31 Temmuz - 6 Ağustos 2016
|
 |
BERGAMA
ARKEOLOĞUNU KAYBETTİ
Bergama’da
devam eden
Pergamon
antik kentinin kazı başkanvekili arkeolog Martin
Bachmann 52 yaşında geçirdiği kalp krizi sonucu
yaşamını yitirdi. Bachmann, yarın İstanbul’da
Alman
Arkeoloji
Enstitüsü önünde düzenlenecek törenin ardından
ertesi gün Almanya’nın Karlsruhe kentinde
toprağa verilecek.
Alman
Arkeoloji
Enstitüsü
İstanbul
Şubesi Müdürvekili ve
Pergamon
Kazı Başkanvekili 52 yaşındaki arkeolog Martin
Bachmann, önceki gün İstanbul’da
kalp
krizinden yaşamını yitirdi. Aynı zamanda
mimarlık tarihi uzmanı olan Dr. Martin Bachmann,
öğrenciyken Pergamon antik kenti kazılarına
katıldı ve bir daha
Bergama’dan
ayrılmadı.
Bergama’da
restorasyonlardan sorumlu başmimar olan
Bachmann, Eflatunpınar ve Karasis kazılarında
görev alıp, alan araştırmaları yaptı.
BERGAMA’YA
AŞIKTI
Arkeolog Bachmann için
“Türkiye
ve Bergama aşığı biriydi” ifadelerini kullanan
Celal Bayar
Üniversitesi öğretim üyesi ve Bergama
Kazı Başkan Yardımcısı Yrd. Doç.Dr. Güler Ateş,
“Onun beklenmedik
ölüm haberi
ile derinden sarsıldık. Bergama’nın onda özel
bir yeri vardı. Henüz yirmili yaşlarda bir
öğrenciyken geldiği Bergama’ya aşık olduğunu
söylerdi. Öğrencilik yıllarından itibaren
Bergamalı ustalar ve işçilerle çalıştığından
kısa sürede oldukça iyi Türkçe konuşmaya
başlamıştı. Bachmann ölümüne kadar Bergamalı
olarak kaldı. Bergama Kale Mahallesi’nde eski
bir Rum evi almış, ailesiyle yaz aylarının büyük
bölümünü bu evde geçirmekteydi. Önemli bir
kayıp, çok üzgünüz” dedi.
1986-1996 yılları
arasında Karlsruhe Üniversitesi’nde mimarlık
eğitimi alan Dr. Martin Bachmann, Türkiye’deki
kültürel mirasın korunması konusunda gerek
Bergama’da, gerekse İstanbul’da önemli projeleri
yönetti. Özellikle Osmanlı ahşap mimarisi
konusunda kurduğu bir ekiple yıkılmakta olan
ahşap evler ve köşklerin belgelenmesi ve
arşivlenmesi çalışmalarında bulundu.
ÜLKESİNDE
TOPRAĞA VERİLECEK
Arkeolog Bachmann’ın
cenazesi, yarın İstanbul’da Alman
Arkeoloji
Enstitüsü önünde düzenlenecek törenin ardından
ertesi gün
Almanya’nın
Karlsruhe kentinde toprağa verilecek.
Hürriyet, 05.08.2016
|
 |
KADİFEKALE Mİ,
ÇÖP KALE Mİ?
İzmirʹi tanıtan turizm
broşürlerinde ilk sayfalarda yer alan, içinde
sarnıçların antik tiyatronun, surların sütunların
kalelerin olduğu tarihi mekan Kadifekaleʹde çöpler, yemek artıkları, kale duvarlarının diplerinde yakılmış mangal ateşi izleri, çekirdek, midye kabukları görenleri hayrete düşürüyor.
Turist otobüsleriyle dolu olması gereken bu tarih hazinesine yönelik bu ilgisizlik, çevrede yaşayanların da tepkisine neden oldu.
Yenigün Ege, 04.08.2016
|
TARİHİ KÜP ÇÖP
TENEKESİ OLDU
Müzede koruma altına alınması gereken tarihi küp,
çöp kutusu olarak kullanılıyor. Konya'da birçok
tarihi eser ve yapı koruma altına alındı. Ancak hala
kaderine terk edilen tarihi eser ve yapılar var.
Durumu içler acısı olan bir eser de Kulu da
bulunuyor. İlçedeki tarihi küp eser kaderine terk
edildi. Tarihçiler, yüzyıllar önce yapılan eserlerin
korunmasını istiyor. İlçe hakkında uzun yıllardır
araştırmalar yapan Kululu Tarihçi Devrim Sönmez,
tarihi küp eseri ziyareti sırasında gördüğü manzara
karşısında şaşkına uğradı. Tarihi eserlerin koruma
altına alınmasını isteyen Sönmez, duruma isyan etti.
BÜYÜK
TAHRİBATA UĞRATILDI
Konu hakkında
değerlendirmelerde bulunan ve tarihi eserin tahrip
edildiğini ifade eden Tarihçi Devrim Sönmez, "Bir
müzede koruma altına alınması gereken tarihi küp
eser (pithos), Bahçehisar höyük yakınlarında tesadüf
eseri keşfedilmiş ve duyarlı vatandaşlar tarafından
yetkili birimlere teslim edilmişti. Yetkililer
tarafından eski belediye sarayı bahçesini süslemek
için dekor malzemesi olarak kullanıldı. Tarihi küp
eser, bilinçsiz halkımız tarafından çöp tenekesi
olarak kullanıldı ve içerisinde biriken çöpler
yakılmak suretiyle büyük bir tahribata uğratıldı
Oysa ki; bu tarihi küp eser Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na bildirilmeli ve bir müzeye naklinin
yapılması sağlanmalıydı." açıklamasında bulundu.
TARİHİ ESERLERE SAHİP ÇIKIN
Yüzyıllar
öncesinde yapılan eserlerin tarihe ışık tuttuğunu,
tarihi eserlerin ise ne yazık ki yeterli ilgi
görmediğini dile getiren Sönmez, "Tarihi
eserlerimize sahip çıkılmalı ve koruma altına
alınmalıdır. Halk, tarihi eserlerin korunması ve
gelecek nesillere intikalinin sağlanması açısından
eğitilmelidir. İlkokullardan itibaren öğrencilere bu
bilinç verilmelidir. Tarihimize sahip çıkmak
durumundayız" ifadelerini kullandı. Mustafa Tosun
isimli vatandaş da, Tarihi küp, Kulu
Kaymakamlığı'nın ya da Kulu Belediyesi'nin içinde
uygun bir alanda sergilenmeli. Küpün nerede
bulunduğu, hangi amaçlar doğrultusunda kullanıldığı
yazılmalı" şeklinde konuştu.
Merhaba Haber, 04.08.2016
|
MSGSÜ RESİM VE HEYKEL MÜZESİ YENİDEN YAPILIYOR
M.S.G.S.Ü. (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi)
Resim ve Heykel Müzesi'ni sanatçılar, sanat
meraklıları gezmiştir.
Dolmabahçe’deki müzenin durumunu bilenler,
buradaki resimlerin, heykellerin yok olma
tehlikesini üzüntüyle hatırlayacaktır.
Şimdilerde Tophane’de Salıpazarı’ndan geçenler,
bir inşaatın levhasına dikkat etmişlerdir.
Bu görkemli bina modern bir mimari anlayışıyla,
korunmanın bütün koşullarına dikkat edilerek yapılan
yeni Resim ve Heykel Müzesi’dir.
Benim gibi eski halini bilen ve üzülen birinin
burayı gezmesinin gerektiğine karar verdim.
Artık birçok önemli yapıt eriyip gitmeyecek,
üstelik iyi bir sergi salonunda ziyaretçilere
sunulacak.
İnşaatı, yapılan çalışmaları Üniversite Rektörü
Prof. Yalçın Karayağız’la birlikte gezdim.
Resimlerin, heykellerin, kağıtların, desenlerin
nasıl korunduğunu görerek, içim rahat etti.
Üniversiteye emanet edilen eserlere layık
oldukları ilginin gösterildiğine tanık oldum.
Resimlerin her biri bir özel birimde, heykeller
başka bir alanda, kağıt çalışmalar da özenle
muhafaza edilmekte.
Daha önce eski binada onarımlar yapılmış ama bu
kalıcı bir sonuç vermemişti.
Oysa herkes bu seçkin koleksiyonu görebilmeli,
kataloğunu elde edebilmelidir.
Yalçın Karayağız, bina bittikten sonra,
değiştirerek koleksiyondaki bütün yapıtların
sergileneceğini, böylece bütün ziyaretçilerin de bu
koleksiyonu görmüş olacağını söylüyor.
***
Rektör Yalçın Karayağız, müzenin kuruluşundan
bugüne geçirdiği aşamaları ve yeni binanın
özelliklerini anlattı:
“İlk temeli 1914 tarihinde Osman Hamdi Bey’in
vasiyeti üzerine kardeşi Halil Ethem Bey tarafından
atılan müzemiz (M.S.G.S.Ü. Resim ve Heykel Müzesi),
19. yüzyıldan beri gelişim gösteren Batılı anlamdaki
resim ve heykel sanatımızın görülebilmesi, orijinal
eserlerin toplu olarak bir yerde sergilenebilmesi
için, Cumhuriyetimizin kurucusu ve birinci
Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle,
Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nin Resim ve
Heykel Müzesi kurulması amacıyla, dönemin Güzel
Sanatlar Akademisi’ne (bugün Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi), yani kurumumuza tahsis
edilmesiyle kalıcı bir binaya kavuşmuştur.
17 Şubat 2003 tarih ve 25023 sayılı resmi
gazetede yönetmeliği yayınlanan müzemiz,
Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 11.05.2012 tarih ve
2012/63 kararı ile Yeni Müze Binası yapılmak üzere
Üniversitemize tahsis edilen Salıpazarı 5 No’lu
antrepo binasına taşınmış, inşa süreci halen devam
etmektedir.
Müzemiz projesi Emre Arolat mimari grubuna (EAA)
aittir.
Müzemiz koleksiyonunda bulunan eserler halen inşa
süreci devam eden yeni binasının içerisinde bitmiş
tam donanımlı, elektronik ve özel güvenlik
önlemlerine sahip depolarda uluslararası
standartların üzerinde, argon söndürme sistemleri
aktif, eser restorasyon laboratuvarları tam
donanımlı olmak üzere hazır, korunmaktadır.”
Müzede hangi yapıtlar bulunuyor.
Listeyi de başka yazıya bıraktım.
Hürriyet,
Yazı: Doğan Hızlan, 04.08.2016
******
MÜZE 2018'DE AÇILACAK
M.S.G.S.Ü. Resim ve Heykel
Müzesi, en geç 2018'in sonunda açılacak.
5 katlı müze binasının
yüzölçümü 22 bin metrekare.
Çeşitli büyüklükte sergi
salonları var. Toplam sergi salonu için alan 10 bin
metrekare. Müze koleksiyonlarının sergileri dışında
uluslararası nitelikte sergiler de düzenlenecek.
Onlara ayrılacak alan 1.500 metrekare.
Bu alanlar uluslararası
ölçütlerdeki sergi mekanlarından da daha büyük.
Aşağıda eserlerin korunma
alanı 750 metrekare.
Toplam sayı verirken, bu
rakamlara açık alanların da dahil olduğunu
belirtelim.
Özellikle heykellerin
sergilenmesi için açık alan gerekli.
Bina içinde bir de kütüphane
bulunacak, sanat kitaplarının yanı sıra başka türden
kitaplar da bu kütüphanenin raflarına konulacak.
Teras katında bir lokanta
açılacak. Okuma salonları ve kafeler de
ziyaretçilerin okuyabileceği, dinlenebileceği
alanlar olarak yapıldı.
Eski müze binasında
oturulacak, dinlenilecek bir alan yoktu. Ayrıca
kitap satışı da girişteki bir masadan yapılırdı.
Alan olarak da resmi
binaların yakınında olduğu için giriş çıkış
güçleşmişti. Müze satış alanlarında kataloglar,
röprodüksiyonlar satılabilecek. Anı eşyası da
bunların yanı sıra satış yerinde bulundurulacak.
Müze envanterinde yazılı
sayıya göre 11 bin resim ve heykel var.
Ancak bunlardan 400’ü
koleksiyonda yok.
Genellikle Kültür Bakanlığı,
özellikle Ankara’da başka sergi alanları için aldığı
resim ve heykelleri iade etmemiş.
Umarım müze açıldıktan sonra
diğerleri de buraya getirilecek.
Müze haftada bir gün kapalı
olacak, diğer günler herhangi bir değişiklik olmazsa
09.00 ile 19.00 arasında açık olacak.
***
Müzenin kuruluş ve açılış
öyküsüne gelirsek:
“Paris, Berlin, Münih,
Viyana, Madrit gibi kentlerin müzelerinde bulunan
Rubens, Dürer, Rembrandt, Holbein, Titian gibi ünlü
sanatçıların bazı eserlerinin -on tanesi Hikmet
(Onat), Nazmi Ziya (Güran), Galip, Mihri (Müşfik)
gibi Türk sanatçılarına, kırk iki tanesi Deuleubre,
Aquaroni gibi yabancı sanatçılara yaptırılan-
kopyaları ile İbrahim (Çallı), Ahmed Ali (Şeker
Ahmed Paşa), Namık (İsmail) gibi Türk sanatçılarına
ait seksen beş orijinal resimden oluşan Elvah-ı
Nakşiye Koleksiyonu olarak anılan eserler; dönemin
Akademi Müdürü Burhan Toprak tarafından düzenlenen
ve belki de müzenin kurulması fikrine ilham olan ‘50
Yıllık Türk Resmi Sergisi’ o yıl Resim Bölümü
Başkanlığı’na getirilen Leopold Levy’nin görüp
beğendiği ve isteği üzerine sanatçıların bağışladığı
eserler toplanmıştır. Kuruluş çalışmaları için
oluşturulan komite ile kurulmakta olan müzenin
müdürlüğüne atanan Halil Dikmen, toplanan eserlerle
müzeyi kısa sürede ziyarete açılır hale getirmiştir.
Türkiye’nin ilk resim ve heykel müzesi, 20 Eylül
1937’de Mustafa Kemal Atatürk’ün de katıldığı bir
törenle açılmış. Devlet Resim ve Heykel
Sergileri’nde ödül alan çalışmalar, satın alma ve
bağışlarla gelişen müze koleksiyonundan pek çok eser
İzmir, Ankara, Antalya, Balıkesir, Bursa, Yalvaç
gibi yerlerin devlet galerilerine yollanmış; İzmir
(1974), Ankara (1980) resim ve heykel müzeleri
kurularak devlet galerilerinden birçok eser bu
müzelere geçmiştir. 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın ilk
yarısına ait çalışmaların daha kapsamlı olduğu müze
koleksiyonunda 10 bin 140 resim, 651 heykel, 10
ikona, 107 seramik ve 79 hat eser yer alıyor.”
***
Müze açıldığında Türk
resminin ve heykelinin seçkin örneklerini görmüş
olacağız.
Hürriyet, Yazı: Doğan
Hızlan, 05.08.2016
|
FOSİLLEŞMİŞ
PARMAKTA KANSER VAKASI BULUNDU
Güney Afrika’da ortaya
çıkarılan antik insan akrabasına ait fosilleşmiş bir
ayak parmağı; insanlığın en az 1.7 milyon yıldır
kanser ile savaştığını ortaya koyuyor.
South African Journal of
Science’ da yayımlanan çalışmada fosil için, oldukça
tehlikeli bir kanser türü olan osteosarkom (habis
bir kemik tümörü) işaretleri taşıdığı belirtiliyor.
Bu da demek oluyor ki; bütün kanser türleri modern
yaşama ait vakalar değil, bazı kanser
tetikleyicileri evrimsel geçmişimizde kendine yer
edinmiş.
Aynı araştırmacıların
yürüttüğü bir başka eş çalışma ise aynı bölgede bir
başka kemik tümörü keşfedildiğinin altını çiziyor ve
bunun daha da eski olduğunu, yaklaşık 1.98 milyon
yıl önceye ait olduğunu ileri sürüyor. Fakat ayak
parmağındakinin askine bu tümörün iyi huylu olduğu
söyleniyor.
Şimdiye kadar bulunmuş en
eski iyi huylu kemik tümörü örneği yaklaşık 120.000
yıl önceye ait bir fosilde keşfedilmişti, ancak bu
yeni çalışma ile en eski kaydın yaklaşık 1.98 yıl
önceye ait olduğu güncellemesi yapıldı.
Hiçbir tümör belirtisi
görülmeyen Mısır’daki mumya çalışmalarına dayanarak
kanser hastalığının görece yeni bir hayati risk
olduğu fikri benimsenmişti. Fakat görünen o ki;
kanser de neredeyse insanlığın kendisi kadar eski
bir geçmişe sahip.
Birgün, Haber: Gürkan
Akçay, 03.08.2016
|
GÖLDE YÜZMEYE
GİDEN VATANDAŞLAR TARİHİ ESER BULDU
Van Gölü'ne kıyısı bulunan Bitlis'in Adilcevaz
İlçesi sahilinde vatandaşlar, Urartular dönemine ait
olduğu tahmin edilen tarihi eser buldu.
Kıztaşı mevkisinde yüzmeye
giden vatandaşlar, sahilde belediye tarafından
yürüyüş yolu çalışması yapılan alanda toprağa gömülü
halde küp gördü.
Vatandaşların bildirmesi
üzerine olay yerine gelen jandarma ekipleri küpün
bulunduğu alanın çevresinde güvenlik tedbiri aldı.
Ahlat Müze Müdürlüğü'nden
gelen ekibin bölgede yaptığı çalışmada bir küp ile
küpün içerisinde bulunan 3 şarap testisi ve bir takı
toprak altından çıkarıldı.
Eserler, incelenmek üzere
Ahlat Müze Müdürlüğüne götürüldü.
Adilcevaz Kaymakamı Özer
Özbek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, eserlerin
hangi döneme ait olduğunun, detaylı incelemelerin
ardından kesinlik kazanacağını söyledi.
Özbek, "Ahlat Müze
Müdürlüğü'nden gelen arkeologlar, ilk incelemede
çıkarılan eserlerin Urartu dönemine ait olduğunu
düşünüyor." dedi.
Anadolu Ajansı,
Haber: Harun Nacar, 03.08.2016
|
MERSİN'DE GÜLEK KALESİ'NİN KAPISINA SPREY BOYA
Mersin’in Tarsus
İlçesi'ndeki Gülek Kalesi’nin giriş kapısı olarak
bilinen tarihi kapıya sprey boya yazılar yazıldı.
Tarsus’un yaklaşık
60-65 km. kuzeyinde yer alan Gülek Beldesi’nde
bulunan tarihi kalesinin giriş kapısına kimliği
belirsiz kişi ya da kişilerce sprey boya ile yazı
yazıldı. Vatandaşların tepkisine neden olan yazılar,
tarihi yapıya zarar verdi.
Gülek
Kalesi
Temelleri Orta Çağ’a
kadar giden kale strarejik açıdan önemli bir noktada
yer almaktadır. Mimari plan, taş işçiliği ve yüzey
buluntularına göre kalenin farklı dönemlerde iskan
gördüğü anlaşılmaktadır. Bir süre aristokratların
himayesinde idare edilen kalede, 1198-1199 yılları
arasında Gülek’in Lordu olarak Smbat’ın taç giyme
töreni gerçekleştirildi. 1838-1939‘da İbrahim Paşa,
Osmanlı yönetimine karşı çıkardığı isyanda bu
yerleşimi kısa bir süre işgal etmiştir.
Kaleye giriş
güneydeki kapıdan sağlanmaktadır. Kuzey ve
kuzeydoğusu çok dik sarp kayalıklar üzerinde olduğu
için, güneyi gibi tahkim edilmemiştir. Güney ve
batısındaki sur duvarları rahatlıkla
izlenebilmektedir. Yuvarlak veya kare planlı büyüklü
küçüklü kulelerle bu surlar güçlendirilmiştir. En
doğu ucunda bir de sarnıç yer almaktadır.
Duvarlarında bosajlı kesme blok taşlar kullanılan
kalenin üzerinde iki yeni yapı bulunmaktadır.
Müştemilatı içerisinde ise giriş kapısının sağ
tarafında yer alan yapı hariç ayakta kalan mekan pek
yoktur. Yüzeyde sarı ve yeşil renklerde sırlı veya
sırsız seramik parçaları çok sayıda göze
çarpmaktadır.
arkeolojihaber.net, Fotoğraf:
Ataman Genç, 03.08.2016
|
BEYLERBEYİ SARAYI TÜNELİ TRAFİĞE AÇILIYOR
Tünelin yeniden hizmete açılmasıyla birlikte trafik
dolayısıyla 1.5 saati bulan
Üsküdar-Beylerbeyi-Çengelköy hattı sahil
yolculuğunun 15 dakikaya düşmesi hedefleniyor.

Üsküdar Belediyesi, Üsküdar- Beylerbeyi hattındaki
sahil trafiğini rahatlatmak için 1970'li yıllardan
bu yana trafiğe kapalı olan Beylerbeyi Sarayı
Tüneli yeniden ulaşıma açacak.
Üsküdar
Belediyesi'nden yapılan açıklamaya göre, Üsküdar'da
Beylerbeyi Sarayı'nın altında bulunan ve
1970'li yıllara kadar Üsküdar ile Beylerbeyi sahil
yolunu birbirine bağlayan bir tünel olarak
kullanılan 230 metre uzunluğundaki Beylerbeyi
Sarayı Tüneli, müze ve sergi salonu olarak
kullanımının ardından sahil trafiğini
rahatlatmak amacıyla tekrar hizmete açılacak.
Tünelin yeniden hizmete açılmasıyla
birlikte, 1 buçuk saati bulan Üsküdar –
Beylerbeyi- Çengelköy hattı sahil yolculuğunun 15
dakikaya düşürülmesi hedefleniyor.
Çalışmalar sırasında tünelin orijinal
dokusu muhafaza edildi.
Beylerbeyi Sarayı'ndaki Set Bahçeleri'nin
altından geçen tünel, 1970'li yıllara kadar
kıyı yolunun işlevini sürdürmesini sağlarken, aynı
zamanda yüksek duvarların ötesi ile Beylerbeyi
Sarayı'ndaki set bahçelerin bağlantısını da
kuruyordu.
Sultan 2. Mahmud tarafından 1829–1832
yılları arasında yaptırılan Beylerbeyi Sarayı
Tüneli, Üsküdar’ı Beylerbeyi semtine bağlayan bir
karayolu olarak kullanılmıştı.
Milliyet,
03.08.2016
|
 |
SON MAMUTUN SUSUZLUKTAN ÖLDÜĞÜ BELİRLENDİ
Alaska’daki St. Paul Adası’nda bulunan mamut fosili
üzerinde yapılan incelemeye göre, son mamut 5 bin
600 yıl önce susuzluktan öldü.
Amerikalı bilim
insanlarının Alaska’daki St. Paul Adası’nda
buldukları bir mamut fosili üzerinde yaptığı
inceleme, tüylü ve büyük dişli filin 5 bin 600 yıl
önce susuzluktan öldüğünü tespit etti.
Bilim insanlarına
göre, havaların ısınmasıyla göllerdeki su miktarı
azaldı, bu nedenle günde 70 ila 200 litre arası su
tüketmesi gereken mamutların hayatta kalma şansları
da zorlaştı.
Habertürk, 03.08.2016
|
ÇANKIRI'DA AFRİKA İZLERİ
Çankırı’nın Fatih Mahallesi’nde 1997’den beri devam
eden ‘Çorak Yerler Omurgalı Fosil Lokalitesi’ndeki
kazı çalışmalarında bugüne kadar 8 milyon yıllık
fosillerin de bulunduğu kalıntılara ulaşıldı.

Ankara Üniversitesi (AÜ) Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Antropoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr.
Ayla Sevim Erol başkanlığında devam eden kazıda bu
dönem çeşitli üniversitelerden 10’un üzerinde
öğrenci görev alıyor. Prof.Dr. Erol, kazılarda çok
sayıda canlı türüne rastladıklarını belirterek,
“Bugüne kadar 20’nin üzerinde türün kalıntılarına
ulaşıldı” dedi.
‘Tanınır hale geldi’
Bölgenin dünyada tanınır hale geldiğini aktaran
Erol, “Çorak yerleri artık herkes biliyor.
Katıldığımız birçok konferansta bölgeyi anlatıyoruz.
Nehir yataklarının, ormanlık alanların ve geniş
savanalı ortamların olduğunu, hayvan fosillerinden
görüyoruz. Çorak yerler, su kaynakları bulunan ve
Afrika’daki galeri ormanlarına benzeyen bir ortama
sahip” dedi.
Milliyet, 03.08.2016
|
RİZE'DE TARİHİ CAMİ YIKILDI
Rize'de 15. yüzyılda Yavuz Sultan Selim Han
tarafından annesi Gülbahar Hatun adına 1514 yılında
yaptırılan Gülbahar Hatun Camisi, yerine daha büyük
bir cami yapılmak üzere yıkıldı.

Rize’de adını verdiği Gülbahar Mahallesi'nde bulunan
Gülbahar Hatun Camisi küçük olduğu ve bölgedeki
cemaat için yetersiz kaldığı gerekçesiyle cami
derneği tarafından yıkılmak istendi. Caminin vakıf
malı olması nedeniyle Trabzon Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'ne başvuran cami derneği buradan yıkılması
için izin aldı. Verilen izinde gerekçe olarak ise
caminin geçmişte yapılan restorasyon ve tamirlerle
tarihi değerini yitirmesi ve tarihi tescilinin
olmaması gösterildi.

Gülbahar Hatun Camisi, Rize İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü kaynakları başta olmak üzere bir çok
kitapta da tarihi bir cami olarak gösteriliyor.
Araştırmacı-Yazar İbrahim Pazan “Padişah Anneleri”
isimli kitabında Gülbahar Hatun Camisi'nin 15.
Yüzyıl’da 9. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim Han
tarafından annesi adına Trabzon'daki Sancakbeyliği
döneminde yaptırıldığını ifade ediyor.
Milliyet,
02.08.2016
******
GÜLBAHAR HATUN
CAMİİ'NİN YIKILDIĞI HABERİ ORTALIĞI KARIŞTIRDI
Trabzon’da “500 yıllık Gülbahar Hatun Camii’nin
yıkıldığına” dair haberler tepki topladı. Ancak
yıkılan caminin Rize’de bulunan ve 500 yıllık değil
50 yıllık olan aynı isimde bir başka cami olduğu
anlaşıldı.
Bir haber ajansının Rize kaynaklı geçtiği haber
tartışma başlattı. Haberde, 15. yüzyılda Yavuz
Sultan Selim tarafından annesi Gülbahar Hatun adına
yaptırılan Gülbahar Hatun Camii’nin, yerine daha
büyük bir cami yapılmak üzere yıkıldığı
belirtiliyordu. Habere göre, caminin vakıf malı
olması nedeniyle Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne
başvuran cami derneği, yıkım için izin aldı. Gerekçe
olarak ise caminin geçmişte yapılan restorasyon ve
tamirlerle tarihi değerini yitirmesi ve tarihi
tescilinin olmaması gösterildi. Bu haber sosyal
medyada tartışma yarattı. 500 yıllık tarihi olan bir
caminin yıkımına tepki gösterilirken, bazı
kullanıcılar caminin Trabzon’da değil Rize’de
bulunduğu bilgisine yer verdi.
500 YILLIK GÜLBAHAR
HATUN CAMİİ AYAKTA

Habertürk uzmanlara sordu ve
gerçek bambaşka çıktı. Trabzon’da 500 yıllık
Gülbahar Hatun Camii’nin sapasağlam ayakta olduğu,
yıkılacak olan caminin ise Rize’de aynı adı taşıyan
50-60 yıllık başka bir Gülbahar Hatun Camii olduğu
anlaşıldı. Konuyla ilgili Habertürk’e konuşan
Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Başkanı Eyüp Muhçu,
karışıklığın aynı isimde hem Rize’de hem de
Trabzon’da iki cami olmasından kaynaklandığını
belirtti. Muhçu’nun verdiği bilgiye göre Rize’deki
cami, ahşap olarak yapılmış ve 1956’da yıkılarak
taştan yenisi inşa edilmişti. Şimdi ise cemaate
yetmediği için yıkılmasına karar verilmişti.
Muhçu, yıkılıp yerine daha
büyüğü yapılacak caminin tarihi bir değerinin
bulunmadığını kaydetti.
Gülbahar Hatun Camii
Yaptırma Derneği Başkanı Murat Platin, caminin
tarihi değerinin olmadığını söyledi. Platin,
“Gülbahar Mahallesi’ndeki cami yıllar önce yıkılmış
ve mahalleliler tarafından taştan yerine cami
yapılmış, ihtiyaçlara cevap vermediği için dernek
olarak yerine yeni cami yapacağız” dedi. Rize
Mimarlar Odası Başkanı Mustafa Mahmutoğlu ise
“Tarihi özelliği olmayan bir cami yıkıldı. Tarihi
olsa Anıtlar Kurulu zaten yıkımına izin vermezdi.
Özelliği olsaydı biz de izin vermezdik” diye
konuştu.
Habertürk, Haber: Mustafa
Bayrak - Büşra Çelik, 05.08.2016
|
İMPARATOR MARCUS AURELİUS ANTONİNUS'UN TEK BÜTÜN
HEYKELİ BULUNDU
Antalya
Müzesi başkanlığında 2012’den beri devam eden Perge
antik kenti kazısı ve restorasyon çalışmalarında,
Roma İmparatorluğu’nda 2’nci yüzyılda tahta çıkan,
’Caracalla’ takma adıyla bilinen Marcus Aurelius
Antoninus’un tek parça halindeki heykeli bulundu.
Heykelin dünyada tek olduğu öne sürüldü.

Kazıda ayrıca 2 Afrodit heykeli, Asklepios, Tykhe,
Aphrodite, Nemesis, Helios, Selene, yılanlı heykel,
giyimli erkek heykeli, giyimli kadın heykeli, at
heykeli ortaya çıktı. Paha biçilemez bu eserlerin
sergilenmesi için, Antalya Müzesi içinde ’Perge Batı
Cadde ve F5 Çeşmesi Salonu’ adıyla özel bir salon
oluşturuldu.
Perge
antik kentinde 2014 yılında
Sütunlu Batı Cadde üzerinde, Batı Kent Kapısı ile
Kuzey Hamamı’nın birbirine bağlandığı noktada ortaya
çıkarılan Caracalla Çeşmesi’ni süsleyen eserlerden
en önemlisi olan İmparator Caracalla’ya ait
heykelin, dünyada tek olduğu öne sürüldü. İmparator
Caracalla’nın dev mermer heykelinin hemen yanında
ise onun görkemini ve herkesten büyük olduğunu
anlatan küçük bir asker heykeli bulunuyor. Sadece
sağ kol bilek kısmından itibaren sağ eli ve bu
eliyle tuttuğu ve başının arkasına uzanan ve ne
olduğu bilinmeyen nesnenin eksik olduğu dev
heykelde, Caracalla’nın giysisinde Medusa ve kartal
figürleri yer alıyor.
BAŞINDA MEŞE YAPRAKLARINDAN ÇELENK
Nymphaeumu havuzu içinden çıkartılan İmparator
Caracalla heykeli 2.20 metre boyunrda. İmparatorun
günümüze kadar bir bütün olarak ulaşan ilk ve tek
heykeli olan ve çok özel öneme sahip olduğu
belirtilen Caracalla’nın Perge’den çıkan heykelinin
başında, hiçbir portre tipinde görülmeyen bir Corona
Civica (meşe yapraklarından yapılan çelenk)
bulunduğu belirtildi. Antalya Müzesi yetkilileri,
Caracalla heykeli ve çeşmesi ile birlikte çok sayıda
çok önemli değere sahip eserlerin bu alanda ortaya
çıkarıldığını ve Antalya Müzesi’nde özel bir bölüm
oluşturulduğunu kaydetti.
Milliyet, Haber: Mehmet
Çınar, 02.08.2016
|
RANT BASKISINA KARŞI DAYANIŞMA
İstanbul’un Suriçi
bölgesinde yer alan Mevlanakapı Mahallesi, rant
hedeflerinden biri haline geldi. Fatih Belediye
Başkanı Mustafa Demir’in tarihi yarımadayı
“Türkiye’nin misafir odası” olarak tanımlaması,
kapalı kapılar ardında yapılan planlar hakkında
ipuçları veriyor. İstanbul’un dört bir yanında
devasa ölçekli rant projelerinin hayata geçirildiği
şu günlerde, gündemde yer bulamayan Mevlanakapı
Mahallesi, varlık mücadelesini sürdürüyor.
Mevlanakapı’da dönüşüm planları 6 yıl öncesine
dayanıyor. İstanbul’un birçok yerinde olduğu gibi
Mevlanakapı Mahallesi’nde de yurttaş halihazırda ya
belediyeyle mahkemelik olmuş ya da mahkemelik olan
bir komşusu var. Hazırlanan 1/1000’lik planlarla
yurttaşın tapulu evi SİT alanı kapsamına alınarak
yıkılmaya çalışılıyor.
Değerinin çok altında metrekare fiyatları teklif
edilerek TOKİ ve KİPTAŞ tekelinde satış baskısı
yaratılırken, parsel ölçeğinde ‘yerinde dönüşüm’
talepleri ise belediye tarafından kabul görmüyor.
Belediye görevlilerin, Mevlanakapı’daki evlerin
fotoğraflarını çekmesi ve ‘nüfus sayımı’ bahanesiyle
evlerde yaşayanlar hakkında bilgi toplamaya
çalışmasıyla birlikte ‘gizlilikle’ yürütülen
çalışmalar tekrar açığa çıktı.
Çürümeye
bırakarak yıldırma politikası
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, 2014 yerel
seçim döneminde altı yıldır planladıkları ve
uyguladıkları yenileme projelerinden vazgeçtiklerini
söylemişti. Ancak mahallelinin yaşadıklarına
bakılırsa ‘devreye sokulan plan’, Süleymaniye’dekine
benzer şekilde “çürümeye bırakarak yıldırma” üzerine
kurulu. Mevlanakapı sakinlerinden 63 yaşındaki Hasan
Marşoğlu, 6 yıldır devam eden dönüşüm
söylentilerinin ardından mahalleye polis gelmediğini
söyledi. Marşoğlu, uyuşturucu satıcılarının
mahallede kol gezdiğini ve bu duruma göz yumulduğunu
kaydetti. Yaşananlarsa, dönüşüm tartışmalarına sahne
olan Okmeydanı ve Fikirtepe’de patlak veren sosyal
problemlere fazlasıyla benziyor.
Mahalleli Deniz Türkeş, 25 bin seçmenin yaşadığı
Mevlanakapı’daki planlardan ‘insanları şehrin dışına
atma’ planları olarak söz ediyor. Dernek üyesi ve
fahri başkan Hasan Marşoğlu, bilgilendirme
toplantısı adı altında belediyeye çağrıldıklarını ve
sunumu yapılan planlarda mahallenin gelecekte yeşil
alan olacağından bahsedildiğini aktarıyor. Fakat,
yanı başlarında ‘yeşil alan’ olarak planlandıktan
sonra ‘Yedikule Konaklarına’ dönüşen proje ise hala
hafızalarında yer alıyor. Marşoğlu belediye
yetkililerine, “Peki bu planda bize yer var mı?”
diye sorduğunda ise, dönemin imar müdüründen eşine
az rastlanan bir ‘açıklıkla’, “Size yer yok, burayı
elit bir yer yapacağız” yanıtını almış.
***
Çare
dayanışmayı yeniden inşa etmek
Sosyal ve altyapı problemlerine karşı kaderine
terk edilen mahallede insanlar çareyi dayanışmayı
yeniden inşa etmekte buluyor. Mevlanakapılı Deniz
Türkeş ve Fırat Eskici’nin kurduğu Suriçi
Mahalleleri Yaşam ve Dayanışma Derneği ise bunun en
önemli örneği. Ağustos ayında birinci yılına girecek
olan dernek, mahallelinin çabasıyla yoktan var
edilmiş. Dernekte eğitimini tamamlayamamış genç
kadınlara ve maddi durumu olmayan ailelerin
çocuklarına çeşitli dersler veriliyor. Ayrıca
mahalleliyle forumlar gerçekleştiriliyor ve ‘rant
karşıtı’ bir dayanışma kuruluyor.
Birgün, Haber:
Fatih Kıyman, 02.08.2016
|
TARİHİ SU KEMERİ ORTAYA ÇIKIYOR
Edirne'nin İpsala
İlçesi'nde Osmanlı döneminden
günümüze kalıntıları kalan tarihi su kemeri gün
yüzüne çıkıyor.
İpsala Belediyesi, tarihi su
kemerini restore ve çevre düzenleme çalışmalarını
başlattı. Belediye Başkanı
Mehmet Kerman, çalışmaları yerinde inceleyerek,
"İnşallah halkımızı özlenilen
kemer suyuyla buluşturacağız" dedi.
Başkan Kerman, "Tarihi su kemerinin çevre
düzenlemesine başladık. İlçemizin beklediği
kemer suyunu da gün yüzüne çıkacak" diye
konuştu.
haberler.com, 02.08.2016 |
 |
ATİNA'DA ANTİK DÖNEMDEN KALMA TOPLU MEZAR BULUNDU
Yunanistan’ın Atina şehrinde antik dönemden kalma,
elleri başlarının üstünde bağlanmış en az 80
iskeletin olduğu bir toplu mezar bulundu.
Arkeologlar ölenlerin kim oldukları ve oraya nasıl
getirildiklerinin belirsizliğini koruduğunu
belirttiler. Falyron Delta mezarlığında bulunan
isketlerin hepsinin aynı şekilde idam edildiğini ama
belirli bir saygı içinde gömüldüğünü belirten
arkeolog Stella Chryssoulaki, öldürülenlerin çoğunun
çok genç ve sağlıklı olduğunu da sözlerine ekledi.
DARBE GİRİŞİMİ
NEDENİYLE ÖLDÜRÜLMÜŞ OLABİLİRLER
DNA testleri ve
antropologların yapacağı araştırmalar sonucunda
toplu idamın nedenlerinin ortaya çıkabileceği
düşünülüyor. Ancak yapılan ilk tahminlere göre
öldürülenler, sıradan suçlular ya da köleler değil.
Bu da akıllara öncelikle başarısız bir darbe
girişimini getiriyor. Toplu mezarın MÖ 8’inci ve
5’inci yüzyıl arasındaki bir dönemden kaldığı tahmin
ediliyor. Chryssoulaki, söz konusu tarih aralığında
Atina’nın çok karışık ve huzursuz bir dönemden
geçtiğini; aristokratlar ve soyluların kendi
aralarında sürekli güç savaşları verdiklerini
belirtti. Toplu katliamla ilgili en güçlü teori,
öldürülenlerin Cylon’un destekçileri olduğu yönünde.
Atinalı bir soylu ve olimpiyat şampiyonu olan Cylon,
MÖ 632’de üvey babası Megara’nın yardımıyla bir
darbeye kalkışmıştı. Ancak darbe başarısız olmuş ve
Cylon, bir tapınağa saklanmıştı. Cylon kaçmayı
başarsa da destekçileri ve takipçilerinin çoğu
öldürülmüştü.
Habertürk, 02.08.2016
|
ÇİN'İN TOPRAK
ASKERLERİ ABD'DE
Geçen yüzyılın en büyük arkeolojik keşiflerinden
kabul edilen Terrakotta Ordusu’nun yaklaşık 195
santimetrelik boyu ile en uzun askeri olan “General”
heykelinin de aralarında bulunduğu sergi, “Çin'in
İlk İmparatoru ve Onun Terrakotta Savaşçıları” adı
ile Amerikalılarla buluşuyor. Sergide öne çıkan
figürler arasında; savaş arabasını çeken at, zırhlı
asker, savaş arabası kullanıcısı ve okçu heykelleri
yer alıyor. Sergide ziyaretçilere; ilk Çin
İmparatoru Çin Şi Huang’ı koruması için yapıldığına
inanılan Terrakotta Ordusu'nun yapım süreci
detaylarıyla anlatılıyor.
Çin'in Xi’an kentine yaklaşık
11 bin 400 kilometre mesafedeki Chicago’ya özel
yöntemlerle nakledilen tarihi eserlerin transferini
ise ünlü bir kargo şirketi gerçekleştiriyor.
“Pokemon Go”dan
esinlenerek Terrakotta askerlerinin replikalarının
kullanıldığı oyunlar düzenleniyor
Yılda
yaklaşık 1 milyon kişinin gezdiği The Field Müzesi
ayrıca, dünyayı saran sanal gerçeklik oyunu “Pokemon
Go”dan esinlenerek Terrakotta askerlerinin
replikalarının kullanıldığı “Savaşçı Avı” adıyla bir
de interaktif oyun düzenliyor. Savaşçı replikalarını
belirli aralıklarla kentin farklı noktasına
yerleştiren Müze, sosyal medya hesabından
savaşçıların yeri hakkında ipuçları yayınlayarak
meraklılardan savaşçıları bulmalarını istiyor.
Çin’in Shaanxi eyaletine
bağlı Xi’an kentinde, ilk imparator Huang’ın
mezarına yakın bir yerde 1974 yılında bir çiftçi
tarafından bulunan Terrakotta Ordusu’nun yapımına MÖ
246 yılında başlandığı, 30 yılı aşan yapım sürecinde
700 bin kişinin çalıştırıldığı tahmin ediliyor. Kazı
çalışmaları devam eden ve UNESCO tarafından 1987
yılında Dünya Kültür Mirasları Listesi’ne alınan
Terrakotta Ordusu’nda yaklaşık 8 bin asker, 520
atıyla birlikte 130 savaş arabası ve 150 süvari
atının bulunduğu sanılıyor. Boyları 183-195
santimetre arasında değişen askerler farklı yüz
ifadeleri ve duruşlarıyla dikkati çekiyor.
Sergi 8 Ocak 2017'ye kadar
açık kalacak.
Anadolu Ajansı,
Haber: Bilgin S. Şaşmaz, 02.08.2016
|
RHODİAPOLİS ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Antalya'nın Kumluca İlçesi'ndeki Rhodiapolis
antik kentinde bu yılki kazı çalışmaları başladı.
Kumluca'da 2006 yılında kazı çalışmalarına
başlanan Rhodiapolis antik kentinde bu yılki kazı
çalışmaları Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel
başkanlığında başladı. Antik kentte kazı
çalışmalarının başlaması dolayısıyla Belediye
Başkanı Hüsamettin Çetinkaya, Kültür ve Turizm İl
Müdürü İbrahim Acar, Antalya Müze Müdürü Mustafa
Demirel, kazı çalışmalarını inceleyerek çalışma
hakkında bilgi aldı.
Antalya Müze Müdürü
Mustafa Demirel, antik kentteki kazı çalışmalarını
bu yıl kilisede yürüteceklerini, ayrıca geçmiş
yıllarda ortaya çıkan bazı yapıların restorasyonunu
gerçekleştireceklerini söyledi.
Belediye
Başkanı Hüsamettin Çetinkaya da Likya bölgesinin
önemli antik kentlerinden olan Rhodiapolis'in gün
yüzüne çıkartılması, bölge ve ülke turizmine
kazandırılmasını amaçladıklarını, bu konuda 2006
yılından bu yana kazı çalışmalarına destek
verdiklerini vurguladı. Rhodiapolis antik kentinde
2015 yılından itibaren kazı çalışmalarının Antalya
Müze Müdürlüğü tarafından yürütüldüğünü hatırlatan
Başkan Çetinkaya, "Bu yılki kazı çalışmaları antik
kentin kilise bölümünde ve diğer yerlerde
başlatıldı. Geçtiğimiz yıl antik kentte yaklaşık 2
milyon lira gibi bir harcamayla Opramoas Anıtı'nın
ayağa kaldırılması çalışması yapılmıştı. Bu yıl
karşılama merkezinin ihalesini gerçekleştirdik, kısa
sürede inşaatı başlayacak. Tüm bu çalışmalar
tamamlandığında Rhodiapolis Antik Kenti ziyarete
açılacak. Antik kentin ziyarete açılmasıyla da
ilçemize, bölge ve ülke turizmine büyük katkı
sağlayacağını ümit ediyorum" diye konuştu.
Rhodiapolis antik kentinde 30 Ağustos'ta Antalya
Devlet Senfoni Orkestrası tarafından konser
verilmesi için çalışmaları olduğunu da belirten
Başkan Çetinkaya, 2017 yılının Rhodiapolis Antik
Kenti için önemli olacağını vurguladı
Hürriyet,
Haber: Ramazan Sarıkayalı, 01.08.2016. |
TARİHİ YARIMADA'YA HANÇER YARGIDAN DÖNDÜ

Tarihi yarımadaya hançer gibi saplanan 16:9
kulelerine (70 metre) komşu olacak ve İstanbul’da
yine siluet tartışması yaratacak yeni bir projeye
yargı dur dedi. Mahkeme iptal kararında bölgenin
yapılaşmaya açıldığına dikkat çekerek proje
kapsamında da yeterli sosyal ve teknik donatı
alanının ayrılmadığını vurguladı. Bölgeye Yedi Mavi
Projesi kapsamında 70 metre yüksekliğinde konut
rezidans yapılması öngörülüyor. TMMOB Şehir
Plancıları Odası’nın 70 metre yüksekliğin İstanbul
siluetine zarar vereceği gereçesiyle projeye açtığı
iptal davası ise sürüyor.
İstanbul 4. İdare Mahkemesi kararında, projeye
komşu olan alanın daha önceden askeri alan olduğunu
belirterek bu alanın yapılaşmaya açıldığına dikkat
çekti. Projeyle birlikte nüfus artışının yaşanacağı
anlatılan kararda ulaşım ve trafik koşullarıyla
ilgili de bir değerlendirme yapılmadığının altı
çizildi. Mahkeme ayrılan sosyal ve teknik donatı
alanını da yetersiz buldu. Son olarak mahkeme tüm bu
nedenler çerçevesinde projeyi şehircilik ilkelerine,
kamu yararına ve hukuka uygun bulmayarak 29 Nisan
2016 tarihinde projenin imar planlarını iptal etti.
CHP’li Meclis üyesi Hüseyin Sağ karara ilişkin
“Zeytinburnu sahilinde adeta İstanbul surlarına
rakip olacak bir yapılaşma şehircilik ilkelerine
aykırı bulunarak mahkeme kararı ile durduruldu. Bu
projeden vazgeçilmeli” diye konuştu.
Siluet davası sürüyor
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi de
kentin siluetine zarar vereceği gerekçesiyle 70
metre yüksekliğindeki projenin Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı tarafından hazırlanan imar planlarına dava
açtı. Dava dilekçesinde de söz konusu alanın
Zeytinburnu Et Balık Kurumu Kombinesi ve tekstil
fabrikası olarak kullanıldığı anımsatılarak mülkiyet
devredilince alanın 70 metre izinle turizmticaret ve
konut alanı yapıldığına dikkat çekti. Oda,
dilekçesinde “deniz seviyesinden itibaren 70 metre
yüksekliğinde inşaat izni verilmesi İstanbul silueti
açısından sürdürülebilir olmadığı gibi, hukuka da
uygun değildir” ifadeleri yer aldı. Dava sürüyor.
Cumhuriyet, Haber: Hazal Ocak, 01.08.2016
|
FİKRET MUALLA'NIN HASTANE GÜNLÜĞÜ
Amerikan Hastanesi’nin duvarları çağdaş Türk
resminin ustası Fikret Mualla’yı ağırlıyor.
Hastanenin “Operation
Room” adı verilen sergi bölümünde Mualla’nın 1953,
1956 ve 1957 yıllarında belirli aralıklarla kaldığı
Paris Sainte-Anne Akıl Hastanesi’nde çizdiği
resimler sergileniyor.
Ferit Edgü ve Metin
Deniz koleksiyonlarından derlenen eserlerin de
bulunduğu serginin küratörlüğü Ilgın Deniz
Akseloğlu’na ait.
Sergi 30 Ağustos’a
kadar devam edecek.
Sergi kitapçığında
Mualla’nın yakın dostu ressam Abidin Dino,
sanatçının hastane günleri için, “Fikret Mualla,
kendini çizgilerle tedavi ediyordu. Sıkıntısını,
acısını, korkusunu dışavurmakla yeniyordu”
ifadelerini kullanmış.
Ünlü edebiyatçı Ferit
Edgü ise sanatçının eserlerini filme benzetmiş Edgü,
“Her şey, bir hastanenin içinde, çaresiz insanların
yaşadıkları ‘an’lardandır. Bu desenler bir story
board gibi yan yana dizdiğimizde, Sainte-Anne’daki
günlük yaşamın filmini izler gibi oluruz, hatta
filmin kahramanlarını bile” demiş.
Habertürk,
Haber: Leyla Ünal, 01.08.2016
|
TAKSİM MEYDANI İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan,
ATV-A
Haber ortak yayınında 15 Temmuz'daki darbe
girişimine ilişkin soruları yanıtladı. Erdoğan,
Taksim projeleri için de şunları söyledi:
Şu anda Taksim
Kışlası'nın olduğu yer... Burada tarihi bir eser
var. Burada muhteşem bir eser var. Bunu oraya
diktiğimiz anda onunla ilgili gösteri yapanların
hepsi onun önünde resim çektirecek. AKM şu anda bir
ucube. Çok güzel mimari çalışmalar yapıldı. Opera
binası yapalım. Önünden de trafiği kaldıralım.
Taksim Meydanı'nı çok daha huzurlu bir meydan haline
getirebiliriz. Bölgede bir cuma mescidi yok. Bu üç
eserle Taksim Meydanı'nı taçlandıralım. Bu bir şehir
müzesi olabilir. Yani müze ile ilgili enstrümanlar
satılır, tarih müzesi ise onunla ilgili şeyler
satılır. Operas binası açığı kapatacaktır.
İbadethane de o kalabalıkta açığı kapatır.
Hürriyet (Kısaltarak), 31.07.2016
|
YENİ RANT KAPISI ASKERİ ARAZİLER
Başbakan Binali
Yıldırım’ın 15 Temmuz’daki kanlı darbe girişimine
katılan kışlaların kapatılacağını açıklaması ve
sonrasında askeri okulların kapatılmasına ilişkin
kararnamenin Resmi Gazete’de yayınlammasının
ardından gözler İstanbul’daki askeri okul ve kışla
arazilerine çevrildi. İstanbul’un en değerli
arazilerine sahip onlarca dönümlük kışla ve
okulların ‘ne olacağı sorusu’ yanıt arıyor. Başbakan
Binali Yıldırım ‘piknik alanı yapılacak, güzel
mekanlar yapılacak’ açıklamasına karşın bazı
arazilerin ve binalarla ilgili ‘imara açma planları’
geçmişe dayanıyor. İşte kapatılan okullar ve değerli
arazileri:
Boğazın incisi Kuleli
Üsküdar’da bulunan Kuleli Askeri Lisesi ilçenin
en değerli arazisine sahip. İstanbul Boğazı’na
neredeyse sıfır konumunda olan okul Fatih Sultan
Mehmet’in İstanbul’u fethetmesinin ardından yeniçeri
ordusunca kışla olarak kullanılmış. Neredeyse 500
yıllık bir tarihe sahip olan bu okulun arazisi
üzerinde otel yapılacağına dair iddialar uzun
zamandır gündemdeki yerini koruyor. Boğazın incisi
olan bu okulun kapatılmasının ardından ne olacağı
merak konusu.
Heybeliada Deniz Lisesi
Heybeliada Deniz Lisesi İstanbul’un turizm
mekanlarından biri olan Heybeliada sahilinde yer
alıyor. Denize sıfır arazide yer alan okul 1946-1947
yılında eğitime başladı.
Deniz ve hava harp okulları
Deniz Harp Okulu da Tuzla sahilinde yer alıyor.
Kıyının en ucunda yer alan arazi bölgenin en
değerlilerinden. Geçen yıllarda bu alanın imara
açılıcağına dair iddialar yer aldı. Hava Harp Okulu
İstanbul en değerli yerlerinden biri olan
Yeşilyurt’ta yer alıyor. Bakırköy’e bağlı bu semtte
satılık ev fiyatları yaklaşık 1 milyon TL’den
başlıyor. Bölge Atatürk Havalimanı’na da yakın
olması nedeniyle daha da önem kazanıyor.
Gözler Maltepe’de
15 Temmuz kanlı darbe girişiminin ardından en çok
tartışılan kışlalar oldu. Darbe girişiminin ardından
kışlaların önüne bir daha kanlı girişimin yaşandığı
gece gibi tankların sokağa çıkmaması için kamyonlar
ve belediye otobüsleri çekildi. Başbakan Binali
Yıldırım ise geçen günlerde kışlaların
kapatılacağını söyledi. Yüzlerce dönüm arazi üzerine
kurulu olan iki kışlanın kapatılmasına kesin gözüyle
bakılıyor. Bunlar Avrupa Yakası’nda Hasdal Kışlası,
Anadolu Yakası’nda ise Maltepe’deki İstanbul 2.
Zırhlı Tugay Komutanlığı’nın da yer aldığı kışla.
Maltepe’deki arazi Marmara Denizi’ne bakan tepesiyle
dikkat çekiyor.
Hasdal rant kıskacında
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) İstanbul Emlak
Bölge Başkanlığı’nın, Hasdal ve Tümgeneral
Selahattin Gökkartal Kışlaları için istediği imar
planı değişikliği İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisi’ne 2014 yılında gelmişti.
İBB Planlama Müdürlüğü’nün, MSB’nin başvurusu ile
ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, imar
değişikliği ile 610 bin 402 metrekare inşaat alanı
ve bu alanda 17 bin 440 nüfusun yaşamasının
öngörüldüğünü belirtti. Büyükşehir Belediye Meclisi,
Hasdal ve Tümgeneral Selahattin Gökkartal Kışlaları
ile ilgili plan değişikliği teklifini “1/100.000
ölçekli Çevre Düzeni Planı’nda düzenleme
yapılmasının ardından değerlendirilmesi gerektiği”
gerekçesiyle bakanlığa geri göndermişti.
GATA hastaneleri
Kararnameyle birlikte GATA ve askeri hastaneler
de Sağlık Bakanlığı’na bağlandı. Haydarpaşa’da ve
Taksim’de bulunan GATA’ya bağlı değerli hastane
arazilerinin yerinde kalıp kalmayacağı ise yine soru
işaretleri arasında.
Selimiye’de soru işareti
Darbe girişiminin bastırılmasında kilit rol oynayan 1. Ordu’nun karargahının bulunduğu Selimiye Kışlası’yla ilgili geçmişte satılacağı ve kongre merkezi ya da otel olacağı iddia edilmişti.
Cumhuriyet, Haber: Hazal Ocak, 31.07.2016
******
ASKERİ ARAZİLERİN YERİNE NE YAPILMALI?
Askeri okullar ve kışlaların kapatılmasıyla birlikte bu askeri arazilerin nasıl kullanılacağına dair soru işaretleri oluştu.
Başbakan Binali Yıldırım açıklamasında “Ankara’da ve İstanbul’da tankların çıkarıldığı, helikopterlerin kaldırıldığı bütün kışlaları kapatıyoruz. Orada Ankara’da insanların piknik yaptığı, vakit geçirdiği güzel mekanlar olacak. Ne işi var tankların Ankara’nın, İstanbul’un içinde” dedi. Yıldırım, Hasdal, Maltepe, Mamak, Etimesgut, Güvercinlik, Kara Havacılık Okulu'nun kapatılacağını belirtti.
Bunun yanında Kanun Hükmünde Kararname ile kent merkezinde yer alan Kuleli, Yeşilköy Hava Harp Okulu gibi Harp Akademileri, askeri liseler ve astsubay hazırlama okulları kapatıldı.
Kapatılan okullar ve kapatılacak olan kışlaların nasıl kullanılacağı tartışma yarattı.
Mimar Korhan Gümüş de askeri alanların şiddet içermeyen barış ve özgürlük alanları olması gerektiğini söyledi.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan, askeri alanların yeşil alan olarak değerlendirilerek kamuya açılması Mamak Askeri Cezaevi ve Genelkurmay ile Milli Savunma Bakanlığı'nın darbeyle hesaplaşma mekanı olmasını talep etti.
"Barış alanlarına dönüştürülmeli"
Korhan Gümüş: Kışlaların, askeri okulların kapatılması bir fırsata çevrilmeli. Bu alanları şiddet üretmeyen barış ve özgürlük alanlarına dönüştürmek gerekiyor. Mesela Yugoslavya parçalanırken Dalmaçya kıyılarındaki askeri üsler için bir halk hareketi oluştu. O alanlar dünyadan gelen sanatçıların kullandığı konser de bienal de yapılan, eğitim de verilen yerler haline geldi.
Yine Venedik'teki askeri üs olan Arsenel deneysel sanatın yürütüldüğü bir mekan oldu. O Arsenel olmasa Venedik Venedik olmazdı.
Aynı şey İstanbul için de olmalı. Buralar sabitlenmiş müzeler yerine yaratıcılığa açık alanlar olmalı. Askeriyenin şiddet üreten yapısı yerine sıfır şiddet mekanları olmalı. Bölgesel barış merkezleri kurulmalı, İstanbul da barış merkezi olmalı. Sorunların tartışıldığı sanatla yorumlandığı dünyaya örnek mekanlar olmalı.
"Askeri mantıkla planlama yapılmamalı"
Ancak maalesef bu alanların korunmasını sağlayacak bir irade yok gibi gözüküyor. Çünkü askeri mantıkla gerçekleşen şehir planlama teknikleri şehri piyasa güçleri tarafından işgal edilmeye hazır bir boşluğa dönüştürüyor. Bunun için de karşımızda çok anlamlı bir örnek var: Yönetim bir taraftan Taksim'e kışla yapmak isterken, askeri kışlaları da kapatmak istiyor.
"Tescilli yapılar korunmalı"
Tezcan Candan: Ankara’nın her yeri garnizon. Bu askeri alanların da büyük bölümü yeşil alan. Üç yıldır askeri alanların kent dışına açılması söz konusu. Bu krizi fırsata çevirmek gerekiyor. Ancak bunu ranta çevirmek değil, kamu yararına kullanmak gerekiyor.
Bu yeşil alanları yeşil alan olarak korumalıyız. Kışlalardaki binalarda Cumhuriyetle yaşıt 1930’lı yıllarda yapılmış tescilli yapılar. Bu yapıları da koruyup işlevlerini değiştirmek gerekiyor. 12 Eylül askeri darbesiyle hesaplaşılmasının mekansallığı için Mamak Cezaevi'ne yönelik Kent Düşleri Yarışması açmıştık. Darbelerle hesaplaşmanın bir yolu da mekansal izleri takip ederek o yapıları demokrasi üniversitelerine dönüştürmektir.
"Hafıza müzesi olmalı"
Aynı şekilde Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı binaları da darbeler tarihini anlatan, gelecek kuşakların demokrasi kavramını deneyimleyecekleri bir hafıza müzesine dönüştürülmeli. Ancak Melih Gökçek hemen çıkıp kışlara “dev park yapacağım” vs diyor. Bundan önceki deneyimleri de bildiğimiz için diyoruz ki bu askeri alanlar ortak akılla yeniden işlevlendirilmeli, ben yaptım oldum zihniyetiyle değil. Gökçek’e kalsa şu anki müze olan Ulucanlar Cezaevi ayakkabıcılar çarşısı olacaktı.
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 01.08.2016
******
KULELİ ASKERİ LİSESİ BİNASININ BUNDAN SONRAKİ İŞLEVİ NE OLACAK?

Boğazın en önemli noktasında yer alan ve İstanbul’un siluetinde önemli yer tutan yaklaşık 200 yıllık askeri okul binasının gelecekteki kullanımı ile ilgili değerlendirme yapan Mimarlar Odası Büyükkent Şube Sekreteri Ali Hacıalioğlu, "Kuleli, Heybeliada, Yeşilköy gibi askeri okullar eğitim yapılarıdır. Bu yapılar eğitim yapısı olarak devam etmelidir" dedi.
"YİNE OKUL OLARAK KULLANILMALI"
Kentsel yapıların fonksiyonuyla bir bütünlük sağladığını belirten Hacıalioğlu, yine Anadolu yakasında bulunan ve Kuleli Askeri Lisesi gibi kentin simgesel yapılarından biri olan Haydarpaşa Garı’nı örnek gösterdi. Bu tür yapıların kent hafızasında önemli bir yere sahip olduğunu hatırlatan Hacıalioğlu, "Kent içindeki bu yapılar adeta kentin biblolarıdır. Fonksiyonu ile bütünleşmiş yapılardır" dedi. Kuleli’nin okul olarak yoluna devam etmesi gerektiğini savunan Hacıalioğlu, "Hükümetin eğitim sistemindeki değişikliğe ilişkin kararı eğitim yapılarını niçin tartışmalı hale getirsin" diye konuştu.
"ASKERİ ALANLAR YENİ RANT ALANLARI OLARAK GÖRÜLMEMELİ"
Kent dışına taşınması planlanan askeri alanların kamusal alan olduğunun altını çizen Hacıalioğlu, "Askeri alanların kamusal alan olduğunu unutmadan, yeniden kamusal alan olarak kullanılması ilkesini benimsemeliyiz. Buraların rant tesislerine dönüştürülmemesi gerekir" dedi.
"ÖZGÜRLÜK MEKANI OLARAK KULLANILMALI"
Kuleli Askeri Lisesi’nin gelecekteki işlevine ilişkin fikirlerini sunan mimar Korhan Gümüş, "Bu tip kamu alanları geçmişte insanları disiplin altına almak için kullanılıyordu. Bugün ise özgürlük mekanları olabilirler. İstanbul’daki bütün askeri alanlar deneysel fikirlere, özellikle genç nüfusunun eğitim ve deneyimle ilgili ihtiyaçlarını karşılayacak zeminler oluşturulabilir" dedi. Bahsettiği modeli ’sabit’ bir mekan olarak kurgulamadığını anlatan Gümüş, "Bu mekanlar şiddetten arındırılmış, özgürce konuşulabilen, tartışılabilen, İstanbul’un en önemli özgürlük mekanları olmalı. Burada şehrin nasıl yenileneceği, nasıl gelişeceği tartışılabilmeli" dedi. Gümüş, fonksiyonu değişen ve adeta sanat üretim mekanları haline gelen Yugoslavya’daki askeri alanları ve savaş gemilerinin toplanma yeri olan Venedik Tersanesi (Arselane)’yi örnek gösterdi.
"KULELİ’Yİ ANIT YAPI GİBİ DEĞERLENDİRMELİYİZ"
Kuleli Askeri Lisesi’nin bir hafıza mekanı olduğunun altını çizen Gümüş, "Kuleli Boğaz’ın profilini oluşturan şahane bir anıt yapı. Bu yapıyı bir otel olarak düşünmemek lazım. Bu yapıya hak ettiği değeri vererek, tam bir anıt gibi değerlendirmeliyiz. Sadece ’koruyalım’ demek yeterli olmaz. Orası bir hafıza mekanı. Mimari yarışmalar açarak, dört dörtlük bir restorasyon yapmak gerekir. O da yaratıcı bir çabayla olur" dedi. Gümüş askeri alanların kamusal özelliğinin korunmasına ilişkin yeni bir kamusal yönetim anlayışının geliştirilmesi gerektiğini ifade ederek "Şehirdeki ormanları koruyamıyoruz. Kültür mirası bölgeleri koruyamıyoruz. Bugüne kadar askeri mantıkla şehrin içindeki yeşil alanlar korundu. Ancak yine aynı mantıkla devam edersek ormanların başına gelenler askeri alanların da başına gelecektir" uyarısında bulundu.
"KULELİ DEMOKRASİ MÜZESİ OLMALI"
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy ise Kuleli Askeri Lisesi’nin demokrasi müzesi olarak kullanılması önerisinde bulundu. Yaklaşık 20 yıl önce askeri alanların şehir içinden çıkarılması önerisi sunduklarını söyleyen Ulusoy, "Kuleli’nin çok güzel bir demokrasi müzesi olmasını isterim. Demokrasi müzesi Yassıada’da kurulacaktı. Bence Yassıada mevsim ve yanaşma bakımından zorluklar içeren bir yer" dedi. Ulusoy, bir diğer öneri olarak da binanın hem müze hem de otel fonksiyonunu içinde barındıran bir özellik taşıyabileceğini söyledi. 15 Temmuz’da yaşananların gelecek nesillere anlatılması gerektiğini vurgulayan Ulusoy "Hem otel hem müze olarak da kullanılabilir. Kurtuluş Savaşı’nda atlattığımız badire neyse bu da öyle bir badiredir. Yaralarımızın sarılması ve atlattığımız olayın büyüklüğünü gelecek nesillere iletmek lazım" diye konuştu.
KULELİ ASKERİ LİSESİ’NİN TARİHİ 1845’E DAYANIYOR
İstanbul Ansiklopedisi’nde Kuleli Askeri Lisesi hakkında Kenan Sayacı’nın kaleme aldığı metne göre okulun temeli 1845’te atıldı. 1872 yılında Kuleli Askeri İdadisi olarak anılmaya başlayan Kuleli Kışlası bu binada 2 yıl kalabildi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sebebiyle hastaneye dönüştürülen kışla, faaliyetlerine Pangaltı’ndaki Mekteb-i Harbiye binasında devam etti. 1913 sonunda yeniden kendi kışlasına döndü. İstanbul’un 16 Mart 1920’de İtilaf Devletlerince işgal edilmesi üzerine, İngilizler tarafından depo ve transit ambarı olarak kullanılmak üzere boşaltıldı ve Ermeni Eytam mektebi (Ermeni Yetimleri Okulu) olarak Ermenilere verildi. 1923’te tekrar Kuleli Kışlasına dönüştürüldü. Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla 1924-1925’te Kuleli Lisesi adıyla Milli eğitim Bakanlığına bağlanarak sivil lise haline getirilen okul 1925’te tekrar eski statüsüne döndürüldü ve bu tarihten itibaren Kuleli Askeri Lisesi almıştır.
Milliyet, Haber: Ezgi Çapa, 02.08.2016
******
ASKERİ KIŞLALARIN YERİNE YAPILABİLECEK ALTERNATİF PROJELER
Kapatılan askeri alanların nasıl değerlendirilebileceğine dair kısa bir araştırmanın neticesinde birçok alternatif projeye rastladık.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından her gün yeni bir gündem hayatımıza dahil olurken, en yeni tartışma konularından biri askeri okulların OHAL kararnamesi ile kapatılması oldu. Bu kararın kentlere nasıl sirayet edeceği de endişeyle takip ediliyor. Başbakan Yıldırım, "Ankara ve İstanbul'daki kışlaların insanların piknik yapacağı, güzel vakit geçireceği alanlara dönüşeceği"ni ifade etmişti ancak kent savunucuları açısından durum pek olumlu bir tabloya işaret etmiyor. Bu alanların özel sektöre devredileceği, imara açılarak kentte daha fazla betonlaşmaya neden olacağı endişesi gündeme geldi. Biz de "kapatılan askeri alanların yerine nasıl alternatif projeler üretilebilir?" diye araştırdık ve yurt dışında kapatılmış askeri alanların çeşitli işlevlerle kente kazandırıldığı/kazandırılması düşünülen pek çok projeye rastladık. Kim bilir, belki Taksim'de kışlayı müze olarak diriltmek yerine Kuleli Askeri Lisesi kamusal kullanıma açık bir müzeye dönüştürülebilir. İşte askeri kışlaları otele dönüştürmek yerine yapılabilecek birkaç alternatif proje:
Geçtiğimiz yıl Almanya, 62 askeri tesisini mutlak koruma alanı yaparak doğaya kazandıracağını açıklamıştı. Bir zamanlar dünyanın en önemli askeri bölgeleri olarak sayılan bu alanların ender kuş türlerinin ve diğer hayvanların doğal yaşam alanına dönüştürülmesi planlanıyor. Çevre Bakanı Barbara Hendricks, "bu koruma kararı ile tarihi bir fırsata erişiyoruz; bir zamanlar kimsenin giremediği bu bölgeler artık doğaya iade ediliyor." demişti. Toplam 31.000 hektar alanlık askeri bölgenin gayrimenkul sektörüne kazandırılması fikri ortaya çıksa da hükümet, dev bir çevresel koruma bölgesi yaratarak Avrupa Yeşil Kuşağı'na dahil edilmesini kararlaştırmış.

Almanya'da Yeşil Kuşak, Fotoğraf: Klaus Leidorf
ABD'de 5 adet askeri bölgenin Enerji Bakanlığı'nın onayıyla güneş enerjisi üretimi tesisi olarak kullanılmasına karar verildi. ABD'nin yeni gelişen güneş enerjisi endüstrisi için pilot bir program olarak 2014'te başlatılan Solar Ready Vets kapsamına alınan bu bölgelerin, hem güneş enerjisi endüstrisine hizmet etmesi hem de istihdam artışını sağlaması hedefleniyor.

Kanada, geçtiğimiz aylarda 7 adet askeri tesisini mülteci kampına dönüştüreceği yönündeki planlarını açıklamıştı. Binlerce göçmenin barınacağı askeri tesislerin bir konut konforunda yaşam sunması için uygun hale getirileceği belirtiliyordu.

Suriyeli mültecilerin konakladığı bir askeri yerleşke
Tanınmış Hollandalı ofis MVRDV, Almanya'daki eski bir ABD kışlasının sosyal konut bölgesine dönüştürülmesi yönünde bir proje hazırlamıştı. Nisan ayında duyurulan projeyle, Mannheim'da yer alan askeri kışlalar sosyal konut projesi kapsamında küçük bir yerleşim birimine dönüşüyor. Farklı yaşam tarzlarına göre farklı konut tasarımlarının üretildiği projede çevreyle içli dışlı olan aileler için bitkilendirilmiş evler, yaşlı nüfus veya gelenekseller için monokrom ahşap evler öne çıkıyor.

Mayıs ayında Parisli mimarlık ofisi DGT'nin, Tartu'daki eski bir Sovyet kışlasını Estonya Ulusal Müzesi'ne dönüştürdüğü projesi basında yer almıştı. Projeyle birlikte 2. Dünya Savaşı'nda Sovyetler Birliği'ne katılan Estonya'nın ulusal koleksiyonu ilk kez kamuya açılacak. Müzenin 1 Ekim 2016'da tamamlanması öngörülüyor.

Utrecht'te 1918-2010 yılları arasında askeriye için depo ve tahkimat olarak kullanılan 10 hektarlık alan REDscape Landscape and Urbanism tarafından doğal ve rekreatif bir parka dönüştürüldü. 2015 yılında tamamlanan proje kapsamında alanın çevresindeki peyzajla ilişkisi yeniden kurgulanmış ve rekreatif rotalar eklenmiş. Alanın ekolojisi, flora ve fauna çeşitliliği gözetilerek iyileştirilmiş.

Fotoğraf: Philip van Roosmalen
Saraybosna'daki Safet Zajko kışlası spor tesislerinin yer aldığı bir park alanına dönüştürüldü. 11 hektarlık alan kentin ilk büyük ölçekli modern parkı oldu. Spor tesislerinin yer aldığı projede bisiklet ve yaya yolları, çocuk oyun alanları, açık hava tiyatrosu bulunuyor. Park alanı geçtiğimiz yıl kullanıma açıldı.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 02.08.2016
*****
DARBE İHANETİ 171 YILLIK KULELİ ASKERİ LİSESİ'NİN SONU OLDU
FETÖ üyelerinin 15 Temmuz'daki darbe girişiminin ardından, terör örgütünün kamudaki üyelerini temizlemeyi amaçlayan çalışmalar kapsamında, öğrenci ve yöneticileri kalkışmaya karıştığı tespit edilen 171 yıllık Kuleli Askeri Lisesi de kapatıldı - Bugünkü adını 1925'te alan okul binası, savaş dönemlerinde 3 kez hastane olarak hizmet verdi.

Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz'daki darbe girişimi sırasında, adı kalkışma ihanetine karışan 171 yıllık Kuleli Askeri Lisesi, yeniden yapılanma çalışmaları kapsamında kapatıldı. Resmi Gazete'de yayımlanan 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnameyle (KHK) kapatılan askeri liseler arasında, 1845'te kurulan Kuleli Askeri Lisesi de yer alıyor.
Her yıl 350-400 öğrencinin kaydolduğu liseden eski genelkurmay başkanları emekli orgeneraller İlker Başbuğ ve Işık Koşaner'in de aralarında bulunduğu komuta kademesinde yer alan çok sayıda asker mezun oldu. Kararnameyle 171 yıllık eğitim hayatına son verilen Kuleli Askeri Lisesi'nde öğrenimine devam eden öğrenciler, ortaöğretim yerleştirme puanları dikkate alınarak durumlarına uygun okullara kaydedilecek.
Tarihi binanın geçmişi
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethettiğinde koruluk, manastır ve kule bulunan şimdiki alanda, Yavuz Sultan Selim devrinde manastır yeniçerilere kışla olarak verildi. Alan, zamanla güzel ve süslü bir bahçe haline gelişinden dolayı Kuleli Bahçesi diye tanındı. Kanuni Sultan Süleyman bahçede yüksek bir kulesi bulunan dokuz katlı ve her katı fıskiyeli havuzlarla süslenen büyük bir kasır yaptırdı. Kule bahçesi ve etrafı has olarak 3. Ahmet'e verilirken, Bizans devrinden kalan kule ise yıktırıldı. 2. Mahmut döneminde, süvari birlikleri için inşa edilen kışla Kuleli Askeri Lisesi'nin ilk yapısı oldu. Abdülmecit devrinde, 1843'te kışlanın yarı kagir olarak yenisi inşa edildi. İki tarafına da kuleler yapıldığından kışlaya bu tarihten itibaren Kuleli Kışla denilmeye başlandı. Kırım Savaşı'na katılmak üzere İstanbul'a gelen Fransız ve İngiliz askerlerinin bir kısmı, Fransa'nın İstanbul Maslahatgüzarı M.Cheferre'nin isteklerine uyularak 1854'te bu kışlaya yerleştirildi. Burası müttefik askerlerin kışla ve hastanesi haline getirildi. Harpte yaralanan ve tedavileri sırasında ölen müttefik askerleri kışlanın kuzeyindeki mezarlığa gömüldü. Kışla, 1856'da İngilizler tarafından boşaltılırken, çıkarılan kasıtlı bir yangınla tamamen harap oldu. Sultan Abdülaziz devrinde, 1871'de ana duvarları kagir, iç bölmeleri, tavan ve tabanları ahşap olarak iki kat halinde inşa edilerek, kışlanın bugünkü hali ortaya çıktı.
Lise ilk Maçka Kışlası'nda kuruldu
Kuleli Askeri Lisesi ise "Mekteb-i Fünun-i İdadiye" adıyla 21 Eylül 1845'te bugün İstanbul Teknik Üniversitesi olarak kullanılan Maçka Kışlası'nda kuruldu. Kışlanın tamiri nedeniyle ilk eğitim öğretim yılını, Mızıka-i Hümayun ve Baltacılar dairesi olarak kullanılan Çinili Köşk'te tamamlayan lise, tamiratının bitmesi üzerine Maçka Kışlası'na taşındı. Lise, Sultan Abdülmecit'in de bulunduğu bir törenle 10 Ekim 1846'da ikinci öğretim yılına başladı. 1868'de mevcut askeri liselerin birleştirilmesi kararı alınınca, Kuleli de dahil olmak üzere, dört askeri lise "Umum Mekteb-i İdadi Şahane" adı altında birleştirilerek, Galatasaray Kışlası'na nakledildi. Daha sonra 1872'de okulların ayrı ayrı öğretime devam etmeleri kararlaştırılınca Mekteb-i Fünun-i İdadiye ve Deniz İdadisi, Kuleli Kışlası'na taşındı. Bu tarihten sonra okul, "Kuleli İdadisi" adıyla anılmaya başladı. Ve bununla bina, kışlalıktan ayrılıp okul haline geldi. Osmanlı-Rus Savaşı (1877-1878) dolayısıyla binanın hastaneye çevrilmesi kararlaştırılınca okul, Pangaltı'daki Harp Okulu binasına taşındı. Savaşın sona ermesiyle lise 1879'da Askeri Tıbbiye İdadisi ile yeniden Çengelköy'deki binasına nakledildi. Mevcudun artması üzerine okul haricindeki sırt üzerindeki okul hastanesi tahliye edilip burası tıbbiyeye tahsis edildi. Hastane ise Beylerbeyi'ne taşınırken, Askeri Tıbbiye İdadisi, 1910'da Haydarpaşa'ya nakledildi.
Ermeni Yetimler Okulu oldu
Lise binası, 1912-1913 Balkan Harbi sırasında tekrar hastane yapıldı. Öğrencilerin bir kısmı Kandilli Kız Lisesi'nin bulunduğu Adile Sultan Sarayı'na bir kısmı da Beylerbeyi Sarayı'nın yanındaki binalara gönderildi. 1913 yılı sonunda, okul tekrar eski binasına taşındı. Bir süre sonra Kuleli İdadisi, önce Kağıthane'de, Sünnet Köprüsü yanındaki çadırlardan ibaret bir ordugaha, bir ay sonra da Maçka'daki karakol binasına nakledildi. Lise 26 Aralık 1920'de, İngilizlerin buraya da el atması üzerine, Beylerbeyi Sarayı yanındaki eski Jandarma Okulu'na taşındı. Mondros Antlaşması gereğince 16 Mart 1920’de İstanbul'u işgal eden itilaf devletleri adına İngilizlere depo ve transit ambarı olarak kullanılmak üzere teslim edilen okul, İngilizlerin izniyle "Ermeni Eytam Okulu" (Ermeni Yetimler Okulu) olarak Ermenilere verildi. 1923'e kadar İstanbul'dan gelip geçen Ermeni göçmenlerinin de barındığı bir mekan oldu.
Öğrencileri milli mücadeleye katıldı
Kuleli Askeri Lisesi'nden 1919–1920 yılları arasında firar eden 230 öğrenci milli mücadele saflarına katıldı. Ankara'daki eğitimlerini tamamladıktan sonra asteğmen olarak cepheye gönderilen öğrencilerden 88'i şehit oldu. Lozan Barış görüşmeleri ile beraber İngilizler, Kuleli Kışlası'nı boşaltarak Türk makamlarına teslim etti. Böylece okul, üç yıllık aradan sonra, 6 Ekim 1923'te yuvasına taşındı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu'yla 1924'te okul sivil liseye dönüştürülerek adı da "Kuleli Lisesi" yapıldı. Aynı ders yılı sonunda bu uygulamaya son verildi ve okul tekrar askeri liseye çevrildi. 1925 yılında okul "Kuleli Askeri Lisesi" olarak bugünkü adını aldı. 2. Dünya Savaşı'nda, Almanlar'ın Balkan devletlerinin Türkiye sınırlarına kadar gelmeleri üzerine tedbir olarak okul Mayıs 1941'de Konya'ya nakledildi. Kuleli Kışlası 1000 yataklı askeri hastane haline getirilip Boğaz Nakliyat Komutanlığı da buraya taşındı. Lise, II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra, 18 Ağustos 1947'de İstanbul'a taşınarak tekrar ve son olarak tarihi yuvasına kavuştu.
Darbe girişimine destek ve sivil katliamı
Çeşitli tamiratlardan geçerek eklemeler yapılan okulda, 1975-76 öğretim yılına kadar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı liselerin fen kolu programı uygulandı. Bu tarihte kolej sistemine geçildi, daha önce üç yıl olan öğretim süresi hazırlık sınıfının açılmasıyla dört yıla çıkarıldı. 2005-2006 eğitim-öğretim yılından itibaren Milli Eğitim Bakanlığı'nca lise öğretiminin dört yıla çıkarılmasına paralel olarak hazırlık sınıfı kaldırılarak 9'uncu sınıftan başlayarak yeni programa geçildi. FETÖ üyelerinin 15 Temmuz'daki darbe girişiminin ardından, örgüt üyelerinin kamu kurumlarından temizlenmesi çerçevesinde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameyle (KHK) FETÖ üyelerinin en çok girdiği yerlerden askeri liselerin kapatılması kararıyla İstanbul'un simge binalarından birinde eğitim veren okul da kapatıldı. Kuleli Askeri Lisesi'ndeki bazı askerler, subay statüsündeki yöneticileriyle birlikte 15 Temmuz'daki darbe girişimine katılmış, bunlardan bir kısmının Çengelköy'de sivillerin katledilmesi olayına karıştıkları tespit edilmişti.
Milliyet, 04.08.2016
|
EN BÜYÜK DİNOZOR
KALINTISI BULUNDU
Bolivya'da bir dinozorun ayak izi bulundu. 1,2 metre
genişliğe sahip ayak izinin yaklaşık 80 milyon yıl
önce yaşamış bir dinozora ait olduğu düşünülüyor.
BBC'de yer alan habere göre, ayak izinin 80 milyon
yıl önce yaşamış etobur Abelisaurus dinozoruna ait
olduğu düşünülüyor.
Paleontolog Sebastian
Apesteguia, Abelisaurus dinozorunun bir zamanlar
Güney Amerika'da yaşadığını söyledi. Apesteguia,
ayak izinin Güney Amerika'da 65 milyon yıl önce sona
eren Kretase Dönemi'nden bu yana bulunan etobur
dinozor kalıntılarının en büyüğü olduğunu belirtti.
Ayak izinin, dinozor
izlerine sıkça rastlanan Maragua kraterinde bir
turist rehberi tarafından bulunduğu kaydedildi.
Güney Amerika'da yaşayan Abelisaurus, yaklaşık 7-9
metre uzunluğunda bir etoburdu.
Birgün, 28.07.2016
|
ANTALYA'DA 2 BİN YILLIK KAYA MEZARINA BOYA İLE YAZI
YAZILDI
Antalya’nın
Finike İlçesi’nde yer alan Limyra antik kentinde
bulunan 2 bin yıllık kaya mezarının duvarına bir
sondaj firması boya ile yazı yazarak ilan verdi.
Sprey boyayla yazılan ilan yüzünden tarihi yapı
zarar gördü.

Finike İlçesi’nin,
Turunçova ve Sahilkent Beldeleri sınırlarında yer
alan Limyra antik kentinde bulunan kaya mezarının
duvarına sprey boya ile yazı yazıldı. 2 bin yıllık
kaya mezarının duvarında bir sondaj firmasına ait
ilanı gören duyarlı vatandaşlar eserin bu hale
gelmesine tepki gösterdi.
Tarihi eserlerin
duvarlarını yazı tahtasına çevirmenin çok geride
kalmış, ilkel bir yöntem olduğunu dile getiren
vatandaşlar, her gün binlerce yerli ve yabancı
turistin ziyaret ettiği tarihi eserlere saygılı
olmaya davet etti.
Limyra Antik
Kenti
Finike’ye 9 km
uzaklıkta olan Limyra antik kenti, 1216 metre
yükseklikteki bir tepenin eteğinde kurulmuş olup yol
üzerindedir. Limyra, Likya’nın en eski şehirlerinden
birisidir ve eski adı da Zemuri’dir. Bu şehrin
varlığı MÖ V. yüzyıldan beri bilinmektedir.
Lykialı Perikles,
Perslere karşı Lykia Birliği’ni kurmak için
Limyra’yı başkent olarak kullanmış, Lykia’nın
sönmeyen özgürlük meşalesinin ateşini bu kentte
yakmıştır.
arkeolojihaber.net Fotoğraf: Ercan
Çiftci, 29.07.2016
|
TMMOB'DAN TOPBAŞ'A YANIT: DAVA DEVAM EDİYOR
TMMOB
İstanbul'dan Taksim Topçu Kışlası ile ilgili
"mahkeme kararları yapılabileceği yönünde netleşti"
diyen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş'a yanıt geldi.

TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu tarafından
yapılan açıklamada "Taksim'e bir kışla yapılmasına
ilişkin hükmün iptali ile ilgili dava hala
sürmektedir" denildi.
Açıklama şöyle: "Gezi
Parkı'na ilişkin açılan dava süreçleri hala devam
etmektedir. Bilindiği gibi İstanbul 1.İdare
Mahkemesi Taksim Gezi Parkı'nın yapılaşmaya
açılmasına ilişkin imar planının iptaline karar
vermiş, Danıştay 6. Dairesi ise bu kararı
gerekçesini genişleterek onamıştı. Sonraki süreçte
Recep Tayyip Erdoğan tarafından atanan Danıştay
üyeleri kabul edilemez gerekçelerle "karar düzeltme
kararı" verdi ve karar tekrar İstanbul İdari
Mahkemesine döndü. Şuanda dava süreci kapsamında
Gezi Parkı için keşif günü bekleniyor. Ayrıca yine
stratejik planda Taksim'e bir kışla yapılmasına
ilişkin hükmün iptali ile ilgili dava da hala
sürmektedir."
Yapı, 29.07.2016 |
CAMİ İNŞAATINDAN
ROMA MEZARLARI ÇIKTI
Sakarya’nın Pamukova İlçesi Elperek Mahallesi’nde
Bahçelievler İmamı Azam Camisi inşaatının temel açma
çalışmaları sırasında kiremit oda mezarlar ortaya
çıktı.
 
 
Bunun üzerine çalışmalar durdurularak,
Sakarya Müze
Müdürlüğü’ne bilgi verildi. Görevlilerin yaptığı
incelemede, mezarların
Roma dönemine
ait kiremitten yapılma oda mezarlar olduğu tespit
edildi. 20’den fazla mezarın olduğu tahmin
edilirken, mezar kalıntıları arasında çok sayıda
insan kemiğine rastlandı. Mezarlarda bazı kişisel
eşyalar da bulunurken, arkeologlar çalışmalarını
sürdürüyor.
Milliyet, 29.07.2016
|
MAYDOS KİLİSETEPE HÖYÜĞÜ'NDE 2016 YILI KAZILARI
BAŞLADI
Çanakkale’nin Eceabat İlçesi'nde yer alan “Maydos
Kilisetepe Höyüğü”nde 2016 yılı kazı çalışmalarına
başlandı.
Bu yılki kazı çalışmaları ile ilgili
açıklamalarda bulunan Kazı Heyeti Başkanı Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Göksel Sazcı, “Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın izniyle gerçekleştirilen kazıda
bu yıl yaklaşık 20 kişilik ekip görev yapacak.
Ödenek azlığından dolayı bu yıl kazı çalışmalarında
B planını uygulayacağız. Bu sene ödeneğimiz biraz
kısıtlı olduğu için iki farklı seçeneğimiz vardı.
Beklediğimiz ödenek geldiği takdirde ya
planladığımız şekilde kazılara devam edecektik fakat
beklediğimizin çok altında bir ödenek geldiği için B
planını bu sene işleme koymak zorunda kaldık. B
planımız: kazı olarak çözemediğimiz anlayamadığımız
bir takım yerler vardı. Oraların çözümüne yönelik
sondajlar gerçekleştireceğiz. Fakat bu sene
ağırlıklı olarak malzeme çalışacağız. Ve bu yılın
sonunda da çalıştığımız, değerlendirdiğimiz
malzemeleri 2010 yılından itibaren yaptığımız
çalışmaları kapsayan bir yayın hazırlığı içerisinde
olacağız. Bu çalışmaları bir kitapta derlemeyi
düşünüyoruz. Bu yıl ki kazı çalışmalarımız bu
şekilde olacak” dedi.
“Çanakkale’deki Kazılar İçin Ortak Bir Havuz
Oluşturulmalı”
Çanakkale’de kazısı yapılan arkeolojik alanlar
için ortak bir havuz oluşturulması gerektiğini de
söyleyen Doç.Dr. Göksel Sazcı, “Çanakkale’deki
kazıların bazıları sponsorlu, bazıları sadece
Bakanlık desteği ile yapılıyor. Bu tabi ki “Sponsoru
olan kazılarda daha güzel buluntular çıkıyor,
Bakanlık destekli olan kazılarda daha az güzel
buluntular çıkıyor” demek değildir. Bu düşünce
kesinlikle doğru değil. Yani her kazıda eşit
derecede güzel buluntular çıkabiliyor. Bu kazıların
her biri de Çanakkale Bölgesi’ndeki kültür
mozaiğinin oluşturulmasına bir katkı da bulunuyor.
Dolaysı ile Çanakkale’de bulunan bütün kazılar
buranın kültürünü ve tarihini aydınlatması
bakımından önem arz ediyor. Bu yüzden kişisel,
bölgesel, yöresel sponsorluklar değil de kazılar
için bir havuz oluşturulması gerekir. Bağış yapacak
sponsorlar bu havuza bağışlarını yaparsa bölgedeki
diğer kazıların büyüklüğüne, kapasitesine göre eşit
miktarda dağıtılabilir” dedi.
“Kazı Alanı
Okul Gibi”
Bu sene yapılacak kazı çalışmalarında ekibin
çoğunluğunu Yüksek Lisans öğrencilerinin
oluşturduğunu söyleyen Sazcı; “Maydos Kilisetepe
Höyüğü Kazısı konum olarak Çanakkale’ye en yakın
olan kazı. Yani Çanakkale’nin içerisinde
diyebiliriz. Burası aynı zamanda bir okul. Biz bu
okulda öğrencilerimizi yetiştiriyoruz. Bu sene
kazıya katılan öğrencilerimizin büyük bir
çoğunluğunu Yüksek Lisans öğrencileri oluşturuyor.
Öğrencilerin akademik kariyerleri için de burası bir
basamak sayılıyor. Öğrenciler burada hem kendi
kendilerini geliştiriyorlar hem yaptıkları
çalışmalarla Yüksek Lisans öğrencilerimiz bölge
tarihine katkıda bulunuyorlar. Hem de kendi akademik
hayatları için zemin oluşturuyorlar. Burası açık
uygulama okulu olması açısından da son derece
önemli” dedi.
Kazı çalışmalarının yaklaşık 2 ay sürmesi
planlanıyor.
canakkaletravel.com, 17.07.2016
|
24 - 30 Temmuz 2016
|
HALİL İNALCIK, 100 YAŞINDA HAYATINI KAYBETTİ

Dünyaca ünlü
tarihçi
Halil İnalcık, 100 yaşında hayatını
kaybetti. İnalcık için Bilkent ve Ankara
Üniversitelerinde 27 Temmuz Çarşamba günü tören
düzenlenecek.
Tarihçi-yazar
Prof.Dr.
Halil İnalcık, Ankara'da tedavi gördüğü
hastanede hayatını kaybetti.
Güven
Hastanesi yetkilileri, 100 yaşındaki Prof.Dr.
İnalcık'ın saat 19.10'da yaşamını yitirdiğini
bildirdi.
Bilkent
Üniversitesinden yapılan açıklamada,
Üniversitenin Tarih Bölümünün kurucusu, Osmanlı
tarihçisi Prof.Dr. İnalcık'ın
bugün
vefat ettiği kaydedildi.
Açıklamada,
"Ulusumuza, tüm sevenlerine, Bilkent camiasına
ve ailesine başsağlığı diliyoruz." ifadesi
kullanıldı.
100. YAŞ
GÜNÜNÜ KUTLAMIŞTI
Tarihçi-yazar
Prof.Dr. Halil İnalcık, 7 Eylül 2015'te Bilkent
Otel'de düzenlenen etkinlikte, 100. yaş gününü
dostlarıyla pasta keserek kutlamıştı.
İnalcık, buradaki konuşmasında, 100 yaşına,
kendine bir hedef belirlemesi, sağlıklı bir
yaşam tarzına sahip olması ve klasik müzik
dinlemesi sayesinde geldiğini ifade etmişti.
Hayatında
belirlediği en önemli hedefi gerçekleştirdiğini
aktaran İnalcık, "Hedefim, Türklerin tarihini
bir yabancı değil, bir
Türk gözüyle yazmak, ömrümü bu amaca
hasrettim. Ana kaynağım arşiv belgeleri oldu. Bu
sayede objektif bir tarih yazdığıma inanıyorum."
demişti.
İnalcık, Osmanlı
tarihinin özeti olan "The Ottoman Empire-The
Classical Age" adlı kitabının sadece
Türkiye'de değil, Balkanlar, Arap ülkeleri
ve Çin dahil birçok ülkede okutulduğunu dile
getirmişti.
ÇARŞAMBA
GÜNÜ TÖREN DÜZENLENECEK
Tedavi gördüğü
hastanede hayatını kaybeden, tarihçilerin
"Şeyhü'l-Müverrihin (Tarihçilerin Şeyhi)" olarak
adlandırdığı Prof.Dr. Halil İnalcık için
Bilkent ve Ankara Üniversitelerinde 27 Temmuz
Çarşamba günü tören düzenlenecek.
Bilkent
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdullah Atalar,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, İnalcık'ın,
Osmanlı'nın birçok ırktan, dinden milleti bir
araya getiren bir imparatorluk olduğunu herkese
anlatan, ekonomik tarihini araştıran çok önemli
bir isim olduğunu ifade etti.
İnalcık'ın
özellikle Osmanlı tarihini birincil dokümanları
inceleyerek yazdığını anlatan Atalar, "Bizim
birçok tarihçimizin hocası. 'Tarihçi hocaların
hocası' diyoruz onun için. İnalcık, tarihin
orijinal dokümanlara bakılarak yapılmasını
öğreten kişi. En önemli özelliği bence o." diye
konuştu.
İnalcık'ın çok
ileri yaşına rağmen kütüphanelere giderek
orijinal dokümanları inceleyip tarih yazdığının
altını çizen Atalar, "Bilkent Üniversitesi Tarih
Bölümü'nün kurucusu olan İnalcık, İhsan
Doğramacı'nın daveti ile Türkiye'ye gelmişti.
ABD'de yıllarca biriktirdiği kitapları de
üniversiteye bağışladı. Üniversitemizde Halil
İnalcık Kütüphanesi bulunuyor. Kütüphanede, uzun
hayatı boyunca topladığı, biriktirdiği, çok önem
verdiği ve aslında ileriki yıllarda birçok
araştırmacıya destek olacak çok önemli kitaplar
var." dedi.
Bilkent Senfoni
Orkestrası'nın bu yıl 19 Mayıs'ta "Gençlik
Konseri"ni Halil İnalcık adına düzenlediğini
aktaran Atalar, o tarihte hastanede tedavi gören
İnalcık'ın mesajının da konser sırasında
okunduğunu söyledi.
Rektör Atalar, 27
Temmuz Çarşamba günü Bilkent Üniversitesinde
İnalcık için bir tören düzenleneceğini bildirdi.
"ANKARA
ÜNİVERSİTESİNİN 'BİLİM ÇINARI'YDI"
Ankara
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erkan İbiş ise
İnalcık'ın, üniversitenin Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesinin (DTCF) ilk öğrencilerinden olduğunu
ifade etti.
DTCF'den emekli
olan Prof.Dr. İnalcık'la geçen yıl görüntülü
yaptıkları röportajın üniversitenin web
sayfasında yayınlandığını hatırlatan İbiş, bu
sırada İnalcık'a DTCF dekanıyla birlikte "Ankara
Üniversitesi Bilim Çınarı" ödülünü takdim
ettiklerini aktardı.
İbiş, 27 Temmuz
Çarşamba günü İnalcık için DTCF'de bir tören
düzenleneceğini kaydetti.
HALİL İNALCIK KİMDİR?
Dünyaca ünlü
tarihçimiz Halil İnalcık, 26 Mayıs 1916’da
İstanbul’da dünyaya geldi. Çocukluğu hep savaş
yıllarında geçen İnalcık, 1924 yılında,
ailesiyle birlikte Ankara’ya yerleşti ve
ilkokulu burada, Gazi İlkokulu’nda bitirdi.
Babası Seyit bey ailesini bırakıp Mısır’a
yerleştiği için Halil İnalcık’ı annesi büyüttü.
Ortaokulda yatılı
olarak Sivas Öğretmen Okulu’na verilen İnalcık,
1932 yılında ise Balıkesir Necatibey Öğretmen
Okulu’na nakledildi. Burada, fizik dalında
Nusret Kürkçüoğlu, edebiyat dalında ise edebiyat
tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı gibi ünlü
hocalardan ders aldı.
1935’de, öğretmen
okulundan mezun olduktan sonra, Atatürk’ün tarih
tezini bilimsel temellere dayandırmak için
kurduğu Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne başladı.
İnalcık, üniversite eğitimi sırasında da dönemin
önemli isimlerinden der aldı. Bunlar arasında
Fuad Köprülü, Şemsettin Günaltay, Muzaffer
Göker, Yusuf Hikmet Bayur gibi isimleri
sayabiliriz.
Ortaçağ tarihi
derslerini aldığı Köprülü, İnalcık üzerinde
büyük bir etki bıraktı ve meslek yaşamı boyunca
kendisine örnek oldu. İnalcık, 1940 yılında
mezun olduktan sonra Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi’nde kaldı ve Yakınçağ Tarihi
Bölümü’nde asistan oldu. Bu arada Şevkiye
Hanımla evlendi ve 1948 yılında Günhan adlı
çocukları dünyaya geldi.
HALİL
İNALCIK'TAN HAYAT DERSLERİ
Çalışma:
Manalı bir hayat için kendinize uzak, büyük bir
gaye koyun. Sonra da onu gerçekleştirmek için
çok çalışın.
Para:
Yetecek kadar olsun. Kendinizi servet yığma
hırsına kaptırmayın. Ama bir eviniz olmalı.
Aşk: Çalışma uğruna yalnızlığı
seçmeyin, hayatınız noksan kalır. Tanrı bizi
çift yaratmış. Kadınsız hayat yarım hayattır.
Aile:
Ben öyle çok çocuklu bir hayat kuramadım, bir
kızım oldu. Ama çocuk sahibi olmak ilim yapmaya
engel değildir.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'DAN TAZİYE MESAJI
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, ünlü tarihçi Halil
İnalcık’ın vefatı bir taziye mesajı yayımladı.
Erdoğan’ın taziye mesajında şu ifadeler yer
aldı:
”Dünyaca ünlü
tarihçi, Prof. Halil İnalcık’ın vefatını derin
bir teessürle öğrendim. Ömrünü Türk ve dünya
tarihi araştırmalarına adayan, tarafsız ve
nitelikli eserleriyle dünyanın sayılı
tarihçileri arasında yer alan Halil İnalcık,
kitapları, inceleme ve değerlendirmeleri ile
bizlere eşsiz bir miras bırakmıştır. Dünyanın
saygın üniversitelerinde dersler veren,
araştırmalarıyla tarihe ışık tutan saygıdeğer
hocamız, yetiştirdiği talebeleriyle de her
zaman sevgi ve saygıyla yad edilecektir.
Türk tarihçiliğinin büyük ismi, hocaların hocası
merhum Halil İnalcık’a Cenab-ı Allah’tan rahmet
niyaz ediyor, yakınlarına başsağlığı diliyorum.”
BAŞBAKAN
YILDIRIM: MÜMTAZ BİR BİLİM ADAMI OLARAK
HATIRLANACAK
Başbakan Binali
Yıldırım, Osmanlı tarihi üzerine verdiği önemli
eserlerle tarih literatürüne büyük katkılar
sunan, ilmi titizliği ile dünya ölçeğinde
meslektaşlarının ve tarih araştırmacılarının
takdirini kazanan Prof.Dr. Halil İnalcık'ın,
mümtaz bir bilim adamı olarak hatırlanacağını
bildirdi.
Başbakanlık Basın Merkezinden
yapılan açıklamaya göre Başbakan Yıldırım,
yayımladığı mesajda, sosyal ilimler alanında
dünyanın saygın ilim adamları arasında yer alan
"Tarihçilerin Kutbu" Prof.Dr. Halil İnalcık'ın
vefatını teessürle öğrendiğini belirtti.
İlim dünyasının
çok kıymetli bir mensubunu kaybettiğine işaret
eden Yıldırım, şunları ifade etti: "Osmanlı tarihi
üzerine verdiği önemli eserler ile tarih
literatürüne büyük katkılar sunan, ilmi
titizliği ile dünya ölçeğinde hem
meslektaşlarının hem de tarih araştırmacılarının
takdirine mazhar olan Prof.Dr. Halil İnalcık
daima mümtaz bir bilim adamı olarak
hatırlanacaktır. İlim dünyamız çok kıymetli bir
mensubunu, Türkiye çok kıymetli bir değerini
kaybetmiştir. Duayen tarihçi Halil İnalcık'a
Allah'tan rahmet, ailesine, akademi dünyamıza ve
bütün sevenlerine başsağlığı diliyorum."
KURTULMUŞ'TAN BAŞSAĞLIĞI MESAJI
Başbakan
Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Başımız sağolsun.
Binlerce talebe yetiştirmiş ulu bir çınardı
Halil İnalcık Hocamız” dedi.
Halil İnalcık’ın
vefatı dolayısıyla
Twitter hesabından bir açıklama yapan
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Ülkemizin
yetiştirdiği büyük ilim adamı ve Hocaların
Hocası tarihçi Halil İnalcık'a Allah'tan rahmet
diliyorum. Başımız sağolsun. Binlerce talebe
yetiştirmiş ulu bir çınardı Halil İnalcık
Hocamız. Dünya çapında saygın ve büyük bir ilim
adamıydı” ifadelerini kullandı.
AHMET DAVUTOĞLU’NDAN ‘HALİL İNALCIK’ MESAJI
Eski Başbakan
Ahmet
Davutoğlu, duayen tarihçi Halil İnalcık’ın
vefatı dolayısıyla bir taziye mesajı yayımladı.
AKP Konya
Milletvekili Davutoğlu,
sosyal medya hesabından yayımladığı mesajda,
“Şahsi dostluğum vesilesiyle de yakından
tanıdığım Halil İnalcık, paha biçilmez eserleri
ve yetiştirdiği talebelerinde yaşayacak. Zaman
onun eserlerini aşındıramayacak, çünkü bu
eserler o zamanların ruhunu kavramıştır. Mekan
ya da bulunduğu arşiv veya kütüphaneler bu
eserleri aşındıramayacak, çünkü bu eserler o
kütüphaneleri çoktan aşmıştır. Asırlık ilim
çınarı merhum İnalcık'ı hep saygı ile
hatırlayacağız. Sevenlerine, öğrencilerine ve
ilim dünyasına taziyelerimi iletiyorum”
ifadelerini kullandı.
Hürriyet, 25.07.2016
|
MERSİN'DE
ANAMURİUM ANTİK KENTİ DENİZE GÖMÜLÜYOR
Mersin’in Anamur İlçesinde
yer alan Anamurium antik kenti deniz tarafından yok
ediliyor. Antik kentin sütun, lahit gibi önemli
parçaları önlem alınmadıkça her geçen gün denize
gömülüyor.

Anamur ilçe merkezinin 6 km. güneybatısında yer alan
ve antik kaynaklarda adının “rüzgarlı yer” anlamına
geldiği yazan Anamurium Antik Kenti denize
gömülüyor. Dalgalar antik kente ait sütunları tahrip
ederek sürüklüyor. Geçmişi MÖ. 4. yüzyıla kadar
uzanan antik kent, kaderine terk edildi.
Birçok yapısı günümüze kadar iyi biçimde
korunabilmiş antik kentin oldukça güçlü bir turizm
potansiyeli olmasına rağmen korunmaması, hem
definecilerin hem de denizin tarihi yapıları yok
etmesine neden oluyor. Antik kentte, surlar,
hamamlar, odeon ve palestra günümüzde hala görenleri
büyülüyor. Ayrıca antik kentin çeşitli yerlerinde
göz kamaştırıcı mozaikler bulunuyor.
Anamurium, 260 yılında
Sasaniler tarafından ele geçirildi. 4. ve 5.
yüzyıllarda Toroslar’dan gelen korsanlar tarafından
sık sık tahrip edilen kent, 650 yılında Arap
akınlarıyla tamamen terk edildi. Anamurium antik
kenti yukarı ve aşağı kent olmak üzere
ikiye ayrılıyor.

Arkeofili, Haber: Erman
Ertuğrul, Fotoğraflar: Bora Yıldız, 29.07.2016 |
"TOPÇU KIŞLASINI
YAPACAĞIZ"
İstanbul
Büyükşehir Belediyesinden yapılan yazılı
açıklamaya göre Topbaş, 15 Temmuz gecesi darbe
girişimine karşı direniş gösteren
Çengelköy'ü
ziyaret etti. Topbaş, Çengelköylülerin
destanının unutulmaması için Çamlıca Camisinin
yanına büyük bir park yapılarak, "Gazi
Çengelköy Parkı" ismini vereceklerini kaydetti.
Taksim Meydanı ile ilgili
olarak da Osmanlı döneminde Topçu Kışlası'nın
olduğunu, bir mimar olarak ön yargılı duruşu
kabul edemediğini ifade ederek, şunları
kaydetti: "Taksim Topçu Kışlası'nı yapacağız.
Cumhurbaşkanımız zaten net söylüyor. Fonksiyon
olarak sanat galerisi düşünüyoruz. Onun için çok
fazla ağaç kaldırılmıyor. O ağaçlar çok eski
değil. Sanat galerisinin altında iç ve dışa
bakan kafeler düşünüyoruz. İnsanların
Şanzelize’ye gittiği gibi gelip orada kafelerde
de geç saatlere kadar oturduğu gibi bir sanat
galerisi olabilir. Bunun proje çalışmaları devam
ediyor. Altında otoparkı da olacak. Bununla
ilgili kurul kararları vardı. Mahkeme kararları
da yapılabileceği yönünde netleşti. Sayın
Cumhurbaşkanımız da bu eserin yapılmasının doğru
olacağını söyledi. Kentin kültürüne hizmet
edecek."
Taksim AKM'de her
şeyin bir arada yapıldığını ve bunun yanlış
olduğunu belirten Topbaş, "Sayın
Cumhurbaşkanımız söylüyor. Orada İstanbul
Büyükşehir Belediyemize ait otoparkı da katarak,
mimarlarımızın güzel projesiyle bir
opera
binasının hayata geçmesi lazım. Yıllardan beri
bu şekilde duruyor. Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne
de karşı çıkıldı. Yaptık, şu anda mükemmel bir
tiyatro salonu olarak hizmet veriyor."
ifadelerini kullandı.
KABATAŞ...
DEMOKRASİ NÖBETİ BİTER BİTMEZ...
Kabataş
Meydan Projesi'nin İstanbul için çok önemli
olduğuna işaret eden Topbaş, açıklamada şunları
kaydetti: "Demokrasi nöbetleri biter bitmez
inşaat başlayacak. Kabataş çok güzel bir yer
olacak. Orada baraka tarzındaki vapur
iskelelerine sahip çıkıyorlar. Tenekeden
yapılmış basit yapılar. Trafikten
şikayet
ediliyorsa, Kabataş bir düğüm noktasıysa bunlar
yapılacak. Net söylüyorum, ne gerekiyorsa
yapacağız." Topbaş, yeni ulaşım projelerine de
değinerek, Tarihi Yarımada'da elektrikli
otobüslerin çalışacağını bildirdi.
Hürriyet (Kısaltarak),
29.07.2016
|
TARİHİ KİLİSE
TURİZME KAZANDIRILACAĞI GÜNÜ BEKLİYOR
1835 yılında Ermeniler tarafından yaptırılan Adronik
Rum Kilisesi kaderine terk edildi. Özellikle kış
aylarında hava şartlarının etkisiyle üst kısımları
hasar gören kilisenin taşları düşmeye devam ediyor.
Zaman içerisinde hasar görmesine rağmen bazı
kısımları halen ayakta kalan ve önlem olarak sadece
üzerine levha takılarak tedbir alınan kilise can
güvenliğini de tehdit ediyor.
Harabeye dönen kilise için
biran önce yenileme çalışması beklediklerini
belirten Endürlük Mahallesi muhtarı Rıfat Has ”Daha
önce kiliseyle ilgili Talas Belediye eski başkanı
Rıfat Yıldırım döneminde bakanlık nezdinde girişimde
bulunuldu. Fakat Talas Belediyesi’nin geliştirip
sunduğu proje bakanlık tarafından onaylanmadı.
Sonrasında ise kilise yıkılmaya başladı.” dedi.
Bu haliyle bile turist çekiyor
Kilisenin defineciler için cazibe merkezine
geldiğinden yakınan ve zaman zaman tahrip edildiğini
belirten Muhtar Has “ Kilisemiz çok tahrip edildi
fakat bu haliyle bile turist çekiyor. Yazları
Yunanistan’dan bir otobüs dolusu turist geliyor. İki
senedir de ayin yapılmıyor. Daha önce
kilisemizi ziyarete Fener Rum Patriği Bartholomeos
misafirleriyle geliyordu. Ayin yapıyorlardı, artık
onlarda gelmiyorlar. Kilisemizi onarırlarsa daha çok
turist çekebilir” şeklinde konuştu.

Kayseri Gündem,Haber
ve Fotoğraflar: Seda Fırın - Fatma Ural, 28.07.2016
|
AZİZ NİKOLAOS ANIT
MÜZESİ'NDE KAZILAR BAŞLADI

Antalya'nın
Demre İlçesi'ndeki Aziz Nikolaos (Noel Baba) Anıt
Müzesi'ndeki arkeolojik kazı çalışmaları başladı.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Sema Doğan, müze ve
çevresindeki manastırın turizm ve bilim adına çok
önemli veriler içerdiğini söyledi.
Demre'de bulunan ve 2000 yılında Dünya Miras Geçici
Listesi'ne alınan Aziz Nikolaos Anıt Müzesi'ndeki
arkeolojik kazıların bu yılki bölümü başladı. 25
yıldır Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Hacettepe
Üniversitesi ortaklığında yürütülen kazılara, 20 yıl
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Yıldız Ötüken
başkanlık yaptı. 5 yıldır ise aynı bölümden öğretim
üyesi Prof.Dr. Sema Doğan kazı başkanlığını
yürütüyor.
Aziz Nikolaos Anıt
Müzesi'ndeki kazıların bu yılki bölümü 2 ay sürecek.
Çalışmalara, Hacettepe ve Viyana Üniversitesi'nden 8
bilim insanı, 6 öğrenci ve 9 işçi katılıyor. MS
4'üncü yüzyılda yaşamış Aziz Nikolaos adına 6'ncı
yüzyılda yapılan müzenin batı bölümdeki ana
girişinde çalışmalar yapılacak. Geçen yılki
kazılarda yapının orijinal giriş mekanı ve toprakla
dolu olan tonozlu bir yapı bulunmuştu. Bu yılki
kazılarda tonozlu yapının içindeki toprak
boşaltılacak. Bu yapının üst bölümü de kazılarak
yapı tam anlamıyla ortaya çıkarılacak. Yapı
boşaltıldıktan sonra sağlamlaştırılacak ve ortaya
çıkan veriler değerlendirilecek.
'HIRİSTİYAN DÜNYASININ MERKEZİ'
Kazı Başkanı
Prof.Dr. Sema Doğan, Aziz Nikolaos Anıt Müzesi'nin
Türkiye'nin kültür mirasında çok önemli bir yere
sahip olduğunu belirterek şunları söyledi:
"Kuzey, doğu ve batı
alanındaki manastır yapıları hepimiz için, turizm
için ve bilim adına çok önemli bilimsel veriler
içermektedir. Tarihi 5'inci yüzyıla kadar inen,
öncesinde 4'üncü yüzyılda yaşamış olan Aziz
Nikolaos'ın mezarını içermesi nedeniyle Ortodoks
Hıristiyan dünyasının merkezi. Ortaçağ boyunca da
bir hac yeri olarak da önemini korumuştur. Bu çok
önemli yapıda önümüzdeki yıllarda da sürdürülecek
çalışmalarda önemli veriler elde edilecek. Kalan
yapılar ortaya çıkarılacak."
Hürriyet, Haber: Ahmet Acar, 27.07.2016 |
KÜLTEPE'DE 5 BİN
YIL ÖNCESİ YAŞAM

Anadolu'da
ticari hayatın başladığı ve ilk çivi yazılı
tabletlerin bulunduğu Kültepe-Kaniş-Karum'da,
Asurlular'dan önceki yaşam araştırılıyor. Kazı
Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, ''Kültepe'de
günümüzden 5 bin yıl öncesindeki yaşamı
araştırıyoruz. Bulduğumuz ölçü aletleri ve tartıda
kullanılan taşlar, burada ciddi bir ticaretin ve
sosyal yaşantının varlığını gösteriyor'' dedi.
Kültepe Kazı Başkanı
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, bu yılki kazı
çalışmalarında Kültepe Kaniş-Karum'da günümüzden 5
bin yıl öncesi yaşantıyı araştıracaklarını, bu
çalışma için 2010 yılında uygulamaya koydukları
proje çerçevesinde kazıların sürdüğünü söyledi.
Prof.Dr. Kulakoğlu şunları anlattı:
''Burada büyük bir ticari
koloni kurmuş olan Asurlular'dan önce buradaki
yaşantıya yönelik bir çalışma yapıyoruz. Kültepe,
günümüzden 4 bin yıl öncesine tarihlenen, dünyanın
en büyük özel çivi yazılı tablet koleksiyonu bulunan
ve bu tabletleri yazan Asurlu tüccarlarla tanınıyor.
Asurlu tüccarlar, 4 bin yıl önce Anadolu'ya yazıyı
getirmişler, hukuk ve bürokrasiyi, devlet kurma
geleneğini getirmişler. Biz hep şimdiye kadar Asurlu
tüccarların Anadolu'ya gelmelerinden sonraki
yaşantılarını araştırıyorduk. 2010 yılından itibaren
ise Asurlu tüccarlardan önceki dönemde bu bölgedeki
yaşantıyı araştırmaya başladık. Yani günümüzden 4
bin 500 yıl önce yine Mezapotomya'dan, şimdiki
Irak'tan gelmiş insanların birlikte yaşadığı
alanlarda da çalışmaya başladık.''
'
GELİŞMİŞ BİR MEDENİYET'
Bu yılki
çalışmalarını ödeneklerinin yettiği ölçüde Eylül ayı
ortalarına kadar sürdüreceklerini kaydeden Prof.Dr.
Fikri Kulakoğlu şöyle konuştu:
''Kazılarımızda, yurtiçi
ve yurtdışından 70 kişilik bir bilim heyeti yer
alıyor. Bu heyet sadece kazı alanında çalışmıyor.
Aynı zamanda kazılarda bulunan materyalleri
inceliyorlar. Kazılarda bulunmuş olan yaklaşık 23
bin tablet, 2014 yılında UNESCO Dünya Belleği
Listesi'ne alındı. Şimdiye kadar bu listeye giren 5
koleksiyon var.''
Prof.Dr. Kulakoğlu,
Asurlular öncesi dönemle ilgili çalışmaları
sırasında toprak kaplar, ölçü aletleri ve tartıda
kullanılan taşlar bulduklarını, bu taşların kurbağa,
kuğu gibi hayvan figürleriyle süslü olanlarına da
rastladıklarını, bunun da o döneme göre Kültepe'de
yaşayanların gelişmiş bir medeniyete sahip
olduklarını gösterdiğini belirtti.

'ANİTTA, ŞEHRİ YAKMIŞ AMA İNSANLARI
ÖLDÜRMEMİŞ'
Kültepe'nin, adı
gibi kurulduğu bölgenin küllü bir toprağa sahip
olduğunu kaydeden Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, şunları
söyledi:
''Bu bize şunu gösteriyor;
Kültepe aslında çok defa yangınla tahrif edildi. Çok
defa yakılıp yıkıldı. Biz en azından, Asurluların
geldiği dönemde 2 defa yakılıp yıkıldığını
biliyoruz. Yangından sonra tekrk edilmiş, sonra
tekrar yerleşilmiş. Şöyle yazılı bir kaynağımız da
var, ilk Hitit Kralı olarak bilinen Anitta, babası
Pitana ile birlikte bir gece baskınında Kültepe'yi
ele geçiriyor. Şehri yakıyor, ancak içinde, şehirde
oturan insanlar için (Kendi canımdan, kendi kanımdan
bildim ve anam, babam gibi davrandım) diye yazıyor.
Yani şehri ele geçirmiş, ancak oturan insanlara
hiçbir zarar vermemiş. Biz bunu arkeolojik kazılarda
da görebiliyoruz. Bugüne kadarki çalışmalarımızda,
evlerin içerisinde bir saldırı ya da bir katliam izi
görmüyoruz. Bu da bu anlamda Anitta'yı doğruluyor.
Böylece Anitta şehri ele geçirdikten sonra imar
çalışmalarına girmiş, tapınaklar, saraylar
yaptırmış, burada oturmuş. Daha sonra bu kral,
Boğazköy Hattuşa'da Hitit Hanedanlığı'nı kurmuş.''
Hürriyet, Haber: Zafer
Barış, 27.07.2016 |
BANDIRMA
ÜNİVERSİTESİ'NDE ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ DE AÇILACAK
Bandırma On
Yedi Eylül Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.
Süleyman Özdemir,
"Üniversitemize
arkeoloji
bölümünün açılmasının yararlı olacağına
inanıyorum" dedi.
Özdemir, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, ilk aşamada üniversiteye
hukuk, mühendislik ve
edebiyat
fakülteleri kazandırmak için çalışmalar
yaptıklarını söyledi.
Edebiyat fakültesini
devreye sokmaları halinde bu fakülte bünyesinde
hemen
arkeoloji
bölümünü de açmak istediklerini ifade eden
Özdemir, şunları söyledi:
"Çünkü, yöremiz,
tarihi ve arkeolojik yapıtlar açısından çok
zengin.
Bandırma
sınırları içinde Daskyleion,
Erdek
sınırları içinde ise Kyzikos ve Zeytinliada
ören
yerleri var. Bu yörelere, ülkemizin çeşitli
kentlerinden arkeologlar, yazın, kısa süreler
için kazı yapmaya geliyorlar. Eğer,
üniversitemiz bünyesinde bir
arkeoloji
bölümü açılacak olursa kendi bünyemize
alacağımız öğretim üyeleri ve arkeologlarca
yürütülecek kazıların yıl boyuna yayılarak
tarihi ve arkeolojik yapıtların gün ışığına
çıkarılacağını düşünüyorum."
Özdemir,
edebiyat
fakültesi bünyesinde açmayı planladıkları
arkeoloji
bölümü için yıllardır
Erdek
Zeytinliada ve Kyzikos ve
Bandırma
Daskyleion kazılarını yürüten kazı ekiplerinin
başkanlarından da yararlanmak istediklerini
sözlerine ekledi.
haberler.com,
27.07.2016
|
GAZZE'DE İNŞAAT İŞÇİLERİ BİZANS KİLİSESİ
KALINTILARI BULDU
Gazze Şeridi içerisinde
yapılan alışveriş merkezinin temel kazıları
sırasında 1500 yıllık bir Bizans kilisesine ait
olduğu düşünülen kalıntılar ortaya çıktı.
Gazze’de yeni yapılacak olan
inşaatın temel kazısı sırasında işçiler tarafından
1500 yıllık olduğu düşünülen mimari kalıntılar
keşfedildi. Buluntular arasında bir tanesinin boyu 3
metreye ulaşan Korint düzeninde yapılmış sütunlar ve
üzerinde İsa’yı simgeleyen Yunanca bir
sembol bulunan 90 cm ebatlarında bir temel taşı
bulunuyor. Devam eden kazılarda 15 adet yeni mimari
kalıntı daha tespit edildi.

Filistinli arkeolog Hyam al-Betar, inşaat alanında çıkan antik kilisenin kalıntılarına bakıyor
Filistin Eski Eserler Bakanı
Cemal Ebu Rida “Bizim ilk tahminlerimize göre ortaya
çıkarılan tarihi kalıntılar 1500 yıl önce inşa
edilen bir Bizans kilisesine ait. O tarihlerde
Bizans imparatorlarının bu bölgede kilise inşa
ettirme istekleri vardı’’ dedi.
Gazze, Roma İmparatorluğu
döneminde önemli bir limana sahipti.
Refah içerisindeki kentte Mısırlılar, Grekler,
Latinler, Yahudiler ve Persler gibi
farklı popülasyondan topluluklar birlikte yaşam
sürmekteydi. Kentteki Pagan tapınaklar 4. ve 5.
yüzyıllarda yıkıma uğradı. Bunun yerine yaygınlaşan
dini inanç gereği yaygın olarak Hıristiyan mabetleri
yapıldı.
Devam eden zaman içerisinde Gazze 647 yılında
Müslüman General Amr İbn al-As tarafından
fethedildi. Müslümanlık hızla benimsenirken birçok
Hıristiyanlık yapısı terk edildi.
Abu Rida, “Bu alanın tarihsel
bir değere sahip olduğunu söylemeliyim’”
diyor. Tahmini olarak kalıntılar 395 ile 600’lerin
sonları arasında bir zaman dilimine tarihleniyor.
Alışveriş merkezi kazılarında
ortaya çıkan arkeolojik eserler, çevredeki onlarca
insan tarafından cep telefonlarıyla
kaydedildi. Bölgede bakanlığın yaptığı ilk keşif,
inşaatın başlamasından 2 gün sonra gerçekleşti.
Bakanlık görevlileri 3 büyük parçayı toprağın
yüzeyine çıkarıldı. Daha sonra devam eden kazılarda
bir düzine mimari eser daha bulundu.

Abu Rida “Bizim
amacımız Filistin tarihimizin hem İslamiyet öncesi
dönemini hem de İslamiyet sonrası dönemini korumak”
diyor.
Binlerce yıl boyunca Gazze
Haçlılar, Mısırlılar ve Filistinliler için bir
ticaret merkezi oldu. Şehir Büyük İskender dönemi
kalıntılarını da, Arap fetihlerine dair kalıntıları
da barındırıyor. Fakat son yıllarda yapılmış olan
kazılarda nitelikli eleman eksikliği ve finansman
sıkıntısı nedeniyle kültürel mirası koruma çabaları
olumsuz etkilendi. Bakanlık bünyesinde sadece 40
kazı personeli görev yapıyor.
Abu Rida, “Üzerine
konuştuğumuz 2.000 metrekarelik alan içerisinde,
tahmini 10 metre derinlikte bir kazı için yüzlerce
işçi gerekiyor. Bulunacak yazılı metinlerin okunması
gibi işlemlerle beraber, yapılması gereken kazının
maliyeti milyonlarca dolar tutar.” diyor.

Sözü geçen yapı, Gazze’deki Baharatçılar pazarına
yakın, ve yakınında ayrıca bin yıllık Eski Ömer
Camii ve 5. yüzyıla tarihlenen Aziz
Porphyrius Kilisesi de bulunuyor.
Arkeofili, Kaynak:
Reuters, Fotoğraflar: AFP, Çeviri: Emre Macit,
27.07.2016
|
ORHAN GAZİ'NİN YAPTIRDIĞI CAMİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Bursa'nın İznik İlçesinde Orhan Gazi'nin
yaptırdığı caminin gün yüzüne çıkarılması için
yürütülen kazılarda son cemaat yeri bulundu.
Bursa Büyükşehir
Belediyesi'nin desteği ile yürütülen kazı
çalışmalarına İznik Müze Müdürlüğü başkanlık ediyor.
Karabük Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bülent
Nuri Kılavuz'nun danışmanlığında yapılan kazılar
Kırgızlar Türbesi karşısındaki zeytin bahçesinde
sürüyor. Uzmanlar, önceki günlerde caminin son
cemaat yerinin ortaya çıkartıldığını söyledi. 5
metre eninde ve 25 metre uzunluğundaki son cemaat
kısmının zemini 28x28 metre ebadında pişmiş kırmızı
tuğla karolardan oluşuyor.
Orhan Gazi'nin İznik'i
kuşattığı sırada 1325 yılında yaptırdığı anlaşılan
Osmanlı'nın en erken yan mekanlı camiinin iki
cephesinde misafirlerin kalması için bölümler
mevcut. Bu yapılara 'tabhane', yan mekanlıya da
'zaviyeli' deniliyor. Caminin en önemli özelliği ise
çinileri. Yapı, o dönem 2 metre yüksekliğe kadar
altıgen yapıdaki çinilerle süslü ve buradaki çiniler
Osmanlı Devleti'nin en erken tarihli İznik çinileri
olarak biliniyor. Kazılar sırasında toprak altından
çok sayıda çini parçaları da çıktı.
Zaman,
27.07.2016
|
OSCAR NIEMEYER'İN PAMPULHA MODERN PROJESİ DÜNYA
MİRASI LİSTESİ'NDE
Modernizmin temsilcilerinden Brezilyalı mimar Oscar
Niemeyer'in Pampulha Modern Topluluğu projesi (The
Pampulha Modern Ensemble) Dünya Mirası Listesi'ne
girdi.

UNESCO, modernizmin
temsilcilerinden Oscar Niemeyer'in Pampulha Modern
Topluluğu (The Pampulha Modern
Ensemble) tasarımını Dünya Mirası Listesi'ne
aldığını duyurdu.
The Architects News Paper
sitesinde yer alan habere göre, mimarın 33
yaşında tasarladığı Pampulha Modern Topluluğu,
Niemeyer'in 20. yüzyıl mimarisine yaptığı katkıları
temsil eden bir tasarım olmasının yanı sıra tarihsel
açıdan önemli bir modernist yapı örneği.
Pampuhla Modern Topluluğu, Brezilya'da yapay bir
göl olan "Pampuhla" etrafında yer alıyor. Göl
çevresinde banliyö mahalleler geliştirmek için
kentsel bir proje girişiminin bir parçası
olarak 1940 yılında tasarlanan yapı kompleksi, bir
balo salonu, yat kulübü, kumarhane, kilise ve
belediye başkanı için bir hafta sonu dinlenme mekanı
içeriyor.
UNESCO yapı için, "Brezilya'nın farklı iklim ve
kültürlerini yansıtan ve mimarın modernist mimari
prensiplerle proje alanını harmanlamaktaki
yeteneğini gösteren iyi bir örnek" olduğunu söyledi.

Niemeyer'i etkisi altına
aldığı bilinen modernizmin öncüsü Le Corbusier'in 17
yapısı da UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınmıştı.
Sol Haber, 26.07.2016 |
3 MİLYONLUK MÜZE
ZİYARETİ
Antalya'da Ocak-Haziran
döneminde 582 bine yakın kişinin gezdiği müze ve
ören yerlerinden, 3,6 milyon lira gelir sağlandı.
İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerinden edinilen
bilgilere göre, yılın ilk altı ayında kentteki müze
ve ören yerlerini 581 bin 870 kişi ziyaret etti.
Ziyaretçilerin 173 bin 43'ü ücretli, 105 bin 959'u
indirimli biletle, 116 bin 391'i kartlı ücretsiz,
608'i kurumsal kartlı ücretsiz, 185 bin 869'u da
ücretsiz giriş yaptı.
Bu
dönemde sırasıyla en fazla ziyaretçiyi ağırlayan
Aspendos'u 85 bin 304, Alanya Kalesi'ni 84 bin 602,
Aziz Nikolaus Anıt Müzesi'ni 49 bin 496, Phaselis'i
49 bin 481 ve Antalya Müzesi'ni 41 bin 211 kişi
gezdi.
Side Tiyatrosu 36 bin 489, Myra 35 bin 244, Perge 33
bin 477, Olympos 29 bin 379, Side Müzesi 20 bin 522,
Termessos 17 bin 780, Patara 15 bin 856, Xanthos 9
bin 437, Alanya Müzesi 8 bin 950, Karain 6 bin 748,
Simena 6 bin 165, Elmalı Müzesi 5 bin 240, Andriake
4 bin 114, Arykanda bin 767 kişi tarafından ziyaret
edildi.
Girişlerin ücretsiz olduğu Antalya Atatürk Evi'ni 37
bin 644, Alanya Atatürk Evi'ni ise 2 bin 964 kişi
gezdi.
Müze ve ören yeri giriş ücretleri 5 ila 25 lira
arasında değişirken, altı ayda ziyaretlerden 3
milyon 601 bin 969 lira gelir elde edildi.
En
fazla gelir, 669 bin 635 lirayla Alanya Kalesi, 591
bin 250 lirayla Aspendos ve 452 bin 255 lirayla
Phaselis'ten sağlandı.
Yeni Şafak, 27.07.2016 |
MEKSİKA'DA ANTİK KENTTE SU KANALI BULUNDU
Meksika'da, arkeolojik Palenque kentinde Maya Kralı
Pakal'ın anıt mezarının altından geçen bir su kanalı
bulundu.
Arkeolog Arnoldo
Gonzalez yaptığı açıklamada, araştırmacıların,
bölgede bulunan anıt mezar ve piramidin, 683 ile 702
yılları arasında bilinçli olarak bir su kanalı
üzerinde inşa edildiğine inandıklarını söyledi.
Maya Kralı Pakal'ın
anıt mezarının içinde işlenmiş iki taş parçası
üzerinde yer alan "ölüyü, suyun içine batırarak yer
altı dünyasına doğru yönlendirecektir" ifadesinin,
su kanalının keşfine yol gösterdiği belirtildi.
TAŞTAN
YAPILMIŞ
Bölgede başka bir su
tüneline bağlanan kanalın taştan yapıldığı, 60
santimetre genişliğe ve yüksekliğe sahip olduğu
kaydedildi.
Meksika Ulusal
Antropoloji ve Tarih Enstitüsü Direktörü Pedro
Sanchez Nava, suyun Mayalarda mecazi bir anlama
sahip olduğuna işaret ederek, "Su, hayat çevriminin
başlangıcını ve bitişinin temsil ediyor." dedi.
Habertürk, 26.07.2016
|
2000 YILLIK DIŞKI,
SALGIN HASTALIKLARIN İPEK YOLU'NDAN YAYILDIĞINI
GÖSTERDİ
Görünüşe göre Çin’den
başlayarak Avrupa’ya kadar uzanan İpek Yolu’nda,
gezginler sadece ipek, çay ya da
baharat taşımıyordu. Kuzeybatı Çin’de İpek Yolu
üzerinde bulunan bir tuvalette keşfedilen 2,000
yıllık dışkı kalıntıları, ticaret yolu boyunca
bulaşıcı hastalıkların da taşındığını gösteriyor.

Üzerlerinde hala duran kumaş kalıntılarıyla birlikte 2000 yıllık hijyen çubukları
Yeni
araştırmaya göre, 2,000 yıllık bu dışkı
kalıntısında, genellikle 1,500 km uzakta bulunan Çin
karaciğer parazitinin (Clonorchis sinensis)
yumurtaları bulundu. Araştırmalar bu parazitin
bulaştığı kişinin uzun bir mesafe boyunca seyahat
etmiş olması gerektiğini söylüyor.
Makalenin yazarlarından
Cambridge Üniversitesi’nden paleopatolog Piers
Mitchell Live Science’a yaptığı açıklamada “Bu İpek
Yolu’nda bulaşıcı hastalıkların yayıldığına dair
bulunan en erken arkeolojik kanıt oldu” diyor.
Araştırmacıların incelediği
dışkı kalıntıları, insanların dışkıyı silmek için
kullandığı, bir ucuna kumaş sarılmış tahta veya
bambu çubuklardan yapılmış bir çeşit “kişisel hijyen
çubukları”nın üstünde bulundu. Parazitlere dair bir
kanıt aramak amacıyla araştırmacılar 7 farklı
çubuktan alınan dışkı kalıntılarını mikroskop
altında inceledi.
Kalıntılarda dört farklı tür
asalak bağırsak kurduna ait yumurtalar bulundu. Bu
dört tür arasında karın ağrısı, ishal, sarılık gibi
rahatsızlıklara ve hatta bazen karaciğer kanserine
bile neden olan Çin karaciğer parazitinin
yumurtaları da bulunuyordu.
Fakat Çin karaciğer paraziti
yaşam döngüsünü tamamlamak için ıslak, sulak
ortamlara ihtiyaç duyuyor. Araştırmadaki yumurtalar
ise içinde Taklamakan çölünün de bulunduğu kurak
Tarım Havzası’nın doğu uçlarında bulunuyordu.
Araştırmacılar Çin karaciğer parazitinin bu havzada
yaşıyor olmasının hiçbir ihtimali olmadığını
belirtti. Gerçekten de bu türün en yaygın olduğu
yer, yaklaşık 2,000 km uzaklıktaki Guangdong
Bölgesi.

Xuanquanzhi’de bulunan kişisel hijyen çubuklarından biri. Çubuğun bir ucuna sarılmış kumaş parçaları ve üzerinde kahverengi maddeler bulunuyor.
Makale yazarlarından
Cambridge Üniversitesi’nden Hui-Yuan Yeh yaptığı
açıklamada “Mikroskop altında Çin karaciğer paraziti
yumurtalarını ilk gördüğümde önemli bir keşif
yaptığımızı biliyordum” diyor.
Daha önceki araştırmalar İpek
Yolu’nda seyahat eden gezginlerin hıyarcıklı veba,
şarbon ve cüzzam gibi hastalıkları taşıdığını öne
sürse de bunun gerçekten gerçekleştiğine dair çok az
kesin kanıt vardı. Örneğin Çin ve Avrupa’da
birbirine çok benzer hıyarcıklı veba çeşitleri
bulunuyordu. Fakat araştırmacalara göre hastalık
güneyden Hindistan üzerinden ya da kuzeyden
Moğolistan ve Rusya üzerinden Avrupa’ya yayılmış da
olabilirdi – yani hastalığın İpek Yolu boyunca
yayıldığını gösteren bir kanıt yoktu.
Parazit yumurtaları Kuzeybatı
Çin’deki Gansu Eyaleti’nde MÖ 111 – MS 109 yılları
arasında büyük bir aktarma ve stok yenileme merkezi
olan Xuanquanzhi adındaki bir arkeolojik alanda
bulundu. Araştırmacılar görünüşe göre bu 2,000
yıllık durağın İpek Yolu üzerinde popüler bir durak
olduğunu söylüyor. Hem gezginler burada kalıyor, hem
de devlet görevlileri at değiştirmek ve mektıp
teslim etmek için burayı kullanıyordu.
2,000 yıllık
tuvaletteki dışkılarda yuvarlak kurt, kırbaç kurdu
ve tenya gibi diğer parazitlerin bulunması, bu
dinlenme durağını ziyaret eden kişilerin insan
dışkısı tarafından kirletilmiş yiyecekleri – belki
de gübre olarak kullanılan insan dışkısı -, ya da
yeteri kadar pişirilmemiş domuz eti yediğini
düşündürüyor.
Arkeofili, Kaynak: Live
Science, Haber: Charles Q. Choi, Fotoğraflar:
Reproduced from the Journal of Archaeological
Science: Reports, Çeviri: Ayşe Bursalı, 26.07.2016
|
MANİSA'DAKİ KAZILARDA 2 BİN 200 YILLIK YEMEK TAKIMI
BULUNDU
Manisa’da yer alan
ve tarihi MÖ 8’inci yüzyıla dayanan Aigai antik
kentinde yapılan kazılarda, özel törenlerde
kullanıldıktan sonra ritüellere göre gömüldüğü ve
bir daha kullanılmadığı belirlenen 2 bin 200 yıllık
yemek takımı bulundu.
Manisa’da Yunusemre İlçesi Köseler Köyü’nde
yer alan Aigai antik kentinde 2004 yılından
beri süren kazılar geçen 14
Temmuz’da yeniden başladı. Tarihi
MÖ
8’inci yüzyıla dayanan ve 12 iyon (Aiol) kenti
arasında yer alan antik kentteki kazıların,
Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın desteği ile
Ege Üniversitesi ve
Celal Bayar Üniversitesi
arkeoloji bölümleri tarafından yapıldığı
belirtildi. Sponsor bulunamaması nedeniyle bu
yıl kazıların dar bir alanda sürdürüldüğü, daha
çok çevre temizliği yapıldığı ve Eylül ayına
kadar çalışmaların süreceği bildirildi.
PİŞİRME VE İÇKİ KAPLARI VAR

Turizme önemli katkıları olan ve birçok
turisti çeken Aigai antik kentindeki kazılarda
gün yüzüne çıkarılan 2 bin 200 yıllık mutfak
takımı dikkat çekti. Günümüzde kullanılan yemek
takımlarına bakıldığında oldukça değişiklik
gösteren 2 bin 200 yıllık takımın, özel
törenlerde kullanıldıktan sonra toprağa
gömüldüğü belirlendiildi. MÖ 150 yılları
civarında inşa edildiği bilinen Aigai Kent
Meclisi binasında yapılan kazılarda bulunan ve
binanın inşaatını kutsamak için düzenlenen
törenlerde kullanıldığı sanılan 2 bin 200 yıllık
yemek takımlarının, ritüel gerçekleştikten sonra
ana kaya çukuruna gömüldüğü kaydedildi. İnanışa
göre bir daha kullanılmaması gereken ve bu
yüzden yer altına gömülen yemek takımları
yüzyıllar sonra bulunup,
Manisa Müzesi’ne gönderildi. 2 bin 200
yıllık yemek takımında pişirme kapları (khytra
ve lopas), içki kapları (skyphos), içki
sürahileri (lagynos) ve tanrı ve tanrıçaları
temsil eden pişmiş toprak figürlerin yer aldığı
belirtildi.
Milliyet, 26.07.2016
|
PARION ANTİK KENTİ
TURİZME KAZANDIRILACAK

Çanakkale'nin Biga İlçesi Kemer Köyü yakınlarındaki,
Hellenistik dönemin antik liman kenti Parion'un
turizme kazandırılması için hazırlanan projede sona
gelindi.
Biga Kaymakamlığı öncülüğünde uygulamaya konulan
"Bir Antik Kent Parion" projesi kapsamında yapılan
çalışmalar, kazı alanındaki sunumla tanıtıldı.
Proje Koordinatörü Tuncay Tavus, burada yaptığı
açıklamada, toplam bütçesi 633 bin lira olan
projenin, 475 bin lira destek almaya hak kazandığını
belirtti.
Projeyle Parion antik kentinde kazı çalışmalarında
ortaya çıkan değerlerin korunmasına yönelik
çalışmalar yürütüldüğünü bildiren Tavus, şunları
kaydetti:
"Tarihi kentin ve ortaya
çıkarılan değerlerin geleceğe ulaşması, ziyaretçi
sayısının artırılması ve bölgemizin önemli bir
kültürel değerinin öne çıkarılması amaçlandı. Ayrıca
antik kentlerde yaşanan en önemli sorunlardan biri
olan kazı sonrası ortaya çıkan eserlerin doğa
etkilerine karşı korunması sıkıntısına, proje
kapsamında çözüm üretilmiş bulunmaktadır."
Parion Antik Kenti Kazı
Heyeti Başkanı Prof.Dr. Vedat Keleş ise
katılımcılara kazılar hakkında bilgi verdi.
Programa, Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Belediye
Başkanı İsmail Işık, Troya Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Rüstem Aslan, Assos Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Nurettin Arslan da katıldı.
"Bir Antik Kent Parion" projesi
Biga Yarımadası'nda
bulunan Parion antik kentindeki kazı çalışmalarının
ardından, GMKA'nın "2015 Yılı Küçük Ölçekli Altyapı
Mali Destek Programı" kapsamında "Bir Antik Kent
Parion" projesi uygulamaya konuldu.
Proje kapsamında, antik
kentte ortaya çıkarılan tarihi eserlerin korunması
öngörülüyor. Antik çağlara uzanan hikayesi ve
eserleriyle Parion'un, gelecek yıllarda Güney
Marmara'nın yeni turizm noktası olması hedefleniyor.
Öte yandan, antik kentte yürütülen kazı ve koruma
çalışmalarında önemli ilerleme kaydedildi. Kazılarda
ortaya çıkarılan Roma Hamamı'nın üzerinin kapanması
çalışmaları da tamamlandı.
Yeni Şafak, 26.07.2016 |
450 YILLIK KANUNİ
MİRASI DİMDİK AYAKTA

Ürdün'de Kanuni Sultan Süleyman tarafından hac
yolcularının güvenliğini temin etmek ve onlara su
sağlamak için inşa ettirilen Seraya Kalesi 450
yıldır varlığını koruyor.
Kalenin taşlarla inşa
edilen giriş kapısında, Arapça ve Osmanlıca olarak,
"Kale Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa
edilmiştir." ifadesi yer alırken, başka bir kitabede
su testisi resmi bulunuyor.
Şam'dan, Mısır'dan gelen ve buradan Kudüs'e, Mekke
ve Mediye'ye giden hac yolcularının güvenliğinin
temini ve su ihtiyaçlarının karşılanması için
kalenin 1566'da 530 metre kare üzerine inşa
ettirildiği biliniyor.

Maan Turizm Müdürü Yasin Salah, "Kalenin
çevresindeki 257 palmiye, kale inşa edildiğinden
beri var. Kale bölgedeki insan tarihinin derinliğine
işaret ediyor. Yerleşim yerinde bulunmasına rağmen
kale hala eskisi gibi herhangi bir bozulma ve
tahribata uğramadan varlığını sürdürüyor." dedi.
Kalenin Osmanlı hakimiyetini yansıttığını ve 8 bin
Osmanlı askerinin karargahı olduğunu anlatan Salah,
geçen yüzyıl boyunca ise buranın bir hapishane
olarak kullanıldığını aktardı.
Salah, Maan'daki en eski tarihi yapı olan bu kalenin
bir tarih müzesine dönüştürülmesi yönünde hükümetin
bir eğilimi olduğunu ve bu amaçla incelemeler
yapıldığını kaydetti.

Yeni Şafak, 26.07.2016 |
40.000 YIL ÖNCE
NASIL İP YAPILDIĞI KEŞFEDİLDİ
Güneybatı Almanya’daki Paleolitik döneme air Hohle
Fels mağarasında ip yapımında kullanılmış 40.000
yıllık fildişi bir alet bulundu.
İp ve sicim göçebe avcı
toplayıcıların teknolojisinin önemli parçalarıydı.
Çok istisnai durumlarda pişmiş kil üzerinde ip
izleri bulunmuş, çok nadir durumlarda da Buzul Çağı
sanatında ip betimlemeleri görülmüştü. Fakat genel
olarak, Paleolitik dönemde ip, sicim ve kumaşlar
hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmiyor.
Araştırmayı yürüten Prof. Nicholas Conard ve
ekibinin araştırması ve Dr Veerle Rots’un deneysel
çalışması sayesinde ipin tarihi neredeyse yeniden
yazılıyor.
İp yapımında kullandığı
düşünülen alet 20.4 cm uzunluğunda, ve 7-9 mm
yarıçapında 4 deliğe sahip, mamut fildişinden
oyulmuş ve çok iyi korunmuş. Her deliğin yanında
özel olarak oyulmuş, deliğin etrafında spiral
şekilde ilerleyen kesikler bulunuyor.
Yeni keşif, bu özenli şekilde
oyulan çiziklerin sadece süsleme amaçlı olmaktan
çok, ip yapımı teknolojisinin parçası olduğunu
gösteriyor.
Daha önce bulunan buna benzer
aletler, ok ya da mızrağın gövdesini düzleştirmek
için kullanılan aletler, süslenmiş sanat eserleri,
ve hatta müzik aleti olarak yorumlanmıştı. Fakat
yeni bulunan aletin mükemmel korunma seviyesi ve
denseysel araştırma ekibinin titiz çalışması
sayesinde bu aletin, Hohle Fels’in çevresinde
bulunan bitki liflerinden ip yapmak için
kullanıldığı anlaşılmış oldu.

Ağustos 2015’te keşfedilen ip yapma aletinin bulunma anı ve yeri.
Deneysel araştırma ekibinin
başındaki Veerle Rots “Bu alet, Paleolitik dönemde
nasıl ip yapıldığı sorusunu cevaplıyor. Bu soru
biliminsanlarının yüzyıllardır kafasını
karıştırıyordu” diyor.
Kazı ekibi bu ip yapımı
aletini, Orinyasiyen (Aurignacian) dönem tabakasının
en altına yakın bir yerde, Va tabakasında buldu.
Hohle Fels’de bulunan ünlü
kadın figürinleri ve flütler gibi bu alet de
yaklaşık 40.000 yıl öncesine, modern insanların
Avrupa’ya geldiği tarihleniyor.
Keşif lif ve iplik
teknolojisinin öneminin altını çiziyior, ve Buzul
Çağı’nda hayatın zorluklarıyla baş etmeye çalışan
avcı toplayıcılar için ipin ve sicimin önemini
gösteriyor.
Prof. Conard’ın ekibi
son 20 yıldır Hohle Fels’de kazı yapıyor, ve bu uzun
süreli kazılar da Paleolitik dönem hakkında yeni
bilgiler elde etmek açısından büyük bir kaktı
sağlıyor.
Arkeofili, Kaynak ve
Fotoğrafalr: Tübingen Üniversitesi, Çeviri: Ayşe
Bursalı, 25.07.2016
|
KAYIP ŞEHİR
PTEİRA GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Yozgat'ın Sorgun İlçesi'ne
bağlı Şahmuratlı Köyü yakınlarında bulunan ''Kayıp
Şehir Pteria Antik Kenti''nde kazı sezonu sona erdi.
ABD'li arkeolog Dr. Scott
Branting başkanlığındaki 45 kişilik kazı ekibi,
yapılan çalışmalarda önemli bulgulara rastladı. Dr.
Scott Branting, yaptığı açıklamada,
Şahmuratlı-Kerkenes Harabeleri'nde 22 yıldır kazı
çalışmalarında yer aldığını, kazı yapılan alanların
sırlarla dolu olduğunu belirtti.
Kerkenes'te MÖ 600
yıllarında bir medeniyetin yaşadığını söylemenin
mümkün olduğunu aktaran Branting, bölgede
yapılan kazı çalışmalarının çok uzun yıllar
alabileceğini söyledi.
"Demirçağı’na ait
birtakım objeler ve buluntular elde ettik"
Kazı ekibi başkan yardımcısı Koç
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Araştırma
Görevlisi Yasemin Özarslan da 15 Mayıs'ta
başladıkları kazıların tamamlandığını ifade
ederek, "Bu yıl Kerkenes Demirçağı kentinin
kuzey kesiminde bir yapı adasında kazı
çalışmaları yaptık. Bu yapı adası kentteki 757
yapı adasından sadece bir tanesidir. Kazı
çalışmalarına farklı illerden ve farklı
üniversitelerden gelen 30 kişilik araştırmacı ve
öğrenci grubu katıldı. Ayrıca, Şahmuratlı
Köyünden de 15 kişilik bir ekip bizlere yardım
etti." dedi.
Bu yıl yapılan kazı çalışmalarında önemli bulgular
elde ettiklerine dikkat çeken Özarslan, şunları
kaydetti: "Kentin
kuzey kesimindeki birtakım binaları ve açık
alanları kazıyoruz. Şu anda sütunlu bir binanın
kazı çalışmalarını tamamlamış bulunuyoruz. Bu
sütunlu binanın çevresinde farklı bina grupları,
yapı grupları ve bunların aralarındaki
sokakları, açık alanları kazdık. Özellikle taşla
döşenmiş caddeler ve sokaklara rastladık.
Bunların büyük bir kısmını açmış bulunuyoruz. Bu
binalar ve odalar içerisinde her zaman olduğu
gibi Demirçağı’na, yani MÖ 7. yüzyıl sonlarına
ait birtakım objeler ve buluntu grupları elde
ettik."
Türkiye Gazetesi,
25.07.2016
|
SİLİVRİ'DE
MEZAR STELİ
BULUNDU
Silivri’de İSKİ’nin atık su yeraltı çalışmaları
sırasında Bizans dönemine ait olduğu düşünülen mezar
steli (mezar taşı) bulundu.
Silivri Belediye Başkanı
Özcan Işıklar, tarihi mezar taşını inceleyerek,
üzerinde kadın, erkek ve at figürlerinin yer aldığı,
deforme olmadan bugüne ulaşan mezar taşının,
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’ne teslim
edileceğini söyledi.
Habertürk, 24.07.2016
|
 |
TARİHİ ODUNPAZARI
EVLERİNDE YANGIN PANİĞİ

Eskişehir'in
tarihi ve turistik bölgesi olan
Odunpazarı
Evleri'nde bir iş yerinde çıkan yangın, kısa
sürede büyüyerek çevredeki binalara da sıçradı.
Yangın yaklaşık 2 saatlik çalışmalar sonucu
kontrol altına alınırken, 4 iş yeri ve 1 dernek
binası kullanılmaz hale geldi.
Edinilen bilgiye göre,
Paşa mahallesi Kemal Zeytinoğlu caddesi üzerinde
bulunan bir iş yerinin arka kısmında çıkan
yangın, kısa sürede büyüdü. Alevler, iş yerinin
arka kısmında bulunan tüplere ulaşarak
patlamalara neden oldu. Patlama sesini duyan
vatandaşlar durumu
polis ve
itfaiye
ekiplerine bildirdi. Kısa sürede olay yerine
gelen
polis
ekipleri, yangının büyüyebileceğini belirterek
takviye
itfaiye
istedi. Olay yerine gelen
itfaiye
ekipleri yetersiz kalınca, takviye ekipler
istendi. Bu sırada yangının giderek büyüdüğünü
gören vatandaşlar, yakındaki bir dükkanın önünde
bulunan masa ve sandalyeleri el birliği ile olay
yerinden uzaklaştırdı. Yanan iş yerlerinde
aralıklarla küçük patlamalar meydana geldi.
Tarihi
Odunpazarı
Evleri'nde çıkan yangını gören vatandaşlar,
itfaiye
ekiplerinin geç müdahale etmesinden ve cadde
üzerine yeni yapılan refüj çalışmasının
itfaiyenin hareket kabiliyetini azalttığından
dolayı şikayetlerini dile getirdi.
Günay olay
yerinde incelemelerde bulundu
Sabahın erken
saatlerinde kontrol altına alınabilen yangını
duyan
AKP
Eskişehir
Milletvekili
Emine Nur Günay'da
Odunpazarı
Meydanı'na gelerek bilgi aldı. Burada
vatandaşlardan olayı ve şikayetleri dinleyen
Günay, cep telefonu ile çalışmaları çekerek
olayla ilgileneceğini belirtti.
İtfaiye ekiplerinin
yaklaşık 2 saat süren çalışmaları sonucunda 4 iş
yeri ve 1 dernek binası kullanılamaz hale geldi.
Ekipler yangınla alakalı tahkikat başlattı.
haberler.com,
24.07.2016
|
11. YIL KAZILARI BAŞLADI

Erdek İlçesi Düzler
mevkiinde 2 bin 500 yıllık
tarihi geçmişi olan Kyzikos antik kentinde bu yılın
kazı çalışmaları başladı. Kyzikos antik kentindeki
kazı çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları, Müzeler Genel Müdürlüğü, Erdek
Kaymakamlığı ve Erdek Belediyesi'nin katkılarıyla
yürütülüyor. Erzurum'daki Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nden Doç.Dr.
Nurettin Koçhan'ın başkanlığını, aynı üniversiteden
Doç.Dr. Korkmaz Meral'in yardımcılığını yaptığı
çalışmalarda, Bakanlık Temsilcisi olarak Arkeolog
Elif Şener, eski çağ tarihçisi Prof.Dr. Mustafa
Hamdi Sayar, 2 araştırma görevlisi ile 2'isi doktora
18 öğrenci ve 7 işçi görev alıyor. Bu yılki
hedeflerinde, Hadrianus Tapınağı'nın bazı
bölümlerini gün ışığına çıkarmak olduğunu söyleyen
Doç.Dr. Nurettin Koçhan, şöyle dedi:
"Tapınağın 116 metre olan en uzun kenarı 2010
yılında ortaya çıkarılmıştı. İlk etapta çevresini
açmaya, yapısal kalıntıları ortaya çıkartmaya
çalışıyoruz. Şu anda tapınağın batı arka kısmında
kazı çalışmaları devam ediyor. Böylece tapınağın yan
kuzey kısmını açmış olacağız. Amacımız, tapınağın
gerçek ölçülerini ve üst yapısına ait kalıntıları
tespit edebilmek ve tapınağın nasıl bir yapıya sahip
olduğunu üstü kazılmadan ortaya koyabilmek. Bunu
bugüne kadar buluntular sayesinde kısmen öğrendik.
Tapınak zaman içinde büyük tahribata uğramış. Mermer
eserler kireç kuyularında bile yakılmış. Ondan sonra
tapınağın etrafında küp şeklinde kuru tahıl
depolarını yerleştirmişler. Sonra bu bölge
Hıristiyanlık dönemine ve orta çağa kadar mezarlık
olarak kullanılmış. Orta Çağa ait bazı yapılar
eklenmiş. Bunların hangi amaçla kullanıldığını
ortaya koymaya çalışıyoruz. Bugüne kadar 3 odayı
ortaya çıkarmamıza rağmen zeminde veya içinde
kullanım amacına ait hiçbir şey bulamadık. Bunların
devamının Kuzey yönünde çıkabileceğini umuyoruz. Biz
daha ziyade yapıları ortaya çıkarmaya çalışıyoruz."
Hadrianus Tapınağı'nın Anadolu'da bulunan en
büyük tapınaklardan biri olduğunu anlatan Doç.Dr.
Meral de, bölgede sık görülen büyük depremlerin
tapınakta büyük tahribatlara neden olduğunu
kaydetti.
11 yılda çıkarılan eserler
Kyzikos antik kentinde 11 yıldır devam eden kazı
çalışmalarında, mermer aslan başlı su olukları,
tapınağa ait 105x85 santim ebadında tam boyutta
mermer çatı kiremidi, 2 metre 25 santim çapında
sütun tamburları, Pithos denilen topraktan küp
şeklinde erzak deposu, Kyzikos paraları, Kral başı,
içinde 10 kişinin hediyeleriyle birlikte gömülü
lahit mezar, mezar hakkında bilgi veren yazılı taş,1
metre 90 santim çapı, 2.5 metre yüksekliği ve 20
tona yakın ağırlığıyla Roma dönemine ait çıkarılan
en büyük sütün başı, kireç elde etmek için tarihi
eserlerin yakıldığı 2 kireç kuyusu ortaya
çıkartıldı.
Yeni Şafak, 24.07.2016 |
ROMA'DA İNŞAAT
SIRASINDA BİR HAMAM VE NEKROPOL BULUNDU
Roma’nın banliyölerinden
birinde yeni bir Ortodoks kilisesinin inşaat
çalışmalarında, bir antik Roma hamamı ve bir dizi
mezar bulundu. Keşif üzerine yaklaşık bir yıl önce
inşaat durduruldu.

O zamandan beri devam eden
arkeolojik kazılarda MS 1. yüzyıl ile 4. yüzyıl
arasına tarihlenen bir hamam ve mezarlar bulundu.
Bulunan hamamın su tesisatı
ve ısıtma sistemi oldukça iyi korunmuş ve açıkça
görülebiliyor. Kazılarda ayrıca hamamın yıkanma
bölümünde dikkat çekici siyah-beyaz yer mozaikleri
bulundu.
Roma gazetesi Il
Messaggero’ya yaptığı açıklamada arkeolog Renato
Sebastiani “Hamamın bir villaya ilişik olup
olmadığından emin değiliz” diyor. Fakat uzmanlar
bitişik olmasının gerekli omadığını düşünüyor. Bu
hamamlar, Roma dönemi’nde, yorgun yolcuların
duraklaöası için bir çeşit dinlenme tesisi görevi
görmüş olabilir.
Yaklaşık 2000 yıl önce bu
bölge, Roma ve onun liman kenti Ostia Antica
arasındaki bir yol olan Via Ostiense üstünde
kalıyordu. Sebastiani bu hamamın da Via Ostiense
üzerindeki bir dinlenme noktası olabileceğini
söylüyor ve aynı yol üzerinde başka
hamamların varlığının da bilindiğini söylüyor.
Kazıları yöneten arkeolog Alessandro D’Alessio
alanda ayırt edilebilen iki yapı evresinin olduğunu
ve en eskisinin MS 1-2. yüzyıla tarihlendiğini
söyledi.
Hamam yapısının yanında ise
bir nekropol bulunuyor. Nekropolde dört
yüzyıl boyunca, farklı şekillerde gömülmüş
insanların mezarları bulunuyor.
Nekropolde daha erken
dönemlerde gömülen insanların kalıntıları yakılmış
ve çömleklerin içine konulmuşken, daha yakın tarihli
iskeletler erken Katolik geleneklerine göre
gömülmüş.
Yapılan analizler
mezarlıktaki insaların 20 ve 40 yaşları arasında
olduğunu ve alt-orta sınıfa mensup olduklarını
gösterdi. Antropolog Paola Catalano “Bu insanlar çok
mütevazı hayatlar sürmüş” diyor. Mezar hediyeleri
arasında yüzükler, bilezikler, sikkeler ve seramik
kaplar bulunuyor.

Arkeofili, Kaynak: The
Local, Fotoğraflar: Archaeological Superintendency
Rome, Çeviri: Ayşe Bursalı, 23.07.2016
|
SİBİRYA'DA 2000 YILLIK KÖPEK MEZARLIĞI BULUNDU
Sibirya’da kutup dairesinin yakınlarındaki 2000
yıllık bir köpek mezarlığında özenli bir şekilde
gömülmüş beş köpek iskeleti bulundu.

Rusya, Salekhard'taki Ust-Polui arkeolojik alanında
bulunan köpek mezarlığı, 2.000 yıl önce bölge
insanları ile hayvanları arasındaki yakın ilişkiyi
gösteriyor. Araştırmacılar, mezarlara gömülen
köpeklerin muhtemelen evcil hayvan, işçi, yiyecek
kaynağı olarak ve dini ritüellerde kurban edilmiş
olabileceklerini söylüyor.
Arkeofili’de yer alan habere göre, Kanada'daki
Alberta Üniversitesi'nden arkeolog Robert Losey,
Ust-Polui arkeolojik alanında bulunan köpeklerin
rollerinin oldukça karmaşık olduğunu söylüyor.
Losey; “Buradaki en şaşırtıcı şey, kutup
bölgesindeki diğer arkeolojik yerleşmelere oranla,
burada çok sayıda köpek kalıntısının bulunması.
Şimdiye kadar 115'den fazla köpek bulduk. Bu tip
yerleşimlerde genelde birkaç adet köpek bulunur ”
Çalışan köpekler 2000 yıllık arktik köydeki
köpekler muhtemelen kızak çekmek gibi birçok işte
kullanılıyordu. Burada bulunan bir bıçağın kemik
tutacağındaki kızak çeken köpekler betimlemesi ve
yine burada bulunan iki kızak kalıntısı da bunu
destekler nitelikte.
Losey; “Bazı köpekler, bölgede kemikleri oldukça
fazla bulunan ren geyiği, kuş gibi hayvanları
avlarken de kullanılıyordu.”
Ren geyiği kızağı kalıntıları da 2000 yıllık
köyde bulunan kalıntılar arasında yer alıyor.
Buradaki köpeklerin de ren geyiklerini sürmek için
kullanılmış olabileceği düşünülüyor. Bölgede yaşayan
bazı topluluklar bu yöntemi kullanıyor. Fakat
köpeklerin insanlarla çalıştığına dair birçok kanıta
rağmen, birçok köpeğin de Ust-Polui insanları
tarafından kesilerek öldürüldüğü ve yendiği kesin.
Bulunan köpek kemiklerinin birçoğundaki kesik izleri
ve geyik, kuş gibi diğer av hayvanlarına benzer
şekilde dağılmış halde olmaları bu görüşü
destekliyor. Losey'in söylediğine göre, bazı
köpekler de ritüel olarak kurban edilmiş ve hatta
şenliklerde yenmiş olabilir. Losey, bir yerde
buldukları 15 köpeğin beraber gömüldüğünü ve
kafataslarının aynı şekilde kırıldığını söylüyor.
Sözcü, 23.07.2016
|
TÜKENMEDEN ÖNCE
NEANDERTHAL NÜFUSUNDA PATLAMA YAŞANMIŞ

Almanya’daki Neandertal yerleşimleri üzerine yapılan
bir araştırma, Neandertallerin yok olmadan önce
nüfuslarında büyük bir artış olduğunu gösteriyor.
Bir zamanlar Neandertaller,
Avrupa’nın tamamında yaşıyordu. Yaklaşık 45.000 yıl
önce Homo Neanderthalensis, Avrupa’nın en baskın
insan popülasyonunu oluşturuyordu. Fakat
Neandertallerin çağı oldukça ani bir şekilde sona
erdi.
Köln Üniversitesi’nden
Profesör Jürgen Richter, Neandertal nüfusunun aniden
tükenmeden hemen önce en yüksek seviyeye ulaştığını
iddia ediyor.
Neandertaller Orta Paleolitik
dönemde yaşadı. Bu dönem, yaklaşık olarak 200.000
yıl öncesi ile 40.000 yıl öncesi arasına denk
geliyor. Yayımlanan makaleye göre, Almanya’da yer
alan Neandertal yerleşimlerinin yarısından fazlası
Orta Paleolitik döneme tarihleniyor. Daha açık bir
ifadeyle bu yerleşimler, günümüzden önce 60.000 yıl
ile 43.000 yılları arasına denk geliyor. Neandertal
popülasyonunun zirve yaptığı dönem de bu zaman
aralığına denk geliyor.
Bu yerleşimlerin sayısı,
analizi ve bulunan eserlerin analizi, Almanya’daki
Neandertal popülasyonunda aşırı dalgalanmalar
olduğuna işaret ediyor. Orta Paleolitik dönem
sırasında, birçok göç olduğu, popülasyonda artışlar
ve düşüşler olduğu, bazı bölgelerin tamamen terk
edildiği, daha sonra tekrar yerleşildiği
düşünülüyor.
Günümüzden önce 110.000
ila 70.000 yılları arasında bilinen yerleşim sayısı
sadece 4 (dört) iken, bu zaman aralığını takip eden
günümüzden önce 70.000 ila 43.000 yılları arasında
bilinen yerleşimlerin sayısı 94 (doksan dört). 1000
yıldan daha kısa bir sürede nüfustaki bu patlamaya
rağmen, daha sonra Neandertaller aniden tükenerek
tarih sahnesinden çekildi. Bu insan türünün neden
yok olduğu hala açıklanabilmiş değil. Belki düşük
genetik çeşitlilikten dolayı, belki de Homo
sapiens’in yükselişinden dolayı. Bu soru bilim
insanlarını meşgul etmeye devam ediyor.
Arkeofili, Kaynak: Köln
Üniversitesi, Çeviri: Erman Ertuğrul, 22.07.2016
|
BURSA'DA 2 BİN 400
YILLIK SARAYIN BÖLÜMLERİ ORTAYA ÇIKARILDI
Büyükşehir Belediyesi'nce
Muradiye Devlet Hastanesi'nin karşısındaki Tophane
Parkı'nda yürütülen restorasyon çalışmalarında
çeşitli tüneller bulundu.
Geniş kapsamlı çalışmalar sonrasında tünelleri açan
ekipler, 2 bin 400 yıl öncesine dayanan yaşam
alanlarını ortaya çıkardı. Bitinya Sarayı'na ait
olduğu tespit edilen ve tüneller, mahzenler,
Uludağ'dan gelen suyun geçtiği kanalların bulunduğu
bölümler, AA ekibince görüntülendi.
Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, AA muhabirine, Bursa'nın
birçok medeniyete ev sahipliği yapmış kültür ve
tarih başkenti olduğunu söyledi.
Bursa'da Cumhuriyet'in ilk dönemlerinden başlayarak
Osmanlı, Selçuklu, Roma ve Bitinya dönemleriyle
ilgili yoğun arkeolojik çalışmalar
gerçekleştirdiklerini anlatan Altepe, o dönemlerin
eserlerini birer birer ortaya çıkardıklarını dile
getirdi.
Son olarak Tophane yamaçlarındaki surlar bölgesinde
yürütülen çalışmalar sırasında Bitinya Sarayı'nın
alt katmanlarının gün yüzüne çıktığını bildiren
Altepe, "Buradaki görünen ilk kapıdan girdiğimizde
içinde 10 ayrı büyük mekan ortaya çıktı. Bunlar
sarayın alt mekanları. Değişik amaçlarla
kullanılmış. Tarih boyunca, yüzyıllar boyunca
kullanmış yerler. Osmanlı döneminde de kullanılmış.
Burada dehlizler, yollar var. Tüm bölgenin birbirine
bağlantısı var." dedi.

Ortaya çıkan tarihi alanın, zamanında çok güzel inşa
edildiğini hep birlikte gördüklerini vurgulayan
Altepe, şöyle devam etti:
"İnsanın içinde rahatlıkla yaşayabileceği,
havalandırmasından tüm sistemlerine kadar her şey
kurulmuş. Su kanalı var. Uludağ eteklerinden
Pınarbaşı üzerinden pırıl pırıl sular buraya geliyor
ve sarayı besliyor. Kimsenin görmediği değişik
dehlizlerden saraya giren ve herkesin rahatlıkla
kullandığı en kaliteli sular burada. Değişik yerde
çıkışlar var. Tüneller ve tünellerle bağlantılar
var. Bu bölgenin tamamı saraylar alanı ve bu
alanların hepsi birbirine bağlantılı.

Bitinya Sarayı ve burada hemen yanı başında Osmanlı
Sarayı yani Bey Sarayı var. O da şu anda orduevinin
altında, inşallah ortaya çıkaracağız. Oraya da
bağlantı yolları var. Bey Sarayı ile Balibey Hanı
arasında tüneller var. Bunları da ortaya
çıkarıyoruz. Bunlar doğuya doğru uzantılar. Bir de
batıya doğru Kaplıcakapı'ya uzantılar var. Oradan da
Zindankapı'ya uzantılar var. Daha önceki yaşam
buradaymış."
Altepe, Tophane yamaçlarındaki bu tarihi alanların
bugüne kadar bilinmediğini, yaptıkları çalışmalarla
her birinin tek tek ortaya çıkarıldığını ve
çıkarılmaya devam edileceğini anlattı
Turizme katkı sağlayacak
Gün yüzüne çıkarılan
tarihi alanları, turizme katkı sağlayacak şekilde
değerlendireceklerine işaret eden Altepe, şunları
kaydetti:
"Burası gerçekten büyük
bir hazine. Büyük bir hazine bulmuş olduk.
Çocukluğumuzdan beri 'Surların altında tüneller
varmış, oradan başka yere çıkılıyormuş, buradan
başka yere çıkılıyormuş' diye anlatılırdı. Anlatımla
kalmadı, hepsinin gerçek olduğunu gördük. Bu kadar
yıl sonra bunları da çıkarmak bizlere nasip oldu.
Yine aynı şekilde burada Zindankapı tarafından şehir
ile kale arasındaki bağlantıları sağlayacak tüneller
var. Batı tarafındaki Zindankapı'dan Cilimboz
Deresi'ne doğru yaklaşık 3,5 metre çapında büyük
tüneller var. Onunla birlikte lojistik destek
sağlanıyor ve kale dışarıdan destekleniyor. Değişik
büyük tüneller mevcut. Cilimboz Deresi'ne indiğinde
2,5 metreye düşüyor."
Büyük dehlizlerle yukarıda saraylara, şehrin içine
ulaşıldığına dikkati çeken Altepe, "Bu şekilde
Osmanlı'nın 23 yıl süren kuşatmasına nasıl
dayanıldığının cevabı çıkmış oluyor. İçeride
pınarlar var, dereler akıyor. Her türlü sistem
kurulmuş. İçerideki şartlar çok güzel. Bunlar 2 bin
yıl önce yapılmış işler." dedi.
Bursa Olay, 22.07.2016
|
ARKEOPARK UNUTULDU

İzmir’de bulunan güvenlik görevlilerinin
bulunmadığı, Osmanlı Dönemine ait mezar taşları
sağa, sola savrulurken Roma Dönemi’ne ait
kalıntıların da tahrip olduğu görüldü.

Basmane’nin Altınpark bölgesinde arkeolojik kazılar
durduruldu. Konak Belediyesi’nin desteği ile yapılan
kazılarda Roma dönemine ait kalıntılar, sütunlar
ortaya çıkmıştı. İçinde banyo, ve çamaşır teknesi
olan bir ev bile bulundu. Osmanlı dönemine ait mezar
taşları da büyük ilgi uyandırdı. Arkeopark’ta hedef,
Yunanistan’daki Akropolis benzeri bir çalışma ile
sütunların çıktığı alanların üzerinin camla
kaplanıp, turistlerin bunun üstünde dolaşarak
gezmeleriydi.

TARİHİ KALINTILAR TAHRİP EDİLİYOR
Agora ve Kadifekale eteklerinde bulunan antik
tiyatronun güzergahı üzerinde olan Arkeopark
tamamlandığında, her yıl binlerce turistin ziyaret
etmesi hedeflenirken, çevredeki esnafa da ticari
açıdan büyük katkılar sağlaması öngürülmüştü. Ancak
2006 yılında başlayan kazılar, ekonomik sorunlar
nedeniyle durdu. Kazıların durması en çok da esnafı
vurdu. Güvenlik görevlilerinin de bulunmadığı alanda
Osmanlı dönemine ait mezar taşlarının sağa, sola
savrulduğu görülürken, Roma dönemine ait
kalıntıların da korunmadığı dikkat çekti.
Sözcü,
22.07.2016
|
ARJANTİN'DE YENİ BİR DİNOZOR TÜRÜ
KEŞFEDİLDİ
Arjantin’de bilim insanları
yeni bir etobur dinozorun fosillerinin bulunduğunu
duyurdu. Río Negro eyaletinde fosilleri bulunan
dinozorun, 90 milyon yıl önce Arjantin topraklarında
yaşadığı tahmin ediliyor. 8 metre boyundaki dinozor
türünün, 60 santimetre boyundaki kollarında 2’şer
parmağı bulunuyor.
Tyrannosaurus ve velociraptor familyasından olan yeni dinozorun, Theropoda türüne ait olduğu belirtiliyor. Yeni türe”Gualicho shinyae" ismi verildiği ifade edildi. Patagonya bölgesindeki yerel topluluk Tehuelche,”Gualicho” adının, kötü ruhu temsil ettiğine inanıyor.
Öte yandan dinozorun 2007 yılında ortaya çıkarıldığı; ancak analizlerin zorluğu nedeniyle tespitin şimdi yapılabildiği aktarıldı.
Bulunan fosillerin, Río Negro’daki Patagonya Doğa Bilimleri Müzesi ve Carlos Ameghino İl Müzesi’nde muhafaza edildiği vurgulandı.
Evrensel, 15.07.2016
|
17 - 23 Temmuz 2016
|
ANTİK TİYATRO GÜN
YÜZÜNE ÇIKIYOR

Bursa'nın değerlerini geleceğe taşırken tarihi ve
kültürel miras yatırımlarını ilçelere de taşıyan
Büyükşehir Belediyesi, Romalıların sahne anlamında
Marmara Bölgesi'ndeki tek eseri olan ve İznik'te
bulunan 2000 yıllık amfi tiyatroyu ayağa kaldırmak
için de çalışmalarına hız verdi.
İznik'teki
antik tiyatronun kazı çalışmalarında inceleme yapan
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe'ye İznik
Belediye Başkanı Osman Sargın ile Büyükşehir
Belediyesi bürokratları da eşlik etti. Altepe,
“İznik'te 2000 yıllık Roma döneminin amfi
tiyatrosunda kazı çalışmaları devam ediyor. Tarih
boyunca büyük tahribatlara uğrayan Roma tiyatrosu,
harabe hale gelmişti. Uzun yıllardır gündeme gelen
tiyatrodaki kazı çalışmaları Büyükşehir Belediyesi
ile hız kazandı. Bütünşehir uygulamasının ardından
başlatılan çalışmalara 1 yılı aşkın süredir devam
ediyoruz" dedi.
Daha evvel senede 1,5 - 2 ay olan çalışmaların artık
sürekli olarak yapıldığını belirten Başkan Altepe,
“Şu anda da İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi'nin
değerli hocalarının katkılarıyla amfi tiyatronun
özgün kimliğiyle ilk günkü orijinal haline
dönüştürülmesi için çalışılıyor. Kazılarda orijinal
zeminin bulunması ve dökülen yıkıntı taşların
kaldırılmasına devam ediliyor. Tiyatroda ilk günkü
haliyle restorasyon ve rekonstrüksiyon çalışmaları
yapılacak ve yapı, 2000 yıl sonra orijinal işleviyle
hizmet verecek" diye konuştu.
Başkan Altepe, tiyatronun özellikli bir yapı
olduğunu anlatarak, “Parmakla sayılacak kadar az
örneği olan bir tiyatro projesi bu ve yalnızca
Side'de benzer proje var. Burası orijinal haliyle
İznik bölgesine de değer katacak. Tüm medeniyetlere
ait izler taşıyan ve herkesin ilgisini çeken
çalışmalar, İznik'e değer katacak. Çünkü 2000 yıllık
bu tiyatroda etkinlikler yapılabilecek. Bursa ve
İznik'in zenginliklerini kısa zamanda ortaya
çıkarmak için yoğun bir çalışma var" şeklinde
konuştu.
Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden
Doç.Dr. Aygün Ekin Meriç de tiyatronun restorasyonu
ve kazısının tamamlanmasına çalıştıklarını
belirterek, öncelikle tiyatroda orkestranın zeminini
bulacaklarını, girişte görülmesi gereken tiyatro
yapısını ortaya çıkaracaklarını ve ardından da
restorasyonların yapılabileceğini kaydetti.
Yeni Şafak, 21.07.2016 |
SİDE KAZISINA
SPONSOR BULUNAMADI
Antalya’nın Side antik kentinde bu yıl kazı
çalışmaları 30’u yabancı uzman olmak üzere 60
kişilik ekiple 5 ayrı bölgede yapılacak. Side Kazı
Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı, kazı
çalışmalarını 15 Ağustos’a kadar sürdüreceklerini
açıkladı.
Apollon Tapınağı’nın da
olduğu tapınaklar bölgesindeki çalışmaların üçüncü
aşamasına geçilmesi gerektiğine, ancak ödenek
yetersizliğinden yapılamadığına dikkati çeken
Prof.Dr. Alanyalı, “Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan
gelen bütçemiz yaklaşık 3’te 2 oranında düştü.
Sponsor bulunabilirse Apollon Tapınağı, Athena
Tapınağı ve bazilikanın olduğu bölgedeki çalışmayı
tamamlamak istiyoruz. Ancak bazen çok ilginç
durumlarla da karşılaşıyoruz. Mesela bir yapı var
Side Antik Kenti’nde. Sponsor olmak isteyenler
yapının antik dönemde ne amaçla kullanıldığını
soruyor. ‘Aşk evi’ (genelev) veya ‘tuvalet’ olduğunu
söylediğimizde sponsorluktan vazgeçiyorlar” dedi.
Habertürk, 21.07.2016
|
KESİK KULAĞIN
SIRRI ÇÖZÜLDÜ
Ünlü ressam
Van Gogh’un
kulağını kesip gönderdiği gizemli kadının
kimliği tespit edildi. ‘The Art Newspaper’
dergisinin iddiasına göre o isim arkadaşının
işlettiği kafede temizlikçi olarak çalışan
Gabrielle Berlatier.
Hollandalı ünlü ressam
Vincent
Van Gogh'un
bir cinnet anında kestiği kulağını gönderdiği
genç kadının kimliği, 128 yıl sonra ortaya
çıkarıldı.
‘The Art Newspaper’
dergisi
Van Gogh
ile ilgili geçen hafta yayımlanan yeni bir
kitapta verilen bilgileri araştırarak ressamın
kesik
kulağını bir çiftçinin kızı olan Gabrielle
Berlatier adlı genç kadına gönderdiğini buldu.
Kitaptaki ayrıntıların peşine düşen
araştırmacılar, genç kadının adına bir süre
tedavi gördüğü
Paris'teki
Pasteur Enstitüsü kayıtlarından ulaştı.
Araştırmacılar, 1888'de 18 yaşında olan ve
Arles'in 10 kilometre doğusundaki Moules Köyünde
yaşayan Gabrielle'in Van Gogh'un iki arkadaşı
tarafından işletilen ve ressamın birkaç ay üst
katındaki odada kaldığı ‘Cafe de la Gare’ adlı
kafede temizlikçi olarak çalıştığını kaydetti.
Van Gogh ile ilişkisi sır olarak kalan genç
kadının olaydan birkaç yıl sonra evlendiği
belirtildi.
İLİŞKİSİ
ARAŞTIRILIYOR
Art Newspaper
araştırmacılarından Van Gogh uzmanı Martin
Bailey, makalesinde "Genç kadının ismini bularak
gizemin sadece bir kısmını çözdük. Şimdi de
Gabrielle'in kim olduğunu, Van Gogh ile
ilişkisini aydınlatmamız gerekiyor" ifadelerini
kullandı.
Bernadette Murphy, genç
kadının ilk adını geçen hafta yayımladığı ‘Van
Gogh's Ear: The True Story (Van Gogh'un Kulağı:
Gerçek
Öykü)’ adlı
kitabında vermiş, soyadını ise akrabalarından
izin alana dek sır olarak saklayacağını
açıklamıştı. Kitapta Van Gogh'un sanıldığı gibi
kulağının bir kısmını değil, tamamını kestiği
ileri sürülüyor.
Van Gogh, 23 Aralık
1888 gecesi bir cinnet anında usturayla kulağını
kesmiş, ertesi gün kan kaybından ölmek üzereyken
bulunmuştu. Alman sanat tarihçileri Hans Kaufman
ve Rita Wildegans, ‘Van Gogh'un Kulağı: Paul
Gauguin ve Sessizlik Mutabakatı’ adlı
kitaplarında ünlü ressamın kulağını kendisinin
değil, arkadaşı Gauguin'in kestiğini, Van
Gogh'un arkadaşını korumak için yalan
söylediğini ileri sürmüştü. Resim dünyasının en
gizemli sanatçılarından biri olan Van Gogh, 27
Temmuz 1890'da bir tarlanın ortasında kendisini
tabancayla vurmuş, iki gün sonra kardeşi
Theo'nun kollarında ölmüştü.
Hürriyet, 21.07.2016
|
IHLAMUR PARKI'NDA
GELİŞME: GECEKONDUDAN SARNIÇ ÇIKTI, SEBA İNŞAAT
GİZLİYOR
Ihlamur Parkında bulunan ve Seba İnşaat tarafından
“kentsel dönüşüm” kılıfına mazeret gösterilen 5
gecekondudan biri 17 Temmuz günü boşaltıldı. Yapının
boşaltılmasıyla birlikte içinde bulunan tarihi
tonozlu sarnıç açığa çıktı, Seba İnşaat ise inşaat
planlarını suya düşürecek sarnıcın varlığını örtbas
etmek için seferber oldu.

Mahalleli tespit
etti, koruma kuruluna başvurdu
17 Temmuz
günü gecekondu sakinlerinin Seba İnşaat’tan muhtar
huzurunda 70 bin lira aldıkları ve evlerini derhal
boşaltma konusunda anlaştıkları duyumunu alan bölge
sakinleri, gecekonduya gittiklerinde karşılaştıkları
manzaraya inanamadı. Tarihi Osmanlı nişan taşlarının
ve çeşmesinin yanı sıra içinden su yolları da
geçtiği bilinen parkta, gecekondunun içinde bir de
tonozlu sarnıç açığa çıktı. Sarnıcı fotoğraf ve
videolarla belgeleyen mahalleli, tarihi eserin
tespit ve tescili için 19 Temmuz günü Üç Numaralı
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğüne dilekçe
yazdı, ellerindeki belgeleri sundu. Koruma
Kurulu’nun alana gelip inceleme yapması bekleniyor.

Seba İnşaat’tan
örtbas operasyonu
Salı günü gecekonduya
dönen mahalleli, ikinci bir sürprizle karşılaştı.
Sarnıcı saran tarihi duvarlar dahil gecekondunun tüm
girişlerinin Seba İnşaat tarafından gerçekleştirilen
hummalı bir çalışma sonucu demir panellerin kaynak
yapılmasıyla kapandığı görüldü. Fakat 2863 sayılı
kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanunu
uyarınca, günışığına çıkan tarihi eseri koruma
kuruluna bildirmesi gerekiyor.

“Gecekondu” deniyor,
içi sır gibi gizleniyor
Seba İnşaat
bugüne kadar yaptığı basın açıklamalarında park
içindeki inşaat planlarını meşru göstermek için
“gecekondulara ve tinercilere” atıf yaparak
yurttaşın aktif olarak kullandığı parkı, tarihi
değeri olmayan metruk bir arazi olarak yansıtmaya
çalışmıştı. Dolayısıyla söz konusu yapı kamuoyuna
yansıtılmaya çalışıldığı gibi “basit bir gecekondu”
ise, neden böyle hummalı bir çalışılmaya girişildiği
sorusu akıllara geldi.

Tahrifat endişe
verici
Diğer yandan, tarihi değeri
kolayca anlaşılabilen sarnıcın, inşaat firmasının
dikkatinden kaçmış olamayacağını düşünen mahalleli,
kasıtlı bir örtbas çabası olduğu ve tarihi
duvarların yapılan kaynakla kasıtlı olarak tahrif
edildiği kanısında. Gecekondunun içinde bulunan
çöplerle birlikte havasız kalacak şekilde
“mühürlenmesi” tarihi sarnıcın zarar göreceği
endişelerini artırıyor.
İlgili koruma kurulunun
verilen dilekçe ve belgelere cevaben önümüzdeki
günlerde incelemede bulunması, tarihi sarnıcı tespit
ve tescil etmesi bekleniyor. İnşaat projesinin
Osmanlı nişan taşlarının ve tarihi çeşmenin
bulunduğu bölgeyi tehlikeye atmadığını savunan Seba
İnşaat’ın inşaat planları, gecekondunun içinden
tarihi sarnıç çıkması ile yasa gereği rafa
kalkabilir.
Ne olmuştu?
Ihlamur parkında tartışmalar, 1. derece
kültürel SİT alanı statüsündeki bölgenin saç
levhalarla çevirmesiyle başlamış, mahalle sakinleri
parklarını koruma gayesiyle nöbete başlamıştı.
Beşiktaş Belediye başkanına yöneltilen soruların
günlerce yanıtlanmaması ve mahallelinin belediye
meclisi toplantısına alınmaması tepkileri ve
kaygıları büyütürken, Seba inşaat imar planı
bulunmayan parka “beş katlı konut” yapacağını ilan
etmişti.

Birgün, Haber: Fatih
Kıyman, 21.07.2016
|
LE CORBUSIER'İN
BİNALARI DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NDE
UNESCO Dünya Mirası Komitesi, Türkiye başkanlığında
İstanbul’da yaptığı toplantının ardından 4 yeni
alanın daha miras listesine eklendiğini açıkladı.
Modernizmin önemli figürlerinden Le Corbusier’nin
farklı ülkelerde inşa ettiği bir dizi binası UNESCO
Dünya Mirası Listesi’ne yeni eklenenler arasında yer
aldı.
UNESCO, 7 ülkeye yayılmış 17
Le Corbusier yapısının listeye dahil edilmesiyle
ilgili açıklamasında eserlerin “eskiden kopuşu
sağlayan yeni bir mimari dilin geliştirilmesinin
belgeleri” oldukları yorumunu yaptı.
Listeye giren The Complexe du
Capitole in Chandigarh (Hindistan), the National
Museum of Western Art (Japonya), the House of Dr
Curutchet in La Plata (Arjantin) ve the Unité
d’habitation (Fransa) gibi yapıların, modern
hareketin 20. yüzyıl boyunca sosyal ihtiyaçlara
cevap verecek yeni mimari tekniklerin bulunmasına
dair uyguladığı çözümleri yansıttığı belirtildi.
UNESCO, yaratıcı bir dehanın ürünü olan bu eserlerin
mimari pratiğin dünya çapında uluslararası hale
gelmesinin kanıtı olduğunu söyledi.
Le Corbusier’nin Dünya Mirası
Listesi’ne eklenen yapıları şunlar oldu:

Villa Savoye et loge du jardiner (Fransa), Fotoğraf: Oliver Martin-Gambier, © FLC/ADAGP

Unité d'habitation Marseille (Fransa), Fotoğraf: Bénédicte Gandini, © FLC/ADAGP

Petite villa au bord du lac Léman (İsviçre), Fotoğraf: Oliver Martin-Gambier, © FLC/ADAGP

Musée National des Beaux-Arts de l'Occident (Japonya)

Maisons de la Weissenhof-Siedlung (Almanya), Fotoğraf: Thomas Wolf, © FLC/ADAGP

Maisons La Roche et Jeanneret (Fransa), Fotoğraf: Oliver Martin-Gambier, © FLC/ADAGP

Maison du docteur Curutchet (Arjantin), Fotoğraf: Oliver Martin-Gambier, © FLC/ADAGP

Maison de la Culture de Firminy (Fransa), Fotoğraf: Oliver Martin-Gambier, © FLC/ADAGP

Maison Guiete (Belçika),
Fotoğraf: P. De Prins, © VIOE

La Manufacture à Saint- Dié (Fransa), Fotoğraf: Oliver Martin-Gambier, © FLC/ADAGP

Immeuble locatif à la Porte
Molitor (Fransa), Fotoğraf: Oliver Martin-Gambier, ©
FLC/ADAGP

Immeuble Clarté (İsviçre), Fotoğraf: J.J. De Chambrier, © J.J. De Chambrier / OFC

Couvent Sainte-Marie-de-la-Tourette (Fransa), Fotoğraf: Oliver Martin-Gambier , © FLC/ADAGP

Complexe du Capitole (Hindistan), Fotoğraf: Bénédicte Gandini, © FLC/ADAGP

Cité Frugès (Fransa), Fotoğraf: Nikolas Ernult, © Ville de Pessac - Nikolas Ernult

Chapelle Notre-Dame-du-Haut de Ronchamp (Fransa), Fotoğraf: Paul Koslowsky, © FLC/ADAGP

Cabanon de Le Corbusier (Fransa), Fotoğraf: Oliver Martin-Gambier, © FLC/ADAGP
Arkitera, Haber: Burcu
Bilgiç, 20.07.2016
|
SUR, UNESCO'NUN GÜNDEMİNE GELMEDİ
UNESCO’nun dün
sona eren Dünya Miras Komitesi 40. Toplantısı’nda
Kars’taki Ani Harabeleri Dünya Miras Listesi’ne
alındı. Diyarbakır Belediyesi ise Sur’daki
tahribatın gündeme gelmemesi nedeniyle hayal
kırıklığı yaşadı.
İstanbul’da toplanan UNESCO Dünya Miras
Komitesi, son bir yılda devlet güçleri ile
PKK arasındaki hendek savaşları nedeniyle
Diyarbakır’ın tarihi Sur İlçesi’nde oluşan
tahribatı tartışma dışı bıraktı. Dönem
başkanı Türkiye’nin komiteye sunduğu
Sur’daki yıkıma ilişkin rapor kamuoyuna
açıklanmazken, UNESCO'nun Sur konusunda
aldığı ve toplantı katılımcılarının
tepkisini çeken karar taslağı da tartışmaya
açılmadan kabul edildi. Öte yandan Kars'ta
bulunan Ani Arkeolojik Alanı’nı UNESCO Dünya
Miras Listesi'ne kaydedildi. Böylece
Türkiye’nin Dünya Miras Listesindeki varlık
sayısı 16 oldu.
DW Türkçe’ye konuşan akademisyenler ve
STK temsilcileri, UNESCO’nun Sur’daki
tahribata ilgisiz kalmasını şaşkınlıkla
karşıladıklarını belirterek geçen yıl Dünya
Mirası Listesi’ne alınan Sur'un durumunun 10
gün süren toplantıda ele alınmamasının
komitenin ve imzaladıkları sözleşmelerin
güvenirliğini ciddi şekilde sorgulanmasına
neden olduğunu ifade etti.
Türkiye'nin kurucu 20 devletten biri
olduğu Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Örgütü’nün (UNESCO) Dünya Miras
Komitesi 40. Toplantısı sona erdi. 10
Temmuz’da başlayan toplantının dönem
başkanlığını ilk kez Türkiye üstlendi.
Toplantı boyunca dünya genelinde listeye
kayıtlı bulunan 1031 alandan 156’sının
koruma durumu raporları incelendi. Ayrıca
toplantı gündemi çerçevesinde ‘Tehlike
Altındaki Dünya Miras Listesi’ndeki
alanların mevcut durumları ele alındı.
Komite üyeleri Sur’u konuşmadı
Toplantı kapsamında geçen yıl Almanya’nın
Bonn kentinde gerçekleştirilen 39. Komite
Toplantısı’nda ‘Dünya Mirası Listesi’ne
alınan Diyarbakır’ın Sur İlçesi'nde son bir
yıldır yaşanan yıkım ve tahribatın da ele
alınması bekleniyordu. Bu nedenle Sur’daki
tarihi ve kültürel alanlara ilişkin son
durumu aktarmak üzere Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi Eş Başkanı Gültan Kışanak ve
Kültürel Miras Daire Başkanı Nevin Soyukaya
da İstanbul’a gelmişti. Ancak Dünya Miras
Komitesi’nin hiçbir üyesi Sur’a ilişkin söz
almayınca komitenin 27 Haziran’da sunulan ve
“Türkiye’nin kayırıldığı” eleştirilerine yol
açan karar taslağı gündeme alınmadan kabul
edildi.
Öte yandan Türkiye’nin 11 Mayıs’ta
sunduğu rapor da UNESCO kamuoyuna
açıklanmadı. Komite Türkiye’den Şubat
2017’ye kadar yeni bir rapor hazırlamasını
talep etti.
“Çatışma bitti ama yıkım sürüyor”
DW Türkçe’ye konuşan Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi Kültürel Miras Dairesi
Başkanı Nevin Soyukaya’ya göre, Komite'nin
Türkiye'den 6 ay sonra için rapor istemesi
Sur'daki tahribatın objektif şekilde kayıt
altına alınmasına önemli ölçüde zarar
verecek. “Sur’da çatışma bitti ama yıkım
devam ediyor. Sur’un kaybedecek bir dakikası
yok” diyen Soyukaya, operasyonların sona
erdiği Mart ayından bu yana Sur’a yalnızca
devlet yetkililerinin girişine izin
verildiğine, yerel yönetim ve STK’ların
Sur’da inceleme yapmasına müsaade
edilmediğine dikkat çekti. Soyukaya, “Sur’da
şu an düzleştirme ve sokak genişletme
çalışmaları olduğunu biliyoruz. Ancak UNESCO
Komitesi, Sur konusunu tartışmaya açmayarak
bu konuda Türkiye’ye hiçbir yükümlülük
getirmedi. Dünya Mirası listesine alınan bir
bölgede bunlara göz yumulması çok üzücü”
diye konuştu.
“UNESCO’nun güvenilirliği zedelendi”
Kültürel Mirası Koruma Derneği Yönetim
Kurulu Üyesi Yard. Doç.Dr. Banu Pekol da
UNESCO’nun Sur konusunda takındığı tavrın
hayalkırıklığı yarattığı görüşünde.
UNESCO’nun siyasi irade uygulayamasa da
yıkım ve yıkım sonrası için BM Güvenlik
Konseyi’ne çağrıda bulunabilecek güce sahip
olduğunu hatırlatan Pekol, “UNESCO’nun
Kültürel Alanların Silahlı Çatışma Durumunda
Korunması Gerekliliği hakkındaki 1954 Lahey
Sözleşmesi’ni ve iki protokolünü yerel
otoritelere hatırlatma gücü var. Bu
sözleşmede 4. maddede kültürel alanların
zarar veya yıkımının önüne geçilmesi yazar.
UNESCO bu şekilde bir çağrıyı daha önce
Mali’deki kültürel miras alanlarındaki
yıkımda yapmıştı. Sur ise gündeme gelmesi
meşru bir alan, ancak toplantıda maalesef
hiçbir komite üyesi bu konuda söz almak
istemedi” şeklinde konuştu.
“Ani için Ermenistan ile ortak grup
kurulmalı”
Sur hakkında çeşitli yerel ve
uluslararası STK’ların komite üyelerini bu
konu ile ilgili söz alması konusunda
teşviklerin ‘ret' ile karşılandığına işaret
eden Pekol, “Sur’un durumunun bu toplantıda
ele alınmaması hem komitenin hem de
imzaladıkları sözleşmelerin güvenirliğini
ciddi şekilde sorgulatıyor” dedi. Öte yandan
Ani Harabeleri’nin listeye alınmasının
politik bir anlam taşıdığını vurgulayan
Pekol’a göre, “Ani’nin Ermeni kimliği
sebebiyle hem Türkiye’den hem de
Ermenistan’dan uzmanların bir arada
çalışacağı bir uzman grubu olmalı. Yani
Ani’nin listeye alması ile Türkiye’deki
mimari koruma disiplini bir sınav verecek
diyebiliriz” değerlendirmesinde bulunuyor.
Ani’de şu noktadan sonra yapılacak mimari
koruma faaliyetlerinde nasıl bir yöntem
izleneceğinin çok önemli olduğunun altını
çizen Pekol, şunları söylüyor: “Eğer koruma
planlaması ve süreci yapının uzmanlık
gerektiren özelliklerini göz ardına almayan
tipik ihale süreci ile yapılacaksa sonucun
hüsran olması yüksek bir ihtimal. Ani’deki
yapılara benzer mimari yapılar ve benzer
yerleşimler üzerine çalışmış uzmanların bu
işi yapmaları gerekiyor.
Deutsche
Welle Türkçe, Haber: Aram Ekin
Duran,19.07.2016
|
ERDOĞAN: İSTESELER DE İSTEMESELER DE KIŞLAYI
YAPACAĞIZ
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,
"Hükümetimiz şu anda önemli bir hazırlığın içinde ve
çarşamba günü inşallah Milli Güvenlik Kurulumuzu
toplayacağız. Milli Güvenlik Kurulundan sonra da bir
Bakanlar Kurulu toplantısı yapacağız ve Milli
Güvenlik Kurulu ardından Bakanlar Kurulu
toplantısıyla da önemli bir kararı açıklayacağız"
dedi.
İstanbul Kısıklı'da halka seslenen Erdoğan,
şunları söyledi: “Taksim'deki
kışla inşallah isteseler de istemeseler de tarihine
uygun olarak o da yapılacak. Orada bir tarih müzesi
yapacağız, bir şehir müzesi yapacağız. Bitmez, şu
andaki Atatürk Kültür Merkezi'nin olduğu yere,
yanındaki boşluk, arkasındaki boşluk tamamıyla orası
yıkılacak ve Türkiye'nin ilk opera binasını da
inşallah oraya yapacağız. Bitmedi, üçüncü bir
müjdemiz daha var Taksim'de, orada maksem var,
maksem nedir biliyor musunuz? Suyun taksim edildiği
yer, hani o böyle tarihi duvarlar var ya o duvarın
tam arkasına da inşallah proje hazır Taksim
Camisi'ni de oraya inşa edeceğiz. Taksim'in tamamını
yayalaştıracağız."
T24 (Kısaltarak), 19.07.2016
|
OSMANLI'NIN 150 YILLIK KIŞLASI, EĞİTİM VE KÜLTÜR
MERKEZİ OLACAK
Çorum'un İskilip İlçesi'nde bulunan, Osmanlı Devleti
döneminde inşa edilen askerlerin toplanma, eğitim ve
sevk merkezi olarak kullanılan yaklaşık 150 yıllık
Redif Kışlası, Orta Karadeniz Kalkınma Ajansının
(OKA) desteğiyle restore edilerek eğitim ve kültür
merkezi olarak kullanılacak.
Çorum'un ahşap evleri,
kaya mezarları, asırlık çeşmeleri ve tarihi
yapılarıyla ünlü İskilip İlçesi'nde 20. yüzyılın
başlarında Osmanlı Devleti tarafından savaş
dönemlerinde askerlerin toplanma, eğitim ve sevk
merkezi olarak kullanılan Redif Kışlası'nın uzun
yıllardır sürdürülen restorasyon çalışmalarında son
aşamaya gelindi.
Yıllardır atıl durumda
bırakılan kışlanın restore edilerek eğitim ve kültür
merkezine dönüştürülmesi için İskilip
Kaymakamlığınca hazırlanan proje, OKA tarafından
kabul edildi.
Kaymakam Şuayip
Gürsoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçenin en
önemli tarihi varlıklarından biri olan kışlanın 2
yıldır harcanan emek sonunda turizme kazandırılacak
olmasının heyecanını ve mutluluğunu yaşadıklarını
söyledi.
Kaymakamlığın proje
ofisi tarafından röleve, restitüsyon ve restorasyon
projeleri hazırlatılarak Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür Varlıkları Koruma Kuruluna onaylatılan Redif
Kışlası Uygulama Projesi için OKA'nın "Turizmin
Geliştirilmesine Yönelik Küçük Ölçekli Altyapı
Yatırımlarına Mali Destek Programı" çağrısına
başvuruda bulunduklarını belirten Gürsoy, projenin
destek almaya hak kazandığını bildirdi.
Proje bedeli 1 milyon 800 bin lira
Proje ekibinin 2
yıldır verdiği emeğin karşılığını bulduğunu, İskilip
için de güzel bir rüyanın gerçekleşmesine kapı
açıldığını anlatan Gürsoy, "Yaklaşık 40 yıldır
restore edilerek kurtarılmayı ve kullanılmayı
bekleyen ilçemizin en önemli tarihi varlıklarından,
20'nci yüzyıl Osmanlı dönemi mimarisine sahip Redif
Kışlası nihayet kültür merkezi olarak kullanılma
aşamasına geldi. Bunun mutluluğunu, sevincini
yaşıyoruz. İnşallah tez zamanda restorasyonu
tamamlanmış kültür merkezimizin açılışını da yapmak
nasip olur." dedi.
Gürsoy, 1 milyon 800
bin lira bütçesi bulunan proje sayesinde İskilip'in
hem kaybolmak üzere olan bir değerini koruyacağına
hem de ilçenin ihtiyaç duyduğu kültür merkezine
kavuşacağına dikkati çekti.
Anadolu Ajansı,
Haber: Gazi Nogay, 19.07.2016
|
KANALİZASYONDA
ROMA MOZAİĞİ
Güney Kıbrıs Rum
kesiminin sahil kentlerinden Larnaka'da kanalizasyon
çalışmaları sırasında
Roma dönemine ait mozaik bulundu.
19 metre uzunluğunda ve 4.5 metre genişliğindeki eserin Roma mitolojisinden Herkül'ün başarılarını resmettiği belirtiliyor.
Yetkililer mozaiğin beş parçadan oluştuğunu belirti.
Sabah, 16.07.2016 |
 |
İLK 'TÜRK' SÖZCÜĞÜ
TİKA'nın koordinasyonuyla Bilge Tonyukuk
anıt alanında kazı çalışmaları yapan Prof. Ahmet
Taşağıl ve ekibi iki yeni yazılı taş anıt buldu.
Anıtlarda Türklerin birlik-beraberliği, düşmanla
işbirliği yapan içerideki hainlere karşı neler
yapıldığı, kazanılan zaferler anlatılıyor.
Moğolistan'da iki yeni
Türk taş anıtı bulundu. Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı'nın (TİKA) koordinasyonuyla
yapılan çalışmalar sonunda, Bilge Tonyukuk anıt
alanında toprak altından çıkarılan taşların en
önemli özelliği, ‘Türk' sözcüğünün geçtiği en eski
yazılı kaynak olması. Moğolistan'ın başkenti Ulan
Batur'a 20 kilometre uzaklıktaki Nalayh İlçesi'nde
yer alan 725 senesine ait Bilge Tonyukuk anıt
alanında yapılan kazılarda, iki yeni Türkçe anıt
bulundu. Yeditepe Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Ahmet Taşağıl başkanlığında yürütülen
çalışmalarda çözümü yapılan metinlerde, Türklerin
Orta Asya'dan dünyaya yayılması, düşmanlara karşı
tutumu, birlik ve beraberlik ruhunun sağlanması gibi
önemli konulara yer veriliyor.
Birinde 35,
diğerinde 27 satır var
Kazı alanında
sorularımızı yanıtlayan Prof. Taşağıl, Türkiye'nin
Türk tarihine ilişkin önemli varlıkları TİKA
vasıtasıyla dünyanın birçok yerinde korumaya
aldığını anlattı. Taşağıl, “Türk tarihinin çok
önemli anıtlarını bulduk. Şimdiye kadar çoktan
bunlara ulaşmamız lazımdı, geç bile kaldık. Burada
mezar yok ama, gelecek nesillere ders verilmek üzere
yazılmış iki anıt taş var. Birincide 35, ikincide 27
satır var. Bu metinlerde Türklerin birliği,
bütünlüğü, düşmanlarla işbirliği yapmaması ve devlet
idaresinin nasıl olması gerektiği, olaylardan
gelecek nesillerin çıkartması gereken dersler
anlatılıyor.” şeklinde konuştu. Göktürkler üzerine
dünyanın en önde gelen uzmanlarından biri sayılan
Prof. Taşağıl, kazı yaptıkları bölgenin Dokuz Oğuz
bölgesi olduğunu belirtti. Anıtların bulunduğu
yerin, eski Türk boylarının en doğu sınırında
bulunduğunu vurgulayarak, “Bundan sonra Moğollar
var. Türk sınırı buradan başlıyordu. Asıl merkezi
Orhun. Kuzey Sibirya Türk eserleriyle dolu. Bunların
korunması ancak Türk hükümetinin katkısıyla olur.”
dedi.
Yeni bulunan iki taş
anıttaki yazıların içeriğine ilişkin bilgiler de
veren Prof. Taşağıl şöyle devam etti: “Burası
zamanında bir külliyeydi. İnsanlar ve gelecek
nesiller ibret alsınlar diye meramını yazdırıp,
tören alanı yapıyorlar. Anıtkabir gibi sembolik
duvar var. 2. Göktürk devleti nasıl kuruldu,
düşmanla nasıl savaştı, hainler iç ve dış
düşmanlarla nasıl işbirliği yaptı, bunlar nasıl
engellendi? Devletin nasıl idare edileceği konusunda
cümleler var.”
Bölgede Türk tarihine
ilişkin yeni eserlerin sık sık bulunması TİKA'yı
harekete geçirdi. TİKA, eserlerin tanıtılması,
korunması ve gelecek nesillere aktarılması amacıyla
anıtların bulunduğu bölgede bir müze kuracak.
TİKA'nın Moğolistan Milli Eğitim ve Kültür
Bakanlığı'yla işbirliği çerçevesinde bölgede 18
kişilik bir ekiple çalıştıklarını ifade eden Prof.
Taşağıl, kısa süre içinde müzenin temelini
oluşturacaklarını söyledi.
Zaman, Haber: Cüneyt
Bitikçioğlu, 15.07.2016
|
630 YILLIK CAMİ RESTORE EDİLDİ

Bursa Büyükşehir Belediyesince restore ettirilen
İznik İlçesi'ndeki 630 yıllık tarihi Yeşil Cami,
yeniden ibadete açıldı.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Yeşil
Cami'nin restorasyonun ardından yeniden ibadete
açılması dolayısıyla düzenlenen törende, İznik'in
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmesi için
alan başkanlığının oluşturulduğunu hatırlattı.
Altepe, geçen yıl restorasyon çalışmalarına
başlanan caminin ibadete açılmasından dolayı mutlu
olduğunu belirterek "Ecdadın bize emaneti için ne
yapsak azdır. 630 yıllık heyecanı özgün özelliğiyle
gerçekleştirdik. İlçede çalışmalar devam ediyor.
Büyükşehir ile İznik en önemli turizm
destinasyonlarından olacak. Hem kendi kültürümüze
hem de diğer kültürlere sahip çıkıyoruz." diye
konuştu.
Yeşil Cami'nin İznik surları dahilinde Lefke ve
İstanbul kapıları arasında, Lefke Kapı'nın
kuzeybatısında yer aldığını aktaran Altepe, şöyle
devam etti:
"Tarihi yapı, planı, üslubu, süslemeleri,
kullanılan malzemenin kalitesiyle Osmanlı
mimarisinin erken döneminde inşa edilen yapıların
arasında özel bir yere sahiptir. Kitabesinde
Çandarlı Hayrettin Paşa'nın inşasını başlattığı
ancak vefat etmesi nedeniyle oğlu Ali Paşa
tarafından 1392'de tamamlattırıldığı
belirtilmektedir. Kitabelerinin en önemli yanı ise
yapının mimarı olarak Musa Oğlu Hacı isminin
geçmesidir. Bu özelliği yapıyı mimarı bilinen İkinci
Osmanlı Dönemi eseri yapmaktadır."
Konuşmaların ardından Altepe, protokol üyeleri ve
vatandaşlar, dualarla yeniden ibadete açılan camide
cuma namazı kıldı.
Akşam, 15.07.2016
|
ZİGETVAR'DA DERVİŞ TEKKESİ BULUNDU
Macaristan’ın Zigetvar kentinde Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı (TİKA) tarafından Kanuni Sultan
Süleyman’ın iç organlarının defnedildiği türbeyi
bulma amacıyla başlatılan kazı çalışmalarında, 1692
yılında Habsburg askerleri tarafından yıkılan
Osmanlı dönemine ait caminin ve caminin yanında
kurulan tekkenin kalıntıları ortaya çıkarıldı.
CAMİ VE TEKKENİN KALINTILARI BULUNDU
2015 yılından bu yana Türkiye adına kazı çalışmaların başında bulunan Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Tarihi Bilim Dalı Prof.Dr. Ali Uzay Peker ve ekibi, Macar tarafından ise Pecs Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Norbert Pap, Zigetvar’daki kazı çalışma alanında açıklama yaptı. Macaristan’ın eski Ankara Büyükelçisi Türkolog Prof.Dr. Janos Hovari’nin Macaristan genelinden Zigetvar’a davet ettiği yaklaşık 30 gazeteci şimdiye dek sürdürülen kazı çalışmaları hakkında bilgilendirildi. Macar bilim adamı Pap, 2015 yılının son baharında başlattıkları kazı çalışmalarının neticesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının defnedildiği türbenin yerini tespit ettiklerini, ancak bunu güçlendirebilmek için türbenin yanında cami ve tekkenin de bulunmasının gerektiğine değindi. Pap, Türk kazı ekibiyle birlikte yaptıkları kazıların neticesinde türbenin hemen yanında caminin ve tekkenin kalıntılarını bulduklarını kaydetti.
Türkiye adına 10 kişilik Türk ekibiyle kazı çalışmasının sürdüren OTDÜ Mimarlık Tarihi Bilim Dalı Prof.Dr. Ali Uzay Peker, birkaç gün önce buldukları tekkeyle de ilgili konuştu. Peker çalışmalarının başarılı sonuçlar verdiğini kaydederek, “2015 yılı Eylül-Ekim aylarında ilk çalışmalarımıza başladık. Arkeolojik kazılara başladık demek daha doğru olur. Daha önce yapılan arşiv araştırmaları, kaynak araştırmaları, müze araştırmaları jeolojik araştırmalar ve pek çok araştırmalar sonucunda burada sultan Süleyman’ın türbesinin olduğunu tahmin etmiştik. Jeofizik araştırmalar bunu göstermişti ama kazı yapıp malzemelere ulaştığımız zaman somut verilere ulaşıyorsunuz” dedi.
KANUNİ'NİN VEFATINDAN SONRA CAMİ VE TÜRBE İNŞA EDİLDİ
Peker, “Bugün artık şunu diyebiliriz ki, burası Sultan Süleyman’ın türbesinin içinde olduğu Palanka’nın olduğu bölgedir. Üzüm tepesi Mevla Çelebi’nin metninde de belirtildiği gibi Sultan Süleyman’ın otağının kurulduğu yer, burada Zigetvar’ın görünmesi daha kolay. Dolayısıyla burada Sultan Süleyman’ın otağı kurulmuştu, daha sonra kendisi vefat edince iç organları burada gömüldü ve akabinde bir türbe inşa edildi. Sokullu Mehmet Paşa burada cami ve tekke yaparak bu alanı bir ziyaretgah haline getirdi. Biz aslında bu ziyaretgahı keşfettik. Ama daha önceki kaynaklara dayanarak bu çalışmaları başlattık” açıklamasını yaptı. Daha sonra kazı çalışmaları sonucunda tespit edilen tekkeyi anlatan Peker, 2016 yılının Sultan Süleyman’ın vefatının 450. yıl dönümü nedeniyle bu kazılara yoğunluk verildiğini belirtti.
Pecs Üniversitesi adına Macar Bilim Adamı Pap’ın grubunda bulunan Erika Hancz, cami ve tekkeden çıkarılan tarihi eserleri, pipo, derviş çanta tokası, çizme tokası, kemer tokası, mahmuz, buğday öğütmek için taşı ve taşın üzerinde buğday tanesi, soba kalıntısı, kale suru kalıntısı, son olarak ise Osmanlı akçesini gösterdi.
Habertürk, 15.07.2016
|
800 YILLIK MUMYA BİLİM DÜNYASINDA ŞAŞKINLIK YARATTI!
Sibirya'nın Salekhard
kasabasında bulunan mumya, insanoğlunun arktik
çağdaki yaşamı hakkında bilinmeyenlere ışık tuttu.
Soğuk iklim koşulları nedeniyle günümüze kadar
bozulmadan görüntüsünü muhafaza edebilen mumya,
bilim dünyasında da heyecanla karşılandı.

Mumyanın organları üzerinde yapılan incelemeler,
cesedin 800 yıl önce yaşamış altı-yedi yaşlarında
bir çocuğa ait olduğunu gösteriyor. Arkeologların
bakırla kaplı ağaç bir sandığın içinde buldukları
asırlık mumya, Sibirya'nın Salekhard kasabasına
yakın bir antik mezardan çıkarıldı.

Rus bilim insanları, 800 yaşındaki çocuk mumyanın
modern çağdaki genetik akrabalarını bulmak için de
çalışmalar başlattı. Kuzey Sibirya'da yaşayan üç
yerel kabileden DNA örnekleri alınarak mumya ile
karşılaştırılıyor.

Bilim insanları, mumya üzerinde yapılan çalışmaların
800 yıl önce insanoğlunun nasıl yaşadığı ve neyle
beslendiği konusunda da önemli bir tarihi kaynak
olacağını öngörüyor.
 
 
 
 
 
Hürriyet, 15.07.2016 |
BOWIE'NİN KOLEKSİYONU İLK KEZ GÖZLER ÖNÜNDE
Ocak ayında hayata veda eden David Bowie’nin az
bilinen sanat koleksiyonu Londra’daki Sotheby’s
Müzayede Evi tarafından kasım ayında satışa
sunulacak.

Dünyaca ünlü güncel sanatçılar Damien Hirst ve Henry
Moore’un çalışmalarının da aralarında olduğu
koleksiyon, müzayede kapsamında 1-10 Kasım
tarihlerindeki bir de sergiyle görücüye çıkacak.
David Bowie koleksiyonunu; sanat simsarları,
müzayede evleri ya da galeriler yerine, sanatçıların
kendisiyle iletişime geçerek satın almış. Aile
koleksiyonu, saklayacak yerleri olmadığı
gerekçesiyle satışa çıkardığını açıkladı. Bowie’nin
tasarıma ilgisini her yönüyle yansıtan 100’den fazla
mobilyanın bulunduğu koleksiyondan satışta 10 milyon
sterlin’den daha fazla kazanç elde edilmesi
bekleniyor. Özellikle 20. yüzyıl İngiliz sanatı
bakımından zengin
olan koleksiyon; Hirst’e ait
iki adet tablo, Frank Auerbach, Stanley Spencer,
Patrick Caulfield, Peter Lanyon ve Graham
Sutherland’in çalışmalarını barındırıyor. Artırma üç
gün sürecek.
Milliyet, 15.07.2016
******
DAVID BOWIE'NİN KOLEKSİYONU DÜNYA TURUNDA

Sanatı “Hayatımdaki tek tutkum. Besin kaynağım”
olarak nitelendiren efsanevi İngiliz müzisyen David
Bowie’nin 13 milyon sterlin değerindeki koleksiyonu
20 Temmuz itibarıyla sanatseverlerle buluşuyor.
Londra’dan başlayarak Los Angeles, New York ve Hong
Kong’ta sergilenecek eserler, kasımda Sotheby’s
Londra’da açık artırmaya çıkacak. Sothebys’in üç
farklı oturumda satışa sunması beklenen koleksiyon,
Bowie’nin resim, heykel ve tasarım ürünlerinden
oluşan 400 parçalık koleksiyonundan 250 parçayı
kapsıyor.
İtalyan tasarımcı Ettore
Sottsass’a ait Memphis mobilyalar, Achille ve Pier
Giacomo Castiglioni kardeşlere ait 60’lardan kalma
pikap Bowie’nin favori objeleri olarak dikkat
çekiyor.
Henry Moore, Frank Auerbach, Damien
Hirst ve Jean Michel Basquiat imzalı eserlerin
efsanevi ismin evinden çıkıyor olması ise müzayedede
kıyasıya rekabeti kaçınılmaz kılıyor.

İLK 3 LOT
Müzayedenin önemli
lotları arasında gösterilen parçalardan ilki Jean
Michel Basquiat’a ait Air Power. 4.7 milyon dolara
alıcı bulması beklenen eserin Bowie tarafından
1995’te Christie’s’den 120 bin dolara alındığı
biliniyor.
İkinci önemli lot Frank Auerbach’a
ait Head of Gerda Boehm (1965). Sanatçının erken
dönemlerine ait, kalın boya katmanlarından oluşan
monokromatik tablosunun 1995’te 55 bin dolara
alındığı biliniyor. Gelecek müzayedede beklenen
tahmini fiyat ise 665 bin dolar.
Üçüncü göze
çarpan lot, Damien Hirst’ün meşhur “spin”
tablolarından. Türünün ilk örneklerinden olan eserin
yaklaşık 2 milyon dolara alıcı bulması bekleniyor.
Bowie’nin ailesi, ünlü yıldıza ait çok özel
parçaları saklıyor.

Habertürk, Haber: Deniz Çağlar, 17.07.2016 |
BREXIT KÜLTÜR SANATI NASIL ETKİLEYECEK?
Brexit’in tüm piyasaların geleceğini nasıl
etkileyeceği yönünde tahminler devam ederken kültür
sanat dünyasının da geleceği hakkında büyük soru
işaretleri var.

Blouin Artinfo, bu kararın kültür sanat sektörü
üzerine bir araştırma yürüttü. İsviçre temelli
SEYDOUX & ASSOCIÉS Fine Art SA Direktörü Thomas
Seydoux, sterlin’in dolar karşısındaki değer
kaybının müzayede satışlarını etkileceğini söylüyor.
Seydoux, uluslararası koleksiyonerlerin sterlin’in
değer kaybından avantaj sağlayacağını, ancak
galerilerin kur farkından kayıp yaşıyacağını
belirtiyor.
Artsy’de yer alan habere göre ise
ülkenin önde gelen müzayede evlerinin gelirlerinde
düşüş var. Ayrıca Christie’s, satışına kesin gözüyle
bakılan Monet’nin bir tablosuna beklenenin aksine
hiçbir teklif verilmediğini ekledi.
Milliyet,
15.07.2016
E.N.:
Brexit,
"Britain" (Britanya) ve "exit" (çıkış)
sözcüklerinden oluşan bir kelimedir. Brexit,
tam anlamıyla İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden
ayrılmasını ifade ediyor. |
10 YIL SÜRECEK KAPALIÇARŞI'NIN RESTORASYONU ÇATIDAN
BAŞLADI
Dünyanın en büyük
çarşısı ve kapalı çarşılarından kabul edilen
Kapalıçarşı’nın restorasyonu çatı yenilemesiyle
başladı. Yaklaşık 10 yıl sürecek restorasyon
çalışmalarının ilk etabı olan çatı için kiremitler
yerleştirildi.

Kapalıçarşı’nın dünyada en fazla ziyaretçi ağırlayan
anıt eserlerden biri olduğunu söyleyen Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir, "Kapalıçarşı yılda
ortalama 92 milyon insanın ziyaret ettiği, 25 bin
insanın çalıştığı, turizm sezonunda günlük 253 bin
kişinin ziyaret ettiği bir yer. Burası British
Müzesi, Versay Sarayı, Tac Mahal, Eyfel Kules’nden
daha fazla ziyaretçi alan bir yer" diye konuştu.
KAPALIÇARŞI’NIN ÇATISINDA BASIN TOPLANTISI
DÜZENLENDİ
Fatih Belediye Başkanı Demir’in katıldığı ve
Kapalıçarşı’nın çatısında düzenlenen törene çok
sayıda basın mensubunun yanı sıra bürokratlar,
belediye çalışanları ve çatı yapımında görev alacak
işçiler katıldı. Törende Ocak ayında Kapalıçarşı
esnafı arasında düzenlenen seçimle yönetim kurulu
başkanı olarak seçilen Ahmet Kökler de hazır
bulundu.
RESTORASYON ÇATI, ALTYAPI VE GÜÇLENDİRME
OLARAK 3 AŞAMALI OLACAK
Kapalıçarşı’daki çalışmaların kademe kademe
yapılacağını söyleyen Demir, restorasyonun ‘çatı,
altyapı ve güçlendirme’ olarak üç ana kısımdan
oluşacağını söyledi. Projenin çatıdaki yenileme
çalışmasıyla başladığını belirten Demir, "Çatının
2017 Aralık ayında tamamlanmasını hedefliyoruz" diye
konuştu. Esnafın restorasyon sırasında çalışmalardan
etkilenmeyeceğini vurgulayan Demir, "Restorasyon
konusunda ülkemiz çok ileri düzeyde. Gerek malzeme
tekniği, gerek restorasyon, uygulama ve projeler
açısından epey mesafe kat ettik" dedi.
Çatıda başlayan çalışmanın yanı sıra İSKİ’nin de
altyapıya yönelik proje hazırladığını belirten
Mustafa Demir, "Şimdiye kadar projelerle ilgili 30
milyon lira harcama yapıldı. 39 bin metrekarelik
çatı için 10 milyon liralık ihale gerçekleşti.
Altyapı için ise İSKİ’nin yapacağı çalışma yaklaşık
35 milyon lira olacak. Altyapıda ‘kutu sistemi’
yapılacak, arıza olduğunda kazımaya gerek kalmadan
açılıp içine girilerek eksiklik giderilecek" dedi.
RESTORASYON 10 YIL RAHATLIKLA SÜRER
Basın mensuplarının Kapalıçarşı’nın bütün
restorasyonunun ne zaman biteceğine yönelik
sorularına Demir, "Bu bitmez bir restorasyon. 10 yıl
sürebilir. 10 yıl sonra da başka bir yerinde başka
problem olabilir. Projesini 2009 yılında yaptık.
Projesi 6 yıl sürdüyse restorasyonu 10 yıl
rahatlıkla sürer" yanıtını verdi.
ÇATININ İLK KİREMİTLERİNİ MUSTAFA DEMİR
DÖŞEDİ
Konuşmasının ardından sembolik törenle çatının
yenilenmesini başlatan Demir, Kapalıçarşı Yönetim
Kurulu Başkanı Ahmet Kökler ile birlikte çatıya
kiremit yerleştirdi.
ÇATIDAKİ GÖRÜNTÜ KİRLİLİĞİ KALKACAK
2009 yılında İstanbul Valiliği, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi’nin
işbirliği ile başlatılan Kapalıçarşı Restorasyonu
projesi, Kapalıçarşı ile etrafındaki 21 hanın
rölöve, restitüsyon ve restorasyon çalışmalarını
kapsıyor. 110 bin metrekarelik alanda yürütülecek
çalışmaların ilk etabı olan çatı 39 bin metrekarelik
kısmını oluşturuyor. Kapalıçarşı’nın çatısında
yapılacak yenileme çalışmalarıyla çatının akmasının
önüne geçilirken, çatıda bulunan kablo, anten, klima
gibi görüntü kirliliğine yol açan yapılaşmalar da
kaldırılacak. Koruma kurulunun önerisi doğrultusunda
alaturka kiremitlerin kullanılacağı çalışmalar
sırasında esnaf çalışmalardan etkilenmeyecek.
Milliyet, Haber: Ezgi Çapa, 14.07.2016
******
TARİHİN EN BÜYÜK RESTORASYONUNA DEV BÜTÇE
İstanbul'un en önemli ve
en eski tarihi yapılarından 554 yıllık
Kapalıçarşı’nın restorasyon çalışmaları başladı.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in, tarihi
çarşının çatısına ilk kiremiti koymasıyla başlayan
restorasyon çalışmaları çatıdan başladı. Restorasyon
çalışmalarının yaklaşık 200 milyon liraya mal olması
bekleniyor.
Yılda 92 milyon kişinin ziyaret ettiği 554 yıllık
Tarihi Kapalıçarşı'nın restorasyon çalışmaları
çatıdan başladı. 2009 yılında başlatılan restorasyon
projesi çalışmalarının tamamlaması sonrasında bugün
düzenlenen törenle Kapalıçarşı'nın çatısına ilk
kiremit Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ile
Tarihi Kapalı Çarşı Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet
Kökler tarafından konuldu. 48 dönüm üzerine kurlu
olan Kapalıçarşı restorasyonunun yaklaşık 10 yıl
sürmesi öngörülüyor.
2017 yılının aralık ayında bitirilmesi ön görülen
çatı restorasyonunda yaklaşık 1 milyon 500 bin adet
alaturka kiremit kullanılacak. Kapalıçarşı'nın alt
yapısı için ise İSKİ 35 milyon liralık bir çalışma
yapacak.
Törende konuşan Fatih Belediye Başkanı Mustafa
Demir, başlatılan restorasyon çalışmaları hakkında
açıklamalarda bulundu. İstanbul açısından önemli bir
anı yaşadıklarını söyleyen Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir, restorasyon projesine katkıda bulunan
İstanbul Valiliğine ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'ne teşekkür ederek başladığı
konuşmasında, “ Bizim açımızdan İstanbul açısından
çok önemli bir anı yaşadığımı ifade edebilirim. 2009
yılında başladığımız bir çalışmaydı. Hakikaten bir
rüyaydı. Bu anki durumu hayal ederek başladığımız
bir rüyaydı. 2009 yılında Kapalıçarşı'nın hem
kendisini hem de etrafında 21 tane hanıyla birlikte
yaklaşık 110 bin metre karelik bir alanı röleve
restorasyon proje çalışmalarını başlattık. Tabi
yenileme kurulları ilk defa böyle büyük bir projeyle
karşı karşıya kaldılar. Hakikaten zaman zaman
sıkıntılarla karşılaştığımız bir süreçti.
Kapalıçarşı'nın restorasyonunu biz 3 ana bölüme
ayırdık. Bunlardan bir tanesi şu anda gördüğümüz
çatı, ikincisi alt yapı ve üçüncüsü ise çarşının
taşıyıcılarını güçlendirme çalışmaları.
Kapalıçarşı'nın çatıyla ilgili restorasyon projesi
geçtiğimiz aylarda kurul tarafından da onaylandıktan
ihaleye çıktık. Nisan ayı itibariyle ihale
neticelendirildi ve yer teminini gerçekleştirdik.
Bugün itibariyle de çalışmalarımızı başlatıyoruz.
Hedef 2017 yılının Aralık ayında çatının bütün
problemleri bitmiş ve yenilenmiş olacak.
Bu süreçte büyükşehir belediyemizle yaptığımız
görüşmelerde onlarda şu anda alt yapıyla ilgili bir
çalışma yapıyor. İSKİ'nin alt yapıyla ilgili
yapacağı çalışma Anıtlar Kurulu'ndan onaylandı.
Gerek çatıda gerekse alt yapı çalışmaları yaptığımız
sırada Kapalıçarşı esnafı bundan hiçbir şekilde
olumsuz etkilenmeyecek, dükkanlar çalışmaya devam
edecek. Kapalıçarşı'nın her tarafı aynı anda
restorasyona alınmayacak. Acil müdahale edilmesi
gereken yerlere müdahale edilecek. Daha sonra diğer
yerlere yavaş yavaş başlanacak" dedi.
GÖRÜNTÜ KİRLİLİĞİNE SON!
Kapalıçarşı hakkında teknik bilgiler de veren
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, “Çatı 39 bin
metre karelik bir alan. Kapalıçarşı'nın hanlarıyla
birlikte alanı 110 bin metre karelik bir alan. 39
bin metre kareyi inşallah bu gördüğünüz kablolardan,
klimalardan, televizyon antenlerinden dışarıdaki
bütün şeylerden arındıracağız. Bunlar bir düzen
içinde olacak" diye konuştu.
Kapalıçarşı'daki tüm çalışmaların 10 yıl
sürebileceği ve yaklaşık 200 milyon lira
harcanabileceğini aktaran Başkan Demir, “Şimdiye
kadar 30 milyon lira projeyle ilgili harcama
yapıldı. 39 bin metre karelik alan için 10 milyon
liralık bir ihale gerçekleşti. Alt yapıyla ilgili
İSKİ'nin yapacağı çalışma yaklaşık 35 milyon liralık
bir çalışma olacak. Restorasyonla ilgili bizim
hepsini kapsayacak bir 200 milyon lira gibi bir
maliyet öngörümüz var. Esnaf restorasyon esnasında
çalışmalardan etkilenmeyecek. Restorasyon
çalışmalarında artık çok ileri düzeyde olduğumuz
rahatlıkla söyleyebilirim. Düşünün ki biz projesine
2009 yılında başladık. İlk kremiti 2016
yerleştiriyoruz. 6 yıldan fazla geçti. Projesi 6 yıl
aldıysa restorasyonu 10 yılı geçer rahatlıkla" dedi.
Kapalıçarşı Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kökler'de
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'e yıllardır
büyük bir özveri ile Kapalıçarşı restorasyonu
projesi üzerinde çalıştığı ve başlattığı için
teşekkür etti.
Milliyet, 15.07.2016
|
ZEYNEL BEY TÜRBESİ GÜN SAYIYOR
Batman’ın tarihi ilçesi
Hasankeyf’te 650 yıllık Zeynel Bey Türbesi taşınma
için gün sayıyor. Hasankeyf kazılarından sorumlu
Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, yapımı üstlenen firmanın
yeraltı sondaj çalışmalarını tamamladığı türbeyi
süresinde taşıyacağını ifade etti.
El-Rızk Camisi'nin bir
bölümü ile kaledeki eski ziyaretlerdeki sandukaların
da yeni yerleşim birimine taşınacağına dikkat çeken
Dr. Uluçam; “Bu yıl höyüklerde güvenlik nedeniyle
çalışma olmayacak. Japonya’dan gelecek arkeolog bir
heyetle çalışacağız” dedi.
TÜRBEDE TAŞINMA
HAZIRLIĞI
Batman
Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf kazılarından
sorumlu Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, tarihi ilçenin
sembolü olan Zeynel Bey Türbesi'nde taşınma
hazırlıklarının tüm hızıyla sürdüğünü söyledi.
Hasankeyf’te taşınacak ilk eser olan Zeynel Bey
Türbesi'nin taşıma işini üstlenen ER-BU firma
yetkililerinin, tarihi yapının altyapı sondaj
çalışmasını sürdürdüğünü kaydeden Uluçam; “250 Günde
taşınacak olan 1100 ton ağırlığındaki türbe zarar
görmeyecek bir şekilde yeni yerleşim birimine yakın
bir mesafeye götürülecek. Türbenin geciş yol
güzergahları hazırlanıyor. Türbenin ardından
taşınacak ikinci eser konumundaki El-Rızk Camisi'nin
de bir bölümü yeni yerleşim birimine taşınacak.
Ayrıca kaledeki eski mezarlık ve ziyaretlerdeki
sandukaların da taşınma işlemleri yakında
başlayacak” diye konuştu.
HÖYÜKLERDE KAZI
YOK
Güvenlik gerekçesiyle bu
yıl höyüklerde kazı çalışmaların yapılmayacağına
işaret eden Prof.Dr. Uluçam, sözlerini şöyle
sürdürdü; “Dicle vadisindeki höyüklerde de bu yıl
güvenlik nedeniyle kazıların büyük bölümü askıya
alınmış durumda. Bu nedenle biz de daha önce gün
yüzüne çıkardığımız eserler üzerinde çalışmayı kazı
evinde sürdüreceğiz. Japonya’dan gelecek arkeolog
heyetle kazı evinde çalışacağız. Hava sıcaklarını
göz önünde bulundurup bu yıl kazı evinde çalışmayı
planlıyoruz.”
Batman Çağdaş, 14.07.2016
|
ÇÖPE ATILAN SANAT
Artnet
sitesinde yer alan bir habere göre eçtiğimiz hafta
perşembe günü oyuncu Brooke Shields’in de katıldığı
Southampton Sanat Fuarı’nın Nova Ark VIP projesinin
açılışı öncesinde bir sanat eseri temizlikçiler
tarafından yanlışlıkla çöpe atıldı.
Tanınmış heykeltıraş Will
Kurtz’un ‘Keep America Great Again’ adını taşıyan ve
bir çöp tenekesinin yanında bir rakunun durduğu
heykelinin tenekenin içindeki kısmı çöp zannedildi.
Ancak sanatçı ve Brooke Shields serginin önizlemesi
için galeri alanına gittiklerinde çöp tenekesinin
boşaltılmış olduğunu fark etti ve temizlik
görevlilerini harekete geçirdi. Böylece 8 bin dolar
değerindeki eser kurtarıldı.
Milliyet,
14.07.2016
|
 |
TÜRK MÜZESİ
Türkiye, Türklerin tarihini anlatan eserleri
korumak ve gelecek nesillere aktarabilmek için
Moğolistan’da müze açacak.
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
Başkanlığı (TİKA) tarafından
Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur’un Nalayh
İlçesi'nde bulunan Bilge Tonyukuk anıt alanında
yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan
eserler için müze kurulacak. Göktürk dönemine
ait tarihi hadiselerin anlatıldığı yazıtlarda,
birlik bütünlük mesajları verilip, devletin
başındakilerin bilge danışmanlara sahip
olmaları, onlarla uyum içinde çalışmaları
halinde büyük işler başaracaklarının önemi
vurgulanıyor. Yazıtın yazılış ve dikiliş tarihi
kesin olarak bilinmemekle birlikte
araştırmacılar bu tarihi 724-725 olarak
açıklıyor.
BİR
ZAMANLAR KÜLLİYEYDİ
Prof.Dr. Ahmet
Taşağıl kazı yaptıkları bölgenin 9 Oğuz bölgesi
olduğunu belirtip, şu bilgileri verdi: “Burası
eski Türk boylarının en doğu sınırı. Bundan
sonra Moğollar var. TİKA burada bir müze yapmayı
planlıyor. Artık
Türkiye mirasına sahip çıkıyor. Anıtlar şu
an orijinal yerlerinde. Sağında solunda
heykeller olması gerekiyordu. Burası zamanında,
insanlar ve gelecek nesiller ibret alsınlar
diye, meramını yazdırıp, tören alanı yapılan bir
külliyeydi. Anıtkabir gibi sembolik duvar var.
2. Göktürk devleti nasıl kuruldu, düşmanlar
nasıl savaştı, iç ve dış düşmanlarla nasıl
işbirliği yaptı, bunlar nasıl engellendi.
Devletin nasıl idare edileceği konusunda
cümleler var.”
Projenin nihai
aşamasında anıtların orijinalleri koruma amaçlı
olarak daha sonra müzeye dönüştürülecek binalara
taşınıp, yerlerine kopyaları yerleştirilecek.
Külliye bölgesi, çevre düzenlemesi yapılarak
turizme açılacak. Türk tarihinin en eski yazılı
belgesi olan Bilge Tonyukuk Anıtı’na ulaşımı
kolaylaştırmak amacıyla
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla TİKA
tarafından, yaklaşık 5 milyon liraya mal olan 11
kilometrelik asfalt karayolu yapılmıştı.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 14.07.2016
|
TÜRKİYE UNESCO'YA KATKI PAYINI İKİ KATINA ÇIKARIYOR
İstanbul’un ev sahipliğini yaptığı UNESCO 40. Dünya
Mirası Komitesi Toplantısı, İstanbul Kongre
Merkezi’nde devam ediyor. Toplantının ikinci gününde
“İstanbul Bildirisi” yayınlandı. Bildiride, mali ve
insani kaynak yetersizliğinin sözleşmenin gerektiği
gibi uygulanmasını engellediği vurgulanarak taraf
devletlerin zaman kaybetmeksizin mali katkıda
bulunmaları istendi. Türkiye mali kriz yaşayan
UNESCO’ya katkı payını artırma kararı aldı. Kararı
açıklayan Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı,
“Türkiye olarak yıllık katkı payını önümüzdeki
dönemde yüzde 1’den yüzde 2’ye çıkarıyoruz” dedi.
Avcı şöyle konuştu: “UNESCO’nun maalesef hızla
derinleşmekte olan mali krizine belki tek başımıza
çözüm üretemeyebiliriz. Ancak el ele verdiğimizde
yaratacağımız sinerji ve artı değerin küresel planda
dikkatleri celbedeceğinden eminim. Türkiye olarak
biz bu bağlamda, fona yaptığımız yıllık katkı payını
önümüzdeki dönemde yüzde 1’den yüzde 2’ye
çıkarıyoruz. Ayrıca istişari organların koruma,
muhafaza çalışmalarına katkıda bulunmak için özel
gayret sarf edeceğiz. Özellikle turizm potansiyeli
yüksek olan miras alanlarımızın yönetimlerini de
fona bağış yapmaya teşvik edeceğiz.”
KÜLTÜR
MİRASINA KASITLI SALDIRILAR ARTIYOR
İstanbul
Bildirisi’nde, dünya genelinde kültürel mirasın yok
edilmesi ve özellikle kültürel mirasa yönelik
kasıtlı saldırıların artması karşısında kaygı
duyulduğu ifade edildi. Bildiride, yasadışı
kazıların yanı sıra tarihi eserlerin yağmalanmasının
da ve yasa dışı ticaretin artmasının dünya mirasına
ciddi tehdit oluşturduğuna dikkat çekilirken; dünya
miras alanları üzerindeki iklim değişikliği,
çevresel tehlikeler ve sosyoekonomik baskının
artması gibi olumsuz etkilerin de kaygı verici
düzeyde olduğu belirtildi.
ANİ KARAR
AŞAMASINDA
UNESCO Dünya Mirası
Komitesi 40. Oturum Başkanı Büyükelçi Lale Ülker,
UNESCO Dünya Mirası Merkezi Direktörü Mechtild
Rossler ve UNESCO Genel Direktör Yardımcısı
Francesco Bandarin dün düzenledikleri basın
toplantısında, Dünya Miras Listesi’ne adaylıklar
konusunun ele alınacağını ve bu kapsamda 27
adaylığın komite tarafından inceleneceğini
açıkladılar. Rossler, “Ani (harabeleri) kültürel
mirasının korunmasıya ilgili olarak BM’nin de
katkısıyla Ermenistan’la Türkiye arasında ortak bir
operasyon olacak mı?” sorusu üzerine Ani
Harabeleri’nin adaylık listesinin içerisinde yer
aldığını hatırlatarak “Komite bu bölgeyle ilgili bir
karar verecek. Dünya Kültürel Mirası Sözleşmesi’nin
ruhunda işbirliği yatmaktadır. Daha sonraki
aşamalarda neler yapılacağını göreceğiz, ama
komitenin kararına bağlı her şey” diye konuştu.
‘SUR BENZERİ
VAKALAR İLK KEZ OLMUYOR’
Diyarbakır Surları ile
Hevsel Bahçeleri’nin Dünya Mirası Listesi’ne 1 yıl
önce girdiği, ancak bölgede tahribat olmasına
ilişkin bir soru üzerine Rossler, “Bir bölgenin
listeye girmesi ve hemen arkasından birtakım
tehlikelerle karşı karşıya kalması ilk defa olan bir
şey değil” yanıtını verdi. Aynı konuyla ilgili
olarak Lale Ülker ise “Alanın durumu o tarihten bu
yana UNESCO ile işbirliği halinde yetkili
makamlarımızca ele alınmıştır. Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın 60 uzmanı alanda hasar tespitinde
bulunmuş ve ön raporlar UNESCO Sekretaryası, Dünya
Mirası Merkezi ile paylaşılmıştır” dedi.
SOSYAL MEDYADA
UNESCO’YA TEPKİ MESAJLARI
-“İnsanlığın mirası
Sur’u, Sulukule’yi, Ayvansaray’ı, Hevsel’i,
Hasankeyf’i, Dört Ayaklı Minare’yi korumayan UNESCO
neyi koruyor?”
-“Doğal ve kültürel
varlıklar sadece listelere alınarak, yakılıp
yıkılmalarını sağlayanlarla birlikte korunamaz.”
-“Kültürel dokuların
hükümetler ve onların oluşturduğu kurumlarla değil;
halklarla birlikte korunabileceğini düşünüyoruz.”
-“Karşıyız çünkü,
Hasankeyf listede olmadığı için gündeme bile
alınmayacak.”
UNESCO
TOPLANTISINA ALTERNATİF FORUM
Doğal ve kültürel
varlıkları ortak miras kabul eden UNESCO Dünya
Mirası Komitesi’nin toplantısına karşı 16 Temmuz’da
alternatif bir forum düzenlenecek. Forum, farklı
sivil toplum kuruluşları tarafından UNESCO’nun,
aralarında Sur, Balat, Sulukule’nin de olduğu
kültürel birikimi olan bölgelerin koruyamadığı
gerekçesiyle düzenleniyor. TMMOB Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi’nde gerçekleşecek foruma,
Amed Sur Dayanışma Derneği, Arkeologlar Derneği
İstanbul Şubesi, Dersim Gazetesi, Dersim
Araştırmalar Merkezi, Boğaziçi Dernekleri Platformu,
Gökkuşağı Kadın Derneği, Haliç Dayanışması,
Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, Kent Hareketleri, Sur
Koruma ve Yaşatma Derneği, Yargıçlar Savcılar
Birliği (YARSAV) gibi STK ve kurumlar destek
veriyor. UNESCO Genel Direktör Yardımcısı Francesco
Bandarin, basın toplantısında gelen bir soru üzerine
alternatif forumdan haberlerinin olduğunu belirterek
“Herkesin kendi fikrini ifade etme özgürlüğü vardır.
O platformdan herhangi biri bize doğrudan gelmedi.
Yoğun program nedeniyle katılabileceğimizi
sanmıyorum” diye konuştu.
Habertürk, Haber:
Serkan Akkoç, 12.07.2016
******
5 SORUDA DÜNYA MİRASI LİSTESİ
İstanbul'un tarihi
alanları, Tac Mahal veya Köln Katedrali...
UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'ne hangi varlıklar
alınıyor, yerine getirilmesi gereken şartlar neler?
İşte beş soruda yanıtı:

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Teşkilatı'nın (UNESCO) Dünya Mirası listesinde
binden fazla doğal ve kültürel varlık yer alıyor.
Dünya Mirası listesine girmek kültürel ve doğal
varlıklara verilen en üst dereceli unvan; bu unvana
layık görülen bölgeler kamu teşvik imkanlarından da
daha fazla yararlanma olanağına sahip olurken,
turistlerin de daha fazla ilgisini çekiyor.
Kiliseler, ulusal parklar, tarihi mezarlar,
kentlerin tarihi bölümleri, arkeolojik alanlar ve
şarap bağları gibi birbirinden oldukça varlık
listede yer alıyor. Peki, bu varlıklar listeye
alınırken nelere dikkat ediliyor? Deutsche Welle
Türkçe'nin haberine göre, işte Dünya Mirası listesi
ile ilgili merak edilenler:
Kararı kim
veriyor?
21 kişilik UNESCO Dünya Miras Komitesi, Dünya
Mirası listesine hangi varlıkların gireceğine karar
veren kurul. 21 farklı ülkenin yetkililerinden
oluşan komitenin, dünya üzerindeki tüm kıtaları ve
kültürel bölgeleri temsil etmesi amaçlanıyor. 4
yıllığına bu göreve seçilen üyeler, 163 BM üyesi
ülke arasından dönüşümlü olarak belirleniyor.
Oturumlar nerede yapılıyor?
Oturum yeri de dönüşümlü olarak seçiliyor. 2015
yılında komite üyeleri Almanya'nın Bonn kentinde bir
araya geldi, bu yılki toplantı ise İstanbul'da.
Komitenin toplantıları her yıl 10 gün sürüyor.
Oturumlarda, Dünya Mirası listesine yeni alınacak
yerlerin belirlenmesinin yanı sıra halihazırda
listede olan varlıkların son durumu da tartışmaya
açılıyor. Bu yıl toplam 156 raporun ele alınması
bekleniyor. Özellikle mali teşvik konusu bu seneki
toplantıda öne çıkan başlıklar arasında. Oturumda
mali açıdan zayıf durumdaki ülkelerin hangilerinin
finansman projeleri ile destekleneceğine karar
verilecek.
Seçim kriterleri neler?
Listeye evrensel açıdan büyük önemi ve anlamı
olan kültürel ve doğal varlıklar alınıyor. En önemli
kriter, bir kültürel veya doğal varlığın
müstesnalık, tarihi gerçeklik ve bozulmamış olma
gibi özellikleri taşıması. Bunlara ek olarak en az
birinin yerine getirilmesi şart olan 10 maddelik bir
kriter kataloğu daha bulunuyor. Örneğin, listeye
alınması muhtemel kültürel varlıkların 'yaratıcı
insan doğasının ürünü olması' ve 'kültürel bir
gelenek veya yaşayan ya da kayıp bir uygarlığın tek
veya en azından istisnai tanıklığını yapması' gibi
şartlar aranıyor. Doğal varlıklarda ise 'doğanın bir
harikasına veya eşsiz bir güzelliğe ve estetik öneme
sahip doğal alanlar olması' şartı bulunuyor.
Kırmızı listede hangi yerler bulunuyor?
Kırmızı liste adı verilen listede UNESCO
tarafından yıkım, tahrip veya yok olma nedeniyle
yüksek tehlike altında görülen bölgeler yer alıyor.
Halihazırda bu listede savaş, şiddet, terörizm,
doğal afetler veya şehirleşme nedeniyle yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya olan 48 varlık yer
alıyor. Önceki aylarda Suriye'deki kültürel
varlıklar, özellikle de antik Palmira kenti karşı
karşıya bulunduğu yok olma tehdidi nedeniyle
dikkatleri üzerine çekmişti.
Varlıklar listeden çıkarılabiliyor mu?
Şu ana kadar sadece iki kez yapılmış olsa da
varlıkların listeden çıkarılması mümkün. Zira Dünya
Mirası listesine alınan hiçbir ülke bu unvanı
kaybetmek istemiyor. Dolayısıyla ya söz konusu ülke
ile UNESCO arasında anlaşmazlık çıkıyor veya UNESCO
tarafından söz konusu ülkeye uyarı gönderiliyor ve
bir ortak noktada uzlaşma sağlanıyor. Ancak her
zaman bu tür ılıman çözümlere ulaşmak mümkün
olmuyor. Örneğin Almanya'nın Dresden kentindeki Elbe
Vadisi, Elbe Nehri’nin üzerine yapılan çelik
Waldschloss Köprüsü nedeniyle listeden çıkarıldı.
2007 yılında da Umman ender hayvanlardan biri olan
antilopların çöldeki yaşam alanı ciddi biçimde
küçüldüğü için listeden çıkarılmıştı.
Yapı,
14.07.2016
******
YOK OLMADAN GÖRMENİZ
GEREKEN YERLER
UNESCO Dünya Miras Komitesi 40.
toplantısında İstanbul Kongre Merkezi'nde bir araya
geldi.
UNESCO Dünya Miras Komitesi 40.
Toplantısı'nda Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer
alan Gürcistan'daki Mtskheta Tarihi Anıtları,
Mali'de bulunan Djenne Eski Şehri ve Özbekistan'daki
Şehr-i Sebz şehri Tehlike Altındaki Dünya Mirası
Listesi'ne alındı.
İstanbul Kongre Merkezi'nde,
Komite Başkanı Büyükelçi Lale Ülker yönetiminde
süren komite toplantılarında, dünyanın çeşitli
bölgelerindeki bazı "Dünya Kültür Mirası"
alanlarının son durumu görüşüldü.
Komite üyeleri, sunulan raporları
inceleyerek, görüşlerini iletti. Görüşmelerin
ardından, bu bölgelerle ilgili statü durumu oylamaya
sunuldu.
Buna göre, Mali'de bulunan Djenne
Eski Şehri ile...

Gürcistan'daki Mtskheta Tarihi
Anıtları Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesine
dahil edildi.

Dünya Kültür Mirası Listesi'ne
yeni eklenecek yerler ise nominasyon toplantılarında
görüşülüp oylamaya sunulacak. Bu yıl Türkiye Ani
Tarihi Kentinin listeye alınması için aday miras
listesinde görüşülecek.

ANİ TARİHİ KENTİ
Kars şehrinin
güneydoğusunda, şehir merkezinden 42 kilometre
uzaklıktaki Ocaklı Köyü sınırları içinde bulunan Ani
Örenyeri, yerleşim ve savunmaya çok elverişli
topografyası nedeniyle tarih öncesi dönemlerden
itibaren çeşitli kültürlere ev sahipliği yaptı.
Ortaçağ döneminde önemli bir
ticaret yolu olan İpek Yolu'nun Kafkaslardan
Anadolu'ya ilk giriş noktasında kurulmuş olan kent,
bu dönemde büyük bir gelişme göstererek bölgenin
politik, kültürel ve ekonomik merkezi konumuna
yükseldi.

Ani, büyük oranda ayakta kalmış
olan etkileyici surları, dini ve sivil mimarlık
örnekleri ve şehir planlaması ile Ortaçağ kentinin
bir özeti niteliğinde.

Ani'de tarih boyunca süren çok
kültürlülük buradaki dini ve sivil mimarinin
biçimlenmesinde de etkili oldu.

Ateşgede Tapınağı, çeşitli
plandaki kiliseler ve Selçuklu dönemine ait cami
gibi farklı dinlere ait yapıları bir arada
bulunduran Ani, çok kültürlü bir yapıya sahip
ticaret kenti olarak Ortaçağ dönemi mimarlık ve
şehircilik tarihi içinde de özel bir konuma sahip.
Habertürk, 14.07.2016
******
ANİ HARABELERİ, 16. KÜLTÜR
MİRASIMIZ OLDU
Kars'ta bulunan Ani Harabeleri,
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edildi.

Böylece, Türkiye'den listeye
dahil edilen alan sayısı 16 oldu.

UNESCO Dünya Miras Komitesi 40.
Toplantısı'nda Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer
alan Gürcistan'daki Mtskheta Tarihi Anıtları,
Mali'de bulunan Djenne Eski Şehri ve Özbekistan'daki
Şehr-i Sebz şehri Tehlike Altındaki Dünya Mirası
Listesi'ne alındı.
Habertürk, 14.07.2016
|
3 - 16 Temmuz 2016
|
VAN GOGH KULAĞININ
TAMAMINI KESMİŞ
Hollandalı ressam Vincent
van Gogh'un, kesik kulağı ile ilgili tartışma ve belirsizlik, küçük bir kağıttaki çizimle sona erdi.
Kendisine tıbbi müdahalede bulunan Dr. Felix Rey'in çizimine göre van Gogh, kulağının neredeyse tamamını kesti ve sadece kulak memesi kaldı.
Bu bilgi, "Van Gogh'un Kulağı" adlı bir kitap
hazırlığında olan İngiliz yazar Bernadette
Murphy'nin araştırması sırasında ortaya çıktı.
Sabah, 14.07.2016 |
 |
ALİAĞA'DA KÖMÜR
SANTRALLERİNE BİLİRKİŞİ İTİRAZI
Türkiye’nin sanayi kirliliğinin en yoğun görüldüğü
bölgelerden biri olan İzmir Aliağa’da bilirkişiler,
İzmir Demir Çelik 1 kömürlü termik santrali ile yanı
başına yapılması planlanan ENKA termik santrali için
hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu
(ÇED) kararını yetersiz buldu.
Raporlarda tarihi milattan
önceye dayanan Aiolis Krallığı'nın en önemli liman
kentlerinden biri olan Kyme Antik Kenti'ne dikkat
çekildi.
Aliağa Horozgediği Köyündeki
İzmir Demir Çelik 1 Termik Santralı hakkında ÇED
raporunun iptali ile ilgili devam eden dört dava
var. Santralın atıklarını bıraktığı cüruf alanı ile
ilgili ise 2015’te yürütmeyi durdurma kararı alındı.
Ancak buna rağmen santral tam kapasite çalışıyor.
Çeşitli sivil toplum
örgütleri ve vatandaşların açtığı davada İzmir 2.
İdare Mahkemesi’nin atadığı bilirkişi heyeti
santrali tarımsal ve çevresel açıdan uygun bulurken
arkeoloji, sanat tarihi ve planlama ilkeleri
açısından uygun bulmadı.
Aynı şekilde Aliağa Çakmaklı
Köyünde Kyme antik kenti üzerine yapılmak istenilen
Enka Kömürlü Termik Santralı ile ilgili İzmir 2.
İare Mahkemesi'nin atadığı bilirkişiler de projeyi,
şehircilik ilke ve esasları, doğal ve yapılı çevre
üzerindeki etki etkileşimler ile arkeolojik tarihsel
eserler ve tarımsal potansiyele olan etkilerinin
bilimsel bir yaklaşılma değerlendirilmediği için
yeterli bulmadı.
İki santralin de bilirkişi
raporlarında zarar göreceği söylenen Kyme Antik
Kenti, tarihi milattan önceye dayanan Aiolis
Krallığı’nın en önemli liman kentlerinden biri.
Raporlarda Kyme
antik kenti vurgusu
İzmir Demir Çelik 1
santralinin bilirkişi raporunda antik kentle ilgili
şöyle denmiş:
"Raporda Aiolis bölgesinin en
önemli kentlerinden biri olan ve lokalizasyonu hem
antik çağ yazarlar hem dearkeolojik kalıntılarla
kesinleşmiş olan Kyme antik kenti yeterince
değerlendirilmemiştir. Kaldı ki bugün dahi suni bir
şekilde sınırları belirlenmiş Kyme III. Derece
Arkeolojik Sit Alanı sınırı termik santralin hemen
kuzeyinden geçmekte, soğutma suyu isale hattı da
büyük oranda III. Derece Arkeolojik Sit Alanının
içerisinde yer almaktadır.
"Arkeolojik sit alanlarının
çevresiyle bir bütün olarak değerlendirilmesi
gerekirken ÇED raporunda bunun yapılmadığı
görülmüştür. Hatta sadece Kyme antik kentinin değil
bölgedeki diğer arkeolojik alanlarının ve buna bağlı
turizm potansiyellerinin de faaliyetten nasıl
etkileneceğinin ÇED raporunda irdelenmesi
gerekirdi."
Enka santralinin raporunda
ise Kyme antik kenti ile ilgili şöyle denmiş:
"Tesis alanı özellikle Aiolis
bölgesinin önemli kentlerinden birisi olan ve uzun
yıllardır kazısı devam eden, bugün çok sayıda sanayi
tesisiyle çevrelenmiş durumdaki Kyme antik kentinin
yaklaşık 3 km. güneybatısındadır. Kyme’nin yanı sıra
Myrina, Aigai, Gryneion, Larissa, Panaztepe,
Phokaia, Pitane gibi önemli antik kentler de tesis
alanının yakın çevresinde yer alan, yöreyi hem
bilimsel araştırmalar hem de turizm açısından özel
kılan diğer antik yerleşimlerdir. Antik kentlerle
birlikte Kozbeyli ve Yeni Foça kentsel sit alanları
da yörenin diğer kültür ve turizm alanları
arasındadır. Çed raporunda bölgenin arkeoloji ve
turizm potansiyeli dikkate alınmamıştır."
Fosil Yakıt Karşıtı
İnisiyatif, kamuoyunda zaten tartışmalı olan
İDÇ’nin, bölgeye daha fazla zarar vermemesi için
hemen çalışmayı durdurması gerektiğini, Enka
Projesi’nin ise bu bilirkişi raporu ile artık
yapılmasının mümkün olmadığını belirtti.
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 13.07.2016
|
TARİHİ MİSİS DEĞİRMENLERİ RESTORE EDİLİYOR
Adana'da, Ceyhan Nehri üzerindeki Roma
dönemine ait Misis değirmenleri, restore edilerek
özgün yapısına kavuşturulacak.
Yüreğir Belediye
Başkanı Mahmut Çelikcan, yaptığı yazılı açıklamada,
tarihi yeniden yaşatmak ve su değirmenlerinin nasıl
çalıştığını göstermek amacıyla çalışma
başlattıklarını bildirdi.
Roma dönemine ait 2.
ve 3. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen, 1970'li
yıllara kadar da kullanılan 2 su değirmenini restore
edeceklerini belirten Çelikcan, "Değirmenleri
restore edip çevre düzenlemesi yaparak, eski özgün
yapısına kavuşturacağız. Bununla ilgili olarak ihale
aşaması tamamlandı ve yüklenici firmaya yer teslimi
yapıldı. Bu çalışmayla Anadolu'da kaybolmakta olan
su değirmenleri yeniden kentimize kazandırılıyor."
ifadesini kullandı.
Zaman, 13.07.2016
|
KAPALIÇARŞI'DA RESTORASYON BAŞLIYOR
Dünyanın ilk alışveriş merkezi olan, 554 yıllık
geçmişe sahip tarihi Kapalıçarşı'da restorasyon
çalışması başlıyor. Yılda 92 milyon kişinin ziyaret
ettiği Kapalıçarşı'da çalışmalar çarşının çatısından
başlayacak. İlk tuğlaların çatıya yerleştirilmesiyle
başlayacak olan çalışmalar kapsamında tarihi çarşı
onarılarak güçlendirilecek.
Fatih Belediyesi tarafından gerçekleştirilecek
olan restorasyon çalışmaları yarın düzenlenen
törenle başlayacak.
Fatih Belediyesi tarafından yapılan açıklamada,
“Dünyanın en büyük ve en eski kapalı çarşısı olan
554 yıllık tarihi Kapalıçarşı'nın restorasyon
çalışmaları çatıdan başlıyor. Fatih Belediyesi
tarafından restorasyonuna başlanabilmesi için
yıllarca süren hazırlık çalışmalarında sona gelindi
ve Kapalıçarşı'nın çatısında restorasyon başladı"
ifadelerine yer verildi.
Milliyet, 13.07.2016
|
DENİZLERDE ÖLEN ÇOCUKLAR İÇİN YAPILAN HEYKELİ
KIRDILAR
Mersin'in Silifke
İlçesi'nde Göksu Parkı Anıt
Meydanı'nda bulunan heykel, dün gece geç saatlerde
kimliği belirsiz kişilerin saldırısına uğradı.
Saldırganlar, heykelin bazı yerlerini kırıp
parçalarını da ırmak kenarına attı. Heykele saldırı,
sanatseverlerin büyük tepkisini çekti. Silifke Kent
Konseyi Başkanı Rıfat Karaduman, heykel ve anıtların
kent estetiği için çok önemli olduğunu belirtip
saldırıyı kınadı.
Karaduman, şunları söyledi: Bu
sene muhtelif yerlerden davet edilen heykeltıraşlar
günlerce çalışarak Tarihi Kentler Birliği'ne üye
Silifkemiz için güzel eserler ürettiler. Biz
eserlerin tamamlanarak kentimizin uygun yerlerine
yerleştirilmesini beklerken, böyle çirkin sanat
düşmanı kişi ya da kişilerin emeğe, sanata,
sanatçıya saldırı düzenlemeleri bizi ziyadesiyle
üzmüştür. Çok üzgünüz. İnşallah yetkililerimiz, bu
çalışmalardan vazgeçmez ve kent estetiği anlamında
önemli katkılar sağlayacak bu ve benzeri eserleri
şehrimizde yaşamasını ve yaşatılmasına katkı
sunacaklardır. Münferit olmasını umduğumuz bu sanat
düşmanı olayın bir daha yaşanmamasını temenni
ediyorum.
'ÇOÇUKLAR İÇİN YAPMIŞTIM'
Heykeli yapan heykeltıraş Malik Bulut ise çok
üzüldüğünü ifade ederek şöyle konuştu: Bu çalışmamın
çıkış noktası tüm dünyada özellikle son zamanlarda
ülkemizde de hemen her gün karşılaştığımız tekne
facialarıyla ölen masum çocuklardı. Ölen çocuklar
anısına ayak izleri yonttuk negatif tekne üzerine.
Ayrıca çocuklar oynasın çıksın diye oturma yerleri
olarak bıraktığım yarım teknenin kaburga uçları var.
İstedim ki bu tekneler suçsuz masum çocuk cesetleri
taşımasın. Bir parkta oyun parçası olsun çocuklar
için diye. Ama çok üzgünüm keşke böyle olmasaydı.
Sanata ve sanatçıya destek ve hatta insanlığa destek
olunmalıydı. Sadece üzgünüm.
Milliyet, 13.07.2016
|
PAHA BİÇİLEMEYEN İKİ BİN YILLIK AFRODİT HEYKELİ ELE
GEÇİRİLDİ
İstanbul’da düzenlenen kaçakçılık operasyonunda
paha biçilemeyen 2 bin yıllık
Afrodit heykelinin de aralarında bulunduğu
13 parça tarihi eser ele geçirilirken, 2 şüpheli
gözaltına alındı.
Edinilen bilgilere
göre,
İstanbul Kaçakçılıkla Mücadele Şube
Müdürlüğü ekipleri, 2 kişinin
İzmir’in
Efes-Selçuk
bölgesinde
kaçak kazı yaparak elde ettikleri tarihi
eserleri satmaya çalıştığı bilgisi üzerine
çalışma başlattı. Çalışma kapsamında şüphelileri
tespit eden
polis ekipleri takip başlattı. Yapılan
takiplerin ardından polis ekipleri kendilerini
tarihi eser koleksiyoneri olarak tanıtarak
şüphelilerle görüştü.
13 TARİHİ
ESERE 1 MİLYON LİRA
Tarihi eser
koleksiyoneri kılığına giren polis ekipleri
şüphelilerle görüşerek tarihi eserler için
pazarlık yaptı. Yapılan pazarlık sonucu 13 parça
tarihi eser için 1 milyon liraya anlaşma
sağlandı. Tarihi eser koleksiyoneri kılığına
giren polis ekipleri, tarihi eserleri gördükten
sonra
para vereceklerini söylemeleri üzerine
ikinci buluşma sağlandı. Polis ekipleri
belirtilen buluşma yerine tarihi eser
kaçakçılarına yönelik operasyon düzenledi.
Operasyon kapsamında A.Ş.(50) ve Y.Z.(44) isimli
2 şüpheli gözaltına alınırken, Roma Dönemi’ne
ait bir
Afrodit Heykeli, 7 gözyaşı şişesi, 2 şarap
kabı, 2 küp ve bir prensese mezar hediyesi
olarak yollanan cam levha olmak üzere 13 parça
tarihi eser ele geçirildi.
DAİRE
KARŞILIĞINDA TARİHİ ESER
Gözaltına alınan
şüpheliler sorgulanmak üzere
Vatan Caddesi’nde bulunan Kaçakçılık
Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğüne getirildi.
Emniyette yapılan sorguda müteahhitlik yaptığı
öğrenilen A.Ş.’nin tarihi eserleri bir daire
karşılığında başkasından aldığını söylediği
iddia edildi. İstanbul Kaçakçılıkla Mücadele
Şube Müdürlüğü ekipleri konu hakkında İstanbul
Arkeoloji Müzesi yetkililerine bilgi verdi.
Tarihi eserleri inceleyen uzmanlar, yaptığı ilk
incelemede Afrodit Heykeli’nin 2 bin yıllık
olduğu ve paha biçilemediğini belirtti. Tarihi
eserler, yapılacak çalışmaların ardından
İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne teslim edileceği
öğrenildi.
Hürriyet, 12.07.2016
|
ANABASİS YOLU TURİZME KAZANDIRILIYOR
MÖ 400 yıllarında Anadolu’da yaşayan ve çoğunluğu
Yunanlı askerlerin oluşturduğu kişilerin yurtlarına
dönmek için başlattıkları ve Yunanca’da “Anabasis”
(On binlerin dönüşü) olarak bilinen olayın geçtiği
tarihi yolun Trabzon bölümü turizme açılıyor.
İlk adımları 4 yıl
önce atılan projenin hayata geçirilmesi için
çalışmalara başlandı.
Maçka Belediye Başkanı
Koray Koçhan, Galandar kutlamaları için her yıl
Yunanistan’dan gelen konukların özellikle Anabasis
yolunu merak ettiklerini belirterek “İlçemiz
sınırları içerisinde kalan ‘Anabasis’ olarak bilinen
tarihi yolu canlandırıyoruz” diye konuştu.
Habertürk, Haber: Kenan Taşkın, 12.07.2016
|
 |
İSKİ KAZISINDA İNSAN KEMİKLERİ BULUNDU
Beyoğlu’nda
İSKİ’nin atık su kanalı yenileme çalışması
sırasında, Osmanlı dönemine ait mezar başı ve
bazı kemik parçalarına rastlandı. Çalışmayı
durduran ekip, durumu yetkililere bildirdi.
Çalışma noktasına
polisin
olay yeri inceleme ekipleri ve
Cumhuriyet Savcısı geldi. Yapılan araştırma
ve alınan örneklerden sonra, kazılan bölgenin
kapatılmasına karar verildi.
KEPÇE İLE
KAZI YAPILIRKEN, KEMİKLERE RASTLANDI
Olay,
Beyoğlu-Şişhane’de Beyoğlu
Vergi Dairesi’nin önünde
sabah saatlerinde yaşandı.
İSKİ’nin atık su kanalı çalışmasında görevli
işçiler, kepçe ile kazı yaparken kemik parçalarını
fark etti. Çalışmayı durduran işçiler, durumu polis
ekiplerine bildirdi. Olay yerine gelen polis
ekipleri kemik parçalarının bulunduğu çevreyi
güvenlik şeridi ile kapattı. İstanbul Nöbetçi
Cumhuriyet Savcısı da olay yerinde inceleme yaptı.
Olay Yeri İnceleme Ekipleri, bölgeden kemik örneği
aldı. Daha sonra kazı sahasının kapatılmasına karar
verildi.
KAZI İŞÇİSİ, "AYNI ŞEKİLDE, HİÇ BOZMADAN
KAPATTIK"
İSKİ çalışanı Hasan
Sönmez, "Çalışıyorduk. Kemikler vardı, ne oldu
bilmiyorum. İnsan kemiği de olabilr, başka bir kemik
de.Savcı geldi, baktı, araştırma yaptı. İki insan
kemiği rahat vardı. Mezar falan değil, daha toplanıp
gömülmüş bir şey. Olay yeri inceleme geldi, örnek
alıp gittiler. Polislerin çalışması 3-4 saat sürdü.
Aynı şekilde hiç bozmadan kapattık’ diye konuştu.

Hürriyet, Haber:
Mustafa Özdabak - Zeki Günal - Özgür Eren, 12.07.2016
|
TÜRKİYE'NİN 2. EFES'İ TOPRAK ALTINDA BEKLİYOR
İzmit’te 2 bin yıllık tapınak merdivenlerinin ortaya
çıkması sonrası hızlandırılmak istenen kazı
çalışmaları, kamulaştırma engeline takıldı. Ortaya
çıkarılmak istenen Nikomedia uygarlığına ait liman
kentinin Efes’ten daha büyük olduğu tahmin ediliyor.

Kocaeli’nin İzmit İlçesi Çukurbağ Mahallesi'ndeki
kazı alanında devam eden çalışmalarda ortaya
çıkarılan 2 bin yıllık tapınak merdivenleri
kazıların önemini arttırdı. Son olarak 'sağlık
tanrıçası' heykeli başta olmak üzere birçok eserin
bulunduğu alanda yapılan kazılarda 2 bin yıllık
olduğu tahmin edilen mermerden yapılmış 17 basamaklı
tapınak merdivenleri gün yüzüne çıkartıldı.

Dar sokaklarla ve çok sayıda evle çevrili, Efes
antik kentine rakip olabileceği tahmin edilen
alanda genişletilerek devam edilmesi istenen kazılar
ise kamulaştırma engeliyle karşılaştı.

Çukurbağ Mahallesi Bahariye Caddesi üzerinde bulunan
kazı alanında son yapılan çalışmalarda ortaya çıkan
eserler, Anadolu’daki en büyük medeniyetlerden biri
olan Nikomedia uygarlığına ait eserlerin gün yüzüne
çıkartılması çalışmalarını hızlandırdı.

Kazı yapılan alanın Nikomedia uygarlığının kalbi
olduğunu söyleyen İl Kültür ve Turizm Müdürü Adnan
Zamburkan, “Burada yapılan her kazı sonucunda
mutlaka tarihi eser ortaya çıkmaktadır. Burada yine
sondaj kazısı sonucunda bir heykel bulundu. Bu
heykelin bulunması sonucunda, Müze Müdürlüğümüzce
burada kazı devam ettirildi. Ve devamında da bu
merdivenlerin burada var olduğunu gördük. Yapılan
çalışma sonucunda 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen
merdivenlerin 17 tanesi ortaya çıkartıldı. Geri
kalanları da yine yapılacak çalışmalar sonucunda
ortaya çıkartılacak” dedi.

Roma’ya 40 yıl başkentlik yapmış bir alan
Ortaya çıkan alanın önceki yıllarda belirlenen antik
alanlarla bağlantısı olduğunu ifade eden Zamburkan,
“Kocaeli bir zamanların 4 büyük kentinden bir
tanesi. Bir zamanlar yine 40 yıl eş başkanlık olarak
başkentlik yapmış bir kent. Arkeolojik açıdan da
zengin. Bir zamanların, o dönemlerin ihtişamlı
saraylarının, kabartmaların, süslemelerin,
sütunların, tören alanlarının bu alanda olduğunu
biliyoruz. Bu nedenle de çalışmalarımız buradan
başlattık. Geçmiş yıllardaki kazılarda birçok tarihi
eser ortaya çıktı. Yine iki yıl önceki kazılarda
yaklaşık 300’e yakın taş eser ortaya çıktı.
Bunlardan bazılarını biz müzemize kazandırdık.
Yapmış olduğumuz bu çalışmalara da buradaki
eserlerin gün yüzüne çıkartıp, yine insanlığa
sunulması için devam ediyoruz” diye konuştu.

"2. Efes Nikomedia’nın altından çıkacak"
Zamburkan, şunları kaydetti: “Şu anda yeni
yapacağımız kazı alanıyla birlikte bin 500
metrekarelik bir kazı alanı açmış olacağız. Bu güne
kadar 700-800 metrekarelik bir alanı açtık. Şu anda
400-500 metrekarelik kamulaştırdığımız alanlar var.
Onları da kazı çalışması sonrası açacağız ve kazı
alanlarıyla bir bütün halinde kullanacağız. Eğer biz
bu alanı tamamen açarsak, gün ışığına çıkartırsak
ikinci bir Efes, Nikomedia uygarlığının altından
artık çıkmış olacak.”

Nikomedia uygarlığının dönemince çok önemli bir
yerleşim alanı olduğunu belirten İl Kültür Turizm
Müdürü Adnan Zamburkan, "Nikomedia kurulduktan sonra
308 yıllarda büyük bir deprem yaşamış ve bu depremde
gerçekten çok büyük bir yıkıma uğramış. Özellikle o
zamanki saraylar, yapıların hepsi depremde hemen
hemen zarar görmüştür" dedi.

Akşam, 12.07.2016 |
TARİHİ KIŞLA 'YILDIZ'IN EMRİYLE YIKILMIŞ
Kasımpaşa’daki 234 yıllık Cezayirli Gazi Hasan Paşa
Kışlası’nın, Yıldız Teknik Üniversitesi’nin verdiği
“Can güvenliği performans düzeyini sağlayamıyor”
raporu üzerine yıkıldığı ortaya çıktı. Yıkıma
İstanbul 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu’nun da onay verdiği belirtildi.

İstanbul Kasımpaşa’da bulunan ve Kalyoncular Kışlası
ya da Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kışlası olarak
adlandırılan binaların sessizce yıkılması geçtiğimiz
ay ortaya çıktı. 234 yıl önce yapılan kışla, Osmanlı
İmparatorluğu’nun modern kışla mimarisinin ilk
örneği olduğu için büyük önem taşıyordu. Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı Kuzey Deniz Saha Komutanlığı
bünyesindeki kışla, değişik tarihlerde onarımlar
görmüştü. İlk tamir ve bakımı 31 yıl sonra 1813’te
gerçekleşen kışla, ikinci tamirini 1882’de gördü.
Tam 100 yıl sonra gerçekleşen bakım ve onarım
çalışmalarında birinci ve ikinci kat odaları
arasındaki tuğla duvarlar yıkılarak genişletme
çalışması yapıldı. Böylece 100’er kişilik koğuşlar
oluşturuldu. 1950’deki onarımda ise döşemeler
betonarmeye dönüştürüldü, kapı ve pencereler
değiştirildi. 1966’daki onarım ve restorasyon
çalışmalarıyla Barok mimari özelliğini kaybeden
kışlanın 25 Kasım 2009’da İstanbul Valiliği İl Özel
İdaresi tarafından son restorasyonuna başlandı.
Sadece cami yıkılmadı

İstanbul Valiliği tarafından cami ve kışla
restorasyonunun birleştirilmesiyle işe başlayan Erbu
İnşaat, 17 Temmuz 2012’de dilekçe ile Yıldız Teknik
Üniversitesi’ne (YTÜ) başvurarak Cezayirli Gazi
Hasanpaşa Kışlası’nın taşıyıcı sistemi hakkında
detaylı rapor istedi. YTÜ, kışlanın mevcut durumuyla
can güvenliği performans düzeyini sağlayamadığı,
Cumhuriyet döneminde betonarme olarak yeniden inşa
edildiği için özgün olmadığı, 1966’da taşıyıcı
sistemin betonarmeye çevrildiğini belirtti. YTÜ,
raporunda, binaların yıkılarak özgün yapı
malzemeleri ya da betonarme olarak yeniden inşa
edilmesinin en doğru yol olacağını belirtirken,
İstanbul 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu da yıkıma izin verdi. Toplam
kapalı alanı 7 bin 200 metrekare olan kışla ve
etrafındaki binalar tamamen yıkılırken, sadece
restorasyonu süren cami ayakta kaldı.
İlk
modern mimari örneği
Halen Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Kuzey
Deniz Saha Komutanlığı Karargahı olarak kullanılan
binaların arkasında yer alan kışlayı 1782’de
Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa tamamen
kendi imkanlarıyla yaptırdı. Zemin ve iki kattan
oluşan, avlusunda bir de cami bulunan Cezayirli Gazi
Hasan Paşa Kışlası’nın toplam 99 odası vardı. Deniz
erlerinin eğitimi için Barok üslubunda yapılan kışla
100 yıldan fazla bu amaçla kullanıldı. Sanayi-i
Bahriye Alayı, Kanun Dairesi, Bahriye Silahendaz
Taburu, Divan-ı Harp, Bahriye İtfaiye Taburları gibi
bazı kuruluşları içinde barındırdı. II.
Meşrutiyet’ten sonra Evsad-ı Cedide Mektebi isminde
acemi deniz erlerinin eğitimi için kullanıldı. Daha
sonra da Deniz Talim Taburu ve Deniz Talim Alayı
konuşlandı.
Modern anlayış ürünü
Kışlanın yapıldığı dönemde Hasan Paşa eğitim
reformu üzerine çalışıyordu. Donanma asker ve
subayları modern yöntemlerle eğitilirken, tersanede
yabancı danışmanlardan faydalanılmaya başlandı.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kışlası, Türk bahriyesinin
yeni ve modern anlayışının ilk ürünüydü. Bu nedenle
deniz subaylarının yetiştirilmesi için
Mühendishaneyi Bahri Hümayun adıyla bugünkü Deniz
Harp Okulu ortaya çıktı. Kışlanın ortasındaki
Kalyoncular Kışlası Camii’ni yaptıran da Cezayirli
Gazi Hasan Paşa’ydı. Kışladan bazı eserler halen
İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı’nda bulunuyor.
Aslanla dolaşan büyük komutan

Tekirdağ’da 1713’te doğan Osmanlı devlet adamı ve
Donanma Komutanı Cezayirli Gazi Hasan Paşa,
evcilleştirdiği bir aslan ile birlikte dolaşmasıyla
bilinir. Cezayir ocaklarında yetiştiği için bu
lakabı alan Hasan Paşa, pek çok savaşta gösterdiği
kahramanlıkla hızla yükseldi. Kalyon kaptanı olarak
Osmanlı Donanması’na 48 yaşında giren Hasan Paşa,
gösterdiği başarılarla vezirlik rütbesiyle Kaptan-ı
Derya ilan edildi. III. Mustafa döneminde 1773’te
Türkiye’nin ilk askeri denizcilik okulunu kurdu. Pek
çok iç ayaklanmayı bastırdı, Ruslarla savaştı.
Hayatı sürekli savaşmakla ve Türk denizciliğine
katkı sağlamakla geçen Hasan Paşa, 1790’da öldüğünde
çok az servet bırakabildi. İyi bir devlet adamı ve
sözüne güvenilir bir kişi olan Cezayirli Gazi Hasan
Paşa, malvarlığının büyük bölümünü kamu binalarının
yapımına ayırmıştı. Hatta Osmanlı-Rus savaşı
sırasında da devlete 12 bin kese altın bağışlayacak
kadar alçak gönüllüydü. Hasan Paşa’nın mezarının
yeri tam bilinmiyor. Bazı kaynaklar, mezar yerini
Kasımpaşa, bazıları Bulgaristan Şumnu olarak
gösteriyor.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş,
12.07.2016
|
AZAPKAPI'DA MİMAR SİNAN ESERİ 450 YILLIK SOKULLU
MEHMET PAŞA CAMİİ'NİN DUVARINI DELDİLER
İstanbul Azapkapı’da Mimar Sinan’ın yaptığı yaklaşık
450 yıllık Sokollu Mehmed Paşa Camii’nin duvarı
delindi.
İstanbul’un Azapkapı semtinde Mimar
Sinan tarafından 1578’de Sokollu Mehmet Paşa adına
yapılan Sokollu Mehmed Paşa Camii’nin duvarı
delindi. Birkaç yıldır onarım gören ve etrafı
şantiye alanına dönen caminin duvarının kim
tarafından ve ne amaçla delindiği bilinmiyor.
arkeofili.com'un haberine göre 2013 Ekim ayından bu
yana onarımı devam eden tarihi caminin çilesi
bitmiyor. Daha önce yakınına çakılan çelik kazıklar
yüzünden temelleri zarar gören, metro yüzünden
yaklaşık 5 cm kayan ve zeminden çıkan kaynak suları
yüzünden etrafı göle dönen caminin şimdi de
esrarengiz bir şekilde duvarı delindi.
Metro
köprüsü yapımında çakılan kazıklar camiyi 5 cm
kaydırdı
Yaklaşık 3 yıldır çalışma yapılan
Sokollu Mehmed Paşa Camii gün geçtikçe tahrip
ediliyor. Metro köprüsü yapımı sırasında hem
kıyıdaki alana, hem de deniz zeminine çok sayıda
çelik kazıklar çakılmıştı. Kazıklar çakılırken
oluşan şiddetli titreşimlerin Mimar Sinan’ın yaptığı
caminin temellerine zarar verdiği ve tarihi yapıyı
kaydırdığı basına yansımıştı. Geçtiğimiz yıl
Mimarlar Odası, Azapkapı Camii’nin tehlike altında
olması üzerine bir basın toplantısı düzenlemişti.
Toplantıda, Haliç Metro Köprüsü için kazık çakma
işlemleri sırasında Sokollu Mehmed Paşa Camii’nin
yaklaşık 5 cm. civarında kaydığı belirtilmişti.
Zeminden su çıkmaya başladı
Uzun süren onarım
çalışmaları sırasında, caminin hemen dışındaki bazı
noktalardan kaynak suları yüzeye çıkıyordu. Caminin
özellikle Haliç’e bakan cephesinde çıkan sular
yüzünden tarihi yapının çevresi adeta bir göle
dönmüştü. Hem temellerdeki kayma riski hem de
tabandaki sular yüzünden, aslında Mart 2015’te
bitmesi planlanan çalışmalar hala devam ediyor.
Geçtiğimiz günlerde su birikintisi belirli bir
düzeye indikten sonra, bölge kum ve mıcırla
dolduruldu. İki hafta kadar önce doldurulan
çukurlara iki sıra beton duvar örüldü. Son olarak
birkaç gün önce yapının zeminini çevreleyen su
birikintisinin olduğu çukur tümüyle kapatıldı.
Deliğin sebebi bilinmiyor
3 yıldır süren çalışmalarda şimdi de esrarengiz
bir şekilde caminin denize bakan cephesinde, kemerli
bölümlerden birinin altında bir delik açıldı.
Osmanlı döneminin en önemli mimarı olan Mimar
Sinan’ın yaptığı camide açılan delik hakkında hiçbir
bilgi verilmedi. Kesme taşlarla örülü duvarı
kırılarak açılan büyük deliğin define için mi yoksa
başka bir amaçla mı açıldığı bilinmiyor.
T24
Haber, 11.07.2016
******
MİMAR SİNAN'IN ESERLERİ YILLARDIR TAHRİP EDİLİYOR

İstanbul’un Azapkapı semtinde Mimar Sinan
tarafından 1578’de Sokollu Mehmet Paşa adına yapılan
Sokollu Mehmed Paşa Camii’nin duvarı delindi.
2013’den bu yana restorasyon bahanesiyle etrafı
şantiye alanına dönen cami duvarının kim tarafından
ve ne amaçla delindiği bilinmiyor. Eser daha önce de
metro köprüsü inşaatı yüzünden, zemininden 5 cm
geriye kaymıştı.
Metro köprüsü yapımı
sırasında hem kıyıdaki alana, hem de deniz zeminine
çok sayıda çelik kazıklar çakılmıştı. Kazıklar
çakılırken oluşan şiddetli titreşimlerin Mimar
Sinan’ın yaptığı caminin temellerine zarar vermiş ve
tarihi yapıyı kaydırdı.
Zeminden su çıktı
Uzun
süren onarım çalışmaları sırasında, caminin hemen
dışındaki bazı noktalardan kaynak suları yüzeye
çıktı. Caminin özellikle Haliç’e bakan cephesinde
çıkan sular yüzünden tarihi yapının çevresi göle
döndü. Hem temellerdeki kayma riski hem de tabandaki
sular yüzünden, aslında Mart 2015’te bitmesi
planlanan çalışmalar hala devam ediyor.
Eserin
gördüğü tahribata son olarak caminin denize bakan
cephesinde, kemerli bölümlerden birinin altında bir
delik açılması eklendi. Osmanlı döneminin en önemli
mimarı olan Mimar Sinan’ın yaptığı camide açılan
delik hakkında hiçbir bilgi verilmedi.
Bir başka
tahribat da Atik Valide Külliyesi’ne
Öte yandan
İstanbul’un Üsküdar semtinde 440 yıl önce yine Mimar
Sinan’ın yaptığı Atik Valide Külliyesi’nin
bitişiğine yapılan beton yapıya tepkiler büyüyor.
2015 yılında tarihi külliyenin şifahanesine
restorasyon adı altında yapılan cam bölmeler, uzun
süre tartışma konusu olmuş, tarihsel yapıyı bozduğu
söylenmişti.
Mimar Sinan’ın son yapıtı olarak
bilinen Atik Valide Külliyesi’nin hemen yanında en
az 4 metre hafriyat yapılarak beton döküldü.
İnşaatın kalıpları tarihi yapının duvarlarına
dayanıyor. Tescilli külliyenin yanına betonarme yapı
yapılmasının, 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma
Yasası’na aykırı olduğu biliniyor.
Birgün,
13.07.2016
|
FİKRET MUALLA'NIN TUVALİNİ KIRDILAR
İstanbul aşığı ressam
Fikret Mualla’yı İstanbul resimlerinden
birine bakarken anlatan
Kadıköy Yoğurtçu Parkı’ndaki heykeli önceki
gece vandalların saldırısına uğradı.
Heykeldeki tabloyu
tutan kaide kırıldı. İki cam arasındaki tablo ve
Fikret Mualla’nın heykeli, saldırıdan hasar
görmedi.
Kadıköy Belediyesi, 1903’te
Kadıköy
Moda’da doğan, çocukluk ve gençlik yıllarını
burada geçiren
Türk resim sanatının ünlü ismi Fikret
Mualla’nın heykeltıraş Hüseyin Yüce tarafından
yapılan heykelini Yoğurtçu Parkı’na 2012’de
dikmişti. Heykel çevresinde araştırma yapan
polis, bölgeyi gören güvenlik kamerası
bulamadı.
Hürriyet, Haber: Eyüp Serbest,
11.07.2016
|
 |
HALİÇ-UNKAPANI KARAYOLU TÜNELİ İHALESİ TEMMUZDA
BAŞLATILIYOR
İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın 2019'da tüm ulaşım
unsurları ile entegre 400 kilometreden fazla raylı
sistem hedefi doğrultusunda Haliç Tüp Geçiş Tüneli,
Boğaz Yaya Geçişi, Kabataş Transfer Merkezi ve 6
yeni metro hattı için yapım aşaması başlıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye
(İBB) Kadir Topbaş'ın "ustalık eserim" diye
nitelendirdiği Haliç-Unkapanı Karayolu Tüneli Tüp
Geçit Projesi hayata geçiriliyor.

Yer tesliminden sonra 700 günde
tamamlanması planlanan Haliç-Unkapanı Karayolu
Tüneli yapım işinin ihale süreci Temmuz ayı içinde
başlatılıyor. Proje ile 1836 yıllında inşa edilen
Unkapanı Köprüsü'nün de kaldırılması planlanıyor.

Unkapanı karayolu tünel geçiş
projesi ile tarihi yarımada Unkapanı üzerinden
Şişhane, Kasımpaşa, Karaköy güzergahına bağlanarak
kara ulaşımı tamamen su altında kurulacak bir tünel
köprü ile sağlanacak.

Habertürk, 11.07.2016
E.N.:
Haritada görülen bölge çok
yoğun tarihi eser barındırmaktadır. Yüzeyde
görülenlerin yanı sıra muhakkak ki toprak altında
kalanlar da vardır. Nitekim zamanında Haliç Köprüsü
yapılırken özellikle Bizans dönemine ait çok sayıda
buluntu ele geçmişti. Bu çalışmaların mutlaka
Arkeoloji Müzeleri gözetiminde yapılacağını
umuyoruz.
|
 |
BELÇİKALILARIN ATALARI YAMYAMDI
Belçika topraklarında 40 bin yıl önce yaşayan
Neandertallerin, insan eti yediği belirlendi.
Tübingen Üniversitesi araştırmacıları, Namur kenti
yakınlarındaki Goyet mağaralarındaki kazılarda
bulunan çok sayıda kemiği inceledi. İnsan kemikleri
ile hayvan kalıntılarındaki izler arasında benzerlik
görüldü.
Bilim insanlarına göre Neandertaller, etini
yedikleri insanların kemiklerinden de araç gereç
yapıyordu.
Sabah, 11.07.2016 |
YÜRÜYEN KÖŞK'TE ETKİNLİK TEPKİSİ
Yalova’da 2006’dan beri müze olarak kullanılan
Atatürk’ün Yürüyen Köşk’ünün bahçesinde nikah ve
çeşitli organizasyonlar yapılması vatandaşların
tepkisine neden oldu.
Tepki gösterenler, “Bu
manzara bizi rahatsız ediyor. Köşkün bahçesi
organizasyon yeri olmamalı. Ayrıca bu etkinliklerde
köşke zarar gelebilir.
Atatürk burayı Türk milletine armağan etti,
organizatörlere değil” diyor.
Yalova Belediye Başkanı CHP’li Vefa Salman ise
duyarlı olduklarını belirterek, “Köşkün bahçesinde
daha önce de organizasyonlar yapılmıştı. Yılda 4-5
organizasyona izin veriyoruz. Onlar da zaten
alkolsüz organizasyonlar” dedi.
Milliyet, Haber:
Süheyl Gözdereliler, 11.07.2016
|
 |
UNESCO DÜNYA MİRAS
MERKEZİ DİREKTÖRÜ ROSSLER: TEHLİKE ALTINDAKİ 48
BÖLGEYLE İLGİLİ RAPOR GÖRÜŞÜLECEK
UNESCO Dünya Miras Merkezi Direktörü Mechtild
Rossler, Dünya Miras Komitesinin Ani Harabeleri'ne
ilişkin bir karar vereceğini belirterek, "Dünya
Kültürel Mirası Sözleşmesinin ruhunda iş birliği
yatmaktadır. Bu nedenle de daha sonraki aşamalarda
neler yapılacağını göreceğiz, ama komitenin kararına
bağlı her şey." dedi.
UNESCO Dünya Miras Komitesi
40. Oturum Başkanı Büyükelçi Lale Ülker ve UNESCO
Genel Direktör Yardımcısı Francesco Bandarin,
İstanbul Kongre Merkezi'nde düzenlenen UNESCO Dünya
Miras Komitesi 40. Toplantısı kapsamında basın
toplantısı gerçekleştirdi.
Rossler, toplantıda tehlike
altındaki bölgeler listesindeki 48 bölgeyle ilgili
raporların görüşüleceğini, Dünya Miras Listesi'ne
adaylıklar konusunun ele alınacağını ve bu kapsamda
27 adaylığın komite tarafından inceleneceğini,
devletlere uluslararası yardımlar yapılması
konusunun da çalışılacağını anlattı.
Rossler, Palmira'nın
korunması konusundaki bir soru üzerine, Suriye'deki
bölgelerin hepsinin oradaki ihtilaf nedeniyle
"tehlike altındaki bölgeler" listesinde yer aldığına
değinerek, konuya ilişkin rapor hazırlandığını ve
yapılacaklara ilişkin çalışmaların da ele
alınacağını belirtti.
Diyarbakır Surları
ve Hevsel Bahçeleri
Lale Ülker de
Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri isimli alanın
UNESCO Dünya Miras Komitesi'nin Temmuz 2015 tarihli
Bonn toplantısında Dünya Miras Listesi'ne tüm komite
üyelerinin oy birliğiyle kaydedildiğini
hatırlatarak, şu bilgileri verdi:
"2015 yılı sonunda terör
örgütü tarafından başlatılan saldırılar neticesinde
alanda yer alan kültür varlıklarında hasar meydana
gelmiştir. Alanın durumu o tarihten bu yana UNESCO
ile iş birliği halinde 1972 tarihli UNESCO Kültürel
ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi ve buna bağlı
rehber ilkeler uyarınca yetkili makamlarımızca ele
alınmıştır. Alanda kamu düzeninin tesisi amacıyla
terörist örgüte karşı güvenlik güçleri tarafından
operasyon yürütülmüştür. UNESCO'ya süreç boyunca
konuya son derece hassasiyetle yaklaştığımız, alanın
hiçbir şekilde zarar görmesini istemeyeceğimiz,
konunun ilgili kurumlarımızca ciddiyetle takip
edildiği yönünde bilgi verilmiştir. Bu çerçevede
Kültür ve Turizm Bakanlığının 60 uzmanı alanda
inceleme yapmış, hasar tespitinde bulunmuş ve ön
raporlar UNESCO Sekreteryası, Dünya Miras Merkezi
ile paylaşılmıştır.
Bizim için kültürel miras
tüm insanlığa ait evrensel mirasın bütünüdür. Bu
anlayış ve koruma bilincine sahip olduğumuz için
2013'te rekor düzeyle oyla Dünya Miras Komitesine
seçildik. Geçtiğimiz yıl Bonn'da yapılan toplantıda
da Dünya Miras Komitesinin dönem başkanlığını
devraldık ve bugün burada Dünya Miras Komitesinin
40. toplantısını yapıyoruz. Türkiye, 1972 tarihli
UNESCO Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması
Sözleşmesinin hükümlerine müdriktir. Sözleşmeye her
taraf devlete olduğu gibi Türkiye'ye de miras
alanlarını koruma yükümlülüğü verdiğini biliyoruz.
Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri Kültürel
Peysajı isimli alanımızın sözleşme ruhuna uygun ve
UNESCO ile işbirliği içinde korunması ve gereken
mekanların rehabilite edilmesi için elimizden geleni
yapmaktayız. Zaten Dünya Miras Komitesine ev
sahipliği yapan Türkiye'den de bunun dışında bir
şeyin beklenmemesi gerekir."
Anadolu Ajansı, Haber: Andaç Hongur, 11.07.2016
******
KÜLTÜREL MİRASA SALDIRI BİR SAVAŞ SUÇUDUR
UNESCO Dünya Miras Komitesi 40. Toplantısı
önceki gün
İstanbul’da başladı.
İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenen ve 20
Temmuz’a kadar devam edecek toplantının
açılışında konuşan
UNESCO Genel Direktörü İrina Bokova,
Atatürk Havalimanı'nda meydana gelen
saldırının ardından bu toplantının
İstanbul'da yapılmasının uluslararası
toplumun
Türkiye'ye desteği anlamına geldiğini
söyledi.
Dünya mirasının kime ait olduğunun kavgasını
yapmak yerine birlikte korumak gerektiğinin
altını çizen Bokova, "Ben
inanıyorum ki insanlık mirasını koruma hedefimiz
aynıdır. Mali'den
Suriye'ye kadar
dünya mirası saldırı altındadır. Bu bir
savaş suçudur. Hedefi insanlık ve dünya
mirasıdır. Bizim buna cevabımız güçlü olmalıdır.
Aslında
UNESCO'nun görevi budur. Biz bu mirası
korumak için mücadele edenlerin yanında
olacağız" şeklinde konuştu.
Hürriyet,
11.07.2016
|
İNSAN NEFESİ BİLE AYASOFYA'YI TAHRİP EDEBİLİR
Ayasofya'da tartışma bitmez. Şimdi de 85 yıl sonra
ezan okunmasıyla gündemde. Ama evvela şunu
unutmamalı, bu işin şakaya gelir yanı yok; sürekli
restorasyon ihtiyacında olan bir yapıdan
bahsediyoruz. Eski eserleri korumak ne kuru bir
turizm, ne de gösterişle bağdaşacak bir iştir.
Beşeriyetin uzun, kültürel macerasına saygı duymak
gerekiyor.
Ayasofya sanat tarihçilerinin deyişiyle, ne
ortaçağ Hıristiyan sanatına ne de Batı Avrupa’daki
Romanesk, Gotik-ojival mimari tarzına giren bir
eserdir. Bir kere teknik bakımdan Ayasofya
kendisinden sonraki asırların ta 15’inci yüzyıl
sonuna kadar geçemediği bir mükemmelliği ifade eder.
Mimarları Trallesli (Aydın) Anthemius ve Miletoslu
İsidoros, eskiçağ inşaat bilimlerini ve
matematikçilerini çok iyi tanırlardı. Başta
Arşimed’inki olmak üzere İskenderiye Kitaplığı’nda
kaybolan birçok eseri Anthemius derleyip
zikretmiştir.
Ayasofya’nın kendinden evvelki bazikal kiliselere
üstünlüğü temeller ve sütunlara dayanan merkezi
kubbeli bir eser olmasıdır. İnşaat sırasında
binlerce işçi ve ustanın sevk ve idaresindeki
başarı, mimari tarihinde 15’inci asırda
Brunelleschi’nin mühendisliğine dek görülmeyen
ustalıklı bir sisteme dayanmasındadır. Böyle bir
ustalıklı sistem ve çalışma sayesindedir ki Ayasofya
yedi yılda bitmiştir. Bu tıpkı Mimar Sinan’ın
ustalığı gibidir. Ne var ki, İslam dünyasındaki bazı
büyük camiler ve kervansaraylar hariç ne Bizans’ta
ne de Batı Avrupa’da bu kadar çabuk biten bir yapı
yoktur. Üstelik merkezi kubbe sistemi de bir daha
Floransa’daki katedrale kadar tatbik edilememiştir.
Ayrıca bu kubbe birkaç defa çatlama ve hatta yıkılma
tehlikesi geçirmesine rağmen ustalıkla restore
edilmiştir. Son başarılı restorasyon istinat
sistemini icat eden Mimar Sinan’ın işidir ve o da bu
çalışmasıyla haklı olarak iftihar etmiştir.
MOZAİKLERİ KORUNDU
Ayasofya 1453 Mayıs’ında camiye çevrildi. Dokuz
asır boyu Hıristiyanlığa hizmet eden ve fakat hem
Hıristiyan hem de Müslüman dünyanın ihtişamına göz
diktiği, buna rağmen bir eşini yapamadığı bu yapı
bundan sonra beş asır boyu cami olarak hayatına
devam etti. Osmanlı sanatının en güzel çinili üç
türbesi, kütüphanesi, medresesi bu yeni caminin
ilaveleridir. Burası, bütün İslam dünyasının
hayallerini kurduğu bir ibadethaneydi. Ayasofya’nın
hutbesi ayrı bir ritüele tabiydi. Hatipler, imamlar,
müezzinler ve görevlilerin Fatih vakfiyesine göre
ayrı bir geliri vardı. Medresesi ve kütüphanesi
gözde bir kurumdu. Ancak kabul etmek gerekir ki,
Selimiye ve Süleymaniye ile İslam dünyasında bir
ihtişam ortaya çıktı.
1849 yılında Sultan Abdülmecid Han’ın emriyle
cami restore edildi. Brera Akademisi mezunu olan ve
Rusya hizmetinde çalışırken Rusya sefaretini yeniden
inşa ederek göze giren mimar Fossatti kardeşler,
Osmanlı başkentindeki resmi binalarıyla tanındıkları
için (Arşiv Binası, İran Sefareti, şimdi yok olan
Adliye gibi) Ayasofya’nın restorasyonu da onlara
ihale edildi. Fossatti kardeşler, freskleri onardı
ve aynısını mozaiklere de tatbik ettiler.
Görüldü
ki 1453’teki camiye çevirme operasyonu, mozaik ve
desenleri tahrip etmek bir yana muhafaza etmiştir.
15’inci asırda ‘reconquista’dan (İspanyolların
Müslüman Endülüs’ü yeniden fethi) sonra kiliseye
çevrilen Kurtuba’daki muhteşem mescit maalesef
benzer talihe sahip olmadı. Bizans tipi mozaikleri
tahrip oldu, cami içindeki sütunların simetrik
yapısı Şarlken’in bile beğenmediği bir ilave
katedral ile tamamen bozuldu.
SESİN ETKİSİ HALA SIR
Ayasofya 3 Kasım 1934’te, Reisicumhur Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığındaki vekiller
heyeti kararıyla müzeye çevrildi. İslam hattının
harikası sayılan, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin
levhaları, büyüklükleri dolayısıyla dışarı
çıkarılmadı. Ayasofya, eklektik bir eser olarak
ziyarete açıldı.
Ayasofya’nın müze haline
getirilişinin arkasındaki dış siyasi baskıların
varlığı veya etkinliği henüz bilinmiyor ama bu eser
hiçbir dini cemaatin ayinine açılmamak kararıyla bir
dönüşüm yaşadı.
Israrla şunu belirtmek gerekiyor: Ayasofya
üzerindeki tasarruflarla meydana çıkacak buhranı
göğüslemek nasıl mümkün olur, bunu tahmin etmek
kolay değil. Şimdiden Türkiye’deki en dikkati çeken
dış olay haline geldi.
Beri yandan Ayasofya devamlı restorasyon
gerektiren, beşeriyetin yüzde yüz ayakta kalan en
eski anıtlarından. Sesin onda nasıl bir etki
yaratacağını bilmiyoruz; kesinlikle konserlere
açılmaması gerekir. Hatta bilim insanları yan ve üst
galerilerin de ziyaretçilere kapatılmasının yararlı
olduğunu söylüyorlar. Bugünün teknik imkanlarıyla
yapılan neşriyat ve röprodüksiyonlar bu talebi de
haklı kılıyor. Hatta ziyaretin belirli günlerle
sınırlı kalması da doğru olabilir.
Kremlin
kiliseleri böyledir. Eski anıtlarda insan nefesinin
birçok şeyi tahrip ettiği biliniyor, tahribin
derecesi tartışılıyor. Kapadokya kaya
kiliselerindeki sorumsuzca ziyaretler freskleri
mutlaka tahrip edecektir. Bunlar benim değil
uzmanların görüşü; aynı keyfiyet bazı tarihi camiler
için de geçerlidir. Eski eserleri korumak ne kuru
bir turizm, ne de gösterişle bağdaşacak bir iştir.
Beşeriyetin uzun, kültürel macerasına saygı duymak
gerekiyor.
YÜZYILLAR BOYU TEK BAŞINA
“Ayasofya’nın kendinden evvelki bazikal
kiliselere üstünlüğü temeller ve sütunlara dayanan
merkezi kubbeli bir eser olmasıdır. İnşaat sırasında
binlerce işçi ve ustanın sevk ve idaresindeki
başarı, mimari tarihinde 15’inci asıra kadar
tekrarlanamamıştır.”
Hürriyet, Yazı: İlber
Ortaylı, 10.07.2016
|
SİT ALANINA KENTSEL DÖNÜŞÜM KILIFI
İçinde anıtsal ağaçlar
ve Osmanlı döneminden kalma nişan taşları bulunan,
kültürel ve doğal sit alanı olmasına karşın özel
mülk statüsü ve imar izni verilen Ihlamur Parkı’yla
ilgili, Seba İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Nedim
Keçeli’den açıklama geldi. Keçeli, parkın sit alanı
niteliğine değinmezken, yurttaşın kentsel tarım,
arıcılık ve çeşitli sosyal faaliyetler için aktif
olarak kullandığı alan için, “Tinerciler var”
diyerek yıkım planlarını mazur göstermeye çalıştı.
Ihlamur Parkı
Dayanışması üyeleri, Ihlamur Kasrı'ndan Yıldız
Sarayı'na uzanan bölümün tamamının 1'inci derece sit
alanı olduğunu ve dolayısıyla bölgenin bütünlüğünü
korunması gerektiğine işaret etmişt. Fakat Yönetim
Kurulu Başkanı Keçeli, planladıkları projeyi,
“Gökdelen değil 5 katlı, 30 daireli konut yapacağız”
sözleriyle savundu.
Sit
alanına ‘kentsel dönüşüm’
Bölgede alınan herhangi
bir ‘riskli alan kararı’ ya da ‘riskli yapı tespiti’
olmamasına ve projenin yeşil alan üzerine planlanmış
olmasına karşın Nedim Keçeli planın bir kentsel
dönüşüm projesi olduğunu iddia etti. Projelerinin
çoğunu İstanbul ve Bodrum’da gerçekleştiren Seba
İnşaat, daha önce İstanbul kuzey ormanlarının
kapısına dayanan “Seba Office Boulevard” projesiyle
tartışma konusu olmuştu.
Tepki kime?
Ihlamur Parkı'nı
ilgilendiren ve imar artışı içeren 1/1000’lik
uygulama planı, belediye tarafından mahkemeye
taşınmış bulunuyor. Keçeli, parkın etrafına çit
çekme kararını, yasal bir hak ve gereklilik olarak
başlatılan hukuki sürece “bir tepki olarak”
aldıklarını söyledi.
Halk nöbet
tuttu Keçeli firmaya pay çıkardı
21 Haziran günü parkın
ansızın çitlerle çevrilmeye başlamasıyla bölgeye
gelen ve parkta nöbet tutmaya başlayan bölge
sakinlerinin çabaları sayesinde, Ihlamur Parkı'nın
halka kapatılması engellenmiş, kaynak yapılan demir
kapılar yerlerinden sökülmüştü. Keçeli, çit
çevrilirken dahi “Üç yerden kapı bıraktıklarını“
söyledi, parkın “Özel Mülktür Girilmez“
tabelalarıyla halka kapatılmaya çalışıldığına
değinmedi.
Birgün, Haber: Fatih Kıyman,
10.07.2016
E.N.: "Daha önce dikilmiş
bir nişan taşını aşarak ondan daha uzağa atarak
rekor kırmaya menzil almak ya da menzil bozmak
denir… Bunun arkasından okun saplandığı yer biraz
kazılıp çakıl doldurularak işaretlenir ve altı ay
içinde taşı dikilirdi Taşın bir ziyafetle
diktirilmesi ve bu törende rekor sahibinin,
olanakları ölçüsünde hediyeler dağıtması gelenektir"
(Şinasi Acar'ın "İstanbul'un Son Nişan Taşları"
kitabından).
Ihlamur'da Sultan II.
Mahmud'a ait 3 adet nişan taşı bulunmaktadır.
|
İZMİR'İN HAYALET KÖYÜNDEKİ YAPILAR TESCİLLENDİ
Osmanlı döneminde, askerlerden kaçan eşkıyaların
saklandığı köy olarak bilenen ve şimdilerde az
sayıda insanın yaşaması sebebiyle hayalet köy olarak
alınan İzmir'deki Lübbey bölgesindeki bazı yapılar,
İzmir 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu tarafından tescillendi.
 
 
İzmir'in Ödemiş İlçesi'ndeki tarihi Lübbey bölgesinde
önemli bir gelişme yaşandı. Son yıllarda kaderine
terk edilen ve özellikle Osmanlı döneminde
askerlerden kaçan eşkıyaların saklandığı bölge
olması nedeniyle dikkatleri üzerine çeken mahallede,
İzmir 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu tarafından bir çalışma başlatıldı.
Çalışmalarla birlikte, bölgedeki cami ile birlikte
54 evi tescilli hale getirildi. Kurulun, önümüzdeki
günlerde bölgede harekete geçeceği kaydedildi.
Köyde az sayıda insanın yaşaması ise herkesin
dikkatini çekti. Lübbey'de bir elin parmağını
geçmeyecek kadar az sayıda insan yaşarken, köy kısa
bir süre öncede hayalet kent olarak anılmaya
başlanmıştı.
 
ÇEKÜL Vakfı Batı
Anadolu Koordinatörü Emin Başaranbilek, köye en
kısa zamanda el atılması gerektiğini söyledi.
Başaranbilek, "Ülkemizde kırsal alanlar, değişen
yaşam koşulları karşısında çeşitli nedenlerle eski
canlılığını yitirmekte, yöreye özgü yapım teknikleri
ve mimari doku da giderek yerini betonlaşmaya
bırakmaktadır. Temel bir sorun olarak karşımıza
çıkan kırsal alanların nüfus kaybetmesi sorunu, bazı
köylerin tamamen boşalması ya da terk edilmesi
sonucunu ortaya koymaktadır. İnsanlık tarihi
açısından kırsal yerleşimlerdeki yaşantının ve özgün
mimari dokunun gelecek kuşaklara aktarılması son
derece önemlidir. 1930 yılında adı Çamyayla olarak
değiştirilen Lübbey'de günümüzde yalnızca 5-10 hane
ikamet ediyor. Lübbey gibi, eski Lidya
uygarlıklarının kalıntıları olan Datbey ve Neikaia
gibi kentlerin de gün yüzüne çıkarılabilmesi için
üniversite ve sivil topluk örgütleri ile ortak
çalışma yürütülmeli" dedi.

Milliyet, 10.07.2016
|
ANTİK KENTLER BAĞLANIYOR
Pisidia antik bölgesinde yer alan
antik kentler, yeni bir proje ile
birbirine bağlanıyor ve 250 kilometrelik
bir gezi deneyimi oluşturuluyor.
Kuzey ve batısında Frigya,
güneybatısında Likya, güneyinde
Pamfilya, doğusunda Likaonya'yla çevrili
Pisidia antik bölgesinde, ormanlar
arasında gizlenmiş antik kentler,
Ankara İngiliz Arkeoloji
Enstitüsü'nün (AİAE) projesiyle
birbirine bağlanıyor. İlk ayağı 250
kilometrelik rota, ziyaretçilerine
masalsı bir gezi deneyimi sunuyor. 1947
yılında Ankara'da kurulan İngiliz
Arkeoloji Enstitüsü'nün 'Kültürel Miras
Yönetimi Projesi', 2013 yılında başladı.
Bu kapsamda projenin uygulama
alanlarından biri olarak günümüzde
Isparta,
Burdur ve Kuzey
Antalya'nın sınırları içinde yer
alan antik Pisidya bölgesi seçildi.
'Antik Pisidia Bölgesi Arkeolojik ve
Eko-Turizmin Geliştirilmesi Projesi'nin
amacı, alandaki arkeolojik mirasın bölge
halkına sosyo-ekonomik faydalar sağlamak
amacıyla kullanılması için bir yol
haritası belirlemek olarak saptandı.
ADIM ADIM İLERLİYOR
Burdur, Eğirdir ve Beyşehir göllerinden
Antalya Körfezi'ne uzanan bu alan
arkeolojik açıdan oldukça zengin
olmasına rağmen yeterince tanınmıyor.
Proje Koordinatörü Dr. Işılay Gürsu,
"İlk ayağı 250 kilometrelik uzunluğa
ulaşan rotanın büyük kısmı antik
yollardan, halen kullanılan küçük
patikalardan ya da orman yollarından
geçiyor. Önümüzdeki aşama, gerekli
birimlerden izinlerin alınmasının
ardından, rota boyunca önemli noktalarda
yürüyüşçülere yol gösterecek tabelaların
yerleştirilmesi. Hem arkeolojik hem de
doğal güzelliklerin yerlerini belirten
GPS noktaları alınmış olup, internet
sitesi ve mobil uygulamalar aracılığıyla
ziyaretçilerle paylaşılacak. Ayrıca
basılı haritalar ve bir rehber kitap da
hazırlanmaktadır" açıklamasını yaptı.
Sabah, 10.07.2016
|
ANKARA'NIN 'RESİM VE HEYKEL MÜZESİ'
Resmi adı Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi,
Cumhuriyet'in ilk yıllarının özeti gibi. 1980'de 6.
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından müze olarak
açılan bu tarihi eserde, 750 kadar eser
sergileniyor.
Siz bakmayın
“Ankara'da gezilecek bir yer yok!” diyenlere. 1923
Türk Devrimi sonrası inşa edilen
ankara, her ne kadar muadilleriyle aynı seviyede
bir ‘başşehir' olamasa da, kıyıda köşede kalmış ve
tabii ki bakmasını bilenlerin göreceği, duyacağı
tarihi eserleriyle ve dahi müzeleriyle velut bir
zenginliğe sahip. Her bir müzenin mazisinde, Milli
Mücadele döneminin anıları, Anadolu coğrafyasının
sesleri barınıyor, belirtelim. Resim ve Heykel
Müzesi nam adıyla meşhur iki müzesi var Türkiye'nin.
Biri, Osmanlı'nın son payitahtı İstanbul'da, diğeri
az önce zikrettiğimiz gibi Cumhuriyet'in başkenti
Ankara'da.
Cumhuriyet'in
panayırı!
Cumhuriyet devri
mimarisinin bu görkemli yapısı, asıl hüviyetini 6.
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün özel ilgisiyle
1975'te Resim ve Heykel Müzesi olarak tanımlanır.
Evveliyatı ise şöyle: Burası ilk olarak Cumhuriyet
ideolojisinin evleri olarak bilinen Türk Ocakları
Merkez Binası adına inşa edilir. Arif Hikmet
Koyunoğlu'nun suluboya şeklinde çizdiği proje
Atatürk tarafından onaylanır. 1927 senesinde inşaatı
başlayan binayla Gazi Mustafa Kemal hassaten
ilgilenir. Ricası, burada sadece Türk işlemeleri
kullanılacak ve binanın yapımında Türk işçiler
çalışacaktır. Bunun üzerine mezar taşı ustaları
toplanır, Marmara Adası'ndan getirilen mermerler
kullanılır. Gül ağacından yapılmış 500 koltuklu,
localı bir salona sahip olan bina, üç sene sonra,
yani 1930'da tamam olur. Ancak Türk Ocakları Genel
Merkezi, Cumhuriyet'in bu gözbebeği mekanda bir sene
kadar ikamet eder. Ardından 1931'de Cumhuriyet Halk
Fırkası'na devredilir.
Bina, bir sene sonra
da Ankara Halkevi olarak hizmet vermeye başlar.
Burası, Genç Cumhuriyet'in panayırı gibidir.
Cumhuriyet'in ilk operaları burada sahnelenir. Yine
konusu bugüne uç veren ilk dil ve tarih kurultayları
bu binada toplanır. Demokrat Parti, 1952'de
Halkevleri'nin kapısına kilit vurur. Ve burasını ilk
sahibine, Türk Ocakları'na tahsis eder. Burada aynı
zamanda, Devlet Tiyatroları'nın temsilleri, Ankara
Belediyesi'nin nikah hizmetleri verilir. Bina, Milli
Eğitim, Köy İşleri, Milli Savunma Bakanlığı, Halk
Eğitim Merkezi, Akşam Sanat Okulu olarak da
kullanılır. Ve nihayet, yazının başında da
belirttiğimiz gibi 1975'te müze olarak kullanılması
kararına varılır. Tabii, zaman içinde epey
hırpalanan bina, ilk mimarı Arif Hikmet Bey'in
hayatta olması sayesinde, onun gözetiminde Mimar
Abdurrahman Hancı'nın projesine göre aslına uygun
bir şekilde restore edilir. Ve 2 Nisan 1980'de Fahri
Korutürk tarafından ‘Ankara Devlet Resim ve Heykel
Müzesi' olarak hizmete açılır.
Zonaro'dan Osman Hamdi
Bey'e…
Şefik Bursalı, Orhan
Peker gibi sanatçılardan müteşekkil ekip, kamu
kuruluşlarını gezerek; 800 kadar eser tespit
ederler. Bunlardan 500 kadarı ise müzeye konur. Bu,
aynı zamanda müzenin ilk koleksiyonudur. Osman Hamdi
Bey'in “Silah Taciri”, V. Vereshchagin'in “Timur'un
Mezarı Başında”, Zonaro'nun “Genç Kız Portresi”,
Emel Cimcoz'un “Gazi'ye Şükran” tabloları
koleksiyonun ilk yapıtları olur. Müze, gerçek
anlamda sanata gönül vermiş kişilerin eliyle abide
haline gelir. Mesela, Türk resminin bohem
ressamlarından addedilen Fikret Mualla'nın 26 adet
tablosu Paris'ten satın alınarak buraya hediye
edilir. Müze, bağış yoluyla da önemli sayıda esere
kavuşur, not düşelim.
Mustafa Kemal, müzeyi
sıklıkla ziyaret eder
Müze, gerek
imparatorluğun son demlerinde resim sanatı ile haşır
neşir olmuş, gerek Cumhuriyet'in ilk yıllarında bu
sanata gönül vermiş Halife Abdülmecid Efendi,
Hüseyin Zeki Paşa, Hikmet Onat, İbrahim Çallı,
Şevket Dağ, Nuri İyem, Cihat Burak, Abidin Dino gibi
sanatkarların eserleriyle donatılmış. Müze,
Atatürk'ün sıklıkla ziyaret ettiği bir yerdir. Onun
hazır bulunduğu şu etkinliklere de ev sahipliği
yapmıştır: Bulgar Operet Topluluğu, Faruk Nafiz
Çamlıbel'in Akın piyesi, Behçet Kemal Çağlar'ın
Çoban piyesi, Aka Gündüz'ün Mavi Yıldırım oyunu,
Bursalı gençlerin müsameresi… Bu arada müze, altı
salondan müteşekkil. Müze envanterinde 1114 eser
bulunuyor, bunlardan 750 kadarı teşhir ediliyor.
Not: Müzeye giriş ücretsiz!
Zaman, Haber: Samet
Altıntaş,10.07.2016
|
SEZAR'IN
KALESİNDEKİ SU SARNICI GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK
Roma İmparatoru Jül
Sezar'ın Basforos Kralı 2. Pharnake'ye karşı zafer
kazanarak, dünyaca ünlü "Veni, vidi, vici (geldim,
gördüm, yendim)" sözünü söylediği Zile Kalesi'ndeki
su sarnıcı turizme
kazandırılacak.
Belediye Başkanı Lütfi
Vidinel, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Romalılardan kalma Zile Kalesi'nin Anadolu'nun en
güzel ve önemli eserlerinden birisi olduğunu
söyledi.
Zile'nin Anadolu'daki yığma
topraklardan yapılan kalelerden olduğunu belirten
Vidinel, "Bu kale inşa edilirken kale içindeki
insanlar kuşatmaya maruz kaldıklarında su
ihtiyaçlarını karşılamak için su sarnıcı yapmış.
Zile Kalesi'nde bulunan sarnıç 360 basamaktan
oluşuyor." dedi.
Su sarnıcında restorasyon ve gün yüzüne çıkması için
Kültür ve Turizm Bakanlığına müracaat ettiklerini
anlatan Vidinel, şöyle konuştu: "Kalemizde
askerlerin tahliye edilmesinde kullanılan bir
tünelin olduğu tarihçiler tarafından söyleniyor. Bu
tünelin de ortaya çıkması için bakanlığımıza
müracaatlarımızı yaptık. Kalemizdeki bu sarnıç ilgi
görüyor. Japonya'dan, Çin'den, Kore'den, Tayvan'dan
turistler Zile'ye gelerek kaleyi geziyor. Bu nedenle
tarihi kültürümüz için önem taşıyan su sarnıcını
inşallah gün yüzüne çıkarırız."
Zile Kalesi'nin Sezar'ın
kalesi olduğunu anlatan Vidinel, "Sezar, Ankara ve
İstanbul'u almayı düşünüyor. Zile, o zamanlar ticari
bir merkez. Binlerce kilometrelik yolu Zile'yi almak
için geliyor. Buradaki savaş tarihin en kanlı
savaşlardan birisi oluyor. Sezar burayı aldığında
'Veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim)' sözünü
söylemiş. Bu nedenle batılılar tarafından önem
verilen bir ilçedeyiz. Burada binlerce yıllık tarih
ve kültür var. Tarihi ve kültürel değerleri koruyup
gelecek nesillere bırakma gayretindeyiz." ifadesini
kullandı.
Anadolu Ajansı, Haber:
Ekber Türkoğlu, 09.07.2016
|
'ÖZGÜR OLMAK' HEYKELİNE İKİNCİ SALDIRI

Bursa’nın Nilüfer
İlçesi'nde 2011 yılında düzenlenen
Uluslararası Kuzgun Acar Heykel Sempozyumu’nda
Vietnamlı sanatçı Van Hoang Huynh tarafından yapılan
ve Konak Kültürevi önünde sergilenen “Özgür Olmak”
adlı heykeli 2 günde iki kez saldırıya uğradı.
“SANATIN VE SANATÇININ YANINDA OLACAĞIZ”
Nilüfer Belediye Başkanı CHP'li Mustafa Bozbey
düzenlenen bu ikinci saldırıyı da kınadı. Bozbey,
“İnsanlıktan nasibini alamamış sanata ve sanatçıya
düşman olan ve bir heykele tahammülü olmayan bu
zihniyeti tekrar tekrar kınıyorum. Ama biz her zaman
olduğu gibi sanatın ve sanatçının yanında olmaya
devam edeceğiz” dedi.
Sözcü, 09.07.2016
|
IŞİD PALMİRA'DA MUMYALARI KAMYONLA EZMİŞ
Suriye'deki antik kent Palmira'yı yaklaşık bir yıl
elinde tutan terör örgütü IŞİD'in, kamyonlar tarihi
eserleri ezdiği görüntüler ortaya çıktı. Yeni
görüntülerde, IŞİD'li vandallar müzelerdeki
mumyaları dışarı çıkarıp üstünden kamyonlarla
geçiyor.
İŞTE O GÖRÜNTÜLER




Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü Unesco'nun Dünya Mirasları listesinde olan
Palmira, Mayıs 2015'te IŞİD'in denetimine geçmiş ve
terör örgütü ilk olarak antik kentten sorumlu
arkeoloğu öldürmüştü.
Terör örgütü, Palmira'da bazı eserleri bombalarla
havaya uçurmuştu. Örgüt militanlarının Palmira'daki
tarihi eserleri balyozlarla parçalarken çekilmiş
fotoğrafları da IŞİD'e yakın sosyal medya hesapları
üzerinden paylaşılmıştı. 2000 yıllık bir tapınak ve
cenaze töreni kuleleri paramparça edilmişti.
Mart 2016'da IŞİD'den geri alınan kentte çoğu
Romalılardan kalma tarihi eserler, 2011'de başlayan
iç savaş öncesi her yıl 150 binden fazla turist
çekiyordu.
IŞİD daha önce Irak'ta da İslam öncesi dönemden
kalma bazı anıtları, 'putperestliğin sembolü' olduğu
gerekçesiyle imha etmişti.
Milliyet, 09.07.2016
|
ARTEMİS TAPINAĞI KADINLARA GELİR KAPISI
Antik çağda Lidya Krallığı’na başkentlik eden
Manisa’nın Salihli İlçesi'ndeki Sardes antik
kentindeki Artemis Tapınağı, kadınlara da
istihdam sağladı.

Kazılarda gün ışığına çıkarılan sütunların
temizliğini yapan kadınlar, tarihi bir projede
görev almaktan mutlu olduklarını ifade ediyor. MÖ
7’nci yüzyıldan itibaren yerleşimin görüldüğü,
tarihte paranın ilk basıldığı yer olarak bilinen
Sardes antik kentinde 2016 kazı çalışmaları,
Prof.Dr. Nicholas Dunlop başkanlığında başladı.
Antik
kentte yürütülen çalışmalara, bilimsel heyetin
yanında antik kentin bulunduğu Sart Mahallesi’nden
12 kadın da katkı sağlıyor.
Yaklaşık 2 bin 500 yıllık tarihe sahip Artemis
Tapınağı’nda 5 yıldır devam eden çalışmalarda
ortaya çıkarılan sütun ve mermerlerin üzerinde
yosunlaşma ve kararmaların giderilmesinde görev alan
kadınlar, evlerinin temizliğinde gösterdikleri
hassasiyeti antik kentte de gösteriyor.
Fırçayla temizlik
Tarihi eserlere zarar vermeyen karışımlarla el ve
diş fırçaları kullanarak temizlik yapan
kadınlar, eserleri orijinal görünümlerine
kavuşturuyor. Artemis Tapınağı’ndaki çalışmalara
katılan Kezban Serin, ev hanımı olduğunu, kazı
dönemi başladığında antik kazılara katıldığını
belirterek şöyle konuştu:
“2 bin 500 yıllık sütunları temizlemek sanıldığı
gibi kolay bir iş değil. Oldukça hassas
olunması gerekiyor. Temizleme sonunda mermer
sütunların ilk günkü halini alması bizleri çok
mutlu ediyor.”
Milliyet, 09.07.2016
|
TARİHİ MEZAR TAŞLARI YOK OLUYOR
İznik’te Osmanlı tarihinin en önemli
eserlerinden biri olarak bilinen Nilüfer Hatun
İmareti’nde (İznik Müzesi) yer alan Osmanlı’ya
ait mezar taşlarının birer birer yok olduğu
iddia edildi. İddianın sahibi araştırmacı
sosyolog Müfid Yüksel, geçtiğimiz günlerde
İznik’e yaptığı seyahatte kırılan ve tahrip olan
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşuna ait mezar
taşlarını görüntüledi.
Müfid Yüksel sosyal medyadan duyurduğu
tahribatla ilgili olarak, “Nilüfer Hatun
İmareti’nin arkasındaki arkeolojik kazıya, müze
bahçesindeki kuruluş devri mezar taşları kurban
ediliyor. İznik Müzesinin bahçesi arkeolojik
kazı şantiyesi haline getirildiğinden buradaki
kuruluş devri mezar taşları tahrip ediliyor.
İznik’te ciddi tarihi eser tahribatı söz konusu.
Özellikle Osmanlı’nın kuruluş dönemlerine ait
mezar taşları bir bir kayboluyor. Nilüfer Hatun
İmareti bahçesi şantiye alanı olmaktan
çıkarılmalı. Kültür Bakanlığından talebimiz
buradaki duruma el atmasıdır” dedi.
Osmanlı’nın
ilk imareti
Osmanlı tarihinin en önemli eserlerinden biri
olarak gösterilen Nilüfer Sultan İmareti, tarihi
kayıtlarda Osmanlı’nın bilinen ilk medresesi ve
ilk imareti olarak yer alıyor. Sultan I.
Murad’ın annesi Nilüfer Hatun’un adına, 1388
yılında İmarethane olarak yaptırdığı Nilüfer
Hatun İmareti, ters T planlı, 14. yüzyıl Osmanlı
mimarisi örneklerinin en önemlilerinden biri
olarak gösteriliyor. Orhan Gazi’nin eşi Nilüfer
Hatun adına yaptırılan imaret, Osmanlı
İmparatorluğu döneminde yoksullar için her gün
yemek dağıtılan bir hayır kurumuydu. İmaret 1960
yılında İznik Müzesi olarak ziyarete açıldı.
Vatan, Haber: İlker Akgüngör, 08.07.2016
|
ŞANLIURFA'DA KAYA MEZARLARI VE MOZAİKLER BULUNDU
Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi'nin Urfa Kalesi
çevresinde sürdürdüğü Kale Eteği Projesi'nde yeni
kaya mezarları ve mozaiklere rastlandı.
Urfa Kalesi tepe
yamacının en üst bölümünde bulunan ve diğer kaya
mezarlarına nazaran daha büyük olan yeni mezarın
Kral Abgar'ın ailesinin önde gelenlerinden birine
ait olduğu, mezarda ayrıca 10 yakının yer aldığı
tahmin ediliyor.
Arkeologlar aynı
alandaki başka bir kaya mezarında ise taban
mozaiğine rastladı. Proje çerçevesinde bulunan bir
diğer mezarda ise Süryanice yazıtlar ve ince
işlemeler dikkat çekti.

Habertürk, Haber: Hasan Atmaca, 07.07.2016 |
2 BİN 700 YILLIK ANTİK KENT BULUNDU
Bursa’nın
Mudanya
İlçesi'nde 2 bin 700 yıllık Meyrleia
antik kentine ait künk, kanal, seramik fırın,
apsisli yapı ve cadde kalıntıları bulundu.
Uludağ Üniversitesi, 2010 yılında Bursa’nın
Mudanya
İlçesi'nde yaptığı yüzey çalışması
sırasında yoğun
seramik parçalarına rastlayınca Bursa Kültür
ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na
başvurarak bölgenin 1’inci
derece arkeolojik sit alanı ilan edilmesini
önermiş, ancak koruma kurulu bölgeyi 3’üncü
derece arkeolojik sit alanı ilan etmişti. 2015
yılında özel mülkünde konut yapmak isteyen bir
vatandaş
Mudanya’nın
Ömer Bey Mahallesi’ne bağlı 1448 ada 8’inci
ve 22’nci parsellerde müze denetiminde sondaj
kazısı yaptı. Kazıda 22’nci parselde milattan
önce 7’nci yüzyıla ait olduğu tahmin edilen
Myrleia antik kentine ait künk, kanal, seramik
fırın, arşitrav, mozaik, temel, taban, duvar,
apsisli yapı ve cadde kalıntılarına rastlanınca
sondaj kazısının diğer parsellere yayılması da
kararlaştırıldı. Müze denetiminde yapılan bir
yıllık kazı sonucunda 2 bin 700 yıllık Myrleia
antik kentinin bir kısmı gün yüzüne çıkarıldı.
YAPILAŞMA TEHDİDİ
Yaklaşık bin metrekarelik alan üzerinde
keşfedilen antik kentin yapılaşma tehdidiyle
karşı karşıya olduğunu belirten Arkologlar
Derneği antik kentle ilgili yaptığı açıklamada
“Arkeolojik çalışmalar sonucunda Myrleia antik
kentinin dokusuna ait bir parçanın gün yüzüne
çıkarıldığı belirgin bir biçimde görülmektedir.
Ancak antik kente ait kalıntıların ortaya
çıktığı bölge 3’üncü derece arkeolojik sit alanı
olarak belirlenmiş. Bu da, gerekli arkeolojik
kazı ve araştırmalardan sonra, kurul izniyle
yapılaşmaya açılabilecek alan anlamına geliyor.
Oysa Myrleia antik kentinin bilimsel yöntemlerle
araştırılıp kent yaşamına kazandırılması
gerekir” dedi.
İZİN VERMEYECEĞİZ
Antik kentin 1. Derece arkeolojik sit alanı ilan
edilmesi için gerekli girişimlerde
bulunduklarını söyleyen Mudanya Belediye Başkanı
Hayri Türkyılmaz ise, “Böylesine bir tarihi
değer ve güzelliğe sahip antik kentin ortaya
çıkarılması ve insanlığa kazandırılması çok
önemlidir. Mudanya Belediyesi olarak bu konuda
tüm duyarlılığımızla hareket ediyoruz.
Değerlerin talan edilmesine asla izin
vermeyeceğiz. Bölgenin 1’inci derece arkeolojik
sit alanı ilan edilmesi için ilgili kurumlara
başvuruda bulunduk. Ayrıca Mudanya’nın
UNESCO
Dünya Mirası listesine alınması için
çalışmalar başlattık. Ortaya çıkan ve tarihimize
ışık tutan bu tür antik kentlerin değeri paha
biçilemez. Bu değerleri koruyarak geliştirmek ve
geleceğe taşımak bizim en önemli görevlerimizden
biridir” dedi.
ANTİK KENT ÜSTÜ AVM YAPILMIŞTI
Myrleia antik kentinin liman kısmının bulunduğu
bölgenin 3. derece arkeolojik sit alanı ilan
edilmesiyle 2012 yılında Tesco
Kipa Kitle Pazarlama Şirketi bölgede
alışveriş merkezi inşaatına başlamış, inşaat
sırasında antik kentin bir kısmı ortaya
çıkmıştı. Ancak bütün itirazlara rağmen koruma
kurulu o dönemde antik kent duvarlarının AVM’nin
bodrum katında cam çerçeve içesinde
sergilenmesine karar vermişti. Bunun üzerine AVM
antik kentin üzerine inşa edilmişti.
Hürriyet, Haber: İdris Emen, 06.07.2016
|
BİMER'E ŞİKAYET: DAĞIN ALTINDA HAZİNE VAR
Amasya Harşena Dağı altından geçecek
Ferhat Tüneli için kazı çalışmaları
sürdürülürken, Başbakanlık İletişim Merkezi’ne (BİMER)
Amasya Belediyesi’ni şikayet eden bir kişi dağ
altında büyük bir
hazine olduğunu öne sürerek alanın gözlem
altında tutulmasını istedi. Amasya Belediye
Başkanı Cafer Özdemir de bu şikayet yazısını
sosyal medyadaki hesabından paylaştı ve 'İddiaya
gülüp geçiyoruz' dedi.
Amasya Belediyesi tarafından kent içi
trafiği rahatlatmak için ’Ferhat
Tüneli’ projesi hazırlandı. Harşena Dağı
altından geçecek 970 metrelik tünelin yapımına
geçen Nisan ayında başlandı. 21 milyon TL mal
olacak tünel için Harşena Dağı oyulmaya
başlandı. Dağın altında bir
hazine olduğunu
iddia eden bir kişi
Amasya Belediyesi’ni
Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER)
üzerinden
şikayet etti. Şikayet eden kişinin kimlik
bilgilerinin gizli tutulduğu dilekçesinde,
şunları yazdığı belirtildi:
"Burada çok
büyük bir hazine var. Benim arkeolojiye ilgim
var. Bireysel araştırmalarım sonucu kaya
mezarlar ve tapınaklar
kral tanrılar için yapıldı.
Aile mezarları şekiller ile ifade edilir.
Mezarlara bakarken en soldaki mezar altında
işaretler var. Polisevi arkası tünel yanında
kaya mezar sırt altında tünel açılan yerde 5
tane kralın 21 ailesinin mezarı var. Tünelde bu
mezarın yanından geçiyor. Burada çok büyük bir
hazine var. Bu konudan müze müdürünün bilgisi
var. Daha önce konuşmuştum. Normalde burası SİT
alanı olduğu için kazı yapmak yasak ancak tünel
açılıyor. Bu şekilde projeler ile bu hazineye
ulaşmak isteyen belli güçler var. Burasının
gözlem altında tutulmasını istiyorum. Bu
hazineyi de birdenbire çıkaramazlar. Tünele
yapacakları havalandırma ve tahliye bölümlerine
yapacakları kulübeler vasıtasıyla tahliye
edebilirler. Bu konu ile ilgili benimle irtibat
kurmak isteyen
emniyet görevlileri ile görüşebilirim
sakınca yok."

Amasya Belediye
Başkanı Cafer Özdemir, şikayet dilekçesini
sosyal paylaşım sitesindeki hesabından
paylaşırken, "Duyarlı bir vatandaşımız bizi
BİMER’e şikayet etmiş" diye yazdı. Başkan
Özdemir, şikayette bulunan kişinin orada büyük
bir hazine olduğunu iddia ettiğini hatırlatarak,
"İddiaya gülüp, geçiyoruz. Bizim açtığımız tünel
kalenin zirvesinden 380 metre altında ve çok
sert bir kayanın içerisinde. O günkü şartlarda o
insanların bir hazineyi saklamak için 300 metre,
200 metre, 100 metre kayayı eşerek oraya
saklayabilmeleri mümkün değil" dedi.
Hellenistik
Dönem’de dünyanın en önemli uygarlıklarından
birisi olan Pontus Krallığı’nın MÖ 301’de I.
Mithridates tarafından Amasya’da kurulduğu,
krallık döneminde Harşena Dağı’nın güney
yamacına 5 krala ait anıtsal kaya mezarları
yapıldığı belirtildi. Kral kaya mezarları kente
gelen tatilci ve turistlerin ilgisini çekiyor.
Hürriyet, Haber: Sinan Harmancı, 05.07.2016
|
NAPOLYON'UN ATINA YENİDEN RESTORASYON
Osmanlı
Sultanı 3'üncü Selim tarafından 1802'de
Fransa imparatoru Napolyon Bonapart'a hediye
edilen 'La Vizir' (Vezir) adlı at, Paris Askeri
Müzesi'nde yeniden restorasyona alındı. La Vizir
şimdiye kadar iki kez dolduruldu. Napolyon'a St.
Helena adasındaki sürgün günlerinde arkadaşlık eden
at, imparatorun ölümünden sonra içi doldurularak
önce Manchester'da sonra da
Fransa'da sergilenmişti. Vezir'in restorasyon
çalışmalarının 30 bin dolara (87 bin 72 TL) mal
olduğu belirtiliyor.
Sabah, 04.07.2016 |
 |
İSRAİL'DE ŞAMAN BİR KADINA AİT 12 BİN YILLIK MEZAR
BULUNDU
İsrail’deki Hilazon Tachtit Mağarası’nda
86 kaplumbağa kabuğu ile birlikte gömülmüş
avcı-toplayıcı bir kadın şaman ait 12 bin yıllık
mezar gün yüzüne çıkarıldı. Natufian kültürüne
ait kazı alanında ayrıca kartal kanadı, leopar leğen
kemiği, domuz bacağı, inek kuyruk kemiği ve onlarca
kalıntı daha buldu.

İsrail’in kuzeyinde Galilee’de yer alan Hilazon
Tachtit Mağarası’nda şaman bir kadına ait 12 bin
yıllık mezar bulundu. Kudüs Hebrew Üniversitesi’nde
görevli Prof. Leore Grosman’ın ve Connecticut
Üniversitesi’nden Prof. Natalie Munro’nun
liderliğini yaptığı ekibin çalışmaları, kadının
gömülme şekli ile buluntularından tarih öncesi
Natufian dönemi (MÖ 10.800-9.500) insan
topluluğunun ölülerine ne yaptıklarına dair yeni
bilgilere ışık tutacak.
Şaman olduğuna inanılan kadının 45 yaşlarında
(dönemine göre hayli yaşlı), oldukça kısa (cüce
boyunda), çeşitli hastalık ve fizyolojik
bozukluklardan müsterip, sıra dışı görünümü olduğu
düşünülüyor.

Yetkililer tarafından Galilee’de Hilazon Tachtit
Mağarası’nda en az 28 gömü daha olduğu, bir çok
rituel kanıtlar bulunduğu ve tüm bunlardan tarım
toplumuna geçmeden önceki Natufian kültürü hakkında
kapsamlı bilgiler edinilebileceği bildirildi.
Natufian Kültürü’ne Doğu Akdeniz’de 15 bin yıl
öncesinde rastlanıyor. Bu topluluğu yiyecek arayan
ve kalıcı yerleşim arayan insanların oluşturduğuna
inanılıyor. Bu insanlar sadece avlanma ve meyve
toplamakla kalmayıp, devasa öğütme taşı
kalıntılarından anlaşıldığı üzere arpa unundan ekmek
te yapabiliyorlardı.

Şaman Kadına Ait Mezar En Eskisi
Kazı alanında Natufian döneminden kalan başka
gömülerinde bulunmasına rağmen şaman kadını
içlerindeki en eskisi ve büyüleyici olanı.
Çalışmaları yürüten arkeologlar mezarı 3 yılı aşkın
bir sürede kazmış ve kalıntıları 50 santimetre
derinlikte bulmaya başlamış.
Current Anthropology gazetesi için kaleme
aldıkları yazıda Grosman ve Munro, insan
topluluklarında iletişim, sosyal statü
bilgilendirme, gerilimi azaltma ve sosyal
bütünleşmede rituel pratiklerin kritik bir rolü
olduğunu yazdılar.

Büyük cenaze töreninin gerçekleştirildiği
mezarın katmanları ise sırasıyla şöyle;
1-Birinci katman simetrik oval biçiminde
kazınmış bir holden oluşuyor, hol çamurla sıvanmış
ve taş levhalarla duvar örülmüş.
2-İkinci katmanda geniş taşların arasına yerliler
kamlumbağa kabukları, diğer deniz kabukluları,
toprak boya, geyik, muhtemelen kullanılmış ve gömü
esnasında kırılmış bir karataş kase saklamışlar.
3-Üçüncü katman çakmak taşı aletlerle kesilmiş
ve tüketilmiş hayvan kemikleriyle doldurulmuş.
4-Dördüncü katmanda şaman kadının vücudu ve
beraberinde gömüldüğü leopar leğen kemiği, domuz
bacağı ( kadının sağ elinin yanına iki adet sansar
kafatası ile beraber konulmuş), inek kuyruk kemiği
ve şaman kadından daha iri birine ait bir insan
ayağı var.
5-Beşinci ve son katmanda ise
daha fazla kaplumbağa kabuğu ve geyik kemikleri
bulunuyor. Grosman genç geyik kemiklerinin
çokluğundan bu katmana gömülerin ilkbaharda
yapıldığını düşünüyor.
6-Mezarın üstü
üçgenimsi bir kayayla kapatılmış.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
haaretz.com Çeviri: Ayşen Yolcu, 04.07.2016
|
BURDUR'DA TARİHİ HÖYÜK KAÇAK KAZIDA TALAN EDİLDİ

Burdur'da 1'inci Derece Arkeolojik Sit Alanı
içerisindeki MS 3 veya 4'üncü yüzyıldan kaldığı
tahmin edilen höyük, kimliği belirsiz kişi ya da
kişiler tarafından iş makinesiyle kazılarak talan
edildi.
Burdur'un merkeze bağlı Düğer Köyü Masıtlı
mevkiinde oturan 70 yaşındaki Ömer Doğan'ın eşine
ait, 2012 yılında 1'inci Derece Arkeolojik Sit Alanı
ilan edilen 11 bin dönüm alanda, MS 3 veya 4'üncü
yüzyıldan kaldığı tahmin edilen iki höyükten büyük
olanına kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce zarar
verildi. Höyüğü kazarak yaklaşık 8 metre derine inen
kaçak kazıcılar, toprak içerisinde gömülü tarihi
yapıları talan etti. Yaklaşık 1 ay önce meydana
gelen olaydan ertesi gün haberi olan Ömer Doğan,
paletli iş makinesiyle höyüğün büyük oranda
kazıldığını gördü. Doğan'ın durumu bildirdiği
jandarma kaçak kazıyla ilgili çalışma başlattı.

Daha önce 40 dönüm arazinin tamamının
sit alanı ilan
edildiğini, uzun uğraş sonucu 2012 yılında sadece
höyüklerin bulunduğu 11 dönümü sit alanı olarak
tescil ettirdiklerini anlatan Ömer Doğan, "Devlete
müracaat ederek burayı kamulaştırmasını istedim ama
'ödenek yok' gerekçesiyle kabul etmediler" dedi.

Höyükte kimliği belirsiz kişilerin kaçak kazı
yaptığını aktaran Ömer Doğan, şöyle konuştu:
"Arazime en az 30- 40 bin lira zarar verdiler. 50-
60 kamyon kazı yapılmış, bu toprağı nasıl
kaldıracağım. Mağdur oldum. Devlete sesleniyorum.
Gelsin malına sahip çıksın. Bu tarihi eserler
yurtdışına gitmesin. Kaçak kazı yapanlar höyüğün
yarısına kadar gelmiş. Lahide ulaşıp ulaşmadıklarını
yetkililer bilecek. Tarihi bilgiye göre burada
bulunan iki höyükte 5 bin yıllık lahitler
bulunmakta."

Hürriyet, Haber: Mesut Madan, 04.07.2016 |
ERTUĞRUL'A AİT ESERLER HAYRAN BIRAKTI

Japonya'ya yapılan
ziyaretten dönerken 1890 yılında Pasifik
Okyanusu'nda 550 denizcisiyle batan Ertuğrul
Fırkateyni'nde sürdürülen kazı ve kurtarma
çalışmalarının bu yılki etabında çıkarılan eserlerin
konservasyonunun (resim, heykel gibi sanat
eserlerinin nesiller boyu özelliklerini
kaybetmeyecek şekilde korunması işi) önemli bir
bölümü tamamlandı. 116 yıl su altında kalan eserler,
temizlendikten sonra görenleri hayran bıraktı.
 
 
 
 
Bodrum Kültür ve Sanat Vakfı (BOSAV) ve Ertuğrul
Fırkateyni Kazı Başkanı Kaptan Tufan Turanlı ile
Kazı Başkan Yardımcısı İspanyol arkeolog Bertha
Lledo'nun başkanlığında Japonya'nın Kuşimoto
Kenti'nde 9 yıl önce başlayan kazı ve kurtarma
çalışmalarının bu yıl ki ayağı 15 Ocak'ta başladı.
Üç hafta süren çalışmalarda, Ertuğrul'un battığı
kayalıklardan 200 metre açıkta, 30-45 metre
derinlikte yapılan çalışmalarda çıkarılan 450 yeni
eserin önemli bölümünün konservasyonu tamamlandı.
Bodrum'daki Sualtı Arkeoloji Enstitüsü'nde Lledo ile
Türk ve Japon konservatörler tarafından ortaklaşa
yapılan çalışmalarda, 116 yıl suyun altında kalan
eserler pırıl pırıl yapıldı. Eserler, orijinal
haline döndürüldü. Yeni çıkan eserler arasında yer
alan bir mayın, subayların kullandığı eşyalar, kol
düğmeleri, Osmanlı dönemine ait porselen tabaklar ve
Ertuğrul a ait demir ve ahşap aksamlar, makaralar,
kapı kolları, musluklar ve toplar temizlendikten
sonra görenleri şaşkına çevirdi.
 
TÜRKİYE'Yİ GEZECEK
BOSAV ve Sualtı
Arkeoloji Enstitüsü işbirliğinde 2007'den beri süren
proje kapsamında çıkarılan eserlerin Türkiye ve
Japonya'da 11 sergi, 800'ün üstünde gazete haberi ve
televizyon programıyla dünyaya tanıtıldığını
belirten Lledo, "Bu yılki kazı çalışmalarına çok
hızlı başladık. 3-4 ay önce çıkardığımız onlarca
eser, konservasyonları tamamlandıkça bizi hayretler
içerisinde bırakıyor. Asıl amacımız Ertuğrul'un
kasasına ulaşmak, bu yıl Mobil Ertuğrul Laboratuvarı
kurmak, Ertuğrul şehitlerinin anısını canlı tutup,
Türkiye'nin her köşesine bu değerli eşyaları
götürmek. İnsanımıza o günün şartlarında barış ve
dostluk götürmek için binlerce mil yol katederek
yaşamlarını yitiren subaylarımızın bugün oluşturduğu
Türk-Japon dostluğunu anlatmak" dedi.
Hürriyet,
Haber: Yaşar Anter, 29.06.2016 |
KARS'TAKİ TARİHİ ESER OPERASYONUNDA ÇOCUK LAHDİ
BULUNDU
Kars ve Ağrı'da eş
zamanlı olarak düzenlenen operasyonda, 77 santimetre
uzunluğunda çocuk lahti bulundu.
Alınan bilgiye göre,
Kağızman Cumhuriyet Başsavcılığı koordinesinde, Kars
Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Organize Suçlarla
Mücadele Şubesi ve Kağızman İlçe Emniyet Müdürlüğü
ekipleri, tarihi eser kaçakçılığı yapanlara yönelik
çalışma başlattı.
Yapılan çalışmalar
neticesinde tarihi eser pazarlığı
yaptığı tespit edilen kişilere yönelik Ağrı'nın
Patnos İlçesi ve Kars'ın Kağızman İlçesi'nde eş
zamanlı operasyon düzenlendi.
Patnos İlçesi'nde
şüpheli Y.S'nin evinde yapılan aramada, odunluk
bölümünde 77 santimetre uzunluğunda, 37 santimetre
yüksekliğinde ve 35 santimetre genişliğinde çocuk
lahti bulundu.
Olayla ilgili Y.S. ile
şüpheli olarak belirlenen Y.A. gözaltına alındı.
Anadolu Ajansı, Haber: Cüneyt Çelik, 28.06.2016
|
MACARİSTAN'DA OSMANLI DÖNEMİNE AİT CAMİ BULUNDU
Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının
defnedildiği Zigetvar'daki türbenin yanında Sokullu
Mehmet Paşa tarafından yaptırılan caminin
kalıntıları bulundu.
Macaristan'ın Zigetvar kentinde Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı (TİKA) tarafından Kanuni Sultan
Süleyman'ın iç organlarının defnedildiği türbeyi
bulma amacıyla başlatılan kazı çalışmalarında, 1692
yılında Habsburg askerleri tarafından yıkılan
Osmanlı dönemine ait caminin kalıntılarına ulaşıldı.
Araştırmayı yürüten Macar ekibin başındaki Pecs
Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Norbert Pap, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 2013 yılında TİKA'nın
yardımıyla Kanuni Sultan Süleyman'ın, Zigetvar'da iç
organlarının defnedildiği türbeyi bulma amacıyla
çalışmaların başlatıldığını belirterek sözlerini
şöyle sürdürdü:
"Geçen yılın sonbahar aylarında yaptığımız kazı
çalışmaları neticesinde kalıntılarını bulduğumuz
binanın Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının
defnedildiği türbe olduğunu ama bunun kesinleşmesi
için etrafında bir cami ve derviş tekkesinin de
bulunması gerektiğini söylemiştik. Yaptığımız
araştırmalar neticesinde bugün türbenin hemen
yanındaki caminin de kalıntılarını bulduk. O
dönemden kalan bilgilere göre Sokullu Mehmet Paşa,
Kanuni'nin Zigetvar'daki türbesinin yanında bir cami
yaptırmıştı. Bulduğumuz bina türbeden daha büyük ve
Mekke yönüne bakıyor.''
Macaristan'da Osmanlı döneminde cami ve
türbelerin şehirlerin içine yapıldığını ama bunun
tek bir istisnası olduğuna dikkati çeken Pap,
''Osmanlının hükmettiği dönemde Macaristan'ın nüfusu
yaklaşık bir milyondu ve sadece 20-30 bin civarında
Osmanlı askeri vardı. O dönemde Osmanlı askerleri
hep şehirlerin içinde yaşadıklarından dolayı camiler
de şehirlerin ve kalelerin içinde inşa edildi. Macar
topraklarında şehir dışında inşa edilen sadece bir
cami ve türbe var. Onlar da bugün ortaya
çıkardığımız bu yapılar. Bunun ise tek bir sebebi
var çünkü Kanuni burada vefat etti ve iç organları
buraya gömüldü. Sırf bu yüzden ona özel bir türbe
inşa edip yanına cami ve tekke yaptılar. Bunun bir
benzeri yok.'' ifadesini kullandı.
Bölgedeki araştırmaların devam edeceğini de
kaydeden Pap, ''Arşivlere göre aynı bölgede 1570'li
yıllarda Saraybosna'dan gelen dervişlerin kullandığı
bir derviş tekkesi de olmalı. Bu konuda da kazı
çalışmaları başlattık. Önümüzdeki haftalarda bu
konuda da neticeye ulaşacağımızı umuyorum.'' dedi.
Pap ayrıca 1680'li yıllarda Zigetvar'daki cami,
türbe ve derviş tekkesinin yaklaşık 100 Osmanlı
askeri tarafından korunduğunu söyledi.
- Ölümü gizlendi
Zigetvar Kalesi’nin kuşatması sırasında hayatını
kaybeden Kanuni Sultan Süleyman'ın ölüm haberi
askerler arasında moral bozukluğu yaratmaması için
gizlendi. Cesedi bozulmasın diye iç organları
çıkartılarak otağının bulunduğu yere gömüldü. Bedeni
ise muhasaradan sonra İstanbul’a getirilerek
Süleymaniye Camisi avlusundaki bugünkü yerine
defnedildi.
Kanuni'nin ölümünden sonra tahta geçen II. Selim,
babasının iç organlarının gömülü olduğu yere türbe,
etrafına da külliye yaptırdı. 150 yıl kadar hizmet
veren bu yapılar daha sonra Zigetvar Kalesi'ni işgal
eden Habsburg askerleri tarafından yıkıldı. Macarlar
tarafından bu bölgeye türbe anlamına gelen "Turbek"
ismi verildi.
Memleket, Haber: Mehmet Yılmaz,
22.06.2016
|
SUUDİ ARABİSTAN
SİCLYA'DAKİ İSLAMİ ESERLERİN RESTORASYONUNA 100
MİLYON TL VERİYOR
La Sicilia gazetesinin
haberine göre Sicilya şehri Aidone’nin belediye
başkanı Vincenzo Lacchiana ve Suudi Arabistan turizm
ve tarihi eserler komisyonu arasında yapılan
anlaşmayla, Suudi Arabistan hükümeti bölgedeki
İslami anıtların restorasyonu için 30 milyon euro
(yaklaşık 100 milyon TL) ayıracak.
Sağlanan fonla, “Kral Salman Kültürel ve Mimari
İslami Arap Merkezi” kurulacak. Bu merkez,
Sicilya’daki İslami anıtların restore edilmesi
aracılığıyla, İslam medeniyetinin tanıtımını
yapacak. Aynı şekilde yeni anıtlar da yapılacak.
Restorasyon geçirecek yapılar arasında Gresti kalesi
ve Castellaccio da bulunuyor.
worldarkeoloji.blogspot.com.tr, 16.06.2016 |

Gresti Kalesi |
KYME ANTİK KENTİ
YOK EDİLİYOR
Türkiye'de devlet destekli sermaye gruplarının doğal
ve kültürel yaşama yönelik talan operasyonları devam
ediyor. İzmir'in Aliağa İlçesi'nde daha önce gündeme
gelen ve Kyme Antik Kenti'nin bulunduğu bölgeye,
içerisinde ekolojik yaşamın başına bela olan termik
santral, rüzgar tribünü, kömür depoları gibi daha
birçok kirletici tesisin bulunduğu proje nedeniyle
iş makineleri girdi. Socar A.Ş tarafından bölgede
başlatılan çalışmalar, koruma yasalarına uygun
olmayan karar ve izin ile bölgeye iş makineleriyle
zarar veriyor.
İzmir 2 No’lu Koruma
Kurulu’nun, akıl almaz Arkeolojik Sit onayından ve
İzmir Arkeoloji Müzesi’nin denetimsizliğinden
yararlanan bu korkunç uygulama sonucu önemli bir
orman alanı daha yok edilirken, antik kentin ve
antik limanın 50 metre ilerisinde arkeolojik dip
kalıntıları da kepçelerle, tahrip edilmeye
başlandı.
Azeri petrol şirketi Socar
Power Enerji Yatırımları A.Ş.’nin iki termik santral
ve 17 rüzgar türbini yapmak istediği bölge, koruma
kurulunun 2012 yılında yüzey araştırması sırasında
antik dönemden kalma liman ve taş ocağı
kalıntılarına rastlanmış ve bölgeyi "1. Derece
Arkeolojik Sit" olarak tescillediği de daha önce
ortaya çıkmıştı.
Tescil kararına rağmen Socar,
arkeolojik sit alanının 5 metre ötesine rüzgar
türbini, 45 metre ötesine de yan yana iki termik
santral, liman ve kömür deposu inşa etmek
istenirken, 1/1000 ölçekli imar planı üzerinden
ölçüldüğünde, arkeolojik alan ile rüzgar türbini
arasında yaklaşık 5 metre, kıyıdaki arkeolojik
kalıntılar ile termik santralin limanı arasında ise
45 metreden az mesafe olduğu görülebiliyor. Kurulun
onay verdiği imar planı değişikliklerine göre, alana
toplam 17 adet rüzgar türbini yapılması da
öngörülüyor.
KORUMA KURULU ANTİK
KALINTILARI GÖRDÜ ANCAK...
ÇED raporu
kapsamında İzmir 2 No’lu Koruma Kurulu’na şirket
tarafından 2012 yılında yapılan başvuruda alınan
kararlarda, Ilıca Burnu’nda yüzey incelemesi yaparak
antik döneme ait “merdiven”, “liman olması muhtemel
alan” ve “antik taş ocağı” kalıntılarına rastladığı
ve alanı üç parça halinde tescillediği belirtiliyor.
Kurulun 2014’te "1. Derece Arkeolojik Sit" olarak
tescillediği antik taş ocağının sit sınırları içinde
rüzgar türbini inşa edilmesine izin vermediği, fakat
ardından 2015 Aralık’ta türbinin kaydırılarak sit
alanı sınırına bitişik olarak inşa edilmesine izin
verdiği ortaya de çıktı. Tescil kararının alındığı
2012’de Koruma Kurulu, ilgili belediyelerden
arkeolojik alana dair detaylı (1/5000 ve 1/1000
ölçekli) Koruma Amaçlı İmar Planları’nın
hazırlanmasını istemiş, ancak bu planlar henüz
hazırlanmamış veya kurul tarafından onaylanmış
değil.
'SORUMLULUKLAR
YERİNE GETİRİLSİN, İLGİLİ ŞİRKET YARGILANSIN'
TMMOB Şehir Plancıları Odası İzmir Şube Kurucu
Başkanı Tuncay Karaçorlu, Şehir Plancıları Odası
İzmir Şubesi’nin de içinde olduğu Socar özel proje
alanının iptaline ilişkin açılan davadan çekilen
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin de bu yanlış sürece
etkisinin olduğunu söyledi.
Karaçorlu, Doğal ve Kültürel Yaşam Girişimi’nin 18
Mayıs günü İzmir 2 No’lu Koruma Kurulu’na, parçalı
1. Derece Arkeolojik Sit Kararı’nın düzeltilmesi ve
Kyme arkeolojik sit alanının genişletilmesini
içeren, yine aynı gün İzmir Arkeoloji Müzesi’ne
arkeolojik sit kararlarının bulunduğu bölgede,
koruma ölçeğinde sağlıklı denetimlere, hemen
başlamalarına ilişkin girişimlerde bulunduklarını da
kaydetti.
Karaçorlu ayrıca,
alanda görev ve sorumlulukları olan İzmir Büyükşehir
Belediyesi, Aliağa Belediyesi ve 2 Numaralı Koruma
Kurulu ile İzmir Arkeoloji Müzesi'nin görev ve
sorumluluklarının gereğini yerine getirerek, ilgili
şirketin yargılanmasını istedi.
Evrensel, 30.05.2016
|