26 Temmuz - 1 Ağustos 2015
|
ANTALYA ANTİK KENT HARİTASI YAPILDI
Antalya il sınırları içindeki
yerleşimlerin binlerce yıllık geçmişe sahip olan
Anadolu Uygarlıkları içinde bölgeye özgü kültürel
miras özellikleriyle diğer kentlerden ayrıldığını
söyleyen Ali Kazım Öz, Süper Kent dosyası kapsamında
incelediğimiz Antalya kentindeki önemli tarihsel
alanları haritaladı.
Ali Kazım Öz hazırladığı harita ve
Antalya hakkında ise şunları söylüyor:
Bölge, insanlığın başladığı
Paleolitik Dönem’den itibaren Osmanlı Dönemi’ne
kadar sürekli yerleşim görmüş, hem kültürel hem de
doğal değerler bakımından zenginleşmiştir. Antalya
ili, antik dönemde Lykia, Pamphylia ve Pisidia
olarak adlandırılan üç bölgede yaklaşık 100 farklı
yerleşimi kapsamaktadır. Toplumsal kültürün ortak
mirası sayılan ve korunması gerekli alanların
çeşitliliği sayesinde, Antalya özel bir durum arz
etmektedir. Bu nedenle ilk aşamada, il sınırları
ölçeğinde arkeolojik sitler, ören yerleri ve önemli
tarihsel alanlar harita üzerinde belirlenmiş ve kısa
açıklamalar eklenmiştir.
Antalya antik kentler haritası hazırlanırken,
popüler ve bilimsel çalışmalara destek olmasının
yanı sıra bölge planlama ve koruma çalışmalarına da
kaynaklık yapması hedeflenmiştir. Yapılacak bilimsel
çalışmalar sayesinde diğer yerleşim alanlarının
tespiti, envanter kayıtlarının tamamlanması, çağdaş
ilkeler doğrultusunda korunması ve kültürel turizme
kazandırılması mümkün olacaktır.
Arkitera, Haber: Başak Çelik,
30.07.2015
|
SATIŞA ÇIKARILAN TROÇKİ
EVİ NE OLACAK?
Orijinal adı Yanaros
Köşkü olan, Sovyet devrimci Troçki'nin
Türkiye'deki sürgün yıllarında 1929-33 arasında
Büyükada'da yaşadığı tarihi bina satışa
çıkarıldı.
1884'te Galatalı
banker Konstantinos İlyasko tarafından
yaptırılan bina, 20. yüzyılın başlarında Arap
İzzet Paşa'nın mülkiyetine geçmiş, 1976'da bir
inşaat şirketine satılmış, iki yıl sonra
yıktırılarak yerine aynı boyutlara ve cephelere
sahip bir yazlık konut yapılmış.
Müze Olsun
İstenmişti
2011 yılında imar
planlarına Kültürel Tesis Alanı olarak işlenen
tarihi yapının sahibi, Belediye İmar
Komisyonunda köşkün Kültürel Tesis Alanı'ndan
çıkarılarak Konut Alanı'na alınmasını talep
etti. Bunun üzerine Büyükşehir Belediyesi köşkün
konut alanı olmasını kabul etti. Ancak yapının
sit alanı olması sebebiyle 5 No'lu Koruma Kurulu
yeniden kültürel tesise dönüştürülmesini
kararlaştırdı. Koruma Kurulu'nun kararında
köşkün, Kültür ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce
2013 kamulaştırma programına alındığı
belirtilerek, plan değişikliği teklifinin uygun
olmadığına karar verildi.
Konunun kamuoyunda
büyük yankı uyandırması üzerine 2013 yılında
müze olarak hizmete açılması planlanan yapı,
müze olamadığı gibi bugün sahiplerince satışa
çıkarılmış durumda. Siyasihaber.org'un haberine
göre ev sahipleri yapının Kültür Bakanlığınca
satın alınarak müzeye dönüştürülmesini istiyor.
Yapının Mimarisi
Dünden Bugüne
İstanbul Ansiklopedisi'nde Baha Tanman yapının
mimarisine dair daha detaylı bilgi veriyor:
Bir bodrum katı
üzerine oturan ve kısmi bir çatı katı ile
donatılmış olan iki katlı köşk kagir duvarlı ve
ahşap döşemelidir. Setler halinde deniz kıyısına
kadar inen geniş bir bahçenin, caddeye komşu
olan en üst setine yerleştirilen yapı,
kuzey-güney doğrultusunda gelişen bir eksene
göre simetrik olarak tasarlanmıştır. Caddeye
bakan giriş (güney) cephesinde, zemin kat
sofasına açılan kapı, tam ortada, geriye
çekilmiş olan kesimde yer almakta, bu girintinin
üstü bir balkon şeklinde değerlendirilmiş
bulunmaktadır. Denize bakan kuzey cephesinin
ortasında da, üstü revakla örtülü bir sahanlık
yer almakta, altında bodrum katına açılan,
yuvarlak kemerli bir kapı ile iki yuvarlak
pencerenin bulunduğu bu sahanlıktan, çift kollu
merdivenlerle bahçeye inilmektedir. Revak
üzerine oturan teras, ayrıca merdivenler,
mermerden yontulmuş baklavalı korkuluklarla
sınırlandırılmıştır. Neoklasik üslubu yansıtan
cephelerde ve revakta antik Yunan ve Rönesans
mimarilerinden alınma ayrıntılar gözlenir.
Revağın sütunları Toskana tipinde başlıklarla
donatılmış, bunların üzerine, kilit taşları
çıkıntılı yuvarlak kemerler yerleştirilmiş,
zemin kattaki kapılar ve pencereler de aynı
türde kemerlerle taçlandırılmıştır. Dikdörtgen
olan üst kat pencereleri ise üçgen alınlıklar
(frontonlar) ile dikkati çeker. Cephelerdeki
bütün açıklıkların söveleri beyaz mermerdendir.
Köşkün iç tasarımında "karnıyarak" tabir edilen
orta sofalı planın uygulandığı, zemin kattaki
salonlar ile üst kattaki yatak odalannın,
katların ekseninde uzanan sofalara açıldığı,
sofaların uçlarına da her iki cephedeki
balkonların yerleştirildiği anlaşılmaktadır.
Bugünkü bina inşa edilirken cephelerdeki
ayrıntılar bozulmuş, salonların ve yatak
odalarının tavanlarında yer aldığı bilinen
yağlıboya bezemeler ve tablolar da ortadan
kalkmıştır.
Arkitera, Haber: Bahar
Bayhan, 30.07.2015
|
ORDU'DA BİR EVDE ÇOCUK
LAHDİ BULUNDU

Ordu'nun Çatalpınar
İlçesi'nde bir vatandaşın evinde jandarma tarafından
içi boş çocuk lahiti bulundu.
Ordu Valisi İrfan
Balkanlıoğlu, lahitin incelenmesi için Müze
Müdürlüğü'ne teslim edildiğini söyledi. İddiaya
göre; Ordu'nun Çatalpınar İlçesi'ne bağlı Göller
Mahallesi'nde jandarma ekipleri ihbar üzerine ismi
açıklanmayan bir vatandaşın evinde arama yaptı.
Yapılan aramada evin içinde gizlenmiş vaziyette içi
boş olan bir çocuk lahiti ele geçirildi. Olayla
ilgili evin sahibi çıkarıldığı mahkemece tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakılırken, ele
geçirilen lahit de incelenmek üzere Müze
Müdürlüğü'ne teslim edildi. Lahdin tarihi eser olup
olmadığı uzmanlar tarafından araştırılırken değeri
de henüz tespit edilemedi.
Ordu Valisi İrfan
Balkanlıoğlu ise olayla ilgili 1 kişinin tutuksuz
yargılanmak üzere savcılık tarafından serbest
bırakıldığını, çocuk lahitinin ise müze
yetkililerince incelendiğini, değer ve durum tespiti
yapıldıktan sonra durumun daha net olarak ortaya
çıkacağını söyledi. Jandarma ayrıca bulunan eserin
tarihi eser kaçakçılığı ya da kaçak kazıyla bulunup
bulunmadığına ilişkin de soruşturma başlattı.
Türkiye Gazetesi,
29.07.2015
|
ARKELOJİ MAHKUMLARI
UNESCO Dünya Kültür
Mirası listesinde yer alan Selimiye Cami'nin çevre
düzenlemesi çalışmaları çerçevesinde ortaya
çıkarılmaya çalışılan Yemiş Kapanı Hanı'nın kazı
çalışmalarında Edirne Valiliği ve Tarım Açık Cezaevi
Müdürlüğü arasında imzalanan “Toplum Yararına
Çalışma Projesi” protokolü kapsamında 50 hükümlü
adeta arkeolog gibi çalışmaya başladı.
Edirne Bölge Koruma Kurulu'nun kararıyla 6 ay önce 4
bin metrekarelik alan üzerinde yeniden başlatılan
kazı çalışmaları sonrasında tarihi hanın yaklaşık
yüzde 30'u gün yüzüne çıkarken Edirne Valiliği ile
Tarım Açık Cezaevi Müdürlüğü arasında imzalanan
“Toplum yararına çalışma projesi” protokolü ile kazı
çalışmalarında 1.5 ay süre ile hükümlülerin
çalışması kararı alındı.
Daha önce Belediye tarafından sağlanan işçi katkısı
ile 6 ay süre çalışan işçilerin ardından şimdi de
Valilik, imzalanan protokolle 50 kişilik hükümlü
kadrosunu kazı alanında görevlendirdi. Başlarındaki
infaz korumu memurlarıyla mesai saatlerinde
ücretleri ödenmek şartı ile çalıştırılan 50 hükümlü,
kalıntıları ortaya çıkarmak için adeta profesyonel
kazı ekibi gibi çalışıyor. Kazı ekibinin
arkeologları tarafından kontrol altında tutulan
alanda, toprak altından çıkan her bulgu büyük bir
titizlikle çıkartılarak kayıt altına alınıyor.
“1,5 AY BOYUNCA ÇALIŞACAKLAR”
Söz konusu çalışmalarla ilgili açıklama yapan Vali
Dursun Ali Şahin, projenin hanın ortaya çıkarılması
için çalıştırılan hükümlülerin halkın arasına
katılması ve sosyal hayata entegrasyonları için çok
önemli olduğunu belirtti. İşlerin hızlanması için
takviyeye ihtiyaç duyulduğunu kaydeden Şahin;
“Toplum yararına çalışma programından
çalıştırdığımız 70 kişi 5 ay çalışması yetmediğinden
bu kez Kültür Bakanlığı'ndan gönderilen bir miktar
para ile burada hükümlüleri çalıştırma yoluna gitmiş
bulunmaktayız ve 50 kişi 1.5 ay süre ile burada
çalışmalarını sürdürecek. Ondan sonrada biz
Valiliğimiz imkanlarıyla bütçesini zorlayarak
çalışmaları yıl sonuna kadar devam ettirmeyi
düşünüyoruz” dedi.
“SELİMİYE EDİRNE'NİN BİR PARÇASIDIR”
Selimiye Cami'nin Edirne için çok önemli olduğunu ve
en iyi şekle getirilmesinin gerektiğine vurgu yapan
Şahin şöyle devam etti;
“Selimiye Edirne'nin büyük bir par-çasıdır. Selimiye
olmayınca Edirne olmaz. O vesile ile burada esnafın
gözü, kulağı hep Selimeye'dedir. Selimiye'yi en iyi
şekle getirmeliyiz ki; turizm bakımından son derece
önemlidir. Bu vesile ile gözbebeğimiz olan
Selimiye'nin etrafını en iyi şekilde korumak ve
kollamak ve oradaki kazıları yapmak, halkımıza
sunmak sadece camii göstermekle değil, oradaki tarih
öncesi durumlarda nedir, ne değildir, bunu da
halkımıza teşhir etmemiz gerekmektedir ve bunun için
uğraşı sarf etmekteyiz.”
“HERŞEY YASAL PROSEDÜR İÇİNDE YÜRÜTÜLÜYOR”
Proje kapsamında çalıştırılan hükümlülerin sigorta
şartlarının yerine getirildiğini ve sigortaların
ödenerek maaşlı çalıştıkların belirten Vali Şahin;
“Her şey yasal prosedürü içerisinde yürütülmektedir.
Bundan sonraki bölümlerde de hükümlü çalıştırmayı
düşünüyoruz. Ancak Edirne'de bu kadar işsiz varken
biz hükümlü çalıştırmayı pek düşünmüyoruz. Doğru da
olmaz. Ama Selimiye çevresinin acil açılması
gerektiği için bu hükümlüleri çalıştırmayı uygun
gördük. Hükümlüler belli bir prosedürden geçtikten
sonra burada çalışmaları uygun görülüyor. Kaçmaları
durumunda yattıkları günlerde yanmaktadır”
ifadelerini kullandı.
Hudut Gazetesi, Haber:
Olgay Güler, 29.07.2015
|
FRANSA'DA 560 BİN YILLIK İNSAN DİŞİ BULUNDU

Fransa'nın güneyindeki Pyrenees-Orientales
bölgesinde yapılan kazıda 560 bin yıl öncesine
ait insan dişi bulundu. Dişin bugüne kadar
Fransa'da bulunan en eski insan kalıntısı olduğu
tahmin ediliyor.
Fransa'nın güneyindeki bir mağarada yapılan
kazı çalışmasında 560 bin yıl öncesine ait
olduğu belirlenen insan dişi bulundu.
Ülkenin
güneyindeki Pyrenees-Orientales bölgesindeki
Tautavel kentinde Arago mağarası kazı bölgesinde
ortaya çıkarılan dişin, geçen hafta iki gönüllü
gencin çalışması sırasında bulunduğu belirtildi.
İncelemeler sonucunda uzmanlar dişin en az 560
bin yıl öncesine ait olduğunu belirledi.
Kazı sorumlusu paleoantropolog Amelie Vialet,
dişin Fransa'da bugüne kadar bulunmuş en eski
insan kalıntısı olduğunu söyledi. Kazının
yapıldığı seviyede 500 bin yıl öncesine ait
kalıntılar bulmayı beklediklerini ama insan
kalıntısı bulmayı ummadıklarını kaydeden Vialet,
"Bu dişin bulunduğu seviyede o döneme dair daha
fazla insan kalıntısı ortaya çıkarabiliriz"
dedi.
Vialet, daha önce Arago mağarasında bulunan ve
bölgenin üne kavuşmasını sağlayan 450 bin yıllık
"Tautavel insanı" adı verilen insan kalıntısıyla
560 bin yıl öncesine ait insan dişini
karşılaştıracaklarını ifade etti. Vialet,
böylece iki insan tipi arasındaki farkların
öğrenilebileceğini dile getirdi.
Vialet, dişin bulunmasıyla pre-neandertal insan
hakkında şimdiye kadar ulaşılmamış bilgilerin de su
yüzüne çıkacağına inandığını belirtti.
Dişin bulunmasıyla bilim insanlarının Avrupa'daki
ilk insanların morfolojik yapısı hakkında yeni
bilgilere ulaşabileceği tahmin ediliyor.
Dünyanın birçok yerinden arkeolog ve gönüllülerin
katıldığı Tautavel kasabasındaki kazılarda geçen
yıllarda 450 bin yıl öncesine ait insan kalıntısı
bulunmuştu. Bugüne kadar yaklaşık 80 bin ila 500 bin
yıl arasında geçmişe sahip 600 binden fazla kalıntı
ortaya çıkarılan mağarada 148 insan kalıntısı
bulunmuştu.
Geçen hafta bulunan ve basına bugün duyurulan Arago
149 ismi verilen diş ise bölgede bulunan 149'uncu
insan kalıntısı olarak tarihe geçti. Arago 149,
bölgede bulunan en son insan kalıntısından yaklaşık
100 bin yıl daha eski.
Bölgedeki kazının sorumlusu Fransız paleoantropolog
Amelie Vialet,
Paris'teki Ulusal Doğa Tarihi Müzesi'nde
araştırmacı olarak çalışıyor. Vialet, Denizli'de
2002'de bulunan "Denizli Adamı" adı verilen 1,2
milyon yıl öncesine ait kafatasını bulan kazı
ekibinde de yer almıştı.
Denizli'nin Kocabaş mahallesinde bir mermer
işçisinin tesadüfen bulduğu ve bazı kaynaklarda ismi
"Kocabaş Adamı" olarak da geçen fosilin en başta 500
bin yıllık olduğu tahmin edilmiş, ardından yapılan
araştırmalar sonucu 1,2 milyon yıl önceye ait olduğu
tespit edilmişti.
Bilim insanları,
Afrika'da bulunan ve bugüne kadar bulunanların
en eskisi sayılan insan fosilinin 2,8 milyon yıl
öncesine ait olduğunu belirtiyor.
Hürriyet, 29.07.2015
|
|
O ASKERLER AÇLIKTAN ÖLMÜŞ
Ünlü devlet adamı Napolyon Bonapart’ın ordusunda
görevli olan ve Litvanya’da bir toplu mezarda
bulunan 3 bin Fransız askerinin neden öldükleri
sonunda ortaya çıktı.
ABD’deki Central
Florida Üniversitesi’nden arkeologlar,
cesetler üzerinde yaptıkları araştırmada, bu
askerlerin büyük ölçüde açlıktan öldüğünü
bildirdi. Napolyon, 500 bin kişilik ordusuyla
Haziran 1812’de
Rus İmparatorluğu’nu ele geçirmek için
harekata başlamıştı. 6 ay içinde harekat
başarısızlıkla sonuçlandı ve Fransız ordusu geri
çekildi. Askerler Litvanya’ya çekilirken geriye
sadece 40 bin asker kalmıştı. Bu askerler de
genellikle hipotermi, açlık ve tifüsten ölmüştü.
Hürriyet, 29.07.2015
|
DALYAN'DAKİ TARİHİ KAYA MEZARLARI TEL ÖRGÜYLE
KORUNACAK
Muğla’nın
Köyceğiz İlçesi’ndeki 2 bin 400 yıllık geçmişe sahip
koruma altındaki kaya mezarlarına, yasak olmasına
rağmen hatıra fotoğrafı çektirmek için çıkanların
verdiği zararın önüne geçilmesi amacıyla Ortaca
Belediyesi tarafından tel örgü çekilecek. Öte
yandan, kaya mezarlarının alt kısmına Kültür ve
Turizm eski Bakanı Ertuğrul Günay’ın talimatıyla
yaptırılan seyir teraslarının da tamamlandığı,
önümüzdeki günlerde törenle açılışının yapılacağı
bildirildi.

Köyceğiz sınırları içinde olan ancak Ortaca
İlçesi, Dalyan Mahallesi’nden rahatça görülebilen
tarihi kaya mezarların daha iyi korunabilmesi için
Kaunos Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Cengiz
Işık’ın yoğun çabaları 2010 yılında kabul gördü. 13
Temmuz 2010 tarihinde bölgeyi gezip inceleme yapan
dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, kaya
mezarlarının daha rahat ve çevreye zarar vermeden
izlenebilmesi için seyir terası yapılması isteğine
onay verdiğini açıkladı. Seyir terası çalışmaları
geçtiğimiz günlerde tamamlanarak Fethiye Müze
Müdürlüğü’ne teslimi yapıldı. Terasın, yakında resmi
törenle açılışının yapılıp, hizmete sunulacağı
bildirildi.

’AKIL İŞİ DEĞİL’
Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen yasak
dinlemeyenlerin kaya mezarlarının içine kadar
girerek hatıra fotoğrafları çektirmeleri tarihi
eserlere zarar veriyor. Harabeler ile kaya
mezarlarına geçiş alanlarında kurumlarca gerekli
önlemlerin alınmasına rağmen, bazı kişilerin
canlarını hiçe sayarak yaklaşık 70- 80 derece
diklikteki patikadan yürüyerek mezarlara
ulaştıklarını belirten Kaunos Antik Kenti Kazı
Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık, "Buradan sorumlu
kurumların bu duruma yapacakları bir müdahale ne
yazık ki yok. Bekçisini koydu ve mezarlara girişin
yasak olduğunu ilan etti. Ama buna kimse aldırış
etmeden tahribata devam ediliyor. İrili ufaklı
taşlar ile çakılların bulunduğu alanlardan tarihi
mezarlara tırmanmak akıl ve mantık işi değil" dedi.
’KORUMAK YERİNE, NEDEN TAHRİP ETMEYİ
SEÇİYORLAR?’
Tarihi kaya mezarlarına çıkmak isteyenlerin hemen
alt kısımda bulunan ve halen gömü yapılan Çandır
Mezarlığı’nı kullandığına dikkati çeken Prof. Dr,
Işık şöyle devam etti:
"CHP’li Ortaca Belediye Başkanı Hasan
Karaçelik’le görüşüp, mezarlık duvarının üzerine tel
örgü çekilerek buradan geçişin engellenmesini rica
ettim. Kısa sürede yapacaklarının sözünü verdi.
İnsanlar yasak olduğunu bile bile hayatlarını hiçe
sayarak buraya tırmanıyor. Her an birisi düşüp
ölebilir. Tarihimizi korumak yerine neden tahrip
etmeyi seçiyorlar anlamış değilim."
Ortaca Belediye Başkanı Hasan Karaçelik de, duvar
üzerine telörgü yapılması için hazırlıkların
tamamlandığını belirtip, "Bir, iki gün içerisinde
tel örgülerin takılması tatamlanır" diye konuştu.
Milliyet, Haber: Mustafa Sarıipek, 29.07.2015
|
BATIK GEMİDEN 1 MİLYON DOLARLIK HAZİNE ÇIKTI
ABD
Florida açıklarında hazine arayan bir aile,
meşhur bir gemi batığında 1 milyon dolar değerinde
altın buldu. 3 asır önce batan Queens Jewells
(Kraliçenin Mücevherleri) adlı gemide bulunan
hazinenin 51 altın sikkeden ve 12 metre
uzunluğundaki altın bir zincirden oluştuğu
belirtildi. Hazineyi bulan Schimitt ailesinin, uzun
yıllardır batık gemilerin peşinde koştuğu
belirtildi. Florida eyalet yasalarına göre devlet
bulunan hazinenin yüzde 20'sine el koyarak müzede
sergileyecek.
Sabah, 29.07.2015
|
|
BEŞ KİLİSELER YOK OLMA
TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYA

Kars’ın Digor İlçesi’nde
bulunan Beş Kiliseler'den ayakta kalan tek yapı Aziz
Sarkis Kilisesi de bakımsızlık nedeniyle yok olmak
üzere.
Ani Antik Kenti'nin
yaklaşık 25 kilometre güneybatısında bulunan ve
Digor’a 5 kilometre uzaklıkta bulunan 3 kaya
çıkıntısı üzerine kuruluna Beş Kiliselerden günümüze
kadar kalmayı başaran tek yapı Aziz Sarkis Kilisesi
de geçen süre içerisinde bakımsızlık ve
ilgisizlikten dolayı yıkılarak kaybolmaya yüz tuttu.
Aziz Sarkis Kilisesi
kısa süre içerisinde önlem alınmazsa diğer dört
kilise gibi yıkılacak.
İhlas Haber Ajansı’nda
yer alan habere göre, Aziz Sarkis Kilisesi’nin içi
hayvan barınağı haline gelmiş, kilisenin duvarları
yıkılmış, taşları sökülerek vatandaşlar tarafından
götürülmüş ve bazı kısımları da define avcıları
tarafından kazılmış durumda.
Bugüne kalan Aziz Sarkis
Kilisesi dışında Digor bölgesinde Aziz Karapet,
Meryem Ana (Surp Astvatsatzin), Aziz Stefanos, Aziz
Krikor ve Aziz Sarkis Kiliseleri bulunuyordu.
13. yüzyılda Moğol
istilası nedeniyle terk edilen kilisenin 1878’de,
Kars bölgesinin Rus yönetimine geçmesiyle onarıldığı
ve kilisenin yeniden ibadete açıldığı tahimn
ediliyor.
Agos, 29.07.2015
|
HOŞAP KALESİ'NDEKİ KAZI VE RESTORASYON ÇALIŞMASI

Van'ın Gürpınar
İlçesi'nde sarp kayalıklar
üzerindeki Hoşap Kalesi'nde Yüzüncü Yıl Üniversitesi
(YYÜ)
Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yrd.
Doç.Dr.
Mehmet Top başkanlığında 2007 yılından bu yana
yürütülen ve sağlanan ödenekle yeniden başlayan kazı
ve restorasyon çalışmalarında yeni bölümlerin ortaya
çıkarılması amaçlanıyor.
Urartular'a ait kalenin temelleri üzerine 16.
yüzyılda kurulan ve uzun yıllar Mahmudi beylerinin
saray olarak kullandığı bilinen Hoşap Kalesi'nde YYÜ
tarafından 8 yıl önce başlatılan kazı çalışmalarında
önemli mesafe kateden Top ve ekibi, yeni bulgular
elde etti.
Kazı çalışmalarında çok sayıda eseri gün ışığına
çıkaran ve birçok yapıya da yeni bir görünüm
kazandıran Top, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu
yılki kazı çalışmalarına 10'u uzman 30 kişilik
ekiple başlandığını belirtti.
Çalışmaların iki aşamalı devam ettiğini kaydeden
Top, geçen yıllarda bulunan duvarlarda geleneksel
taş ustalarıyla orijinaline uygun sağlamlaştırma
ve konservasyon çalışmaları yürüttüklerin söyledi.
Kalede toplam üç alanda kazı çalışmalarının devam
ettiğini ifade eden Top, şu bilgileri aktardı:
"Bunlardan birincisi giriş burcu. Geçen yıl giriş
burcunun özellikle duvarlar içerisinde su sarnıcına
giden yolu bulmuştuk. Hem bu yolun temizliği hem de
kale ile bağlantısını bulmak amacıyla giriş burcunun
duvarları içerisinde temizlik ve kazı çalışmalarımız
sürüyor. İkinci alan olarak daha önceki yıllarda
planladığımız ancak gerçekleştiremediğimiz, zindan
olarak adlandırılan, birinci alan ile ikinci alan
arasında kalan, yaklaşık 10 metre derinliğinde
yüksek duvarlarla çevrili alanda bir kazı çalışması
başlatacağız. Buradaki çalışmalarımızın altyapısını
oluşturduk."
Top, kalenin giriş yolunu da tamamladıklarını
dile getirerek, "Kalenin giriş kapısından en üst
kısımda yer alan seyir köşküne kadar yolu orijinal
şekilde ortaya çıkardık. Bu da kale ile ilgili
yaptığımız en önemli çalışmalardan biri oldu. Bundan
böyle bu yolu takip ederek en üst kısımdaki seyir
köşkü, harem ve hamam yapılarına da ulaşma imkanımız
olacak" dedi.
-8 döküm gülle bulundu
Kalenin özellikle ikinci alanında hamamın doğu
kesiminde geçen yıllarda başlatılan kazı
çalışmalarının devam ettiğini kaydeden Top,
"Burada birtakım buluntular elde ettik. Özellikle
seyir köşkünün doğu kesimde 8 tane döküm gülle
bulduk ki bu çok önemli. Bu kalenin o dönem
dışarıdan birtakım saldırılara da maruz kaldığını
ortaya koyuyor. Yine bunların dışında duvar
kalıntıları, alçı parçaları, 200 yıllık olduğu değer
ve bazı bulgular elde ettik. Kazı çalışmalarımız
ilerledikçe değerlendirmelerimiz daha da artıyor"
diye konuştu.
Top, 2007 yılından beri kalede yapılan kazı
çalışmalarında hem kalenin mimari ögeleri hem de
tarihsel süreci anlamında birçok gelişme
katettiklerini ifade ederek, Hoşap Kalesi'nin
bölgedeki Osmanlı kalelerinden en önemlisi olduğunu
ve burada Osmanlılara bağlı yerel Mahmudi beylerinin
yaşadığını bildirdi.
16. yüzyıldan itibaren kaledeki mimari gelişime
bakarak buradaki yaşamı yorumlayabildiklerini
anlatan Top, "Geldiğimiz noktada kalenin ilk
sakinlerinin özellikle 16 ve 17. yüzyıllardaki
beylerin hem idari hem ekonomik anlamda güçlü
olduklarını hem de kaledeki birtakım kalıntılar, o
dönem beylerinin zevk sahibi olduklarını gösteriyor.
Tabii 18 ve 19. yüzyıllarda kale terk edilmeye yüz
tuttuğu
zaman burası sadece askerlerin kullandıkları bir
karakol olarak kullanılmış ve o dönemdeki
yapılaşmaların da daha basit nitelikte olduğunu
düşünüyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
- Uyuyan 150 yıllık
tarih uyandırılıyor
Top, 1850'li yıllarda terk edildikten sonra 2007
yılına kadar Hoşap Kalesi'nde çalışma yapılmadığını
belirterek, "Buradaki kazı çalışmalarımız 150 yıllık
uyuyan bir tarihi yeniden uyandırıyor.
Kültür Turizm Bakanlığının bize bu yıl ayırdığı
110 bin liralık bütçe ile çalışmalara başlattık.
Temmuz'un 7'si itibarıyla başlattığımız
çalışmalarımız 2 aya yakın sürecek" dedi.
Güzelsu Mahallesi muhtarı Nevzat Yıldız ise
buranın yeniden turizme kazandırılmasını
önemsediklerini vurgulayarak "Yapılan çalışmalarla
daha da güzelleşen kaleyi hem yerli ve yabancı
turistler ziyaret ediyor hem de gençlerimiz
restorasyon çalışmalarında geçici de olsa istihdam
edilmiş oluyor" şeklinde konuştu.
Radikal, 28.07.2015
|
|
DEĞERİNDEN HABERSİZ TABLO
Güney Afrika'nın önde
gelen sanatçılarından Irma Stern imzasını taşıyan
"Arab in Black" isimli tablo, Londra'daki bir evin
mutfağında bulundu. Ev sakinlerinin değerinden
habersiz olduğu tablonun, 1970'lerde Londra'ya göçen
ve isimleri açıklanmayan aile tarafından mutfakta
mantar pano olarak kullanıldığı belirtiliyor.
Aile tabloyu Nelson Mandela'nın siyasi hareketine
destek için düzenlenen bir açık artırmada alıp
İngiltere'ye giderken yanlarında götürmüş. Tablonun
1 milyon sterlin (4.2 milyon TL) değerinde olduğu
belirtiliyor.
artfulliving.com.tr, 28.07.2015
|
KÜÇÜK ARKEOLOGLAR ANTİK KENTTE KAZI YAPTI

Tarihi eser ve
tarihi mirasa karşı farkındalık oluşturmak amacıyla
sosyal sorumluluk projesi olarak uygulanan “küçük
arkeologlar” etkinliğinin ikincisi bu yıl yapıldı.
Yaşları 7 ile 17 arasında değişen öğrenciler
Çanakkale’deki Parion Antik Kenti ile Apollon
Smintheus Tapınağı tarihi alanında kazılara
katıldılar. Küçük arkeologlar hem tarihi mekanlar
hakkında bilgi sahibi olurlarken, kendileri için
hazırlanan ‘simülasyon kazı alanında’ tarihi eser
aradılar. Etkinlik sonrası öğrencilere “Küçük
Arkeolog Katılım Belgesi” verildi.
Çanakkale’de çelik,
enerji, tersanecilik ve ulaştırma alanlarında
faaliyet gösteren İÇDAŞ A.Ş. Truva Antik Kenti,
Parion Antik Kenti ile Apollon Smintheus Tapınağı
kazılarının ana sponsorluğunu sürdürüyor. İÇDAŞ,
kazılarla tarihi değerlerin ortaya çıkmasına destek
olmakla kalmayıp, genç nesillerin bu eserlere karşı
bilinçlenmeleri için de çaba gösteriyor.
Oluşturulan “küçük
arkeologlar projesi” ile tarihi kazı alanlarında
çocuk ve gençlerin tarihi miras ve tarihi değerlere
karşı bilinçlenmelerine katkıda bulunuluyor. İlki
geçtiğimiz sene 2 gün yapılan projeye 100 çocuk
katılmıştı. Bu yılki katılım ve uygulamalarla bu
sayı 200’e çıktı.
Etkinliğin ilk
gününde Parion Antik Kenti’nde kazı başkanlığı yapan
19 Mayıs Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Vedat Keleş
tarafından öğrencilere bilgi verilerek simülasyon
alanında kazı uygulaması yapıldı. Dünyanın sayılı,
Türkiye’nin ise en büyük tarihi kazısının yapıldığı
milattan önce 8’inci yüzyıla ait Parion Antik
Kenti’ndeki tiyatroda küçük arkeologlar için kazı
alanı oluşturuldu. Küçük arkeologlar, toprağın
altına önceden yerleştirilen bazı objeleri gün
yüzüne çıkarmak için çabaladılar.
Ellerinde küçük
çapa, mala ve fırçalarla tıpkı uzman arkeologlar
gibi kazı yapmaya çabalayan küçük arkeologlar,
tarihi eserlerin hangi zorluklarda ve sabırla
çıkarılması gerektiğini öğrendiler. Toprak altından
çıkardıkları seramik parçaları, bakır eşyaları
hassas bir şekilde taşıyacakları sandıklarda
topladılar. Ardından da yıkayarak bu parçaların
üzerinde yer alan yazı, sembol, işaretleri
incelediler.

Parion Antik Kenti
kazı başkanı Doç.Dr. Vedat Keleş, uygulanan proje
ile çocukların ve gençlerin tarih bilincinin
gelişeceğini belirterek “Tarihi eserleri korumak çok
önemli. Bu nedenle bu uygulamayı yaparak çocukların
ileriki yaşlarda daha hassas olmalarını
hedefliyoruz. Türkiye toprakları arkeolojik
değerlerle dolu. Etkinliğe katılanlara arkeoloji
bilimini de anlamalarını ve bu arkeolojik eserlerin
hangi süreçlerle ortaya çıkarıldığını görmelerini
sağlıyoruz” dedi.
Uygulamanın ikinci
günü ise küçük arkeologlar Çanakkale’nin Ayvacık
İlçesi Gülpınar Köyü'ndeki Hellenistik döneme ait
(MÖ 330-30) Kuzey Batı Anadolu’nun en önemli
kutsal alanlarından olan Apollon Smintheion Tapınağı
alanında kazı yaptılar. Kazı başkanı Prof.Dr.
Coşkun Özgünel tarafından bilgilendirilen küçük
arkeologlar, burada da kazı yaptılar. Özgünel
kazılara katılan öğrencilere Küçük Arkeolog Katılım
Belgesi verirken “Tarihi eserlerin, tarihi
değerlerin korunması sizlerle mümkün. Gençlerin bu
değerlere karşı amatör olarak uzmanlaşmasını
istiyoruz. Uygulanan sosyal sorumluluk projesi
nedeniyle İÇDAŞ’ı da gönülden alkışlıyoruz” dedi.
arkeolojihaber.net, 28.07.2015
|
BİR ANTİK KENT DAHA UNESCO YOLUNDA
Mersin'in
merkez Mezitli İlçesi'nde bulunan Neolotik,
Hellenistik ve Roma dönemleri gibi birçok medeniyetin
izlerini taşıyan antik kent olan Soli
Pompeiopolis'in, UNESCO Dünya Miras Listesi'ne
girebilmesi için çalışmalar sürüyor.

Toprak altındaki binlerce yıllık tarihi mirasın
gün yüzüne çıkarılması için 17'nci kazı
çalışmalarını yürüten 9 Eylül Üniversitesi Müzecilik
Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Remzi Yağcı, Soli'nin
çalışmalar tamamlandıktan sonra UNESCO Dünya Kültür
Mirası listesine girebileceğini söyledi.
Arkeolojik açıdan Kilikya tarihinin önemli
hazinelerden biri olan antik kentte sürdürülen
çalışmalar sayesinde günümüzden 3 bin yıl öncesine
yüzlerce muhteşem eser bulunduğuna dikkat çeken
Remzi Yağcı, antik kentin hiçbir zaman cazibesini
kaybetmeyeceğini belirterek, "Neresini kazarsanız
Roma ve Bizans dönemlerine ait zengin eserlere
rastlıyorsunuz. İmparator ya da üst düzey
yöneticilerinin büstlerini taşıdığı sütunlu caddede,
Tanrı heykelleri gün ışığına çıkarıldı. Kazılarda,
Roma dönemine ait 2 bin yıllık tapınak kalıntıları
ile liman, sütunlu cadde, tiyatro, Roma hamamı, kent
duvarları, nekropol su kemeri gibi yapılar ortaya
çıkarıldı" dedi.
UNESCO Dünya Mirası Listesi'ni zorluyor
Çalışmalar ile amaçlarının UNESCO dünya miras
listesine girmek olduğunu kaydeden Yağcı, "Sahip
olduğumuz yer altındaki serveti, insanlığın mirası
olan bu tarihi mekanları bulup insanlarımızın
hizmetine ve tanıtımına sunacağız. Burada Mersin'in
dip tarihi yatıyor. Kazdıkça biraz daha gün yüzüne
çıkmaya başlayacak. Soli bir turizm kenti haline
gelecek. Çünkü Soli harabeleri çok kıymetli bizim
için. Beklentimiz buranın 5 yıl içinde bir müze
şehir haline gelmesi ve UNESCO dünya miras listesine
girmesidir" diye konuştu.
Dünyaya tanıtılacak
Kazı çalışmalarına her türlü destek sağlayan Mezitli
Belediye Başkanı CHP'li Neşet Tarhan ise, şimdiye
kadar elde edilen önemli buluntuların kendilerini
heyecanlandırdığını belirterek şu bilgileri verdi:
"Buraya her gelen gördükleri karşısında şaşkına
dönüyor. Bizim hedefimiz toprak altında kalmış
değerleri toprak üstüne çıkarmak ve ortak mirasımızı
dünyaya tanıtmaktır. Çalışmalara olan katkılarımız
artarak sürecek. Yapılacak çalışmalarla Soli
Pompeiopolis gerçekten önemli potansiyeli olan
ülkemiz turizminde önemli bir yer edinebilir. Tarih
kokan bu bölgeye turist akını olabilir. Soli
Pompeipolis, Mersin'in değil tüm Türkiye'nin dünyaya
açılan kapılarından birisi olacaktır."
Yeni Şafak, 28.07.2015
|
GEVALE KALESİ'NDE TARİHE YOLCULUK

Konya'nın siluetini oluşturan tarihi Gevale
Kalesi'ni gün yüzüne çıkartmak amacıyla 2012 yılında
başlatılan arkeolojik kazı çalışmaları yaklaşık bin
700 metre yükseklikte devam ediyor.
Selçuklu Belediyesi, Kültür Bakanlığı, Konya Müzeler
Genel Müdürlüğü ve Necmettin Erbakan
Üniversitesi'nin iş birliği ile tarihi Gevale
Kalesi'nde yürütülen kazı çalışmalarının bu yıl ki
kısmında çalışmalar zirvede devam ediyor. Konya'nın
batısında yer alan ve Selçuklu'nun yanı sıra birçok
tarihi dönemin önemli muhafız kalelerinden biri olan
Gevale Kalesi, yapılan çalışmalarla Konya turizmine
kazandırılacak.
Bu yıl 1 Haziran da başlayan ve akademik kazı ekibi
tarafından titizlikle yürütülen çalışmalar ile
birçok mimari mekan ortaya çıkarıldı. Sırlı, sırsız
seramik kap, kacak, bazı metal objeler ve bunların
yanında çeşitli küçük el eşyaları tespit edildi.
Ayrıca tapınak, potern (tünel) ve burçların restore
edilmesi için çalışmalar başlayacak.
"ZİRVE TAMAMEN ORTAYA ÇIKACAK"
Gevale Kalesi arkeolojik kazı çalışmalarının 2012
yılında yüzey araştırması ile başladığını ifade eden
Necmettin Erbakan Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Zekeriya Şimşir, "Kazı
çalışmalarımız Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden izin
alınarak yapılıyor. Çalışmalarda 2013 ve 2014
yılında tapınak bölgesi, çeşitli kaya oyma mekanlar
ve bazı sarnıçlar ortaya çıkartıldı. 2014 yılında da
zirveye çıkıldı ve burada da çeşitli mekanlar elde
edildi. Bu yıl da 1 Haziran 2015 tarihinden itibaren
yaklaşık 30 işçi ile çalışmalarımıza başladık.
Ramazan ayı içinde de bu çalışmalarımız büyük bir
özveri ile devam etti. Son dönemde çalışmalarımızı
Gevale'nin zirvesinde yoğunlaştırdık. Bu yıl zirveyi
tamamen kazıp ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz" dedi.
Kazı çalışmalarının yanında bazı restorasyon
çalışmalarının da yapılacağını ifade eden Şimşir,
"Tapınak ve potern diye bilinen mekanların yanı sıra
sarnıçların restorasyon projesi çizildi. Sarnıç,
potern ve burçların restorasyon projeleri kurul
tarafından onaylandı ve imalata başlanacak. Bu yıl
zirvedeki çalışmalarda daha çok üst örtüsü ortaya
çıkmamış mimari mekanlar tespit ediliyor. Birçok
buluntu da ele geçirmiş durumdayız. Sırlı, sırsız
seramik kap, kacak, bazı metal objeler ve bunların
yanında çeşitli küçük el eşyaları buluntu olarak
tespit ediyoruz. Bir ekibimiz tarafından bunların
temizlik çalışmaları yapılıyor. Daha sonra
konservasyon ve restarosyonu yapılacak. Envanterlik
değerde bulunanların ileride gerçekleştirilecek bir
müzede de sergilenmesi düşünülmektedir" diye
konuştu.
"GEVALE'DEN KONYA SEYREDİLECEK"
Gevale Kalesi'nin ikiz tepelerden oluştuğunu ifade
eden Şimşir,"Büyük Gevale olarak bilinen yer bin 710
metre, Küçük Gevale ise bin 670 metre
yüksekliktedir. Kazı çalışmalarımız Küçük Gevale'de
devam ediyor. Kazı ve restorasyon çalışmalarının
tamamlanmasından sonra burada bir çevre düzeni
projesi yapılacak. Gezinti noktaları, bakı ve seyir
terasları ile belirlenecek gezi güzergahı ile şehrin
her tarafı izlenebilecek. Böylece ilk çağdan
itibaren Roma, Bizans, Selçuklu, Karamanoğlu ve
Osmanlı döneminde de kısmen kullanılmış olan ve
kültür ve tarih açısından son derece önemli bir alan
Konya turizmine kazandırılmış olacak" şeklinde
konuştu.
Habertürk, 28.07.2015
|
KURŞUNLU MANASTIRI ÇÖKMEK ÜZERE
EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, tarihi Kurşunlu
Manastırı'nın her an çökme ihtimali bulunduğunu
açıkladı; İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürü Cemil
Karabayram, "Manastırın turizme kazandırılması için
yapılacak çalışmalar, genel müdürlük ve bakanlıkça
2016 yatırım programına alındı" dedi.

Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği
(EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü,
yaptığı yazılı açıklamada, Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Bizans Sanatı Ana
Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Zeynep
Mercangöz ile Kurşunlu Manastarı'nda
incelemelerde bulunduklarını belirtti. Sürücü, uzun
yıllardır bakımsız durumdaki tarihi yapının üzerinde
biten kızılçamların, zaman içerisinde büyüyerek
manastırın yapısına zarar vermeye başladığına işaret
etti. Sürücü, "Tarihi manastır yapısını ayakta tutan
payelerden birisi tamamen yıkılmıştır, her an çökme
ihtimali de bulunmaktadır" ifadesini kullandı.
Ziyaretçiler tehlike altında uyarısı
Sürücü, manastırın bölgeye gelen turistlerin yoğun
ilgisiyle karşılaştığını ve turlar düzenlendiğini,
bu nedenle can güvenliği açısından da tehdit
oluşturduğunu kaydetti. Sürücü, tarihi eserdeki
iyileştirmeler yapılıncaya kadar etrafının bir çitle
çevrilerek ve bilgi levhaları konularak içeriye
girilmesinin önlenmesi gerektiğini savundu.
"Manastır restorasyonu 2016 yatırım
programına alındı"
İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürü Cemil
Karabayram da konuya ilişkin açıklamasında,
Kurşunlu Manastırı ile ilgili bir proje çalışması
başlattıklarını ifade etti. Bu konudaki
çalışmaların sürdüğünü ifade eden Karabayram,
şunları belirtti:
"Kurşunlu Manastırı'nın turizme kazandırılması için
yapılacak çalışmalar, Genel Müdürlük ve Bakanlıkça
2016 yatırım programına alındı. Proje ile manastırın
orijinal dokusunu bozmadan çok titiz bir çalışma
yürütüyoruz. Geçtiğimiz hafta bölgede bir çevre
planlaması yapıldı. Manastır yapısı üzerinde çıkan
ağaçların, çevresindeki ağaçlar zarar görmeden
sökülmesi gerekiyor. Bu çalışma, Orman Bölge
Müdürlüğünce yürütülecek. Bunun sonrasında Kurşunlu
Manastırı'nda rölöve ve restorasyon çalışmaları kısa
sürede başlayacak. Projenin tamamlanmasıyla
manastırı, 2017 yılında turizme kazandırmayı
hedefliyoruz".
Yapı, 28.07.2015
|
TATE MODERN'İN 2016 BOMBALARI
Dünyanın en etkili sanat kurumlarından
İngiltere'deki Tate Modern, 2016 yılında 20. yüzyıl
sanatının iki devi sayılan Amerikan sanatçılar
Georgia O'Keeffe ve Robert Rauschenberg'ü
ağırlayacağını duyurdu. Çiçek resimleriyle tanınan
O'Keeffe, dünyanın en pahalı kadın sanatçısı
rekorunu kırmıştı. Rauschenberg ise pop art'ın en
önemli isimlerinden.

Sanat dünyasının en etkili kurumlarından Tate
Modern, 2016 programını açıkladı. 20. yüzyıl
sanatının iki devi sayılan Amerikan sanatçılar
Georgia O’Keeffe ve Robert Rauschenberg’ü
ağırlayacağını açıklayan Tate Modern, Francis
Bacon’ın Liverpool’da, Paul Nash’in Tate Britain’da
ve
genç İngiliz sanatçı Jessica Warboys’un St.
Ives’teki sergilerini de duyurdu.

Georgia O’Keeffe
Georgia O’Keeffe, Amerikan modern sanatının
gelişiminde esas rolü oynayan isimlerin başında yer
alıyor. O’Keeffe’nin 6 Temmuz 2016’da açılacak Tate
Modern’deki sergisi, 20 yıldan bu yana
İngiltere’deki en büyük sergisi olacak.

Detaylı çiçek resimleriyle tanınan O’Keeffe’nin 1932 tarihli ‘Jimson Weed/White Flower No 1’ tablosu, geçen yıl 44.4 milyon dolara satılarak kadın sanatçı müzayede rekorunu kırmıştı.
Tate Modern’in sergi direktörü Achim
Borchardt-Hume, bu tarzda büyük bir sergi yapmanın
sebebinin insanların kolaylıkla gidemeyeceği
O’Keeffe gibi bir sanatçının işlerini herkese
gösterebilmek olduğunu söylüyor.

Robert Rauschenberg
Borchardt-Hume, Amerikan pop art sanatının en
önemli isimlerinden Rauschenberg için “1950’lerden
2000 yılının ortalarına kadar çok ilginç bir
kariyeri oldu” dedi. 30 Kasım 2016’da açılacak
serginin, 2008’den ölen sanatçının İngiltere’de 35
yıl sonra açılan en kapsamlı sergisi olacağı
belirtiliyor.
İki dünya savaşını da gören ressam Paul Nash’ın
Tate Britian’daki sergisi sanatçının bugüne kadarki
en büyük sergisi olacak. Tate Liverpool’da ise
Francis Bacon’ın yanı sıra geçen yıl ölen
Avusturyalı ressam Maria Lassnig sergiler açılacak.
Tate St. Ives ise genç İngiliz sanatçı Jessica
Warboys’un sergisine ev sahipliği yapacak.
Radikal, 28.07.2015
|
MİMAR SİNAN CAMİSİ'NE CUMBALI EK BİNA

İstanbul ’un önemli tarihi yapılarından
Beşiktaş ’taki Sinan Paşa Camii’nin bitişiğine
yaptırılan Hünkar Mahfili’nin görüntüsü ortaya
çıktı.
Geçtiğimiz yıl ilk kez gündeme gelen ve
tartışmalara neden olan mahfil, caminin Kaptan-ı
Derya Sinan Paşa tarafından 1555’te Mimar Sinan’a
yaptırılan asıl halinde yer almıyor. ‘Hünkar
Mahfili’nin (Osmanlı padişahlarının ibadetleri için
yapılan yapı bölümü) 19. yüzyılda camiye eklendiğini
ifade eden Mimarlık Tarihi Uzmanı Prof.Dr. Uğur
Tanyeli, “Mimar Sinan yapısını bozduğu gerekçesiyle
1940’larda yok edilmiş bir binayı eski
fotoğraflarına bakarak yeniden inşa ettiler. Caminin
orijinal halinde bir mahfil yoktu. Yıktırılmasaydı
tabii ki o mahfili de korumak gerekirdi. Ama,
yıkılmış ve tarihsel açıdan da kaybı çok hayati
önemde olmayan bir ek binayı ve sadece eski
fotoğraflara bakıp inşa etmek doğru değildir.
Mahfil, Sinan yapısına hoyrat bir müdahaledir” diye
konuştu.
‘OSMANLI'DA ÖRNEĞİ YOK’
Milliyet gazetesinden Mert İnan'ın haberine göre,
2.5 milyon liraya mal olan Hünkar Mahfili’nin
Beşiktaş Müftüğü’ne tahsis edilmesi planlanıyor.
Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü tarafından
2011’de restore ettirilerek geçtiğimiz yıl hizmete
açılan yapıyı 'gülünç' olarak nitelendiren Prof.
Afife Batur, “Projeyi yapan her kimse ne Sinan’ı, ne
de Osmanlı mimarlık geleneğini biliyor! Ortaya
uydurma bir yapı çıkmış. Hünkar Mahfilleri’nin
cumbası olmaz. Yeniden ihya neye göre yapıldı o da
belli değil. Projenin eski belgesi var mıydı? Bizim
mesleki bilgimiz Sinan Paşa Cami’nin yanında öyle
bir mahfil olmadığı yönünde. Mahfil Sinan yapısına
uyumlu görünmüyor. Ne yazık ki projenin şuanki
görünümü çok uygunsuz bir konum ve detaylar
içeriyor. Osmanlı dönemine baktığımızda herhangi bir
yapıya böyle bir ekleme yapıldığını görmedik” dedi.
‘Yapılan
bina kurumca yıkılmıştı’
Sami Yılmaztürk (TMMOB Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı):
“Mimar Sinan tarafından 1555’te yapılan Sinan Paşa
Cami’ne bitişik olarak 19. yüzyılda eklendiği
sanılan ‘Hünkar Mahfili’ Vakıflar İdaresi tarafından
1936-37 yılında yıktırılmıştır. Hünkar Mahfili,
sultanlar için yapılırdı. Halbuki bu cami bir
sultan-padişah cami değildir. Padişahların kendi
adlarına yapılmış camiler dışında ibadet etmesi söz
konusu olmadığı için bu camide söz konusu Hünkar
Mahfili’nin olduğu bile
sanat tarihçileri tarafından tartışmalıdır.
Orijinalinde olmayan ve camiinin özgünlüğünü bozan
bir ek olması nedeniyle
bugün yapıyı yeniden yapan kurum tarafından
bizzat yıkıldığı bir gerçektir. Siyaseten atanmış
kişilerce oluşturulmuş koruma kurullarının almış
olduğu kararların hukuksal hiçbir dayanağı
bulunmamaktadır. Yapımı sürmekte olan Sinan Paşa
Cami Hünkar Mahfili yenilemesinin bu çerçevede
değerlendirilmesi gerekmektedir.”
Radikal, 27.07.2015
|
KURTARMA KAZISINDA MEZAR SAYISI 40'A YÜKSELDİ

Muğla’nın
Bodrum İlçesi Göktepe mevkiinde devam eden
inşaat alanında bulunan tarihi mezarların sayısı her
geçen gün artıyor.
Mayıs ayı başlarında inşaat alanında çalışan iş
makinası tarafından zarar verildikten sonra bulunan
11 adet tarihi kaya mezarda Bodrum Sualtı
arkeoloji Müzesi ekiplerince kurtarma kazısı
başlatılmıştı. Göktepe’nin Batı yamacında
bulunduktan sonra başlatılan kurtarma kazılarında,
çekmece tipi olarak bilinin kaya mezarlarının sayısı
40’a yükseldi. Mezarların içerisinde yapılan
kurtarma kazılarında gözyaşı şişesi gibi tarihi
değeri olan eserlerde bulunurken, bölgenin tahmin
edilen nekropol alanı olması nedeniyle de daha bir
çok tarihi mezarın ve eserin ortaya çıkabileceği
tahmin ediliyor.

KEPÇE DARBELERİYLE BULUNMUŞTU
Göktepe mevkiinde yapımına başlandığı günden bu yana
tarih ve doğaseverlerin yanı sıra Bodrumlu birçok
vatandaşında tepkisine neden olan inşaat alanındaki
çalışmalarda, iş makinasının darbeleri sonucu zarar
gördükten sonra bulunan MÖ 1’inci Yüzyıl’a ait
olduğu tahmin edilen mezarlarda
Temmuz ayı başından bu yana kurtarma kazıları
devam ediyor. Müzeye bağlı
arkeolog ve işçiler tarafından devam eden
çalışmalarda gözyaşı şişesi gibi tarihi değeri olan
eserlerde bulunmuştu.

YENİ BULUNAN MEZARLAR DA ZARAR GÖRMÜŞ
Göktepe mevkiinde devam eden kurtarma kazıları
kapsamında Temmuz ayı ortalarında mezar sayısı
11’den 26’ya yükselmişti. Arkeologlar tarafından
sürdürülen çalışmalarda bulunan mezarların yaklaşık
3 metre yukarısında yeni mezarlar tespit edildi.
Bulunan son mezarlarla birlikte bölgedeki mezar
sayısı 40’a yükselirken, yeni bulunan tarihi
mezarlarında iş makinası tarafından büyük zarar
gördükleri de dikkatlerden kaçmıyor.

GÖSTERMELİK SONDAJ İDDİALARI VARDI
Göktepe mevkiinde devam eden lüks villa inşaatları
yerel ve ulusal basında çıkan haberlerin dışında
Bodrum Belediye Meclisinde de gündeme gelmiş, MHP’li
meclis üyeleri yapılan inşaatın kaçak olduğunu iddia
etmişlerdi. Mayıs ayı meclisinde konuyu gündeme
taşıyan MHP’li meclis üyeleri basın mensuplarına
konuyu takip ederek kendilerine gerekli bilgileri
aktaracaklarını belirtirken, 2005 yılında Bodrum
Sualtı ve Arkeoloji Müzesi arkeologlarından birinin
imzasıyla Yarımadanın değişik bölgelerinde
göstermelik sondaj kazıları yapıldığı ve bu kazılar
sonrasında düzenlenen raporlarla alanların imara
açıldığı ve inşaat izni verildiği iddia edilmişti.
Göktepe mevkiinde de yapılan sondaj çalışmalarında
yapımına devam eden inşaat alanı içinde aynı kişi
veya kişilerin imzası olduğu iddia edilirken, alınan
raporlar, imar izinleri ve belediyeden alınan
izinler sayesinde Göktepe’de başlatılan villa
inşaatları ise devam etmekte.
Milliyet, 27.07.2015
|
BİR BİLANÇO: TAKVA'DAN 'MARKA'YA, AKP DÖNEMİ KÜLTÜR
POLİTİKALARI

Türkiye, 7 Haziran’da yapılan genel seçimlerde,
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 13 yıllık tek partili
iktidar dönemini geride bıraktı. 7 Haziran’dan beri
yeni hükümet bir koalisyon mu olacak, azınlık
hükümeti mi yoksa yeniden seçim mi” tahminlerini
konuşuyoruz ve bu konu hala bir muamma... Ama bu
yazının amacı da önümüzdeki süreçten çok, geçen 13
yıllık
AKP dönemine bakan bir kitaba odaklanmak.
Evrensel Basım Yayın’dan çıkan, Kemal İnal, Nuray
Sancar ve Ulaş Başar Gezgin’in hazırladığı ve 40
yazarın yazılarının yer aldığı “Marka Takva Tuğra-
AKP Döneminde Kültür
Politika ” isimli
kitap , Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana ilk
defa bu kadar keskin ve hatları belirginleşmiş bir
dönemi, AKP dönemini, kültür politikaları ekseninde
mercek altına alıyor. Kitap, AKP’nin iç ve dış
siyasetinden ziyade, partinin “her kesimi
kucaklayan” söylemi ardındaki sınıfsal analizinden
kamusal alana çıkışı ve kendi yaşam tarzını dayatan
politikalarından kültürel kod ve yapılarına, 13
yılda inşa ettiği “yeni söylemi” ve bunun somut
örnekleri üzerinden yükseliyor.
Birçoğu akademisyen ve gazeteci olan 40 yazarın
kaleme aldığı yazılardan oluşan kitap, 13 yıllık AKP
döneminin kültürel kodlarının deşifresini yaparken,
bunu ‘altyapı’ bağlamından koparmayan bir yol
izliyor. Kitapta yapılan birçok analizin temelinde,
muhafazakar AKP’nin sınıfsal yapısının “her
kesim”den önce, Anadolu Kaplanları’nın, (Anadolu
sermayesi olarak ortaya çıkan ve bugün artık ana
sermaye boyutuna ulaşan, Esnaf- KOBİ, MÜSİAD)
“kucaklaşma” alanı olarak tanımlandığını belirtmek
gerek.
AKP’nin, “kendi seçmenine” bir ‘kamusal alan’
açması ve Cumhuriyet dönemi sonrası “politik tepki”
olarak çıkmadıkları kamusal alanlara, kendi
tuğralarını (imza) atmasıysa başlayan süreç,
gökdelen ve AVM’lerin gölgesinde bir muhafazakarlık
tablosu resmediyor.
Elbette AKP, bu 13 yıllık dönemde kendinden
önceki sağ partilerden farklı bir yöntem izliyor.
Özünde farklı olmayan fakat sistematik olarak
ayrışan bu yöntemi; hem tek parti iktidarından ve
seçim iradesinden alınan hegemonik özgüvenle, hem de
ele geçirilen alt yapının, yaşam tarzı üzerindeki
etkileriyle oluşan gücünün, daha derinlere nüfuz
edebileceğini kavrayıp izliyor.
Böylelikle AKP, siyasal ve kültürel alanda
yapacaklarını, önceki sağ partilere göre daha somut
bir şekilde ortaya koyuyor “Yeniden üretmek”: “AKP, kendi düşünce geleneğimizden hareketle, yerli
ve köklü değerler sistemimizi evrensel standarttaki
muhafazakar siyaset çizgisiyle yeniden üretmek
amacındadır. Yeni ‘muhafazakar demokrat’ çizginin
muhafazakarlığın genlerine ve tarihi kodlarına uygun
şekilde, ama siyaset yaptığımız coğrafyanın
toplumsal ve kültürel geleneklerine yaslanarak
ortaya konması Türk siyasetine yeni bir soluk
getirecektir. AKP geçmişten veya bir medeniyet
havzasından siyaset çizgisi ödünç almak yerine,
kendi düşünce geleneğiyle dünya genelinde de test
edilen bir siyasal tutumu yeniden üretmeyi doğru
bulmaktadır.”
Neo-liberal politikalar pratiğini “muhafazakar”
nesil, kadın, mimari, işçi, eğitim ve seçmen yaratma
hamlesiyle birleştirip 2071’e uzanan, milli ve dini
duyguların harmanlandığı “cihan devleti”
politikasına entegre ediyor... Ama bu sanıldığı
kadar kolay olmadı. Kitap, her ne kadar seçimden
önce kaleme alınan yazılardan oluşsa da bugün AKP’yi
tek parti iktidarından eden “toplumsal kırılmaları”
es geçilmiyor. AKP’nin demokratikleşme vaatlerinin,
belli bir kesim üzerinden “liberal- demokrat” olarak
parlatılması ve hemen ardından devletin kritik
noktalarını ele geçiren iktidarın, otoriterleşme
konusunda dozajı günden güne artırması, Gezi, HES ve
kent direnişleri bu kültürel kodlar içinden
derinlemesine (farklı bir tartışma alanı olduğu
için) olmasa da yerini alıyor.
AKP’nin bu 13 yılda dayattığı yaşam tarzının
hedefinde toplumun tüm kesimleri yer alsa da
kadınlar üzerinden üretilen muhafazakarlık,
öncüllerinden farklı olmayan ve daha da keskinleşen
bir hal aldı. Kadın bedeni ve cinselliği üzerinden
konuya ele alan kitap, farklı iki cepheden bunun
yansımalarını inceliyor. Bir yandan dinin kadına
yasakladığı kamusal alan, bir yandan o kamusal
alanda “markalaşan” muhafazakar elit kadını. Öte
yandan da kürtaj, üç çocuk doğurma “tavsiyesi”ne
varan kadın-beden politikaları. AKP, bir yandan
kadın bedenini dizayn ederken öte yandan ailenin
diğer fertleri için de yeni kodlar hazırlayarak
dolaşıma sokuyordu.
İzlenen dizi ve filmlere “müdahale”, “sansür”,
“yasak”, “kitap toplama”, Selçuklu iddialı neye
benzediği belli olmayan “Barok” mimari, kentsel ve
rantsal dönüşüm, TOKİ vb. 13 yılda örnekleri
çoğaltılacak toplam politikanın baş aktörleri,
hedefleri ve dahası... Tüm bu konuları alt başlıklar
atında inceleyen kitaptaki en önemli tespit ise,
AKP’nin var olan sanat faaliyetlerine alternatif
üretememesi bu konuda kadük kalması. Bunu ise sanat
ve yaşam tarzına baskı uygulayarak bertaraf etmeye
çalışması.
En başa dönecek olursak AKP, yaratmaya çalıştığı
ütopyanın belli bir aşamasına kadar başarılı oldu.
Koalisyon tartışmalarının sürdüğü şu günlerde sözü,
kitabının editörlerinden Nuray Sancar’ın “Çarşıdan
‘Pazar’a Kamusal Alanın Dönüşümü” makalesinden
alıntıyla bitirmek gerek: “Tarihin hiçbir zamanında
homojen bir kamusal alan inşa edilememiştir.
Talepleri karşılanmayan, ezilen, dışlanan ve
yoksunlaştırılan kesimlerin pahasına kurulabilen bir
toplum da olmamıştır. AKP’nin ütopyası da en
başından imkansız bir ütopya olarak yazılmıştır."
Radikal, Haber: Suzan Demir, 27.07.2015
|
TÜRKİYE'NİN MEYVE VEREN TEK AĞACINI KESTİLER

Erzurum’un Uzundere
İlçesi'nde bulunan
Türkiye ’nin meyve veren tek anıt ağacı olan 170
yıllık tescilli dut ağacı ilçeye yapılacak yeni
hükümet konağı için kesildi. Vatan gazetesinden
İlker Akgüngör'ün haberine göre vatandaşın
tepkisinden çekinen belediye, şehir merkezinde
belediyenin çay bahçesi olarak kullanılan Hikmet
Çimen Parkı’na iş makinelerini gece gönderdi. İş
makineleri parkta anıt ağaçla birlikte 100 yıla
yakın tarihi bulunan ceviz ve kiraz ağaçlarını da
yerinden söktü.
BAŞKA YER Mİ KALMADI?
Tortum Şelalesi ve Öşvank Kilisesi’yle birlikte
bölgenin en önemli kültürel ve doğal ziyaret noktası
olan ağacın kesilmesine bir çok kişi tepki gösterdi.
CHP İlçe Başkanı İkram Kadirhan, “Biz de
kesildikten sonra gördük. Çok üzücü. Adliye ya da
hükümet konağı yapılacak başka yer bulunabilirdi.
İlçemizin en önemli tarihi ve doğal varlıklarından
birini kaybettik. 1995’te DYP kesmek istemişti. O
zaman tepkiler yüzünden vazgeçilmişti” dedi. Bazı
vatandaşlar ise gündüz devam eden kesimi
eleştirerek, “Hükümet konağı yapılacak başka yer mi
kalmadı? Ağacı kesmeden bina yapılabilirdi” diyerek
tepki gösterdi.
ŞİFALI AĞAÇ
Kent merkezine 88 kilometre olan Uzundere’deki anıt
ağaç daha önce ulusal medyaya ‘şifalı ağaç’ diye
haber olmuştu. Hikmet Çimen parkında 13.5 metre
yüksekliğindeki 1.5 asırdan fazla bir zamandır meyve
veren ağacı görmek ve dut yemek için Türkiye’nin
dört bir yanından ilçeye gelenler oluyordu. Ağacı
kesimiyle ilgili Belediye Başkanı Halis Özsoy ve
Uzundere Kaymakamı Hacı Arslan Uzan şimdiye kadar
bir açıklama yapmadı.
'ÇOK İYİ BAKIYORUZ' DEMİŞTİ
Anıt ağacın kesim emrini veren
AKP ’li Uzundere Belediye Başkanı Halis Özsoy,
anıt ağaç ünlendiğinde medyaya demeçler vererek
ağaca gözü gibi baktıklarını söylemişti: “Ülkemizin
birçok bölgesinde anıt ağaçlar var. En ünlüleri
Bursa Uludağ’da bulunuyor. Fakat onlar meyve ağacı
değil. Beyaz dut veren ağacımız türünün tek örneği.
Bu ağacın dutlarının şifa kaynağı olduğuna yöne
halkı tarafından inanılmaktadır. Son yıllarda çevre
illerden hatta yabancı ülkelerden bile gelip bu
ağacın meyvelerinden tadarak şifasından faydalanmaya
çalışıyorlar. Erzurum’da Tortum Şelalesi’nden sonra
büyük bir üne sahip olan dut ağacına gözümüz gibi
bakıyoruz.”
Radikal, 27.07.2015
|
113 MİLYON YILLIK YILAN FOSİLİ BULUNDU

Bilim insanları, Brezilya ülkesinde 113 milyon
yıllık dört bacaklı yılan fosilinin bulunmasının
ardından günümüze dek yapılan araştırmalarda ilk kez
dört bacaklı bir yılan fosili bulunduğunu açıkladı.
2008 yılında Fransız bilim insanları tarafından
Lübnan ülkesinde bir kireçtaşı içerisinde bulunan 92
milyon yıllık iki bacaklı yılan fosilinden sonra,
Brezilya ülkesinde bulunan 113 milyon yıllık dört
bacaklı yılan fosilinin modern yılan türlerinin
ortak atası olduğu düşünülüyor.
Diğer yandan 113 milyon yıllık dört bacaklı yılan
fosili bulunması ile yılan türlerinin denizden
gelmediği tezini de güçlendiren bu buluş, bu türde
bulunan canlıların yüzmeye değil, delik açmaya
adapte olduklarını işaret eden bulgular taşıyor.
Science de yayımlanan araştırma sonuçları ile, bu
buluşun detayları da yılan türlerinin karada evrim
geçirdiği tezini destekliyor.
İngiltere ülkesinde bulunan Bath Üniversitesi
nezdinde görevli Doktor Nick Longrich konuyla ilgili
yaptığı açıklamada, -Yılanların deniz canlılarından
türedikleri tezi giderek zemin kaybediyor. Bu
bilinen en ilkel yılan fosili ve deniz canlısı
olmadığı çok açık ifadelerini kullandı.
BBC gazetesine de konuyla ilgili
değerlendirmelerde bulunan Doktor Nick Longrich, 113
milyon yaşındaki dört bacaklı yılan fosiline ait
kuyruk bölümünün palet şeklinde olmadığına dikkat
çekerek, fosil üzerinde hiçbir yüzgeç işaretinin
bulunmadığını, uzun bir gövde ve kısa burnun toprak
kazan canlı türlerine özgü özellikler olduğunu
belirtti.
113 milyon yıllık dört bacaklı yılan fosiline
Tetrapodophis Amplectus verilir iken, fosilin 19,5
santimetre uzunluğunda olduğu belirtildi. Yılan
fosilinin, ön ayakları (kolları) 4, arka ayakları da
7 milimetre olarak ölçüldü.
Dört bacaklı yılan türünün, vücuduna oran ile
daha zayıf kalan bacaklarını yürümek için değil,
avını kavramak için kullandığı düşünülüyor.
Dinozorlar ile aynı dönemde yaşayan dört bacaklı
yılan türünün midesinde bulunan kalıntılarda ise,
yılanın son avının bir başka omurgalı canlı olduğuna
işaret ediyor.
Yılanlar Hakkında: Latince adı Serpentes olan bu
canlı türü, Pullular (Squamata) takımına ait uzun,
ayaksız etçil bir sürüngen türüdür. Serpentes alt
takım üyeleri, ayaksız kertenkelelerden dış
kulakların ve göz kapaklarının olmayışı ile ayırt
edilmektedir. Tüm pullular gibi yılanlar da, vücudu
üst üste binen pullar ile kaplı ektotermik amniyot
omurgalılardır. Birçok yılan türünde ataları olduğu
düşünülen kertenkele benzeri türlerden çok daha
fazla eklemi olan kafatasına sahiptirler. Bu
eklemlerde son derece hareketli bir çene yapısı
sağlamakta kafasından çok daha büyük avları yutma
imkanı vermektedir. Yılanlar, Antartika ve çoğu ada
dışında dünyanın her yerinde bulunur. 456 cins ve
2900 çeşidin üzerinde türü kapsayan tanımlanmış on
beş adet familyası bulunmaktadır. Büyüklük
aralıkları 10 santimetre ile Leptotyphlops Carlae
türünden başlar, 7.6 metre büyüklüğündeki piton ve
anakonda yılan türlerine dek değişkenlik gösterir.
Maarif Gazete, 26.07.2015
|
KYZIKOS ANTİK KENTİNDE 10'UNCU KAZI

Balıkesir'in Erdek
İlçesi'nde bulunan Kyzikos
antik kentinde, 2500 yıllık tarihi gün yüzüne
çıkarmak için bu yıl 10'uncusu yapılan kazı
çalışmaları başladı.
Erdek İlçesi Düzler Mevkii'nde bulunan 2500
yıllık tarihi geçmişi olan Kyzikos antik kentinde
bu yılın kazı çalışmaları başladı. Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Balıkesir Valiliği, Erdek Kaymakamlığı ve
Erdek Belediyesi'nin katkılarıyla başlayan 2015 yılı
kazı çalışmalarına Erzurum Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyeleri'nden Doç.Dr. Nurettin Koçhan başkanlık
ediyor. Aynı üniversiteden Yrd. Doç.Dr.Kurmaz
Meral'in Başkan Yardımcılığı yaptığı kazı
çalışmalarında, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
Temsilcisi Arkeolog Ömer Kalın ile 1 araştırma
görevlisi, 2 doktora görevlisi, 2 yüksek lisans
öğrencisi, 2 arkeolog, 1 Epigraf, 16 öğrenci ve 17
işçi görev yapıyor.
Eylül ayına kadar sürecek çalışmalar hakkında
bilgi veren Yrd. Doç.Dr. Kurmaz Meral, Hadrianus
Tapınağı'nda tarihe ışık tutacak eserlerin gün
ışığına çıkartmayı hedeflediklerini söyledi. Önceki
yıllarda olduğu gibi Hadrianus Tapınağı'nın batı
kısmına ağırlık vereceklerini söyleyen Meral, "Geçen
yıllarda ne olduğuna karar veremediğimiz bölümler
vardı. Bu yıl o sorunları gidereceğimizi tahmin
ediyoruz." dedi.
Kazı çalışmalarında bu yılki beklentilerin fazla
olduğuna dikkat çeken Yrd.Doç.Dr.Meral, "Tapınağın
batı yönünde yer alan ek yapının işlevi konusunda
tereddütlerimiz var. Ana yapıyla yani tapınakla
duvar işçiliği örtüşmüyor. Bunun daha sonraki
dönemde Orta Çağ'da yapıldığını düşünüyoruz. Kireç
ocağı veya dükkan olabileceği düşüncemiz var. Bu
konuyu aydınlatacağımızı düşünüyoruz. Bu yapının,
tapınağın batı tarafındaki basamakları tahrif
ettiklerini gördük" şeklinde konuştu.
Kyizkos'ta 2013 yılında yapılan kazı
çalışmalarında, Roma dünyasının en büyük sütün başı
olan Anadolu'da benzeri olmayan 2 metre çapında, 2.5
metre yüksekliğindeki devasa sütun başını gün yüzüne
çıkardıklarını hatırlatan Korkmaz Meral,"Bu sütun
başının en yakın örneği, Lübnan'daki Baalbek'te var.
Roma tapınağı ki, o da Anadolu dışında. Bu kadar
büyük boydaki bir tapınakta 30 kadar sütünün olduğu
kabul ediliyor. En büyük endişemiz, Kyzikos Hadrian
tapınağında çok büyük tahribatların olması" diye
konuştu.
Kyizkos antik kentinde 10 yıldır sürdürülen kazı
çalışmalarında, mermerden yapılan aslan başlı su
olukları, tapınağa ait 105x85 ebadında tam boyutta
mermer çatı kiremidi, 2.25 çapında sütün tamburları,
'Pithos' denilen topraktan küp şeklinde erzak deposu
,Kyzikos paraları, Kral başı, içinde 10 kişinin
hediyeleriyle birlikte gömülü lahit mezar ile
mezarla ilgili bilgi veren yazılı taş, frizler
ortaya çıkarıldı. Ayrıca, gerçek boyutunun 116 metre
olarak tespit edilen Hadrianus Tapınağı'nda son
dönemlerde yapılan kazılarda, kireç elde etmek için
tarihi eserlerin yakıldığı 2 adet kireç kuyusu
ortaya çıkartılmıştı.
Kyzikos antik kentinde çıkartılan önemli tarihi
eserler, İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde olduğu gibi
Bandırma Arkeoloji Müzesi'nde de teşhir ediliyor.
Gerçek Gündem, Haber: Erdem Özcan, Taygun Ertan,
26.07.2015
|
İZNİK'TE ARKEOLOJİK SEFERBERLİK

7 bin yıllık bir tarihi geçmişe sahip olan ve
Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı'nın izlerini
taşıyan İznik, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
bu yıl adeta arkeolojik kazı merkezi haline
getirildi. Her yıl tek bir noktada yapılan
arkeolojik kazıların sayısı bu yıl 3'e çıkarıldı.
BÜYÜKŞEHİR DE DESTEK VERECEK
Yıllardır devam eden Maltepe Caddesi'ndeki Çini
fırınları kazısının yanı sıra, Yenişehir Kapı
Mevkisi'ndeki Kırgızlar Türbesi karşısında yer alan
Orhan Bey İmareti ile Selçuk Mahallesi'ndeki antik
Roma Tiyatrosu'nda da arkeolojik kazılar yapılacak.
Ağustos ayının ilk haftasında başlayacak İznik Müze
Müdürlüğü başkanlığındaki Roma Tiyatrosu kazını
Uludağ Üniversitesi, Orhan Bey İmareti'ni ve Çini
fırınları kazını Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
işbirliği yaptığı üniversiteler yürütecek. Çini
fırınları kazıları Kültür ve Turizm Bakanlığı Orhan
Bey imareti ve Roma tiyatrosu kazıları ise Bursa
Büyükşehir Belediyesi tarafından finanse edilecek.
İznik'te bu yıl ayrıca Yeşil Cami'nin çinili
minaresi de incelenerek, çinilerin durumu kontrol
edilecek.
Sabah, 26.07.2015
|
TARİHİ ALTINTEPE KÜL OLDU

Erzincan’ın Üzümlü
İlçesi sınırlarında bulunan
Altıntepe’deki anızlar bilinmeyen bir sebeple
tutuştu.
Edinilen bilgiye göre, küçük bir alanda başlayan
anız yangını daha sonra rüzgarın da etkisi ile
büyüyerek tepenin tamamını sardı. Olay yerinde
Altıntepe’yi korumakla görevli bulunan kolluk
kuvveti çıkan yangını fark etmesi üzerine itfaiyeye
haber verdi. Kısa sürede olay yerine gelen
Üzümlü Belediyesi itfaiyesi geniş alana yayılan
yangını söndürmeye müdahale edemeyince Erzincan
Belediyesi İtfaiye ekiplerinden takviye istenildi.
Ekipler tepeyi çepeçevre saran yangına müdahalede
bulunmak için bir yol güzergahı ararken, büyük çaba
sarf ederek yangına müdahalede bulundu.

Çıkan yangında herhangi bir can kaybı yaşanmazken,
yangın Altıntepe de bulanan Mozaik yapı ve çevrede
bulunan köylülerin tarlalarına ulaşmadan olay yerine
gelen itfaiyenin zamanında müdahalesi ile
söndürüldü. Yangının söndürülmesinin ardından olay
yerine gelen yetkililer konu hakkında herhangi bir
açıklamada bulunmazken, yangının çıkış sebebi ve
tahribat ile ilgili inceleme başlatıldığı öğrenildi.
Öte yandan Altıntepe, Erzincan’ın Üzümlü İlçesi
sınırlarında Urartu,
Bizans ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği
yapmış eski bir yerleşim yeri olduğu ve Urartu
döneminde kurulan yerleşim yerinde halen arkeolojik
kazıların sürdürüldüğü öğrenilirken, ova
seviyesinden 60 metre yükseklikteki bu tepenin ilk
kez 1938 daha sonra da 1956 yıllarında yasal olmayan
yollardan iki mezarın soyulmasıyla adını duyurduğu
edinilen bilgiler arasında.
Milliyet, 26.07.2015
|
WASHINGTON'DA BİR OSMANLI YADİGARI

Amerika
Birleşik Devletleri'nin simgelerinden Washington
Anıtı, içinde bir Osmanlı yadigarı saklıyor. 19.
asrın ortasında Sultan Abdülmecid'in gönderdiği
levha, dikilitaşın 50. katında teşhir ediliyor.
Okyanus ötesine okumaya giden Türk talebelere
duyurulur.
Amerikan
Federal Devlet teşkilatı, on sekizinci asırda
Philadelphia'da tesis edildikten birkaç sene sonra
yeni başkentin
Washington DC'ye taşınacağı ilan edilmiş (1790),
Amerikalılar Başkanlık Sarayı, Kongre Binası ve
muhtelif devlet kurumlarına tahsis edilecek binaları
tek tek inşa etmeye başlamışlardı. Bunlardan biri de
ülkenin bugünkü sembollerinden biri olan Washington
Abidesi (Washington Monument) idi. Güney Karolinalı
Mimar Robert Mills'in tasarladığı ve Amerika
Birleşik Devletleri kurucusu George Washington adına
ithaf edilen abideye 1840 senesinde başlandı. Bir
Mısır obeliski şeklinde dikilen anıtın Türkleri
alakadar eden tarafı ise Sultan Abdülmecid Han'ın
yaptırdığı mermer levhanın burada bulunuyor olması.
Diplomatik basirette Osmanlı tavrı
Amerika Birleşik Devletleri ile Türklerin
münasebetinin ilk demleri, Osmanlı Hükümdarı Sultan
II. Mahmud (1808-1839) devrine kadar uzanıyor.
Karşılıklı ilk diplomatik anlaşmanın yapıldığı 1830
senesinden sonra Nusretiye adlı geminin yapımı için
çağrılan Amerikan mühendisi ile kıta ötesi
Türk-Amerikan münasebetleri ilk meyvesini verir.
Nihayet Fransız İhtilali'nin tüm dünyaya tesiriyle
yaşanan isyanlar ve ayrılıkçı hareketler, Avrupa'ya
oradan da Balkanlar'a ve Ortadoğu'ya uzanacaktır.
1848 senesinde Fransa'da çıkan iç karışıklık
neticesinde bazı Macar ve Lehistanlı gruplar
Avusturya ve Rusya'ya karşı isyan bayrağını çeker.
Moskof ve Nemçeli tazyikinden kaçan ihtilalciler,
güneyde Osmanlı'ya sığınır ve ancak Devlet-i Aliye
sınırları içinde emniyete kavuşur. Prof.Dr. Uğur
Derman, Macar devrimcisi Kossuth'un kaldığı evin
bugün Kütahya'da hala müze olarak kullanıldığını
naklediyor. Yaşanan bu hadise, dünya siyasi
muvazenesine aksedince Osmanlılar politik sahnede
büyük bir taraftar kitlesi bulur. Çok geçmeden
Amerika Birleşik Devletleri, münasebetlerin inkişafı
adına bir heyeti Amerika'nın başkenti olan
Washington DC.'ye davet eder ve bugüne kadar uzanan
ilişkiler başlar. Heyete riyaset eden Mekteb-i
Bahriye hocalarından Binbaşı Emin Bey'in deniz
yoluyla yaptığı seyahat, her iki tarafı da memnun
edecek ilişkilerin sağlamlaşmasına vesile olur.
Açıldığında dünyanın en yüksek kulesiydi
İşte bu dönemde (4 Temmuz 1848) temeli atılan
Washington Abidesi için beynelmilel bir kampanya
düzenlenir. Gerçekleştirilen ziyarette Amerikan
Başkanı tüm dünya devletlerine tebliğ ettiği
talebini Türk sefaret heyetine de iletir. Bir
dikilitaş olarak inşa edilecek Washington Abidesi
bütün devletlerden bir hatıra istenir. Zira bu
projenin hamisi olan Washington National Monument
Society (Washington Milli Abide Cemiyeti) eserin
yalnız Birleşik Devletleri'nin değil tüm yeryüzüne
ait bir eser olmasını hedeflemiştir. Bazı kaynaklar
inşaatın maddi yetersizlikler yüzünden akamete
uğraması üzerine böyle bir çözüm yolu üretildiğini
de kaydediyor. Başta Amerikan eyaletleri olmak üzere
eserin tamamlanması için her yerden birer hatıra
plakası gönderilir. Devrin Çin İmparatoru, Mısır
Valisi, Yunan Kralı, Kuzey Afrikalı kabile reisleri
kendi kültür ve dillerinde emareler taşıyan
hatıraları ABD başkentine gönderirler. 31. Osmanlı
Padişahı Sultan Abdülmecid Han da devrin meşhur
hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye celi ta'lik
bir kitabe yazdırır ve Amerikan mercilerine
bağışlar. 9 Şubat 1853 tarihli resmi vesikada
“Amerika Birleşik Devletleri ahalisine hem ikram,
hem de padişahın bir dostluk nişanesi olmak üzere
iki endaze (130 cm) boyunda, bir endaze eninde
tuğralı ve tarihi beytin ihsan buyrulması” not
edilmiş.
Türk talebeler ziyaret etmeli
Hazırlanacak mermer levha için şair Ziver
Paşa'dan mevzua münasip düşecek bir beyit talep
edildi. Şair, ebcet ile tarih düşürerek ve
düşürmeden yazdığı üç ayrı beyiti huzura arz eder.
Sultan, bunlar içinden “Devam-ı hulleti te'yid içün
Abdülmecid Han'ın/ Yazıldı nam-ı paki seng-i balaya
Vaşinkton'da” (Abdülmecid Han'ın pak ismi
dostluğumuzun pekişmesi için Washington'daki bu
yüksekteki taşa yazıldı) beyitini seçer. Kitabenin
başka bir hususiyeti de devrin musiki ve hat
sanatında bir üstat olarak bilinen Kazasker Mustafa
İzzet Efendi'ye hazırlatılmış olmasıydı. Hemen
hatırlatmalı ki Kazasker Mustafa İzzet Efendi,
Ayasofya'daki abidevi levhalara imzasını atmış
devrin en tanınmış hat sanatkarıydı. Mehmet Haşim
Efendi imzalı padişah tuğrası ile süslenen mermer
kitabe, 3 bin 750 kuruş masrafla tamamlandı ve deniz
tarikiyle Amerika kıtasına nakledildi. İç savaşlarla
yarıda kalan 169 metre yüksekliğindeki abide uzun
bir süre sonunda açıldı (12 Şubat 1885). Sultan'ın
hediyesi olan mermer levha da obeliskin ellinci
katında yerleştirildi. O gün bugündür, Devlet-i Ali
Osmani'nin yadigarı olarak saklı yerinde
ziyaretçilerini bekliyor. Türkiye'den Amerika'ya
tahsil için giden talebeler ve burayı ziyaret eden
Türk turistlere duyurulur. Oraya kadar gitmişken
görmeden gelmeyin. Ama önce, ecdadın hatırasını
görmek için 340 merdiveni tırmanacak cesareti
kendinizde bulmanız gerekiyor.
Zaman, Haber: Erkam Emre, 26.07.2015
|
AYANİS KALESİ'NDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

Urartu Kralı II. Rusa tarafından
Van Gölü’ne hakim bir tepe üzerinde yaptırılan
ve süslemeleriyle dikkati çeken Ayanis Kalesi’ndeki
kazı çalışmaları devam ediyor.
Dünya üzerindeki en önemli ve özel Urartu
tapınaklarından biri olan Haldi tapınağının
bulunduğu Ayanis Kalesi’nde, bu yılki restorasyon ve
konservasyon çalışmaları devam ediyor. Kalede 25 yıl
önce kazı çalışmalarını başlatan ve Urartular
dönemine ait sayısız eseri envantere kazandıran Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Altan Çilingiroğlu’nun
emekliye ayrılmasının ardından görevi 3 yıl önce
Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet
Işıklı başkanlığındaki kazı ekibi devraldı.
Çalışmaların bir çok üniversitenin arkeoloji ve
restorasyon bölümü öğrencileri ile restoratörlerden
oluşan kapsamlı bir ekiple yürütüldüğünü anlatan
Işıklı, şu an
Van merkez Tuşba
İlçe sınırları içerisinde
bulunan Ağartı Mahallesi’ndeki Ayanis Urartu
Kalasi’nde olduklarını, kalenin ise merkeze yaklaşık
38 kilometre uzaklıkta yer aldığını söyledi. Bu
kalenin yaklaşık 1989 yılından bu yana kazı
çalışmalarının yapıldığını, kendisinin de öğrencilik
döneminde de buradaki kazı çalışmalarında
bulunduğunu ifade eden Işıklı, “Kalenin ilk kazı
çalışmalarında saygı değer hocam Prof.Dr. Altan
Çilingiroğlu yürüttü. Daha sonra hocamın emekli
olması üzerine 2012 yılından beri kazıları ben
sürdürmekteyim. Kazılarımız Kültür Bakanlığı, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izni ve
desteği ile gerçekleştirilmekte. Bu seneki
çalışmalarımız 15 haziran itibarı ile başladı ve
ağustosun ilk haftası itibarı ile de devam edecek.
Ayanis Kalesi 25 yıllık bir kazı geçmişine sahip. Bu
25 yıllık bir geçmişe rağmen kalemiz ne yazık ki çok
az bir kısmı gün ışığına çıkarılmış. Kale kazıları
oldukça zor. Çok büyük iş gücü gerektirir, büyük
miktarlarda ödenek gerektirir. Ne yazık ki
koşulların gereği biz bunların hepsine sahip durumda
değiliz. Bu sene sınırlı sayıda işçi ile çalışmak
zorunda kaldık. Öğrencilerimiz çok büyük fedakarlık
göstererek burada emek sarf ettiler. Kazı
çalışmalarımızı bu sene 3 temel alanda yürüttük.
Bunların büyük bir kısmı sur alanlarında oluştu.
Ayanis Kalesi’nin ve Urartu kültürünün en önemli
yapı grubunu oluşturan haldi tapınağında
çalışmalarımızı sürdürdük. Surlarda çok önemli
sonuçlar elde ettik. Batı ve kuzey sura dahil
bilgiler elde ettik. Onun dışında tapınak alanında
eksik kalan bilgileri tamamlamaya başladık. Bu sene
Urartu kültürü ile ilgili çok çarpıcı sonuçlara
ulaştık. Bu sonuçlar her sene yaz aylarında yine
bakanlığımız tarafından yapılan kazı ve
araştırmaları sonuçları toplantısında bilim
dünyasına sunulacak” dedi.

Bu sene Ayanis Kalesi’nde restorasyon koruma
çalışmaları kapsamında da bir dizi çalışmaların
yapıldığının ifade eden Işıklı, “Bu çalışmaların bir
kısmını surda ve anıtsal kapıdaki çalışmalar
oluşturmakta. Urartu mimarisinin esasının taş temel
ve kerpiç mimari oluşturmakta. Özellikle açık havada
kalan kerpiç mimarisinin korunması biz arkeologlar
için sorun teşkil etmekte. O yüzden de biz elimizden
geldiğince ve imkanlarımız dahilinde acil koruma
gerektiren pasif koruma önlemleri çerçevesinde bir
dizi çalışma yürütüyoruz” şeklinde konuştu.

Ayanis Kalesi, Urartu’nun son büyük Kralı II. Rusa
tarafından inşa edilen bir kale olduğunu, kalenin
inşaat tarihinin ise milattan önce 7. yüz yılın
ortalarına denk geldiğini söyledi. Ellerindeki
yazılı verilerin yanı sıra ağaç halka tarihleme
yöntemi dedikleri yöntemin dental kronoljik yöntemi
ile elde ettikleri tarihlemeleri, kalenin yaklaşık
20 ile 25 yıllık bir ömrü olduğunu gösterdiğini
ifade eden Işıklı, “Kale kurulduktan 20 ile 25 yıl
sonra büyük bir deprem ve bu depreme bağlı yangınla
yıkılıyor. Kale çok anıtsal büyük görkemli kerpiç
mimarinin mühürlenmesi sonucu günümüze kadar oldukça
sağlam durumda gelebiliyor. Bugün kazdığımızda elde
ettiğimiz mimari veriler ve bunun dışındaki
buluntular, kalenin ne kadar iyi korunarak günümüze
geldiğini göstermekte. Bunun da en canlı ve en güzel
örneği Haldi tapınağı oluşturmakta” dedi.
“URARTULAR TAŞ MİMARİSİNDE BÜYÜK USTA”
Urartuların gerçekten dağlık bir bölgede yerleşim
kurmayı ve mimari oluşturmayı gayet iyi başaran bir
uygarlık olduğunu ifade eden Işıklı, “Nitekim
günümüze kalmış olan görkemli kaleleri ve anıtsal
yapıları bunu bize çok açık şekilde göstermekte.
Urartular, taşı çok güzel bir şekilde işliyor. Taşla
nerede ise oyuncak gibi oynayabiliyor. Muntazam bir
taş işçiliği örnekleri var. Bizim kalede çok fazla
örneği var. Özellikle güney sur dediğimiz bazaltla
yapılmış anıtsal kapının da bundu sur kesimi
muntazam bir işçiliğe sahip. Bu gün bile yapılması
gerçekten kolay olmayan bir teknikle işlenmiş, çok
pürüzsüz yüzeyleri olan taş blokları ile örülmüş bir
sur tekniği görüyoruz. Onun dışında doğu ve batı
surda bölgenin kireç taşından yapılmış kikrobik
bloklardan oluşmuş anıtsal bir mimarisi var. Burada
da ana kayanın muntazam bir şekilde işlendiğini ve
ana kayaya oturtulan taş bloklarının yüzlerce yıla,
hatta binlerde yıla dayandığını, büyük depremlere
rağmen yerinde kaldığını görüyoruz. Nitekim son 2
yıl önce Van’daki büyük depremden sonra bölgede
yaptığımız tespit çalışmalarında kalede çok büyük
çaplı hasarın olmadığını, ama şu an içerisinde
bulunduğumuz modern bina olarak tanımladığımız kazı
evinin çok büyük ciddi tahribat aldığını gösterdi.
Kalenin bu anlamda ve Urartu taş işçiliğinin ne
kadar takdire şayan olduğunu bu son yaşadığımız
deprem çok açık bir şekilde bize göstermekte” dedi.
Hürriyet, 25.07.2015
|
ANADOLU'DA SUYA DÖKÜLMÜŞ İLK KURŞUN BULUNDU

Amasya'daki Oluz Höyük arkeolojik kazılarında
nazara karşı suya kurşun dökme geleneğinde
kullanıldığı düşünülen 2 bin 500 yıllık ilk kurşun
parçaları bulundu.
Kurşun eserler üzerinde yaptıkları gözlemlerde
bazı ilginç sonuçlara vardıklarını belirten kazı
başkanı
İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Protohistorya ve Önasya
Arkeolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Şevket Dönmez, İHA muhabirine yaptığı açıklamada,
"Oluz Höyük'teki bu örneklerin Anadolu'daki en
azından ilk örnekler ve en geniş koleksiyon olduğunu
düşünüyoruz Suya kurşun akıtılması, kurşunun suyun
içinde gelişigüzel bir şekil alması, bununla ilgili
yorum yapılması, kurşun dökme geleneğiyle ilgili
Anadolu'daki ilk ve en geniş koleksiyon olduğunu
görüyoruz" dedi.
Oluz Höyük'ün Pers döneminde güçlü bir mimari
kimliği ve kültürü olan bir yerleşme olduğunu ve bu
dönemde halkın kurşun madenine ilgisi olduğunun
bilindiğine, bulunan 52 kurşun sapan tanesi ve 7
kurşun külçenin yanı sıra farklı şekiller almış
kabartılı 30 parçanın ise kendilerini şaşırttığına
değinen Prof.Dr. Dönmez, "Bir Anadolu geleneği olan
nazarla ilgili olduğunu artık düşünmeye başladık.
Çünkü kurşun yüz derecenin biraz üzerinde ergiyen ve
doğada oldukça bol bulunan önemli bir maden. O
dönemde silah yapımında kullanıldığı gibi bu
kurşunun bolluğunun Anadolu kültüründe bu güne kadar
izleyebildiğimiz nazar ve onunla ilgili konularda da
bir arkeolojik kimlik kazandığını görüyoruz Oluz
Höyük'te. Bunlar büyük olasılıkla bugün hala
toplumda sık kullanılan 'üzerinde nazar var'
söylemiyle ilgili olabilir. Nazarı almak için
yapılan bir takım ritüeller vardır. Kurşun dökme
gibi. İşte nazar olduğuna inanılan insanın
tepesinden suyun içine ergimiş kurşun dökülür. O
şekillere bakılıp da insanda ne kadar nazar var?
Bunun ölçüsü nedir? Onun yorumu yapılır. Buradaki
amorf kurşunların da benzer bir eylemde, benzer bir
ritüelde kullanıldığını düşünüyoruz. Çünkü bunların
hiçbiri birbirine benzemiyor. Hepsi farklı
şekillerde, farklı büyüklüklerde" diye konuştu.
Kurşun dökme geleneğinin Orta
Asya ve Şamanizm ile ilgili olduğunun
düşünüldüğünü ancak Oluz Höyük'te bulunan parçalarla
bu geleneğin Anadolu'dan da köken aldığını
belirlediklerini vurgulayan Dönmez, "Anadolu'da bir
kökeni olduğunu ve Kuzey Orta Anadolu ile
Amasya'nın ve Oluz Höyük'ün bu konuda arkeolojik
bulgu sağladığını, bir arkeolojik kimlik kazandığını
bize gösteriyor. Bu etno-arkeolojik bakımdan çok
önemli bir sonuç. Yani bugün yaşayan bazı
geleneklerin, bazı bulguların bir arkeolojik
kökenini bulmak, o devamlılığı sağlamak
etno-arkeolojinin konularından birisi.
Amasya'nın da Anadolu'nun bugün yaşayan, Türk
inancında güçlü bir devamlılığı bulunan bir
ritüelinin 2 bin 500 yıllık geleneğinin yansıtması
Amasya bölgesinin ne kadar güçlü bir kültüre
sahip olduğunu gösteriyor" şeklinde konuştu.
Höyükteki 8 yıllık kazılarda bine yakın eserin
bulunup
Amasya Müzesi'ne teslim edildiğini anımsatan
Şevket Dönmez, Pers dönemi ikinci yapı katında çıkan
kurşun parçalarla birlikte bulunan kurşun eser
sayısının 100'ü bulduğunu söyledi.
haberler.com, 25.07.2015
|
"ACELE KAMULAŞTIRMA ULUS İÇİN YIKIM KARARIDIR"

Ulus tarihi kent merkezinde yürütülen yenileme
alanı projesi kapsamında Ankara Büyükşehir
Belediyesi tarafından acele kamulaştırılacak bazı
taşınmazlara ilişkin Bakanlar Kurulu kararı, Resmi
Gazete'de yayımlandı. Birgün Gazetesi'nin haberine
göre, tarihi kent merkezinde yürütülen çalışmalar
kapsamında kalan, 11 parsel ile 1. Derece Arkeolojik
Sit Alanı kapsamında kalan parsellerin acele
kamulaştırılması kararlaştırıldı.
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş
Candan, “Ulus’ta acele kamulaştırılacak durum yok.
Yangından mal kaçırırcasına alınan bu acele
kamulaştırma kararı hukuk dışıdır. Dava sürecimiz
devam ederken alınan bu acele kamulaştırma kararı,
Ulus için yıkım ve talan kararıdır” diye konuştu.
Candan, Ulus’taki acele kamulaştırma kararını
yargıya taşıyacaklarını söyledi.
Yapı, 25.07.2015
|
OLUZ HÖYÜK'TE 8 YILDA BİN ESER BULUNDU

Amasya Oluz Höyük’te 8 yıldır sürdürülen
arkeolojik kazılarda yaklaşık bin civarında eser
bulunup müze yetkililerine teslim edildi.

Kazı başkanı İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Protohistorya ve Önasya
Arkeolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Şevket Dönmez, “8 yıllık çalışma sürecinde yaklaşık
bin civarında müzelik değerde çok önemli eser Amasya
Müzesi’ne teslim edildi. Bunların içinde çanaklar,
çömlekler, metal eserler, miğferler, silahlar,
takılar, boncuklar, bilezikler ve dinsel objeler
var. Bu eser çeşitliliği Amasya Oluz Höyük’ün ne
denli köklü bir kültüre sahip olduğunu gösteriyor”
dedi.

Şu ana kadar 10 katman saptanan höyükte
MÖ
3500’lü yıllardan Hellenistik döneme kadar 4 bin
yılık bir kesintisiz yerleşimin olduğunu, Assur,
Hitit, Frig, Pers, Hellenistik ve Kuzey Kapadokya
Krallığı dönemine ait unsurların görüldüğünü
belirten Prof.Dr. Dönmez, “Öncü Türkler’e ait 115
mezar açığa çıkartıldı. Bunların bazıları çok
önemliydi. İçinde buluntular olan 6 yaşındaki küçük
bir kız çocuğunu yeniden yüzlendirme, etlendirme
çalışması yapıldı. Bunun kemikleri üzerinde yaş
tayini yapıldı. 1020 ile 1077 yılları arasında
öldükleri ve Türklerin Malazgirt Savaşı’ndan önce
Anadolu’ya girdikleri anlaşıldı” diye konuştu.

Amasya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile müze
yetkililerinin de kazılara önem verdiğini anlatan
Şevket Dönmez, 100 yıl kadar sürmesi planlanan
kazılar için kendisinden sonra rol alacak ekibinde
hazırlığını yaptığını söyledi.
Dönmez ve ekibi bu yılki çalışmalara başlamak üzere
Gözlek Köyü'ndeki kazı evine yerleşti.
Milliyet, 24.07.2015
|
AVUSTURYALI ARKEOLOGLAR SİDE ANTİK KENTİNDE KAZI
ÇALIŞMASINA BAŞLADI
Antalya
Side antik kentte 2015 yılı yaz dönemi kazı
çalışmaları başladı. Antik kentte 1947 yılından bu
yana süren kazı çalışmalarının bu sene üç ay
süreceği belirtildi.
Tarihi
ören şehirde 63 yıl önce
Türkiye'nin ilk arkeologları arasında yer alan
Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel tarafından
yapılan kazı çalışması 7 yıldır
Anadolu Üniversitesi tarafından yapılıyor. Kazı
başkanlığını ise
Anadolu Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Sabri
Alanyalı tarafından yürütülüyor.
Anadolu Üniversitesi'nin kazı çalışmalarına 4
yıldır
Avusturya'dan gelen arkeologlar eşlik ediyor.
Avusturyalı arkeologlar kazı çalışmasını
Avusturya Akademy Üniversitesi Arkeloloji Bölümü
arkeoloğu Prof.Dr. Andreas Pölz öncülüğünde 5
kişilik ekiple yapıyor. Kazı çalışmalarını
Anadolu Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü ve
Side Kazı Başkanı Prof.Dr. Alanyalı'nın
öncüğünde yaptıklarını belirten Pölz, "Side
Antik Kent tarihi ve arkeolojik varlık zenginliğiyle
dünyanın sayılı tarihi
ören yerlerinden biri.
Side'nin dünya turizminde de özel bir yeri var.
Side'de kazı çalışması yapmak bizim için bir
onur.
Side ayakta kalan tarihi ve erkeolojik
zenginliğiyle büyüleyici bir yer." dedi.
68 YILDA ANTİK KENTİN YÜZDE 10'U GÜN YÜZÜNE
ÇIKARILABİLDİ
Antik kentin gün yüzüne çıkması için 68 yıldır
Prof.Dr. Arif Müfid Mansel, Prof.Dr.
Jale İnan, Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, Prof.Dr.
Zeynep Ahunbay, Dr. Ülkü İzmirligil, Prof.Dr.
Mehmet Özhanlı ve Prof.Dr. Hüseyin Alanyalı
tarafından kazı çalışması yapılıyor. 68 yıl içinde
bugüne kadar antik kentin yüzde 10'unun gün yüzüne
çıkarılabildiği, tamanının ise 4 asırda ancak ortaya
çıkacağı belirtiliyor.
haberler.com, 24.07.2015
|
'KRALİÇE VALENTİNA YOLU' ZİYARETE AÇILDI

Çanakkale'nin Gökçeada
İlçesi'nde,
1400'lü yıllarda hüküm süren Palamede Gattilusio'nun
eşi, "Kraliçe Valentina" için yaptırdığı ve zamanla
toprak altında kalan 250 metre uzunluğundaki yol,
belediye tarafından düzenlenerek halkın
kullanımına sunuldu.
Gökçeada Belediye Başkanı Ünal Çetin, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, adanın 8 bin 500
yıllık bir geçmişe sahip olduğunun tahmin edildiğini
söyledi.
Hacettepe Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim
üyelerince ilçede yapılan kazılar sayesinde adanın
geçmişiyle ilgili detaylı bilgilere sahip olmaya
başladıklarını belirten Çetin, Gökçeada'nın pek çok
farklı
kültür ve medeniyete ev sahipliği yaptığını dile
getirdi.
İlçeye özgü değerleri gün yüzüne çıkarmayı,
halkın bilgi ve kullanımına açmayı hedeflediklerini
aktaran Çetin, Kaleköy'de Kraliçe Valentina Yolu
olarak bilinen tarihi bir yol bulunduğunu söyledi.
Bu yolun, ilk olarak Cenevizliler döneminde
kullanıldığına değinen Çetin, şöyle devam etti:
"Bu yol, daha sonra bölgenin
hükümdarı Palamede Gattilusio tarafından eşi Kraliçe
Valentina için 1440'lı yıllarda
yaptırılmış. Valentina adaya geldiğinde evinden
çıkıp denize giderken hep bu yolu kullanmış. Bu yol
sadece kraliçe için, eşi tarafından inşa ettirilmiş.
Adamızın tarihi açısından büyük bir öneme sahip.
Geçen yıllarla toprak altında kalmıştı. Yağmur
suları ve çöplerle kullanılamaz hale gelmişti. Biz
de belediye olarak bu yolu yeniden düzenledik, gün
yüzüne çıkardık."
Çetin, yolu kullanılabilir hale getirdikten sonra
ışıklandırdıklarını anlattı.
Bir dönem sadece Kraliçe Valentina'nın kullandığı
bu tarihi eserin şimdi ada halkı ve turistler için
yürüyüş yolu olduğunu vurgulayan Çetin, "Yukarı
Kaleköy ile Aşağı Kaleköy'den denize girilebilecek,
limana ulaşılabilecek bu yoldan şimdi halkımız
yararlanıyor. 'Şu anda adada yaşayan herkes bir
kraliçe' diyebiliriz" diye konuştu.
Çetin, yolun sonundaki iş yerini de
düzenleyip "Valentina Kafe" adıyla hizmete
açtıklarını sözlerine ekledi.
Bazı tarihi kaynaklara göre, Gökçeada'daki söz
konusu yol, ilk kez adada hüküm süren Cenevizliler
döneminde kullanıldı.
Daha sonra ise 1440'lı yıllarda dönemin hükümdarı
Palamede Gattilusio tarafından sadece eşi
Valentina için Yukarı Kaleköy ile Aşağı Kaleköy
arasında yol yaptırıldı.
Valentina, adaya gelişinde ve adada bulunduğu
sürece denize girmek için yaptırılan bu yolu
kullandı. Kraliçe, Gökçeada'ya her gelişinde limanda
ve yol girişinde tören yapılarak, çiçeklerle
karşılanırdı.
Radikal, Haber: Burak Akay, 24.07.2015
|
DEMRE'DE ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Antalya’nın Demre
İlçesi'nde iki ay sürecek olan
arkeolojik kazı çalışmaları başladı.
Myra Antik Kenti, Andriake Antik Liman Kenti ve Roma
dönemine ait tarihi hamam olmak üzere üç ayrı
bölgede yapılacak olan arkeolojik kazı çalışmaları
başladı.
Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurettin
Öztürk başkanlığında başlayan çalışmalar 20 Eylül
tarihine kadar sürecek. Kazılarda, bir öğretim
üyesi, 3 asistan, 5 arkeolog 26 işçi ve yüksek
lisans öğrencileri görev yapıyor. Kazılara aynı
zamanda Fransa’dan 3 araştırmacı da katılacak.

Antalya bölgesi için Myra Antik Kenti’nin çok
önemli bir bölge olduğunu vurgulayan Doç.Dr.
Nurettin Öztürk, Andriake Liman Kenti’nin de kazılar
sonrası Demre ve Antalya turizmi için yeni bir
destinasyon olacağını kaydetti. Öztürk, "Demre’nin
tarihi mirası oldukça fazla. Bu bölgede tarih toprak
altında kalmış. O yüzden tarihi daha net bir şekilde
gün yüzüne çıkartma olanağımız var. Bu bölgede
yapacağımız kazı çalışmaları da ortaya çıkacak yeni
buluntular, tarih turizmi için başta Demre’ye,
Antalya’ya ve Türkiye’ye katkı sağlayacaktır” dedi.
Hürriyet, 24.07.2015
|
KEYKUBADİYE SARAYI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILACAK

Kayseri Valisi Orhan Düzgün, Selçuklu dönemine
ait Keykubadiye Sarayı'nda kazı çalışmalarına
pazartesi günü başlanacağını bildirdi.
Valilikten yapılan yazılı açıklamaya
göre, Düzgün, Keykubadiye Sarayı Kazı Ekibi Başkanı,
Selçuk Üniversitesi
Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Ali
Baş, arkeolog Sezai Arık ve araştırma görevlisi
Şükrü Dursun'u makamında kabul etti.
Kazı programı hakkında bilgi alan Düzgün,
saraydaki kazı çalışmalarının başlatılması için
geçen yıl
Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğüne başvurulduğunu belirtti.
Çalışmalar için Bakanlar Kurulu izni çıktığını
kaydeden Düzgün, Şeker Gölü yakınındaki saraya ait
iz ve kalıntıların ortaya çıkarılmasının, Selçuklu
kenti Kayseri için özel önem taşıdığını ve ilin
kültür turizminin gelişmesine katkı sağlayacağını
vurguladı.
Vali Düzgün, şöyle devam etti:
"Selçuklu döneminde 1225'li yıllarda Alaaddin
Keykubat tarafından yaptırıldığı tahmin edilen
Keykubadiye Sarayı'nda kazı çalışmalarına yönelik
kararlar alındı. Pazartesi gününden itibaren
çalışmalara başlanacak. Moğolların istilası sonucu
tahrip olan sarayı açığa çıkarmak amacıyla Prof.Dr.
Ali Baş başkanlığındaki ekip, 10
Eylül 'e kadar sahada kazı çalışması yapacak."
Prof.Dr. Baş da kazı çalışmalarına
başlanabilmesi için yürütülen çalışmalara destek
veren Vali Düzgün'e teşekkür etti.
Kazılara başlamanın heyecanını yaşadıklarını
bildiren Baş, daha önce inceledikleri alanın bu yıl
yağışlar nedeniyle aşırı otlandığını, ilk etapta
yapacakları temizlik çalışmasının ardından kazıya
ağırlık vereceklerini kaydetti.
Radikal, 23.07.2015
|
ADA ARTIK YAMYASSI

1970 yılından beri 1.Derece Doğal ve Tarihi Sit,
III. Derece Arkeolojik Sit alanı olarak belirlenen
Yassıada’da otel ve kongre merkezi uğruna tarih
yokediliyor. Yıllardan beri Anıtlar Kurulu koruması
altında bulunan Yassıada’nın önce doğal, tarihi ve
arkelojik Sit olma statüsünü ortan kaldıran hükümet,
“Yassıada Projesi” adıyla adayı imara açmasından
sonra iş makinaları önce Adnan Menderes ve
arkadaşlarının 464 gün tutuklu kaldığı binayı
yıkarken, daha önce varlığı bilinmeyen ve Doğu Roma
İmparatorluğu dönemine ait kilise, zindan ve prens
mezarları da dozerlerle tahrip edildi. Kiliseden
çıkarılan büyük çanın ise akıbeti bilinmiyor.
TOBB’a verildi
2011 yılına kadar Hazine mülkiyetinde olan
Yassıada ile Sivriada Hazine mülkiyetinden çıkarılıp
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Müdürlüğü’ne tahsis edilince adım adım
yapılaşmaya açıldı. Turizm ve Kültürel Tesis alanı
olarak “Yap-İşlet-Devret” modeliyle TOBB’a tahsis
edilen bu iki adada, otel, müze, konferans salonu ve
otopark yapılması için 13 Mayıs 2015’te temel atma
töreni yapıldı. Törende konuşan Başbakan Ahmet
Davutoğlu, “ Yassıada ve Siviriada’daki hatıralar
muhafaza edilecek. Sivriada ve Yassıda burada
yaşananlarla yaşayacak. Buradan izler silmeyeceğiz,
aksine yaşatacağız. Tarihi doku itibariyle
Bizans’tan kalan tarihi kalıntılar da muhafaza
edilecek ve tarihi dokuya zarar verilmeyecek” sözünü
vermesine karşın Yassıada’ya giren iş makinaları
Menderes ve arkadaşlarının tutuklu kaldığı binaları
yerle bir ederken zeminde yapılan harfiyat
çalışmaları sırasında ortaya çıkan 4.yüzyılda Doğu
Roma İmparatorluğu’na ait zindanlar, kilise ve prens
mezarları da tahrip edildi.
Adalar Belediyesi’nin yaptığı itirazları dikkate
alınmadığı gibi yapılan plan değişiklikleri ile
adaların kayalık bölgeleri ve iskeleleri de dahil
olmak üzere tamamı yapılaşmaya açıldı. Koruma Amaçlı
Uygulama İmar Planı’na uyulmaksızın yapılaşmaya
açılan Yassıada Projesi’nde sadece Adalar Belediyesi
değil Kültür Bakanlığı’na bağlı Kültür Varlıkları
Koruma Kurulu da by-pass edildi.
Mesa, Yassıada ve Sivriada’da yapılacak otel ve
kongre merkezi projelerinin müteahhitlik görevini
üstlendi.
“Kiliseme dokunmayın”
Yassıada ve Sivriada projeleri ile ilgili
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ne başvuran
CHP’li Adalar ve İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis
Üyesi Avedis Kevork Hilkat, “yürütülen planlama,
projelendirme, ihale,ruhsat, yer teslimi gibi
süreçler tamamen Belediyemiz bilgisi haricinde,
büyük bir gizlilikle yürütülmüş ve sürece müdahale
etme imkanımız tümüyle ortadan kaldırılmıştır”
diyerek yapılan proje ve düzenlemelerin yasalara,
koruma, ilke,yöntem ve tekniklerini aykırı olduğu
gerekçesiyle yapılmaşmanın durdurulmasını istedi.
Gazetemize yaptığı açıklamada Hilkat şunları
söyledi:
“Bu kalıntılar insanlığın ve dünya medeniyyetinin
ortak mirasıdır. Zaten bir avuç azınlık kaldık
burada. Kiliselerimizin büyük çoğunluğu tahrip
edildi. Bari bu kiliseye ve zindanlara dokunmayın.
Arkeologlar gelip incelesin. Ben kilisemi ve çanımı
istiyorum”
Cumhuriyet, Haber: Miyase İlknur, 23.07.2015
******
YASSIADA'DAKİ OTEL İNŞAATI ARKEOLOJİK KALINTILARI
DÜMDÜZ EDİYOR
Yassıada’da yapımı devam eden otel inşaatının
arkeolojik kalıntılara zarar verdiğini bildiren
“Adalar Savunması” konuyla ilgili bir açıklama
yaptı. Açıklamada, “Adalarımızı, ‘demokrasi ve
özgürlük adası’ yapıyoruz görüntüsü altında 5
yıldızlı oteller, marinalar, lokantalar, pasta
salonları, kafeteryalar,
gece kulüpleri, kuaförler, helikopter pistleri,
eğlence salonları ve otoparklarla doldurmayı
hedefleyenler, tarihimizi ve kültürümüzü yok
edenler, arkeolojik değerlerimizi talan edenler
tarih ve insanlık önünde
suç işliyorlar” ifadeleri kullanıldı.
‘İNŞAATLAR YASADIŞIDIR’
Adalar Savunması’nın açıklamasında Yassıada ve
Sivriada’da yürütülen inşaatlarla ilgili şu
tespitlere yer verildi:
- Sivriada ve Yassıada hakkında Adalar halkının
takipçisi olduğu davalar ve hukuki süreç devam
etmesine rağmen içine Yassıada ve Sivriada’da
başlatılan inşaat süreci yasadışıdır.
- Yassıada ve Sivriada’nın imara açılmasının
doğal ve kültürel yaşam için geri dönülmesi mümkün
olmayan sonuçları olduğu mahkemelere sunulan çeşitli
bilirkişi raporlarıyla gösterilmesine rağmen,
bilirkişi raporlarını ve uzman görüşlerini yoksayan
bu inşaat süreci bir doğal
hayat ve kültür katliamıdır.
- Yassıada ve Sivriada’nın kültürel ve arkeolojik
varlıkları için hiç bir koruma planı yapılmadan imar
ve turizme açılması, adalarda delici ve vinçlerle
çalışma yapılması bu adaların Bizans, Osmanlı ve
Cumhuriyet dönemlerinden bugüne uzanan tarihi
varlıklarının yok edilmesi demektir.
İstanbul 5 numaralı KVKBK iki adadaki inşai
faaliyetler sırasında 8.5.2014 tarih ve 154 sayılı
kararıyla müze müdürlüğü denetimini şart koşmuş
olmasına rağmen inşaat hiç bir denetim olmadan devam
etmektedir.
- Verilen inşaat ruhsatları ve turizm yetki
belgeleri yasal ve teknik açıdan usulsüzlük,
yolsuzluk ve suç unsurlarıyla doludur. Bu nedenle
defalarca talep edilmesine rağmen inşaat ruhsatları
tarafımıza verilmemekte, her tür düzenleme ve belge
gizlenmeye çalışılmaktadır.
Radikal, Haber: İdris Emen, 27.07.2015
******
AKP'NİN 'DEMOKRASİ'
ADASI
Adalar Savunması, sit
alanı olmasına rağmen imara açılan Yassıada'daki
kültür ve doğa katliamının fotoğraflarını yayınladı.
Fotoğraflarla birlikte Adalar Savunması,tarafından
bir açıklama yapıldı.
Adalar Savunması
tarafından yapılan
açıklamada "Adalarımızı 'demokrasi ve özgürlük
adası' yapıyoruz görüntüsü altında 5 yıldızlı
oteller, marinalar, lokantalar, pasta salonları,
kafeteryalar, gece kulüpleri, kuaförler, helikopter
pistleri, eğlence salonları ve otoparklarla
doldurmayı hedefleyenler, tarihimizi ve kültürümüzü
yokedenler, arkeolojik değerlerimizi talan edenler
tarih ve insanlık önünde suç işliyorlar" ifadelerini
kullandı.
Adalar Savunması'nın
Yassadı'daki duruma dair açıklaması ve paylaştığı
fotoğraflar şöyle:
Yassıada’da tarih,
kültür ve yaşam katlediliyor!
Yassıada’da arkeolojik
ve kültürel kalıntılar tahrip ediliyor, bu kültür
katliamı Yassıada yasak bölge ilan edilerek
gizlenmeye çalışılıyor!

AKP ve Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği eliyle MESA Holding’e bağlı MESA
İnşaat tarafından yok oluşa sürüklenen Yassıada’nın
yıkımı devam ediyor, arkeolojik kalıntılar tahrip
ediliyor. Defalarca vurguladığımız gibi Yassıada'da
hiçbir arkeolojik ve çevresel etüd yapılmadan,
siyasi ve ticari rant amacıyla başlatılan inşaatın
doğaya, insanlığa, tarihe ve kültüre karşı işlenen
bir suç olduğu tekrar ortaya çıktı. Yassıada’daki
Bizans dönemine tarihlenen arkeolojik eserler,
korunması gereken kültür varlığı olarak tescillenen
1. Grup Arkeolojik eserler, Bizans dönemi zindan,
sarnıç ve hücre kalıntıları MESA İnşaata bağlı
şantiye ekipleri tarafından tahrip edildi.
“BİR TÖRENLE ADAYA KEPÇE
VURAN…”

TOBB’a bağlı Gümrük
Turizm İşletmeleri A.Ş Genel Müdürü Ömer Gebeş’in
bugün basına yansıyan “Yassıada’daki tescilli
yapıların itinayla korunduğu” yönündeki açıklamaları
gerçeği yansıtmıyor. Ekte sunduğumuz fotoğraflarla
bir kez daha kanıtlanan bu tahribat hakkında tüm
yetkili kurumları, arkeologları, koruma kurullarını
ve savcıları harekete geçmeye çağırıyoruz!
İnşaatın başladığı 14
Mayıs tarihinden bu yana deniz yoluyla adaya gitme
ve inşaatın durdurulmasını talep etme yönündeki tüm
girişimlerimizi engelleyen, havadan adayı
fotoğraflama girişimlerimizi “NOTAM uyarısıyla”
durdurmaya çalışan hükümet kurumları, TOBB ve MESA
Holding doğaya ve tarihe karşı suç işlemeye devam
ediyor.
6 Mayıs 2015 tarihinde
TOBB’a bağlı şirketlere ve MESA İnşaat’a ruhsat
verilmesiyle yeni bir aşamaya gelen ve 14 Mayıs 2015
tarihinde seçimler öncesinde alelacele düzenlenen
bir törenle adaya kepçe vuran doğa ve kültür
katillerine karşı bir kez daha duyuruyoruz:
“BİZANS, OSMANLI VE
CUMHURİYET DÖNEMLERİNDEN…”
- Sivriada ve Yassıada hakkında Adalar halkının
takipçisi olduğu davalar ve hukuki süreç devam
etmesine rağmen içine Yassıada ve Sivriada’da
başlatılan inşaat süreci yasadışıdır,
- Yassıada ve
Sivriada’nın imara açılmasının doğal ve kültürel
yaşam için geri dönülmesi mümkün olmayan sonuçları
olduğu mahkemelere sunulan çeşitli bilirkişi
raporlarıyla gösterilmesine ragmen, bilirkişi
raporlarını ve uzman görüşlerini yok sayan bu inşaat
süreci bir doğal hayat ve kültür katliamıdır,
- Yassıada ve
Sivriada’nın kültürel ve arkeolojik varlıkları için
hiçbir koruma planı yapılmadan imar ve turizme
açılması, adalarda delici ve vinçlerle çalışma
yapılması bu adaların Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet
dönemlerinden bugüne uzanan tarihi varlıklarının
yokedilmesi demektir. İstanbul 5 numaralı KVKBK iki
adadaki inşai faaliyetler sırasında 8.5.2014 tarih
ve 154 sayılı kararıyla müze müdürlüğü denetimini
şart koşmuş olmasına rağmen inşaat hiç bir denetim
olmadan devam etmektedir.
“DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK
ADASI’ YAPIYORUZ GÖRÜNTÜSÜ”

- Verilen inşaat
ruhsatları ve turizm yetki belgeleri yasal ve teknik
açıdan usulsüzlük, yolsuzluk ve suç unsurlarıyla
doludur. Bu nedenle defalarca talep edilmesine
rağmen inşaat ruhsatları tarafımıza verilmemekte,
her tür düzenleme ve belge gizlenmeye
çalışılmaktadır.
1. Derece Doğal Sit,
Tarihi Sit ve 3. Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak
koruma altında olan Yassıada ve aynı şekilde 2.
Derece Doğal Sit ve 3. Arkeolojik Sit alanı olarak
korunan Sivriada’daki inşaat süreci derhal
durdurulmalıdır. Siyaset ve inşaat rantı için kuşa,
balığa, denize, gökyüzüne, ağaca, ormana, tarihe,
kültüre ve insana karşı açılan savaş son bulmalıdır.
Adalarımızı “demokrasi
ve özgürlük adası” yapıyoruz görüntüsü altında 5
yıldızlı oteller, marinalar, lokantalar, pasta
salonları, kafeteryalar, gece kulüpleri, kuaförler,
helikopter pistleri, eğlence salonları ve
otoparklarla doldurmayı hedefleyenler, tarihimizi ve
kültürümüzü yokedenler, arkeolojik değerlerimizi
talan edenler tarih ve insanlık önünde suç
işliyorlar.
Adalar ve Marmara
ekosistemi, balık yumurtlama alanları, kuş göç
yolları ve tarihi arkeolojik değerleriyle korunması
gereken Yassıada ve Sivriada için Adalar halkı ve
Marmara ahalisi olarak bir kez daha sesleniyoruz:
Yassıada ve Sivriada’dan Elinizi Çekin!
Deniz, Orman, Özgürlük,
Bırak Issız Kalsın!
ADALAR SAVUNMASI
Sol Haber, 27.07.2015
|
İNSANLAR TARIMA 23
BİN YIL ÖNCE BAŞLADI
İsrail'in Bar-İlan
Üniversitesi uzmanlarının Taberiye Gölü (Celile
Denizi) kıyısındaki Ohalo II yerleşkesinde yaptığı
kazı çalışmalarının sonucu online bilimsel dergi
"Plos One"da yayınlandı.
Aşırı kullanım ve
kuraklık nedeniyle Taberiye Gölü'nün su seviyesinin
düşmesi, 1989 yılında Ohalo II adı verilen
yerleşkenin keşfini sağlamıştı. Bar-İlan
Üniversitesi uzmanları bunun üzerine Ehud Weiss
başkanlığında yerleşkede kazı çalışmalarına başladı.
23 bin yıl öncesine ait
olduğu saptanan çok sayıda barınak ortaya çıkarıldı.
Bu barınaklarda çeşitli bitki ve hayvanlara ait
kalıntılar, araç-gereç, takılar ve ahşap nesneler
keşfedildi. Bütün bunların gölün dibinde, çamur
tortularının altında kalmış olması, aradan geçen
binlerce yıla rağmen iyi durumda korunmalarını
sağladı.
Yabani tahıl
tohumları bulundu
Yerleşkede yulaf, arpa
ve bir tür buğday cinsi olan emmerin yabani
tohumları bulundu. Taş bıçak ve değirmen taşı olarak
kullanılan araçlar üzerinde yapılan incelemeler,
tohumların ekilip hasat edildiğini ortaya koydu.
Yabani tahılların başağındaki değişim ise uzun
süreli bir tarımsal faaliyete işaret ediyor.
Uzmanlar yerleşkede
ayrıca "proto (ön) yabani otlar" adını verdikleri 13
farklı türde yabani ota rastladı. Yabani otlar,
tarım yapılan alanlarda ortaya çıkıyor. Otların bir
kısmının yenmek üzere insanlar tarafından toplandığı
belirlendi.
12 bin değil 23 bin
yıl önce başladı
İsrailli uzmanların
bulguları tarımsal faaliyetlere ilişkin saptamaların
gözden geçirilmesine neden oldu. Daha önceki
keşiflere göre tarımın bundan 12 bin yıl önce,
Cilalı Taş Devri sırasında başladığı tahmen
ediliyordu. Akdeniz'in doğusundan Basra Körfezi'ne
kadar uzanan bir alanda yerleşik hayata geçilmesiyle
birlikte tarımın başladığı tahmin ediliyordu.
İsrail'de gün ışığına
çıkan yeni bulgular ilk tarımsal faaliyetlerin
bundan 23 bin yıl öncesine uzandığını ortaya koydu.
Uzmanlara göre tarım daha sonra yaygınlık
kazanmasına rağmen Ohalo II'de bu yönde ilk adım
atıldı.
T24 Haber, 23.07.2015
|
19 - 25
Temmuz 2015
|
GÖLYAZI'DAKİ TARİHİ YEL
DEĞİRMENİ RESTORE EDİLDİ
Bursa Nilüfer
Belediyesi, Gölyazı'da atıl durumdaki yel
değirmenini restore ettirerek mahalleye kazandırdı.
Nilüfer Belediye Başkanı
Bozbey, yel değirmeninin Gölyazı'ya ayrı turistik
değer kazandıracağını belirtti. Bursa'nın en zengin
antik yerleşim yerlerinden biri olan Gölyazı, bir
değerini daha yeniden kazanıyor. Gölyazı'da bulunan
ve uzun süredir terk edilmiş halde kalan yel
değirmeni, Nilüfer Belediyesi'nin çalışmasıyla
yeniden canlandı. Belediye, yıllar içinde yoğun bir
bitki örtüsüyle kaplanan ve yan tarafta bulunan
okulun kömür deposu olarak kullanılan yel
değirmenini eski haline kavuşturmak için restorasyon
gerçekleştirdi.
Türkiye'de örneklerine
az rastlanan, Bursa ve çevresinde de çalışan örneği
bulunmayan yel değirmeninin tekrar canlanması için
Nilüfer Belediyesi'nce proje hazırlandı. Yel
değirmenini aslına uygun hale getirmek için
Türkiye'deki 2 yel değirmeni ustasından biri olan ve
Samsun'da yaşayan Orhan Sanaroğlu ile çalışma
başlatıldı. Usta Sanaroğlu, yel değirmeninin ahşap
kısımları için Samsun'da çalışırken, yapı zaman
içinde yapılan müdahalelerden arındırıldı. Bozulup
yok olan bölümleri aslına uygun olarak onarılıp
iyileştirildi. Yel değirmeni ustası Orhan Sanaroğlu,
Samsun'da hazırladığı ahşap kısımları Gölyazı'ya
getirerek monte etti. Aslına uygun olarak onarılan
yel değirmeni işleyebilecek hale getirildi.
Yel değirmeni, yapılacak
çevre düzenlemelerinin ardından açılacak. Başkan
Mustafa Bozbey, bu çalışmanın 2 bin 300 yıllık
tarihe sahip Gölyazı'ya ayrı bir turistik değer
kazandıracağını belirtti. Bozbey, “Bu turizm
değerine inanıyorum ki Gölyazılılar da sahip
çıkacaktır. Bundan böyle bölgeye gelecek olan yerli
ve yabancı her bir turist bu yel değirmenine mutlaka
uğrayacaktır.” dedi.
Orhan Sanaroğlu,
Türkiye'de yaşayan 2 yel değirmeni ustasından biri.
Gölyazı'daki değirmeni orijinaline sadık kalarak
yaptıklarını belirten Sanaroğlu'nun tek isteği,
değirmenin çalıştırılması. Şimdiye kadar Samsun,
Sinop, Çanakkale ve Ordu da toplam 6 yel değirmenini
aslına sadık kalarak yeniden çalışır hale
getirdiklerini belirten Sanaroğlu, Gölyazı'daki
değirmenin ise yedinci olduğunu söyledi.
Zaman, Haber: Ensar Tuna
Alatürk, 24.07.2015
|
TORBALI'YA MÜJDE
Torbalı'daki Metropolis
antik kentinin ören yeri olması için Kültür ve
Turizm Bakanlığı'ndan onay geldi. Biletleri beş
liradan satışa çıkan Metropolis antik kentine çok
sayıda turistin gelmesi bekleniyor.
Torbalı'nın tanıtımına
büyük katkı yapması beklenen Metropolis antik
kentinin ören yeri olması için Kültür ve Turizm
Bakanlığı resmi onayı verdi. Torbalı'nın bir hayali
projesi daha gerçek oldu. 1990 yılından bu yana
kazıları devam eden Metropolis antik kentinin ören
yeri olması için yaklaşık 5 yıldır süren çalışmalar
olumlu sonuçlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından ören yeri olması için resmi onay verilen
Metropolis antik kenti turistik gezilere açıldı.
Biletleri 5 liradan satışa çıkan Metropolis antik
kentine çok sayıda turistin gelmesi bekleniyor.
Metropolis antik kentini müze kartı bulunan
vatandaşlar bilet almadan da gezebilecek. Metropolis
ziyarete açılırken diğer yandan kazı ekibinin
çalışmaları aralıksız bir şekilde sürüyor.
Metropolis antik kentinin kazı çalışmaları Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Torbalı Belediyesi, Sabancı Vakfı
ve Manisa Celal Bayar Üniversitesi tarafından
destekleniyor. Metropolis antik kentinin koca bir
şehir olduğunu ve ören yeri olmasıyla Torbalı'nın
markası haline geleceğini kaydeden kazı ekibi
başkanı Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölüm
Başkanı Öğretim üyesi Doç. Dr. Serdar Aybek,
"Ziyaretler yapılan kazı çalışmalarını daha anlamlı
bir hale getirecek. Metropolis gezilip görülmesi
gereken önemli tarihi şehirlerden birisi. Bakanlığın
onayı ile çok sayıda turist bekliyoruz" şeklinde
konuştu.
25 YILDIR KAZILIYOR
25 yıldır süren kazılarda gün yüzüne çıkarılan
önemli eserler bulunuyor. Antik kenti ziyaret edecek
olan turistler hamam, anfi tiyatro, mozaikler,
stoğa, meclis binası, akrapol gibi antik kentin
önemli yerlerini gezip bilgi edinebilecek. Ören yeri
olan Metropolis antik kentinde bulunan mozaiklerin
çatıları onarılırken yürüme yolları
ışıklandırılırken Metropolis en kör noktalarına dahi
kameralar yerleştirildi. 3 yıldır süren ören yeri
çalışmaları bir yıl önce sona ermişti. Bir türlü
resmi onayı verilmeyen ve açılış tarihi ertelenen
ören yeri projesi nihayet sonuçlandı. Biletlerin
basılması ile antik kente turlar düzenlenmeye
başlayacak.
Sabah, 23.07.2015
|
ANTİOCİA AD CRAGUM
KAZILARINA BOULEUTERİON YAPISINA ULAŞILDI
Antalya ili, Gazipaşa
İlçesi'ndeki Antiochia ad Cragum kazılarının 15
Haziran’da başlayan 2015 sezonu çalışmalarında,
kentin bouleuterion yapısına ulaşıldı.
Diğer bölge yerleşimleriyle yapılan kentsel doku
karşılaştırmalarına dayanarak, benzer bir yapının
Antiochia ad Cragum kentinde de olması düşüncesiyle
kentin kamusal yapılarının yoğunlaştığı teras
üzerinde başlatılan çalışmalar sonucunda, yoğun
bitki temizliğinin ardından bouleuterion yapısına
ait mermer basamaklar in-situ olarak görülebildi.
Nebraska Üniversitesi’nden Prof. Dr. Michael Hoff
başkanlığında sürdürülen ve Batı Dağlık Kilikia
bölgesinin tek aktif arkeolojik kazı projesi olan
Antiochia ad Cragum kazılarının 2015 sezonu
çalışmaları 14 Ağustos tarihine kadar sürdürülmesi
planlanıyor.
kulturvarliklari.gov.tr,
23.07.2015
|
BURDUR'DA 2 BİN 200
YILLIK TİCARET BİNASI BULUNDU
Burdur'un Ağlasun
İlçesi'ndeki Sagalassos antik kentinde, soğuk
hava deposu olarak
da kullanıldığı tahmin edilen yaklaşık 2 bin 200
yıllık iki katlı ticaret binası bulundu.
Sagalassos Kazı Başkanı
Belçikalı Prof. Dr. Jeroen Poblome, AA muhabirine,
bu yıl kazılara agoranın doğusunda başladıklarını,
bölgede normal bir portiko (sütunlu galeri)
beklerken milattan önce 2. yüzyıla ait iki katlı
ticaret binası bulduklarını söyledi.
Bu yapının Sagalassos
için önemli olduğunu belirten Poblome, "Çünkü o
dönemden kalan bir yapı üzerinde kazı çalışması
yapmamıştık. Bu yapının bütün parçaları yerinde.
İnşallah
ağustos sonuna
kadar kazıyla ilgili sonuçları elde edebiliriz"
dedi.
- Birinci kat soğuk hava
deposu olarak da kullanılmış
Poblome, ticaret
binasının ilk katında dükkanlar bulunduğunu ve
burada tüccarların
tarım ürünlerini
koruduğunu kaydetti.
Bu bölümün bir çeşit
soğuk hava deposu şeklinde de kullanıldığını anlatan
Poblome, şöyle devam etti:
"Birinci katta
vergi toplama
işlemlerinin de yapıldığını tahmin ediyoruz.
Dükkanlar çiftçiler tarafından kiralanmış olmalı.
Atölyeler de olabilir. Ancak bu bölümünün içine
henüz girmedik. İkinci katta ise antik kentin önemli
toplantılarının, ticaret toplantılarının yapıldığını
düşünüyoruz. Buradan manzara da izliyor olabilirler.
Çünkü yüksek bir yerde bulunuyor."
- 30 metre uzunluğunda,
15 metre genişliğinde
Poblome, binanın
yaklaşık 30 metre uzunluğunda ve 15 metre
genişliğinde olduğunu bildirdi.
Büyüklüğü nedeniyle
binanın önce içinde değil çevresinde kazı
yapacaklarını ve yapının dış bölümünü tamamen ortaya
çıkaracaklarını dile getiren Poblome, "Daha sonra iç
kısmını kazacağız ve kronolojiyi daha iyi
anlayacağız. Milattan önce 2. yüzyıla ait olduğundan
eminiz ama erken, orta ya da geç dönem mi
bilemiyoruz" diye konuştu.
Poblome, dönemin önemli
yapıları arasında yer alan binanın, toprak altında
iyi durumda kaldığını ve tüm parçalarının
bulunduğunu kaydetti.
Radikal, Haber: Gökmen
Yüce, 23.07.2015
|
1370 YILLIK KURAN
BULUNDU

İngiltere'deki
Birmingham Üniversitesi'nde dünyadaki en eski
Kur'an-ı Kerim olabileceği düşünülen kitaptan bazı
bölümler bulundu.Karbon 14 tarihleme metoduyla
yapılan incelemeler, kitabın en az 1370 yıllık
olduğunu gösteriyor.
Söz konusu Kur'an'ın,
yaklaşık yüz yıldır üniversite kütüphanesinde olduğu
ve farkedilmediği belirtildi.
Kitap, dünyadaki en
eski Kur'an Kerim'den bölümler olduğu belgelenmemiş
halde, Orta Doğu bölgesinden diğer birçok kitap ve
belgelerin yer aldığı koleksiyonda bulundu.

DOKTORA ÖĞRENCİSİ
KEŞFETTİ
Bir doktora öğrencisinin, koyun veya keçi
derisinden parşömene yazılmış olan kitabın
parçalarını dikkatle incelemesinden sonra, karbon 14
tarihleme yöntemi uygulanması kararlaştırıldı ve
büyük heyecan uyandıran, bu yazıların bugüne dek
ulaşmış en eski Kur'an-ı Kerim'e ait olabileceği
sonucu ortaya çıktı. Yapılan tahliller, parşömenin
yüzde 95 olasılıkla, 568 ile 645 yılları arasındaki
dönemden kalmış olduğunu gösteriyor. Birmingham
Üniversitesi özel koleksiyonlar bölümü başkanı Susan
Worrall, araştırmacıların, kitaptan geriye kalmış
bölümlerin bu denli eski olabileceğini "hayal bile
edemediklerini" söylüyor.

YAZAN KİŞİ
HZ. MUHAMMET İLE
AYNI DÖNEMDE YAŞADI
Birmingham Üniversitesi Hristiyanlık ve
İslamiyet Profesörü David Thomas, "Bu el yazmaları,
İslamiyet'in kurulduğu ilk yıllara ait. Kur'an-ı
Kerim, 610 ve 632 yılları arasında indirildi. Bu el
yazmalarını yazan kişinin, Hz. Muhammed'le aynı
dönemde yaşadığını, hatta peygamberi tanıdığını
düşünüyoruz" dedi. Kur'an-ı Kerim'in bölümlerinin
önce parşömen, taş, palmiye yaprakları ve develerin
kürek kemikleri üzerine yazıldığını hatırlatan
Thomas, kutsal kitabın daha sonra 650 yılında kitap
haline getirildiğini ve üçüncü halife Osman bin
Affan tarafından dağıtıldığını söyledi. British
Library'deki uzmanlardan Dr. Muhammad Isa Waley,
"heyecan verici bu keşfin Müslümanlar için çok büyük
bir sevinç kaynağı olduğunu" söyledi.
1920'LERDE
IRAK'TAN GÖTÜRÜLDÜ
Hicaz Arapçasıyla yazılmış olan Kur'an
bölümlerinin "çok güzel ve şaşırtıcı derecede
okunaklı durumda" olduğu kaydedildi. Birmingham
Merkez Camii imamı Muhammad Afzal da, "üniversitede
bulunan Kur'an bölümlerini görmekten mütehassis
olduğunu" söyledi. Mingana Koleksiyonu adıyla anılan
3.000'i aşkın belge ve kitap, 1920'lerde, Musullu
Keldani rahip Alphonse Mingana tarafından
derlenmişti. Mingana, koleksiyon malzemesi derlemek
üzere varlıklı iş adamı Edward Cadbury tarafından
Orta Doğu'ya gönderiliyordu.
Milliyet, 22.07.2015
|
GÖKÇEADA'NIN TARİHTEKİ
İLK SAKİNLERİ ANADOLU'DAN

Çanakkale'nin Gökçeada
İlçesi'nde 6 yıldır yürütülen arkeolojik kazılarda,
bölgenin ilk sakinlerinin 8 bin 500 yıl önce
Anadolu 'dan göç
ettiği bilgisine ulaşıldı.
Uğurlu-Zeytinlik Kazı
Heyeti Başkanı ve Trakya Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Burçin
Erdoğu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazıları
Uğurlu Köyünün 900 metre doğusundaki höyükte
sürdürdüklerini söyledi.
Kazıların 2009'dan bu
yana dönemler halinde yapıldığını belirten Erdoğu,
adada insan varlığının 8 bin 500 yıl öncesine
tarihlendirildiğini anlattı.
Asıl amaçlarının, adaya
ilk yerleşenleri tespit etmek olduğunu dile getiren
Erdoğu, "Buraya nereden geldiler, nasıl yerleştiler,
burada nasıl yaşadılar, yaşamlarını nasıl
sürdürdüler? Bunları öğrenmek istiyoruz" dedi.
Erdoğu, elde ettikleri
bulgulara göre, Gökçeada'ya ilk yerleşenlerin 8 bin
500 yıl önce Anadolu'dan geldiğini aktardı.
Bu coğrafyanın, doğu Ege
adalarının en erken yerleşim yeri olduğunu belirten
Erdoğu, şöyle devam etti:
"Anadolu'dan tarımcı
topluluklar, koyun, keçi, sığır gibi hayvanları ve
buğday, arpa gibi malzemeleriyle gelmişler, küçük
bir yerleşim yeri kurmuşlar. Milattan önce 6000'li
yıllarda bu yerleşimin çok daha büyüdüğünü ve yavaş
yavaş kendi kimliğini oluşturduğunu görüyoruz.
Milattan önce 5500'lü yıllara geldiğimiz
zaman bir kesinti
var gibi. Gerek mimari gerek buluntular gerek
beslenme ekonomisinde birtakım değişiklikler
olduğunu ancak adanın kimliğini koruduğunu
görüyoruz. Yani bir ada kültüründen, ada kimliğinden
bahsedebiliyoruz."
Ada kültürünün nasıl
oluştuğunu öğrenmeyi amaçladıklarını ifade eden
Erdoğu, "Gökçeada'nın ilk sakinlerinin gerek ana
kara gerekse diğer adalarla geniş çaplı iletişime
nasıl geçtiklerini araştırıyoruz" diye konuştu.
- "Balıkçılık ikinci
plandaymış"
Erdoğu, kazılarda
değişik buluntular elde ettiklerine değindi.
Çok yoğun olarak
heykelcikler bulduklarını söyleyen Erdoğu, "Bu
kadar çok küçük çaplı heykelcikleri böyle bir kazı
yerinde beklemiyorduk. Yine çok sayıda kemik ve taş
aletler var" dedi.
O dönem insanların çok
geniş çaplı ticaret içinde olduğunu belirlediklerini
bildiren Erdoğu, Gökçeada kazılarında, Melos
Adası'nda ve İç Anadolu'da bulunan obsidyenlere
(volkan camı) rastladıklarını anlattı.
Kazılarda Bulgaristan'a
özgü çakmak taşının da çıktığına işaret eden Erdoğu,
şunları kaydetti:
"Adada mermer yok
ama mermer buluntularla karşılaştık. Yani burada
yaşayanların çok geniş çaplı
iletişim ağı içinde
olduğunu anladık. Bunlardan yapılmış değerli objeler
elimize geçti. Kemik buluntuların çeşitli amaçlarla
kullanıldığını tespit ettik. Kemiklerle tabii
delici, kazıcı gibi aletler yapmışlar. Daha çok,
'bız' dediğimiz delici aletler var. 'Mablak'
dediğimiz, belki deri işlemelerde işe yarayan
birtakım aletler de söz konusu. Yine kancalar, olta
gibi aletler var. Bunların bir kısmının da balık
tutmada kullanıldığını düşünüyoruz. Gökçeada'da
balıkçılığın biraz daha ikinci planda olduğunu
anladık. Daha çok hayvancılık ve tarımla
uğraşmışlar."
Erdoğu, 2015 kazı
döneminin
ağustos sonunda
tamamlanmasının planlandığını sözlerine ekledi.
Radikal, Haber: Burak
Akay, 22.07.2015
|
TARİHİ CENEVİZ KALESİNİN
RESTORASYONU

Düzce'nin Akçakoca
İlçesi'nde,
UNESCO Dünya Miras
Geçici Listesi'ne alınan kalenin restorasyonuna
gelecek yıl başlanacak
Düzce'nin Akçakoca
İlçesi'nde,
UNESCO Dünya Miras
Geçici Listesi'nde yer alan tarihi Ceneviz
Kalesi'nin restorasyonuna gelecek yıl başlanacak.
Akçakoca Belediye Başkanı
Cüneyt Yemenici, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, yaklaşık 8 asır önce
Cenevizliler tarafından yapılan kalenin eski
görünümüne kavuşturulması için ilgili bakanlığın
çalışma başlattığını söyledi.Kalenin görünümünün
düzeltilmesine yönelik restorasyonla ilgili ön
hazırlıkların tamamlandığını bildiren Yemenici,
"Restorasyon için 2016'nın ilk yarısına kadar
ihaleye çıkılacak. Çalışmalarda kullanılacak
malzemeler belirlendi" dedi.Yemenici,
UNESCO tarafından
Dünya Miras Geçici Listesi'ne alınan tarihi Ceneviz
Kalesi'nin restorasyonuna gelecek yıl başlanacağını
kaydetti.Bu kapsamda 2017'nin yaz aylarına kadar
kalenin turizme açılmasının planlandığını anlatan
Yemenici, Kültür ve Turizm Bakanlığıyla temaslarının
süreceğini bildirdi.
haberler.com, 22.07.2015
|
PİRİNÇ TANESİ KOMANA'NIN
GEÇMİŞİNE IŞIK TUTTU

Tokat'taki Komana
Pontika antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarında
geçen yıl bulunan bir pirinç tanesinin, kentin
eskiden tarım ve ticaret merkezi olduğu yönünde
fikir verdiği bildirildi.
ODTÜ Mimarlık Fakültesi
Yerleşim Arkeolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve
Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Burcu Erciyas, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentte yaklaşık
10 yıldır kazı çalışmaları yaptıklarını belirtti.
Kazı çalışmalarında 25
kişilik bilimsel heyetin ve 25-30 işçiden
oluşan ekibin görev aldığını dile getiren Erciyas,
çalışmaların bu yıl 55 gün süreceğini söyledi.
Amaçlarının geçen
senelerde ortaya çıkardıkları 2 kilise ve nekropol
(mezar yapısı) alanında daha detaylı çalışma yapmak
olduğunu aktaran Erciyas, "Çalışmalarımız uzman
ekiplerle sürdürülüyor. Tokat'ın ilk yerleşim
yeri Komana hakkında bilgi edineceğiz. Özellikle
birinci bölge diye adlandırdığımız Bizans dönemi
kilise evresi üzerinde yoğunlaşacağız" diye konuştu.
Erciyas, büyük bir
yerleşim yeri olan Komana'nın Tokat için önemli
olduğunu ifade ederek, "Burası, Bizans döneminde de
önemini sürdürüyor ancak Türkleşme sürecinde,
beylikler döneminde Komana tamamen küçülerek köy
yerleşimine dönüyor. Komana, aslında Tokat'ın antik
çağ tarihini aydınlatması açısından çok önemli bir
yer. Ziyaretçiler için de ilgi çekici bir antik
kent" dedi.
Çalışmaları sırasında
antik kentte yaşayanlar hakkında bulgulara
ulaştıklarını belirten Erciyas, şunları kaydetti:
"Çok önemli ipuçlarına
ulaştık. Hem bulduğumuz mezarlıklarda hem de
yaptığımız antropolojik araştırmalarda, insanların
yedikleri içtiklerinden ne şartlarda yaşadıklarına
kadar bilgi edinmemiz mümkün oldu. Kilise evresinde
kırsal
hayat süren,
tarımla geçinen, çok varlıklı olmayan, çok iyi
beslenemeyen halkla karşı karşıya olduğumuzu
görüyoruz. Daha sonra beylikler döneminde Komana'da
üretimin arttığını ve lüks malzemelerin daha çok
Komana'ya ulaştığını tespit ettik. En önemli
bulgumuz, pirinç tanesi. Pirinç lüks sayılan bir
ürün, kazılarda az bulunur. 10 yıllık çalışmamızın
sonucunda Komana antik kentinin hem tarım hem
ticaret merkezi olduğunu tespit ettik. Yüzyıllarca
zenginlik içerisinde yaşamını sürdürmüş bir
yerleşim."
- Komana Pontika Antik
Kenti
Mitridat Krallığı'nın
yönetiminde önemli bir
kültür merkezi olan
ve Roma İmparatorluğu döneminde de özerkliğini
koruyan Komana Pontika'nın, tarihte
Anadolu tanrısı
Ma'ya adanmış kutsal alan olduğu belirtiliyor.
Aynı zamanda ticaret
merkezi olduğu ifade edilen bölgenin, o dönemde
kutsal alanda düzenlenen festivaller, zengin
pazar yeri ve kenti
çevreleyen verimli arazisiyle Anadolu'nun tüm
bölgelerinden ziyaretçi çektiği kaydediliyor.
ODTÜ ve TÜBİTAK
tarafından da desteklenen Komana Pontika Arkeolojik
Araştırma Projesi, Orta Karadeniz bölgesinin klasik
çağ kenti Komana Pontika'nın konumunu belirlemek ve
kentsel dokusunu anlamak amacıyla 2004 yılında
uygulamaya konulmuştu. Gümenek Hamamtepe
bölgesindeki yüzey araştırmalarının ardından antik
kentin gün yüzüne çıkartılması için kazı çalışmaları
başlatılmıştı.
Radikal, Haber: Ekber
Türkoğlu, 22.07.2015
|
UÇHİSAR BELEDİYE BAŞKANI ALİ KARAASLAN: MAHKEME YIK
DERSE YIKARIZ
Nevşehir Uçhisar Kentsel Sit alanına
zarar verdiği gerekçesiyle 2 otel hakkında yıkım ve
mühürleme olarak kamuoyuna yansıyan
haberler
Belediye Başkanı Ali Karaaslan tarafından
reddedildi. Mahkeme kararının yanlış
aksettirildiğini belirten Karaaslan, "Mahkemeden
mühürleyin, yıkın gibi bir karar gelmedi. Danıştay,
Kayseri Bölge İdare Mahkemesi’nden yeniden
bilirkişiyle inceleme istedi" dedi.
KURUL ÜYELERİ GÖREVDEN ALINDI
Sit alanında mevcut yapılaşmaya aykırı şekilde
'CCR Otel' ve 'Arinna Otel'in inşaatı son birkaç
yıldır Uçhisar’da tartışılıyor. Kayseri 2. İdare
Mahkemesi'nde Mimarlar Odası tarafından plan ve
ruhsat iptaline yönelik dava açıldı. Mahkeme
bilirkişisi inşaatlar için koruma kurul kararlarının
alındığını, arazilerin imar planı alanında
kaldığını, plana uygun yapılaşma olduğunu, Sit
alanlarında uygulanan ilke kararlarına göre
yapılaşmanın yapıldığını söylemişti. Mahkeme de
bilirkişi tespitlerine uyarak davayı reddetti. Ancak
otel inşaatlarına izin veren Nevşehir Koruma Kurulu
üyelerine, Kültür Bakanlığı müfettişlerince inceleme
sonucunda görevden el çektirildi. Yapılan
inşaatların 2863 sayılı yasaya uygun olmadığı tespit
edildi. Bunun üzerine Danıştay Kayseri 2. İdare
Mahkemesi'nin kararını yeniden gözden geçirmesi ve
yeni bilirkişiyle inceleme yapması için dosyayı
mahkemeye geri gönderdi. Şimdi yeni karar Kayseri 2.
İdare Mahkemesi’nden bekleniyor.
TAZMİNAT ÖDERİZ!
Uçhisar Belediye Başkanı Ali Karaaslan otelleri
mühürlemediği gerekçesiyle Mimarlar Odası tarafından
eleştiriye maruz kaldı. Başkan Karaaslan,
Kapadokya’da silüeti bozan otellerle ilgili şöyle
konuştu:
Mahkeme kararıyla bazı işletmelerin kapatılması
kararı verilmiş gibi değerlendirilerek Uçhisar
Belediyesi tarafından bu işletmelerin
mühürlenmediği, kapatılmadığı dillendiriliyor. Bize
herhangi bir kapatma kararı, hangi işletme için
olursa olsun ulaşmış değil. Danıştay yeniden
yargılanmasına karar vermiş. Benden önceki dönemde
inşaat ruhsatları verilmiş. Belediyemiz proje
sahiplerine koruma kurulundan izin al demiş. Koruma
Kurulu projeyi onaylamış. Belediye ruhsatı vermek
zorunda. Ama şimdi de mahkeme yeni bir karar alır da
yıkılacak derse yıkarız, mühürlenecek derse de
mühürleriz. Mahkeme kararı karşısında durmamız
mümkün olabilir mi? Ancak proje sahiplerinin de suçu
yok. Koruma kurulu projesini onaylamış. Kurul
demeliydi ki bu proje sit alanına uygun değil. Tüm
yasal izinlerini alan projeyi
bugün mahkeme yasaya uygun görmez ise inşaat
izinlerini veren herkes tazminat ödemeye mahkum
kalır. Eski dönemde verilmiş bir izinden dolayı
belediyemiz de tazminat hükmü altında kalır. Ancak
mahkeme kararını uygulamıyorum diyemeyiz. Hukuk
hepimiz için lazım.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 22.07.2015
|
TABLOLARI KENDİ ÇİZİMLERİYLE DEĞİŞTİRDİ

Çin'de bir sanat galerisinde çalışan memur
140'tan fazla eseri çalarak yerine kendi
çizimlerini yerleştirdi. Şiao Yuan adlı memur
mahkemede suçunu itiraf etti.
Yuan, Guangzhou
Orta Halk Mahkemesi'nde görülen duruşmada,
Guangzhou Akademisi Güzel Sanatları
Kütüphanesi'ndeki bir galeriden güzel yazı
eserleri ve kır manzaralı resimlerin bulunduğu
ünlü sanat çalışmalarını 2006 yılına kadar iki
yıl süresince kendi çizdiği sahteleriyle
değiştirdiğini itiraf etti.
Şiao savunmasında, ilk iş gününde galerideki
bazı eserlerin sahteleriyle çoktan değiştirilmiş
olduğunu fark ettiğini belirterek, kalan bazı
büyük eserlerin yerine kendi çizimi olan
sahtelerini koymasının ardından bunların da daha
kötü resmedilmiş sahteleriyle değiştirildiğini
fark edince hayrete düştüğünü söyledi.
Sahte tabloları başka sahte eserlerle değiştiren
kişinin kimliğini bilmediğini anlatan Şiao,
2004-2011 yılları arasında açık artırmayla 125
tabloyu 16 milyon Türk lirasının üzerinde bir
rakama sattığını, kazancıyla da evler ve yeni
tablolar aldığını dile getirdi.
Savcılara göre, sanığın çaldığı diğer 18 tablo,
yaklaşık 30 milyon Türk lirası değerinde.
Şiao, hakkındaki görevini kötüye kullanma
suçlamasını kabul ederken, yaptığından pişman
olduğunu söyledi.
Çalıntı eserler arasında 20. yüzyıl ressamlarından
Çi Bayşi'nin ve Cang Daçian tabloları, tek renk
mürekkep kullanan, 17. yüzyıl ressamı ve hat ustası
Cu Da'nın "Rock and Birds" isimli eserinin de
bulunduğu belirtildi.
Hürriyet, 22.07.2015
|
2016 YILINI İZNİK YILI
İLAN ETTİ

İznik Belediyesinden
yapılan yazılı açıklamaya göre, France Monde
Actualites (Fransa Dünya Haber gazetesi) ve
Pithiviers Magazin dergisinde yapılan
haberlerde, Pithiviers'te 2016 yılının İznik Tanıtım
ve Anlaşma Yılı olarak ilan edildiği yazıldı. Bu
çerçevede, ocak ayında kutlama törenlerinin "Kardeş
Şehir İznik" adıyla yapılacağı belirtildi.
Lorient kenti Belediye
Başkanı Philippe Nolland, gelecek ocak ayında
İznikli yetkililerle kardeş şehir protokolü
imzalanacağını aktardı.
Pithiviers Belediye
Meydanı'nda kardeş şehir ülkeleri olan İngiltere,
Almanya, Portekiz ülkelerin bayraklarından sonra
Türk bayrağı ve İznik Belediyesi flamasının yer
alacağını belirten Pithiviers Belediye Meclis
delegesi Konut Konseyi İlişkilendirme Üyesi Ercan
Afacan ise "Amacımız; iki kardeş şehir arasındaki
Kültürel ve tarımsal benzerlikleri harmanlayıp
karşılıklı olarak ilişkileri artırmak olacaktır.
Ayrıca dalgalanan bayraklar altında kardeş şehirlere
olan kilometre uzaklıkları yazılıyor" ifadesini
kullandı.
İznik Belediye Başkanı
Osman Sargın ise kardeş şehir ilişkilerinin
yürütülmesinde önemli koordinasyon sağlayan Ercan
Afacan ve Öner Erim'e teşekkür ederek, "Sayın
Pithiviers Belediye Başkanı Philippe Nolland'a saygı
ve sevgilerimi sunuyorum. Kardeşlik protokolünün
imzalanması, tanışmak ve İlişkilerin geliştirilmesi
için ilçemize davet ediyorum. Özellikle 2016 yılı
İznik'e armağan etmesi bizleri gururlandırmıştır"
değerlendirmesinde bulundu.
bursa.com, 21.07.2015
|
ROMA'NIN SİMGESİNİ FARELR BASTI

İtalya’nın başkenti
Roma’nın tarihi simgelerinden olan ve “Aşk
Çeşmesi” diye anılan
Trevi Çeşmesi fare tehdidiyle karşı karşıya
kaldı.
Corriere della Sera gazetesinin haberine göre,
hizmete açıldığı 18. yüzyıldan bu yana İtalyan moda
devi bir firmanın sponsorluğunda geçen yıl haziran
ayında kapatılarak ilk kez bu denli büyük
restorasyona alınan tarihi çeşmenin aylardır su
geçmeyen borularını fareler istila etti. Trevi semti
sakinleri farelerin, yiyecek aramak için çeşme
etrafında dolaşmalarından dertli. Semt sakinleri,
farelerin çevredeki restoranların atıkları için
borulardan dışarı çıktıklarını belirterek, Roma
Belediye Başkanı Ignazio Marino ve diğer yetkililere
şikayetlerde bulundu. Mahallelinin, fareler
nedeniyle Roma’nın turizmde gözden düşeceği endişesi
taşıdığı da dile getirildi. İtalyan yönetmen
Federico Fellini’nin “Tatlı Hayat” filminin
unutulmaz sahnelerinin çekildiği İtalyan kültürel
mirasının önemli ögesi çeşmenin, ilerleyen aylarda 2
milyon avroluk restorasyon ve temizlik çalışmasının
tamamlanmasıyla 1,5 yıllık aranın ardından eski
görkemli ve çekici günlerine geri dönmesi
bekleniyor.
Habertürk, 21.07.2015
|
GENELEV GİTTİ MOLOZU KALDI

Ankara’da 2013 yılında tartışmalı bir şekilde
yıkılan genelevden geriye kalan moloz hala
temizlenmedi. Başkent’in simgelerinden biri olan
Ankara Kalesi’nin tarihi surlarının dibindeki
inşaat atıklarıyla bölge çöplüğe döndü.
Ulus’ta, yıkımı
2013’te tamamlanan
Ankara Kalesi’nin sur eteklerindeki
genelevden geriye kalan inşaat atıkları,
kaldırılmayı bekliyor. Ankara Hürrriyet, daha
önce yaşanan kirlilik nedeniyle defalarca
gündeme getirdiği Ankara Kalesi’nin etrafını
fotoğrafladı. Başkent turizminin gözbebeği ve
kentin simgelerinden olan Kale’nin surlarının
etrafı da moloz yığınları, çöp ve kentsel
dönüşüm kapsamında yıkılan binalardan kalan
inşaat atıklarıyla dolu. Kalenin, Bentderesi
Caddesi tarafındaki surlarının önünde bulunan
eski Anakra Genelevi’nin olduğu bölge ise atık
döküm alanına dönüştü. Yıkımı yılan hikayesine
dönen genelevin olduğu bölgede bulunan evlerden
geri kalan inşaat atıkları da çevre kirliliğine
sebep oluyor.
İNŞAAT ATIKLARIYLA DOLDU
Moloz yığınlarının
yükseldiği alanda, 2 yıl önce yıkılan binaların
duvar ve çatılarındaki betonlar etrafa saçılmış
durumda. Kiremit ve tuğla yığınlarının arasında
ise ev aletlerinden geri kalan kumaş ve ahşap
parçalarının olduğu görülüyor. Ayrıca, bölge
bilinçsiz vatandaşlarca da kirletiliyor. Çöplüğe
dönen alana yoldan geçenler ellerindeki çöpleri
atıyor.
TARİHİ MİRASA SAHİP ÇIKILMALI
Ankara Kalesi’nin
yanı başındaki kirliliğin Başkent’e
yakışmadığını belirten vatandaşlar ise
yetkililere tepki gösteriyor. Genelevin
yıkılmasının ardından bölgede hiçbir temizlik
yapılmadığını savunan Başkentliler, “Tarihi
surların dibi inşaat pisliğiyle dolu. Bölgedeki
evler yıkıldıktan sonra hiç temizlik yapılmadı.
Yoldan geçenler de burayı çöplük gibi
kullanıyor. Kirlilik gün geçtikçe büyüyor.
Tarihi mirasımıza sahip çıkmalıyız. Kenti
yönetenler, bölgeyi tamamen temizlemeli ve
güzelleştirmeli” ifadelerini kullandı.
ANTİK TİYATRO YOK OLUYOR
Ankara Hürriyet’in
daha önce ‘Evsizler tiyatrosu’ ve ‘Böyle giderse
yok olacak’ manşetleriyle gündeme getirdiği
genelev bölgesinin yanındaki Roma Dönemi Antik
Tiyatrosu da ilgisizlikten yok olmak üzere. M.S.
1. ile 2. yüzyıl arasında yapıldığı sanılan
tarihi tiyatro, madde bağımlıları ile evsizlerce
mezkin edinildi. Etrafı derme çatma bir şekilde
çevrilen tiyatronun taşlarında yanık izleri
görülüyor. Duvarların arası ise karton ve
plastik çöplerle dolu.
Hürriyet, 21.07.2015
|
ORDU'DA APOLLON HEYKELİ BULUNDU

Doğu
Karadeniz Bölgesi’nin ilk
arkeolojik kazısı alanı olan antik Kurul
Kalesi’nde 2100 yıllık bronz Apollon heykeli
bulundu.
Doğu Karadeniz Bölgesi’nin ilk arkeolojik kazısı
olma özelliğini taşıyan, 2100 yıl önce Pers
İmparatorluğunun
Amasya merkezli eyaletin kralı 6. Mithridat
dönemine ait olduğu tespit edilen tarihi Kurul
Kalesi’nde 5 yıldır sürdürülen kazılar sonucunda
giriş kapısı, dinsel ve kültsel alanlar seramik,
sikke, ok ucu, küpler ve bronz Apollon heykeli
bulundu. Kazı çalışmalarını yürüten
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr.
Süleyman Yücel Şenyurt, Kurul Kalesi’nde yürütülen
kazı çalışmalarında bulunan eserlerin
Ordu’nun antik tarihi açısından en önemli
buluntulardan biri olduğunu söyledi.
HEM SAVUNMA HEM YERLEŞİM ALANI
Arkeoloji bölümü öğrencilerinin gönüllü çalışmasıyla
destek verdiği kazı çalışmalarında bu yıl önemli
bulgular elde edildiğini söyleyen Prof.Dr. Süleyman
Yücel Şenyurt, kalenin çok tanrılı pagan dönemine
ait olduğunun kesinlik kazandığını belirtti. Yücel,
“Kurul Kalesi MÖ 2100 yıllarında yaşamış Pontus
kralı 6. Mitridat’ın yaptırdığı çok fonksiyonlu bir
kale. Antik dönemlerde kentsel yapılar savunma
amaçlı olarak bir sur duvarı içerisinde oluyordu. Bu
amaçla Mitridat burayı hem yerleşime hem savunmaya
uygun bir şekilde yaptırmış. Kalenin esas fonksiyonu
bölgede çok geniş bir alana hakim bir yerde kurulmuş
olması. Kale, denizden 572 metre yüksekliğinde
kıyıda
Fatsa’dan
Giresun’a, iç bölgelerde Kabadüz’e kadar geniş
bir alana hakim olan ve kontrol altında tutan bir
yerde bulunuyor. Burada aynı zamanda yerleşim
bulunuyordu. Kalenin zirvesinde kurbanların
sunulduğu sunaklar, kurbanların konulacağı oyuklar
var, hem ateş yakılan, hem kurban sunulan pagan
ayinleri yapılan bir alan var. Daha çok antik
Yunan’ın,
Roma’nın, Perslerin çok tanrılı dinlerin
yaşandığı dönemi ait küp, seramik ve Apollon heykeli
bulundu. Burası 2 yıl sonra bölge tarihi açısından
önemli bir turistik alan olabilecek” dedi.
2 bin yıllık bronz heykelin 6. Mithridat dönemine
ait olduğunu kaydeden Prof.Dr. Süleyman Yücel
Şenyurt, bulunan eserlerin Ordu Etnografya Müzesi’ne
verildiğini sözlerine ekledi.

Milliyet, 21.07.2015
|
SEZAR'IN KALESİ RESTORASYON BEKLİYOR

Roma İmparatoru Julius Sezar'ın Basforos Kralı 2.
Pharnake'ye karşı zafer kazanarak, dünyaca ünlü
''Veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim)'' sözünü
söylediği Zile Kalesi'nin surlarından zaman zaman
aşağıya yuvarlanan taşlar, kale ayaklarına inşa
edilen evlerde yaşayanları tedirgin ediyor.
Zile Belediye Başkanı Lütfi Vidinel, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Zile Kalesi'nin Anadolu'daki en
güzel kalelerden biri olduğunu söyledi.
Son zamanlarda kalenin surlarından yuvarlanan
taşların can ve mal güveliğini tehdit eder duruma
geldiğini belirten Vidinel, "Maalesef bu taşlar,
evlerin çatısından içeri girmekte. Hane halkları bu
durumdan mağdur oluyor" dedi.
Surların bulunduğu bölgede çalışmalar yaptıklarını
dile getiren Vidinel, "Acil restorasyon talebimizle
ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığını bilgilendirdik.
Geçici önlem olarak uyarıcı levhalarımızı koyduk.
Surlardan taşların yuvarlanması, tarihi ve kültürel
dokuya önem veren bizleri üzmekte" diye konuştu.
Vidinel, gerekli dosyaları hazırlayarak Kültür ve
Turizm Bakanlığına gönderdiklerini aktararak,
"İnşallah, en kısa sürede restorasyon programına
alınır. İnşallah, bu tarih hazinesinin, Sezar'ın,
"Veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim)'' sözünü
söylediği yerin en kısa sürede restorasyonu yapılır.
Kaleyi gezmeye gelen turistlerden mahcubiyet
hissediyoruz hatta taşları yuvarlanan surları da
görmelerini arzulamıyoruz" ifadelerini kullandı.
Zile Kalesi yakınlarındaki evlerde yaşayanlardan
Turan Aydın, zaman zaman kaledeki surlardan taşlar
yuvarlandığını belirtti. Aydın, birkaç yıl önce bir
evin çatısına taş düştüğünü anlatarak, "Kaledeki
surların bir an önce restore edilmesini istiyoruz.
Şu haliyle surlar tehlike saçıyor" dedi.
Erol Arslan ise surlardan taşların yuvarlandığını ve
herkesin buranın bir an önce restore edilmesini
istediğini dile getirdi. Belediyenin surlara uyarıcı
levhalar yerleştirdiğini aktaran Arslan,
"Belediyemiz gerekli yerlere başvurmuş. İnşallah,
kısa sürede gerekli çalışmalar yapılır. Biz de taş
düşecek korkusundan kurtuluruz" diye konuştu.
Zile Kalesi
Tarihi kaynaklarda, Roma İmparatoru Julius Sezar'ın,
Pontus asıllı Basforos Kralı 2. Pharnake ile Zile
Altıağaç mevkisinde çok kanlı bir savaş yaptığı
belirtiliyor. İki tarafın da büyük kayıplar verdiği
savaşı, Roma İmparatoru Sezar'ın kazandığı, bunun
üzerine dünyaca ünlü ''Veni, vidi, vici (geldim,
gördüm, yendim)'' sözünü söyleyerek durumu Roma
Senatosu'na bildirdiği ifade ediliyor.
Ntv, 20.07.2015
|
YALVAÇ'TA 1300 YILLIK TAHIL BULUNDU

Isparta’nın Yalvaç İlçesi’ndeki Pisidia
Antiocheia antik kentinde yapılan kazı
çalışmalarında 7’nci yüzyıl’a ait olduğu tahmin
edilen ambarda büyük küpler içerisinde stoklanmış
buğday, arpa, nohut, fasulye, haşhaş ve mercimek
türü tahıllar bulundu.
Pisidia Antiocheia antik
kentinde Süleyman
Demirel Üniversitesi (SDÜ) adına 8 yıldır kazı
çalışmalarını yürüten Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mehmet Özhanlı, bu
yılki kazı çalışmalarının Roma atriumlu evde devam
ettiğini söyledi. Yapılan kazıda ilginç sonuçlar
ortaya çıktığını aktaran Prof.Dr. Özhanlı, “Mimari
açıdan baktığımızda burada çıkan küçücük verileri
değerlendirerek bizden önceki sosyal yaşantının
nasıl olduğuna yönelik izler bulduk” dedi.
KULLANILDIĞI YERDE BULUNDU
Evin depo kısmı olarak kullanılan mekan içerisinde 7
pitos (büyük küp) ortaya çıkarıldığını vurgulayan
Prof.Dr. Özhanlı, “Bu pitosların bazısının
içerisinde in sutu halinde (bir buluntunun gündelik
yaşamda kullanıldığı yerde ele geçmesi) olarak
tahıllara rastlanıldı. Bu tahıllar bize Yalvaç’ta
Bizans ya da Romalıların döneminde yaşamış
insanların ürettikleri ürünler hakkında bilgi
sunmaktadır” diye konuştu.
“BUĞDAY, NOHUT, ARPA ORTAYA ÇIKARILDI”
Elde edilen materyaller ışığında geçmişte de
tarımsal ürünlerin günümüzle aynı olduğu verilerinin
ortaya çıktığını kaydeden Prof.Dr. Özhanlı, “Bugün
Yalvaç’ta üretilen buğday, arpa, nohut, fasulye,
mercimek ya da haşhaş gibi ürünlerin o dönem
içerisinde de üretilmiş olduğunu, ele geçen veriler
bize belgelemiş oldu. Bunlardan bazı örnekler var.
Burada epey miktarda nohut açığa çıkarıldı. Aynı
zamanda mercimek bulundu ki bugün yeşil mercimek
olarak adlandırdığımız mercimek türüne benziyor. Bir
diğer örnekte haşhaş ve fasulye aynı yerde bulundu”
diye konuştu.
“KENT ARAP AKINLARINDA YAKILMIŞ”
Geçen yıllarda yapılan kazılarda kentte büyük bir
yangın çıktığına ilişkin veriler elde ettiklerine ve
bu yılki verilerin bunu daha da kuvvetlendirdiğine
dikkati çeken Prof.Dr. Özhanlı, şöyle dedi: “Bu
malzemelerin gelmiş olduğu tabaka da bizim için
önemli. Çünkü bu bir yanık tabakasında ortaya
çıkarıldı. Daha doğrusu konut yanıp yıkıldıktan
sonra altında kalmış bu depolama kapları bize kentin
tarihiyle ilgili veriler sunmakta. Zira geçen yıl
ulaştığımız sonuçlarda özellikle 713 yılında Arap
akınlarıyla kentin büyük bölümünün yangın geçirmiş
olduğuydu. Burada da o yanık tabakasının devam
ettiğini görüyoruz. Ancak bu yanık tabakası 8’inci
Yüzyıl’daki Arap akınlarıyla meydana gelen yanık
tabakası mı yoksa daha sonra geç dönemde bir yanık
mı olduğunu şimdi ayırt etmemiz mümkün değil. Bu
kazı sezonu sonunda buradaki yaşamın ne zaman terk
edilmiş olduğunu daha detaylı verilerle ortaya
koyabiliriz. Şimdilik sadece evin depo kısmında
bulunmuş olan bu materyallerle Bizans döneminde daha
doğrusu Doğu Roma döneminde buradaki günlük
yaşantıda tüketilen gıdaların neler olduğunu
arkeolojik olarak belgelemiş bulunmaktayız.”
“ARKEOLOJİK AÇIDAN OLDUKÇA ÖNEMLİ”
Pitosların sıralı halde bulunduğu yerin 4’üncü
yüzyıl sonrasında kiler olarak kullanıldığını tespit
ettiklerini vurgulayan Prof.Dr. Özhanlı, “Bu ambarda
saklanan malzemelerin büyük küpler içerisine
konulmuş olduğu ve bugün de Yalvaç’ın ihtiyacını
karşılayan nohut, fasulye, mercimek ve tabi ki
haşhaş gibi gıdaların burada korunmuş olduğunu,
burada konutta yaşayan insanların bu malzemeleri
tüketmiş olduğu anlaşıldı. Arkeolojik açıdan oldukça
önemli bir veri. Tahıl türü malzeme çok iyi korunan
bir malzeme değil, çok hızlı çürüyebilen bir
malzeme. Bu yanık tabakasında ele geçmesinden dolayı
çok sağlam bir şekilde ele geçti. Böylece bizim için
güzel bir arkeolojik veri oluşturdu” dedi.
haberler.com, 20.07.2015
|
BİZANS MEZARLARI BULUNAN GARİBALDİ TAMAMLANIYOR

İstanbul’un İstiklal Caddesi’nde İtalya’nın ünlü
ulusal kahramanı Giuseppe Garibaldi adı ile bilinen
binanın restorasyonu bu yıl sonunda bitiyor.
Bizans
mezarlarının ve birçok tarihi seramiğin çıktığı
restorasyonun ardından buluntular sergilenecek.
1863’te kurulan İtalyan İşçi Yardımlaşma
Cemiyeti’nin aldığı arsada yapımına 1884’te başlanan
Casa Garibaldi binası, 1885’te tamamlandı.
Kapsamlı bir restorasyonla Ocak 1910’da bugünkü
haline getirilen bina, 100 küsur yıldır el değmeden
varlığını korudu.
İtalyan birliğini kurarak İtalya’nın tek bir ülke
olarak kurulmasını sağlayan ulusal kahraman Giuseppe
Garibaldi, 1863 yılında İstanbul’da İtalyan İşçi
Yardımlaşma Derneği’ni kurdu. Cemiyet’in bugün halen
faal olan binası 1885 yılında açıldı. Bina 1910
yılında kapsamlı bir değişime uğrayarak bugünkü
halini aldı. “Societa Operaia Binası” bilinen adıyla
“Garibaldi” binasında yaklaşık bir yıldır hummalı
bir restorasyon çalışması sürdürülüyor.

Müze arkeologları gözetiminde yapılan kazı
çalışmasında 4 ya da 5. yüzyıla tarihlenen bir mezar
olduğu anlaşıldı. Ardından binanın bodrumunda
yapılan araştırmada Bizans dönemine ait 7 mezar daha
bulundu. Arkeologlar, komşu binaların altında da bu
tür mezarlar olabileceğini ileri sürüyor.
Temel kazıları sırasında
Osmanlı ve Bizans dönemlerine ait çok sayıda
tabak, çanak, şamdan gibi pişmiş toprak kaplar da
bulundu. İskeletleri tam tarihleyebilmek için
karbon testi yapılacağı belirtildi.
Ülke Haber, 20.07.015
|
|
TÜRBEDEN ÇALINAN TARİH SÜTUN KAİDESİ GERİ GETİRİLDİ
Afşin İlçesi'nde ramazanda Dedebaba Türbesi'nden
çalınan
Roma dönemine ait sütun kaidesi, bayramın
ardından yerine konuldu.
Dulkadiroğulları Beyliği döneminden bu yana
Atatürk Caddesi'nde bulunan tarihi Dedebaba
Türbesi'nde, Roma döneminden kalan sütun kaidesi,
ramazanda kayboldu.
Türbe görevlisi ve esnafın kaidenin çalındığını
bildirmesi üzerine polis
soruşturma başlattı.
Soruşturma sürerken, tarihi kaide yerine konuldu.
Türbe görevlisi
Hasan Karakaya , AA muhabirine yaptığı
açıklamada, ramazanda kaybolan kaidenin bayram
sonrası geri geldiğini, olayın şokunu yaşadıklarını
söyledi.
Karakaya, kaideyi kimlerin aldığı ve nasıl geri
geldiği hakkında bilgisi olmadığını kaydetti.
Radikal, 20.07.2015
|
REZA ZARRAB'IN YALI SAVUNMASI
Reza Zarrab, Boğaz’da tanınmaz hale getirdiği
tarihi Mehmet Arif Bey Yalısı’yla ilgili,
“Yüksekliği değişmedi” diye açıklama yaptı.
KANUNA GÖRE YASAK
İkinci derece
tarihi eser olduğu için çivi bile çakmanın yasak
olduğu Boğaz’daki tarihi yalıyı 3 kattan 4 kata
çıkaran, dışarıdan asansör yapan Reza Zarrab,
“Binanın orijinal yüksekliği aynı kaldı” diyor.
Oysa Boğaziçi İmar Kanunu’na göre bu tür
binaların dış görünümü hiçbir şekilde
değiştirilemiyor.
İiadamı Reza
Zarrab, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı
Başmüfettişi’nin şirketleriyle yönelik
‘karapara, vergi, dış ticaret’ yönünden
incelemeye alınmasıyla ilgili rapora tepki
gösterdi. Raporların gerçek olmadığını savunan
Zarrab, yazılı açıklamasında şunları kaydetti:
"Raporu düzenleyen
kişi tamamen kasıtlı olarak uzun zamandır ben ve
şirketlerim aleyhinde sözde incelemeler yapıp
hizmet ettiği yasadışı odaklara bağlılığını
sergilemeye çabalamaktadır. Nitekim bu kişiyle
ilgili yasal müracaatlarımızı yapmış
bulunmaktayız. Soruşturmalar sırasında
hazırladığı raporların gerçek dışı olduğu resmi
verilerle ispat edilecektir. Bizim tüm ticari
faaliyetlerimiz devlet kurumlarının denetimine
açıktır ve bu konuda en ufak bir endişemiz bile
bulunmamaktadır."
Zarrab,
Boğaziçi’nde şarkıcı eşi
Ebru Gündeş ve kendisine ait iki yalıya
kaçak kat çıkıp dış görünüşünü değiştirdiği
iddialarına ise şu yanıtı verdi:
"Eski hali ile
yeni halinin resimlerine bakıldığında çıplak
gözle bile görülmektedir ki binanın orijinal
yüksekliği kesinlikle değiştirilmedi ve aslına
sadık kalınarak sadece restore edildi."
ESKİ HALİ
Tarihi yalının sağ tarafındaki blok üç katlıydı.
Arada da diğer binaya bir geçiş ya da asansör yoktu.
Soldaki blokun birinci katında iki pencere vardı.

YENİ HALİ
Yalının sağ taraftaki bölümünde dört kat var. Araya
açıkça görünen bir asansör yerleştirilmiş. Soldaki
blokta da iki pencere yerine tek büyük pencere
konulmuş.
Hürriyet, 20.07.2015
|
YASSIHÖYÜK KAZISI BAŞLIYOR

Nevşehir’in Gülşehir
İlçesi'ne bağlı Ovaören Köyü
sınırları içerisinde kalan Ovaören
arkeolojik yerleşim alanı içerisindeki
Yassıhöyük kazısının bu yılki bölümüne 1 Ağustos
2015 tarihinde başlanacağı bildirildi.
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Prof.Dr. S. Yücel Şenyurt’un bilimsel
başkanlığında, 20
arkeolog ve 30 işçiden oluşan 50 kişilik bir
ekip ile yürütülen ve Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın maddi katkı sağladığı
Ovaören Köyü'ndeki Yassıhöyük kazısının bu yılki
bölümünün 30 Ağustos’a kadar devam etmesi
planlanıyor.
Yürütülen kazı çalışmaları ile ilgili bilgi veren
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Prof.Dr. Şenyurt, 2007 yılında
Nevşehir’in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Ovaören
Köyü'nde
50 hektarlık bir alan içerisinde gerçekleştirilen
kazı çalışmalarında, günümüzden binlerce yıl
öncesine ait etrafı dev surlarla çevrili bir
yerleşim merkezine ve bu merkeze ait kaleye
ulaşıldığını ifade etti.
Şenyurt, “Bölgede 1996’da yaptığım yüzey araştırması
sonunda 2007 yılında kazı çalışmalarına başladık.
Gerçekleştirdiğimiz ön çalışmalarda ilk olarak
Demirçağ dönemine ait surlara rastladık. Bin 200
metre uzunluğundaki surların Demirçağ’dan başlayıp
Hititler dönemini de içine alabilecek düzeyde ve en
önemlisi de Hititlerin yaşamlarını sürdüğü kalenin
giriş kısımlarının ve sur yapılanmalarının dönemin
özelliklerine uygun bir ahenk içerisinde
konumlandırıldığını belirledik. Kalenin 7 metrelik
taş duvarının hemen ardından Orta
Anadolu’da bu döneme ait pek de gözlenmeyen 3
metrelik bir yükseltiye ulaşan kerpiç kale duvarı
yapısını ortaya çıkardık” dedi.
Bölgenin tarihsel kimliğini Neolotik dönemden daha
da önceki dönemlere ulaştırmasını beklediklerini
söyleyen Şenyurt, günümüzde bir köy olmasına karşın
Ovaören’in tarihi süreçte birçok medeniyete ev
sahipliği yaptığını ve Doğu ile Batı’nın birleştiği
orta bir noktada bulunmasıyla jeopolitik bir
özelliğe sahip olduğunu kaydetti.
Şenyurt, bu yılki kazı çalışmalarında antik kentin
Hitit dönemindeki ismini ortaya çıkartacak yazılı
belgelere ve Hitit saray kalıntılarına ulaşmayı
hedeflediklerini sözlerine ekledi.
Milliyet, 20.07.2015
|
'İYON YOLU' İLE 6 TANE ANTİK KENT BİRBİRİNE
BAĞLANACAK

İzmir'de
Yarımada Kalkınma Strateji Planı'nın önemli
adımlardan biri olan tematik yolun rota belirleme
çalışmaları tamamlandı. İzmir Büyükşehir
Belediyesi'nin sivil toplum kuruluşlarıyla yürüttüğü
proje kapsamında, yön tabelaları ve bilgi panoları
yerleştirilmeye başladı.
Büyükşehir Belediyesi, yarımadanın tanıtımı için
hayata geçirdiği projelerden biri olan, altı tane
İyon
antik kentini birbirine bağlayacak yol için
çalışmalarını sürdürüyor. Tali güzergahlarla
birlikte 700 kilometreye ulaşan "İyon Yolu" için
ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla yürütülen rota
belirleme çalışmalarının ardından sıra saha
çalışmalarına geldi. Oluşturulan el kitabı ve
haritanın ardından ekipler, bölgeye gidecek
turistler için uluslararası standartta bilgi ve yön
tabelaları ile rota üzerinde yön işaretlemelerine
başladı. İlk etapta 51 kilometrelik
Germiyan-Barbaros-Urla-İçmeler-Özbek-İskele, 18
kilometrelik Germiyan-Ildır-Gerence Körfezi ve 17
kilometrelik Barbaros-Balıkova rotalarında, 41
noktaya toplam 93 yön tabelası ve 6 bilgi panosu
yerleştirildi. Diğer güzergahlarda devam eden
işaretleme çalışmalarının yanısıra rotayı kullanmak
isteyenlere internetten bilgilendirme sunacak mobil
rehber uygulaması için de çalışmaların devam ettiği
bildirildi.
TARİH KOKAN YOL
Büyükşehir Belediyesi, şehrin güneybatı aksında
kurulmuş antik İyon kentleri Ephesos, Kolophon,
Lebedos, Teos, Klazomenai ve Erythrai'yi birbirine
bağlayarak Karaburun Yarımadası'nı saracak tematik
yol için yürüyüş, bisiklet, tarih, bağ, zeytin ve
deniz olmak üzere altı çeşit rota oluşturmuştu.
Yarımada tarih yolunun bisiklet rotası ile Eurovelo
Avrupa Bisikletli Turizm, bağ rotası ile Wine
Cities, zeytin rotası ile Gurme Şehirler ağları ile
Delice ve Slow Food'a dahil olması öngörülüyor.
Belediye, düzenlenecek ultra maratonlar, macera,
oryantiring, bisiklet, su sporları yarışları ve
bölgeye özgü tematik şenlik ve festivallerle 450
kilometrelik rotaya ulusal ve uluslararası nitelik
kazandırmayı hedefliyor. Selçuk İlçesi'ndeki Efes
antik kentinden başlayarak Çeşme İlçesi Ildır-
Erythrai'ye, oradan Mimas hattı ile Karaburun'a
ulaşacak ara güzergahların eklenmesiyle 700
kilometreyi bulan tematik yol sayesinde bölgenin
tarihi, doğal ve sosyokültürel değerleri tanıtılacak
ve yerinde görülmeleri sağlanacak. Yarımada tarihi
yolunda dünyada alternatif turizm odaklı çalışmalar
arasında olan doğa sporları temeline dayanması
sebebiyle bölgede yeni bir turizm profili oluşmasına
da olanak verecek. Doğa sporcuları, izcilik
kulüpleri, bisiklet kulüpleri, su sporları, zeytin
ve bağ üretim alanlarına ilgi duyanların çekim
merkezi olacak proje, kamp ve rekreasyon alanlarıyla
da
İzmirlilere günübirlik doğaya kaçış imkanı
sunacak.
Çeşme, Kuşadası, Efes merkezli tarih ve deniz
turizmi için bölgeye gelen turistlerin, en az bir
veya iki günlük turlarla yarımada tarih yoluna
gelmesi sağlanarak, kırsal kesimin kalkınması için
önemli bir adım atılacak. Rotanın geçtiği köylerde
kamp alanları, pansiyonculuk ve günübirlik hizmetler
için küçük aile işletmelerinin kurulması
desteklenerek, köylüye yeni iş alanı ve ek gelir
sağlanması hedefleniyor. Köylerde üretici pazarı,
köy pazarı veya yeryüzü pazarı niteliğinde pazarlar
kurularak ve şenlikler düzenlenerek, müşterinin
üreticinin ayağına götürülmesi de hedefler arasında
yer alıyor.
Zaman, Haber: Hasan Çilingir, 20.07.2015
|
MISIR'DA TARİHİ TABETLER BULUNDU

Mısır Tarihi Eserler Bakanlığından yapılan
açıklamada, Polonya Akdeniz Tarihi Eserleri
Araştırma Merkezi ve Varşova Üniversitesinin iş
birliğiyle Kızıldeniz şeridindeki Berenice
Limanı'nda yapılan arkeolojik kazılarda iki tablete
rastlandığı belirtildi.
Açıklamada, bulunan tabletlerin, Orta Krallık
Dönemi'nde söz konusu bölgeye deniz üzerinden gelen
malların ulaştırılması amacıyla kurulmuş bir sahil
merkezinin varlığına işaret ettiği kaydedildi.
İlk tablette milattan önce yaşamış Mısır
firavunlarından Amenemhat IV'e ait kabartma
resimlerin bulunduğu
bildirilen açıklamada, diğerinde ise antik Mısır'da
büyük önem atfedilen lotus ve papirüs
figürlerinin yer aldığı aktarıldı.
Ntv, 20.07.2015
|
NEMRUT DAĞI TÜMÜLÜSÜ DUVARLA KORUNACAK

UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi'nde yer
alan Nemrut Dağı'ndaki tümülüsü korumak amacıyla bir
metre yüksekliğinde
duvar örüldü.
Kahta İlçesi'nde "dünyada güneşin doğuşu ve
batışının en güzel izlendiği yer" olarak
nitelendirilen Nemrut Dağı'nda Kommagene Kralı
Antiokus'un mezarının da yer aldığı 50 metre
yüksekliğinde ve 150 metre çapında tümülüs
bulunuyor. Tümülüsün doğu ve batı terasında yer alan
devasa heykelleri görmek isteyen binlerce turist,
her yıl ören yerine akın ediyor.
Adıyaman Valiliğince yürütülen proje kapsamında
hem ören yerindeki tümülüsün bozulmaması hem
de ziyaretçilerin tümülüse ve heykellere zarar
vermemesi amacıyla tümülüsün etrafına bölgedeki
doğal taşlarla bir metre yüksekliğinde duvar
örüldü.
Örülen duvarın üst kısmına koruma zinciri
yapılmasıyla turistler, ören yerine herhangi bir
zarar vermeden alanı gezebilecek.
Tümülüs 5 metre alçaldı
Adıyaman Valisi Mahmut Demirtaş, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, ören yerindeki tümülüsün
yapıldığı dönemde 55 metre yüksekliğinde olduğunu
ancak günümüzde yüksekliğin 5 metre alçaldığını
söyledi.
Tümülüsü korumak amacıyla çalışma başlattıklarını
belirten Demirtaş, "Maalesef tümülüsteki malzeme
aşağı doğru kaymaktadır. Aşağıya kayan malzemenin
dağılmasını önlemek amacıyla duvar örüyoruz" dedi.
Ören yerini ziyaret eden turistlerin heykellerin
arasına girmesini engellemek için de ön kısma
zincirlerle bariyer yaptıklarını ifade eden
Demirtaş, projenin tamamlanmasıyla
ziyaretçilerin tümülüse ve heykellere zarar
veremeyeceğini vurguladı.
İlerleyen dönemde güvenlik kamerası sistemi
kuracaklarını belirten Demirtaş, "Yakın zamanda ören
yerini kameralarla 24 saat izlemeye çalışacağız"
diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber: Mehmet Fatih Aslan,
19.07.2015
|
TABAE ANTİK KENTİ KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Denizli'nin Kale
İlçesi'nde bulunan ve birçok
uygarlığın izini taşıyan Tabae antik kentindeki
kazı çalışmaları başladı.
Kazı çalışmalarına başkanlık yapan Pamukkale
Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mustafa
Beyazıt, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
çalışmaların PAÜ ile Müze Müdürlüğü işbirliğiyle
sürdürüldüğünü bildirdi.
Beyazıt, çalışmalarda antik kentin geçmiş
dönemlerdeki evrelerini bilimsel yöntemlerle ortaya
çıkarmayı, kültür katmanlarını belirlemeyi, elde
edilen eserleri koruma altına alarak turizme
kazandırmayı amaçladıklarını söyledi.
Kazılarda, antik kentte yaşayan toplumların
tarihsel süreç içerisindeki değişimlerini gün yüzüne
çıkartacaklarını belirten Mustafa Beyazıt, "Roma
Hamamı" alanında çalışmalara yoğunluk vereceklerini
söyledi.
Beyazıt, şu bilgileri aktardı:
"Bu yılki çalışmalarımızda, halen ilçe mezarlığı
olarak da kullanılan mezarlıktaki eski mezar
taşlarının temizliğini yaparak, yazılarının
okunmasını sağlayacağız. Mezarlığın 200 yıllık
olabileceğini düşünüyoruz. Buradan çıkan sonuçlarla
envanter işlemleri yapılarak, Türk-İslam tarihine
ait bu kültürel mirasın ortaya çıkartılması,
restorasyonu yapılarak korunması ve tanıtılması,
şehrin ve ülkemizin kültürel yapısına ışık tutmasına
katkıda bulunacağını düşünüyoruz."
Trt Haber, 19.07.2015
|
ORDU'DA DEFİNECİLER 15 YILDIR BOŞUNA KAZIYOR

Ordu İl Kültür ve
Turizm Müdürü Uğur Toparlak, kentte son 15 yılda 117
define kazı ruhsatı verdiklerini, müze uzmanları ve
jandarma gözetiminde 706 gün süren bu kazılarda hiç
define bulunamadığını söyledi.
DEFİNECİLER ELİ BOŞ
DÖNDÜ
Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürü Uğur
Toparlak, define bulacağını düşünen birçok kişinin
kazı yapmak için Müze Müdürlüğü’ne resmi başvuruda
bulunduğunu söyledi. Toparlak, son 15 yıldır kentte
yapılan başvurularda durumu uygun görülenlere 117
kazı ruhsatı verdiklerini, 706 gün boyunca süren
resmi ruhsatlı kazılarda tarihi eser ve altına
rastlanılmadığını belirtti.
“HENÜZ BULAN
OLMADI”
Geçen yıl 17 ruhsatlı kazı yapıldığını, bu
yıl ise 2 kazı ruhsatı verdiklerini vurgulayan
Toparlak, “Vatandaş geliyor define kazısı ruhsatı
talep ediyor. Devlet arazisi ve özel mülkiyetse
muvafakatname alıyor bize başvuruyor. Talep edilen
yerde daha önceden kültür varlığına rastlandıysa
izin vermiyoruz. Eğer rastlanmadıysa raporlayarak
kazı ruhsatı veriyoruz. Müze uzmanları ve jandarma
gözetiminde kazı yapılıyor. Kazının 30 günde
bitirilmesi gerekiyor. Kazıyı yapan eser bulursa
bulunan eserin maddi değerinin yüzde 40’ını kazıyı
bulan kişiye yüzde 10’unu mülk sahibine veriyor.
Şehirde 15 yıldır ruhsatlı kazı yapılıyor ama henüz
hiç bulan olmadı” dedi.
RUHSATLI KAZI İÇİN
40-100 BİN LİRA HARCAYANLAR VAR
Ruhsatlı define kazısı yapanlar arasında
40-100 bin lira arasında para harcayan defineciler
olduğunu, şehir efsanesine göre kazılar yapıldığına
da dikkat çeken Toparlak “Ordu’da geçmişte bulunan
eserler var. Gölköy ve Altınordu İlçesi'nde. O
eserler şu anda müzede bulunuyor. Arkeoloji Müzesi
açılınca kentte bu eserleri müzede sergileyeceğiz.
Dönem dönem ciddi kazı talepleri oluyor. Geçen yıl
17 ruhsat verdik. Bu sene yeni talep var ama merak
edip kazmak için soranlar daha çok. Kazının
maliyetli olduğunu anlatıyoruz. Kazı harcı,
görevlilerin harcı, ulaşım, güvenlik gibi bunların
ekonomik maliyeti var. Bunları kazı sahibi
karşılıyor. Dolayısıyla bunları anlatıyoruz
caydırıcı olsun diye. Günlerce iş makinesi
çalıştıran var maliyeti 40-100 bini bulan kazılar
oluyor. Şehir efsanelerine göre kazı yapmak
istiyorlar. ‘Şu değirmenin altından çakal geçmiş, at
nalı izi var, yılan başı var’ gibi tamamen
efsanelere dayalı fakat somut bilgi yok” diye
konuştu.
KURUL’DA 400’E
YAKIN ESER BULUNDU
Öte yandan Uğur Toparlak Karadeniz’in en
önemli tarihi arkeolojik SİT alanı içinde yer alan
Kurul Kalesi bölgesinde 2000 yılından itibaren
arkeolojik kazı çalışması yapıldığını beiirterek
“Buranın 6’ncı Mithriadates dönemi kalesi olduğu
tespit edildi. Kazılarda seramik, sikke, ok ucu,
tanrı ve tanrıca büstleri, tapınak ve kale
duvarlarından oluşan 2 bin 200 yıllık yaklaşık 400’e
yakın eser bulundu” diye konuştu.
haberler.com, 19.07.2015
|
ÇATIŞMALAR VE TURİSTLER TARİHİ YOK EDİYOR

Dünya daralıyor mu? Yoksa büyüyor mu? İlk bakışta
yer bilimcilerin tartışması gibi geliyor. Ama bu iki
sorunun cevabına şimdilerde daha çok siyaset
bilimciler kafa yoruyor. Bir gruba göre çatışmalar,
iç savaşlar ve terör olayları nedeniyle dünya
giderek küçülüyor. Bu durum özellikle Batılılar için
geçerli. Avrupalı veya ABD'liler, Ortadoğu veya
Kuzey Afrika'daki ülkelere gidemiyor artık. Diğer
kesim tam aksini iddia ediyor. İletişim ve ulaşım
ağlarının gelişmesinin insanların daha fazla ülkeyi
ziyaret etme şansı bulmalarına olanak sağladığı
söyleniyor. BM Dünya Turizm Örgütü'nün verileri de
kanıt olarak sunuyorlar. 1950'de dünya genelinde
uluslararası turist sayısı 25 milyon iken geçen yıl
bu rakam 1 milyar 133 milyondu. Üçüncü bir grupsa
farklı bir konuya dikkat çekiyor. Hem çatışmalardan
hem de hızla artan turist sayılarından dolayı dünya
tarihinin kaybolduğunu söylüyorlar.
BARSELONA İSYANDA: GELMEYİN
Turist sayılarının giderek artması aslında
beraberinde yeni bir tartışmayı getiriyor.
Turistler, yerel halkları rahatsız eder oldu.
İspanya'nın Barcelona kenti bunun en iyi örneği.
Turist isyanı başladı. Kentin nüfusu 1.7 milyon. Ama
geçen yıl 8 milyon turist geldi. Barcelonalılar
"Artık nefes alamıyoruz. Daha fazla turist
istemiyoruz" diyor. Yeni belediye başkanı bundan
böyle Parc Güell, Sagrada Familia Katedrali ve La
Boqueria Pazarı gibi yerlere gün içinde sınırlı
sayıda turist kabul edeceklerini söyledi. ABD'de
Hollywood yazısının bulunduğu Beachwood Drive
bölgesi sakinleri de aynı dertten şikayetçi.
Turistlerden bıkmış durumdalar. Los Angeles
Belediyesi'ne turistlerin önünü kesmeleri için dava
açtılar. Dünyanın yedi harikasından biri olan Çin
Seddi de turistlerin tuğlaları hatıra amaçlı
almasından dolayı haritan siliniyor. Çin'deki tarihi
günlerde 24 saat içinde 8 milyon kişinin ziyaret
ettiği Çin Seddi'nin yüzde 30'u ortadan kayboldu.
Dünyada metrekare başına en şok turist çeken yer,
İtalya'daki Sistina Şapeli olarak biliniyor. Şapelde
Michelangelo'nun dört yılda çizdiği freskler,
şimdilerde milyonlarca turistin fotoğraf
makinelerinden çıkan flaşlar nedeniyle yok olma
tehdidi altında. Vatikan aslında bu duruma bir önlem
aldı. Şapeli yılda sadece altı milyon turist ziyaret
edebilecek. Ancak uzmanlar fresklerin zamanla daha
büyük hasarlar göreceğini savunuyor. Hindistan'daki
Taç Mahal, her yıl en az 4 milyon turistin akınına
uğruyor. Turistlerin 17'nci yüzyılda yapılan anıt
mezardan sürekli çeşitli parçaları "hatıra" olarak
alması, tarihi yapıya büyük zarar veriyor. Diğer
taraftan Taç Mahal'in hemen kıyısındaki Yamuna
Nehri'nin suları aşırı nüfus yoğunluğundan dolayı
tükeniyor. Bu nedenle Taç Mahal'in ahşap yapısı
tahribata uğruyor.
BOMBALAR MİRASI YOK EDİYOR
Son yıllarda çatışmalardan dolayı yok olan tarihi
eserler ise genelde Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde
karşımıza çıkıyor. Suriye'de dünyanın en eski
camilerinden Şam'daki Emevi Camisi, Humus'taki Halid
Bin Velid Camii veya Halep'teki Kapalı Çarşı, Hz.
Zekeriya Camisi ve Halep Kalesi büyük zarar gördü.
Yine Suriye'de antik kent Palmira, DAEŞ'in tehdidi
altında. DAEŞ militanları daha önce tarihi milattan
önce 13. yüzyıla dayanan Irak'ta Nemrut
kalıntılarını yok etmişti. Mali'de radikal gruplar,
15'inci yüzyıldan beri ilim merkezi olan antik
Timbuktu şehrini neredeyse tamamen yok etmişti.
Şehirdeki Ahmet Baba Kütüphanesi'ndeki yaklaşık 10
bin el yazması eser yakıldı.
Sabah, Haber: Selçuk Eren, 19.07.2015
|
ESKİ MEZAR TAŞLARI BİLECİK'İN GEÇMİŞİNE IŞIK TUTACAK

Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesinden bir grup
öğretim üyesinin yürüttüğü proje ile Osmanlı'dan
kalan mezar taşlarındaki yazılardan yola çıkılarak
kentin tarihi kimliğine katkı sağlanması
hedefleniyor.
Üniversitenin Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
öğretim üyelerinin yürüttüğü "Şehrin Kimliği: Mezar
Taşları ve Kitabeleri (1299-1924)" projesi
çerçevesinde Bilecik'teki tarihi mezar taşları ve
kitabeleri tespit ediliyor. Numaralandıktan sonra
fotoğrafları çekilen mezar taşlarındaki
yazılar, Türkçeye çevriliyor.
Proje yürütücüsü Doç.Dr. İlhami Yurdakul, AA
muhabirine yaptığı açıklamada,
Türkiye 'de, Osmanlı arkeolojisine yönelik
çalışmaların henüz emekleme safhasında bulunduğunu
belirterek, söz konusu çalışmayla buna katkı
sağlamak istediklerini söyledi.
Mezar taşlarının Osmanlı'nın
kültür mirasını yansıttığını ve
kent kimliğindeki en önemli unsurlardan biri
olduğunu anlatan Yurdakul, şöyle konuştu:
"Bu mirasın mutlaka korunması gerekiyor. Bir
şehrin tarihi mirası olan mezar taşları yok olursa,
o şehrin kimliği de yok olacaktır. Ecdadımızdan
miras kalan mezar taşlarını okumayı, fotoğraflamayı,
kayıt altına almayı ve bunları tarihe kazandırmayı
amaçlıyoruz. Mezar taşları sadece şehrin kimliğini
anlatmaz, aslında o şehrin
sanat , estetik ve edebi duygularını da
gösterir. Dolayısıyla her bir mezar taşının taş
ocağından mezarlıklarda bir mezarın başına
dikilişine kadar ayrı bir hikayesi vardır. Mezar
taşları, sadece bir şehrin kimliği ve o şehirde
yaşayan insanların
hayat hikayelerini yansıtmaz, ayrıca bir
toplumun ve o şehirde yaşayan insanların estetik,
sanat ve diğer edebi değerlerinin ve zevklerinin de
bir göstergesidir. Bu nedenle mezar taşları
korunması gereken maddi kültür unsurlarının önemli
bir parçasıdır."
Projede görevli Yrd. Doç.Dr. Refik Arıkan ise
bu çalışmayla kentin tarihi kimliğine ışık tutmayı
hedeflediklerini dile getirdi.
Taşlardaki eski Türkçe yazıları Latin alfabesine
aktarıp bunları pirinç levhalara yazıp mezarların
yanına bırakmak istediklerini kaydeden Arıkan,
"Projenin devamı olarak üniversitemizin ve
valiliğimizin de desteğiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü
ile irtibat kurup izin alınması halinde mevcut mezar
taşlarının yerine yeni mermer mezar taşları dikerek,
eskilerini bir müze bünyesinde toplayıp koruma
altına almak istiyoruz" ifadesini kullandı.
Radikal, Haber: Muhsin Arslan, 18.07.2015
|
ANTALYA ARKEOLOJİ MÜZESİ 'MÜKEMMEL'
Seyahat sitesi TripAdvisor’ın ziyaretçilerinin
katılımıyla yapılan ankette, Antalya Arkeoloji
Müzesi’ne 2015 yılı ‘Mükemmellik’ sertifikası
verildi.
Antalya’ya tatile gelen ve Antalya Arkeoloji
Müzesi’ni gezme fırsatı yakalayan turistlerin
oylarıyla belirlenen Mükemmellik Sertifikası,
TripAdvisor Başkanı Marc Charron tarafından
imzalanarak müze yönetimine gönderildi.
Hürriyet, 18.07.2015
|
|
BAHÇE DÜZENLERKEN 2300 YILLIK HEYKEL BULDULAR

Çanakkale merkeze bağlı Çıplak
Köyü'nde bahçe
düzenleme çalışması sırasında 2300 yıl öncesine ait
tarihi özelliği olan heykel bulundu. Edinilen
bilgiye göre Çıplak Köyü'nde Mehmet Çalım’a ait eski
bir evin yıkımının ardından bahçe düzenleme
çalışması yapan aile bireyleri toprak içinde büyük
bir taş kütlesinin olduğunu gördü. Bunun üzerine
toprağı kazdıklarında büyük mermer bir heykeli fark
eden Çalım ailesi durumu ilgili birimlere bildirdi.
Bölgeye gelen Çanakkale Müze Müdürlüğü’ne bağlı
ekipler tarihi özelliği olan heykelin 2300 yıl
öncesi Hellenistik döneme ait olduğunu belirledi.
“Oturan Kadın” olarak adlandırılan heykel daha sonra
bölgede Troia Antik kentinde kazı çalışmalarını
yürüten kazı heyeti başkanı Prof.Dr. Rüstem Aslan’a
teslim edildi. Bilindiği gibi Troia antik kentinin
bulunduğu bu bölgede zaman zaman tarlalarla bu tür
tarihi eserler çıkabiliyor.
canakkaletravel.com, Haber: Ayhan Öncü,
17.07.2015
|
DEFİNECİLER, ZENGİBAR KALESİ'Nİ KEPÇEYLE KAZMIŞ

Konya'nın Bozkır İlçesi yakınlarındaki antik İsaura
şehrinin kalıntıları arasında bulunan Zengibar
Kalesi, defineciler tarafından tahrip ediliyor.
Şehri gezen bir arkeolog, önceki ziyaretlerinde
gördüğü bazı kalıntıları son gezisinde yerinde
bulamadığını belirtiyor. Define arayanların tarihi
yapıyı ekskavatör (kepçe) ile kazdığını belirten
arkeolog, ödenek yetersizliği nedeniyle arkeolojik
kazı yapılamayan bu kültür hazinesinin yavaş yavaş
harap edildiğini anlatıyor.
İç Anadolu'nun Efes'i olarak kabul edilen antik
Isaura şehri, Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'nun kararı ile 1988 yılında
tescil edildi. Sahanın sınırları 2006 yılında
birinci ve üçüncü derece arkeolojik sit alanı olarak
belirlendi. Antik şehrin çevresine 2007 yılında
Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'nun kararlarıyla İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü tarafından tel örgü çekildi. Ancak tel
örgü bir yıl kadar sonra parça parça çalındı. Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden 2010
yılında izin alan Aksaray Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü akademisyenleri, 5 yıldır sahada yüzey
araştırmaları yapıyor. Arkeologlar, kentin yapıldığı
dönemde etrafının son derece sağlam surlarla çevrili
olduğunu belirledi. Şimdi ise antik kentin
çevresinde herhangi bir güvenlik önlemi bulunmuyor.
Henüz arkeolojik kazı yapılmayan antik kentin define
arayanlar tarafından delik deşik edildiğini belirten
arkeolog, “Önceki ziyaretimde tespit ettiğim bazı
kalıntıların son ziyaretimde kepçeyle kazılmış
olduğunu gördüm. Her seferinde farklı farklı
yerlerde define arandığını gözlemliyorum. İsaura
kültür hazinesine sahip çıkmamız lazım.” diyor.
Zaman, Haber: Ünal Livaneli, 17.07.2015
|
ZERZEVAN KALESİ TARİHE IŞIK TUTACAK

Diyarbakır'ın Çınar
İlçesi'ndeki tarihi Zerzevan
Kalesi'nde geçen yıl başlatılan arkeolojik kazılar
devam ediyor.
İlçeye 13 kilometre uzaklıktaki Demirölçek
Mahallesi yakınlarında 60 dönümlük alan
üzerindeki Zerzevan Kalesi'nde, 12 metre
yüksekliğinde ve bin 200 metre uzunluğunda sur
kalıntısı, kilise, saray, 22 metre yüksekliğinde
gözetleme kulesi, konut, kaya mezarları, hamamlar,
tahıl, silah depoları ile 54 su sarnıcı bulunuyor.
Kaymakam İsmail Şanlı, kaledeki kazılara ilişkin
yaptığı açıklamada, çalışmaların Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Valilik, Dicle Üniversitesi ve
Kaymakamlığın katkılarıyla devam ettiğini anlattı.
Zerzevan Kalesi'nin tarihe ışık tutacak nitelikte
olduğunu belirten Şanlı, "Kalede kazı çalışmalarının
tamamlanmasıyla hem
ülke turizmi açısından hem de
dünya tarihi açısından önemli verilere ev
sahipliği yapacak" dedi.
Şanlı, kalenin, Çınar, Batman, Mardin ve
Diyarbakır sınırında bulunduğuna işaret ederek, bu
kentlerin gezilmeye değer tarihi eserlere
sahip olduğunu ifade etti.
Zerzevan Kalesi'nin bu kentler için önemli bir
fırsat sunduğunu vurgulayan Şanlı, "Zerzevan Kalesi
ülkemiz adına önemli bir değer olarak ortaya
çıkacaktır. Diyarbakır'ın tarihi kadar eski bir
mazisi var. Askeri amaçlarla konuşlandırılmış.
Gerçekleri ortaya çıkaracaktır" diye konuştu.
- Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçelerinin
UNESCO'ya alınması
Şanlı, Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri'nin
UNESCO kapsamına alınmasının çok önemli bir gelişme
olduğunu ifade ederek, turistlerin Diyarbakır'a
geldiğinde UNESCO kapsamında olmayan ancak bir o
kadar benzer tarihe sahip diğer yerleri de gezme
fırsatı bulacakların bildirdi.
Şanlı, şöyle devam etti:
"Kaledeki çalışmaların 30 yıl devam etmesi
nedeniyle üniversiteye öğrenci olarak giren bir
arkeolog da profesör olarak emekli olacağına yetecek
kadar büyük bir sahadır. Onun için çok uzun yıllar
sürecek bir çalışma ortamının olduğunu rahatlıkla
ifade edebiliriz. Zamanla tanınırlığı ve popülerliği
artıkça da bölgede bilinen yerler kadar tanınır hale
gelecektir."
- "Zerzevan Kalesi 3 bin yıllık bir geçmişe
sahip"
Dicle Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Aytaç Coşkun ise Kültür ve Turizm
Bakanlığının izniyle başlatılan çalışmaların
sürdüğünü söyledi.
"Zerzevan Kalesi 3 bin yıllık bir geçmişe sahip,
önemli ve askeri bir yerleşim alanıdır" diyen
Coşkun, mevcut yapılara bakıldığında kalenin
özellikle Roma döneminde çok büyük bir önem
kazandığını anlattı.
Çoşkun, Zerzevan Kalesi'nin bölge ve Roma tarihi
açısından önemli bir yerleşim alanı olduğunu
belirtti. Çoşkun, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Antik yol güzergahında özellikle Roma'nın sınır
kentlerini koruyan, Amide ve Dara arasındaki önemli
bir yerleşim alanı. Zerzevan son zamanlarda verilen
bir isim. Antik Roma'daki ismi Samaçi. Asur'daki
ismi ise Kinagop olarak geçmekte. Çalışmalara geçen
yıl itibariyle başladık. Şu an 60 kişilik bir ekiple
çalışmalara devam ediyoruz. Özellikle kamu ve sivil
yerleşim alanlarının bulunduğu yerlerde
çalışmalarımızı sürdürüyoruz."
Konumu itibariyle stratejik bir noktada bulunan
tarihi kalenin hem askeri hem de sivillerin yaşadığı
alan olduğunu vurgulayan Coşkun, şunları kaydetti:
"Baktığımız zaman milattan önce 882'den
başlayarak, 639'daki İslam ordularının gelişine
kadar bu alan kullanılmış. 1890'lara kadar herhangi
bir yerleşim olmamış. Diyarbakır özellinden
baktığımız zaman Roma dönemine ait Surlar ve
Zerzevan dışında ayakta kalmış herhangi bir yer yok.
Özellilikle Zerzevan kilit bir noktada. Çok fazla
zarar görmemiş bir yer."
Radikal, Haber: Mehmet Çakan, 17.07.2015
|
SAGALASSOS'UN 'ONURSAL SÜTUNLARI' AYAĞA KALDIRILIYOR

Burdur'un Ağlasun
İlçesi'ndeki Sagalassos antik
kenti agorasında (meydan) bulunan 4 onursal sütundan
üçü ayağa kaldırıldı, dördüncüsü için çalışma
başlatıldı.
UNESCO
Dünya Miras Geçici Listesinde bulunan
Sagalassos'ta yaklaşık 23 yıldır görev yapan mimar
ve restorasyon uzmanı Semih Ercan, AA muhabirine,
önce kentin yukarı agora bölümünde küçük bir
Hellenistik çeşme ve kütüphane yapısının
restorasyonunu tamamladıklarını, 1998 yılından beri
de aynı bölgede çalıştıklarını söyledi.
Agoradaki Antoninler Çeşmesinin
restorasyonunu 2010 yılında bitirdiklerini, daha
sonra diğer bölümler için çalışmaya başladıklarını
anlatan Ercan, 2011 yılından sonra başlayan
çalışmalarda ilk 3 sene agoranın
kuzey kısmına yoğunlaştıklarını bildirdi.
Bu meydanın yaklaşık 3 bin 500 metrekarelik bir
alan olduğunu, içinde birçok anıt barındırdığını
dile getiren Ercan, şöyle devam etti:
"Burada agoranın 4 kenarında 4 büyük onursal
sütun mevcut. Bunlar, bu agorayı yaptıran kentin
soyluları tarafından inşa ettirilmiş ve üzerlerinde
kendi bronz heykelleri olduğu tahmin ediliyor.
Onursal sütunların üçünün restorasyonunu bitirdik,
güneydoğu tarafında bulunan dördüncü sütun için de
çalışmalara başladık. Son sütunu bu sene ayağa
kaldırmayı düşünüyoruz."
Ercan, agoranın 3 giriş kapısını ayağa
kaldırdıklarını, bunlardan ikisinin restorasyonunu
tamamladıklarını ifade etti.
- "İnsanları
zaman tünelinden geçirmek istiyoruz"
Agoranın kentin merkezi olduğunu, kentteki
düşmelerin, yükselmelerin, her türlü değişimin bu
bölgeden okunabildiğini vurgulayan Ercan, buradaki
tarihi gün yüzüne çıkarmayı amaçladıklarını
belirtti.
Antik kentte irili ufaklı yaklaşık 30 yapı
bulunduğuna işaret eden Ercan, şunları kaydetti:
"Sagalassos, hamam, agora, seramik üretim
merkezi, tiyatro, Neon Kütüphanesi, Antoninler
Çeşmesi, meclis binası, kilise ve heroon
(kahramanlar için yapılan yapı) gibi pek çok yapıyı
bünyesinde barındırıyor. Amacımız agoranın zemininde
de düzeltmeler yapıp Sagalassos antik kentini
insanlara açık
hava müzesi olarak gösterebilmek. Her anıtın
kendi tarihini anlatarak insanları zaman tünelinden
geçirmek istiyoruz."
- Sagalassos'un onursal sütunları
İmparator Augustos zamanında Sagalassos'taki
agora yeniden düzenlendi. Taş döşenir ve üç tarafına
sütunlu galeriler (portiko) yapılır. Bu düzenleme
kentin seçkinleri tarafından yaptırılır.
Meydanın dört köşesine Sagalassos'un dört önemli
kişisinin bronz heykelini taşıyan yaklaşık 14
metrelik birer onursal sütun inşa edildi. Bu yüksek
tek sütunlar, kentin her yerinden görülmek üzere
yapıldı.
Yazıtlarından, batıdaki iki sütunun Eilagoas ve
Krateros adlı iki kardeşe ithaf edildiği anlaşıldı.
- Sagalassos Antik Kenti
Ağlasun İlçesi'nin 7 kilometre kuzeydoğusunda yer
alan Sagalassos, antik
Yunan'da Pisidya'ya başkentlik yapmış. Antik şehrin
çoğu yapısı kısmen günümüzde ayakta bulunuyor.
Bunların en iyi durumda olanı ise tiyatro bölümüdür.
İlk olarak 1706'da Fransız gezgin Paul
Lucas tarafından keşfedilen Sagalassos'ta arkeolojik
kazılar 1989'da başlatılmıştı.
Radikal, Haber: Gökmen Yüce, 17.07.2015
|
1000 YILLIK VİKİNG KILICI BULUNDU

Arkeologlar,
Viking kralı Sweyn ve tahtını ele geçirdiği
Wessex Kralı Ethelred'in döneminden kalan görkemli
bir Viking kılıcını ilk kez gözler önüne serdi.
Kılıcın, 11'inci yüzyılın başlarında yaşanan ve
Vikinglerin son dönemlerine tanıklık eden günlerde
yapıldığı belirtildi.
Anglo-Sakson kralı
Ethelred'i 1013'te tahtından eden Sweyn, bir yıl
sonra ölünce taht tekrar Ethelred'e kalmıştı.
Ethelred'in 1016'da ölmesi üzerine Sweyn'in oğlu
Knud İngiltere, Norveç ve Danimarka kralı olarak
tahta geçmişti. Norveç'in Setesdal Vadisi'nde
2011'de bulunan kılıcın, İngiltere'deki taht
değişimleri zamanından kaldığı tahmin ediliyor.
Kılıcı bulan ekipte yer
alan Norveç'in Kültürel Tarih Müzesi'nden Camilla
Cecilie Wenn, kabzası altın işlemeli olan kılıcı
buldukları mezarın, bölgedeki diğer 20 mezardan çok
daha büyük olduğuna dikkat çekti. Wenn, 'kılıcın
bulunduğu mezarın önemli ve güçlü birine ait
olduğunu düşündüklerini ancak sadece iki gümüş sikke
kalıntısı çıkardıklarını' söyledi.
Radyokarbon tarihleme
yöntemi, mezarın Knud'ın tahtta olduğu M.S 1030 veya
M.S 1035 sonrasına ait olduğuna işaret etti.
Hristiyan sembolleri
taşıyor
Wenn, mezarda kılıcın yanı sıra aynı derecede pas
içinde kalmış bir savaş baltası bulunduğunu ve her
iki silahın tabutun dışına gömüldüğünü söyledi.
Altının yanı sıra gümüş ve bakır alaşım işlemeli
olan
kılıç, henüz deşifre edilmeyen işaretlerle
süslenmiş.
Kılıcın topuzunda haç
tutan bir el olduğunu belirten Wenn, 'Viking
çağında Hristiyan sembolü taşıyan nadir eserlerden
birini bulduklarını' belirtti. Kılıcın
üzerindeki işlemeler ve değerli metaller, Norveç'te
yaşayan önemli birine değerli bir ganimet olarak
getirildiği düşüncesini doğurdu.
Savaş baltasının
kabzasının pirinçten yapılmış olması ise Vikinglerin
İngiltere'deki savaşlarda kullandığı silahlardan
biri olduğuna işaret etti. 12'nci yüzyıldan kalan
notlar, Sweyn ve Knud'un ordularının, Ethelred ile
savaşırken benzer silahlar kullandığını belirtiyor.
Thames Nehri'nde de bu tanıma uyan birçok balta
bulunduğu biliniyor.
Arkeologlar, kılıcın
bulunduğu vadinin yakınındaki bir taşın, kılıcın
sırrını çözebileceğini düşünüyor. Kayada eski Nordik
dilinde, "Arnstein
bu kayayı oğlu Bjor'un anısına diktirdi. O, Knud
İngiltere'ye gittikten sonra ölümü buldu. Tanrı
tektir" ifadesi yer alıyor.
Wenn ve meslektaşları,
mezarda yatan kişinin Arnstein olabileceğini ve
kılıcın da oğlunun anısını yaşatmak için mezarına
konduğunu tahmin ediyor.
Haber 7, 17.07.2015
|
KOLEZYUM'A ZARAR VEREN FUTBOLCU GÖZALTINDA

İtalyan basınına yansıyan haberlere göre,
nişanlısıyla İtalya'nın başkentine tatile geldiği
belirtilen Rusya'nın Rubin Kazan takımında forma
giyen 33 yaşındaki Bulgaristan'ın milli futbolcusu
Blagoy Georgiev'in, Roma'nın dünyaca ünlü simgesi
Kolezyum'da yaptığı hareket başına
iş açtı.
Georgiev'in, yapımı milattan sonra 80'li yıllara
uzanan tarihi arenanın zemin katında bir taşa daha
önce yapılan grafitiye, cüzdanından çıkardığı bozuk
parayla kendi adının baş harflerini eklemek için
taşı oymaya kalkması, tarihi yapıda görev yapan
güvenlik güçlerinin dikkatinden kaçmadı.
Georgiev'e, yaptığı hareket dolayısıyla güvenlik
güçlerince tarihi anıtı tahrif etmekten gözaltı
işlemi uygulandı.
Blagoy Georgiev'in yaptıkları İtalya'nın yüksek
tirajlı
spor gazetelerinden Corriere dello Sport'ta da
haber oldu. Gazetenin haberi "Georgiev'in
kariyerindeki en aptalca kendi kalesine attığı gol"
başlığıyla vermesi dikkati çekti.
İtalyanların üzerine titrediği tarihi
eserlerinden olan dünyanın ilk en büyük arenası
Kolezyum, son dönemde çok fazla tahribata
uğramasıyla gündeme geliyor. Roma'nın simgesinde,
kısa süre önce Georgiev'inki gibi hareket yapan bir
Lübnanlı turist gözaltına alınırken, geçen kasım
ayında da bir Rus turist taşa "K" harfi yaptığı için
20 bin avro para cezasına çarptırılmıştı.
Radikal, 17.07.2015
|
MARDİN'DE TARİHTE 800 YILLIK YOLCULUĞA ÇIKARACAK
KAZI

Güneydoğu
Anadolu Bölgesi'nin
turizm potansiyeli yüksek kentlerinden biri
olan Mardin'deki tarihi kalede yürütülen arkeolojik
kazılarda gün ışığına çıkarılan eserler kentin
tarihi derinliğine ışık tutuyor.
"Gecesi gerdanlık gündüzü seyranlık" olarak
nitelendirilen taşın ve hoşgörünün kenti
Mardin'de Hamdaniler tarafından 10. yüzyılda
yapıldığı tahmin edilen Artuklu döneminin en büyük
medeniyet eserlerinden biri olan, bin 200 metre
yükseklikteki kalenin ören yeri olarak turizme
kazandırılması için
Kültür ve Turizm Bakanlığı koordinesinde geçen
yıl başlatılan güçlendirme, restorasyon ve
arkeolojik kazı çalışmaları sürüyor.
Hazineye ait olan ancak askeriyeye tahsis
edilen alanda bulunan kalede 16 uzman ekiple
gerçekleştirilen arkeolojik çalışmalarda 1860
yılından önceki döneme ait yapıların yanı sıra
sikke, savaşlarda kullanılan zırh parçaları, gülle,
ok uçları, kap, seramik ve pipo gibi taşınabilir
600'ü aşkın kültür varlığı bulundu.
- "Kalenin tarihi ortaya çıkmış olacak"
Mardin Müze Müdürü Nihat Erdoğan, AA muhabirine,
tarihi kaledeki arkeolojik kazıların kentin tarihine
ışık tutması bakımından önemli olduğunu
vurgulayarak, kazılarda Artuklu döneminden Osmanlı
dönemine kadar mimari izler ve kalıntılara
rastladıklarını söyledi.
Kalede ayakta olan ve toprak altında bulunan çok
sayıda yapının mevcut olduğuna işaret eden Erdoğan,
"5 yıl içerisinde toprak altında kalan yapıların
açığa çıkarılması, restore edilmesi, fonksiyon
verilmesiyle hem kalenin tarihi ortaya çıkmış hem de
yapıların ayağa kaldırılması sağlanmış olacak" dedi.
Erdoğan, kazılarda en üst tabaka da yakın dönem,
aşağıya doğru indikçe de insan elinin değdiği tarihi
ve kültür katmanlara ulaştıklarını dile getirerek,
şöyle konuştu:
"Bu kültür katmanlarından Artuklu dönemine kadar
belli alanlara sondajla indik. Tarihi kaynaklara
göre bu alanda Roma dönemine kadar giden bir kültür
katmanı olduğunu düşünüyoruz. Çoğu
yapıların fonksiyon değişikliğiyle diğer dönemlerde
de kullanıldığını tespit ettik. Yani Artuklu
dönemindeki bir yapının
genç Osmanlı'da askeri bir mutfağa
dönüştürüldüğünü belirledik. Cami ve medreseler ile
diğer bazı yapılar da sürekli kullanımdan dolayı
fonksiyon değiştirerek mevcudiyetini devam
ettirmiş."
- "Eserler kale turizme açılana kadar müzede
teşhir edilecek"
"Kalede tarihe ışık tutacak çok önemli ipuçlarına
ulaştık. Kentin hemen hemen 700-800 yıllık geçmişini
kaledeki kazı çalışmaları
tamamlandığında izlenebilir hale getirmeyi
planlıyoruz" diyen Erdoğan, kalenin 1860'lı yıllara
kadar fonksiyonunu sürdürdüğünü aktardı.
Erdoğan, bu tarihten sonra kentteki imarın
kalenin eteklerinde devam ettiğini anlattı.
Kalede gün ışığına çıkarılan 600'ü aşkın kültür
varlığına ilişkin Erdoğan, şunları kaydetti:
"Kazılarda yaklaşık 300 sikke bulundu.
Tarihlendirme açısından önemli olan sikkeler bize
hangi döneme ait olduğu konusunda bilgi veriyor.
Bunun yanı sıra bulunan ok uçları, kaplar,
seramikler, pipolar gibi eserler, o dönemdeki yaşama
dair ipucu niteliğinde. Ramazan Bayramından sonra
devam edecek kazılarla bu eserlerin sayısı daha da
artacaktır. Kalede bulunun eserlerin yapılacak
incelemenin ardından kale turizme açılana kadar
müzede teşhir edilecek."
Radikal, Haber: Halil İbrahim Sincar, 16.07.2015
|
KÜLTEPE'DE 4 BİN YIL ÖNCEKİ GELİN-KAYNANA KAVGASININ
TABLETLERİ ÇIKTI

Kayseri'deki
Kültepe-Kaniş Karum ören yerinde yapılan kazılarda
bulunan tabletlerde, kadın hakları, çocukların evlat
edinilmesi, beşik kertmesi, bir gelinin
kayınvalidesinden şikayet etmesi gibi pek çok
konular işleniyor. Kültepe Kazı Başkanı Prof.Dr.
Fikri Kulakoğlu, pek çoğu ticari yazışmalar olan
tabletlerin aynı zamanda milattan önce (MÖ) 4 binli
yıllardaki sosyal yaşantıyı da anlattığını söyledi.
Ankara Üniversitesi öğretim üyesi
Prof.Dr.
Fikri Kulakoğlu, 2015 dönemi kazı çalışmalarının
haziran ayında başladığını ve günümüzden 4 bin yıl
öncesine ait sosyal yaşamla ilgili çok değerli
bilgilere ulaşıldığını söyledi. Kültepe-Kaniş Karum
medeniyetinin MÖ 4 binli yıllarda bile yazışmalar
ve yazılı belgelerin tutulduğu ilk ören yerlerinden
biri olduğunu belirten Prof.Dr. Kulakoğlu,
Anadolu'nun bu kısmının 4 bin yıl önce okuma yazma
öğrenirken batıda henüz yazının olmadığını ifade
etti.
Bu yılki kazı çalışmalarına bölgedeki alan
temizlenmesiyle başladıklarını belirten Prof.Dr.
Kulakoğlu, şunları söyledi:
"Kazı alanında bir tepe kısmımız var, bir
de aşağı şehrimiz var. Karum dediğimiz alanımız var.
Günümüzden 4 bin yıl öncesine ait yapı katlarını
araştırmak istiyoruz. Kültepe'de yapılan Karum adı
verilen Asurlu tüccarların gelip yerleştiği alanda
da çalışmalara devam etmek istiyoruz. Kültepe,
Anadolu tarihini başlatan bir yer. İlk yazılı
belgeler Kültepe'de çıkıyor. Tam 4 bin yıl önce
Kayseri'deki insanlar okumayı, yazmayı başka
yörelerden çok daha erken öğreniyor. Anadolu'nun bu
kısmı o zamanlar okuma ve yazmayı öğrenirken mesela
batıda henüz yazı yok. Batıda daha sonraki
dönemlerde yazı ortaya çıkıyor. Anadolu'nun belki
aydınlanmasının başladığı nokta burası, Kültepe.
Anadolu insanı okumayı yazmayı burada öğreniyor.
Malum gelen tüccarlar sayesinde ekonomik
aktivitelerini, her türlü etkinliğini
kaydettiklerini biliyoruz. Kazılarda bulduğumuz 23
bin küsur tablette bunları okuyoruz. 23 bin 500
civarındaki tabletlerin büyük bir kısmı ticaretle
ilgili, ekonomi ile ilgili."
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, bugün
şirketlerin muhasebe arşivlerinde alacak, verecek,
borç, vergi, ödenecekleler, alınacaklar,
satılacaklar gibi ne varsa, 4 bin sene önce
Kültepe'deki bir tüccarın arşivinde de aynı
belgelerin bulunduğunu anlattı. Prof.Dr. Fikri
Kulakoğlu, "Bunlardan biz o dönemin sadece ekonomisi
değil aslında diğer taraftan kültürünü, siyasetini,
politikasını da öğrenmiş oluyoruz. O kadar zengin ki
bu belgeler, dünyadaki zaten en zengin arşivleri
oluşturuyor. O anlamda da yine inşallah UNESCO dünya
bellek listesine alınacak" dedi.
Tabletler, sosyal yaşamı da
anlatıyor
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, kazı alanında
bulunan tabletlerin, ticari yaşamın yanı sıra sosyal
yaşamla ilgili de çok önemli bilgiler içerdiğini
belirterek şunları söyledi:
"Aslına bakarsanız dünyada ve Anadolu
içinde aynı şekilde daha 4 bin yıl öncesinden basit
anlamda söylüyorum, kadınların haklarından
başlayarak, çocukların evlat alınmasından ya da
beşik kertmesine kadar aklınıza gelebilecek o dönem
dünya görüşlerindeki her türlü medeni ve sosyal
bilgilere ulaşabiliyoruz. Onun dışında bir kadının
kocasına yazdığı aşk demeyim ama duygusal mektuplar
var. Öbür taraftan da bir gelinin kaynanasından
şikayet ettiği mektuplar da var. Bunları normal
şartlarda herhangi bir resmi kayıtta bulamazsınız.
İmparatorluk arşivi alsanız da yoktur. Orada resmi
kayıtlar vardır. Bizde bunlar da mevcut."

67 yıldır süren kazı çalışmalarında ortaya
çıkan tabletlerde, bir şehirde, bir mahallede, bir
evde geçen her türlü sosyal harekete ilişkin
verilerin, Kültepe'deki o tüccarların özel
arşivlerinde bulabildiklerini kaydeden Prof.Dr.
Fikri Kulakoğlu, "Bu çok büyük bir zenginlik.
Normalde bizim Kültepe'den çıkartılan tabletlerin
yüzde 90'lık kısmı Ankara Anadolu Medeniyetler
müzesinde saklanıyor ve korunuyor. Sergide çok az
tabletimiz var. Çünkü malum Anadolu Medeniyetler
müzesi ama onu içinde belli bir nokta Kültepe'ye
ayrılmış aslında" dedi.
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, Kayseri'de
kurulacak arkeoloji müzesinde bu eserleri
sergileneceğini ve müzenin Kapadokya'nın en önemli
müzesi olacağını sözlerine ekledi.
Cnn Türk, 16.07.2015
|
ÇADIRHÖYÜK'ÜN 6 BİN YILLIK TARİH GÜN YÜZÜNE
ÇIKARTILIYOR
Yozgat'ın Sorgun
İlçesi'nin Çadırhöyük bölgesindeki 6
bin yıllık yerleşim kalıntılarının gün yüzüne
çıkarılması için 1994'te başlatılan kazı çalışmaları
devam ediyor.
Peyniryemez Köyü'nde bulunan tarihi Çadırhöyük
bölgesindeki çalışmaları 63 kişilik ekibiyle
sürdüren New Hampshire Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr.
Gregory M\'Mahon, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, höyüğün önemli tarihi özellikler
taşıdığını, çalışmalarda Kalkolitik çağlardan Bizans
dönemine kadar çeşitli bulgulara rastladıklarını
söyledi.
M'Mahon, bu bulguların
Çadırhöyük'te en az 6-7 medeniyetin yaşamış
olduğunu gösterdiğini vurgulayarak, "Bizans, erken
Tunç, orta Tunç, genç Tunç, Demir, Kalkolitik
çağlarla ilgili uzmanlarımız çalışıyor" diye
konuştu.
MÖ 5000'li yıllardan
beri 5 medeniyetin yaşadığı belirtilen bölgede ilk
yüzey araştırması ve kazı çalışmalarının 1927 - 1935
döneminde Alman Wonder Osten tarafından yapıldığına
dikkati çeken M'Mahon, 1993'te başlanan yüzey
araştırmalarının ardından 1994'ten itibaren kazılara
başladıkları bilgisini paylaştı.
- Kazı çalışmaları 21
yıldır sürüyor
21 yıldır kazı
çalışmalarının aralıksız sürdürüldüğünü
anlatan M'Mahon, şöyle devam etti:
"1994 yılında buraya
geldik, her yıl kazı çalışması yapıyoruz. Burası
höyük olduğu için tarihi MÖ 3 bin 500 yılına
dayanıyor. Kazılarda alt kısımlarda tarihli çanak,
çömlek, kemik ocak, biraz yükseğe çıkıldığında eski
Tunç çağına ait mimari kalıntılar, surlar bulunuyor.
Onun üstünde ise Demir Çağı'na ait bir açmamız var.
Orası endüstriyel bir yer. Tepede ise Bizans
kalıntıları var. Orada ahırlar var, çok hayvan
kemikleri bulduk. MS 11. yüzyılda höyüğün terk
edildiğini gördük. Burada bulduğumuz tarihi
eserleri, külleri, önemli tozları poşetleyip,
köydeki kazı evine götürüyoruz.
Orada temizleyip,
konservasyon işleminin ardından numaralayarak müzeye
teslim ediyoruz."
Genç Tunç ve Hititler
dönemiyle daha fazla ilgilendiğini aktaran M'Mahon,
bu dönemlerle ilgili açmaların höyüğün batısında
bulunduğunu dile getirdi.
M'Mahon, Hitit
İmparatorluğu'nun izlerinin Anadolu'nun birçok
bölgesinde görüldüğüne işaret ederek, "Buralar
Boğazkale, Hattuşa'ya bağlıymış. Kazılarda onu da
gün yüzüne çıkarmak istiyoruz çünkü genç Tunç
Çağı'ndan Demir Çağı'na nasıl geçildiğini henüz
bilmiyoruz. Bunun nasıl olduğunu yaptığımız
açmalarda anlamaya, bulmaya çalışıyoruz" ifadesini
kullandı.
M'Mahon, Çadırhöyük'ün 7
katmandan meydana geldiğini ve her katmanın farklı
kültürün izlerini taşıdığını kaydederek, şu
bilgileri paylaştı:
"Açmalardaki sikkeler,
üzerinde tarih bulunduğu için çok önemli. Geçen
yıl açmalarda rastladığımız en önemli bulgu
surlardır. Geçen yıl güney bölgesinde kalkolitik
açmalar yapan ekibimiz ise 5 bin yıllık olduğunu
tahmin ettiğimiz boğa heykelciği buldu. Dolayısıyla
'Burada rahatlıkla 5 bin yıllık bulgulara rastladık'
diyebiliriz. Güney açmalarında küp içinde bulduğumuz
mezarlar ise buranın kutsal bir yer olduğunu
gösteriyor."
Gregory M'Mahon,
Çadırhöyük'teki kazının yaklaşık 25 yıl daha
süreceğini belirterek, kazıların tamamlanmasının
ardından ilçede ve dolayısıyla Yozgat'ta turizmin
ivme kazanacağını düşündüğünü sözlerine ekledi.
Haber 7, Haber: Özcan Güney, 16.07.2015
|
TİEİON ANTİK KENTİ YENİLENİYOR

Zonguldak'ın Çaycuma
İlçesi'nin Filyos beldesinde
yer alan ve ''Karadeniz'in Efesi'' olarak
adlandırılan Tieion antik kentinde yaz mevsiminde
sürdürülen bu yılki kazılara, ABD'den gelen 5
kişilik ekibin katılımıyla başlandı. Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile İl Özel İdare Müdürlüğünün
desteğiyle 2006'da Filyos'ta başlatılan kazılara, bu
yıl America Central Florida Üniversitesinden Dr.
Edward Dandiow ile beraberindeki 4 öğrenci de
katıldı.
Kazı çalışmaları iki ay sürecek
Karabük Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi ve Filyos Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr.
Şahin Yıldırım, Ereğli Müze Müdürlüğüyle yürütülen
kazı çalışmalarının iki ay süreceğini söyledi. Bu
sezon yapılacak kazıların öncelikle akropol ve
savunma kulesinde süreceğini belirten Yıldırım,
"Yaklaşık 45 kişilik bir ekiple kazı devam ediyor.
Bu yıl uluslararası bir çalışma haline getirdiğimiz
kazıya Dr. Dandiow ve ekibi de destek veriyor" diye
konuştu.
Tieion Antik Kenti
Zonguldak'ın kuzeydoğusundaki sahil kenti
Filyos'ta yer alan Tieion Antik Kenti, "Tios" adlı
rahibin önderliğindeki "Miletos kolonisi"nce
kurulmuş. Tarih boyunca Herakleia Pontika (Ereğli)
ve Amastris'in (Amasra) gölgesinde kalan kent,
çeşitli krallıklara bağlı olarak varlığını
sürdürmüş. Romalılar tarafından yıkılıp yağmalanan
kent, daha sonra yeniden inşa edilerek Roma
eyaletlerine bağlı ticaret ve balıkçı bölgesi olarak
varlığına devam etmiş. Bölge, sonraki dönemlerde ise
balıkçı kasabasına dönüşmüş. 19. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren yabancı araştırmacılar ve
seyyahlarca araştırmalar yapılan antik kentte
2006'da başlatılan kazı çalışmalarının, Karadeniz ve
Küçük Asya tarihi ile arkeolojisine ışık tutması
amaçlanıyor.
Milliyet, 16.07.2015
|
SINIRDA ELE GEÇİRİLEN MOZAİKLER
Hatay Valiliği, bazı basın yayın
organlarında yer alan Hatay'da 2 yıl önce kazı
alanından çıkarıldıktan sonra kaybolan
mozaiklerin
Suriye sınırında ele geçirildiği haberlerine
ilişkin açıklama yaptı.
Valilik internet
sitesindeki açıklamada, Altınözü İlçesi
Suriye sınırında 13 Temmuz günü güvenlik
güçleri tarafından ele geçirilerek
Hatay
Arkeoloji Müzesi'ne teslim edilen
mozaiklerin ön incelemesinde, sahte olduğunun
değerlendirildiğini bildirdi.
Açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
"13 Temmuz 2015 Pazartesi günü ilimiz
Altınözü İlçesi, Türkiye-Suriye sınırında
güvenlik güçleri tarafından ele geçirilerek
Hatay
Arkeoloji Müzesi'ne teslim edilen
mozaiklerin ön incelemesinde, mozaiklerin sahte
olduğu değerlendirilmiştir. Ayrıca mozaik
panonun, ilimiz Reyhanlı İlçesi'nde bulunan
Atçana Höyük'ten çıkarıldığı iddia edilmiştir.
Atçana Höyük'te günümüze kadar yapılan
arkeolojik kazılarda mozaik olabilecek
Hellenistik,
Roma ve Geç
Roma Dönemi'ne ait yapı katmanlarına
rastlanmamış olup, dönemsel olarak Atçana Höyük
bölgesinde böyle bir buluntunun çıkmış olma
ihtimali bulunmamaktadır.
Öte yandan haberde 2 yıl önce
Hatay'da kazı alanından çıkarıldıktan sonra
kaybolan mozaik olduğu iddiası ile ilgili müzede
yapılan arşiv taraması neticesinde, böyle bir
olay yaşanmadığı teyit edilmiştir. Kamuoyuna
saygı ile duyurulur."
haberler.com, 16..05
|
IŞİD'İN ÇALDIĞI TARİHİ ESERLER TEKRAR IRAK'TA
ABD, mayıs ayında Suriye’de IŞİD’e karşı
gerçekleştirdiği operasyon sırasında örgütten geri
almayı başardığı tarihi eserleri Irak’a iade etti.

Irak tarihi mirasına ait kalıntıların
Suriye’deki operasyonda ele geçirilmesi,
örgütün tarihi eser kaçakçılığını finansman
olarak kullandığına dair kanıt oluşturdu.
Tarihi kalıntıların arasında silindir mühür,
çini, metal bilezik, renkli bir vazodan kalan
cam parçaları ve birçok farklı mücevher yer
alıyor. Ebu Sayyaf isimli IŞİD komutanına karşı
düzenlenen operasyonda ele geçirilen tarihi
eserler arasında İslami akçeler de bulunuyor.
IŞİD, ele geçirdiği Nemrut ve Musul gibi tarihi
şehirlerde ‘putperestliği’ çağrıştırdığı için
paha biçilemez tarihi kalıntıları yok etmişti.
Örgüt, eserlerin yok oluşunu gösteren videolar
yayınlamıştı.
Iraklı yetkililer, IŞİD’in tarihi eser
ticaretinin üzerini örtmek için bu tip
görüntüler yayınladığını belirtti.
Milliyet, 16.07.2015
|
DOĞA VE TARİHE 'SANTRAL' KISKACI
Çanakkale, termik santrallerin kıskacında. Şu an 4
termik santral faaliyet gösterirken ikisi için daha
Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu raporu
verildi. Yeni rapor verilen termik santrallerden
biri, endemik bitki merkezi olan Kaz Dağları Milli
Parkı sınırında yapılacak. İnşaatı devam eden ve
izin verilenlerle birlikte sayı 15'e çıkacak.
Çanakkale'nin Lapseki
İlçesi'nden başlayarak
Balıkesir'in Bandırma İlçesi'ne kadar olan sahil
bandında açılan
termik santrallere yenileri ekleniyor.
Çanakkale'de iki termik santrale daha Çevresel
Etki Değerlendirmesi'nden (ÇED) olumlu rapor
verildi. Şu anda dört termik santral faaliyet
gösterirken inşaatı devam eden, ÇED süreci biten ve
izin verilenlerle birlikte sayı 15'e çıkacak. Olumlu
rapor verilen santrallerden biri, bölgenin oksijen
deposu ve endemik bitki merkezi olan
Kaz Dağları Milli Parkı sınırında yapılacak.
Boğazı, Kaz Dağları ve yeşil alanları ile
Çanakkale, doğası bozulmayan illerin başında
geliyor. Sanayinin gelişmediği il, son zamanlarda
termik santrallerin kıskacında. Çanakkale Boğazı
boyunca Lapseki'den Bandırma'ya kadar olan sahil
bandında birbiri ardına açılan termik santraller,
şehrin geleceğini tehdit ediyor. Poyraz
hakimiyetindeki Çanakkale, hem merkez hem de diğer
bölgeleri itibarıyla termik santrallerin yol açacağı
kirlilikten yoğun bir şekilde etkilenecek. Tarihi ve
doğal değerlerinin yanı sıra tarım üretimiyle önemli
bir yere sahip Çanakkale'nin, bu kirlilikle telafisi
imkansız zararlar göreceği ifade ediliyor.
Termik santral kurmak için firmalar adeta sıraya
girmiş durumda. Birçok firma, bölgede arazi bakarken
bazıları başvurularını yaptı. Bölgede biri devlete
ait olmak üzere dört termik santral şu anda faaliyet
gösteriyor. Dört firmanın başvurusu da olumlu ÇED
raporu aldı ve birisinin inşaat çalışması devam
ediyor. Yedi firmanın yaptığı başvuru sonucu iki
firmaya daha ÇED izni verildi.
KAZ DAĞLARI
MİLLİ PARKI'NA KOMŞU SANTRAL
Yeni ÇED olumlu raporu verilen termik
santrallerden biri, bölgenin oksijen deposu ve
endemik bitki merkezi olan Kaz Dağları Milli Parkı
sınırında yapılacak. Altın madeni şirketlerinin göz
diktiği, köylülerin sondaj çalışmaları ve doğa
talanına karşı yaşamı savunmak için direndiği Kaz
Dağları'nda şimdi de termik santral tehlikesi
başgösterdi. Taşzemin İnş. Madencilik Enerji Üretim
San ve Tic. AŞ, Yenice İlçesi'ne bağlı Çırpılar
Köyü'nde santral kurmak istiyor. “Çırpılar Termik
Santrali, Kül Depolama Sahası, IR:60 Ruhsat Numaralı
Kömür Saha, Kireçtaşı Ocağı ile Kırma Eleme Tesisi”
projesi için ÇED süreci başladı. Kurulu gücü 495 MW
termik santral kül depolama alanı, kömür ve kireç
taşı ocağının planlandığı yaklaşık bin hektarlık
alan Çırpılar, Kovancı, Boynanlar, Suuçtu ve Öğmen
köyleri arasında kalıyor. Fıstık çamı, kızıl meşe
ağaçları ve tarım arazileriyle kaplı ruhsat
sahasının etrafında göletler, akarsular, kuru
dereler ve çok sayıda kuyu yer alıyor. Termik
santralin soğutma suyu olarak, Gönen Barajı'na kadar
uzanan bu havzadaki kaynaklar kullanılacak. Köylünün
içme ve sulama suyu bitince yeni kuyular açılacak.
Projenin ÇED başvuru dosyasında yer alan
bilgilere göre Kaz Dağları'nın eşsiz doğasında,
köylülerin yaşam alanlarının ve su kaynaklarının tam
ortasında 25 yıl boyunca, açık ocak işletmeciliğiyle
65 milyon ton kömür çıkarılacak. Toprağı oyarak
çıkarılan kömür, termik santralde yakıldığında yılda
1,5 milyon ton kül oluşacak. Yılda 465 bin ton
cüruf, proje sahasındaki kül depolama alanında
toplanacak. Kaz Dağları'nda hakim rüzgarların
etkisiyle o küller Yenice'den Çanakkale'ye, Edremit
Körfezi'ndeki zeytinliklerden Balıkesir'e kadar
savrulacak.
ÇANAKKALE
BOĞAZI'NA BİR TERMİK SANTRAL DAHA
Çanakkale Boğazı'nın Anadolu yakasındaki sahil
kesimi, termik santral kurulması için en çok tercih
edilen alanlar. Tamamı orman ve tarım arazileriyle
kaplı bu sahil şeridi, termik santrallerle
kararacak. Lapseki'den Bandırma'ya kadar olan
şeritte, şu anda üç termik santral çalışıyor. Bir
santralin inşaatı devam ederken yeni bir tane
kurulması için de ÇED raporu verildi.
Lapseki'de Namal şirketi tarafından yeni bir
termik santral başvurusu yapıldı. 1 milyar 500
milyon dolar bütçeyle hazırlanan başvuru dosyası
için Çanakkale Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü'nden
yapılan açıklamada, “Lapseki Papazbağı mevkiinde
Namal Elektrik Üretim AŞ tarafından yapılması
planlanan Namal Entegre Termik Santrali projesi ile
ilgili olarak bakanlığımıza sunulan ÇED başvuru
dosyası, Çevresel Etki Değerlendirmesi
Yönetmeliği'nin 8. maddesi doğrultusunda incelenmiş
ve uygun bulunmuş olup projeye ilişkin ÇED süreci
başlamıştır.” denildi. Üretim faaliyeti sırasında
saatte 320 ton, yılda ise 2 milyon 560 bin ton kömür
harcanacak. Denizden temin edilecek soğutma suyu,
tekrar denize deşarj edilecek. 40 ay sürecek inşaat
aşamasının ardından projenin ekonomik ömrünün 30 yıl
olduğu öğrenildi.
Termik santrallerin en çok kurulmak istendiği yer
ise Biga İlçesi'ne bağlı Karabiga. Küçük bir tatil
yeri olan bu deniz kenarındaki beldede üç termik
santral kurulacak. Uzun süre tartışma konusu olan ve
adı 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarında
geçen Mehmet Cengiz'in ortağı olduğu Cenal Elektrik
Üretim AŞ'nin santral inşaatı devam ediyor. Onun
yakınında santral kurmayı planlanan Sarıkaya
Elektrik Üretim AŞ de olumlu rapor aldı. Yeni bir
başvuruyu ise Biga'da faaliyet gösteren ve Doğtaş'ı
bünyesinde bulunduran Doğanlar Yatırım Holding
yaptı. Bu da diğer iki termik santralin yanında ve
deniz kenarında yer alacak. Beldenin şehir merkezine
çok yakın olan bu santrallerin yanında bir de sit
alanı bulunuyor. Termik santraller, beldeyle iç içe
olacak. Biga'daki termik santral sayısı, üçü
faaliyette olmak üzere yeni başvurularla altıya
çıkacak.
Zaman, Haber: Mehmet Güler, 16.07.2015
|
DANIŞTAY KARAR DÜZELTME VERDİ, TOPÇU KIŞLASI NE
OLACAK?

Danıştay 6. Dairesi, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası
yapılmasını da içeren imar planlarına ilişkin geçen
yıl verdiği iptal onama kararını oyçokluğuyla
kaldırdı. Şimdi ya yerel mahkeme direnecek, o
olmazsa Topçu Kışlası projesiyle ilgili başka bir
mahkeme kararının sonucu beklenecek.
Mimarlar Odası'nın açtığı dava sonucunda 1. İdare
Mahkemesi 6 Haziran 2013'te Yaylaştırma Projesi ve
Topçu Kışlası'nın yapımını öngören 17.01.2012
tarihli, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı
Nazım İmar Plan tadilatlarını iptal etmişti.
Danıştay 6. Dairesi, 29 Mart 2014’te kararı
onamıştı.
Cumhuriyet gazetesinden Alican Uludağ’ın haberine
göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Danıştay 6.
Dairesi’ne başvurarak karar düzeltme istedi.
Danıştay 6. Dairesi bunu kabul ederek yerel
mahkemeden “uzman yeni bir heyetle mahallinde keşif
ve bilirkişi incelemesi yapılması ve İstanbul 6.
İdare Mahkemesi’nin daha önce verdiği yürütmeyi
durdurma kararının kesinleşmesinin beklenmesi
suretiyle” davada yeniden karar verilmesi
gerektiğini vurguladı.
Karara daire başkanı ve bir üye karşı oy
kullandı.
Danıştay karar düzeltme kararını 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 54. maddesi olan
"karar düzeltme" başvurusunu kabul ederek yaptı. Bu
madde şu anda yürürlükten kalktı.
Atalay: Bu karar baskı altında alınmış
bianet’e konuşan Mimarlar Odası avukatı Can
Atalay, “Danıştay 1. İdare Mahkemesi’nin kararını
onamıştı. Böyle bir karar düzeltme kararı veremez.
Bu karar düzeltme çok istisnai durumlarda verilir.
Belgenin sahte olması, ya da dosyanın sonucu
etkileyecek yeni bir belgenin ortaya çıkması gibi
durumlarda olabilir. Ancak Danıştay bunların
hiçbirini tartışmadan karar düzeltme verdi. Şimdi 1.
İdare Mahkemesi’nin bu karar düzeltme kararına
direnip direnmeyeceğini bekleyeceğiz.”
Beklenen diğer karar nedir?
İdare Mahkemesi kararında direnmezse o zaman
Danıştay’ın kararında belirtilen Topçu Kışlasına ait
olan bir diğer mahkeme kararının sonucu beklenecek.
Danıştay’ın kararında, kesinleşmesi beklenen
karar Topçu Kışlası'nın avan projesine onay veren 2
No'lu Koruma Kurulu’nun kararı.
Bu kararla ilgili şu anki Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan'ın da müdahil olduğu süreç şöyleydi:
Topçu Kışlası Projesi, 17 Ocak 2013'te Koruma
Kurulu'nca "kamu yararına aykırı" denerek
reddedildikten hemen sonra dönemin Başbakanı Tayyip
Erdoğan’dan “Reddi reddederiz” açıklaması gelmişti.
Ardından 2013 Şubat’ta Kültür Varlıklarını Koruma
Yüksek Kurulu, 2 No’lu Koruma Kurulu’nun reddettiği
projeyi, hiçbir gerekçe göstermeden onaylamıştı.
Bunun üzerine Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme
Derneği bakanlığa dava açarak yüksek kurul kararının
iptalini ve yürütmesinin durdurulmasını istedi.
İstanbul 6. İdare Mahkemesi, 31 Mayıs 2013’te
"Telafisi mümkün olmayan zararlar doğacağı"
gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ancak
aynı mahkeme, 21 Şubat 2014’te davanın
reddedilmesine karar vererek “Dava konusu işlemde
hukuki isabetsizlik görülmemiştir” diyerek durdurma
kararını kaldırmıştı. Gezi Parkı Koruma ve
Güzelleştirme Derneği bu kararı temyize götürmüştü.
Karar düzeltme veren Danıştay 6. Dairesi temyiz
edilen bu kararın sonucunu bekliyor. Ancak Can
Atalay, Mimarlar Odası'nın da Topçu Kışlası'nın avan
projesinin iptaline karşı bir dava açtığını ve
mahkeme sürecinin devam ettiğini söyledi.
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 15.07.2015
******
TAKSİM DAYANIŞMASI: AKLINIZDAN BİLE GEÇİRMEYİN

Danıştay'ın Gezi Parkı’na Topçu Kışlası
yapılması ve ağaçların kesilmesi projesinin
iptal edilmesine dair geçen yıl verdiği kararı
oyçokluğuyla kaldırmasının ardından açıklama
yapan Taksim Dayanışması, “Aklınızdan bile
geçirmeyin” dedi.
Taksim Dayanışması
üyeleri, Danıştay 6. Dairesi'nin Gezi
eylemlerine neden olan Taksim Yayalaştırma
Projesi için geçen yıl verdiği iptal kararını
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Kültür
Turizm Bakanlığı'nın 'karar düzeltme' başvurusu
üzerine oy çokluğu ile kaldırılması kararı ile
ilgili olarak basın açıklaması yaptı.
"NİYETİNİZİN FARKINDAYIZ, AKLINIZDAN
DAHİ GEÇİRMEYİN"
TMMOB Mimarlar
Odası İstanbul Şubesi’nde düzenlenen basın
toplantısında Danıştay 6. Dairesi'nin kararını
'zorlama ve ısmarlama' olarak niteleyen ve
Taksim Dayanışması adına konuşan Mimarlar Odası
İstanbul Şubesi Genel Sekreteri Mücella Yapıcı,
“Alanında uzman kişiler tarafından düzenlenmiş
bir bilirkişi raporu, alanında uzman olmayan
kişiler tarafından işlevsizleştirilmeye
çalışılmıştır. Taksim Meydanı ve Gezi Parkı
artık sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin ve
hatta bütün dünyanın koruması altındadır.
Niyetinizin farkındayız, aklınızdan dahi
geçirmeyin” dedi.
"ZORLAMA VE ISMARLAMA BİR KARAR"
Danıştay 6. Dairesi kararının önceki gün kendilerine
ulaştığını belirten Yapıcı, "Bilindiği gibi,
İstanbul 1 İdare Mahkemesi 06 Haziran 2013 tarihinde
'Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi'ne ilişkin
koruma amaçlı nazım ve uygulama imar planı
değişikliklerinin iptaline karar vermiş, bu karar
Danıştay 6. Dairesi tarafından 29 Nisan 2014
tarihinde onanmıştı. Ancak bütün uyarılarımıza
rağmen İstanbul Büyükşehir Belediyesi, sınırlı
sayıda ve istisnai durumlar için uygulanabilecek
'karar düzeltme' talebiyle Danıştay'a başvurmuştur.
6. Daire, 31 Mart 2015 tarihinde bu talebi kabul
ederek yeni bir bilirkişi raporu isteyip dava
sürecini yeniden başlatmaya yönelik hukuksal ve
bilimsel dayanaktan yoksun, siyasi ve rant
ekonomisinin çıkarlarına dönük 'zorlama ve
ısmarlama' bir karar oluşturmuştur" diye konuştu.
"BU KARAR, YARGI ÜZERİNDEKİ BASKININ NASIL
GERÇEKLEŞTİRİLDİĞİNİN GERÇEK BİR KANITI
NİTELİĞİNDEDİR"
Mücella Yapıcı,
"Danıştay 6. Dairesi'nin dosyada daha önce de görev
yapmış olan Başkan Habibe Ünal ve kıdemli üye Ünal
Demirci'nin muhalefetlerine ve karşı oylarına rağmen
dosyada yeni görev üstlenen Mehmet Gökpınar, Ekrem
Özübek ve Ramazan Demir'in oylarıyla verilen bu
'karar düzeltme' kararı; iktidarın, siyasi ve doğal
tarihi ve kültürel varlıklarımızın yağması üzerinden
sürdüğü kısa vadeli ekonomik çıkarları uğruna neleri
göze aldığının ve yargı üzerindeki baskısını nasıl
gerçekleştirdiğinin gerçek bir kanıtı
niteliğindedir" dedi.
CAN ATALAY: HAKİMLİK MESLEĞİNİN ARKASINA
GİZLENEMEZLER. BU VEBAL ONLARI TAKİP EDECEKTİR
Yapıcı'nın ardından
söz alan Avukat Can Atalay, "Bütün zorlamalara
rağmen biz kent ve doğal varlıkların korunması
mücadelesinde özellikle son 5 yıldır olmadık
kararlarla karşı karşıya kaldık. 2013 yılından
itibaren
AKP iktidarı ve tek adam devleti adım adım bu
'karar düzeltme' kararını kendi yasal koşullarına
dahi aykırı olan bu kararı almak için adım adım
ulaşmıştır. Danıştay 6. Dairesi'nin bu yeni üç üyesi
çok ağır bir vebal altındadırlar. Hakimlik
mesleğinin arkasına gizlenemezler. Bu vebal onları
takip edecektir.
"BU SÜRECİN ALEYHİMİZDE SONUÇLANMA İMKANI
YOKTUR"
Toplantıda bir
gazetecinin "Hukuki süreç sizin açınızdan müspet
sonuçlanmazsa tavrınız ne olur, Taksim
Dayanışması'nın yeni bir çağrısı olur mu?"
şeklindeki bir sorusuna Mücella Yapıcı, "Taksim
Dayanışması'nın çağrısı artık herkesin çağrısıdır.
Biz hem hukuki hem de yurttaş olarak görevimizi,
kamusal sorumluluğumuzu, her türlü baskıya rağmen
yerine getirmekte bir dakika bile tereddüt etmeyiz"
diye yanıtladı. Aynı soruyu Can Atalay ise "Bu
sürecin aleyhimizde sonuçlanması imkanı yoktur.
Durum çok açıktır. Bunun aleyhimize sonuçlandığı bir
Türkiye başka bir ülkedir. Onunla ilgili ne
yapılacağı bambaşka bir konudur" diye yanıtladı. Öte
yandan basın toplantısını
CHP Milletvekilleri Oğuz Kaan Salıcı, Onursal
Adıgüzel ile çok sayıda Taksim Dayanışması üyesi
izledi. Toplantının sonunda basın mensuplarına
Danıştay 6. Dairesi'nin 31 Mart 2015 tarihinde
verdiği 'karar düzeltme' kararının fotokopisi
dağıtıldı.
Hürriyet, 17.07.2015
|
MAHKEME, SARAÇOĞLU MAHALLESİ'NİN SİT DERECESİNİ
DÜŞÜREN KARARI İPTAL ETTİ

Cumhuriyet döneminin ilk toplu konut projesi olma
özelliği taşıyan Saraçoğlu Mahallesi'yle ilgili
Ankara 12. İdare Mahkemesi'nden dikkat çekici bir
karar çıktı.
Mahkeme, Koruma Kurulu'nun mahallede inşa ve
restorasyon faaliyetleri başta olmak üzere söküm,
taşım, kazı gibi çalışmaların önünü açan sit
derecesinin 1'den 2'ye düşürülmesi kararını iptal
etti. Böylece
Saraçoğlu Mahallesi'nin 1. derece kentsel sit
alanı olduğu tescillendi. Kararı değerlendiren
mahalle sakinleri, "Beklediğimiz ve bizim için çok
önemli bir karar oldu." yorumunda bulundu.
Kamuoyunda Saraçoğlu Mahallesi olarak bilinen
Namık Kemal Mahallesi, Bakanlar Kurulu tarafından
iki kez riskli alan ilan edildi. Bu kararların biri
Danıştay tarafından iptal edilirken, diğerinin
de yürütmesi durduruldu. Daha sonra ise arsa
tahsisleri kaldırılarak Maliye Bakanlığı'na
devredildi. Bu arada Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı'nın talebiyle 13.09.2013 tarihinde ise
Ankara 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu, mahallenin sit 1 olan sit derecesini 2'.ye
düşürdü. Böylece mahallede bulunan lojmanlarda söküm
işlemlerinin yanısıra kazı çalışmalarının da önü
açılmış oldu. Namık Kemal Mahallesi'ni Koruma ve
Yaşatma Derneği de Koruma Kurulu'nun bu kararını
yargıya taşıdı.
MAHKEME 'HUKUKA
UYGUNLUK YOK' DEDİ
Davada bilirkişi heyeti sit derecesinin
düşürülmesinin doğru olmadığını tespit eden bir
rapor yazdı. Davayı görüşen Ankara 12. İdare
Mahkemesi de bilirkişi raporuna dayanarak Koruma
Kurulu'nun söz konusu kararını iptal etti. Mahkeme,
bilirkişi raporunun bilimsel ve teknik incelemenin
sonucu olarak doğru olduğunu kabul ederek,
itirazları da reddetti. Alanın kentsel sit alanı
olduğunu belirten mahkemeye heyeti, koruma amaçlı
imar planı hazırlanmadan alanla ilgili herhangi bir
tasarruf yapılamayacağına hükmetti. Mahkeme
kararında, "Kentsel Sit alanı olan Namık Kemal
Mahallesi'ndeki yapıların koruma grubunun '2. Grup
yapılar' olarak belirlenmesinin mevzuata uygun
olmadığının bilirkişi raporu ile sabit bulunması
karşısında tesis edilen davalı idare işlemlerinde
hukuka uygunluk bulunmamaktadır." ifadelerine yer
verildi.
"ZİNCİRLEME
HATALAR YAPILDI"
Kararı değerlendirmek üzere Mimarlar Odası Ankara
Şubesi'nde bir basın toplantısı düzenlendi.
Toplantıya Mimarlar Odası Ankara Şube yöneticileri,
Şehir Plancıları Odası Ankara Şube yöneticileri ve
Saraçoğlu Mahallesi sakinleri katıldı. Toplantıda
konuşan Namık Kemal Mahallesi'ni Koruma ve Yaşatma
Derneği Avukatı Asım Özcan, "Bundan sonra
lojmanlarla ilgili yapılması planlanan her şey ayrı
ayrı Koruma Kurulu'nun izniyle yapılmak zorunda. Biz
lojmanların da mahalledeki kamu binalarının da aynı
şekilde korunmasını istiyoruz." dedi. Şehir
Plancıları Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi
Deniz Kimyon ise "Saraçoğlu'yla ilgili zincirleme
hatalar yapıldı, hepsi de mahkemeden öndü. Riskli
alan denildi, olmadığı mahkemece sabit. Koruma
derecesi düşürüldü, mahkemeden döndü." ifadelerini
kullandı.
"SARAÇOĞLU'NUN
TÜRGEV'E VERİLECEĞİNİ DUYUYORUZ"
Mahkemenin kararının 'sevindirici bir gelişme'
olarak niteleyen Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı
Tezcan Karakuş Candan, daha önce dile getirdiği
'Mahallenin TÜRGEV'e devredileceği' iddiasını da
yineledi. Candan, "Mahalleyle ilgili bir yandan
TÜRGEV süreci de devam ediyor. Duyumlarımıza göre
Başbakanlık'ta bu konu konuşuluyor. Mahalledeki
yapıların vakıfların kullanımına açılması
öngörülüyor. Böyle bir plan var mıdır bilmiyoruz ama
duyumlarımız bu yönde." şeklinde konuştu.
Zaman, Haber: Yavuz Akengin, 15.07.2015
|
BELÇİKALI PROFESÖRÜN SAGALASSOS TUTKUSU

Belçikalı profesör Jeroen Poblome, 25
yıldır Burdur'un Ağlasun İlçesi'ndeki Sagalassos
antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarında görev
alıyor.
Roma'nın 5 önemli seramik üretim merkezinden biri
olma özelliğine sahip Sagalassos'ta kazı
çalışmaları, 1989'da Prof.Dr. Marc Waelkens
başkanlığında başladı.
Belçikalı Waelkens'ın 2 yıl önce emekli olmasının
ardından bu göreve, Leuven Katolik Üniversitesi'nde
görev yapan vatandaşı Prof.Dr. Jeroen
Poblome getirildi.
Poblome, 1991'de Belçika'da askerlik yaptığı
dönemde NATO'dan özel izin alarak Sagalassos'taki
kazılara katıldığını söyledi. Yaklaşık 25 yıldır
Sagalossos'taki kazılarda görev aldığını ifade
eden Poblome, doktorasını da Sagalassos'taki
seramikler üzerine yaptığını anlattı.
Poblome, Sagalassos'ta görev yaptığı süre
içinde asistan, doçent ve profesör olduğunu
belirterek, "Yıllarca Marc Waelkens ile çalıştım. O
emekli olduktan sonra kazı kitapları çıkardı, biz
ise burada yeni projeler başlattık" dedi.
Türkiye'de olmaktan ve Sagalassos'ta çalışmaktan
mutluluk duyduğunu dile getiren Poblome, şöyle
konuştu:
"Saçlarımızı burada bıraktık. Sagalassos,
hayatımın bir parçası diyebilirim. Benim için en
önemlisi arkeoloji. Buranın araştırma potansiyeli
çok yüksek. O yüzden buradayım. Türküm diyemem çünkü
Belçikalıyım ama Ağlasun'da biri ölüyorsa ben de
ağlıyorum."
Türkçe'nin zor bir dil olduğuna dikkati çeken
Poblome, "Bu nedenle Türkçem o kadar iyi değil.
'Ağlasunca' konuşuyorum. Burası için yeterli.
Belçika'da bir yıl Türkçe kursuna gittim ama kurs
iyi değildi. Sonra burada işçilerin arasında
Türkçe'yi öğrendim" ifadelerini kullandı.
Poblome, antik kentte 60'ı Türk, 55'i yabancı 115
kişinin görev aldığını, bu yılki kazıların 31
Ağustos'ta sona ereceğini kaydetti.
Poblome, Sagalassos'taki kazılarda birkaç yıl
daha görev almak istediğini sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı, Haber: Gökmen Yüce, 15.07.2015
|
5 - 18 Temmuz 2015
|
SANAT TARİHİ ÖKSÜZ KALDI

1944 doğumlu Semra Germaner, 1962 yılında
öğrenci olarak girdiği
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi
resim bölümünden 1967 yılında mezun oldu. Hemen
ardından sanat tarihi eğitimi için
Paris’e gitti. 1968-1973 yılları arasında
Sorbonne Üniversitesi’nde Sanat Tarihi ve
Çağdaş Sanat dalında eğitimini tamamladı.
1979’da
İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde doktor unvanı
aldı. Germaner, uzun yıllar
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü’nde
hocalığını sürdürdü. Germaner, ‘1960 Sonrası
Sanat’ kitabında 20. yüzyılın ikinci yarısındaki
sanat akımlarını, ‘18. Yüzyıl
Avrupa Resmi’ kitabında Batı sanatının bu
dönemini tanıttı. Yakın dostu akademisyen Zeynep
İnankur’la birlikte ‘Oryantalistlerin
İstanbul’u’ isimli kitabı hazırladı. S.Ü.
Sakıp Sabancı Müzesi, resim koleksiyonunu
sergileyen ‘Bir Ülke Değişirken - Tanzimattan
Cumhuriyete Türk Resmi’ sergisi de Semra
Germaner’in ve akademisyen Ahu Antmen’in
danışmanlığında hazırlanmıştı. Germaner kendi
ifadesiyle yaşamının 50 yıla yakın bir kısmını
Mimar Sinan Üniversitesi’nde geçirdi.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Rektörü Yalçın Karayağız: “Türkiye’de sanat
tarihinin en büyük hocalarından biri,
hepimizin hocası, benim de hocamdı. Son
kalan büyük duayeni kaybettik. Çok üzgünüz.
Büyük emekleri olan hocamızı kaybetmenin
derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Yazdıkları,
bıraktıkları rehberlik edecek, ilham kaynağı
olacak. Semra Hoca, her çalıştığı kişiyi
özenle seçer, bilgisini aktarmayı da görev
bilirdi. Onun açtığı yoldan yetişenler
umuyorum ki aynı kararlılıkla onun çizgisini
devam ettirecekler. Sanat tarihi bölümümüzün
varlığı da onun emeği sonucudur.”
Milliyet, 12.07.2015
******
SEMRA GERMANER'İ KAYBETTİK

Semra ve Ali Teoman Germaner
Türkiye'de Cumhuriyet
sonrası sanatına ilişkin ilk yayınların çoğu
sanatçılara ait: Sami Yetik, Avni Lifij, Namık
İsmail, Abidin Dino, Bedri Rahmi, Mahmut Cuda, Malik
Aksel, Refik Epikman, Elif Naci, Cemal Tollu, Halil
Dikmen... Bir bölümü de, kimi bürokrat ve siyasetçi
de olan aydınların, edebiyatçıların yazdıkları
yazılar: İsmail Hakkı, Ahmet Haşim, Fikret Adil,
Ahmet Hamdi Tanpınar, Suut Kemal Yetkin, Necip
Fazıl, Peyami Safa, Nazım Hikmet, Ahmet Muhip, Nahid
Sırrı, Şekip Tunç, Yakup Kadri... Genellikle gazete
yazılarından oluşan bu ilk 'tarihler', ulusallaşma
sürecindeki her ülkede olduğu gibi, bir ulusallık
davası güdüyor. Estetik normlar kadar, tarihsel
normlar da ulusallıkla bağlanıyor. Ne var ki,
Batı'daki gibi, aynı zamanda modernlikle ilgili
değil. Çünkü, modern sanat tarihinin aklını
oluşturan, onun işlemesini sağlayan "stiller"
üzerine kurulu değil.
Cumhuriyetin çağdaş
sanatı üzerine bu ilk birikimi sistemleştiren,
Nurullah Berk. O da bir sanatçı, "ulusal kübizm"in
önderlerinden. Ama aynı zamanda bir küratör ve son
derecede verimli bir yazar. İnanılmaz bir külliyat
bırakıyor geriye. Onunla, 20. yüzyıl Türk sanatı bir
kronolojiye bağlanıyor; ilk kez
dönemselleştiriliyor. Berk tarihi, ardından gelen
tarihyazımı üzerinde son derecede etkili oluyor.
Turan Erol, Adnan Turani, Adnan Çoker gibi, gene
ressam olan ve kitapları uzun zaman ders kitabı
olarak okutulan tarih yazarlarının hepsi, 1900-1950
arası sanatına ilişkin Berk şemasını esas alırlar.
Monografik çalışmalar ve eleştiri edebiyatı
alanlarındaki zengin birikimine rağmen, bir ölçüde
Kaya Özsezgin de... Zamanımızda bile Berk'in
anlatısının izlerini sürüyoruz. Oysa, tarihsel bir
malzeme ortaya koymakla birlikte, bu anlatı da,
estetik temeli bakımından modern değil. Çünkü,
sanatçılar arasındaki cemiyetleşmeler ve bu
cemiyetler arasındaki çatışmalar üzerine kurulu.
Meslekçi, "korporatist" bir havası var ve
dolayısıyla hala ulusal inşa süreciyle eklemleniyor.
Ve sonunda Türkiye'deki tarihyazımına özgü bir ekol
çıkıyor ortaya. Tabii bir de, bu ekolün etkili
olduğu dönem boyunca, sanat tarihinin nesnesi olan
eserlerin ortada olmadığını, müzelerin olmadığını,
yegane müzenin genellikle kapalı kaldığını,
koleksiyon kataloglarının bulunmadığını ve
galerilerin de gayet cılız olduğunu hesaba katmak
gerekir. Bu koşullarda, tarihyazımı ister istemez
metinden metine devrolarak evrilir.
Kanımca bu tür
tarihyazımının aşılmasında Sezer Tansuğ kadar Semra
Germaner'in de etkisi vardır. Onlar sayesinde
Cumhuriyet dönemi sanatıyla ve çağdaş sanatla ilgili
tarihyazımı resmi cenderesinden sıyrılarak, modern
bir ufuk kazanmıştır. Toplumsal sanat tarihiyle, ve
Germaner'le Zeynep İnankur'un Batı harem
tablolarındaki dişil ve eril estetiği inceledikleri
çalışmalarında olduğu gibi, çağdaş feminist tarihle
buluşmuştur. Ayrıca, Semra Germaner'in zamanımız
sanat tarihinin akademik bir mahiyet kazanmasındaki
katkısı da son derecede kritiktir. Germaner'in ve
İnankur'un danışmanlığında yazılmamış doğru dürüst
bir teze rastlamak zordur. Gerçekten de, onları
izleyecek bir tarihçi kuşağının yetişmesi için
olağanüstü çaba göstermişlerdir.
Semra Germaner'in,
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin açılması; onun
kültürün özelleştirilmesi yolundaki politikalara,
muhafazakar sanat polikalarına feda edilmemesi, ve
kuruluşunda olduğu gibi bir güzel sanatlar
akademisinin himayesinde yaşaması doğrultusundaki
girişimleri de unutulmamalıdır. Özel müzelere egemen
olan iletişim ve gösteri atmosferiyle kıyaslanınca,
modern bir müzenin nasıl bir yer olduğunu, onun 2009
yılında Resim Heykel Müzesi'nin asli mekanı olan
Dolmabahçe Sarayı Veliaht Köşkü'nde düzenlediği
"Serginin Sergisi"nde yeniden hissettik. Burada
yıllardır açılması engellenen Müze'nin koleksiyonuna
bir pencere açılarak, hem bu kurumun tarihi, hem de
onun gösterdiği tarih hatırlatılmak isteniyordu. Bu
"son" serginin arkasından Müze evinden atıldı. Ve
yıllardır bitirilemeyen restorasyonu birden
toparlanarak, Müze yapısı, modern sanattan Osmanlı
saray ve saraylı sanatına devroldu. Yetmiş yıl sonra
"Osmanlı canlanması"na feda ediliverdi.
Semra Germaner'i çok
arayacağız. Hem birikimli, çalışkan, meraklı, hakiki
bir tarihçi ve akademisyen olarak, hem de son
derecede zarif, mütevazı, diğerkam, güzel bir insan
olarak.
E-skop, Yazı: Ali
Artun, 12.07.2015
|
ADANA'DA ÜZERİNDE
İNCİL'DE ALINTI OLAN YENİ BİR MOZAİK BULUNDU

Adana'da üzerinde
İncil'den alıntı içeren 120 metrekarelik yeni bir
mozaik bulundu.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü Adana Müze Müdürlüğü Başkanlığında kentte
gerçekleştirilen mozaik kazıları kapsamında, Sarıçam
İlçesi'ne bağlı Karlık Mahallesi'nde özel mülkte
yapılan kazıda, MS 5-6 yüzyılda Doğu Roma dönemine
ait olduğu belirlenen 120 metrekare büyüklüğünde
yeni bir mozaiğe ulaşıldı.
Üzerinde kurt, kuzu,
leopar, oğlak, boğa, aslan, ayı, yılan gibi 16
hayvan resmedilen mozaikte, vahşi ve
evcil hayvanların yan yana yattığı, birbirlerinin
yemini yediği, otladığı görülüyor. Vahşi hayvanlar
ile evcil hayvanların birlikte yaşayabildikleri,
otlakları paylaşabildiklerini konu edinen
mozaikte resimle ilişkili Grekçe yazılmış metin,
müze tarafından bilim adamlarına tercüme ettirildi.
Çeviri sonucu metinde,
İncil'de Isiah bölümünde 65-25 numaralı kısımda
bahsedilen, "Kurt ve kuzu birlikte otluyorlar ve
aslan öküzle birlikte karnını doyuruyor; yılanın
yemeği toz toprak olacak. Onlar şeytani ya da
zararlı değil. Hepsi benim kutsal dağımdalar dedi
yüce yaratan" ifadesinin bulunduğu belirlendi.
Hakkında detaylı
bilimsel çalışmalar devam eden mozaik, Adana'da
tarihi Milli Mensucat Fabrikasında kurulma
çalışmaları süren müze kompleksi laboratuvar
bölümüne taşındı.
Adana Kültür ve Turizm
Müdürü Sabri Tari, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer
Çelik'in destekleriyle kentin turizm alanında
istenen seviyeye gelmesi için önemli çalışmalar
yapıldığını söyledi.
Bakanlığın kentte bir
çok yerde kazı yaptırdığını, kazılar sonucu çıkacak
eserlerin de modern şartlarda sergilenmesine imkan
verecek müze kurma çalışması yürüttüğünü anlatan
Tari, söz konusu müzede sergilenmek üzere Müze
Müdürlüğü Başkanlığında Adana merkez ve ilçelerinde
15 ayrı merkezde mozaik kazısına başlandığını ifade
etti.
Sarıçam ilçesinde özel
mülkte yapılan kazıda yeni bir mozaik bulduklarını
vurgulayan Tari, "Müze Müdürlüğü tarafından yapılan
çalışmada M.S 5-6 yüzyılla tarihlenen Doğu Roma
döneminden kaldığı belirlenen mozaik, bizleri çok
heyecanlandırdı. Mozaik, müzemiz için nadide eserler
içinde yer alacak. Müzemizin laboratuvar kısmına
taşınan mozaik konservasyon ve restorasyon işlemleri
bittikten sonra yeni müzemizde sergilenecek" dedi.
Tari, Adana'nın
tarih boyunca sahip
olduğu tarım şehri olma özelliğinden dolayı tarım
müzesi, sanayi müzesi ve etnografya müzesini
içeren 68 bin metrekare alana sahip kompleksin
yaklaşık 10 bin metrekarelik ilk kısmının fiziki
gerçekleşmesinin tamamlanarak eserlerin taşınmasına
hazır hale getirildiğini belirtti. Tari, mozaikte
değinilen konuların tüm semavi dinlerde yer
aldığını,
İslam 'ın
da barış, huzur ve kardeşlikten bahsettiğine dikkati
çekti.
Adana Müzesi Müdür
Vekili Nedim Dervişoğlu da Bakanlığın destekleriyle
yaptıkları 15 mozaik kazısının ilkinde böyle bir
esere ulaşmaktan büyük mutluluk duyduklarını
söyledi.
Türkiye 'de bu
yönde mozaik eserlerinin sayılı olduğuna
dikkati çeken Dervişoğlu, "İlk mozaik kazısında bir
konutun zemini olduğunu tahmin ettiğimiz alanda 15
metreye 8 metre boyutunda 120 metrekare mozaik
bulduk. Mozaik üzerinde detaylı bilimsel çalışmalar
devam etmekte. Bulduğumuz mozaik, ülkemizde
çıkartılmış üzerinde İncil'den alıntılar bulunan
sayılı mozaiklerden biri. Müzemiz için önemli bir
eser" diye konuştu.
Radikal, Haber: Ömer
Fansa, 15.07.2015
|
ARKEOLOGLARIN ZİMMET İSYANI
İzmir’in
Konak İlçesi’nde
bulunan
Atatürk Müzesi’nden
12 metrelik tarihi
Uşak halısının
çalınmasının ardından son 10 yılda Türkiye genelinde
1745, Ege Bölgesi’nde ise 697
tarihi eserin
müzelerde kaybolduğu ortaya çıktı.
Güvenlik görevlisi ve kameralara
rağmen kaybolan eserler arasında, altın kolye,
yüzük, iğne, sikke, haç, tabanca, tablo, kandil,
mermer, halı ve kilimler bulunurken, eserlerin
bazılarına değer biçilemediği öğrenildi. Müzelerdeki
tüm eserlerin
arkeologlara
zimmetlendiğini belirten Arkeologlar Derneği Başkanı
Dr. Soner Ateşoğulları, “Arkeolog binlerce eseri
nasıl sayacak, nasıl depoda koruyacak? Üstelik
eserler kaybolduğu zaman parasını 2-3 bin lira maaş
alan arkeologdan kesiyorsunuz, sahip çıktığı zaman
ise ödül vermiyorsunuz” dedi.
Habertürk, 15.07.2015
|
ADI TÜRGEV'LE GEÇEN SARAÇOĞLU
MAHALLESİ HALKI KAZANDI
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın oğlu Bilal
Erdoğan'a verileceği iddia edilen Saraçoğlu
Mahallesi sakinleri, Kültür Bakanlığı Koruma
Kurulu'nun mahalleleri hakkında verdiği kararlar
hakkında açtığı davaları kazanmaya başladı.
Mahalleyi 2. Derece Sit alanına düşüren karar
mahkemeden döndü.
Konu hakkında Mimarlar Odası Ankara
Şubesi'nde mahalle sakinleriyle beraber basın
toplantısı düzenleyen Mimarlar Odası Ankara Şubesi
Başkanı Tezcan Karakuş Candan, mahalle sakinlerinin
dava sonucunda mahalleleri hakkında sit derecesinin
1. derecen 2. dereceye düşürülmesini önlediklerini
duyurdu.
KORUMA AMAÇLI İMAR PLANI YOK
Davanın sonucunu ne anlama geldiğini
anlatan Namık Kemal Mahallesini Koruma ve Yaşatma
Derneği Avukatı Asım Özcan, “Koruma kurulu 2. derece
olarak bura hakkında karar verince bu mahalledeki
yapılar hakkında daha kolay tadilat yapılabilmesinin
önü açılmış oluyordu. Biz buranın Cumhuriyet tarihi
açısında önemli olduğu için mevcut haliyle kalması
için dava açtık. Dava sonucunda burası hakkında
koruma amaçlı imar planında olmadığı ortaya çıktı.
Dolayısıyla mahallenin şu aşamada binaların başka
bir amaçla kullanılması ve tadilata tabi tutulması
mümkün değil” dedi.“Buraları restore ederek
ekonomiye kazanım” gibi bahanelerin ortaya
atıldığını hatırlatan Özcan, “Koruma amaçlı imar
planı olmadan burada restorasyon yapılması fiilen
uygulanabilir değil” diye altını çizdi.
SERMAYE İHTİYACI
Saraçoğlu Mahallesi'nde zincirleme
hatalar, hukuksuzluklar ve zorla tahliyeler
yapıldığını söyleyen Şehir Plancıları Odası Şube
Sekreteri Deniz Kimyon, “ Yarışmalarla sermayenin
ihtiyacına yönelik mekân şekillendirilmeye
çalışılmıştı. Yarışma sesiz sedasız kapatıldı.
Hatadan geri dönüldü. Dava sonucunda da zincirleme
hataların yargıdan döndüğünü görüyoruz.” dedi.
TÜRGEV İDDİASI VARDI
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
tarafından AVM yapılmayacağı, yıkılmayacağı, restore
edilerek şehre kazandırılacağı söylenerek bir proje
yarışması başlatılacağını duyurmuştu. Duyuru üzerine
ise Saraçoğlu Mahallesi’nin Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da
yönetiminde bulunduğu vakıf olan TÜRGEV’e verilmeye
çalışıldığı ileri sürülmüştü.
Evrensel, 15.07.2015
|
ATAKÖY'DEKİ BARUTHANE DE
ELDEN GİTTİ, TOPKAP SARAYI TEHLİKEDE
Ataköy'deki tarihi Baruthane binasının bulunduğu
alandaki inşaata izin vermeyen Koruma Kurulu, aynı
alandaki '1 tescilli ağaç' nedeniyle yetki 'Tabiat
Varlıkları Koruma Komisyonu'na verilerek by-pass
edildi. Tarihi bölgede şimdi 7 blok inşaat
yükselecek. Bu 'içtihat' Topkapı Sarayı'nı bile
riske atıyor...

Rant ne tarih dinliyor
ne çevre. Bir yandan UNESCO
Dünya
Kültür Mirası
listesine girdik diye seviniyoruz diğer yandan bir
kültürel alanı yok etmenin yollarını kolluyoruz.
Maalesef Ataköy’deki tarihi Baruthane binalarının ve
kulenin olduğu 564 ada 160 parseli de kaybettik.
Alanda yapılaşmaya izin vermeyen 1 Nolu Koruma
Kurulu’nu,
mahkeme kararıyla
devre dışı bırakan arazi sahipleri ve inşaat
şirketi, “Blumar projesi” için düğmeye bastı. İnşaat
izni veren mahkeme, kültür varlıkları ile tabiat
alanlarının çakıştığı yerde son sözün ‘Tabiat
Varlıkları Koruma Komisyonu’na ait olduğunu da
tescillemiş oldu.
MAHKEME KARARI İLE…
Ataköy’de 160 parsel
içindeki tarihi Baruthane binaları ile kule ‘kültür
varlığı’ olarak tescilliydi. Parsel içinde de sadece
bir tane ‘tescilli ağaç’ yer alıyordu. İşte o
tescilli ağaçtan dolayı burada inşaat izni verme
yetkisi Tabiat Varlıkları Komisyonu’na verildi. Bu
komisyon da aynı arazideki tarihi binaları yok
sayarak ‘inşaat yapılabilir’ izni verdi.
Şirketin inşaat
çalışmalarına başlaması üzerine
İstanbul 1 Nolu
Kültür varlıkları Koruma Kurulu, çalışmaların
kendilerine sorulmadan başlandığını belirterek
inşaat şirketini savcılığa şikayet etti. Bakırköy
Belediyesi de inşaatı mühürledi. Ancak şirket 2 yıl
sonra 5. İdare Mahkemesi’nde dava açtı. “Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu’nun tarihi Baruthane
binalarının bulunduğu alanda hiçbir söz hakkı yok”
şeklinde karar veren mahkeme, kültür ve tabiat
varlıklarının bir arada bulunduğu alanlarda son
sözün Tabiat Varlıkları Komisyonu’na ait olduğunu da
tescillemiş oldu.
DOĞAL SİTLER BİRER
BİRER DÜŞTÜ
Ne demekti ‘çakışan’
alanlar?
Bu konuyu biraz
derinleştirelim.
2011 yılında “Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulları” ikiye ayrıldı.
Doğal sit alanları ile tescilli tabiat varlıklarının
bulunduğu alanlarda imar, çevre düzenlemesi,
yenileme gibi değişikliklere bakmak üzere “Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonları” kuruldu.
Kültür varlıkları, arkeolojik, tarihsel ve kentsel
sitlere bakmak üzere ise kültür varlıkları bölge
koruma kurulları oluşturuldu. Amaç doğa, bitki
bilimi, doğal yaşam konusunda uzmanlık gerektiren
bilimler olduğunda bir arkeolog ya da şehir
plancısının doğal sitler konusunda bilgisinin
yeterli olamayacağı gösterilmişti. Kağıt üzerinde
akıllıca bir ayrım gibi gözükse de uygulama böyle
olmadı. Gerçek sonradan anlaşıldı. Doğal sit
alanları Çevre ve Şehircilik bakanlığına bağlı
tabiat varlıkları komisyonlarında birer birer sitten
düşürülerek imara açıldı. Örnek Şişli Likör
Fabrikası, Ağaoğlu Maslak 1453, Gezi Parkı, Kaş
İnceboğaz Plajı, Çıralı sahili gibi…
ÇAKIŞAN ALANLAR
KOMİSYONLARA BIRAKILDI
En büyük sorun çakışan
alanlarda yaşandı. Parsel içinde hem kültür hem de
tabiat varlığı olduğunda son söz kimin olacaktı?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın teşkilat ve
görevleri hakkında kanun hükmünde kararnamesinin 13A
maddesinin ç bendinde öyle deniliyor:
“Tabiat varlıkları,
doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sit ile koruma
statüsü bulunan diğer alanların çakıştığı yerlerde
koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların
görüşünü alarak belirlemek ve bu alanların kısmen
veya tamamen hangi idarelerce kararını vermek, her
tür ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar
planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak, Tabiat
Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün görevleri
arasındadır.”
Genel Müdürlük, çakışan
alanlardaki yetkiyi yönetmelikle tabiat varlıkları
komisyonuna verdi.
BAKAN ERTUĞRUL
GÜNAY’DI
Bu yasa ve yönetmelik
çıkarken Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’dı, Çevre ve
Şehircilik Bakanı ise Erdoğan Bayraktar. Bu yasa
geçerken her ikisi de bakanlar kurulunda eminim bu
konuyu görüşmüştürler. Daha sonra iki bakanlık
arasında centilmenlik anlaşması yapıldı. Protokolün
5.1 maddesine atıfla “Çakışan alanlara ilişkin
başvurular öncelikle kültürel değerler yönünden
ilgili koruma kurulunca değerlendirilir. Kültürel
değerler açısından alınan karar ile birlikte doğal
değerler açısından değerlendirme yapılarak Koruma
Bölge Komisyonu’nca nihai karar alınır” denildi.
Protokolde de son söz tabiat varlıkları komisyonuna
bırakıldı ama en azından kültür varlıkları için bir
denetim söz konusuydu. Ancak 5. İdare mahkemesi
‘’kanun hükmünde kararname, ilgili bakanlıklar
arasındaki protokol hükümleri kapsamında hukuki
irdeleme yapılmasının normlar hiyerarşisine
aykırılık oluşturmaktadır. Kültür varlıkları koruma
kurulunun yetkisi yoktur’’ dedi.
TARİHİ ESERLERİN
İÇİNE 7 BLOK YAPILACAK
Böylelikle tarihi
Baruthane binalarının bulunduğu imar parselinde tek
bir tescilli ağaç nedeniyle son söz komisyona
bırakıldı. Komisyon daha önce TOKİ'nin yıllık 6
milyon TL'den 49 yıllığına Çelebican A.S.'ye
kiraladığı parselde dördü 80 metre, üçü 40,25 ve 19
metrelik, toplam 7 blok inşaat projesine onay
vermişti. Topkapı Sarayı bahçesinde de tescilli
ağaçlar var, - dolayısıyla çakışan alan statüsünde-
artık buradaki restorasyonlarda kültür varlıkları
koruma kurullarının verdiği kararlar geçerli
değildir. Vatana millete hayırlı olsun!
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 15.07.2015
|
YASSIADA VE SİVRİADA'YA
DOKUNMA!
Bir süre önce AKP
hükümeti tarafından turizm ve kongre merkezine
dönüştürme “vesilesiyle” imara açılan Yassıada ve
Sivriada’da otel, marina vb. yapıların inşaatı için
iş makinelerinin faaliyete geçtiği tespit
edilmiştir. Her iki adanın arkeolojik veriler
içermesi nedeniyle Arkeologlar Derneği İstanbul
Şubesi olarak açıklama yapma gereği duyulmuştur.
Bizans Dönemi’nde inziva
ve sürgün yeri olarak kullanılan her iki adada
birer manastır olduğu, yüzeyde günümüze kadar
korunagelmiş kalıntılardan ve antik kaynaklardan
bilinmektedir. Prof. Dr. Erendiz Özbayoğlu’nun 1998
yılında gerçekleştirdiği yüzey araştırmaları ile
Sivriada’da (antik adı Okseia), Bizans Dönemi’ne
tarihlenen mendirek kalıntısı, sarnıç ve gözetleme
kulesi kalıntıları; Plate/Plateia adıyla da bilinen
Yassıada’da ise sarnıç kalıntıları ve olasılıkla
manastırın çilehanesi ya da hapishane olarak
kullanıldığı düşünülen hücreli bir yapı
kalıntısı belgelenmiştir. Ayrıca, antik kaynaklardan
varlığı bilinen ancak henüz yeri tespit edilememiş
yapıların varlığı da bilinmektedir. Yassıada’yı 19.
yy ortalarında İngiliz elçisi Sir Henry Bulwer satın
alıp ortaçağ görüntülü şato yapıları, seralar ve
bir takım hizmet yapıları inşa ettirmiştir. Ada daha
sonra Hidiv’lerin ailesi tarafından satın alındıysa
da pek oturan olmamıştır. Adada 1960'da Yassıada
yargılamalarının yapıldığı spor salonunun da
arasında bulunduğu tescilli yapılar da vardır.

Yassıada 1. derece doğal
sit ve 3. derece arkeolojik sit alanı, Sivriada 2.
derece doğal sit ve 3. derece arkeolojik sit
alanıdır. Ancak, 6456 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun'un 27. maddesi ile 3996 sayılı kanuna
eklenen Ek 2. maddede "Yassıada ve Sivriada’da
yapılacak olan planlama, imar ve inşaat uygulamaları
ile diğer düzenlemeler 4/4/1990 tarihli ve 3621
sayılı Kıyı Kanunu hükümlerine ve diğer mevzuatta
yer alan kısıtlama ve prosedürlere tabi değildir"
denilerek, doğal ve arkeolojik sit alanı olan her
iki ada da 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma
Kanunu kapsamından çıkarılmış ve arkeolojik
katmanların mevzuat üzerinden korunması
engellenmiştir. 3. derece arkeolojik sit alanlarında
ancak arkeolojik kazı ve sondajlar yapıldıktan
sonra, uygun görüldüğü takdirde inşaat
yapılabilecekken Yassıada ve Sivriada’daki inşaat
çalışmaları söz konusu düzenleme ile bu
zorunluluktan muaf tutulmuştur. Aynı şekilde her iki
adadaki tescilli yapıların restorasyon projelerinin
koruma kurulu onayından ve denetiminden geçmesi
zorunluluğu da bu düzenleme ile ortadan
kaldırılmıştır.

14 Mayıs 2015 tarihinde
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun katıldığı temel atma
töreni ile MESA İnşaat tarafından inşaat çalışmaları
başlatılmıştır ve o günden beri Yassıada’da
arkeolojik katmanlar üzerinde iş makineleri ile
çalışıldığı görülmektedir. Arkeoloji biliminin
yöntemleri kullanılmadan yapılan bu kazılar, adanın
arkeolojik dolgularının belgelenmeden yitirilmesine
neden olacaktır. Üstelik torba yasayla her iki
adanın 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma
Kanunu kapsamından çıkarılarak tarihsel tüm
katmanların devlet eliyle korumasız bırakılması,
devletin anayasal görevini yerine getirmemesi
anlamına gelmektedir. Siyasal rant ve inşaat
projeleri karşısında koruma mevzuatının
etkisizleştirilerek bilimsel kritelerin yok
sayılması, denetimin engellenmesi etik olarak da
kabul edilemez bir uygulamadır.
Sivriadanın ve
Yassıada’nın doğal ve tarihsel zenginlikleri ile,
Yassıada’nın 1960 idamlarıyla beraber toplumsal
hafızanın içinde önemli bir yer tutması gerekirke
böyle hoyrat bir biçimde harcanması kabul edilemez
bir durumdur.
Arkeologlar Derneği
İstanbul Şubesi olarak, her iki adanın tüm tarihsel
katmanlarını doğal çeşitliliğini yok sayan inşaat
çalışmalarının derhal durdurulmasını, Yassıada ve
Sivriada’nın kültür varlıklarının tekrar korumaya
alınmasını talep ediyor, tüm İstanbul halkını ve
sivil toplum kuruluşlarını bu kültürel yok edişe
ve kasıtlı hafıza kaybına karşı durmaya çağırıyoruz.
“Yassıada ve Sivriada'ya
Dokunma, Bırak Issız Kalsın!”
Arkeologlar Derneği,
İstanbul Şubesi, 13.07.2015
|
TARİHİ YARIMADA İÇİN
TARİHİ KARAR!
İstanbul 2. İdare
Mahkemesi, İstanbul'un tarihi ve turistik merkezi
olarak kabul edilen ve 'tarihi yarımada' ya da
'Suriçi' gibi isimlerle anılan bölgesine ilişkin
planların iptali istemiyle açılan davada, 61 konu
başlığından 37'sine yürütmeyi durdurma, 7'sine ise
kısmen yürütmeyi durdurma kararı verdi.
İstanbul 2. İdare
Mahkemesi, eski İstanbul’un kalbi "tarihi
yarımada"yı ilgilendiren 1/1000 ölçekli Koruma
Amaçlı Uygulama planın iptali istemiyle açılan
davada, 61 konu başlığından 37’sine yürütmeyi
durdurma, 7’sine ise kısmen yürütmeyi durdurma karar
verdi. 24 Nisan 2015'de verilen yürütmeyi durdurma
kararının ana başlıklar arasında Avrasya Tünel
Geçişinin bağlandığı Kennedy Caddesi, tarihi
yarımada trafiğini yoğunlaştıracağı öngörülen ulaşım
kararları, AVM ve otel yapılmasının önü açılan
Topkapı İETT Garajı, Kumkapı Balık halinin marina
olmasına ilişkin planlar yer alıyor.
Soylu: Fatih
halkının lehine bir karar
CHP ’li 8 Meclis üyesi,
Fatih Belediye Meclisi’nin 9 Mayıs 2012, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin ise 4 Ekim 2012 tarihinde
onayladığı “Tarihi Yarımada Kentsel tarihi, Kentsel
arkeolojik, I. Derece Arkeolojik sit alanı 1/1000
ölçekli Koruma Amaçlı uygulama imar planının” iptali
için istemi ile İdare Mahkemesine dava açmıştı.
DHA'nın haberine göre,
Fatih’in çehresini değiştirecek planlara karşı dava
açan isimlerden biri olan CHP’li Meclis Üyesi Fazıl
Uğur Soylu, “Yürütmeyi durdurma kararı Fatih
halkının lehine olmuş bir karardır. 61 konu
başlığından 44 tanesinde yürütmeyi durdurma kararı
vermiş, 17 başlığı da reddetmiştir” açıklamasında
bulundu. Soylu mahkemenin aldığı önemli kararları,
CHP’nin dava dilekçesinde yeşil alan olarak
kullanılması gerektiğini belirttiği Topkapı İETT
garajının ticaret alanından çıkarılması, Kumkapı’da
bulunan balıkçı barınağının marina olmasının
engellenmesi, Yedikule Sur bandının UNESCO Dünya
Kültür Mirası kararları doğrultusunda korunması,
Avrasya Tünel Geçişine bağlanacak sahil projesinin
durdurulması olarak sıraladı.
Detaylı
bilirkişi raporu hazırlandı
1/1000 ölçekli planı
değerlendirmek üzere, 9 Eylül Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi’nden 3 öğretim üyesi 286 sayfalık detaylı
bir bilirkişi raporu hazırladı. İstanbul 2. İdare
Mahkemesi'nin bilirkişi raporuna dayanarak verdiği
ara kararda öne çıkan bazı başlıklar şöyle:
Avrasya tünel
geçişi tarihi yarımada trafik hızını arttırır
Tarihi yarımada
bölgesindeki araç trafiği ve sahil şeridinde yer
alan Kennedy Caddesi’ne ilişkin ulaşım kararlarında
oy çokluğuyla yürütmenin durdurulmasına karar
verildi. Hazırlanan ulaşım planlarının Tarihi
yarımadanın gerçekliğinden yola çıkılarak değil,
metropol kentin ulaşım taleplerine göre
belirlendiğinin ifade edildiği raporda, toplu
taşımaya yönelik araştırmaların yetersiz olduğu
vurgulandı. Araç trafiğinin kademeli olarak
azaltılmasına ilişkin politikaların benimsenmesine
rağmen Aksaray, Yenikapı, Eminönü kavşaklarda
yolların yer altına alınmasının hızlı trafik akışına
neden olacağı belirtildi.
Siluetin
korunmasından çok, trafik hızının artırılması
amaçlanmış
Bilirkişi raporunda
Tarihi Yarımadaya bağlanacak Avrasya Tünel Geçişi’ne
ilişkin ise “Tarihi Yarımadanın siluetinin korunması
kaygısından çok, Avrasya Tüneli vasıtasıyla trafik
akış hızının arttırılmasının amaçlandığı” tespitinde
bulunuldu. Avrasya Tüneli projesi kapsamında sahil
şeridinde yer alan Kennedy caddesinin 3 şeritten 4
şeride çıkarılması, alt geçitler ve U dönüşü gibi
uygulamaların trafik hızını arttıracağı ifade
edildi. Oyçokluğu ile verilen kararda ‘ayrışık oy’
kullanan Bahtiyar Kayışoğlu, İstanbul’un artan
nüfusu, metro ulaşım ağının geliştirilmesi ve
siluete etkilerinin sınırlı olacağı gerekçesiyle
aksi yönde görüş bildirdi. Kayışoğlu Avrasya Projesi
ile Asya ve Avrupa arasında yolculuk süresinin
kısalacağı şerhini de düştü.
‘Topkapı İETT
garajı ticaret alanından yeşil alana döndü’
Topkapı İETT Garajı’nın
bulunduğu alana ilişkin, oy birliğiyle yürütmenin
durdurulması kararı verildi. CHP’nin dava
dilekçesinde yeşil alan olarak kullanılması
talebinde bulunduğu Topkapı İETT garajına ilişkin
olarak da Soylu “Şehremini mahallesinde bulunan İETT
garajının ticaret alanından çıkartılarak yeşil alan
olarak kullanılması önemli kararlardan bir
tanesidir” diye konuştu.
Kumkapı Balık
hali marina olmayacak
1. Derece koruma
bölgesinde yer alan ve geçtiğimiz aylarda Avrasya
Tüneli geçiş güzergahı üzerinde olduğu gerekçesiyle
yıkılan Kumkapı Balık Hali’nin marina olarak
düzenlenmesine ilişkin kararda ise mahkeme oy
birliğiyle yürütmenin durdurulması kararını verdi.
Mahkeme kararında ‘Belediye Hizmet Alanı’ olarak
belirlenen alanın ne işleve sahip olacağı ve
alandaki yapılaşma koşullarının net olarak
belirtilmemiş olduğu gerekçesini sundu.
Yedikule
Bostanlarına da yürütmeyi durdurma
UNESCO’nun dünya mirası
listesinde yer alan ve Yedikule’den Ayvansaray’a
kadar uzanan kara surları koruma bandında yapılacak
işlemler için yürütmeyi durdurma kararı verildi.
Yedikule Bostanlarının da yer aldığı bölgelerde
yapılması planlanan açık spor alanları, rekreasyon
alanları “Kara surlarının tarihsel kimliği ile
çelişecek olması” gerekçesiyle uygun bulunmadı.
Sirkeci Garı
kültürel amaçlı kullanılacak
2. İdare Mahkemesinin
kısmen yürütmeyi durdurma kararı verdiği yerler
arasında Sirkeci Tren İstasyonu, Yedikule TCDD
Atölyeleri, Yedikule Gazhanesi, Fatih bölgesi
geneline inşa edilecek otoparklar, Sur içinde kalan
öğrenci yurdu ve meslek okulları gibi maddeler öne
çıkıyor. Mahkeme, Sirkeci Tren istasyonun ‘demiryolu
hattının atıl kalması nedeniyle gar olarak
kullanılmaması’ ancak kültürel amaçlı kullanılması
yönünde karar verdi. Yedikule TCDD Atölyeleri ve
Gazhanesi için ise yeni yapılaşmaya izin
verilmezken, mevcut alanın turizm ve kültür alanı
olarak düzenlenmesi yönünde karar verildi.
Yapı, 14.07.2015
******
BURASI 'HÖYÜK'TÜR
İstanbul 2. İdare
Mahkemesi, tarihi yarımadada yapımı planlanan 45
adet yeraltı, katlı ve açık otopark alanlarını
tek tek inceleyip, otopark alanı oluşturulmasına
karşı çıktı. Buna gerekçe olarak da, tarihi
yarımadanın bir “höyük” olmasını gösterdi.
İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş’ın
İstanbul’daki otopark ihtiyacını karşılamak
amacıyla seçimler öncesi hedef koyduğu 100 bin
araçlık otopark projesinde İstanbul 2. İdare
Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Mahkeme buna gerekçe olarak da tarihi
yarımadanın bir ‘höyük’ olmasını işaret etti.
RAPOR HAZIRLANDI
Fatih Belediye
Meclisi’nin 9 Mayıs 2012 tarihinde aldığı ve
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca 4
Ekim 2012 tarihinde onaylanan “Tarihi Yarımada
Kentsel Tarihi, Kentsel Arkeolojik, 1. Derece
Arkeolojik Sit Alanı 1/1000 ölçekli Koruma
Amaçlı uygulama İmar Planı”yla ilgili
CHP’li 8 Meclis
üyesi, uygulama imar planının iptali için istemi
ile İdare Mahkemesine dava açmıştı. 7 Mayıs 2013
günü alınan ara karar uyarınca, planların
mevzuata ve şehircilik ile planlama ilkelerine
uygun olup olmadığı konusunda bilir kişi raporu
hazırlandı. Bilirkişi raporları doğrultusunda
mahkemece alınan ara kararla, tarihi yarımadada
hayata geçmeyi bekleyen projeler askıya alındı.
Mahkeme, oy birliğiyle, planın genel ulaşım
kararlarına ilişkin kısmında şehircilik
esasları, planlama teknikleri ve kamu yararı
yönlerinden hukuka aykırı olduğu sonucuna
varıldı.
MİNİMUM MÜDAHALE
Mahkeme, tarihi
yarımada içlerinde yapımı planlanan toplam 45
adet yeraltı, katlı ve açık otopark alanlarını
tek tek inceleyip, mevcut mülkiyet düzenini
tamamen değiştirecek otopark alanı
oluşturulmasına karşı çıktı. Tarihi yarımadayı
‘höyük’ olarak tanımlayan mahkeme, yeraltına
yapılacak her müdahalede korunması gereken
kültür katmanları ile karşılaşılabileceği
gerçeğine dikkat çekti. Belirlenmiş arkeolojik
sit alanları içinde kalmaksızın, tarihi
yarımadanın bütününde zemin altında yapılacak
her türlü müdahalenin minimumda tutulmasını
isteyen Mahkeme, düzenlemelerin bu kapsamda
değerlendirilmesini gerekli kıldı.
MUĞLAK BIRAKILDI
Ayrıca, geleneksel
ve mevcut yapılaşma düzeniyle örtüşmeyen gabari
ve kütle içeren katlı otoparkların yer seçimini
de evrensel koruma planlaması yaklaşımları,
planlama esasları, şehircilik ilkeleri ve kamu
yararı açısından uygun olmadığına görüşüne yer
verdi. Mahkeme, bilirkişi raporu doğrultusunda
itiraz edilen otopark projelerine ilişkin
“Arkeolojik akıntıya rastlanmaması halinde
kamuya açık yeraltı, otoparkı yapılabilecek”
şeklindeki ifadelerle muğlak bırakıldığını ve
parsele özel münferit kararlarla yönlendirme
üzerine bir politikanın benimsendiğine hükmedip,
bu tür planın şehircilik esasları, planlama
teknikleri ve kamu yararı yönlerinden hukuka
uygunluk görülmedi. Ticaret alanlarında Koruma
Kurulu’nun uygun kararı halinde, yapılacak özel
otoparkları ise hukuka aykırı bulmadı.
Sit alanlarında
bodrum kat yapılamayacak
Bilirkişilerce
yapılan tespite göre, “Tarihi yarımadada kültür
varlıklarının envanterlerinin tamalanmamış
olması nedeniyle, beklenmedik yer altı
bulgularına ulaşma potansiyeli yüksek. Bu
nedenle yapılarda bodrum kat yapılamayacağı
yönünde bir plan hükmü geliştirilmemiş olması,
silüet çalışsamı ile gabarisi düşürülen
yapılarda silüet etkisini koruma çabalarını
zayıflatıyor. Arkeojeofizik yöntemlerle
(jeoradar, jeomanyetik, jeo elektirk v.b)
tamamlanmadan Bodrum Kat yapılmasına izin veren
plan hükmü, planlama esasları, şehircilik
ilkeleri ve kamu yararı açısından uygun
bulunmadı.”
Projeler yayaya
değil trafiğe yönelik
Bilirkişi raporunda
yer alan tespitler şöyle:
* Kent ulaşımında toplu taşımacılığın payını
arttırmaya yönelik projelerin, tarihi
yarımadanın özgün ve biricik niteliği üzerinde
yarattığı ve yaratacağı etkileri ölçen
araştırmaların yetersiz.
* Tarihi Yarımada’da yapılmakta olan metro
istasyon inşaatlarının da gerek alanın
arkeolojik sit niteliği, gerek kentin siluetine
etkileri ve gerekse kentsel sit alanının
tarihsel doku niteliği ile uyumu sorunlu.
* Lastik tekerlekli taşıt trafiğinin kademeli
olarak azaltılmasına yönelik politikaların
benimsenmiş olmasına rağmen, Aksaray, Yenikapı
ve Eminönü kavşaklarında yolların yeraltına
alınmasının ya da bazı noktalarda dönüşlere
olanak tanıyıcı alt geçişli kavşak çözümlerinin
öngörülmesi, Yarımada bütününde hızlı trafik
akışına neden olma riski taşıyor.
Kavşağın yeraltına alıması durumuna ilişkin
kesit, silüet, battı-çıktı noktalarının tespiti,
battı çıktı noktalarında ortaya çıkacak olan
yarmaların yaya geçişlerine engel olmaması için
ne tür çözümler üretileceği araştırılmalı. Bütün
alt ölçek etütlerin yapılmasından sonra bu
kararın tarihsel alanın sit özelliği, kentsel
tasarım ölçütleri, mülkiyet ilişkileri açısından
uygulanabilirliğinin olması durumunda üst
ölçekli planlara işlenmesi gerekiyor.
* Planda, alan bütünlüğünde süreklilik taşıyan
ve tarihsel değerlerin yürünerek gezilmesine
olanak sağlayan bir yaya sistemi oluşturmayıp,
trafik sistemine öncelik verilmiş. Trafiğin
girmesine olanak vermeyen dar eğimli yollar da
yaya yolu olarak bırakılmış.
Tarihi Yarmada’nın bir “Höyük” olduğu gerçeği
dikkate alınarak arkeojeofizik araştırmalar,
plan proje uygulamaları aşamasında noktasal
değil, plan kararlarına esas teşkil edecek
biçimde analiz aşamasında yapılması gerekiyor.
Tarihi Yarımada’nın kendi gerçekliğinden yola
çıkılarak değil, tarihsel alanın dışından
kaynaklanan metropol kentin ulaşım talepleri
belirlenmiş.
Sahil yolu
otobana dönüşmeyecek
Mahkeme, Avrasya
Tüneli Kapsamında Kennedy Caddesi’nin yaklaşık
5.4 kilometre boyunca genişletilerek 2 X 3
şeritten 2 x 4 şeride çıkarılması, cadde
üzerinde 5 U dönüşü alt geçidi ve 7 yaya köprüsü
oluşturmak suretiyle alt geçitlerde trafik akış
hızının yükselteceği tehlikesine dikkat çekti.
Tarihi Yarımada’nın siluetinin korunması
kaygısından çok, Boğaz altından Avrasya Tüneli
vasıtasıyla geçerek Anadolu Yakasına yapılan
trafik bağlantısının akış hızının arttırılması
amacına öncelik verildiği vurgulandı.
Sarayburnu’ndan Anadolu Yakası’na geçeceği
anlaşılan Avrasya Tüneli’nin yeraltı tünel
imalatı, paralı geçiş gişesi ve işletme binası
ve tünelin her iki ucunda inşa edilecek olan
havalandırma bacalarının, korunmaya çalışılan
tarihi Yarımada silüeti üzerindeki etkilerini
ortaya koyan somut bilimsel çalışmaların
yapılmaması nedenleriyle, tarihsel değerlerin
korunmasına yönelik evrensel koruma planlaması
yaklaşımları, planlama esasları, şehircilik
ilkeleri, kamu yararı açılarından uygun
olmadığına oy çokluğuyla karar verdi.
Hürriyet, Haber: Fatma
Aksu, 16.07.2015
|
MONA LİSA DA BİZİ
GÖRECEK
Dünyanın en çok bilinen
tablosu Mona Lisa’yı artık gülmenin dışında başka
ifadelerle de görebileceğiz. Leonarda Da Vinci’nin
ünlü tablosu yeni
interaktif versiyonu sayesinde
ruh haline göre
dudaklarını büzüp alnını çatabilecek aynı zamanda
gözleriyle kendisine bakanları takip edebilecek.
40 kişilik Fransız teknisyen ve sanatçıdan oluşan
ekip yaklaşık bir yıldır yapay zeka kullanılan
dijital 'Yaşayan Mona Lisa' üstünde çalışıyor.
“Leonardo Da Vinci onu hayata getirmek istedi bizim
de onun amacını bir adım öteye götürmemiz gayet
yerinde bir hareket” diyen projenin fikir babası
Florent Aziosmanoff esas fikrin Mona Lisa’nın
modern bir formata
uyarlanması olduğunu açıkladı.
Paris
İnternet ve
Multimedya Enstitüsü başkanı Jean-Claude Heudin
“Yaşayan Mona Lisa”nın interaktif video oyunlarında
kullanılan bir hareket sensörü sayesinde ona
bakanların hareketlerini ve görüntülerini algılayıp
kendi ruh haline göre tepki verdiğini anlattı.
YAŞAYAN MONA LISA KOLYESİ
Orijinali Louvre Müzesi’nde sergilenen Mona
Lisa'nın dijital versiyonunun farklı boyut ve
formatlarda üretilerek satılması planlanıyor.
Sonbaharda satışa çıkacak 'Yaşayan Mona Lisa'nın
tablosu ya da daha küçük boyutlarda takıları
tasarlanacak. Heudin “Gelecekteki amacımız duyguları
dikkate alarak geçmişteki deneyim ve etkileşimleri
kullanacak bir sistem oluşturmak” diyor.
Radikal, 14.07.2015
|
NAZIM HİKMET VAKFI POLİS
ZORUYLA TASFİYE EDİLİYOR!
Beyoğlu’nda Nazım Hikmet
Kültür ve
Sanat Vakfı’nın da
kiracısı olduğu 116 yıllık Hrisovergi Apartmanı’nın
sahibi Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın binanın
boşaltılması için gönderdiği ihtarın ardından polis,
vakfın tahliyesine başladı.
Diken.com.tr’nin
haberine göre; Beyoğlu Kent Savunması,
Twitter
hesabından yaptığı çağrıda, Sıraselviler caddesinde
bulunan vakfın tahliyesinin engellenmesi için destek
isterken, polisin içeri girmek isteyenlere izin
vermediğini belirtti.
NE OLMUŞTU?
Hrisovergi Apartmanı’nın sahibi Balıklı Rum
Hastanesi Vakfı, Nazım Hikmet Kültür Vakfı’na binayı
boşaltmaları, boşaltmamaları halinde Beyoğlu
Belediyesi tarafından tahliye işlemlerinin
başlatılacağına dair ihtar göndermişti.
İhtarnamede, binanın tadilat amaçlı boşaltılması
istense de kiralandığı Azade Nisa Turizm İnşaat
Gayrimenkul
Yatırım Ltd.
şirketiyle yapılan sözleşme, ‘Hrisovergi
Apartmanı’nın otel-alışveriş merkezi yapımı için
yeniden inşası ve tadilatını öngörüyor.
Radikal, 14.04.2015
******
RUTKAY AZİZ: "NAZIM
HİKMET VAKFI'NIN TAHLİYESİ SANATI YOK ETME
POLİTİKASININ SONUCU"
‘Nazım Hikmet Vakfı AVM mi oluyor’
tartışmalarını beraberinde getiren, vakfın da
bulunduğu 116 yıllık Hrisovergi Apartmanı’nda
tahliye işlemleri başladı. Balıklı Rum Hastanesi
Vakfı’nın binanın boşaltılması için gönderdiği
ihtarın ardından polis binayı boşaltıyor. Nazım
Hikmet Vakfı Başkanı Rutkay Aziz konu ile ilgili
hurriyet.com.tr’ye konuştu.
Beyoğlu Kent Savunması’nın
Twitter
hesabından yaptıkları paylaşımlarda, polisin
Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nı tahliye
ettiği ve içeri girmek isteyenlere izin
vermediği belirtildi.
Konu ile ilgili
hurriyet.com.tr’ye açıklama yapan Rutkay Aziz
şunları söyledi: “Nazım Hikmet Vakfı’nın
tahliyesini, kültür ve sanata karşı kıyım ve yok
etme politikasının bir sonucu olarak görüyorum.
‘Riskli bina’ gerekçesini bir oyun, bir
aldatmaca olarak kullanıyorlar. Oysa mahkeme
devam ediyor.
Kiracı olarak adı geçen Ran
Organizasyon bizden kopuk değil, vakfın yan
şirketi. Sadece bu bina için değil, birçok
tarihi bina için bu ‘riskli bina’ politikasını
uyguluyorlar.
Neticede para uğruna burayı bir butik otel ya da
AVM yapacaklar. Bizler, Nazım Hikmet’in adına
yakışır bir şekilde vakfı ayakta tutmaya
çalıyoruz. Hatta çok yakında Nazım Hikmet
Müzesi’ni hayata geçireceğiz”
Nazım Hikmet Vakfı avukatı Gonca
Küçükardalı'nın açıklamaları ise şöyle:
“Belediye "Burası riskli yapıdır, bu sebeple de
yıkılacaktır” diye bir tahliye gerçekleştirdi.
Ancak burası 2. Derece tescilli bir kültür
varlığı olduğu için yıkımı söz konusu olamaz.
Hukuk mahkemesinde riskli yapı olmadığının
tespitine dair bir dava açtık. Dava sürerken
tahliyenin yapılması usulsüz değil ama kiracılar
açısından hak kaybına açılabilecek durum”
"ANITLAR KURULU PROJEYİ ONAYLADI"
Balıklı Rum Hastanesi Vakfı
avukatı Neslihan Duran ise şu açıklamayı yaptı:
“Burada idari bir işlem yapılıyor. Nazım Hikmet
Vakfı içerideki kolonları keserek resim galerisi
yapmışlar. Dolayısıyla bina riskli yapı haline
geldi. Kolonları kaldırınca binanın yıkılma
riski oluyor. Binada güçlendirme yapmak için biz
orayı kiraya verdik. Kiraladığımız şirket şu
anda toplam 5-10 milyon
dolar para
harcayıp, restorasyon yapacak. Ayrıca 15-20 gün
önce Anıtlar Kurulu’ndan restorasyon projesi
onaylandı. Tarihi eser aslına uygun olarak
güçlendirilecek. Bina yıkılmıyor”
Hürriyet, Haber: Elvan
Yarma, 14.07.2015
|
ATTIKLARI POŞETTEN
MOZAİK ÇIKTI
Kevgire dönen Suriye
sınırında Türkiye’ye kaçırmak istedikleri
mozaiklerle yakalandılar. Askeri görüp kaçan
şahısları attıkları poşetlerden çıkan mozaiklerin
yaklaşık 2 yıl önce Hatay’dan kaçırılan mozaikler
olduğu ortaya çıktı.
39′uncu Mekanize Piyade
Tugay Komutanlığı’na bağlı 2′nci Hudut Alay
komutanlığı ekipleri, Hatay’ın Altınözü İlçesi’ne
bağlı Suriye sınırındaki Bohşin Mahallesi’nde
sınırdan Türkiye’ye geçmeye çalışan 2 kişiyi tespit
etti. Askerlerin ‘Dur’ ihtarına uymayan şüpheliler,
ellerinde poşeti atarak Suriye tarafına kaçtı.
Sınırda inceleme yapan ekipler bir poşet içerisinde
santimetre ebatlarında tarihi mozaik buldu. Yapılan
işlemlerin ardından tarihi eser Hatay Arkeoloji
Müzesi’ne teslim edildi. Burada yapılan incelemede
tarihi eserin Hatay’ın Atçana Höyüğü’ndeki kazı
çalışmalarında 2 yıl önce çıkarılan ama ortadan
kaybolan Roma dönemine ait mozaik olduğu belirlendi.
Sözcü, 14.04.2015
|
İSTANBUL'U RAHAT
BIRAKIN
Gezi Direnişine neden
olan Taksim Yayalaştırma Projesi’ne ilişkin kendi
verdiği iptal kararını kaldıran Danıştay’ın
kararında Topçu Kışlası yapılması da savunuldu.
İstanbul 2. İdare Mahkemesi, tarihi yarımadayı imara
açan plandaki 61 maddeden 37’sini iptal etti.
Kararla Yedikule Bostanları’ndan Kumkapı’ya kadar
pek çok alanda yapılaşma engellendi.
Danıştay 6. Dairesi,
Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılmasını ve ağaçların
kesilmesini içeren, bu nedenle Türkiye çapında
direnişe neden Taksim Yayalaştırma Projesine ilişkin
geçen yıl verdiği iptal kararını oyçokluğuyla
kaldırdı.
İstanbul 1. İdare
Mahkemesi’nin iptal kararını bozan Danıştay 6.
Dairesi, yerel mahkemeden “uzman yeni bir heyetle
mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılması
ve İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin daha önce verdiği
yürütmeyi durdurma kararının kesinleşmesinin
beklenmesi suretiyle” davada yeniden karar verilmesi
gerektiğini vurguladı. Danıştay kararıyla, İstanbul
6. İdare Mahkemesi’nin Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası
yapımına olanak veren kararın iptal istemini
reddettiği ortaya çıktı. İptal kararının, Danıştay’a
geçen yıl sonunda yapılan toplu üye ataması
sonrasında dengelerin hükümet lehine değişmesinin
ardından gelmesi dikkat çekti.
İstanbul 1. İdare
Mahkemesi, “Beyoğlu İlçesi, Taksim Meydanı
Yayalaştırma Projesine ilişkin” imar planı
değişikliklerini, 6 Haziran 2013’te iptal etmişti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin itirazını
değerlendiren Danıştay 6. Dairesi, 29 Nisan 2014’de
iptal kararını onadı. Ancak belediye, Danıştay 6.
Dairesi’ne başvurarak karar düzeltme istedi.
Normalde bu yol, istisnai olarak kullanılıyordu ve
yüksek yargı maddi hata yapılmadığı sürece karar
düzeltme taleplerini reddediyordu.
Yeni bilirkişi
Ancak Danıştay 6.
Dairesi’nin karar düzeltme talebini 31 Mart 2015
tarihinde kabul ettiği ortaya çıktı. Cumhuriyet’in
ulaştığı karara göre Danıştay 6. Dairesi, daha önce
Taksim Yayalaştırma Projesine ilişkin verdiği iptal
kararını kaldırarak davanın esasına girdi. Daire,
İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin verdiği iptal
kararının bozulmasına oy çokluğuyla karar verdi.
Kararda, uzman yeni bir heyetle yeni bir keşif ve
bilirkişi incelemesi yapılmasını isteyen daire,
İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 21 Şubat 2014’te
verdiği kararın söz konusu uyuşmazlığa etkisinin
olacağını belirterek bu kararın keşinleşmesi
gerektiğine hükmetti.
Kışla’ya onay
Kararda, kesinleşmesi
beklenen kararın ne olduğuna da yer verildi. Buna
göre, İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu’nun Topçu Kışlası’na onay
veren kararının iptaline ilişkin istemi reddetti.
Kışla kültür varlığı
Kararda, Taksim Topçu
Kışlası’na örtülü destek verildi. Plan notlarında 1.
grup taşınmaz kültür varlığı olarak Taksim
Kışlası’nın yer almasına değinilen kararın
gerekçesinde, 2863 sayılı Kültür ve Taibat
Varlıklarını Koruma Kurulu Kanunun 6. maddesinde
“tarihi kışla”ların da korunması gereken taşınmaz
kültür varlıkları olduklarının “hiçbir yoruma mahal
bırakmayacak şekilde açıkça belirtildiği” anlatıldı.
Karara başkan Habibe Ünal ve üye Ünal Demirci
muhalefet etti.
Tarihi yarımada için
tarihi kararlar
İstanbul 2. İdare
Mahkemesi, tarihi yarımadayı imara açan koruma
amaçlı uygulama planındaki 61 maddeden 37’sini iptal
etti. Yedikule Bostanları’ndan Kumkapı’ya kadar pek
çok alanda yapılaşma engellenmiş oldu. Sirkeci Garı
alanının ise kültürel amaçlı kullanılmasına karar
verildi.
İstanbul 2. İdare
Mahkemesi “Tarihi Yarımada’yı” ilgilendiren Binlik
Koruma Amaçlı Uygulama Planının İptali istemiyle
açılan davada, 61 konu başlığından 37’sine yürütmeyi
durdurma, 7’sine ise kısmen yürütmeyi durdurma karar
verdi. 24 Nisan 2015’te verilen yürütmeyi durdurma
kararının ana başlıkları arasında Avrasya Tünel
Geçişi’nin bağlandığı Kennedy Caddesi, Tarihi
Yarımada trafiğini yoğunlaştıracağı öngörülen ulaşım
kararları, AVM ve otel yapılması amaçlanan Topkapı
İETT Garajı, Kumkapı Balık Hali’nin marina olmasına
ilişkin planlar yer alıyor. Kararlardan bazıları
şöyle:
* Tarihi Yarımada
bölgesindeki araç trafiği ve sahil şeridinde yer
alan Kennedy Caddesi’ne ilişkin ulaşım kararlarında
oy çokluğuyla yürütmenin durdurulmasına karar
verildi. Hazırlanan ulaşım planlarının Tarihi
Yarımada’nın gerçekliğinden yola çıkılarak değil,
metropol kentin ulaşım taleplerine göre
belirlendiğinin ifade edildi.
Avrasya tünel geçişi
* Tarihi Yarımada’ya
bağlanacak Avrasya Tünel Geçişi’ne ilişkin “Tarihi
Yarımada’nın silüetinin korunması kaygısından çok,
Avrasya Tüneli vasıtasıyla trafik akış hızının
arttırılmasının amaçlandığı” tespitinde bulunuldu.
* Topkapı İETT
Garajı’nın bulunduğu alana ilişkin, oy birliğiyle
yürütmenin durdurma kararı verildi. CHP’nin dava
dilekçesinde yeşil alan olarak kullanılması
talebinde bulunmuştu.
* Avrasya Tüneli geçiş
güzergâhı üzerinde olduğu gerekçesiyle yıkılan
Kumkapı Balık Hali’nin marina olarak düzenlenmesine
ilişkin kararın yürütmesi durduruldu.
* Dünya mirası
listesinde yer alan ve Yedikule’den Ayvansaray’a
kadar uzanan kara surları koruma bandında yapılacak
işlemler için yürütmeyi durdurma kararı verildi.
Kültür alanı olacak
Kısmen yürütmeyi
durdurulan yerler arasında Sirkeci Tren İstasyonu,
Yedikule TCDD Atölyeleri, Yedikule Gazhanesi, Fatih
bölgesi geneline inşa edilecek otoparklar, Sur
içinde kalan öğrenci yurdu ve meslek okulları gibi
maddeler de var. Mahkeme, Sirkeci Tren İstasyonu’nun
kültürel amaçlı kullanılması yönünde karar verdi.
Yedikule TCDD Atölyeleri ve Gazhanesi için ise yeni
yapılaşmaya izin verilmezken, mevcut alanın turizm
ve kültür alanı olarak düzenlenmesi yönünde karar
verildi.
Cumhuriyet, 14.07.2015
|
KARAHÜYÜK'ÜN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Elbistan’da bulunan höyüklerin en eskilerinden biri
olan Karahüyük’ün tarihini ortaya çıkaracak kazı
çalışmaları başladı.
Kazı heyetinin başkanlığını yapan Cumhuriyet
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Bora Uysal, höyükteki ilk yerleşimin
milattan önce 2000 yılında Asur ticaret kolonileri
döneminde başladığını söyledi.
İçinde bulunduğu mahalleye de isim kaynağı olan
Karahüyük’teki kazı çalışmalar, Sivas-Cumhuriyet
Üniversitesi’nden gelen yaklaşık 25 kişilik uzman
ekip tarafından sürdürülüyor. Cumhuriyet
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Bora Uysal’ın başkanlığında gerçekleşen
kazıların, uzun süre devam etmesi planlanıyor. 2015
yılı için ön çalışma niteliğindeki kazıların 2016
yılından itibaren daha geniş bir ekiple devam etmesi
planlanıyor.
Karahüyük’teki kazı çalışmaları hakkında bilgi veren
kazı başkanı Cumhuriyet Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Bora Uysal,
höyükle ilgili daha önce 2 araştırma yapıldığını
belirtti.
Karahüyük’te 1947 yılında Arkeolog Tahsin ve eşi
Özgüç tarafından bir araştırma yapıldığını kaydeden
Uysal, bu çalışmada Geçitit kültürü ve Hitit
İmparatorluğuna ait bir tabakayı ortaya çıkardığını
anlattı.
Karahüyük’teki yerleşimin Hellenistik ve Roma
döneminde küçüldüğünü ifade eden kazı başkanı Yrd.
Doç.Dr. Bora Uysal, “Daha önce burada birkaç
araştırma yapılmış. 1907 yılında bir Alman arkeolog
burada çalışma yapmış. Esas olan ise 1947 yılında
merhum Tahsin Özgüç ve eşi Nimet Özgüç bir yıl
çalışma yapıyorlar. Yaklaşık 20 metrelik bir alanda
5 metre kadar derine iniyorlar. Burayla ilgili bir
kitapları var. Onlar, Geçitit kültürü ve demir
devrine ait tabakalarda çalışmışlar. Daha çok bir de
Geçitit kültüründen daha eski olan Hitit
İmparatorluğu’na ait bir tabakayı açığa çıkarmışlar.
Ama bizim bildiğimiz, daha başka araştırmalara göre
burası Asur ticaret kolonileri çağında başlıyor.
Milattan önce (MÖ) 2 bin ile 1750 yılları
arasında. Ondan sonra Hitit devleti kurulduğu zaman
yerleşim devam ediyor. Hitit devletinin yıkıldığı
MÖ1200 tarihine kadar Hitit şehirlerinden birisi
olarak kalıyor. Hititler yıkıldıktan sonra Geçitit
beylikler çağı dediğimiz bir zaman dilimi daha var.
MÖ 1200’lerde başlayıp MÖ 700’lü yıllara kadar
inen bir devir. Bu zamanda da burası yerleşime sahne
olmuş. Sona çok zayıf olarak Hellenistik ve Roma
döneminde de küçülerek günümüze kadar gelmiş”
bilgilerini aktardı.
Cumhuriyet Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç.Dr. Bora Uysal, açıklamasının
devamında Karahüyük’teki yapılaşmanın ve kaçak
kazıların yol açtığı tahribatın altını çizdi.
Höyük alanının 3’te 2’sinin evler tarafından
kaplandığına işaret eden Uysal, 18 metre
yükseklikteki höyükteki tabakalardan Geçitit
dönemine ait katmanın büyük zarar gördüğünü söyledi.

Çalışmanın uzun bir zaman dilimini kapsadığını da
anımsatan Uysal, “Biz bunları yavaş yavaş zaman
içerisinde açığa çıkaracağız. Karahüyük, çok büyük
bir höyük. Ama gördüğümüz gibi neredeyse 3/2’si
evler tarafından kaplanmış vaziyette. Çok ağır bir
tahribat var. El değmedik bir yeri yok. Geçitit
dönemine ait katmanlar bayağı bir kötü durumda.
Höyüğün 500*300 metrelik alanı kapladığı belli.
17-18 metre de yüksekliği var. Bu yükseklik de pasta
gibi kat kat tabaka halinde. Bir yerleşim yıkılmış
üstüne kurulmuş. 1947 yılında yapılan kazılar
neticesinde çok güzel eserler ortaya çıkmış. Çeşitli
müzelerde sergileniyor bu eserler. Kaçak kazılar da
burada ciddi tahribata yol açmış. Kaçak kazılar
sonucu çıkarılan ve müsadere sonucunda müzelere
kazandırılmış epeyce bir eser var” ifadeleri ile
açıklamasını tamamladı.
Elbistan'ın Sesi, 14.07.2015
|
YALOVA'DA TARİH ESER
OPERASYONU
Yalova'da bir evin
bahçesinde Roma döneminden kaldığı tahmin edilen
mezar steli ele geçirildi.
Alınan bilgiye göre,
jandarma ekipleri,
M.S'nin Çınarcık İlçesi Teşvikiye beldesindeki
evinin bahçesinde tarihi dönemlere ait taş eser
bulundurduğu bilgisine ulaştı.
Söz konusu eve
operasyon
düzenleyen ekipler, Roma dönemine ait olduğu
değerlendirilen mermer mezar steli buldu. Eser,
incelenmek üzere
Kültür ve Turizm
Müdürlüğü görevlilerine teslim edildi.
M.S. hakkında ise
"Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kanununa
muhalefet "
suçundan yasal işlem yapıldı.
Radikal, 13.07.2015
|
MİMAR SİNAN'A AYIP DÜZELTİLDİ
Kanuni Sultan Süleyman'ın ünlü
hasekisi Hürrem Sultan tarafından 1538-1539 yılları
arasında Mimar Sinan'a yaptırılan Haseki Sultan
Camisi'nin arka giriş kapısına takılan otomatik
kepenk ile demir ızgaralar SABAH'ın haberinin
ardından kaldırıldı. Fatih Müftüsü İrfan Üstündağ'ın
yaptığı incelemenin ardından, Mimar Sinan'ın ilk
eseri olma özelliğini taşıyan caminin eski kapısı
tekrar yerine yerleştirildi. Camiye ait külliyenin
içindeki eğitim merkezinin yetkilisi makam
otomobilini caminin avlusuna park edebilmek için
kapıya otomatik kepenk taktırmıştı.
Sabah, 13.07.2015
|
|
EN ESKİ MUSHAFLAR YAYINLANDI

İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi
(IRCICA), dünyanın dört bir yanındaki önemli
kütüphane ve müzelerde yer alan ve hicri ilk asra
ait en eski Kur’an-ı Kerim nüshalarını yayınladı.
IRCICA'dan yapılan açıklamaya göre IRCICA, büyük
bir titizlikle yürütülen çalışmalar sonucu
Mushafları hem basılı hem de dijital ortamda
yayınlayarak bir ilki gerçekleştirdi.
IRCICA Genel Direktörü Halit Eren, konuya ilişkin
değerlendirmesinde, projenin detaylarını ve mukaddes
eserlerin bir araya geliş sürecini anlattı.
IRCICA olarak, Mushafların nüshalarının temini ve
yayına hazırlanması ve yayınlanması çalışmalarına
2005 yılında başladıklarını belirten Eren, şunları
kaydetti:
"Araştırmadan basıma kadar Dr. Tayyar Altıkulaç
ve bendeniz olmak üzere IRCICA’da oluşturulan bir
heyet süreci takip etti. Kufi ve hicazi hatlarla
yazılmış olan harekesi olmayan bu Mushafların baştan
sona kadar satır satır okunması, yeniden yazılması,
elimizde mevcut Mushaflarla ve zikredilen diğer
Mushaflarla harf harf, kelime kelime
karşılaştırılması çalışmasını eski Diyanet İşleri
Başkanı Dr. Tayyar Altıkulaç Beyefendi büyük bir
sabır ve titizlikle gerçekleştirdi. Sayın Altıkulaç,
bu çalışmaların en yorucu kısmını, bugüne kadar
dünyada hiç kimsenin yapmadığı meşakkatli bir
hizmeti gerçekleştirmiştir.
Hicri ilk asra ait bu eserler bir elin
parmaklarını geçmiyor. İşe en yakınımızdaki nüsha
ile başladık. Topkapı Sarayı Müzesi’nde muhafaza
edilen ve Hz. Osman’a nispet edilen Mushaf’ın
tıpkıbasımını yayınladık. Akademik bir edisyonunu
elimizdeki Mushaflarla karşılaştırarak yayınladık.
Topkapı Mushafını Kültür Bakanlığı’nın izni ile
inceledik ve yayınladık. Ancak, çok arzu ettiğimiz
halde karbon testini yaptıramadık."
Akşam, 13.07.2015
|
'SAHİBİNDEN SATILIK KİLİSE' MECLİS GÜNDEMİNDE
Geçtiğimiz günlerde Mardin Artuklu’da Süryani
Kilisesi’nin, Bursa Mudanya’da ise Rum kilisesinin,
tapu sahipleri tarafından satışa çıkartılması Meclis
gündemine taşındı. HDP Mardin Milletvekili Erol
Dora, Kültür ve Turizm Bakanlı Ömer Çelik’in
yanıtlaması için verdiği soru önergesinde ‘tedbir
alacak mısınız’ diye sordu.
HDP Mardin Milletvekili Erol Dora, Kültür ve
Turizm Bakanı Sayın Ömer Çelik’in yanıtlaması
talebiyle yazılı soru önergesi verdi.
Her iki kilisenin satışta olduğuna dikkat çekilen
önergede şu soruları soruldu,
“1. Söz konusu kiliselerin basına yansıdığı
üzere internet üzerinden satışa çıkarıldığına
ilişkin bilginiz var mıdır? Var ise bu ve benzer
vakıalara ilişkin karşı ne gibi tedbirler almayı
düşünüyorsunuz?
2. Adı geçen iki kilisenin tapularının şahıslara
geçtiği iddiaları doğru mudur? Doğruysa nasıl ve
hangi şartlarda bu kiliselerin tapuları söz konusu
şahıslara geçmiştir?
3. Bakanlığınızın tarihi varlıkları korumak,
geliştirmek, yaşatmak ve bir sonraki kuşaklara
aktarılmasını sağlamak gibi görevleri olmasına
karşın bakanlığınızın bu tarihi yapıların korunması
noktasında sergilediği ihmalkar tutumun gerekçesi
nedir?
4. Hıristiyanlığın kutsal ibadet yerleri olan
kiliselerin şahıslarca satışa çıkarılması
girişimlerinin Hıristiyan yurttaşlarımızı rencide
eden bir durum olduğundan hareketle, Hıristiyan
yurttaşlarımızın karşı karşıya bırakıldığı bu ve
benzer muhteviyattaki sorunlara ilişkin
Bakanlığınızın ne gibi planlamaları vardır? Başkaca
ne gibi planlama ve uygulamalarınız olacaktır?
5. Söz konusu kiliselerde olduğu gibi, farklı
sebeplerden dolayı Süryani, Ermeni ve Rumlar’a ait
olan ve tapusu Hazine veya şahıslar adına geçmiş
yüzlerce kilise veya tarihi yapıları tekrar esas
sahiplerine iade etmeyi düşünüyor musunuz?
Mardin'deki satılık kilisede inceleme
Mardin Artuklu’da, tapu sahibi tarafından
satılığa çıkartılan Süryani Mor Yuhanna Kilisesi’nde
inceleme yapıldı.
Cihan Haber Ajansı’nın haberine göre, kilisenin
satılığa çıkartılmasıyla ilgili olarak Kültür ve
Turizm Bakanlığı inceleme başlattı. Diyarbakır
Vakıflar Bölge Müdürlüğü Koruma Kurulu'ndan bir
heyet Mardin’e gelerek Mor Yuhanna Kilisesi'nde
incelemelerde bulundu.
Diyarbakır Anıtları Koruma Kurulu’ndan sanat
tarihçisi Ahmet Demir, mimar Yılmaz Akgün, müze
araştırma görevlisi Mehmet Deniz’den oluşan heyet,
inceleme yapmak üzere Mardin’e geldi. Heyeti,
inceleme sonrası herhangi bir açıklama yapmadı.
Kiliseyi fotoğraflarını çeken heyet, raporlarını
kurula sunacaklarını söyledi.
Agos, 13.07.2015
******
SATILIĞA ÇIKARILAN
TARİH KİLİSEDE İNCELEME
Mardin’deki 1700 yıllık Mor Yuhanna Süryani
Kilisesi’nin 12.5 milyon liraya satışa
çıkarılmasına Süryanilerin gösterdiği tepki
üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı dün kilisede
inceleme başlattı.
Mardin’de
yıllardır depo olarak kullanılan ve 1700 yıllık
olduğu belirtilen, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın da ‘kültür varlığı’ olarak
tescillediği Mor Yuhanna Süryani Kilisesi’nin
tapusunu elinde bulunduran İbrahim Aycun,
emlakçı aracılığıyla kiliseyi 12.5 milyon liraya
satışa çıkarmıştı. Süryaniler’in kilisenin
satışına tepki göstermesinin ardından olaya el
koyan Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri,
dün kilisede incelemelerde bulundu. Diyarbakır
Anıtları Koruma Kurulu’ndan sanat tarihçisi
Ahmet Demir, mimar Yılmaz Akgün ve müze
araştırma görevlisi Mehmet Deniz’den oluşan
heyet, Mardin’in Teker Mahallesi Akın Sokak
üzerinde bulunan kilisede inceleme yapmak üzere
Mardin Müzesi yetkilileri ile birlikte kiliseye
gitti. Kilise kapısının kilitli olması üzerine
devreye giren Mardin Müzesi yetkilileri İbrahim
Aycun’dan kilise kapısına ait anahtarları
istedi.
HEYET 5 SAAT SOKAKTA BEKLEDİ
Aycun’un bakanlığın inceleme yapmak istediğine dair
yazıyı görmek istemesi üzerine heyet yaklaşık 5 saat
boyunca sokakta anahtarın gelmesini beklemek zorunda
kaldı. Anahtar geldikten sonra kiliseye geçen heyet
burada kilisenin 2009 yılında tescil edilen yapısı
üzerine bir değişiklik yapılıp yapılmadığını
inceledi. Yapının bütün bölmelerini fotoğraflayan ve
Süryani cemaati temsilcisi olan Metin Eğilmez’den
kilise hakkında bilgi alan heyet inceleme sonrası
herhangi bir açıklama yapmadı. Kilisenin satılıp
satılmayacağı kararını Anıtlar Koruma Kurulu’ndan
çıkacak raporun belirleyeceğini belirten sanat
tarihçisi Ahmet Demir, hazırlayacakları raporları
kurula sunacaklarını söyledi.
Hürriyet, 14.07.2015
|
ANİ İÇİN HAREKETE GEÇİLDİ

Binlerce yıllık geçmişe
sahip Ani antik kentinin UNESCO tarafından "dünya
mirası" kabul edilmesi için çalışma başlatıldı.
Kars Kültür ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Ani antik kentinin,
kabul edilmesi halinde Türkiye’deki 16'ncı dünya
mirası olacağını anlattı.
Ani antik kentinin yerli ve yabancı turistlerin
ilgisini çektiğini belirten Doğanay, “Bakanlık
olarak Şubat 2015'te Ani Antik Kenti için çok
kapsamlı bir dosya hazırlayarak
UNESCO’ya başvuruda bulunduk ve geçici listeye
alındık. Asıl liste için çalışmalarımız devam
ediyor” diye konuştu.
Doğanay, UNESCO tarafından görevlendirilecek ekibin
Kars'a gelerek incelemelerde bulunacağını
vurgulayarak, şunları söyledi: “Dünya Mirasları
listesinde, Türkiye’de bulunan kültür varlığı sayısı
15’e çıktı. Dünya Mirası listesine son olarak
Diyarbakır Surları-Hevsel Bahçeleri ve
Efes Antik Kenti girdi. Eylül'de
UNESCO’dan bir
ekip Kars'ta son çalışmalarını yapacak. Bu senenin
sonunda Ani antik kentinin Türkiye’deki 16'ncı
dünya mirası olarak kalıcı listede yerini almasını
bekliyoruz.”
Vatan, 13.05.2015
|
İSTANBUL'DA TARİHİ ESER OPERASYONU
İstanbul'da
gerçekleştirilen tarihi eser kaçakçılığı
operasyonunda 10 parça tarihi eser ele geçirildi.
Suriye'den getirdikleri tarihi eserleri pazarlamaya
çalışan iki Suriyeli Bayrampaşa Otogarı'ndan
itibaren takibe alındı. Yapılan operasyon sonucunda
ele geçirilen eşyaların değerlendirilmesinde, dokuz
adedinin Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu
kapsamındaki tarihi eserler olduğu, ancak bir
sikkenin imitasyon olduğu anlaşıldı.
Sabah, 13.07.2015
|
TARİHİ SİNAGOGTA KAUÇUK ATÖLYESİ!
İstanbul’daki tarihi Mayor Sinagogu’nun hali
görenleri utandırıyor... 1930’lardan sonra depo ve
imalat atölyesi olarak kullanılan tarihi yapı,
bakımsızlık nedeniyle aradan geçen zamanda adeta
harabeye döndü...
Hasköy’deki tarihi Mayor Sinagogu sadece Türk
Yahudi Cemaati’nin değil, aynı zamanda
İstanbul’un da önemli kültür varlıkları arasında
bulunuyor. Sefarad göçlerinde
İspanya’nın Mayorka Adaları’ndan göç edenler
tarafından kurulan ancak Cumhuriyet dönemi sonrası
Hasköy’deki Yahudiler’in bölgeyi terk etmesiyle
ibadethane işlevini kaybeden Mayor Sinagogu, uzun
yıllar boyunca kiraya verildi. 1930’lardan sonra
depo ve imalat atölyesi olarak kullanılmaya başlayan
tarihi yapı, bakımsızlık nedeniyle aradan geçen
zamanda adeta harabeye döndü. Hasköy Mallem Sinagogu
Vakfı’na ait olan tarihi yapının durumuna daha fazla
kayıtsız kalamayan Türk Yahudi Cemaati ise içler
acısı durumdaki tarihi mekanın restorasyonu ve yeni
bir kültür alanı için düğmeye bastı.
Kültür kompleksi
Projede yer alacak isimlerden Mimar Hayim Beraha,
neredeyse yıkılma tehlikesi yaşayan tarihi sinagogun
kapılarını Milliyet’e açarken, şu bilgileri verdi:
“Mayor Sinagogu, çok uzun yıllardır, ibadethane
işlevi dışında kullanılıyordu. Restorasyon projesi
ile birlikte yapıyı restore etmek ve yeni bir kültür
merkezini hayata geçirmek isitiyoruz. Mayor Sinagogu
hem bizim cemaatimiz açısından, hem de İstanbul’un
tarihi değerleri açısından önem taşıyor.
Edirne Sinagogu’ndan sonra pilot projelerle Türk
Yahudileri’ne ait tarihi eserleri ayağa kaldırmak
istiyoruz. Yeni projenin detayları henüz netlik
kazanmış değil. Ancak içerisinde sergi alanları,
sanatsal aktivitelerin yapılacağı bir kompleks
olmasını arzuluyoruz. Tarihi yapının kapladığı
toplam alan 600 metrekare. Mesele bina yapmak veya
restorasyon değil. Tarihi dokuya uygun işlevsel bir
yapıyı ortaya çıkarmak. Yahudi gençler, tarihi
eserler konusunda oldukça ilgililer. Türkiye için
değer taşıyan tarihi eserlerimizin ihya edilmesi
için yoğun bir istek var.”
Bizans
yapısı mı?
Tarihi kaynaklarda Mayor Sinagogu hakkında farklı
bilgiler yeralırken, sinagogun 300 yıl önce inşaa
edildiği tahmin ediliyor. Tarihçi Lorans Tanatar
Baruh ise sinagogun
Bizans dönemine ait olduğunu ve o dönem
Hasköy’deki en büyük sinagog olmasından dolayı Mayor
adının verildiğini belirtiyor. Diğer tarihi
kaynaklara göre ise Mayor Sinagogu 300 önce
Mayorka’lı Yahudiler tarafından yaptırıldı. 70 yılı
aşkın süre depo, iş yeri ve atölye olarak kullanılan
ibadethanede 2009 yılında sanatçı Serge Spitzer
tarafından sergi açıldı. 6 yıldır kimsenin
uğramadığı tarihi yapı ise bakımsızlık nedeniyle
çökme tehlikesi yaşıyor. İç mekanında ahşap
kaplamalı bir kubbe bulunan eserin tavanlarında da
ahşap kaplamalar yeralıyor.
Milliyet, Haber: Mert İnan, 13.07.2015
|
GÖBEKLİTEPE'DE 'İLK RESİM YAZISI' EMARELERİ

"Tarihin sıfır noktası" olarak nitelendirilen ve
geçmişi 12 bin yıl öncesine dayanan Göbeklitepe'deki
kazılarda bulunan bir dikilitaş üzerindeki sahnenin,
"ilk resim yazısı" olabileceği düşünülüyor.
Şanlıurfa Müzesi Müdürü ve Göbeklitepe Kazıları
Başkanı Müslüm Ercan, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Göbeklitepe'nin "dünyanın en eski
tapınak merkezi" olarak kabul edildiğini söyledi.
Neolitik döneme ait alandaki çalışmalar sırasında
çıkan birçok eserin kendi alanında "ilk olma
özelliği" taşıdığına işaret eden Ercan,
Göbeklitepe'nin bir dini merkez olarak
kullanıldığını ve yapılan jeo radar taramalarında
bölgede 23 tapınak yapısıyla karşılaştıklarını
belirtti.
"T" biçimindeki dikilitaşların, o dönemin
insanları tarafından inandıkları kutsal varlığı
sembolize ettiği şeklinde yorumlandığını bildiren
Ercan, "Müzemizde sergilenen küçük boyutlu bir domuz
figürü var. 'C' tapınağındaki merkez stellerin
önünde adanmış tarzda bulunmuştu. Buradan da
anlaşılıyor ki bu steller Göbeklitepe insanı için
kutsalı sembolize ediyordu. O dönemin insanları
yılın belli bir dönemi toplanıyorlar ve bu
tapınaklarda kutsallarına kurbanlar adıyorlar ve
ibadet ediyorlar. İbadetlerden sonra da asıl yaşam
alanları olan ovalara geri dönüyorlar" diye konuştu.
'İlk resim yazısı örneği olarak
düşünülebilir'
Ercan,
Göbeklitepe'de çıkan eserlerin o dönemin "ölü gömme
geleneği" ile ilgili de bilgiler verdiğine dikkati
çekerek, 12 bin yıl öncesinde mezar geleneğinin
bulunmadığını, açıkta bırakılan ölülerin yırtıcı
kuşlarca yenildiği, böylece ölünün ruhunun göğe
erdiğine inanıldığını aktardı.
Akşam, 12.07.2015
|
TARİHİ SELÇUKLU MEZARLIĞI KADERİNE TERK EDİLDİ

Muş’un Korkut İlçesi'ne bağlı Sazlıkbaşı
Köyü'ndeki
Selçuklu Mezarlığı her geçen gün yok oluyor.
Korkut İlçesi'ne bağlı Sazlıkbaşı Köyü'ndeki tarihi
Selçuklu Mezarlığı, sahipsizlikten her geçen gün yok
oluyor. İki metre boyunda ve üzerindeki kılıç,
hançer, kalkan, güneş ile çeşitli süslemeleriyle
hayran bıraktıran mezar taşlarının bir kısmı halen
ihtişamıyla ayakta dururken bazıları ise tamamen
harap olmuş durumda. Mezarlığın yan tarafından geçen
yol ve toprak yapısının toz olması nedeniyle
mezarlığın tahrip olmasına neden olduğunu belirten
Köy Muhtarı Yusuf Akın, acil yardım çağrısında
bulundu. Her yıl köy çocukları ile birlikte
mezarlığı kontrol edip tahrip olan mezarları
taşlarla korumaya çalıştıklarını ifade eden Akın,
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sahip çıkmasını
istediklerini söyledi. Mezarlıkta ecdadın yattığını
ve bunun için yetkililerden yardım beklediklerini
kaydeden Akın, “Bu mezralık Selçuklu zamanında
kalmadır. Bizim ecdadımızın mezarlığıdır. Yanından
yol geçiyor ve toprak yumuşak olduğu için kemikler
hep dışarı çıkmıştır. Kültür Bakanlığı’ndan bir
ricamız vardır, şu mezarlığa sahip çıksın. Her sene
çocuklarla biz taş çekiyoruz üstünü örtüyoruz, ama
hayvanlar geçerken yine bozuluyor” dedi.
“KÖY HALKI OLARAK ÜZÜLÜYORUZ”
Köy halkının mezralığın bulunduğu bölgede geçtiği
zaman üzüldüğünü ve özellikle mezarlıktaki
kemiklerin dışarı çıktığının altını çizen Muhtar
Akın, “Köylü olarak hepimiz bu mezralıktan geçerken
üzülüyoruz. Çünkü hepsinin kemikleri dışarı çıkmış.
Kültür Bakanlığı’ndan bir ricamız vardır. Buna sahip
çıksın. Şimdiye kadar Selçuklu Mezarlığı’na sahip
çıkmamışlar. Buna sahip çıkmaları için ricada
bulunuyoruz” diye konuştu.

Köy halkından Tahsin Gök isimli vatandaş ise,
“Burası Selçuklu Mezarlığı’dır. Biz köy halkı olarak
bu mezarlılığa bakmalarını istiyoruz. Burada köyün
hayvanları geçiyor, etrafını kapatmalarını
istiyoruz. Tarihi eser olup ecdadın mezarlığıdır.
Ecdadın mezarlığı olduğu için sahip çıksınlar”
ifadelerini kullandı.
Köy muhtarı ile birlikte her yıl taş taşıyarak
bozulan mezarların üstlerini kapattıklarını ve
dışarı çıkan kemikleri sakladıklarını vurgulayan
Mehmet Mehdi Sençin de, “Muhtar ile her yıl taşlar
topluyoruz, çıkan kemikleri saklıyoruz. Bu mezarlığa
sahip çıkmalarını rica ediyoruz” şeklinde konuştu.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Hayrettin Çetin de,
“Ahlat Müze Müdürlüğü ile birlikte ilimizde bulunan
tarihi mezatlıklarda yapılan çalışmada korunması
gereken kültür varlıkları tespiti yapılmıştır. Söz
konusu köyümüzün şu ana kadar resmi talebi olmaması
ile birlikte tarihi mezarlıkların bakımı, onarım ve
korunması için bulunulduğunda mevcut yönetmelikler
kapsamında gereken yardımlar yapılmaktadır. Bununla
ilgili bize bir talep olduğunda yönetmeliğe uygun
birşekilde çalışmalarımız olacaktır” dedi.
Hürriyet, 12.07.2015
|
AYVALIK, EGE TARİHİNE IŞIK TUTACAK
Ayvalık dediğimiz kasaba bir yarımada ve iki
adadan oluşur. Lale Adası ve Cunda yakın zamana
kadar ilçe merkezinden iki küçük boğazla
ayrılmıştı.
Bugün hepsi köprü vasıtasıyla birleşmiştir.
Cumhuriyet sonrasında
Cunda Adası’ndaki Rumların Midilli’ye ve
Girit Adası’ndan gelen mübadillerin buraya
yerleştirilmesiyle ilginç bir kültürel yapı
oluştu. Girit mutfağı Cunda ve Ayvalık mutfağını
zenginleştirdi. Mesela, Cunda enginarı
mübadillerle gelmiştir.
Çok olumlu bir
gelişme
İki adanın tarihini çok eskilerde aramayalım.
18’inci yüzyılda bile birtakım haydutların
yaşadığı boş yerlerdi. Kilise bu bölgeye,
başıboş nüfusu etkilemeye ve arazinin
bereketinden yararlanmak için gelmiş gibi
görünüyor. Adadaki Agios Dimitrios (Selina veya
Ayışığı) Manastırı’nın her halükarda ilk
restorasyon tarihinin 1765 olduğu saptandığına
göre, bu manastırın kurucularının doğrudan
doğruya Halkidiki Yarımadası’ndaki Aynaroz
manastırlarından gelen keşişler olduğu da
bilinir.
Ortodoks manastırlarının bazıları tıpkı
Avrupa’da Orta Çağ’daki Benedikten rahipleri
gibi ziraat ve diğer zanaatlerle uğraşan
çalışkan keşişlerden oluşuyor. Bu sayede etrafı
da kontrol eder ve kalkındırırlardı. 1865
yılında bu klasik manastır 19’uncu yüzyıl modası
olan Bizantino-Morik üslupla yeniden inşa
edildi. 1915’te manastır hemen hemen terk
edildi. 1922’de de son rahip ayrıldı. Mübadele
devrinde Selanik’ten gelen bir aileye verilen
manastır binası ve zeytinliğin zamanla bu aile
tarafından da terk edildiği anlaşılıyor. 2008’de
Suzan Sabancı Dinçer ve
Haluk Dinçer ailesinin satın alıp
restorasyonuna başladıkları bu bina, şu sıralar
bazı kültür faaliyetlerine açıldı.
Ayvalık’ta son yıllarda eski kiliselerin,
ayazmaların, hatta katedralin ve Ayışığı
Manastırı’nın restorasyonu, bizim memleketin
şanı için olumlu bir gelişmedir. Çünkü benim
bildiğim kadarıyla Balkanlar’da hiçbir eski
caminin Türk kurumlarından başka hiç kimse
tarafından restore edildiğini söylemek mümkün
değildir.
Ayışığı Manastırı’nda bu yıl
temmuz ve ağustos aylarında, Midilli-Ayvalık
ekseninde zeytin, zeytinyağı, zeytincilik, üzüm
bağcılığı ve şarapçılık üzerine tarih
seminerleri yapılıyor. Mimari yönden restorasyon
kadar tarihin değerlendirilmesi de söz konusu.
Ayvalık daha da tanınacak
Bu yılki seminerleri düzenleyen ünlü tarihçi;
Karaman asıllı,
Atina Küçük Asya Enstitüsü’nden Prof.
Evangelia Balta’dır. Evangelia bizim Osmanlı
tarihçileri arasında
Yunanistan’la ilgili vesikaları taramakta ve
Karamanlıca dediğimiz Ortodoks
Anadolu Oğuzlarının edebiyatını yayımlamakta
önde gelen bir simadır. Türk tarihinin önemli
sorunlarını ele aldı. Mesela “Eğriboz (Euboeia)
Adası Tahrir Defterleri”, “Karamanlı Edebiyatı
Üzerine Araştırmalar” (İş Bankası Yayınları)
bence en çok bilinmesi gereken iki eseri. Halen
yazları Ayvalık’ta
Harvard Üniversitesi Yaz Okulu’nda ders
veriyor.
Ayvalık ilginç bir biçimde Osmanlı Ege
tarihinin araştırma ve öğrenilmesine yönelik
merkezlerden biri haline geliyor. Ayışığı
Manastırı ünlü sanayici ailemizin yönlendirdiği
bir merkez olacak ümit ederim. Bir yandan,
Harvard Üniversitesi’nin yaz tarih kursları, bir
yandan Filiz Ali’nin genç sanatçıları eğitime
aldığı müzik okulu ve Ayışığı Manastırı’ndaki
konferans merkezi Ayvalık’ı daha fazla
tanıtacak. Şehirler illa nüfusla ya da liman
etkinlikleriyle büyümez. Mevcut zenginliği
kullanmak ve kültüre yönlendirmek şehri daha çok
yaşanır hale getirir.
Milliyet, Yazı: İlber Ortaylı, 12.07.2015
|
CUMHURİYETİN ANKARA'SINI
YIKACAKLAR

Uzun yıllardır Ulus projesine karşı bilimsel
mücadele yürüten Şehir ve Bölge Plancısı Prof.Dr.
Mehmet Tunçer, söz konusu Bakanlar Kurulu kararının
tamamen hukuka aykırı olduğunu belirterek, “proje
uygulamaya konursa eski ve tarihi yapıların yerini
granit ve camla kaplı gösterişli binalar alacak ama
Ankara ve Türkiye tarihinden ve kimliğinden çok şey
yitirecek, binlerce yıllık tarihi birikim unutuluşa
terk edilecektir” görüşünü dile getirdi.
ERDOĞAN: SARAYI GÖREN YABANCILAR ‘BURASI
BÜYÜK DEVLET’ DİYOR
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz
günlerde kaçak sarayda vatandaşlara verdiği iftar
yemeğinde eleştirilere neden olan sarayın önemine
vurgu yaparak, “yabancılar burayı görünce ‘haa
burası büyük bir devlet’ diyor” diye ifadelerini
kullanmıştı.
‘ANKARA’DA YABANCILARI GEZDİRECEĞİMİZ YER
YOK’
Kaçak sarayın en çok istismar edilen konulardan biri
olduğunu dile getiren Erdoğan, “Yabancılar, Topkapı
Sarayı’nı Süleymaniye’yi, Fatih Camii’ni geziyor.
Göstereceğimiz yerler işte buralar. Ankara’da
gezilecek yerleri bir soralım. Acaba Ankara’da kaç
tane gezdirebileceğimiz yer var. Soruyorum. Parmak
sayılarını bulur mu? Ama bakın şurada Beştepe Millet
Camii’ni yaptık. Geçen Cuma’dan bugüne her gün dolup
taşıyor. Sadece Ankara’dan değil Türkiye’nin değişik
yerlerinden buraya vatandaşlar geliyor. Böyle bir
merak oluştu. Mesele bu” görüşünü dile getirmişti.
BAKANLAR KURULU DANIŞTAY KARARINI BOŞA
ÇIKARARAK ULUSUN YIKIMINI ONAYLADI
Erdoğan’ın bu açıklamaları, AKP iktidarının
Ankara’ya ilişkin yıllardır bitmek bilmeyen
kimliksizleştirme politikalarını da gözler önüne
serdi. Ankara Büyükşehir Belediyesi’yle Ulus esnafı
ve meslek odaları arasında yıllardır hukuk savaşına
neden olan ve 125 hektarlık bir alanı kapsayan ‘Ulus
Tarihi Kent Merkezi Yenileme Projesi’, Danıştay’ın
verdiği iptal kararına karşın geçtiğimiz günlerde
yeniden gündeme geldi. 22 Haziran’da Resmi Gazete’de
yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile Danıştay’ın
durdurma kararı yürürlükten kaldırılarak Ulus
Meydanı’nın kimliksizleştirilmesi projesinin önü
açıldı.
ULUS MEYDANI ARABESKLEŞTİRİLECEK
Geçtiğimiz Nisan ayında Ankara Büyükşehir Belediyesi
ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında imzalanan bir
protokolle, Ulus’ta SGK’ya ait iş merkezleri ve Ulus
Hali ile Büyükşehir Belediyesi’ne ait 9 işyeri takas
edilmişti. Takasa konu işyerlerinin yıkılmasını da
kapsayan meydan projesi, yeraltı kavşağı, 2 adet
tünel, raylı toplu taşıma üniteleri ve 3 katlı
kavşak gibi temel değişikliklerin yanında arabesk
anlayışı yansıtan çevre düzenlemeleriyle çok sayıda
ticari alan inşa edilmesini öngörüyor.
PROF.DR. M. TUNÇER: ‘BAKANLAR KURULU
KARARI HUKUKA AYKIRI’
Ankara’nın Cumhuriyet’le özdeşleşen Ulus Meydanı’nın
altında 2 bin yıllık bir Roma kenti bulunduğuna
dikkati çeken Yük. Şehir ve Bölge Plancısı Prof.Dr.
Mehmet Tunçer, alanda yapılacak kavşak ve tünellerin
bölgenin altında bulunan tarihi eserlere zarar
verebileceğini söyledi. 20 yıldır Ulus Projesi’ne
karşı bilimsel mücadele yürüten Tunçer, Danıştay’ın
durdurma kararını baypas eden Bakanlar Kurulu
Kararı’nın hukuka aykırı olduğunun altını çizdiği
değerlendirmesinde, “Ankara Tarihi Kent Merkezi üç
temel parçadan oluşmaktadır: Ulus, Kale ve Hamamönü.
Ulus bir kentsel dönüşüm bölgesi ilan edilerek
Büyükşehir Belediyesinin asıl niyetinin Ulus’u
korumak değil yıkıp yeniden yapmak olduğu
görülmektedir. Yeni Plan Ulus için geriye dönülmesi
çok zor yıkım kararı içermekte, ekonomik ömrünü
tamamlamamış pek çok binanın yıkılmasını öngörmekte,
inşaat süresince turizm ve ticaret gelirlerinde
yaşanacak düşüşler ve kaybedilen işler
düşünüldüğünde trilyonlarca liralık ülke kaynağının
israf edilmesine yol açacaktır” görüşünü dile
getirdi.
‘ULUS MEYDANI ANKARA’NIN MODERNLEŞME
ÖYKÜSÜDÜR’
Ulus Meydanı ve çevresindeki yapıların, başkent
Ankara’nın modernleşme öyküsünü tanımlayan örnekler
olduğuna vurgu yapan Prof.Dr. Mehmet Tunçer, “Söz
konusu yapılar, dönemin ünlü mimarlarının jüri üyesi
olduğu yarışmalarla elde edilmiştir. Bu özellikleri
bakımından da dönemin estetik eğilimlerini,
beğenilerini ortaya koymaktadır. Ulus Meydanı ve
çevresindeki yapılar, sosyal ve kültürel yaşamlarda
yer edinmiş kimlikleri, romanlara konu olmuş
özellikleri ile sadece Ankara için değil Türkiye
ölçeğinde ‘ortak kültürel miras’ olarak
değerlendirilmelidir” diye konuştu.
‘PROJE UYGULANIRSA TÜRKİYE ÇOK ŞEY
YİTİRECEK’
Tüm dünyada yapılan benzeri uygulamaların tarihi
kent merkezlerini insansızlaştırarak yaşamayan
alanlara dönüştürdüğünün de altını çizen
Tunçer, “Proje uygulanırsa, eskimiş tarihi yapıların
yerini granit ve camla kaplı gösterişli binalar
alacak ama Ankara ve Türkiye tarihinden ve
kimliğinden çok şey yitirecek, binlerce yıllık
tarihi birikim unutuluşa terk edilecektir” dedi.
‘YIKARAK YENİLEMEYİ ÖNGÖREN RANT PROJESİ
KENTİ TEHDİT EDİYOR’
Yargının da Ulus projesini korumadan çok yıkarak
yenileme ölçekli olduğuna hükmettiğini kaydeden
Tunçer, “bu yenileme etkinliğinin, rant üretici,
vizyonu sınırlı ve sığ bir görüşe sahip olduğu ve
tarihi bölgedeki yenilemeyi de büyük rant getireceği
umulan yeni ticaret alanları ile yaratmayı
amaçladığı açıkça görülmektedir. Planın bu sınırlı
vizyonla Ankara’nın arkeolojik katmanlarını,
geleneksel kent dokusunu ve Ulus’un tarihsel
kimliğinin en önemli niteliğini oluşturan erken
Cumhuriyet dönemi mimari mirasını oluşturan mimari
yapı, kentsel mekan, çevre ve yer özelliklerini de
tehdit eden bir belge olduğu düşünülmektedir”
görüşünü dile getirdi.
ANKARA’NIN DİRENİŞİ KİTAP OLDU
Tunçer, Ulus başta olmak üzere son yıllarda
Ankara’daki yıkıcı projelere karşı yürüttüğü
bilimsel mücadeleyi ve bilimsel görüşleri yansıtan
makalelerini, ‘Çevresini Arayan Ankara’ adlı
kitabında bir araya getirdi.
Sol Haber, Haber: Yusuf Yavuz, 11.07.2015
|
USTA RESSAMLAR ARTINTERNATIONAL'DE

Bu yıl
üçüncüsü 4-6 Eylül 2015 tarihlerinde Haliç Kongre
Merkezi'nde gerçekleşecek uluslararası sanat fuarı
Artinternational, modern ve çağdaş sanatın ünlü
isimlerini İstanbul'da buluşturacak.
İngiltere'nin en köklü galerilerinden Andipa
standında Banksy'den David Hockney'e, Andy
Warhol'dan şu anda Pera Müzesi'ndeki sergisiyle de
ilgi gören Grayson Perry'ye, Joan Miro'ya pek çok
eser üç günlük bu kısa fuarda olacak. Fabien
Mérelle (Edouard Malingue Gallery), fuara üç yıldır
katılan Tony Cragg (Galleri Andersson/Sandström) ve
güncel sanatın en kışkırtıcı sanatçılarından biri
olarak tanınan Jan Fabre'nin (Mario Mauroner
Contemporary Art) eserleri de fuar kapsamında
görülebilecek. Artinternational'ın en çok ilgi gören
bölümlerinden, kongre merkezinin terasındaki açık
hava heykel galerisi “By The Waterside”ın da
sanatçıları belli oldu. Filibeli galeri Sariev
Contemporary'den Rada Boukova ve Stefan Nikolaev,
Barcelona'dan Galeria Carles Taché Projects'ten
Javier Pérez, Aspan Gallery'den Yerbossyn
Meldibekov, Dirimart'tan Ichwan Noor ve Chen
Wenling, Pi Artworks'ten Paul Schwer ve Galeri
Zilberman'dan Guido Casaretto ile Walid Siti
ziyaretçileri karşılayacak. Fuarı geçen yıl 20 bin
kişinin ziyaret etmiş, 26.500 Euro'luk satış
yapılmıştı.

Andy Warhol; Myths: The Star,
II.258, 1981; Screenprint on Lenox Museum Board,
edition 136/200, Signed and numbered on verso, 96.5
x 96.5 cm (38 x 38 in.)

Banksy; Custardized Oil #3, 2006;
Digital print on canvas and oil paint, edition of 3,
signed, 70x60 cm; Courtesy of Andipa Gallery

Joan Miró;
“Quatre colors aparien el món… ”, 1975; Etching,
aquatint, 90x63,5 cm.; Courtesy of Galeria Joan
Gaspar

Stefan
Nikolaev; I Hate America and America Hates
Me, 2013; Bronze, black patina, aluminium pedestal,
92cm x 59 cm x 60cm;Courtesy of Sariev Contemporary
Zaman, 11.07.2015
|
İZMİR'DE EN FAZLA TURİST EFES'E
UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin Almanya’da yapılan
toplantısında Dünya Miras Listesi’ne kabul edilen
Efes, yılın ilk 6 ayında İzmir’in en fazla turist
çeken yeri oldu.

İzmir Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine
göre, 2015 yılının ilk 6 ayında kentteki müze ve
ören yerlerini ziyaret edenlerin sayısı 1
milyon 218 bin 42 oldu. Milattan önce 6 bin
yıllarına kadar uzanan bir tarihe sahip
Selçuk
İlçesi'ndeki
Efes ören yeri, sahip olduğu insanlık
tarihinin birçok döneminden eserlerle
turistlerin yoğun ilgisini çekti.
Ocak-Haziran 2015 döneminde Efes’i 700 bin 350
kişi ziyaret etti. Efes, bu sayı ile
İzmir’deki 16 müze ve ören yeri arasında
ziyaretçi sayısı bakımından ilk sırada yer aldı.
Efes’i ziyaret edenlerin sayısı, İzmir’de müze
ve ören yerlerini gezenlerin yüzde 57’sini
oluşturdu. Efes’i yine aynı bölgedeki St. Jean
Kilisesi takip etti. Kiliseyi 115 bin 488
turist gezdi.
Milliyet, 11.07.2015
|
İZLEYİCİNİN SOLUNUM PORBLEMLERİ VE İSTANBUL BİENALİ

Carolyn
Christov-Bakargiev, İstanbul Bieali'ni bu kez öyle
bir dağıtmış ki, 'kente yayılmış' lafı bile yetersiz
kalıyor. Artık Bienal bir günde gezilmesi, tamamının
görülmesi neredeyse imkansız bambaşka bir sergiye
dönüşüyor.
Evet İstanbul Bienali’ni, sanat aleminin über
küratörü Carolyn Christov-Bakargiev’in
düzenleyeceğini duyduğumuzda farklı bir şeyler
olacağını sezmiştik. Sonra Kadıköy Haldun Taner
tiyatrosunda gazetecileri sahneye dizip saatler
süren bir basın toplantısı düzenlediğinde bundan
emin olduk. Dün mekanların açıklanmasıyla birlikte
her şeyin tam da tahmin ettiğimiz gibi, yani
şaşırtıcı ve hatta gerçek üstü bir seviyede
seyretmekte olduğu ispatlandı.
Tam da öğlen güneşi tepemizdeyken maillerimize
düşüveren İKSV’nin basın bülteni ’14. İstanbul
Bienali’nde tuzlu suyu keşfedin’ başlığını
taşıyordu. Bizleri tuzlu su içmeye davet ettiğini
düşünebileceğimiz bu bülten neyse ki, sadece bienal
mekanlarını tanıtıyordu. Ama bunu Bakargiev’e
yakışır bir soğukkanlılık ve mizah duygusuyla
gerçekleştiriyordu. Sanki bienalin İstanbul’a bu
kadar yayılması, 80 katılımcıdan 1500 eserin
sergilenecek olması sıradan şeylermiş gibi… Bir
başka küratör, bütün bunları bir olaya
dönüştürebilirdi. Ama Bakargiev, bienali azar azar
görünür olan bir büyük sürpriz gibi kurguluyor. Ve
aslında biz biliyoruz ki bu sürprizin tamamı hiçbir
zaman tam olarak görülemeyecek.
30'dan fazla mekana yayılması, İstanbul’u
Rumelifeneri’nden Büyükada’ya kadar Boğaziçi aksında
kat eden bir güzergah izlemesi 14. İstanbul
Bienali’nin kenti tüm hafızasıyla birlikte işin
içine kattığını gösteriyor. 'Tuzlu Su' temasına
uygun biçimde bizi deniz yolculuğuna zorlayan bir
güzergah bu.
Mekanların önemli bir kısmı Osmanlı’dan miras.
Dolayısıyla hepsinin kendine özgü ya da bir üst
anlamda kolektif hafızası var. Yıllardır, kent
kimliğiyle rekabet etmeyen, bir ya da iki mekana
toplanmış bienal sergiler görüyorduk. Bakargiev, en
eski İstanbul Bienalleri’nde olduğu gibi kentin
kimliğini de işin içine katıyor. Ama tabii ki
iddialı kişilik, işin çapını o kadar büyütüyor ki,
İstanbul Bienali daha önce yaşamadığımız bir
tecrübeye dönüşüyor.
Bu tecrübeyi tarif etmeden önce şunu da belirtmek
gerek. Sergi mekanı tarihsel bir yapı olduğunda
mekanın kendisi de bir şeyler söylemeye başlıyor. Bu
tercihin siyasi bir tartışmaya bile dönüşebildiğini,
10. Bienal'de Hou Hanrou’nun AKM’yi mekan olarak
kullanmasıyla görmüştük. Şimdi neler olacağını ancak
eserler ortaya çıktığında söyleyebiliriz…
Önceki bienallerde zor da olsa bir gün içinde,
merkezdeki büyük mekanları gezip, serginin genel
kişiliği hakkında bir görüş geliştirmek mümkündü.
Artık içeriğinde telaş kadar yanılgı payı da olan bu
yönteme hiç heves etmemek gerekecek. Bienal, devasa
Documenta sergileri gibi ya da bütün bir Venedik
gibi tam anlamıyla gezilemez olacak. İstanbul Modern
ve Arter alışıldık sergi mekanları oldukları ve çok
sayıda eseri bir araya getirdikleri için Bienal’in
merkeziymiş gibi davranacaklar. Ama aslında bu
sergiyi gezmek için elimizde harita kentin içinde, o
vapurdan bu iskeleye savrulmak şart olacak. Bu iş,
zaman zaman adresleri bulanların bulamayanlara hava
attığı bir define bulma oyununa filan bile
dönüşebilecek! Dolayısıyla, kaçınılmaz olarak Bienal
gezmeyi günlere bölüp, elimizde mekan çetelesiyle
sokaklarda dolanacağız.
Peki bu halin bir faydası var mı? Bakargiev’e
göre var. Konuyla ilgili şunları söylüyor: “Mekanlar
arasında, özellikle de vapurlarla yapılacak
seyahatlerle, ziyaretçilerin sanatı deneyimleme
süreleri yavaşlayacak. Bu da çok sağlıklı, çünkü
tuzlu su solunum problemleriyle pek çok başka
hastalığın iyileşmesine yardımcı olduğu gibi
sinirleri de yatıştırıyor.”
Açıklamanın alaycı tonunu siz de benim gibi
sezmiş olmalısınız. Aslında bir an için “Acaba
Bakargiev, bizim solunum problemlerimizle de
ilgileniyor olabilir mi?” diye düşünmedim değil. Ama
sonra karar verdim ki, hayır bu bir şaka. Öyle
koştura koştura sergi gezip, video odalarına şöyle
bir girip çıkıp, resimlere fotoğraflara öylesine
bakıp sonra da Bienal gördüm diyenlerle; aslında
hepimizle dalgasını geçiyor.
Bu nedenle biz de bu sefer her zamankinden çook
daha dikkatli olacağız. Her şeyi ince ince görüp,
kılı kırk yararak değerlendireceğiz. Carolyn Hanım
ve arkadaşları bunu böyle bilsin…
(Not: Fotoğraftaki Mizzi Köşkü adlı bu yapı Venedik'te değil, İstanbul Büyükada'dadır ve bienal mekanlarından biri olarak hizmet verecektir.)
Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 11.07.2015
******
İSTANBUL KAZAN, BİENAL KEPÇE
Bu yıl 5 Eylül - 1 Kasım arasında
İstanbul’da düzenlenecek 14. İstanbul
Bienali’nin mekanları hakkında yeni bilgiler
açıklandı. ‘TUZLU SU: Düşünce Biçimleri Üzerine
Bir Teori’ başlığı altında düzenlenecek olan
bienale bu yıl İstanbul Modern ve Masumiyet
Müzesi gibi müzelerin yanı sıra tekneler,
oteller, eski bankalar, otoparklar,
bahçeler, okullar, dükkanlar ve özel konutlar ev
sahipliği yapacak.
Toplamda 30’dan fazla mekanda gerçekleşecek olan
bienal, sanatseverler tarafından en az üç günlük
bir sürede gezilebilecek. Bu süreyi
sanatseverler belli rotalar eşliğinde gezerek
değerlendirebilecek. Bu esnada bienali gezenlere
tanıtım görevlileri ve geçtiğimiz yıllarda
olduğu gibi eserler hakkında bilgi veren bienal
rehberleri eşlik edecek. Bu kapsamda, İstanbul
Modern, ARTER, Özel İtalyan Lisesi ve Galata
Özel Rum İlköğretim Okulu gibi mekanlar karma
sergiye ev sahipliği yapacak, diğer tüm
mekanlarda ise tek sanatçı ya da tek bir sanatçı
topluluğunun işleri görülebilecek.
Bienali birkaç farklı eksende gezmek mümkün.
Galata
Tophane ve
Beyoğlu çevresindeki mekanları gezmek her ne
kadar en az bir gün alacak olsa da buraları
yürüyerek dolaşabilirsiniz.
kabataş’tan
Kadıköy’e geçip buradaki mekanları gezdikten
sonra
Büyükada’ya geçebilirsiniz. Sergiyi
hazırlayan Carolyn Christov-Bakargiev bienalin
uzandığı bu geniş alanı, “Sergi,
Karadeniz’deki Rumelifeneri’nden Yunan
mitolojisinde Altın Post’u arayan İason
önderliğindeki Argonotlar’ın geçtiği, 8 bin 500
yıl önce bir su kanalı olarak açılmış dar ve
kavisli bir fay hattı olan İstanbul Boğazı’na,
oradan da
Akdeniz’e doğru,
Bizans İmparatorluğu’nun düşmanlarını sürgün
ettiği ve Troçki’nin 1929’dan 1933 yılına kadar
yaşadığı Büyükada’ya uzanacak” diyerek
tanımlıyor.
1500 katılımcının eseri sergilenecek
Bienali şekillendiren Carolyn
Christov-Bakargiev eserler hakkında da
ipuçları verdi. 1500’e yakın eserden 50’den
fazlasının yeni eserler olacağını belirten
Bakargiev, “Projeler, Aslı Çavuşoğlu’nun çok
eski ve artık kaybolmuş bir Ermeni tekniğini
yeniden yaratarak bir böcekten kırmızı boya
elde ettiği yeni projesinden Troçki’nin
Türkiye’de geçirdiği dönemden esinlenen
William Kentridge’in çok kanallı yeni
enstalasyonuna kadar uzanacak” diye
belirtti.
Milliyet, 12.07.2015
|
BAKSI'DA ULUSLARARASI BULUŞMA
Avrupa Parlamenterler Meclisi tarafından verilen
Avrupa Konseyi 2014 Yılın Müzesi Ödülü’nün sahibi
Baksı Müzesi, kuruluşunun 10. yılında Uluslararası
Müzecilik Workshop’ına ev sahipliği yapacak.
ICOM (Uluslararası Müzeler Konseyi) ve Baksı
Müzesi işbirliğiyle düzenlenen workshop, 23-26
Temmuz tarihleri arasında Baksı Müzesi’nde
gerçekleştirilecek. ‘Kalkınmanın İtici Gücü Olarak
Bölgesel Müzeler’ ana başlığıyla hazırlanan
workshop’a uluslararası alanda 20 üye katılacak.
Ayrıca 50 dolayında yerli müze temsilcisi de bu özel
etkinlikte yer alacak.
Milliyet, 11.07.2015
|
|
EMLAKÇIDAN, 12 BUÇUK MİLYON LİRAYA, AZ KULLANILMIŞ,
TARİHİ KİLİSE!
Mardin'deki, 4. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Mor
Yuhanna Süryani Kilisesi, internetteki bir emlak
satış portalı üzerinden satışa çıkarılmış durumda.
Tarihteki ilk kiliselerden biri olan Mor Yuhanna'nın
haraç mezat satışıyla ilgili konuşmak istediğimiz
yetkililere ise 'ulaşılamıyor'...
Türkiye , özellikle seçimlerin yaklaştığı
dönemlerde ‘camilerin kapatılması’, hatta ‘ahır
yapılması’ iddialarına dayanan politik tartışmalara
sahne oluyor. Sağ siyaset, neredeyse bir ‘
siyasi gelenek’ olarak solu ve solcuları
‘ibadethaneleri kapatmak ve ahır yapmak’la suçluyor.
Ancak son günlerde
internet üzerinden satışa çıkarıldığı görülen
tarihi kilise ve manastırlar, "güncel" sorunun,
siyasi çekişmelerin istismar malzemesi olmanın çok
ötesine geçerek, bir kültür ve tarih yağmasına
dönüştüğünü gösteriyor. Ülkenin 10 yılı aşkın
süredir en hareketli ve ‘cazip’ sektörü haline gelen
emlak piyasasında, neredeyse antik döneme ait
tarihi-kültürel yapılar bile, gayet sıradan bir şey
yapılıyormuşçasına, internette emlak aracılığı
yapılan portallara ilanlar verilerek satılıyor.
Konunun muhatabı olan/olması gereken kurumlar bu
satışlardan ya habersiz ya da bir başka kuruma
işaret ederek sorumluluk üstlenmekten kaçınıyor. Bu
kiliselerin cemaatlerinin geriye kalmış son
temsilcileri, atalarına ait kalıntıların trajik
mezatı konusunda çoktan ümitsizliğe kapılmışlar ve
ellerinden, "belki sizin bir faydanız olur" demekten
daha fazlası gelmiyor.
Burada size neredeyse antik dönemden kalma tarihi
bir kilisenin iç acıtan satış hikayesini
anlatacağız. Ama benzer durumda çok sayıda tarihi
kültürel varlık, ‘emlak piyasasında işlem görüyor’
ve herkes bu durumu seyrediyor.
KİLİSEYİ ALANA, 'PATRİKLERE AİT MEZARLAR'
BEDAVA
Mardin… Son yıllarda internetteki ‘fırsat
kuponları’yla yahut ‘itibarlı tatil’ görüntüsü veren
tarih-kültür turlarıyla çok sayıda ziyaretçiyi
ağırlayan kentin merkezindeki ünlü Kuyumcular
Çarşısı’nın hemen arkasında, dar, kesme taşlı bir
sokak… Derme çatma binaların arasında bütün
bakımsızlığına rağmen bir 'kalıntı' dikkat çekiyor.
Tarihi 4. Yüzyıla, yani 1700 yıl önceye kadar
dayandırılan bir kilise bu. Mor [Aziz] Yuhanna
Süryani Kilisesi... Şimdi derme çatma bir depo
olarak kullanılıyor. Ve dahası internet üzerinden
satılıyor!
Mardin’deki Mor Yuhanna Süryani Kilisesi’ne, bir
emlak komisyoncusunun aracılığıyla, Sahibinden.com
sitesi üzerinden 12.5 milyon liraya ‘müşteri’
aranıyor… İlandaki “Kat Mülkiyetli Tapu” ibaresi
dikkat çekiyor. İlanı verenler ‘ilgiyi artırmak ve
pazarlıkta koz yükseltmek’ gibi düşüncelerle olsa
gerek, kilisenin tarihi özelliklerini ilana da
yazmışlar… Aynen şöyle deniyor ilanda:
“Mardin'de yıllardır depo olarak kullanılan ve
5'inci yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen yapının
kilise olduğu belirlendi. (…) Burada patriklere ait
mezarlar var.”
Aynı satış ilanında, kiliseye ait tarihi bir
kapının Deyrulzafaran Manastırı'na taşındığı bir
başka kapısının ise Mardin Kalesi’nde olduğu
belirtiliyor. Süryani patriklerine ait mezarlar
bulunduğu da -'gayrımenkulu' daha cazip hale
getirecekmiş gibi- özellikle belirtilmiş.
Kiliseyi internet üzerinden satışa çıkaran “Emlak
Dünyam” adlı aracı kuruluşun yetkilisi Yusuf Kanak,
‘mal sahibi’ ile ilgili bilgi veremeyeceğini
söylüyor. Kendinden emin,
"Tapusu var mal
sahibinin" diyor.
Peki bu "mal" satışa çıkarıldıktan sonra, Kültür
Bakanlığı'ndan, koruma kurullarından arayan olmamış
mı?
"Hayır!"
Alıcı var mı?
"Evet ilgileniyor insanlar..."
Satış olabilir her an!
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
Diyarbakır Bölge'den mimar Neslihan (Özkan) hanımla
konuşuyoruz. "Tapusu olduğu için sorumluluk
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde. Tarihi bina olduğu
için satış ve tapu devri sırasında Tapu Kadastro
Genel Müdürlüğü belki görüşümüze başvurur ama şu an
bizim alanımızda değil" diyor.
Bu cevabın yetersiz göründüğüne bakmayın. Resmi
kurumlardan konuyla ilgili alabildiğimiz tek yanıt
bu!
Vakıflar Genel Müdürlüğü Diyarbakır Bölge'yi
aradığımızda "gazeteciler arıyor" endişesi
hissediliyor hemen. Bir kaç aramadan sonra bir
muhatap bulunamayacağı anlaşılıyor. Ahizeyi bir ateş
topu gibi tuttuğunu sandığım bir memur -ihalenin
üstüne kalmasından da çekinerek belli ki-
"Tüm personel il dışında, sergiye gittiler"
diyor.
Pes yani, konuşabileceğimiz kimse yok mu?
"Hayır tümü şehir dışında, akşam arayın,
yarın arayın..."
Mardin'de dünyanın en eski kiliselerinden biri
olduğu anlaşılan Mor Yuhanna internet mezatına
konmuş, bir gazeteci iki çift soru sormak için
konuyla ilgili resmi kurumları arıyor, böyle
acemice, böyle alelacele bir "efendim herkesçikler
şehir dışındaki sergiye gitti" bahanesinin arkasında
"resmi kurum" kayboluyor...
"BİZE DE 'SATIN ALIN' DİYORLAR"
Mardin Süryani cemaatinin temsilcilerinden
Gabriel Akyüz'le konuşuyoruz... Kilisenin,
internetteki ilanda belirtilenden de eski olduğunu
söylüyor:
"Bizim tespitlerimiz kilisenin 4.
Yüzyılda yapılmış olduğu yönünde... İçinde
mezarlarımızın olduğu, bizim için dini ve manevi
değeri çok yüksek bir kilise Mor Yuhanna. Tapusunu
elinde bulunduran kişiyle temasa geçtik, bizim için
önemini söyledik daha önce. Satın almamızı önerdi;
ama o miktarı ödeyecek gücümüz, kaynağımız yok. Bazı
yasal başvurular da yaptık ama sonuca ulaşamadık.
Kilisemiz artık 'özel mülk' olduğu için bir şey
yapılamayacağı söyleniyor maalesef."
Peki ne olacak?
"Belki siz gündeme getirirseniz, bir
çözüm arayışı başlar" diyor Gabriel
Akyüz...
Anlaşılıyor ki, Türkiye'nin tarihsel anıt
değerindeki bazı kiliselerinin, "benim tapum var"
diyen 'mal sahipleri' tarafından internet üzerinden
satışa çıkarılması konusunda çözüm umudu gazete
haberlerine kalmış durumda.

Radikal, Haber: Hakkı Özdal, 10.07.2015
******
MARDİN'DE SÜRYANİLER TARİHİ KİLİSENİN SATIŞA
ÇIKARILMASINA TEPKİ GÖSTERDİ

Mardin'de'de yıllardır depo olarak kullanılan ve
1700 yıllık olduğu belirtilen, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın da kültür varlığı olarak tescillediği
Mor Yuhanna Süryani Kilisesi'nin satışa
çıkarılmasına kentte yaşayan Süryaniler tepki
gösterdi. Kilisenin tapusunu elinde bulunduran
İbrahim Aycun'un emlakçı aracılığıyla satışa
çıkardığı kiliseyi Radikal gündeme getirmişti.
Mardin'in Teker Mahallesi Akın Sokak üzerinde
bulunan yıllardar depo olarak kullanılan Mor Yuhanna
Süryani Kilisesi, tapusunu elinde bulunduran İbrahim
Aycun tarafından bir emlakçı aracılığıyla 12.5
milyon liraya satışa çıkarıldı. İbrahim Aycun,
babasının bu yapıyı depo ve
iş yeri olarak satın aldığını, babasından
kendisine miras kaldığını ifade etti. Mardin'de 2009
yılına kadar tescilli kilise sayısı 8 olan
Mardin'de, bu yapıyla birlikte 9'a çıkmıştı. Tarihi
kilisenin bir
internet sitesinde kilisenin satışına ilişkin
verilen ilanda 'Kat mülkiyetli tapu' ibaresi yer
aldı.
SÜRYANİLERDEN TEPKİ
Mardin'de yaşayan Süryaniler kilisenin satışa
çıkarılmasına tepki gösterdi. Mardin Süryani
cemaatinin temsilcilerinden Başpapaz Gabriel Akyüz,
kilisenin, internet üzerinden verilen bir ilan
satılığa çıkarılmasına bir anlam veremediğini ve çok
üzüldüklerini belirterek, "Biz kendisi ile daha önce
görüştüğümüzde 'Bize kiliseyi ver burayı manastır
veya kilise yapmak yerine Mardin kültür turizmini
kazandıralım restore edelim' dedik ancak kendisi
yanaşmadı. Maalesef kendisini ikna edemedik. 'Senin
adına bu hibeyi kabul edelim. Ölülerin hayrına
olsun, ilan verelim herkes bilsin' diye kendisine
teklifte bulunduğumuzda yine kabul etmedi.
Bugün de bu kiliseyi internet üzerinden satışa
çıkardığını öğrenince çok üzüldük. Kendisinin orada
verdiği rakamlar gerçekçi değil. Bu Mardin'e
yakışmıyor. Orası bir kültür varlığı, Diyarbakır
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Müdürlüğü'nün bu konuda karar yazısı var. Böyle
olmaması lazım. Bu kilisenin bize verilmesini talep
ediyoruz. Bunu karşılayacak paramız kaynağımız yok.
Verdiği fiyat da mantık dışı bir şey. Elinde tapusu
olduğu için biri çıkıp satın alabilir ancak bu doğru
değildir"dedi.
'SATIN ALACAK GÜCÜMÜZ YOK'
Kilise tarihinin 1700 yıllık olmasından dolayı
Süryani cemaati için ayrı bir önemi olduğunu
belirten Akyüz, "Bu adamın elinde bu yapının tapusu
olsa da orası bir kilisedir, tarihi bir binadır.
Orası tarihi kültürel bir varlık olarak tescil
edilmiş. Zamanında ambar olarak kullanılmasına karşı
çıkmadık. Ancak buranın satılarak amacı dışında bir
şekilde kullanılmasına izin verilmemesi gerekiyor.
Bizim tespitlerimiz kilisenin 4'üncü yüzyılda
yapılmış olduğu yönünde. İçinde ruhanilerimize ait
mezarlarımızın olduğu, bizim için dini ve manevi
değeri çok yüksek bir kilise Mor Yuhanna. Tapusunu
elinde bulunduran kişiyle temasa geçtik, bizim için
önemini söyledik daha önce. Satın almamızı önerdi,
ama o miktarı ödeyecek gücümüz, kaynağımız yok. Bazı
yasal başvurular da yaptık ama sonuca ulaşamadık.
Kilisemiz artık özel mülk olduğu için bir şey
yapılamayacağı söyleniyor maalesef" dedi.
'ALLAH'IN EVİNİ NASIL SATLIĞA ÇIKARIYORLAR?'
İlanla bir kilisenin tapulu olduğu gerekçesi ile
satılmasına tepki gösteren Süryani cemaatinden Suphi
Hindiyerli, dünyada olmayacak bir şeyin Mardin'de
gerçekleştiğini söyledi. Hindiyerli, "Dünyada kilise
satılmaz, satılmaması lazım. Kendisi kilisemizi
yıllardan beri ücretsiz bir şekilde kullanıyor.
Kendisi kira vermeden bedavadan oturdu. Biz
kendisinden bir ücret talep etmiyoruz. Kendisi şimdi
gidip Süryanilere ait olan kiliseyi yani Allah'ın
evini satılığa çıkarıyor. Hiç Allah'ın evi satılığa
çıkarılır mı? Uygun bir fiyat söylese belki cemaat
olarak kendi aramızda kendisine bir yardımda
bulunurduk. Ancak söylediği rakam çok uçuk bir şey"
diye konuştu.
TARİHİ KİLİSE
Mardin'de satışa çıkarılan Mor Yuhanna Süryani
Kilisesi hakkında verilen ilanda Mardin Valiliği
Koruma Denetleme Bürosu'nda görevli sanat tarihçisi
ve Sabancı Mardin Kent Müzesi Müdürü Gani Tarkan'ın
yaptığı açıklama da eklenmiş. Açıklamada kilise
hakkında şu görüşlere yer verilmişti:"Mardin'de
yıllardır depo olarak kullanılan ve 5'inci yüzyılda
inşa edildiği tahmin edilen yapının kilise olduğu
belirlendi. Burada patriklere ait mezarlar var.
Kilise içinde bulunan bir kapının Deyrulzafaran
Manastırı'na gittiğini, bir kapının ise kaleye
gittiği söyleniyor. Yaklaşık olarak 400 metrekarelik
alana sahip yapının yüksekliğinin ise 15 metre
civarında. Çünkü burada patriklere ait mezarlar var.
Bildiğiniz klasik bir kilise. Kitabesi olmamasına
rağmen yapıdaki süsleme özellikleri, yapının
karakteristik özelliklerinden yola çıkarak,
bölgedeki yapılarla benzerliği göz önünde
bulundurularak yapının 4, 5 ya da 6'ıncı yüzyılda
yapılmış olabileceğini tahmin ediyoruz. Bu kiliseye
benzer yapıların kitabesi olan yapıların 4-5'inci
yüzyılda yapıldığını biliyoruz. Onlarda kitabe var.
Benzer bir örneği Savur'a bağlı Dereiçi Köyü'nde Mor
Yohanne Kilisesi, aynı şekilde Deyrulzafaran
Manastırı içindeki Azizler Evi bu yapıyla benzerlik
arz ediyor. Nusaybin'deki Mor Yakup Kilisesi'nde, bu
yapıya benzer süsleme özellikleri var. Duvar örgüsü
aynı, mimari olarak plan şeması olarak aynı. Mor
Yakup Kilisesi'ne kapıları çok benziyor. Patriklere
ait mezarlar da Deyrulzafaran Manastırı'ndaki
mezarlıklarla aynı özelliklere sahip. Apsisi ortada
hala sağlam. O dönemde Hıristiyanlar tarafından
kullanılmış. O dönemin özelliklerini de almış.
Özellikle yan yana duran 3 mezar var. Mezarın
üstündeki süsleme özelliklerine baktığımızda
Selçuklu özelliklerini görmemiz mümkün. İslami
döneme ait süsleme özellikleri de var. Onun dışında
devasa büyüklükte taşlar var. Bu blok taşlar da
yapının erken Bizans döneminde yapıldığını,
genç Roma döneminde yapıldığını bize gösteriyor.
Yapı karışık üslupta yapılmış bir yapı. Tek bir
dönemde yapılmamış. Farklı dönemlerde de restore
edilmiş. Cami olarak da kullanılmış. Güneyinde bir
mihrap var. Biliyorsunuz kiliselerde güneye bakan
mihrap olmaz. Mihrap varlığı da buranın bir dönem
cami olarak kullanıldığını bize ispatlıyor."
Radikal, Haber: Nezir Güneş, 10.07.2015
|
IŞİD'İN HEDEFİNDE GİZE PİRAMİTLERİ VE SFENKS VAR

“Mısır
Halife’nin himayesine girdiğinde, artık piramitler,
Sfenks ve puta tapma olmayacak, sadece Hak
kalacak!”
Bunlar İngiliz vatandaşı Müslüman aktivist
Anjem Choudary’nin BBC sunucusu
Dan Cruikshank’a söylediği
sözlerdi. Bu açıklamadan birkaç gün sonra IŞİD
sözlerini hayata geçirmeye başladı. Bu
hedef, Irak ve Suriye’nin ardından terör örgütünün
medeniyetin beşiğini yağmalama eylemlerinin son
halkası olacak ve IŞİD vakti kolluyor.
Mısır olası bir beklenmedik saldırıya karşı Sina
Yarımadası’nda savaş uçaklarını ve birliklerini
harekete geçirdi.
Yeni kaos dalgası
Mısır genelinde yükselen tansiyonla birlikte
Sina’daki son çatışmalar, Mısır medyası ve resmi
makamlarınca savaş olarak nitelendiriliyor. Hüsnü
Mübarek’in 30 yıllık iktidarının ardından
devrilmesiyle başlayan “Arap Baharı” itibariyle
Mısır git gide kaosa sürüklendi.
Mursi’nin askeri darbe ile devrilişinin ikinci
yıl dönümü olan 3 Temmuz’a yaklaştıkça olaylar da
alevlendi. 29
Haziran’da Başsavcı Hisham Barakat’in
Kahire’de arabasında bombalanarak öldürülmesi,
General Abdül Fettah el Sisi’nin
İslamcı militanları hedefleyen daha katı kanunlar
çıkarma çabasına hız vermişti.
Hemen sonrasında özel kuvvetler Kahire’de bir
daireye baskın yaparak Muhammed Mursi
yandaşı Müslüman Kardeşler üyesi dokuz kişiyi
öldürmüştü. Bunun üzerine Müslüman Kardeşler isyan
çağrısı yapmıştı. Bu
çağrı, IŞİD’in harekete geçmesi için de uygun zemin
hazırlıyordu.
Mısır Ordusu’nun bildirdiğine göre Temmuz ayının
ilk günü Sheikh Zuweid kasabasındaki polis noktasını
hedef alan intihar saldırısı sonrasında roketatarlar
ve ateşli silahlarla gün boyu süren çatışma
sırasında 17 birlik ve 100’den fazla militan
öldürülmüştü.
Muazzam miras tehlikede
IŞİD mesajını verdi: Yerle bir edilmeli!
Dogma malum; Hiçbir nesne put ve tapınma öğesi
olamaz. İmam El-Kandari, Al-Watan
Daily’ye verdiği demeçte, “Mısır’ın
tarihi mirasının çoğunun kültüre ait olduğu kabul
edilemez, bu dine sığmaz” ifadelerini
kullanmıştı. Kandari'nin daha önceki açıklaması ise
şöyleydi:
“Hz.Muhammed’in müridi olan ilk Müslümanların
Mısır’a girerken firavunların anıtlarını yıkmamış
olmaları bugün bunu yapmamamız gerektiği anlamına
gelmiyor.”
IŞİD lideri Bağdadi de sıkça tarihi anıtların
imha edilmesinin dini bir vazife olduğunu
belirtmişti. Mısırlı
IŞİD destekçileri de Mısır’ın tarihi mirasının
Allah’a karşı gelme anlamına geldiğini düşünüyor.

İslamcı örgütler, İslam’ın canlı varlıkların
tasvir edilmesi ve puta tapma konusundaki yasağını
öne sürerek bugüne dek 1991-2003 yılları arasında
Afganistan’da Bamiyan Budhaları, Irak’ta Musul
Müzesi, ve önceki yıldan bu yana Suriye’de Dur
Sharrukin, Hatra, Nimrud gibi birçok UNESCO dünya
mirasını da hedef almış, kendi kültürleri dışındaki
kalıntılara karşı tutumunu sergilemişti.

Bimyan
Budaları'nın saldırı öncesi ve sonrasındaki halleri
Fakat IŞİD son günlerde tutum değiştirerek
Pamira’daki Roma harabelerini koruma sözü vermiş,
bölgedeki birkaç Ortaçağ mabedini havaya uçurmakla
yetinmişti. Yağmalanan eserler yok edilmiyorsa
çalınarak satılıyor.
Bu Gize Piramitlerinin ve Sfenksin ilk tehdit
edilişi değil. Napolyon’a mal edilse de, Büyük
Sfenks’in burnunun 14.yy’da köylülerin anıta
tapmalarından endişe eden Muhammed Saim el-Dahar
tarafından tahrip edildiği de iddia edilir.

Giza
Piramitleri
Güvenlik görevlileri hava bombardımanı sırasında
Gazze şeridinde yakın kilit bir nokta olan Refah’ın
güneyinde 23 militanın öldürüldüğünü belirtti.
Ordunun önceki günlerde bir dizi kontrol
karargahının saldırıya uğradığı Sheikh Zuweid
kasabasında da militanları aramaya devam ettiği de
bu habere eklendi.
Konu hakkında basına bilgi verme izni olmayan
görevliler, anonim bir söylemle askerlerin mayınlı
bubi tuzakları ve patlayıcılarla dolu bölgede mayın
temizliği yaptığını iddia ediyor.
Resmi yetkililer ayrıca Ordu güçlerinin Refah’ta
bir evi basarak askeri üniformalı altı IŞİD
militanını öldürdüklerini ve Sheikh Zuweid Polis
Karakolu çevresindeki bölgeyi mayın ve
patlayıcılardan arındırdıklarını bildirdi.
IŞİD Kuzey Afrika’da mı teşkilatlanıyor?
Mısır hükümetine yakın bir gazete Sina
saldırısının arkasındaki milislerin Rus yapımı
Kornet anti-tank füzeleri gibi sofistike silahlar
kullandığını iddia etti. El-Watan Daily ise takip
eden haberinde uçaksavar silahlar ve güdümlü füzeler
kullanıldığını öne sürdü.
Sina’da faaliyet gösteren ve kendilerini IŞİD
Sina İli olarak tanıtan isyancı bir organizasyon,
mücahitlerinin 15 ordu ve polis karargahına
saldırdığını ve ikisi kontrol noktalarına birisi
bölgenin en büyük kenti Ariş’te bir resmi görevlinin
klübüne olmak üzere üç intihar saldırısı
düzenlediklerini iddia etti. İddianın doğruluğu
hızla teyid edilememekle birlikte iddia
organizasyonun Facebook sayfasında paylaşıldı.
Sina’nın kuzeyinde milisler güvenlik güçleriyle
yılardır çatışıyor, fakat Mursi’nin 2013’te Askeri
darbe ile devrilişi sonrasında saldırılar
şiddetlenmiş ve kitlesel gösteriler artmıştı. Bunu
takiben Sisi yönetimi devralmış ve 2014’te yapılan
seçimlerde başkan seçilmişti.
Siyasi muhalefet suçlanıyor
Mısırlı yetkililer ve hükümet yanlısı medya son
zamanlarda artan şiddetten terörist tescilli
Müslüman Kardeşler'i sorumlu tutuyor. Müslüman
Kardeşler kendilerinin ve diğer Mursi yandaşlarının
maruz kaldığı tutuklamalar, toplu hüküm ve idam
kararlarına rağmen bu suçlamayı kabul etmiyor.
Demokratik yollarla seçilmiş devrik cumhurbaşkanı
Mursi de ölüm cezası alanlar arasındaydı. Mursi’nin
davası temyize gitti.
Son hükümler üzerine Müslüman kardeşler “isyan”
çağrısı yaptı. Özel kuvvetlerin cinayetlerini “kendi
yansımalarını yaratacak bir dönemeç” olarak
niteleyen örgüt “Baskı görenin öfkesini kontrol
etmek mümkün olmayacaktır” dedi.
İsrail Başbakanı
Netanyahu ise bölgedeki son gelişmelere ilişkin
bölgede büyüyen IŞİD tehdidine dikkat çekerek
Sina’daki IŞİD saldırısındaki kayıpları için Mısır’a
başsağlığı diledi.
“İslam Devleti’nin kuzey ve güney sınırlarımızda
gözlerimizin önünde sergilediği akıl almaz zulmü
izliyoruz. Kalbimiz Mısır halkının yanındadır, Mısır
Hükümeti’ne ve zalim terörle savaşta öldürülenlerin
ailelerine başsağlığı dileklerimizi gönderiyoruz.”
* Bu haber, AP muhabiri Jamie Seidel’in
Adelaidenow sitesinde yer alan makalesinden
derlenmiştir.
t24.com.tr, Haber: Eren
Topçu, 10.07.2015
|
DİNOZOR AİLESİNE BOYNUZLU YENİ ÜYE
Kanada'nın Alberta eyaletinde arkeologlar, yaptıkları
kazıda yeni bir boynuzlu dinozor türünün kafasına
ait 200 kemik fosili buldu. Bulunan türün, bugüne
kadarki tek boynuzlu dinozor olarak bilinen
"triceratops"tan farklı bir yapısının olduğu
belirtildi. 79 milyon yıl öncesinde yaşadığı tahmin
edilen; 1 ton ağırlığa ve 6 metre uzunluktaki
dinozora "Wendiceratops" ismi verildi. Diğer
boynuzlu dinozorlardan farklı olarak bu türün
boynuzları, ileriye doğru kavisli görünümüyle kanca
şeklini andırıyor. Wendiceratops'ların başlarındaki
taç da diğerlerinden farklı olarak daha basık ve
kemikli...
Sabah, 10.07.2015
|
|
JAPONYA'DA MOĞOL İSTİLASINA AİT İKİNCİ GEMİ BATIĞI
BULUNDU

Japonya'nın
Nagasaki açıklarındaki bulunan gemi batığının
13. yüzyıl Moğol donanmasına ait olduğu
belirlendi. Gemi batığı, Moğol donanmasına ait
bulunan ikinci gemi batığı.
Nagasaki açıklarındaki bir gemi batığının 13.
yüzyıl Moğol donanmasına ait olduğu doğrulandı.
13. yüzyılda Moğollar Japonya’yı istila etmeye
kalkıştı, fakat donanmanın bir tayfuna
yakalanmasıyla başarılı olamadı. Gemi batığı,
Moğol donanmasına ait bulunan ikinci gemi
batığı.
Ryukyus üniversitesi ve Matsuura il eğitim
kurulundan arkeologlar, kısmen geminin yapısına
bakarak, Moğol istilası donanmasına ait olduğunu
belirledi.
Araştırmacılar, gemi enkazının içinde ve
etrafında bulunan 12. ve 13. yüzyıla tarihlenen
Çin seramiklerinin de bu sonucu desteklediğini
belirtti.
Geminin pruvası
Batık geçen sene, Takashima Kozaki sualtı
arkeolojik alanında yapılan yüzey araştırmaları
sırasında, 15 metre derinlikte ve Takashima
adasının 200 metre güneyinde bulundu.
Geminin kalıntıları 12 metre uzunlukta ve 3
metre genişlikte. Deniz tabanındaki geminin
pruvası güneye bakıyor.
Ryukyus ünersitesinden projeyi yöneten arkeolog
Yoshifumi Ikeda, üç ayrı konumda da olasılıkla
Moğol istilası donanmasına ait gemi enkazları
bulduklarını söyledi.
“İki geminin kesin olarak Moğol istilasına ait
olduğunu doğruladık. Gelecek araştırmalar daha
da fazla Moğol gemisinin keşfini sağlayacak”
diyor Ikeda.
İlk Moğol savaş gemisi 2011 yılında, yeni
batığın 1.7 km batısında bulunmuştu.

Moğol İstilası Donanmasına Ait İkinci
Gemi Batığı
Takashima Kozaki alanında deniz tabanındaki
geminin, 1281deki ikinci Japonya’yı istila
girişiminde gönderilen donanmaya ait olduğu
belirlendi. Enkazda birçok buluntu ortaya
çıkarıldı.
1274 ve 1281’deki her iki Moğol istilası
girişimi, iki donanmanın da tayfunlar tarafından
telef edilmesiyle başarısızlıkla sonuçlandı.
Deniz tabanında
bulunan beyaz porselen çanak
Enkazı bulunan geminin, pruvasından kıçına kadar
20 metre olduğu, ve 6-7 metre eninde olduğu
düşünülüyor. Bu ölçüler ilk gemiden biraz daha
küçük.
Geminin gövdesinde dokuz tahta bölme
bulunuyordu. Ayrıca gemi, denge ağırlığı olarak
kullanıldığı düşünülen taşlarla doluydu.
Geminin omurgası henüz bulunamadı. Arkeologar
omurganın denizin dibinde gömülü olduğunu
düşünüyor.
Araştırmacılar enkazın içinde ve çevresinde,
beyaz porselen bir çanak, kahverengi sırlı bir
vazo, çatı kiremitleri ve demir eşyalar da dahil
olmak üzere yaklaşık 20 buluntu ortaya
çıkarıldığını söyledi.
Deniz Haber Ajansı, 10.07.2015
|
İŞ DÜNYASI KAZIYOR
Diyarbakır surları ve Hevsel
Bahçeleri'nin yanı sıra Efes'in UNESCO Dünya Kültür
Mirası listesine girmesiyle dikkatler bir kez daha
bu toprakların en değerli hazinesi olan antik
kentlere çevrildi.

Celcus Kitaplığı, Efes
Antik kentlerle ilgili iyi haber şu: İş
dünyasında yüzyıllık geçmişleri olan bu şehirlerin
kazılarına sponsorluk trendi hızla yayılıyor. Yaşar
Holding, Borusan, Eczacıbaşı, Doğuş , Koç ve Sabancı
ilk akla gelenler.
Efes'e 3 gruptan büyük destek

Efes Vakfı üyeleri
EFES VAKFI
Efes'in UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası listesine
girmesinde Borusan'ın öncülügünde Eczacıbaşı ve
Doğuş'un 2010 yılında kurdukları Efes Vakfı'nın payı
da var kuşkusuz. Zira vakıf yönetim kurulu üyesi ve
Efes kazı başkanı Avusturyalı Sabine Ladstaatter
UNESCO'da kazılarla ilgili sunum yapmış. Aynı
zamanda Efes Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı olan
Borusan Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık'a
göre, Efes'in UNESCO'nun listesine girmesi
Türkiye'nin tanıtımına büyük katkı yapacak.
Afrodisias Vakfı'ndan esinlenerek Efes Vakfı'nı
kurduklarını belirten Kocabıyık bakın ne diyor:
"Binlerce yıl sayısız uygarlığa ev sahipliği yapan,
sayısız göçlere tanık olan Anadolu gerçek bir
hazinedir. Biz bu hazineyi iyi değerlendirir, korur
ve tanıtırsak ülkemiz için ciddi bir kaynak yaratmış
oluruz".
3 MİLYON DOLAR
Kültür turizminin Türkiye'de son yıllarda
geliştiğini belirten Kocabıyık bu alanda daha çok
yatırım yapılması gerektiğini söylüyor. Devletin
kazıların geliştirilmesine daha fazla destek vermesi
gerektiğini, ören yerlerinden elde gelen gelirin
aynı ören yerlerinde kullanılması gerektiğini
belirten Kocabıyık'a göre, iş dünyasında, özellikle
büyük ve kurumsal şirketlerde kazılara sponsorluk
anlamında belli bir bilinçlenme var. Kocabıyık
"sosyal sorumluluk alanlarını kültüre ve tarihe
sahip çıkmak olarak belirleyen şirketlerin sayısı
önceki yıllara göre artıyor" diyor. 150 yıldan beri
kazılmakta olan bu antik şehre Efes Vakfı'nın, Yamaç
2 evlerinin restorasyonu, Büyük Tiyatro'nun
Sağlamlaştırılmasının yanı sıra en büyük katkısı
Serapis Tapınağı'nın ayağa kaldırılması olacak.
Kocabıyık'a göre, Serapis Tapınağı, Efes
Kütüphanesi'nin yanı sıra UNESCO'nun listesine giren
bu antik şehrin yeni yüzü olacak.
Restorasyonu 8 yıl sürecek olan tapınağın ayağa
kalkması 3 milyon dolara mal olacak.

Teos
Teos, Yaşar'ın kanatları altında
Hafta sonunda Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkan
Yardımcısı Feyhan Yaşar'ın davetiyle, kişisel olarak
sponsor olduğu Seferihisar'daki antik liman kenti
Teos'u ziyaret ettik. 2011 yılından beri Teos
kazılarının ana sponsoru olan Feyhan Yaşar aynı
zamanda Sagalassos Derneği'nin üyesi. Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Çoğrafya Fakültesi Klasik
Arkeoloji öğretim üyesi Profesör Dr. Musa Kadıoğlu
başkanlığında kazıları süren Teos Türkiye'deki en
büyük Dionysos Tapınağı'na sahip. Dionysos kültünün
bu kentteki önemi nedeniyle MÖ yüzyılda şair,
müzisyen, tiyatrocu ve şarkıcılardan oluşan Dionysos
Sanatçılar Birliği Teos'ta kurulmuş.

Feyhan Yaşar ile Profesör Kadıoğlu
OSCAR HAYALİ
İşte bu yüzden Feyhan Yaşar'a eşlik eden Seferihisar
Belediye Başkanı Tunç Soyer " Dünyada ilk kez
sanatçılar birliğinin kurulduğu Teos'ta bir Oscar
töreni hayalim" diyor. 2008 yılında "Türkiye'nin en
az ziyaretçi alan ören yeri" unvanını alan Teos
artık ziyaretçilerin uğrak yeri. Kazı başkanı Prof.
Kadıoğlu'na göre, Feyhan Yaşar'ın desteği kazıyı
birkaç adım ileriye taşımış. Bu arada Feyhan
Yaşar'ın verdiği bilgiye göre, Yaşar Eğitim ve
Kültür Vakfı 1998 yılından beri Aydın,
Sultanhisar'daki Nysa Arkeolojik kazılarına destek
veriyor. Vakıf, 2015 yılında ise İzmir, Bayraklı
Höyüğü'ndeki Smyrna antik kenti kazılarına destek
verecek.

Göbeklitepe
Kazılara kişisel destek de artıyor
İş dünyasında kazılara sponsorluk hızla yayılıyor
demiştim. Aklımda kaldığı kadarıyla Doğuş Holding
Göbeklitepe'ye, Sabancı Vakfı da Metropolis
kazılarına destek. Koç Holding'de Zengibar Kalesi
ile Pamukkale'deki Hierapolis Antik Kenti'ni restore
ediyor. Koç ayrıca kısa süre önce Urla Limantepe'de
kara ve su altı kazı çalışmaları yapan 'Ankara
Üniversitesi Mustafa Vehbi Koç Deniz Arkeolojisi
Araştırma Merkezi'ni açtı. Bu arada Anadolu'nun her
köşesinde iş insanlarının kazılara kişisel desteği
var. En son Kapadokyalı turizmci Ömer Tosun'un da
desteğini alan antik Sobesos kentini ziyaret
etmiştim.

Metropolis
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 10.07.2015
|
ANİ HARABELERİ'NDE KAZI ÇALIŞMASI

Kars'taki Ani Harabeleri'nde başlatılan kazı
çalışmalarında, Sultan Alparslan'ın şehri fethinden
sonra ilk cuma namazını kıldığı Fethiye
Cami ortaya çıkarılacak.
Birçok medeniyete ev sahipliği yapan, 85
hektarlık alandaki Ani Harabeleri'nde,
Bakanlar Kurulu kararıyla Pamukkale
Üniversitesinden Prof.Dr. Fahriye Bayram
başkanlığındaki ekip tarafından kazı çalışması
başlatıldı.
Kars Müze Müdürü Necmettin Alp, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, ticaret kenti Ani Harabeleri'nde
birçok farklı dine ait eserin bulunduğunu söyledi.
Ayakta kalmayı başaran yapıları korumaya
çalıştıklarını belirten Alp, "Fethiye Cami, 1064'te
Sultan Alparslan tarafından Ani'nin
fethiyle birlikte ilk cuma namazını kıldığı camidir.
Bu caminin restorasyon ve konservasyonu için
arkeolojik kazılar yapılıyor. Kazı çalışmaları
eylüle kadar aşamalı devam edecek" dedi.
Kazı ekibi sorumlusu
Prof.Dr. Fahriye Bayram da
34 kişilik ekiple yoğun çalışma yürüttüklerini
bildirdi.
"Büyük Katedral" olarak da bilinen
caminin restore edileceğini vurgulayan Bayram,
şunları kaydetti:
"Geçen yıl güney ve
batı cephede çalışmaları sürdürdük. Bu yıl da
doğu ve
kuzey cephede çalışıyoruz. Bu çalışmalarda, ön
ve arka kısımda iki avlu var. Katedralden sonra
yapılmış, daha sonraki dönemlerde bunlar çeşitli
duvarlarla bölünerek mekanlar oluşturulmuş. Şimdi bu
mekanları açığa çıkarıyoruz. Dolayısıyla yapının
etrafındaki mimari oluşumları tespit etme şansına
sahip olacağız."
Radikal, 10.07.2015
|
YERLİ DİNOZORCUYA DESTEK VAR
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA), Tabiat
Tarihi Müze Müdürlüğü Ambarı için dinozor iskelet ve
maketleri alacak. İhalede, yerli üreticiye destek
verilecek.
Resmi
gazete’nin dünkü sayısında yayımlanan ilana
göre, genel müdürlük, dinozor iskelet ve maketleri
ile bilgilendirme levhaları satın almak için ihaleye
çıktı. İhale, 4 Ağustos’ta açık usul ile yapılacak.
Isı kalkanı var...
Etobur dinozorlardan Allosaurus, otobur
dinozorlardan Triceratops, sırtında ısı ayarlayıcı
kalkanlar bulunduran dinozor Stegosaurus
iskeletlerinin alınacağı ihale ile bilinen en büyük
dinozorlardan Brachiosaurus, deniz sürüngeni
Ichthyosaurus, kabuklu Ammonit, ön bacakları kısa
arka bacakları uzun Spinosaurus ve kuyruğunun
ucundaki taş gibi kemiği ile çok büyük kayaları
parçalayabilen Ankylosaurus dinozorlarının
maketleri, avcılığı ile meşhur T-Rex dinozorunun
kafası ve birer adet de Asya fili ile gerçek
görünümlü ayı maketi alınacak.
Yüzde 15’lik avantaj
MTA, ihale ile ayrıca, dinozorlar hakkındaki
ayrıntıları içeren bilgilendirme levhaları da satın
alacak. Yerli ve yabancı tüm isteklilere açık olacak
ihaleye katılacaklardan sanayi sicil belgesi, imalat
yeterlik belgesi gibi belgeler istenecek. İhalede
yerli malı teklif edenlere yüzde 15 oranında fiyat
avantajı uygulanacak. İsteklilerden “teknolojik ürün
deneyim belgesi” de talep edilecek.
Milliyet, 10.07.2015
|
DANIŞTAY'DAN CUMHURBAŞKANLIĞI SARAYI İLE İLGİLİ FLAŞ
KARAR

Dantitay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, beş
meslek odasının itirazlarını haklı buldu ve
Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisinin kentsel
dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilerek,
Cumhurbaşkanlığı Sarayı yapılmasına ilişkin
Bakanlar Kurulu ve Ankara Büyükşehir Belediye
Meclisi kararların yürütmesini durdurdu.
Kurul, AOÇ
alanının Cumhurbaşkanlığı Sarayı yapılabilmesi
için “T.C. Başbakanlık Gazi Yerleşkesi (OGM)
Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı” ilan
edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararı ile
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin, projeye
ilişkin sınır teklifini onaylamasına ilişkin 16
Ocak 2012 günlü 136 sayılı kararlarının
yürütmesini “hukuka aykırı” olduğu gerekçesiyle
ve oyçokluğu ile durdurdu.
AOÇ ÖZEL STATÜYE SAHİP
11 Haziran tarihli
iki Kurul kararında da AOÇ sınırları içinde yer
alan uyuşmazlığa konu proje alanının Atatürk
Orman Çiftliği Kuruluş Kanunu çerçevesinde “özel
statüye” sahip ve “Devlet malı” olduğu
belirtildi. Çiftlik arazilerinin planlama ve
uygulama bütünlüğünü ortadan kaldıracak biçimde
lokal/mevzii çözümler öngörülmesi mümkün
olmadığı; bu nitelikte bir işlem olan kentsel
dönüşüm ve gelişim ilanına ilişkin dava konusu
Bakanlar Kurulu kararında “hukuka uyarlık
bulunmadığı” belirtildi.
Hürriyet, Haber: Oya Armutçu, 10.07.2015
|
TARİHİ EL YAZMALARI ABD'DEN TÜRKİYE'YE GETİRİLDİ

Konya'daki Yusuf Ağa Yazma Eserler
Kütüphanesi'nden çalınan iki el yazması eserin,
ABD'deki bir üniversitenin özel koleksiyonunda
olduğunu belirleyen Türk öğrenci, durumu Başbakan
Ahmet Davutoğlu'nun eşine iletince, eserlerin
Türkiye'ye iadesi sağlandı.
Utrecht Üniversitesi doktora öğrencisi Hüseyin
Şen, internette araştırma yaparken, ABD'deki
Pennsylvania Üniversitesi Yazma ve Nadir Eser
Kütüphanesi Lawrence J. Schoenberg koleksiyonunda
Selçuklu dönemine ait 2 el yazması eser olduğunu
fark etti.
Şen'in durumu Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun eşi
Sare Davutoğlu, Konya Yazma Eserler Kütüphanesi
Müdürü Bekir Şahin ile Kültür ve Turizm Bakanlığı
yetkililerine bildirmesinin ardından yapılan
incelemede, eserlerin Yusuf Ağa Yazma Eserler
Kütüphanesi'nden 2000'de çalınan 103 el yazması
eserle 7 Arap harfli matbu eserin arasında yer
aldığı belirlendi.
Kütüphaneye, 5544 demirbaş numarası ile kayıtlı
"El-İşaret Ve't-Tenbihat Fi'l-Mantık" ve 5545
demirbaş numarası ile kayıtlı "Miftahu'l-Ulum" adlı
el yazması eserler, bakanlığın girişimleriyle 22
Haziran'da Türkiye'ye getirildi ve kütüphaneye
konuldu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu da Konya'yı ziyaretinde,
Yusuf Ağa Yazma Eserler Kütüphanesine giderek, yazma
eserleri inceledi.
Hüseyin Şen, eşinin "Osmanlı kuş evleri"ne
ilgisinin olduğunu, kendisinin de araştırmalarında
eşine yardım ettiğini söyledi.
Araştırmaları sırasında "Konya Yusuf Ağa
Kütüphanesi'nden çalınan yazma" yazan bir görsel
gördüğünü anlatan Şen, "Satır sayısı ve hangi tarihe
ait oldu gibi bilgiler vardı. Bakanlığın sitesine
girip, çalınan yazma eserlerle ilgili bilgilere
baktım. Bilgileri teyit ettim, büyük oranda
benzerlik gösteriyordu" diye konuştu.
Konya Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir
Şahin de yazma eserlerle 64 kitap kapağının da
çalındığını belirterek, "Çalınan kitap kapaklarından
yeni kapak üretmişler. Bir kitabı bölüp, iki ayrı
şekilde satmışlar. Bu kitapla birlikte, iki cilt
kapağı da gelmiş oldu" dedi.
Akşam, 09.07.2015
|
TÜRK RESMİNİN 150 YILINDAN SEÇKİ

Sanat
Akmerkez'de etkinliği 11. yılında, Türk resim sanatı
tarihinin yaklaşık 150 yılına ait eserlerin
sergisine ev sahipliği yapıyor.
130 sanatçının 300'e yakın eseri sergi kapsamında
bir araya getiriliyor. Osmanlı ressamlarının Doğu
resim anlayışından batı resmine geçiş sürecindeki
aşamalarına ve günümüze kadar gelen sürece tanıklık
eden sergi, resim tarihimize geniş bir yelpazeden
bakış imkanı sağlıyor. Osman Hamdi'den Haluk
Akakçe'ye kadar farklı kuşak ve ekollerden sanatçıyı
buluşturan sergi, Tunca Sanat Galerisi işbirliği ile
30 Ağustos'a kadar açık kalacak. Sergide eseri yer
alan sanatçılardan bazıları şöyle: Abidin Dino,
Adnan Çoker, Balkan Naci İslimyeli, Bedri Rahmi
Eyüboğlu, Burhan Doğançay, Cihat Burak, Devrim
Erbil, Diyarbakırlı Tahsin, Erol Akyavaş, Ferruh
Başağa, Fikret Mualla, Halil Paşa, Hoca Ali Rıza,
İbrahim Çallı, Komet, Mahmut Cuda, Mübin Orhon, Neşe
Erdok, Neşet Günal, Nuri İyem, Ömer Uluç, Selma
Gürbüz, Turan Erol, Yüksel Arslan, Zeki Faik İzer.
Zaman, 09.07.2015
|
SELÇUKLU MEZARLIĞI'NDA İLK DEFA GÖRÜLDÜ

Bitlis’in Ahlat
İlçesi'nde bulunan Selçuklu
Mezarlığı’nda yapılan liken temizliği ve restorasyon
çalışmalarıyla birlikte yeni bilgilerde gün yüzüne
çıkıyor. Eski Ahlat Şehri Kazıları Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi (YYÜ) Sanat Tarihi Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Recai Karahan tarafından yürütülürken, son
yapılan çalışmalarla birlikte Dünyada ki iki
örnekten biri olan Emir Bayındır Kümbetini yapan
Babacan isimli ustanın yapmış olduğu bir mezar taşı
bulundu.
Babacan isimli sanatkarın yapmış oldu mezar
taşında ilginç bilgiler bulunurken, mezar taşının ön
cephesine işlenen kar motiflerinin ise Selçuklu
Mezarlığı’nda ilk kez görüldüğü belirtildi. Konu
hakkında İHA muhabirine açıklamada bulunan Eski
Ahlat Şehri Kazı Ekibi Üyesi Uzman Sanat Tarihçi
Mustafa Oral, yapılan liken temizliğinin ardından
okunan mezar taşlarıyla birlikte yeni bilgilerin gün
ışığına çıktığını vurguladı. Uzman Sanat Tarihçi
Mustafa Oral, Babacan isimli ustanın yapmış olduğu
mezar taşında ilk kez rastladıkları kar motifinin
olduğuna değinerek, “Burada yaptığımız çalışmalardan
ilk olarak liken temizliğinin öneminden bahsetmek
istiyorum.
Liken temizliği yapılmadan önce bu mezar
taşlarının üzerindeki herhangi bir motifi çözümlemek
veya kitabeyi okumak mümkün değildi. Dolayısıyla bu
şaheserlerin kimler için hangi dönemde yapıldığını
üzerinde hangi süslemelerin olduğunu nelerin
yazıldığını ve bu eserleri yapan maharetli ustaların
isimlerini bilmiyorduk. Mezar taşlarının uzman
restoratörler tarafından liken temizliği yapıldıktan
sonra hem liken ve benzeri oluşumların esere verdiği
zararlar önlenmiş oluyor hem de eserin süsleme
programı ve kitabesi çözümlenebilecek duruma
geliyor" dedi.

Bu sezonda liken temizliği çalışmaları yapılan
eserlerde yaptıkları epigrafik çözümlemelerde daha
önce mezar taşlarında ismine rastlanmayan bir
sanatkar isminin tespit edilmesi kendileri için çok
önemli olduğunu ifade eden Oral, "Çünkü bu sanatkar
aynı zamanda dünyada yalnızca iki örneği bulunan
yarı baldaken tarzda yapılmış olan Emir Bayındır
Kümbetini yapan Babacan adlı sanatkardır. Ayrıca bu
eserdeki usta kitabesinde sanatkar babasının ismini
de Teoman olarak belirtmiştir. Daha önce böyle bir
bilgi yoktu. Bu bilgiyi ilk defa ortaya çıkardık.
Mezar taşının ön cephesinde bir kartuş içerisine
alınmış kar motiflerinin ilk defa işlenmiş olması
yine Ahlat mezar taşlarında daha önce görülmemiş bir
süsleme örneğidir. Bu mezar taşının diğer bir önemi
ise usta kitabesidir. Genellikle ustalar imzalarını
batı dış yüze işlerken, bu usta ise güneye bakan yan
yüze işlemiştir.
Daha önce okunmuş olan hiç bir eserde sanatkar
imzasının bu kısma atıldığı tespit edilmemiştir. Bu
gelişmeyle birlikte Emir Bayındır Kümbetini yapan
ustanın bir mezar taşını yaptığı ortaya çıkmıştır.
Bu mezarda oldukça önemlidir. İçinde yatan meftunun
12 yaşında olduğu bildiriliyor. Yine bu özellikte
bir ilktir çünkü daha önce korunan hiç bir eserde
ölen kişinin kaç yaşında öldüğünü belirten bir
ibareye rastlanmamıştır. Bu kişinin 12 yaşında
olmasına rağmen hafız olduğu belirtilerek, mezar
taşının yan yüzlerine Farsça şiirler yazılmıştır.
İşte tüm bu bilgilerin elde edilmesi liken
temizliği ile mümkün hale gelmektedir. Ahlat mezar
taşlarının liken temizlikleri ve restorasyonları
yapıldıkça buna bağlı olarak yapılan kitabe
çözümlemeleri ışığında Ahlat'ın demografik yapısı,
siyasi tarihi, yetiştirdiği bilim adamları,
sanatkarlar, kadılar ve daha bir çok bilgi gün
yüzüne çıkarılarak Kubbetül İslam Ahlat'ın ne denli
önemli bir şehir olduğu daha net anlaşılmış
olacaktır. Tarihi onu yağmalayanların değil; ona
gönül ve emek verenlerindir” dedi.
İhlas Haber Ajansı, Haber: Serdar Adıyaman,
09.07.2015
|
GÖBEKLİTEPE'DE ÇATI KORUMASI ÇALIŞMALARI
Dünyanın
en eski tapınak merkezi olarak kabul
edilen Göbeklitepe'deki kazı alanına yapılacak
koruma çatısının alt yapı çalışmaları sona erdi.
Göbeklitepe Kazıları Başkanı ve Şanlıurfa Müzesi
Müdürü Müslüm Ercan, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarının
Şanlıurfa Müzesi koordinesinde, Türk ve Alman
arkeologların işbirliğinde devam ettiğini söyledi.
Göbeklitepe'de çıkan eserlerin korunmasına önem
verdiklerini ifade eden Ercan, "Göbeklitepe'nin
korunmasına yönelik uygulanacak çatı projesinin
hazırlıklarını yürütüyoruz. Prof.Dr. Klaus Schmidt,
hayattayken bu çalışmaları başlatmış ve belirli bir
aşamaya getirmişti. Bizim çalışmalarımızla da çatı
projesinin alt yapı hazırlığı tamamlanmış oldu. Şu
anda çatı projesini uygulamaya hazır haldeyiz.
AB projesi kapsamında yapılan
proje , ihale aşamasında. Yıl sonuna doğru
uygulama işinin başlamasını ve 8 ay içerisinde
tamamlanmasını hedefliyoruz" dedi.
Ercan, Göbeklitepe kazı çalışmalarının sonbahar
döneminde de devam edileceğini sözlerine ekledi.
- Göbeklitepe
Neolitik döneme ait yerleşim yeri Göbeklitepe,
Şanlıurfa'ya 18 kilometre mesafede Örencik Mahallesi
yakınlarında bulunuyor.
İlk kez 1963'de
İstanbul ve Chicago
üniversiteleri görevlilerinin yüzey araştırmaları
sırasında fark edilen Göbeklitepe'deki kazı
çalışmalarını, Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman
Arkeoloji Enstitüsü 1995'ten bu yana ortaklaşa
yürütüyor.
Şimdiye kadar bölgede neolitik döneme ait yabani
hayvan figürlü "T" biçimli dikili taşlar, 8-30 metre
çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli dünyanın en
eski tapınak kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan
figürü, insan heykeli, dikili taşlar ve yaklaşık 12
bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre
uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler
bulundu.
Dünyanın en eski "tapınak merkezi" olduğu
belirtilen Göbeklitepe, bir süre önce UNESCO Dünya
Mirası Geçici Listesi'ne alınmıştı.
Radikal, 09.07.2015
|
PROF.DR. MEHMET ÖZHANLI: FİTRELERİ ARKEOLOJİK
KAZILARA VERİN
Isparta'nın Yalvaç
İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia antik kentinde 8
yıldır kazı başkanı olarak görev yapan Prof.Dr.
Mehmet Özhanlı, fitrelerin arkeolojik
çalışmalara katkı sağlamak için verilmesini istedi.
2008 yılından bu yana
Bakanlar Kurulu kararıyla
Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) adına kazı
çalışmalarını yürüten SDÜ Fen
Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölüm
Başkanı Prof.Dr.
Mehmet Özhanlı, 67 hektarlık Pisidia Antiocheia
antik kentinde bugüne kadar sadece yüzde 5'lik
alanın kazıldığını söyledi. Kazı çalışmalarının
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve üniversitenin
sağladığı kaynaklarla yürütüldüğünü vurgulayan
Prof.Dr. Özhanlı, "Üzülerek ifade etmek istiyorum ki
böylesi önemli bir arkeolojik kente karşı
Isparta ve yöre halkı oldukça duyarsız. Daha
burayı bilmeyen insanlarımız var, hatta hiç
gelmeyenler var. Halbuki
Isparta maddi anlamda oldukça zengin bir kent ve
Türkiye'nin yaşanabilir üçüncü kenti. Şayet
buraya halktan yardım yapılsa bütün yıl kazı
çalışmalarımız devam eder ve kent daha çabuk ayağa
kalkar ya da kazılmış alanlarda konservasyon
çalışmaları yapabiliriz. Kısıtlı ödeneklerle bunu
yapmak imkansız" dedi.
YARDIM GELECEK NESİLLERE DÖNER
Türkiye genelinde Müslümanların fitrelerini
arkeolojik kazılar için verebileceğini kaydeden
Prof.Dr. Özhanlı, "Gönüllerinden koptuğu kadar
fitrelerini bu kente verdikleri zaman ya da kazılara
yardım ettiklerinde burası onların çocuklarına ve
daha sonra gelecek nesillere tekrar ekonomik olarak
geri dönecektir. Çünkü bu tür kentlerin açılması
yerel turizmle birlikte turizmi canlandıracak ve
başka bir
ekonomi oluşturacaktır. Onun için buradaki
çalışmalarda ilimizde yaşayan herkesin en küçük
birimine kadar sağlayacakları katkılar, ülkemiz
için, ülkemizin geleceği için tabi ki tarihi eserler
için oldukça önemlidir. Bundan dolayı böyle bir
teklifimiz var. Eğer yardım ederlerse biz onu iş
olarak geri dönüştüreceğiz, ekonomik olarak tekrar
Isparta'ya kazandıracağız" diye konuştu.
BU YILKİ ÖDENEK 100 BİN TL
Bakanlığın bu yılki kazılar için 100 bin lira
ödenek ayırdığını vurgulayan Prof.Dr.
Mehmet Özhanlı, kazı çalışmalarında 30'u
arkeoloji bölümü öğrencisi olmak üzere 40
kişinin çalıştığını, bu ödeneğin ise
işçi sigortalarıyla birlikte sadece 2 aylık bir
süreye yettiğini aktardı.
HIRİSTİYANLIĞIN DOĞDUĞU KENT OLARAK BİLİNİYOR
Roma ve Bizanslılara ev sahipliği yapan Pisidia
Antiocheia antik kenti, Hz. İsa'nın havarilerinden
Saint Paul'un
Efes'ten gelerek ilk vaazını verdiği ve
Hıristiyanlığı tebliğ ettiği kent olması dolayısıyla
Hıristiyanlar için önem arz ediyor. Kentin MS 7'nci
yüzyılda Arap akınları sonucu yakılarak talan
edildiği biliniyor.
haberler.com, 09.07.2015
|
2 BİN 800 YILLIK STELLER MÜZEYE GETİRİLDİ

Ağrı'nın Patnos
İlçesi'nde bulunan Urartulara ait
Aznavurtepe Kalesi'inde askerler tarafından
1990'da yapılan telefon direği dikmek için
yapılan kazı sırasında 2 bin 800 yıl öncesine
ait olduğu belirlenen üç metre uzunluğundaki üç
stel bulundu.
Dönemin komutanları tarafından
koruma altına alınan stellerden iki tanesi Ağrı
Tugay Komutanlığında, bir tanesi de Patnos Tugay
Komutanlığı bahçesinde 25 yıl boyunca
sergilendi.
Askeri alanlarda bulunan stellerin Van'a
getirilerek müzede sergilenmesi için çalışma
başlatan Van Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Milli
Savunma Bakanlığıyla 2 yıl süren görüşmelerin
ardından üç stelden ikisini Van Müzesine
getirdi.
Tanrı Haldi için yaptırıldı
Konuyla ilgili gazetecilere açıklama yapan
Kültür ve Turizm İl Müdürü Muzaffer Aktuğ,
stellerin milattan önce 800 yıllarında Urartu
Kralı Minua tarafından Tanrı Haldi için
yaptırıldığını bildirdi.
Dini anlam taşıyan stellerin Türkiye'de başka
benzerlerinin bulunmadığını vurgulayan Aktuğ,
"Türkiye'de şu anda Van Müzesi için getirdiğimiz
bu iki eserin dışında bir tanede Ağrı'nın Patnos
İlçesi'nde var. Patnos'taki stel, yol yapım
çalışmaları nedeniyle zarar görmüş, parçalanmış.
Onun tekrar Van Müzesi'ne kazandırılması için
çalışmalarımızı başlattık. İnşallah tamirini,
onarımını yaptıktan sonra onu da tekrar Van
Müzesi'ne kazandırmış olacağız ve yeni müzemiz
bittiği an, bu stelleri orada vatandaşlarımızın
görme imkanına sunmuş olacağız" diye konuştu.
Stellerin bulundukları ilk halleriyle
günümüze ulaşmasının en önemli nedeninin askeri
alan içinde korunması olduğunu dile getiren
Aktuğ, "Çok eski bir tarihe dayalı olan stelleri
Van Müzesine kazandırmanın haklı gururunu
yaşıyoruz. Stellerin müzeye kazandırılmasında
emeği geçen herkese teşekkür ederim" dedi.
Kutsal Taşlar
Stellerle ilgili çalışmayı yürüten arkeolog
Kenan Işık ise "Tanrı Haldi Kapıları" diye
adlandırılan stellerin Patnos İlçesi'nde
Urartulara ait Aznavurtepe Kalesi'nde askerler
tarafından yapılan telefon direği dikmek için
yapılan kazıda bulunduğuna dikkati çekerek,
şunları söyledi:
"İki yıl önce stellerin Van Müzesi'nde
sergilenmesine dair çalışmalara başladık. İki
yıllık bir çabanın sonucunda, üç gün önce
taşları vinçlerle Van müzemize kazandırdık. Bu
steller kutsal bir alana ait. Urartu Kralı Minua
tarafından Tanrı Haldi'ye adanmış kapılardır.
Bir kutsal alana aittirler. Bunların üç tanesi
yan yana durmak suretiyle önlerinde de Tanrı
Haldi'ye kurban törenleri düzenleniyordu. Taşlar
kutsal taşlardır."
Star, 09.07.2015
|
DÜNYADA EŞİ BENZERİ YOK
Ermenek’in
Gökçeseki
Köyü'nde nisan ayında başlayan kazı
çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Kazılarda,
daha eski yüzyıllara ışık tutacak buluntulara
rastlanıldı. Yapılan çalışmalar hakkında bilgi veren
Karaman Müzesi Müdürü Abdulbari Yıldız, çok sayıda
heykel, üsler, seramik ve cam buluntuları ortaya
çıkardıklarını, kazıda çıkan eserleri kazı alanında
fotoğraflayıp fişledikten sonra müze müdürlüğüne
getirdiklerini belirterek, “Müze müdürlüğümüzde
yapılan son incelemeler neticesinde, küçük çapta
restorasyon ihtiyacı olanlar Karamanoğlu Mehmetbey
Üniversitesi, Arkeoloji Laboratuvarına getirilir.
Özellikle pişmiş toprak ve cam eserlerde restorasyon
ve konservasyon çalışmaları yapıyoruz. Bu
çalışmaların yanı sıra fotoğraflama, çizim ve
belgeleme işlemleri de yapılıyor. Restorasyondan
sonrasında tüm eserleri, müze müdürlüğümüzde
sergilemek üzere geri alacağız. Bunlar ayrıca KMÜ
Arkeoloji Bölümü tarafından da bilimsel yayınlar
için kullanılacak” dedi.

“ÇOK ÖNEMLİ BİLİMSEL
SONUÇLARA ULAŞTIK”
Arkeoloji Bölümü Başkanı
Yrd. Doç.Dr. Ercan Aşkın ise, Gökçeseki Köyü'ndeki
kazılarda çok önemli bilimsel sonuçlara
ulaştıklarını söyleyerek, antik ismiyle
Philadelphia’da yapılan kazılarda çok sayıda heykel
parçası, seramik buluntu, cam buluntu, sikke ve buna
benzer pek çok kalıntı bulduklarını, söz konusu bu
kalıntıların, kentin özellikle üçüncü ve daha
sonraki yüzyıllar hakkında bilgi edinmelerini
sağlayacağını dile getirdi. Yrd. Doç.Dr. Aşkın,
“Kazı çalışmaları neticesinde ortaya çıkan eserler
üniversitemize getirilmekte. Burada gerekli
temizlikleri yapıldıktan sonra, tasnifleri
yapılmakta ve seramikler özellikle formlarına
dönemlerine göre ayrılmaktadır. Çizimleri
yapılmaktadır, yayına hazır hale getirilme
çalışmaları sürdürülmektedir. Seramiklerin dışında,
tabi ki terakota figürlerimiz ve cam buluntular da
söz konusu. Bunlarda yine benzer işlerden
geçirilerek yayına, bilimsel çalışmalara konulmaya
hazır hale getirilmektedir” diye konuştu.
"LİTERATÜRDE GÖRÜLMEYEN
SERAMİKLER BULUNDU"
Gökçeseki’de başlayan
kazıların, 6 akademisyen ve 4 uzman tarafından
gerçekleştirildiğini belirten KMÜ Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Ertuğ Ergürer,
“Çalışmanın ilk başlarında lahitler ortaya
çıkmıştır, sonraki dönemde son aylarda çok özel bir
buluntu topluluğuyla karşılaştık heykeller ve
heykellerin çevresinde inanılmaz yoğunlukta seramik
buluntular, metal buluntular, cam ve çeşitli objeler
ele geçti. Bizim için tabi ki daha önemli olanlar
seramikler. Seramikler içinde, bildiğimiz gruplar
yanında, arkeoloji literatüründe hiç
karşılaşmadığımız, yayınlarda hiç görmediğimiz
çeşitli seramiklerle karşılaştık ve bu bizim için
çok büyük bir mutluluk. Bunları bilim dünyasına
tanıtmak bizim için çok güzel olacak. Bu bölge çok
az araştırılmış bir bölge. İç kesimi daha az
araştırılmış bir bölge. Burada yapılan yüzey
araştırmalarda daha farklı çalışmaları ya da yakın
kazılara baktığımızda bazı seramikler örtüşüyor ama
bazılarını hiç göremiyoruz. Yani belki de ilk kez
yayınlanacak malzemeler olacak. Şu anda yeni tespit
ettiğimiz 10-15 beş grup var” dedi.

Haber 7, 09.07.2015
|
TARİHİ SÜTUNLARA PLATFORM DARBESİ

Muğla’nın Bodrum
İlçesi'nde, klasik çağdan
günümüze bozulmadan ayakta kalan nadir tarihi
yerlerden biri olan antik tiyatroda kurulan
platformun eserlere zarar verdiği iddia edildi.

Anadolu’nun en eski tiyatrolarından biri olan Bodrum
antik tiyatrosunda da her yıl binlerce kişinin
izlediği konserler bu yıl 17 Temmuz’da Volkan Konak
konseri ile başlayacak. Sanatçıların sahneye
çıkacağı alana yapılan platformun demir ayakları
tarihi sütunların üzerine denk geldiği için tarihi
sütunlara zarar verdiği öne sürüldü. Kulis arkasına
konulan seyyar tuvaletlerin ise görüntü kirliliğine
neden olduğunu belirtildi.

Volkan Konak, Duman, Nilüfer, Funda Arar, Sibel Can,
Sıla, Teoman, MFÖ VE Sezon Aksu’nun hayranlarıyla
buluşacağı yaz konserleri öncesi platformların
hazırlanması sırasında organizasyon firması
haricinde tiyatronun güvenliği dışında hiçbir
yetkili bulunmazken, yapılan çalışmaları kontrol
etmek için antik tiyatroya gelen Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi ekipleri ilgili firmayı uyararak
platformun düzeltilmesini firma yetkililerine
bildirdiler.


Hürriyet, 09.07.2015
|
BURSA'DA DEFİNECİLER TARİHİ MEZARLIKLARI TALAN ETTİ
Bursa’nın
Yenişehir
İlçesi'nde
Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen tarihi
mezarlıklar, defineciler tarafından talan edildi.
Yenişehir İlçesi'ne bağlı Kadıkaltı Köyü dağlık
alanlarında Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen
tarihi yer altı mezarlıklar, defineciler tarafından
talan edildi. Yerin 2 metre altındaki mezarlıklarda
insan kemiklerine rastlanırken, tuğla, tahta ve en
altında özel olarak yapılan yerleşim birimleri
görüldü.
Yenişehir’in en yüksek köyü olan Kadıkaltı Köyünün
Kumlu Yol mevkinde defineciler tarafından talan
edilen tarihi yer altı mezarlıkları hakkında konuşan
77 yaşındaki Hamza Behadır, "Bundan 6-7 yıl önce o
bölgede yol açılırken suyun yatan tuğlaları çıktı.
Ama tarihi bilinmiyor. Dedelerimizden de orada
yerleşim birimleri olduğunu duyduk" diye konuştu.
Zülkif Yardımcı ise "Bu bölgelerde tarihi
mezarlıklar olduğunu çocukluğumuzdan beri
biliyorduk. Daha öncelerden oralarda yerleşim
bölgeleri olduğu söyleniyordu" dedi.
Uzmanlar da Bizans döneminde özellikle tuğla
mezarlıkların kullanıldığını belirtti.
Milliyet, 09.07.2015
|
KORUMA KURULU'NUN KARARI BEKLENİYOR: TARİH Mİ,
RÜZGAR SANTRALİ Mİ?
Hellenistik , Roma ve Bizans dönemlerine ait
buluntuların çıktığı Silivri Fener Köyü'ndeki araziye
rüzgar gülü dikmek isteniyor. Koruma Kurulu, çıkan
tarihi eserleri müze rapor etmesine rağmen Abdullah
Tivnikli'nin sahibi olduğu Silivri Enerji A.Ş'ye ait
arazisini sit yapmamakta direniyor.

Silivri’nin Fener Köyü yakınında Abdullah
Tivnikli’nin sahibi olduğu Silivri Enerji A.Ş
tarafından Rüzgar Enerji Santrali (RES), türbin
inşası sırasında tarihi eserlere rastlandı.
Geçtiğimiz şubat ayında başlanan kazılarda
Hellenistik ve Roma dönemlerine ait çok sayıda eski
mezar ve genişliği 1 metreyi bulan mimari yapı
duvarları çıktı. Koruma Kurulu’nca 1. Derece
arkeolojik sit ilan edilmesi gerekirken kurul
aylardır kararını vermedi. Şirketin ‘araziyi
definecilere karşı koruyamayız üzerine beton döküp
rüzgar güllerini dikelim’ şeklinde kurula teklifte
bulunduğu
iddia ediliyor.
İMAR PLAN DEĞİŞİKLİĞİ YAPILDI
Silivri’nin Fener, Kurfallı, Akören köyleri
yakınlarındaki Rüzgar Enerji Santrali kurulması için
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nin 15
Haziran 2011’de aldığı kararla 1/100.000 ölçekli
İstanbul Çevre Düzen Planı’na aykırı bir biçimde,
arazi “tarımsal niteliği korunacak alan” olmaktan
çıkartıldı. Plan tadilatına aykırı işlemin ardan 440
dönümlük alana santralin kurulmasına izin verildi.
“Silivri Gazitepe Mahallesi, Fener, Kurfallı, Akören
köylerinde ‘Silivri RES Projesi’ ne ilişkin toplam
kurulu gücü 52,50 MW olan 21 adet Türbin ve Şalt
Sahası’na İmar Planı değişikliği teklifi, gerekli
düzenlemeler yapılarak ve plan notları eklenmek
suretiyle, tadilen re’sen onaylanmıştır” denildi.
Teklif, 2012 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisi’ne geldi. İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisi, kendisinin kabul ettiği İstanbul Çevre
Düzeni Planı’nı bir anlamda delerek söz konusu RES’e
oy çokluğu ile geçti. Söz konusu planlar,
28.08.2014-26.09.2014 (30 gün) tarihleri arasında
Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ilan panosu ile web
sitesinde askıya çıkarıldı. Silivri Belediyesi ve
çevre halkının itirazları da dikkate alınmadı. Eksim
Yatırım Holding’e bağlı Silivri Enerji A.Ş.
tarafından hazırlanan proje kapsamında, tarım
arazilerine 21 adet türbin dikilmesi planlandı.
1.DERECE ARKEOLOJİK SİT OLMALI
Şirket geçen yıl tribünlerin inşasına başladı. Bu
yılın başında Fener Köyü yakınında 2 tirbün inşa
edilecek alanda arkeolojik kalıntılara rastlandı.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne haber verildi. Müze
arkeologlarınca yapılan kazılarda inanılmaz mimari
buluntulara rastlandı. Mimari kalıntıların 11.-12.
yüzyıla tarihlenen geç Bizans dönemine ait olduğu
düşünülürken, Hellenistik ve Roma dönemlerine ait
buluntulara da rastlandı. Yakın çevresinde ortaya
çıkarılan çok sayıda Bizans dönemine tarihlenen
mezarların bulunması da bir manastırın varlığını
akıllara getirdi. Uzmanlar konu hakkında şöyle
konuxştu: “Karadeniz’den Marmara Denizine kadar
uzanan yaklaşık 52 km. uzunluğundaki Anastasius
surları Bizans Devletinin batısını koruyan en önemli
savunma yapısıydı ve bu çevrede antik Silivri (
Selymbria) ve Çatalca (Metrai) gibi iki büyük
yerleşimin yanı sıra çok sayıda köy ve birçok
manastırın olduğu biliniyordu. Trakya ve İstanbul
arkeolojisi için çok önemli gelişme. Derhal 1.
Derece Arkeolojik sit alanı ilan edilmeli.”
RAPOR SİT ALANINA İŞARET EDİYOR
İstanbul Arkeoloji Müzesi raporunda da şu
ifadelere yer verildi: “Duvar kalıntılarında
kullanılan harçta tuğla parçalarına rastlanmamış
olması ve kaba yontu taş kullanılması sebebiyle
erken Roma dönemine ait bir yerleşim yeri
olabileceği, Bizans döneminde ise mezarlık olarak
kullanıldığı, 1512 parselde yer alan işlevi henüz
anlaşılamayan doğudan batıya doğru basamak halinde
devam eden büyük blok taşlardan oluşan yapı
kalıntısının ise Hellenistik döneme ait bir duvar
olabileceği, alanda yoğun olarak bulunan seramik
parçalarının Hellenistik ve Roma seramiği özelliği
göstermesi bakımından alanın bütününün Hellenistik,
Roma yerleşim yeri olduğu, Bizans döneminde de
mezarlık olarak kullanıldığı düşünülmektedir.’’
KURULDA HARARETLİ TARTIŞMALAR
İstanbul 1 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
çıkan buluntulara rağmen aylardır araziyle ilgili
kararını veremedi. 1. Derece arkeolojik sit alanı
özelliklerindeki arazi için Silivri Enerji A.Ş
şirtetinin kurul üzerinde baskı yaptığı,
definecilere karşı araziyi koruyamayacağını
belirterek arkeolojik buluntuların üzerine beton
dökmeyi teklif ettiği iddia ediliyor. Bu teklif
üzerinden kurulda büyük tartışmalar yaşanırken,
sadece arkeolog üye Yrd.Doç.Dr. Aslıhan Yurtsever
Beyazıt bu teklife karşı çıktı. Kalıntıların
belgelenip üstünün kapatılmasını ve şirkete
devredilmesi istenirken, Aslıhan Yurtsever yerinde
inceleme istedi. Kurul üyeleri henüz yerinde
inceleme yapmadı. Bugünlerde kararın verilmesi
bekleniyor.
BELEDİYE BAŞKANI: YEREL YÖNETİMLERİN
GÖRÜŞÜ ALINMIYOR
Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar, konu
hakkında şu açıklamayı yaptı: “Rüzgar Enerji
Santralleri yapımı sırasında maalesef yerel
yönetimlerin görüşleri alınmıyor.
Resmi gazetede çıkıyor ve “kamu yararı” ibaresi
konularak tarım arazilerimiz itirazsız
kamulaştırılıyor. Kamulaştırılarak firmalara
kiralanıyor. Rüzgar tribünü inşaatı sırasında tarihi
eserlerin gün yüzüne çıkarıldığı ve Bizans mezarları
bulunduğunu öğrendik. Bölgenin sit alanı ilan
edilmesi konusunda kamuoyu oluşturarak, tarihi
eserlerin korunması konusunda elimizden geleni
yapıyoruz. Binlerce yıllık geçmişe ve eşsiz bir
kültürel mirasa sahip Silivri’mizin tarihi geçmişte
yaşadığı evreler, gün ışığına çıkmayı sürdürüyor.
Belediyemizin bünyesinde hizmet veren Tarihi Yapılar
Birimimizle bu eserlerin korunması ve tanıtılmasına
yönelik çabamızı sürdürüyoruz. Geçmiş dönemlerde
talan edilmiş tarihi eserler korunabilseydi
Silivri’miz de; bir Efes, Milas, Bergama gibi
yüzbinlerce turisti çeken bir bölge olacaktı.
Çalışmalarımız ve tarihe sahip çıkma projelerimiz
gelecek nesillere bırakacağımız en kıymetli
değerlerimizdir.”
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 09.07.2015
|
KINIK HÖYÜK'TE HELLENİSTİK DÖNEME AİT TÖR KABI
BULUNDU
Niğde İli,
Altunhisar İlçesi, Kınık Höyük’teki kazı
çalışmalarının 5. sezonu bu yıl 03 Haziran 2015’te
başladı. Projenin başkanlığını Pavia ve New York
Üniversitesi’nden bir katılımcı ekibin öncülüğünde
Prof.Dr. Lorenzo D’ ALFONSO yürütmektedir.

Kazı çalışmaları sırasında, Hellenistik Dönem'e ait
iki kerpiç duvarla tanımlanan bir odanın köşe
kısmında kare bir niş içinde silindirik bir kap
bulundu.Yerel bir üretim olduğu düşünülen kabın bir
örneği de Niğde Arkeoloji Müzesi’nde
sergilenmektedir. Kerpiç yapı ve bulunan kabın kült
aktiviteleri ile bağlantılı olabileceği
düşündürmektedir. Kınık Höyüğü'nde bulunan bu önemli
buluntu üzerinde bilimsel değerlendirmeler ve
konservasyon çalışmaları devam etmektedir.

kulturvarliklari.gov.tr, 09.07.2015
|
KANDİLLİ'DEKİ TARİHİ KÖŞKÜ YIKTIRDI

Kanlıca'daki tarihi yalıya kaçak kat çıktığı ve
iki yalıyı usulsüz şekilde asansörle birleştirdiği
ortaya çıkan işadamı Rıza Sarraf'ın, Kandilli
sırtlarında satın aldığı tarihi köşkte de yeniden
inşaata başladığı ve bitişiğine ek bina da yaptığı
ortaya çıktı.
Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu, projede
restorasyon yapılması öngörülmüş olmasına rağmen,
binanın yasadışı şekilde yıkılıp ortadan
kaldırıldığını belirterek, "2863 Sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na göre açıkça suç
işlenmiştir" dedi.
İNŞAAT ALANI SIKI SIKIYA BRANDAYLA
ÇEVRİLMİŞ
İşadamı Rıza Sarraf'a ait Kandilli sırtlarında
bulunan ve İstanbul Boğazı panaromalı resminin
bulunduğu branda ile kapatılan köşk, 'Korunması
gereken kültür varlığı' olarak tescil edilen yapılar
arasında. Köşkün sadece ön cephe duvarı bırakılarak
binanın tamamı yıkıldı. Şu anda tarihi köşkün
yerinde yeni bir bina yükseliyor.

YENİDEN İNŞA EDİLEN KÖŞKÜN ARKASINDA YENİ
BİNA YÜKSELMİŞ
Ön cephesi ayakta bırakılarak yeniden yapılan
tarihi binanın arka tarafında ise yeni bir yapı
yükselmiş durumda. Ek bina görünümünde olan yapının,
köşke çok yakın olarak inşa edildiği görülüyor.
Geçmiş yıllara ait uydu fotoğraflarında da yeni
binaya ilişkin herhangi bir iz görülmüyor.
MİMARLAR ODASI: BİNA YASADIŞI ŞEKİLDE
ORTADAN KALDIRILMIŞ
Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu, tarihi
köşkün yıkılma sürecinin hukuksuz olduğunu
belirterek, şunları söyledi:
"Projede restorasyon yapılması öngörülmüş
olmasına rağmen, bina yıkılmış. Sadece bir cephesi
muhafaza edilmiş. Diğer bütün bina ilgili aksamı
yerle bir edilmiş, hafriyat gibi ortadan
kaldırılmış. Bina yasadışı şekilde yıkılıp ortadan
kaldırılmış. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu'na göre açıkça suç
işlenmiştir" diye konuştu. Tescilli bir kültür
varlığının 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'na
aykırı bir şekilde yıkıldığını belirten Muhçu, "Arsa
sahipleri, yapımcı firma, yıkım süreci ile ilgili
herhangi bir işlem yapmayan İstanbul 6 Numaralı
Kültür Varlıkları Koruma Bölge Müdürlüğü suç
işlemiştir. Bu süreci denetlemekle sorumlu olan
Boğaziçi İmar Müdürlüğü de suç işlemiştir. Bu suçun
karşılığı hem para hem hapis cezasıdır. Ancak
yaptırımların herhangi bir kurum tarafından
işletilmediği görülüyor."

KORUNMASI GEREKLİ KÜLTÜR VARLIĞI OLARAK
TESCİL EDİLDİ
Önceki yıllara ait görüntülerde ağaçlıklı
yemyeşil bahçesiyle Yeşilçam filmlerindeki köşkleri
andıran tarihi yapı, 1974 yılında Anıtlar Yüksek
Kurulu tarafından 'korunması gereken kültür varlığı'
olarak tescil edilmişti. Öte yandan Doğal ve Tarihi
sit alanında bulunan ve Boğaziçi öngörünüm
bölgesinde yer alan yapı, 1986 yılında Kültür ve
Tabiat Varlıkları İstanbul Bölge Kurulu tarafından
2. Derece Tarihi yapı olarak tescil edildi.

KORUMA KURULUNUN ONAYI YOK
Boğaziçi öngörünüm bölgesinde kalan yapılar için
ruhsat vermekle sorumlu olan Boğaziçi İmar Müdürlüğü
yetkilileri, köşkün 'Koruma kurulundan onaylı
restorasyon ruhsatı' olduğunu savundu. Ancak söz
konusu köşkle ilgili değişiklik yapmak için Üsküdar
bölgesinden sorumlu olan İstanbul 6 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü "Söz
konusu taşınmaza ilişkin işlem dosyasında 1991 yılı
sonrasında herhangi bir müellif değişikliği ya da
kira sözleşmesi bilgisine rastlanmamıştır"
açıklamasında bulundu.

Gerçek Gündem, Haber: Ezgi Çapa, 09.07.2015
******
REZA ZARRAB, TARİHİ BİNALARDA YASADIŞI KAT ÇIKIP
İSTEDİĞİ GİBİ RESTORE EDİYOR
17 Aralık ‘rüşvet ve yolsuzluk’ operasyonunda
ismi geçen İşadamı Reza Zarrab’ın Kanlıca’daki
yalısına kaçak kat çıkması ve asansör
eklemesinin ardından, ‘yıkılamaz’ kaydı olduğu
ileri sürülen Kandilli’deki tarihi köşkü yıkarak
bir kat fazla ve aslına uygun olmayan şekilde
yeniden inşaa ettiği ileri sürüldü.
Türiye
İhracatçılar Meclisi’nin düzenlediği ödül
töreninde önceki gün aldığı ‘ihracat ödülü’ ile
yeniden gündeme gelen İşadamı Reza Zarrab’ın
Kanlıca’daki yalısına kaçak kat çıkıp restore
etmesinden sonra, Kandilli’de satın aldığı köşkü
de yıkarak aslına uygun olmadan yeniden inşa
ettiği ileri sürüldü.
Sözcü gazetesinin
gündeme getirdiği iddiaya göre, Kanlıca’daki yalıya
kaçak kat çıkılmasının ardından, tadilat projesine
onay veren Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul 6
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu,
denetimden sorumlu Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nden
projenin dışına çıkılıp çıkılmadığı konusunda bilgi
istedi. Kurul, ayrıca Zarrab’ın Kandilli
sırtlarındaki tarihi köşkündeki yenileme
çalışmalarının da denetlenmesini istedi. Boğaziçi
İmar Müdürlüğü ekipleri önce Reza Zarrab-Ebru Gündeş
çiftinin yaşadığı Kanlıca’daki Mehmet Arif Bey
Yalıları’na gitti. Kaçak yapılaşma ve yasaya aykırı
restorasyon işlemleriyle ilgili tespitlerini yaptı
ve rapor haline getirdi. Ardından, Zarrab’ın Cem
Kozlu’dan 25 milyon dolara satın aldığı
Kandilli’deki tarihi köşk ve arazisindeki
çalışmaları denetlemeye giden ekipler 1986 yılında
korunması gerekli kültür varlığı olarak tescillenen
köşkü yıkıp yenisini inşa etmeye başlayan Reza
Zarrab’ın fazladan bir kat inşa ettiği ve köşkü
aslına uygun yapmadığını tespit etti. Ayrıca,
bahçedeki ağaçların kesilip yerine üç katlı
betonarme bir yapı inşa edildiğini gören Boğaziçi
İmar Müdürlüğü ekipleri inşaat çalışmalarını
durdurdu.
500 BİN LİRA CEZA
İranlı işadamı Reza
Zarrab’a ait hem Kanlıca’daki iki yalı hem de
Kandilli’deki tarihi köşk için hazırlanan denetim
raporu 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu’nın önümüzdeki ay yapılacak toplantısında ele
alınacağı ifade edildi. Kurul’un yasaya ve mevzuata
aykırı yapılaşma nedeniyle inşaat sahipleri hakkında
suç duyurusunda bulunması bekleniyor. 2960 sayılı
Boğaziçi İmar Kanunu’nda tarihi ve doğal
güzelliklerin yoğunlaştığı kıyı, sahil şeridi ve
öngörünüm bölgesinde doğal yapıyı tahrip eden veya
niteliğini bozanların iki aydan bir yıla kadar hapis
ve 200 bin liradan 500 bin liraya kadar ağır para
cezası ile cezalandırılacağı belirtiliyor. Kanuna
göre, Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün, masrafların iki
katı bedeli mal
sahibinden tahsil ederek tarihi yapıları aslına
uygun hale getirmesi gerekiyor. TCK’nın 186’ncı
Maddesi ise, imar kirliliğine neden olanların 5 yıla
kadar hapisle yargılanması gerektiğini söylüyor.

BOĞAZDAN HAFRİYAT ÇIKARILDI
İşadamı Reza Zarrab’ın yalı ve köşkte yaptığı
işlemler ise şu şekilde sıralandı: “Korunması
gereken tescilli tarihi eser tamamen yıkıldı. Boğaz
öngörünümde yer alan tarihi eserin orijinal çatısı
bozularak, çelik konstrüksiyondan kaçak çatı katı
yapıldı. Genişlik ve yüksekliği yasalara aykırı
şekilde değiştirildi. Kot seviyesini alanın
tamamında 6 metre düşürerek, kottan dolayı yeni
katlar kazanıldı. Arazinin kot seviyesi düşürülürken
çivi çakmanın yasak olduğu Boğaz’da, iş makineleri
ve kamyonlarla hafriyat çıkarıldı. Sit alanında
topografya bozularak suç işlendi. Arazinin
bahçesindeki ağaçlar kesilerek, sit alanına üç katlı
yeni beton yapılar yapıldı.” İBB Meclisi üyesi
Hüseyin Sağ’ın da hem Zarrab hem de Boğaziçi İmar
Müdürlüğü yetkilileri hakkında suç duyurusunda
bulunduğu ifade edildi. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı’na başvuru yapan Sağ, Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet edildiği,
Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinde yer alan görevi
kötüye kullanma ve aynı kanunun 184. maddesinde
bulunan ‘imar kirliliğine neden olma’ suçunun
işlendiğine dikkat çekti. Talebi değerlendiren
başsavcılık, dosyayı örgütlü ekonomik suçları
soruşturma bürosuna gönderdi.
Zarrab için soru önergesi
17 Aralık yolsuzluk
soruşturmasına adı karışan işadamı Reza Zarrab’ın,
eşi
Ebru Gündeş adına 2011 yılında aldığı ve yasa
gereği çivi bile çakılması yasak olan Kanlıca’daki
tarihi ikiz yalı, İBB Meclisi’nin seçim sonrası ilk
oturumunda CHP’li meclis üyeleri tarafından soru
önergesi olarak gündeme taşındı. Kanlıca’da, Osmanlı
Dönemi’nde inşa edilen ve 1970 yılında, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Envanterine ‘2. Derece Tarihi Eser’
olarak işlenen tarihi Kanlıca Mehmet Arif Bey Yalısı
ile ilgili verilen yazılı önergede, “Tarihi yalıya
kaçak kat çıkıldığı, zemin katı dış cephesi
yıkılarak tamamen camla kapladığı, yalılardaki
ahşap korkulukların sökülerek yerine cam takıldığı,
Boğaz’a açılan bahçelerin ise tamamen yıkılarak
birleştirildiği, deniz araçları için iskele
yapıldığı, aydınlatma için özel ışıklandırma için 3
ton renkli taş döküldüğü, çatıdaki kiremitlerin
kaldırılarak modern çatı yapıldığı, tescilli
ağaçların kesildiği, iki yalıyı birbirine bağlayan
tüp geçit yapıldığı”, buna ilişkin de, tarihi
yalıların eski ve yeni fotoğraflarına bakıldığında
net olarak görülen kaçak yapılaşmanın, kamu kurumu
görevlilerince görülmediği” iddialarına yer verildi.

YASAL İŞLEM YAPILDI MI
CHP Grubu, Başkanlık
Makamı’na havale edilen önergede şu soruları sorup,
yanıtlarını ve yapılan işlemlerin belgelerini
istedi: “Yalılar ile ilgili sorumlu kamu görevlileri
ve kamu kurulu tarafından kaçak yapılaşmayla ilgili
yasal işlem yapılmış mıdır? Yapıldıysa gerekleri
yerine getirilmiş midir? Belediyemiz ilgili
birimlerine Kurul tarafından işlem yapılması için
yazı yazılmış mıdır? Yine Tarihi Yalıda yapılan
inşaat faaliyetleri ile ilgili ruhsat alınmış mıdır?
Ruhsat hangi kamu kurumu tarafından verilmiştir?
Anılan yalılarda yapılan inşaat faaliyetleri ile
ilgili kontroller yapılmış mıdır? Tescilli Tarihi
eser olan yalıda yapılan kaçak yapıları görmeyen
kamu görevlileri ve mülk sahibi ile ilgili savcılığa
suç duyurusunda bulunmayı düşünüyor musunuz?”
Kadir Topbaş’a haber veriyoruz
CHP’li Hakkı Sağlam, Sait Coşkunoğlu, Coşkun Tanış,
Hüseyin Sağ, İsmail Söylemez, Taner Kazanoğlu, Deniz
Erzincan, Nadir Ataman ve Aydın Düzgün imzalı soru
önergesinde özetle şöyle denildi: “Boğaz’dan kuş
uçurtmayan Boğaziçi İmar Müdürü nerede? Niye
kendisine emanet edilen tarihi eserleri korumuyor.
İşlem yapmayıp, görmezden geliyor. Bir vatandaş
çatısında kiremit oynatsa elli tane zabıta gidiyor.
Eğer adamına göre muamele yapılıyorsa ki öyle
gözüküyor; bu kamu vicdanını yaralar her şey Reza
Sarrab’a serbest gözüküyor. Sayın Topbaş’a bir şey
sorulunca ‘Benim haberim yok’ diyor. Olabilir, biz
Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Büyükşehir
Belediyesi grubu olarak kendisini haberdar
ediyoruz.”
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 13.07.2015
|
TARİHİ SURLAR TEHLİKE SAÇIYOR
Diyarbakır’ın Silvan
İlçesi Selahattin
Mahallesi’ndeki Roma dönemine ait tarihi surlardan
taşlar düştüğünü dile getiren vatandaşlar bu durumun
mahalle sakinlerini endişelendirdiğini söyledi.
Tarihi surların bir an önce koruma altına alınması
gerektiğini belirten Murat Saklanmış adlı vatandaş,
böyle köklü bir şehrin kaderine terk edildiğini
söyledi. Saklanmış, "Tarihi surlardan kopan taşlar
mahalle sakinlerini endişelendiriyor. Surların
yanından geçmeye korkuyoruz. Geçerken bile endişeli
ve hızlı bir şekilde geçiyoruz. Gönül isterdi ki bu
tarihi surlara sırtımızı dayayıp yaslansaydık ama ne
yazık surlar bizi ürkütüyor. Geçen gün park
halindeki bir aracın üzerine surlardan kopan taşlar
düştü. Orada insanlar olabilirdi. Tarihi surların
bir an önce restore edilip turizme kazandırılması
gerekiyor. Buradan yetkililere sesleniyoruz. Böyle
bir tarihin yok oluşunu izlemek yerine gelsinler el
birliğiyle tarihimizi kurtaralım. Bu surların tarihi
çok eskilere dayanıyor. Bu surları inşa edenler
yaşıyor olsaydı bize veryansın ederlerdi. Bu surlar
geçmişte insanların rahat ve güven içinde yaşaması
için inşa edilmiştir. Fakat biz insanlar bu mirası
yok etmeye çalışmaktan başka bir şey yapmıyoruz.
Surlar mahalle sakinleri için tehlike arz ediyor.
Surlardan taşlar düşüyor ama bu hiç kimsenin
umurunda olmuyor. Düşen taşlar bir vatandaşa zarar
verirse bunun hesabını kim verecek. Surların
etrafının temizlenip restore edilmesi gerekiyor.
Surlara zaman içinde vatandaşlar çok zarar verdi.
Kimi yerlerde surun duvarı kullanılarak ev yapılmış.
Bazı tarihi yapıların içinde madde bağımlısı gençler
gelip alem yapıyor. Bu da mahalle sakinlerinin
huzurunu bozuyor. Bu konuya da bir önlem alınması
gerekiyor. Devletin bir an önce tarihi koruma altına
alması gerekiyor" dedi.
Sabah, 09.07.2015
|

İstanbul Fatih'te bulunan Mesnevihane Cami'ne
uygulanan restorasyon caminin bütün tarihi dokusunu
yok etti.
Geçen günlerde de Bursa’nın
Yenişehir İlçesi’ndeki Sinan Paşa Külliyesi’nin
geçen ay başlatılan restorasyon çalışmalarında, araç
ve malzeme girişini sağlamak amacıyla tarihi duvarın
yıkılmış kapı açılmıştı. Odatv'nin gündeme taşıdığı
konuyla ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı da
inceleme başlatmıştı.
Ancak bir restorasyon
skandalı daha ortaya çıktı. Geçtiğimiz yıllarda
başlanan restorasyon çalışmaları sonrasında1844
yılında yaptırılan Fatih'teki Mesnevihane Cami'nin
neredeyse tüm tarihi dokusu düz bir duvara dönüştü.
Kayıtlara göre Şeyh El- Hac
Hafız Seyyid Mehmet Efendi tarafından yaptırılan
caminin devrinin önde gelen Mesnevihanlarından biri
olan Şeyh Mehmet Murat Efendi tarafından Mevlana'nın
Mesnevi eseri doğrultusunda eğitim vermek amacıyla
inşa ettirilmişti. Restorasyonla yok edilen tarihi
dokunun bulunduğu arazi içerisinde dershane olarak
da kullannılan Mescit, Tevhidhane, Derviş Hücreleri,
Kütüphane, Şadırvan, Su Haznesi, Çeşme, Mutfak,
Selamlık ve daha sonra eklenen türbeden oluşan
külliyeden ayrıca Mescid, Türbe, Su Haznesi, Çeşme
ve Şadırvan da bulunuyordu.
BEYAZA BOYANDI
Restorasyon öncesinde yığma
taş üzerine mevlevi sikkesi biçiminde alemi olan
minare üzeri tamamen düzleştirilerek beyaza boyandı.
Aynı minare aslı korunarak en son 1968'de tamir
görmüştü.
Camiyi önemli kılan bir diğer
unsurlardan biri de tarihi Fener Rum Lisesinin tam
karşısında bulunmasıydı. Ancak restorasyon
sonrasında Batı Hrıstiyan mimarisiyle yapılmış
tarihi Fener Rum Lisesi karşısında sembolik değeri
olan tarihi cami mimari değeri olmayan sıradan bir
camiye dönüştü. Ayrıca tarihi caminin duvarlarının
da restorasyon sonrasında başkaları tarafından
üzerine yazılan Arapça yazılarla da kirletildiği
fotoğraflara yansıdı.
ERDOĞAN'A YAKIN
Restorasyon işini Başbakanlık
Vakıf İşleri Genel Müdürlüğü'nden alan yüklenici
firma ise Taksim Yapı AŞ olduğu anlaşıldı. Firmanın
yönetim kurulu Başkanı Erhan Uludağ da restorasyon
işinin başında yer alan isimdi. AKP'ye yakın olan
Uludağ'ın AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan'a sempati duyduğu ortaya çıktı. Uludağ'a ait
Facebook profili de şu şekilde:

Ayrıca Uludağ'ın başında olduğu
Taksim Yapı AŞ. hali hazırda 3 restorasyon projesi
daha yürütüyor. Şirket, Kazlıçeşme Fatih Cami, Çorlu
Fatih Cami ve Hüseyin Ağa Cami'sinin de restorasyon
işlerinde yüklenici firma olarak bulunuyor.
İşte restore edilmeden önce
Mesnevihane Cami:
 
 
 
Bu fotoğraflar da camini restore edildikten
sonrasına ait:



odatv.com, Haber: Mert Taşçılar, 09.07.2015
|
BURSA'DA SAHİBİNDEN SATILIK BİZANS DÖNEMİNE AİT
KİLİSESİ

Bursa’nın Mudanya
İlçesi’nde yer alan ve antik kent yerleşimi olan
Trilye Kasabası’ndaki Kemerli Kilise adıyla bilinen
Panagia Pantobasilissa’ya yani Bakire Meryem’e
adanan Bizans Kilisesi internetteki ikinci el satış
yapılan bir sitede satılığa çıkarıldı. Kiliseye 1
milyon Amerikan Doları fiyat biçildi.
sat7turk.com’un
haberine göre, ilanda verilen bilgide eserin röleve
ve restitüsyon planlarının Bursa Anıtlar Kurulu
tarafından onaylandığını ve çeşitli hibe programları
veya krediler için uygun olduğu belirtilirken takas
olanağının da bulunduğu belirtiliyor.

KEMERLİ KİLİSE
1676’da Dr. J. Covel tarafindan hazırlanan el
yazması bir belgede,kilisenin Panagia
Pantobasilissa’ya (Bakire Meryem) adandığı
belirtilmektedir. Ana giriş, kemerli taş bir
kapıdandır. Giriş bölümü 3 katlıdır. Giriş katında
pencereler küçük ve karedir. Ikinci katta pencereler
daha büyüktür ve dikdörtgendir. Üçüncü katta ise
pencere üstleri kemerle tamamlanır.
İlk yapı,duvar
tekniği ve başka özellikleri göz önünde
bulundurularak 13.yüzyıl sonlarında yapıldığı kabul
edilmektedir. Rumların bölgeyi terk etmesi ardından
özel mülkiyete geçen kilise Dündar Evi olarak da
biliniyor.
arkeolojihaber.net, 08.07.2015
|
KAUNOS ANTİK KENTİNDE KAZI SEZONU BAŞLADI

Muğla'nın Köyceğiz
İlçesi'nde bulunan Kaunos antik kentinde bu yılki kazı çalışmaları başladı.
Kaunos Antik Kenti Kazı Başkanı
Prof.Dr. Cengiz
Işık, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kentteki
kazı çalışmalarının ekim ayına kadar devam edeceğini
söyledi.
Antik kentte ilk kazıların 1966'da başladığını
anımsatan Işık, "Önümüzdeki yıl Kaunos'ta kazıların
50'nci yılı. Kaunos kazısı, özellikle
Türkiye 'deki arkeolojik kazı alanları dikkate
alındığında uzun soluklu kazıların başında geliyor"
dedi.
Işık, Sultaniye kaplıcalarının antik çağda
tanrıça Leto adına tesis edilmiş kutsal bir mekan
olduğunu dile getirerek, bu yıl kaplıcaların yanı
sıra Apollon kutsal alanında kazı, tiyatroda
alanında da restorasyon çalışmaları yapılacağını
kaydetti.
Sultaniye kaplıcalarında 10 yıl önce hem su
altında hem de karada 5 yıl süren çalışma
yapıldığını bildiren Işık, bu yıl tekrar karada ve
suda araştırma yürütüleceğini belirtti.
- Kaunos bir fanus ile korunmalı
Işık, Kaunos antik
kentinin geçen yıl UNESCO
Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alındığını ifade
ederek, şöyle konuştu:
"Kaunos Antik Kenti, bölgede en fazla
ziyaretçi çeken ören yeri konumunda. Kaunos, bir
fanus altında korunması gereken bir yer. Bölgenin
koruma altına alınması ve UNESCO tarafından Dünya
Kültür Mirası olarak kabul edilmesinde çok geç
kalınmış. Geçici listeye alındı ama bu ne
zaman sonuçlanır, belli değil. Efes bile 21 yıl
sonra kabul edilmiş. Biz ne kadar
bekleriz, bilemiyorum ama geçici listeye de alınması
bir başarı."
- Kaunos Antik Kenti
Geçmişinin milattan önce 10. yüzyıla kadar
dayandığı sanılan Kaunos Antik Kenti, bir efsaneye
göre, Miletos'un ikiz çocuklarından Kaunos
tarafından Karya-Likya sınırında kuruldu. Antik
çağda liman kenti olan Kaunos, günümüzde kıyıdan
hayli içeride bulunuyor.
Arkaik, klasik,
Hellenistik, Roma ve Bizans
dönemlerinde yerleşim bulunan kent, daha sonra terk
edilmiş.
Radikal, 08.07.2015
|
PAMUKKALE'YE 3 'MÜKEMMELLİK SERTİFİKASI'

UNESCO
Dünya Miras Listesi'nde yer alan "
beyaz cennet" Pamukkale'nin, uluslararası bir
seyahat sitesi tarafından üç ayrı "mükemmellik
sertifikası" ile ödüllendirildiği bildirildi.
Denizli
Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Pamukkale'nin,
Türkiye 'nin en önemli destinasyon bölgelerinin
başında geldiğini belirtti.
Dünyanın dört bir yanından turistlere rehberlik
eden ve 45 ülkeden üyesi bulunan uluslararası
seyahat sitesi "TripAdvisor"ın
değerlendirmesi sonucu, Pamukkale'nin önemli
başarıya imza attığını kaydeden Korkmaz,
Pamukkale'nin, bünyesinde barındırdığı antik
kenti, Hierapolis Arkeoloji Müzesi ve
travertenleriyle üç ayrı "mükemmellik sertifikası"
ile ödüllendirildiğini ifade etti.
- "Turist sayısı artışla kapanacaktır"
Korkmaz, her yıl dünyanın dört bir yanından
ziyaretçinin geldiği Pamukkale'nin, ülkenin en çok
ilgi gören ören yerleri arasında bulunduğunu
söyledi.
Bu yıl Türkiye'ye gelen yabancı turist sayındaki
düşüşe işaret eden Korkmaz, buna bağlı olarak
Pamukkale'de de sayının azaldığını ancak bu durumun
yıl sonuna yansımayacağını kaydetti.
Pamukkale'ye geçen yılın ilk 6 ayında 710 bin
turistin geldiğini, bu yıl ise sayının 700 bin
olduğunu dile getiren Korkmaz, "Geçen yıla göre
yüzde 1,4 azalma görüyoruz. Ancak Pamukale'ye gelen
turist sayısının yıl sonuna doğru, eksi değil
artıyla kapanacağına inanıyorum" dedi.
Radikal, 08.07.2015
|
YIKILAN OKULUN TEMELİNDEN TARİH ÇIKTI
Çanakkale'nin Lapseki
İlçesi'nde depreme dayanıksız
olduğu için yıkılan okul binasının yerine yenisinin
yapılması için sondaj kazıları başlatıldı.
Çalışmalar sırasında tarihi temel kalıntıları ortaya
çıktı.

Lapseki İlçesi’nde MÖ 600 yıllarına ait tarihi
buluntuların çıkması nedeniyle Cumhuriyet ve Gazi
Süleyman Mahallesi’nin bir bölümü arkeolojik
SİT alanı ilan edilmişti.
1912 yılında yapılan ve
Çanakkale Savaşları sırasında
hastane olarak, sonraki yıllarda ise
okul olarak kullanılan bina yıkılarak 1987
yılında tekrar okul binası olarak hizmet vermeye
başlamıştı. Lapseki Lisesi adıyla
eğitim verilen bina, daha sonra Plevne İlkokulu
olarak kullanıldı.
2013-2014 eğitim-öğretim yılında Okul Müdürü
Kemalettin Kocaoğlu,
bodrum katın temizliği sırasında tesadüfen
kolonların patlamaya başladığını gördü.
Kocaoğlu’nun yetkililere bildirmesinin ardından
dayanıksız binanın yıkımına karar verildi. Okulun
bulunduğu arazinin sit alanı içinde olması nedeniyle
sondaj kazısı yapıldı. Kazı sırasında tarihi
bazı bulgulara rastlanıldı. Çanakkale Müze Müdürlüğü
tarafından yapılan kurtarma kazılarının ardından
okul inşaatına izin verilip verilmeyeceği
belirlenecek.
Posta, Haber: Orhan Aktuğ, 08.07.2015
|
MİMAR SİNAN'IN ESERİNE OTOMATİK KEPENK AYIBI

Kanuni Sultan Süleyman'ın ünlü hasekisi (haremde
en sevdiği kadın) Hürrem Sultan tarafından 1538-1539
yıllarında Mimar Sinan'a yaptırılan ve Mimar
Sinan'ın ilk eseri olma özelliğini taşıyan Haseki
Külliyesi yanındaki Haseki Sultan Camisi'nin arka
giriş kapısını görenler gözlerine inanamıyor. 500
yıl önce yapılan caminin kapısına otomatik kepenk
yaptıran cami içinde faaliyet gösteren eğitim
merkezi yetkilisi, makam otomobilini de tarihi
kapının altına yaptırdığı demir ızgara sayesinde
avlunun içine sokarak garaj haline getirmiş. Gündüz
kapalı olan kepenkler, iftar saatinde açılarak
teravih namazına gelen kadınların giriş kapısı
olarak hizmete açılıyor. Tarihi esere yapılan bu
eklentiye vatandaşların tepkisi üzerine Fatih
Müftüsü İrfan Üstündağ tarihi kapıya yapılan
otomatik kepenkle ilgili camiye giderek incelemede
bulundu. Müftü Üstündağ, yapılan kepenkin
kaldırılması için işlem başlattığını söyledi.
Sabah, 08.07.2015
|
O EV RESTORASYON BEKLİYOR
İzmir’de, Evliyazade Hacı Mehmet Efendi’nin torunu,
Türkiye'nin eski başbakanlarından Adnan Menderesin
eşi, Berin Menderes'e ait olduğu bilenen ev
dökülmeye başladı.
Zaman içersinde el değiştiren, tuğlalı yapı
mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan, alt
katında işyerleri bulunan, 19 Yüzyılın sonunda inşa
edilen, Kestelli Caddesi üzerinde bulunan tarihi
izmir evinin, bölgedeki diğer eski yapılar gibi
ihmal edilmesi dikkat çekiyor. Restorasyona ihtiyacı
olan evin ahşap panjurları ve bir bölümü kopan
cumbasının onarılıp, tekrar kente kazandırılmasını
isteyen çevre esnafı, "Bölgenin en ihtişamlı
evlerinden olan, Menderes ailesinin de bir dönemler
yaşadığı, bu tarihi değerin, daha fazla zarar
görmeden restorasyonuna başlamasını umut ediyoruz"
dedi.
Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 08.07.2015
|
|
İSTANBUL DENİZ MÜZESİ'NE 'MÜKEMMELLİK SERTİFİKASI'
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı İstanbul Deniz
Müzesi’ne dünyaca ünlü seyahat sitesi Tripadvisor
tarafından Mükemmelik Ödülü verildi.
Dünyanın en çok ziyaret edilen seyahat
portallarından Tripadvisor, ziyaretçilerinin
görüşleri çerçevesinde “Mükemmellik Ödülü”ne
İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı’nı layık
gördü.
Beşiktaş’taki İstanbul Deniz Müzesi
Komutanlığı’nın ziyarete gelenleri ağırlama,
rehberlik etme ve uğurlama gibi konularda yüksek
puan aldığı öğrenilirken, yurtdışından gelen
turistlerin büyük çoğunluğunun da olumlu görüş
bildirdiği vurgulandı. 20 bin parça eser ve 20
milyon belge bulunan müzede; 16. yüzyıla ait
dünyanın en eski kadırgası, Osmanlı Dönemi saltanat
kayığı koleksiyonu, 1222’den kalma tarihli
denizcilik ölçüm aleti,
Piri Reis’in 500 yıllık Kitab-ı Bahriyesi,
Atatürk’ün kayığı ve 1890’da
Japonya’da batan Ertuğrul fırkateynine ait
eşyalar gibi pek çok değerli eser bulunuyor.
Mlliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 08.07.2015
|
NEVŞEHİR'DE SİLUETİ BOZAN OTELLER MÜHÜRLENECEK
UNESCO'nun Dünya Miras Listesi'nde bulunan
Nevşehir Uçhisar'da yapılan otel inşaatları
Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından yargıya
taşınmıştı. Mühürlemenin reddine açılan davada
ise mahkeme mühürlemeli kararı verdi.
Mimarlar Odası
Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş
Candan,"Uçhisar'da devam eden CCR otel inşaatı
sit alanı içerisindeydi. Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından Nevşehir Koruma Kurulu
üyelerinin tamamı görevden alınmıştı. Koruma
Kurulları'nın kültürel mirasımıza yönelik
bilimsel davranması gerekirken, dokunun
bozulmasına yol açacak yapılaşmaların altında
imzalarının bulunması Koruma Kurullarını ve
kurul üyelerinin hakkında soruşturma açılması ve
Kültür Bakanlığı'nın görevden alması ile
sonuçlanmıştı.
Koruma kurullarını
görevden alınmasını da mahkemede delil
gösterdik. Bilirkişi keşfinin eksik olduğu
sonucuna da varan
Danıştay 6. Dairesi tekrar bilirkişi
keşfinin yapılmasını öngörürken, mühürleme
talebimizi reddeden belediyenin reddine
açtığımız davada ise Kayseri 2. İdare Mahkemesi
mühürlenmesi gerektiği yönünde karar verdi"
dedi.
"BELEDİYE'NİN MÜHÜRLEMEKTEN KAÇMASI SÖZ
KONUSU DEĞİL"
Candan, Uçhisar
Belediyesi'ne resmi yazı ile ikinci kez
mühürleme başvurusunu yaptıklarını vurgulayarak
"Uçhisar belediyesi ilk mühürleme istemimizi
dikkate almamıştı. Kayseri 2. İdare
Mahkemesi'nin kararını örnek göstererek, ikinci
kez Uçhisar Belediyesi'ne 'dokuyu bozan sit
alanını işgal eden otelleri mühürle' dedik.
Otellerin açılışının yapılacağına dair basına
yansıyan haberlerin talihsizlik olduğunu
düşünüyoruz. Belediye'nin mühürlemekten kaçması
gibi bir durum artık söz konusu değil" diye
konuştu.
Mimarlar Odası
Ankara Şubesi tarafından Uçhisar Belediyesi
Başkanlığı'na yazılan resmi yazıda; 'Uçhisar
Belediyesi sınırları içerisinde yapımına
başlanılan Arinna Lodge Otel ve CCR otel
inşaatlarının mühürlenerek durdurulması ve eski
hale getirilmesi istemiyle Kurumumuz tarafından
Belediyenize yapılan başvurunun reddine ilişkin
Belediyeniz aleyhine mühürleme talebinin reddi
işlemlerinin iptali talebiyle açılan davalar
Kayseri 2.İdare Mahkemesi'nin 2014/526E. ve
2014/529E. sayılı davalar üzerinden kabul
edilmiştir. Mahkemenin anılan kararlarının
ivedilikle uygulanarak mahkeme kararları
gereğince Arinna Lodge Otel ve CCR Otel
inşaatlarının mühürlenerek neticesinden bilgi
verilmesini talep ederiz' ifadelerine yer
verildi.
Hürriyet, 07.07.2015
|
TOPKAPI SARAYI EN GÜZEL 10'DA

Almanya merkezli yayın organı Deutsche Welle,
Avrupa’nın en güzel 10 sarayını derledi.
Topkapı Sarayı’da listede yer alırken, Topkapı
sarayı için döneme göre ileri derecedeki
bahçecilik nedeniyle de övgü alıyor. 5 bin
kişinin çalıştığı belirtilen sarayı 1570’li
yıllarda ziyaret eden Avrupalı seyyah Salomon
Scweigger, bahçeyi şöyle anlatmış: “Yol boyunca
ve yolu dikine kesecek biçimde çok güzel
serviler dikilmiş, ağaçların arasında bir buçuk
insan boyunda, hoş görünümlü biberiyeler
yetiştirilmişti”.
Haber, 1985 yılından bu yana
UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde
bulunan Topkapı Sarayını “Fatih Sultan
Mehmed’in 1453 yılında
İstanbul’u fethetmesinden sonra 1460
yıllarında yapımına başlanan ve 1478 yılında
tamamlandı” diyerek anlatıyor.Fransa’nın
başkenti
Paris’teki Versailles Sarayı,
Rusya’da bulunan Peterhof Sarayı,
Britanya monarşisinin haftasonları
ikamet ettiği Windsor Kalesi ilk 10’a giren
diğer ünlü saraylar oldu.
Milliyet, 07.07.2015
|
BURSA'DA ANTİK KENTİN ÜZERİNE AVM TALANI

Mudanya’da, yargı kararları hiçe sayılarak
üzerine alışveriş merkezi yapılan Myrleia antik
kenti ile ilgili talana yeniden yeşil ışık yakıldı.
Bursa Hakimiyet gazetesinin haberine
göre, Myrleia Antik Kent Platformu’nun korunması
için yoğun mücadele verdiği tarihi kent kalıntısı
üzerine yapılan AVM ile ilgili hukuksal süreç devam
ederken, Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu, yargı kararına rağmen 09.04.2015 tarihli
toplantısında yeni bir plan değişikliği yaparak,
tarihi alanı yeniden ticarete açtı.
Myrleia antik kentinin bulunduğu Mudanya İlçesi, Ömerbey Mahallesi, H21b13c ve H21b14d pafta, 1. ve 3. Derece Arkeolojik Sit Alanı’na ilişkin 1/5 bin ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı 1 ay süre ile Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı’nda askıya çıktı.

HAPİS CEZASI İSTENMİŞTİ
Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu,
Bursa’nın Mudanya İlçesi’nde bulunan Myrleia Antik
Kenti üzerine Tesco Kipa Kitle Pazarlama Ticaret ve
Gıda Sanayi A.Ş.’nin alışveriş merkezi projesine ilk
kez 5 Eylül 2012 tarihinde onay verdi. Fakat Mudanya
Belediyesi’nin isteği üzerine proje revize edilerek
bir kez daha kurula sunuldu.
Koruma Kurulu, antik kentin AVM’nin alt katında
sergilenmesini öngören revize edilmiş projeye 19
Ekim 2012 tarihinde bir kez daha onay verdi. Tüm bu
olanların üstüne bölge halkı Myrleia antik kenti
için bir platform oluşturdu. Yerel halka destek
veren sivil toplum kuruluşları ile yapılan eylemler
büyüdü ve tartışmalı karar bölge Cumhuriyet
Başsavcılığı’na götürüldü.

SÜREÇ SİL BAŞTAN
Değerlendirmeye alınan itiraz sonucu savcılık, bölge
koruma kurulu üyelerinin “görevi kötüye kullanma”
suçundan cezalandırılıp, adlarına kamu davası
açılması için bir iddianame hazırlayarak mahkemeye
sundu. Savcılık, şüpheli olarak nitelendirdiği
zanlıların “atılı suç” işlediklerini ve tek tek
cezalandırılmaları gerektiğini belirtti.
Üyelerin bu karara itirazı reddedilirken dava
süreci devam eden Murat Taş başkanlığındaki aynı
kurul yine mahkeme kararlarını dinlemeden bölgeyi
tekrar ticaret alanı olarak planladı. Şehir
Plancıları Odası Bursa Şube Başkanı Hakan Karademir
de gelişmeler sonrası askı sürecine çıkan plana
direkt dava açacaklarını ifade etti. Böylece 2012
yılında gündeme gelen süreç sil baştan tekrar
yaşanacak.
Sol Haber, 07.07.2015
|
POLİS PAHA BİÇİLMEZ SİKKELERİ KURTARDI
Ankara polisi, önemli bir tarihi eser operasyonuna
imza attı. Roma ve Bizans dönemine ait paha
biçilemeyen 155 adet sikke, koleksiyoncu kılığına
giren polisler tarafından satılmaktan son anda
kurtarıldı.
Piyasa değeri 2 milyon TL olduğu belirtilen
sikkeler müzeye teslim edilirken, şüpheli özel
güvenlik görevlisi F.T., denetimli serbestlik
kararıyla serbest bırakıldı. Ele geçirilen eserler
incelenmek üzere
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gönderildi.
Yapılan incelemede sikkelerin
Roma ve
Bizans dönemlerine ait orijinal tarihi eserler
olduğu anlaşıldı. F.T.’nin ifadesinde, “Bunları
değişik yer ve zamanlarda yaptığım kazılar sırasında
buldum” şeklinde konuştuğu öğrenildi. Adliyeye
sevkedilen F.T., çıkarıldığı mahkemece denetimli
serbestlik kararıyla serbest bırakıldı.
Milliyet, Haber: Sertaç Koç, 07.0.2015
|
İNŞAAT ALANINDA
BULUNAN KAYA MEZARLARINDA KURTARMA KAZISI BAŞLADI
Muğla’nın Bodrum İlçesi
Göktepe mevkiindeki inşaat alanında bulunan kaya
mezarlarında kurtarma kazısı başlatıldı.

Yapımına başlandığı günden bu yana doğa ve tarih
severlerin tepkisine neden olan inşaat alanında
bulunan kaya mezarlarında Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi ekiplerince başlatılan kurtarma kazılarında,
çekmece tipi mezarların bir çoğunun inşaat
çalışmaları nedeniyle zarar gördüğü tespit
edilirken, kurtarma kazılarında şu ana kadar sadece
seramik parçalarına rastlandı.

M.Ö 1. YY. Helenistik döneme ait olduğu tahmin
edilen ve ilk bulunduğunda 11 adet olan çekmece tipi
kaya mezarlarının sayısı 12’ye çıkarken, bölgedeki
mezar sayının artabileceği de öğrenildi.
Hürriyet, 07.07.2015
|
BİZANS ÜZERİNE İLK MERKEZ
Koç
Üniversitesi bünyesinde Ocak ayından bu yana
faaliyet gösteren GABAM (Geç Antik Çağ ve Bizans
Araştırmaları Merkezi), kültür tarihinin önemli
döneminlerinden birine ışık tutacak.

Yurtdışındaki üniversitelerde Bizans ve Roma
kürsüleri bulunmasına rağmen, Türkiye'de dönem
olarak derin bir incelemeye tabi tutulmayan Roma ve
Bizans dönemini inceleyecek bir merkez kuruldu. Ocak
ayında çalışmalarına başlayan merkezin açılışı 10
Temmuz Cuma günü üniversitenin Rumelifeneri
kampüsünde gerçekleşecek. Koç Üniversitesi
bünyesinde oluşturulan kurulan GABAM (Geç Antik Çağ
ve Bizans Araştırmaları Merkezi), Türkiye'de Geç
Antik Çağ ve Bizans dönemi sanatı, tarihi ve
arkeolojisi üzerine çalışacak.
'Osmanlı uygarlıklarını tanımak açısından
da önemli'
Bilimsel araştırma ve sempozyumların yanı sıra,
Geç Antik ve Bizans dönemlerini kapsayan
araştırmalara destek olacak, yeni çalışma alanları
oluşturacak ve farklı disiplinlerden bu süreci
pekiştirmek üzere yardım alacak GABAM'ın
direktörlüğünü Prof.Dr. Engin Akyürek
gerçekleştiriyor. Stavros Niarchos Vakfı tarafından
desteklenen ve Ocak ayından bu yana çalışmalarını
sürdüren merkezin açılışına dair Prof.Dr. Engin
Akyürek yayımladığı bildiride, şu ifadeleri
kullandı:
'Geçmiş uygarlıklardan günümüze kalan kültür
varlıkları, bütün insanlığın ortak mirası sayılmakta
ve günümüz dünyasında toplumların en değerli
zenginliklerinden biri olarak görülmektedir. Tarihin
en eski çağlarından beri çok sayıdaki uygarlığa
anayurt olan bugünkü Türkiye toprakları, kültürel
mirasının zenginliği ve çeşitliliği bakımından
Dünya’nın önde gelen ülkelerinden birisidir. Antik
Çağ’ın sonlarından başlayarak bütün Ortaçağ boyunca
on bir yüzyıl bu topraklarda varlığını sürdürmüş
olan Bizans uygarlığı da, modern Türkiye’nin kültür
mirasının önemli parçalarından birini
oluşturmaktadır. Bizans uygarlığını tanımak, Anadolu
ortaçağını tanımak; bu coğrafyayı süreç içersinde
paylaştıkları, etkileşimde ve kültür alışverişinde
bulundukları Selçuklu, Türk Beylikleri ve sonrasında
Osmanlı uygarlıklarını tanımak açısından da önem
taşımaktadır'
Roma İmparatoru I. Constantinus tarafından
imparatorluğun başkenti yapılan İstanbul, MS 4.
yüzyıldan 1453 fethine kadarki sürece
yayılan bir Bizans ve Roma kültürüne sahip. Bu
nedenle GABAM'ın destekleyeceği projelerle bu döneme
dair çok daha fazla yerli kaynak üretilebilinecek.
Al Jazeera, 06.07.2015
|
BOYANAN TARİHİ TOPLAR ZARAR GÖRMEMİŞ

Bodrum Sualtı ve Arkeoloji Müzesi Müdürü'nün
görevinden alınmasına neden olan top soruşturmasında
bilirkişi raporu tamamlandı.
19. Yüzyıl ikinci yarısı dönemine ait 14 topun
restorasyonu, konservasyonu ve bakımı için daha
önceki yıllarda boyandığı şekliyle arkeolog
gözetiminde tekrar boyanmasına ilişkin açılan
soruşturma kapsamında inceleme raporu tamamlandı.
Ulusal ve yerel medyada da büyük yer alan tarihi
topların boyanmasının ardından Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi Müdürü Emel Özkan açılan soruşturma
sonunda görevinden alınarak görev yeri
değiştirilmişti. Soruşturma kapsamında, İstanbul ve
İzmir Restorasyon ve Konservasyon Merkez ve Bölge
Laboratuvar Müdürlüğüne bağlı bir ekip toplar
üzerinde inceleme başlatmıştı.
Alanında uzman kişiler tarafından yaklaşık bir hafta
süren incelemeler sonunda hazırlanan rapor Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne
gönderilirken, raporda, toplar üzerinde yapılan
incelemelere dair şu ifadelere yer verildi;

“Topların üzerindeki katmanları ortaya çıkaran
uzmanlar topların üzerinde sırasıyla gri, gri,
yeşil, gri, açık okra ve turuncu tabakaların varlığı
tespit edildi. Eserlerin hava ile temaslarını
keserek bozulmalarını önlemek amacıyla mevcut olan
boyaların üzerine yeni boya yapıldığı, aynı
uygulamaların defalarca yapıldığı, topların
üzerindeki boya katmanlarından anlaşıldığı,
envantere kayıtlı olan toplar dahil diğer topların
boyanmasıyla yüzeylerinde ve bünyesinde her hangi
bir fiziksel ve kimyasal nitelik bozulmasının söz
konusu olmadığı ortaya çıktı”
Hali hazırda Bodrum’da yürütülen bazı kurtarma
kazılarının Kazı Başkanı olarak görevli olan Emel
Özkan’ın ise hakkında açılan bu soruşturma ve atanma
kararı ile ilgili olarak dava açtığı öğrenildi.
Hürriyet, 06.07.2015
|
SAGALASSOS'TA İKİ BİN YILLIK SOĞUK HAVA DEPOSU
BULUNDU

Burdur'un
Ağlasun İlçesi'ndeki
Sagalassos
antik kentinde 2 bin yıl önce
yapıldığı ve soğuk hava deposu olarak
kullanıldığı tahmin edilen bir yapı bulundu.
31 AĞUSTOS'TA SON BULUYOR
Ağlasun'daki
Sagalassos
antik kentinde 1989 yılından
beri süren kazıların bu yılki bölümü başladı.
Belçika Leuven Katolik Üniversitesi'nden
Prof.Dr. Marc Waelkens'in 2 yıl önce görevini
bırakmasıyla kazı başkanı olan aynı
üniversiteden Prof.Dr. Jeroen Poblome, 60'ı
Türk 115 görevli ve bilim insanının görev aldığı
kazıların bu yılki bölümünün 31 Ağustos'ta sona
ereceğini söyledi.
"HELLENİSTİK DÖNEME AİT ESERLER ORTAYA
ÇIKIYOR"
Bu yıl 8 değişik alanda kazı çalışması
yürüttüklerini anlatan Prof.Dr. Poblome, "Bu
yıl
Sagalassos'un erken yüzyıllarını
araştırıyoruz. Biliyoruz ki
Büyük İskender burada savaş yaptı. O zamanki
kaynaklar
Sagalassos'un küçük bir kent olmadığını
belirtiyor. O yüzden erken
Sagalassos'u bulmak istiyoruz.
Hellenistik
dönemin kokusunu aldığımız her yeri kazmak
istiyoruz. O yüzden Yukarı Agora etrafında kazı
yapıyoruz. Büyük ihtimalle kentin merkezi
oradaydı. Şu ana kadar
Büyük İskender zamanına dair herhangi bir
şey bulamadık ama Hellenistik döneme ait eserler
yavaş yavaş ortaya çıkıyor" dedi.
2 BİN YILLIK SOĞUK HAVA DEPOSU
Antik kente milattan önce 2'nci yüzyılda önemli
binalar ve anıtsal yapılar yapıldığını kaydeden
Prof.Dr. Poblome, "Yukarı Agora'da büyük, iki katlı
bir bina ortaya çıkıyor. Bu binanın orta Hellenistik
dönemde soğuk hava deposu olarak kullanıldığını
düşünüyoruz. Bu yapı tipi daha başka antik kentlerde
de var ama
Sagalassos'ta bugüne kadar bu eksikti. Şimdi
bulduk. O
çağa göre büyük bir bina. Bu iyi bir haber. Bina
o kadar büyük ki kazılar 5 yıl sürebilir" diye
konuştu.
haberler.com, 06.07.2015
|
BİNGÜR SÖNMEZ: DEFİNECİLER ŞEHİT MEZARLARINI
HARABEYE ÇEVİRMİŞ

Sarıkamış Dayanışma
Grubu Kurucu Başkanı, tanınmış Kalp Cerrahı Prof.Dr.
Bingür Sönmez,
Sarıkamış Harekatı sırasında şehit düşen
askerlerin mezarlarının defineciler tarafından
harebeye çevrilmesine tepki gösterdi. Prof.Dr.
Sönmez, "Bu saygısız davranış bize dağlarda bulunan
şehitliklerimizin ne kadar sahipsiz kaldığının
örneğidir." dedi.
ALLAHU EKBER DAĞLARINDA 60 BİN ASKER
ŞEHİT OLDU
Sarıkamış'ın Allahu
Ekber Dağları'nda Rus ordusunu püskürtmek
isteyen
Enver Paşa komutasındaki Mehmetçik, 22 Aralık
1914-15 Ocak 1915 tarihleri arasında ağır kış
koşullarına yenik düştü. Allahu
Ekber Dağları'nda bazı tarihçilere göre 90 bin,
Genelkurmay kayıtlarına göre de 60 bin asker şehit
oldu.

YÜRÜYÜŞE 4 İLDEN KATILIM OLDU
Sarıkamış Harekatı sırasında 9'uncu Kolordu'ya
bağlı 17 ve 29'uncu tümenlerin kullandığı 'Top Yolu
Yürüyüşü', 2 Temmuz günü
Erzurum'un Narman
İlçesi'ne bağlı Çimenli Köyü
yakınındaki 2 bin 335 rakımlı Çimenli Geçidi'nden
başladı.
Sarıkamış şehitlerini anmak amacıyla yapılan ve
AKUT
Erzurum İl Temsilcisi Bünyamin Akbulut
yönetimindeki yürüyüşe,
İzmir,
İstanbul,
Ankara ve
Erzurum'dan gönüllüler katıldı. Çimenli ile
Bardız arasındaki 65 kilometrelik top yolu yürüyüşü
5 Temmuz günü tamamladı.
İKİ AYRI ŞEHİTLİKTE 4 MEZAR KAZILDI
Çakırbaba Şehitliği'nde toplanan ve üstlerinde
'sizinleyim' yazılı
Bingür Sönmez'ın fotoğrafının bulunduğu tişörtü
giyen gönüllüleri, iki ayrı şehitlikte 4 mezarın
defineciler tarafından kazılması derinden yaraladı.

"DEFİNE BULMA ADINA YAPILAN BU ARAMALAR
TARİHE VE ŞEHİTLERE SAYGISIZLIKTIR"
Geçen yıl yapılan yürüyüşün ardından 24 Ağustos
günü
Sarıkamış'ta eski Belediye Başkanı
İlhan Özbilen'in
tabancasından çıkan kurşunlarla yaralandığı için bu
yıl yapılan etkinliğe katılmayan Prof.Dr.
Bingür Sönmez, şehit mezarlarının defineciler
tarafından kazılmasını konusunda şunları söyledi:
"Erzurum'daki
AKUT lideri Bünyamin Akbulut'un rehberliği ile
sorunsuz olarak tamamlanan yürüyüşün tek üzücü
noktası arkadaşlarımızın Ziyarettepe Şehitliği'nde
şehit mezarlarının kazılmış olduğunu bulmaları
olmuştur. Defineciler şehit mezarlarını harabeye
çevirmiş. Ziyarettepe, 65 kilometrelik yürüyüş
parkurunda, 3'üncü günde gelinen, Çamlıkale Köyü'ne
yakın büyük bir şehitliktir. Bu kadar olamaz
dedirtecek bu olay define avcıları tarafından
yapılmış ve mezarlar açık bırakılmıştır. Define
bulma adına yapılan bu aramalar tarihe ve şehitlere
saygısızlıktır. Bu saygısız davranış bize dağlarda
bulunan şehitliklerimizin ne kadar sahipsiz
kaldığının örneğidir. Bu işte tarihi bir yanılgı
var: Ermeniler giderken altınlarını, şehit
mezarlarına gömmüşler, 'dönüşte tekrar buluruz'
diye. Bu söylentilerden yola çıkan define avcıları,
dağlarda şehit mezarlarını talan ediyorlar. Oysa
Müslümanlar şehit mezarlarına saygı duyar, el
vurmazlar.
haberler.com, 06.07.2015
|
SARAY'A KARŞI SEMTİN ZAFERİ!

İstanbul Çengelköy’de Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan’ın çalışma ofisi için restore edilen
Vahdettin Köşkü’nün bitişiğindeki hanelere çıkan
yıkım kararı yargı tarafından iptal edildi. Kuleli
Mahallesi’nde İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB)
encümeninin 13 hanenin tahliye ve yıkımına ilişkin
Mayıs 2014’te aldığı karar mahallelinin bireysel
olarak açtığı davalarda yargıya taşınmıştı. İdare
mahkemelerinden 7 hanenin yıkımına ilişkin iptal
kararları geldi.
Mahkemeler, belediyenin herhangi bir inceleme
yapmadan binaların yıkımına karar vermesini hukuka
aykırı buldu. İBB Başkanlığı tarafından yapılan
savunmada Kuleli Mahallesi’ndeki yıkım kararı
çıkarılan hanelerin Boğaziçi Sahil Şeridi ve
Öngörünüm Bölgesi Uygulama imar planının “eğim ve
Boğaziçi yönünden yeşil olması gereken alanda ve
yolda kaldığı”, inşaat ruhsatı olmayan yapıların ise
yıkılması gerektiği savunuldu. Mahalleli ise dava
dilekçelerinde evlerinin 1957’den önce inşa
edildiğini ve 2981 sayılı yasaya göre İmar
Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1957 yılından önce
yapılmış yapıların imar mevzuatına uygun inşa
edilerek kullanma izni almış yapılar olarak kabul
edildiğini belirtti. Mahkemeler ise mahalleliyi
haklı bularak belediyenin yapıların inşa edildiği
tarihe ilişkin araştırma yapmadan binaların yıkımına
karar vermesini hukuksuz buldu.
İNCELEME YAPILMAMIŞ
Semt
sakini Vacide Kaymaz’ın açtığı davada 8. İdare
Mahkemesi’nin aldığı iptal kararında belediyenin
binaların yapım tarzı, mimari uslubu, kullanılan
malzemesi gibi özelliklerini dikkate alarak hangi
tarihte yapıldığının belirlenebilmesi için teknik
elemanlar tarafından bir inceleme yaptırması
gerektiği, yapıların hangi dönemde yapıldığı
belirlendikten sonra bir işlem tesis edilebileceği
belirtildi. Kararda, “yapının yasallığına dair belge
bulunmadığı gerekçesiyle doğrudan yıkım kararı
alınması ve tahliyesine yönelik tesis edilen
işlemlerde hukuka uyarlık bulunmamıştır” denildi.
‘BİZ KAZANDIK'
Mahalleli ise iptal kararlarını sevinçle karşıladı.
Mahalle sakinlerinden İsmail Sever: Davaları
kazanmaya başladık. Peş peşe iptal kararları
geliyor. Biz zafer kazandık. Belediyenin ilk bize
çıkardığı karar 3 gün içinde evlerimizi terk
etmemize yönelikti. Yıkım için çıkan encümen kararı
hukuksuzdu.
NE OLMUŞTU?
Vahdettin Köşkü’nün bitişiğindeki hanelere çıkan
yıkım kararını, BirGün ‘Savulun semte başbakan
geliyor’ başlığıyla duyurmuştu. 60 yıldır Kuleli’de
yaşayan mahalle sakinlerine yıkıma gerekçe olarak
alanın köşkün güvenliği için ‘yeşil alan’ olarak
düzenleneceği söylenmişti.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 06.07.2015
|
ANTİK KENTİN CADDELERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

Milattan önce 1. ve MS 1. yüzyıllarda aktif bir liman olduğu ortaya
çıkan Mersin'deki Soli Pompeipolis
antik kentinde gelecek hafta başlayacak kazıda,
Roma dönemine ait sütunlu caddenin devamının ortaya
çıkarılması hedefleniyor.
Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Müzecilik Bölümü Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı, AA
muhabirine, Mezitli İlçesi'ndeki Soli Pompeipolis
antik kentinde, ilk kazı çalışmasının Mersin
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından
1999'da başlatıldığını, geçen sürede önemli
bulgulara ulaşıldığını söyledi.
Geçen yıl yapılan ve 37 gün süren kazıda,
antik kentin, MÖ 1. ve
MS 1. yüzyıllarda çok aktif bir liman olduğunun
ortaya çıkarıldığını anımsatan Yağcı, 2013'deki
çalışmada da sütunlu cadde ve Roma dükkanlarının
mimari bütünlük içerisinde açığa çıktığını ifade
etti.
Yağcı, aralarında arkeolog, mimar ve öğrencilerin
de olduğu 80 kişilik ekiple gelecek hafta kazılara
başlayacaklarını, çalışmaların yaklaşık 2 ay
süreceğini belirtti.
Kazılarda, sütunlu cadde bölgesi ve Roma
dükkanlarındaki restorasyonlara yoğunlaşılacağını
ifade eden Yağcı, "Ekibin çoğunluğuyla sütunlu
caddede çalışacağız. Amacımız sütunlu caddenin
restore edilen kısmının devamını getirebilmek. Yeni
açtığımız alanlarda da restorasyon yapılabilir mi ve
buralarda proje üretilir mi, buna bakacağız" dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: Sezgin Pancar, 06.07.2015
|
FİLDAMI SARNICI RESTORE EDİLECEK
Bizans sarayının
su ihtiyacını karşılamak için inşa edilen, Osmanlı
döneminde ordu ve padişahın fillerinin
barındırıldığı Fildamı Sarnıcı, kaderine terk
edilmekten kurtarılıyor. Askeri özel mülkiyet olarak
kullanılan yapı, 1996'da kamulaştırıldıktan sonra
kültürel etkinlikler, açık hava sinema gösterilerine
ev sahipliği yapmıştı.
Restorasyon için Bakırköy
Belediyesi tarafından ilk adım atılıyor. Bin 500
yaşında olduğu tahmin edilen yapının statik
durumunun tespit edilerek, rölövesi çıkarılacak.
Restorasyon için yol haritası belirlendikten sonra
çalışmalara başlanacak.
Sabah, 06.07.2015
|
|
ANTİK KENT ÇEVRESİNDE DEV YARIKLAR OLUŞACAK

Çanakkale’nin Ezine
İlçesi'nde bulunan, tarihi 2
bin 300 yıl öncesine dayanan Neandria Antik Kenti,
maden arama çalışmaları ile tehdit ediliyor.
Kanadalı Teck Madencilik tarafından “Yarma” yöntemi
ile yapılacak maden arama çalışmaları ile ilgili
daha önce Ezine’ye bağlı Üsküfçü Köyü’nde olduğu
gibi şimdi Yaylacık Köyü'nde de “Çevresel Etki
Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir” kararı
verildi. Yani kısa bir süre sonra, 2 bin 300 yıllık
antik kentin yakın çevresi 6-405 metre arasındaki
‘dev yarıklar’ ile çevrelenecek. Projelerin en
önemli özelliği ise ÇED Başvuru dosyalarında
Neandria Antik Kenti’ne değinilmemiş olması.
405 METREYE KADAR ‘DEV YARIKLAR’ AÇILACAK
Proje dosyasında
yer alan, “Proje konusu maden arama çalışmaları
sırasında yarma açma tekniği kullanılacaktır. Bu
işlem sırasında ruhsat sahası dahilinde 11 adet
yarma açılacaktır. Her yarma, 2 metre genişlik ve 2
metre derinlikte açılacak olup, boyları 6 metre ve
405 metre arasında değişecektir. Proje kapsamında
DSİ 25. Bölge Müdürlüğünün görüşüne istinaden 2 nolu
ve 9 nolu yarma hatlarında kısaltma yapılmıştır.
Yeni durumda, 2 nolu yarma hattı her iki ucundan
kısaltılmış ve 196 metre ve 9 nolu yarma hattı ise
kuzey ucu kısaltılarak 103 metre olmuştur”
ifadeleri, arama çalışmaları kapsamında bölgede dev
yarıkların açılacağı sinyalini verdi.
Ayrıca dosyada, “Belirtilen koordinatlar
yarmaların alınması ve sahayı temsil etmesi
açısından yeterli olmaması durumda belirtilen ruhsat
sahası dahilinde farklı yarmalar açılması
gerektiğinde gerekli izinler alınarak farklı
noktalardan yarmalar açılabilecektir” denildi.
Hem Üsküfçü hem de Yaylacık köylerindeki iki ayrı
maden sahası da Neandria Antik kentine yakınlıkları
ile dikkat çekiyor. Ezine’de Çığrı Dağı’nın
zirvesinde bulanan, Neandria’nın günümüze kadar
ulaşan surları bulunuyor. Neandria’da yaşam,
bölgedeki insanların MÖ 310 yılında inşa edilen
Aleksandria Troas’a göç ettirilmesiyle sona erdiği
tahmin ediliyor. Günümüzden 2 bin 300 yıl öncesine
kadar yaşam sürülen Neandria Antik Kenti, bugün hem
Üsküfçü’de hem de Yaylacık’ta başlayacak altın
madenleri ile çevrelenmiş durumda. “Yarma yöntemi”
ile yapılacak maden aramaları ile antik kentin
çevresinde 6-405 metre arasındaki dev yarıkların
açılacağı maden çalışmaları ile Neandria antik
kentinin geleceği noktasında da kaygılar var.
Daha önce Üsküfçü Köyü’nde bulunan yine Teck
Madenciliğe ait maden arama çalışmaları kapsamında
hazırlanan proje dosyasında olduğu gibi, Yaylacık
Köyü civarındaki proje dosyasında da Neandria antik
kentinden bahsedilmedi.

Evrensel, Haber: Seçkin Sağlam, 06.07.2015
|
YEMEN'DEKİ TARİHİ MİRAS YOK OLUYOR
Suudi Arabistan önderliğindeki koalisyon güçlerinin
Yemen'deki hava operasyonları üç ayı doldururken,
operasyonlar, ülkedeki Osmanlı'nın da izlerini
taşıyan tarihi dokuyu tahrip ediyor.

Sana'daki 2 bin 500 yıllık tarihe sahip ve
dünyanın ilk gökdelenleri olarak bilinen eski Sana
evlerinin de yer aldığı Bab'ül
Yemen kenti, operasyonlarda tek tek tahrip
oluyor.
UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan
binlerce yıllık binalardan dördü son operasyonlarda
bombalanması sonucunda tamamen yıkıldı. Tarihi
kentte Husi militanlarının siyasi yapılanmalarının
yer aldığını belirten koalisyon ülkeleri, kentin
operasyonlardan nasibini almasını ''kaçınılmaz''
olarak nitelendiriyor.
Tarihi kentin sakinleri endişeli
İçerisinde yaklaşık 10 bin kişilik bir nüfusun
yaşadığı tarihi evlerin sakinleri operasyonlardan
dolayı endişeli. Husilerin bu kenti hareketin
karargahı gibi kullanmasına karşı çıkan mahalleliler
operasyonlarda hedef olmaktan korkuyor.
Suud jetlerinin bombaladığı kentteki dört binanın
yıkılıp bir çoğunun da tahrip olması endişeleri daha
da arttırıyor.
"Kararlılık Fırtınası" adı ile başlayan, daha
sonra ikinci merhalesine geçilen ve Umuda Dönüş ismi
ile anılan operasyonlarda daha önce Marib
bölgesindeki bir sit alanı da isabet almıştı.
Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun 26
Mart'ta başlattığı "Kararlılık Fırtınası" adı
verilen hava harekatında ise tarihi Marib
bölgesindeki eserler büyük oranda zarar görmüştü.
Bu saldırılarda, Marib Barajı'nın duvarları
üzerindeki el yazma eserleri zarara uğradı. Zomar
Milli Müzesi ise silahlı saldırılarda tamamen yok
oldu.
Dünyanın ilk gökdelenleri
Hazreti Nuh’un oğlu Sam tarafından kurulan Sana
şehri, şu an surlar içindeki Bab’ül
Yemen (Yemen
kapısı) adı verilen bölgeden oluşuyor.
Tarihi şehir bir "site
şehri" görünümü andırırken, şehri çevreleyen
surlar Sultan 2. Abdülhamid tarafından restore
edildiği şekli ile varlığını koruyor. Surlar
içindeki "Zamanın gökdelenleri" görünümündeki 8-9
katlı binalar, tamamen kerpiçten yapılmış
olmalarıyla dikkati çekiyor.
Klasik
Yemen mimarisinin temelini oluşturan "kerpiç
gökdelenler", 400 yıllık Osmanlı hakimiyeti
sırasında, üzerindeki Osmanlı eklemeleri ile
orjinal bir görünüme sahip.
Yemen mimarisinin olmazsa olmazı
"kameriyelerle" süslü küçük pencereli eserler,
Osmanlı mimarisindeki cumba ve ahşap pencere
pervazları ile modern mimarinin içinde adeta zamanın
durduğu izlenimini veriyor.
Anadolu Ajansı, 05.07.2015
|
SELÇUKLULAR İSTANBUL'A TAŞINDI

Kadim
bir medeniyetin inanç, kültür, zafer, bilim, sanat
ve estetiğine şahitlik eden ‘Selçuklular' sergisi 28
Haziran'da İstanbul Sultanahmet'teki Türk ve İslam
Eserleri Müzesi'nde açıldı.
Konya İnce Minareli Medrese Müzesi, Konya Karatay
Medresesi Müzesi, Konya Mevlana Müzesi,
İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye Yazma
Eserler Kurumu Başkanlığı ve Beyazıt Kütüphanesi
gibi farklı müze ve kurumlardan getirilen 227 eser
ile birlikte animasyonların ve canlandırmaların yer
aldığı sergi, Sevgi Kutluay'ın küratörlüğünde
hazırlandı.
‘Tarihçe-Selçuklular', ‘Hanedan-İktidar
Alametleri', ‘İktidar-Siyasetname', ‘Mimari-Kentler
ve Yapılar', ‘Sembolizm-Mimari', ‘Sembolizm-Düğümler
ve Desenler', ‘İnanç Tasavvuf', ‘Günlük
Yaşam-Konut', ‘Ticaret-Kervansaraylar ve Yollar',
‘Saray-Mimari', ‘Saray-İhtişam', ‘Saray-Eğlence',
‘Saray-Aşk', ‘Saray-Av ve Savaş' olmak üzere 14
bölüme ayrılan serginin en önemli parçalarından
biri, hiç şüphesiz ‘‘siyasetnamelerin' yer aldığı
‘İktidar-Siyasetname' başlıklı bölüm. Devrin
idarecilerine ve devlet adamlarına pratik
tavsiyelerde bulunmak ve adaletli bir yönetim
oluşturmalarını sağlamak amacıyla yazılan siyasi,
ahlaki ve dini eserler olan Siyasetnameler'in
(Nasihatname) en ünlü örneklerinden biri, Selçuklu
veziri Nizamü'l-Mülk'ün (1018-1092) yazdığı
Siyerü'l-müluk/Siyasetname. Sergide,
siyasetnamelerin bir devleti nasıl inşa ettiği
örnekleriyle ortaya konuyor.
Türk ve İslam Eserleri Müzesi Müdürü Seracettin
Şahin, “Hüküm sürdükleri bölgelere göre ‘Büyük
Selçuklular' ve ‘Anadolu Selçukluları' olarak
adlandırılan Selçuklular, sergi kapsamında devlet
teşkilatlarından günlük yaşam, eğitim, sanat, mimari
ve ticari hayatına kadar her alanda ele alınıyor.”
diyor. Konya Selçuklu Belediyesi'nin
gerçekleştirdiği sergi, 17 Kasım'a kadar ziyarete
açık kalacak.
Zaman, 04.07.2015
|
KÜLTEPE KAZISINA 'YABANİ OT' ENGELİ

Kayseri'deki Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'nde kazı
çalışmalarına, bu yıl, boyu 1 metreyi aşan yabani
otlar nedeniyle başlanamadığı bildirildi.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı
Heyeti Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, kazı çalışmalarının
yabani ot engeline takıldığını söyledi.
Bol yağışlı geçen bir ilkbahar
mevsimi yaşadıklarını belirten Kulakoğlu, "Ben
1994'ten beri Kültepe'de çalışıyorum, şimdiye kadar
böyle bir ot görmedim. Mayıs'tan itibaren insan
boyundaki otlar bütün ören yerini kapladı.
Kültepe'yi anlatmak için 17 Mayıs'ta öğrencilerimi
buraya getirdim. Hiçbir şey anlatamadım, giremedik,
bütün kalıntılar otların altındaydı. Şimdi Kayseri
Müze Müdürlüğü ve Büyükşehir Belediyesinin
ekipleriyle ot temizliğine başladık. Ot
temizliği belki 1-1,5 ay sürecek" diye konuştu.
Kulakoğlu, şunları kaydetti.
"Kazılar yapılırken bile ziyaretçilerin daha
rahat gezmesini sağlamak için temizliğe devam etmek
zorundayız. Bu yıl gerçekten çok sıkıntılı bir
dönem. Umarım sezon sonuna kadar temizliğimizi
bitiririz. Yağışlar nedeniyle neredeyse 1 ay
geciktik çünkü gelsek de otları biçemedik, temizlik
yapamadık. Açıkçası bu sadece kazı başkanlığının da
yapacağı bir iş değil. Buna gücümüz yetmez. Bu
nedenle Büyükşehir Belediyesinden yardım istedik.
Onlar da bizi kırmayıp geldiler, burada temizlik
yapıyorlar."
Bu yıl ki kazı çalışmalarının yaklaşık 4-5 ay
süreceğini ifade eden Kulakoğlu, "Kazılar başta
Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere Kayseri
Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi tarafından
destekleniyor. Onlar sayesinde bu kadar uzun süre
çalışabiliyoruz" dedi.
Kulakoğlu, bu sezon günümüzden 5 bin yıl öncesine
ait eski Tunç Çağı dönemi yapılarını
araştıracaklarını dile getirerek, şöyle devam etti:
"Ekibimizde bu alanda uzman yaklaşık 50 bilim
adamı yer almakta. Dünyanın çeşitli ülkelerinden
gelen bilim adamları Kültepe'de kendi alanlarında
çalışmakta. Bizim esas niyetimizi Kültepe'nin tarih
öncesi dönemleri yani Asurlu tüccarlardan önceki
dönemini anlayabilmek çünkü son yıllarda yaptığımız
kazılarda keşfettiğimiz anıtsal bir yapı var.
Büyük bir olasılıkla saray ya da idare binası gibi
bir yapı. Bunu açığa çıkarmak istiyoruz. O dönem
için sadece Anadolu'nun değil belki de Yakın
Doğu'nun en büyük binası. Bunu iyi anlamamız
gerekiyor. Belki de içinde keşfedeceğimiz yeni
buluntular Anadolu tarihini değiştirebilecek
nitelikte olacak. Bir de eğer şartlar uygun olursa
Asurlu tüccarların ve Anadolulu insanların bir arada
oturdukları Karum alanında kazılar yapmak istiyoruz.
Orada da günümüzden 4 bin yıl öncesinin yapılarını,
tüccar evlerini, arşivlerini keşfetmeye devam
edeceğiz."
Anadolu Ajansı, Haber: Orhan Canbulater,
04.07.2015
******
ANADOLU İNSANI OKUMA YAZMAYI KÜLTEPE'DE ÖĞRENDİ
Eski Assurca çivi yazısı metinlerin çözülmesi ve
1948’de başlayıp halen devam eden arkeolojik kazılar
sayesinde, Hititler öncesinde
Anadolu’nun siyasi yapısı, Kültepe ve
Kültepe’nin yakın civarında koloni kurmuş olan
Assurlu tüccarların varlığı ve günlük hayata dair
bilgiler aydınlanmaya başlarken, kazı başkanı ve
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Fikri
Kulakoğlu, Anadolu insanının okuma ve yazmayı
Kayseri Kültepe’de öğrendiğini söyledi.
Kayseri-Sivas
Karayolu’nun 20. kilometresinde bulunan Kültepe,
Kaniş, Karum Höyüğü’nde 1948 yılında başlayan
kazılarda bugüne kadar yaklaşık 23 bin 500 tablet
çıkartıldı. En az 4 bin yıllık tarihi geçmiş
hakkında bilgilerin çıkartılan bu çivi yazılı
tabletlerden öğrenildiğini söyleyen kazı başkanı ve
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Fikri
Kulakoğlu, çıkartılan belgeler ile Anadolu insanının
da okuma ve yazmayı Kayseri Kültepe’de öğrendiğini
söyledi. Kültepe, Kaniş, Karum bölgesi hakkında
bilgiler veren Kulakoğlu, “Kültepe, Kaniş, Karum
ören yeri Kayseri’nin yaklaşık 20 kilometre kadar
kuzeydoğusunda yer almaktadır. Burası daha 18. ve
19. yüzyıldan itibaren batı dünyası tarafından
bilinmekte. Buradaki ilk bilimsel kazılar da 1948
yılında Ankara Üniversitesi Tarih Kurumu desteği ile
başlatıldı. Yaklaşık 70 yıldır süren kazılarda ön
Asya’nın ve Anadolu’nun en önemli tarihi verilerine
ulaşıldı” dedi.

ANADOLU İNSANI OKUMA VE YAZMAYI KÜLTEPE’DE ÖĞRENDİ
Anadolu insanının okuma ve yazmayı Kayseri
Kültepe’de öğrendiğinin anlaşıldığını kaydeden
Kulakoğlu, “Anadolu için burasının önemi yazının ilk
kez burada kullanılmış olması. Anadolu insanı ilk
kez Kayseri Kültepe’de okumayı, yazmayı öğrendi ve
tarih devirlerine girdi. Özellikle de Kültepe’de
bulunan yaklaşık 23 bin 500 tablet de Anadolu en
eski dönemden itibaren tarihi bilgileri vize vermeye
başladı. Bu sayede bizim en azından 4 bin yıllık bir
tarihi geçmişi başta Kültepe ve daha sonra Hitit
dönemi olmak üzere bu çivi yazılı belgelerden
öğrenmeye başladık” diye konuştu.
Yaklaşık 70 yıldır yapılan kazılarda o dönem
insanlarının oturduğu saraylar, depo binalarının ve
mabetlerin bulunduğunu dile getiren Dr. Fikri
Kulakoğlu, “Şimdiye kadar yapılan kazılarda
Kültepe’de o dönem insanlarının, yöneticilerinin
oturduğu saraylar, depo binaları, mabetler bulundu.
Onun yanında aşağı kısımda ise özellikle Asur’dan
gelen tüccarların Anadolu insanı ile yan yana
oturdukları mahalleler açığa çıkartıldı. Tabi onlar
için en önemli bilgiler de tabletlerden gelmekte. Bu
tabletlerde de o dönem ekonomisi, o dönem siyaseti
ve sosyal yaşantısı hakkında verilere ulaşıldı”
ifadelerini kullandı.

Milliyet, 06.07.2015
|
BAKANLIĞIN SAHİP ÇIKMADIĞI ANTİK KENTİ DEFİNECİLER
YAĞMALAMIŞ

Birçok
medeniyete ev sahipliği yapan Adıyaman'da yeni bir
antik kent keşfedildi. Dünyanın ikinci Zeugma'sı
olmaya aday tarihi kentteki taban mozaikleri, lahit
ve kaya mezarları, kaçak kazı yapan define avcıları
tarafından talan edildi.
Binlerce yıllık geçmişi olduğu düşünülen ve
değişik figürlerin yer aldığı mozaikler, kazmalarla
paramparça edilirken, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
kültürel mirasın korunması adına antik kentin
etrafında hiçbir güvenlik önlemi almadığı görüldü.
Antik kenti keşfeden araştırmacı yazar Hasan Mahir,
dünya tarihi için büyük bir önem taşıyan bölgeyle
ilgili büyük bir ihmal yaşandığını ifade etti.
Mahir, paha biçilemez eserlerin yer aldığı böylesine
değerli bir kentin sahipsiz kalmasına üzüldüğünü
belirterek yetkilileri eleştirdi.
Besni İlçesi'ndeki antik kent içerisinde, mozaik,
lahit, kaya mezarları, tapınak ve günlük yaşama dair
birçok unsur bulundu. Kendisine ulaşan
vatandaşların yapılan talanı anlatması üzerine
bölgeye giden Mahir, büyük bir kıyıma maruz kalan
antik kentte aylarca kaçak kazı yapıldığının
anlaşıldığını söyledi. Mahir, “Duyarlı
vatandaşların, bölgenin talan edildiğini bize
bildirmesi üzerine geldik ve bu antik kenti
keşfettik. Mabet olarak kullanılan alandan günlük
yaşama dair birçok ize rastladığımız bölge. İlginç
mağaralar da bulunuyor ve kül mağarası denilen yerde
uzun süre kalındığında insan zehirlenebiliyor.”
ifadelerini kullandı. Zeugma benzeri bir kentin
burada açığa çıkabileceğini kaydeden Mahir, dünya
tarihi için de büyük ipuçlarının burada yer aldığını
vurguladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Adıyaman
ve Gaziantep Kültür Turizm Müdürlüğü'nü konu
hakkında bilgilendirdiklerini belirten Mahir,
gerekli çalışmaların yapılmasını beklediklerini
aktardı.

Zaman, Haber: İlkay Göçmen, Fotoğraflar:
arkeolojihaber.net, 04.07.2015
|
LAODİKYA'YA 'MÜKEMMELLİK SERTİFİKASI'

DENİZLİ’de geçmişi 2 bin yıl öncesine dayanan ve
UNESCO’nun geçici kültür mirası listesinde yer
alan Laodikya Antik Kenti’ne, dünyada 45 ülkede
üyesi bulunan uluslararası TripAdvisor seyahat
sitesi tarafından 2015 yılı Mükemmellik
Sertifikası verildi.
Denizli Büyükşehir
Belediyesi’nin, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
yaptığı protokolle işletmesini üstlenerek, kazı
çalışmalarına destek verdiği Laodikya Antik
Kenti, dünya çapında bir ödül aldı. Dünyada 45
ülkede üyesi bulunan uluslararası TripAdvisor
seyahat sitesi, UNESCO’nun geçici miras
listesinde bulunan Laodikya Antik Kenti’ni konuk
ağırlama açısından ödüle layık gördü. Konuk
ağırlama konusunda 2015 Mükemmellik Sertifikası
ile ödüllendirilen antik kentin bu başarısı
Denizli’yi gururlandırırken, ödülün Türkiye ve
dünyada önemli bir prestij olarak görüldüğü
kaydedildi.

12 AY KAZI ÇALIŞMASI
Kazı Heyeti Başkanı ve
Arkeoloji Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Celal Şimşek,
Laodikya’nın Türkiye ve dünyada önemli tarihi
mekanlardan biri haline geldiğini belirterek şunları
söyledi:
"2008 yılından
itibaren yapılan kazı ve restorasyon çalışmaları
Türkiye’de ve dünyada örnek oldu. Laodikya’da 12 ay
boyunca kazı çalışmaları yapıyoruz. Dünyanın değişik
yerlerine giden insanlar gezip gördükleri yerlerle
ilgili görüşlerini TripAdvisor’da beyan ediyorlar.
Mükemmellik sertifikası da turistlerin çok
memnuniyet duyduğu yerlerle ilgili bir puanlamaya
giriyor. Bunun sonucunda Laodikya Antik Kenti 2015
yılında mükemmellik sertifikası kazandı. Bu
Laodikya’ya dünyanın her yerinden gelen insanların
burayı güzel ve iyi görmüşler anlamına geliyor.
Bunun için biz onur duyduk, gurur duyduk. Bu belge
Denizli’nin belgesi. Uluslararası bir belge."
Hürriyet, Haber: Ramazan Çetin, 04.07.2015
|
HASANKEYF'TE TARİHİ ESERLERİN TAŞIMA YERLERİ BELLİ
OLDU
Ilısu barajı suları altında kalacak olan
Hasankeyf'teki tarihi eserlerin taşınmasıyla
ilgili çalışmaların başladığı bildirildi.
Hasankeyf Arkeolojik Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam,
Hasankeyf'te tarihi eserlerin taşıma yerleri
belli olduğunu belirtti.
El-Rızk camisi ve minaresi, Orta kapı, Sultan
Süleyman Camisi ve kapısı, İmam Abdullah türbesi ile
çok sayıda tarihi eserin yeni
Hasankeyf'e taşınacağını açıklayan
Rektör Abdüsselam Uluçam hazırlıkların
yapıldığını, çalışmaların da bir süre sonra
başlayacağını ifade etti.
Zeynel bey türbesi dışındaki tüm eserlerin
taşınabileceğini söyleyen
Hasankeyf kazı Başkanı
Prof.Dr. Abdüsselam
Uluçam "belirlenen tarihi eserler, yeni
Hasankeyf'te oluşturulan Kültürel parka
taşınacak ve burada sergilenecekler. Onun için
Hasankeyf'te bu eserler için yer tahsisi
yapıldı" dedi.
haberler.com, 03.07.2015
|
DALGIÇLAR BU KEZ TARİH İÇİN DALDI
Bursa Büyükşehir
Belediyesi’nin tarihi kültürel miras çalışmaları
kapsamında İznik’te gerçekleştirdiği hava fotoğrafı
çekimleri sırasında göl içinde görüntülenen ve dünya
genelinde ‘2014 yılının en önemli 10 keşfi’ arasında
gösterilen batık bazilikanın turizme kazandırılması
için çalışmalara başlandı. Sualtı arkeologları balık
adam kıyafetleriyle daldıkları İznik Gölü’nde
bazilika çevresinde başka herhangi bir kültür
varlığı olup olmadığını tespit çalışmalarına
başladı. Batık bazilikanın dünyanın ilgisini çekecek
önemli bir eser olduğunu belirten Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe, yapılacak özel
düzenlemelerle göl içindeki bazilikanın vatandaşlar
tarafından gezilebilir hale getirilmesi için farklı
projeler geliştirileceğini söyledi.
Tarihi ve kültürel miras çalışmaları kapsamında
kentin her köşesindeki tarihi eserleri bir bir ayağa
kaldıran ve bu çalışmalar sonucunda da Bursa’nın
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmesini sağlayan
Bursa Büyükşehir Belediyesi, merkeze yeni bağlanan
ilçelerde de tarihi miras yatırımlarına hız verdi.
Henüz Büyükşehir sınırlarına girmeden İznik üzerinde
yapılan hava çekimlerinde göl içinde görüntülenen
yaklaşık 1500 yıllık Batık Bazilika, Amerikan
Arkeoloji Enstitüsü tarafından 2014 yılının en
önemli 10 keşfi arasında gösterilmişti. Tüm dünyanın
ilgisini çeken batık bazilikanın evrensel bir değer
olarak turizme kazandırılmasını hedefleyen
Büyükşehir Belediyesi, Uludağ Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı
Prof.Dr. Mustafa Şahin koordinatörlüğünde
çalışmalara başladı. Uludağ Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü’ndeki sualtı arkeologları göl içindeki
bazilika çevresinde başka bir kültür varlığı olup
olmadığını belirlemek için bugün dalış yaptı.
Prof.Dr. Mustafa Şahin’in yönettiği çalışmada balık
adam kıyafetlerini giyen arkeologlar İznik Gölü’ne
dalarak bazilika çevresinde tespit çalışmalarını
gerçekleştirdi.
Bazilika için özel proje
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe de İznik
Belediye Başkanı Osman Sargın ve ilçe kaymakamı
Hüseyin Karameşe ile birlikte bazilika çevresinde
başlatılan çalışmaları yerinde inceledi. Bursa’dan
da önce başkent olan İznik’in Hıristiyan dünyası
açısından da büyük önem taşıdığını, ilk konsülün
toplandığı ve İncil’in 4’e indiği İznik’e büyük önem
verdiklerini ifade eden Başkan Altepe, “Göl içinde
yapılacak çevre düzenlemeleri ile burayı sualtı
müzesi olarak Bursa’ya kazandırmayı hedefleniyoruz.
Dünyanın ilgisini bu bölgeye çekecek özel bir proje
hazırlamak istiyoruz. Gölün içinde kotu göl
seviyesinin de altında ada gibi bir düzenleme ile
bazilikanın vatandaşlar tarafından da gezilebilir
olmasını istiyoruz. Bunun için de bazilika
çevresinin cam duvarlarla sudan arındırılması başta
olmak üzere farklı projeler üzerinde çalışıyoruz. Bu
konuda üniversitemizin Arkeoloji bölümü de özveriyle
çalışıyor. İznik’in turizm kenti hedefine en büyük
katkıyı sağlayacak bir projeyi bölgeye kazandırmak
istiyoruz” diye konuştu.
Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin de
tamamı kendi öğrencilerinden oluşan 15 sualtı
arkeoloğunun dalış yaparak göl altında tespitlerde
bulunduğunu, göl dışındakilerle birlikte toplam 25
kişilik ekiple yoğun bir çalışma içinde olduklarını
vurguladı.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, 03.07.2015
|
IŞİD, PALMYRA'DA HEYKELLERİ PARÇALADI

Irak Şam İslam
Devleti IŞİD, Suriye'de Palmyra antik kentindeki
harabelerinden kaçırıldığını söylediği bazı
heykellerin parçalanma fotoğraflarını yayımladı.
Fotoğrafta, altı heykel, kalabalığın önünde
balyozlarla parçalanıyor.
IŞİD, bu heykellerin bir kaçakçıdan ele
geçirildiğini duyurdu.
Örgüt, söz konusu kaçakçının kırbaçlanma
fotoğraflarını da yayımladı.

Bu arada Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Örgütü UNESCO, IŞİD'in Irak ve Suriye'de
yağmaladığı sanat eserlerinin İngiltere'deki
koleksiyoncuların eline geçmeye başladığını
açıkladı.
UNESCO Başkanı Irena Bokova, BBC'ye açıklamasında
"IŞİD'in terör faaliyetlerini finanse etmek için bu
eserleri gizlece sattığını" söyledi.
Bokova, Orta Doğu ve Afrika'da son dönemde dünya
kültür mirasının "acımasız bir şekilde tahrip
edildiği" uyarısında bulundu.
Suriye'de Halep'in eski bölümünün yüzde 60'ı
çatışmalarda yıkıldı.
Irak'taki 10 bin arkelojik alanın yüzde 20'si
şimdi IŞİD'in denetiminde.

IŞİD Mayıs sonunda Palmyra'yı ele geçirdi.
Örgütün, Irak'ta yaptığı gibi,
UNESCO'nun Dünya
Kültür Mirası listesinde bulunan antik kenti
yıkmasından endişe ediliyor.
BBC Türkçe, 03.07.2015
******
İRAN: IŞİD ŞİİLER İÇİN KUTSAL SAYILAN TÜRBELERE
YAKLAŞIRSA DOĞRUDAN SAVAŞA GİRERİZ
İran lideri Ayetullah Ali Hamaney'in yüksek
askeri danışmanı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi,
Elburz eyaletinde katıldığı bir toplantıda
yaptığı konuşmada Tahran yönetiminin IŞİD'i
Irak'taki kutsal türbeler konusunda
uyardığını söyledi.
Safevi, "IŞİD
militanları Irak'ta kutsal mekanlara gelmek
isteyince İran tarafından uyarıldı. Örgüte, bu
türbelere yaklaşırsa doğrudan savaşa gireceğimiz
mesajını ilettik. IŞİD, İran güçlerine karşı
koyamayacağını biliyor" diye konuştu.
Irak'ta Şiiler için
kutsal sayılan türbeler, Kerbela, Necef, Kazimiyye
ve Samarra kentlerinde bulunuyor.
"Bazıları İran'ın
neden Suriye ve Irak'ı desteklediğini soruyor" diyen
Tümgeneral Safevi, "Eğer IŞİD canileri ile
sınırlarımız ötesinde savaşmazsak, bu teröristlerle
sınırlarımıza yakın noktalarda savaşmak zorunda
kalırız" ifadesini kullandı.
Hürriyet, 03.07.2015
|
UNESCO'DAN İSTANBUL'A GÜZEL HABER

UNESCO Komitesi, İstanbul’un Tarihi Alanları
Koruma Durum Raporu’nu tartışmaya açmadan kabul
etti. Almanya’da yapılan 39. Dünya Miras
Komitesi’nin toplantısına giden Selçuk Belediye
Başkanı Zeynel Bakıcı, UNESCO’da tüm
hazırlıkları tamamlanan Efes’in Dünya Miras
Listesi’ne dahil edileceği haberini alarak
döneceklerini söyledi.
39’uncu Dünya
Miras Komitesi, Dünya Miras Listesi’ne kayıtlı
kültürel miras alanlarının Koruma Durum
Raporları’nın görüşüldüğü Almanya’daki
oturumunda,
İstanbul’un Tarihi Alanları Koruma Durum
Raporu’nu tartışmaya açmadan kabul etti.
Komitede alınan karar gereğince, Türkiye 1 Şubat
2016 tarihinde Dünya Miras Merkezi’ne ilerleme
raporu sunacak. Ayrıca 2017 yılında
gerçekleştirilecek olan 41’inci Dünya Miras
Komitesi’ne sunulmak üzere, Koruma Durum
Raporu’nun tamamlanarak 1 Aralık 2016 tarihine
kadar iletilmesine karar verildi.
Efes’in UNESCO’ya girmesiyle ilgili tüm
hazırlıkların tamamlandığını söyleyen Selçuk
Belediye Başkanı AKP'li Zeynel Bakıcı,
aralarında
CHP ve
MHP’li Belediye Meclis üyeleri ve sivil
toplum kuruluşu temsilcilerinin de bulunduğu 20
kişilik ekip ile Almanya’nın Bonn kentine gitti.
Başkan Bakıcı, daha önce Dünya Miras Listesi’ne
dahil edilecek yeni doğal ve kültürel varlıklar
arasında Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi
ICOMOS’un olumlu görüş sunduğu Efes’in asıl
listede yer almasına kesin gözüyle bakıldığını
ifade etti. Başkan Bakıcı, "İnşallah Almanya’dan
ilçemize Efes’in Dünya Miras Listesi’ne dahil
edilerek döneceğiz. Ben buna yürekten
inanıyorum. 1994 yılından bu yana verilen
mücadelenin mutlu sonucunu hep birlikte
yaşayacağız" dedi.
Hürriyet, 03.07.2015
******
EFES, UNESCO DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NE GİRDİ

Almanya 'nın Bonn kentinde düzenlenen
Dünya Miras Komitesi 39. Dönem Toplantısı’nda
Türkiye 'nin “Efes” dosyası,
UNESCO Dünya Miras
Listesi’ne kaydedildi.
Müjdeli haberi, Kültür Bakanı Ömer Çelik, twitter
hesabından paylaştı. Böylece Türkiye'nin, UNESCO
Dünya Mirası Listesi’nde bulunan kültürel varlık
sayısı 15’e yükseldi.
2015 Yılı İtibariyle Türkiye’den
UNESCO
Dünya Kültür Mirası Kalıcı Listesi’nde yer alan
tarihi yerler şöyle:
Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçesi Kültürel
Peyzajı
Efes Antik Kenti (İzmir)
İstanbul ’un Tarihi Alanları
Göreme Milli Parkı ve Kapadokya
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas)
Hattuşaş (Boğazköy)
Nemrut Dağı (Adıyaman)
Xanthos-Letoon (Antalya)
Hieropolis (Pamukkale)
Safranbolu (Karabük)
Truva Antik Kenti (Çanakkale)
Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne)
Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya)
Bergama Çok Katmanlı Kültür Peyzajı (İzmir)
Cumalıkızık (Bursa)
Radikal, 05.07.2015
******
MİRAS LİSTESİ'NE GİRDİK AMA KORUYOR MUYUZ?
UNESCO Dünya Kültür
Mirası Listesi'ne 2 önemli kültürel alanımız daha
girmeyi başardı. Efes Antik kenti ve Diyarbakır
Hevsel Bahçeleri. Elbette ülkemiz tanıtımı, turizmi
açısından çok önemli bir gelişme. Fakat daha da
önemlisi bu miras listesini koruyabilmek. Peki
koruyor muyuz?

UNESCO
Dünya Kültür Mirası Listesi’ne 2 önemli kültürel
alanımız daha girmeyi başardı. Efes Antik kenti ve
Diyarbakır Hevsel Bahçeleri. Elbette ülkemiz
tanıtımı, turizmi açısından çok önemli bir gelişme.
Fakat daha da önemlisi bu miras listesini
koruyabilmek. Peki koruyor muyuz?
İstanbul 1985 yılında miras listesine alındı. 30
yıldır Tarihi Yarımada’nın geldiği nokta ortada.
Ayvansaray, Balat, Sultanahmet, Süleymaniye’de
tescilli binaları birer birer yıkmadık mı?
İstanbul’un tarihi siluetine hançer gibi saplanan
16/9 Kuleleri mahkemenin yıkım kararına rağmen hala
durmuyor mu?
Türkiye 1954 yılında Lahey’de başlayan, 1970
yılında Kültür Varlıklarının Kanunsuz İthal, İhraç
ve Mülkiyet Transferinin Önlenmesi ve Yasaklanması
İçin Alınacak Tedbirlerle İlgili sözleşme ile devam
eden süreçte, 17 Aralık 1975 yılında UNESCO Dünya
Doğal ve Kültürel Mirasın Korunması sözleşmesi ile
taraf olduk. Bu sözleşmelerde ülkedeki somut ve
somut olmayan kültürel mirasın korunması için
mücadele edileceğinin sözünü verdik.
Uluslararası önem taşıyan ve bu nedenle takdire ve
korunmaya değer doğal oluşumlara, anıtlara ve
sitlere “Dünya Mirası” statüsü tanınıyor. Sözleşmeyi
kabul eden üye devletlerin UNESCO’ya başvurusuyla
başlayan ve Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi
(ICOMOS) ve Uluslararası Doğayı ve Doğal Kaynakları
Koruma Birliği (IUCN) uzmanlarının başvuruları
değerlendirmesi sonunda tamamlanan bir işlem
dizisinden sonra aday varlıklar Dünya Miras
Komitesinin kararı doğrultusunda bu statüyü
kazanıyor. 2014 yılı itibariyle Dünya genelinde
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kayıtlı 1007 kültürel
ve doğal varlık bulunmakta olup bunların 779 tanesi
kültürel, 197 tanesi doğal, 31 tanesi ise karma
(kültürel/doğal) varlıktır. UNESCO Dünya Miras
Listesi’ne Efes ve Diyarbakır ile birlikte 13 adet
kültürel varlığımız dahil edildi. Hatırlayacak
olursak o liste şöyle oluşuyor; İstanbul'un Tarihi
Alanları [1985], Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası
(Sivas) [1985], Hattuşa (Boğazköy) - Hitit Başkenti
(Çorum) [1986] Nemrut Dağı (Adıyaman - Kahta)
[1987], Xanthos-Letoon (Antalya - Muğla) [1988],
Safranbolu Şehri (Karabük) [1994], Troya Antik Kenti
(Çanakkale) [1998], Edirne Selimiye Camii ve
Külliyesi (Edirne) [2011], Çatalhöyük Neolitik Kenti
(Konya) [2012], Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj
Alanı (İzmir) [2014], Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı
İmparatorluğunun Doğuşu (Bursa) [2014],Diyarbakır
Kalesi ve Surları (2015), Efes Antik kenti (2015).
Hem kültürel hem doğal olarak ise Göreme Milli Parkı
ve Kapadokya (1985), Pamukkale-Hierapolis (1988)
listeye girdi.
Divriği ve Ulucami’ye yapılan müdahaleler eserin hem
statik yapısını hem de pek çok tarihi özelliğini
yitirmesine neden oldu. Etrafındaki gece kondu
yapılaşmaları hala kamulaştırılamadı. Taş
işlemeciliğinin en harika örneği ‘Çarşı Kapı’ yıllar
önce yapılan yanlış müdahaleler neticesinde çökme
tehlikesi yaşıyor. Yıllardır koordinasyon eksikliği
nedeniyle bir türlü bilimsel restorasyona
başlanılamadı. Pamukkale’nin durumu ortada.
Travertenler yıllarca çevredeki otellerin suyu
çekmesi sonucunda karardı. Turizmde gözden düştü.
Şimdi eski günlerine kavuşması için yıllardır
projeler üretiliyor. Kapadokya bölgesi ona keza hala
koruma amaçlı imar planı bile yok. Her kurumun ayrı
yönetimi bu bölgeyi de her geçen gün yok ediyor.
Miras listesinde yer alan en korkunç tahribatın
yaşandığı yer ise tartışmasız İstanbul.
İstanbul 1985 yılında miras listesine girmeyi
başardı. Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük
Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nı içine alan
Arkeolojik Park; Süleymaniye Camisi ve çevresini
içine alan Süleymaniye Koruma Alanı; Zeyrek Camisi
ve çevresini içine alan Zeyrek Koruma Alanı ve
Tarihi Surlar Koruma Alanı olarak 4 ana bölümde
dahil edildi. 30 yıl önceki fotoğrafları ile
karşılaştırmaya kalkalım bu alanların tamamı
eskisini aratır noktaya geldi. Restorasyon ile
harabe haldeki kültürel varlıkların ayağa
kaldırılmasını bırakın mevcut günümüze kalmayı
başaran taşınmaz kültür varlıkları bile yok edildi.
Yıllarca Koruma Amaçlı Nazım İmar planları
yapılamadı. UNESCO ve Koruma ilke kararlarına
uyulmadı. Tarihi Yarımada’da hiçbir hafriyat iş
makinası ile yapılmayacak karalarına rağmen
bugün hali hazırda tarihi yarımada da çalışan
onlarca iş makinası bulabilirsiniz. Ayvansaray,
Yedikule hatta Sultanahmet’in ortasında iş
makinaları Fatih Belediyesi’nin izniyle çalışıyor,
çalışmaya devam ediyor. Sadece son 5 yıldır takip
edebildiğim onlarca örnek sıralayabilirim.
Süleymaniye’de neredeyse tarihi sivil mimarlık
örneği bırakılmadı. Kentsel dönüşüm adı altında
kültürel miras yok edildi. Ayvansaray’da tescilli
onlarca sivil mimari örneği ahşap evler yok edildi.
Tarihi surların dibinde Yedikule’de ve Balat’ta yeni
konutlar inşa edildi.
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil olmak elbette
çok önemli. Lakin bunları korumayıp gelecek
kuşaklara aktaramadıktan sonra önemi her geçen yıl
kaybolup gider. UNESCO kararlarının yaptırım gücü
olmasa da tavsiye kararları kültürel değerlerimizin
korunması için uyulması gereken kurallardır. Onlar
istediği için değil biz gelecek kuşaklara saygı için
bu koruma bilincini geliştirmeli ve uygulamalıyız.
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girişinin 30.
Yılında İstanbul’un Tarihi Alanları’nın durumu
Nezih Başgelen Arkeolog- Editör:
İstanbul Tarihi Yarımadası ancak 2005 yılında bir
koruma planına sahip olabilmiş, buna paralel yerel
idareler bünyesinde Kültür Varlıkları Projeler
Müdürlüğü, Koruma, Uygulama ve Denetim Müdürlüğü
(KUDEB) 2005’te Alan Başkanlığı 2006’da
oluşturulabilmiştir. Öte yandan İl Özel İdaresi
bünyesinde emlak vergisiyle oluşturulan fonla,
kültürel mirasın restorasyonu amacıyla özellikle
Tarihi Yarımada’daki yerel idarelere aktarılan çok
büyük kaynakların yönlendirildiği buna karşılık
hızlı ve denetimsiz restorasyon projelerinin
UNESCO
yetkililerinin de uyardığı gibi “ tarihi yapılarda
yapıyı korumak yerine yeniden inşasına varan ciddi
problemler “ yarattığı İstanbul'un pek çok güzide
tarihi eserinin “parayla tahribatına” yok açtığı
üzülerek izlenmiştir. UNESCO raporlarına yansıdığı
gibi Tekfur Sarayı bunun tipik bir örneğidir.
Bu 30 yıllık süreç içinde uygulanan büyük projeler
de Tarihi Yarımada’nın geleceğini ciddi riskler
altına sokulmuştur. Marmaray –Metro Projelerinin
olumsuz etkileri yaşanmaya başlarken diğer bir risk
de Avrasya Tüneli projesidir. Lastik tekerlekli
taşıtlar için tasarlanan tünel Göztepe’den
dalmakta, Sur önünde Çatladıkapı’da yüzeye
çıkmakta, 4 şerit gidiş, 4 şerit dönüş olmak üzere
sahili izleyen bir otoyolla Sur dışına
yönelmektedir. Sözkonusu Otoyolun, İstanbul Tarihi
Yarımadası’nın denizle olan ilişkisini tümüyle
ortadan kaldırması ciddi bir sorun oluşturacaktır.
Öte yandan Yenikapı’da çok geniş bir miting alanı
düzenlemek için doldurulan alan, Tarihi
Yarımada’nın binlerce yıllık morfolojisini büyük
ölçüde bozmuştur.
UNESCO Dünya Miras Alanı olan Kara Surları’nın
önünde ve arkasındaki koruma zonundaki Büyükşehir
Belediyesi’nin yapılaşma girişimleri ise kaygı
vericidir. Fatih Belediye Başkanlığı tarafından
yürütülen "Yedikule Restorasyon Uygulama Projesi"
bağlamında Karasurları Bostan Alanı Projesi yurt
içinde ve dışında büyük tepki almıştır.
Uluslararası ilgili kurumlar İstanbul yönetiminin
Karasurları’nı korumada gerekli özeni göstermediğini
açıkça belirtmektedir. Karasurları Bostan
Alanı‘nda ve Kentsel Dönüşüm gerekçesiyle
Sulukule ile Ayvansaray’da yapılanlar ilgili hukuk
açısından da kabul edilemez uygulamalara
dönüşmüştür.
Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi
ve Topkapı Sarayı’nın yer aldığı Arkeolojik Park’ta
(Sultanahmet semtinde) yapılan yeni inşaatlar ve
temel kazılarında etkilenen arkeolojik değerler
kaygı vericidir.
Galata Kulesi’nden Eyüp’e, tepelerini selatin
camilerinin taçlandırdığı, şehrin büyüleyici Altın
Boynuz Haliç peyzajı yeni yapılan “Haliç Metro
Geçiş Köprüsü’ nün askı çubuklarıyla büyük ölçüde
örselenmiş, köprü bu haliyle tüm dünyanın tepkisini
çekmiştir. İstanbul’un tarihi peyzajının en
karakteristik parçası olan Tarihi Yarımada’nın
silueti de gene son yıllarda pek çok yönde yeni
yapılan gökdelenlerce büyük ölçüde zarar görmüştür.
İstanbul 8500 yıllık kültürel birikimiyle, hiçbir
yerde olmayan çeşitliliğiyle kültürel ve doğal
çevrenin en güzel örneklerine sahip bir yerdir.
UNESCO tarafından da Dünya Mirası olarak tescil
edilmiş bu değerler aynı zamanda İstanbul ‘u
yönetenlere de vazgeçilemez yükümlülükler ve
sorumluluklar getirmektedir. Binlerce yılın
birikiminden gelen, Dünya Kültür Miras’ının da bir
parçası olan İstanbul’un Tarihi Yarımadası’nın
akılcı artı değerler katılarak gelecek kuşaklara
aktarılması üzerimizdeki önemli bir sorumluluktur.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 06.07.2015
******
SELÇUK'TAKİ MERYEM ANA EVİ'NE
UNESCO DESTEĞİ

İzmir’in
Selçuk İlçesi'ndeki dünyaca ünlü
Efes antik kentinin
UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine dahil
edilmesinin yankıları sürerken,
Almanya’nın Boon kentindeki toplantıda son anda
listeye dahil edilen Meryem Ana Evi hakkında
Lübnan’ın önerge verdiği ve bu önergenin dünya
ülkelerinden destek gördüğü ortaya çıktı.
Almanya’nın Boon kentinde düzenlenen UNESCO
listesine dahil edilecek alanların görüşüldüğü
toplantıda ilginç bir gelişme yaşandı. Türkiye’den,
Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçelerinin
Birleşmiş Milletler
eğitim Bilim ve Kültür Örgütü
UNESCO tarafından
Dünya Kültür Mirası Listesi’ne kabul edilmesinin
ardından her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin
akınına uğrayan Selçuk İlçesi'ndeki Efes antik kenti
listeye kaydedildi. 21 yıldır listeye dahil olmayı
bekleyen Efes’le birlikte, Ayasuluk kalesi, Çukuriçi
höyük ve Meryem Ana Evi de listeye girdi.
Toplantının ayrıntıları yeni yeni ortaya çıkmaya
başladı. Listeye son anda dahil edilen Meryem ana
Evi hakkında, Lübnan’ın bir önerge vererek listeye
dahil edilmesini istediği ortaya çıktı. Türk
heyetinin böyle bir talebi olmamasına rağmen
Lübnan’ın bu teklifine toplantıdaki dünya ülkeleri
destek oldu.
Portekiz,
Japonya,
Malezya,
Filipinler, Senegal,
Hindistan,
Jamaika,
Kazakistan, Almanya,
Hırvatistan,
Kolombiya,
Vietnam,
Kore ve
Finlandiya temsilcileri söz alarak
konuşmalarında Meryem Ana Evi’nin listeye dahil
edilmesi gerektiğini dile getirerek önergeye destek
verdi. Özellikle Finlandiya temsilcisinin Efes’i
dünyanın en önemli antik kenti olarak tanımlaması ve
ve Meryem Ana Evininin listeye dahil edilmesini
isteyen konuşması herkesin dikkatini çekti. Önerge
21 ülkenin oy birliğiyle kabul edilirken, böylece
Meryem Ana Evi 4. bileşen olarak Efes ile birlikte
UNESCO listesine dahil edilmiş oldu.
Almanya’nın Bonn kentinden büyük sevinçle dönen ve
ilçeye gelir gelmez yaşadığı sevinci değerlendiren
Selçuk Belediye Başkanı Zeynel Bakıcı, “Bu gurur
hepimizin gururudur” dedi.
UNESCO’nun inanç turizmi açısından önemine dikkat
çeken Bakıcı, "Her zaman Selçuk’un inanç turizminin
önemli merkezlerinden biri olduğunu söylüyorduk.
Dünya tarafından kabul gören ve destek verilen bu
karar bizim ne kadar haklı olduğumuzu bir kez daha
göstermiş oldu" şeklinde konuştu.
Bakıcı, Selçuk’un
İslam kültüründeki özel yerinin herkesin malumu
olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
"Dolayısıyla kültür değerlerin dışında bu topraklar
inanç turizminde en önemli merkezlerinden biri
olmaya aday. Ben bu kapsamda Selçuk’u çok güzel
ifadelerle anlatan ve destekleyen tüm ülke
delegasyonlarına ilçe halkım adına bir kez daha
teşekkür ediyorum. 1994 yılından bu yana verilen bu
mücadele geçmişten bugüne hepimizin mücadelesidir.
Bu yolda bize destek veren ve yalnız bırakmayan
herkese teşekkür ediyorum."
Milliyet, 08.07.2015
******
DÜNYANIN MİRASI BU LİSTEDE SAKLI
Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür
Kurumu (UNESCO) Dünya Miras Listesi'nde dünyanın
163 ülkesinden toplam bin 31 kültür ve doğa
varlığı yer alıyor.
Dünya Miras Listesine, 1972 yılında Dünya Doğal
ve Kültürel Mirası Koruma Antlaşmasını imzalayan
175'ten fazla ülkenin korumayı garanti ettikleri
anıt ve sit alanları arasından Dünya Mirası
kıstaslarına uygun görülenler ekleniyor.
Dünya genelinde 163 ülkenin kültürel ve doğal
varlığı listede bulunuyor.
Listenin en başında 51 kültürel varlıkla yer
alan
İtalya'yı, Çin 48, İspanya 44,
Fransa 41 ve Almanya 40 varlıkla takip
ediyor. Almanya'nın Bonn kentinde düzenlenen son
toplantıda Efes Antik Kenti ile Diyarbakır
Surları ve Hevsel Bahçeleri'nin de eklenmesiyle
Türkiye'nin listedeki kültürel varlık sayısı
15'e yükseldi. Türkiye listede 19'uncu sırada
yer alıyor.
Ülkeler için kültürel ve doğal varlıklarının
listeye girmesi, dünyada farkındalık yaratarak
tanıtım sağlamak açısından yönetimlere yardımcı
oluyor.
Listeye giren alanların korunması için UNESCO
tarafından maddi destek de sağlanabiliyor.
Ülkelerin, listeye giren alanları koruyamaması
halinde ise Dünya Miras Komitesi söz konusu
varlıkları listeden çıkarabiliyor.
Son toplantıda listeye alınan kültürel
varlıklar
Tarihte "Meiji restorasyonu" olarak tanımlanan
ve Japon İmparatoru Meiji'nin 20'nci yüzyılın
başlarında güneybatıdaki Hashima adasında
başlattığı endüstriyel devrimin izlerini taşıyan
tarihi alan da bu yılki toplantıda listeye
alındı. Savaş gemisine benzediği için
"Battleship Island/Savaş Gemisi Adası" olarak
analın adada, o dönem demir- çelik ile gemi inşa
ve kömür madenciliği üretimi yapılıyordu.
Meksika'nın başkent Meksiko ile Hidalgo
kentlerinin arasındaki alanda 16'ncı yüzyıldan
kalan tarihi su kemeri, Uruguay'da Fray Bentos
kentindeki 1899 yılında et üretimi amacıyla 50
ülkeden göçmen işçilerin çalıştığı endüstriyel
alan, Batı'nın giderek artan tarımsal üretimini
karşılamak için 20'nci yüzyılda Norveç'teki bir
dağ yamacında kurulan ve içerisinde
hidroelektrik santralinin bulunduğu kompleks de
son toplantıda listeye alındı.
İsrail'deki nekropol, Fransa'daki üzüm
bağları
Almanya'nın liman kenti Hamburg'un Speicherstadt
ve Kontorhaus bölgesi, İsrail'de 2'nci yüzyıldan
kalma nekropol (mezarlık), İngiltere'nin İskoçya
bölgesinde 1890 yılında inşa edilen 2 bin 529
metre uzunluğundaki Forth demiryolu köprüsü de
listeye girmeye hak kazandı.
ABD'nin Teksas eyaletindeki tarihi San Antonio
bölgesinde tarih mekanlar, Fransa'nın
kuzeydoğusundaki Champagne bölgesinde 17'nci ve
19'uncu yüzyılda şarap üretiminin yapıldığı
tepe, evler ve mahzenler ile Dijon'un
güneyindeki Côte de Nuits and the Côte de
Beaune'deki üzüm bağları da bu yıl Dünya Miras
Listesine alındı.
Danimarka'nın başkenti Kopenhag'ın 30 kilometre
kuzeybatısındaki ormanlık ve kültürel peyzaj
bölgesi ile güneydeki Jutland bölgesinde yeralan
Moravian Kilisesi, Çin'in güneybatısındaki
dağlık alandaki tarihi Tusi sit alanı,
İran'ın güneybatısındaki Zagros dağının
eteklerindeki tarihi sit alanı ile güneydeki
Maymand kültürel alanı, Singapur'un kalbinde
yeralan botanik bahçesi, Moğolistan'daki Burkha
Khaldun Dağı (Burhan Haldun), Güney Kore'nin
batısındaki dağlarda 8 arkeolojik alanın
bulunduğu Baekje tarihi bölgesi de kültürel ve
doğa varlığı listesine girdi.
İtalya'nın Sicilya bölgesinin kuzeyinde çeşitli
medeniyetlere ait 9 sivil ve dini yapılar,
Ürdün'de ise Ürdün Nehri'nin doğusunda, Ölü
Deniz'e 9 kilometre uzaklıktaki Tell Al-Kharrar
bölgesinde yer alan tarihi alanlar, Suudi
Arabistan'daki Shamli bölgesindeki çölün
ortasında üzerinde deve ve değişik şekillerin
bulunduğu kayalar da UNESCO'nun listesinde
kendisine yer buldu.
Hürriyet, 09.07.2015
******
KAZI BAŞKANI'NDAN UNESCO İSYANI: HAKKIMI HELAL
ETMİYORUM
Selçuk Efes antik
kentinin UNESCO’nun tarafından
Dünya mirası listesine alınmasının yankıları
sürerken ilçede Bakanlar Kurulu kararı ile Ayasuluk
Tepesi ve St. Jean Kilisesi’nde kazı yapan Yrd. Doç
Dr. Mustafa Büyükkolancı isyan etti. Büyükkolancı,
“Selçuk- Efes'e verdiğim 40 yıllık helal etmiyorum”
dedi. Büyükkolancı çalışmalarının yok sayıldığını
vurguladı.

Türkiye’nin bu dönem en büyük turizm-kültür ve
tanıtım atılımları arasında gösterilen Selçuk’taki
Efes antik kentinin UNESCO tarafından dünya kültür
mirası listesine alınması nedeniyle yaşanan sevinç
sürüyor. Bakanlar Kurulu kararı ile Selçuk’ta iki
farklı bölgede kazı yapılırken Efes’teki kazıları
Avusturyalılar, Efes Antik Kenti dışında kalan
tarihi mekanlardaki kazıları ise Türk heyeti
yapıyor. Selçuk'ta Efes dışında listeye Meryamana ve
Ayasuluk Kilisesi ile İsabey Camii’nin olduğu
bölgeler de dahil edilmişti. UNESCO’nun kararının
ardından Selçuk’ta kriz çıktı.
Tanıtımlarda ve teşekkür metinlerinde Türk
heyetinin kenara itilip Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü Efes Kazıları Başkan Doç.Dr. Sabine
Ladsteatter’in ön plana çıkartılması tartışmalara
neden oldu.

Yıllardır, bölgede Türk heyetinin kazı
başkanlığını yapan Ayasuluk Tepesi ve St.Jean Anıtı
Kazı Başkanı, Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mustafa
Büyükkolancı isyan etti. Büyükkolancı, “Selçuk-
Efes'e verdiğim 40 yıllık helal etmiyorum. Ortada 40
yıllık bir emek var. Bunu görmezden geldiler. Türk
heyetinde en az 18 kişi yıllardır kazı yapıyor.
Bizim reklama ihtiyacımız yok. Ama ne yazık ki
UNESCO kararından sonra bizi yok saydılar. Törene
davet bile edilmedik. Heyetlerde, danışma
kurullarında aktif görev almamıza rağmen kenara
itildik” dedi.

Avusturya severler
Bakanlar Kurulu’nun iki yerde yetki verdiğini ifade
eden Büyükkolancı Avusturyalıların göklere
çıkartılmasına anlam veremediğini söyledi.
Büyükkolancı, “Bir yanda sürekli teşekkür edilen bir
yapı diğer yanda da yok sayılan bir yapı oluştu.
Bunu kabul etmek mümkün değildir. Dile kolay tam 40
yıldır biz burada çalışıyoruz. Buralara ömrümüzü
adadık. Bu memleketin evladı ve yetişmiş bilim
insanı olarak yıllarımı buraya verdim” diye konuştu.
Cumhuriyet, Kaynak: Egedesonsöz, Haber: Fatih
Yapar, 11.07.2015
******
MESELE UNESCO'YA GİRMEK DEĞİL EVLAT!
Önce
UNESCO'nun açılımını yeniden hatırlayalım: Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı. Kasım
1945 senesinden beri ülkelerin kültürel miraslarıyla
ilgileniyor. Malum, Türkiye'den en son Efes Antik
Kenti, Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri listeye
dahil oldu. Peki, ülkemizden herhangi bir yere
UNESCO'nun projektörlerini dikmesi ne anlama
geliyor?
Bir kere uluslararası kamuoyu oluşturuyor ki
bilhassa yabancı turistlerin ilgisi söz konusu
bölgelerin üstünde geziniyor. Madalyonun diğer
yüzünde ise trajedimiz yer alıyor, şöyle:
Yaşadıkları şehirleri büyük bir yatakhaneden ibaret
görenler için ‘farkındalık' oluşturuyor. Klasik
bakışımız biraz biraz değişiyor. Yani önünden her
gün umarsızca geçtiğimiz tarihi ‘şey'ler bir anda
popüler hale gelebiliyor. Şu bilgiyi de araya
sıkıştıralım, Türkiye ilk olarak 1985'te İstanbul'un
tarihi alanlarıyla boy gösterdi dünya arenasında.
Sonrasında ise devamı Nevşehir-Göreme/Kapadokya,
Sivas-Divriği Ulu Camii, Çorum-Hattuşaş,
Adıyaman-Nemrut Dağı, Muğla-Ksantos ve Letoon,
Denizli-Hierapolis/Pamukkale, Karabük-Safranbolu,
Çanakkale-Troya Antik Kenti, Edirne-Selimiye Camii,
Konya-Çatalhöyük, Bursa-Osmanlı'nın kurulduğu
yerler/Cumalıkızık, İzmir-Bergama ile geldi. Eski
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a göre
Türkiye'de tarihsel açıdan önem taşıyan bazı
alanların dünya mirası olarak evrensel kayıtlara
geçmesi ve korumanın hem Türkiye hem dünyanın
gözetiminde yapılması, belli kurallara bağlanması
anlamını taşıyor.
“UNESCO'ya girdik ama evlerimiz üstümüze
çöküyor”
Haziran 2014 senesinde
UNESCO, Osmanlı
İmparatorluğu'nun ilk başkenti Bursa ve
Cumalıkızık'ı kültürel listeye dahil etmişti.
Şehirde gözle görülür bir değişim yok gibi… Mesela
şehrin ortasındaki Doğanbey TOKİ hala yerinde
duruyor. Bursalılar ise yerinde yeller esmesini
beklemeye devam ediyor. 700 yıllık Osmanlı köyü
olduğu serdedilen Cumalıkızık'ta ise işler yolunda
gitmiyor. Ahali, köylerine neredeyse bir yıldır
yatırım yapılmadığını söylüyor. Göstermelik birkaç
ev ile Etnografya Müzesi onarılmış o kadar. Galiba
mevzuu özetleyen en çarpıcı tespit Cumalıkızıklı
kadınlardan geliyor: “UNESCO'ya girdik ama evlerimiz
üstümüze çöküyor.” Ertuğrul Günay, tam da burada
mezkur yerlerin birinci derecede arkeolojik ya da
tabiat varlığı olduğu için herhangi bir yapılaşmadan
uzak tutulması gerektiğini ifade ediyor ve diyor ki:
“Eğer yapıları zaman içinde yıkılmaya terk
ederseniz, UNESCO gelip bu eserlere bakıyor. Bu
alanların tarihselliğini bozan yapılaşmalar olduysa
sizi uyarıyor. Projelerinizi güzel hazırlarsanız
‘Dünya Anıtlar Fonu' size maddi destek veriyor.
Kurallara uymazsanız listeye dahil ettiği miras
alanların tehlike altında olduğunu ilan ediyor. Bu
da kültürel açıdan bir yaptırımdır.” Kültürel
mirasları koruyamamanın altında devletin kültüre
verdiği önem ve ayırdığı kaynakla ilgili sorunlar
yattığını belirten Günay, devletin sadece UNESCO'nun
belirlediği alanlara değil, diğer kültürel miraslar
için de yeterince kaynak ayırması gerektiğine vurgu
yapıyor. Bir de çok ilginç bir bilgi paylaşıyor:
“Devletin kültüre ayırdığı fon yüzde yarım ölçü, bir
bile değil. Sit alanlarında yaşayan vatandaşların
şikayetleri UNESCO'ya girmekten değil, devletin bu
yerlere yeterince maddi gelir sağlamamasından
kaynaklanıyor.”
Mesele ciddiye alınırsa asıl liste 30'a
çıkar
Ertuğrul Günay (Eski Kültür ve Turizm
Bakanı): “Türkiye'nin UNESCO macerası
1985'te başlıyor, 1998'de kesiliyor. Ben 2008'de
vazifeye başladığımda dokuz kalıcı listeye 18 aday
listeyle bizim UNESCO ile irtibatımız vardı. Şimdi
kültürel miras olan Bergama aday listesinde bile
yoktu mesela. ‘Yeni alanları listeye dahil edelim.'
dediğimizde bürokrasi bunun ‘imkansız' olduğunu
söyledi. 2009-10'da yeni alanlar için çalışmalara
başladık. On yıl aradan sonra Selimiye Camii ve
Külliyesi listeye girmeyi başardı. Bu önemliydi
çünkü UNESCO'ya doğrudan doğruya bir Mimar Sinan
eseri, Osmanlı eseri listeye girdi. Aday listesi
55'lere ulaştı. Bürokrasi, ‘bu işler olmuyor' diye
kulak tıkayacağına ‘olacak' diye çabaladı mı her yıl
yeni alanları listeye sokabiliriz. Örneğin, Beyşehir
Eşrefoğlu Camii, Sümela Manastırı, Noel Baba Kilise
Müzesi, Kula, Zile, Ödemiş, Birgi çok kolaylıkla
listeye girebilir. Kültür Bakanlığı ve Dışişleri
Bakanlığı'nda bu işler için gayret gösteren
arkadaşları yürekten tebrik ediyorum. Ancak
meselenin üzerine daha da eğilirsek asıl liste 30'a
çıkar diye ümit ediyorum.”
Türkiye'nin dünya mirasına girmeyi
bekleyen mekanları:
Antalya-Karain Mağarası, Bitlis-Ahlat eski
yerleşim yeri ve mezar taşları, Mersin-Alahan
Manastırı, Antalya-Alanya, Şanlıurfa-Harran,
Ağrı-İshak Paşa Sarayı, Konya-Selçuklu Başkenti,
Mardin-Kültürel Peyzaj Alanı, Denizli/Doğubayazıt
Güzergahı-Selçuklu Kervansarayları, Antalya-St.
Nicholas Kilisesi, Mersin-St. Paul Kilisesi, St.
Paul Kuyusu ve çevresi, Trabzon-Sümela Manastırı,
Aydın-Afrodisias Antik Kenti, Burdur-Sagalassos
Antik Kenti, Şanlıurfa-Göbeklitepe Arkeoloji Alanı,
Konya/Beyşehir-Eşrefoğlu Camii, Hatay-St. Pierre
Kilisesi, Kars-Ani Tarihi Kenti, Kütahya-Aizanoi
Antik Kenti, Muğla-Beçin Ortaçağ Kenti, İzmir-Birgi
Tarihi Kenti, Ankara-Gordion, Nevşehir-Hacı Bektaş-ı
Veli Külliyesi, Muğla- Hekatomnos Anıt Mezarı ve
Kutsal Alanı, Niğde-Niğde'nin Tarihi Anıtları,
Mersin-Mamura Kalesi, Eskişehir-Odunpazarı Tarihi
Kent Merkezi, Gaziantep-Yesemek Taş Ocağı ve Heykel
Atölyesi, Gaziantep-Zeugma Arkeolojik Siti,
Denizli-Laodikeia Antik Kenti, Manisa-Sardes Antik
Kenti ve Bintepeler Lidya Tümülüsleri,
Adana-Anavarza Antik Kenti, Muğla-Kaunos Antik
Kenti, Mersin-Korykos Antik Kenti,
Malatya-Arslantepe Arkeolojik Alanı, Kayseri-Kültepe
Arkeolojik Alanı, Çanakkale-Çanakkale ve Gelibolu I.
Dünya Savaşı Alanları, Konya-Hitit Su Anıtı,
Bursa-İznik, Kastamonu-Mahmutbey Camii, Kırşehir-Ahi
Evran Türbesi, Hatay-Vespasianus/Titus Tüneli,
Mardin-Zeynel Abidin Camii ve Mor Yakup Kilisesi,
Van-Akdamar Anıt Müzesi,
Kütahya/Afyon/Eskişehir-Dağlık Frigya Vadisi,
Antalya-Antik Aspendos Kenti Tiyatrosu ve Su
Kemerleri, Amasya-Harşena Dağı ve Pontus Kral Kaya
Mezarları, İstanbul-Yıldız Saray Kompleksi, Muğla-
Stratonikeia Antik Kenti, Edirne-Uzunköprü,
Kahramanmaraş-Ashab-ı Kehf, Bolu-Mudurnu Tarihi Ani
Kenti, Siirt-İsmail Fakirullah Türbesi.
Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 12.07.2015
******
DİYARBAKIR'DA UNESCO TOPLANTISI
Kültü ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı
Prof.Dr.
Ahmet Haluk Dursun, Diyarbakır Surları ve Hevsel
Bahçeleri'nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne
alınmasının ardından kente gelerek, önümüzdeki
süreçte yapılacak çalışmaları anlattı. Dursun,
bundan sonra hem bakanlığın, hem yerel yönetimlerin
ve hem de sivil toplum kuruluşlarının yapması
gereken çok önemli görevler olduğunu söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı
Prof.Dr.
Ahmet Haluk Dursun ve beraberindeki heyetle
Diyarbakır'a gelerek çeşitli incelemelere bulundu.
İncelemelerin ardından Sur İlçesi'nde bulunan İçkale
Yerleşkesi'nde yer alan Adliye Binası'nda basın
toplantısı düzenleyen Dursun, Diyarbakır Surları ve
Hevsel Bahçeleri'nin UNESCO Dünya Kültür Mirası
Listesi'ne alınmasının önemine ve bundan sonra
yapılacak çalışmalar hakkında bilgi verdi.
Diyarbakır Vali Yardımcısı Ahmet Dalkıran'ın da
bulunduğu basın toplantısında konuşan Dursun,
Diyarbakır'ın UNESCO listesine girmesiyle birlikte,
Türkiye'nin bu konuda atmış olduğu adımların çok
önemli bir merhalesi olduğunu söyledi. Diyarbakır
surları ve Hevsel Bahçeleri ile birlikte Efes Antik
kentinin UNESCO listesine eklenmesiyle birlikte
büyük bir sorumluluğu da yanında getirdiğini
belirten Müsteşar Dursun, "Bundan sonraki gündemimiz
bu eserlerin korunması ve bunların tanıtılmasında
bize düşen büyük bir görev var. Sadece bakanlığımıza
düşen bir görev değil, aynı zamanda hem yerel
yönetimlere hem de sivil toplum örgütlerine düşen
bir görevdir" dedi.
'2016'DA YAPILACAK
UNESCO TOPLANTISINA TÜRKİYE EV
SAHİPLİĞİ YAPACAK'
UNESCO'nun önümüzdeki yıl yapacağı toplantıya
Türkiye'nin ev sahipliği yapacağını aktaran Müsteşar
Dursun, "Türkiye'nin tanıtımında zorlandığımız anlar
ve etrafımızı çeviren ateş çemberinden dolayı
negatif bir yöne çekiliyordu. Biz son aldığımız
başarıyı ve attığımız adımı çok değerli görüyoruz.
Bu bölge artık mimari ve uluslararası kültürel
değeriyle ön plana çıktı. Bu, bizim açımızdan çok
büyük bir fırsattır. Bu fırsatı çok iyi kullanmamız
gerekiyor. Hem bölge barışı bakımından, hem bölgenin
kültürel yapısının uluslararası normlara uygun bir
hale gelmesinden dolayı, Diyarbakır bizim için
önemli bir kazanım. Türkiye'nin tanıtımı açısından
da değerli buluyoruz. UNESCO ile ilişkilerimizi
geliştirmek açısından da önemli bir gelişme oldu.
UNESCO'nun 2016 yılında yapacağı toplantıya Türkiye
ev sahipliği yapacak. Türkiye'nin kültürel
zenginliğini, çeşitliliğini ve kültürel
katmanlarının üst üste gelmesinden kaynaklanan bize
vermiş olduğu avantajıyla bizi mutlu ediyor.
Bölgenin bir barış bölgesi olduğunu, Türkiye
dışındaki yanlış algılara karşı etrafımızdaki ateş
çemberinin bizim dışımızda olduğunu ispatlamak için
çok doğru bir zaman ve önemli bir hamle olduğunun
düşüncesindeyiz" diye konuştu.
Akşam, 13.07.2015
|
'GLADYATÖRLER ŞEHRİ'NDE KAZI SEZONU BAŞLADI
Muğla'nın Yatağan
İlçesi'nde bulunan, UNESCO
Dünya Miras Geçici Listesi'nde yer
alan Stratonikeia antik kentinde bu sezonki
kazılara başlandı.
Antik kentin kazı başkanı ve Pamukkale
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, başkanlığında 2008 yılından bu yana
yürütülen antik kentteki sistemli kazıların
sekizinci sezonunun yaklaşık 100 kişilik ekiple
başladığını belirtti.
Stratonikeia'nın dünyanın en büyük mermer
kentleri arasında gösterildiğini ve bünyesinde
barındırdığı gladyatör okulu nedeniyle "Gladyatörler
şehri" olarak adlandırıldığını bildiren Söğüt, antik
kentteki ilk kazının 1977 yılında Prof.Dr. Yusuf
Boysal başkanlığında yapıldığını kaydetti.
Boysal dönemindeki kazıların kısa süreli olduğunu
dile getiren Söğüt,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Pamukkale
Üniversitesi adına 2008 yılından bu yana
Stratonikeia'da kazı çalışmalarını
yürüttüğünü söyledi.
Başkanlık görevini yürüttüğü günden beri
zaman zaman 10 ayı bulan kazı, konservasyon ve
restorasyon çalışması yaptıklarını anlatan Söğüt,
"Çalışmalarımızı aralık ayına kadar sürdüreceğiz.
Çalışmak için yeteri kadar ödeneğimiz var" dedi.
Söğüt,
kuzey şehir kapısı ve antik dönemin en büyük
gymnasiumlarından (atletlerin eğitiminin yapıldığı
yer) birisinin kalıntıları, tiyatro, tapınaklar,
Roma hamamları gibi birçok yapıda yürütülecek
çalışmanın belirlendiğini ifade ederek, bir taraftan
kazıları sürdürdüklerini, diğer taraftan da
konservasyonu yaptıklarını dile getirdi.
Stratonikeia antik
kentinde antik, Bizans,
beylikler, Osmanlı ve cumhuriyet dönemlerine ait
yapılar bulunduğunu vurgulayan Söğüt, şöyle konuştu:
"Özellikle beylikler dönemine ait Selçuklu hamamı
ve Osmanlı dönemine ait Şaban Ağa Camisi, buradaki
güzel ve ayakta olan yapılarımızdandır. Bunların
restorasyonları ile ilgili çalışmalara bu sene
başlamayı ümit ediyoruz. Şu an çizim çalışmaları
devam ediyor. Geçen yıllarda bulduğumuz Osmanlı
dönemine ait boya atölyesi ile ilgili koruma
çatısını gerçekleştirmiştik. Şimdi onun etrafındaki
diğer çalışmalar sürdürülüyor."
Radikal, 02.07.2015
|
ÇANAKKALE'DEKİ APOLLON SMİNTHEUS TAPINAĞI EYLÜL'DE
ZİYARETE AÇILACAK

Çanakkale'nin Ayvacık
İlçesi'ne bağlı
Gülpınar Köyü'nde bulunan Apollon Smintheus
Tapınağı'nda yapılan çalışmalarının yaz
sonunda tamamlanacağı belirtildi.
DHA’nın
haberine göre; 18'inci yüzyıldan itibaren
yağmalanan Apollon Smintheus Tapınağı için
gerçekleştirilen çalışmaların 15 Eylül’e
kadar sürmesi planlanıyor.
Apollon
Smintheus Tapınağı'nda Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü adına 1980'den beri kazı
çalışmalarını yürüten Prof.Dr.
Coşkun Özgünel ve 30 kişilik ekibi,
çalışmalarına başladı.
18'inci yüzyıldan itibaren yağmalanan
tapınağın güney giriş cephesini, yüzde 80'i
ellerinde bulunan özgün parçalarla ayağa
kaldırmak için geçen yıl çalışma başlatan
kazı ekibi, geçmiş yıllarda yağmalanan
orijinal mermer ve andezit basamakların
yerine imitasyon olarak beyaz çimento,
mermer pirinci ve mermer tozundan oluşan
harç kullanarak yeni basamaklar yaptı.
Eldeki orijinal ve imitasyon sütun parçaları
birleştirilerek, tapınağın güney giriş
cephesine 8 sütun dikildi.
Prof.Dr. Coşkun Özgünel ve ekibi, bu
yaz, sütunların üzerine büyük bölümü
ellerinde olan sütun başlıklarını,
baştabanı, frizleri ve çatı alınlığının
köşesini koyarak çalışmayı tamamlayacak.
Böylece yaz sonuna kadar Apollon Smintheus
Tapınağı'nın güney giriş cephesi uzun yıllar
sonra orijinal görünümünü alacak.
Ziyaretçilerin, tapınağın nasıl tahrip
edilip bu hale geldiğini görebilmeleri için,
tapınağın bir bölümünde orijinal halinin
görüntüsü, diğer bölümlerinde ise kalıntılar
sergilenecek.
t24.com.tr, 01.07.2015
|