak bu noktada çok da hayalci olmamak lazım. Her biri on hatta yüz milyonlarca dolara el değiştiren, hatta bazıları satışa çıkması halinde milyar dolar edebilecek eserlerden çok fazla sayıda edinip bu müzeye koymak mümkün değil.

Ancak İstanbul Müzesi bu konuda farklı bir yol izlemeyi planlıyor.

Dünyanın büyük müzeleriyle karşılıklı işbirliğine gidilmesi ve dönemsel sergilerle eser değiş tokuşu yapılması planlanıyor.

Böylelikle Metropolitan’daki kimi koleksiyonları, Hermitage’daki bazı eşsiz eserleri, Uffizi’deki tabloları İstanbul’a getirmek, bunun karşılığında İstanbul’daki bazı eserleri oraya göndermek kültür alışverişi açısından da çok olumlu olacak.

Böylelikle İstanbullular bir Caravaggio, bir Rubens, bir Raphael sergisi görebilecekler.

KEŞKE ÖMER KOÇ OLSA
Müzenin ve vakfın profesyonel yönetimi için de güzel fikirler var.

Müzenin başına bu konuda uluslararası deneyim sahibi bir ismin getirilmesi planlanıyor. Tercihen daha önce dünyadaki büyük müzelerden birinde üst düzey yöneticilik ya da küratörlük yapmış bir ismin transfer edilerek bu müzenin başına geçirilmesi ve böylelikle müzenin uluslararası işbirliğine daha kolay ulaşması hesaplanıyor.

Açıkçası bu proje beni çok heyecanlandırdı.

Bu müzenin mütevelli heyetinin başına mesela Ömer Koç’un çok yakışacağını, Zafer Yıldırım gibi sanata gönül vermiş birinin onun yanında yer alacağını, Erdoğan Demirören, Demet Sabancı Çetindoğan gibi isimlerin bu işte yer almasının çok iyi olacağını düşünüyorum.

EN BÜYÜK ESER
Eğer bu proje hayata geçme aşamasına gelirse inşaatında gönüllü amelelik bile yaparım.

Bu projenin hayata geçirilmesi için büyük çaba sarf eden Mehmet Çebi’ye minnet duyuyorum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu projeyi desteklediğini biliyorum.

Eğer bu iş olursa, Cumhurbaşkanı’nın en büyük eserlerinden biri olacaktır.

Böyle bir müze 3. köprüden de, 3. havalimanından da daha önemli bir eser olarak tarihe kalacaktır.
Habertürk, Yazı: Fatih Altaylı, 04.06.2017

"TÜRKİYE'NİN 10 BÜYÜK AİLESİNİ MÜZE AÇMAK İÇİN BİRARAYA GETİRECEĞİZ"

Hat sanatı koleksiyoneri Mehmet Çebi ile bugün Cemal Reşit Rey’de açılan Hilye-i Şerif Sergisi’ni ve İstanbul’da açılması planlanan dünya sanatları müzesinin detaylarını Gazete Habertürk'te yer alan röportajda Kübra Par'a anlattı.

İstanbul’da bir dünya sanatları müzesi açmayı planlıyormuşsunuz. Proje ne aşamada?
Evet, hem Doğu hem de Batı sanatlarının aynı mekan içerisinde sergilendiği 300 bin metrekare kapalı alanı olan bir müze projemiz var. Alan itibarıyla dünyanın en büyük müzesi olacak. Hermitage ve Louvre’dan daha büyük olacak. İçinde İslam eserleri de olacak, Batı sanatı da, Doğu sanatı da... Çok geniş bir Türk modern sanatı koleksiyonuna ev sahipliği yapacağız. Primitiflerden baş- layıp Şeker Ahmet’ler, Hüseyin Zekai’ler, oralardan 1914 kuşağına gelip oradan Cumhuriyet dönemine, oradan çağdaşa, günümüz sanatçı- larının eserlerinin de içinde olduğu bir bölüm olacak. Bunun karşısında da bizde olmayan bir dünya sanatı... Klasik dönemden başlayıp günümüzün çağdaş Batı sanatını da içeren eserlerin olduğu bir müze düşünün.

Peki, koleksiyonu nasıl oluşturacaksınız?
Eserlerin yüzde 90’ı bizim müzelerimizde mevcut. Bu kurulan müze, Türkiye’deki bütün müzelerden eser alabilecek; bu, kanuni olarak müsait hale getirilecek.

Ya Batı sanatı eserleri? Nasıl satın alınacak?
Batı’nın önemli sanat eserleri artık 100 milyon dolarlara satılıyor. Tüm eserleri satın almak elbette mümkün değil. Bu durumu birkaç aşamalı şekilde halletmeye çalışıyoruz. Dünyanın 3-4 müzesiyle karşılıklı olarak belirli süreler için eser değiş tokuş anlaşmaları yapacağız. Mesela, Topkapı Sarayı’ndan 500 parça Vatikan Müzesi’ne vereceğiz, Vatikan Müzesi’nden 300 parça bu müzeye alacağız. Herkesin eseri ödünç olarak sergilenmek üzere alı- nacak, bu eserlerin sigortaları da yapılacak. Bu şekilde tespit ettiğimiz 4-5 müze var. Dünyada çok önemli kurumsal koleksiyoncular da var. Mesela, şu an Deutsche Bank’ın elinde 70 bin civarında resim var. Bunun gibi önemli kurumsal koleksiyonculara kendi koleksiyonlarını belirli süreliğine müzemizde sergilemeleri için yer açma önerisinde bulundum. Nasır Halili isminde, İran asıllı Yahudi bir koleksiyoncu var. Dünyanın en önemli İslam eserleri koleksiyoncularından. Ona da aynı şekilde teklif götürmeyi düşünüyoruz.

Bu geçici koleksiyonlar yeterli olabilir mi iddialı bir müze için?
Elbette bu iş yalnızca emanet eserlerle olmaz. Kalıcı eserler de almamız lazım. Bunun için de devletin yıllık 1 milyar dolar bütçe ayırmasını teklif ettik. Kendi sanat piyasamızı da hareketlendirmemiz, müzeye Türk sanatçıların eserlerini de almamız lazım.

‘SPONSOR YARDIMI VERGİDEN DÜŞÜLECEK’
Bu ölçekte bir müze için devletin ayıracağı bütçe yeterli olacak mı?

Açıldıktan sonraki 1-2 sene içerisinde, yıllık ziyaretçi sayısının 10 milyon civarında olmasını bekliyoruz. Bu yalnızca bir kültür-sanat faaliyeti değil, aynı zamanda çok ciddi bir turizm ve ticaret faaliyetidir. İnşaatta bir problem yok çünkü orada çok büyük bir konut projesi var, o projenin içinde bu da yapılacak. Özel sektörü de bu işe dahil ettik. Sponsorluk meselesinin vergiden düşülmesiyle ilgili bir kanun düşünülüyor. Mesela, Murat Ülker buraya yıllık 20 milyon dolar yardımda bulunacak, o bulunduğu yardımı da vergiden düşebilecek. “Bu iş çok büyük paralara hallolur” gibi bir durum yok. Müzelerin depolarında duran 4 milyon eser var. Dolayısıyla, bunların hepsi kuracağımız müzenin bankası olacak.

Yeni alımlarla da 3-5 sene içerisinde müzenin kendine ait güzel bir koleksiyonu oluşur. Türkiye’nin 10 büyük ailesini bu işin içine dahil edeceğiz.

Bu ailelerle temas kuruldu mu?
Bir kısmıyla konuştuk, hepsi çok müspet yaklaşıyor.

‘BİRİNCİYE 50 BİN DOLAR VERİYORUZ’
Bugün
İstanbul Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Hilye-i Şerif Sergisi’ni açtınız. Uluslararası Hilye-i Şerif Yarışması’nın sizin için önemi nedir?

840 civarında hattat katıldı. Bunların içerisinden 40 tanesine ödül verecekken, birçok güzel çalışmanın geldiğini gördük. Öyle olunca verebileceğimiz en üst limite kadar ödül vermeye karar verip, ödül sayısını 68’e çıkardık. Birinciye 50 bin dolar veriyoruz. Dünyada yapılan yarışmalarda bu rakam en fazla 18 bin dolar. Hatta o yarışmaları düzenleyenler de bana, “Neden piyasayı yükseltiyorsun?” diye serzenişte bulundular. Ben de “Biz kendi sanatımıza ve sanatçımıza maddi olarak gereken değeri vermezsek, biz bu desteği kimden bekleyeceğiz” dedim. IRCICA adlı bir kuruluşumuz 3 senede bir yarışma yapıyor. Daha önce ödül olarak 3 bin dolar veriyordu, bu sene 7 bin dolara çıkardılar. IRCICA gibi bir kuruluşun birinciye minimum 250 bin dolar vermesi lazım. Aydın Doğan Vakfı bir karikatür yarışması düzenleyip birinciye 100 bin dolar ödül veriyor. Onu örnek alalım, hatta dünyada kim en iyisini yapıyorsa onu örnek alalım.

Sponsor kim? 68 ayrı ödül verdiğinize göre zengin bir vakıfsınız!
Vakfın da ara sıra sponsorları oluyor. Gönlü zengin bir vakfımız var. Sanat olarak da zengin bir vakıf ama yeni olduğu için desteğe ihtiyacı var.

‘MÜZE İŞİNDE TECRÜBELİ, DÜNYANIN 10 BÜYÜK FİRMASINA PROJE HAZIRLATACAĞIZ’
“Bir konut projesinin içerisinde yer alacak” demeniz bende endişe doğurdu açıkçası. Dünyada artık müzeler mimarisi ile de ön plana çıkıyor; bu tür işler rahmetli Zaha Hadid, Frank Gehry gibi önemli mimarlara sipariş ediliyor. Kuracağınız müzenin mimarı belli mi?

Beyefendi, “Uluslararası yarışma yapalım” diye bir teklifte bulundu. Ben de yarışmayla bu işin çok uygun olmayacağını, müze işinde tecrübeli dünyanın 10 büyük firmasını çağırıp onlara teklif usulü bir proje hazırlatmayı, 3 projeden birine de beyefendinin karar vermesini önerdim. Beyefendi de uygun gördüler.

Yarışma yapılmasına neden sıcak bakmadınız?
Dünyanın büyük firmaları genelde çok yoğun çalışıyorlar. Kendilerini de yarışmalara sokmak istemezler. Dolayısıyla, üst kalitede bir proje yapacaksak üst kalitedeki belirli mimarlık firmalarıyla çalışmak daha doğru.

Takviminiz belli oldu mu? Proje hangi tarihte başlayacak?
1 sene sonra inşaata başlayacak durumdayız. Müzeyi de Cumhuriyet’imizin 100. Yılı olan 2023’te açmayı düşünüyoruz.

Müzenin adını düşündünüz mü?
Dünya Sanatları Müzesi olarak düşündük ama önüne, arkasına bir şey konulur mu bilemiyorum. Belki İstanbul Dünya Sanatları Müzesi olur.

Dünya müzelerine kıyasla büyüklüğü ne kadar olacak?
Louvre Müzesi de karma bir müze ama orada da ağırlıklı olarak Batı sanatı eserleri sergileniyor. Louvre’un İslam sanatları ağırlıklı, Batı sanatı destekli hali gibi düşünün. 2-3 sene önce Louvre 4-5 bin metrekare yer ayırarak bir İslam bölümü açtı. Biz mesela onun İslam bölümüne vermiş olduğu yerin belki 10 katını Batı sanatı için ayıracağız. Dolayısıyla, konsept olarak British Museum, Louvre çeşitliliğinde olacak. Ama tabii ki bizim kültür coğrafyamızda üretilen eserlere ağırlık vereceğiz. Arkeoloji ayağı da çok ciddi bir ayak olacak. Benim şahsi kanaatim, buranın dörtte birinin arkeoloji ağırlıklı olması yönündedir. Çünkü bizim elimizdeki arkeoloji eserleri dünyanın hiçbir yerinde yok. O kadar ciddi arkeoloji eserimiz var.

Müzenin direktörü siz mi olacaksınız?
Ben fikir babası olarak katkıda bulunuyorum. Bu işlerde fikri söyleyenleri sonra bir köşede oturtuyorlar. O çok önemli değil, ben zaten yapacaklarımı yaptım; Cumhurbaşkanımız ile görüşüp onu ikna ettim...

Muhafazakar kesimin son dönemde hat sanatına ilgisinin arttığı söyleniyor. Böyle bir durum var mı?
Tamamen asparagas. Böyle bir şey yapılsa önce bana gelecekler. Bana da gelen kimse yok. Muhafazakar kesimin genel anlamda sanata, özel anlamda da hat sanatına maalesef ilgisi yok. Dünyada kişi başına düşen milyoner sayısı en yüksek ülke Türkiye’dir. Ortalama 2-3 milyon kişiye 1 koleksiyoncu düşüyor. Ama Türkiye’den doğru düzgün 40 koleksiyoncu sayamayız.

Buna seküler kesim de dahil mi?
Ben insanları dini, seküler diye ayırmak istemiyorum. Ama size bazı isimler söyleyeceğim, bu isimlerin seküler mi dindar mı olduğuna siz karar verin. Türkiye’nin en büyük İslam eserleri koleksiyoncusu Erdoğan Demirören’dir. İkincisi, Cengiz Çetindoğan’dır. Üçüncüsü, Kaya Turgut’tur. Bu üç isim, İslam eserleri noktasında Türkiye’nin en önemli koleksiyoncularıdır. Aynı zamanda Erdoğan Demirören Bey’in, Cengiz Çetindoğan’ın ve Kaya Turgut’un Türk resmi ve Türk antika sanatları konusunda da güzel koleksiyonları var. Bunların içerisinde Cengiz Bey çok eski değildir. Cengiz Bey, koleksiyonculuğa 10 sene önce başlamıştır ama bu süre içerisinde “Türkiye’nin en önemli koleksiyoncusu mu değil mi?” diye tartışılan bir isim olmuştur. Bu iş muhafazakarlıkla falan ilgili değil. Bu, genel bilgiyle, hayat anlayışıyla, dünyayı tanımayla ilgili. Türkiye’de milyonlarca doları olup da takvim yaprağından hat kesip onu çerçeveleterek duvarına asmayı normal kabul eden insanlar var. Türkiye’nin en zengin 20 insanından diyebileceğimiz bir abimiz, bir gün Mercedes’i ile dükkana geldi. Bana, “Hacı abi, yengen bir hilye istiyor ama çok pahalı olmasın” dedi. 5 bin, 10 bin dolarlık bir hilye önerdim, çok pahalı olduğunu söyledi. Sayılı baskılarımızdan vardı, hediye olarak onlardan verdim. Ben ilgilenmeyeceğini düşünüyordum ama çok sevinerek gitti. 3-5 gün sonra bize 1 koli sucuk ve pastırma hediye gönderdi! (Gülüyor) İlgi bu düzeyde; bedava olursa son derece ilgililer. Para verip almaya gelince ilgi kalmıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Siyasi iktidar olduk ama kültürel iktidar olamadık” dedi. Son dönemde refah seviyesi artan kesim neden kültürel iktidar olamadı sizce?
Kültür dediğimiz şey birdenbire gelişen bir şey değil. Kültür, eğitim temelinde gelişir ve belli bir zaman içerisinde ancak bir kaliteye gelebilir. Onun için ben olsam Kültür Bakanlığı’nı kaldırırım. Kültür Bakanlığı’nın, Milli Eğitim Bakanlığı içerisinde ana bir bölüm olarak ele alınmasını isterim. Ana okulundan başlayıp mümkünse üniversiteyi bitirene kadar bir plan, proje dahilinde kültürümüzün ana direklerini anlatmaya çalışırım. Sanat işleri için de,direkt Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Yüksek Sanat Kurulu oluşturulması taraftarıyım. Binlerce sanatçımız var ama kurumsallaşma maalesef oturmamış. İstanbul Modern’i saymazsanız, dünya standartlarında galerimiz, müzemiz yok. O da fiziki imkan bakımından sınırlı.

Sanat mahallesi sizi ne kadar kabullendi? Bir kültürel iktidarla karşılaştınız mı?
Oradaki insanların hepsi bizim arkadaşımız. Sonuçta insanlar kendi mahallelerini seçemiyorlar. Hiç ötekileştirme hissetmedim. Zaten mevzuya vukufiyetim o arkadaşların birçoğundan iyi olduğu için onlar benimle muhabbet etmekten zevk alıyorlar.

Kendinizi muhafazakar mahallenin bir parçası olarak görüyor musunuz?
Ben o mahalle, bu mahalle diye ayırmak istemiyorum. Kendimi Müslüman Türk sanatına, Türk kültürüne vukufiyeti olan ama bunları yeterli bulmayan, bu sanatları dünya sanatları haline getirme mücadelesi veren ve kendi çapında bir çığır açan bir isim olarak görüyorum. Önümüzdeki yıllarda benimle ilgili master-doktora tez çalışmaları yapılacak diye tahmin ediyorum. Önemli adamlardan “Hayatını kitap yapalım” diye teklif aldım.

Çok iddialısınız! Biraz abartmıyor musunuz?
İddialı olacağız tabii, niye iddialı olmayalım? “Gemileri karadan yürütelim” diyen bir şey oluyor, “Sadece denizden yürütelim” diyen bir şey olmuyor.
Habertürk, 03.06.2017

ÇOBANLARIN İHBARIYLA 52 ODALI YERALTI ŞEHRİ BULUNDU

Kayseri'nin yer altı envanterini çıkaran araştırmacılar, bir ihbar sayesinde başlattıkları çalışma sonucu 52 odalı, 80 metre uzunluğundaki Belağası Yeraltı Şehri'ni keşfetti.



Kayseri'nin Gesi bölgesindeki mahalle sakinlerinin ve çobanların bölgede mağara olduğu ihbarı üzerine başlatılan çalışma sonucu 52 odalı bir yer altı şehri bulundu.



Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Obruk Mağara Araştırma Grubu ve ÇEKÜL Vakfı, 2014'te kentin yeraltı envanterini çıkarmak amacıyla çeşitli bölgelerde çalışma başlattı.



Gesi bölgesinde yürütülen çalışmalarda buradaki mahalle sakinleri ve çobanların bölgede mağara olduğu ihbarı üzerine incelemeleri bu yönde genişleten araştırmacılar, bunun sonucunda 52 odaya sahip ve 80 metre uzunluğundaki Belağası Yeraltı Şehri'ne ulaştı.



ÇEKÜL Kayseri Temsilcisi Prof.Dr. Osman Özsoy yaklaşık 3 yıl önce kentin yer altı envanterini çıkarmak amacıyla proje başlattıklarını hatırlattı.



Kayseri'nin yeraltı envanteri bakımından oldukça zengin bir kent olduğunu vurgulayan Özsoy, şunları kaydetti: "Kayseri Büyükşehir Belediyesi, ÇEKÜL Vakfı ve Obruk Mağara Araştırma Grubu ile beraber 2014'ten bugüne Kayseri'nin yeraltı envanterini çıkarmak için projemizi yürütüyoruz.



Bununla ilgili yoğunluklu olarak Melikgazi sınırları içinde 2 yıla yakın çalıştık. Bu süreçte Belağası bölgesinde oturan mahalle sakinlerinden ve çobanlardan burada mağara, yeraltı şehri olduğu yönünde ihbar aldık. Böylece biz de bu enteresan yere geldik. Belağası Yeraltı Şehri'nin bulunduğu dağın yüzeyinde kilise ve farklı yapıların olduğunu gördük. Çalışmalar sonucu daha sonra burada birkaç farklı yeraltı şehri olduğunu keşfettik. Yeraltı şehirlerinin çizimini, haritalanmasını yaparken ilginç bir şekilde bölgedeki en çok odaya ve katmana sahip bir yeraltı şehri olduğunu fark ettik. Hatta belki de Türkiye'de ilk defa 50'den fazla odaya sahip bir yer altı şehri olduğunu gördük."



Özsoy, geçmişte Belağası Yeraltı Şehri'nde yaşayanların zamanla nüfus artışı ve ihtiyaçlara göre oda sayısını çoğalttıklarını, böylece buranın 52 odaya ulaştığını tahmin ettiklerini ifade etti. Kayseri'nin yeraltı şehirleri bakımından diğer bölgelerden farklılık gösterdiğine dikkati çeken Özsoy, şöyle devam etti:



"Bu yapıyı diğer bölgedekilerle kıyasladığımızda Kapadokya ölçeğinden oldukça farklı bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Bizim bu bölgedeki yeraltı şehirleri yapı olarak Kapadokya bölgesindeki, özellikle Nevşehir ölçeğindeki yer altı şehirlerinden farklı. Kapadokya'da bir bölgede, bir beldede veya bir kentte bir tane dikey yeraltı şehri oluyor. Ama Kayseri'de bir yerde birden çok yeraltı şehri olabiliyor.



Ayrıca bunlar dikeyden çok yatay olabiliyor. Bu bölgede Nevşehir ölçeğinden farklı olarak yatay yeraltı şehrine rastlıyoruz. Melikgazi İlçesi'nde, özellikle Gesi bölgesi bu noktada oldukça zengin"
 



Osman Özsoy, söz konusu yeraltı şehrinin tarihi ve turizme kazandırılmasıyla ilgili çalışmaların sürdüğünü sözlerine ekledi.


Ntv, 03.06.2017
KLEOPATRA'NIN ROMA HAVUZUNDA SÜT BANYOSU YAPMADIĞI ORTAYA ÇIKTI

Yıllardır yanlış bilinen hikayenin gerçeğini gün yüzüne Niğde Müze Müdürü Arkeolog Fazlı Açıkgöz çıkardı. Antik Mısır'ın son kraliçesi VII. Kleopatra'nın Niğde'de bulunan Roma Havuzunda süt banyosu yaptığının gerçeği yansıtmadığını söyledi.

Niğde Müze Müdürü Arkeolog Fazlı Açıkgöz, Kleopatra'nın milattan önce 69 ile 30 yılları arasında yaşadığı, Roma havuzunun ise milattan sonra 2.yüzyılın sonu ile 3. yüzyılın başında inşa edildiği için tarihlerin tutmadığını aktardı.

SÖYLENENLER RİVAYETTEN İBARET
11. Pitelema Mısır Kralının kızı olan Kleopatra 18 yaşında Mısır'ın başına geçmiş ve Mısır'da yaşamış birisidir. Bizim Roma havuzu milattan sonra 2.yüz yılın sonu ile 3. yüzyılın başında inşa edildiği için bu rivayet sadece söylenti olarak kalabilir. Buradaki yapılan araştırmalarda söylenen rivayet ile ilgili bir şeyle karşılaşmadık. "dedi.

OLİMPİK ÖLÇÜLERDEN OLAN BİR HAVUZ
Romalılar tarafından milattan sonra 2. yüzyılın başında inşa edilen bu havuz halk tarafından Roma havuzu diye biliniyor. Teknik olarak doğal kayanın açılıp bütün kenarlarını kesme taş ve mermer blok taşlarının örülmesi ile inşa edildiğini anlatan Müdür Açıkgöz havuzun tarihini şu şekilde anlattı:

"Burada bir doğal su kaynağı var. Bu doğal su kaynağının hemen çıktığı yerde inşa edilmiş bir havuz. Roma döneminde yanı başındaki sütun ayaklarında olduğu Zeyos 'Aspamayos'a adanmış bir tapınak var. Burası Tyana ile ilgili bir alan. Bu havuzun asıl önemi o dönemdeki Tyana antik kentine burada kaynaktan çıkan suyu böyle bir havuzda toplayıp daha sonra yer altı kanalları ve daha sonrada su kemerleri ile suyun oraya taşınmıştır. Burada kazı yapan heyetlerin ve araştırmacıların verdikleri bilgiye göre, Roma döneminde 30 binlik bir nüfus var. Oradaki o nüfusa su ihtiyacını karşılayan kaynaktan söz ediyorlar. Bu kaynağın başındaki Roma havuzundan söz ediyorlar.

O dönemdeki inanışlara ve halk arasındaki söylentilere göre buradaki havuza bir insanın yalan söyleyip, söylemediğini anlamak için bu havuza girdiklerinde tüm yalanlarının ortaya çıktığına inanılan bir durummuş."

İNŞAAT HALİNDEYKEN TAŞLARIN ARASINA SİKKELER YERLEŞTİRMİŞLER
Romalıların bir geleneğini anlatan Açıkgöz, " Yaptıkları her inşaatlık faaliyetteki harcının içerisine sikkeler yada metal parçaları koyuyorlar. Bizde burada bulduğumuz sikkelerin krozyon tabakasının temizlenip korservasyonundan sonra gördük ki buradaki havuz bire bir olarak Roma İmparatoru Kara Kalla döneminde yapıldığı tespit ettik. Milattan sonra 197 ile 217 yılları arasında yapıldığı öğrenmiş oluyoruz. "diye konuştu.

haberler.com, 03.06.2017

İKİZCE GENÇAĞA KALESİ TURİZME KAZANDIRILACAK



Kurul Kalesi’ndeki kazılarda Kibele heykelinin bulunmasıyla birlikte gözlerin çevrildiği Ordu’da tarihe ışık tutacak yeni bir kazı daha başlıyor. Ordu Büyükşehir Belediyesi, Hacıemiroğulları Beyliği döneminden kalma olduğu iddia edilen Gençağa Kalesi için arkeolojik çalışma başlatacak.
 
Kalenin gün yüzüne çıkarılması için çalışma başlatacaklarını ve bu konuda gerekli talimatları verdiklerini ifade eden Başkan Enver Yılmaz, “Kurul Kalesi, Ünye Kalesi ve Fatsa Cıngırt Kalesi’nde olduğu gibi aynı döneme ait olduğunu düşündüğümüz Gençağa Kalesi’ni de gün yüzüne çıkararak himaye altına alacağız” dedi.
 


“GENÇAĞA KALESİ’Nİ HİMAYE ALTINA ALACAĞIZ” 
İkizce İlçesi'nin tarihi ve kültürel değerlerinden biri olan Gençağa Kalesi’ni ziyaret eden Başkan Yılmaz, kalenin gün yüzüne çıkarılması ve turizme kazandırılması için talimat verdi. Altınordu İlçesi'ndeki Kurul Kalesi’nde kazı çalışması yapan ekibin başında bulunan Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Yücel Şenyurt’tan da kale hakkında bilgi alan ve kalede çalışma yapmasını isteyen Başkan Enver Yılmaz, “Büyükşehir olarak, tarihi kalemizi himaye altına alıp, sahiplenecek ve turizme kazandıracağız” diye konuştu. 

  

Ordu ve İkizce İlçesi için tarih turizmi açısından değer taşıyan, ne zaman ve kim tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmeyen Gençağa Kalesi, iki bölümden oluşuyor. Etrafı surlarla çevrili olan kale, Kale Mahallesi sınırları içerisinde bulunuyor.
Ordu Belediyesi, 03.06.2017
İZMİR KÖRFEZİ'NDE HEYECAN VEREN KEŞİF

İzmir Körfezi'ni “70-80 yıl öncesine” döndürecek dünyanın en büyük ekolojik geri dönüşüm projelerinden birine imza atmaya hazırlanan İzmir Büyükşehir Belediyesi, Büyük Körfez Projesi çalışmaları sırasında, İzmir Körfezi ile ilgili önemli bulgulara da rastladı. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve TCDD işbirliği ile devam eden “İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi” kapsamında alınan ÇED izninin ardından çalışmalarını hızlandıran İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü, proje kapsamında Çiğli açıklarında planlanan iki doğal yaşam adasının etüdü sırasında “batık gemi” keşfetti. Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü tarafından yürütülen “doğal yaşam adalarının batimetrik, hidrografik ve oşinografik etüt işi” çalışmaları kapsamında, Çiğli açıklarında orta Körfez'de 1800'lü yılların sonunda batmış olabileceği düşünülen bir gemiye rastlandı.

Dokuz Eylül -3 gemisi ile birlikte İZSU projesi için Çiğli açıklarında bulunan Prof.Dr. Muhammet Duman, Doç.Dr. Hüsnü Eronat ve Araştırma Görevlisi Tarık İlhan, bilgisayar kayıtlarında bir farklılık hissedince “batık” olabileceğinden şüphelenerek sismik cihazla ve yanar taramalı sonar görüntüleri aldı. Bu görüntülerde 42 metre derinlikte, 78 metre boyunda ve 8 metre genişliğinde yan yatmış bir batık gemi tesbit edildi. Geminin 1800'lü yılların sonunda İstanbul'dan İzmir'e yük taşıyan ticari bir gemi olduğu ve ana iskelede herhangi bir deformasyon olmadığı için arızadan batmış olabileceği düşünülüyor.

KÖRFEZDEKİ 5. BATIK GEMİ
İzmir Körfezi'nin Yenikale açıklarında, yani İç Körfez'de çok daha önceki yıllarda tespit edilmiş 4 batık gemi daha bulunuyor. Orta Körfez'de tespit edilen bu yeni batık gemi ile birlikte bu sayı 5'e çıktı. Yenikale'de Körfez'in 19 metre derinliğinde 1950'li yıllarda çarpışma sonucu battığı düşünülen gemiden birisinin 120 metre uzunluğunda bir yük gemisi, diğerinin ise 80 metre uzunluğunda Karşıyaka -Göztepe arasında sefer yapan yolcu gemisi olduğu düşünülüyor. Bu gemiler Körfez'de ayrıca resif görevi de görüyor.

Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü, yeni tespit edilen batık gemi ile ilgili daha detaylı bilgiler elde etmek amacıyla önümüzdeki günlerde deniz altından kameralı görüntü alacak. Açıkta ve 42 metre derinlikte olduğu için Körfez'deki su sirkülasyonunu etkilemeyen batık gemi, aynı zamanda resif görevi de görüyor.

“BÜYÜK HEYECAN DUYDUK”
1981 yılından bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü'nde görev yapan ve İZSU için gerçekleştirdikleri araştırma sırasında ekibiyle birlikte batık gemiyi keşfeden Prof.Dr. Muhammet Duman, büyük heyecan yaşadıklarını belirtti. İnsansız su altı kamerası ile çekim yapacaklarını ve batık gemi ile ilgili daha detaylı bilgiye ulaşma imkanına kavuşacaklarını dile getiren Duman, “Savaş sırasında İzmir'i terk eden Yunanlılar'ın İzmir Müzesi'ni boşalttıkları ve bu gemi ile kaçarlarken eski kahramanlarımızdan birinin gemiyi batırdığı söyleniyor. Ancak İstanbul'dan İzmir'e 1800'lü yılların sonunda yük taşıyan ticari gemilere de benziyor. Böyle bir deniz arkeolojisini ortaya çıkardığımız için mutluyuz. Arızadan mı, fırtınadan mı battığını bilmiyoruz ama görünür darbe izi yok. Yan yatmış olduğu için bir yırtıktan kaynaklanıyor olabilir. Önümüzdeki günlerde yeni batık gemi ile ilgili detaylı görüntüler aldığımızda daha net bilgilere ulaşacağız” dedi.

Yeni Çağ Gazetesi, 03.06.2017

TARİHİ HİTİT BARAJI GÜN SAYIYOR


Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Hitit Barajı ve çevresindeki düzenlemelerin yüzde 65'lik kısmının tamamlanmasına ilişkin, "İlklerin bakanlığı olarak, sadece Türkiye'nin değil dünya tarihi için de önemli mirasların gelecek nesillere aktarımı için çalışmalarımız sürecek." dedi.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı, çağının en büyük devleti olan Hitit İmparatorluğu'ndan kalan tarihi mirasın gelecek nesillere aktarımı için çalışmalarını sürdürüyor.

Hititlerin, Çorum-Alacahöyük'te bulunan başkentleri Hattuşaş'ın içme ve sulama suyu ihtiyacı için inşa ettiği ve Anadolu'nun ilk barajı olma özelliğine sahip Hitit Barajı koruma altına alınarak, vatandaşların ziyaretine açılacak.

YÜZDE 65'LİK KISMI TAMAMLANDI
Hititlerin, MÖ 13'üncü yüzyılda inşa ettiği Hitit Barajı mirası, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından Alacahöyük Sit Alanı dışında bir Arkeopark-Rekreasyon projesine dahil edildi.

2002'de kazılarla ortaya çıkan 2,5 metre yüksekliğinde 20 bin metreküp su hacmine sahip Hitit Barajı'nın yer aldığı 277 dekarlık Arkeopark-Rekreasyon alanında turistler için hizmet tesislerinin inşasına devam ediliyor.

Sosyal tesisler, Alacahöyük Kazıları Araştırma Merkezi, misafirhane, kütüphane, sergi ve konferans salonu, satış büfeleri, yürüyüş bantları, otopark, Hitit arabalarıyla yapılabilecek geziler için yollar, baraj ve kazı alanları için seyir terasları, doğal tarım alanları, laboratuvar, atölyeler ve çalışma ofisleri yapımında inşaatın yüzde 65'lik kısmı tamamlandı.

35 BİNDEN 70 BİNE ÇIKMASI HEDEFLENİYOR
Projenin tamamlanmasıyla ilk çağda Avrupa ve Ortadoğu'nun mitolojisini, dilini, dinini, siyasetini büyük ölçüde etkileyen Hititlerin başkenti Alacahöyük'ün ziyaretçi sayısının 35 binden 70 bine çıkması hedefleniyor.

Orman ve Su İşleri Bakanı Eroğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, şunları kaydetti: "Bakanlık olarak tabiat ve tarih varlıklarını korumak görevimiz çünkü Türkiye'de tabiat ve tarih iç içe. Aynı Zeynel Bey Türbesi'nin Ilısu Baraj Gölü'nün altında kalmaması için iki kilometre taşımamızda olduğu gibi, Alacahöyük'teki Hitit Barajı'nı da koruyoruz. İlklerin bakanlığı olarak sadece Türkiye'nin değil dünya tarihi için de önemli mirasların gelecek nesillere aktarımı için çalışmalarımız sürecek."
Milliyet, 02.06.2017

GAUDİ'NİN İLK KONUT PROJESİ CASA VICENS MÜZE OLUYOR

Antoni Gaudí'nin Barselona'daki ilk konut çalışması olan Casa Vicens, kapsamlı bir restorasyon çalışmasının ardından bu yılın sonbahar döneminde kapılarını halka açacak.



Andorra'da özel bir banka olan MoraBanc tarafından, müze haline getirilmek amacıyla 2014 yılında satın alınan yapı, Gaudí'nin Art Nouveau tarzını ön plana çıkaran özgün eserlerinden biri. 1885 yılında tamamlanan Casa Vicens, Gaudi'nin ilk müşterilerinden komisyoncu Manel Vicens i Montaner için bir yazlık ev olarak tasarlandı.



Bu renkli yapı, 1899'da başka bir aile tarafından satın alındı ve 1925 yılında Gaudí'nin arkadaşı Joan Baptista Serra de Martínez'in talimatıyla üç katlı hale getirildi. Bu işlem sırasında yapı içinde yer alan orijinal merdivenlerden biri, yapıdan çıkarılmıştı.



Sagrada Familia, Casa Batlló ve Park Güell gibi ünlü eserler ile Katalan mimarisine büyük katkılarda bulunmuş Gaudí'nin ilk konut projesi olması özelliği ile öne çıkan Casa Vicens, 2005 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmişti.



Martínez Lapeña-Torres Arquitectes ve Daw Office tarafından yürütülen, ilk aşaması 2015 yılının Nisan ayında başlanan restorasyon projesinin başında José Antonio Martínez Lapeña, Elías Torres ve David García bulunuyor.


Arkitera, Kaynak: http://www.architectmagazine.com, Haber: Tülay Aydın, 02.06.2017
UŞAK ARKEOLOJİ MÜZESİ GÖREVLİSİ ÖLDÜRÜLDÜ

Uşak Arkeoloji Müzesinde görevli  Ali Ekber Polat, kimliği henüz belirlenemeyen bir kişi tarafından tüfekle vurularak öldürüldü.

Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sanat tarihçi olarak çalışan Ali Ekber Polat (38), sabah saatlerinde Cumhuriyet Mahallesi Orhan Dengiz Bulvarı'nda yürüdüğü sırada arkadan yaklaşan biri tarafından tüfekle vuruldu.
Ağır yaralanan 2 çocuk babası Polat, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.
Polis, saldırganı yakalamak için harekete geçerken, bölgedeki çok sayıda güvenlik kamerası kayıtları incelemeye alındı.
Olayla ilgili soruşturma sürüyor. 
Uşak Gündem, 02.06.2017

Niğde Altunhisar İlçesi'nde bulunan Kınık Höyük'te 2010 yılından bu zamana kadar yani 7 yıldır kazılar yapıldığını ifade eden Prof.Dr. Lorenzo D'Alfonso; “ 2010 yılında başladı bizim Kınık Höyük kazımız. Her yıl yaklaşık 2 ay gibi bir süre burada kazılar yaparız. Kınık Höyük'te yapılan kazılarda her yıl çıkan eser sayısı değişiyor ama yaklaşık yılda 15 ile 20 adet kalıntı yani eser çıkartılıp Niğde Müzesi'ne teslim ediliyor. Kınık Höyük'te 5 açma açtık. Her açma farklı bir medeniyete ait. 2 açmada ise Türkiye’de önemli bir duvar. Demir çağ Suru o döneme ait 3 Bin yıl öncesine ait bir duvar. Bu duvar çok büyük 4 metre genişliğinde ve 13 metrelik yükseklikte. Bu eski Sur’un sıvası bu zamana kadar bozulmadan duruyor. Bu güzel bir konservasyona Türkiye’de rastlayamazsınız ama bizim Kınık Höyükte çıktı” dedi.

Kazı başkanı ve New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Lorenzo D’Alfonso; Kınık Höyük’te 2010’dan beri süren arkeolojik kazı çalışmalarında, 3.000 yıl öncesine ait 13 metre yüksekliğindeki anıt sur duvarının ortaya çıkarılma çalışmaları sırasında 100 metrekarelik 4 odalı, içerisinde çeşitli hayvan heykelcikleri bulunan tapınağa rastlandı. Tapınağın 2500 yıllık olduğu ve Pers dönemine ait olduğunu belirtti.

Prof.Dr. Lorenzo D'Alfonso “Orta Anadolu’da Pers dönemi tapınağı bulunmadı. Onun için bu çok önemli buluntu. Tapınakta çok eser bulduk. Bir parça riton bulduk. İran’a ait eser ama en önemlisi yerli eserler bulduk. Örneğin bütün olarak bir taş şahin heykeli bulduk. Yine inek, kuş figürleri bulduk. Bu eserler bir tapınak için normal ama Anadolu’da daha önce bulunmadı. Burada en önemli buluntu şahin heykeli çünkü tapınağın ortasında tüm heykel bulmak zor” dedi.

Kınık Höyük'te 3 yıl önce yapılan Kazıda 100 metrekarelik 4 odalı, içerisinde çeşitli hayvan heykelcikleri bulunan tapınağa rastlandığını ifade eden Prof.Dr. Lorenzo D'Alfonso; “burada çok farklı dönemlere ait yerler kazdık. Bu yıl yine devam edeceğiz kazı çalışmalarımıza. Bu yıl Demir Çağ dönemine ait açmada kazı çalışmaları yapacağız. Ama Pers Dönemi tapınakta geçen yıl Kazı çalışmalarında 2 parça halinde bulunan ve restorasyon çalışmalarıyla tamamlanan Şahin heykeli bulundu. Kazıda bulunan figürün yüksekliği 211 mm, genişliği 70 mm, uzunluğu 82 mm. Orta Anadolu'da tapınağa rastlanmamakla birlikte; Kınık Höyük kutsal yapısının kil zemini üzerinde bulunan şahin heykelciği ve ele geçirilen diğer figürlerin adak malzemesi olarak bir tanrıçaya ithaf edildiği düşünülüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı bize söylediği 2016 yılında en güzel bir buluntu eser olduğu söylendi. Türkiye’de 4 tane bu Şahin heykeline benzeyen eser var Çatan Höyük'ten heykel ve bizim heykel.” diye konuştu.
Niğde Anadolu Haber, 02.06.2017

TESADÜFEN TARİHİ KEŞİF

Aydın ve Muğla sınırları içindeki Beşparmak Dağları’nın antik Latmos bölgesinde doğa yürüyüşü yapan bir grup, keşfedilmemiş tarihi kalıntılara rastladı...



Kayalık ve ormanlık yapısı nedeniyle gözden uzak kalarak günümüze ulaşabilen antik Latmos bölgesinin 7 bin yıllık tarihine yeni keşfedilen kalıntılar ekleniyor. Aydın ve Muğla illeri sınırlarındaki Beşparmak Dağları’nın yamacında bulunan bölgeye doğa gezisi yapan Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği Başkanı Bahattin Sürücü, gezi esnasında tesadüfen bir manastıra ait bina kalıntıları ile kaya duvarlarına çizilmiş freskler (resim) bulduklarını söyledi.

‘Keşif yapılmalı’
Manastırın Bizans Dönemi’ne ait olabileceğini kaydeden ve kayalara işlenmiş freskleri oldukça etkileyici olduğunu anlatan Sürücü, “Tesadüfen bulduk. Engebeli ve kayalık bir yapıya sahip Latmos’da daha ne kadar eser var bunu bilmek imkansız. Keşiflerin yapılması için zamana ve yetkililerin ilgisine ihtiyaç var. Fresklerin yanındaki yaşam bölgesinin oldukça geniş bir alana yayıldığı gördük. Bizi üzen ve tedirgin eden Kaçak kazı yapanların bıraktığı izler. Her tarafta kazma kürekle açılan 2 metre derinliğinde çukurlar var. Bu kadar zorlu bir coğrafyada bile tarihi eserler tahrip ve talan edilebiliyor” dedi.

‘Milli park olmalı’
Beşparmak Dağları ve çevresinin, Batı Anadolu’nun etkileyici ve arkeolojik açıdan zengin bölgelerinden olduğunu söyleyen Sürücü, “Latmos’da kayaların rüzgar ve yağmur erozyonuyla aşınmaları sonucu, insanın kendini farklı bir gezegende hissedeceği olağanüstü görüntüler yaşanıyor. Başta 8 bin yıllık tarih öncesi kaya resimleri olmak üzere, antik yerleşimler, kutsal alanlar, antik döşeme yollar, kaleler ve savunma yapıları, Bizans manastırları, freskler gibi pek çok insanlık mirası dağın gizemli coğrafyasında yer almakta. Biz milli park ilan edilmesini beklerken maden ocaklarına verilen izinlerle yok olma tehlikesi yaşanıyor. Maden ocakları geri dönülemez tahribatlar oluşturarak Latmos’u yok edebilir. Latmos’u insanlık mirası değerinde korumalıyız” ifadelerini kullandı.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 01.06.2017
İSRAİL'DE OSMANLILARDAN KALMA SU TESİSATI BULUNDU

Kudüs’ün 30km batısında bulunan Beyt Şemeş’te Osmanlılardan kalma su dağıtım sistemi ve deposu bulundu.

İsrailli arkeologlar, zamanın Osmanlı yönetiminin söz konusu rezervuarı uzun yolculuk yapanların dinlenme ihtiyacı için inşa ettiğini belirtti. 

İsrail Arkeoloji Bakanlığının (IAA) bildirdiğine göre, rezervuar  38 numaralı çevre yolunun genişletilmesi sırasında bulundu. Bölgenin tarihi bir alan olması dolayısı ile yolu yapan inşaat şirketi arkeologlar ile birlikte çalışıyor. Rezervuarı IAA personeli ile birlikte kazı yapan İsrail Askeri Akademisi hazırlık sınıfı öğrencileri ortaya çıkardı. 

Rezervuar yüzeyin 3,5 metre altında bulunuyor ve arkeologlara göre çevrede başka bir benzeri yok.  Arkeologlar genişletilmekte olan  38 numaralı karayolun güney bölgelerini kuzeye bağlayan ana yol olduğunu, tarihte de böyle olduğunu belirtti. Dolayısı ile Osmanlı, yolculuk edenlerin su ihtiyacını gidermek için su deposunu inşa ettirmiş. Deponun, zamanına göre bir mühendislik harikası olduğu ifade edildi.

Şalom, 30.05.2017




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi