Haberler logo Nisan '16 Arşivi

24 - 30 Nisan 2016
MİMARLAR, YILDIZ SARAYI'NI 2051 YILINA KADAR GERİ ALDI



İstanbul’da, Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası’nın asma katı ile bodrum katı, 1995 yılında yapılan protokol ile Kültür Bakanlığı tarafından 10 yıllığına Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’ne tahsis edilmişti. Oda, binayı İstanbul şubesi olarak kullanmaya başlamıştı.

2002 yılında yenilenen protokol ile tahsis süresi imza tarihinden itibaren 49 yıl olarak belirlendi. Yani bina 2051 yılına kadar odaya verildi. Ancak 8 Kasım 2015’te 42 yapı ile birlikte Yıldız Sarayı kompleksi Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edildi. Kültür Bakanlığı da 7 Aralık 2015’te sarayın dış karakol binasını kullanan odanın protokolünü tek taraflı olarak feshetti.

MAHKEME, HUKUKA UYGUN BULMADI
Mimarlar Odası da fesih işleminin yürütmesinin durdurulması istemi ile dava açtı. İstanbul 12. İdare Mahkemesi, taraflar arasında imzalanan protokole göre kurallara uyulduğu sürece odanın binada kullanım süresi dolmadan, mekanın bir başka kuruma tahsis edilemeyeceğini ya da boşaltılamayacağını kaydetti. Kararda, bu nedenle 2002 yılında 49 yıllığına imzalanan protokolün öngörülen süre dolmadan ve yükümlülüklerin ihlal edildiğine ilişkin herhangi bir tespit yapılmadan fesh edilmesinde hukuka uygunluk bulunmadığına dikkat çekildi.

Osmanlı’nın ana sarayı
Yıldız Sarayı, Beşiktaş Yıldız tepesinde Osmanlı saray mimarisinin son dönemini yansıtan çeşitli üsluplarda (barok, art nouveau, neo-klasik vb.) inşa edilmiş yapılardan oluşmakta. Kanuni Sultan Süleyman döneminden beri padişahlar tarafından av sahası olarak kullanılan Hazine-i Hassa’ya kayıtlı bu araziye ilk kasrı, Sultan I.Ahmed (1603-1617) yaptırmış.18. yüzyıl sonunda Sultan 3. Selim (1789-1807) burada, Mihrişah Valide Sultan için bir kasır ile babası III. Mustafa adına günümüze kadar gelen 4 cepheli rokoko tarzında bir çeşme inşa ettirdi. Yıldız Sarayı, 2. Abdülhamit döneminde Osmanlı Devleti’nin ana sarayı olarak kullanılmıştı. Bu dış karakol binası da sarayın, imparatorluk sarayı olduğu dönemde yapılmış. Günümüzde Mimarlar Odası İstanbul Şubesi olarak kullanılıyor.

Sözcü, Haber: Özlem Güvemli, 29.04.2016

BALİNA DERİSİNE YAZILI 600 YILLIK TEVRAT ELE GEÇİRİLDİ



İstanbul Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şubesi ekipleri, bir internet sitesi üzerinden balina derisine işlenmiş yaklaşık 600 yıllık Tevrat’ı 5 milyon dolara satmak isteyen Suriye uyruklu bir kişiyi yakaladı. Topkapı Sarayı Müzesi görevlileri, tarihi Tevrat’ta yaptığı ilk incelemede orijinal olduğunu tespit etti.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şubesi ekipleri, bir internet sitesi üzerinden balina derisine işlenmiş yaklaşık 600 yıllık Tevrat’ı satmak isteyen Suriye uyruklu bir kişiyi tespit ederek çalışma başlattı. Polis ekipleri, müşteri gibi davranarak, Suriye uyruklu satıcı avukat Osama Ali Taha ile irtibata geçti.

5 MİLYON DOLARLIK TARİHİ TEVRAT’IN FOTOĞRAFLARINI POLİSLERE YOLLADI
Müşteri kılığındaki polisler eseri görmek istediklerini belirtince, satıcı Osama Ali Taha, yaklaşık 600 yıllık Tevrat’a ait fotoğraf ve video görüntülerini polis ekiplerine yollayarak, 5 milyon dolar istedi. Polis ekipleri, verilen fiyatı uygun bulduklarını belirterek, Osama Ali Taha ile randevulaştı. Taha, Sultanahmet’te bir otelde müşteri kılığındaki Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleriyle buluşunca, yakalanarak gözaltına alındı.

Osama Ali Taha, sağlık kontrolünden geçirildikten sonra, sorgulanmak üzere Vatan Caddesi’nde bulunan Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne götürüldü.

KAÇAK YOLLARDAN TÜRKİYE’YE SOKMUŞ
Zanlının, emniyetteki ilk ifadesinde, yaklaşık 600 yıllık Tevrat’ın ailesine ait olduğunu öne sürerek, Suriye’den Türkiye’ye kaçak yollardan getirdiğini söylediği öğrenildi.

İLK İNCELEMEDE ORİJİNAL OLDUĞU TESPİT EDİLDİ
Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, ele geçirilen tarihi Tevrat’ın incelenmesi için Topkapı Sarayı Müzesi görevlilerine bilgi verdi. Uzman ekipler, yaptıkları ilk incelemede, tarihi Tevrat’ın 78×48 cm ebatlarında, yaklaşık 600 yıllık olduğunu, balina derisine işlendiğini ve orijinal olduğunu tespit etti. Uzmanlar, tarihi Tevrat’ı detaylı bir şekilde incelenmesi için Topkapı Sarayı Müzesi’ne gönderdi.

ŞÜPHELİ, YURTDIŞINA ÇIKIŞ YASAĞI KONULARAK SERBEST BIRAKILDI
Suriyeli şüpheli Osama Ali Taha hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nca işlem başlatıldı. Zanlı, emniyetteki işlemlerinin ardından, yurtdışına çıkış yasağı konularak serbest bırakıldı.

Sözcü, 28.04.2016

SUR'DA ABLUKA VAR, SURP GİRAGOS ÖDÜLÜNE KAVUŞAMIYOR

Restorasyonuyla Avrupa Birliği Kültürel Miras Ödülü Europa Nostra 2015'e layık Diyarbakır Surp Giragos Kilisesi, ödülünü Sur'daki sokağa çıkma yasağı nedeniyle kendi mekanında alamıyor. Ödül töreni 5 Mayıs'ta İstanbul'da yapılacak.

Surp Giragos Ermeni Kilisesi, yıllar boyunca kaderine terk edildikten sonra 2010 yılında Ermeni toplumunun büyük çabaları sonucunda restore edilmişti. Kilisenin restorasyonu, Avrupa’nın kültürel miras alanında en prestijli ödülü olan Avrupa Birliği Kültürel Miras Ödülü / Europa Nostra 2015 ödülüne layık görülmüştü .263 kişi ve organizasyonun başvurusu sonrasında 28 proje ödül almıştı. Ödüle Türkiye’den Diyarbakır Surp Giragos Ermeni Kilisesi layık görülmüştü.

Tören İstanbul’da
Ödül için bu yıl Diyarbakır Surp Giragos Kilisesi’nde tören düzenlenerek ödül plaketinin kiliseye çakılması planlanıyordu. Ancak Sur İlçesi'nde kilisenin bulunduğu bölgeye girişlerin yasak olması nedeniyle ödül töreni İstanbul’da yapılacak.

Tören, 5 Mayıs Perşembe günü Türkiye Ermenileri Patrikhanesi’nde yapılacak. Saat 17.00’deb aşlayacak törende Europa Nostra Türkiye Başkanı Nuran Zeren Gülersoy, Başepiskopos Aram Ateşyan ve Diyarbakır Surp Giragos Ermeni Kilisesi Vakfı Başkanı Ergun Ayık hazır bulunacak.

Törende kilisenin restorasyon projesini yürüten Yrd. Doç. Meral Halifeoğlu da restorasyon sürecine ilişkin sunum yapacak.

Avrupa Birliği Kültürel Miras Ödülü, koruma, araştırma ve sayısallaştırma, özel hizmet ve öğretimle farkındalıkarttırma olmak üzere dört farklı kategoride kültürel miras özelliği olan eserlere ve projelere veriliyor.

Ödülün gerekçesi
Ödül komitesi, ödülün Surp Giragos’a verilme gerekçesi olarak, kilise restorasyonunda yerel yönetim, yöre halkı ve Ermeni cemaatinin katkısını göstermişti: "
Bu bölgede Ermenilerin ana kilisesinin cemaatinin buradan gitmesinden sonra restore edilmesi için harcanan çaba, kent ve kentliler için önemli bir uzlaştırma hareketi olmuştur. Proje, çatı, çan kulesi ve iç döşeme malzemeleri başta olmak üzere, kayıp elemanlarının yeniden inşa edilmesi için eski belgeler üzerinde yapılan geniş bir araştırma sonucunda geliştirilmiştir. Ermeni Cemaati’nin eserin restorasyona katılımı da yöre halkı arasında barış ve toplumsal bütünleşmenin gelişmesinde çok büyük bir katkı sağlamıştır ve tüm dünyadan Ermeni ziyaretçileri buraya çekmektedir.” 

17. yüzyılda inşa edilmiş olan Surp Giragos Kilisesi’nin çan kulesi 1914 yılında top atışıyla yıkılmış;1915 sonrasında metruk bir hale gelmişti. 2010 yılında başlayan restorasyon çalışmalarına Surp Giragos Kilise Vakfı, sivil toplum grupları, ilgi gösteren bireylerin çabaları sayesinde devam etmiş, daha sonraki aşamalarda yerel yönetimin katkısı ve desteği sayesinde, çalışmalar genişletilerek, papazevi, şapel ve alandaki diğer binalar da onarılmıştı.
Agos, Haber: Uygar Gültekin, Fotoğraf: Berge Arabian, 28.04.2016

OSMANLI ARŞİVİNİN YARISI TASNİF EDİLDİ

Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç.Dr. Uğur Ünal, İstanbul'daki Osmanlı arşivinde 95 milyon belge, 400 bin defter bulunduğunu, bugüne dek bunların yarısının tasnifinin tamamlandığını bildirdi.

Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç.Dr. Uğur Ünal, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nün 2 temel arşivden oluştuğunu ve bunların İstanbul'daki Osmanlı ve Ankara'daki Cumhuriyet arşivi olduğunu söyledi.

Bunun dışında kamuda da devletin arşivine evrak vermek durumunda olmayan bazı istisna arşivlerin bulunduğunu anlatan Ünal, şöyle konuştu:

"Osmanlı dönemi' denildiğinde işin önemli kısmı İstanbul'daki Osmanlı arşivimizde. İstanbul'daki Osmanlı arşivimizde 95 milyon belge, 400 bin de defter var. Bunların hepsi resmi evraklar ve kayıtlardır. Bugün tasnifi tamamlanmış bütün arşivimize araştırmacılarımız ulaşabilirler. Tasnifin önemli bir kısmı tamamlanmış durumda. İnternet sitemize girdiklerinde araştırmacılarımız istedikleri taramayı yapabilirler. Bugün itibariyle Osmanlı arşivinin yarısı tasnif edilmiş durumdadır. 45-50 milyon arası bir rakam tasnif edilmiştir. Ancak bu, şu anlama gelmesin; 'geriye kalan evrak maliye evrakıdır ve Osmanlı tarihinin aydınlatılmasında en önemli belgeler zaten araştırılmaya açılmış durumdadır.' Geriye kalan bir fondur. Bu fonda önümüzde onlarca yıl alacaktır."

Restorasyon ve dijitalleşme çalışmaları
Arşiv işinin sadece tasnif olmadığına işaret eden Ünal, "Bunun dışındaki restorasyon ve dijitalleşme çalışmalarını da hızla yürütüyoruz. Bütün hedefimiz araştırmaya açılan evrakı hızlı bir şekilde dijital ortamda araştırmacıyla buluşturabilmek." dedi.

Ünal, Cumhuriyet dönemi arşivinde de 40 milyona yakın evrakın bulunduğunu, bunların da hızlı bir şekilde dijitalleştirildiğini ve araştırmaya açıldığını kaydetti.

Kamuoyunda arşivlerin kapalı olduğuna dair haberlerin ortaya çıktığını aktaran Ünal, şöyle devam etti: "Böyle bir şey söz konusu değil. Arşivde tasnifi tamamlanan evrak araştırmaya hızlı bir şekilde açılır. Hele bunlar tarihi evraksa. Özellikle sosyal medyada da resmi hesaplarımızdan gündeme ait birçok belgeyi paylaşıyoruz. Hiçbir şekilde personel eksikliğimiz söz konusu değil. "
Akşam, 27.04.2016

IŞİD, NAPOLYON'UN KARISININ KİLİSESİNİ PATLATTI

IŞİD'in, Irak'ın Musul kentinde Hristiyanlara ait en ünlü yapılardan biri olan Saat Kilisesi'ni yıktığı belirtildi. Rus haber ajansı Sputnik'in Erbil merkezli Rudaw haber ajansından aktardığı habere göre IŞİD, bir Hristiyan tarikatı olan Dominikenler tarafından 1872'de inşa edilen kiliseyi birden fazla bomba patlatıp yerle bir etti.

EŞYALARI YAĞMALAMIŞLARDI
Kilisenin saat kulesi, Iraklı Hristiyanlara, Fransız imparator Napolyon Bonapart'ın karısı imparatoriçe Eugenie de Montijo tarafından hediye edilmişti. Kilise bu nedenle 'Saat Kilisesi' adını almıştı. Diğer taraftan militanların geçen yıl da kilise binasındaki saati tahrip edip binanın içindeki eşyaları yağmaladığı haberleri gelmişti.

IŞİD, Haziran 2014'te ele geçirip Irak'taki 'başkenti' ilan ettiği Musul'da bir dizi kiliseyi imha etmişti. Musul'daki kiliselerden bazıları da mahkeme ya da hapishaneye dönüştürülmüştü. Bu arada ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, geçen hafta yaptığı bir açıklamada, Iraklı güçlerin Musul'u IŞİD'den geri almasına yardımcı olmaları için bu ülkeye 217 asker daha gönderebileceklerini söylemişti.
Hürriyet, 27.04.2016

ZARRAB'A KELEPÇE, KAÇAK KÖŞKÜNE KEPÇE

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 17 Aralık’ın kilit ismi Reza Zarrab’ın Kandilli’deki kaçak yapılarına 14 ay boyunca dokunamadı. Zarrab geçtiğimiz ay ABD’de tutuklandı, kepçeler dün kaçak binaları yıkmaya başladı. İlk kepçe 3 katlı binaya vuruldu.


17 Aralık yolsuzluk soruşturmasının kilit ismi Reza Zarrab, 25 milyon dolar ödeyerek satın aldığı Kandilli’deki tarihi köşkü yıkıp yenisini inşa etti. Bahçedeki ağaçları kestirdi, üç katlı betonarme bir yapı dikti. SÖZCÜ, ‘Korunması gereken kültür varlığı” olarak 1986’da tescillenen köşkteki hukuksuzluğu kamuoyunun gündemine getirdikten sonra 13 Şubat 2015’te inşaat mühürlendi.

ÖNCE ÜÇ KATLI BİNAYI YIKTILAR 
Üzerinden neredeyse 1 yıl geçti. Boğaziçi İmar Müdürlüğü, AKP iktidarının ‘hayırsever işadamı’ Zarrab’ın kaçak yapılarını yıkmadı, yıkamadı. Ta ki Reza Zarrab, kara para aklama ve ABD’yi dolandırmak suçundan 21 Mart günü Miami’de tutuklanana kadar. Kandilli’deki köşk arazisindeki kaçak yapılaşmayla ilgili savcılığa 14 ay önce “yıkım işlemleri başladı” diye yazı yazan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü dün köşke kepçelerle girdi.

Kepçeler önce köşkün arka cephesinde bulunan 61 metre genişliğindeki üç katlı yapıyı yıkmaya başladı. Ardından ön cephede bulunan 24 metre genişliğinde tek katlı kaçak yapılar yıkılacak.
Bütün bunların ardından, kat yükseklikleri değiştirilen, cephesi genişletilen, bodrum katları büyütülen, zeminiyle çatısına ilaveler yapılan tarihi köşk bir kez daha yıkılarak yeniden aslına uygun olarak inşa edilecek. Yıkım ve yapım masrafları tutuklu işadamı Reza Zarrab’ın şirketi Royal Holding’den tahsil edilecek.

YARGILANMA DEVAM EDECEK
Kaçak inşaatla ilgili hem Boğaziçi İmar Müdürlüğü hem de İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, köşkün sahibi ve fenni sorumlular hakkında geçtiğimiz yıl Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu. Zarrab ve diğer sorumlular tescilli kültür varlığında izne aykırı tadilat ve inşaat yaptıkları için 6 aydan 3 yıla kadar hapis veya adli para cezası istemiyle yargılanıyor.

TARİHİ BÖYLE YERLE BİR ETTİ
Zarrab’ın şantiyesini denetime giden İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu üyelerinin ‘onaylı projeye ve yasalara aykırı’ uygulamalarla ilgili hazırladığı raporda şu tespitler yapılmıştı:

- Ruhsatlı eski eser yapıda döşemeler kaydırılarak kat yükseklikleri değiştirildi, ikinci bodrum kat büyütüldü ve birinci bodrum kat ile birleştirildi.
- Çatı mahyası yüksek kuruldu, zemin kat seviyesinde arka cephede 1.50×5.90 metre ebatlarına ilave yapıldı. Arka cephe konturu 1.60 metre büyütüldü, bodrum kat seviyesinde ön cephede 5.00 x 17.20 metre ebatlarında büyüme yapıldı.
- Kaçak binanın arka cephesinde yaklaşık 61 metre genişliğinde üç katlı, ön cephesinde ise 24 metre genişliğinde tek katlı yeni yapılar inşa edildi.

Kaçağın peşini bırakmadık
SÖZCÜ, çivi çakılması dahi yasak olan tarihi yapılara yönelik yasadışılığı, ısrarlı haberleriyle sık sık kamuoyunun gündemine getirdi. Onlardan biri 22 Haziran 2015 günkü nüshamızın manşeti.

KİLİT SORUYU SORDUK
“Boğaz’da Reza’nın önüne yatan kim?” başlığıyla çıkan SÖZCÜ, Kandilli’deki hukuksuzluğu okurlarına hatırlatıp “Belediye yıkım kararını neden uygulamıyor” diye sormuştu. SÖZCÜ’nün 2015’in ilk aylarında kamuoyuna duyurduğu yasadışılığın üzerinden 14 ay geçtikten sonra belediye yasaları uygulamaya başladı.

Sırada yalılar var

Kandilli’deki kaçak ve yasadışı yapılaşma işadamı Reza Zarrab’ın tek vukuatı değil. SÖZCÜ, 31 Mayıs 2015 günü Zarrab’ın Kanlıca’da 40 milyon dolara satın aldığı ‘Mehmet Arif Bey Yalıları’nı da yasalara aykırı olarak restore ettirdiğini duyurdu. Osmanlı döneminde inşa edilen ve 1970 yılında ikinci derece tarihi eser olarak tescil edilen yalılardan birine kaçak kat çıkıldığı, toplam 770 metrekare büyüklüğündeki yalıların arasına asansör yapıldığı, yan duvarların kırılarak tüp geçitle birbirine bağlandığı ortaya çıktı. SÖZCÜ’nün haberinin ardından İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, 1 Temmuz’da yalıların ve köşkün projelerine uygun hale getirilerek kaçak yapıların yıkılmasına karar verdi.

EBRU GÜNDEŞ: REZA YAPTI
Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ne işlemin gerçekleştirilmesi için yazı yazan Kurul’un suç duyurusu üzerine, Gündeş ve Zarrab hakkında dava açıldı. İlk duruşmada, Zarrab’ın hiçbir izin almadan kendi yalısında tadilat yaptığı ortaya çıktı. Gündeş de savunmasında tüm sorumluluğu eşine attı. Davanın ikinci duruşması 24 Haziran günü yapılacak. Kandilli’deki köşkün kaçaklarını yıkmaya başlayan Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün önümüzdeki günlerde Kanlıca’daki iki tarihi yalıyı da orijinal haline getirmesi bekleniyor.

Sözc, Haber: İsmail Aydın, 27.04.2016

ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ TARTIŞMALARI YENİDEN BAŞLADI



Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz hafta Kültürel Kalkınma Programı toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtlarken Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) restorasyonu hakkında, “AKM hem statik, hem de hukuki sorunlar yaşanan bir konu. Oraya İstanbul’un ihtiyacı olan büyük bir sanat merkezi yapılmasını konuşmak durumundayız” dedi. Restorasyonu üstlenen Taca İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Tayyar Akkurt’un fotoğraflar eşliğinde son yaptığı açıklamada da “Binanın restore edilemeyecek kadar kötü durumda olduğu ve binanın yıkılıp yeniden yapılması gerektiği” vurgulandı. Bu açıklamaların ardından “AKM yıkılmalı mı, restore mi edilmeli?” tartışması yeniden gündeme geldi. Konunun ilgililerinden, AKM’nin tescilli bir eser olduğu için yıkılamayacağını dile getirenlerin yanında, binanın tarihi eser sayılamayacağını öne sürenler de oldu.

Prof.Dr. Afife Batur İTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi:
‘ONARILMAYACAK BİNA YOKTUR’
O bina restore edilebilir bir binaydı. Restorasyon projesi hazırdı, kuruldan onaylıydı. Buna rağmen yapılmamış olmasının arkasında art niyet olduğunu düşünüyorum. Tescil edilen yapıların hepsi bundan 100 sene önce yapılmış olmak zorunda değil. Bu binaya ‘Tarihi değildir’ demek çok büyük cehalet veya kötü niyettir. Binanın Taksim Meydanı’na verdiği cephe, nadir rastlanan incelikte ve mimari özelliklere sahiptir. Başka hiçbir operada, toplantı salonları açık mekanlar değildir. Bina şeffaf ve dışarıyla bütünleşmiş bir konsepte sahiptir. Mimari açıdan simge bir yapıdır. Onarılmayacak bina yoktur.”

Yrd. Doç.Dr. Hasan Fırat Diker Mimar:
‘SİMGESEL ÖZELLİĞİ VAR’

“Tescilli bir eserin ihya edilmesi ekonomik ömrüyle ilişkilendirilemez. Çünkü tescil ve restorasyon konusu bir kültür varlığı meselesidir. AKM değil, başka bir modern bina da dış etkilere bu kadar açık bırakılsaydı sonuç pek farklı olmazdı. Modern mimarlık antolojimizde AKM’nin önemli bir simgesel özelliği var. Bu bina, elimizde çok fazla iyi örneği bulunmayan Cumhuriyet dönemi modern mimarlık eserlerinden bir tanesi. Yıkıp yerine yenisini yapmaktansa, AKM iyileştirilerek güncellenmelidir.”

Sinan Genim Mimar:
‘KORKULARIMIZ NEDENİYLE ÇÖZÜM BULAMIYORUZ’

“Bu bina raşitik bir bina. Orasına burasına bir şey eklenmiş. Restorasyon projesinin müteahhitliğini üstlenen Naci Bey’e (Mehmet Naci Topsakal), ‘Bu binayı toparlayamazsın’ dedim. Hakikaten de öyle oldu. Bazı kolonlarının altında temellerinin olmadığı, üst kattaki kolonun alt katta devam etmemesi gibi yapısal sorunlar ortaya çıktı. Bence tescilli olması da lüzumsuz. Tescil edilecek anıtsal ve mimari bir özelliği yok. Özgün bir mimarisi yok. Dolayısıyla bir proje yarışması açılmalı, halkın bilgisine sunulmalı ve yerine çağdaş, İstanbul’a yakışır yeni bir bina yapılmalıdır. Herkesin ‘Yıkılırsa buraya cami yapılacak, AVM yapılacak’ diye bir korkusu var. Biz korkularımız nedeniyle bu işe bir çözüm bulamıyoruz.”

Ali Hacıalioğlu Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Sekreteri:
‘TESCİLLİ YAPIDIR, YIKILAMAZ’

“AKM, tescilli bir yapıdır ve yıkılması mümkün değildir. Estetik ve tarihsel değeri bilimsel kuruluşların ve yargının verdiği kararlarda belirlenmiştir. Tescilli bir yapıya ilişkin o yapının nasıl restore edileceği de, ilgili uzman kuruluşların karar verdiği bir konudur. AKM’nin restorasyonu ve güçlendirmesi yapılıp aslına ve fonksiyonuna uygun bir şekilde yaşatılması mümkündür. ”

Haldun Hürel MSGSÜ Öğretim Görevlisi, İstanbul yazarı:
‘TAKSİM’İ GÖLGELİYOR’

“Onarım yapılamayacağı konusunda teknik bilgiye sahip değilim. Ancak o binanın tarihi bir eser olduğunu düşünmüyorum. Çirkin bir yapı olarak görüyorum. Taksim’in mimari ve tarihi hüviyetine uygun bir yapı olmadığı gibi Taksim’deki meydanımsı boşluğun çirkinliğine de katkıda bulunuyor. Yıkılıp geleneksel Türk mimari örgüsüne uygun şekilde, temelden, yeniden dizayn edilmesi lazım.”

AKM RESTORASYON SÜRECİ
1997 “1. Grup Korunması Gereken Kültür Varlığı” olarak tescil edildi.

2005 Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, binanın ekonomik ömrünü tamamlamış olduğu gerekçesiyle yıkılmasını ve yeni bina yapılmasını önerdi.

2008 AKM tadilat gerekçesiyle kapatıldı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın üstlendiği AKM yenileme projesi üzerinde STK ve meslek odaları, Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla uzlaştı.

2009 Restorasyon koşullarını içeren bir protokol imzalandı.

2010 Bakanlık, yeni projeyi onaylayarak 5 Mayıs’ta İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na gönderdi. Ancak ajans süresinin sona ereceği 31 Aralık 2010 tarihine kadar ödenek sağlanmadı.

2012 Şubat ayında Sabancı Holding ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında AKM restore işlemlerine dair protokol imzalandı.

2013 AKM’de bina statiğindeki sorunlardan kaynaklanacak can ve mal güvenliği nedeniyle 24 Mayıs’ta çalışmalar durduruldu. Aradan geçen 3 yıllık süreçte hiçbir işlem yapılmadı.
Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 27.04.2016

KANUNİ'NİN MEZARI ORTAYA ÇIKIYOR

Macaristan Zigetvar’da Kanuni Sultan Süleyman’ın mezarının bulunması yönünde devam eden kazılar doğrultusunda ortaya çıkan kalıntıları değerlendirmek için Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) ve Macaristan hükümeti işbirliğiyle dün Sepetçiler Kasrı’nda bilimsel bir panel düzenlendi.



Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) Başkanı Serdar Çam, Macaristan’da 2013’te Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının gömüldüğü mezarın bulunması için başlatılan çalışmalarda belirli bir aşamaya gelindiğini belirterek, son kazı çalışmalarıyla üzüm tepesinde ortaya çıkan Osmanlı yerleşkesinin bulunmasının gurur verici olduğunu kaydetti. 

Kazı çalışmaları sonucunda aralıkta Budapeşte’de Kanuni’nin türbesinin bulunduğuna ilişkin açıklama yapıldığını anımsatan Çam, şu bilgileri verdi:

‘Önemli bir keşif’
“Macaristan’daki en büyük Osmanlı yerleşkesinin kesinlikle bulunduğu noktasında bulgular ortaya kondu. Hamam, palankanın içinde yer alması gereken kışla, cami ve dergahın bulunduğu mekan ortaya çıktı. Kuvvetle muhtemeldir ki, oradaki türbe kalıntılarından biri de Kanuni Sultan Süleyman’ın vefat ettiğinde iç organlarının defnedildiği yer olduğu ortaya çıktı.” Kazı çalışmalarının Türkiye Proje Ekip Başkanı Prof.Dr. Ali Uzay Peker de “Kazı, bizi Macaristan’da Osmanlı yerleşkesinin ortaya çıkartılmasına götürdü. Bu gerçekten önemli bir keşif olacak” dedi.

‘Askerlerden gizlediler’
Panelde konuşan Prof.Dr. İlber Ortaylı ise kalıntılar üzerinde yaptığı incelemeler doğrultusunda şunları belirtti:
“Askerlerin savaşta padişahlarının öldüğünü öğrenmemeleri adına ve naaşın çürümemesi için Osmanlı’da yapılan bir uygulama olarak iç organları boşaltılmıştır. Kuşatma esnasında oluşturulan savaş otağının merkezinde bir türbe hazırlanıp buraya gömülmüştür. bugün ortaya çıkan buluntular ışığında bu yapıya türbe değildir demek mantıklı bir yaklaşım olmaz.”
Milliyet, Haber: Halil İbrahim Bitki, 27.04.2016
4 BİN YILLIK BEŞİK KERTMESİ ORTAYA ÇIKTI

Kayseri’ye 21 kilometre uzaklıkta bulunan ve uzun bir süredir devam eden Kültepe Kaniş Karum kazılarında çıkan tabletler Anadolu’daki 4 bin yıllık uluslararası ekonomik, siyasi, toplumsal ve kişisel bilgileri aydınlatmaya devam ediyor.

     

Kültepe Kaniş Karum’da 68 yıldır sürdürülen kazılara başkanlık eden Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, “Bu tabletlerde ekonomik, siyasi, toplumsal ve hatta kişisel bilgiler, bugünkü Arapça'nın atası olan Akadça'nın Assur lehçesiyle ve çivi yazısıyla yazılmıştır.

Şimdiye kadar bulunan 23 bin 500 tablet, eski dünyanın en büyük ve kapsamlı özel şahıs arşivlerini oluşturması ve tüm dünyanın hafızası olması nedeniyle, 2014 yılında UNESCO tarafından, ‘Dünya Belleği Kütüğü"ne’ kaydedilmiştir. Kültepe tabletleri Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, İstanbul arkeoloji Müzesi ve Kayseri Müzesi'nde korunmaktadır” dedi.

Prof.Dr. Kulakoğlu, “Kültepe tabletleri içinde bir nişan akdi konusunda yazılı bir kontrat ele geçmemiştir. Anlaşılan nişan aileler arasında akdedilmekte ve herhangi bir yazılı belge gerekmemekteydi. Elimizde bir nişanın bozulduğunun resmi bir belge ile tespit edildiği hakkında bir mahkeme zaptı bulunmaktadır” dedi.



Prof.Dr. Kulakoğlu, kazılarda çıkan tabletteki mahkeme zaptında yazılanları şu şekilde anlattı:

“?..Ahu-waqar ve Zuba şahit olarak bizi tuttular ve Ahu-waqar Zuba’ya şöyle dedi:

“Kız kardeşim artık büyüdü (evlilik çağına geldi), buraya gel ne Kaniş şehrinde kız kardeşimi eş olarak al (onunla evlen).

Zuba şu cevabı verdi:

“Kız kardeşin orada otursun”.

Ahu-waqar şöyle konuştu:

“Kaniş şehrinde kız kardeşim hakkında koloni mahkemesinin kararını ver. Sen uzakta bir yerde bulunuyorsun. Kız kardeşim ne zamana kadar Kaniş şehrinde beklesin?”

Zuba şöyle cevap verdi:

“Git! Kız kardeşini gönlünün istediği yere (kimseye) kocaya ver.”



Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, “Bu mahkeme zaptına göre genç kızın erkek kardeşi, herhalde ağabeyi Ahu-waqar, davalı olan Zuba’yı kız kardeşi ile mahkeme huzurunda evlenmeye davet etmiştir. Çünkü genç kız artık büyümüş, evlilik çağına ulaşmıştır. Kızın erkek kardeşinin bu zorlaması, genç kızın davalıya, daha küçük yaşta iken, herhalde çocukluk çağında, söz verilip nişanlandığını açık olarak ortaya koymaktadır. Genç kızla nişanlanmış olan erkek de herhalde çok genç bir kişi idi. Şimdi onun evlenmekten çekinmesi, zorlanınca da evlenmekten vazgeçmesi böyle yorumlanabilir.

Anılan mahkeme zaptında erkeğin mahkeme huzurunda sözlü bir beyanı başka bir deyimle evlenmekten vazgeçmesi aradaki nişanın bozulmasına yeterli olmuştur.

Tabletlerde geçen 'kız büyüdü' ifadesi, küçük yaştaki kız ve erkeklerin evlenmelerine müsaade edilmediğini, diğer taraftan Anadolu'da bazı bölgelerde hala yaşamakta olan beşik kertmesi adetini akla getirmektedir” diye konuştu.

Prof.Dr. Kulakoğlu, “Tabletler 23 bin yıl civarında bir zamana dayanıyor. Kültepe’de çıkardığımız eserler 50 binden aşağı değil. Anadolu tarihinde en büyük merkezlerinden birini kazıyoruz, bunun da tanıtımını yapmak istiyoruz. 25 bine yakın tablet var. Bu tabletler doğal olarak çok zengin konulara sahip. UNESCO listesinde dememizin en büyük nedeni de bu tabletlerin herhangi bir şekilde kraliyet ve sarayın bir arşivi olmaması. Bunlar aynen bugünkü Kayseri’deki gibi özel tüccarların arşivi. Bugün bir ticari büroda muhasebesinde, arşivinde ne varsa bizim Kültepe’deki tüccarlar evleri de aynı şekilde o arşivlerle dolu. Tüccar arşivi olduğu için bu tabletlerde ekonomik, ticari konular, alacak-verecek listesi var. Bunların yanında düzenli olarak tüccarın yaptığı ödemeler kaydedilmiş. Bunlar başlık parası, kan parası, vergileri gibi şeyleri de öğreniyoruz. Dönemin ekonomik yapısında para olarak kullanılan bakırın, altının değerini de öğreniyoruz. Kültepe tabletleri sadece Anadolu tarihini değil, Mezopotamya ve Suriye’nin de tarihini aydınlatıyor. Bu özel arşivlerin özelliği budur” şeklinde konuştu.
Milliyet, 26.04.2016

VENEDİK SANAT BİENALİ TÜRKİYE PAVYONU'NDA YER ALACAK SANATÇI BELİRLENDİ

13 Mayıs-26 Kasım 2017 tarihlerinde gerçekleştirilecek Venedik Bienali 57. Uluslararası Sanat Sergisi’nin Türkiye Pavyonu’nda sanatçı Cevdet Erek’in projesi sergilenecek.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın (İKSV) yürüttüğü sergide, Cevdet Erek'in birlikte çalışacağı proje ekibi önümüzdeki aylarda açıklanacak.

Venedik Bienali 57. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu Danışma Kurulu'nda sanatçı Ali Kazma, Arter'in küratörlerinden Başak Doğa Temür, Suna ve İnan Kıraç Vakfı, Kültür ve Sanat İşletmesi Genel Müdürü Özalp Birol, küratör ve İstanbul Modern Müzesi Sanat Danışmanı Paolo Colombo ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Batı ve Çağdaş Sanatlar Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Zeynep İnankur yer alıyor.
Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, 26.04.2016

YOLGEÇEN HANI OTEL OLACAK

İstanbul Beyazıt’daki eski Yolgeçen Han, Koruma Kurulu kararı doğrultusunda tescilden çıkarıldı. 56 metrekarelik alanda yer alan Yolgeçen Han’ı otel olacak.

İSTANBUL’da tescilli iki yol geçen hanından biri olan Beyazıt’daki eski Yolgeçen Han, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde oy çokluğuyla alınan kararla tescilden çıkarıldı.

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Koruma Kurulu kararı doğrultusunda tescilden çıkarılan 56 metrekarelik alanda yer alan eski Yolgeçen Hanı’nın otel olacağını söyledi.

27 NİSAN KARARI
İstanbul 2 Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 27 Nisan 2014 tarihinde aldığı kararla, 2’nci Derece Ticaret alanı olarak görülen hanın, ticaret alanı fonksiyonunu koruyup, tescil taramasını kaldırdı. Yüksekliğini de 6.5 metre, yani 2 kat olarak belirledi. Kurul, gerekçesini, “Eski Yolgeçen Hanı, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu’nun 6. Madde’sinde belirtilen özellikleri taşımaması nedeniyle, taşınmazın korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmesine gerek olmadığına karar verildi” diye açıkladı.

Fatih Belediye Başkanlığı, söz konusu kurul kararı doğrultusunda hazırladığı 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı değişikliği teklifini 4 Kasım 2015 tarihinde oy çokluğu ile ilçe meclisinden geçirip, İBB’ye sundu. Eski Yol Geçen Han, 26 Kasım 2007 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile ilan edilen, Kapalı Çarşı ve Çevresi (Beyazıt-Molla Fenari-Taya Hatun Mahallesi) Kentsel Yenileme Alanında kalıyor. Dosyasında başka kurum görüşü bulunmayan ve CHP’li komisyon üyelerinin katılmadığı teklif, İBB Meclisi’nde muhalefetin ret oyuna karşılık Ak Partili Meclis üyelerinin oy çokluğuyla kabul edildi.

KAÇAK KAT YIKILACAK
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Koruma Kurulu kararı doğrultusunda tescilden çıkarılan 56 metrekarelik alanda yer alan eski Yolgeçen Hanı’nın otel olacağını söyledi. Mustafa Demir, İstanbul’da ‘Yolgeçen han’ olarak bilinen ‘Küçük Yolgeçen Hanı’nın Koruma Kurulu tarafından rölöve ve restitüsyon projesinin onaylandığını söyledi. Demir, geleneksel ticaret alanı içinde kaldığını belirttiği eski Yolgeçen Hanı ile ilgili de, “Mülk sahibi otel yapacak. Otel olabilmesi için de projeyle müracaat etmesi gerekiyor. Binanın mevcut hali beş katlı ve üstte kaçağı var. Önce bu kaçağın temizlenmesi lazım. Kendisi tarihi eser değil. Ama komşusu tarihi eser olduğu için, ancak Kurul onaylarsa otel yapabilecek” açıklamasında bulundu.

Yasal düzenleme gerekiyor
İstanbul’un tarihi hanlarının kurtulması için yasal düzenleme gerektiğini söyleyen Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, “Her yeri yenileme alanı ilan edemeyeceğimize göre, Türkiye’nin neresinde olursa olsun, bu hanların ihtiyaçlarının karşılanması ve geleceğe taşınması için kanun değişikliği gerekiyor. Bunun için çalışmalarımız var” dedi.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 26.04.2016

TARİHİ ESER OPERASYONU

İstanbul Kaçakçılık Şube Müdürlüğü ekipleri, bir ay önce M.N. adlı kişinin elindeki tarihi eserleri Londra ve New York’ta zengin Arap müşterilere satmak istediği yönünde bilgi aldı.

Alıcı rolündeki polisler M.N. ile eserlerden birini 1 milyon liraya alma konusunda anlaştı. Polisler gerçek kimliklerini açıklayarak M.N.’yi gözaltına aldı. Satış gerçekleşirken, eşzamanlı başka bir ekip M.N.’nin Ataşehir’de eserleri gizlediği rezidans dairesine girdi. Yapılan aramada, ressam Nazmi Ziya ile Lazar Binenbaum’a ait olanların da arasında bulunduğu 18 tabloya ulaşıldı.

Aramanın devamında, 12 adet ahşap edirnekari tekniği ile yapılan eser, 2 adet Hilye-i Şerif, 2 adet ahşap sandık, rahle, bakır alem başı, bakır sahan kapağı, 2 adet bakır tepsi, 1 adet yazma eser ve 15 adet hat levha olmak üzere 55 parça esere el konuldu. M.N. emniyetteki sorgusunun ardından hakkında 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu kapsamında işlem yapılarak serbest bırakıldı. Polis ele geçen eserlerin yaklaşık 15 milyon lira değerinde olduğunu belirtti.
Hürriyet, Haber: Çetin Aydın, 26.04.2016

ANTALYA NEKROPOL ALANI MODERN SANATLAR MÜZESİ YARIŞMAYLA YAPILIYOR

2005 yılında düzenlenen bir ulusal yarışma ile elde edilen Doğu Garajı ve Halk Pazarı projesinin uygulama kazıları sırasında Antalya kent tarihini bilinenden daha eskiye taşıyan bir Nekropol alanı keşfedilmişti.



2005 yılında düzenlenen "Antalya Kent Merkezi Doğu Garajı ve Halk Pazarı Alanı Düzenlenmesi Mimari Proje Yarışması"nda 1. ödülü Erkal Mimarlık (Ozan Erkal - Emre Erkal) kazanmıştı. 



Projenin müelliflerinden Emre Erkal'dan aldığımız bilgiye göre, yarışmada elde edilen projenin inşaatı sırasında nekropol çıkınca, proje de yeni duruma adapte olmuş. Antalya Müzesi'nin sorumluluğunda arkeolojik çalışmalar yapılmış, arsalar ikiye bölünmüş. 

Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin internet sitesinde "Nekropol alanı nakış gibi işleniyor" başlığıyla yer alan habere göre, projenin inşaatına 10 sene aradan sonra başlandı.

     

Nekropol alanı nakış gibi işleniyor
Nekropol Alanı projesinde, tarihi mezarlık alanını dış etkenlerden koruyacak üst yapının taşıyıcı ayakların montesine başlandı. Büyükşehir Belediyesi'nin en prestijli projelerinden Doğu Garajı Kültür Merkezi ve Nekropol alanında çalışmalar hızla sürüyor. Tarihi 3 bin yıl öncesine dayanan nekropol alanını turistik bir cazibe merkezi haline getirecek proje adım adım ilerliyor. Tarihi mezarların zarar görmemesi için aylardır nakış gibi işlenen alanda büyük bir titizlikle devam eden çalışmada projenin üst yapı ayakları yükselmeye başladı. Nekropol alanını dış etkenlerden koruyacak üst yapıyı taşıyacak çelik konstrüksiyonlar büyük bir özenle montaj ediliyor. Dev çelik ayakların yerleştirilmesi ile proje yavaş yavaş şekillenmeye başlayacak.

DEV AYAKLAR YERLEŞTİRİLİYOR
Alana yerleştirilmeye başlanan 61 çelik kolondan en büyüğü 914 mm çapında ve 11 metre yüksekliğinde. Bu dev çelik ayaklar Nekropol alanındaki arkeolojik buluntuları güneş ve yağmur gibi dış etmenlerden koruyacak hafif malzemeli üst örtüyü taşıyacak. Nekropol Alanı Projesi yaklaşık 15 milyon liraya mal olacak.



ÇAĞDAŞ KENT MÜZESİ
'Çağdaş Kent Müzesi' konseptiyle düzenlenen Nekropol alanında teşhir, canlandırma ve bilgilendirme unsurları yer alacak. Alan süreli ve yıl boyu devam eden sergilere ev sahipliği yapacak. Arkeolojik kazıların ortaya çıkardığı zemin, bir dizi platform sayesinde çevresindeki sokak kotlarına uyumlu olacak. Böylece yarı-açık sergileme alanları oluşturulacak. Alt kotlarda mezarlara yakın gezinti güzergahı ahşap, cam ve çelik elemanlar ile tasarlanacak.

Çalışmalar, Büyükşehir Belediyesi arkeologlarının ve teknik kontrol ekibinin de dahil olduğu kontrol teşkilatı denetiminde ve Antalya Müze Müdürlüğü gözetiminde, Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun kararları çerçevesinde yürütülüyor.

  

ÇARŞI VE KÜLTÜR MERKEZİ'NDE ÇALIŞMALAR BAŞLADI
Öte yandan, 'Nekropol Alanı' ile ilişkilendirilerek tasarlanan ve ihalesi yapılan Doğu Garajı Kültür ve Ticaret Merkezi'nde de hafriyat çalışmaları başladı. Kentsel bir kompleks olarak planlanan proje, teknik ve lojistik üniteleri de içeriyor. Geleneksel çarşı kültürünü Doğu Garajı'nda nekropolün etrafında yaşatacak proje, kent merkezindeki ticaretin artırılmasına da katkı sağlayacak. Proje, kültür merkezi olarak da işlev görecek. Projede 700 araçlık bölgenin en büyük yer altı otoparkı olacak. 25 otobüs kapasiteli park da bu alanın içinde yer alacak. Pazar yeri ve Festival çarşısı esnafı için dükkanlar olacak. Geleneksel halk pazarı kültürünün de yaşatılacağı proje içinde mağazalar restoranlar da söz konusu. Ayrıca Büyükşehir Konservatuvarı yaşam canlılığı sağlaması adına çarşının en üst katına taşınacak. Bina içinde 700 kişilik konser ve tiyatro salonu hizmet verecek. Bu proje de yaklaşık 70 milyon liraya mal olacak.
Arkitera, Haber: Emine Merdim Yılmaz, 25.04.2016

SANAT FUARINA 'ENDİŞE' İPTALİ


Bu yıl 23-25 Eylü tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi’nde yapılması planlanan çağdaş sanat fuarı Artinternational, katılımcı galerilerin endişeleri yüzünden iptal edildi.

İlki 2013 yılında düzenlenen ve kısa sürede ziyaretçi sayısı ve katılımcılarıyla öne çıkan uluslararası çağdaş sanat fuarı Artinternational Türkiye’deki olumsuz koşullar nedeniyle bu yıl yapılamayacak. Dünyanın önde gelen sanat galerilerini ve koleksiyonerleri Türkiye’ye getiren fuar 23-25 Eylül tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilecekti. Fuarı uluslararası etkinlik firması Montgomery ve kurucu ortağı Interteks birlikte düzenliyorlardı.

GALERİLER ENDİŞELİ
Montgomery grubunun başkanı ve Artinternational’ın kurucu ortağı Sandy Angus yaptığı açıklamada şunları kaydetti: “Artinternational’ın direktörleri, son günlerde Türkiye’de faaliyet gösterirken yaşanan zorluklar ve katılımcı galerilerin dile getirdiği bazı endişeler sebebiyle fuarın 4’üncü edisyonunun ertelenmesi yönünde zor bir karar aldılar. Şu anda, fuarın bir sonraki edisyonu için olası yeni bir ortakla görüşmelerimiz sürüyor ve Artinternational’ın dünyanın her yanından güncel sanatın en iyilerini İstanbul’a getirmeye devam edeceğinden eminiz.”

Interteks’in Yönetim Kurulu Başkanı ve Artinternational’ın kurucu ortağı Yeşim Avunduk ise “Güncel sanat alanındaki en iyi uluslararası çalışmaları İstanbul’da buluşturmayı amaçlayan Artinternational, Türkiye’nin hızla gelişen sanat piyasasına ayak uydurabilen bir fuar. Fuarın ilk kez düzenlendiği 2013 yılından bu yana, katılımcı galeri ve satış rakamlarında düzenli bir artış elde edildi. 2015 yılına gelindiğinde ise, satışlar toplam 30 milyon dolara ulaşırken, ziyaretçi sayısı 35 bine yükseldi. Artinternational’ın bundan sonraki yıllarda da büyümeye ve başarısını artırmaya devam edeceğine inanıyoruz. Türkiye’deki gelişmeleri yakından gözlemleyerek, fuarın 4’üncü edisyonunu 2017 yılında gerçekleştirmeyi umuyoruz” dedi.
Hürriyet, 25.04.2016

118 YILLIK YALIYA KAÇAK KAT

Arman Tekstil’in 2000’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden kiralayarak restore ettiği Ajia adlı butik otele dönüştürdüğü Kanlıca’daki tarihi Ahmet Rasim Paşa Yalısı’na kaçak kat çıkıldığı tespit edildi. 10 Ekim 1970 tarihinde tescilli kültür varlığı olarak koruma altına alınan yalının eski ve yeni fotoğrafları karşılaştırıldığında orijinal çatının bozulduğu ve pencereler açıldığı görülüyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Türkiye’deki tarihi eserleri bir araya getirerek oluşturduğu envanter.gov.tr adlı internet sitesinde yer alan bilgilere göre bakanlık kaçak kattan haberdar. Ahmet Rasim Paşa Yalısı ile ilgili hazırlanan sayfadaki gözlem bölümünde “Çatı terası ve çatı eğimindeki değişiklik yapının bütünselliğini bozmuştur” ifadesi yer alıyor.

SUÇ DUYURUSUNDA BULUNACAK
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu ve Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün tarihi yapılardaki kaçak yapılaşmaya göz yumarak suç işlediğini belirten Büyükşehir Belediye Meclisi’nin CHP’li üyesi Hüseyin Sağ, hem bu kuruluşlar hakkında hem de yalıyı kiralayan Arman Tekstil’in o dönemki ortakları Serdar Bilgili ve Alişan Arıkan hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını kaydetti.

“Kendisine emanet edilen tarihi eserleri korumayan Boğaziçi İmar Müdürü nerede” diye soran Sağ: “Bir vatandaş çatısında kiremit oynatsa elli tane zabıta gidiyor. Eğer adamına göre muamele yapılıyorsa ki öyle gözüküyor; bu kamu vicdanını yaralar” dedi. Kadir Topbaş’a bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün görevini ihmal etmesiyle ilgili olarak İBB Meclisi’ndeki soru önergelerine bir yıldır cevap verilmediğini bildiren Sağ, “Topbaş bizzat kendisi bu bürokratları koruyor. Sorulara da sessiz kalarak suç işliyor” diye konuştu.

27 yıllığına kiralandı
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde bir süre İstanbul Şehremini (Belediye Başkanı) görevini yapan Ahmet Rasim Paşa’nın adını taşıyan yalı 1897 yılında yandı. Bir yıl sonra yerine eskisinin yarısı büyüklüğünde üç katlı yalı yapıldı. 1915 yılında Ahmet Rasim Paşa’nın varisleri yalıyı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) sattı.

Uzun yıllar ilkokul olarak kullanılan yalı, 1970 yılında korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edildi. Kullanılamaz hale geldiği için 1974 yılında boşaltılan ve uzun yıllar atıl kalan Ahmet Rasim Paşa yalısı, 1 Ekim 2000 tarihinde 27 yıllığına o tarihte Serdar Bilgili ve ailesinin ortak olduğu Arman Tekstil şirketine kiralandı. Yalı, mimar Reşit Soley tarafından restore edildikten sonra 2004 yılında Ajia adlı butik otel olarak hizmete açıldı.

Hapis cezası da var
2960 sayılı Boğaziçi İmar Kanunu’nda yıkımın yanı sıra inşaat ruhsatı ile eklerine ve imar mevzuatına aykırı yapılan yapıların aykırı kısım ve bölümleri için hapis cezası öngörülüyor. Yasanın 18’inci maddesinde, yapı sahipleri, fenni mesulleri ve müteahhitleri bir aydan altı aya kadar hapis ve 200 bin liradan 500 bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılacağı yazıyor. Yasada, kanunla verilen görevleri belirtilen süre içinde yapmayanlar veya görevini kötüye kullanan kamu yetkililerinin de bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı belirtiliyor.
Sözcü, Haber: İsmail Şahin, 25.04.2016

PERU'DAKİ ANTİK KANALLARIN SIRRI UZAYDAN ÇÖZÜLDÜ

Peru’nun güneyindeki kurak vadilerde bulunan su kanalları üzerindeki şekiller bir zamanlar buralarda gelişmiş bir toplumun yaşadığına işaret ediyor.

Dünyanın en kurak bölgelerinden birinde spiral şeklinde açılmış delikler yukarıdan bakıldığında ilginç bir görüntü oluşturuyor. Bu deliklerin ne amaçla açıldığının sırrı ancak uzaydan çekilen fotoğraflar sayesinde çözülebildi.

Bu spiral huni şeklindeki bu delikler Peru’nun Nazca bölgesinde bulunuyor. Burası Nazca çizgileri olarak bilinen ve toprağa işlenmiş dev geometrik şekilleriyle de ünlü olan bir bölge.

SU KANALIYLA TARIM
Nazca’da yaşayan antik toplumların yıllarca süren kuraklığa rağmen nasıl ayakta kaldığı merak ediliyordu.

İtalya’daki Çevre Analizi Metodoloji Enstitüsü’nden Rosa Lasaponara, spiral şeklindeki bu yapıların yeraltı sularını çıkarmak için yapılmış gelişkin bir hidrolik sistem olduğunu söylüyor. Bu yapılar sayesinde bu kurak bölge büyük bir dönüşüm geçirdi.

Lasaponara ve ekibi spiral yapıların uydu yoluyla çekilmiş görüntülerini ve Nazca bölgesindeki dağılımını ve yakınlarındaki eski yerleşim alanlarını inceledi.



Spiral huni şeklindeki yapılar rüzgarın yeraltı kanallarına girmesini sağlıyordu.

Bunun üzerine Lasaponara şu sonuca vardıklarını belirtiyor:

“Bu yapılar bugün bizim gördüğümüz halinden çok daha gelişkin yapılardı. Bunlar sayesinde yıllar boyunca yeraltı suları kullanılarak dünyanın en kurak yerlerinden biri olan bu vadide yoğun tarım yapmak mümkün olmuştu.

RÜZGARLA SU AKIŞI
Yeraltında birikmiş sular bir dizi kanalla ihtiyaç duyulan yerlere taşınıyor, artan kısmı ise rezervuarlarda saklanıyordu. Su akışını sağlamak için kanalların üzerinde spiral huni şeklinde bacalar inşa edilmişti. Bu huniler sayesinde kanala rüzgar giriyor ve böylece su akışı sağlanıyordu.

Bu suların tarımda sulama amaçlı kullanımının yanı sıra evdeki ihtiyaçları karşılamak için de kullanıldığı belirtiliyor. Lasaponara, uydu görüntülerini inceleyerek vardığı sonuçları daha sonra yayınlayacak.

Araştırmacılar uzun süre bu spiral hunilerin sırrını çözememişti. Karbon yoluyla tarih saptama yöntemi bu kanallarda kullanılamıyordu. Nazca’daki yerleşim bölgesinde bunların kaynağıyla ilgili herhangi bir bilgi de yoktu. Zira Güney Amerika’daki birçok medeniyet yazı kullanmamıştı.

Spiral hunilerin varlığı, MÖ 1000 ila MS 750 yılları arasında Nazca bölgesinde yaşayan toplumların oldukça gelişkin olduğunu gösteriyor.



Nazca çizgilerinin de suyla bağlantılı olduğu sanılıyor

Hunilerin inşası özel bir teknoloji gerektiriyordu. Bu işi yapanlar hem bölgenin jeolojik yapısı, hem de suyun hangi dönemlerde azalıp çoğaldığı konusunda bilgi sahibi olmalıydı. Zira bu bölge tektonik fay hatları üzerinde bulunuyordu.

TOPLUMSAL ÖRGÜTLENME
Bu bilgi sayesinde kurak bir bölgenin yüzyıllar boyunca su sorunu çözülmüştü.

Lasaponara, ünlü Nazca çizgilerinin yapılması gibi huni ve kanalların bakımının da iyi bir toplumsal örgütlenme gerektirdiğini söylüyor. Bu çizgilerin de suyla bağlantılı olduğu sanılıyor. Hunilerin öyle kaliteli inşa edilmiş ki bazıları bugün bile kullanılıyor.

Bu spiral huniler, Nazca bölgesinde yaşayan yerlilerin oldukça örgütlü olduğunu, aynı zamanda toplumun hiyerarşik bir yapısı olduğunu gösteriyor. Lasaponara, spiral hunilerin “iktidardaki kişilerin kendi etkileri altında olan topluluklar arasında su dağıtımını kontrol etme” konusunda önemli bir işlev gördüğüne inanıyor.

Zira yeryüzünün en kurak bölgelerinden birine su taşıma bilgisi, yaşam kaynağının anahtarını elinde tuttuğunuz anlamına geliyor.
Hürriyet, 25.04.2016

AKKALE ANTİK KENTİNİN RESTORASYONU İÇİN PROJE

Erdemli Ticaret ve Sanayi Odası (ETSO) Başkanı Orhan Sarı, Mersin'in Erdemli İlçesi'nde MÖ 4. yüzyıla ait Akkale antik kentinin restorasyonu ve çevre düzenlemesi için proje hazırlığına başlandığını bildirdi.

Sarı, antik kentte gazetecilere yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Mersin Üniversitesinin (MEÜ) işbirliğiyle antik kentte çevre düzenlemesi yapmayı hedeflediklerini söyledi.

Kanlıdivane antik kentinde gerçekleştirilen çevre düzenlemesindeki projeyi geliştirerek Akkale'de uygulamak için ön çalışma başlattıklarını ifade eden Sarı, şöyle konuştu:

"Erdemli'deki başta Akkale antik kenti olmak üzere tarihi ve kültürel değerlerin kalıntılarının ayağa kaldırılmasına katkı sunmak istiyoruz. Oda olarak Akkale Antik Kenti için önce restorasyon, ardından da Kanlıdivane antik kentindeki gibi çevre düzenleme projesi hazırlayacağız. Projenin hayata geçmesi ve turizmin hizmetine sunulması için üzerimize düşen göreve hazırız. Bölgemizdeki tarihi değerlerin ayağa kaldırılmasını istiyoruz. Bu konuda proje hazırlayarak Kültür ve Turizm Bakanlığına sunacağız. Kabul görürse Akkale Antik Kenti kalıntıları ayağa kalkmış olacak."

Denize hakim noktadaki Akkale antik kentinin su sarnıcı, hamam, üç katlı mezar ve limanı bulunduğunu belirten Sarı, buranın antik dönemde zeytinyağı ihraç merkezi olduğunu anlattı.

ZEYTİNYAĞI ÜRETİM MERKEZİYDİ
MEÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ümit Aydınoğlu da Kanlıdivane antik kentini ayağa kaldırmak amacıyla başlatılan çevre düzenleme projesinin tamamlanarak uygulandığını kaydetti.


Bu projeye danışmanlık yaptığını vurgulayan Aydınoğlu, şunları kaydetti: "Kanlıdivane'de yaklaşık 1 kilometre yürüme yolları, parkurlar ve ziyaretçi merkezleri yapıldı. Engellilerin de gezmesine imkan sağlayan yollar oluşturuldu. Kanlıdivane'nin antik öneminden kaynaklanan bazı özellikleri ayağa kaldırıldı. Burası, antik dönemde bölgenin önemli zeytinyağı üretim merkeziydi. Burada temizlik yapıldı ve zeytinyağı üretim merkezi aslına uygun restore edildi. Zeytinin kırıldığı ve preslendiği mekanlar ortaya çıkartıldı."

Aydınoğlu, aynı projenin Akkale antik kentinde de uygulanması için ön çalışma yapıldığını, Kültür ve Turizm Bakanlığına müracaat edileceğini, uygun görülmesi durumunda projenin hayata geçirileceğini sözlerine ekledi.
haberler.com, 25.04.2016

PALMİRA TARİH KATLİAMI TÜRKİYE'DE DE YAŞANIYOR

IŞİD’in Suriye’nin Palmira antik kentinde yaptığı yıkımın benzeri bir süredir Anadolu’da yaşanıyor. 2 bin yıllık anıtlardaki insan figürleri keski, matkap, asit ve dinamitle yok ediliyor. Son birkaç yılda Friglerden kalma beş büyük Kibele anıtı tahrip edilen Afyon’da dinamitlenen yazıtın yanı başına şu yazılmış: “Vur dumana, gel imana.” Tahribatı yakından izleyen arkeolog, editör Nezih Başgelen’le İzmir ve Afyon’da saldırıya uğrayan anıtları gezdik.

KARABEL ANITI
HİTİT SINIRINA ÜST ÜSTE SALDIRILAR



urası Hitit İmparatorluğunun batı sınırını gösteren tek kanıttı. 3300 yıllık kral rölyefi ve hiyeroglif buradaydı. Anadolu’nun en eski lisanı burada okunmuştu.

NEREDE: İzmir’de, Kemalpaşa-Torbalı karayolunun yanında.
NEDEN ÖNEMLİ: Yüksek, kayalık tepelerle çevrili antik Mira ülkesinin girişinde bir kayaya oyulan 3300 yıllık Kral Tarkasnava rölyefi, Hitit İmparatorluğu’nun uzun zamandır tartışılan batı sınırını gösteren yegane kanıt. Batıda, Anadolu’nun bilinen en eski lisanı Luvice’nin görüldüğü en önemli anıt. Rölyefin yanında kralı tanıtan hiyeroglif yer alıyordu. 1839’da Fransız gezgin Charles Texier’in keşfettiği anıtın önemi dört yıl sonra Çorum Boğazköy’deki kabartmalarla benzerliği fark edilince ortaya çıkmıştı.
NE OLDU: Birkaç yıl önce anıta evvela asit atıldı. Ardından bulunduğu kaya bloku boydan boya asitle yıkandı. Muhtemelen dinamit yerleştirmek için keskiyle 10 santimetrelik delik açıldı. Yazılar ve rölyefteki detaylar kayboldu. Anıt başında rastladığımız bir İzmirli, beş yıl önce zeminde koç başı ve yılan rölyeflerinin bulunduğunu söyledi; kaybolmuş. Geçidi düşmanlardan koruma amacıyla yapılan ikinci rölyef ve yazıtlar 1977’de yol yapımında yok edilmişti. 

KESKİLİ MATKAPLA KAZINDI

KÜÇÜK KAPIKAYA
DİNAMİTTEN KURTULMUŞTU

NEREDE: Afyon’un İhsaniye İlçesi'ne bağlı Döğer kasabası ile Leğen Köyü arasında. 
NEDEN ÖNEMLİ: Yaklaşık 2600 yıllık dini anıt Anadolu’nun ortak simgesi, bereket tanrıçası Kibele’nin erken dönem nadir tasvirlerinden biriydi. 
NE OLDU: Kaya kütlesinin içinde mezar arayan defineciler dinamitle üst bölümü uçurdu. Kibele rölyefinin yanına matkapla delik açıp, arkada bölme olup olmadığını kontrol ettiler. Tüm bu saldırılardan kurtulan anıt, yakın geçmişte keskili matkapla tamamen kazındı. 

DERİN YARIKLAR AÇILDI

BÜYÜK KAPIKAYA
GERİYE HİÇBİR İZ BIRAKMADILAR

NEREDE: Afyon’un İhsaniye İlçesi'ne bağlı Üçlerkayası Köyü yakınlarında.
NEDEN ÖNEMLİ: Kayalara oyulmuş antik at arabası yolunun kıyısına yerleştirilmiş, türünün nadide örneği yol tapınağı yaklaşık 2700 yıllıktı. Yekpare kayanın yüzeyine geometrik desenler işlenmiş, içindeki pencereye Kibele rölyefi yapılmıştı. Kültür turizminde önemli olan Frig Yolu parkurunun en önemli anıtlarından biriydi.
NE OLDU: Kayadaki Kibele rölyefi tamamen kazındı. Matkapla rölyefin ayak bölümüne derin yarıklar açıldı.

KESKİYLE YOK EDİLDİ



AYAZİN ASLANLI MEZAR 
MEDUSA’LARI KAZIDILAR 

NEREDE: Afyon’un İhsaniye İlçesi'ne bağlı Ayazin Köyü’nün girişinde.
NEDEN ÖNEMLİ: Frig sanatının Roma döneminde de tüm canlılığıyla devam ettiğini gösteren 1800 yıllık aile mezarı ustaca işlenmiş figürleriyle sıradışı bir eser.
NE OLDU: Giriş kapısının üstünde büyük Medusa, iki yanında aslan, üstteki bölümde küçük bir Medusa figürü bulunuyordu. Medusa’lar keskiyle yok edildi. Mezar odasının kapısının iç yüzeyinin iki yanındaki Romalı giysili kadın ve erkek figürleri matkapla, kapının iç yüzeyinin üstündeki Medusa figürü keskiyle ortadan kaldırıldı.

MATKAPLA DELİNDİ

ASLANKAYA
AFYON’U DÜNYAYA TANITIYORDU

NEREDE: Afyon’da Frig yaylaları olarak bilinen bölgede. Döğer beldesi sınırları içinde.
NEDEN ÖNEMLİ: 20 metre yüksekliğindeki Frig anıtı 2600 yıllık. Açılmış bir kapının ardında, yanında iki aslan bulunan Tanrıça Kibele görülüyordu. Anıttaki mimari unsurlar başta Antik Yunan olmak üzere pek çok uygarlığa tapınak mimarisi konusunda öncü oldu, ilham verdi. Fotoğrafı Afyon’un uluslararası tanıtımında kullanılıyor.
NE OLDU: 1995’te yüzeyi dinamitlenmişti, bu kez matkaplı saldırıya uğradı. Rölyefin bacak bölgesinde derin bir delik oluşturuldu, tavana uzanan kabartma kazındı.

DİNAMİTLE PARÇALANDI

YILANTAŞ
SALDIRGANIN İMZASI KAYADA

NEREDE: Afyon’un İhsaniye İlçesi'ne bağlı Kayıhan kasabasındaki Göynüş Vadisi Örenyeri’nde.
NEDEN ÖNEMLİ: Aslantaş, Maltaş gibi Frig kral mezarlarının bulunduğu alanda, Yılantaş’ın yanı başındaki kitabe bu yapıları anlamamızı sağlayan ipuçları içeriyordu.
NE OLDU: Dinamitlenen yazıt okunamayacak halde parçalandı. Saldırganlar, yazıta 20 metre uzakta, yol kıyısındaki büyük bir taşın üstüne, yaklaşık 1.5 metre yüksekliğinde, 2.5 metre genişliğinde mavi boyayla şu mesajı yazdı: “Vur dumana, gel imana, be Üskül”...
Hürriyet, Haber: Serhan Yedig, Fotoğraflar: Selçuk Şamiloğlu, 23.04.2016

OYA ECZACIBAŞI: NEW YORK METROPOLITAN MÜZESİ'NDEN SONRA BİZ GELİYORUZ

Hedefe odaklı ve mükemmeliyetçi bir işkadını Oya Eczacıbaşı. 17 yıllık mücadelenin sonunda 2004’te Türkiye’nin hayalini kurduğu çağdaş sanat müzesine bizleri kavuşturdu.

12 yılda müze o kadar hızlı gelişti ve öyle güzel sergilere ev sahipliği yaptı ki 11 yılda 115 sergiyle ziyaretçi sayısı 6 milyonu çoktan aştı. Sosyal medyada takipçi sayısı New York Metropolitan Müzesi’nden sonra 11’inci. Şimdi sırada acayip bir sergi daha var.

İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı röportaj vermeyi pek sevmez ama biz kendisini uzun uğraşlar sonunda ikna ettik. İşte liseye kadar Fransa’da yaşayan, o yıllarda hayalini kurduğu müzeciliğin eğitimini alan, ata binmeyi çok seven Eczacıbaşı’nın İstanbul Modern’e dair yeni planları ve özel hayatından kesitler.

“Müzecilik sizin misyonunuz” diyebilir miyiz?
Bu soruyla çok karşılaşıyorum. Babamın Strasbourg Üniversitesi’nde görev aldığı yıllarda, 3 yaşından 18’ime kadar Fransa’da yaşadım. Yuvadan itibaren liseyi de orada okudum. O dönemde yurtdışında müzeleri gezerken, ülkemin çağdaş sanat alanındaki eksikliklerini görme imkanım oldu. Ailemin bu konudaki yorumları da beni etkilemiş olabilir tabii. Hep bu alanda bir şeyler yapmak istedim. O yüzden lisansüstü eğitimimi müze işletmeciliği üzerine İngiltere’de tamamladım.

Türkiye’de ekol olabilecek bir projeye imza attınız ve İstanbul Modern’i kurdunuz. Bu fikir, o yıllarda kafanızda var mıydı?
İstanbul’da bir modern sanat müzesi kurma fikri, 30 yıl önce ortaya çıktı. 1987’de ilk kez düzenlenen Uluslararası İstanbul Bienali sırasında şehrimizin modern bir müzeye olan ihtiyacı görülmüştü. Başta İKSV Başkanı rahmetli Nejat F. Eczacıbaşı olmak üzere pek çok sanatsever, bu ihtiyacın giderilmesi için o dönemde harekete geçti. Ben de başından beri bu projede yer almak ve bu hayali gerçeğe dönüştürmek için elimden geleni yapmak istedim. Fikir aşamasının gerçeğe dönüşmesi 2004’ü buldu.

Zor oldu mu peki?
Hem de nasıl! Sonuçta 17 yıllık bir mücadeleydi. 2003’te şu oturduğumuz yer, tamamen örümcek ağlarıyla doluydu. Film seti olarak kullanılan bir antrepoydu burası. Düşünün ki gümrüklü alan olduğu için balkona çıkmak bile yasaktı. Şu anda Boğaz’ı ve çağdaş sanatı buluşturan bir yer haline geldi.

İstanbul Modern çatısı altında neyi hedeflemiştiniz?
Modern ve çağdaş sanat farkındalığını artırmak ilk hedefimizdi. Bu alanda öncü olduk. Tabii ki en büyük amacımız müze ziyaretini bir alışkanlık haline getirmek ve ilgiyi sürekli kılmaktı. Tate, MoMA, Centre Georges Pompidou gibi yurtdışındaki örneklere baktığımızda, bu müzeler birbirlerinden farklı yapılara sahip. Ama ortak noktası hayatın içinde yer alan mekanlar olmaları. Biz de İstanbul Modern’de en başından beri bunu hedefledik. Bağışlarla her geçen gün güçlenen koleksiyonumuzu sergiliyor ve süreli güncel sergilerimizi düzenliyoruz. Ayrıca her yaşa uygun eğitim programları, sinema, kütüphane, dolu dolu etkinlik programları, tasarım ürünlerinin bulunduğu mağaza, restoran ve kafemizle sürekli yaşayan ve yaşatan bir müze olmayı başardık.

‘MÜZEYE GİREN İLK YAPIT ÜNLÜ RESSAM ZEID’DEN OLDU’
Müzeye gelen ilk parça neydi, hatırlıyor musunuz?
Unutmam mümkün değil! İstanbul Modern daha fikir aşamasındayken dünya çapında ünlü sanatçımız Fahrelnissa Zeid’in “Cehennemim” adlı başyapıtını, ailesi armağan etmişti. Müzeye giren ilk yapıt da o oldu.

İstanbul Modern’de şu ana kadar kaç sergi yaptınız? En önemlileri, akılda kalanlar hangileri?
11 yılda 115 sergi düzenledik. Küratöryel ekibimizin büyük bir özen ve yoğun çalışmaları sonucu hazırlanan sergilerimizin her biri ayrı önem ve değere sahip. Ama elbette Fikret Mualla’nın en kapsamlı retrospektifinin yeri her zaman ayrı. Mualla’nın özgün dünyasını tematik ve tarihsel olarak bütün boyutlarıyla yansıtmasının dışında, İstanbul Modern’de düzenlenen ilk retrospektif olması itibarıyla da bizim için önemli bir sergiydi.

6 MİLYON ZİYARETÇİ
Yılda yaklaşık kaç kişi müzeyi ziyaret ediyor?
Kuruluşumuzdan bu yana 6 milyonu aşan bir izleyici kitlesine ulaştık. Her yıl ortalama 650 bin ziyaretçimiz oluyor. Eğitim programlarımızdan yararlanan çocuk ve genç sayısı ise 650 bini aştı.

Peki günlük kaç kişi?
Son dönemde İstanbul’a gelen turist sayısında düşme olduğu için bu bize de yansıdı. Ancak yine de İstanbul’a gelen turistin Topkapı, Sultanahmet gibi Tarihi Yarımada’yı gezdikten sonra ziyaret listesinde ilk sıradayız. Ortalama günlük 2 bin, 2 bin 500 ziyaretçimiz oluyor.

İstanbul Modern’in yabancı ziyaretçisi çok. Bu durumun Türkiye’nin tanıtımına büyük katkısı var.
Kesinlikle haklısınız. Ziyaretçi sayılarına baktığımızda yüzde 40 ile 50 arasında yabancıların olduğunu görüyoruz. Her geçen yıl bu sayının artması bize İstanbul Modern’in uluslararası çağdaş sanatın izlendiği bir çekim alanı haline geldiğini gösteriyor. Kuruluş amaçlarımızdan biri Türkiye’nin sanatsal yaratıcılığını yurtdışına tanıtmak ve taşımaktı. Daha yolun başındayız ama doğru yolda olduğumuzu bilmek bizi motive ediyor.

İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth de müzeyi ziyaret etmişti değil mi?
Evet. Yaklaşık 8 sene önce ziyaret etti. Tasarım sergimizi gezip geçtiğimiz haftalarda hayatını kaybeden ünlü mimar Zaha Hadid’in kısa bir sunumunu dinledi. Atölyelerimize katılan çocuklarla birlikte vakit geçirerek, onlarla sohbet etti. Çok etkilendiğini söyleyebilirim.

Zaha Hadid’le röportaj yapma fırsatım oldu, dünya için çok büyük bir kayıp...
Evet gerçekten de çok erken bir kayıp oldu. Tasarım dünyasının duayeniydi. Kraliçe II. Elizabeth’le de müzemizde tanışmıştı.

Şu ana kadar pek çok ödül de aldı İstanbul Modern, hangi ödüllerdi?
Farklı kategori ve özelliklerde 20’nin üzerinde ödül aldık. Avrupa Müzeler Forumu Özel Ödülü ile Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Özel Ödülü son aldığımız ödüller.

Paris’teki “Centre Georges Pompidou” ile Genç İstanbul Modern arasında ne tarz bir işbirliği var?
Paris’teki Centre Pompidou ile 9 yıldır devam eden bir eğitim işbirliğimiz var. Eğitim sponsorumuz Garanti Bankası. Onların katkılarıyla Genç İstanbul Modern eğitim programını başlattık. Centre Pompidou yılda 2 defa okul öncesi, okul çağı çocuklar ve ailelerine yönelik özel olarak hazırlanan yaratıcı programları bizimle paylaşıyor. Bu işbirliği çerçevesinde birkaç hafta önce çocuklara yönelik “Eğlenceli Fikirler Merkezi” adlı bir atölye başlattık.

Yeni Zelandalı sanatçı Peter Robinson’ın çocuklar için tasarladığı bu atölye, biçimlerin keşfedilmesini ve yeni oyunlar yaratılmasını sağlıyor.

DESTEĞİN SÜREKLİLİĞİ ÖNEMLİ
Genç sanatçılara nasıl bir katkı sağlıyorsunuz?
Aidatlarından sağlanan gelirle İstanbul Modern Sanat Müzesi Koleksiyonu’na genç sanatçıların yapıtlarının katılması için kaynak oluşturuyoruz. 2013-2014 yıllarında Genç Modern üyelerinin katkılarıyla oluşturulan Genç Modern Fonu ile Fikret Atay’ın “Tinica” adlı videosu, Vahap Avşar’ın “Kara Albüm” serisinden iki çalışması, Ferhat Özgür’ün “Şarkı Söyleyebilirim” adlı videosu ve Vahit Tuna’nın “Sunshine” adlı yerleştirmesi İstanbul Modern koleksiyonuna kazandırıldı.

Türkiye’de kültür-sanat denildiğinde ilk akla gelen isimlerinden birisiniz. İş dünyasının sanata bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kültür-sanat organizasyonları ve kurumlarıyla yan yana duran şirketlerin önemli bir prestij ve ayrıcalık kazandığına inanıyorum. Ancak bu alan, kısa vadeli bir destek alanı değil. O yüzden şirketlere olan kalıcı etkisi de ancak sürekliliği olması durumunda gerçekleşiyor. Destekçilerimizin sürekli olduğunu görmek bizleri umutlandırıyor.

Sosyal sorumluluk projelerinde yer alıyor musunuz?
Topluma fayda sağlayacak projelerde elimden geldiğince yer almaya çalışıyorum. Bizim için en büyük sosyal sorumluluk projesinin İstanbul Modern çatısı altında gerçekleştirdiğimiz, toplumun her kesimine hitap eden eğitim programları olduğunu düşünüyorum.

Bu eğitim programları nedir?
Dezavantajlı sosyal gruplarla bedensel ve zihinsel engelli çocuk, genç ve yetişkinler için özel eğitim programları tasarlayıp uyguluyoruz. Görme engelli çocuklar için düzenlediğimiz “Dokunduğum Renk”, uzman eşliğinde sergi gezilerini, atölyede gerçekleştirilen uygulamaları ve sesli betimlemeli film gösterimlerini kapsıyor. Ayrıca özel öğrenme gereksinimli çocuklar için fiziksel, sosyal ve zihinsel bağlamda farklı deneyim alanları yaratan “Buluşma” projesini de gerçekleştiriyoruz. Bu projede özel öğrenme gereksinimi olan çocukları liseli gençlerle bir araya getirererek kaynaşmalarını sağlıyoruz. Böylece gönüllü gençlerin, kültürel yaşamda sosyal sorumluluklar üstlenmesine de aracı oluyoruz. 23 Nisan haftasında da binlerce çocuğumuzu her yıl farklı temaların işlendiği bir şenlikte müzemizde ağırlayarak, sanatla buluşmalarını sağlıyoruz.

'KAYBOLMAKTA OLAN ZANAAT VE EL SANATLARINI ÜNLÜ SANATÇI VE TASARIMCILARLA BULUŞTURUYORUZ'
Yeni projeler neler?
İstanbul Modern Zanaat, Sanat ve Tasarım Platformu’nun ilk projesini tamamlamak üzereyiz. İstanbul Kalkınma Ajansı desteğiyle gerçekleştiriyoruz. Yeni projeyle kaybolmakta olan zanaat ve el sanatlarını ünlü sanatçı ve tasarımcılarla buluşturuyoruz. Bakır, ahşap, cam, kemik ve sedefle geleneksel üretim tekniklerini yeniden yorumlayarak tasarıma dönüştüren bir proje. Bu projeye 5 sanatçı/tasarımcı, 4 zanaatkar katıldı.

Bu muhteşem bir proje. Hangi sanatçı ve tasarımcılar katılıyor?
Atilla Kuzu bakır, Hatice Gökçe kemik, Adnan Serbest ahşap, Ekrem Yalçındağ sedef ve Seyhun Topuz’un cam için yorumladığı tasarımlar, çok değerli zanaatkarların dokunuşuyla yeni ürünler olarak ortaya çıktı. Haziran ayında yeni sergilerimiz olacak. İnci Eviner’in retrospektifi bunlardan biri. Şu anda yoğun bir şekilde yeni sergilere hazırlanıyoruz.

Bu kadar büyük bir organizasyonun finansı, işletmesi zor olmuyor mu?
İstanbul Modern’de bir ilki gerçekleştirdik. Özel sektör, kamu ve yerel yönetimin desteklediği bir sinerji oluşturduk. Toplumsal sorumluluk taşıyan kuruluşlar, İstanbul Modern’de gerçekleşen değişik etkinlikler ve sergileri destekliyor. Eğitim bölümümüzün ana sponsoru 11 yıldır Garanti Bankası. Sosyal projeler alanında ise Şekerbank ve BASF’den destek alıyoruz. Ücretsiz girişin sağlandığı “Sizin Perşembeniz” gününün sponsoru Ülker mesela. Turkcell’in teknoloji sponsorluğu da bizim için çok değerli. Son olarak Turkcell ile birlikte dünyadaki çok önemli müzelerde dahi bulunmayan Beacon teknolojisini hayata geçirdik. Bu teknolojiyle ziyaretçilerimiz yapıtlarla ilgili yazılı ve görsel bilgiye akıllı telefonlarından ulaşabiliyor. Öte yandan çok sayıda kuruluş ve Eğitim Dostları’nın desteğiyle kaynaklarımızı güçlendiriyoruz.

‘BİR MÜZEYİ DESTEKLEMEK ÜLKEMİZDE ÇOK YENİ BİR KAVRAM’
Gala Modern’i de kastediyorsunuz değil mi?
Gala Modern gecesini müzemizin eğitim programlarını desteklemek amacıyla 2009’dan beri gerçekleştiriyoruz. Bir müzeyi desteklemek ülkemizde çok yeni bir kavram. İstanbul Modern Kültür Elçilerimiz, yurtiçi ve yurtdışından sanatçıların verdiği destekle geceden elde edilen geliri, çocuk ve gençlerin eğitim programlarını çoğaltmak ve zenginleştirmek için değerlendiriyoruz.

Bir üyelik programınız var. Bir müzeye üye olmak ne demek, nasıl üye olunur?
Sanatın iyileştirici ve dönüştürücü gücüne inanıyorum. Müzemize üye olan destekçilerimiz de buna inanan sanatseverlerden oluşuyor. Kurumsal ve bireysel üyelik programlarımız mevcut. Çok yeni olarak “Yaşa, Paylaş, Keşfet, İzle” kampanyasını başlattık.

Amacı nedir bu kampanyanın?
Müzenin yaşanması gereken bir mekan olduğunu anlatmak istiyoruz. Şu anda 6 farklı üye kategorisinde 2 bini aşan üye sayımız var. Üye profilimiz oldukça farklılık gösteriyor.

Üyeleriniz kimlerden oluşuyor?
Üyelerimiz sadece sanatla iç içe olan bir kesimden değil, hemen hemen her sektörden. Bireysel, aile ve indirimli üyeliklerimize ek olarak Genç Modern, gümüş ve altın üyelerimize hem müze içi hem de müze dışında çok özel sanat etkinliklerine katılma imkanı sunuyoruz.

Bu çok güzel bir teşvik...
Üyelerimizin modern sanatın Türkiye ve dünyadaki gelişimini takip etmesine ve ülkemizin kültür-sanat hayatının gelişimine katkıda bulunmalarına aracılık ediyoruz. Üyelerimiz müzedeki etkinliklerin dışında, galeri ve sanatçı atölyelerine yapılan ziyaretler, koleksiyoner buluşmaları, küratör eşliğinde rehberli turlar, sergi açılışları, film öngösterimleri, yurtdışı gezi programları gibi çok çeşitli sanatsal aktivitelere katılıyor.

'KIZIM GENÇ MODERN'İN KURUCULUĞUNU ÜSTLENDİ'
Bülent Bey projelerinizde size destek olur mu?
Tabii ki. Sanata ve özellikle modern sanata olan ilgisi sebebiyle her zaman destek oluyor.

Eşiniz Bülent Eczacıbaşı da siz de hedefe odaklısınız? “İkinizin de mükemmelliyetçi bir tarafı var” diyebilir miyiz?
Hedefe odaklı olduğumuzu söyleyebilirim. Sanırım biraz var...

Çocuklarınızın sanata merakı var mı?
Emre de Esra da çocukluklarından beri sanatla iç içe. Çeşitli ilgi alanları var elbette. Esra, 21-40 yaş arası üyelik programımız olan Genç Modern’in kuruculuğunu üstlendi. Onların iyi bir eğitim alıp kendilerine heyecan veren amaçların peşinden gitmeleri ve dünyaya açık insanlar olmaları bizim için en önemli değer. Sanatı da hayatlarının bir parçası haline getirmelerinden son derece mutluyum.

Gününüz müzede mi geçiyor?
Zamanımın çoğunu İstanbul Modern’de geçirmeye çalışıyorum. Müzedeki ekip arkadaşlarımla birlikte yoğun bir çalışma temposu içindeyiz. Küratöryel, eğitim, pazarlama, sinema, sponsorluk, üyelik ve etkinlik departmanlarındaki arkadaşlarla birlikte müzemizin yeni projeleri üzerinde hiç durmadan, heyecanla çalışıyoruz.

Sosyal medya ile aranız nasıl?
Kişisel olarak değil ama müze olarak sosyal medyada başarılı olduğumuzu söyleyebilirim. Twitter’da 1 milyon takipçiyi aştık, dünyadaki en önemli müzelerle karşılaştırdığımızda 11’inci sıradayız. New York Metropolitan Müzesi’nden sonra biz geliyoruz.

İstanbul Modern’in tarihçesini ve başarı hikayesini bir kitapta buluşturmayı düşünüyor musunuz?
Keşke. Umarım gelecekte bir gün kuruluş hikayemizi bir kitapta toplayabiliriz.

Galataport projesi İstanbul Modern’i nasıl etkileyecek?
Şu anda proje süreci devam ediyor. Biz de süreci takip ediyoruz. İstanbul Modern’i yenilemek amacıyla projelerimiz olacak.

Habertürk, Haber: Dilek Birgen, 24.04.2016

TARLADA ROMALILARDAN KALMA ODA MEZARI BULUNDU

Bursa'nın İznik İlçesi'nde Roma dönemine ait olduğu sanılan oda mezarı bulundu.

Hisardere yolu Bayırdibi mevkiinde Hasan Kaya adlı vatandaşa ait tarlada ortaya çıkan tarihi mezar için müze yetkilileri seferber oldu. Uzun süre önce defineciler tarafından kazıldığı ve üzeri tahta ile kapatılıp toprak ile örtüldüğü anlaşılan mezar, tarla sahibi Kaya’nın çift sürdüğü sırada ortaya çıktı. Kaya, ortaya çıkan dehlizi müze yetkililerine bildirdi. Roma dönemi oda mezara ulaşmak isteyen arkeologlar, sondaj çalışması yürütüyor. 

Yine aynı noktada başka bir tarla sahibine ait arazide geçen yıl lahit mezar bulunmuştu. Hisardere yolu Bayırdibi mevkiinde ki tarım alanının Roma döneminde şehir mezarlığı (akropol) olduğu sanılıyor.
Akşam, 23.04.2016

KUŞLAR DİNOZORLAR GİBİ YOK OLMAKTAN NASIL KURTULDU?

Bir göktaşı 66 milyon yıl önce dünyaya çarpıp da herşeyi yakar ve dinozorların çoğunun soyunu tüketirken, çağdaş kuşların ataları bu felakette yok olmaktan nasıl kurtuldu?

Uzmanlara göre, gagalarının yardımıyla tohumları yiyebilmeleri sayesinde.

Göktaşının dünyaya çarpmasıyla birlikte dünyanın iklimi değişti ve ortalığı kaplayan bulutlar güneş ışıklarını perdeledi.

Nükleer felakete benzer bu koşullarda güneş ışığının kesilmesi fotosentezi engelleyince önce bütün bitkiler yok oldu.

Bu durumda da önce otobur dinozorlar, sonra da onları yiyerek beslenen etobur dinozor türleri hızla yokoldular.

Fakat gagalı dinozorlar yani bugünkü kuşların ataları bu felaketten kurtulmayı başardı.

Çünkü toprakta bitip tükenmez birikmiş bir tohum hazinesi vardı, tabii gagası olana...

Dişsiz kuşlar
Yapılan bir araştırma dişsiz ama gagalı, kuşa benzer dinozorların, göktaşının dünyaya çarpışını izleyen felaket dönemini, beslenme biçimleri sayesinde atlatmış olabileceklerini ortaya koyuyor.

Toprağa karışmış tohumlar, yeryüzü yeniden yeşerene ve bitki türleri gelişene kadar kuş soyunu ayakta tutmuş görünüyor.

Current Biology adlı dergide yayımlanan araştırmaya göre bu durum, günümüzdeki hiç bir kuşun gagasında neden diş bulunmadığını da açıklıyor.

Araştırmacılar Maniraptoranlar diye adlandırılan, kuş benzeri dinozorlara ait 3 binden fazla diş fosilini inceledi.

Bu dinozorlar günümüzdeki kuşların en yakın akrabaları arasında.

Bugünkü kuşlar olmazdı
Fakat Mesozoik dönemin sonunda dişleri olan kuşların da içinde bulunduğu birçok kuş benzeri dinozor da yok oldu.

Araştırma ekibi kalanların, yani günümüz kuşlarının atalarının ise beslenme biçimleri sayesinde kurtulduklarını ve bugünün kuşlarına evrildiklerini düşündü ve incelemelerini bu varsayım üzerine kurdu.

Sağ kalabilmek için kuşların atalarının, tohumları kırıp içini yiyebilecek kuvvette muhtemelen kısa gagaları olan dinozorlar olması ya da buna evrilmesi gerektiği sonucuna vardılar.

Araştırma ekibinin başkanı Toronto Üniversitesi'nden Derek Larson, "Eğer bu tohum yiyen kuşsu dinozorlar bu felaketi atlatamasaydı bugün çevremizde gördüğümüz kuş türlerinin önemli bir kısmı da olmayacaktı, dünya çok daha farklı bir yer olacaktı" diyor.

Larson bunun bir istisnasının belki böcek yiyerek sağ kalabilen bir kaç kuş türü olabileceğini ekliyor.
Hürriyet, 23.04.2016

TALAN EDİLEN ATİKHİSAR TÜMÜLÜSÜ SİT ALANI İLAN EDİLDİ

Çanakkale’de Atikhisar Barajı’na 1,5 kilometre mesafede bulunan ve define avcılarının adeta talan ettiği Atikhisar Tümülüsü’nün bulunduğu bölge Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’nün aldığı karar ile 1. Derecede Sit Alanı ilan edildi.

Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’nün 2016 yılının Mart ayında yaptığı toplantısında Arkeologlar Ali Güçlü ile Hakan Başyeğit’in raporu ele alındı. Arkeologlar yazdıkları raporda söz konusu Tümülüs mezarın il merkezine bağlı Saraycık Köyü sınırları içerisinde, Çanakkale-Çan yolunun kenarına yakın kısımda Atikhisar Kalesi ve barajına 1,5 kilometre mesafede yer aldığını belirterek, “Tümülüs tarım arazileri ortasında yer alan doğal bir tepe üzerinde yer almakta olup, küçük kazılar sonucu buluntular etrafa saçılmıştır. Etrafa yayılan buluntuların büyük çoğunluğunu antik dönem mezarlarında kullanılan kapak kiremit parçaları oluşturmaktadır. Kaçak kazı çukurlarında herhangi bir mimari buluntuya rastlanmamış olup, mezar kiremitlerinin yoğunluğu göz önüne bulundurulduğunda alanda kısmen tahrip edilmiş Geç Roma veya Bizans Dönemine tarihlendirilecek bir mezar olduğu düşünüldüğünden burasının tescil edilerek koruma altına alınması gerekmektedir” dediler.

Rapor doğrultusunda bölgede incelemelerde bulunan Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü uzmanları da yaptıkları araştırmalarda bu yerin 1. Derecede Arkeolojik Sit Alanı olmasına karar vererek bunu onayladı.

Alınan kararla 1. Derecede Sit Alanı ilan edilen bu bölgede kaçak kazılar ve yapılaşma ile tarımsal faaliyetlerin de önüne geçilmiş oldu. Bu bölgede ileriki yıllarda kazıların yapılması ile yeni bulgulara ulaşılması bekleniyor.
Çanakkale Travel, Haber: Ayhan Öncü, 22.04.2016

ANTAKYA'DA 'NEŞELİ OL, HAYATINI YAŞA' YAZILI MOZAİK BULUNDU

Antakya’da yürütülen kazı çalışmalarında üzerinde Grekçe "Neşeli ol hayatını yaşa" yazılı mozaik bulundu. Hatay Arkeoloji Müzesi Arkeoloğu Demet Kara bulunan mozaikle ilgili olarak, "Türkiye'de eşi olmayan bir mozaik. İtalya'da buna benzer bir mozaik var. Ama bu daha geniş kapsamlı. Milattan önce 3. yüzyıla ait olması açısından önemli" dedi.

Kentte 2012 yılında teleferik projesinin yapımı sırasında tarihi kalıntıların bulunması üzerine İplik Pazarı mevkisinde başlatılan kurtarma kazısında, yeni kalıntılar tespit edildi.  Hatay Arkeoloji Müzesi Arkeoloğu Demet Kara, bölgede 2012 yılında çalışma yapmaya başladıklarını, 2013'te devam ettiklerini, bu yıl da Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle çalışmaları yürüttüklerini söyledi.  Şu an kazı yapılan alanın Roma döneminde Antiocheia olarak adlandırılan antik kentin bir mahallesinde bulunduğunu ifade eden Kara, bölgenin Orta Çağ'dan Roma Hellenistik döneme kadar inen bir katmana sahip olduğunu kaydetti.

Antiocheia'nın Roma döneminde dünyanın üçüncü büyük şehri olduğuna dikkati çeken Kara, şöyle konuştu:

“Antiocheia, çok önemli zengin bir şehirdir. O dönemde kentte mozaik okulları ve Antiocheia'ya özgü darphaneler var. Gaziantep'teki Zeugma, burada yetişen ustaların yetiştirdiği kişiler tarafından yapılmış bile olabilir. Antiocheia mozaikleri dünya çapında önemli mozaikler. Kazı alanındaki taş döşeli cadde, Kurtuluş Caddesi'nden gelen Antik Roma yoluna paralel olarak uzanmakta. Bu konuda bilimsel danışmanımız olan Mustafa Kemal Üniversitesinden Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Hatice Pamir'in Antiocheia Kenti üzerine bilimsel çalışmaları var."



Dünyada eşi olmayan mozaiklerden birinin Hatay'da bulunduğunu ve üzerinde Grekçe, 'neşeli ol hayatını yaşa' yazdığını ifade eden Kara, şu bilgileri verdi:

"Doç.Dr. Pamir, onu 'iskelet mozaik' olarak adlandırdı ve mozaik üzerinde yaptığı bilimsel çalışma sonucunda, milattan önce 3. yüzyılda bir evin yemek salonuna ait mozaik olduğunu tespit etti. Mozaik üzerinde üç sahne var. Siyah tessara üzerine yapılmış cam mozaikler. Roma döneminde elit sınıfın arasında sosyal etkinlik olarak iki şey çok önemli. Biri hamam olayı ikincisi ise akşam yemeği. Birinci sahnede bir zenci, kürekle ateş atıyor. Bu hamamı simgeliyor. Orta sahnede ise güneş saati ve ona koşan giysili bir genç ve arkasında çıplak kafalı bir uşağı var. Güneş saati 9 ile 10 arasında. Saat 9.00 Romalılarda hamam saati. Saat 10.00'da ise akşam yemeğine yetişmek zorunda. Eğer yetişmezse çok ayıp karşılanıyor. Orta sahnede böyle bir anlatım var. Sahne üzerinde yemeğe geç kaldığını belirten bir yazı var. Diğerinde de zaman kavramını anlatan bir yazı yer alıyor. Son sahnede ise ehli keyif bir iskelet. Elinde içki kasesi yanında bir ekmek ve şarap testisi. Onun üzerindeki yazıda da Grekçe 'Neşeli ol hayatını yaşa' yazıyor. Türkiye'de eşi olmayan bir mozaik. İtalya'da buna benzer bir mozaik var. Ama bu daha geniş kapsamlı. Bu sahne üzerinde tek olması açısından ve milattan önce 3. yüzyıla ait olması açısından önemli."

Kara, şu an Hatay Büyükşehir Belediyesinin desteğiyle bölgede çalışmalara devam ettiklerini kaydetti.
Cnn Türk, 22.04.2016


******


'NEŞELİ OL, HAYATINI YAŞA' YAZILI MOZAİK İÇİN İLBER ORTAYLI'DAN ÖNERİ

Hatay’da teleferik çalışmaları sırasında bulunan ve üzerinde ‘Neşeli ol, hayatını yaşa’ yazan mozaiğin de yer aldığı İplik Pazarı mevkiindeki kazı alanında inceleme yapan ünlü tarihçi İlber Ortaylı, çıkan mozaiğin çok önemli, nadir bir eser olduğunu belirterek, bu eserin olduğu yere müze yapılarak sergilenmesi gerektiğini söyledi.

     

Mustafa Kemal Üniversitesi’nde bir konferans veren ünlü tarihçi İlber Ortaylı, daha sonra geçtiğimiz günlerde basınla paylaşılan ünlü mozaiğin bulunduğu kazı alanına gelerek, Hatay Büyükşehir Belediyesi yetkilileriyle çeşitli incelemlerde bulundu. Ortaylı, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’tan kazı çalışmaları hakkında bilgiler aldı.



DAHA BURADAN NELER ÇIKACAK?
Kazı alanında basın mensuplarına açıklamalarda bulunan İlber Ortaylı, Antakya’da birbirine bağlı şekilde çok sayıda bu şekilde mozaik olduğuna değindi. Geçmişin Antakyası'nın ortaya çıktığını ifade eden Ortaylı, şunları söyledi:

"Bizim gençliğimizdeki 60’lı yıllarda bunların hiçbiri yoktu ortada. Yeni müzeden itibaren yan yana yapılacak kazılarda büyük mozaiklerin ortaya çıkacağı anlaşılıyor. Çünkü burada senatöryal ailelerin yani eyalet zenginlerinin kalabalığı ve servetleri hudutsuz. Bunlar kendilerini ispat etmek zorunda. Yani Roma’daki patriçe soyunun mozaik tabanla kendini ispat etmesine gerek yok. Ama bunlar edecek. Ve bunun için oradan ustalar getiriyorlar. Çok canlı şeyler, daha buradan neler çıkacak. Onun için bu mozaik yolu projesi fevkalade çekici bir şey. Antakya’nın da her zaman için bir sulh ve barış içinde yaşayacağı belli. Gelecek insanlar bunları görecek. Yani bizim bunları görmemiz lazım. Çok orijinal şeyler, tabi ben oraya kadar çıkmadım bakmadım ama resmi var elimizde. Bu yüksek seviyede bir mozaik. İnsanlar anatomi biliyorlar Roma döneminde. Çok güzel şeyler yapılabilir, bu güzel yani resimden görünen bu. İnşallah değerlendirilecektir, bana kalırsa bir ayrı binada müzede teşhiri gerekir".



MOZAİK YOLU PROJESİ BAŞLATILDI
Mozaiğin bulunduğu yerde eserlerin sergilenmesi için bir müze kurulacağını belirten Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfi Savaş ise konuşmasına şöyle devam etti:

"Mozaik Yolu projemiz var, yaklaşık 3 ay önce başladı. Mozaiği zengin olan 4 şehir var, içlerinde en zengin olanı Hatay. Bu 4 şehri tanıtmak ve destinasyon oluşturmak istiyoruz. Sadece bu mozaik değil, birçok eseri bu alanda bulduk. Hepsini topladık, şuanda müzemizle değerlendiriyoruz. Tabi tarihi doku olduğu için sürekli istişareler yapıyoruz, bu nedenle uzun sürüyor. Bu arada proje çalışması da devam ediyor. İnşallah alana bir müze yapacağız ve orada bu mozaikle birlikte diğer eserleri de sergileyeceğiz. Bunun gibi bir tane daha var İtalya’da ama o bunun yanında çok amatör kalır. İnsanlar buraya gelirken görmeleri için, Uzun Çarşı'dan bu yana bir arkeopark yapacağız. Kazacağız, kazdığımız yeri camla kaplayacağız, diğer eserleri de orada sergileyeceğiz. İnsanlar buraya gelene kadar havaya girecekler. Bu projeyi inşallah yıl sonu veya 2017'nin mart ayına kadar bitirmeyi tasarlıyoruz. Hem istasyon, hem müze, hem de teleferik bitmiş olacak".
Hürriyet, 26.04.2016



******


HATAY'DA ÇIKARTILAN MOZAİKTEKİ YAZI ACABA DOĞRU MU OKUNDU?

Hatay’da bundan 2 bin 400 sene önce, Roma döneminde yapıldığı ve üzerinde eski Yunanca “Neş’eli ol, hayatını yaşa” sözlerinin yazılı olduğu söylenen bir mozaik bulundu.

Hakikaten hoş, üç panelinden ikisi sağlam kalmış, içerisinde mizah unsuru barındıran ve anlatıldığına göre örneği pek olmayan önemli bir mozaik... İyi güzel de, bu enteresan arkeolojik keşif için kimi tebrik edeceğiz? Kazıyı yapan heyette kimler var? Heyetin başkanı kim? Mozaiği bulma şerefi kime ait?

Hangi arkeoloğa “Eline sağlık!” dememiz gerektiğini bilmiyoruz, zira yapılan açıklamalarda “Mozaik şu kişi yahut kişiler tarafından bulundu” denmiyor, yani isim verilmiyor, sadece “Bulundu, edildi, çok güzel, muhteşem, eşi-örneği yok” gibisinden sözler ediliyor, o kadar... Sangi gökten elinde kazma-kürekle birileri inmiş, gecelerin birinde mozaiğin bulunduğu yeri kazmış, bulduğunu kazı yerine bıraktıktan sonra yanlarından getirdikleri alet-edevatı da alıp geldikleri gibi yine göğe yükselmişler!

İsmi şimdilik meçhul olan yahut telaffuz edilmeyen bu arkeoloğu kendi adıma tebrik ettikten sonra aklıma takılan ve Batı’nın arkeolojik çevrelerinde de ele alınan bir başka hususu yazayım: Hatay’da ortaya çıkartılan mozaik sadece bizde değil, yabancı basında da yer buldu. Uzmanlar ve konuya aşina olanlar, mozaiğin üzerinde eski Yunanca ile yazılmış olan ve “Neş’eli ol, hayatını yaşa” manasına geldiği söylenen ibareleri üç günden buyana tartışıyor...

EV Mİ, İMARETHANE Mİ?
Eski Grekçe’yi bilenler, yazılanların bu şekilde tercüme edilmemesi gerektiğini söylüyorlar. Klasik arkeoloji gruplarında, mozaiğin aslında üç parça olduğunu, her parçanın üzerindeki yazıların birbirini takip ettiğini ama en sağdaki parçanın tahrip olduğunu, dolayısı ile ortadaki ve soldaki panelin üzerindeki yazıların tercümesi ile yetinileceğini söylüyor ama bu iki parçadaki ifadelerin “Neş’eli ol, hayatını yaşa” manasına gelmediğini anlatıyorlar.

Uzmanlara göre, mozaiğin ve yazıların şu şekilde değerlendirilmesi gerekiyor: Mozaik bir zengin evine değil, fakirlere çorba dağıtan, yani bizim imarethaneler gibi faaliyet gösteren bir mutfağa ait olmalıdır. Bu mutfağın zengin evinde bulunması mümkündür ama mozaiğin üzerindeki yazı fakirler ile alakalı bir faaliyet ihtimalini güçlendirmektedir. Roma zamanında fukaraya bedava çorba dağıtıldıktan sonra ahlaki, felsefi ve sosyal konuşmalar yapılmakta ama gelenler çorbalarını içtikten sonra mekandan hemen ayrılmak, açıkçası “kaçmak” istemektedirler. Ortadaki panelde gitmek üzere olarak resmedilen kişi bunlardan biridir, çorbasını içtikten hemen sonra duvardaki güneş saatine bakarak vaktin geç olduğunu söyleyip mekanı terketmekte, arkasındaki sakallı adam da geri getirmeye çalışmaktadır. İfade, sol panelde görülen iskeletin üzerindeki satırlar ile birbirini tamamlamakta ve “Acele ile yediğin yemeğin zevkini ölüm ile alırsın” şekline gelmektedir.

FANİ DÜNYEVİ ZEVKLER...
Aynı yabancı uzmanlarına göre, mozaikte “Neş’eli ol, hayatını yaşa” ifadesi bulunmamakta, bambaşka şeyler söylenmektedir ve ifadenin tamamı, tahrip olmuş olan en sağdaki panelde bulunması gereken yazının diğer cümlelerin siyakından hareketle tahmini ile şu şekilde olmalıdır:

“Bütün dünyevi zevkler fanidir. Bu evde hayır işlemek maksadıyla sunulan yemeği gözardı edip kaçırdığın ve sadece karnını beleşe doyurmak maksadıyla geldiğin takdirde alacağın sadece ölümlü bir ruhun bir anlık zevki olur”.

Batı’daki Eski Yunan ve Roma uzmanı epigraflar, yani kitabe uzmanları, mozaiğin üzerindeki yazılar ile ilgili olarak işte böyle düşünüyorlar... Bu ifade, o devirdeki hikmet sahiplerinden birinin yine o zamanlarda meşhur olan bir sözü olabilir.

Mozaiğin zengin evinin mutfağında değil, Batı’da şimdi “Salvation Army” denen hayır faaliyetlerinin yapıldığı bir başka mutfağın duvarında bulunması da benim aklıma daha yatkın geliyor.

Metni bizim epigrafların mı, yoksa yabancı kitabe uzmanlarının mı doğru okuyup yorumladıkları eminim yakında ortaya çıkacaktır.
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 27.04.2016



******


TARİH DE YAZI DA YANLIŞ

Hatay’da geçtiğimiz günlerde bulunan iskelet figürlü mozaik arkeoloji ve bilim dünyasında tartışmaya neden oldu. Hatay Arkeoloji Müzesi’nce Anadolu Ajansı’na yapılan açıklama yanlışlarla dolu. Mozaiğin tarihi MÖ 3. yüzyıla ve Hellenistik döneme ait olduğu, üzerinde “Neşeli ol hayatını yaşa” yazdığı ileri sürüldü. Uzmanlar hem tarihin hem de yazının yanlış yorumlandığını düşünüyor.

Hatay’da 2012 yılında teleferik projesinin yapımı sırasında tarihi kalıntıların bulunması üzerine İplik Pazarı mevkiinde başlatılan kurtarma kazısında mozaikler bulundu. Hatay Arkeoloji Müzesi’nce devam eden kazılarda 2 yıl önce bulunan mozaik bilim dünyasında tartışmalara neden oldu. Mozaik ile ilgili yapılan açıklamadaki tarih ve Grekçe yazının yorumu bilim insanlarını şaşırttı.

ROMA DÖNEMİNE AİT
Mozaik uzamanı olarak bilinen Arkeolog Prof.Dr. Levent Zoroğlu tarihteki tutarsızlığa dikkat çekti. Zoroğlu; “Hem Hellenistik hem Roma dönemi açıklaması kesinlikle doğru olamaz. Roma dönemi mozaikleri bunlar. Klikya bölgesinde örneklerine çok rastlıyoruz. MS 3. yüzyıl olması gerekir. Hatay’ın da kuruluş yıllarına geliyor. Hellenistik dönemde Hatay’da kalıntı yok. Bu tür mozaikler de olamaz. Antakya doğunun başkenti. MÖ 3. yüzyıl açıklaması dil sürçmesi olmalı” dedi.

SANATÇININ İSMİ DE OLABİLİR
Eskiçağ ve antik dönem yazıtları uzmanı Prof.Dr. Mustafa Hamdi Sayar yazının yorum şekline itiraz ederek şunları söyledi: “Mozaik üzerindeki Grekçe yazının tam karşılığı ‘neşe’ demek. İsim yada sıfat anlamında. Bu mozaikte gösterilen kişinin de adı olabilir mozaik yapan sanatçının da. Erkek ismi anlamında. Sonuna büyük ‘H’ harfine benzeyen ‘E’ harfi kullansaydı dişil olurdu. ‘Neşeli ol hayatını yaşa’ gibi bir emir kipi çıkarmak doğru değil. Çünkü orada sadece ‘neşe’ yazıyor. Bir önceki mozaik resmini düşünerek bir ironik anlam çıkarılacaksa da ‘Neşeli bir hayat geçir sonunda iskelet olacaksın’ gibi filozofik yaklaşılabilir. Ama orada resmin iki yanında aslında tek kelime olarak ‘Neşe’ yazıyor.”

‘NEŞE YAZIYOR’
Kazının bilimsel danışmanı Doç.Dr. Hatice Pamir ise mozaikte ‘neşe’ yazdığını savunuyor: “Tarih ajans haberinde yanlış verilmiş. Mozaik için 3. yüzyıl tarihlemesi yapınca herhalde bu çok eski milattan önce olması gerekir düşüncesiyle verilmiş. Mozaik üzerinde Grekçe ‘neşe’ yazdığı doğru. Temanın bütününe bakınca ‘Neşeli ol hayatın tadını çıkar’ anlamına geliyor. Mozaik bütününde neşelenmeyi, eğlenmeyi öğütlüyor. Tüm bunları yakında yayımlanacak bilimsel makalemde açıkladım. Tartışılması beni sevindiriyor.”

Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 28.04.2016



******


'İSKELET MOZAİK' TARTIŞMASI BÜYÜYOR

Hatay’da geçtiğimiz hafta tamamlanan kazılarda, üzerinde Grekçe “Neşeli ol, hayatını yaşa” ve “Yemeğe koş, geç kalma” yazısının olduğu 1700 yıllık mozaiklerin bulunduğunun açıklanması, tarih ve arkeoloji dünyasında heyecanla karşılandı.

Habertürk yazarı Murat Bardakçı, “Hatay’da çıkarılan mozaikteki yazı acaba doğru mu okundu?” sorusunu yöneltti ve yeni bir tartışma başlattı.

Mozaikteki yazının anlamını antik edebiyat uzmanları ile anıtlar üzerindeki kitabeleri ve yazıları inceleyen bilim dalı uzmanı olan epigraflara sorduk. Mozaiğin bütününe odaklanılmadığını söyleyen uzmanlar, “Neşeli ol, hayatını yaşa” çevirisine katılmadıklarını söyleyerek farklı olasılıklar üzerinde durdu.

‘PARAZİT DENİLEN BİR TİP TANIMLANIYOR'
Haris Rigas (Antik Yunan edebiyatı uzmanı)
“Mozaikte 3 panel yer alıyor. Ancak açıklamalarda mozaiğin bütününe odaklanılmadı. Soldaki iskeletli panelde yer alan ‘euphrosynos’, neşeli anlamına gelen ‘euphron’ sıfatının şiirsel bir versiyonu. Görselle beraber çevirisi ve esprisi: ‘Sadece ölene kadar değil sonrasında da içelim’ anlamına gelmekte.

Ortadaki panelde yer alan ‘trekhedipnos akairos’ yazısının anlamı ‘geç kalmış bir şölene koşan’... MS 1. yüzyılda yaşamış ünlü Yunan yazarı Plutarkhos’a göre, ‘şölene- koşan’ kavramı, Yunan argosunda ve Yunan ya da Roma komedyasında çok yaygın olan parasites (parazit) denilen bir insan tipini tanımlıyor.

Daha düşük statüsü olan ‘parasitos’lar dost muhabbetiyle değil, yalakalık yaparak, zenginlerin şölenlerine bedava katılırdı. Parasitos ve trekhedeipnos kelimeleri, ‘yalaka, fırsatçı, bedavacı ve soytarı’ anlamlarını da taşıyor. Öyleyse cümlenin serbest çevirisi ‘Şölene geç kalmış bedavacı’ olur...

Paneldeki iki bedavacı güneş saatine bakıp şölene geç kaldıklarını fark ediyorlar. Burada belki de başka bir espri var. Kompozisyonda ‘Geç kalmış bedavacılar gelene kadar ben içmekten öldüm, ama yine de hoşum’ mesajı verilmiş olabilir. Burası zengin bir ailenin şölen salonu şüphesiz. Roma ve Hellenistik döneme ait zenginlerin şölen salonlarında bu tür esprili yer dekorasyonları çok yaygın.”

‘NEŞELİ OL GİBİ BİR EMİR KİPİ YOK’
Prof.Dr. Ioanna Kuçuradi (Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı Başkanı)
“İskeletin bulunduğu mozaikte ‘euphrosynos’ yazıyor. Bu özel isim de olabilir, sıfat da olabilir. Nasıl kullanıldığı net değil. ‘Neşeli durumda olan’ anlamını taşıyor. ‘Neşeli ol, hayatını yaşa’ gibi bir emir kipi yok. Ortadaki mozaikte ‘trekhedipnos’ ve ‘akairos’ yazıyor. Birinci kelimenin imlası bozuk. ‘Akşam yemeğine koşan’ anlamında okunabilir. ‘Akairos’ ise ‘zamansız’, ‘uygun zamanda olmayan’ demek.”

‘AKŞAM YEMEĞINE KOŞAN KİŞİ DEMEK’
Prof.Dr. Evangelia Balta (Atina Helenik Tarih Araştırmaları Merkezi Başkanı)
“Rehed(e)ipnos kelimesi ‘akşam yemeğine koşan kişi’, akarios da ‘doğru olmayan zamanda’ anlamına gelir. Cümle olarak ‘geciktiği akşam yemeğine koşan kişi’ demektir.”

‘ŞÖLENLERDEKİ BELEŞÇİLER BETİMLENMİŞ’
Doç.Dr. Fatih Onur (Akdeniz Üniversitesi Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü Eski Yunan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı)
“Yazılar belli ifadelerin kişileştirilmiş halleri. Ortadaki figür hikayeyi anlamamız için çok önemli. Uzun tunik giymiş kişi, bir sütun üzerindeki güneş saatine işaret ederek uzanıyor ve ‘akşam yemeğine koşturan/geç kalan’ anlamındaki ‘trekhedipnos’ kelimesi kullanılmış.

Bu aynı zamanda şölenlere sızarak beleşçilik yapan kimselere de deniyor. Hatta geç antik dönem yazıtlarından Alkiphron’da bu sözcük, ‘akşam yemeğini daha erken yiyebilmek için saatin çubuğunu ileri alan kimse’ için bile kullanılmış. Burada da bu yazarın anlattığı hikayeye bir atıf olabilir.

Tam arkasındaki yaşlı ‘akairos’ figürü ise ‘zamansız, vakitsiz, yersiz’ olarak gösterilmiş. Zamanla ilgili bir mesajı daha da fazla vurguluyor. Bu kişi, Alkiphron’daki hikayede de yemek saatini beklemeye sabredemeyen Trekhedipnos’un ikna etmeye çalıştığı Lopadekthambos adlı arkadaşını simgeliyor olabilir.

Soldaki figürün, yani bir şarap amforası ve ekmeklerin arasında keyif yapıyor olarak betimlenen iskeletin etrafındaki yazı ise ‘hayatı keyifli yaşayan; neşeli kimse’ demek. Bu da orta sahnedeki parazit gibi yemeğe katılmaya çalışan kişilerin, nihayetinde ölüp iskelete döndüklerinde bile yeme içmeye böyle devam edeceklerini zannediyor olmalarına kinayeli bir dokundurma yapıyor.”
Habertürk, Haber: Sami Akbıyık, 29.04.2016

500 YILLIK SIR ÇÖZÜLDÜ

Inka uygarlığına ait çocuk mumyalarının sırrı çözüldü. Bilim dünyasının uzun süredir ölüm nedenlerini bulmak için çalıştığı mumyaların bira ve kokainle uyuşturulduktan sonra donarak ölüme terk edildiği anlaşıldı.

Mumyaların aradan geçen 500 yıla rağmen uyuyor gibi görünmesi bilim adamlarını şaşkınlığa uğratıyordu.

1996’da Arjantin sınırında bulunan çocuk mumyalar arasında 13 yaşındaki 'Llullaillaco Maiden', dört ya da 5 yaşlarında bir erkek ve bir kız bulunuyordu. Bradford Üniversitesi’nce yapılan araştırmada çocukların kokainin ana maddesi coca yaprağı ve bira yapımında kullanılan chichaizine rastlandı. Inkalar güzel çocukları kurban seçerek Llullaillco Dağı’na adak olarak sunuyordu.



"ÇOCUKLARIN DOĞAL YOLLARLA ÖLMEDİKLERİNİ BİLİYORUZ!"
Uyuşturucu maddenin etkisiyle baygınlık geçiren çocuklar daha sonra dağın yamacına götürülerek donarak ölüme terk ediliyordu. Araştırmanın lideri Dr. Andrew Wilson, çocukların saçlarından alınan numunelerde de yüksek oranda uyuşturucunun izine rastladıklarını açıkladı. Dr. Andrew Wilson, “Artık çocukların doğal yollarla ölmediklerini biliyoruz. Çocuklar kurban edildi. Bu konuda tek tesellimiz çocukların ölürken acı çekmemeleri” dedi.

Hürriyet, 21.04.2016
İNŞAAT KAZISINDA ROMA DÖNEMİNE AİT SÜTUNLAR BULUNDU

Vezirköprü İlçesi'nde bir inşaatın temel kazısında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen sütunlar ve blok taşlar bulundu.

Cumhuriyet Mahallesi 517. Sokak'ta bir inşaatın temel kazısı sırasında tarihi taşlar olduğunu fark eden işçiler, çalışmaları durdurarak ilgililere haber verdi. Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesinden gelen arkeologlar gözetiminde çıkarılan sütun ve blok taşlar incelendi.

Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen sütun ve blok taşların Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesine götürüleceği öğrenildi.
Haber 7, 20.04.2016

TARİHİ KAZI ALANINDA İNSAN İSKELETLERİ BULUNDU

     

Bartın'ın Amasra İlçesi'nde iki yıl önce, bir inşaatın sondaj kazıları sırasında tarihi yapıya rastlanmasının ardından başlatılan kurtarma kazısında çok sayıda insan iskeleti ortaya çıktı.


Boztepe mahallesinde bir inşaatın sondaj kazıları sırasında 12'inci yüzyıl Ceneviz dönemine ait olduğu tahmin edilen tarihi yapı bulundu. Amasra İlçesi'ndeki arazilerin büyük çoğunluğunu 3'üncü derece sit alanlarının oluşturması nedeniyle Müze Müdürlüğü'nün denetiminde sondaj kazıları yapılmaya başlandı. Kazı sırasında beton bir yapıya rastlanılmasının ardından, Karabük Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu bölgede geniş çaplı kazı ve inceleme çalışmasının başlatılmasına karar verdi. Kazı çalışmaları sırasında tarihi yapının içerisinde 20 insan iskeleti bulundu. Antropologların bölgeye gelerek çalışma yapacakları belirtildi.



Kazı alanında çalışmaların titizlikle sürdürüldüğünü vurgulayan Amasra Müze Müdürü Baran Aydın şunları söyledi:



"Şu anda bulunan insan kemikleriyle ilgili kesin ve net bir bilgi vermemiz mümkün değil. Kazı çalışmalarımız önümüzdeki günlerde devam edecek. İnsan kemiklerinin hangi tarihe ait olduklarını ise uzmanların incelemesinden sonra anlayabileceğiz. Burada ortaya çıkan eserler ilçedeki üzeri örtülü tarihi ve antik şehri gün yüzüne çıkarma adına ümit veren bulgulardır."

  

DHA, Haber: Ayhan Acar, 17.04.2016


17 - 23 Nisan 2016
İSTANBUL'DA CAMİ ÖNÜNE YAPIYA TEPKİ



Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en önemli eserlerinden biri olan ve Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan için Mimar Sinan’ın Üsküdar’da yaptığı Mihrimah Sultan Külliyesi’nin önüne yaklaşık 4 metre yüksekliğinde inşa edilmeye başlanan prefabrik bir yapı Üsküdarlıların tepkisini çekti.

Şikayetler üzerine yapımı durdurulduğu öğrenilen yapının ‘Kan Merkezi’ olarak kullanılacağı ortaya çıktı. Sahilde halen bir otobüs mobil olarak kan merkezi hizmeti veriyor. Yapıyla hizmetin, sabit hale gelmesinin amaçlandığı belirtildi.

‘SİLUETİ BOZAR’
Üsküdarlılar, yapının tarihi dokuya zarar verdiğini savunarak başka bir yere inşa edilmesini istedi. Mihrimah Sultan Camii’ne bitişik yapılan yapının akıbetine ilişkin, Üsküdar bölgesinden sorumlu 6 No’lu Koruma Kurulu’ndan bilgi isteyen Mimarlar Odası, “Kurul kurallarına aykırı, izinsiz bir uygulama var ise ivedilikle durdurulması konusunda” Üsküdar Belediye Başkanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na bildirimde bulunulduğu yanıtını aldı.

Mimarlar Odası Anadolu I. Büyükkent Bölge Temsilciliği Yönetim Kurulu üyesi Aysel Can Ekşi, uygulamanın bir kent suçu olduğunu ve acilen kaldırılması gerektiğini savundu. Ekşi, “Caminin önünde o silueti, dokuyu bozan, eserin niteliğini ortadan kaldıran her türlü yapı kaldırılmalıdır” şeklinde konuştu.

‘YAPI GEÇİCİ’
Tepki çeken prefabrik yapı ile ilgili Üsküdar Belediyesi’nden bir yetkili, yapının daha hijyenik koşullarda kan alınması için Kızılay Kan Merkezi olarak kullanılacağını ve geçici olacağını, Üsküdar Meydan düzenlemesinin ardından da sabit bir alana alınacağını söyledi. Yüksekliğinin de 3 metreye indirileceği bildirildi.

Habertürk, 21.04.2016

TARİHİ MEZARLIKTA DEFİNECİLERE KAMERALI ÖNLEM

Manisa'da Hüsrevağa Külliyesi içinde yer alan, bahçesinde 600 yıllık mezarların ve Paşa Kızı Türbesi'nin bulunduğu tarihi mezarlık defineciler tarafından birçok kez tahrip edildi. Define avcıları tarafından mezarlar üç kez talan edilince Hüsrevağa Camisi Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Kamil Tatlıcılar'ın girişimi ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından önlem alındı. Hüsrevağa Camisi Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Kamil Tatlıcılar, 16 yıldır dernek başkanlığı yaptığını belirterek, 2015'te üç kez definecilerin mezarlara zarar verdiğini söyledi.

Müslüman mezarlığında define olmasının mümkün olmadığını anlatan Tatlıcılar, bu olaylardan sonra tarihi mezarlıkta önlemleri artırdıklarını ve alarm kurdurduklarını açıkladı. Tatlıcılar, "Burada Osmanlı zamanında yaşamış yaklaşık 200 kişinin mezarı var. Bu bir tarih mirastır. Definecilerden bıkınca buraya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale ile kamera taktırdık. Mezarlığı gören alanda 9 kamera var ve 9 alarm yer alıyor. Alarmlar direk polis merkezine bağlı, burada kuş uçsa orada alarm veriyor ve direk bizi arıyorlar" diye konuştu.

Tarihi mezarlıkta kimlerin yattığının araştırılması için çalışma yapıldığını da kaydeden Tatlıcılar, 22 gün boyunca uzman bir ekip tarafından mezar taşlarının okunduğunu belirterek, "Bu tarihi mirası kitap haline getirecekler. O dönemde şehrin ileri gelenlerinin mezarlarının burada yer aldığını düşünüyorlar. Burada bir düzenleme yapılacak" dedi.
bursa.com, 21.04.2016

NEKROPOL ÇARŞISINDA TARİHİ MEZARLARA ÖZEL KORUMA

  

Büyükşehir Belediyesi’nin kent merkezini turistik cazibe merkezi haline getirecek Doğu Garajı Nekropol Alanı projesinde, tarihi mezarlık alanını dış etkenlerden koruyacak üst yapının taşıyıcı ayakların montesine başlandı.

Büyükşehir Belediyesi’nin önemli rojelerinden Doğu Garajı Kültür Merkezi ve Nekropol alanında çalışmalar hızla sürüyor. Tarihi 3 bin yıl öncesine dayanan nekropol alanını turistik bir cazibe merkezi haline getirecek proje adım adım ilerliyor. Tarihi mezarların zarar görmemesi için aylardır nakış gibi işlenen alanda büyük bir titizlikle devam eden çalışmada projenin üst yapı ayakları yükselmeye başladı. Nekropol alanını dış etkenlerden koruyacak üst yapıyı taşıyacak çelik konstrüksiyonlar büyük bir özenle montaj ediliyor. Dev çelik ayakların yerleştirilmesi ile proje yavaş yavaş şekillenmeye başlayacak.

DEV AYAKLAR YERLEŞTİRİLİYOR
Alana yerleştirilmeye başlanan 61 çelik kolondan en büyüğü 914 mm çapında ve 11 metre yüksekliğinde. Bu dev çelik ayaklar Nekropol alanındaki arkeolojik buluntuları güneş ve yağmur gibi dış etmenlerden koruyacak hafif malzemeli üst örtüyü taşıyacak. Nekropol Alanı Projesi yaklaşık 15 milyon liraya mal olacak.



ÇAĞDAŞ KENT MÜZESİ
‘‘Çağdaş Kent Müzesi’’ konseptiyle düzenlenen Nekropol alanında teşhir, canlandırma ve bilgilendirme unsurları yer alacak. Alan süreli ve yıl boyu devam eden sergilere ev sahipliği yapacak. Arkeolojik kazıların ortaya çıkardığı zemin, bir dizi platform sayesinde çevresindeki sokak kotlarına uyumlu olacak. Böylece yarı-açık sergileme alanları oluşturulacak. Alt kotlarda mezarlara yakın gezinti güzergahı ahşap, cam ve çelik elemanlar ile tasarlanacak.Çalışmalar, Büyükşehir Belediyesi arkeologlarının ve teknik kontrol ekibinin de dahil olduğu kontrol teşkilatı denetiminde ve Antalya Müze Müdürlüğü gözetiminde, Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun kararları çerçevesinde yürütülüyor.

ÇARŞI VE KÜLTÜR MERKEZİ’NDE ÇALIŞMALAR BAŞLADI
Öte yandan, “Nekropol Alanı” ile ilişkilendirilerek tasarlanan ve ihalesi yapılan Doğu Garajı Kültür ve Ticaret Merkezi’nde de hafriyat çalışmaları başladı. Kentsel bir kompleks olarak planlanan proje, teknik ve lojistik üniteleri de içeriyor. Geleneksel Çarşı kültürünü Doğu Garajı’nda nekropolün etrafında yaşatacak proje, kent merkezindeki ticaretin artırılmasına da katkı sağlayacak. Proje, kültür merkezi olarak da işlev görecek. Projede 700 araçlık bölgenin en büyük yer altı otoparkı olacak. 25 otobüs kapasiteli park da bu alanın içinde yer alacak. Pazar yeri ve Festival çarşısı esnafı için dükkanlar olacak. Geleneksel halk pazarı kültürünün de yaşatılacağı proje içinde mağazalar restoranlar da söz konusu. Ayrıca Büyükşehir Konservatuvarı yaşam canlılığı sağlaması adına çarşının en üst katına taşınacak. Bina içinde 700 kişilik konser ve tiyatro salonu hizmet verecek. Bu proje de yaklaşık 70 milyon liraya mal olacak.
Milliyet, 21.04.2016
HİNDİSTAN 'KUH-İ NUR' ELMASINI İSTİYOR

Kraliçe 2’nci Elizabeth’in annesi ‘Ana Kraliçe’ Elizabeth Bowes-Lyon’ın tacındaki elmas yine İngiltere ile Hindistan arasında mesele oldu. Hindistan Kültür Bakanlığı, Londra Kalesi’nde sergilenen taçtaki ‘Kuh-i Nur’ (Nur Dağı) adındaki elmasın “anavatanına” dönmesi için girişimlerin yoğunlaştırılacağını açıkladı. Elmas 13’üncü yüzyılda Hindistan’da 186 kırat olarak bulunmuş, kesilip 105 kırata küçüldükten sonra defalarca el değiştirip 1851’de İngiltere’ye getirilmişti. ‘Kuh-i Nur’un kime ait olduğu tartışmaları İngiltere ve Hindistan’da yüksek mahkemelere de taşınmış, her iki mahkeme de elmasın iadesine gerek olmadığı kararına varmıştı. Hintler, kendileri için manevi değeri bulunan elmasın 19. yüzyılda İngiltere tarafından “çalındığını” iddia ederken, İngiltere elmasın, Kraliçe Victoria’ya “hediye edildiğini” öne sürüyor.
Habertürk, 21.04.2016
DALİ'NİN GÜNLÜĞÜ SATILIYOR

İspanyol sürrealist ressam Salvador Dali ve Pablo Picasso’nun da aralarında olduğu dünyaca ünlü ressamlara ait 496 parçalık bir koleksiyon, Fransa’nın başkenti Paris’teki Sotheby’s Müzayede Evi’nde açık artırmayla satılacak.

26-27 Nisan’da düzenlenecek açık artırmada koleksiyonun toplam 4 milyon Euro’ya satılması bekleniyor. Koleksiyonun en dikkat çeken parçası, Dali’nin en iyi arkadaşlarından olan sürrealist akımın önde gelen isimlerinden Fransız şair Paul Eluard’ın eşi Gala’ya aşkını ve onu nasıl baştan çıkarmaya çalıştığını anlatan, özel çizimlerinin olduğu günlüğü. Günlüğün 50 bin Euro’dan alıcı bulması bekleniyor.

1929 yılında tanışan sanat dünyasının ünlü aşıkları Dali ve Gala, 1934 yılında da evlenmişti. Picasso’nun 20 mektup ve çizimleri, Rene Magritte, Roland Penrose’nın, Joan Miro’nın şiirleri ve fotoğrafları da açık artırmaya çıkacak parçalar arasında.
Hürriyet, 21.04.2016

Musa Peygamber’in Firavun Akheton olduğunu daha önce öne süren yazar Ahmet Osman son kitabında bu kez Musa’nın akrabalarının hikayesini yazdı.

Ahmed Osman, Mısır kökenli İngiliz yazar. Gençliğinde bir “Müslüman Kardeşler” militanı olan Osman merakının peşinden giderek Antik Mısır tarihinde uzmanlaştı. Say Yayınları daha önce yazarın “Musa ve Akhenaton” adlı kitabını yayınlamıştı. Osman “Kayıp Şehir: Mısır’dan Çıkış’ın Ardındaki Arkeolojik Kanıtlar” kitabında Musa ile Firavun Akhenaton arasında bağlantı kuruyor, Musa’nın aslında Firavun Akhenaton olduğunu ileri sürüyordu. Bu tez yazara başka borçlar yükledi. Eğer Musa Firavun Akhenaton ise Musa’nın akrabaları da Akhenaton’un çevresinden olması gerekti. “Yusuf ve Yuya” eşleşmesi tezi de böyle ortaya çıktı.

Ama bütün bunların gerçekleştiği tarihsel arena tarihten silinmiş gibiydi. Kutsal Kitap’da sözü edilen “Çıkış” ve ona sahne olan şehrin izleri kaybolmuştu. “Kayıp Şehir”de Ahmed Osman işte o şehrin izlerini sürüyor.

ÇIKIŞ YANLIŞ YERDE Mİ ARANIYOR
Uzmanlar Tevrat’taki İbranilerin Mısır’dan “Çıkış”ı için kanıtları yanlış tarihsel zaman ve yerde aramakta ısrar ettikleri için sadece olumsuz kanıtlar bulmakta başarılı oldular. Son yüzyılda Kitabı Mukaddes’in söz ettiği diğer yerler kadar Mısır ve İsrail’de de birçok arkeolojik kazı yapıldı. Ancak tüm bu çabaların sonucunda kayda değer hiçbir kanıt elde edilemedi.

Bu başarısızlıktan dolayı ana akım tarih ve arkeoloji anlayışı “Çıkış”ı hiç olmamış gibi ve Kitabı Mukaddes hikâyesini de bütünüyle kurgusal metinler olarak telakki etmeye başladı. Mısırbilimciler ve arkeologlar ise artık “Çıkış”ın gerçekliğini reddediyorlar.

Bunun nedeni Çıkış’ın yanlış zamanda aranması ve bu nedenle arkeologların da yanlış yerlere bakmaları olabilir mi?,

“BİLİM CEMAATİ” KARŞI ÇIKTI
Bu sorunun izinden giden Ahmed Osman araştırmaları sırasında pek çok engellemeyle karşılaşmış. Bu engellerin en önemlisi ise bizzat “bilim cemaati”… Şöyle yazıyor Osman: “…araştırma yıllarımda, sonuçları sadece inançlarıyla uyum göstermediği için nesnel sonuçları reddetmeye hazır birçok bilim insanıyla karşılaştım. Yusuf ile ilgili kitabımı yayınlamadan önce Edinburg’dan İskoç Mısırbilimci Cyril Aldred ile bağlantı kurdum. Aldred, Akhenaton ile ilgili kitabında ‘Yuya’nın mumyası onun Semitik kökenli bir yabancı olduğunu gösteriyor’ diye yazmıştı; Ona ‘Ne dersiniz, bunun Yusuf olduğunu söyleyebilir miyim?’ diye sordum. Aldred, bu kimlik belirlemeyi reddetmekle kalmadı aynı zamanda daha sonraki baskısında Yuya’nın Semitik kökenli olabileceğine ilişkin yorumunu da kitabından çıkardı.

Kitabımın yayınlanmasının ardından ‘Kayıplar ve Bulunanlar’ adıyla bir program yapan Birleşik Devletler NBC TV’den biri benimle temasa geçti. Benden programında savlarımı savunacak ABD’de yaşayan birini önermemi istedi. Uluslararası Mısırbilimciler Kongresinde tanıştığım ve Yuya‘nın Yusuf ile aynı zamana denk geldiğini savunan Amerikalı Mısırbilimci James K. Hoffmeir’den bu konudaki düşündüklerimi televizyonda savunmasını istedim. Ancak Hoffmeir’in bu önerimi reddetmesi beni çok şaşırttı. Ona, ‘Neden, nasıl olsa benimle aynı görüşü paylaşıyorsun’ dedim. Bana, ‘Bu dinime aykırıdır’ diye yanıt verdi.

Yine benim gibi Mısır’dan İsraillilerin çıkışıyla ilgili Kitabı Mukaddes’teki yazılanları onaylamak için tarihsel belgeleri toplamaya çalışan Liverpool Üniversitesi’nden Kenneth Kitchen da araştırmalarımın tek bir noktasını bile kabul etmedi. Bir Mısırlı olarak bir süredir Musa ve Çıkış üzerine tarihsel gerçeği ortaya çıkarmaya çalışıyordum. Bir Hıristiyan olarak Kitchen da edebi anlamıyla Kitabı Mukaddes’in anlatısının tarihsel gerçekliğini doğrulamak istiyordu. Bir keresinde bana, ‘Bir Mısır metni İncil’le çelişirse, ben İncil’de yazılanları tercih ederim’ demişti.”

MUMYA SEMİTİK ÇIKARSA İSRAİL’LE KRİZ ÇIKAR
Mısırbilimin vaziyeti böyle; bu bilim Avrupamerkezci bakış açısını zarara uğratmayacak kadar emin ellerde. Doğu’da durum daha vahim. Mısır Kültür Bakanı o kadar duyarlı ki, “incelenecek mumyanın Semitik olduğu ortaya çıkarsa İsrail ile siyasi sorun çıkar” diye mumya üzerinde DNA testi yapılmasını reddedebiliyor. ZahiHawass gibi popüler bilim şahsiyetlerinin at koşturduğu ve bilim adamından çok bir diplomat gibi davrandığı tekinsiz bir alanda yürütüyor Ahmed Osman araştırmalarını.

Aslında aranan “kayıp” kent Ramses’in kenti. Osman, 1987 yılında “Krallar Vadisindeki Yabancı” adlı kitabımda Ramses’inKantarahbölgesinde olduğu tezini ileri sürmüştü. Başka hiçbir yerden bunu çürütecek bir kanıt ortaya çıkmadı.

Bu bölgede yapılan kazıların başında bulunan Mısır Antik Eserler Bölümünden Muhammed Abül Maksud bulgularını şöyle açıkladı: “Kuzey Sina Kantarah Bölgesinde Tell Hebua’da üç yıl çalıştıktan sonra Mısırın Doğu Kapısı olarak bilinen bu bölgede en geniş müstahkem kenti buldum. Bu kent en geniş ve en uzun zamandır ikamet edilen kentti. Ve Kuzey Sina’nın en antik yerleşimiydi.”

KAYIP KENT BULUNACAK MI
Maksud, ayrıca bulduğu kentin en azından kendisinden önceki iki kentin üzerine inşa edilmiş olduğunu da rapor ediyordu. Tell Hebua diye bilinen iki ayrı yer vardı. Kendisinin ki Kantara’nın yaklaşık 4 kilometre kadar kuzeydoğusundaydı. Ve diğeri de Kantara yakınlarındaydı. Ayrıca Maksud Hiksoslar döneminde duvarların sağlamlaştırılmasından önce burada bir Asya kökenli topluluğun yaşadığının kanıtlarının buldu. Bu da Doğu Deltasında Hiksoslardan önce 13. Hanedan Döneminde yerleşim biriminin bir Semitik toplum tarafından kullanıldığını göstermekteydi.

Muhammed Abdül Maksud araştırmalarını ilerlettikçe yerleşim biriminde daha ilginç kalıntılara ulaştı. Araştırmalar ve bulgular artık “Çıkış”ın kayıp kentini işaret etmekteydi…

Omega Yayınlarının Türkçeye kazandırdığı “Musa ve Akhenaton” adlı ilk kitabında bir firavunu kurucu peygambere dönüştüren süreci açığa çıkaran ve Çıkış’ın gerçekleştiği zamanı yeniden tanımlayan Ahmet Osman, bu kez Tevrat’ın “Çıkış” bölümündeki olayların sahnelendiği “kayıp” şehrin peşinde.

“Kayıp Şehir”in ardından “Vezir Yuya ve Yusuf Peygamber” ile Tevrat bulmacası çözüme ulaştırılmış olacak.
Oda Tv, 20.04.2016

TARİHİ KÖPRÜDE TAHRİBAT BÜYÜYOR

Ankara Çayı üzerine 1222 yılında yapılan Selçuklu mirası Akköprü, kaderine terk edildi. Tarihi köprüdeki tahribat her geçen gün büyürken, vatandaşlar köprü ve çevresinde ıslah çalışması yapılmasını istiyor.

Ankara Hürriyet’in daha önce ‘Miras ilgisiz kaldı’ başlığıyla gündeme getirdiği 800 yıllık tarihi Akköprü’deki tahribat gün geçtikçe büyüyor. Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubad adına 1222 yılında Ankara Valisi Kızıl Bey tarafından Ankara Çayı üzerine yaptırılan Yenimahalle’deki tarihi Akköprü’nün korkulukları dökülüyor. Köprünün restorasyonu sırasında yürüme alanının iki yanında bulunan korkuluklara döşenen taşlardan bazıları yerlerinden çıkıyor. Köprünün Tanzimat Caddesi tarafındaki giriş kısmına ise bilinçsiz kişilerce sprey boyayla yazı yazılıyor. Tarihi köprünün üzerine sprey boyayla yazı yazılması Ankaralılar kadar turistleri de rahatsız ediyor.

TARİHİ AYAKLAR ÇÖP DOLU
Sadece yaya girişine açık olan köprünün etrafı da çöplüğe dönmüş durumda. Köprünün etrafındaki yeşil alanlara bilinçsiz kişilerce plastik atık, sebze ve meyve kasaları, meşrubat kutuları, cam şişeler atılıyor. 800 yıldır köprüyü ayakta tutan ayakların su üzerinde kalan kısımlarında da bakımsızlık nedeniyle bataklık alanlarda yetişen otlar yükseliyor. Köprünün altından geçen Ankara Çayı ile taşınan ağaç gövdesi, koltuk, karton parçası gibi atıklar da suyun az olduğu bölgelere takılıyor.

İSTİNAT DUVARINDA GÖÇÜK
Ankara Çayı ile yeşil alanlardaki kirlenmeden dolayı pis kokuların yükseldiği tarihi köprünün etrafındaki istinat duvarları da bakım bekliyor. Ankara Çayı’nın iki yanında yükselen duvarların, köprüye yakın olan kısımları çökmüş durumda. Duvardan dökülen taşlar ise Ankara Çayı ile birlikte taşınıyor. Tarihi köprünün bakımsızlığından ve denetimsizliğinden yakınan Ankaralılar, köprü ve çevresinde ıslah çalışması yapılmasını istiyor.

Hürriyet, Haber: sedat Cenikli, 20.04.2016

RUSYA'DA 2 METRELİK MAMUT DİŞİ BULUNDU

Altay Özerk Cumhuriyeti'nde yaklaşık 2 metre uzunluğunda mamut dişi ve bazı kemikleri bulundu.

Rusya Kültür ve Tarih Mirası Ajansı’ndan yapılan açıklamaya göre, inşat alanında hafriyat çalışmaları sırasında 24 metre yerin dibinde yaklaşık 2 metre uzunluğunda mamut dişi ve bazı kemikleri bulundu.

Uzmanlara göre mamut, 20-22 bin yıl önce o bölgede bulunan gölün açılmasıyla meydana gelen su baskını altında kaldı.

Daha önce Altay’da 3 farklı mamutun kemikleri bulunmuştu.
Sözcü, 20.04.2016

MONA LİSA'NIN EVİ 20 MİLYON DOLARA SATILIK



Leonardo Da Vinci'nin ünlü tablosu Mona Lisa'da çizdiği Lisa Gherardini'nin bir zamanlar ipek tüccarı olan eşi Francesco Del Giocondo ile yaşadoğı Villa Antinori 20 milyon dolara satılık.
İtalya'nın Floransa şehri tepelerinde yer alan bu tarihi yapı, 1490'lı yıllarda Del Giocondos tarafından yapılan malikane, 19. yüzyılda Tuscan Vadisi şarap tüccarlarından Antinori'ye satılmıştı.



Tarihçiler, Mona Lisa'nın 1503-1506 yılları arasında bu binada Da Vinci tarafından çizildiğine inanıyor.
Sözcü, 20.04.2016
MEĞER ŞEYTAN BERGAMALIYMIŞ

Avusturya’da Viyana Üniversitesi, İncil'de geçen ve '666' olarak bilinen şeytan sayısının ne anlama geldiğini çözdüklerini iddia etti.

Araştırmaya göre 666'nın geçmişi, 53 ila 117 yılları arasında yaşamış Roma İmparatoru Trajan’a dayanıyor. Daha önce antik kent Efes’te üzerinde “Numara ‘865’i seviyorum” notu yazan bir mektup bulan bilim insanları her rakamın bir sözcüğü simgelediği sonucuna varmıştı. Bilim insanları, 666'nın ise tapınağı İzmir’e bağlı Bergama İlçesi'nde bulunan Roma İmparatoru Trajan’ı işaret ettiği sonucuna vardı.  
Akşam, 20.04.2016

BİZANS TÜNELLERİ ORTAYA ÇIKARILDI



Bursa Zindan Kapı'da sürdürülen restorasyon çalışmalarında, 23 yıllık Bursa kuşatmasında Bizanslıların şehre gizlice gıda soktuğu lojistik tüneller ortaya çıkarıldı.

Başkan Altepe, Büyükşehir bürokratlarıyla birlikte Zindan Kapı'da sürdürülen restorasyon ve rekonstrüksiyon çalışmaları sırasında açığa çıkan tünelleri inceledi.



Bursa'nın fethinin Osman Gazi döneminde başladığını ve 23 yıl sürdüğünü, Osman Gazi'nin de bu fethi göremediğini hatırlatan Başkan Altepe, Bizanslıların hayatlarını sürdürmesine yarayan tünellerin 2500 yıl sonra gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarıyla birlikte yeniden ortaya çıktığını ifade etti. Tünellerin şehre dışarıdan rahatlıkla girişlerin yapılabileceği, eşya taşınabilecek genişlikte olduğunu vurgulayan Başkan Altepe, "Yaklaşık 3.5 metre genişlikte tüneller var. Bu tünellerle birlikte şehirdekiler rahatlıkla hayatlarını sürdürebildiler. Zindan Kapı restorasyonu bu durumu en net şekliyle ortaya çıkardı" dedi.

"ORİJİNAL YAPIYI ORTAYA ÇIKARDIK"
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Zindan Kapı'daki restorasyon çalışmalarının tüm hızıyla devam ettiğini vurguladı. Asırlar önce inşa edilen surların Büyükşehir Belediyesi'nce yürütülen yenileme çalışmalarıyla birlikte orijinal haline kavuşmaya başladığını belirten Başkan Altepe, "Büyükşehir Belediyesi olarak Bursa'da hüküm süren medeniyetlerin izlerini birer birer ayağa kaldırıyoruz. Buradaki çalışmalar kapsamında, önünde ve içinde 11 binanın kamulaştırmasını gerçekleştirdik. Zindan Kapı'nın kule bölümünde bile bina vardı. Hepsini yıkarak, orijinal yapıyı ortaya çıkardık. İnşallah imalatlar tamamlandığı zaman şehrimiz güzel bir alana daha kavuşacak" diye konuştu.


Akşam, 20.04.2016
HIRSIZ ÇALDI, DEVLET EL YAZMASI ESERLERİN PEŞİNİ BIRAKMADI



Devlet, Konya’daki Yusuf Ağa Yazma Eser Kütüphanesi’nde 2000 yılında ortaya çıkan Cumhuriyet tarihinin en büyük tarihi el yazması eser soygununun peşini bırakmadı. Hırsızlığın ortaya çıktığı tarihten bu yana 16 yıldır tarihi eserlerin peşini bırakmayan devlet, dünyanın her tarafında yaptığı araştırmalar sonucunda, kaybolan 110 el yazması eser ve Selçuklu dönemine ait 64 yazma eserin cilt kapaklarından 6’sını bularak Türkiye’ye getirmeyi başardı. Paha biçilmez diğer eserler hala aranırken, kütüphane memuru S.Ç. hakkında verilen 20 milyon dolarlık tazminat kararının Yargıtay tarafından onanmasıyla yüzyılın soygunu yeniden gündeme geldi.

4’Ü İNGİLTERE’DE 2’Sİ ABD’DE BULUNDU
Türkiye’nin en büyük el yazması merkezlerinden Konya’daki Yusuf Ağa Kütüphanesi’nde çalışan S.Ç. adlı memurun 2000 yılında emeklilik başvurusu sırasında, tarihi eserlerin sayımı yapılınca, yüzyılın tarihi eser kaçakçılığı da ortaya çıktı. Sayımda, 110 adet el yazması eser ile Selçuklu dönemine ait 64 adet yazma eserin cilt kapağının yerinde olmadığı, bunların başka kitaplarla değiştirildiği tespit edildi. Bunun üzerine kütüphane memuru S.Ç. hakkında dava açıldı. S.Ç. 5 yıl 2 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılırken, devlet, soygunun peşini bırakmadı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı görevlileri ile Türk diplomatlar dünya çapında hafiye gibi araştırmaya girişti. Dünyanın sayılı müzayede kuruluşlarında ve koleksiyonlarda yapılan araştırmalar sonucunda paha biçilmez el yazması eserlerin 4’ü İngiltere’de, 2’si Amerika’da bulundu.

İbn-i Arabi’nin Kitabu’l Ba, Kitabu’l Hutbe ile Hilyetu’l Ebdal adlı eserleri ile Kadı-Zade Rumi Selahaddin Musa b. Muhammed’e ait Kitabu’l Hey’e isimli eser İngiltere’de müzayede salonunda satışa çıkarılınca Türkiye’nin girişimleri sonucu ülkeye getirilerek Yusuf Ağa Kütüphanesi’ne teslim edildi. Eserlerden 2’si de ABD’deki Pennsylvania Üniversitesi Yazma ve Nadir Eserler Kütüphanesi Lawrence J. Schoeberg Koleksiyonu’ndan çıktı. Bunların, Ebu Ali Hüseyin b. Abdi’llah’a ait El-İşarat ve’t-Tenbihat fi’l-Mantık isimli eserine Razi’nin yazmış olduğu şerh ve Ebu Ya’küb es-Sekkaki’nin Miftahü’l-Ulum isimli eserler olduğu tespit edildi. Bu iki eser de ABD’den alınarak, kütüphanedeki yerine tekrar konuldu.

CEZAYI FAİZİYLE ÖDEYECEK
Devlet bir yandan, tamamına yakınının yurtdışına çıkarıldığı düşünülen tarihi eserleri aramaya devam ederken, bir yandan da kütüphane memuru S.Ç. hakkında tazminat davası açtı. Dava 5 Mart 2016 tarihinde Yargıtay’da karara bağlandı. Yargıtay, S.Ç.’nin, devlete 20 milyon dolar tazminat ödemesine dair yerel mahkeme kararını onadı. S.Ç. 20 milyon doların, emekliye ayrıldığı 24 Nisan 2000 tarihinden bu yana gerçekleşen yasal faizini de ödeyecek. Bu da, cumhuriyet tarihinin en büyük tazminat cezalarından biri olarak tarihe geçti. HABERTÜRK’ün kendisine ulaşmaya çalıştığı S.Ç.’nin avukatı Ali Özerdem, “Ben de kendisine ulaşamıyorum. Telefonu yok, nerede olduğunu ve şu an ne iş yaptığını bilmiyorum” dedi.

ARANAN ESERLER
Yusuf Ağa Kütüphanesi’den çalınan ve halen aranan, birçoğu bin yıllık eserlerden bazıları şöyle:

-Sadreddin Muhammed b. İshak el-Konevi: Miftahu’l- Gayb, Kitabün-Nefahat el-İlahiyye, Fazlu’s-Saadeti’t-Tevhid.

-Muhyiddin Arabi: Risaleti Ruhul Kudüs fi Menazıratün Nefs, Aklat al-Mustavfirat, Kitabu Tacut Teracim fi İşareti’l-İlm, Kitabu’ş-Şevahid, Kitabu’l-Celale, Kitabu’l-Ezel, Divan-ı Şeyhü’l

-İbni Baytar Ziyaeddin Abdullah b. Ahmed el-Maliki: Tezkiratü İbn Baytar fi’t-Tıb.

-Fahreddin Muhammed b. Ömer er-Razi: Şerh el-Kanun fi’t-Tıb.

-Ebu’l-Fevz b. Abdü’l-Halik el Mısri: 536 H. (1141 M.) tarihinde Kufi hat ile yazılan Kuran-ı Kerim.

-Tabib el-A’yün b.A’yün al-Mısri: el-Kanunu fi’t-Tıp.

-Ekber.
Habertürk, Haber: Aykut Yılmaz, 20.04.2016

CAMİ TUVALETİ İNŞAATINDA TARİHİ DUVAR BULUNDU

     

Samsun’da bir caminin bahçesinde yapılan tuvalet kazısında tarihi duvar bulundu.



Samsun’un İlkadım İlçesi'nde bulunan Yalı Camii’nin bahçesinde yapılan tuvalet temeli kazısında tarihi duvar ortaya çıktı. Tarihi duvarın bulunmasının ardından tuvalet kazısı çalışmaları durdurulurken, Müze Müdürlüğü ekipleri bölgede incelemelere başladı.



Edinilen bilgiye göre tarihi duvar, İlkadım Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri tarafından Hançerli Mahallesi’nde bulunan Yalı Camii’nin avlusuna tuvalet yapmak için temel kazısı yaptığı sırada fark edildi.

1485 yılında Hoca Hayrettin tarafından yaptırılan Yalı Camii’nin tuvalet temeli inşaatı durdurulurken, Müze Müdürlüğü ekipleri bölgede inceleme başlattı.
Milliyet, 19.04.2016
MANİSA'DA TARİHİ ESERLER BAKIMSIZ

Manisa'da yüzlerce yıla meydan okuyan tarihi eserler, bakımsızlık ve zarar veren kişiler yüzünden tahribata uğradı. Bazı eserlerin duvarları sprey boyalarla tahrip edilirken, bazıları da evsizlerin mekanı oldu.

Şehzadeler'deki Ulucami'nin yanında bulunan, Saruhanoğulları dönemine ait, Anadolu Türk mimarisinde benzer bir örneği daha bulunmayan yaklaşık 700 yıllık darphane, çöplüğe dönmüş haliyle dikkati çekti. 2013'te Manisa Belediyesi tarafından restore edilen bina, korunmaması nedeniyle yine tahrip edildi. Bu kez Büyükşehir Belediyesi tarafından kapılar demir korkuluklarla çevrildi. Ancak bu da tarihi esere zarar verilmesine engel olmadı.

Darphane binasının çevresinde oturan vatandaşlar da, tarihi esere sahip çıkılmamasından yakındı. Vatandaşlar, gece saatlerinde birçok kişinin buraya geldiğini kendilerinin de tedirgin olduğunu anlattı. Camları kırılan ve içerisi çöplük haline dönen tarihi bina, tekrar hayat bulmayı bekliyor.

5 ASIRLIK CAMİ DUVARINA SPREY BOYAYLA YAZI
Manisa'da 476 yıldır kubbe ve minarelerinden şifalı mesir macunu saçılan tarihi Sultan Camii'nin duvarlarındaki yazılar da dikkat çekti. 500 yıllık caminin duvarları sprey boyalarla yazılan isimlerle doldu. 5 asırlık cami duvarındaki yazılar, kireçle kapatılmaya çalışılsa da kötü görüntünün önüne geçilemedi. 24 Nisan'daki 476'ncı Mesir Macunu Festivali'ne günler kala tarihi cami duvarlarındaki sprey boyaların kapatılması bekleniyor.

Gerçek Gündem, Haber: Nermin Uçtu, 19.04.2016

GAZİKÖY HELLENİSTİK DÖNEME GERİ DÖNÜYOR



Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi ‘Miras Atölyesi 2 Projesi’ kapsamında bulunan Gaziköy Mahallesi, Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından arkeolojik sit alanı olarak kabul edildi. Kentsel sit alanı olarak belirlenen köydeki 41 eser tescillendi. Burada restorasyon çalışmasına start verilecek. Osmanlı, Bizans ve Rumlar’ın yaşamlarına tanıklık eden köy böylece eski doğal haline dönüştürülecek. Evlerine çivi dahi çakmayan köylüler bu kararla birlikte eserlerin aslına uygun olarak restore edebilecekler.

KÖYÜ TERK ETMEDİLER
Gaziköy halkı arkeolojik sit kısıtına rağmen kentte yaşamaya devam etti. Mahallede bulunan 41 adet taşınmazın tescil fişi arkeoloji müzesiyle Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanarak Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne sunuldu. Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Albayrak, “Şarköy İlçesi’nin kültür mirasını en fazla yansıtan mahallelerinde biri de Gaziköy. Biz bu bölgenin kalkınması ve kültür varlıklarının onarılıp korunarak gelecek kuşaklara aktarılabilmesini istiyoruz. Alınan bu kararla tescillenen yapıların restorasyon çalışmaları yapılmaya başlanacak. Bu kararın alınmasında İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanı Dilşad Ergin başta olmak üzere emeği geçen tüm personelimi tebrik eder bölgemize hayırlı olmasını dilerim ” dedi. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa göre Gaziköy’de bulunan tarihi yapılar ve evlerde basit onarım dahi yapılamazken, karar sonrası vatandaşlar belirlenen tescilli binalar üzerinde aslına sadık kalarak onarım ve mevcut eski temellerin üzerine yöresel mimari ve malzemeler ile yapı yapma hakkına sahip olacak.
Milliyet, 19.04.2016

NADİR OSMANLI ESERLERİ LONDRA'DA SATILACAK



Dünyanın önde gelen uluslararası müzayede evlerinden Sotheby’s Müzayede Evi’nin bu hafta İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenleyeceği açık artırmalarda, Genç Osman olarak bilinen Sultan II. Osman’ın tahta çıkışının resmedildiği tablo başta olmak üzere, Osmanlı dönemine ait birçok eser alıcıların önüne çıkacak. Sotheby’s tarafından her yıl düzenlenen Oryantalist ve Ortadoğu Sanat Haftası çerçevesinde bugün yapılacak “Oryantalist” ile yarın gerçekleşecek “İslam Dünyası Sanatı” başlıklı müzayedelerde 250’den fazla eser satışa çıkarılacak. “Oryantalist” başlıklı müzayedede yer alacak 40 eserin, 20 bin ile 1 milyon Euro fiyat aralığında alıcı bulması bekleniyor. Müzayedede Türk ressam Şevket Dağ’ın da eseri bulunuyor. Dağ’ın Ayasofya’nın batı girişini resmettiği tablonun 155 bin-232 bin Euro aralığında alıcı bulması öngörülüyor.

GENÇ OSMAN’IN TAHTA ÇIKIŞI
Yarın düzenlenecek “İslam Dünyası Sanatı” başlıklı müzayedede yer alacak Genç Osman’ın tahta çıkışının resmedildiği tablo, yoğun ilgi gören eserler arasında yer alıyor. Avusturya Büyükelçisi Baron Hans Mollard von Reinek ile seyahat eden Avrupalı bir sanatçı tarafından yapıldığı tahmin edilen tablonun 150 bin ile 200 bin sterlin (190 bin-254 bin Euro) arasında alıcı bulacağı tahmin ediliyor. Satışa sunulacak Osmanlı dönemine ait diğer eserler arasında, padişahların kavuğuna iliştirilen, zümrütten yapılmış etrafı elmaslarla çevrili, 17. yüzyıl sonu ya da 18. yüzyıl başına ait olduğu düşünülen bir sorguç da var. Bir diğer eser ise 16. yüzyıla ait, kaplumbağa kabuğu ve sedef kullanılarak tasarlanmış bir katip kutusu. Bunun, 19. yüzyılda bir dönem Türkiye topraklarında görevli, Avrupalı bir elçi tarafından kullanıldığı düşünülüyor. Son olarak da lavanta mavisi renkli, 16. yüzyılın sonlarında üretilmiş, İznik işi, seramik bir su matarası var.

Habertürk, 19.04.2016

SADECE SAVARONA DEĞİL, O TARİHİ GEMİLERİ DE KORUYAMADIK

Kurtuluşa, Kuruluşa ve Cumhuriyete mal olmuş gemilere sahip çıkamadık. Bandırma, Nusret, Alemdar, Hamidiye, Ertuğrul, Söğütlü, Yavuz, Sakarya ve daha niceleri...

Sadece Osmanlının değil, döktüğü 26 mayınla Rusya’nın da kaderini değiştiren Kahraman Nusret’i bile koruyamadık. Donanma hizmetindeyken 1955 yılında yardımcı sınıf gemi yapıldı.  1962 yılında hizmet dışına çıkarıldı ve Milli Savunma Bakanlığı tarafından özel bir kişiye daha sonra 1983 yılında bir armatöre satıldı. Geminin yeni sahibi omurga ve postaları hariç gemiyi tamamen değiştirdi ve  adını “Kaptan Nusret” koydu. Mersin Magosa hattında çalışan gemi 1990 yılında Mersin’de limanda tumba oldu ve battı. 1999 yılında gönüllü bir grup gemiyi çıkardı ve Tarsus Belediyesi, gemiyi özgün yapısına sadık kalarak tekrar inşa ettirdi. 2003 yılında Tarsus Şehir Merkezindeki parkta, müze gemi statüsünde halkın ziyaretine açıldı. Gerçek bedeninden bugüne değişmeyen sadece omurgası.



Nusret

Bandırma gemisi 1924 yılında hizmet dışına çıkarıldı ve jilet oldu.

Atatürk’ün yatı olarak bilinen Ertuğrul yatı da 1937 yılında hizmet dışına çıkarılıp, bir süre Deniz Ticaret Mektebinde okul gemisi görevinde kullanıldı, 1958 yılında kilosu 13 kuruştan hurdacıya satıldı. Benzer akıbet Söğütlü yatını da yakaladı.

Kahraman muharebe kruvazörü Hamidiye 1964 yılında hizmet dışına çıkarıldı ve Hurdacı İlhami’ye satıldı.

Yavuz 1972 yılında MKE’ye gönderildi ve jilet oldu.



Hamidiye kruvazörü

Atatürk’ün en çok gezdiği Sakarya motoru da jilet olmaktan kurtulamayanlar arasında. Bugün elimizde Atatürk’ün gezi motorları olan Acar motoru (halen Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Kasımpaşa’da) ile Çubuk Baraj gölünde kullandığı tenezzüh teknesi (halen Anıtkabir’de) dışında kala kala bir tek Savarona kaldı.

BİR DENİZCİLİK MÜZESİ BİLE YAPAMADIK

Atatürk’ün yurt gezileri yaptığı Reşitpaşa, Ankara, Gülcemal, İzmir, Ege ile Karadeniz vapurları gibi hatıralarımızı süsleyen posta ve kurvaziyer gemileri ile tarihe mal olmuş şilep, tanker ve şehir hattı vapurlarımızdan bırakalım birini, üzerlerindeki malzemeyi bile gelecek nesillere aktarabilecek ciddi anlamda bir “Denizcilik Müzesi” kurma gayretine bile girişmedik. Bir zamanlar Denizcilik İşletmelerinin küçük de olsa bir sanat galerisi vardı. Şimdi o da yok. Gülcemal’in piyanosu kim bilir hangi depoda. Atatürk’ün en çok kullandığı yolcu gemisi olan Ege gemisinin direği Allahtan, Ortaköy’de Yüksek Denizcilik Okulunun (şimdi Kalkavan Meslek Lisesi) bahçesine dikilmiş. Yoksa tarihi gemilerden geriye tek hatıra kalmayacaktı. 

Donanmanın ulusal yeteneklerle 70’lerin başında yaptığı ilk büyük milli gemi projesi Berk ve Peyk refakat muhriplerinden Berk 2001’de hedef gemisi oldu. Peyk 2003’de acımasızca söküldü. Onların yerine Amerikan muhrip ve firkateynlerini müze gemi yaptık.

SAVARONA'DA 54 GÜN KALDI
Savarona’nın kaderi ise tartışmasız en acıklı olanlardan. 28 Şubat 1931 tarihinde Hamburg Almanya’da Amerikalı bir işadamının kızı için inşa edilen Savarona Yatı, bir vergi problemi nedeniyle sahibi tarafından yedi yıl sonra satışa çıkarıldı. CHP’nin girişimleri ile Türkiye Cumhuriyeti tarafından Cumhurbaşkanı Yatı olarak kullanılmak üzere satın alınan Savarona’ya, 24 Mart 1938 tarihinde, Türk sancağı çekildi. Milleti Ata’sına bu gemiyi hediye ettiğinde ve gemiyle ilk karşılaştığında, Acar motoru ile ilk kez Yeşilköy açıklarında ona yaklaşırken, yanındakilere dönüp “
ne olurdu şu gemi birkaç ay önce gelseydi” demişti. Denizi, gemiyi ve hayatı çok seven biri için ne de doğal bir sözdü bu.

Atatürk, Dolmabahçe açıklarında demirli Savarona’da, 54 gün kaldı. 9 Temmuz 1938 tarihinde, Savarona’da yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı, onun son toplantısı oldu.

Gemi, 1951 yılında Okul Gemisi olarak kullanılmak üzere Deniz Kuvvetlerine devredildi. TCG kimliğini alan TCG Savarona,1952 yılında Yunan kralını, 1954 yılında Yugoslav Devlet Başkanını, 1955 yılında Lübnan Cumhurbaşkanı ile Irak Kralını, 1956 yılında İran Şahını, 1957 yılında Alman Cumhurbaşkanını ağırladı.Bu arada dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı resmi ziyaret maksadıyla 1954 yılında Yugoslavya’ya, 1955 yılında Pakistan’a götürdü. Okul gemisi olarak da Deniz Harp Okulu son sınıf öğrencilerini her yaz açık deniz eğitimine ve Avrupa limanlarına götürdü. Bu şekilde, 1951-1986 arasında 4000’ e yakın deniz subayı adayı bu gemide eğitildi. Bir kuğu gibi, ziyaret edilen limanlara süzülen TCG Savarona ve üzerinde eğitim gören Deniz Harp Okulu son sınıf öğrencileri, Türkiye Cumhuriyeti’nin enerjisi ve Atatürk devrimlerinin gücünü yurt dışında gururla temsil etti.

Gemi, 3 Ekim 1979 sabahı Heybeliada açıklarında demirliyken bir sabotaj sonucu kısmen yandı. Dönemin Cumhurbaşkanı, Amiral Fahri Korutürk’ün özel direktifleri ile Gölcük Tersanesi’nde süratle tamir edildi. Ancak bu tamir yetersizdi. Dönemin Amiralleri Korutürk’ün direktifini yerine getirmek için gemiye aslında makyaj yaptırdı. Makineler, kablo ve boru devrelerine dokunulmadı. Yanan orijinal mobilyalar yerine Kelebek Mobilyadan hazır mobilyalar alındı. Gemi zorlamayla 1981 yılından sonra tekrar okul gemisi görevlerini yerine getirmeye başladı. Ancak makine/elektrik sistemlerindeki ağır malzeme yorgunluğunun doğurduğu ağır riskler nedeni ile dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Zahit Atakan tarafından, 27 Temmuz 1986 tarihinde hizmet dışına çıkarıldı. Müze gemi yapılması fikri tartışılmadı bile. Söz konusu dönemde Deniz Kuvvetleri karargahındagörevli yüksek rütbeli Amiraller, TCG Savarona’yı Kültür Bakanlığına, yangından kaçırır gibi devretti. Bu karara kimse itiraz etmedi. Kültür Bakanlığı da bu asil gemiyi, Maliye Bakanlığı kayıtlarına aktarıp, sökülmek üzere MKE’ye gönderdi. Gemi son anda, bir iş adamı tarafından hurda fiyatına, 2035 yılına kadar, 49 yıllığına, Maliye Bakanlığından kiralandı. Aslında kiralanan Atatürk’ün denizdeki manevi varlığıydı.

ADI AŞAĞILAYICI KELİMELERLE ANILIR OLDU
Savarona milyonlarca doları bulan büyük masraflarla yeniden toparlandı. Sitim türbini ana ve yardımcı makineleri söküldü. Yerine modern dizeller koyuldu. Lüks bir yat olacağı için baş taraftaki açık güverteye jakuzi;kazan dairesi yerine hamam yapıldı. Yeni kimliği ile dünyanın en zenginlerinin tutkularının aracı oldu. Dünyanın en pahalı kiralık yatı olmuştu. Genelde onu Atatürk’ten nefret eden Suudi Arabistan Krallığına mensup zengin Arap Şeyhleri ve işadamları kiralıyordu. Başına çok üzücü ve acıklı olaylar geldi. Adı her sene ana akım medyada fuhuş gibi aşağılayıcı kelimelerle anılır oldu. Hem kendi adını, hem de Atatürk’ün manevi varlığını lekeleyen, bu gelişmelere rağmen, toplum olarak ona sahip çıkamayışımız, Atatürk’e sadakatimiz kadar, deniz tarih bilincimizin ve deniz kültürü birikimimizin ne denli zayıf olduğunun da somut bir göstergesi oldu. Armatörlük firması ile Maliye Bakanlığı arasındaki protokolde, geminin “
Atatürk’ün şahsında somutlaşan isminin, manevi kimliğine uygun olmayan davranışlar içinde kullanımını yasaklar” koşulu vardı. Bu koşul ihlal edilirse, protokol feshedilebiliyordu. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Milli Savunma Bakanlığı üzerinden, 2007 ve 2009 yıllarında geminin isminin karıştığı, basına yansıyan aşağılayıcı olaylar üzerine, söz konusu koşulun işletilmesi için iki kez girişimde bulunduysa da, dönemin valisi Muammer Güler yönetimindeki İstanbul Valiliği, geminin kullanımına yönelik denetlemelerin sonunda, gemiyi “kusursuz” bulduğundan, bu girişimler başarısız oldu.

28 Eylül 2010 günü  gazeteler çarşaf çarşaf, “Antalya’da Savarona’ya fuhuş operasyonu” haberleri ile donanmıştı. 3 yıl sonra 19 Mayıs 2013 tarihli Sözcü Gazetesinin manşeti de “Ata’nın yatı Savarona, randevu evine döndü” idi. Gazete, 19 Mayıs gibi anlamlı bir günde,attığı bu manşetle Savarona’nın düşürüldüğü durumu tokat gibi Türk halkının yüzüne çarpıyor, Ata ile özdeşleşmiş bir geminin içler acısı durumunu kamuoyunun dikkatine sunuyordu.

Savarona’nın kira protokolü bu skandallara rağmen hükümet tarafından feshedilmedi. Savarona, 2014 Ocak ayında, Hükümet tarafından Protokol feshedilerek değil, armatörün istediği milyonlarca dolarlık “transfer ücreti” ödenerek geri alındı. Bu gemiye Türk halkı, sahip çıkamadı ve müze yapılamadı. Aslında onun hak ettiği kader, Ata’sını son terk ettiği Dolmabahçe Sarayının yanında müze gemi olmaktı. Sarayın yanına yapılacak bir parmak iskeleye aborda/ kıçtankara edilebilir, Türk Denizcilik Gücünü ilgilendiren (Donanma hariç) tüm diğer alanların (deniz ticareti, balıkçılık, gemi inşa, deniz sporları, deniz turizmi vs) temsil edileceği sabit bir “Türk Denizcilik Müzesine” dönüştürülebilirdi. Bugün Türk sivil denizciliğinin, bir müzesi dahi yoktur.



GÜVERTENİN KAPATILAN BÖLÜMÜ DERHAL DÜZELTİLMELİDİR
İslam Zirvesi toplantısı nedeniyle geminin açık güvertesinin kapatılması ve kaçak güverte çıkılması eğer geçici olarak yapılmış bir işlem ise derhal düzeltilmelidir. Kalıcı yapılmış olmasını düşünemediğimi burada ifade etmeliyim. Bugün Dolmabahçe Sarayına ya da Topkapı Sarayına nasıl kaçak kat çıkılamazsa 75 yaşındaki yüzer tarihi varlık statüsündeki Savarona’ya da dış görüşünü bozacak kaçak güverte çıkılarak tadilat yapılamaz. Daha da öte halen modern görünüşlü can kurtarma botları yerine de Savarona’nın 1931 yılındaki özgün filikalarının aynısı yapılarak yerleştirilmesi gerekir. Savarona 1986-2014 arasında aşağılayıcı kelimelerle anılan kaderinden devlete geri dönerek kurtuldu. Ancak bu yeni hayatında da yeni travmalar yaşamamalıdır.

Yazımızda şikayet ettiğimiz tüm konuların ana teması deniz ve denizcilik kültürü eksikliğidir. Savarona’yı bir evrak ekinde Kültür bakanlığına devreden Amirallerin fikri ile Savarona’ya kaçak güverte çıkma kararı alan, ya da baş tarafına jakuzi koyan bürokrat ya da mühendisin ortak özelliği deniz ve denizcilik kültürü eksikliğidir. Zira bunun okulu yoktur. Benzer kararları bir İngiliz ya da Fransız amiraline, devlet görevlisine veya mühendisine aldıramazsınız.

Amiral Cem Gürdeniz
Oda Tv, 19.04.2016

MOSTAR'I ONARDIK, HAYRABOLU'YU GÖMDÜK

Tekirdağ’ın Hayrabolu İlçesi'nde Osmanlı dönemine ait yaklaşık 500 senelik tarihi köprü Koruma Kurulu kararına rağmen yıllardır toprak altından çıkarılmayı bekliyor. 1975 yılında Karayolları’nca yol genişletme çalışmaları sırasında köprünün üstü kapatılmıştı.

Hayrabolu deresinin yatağı taşkınlardan dolayı 1960’lı yıllarda DSİ tarafından değiştirilince üstündeki tarihi köprünün de işlevi bitti. Osmanlı döneminde sefere çıkan askerlerin rahat geçmesi düşüncesiyle yapılan tarihi köprü gün geçtikçe bakımsız hale geldi. 4 metre genişliğinde 40 metre uzunluğunda 9 gözlü taş köprünün yol genişletme çalışması sırasında üstü toprakla örtüldü. Hayrabolu - Alpullu karayolu olarak o tarihten itibaren hizmete giren yolun altında kalan köprüyü bir daha da gören olmadı.

İZİNLERİ HAZIR
Hayrabolu’da gazetecilik yapan Şerif Baysalan köprüyü yeniden gün yüzüne çıkarmak için mücadele etti. 1995 yılında dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay’a durumu anlattı. Talay’ın hayretle tepki verdiği köprü için girişimlere başlandı. Koruma Kurulu kararı alındı, Tekirdağ Müzesi’ne kazı izni verildi. Ancak Hayrabolu’yu Alpullu’ya bağlayan başka bir yol olmadığından çevre yolu yapılana kadar köprünün çıkarılması ertelendi. Aradan 20 yıl daha geçti, çevre yolu tamamlandı ama köprü bir türlü toprak altından çıkarılmadı.

İSTİMLAK KARARI ÇIKTI
Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu 15.02.2013 tarihinde plan tadilatı projesini kabul etti. Plana göre yolun üst tarafında 10 metre istimlak yapılıp, yol o tarafa kaydırılacak. Kurul kararında “Köprünün en kısa zamanda belediyesi ile Tekirdağ Müze Müdürlüğü tarafından ortaya çıkarılmasına karar verildi” denildi. Ancak bu tarihten itibaren de kamulaştırma bir türlü yapılamadı. Tarihi köprüyü yeniden kültürümüze kazandırmak için 40 yıldır mücadele eden gazeteci Şerif Baysalan, Hayrabolu Belediyesi’ni suçluyor. Tekirdağ Eski Müze Müdürü Mehmet Akif Işın: “2. Bayazıd dönemi olduğunu tahmin ediyoruz. 500 yıllık köprü. Mostar Köprüsü’nü onarıp açıyoruz ama kendi ülkemizde köprüyü gömüyoruz. Müdürlüğüm döneminde çok uğraştım ama bürokratlar her ne hikmetse köprünün çıkarılmasını istemediler” diyor.

BAŞKAN ALBAYRAK: ÇIKARMAK İSTİYORUZ
Hayrabolu Belediye Başkanı Fehmi Altayoğlu köprüyle ilgili sorumluluğun Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi’nde olduğunu söyledi. Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Albayrak ise “Beraber planlama yapıyoruz. Biraz daha vakit alacak ama köprüyü çıkarmak istiyoruz” dedi.

KİTABE DE KAYBOLDU
Köprü toprakla gömüldükten sonra tarihi kitabe de kayboldu. Şerif Baysalan ve 5 arkadaşı Karayolları’na ait şantiyenin arkasında taş yığınları arasında kitabeyi bulup Hayrabolu Belediyesi’ne teslim etti. Uzun yıllar belediye binasının girişinde sergilenen kitabe 2000’li yılların başında yeniden sırra kadem bastı. Kitabenin şimdi nerede olduğu bilinmiyor. 1967 senesinde kitabe ‘Hayrabolu Sesi’ gazetesinde yayınlandı. Kitabedeki bilgilerden yola çıkarak ebced hesabıyla tarihlemesi 1576 yılına tekabül ediyor. Kitabeye göre köprü 1861 senesinde hayır sahibi Ataullah Bey tarafından onarılmış.

Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 19.04.2016

TRİPOLİS'TEKİ AGORA GÜN YÜZÜNE ÇIKARTILACAK

Denizli'nin Buldan İlçesi'nde bulunan antik Tripolis kentinde yürütülen kazı çalışmalarında bu yıl 90 metre uzunluğunda, 50 metre genişliğindeki agora gün yüzüne çıkarılacak.

Denizli Valisi Şükrü Kocatepe, Pamukkale Üniversitesi tarafından kazı çalışmaları yürütülen Buldan'daki antik Tripolis kentini ziyaret ederek kazı çalışmaları hakkında bilgi aldı. Buldan Kaymakamı Hacı Uzkuç ile Kültür ve Turizm İl Müdürü Mehmet Korkmaz'ın da bulunduğu ziyarette, Vali Kocatepe'ye Tripolis Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Bahadır Duman, yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdi. Tripolis Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Bahadır Duman, bu yıl kazı çalışmalarıyla 90 metre uzunluğunda, 50 metre genişliğindeki agorayı gün yüzüne çıkaracaklarını söyleyerek, "Bu yıl kazı çalışmaları programına jeoradar taramaları sonucu agorayı aldık. Agora, kentin merkezinde doğu batı yönlü 90 metre uzunluğunda, kuzey güney yönlü 50 metre genişliğinde. MS 2'nci yüzyılda dikdörtgen olarak inşa edilmiş. Roma Dönemi'nde İon tarzında yapılan antik kentin üçüncü agorası, kentin stratejik noktada olması nedeniyle ticari faaliyetlerin yoğun olarak yapıldığını gösteriyor. Ayrıca kent ve çevresindeki yerleşimler için ticari bir öneme sahip. Agoranın doğu ve batı kısa kenarlarında 18'er sütun, kuzey ve güney uzun kenarlarında 36'şar sütun bulunuyor. Bu yıl gerçekleştirilecek kazı çalışmalarıyla agora kazısının tamamlanmasını planlıyoruz" dedi.

Kazı Başkanı Duman, antik kentte kazı ve restorasyon çalışmalarının 30 kişilik ekip tarafından yürütüldüğünü belirterek, "Çalışmalarımız bilimsel veri ve metotlar ışığında 30 kişilik ekip ile Denizli Müze Müdürlüğü gözetiminde devam ediyor. Antik kentin ana caddelerinden biri olan Hierapolis Caddesi'nin restorasyon çalışmalarını büyük oranda tamamladık. Bu çalışmalar kapsamında caddenin doğu bitişiğinde yer alan 17 sütun da aslına uygun biçimde restore edilerek orijinal yerlerine konuldu" diye konuştu.

Kazı ve restorasyon çalışmalarının hızlı bir şekilde devam ettiğini gözlemlediğini söyleyen Vali Şükrü Kocatepe, kazı heyetine verimli çalışmalarından dolayı teşekkür etti.
haber1.com, Haber: Osman Nuri Boyacı, 18.04.2016
JANDARMADAN 'TARİHİ ESER' OPERASYONU



Suriye'deki müzelerden çalınarak İstanbul'a getirilen bazı eserlerin satılacağı ihbarı üzerine harekete geçen İstanbul İl Jandarma ekipleri 3 parça tarihi eser ele geçirdi. Gözaltına alınan 4 şüpheli de "Kültür ve Tabiat Varlığı Kaçakçılığı" suçundan adliyeye sevk edildi.
İstanbul İl Jandarma Komutanlığı, Suriye'deki iç karışıklık nedeniyle müzelerin yağmalandığı ve müzelerden çalınan bazı tarihi eserlerin Suriye uyruklu şahıslar tarafından illegal yollarla Türkiye'ye getirildiğinin bilgisini aldı. Söz konusu tarihi eserlerden bir kısmının Büyükçekmece ve Çekmeköy İlçeleri'ne getirildiği ve buradan pazarlanmak üzere taşınacağı ihbarını alan jandarma ekipleri, tarihi eseri taşındığı değerlendirilen 2 aracı ve şüphelileri takibe aldı.

Bir araç Büyükçekmece İlçesi Karaağaç Mahallesi'nde, bir araç ise Çekmeköy İlçesi Reşadiye Mahallesi'nde eş zamanlı olarak durduruldu. Büyükçekmece'de durdurulan araçta yapılan aramada bagajda çarşafa sarılı vaziyette tek parça halinde 80x80 cm ölçülerinde bir mozaik, Çekmeköy'de durdurulan araçta ise 120x120 ve 120x100 cm ölçülerinde iki mozaik ele geçirildi. Araçta bulunan 4 şüpheli de gözaltına alındı.

Ele geçirilen tarihi eserler de mozaik bilirkişi raporunun düzenlenmesi maksadıyla Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'ne teslim edildi.

Yapılan incelemede 80x80 ölçülerindeki mozaik üzerindeki mitolojik bir başın yer aldığı, taşlarının tümüyle orijinal olduğu, ancak yer yer onarımların yapıldığı belirlendi. 120x120 ölçülerindeki mozaik üzerinde Adem ve Havva tasvirinin yer aldığı, taşlarının tümüyle orijinal olduğu, ancak yer yer yeni onarımların yapıldığı belirtilen raporda, 120x100 ölçülerindeki mozaik üzerinde ise Apollon ya da Nymphe tasvirinin yer aldığı, taşlarının orijinal olduğu, ancak yeni onarımların yapıldığı, eserlerin Roma Dönemi'ne ait olduğu ve her 3 eserin de 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu kapsamında tasnif ve tescile tabi müzelik değerde ve alımı satımı yasak eserlerden olduğu tespit edildi.

Tarihi eserler, İstanbul Arkeoloji Müze Müdürlüğü tarafından koruma altına alınırken, gözaltına alınan 4 şüpheli ise "Kültür ve Tabiat Varlığı Kaçakçılığı" suçundan adliyeye sevk edildi.
DHA, Haber: Serpil Kırkesen, 17.04.2016
BİZ BÜYÜK RESTORATÖRLER ÜLKESİ DEĞİLİZ

Yeryüzünde hiçbir toplum 13'üncü asrın incisi olan bir eserin akıbetini bilim kurulundaki üç-beş üyeye, bürokrasinin kilit noktasındaki amirlere ve amatörlerin inisiyatifine bırakma lüksüne sahip değildir.

Bir müddet evvel, Şile’deki Ocaklı Ada Kalesi’nin sözde restorasyonu basını işgal etmişti. Hiç şüphesiz İstanbul surlarının Taç Vakfı tarafından desteklenen restorasyonu da Hollywood zevkine göre yapılan düğün pastası görümündeki bir çalışmadır. Vlaherna Sarayı’nın restorasyonu, Anadolu’daki restorasyonlar arasında Sümela ve daha nice sayısız eser bunların başında gelir. Daha tatsız örnekler de vardır. Bilhassa İstanbul’da yeni bir bina yapılırken temeldeki eski eserler betona gömülür; ileride tarihçiler Beşiktaş İnönü Stadı’nın altındaki Saray Ahırları’nı, asıl önemlisi Dolmabahçe Tiyatrosu’nun ne olduğunu haklı olarak soracaklar.

İYİ SONUÇ İÇİN BİRİKİM LAZIM, O DA YOK
Bizzat Topkapı Sarayı’nda 1940’lı ve 1960’lı yıllarda beyaz çimentonun yanlış olarak ve bilinçsizce kullanıldığı biliniyor. Mesela Hırka-i Saadet’in üzerinde bu kullanım duvarın öbür tarafındaki orijinal düzgün restorasyonla karşılaştırıldığında daha iyi görülebilir. Sarayın bir talihsizliği de 1940’larda bürokratların Enderun hazinesindeki ahşap kubbeyi yetersiz bulup taş ve çimento ile kubbe yaptırmalarıdır. Bu yeni kubbelerin binanın istinat duvarlarına verdiği aşırı yükün yarattığı problem bir yana Hazine Dairesi’ndeki ısınma ayarı bakımından da beklenmeyen etkileri görülür.

Restoratörler malzemeyi tanımıyorlar; eski yapıların özellikleri iyi incelenmiş değil. İnşaat dünyasına giren her yeni malzeme veya her uygulanan tekniğin eski eserlerin restorasyonunda kullanımı hiç şüphesiz ki akıl işi değildir. Maalesef mimar zümresi iyi restoratör yetiştiremiyor. Zira bu ikinci dal müthiş bir tarih ve sanat tarihi bilgisi, engin coğrafya gözlemleri ve birikimi gerektirmektedir. Son zamanlarda hükümet, çevreyi korumaktan ve yükselen İstanbul’un yarattığı tahribattan söz eder oldu. Ne var ki yakın zamandaki hukuksuz yapılanmaların bile önlenmesine ve düzeltilmesine yönelik en hafif ümit veren bir girişim görülmüyor. Zavallı İstanbul; hiç değilse senin güzelliğini korumak için nasılsa mahkemelerden çıkan kararları bile uygulayacak otorite nerede?

ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE’NİN ÇATI OLUKLARI
Sadece İstanbul mu? İşte Anadolu’dan bir başka örnek. Erzurum’un ortasında yer alan ve I. Alaeddin Keykubad’ın kızı Hüdavent Hatun tarafından yaptırılan Çifte Minareli Medrese, Kösedağ Savaşı’ndan sonra İran İlhanlı Moğollarının resmen sınırlarına da katılmasa da etki alanına giren Erzurum’da bir tür direnişin eseridir. Önündeki Çifte Minare’nin mazide yıkıldığı malum. Yerel halk ve üniversite öğrencilerinin gün boyu ve akşamları oturduğu, kısa süren Erzurum yazında hoş bir serinliği olan, çay-kahve sohbetleri yapılan bu alanın özgün mimarisi dolayısıyla yıllar süren uzun bir restorasyon geçirdiği de malum. Maalesef biz büyük restoratörler ülkesi değiliz. Restorasyon uzmanı iyi bir mühendis, iyi bir tarihçi ve sanatkar olmak zorunda. Bu nedenle bütün eski bina restorasyonlarında yetkili kurullar ve Anıtlar’la müteahhitler arasında bitmeyen çekişmeler, iptaller, uzatmalar görülür. 13’üncü asrın bu ünlü eserinin çatı olukları nasıl düzenlenecek?

13’ÜNCÜ ASRIN İNCİSİ KİMLERE EMANET
Bu bir estetik, fakat her şeyden önce bir teknik icat meselesidir. Binanın içinde ve dışında yer alan olukların halkta ve sanat tarihçileri arasında tepki yarattığı görülüyor. Haklıdırlar. Ne var ki böyle mühim restorasyonlarda herkesin ilgi göstermesi, bilgi dağarcığını açması gerekir. Yeryüzünde hiçbir toplum 13’üncü asrın incisi olan bir eserin akıbetini bilim kurulundaki üç-beş üyeye, bürokrasinin kilit noktasındaki amirlere ve amatörlerin inisiyatifine bırakma lüksüne sahip değildir. II. Cihan Harbi’nden sonra Hitler’in kasten tahrip ettiği Varşova’nın restorasyonunun nasıl bir ulusal seferberlik halinde sürdüğünü hatırlamak gerekir. En büyük restorasyon uzmanı kimdir? Cevap: Atalarının mirasını tanıyan, merak eden, hafızasına nakşeden ve koruma kavgası yapan halkın kendisidir. Yoksa hiçbir şey düzgün yürümez.

ORTAÖĞRETİMDE TARİH DERS KİTAPLARI
Müfredat programı taslağında ele alınan konular geniş. Bu genişliğe uygun bir metin ortaya konacağıysa çok şüpheli. 

Türkiye’de kasaba politikası tarih düşüncesine el atmaya heveslendi. Vahim bir gelişme... 18 ve 19’uncu yüzyılın eğitim tarihini dikkate alırsak ilk örnek bu değil. İnkılapçı Fransa’dan anayasal monarşist Britanya’ya, Alman dükalıkları ve Avusturya İmparatorluğu’ndan otokrat (müstebid) Rusya’ya kadar, her yerde aynı şey denenirdi. Kitleye aktarılan tarihte olayların ve kurumların doğru tespiti ve tarifi ama yorumların imparatorlukların veya milliyetlerin ideolojisine paralel ölçüde saptırılmasına dikkat edilirdi. Bu yapma tarih Voltaire’den Hegel’e herkesin kendi Fransız veya Alman dünyasını beşeriyetin ulaştığı en yüksek mertebe olarak değerlendirdiği bir yorumun okullara girmesine neden oldu.

GÜNDEMDE NE VAR?
İnsanların çoğu tarihi okulda öğrenir; bu bugün de geçerlidir. Açıkça anlaşılıyor ki Türkiye bu akıma ilk giren ülke değil; bazı gayretkeşler Türk İmparatorluğu’nun tarih dersine el atışını göz ardı ettiler. Geç kalmıştı ama iddiasızdı okul tarihçiliği... Fezleke-i Tarih-i Osmani mütevazı bir bilinç verme örneğidir. Kemalist dönemin tarihçiliğini bazı siyaset bilimcisi arkadaşlar(!) her ülkedeki muasır tarih derslerini mukayeseli olarak inceleme yeteneğine sahip olmadıklarından veya gerek duymadıklarından olacak kendilerince ele aldılar. Hatta Türk tarih dersi kitaplarını ele alanların bazıları yabancı Türkologlardı. Yorumları ve bilgi dağarcıkları fakirdir. Onlardan beklenen daha geniş mukayeseli bir metin analiziydi.

Konuyu fazla uzatmayalım; bugün Milli Eğitim, tarih derslerine el atıyor. 9-12’nci sınıflar için hazırlanan tarih dersi öğretim programı TBMM’nin gündeminde. Sokakta, acemi basın-yayın organlarında ele alınan grotesk tarih yorumları yanında (bunu gülüncün ötesinde ‘çarpık’ diye yorumlamak mümkün) anlaşılan bir de müfredat değişecek.

Müfredat programı taslağına baktım; ele alınan konular fazla geniş. Bu genişliğe uygun bir metin ortaya konacağı çok şüpheli. İnanç sistemlerine kadar iniliyor. Metafizik, mezhep, yaratılış efsanesi vs gibi sonsuz kavramlar açıklanacakmış.

TARİH ANLATIN
Laf ola bir şema; sadece tarih anlatın, yetişir. Tarihin doğrularını ve saptanan gerçeklerini kaleme alıp ancak sonra yorum yapabilirsiniz. Büyük iddialarla körpe dimağların nasıl yetiştirileceği bir merak konusudur. Maalesef akademik dünyamız ortaokul-lise metinlerini yazan öğretmenlerle temas içinde değil. Ya öğretmenlerce arzu edilmiyorlar yahut da geniş kitleye yaklaşmayı bilmiyorlar. Kitap pazarının cazibesi böyle bir ilgiyi fıtraten imkansız kılıyor. Dolayısıyla yazarların alternatif kitap yazıp yorumculuk yapması gerekir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın kitap yazımını kanunlaştırma çabası ise sadece ters teper.

İLBER HOCA ÖNERİYOR: EVLİYA ÇELEBİ KÖPRÜSÜ
İzmit Körfezi üzerine yapılan ve gelecek yıl bitmesi beklenen köprünün ismi için Turkish Daily News’ta bir teklif kaleme alan tanınmış Britanya-İskoçyalı Osmanlı tarihçisi Dr. Caroline Finkel, ‘Evliya Çelebi’ ismini öneriyor. Hakikaten hak edilen bir isim. Evliya bu hattan defalarca kayıkla ve salla geçti ve bu imparatorluğun dört köşesine ulaşıp bize eşsiz mirasını, ‘Seyahatname’sini bıraktı.

Hürriyet, Yazı: İlber Ortaylı, 17.04.2016

TARİHİ KAZI ALANINDA İNSAN İSKELETLERİ BULUNDU

Bartın’ın Amasra İlçesi’nde iki yıl önce, bir inşaatın sondaj kazıları sırasında tarihi yapıya rastlanmasının ardından başlatılan kurtarma kazısında çok sayıda insan iskeleti ortaya çıktı.



Boztepe mahallesinde bir inşaatın sondaj kazıları sırasında 12’inci yüzyıl Ceneviz dönemine ait olduğu tahmin edilen tarihi yapı bulundu. Amasra İlçesi’ndeki arazilerin büyük çoğunluğunu 3’üncü derece sit alanlarının oluşturması nedeniyle Müze Müdürlüğü’nün denetiminde sondaj kazıları yapılmaya başlandı. Kazı sırasında beton bir yapıya rastlanılmasının ardından, Karabük Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu bölgede geniş çaplı kazı ve inceleme çalışmasının başlatılmasına karar verdi. Kazı çalışmaları sırasında tarihi yapının içerisinde 20 insan iskeleti bulundu. Antropologların bölgeye gelerek çalışma yapacakları belirtildi.



"Şu anda bulunan insan kemikleriyle ilgili kesin ve net bir bilgi vermemiz mümkün değil. Kazı çalışmalarımız önümüzdeki günlerde devam edecek. İnsan kemiklerinin hangi tarihe ait olduklarını ise uzmanların incelemesinden sonra anlayabileceğiz. Burada ortaya çıkan eserler ilçedeki üzeri örtülü tarihi ve antik şehri gün yüzüne çıkarma adına ümit veren bulgulardır."

  
Hürriyet, 17.04.2016
DA VİNCİ'NİN YAŞAYAN AKRABALARI BULUNDU

BBC'nin haberine göre, ünlü ressam Leonardo da Vinci'nin soyundan gelen kişilerin kimliğini araştıran İtalyan tarihçiler, ünlü sanatçı ve bilginin 35 yaşayan akrabasının kimliğini tespit etti.

Tarihçiler, hiç evlenmediği ve çocuğu olmadığından Da Vinci'nin akrabalarını bulabilmek için kardeşlerinin soyundan gelenleri araştırdı.

Leonardo da Vinci'nin hayattaki akrabaları arasında ünlü yönetmen Franco Zeffirelli'nin de bulunduğu, akrabalarının büyük bölümünün, Toskana'da yaşadığı kaydedildi.

Rönesans sanatını doruğa ulaştıran, çeşitli alanlardaki araştırmaları ve buluşlarıyla tanınan, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından ve dehalarından biri kabul eden Leonardo da Vinci, 1452 yılında İtalya'nın Anchiano kabasında dünyaya geldi.

O dönemde genç bir hukukçu olan Piero da Vinci'nin bir çiftçi kızı olan Caterina ile evlilik dışı ilişkisinden dünyaya gelen Leonardo da Vinci'nin en en tanınmış yapıtları arasında Mona Lisa ve Son Akşam Yemeği bulunuyor.
Habertürk, 16.04.2016

'DEDE'NİN 2 BİN 700 YILLIK TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR



Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü, Şardağı’nda bulunan ve ‘Dede’ ismiyle adlandırılan Tümülüs tarzı mezarın sit alanı ilan edilerek arkeolojik kültür varlığı olarak tescillenmesi için çalışma başlattı.

Dede Tümülüsü'nde inceleme yapan Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü Uzmanı arkeolog Ahmet Beyazlar, anıt mezar olduğu değerlendirilen alanın milattan önce 6. yüzyıldan sonra bölgede hüküm süren Pontus Kralı Mitridate-Bedriata’nın ismi ile çağrışım yaptığını kaydetti.

Tümülüslerin, ana kayaya oyulmuş bir kral ya da bey mezarının üstünün çakıl taşları ile kapatılması mantığına dayandığını kaydeden arkeolog Ahmet Beyazlar, Dede Tümülüsünün Nemrut Dağı’ndaki Arkeokos’un mezarı ile benzerlik gösterdiğine vurgu yaptı.

Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü, Şardağı’nda Elbistan’ı kuşbakışı olarak gören en hakim noktalardan biri olan alanda bulunan ve halk arasında ‘Dede’ olarak bilinen bölgenin tarihi ve kültürel değerini tespit etmek için harekete geçti. Bilinen bir tarihi olmayan ve ne için yapıldığına dair birçok rivayet bulunan Dede’nin hangi yıllarda ve ne amaçla Şardağı’nın tepesinde inşa edildiğinin tespit edilmesini öngören projenin ilk çalışması Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü uzmanı arkeolog Ahmet Beyazlar ve ekibi tarafından yapıldı.

Define arayıcılarının büyük bir kısmını talan ettiği Dede Tümülüsünün jeofizik incelemeler sonucunda kral ya da bey mezarı olduğunun belirlenmesinin ardından bölge sit alanı ilan edilecek ve arkeolojik kültür varlığı olarak tescil edilecek.

Elbistan’da yaşayan Mehmet Arkalı isimli vatandaşın bimer’e yaptığı başvuru sonrasında başlayan çalışma hakkında bilgi veren Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü Uzmanı Arkeolog Ahmet Beyazlar, tümülüslerin MÖ 6. yüzyıldan Roma dönemine kadar Anadolu’da ve Orta Asya’da yaşam bulan bir anıt mezar türü olduğunu belirtti.

Tümülüslerin ana kayaya kazılan mezar odası ve üzerine çakıl taşı yığılması ile oluştuğunun bilgisini veren Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü Uzmanı Arkeolog Ahmet Beyazlar, “Bakanlığımıza BİMER kanalı ile Elbistan merkezdeki ‘Dede Tümülüsü’ ile ilgili tespit ve tescil çalışması talebinde bulunulması üzerine buradayız. Konuyla ilgili olarak çalışmaya geldik. Şardağı’nda bulunan alanda incelemeler yaptık. Alanın tesciline yönelik gerekli tespit çalışmasını yaptık. Yaptığımız tespite göre burası bir Tümülüs mezar. Tümülüs mezar, klasik dönem dediğimiz MÖ 6. yüzyıldan başlayarak Roma dönemine kadar geçen süreçte Anadolu’da ve Orta Asya’da yaşam bulmuş bir anıt mezar türü. Bunun altında ana kayaya oyulmuş mezar odası bulunur. Onun içinde de dönemin beyinin, kralının mezarı olur. Bunun da üzeri açılmasını engellemek için çakıl yığınları ile kapatılır. Taş yığınları hem mezarı korur hem de abidevi şekilde görülmesini ve ileri dönemlere aktarılması sağlanır” dedi.

Bölgeye verilen isim olan ‘Dede’nin tarihsel süreçte ata anlamına gelen ‘Date’ kelimesi ile çağrışım yaptığı görüşünü aktaran Beyazlar, bölgedeki anıt mezarın da Anadolu’da Romalılara karşı mücadele eden Pontus Kralı Mitridate’ye ait olabileceği izlenimini taşıdığını anlattı.
Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü Uzmanı Arkeolog Ahmet Beyazlar, bu konuda da, “Dede; ata, date gibi bir isim. Anadolu’da Roma egemenliği oluşmadan önce 48 yıl sürmüş bir savaş var. Dede Tümülüs’ü de Anadolu’da Romalılara karşı mücadele eden dönemin Pontus Kralı Mitridate-Bedriata’nın ismi ile ilgili çağrışım yapıyor. Nitekim İskit Devleti’nin yıkılması sonucunda oradaki askerlerin Anadolu’da paralı asker olarak Büyük İskender’e gelmeleri, Büyük İskender’den sonra da yerel beylikler olarak alan hakimiyetinde kalmaları bu süreçte bunların kültürlerini buraya taşımalarına ve burada yaşadıkları dönem içerisinde kendi kültür ve inançları çerçevesinde bu mezarları yaptıkları yönünde bir düşünce oluştu. Nemrut Dağı’nda Arkeokos’un mezarı var. O da böyle çakıl mezardır” ifadelerini kullandı.

Dede Tümülüs’ünün define arayıcıları tarafından tahrip edildiğinin de bilgisini veren Beyazlar, çakıl yığını altında olduğu değerlendirilen mezara ulaşılamadığını ifade etti.

Bölgenin korunması gerektiğine işaret eden Beyazlar, “Tümülüs’ün belli bir yerlerinde define arayıcıları tarafından tahribatlar yapıldığını gördük. Bunun nedeni, tepenin altındaki kaya oygu mezarına, yani kralın ya da beyin mezarına ulaşmaktır. İçindeki varsa değerli hazineleri almak amacı taşıyor. Şuana kadar buna ulaşılmış değil ancak, bu tür kişilere de fırsat verilmemeli. Yerel imkanlarla bunlar korunmalı” çağrısında bulundu.

Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü Uzmanı Arkeolog Ahmet Beyazlar, tescil çalışmasının sürecini de, “Bir yandan da burasının jeofizik çalışmaları yapılarak çakıl yığınının altındaki oda mezarın olup olmadığı durumu tespit edilmeli. Daha sonraki süreçte de buna inilerek mezarın bilimsel metotlarla çalışılması gerekiyor. Tespit edilmesi halinde olduğu yerin görsel olarak turizme açılacak mekan olarak tanzim edilmesi gerekiyor. Dede Tümülüsünün olduğu yer, Elbistan’ı en güzel noktadan görülebildiği bir alan. Tepeye hakim bir nokta. Biz, alanın koordinatlarını belirledik. Koruma alanı ne kadar olacak ona yönelik çevresel araştırmalar yaptık. Tescil yönetmeliğine göre rapor hazırlanacak. Bundan sonraki süreçte de bizim hazırladığımız rapor kurula sunulacak. Kurulun kararının ardından bölge arkeolojik kültür varlığı olarak tescil edilecek” cümleleri ile özetledi.
Milliyet, 15.04.2016
TARİHİ OKULUN BAŞINA GELMEYEN KALMADI

Mustafa Kemal Atatürk’ün Latin alfabesini tanıttığı okullar arasında yer alan eski adıyla ‘Turgut Reis İlkokulu’ kaderine terk edildi. 1999’da 20 yıllığına bir derneğe tahsis edilen okul binası, birinci derece sit alanı olarak tescillendi. Son dönemde kaderine terk edilen bina, yeniden eğitim yuvasına dönüşebilmek için yetkililerin ilgisini bekliyor.

Ulus Hacıbayram Mahallesi Gülbaba Sokak’ta bulunan okul binası, 1999’da yaşanan yangının ardından Ankara Valiliği’nce 20 yıllığına Bedensel Engelliler Derneği’ne tahsis edildi. Bina, 2010 yılında kısmi bir restorasyonla faal duruma getirildi. 2012’de eski Başkan Faruk Öztimur’un vefatı ile dernek bir çok sorunla karşı karşıya kaldı. Sıkıntılara rağmen verdikleri mücadele ile birçok engellinin istihdamına kaktı sağladıklarını belirten Bedensel Engelliler Derneği Başkanı Yeşim Şirin, Cumhuriyet tarihine tanıklık eden önemli eğitim binalarından birinin, engelli vatandaşların istihdamına katkı veren bir yapıya çevirebileceklerini kaydetti. Şini şunları söyledi:

HIRSIZ VE BAĞIMLILAR DADANDI
“Geçen ekimde okulda eğitime yardımcı ekipmanların çoğu çalındı. Olayın ardından bize gönüllü olarak destek sağlayan kişilerin yardımıyla pencelere korkuluk yaptırdık. Ancak onlar da kırıldı. Şu anda elimizde kalan cihazların çoğu tam anlamıyla çalışır durumda değil. Engelli vatandaşlarımıza eğitim verdiğimiz ders saatlerinde binanın kapı demirlerine tırmanan ve camlarımıza taş atan madde bağımlıları tarafından sürekli taciz edildik. Engelli öğrencilerimiz bırakın eğitim almayı, okula gelmekten bile korkmaya başladı. Tarihi eğitim binası, bağımlıların eğlence yerine dönüştü.

MÜLTECİLER KAMP KURDU
Tarihi yapıya Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan banklar bir süre Suriyeli mülteciler tarafından işgal edildi. Bahçemizi çadır kente çeviren mültecileri uzun süre çıkartamadık. Yatak yorgan çoluk çocuk, burada yatıp kalktılar. Daha sonra bir anda terk edip gittiler. Herhangi bir güvenlik görevlimiz bulunmadığı için ne hırsızlığın, ne mültecilerin ne de madde bağımlılarının yarattığı tehlikelerin önüne geçemedik. Bugüne kadar bizlere bir şey olmamış olması büyük şans. Hareket kabiliyeti düşük olan bedensel engelliler doğal olarak normalde fazla üşüyor. Binamızda uzun süredir doğalgaz sistemi çalışmıyor. Özellikle soğuk havalarda engelli vatandaşlarımız için büyük zorluk yaratıyor.”

DESTEK BEKLİYORUZ
Turgut Reis İlkokulu'nun kaderine terk edilmemesi için desteğe ihtiyaç duyduklarını belirten Bedensel Engelliler Derneği Başkanı Yeşim Şirin, “Bakanlık, belediye ve hayırsever iş adamlarının sesimizi duymasını bekliyoruz” dedi. Tarihi binanın girişinde, 9 Ağustos 1928’de Atatürk’ün yeni alfabeyi ilk kez Gülhane’de düzenlediği bir gala ile katılımcılara tanıttığı fotoğraf yer alıyor. Eski adıyla Turgut Reis İlkokulu da gerçekleşen galanın ardından yaklaşık 2 ay boyunca Atatürk’ün Türkiye’yi gezerek alfabeyi tanıttığı okullar arasında bulunuyor. Tarihi okula dadanan hırsızlar, Atatürk büstünü bile çaldı.

Hürriyet, Haber: Doğahan Giritlioğlu, 15.04.2016

ERDOĞAN ATATÜRK'ÜN YATI SAVARONA'YA DA KAT ÇIKTI

Bu haberi ilk kez Odatv’den okuyacaksınız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk’ün tarihi yatı Savarona’ya “kaçak kat” çıktı.

Savarona’nın üst güvertesinin açık platformu kapatıldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İslam Zirvesi'ne katılan devlet ve hükümet başkanlarını dün Atatürk'ün yadigar yatı Savarona'da ağırlamıştı. Anıtkabir’e gitmeyen Suudi Arabistan gibi İslam ülkeleri liderleri, Atatürk’ün mirası Savarona’nın “kaçak katında” toplandı.

Ve Erdoğan liderlerle buluşmasını üstü kapatılan ve oluşturulan bu yeni bölümde gerçekleştirdi.

85 yıllık tarihi yat Savarona, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla 2013’ün sonlarında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca kiralandığı işadamı Kahraman Sadıkoğlu’ndan devralınmış ve “restore” edilmişti.

Odatv’nin görüştüğü kaynaklar, bu skandalı doğruladı ve yaşananın kritik değerdeki tarihi yata “gecekondu yapmakla” eşdeğer olduğunu belirtti.  

İŞTE SAVARONA’NIN KAPATILAN PLATFORMUNUN ESKİ VE YENİ HALİ  







Oda Tv, 15.04.2016



******


BİZİMKİLER SAVARONA'YA KAÇAK KAT ÇIKARKEN İNGİLİZLER BAKIN NE YAPTI?

Değerli sınıf arkadaşım Cem Gürdeniz, Odatv’de yayınlanan “Sadece Savarona Değil, O Tarihi Gemileri de Koruyamadık” başlıklı yazısında; “Kurtuluşa, kuruluşa ve Cumhuriyete mal olmuş gemilere sahip çıkamadık. Bandırma, Nusret, Alemdar, Ertuğrul, Söğütlü, Yavuz, Sakarya ve daha niceleri” demiş. Yerden göğe kadar haklı!

Gürdeniz, yazısının sonunda bunu; deniz ve denizcilik kültürünün eksikliğine bağlamış.  Yazdıklarına katılıyorum ama, sanki durum bunun daha ötesinde gibime geliyor. Eskiye ve tarihe mal olmuş şeylere sahibiyet eksikliğimiz, sadece deniz ve denizcilik ile sınırlı değil ki!

PORTOBELLO’YA NUR YAĞIYOR
“Eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yağardı”; kültürümüzün bir özdeyişi ama, doğru bir söz değil. Londra’da, Portobello’da dünyanın en büyük bitpazarı var ama nur yağıyor. Ne İngiltere’de ne de Avrupa’da, eskiyi kötülemek için söylenmiş böyle bir söz yok. Hatta; eskiye, hem de çok eskiye ve tarihi şeylere karşı ilgi ve alaka çok yüksek.

İngiltere’de; bir kızın evlenirken ninesinin gelinliğini giymesi, bir genç erkeğin dedesinin, hatta büyük dedesinin kol saatini takıyor olması bir onur vesilesi. Bir çevrenize bakın; babasının bile kol saatini takan kaç kişi var? Hele ekonomik durumu iyi olanlarda, rastlayamazsınız bile!

HMS BELFAST
2000’li yılların başında, Londra’da, bir İngiliz’in evine ailece yemeğe davetleydik. Ev sahibi, evini bana gururla gezdirdi; “Türker bu masa Victoria döneminden kalma”, “Türker bu etajer 250 yıllık” diyerek anlattı. İngilizler; eskiyi ve tarihi şeyleri korumayı, kültürlerinin bir parçası haline getirmişler.

İşte bu nedenle; tarihi binalara kimse elini süremez İngiltere’de. Bu iş, iktidarların boyunu aşar. İşte bu nedenle, müzeleri çok. İşte bu nedenle 1936’da yapımına başlanan, II. Dünya Savaşı’na katılan hafif kruvazör HMS Belfast; hurdaya çıkarılıp satılmamış, jilet yapılmamış, müze haline getirilerek, Thames nehrinin üzerinde ziyaretçilerini bekliyor.

KÜLTÜR NEDİR?
Küçük yaşta babamı kaybettim. Öldüğünde; elbiselerini vermek istediler, ayakkabısını kapının dışına koydular. Kıyameti kopardım! Gelenek olduğunu söylediler ve bana anlatmaya çalıştılar. Ama ikna edemediler! İnsan aklının sorgulamasından geçmeyen gelenek, çağdaş değildir.

Geleneklerin hepsi doğru mu sanıyorsunuz? Berdel de, başlık da gelenekti, hatta bazı yerlerde hala var. Ama bugün bunlar savunulabilir mi?

Sözlükler, kültürü; “Tarih içerisinde yaratılan, bir anlam ve önem sistemidir. Bir grup insanın; bireysel ve toplu yaşamlarını anlamada, düzenlemede ve yapılandırmada kullandıkları inançlar ve adetler sistemidir” diye tanımlıyor.

KÖKSÜZ DEVŞİRMELER
Kültürümüzün içinde, korunması gerekli çok iyi şeyler var. Ama iyi olmayan şeyler de var. Bunlardan bir tanesi; eskinin, geçmişin ve geçmişe ait değerlerin korunması ve muhafazası. Bu iyi olmayan kültürel miras; bir bölümüyle İslami kültürden, bir bölümüyle Türk olmayan, devşirme ve köksüz Osmanlı bürokratlarından geliyor.

İslami kültürün bir bölümünde; kendinden öncesini suçlamak, aşağılamak ve yok saymak var. Bu kültür nedeniyle; Suudi Arabistan, Osmanlı izlerini kutsal topraklardan siliyor. Bu kültür nedeniyle; radikal İslami örgütler, İslam öncesi uygarlıklara ait eserleri tahrip ediyorlar.

ATATÜRK HİTİTLER’İN PEŞİNE DÜŞÜYOR
Batı; kök bulabilmek için, kendini Eski
Yunan’a ve Mezopotamya kültürüne bağlıyor. Bu nedenle, bu kültürün izleri olan eserlerine de sahip çıkıyor. Zaman içinde eskiye sahip çıkma, kültürünün bir parçası oluyor.

Aynı bilinç, Atatürk’te de var. Anadolu’daki bütün uygarlıklara sahip çıkıyor. Anadolu’da 4 bin yıl önce uygarlık kuran Hititler’in peşine düşüyor, Alacahöyük’te kazı yaptırıyor.

16. yüzyıldan sonra, Türkmen kültürünü iyice kaybeden Osmanlılar ise; Anadolu Uygarlıklarının eserlerinin yağmalanmasına seyirci kalıyor, hatta bunları, fermanlarla yabancılara hediye ediyorlar. Bunlardan bazıları; Milet Agora Kuzey Kapısı - Berlin Müzesi’nde, Zeus Sunağı - Berlin Müzesi’nde, Nereidler Anıtı - Londra Britanya Müzesi’ndedir.

YAPMAMIZ GEREKEN NEDİR?
“Bir vatana sahip olmanın yolu; o topraklarda yaşanmış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanımak ve sahip olmaktan geçer” diyor Atatürk. Yine Atatürk, Hatay sorunu ile ilgili olarak Fransızlarla mücadele ederken; “40 asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz” diyor.

Tarihi anlamı olan gemilerimiz dahil, geçmişimizin ve köklerimizin izlerine sahip çıkabilmek ve bunu kültürümüzün bir parçası haline getirmek için yapmamız gereken; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı yolda ilerlemektir.

YAPILAN DÜŞMANLIKTIR
Bu günden itibaren; İngiltere ADD’nin davetlisi olarak, Londra’dayım. Yarın (22 Nisan 2016) Grand Palace, Banqueting Suite, 242 High Road, London N22 8JX adresinde; “Dünyada Antiemperyalist Mücadelenin İlk Kalesi Olan TBMM’nin Açılışının 96. Yılında Ülkemize, Bölgemize ve Dünyaya Bakış” konusunu anlatacağız.

Ertesi gün; Londra’da yaşayan Türklerle, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını Kutlayacağız.

Ulusal Bayramlarımızın, Türkiye’de türlü bahaneler ile kutlanmasının yasaklanması; Türkiye Cumhuriyetine ve onun kurucu ideolojisine açıktan saldırı ve düşmanlıktır.

Saygılar sunarım.

Türker Ertürk

Oda Tv, 21.04.2016

ÇANAKKALE'DE 70 BİN YILLIK İNSAN İZLERİ BULUNDU

Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Çamkabalak Köyü’nün güneydoğusunda köy girişinde bulunan küçük kayalıklarla kaplı alanda 70 bin yıl öncesine ait insan izlerine rastlandı. Orta Paleolitik döneme ait taş aletler, yonga parçaları ve çekirdeklerin bulunduğu bu alan Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 1. Derecede Sit Alanı ilan edildi.

Edinilen bilgiye göre 2 yıl önce Ayvacık İlçesi'ne bağlı Çambakalak Köyü girişinde yer alan yerel taş ustaları tarafından taş alım yeri olarak kullanılan bölgede araştırma yapan arkeologlar normal taşların dışında ilginç taş örneklerine rastladı. Bunun üzerine taşlar üzerinde geniş kapsamlı bir araştırma başlatan arkeologlar bunların binlerce yıl öncesine ait olduğunu belirledi. Diskoid ve yarım ay biçimli aletler ile tek veya çift kenarlı kazıyıcılar, çontuklu düzeltili ve dişli alet sayısının bu bölgede çok fazla olduğunu gören Arkeologlar bu yerin Orta Paleolitik yerleşim alanı olduğunu tespit etti.

Bulunan taş aletlerin çıkarım tipleri, yongalama biçimleri konusunda önemli veriler sunan çekirdeklerin söz konusu alanın en yoğun kültür varlığı olduğunu belirleyen arkeologlar Çamkabalak Köyü girişindeki bu yerde bulunan aletlerin genelde Neanderthal popülasyonları ile ilişkilendirilmesine rağmen bazen diğer Arkaik insan türleri olan Homo Heidelbergensis veya Homo Erectus, hatta Homo Sapiens ile bile ilişkilendirileceğini; bu bakımdan buradaki yerleşimin Orta Paleolitik dönemin son bölümüne denk düşen ve tahmini 70.00 ile 30.000 tarihleri arasında burada bir çeşit açık yerleşimin olduğunun söylenebileceğini ifade ettiler.

BÖLGE 1. DERECE SİT ALANI İLAN EDİLDİ
Öte yandan tarihi açıdan önemli bir buluşun ortaya çıkmasının ardından Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu da 14 Mart 2016 tarihinde aldığı karar ile Çambakalak Köyü girişindeki bu yeri Orta Paleolitik Dönem Açık Hava Yerleşimi alanı olarak belirleyip 1. Dereceden Arkeolojik Sit Alanı ilan etti. Bu alanın 1. derece Sit Alanı ilan edilmesinin ardından söz konusu alan koruma altına alınırken, yerel taş ustaları tarafından da bu bölgeden taş alımı yasaklanmış oldu.

BÖLGEDE GENİŞ ÇAPLI BİR KAZI ÇALIŞMASI YAPILABİLİR
Bu arada 70 bin yıllık insan izlerine rastlanan Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Çamkabalak Köyü girişindeki bu bölgede geniş çaplı bir kazı çalışmasının yapılması ile çok önemli tarihi eserlere rastlanabileceğini belirten vatandaşlar, en kısa sürede çalışmalara başlanmasını istediler. 70 bin yıl önce insanların yaşadığı bu bölgede daha geniş kapsamlı bir araştırmanın yapılabilmesi için sponsor firmalara ihtiyaç bulunduğunu da belirten vatandaşlar, bunun sağlanması halinde çalışmaların daha hızlı ilerleyebileceğini ve bu bölgenin Çanakkale’deki diğer tarihi ve turistik yerler gibi önemli bir turizm bölgesi olabileceğini ifade ettiler.

Çanakkale Travel, Haber: Ayhan Öncü, 14.04.2016

MISIR'DAKİ ARKEOLOJİK KAZIDA BULUNAN DAVUD'UN YILDIZI TARTIŞMA YARATTI

Mısır Antika Eserler Bakanlığı yetkililerinden Mahmut Afifi, Aswan bölgesindeki eski Roma tapınağındaki bir taş üstünde iki adet 6 köşeli Davud’un Yıldızı sembolüne rastladığını duyurdu.

Ülkenin güneyindeki Aswan bölgesinde Nil Nehri üzerinde bulunan Elefantin adasında MÖ 3. yüzyıldan kaldığı düşünülen Roma tapınağında bulunan söz konusu semboller büyük tartışma yarattı.

Afifi, sembollerin tapınağın restorasyonunda çalışan Alman arkeologlar tarafından sonradan eklendiğini iddia etti. Mahmut Afifi, söz konusu arkeologlara üzerinde Davud’un Yıldızı olan taşın tapınaktan çıkarılması talimatını verirken bu tür müdahalelere karşı yasal yaptırım uygulamakla da tehdit etti. 

Konu hakkında haber yapan Mısırlı Suezbalabady web sitesi de Afifi’nin belirttiği şekilde tapınakta bulunan Davud’un Yıldızı’nın Alman arkeoloji ekibinin Yahudi bir mensubu tarafından çizildiğini, amaçlarının Mısır kültürünü yağmalamak ve Mısırlıları kışkırtmak olduğunu iddia etti.

Yeni atanan ve Afifi’nin üstü olan Mısır Antik Eserler Bakanı Halid Anani de olaylar üzerine söz konusu tapınağı ziyaret ederek ardından bir basın açıklaması yaptı. Anani, Mısırlı ve Almanlardan oluşan bir arkeoloji ekibinin tapınağın ilk bulunduğu zamandan kalma resimlerini inceleyeceğini, üzerinde Davud’un Yıldızı bulunan taşın üzerinde sembol olmayan halinin arkeolojik anlamı ve değerinin araştırılacağını söyledi. Anani ayrıca bir İslami antik eserler uzmanına danışılarak 6 köşeli yıldızın tapınağın yapıldığı erken dönemde yaygın olup olmadığının araştırılacağını belirtti. 
salom.com.tr, 13.04.2016

DEFİNE AVCILARI TARAFINDAN BULUNAN 3400 YILLIK TARİHİ KALINTILAR GÜN YÜZÜNE ÇIKMAYI BEKLİYOR

     

Yozgat’ın Sorgun İlçesi'ne bağlı Yeniyer beldesinde bulunan MÖ 1400-1200 yıllarına ait Hititlerin Heykel Atölyesi olarak kullanılan eserlerin gün yüzüne çıkması bekleniyor. Define avcılarının Kaçak kazı yapmaları sonucu fark edilen ve 1987 yılında Hapis Boğazı Harabeleri olarak koruma altına alınan Hititlere ait heykel atölyesinde bulunan tarihi kalıntıların gün yüzüne çıkarılması bekleniyor.

Yeniyer Belediye Başkanı Osman Yılmaz, Karakız Mahallesi Kazankaya, Armutlu ve Hapis Boğazı bölgelerinde tarihe ışık tutacak önemli arkeolojik eserlerin bulunduğunu belirterek, “İlk tarihi bulgular 1982 yılında Müze Müdürlüğü tarafından yapılmış. 1987 yılında ise Hapis Boğazı Harabeleri olarak koruma altına alınmış. 2009 yılında ise Yozgat Müze Müdürlüğü yaptıkları araştırmalar sonucunda Karakız Heykel Atölyesi olarak bu bölgeyi tescilledi” dedi.



DEFİNECİLER HEYKELLERE ZARAR VERİYOR
Yeniyer Belediye Başkanı Osman Yılmaz, söz konujsu tarihi alana defineciler tarafından zarar verildiğini belirterek, “Bölgede define arayan kişiler bu eserlere zarar veriyorlar. Bu eserleri gören kişiler taşların altında tarihi bir eser arama niyetiyle taşlara zarar verip, bu tarihi eserlerin yok olmasına neden olabilirler. Bu nedenle Yozgatlı mülkü amirlerimizin, milletvekillerimizin ve bakanlarımızın bu bölge üzerinde biran önce çalışmalarını hızlandırarak bu bölgeyi turizme kazandırmalarını bekliyoruz. Aksi halde bu kadar önemli bir tarih yok olup gidecek.” diye konuştu.
Bölgenin Yozgat turizmine büyük katkı sağlayacağını vurgulayan Başkan Yılmaz, “Sorgun İlçemiz termal turizm açısından büyük gelişmeler yaşıyor. Buraya gelen turistler termalden sonra bölgemizde Hapis Boğazını gezme imkanı da bulacağı için ikisi bir bütünlük oluşturacaktır. Bu sebeple termal turizmi geliştirmek istiyorsa bu tür tarihi kalıntıların da biran önce gün yüzüne çıkması gerekir.” diye konuştu.



HİTİT ASLANLARIN SIRRI ÇÖZÜLEMEDİ
Arkeologların, Yeniyer Beldesinde yer alan her bir beş ton ağırlığındaki aslan heykellerinin sırrının çözmeye çalıştığını söyleyen Yılmaz, “Yağmacıların geçmişte zarar verdiği aslanların ne amaçla yapıldığı kesin olarak bilinmiyor. Hititlerin Anadolu’da egemenlik kurduğu MÖ 1400-1200 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen granit aslan heykellerinin, ileriye doğru hamle yapmış, başları biraz eğik, başlarının üst kısmı, enselerinden çok az daha yüksekte olması kutsal bir su kaynağına adanmış anıtlar olabileceği düşünülüyor.” dedi.

KAYALARIN YÜKSEKLİĞİ 2 METREYİ BULUYOR
Dev aslan heykelleri ve taş ocağında bulunan, en büyüğü iki metre çapındaki kayaların, arkeologların bu oymaların ne için yapılmış olduğu konusunda büyük bir merak uyandırdığını belirten Yılmaz “Karakız civarında yapılan araştırmalar heykellerin yapıldığı düşünülen tarihte, bu bölgenin bir Hitit yerleşimi olduğunu gösteriyor. Öte yandan heykellerin büyüklükleri yapıldıktan sonra uzak mesafelere taşınmağın son derece az olduğunu gösteriyor. Hititlerin heykeltıraş gelenekleriyle su kaynaklarına olan ilgileri arasında bu heykellerin önemi birbirine parelel.” şeklinde konuştu.

2.HAPİS BOĞAZI HİTİT HEYKEL ATÖLYESİ FESTİVALİ YAPILACAK
Başkan Yılmaz, geçtiğimiz yıl 1’inci Hapis Boğazı Hitit Heykel Atölyesi Festivali yaptıklarını, bu yıl ise 2’incisini yapacaklarına değinerek, “Karakız Mahallesi Hapis Boğazı mevkiindeki Hitit Taş Atölyesi’ni tanıtımına katkı sağlamak için geçtiğimiz yıl bir enlik düzenledik. Bu yıl ise 9-10 Temmuz tarihleri arasında 2’inci kez şenliğimizi yapmayı planlıyoruz. Bu tür şenlikler ile bu bölgeyi daha iyi tanıtmayı planlıyoruz” ifadelerini kullandı.
Milliyet, 13.04.2016
HATAY'DA KAYI BOYU DAMGALI MEZAR TAŞLARI BULUNDU

Hatay'ın Hassa İlçesi'ndeki 17 Türkmen mezarlığının en büyüğü Karapınar Türkmen Mezarlığı'nda Kayı Boyu'nun sembolüne rastlanması, bu boyun bölgeye yerleşme izni aldığını ve yerleşimini Islahiye'ye doğru oba oba devam ettirdiğini ortaya koydu.

Hatay Arkeoloji Müzesi'nde görevli arkeolog Demet Kara, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Hassa İlçesi Aktepe Mahallesi'ndeki Karapınar Türkmen Mezarlığı'nda 2014 yılı kasım ayından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle temizlik ve koruma çalışmaları yaptıklarını, bölgede Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Sanat Tarihi bölümünün de bilimsel faaliyet yürüttüğünü kaydetti.

"Damgalar o boyların kendi kimliğini anlatan işaretlerdir"
Mezarlık alanlarının yaşanan kültürün tapuları olduğunu ifade eden Kara, şöyle devam etti: ''Mezarlık alanında tespit edilmiş kültür bölümleri o insanların, medeniyetin burada yaşadığının bir ispatıdır. Burası bölgenin en büyük mezarlığı, yüzeysel bakıldığında ot ve çalılarla kaplıydı. Değişik boylara ait damgalar gördük. Damgalar o boyların kendi kimliğini anlatan işaretlerdir. Burada Orta Asya'dan kopup gelen Türkmen boylarının damgalarını, sembol ve işaretlerini tespit ettik. Şu an çalışma devam ettiği için daha çok boyların işaretlerini bulacağımızı düşünüyoruz. Kısa süre önce Kayı Boyu'nun damgalarını tespit ettik. Kayı Boyu'nun damgasının yer aldığı mezar taşlarını bulduğumuz için bu bölgenin, Halep beyinin, Kayı beyi Süleyman Şah'a oturma izni vermiş olduğu bölge diye düşünüyoruz. Şu an gündemde olan Diriliş Ertuğrul dizisinden de takip ettiğimizde bu bölgenin onların yurtlukları olduğunu anlıyoruz. Kayı işaretli damgalı taşları bulduğumuz için bu coğrafyada Kayı Boyu yerleşti ve Islahiye'ye doğru oba oba sürekli yerleşmelerini devam ettirdiler.''
Anadolu Ajansı, Haber: İsmihan Özgüven, 13.04.2016

İZNİK'TE ROMA DÖNEMİ KAYA KABARTMALARI YOK OLUYOR



Bursa'nın İznik İlçesi Derbent Köyü yakınlarında bulunun Roma dönemine ait kaya kabartmaları zamana yenik düşüyor.

Derbent Köyü yakınlarında adak kabartmaları olarak bilinen bölgede Roma dönemine ait insan figürlü 9 kabartma bulunuyor. Kabartmalar arasındaki sakallı büst ile üçgen alınlıklı olanlar net görülebiliyor. Altında Yunanca bir kitabe de ise 'Uğurlu olsun' bölümü okunabiliyor. Tekli, ikili ve üçlü kabartma gruplarından oluşan kayalardaki eserler, koruma altında olmadıkları için doğanın da etkisiyle her geçen gün yok oluyor. Kabartmaların zamana tamamen yenik düşerek kaybolmamaları için koruma altına alınması isteniyor.
haberler.com, 12.04.2016
BU TABLO SATIN ALINMALI, TÜRKİYE'YE GETİRİLİP TOPKAPI'YA KONMALIDIR!

Londra’nın meşhur mezat şirketi Sotheby’s’in önümüzdeki 20 Nisan’da yapacağı “İslam Dünyası Sanatı” müzayedesinde bugüne kadar bilinmeyen, tarihimiz için son derece önemli olan ve belge niteliğinde bir tablo satılacak: “Genç Osman” diye bilinen İkinci Osman’ın 26 Şubat 1618’de tahta çıkışını gösteren yağlıboya bir tablo...

200 bin pound yani 800 bin lira başlangıç fiyatı ile arttırmaya çıkacak olan tablonun önemi hayali değil gerçek olması ve cülus, yani tahta çıkış törenini bizzat izlemiş olan Avrupalı bir elçilik ressamının elinden çıkması...

17. asırdan itibaren İstanbul’u ve İstanbul Sarayı’nı en gerçekçi şekilde gösteren tablolar, Avrupalı elçilik ressamlarının eserleridir. Avrupalı hükümdarların İstanbul’a gönderdikleri büyükelçilerin maiyetlerinde ressamlar da yeralmış, şehri ve şayet izin verildi ise sarayı ve hatta hükümdarı da resmetmişler, elçiler kendi hükümdarlarına raporları ile beraber bu tabloları da göndermişler, yani resimler o senelerde mevcut olmayan fotoğrafın yerini tutmuştur. Eserleri ile o dönem İstanbul’unu, devlet adamlarını ve bazı önemli olayların ayrıntılarını öğrenmemizi sağlayan Antoine Ignace Melling, Jean-Baptiste van Mour, Eugène Flandin yahut Claes Ralamb gibi ressamlar, Türkiye’ye hep elçilik heyetleri ile gelmişlerdir.

TÖRENE BİZZAT KATILMIŞLAR
Londra’da 20 Nisan’da satışa çıkacak olan tablo da 1618’de Avusturya İmparatorluğu’nun elçisi olarak İstanbul’a gelen Baron Hans Mollard von Reinek’in maiyetinde bulunan ama ismini maalesef bilmediğimiz bir ressam ait. Elçiye o senenin 26 Şubat’ında tahta çıkan İkinci Osman’ın cülus törenini takip etme izni, daha doğrusu ayrıcalığı verilmiş ve törene elçi ile beraber katılan ressam, o sahneyi tablosuna yansıtmış.

127’ye 107,5 santim eb’adındaki yağlıboya tablo, törenin bütün ayrıntılarını veriyor. O sırada 14 yaşında olan genç hükümdar tahtında otururken, hemen karşısındaki başka bir tahtta da başında altın tacı ve etrafında hizmetkarları ile annesi Mahfiruz Sultan görülüyor. Arka planda Ayasofya Camii ve minarelerdeki müezzinler yeralıyor, tablonun merkezinde Şeyhülislam Esad Efendi elinde Kur’an ile resmediliyor, Esad Efendi’nin hemen önünde de Mevleviler sema ediyorlar. Sadrazam Halil Paşa, Kızlarağası Süleyman, silahdar ağa ve solaklar gibi devletin ve sarayın o dönemdeki diğer önemli görevlileri de tabloda yeralıyorlar...

BU PARA TÜRKİYE İÇİN NEDİR Kİ?
Resmin tuhafıma giden tarafı, valide sultanların cülus törenlerinde oğulları ile karşılıklı oturdukları ve yüzlerinin de açık olduğu hakkında kaynaklarda herhangi bir kayıt bulunmamasına rağmen, Genç Osman’ın annesi Mahfiruz Kadın’ın Avrupalı kraliçeler gibi başında bir taç ile ve yüzü açık şekilde tahtta otururken gösterilmesi... Ama, tarihçi Hammer’de geçen “Avusturya Elçisi’nin cülus törenini izlemesine izin verildiği” yolundaki kayıttan hareketle tablonun hayali değil gerçek olduğu gözönüne alındığında, Mahfiruz Sultan’ın bu görüntüsünün de doğru kabul edilmesi gerekiyor...

Bu son derece önemli tablo hakkında bir de küçük hatırlatma: Sotheby’s’in mezat kataloğunda tablo ile ilgili olarak verilen açıklamalarda geçen isimlerin birçoğu yanlıştır! Zamanın sadrazamı ile şeyhülislamının isimleri bile yanlış yazılmış, bu makamlara daha sonra gelecek olan kişiler o gün görevde imiş gibi gösterilmişlerdir ve dünyanın en önemli müzayede kuruluşlarından biri olduğunu iddia eden Sotheby’s’in böyle hatalar yapmaması gerekir!

Ve, mezata konan cülus tablosu ile alakalı en önemli husus: Tarihimiz, özellikle de protokol tarihimiz bakımından büyük önem taşıyan ve dünyada tek olan böyle bir tablonun yeri resmedildiği mekan, yani Topkapı Sarayı’dır. Devlet tarafından satın alınıp yapıldığı yere, Türkiye’ye getirilmesi tarihi bir gerekliliktir; üstelik iki yüz, haydi bilemediniz üç yahut dört yüz bin pound da Türkiye için öyle pek birşey değildir.
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 08.04.2016



******


'GENÇ OSMANIN CÜLUSU' TABLOSUNU KÜLTÜR BAKANLIĞI SATIN ALDI

Londra’nın ünlü mezat şirketi Sotheby’s’te dün yapılan “İslam Dünyası Sanatı” müzayedesinde 200 bin sterlin (809 bin lira) açılış fiyatı ile arttırmaya çıkan ve dünyada tek olan “Genç Osman’ın Cülusu” tablosunu, en yüksek fiyatı veren Kültür Bakanlığı satın aldı. Bakanlığın 430 bin sterline aldığı tablo, vergisi ile yaklaşık 540 bin sterline (2 milyon 185 bin lira) malolacak.

Tarihlerimizde “Genç Osman” diye geçen İkinci Osman’ın 26 Şubat 1618’de tahta çıkış törenini gösteren yağlıboya bir tablo, Avusturya İmparatorluğu’nun o sırada İstanbul’da bulunan ve cülus törenini izlemesine izin verilen elçisi Baron Hans Mollard von Reinek’in maiyetinde bulunan ama ismi bilinmeyen bir ressama aitti. Törende büyükelçi ile beraber hazır bulunan ressam, cülus törenini tablosuna aynen yansıtmıştı.

127’ye 107,5 santim eb’adındaki yağlıboya tabloda, o sırada 14 yaşında olan genç hükümdar tahtında otururken, hemen karşısındaki başka bir tahtta da başında altın tacı ve etrafında hizmetkarları ile annesi Mahfiruz Sultan görülüyor. Arka planda Ayasofya Camii ve minarelerdeki müezzinler yeralıyor, tablonun merkezinde Şeyhülislam Esad Efendi elinde Kur’an ile resmediliyor, Esad Efendi’nin hemen önünde de Mevleviler sema ediyorlar. Sadrazam Halil Paşa, Kızlarağası Süleyman, silahdar ağa ve solaklar gibi devletin ve sarayın o dönemdeki diğer önemli görevlileri de tabloda yeralıyorlar...

Tablo, ödemenin ve teslim muamelesinin yapılmasının ardından Türkiye’ye getirilerek Topkapı Sarayı’na konacak ve sarayda önümüzdeki haftalarda ilk defa açılacak olan “cülus sergisi”nde teşhir edilecek. Topkapı Sarayı’nda bu serginin ardından yine ilk defa bir başka uygulama daha başlatılacak ve “saray okulu” olan “Enderun”un eğitim sistemi o yüzyılların elbiselerini giymiş görevliler tarafından yılda iki kez temsili olarak sahnelenecek.

Bundan 2 hafta önce, Sotheby’s’teki satışı haber almamın hemen ardından gazetedeki köşemde “Bu tablo satın alınmalı, Türkiye’ye getirilip Topkapı’ya konmalıdır!” başlıklı bir yazı yazmış ve Kültür Bakanlığı’nın başka örneği olmayan bu son derece önemli esere mutlaka sahip çıkması gerektiğini söylemiştim.

Devletin ve özellikle de Kültür Bakanı Mahir Ünal’ın konunun üzerine giderek tarihimiz bakımından son derece önemli olan bu sanat eserini memlekete kazandırmış olmalarından dolayı son derece memnunum. Kaldı ki tabloya ödenen 2 milyon küsur lira devletin prestiji bakımından nedir ki?
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 21.04.2016 



10 - 16 Nisan 2016
İLÇEYİ KARIŞTIRAN HEYKEL

Ukraynalı heykeltıraş tarafından 5 yıl önce yapılıp Bursa’da bir kütüphanenin bahçesine dikilen Adem-Havva heykeli müstehcen olduğu gerekçesiyle tartışmaya sebep oldu. Farklı görüşlerdeki iki farklı grup aynı heykelin önünde basın açıklaması yaparken, vatandaşlar duruma tepki gösterdi.

Ukrayna devlet sanatçısı 56 yaşındaki heykeltıraş Gutyrya Vyacheslav'ın 5 yıl önce Adem ile Havva'yı tasvir ederek yaptığı nü heykel 5 yıl sonra düzenlenen bir heykel sempozyumunda ödül almaya hak kazanınca, Nilüfer Üçevler Kütüphanesi'nin bahçesinde bulunan heykelin önüne bir tabela çakıldı. Ukraynalı heykeltıraşın ismi ile Adem Havva yazılı tabelayı gören mahalle halkı, nü heykelin kaldırılması için harekete geçildi. Ancak mahallenin bu isteğine belediyeden olumlu cevap gelmedi. Bunun üzerine mahallede heykel tartışması başladı.

HEYKEL ÖNÜNDE FARKLI GÖRÜŞLÜ İKİ GRUP BASIN AÇIKLAMASI YAPTI
Bugün öğle saatlerinde heykelin bulunduğu parkta farklı görüşten iki ayrı grup basın açıklaması yaptı. AKP Nilüfer İlçe Başkanı Celil Çolak ile birlikte heykel önünde toplanan bir gurup, heykelin bir an önce kaldırılmasını talep etti. Celil Çolak, "Bizleri manevi açıdan yaralayan böyle bir heykel belki Ukrayna'da tepki görmez, ama Türkiye'de fazlasıyla görür. Bunu düşünmeyen bir belediye başkanına da açıkçası söyleyecek söz bulamıyorum. Heykel parktan kaldırılana kadar protestolarımız devam edecek" dedi.

"İNANCIMIZA KÜLLİYEN HAKARET"
Heykelin önüne tabelalar konana kadar geçen 5 yılda vatandaşların bu heykelin neyi tasvir ettiğini anlamadığını belirten Çolak, "Bu yazıyı buraya koymasalar belki bu heykel bir şey ifade etmeyecek. Ancak siz buraya Adem Havva yazarsanız, bu bizim inanç davamıza külliyen hakaret eden bir davranış olur. Biz bunu şimdi fark ettik, ama zaman geçmiş değil. Çağrıda bulunuyorum, gelsin belediye başkanı, lütfen bunu buradan kaldırsın" diye konuştu.

"DİNİMİZDE PEYGAMBER RESMEDİLMEZ"
Bir gazetecinin, "Sizce bu heykel müstehcen mi?" diye sorması üzerine Çolak, "Müstehcenlikten ziyade, bizim dinimizde peygamberler resmedilmez. Resme, heykele dökülemez. Bizim yetiştiğimiz kültür bunu söylüyor" dedi.

Basın açıklaması yapıldığı sırada heykelin diğer cephesinde toplanan Nilüfer Kent Konseyi üyesi bir grup kadın da, heykelin kaldırılmak istenmesini protesto etti. Nilüfer Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkan Yardımcısı Şükran Kılıç, "Biz aşktan, özgürlükten, demokrasiden ve sanattan yanayız. Bu heykel yeni bir heykel değildir. 2011 yılında yerleştirilmiştir. Bu zihniyeti anlamıyoruz" diye konuştu.

Bu sırada Kılıç'ın konuşmasını yarıda kesen mahalleli bir kadın, "Neyin aşkından bahsediyorsun sen? Adem ile Havva aşkı diye bir şey mi var? Daha yazdığını bile okuyamıyorsun" diyerek tepki gösterdi. Bazı vatandaşların tepkisi üzerine her iki gurup da dağılmak zorunda kaldı.
Sabah, 15.04.2016

ŞADIRVANDAN LAHİT ÇIKTI



Balıkesir'in Edremit İlçesi'nde, tarihi Pazarlık Camisi'ndeki restorasyon çalışmaları sırasında, fayansları sökülen şadırvandan mermer lahit çıktı.

Balıkesir Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Edremit'teki 106 yıllık tarihi geçmişe sahip Pazarlık Camisi'nde, geçen hafta restorasyon çalışması başlatmıştı. Restorasyon ihalesini alan şirketin çalışmaları sırasında, fayansları sökülen caminin şadırvanından mermer lahit çıktı. İçi ve dışı fayansla kaplanmış olan lahite şamandıralı sistem kurulup, su deposu olarak kullanıldığı ortaya çıktı. Bunun üzerine müteahhit firma, şadırvandaki çalışmaları durdurdu. Şadırvandaki lahit fotoğraflanıp Balıkesir Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne gönderildi. Bugüne kadar şadırvanda bir lahit olduğundan haberdar olmayan Edremit Müftüsü Kemal Karadeniz ile cami cemaati büyük şaşkınlık yaşadı.

Müftü Karadeniz, "Müteahhidin verdiği bilgi üzerine dün (Perşembe) itibariyle Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden uzmanlar geldi. Ama şadırvandaki lahitle ilgili ne yapılacağına, Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan gelecek yanıta göre karar verilecek. Lahitin tarihi ve arkeolojik değerinin olup olmadığı, araştırmalar sonucu ortaya çıkacak" dedi.
haberler.com, 14.04.2016
MİMAR SİNAN'IN CAMİSİNDEKİ ÇİNİLERİN ÜSTÜNE KALORİFER PETEĞİ DÖŞENDİ

İstanbul’un Kocamustafapaşa semtinde yer alan ve Mimar Sinan’ın yaptığı Ramazan Efendi Camii’ndeki benzersiz çinilerin üstüne kalorifer peteği yerleştirildi.



Bezirganbaşı Camii, Hüsrev Çelebi Camii ve Bazergan Mescidi gibi isimlerle de anılan Ramazan Efendi Camii’nde eşsiz çinilere yapılan muamele görenleri hayrete düşürdü. 1586 yılında yaptırılan camide 400 Yıllık çinilerin üstüne kalorifer peteği döşendi ve üstüne “Lütfen peteklere yaslanmayın, tarihi çiniler kırılarak zarar görmektedir” yazılı bir kağıt yapıştırıldı. Fakat camiinin en önemli süslerinden olan tarihi çinilerin üstüne neden kalorifer peteği yerleştirildiğine kimse anlam veremedi.



Eşiktaşını geçerek camiye girdikten sonra mermer mihrap ve minberi çevreleyen çiniler 16. yüzyıla tarihleniyor. İç mekan duvarları, mihrap yükseltisine kadar bu çiniler ile bezeli. Twitter’da söz konusu fotoğrafın paylaşılmasının ardından birçok kişi olaya tepki gösterdi. Fotoğrafı paylaşan @carnafauna isimli kullanıcı; “O petekleri oraya asarken aklınız neredeydi? E hadi astınız, zarar verdiğini de gördünüz, neden sökmüyorsunuz?” diyerek tepkisini dile getirdi.



Bezirganbaşı Hacı Hüsrev Çelebi tarafından, Şeyh Ramazan Efendi adına 1586 yılında Mimar Sinan’a yaptırılan camii, aynı zamanda Mimar Sinan’ın son eserlerinden. 1782 yılında meydana gelen yangında zarar gören caminin, daha sonra 19. yüzyıl başlarında ünlü bestekar Hammamizade İsmail Dede Efendi tarafından tamir ettirildiği biliniyor.
arkeofili.com, Haber: Erman Ertuğrul, 14.04.2016
MİLYON DOLARLIK KAYIP TABLOLAR

İtalyan ressam Caravaggio'nun 17'nci yüzyılda yaptığı "Judith'in Holofernes'i Katli" tablosu, ortadan yok olmasından 150 yıl sonra Fransa'nın Toulouse kentinde bir tavan arasında bulundu. 120 milyon Euro değerindeki tablonun bulunması, akla diğer kayıp tabloları getirdi. İşte o tablolardan bazıları...

BULANA VERİLECEK ÖDÜLÜ BELLİ OLANLAR

Tablo adı / Ressam: Francis Bacon / Lucian Freud
1988 yılında Almanya, Berlin'de çalındı. Bulana 150 bin Euro ödül verilecek.




Christ in the Storm on lake of Galilee / Rembrandt
1990 yılında ABD, Boston'da çalındı. Bulana 4 milyon dolar ödül verilecek.




Congregation Leaving the Reformed Church in Nuenen / Van Gogh
2002 yılında Hollanda, Amsterdam'da çalındı. Bulana 1 milyon Euro ödül verilecek.




The Concert / Vermeer
1990 yılında ABD, Boston'da çalındı. Bulana 4 milyon dolar ödül verilecek.




The Just Judges / Jan Van Eyck
1934 yılında Belçika'nın Ghent şehrinde çalındı. Bulana verilecek ödül açıklanmadı.




Nativity with St. Francis and St. Lawrence / Caravaggio
1969 yılında İtalya'nın Palermo şehrinde çalındı. Bulana verilecek ödül açıklanmadı.




Portrait of a Young Man / Raphael
1945 yılında Polonya'nın Krakow şehrinde Naziler tarafından el konuldu. Bulana verilecek ödül açıklanmadı.




Le Pigeon Aux petit Pois / Picasso
2010 yılında Fransa, Paris'te çalındı. Bulana verilecek ödül açıklanmadı.




Picasso'nun Harlequin Head adlı tablosu ise Hollanda'nın Roterdam kentinde çalındı. Bulana verilecek ödül açıklanmadı.




Paul Cezanne'ın View of Auvers-sur-Oise tablosu 2000 yılında İngiltere'nin Oxford kentinden çalındı. Bulana verilecek ödül açıklanmadı.



Habertürk, 14.04.2016
CHAUVET MAĞARASI SANILAN 10.000 YIL ESKİ ÇIKTI

Güneydoğu Fransa’da bulunan tarihöncesi Paleolitik mağara sanatının en iyi temsil edildiği mağaralardan biri olan Chauvet mağarasının sanılandan 10.000 sene önceye tarihlendiği ve mağarada iki ayrı yerleşim evresi yaşandığı düşünülüyor.


Mağara’daki kırmızı ve siyah boyalar üzerine yapılan radyokarbon çalışmaları Amerika merkezli Ulusal Bilimler Akademisi Dergisi’nde (PNAS) yayınlandı. Rapora göre çizimlerin çoğu 30.000 yıl öncesine tarihleniyor.

Güney Fransa’daki Ardèche bölgesinde bulunan Chauvet-Pont d’Arc, dünya çapındaki bilinen en erken insanlar tarafından süslenen mağara olmasıyla ünlendi. İlk olarak 1994’te keşfedilen UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki mağaranın duvarlarında el baskıları ve mağara ayısı, tüylü mamut, ve birkaç farklı çeşit büyük kediler olmak üzere 14 farklı tür hayvan çizimleri bulunuyor.

Yıllardır bu mağara resimlerinin günümüzden yaklaşık 24.000 – 20.000 yıl önce yapıldığı düşünülüyordu. Şimdi ise mağaranın daha eski ve karmaşık bir tarih olduğu ortaya çıktı.

Araştırmada mağaranın duvarlarından ve zemininden alınan kömür örnekleri üzerinde radyokarbon analizi yapıldı. Bu analiz, mağarada iki yerleşim evresi olduğunu ortaya çıkardı.

Yapılan detaylı çalışmalara göre mağaradaki ilk insan izleri günümüzden 37.000 ila 33.500 yıl öncesine denk geliyor. Bu yerleşim ya da kullanım döneminin mağaranın girişine düşen bir kaya nedeniyle sonlandığı düşünülüyor.

İkinci insan yerleşimi ise günümüzden 31.000 ila 28.000 yıl öncesinde gerçekleşti. Bu ikinci insan faaliyeti döneminin de ilkinde olduğu gibi, yaklaşık 29.400 yıl önce düşen ve mağaranın girişini kısmen kapayan bir kaya nedeniyle bittiği düşünülüyor.

Araştırmada ayrıca, mağara içinde bulunan hayvan kemiklerinin insanlarla ilişkili olmadığı bu kemiklerin büyük çoğunluğunun mağara ayılarına ait olduğu anlaşıldı.

Buna ek olarak mağara içinde insana ait kemik kalıntılarına da rastlanmamış. Araştırmacılar bunun, insanlar bu mağarada yaşamadığı, fakat dönem dönem ziyaret ettiği için olduğunu düşünüyor.

Çalışmanın başındaki isim olan Jean Michel Geneste araştırmanın aslında 18 yıllık bir sürecin sonucu olduğunu söylüyor. Geneste, kömür ve kemik örneklerinden yaklaşık 250’den fazla tarih elde edildiğini ve bunların istatiksel bir model oluşturmak için kullanıldığını belirtiyor. Tarihlendirme, bu istatiksel model sayesinde yapıldı.

Geneste bu durumun büyük bir yenilik olduğunu, ve bu yeni yöntemlerin başka yerlerde başka dönemleri incelemek için de kullanılabileceğini söyledi.

Geneste “Artık günümüzden 36.000 yıl önce, yani modern aletlerin, sanatın ve takı yapımının ortaya çıktığı Üst Paleolitik dönemde, oldukça gelişmiş ve başarılı bir sanatın varolduğunu kanıtlayabiliyoruz. Bu sanat çoktan, Batı Avrupa’daki uzun süren bir kültürel geleneğin ve hatıranın nesnesi haline gelmişti” diyor.

Jean Michel bu durumla ilgili şu yorumu yapıyor: “Daha önce bu sadece bir hipotezdi. Şimdi birçok radyokarbon tarihimiz olduğu için bir kesinlik var.”
arkeofili.com, Kaynak: Rfi.fr, Çeviri: Tolunay Bayram, 13.04.2016

TARİHİ ALANIN KORUNMASI VATANDAŞI MAĞDUR EDEREK OLMAZ



Çanakkale deniz ve kara savaşlarının meydana geldiği alanının tarihi, kültürel, manevi değerleri ile doğal dokusunun korunması, yaşatılması, geliştirilmesi, tanıtılması, gelecek kuşaklara aktarılması ve yönetiminin sağlanması amacıyla kurulan, Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı’nın bölgedeki yerleşim yerlerinde özellikle tarım ile uğraşan köylülerin faaliyetlerini engelleyici müdahalelerde bulunduğu iddia edildi. Vatandaşların tarlalarında aletlerini tarımsal faaliyetleri için gerekli olan bir takım malzemeleri barındırmak için koydukları konteynırların kaldırılması girişiminde bulunan alan başkanlığının bu girişimi bölge halkının tepkisine neden oldu. Bu alanın değerinin korunması burada devam eden yaşamın gereklerine müdahale etmek ile olmaz, alan başkanlığının yaptığı müdahalelere karşı çözüm üretmek adına yaptıkları başvurularında dikkate alınmadığını belirten bölge köylüleri;  “Köyümüzü, toprağımızı terk edip göç mü edelim istiyorlar” diyerek tepki gösterdiler. “Okullar olmasa milli eğitimi ne güzel yönetirdim” diyen milli eğitim bakanı misali, tarihi alan içerisinde yaşayan insanları yok sayan bir alan başkanlığı mantığına dikkat çeken bölge halkı, sorunlarının çözümü konusunda yetkililerden yardım talep ediyorlar.  
Çanakkale Olay, 13.04.2016
IŞİD, NİNOVA'DA 2 BİN YILLIK MAŞKİ KAPISI'NI YOK ETTİ

Terör örgütü IŞİD, 2014'ten bu yana kontrol ettiği Musul yakınlarındaki Ninova'da 2 bin yıllık bir tarihi yapıyı daha yerle bir etti.

British Institute Irak Çalışmaları kurumundan bir kaynak, İngiliz Independent gazetesine, eski Asur şehri Ninova'nın girişindeki "Tanrı'nın Kapısı" olarak da bilinen Maşki Kapısı'nın yok edildiğini doğruladı.  

Musul'daki aktivistler, Kürt yayın organı ARA News'e, radikal dinci militanların kapıyı imha etmek için askeri ekipmanlar kullandığını söylediler.

Maşki Kapısı'nın yok edilmesi, terör örgütü IŞİD'in ele geçirdiği topraklarda giriştiği kültürel katliamın son örneği. 

IŞİD daha önce Musul Müzesi'nde binlerce yıllık heykelleri yıkmış, antik şehir Palmira'da da birçok eseri tamamen parçalamıştı.

Terör örgütü, Palmira'da Baalşamin Tapınağı'nı havaya uçurmuş ve görüntülerini sosyal medyadan yayınlamıştı.

British Museum'dan bir yetkili, Independent'a, Irak'tan gelen son haberleri takip ettiklerini belirterek, "Doğal olarak kültürel mirasın tahrip edilmesi ve vandallık eylemleri karşısında büyük üzüntü duyuyoruz. Ve olanakları şartlarımızı zorlayarak takip etmeyi sürdüreceğiz. Belirli bir bilgi olmadan, neyin yok edildiğine dair yorum yapmak mümkün değil" dedi.
Hürriyet, 13.04.2016

CARAVAGGIO'NUN TABLOSU TAVAN ARASINDAN ÇIKTI

Fransa'nın güneyinde bir evin tavan arasında bulunan tablonun, ünlü İtalyan ressam Caravaggio'ya ait olduğu tahmin ediliyor. Le Figaro gazetesi, ünlü ressamın yaklaşık 400 yıl önce yaptığı tablonun değerinin 120 milyon Euro civarında olduğunu duyurdu.

Yapımının ardından 100 yıl sonra kayıplara karışan tablonun Toulouse kenti yakınlarındaki eski bir evin çatısında 2014 yılında bulunduğunu duyuran gazete, evin sahibinin çatının su sızdırması üzerine tamirat için tavan arasına çıktığında bu değerli tabloyla karşılaştığını yazdı.

Fransız sanat tarihi uzmanı Eric Turquin'ın görüşlerine yer verilen haberde, Caravaggio'nun “Judith Beheading Holofernes” adını taşıyan tabloyu
1604-1605 yılları arasında Roma'da yaptığı kaydedildi.

Fransa'daki yasalara göre, ülke topraklarında bulunan bir sanat eserinin 30 ay boyunca yurt dışına çıkartılmasına yasak getirilirken, ulusal müzelerin bu eserleri para ödeyerek satın almasına öncelik veriliyor.

Söz konusu haberin basında yer almasının ardından akşam saatlerinde bir açıklama yapan Fransız Kültür Bakanlığı, söz konusu tabloyu satın almak için girişim başlattığını duyurdu.

Barok stili resmin öncüsü sayılan, gölge ve ışığı çok iyi kullanmasıyla tanınan ünlü İtalyan ressam, 1571- 1610 yılları arasında yaşamış ve 39 yaşında hayata gözlerini yummuştu.
Hürriyet, 12.04.2016

KÜTAHYA'DA 2 BİN YILLIK MEZAR ODASI BULUNDU

Kütahya'nın Domaniç İlçesi'nde yürütülen kazı çalışmalarında, Roma dönemine ait mezar odası bulundu.

Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Hisar Mahallesi'nde tarihi bir yapı olduğunun bildirilmesi üzerine arkeologlar tarafından kazı çalışması başlatıldığını belirtti. 

Türktüzün, kazı çalışmasında ilk bulgulara göre açılan yapının Roma dönemine ait yaklaşık 2 bin yıllık bir mezar odası olduğunu düşündüklerini ifade etti.

Kazı çalışması yapılan alanın aynı zamanda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescilli olduğunu anlatan Türktüzün, şunları kaydetti:

"Üst kısmındaki açıklıktan toprak, moloz, çöp ve bunun gibi maddelerle doldurulmuş mezarın içini temizliyoruz. Mezarın iç kısmında görülen giriş kapısının dıştan açılması için çalışmalar sürdürülüyor. İç kısımda mezarda yatanlara ait kemikler bulundu. O döneme ait aile mezarlığı bulunma ihtimali var"

Türktüzün, kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından bu alanın arkeolojik park olarak düzenleneceğini de sözlerine ekledi.
Hürriyet, 12.04.2016

PARION'DA ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR

     

Güney Marmara Kalkınma Ajansı’nın 2015 Yılı Küçük Ölçekli Altyapı Mali Destek Programı kapsamından desteklediği “Bir Medeniyet Uyanıyor: Parion”  projesinde çalışmalar tamamlanmak üzere. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün ana destekleriyle ve İÇDAŞ A.Ş.’nin sponsorluğunda yürütülen çalışmalarda büyük ilerlemeler kaydedildi.





Biga Kaymakamlığı, İÇDAŞ A.Ş.  ve Güney Marmara Kalkınma Ajansının yürüttüğü projede son olarak Kemer Köyünde yürütülen kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan Roma Hamamı’nın üzerinin kapanması çalışmaları tamamlandı. Projede kazı alanının korunması ve ışıklandırılması çalışmalarının yanında Parion antik kentini tanıtımına yönelik broşür, stand, bilgilendirme levhaları, tanıtım CD’leri, kiosk, maket sunumu gibi çalışmalar yer alıyor. Toplam bütçesi 633 bin TL olan ve GMKA’dan 475 bin TL destek almaya hak kazanan proje ile tarihi kentin ve ortaya çıkarılan kültürel değerlerinin gelecek kuşaklara aktarılması, bölge halkında tarihi ve kültürel değerlere sahip çıklması noktasında bilinç oluşturulması, antik kentin tanıtımı yoluyla ziyaretçi sayısının artırılması ve önemli bir kültürel değerinin turizme kazandırılması amaçlanıyor. Ayrıca antik kentlerde yaşanan en önemli sorunlardan biri olan kazı sonrası ortaya çıkan eserlerin doğa ve insan tahribatına karşı korunması sorununa da proje kapsamında çözüm üretilmesi hedefleniyor.



Güney Marmara’nın Yeni Kültür Turizmi Noktası: Parion

Parion Çanakkale’nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü mevkinde yer alan antik bir liman kentidir. Parion’un ismi ilk kez Herodotos’da geçmiştir. Pers Kralı Dareios İskit seferine çıkışında (MÖ513-512) Parion tyranı Herophantos’ta onun yanında İskit seferine katılmışlardır. Kentin Atina- Pers ve Peleponessos savaşlarında Atina yanlısı bir siyaset izlediği, Ksenophon Hellenika adlı eserinde Alkibiades’in komutasındaki Atina donanmasının MÖ 410 ‘da Parion’un limanında toplandığını belirtmesi bu bilgiyi doğrulamaktadır. Kentin İskenderin Pers zaferinden sonra Makedon hakimiyetine girdiği,  onun ölümünden sonra da Trakya Kralı Lysimachos’un MÖ 302 de Parion’u kendi yönetimine aldığı bilinmektedir. MÖ 241’de ise Bergama krallığına bağlanan kent Attalos’lar zamanında Bergama krallığı ile yakın ilişki içesinde olmuştur. Bergama Kralı III. Attalos’un vasiyeti ile birlikte Roma’ya bağlanmıştır. Çanakkale Boğazı’nın Marmara denizine çıkış yönünde Anadolu yakasında yer alan ve bulunduğu stratejik konumu ile her dönem egemen güçlerin önem verdiği bir kent olan Parion, Antik çağlardan günümüze uzanan hikayesi ve ortaya çıkartılan eserleriyle önümüzdeki yıllarda Güney Marmara’nın yeni turizm noktası olacak.
Çanakkale Olay, 12.04.2016
HASANKEYF KAYIYOR!

Batman'ın tarihi ilçesi Hasankeyf'in yeni yolunda büyük toprak kütleleri birbirinden ayrıldı. jeoloji yüksek mühendisi Ümit Işık ,Hasankeyf'i Mardin'e bağlayan yol üzerinde meydana gelen heyelanı, yağışlarla birlikte toprağın suya doymasına bağladı.

Meydana gelen toprak kayması Yeni Hasankeyf Köprüsü’ne 800 metre uzaklıkta yaşandı. Jeoloji mühendisi Ümit Işık, “Uydu fotoğraflarını incelediğimde heyelan öncesinde taraçalandırma yapıldığını tespit ettik. Bu taraçalandırmanın heyelanı önleyemediği aşikardır.

Heyelan olan Şev’in zemininin yamaç molozu tabir edilen killi, siltli, kumlu, çakıllı ve yer yer kireçtaşı blokları karışımından oluşan gevşek malzemeli bir yapıda olduğu gözlemlenmiştir. Başta Şev topuğunun alınması, yağışlarla birlikte yeraltı su seviyesinin artması yani zeminin suya doygun hale gelmesi ve bununla birlikte boşluk suyu basıncının artması, buna benzer birçok sebep heyelana neden olmaktadır. Buranın gevşek zemin malzemesine sahip olması heyelana kapı açmıştır” dedi.
Gerçek Gündem, 12.04.2016

YAPICI: SUR TARİH OLMASIN!

Yaklaşık 4 ay süren çatışmaların ardından ağır tahribata uğrayan Diyarbakır’ın Sur İlçesi için Bakanlar Kurulu’nun 25 Mart 2016 günü ‘acela kamulaştırma’ kararına ilişkin tartışmalar devam ediyor. Sur için ‘acele kamulaştırma’ kararının ardından ilçede inceleme ve tespitlerde bulunan Mimarlar Odası Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Dayanışma Kurulu Başkanı Mücella Yapıcı BirGün’e konuştu.

Sit alanı yıktılar
“Sur tarih olmasın” diyen Yapıcı, ilçedeki gözlemlerini şöyle anlattı: “Esas tespitlerde bulunmak istediğimiz Dört Ayaklı Minare’nin olduğu noktaya sokulmadık. O noktada çok sayıda tahkimat vardı. Bizi rahatsız eden ve hayrete düşüren husus asker, tank ve zırhlı araçlara çok sayıda moloz kamyonunun eklenmiş olmasıydı. Bu moloz kamyonları yıkılan evlerden sürekli bir şeyler boşaltıyorlardı. Bu bizi çok rahatsız etti çünkü operasyonların bittiği söylenmesine rağmen halk mahallelerine dönemezken bir yandan da evleri yıkılıyor ve eşyaları başka bir bölgeye atılıyordu. Tarihi bir sit alanı yıkılıp içindeki eşyalarla birlikte bir yerlere dökülüyor. Bir de Dört Ayaklı Minare’nin yan tarafından güvenlik güçlerinin araçlarının geçebileceği genişlikte bir yolun açılmış olduğunu tespit ettik. Sur’un tarihi dokusu Koruma İmar Planı’nda da dikkate alınmıştır ancak şimdi bu planda olmayan bir yolun açıldığı görülüyor. Dünya kültür mirası güvenlik politikalarıyla güvenli kılınamaz. Sur’da şu anda yürütülen her faaliyet 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’na aykırı.“

Aynı mantık
Sur için ‘acele kamulaştırma’nın İstanbul Sulukule ve Tarlabaşı yıkımlarıyla aynı mantığı taşıdığını kaydeden Yapıcı şöyle devam etti: “Kentin yoksulları, çalışanları, işçi sınıfı, ötekileri bu kent merkezlerinde istenmiyor. Bu bir bakıma bir kültürel kıyım. Sulukule’de Romanlar binlerce yıllık mahallelerinden atıldılar. Zorla mı atıldılar? Hayır, insanlar korkutuldu ve acele kamulaştırma adı altında kentlerin çok uzağına sürüldüler. Mülkleri varken, mülksüzleştirildiler. Sulukule’deki yerleşimlere Suriyeli zenginler yerleşti. Şimdi aynı yöntemle Sur’u da boşaltmaya çalışacaklar. Bu anlamda Sur’da bir yandan ekonomik rant gayesi var, diğer yandan da en önemlisi bir nüfus ve mülkiyet dönüşümü amaçlanıyor. Bugün mesela Başbakan Davutoğlu’nun eşi Sare Hanım Sur’da bir ev istediğini söylüyor. İşte Sur’da artık ancak Davutoğlu’nun eşi gibi zengin insanlar ev isteyebilir. Dünyada emperyalist kapitalist savaşların en büyük sonucu budur.”
Birgün, Haber: Zeynep Kuray, 12.04.2016

ORYANTALİZM VE İSTANBUL

Oryantalizm çok kullandığımız, gerek edebiyatta gerekse plastik sanatlardaki tezahürlerine rastgeldiğimizde çokça tartıştığımız, gündeme aldığımız bir kavram...

Asla tek bir amaca ve bakış açısına alınmaması gereken bir kavram aynı zamanda.

Ben Türkiyeli ressam ve yazarların oryantalist bir anlayışla bizi anlatan eserler yaratmasında bir beis görmüyorum.

Aksine ona farklı bir lezzet de katabileceği inancındayım.

Artam Galeri’de 15 Ocak-15 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirilen Oryantalizm Sergisi* için hazırlanan katalog vesilesiyle oryantalizm ve hakkında gerçekleşen tartışmalar üzerine düşündüm.

Oryantalizm kataloğunun başında Zeynep İnankur’un “Oryantalistlerin İstanbul’u” yazısını okudum.

Önemli bir tespitte bulunuyor girişte: “İstanbul kentinin doğal güzellikleri ve tarihi anıtları oryantalist sanatçıların en çok resmettiği konuların başında gelir, fotoğrafın ve Türk yağlıboya resminin ortaya çıkmasına kadar İstanbul kentini biz bu resimler sayesinde tanırız.”

İnankur’a göre ise İstanbul iki ayrı kent görünümündeydi: biri Türk ve Müslüman İstanbul, diğeri de Avrupalı...

Oryantalist ressamlar Galata ve Pera gibi kendi ülkelerindekine benzeyen semtlere pek iltifat etmemişler, Boğaz manzaralarının ve Türk-İslam mahallelerinin resmini yapmışlardır.

Karaköy-Eminönü arasındaki köprü için Edmondo de Amicis’in saptaması, çeşitliliğe değiniyor: “Bu, durmadan ve bozulup değişen bir ırk ve din mozayikidir.”

İnankur, Amadeo Preziosi’nin suluboya Galata Köprüsü’nün bu görüşü doğruladığını belirtir.

Kimler vardır o resimde? Simitçi, hamal, süvari, derviş, şemsiyeli kadınlar ve sarıklı adamlar.

Oryantalistlerin izinde ya da etkisinde olduğu söylenen yazarlar ve sanatçılar için yapılan eleştiriler de bu noktada yoğunlaşmaktadır, bizim sadece Doğu tarafımızı gördükleri yönündedir, çünkü Batılılara değişik ve söz edilebilir gelen bu yanımızdır.

Zeynep İnankur’un yazısını okuduktan sonra, resimleri daha iyi değerlendirebilirsiniz.

***

Oryantalistler olmasa, o dönemi bu kadar iyi tanıyamayacak, yabancıların İstanbul’u nasıl değerlendiklerini, resme nasıl yansıttıklarını öğrenemeyecektik.

Hiç kuşkusuz, bu resimler kadar o dönemi anılarında yazanların kitaplarını, seyahatnamelerini de okumak gerekir.

Jean - Baptiste Van Mour Ekolü - Sultan III. Ahmed’in (1703-1730) Elçi Cornelis Calkoen’i Kabulü,

Jean - Leon Gerome - İstanbul Hanımefendisi,

Pierre Desire Guillemet - Sultan’ın Gözdesi.

Bunlara bir resim kadar bir belge, zamanın süsü, kıyafeti olarak da bakıyorum.

Giysi tarihinden makyaj anlayışına kadar çok şeyin bilgisini veriyor.

Kataloğun sonunda Antik AŞ’nin sergi açılışından fotoğraflar var.

Eserleri sergilenen, kataloglara konulan sanatçıların, kataloğun sonunda biyografilerini okuyabilirsiniz.

***

Oryantalizm konusunda örneklerle, yazısıyla sizi bilgilendirecek bir çalışma.

Tabii kavram ve konuyla ilgili diğer çalışmaları da okumak, görmek gerekliliğinden söz etmiyorum bile...
Hürriyet, Haber: Doğan Hızlan, 12.04.2016

NEANDERTALLERİN FİZİKSEL FARKLILIKLARINA YEDİKLERİ NEDEN OLDU

Yapılan yeni bir araştırmaya göre, Buzul Çağı Avrupasında Neandertallerin göğüs kafesi ve leğen kemiği, yüksek proteinli bir beslenme biçimine uyum sağlamak için genişledi.


Modern insanın atası Homo sapiens, 40.000 yıl öncesine kadar yeryüzünü Neandertallerle paylaştı. Zaman zaman Homo sapienslerle çiftleşen Neandertaller, Homo sapienslere de oldukça benziyordu fakat aynı zamanda onlardan bir bakıma farklıydılar. Neandertaller, Homo sapienslere göre daha kısa ve tıknazdı. Göğüs kafesleri ve pelvisleri ise daha genişti.

Peki bu farklılıklara neden olan neydi? Tel Aviv Üniversitesi tarafından yürütülen yeni bir araştırmaya göre, büyük hayvanlardan alınan yüksek proteinlerin yer aldığı Buzul Çağı diyeti, Neandertallerin daha büyük bir göğüs kafesi ve daha geniş bir pelvis gibi bazı fiziksel farklılıklara sahip olmasını sağladı.

Yapılan araştırmaya göre, Neandertal göğüs kafesi, yüksek miktardaki proteini enerjiye çevirebilecek daha büyük bir karaciğeri barındırabilmek için evrim geçirmek zorunda kaldı. Bu büyüyen metabolizma, aynı zamanda zehirli üreleri vücuttan atabilmek için geniş bir boşaltım sistemine de ihtiyaç duydu. Bu da muhtemelen pelvisin genişlemesine yol açtı.

Prof. Avi Gopher, “Neandertal ve Homo sapiens’in pelvisi ve göğüs kafesi arasındaki farkı yıllardır biliyoruz. Fakat şimdi konuya çok farklı bir açıdan bakıyoruz.” diyor.

Fiziksel Antropoloji Amerikan Dergisi’nde yayımlanan çalışmayı, Tel Aviv Üniversitesi, Arkeoloji ve Antik Yakındoğu Kültürleri Bölümü’nden Prof. Gopher, Prof. Ran Barkai and doktora öğrencisi Miki Ben-Dor yürüttü.

Ben-Dor: “Sert Buzul Çağı kışlarında karbonhidrat ve yağ kaynakları sınırlıydı. Fakat Neandertallerin sürekli avladığı büyük hayvanlar yaşamaya devam ediyordu. Bu durum, yüksek proteinli diyete olan evrimsel adaptasyonu tetikledi. Bu da genişlemiş karaciğer, genişlemiş böbrek sistemi ve bunlara karşılık gelen morfolojik belirtileri beraberinde getirdi. Tüm bunlar Neandertallerin evrim sürecine katkı yaptı.” dedi.

Homo erectus’un Levant bölgesinde yok oluşunu konu alan 2011 yılında yayımlanan bir araştırmada, diyetin insan evriminde önemli bir rol oynadığından bahsettiklerini söyleyen Prof. Barkai, “Şimdi ise bu yüksek yağ tüketiminin, insan evrimi tarafından sunulan çıkmazların en önemlilerinden biri olduğunu tartıştık. İnsanların enerjiye dönüştürebileceği protein miktarı sınırlıdır. Bu yüzden bunun çözümü, daha kolay elde edilebildiği mevsimlerde yağ ve karbonhidratları daha fazla tüketmekti.”

Bugüne kadar hayvanlar üzerinde yapılan birçok deneyin, yüksek proteinli diyetin daha büyük böbrek ve karaciğere neden olduğunu gösterdiğini söyleyen Ben-dor, “Arktik bölgelerde yaşamış olan ve genellikle etle beslenen erken insanların da büyük karaciğere sahip oldukları ve böbrek sistemlerini daha çok çalıştırmalarını sağlayan bol su içmeye eğilimli oldukları gözlemlendi.” dedi.

Araştırmacılara göre, Neandertallerin yağ ve protein ihtiyaçlarını karşıladıkları büyük hayvanlara olan bağlılığı, Neandertallerin yok oluşu için bir ipucu sunabilir. Arkeolojik kanıtlara göre Neandertallerin yok oluşu, Avrupa’da büyük hayvanların yok olmasından yani 50.000 yıl öncesinden hemen sonraya denk geliyor.
arkeofili.com, Kaynak: aftau.org, Çeviri: Erman Ertuğrul, 12.04.2016

PROF. YALÇIN KÜÇÜK: MİMAR SİNAN DİYE BİR ADAMIN TÜRKİYE COĞRAFYASINDA YAŞADIĞINA DAİR ELİMİZDE HİÇBİR BİLGİ YOKTUR

Profesör Yalçın Küçük, Osmanlı tarihinin en büyük mimarı olarak bilinen Mimar Sinan’ın, Türk coğrafyasında yaşamadığını ileri sürdü. Hürriyet gazetesinde pazar günleri köşe yazarlığı yapan tarihçi Prof. İlber Ortaylı’ya seslenen Küçük, “İlber Ortaylı üstadım, hocam, arkadaşım beni affetsin, Mimar Sinan diye bir adamın Türkiye coğrafyasında yaşadığına dair elimizde hiçbir bilgi yoktur” dedi. Küçük, "Burada isimlerini vermeyeceğim, ülkemizin en güvenilir mimari tarihçileri Mimar Sinan’ı başka türlü yazarlar” ifadelerini kullandı.

Yalçın Küçük’ün Odatv’de yayımlanan söyleşisinden ilgili bölüm şöyle:

Hürriyet’in güzel tarih sayfasında “Harem bir okul muydu” başlığı var, çok çok önemli. Birazdan harem sözcüğü üzerinde de duracağım, haram, unutmayalım, çünkü burada kültür konusunu ele alıyoruz, bu mülakatlarımız sürecek. Sonra da bir arabaşlık var, “Mimar Sinan yaptı” diyor, şöyle bir cümle var: 

“Padişahların bütün gün oturdukları, çoğu zaman geceyi de geçirdikleri Topkapı Sarayı’nın Harem bölümünü de Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Mimar Sinan yapmıştır.” Devam ediyor, “Topkapı’daki büyük mimarın tek eseri budur.” İlber Ortaylı üstadım, hocam, arkadaşım beni affetsin, Mimar Sinan diye bir adamın Türkiye coğrafyasında yaşadığına dair elimizde hiçbir bilgi yoktur. Burada isimlerini vermeyeceğim, ülkemizin en güvenilir mimari tarihçileri Mimar Sinan’ı başka türlü yazarlar.

"Türkiye’deki camilerin mimarisi çirkin, mimarlık yok"
- Neden isim vermiyorsunuz? Cumhuriyet’te de uzun süre yazan Doğan Kuban değil mi?

Yalçın Küçük
: Evet, Doğan Kuban Hocam. Hayır, bize anlatılan Mimar Sinan, öyle bir Mimar Sinan yoktur. Hürriyet gazetesine gittiniz diye bayağı tarihin bütün yalanlarını söyleyemezsiniz orada. Bu mümkün değil. Daha da önemli bir noktaya geliyorum, nedir bu cami dediğiniz, niye İlber Hocam camiyi bilmem neyi abartıyor?

Ben şunu söylüyorum, burada isim vermeyeceğim, XVI. veya XVII. yüzyılda İstanbul’a gelen Düveli Muazzama’dan büyük bir sefir ne der biliyor musunuz? İlber Hocam bunları inceleyecek, gerektiği zaman ben kaynak göstereceğim. Sefir gelmiş İstanbul’a, kaynak var bende, anıları Türkçeye de çevrilmiş, bir Ayasofya’yı görmüş, bir de camileri görmüş, neyi görmüş peki, bütün camiler Ayasofya’nın tekrarıdır, Ayasofya Kilisesi’nin tekrarıdır. Ben şöyle söylüyorum İlber Ortaylı Hocama, Ayasofya varsa Türkiye’de cami yoktur. Ayasofya varsa Türkiye’de çok büyük cami mimarı bir adamın olduğunu hiçbir ciddi adam ileri süremez.

Ben yıllarca Sultanahmet’te yattım. Sultanahmet’ten de sadece Ayasofya’nın sonradan minareye çevrilen çan kulelerini gördüm. O benim günümdü. Sonra da Türkiye’den ayrılmak ve gönüllü sürgün hayatı yaşamak istediğim zaman da, gitmeden evvel bir daha görmek istediğim yer Ayasofya oldu. Büyüleyicidir; çok yazık ki, duvarlarının pek çok güzelliğini biz Türkler kazımışız, ama inanılmaz bir güzelliktir. O varsa, Türkler için şunu söyleyebilirsiniz, o diğer kubbeleri yaptıkları için kutlayabilirsiniz. İyi kalfalarımız vardır dersiniz, mimarımız vardır diyemezsiniz. İyi taklitçilerimiz vardır dersiniz, mimarımız vardır diyemezsiniz.

Fransızcası mosquée, İngilizcesi mosque diyorlar; aslı bunlara uygundur, mescit denmektedir. Arabi’de, başka yerlerde “cami” diye bir sözcük de yoktur, bu vesileyle okuyucularımıza lütfumuz olsun; cami toplamak demektir, cema, bir tek Cuma günleri toplanır camide Müslümanlar. Oradan da kalmış, biz almışız onu, biz de öyle bir millet olduğumuz için başka dillerden kolay olan şeyleri alırız.

Burada bir parantez açabilir miyim, camilerimizin şu anda hepsi boştur. Biz iktidara geldiğimiz zaman, bu camilerin hepsini, o binaları okul olarak kullanacağız. İbadet yerleri güzel olacak. Böyle her köşeye doldurulmuş, çirkin, boş yerler olmayacak. Boştur hepsi, kimse gitmez oralara, bu Akepe gericiliği döneminde de her köşeye bir tane cami yapıldı, ama camiler boştur, gideni yoktur, çok açık. Gericiliklerini sadece bunları yaparak gösteriyorlar, öyle güzel binalar da değil. Burada bir parantez daha açabilir miyim, İlber Hocam, büyük hocam, böyle bunlardan bahsetme, böyle “Mimar Sinan yapmıştır” diye doğru olmayan bir şeyi yazma. Doğruysa, “Yalçın Küçük yanlış söylüyor” dersiniz ve bir kez de “ohh” derim ben de, “bir yanlışım da bulundu” derim.
T24, 11.04.2016

1500 YAŞINDA TÜRK MUMYA

Moğolistan’da Altay Dağları’nda 6. yüzyılda yaşayan bir kişinin mumyası bulundu. Kadın olduğu tahmin edilen mumya, Orta Asya’da bütün halinde bulunan ilk örnek.

Arkeologlar, Moğolistan’da Altay Dağları’nda buz tutmuş Türk bir kadına ait olduğu sanılan bir mumya buldu. Şu ana kadar mumyanın sadece ayakları ve bir eli görünür hale gelecek kadar kazı çalışmaları yapıldı. Arkeologlar, bütün halinde bulunan mumyaya zarar vermemek için çalışmalarını çok hassas şekilde yürütüyor. 1500 yıl önce yaşadığı tahmin edilen Türk kadının ayakkabılarının modern görüntüsü dikkat çekti.

2 BİN 803 METREDE BULUNDU
Bu, Orta Asya’da bulunan tamamı korunmuş ilk Türk mumya. Mumya, 2 bin 803 metre yükseklikte tespit edildi. Araştırmacılar, bulunan mumyanın mezarında ok olmadığını ve buradan cesedin kadın olduğu tahmini yaptıklarını söyledi. Mezarda ayrıca, tahta bir kase, bir vazo, demir çaydanlık, yalak, eski kıyafetler, at kayışı, at, koyun ve keçi kalıntıları bulundu. Mumyanın elit kesimden değil halktan biri olduğu da ifade edildi.


Hürriyet, 11.04.2016

SİNAN GENİM: 70 YAŞINDA HAPSE GİRMEK İSTEMEM

Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde son günlerde çok tartışılan tarihi Narmanlı Han’ı restorasyon mimarı Sinan Genim ile gezdik. Ne yapmak istiyor? Tarihi yapıyı yıkıp yeniden mi yapacak? Koruma Kurulu ve müze izinleri var mı? Bu kadar yaygara neden koparıldı?

Tüm bu soruları Sinan Genim şantiyeyi gezerken cevapladı.

İstiklal Caddesi'nden tünele doğru giderken sağ tarafta dış görünümüyle insanı cezbeden o muhteşem yapıyı fark etmemek mümkün değildir. Narmanlı Han 1831 yılında inşa edilmiş, 1880 yılına kadar Rusya Büyükelçiliği ve ardından 1914'e kadar Rus hapishanesi olarak kullanılmıştı.

Sonraki yıllarda stüdyo ve konut olarak kullanılan ve o yıllarda Narmanlı Yurdu olarak da anılan bina, Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi birçok yazar ve sanatçıya ev sahipliği yaptı. Yılların verdiği tahribata dayanamayan Narmanlı Han gün geçtikçe çürüdü, eklentiler ve yersiz müdahaleler ile yıkılmanın eşiğine geldi.


Bir süredir Narmanlı Han gündemi meşgul ediyor. Beyoğlu Savunması yapılan restorasyonu soylulaştırma olarak nitelendirip, müdahalenin tarihi binanın ruhuna aykırı olduğunu ileri sürerek karşı çıkıyor. Restorasyonun mimarı Sinan Genim ile hem bu tartışmaları konuştuk hem de yapılan restorasyonu yerinde inceledik.

AMACIM YAPIYI AYAKTA TUTMAK
Herkesin aklında Emek, Demirören AVM, Majik ve benzerleri var. Siz de yıkıp yeniden mi yapacaksınız?
-70 yaşındayım. Bu yaştan sonra adımı kirletemem. Tescilli yapıyı yıkıp hapislerde çürümeye ise hiç niyetim yok. Para kazanacağım çok fazla proje teklifi var. Lakin ben bu tarihi binanın korunmasını istiyorum. Amacım yapıyı ayakta tutmak, aslına uygun restore etmek.

O halde insanlar neden itiraz ediyor?
-Onlara sormak lazım. Gelin konuşalım dedim. Kimse yanaşmadı konuşmaya. Dinlemeden karşı çıktılar. Ne yapılacağını bilmeden. Gitsinler Pera Müzesi'ne, Galatasaray Kültür Sanat Merkezi'ne, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'ne baksınlar. Beyoğlu'nda ilk işim değil benim.

Siz gidip anlatsaydınız?
-Bakın biz önce Kültür Varlıkları Koruma Kurulu'na anlattık. Beyoğlu Belediyesi'ne anlattık. İzinleri alabilmek için zaten bunların hepsine anlatmamız gerekiyor. Onlar da gelip sorsaydılar onlara da anlatırdım.

Aslına uygun restore edeceğim diyorsunuz, sonra ne olarak kullanılacak?
-Evvela buradaki yapıyı güçlendirip gelecek kuşaklara taşınmasını sağlayacağız. Dış duvarları tamamen koruyoruz. İç duvarlarda sağlam olanları da koruyoruz. İçte birtakım değişiklikler yapacağız. Ama binanın ne yüksekliği değişecek, ne yeni eklenti katlar yapılacak, ne de dış görünümünü değiştireceğiz.

Soylulaştırma eleştirilerine ne diyorsunuz?
-Kamu malı değil adamın özel mülkü burası. Küçük dükkanlar yap, ucuza ver, buraya sadece belli gelir grupları gelsin diyemezsin. 7 dükkan, 2 restoran bir de kafeterya açacağız. Restoranların biri İstiklal Caddesi'ne bakan ikinci katta lüks olacak. Dükkanların ikisi İstiklal caddesine 5'i avluya bakacak. Avluya kafeterya yapıyoruz. İstiklal Caddesi ile Sofalı Sokak arasında bir bağlantı sokağı olacak. Yani ben buranın bahçesini sokak havasında yapacağım. Burayı kamusal alan dışına almayacağız. Ticarethaneler olacak. Neden halktan uzak bir yer yapayım ki? Her türlü insan gelecek.

MÜZELİK BİR ŞEY YOK
İş makinesi soktunuz. Herkes Narmanlı Han yıkılıyor endişesine kapıldı...
-Tescilli yapıyı göz göre göre yıkmanın cezasından kimsenin haberi yok sanırım. Dış duvarlar yıllar içinde oturmuş. Statik yapısı sağlam değil. Kaya gibi görünen temel toprak aslında suyu görünce un ufak oluyor. Binanın çevresine 150 kuyu açtık. İçini perde betonla doldurup yapıyı güçlendiriyoruz. Her kuyudan 7 kamyon hafriyat çıkıyor. İşte bu hafriyatı kamyona yüklemek için iş makinesi kullanıyoruz.

Çevre binaların temellerinden eski dönem mezarlar çıktı. Hafriyat için müzeden izin alındı mı?
-Mezarlık buralara kadar gelmiyor. Koruma Kurulu'nun da izni var. Şu ana kadar kuyulardan çıkan bir şey olmadı. Müzeye de şikayet olmuş. Geldiler kuyulara baktılar. Sorun yok dediler.

Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, 11.04.2016

KOLOPHON ANTİK KENTİ DEFİNECİLER TARAFINDAN TAHRİP EDİLİYOR

İzmir’in Menderes İlçesi’nde, bulunan Kolophon antik kenti definecilerin uğrak yeri haline geldi.

İzmir’in Menderes İlçesi’nde, Değirmendere ve Çamönü köyleri arasında yer alan Kolophon Antik Kenti’nde lahit ve kaya mezarları ile tarihi eserler kaçak kazı yapan define avcıları tarafından talan ediliyor. Birçok medeniyete ev sahipli yapan Kolophon antik kenti ilgili koruma çalışma yapılmaması ise tepki çekiyor. Vatandaşlar, harabe haline gelen mezarların kaderine terk edildiğini söyledi.

Kolophon Antik Kenti
Kolophon antik kenti İzmir’in Menderes İlçesi’nde, Değirmendere ve Çamönü köyleri arasında yer alıyor. Antik Smyrna (modern İzmir) kentini güneye Notion ve Ephesos’a bağlayan en kısa güzergah Kolophon üzerinden geçiyor. 

İonyalılar MÖ 9 yüzyılda bu bölgeye geldiklerinde Kolophon adıyla, 12 büyük İon kentinden biri olarak anılan yeni bir yerleşim yeri kurdular. Kentin MÖ 7. yy’da, Ephesos ve Smyrna kentleri gibi Lydia krallarının hakimiyetine girdiği biliniyor.
arkeolojihaber.net, Fotoğraf: Okan Emre Güney, 11.04.2016

İSTANBUL'DAKİ 175 CAMİDEN 523 KUTSAL EMANET ÇALINDI

Camilerde 14 yılda yaşanan soygunların envanteri çıktı Hırsızların uğradığı camiler
arasında Fatih, Eyüp Sultan ve Sultanahmet de yer aldı.

AKP iktidarı döneminde İstanbul’da bulunan 175 camiden 523 tarihi eserin çalındığı ortaya çıktı. Camilerde kaybolan kutsal emanetler arasında, Kur’an-ı Kerim, Sakal-ı Şerif, şamdan, halı, minarelerin üzerinden bulunan alem, kapı ve duvardaki çiniler de yer alıyor…Eserleri çalınan camiler arasında Eyüp Sultan, Fatih ve Sultanahmet gibi büyük camiler de var. En fazla kayıp ise 36 eserle Sultanahmet Camii’nde…

İstanbul’da Fatih Katip Muslihiddin Camii, İskender Çelebi Camii, Üsküdar Ahmediye Camii, Üsküdar Mihrimah Sultan Camii, Üsküdar Valide-i Atik Camii’si dahil olmak üzere 310 camide Sakal-ı Şerif bulunuyor. Cam hazne içerisinde Kadir Gecesi’nde ziyarete açılan Sakal-ı Şerif’lerden üç tanesi çalındı. Eyüp Sultan Camii’nden ise 2004 yılında 6 eser çalındı. Caminin duvar çinileri talan edildi.

İstanbul’daki camilerde geçen yıl çalınan eser sayısı 30 olarak tespit edildi. İçlerinde el yazması Kur’an-ı Kerim’lerin de yer aldığı tarihi eserlerin değeri milyonlarca lira… İstanbul’da 2004 yılından bu yana çalınan el yazması Kur’an-ı Kerim’in sayısı 23 oldu. Sadece Yavuz Sultan Selim Camii’nde on dört el yazması Kur’an-ı Kerim kayıp. Caminin avlu girişi kapısının üzerinde bulunan çini kaplama da göz göre göre çalındı. Camilerin dışında İslami mimari eserlerinin sergilendiği Fatih’te bulunan Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi’nden de 33 kutsal emanet çalındı.
Sözcü, 11.04.2016 

DÜNYA MİRASI HEVSEL BAHÇELERİ YENİDEN CANLANDI

UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi'nde yer alan ve Güneydoğu'nun kuş cenneti olarak bilinen Diyarbakır'daki Hevsel Bahçeleri, terör örgütü PKK'ya yönelik Sur'da gerçekleştirilen operasyonun tamamlanmasının ardından tekrar eski canlılığına kavuştu.

Diyarbakır'ın Sur İlçesi sınırlarındaki 8 bin yıllık geçmişi bulunan ve 7 bin dönümlük alana sahip Hevsel Bahçeleri, PKK'lı teröristlere yönelik operasyonun başarıyla tamamlanmasının ardından yeniden canlandı. Diyarbakır'ın sebze ve meyve ambarı konumunda bulunan Hevsel Bahçeleri'ne aylar sonra giden vatandaşlar, bahçelerinde çalışıyor.

Tarımsal özelliğinin yanı sıra yabani hayatın da ön plana çıktığı Hevsel Bahçeleri, baharın gelişiyle farklı bitki ve hayvan türleriyle görsel bir şölen yaşatıyor. Hevsel Bahçeleri'ne gidenler yol kenarında dolaşan kirpiler ve cıvıl cıvıl öten kuşlar eşliğinde ürünlerini at ve katır üstünde taşıyan vatandaşları görüyor. 
Akşam (Kısaltarak), 10.04.2016

CANER ERKİN SİRKECİ'DE OTEL AÇIYOR



Fenerbahçe'nin başarılı sol bek oyuncusu Caner Erkin, futbolun dışında yeni bir işin peşine düştü. 
 
Sarı Lacivertliler'le olan sözleşmesi sezon sonu sona erecek olan ve birçok Avrupa kulübünün yanında Türk kulüplerinin de gözdesi haline gelen Caner Erkin, ayda 500 bin Lira ödeyeceği Sirkeci'deki tarihi bir binayı kiraladı. 
 
Tecrübeli futbolcunun Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden 25 yıllığına kiraladığı bu binayı bir butik otele çevirmeyi düşündüğü öğrenildi. Mısır Çarşısı'nın yakınlarında olan binada tadilat başladı. 
Milliyet (Kısaltarak), 10.04.2016
"TARİHİ YARIMADAYA ŞİRK İHANETTİR"

Başbakan Ahmet Davutoğlu, eşi Sare Davutoğlu ile birlikte Süleymaniye Camisi'ndeki Mimar Sinan'ı anma programına katıldı. Davutoğlu konuşmasında “Bir gemi ile İstanbul’a yaklaşıyorsanız, bir tarafta Süleymaniye diğer tarafta ‘Gökkafes’ denilen bir ucube. Bundan sonra bu şehre hançer gibi saplanan hiçbir eser yapılmayacak” dedi. “Tarihi yarımadaya şirk koşan, o yarımadayı tahakküm eden ne eser varsa bu şehre ihanettir” diyen Davutoğlu özetle şöyle konuştu:

GÖKKAFES BİR UCUBE
“Tarihi yarımadada, Fatih'te, İstanbul'un kalbinde büyüdüm ama hep Salacak'ta bir evim olsun istedim. Çünkü kalbinde büyüdüğünüzde o şehri güzelliğini içeriden yaşıyorsunuz da bazen dışarıdan temaşa etmek istediğinizde en güzel siluetlerinden birisi oradan görürsünüz. Şimdi muhasebe vaktidir arkadaşlar. Burada isim vermekten de kaçınmayacağım. Eğer bir gemi ile İstanbul'a yaklaşıyorsanız, bir tarafta Süleymaniye diğer tarafta 'Gökkafes'
denilen bir ucube. Biz Mimar Sinan'dan, bizim nesil hiç ders almamış diye insan kahrediyor, üzülüyor, mahvoluyor. Tarihi yarım adaya şirk koşan, o yarımadayı tahakküm eden ne eser varsa bu şehre ihanettir. Aynı şeyi Zeytinburnu kuleleri içinde söylerim, diğer yapılar içinde.

ELİMİZDE İMKANLAR VAR
Mimar Sinan’ın elinde bilgisayar yoktu, animasyon, simülasyon yapamıyordu. Ama bir gönül gözü ile derin estetik gözüyle baktığında hangi eserin nerede nasıl duracağını görüyordu. Şimdi elimizde bütün bu imkanlar var. Çok rahat bir şekilde yüksek bir mimarinin neye tahakküm edeceğini görecek imkanlara sahibiz. Onu ekrana yansıtıp görebilecekken, onu dahi yapmayıp, bir an önce en yüksek binalar yapıp, en fazla ne kadar ederiz, onun hesabı içine giriyoruz. Yüz yıl öncesine göre şehrin nüfusu 10-15 misli arttı. Biz de buna göre imar edebilirdik. Şunu söylemiyorum; şehir gelişecek, doğaldır. Dünyada İstanbul gibi bir başka şehrin olmadığı bir özellik, hem kadim bir birikime sahiptir, hem moderniteyi yoğun yaşamıştır, hem de küresel bir şehir olma yolunda ilerliyor.

Biz Mimar Sinan’ın hakkını vermek istiyorsak, ahirette onunla karşılaştığımızda ‘ben size nice bir şehir bıraktım, siz ne hale getirdiniz’ demesini istemiyorsak, İstanbul’da taş üstüne taş koyarken, bin kere düşünüp, bir kere koyacağız. İstanbul’u bu çarpık şehirleşmenin getirdiği hallerden kurtarırken, hepsini gözden geçirerek yeniden inşa edeceğiz. İstanbul’a uçakla geldiğimde, 50 - 60 - 70’li yıllardan sonra çocukluğumuzdan sonra gelişen çevre semtlere baktığımızda doğanın, yeşilin, Büyükçekmece’nin, Küçükçekmece’nin o güzel göllerinin etrafına baktığınız da ne kadar plansız ve savruk geliştiğini görmek ıstırap veriyor.

SEFERBERLİK VAKTİDİR
Bir tek tarihi yarımadaya geldiğimde içimi bir huzur kaplıyor. Şimdi seferberlik vaktidir. Hepimiz Mimar Sinan’ı her gün düşünerek, gerektiğinde, onun formları üzerinde illa Mimar Sinan’ı taklit etmeden çok güzel eserler ortaya koyarak bu şehrin, bu medeniyetin idrakini vermek zorundayız.” 

MİMAR SİNAN'IN KAYIP KAFATASI ARAŞTIRILACAK
Mimar Sinan’ın kayıp kafatasının araştırılacağını söyleyen Davutoğlu şu bilgileri aktardı: “Etnik kökenin tartışıldığı bir dönemde, onun da Türk olduğu ispat etmek için, biliyorsunuz bazıları, isimlerini zikrederek burada kötü bir hatırayı yad etmek istemem. Ama önemli 3 isim, maalesef Mimar Sinan’ın mübarek bedeninin bulunduğu türbeyi açarak, mübarek bedendeki beynin bulunduğu kafatasını ölçme cüretine kalktıkları biliniyor. O kafatası ölçümleriyle, bir şey ispat etmeye çalışılır kendilerine. Mezarı açılır, kafatası çıkarılır ve incelemek üzere götürülür. Daha sonra bu mübarek bedenin bu uzvu bir restorasyon esnasında geri konmadığı ortay çıkar. Başbakanlık müsteşarımıza ağır sorumluluğu olarak görev verdim. İnceleme başlatacağız ve Mimar Sinan’ın mübarek bedeni, mübarek parçası... Kafatası demek bile bana ağır geliyor, ifade edemiyorum. Elimizdeki imkanlarla DNA testleri de dahil olmak üzere, neredeyse o mübarek parçasını inşallah bedeninin diğer parçaları ile buluşturup, en azından tarihimizdeki bu kara lekeyi silmek için adım atacağız.” 
Hürriyet, Haber: Enver Alas - Uğur Can - Gülseli Kenarlı, 10.04.2016

TOPKAPI SARAYI GÜÇLENDİRİLMELİ

İlber Ortaylı, Topkapı Sarayı Müzesi'nin eski başkanı. Sarayın her köşesini avucunun içi gibi biliyor. Pazartesi günü Gülhane Parkı'nın saraya bitişik duvarı yıkılıp iki kişinin yaşamını yitirmesine neden olunca, kaza alanını beraberce ziyaret ettik. Sonra da Topkapı Sarayı'nın neden alarm verdiğini ondan dinledik.

Yıkılan bölüm Gülhane Parkı’nın içinde, Topkapı Sarayı’na da çok yakın. Tam olarak nereden bahsediyoruz? 
Gülhane Parkı, klasik devirde Topkapı Sarayı’nın has bahçesiydi. Bu, denizle Sirkeci arasındaki sahadır ve Sur-u Hümayun yani Emperyal Duvar denen bir koruma, çevirme arkasındadır. Bahçeye Sarayburnu tarafından girerseniz, demiryolu üzerinden aşarak tepede solunuzda bir kır kahvesinin bulunduğunu göreceksiniz. Bu kır kahvesi çok tanınır çünkü serbesttir. Buraya gelip otururlar, manzara seyrederler. Hemen üzerinde Topkapı’nın Mecidiye Köşkü vardır ve gene yanıbaşında da Topkapı sahası içindeki Konyalı Lokantası vardır.

Pazartesi günü çöken duvar, tam da burada, o kır kahvesinin altında. Siz bu duvarı iyi biliyorsunuz.
Duvarın bir tarafı, yani Saray duvarlarına yakın kısmı 25 metre yüksekliktedir. Allah’tan o yüksek bölümde bir çöküntü olmadı, daha fazla zarar verebilirdi. Ama maalesef bu çöküntü sonrasında manzarayı seyretmek için orada olan 2 gencimizi kaybettik; 6 kişi de yaralandı, umarım hızla iyileşirler... Olayın en tatsız tarafı bu. Tetkik ettiğiniz zaman duvarın bir istinat duvarı olduğunu yani arkadaki toprağı tutmak için yapıldığını görüyorsunuz; bahsettiğim 25 metrelik kısmı da diğer alçak kısım da moloz denilen yığma taşla yapılmıştır. Mesele evvela buradan çıkar.

BELEDİYE TASARRUFUNDA
Neden?
Kesme taşla yapılan ve birbirine raptedilen bir duvar değil bu; kalınlığı da hiçbir yerde 1-1.5 metreyi geçmez. Hakikaten yetersiz bir istinattır. Bunun arkası da yumuşak moloz toprakla dolu. Görünüşe göre, bir de burada ağaç yetiştirilmiştir; o ağaçlar çok kenarda olduğu için kökleri duvarları parçalamış. Yıkılan kısımda o çam ağaçlarını da gördük. Burada bir bakımsızlık söz konusudur.

Kimin bakması gerekiyor?
Belediyenin tasarrufunda Gülhane. Ama bu daha kapsamlı bir mesele. Duvarın devamının da Topkapı arazisinde bulunduğunu biliyorsunuz. Önce Konyalı Restoran’a sonra ta uca doğru gidiyor duvar. Sarayın altında Hazine’nin ve Elbise Koğuşu’nun bulunduğu bölüm ve oradan eski Gülhane Hastanesi’nin bulunduğu sahaya kadar uzanıyor. Orada yakın geçmişe, Ertuğrul Bey’in bakanlığına kadar askeri tesisler vardı. Yani 19’uncu asırda inşa edilen depolar. Onlar boşaltıldı şimdi; boşaltıldıktan sonra, o duvarlar tamire başlandı.

PADİŞAH DÖNEMİNE AİT DEĞİL
Siz o bölümde de mi bir problem görüyorsunuz?
Elbette problem var. Saray’ın Hazine Dairesi, Elbise-i Hümayun denilen bölümün altı, statik bakımdan bir problem arz ediyor. Kandilli Rasathanesi eski müdürü Prof.Dr. Mustafa Erdik, İTÜ’den Celal Şengör gibi uzmanlar hep söyledi. 1999 Depremi’nden beri bu hocalar gidip Topkapı’yı gönüllü olarak incelediler ve çok yakın ilgi gösterdiler; hatta deprem günü benim liseden de arkadaşım olan Mustafa (Erdik) oradaydı; eski müdür Filiz Hanım (Çağman), Topkapı adına müthiş bir deprem korkusu içindeydi o zaman. Haklıydı da. Şimdi sadece güneybatı tarafından tamirat başlamış. Bu duvarın çöküşü; bu bahsettiğim kısmın ne büyük risk altında olduğunu, çanların o bölüm için çaldığını gösteriyor.

Derhal güçlendirme başlamalı mı diyorsunuz yani?
Milyonlarca dolara da mal olsa yapılmalı bu. Sarayın alt kısmının kesinlikle kapatılıp çembere alınmasının ve derhal tamirinin düşünülmesi gerekiyor. Bu park bölümü de ayrıca düşünülmeli. Malzemeden görüyorsunuz; burada padişahların oturduğu döneme ait değil. O dönemden önce böyle çürük duvar yapılmaz.

Bu duvarlar ne zaman yapıldı?
Büyük ihtimalle 1860’tan sonrasına, yani padişahların sarayı tamamen terk ettiği, burada ancak birkaç tane Enderun ağasının, memurun kaldığı döneme ait. O zamanlar Gülhane, park da değildi, biliyorsunuz. Park ilk defa 20’nci yüzyıl başında Topuzlu Cemil Paşa tarafından düzenlenmiştir. Gülhane, kapalı bir eski saray bahçesiydi. Besbelli ki bu istinat duvarı da buraya o zaman yapılmış. İçinde horasan kullanılan taşlar var, çimento kullanılan var ama bu, yığma toprağın kullanıldığı, yerine göre 1-1.5 metre kalınlığında kagir yığma bir yapı. Dayanması mümkün değil. Ayrıca duvarın ötesinde Sarayburnu trafiği oluyor. Az belki ama oluyor. Tabii orada bir sarsıntı yapıyor bu. Hem iyi kötü, insanlar orada geziyor, oturuyorlar.

KARAYOLU BİLE İPTAL EDİLMELİ
Ne yapılması gerekiyor peki? Orada yol var, demiryolu ağı var, ciddi trafik var...
Kaldırılmalı hepsi. Saray için tehlike arz ediyorlar. Tarihi Sirkeci İstasyonu’nun önemli binaları haricindekiler derhal oradan kaldırılmalıdır. Sahildeki Yalı Camii ve Sepetçiler Kasrı gibi eserler bırakılmalı elbette. Ama buradaki karayolunun da iptal edilmesi lazım. Adnan Menderes zamanında açılan, surun çevresini dolaşan karayolunun hiçbir gereği yok. Tehlikelidir. Dahası demiryolunun geçtiği mıntıka binalar için bir tehlike arz ediyor. Dahası bu demiryolunun altında Aya Yorgi Kilisesi gibi eski eserler var... Onlar da ortaya çıkarılmalı...

Çok da karışık bir bölge, her şey iç içe. Nasıl içinden çıkılacak?
Parka bakan Fil Duvarı da böyle çökmüştü daha önce. Belediye orayı süratle onardı. Buralarının tekrar ele alınması gerekir. Sarayın Marmaray’a bakan arka kesiminin kesinlikle park olarak düzenlenmesi gerekir. Böyle düzenlendiğinde demiryolunun da kesinlikle kaldırılması gerekiyor ve oradaki bazı binaların, tarihi ve estetik bir önemi yoksa bir şekilde seddi yani yıkılması gerekir. Ve bilhassa bizim Müze’nin (Topkapı Sarayı Müzesi) temellerinin, yani Marmaray’a bakan istinat duvarlarının en kısa zamanda ve en iyi şekilde restorasyonun tamamlanması gerekiyor. 1.5 yıl önce başlandı, hızlanması temenni edilir.

TÜRK MÜHENDİSLER KÜLTÜR İMTİHANINDAN SINIFTA KALDI
Marmaray’ın Topkapı Sarayı’na bu kadar yakın olmasında sizce bir sakınca var mı?
Şüphesiz ki var. Marmaray’ın sarayın etrafında yüzeye çıkması büyük yanlıştır. Aynı şekilde Haliç üzerinde o çirkin köprü ve döşenen metro hattı bence Türk mühendisler için bir kültür imtihanıydı ve sınıfta kaldılar. Bizimkiler statik, betonarme vs. bilirler ama maalesef yaşadıkları çevrenin tarihi dokusunu anlamıyorlar, bilmiyorlar. Süleymaniye’nin altından metro geçmez ve oraya istasyon konmaz. O kadar yoğun trafik yok orada. Hem Mimar Sinan’ın o camiyi kurduğu tepe öyle çok kayalık da değil; inşaat bu yüzden uzun sürdü. Metro geçirmek çok lüzumsuz bir iştir. Utanıp sıkılınacak bir iştir.

RANDEVUSUZ TOPKAPI’YA GİRİLMESİN
Siz öteden beri Topkapı Sarayı’nı ziyaret için yeni düzenlemelerin gerektiğini de savunuyorsunuz. Ne yapmalı?
Randevu sistemine geçilmeli. Halkımız için Müzekart var. Ucuz da. Bütün müzelere istediğiniz kadar giriyorsunuz (Belediyeye ait olan müzelerle özeller hariç ama onların da sayısı az). Yani kimse şikayet etmesin fiyattan. Yabancılar için olan ücret de çok ucuz. Dünyada 40 liraya müzeye girilmez, 10 küsur Euro, gülünç. Arttırılması lazım.

Aynı anda ziyaret edenlerin sayısı da çok...
Çok kalabalık var. Bu müzeye girilemiyor. Böyle bir müzeye ne bakılır, ne gezilir. Kesinlikle İtalya’da uygulanan randevu sisteminin uygulanması gerekiyor. Mecburuz buna.

RİCA EDERİM, İLİM TARİHİ İÇİN BAŞKA YER BULUN 
Siz Topkapı Sarayı’nın içindeki, 19’uncu yüzyıldan itibaren inşa edilen bazı binaların da, sarayın dokusunu bozduğunu düşünüyorsunuz. Hangi binalar bunlar?
Çok örnek var. Mesela çok seviyoruz, Türk medeniyetinin modernleşmesinin bir parçası olarak görüyoruz ama işte Müze-i Humayun (Bugünkü Arkeoloji Müzesi)... O kadarla kalsaydı yine iyi, ne de olsa onun tarihi ve kültürel bir anlamı var ama aynı müze için, tutmuşlar tam sarayın kapısına Babüsselam’a yakın bir gudubet müze binası daha ilave etmişler. Bu ikincisi tahammülfersa bir bina. Kesinlikle yıkılması lazım. Hiçbir şeye uymuyor.

Arkeologları kızdıracaksınız şimdi!
Mesele o değil; arkeolojiyi çok önemseyip sarayı ihmal ediyorlar. Bıraksanız müzenin bütün döküntülerini de saraya koyarlar. Ayrıca aşağıda demiryolu sahasında ve Gülhane’de de başka yapılar var böyle çirkin, dokuyu bozan. Görev zamanımda birini yıktırmaya muvaffak oldum ama sadece yarısı yıkıldı; çirkin bir bina; sura bitişik.

Hepsinin bir işlevi var ama. Bazıları müze mesela, ne yapmalı?
Evet mesela bunlardan bir tanesi İlim Tarihi Müzesi olarak kullanılıyor; çok rica ederim ilim tarihi için başka bir yer bulun. Gülhane Parkı’nın da Saray’la birlikte ele alınması gerekiyor. Dolayısıyla 19’uncu asır ilavelerinin kesinlikle değiştirilmesi, temizlenmesi, restorasyonu gerekiyor.

ORGANİZATÖRLERİN YERİNDE OLSAM AYA İRİNİ’YE GİRMEM
Yani siz esasen bunlara çirkin olduklarından veya dokularının birbirini tutmadığından itiraz ediyorsunuz...
Evet, stiller birbirini hiç tutmuyor. Mesela Darphane’de de böyle ilaveler var. Hem çirkinler, hem de fonksiyonları yanlış, sarayı negatif etkiliyor. Tabii Aya İrini’yi de ayrıca düşünmeli.

Neden?
Aya İrini tek ikonoklast kilisedir. Fresk yoktur. Bizans devrinden beri hiç cami olmamıştır; müzedir. Önce depo olarak kullanıldı; yeniçeri sancakları orada saklanırdı sonra silah müzesi yapıldı. Şimdi konserler için kullanılıyor. Ben o konserleri organize edenlerin yerinde olsam oraya adım atmam. Neredeyse bininci yılına yaklaşan bir bina ve restorasyona ihtiyaç duyulmamış. Fakat gerekiyor. Bir çöküntü var. Hem tarihçilerin, hem mimarların, hem restoratörlerin tetkik edeceği, sempozyumlarla tespit edeceği, 25-30 yıl sürecek yavaş yavaş bir restorasyon… Bu dönemde zaman zaman ziyarete de kapanacak tabii. Ama Aya İrini’nin artık büyük faaliyetlere kapalı olması gerekiyor...

Hürriyet, Haber: Yenal Binici, 10.04.2016

OTOPARKTA YAPILAN KAZIDA 2 METRELİK BAŞSIZ KADIN HEYKELİ BULUNDU

İzmit'te, bir otoparkta yapılan kazı çalışmasında yaklaşık 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen Roma dönemine ait başsız kadın heykeli bulundu.



İzmit Çukurbağ Mahallesi’nde, eskiden otopark olarak kullanılan bir arsada yapılan çalışmalar sırasında yaklaşık 5 metre derinlikte heykele rastlayan işçiler yetkililere haber verdi.



Daha önce başta Herkül heykeli olmak üzere birçok tarihi eser bulunan mahalleye İzmit Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürlüğü’nden arkeologlar gönderildi.



Arkeologlar, çevresini titizlikle kazdıkları heykeli ortaya çıkardı. Yaklaşık 2 metre uzunluğundaki başsız kadın heykeli vinçle dışarı çıkarıldı, üstü bezle kapatılıp müzeye götürüldü.



Heykelin, Roma dönemine ait yaklaşık 2 bin yıllık olduğu tahmin ediliyor. Bir tanrıçayı tasvir ettiği düşünülen heykelle ilgili incelemer sürüyor.
Sözcü, 09.04.2016
500 YILLIK PARAYI MÜZEYE BAĞIŞLAYACAK

Vanlı koleksiyoner Osman Gezer, Amerika'da Ermeni asıllı bir koleksiyoncudan temin ettiği yaklaşık 500 yıl öncesine ait Safevi parasını müzeye teslim edeceğini söyledi.

Henüz 5 yaşındayken düğme biriktirmeye başlayan, daha sonra para ve antika eşyalara merak salan Gezer, 30 yıldan bu yana topladığı paralarla oluşturduğu koleksiyonunu evindeki bir odada sergiliyor.

Bir kurumda asgari ücretle çalıştığını ve çocukluğundan bu yana eski eşyalara merakının olduğunu anlatan 45 yaşındaki Gezer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, özellikle nadir bulunan paralara ilgi duyduğunu söyledi.

Gezer, en son Sultan Vahdettin dönemine ait bir paranın eline geçtiğini belirterek, şöyle konuştu: "Normalde en son padişah olmasına rağmen, Vahdettin'in paraları toplatılmış. Toplanan paralar eritildiği için, piyasada bu paralardan pek kalmamış. Bu nedenle elimde bulunan Vahdettin dönemine ait 5 mecidiye, nadir bulunan bir paradır. Bu şekilde paraları toplamaya devam ederken bir gün, 'batan geminin malları' deyimiyle bilinen İsmet İnönü dönemine ait 50 kuruş buldum. Bunun hikayesi de çok ilginç. İnönü, o dönem paraları İngiltere'de bastırıyor. Paraları alan gemi, 1941 yılında Yunanistan'a yaklaşırken batıyor ve içindeki paralar su yüzeyine çıkıyor. Yunanistan halkı da bu paraları toplayıp, 'batan geminin malları' diyerek piyasaya sürüyor. İsmet İnönü de o dönemde başka para bastırıyor. O döneme ait bu para bir arkadaşımın vasıtasıyla elime geçti."

"KORUYAMAMAKTAN KORKUYORUM"
Paraların yanı sıra gümüş takı, eski kartpostal, antika malzemeler ve kitap da topladığını dile getiren Gezer, "Yıllarımı vererek bir araya getirdiğim eşya ve paralardan oluşan koleksiyonumu koruyamamaktan korkuyorum. Çünkü bir çelik kasa dahi alamıyorum. Sürekli yerlerini değiştirdiğim için de bir çoğu kayboldu, bazıları da zarar gördü." diye konuştu.

500 YILLIK PARAYI MÜZEYE BAĞIŞLAYACAK
Sosyal medya üzerinden Amerika'da yaşayan Ermeni asıllı bir koleksiyoncu ile tanışan Gezer, kısa sürede dost edindiği koleksiyonerden eski paralar hakkında önemli bilgiler aldığını aktardı.

Gezer, arkadaşının elinde 500 yıl önce Van'da kullanılan bir paranın bulunduğunu ve bunu kendisine armağan etmek istediğini anlatarak, şöyle devam etti: "Ermeni arkadaşımın bu haberi beni çok heyecanlandırdı. Bunun üzerine ona adresimi verdim. O da elindeki parayı gönderdi. 500 yıllık parayı müzeye hediye edeceğim. Daha sonra yaptığım bir araştırmada neticesinde aynı paradan müzemizde de bir tane bulunduğunu ve Safeviler dönemine ait olduğunu öğrendim. Daha önce de Urartu dönemine ait bazı süs eşyalarını, 2. Süleyman dönemine ait dirhemleri müzemize teslim etmiştim. Bu parayı da müzeye teslim etmek benim için gururdur. Şimdi de Osmanlı dönemine ait orijinal bir barutluk buldum."

Paraları ve bulduğu eşyaları araştırdıkça tarihe olan ilgisinin de arttığını vurgulayan Gezer, "Paraların tarihini öğrendiğimizde o paranın hangi padişah dönemine ait olduğunu anlamış oluyoruz. Bu sayede padişahlarımızı, tarihimizi, kayme, mangır ve mecidiyenin ne olduğunu öğrendim. Bu koleksiyon bana çok güzel şeyler öğretti." dedi.

Gezer, topladıkları eşya ve paraları sergiye dönüştürmek istediğini belirterek, "İnsanlara bu paraları toplamalarını tavsiye ederim. Kahvehane köşelerinde oturmaktansa bu tarihe sahip çıkmak çok önemli. Ben tarihi kitaplardan ziyade bu paralardan öğrendim. Benim nazarımda bunlara değer biçilemez. Sigaraya vereceğim parayı bunlara veriyorum. Onlara iyi bakmaya çalışıyorum. Hatta çocuklarım bile kıskanıyor." ifadelerini kullandı.
Habertürk, 09.04.2016

BAKAN ÜNAL GERMANİCİA ANTİK KENTİ KAZI ÇALIŞMALARINI İNCELEDİ



Bakan Ünal, Germanicia antik kentinde devam eden kazı çalışmalarını inceledi. Antik kenti tamamıyla ortaya çıkaracaklarını belirten Bakan Ünal, "Bu kazı çalışmamızı önümüzdeki 2 yıl geniş bir alanda kamulaştırmayı gerçekleştirip daha büyük bir alanı ortaya çıkarmayı planlıyoruz" dedi.

Kazı çalışmasının 30 parsele yakın bir alanda devam ettiğini söyleyen Ünal şunları söyledi: "Burası antik bir kent olarak şehir merkezinin olduğu ve diğer kutsal mekanların olduğu kısımlar kazılarla ortaya çıkacaktır. Biz öncelikli olarak mozaikleri ortaya çıkarıyoruz. Hatay'dan başlayıp Gaziantep, Şanlıurfa, Gaziantep ve Kahramanmaraş'la devam eden bölgede uzun bir mozaik yolu var. Buradaki mozaiklerin bir özelliği de o günkü mimarı yapıya dair bize net resimler veriyor olması. Kazılarımız devam ediyor. Önümüzdeki yıllarda yine kamulaştırma ve kazılar devam edecek."

Kahramanmaraş'ta gerçekleştirilen kültür ve turizm çalıştayını da değerlendiren Bakan Ünal, bölgesel olarak eylem planı hazırladıklarını kaydetti. Çalıştayın verimli geçtiğine değinen Ünal, "Dünya turizm örgütünün 2030 turizm öngörülerine göre önümüzdeki süreçte turizm trendleri daha çok kültür tarih inanç yönlü turizm modelleri öne çıkıyor" diye konuştu.
Habertürk, 09.04.2016

MİMAR SİNAN'IN MATEMATİĞİNİ ÇÖZDÜ

Mimar Vahit Okumuş 25 yıl süren çalışmaları sonucu Mimar Sinan'ın eserlerindeki dayanıklılık, akustik ve ısınma konusundaki dayanıklılığının matematiğini çözdü.

Başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin pek çok ilindeki tarihi yapıların restorasyonunda danışmanlık görevinde bulunan Vahit Okumuş, 25 yılını adadığı araştırmalar sonucu, Osmanlı'dan günümüze ulaşan tarihi eserlerin mimarı Sinan'ın matematiğini çözmeyi başardığını kaydetti.

Türkiye'de tarihi eser restorasyonu denildiğinde akla ilk gelen isimlerden Okumuş'un mesleki anlamda hayatını adadığı iki konu, "Sinan" ve "tarihi eser restorasyonu". Okumuş, tarihi eserlerin aslına uygun restore edilmesi adına, kimi zaman karşısına çıkan bürokratik engellerle de sonuna kadar mücadele ettiğini anlattı.

Mesleğine aşık bir inşaat mühendis olmasının, yanı sıra "Mimar Sinan" uzmanı olarak tanınan Okumuş, "Sinan, ne mühendis ne de bir mimardır. Bu iki unvana sığmaz çünkü o bir filozoftur" dedi. Hayatını, Mimar Sinan'ın eserlerindeki matematiği çözmeye adayan ve tek arzusunun üniversitelerde, "eski eser mühendislik bölümü" kurularak, Mimar Sinan'ın tekniğinin genç mühendis adaylarına öğretilmesi olduğunu belirten Vahit Okumuş, Mimar Sinan'ın 428. ölüm yıl dönümünde, 25 yılını adadığı araştırmalarını AA muhabirine anlattı.

Sinan'ın, bir eser yapacaksa, onun depreme dayanıklılığını, zeminini, akustiğini, mukavemetini, hatta ısınmasını dahi düşündüğünü ve buna göre bir yöntem aradığını aktaran Okumuş, modern biliminse, istediği şeyi önce çizdiğini ve onun hesap şeklini yaptığını ifade etti.

Okumuş, Sinan'ın, elindeki malzemenin taşıyacağı güce göre, kendi matematiğini kurduğunu anlatarak, "Sinan mühendislik dalında, akustikte, köprüde, kemerde, istinat duvarında, barajlarda, zeminde, izolasyonda, deprem konusunda dünya biliminin bugün dahi ulaşamadığı, yeni bir matematik sistem kurmuştur.

Bu sistemin adına da 'birim daire metodu' denir. Bugün dünyada ilk kez ben yayınladım, şu anda da bilip kullanan yoktur. Sinan bu nedenle filozoftur, çünkü kendine özgün bir mühendislik oluşturmuş, bulduğu statik sistemle, matematiksel çözümler üretmiştir." diye konuştu.

"Sinan, bugünkü bilimin üzerinde bir adam"
Okumuş, Zigetvar Seferi öncesi Kanuni Sultan Süleyman'ın Büyükçekmece'de inşa ettirdiği 636 metrelik Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü'nden örnekle, Mimar Sinan'ın köprü yaparken kullandığı metodu, şöyle anlattı: "Sinan, köprü inşasında birim daire metodunu kullanır ve köprüsü hiçbir zaman düşey yük oluşturmaz. Yani, üzerinden hangi yük geçerse geçsin, kemerlerin hiçbiri aşağı doğru basmaz, yana doğru basar. Yükü, yana doğru iter. Bu Sinan'a ait bir metottur. 

Modern bilim, iş metodu, enerji metodu gibi çeşitli metotlarla kemerlerde çözüm yapar ama hiçbir şekilde doğru çözümler üretemezler. Bu sadece Sinan'ın metoduyla çözülür. O nedenle Sinan, bugünkü bilimin üzerinde bir adam. Sinan'ın köprülerinde, sivri kemer görünümü vardır. Sinan, daireyi 8 derece ile 82 derece arasındaki iki yaydan oluşturur. Bunu da hesapla yapar.  

Düşey yük oluşmasın diye daireyi keser ve iki daireyi birleştirdiği noktaya da üzengi taşını (orta taşı) koyar. Bu taş genellikle 15 santimetre civarındadır. Taşı keser ki hiç bir zaman yatay yük oluşmasın. Yoksa tam daire yapılmış köprüler ve kemerlerde, üst kısımda düşey basınç oluşur. Sinan bu düşey basıncı istemez. Bunu yaptıktan sonra kemeri örerken hiç bir şekilde, harç, demir, zıvana kullanmaz. Sadece taşları özel bir teknikle dizer. Öyle bir dizer ki derinine doğru birbirine bağlar bu taşı. Sistem kendi içinde bağlanır."

Bu tekniğin ötesinde Sinan'ın köprü yapımlarında hareketli yükün etkisini direkt olarak köprüye aktarmadığını anlatan Okumuş, yaptığı araştırmalar sonucu Sinan'ın eserlerindeki dayanıklılığın bilimsel açıklamasını ise şöyle aktardı: "Modern bilim hareketli yükü taşıyacak sistemler oluşturur. Halbuki hareketli yük, titreşim yaptığı için yapılan malzemenin bozulmasını kolaylaştırır. Sinan, buna çok önemli bir yöntem bulmuştur. Bir araba köprüye girdiği an, yükünü bütün köprüye dağıtır. Yani hareketli yük, tekil olarak etki etmez. Bu tekil olarak etki etmediği için de üzerine gelecek yükle, köprü bozulmaz. Bugünkü bilim bunu çözememiştir. Çözemediği için de onu demirlerle taşıyacak sistem oluşturmuştur. Biz modern bilimde köprüleri, deneyle, yaklaşık metotlarla çözeriz. Teorik olarak olarak çözmüş olmamıza rağmen, teorik çözümlerimizde yaklaşık metotlar kullanırız. Sinan hiçbir zaman yaklaşık metot kullanmaz, tamimiyle dosdoğru çözüm yapar, doğru çözüm yapar. Bu nedenle üzerine gelecek hareketli yük, köprüyü etkileyemez. Etkileyemediği için de hiçbir şekilde köprünün ileride hareketli yük dolayısıyla bozulması mümkün değildir."

Sinan'ın, köprüdeki eğimi yine birim daire metoduyla çözdüğünü ve bu eğimi, yükün dağıtımı için yaptığını aktaran Okumuş, "Her köprüsünde böyle bir eğim vardır. Asıl doğru olan budur. Bunun bir avantajı da vardır. Sular yükseldiğinde köprünün üzerinden akmasını istemez, yandan kaçması için bu eğimi yapar. Köprülerde en büyük tehlike üzerinden su geçtiğinde ortaya çıkar, çünkü yıkılabilir" dedi.

Sinan'ın inşa ettiği köprülerin ayaklarında da bir köprü bulunduğunu ifade eden Okumuş, "Bunun amacı şu; Su yükseldikçe köprü yatay etki yapar, düşey etki yapmaz. Yatay etki yaparak, ayakları tutmayı sağlar. Su yükseldikçe üzerine yük fazla binecektir. Binen yük ayaklarını sıkıştıracaktır, kaymasını önleyecektir" diye konuştu.

Tarihi, laboratuvar olarak kullanır"
Usta Mimar'ın eserinde kullandığı malzemeyi özenle seçtiğini ve aynı ocağın taşını kullandığını belirten Okumuş, "Sinan'ın bir özelliği de malzeme seçmesini çok iyi bilmesidir. Zannediyorum ki tarihi laboratuvar gibi kullanır. Geçmişte yapılmış eserlerdeki taşların dayanıklılığını tespit eder. Bu dayanıklı taşların ocaklarını bulur ve onları kullanır. Kullandığı taşların ömrü çok uzundur" dedi.

Osmanlı döneminde Bakırköy'deki adliyenin bulunduğu yerden küfeki taşının çıkarıldığını anlatan Okumuş, bu taşın Romalılar tarafından kullanıldığını tespit eden Sinan'ın İstanbul'daki eserlerinde küfeki taşı kullandığını aktardı.

Sinan'ın iki farklı malzemeyi bir eserde kullanmadığını dile getiren Okumuş, şöyle devam etti: "Beton niye bozulur? Çünkü değişken malzemelerden oluşmuş bir harçtır. O nedenle Sinan böyle şeyleri hiç kullanmaz. Günümüzde inşaat malzemesini laboratuvarda deniyoruz, 'mukavemeti bu kadar' diyoruz. Bu malzemenin zamanla ne kaybedeceğini bilmiyoruz. Bizim zaman ölçerimiz yok. Sadece 'sıcak ve soğuktan nasıl etkilenir, aşınma oranı nedir?' diye tespitler yapıyoruz. Zamanın bir fonksiyon olduğunu ve bir işlev yarattığını bilemediğimiz için 'mukavemeti şudur, öyleyse şunla şunu yapabilirim' diyoruz ama beton da olduğu gibi zamanla çürüyor. Ama Sinan bunu çok iyi biliyor. Bunu nereden bildiğini bilmiyorum ama öğrendiği yerin tarih olduğuna inanıyorum. Zamanın bir şeyleri etkilediğini biliyor ve bu nedenle tarihe dayanmış malzemeleri kullanıyor eserlerinde."

Sinan'ın eserlerinin hiçbir zaman rutubet almadığını, izolasyonu da bilimsel yöntemlerle yaptığını belirten Okumuş, "Süleymaniye gibi bir bina yapıyor. O eserin depreme dayanmasını değil, o eseri depremden nasıl koruyacağını düşünerek hesap yapıyor. O eseri nasıl ısıtacağını düşünüyor. Kullandığı taşın akustiğini bildiği için öyle şekil veriyor. 

Sinan cami yaparken önce kafasından çizmiyor. Onun statiğini, akustiğini, izolasyonunu, depreme dayanıklılığını düşünerek mimarisini oluşturuyor. Yani doğal mimarisini buluyor. Sinan'a ulaşabilmek için önce onun statiğini bilmeniz, hesap metodunu bulmanız lazım. Yoksa onun mimarisine ulaşamazsınız" ifadelerini kullandı.

Süleymaniye'nin akustiğindeki küp efsanesi
Eski eserlerle ilgili günümüzde kullanılan bir hesap metodunun olmadığını, bugünkü bilimin, mühendislik programlarının eski eserleri çözemeyeceğini savunan Okumuş, "25 yıl önce, bu metodun farklı ülkelerde çözülebildiği düşüncesiyle İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü bir araştırma yapılmasını istedi.

Ben de nereden başlasam diye düşünürken, bu işi Sinan'ın yapabileceği aklıma geldi. Ama daha önce bir yaşam felsefem vardı. Bir eser ya da bir taş, tarihten bize intikal edebiliyorsa, ister tesadüfen ister tecrübelerle yapılsın, orada gerçek bir bilimin gizli olduğuna inanıyorum. Bunun üzerine Sinan'ı incelemeye karar verdim" diye konuştu.

Sinan'ı incelemeye Süleymaniye Camisi ile başladığını, eski rölöve projesinin kopyasını alarak odasına astığını ve uzun süre seyrettiğini anlatan Okumuş, şunları kaydetti: "Süleymaniye Camisi'ne sabah namazına gidiyordum ve öğlene kadar camiyi izliyordum. Amacım şuydu; neyi nasıl ve niçin yaptığını görmek için eseri iyi tanımalıydım. Kullandığı malzeme ne? Taş kullanmış, tuğla kullanmış. Taş ve tuğla, eğilmeye ve çekmeye dayanmaz. Öyleyse bütün eserlerini, basınca dayanır şekilde yapma mecburiyetindeydi, yoksa bu eserlerin yaşaması mümkün değildi. O zaman basınca dayanır bir form vermek için ne yapmıştır? diye düşündüm. ..

Basınca dayanıklılık için kullandığı metodu buldum. Çok iyi trigonometri bilir. Trigonometriden yola çıkarak, bunu buldum. Onu öğretmeleri lazım. Sinan'ı çözerken bana en büyük engel, beni geciktiren şey, bana öğretilenlerdi. Size öğretilenlerin dışına kolay çıkamazsınız. Benim amacım Mimar Sinan'ı dünyaya, yaptığı eserlerin bilimini anlatarak tanıtmak. Bir ustadır, bir mimardır anlamında anlatılmasına çok kızıyorum ve ismine de Mimar Sinan denmesini istemiyorum çünkü filozofların ismi onu tanıtır" diye tamamladı.

Akustik çalışması da yaptım Süleymaniye Camisi'nde. Hiç bilmediğimiz galen taşını kullanmıştır akustik için. Sinan, Süleymaniye Camisi'nin duvarlarına hiçbir zaman yük taşıtmamıştır. Kemerlerine taşıtmıştır. Süleymaniye'de duvarların için boştur."

Hayali, Sinan'ın tekniğinin üniversitede öğretilmesi
Yıllarını Sinan'ın eserlerini incelemeye adayan Okumuş, bundan sonraki tek hayalinin, Osmanlı'dan günümüze eserleri ulaşan usta mimarın kullandığı tekniğin ve matematiğinin genç mühendislere öğretilmesi için bir bölüm açılması olduğunu söyledi.

Okumuş, sözlerini, "Eski eserleri, yapılış tekniğini bilmedikleri için statik tekniğini bozuyorlar. Üniversitelerde eski eser mühendislik bölümü kurup, bunun tekniğini öğretmeleri lazım. Çünkü çok uzun iş. Bugünkü statikten daha zor. Onu öğretmeleri lazım. Sinan'ı çözerken bana en büyük engel, beni geciktiren şey, bana öğretilenlerdi. Size öğretilenlerin dışına kolay çıkamazsınız. Benim amacım Mimar Sinan'ı dünyaya, yaptığı eserlerin bilimini anlatarak tanıtmak. Bir ustadır, bir mimardır anlamında anlatılmasına çok kızıyorum ve ismine de Mimar Sinan denmesini istemiyorum çünkü filozofların ismi onu tanıtır" diye tamamladı.
Habertürk, 09.04.2016

SİNAN'IN ESERİ ASIRLARA MEYDAN OKUYOR

Eserleriyle sadece Anadolu'da değil, Balkanlar'da da Osmanlı'nın mührünü vuran Mimar Sinan'ın Bosna Hersek'teki bilinen tek eseri Sokollu Mehmed Paşa Köprüsü ya da daha yaygın adıyla Drina Köprüsü, asırlardır tüm ihtişamıyla dimdik ayakta duruyor.


Balkanlar'daki en önemli Osmanlı eserlerinden kabul edilen ve geçen yıl Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) tarafından restore edilen Vişegrad'daki bu tarihi köprü, Mimar Sinan'ın Bosna Hersek'teki imzası olarak da nitelendiriliyor.

Bosna Hersekli Osmanlı sadrazamı Sokollu Mehmed Paşa tarafından 1577 yılında Mimar Sinan'a yaptırılan köprü, Nobel ödüllü yazar İvo Andric'in "Drina Köprüsü" isimli romanına da adını verdi.

Yaşadığı savaşlara rağmen asırlardır tüm endamıyla Drina Nehri üzerinde ayakta duran köprü, gerek muazzam mimarisi gerekse görkemli duruşuyla görenleri büyülemeye devam ediyor.

Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi Öğretim Görevlisi Prof.Dr. İbrahim Krzovic, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bosna bizzat Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş çok fazla eser bulunmadığını, hatta herkes tarafından bilinen tek eserinin Drina üzerindeki Sokollu Mehmed Paşa Köprüsü olduğunu kaydetti.

Drina Köprüsü olarak da bilinen bu köprünün abidevi bir kavrayışın yansıması olduğunu söyleyen Krzovic, "Ondan önce ya da sonra böyle bir eser daha yapılmadı." dedi.

Krzovic, Drina Köprüsü'nün Balkanlar'daki anıtsal ve muazzam eserlerden biri olduğuna işaret ederek, Mimar Sinan'ın yedi anıtsal köprü inşa ettiğini ve Vişegrad'daki bu köprünün en iyisi olduğunu dile getirdi.

İki eseri daha vardı
Drina Köprüsü dışında, Mimar Sinan'ın Bosna Hersek'te iki eserinin daha bulunduğuna dair iki belgenin de günümüze ulaştığını aktaran Krzovic, belgelerde geçen ancak bugün ayakta olmayan iki eserin Sofu Mehmed Paşa Camisi ile Mehmed Paşa İmareti olduğunu söyledi.

Krzovic, Bosna Hersek'te Mimar Sinan üzerine araştırma yapan bazı isimlerin, belgelerde Hersek bölgesinde olduğu yazan Sofu Mehmed Paşa Camisi ile aynı isimde bir caminin Banja Luka şehrinde de bulunduğunu ve bu caminin de Mimar Sinan'ın eseri olduğunu savunduklarını belirterek, sözlerine şöyle devam etti:

"Banja Luka'daki cami Mimar Sinan'ın eserine benzemiyor. Çünkü cami 16. yüzyılın ortalarında yapılmış ve mimari olarak mütevazi bir yapıya sahip. Böyle bir caminin Mimar Sinan'ın ustalık döneminde yapıldığını düşünmek zor. Belki de bu cami Mimar Sinan'ın öğrencileri tarafından yapılmış ancak kayıtlara Mimar Sinan'ın eseri olarak geçmiş olabilir. Mimar Sinan gelmiş geçmiş en iyi mimardır. Onun eserleri Osmanlı mimarisindeki klasik dönemin en iyi örnekleridir, ki bu dönemde Bosna Hersek'te de olağanüstü eserler inşa edilmiştir."

Ustanın çıraktaki yansıması: "Mostar Köprüsü"
Mimar Sinan, bizzat inşa ettiği eserlerin yanında, yetiştirdiği çıraklarıyla da Bosna Hersek'te iz bıraktı.

Mimar Sinan'ın öğrencilerinden Mimar Hayreddin'in, 1566 yılında inşa ettiği Mostar Köprüsü, ülkedeki en önemli Osmanlı eserlerinden biri olarak bugün de dimdik ayakta. Bosna'daki savaşta Hırvat topçuları tarafından yıkılan tarihi köprü, savaşın ardından aslına uygun olarak yenilenerek, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu çok sayıda devletin temsilcilerinin hazır bulunduğu bir törenle 2004'te açılmıştı.

Krzovic, Bosna Hersek'in sembollerinden biri olan ve medeniyetleri birbirine bağlayan Mostar Köprüsü'nü "iyi bir okul ve iyi bir öğrencinin eseri" olarak nitelendirerek, "Mostar Köprüsü, Drina Köprüsü gibi büyüklüğü ya da güçlü duruşuyla değil, zerafeti ve cüretkarlığıyla Avrupa'dan gelen yazar ve seyyahları çok etkilemiştir." diye konuştu.

Mimar Sinan'ın öğrencilerinin Bosna Hersek'te birçok eser inşa ettiğini anlatan Krzovic, ülkedeki en güzel cami olarak nitelendirilen Foça'daki Alaca Cami'nin de Mimar Sinan'ın öğrencisi Ramazan Ağa tarafından yaptırıldığını aktardı.

Krzovic, Mimar Sinan'ın "bereketli ve verimli" bir okula sahip olduğunu kaydederek, Balkanlar'daki farklı ülkelerde Mimar Sinan'ın yaptığı eserlerin "büyük bir şahsiyetin ve kazanımların etkisi" olduğunu sözlerine ekledi.
Akşam, 08.04.2016

SURP MİNAS KİLİSESİ'NE YIKIM TEHDİDİ

Erzurum’a bağlı Gez Köyü'ndeki Surp Minas Kilisesi’nin akıbeti belirsizliğini koruyor.

Kilisenin tapusu şu anda Almanya’da yaşayan Sabri Ergin’de bulunuyor. Ergin, tapunun annesinden kaldığını ve kilisenin restorasyona muhtaç bir halde olduğunu belirtiyor: “Erzurum’a bağlı Gez Köyünde annemin, babasından kalma bir arazisi bulunuyor. Bu arazi üzerinde de Surp Minas Ermeni Kilisesi yer alıyor. Kilise şu an cemaat olmadığı için kullanılmıyor ve bakıma muhtaç bir halde akıbetini bekliyor.”

Kilisenin kaderine terk edilmemesi için çaba gösterdiklerini belirten Ergin, konuyu Başepiskopos Aram Ateşyan’la da görüştüğünü söylüyor: “Münih’teki ilişkilerimi kullanarak buradaki Ermeni toplumunun aracılığıyla Başepiskopos Aram Ateşyan ile görüştüm. Ancak kendisi Erzurum’da artık Ermeni nüfus kalmadığını ve kendilerinin de kilise için maddi imkanlarının olmadığını belirterek bize yardımcı olamayacaklarını belirtti. Bunun üzerine noter aracılığıyla Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne ve Erzurum Belediyesi’ne dilekçe göndererek buranın tarihi eser olarak tescilini talep ettik.”

‘Mülk dağıtmıyoruz’
Türkiye Ermeni Patrikhanesi’nden UNESCO’ya, Almanya hükümetinden ABD’deki Ermenilere pek çok kuruma destek çağrısı yapan Ergin, henüz olumlu bir yanıt alamadığını belirtiyor: “Kilisenin restorasyonu için başvurmadığım yerler, başvurduklarımdan azdır. Ermeni Patrikhanesi’ne gittiğimde orada biri ‘Kiliseyi bana ver’ dedi. Biz burada mülk dağıtmıyoruz ki. Öte yandan satın almak isteyenler de oldu. ‘Başka bir kilise 1.5 milyon dolara satılmış, sen de sat’ dediler, satmadım.”

Belediyeden tehdit
Erzurum Aziziye Belediyesi’nin “bir hafta içinde restore etmezseniz yıkacağız” tehdidiyle karşılaştıklarını belirten Ergin, bunun üzerine kiliseyi 2010’da tarihi eser olarak tescil ettirmiş. Ancak Aziziye Belediyesi, yakın zamanda Ergin’le yeniden iletişime geçerek kilisenin yeniden yıkılmasını istemiş. Ergin, tarihi eser statüsünde yer alan kilisenin yıkımı halinde AİHM’e kadar hukuki sürecin takipçisi olacağını belirtiyor.

Restorasyon için 2012’de bir proje hazırlayan Ergin, gerekli finansman destek sağlanamadığı için projeyi hayata geçiremediğini söylüyor: “50 bin dolar olsa, kendi cebimden verip finanse edeceğim fakat o dönem projeyi yazdığımızda 500 bin dolarlık bir bütçe ortaya çıktı. Biz buranın kültür-sanat faaliyetlerine ev sahipliği yapmasını istiyoruz. Çünkü öylesine bir restorasyon yapmanın bir anlamı yok. Restore ettikten sonra kim duracak orada. Ben bu restorasyonu kendim için yapmayı düşünmüyorum ki. İki halkın kullanması için yapıyorum. Bugün orada az da olsa bir Ermeni cemaati kalsaydı, çok daha kolay olabilirdi.”

‘Barış simgesi olsun’
Sabri Ergin, annesinin kiliseye gösterdiği ilgiye de değindi: “Bu kilise anneme babasından kaldığından, kendisi için de bir önem arz ediyordu. Annem senelerden beri Surp Minas Kilisesi’nin yok olmaması için çok çaba sarfetti. Tek isteği bu tarihi ibadethanenin yıkılmamasıydı. Ne yazık ki kendisini geçen yıl kaybettik. O, kilisenin yaşatılmasını istiyordu. Kültür sanat merkezi veya bir kütüphane olarak halka hizmet vermesini, Ermeni ve Türk halkının barış simgesi olmasını istiyordu.”

Agos, Haber: Vartan Estukyan, 08.04.2016

KADIKÖY'DEKİ ERMENİ VAKFI'NIN MÜLKLERİ NEDEN TARTIŞILIYOR?

Ana akım medyada, Tarihi Kadıköy Çarşısı’ndaki tarihi dokunun kaybolduğuna dair çok sayıda haber yer alırken, buradaki dükkanların çoğunun Ermeni ve Rum vakıflarına ait olduğunun özellikle vurgulanması dikkat çekti.

Borçlar Kanunu’nun 347. maddesinde 10 yıllık kiracıların gerekçesiz tahliye edilmesinin önünü açan değişikliğin 2012 yılında yapılmasından bu yana birçok tarihi dükkan tahliye edildi. Bu yönüyle tartışmalara yol açan uygulama, Tarihi Kadıköy Çarşısı’ndaki dükkanlar için alınan tahliye kararlarıyla bir kez daha gündeme geldi. Ana akım medyada, Çarşı’daki tarihi dokunun kaybolduğuna dair çok sayıda haber yer alırken, buradaki dükkanların çoğunun Ermeni ve Rum vakıflarına ait olduğunun özellikle vurgulanması dikkat çekti. 

‘Kanuni sorumluluğumuz’
Bu haberler üzerine görüşüne başvurduğumuz Kadıköy Surp Takavor Kilisesi Vakfı yöneticileri haberlerin gerçeği yansıtmadığını belirtti. Kadıköy Çarşısı’nda envanterlerine kayıtlı kilisenin çevresinde bulunan 16 dükkan olduğunu belirten Yönetim Kurulu üyesi Sarven Sertşimşek şöyle konuştu:“Medyada yer alan haberlerin tamamı spekülasyon. Bugüne kadar sadece bir dükkanla sorun yaşadık; onun dışında, vakfın sorun yaşadığı kiracı yok. Tamamen Vakıflar Kanunu’na uygun olarak hareket ediyoruz. Kanunda vakfımızı zarara uğratamayacağımız yazıyor. Dolayısıyla değerinde kira toplamak bizim kanuni görevimiz. Aksi takdirde vakfımızı zarara uğratmış oluruz. Kira artışı zaten mahkeme kararlarına bağlı olan bir uygulama. Vakıf olarak kanunun bize verdiği hakları kullanıyoruz.”

‘Kötü niyet var’
Vakfın emlaktan sorumlu yönetim kurulu üyesi Arman Hilkat ise, yaşananları şöyle aktardı: “Söz konusu kiracı (Brezilya Kurukahvecisi) haberlerde belirtildiği gibi 96 yıllık bir kiracı değil, 36 yıldır kiracımız. Çarşıdaki rayicin çok altında kira verdikleri için kendileriyle birkaç yıl önce sözlü olarak görüştüm. Ancak bunu kabul etmediler. Biz de kanuni süreci başlattık. Öte yandan bahsi geçen kiracının, Çarşı’da iki dükkanı var. Biri dükkanının yanında boş duruyor, öteki ise hemen karşısında, meyhane olarak kiraya verilmiş. Kendi dükkanından günün değerine uygun kira alırken vakfımıza ait mülkte düşük kirayla devam etmeye çalışması kötü niyeti ortaya koyuyor. Ayrıca, görüşmelerimizde sağlık sorunları nedeniyle çalışmaya devam etmeyeceğini söylemişti. Ancak böyle bir yola gitti. Beş yıldır vakıfta görev yapıyorum; bugüne dek böyle bir sorunla karşılaşmamıştık.”

Agos, Haber: Miran Manukyan, 08.04.2016

MAĞARA RESİMLERİNDEKİ SOYU TÜKENMİŞ ÖKÜZLER YENİDEN YETİŞTİRİLECEK

Ekolog, genetikçi, tarihçi ve sığır yetiştiricilerinden oluşan “Taurus (Boğa) Programı” isimli ortaklık, paleolitik mağara resimlerini süsleyen nesli tükenmiş yaban öküzünü, uygun özelliklere sahip modern sığırları melezleyerek yeniden canlandırmayı planlıyor. Stichting Taurus isimli bir Hollanda kuruluşunun desteklediği programda, genetik mühendislik uygulanmıyor.



Fransa’daki Lascaux mağarasındaki paleolitik duvar resimlerinin kopyası.

Yaban öküzleri, özellikle Fransa’daki Lascaux mağarasındaki 17,000 yıllık resimlerde belirgin şekilde resmediliyor. Mağaranın duvarlarında ileri doğru kıvrılan uzun boynuzlarıyla resmedilen bu uzun hayvanların yanı sıra betimlenen dev bir geyik olan Megaloceros ve mağara aslanının da nesli uzun zaman önce tükendi. Fakat yaban öküzlerinin genleri modern sığırlarda hala mevcut. Bilim adamları da onları geri getirmeye çalışıyor.

Bilim insanları, yaban öküzü atalarıyla bazı aynı özellikleri taşıyan sığır çeşitlerini belirledi. Bu özellikler büyük bir vücut, uzun bacaklar, uzun ve atletik bir yapı, ileri doğru kıvrılan boynuzlar, erkeklerde siyah ve dişilerde kırmızımsı kahverengi bir kürkten oluşuyor. Modern sığırların yaban öküzü üretmek amacıyla melezlenmesi, 2008 yılında yedi tür sığır kullanılarak başladı.

Taurus Projesi’ni yöneten ekolog Ronald Goderie aldıklara hızlı sonuçlara şaşırdığını söylüyor. “İkinci nesil sığırlarda şimdiden, hayvanın renklerinin yaban öküzüne benzer olduğunu görüyoruz. Erkekler siyah renkli ve sırtlarında omurgaları boyunca açık renkli bir çizgi var.  Bacakları şimdiden daha uzun. Daha karmaşık olan boynuzların şekli ve boyutu. Bazı bireylerde, boynuz uzunluğunun olması gerekenein %75inde olduğunu görüyoruz. Yaklaşık altı-yedi nesil içinde stabil bir boğa grubu elde edeceğimizi düşünüyoruz, bu da bir 7-10 yıl alır” diyor.



Program kapsamında yetiştirilen ikinci nesil bir boğa, Keent Doğa Rezervi, Hollanda. (Görsel: Staffan Widstrand/Wild Wonders of Europe)

Taurus projesi, bir “yeniden yabanileştirme” koruma hareketinin parçası olarak başladı. Yeniden yabanileştirme, belli bir araziyi mümkün olduğu kadar, insan öncesi haline geri döndürmeyi amaçlıyor. Bu da sıklıkla, yok olmuş hayvan ve bitkileri yeniden canlandırmaya çalışmayı kapsıyor. Kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan Rewilding Europe (Avrupa’yı Yeniden Yabanileştirme), yaban öküzlerinin konulması için, onların yaşadığı dünyayı taklit edecek 10 konum belirledi. Canlandırmak için değerlendirilen diğer hayvanlar arasında vahşi atlar, Avrupa bizonu ve dağ keçisi (ibeks) bulunuyor.

Yaban öküzleri bir zamanlar Avrupa ve Asya’nın büyük bir bölümünde yaşıyordu. Avlanma ve açık alanların tarlaya dönüştürülmesinin bir sonucu olarak Avrupa’nın yabani öküzlerinden geriye çok küçük bir grup kaldı. Bu grup da 1628’de sonuncusu ölene  kadar kraliyet emriyle korundukları Polonya’daki bir ormanda yaşadı. 100 yıldan uzun bir süre boyunca Polonya kraliyet ailesi öküzleri kurtarmaya çalıştı ve kışın onları besleyen kişilere vergi indirimi yaptı. Fakat politik istikrarsızlık, evcil sığır hastalıkları ve diğer tehditler öküzlerin sonunu getirdi.

Avrupa’nın bazı kısımlarını yeniden yabanileştirmenin gerekçesi olarak, bazı geniş arazilerin ekolojik olarak dengesiz bir durumda olması gösteriliyor. Çoğu eski tarım alanı olan araziler, birçok kuş, böcek, küçük memeli ve yırtıcı hayvanlara elverişsiz hale geldi.

Yeniden yabanileştirme akımına ve yaban ökzülerinin yetiştirilmesine karşı olan uzmanlar ise, yaban öküzlerini doğaya salmanın sonuçlarının ne olacağını kestirmenin zor olduğunu düşünüyor. Doğaya sonradan salınan bu türlerin, mevcut türlerle nasıl bir etkileşime gireceği hakkında çok az bilgiye sahibiz.

Taurus Projesi’nin DNA analizine rehberlik eden bir moleküler genetikçi olan Richard Crooijmans ise “Yeniden bir yaban öküzü yetiştirmeyeceğiz. Yaban öküzüne benzer bir hayvan yetiştireceğiz. Şu anda yaptığımız şey hayvanları birleştirmek ve birbirine karıştırmak. Zaten hangi  zamana ait olan bir yaban öküzü istediğimizi de bilemeyiz. Pleistosen dönemden mi istiyoruz? Erken Holosen’den mi? Ortaçağ’dan mı?” diyor.

2 milyon yıl geriye giden fosil kaydıyla yaban öküzleri, uzun bir süre boyunca değişme ve çevresine uyum sağlama şansı buldu. 1620li yılların yumuşak huylu yaban öküzleri, kemikleri DNA analizi için kullanılan Neolitik yaban ökzülerinden oldukça farklı olabilir.

Crooijmans “Prensipte, yaban ökzülerinin soyu aslında tükenmedi. Onlar hala modern sığır türlerinde yaşıyor, fakat çok fazla değişmiş durumdalar” diyor.
arkeofili.com, Kaynak: The Washington Post, Haber: Jackson Landers, Çeviri: Ayşe Bursalı, 04.04.2016

ATİNA'DA TAVERNACILARI LANETLEYEN 2400 YILLIK TABLETLER BULUNDU

Atina’da bir genç kadının mezarında taverna işleten insanları lanetleyen 2,400 yıllık beş adet kurşun tablet bulundu.

Tabletlerin dört tanesinde, “kitonik” yani yeraltı dünyası tanrıları çağıran ve Atina’daki dört farklı karı-koca taverna işletmecisini hedef almalarını isteyen lanetler yazılıydı. Beşinci tablet boştu, ve büyük ihtimalle bu tablete büyüler sözlü olarak söylenmişti.

Beş tablet de demir bir çiviyle delinmiş, katlanmış ve mezara konulmuştu. ANtik inanışlara görre, mezar bu tabletlere, bahsedilen yeraltı tanrılarına ulaşma imkanı veriyordu. Böylece tanrılar lanetin buyurduğu şeyleri yapabilecekti.



Phanagora ve Demetrios’u lanetleyen yazılar. Görsel: Jessica Lamont.

Köpek Kulağı Laneti 
Lanetlerden birinin hedefi, bir taverna işleten Demetrios ve Phanagora isimli bir karı-kocaydı. Onları hedefleyen lanetin bir kısmı şöyle:

"Nefretini Phanagora ve Demetrios’un, ve tavernalarının ve mallarının ve mülklerinin üstüne kus. Düşmanım Demetrios ve Phanagora’yı, kan ve külle, tüm ölülerle tutacağım…

Demetrios seni olabilecek en güçlü şekilde, böyle bir lanetle bağlayacağım. Ve dil[inin] üstüne bir kynotos ile vuracağım."

Kynotos kelime anlamı olarak “köpek kulağı” demek olsa da, aslında “atılabilecek en küçük zar anlamına gelen bir antik kumar terimi” diye yazıyor John Hopkins Üniversitesi’nden Jessica Lamont, yakın zamanda Zeitschrift für Papyrologie und Epigraphik’te yayınlanan makalesinde. Lamont “Kurşun tablete çivi çakma eylemi de bu arzu edilen duyguyu ritüel olarak yansıtır” diyor.

Lamont “Demetrios’un diline bu ayıplanacak kadar şanssız zarla vurulmasından bahsederek lanet, yerel tavernaların sadece sosyalleşilen barlar değil, aynı zamanda klasik Atina’da kumar ve diğer başka kötü aktivitelerin bolca yer aldığı alanlar olduğnu ortaya koyuyor” diyor.



Phanagora ve Demetrios’u lanetleyen yazılar. Görsel: Jessica Lamont.

Tabletlerin Bulunduğu Kadın Mezarı
Beş tabletin bulunduğu mezar, Atina’nın limanı olan Piraeus’un kuzeydoğusundaydı ve 2003 yılında kazılmıştı. Henüz bu konuda bir yayın yapılmamış olsa da, lanet tabletleri üzerinde Piraeus Müzesi’nde çalışan Lamont, mezarda genç bir kadının yakılmış kalıntılarının bulunduğunu söylüyor.

Lamont Live Science’a yaptığı açıklamada “Lanet tabletlerinin işe yaraması için bir mezar ya da kuyu gibi yer altında bir yere konulmaları gerekir. Bu toprak altındaki yerlerin, lanetlerin yeraltı dünyasına ulaşabilmesi için bir kanal sağladığı düşünülürdü” diyor Lamont. Böyle kitonik tanrılar lanette buyurulanları yapabilirdi.

Lamont, mezarda gömülen kadının lanetlerle ya da tavernalarla hiçbir ilgisi olmayabileceğini söylüyor. Belki de bu kadın sadece, birinin diğer insanlara bu lanetleri okumak istediği bir zamanda ölmüştü.

Kadının ölümüyle ilgili olan törenlerde mezar “ulaşılabilir durumda olurdu, bu da birinin tabletleri toprak altına koyması ve gömmesi için uygun bir fırsat  olurdu” diyordu Lamont.

Tabletlerdeki lanetleri kim okudu?
Lanet tabletlerindeki yazı muntazam ve metin zarif şekilde yazılmış, bu da profesyönel bir lanet-yazıcının tabletleri oluşturduğunu düşündürüyor. Lamont “Bu kadar açık ve uzun ve güzel yazılmış birşey bulmak çok nadirdir. Ama tabii ki çok korkunç şeyler söylüyorlar” dedi.

Büyük ihtimalle efsun, büyü ve tılsım gibi birçok başka doğaüstü hizmetlerde de bulunan bu lanet yazıcı, Lamont’a göre büyük ihtimalle Atina’nın taverna işletme sektöründe çalışan biri tarafından tutulmuştu. Lamont “Bence bunları sipariş veren insanın kendisi de taverna dünyasında çalışıyordu, olasılıkla bu dört karı-koca taverna işletmecisinin rakibiydi” diyor.
arkeofili.com, Kaynak: Livescience, Haber: Owen Jarus, Çeviri: Ayşe Bursalı, 04.04.2016

NEPAL'DEKİ KUMAŞLAR İPEK YOLU'NUN DAHA GÜNEYE DE İNDİĞİNİ GÖSTERİYOR

Nepal’deki Samdzong 5 arkeolojik alanında bulunan MS 400-650 yıllarına tarihlenen kumaş ve boyaların analizi, Çin ve Hindistan’dan getirilen malzemelerin yerel olarak bulunan malzemelerle birlikte kullanıldığını gösterdi. Yerel olarak ipek üretilmemesi, Samdzong’un bulunduğu Yukarı Mustang bölgesinin İpek Yolu’nun bir parçası olduğunu gösteriyor.



Kırmızı renge sahip tabby doku tekniğine sahip iyi işlenmiş kumaş.  Görsel: M. Gleba

Samdzong 5’teki kumaşlarda keten tohumu yağına batırılmış ipek lifleri, munjet ve Hint lak boyaları bulunması, Çin ve Hindistan’dan ithal edilen malların, yerel olarak üretilen ürünlerle birleştirilerek kullanıldığın ortaya koydu.  Araştırmayı yapan Gleba “Yerel olarak ipek üretildiğine dair hiçbir kanıt yok, bu da Samdzong’un İpek Yolu’nun uzun mesafeli ticaret ağının bir parçası olduğunu düşündürüyor” dedi.

Gleba “Veriler, Yukarı Mustang’in izole ve uzak bir yer değil, bir zamanlar küçük olan, fakat daha büyük bir insan ve yer ağının önemli bir noktası olan bir yer olduğu düşüncesini kuvvetlendiriyor. Bu kumaşlar, yerel tekstil malzeme ve teknikleri hakkında bildiklerimizi geliştirecek. Ayrıca farklı toplumların, yerel kültürel ve ekonomik ihtiyaçlara göre, nasıl yeni tekstil teknolojilerini geliştirdiği ve bunlara uyum sağladığı konusunda da fikir sahibi olacağız” dedi.



Kompleks dekoratif başlıklara dair olası kanıtlar. Bunlar altın/gümüş renkli maskeye takılmış olabilir. Görsel: M. Gleba

Nepal’den bu döneme ait çok az sayıdak kumaş kalıntısı bulunmuş olması, bulunan bu kumaşların da önemini artırıyor. Samdzong mezar kompleksinin kuru iklimi ve bulunduğu yüksek irtifa (4000 km), organik materyellerin mükemmel şekilde korunmasını sağlamış.

Bulunan kumaş objelerden bir tanesi, bakır, cam ve kumaştan yapılmış boncukların bağlandığı yün kumaşlardan oluşuyor. Bu eser, muhteşem bir altın/gümüş ölüm maskıyla birlikte, yetişkin bir insanın tabutunun yakınında bulundu. Maskın kenarlarında bulunan küçük iğne delikleri, maskın bir kumaşın üstüne dikildiğini ve büyük ihtimalle, kompleks ve dekoratif amaçlı bir başlığın kalıntıları olduğunu gösteriyor.



Bu altın/gümüş renkli maskın, Samdzong 5 mezar kompleksindeki bir tabutta, yetişkin birinin yüzünü kapladığı düşünülüyor. Görsel: M. Aldenderfer

Samdszong 5 kazılan bölgedeki kuyu mezarlarda yapılan kazılardan biri. Bu mezarlar ancak 2009’daki bir sarsıntıdan sonra gün yüzüne çıktı. Sarsıntıyla birlikte, sarp kayalıklara ilk olarak tarihöncesi zamanında kazılan fakat sonra üstü kapanan uçurumın bir bölümü, yerinden kopmuştu.
arkeofili.com, Kaynak: University of Crambridge, Çeviri: Ayşe Bursalı, 04.04.2016
KİLİSEYİ KİLİSE OLARAK KULLANMAK YASAK

Ordu’da Agape Kilisesi Derneği’nin tarihi Taşbaşı Ortodoks Kilisesi’nin ibadethane olarak kendilerine verilmesi için yaptıkları başvuru reddedildi.

Protestan cemaatinin ibadet yeri sıkıntısı devam ediyor. Türkiye’nin çeşitli illerinde ibadet yeri tahsis edilmesi için yaptıkları başvurular reddediliyor. Son olarak Ordu’da Agape Kilisesi Derneği’nin tarihi Taşbaşı Ortodoks Kilisesi’nin ibadethane olarak kendilerine verilmesi için yaptıkları başvuru reddedildi. Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürü Uğur Toparlak, yaptığı açıklamada Taşbaşı Kilisesi’nin Arkeoloji Müzesi olarak kullanılacağından dolayı Agape Kilisesi’nin talebinin reddedildiğini açıkladı. Toparlak, “başvurusu yapılan bina Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2 yıl önce Arkeoloji Müzesi olarak tescillendi. Başvurularına olumsuz yanıt verdik. Taşbaşı Kültür Merkezi’ni, Arkeoloji Müzesi olarak kullanacağız. Ordu’da kazılarda çıkan tarihi eserler orada sergilenecek. Sinop’ta Ordu hazineleri eserleri ve diğer arkeolojik eserler de buraya getirilerek burada sergilenecek” diye konuştu. 

Protestan cemaatinin ibadet yeri sıkıntıları sadece Ordu’yla sınırlı değil. İstanbul ve Ankara’da da ibadet yeri için yapılan başvurular reddedildi. Bursa’da ise Protestan Kilisesi’ne tahsis edilen kilisenin tahsis sözleşmesi yenilenememişti. Bursa Protestan cemaati kilisenin yeniden tahsis edilmesi için girişimlerini sürdürüyor.

Bürokrasi sorunu 
Protestan Kiliseler Birliği Genel Sekreteri Umut Şahin, ibadet yeri sıkıntısına ilişkin konuştu. “Yıllardır bu sıkıntı devam ediyor. Yaptığımız başvurular reddediliyor. Başvurularımıza genellikle yer yok diye cevap veriyorlar. Biz kendimiz yer gösterince, hemen Diyanet’te soruyorlar. Diyanet genellikle cami yapacağız cevabı veriyor. Belediyeler kilise açan belediye olmak istemiyorlar. Bürokrasi işliyor ve bütün enerjimizi tüketiyorlar.”

Cumhuriyet tarihi boyunca sadece İstanbul’da bir kilisenin kabul edildiğini hatırlatan Şahin, “İlk ve tek kilise. Onu da kendi imkanlarımıza yaptık” dedi.

AİHM’e taşındı
Protestan cemaatinin konuya ilişkin hukuki mücadelesi de sürüyor. Ankara’da Kurtuluş Kiliseleri, 2006’da Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne başvuru yaptı. Kilisenin başvurusuna belediyeden yanıt gelemeyince 2007’de yeniden başvurular yaptı. Belediye “uygun yer yok” cevabını verdi. Kilise, başvurduğu hukuki yolların hiçbirinden sonuç alamadı. 2013 yılında ise Ankara’da bulunan Çankaya Belediyesine başvuru yapıldı. İki farklı yer için yapılan başvurular da reddedildi. Kilisenin halen resmi statülü ibadet yeri bulunmuyor. Kilise, ibadet yeri sıkıntısına ilişkin AİHM’e başvurdu.

Türkiye’deki inanç gruplarının sorunları üzerine çalışma yapan Norveç Helsinki Komitesi İnanç Özgürlüğü Girişimi’nin proje yöneticisi Mine Yıldırım, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin inanç özgürlüğünü güvence altına alan 9. Maddesi ibadet etme, ibadet yeri kurma ve yaşatma haklarını da güvence altına altığına dikkat çekerek devletler açısından bunun bir yükümlülük doğurduğunu söyledi. Yıldırım “Söz konusu bir inanç topluluğunun ibadet yeri ihtiyacı ise devletin bu konuda engel olmaması ve gerekiyorsa ibadet yeri ihtiyacının karşılanması için adım atması gerekir” dedi. Yıldırım,  AİHM kısa bir süre sonra Yehova’nın Şahitleri Derneği tarafından konuyla ilgili açılmış bir davayı karara bağlayacağını ve bu kararın tüm inanç toplulukları için önemli olduğunu söyledi.
Agos, Haber: Uygar Gültekin, 01.04.2016

MODERN İNSAN VE DESİNOVALILAR SADECE 50.000 YIL ÖNCE ÇİFTLEŞTİ

Yeni yapılan araştırmalar Güney Asya’daki modern popülasyonlarda sanılandan daha fazla Denisova DNA’sı olduğunu, ve Homo sapiens- Denisova çiftleşmesinin sadece 50.000 yıl öncesine tarihlendiğini gösteriyor. Bu da Homo sapiens‘in diğer hominidlerle çiftleşme tarihini binlerce yıl değiştiriyor.



DNA testleri için yok edilmiş olan Denisova parmak kemiğiinin kopyası. (Görsel: Thilo Parg, CC BY-SA 3.0)

Afrika dışındaki insan nüfusunun genlerinde az oranda Neandertal DNA’sı olduğu ve modern insan ve Neandertalin bir noktada çiftleştiği uzun süredir biliniyor. Yeni araştırma ise, birçok insanın, az oranda da olsa Denisovalılara ait DNA’ya da sahip olduğunu gösteriyor. Üstelik araştırmaya göre, insanlar Denisovalılarla, Neandertallerle olduğundan daha yakın bir zamanda çiftleşti. Bu Neandertallerle olan çiftleşmeden 100 nesil kadar sonra bile gerçekleşmiş olabilir.

Araştırmacılar dünya çapında 250 modern insan popülasyonunun genetik verilerini, Denisova fosillerinde bulunan DNA’yla karşılaştırdı. Daha sonra, gelişmiş modelleme teknikleri kullanarak, günümüzde Hindistan, Nepal, Bhutan, Tibet ve Güney Asya’nın diğer kısımlarında yaşayan insanların, mevcut modellerin öne sürdüğünden daha çok Denisovalı DNA’sına sahip olduğunu keşfettiler.



İnsanlarda en yüksek Denisova DNA’sı Avustralya ve Papua Yeni Gine popülasyonlarında (kırmızı). Fakat yeni araştırma Güney Asya’da da beklenenden daha yüksek Denisova DNA’sı oranı keşfetti (açık yeşil).

Denisovalılar ilk olarak 2008’de Sibirya’daki bir mağarada bulunan bir diş ve parmak kemiğinden elde edilen DNA ile tanımlandı. Modern insan ve Neandertallerden genetik olarak farklı olan Denisovalılar yaklaşık 500.000 yıl önce insan aile ağacından ayrıldı. Daha önceki araştırmalar Avustralya, Papua Yeni Gine ve Okyanusya’nun diğer kısımlarında yaşayan insanların DNA’sının %5’inin Denisovalılardan geldiğini ortaya koydu.

Araştırmacılardan Sriram Sankararaman “Birkaç sene öncesine kadar bu önemli grubu bilmiyorduk bile. Şimdi araştırmamız, Denisovalıların insanlık tarihinin neresinde dahil olduğu konusuna ışık tutuyor. Ayrıca hesapsal biyolojinin inceleyebileceği yeni araştırma konuları da ortaya çıkarmış oldu” diyor.

Araştırmacılar 120 Afrika-dışı popülasyona ait 257 genoma, farklı genetik ve istatistik tekniklerini uyguladılar.

Araştırma Denisovalıların ve modern insanın 44,000 ila 54,000 yıl önce çiftleştiğini gösterdi. Daha önceki araştırmalar Neandertallerle insanların 50,000 ila 60,000 yıl önce çiftleştiğini göstermişti.

Araştırmacılar ayrıca hem Denisova hem de Neandertal soyunun, hem erkek X kromozomlarından hem de erkek testislerinde görülen genlerden silindiğini keşfetti. Makale, bunun modern erkeklerde daha azalmış bereketliliğe katkı yapmış olabileceğini öne sürüyor, çünkü bereketlilikte azalmanın iki farklı tür melez popülasyonun ortak bir özelliği olduğunu gösteriyor.
arkeofili.com, Kaynak: UCLA Newsroom, Çeviri: Ayşe Bursalı, 28.03.2016



3 - 9 Nisan 2016
RUSYA: IŞİD, SURİYE'DEN ÇALDIĞI ESERLERİ GAZİANTEP'TE SATIYOR





Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitaliy Çurkin, Türkiye'nin Gaziantep ilinin, terör örgütü IŞİD militanlarının Suriye’den çıkardığı tarihi eserlerin satış merkezine dönüştüğünü belirtti.

BM Güvenlik Konseyi’ne yazdığı mektupta, IŞİD’in Suriye’de çaldığı tarihi eserlerin dağıtım sistemini ana hatlarıyla anlatan Rus diplomat, örgütün aktif olarak internet üzerindeki açık artırma alışveriş sitelerini kullandığına dikkat çekti.

Halihazırda Suriye’de 9’u UNESCO Dünya Mirası listesinden yaklaşık 100 bin kültürel anıtın IŞİD kontrolünde olduğunu belirten Çurkin, örgütün yasadışı tarihi eser ve arkeolojik değer ticaretinden elde ettiği gelirin yıllık 150-200 milyon dolar olduğunu kaydetti.

'ANTİKACILAR ÜZERİNDEN SATILIYOR’

BM'nin internet sitesinde yayınlanan mektupta, “Aşırılık yanlılarının Suriye ve Irak’tan çaldığı tarihi eserlerin satışı genel olarak Türkiye üzerinden yapılıyor. Türkiye’nin Gaziantep şehri, kültür miraslarının yasadışı olarak satıldığı en büyük merkez haline geldi. Çalınan eserler bu şehirde yasadışı biçimde açık artırmaya çıkarılıyor, antika dükkanları ağı üzerinden ve Bakırcılar Çarşısı’nda (Şekeroğlu Mah. Eski Saray Cad.) satılıyor” denildi.

NAKLİYAT FİRMALARININ İSİMLERİNİ VERDİ

Ayrıca Türkiye-Suriye sınırında yeni satış noktalarının açıldığını belirten Çurkin, “Büyük eşyaların teslimini Şenocak Nakliyat, Devran Nakliyat, Karahan Nakliyat ve Egemen Nakliyat gibi Türk nakliyat şirketleri gerçekleştiriyor. Kaçak tarihi eserler daha sonra Türkiye’nin İzmir, Mersin ve Antalya şehirlerine ulaştırılıyor ve burada uluslararası suç örgütlerinin temsilcileri tarafından menşeilerine ilişkin sahte belgeler hazırlanıyor” ifadelerini kullandı.

Tarihi eserlerin daha sonra e-bay gibi internetteki açık artırma usulü alışveriş siteleri üzerinden yabancı ülkelerdeki koleksiyonculara satıldığını kaydeden Çurkin, ayrıca vauctions.com, ancients.info, vcoins.com, trocadero.com ve auctionata.com online mağazalarının adlarını da verdi.

‘IŞİD, SOSYAL MEDYADAN YARARLANIYOR’

Faillerin, kimlik ve satıcının bulunduğu gerçek yerin tespitini engellemek amacıyla IP adreslerini değiştirmek gibi gizlilik önlemleri aldığına dikkat çeken Çurkin, “IŞİD, aracıları devre dışı bırakmak ve sanat eserlerini doğrudan alıcılara satmak için son zamanlar sıkça sosyal medyanın sunduğu imkanlardan yararlanıyor” diye konuştu.

IŞİD’in bu amaçla ‘Doğal Kaynakların Kontrolü Bakanlığı’ kurduğunu ve bu yapının başında da Ebu Sayyaf El Iraki’nin bulunduğunun altını çizen Rus diplomat, “Yapılan kazılara, bulunan eserlerin yerden çıkarılması ve taşınması sürecine sadece söz konusu kurumun mührünü taşıyan izin kağıdına sahip kişiler erişim sağlıyor” dedi.

sputniknews.com, 07.04.2016
SURİYE'NİN TARİHİ BÖYLE YAĞMALANIYOR: ‘TÜRK BÜROKRATLAR DA İŞİN İÇİNDE'





Gaziantep Üniversitesi'nden arkeolog Eyüp Ay, IŞİD'in yağmaladığı tarihi eserlerin satışında, neden bu kentin merkez olduğunu anlattı. Ay, "Bürokratlar, güvenlik görevlileri ve tüccarların dahil olduğu örgütlü bir kaçakçılık yapısı var, yasalar uygulanmıyor, sınır denetlenmiyor" dedi.

Rusya'nın BM Daimi Temsilcisi Vitaliy Çurkin, Güvenlik Konseyi'ne yazdığı mektupta, IŞİD ve diğer cihatçı grupların, Irak ile Suriye'den yağmaladıkları tarihi eserlerin satışında Gaziantep'in merkez olduğuna dikkat çekti. Bu yönde bilgiler daha önce de basına yansımıştı.

Sadece IŞİD'in günlük gelirinin 2014 yılında 1 milyon ile 5 milyon dolar arasında değiştiği tahmin ediliyordu.

Örgütün ana gelir kaynağının Türkiye'nin güney koridorunun merkezde yer aldığı petrol ticareti olduğu belirtilirken, tarihi eserlerin yağmalanıp satılmasıyla da önemli miktarda gelir elde ediliyor.

Gaziantep Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Eyüp Ay, kentteki tarihi eser kaçakçılığı hacminin milyon dolarları bulduğunu söyledi. Ay, eşsiz eserlerin Türkiye üzerinden satıldığını kaydetti.

'GAZİANTEP'TE KAÇAKÇILAR TEŞVİK EDİLİYOR'

Suriye'de çatışmaların başlaması ve IŞİD'in ilerleyişine bağlı olarak, Gaziantep'te tarihi eser kaçakçılığının arttığını belirten Ay "Antep'te tarihi eser kaçakçılığını teşvik eden bazı unsurlar var. Koleksiyonerlik ve özel müzecilik var Antep'te. Bunlar doğal olarak zaten kültür varlıklarının kaçırılmasını, tarihi eser kaçakçılığını teşvik ediyor. İkinci bir yapı, zaman içinde Gaziantep Müzesi'nde, daha başka müzelerde kaçakçılığa bulaşmış bir özgeçmişi olan personel atandı. Üçüncü yapı, Türkiye'nin genelinde olduğu gibi bu işi takip etmekle görevli olan emniyet güçleri var. Bunda da ne yazık ki, tarihi eser kaçakçılığını teşvik edecek bir yapı her zaman olmuştur. Bu üçü bir araya gelince Gaziantep'i cazip hale getirdi tarihi eser kaçakçıları için" dedi.

‘YABANCI BİR MUHABİR BİLE ALMANYA'YA ESER KAÇIRDI'

Kendisiyle söyleşi yapmak üzere kente gelen bir yabancı bir basın kuruluşunun muhabirinin bile, bazı eserlerin Almanya'ya kaçırılmasında rol aldığını anlatan Eyüp Ay, durumu bildirdiği istihbarat yetkililerinin de kaçakçılığa ortak olduklarını söyledi.

‘YASALAR UYGULANMIYOR'

Kültür varlıklarının yağmalanmasına ilişkin davalarda bilirkişi olarak görev de alan Ay "Kanunlarda tanımlanmış olan, kendi uzmanlık alanımıza giren konuların raporunu yazdıktan sonra, ona ilişkin yasaları çıkarıp altına yazmamıza rağmen, ne yazık ki pek bir işlem yapılmıyor. Tarihi eser kaçakçılarına bir müeyyide uygulanmıyor. Yasada olmasına rağmen, yasalar uygulanmıyor" dedi.

‘BÜROKRATLAR VE GÜVENLİK GÖREVİLERİ İŞİN İÇİNDE'

Ay, basından edindikleri bilgilere göre Türkiye'nin sınırda denetimleri biraz daha ciddiye almaya başladığını ancak öncesinde yeterli önlemlerin alınmaması nedeniyle kaçakçılığın arttığını söyledi:

"Son bir — iki yıla kadar, sadece kültür varlığı değil, terörist, vatandaş, araba, araç ve her türlü kaçak ürünler giriyordu. Sınırdaki durum o kadar kötüydü ki, Suriye'den istediğiniz şeyi getirebiliyordunuz. " Niye başka yere gitmiyor da Gaziantep'e geliyor? Çünkü bunun altyapısı hazır. Bu konuda örgütlenmiş bir kaçakçılık müessesesi söz konusu. İçinde bürokratların, tüccarların ve güvenlik güçlerinin bulunduğu üçlü sacayağından bahsediyoruz.

‘YPG BÖLGELERİNDEN DE ÇOK SAYIDA ESER GELİYOR'

Sadece cihatçı örgütlerin hakim olduğu bölgelerden değil, Kamışlı ve Resulayn'dan gibi (Serekani) YPG'nin elindeki bölgelerden de çok sayıda eserin, Mardin başta olmak üzere Türkiye'ye kaçırılarak satıldığını söyledi. Müzelerden çalınan eserleri belirli koşullarda geri almanın mümkün olduğunu aktaran Eyüp Ay, daha önce gün yüzüne çıkmamış eserlerin kaçırılmasının büyük bir sorun olduğunu belirtti.

sputniknews.com, 08.04.2016
DEFİNE ARARKEN METAN GAZINDAN ÖLDÜLER

Düzce’nin Gümüşova İlçesi Pazarcık Köyü’nde, oturan kuzenler İhsan Tora, Nurettin Tora, Özcan Tora ve Sinan Tora, Hendek’te oturan enişteleri Ahmet Şentürk ile birlikte köyde iddiya göre define aramak için kazı yaptı.

5 kişi, yaklaşık 20 metre derinlikdeki kuyuda biriken suyu su motoruyla tahliye etmek istedi. 5 kişi, motordan çıktığı tahmin edilen gazdan etkilendi. 

Yakınları kurtardı
Durumu fark eden yakınları, merdiven yardımıyla İhsan Tora, Nurettin Tora ve Özcan Tora’yı kuyudan çıkarmayı başardı. 3 kişi hendek Devet Hastanesi’ne kaldırılırken, daha derinde olan Sinan Tora ve Ahmet Şentürk için itfaiye ekipleri kurtarma çalışması başlattı. 

Tora ve Şentürk kuyudan çıkarılarak hastaneye kaldırıldı, ancak yapılan müdahaleye rağmen yaşamlarını yitirdi. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.
Milliyet, 08.04.2016
GAZZE'DE BİZANS KİLİSESİ

Gazze'nin kent merkezindeki Filistin Meydanı'nda yapılan kazı çalışmaları sırasında, yerin dokuz metre altından tarihi eser niteliği taşıyan taş, mermer ve çömlek parçaları bulundu. Filistin Turizm ve Tarihi Eserler Bakan Yardımcısı Muhammed Hılle, bulunan parçalardan ikisinin Bizanslılar zamanında Gazze'de inşa edilen bir kilisenin sütunlarının kaideleri olduğunu ve üzerinde yaprak şeklinde işlemeler bulunduğunu belirtti. Gün yüzüne çıkarılan eserlerin incelendikten sonra Paşa Sarayı Müzesi'nde sergileneceği kaydedildi.
Sabah, 07.04.2016
HAVAGAZI FABRİKASININ ALAN TESCİLİ KALDIRILDI

Tezcan Karakuş Candan "Havagazı Fabrikası yeni bir rant süreci ile karşı karşıya. Ankara 1 Nolu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu'nun alan tescilini kaldıran kararını yargıya taşıyacağız" dedi.



Havagazı Fabrikası ve Alanının eski görüntüsü


Mimarlar Odası Ankara Şubesinde yapılan basın toplantısında Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan 1929 yılından yapılan Cumhuriyet'in ilk sanayi yapılarından biri olan ve bir bölümü 2006 yılında tescil kararı kaldırılarak yıkılan Havagazı Fabrikası’nın, alan tescilinin kaldırıldığını kaydetti. Candan, Havagazı Fabrikası alanında yaşanan son gelişmeyi şöyle aktardı:

Bu süreçte de geçtiğimiz yıl Torunlar İnşaatın alana AVM yapması gündeme gelmişti. Torunlar İnşaat böyle bir  durumun olmadığına ilişkin açıklama yapmıştı. Sonra bir dönem dört emsalli bir proje yapıldı. Sonra dava açıldı proje iptal edildi. Şimdi de Maltepe Havagazı Fabrikası alanının Ankara 1 numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 04.02.2016 tarih, 3041 sayılı kararı ile tescil kaydının kaldırıldığı ve bahse konu kararla tescil kararı kaldırılan söz konusu taşınmazda bulunan Maltepe Havagazı Fabrikası alanında yer alan fabrika bacalarının şiddetli lodos nedeniyle yıkılması talep edilmekte. Endüstri mirası olan Havagazı fabrikasının ayakta kalan bacalarının korunması gerekiyor.  Bu alanda  atölyeler, depolar silolar ve işçi lojmanları da bulunuyor bunlarında korunarak gelecek kuşaklara aktarılması gerekiyor.Davamız devam ederken alanın tescilini kaldırılması kabul edilemez.

Kaygılıyız 
Alan tescilinin kaldırılmasıyla Cumhuriyetin sanayi tanıklarından olan endüstri mirasının ranta açık bir alan haline gelmesinden kaygı duyduklarını belirten Candan, şunları söyledi:

Çevre Şehircilik Bakanlığı ve Büyükşehir Belediyesi arasında plan yapma hiyerarşisinde bir karmaşıklık var. Aralarında plan yapma süreçlerinden kaynaklı bir gerilim olduğunu hissediyoruz. Kimin ne yaptığı belli değil. Cumhurbaşkanı anayasayı tanımıyor, bakanlıkla büyükşehir belediyesi de plan hiyerarşisini tanımıyor. Dolayısıyla sıkıntılı bir süreç yaşanıyor ve kent yönetilemez hale geliyor. Müdahale edilemeyen bir süreçle karşı karşıyayız. Bu plan hiyerarşisi ve bu karmaşıklık içinde Havagazı Fabrikası ranta teslim edilmek isteniyor.  Alanın tescilinin kaldırılmasını yargıya taşıyacağız. 4 Şubat 2016 tarihli 3041 sayılı kararı Koruma Kurulu’ndan istedik ,iptali için dava açacağız. Yeni bir rant süreci ile karşı karşıyayız.

Ankara Yönetilemez Durumda  
Candan, EGO hangarların yaşanan sürecin de yine plan hiyerarşisindeki karmaşıklığın bir sonucu olduğunu ifade ederek, şunları kaydetti: 

EGO hangarları Büyükşehir Belediyesi’nin hemen yanındaydı, biz bu binalarla ilgili tescil başvurusu yaptık. Tescil başvurusu sürecinde hangarlar yıkıldı. Hangarlar  yıkılmış olmasına rağmen Koruma Kurulu, kurumlardan 45 gün içinde görüş istedi. Öte yandan bu kenti yöneten Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, 2015 yılında 'EGO hangarları yerini haberimiz olmadan almışlar, elimizden uçuvermiş tapularının kendilerinin üstüne almışlar' diye açıklama yapmıştı. Kendi alanı içinde bir yerin alındığını bile bilmeyen biri bu kenti yönetemez. Bu süreç Kavaklıdere’de Avusturya ve Rusya Sefareti arasındaki alanda da yaşanıyor. Çevre Şehircilik Bakanlığı 4 emsalli bir plan yapıyor. Büyükşehir Belediyesi buna dava açıyor ve daha sonra aynı alana plan değişikliği yapıyor. Planı kim yapıyor, emsali kim veriyor, kim dava açıyor belli değil. Kentte planlama süreçleri birbirine karıştığı için kent yönetilemez durumda kimin nerede ne yaptığı belli değil.
Arkitera, Haber: Burcu Bilgiç, 07.04.2016

İNŞAAT KAZISINDA TARİH ÇIKTI

İzmir Eşrefpaşa Caddesi’nde yıkılan bir spotçu mağazasının arsasında yapılan inşaat sondaj kazılarında tarihi yapı kalıntıları çıktı.İnşaat öncesi yapılan sondaj kazısında tarihi yapı buluntularına ranstlandı. Sondaj kazısının devam edeceği ve çıkacak bulgulara göre inşat konusunda karar verileceği belirtildi. Müze yetkilileri, kazı alanının tarihi Agora ören yeri ve sinagoglara çok yakın bir yerde olmasına dikkat çekti. Kazılar ve ortaya çıkanlar çevredeki esnafı da heyecanlandırdı.
Milliyet, 07.04.2016
MİMAR SİNAN'IN GÖREMEDİĞİ ESERİ YILLARA MEYDAN OKUYOR

Osmanlı döneminde yaptıklarıyla mimarlık tarihine damga vuran Mimar Sinan'ın Ege Bölgesi'ndeki bilinen tek eseri olan ve hayattayken bitimini göremediği Muradiye Camisi ve Külliyesi, Osmanlı yapıtlarının en güzel örneklerinden biri olarak yıllara meydan okuyor.

Osmanlı döneminde "şehzadeler şehri" olarak bilinen Manisa, Fatih Sultan Mehmed gibi yetiştirdiği şehzadelerin yanı sıra mimari eserleriyle de öne çıkan şehirler arasında yer alıyor.

Mimar Sinan'ın Ege Bölgesi'ndeki tek eseri olan ve Şehzadeler İlçesi'nde bulunan Muradiye Camisi ve Külliyesi, kentin en önemli yapıtlarından biri olarak göze çarpıyor.

Cami, medrese ve imarethane bölümünün yer aldığı külliyenin cami dışındaki bölümleri, günümüzde Manisa Müzesi olarak kullanılıyor.
Anadolu Ajansı, Haber ve Fotoğraf: Ferdi Uzun, 07.04.2016



Taraklı İlçesi'nde bir çiftçi ceviz bahçesinde belleme yaparken 2 bin yıllık mezar taşı buldu. Müze Müdürlüğü, mezar taşının bulunduğu alanda arkeolojik kazı başlattı.

İlçe merkezine 7 kilometre uzaklıkta bulunan Kayaboğazı Göleti mevkiindeki ceviz bahçesinde bekleme yapan Mehmet Kalyoncu, tarihi mezar taşı buldu.





Kalyoncu, durumu jandarmaya bildirdi. Bunun üzerine Müze Müdürlüğü'ne bilgi verildi. Tarihi eserin bulunduğu yere gelen görevliler, eserin Roma dönemine ait mezar taşı olduğunu belirledi.
Arkeologlar, taşın bulunduğu alanda kazı çalışması başlattı.

Yaklaşık 2 bin yıllık olduğu öne sürülen mezar taşının, orjinal yeri olup olmadığı kazı çalışması sonunda belli olacak.

Bulunan eser ise Müze Müdürlüğü'ne götürüldü.

  
Sakarya Rehberim, 06.04.2016
TARİHİ MEDRESEYE BORU DÖŞEDİLER

Erzurum'un simgesi olan ve 7 milyon lira harcanarak aslına uygun şekilde restore edilen Çifte Minareli Medrese'nin dört bir yanında yağmur sularının tahliyesi için döşenen borular tartışma konusu oldu.

Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubad'ın kızı Hüdavent Hatun tarafından 1253 yılında yaptırılan Çifte Minareli Medrese, 15 Ağustos 2011'de restorasyona alındı. Dış dünyaya kapatılan medresenin restorasyonu için 7 milyon lira dolayında harcama yapıldı.

Önümüzdeki mayıs ayına kadar yeniden turizme açılması beklenen ve müze olarak hizmet vermesi gündemde olan Çifte Minareli Medrese'nin çatı kısmında yapılan çalışmadaki yeni uygulamalar eleştirilere hedef oldu. Önce havalandırma için medresenin arka bölümüne çelik bir yapı konuldu. Ardından, arka tarafa yapılan merdiven için cam bölme inşa edildi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayıyla yapılan restorasyonda, son olarak tarihi yapının çatısındaki kar ve yağmur sularını taşıyacak olan 15 ayrı çelik boru monte edildi.



Çifte Minareli Medrese'nin yanı başındaki tarihi Ulu Cami'de de restorasyon sırasında benzer tahliye boruları yaptırıldığı dikkat çekti. Çifte Minareli Medrese'deki borularla ilgili Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü yetkilileri, konuyla ilgili açıklama yapamayacaklarını bildirdi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise konuyla ilgili sorular karşısında sessiz kalmayı tercih etti. Restorasyonun ve boruların Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayıyla yapıldığını söyleyen Vali Ahmet Altıparmak ise, “O borular kuruldan onay alınarak yapılmış. Görüntüden ben de rahatsız oldum" diye konuştu. 
Hürriyet, 06.04.2016
BURSA'DA OSMANLI MİRASI HIRSIZLARIN İNSAFINA TERK EDİLDİ



Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü'nün 9 ay evvel restorasyon ihalesi yaparak ibadete kapattığı erken Osmanlı dönemine ait bir selattin camideki tarihi hat levhaları, eski lafza-i celal, ism-i nebi, mihrap ayetleri, çihar yar-i güzin takımı gibi antika değeri olan eski levhalar ile el yazma Kur'an-ı kerim ve antika büyük sandıklı cami saati, müteahhit tarafından bir odaya rastgele bırakıldı. 

Eski eşyaların çok özensiz şekilde kapısı kilitsiz bir odada tutulduğunu sorduğumuz Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, camideki bu eşyalardan müezzinin sorumlu olduğunu belirtti.
Eşyaların sahipsiz bir halde olduğunu sorduğumuz ilçe müftülüğü yetkilileri ise, Vakıflar'a ait tarihi mekanlardaki eski eşyaların caminin ayrılmaz parçası olduğuna dikkat çekerek, "Zimmet din görevlileri üzerinde olsa da malın sahibi Vakıflar'dır. Bu sebeple eşyaların restorasyon sırasında emniyetli bir şekilde muhafaza edilmesi sorumluluğu Vakıflar'a aittir" dediler.

ESKİ ESERLERİ SEVENLER KURUMU'NDAN TEPKİ
Bursa'da kamu yararına dernek olarak 1942 yılından bu tarafa 150'den fazla eserin restorasyonunu gerçekleştiren Eski Eserleri Sevenler Kurumu (BEESK) ise, camilerden levha hırsızlıklarının en çok tamirat sırasında gerçekleştiğine dikkat çekti. BEESK Başkanı Mimar Zafer Ünver, Ulucami'nin 4 yıl önce yapılan restorasyonu sırasında 3 hat yazısının çalındığına dikkat çekerek, "Eski eser tamiratlarında Vakıflar sadece binanın durumunu hesap ediyor. Oysa eski eserlerde sadece bina değil, içerisindeki levhaların da bakımlarının yapılması gerekir. Böyle bir kalem maalesef restorasyon ihalesinde yer almıyor. Ayrıca eski levhalar tamiratta yerlerinden indirildiğinden çalınmaya daha müsait hale geliyor. Vakıflar'da görev yapan sanat tarihçilerin ve uzmanların bu levhaların başka bir yerde rutin bakımlarını yapmaları gerekiyor. Bursa'da gelenekli sanatlarla ilgilenen, talebe yetiştiren Kültür Bakanlığı sanatçıları var. Başka şehirlerden, hatta Balkanlar'dan levhalar tamir edilmek üzere Bursa'ya getirilirken, şehrimizideki bürokrasiden dolayı camilerdeki eski hatların ve saatlerin bakımlarının yaptırılamaması çok acı. Bu konuda yetkililerin harekete geçmelerini bekliyoruz" dedi.
bursadabugun.com, 06.04.2016
SULTANAHMET CAMİİ RESTORASYONUNDA SONA GELİNDİ

Tarihi yarımadada bulunan ve İznik çinileriyle bezendiği, yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için yabancı turistlerin “Mavi Cami/Blue Mosque” olarak adlandırdığı Sultanahmet Camii’nin, minaresindeki kayma sebebi ile 400 yıl sonra yapılan restorasyon çalışmasında son aşamaya gelindi.



Türkiye’nin 6 minareli tek tarihi camisi olan caminin sökülen sağ ön minaresindeki restorasyonun önümüzdeki aylarda bitmesi hedefleniyor. İki şerefesi ortaya çıkan minarenin üçüncü şerefesinin de yakın zamanda tamamlanmasının ardından bakır alem yerine konulacak.



I. Ahmed tarafından mimar Sedefkar Mehmet Ağa’ya 1616 yılında yaptırılan camideki çalışma, yaklaşık bir yıl önce Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan incelemelerin ardından başlatıldı.
İncelemede yapımından yüzyıllar geçmesine rağmen genel olarak zeminde ciddi sorun olmadığı tespit edildi.
Habertürk, 06.04.2016
LOUVRE MÜZESİ BİR KEZ DAHA BİRİNCİ OLDU



2015 yılında dünyada en çok ziyaret edilen müzeler arasında Fransa’nın ilk devlet müzesi 1793 yılında hizmete giren ‘Louvre’ 8 milyon 600 bin ziyaretçiyle yine birinciliği kimseye kaptırmadı.


Geçtiğimiz yıl dünyada en çok ziyaret edilen müzeler kategorisinde Louvre müzesinden sonra sıralamayı takip eden müzeler 6 milyon 821 bin ziyaretçiyle Londra’da ‘British’, 6 milyon 653 ziyaretçiyle New York ‘Metropolitan Of Art’, 6 milyon 3bin ziyaretçiyle ‘Vatikan’, 5 milyon 908 bin ziyaretçiyle Londra ‘National Gallery’, 5 milyon 291 bin ziyeretçiyle Taipei ‘National Palace’, 4 milyon 712 bin ziyaretçiyle Londra ‘Tate Modern’, 4 milyon 104 bin ziyaretçi Waşington ‘National Gallery of art’, 3 milyon 668 bin ziyaretçiyle Saint-Petersburg ‘Ermitage’ ve 10. sırada 3 milyon 440 bin ziyaretçiyle Paris ‘Orsay’ müzesi sıralamayı takip etti.

Günde ortalama 25 bin ziyaretçisini ağırlayan ‘Louvre’ müzesin en değerli eserleri arasında İtalyan heykeltıraş, ressam Leonardo da Vinci’nin Floransa’da 15.yüzyılın başında resmedilmiş dünyaca ünlü ‘Mona Liza’ tablosu bulunuyor.
Sözcü, 05.04.2016

ÇÖKME SIRASI SARAYDA MI?

Gülhane  Parkı içinde sahil kısmı tarafında bulunan İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından kiralanan çay bahçesinin duvarı önceki gün çöktü. 5 metrelik duvarın çökmesiyle göçük altında kalan 7 kişiden 5’i kurtarıldı. Saatler sonra ise iki kişinin cesedi çıkarıldı. Yetkililer çökme nedenini araştırıyor. Dün Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri de çöken noktada inceleme yaptı. Çökme nedeni olarak Marmara Denizi’nde artan sismik hareketliliğin olabileceği üzerinde duruluyor.

Geçen hafta Jeofizik mühendisi Yrd. Doç.Dr. Oğuz Gündoğdu, “Bölgede son yaşanan hareketlerde sıkıntılı durum var. Bu depremler Adalar bölgesinde açılmayı, kuzeyde sıkışmayı ifade ediyor. Gölcük Depremi’nden bu yana ilk defa görülen bu durum hiç hoş değil” şeklinde konuşmuştu.

ÇAY BAHÇESİNİN TEMELİ DOLGU
Bakanlık yetkilileri yaptıkları incelemede çay bahçesinin tabanına atılan betonun da çok kötü olduğunu aşırı yük taşıyacak özellikte bulunmadığını belirtiyorlar. Buranın dolgu alanı olması ve sağlam bir kaya zeminin bulunmaması da göçüğün yaşanmasına neden olarak düşünülüyor.

Duvarın çöktüğü yerin altında askerlerin nöbet tuttuğu noktaya geçen yıl bakanlıkça yapılan güvenlik duvarı olmasa facianın daha da büyük olabileceğini belirten yetkililer, ‘’Topkapı Sarayı’nı incelemeye aldık. Duvarlarda çatlak ya da ayrılma var mı diye baktık. Şuan için müzede bir sorun görünmüyor. Ancak geçen yıl aynı aks üzerinde Konyalı restoranın da duvarı çökmüştü. Bunu önemsiyoruz ve sarayın denize bakan yamaç üzerinde risk incelemesi yapacağız’’ dedi.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 05.04.2016

YOLCUNUN ÇANTASINDAN TARİHİ ESERLER ÇIKTI

İzmir'den Samsun'a giden bir yolcu otobüsünde seyahat eden bir yolcunun tarihi eser niteliği taşıyan materyaller götürdüğünü öğrenen polis, dün öğle saatlerinde Ankara-İzmir Karayolu'nun Uşak Şeker Fabrikası Kavşağı'nda denetim noktası oluşturdu. Plakası belirlenen otobüsü durduran polis, 35 yaşındaki A.S.İ isimli şüphelinin çantasında 105 değişik boy ve ebatlarda, üzerlerinde figürler bulunan sikke, 25 delikli sikke, 7 ambalaj içerisinde değişik boy ve ebatlarda sikke, 6 değişik boy ve ebatlarda ok ucu, 5 değişik ebatlarda taş figür ve bir de üzerinde figür bulunan metal yüzük ele geçirdi.

Gözaltına alınan A.S.İ., emniyete götürüldü. Olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü bildirildi.
Akşam,05.04.2016

YOZGAT'TA TARİHİ İKONA ELE GEÇTİ

Yozgat’ta, değeri 1 milyon 200 bin lira olduğu tahmin edilen tarihi ikona ele geçirildi. Yozgat İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, H.D’nin, üzerinde Hazreti Meryem ve Hazreti İsa işlemesi bulunan tarihi ikonayı satmak için müşteri aradığı bilgisine ulaştı.

Ekipler, Yozgat merkezdeki bir adrese düzenledikleri operasyonda H.D. ile eseri satın almak isteyen S.P. ve 7 şüpheliyi suçüstü yakaladı. Gözaltına alınan 9 kişi, adliyeye  sevk edildi.
Milliyet, 05.04.2016

EDOARDO TRESOLDI BU KEZ BİR BAZİLİKAYI TEL ÖRGÜLERLE AYAĞA KALDIRDI

İşlerini heyecanla takip ettiğimiz Edoardo Tresoldi tellerden ördüğü heykellerine bir yenisini daha ekledi. Sanatçı bu defa Siponto Arkeoloji Parkı‘nda (İtalya) yer alan erken dönem Hıristiyan kilisesini tel örgüleri kullanarak ayağa kaldırdı.

Siponto Arkeoloji Parkı, önemli arkeolojik kazıların yapıldığı büyük bir sit alanı. 13. yüzyılda yaşanan deprem sonrası terk edilen yerleşim alanı dönemin liman ticareti yapılan önemli bölgelerinden birisi. Romanesk tarzın insan eliyle yaratılmış birçok örneğinin bulunduğu bölge, aynı zamanda burayı zamanının önemli psikoposluk bölgelerinden birisi yapan erken dönem Hristiyan bazilikasına da ev sahipliği yapıyor.

Bazilikanın arkeolojik kazılarda ortaya çıkan kalıntıları 13. yüzyılda liman ticareti yapılan bölgeyi günümüzde önemli bir turizm alanına dönüştürmüş. Edoardo Tresoldi, zemininde kolon kalıntıları bulunan bu bazilikayı özgün planına göre tel örgülerle ayağa kaldırdı. Dikeyde yükselen hafif strüktür yapının mimari detaylarını da içinde barındırıyor. Sanatçı bazilikanın kolonatlı yapısını ve kubbeli formunu ince detaylarla ortaya çıkartırken alana da tel örgülerden heykeller yerleştirdi. ‘Basilica di Siponto’ adlı restitüsyon çalışması, boşluğun içinde yarattığı transparan hacimle ziyaretçilerin ışık ve gölge oyunları arasında bir deneyim yaşamasını sağlıyor.
















kot0.com, Haber: Gupse Korkmaz, 04.04.2016
SUR BÖYLEYDİ, BÖYLE OLDU

Diyarbakır Sur’da 6 mahallede PKK’lıların kazdıkları hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması için 2 Aralık 2015’te başlatılan ve 103 gün süren operasyondan sonra, ilçede teröristlerin yol açtığı tahribat, operasyon öncesi ve sonrası havadan çekilen fotoğraflar ile bir kez daha ortaya çıktı.

Tarihi Suriçi’nin kuş bakışı operasyon öncesi çekilen fotoğrafı ile karşılaştırıldığında birçok mahalle ve sokakta yaşanan çatışmalardan sonra meydanların ve geniş caddelerin oluştuğu görüldü. Özellikle Fatih Paşa, Hasarlı, Dabanoğlu ve Savaş mahallelerinde büyük değişimin meydana geldi.



Sur’da operasyondan önce ve sonra çekilen fotoğrafları karşılaştıran Büyükşehir Belediyesi Kültürel Miras ve Turizm Daire Başkanı Nevin Soyukaya, “Operasyon sonrasında çekilen fotoğrafa bakınca bir çok yeni yol ve meydan oluştuğu görülüyor. Bunlar ne mevcut, ne de koruma amaçlı imar planında yok” dedi. İlçede isteyen mülk sahiplerinin de katılımıyla önümüzdeki günlerde hasar tespit çalışmalarına başlanacak. Yetkililer, hasar tespit çalışmaları sırasında eşyaları hasar gören ailelere evlerinin yanı sıra eşyalarının da bedellerinin ödeneceğini söyledi.
Hürriyet, 04.04.2016
BARDAKÇI'DAN PES DOĞRUSU DEDİRTEN YORUM

Habertürk gazetesi yazarı, tarihçi Murat Bardakçı, İstanbul’daki çarpık yapılaşmanın tek sorumlusunun Mimarlar Odası olduğunu iddia etti.

Bardakçı, iddiasına dayanak olarak, yaratıcılıktan uzak, estetik yoksunu her binanın projesinde bir mimarın imzasının olmasını gösterdi. Cumhuriyet döneminde sembol olarak gösterebilecek bir yapı ortaya konulamadığı için Türkiye’nin tanıtımında hala Mimar Sinan'ın 500 yıl önce inşa ettiği eserlerin gösterildiğine dikkat çeken Bardakçı, Mimarlar Odası’nın yapılacak işlere, yerinde ve doğru olsa bile mutlaka karşı çıktığını belirtti.

Geçen hafta hayatını kaybeden dünyaca ünlü mimar Zaha Hadid’in ölümüne de değinen Bardakçı, Hadid’in 2006’da İstanbul’un Kartal İlçesi için çizdiği kentsel dönüşüm projesine ilişkin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş’ın “Türkiye’de böyle bir projeyi çizecek mimar yok. Bu kumaşı herkes dikemez” sözlerinin haklı olduğunu da öne sürdü.
Gerçek Gündem, 04.04.2016

1400 YILLIK YERALTI ŞEHRİ ORTAYA ÇIKARILDI

Nevşehir Belediyesi tarafından projelendirilen Nevşehir Kalesi Etrafı Kentsel Yenileme Projesi uygulaması sırasında ortaya çıkartılan ve günümüzden 1400 yıl öncesine uzandığı tahmin edilen yeraltı şehir yerleşiminde tarihi yapılar gün yüzüne çıkıyor. Tüf kayalara oyulu  yapı stilinin hakim olduğu yeraltı şehir yerleşiminin Dron ile yapılan çekimlerinde merkezde, adeta ilmek ilmek işlenen yapıların havadan görüntüsü  usta bir ressamın elinden çıkan muhteşem bir tabloyu andırıyor. Temizlik çalışmalarının tamamlanmasının ardından bir bölümü 2018 yılı sonlarında turizme kazandırılması planlanan merkezin Kapadokya turizmine ciddi bir ivme kazandırması bekleniyor.



Belediye Başkanı Hasan Ünver, Nevşehir Belediyesi tarafından projelendirilen Nevşehir Kalesi Etrafı Kentsel Yenileme Projesi uygulaması sırasında  keşfedilen dünyanın en büyük yeraltı şehir yerleşiminde başlatılan temizleme çalışmalarında bugüne kadar Roma ,Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemi ne ait  çok sayıda  dini, askeri ve sivil mimarlık değerlerinin ortaya çıkartıldığını belirtti. Ünver, Nevşehir Belediyesi  öncülüğünde 11 mahalleyi içine alan 366 bin metrekarelik alanın , 2 bin metrekarelik bölümünde  Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan izin doğrultusunda Müze Müdürlüğü gözetiminde sürdürülen Arkeolojik Araştırma ve temizlik çalışmalarına 100 ü aşkın kişinin katıldığını ifade etti.
Milliyet, 03.04.2016

WARHOL DA MÜLTECİYDİ

Hiç kendinizi bir müze görevlisi yerine koydunuz mu? Saatlerce bir odanın içinde bir baştan bir başa gidip geleceksiniz, elleriniz ya arkanızda kavuşacak birbirine ya tam göbeğinizin biraz üstünde? Eserlerin burnunun dibine dibine girenlere yaklaşıp “Lütfen” diyeceksiniz, “Şu çizginin gerisinde durur musunuz?” Halbuki o eserin burnunun dibine yaklaşan bal gibi de biliyor kuralları çiğnediğini ama merak işte, eser sahibi fırça darbesini sağdan sola mı vurmuş, kaç kat boya var, sanki anlayacağız bir bakışta. New York’taki Morgan Library’nin görevlileri ziyaretçileri sık sık “Fotoğraf çekmek yasak” diye uyarıyor. Ziyaretçiler mutsuz. Halbuki herkes gidince müze görevlisi girecek eserin burnunun dibine, fırça darbesi için değil, eserin bir yerine bir şey olmuş mu diye, zira bir sergiyi gezenin aklı ancak 5 dakika o sergideyse görevlinin aklı 24 saat orada.

HİÇ BİTMEYEN 15 DAKİKA
“Warhol by the book” sergisi; Andy Warhol’un kitaplarının, iki-üç dolara satın aldığı ucuz fotoğraf albümlerine yerleştirdiği polaroid fotoğrafların, meşhur birkaç işinin, oraya buraya yazdığı ve hatta ona ithafen yazılan mektupların birarada durduğu ufak bir sergi aslında. Onunki hiç bitmeyen bir 15 dakika! Serginin girişinde duvara “O da bir göçmendi” yazmışlar. Slovak göçmeni bir ailenin oğlu olduğunu daha sergiye girer girmez belirtmeleri kimbilir hangi politikanın, hangi pili biten dünyanın sonucu? Andy Warhol’un esinlendiği, başucundan ayırmadığı kitaplarla başlıyor sergi: Andre Lejard’ın Matisse’I, Victor Perard’ın Anatomi ve Resim adlı kitabı, Gertrude Stein’ın Dünya Yuvarlaktır kitabı, Truman Capote’nin Gece Ağacı ve Diğer Öyküler’i. Capote hayranlığı ise bir duvarda Truman Capote ve Capote’nin annesi Nina’ya kendi elleriyle yazıp yolladığı bir posta kartından anlaşılıyor.

REDDEDİLEN WARHOL
Tipografi yerine kaligrafiyi tercih ettiği yıllar 1953-1960 arası, bu yıllarda sekiz resimli kitap hazırlamış Warhol, her birinden yüzer adet bastırıyor, arada yayıncılara da yolluyor, belki basarlar umuduyla. Duvarlarda yayıncılara gönderdiği kopyalar üzerine editörlerden birinin mektubu var: “Sevgili Bayan Andie” diye başlayan mektup, Warhol’un teklifini reddediyor, her kibar veda gibi, “Hayırlı vazifeler ve iyi günler” dileyerek bitiyor! Her şeyi ama her şeyi saklamış, kayıt altına almış Warhol. Sebebi ise 1972’de uğradığı bir vergi soruşturması. İnterview dergisinin ofisine, Warhol’un stüdyosuna uğrayan herkesi isim isim ve kendisine açılan her telefonu not etmenin yanı sıra her sesi, duyduğu her kelimeyi kaydedecek. Bazen bir otelin mektup kağıdı, bazense çizgili bir defter. 1976’da ise artık şu halde: Her sabah düzenli olarak sekreteri Pat Hackett’ı arayıp bazen iki saati bulan telefon görüşmelerinde günlüğünü not ettiriyor (20 bin sayfa not). Öyle detaylı yazdırıyor ki o gün nereye davet edilmiş, hangi sanat komisyonuna katılması istenmiş, yapılan iş görüşmeleri. Ve her yere davet edildiğinden defterine şu notu yazdırıyor: “New York’taki her açılışa gideceğim, bu herhangi bir tuvaletteki bir klozet kapağının açılışı bile olabilir!” Meğer hayatta en sevdiği şey telefonda konuşmakmış, öyle yazıyor duvarlarda!

WARHOL EŞİTTİR GUTENBERG
Kitap önerilerinin, yazdığı çizdiği resimlediği kitapların, reddedildiği mektupların tam çaprazında ise Campbell çorbalarının yönetim kurulundan gelen bir mektup duruyor: “Sayın Baylar, Andy Warhol’un kitap projesi ve içinde yer alacak Campbell çorbaları eserleri bizi haliyle epey heyecanlandırıyor. Ancak sizlerden ricamız, elbette sanatçımıza bu konuda bir yaptırımımız olamaz da, bizim Sayın bay Warhol’dan bu konuda bir eser talebinde bulunmadığımızı, bu eserlerin kendi inisiyatifi olduğunu –eğer sorarlarsa- hatırlatmanızdır. Sanatçının yeni çıkacak kitabını merakla bekliyor, başarılarının devamını diliyoruz.” Random House’un editörlerinden Bennett Cerf de bir mektubunda, “Warhol’un Indexi Gutenberg’in icadı gibi bir şeydir” yazıyor. Neyse ki, “Lütfen abartmama izin verin” diye başladığı cümlesini “Warhol’un halihazırda sanat dünyasında başardığı durum zaten abartmanın da tam karşılığıdır” diye bitiriyor.

MÜLTECİLER BAŞ TACIMIZDIR
Bugünlerde New York’ta marketlerin, restoranların, kafelerin girişinde bir kağıt parçası duruyor: “Mültecilerin başımızın üzerinde yeri vardır” diye çevireyim ben Türkçe’ye. Brooklyn’de başlayan bir barış hareketi. Dükkanların girişine asılan bu ilanın üzerinde çocuğunu kucaklamış çaresiz bakan adamın tam yanında yazan bu cümle dönüyor dolaşıyor, serginin girişindeki cümleyle buluşuyor. “Yok artık” ifadesinin tedavülden kalktığı bir dünyada, birbirine bakıp da “Burada bile mültecilere kötü mü davranılıyor?” diye soranlar, hala şaşıran insanlar var. Halbuki şaşırmak da tedavülden kalkmalı, nihayetinde kimse çıkıp da dünyanın fişini çekmediği sürece şaşırmaya devam edeceğiz gibi duruyor. Dünya kurtarma sınavını bekliyor ve hiç çalışmıyor.

Habertürk, Haber: Elif Key, 03.04.2016

DEFİNECİLER VE DENİZ TARİHİ KALEYİ YUTTU

2012 senesinde Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescillenen ve etrafı sit alanı ilan edilen tarihi kale, doğanın ve definecilerin eline bırakıldı. Koruma bandı da bekçi de yok.

Keşan'ın Yayla Köyü’nde binlerce yıllık bir tarih, doğanın ve definecilerin eline bırakıldı. Kimine göre Bizans kalesi kimine göre gözetleme karakolu olan mimari yapının parçaları birer birer yok oluyor. Yayla Köyü’ndeki kalıntılar uzun yıllardır Ege’nin hırçın dalgalarına karşı koyamadı. Her geçen gün sur duvarları yıkıldı, taşlarını deniz birer birer yuttu. Kumsal tarihi kaleye ait kültür varlıkları ile doldu.

Kalenin yok olmasında definecilerin de payı büyük. Bazen sur duvarlarını yıktılar bazen sur diplerini kazarak yıkılmayı hızlandırdılar. Yayla Köyü sakinlerini de canından bezdiren defineci saldırılarına önlem alınması için köylüler şikayetçi oldu. Edirne Müzesi ve Koruma Kurulu raportör gönderdi. Hazırlanan raporda, kaçak kazı ve çevresel faktörlerden dolayı kalenin harap vaziyette olduğu, duvar kalıntılarının içerisine aralıklarla yerleştirilen pitoslar (Küpler) tespit edildiği belirtildi. Edirne Koruma Kurulu 2012 yılında kaleyi tescilleyerek çevresini birinci derece sit alanı ilan etti.

Kağıt üzerinde tarihi kale koruma altına alındı. Ancak ne bekçi konuldu başına ne de koruma bandı çekildi. Kale yine açık denizin hırçın dalgalarına esir oldu. Definecilerin kazıları durmaksızın devam etti. Kaleye ait büyük pitoslar etrafa dağıldı. İçinde altın olduğunu düşünen defineciler tarafından pitoslar paramparça edildi. Önlem alınmadığı takdirde çok yakında kaleden geriye tek bir taş bile kalmayacak.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 03.04.2016

DÜNYA MİRASI GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

Antik çağda Likya'nın dini merkezi konumunda olan ve 1998'de UNESCO Dünya Kültür Miras'ı Listesi'ne alınan Letoon antik kentinde kazı çalışmaları bu yıl tamamlanıyor. Bugüne kadar yapılan kazılarda Leto, Apollon ve Artemis tapınaklarıyla birlikte bir manastır, bir çeşme ve Roma tiyatrosu kalıntıları ortaya çıkarıldı. Artemis ve Apollo'nun annesi Leto'ya adanmış olan en büyük tapınak, batıda bulunan ve peripteros tarzında yapılmış Leto Tapınağı olarak tespit edildi. Letoon'daki çevre düzenlemesinin bu yıl turizm mevsiminde tamamlanması hedefleniyor.
Yeni Asır, Haber: Adem Ülker, 02.04.2016
ALLİANOİ İÇİN HUKUK MÜCADELESİ AYM'YE TAŞINDI

Tarihi 1800 yıl önceye dayanan antik sağlık yurdu Allianoi Antik kenti Yortanlı Barajının suları altında. Antik kenti yok oluşa götüren bu süreç sona erdi ama antik kenti kurtarmaya dönük açılan davalarda hukuk arayışı hala sürüyor. EGEÇEP ve bir grup yurttaş, Allianoi’yi sulara gömen kararlarla ilgili davaları Anayasa Mahkemesine taşıdı.

VAHŞİCE SULARA GÖMÜLDÜ
1. Derece Arkeolojik sit olan Allianoi antik kenti, henüz daha yüzde 30’u gün yüzüne çıkarılamadan ömrü 40-50 yıl olacağı söylenen Yortanlı Barajı’nın suları altına gömüldü. Başta antik kentte kazılar yapan Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ahmet Yaraş ve arkeoloji ekibi olmak üzere, dünya kültür mirasının bu önemli eserinin yok olmasına gönlü razı olmayan onlarca yurttaş ve kurum Allioni’yi yok oluşa götürecek sürece engel olmak için yıllarca mücadele verdi. Açılan davalar, yapılan eylemler, uluslararası çağrılar bir işe yaramadı ve 2011 yılında su tutan Yortanlı Barajı kısa sürede antik kenti tamamen sular altında bıraktı. 

BARAJ SULARI TAMAMEN YUTTU
Antik kentin 1998 yılında bulunuşu ve kurtarma kazıları boyunca barajın su tutmasına kadar geçen yıllar içerisinde açılan davalarda 1. derece arkeolojik sit statüsü bulunan Allianoi’nin bu şekilde vahşice yok edilmesine karşı yasalar, anayasa ve uluslararası yasalarca engel olunması amaçlandı. Açılan davalardan birisi antik kentin sular altında kalmasını önleyebilmek için Yortanlı Barajı’nın aks yerinin ve göl alanının değiştirilmesi için DSİ’ye yapılan itirazlarla ilgili davaydı. Bir diğer dava Allianoi’yi 1. derece sit ilan eden, ardından AKP iktidarının siyasi baskılarına boyun eğerek bu kararından çark eden İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun “Kille örtülerek Allianoi suya gömülebilir” kararına karşı açılmıştı. Baraj su tuttuktan sonra bile yıllarca devam eden bu davalardan sonuç çıkmayınca antik kent sulara gömüldü. Yoranlı Barajı’nın tamamen yuttuğu antik kentin artık izi kalmamışken, onu koruma mücadelesi verenler hukuki açıdan mücadele sürecini sonuna kadar devam ettirmekte kararlı olduklarını, Allianoi’yi kurtarmaya dönük açılan iki dava için Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yaparak gösterdiler. EGEÇEP Derneği ve 100’ün üzerinde yurttaş adına AYM’ye başvuran EGEÇEP Hukuk Komisyonu Üyesi Av. Arif Ali Cangı, Allianoi’yi hukuksuz ve vicdansızca suya gömmüş olsalar da hukuki mücadelenin devam ettiğini söyledi. 

ANADOLU MOZAİĞİNİN EN GÜZEL PARÇALARINDAN BİRİYDİ
Allianoi antik kalıntılarının, Bergama’nın 18 kilometre kuzeydoğusunda, Yortanlı Barajı gölet alanın tam ortasında bulunduğunu belirten Cangı, sulara gömülen Allianoi’nin Anadolu mozaiğinin en güzel parçalarından birisi, ülkemizde sağlam kalmış halen kullanılabilecek sıcak suyu ile en büyük sağlık merkezi, aynı zamanda dünyanın doğa tarafından en iyi korunmuş ve en sağlam kalabilmiş sağlık yurtlarından birisi olduğunu kaydetti. Bu özellikleriyle “İnsanlığın ortak kültür mirası” nitelemesini çoktan hak etmiş  olan Allianoi’nin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için yurttaşlar, dernekler ve meslek odalarından oluşturulan Allianoi Girişim Grubu adlı örgütlenme ile toplumsal ve hukuksal mücadele yürütüldüğünü aktaran Cangı, antik kentle ilgili verilen yargı sürecinin tamamlanmasının ardından hukuk mücadelesinin devamı için konuyu AYM’ye taşıdıklarını dile getirdi. 

AYM BAŞVURU GEREKÇELERİ
Avukat Arif Ali Cangı’nın AYM’ye gönderdiği başvuru dilekçesindeki gerekçelerden bazıları şunlar;

1) 30.12.2010’da açılan ve 20.01.2016 yılında sonuçlanan davada adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir. Yargılamada makul süre aşılmıştır. Makul süre aşıldığı için ören yeri kumla kaplanmış, barajda su tutulmasına izin verilmesi üzerine de su tutma işlemine girişilmiş ve Allianoi suya gömülmüştür. 

2) Teknik değerlendirme içeren bilirkişi raporunun dikkate alınmaması ciddi bir adil yargılanma hakkı ihlalidir. Yerel mahkemenin oy çokluğu ile verilen davanın esastan reddi kararında, dava dosyasında yapılan bilirkişi incelemesine dayanılmaktadır. Bilirkişi heyetindeki azınlık görüşü, mahkeme kararında çoğunluk görüşü halini alarak, tek kişinin oyu ile karar verilmiştir. 

3) Temyiz aşamasında duruşma isteminin karşılanmaması da adil yargılanma hakkının ihlalidir;

4 ) Kültürel mirasın korunmasına ilişkin anayasa, uluslararası sözleşmeler ile AİHS’nin 8. ve 13. maddeleri ihlal edilmiştir.
Evrensel, Haber: Özer Akdemir, 02.04.2016

IŞİD'DEN ÖNCE VE SONRA ANTİK KENT PALMİRA

Suriye Ordusu’nun terör örgütü IŞİD’den geri aldığı Palmira antik kentini tekrar ziyaret eden AFP ve Getty Images fotoğrafcısı Joseph Edi, tarihi kalıntıları tekrar fotoğrafladı. 2014 yılında çektiği fotoğrafları da yanında götüren Edi, Palmira’nın IŞİD’ten önceki ve sonraki hallerini gözler önüne serdi.


Zafer Takı


Baalşamin Tapınağı. İki Korinth sütununun arasından bakış


Bel Tapınağı


Bel Tapınağı


Bel Tapınağı


Palmira Müzesi’nin içi

arkeolojihaber.net, 02.04.2016
TÜRKİYE'NİN 4. BÜYÜK OVASI ASLINDA GÖLMÜŞ

Kahramanmaraş'ta 2007 yılından bu yana yapılan kazı çalışmalarında, Türkiye'nin en büyük 4. ovası olan Elbistan Ovası'nın MÖ 6-7 binlerde göl olduğu belirlendi.

Kentte 9 yıldır kazı çalışması yürüten Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merih Erik, geçmişe dönük yapılmış hiçbir çalışmanın bulunmadığını, yoğun kömür ve maden yataklarıyla dikkat çeken alanın arkeolojik anlamda ön plana çıkmadığını söyledi.

Elbistan Ovası'nın üzerinde arkeolojik anlamda yerleşimin bulunmadığına dikkati çeken Erek, şunları kaydetti: "Ceyhan gölünün etrafında sınırlar başlar. O sınırları gezdiğiniz zaman hemen dışında höyüklerin başladığını görürsünüz. Bugün Karahöyük de aynı o şekildedir. Yani bu göl sınırlarının hemen etrafında kalmıştır. Yaptığımız araştırmalarda belli ki bu insanların höyükleşme dönemi içerisinde Elbistan Ovası suyla kaplıydı. Bu sebeple de oraya yerleşmemişler. Buraların jeolojik yapısı bu verileri veriyor. 2012'de yüzey araştırması yaparken bu göl sınırını ortaya çıkardık. Bütün höyük yerleşimlerinin bu sınırın hemen dışında yer aldığını gördük. 6-7 binlerden önce Elbistan Ovası gölle kaplıymış. İnsanlar bu göl sınırının etrafına yerleşmiş. Bugün de o göl sınırlarının dışında yoğun bir tarım yapılmaktadır."

Erek, "Bu toprakların bu kadar verimli olması buraların eskiden göl olmasından kaynaklanmaktadır. Göl olduğu dönemde bitkisel ve hayvansal organikler ölüyor ve tabana birikiyor. Bu tabaka tabaka yüzyıllarca devam ettiği için gölün tabanında çok ciddi anlamda organik bir kalıntı oluyor. O zaman da çok doğal bir verimlilik kaynağı haline geliyor. Şimdi gübrelenen toprağın bile onun kadar verimli olması mümkün değil." dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: İsmail Hakkı Demir, Fotoğraf: Kenan Arayıcı, 02.04.2016

5 ASIRLIK ELYAZMALARI DESTEK BEKLİYOR

İzmir Milli Kütüphanesi'nde yüzlerce yıllık Rumca el yazması eserler gün yüzüne çıktı. Eserlerin edebi değeri ve tercümelerinin yapılması için destek bekleniyor.

Milli Kütüphane Derneği Başkanı Ulvi Puğ, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1 milyon 100 bini aşan kitaba ve yüzlerce araştırmacıya ev sahipliği yaptıklarını kaydetti.

Hazine olarak nitelendirdikleri nadir eserlerin de bekçiliğini yaptıklarını anlatan Puğ, son olarak 3 bine yakın Rumca eserin çevirisi ve modern dünyaya kazandırılması için çalışma başlattıklarını ifade etti.

Eserlerin yüzlerce yıllık olduğunu söyleyen Ulvi Puğ, bu eserler arasında "paha biçilemez" olduğu tahmin edilen bin 500 civarında el yazmasının da bulunduğunu bildirdi. 

Eserlerin tarihi, edebi değerini belirlenmesi ve tercüme edilmesi için 90 bin liralık bütçeye ihtiyaç bulunduğunu dile getiren Ulvi Puğ, "Bizim bunu karşılayacak bütçemiz yok çünkü ücretsiz hizmet veren bir vakıf kütüphanesiyiz" dedi. 

Okunmayı bekleyen kitaplar arasında tarihi, dini, anı kitapları olabileceğini dile getiren Ulvi Puğ, kitapların bir bölümünün de matbaanın bulunmasından önce yazıldığına dikkat çekti. 

En az 500-600 yıllık olduğu tahmin edilen eserler arasında "bin yıllık" el yazmalarının da olabileceğini kaydeden Puğ, "Bu eserlerin bir döneme ışık tutacağına inanıyoruz" dedi.

El yazması Kur'an-ı Kerim de var
Mimar Tahsin Sermet Bey'in yaptığı neo-klasik binada 1933 yılından bu yana hizmet veren İzmir Milli Kütüphanesi, birçok tarihi esere de ev sahipliği yapıyor.

Girit Adası'nın Yunanistan'a bırakılmasının ardından adadaki camilerin yağmalanması sırasında zarar gören ve o dönem sayfaları eksik de olsa bin drahmiye satın alınarak kurtarılan el yazması Kur'an-ı Kerim, kütüphanenin en değerli eserleri arasında bulunuyor.

Adada yaşayan Giritli Türklerden Latifzade Sami oğlu Ahmet Esat'ın satın alarak yok olmaktan kurtardığı altın varaklı el yazması nüsha, 1945'ten bu yana koruma altında tutuluyor. 

Kütüphanedeki önemli eserler arasında Enveri'nin 1465 yılında bitirdiği 3 bin 730 beyitten oluşan manzum eseri "Düsturname-i Enveri" yer alıyor.

"Aydınoğulları hakkında daha fazla bilgi içeriyor"
İslam tarihinden Fatih Sultan Mehmet dönemine Osmanlı tarihini anlatan ve iki nüsha halinde yazıldıktan sonra bir örneği Fransa'ya kaçırılan eser, özellikle Aydınoğulları hakkında diğer kitaplara oranla daha fazla bilgi içeriyor.

İzmirli Hasan Edip Efendi'nin II. Mahmud'a ithaf etmek üzere yazdığı, Osman Gazi'den başlayarak I. Abdülhamid dönemine kadar Osmanlı tarihini anlattığı eseri "Ziya-üt Dehr Cila-ül Asr" da kütüphanedeki önemli eserler arasında bulunuyor.

İzmir Milli Kütüphanesi'nde 1531 yılında Gutenberg Matbaası'nda basılmış Aristoteles'in hayatını anlatan Yunanca eserin yanı sıra 1732 yılında Müteferrika Matbaası'nda basılan Katip Çelebi'nin Kitab-ı Cühannüma adlı eseri de yer alıyor.
Akşam, 01.04.2016

ÖDEMİŞ'TE 2 BİN YILLIK KİTABE ELE GEÇİRİLDİ

  

İzmir'in Ödemiş İlçesi'nde polis tarafından yapılan operasyonda, Hellenistik döneme ait 2 bin yıllık kitabe ile Osmanlı dönemine ait bir kılıcın da aralarında bulunduğu 161 parça tarihi eser ele geçirildi.





Ödemiş İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliği ekipleri, bir işyerinde tarihi eser saklandığını öğrendi. Mahkeme kararının alınmasının ardından harekete geçen ekipler, dün (perşembe) sabah işyerine baskın yaptı. Yapılan operasyonda S.A.(59) ile M.A.D.(53) gözaltına alındı. Aramada ise Hellenistik döneme ait 2 bin yıllık kitabe ile Osmanlı dönemine ait bir kılıcın da aralarında bulunduğu 161 parça tarihi eser ele geçirildi. Tarihi eserler arasında; 75 adet metal kare obje, 43 adet tarihi olduğu sanılan metal para, 23 adet metal yuvarlak obje, tekli 5 altın küpe, 8 metal kırık parça, altın sikkeler, metal para, üzerinde haç işareti bulunan bir kare obje, 2 adet eski paradan alınma kalıp yer aldı. Ayrıca iki dedektör de bulundu. Gerekli işlemlerin ardından eserlerin müzeye teslim edileceği bildirildi. Zanlıların, işlemlerin tamamlanmasının ardından adliyeye sevk edilmesi bekleniyor.
Hürriyet, Haber: Faruk Çark, 01.04.2016

HAYDARPAŞA'DA RESTORASYON BAŞLADI

  

Geçtiğimiz aralık ayında Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün tarihi Haydarpaşa Garı’nın orijinal haline sadık kalarak hazırladığı restorasyon projesine Kadıköy Belediyesi onay vermişti. Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan proje Anıtlar Kurulu tarafından da onaylanmıştı. 28 Kasım 2010’da çıkan yangında çatısı zarar gören tarihi Haydarpaşa Garı’nın çatısı, özgün durumu korunarak restore edilecek. Restorasyon projesinin danışmanlığını yürüten mühendis Vahit Okumuş, projenin detaylarını Gazete Kadıköy’e anlattı.





“HER AYRINTIYI DÜŞÜNÜYORUZ”
Restorasyon çalışmalarıyla ilgili sorularımızı yanıtlayan Vahit Okumuş, 2010 yılında çıkan yangında orijinal çatının önemli oranda zarar gördüğünü ve çatının zemininde bulunan demirlerin de paslanmış olabileceğini ifade etti. Gar binasının ve çatısının ne ölçüde zarar gördüğünü tespit etmek için araştırmaların devam ettiği bilgisini paylaşan Okumuş, “Şu an koruyucu çatı yapıyoruz ve çalışma yapmak için iskele kuruyoruz. Koruyucu çatıyı yaptıktan sonra çalışmalara tam anlamıyla başlayacağız. Koruyucu çatıyı yapmazsak bina daha fazla zarar görür” dedi.
Restorasyon çalışmalarında en ince ayrıntıyı bile düşündüklerini belirten Okumuş, kullanılan orijinal malzemelerin de mikro analizini yapacaklarını, bu sistemle bilimsel sonuçlara ulaşacaklarını ifade etti. Okumuş, Haydarpaşa Garı için şu bilgileri de paylaştı: “Bu bina tahta kazıkların üzerine oturtularak inşa edilmiş. Ayrıca bina demir konstrüksiyonlarla birbirine kenetlenmiş. Biz jeoaradarlarla bu tarihi binanın demirlerle birbirine nasıl kenetlendiğini de tespit etmek istiyoruz. Demirler ne kadar paslanmış ya da ne ölçüde zarar görmüş bunu kayıt altına almalıyız. Garın üzerine kurulduğu zeminin de etüt çalışmasını yapmak gerekiyor. Çünkü bu yapı kısmen sulu bir zemin üzerine kurulmuş. 100 yılı aşkın bir zamandır da ciddi bir rutubet ya da sızıntı yaşanmamış. O dönem nasıl bir izolasyon sistemi yapılmış bunu da ortaya çıkarmak gerekiyor.”

“ZAMAN VERMEK DOĞRU DEĞİL”
Haydarpaşa Garı’nda yürütülen restorasyon çalışmalarının ne zaman biteceği merak edilen konulardan biri. Projenin hangi tarihte biteceğine açıklık getiren Vahit Okumuş, “Projenin tamamlanması için 500 gün süre verildi. Ama bana göre, tarihi eserlerin yenilenmesi konusunda süre verilmesi doğru değil. Çünkü bu iş çok ciddi ve incelikli. En doğru ve iyi olanı yapmak zorundasınız. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmek ve araştırmak zorundayız. Üç aydır buradayız ama hala araştırmaya devam ediyoruz” diye konuştu.

Haydarpaşa Garı’nda kullanılan orijinal birçok malzemenin yurtdışından getirildiğini ve dönemin en iyi ustaları tarafından yapıldığını söyleyen Okumuş, gar binasında kullanılan vitrayların da yenileceğini ama camların Türkiye’de bulunmadığını ifade etti.

“BİLİNÇSİZ KULLANILIYOR”
Geçmişten günümüze kadar tarihi eserlerin bilinçsizce korunduğunu söyleyen Okumuş, her tarihi eser için kullanma ve koruma talimatının hazırlanması gerektiğini ifade ediyor. Haydarpaşa Garı’nda yapılan değişikliklerin de doğru bir yöntemle yapılmadığını belirten Okumuş, “Burada yapılan onarımlar ciddiyetsiz ve bilinçsizce yapılmış. Bana göre tarihi eserlerin kullanımı için talimat çıkarılmalı. Kimse kafasına göre değişik yapmamalı” dedi.

Haydarpaşa Garı’nın Alman mimarisinin önemli bir eseri olduğunu söyleyen Okumuş, tarihi garın Osmanlı ve Selçuklu mimarisinden farklı olduğunu da kaydetti. Okumuş, “Mesele yapmak değil. Doğru olanı yapmak istiyoruz. Eski eserlerde her şey bilinmez. Bir de burası Alman mimarisinin bir örneği. Bizim klasik Osmanlı mimarisinden farklı. Osmanlı ve Selçuklu mimarisini bildiğimiz için bizim için daha kolay oluyor. Ama buradaki çalışmalarımızla biz de her şeyi yeniden öğreniyoruz. Şöyle söyleyeyim Alman mimarisinin en önemli eseri ilk defa ciddi bir şekilde restore ediliyor” dedi.

“ÖNERİLERE AÇIĞIZ”
“Kamuoyunun buradaki işleyişi ve işlerin nasıl yürüdüğünü bilmesi gerekir” görüşünü paylaşan Okumuş, “Buradaki restorasyon sadece Türkiye’de takip edilmiyor. Almanya’daki ilgililer de çalışmayı yakından takip ediyor. Restorasyon projesi ilerledikçe panolara bilgilendirme yazıları ve görselleri asacağız. Hatta ilerleyen zamanlarda projenin detaylarına ilişkin sunum da yapacağız” dedi. Bilgi almak ya da öneride bulunmak isteyen akademisyen ve mimarlara da kapılarının açık olduğunu söyleyen Okumuş şu çağrıda bulundu: “Elinde burayla ilgili metin ya da kayıt varsa bizimle paylaşabilirler. Soru sormak isteyen ya da öneri de bulunmak isteyen akademisyenlere, mimarlara açığız. Kapımız bu konuda bilinçli herkese açık. Gelsinler tartışalım, beraber araştıralım.”

DAHA ÖNCE DE RESTORASYON YAPILMIŞTI
Haydarpaşa’da Garı’nda başlayan restorasyon ilk değil. Gar binasının birkaç defa onarımdan geçtiği biliniyor. 1. Dünya Savaşı sırasında silah taşıyan vagonlardaki cephanelerin alev almasıyla binanın bazı bölümleri yanmış. Yangında zarar gören taşlar aynı malzemeden işlenerek, 1937-38 yılında yenilenmiş. 1979 yılında ise Haydarpaşa Garı’nın açıklarında Indepenta adlı Romen tankerinin bir Yunan yük gemisiyle çarpışması sonucu yüksek ısıdan kaynaklı binanın vitraylarında kullanılan kurşun erimiş, camlar kırılmış. O’ Linneman adlı ustanın eseri olan vitraylar yeniden onarılmış. Dört dış cepheyle iki kulenin restorasyonuysa 1983’te yapılmış. 2016 yılında başlanan restorasyon çalışmalarıyla da 2010’da yanan çatının ayakta kalan kısımları aslına uygun restore edilecek. Binanın iç kısmındaki hizmet birimleri korunarak yenilenecek. Binanın dış cephe temizliği de yapılarak, taş, demir ve ahşap kısımlar onarılacak. Zarar gören vitraylar aslına uygun şekilde yenilenecek.
Gazete Kadıköy, Haber: Erhan Demirtaş, 31.03.2016




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi