Haberler logo Haziran '15 Arşivi

28 Haziran - 4 Temmuz 2015

REZA ZARRAB'IN YALISINDAKİ ASANSÖR VE KAÇAK KAT YIKILACAK

 

17 Aralık yolsuzluk soruşturmasında bir süre tutuklu kalan işadamı Reza Zarrab ile eşi Ebru Gündeş’e ait Kanlıca’daki yalılar, kaçak kat ve aradaki asansör yıkılarak eski haline getirilecek. İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, Kandilli’deki tarihi köşkün de projeye uygun hale getirilmesine karar verdi. Zarrab hakkında suç duyurusu kararı da çıktı. Dava açılırsa Zarrab Ailesi 5 yıla kadar hapisle yargılanacak.

 

İstanbul Boğaziçi’nde, Kanlıca sahilinde toplam üç yalıdan oluşan Mehmet Arif Bey Yalıları’ndan ikisini 2011 yılında satın alan işadamı Reza Zarrab, beyaz olanı kendi adına ayırırken, sarı olan yalıyı ise eşi Ebru Gündeş’e doğum hediyesi olarak vermişti. Zarrab Ailesi, Osmanlı döneminde inşa edilen ve 1970 yılında ikinci derece tarihi eser olarak tescil edilen yalılarda geçen  yıl tadilat çalışması başlattı. İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, yapının orijinalini inceledikten sonra tadilat projesine onay verdi. Proje daha sonra Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ne gitti. İmar müdürlüğünce de proje onaylandı.

 

 

NEDEN DENETLENMEDİ

Ancak onarım bittiğinde tarihi yalıların bambaşka hal aldığı görüldü. Yalılardan birine kaçak kat çıkıldığı, dış cephenin yıkılarak camla kaplandığı, ahşap korkulukların söküldüğü, Boğaziçi’ne açılan bahçelerin yıkıldığı ve iki yalının birleştirildiği, deniz araçları için özel iskele yapıldığı, kiremitli çatının değiştirildiği ve her iki yalının tüp geçit ve asansörle birleştirildiği ortaya çıktı. Boğaziçi İmar Müdürlüğü, kamuoyuna yansıyan iddialar üzerine yalılarda inceleme yaptı. İncelemede, 2960 sayılı Boğaziçi Yasası’na aykırılıklar tespit edildi. Ancak yalılar bu hale gelene kadar belediye yetkililerince neden denetim yapılmadığı sorusu ortada kaldı. Belediye topu projeyi onaylayan İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na attı.


ONAYLANAN PROJEDE YOK

Koruma Kurulu üyeleri, önceki gün toplandı. Gündemde Zarrab’a ait yalılar ile köşk vardı. Kandilli’deki köşkte de, projede olmadığı halde set altı otoparklar yapılmış, tarihi köşkün bahçesinde ve içinde değişiklikler tespit edilmişti. Ancak Koruma Kurulu raportörleri, köşkü denetlemek için gittiklerinde içeriye alınmamışlardı. Kurul önce yalıları gündeme alıp Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün raporlarını ve kendilerinin onayladığı restorasyon projesini inceledi. Yalılarda onaylı projede olmayan fazlalıklar tespit edildi. Bir kat kaçak yapıldığı ve iki yalıyı birbirine birleştiren tünel ve asansörlerin onaylı projede olmadığı görüldü. Bunun üzerine kurul üyeleri her iki yalı için de tescilli tarihi yapıların onaylı projede görünen eski haline geri getirilmesine ve mülk sahipleri hakkında Cumhuriyet savcılığına 2863 sayılı yasanın 9’uncu maddesi gereği suç duyurusu yapılmasına karar verdi.

 


Kandlli

 

Tescilli eseri bozmak suç

Tescilli eseri bilerek bozmak suç. 2863 sayılı yasanın 65’inci maddesinde bu suça şu ceza öngörülüyor: “Tescil edilen sit alanları ve korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarının bu kanuna göre tebliğ veya ilan edilmiş olmasına rağmen yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarar görmesine kasten sebebiyet verenler ile koruma bölge kurullarından izin alınmaksızın inşai ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranlar, 2 yıldan 5 yıla kadar hapis ve 5 bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.”

 


Eski hali

 

2863’ün 9. Maddesi

Kurul, tescilli esere bilerek kuruldan izin almaksızın müdahale etmekten dolayı 2863 sayılı yasanın 9’uncu maddesi gereği Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunma kararı aldı. Savcılık, Zarrab Ailesi’nin ifadesini alacak ve 2863 sayılı yasaya muhalefetten haklarında dava açılacak. Zarrab Ailesi tescilli yapıları eski hallerine döndürse bile yasanın öngördüğü cezadan kurtulmaları oldukça zor. Hukukçular, “önce adamı yaralayıp daha sonra ben onu tedavi ettireceğim, eski sağlığına kavuşturacağım demek, yaralayan kişiyi yasa karşısında sorumluluktan kurtarmaz” görüşünde.

Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 03.07.2015

ASIRLIK MEŞE ANIT AĞAÇ İLAN EDİLDİ

 

Çankırı’nın Ilgaz İlçesi'nde 250 yıllık olduğu tahmin edilen tüylü meşe ağacı, Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü Tabiat Varlıkları Koruma Envanteri içine alınarak ‘anıt ağaç’ olarak koruma altına alındı.

 

Ilgaz’da Karataş Mahallesi, Yukarı Harman Mezarlığı’nda bulunan tüylü meşe ağacının, kriterlere uygun olması ve standartlarda belirtilen şimdiki anıtsal değerinin, asgari anıtsal değerinden fazla olması nedeniyle ’anıt ağaç’ olarak tescil edilmesi kararlaştırıldı. Anıt meşe. 13 metre boyunda, gövde çapı 118 santim, tepe çapı 15.5 metre, yaş 250 yıl ve budanmış sağlıklı olarak kayıtlara geçti.

 

Çankırı’nın Eldivan İlçesi'nde bir çınar, Yapraklı İlçesi'nin Karacaözü Köyü'nde ise 500 yıllık meşe anıt ağaç olarak koruma altında bulunuyor.

Milliyet, 03.07.2015

TÜRBE 950 METRE TAŞINACAK

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültürel Miras Bilim Kurulu Komitesi ile Ilısu Barajı ve HES Projesi Bilim Komitesi, taşınabilir tarihi eserlerin belirlenmesine yönelik çalışmada yol haritası belirlendi. Ilısu Barajı ve HES Projesi Bilim Komitesi Yönetişim Grubu Başkanı Prof.Dr. İlter Turan, türbenin raylı sistemle taşınacağını belirterek: “Zeynel Bey türbesi 950 metre kadar yukarı taşınacak. Bu, dünya çapında bir taşıma operasyonu olacak. Türbe, raylı sistem üzerinden, bütünlük içerisinde herhangi bir parçalanma olmadan taşınacak. Hasankeyf’te başka eserler de taşınacak” diye konuştu.

 

MİNARE DE TAŞINABİLİR
Prof.Dr. İlter Turan, caminin ve kale kapısının da taşınabileceğini söyledi. Turan, şöyle devam etti: “Eski caminin tarihi duvarı ve minaresi, yeni yerleşim yerine taşınarak cami yeniden kullanılabilir hale getirilecek. Kale kapısının taşınması da söz konusu. Diğer yandan kalenin orta kapısı çökme beklendiği için monte edilecek ve gelecek yıl müzeye yerleştirilecektir.” Bu arada Hasankeyf kazılarından sorumlu Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam ise Zeynel Bey türbesinin taşınma ve koruma işinin Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Barajlar ve HES Dairesi Başkanlığınca yabancı destekli bir firmaya verildiğini belirterek; “Yer teslimi yapıldığı tarihten itibaren türbe 250 gün içinde taşınacak. İlgili firma hazırlıkların ön çalışmasını yaptı” dedi.

Batman Çağdaş, 02.07.2015

SARDES ANTİK KENTİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

Antik çağda Lidya Krallığı'nın başkenti Sardes antik kentinde 1854'de başlayan ve 1958'den itibaren bilimsel nitelik kazanarak aralıksız olarak sürdürülen kazı çalışmalarında bugüne kadar yerleşimin yüzde 3'lük bir kısmının ortaya çıkarılabildiği bildirildi.

 

BİLİMSEL NİTELİK KAZANIYOR

Manisa'nın Salihli İlçesi yakınındaki Sardes (Sart) antik kentinde 2015 yılı kazı sezonu başladı. Kazı Başkanı Prof.Dr. Nicholas Dunlop, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Lidya Krallığı'nın başkenti Sardes antik kentinde kazı çalışmalarına 1854'te başlandığını, bu çalışmaların 1958 yılından itibaren de bilimsel nitelik kazanarak devam ettiğini bildirdi.

 

 

5 FARKLI BÖLGEDE DEVAM EDECEK

Bu sezonki çalışmalara 5 farklı bölgede devam edeceklerini anlatan Dunlop, "Bugüne kadar sadece surların içerisinde kalan bölümde yapılan kazılarda yüzde 3'lük kısım ortaya çıkarılabildi ancak şehir çok daha büyük. Geçtiğimiz yıl 'kral yolu' olarak adlandırılan bölgede çalışmalar başlamıştık. Bu yıl da aynı noktada çalışmalarımızı sürdüreceğiz" diye konuştu.

 

 

ÇALIŞMALAR HASSAS İLERLİYOR

Kral yolunun Ortadoğu'ya kadar uzanan antik bir yol olduğunu dile getiren Dunlop, şu bilgileri verdi, "1980'li yıllarda yapılan çalışmalarda şehrin kapısına ait kalıntılara ulaşıldı. Lidya zamanında yani milattan önce 500 ve 600. yüzyılda yol tam bu noktadan geçmiş. Yolun üzerine bin yıl sonra sütunlu bir Roma caddesi inşa edilmiş. Yol, Roma döneminde mermer bloklarla genişletilerek 18 metre genişliğine ulaşmış. Bu yolun kenarlarında ise Bizans dönemine ait değişik iş yerleri inşa edilmiş."

 

 

UZUN YILLAR DEVAM EDECEK

Prof.Dr. Dunlop, kazı alanının kuzey ve güneyine doğru birer kilometre uzunluğundaki alanda yerleşim olduğuna dikkati çekerek, "Dolayısıyla çok geniş bir alandan bahsediyoruz. Bilindiği gibi çalışmalar da çok hassas ilerliyor. Buradaki kazılar uzun yıllar boyu devam edecektir" dedi.

ensonhaber.com, 02.07.2015

TRİPOLİS'TE BİN 900 YILLIK TAHIL AMBARLARI BULUNDU

 

 

Hellenistik dönemde Frigya, Karya ve Lidya üçgeninin kesişim noktasında bulunan Lidya kenti Tripolis'teki arkeolojik kazılar, Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bahadır Duman başkanlığı devam ediyor.

 

Doç.Dr. Bahadır Duman, AA muhabirine, Tripolis antik kentinde 2015 Mart ayında başladıkları kazı çalışmalarında gelinen aşama ve ortaya çıkartılan yeni yapılara ilişkin açıklamalarda bulundu.  

 

Yüzey araştırmalarında bölgedeki yerleşimin günümüzden 5 bin yıl öncesine kadar gittiğini kanıtladıklarını ifade eden Duman, en ihtişamlı çağını Roma döneminde yaşayan kentte, milattan sonra 2. yüzyıldan itibaren yeni bir yapılanmaya gidildiğini gözlemlediklerini kaydetti.

 

Tahıl ambarları ortaya çıktı

Bu yılki çalışmalarda yeni yapılar ortaya çıktığını anlatan Duman, şunları söyledi:

"Bu yıl çalışma yaptığımız alanlardan birisi 'tahıl ambarları' olarak isimlendirdiğimiz alan. Dikdörtgen ve birbirine bitişik iki binadan oluşuyor bu tahıl ambarları. Tripolis, bölgenin önemli tarım havzalarına sahip, özellikle Menderes Nehri'nin suladığı bir ovanın kenarında. Dolayısıyla da önemli tarım faaliyetlerinin, günümüzde olduğu gibi antik çağda da yapıldığını kanıtlayan önemli bir veri oldu bizim için bu ambarlar. Yaklaşık 400 metrekarelik kapalı alana sahip, 6 metre yüksekliğinde beden duvarlarını tespit ettiğimiz bu yapının içinde biyoloji ve jeoloji bölümünden akademisyenlerin destekleriyle analizler yapıyoruz. Bu tahıl ambarlarında acaba ne tür tahıllar biriktiriliyordu? Bunun ihracatı yapılıyor muydu? Yapılmıyor muydu? Bu detaylar üzerinde çalışmalarımız devam ediyor."

Anadolu Ajansı, Haber: Mustafa Dermencioğlu, 02.07.2015

TARİHİ ÇEŞMELER ÇÖPLÜĞE DÖNDÜ

 

 

İstanbul’da Gülhane Parkı’nın tarihi çeşmeleri seyyar satıcılar tarafından çöplüğe dönüştürüldü. Çeşmelerin korunması için ise herhangi bir önlem alınmıyor.

 

Tüm Restoratörler ve Konservatörler Derneği Başkanı Nazım Can Cihan, bu tür kontrolsüz kullanımların tarihi çeşmelerde kalıcı hasara neden olabileceğini söyüyor. Cihan, “Tarihi çeşmeler bilinçsiz vatandaş tarafından çöplük olarak, seyyar satıcıların tezgahı gibi kullanılıyor. Bu alan Arkeoloji Müzesi, Topkapı Sarayı ve Gülhane Parkı’na giden gelen yerli ve yabancı turistlerin önünden geçtiği bir yer. Belediyenin rutin bakımlar gerçekleştirmesi ve çeşmelerin temizliğini yapması, kontrolsüz kullanımları önlemesi gerekiyor. Esnafın uzaklaştırılması çözüm değil. Bilgilendirme tabelaları bir çözüm olabilir” dedi. Cihan, çeşmelere atılan sıvı içerikli atıkların kalıcı renk değişimlerine neden olabileceğini belirtti.

 

'ÖNÜNE GEÇEMİYORUZ'
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEB) yetkilileri ise çeşmelerin çöplük olarak kullanılmasının önüne geçemediklerini belirtti: “Kısa süre önce gittik, gerekli işlemler yapıldı. Ancak orayı çöpten ne yazık ki arındıramıyoruz. 24 saat başında bekçi tutmamız mümkün değil. Tabela assak da bir netice alamayız. Tek caydırıcı önlem çeşmeleri kafese almak olabilir.”

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 02.07.2015

ERMENEK'TE GİZLİ KALAN TARİH ORTAYA ÇIKARILIYOR

 

Binlerce yıllık geçmişiyle tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Karaman'ın Ermenek İlçesi'nde devam eden kazı çalışmaları ile tarihin izleri gün yüzüne çıkarılıyor. Gökçeseki örenyerinde devam eden kazılarda antik dönem seramik çöplüğü ortaya çıkarıldı. Burada çok sayıda tüm ve kırık durumda seramik, cam malzeme parçalarının yanında, 9 adet kireç taşından imparator ve senatörlere ait büst bulundu.

 

 

Binlerce yıllık geçmişiyle tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Karaman'ın Ermenek İlçesi'ndeki kazı çalışmaları  devam ediyor. Ermenek Belediye Başkanı Uğur Sözkesen, yaptığı açıklamada, Toroslar üzerindeki ilçe ve çevresinin coğrafi özelliği sayesinde, korunma, barınma ve avlanmaya çok müsait olması nedeniyle tarih öncesi  çağlardan bu yana insanlar için yerleşim yeri olduğunu söyledi.


Bugüne kadar yapılan kazı ve araştırmalarda ele geçen tarihi kalıntılar ile çevredeki eserlerden elde edilen bilgilerin, kentin 4 bin 500-5 bin yıllık geçmişe sahip olduğunu gösterdiğini belirten Sözkesen, "Sırası ile Hititler, Akalar, Babiller, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Türk medeniyetlerinin izleri görülmektedir. Bütün bunlar çok fazla çaba gösterilmeden hemen bakıldığında görülen izlerdir. Araştırma yapıldığında bölgede daha hiçbir yerde kaydı olmayan, bilinmeyen örenler ve kalıntılara rastlamak mümkündür" diye konuştu.


Sözkesen, Ermenek'teki tarihi varlıkları gün yüzüne çıkarma çalışmaları kapsamında Karaman Müze Müdürlüğünce, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi (KMÜ) Edebiyat Fakültesi arkeoloji Bölümünün danışmanlığında bu yıl 3 yerde kazı başlatıldığına işaret ederek, şunları ifade etti: "Bu kazılardan biri Germonikopolis kazısı. Burası ilçenin içinde Firan Kalesi dediğimiz yerin eteklerinde bulunan bir mezarlık alanı. Buradaki kaya mezarları, milattan sonra 3. yüzyıla dayandırılmakta. Alanda çok önemli şahsiyetlerin mezarlarının bulunduğunu düşünüyoruz. Yapılan çalışmalarda tarihin karanlık sayfalarına ışık tutacak birçok bulguya rastlandığını biliyoruz. Burada çıkarılan buluntular, Müze Müdürlüğü kayıtlarına alındıktan sonra, Burdur Üniversitesinde incelenmek üzere toplanmaktadır. Toplu mezarlar bulundu. Bir mezarın içine 8-10 kişi gömülmüş." Sözkesen, Firan Kalesi'nin yanı sıra Ermenek Vadisi'ne hakim noktada Asar ve Mennan kalelerinin de bulunduğunu vurgulayarak, "Bu kalelerde de çalışmalar yapılacak. Bu çalışmalar bitirilip, tanıtımı yapıldığında ilçemiz bir turizm merkezi olacak" dedi.

 

Sibide antik kentinde kaya mezarlar bulundu
Karaman Müze Müdürü ve kazı başkanı Abdülbari Yıldız, ilçe merkezinin yanı sıra, Yukarıçağlar ve Gökçeseki'deki kazıların devam ettiğini, 3 yerinde nekropol alanı olduğunu söyledi.
Yukarıçağlar'daki "Sibide" antik kentinde yamaç boyunca teras halinde sıralı, kayaya oyulmuş çok sayıda oda mezar, arkosollü kaya mezarları ile bölgeye özgü lahit kapakları bulunduğunu anlatan Yıldız, şöyle devam etti: "Kaya mezarlarının bazılarında kabaca işlenmiş figürler görülüyor. Milattan sonra 3. yüzyıla tarihlendirilen bir mermer lahit gün yüzüne çıkarıldı. Antik dönemde tahrip edilen lahdin ön yüzünde kitabelik, iki yanında bitkisel bezemeli çelenk yer almakta. Bu önemli bir buluntu. Buna benzer başka lahitler bulmayı umuyoruz."

 

Antik dönem seramik çöplüğü
Yıldız, Gökçeseki ören yerindeki kazılarda heyecan verici bulgulara ulaştıklarını belirterek, şöyle dedi: "Çalışmalarda 3 basamaklı platform üzerinde 8 adet Roma dönemine ait mermer lahit gün yüzüne çıkarıldı. Alanın güney kesiminde bir antik dönem seramik çöplüğü ortaya çıkarıldı. Burada çok sayıda tüm ve kırık durumda seramik, cam malzeme parçalarının yanında, 9 adet kireç taşından imparator ve senatörlere ait büst bulundu. Burasının, önemli günlerde mezar ziyaretlerinde getirilen hediyelerin toplandığı bir yer olduğunu düşünüyoruz. Kazılarda bu tür antik dönem çöplüklere rastlamak mümkün. Ama bu kadar bol malzeme veren bir çöplüğe rastlamak zor." Yıldız, çalışmalarının ilerleyen dönemlerinde platformun devam eden uzantısında başka lahitlerin de ortaya çıkarılmasını beklediklerini kaydetti.

 









Milliyet, 02.07.2015

SELÇUKLULAR SERGİSİ

 

Daha önceki "Cumartesi Avareliği" başlıklı yazımda (30.06.2015) haber vermiştim.

 

Sultanahmet'te Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde önemli bir Selçuklular Sergisi açıldı. Gerek gündelik konuşmalarda, gerek siyasetçilerin söylevlerinde Selçukluların adı çok sık geçer oldu. Madem "gündem gündem" diyorsunuz, işte size gündemle alakalı bir sergi...


İyi hazırlanmış, bugünün ziyaretçisinin müze anlayışına hitap eden bir sergi olduğunu belirtmeliyim. Şimdilik küçük bir kitapçık hazırlanmış, onu okuyarak da müzeyi bilgiyle gezebilirsiniz. Önümüzdeki günlerde 500 sayfaya yaklaşan büyük bir kitap yayınlanacak.
Bu önemli serginin sponsorluğunu da Konya Selçuklu Belediyesi üstlenmiş.


Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, Sunuş'ta Selçuklu Belediyesi'nin şimdiye kadar Selçuklular konusunda yaptığı çalışmaları tanıtıyor.


Kitabın başında Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Abdullah Kocapınar ile Türk ve İslam Eserleri Müzesi Müdürü Seracettin Şahin'in sergi hakkında yazıları yer alıyor.


Sergi Hakkında yazısından, ziyaretçiyi yönlendirecek ön bilgiler şöyle:
"Hüküm sürdükleri bölgelere göre 'Büyük Selçuklular' ve 'Anadolu Selçukluları' olarak adlandırılan Selçuklular, sergi kapsamında devlet teşkilatlarından günlük yaşam, eğitim, sanat, mimari ve ticaret hayatına kadar her alanda ortak bir geleneğe sahip oldukları için 'Selçuklular' adıyla anılmıştır."


Sergide Selçuklular hangi temalar altında ele alınmış:
"Tarihçe - Selçuklular", "Hanedan - İktidar Alametleri", "İktidar - Siyasetname", "Mimari - Kentler ve Yapılar", "Sembolizm - Mimari", "Sembolizm - Düğümler ve Desenler", "İnanç - Tasavvuf", "Günlük Yaşam - İnsanlar", "Günlük Yaşam - Konut", "Ticaret - Kervansaraylar ve Yollar", "Saray - Mimari", "Saray - İhtişam", "Saray - Eğlence", "Saray - Aşk", "Saray - Av ve Savaş".


* * *


Tarihçeyi izledikten sonra yukarıdaki temaların bölümlerini ayrı ayrı gezebilirsiniz.


Günlük Yaşam bölümünde evlerin yanı sıra, devlet tarafından belirlenen yaylaklar ve kışlaklarda konaklayan göçebelerin de kubbeli çadırlarını görebiliyorsunuz.


Burada galeriler arasında yerleştirilen ekranlarda izleyebileceğiniz animasyonlar daha canlı görüntüler sunuyor ve gözünüzün önünde bütün gerçekliğiyle canlandırmanızı sağlıyor. Savaştan gündelik yaşama kadar farklı animasyonların, ziyaretçinin ilgisinin odaklanması konusunda yararlı olacağına inanıyorum.


Kervansaraylar ve Yollar bölümünde, Anadolu'yu ortaçağın en önemli ticaret merkezi haline getirmenin de bu mekanları çoğalttığını söylemek mümkün.


Ahiliğin de buradaki sosyal ve ekonomik hayatın en önemli unsuru olduğu belirtilmektedir.
Her bölüm hakkında bilgi levhaları, serginin daha iyi anlaşılmasını sağlıyor.


İktidar ve siyasal yönetimde siyasetnamelerin önemini vurgulamak gerekir.


"Dönem kaynakları içinde kuşkusuz siyasetnameler çok özel bir yere sahiptir.


Devrin idarecilerine ve devlet adamlarına pratik tavsiyelerde bulunmak ve adaletli bir yönetim oluşturmalarını sağlamak amacıyla yazılan siyasi, ahlaki ve dini eserler olan Siyasetnamelerin (Nasihatnamelerin) en çok tanınan örneklerinden birisi de ünlü Selçuklu veziri Nizamü'l-Mülk'ün (1018-1092) yazdığı Siyeru'l-müluk/Siyasetname'dir."


Işıklandırmasından animasyonuna kadar eksiksiz hazırlanan bir sergi.


* * *


Mutlaka gezilmesi gereken, hem sanat ve estetik açısından, hem tarih ve kültür açısından her ziyaretçiyi besleyecek, çok şey öğretecek bir sergi.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 02.07.2015

TOKİ'DEN 2'Sİ KURTARILABİLDİ

 

 

TOKİ tarafından Akçadağ Kültür Mahallesi’nde yaptırılan toplu konut inşaatının hafriyatı altında kalan ve Roma dönemine ait olduğu belirtilen 5 adet kral kaya mezarından 2’sinin kurtarıldığı bildirildi. Tespitli 3 adet mezarın ise inşaat sahası altında kaldığı kaydedildi.





Akçadağ İlçesi Kültür Mahallesi’nde bulunan (Aktepe) Roma dönemine ait Kaya Mezarlarının, TOKİ tarafından ilçeye yaptırılan konutların inşaat ve hafriyat atıklarının altında kaldığına ilişkin haberin, Ocak ayında Yeni Malatya Gazetesi ve malatyahaber.com’da yayınlanmasının ardından Malatya Müze Müdürlüğü yetkilileri harekete geçti. Molozların yığıldığı inşaat sahasında durum tespiti yapan Müze Müdürlüğü, hazırladığı raporu Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na bildirdi. Bunun üzerine uzmanlardan oluşan bir ekibi Akçadağ’a gönderen ve Sivas Koruma Kurulu, heyetin raporu doğrultusunda kaya mezarlarının bulunduğu alana hafriyat dökenler hakkında Savcılığa suç duyurusunda bulundu ve dava açıldı.





Sivas Koruma Kurulu, müze uzmanlarının denetiminde mezarların bulunduğu alandaki hafriyatın temizlenmesine karar verdi ve Malatya Müze Müdürlüğü denetiminde inşaat sahasındaki atıklar kaldırıldı. 

 

3 adet mezar inşaat sahasının altında kaldı

Hafriyat temizliği sonucunda toprak altında kaldığı düşünülen 5 adet mezardan ikisi kurtarılırken diğer üç mezarın da konutların yapıldığı parselin altında kaldığı belirlendi. Çalışmaların sona ermesinin ardından Malatya Müze Müdürlüğü, Roma dönemine ait mezarların bulunduğu alanı yeniden belirleyerek Sivas Koruma Kurulu’na bildirdi.

 

Ocak ayında açıklamalarda bulunan Akçadağ Kültür Mahallesi sakinleri, Roma dönemine ait kaya mezarlarının inşaat atıklarının altında kaldığını belirterek, yetkili kurumların tarihi ve kültürel mirasımıza sahip çıkmadığını ifade etmiş, Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ise söz konusu mezarların 2 yıl önce keşfedilerek, SİT kapsamına alınması için Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvuru yapıldığını açıklamıştı.

Yeni Malatya Gazetesi, Haber: Güler Hazar, 01.07.2015

TLOS ANTİK KENTİNDE KAZI HAZIRLIKLARI BAŞLADI

 

Muğla'nın Seydikemer İlçesi'nde bulunan Tlos Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Taner Korkut, hazırladıkları iki önemli proje ile antik kentin önemli yapılarını ayağa kaldırmayı planladıklarını bildirdi.

 

UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer alan Tlos antik kentinde yürütülen çalışmalarda akropol, tiyatro, stadyum, büyük hamam, bazilika ve Kronos Tapınağı'nda kazılara öncelik veriliyor. Kentte, 2005 yılından bu yana devam eden çalışmalarda Likya uygarlığına ışık tutan birçok eser gün yüzüne çıkarıldı.

 

Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Tlos Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Korkut, gazetecilere yaptığı açıklamada, kentte 2015 yılı kazı hazırlıklarına başladıklarını söyledi.

 

Bugüne kadar kazılarda önemli eserlerin gün yüzüne çıkarıldığına işaret eden Korkut, "Bu yıl Antik kentteki tiyatroda çalışacağız. Daha sonra kent bazalikası, kronos tapınağı ve stadyum alanında çalışmalara devam edeceğiz. Öncelikle geçen yıl yarım kalan çalışmaları tamamlamayı hedefliyoruz" dedi.

 

Korkut, büyük bir ekiple çalıştıklarını, farklı üniversitelerden öğretim üyeleri ile öğrencilerin yanı sıra yabancı ülkelerden de bilim heyetinin çalışmalara katılacağını anlattı.

 

Hazırladıkları iki önemli projede antik kentin önemli yapılarını ayağa kaldırmayı planladıklarını belirten Korkut, şöyle konuştu:

"Antik tiyatronun sahne binasının her bir taşı tek tek belgelendi. Kağıt üzerinde orijinal yerine taşındı. Geçen yıl sahne binasının restorasyonunu hazırladık ve Muğla Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kuruluna sunduk. Onaylandığında bu konuda çalışmalarımıza başlayacağız. Diğer projemiz de kentin girişinde ziyaretçileri karşılayan akropol yükseltisinin etrafını çevreleyen surlar. Yıkıntı vaziyette, hoş olmayan bir görüntüsü var. Orada da benzer bir restorasyon çalışması hazırladık. Bunlar rutin çalışmalarımızın dışında yapmak istediğimiz iki önemli proje."

 

Korkut, tiyatronun MS 240 yılında yaşanan depremden sonra onarılarak günümüze ulaştığını ifade etti.

 

Tiyatronun MÖ 3. yüzyılda inşa edildiğinin, yazılı belgeler ve bulunan arkeolojik eserlerle kanıtladıklarına dikkati çeken Korkut, mimarisi ve üst kısmında bulunan tapınak ile Tlos Tiyatrosu'nun çok özel bir yere sahip olduğunu vurguladı.

 

"Kronos Tapınağı kağıt üzerinde ayağa kaldırılacak"

Korkut, tanrıların tanrısı olarak bilinen Kronos Tapınağı'nın gök tanrısı "Kronos'a" adanmış bir tapınak olduğunu ifade etti.

 

Anadolu'da Kronos'a adanmış başka bir tapınak bulunmadığını bildiren Korkut, "Sadece burada olması çok özel bir durum. Bu yıl mimari yapıyı en azından kağıt üzerinde ayağa kaldırmayı planlıyoruz. Daha sonra bu çalışma restorasyon çalışmasına dönüştürülecek" diye konuştu.

 

Tlos Antik Kenti

Likya'nın en önemli yerleşimlerinden biri olan Tlos Antik Kenti, Fethiye İlçesi'nin yaklaşık 42 kilometre doğusundaki, Yaka Köyü sınırları içerisinde bulunmaktadır.

 

Eski Yunan mitoslarına göre Tlos'un kuruluş efsanesi Hellen mitoslarına dayandırılmış, kent adının Tremilus ile Praksidike'nin dört oğlundan biri olan "Tloos"tan geldiğine inanılmıştır.

Kentte bugün antik tiyatro kenti çevreleyen surların bir kısmı ayakta bulunuyor. 2005 yılından bu yana yapılan çalışmalarda Likya dönemine ait heykeller ile bazı eşyalar çıkartıldı.

Haber 7, 01.07.2015

YENİ NESİLLERE IŞIK TUTACAK

 

 

Malatya Büyükşehir Belediyesi, Doç.Dr. İsmail Aytaç’ın hazırladığı “Geleneksel Malatya Evleri Envanteri”ni yayınladı.
 

220 sayfalık eseri renkli resimli olarak özel baskıyla yayınlayan Büyükşehir Belediyesi, Malatya evleri ve konaklarının hem tanıtımını sağladı hem de geleceğe aktarılmasında büyük bir hizmete imza atmış oldu.

 

Çakır: Şehirler, eski eserlerin varlığı ile geleceğe tutunurlar

Geleneksel Malatya Evleri Envanteri’nin ‘Takdim’ yazısında tarihi bilmenin önemine vurgu yapan Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Çakır, “Bir şehir, her şeyden önce ‘tarih’ demektir. Yüzlerce tarihi yaşanmışlık bir araya gelir bir şehri şehir yapmak için. Şehirler, zamanın unutulmaya mahkum ettiği tarihi ayrıntılarla bezenmiş, günümüzde hala izlerini bulabileceğimiz eski mimari eserlerin varlığı ile yaşar, geleceğe tutunurlar. Bu anlamda Malatya, tarih boyunca farklı inanç ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış, bu medeniyetlere ait bir çok özgün mimari yapıyı günümüze kadar koruyabilmiş ender illerimizden biridir” görüşlerini kaydetti.

 

Yeni nesillere ışık tutacak

Malatya kültürüne ait ev ve konakların derlenerek bir arada sunulmasının Malatya’nın geleceği adına oldukça büyük bir öneme sahip olduğunun altını çizen Başkan Çakır, “Büyükşehir Belediyesi olarak istedik ki ilimizin zengin tarihi ve kültürel birikimlerine ait eserler kayıt altına alınarak unutulmasın, yeni nesillere birer pusula gibi yön vermeye, ışık tutmaya devam etsin” ifadelerini kullandı.

 

Geleneksel Malatya Evleri Envanteri’nde merkez ve ilçelerde inceleme çalışmaları yapılarak mimari bilgileri çıkarılan evler yer alıyor.

 

İnternetten ulaşılabiliyor

Malatya Büyükşehir Belediyesi Resmi İnternet Sitesi olan www.malatya.bel.tr üzerinden de esere ulaşılabiliyor. İnternet sitesinin e-kütüphane bölümünden Geleneksel Malatya Evleri Envanteri’nin tamamı görülebiliyor.

Malatya Aktüel 01.07.2015

MUDO SANAT GALERİLERİ AÇIYOR

 

 

MUDO’nun patronu Mustafa Taviloğlu, Mudo Concept mağazalarında sanat galerileri açacak. Taviloğlu özellikle genç sanatçıları destekleyerek, evlerin gerçek sanat eserleriyle buluşmasını sağlayacağını söyledi.

 

Mustafa Taviloğlu genç sanatçılar için Mudo Concept Galerileri açacak. Giyim, ev eşyaları aksesuar ve mobilyayı bir araya getirerek Türkiye’de konsept mağazacılığı başlatan Mustafa Taviloğlu yakında bir yeniliğe daha imza atacak. İş yaşamındaki başarısı kadar sanata olan düşkünlüğü ve koleksiyonerliğiyle de bilinen Mustafa Taviloğlu Mudo Concept çatısı altında açacağı galeriler için yer bakıyor. Taviloğlu’nun amacı genç sanatçıları tanıtmak ve onları desteklemek. Ayrıca sanat sevgisini her eve aşılayabilmek.


Geçtiğimiz yıllarda Mudo’nun Mecidiyeköy’deki outlet mağazasını müzeye dönüştürme kararı alan Mustafa Taviloğlu, bu kararından vazgeçti. Binanın restorasyonunu başlatan Taviloğlu, Mecidiyeköy’deki binasını şirketin merkezi yapıyor. Bu merkezin içinde de küçük bir galeri olacak ancak Mustafa Taviloğlu müzesi için şimdilik beklemede. “Yeni yer mi arıyorsunuz?” soruma “Aklımda iki proje var, kısmet olursa bunları yapacağım” yanıtını veren Taviloğlu, öncelikle genç sanatçıların eserlerine yer vereceği Mudo Concept çatısı altında galeriler açacak. İlk etapta 2-3 yer açmayı planlayan Taviloğlu, şu sıralarda yer bakıyor.

 

BU İŞTE AMAÇ KAR DEĞİL

Senede en az 8 serginin olacağı, en az 16 genç sanatçının eserlerine yer verilecek bu konsept galerilerde etkinlikler de yapılacak. Taviloğlu, “Amacım bu işte kar sağlamak değil. Her evin sanatla tanışmasını istiyorum. Mudo Concept’lerde uzun zamandır genç sanatçılara yer veriyoruz ve bunun ilgi gördüğünü gördük. Daha da yaygınlaşmasını istediğimiz için de bu işe başlayacağız. Genç sanatçıları lanse edecek bir iş olacak” diyor.


Taviloğlu çok uzun zamandır genç sanatçılardan eser alan bir isim. Son dönemde fotoğraf ve video çalışmalarına da ilgi duyan Taviloğlu, “Ben eser alırken kimin yaptığından çok beğenime güvenirim. Hep de öyle aldım. Tanınmamış genç sanatçılara da yer vermek benim için sosyal sorumluluk gibi. Keşke her eve sanatı sokabilsek” diye anlatıyor.

 

Müze projesi için uygun yer bekliyor

Mustafa Taviloğlu müze projesini de hayata geçirecek. Mecidiyeköy’deki ‘merkezden’ vazgeçmiş. Müzesi için İstanbul’da yapılacak büyük projelerden birinin parçası olabileceklerinin işaretini veriyor. Henüz görüşmeleri sürdüğü için detay konuşmayan Taviloğlu, “Dünyanın farklı yerlerinde özellikle sanatla ön plana çıkan şehirlerde büyük yaşam alanlarının bir kısmı müze olarak değerlendiriliyor. Performanslar yapılıyor, sanatçıların ve sanatseverlerin buluştuğu yerler oluyor. İstanbul’da yeni hayata geçecek projelerle görüşme halindeyiz” diyor.

Hürriyet, 01.07.2015

DEFİNE ARARKEN BORUYU PATLATTILAR

 

Bitlis’in Adilcevaz İlçesi'nde kaçak defineciler yaptıkları kazı sırasında içme suyu şebekesinin borusunu patlattı.

 

İlçenin Kaleboynu Mahallesi baraj mevkinde bulunan bir mağaranın önünde Kaçak define arayanların hayali hüsranla sonuçlandı. Mağara önünde kazı yapan defineciler, kazmayı su şebekesinin borusuna vurdu.  Patlayan borudan çıkan su çalışmaya engel olunca defineciler kaçtı. Su şebekesinin patlaması nedeniyle ilçenin Kaleboynu, Orta ve Hıdırşah Mahallesi’nin suları kesildi. Belediye ekipleri yaptıkları çalışmalar sonrası definecilerin kırdığı su borusunu bulup tamir ederek mahallelere yeniden su verdi.

Milliyet, 01.07.2015

PARİS 42 YIL SONRA GÖKDELEN İNŞASINA İZİN VERDİ

 

Fransa'nın başkenti Paris'te tartışmalara neden olan piramit şeklindeki gökdelen Triangle'ın inşaatına izin çıktı.

 

 

Paris Belediye Meclisi'nde yapılan oylamada, şehrin görüntüsünü bozacağı gerekçesiyle karşı çıkılan piramit şeklindeki Triangle gökdeleninin inşaatına onay verildi.

 

Yüksekliği 180 metre olacak cam görünümlü piramit gökdelen, 15. Paris'teki Porte de Versailles sergi salonlarının olduğu bölgeye dikilecek.

 

Paris'teki tek gökdelen Montparnasse Kulesi'nden 30 metre daha kısa olacak Triangle'ın inşaatına, şehrin tarihi dokusunu bozacağı gerekçesiyle karşı çıkılıyordu.

 

Kentte 1973'ten sonra inşa edilecek olan ilk gökdelen Triangle'da 4 yıldızlı bir otel, konferans ve konser salonları, kültürel alanlar ve özel ofisler yer alacak. Kuş Yuvası adıyla bilinen Pekin Olimpiyat Stadı'nı inşa eden firma tarafından yapılacak Triangle projesinin toplam maliyeti ise yaklaşık 500 milyon avro.

 

Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo tarafından desteklenen projeye, Belediye Meclisi'nde kasımda yapılan oylamada onay çıkmamıştı.

Yapı, 01.07.2015

TURİZMİN YENİ GÖZDESİ İZNİK'TE ANTİK MİRAS AYAĞA KALDIRILIYOR

 

 

Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı gibi 4 büyük medeniyetin izlerini taşıyan İznik, mevcut potansiyelini değerlendirerek tarih ve kültür turizminin önemli merkezleri arasında yer almak istiyor.

 

İnanç turizmi açısından birçok değere sahip ilçede tarihi ve kültürel miras çalışmalarına ağırlık verildi. Kültür Bakanlığı ile yapılan protokol kapsamında surlardan antik tiyatroya ve Roma Yolu’na kadar ilçedeki tüm eserler elden geçirilerek ayağa kaldırılacak. Bütün şehir yasasına göre görev alanında yer alan ilçede çalışmalara başlayan Bursa Büyükşehir Belediyesi, İznik’te öncelikli olarak İstanbul Kapı, Lefke Kapı, Yenişehir Kapı ve Göl Kapı gibi özellikli yapıları bünyesinde bulunduran 4 bin 700 metre uzunluğa sahip surları üzerindeki 238 burcuyla birlikte rekonstrüksiyona tabi tuttu. Sırasıyla Davud-i Kayseri Hazretleri’nin kabrini, Abdulvahap Tekkesi’ni, Rüstem Paşa Hanı’nı, Selçuk Hamamı’nı, Sarı Saltuk Türbesi’ni ve Yeşil Cami ’yi yenileyerek hizmete açacak olan Büyükşehir Belediyesi, ayrıca ilçede bir de çini müzesi kuracak. Romalılar’ın sahne anlamında Marmara Bölgesi’ndeki tek eseri olan 2000 yıllık amfi tiyatroyu ayağa kaldırmak için de faaliyetler başladı. Toplam uzunluğu 18 kilometre olan ve tarihi İhsaniye Köyü’nde başlayan Günbatımı Sırtı Parkuru da doğaseverler için endemik bitkilerin de bulunduğu önemli yürüyüş parkurlardan biri olarak düzenlendi. Hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar için evrensel bir değer niteliğinde olan İznik’in UNESCO listesinde yer alması için de çalışmalara başlandı. Bu yıl aday listeye alınan İznik, 160’ın üzerinde aday arasından ön sıralara yükselmeye çalışacak. 

 

İznik Gölü, cazibe merkezi olacak 

Türkiye’nin 5. büyük gölü olan İznik Gölü’nün de ilçenin turizm değerlerine önemli bir katkı sağlaması planlanıyor. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin tarihi miras çalışmaları kapsamında yaptığı hava çekimleri sırasında göl içinde görüntülenen 1500 yıllık batık bazilika Amerikan Arkeoloji Enstitüsü tarafından 2014 yılının en önemli 10 keşfi arasında gösterilirken, İznik’in ismi bu kez de gölde yapılacak gemi seferleri ile gündeme taşındı. İznik Gölü’ne getirilen Akşemseddin Gemisi’yle İznik- Orhangazi feribot seferleri planlanırken, turistik ve eğlence amaçlı olarak da faaliyet gösterecek. Gölde yapılan çalışmalar sırasında ortaya çıkartılan 1500 yıllık bazilika ise su altı müzesi haline getirilecek. 

 

İznik Ultra ile spor turizminden de pay alacak 

Macera Akademisi ve RaceSetter tarafından 17-19 Nisan tarihleri arasında İznik’te organize edilen İznik Ultra, her yıl artan sporcu sayısıyla ilçenin tanıtımına önemli bir katkı sağlıyor. Bursa Valiliği’nin himayesinde Asics sponsorluğunda gerçekleştirilen ve Türkiye’nin en önemli uluslararası ultra maratonu olma özelliğini taşıyan organizasyon ilk kez 2012 yılında 87 yarışmacıyla düzenlenmeye başlandı. İznik Ultra’ya geçen yıl 360 sporcu, bu yıl ise 26 ülkeden 500’ün üzerinde yerli ve yabancı sporcu katıldı. 3 gün süren yarışlarda 46 kilometrelik İznik Dağ Maratonu, 83 kilometrelik Orhangazi Ultra Maratonu ve 10 kilometrelik İznik koşuları yapılıyor. 

 

5 dakikalık bir mesafede Bitinya’yı, Roma’yı görebilirsiniz 

İlçede yapılacak yatırımlarla turizm hareketini artırmayı hedeflediklerini ifade eden İznik Belediye Başkanı Osman Sargın, “Tüm dünya insanlarını Kültür’lerin Kesiştiği Medeniyetler Başkenti İznik’e davet ediyoruz. İznik, Bitinya’nın, Roma’nın, Bizans’ın, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın başkenti. İznik tarihin başkenti. İznik’te yürüyüş adımları ile her 5 dakikalık bir mesafede Bitinya’yı, Roma’yı, Bizans’ı, Selçuklu’yu, Osmanlı’yı görebilirsiniz” dedi.

 

‘İznik turizmini ameliyat masasına aldık’

TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy da İznik’in tanıtım çalışmalarına el birliği ile başlanılacağını vurgulayarak, “İznik turizmini ameliyat masasına aldık. İznik tarihi bakımından bir moda kent değildir, marka kenttir. Bu markayı güzelleştirmeye, bu markanın şartlarını yerine getirmeye çalışacağız. Gelecekte İznik bizim için önemli bir destinasyon haline gelecek. Önümüzdeki aylarda da yapacağımız çalışmalarda İznik’i ön plana alacağız. Fuarlarımızda İznik’e yer vereceğiz. El sanatı olarak İznik Çinisini de ön planda tutmaya çalışacağız.”

Dünya, Haber: Esra Özarfat, 01.07.2015

TARİHİ ARASTA ÇARŞISI'NIN KURŞUNLARI ONARILIYOR

 

Edirne'de Selimiye Camii'ne bitişik olan Arasta Çarşısı'nın 225 metre uzunluğundaki kurşun kubbelerinde Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından onarım çalışması başlatıldı.

 

 

Yaklaşık 1 milyon 150 bin liraya mal olacak onarımda çatıdaki 150 ton ağırlığındaki kurşun tabakanın tamamı değiştirilecek.

 

Selimiye Camii'ne gelir sağlamak amacıyla Osmanlı döneminde yaptırılan 225 metre uzunluğunda, 73 kemeri, 4 kapısı ile 124 dükkanı bulunan tarihi Arasta Çarşısı kubbe kurşunları Vakıflar Edirne Bölge Müdürlüğü tarafından onarıma alındı. Ekim ayında tamamlanacak onarım için yaklaşık 1 milyon 150 bin lira harcanacağını ifade eden Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Osman Güneren, "Burası Selimiye Camii'nin hemen yanındaki bir işlek çarşı. Arastada yıllardır bir nem problemi vardı. Bu problemin bir kısmı geçtiğimiz aylarda çevre düzenleme çalışmasıyla giderildi. Bir de ayrıca çarşının kubbelerinde kurşunlarda bozulmalar vardı. Biz de Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak bu yılki yatırım programına aldık. Şu an kubbelerin üzerinde bulunan yaklaşık 150 ton ağırlığındaki kurşun tabakanın tamamı değiştiriyoruz. Mevsim şartları nedeniyle 120 gün içinde çalışmayı tamamlamayacağız. Kurşun tabakanın değişmesinin ardından burada nem probleminin giderilebileceğini düşünüyoruz" dedi.

Yapı, 01.07.2015

KANALİZASYON KAZISINDA ROMA DÖNEMİNE AİT KİREMİT MEZAR BULUNDU

 

 

Sakarya’nın Hendek İlçesi'nde kanalizasyon kazısı sırasında geç Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen kiremit mezar bulundu.

 

Sakarya Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (SASKİ) ekiplerinin Rasimpaşa Mahallesi 6600 Sokak’ta yaptığı kanalizasyon kazısı sırasında, Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen kiremit mezar bulunması üzerine çalışmalar durduruldu. Sakarya Müze Müdürlüğü’ne haber verildi. Müzede görevli arkeolog ve ekibinin yaptığı ilk incelemede bir yetişkin ve çocuğa ait iki adet kiremit mezar ortaya çıkarıldı. Yetkililer, kazı çalışması sırasında ortaya çıkan kiremit mezarın geç Roma dönemine ait olabileceğini belirtti. Alanda kazı çalışmaları devam ediyor.

haberler.com, 01.07.2015

OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN FETİH OKLARI

 

 

Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Erol Altınsapan tarafından Osmanlı Beyliği’nin ilk fethini gerçekleştirdiği ve hutbe okuttuğu Karacahisar Kalesi’ndeki kazıda bulunan ok uçlarının, kalenin 1288’de Bizanslılardan fethedilirken kullanıldığı belirlendi.

 

     

 

Kazı Grubu Başkanı Altınsapan, ilk kez 1999’da tarihçi Prof.Dr. Halil İnalcık ve Prof.Dr. Ebru Parman tarafından başlatılan çalışmaları 2011’den bu yana kendilerinin sürdürdüğünü söyledi. Altınsapan, “Kazı yaptığımız alandan 90 ok ucu çıktı. Kazının sonuçlarını bilim dünyasına tanıtmak istiyoruz” dedi.




Habertürk, 30.06.2015

GÖLYAZI VE ULUABAT GÖLÜ ÇEVRESİ KORUMA ALTINA ALINACAK

 

Bursa Valiliği ile Nilüfer Belediyesi arasında kentin en önemli turizm bölgelerinden Gölyazı'daki tarihi alanların ve doğal sit alanlarının turizme kazandırılabilmesi için protokol imzalandı. Gölyazı Mahallesi'nin eksikliklerinin giderilmesi ve turizmden hak ettiği payı alması için yapılan protokol ile sadece Gölyazı Mahallesi değil, Uluabat Gölü ve çevresi de koruma altına alınacak.

 

Vali Münir Karaloğlu, makamında düzenlenen protokol imza töreninde yaptığı konuşmada, Gölyazı Mahallesi'nin hak ettiği yere gelmesi için yapılan çalışmaların devam ettiğini söyledi.

 

Gölyazı'nın kent için önemli bir değer olduğunu belirten Karaloğlu, "Hem yerel hem ulusal hem de uluslararası faaliyetlerimizde en fazla ilgi çeken tanıtımlarımız, Gölyazı ile ilgili. İnsanların müthiş bir ilgisi var. Tabii Gölyazı'yı her şeyiyle birlikte korumamız lazım. Öncelikle Uluabat Gölü'nü, onunla aynı anda gölün kenarındaki bütün köyleri kendi doğasıyla ve öz dokusuyla korumamız lazım" diye konuştu.

 

Karaloğlu, Gölyazı'nın dünyada çok fazla örneği olmadığını ifade ederek, "Şu anda bizim kıyı kanunumuz ile orayı yönetme şansınız yok. Orada yapılacak işlerimiz çok. İnşallah bundan sonra Gölyazı'da yapacağımız daha iyi bir koordinasyonla daha bütüncül bir anlayışla sorunları hızla çözeriz" dedi.

 

Karaloğlu'na teşekkür eden Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey de Gölyazı'nın turizm potansiyelinin yüksek olduğunu, yapılan protokolle işlerin daha hızlı yürüyeceğini dile getirdi.

Habertürk, 30.06.2015

KUTSALLIK ATFEDİLİNCE SELİMİYE CAMİİ'NDEKİ FISKİYENİN SUYU KESİLDİ

 

 

Edirne'de bulunan tarihi Selimiye Camii'nin asırlardan beri akan fıskıye suyu kesildi. Mimar Sinan'ın ustalık eseri olan ve 29 Haziran 2011 tarihinde UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne giren caminin müezzin mahfilinin altında bir fıskiye bulunuyor.

 

Caminin hizmete açıldığı 1575 tarihinden bu yana fıskiyeden su akıyor. Camiye gelen ziyaretçiler bu sudan içerek ibadetlerini yapıyor ve ziyaretlerini tamamlıyor. Ancak bazı ziyaretçilerin suya kutsiyet atfetmesi, halıların ıslanması ve kötü kokunun yayılması sebebiyle fıskiyenin suyu kesildi. Edirne Valisi Dursun Ali Şahin'in talimatıyla kesilen suyun açılıp açılmaması iki yıl sonra caminin içinde başlatılması planlanan restorasyonun ardından değerlendirilecek. Valiliğin kararı, camiye gelen bazı ziyaretçileri üzdü. Camiyi ziyarete gelen İmran Sayacılar adlı vatandaş, yaşlıların bu suya zemzem suyu dediğini belirterek yine de suyun kesilmesini istemediğini ifade etti. Sayacılar, “Suyu akıtsınlar, günah. Hele hele cuma günü sala ile ezan arası çok rağbet var. Buradan içiyoruz. Zemzem suyu diyorlardı yaşlılarımız. Biz de böyle inanıyoruz.” diye konuştu. Edirne Valisi Dursun Ali Şahin ise şadırvan suyunun kendi talimatıyla kesildiğini söyledi. Suyun camide kötü koku yaptığını belirten Şahin, şöyle konuştu:

 

“Bir de bazıları kutsal diye onu alıyor, götürüyor. Bazı gerekçeleri var kapatılmasının. En önemlisi o kötü koku önlendi. Halılar ıslanıyordu. Sonra kuruması da problem oluyordu.” Bu gerekçelerden dolayı suyun kapatıldığını dile getiren Vali Şahin, “Zemzemin dışındaki sulara zemzem denmez. Dolayısıyla orayı kapatırdık. Şimdi gayet güzel oldu. Caminin iç kısmı restorasyona girecek. Sanırım iki yıl içerisinde restorasyona girer. O restorasyon sonrasında sanıyorum değerlendirilir.” diye konuştu.

Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 30.06.2015

KARKAMIŞ ANTİK KENTİNDEKİ KAZILAR

 

 

Suriye sınırının sıfır noktasındaki Karkamış antik kentinde sürdürülen kazı çalışmaları sonucunda bulunan eserler kamuoyuna tanıtıldı.

 

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, belediye meclis salonunda düzenlenen toplantıda, uygarlık tarihinin Anadolu olmadan yazılamayacağını söyledi.

 

Bölgenin en önemli merkezlerinden birisinin de Gaziantep olduğunu belirten Şahin, "Bütün medeniyetlerin en zengin dönemleri bu topraklarda yaşanmış. Bastığımız toprakların altında büyük bir medeniyet, büyük bir kültürel miras var. Bu kültürel mirasın kıymetini bilmek en büyük görevlerimizden birisi" dedi.

 

Gaziantep'i küresel bir şehir haline dönüştürmek istediklerini ifade eden Şahin, arkeoloji ve gastronomi turizminde büyük hedefleri olduğunu vurguladı.

 

Şehirde 5 ayrı antik kentte aynı anda kazı çalışması yapıldığını dile getiren Şahin, şunları söyledi:

"Sanayiyi sanatla taçlandıramazsak, sanayinin altyapısını kültürel hazinemizle birleştiremezsek bir şeyler eksik kalacak. Anadolu'nun bütün hazinelerinin merkezi, Gaziantep'te kurulacak Arkeoloji Enstitüsü ile bütün dünyaya tanıtılacak. Dünya tarihi yazılırken eksik kalmış noktaları hızlı bir şekilde açığa çıkarmak istiyoruz." 

 

Zeugma Mozaik Müzesi karşısına Karkamış müzesi yapmak için çalışmalara başladıklarını kaydeden Şahin, ayrıca antik kentlerin belgesellerini de hazırlamak istediklerini ifade etti.

 

Karkamış ekibi için kazıevi ve Arkeolojik Araştırma Merkezi yaptıklarını aktaran Şahin, Suriye'de yaşanan savaşın kazı çalışmalarına engel olmaması için de antik kent etrafında duvar örüleceğini kaydetti.

 

Şahin, konuşmasının ardından kazı başkanı Nicolo Marchetti'ye "fahri hemşehri" beratı verdi.

 

Toplantıda daha sonra Marchetti ve Yrd. Doç.Dr. Hasan Peker, çalışmalarda çıkan tarihi eserler hakkında slayt eşliğinde bilgi verdi.

 

Gazeteciler, toplantının ardından Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'nce Karkamış'ta yaptırılan kazıevi ve Arkeolojik Araştırma Merkezi'ni gezdi.

 

Çıkarılan eserler arasında çeşitli heykeller, kireç taşından yabani dağ keçisi heykeli, bazalt üzerinde aslan tasviri, Asur Kralı 2. Sargon'un sarayının bir bölümü ve 14 metre derinliğinde bir kuyu ve kuyu içerisinden çıkarılan çivi yazılı belgeler dikkati çekti.

Radikal, 29.06.2015

 

******


IŞİD PARÇALARKEN ONLAR BİRLEŞTİRDİ

 

 

Savaşın eşiğindeki Karkamış dünya kültür tarihine yepyeni bilgiler sunuyor. IŞİD tehdidi altındaki Gaziantep’in Suriye sınırında inanılmaz bir bilimsel çalışma sürdürülüyor. Güvenlik nedeniyle antik kenti gezmemize izin verilmedi.

 

Yarısı IŞİD bölgesinde diğer yarısı Türkiye sınırında olan Karkamış antik kentinde bir süredir devam eden arkeolojik kazılarda eşsiz kültür varlıkları tespit edildi. Yürüyen aslan, bir kanatlı boğa ve kanatlı keçi tanrı ortostatı  bulundu. Ayrıca bölge tarihi açısından çok önemli olacak II. Sargon dönemine ait bir çivi yazılı silindir tablet kazı alanındaki kuyunun içinde ele geçirildi.

 

 

5 ANTİK KENT RESTORASYONU
Bu yıl 27 Nisan’da başlayan arkeolojik kazılar silahların gölgesinde yapılıyor. Kazı alanının yanı başı İŞİD militanlarının kontrolünde. 27 Haziran’a kadar süren 2 aylık 1. Dönem kazıları Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin sponsorluğunda sürüyor. Belediye binasında yapılan basın toplantısında Başkan Fatma Şahin, dünya uygarlık tarihinin Anadolu olmadan yazılamayacağını belirterek, ‘’Bastığımız toprakların altında büyük bir kültürel miras var. 5 antik kenti aynı anda restore edip bilimsel kazı yapan başka bir şehir yok. Çünkü 5 antik kenti olan başka şehir yok’’ dedi.

 

 

3 ÜNİVERSİTE
Karkamış antik kenti kazıları 2011 yılında mayınların temizlenmesi ile başladı. Antik kent demir yolu hattı ile ikiye bölünmüş durumda. Antik kentin en önemli kısmı (55 hektar) Türkiye’de kalırken, dış kentin bir bölümü (35 hektar) şimdi Suriye tarafında kaldı.  Kazıları Bolonya Üniversitesi’nden Prof.Dr. Nicolò Marchetti, İstanbul Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Hasan Peker ve Gaziantep Üniversitesi ortaklaşa sürdürüyor. Tunç, demir çağları ile Roma dönemi kapsamlı bir şekilde araştırılıyor. Luvi, Hitit ve Asur dönemlerini kapsayan arkeolojik kazılarda MÖ 5000’li yıllara kadar gidildi.

 

 

KEÇİ TANRI BİR İLK
Bu dönem kazılarında bölge tarihine ışık tutacak önemli buluntular elde edildi. Kazılar aşağı saray bölgesinde sürdürüldü. MÖ 900’de inşa edilen Katuwa’nın Sarayı yüksek bir platform üzerine inşa edilmiş, büyük heykelli levhalarla süslenmişti . Büyük binanın içerisinde yürütülen kazılarda 2 ana yerleşim evresi tespit edildi.  MÖ 717’de Karkamış’ı ele geçirdikten sonra II. Sargon’un, Katuwa’nın sarayını tamamıyla yeniden düzenlediği anlaşıldı. Eski evre için ceylan taşıyanların betimlendiği 5 ortostat (anıtsal yapılarda cephelerin alt kısımlarını korumak için kullanılan kabartmalı taş blok ve levhalar) 2014 yılında bulunmuştu.  2015 yılında üç adet daha tam ortostat yanı sıra konular arasında oldukça hasarlı aslan-boğa ve onlarca parçaya ayrılmış karışık yaratık bulundu.. 2015 ortostatlarının tasvirleri yürüyen aslan, bir kanatlı boğa ve kanatlı keçi-tanrıdır. Bunların tümü yüksek sanatsal kalitede olup sakallı insan yüzlü keçi-tanrı Yeni Hitit sanatında eşsiz bir örnektir.

 

 

YAZITLAR ÇOK ÖNEMLİ
Ayrıca saray kazılarında 14 metre derinliğe ulaşan ağzında yekpare kare bir taş olan kuyu kazıldı. Kuyu kazılarından hesap taşları (Ziyaret Tepe’de de bulunanlar gibi), tunç ve taş kaplar, demir zırh parçaları, benzeri olmayan II. Sargon’a ait çivi yazılı kil silindir bulundu. Saray alanında yazıtlar bölgenin tarihi için önemli bir yenilik getirdi.  Metin yeni bir Fırat yolu ve Karkamış’ı ele geçirmesi, “batılı” tarzda bir saray yaptırmasını da içeren çeşitli inşaat faaliyetler hakkında bilgiler veriyor. 

 


Radikal, Haber: Ömer Erbil, 30.06.2015

METROPOLİS ANTİK KENTİ ORTA ÇAĞ'IN KAPILARINI ARALIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve Sabancı Vakfı'nın destek verdiği Metropolis Antik Kenti kazı çalışmaları Celal Bayar Üniversitesi işbirliğinde 25 yıldır elde edilen bulgularla tarihin izini sürmeye devam ediyor.

MESEDER (Metropolis Sevenler Derneği) ve Torbalı Belediyesi ile yurt içi ve yurt dışından farklı üniversitelerin de katkı verdiği arkeolojik alan çalışmaları Manisa Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek başkanlığında 1 Temmuz'da başlıyor.

Metropolis antik kenti kazı çalışmalarında bugüne kadar Türkiye ve dünya arkeoloji dünyasını heyecanlandıran birçok yeni buluntu ve eser gün yüzüne çıkartıldı. Hellenistik döneme ait Antik Tiyatro ve Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilen hamam ve palaestra (Spor Alanı) kompleksi, mozaikli salon, peristyl ev, dükkanlar, genel tuvalet, sokaklar gibi antik kent dokusunu oluşturan yapılar ve mekanların bulunması iki bin yıl öncesinin toplumsal yaşamına yönelik ipuçlarını da ortaya çıkarttı.

Anadolu'nun en özgün yapılarından biri...
2008 yılından bu yana kazı çalışmaları devam eden Roma Hamamı Palaestra Kompleksi'nin 2015 kazı sezonu itibariyle tamamlanması planlanıyor. Kompleks, yedi yıldır zengin buluntularıyla ve özgün mimari dokusuyla Metropolis antik kentinin en önemli yapılarının başında geliyor. Ayrıca, ölçüleri ve mimari özellikleri bakımından Anadolu'nun en özgün yapılarından biri olma özelliği taşıyor. Yapının sahip olduğu mozaik işçiliği ve zengin bezeme çeşitliliği Roma Dönemi'nin tüm özelliklerini sergiliyor.

Her yıl aynı heyecanla ve merakla kazılara başladıklarını belirten Kazı Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek ''Metropolis antik kentinde sürdürülen arkeolojik araştırma ve kazıların 25. yılına girerken kentin böylesine merkezi bir yapısını tamamen gün yüzüne çıkartmak bizler için büyük bir onur ve gurur kaynağıdır. '' dedi.

Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan ise konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Metropolis'te yapılan çalışmalarla her yıl Anadolu tarihi açısından büyük önem taşıyan bulgulara ulaşıldığını belirterek “Kazılar süresince gün yüzüne çıkan her bir parça Türkiye'de ve dünyada tarih severleri heyecanlandırdı, tarihin bir dönemine ışık tuttu. Sabancı Vakfı olarak bu projeyle yaklaşık 2 bin beş yüz yıllık bir tarihin ülkemizin kültürüne ve turizmine de kazandırılmasına destek olmaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz. '' dedi.

Bu yıl, Anadolu'nun iyi korunmuş tiyatrolardan biri olan Metropolis tiyatrosunda temizlik, düzenleme faaliyetlerinin yanı sıra Orta Kent'te ve Akropol'de kazı faaliyetleri de devam edecek.

Metropolis Hakkında
1990'dan bu yana sürdürülen kazılarla gün ışığına çıkarılmaya çalışılan Metropolis Antik Kenti, İzmir'in Torbalı İlçesine bağlı Yeniköy ve Özbey mahalleleri arasında yer alıyor. Metropolis'in tarihi, kentin yakınlarındaki Geç Neolitik Çağ'daki ilk yerleşim izlerinden Klasik Çağ'a, Hellenistik Çağ'dan Roma ve Bizans dönemlerine, Beylikler ve Osmanlı tarihine kadar uzanıyor.

Bugüne kadar yapılan kazılar sonunda Hellenistik Döneme ait Antik Tiyatro, Bouleuterion (Meclis Binası), Stoa (Sütunlu Galeri) ile Roma İmparatorluğu Dönemi'nde inşa edilen iki hamam yapısı, hamam ve palaestra (Spor Alanı) kompleksi, Mozaikli Salon, Peristyl Ev, Dükkanlar, Genel Tuvalet, Sokaklar gibi antik kent dokusunu oluşturan yapılar ve mekanlar bulundu. Ayrıca bu mekanların kazı çalışmaları sırasında seramik, sikke, cam, mimari parçalar, figürler, heykeller, kemik ve fildişi eserler, pithos (depolama küpü) ve birçok Hellenistik Dönem seramikleri ile maden eserlerden oluşan 11 binin üzerinde tarihi eser gün yüzüne çıkartıldı. Kazılarda elde edilen eserler, bugün İzmir Arkeoloji, İzmir Tarih ve Sanat ile Selçuk Efes müzelerinde sergileniyor.

turizmhaberleri.com, 29.06.2015

NEANDERTHAL İNSAN BİLİM İNSANLARINI ŞAŞIRTTI

 

 

Günümüzden 35-40 bin yıl önce, modern insanlar Avrupa 'nın her tarafına yayıldılar. Aynı zamanda, Neanderthaller kıtadan yok oldular - Homo sapiens ırkıyla karışmadan önce değil. Yakın zamanda yapılmış bir araştırma, bugün yaşayan bütün Afrikalı olmayan insanların genlerinin yüzde 1-3'ü oranında Neanderthal soyunun genetik izini muhafaza ettiklerini ortaya çıkardı. Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, 40 bin yıl önce insan genomu, iki kat fazla Neanderthal DNA'sı içermiş olabilir.

 

Araştırmaya göre, Romanya limanlarında ortaya çıkarılan 40 bin yıllık insan kemiklerinden elde edilen genetik materyal yüzde 6-9 oranında Neanderthal DNA'sı içeriyor. Bu DNA'nın bir kısmının görece büyük 3 kromozom parçasında bulunması, bu kişinin sadece 4 ya da 6 kuşak öncesinde bir Neanderthal atası bulunduğunu gösteriyor. Bu çalışmaya dahil olmayan California Berkeley Üniversitesi'nden Popülasyon Genetikçisi Rasmus Nielsen, “Sonuçların oldukça açık olduğunu düşünüyorum ve sadece birkaç kuşak yakınında bir karışım buldukları için çok şanslılar” dedi.

 

Makaledeki kıdemli bir yazar olan Harvard Tıp Okulu'nda Popülasyon Genetikçisi David Reich, “Bu örneğin insanı hayrete düşürmesinin sebebi bunu bulacak kadar şanslı olmamız” ifadesini kullandı.

 

Reich ve arkadaşları, adını 2002 yılında modern insan iskelet kalıntılarının bulunduğu Romanya'nın bir bölgesinden alan Oase bireyinin çene kemiğinden elde edilen DNA'yı incelediler. İskelet kalıntılarının, bunun bir insan-Neanderthal karışımı olduğunu öne süren morfolojik özellikleri sürdürmesinden dolayı Reich böyle bir ilişki içerisinde genomu derinlemesine araştırmaya karar verdi. Dışsal DNA ile kirletilmesine rağmen, çene kemiği sıralanabilen DNA'yı yani araştırmacıların izole ve analiz ederek işleyecekleri içsel genetik materyalleri sağladı. Araştırmaya dahil olmayan Copenhagen Üniversite'sinden antik-DNA araştırmacısı Ludovic Orlando, The Scientist'e yazdığı e-postada, “Orada sadece yok denecek kadar az insan benzeri DNA materyali var. DNA'nın içinin zorluğundan başka, onun üzerinde Avrupa arkaplanından kaynaklanan çok büyük miktarda kirlilik seviyeleri var. Bu gerçekten samanlıkta iğne aramaya benziyor” diyor.

 

Bu bireyin kendi genetik materyalini çıkarmanın anahtarı, bulaşıcı DNA'yı ayıran biyoenformatik tekniklerde yatıyor. Çalışmaya dahil olmayan Illinois Üniversitesi'nden Moleküler Antropolog Ripan Malhi “Genomun içsel kısmını tespit etmek için yeni yaklaşımları kullanabildiler” diyor.

 

İLK BULGULAR DEĞİL

Yakın zamanda modern insanlar ve Neanderthaller arasında gerçekleşen bir çiftleşmeyi öneren kromozoma ait parçaların bulunmasına ek olarak, Reich ve çalışma arkadaşları, muhtemelen iki insan benzeri türün karışımına dair genomik kanıt buldular.

 

Bu araştırmacıların bulduğu, ilk insan-Neanderthal karışımı değil. Araştırmacılar günümüzde İsrail olarak adlandırılan bölgede gerçekleşen daha eski bir karışıma dair kanıt bulmuşlardı. Yeni sonuçlar gösteriyor ki Neanderthaller ve modern insanlar günümüzde Avrupa olarak isimlendirilen yerde karıştılar. Reich, “Bunun bu kadar heyecan verici olmasının sebebi, Neanderthal karışımının Avrupa'da da olduğunun kanıtı olması. Görünüşe göre modern insanlar Neanderthal bölgeleri boyunca hareket ederek o mesafe boyunca birçok kez onlarla karıştılar” diyor. Antik-DNA teknolojileri ve metodolojileri gelişmeye devam ederken, bilim insanlarının modern insanların evrimsel tarihini çözümleyecek daha fazla bilgiyi ortaya çıkarması olası. Peleontologlar, Neanderthallerle ortak atamızın morfolojik izlerini taşıyan birkaç iskelet kalıntısına sahip ve DNA'ya dayanan teknikler insan-Neanderthal karışımına ait daha fazla izin niceliğini belirliyor ve bu izleri doğruluyor. Moleküler Antropolog Ripan Malhi, “Doğu Avrasya'da bunun gibi bir başka birey daha bulmak beni şaşırtmayacak” diyor. Geleceğe doğru baktığımızda, antik-DNA arkaştırmacılarının erken insan evrimine dair daha fazla şeyi açıklığa kavuşturacağını söyleyebiliriz. Neilsen, “Homo erectus'a ait DNA elde edeceğimiz günü gerçekten dört gözle bekliyorum. Bu, gerçekten bizim insan evrimine dair bakış açımızı değiştirebilir” diyor.

Radikal, Kaynak: Bob Grant-The Scientist/Çeviri: Merve Kaçar - Evrensel, 29.06.2015

İNŞAAT KAZISINDAN ROMA DÖNEMİ SPROCU HEYKELİ ÇIKTI

 

 

Muğla’nın Milas İlçesi’ndeki bir inşaatın temel kazısı sırasında Roma dönemine ait sporcu ve gülle tutan bir el heykeli bulundu.

 

Milas’ın Atatürk Bulvarı’nda yer alan üçüncü derece sit alanı içerisinde geçtiğimiz yıl, bir inşaatın temelinde yapılan sondaj kazısı sırasında tarihi kalıntılar ortaya çıktı. Milas Müze Müdürlüğü kontrolünde yürütülen kurtarma kazılarında dolgu toprağın içinde bazı heykeller bulundu. Ünlü Yunan heykeltraş Lysoppos stilinde yapılan, 1 metre 43 santimetre boyunda, başı, sağ bacağı ve kolları eksik olan mermer heykelin MÖ 4’üncü yüzyılın sonları ya da MÖ 3’üncü yüzyılın başlarında yağıldığı tahmin ediliyor.

 

 

Yetkililer tarafından yapılan açıklamada, "MÖ 5’inci yüzyılda Polykleitos tarafından yapılmış gelişmiş kaslı, detayları daha keskin bir şekilde gösterilmiş olan çıplak erkek heykelleri Hellenistik Dönem’in erken yıllarında yapılan heykeller için temel ilham kaynağı olmuştur. Ancak, Milas’ta yeni bulunan bu heykel, klasik dönemin sert hatlarına karşın yumuşak ve daha doğal bir üslupta ele alınmıştır. Bu heykel, Lysippos’un MÖ 4’üncü yüzyılın sonlarına doğru yaptığı temizlenen sporcu heykeli ile büyük bir benzerlik göstermektedir. Sonuç olarak, abartıya kaçmayan kaslara sahip olan ince, uzun boylu, bu önemli çıplak sporcu heykeli için, erken Hellenistik Dönem’in bir Roma kopyasıdır denilebilir" ifadelerine yer verildi.

 

Milas Müzesi Müdürlüğü tarafından devam eden kazı çalışmalarında sporcu heykelinin eksik parçalarına da ulaşılacağı tahmin ediliyor.

Hürriyet, 29.06.2015

EFES VE DİYARBAKIR İÇİN GÖZLER BONN'DA

 

 

UNESCO Dünya Miras Komitesi 29 Haziran-8 Temmuz tarihleri arasında Almanya’nın Bonn kentinde toplanıyor. Efes ile Diyarbakır surlarının Kültür Mirası listesine alınıp alınmayacağı ile ilgili nihai karar buradan çıkacak.

 

Deutsche Welle Türkçe’nin haberine göre BM Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesi için bu yıl Türkiye’den iki aday var: Efes ile ‘Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı.‘

 

Almanya’nın Bonn kentinde 29 Haziran-8 Temmuz tarihleri arasında düzenlenecek Dünya Miras Komitesi’nin 39’uncu dönem toplantısında Dünya Miras Listesine dahil edilecek yeni doğal ve kültürel varlıklar karara bağlanacak.

 

Türkiye’den iki aday ile birlikte Kültür Mirası listesinde 31 aday bulunuyor. Bunun dışında beş doğal varlık ve hem doğal, hem kültürel özellik taşıyan bir aday bulunuyor. Komite ayrıca şu an listede bulunan 95 doğal ve kültürel varlığın korunma durumunu inceleyecek, Tehdit Altındaki Dünya Mirası listesindeki 46 yerin durumu da masaya yatırılacak.

 

Ev sahibi Almanya da Dünya Mirası Listesi için iki aday gösteriyor. Hamburg’un simgelerinden biri olan, liman bölgesindeki dünyanın en büyük bitişik bina kompleksi Speicherstadt ile Naumburg Katedrali, Kültür Mirası Listesine dahil edilmeyi bekliyor.

 

Türkiye'den bugüne kadar Dünya Miras Listesi'ne giren yerler ise şunlar: Göreme Tarihi Milli Parkı ve Kapadokya (1985), Divriği Ulu Camii ve Melike Turhan Darüşşifası (1985), İstanbul’un tarihi yerleri (1985), Hattuşaş (1986), Nemrut Dağı (1987), Hierapolis-Pamukkale (1988), Xantos - Letoon (1988), Safranbolu, Karabük (1994),Truva antik şehri (1998), Mardin, Midyat, Hasankeyf ve Batman (1998), Selimiye Camii ve Külliyesi (2011), Çatalhöyük kalıntıları (2012), Bergama ve Bursa-Cumalıkızık(2013).

Evrensel, 29.06.2015

ROMA MEZARLIĞINA LÜKS KONUT

 

 

Nikomedia döneminin akropolisi (yukarıda bulunan kenti) Bağçeşme’de yer alan Geç Roma ve Bizans dönemine ait nekropol (mezarlık) bölgesi yıllardır inşaat firmaları tarafından talan ediliyor. Müze Müdürlüğü, Anıtlar Kurulu ve belediyelerin denetimlerdeki eksiklerini fırsat bilen inşaat firmaları, yapılaşmaya açılan bölgelerde gece kazılarıyla tarihi mezarları çıkarıyor, temelini kazdıkları binalar için, sit alanı olması gereken arsaları tonlarca betona boğuyor.

 

Kocaeli’nin yaşadığı en büyük felaketlerden olan 1999 Marmara Depremi’nin ardından kayalık yapısıyla vatandaşların göz bebeği olan ve zengin yurttaşlar çekim merkezi haline gelen Bağçeşme’de yapılaşma göz açıp kapayıncaya kadar tamamlandı. 2003 yılında başlayan büyük sitelerin yapımı günümüze kadar sürdü.

 

Roma ve Bizans dönemlerine ait olduğu bilinen nekropol kalıntılarına son olarak Kent Konut tarafından inşa edilen Tuana Evleri inşa edildi. Çalışmaları büyük ölçüde tamamlanan Tuana Evleri’nin temel kazma çalışmaları sırasında birçok kalıntıya rastlanmış, konuyla ilgili Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Ayşe Çalık Ross kimi girişimlerde bulunmuş ancak dönemin İl Kültür Turizm Müdürü Adnan Zamburkan mezarlığın tahrip edilmediğini söyleyerek temel kazma çalışmalarının sürmesine izin vermişti.

 

Bölgedeki son tahribat Topçular Mahallesi Yazar Sokak’taki arsada yaşandı. Başlatılan çalışmalar kapsamında metrelerce derinlikte temel kazıldı.

 

Kent tarihçisi Yavuz Ulugün: “Bu alanda koruma kararını kim kaldırdı? Müze Müdürlüğü’nün kaldırma yetkisi var. Mezarlar olduğu gibi dururken böyle bir çalışmaya izin verilmesi mümkün değil. Yıllardır bu talana göz yumuluyor” dedi.

Birgün, Haber: Uğur Enç, 29.06.2015

 

 

http://www.tayproject.org/TAYBizansMar.fm$Retrieve?YerlesmeNo=20193&html=bizansdetailt.html&layout=web

KINALI ELLERİYLE TARİHE IŞIK TUTUYORLAR

 

 

Kütahya'da Roma dönemine ait antik kent, köylü kadınların desteğiyle gün ışığına çıkartılıyor. Uzman ekibe ikramlarda bulunan kadınlar, kazılarda da önemli rol alıyor.

 

Kütahya'nın Çavdarhisar İlçesi'nde Roma döneminden kalma Aizanoi antik kentinde kazılar devam ediyor. Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından sürdürülen kazılarda civar köylerde yaşayan kadınlar da görev alıyor. Kazı grubu başkanı olan ve aynı zamanda Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Elif Özer, 14 köylü kadının arkeoloji çalışmalarına katıldığını belirterek, "Köylü kadınlar çevreyi çok iyi biliyorlar. Önceleri gönüllü olarak ekibimize ev sahipliği yapıyorlardı. Bizi evlerine davet ettiler, ikramda bulundular. Daha sonra kazılara yardım etmeye başladılar. Bu işlere çok yatkınlar. Biz de bu çalışmaya istekli olduklarını göz önüne alarak kendilerini istihdam ettik. Verimli bir çalışma sergiliyorlar. Performanslarından memnunuz"dedi. 2011 yılından beri devam eden kazılarda önemli eserlere ulaşıldığını anlatan Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün "Aizanoi 3 bin yıllık bir geçmişe sahip. Roma İmparatorluğu döneminden kalma önemli bir kent. Dünyanın ilk borsası burada. Kraliçesi Berenike'nin 10 tonluk mermer lahdi bu kazılarda ortaya çıkarıldı" dedi.

Sabah, 28.06.2015

"TARİHİ ÇEŞMELERİN RESTORASYONUNA TALİBİZ"

 

Bir gün Prof.Dr. İlber Ortaylı kendine has üslubuyla Arzu Sabancı ve Zafer Kozanoğlu’na bir sohbet esnasında dönüp “Siz ikiniz neden ülke tarihimiz ve kültürümüzle ilgili bir dernek kurmuyorsunuz?” diye sorunca Etnik Popüler Sanatları Koruma ve Geliştirme Derneği’nin (Epos7) tohumları atılır. 2012’de kurulan derneğin ilk projeleri Topkapı Sarayı Bab-ı Selam bölümünün restorasyonu oldu. Biz de dernek başkanı Kozanoğlu ve Arzu Sabancı ile İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde buluştuk. 

 

Epos7’nin kuruluş amacı nedir?

Zafer Kozanoğlu: Etnik Popüler Sanatları Koruma ve Geliştirme Derneği’ni kültürel emanetleri korumak, kültürler arası güçlü bir köprü kurmak, toplumu özellikle de genç nesli sanat hakkında bilinçlendirmek amacıyla Prof.Dr. İlber Ortaylı ve Arzu Sabancı’yla birlikte kurduk. Epos, mitolojide “sanata dair söylenecek söz” anlamına gelir. Yapmak istediklerimizi tam anlamıyla ifade eden bu kelime. 

 

Biz kültürel değerlerimizin ne kadar farkındayız?

Arzu Sabancı: Ulus bilincimizin temelinde tarih ve kültürün önemi büyük. Sonuçta “Geçmişini bilmeyen geleceğini bilemez...” Kültür ve tarihimize sahip çıktığımız takdirde, gelecek nesillere insanlık tarihinin deneyimlerini aktarabiliriz. 

 

Ne gibi faaliyetlerde bulundunuz?

A.S.: Epos7 Derneği olarak bugüne kadar farkındalık yaratan birçok gezi ve seminer düzenledik. Şiirden sanata, tarihten arkeolojiye çok büyük bir yelpazede bilgi paylaşımına ve ruhsal zenginliğin güçlenmesine öncülük ettik. İlk etkinlik olarak Topkapı Sarayı Müzesi Konferans Salonu’nun restorasyonunu gerçekleştirdik. Ayrıca Sagalassos antik kentinin korunmasına destek verecek yeni “Sagalassos Dostları’’nı buluşturduk. Bugüne kadar sadece Türk arkeologların kısıtlı imkanlarla çalıştığı Stratonikeia antik kentine sahip çıktık. Bu beldenin UNESCO’nun dünya mirası aday listesine kabul edilmesini sağladık. 

 

Üzerinde çalıştığınız ilginç bir proje var.

Z.K.: “Arkeoloji Havuzu”... Bu projeyle genç arkeolog adaylarını yetiştirmeyi hedefliyoruz. Öğrencilere arkeoloji eğitimi vererek nasıl bir coğrafyada yaşadıklarını, arkeolojinin önemini ve kültürel mirasın korunması gerektiğini anlatıyoruz. Örneğin Mersin Silifke’de yaşayan gençler, Epos7 Arkeoloji Havuzu ekibi tarafından bölgenin tarihsel önemi hakkında bilinçlendiriliyor. Proje kapsamında seminerler, arkeolojik kazı çalışmaları ve atölye faaliyetleri gerçekleştirilip katılımcılara genç arkeolog adayı diploması veriliyor. Gelecekteki projelerimizden bahsedecek olursam, ilk olarak tarihi çeşmelerin restorasyonlarına talibiz. Belediyeler ile görüşmelerimiz devam ediyor. Bu çeşmeler hakkında katalog oluşturmayı planlıyoruz. 

 

Sizin aynı amaçla faaliyet gösteren diğer derneklerden farkınız nedir?

Z.K.: UNESCO’nun Türkiye’de bu dalda faaliyet gösteren ilk milli kulübüyüz. Başvuruda bulunduk, etkinliklerimiz değerlendirildi. Sonuç olarak çalışmalarımızın onların değerleriyle örtüştüğü kanısına vardılar ve UNESCO’nun “Milli Kulübü” seçildik. “Tarihimize sahip çıkmalıyız” algısını yarattığımıza inanıyorum. 

 

Peki ya devlet desteği?

A.S.: Kültür Bakanı Ömer Çelik her zaman ortak bir projede yer almaktan memnun olacaklarını belirtti. İstanbul Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü, Topkapı Sarayı ve Arkeoloji Müzesi Müdürlükleri, çeşitli belediyeler ve devlet üniversiteleri hep yanımızda.

Habertürk, Haber: Dilek Birgen, 28.06.2015

SANAT 2.3 SANİYEDEN KISA

 

 

Bir gün bir sanat fuarında koleksiyoncunun birine eski toprak bir soyut akım sanatçısının yeni keşfedilmiş bir tuvali gösterilip, fiyatının 100 bin doların altında olduğu fısıldanmış. Adam, “Şey, evet sanırım böyle bir tablodan keyif alırdım” demiş satıcıya, “fakir biri olsaydım...” Çağdaş sanat öyle pahalı bir şey haline geldi ki, üzerine düşünmek farz oldu. Şöyle ki; Wembley, Stade de France ya da New Jersey’deki Giants Stadium’da Wynton Marsalis Quartet’in çaldığını düşünün. Ortamda Gotik bir atmosfer yaratmak üzere bol bol beyaz duman, havai fişekler, devasa spotlar, 12 metre uzunluğunda hoparlörler hazır. Eller havada cep telefonu ve çakmak sallayan çığlık çığlığa 50 bin de insan olsun. Caz, böyle gürültülü, şişirilmiş ve gösterişli bir ortamda biraz ilgisiz ve mahcup görünebilir; hatta bundan zarar da görebilir. İşte çağdaş sanatın başına gelen de bu. Bir zamanlar sıcak ve samimi bir kulüpte, duyduklarını gerçekten özümseyen bir dinleyici kitlesine çalan bir trompetçi, piyanist, basçı ve davulcu vardı; şimdi, kitlelere heavy metal çalan bir grubun grotesk taklidine dönüştüler.

 

Bu durumun kökleri Andy Warhol ve pop-art’ın şaşalı yıllarına kadar gidiyor. O yıllarda sanatçılar için avangart olmanın önkoşulu öfkeli bir romantik veya acı çeken yalnız insan olmak değildi; modern bir dilbaz olmak iş görüyordu. Bir kuşak sonra Julian Schnabel ve David Salle, resmi, bol sıfırlı karlar elde edilebilecek bir iş haline getirdi. Kısa sürede çağdaş sanatçı olmak, senarist olmak kadar sıradan bir kariyer seçimi haline geldi. Bir akademisyenler ve uzmanlar ordusu reklam metni kıvamında inceleme yazıları, sanat katalogları hazırlamaya başladı. Şaşırtıcı bir şekilde, pek çok ticari sanat eserleri artık en az Van Gogh, Picasso çalışmaları kadar riskli ve çekici bulunuyordu.

 

BİR ESERE 2.3 SANİYE

Ardından galeri mahalleleri büyüdü, koleksiyonculara Medici prensleri muamelesi yapılmaya başlandı, sanat dergileri Vogue kadar kalınlaştı. Problemse, bu istatistiklerin özündeki boşluktu. Ciddi çağdaş sanatın esas seyircisi, bir yılda müze başına düşen milyonlarla ifade edilebilecek kadar çok değil. Büyük kalabalıklar, deyim yerindeyse Wynton Marsalis’i dinlemeye gelmiyor; o sahnedeki dumanı, havai fişekleri ve o büyük kalabalıkların bir parçası olmanın heyecanını yaşamaya geliyor. Müzelerle ilgili yapılan bir araştırmaya göre bir ziyaretçinin bir sanat eserine ortalama bakma süresi 2.3 saniyeymiş. Şimdi bu süre daha ne kadar kısalmış olabilir ki; bir göz kırpma kadar mı?

 

 

SOSYETE KENDİNİ SANATA VERDİ

Çağdaş sanat ürünleri satan ticari galeriler büyüdü, büyüdü ve hangarlara taşındı. Büyük bienal sergileri bugün artık sadece Venedik, Paris, Berlin ve New York’taki Whitney Müzesi gibi yerlerde değil; Makao, Sidney ve Güney Kore’nin Kwangju şehri gibi yerlerde de düzenleniyor. Her bir bienalde kilise pikniğine benzer yeni bir Aida prodüksiyonu ortaya çıkıyor. En kibar eser satıcısının bile ikinci el araba satıcısı gibi göründüğü ve en zengin koleksiyoncunun yaz indirimindeki bir alışveriş merkezine saldıran müdavimler gibi davrandığı, her şeyin bir arada satıldığı alışveriş karnavallarına benzeyen “sanat fuarları”nın sayısı çılgınca artıyor. Art Basel Miami jet sosyetenin o kadar ilgisini çekti ki, uydu fuarlar konteynırlarda mağaza açmaya başladı. Bir yandan da dünyanın en muhteşem ve parlak mimarları tarafından tasarlanan göz kamaştırıcı, pırıltılı yeni çağdaş sanat müzeleri, şimdiye dek kendi halinde yaşayıp giden İspanya’nın Bilbao kentinden başlayıp sağda solda mantar gibi üredi. Hatta koleksiyoncular bile müzeciliğe el attı. Londra’dan Charles Saatchi ve Miami’den Donald ve Mera Rubell, devasa boyutlarda ve artık müzeden başka bir yere sığamayacak çağdaş sanat koleksiyonlarını sergilemek için kendi müzelerini açtı. Hala hayatta olan ve açık arttırmaya çıkardıkları tek bir eser sayesinde milyon dolarlara hükmeden çağdaş sanatçı sayısı (orta yaşlarında olduklarını söylemeye bile gerek yok) 100’e yaklaştı.

 

Küresel ekonomik kriz eserlere talebi, fiyatları, dolayısıyla çağdaş sanatın fiyakasını biraz bozdu. Ama uzun vadede trend hala aynı. Yine de içinde bulunduğumuz uzatmalı ekonomik sarsıntının çağdaş sanat dünyasının aklını başına getireceğini düşünmek hoş olabilir. Aşırı pohpohlanan vasat müze sergilerinin sayısı biraz azalabilir. Bu epey idealist bir umut, fakat açgözlülük ve şatafat yerine idealizm her zaman en iyi sanatın ardındaki güç oldu. Böylece sanat dünyası sakinleri de birazcık daha hoş insanlar haline gelebilir; Wynton Marsalis gibi...

Habertürk, Haber: Peter Plagens, 28.06.2015

ŞİMDİ BU BİR SANAT MI?

 

Neredeyse son yüz yıldır güncel sanat üzerine bitmeyen bir tartışma 'Bu bir sanat mı? Yoksa çenemizi kaşıyıp en son kavramsal güncel sanat sergisini takdir ederken kendimizi aptal durumuna mı düşürüyoruz?' Cevaplar 'Pardon Neye Bakmıştınız'da...

 

 

“1972’de Londra’daki Tate Gallery, Amerikalı minimalist sanatçı Carl Andre’nin Eşdeğer VIII adlı heykelini satın aldı. 1966’da yapılmış olan heykel sanatçının talimatlarına göre iki tuğla yüksekliğinde dikdörtgen oluşturacak biçimde üst üste dizilmiş 120 ateş tuğlasından oluşuyordu...

 

Açık renk tuğlaların bir özelliği yoktu; tanesi üç beş kuruşa herhangi biri tarafından satın alınabilirlerdi. Ama onlar için Tate Gallery 2000 pounddan fazla ödemişti. Britanya basını topluca sinirlendi: ‘Ulusal servete ait nakti bir tuğla yığınına harcıyorlar’ diye bağırıyordu gazeteler. Entelektüel bir sanat dergisi olan Burlington Magasine bile ‘Tate çıldırdı mı?’ diye sordu...”

 

 

İngiltere’nin en önemli sanat editörü ve yazarlarından Will Gompertz’in ‘Pardon Neye Bakmıştınız? Modern Sanatın 150 yıllık Şaşırtıcı, Sarsıcı Kimi Zaman da Tuhaf Hikayesi’ (*) adlı kitabı bu satırlarla başlıyor.

 

Yazar, ‘Son otuz yılda ne oldu? Ne değişti? Neden modern ve güncel sanat genelde kötü bir şaka olarak görülmekten saygı duyulan ve tüm dünyada değer verilen bir şeye dönüştü diye soruyor. Ve sonra da cevabını kendi veriyor: Paranın bununla ilgisi var. Son on yıllar içinde çok büyük miktarlarda nakit sanat dünyasına aktı.

 

Gompertz’e göre “Fiyatlar, yeni para bulmuş bankerler ve gölgede oligarklar, hırslı taşralılar ve ‘Bir Bilbao da biz yaratalım diyen’ yani ünlerini dönüştürmek ve göz alıcı bir modern sanat galerisini hizmete sokarak profillerini de yükseltmek isteyen-turist yönelimli ülkelerce yükseltiliyor. Hepsi büyük bir bina almanın veya son model bir müze inşa etmenin işin kolay kısmı olduğunu anladılar; ziyaretçileri etkileyecek kısmen de olsa düzgün sanatla bu mekanları doldurmaktı zor olan. Bunun nedeni de iyi sanattan fazla olmamasıydı. Ve eğer erişilebilir yüksek kalitede ‘klasik’ modern sanat yoksa, bir sonraki en büyük şey, ‘güncel’ modern sanat, (yaşayan sanatçıların eserleri) olacaktır”.

 

 

Sonra, Amerikan pop sanatçısı Jeff Koons gibi A listesinde varsayılan sanatçıların yapıtlarının fiyatları engellenemez bir biçimde yükselir. Bir zamanlar sefalet çeken sanatçılar şimdi şöhretli arkadaşlar ve özel jetlerle dolaşarak sinema yıldızlarının aşina olduğu tuzaklara yakalanırlar.

Yirminci yüzyılın sonunda patlayan cilalı dergiler sektörü de bu yeni medya kurnazı sanatçı kuşağının kamusal profilini inşa etmekten çok mutludur. “Zengin ve güçlü insanların dolaştığı cafcaflı tasarım mekanlarda rengarenk yaratıcı insanları rengarenk sanatlarının yanı sıra dururken gösteren fotoğraflar, dergilerin arzulu okurlarının hevesle yalayıp yuttukları tipte dikizlemenin görsel ziyafetleri olur.”


Hatta Tate Gallery’nin, Tate üyeleri için hazırladığı dergisini Vogue dergisinin yayıncısı çıkarır. Bu gibi yayınlar, gazetelerin renkli ilaveleriyle birlikte, yeni trendy kozmopolit sanatçılar için aynı özelliklere sahip izleyici kitlesi yaratırlar:

 

“Günümüzde galerilere gidenlerin büyük kısmı yaşadıkları zamandan bahseden sanat istiyordu. Taze, dinamik ve heyecan verici olan sanat. Şimdi ve burada olan, onlar gibi bir sanat. Arzulanabilir ve modern. İçinde biraz Rock’n roll olan sanat. Yüksek sesli, isyankar, eğlendirici, karizmatik...”

 

“Evet, ama bu bir sanat mı? Yoksa bu sadece Duchampvari bir şaka mı? Çenemizi kaşıyıp en son kavramsal, güncel sanat sergisini ‘takdir ederken’ kendimizi aptal durumuna mı düşürüyoruz?” diyor Gompertz. Sonra da oturup aslında meselenin bu kadar basit olmadığını anlatıyor, 150 yıl öncesinden günümüze gelerek.

 

Gompertz son on yılını modern sanatın tuhaf ve büyüleyici dünyasında çalışarak geçirmiş. Yedi yıl Tate’te müdürlük yapmış. Dünyanın en büyük müzelerini, en az bilinen koleksiyonlarını gezmiş. Sanatçıların evlerinde bulunmuş, zenginlerin özel koleksiyonlarını incelemiş, eser koruma atölyelerini turlamış, milyonlarca dolarlık modern sanat müzayedelerini izlemiş. “Şimdi biraz bir şeyler biliyorum ama daha öğrenecek çok şey var. Benim keşfettiğim kadarıyla modern sanat hayatın en büyük zevklerinden biri” diyor.

 

Aslında modern sanatın ne olduğu üzerine İngiltere’de 40 yıl önce başlayan tartışmanın fitilini Duchamp 1917 yılında New York’ta ‘Çeşme/ pisuar’ adlı kışkırtıcı hazır nesnesiyle ateşlemişti. Her ne kadar Gompertz’in dediği gibi Duchamp, modern sanatı başlatan değil, hikayesinden çıkan bir isim olsa da etkisi modern sanatın tarihi boyunca her yerde hissedilir. Biraz da sayesinde bugün ‘sanat fikirdedir’ anlayışı yerleşmiştir.

 

Will Gompertz, modern sanatın öyküsünü mükemmele yakın bir akıcı dille sorguluyor, sürükleyici bir roman gibi elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Bir anlamda sanatın stand up’ını yapıyor ki bir dönem onu da yapmış ve bu kitap o gösteriden esinlenmiş. Hatta bazen hayallerini de devreye sokmuş.

 

En iyisi eğer güncel sanatın öyküsü sizi ilgilendiriyorsa empresyonizm, kübizm, fütürizm, bauhaus, sürrealizm, dadaizm gibi akımlardan, bu dönemlerdeki sanatçıların öncü ya da olay yaratan yapıtlarına her  detayı son derece basit, anlaşılır ve esprili bir dille anlatan bu kitaptan edinin derim.

 

Bu hafta listemde iki sanat kitabı Mustafa Özgülgen’in ‘Artistic Narrative of Technology’ ve Hasan Bülent Kahraman’ın ‘Bakmak Görmek Bir de Bilmek/ Çağdaş Sanat Dünyasında Hayatta Kalma Kılavuzu’ da vardı. Ancak Will Gompertz’in güncel sanata ilişkin saptamaları o kadar hepimizi ilgilendiriyor,  o kadar global sorunlar ki detaylandırarak paylaşmak istedim...
 

 (*) Will Gompertz, Pardon Neye Bakmıştınız / YKY Haziran 2015

Radikal, Yazı: Müge Akgün, 28.06.2015

MOĞOLİSTAN'DA YENİ KAZI ÇALIŞMASI TÜRK TARİHİNE IŞIK TUTACAK

 

 

Moğolistan’ın başkenti Ulanbator’a yaklaşık 50 kilometre uzaklıkta bulunan Nalayik bölgesinde Türk tarihine ışık tutacak yeni kazı çalışması başlayacak. Koruma altına alınan Tonyukuk anıtları alanında yapılacak kazıya Türk ve Moğol arkeologlar katılacak.

Dokuz Eylül Üniversitesi ile Moğolistan Bilimler Akademisi arasında geçtiğimiz Mayıs ayında konuyla ilgili protokol imzalandı. Dokuz Eylül Üniversitesi adına ve maddi desteğinde yapılacak olan kazılarda amaç; Bilge Tonyukuk’un anıt mezarına ulaşmak.

Dokuz Eylül Üniversitesi Kafkasya Orta Asya Arkeoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Abdullah Semih Güneri: “Bu önemli kazı izninin alınabilmesinde Altay Dağları bölgesindeki 13 yıllık çalışmalarımız ve Moğolistan Altay Araştırmaları Enstitüsü’nün de tek Türk üyesi olmam sağlamış olabilir. İlk planda kazmayı planladığımız kurganda (soylu mezarı) hiç birşey bulamayabiliriz. Ama bunca yıllık bölgedeki deneyimlerimiz bu kazılarda Türk Tarihi'ni aydınlatacak önemli bulgulara ulaşacağımızı bize haber veriyor” dedi.

Kazı çalışmaları önümüzdeki günlerde başlaması bekleniyor.

haberler.com, 27.06.2015

5 BİN 500 YILLIK PARMAK İZİ

 

 

Almanya'nın Fehmarn ile Danimarka'nın Lolland adalarını birleştirecek Femern Belt tünelinin inşası esnasında binlerce yıllık bir tarihi eser ortaya çıkarıldı. Altı düz, gövdesi ise huniye benzeyen seramiğin, kuzey-orta Avrupa'da 2800 ile 4000 bin yıl önce var olan 'funnel beaker' kültürüne ait olduğu düşünülüyor.

 

Lolland'ın güneyinde kalan kıyılarda bulunan seramik parçanın en ilgi çeken özelliği ise üzerinde binlerce yıl öncesine ait bir parmak izi bulunması.

 

Discovery News'e açıklama yapan Lolland-Faster Müzesi'nden arkeolog Marie Olesen, aynı bölgede geçtiğimiz yıl yine 5 bin yıl öncesine ait çakmataşından balta bulunduğunu belirtti. Baltanın çanak gibi eşyaları üretildiği yeri gösterdiği tahmin ediliyor.

 

Olsen, bilinçsizce seramik üzerinde bırakılan parmak izinin ise binlerce yıl önceki Avrupalıların yaşamlarına ışık tutan bir bilgi olduğunu belirtti.

 

Daha birçok iz bulunabilir

Yakın zamanda birçok arkeolojik delilin ortaya çıkarıldığı bölgede, Danimarkalı arkeologlar binlerce yıllık ayak izleri de bulmuştu. 

 

Arkeologlar, Lolland Adası civarında bulunan eserler sayesinde bölgede yaşamış olan halkın hayatını yavaş yavaş gözleri önünde canlandırabildiklerini belirtti. Tarımın 6 bin yıl önce başladığı bölgede ilk insanlar balık tutmada ustalaşmıştı.

Kaynak: Discovery News ve Al Jazeera, Fotoğraf: Line Marie Olesen, 27.06.2015

CAMİ RESTORASYONUNDA TARİH ÇIKTI

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, şehrin eski yerleşim alında yer alan Ulus Mahallesi’ndeki yapılan Cumhuriyet Camisi’nin restorasyonu sırasında alt katında eski yerleşim alanında birkaç su mahzeni ve mahzenin üst bölümünde ise keşfedilen bir mezarın hazreti İsa’nın havarilerinden birine ait olduğu iddia ediliyor.

 

Siirt Çevre Kültür Vakfı (ÇEKÜL) temsilcisi ve tarihi araştırmalar üzerinde çeşitli çalışmaları bulunan gazeteci Ayhan Mergen, Cumhuriyet Camisi’nin çok eskiye dayanan milattan öncesine kadar dayanan bir geçmişinin bulunduğunu söyledi. Mergen, "Siirt yapılan arkeolojik kazılarda 12 bin 500 yıllık geçmişiyle, birçok tarihi ve kültürün bağrında yetiştirmiştir. Bunlardan biri de ilimizin eski yerleşim alanlarında bulunan Ulus Mahallesi’ndeki Cumhuriyet Camisi’dir. Cumhuriyetin ilan edildiği tarihte restore edilerek bu bölgede cumhuriyet adını alan ilk cami özelliğini taşıyor. Yine cumhuriyet döneminin ilk yıllarında yapılan restorasyon sırasında caminin alt zemininde bulunan bir odada bir mezardaki kitabede; burada hazreti İsa’nın havarilerinden birinin yattığı şeklinde rivayet edilen kayıtlar ortaya çıkmış. Bugün o kitabeye rastlamak mümkün değil, ama mezar yerinde duruyor. Bu camimizin bir başka özelliği de Mustafa Kemal Atatürk’ün 1916 yılında ordu müfettişiyken Siirt’e gelişlerinde, bu caminin yanında bulunan bir evde ikamet ediyor. Yine ibaretlerini de bu camide yaptığı biliniyor. Nitekim bu yönde Siirt tarih kitaplarında kayıtlar da mevcuttur" dedi.

 

ÇEVREDE İKAMET EDENLER DE BU BİLGİLERİ DOĞRULUYOR

Cumhuriyet Camisi cemaatinden Ahmet Tekin (82) ise "Çok yıllar öne böyle bir rivayet vardı. Caminin ilk restorasyonu yapıldığı sırada ortaya çıkan mezarın yanında bulunan kitabe üzerinde, Mardin ve Midyat’ta araştırmada yapılarak söz konusu bilgilerde Siirt’te bulunan mezarın hazreti İsa’nın havarisi olduğu kayıtlarını doğruluyor. Ancak aradan geçen zamanda mezarla ilgili tek bir araştırma çalışması yapmadığı gibi kitabeye de ne olduğu yönünde kimse bir şey bilmiyor. Ama mezar hale duruyor. Çok önceleri kilise olan Cumhuriyet Camisi’nin altında bulunan birkaç su mahzeninin yer aldığı odadan camiye çıkan bir kapı sonraları keşfedildi ve halen o kapı duruyor" diye konuştu.

 

Restorasyon alışmalarını yerinde inceleyen Siirt İl Kültür ve Turizm Müdürü Remzi Uslu ise bulunan mezarın hazreti İsa’nın havarisine ait olduğu yönünde rivayet edildiğini, bu konuda sahih bir bilgiye ulaşmaya çalıştıklarını aktardı.

 

Mezarın milattan önceki yıllara ait olabileceğini aktaran mahalle sakinleri de, söz konusu mezarın araştırılması gerektiğini ifade etti.

Akşam, 27.06.2015

162 YIL ÖNCE AYASOFYA

 

 

1847'de Sultan Abdülmecid'in emriyle Ayasofya'yı restore eden İsviçreli mimar Fossati'nin, o yıllarda hazırladığı ve yine padişahın desteğiyle Londra'da bastırdığı “Aya Sofia Constantinople” adlı gravür kitabı 162 yıl sonra yeniden yayımlandı. Orijinal nüshası Osmanlı Arşivleri'nde bulunan eserde, cami olarak kullanılan Ayasofya'ya ait renkli çizimler yer alıyor.

 

Ayasofya Müzesi, İstan-bul'un fethinden sonra pek çok kez restore edildi ama en çok Abdülmecid Han döneminde yapılan restorasyon ile gündeme geldi. Padişah o devirdeki Avrupa devletleri ile olan siyasi münasebetleri de dikkate alarak 1847 yılında Rus Çarı'nın saray mimarı Gaspare Trajano Fossati'yi tamir işi ile görevlendirdi. İki yıl süren bu tamirat esnasında yaklaşık sekiz yüz işçi çalıştı. Bina neredeyse tamamen elden geçirildi. Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin yazdığı Lafzatullah, Peygamberimiz, Dört Halife ile Hasan ve Hüseyin efendilerimizin isimlerini tasvir eden levhalar asıldı. Camiye hünkar mahfili, muvakkithane ilave edildiği gibi Fatih devrinde yapılan medrese de baştan sona yenilendi.

 

Fossati bu tamirat esnasında mozaiklerin üzerini açarak krokiler halinde çizdiği resimleri bir albüm halinde bastırmak istemiş, fakat bu isteğinde başarılı olamamıştı (O mozaiklerden, altı kanatlı melek figürünün yer aldığı Serafim, 2009'da ortaya çıkarılmıştı). Bunun üzerine Ayasofya'nın içini ve dışını gösteren 25 adet çizim hazırladı. Kapağını Sultan Abdülmecid Han'ın tuğrası ile süslediği albümü 1852'de Londra'da bastırdı. Bu albüm üç farklı türde 380 adet yayımlandı: El işçiliğiyle hazırlanan kutulu büyük boydan 80, ciltli olarak tasarlanmış orta boydan 100 ve sulu boya ile hazırlanmış küçük boydan 200 adet yapıldı.

 

Mimar Fossati'nin 25 Mart 1853 tarihinde Hariciye Nazırı Rıfat Paşa'ya yazdığı mektubundan anlaşıldığına göre bu albümlerin biri Padişah'ın zatına, diğeri devlete hediye edildi. Abdülmecid Han da bu çalışmayı takdir amacıyla Fossati'yi bir pırlanta yüzükle mükafatlandırdı. Yine aynı mektuptan, saraya albümlerin el ile boyanmış olanlarından 10, büyük boy kağıt üzerine basılmışlarından 10 olmak üzere 20 adet albüm verildiği anlaşılıyor. Ancak bu albümlerin 15 tanesi satın alındı ve Amerikan elçiliğinin talebi üzerine bir tanesi Washington'da bulunan Meclis-i Maarif Kütüphanesi'ne hediye edildi. Satın alınan diğer albümler ise Ragıp Paşa Kütüphanesi'ne muhafaza edildi. 30 Aralık 1892 tarihinde Sultan İkinci Abdülhamid'in emri ile bu kütüphanede bulunan Ayasofya albümlerinden, Yıldız Sarayı, Erkan-ı Harbiye, Bahriye Dairesi, Hendesehane-i Mülkiye ve diğer kütüphanelere birer adet olmak üzere dağıtıldı. İşte o dağıtılan eserlerden bir tanesi, Sarayburnu Kitaplığı tarafından 162 yıl sonra yeniden yayımlandı. Orijinali Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'nde bulunan eserde, cami olarak kullanılan Ayasofya'ya ait renkli çizimler yer alıyor.

 

 

1836'da Petersburg'da ‘saray mimarı' unvanını alan Gaspare Fossati, 1831'de çıkan büyük Beyoğlu yangınında tamamen kül olan Rus Çarlığı'nın İstanbul'daki elçilik binasını yeniden inşa etmek için 1837'de İstanbul'a geldi. 1858'e kadar İstanbul'da kalan Fossati, kardeşi Giuseppe Fossati'nin de içinde bulunduğu yerli ve yabancı sanatçılardan oluşan geniş bir ekiple birçok yapı inşa etti ya da onardı. Bunlardan en önemlisi Ayasofya'ydı.

Zaman, 27.06.2015

"TAZMİNAT DEĞİL, İADE İSTİYORUZ"

 

Kilikya Ermeni Katolikosluğu, Adana'nın Kozan İlçesi'nde bulunan Azize Sofya Manastırı'nın ile bir kilisenin kalıntıları bulunan arazinin mülkiyetini geri almak için. Anayasa Mahkemesi'nde dava açtı. Avukat Cem Sofuoğlu, "Bu dava lehimize sonuçlanırsa diğer kilise ve manastırların mülkiyetinin iadesine örnek olacaktır" dedi.

 

 

Ermeni Soykırımı'nın 100. yılında birçok anma, konferans ve sivil toplum projesi yapıldı. Ancak gerçek adımları ya hukukçular ya siyasetçiler atacaktı. Her iki taraftan da bazı noktalarda buluşup 24 Nisan dışında pek de soykırımı gündemlerine almadılar. Uluslararası arenada soykırım yasa tasarıları veya inkar yasa tasarıları Nisan sonrasında hiçbir yerde neredeyse ne gündeme geldi ne de haber oldu. Sadece Belçika Parlamentosu 23-24 Haziran'da Ermeni soykırımının kabulü ile ilgili yasayı AP'nin 15 Nisan'da aldığı akrara dayanarak gündemine aldı.

 

İşte bu gelişmelerin gölgesinde bakılması gereken başka bir nokta da hukukçular idi. Onlar soykırımın kabulünden çok tazmini üzerinde çalışıyorlar. Türkiye ile ABD arasında yapılan 2. Lozan Antlaşması'ndan bu yana Türkiye aslında Ermeniler için kime ne kadar tazminat ödeyeceği üzerinden tartışmayı yürütüyor bir bakıma. Yani soykırıma soykırım denmemesinin en temel öğesi ödenecek tazminat ya da kaybedilecek toprak.

 

Bu yüzden de milliyetçi vatandaşın oy sandığına giden yolu 'toprak talebi', 'tazminat talebi' gibi söylemlerle avlanmaya çalışılıyor.

 

Ermeniler 2015'te güçlü bir dava dosyası ortaya koyabilmek için iki komisyon oluşturdular. Bunlar çeşitli aralıklarla Avrupa ve ABD'de toplantılar yaparak Ermeni davasını ortaya koymanın en uygun dilini aradılar ve 2014'te bir ön rapor yayınlayarak 100. yılda yapılması gerekenleri derlediler.

 

Bu raporlar sonrasında ilk harkete geçen dünyadaki üç büyük Ermeni Patrikliğinden biri olan Kilikya Katolikosluğu Türkiye'de Anayasa Mahkemesi'ne Kozan'da 600 yıldan fazla aktif olan ancak 1915'te kaybedilen Sis Katolikosluğu için bir dava açtı. Katolikos Aram I Haziran ayının ilk haftasonda Paris'te şunları söyledi: “Bu dava bir parça toprak elde etmeye yönelik bir çaba değil” diyerek Kilikya Katolikosluğu’nun dini, ulusal ve siyası anlamını ve onun ifade ettiği sembolik değeri vurguladı, bu davanın hakların geri alınması sürecinde bir ilk adım sayılması gerektiğini söyledi. Aram I, “taleplerimizi sunarken stratejik veriler uzmanlar tarafından ayrıntılarıyla incelendi. İnanıyoruz ki bu hukuk mücadelesi yeni ivmeler kazanacak ve yeni ufuklar açacaktır”.

 

Bu sözlerin va AYM'deki davanın takipçisi Aram I'in Türkiye'deki avukatı Cem Sofuoğlu bizler ve sizler için soykırımda inkar ve tazminat sorunu ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

 

Türkiye son dönemde sizi Kilikya Ermeni Patrikhanesi'nin Türkiye'den Sis Katolikosluğu'nun geri iadesini isteyen dava ile tanıdı. Bu dava temelde nedir? Kilikya Kaolikosluğu'nun talepleri neler?

Kilikya Ermeni Katolikosluğu, bugün Adana‘nın Kozan İlçesi'nde bulunan 1293 yılından 1915 yılına kadar Katolikosluğun dini ve kutsal merkezi olan, halen üzerinde Azize Sofya Manastırı'nın ve bir kilisenin kalıntıları bulunan arazinin mülkiyetini geri almak istemektedir. Anayasa Mahkemesi‘nde açmış olduğumuz davanın özü bu.

 

Bu arada, her ne kadar davada mülkiyetin iadesinin yanında 100 milyon TL tazminat talep edilmiş olsa da, bu AYM dilekçesinin hazırlamış olduğu formatı doldurmak zorunda olduğumuz bir hukuki bir zorunluluktu. Davamız hiç bir zaman bir tazminat talebine dayanmamaktadir. Bu davada yegane amacımız mülkiyeti geri almaktır.

 

AYM YEKTİ BELGESİNİ İSTEDİ

Bu talepler hukuken yerinde mi? Olumlu sonuçlanırsa ne olacak? Dava dosyasındaki son durum nedir?

Türkiye‘de yaşamayan bir kişi ya da kurum Türk Mahkemelerinde dava açabilir. Bu davanın özelliği mülkiyet iddiasinda bulunan Katolikosluğun buranın 600 yıldan fazla sahibi olması ve burayı kesintisiz kullanması. Konuyla ilgili deliller o kadar çok ki. En başta da Kozan'da halen duran kalıntılar en önemli delildir.

 

Bu dava lehimize sonuçlanırsa diğer kilise ve manastırların mülkiyetinin iadesine örnek olacaktır.

AYM son olarak bizden Katolikosluğun yetki belgesini istedi.

 

Dünyanın çeşitli yerlerinden uluslarası yargıçların da soykırım tanımları ve inkarı ile ilgili görüşlerini aldık. Sizin "soykırım inkarı"nı suç sayan yasalara bakış açınız nedir?

Bir insanlık suçu olan soykırımı inkar etmek elbette savunulamaz. Ama bazı ülkeler bu konuda özgürlükçü davranıyorlar. Örneğin ABD'nde ve Ingiltere'de Yahudi Soykırımı'nı yadsıyabilirsiniz. Bu ülkelerde soykırımı inkar suç değil. Soykırıma bulaşmış ve bu konuda eli kirli olan veya soykırımdan çok etkilenmiş olan Almanya, Avusturya, Fransa, gibi ülkelerde bu yasak. Ben özellikle ülkemizde mevcut olan antisemitizmi dikkate alarak, soykırımın inkarının suç olmasını savunuyorum.

 

Sizce Soykırımı inkar etmek bir hak mıdır yoksa bir hak ihlali midir? İnkarın cezası ne olmalıdır? 

Ben Ermeni Tehciri'nin bir soykırım olduğunu kabul ediyorum. Soykırım veya Genocide kelimesinin yaratıcısı Polonyalı hukukcu Raphael Lemkin'in, BM Soykırım Sözleşmesini hazırlarken Ermeni Tehciri'ne referans yaptığını ve bu olaydan faydalanarak sözleşmeyi hazirladigini ve bu kelimeyi yarattığını biliyorum. Onun gözünde de bu olay bir soykırımdır. Bu olayın Yahudi Soykırımı'ndan farkı, yaklaşık 30 yıl önce olması ve Uluslararası Nuremberg Mahkemesi gibi uluslararası bir mahkeme tarafından verilmiş bir karar bulunmamasıdır.

 

Anlatmaya çalıştığım bu hukuki argüman dolayısıyla, Ermeni Soykırımı'nın inkarını yasaklamanın hukuki bir mesnedi olmaktan çok politik bir mesnede dayanmaktadır.

 

NEFRET SUÇU VAR AMA AÇILMIŞ BİR TANE DAVA YOK

Türkiye gibi soykırımın devlet politikası haline geldiği bir ülkede inkarın cezası olabilir mi? İç hukuk yollarında Türkiye'de soykırımı inkar etmek "herhangi bir halkı aşağılamak" adına bir suç sayılabilir mi?

Bugünkü Ceza Yasamızda nefret suçu bulunmaktadır, ama bu suç ülkemizde hem de üst düzey politikacılar tarafından işlenmesine rağmen, henüz açılmış bir tane dahi dava yok. Bu durumu bir hukukçu olarak kınıyor ve ayıplıyorum.  Umarım yeni dönemde siyasi partiler ve savcılar bu konuya daha hassasiyet gösterirler.

 

(Bu röportaj Objective Araştırma Gazetecilik Programı'nın desteği ile hazırlanmıştır.)

Radikal, Haber: Aris Nalcı, 27.06.2015

TARİHİ KÜLLİYE DUVARINI YIKANLARA SORUŞTURMA

 

Bursa’nın Yenişehir İlçesi'ndeki Sinan Paşa Külliyesi’nin geçen ay başlatılan restorasyon çalışmalarında, araç ve malzeme girişini sağlamak amacıyla tarihi duvarın yıkılarak kapı açılmasıyla ilgili inceleme başlatan Kültür ve Turizm Bakanlığı, tescilli yapıya ait duvarın izinsiz yıkıldığını belirledi. Bakanlık yaptığı açıklamada, duvar yıkımını gerçekleştiren sorumlular hakkında 2863 sayılı yasa kapsamında yasal soruşturma açıldığı bildirildi.

 

 

Yapılan açıklamada, Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı Sinan Paşa Medresesi imzalanan protokolle Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edildiği belirtilerek, burada daha önce Koruma Kurulu’nca uygun bulunan projenin dışında herhangi bir uygulama yapılabilmesi için izin alınması gerektiği hatırlatıldı.

Milliyet, 27.06.2015

İNŞAAT KAZISINDA TARİHİ HEYKEL BULUNDU

 

 

Milas'ta bir inşaatın sondaj kazıları sırasında milattan önce 3. yüzyıla ait olduğu sanılan gülle atan sporcu heykeli bulundu.

 

İsmetpaşa Mahallesi'ndeki sit alanında, Milas Müze Müdürlüğü görevlilerinin gözetiminde özel izinle sürdürülen bir inşaatın sondaj kazıları sırasında heykele rastlandı. Müze yetkilileri, 143 santimetre boyundaki baş, kol ve bacaklarının bazı bölümleri bulunmayan heykelin ilk incelemelere göre Roma dönemine ait olduğunu belirledi.

 

Muhafaza edilmek üzere Milas Arkeoloji Müzesine götürülen heykelin eksik parçalarının bulunması için yetkililer tarafından kazı çalışması sürdürülüyor.

 

Milas Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgiye göre, heykelin, milattan önce 3. yüzyılın başlarında yaşayan ünlü Yunanlı heykeltraş Lysippos'un eserlerinden esinlenilerek yapıldığı düşünülüyor.

Anadolu Ajansı, Haber: Mutlu Hazer, 26.06.2015

KOMMAGENE SAVAŞÇISININ GİYSİSİ MÜZEDE

 

 

Perre antik kentindeki kazılarda bulunan Jupiter Dolichenus kabartmasındaki savaşçının elbisesinden esinlenerek  tasarlanan deri kıyafet Adıyaman Müzesi'nde sergileniyor.

 

Tasarımcı Filiz Can'ın 2016'da Nemrut Dağı'nda düzenleyeceği defile için hazırladığı savaşçı kıyafetinin ziyaretçilerin beğenisine sunulması nedeniyle müzede tören düzenlendi. 

 

Adıyaman Müze Müdürü Fehmi Eraslan, burada yaptığı konuşmada, sergilenen kıyafetin, 2001 yılında Perre antik kentindeki kazılarda ortaya çıkan Jupiter Dolichenus kabartmasından esinlenilerek hazırlandığını söyledi.

 

Müzedeki kabartmanın yanında sergilenen kıyafetin, 2016'da yapılacak defileye yönelik önemli bir çalışma olduğunu belirten Eraslan, bu sayede kafalarda defile hakkında somut bilgiler oluştuğunu kaydetti.

 

Tasarımcı Filiz Can da sergilenen tasarımı, Kommagene Uygarlığı dönemi kıyafetleri konsepti çerçevesinde 2016'da düzenlenecek defile için hazırladığını ifade etti.

 

Perre antik kenti nekropol kazılarında bulunan Jupiter Dolichenus'un kıyafetini deri malzeme kullanarak hazırladığını belirten Can, tasarımın sadece tanıtımda kullanılacağını dile getirdi.

 

Can, 2016 yılında yapılacak defile için çalışmalara kısa sürede başlayacağını sözlerine ekledi.

Radikal, 26.06.2015

PERGE'DE SON 3 YILDA 13 HEYKEL BULUNDU

 

 

Antalya'daki Perge antik kentinde son 3 yılda gerçekleştirilen kazılarda Roma imparatoru Caracalla ile Selene, Nemesis, Tykhe ve at heykelinin de yer aldığı, benzersiz sayılabilecek 13heykel bulundu.

Antalya şehir merkezinin 17 kilometre doğusunda, Aksu İlçesi sınırları içinde yer alan Perge antik kentinde 1946 yılından bu yana gün ışığına çıkarılan heykeller, Antalya Müzesi'ni "dünyanın en zengin Roma dönemi heykel müzelerinden biri" haline getirdi.

Perge Antik Kenti Kazı Başkanı ve Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2012 yılına kadar İstanbul Üniversitesince yürütülen Perge antik kenti kazılarının Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından müdürlüklerine verildiğini belirtti.

Demirel, 2012 yılından 2014'e kadar antik kentin batı caddesinin sonundaki nekropole (Arkeolojik şehirlerde mezarlıkların bulunduğu yer) açılan kapıya ulaştıklarını ifade ederek, "Bu çalışmalara özellikle bu yıl da devam ettik. Bozulmalar ve ziyaretçilerin rahat dolaşımı için kuzey-güney caddesinde geçmiş yıllardan beri oluşan alan rehabilitasyonuna önem verdik. Çalışmalarda bizi mutlu eden olaylardan biri de önemli eserlerin açığa çıktığı kuzey hamamının bitişiğindeki çeşme yapısıydı. Bu çeşme yapısının içerisindeki kazı sonrası Caracalla heykeli çıktı. Caracalla heykeli, dünyada bütün olarak ele geçmiş tek örnek" diye konuştu.

Alandan çıkan heykeller arasında mitolojik tanrı ve tanrıçaların yanı sıra at heykeli ve bir de Afrodit heykeli olduğuna dikkati çeken Demirel, bu eserlerin sergilenmesi için Antalya Müze Müdürlüğü'nde oluşturulan Perge Salonu'nun 18 Mayıs Müzeler Günü'nde Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik tarafından açıldığını anımsattı.

Son 3 yılda çıkarılan heykeller

İmparator Caracalla Heykeli: Milattan sonra 188-217 yıllarında hüküm sürmüş Roma İmparatoru Caracalla'ya ait heykel. Yaklaşık 2 metre 20 santim yüksekliğindeki heykel, imparatorun günümüze kadar bütün olarak ulaşan tek heykelidir.

At Heykeli: Batı Caddesi F5 Çeşmesi önününde bulunan 1 metre 40 santim yüksekliğindeki heykelde, atın anatomik detayları ince bir işçilikle verilmiş ve oldukça gerçekçi şekilde betimlendi.

Selene Heykeli: Hyperion ve Theia'nın kızı, Güneş Tanrısı Helios ile Şafak Tanrıçası Eos'un kardeşi olan Selene, ay tanrıçasıdır. Heykel, 2 metre yüksekliğindedir.

Nemesis Heykeli: Gece Tanrıçası Nyks'nin kızıdır. 1 metre 70 santim yüksekliğindeki heykelde tanrıça, bir omuzu açıkta bırakan şeffaf, ince kumaşlı bir elbise giyiyor.

Tykhe Heykeli: Latince adı Fortuna olan Tykhe, kader tanrıçasıdır. Başında tacı bulunan, sol elinde bir bereket boynuzu taşıyan heykel, onurlandırılmış bir kişi ve Perge Şehir Tanrıçası'dır.

Helios Heykeli: Hyperion ve Theia'nın oğlu olan Helios, güneş tanrısıdır. Apollon'a benzetilen tanrı güçlü, yakışıklı bir delikanlı olarak tasvir edildi.

Asklepios Heykeli: Apollon'un oğlu olan Asklepios, sağlık tanrısıdır. Sağ omuzdan itibaren vücudu açıkta bırakan elbise giyen heykel, sol elinde asasını, sağ elinde de bir ilaç tabağı tutuyor.

Afrodite Heykeli 1: Aşk ve güzellik tanrıçasıdır. Gövde bir bütün halinde, baş, sağ el, sol kol, bacak, ayaklar ve kaide ayrı ayrı parçalar halinde bulundu ve birleştirildi.

Afrodite Heykeli 2: Havuz içinde bulunan heykel, 1 metre 60 santim yüksekliğindedir. Afrodite, çıplak olarak, üzerine giysisi atılmış olan banyo kabına dayanmış şekilde betimlenmiştir.

Rahip Heykeli: Heykelin boynunda başları önde birleşmiş iki yılan kabartması yer alıyor. Giyimli ve başı örtülü olan heykelin sağ elinde bereket boynuzu bulunuyor.

Athena Heykeli: Athena, zeka, sanat, strateji, ilham ve barış tanrıçasıdır. Giyimli ve zırhlı şekilde betimlenen heykel, zengin elbise kıvrımları ve detayları ile de özenli bir işçilik gösteriyor.

Giyimli Kadın Heykeli: Ayaklara kadar dökülen altta bir elbise, üzerine de kalın bir manto giyen heykel, başsız olarak açığa çıkarıldı.

Giyimli Erkek Heykeli: Sol kolundan elbise tomarı sarkan ve elinde ucu yukarı doğru bakan bir kılıç tutan başsız heykelin kim olduğu henüz bilinmiyor.

Sabah, 26.06.2015

"TARİHİ SİT KARARININ KALDIRILMASI KABUL EDİLEMEZ"

 

Danıştayın kararı ile ilgili Mimarlar Odası Ankara Şube Yöneticileri, “Danıştay 14. Daire'nin kararı henüz bize tebliğ edilmedi. Bilirkişi raporlarına rağmen bu doğrultuda bir karar verilmiş ise bu karar hukukun siyasallaştığı algısını daha da güçlendirmektedir" açıklamasını yaptı.

 

"Danıştayın verdiği bu kararı hem hukuken hem vicdanen kabul etmemiz mümkün değildir"

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Danıştay 14.Daire bilirkişi raporlarına ve  uzman görüşlerine uygun olmayan bir karar vermiştir. Daha önce Ankara 11.İdare Mahkemesi  tarafından, iki kez bilirkişi raporu hazırlanarak, tarihi sit olduğuna dair verilen kararın Danıştay tarafından ortadan kaldırılması toplum vicdanının kabul edeceği bir şey değildir. Atatürk Orman Çiftliği alanlarının 1.derece doğal sit ve tarihi sit olması konusunda verilen gerekçeler ortadan kalkmadan, ki kalkmamıştır, tarihi sit kararının kaldırılması kabul edilemez. Danıştay'ın kararı tartışmalıdır. Bu aşamada itirazlarımızı yapacağız. Ankara 11.İdare mahkemesinde dava tekrar görülecek, yerel mahkeme bilimsel raporlar doğrultusunda verdiği kararda direnirse, konu Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'na gidecek. Süreç bitmedi, Danıştay'ın verdiği karar hukuken tartışmalıdır, çelişkilidir. 59 davamız devam ediyor ve ortada yürütmeyi durdurma kararı var. Kaçak Sarayın meşrulaştırılması söz konusu değildir. Saray Kaçak'tır, hukuksuzdur,A tatürk'ün vasiyetinin ihlalidir. Danıştay'ın verdiği  bu kararı hem hukuken hem vicdanen kabul etmemiz mümkün değildir. Bugün Türkiye'de acilen adaletin tesis edilmesine ihtiyaç vardır "dedi.

Yapı, 26.06.2015

BURSA'DA ROMA DÖNEMİNE AİT KALINTILAR VE MOZAİKLER BULUNDU

 

Bursa'nın Mudanya İlçesi'nde, 3'üncü derece arkeolojik sit alanında yer alan ve inşaat yapılmak istenen arsada Roma dönemine ait kalıntılar ve mozaikler bulundu.

 

 

Ömerbey Mahallesi Hisartepe mevkisindeki 3'üncü derece arkeolojik sit alanındaki arsaya bina yapmak isteyen bir inşaat firması, Bursa Müzeler Müdürlüğüne başvurdu.

 

Bursa Müzeler Müdürlüğü, arkeolojik sit alanı içerisinde yer alması nedeniyle 3 bin 202 metrekarelik arsada sondaj kazısı yaptı. Ekipler, çalışmalar sırasında 1,5 metre derinlikte Roma Dönemi'ne ait duvar, kanalizasyon hattı, toprak su boru kalıntıları ve çeşitli mozaikler buldu.

 

Kalıntılara ilişkin, arkeolog ve sanat tarihçileri tarafından yapılacak ayrıntılı incelemenin ardından hazırlanacak raporun, Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna sunulacağı ve yapılacak uygulamaya ilişkin kararın bu sürecin sonunda verileceği öğrenildi. 

Bursa'da Bugün, 26.06.2015

BURSA'DA ROMA ANTİK KENTİNİN ÜZERİNE REZİDANS MI DİKİLECEK?

 

Bursa'nın Mudanya İlçesi'ndeki Ömerbey Mahallesi'nde yapılacak olan rezidans inşaatının temelinden Antik Roma Dönemi'ne ait kent kalıntıları çıktığı bildirildi. Antik Roma Dönemi'nden kalan cadde, kanalizasyon hattı ve birçok mozaiğin bulunduğu alana, antik kalıntılar çıktıktan sonra rezidansın yapılıp yapılmayacağına "Bilim Kurulu" karar verecek. Bursada Bugün'e konuşan Şehir Plancıları Odası Şb. Bşk. Hakan Karademir, DOĞADER Bşk. Murat Demir ve Makina Mühendisleri Odası Şb. Bşk. İbrahim Mart'sa oldukça önemli mesajlar verdi.

 

 

Bursa'nın Mudanya İlçesi Ömerbey Mahallesi; H21B13C2C paftalı, 1448 ada, 8 ve 22 parselinde (Bursa Mudanya Yolu'nun 150 metre güneyi) ve zeytinlik vasfı bulunan 3202 metrekare alana sahip, denize nazır araziye (Myrleia antik kentinin üst kısmına yer alıyor), bir inşaat firması tarafından rezidans yapılmak üzere, temel atma öncesi sondaj çalışması yapılırken oldukça önemli tarihi kalıntılara rastlandığı kaydedildi.

 

9 kez sondajlama çalışması yapılan arazide 150 cm derinlikte Antik Roma Dönemi'ne ait bir cadde duvarı, kanalizasyon hattı ve mozaikler bulundu.

 

Bunun üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından oluşturulan ve 3 kişiden oluşan Bilim Kurulu inşaat arazisi hakkında araştırma yapmak üzere görevlendirildi. Kurulun yaptığı incelemeden sonra  inşaata ya izin verecek ya da rezidans yapımını durduracak.

 

Öte yandan inşaat arazisinin birinci derece sit alanın (Myrleia antik kentinin) hemen yanında bulunması da dikkat çekiyor. 

 

Bursada Bugün'e açıklamalarda bulunan Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi Başkanı Hakan Karademir, "Myrleia antik kenti tam olarak ortaya çıkarılmadan hiçbir yere imar izni verilmemesi gerektiğini söylemiştik. Arkeologlar Myrleia antik kentinin bir kıyı yerleşmesi olduğunu daha önce ortaya koymuşlardı. Antik kent kalıntılarının çıktığı inşaat alanı da Myrleia antik kentinin bir uzantısı. Burada en büyük sorumluluk ve görev Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Bilim Kurulu'na düşüyor. Zira sözkonusu alan 3. derece sit konumunda bulunuyor. Burada 3 kata kadar yapılaşmanın yapılıp yapılamayacağına ilişkin son sözü Bilim Kurulu söyleyecek. Şehir Plancıları Odası olarak bu konunun her yönüyle takipçisi olacağız. Bursa'nın tarihi mirasını koruma konusunda sonuna kadar mücadele edeceğiz" dedi. 

 

DOĞADER Başkanı Murat Demir'se Bursada Bugün'e yaptığı açıklamada "Bursa'nın tarihi mirası önemlidir, ortaya çıkmalıdır. Dün Bursa Yenişehir'de tarihi duvarı yıkanlar şunu bilsinler ki göz boyamak için restorasyon yapılmaz! Hepimiz, insanlığın kültürel mirasını korumalıyız. Sadece han, hamam, medreseleri korumakla tarihe sahip çıkılmaz. Mudanya bir turizm ilçesidir ve  bu kültürel mirasımız açığa çıkarılıp korunmalıdır. Bursa Büyükşehir Belediyesi ve tüm yetkililer sorumluluğunu yerine getirmelidir. Koruma Kurulu'ndakiler de şunu unutmasınlar. Myrleia Antik Kenti'ne AVM yapılmasına izin verenlere soruşturma açılmıştır. Bu olayın da üstüne gideceğiz. Tarihi yok edecek kararlara imza atan herkesi sonuna kadar takip edeceğiz" ifadelerini kullandı. 

 

Makina Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Başkanı İbrahim Mart ise Bursada Bugün'e yaptığı açıklamada şunları kaydetti: "Mudanya Myrleia antik kentinin gün yüzüne çıkarılması gerektiğini defalarca ifade etmiştik. Bölgenin tamamında arkeolojik bir çalışma yapmadan herhangi bir planlama yapmak doğru değildir. Daha önce bu çerçevede verilen mücadele sonucunda, antik kent üzerine yapılan AVM inşaatının, mahkeme kararı ile iptal edildiğinin bilinmesine karşın, bölgenin ranta açılmasını anlamak mümkün değildir. Bizler, kentsel yağma ve rantsal yaklaşımlara, tarihin ve doğal çevrenin talan edilmesine  karşı mücadelemizi, dün olduğu gibi bugün de sürdüreceğiz..."

 

Bursa'nın Mudanya İlçesi'nde daha önce de tarihi Myrleia antik kentinin üzerine KİPA Alışveriş Merkezi'nin yapılmasına izin verilmişti! Skandal kararın yerel ve ulusal medayada geniş yankı bulmasının ardından tarihi yapının üzerinde inşaatı biten AVM'nin açılmasına izin verilmemişti. Tarihi kentin üzerinde AVM yapılmasına ilişkin karara imza atanlar hakkındaysa soruşturma başlatıldı. 

 

Myrleia antik kentinin üzerine AVM dikilmesine izin veren kurul üyeleri hakkında 1 ila 3 yıl hapis cezası isteniyor. Myrleia Antik Kenti üstüne AVM yapılmasına onay veren Bursa Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun 9 üyesi hakkında 'görevi kötüye kullanmak' suçuyla Bursa 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. 1 ila 3 yıl hapis cezası ile yargılanan kurul üyeleri arasında Bursa'nın Mustafakemalpaşa İlçesi eski kaymakamı Kazım Karabulut da bulunuyor.

Bursa'da Bugün, 25.06.2015

 

Tarsus kent merkezinde bulunan ve yaklaşık 60 yıl Adalet Sarayı olarak kullanılan tarihi bina müzeye dönüştürülecek. Tarsus eski Adliye binasının müzeye dönüştürülmesi için teknik çalışma başlatıldığı öğrenildi.

 

Yetkililerden alınan bilgiye göre, restorasyon çalışmalarının tamamlanması ile birlikte son derece modern bir müze olması hedeflenirken, proje kapsamında lazer tarayıcılar ile binanın tüm yapısının belirlenmeye çalışıldığı kaydedildi.

 

Müzenin tasarım çalışmalarının ise tamamlanmak üzere olduğu ifade eden yetkililer, müzenin restorasyon çalışmasının tamamlanması ile birilikte içerisinde sunumların yanısıra maket canlandırmaların ve farklı tekniklerinde yer alacağını vurguladılar.

 

1954 yılında kurulan ve mimarı yapısı ile göz dolduran Eski Adliye binası Milli Emlak Müdürlüğü tarafından Tarsus Müze Müdürlüğüne teslim edilmişti.

 

Ayrıca  Adliye binasına Tarsus Müze Müdürlüğü personeli ile müzede bulunan tarihi eserler taşınacak. Projenin kısa sürede tamamlanarak hayata geçirilmesi hedefleniyor.

Tarsus Haber, 25.06.2015

NEYZEN TEVFİK'İN EVİ KAZILIYOR

 

 

Neyzen Tevfik'in Bodrum'daki evinin bahçesinde tarihi eser sondaj çalışması yürütülüyor. Bodrum'da 1879 yılında doğan ve ilçede uzun yıllar yaşayan Tevfik'in kiracı olarak oturduğu evde restore çalışması yapmak isteyen ev sahipleri, bölgenin 3. derece sit alanı içerisinde yer alması nedeniyle Bodrum Sualtı ve Arkeoloji Müzesi ekiplerine başvurdu.

 

Muğla Tabiat Varlıkları Kurulu'na iletilen talebin ardından ekipler evin bahçesinde arkeolojik sondaj çalışması başlattı. Çalışmalarda, açılan dört çukurda bazı mimari parçalar ile kırık çömlek parçalarına rastlandı. Çıkartılan eserler, ekiplerce incelemeye alındı.

 

Neyzen Tevfik kimdir?

1879 yılında Bodrum'da doğan Tevfik Kolaylı, taşlamalarıyla tanınan neyzen ve şairdir. Ney müziği literatürüne eserleri ile kendi imzasını atan Neyzen Tevfik, Osmanlı döneminde istibdata karşı çıkmış, Cumhuriyet yıllarında ise değişime ve inkılaplara taşlamalarda bulunmuştu. Bektaşi tekkesine mensup olan Neyzen Tevfik, yaşamının ilerleyen zamanlarında İstanbul'a gelmiş, İstanbul hanlarında sırtında neyi ile dolaşmıştır. Son yıllarını Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde kendisine ayrılan 21 numaralı koğuşta geçirmiş ve burada hayatını kaybetmiştir.

Kaynak: Anadolu Ajansı, Al Jazeera, 19.06.2015



21 - 27 Haziran 2015

GSÜ'DE RESTORASYON YILAN HİKAYESİNE DÖNDÜ

 

Galatasaray Üniversitesi restorasyon projesinin başına atanan mimar Sinan Genim geçtiğimiz hafta beklenmedik biçimde istifasını sundu. Koç ailesiyle ve iktidar çevreleriyle yakın ilişki içinde olduğu bilinen Genim'in istifasının kişisel bir karar doğrultusunda gerçekleşmediği ve süreci tıkama amacı taşıdığı iddia ediliyor.

 



GSÜ restorasyon projesinin başına atanan mimar Sinan Genim geçtiğimiz hafta beklenmedik biçimde istifasını sundu. Koç ailesiyle ve iktidar çevreleriyle yakın ilişki içinde olduğu bilinen Genim'in istifasının kişisel bir karar doğrultusunda gerçekleşmediği ve süreci tıkama amacı taşıdığı iddia edildi.

 

22 Ocak 2013'te Galatasaray Üniversitesi Saray Binası'nda gerçekleşen yangının ardından tarihi yapı kullanılamaz durma gelmiş, üzerinden geçen iki yıl içindeyse enkaz tam anlamıyla çürümeye bırakılmıştı. Yangını ayakta atlatan iskeleti korumaya yönelik hiçbir adım atılmamasında bilinçli bir seçim olduğu konusunda paylaşılan yargı kendisini yangının ikinci yıldönümünde gerçekleştirilen eylemde ve başlatılan #gsüyükoru çalışmasında dışavurmuştu.

 

Yangın sonrasında rektörlüğün bütün sorumluluğu Galatasaray Eğitim Vakfı'na (GEV) devretmesiyle GEV Başkanı İnan Kıraç'ın yaptığı ilk iş, oluşturulmuş Danışma Kurulu'na son vermek ve projenin başına Sinan Genim'i atamak olmuştu. Sicilinde tartışmalı kentsel dönüşüm projeleri ve 2009 seçimlerinde AKP'den Kadıköy belediye başkan adaylığı bulunan Genim'in Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na sunduğu betonarme projeler iki yıl boyunca geri çevrilince gözler bu mimarın üzerine çevrilmişti.

 

22 Ocak 2015'te gerçekleştirilen eylemde “rantsal dönüşümcüleri GSÜ'de istemiyoruz. AKP'nin taşeronu Sinan Genim'i Kovala!" pankartı çevresinde toplanılmış, gsuyukoru.com adresi üzerinden “tartışmalı biri olduğu su götürmez olan Sinan Genim'in projeden elini çekmesi” için imza kampanyası başlatılmıştı.

 

Geçtiğimiz hafta okul kamuoyuna duyurulan bir mektupla birlikte süreçle ilgili önemli gelişmeler öğrenilmiş oldu:

 

“Değerli Galatasaraylılar,
İstanbul III No.lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ile yaptığımız toplantılarda belirlenen ilke kararlarına ilişkin olarak 8 Haziran 2015 günü Sayın Rektör ve yardımcılarının da katılımıyla, anılan Kurul'da nihai bir istişare toplantısı yapılmıştı.

 

O toplantıda varılan mutabakata göre, projeler üzerinde bazı son düzenlemeler yapılarak Kurul’a sunulması ve böylece restorasyon projesinin iki gün önce (16 Haziran 2015 günü) Kurul’un binamız için yapacağı özel gündemli toplantıda onaylanması bekleniyordu.

 

Projeler için Galatasaray Eğitim Vakfı tarafından görevlendirilmiş olan mimar Sinan Genim, onaya  birkaç gün kala anlaşılmaz acı bir sürprizle, Kurul'a, revize projeler yerine noter kanalıyla -projenin geleceğini de kilitleyecek bir metinle- istifasını göndermiş. Sözün bittiği yerdeyiz."

 

İSTİFA NE ANLAMA GELİYOR?
Birçok kentsel dönüşüm alanında imzası bulunan ve Kanal İstanbul projesinin fikir babası sayılan mimarın Koç ailesiyle ve AKP dönemi iktidar çevreleriyle olan yakınlığı biliniyor. Dolayısıyla İnan Kıraç'ın kimseye danışmadan işin başına atadığı Sinan Genim'in projeden istifasının kişisel bir karara dayanması olası gözükmüyor.

 

Genim'in tarihi yapının yangından ayakta çıkmayı başarmış iskeletini yıkmak istediği ve binanın tarihi özüne aykırı olduğundan defalarca geri çevrildiğini bilmesine karşın Koruma Kurulu'na ısrarla betonarme bir proje sunduğu biliniyor. Öte yandan kampüsün üniversite kullanımı için yeterli olmadığı ve kampüs içinde yaşanan yer sıkıntısı da sıkça dillendirilen bir gerçek. Bütün bu tartışmalar sürerken binadan arta kalan yapının üzerinin bile örtülmeyip çürümeye bırakılması akıllara tek bir şeyi getiriyor: Restorasyon konusunda GEV'in kaygısı Saray Binası'nı üniversiteye geri kazandırmaktansa buradan rant sağlamak yönünde.

 

Genim'le benzer bir ilişki yumağının içinde bulunan rektör Ethem Tolga'nın AKP saflarında TBMM'ye gönderilmesi de kişisel bir kararın ötesinde değerlendiriliyor. 11 Mart 2015'te Galatasaraylılar Derneği'nde gerçekleşen toplantıda Kıraç “vergiden düşme fırsatını” kaçırdıklarını söylemiş ve camia içinde huzursuzluk yarattığını öne sürdüğü okul kamuoyunu suçlamıştı. Buradan çıkan sonuç, İnan Kıraç'ın restorasyonu kendisi için en karlı biçimde gerçekleştirmeyi düşündüğü ve çevresindekilerin kariyer olanaklarını bu uğurda kullandığı. Buna karşın GSÜ Eğitim-Sen 12 Mayıs 2015'te üniversite rektörlüğüyle gerçekleştirdiği toplantı sonrasında Danışma Kurulu'nun yeniden oluşturulduğu, betonarme projeden vazgeçildiği ve üniversitenin taşınması gibi bir gündem olmadığı yönünde olumlu gelişmeler duyurmuştu.

 

PROJE YILAN HİKAYESİNE DÖNDÜ
Yılan hikayesine dönen GSÜ restorasyonunun kirli bir çıkar ilişkileri yumağına dolandığını söyleyebiliriz. Galatasaraylılar bu yaşananlara tarihi yapının üniversiteye geri kazandırılması adına tepki gösterirken GEV'in planlarının bu yönde olmadığı ve Ethem Tolga'nın milletvekilliğinin İnan Kıraç'ın elini güçlendirebileceği görülüyor. Süreç tam da olumlu bir çözüme doğru yol alırken Sinan Genim'in son anda istifasını sunması ve henüz içeriğini bilmediğimiz bir mektupla süreci bir kez daha yokuşa sürmesiyse Kıraç'ın zaman kazanma adına “kendi adamını yedirtmek”ten başka çaresinin kalmadığını ve gelişiyle gidişiyle büyük tartışmalara neden olan şaibeli mimarını işin içinden çekmek zorunda kaldığını gösteriyor. 

 


Sol Haber, 26.06.2015

SADDAM 1994'TE FUZULİ'NİN TÜRBESİNİ YIKMIŞ, KEMİKLERİ AZERİLER KURTARMIŞTI

 

 

Türk Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden olan Fuzuli Irak’ta yaşamış, hayatını Bağdad, Kerbela ve Necef’te geçirmiş ve 1556’da bu dünyadan ayrılmasının ardından Kerbela’ya, Hazreti Muhammed’in torunu Hüseyin’in hemen yanıbaşına defnedilmişti.

 

Asıl adı Mehmed olan Fuzuli, Oğuzlar’ın Bayat boyundandı ve Türkçe’nin gelmiş geçmiş en lirik şairi diye bilinirdi.

 

 

Dillerden düşmeyen aşk şiirlerinin, “Leyla ile Mecnun” hikayesinin ve artık vecizeleşen “Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar” sözünün sahibi olan Fuzuli’nin Kerbela’daki kemiklerinin başına ölümünden asırlar sonra neler geldi, neler...

 

Saddam’ın buldozerleri mezarını yıktı, kemikleri bir camiden öbürüne taşınıp durdu, derken ortaya başka devletlerin de karıştıkları bir mezar kavgası çıktı.

 

İşte, ölümünden 400 küsur sene sonra, Fuzuli’nin başına gelenlerin öyküsü...

 

Kerbela’da, 1984 sonbaharının sıcak bir gecesinde, Hazreti Hüseyin’in türbesinin etrafını Saddam Hüseyin’in buldozerleri sardı ve yarım saat içerisinde türbenin kıble kapısında bulunan asırlar öncesinden kalma kubbeli küçük bina yerle bir edildi.

 

Taş yığınına dönen bina, Fuzuli’nin boş mezarıydı. Kabir bir gün önce açılmış, şairin kemikleri toparlanıp mukavvadan bir kutuya konmuş, hemen ilerideki ufak bir mescide, Sultaniye Mescidi’ne yerleştirilmişti.

 

Kemikler, mescidde senelerce kaldı. Derken, buldozerler yol uğruna bu defa camiyi de yerle bir ettiler ve Fuzuli’nin kemiklerine gene yol görüdü, yıkılan caminin her nasılsa ayakta kalan müştemilatına nakledildiler.

 

Irak hariciyesi, o günlerde Moskova’dan bir nota aldı. Notada, Sovyetler Birliği’ni teşkil eden devletlerden biri olan Azerbaycan’ın, Azeri dünyasının milli şairi kabul edilen Fuzuli’nin mezarına reva görülenlerden üzüldüğü söylenmekteydi. Irak, Fuzuli’nin kemiklerini Azerbaycan’a göndermeyi kabul ederse, Sovyetler Birliği memnuniyet duyacaktı...

 

FUZULİ KONGRESİ TOPLANDI

 

 

“Kör ölür badem gözlü olur” misali, Fuzuli, mezarını buldozerlerin bir müddet önce yerle bir ettikleri Iraklılar’ın gözünde kıymete bindi. Iraklılar “Bağdadlı Süleyman oğlu Mehmed, Arap şairi olmasa bile Irak’ta yaşamıştır, Irak’ın şairidir ve değil kemikleri, mezar toprağından tek bir kum taneciği bile dışarıya gidemez” dediler.

 

Birkaç sene daha geçti ve 1994’e gelindi. Azerbaycan artık bağımsız bir devletti ve bu defa Bağdat ile doğrudan doğruya temas kurdular. Kemikleri tekrar istediler ve Irak’a kemiklerin karşılığında “Biz Türkler’i ikna ederiz” diyerek İslamiyet öncesi Arap Edebiyatı’nın en güçlü şairi İmrulkays’ın, Ankara’daki mezarını vaadettiler.

 

Bağdat yine “Olmaz” dedi ama Azerbaycan’ın baskısı devam edince, 1994’ün 17 Eylül’ünde Bağdat’ta bir “Fuzuli Kongresi” topladılar.

 

Azerbaycan kongreye Fuzuli uzmanı 128 kişiyle katıldı. Başlarında, meşhur romancıları Elçin Efendiyev vardı. “Mezar işi halledilmeden, Bağdad’dan adımımızı bile atmayız” deyip Irak Kültür Bakanlığı’nı işgal ettiler. Mücadeleleri tam üç gün, üç gece devam etti ve 19 Eylül akşamı Iraklılar Fuzuli’ye şanına uygun bir yerde yeni bir türbe yapma sözünü vermek zorunda kaldı.

 

Mezarın yerini de Azeriler seçtiler: Kerbela’da, Hazreti Hüseyin’in türbesini çevreleyen caminin kıble girişindeki elyazmaları odasını... Kemikler bu odaya nakledildi, giriş kapısının sol tarafındaki duvarın altına defnedildi, üzerine de Kerbela mermerinden bir kitabe dikildi.

 

Irak ve Azerbaycan arasında bu tartışmalar devam ederken, Fuzuli’yi en büyük şairi olarak kabul eden bir başka memleketin, yani Türkiye’nin adı bile işitilmedi. Buldozerler Fuzuli’den kalanları silip süpürürken ne dışişlerimiz kılını kıpırdattı, ne de üniversitelerimiz...

 

YENİ TÜRBESİNDE YATIYOR

Fuzuli, 1995’ten buyana Kerbela’daki yeni türbesinde yatıyor, türbenin kubbesinde meşhur beyti yankılanıyor: “Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge / Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı”; yani “Bana gönlümdeki ateş dışında kimseler yanmaz oldu; kapımı ise sabah rüzgarından başka açan kalmadı”...

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 26.06.2015

DANIŞTAY'DAN CUMHURBAŞKANLIĞI SARAYI ARAZİSİ KARARI

 

Danıştay 14. Dairesi, Cumhurbaşkanlığı Hizmet Binası'nın yer aldığı alana ilişkin 22 Mayıs 2014 tarihli kararla, yerel mahkemenin tarihi SİT statüsünün kaldırılmasına ilişkin işlem hakkında verdiği iptal kararının yürütmesini durdurdu.

 

Yüksek Mahkemenin bu kararının gerekçesinde, söz konusu alanın tarihi sit özelliklerini taşımadığının açıkça ifade edildiği belirtildi.

 

Danıştay 14. Dairesi'nin bugün de E:2014/3456, E:2014/3468, E:2014/3469 ve E:2014/3471 esas numaralı dosyaları karar bağlayıp yerel mahkemenin iptal kararlarını tamamen bozduğu öğrenildi.

 

Kararla, Cumhurbaşkanlığı hizmet binalarına ait bölgenin tarihi sit alanı olmadığı vurgulandı.

Radikal, 25.06.2015

ARTINTERNATIONAL'A HANGİ GALERİLER KATILIYOR?

 

 

Uluslararası çağdaş ve modern sanat fuarı ArtInternational’ın üçüncüsü 4-6 Eylül 2015 tarihlerinde gerçekleşecek. Kentin önemli sanat etkinliklerinden biri kabul edilen ArtInternational’ın direktörlüğünü bu yıl da Dyala Nusseibeh, sanat yönetmenliğini ise Stephane Ackermann üstleniyor. Konuklarını bir kez daha Haliç Kongre Merkezi’nde karşılayacak fuara bu yıl 24 ülkeden 83 galeri katılacak.

 

İstanbul ’dan Leyla Tara Suyabatmaz (Rampa Galeri) ve Yeşim Turanlı (Pi Artworks), Viyana’dan Ursula Krinzinger (Galerie Krinzinger) ve New York’tan Leila Heller (Leila Heller Gallery)’den oluşan seçim komitesinin Avrupa, Amerika, Ortadoğu ve Asya’yı kapsayan geniş bir bölgede yaptıkları değerlendirme sonucu 83 galeri İstanbul’da sanatseverlerle buluşacak. Dünyanın en köklü galerilerinden Paul Kasmin Gallery, Pearl Lam Galleries, Gallery Lelong, Deweer Gallery, Robert Miller Gallery’nin bir kez daha heyecan verici işlerle yer alacağı fuara, Londra’dan Victoria Miro, Bombay’dan Sakshi Gallery, Almatı’dan Aspan Gallery, Hong Kong’dan Galerie Du Monde ve New York ile Londra’dan Aicon Gallery ilk kez katılacak.

 

YENİ KEŞİFLER

Fuar Direktörü Dyala Nusseibeh, geçen yıl 20 binden fazla ziyaretçinin katılımıyla dikkatleri çeken ArtInternational’ın çok kısa zamanda, yeni keşiflerin yapıldığı bir fuar olarak ünlendiğini belirterek şunları söyledi: “Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Orta Asya bölgelerinden galerilerin bu sene fuara katılmış olmaları bizi çok memnun etti. İstanbul, sanat dünyasının buluşması noktası olmaya devam ediyor ve bu dinamik ortam, fuarda sergilenen işlerin kalite ve çeşitliliğine de yansıyor. Bu sene fuarın açılışı, 14. İstanbul Bienali’ne denk geliyor ve biz İstanbul'un bu hareketli ve renkli haftasında, koleksiyoner, küratör, sanat profesyonelleri ve sanatseverlerden oluşan ziyaretçilerimizle buluşmayı sabırsızlıkla bekliyoruz."

 

TÜRKİYE 'DEN 12 GALERİ

ArtInternational’ın Türkiye ayağında ise İstanbul’un güncel sanat dünyasının odak noktası olmayı başarmış 12 galeri yer alıyor. Komitenin, uluslararası sergileri ve başarılarını dikkate alarak yaptıkları seçim sonucu; ArtSümer, Dirimart, Galerist, Galeri Nev, Galeri Zilberman, Pi Artworks, Rampa, Sanatorium ve x-ist gibi geçen yıl da katılmış galerilerin yanı sıra Kuad, Öktem&Aykut and The Empire Project gibi yeni galeriler fuardaki yerlerini alacak.

 

Geçen yıl ArtInternational, 20 binden fazla ziyaretçi çektiklerini, 26.500 milyon Euro’luk satış yapıldığını 1500’ü aşkın yabancı koleksiyoner ve sanat tüccarının biraraya geldiğini duyurmuştu. 

 

ArtInternational’a katılacak galeriler şöyle:

 

.artSümer, İstanbul
ADN Galeria, Barselona
Aicon Gallery, New York & Londra
Andipa Gallery, Londra
Àngels, Barcelona
Anna Jill Lüpertz Gallery, Berlin
Aspan Gallery, Almatı
Assar Art Gallery, Tahran
Berloni, Londra
Boccanera, Trento
Catinca Tabacaru Gallery, New York
Cecilia Hillström Gallery, Stockholm
Charim Galerie, Viyana
Circle Culture Gallery, Berlin
Deweer Gallery, Otegem
Dirimart, İstanbul
Edouard Malingue Gallery, Hong Kong
Ernst Hilger, Viyana
Ex Elettrofonica, Roma
Galeri Nev, Ankara
Galeri Zilberman, İstanbul
Galeria Carles Taché Projects, Barselona
Galeria Javier Lopez & Fer Frances, Madrid
Galeria Joan Gaspar, Barselona
Galeria Joan Prats, Barselona
Galeria Senda, Barselona
Galeria Sicart, Barselona
Galeria Trama, Barselona
Galerie Du Monde, Viyana & Salzburg
Galerie Jérôme Poggi, Paris
Galerie Kornfeld, Berlin
Galerie Krinzinger, Viyana
Galerie Lelong, Paris
Galerie Lindner, Viyana
Galerie Paris-Beijing, Paris, Brüksel & Pekin
Galerie Raum Mit Licht, Viyana
Galerie Suzanne Tarasieve, Paris
Galerist, İstanbul
Galleri Andersson/Sandström, Stockholm & Umea
Galleria Marie-Laure Fleisch, Roma
Gazelli Art House, Londra & Bakü
Giacomo Guidi, Roma
Horrach Moya, Palma De Mallorca
Hosfelt Gallery, San Francisco
Kalfayan Galleries, Atina & Selanik
Kukje Gallery, Seul
Leila Heller Gallery, New York
Louise Alexander Gallery, Porto Cervo
Mario Mauroner Contemporary Art, Viyana
Miguel Marcos Gallery, Barselona
N2 Galería, Barselona
Nitra Gallery, Selanik
Nosbaum Reding, Lüksemburg
Officine Dell’Immagine, Milan
Öktem&Aykut, İstanbul
Patricia Low Contemporary, Gstaad & St Moritz
Paul Kasmin Gallery, New York
Pearl Lam Galleries, Hong Kong, Şanghay & Singapur
Pi Artworks, İstanbul
Piero Atchugarry, Tierra Garzón
Poligrafa Obra Gráfica, Barselona
Project Artbeat, Tiflis
Rampa, İstanbul
Robert Miller Gallery, New York
Rosenfeld Porcini, Londra
Rukshaan Art, Mumbai
Sabrina Amrani Gallery, Madrid
Sakshi Gallery, Mumbai
Sanatorium, İstanbul
Sariev Contemporary, Filibe
Studio Sales Di Norberto Ruggeri, Roma
Tenderpixel, Londra
The Empire Project, İstanbul
The Fine Art Society Contemporary, Londra
Tina Kim Gallery, New York
Tristan Hoare, Londra
Upstream Gallery, Amsterdam
Valid Foto Bcn Gallery, Barselona
Victoria Miro, Londra
Wienerroither & Kohlbacher, Viyana
x-ist, İstanbul
Zak | Branicka, Berlin
Zorzini Gallery, Bükreş

 

Radikal, 25.06.2015

TRALLEİS ANTİK KENTİ DEFİNECİLERİN UĞRAK YERİ HALİNE GELDİ

 

Aydın'ın en önemli antik kentlerinden olan ve Aydın'ın simgeleyen Tralles antik kenti definecilerin uğrak yeri haline geldi. Dün gece belirlenemeyen bir vakitte antik kente gelip Üç Gözler'in karşı tarafında bulunan Arsenal'ın demir kapısını kırarak içeri giren definecilerin yakalanması için polis ve jandarma tarafından çalışma başlatıldı.


Edinilen bilgiye göre Tralles antik kentinde çalışan görevliler sabah geldiklerinde antik kent içerisinde yer alan ve zaman zaman askeri malzemelerin korunduğu alan olarak kullanıldığı belirtilen Arsenal isimli tarihi yapının girişindeki demir kapıya zarar verilerek içeri girildiğini belirledi. Bunun üzerine polis ekiplerinden yardım isteyen müze görevlileri bölgede polisle birlikte çalışma yaptı.


Bölgede yapılan incelemede kapının kırılarak içeri girildiği tespit edilirken, ışıksız girilemeyen tünel tarihi tünelde oluşan tahribat ya da zarar hakkında herhangi bir açıklama yapılmazken, bölgeye sürekli definecilerin girdiği öğrenildi. Arsenal girişinde ise doğal nedenlerle mi yoksa definecilerin kazı yapması sonucu mu oluştuğu açıklanmayan ciddi bir tahribat oluştuğu gözlemlendi.

Habertürk, Haber: İbrahim Kılınç, 25.06.2015

TESCİLLİ HEYKELİ TEMİZLERKEN DEFORME ETTİLER

 

Gaziantep Adliye’si önünde yer alan 1967 yılında Prof. Dr Nusret Suman’a yaptırılan Atatürk Heykeli’nin temizlik çalışmaları sırasında tahrip edildiği ortaya çıktı. Gaziantep Mimarlar Odası Başkanı Bekir Sıtkı Severoğlu, ‘’Bronz heykel üzerinde çok ciddi tahribat var, kaplamalar ortaya çıkmış, yüz ve heykelin çeşitli yerlerinde dezenformasyon oluşmuş’’ dedi. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanlığı ise soruşturma başlattıklarını duyurdu.

 

 

Heykel 1967 yılında Prof.Dr. Nusret Suman tarafından yapıldı ve 1970 yılında resmi açılışla bugünkü yerine kondu. O dönem heykelin tüm masrafları Milliyet gazetesi tarafından sağlandı. 27 Şubat 2014 günü Mimarlar Odası başvurusu üzerine Gaziantep Kültür Varlıkları Koruma Kurulu kararıyla heykel tescilli kültür varlığı statüsüne alındı. Tescilli eserlerin bakım onarım restorasyon yada temizliği kurul kararı alınmadan yapılamaz.  Aykırı durumda 2863 sayılı yasa kapsamında suç işlemiş olurlar. Bilerek tescilli esere zarar vermek ilgili yasa 2 yıl ile 6 yıl arasında hapis cezasını öngörüyor.

 

 

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada ise, ‘’Bir hafta önce başkanımız Fatma Şahin şehirde temizlik yapın talimatı vermişti. İşçiler kendi inisiyatifleri ile heykelde temizlik yapmışlar. Fırça ile yıkamışlar. Fen İşleri daire Başkanımızın ne de bir başka yetkilimizin özellikle heykeli temizlemeleri yönünde bir talimatları olmamış. Verilen zararın boyutlarını bilmiyoruz. İdari soruşturma başlattık.’’

 

Mimarlar Odası Başkanı’nın açıklaması şöyle; Bronz Eserlerin  "Grafiti tozu" ile yüzeyleri koruyucu bir tabaka oluşturulması amacıyla patina yapılır. Yıllardan beri de bu heykel yüzeyindeki patina heykeli korumuştur. Şimdi bilinçsiz ve kontrolsüz bir temizlik işlemi yapılmıştır ( Muhtemel Matkap fırçası veya sert bit fırça ile) ve heykele zarar verilmiştir. Fotoğraflar karşılaştırıldığında yüz ifadesinin tamamen değiştiği görülmektedir. Elbette Kurula ve Gaziantep Valiliğine yaptığımız müracaatlar sonunda uzmanlar gerekli incelemeyi yapacaktır, ama bizim gözlemlerimize göre heykel yüzeyinde derin noktalarda patina durmakta, kabarık noktalarda patina tamamen alınmış, bronz ortaya çıkmış ve ifadeler ve detaylar değişmiştir. Ekte görüleceği gibi bu konuda Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kuruluna konuyu soran bir müracaatımız oldu. Bu aşamada verilen zararın giderilip giderilemeyeceğinin heykeltraş restorasyon uzmanlarınca incelenmesi gerekiyor. Anıt Gaziantep için sembol ve Anı değerinden dolayı çok önemlidir.

Radikal, 25.06.2015

"İZMİR TARİH PROJESİ" İLE AYAĞA KALKACAK

 

Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım A.Ş.(TARKEM) tarafından hazırlanan İzmir Tarih Projesi ile kent merkezinde bin 400 tescilli tarihi yapının yer aldığı 270 hektar alanın turizme kazandırılması hedefleniyor.

 

 

İzmir’in tarihi dokusunu turizme kazandırmak için hazırlanan ‘İzmir Tarih Projesi’nin kamu-özel sektör desteği ile hayata geçirilmesi için çalışmalar yoğunlaştırıldı.

 

Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım A.Ş. (TARKEM), Dokuz Eylül Üniversitesi ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü işbirliği ile bin 400 tescilli tarihi yapının bulunduğu 270 hektar alanın projelerini hazırladı. Dünya Gazetesi'nden Sedat Alp'in haberine göre, TARKEM, sokak düzenlemeleri, tarihi yapıların iyileştirilmesi ile tarihi bölgeye turistleri çekecek proje için gerekli kamulaştırma ve altyapı çalışmalarını yapması için İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin desteğini istiyor.

 

İzmir’de 116 ortağın 20 bin TL sermaye koyarak kurduğu TARKEM’in geliştirdiği ‘İzmir Tarih Projesi’nin aktörleri arasında belediyeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, üniversiteler, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Kültür Varlıklarını Korum Bölge Kurulu, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör temsilcileri bulunuyor. Ulusal ve uluslar arası çeşitli fon kaynakları ve İzmir Kalkınma Ajansı’nın projeye finansman desteği sağlama istekleri var.

 

2007’de İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin girişimi ile Bakanlar Kurulu tarafından Kemeraltı ve çevresinin 5366 Sayılı Yasa ile “İzmir Konak Kemeraltı ve Çevresi Yenileme Alanı” olarak ilan edildiğini hatırlatan TARKEM Yönetim Kurulu Başkan Vekili Uğur Yüce, “Bu bölgede yaklaşık bin 500 adet tescilli anıtsal ve sivil mimari örneği yapı bulunuyor. Farklı uygarlıkların birbirleriyle etkileşimi sonucu oluşan sokak ve meydan dokularıyla bölge zengin ve çok renkli bir kültür mozaiği oluşturuyor. Bu çöküntü alanının rehabilitasyonu bütüncül bir örgütlenme ile gerçekleştirilebilir. İzmir Büyükşehir Belediyesi arkeolojik alanlardaki kamulaştırma çalışmaları ve tek yapı ölçeğinde koruma odaklı projelerle alana hayat vermeyi sürdürüyor. İzmir Tarih Projesi’ni de MÖ 4.yy’dan günümüze farklı uygarlıklara ait kültür katmanlarını barındıran, tamamı 3. derece arkeolojik sit ve kentsel sit olan bölgeyi bütüncül olarak canlandırmak ve sağlıklaştırmak amacıyla başlattık” dedi.

 

Alanın canlandırılarak bölgenin turizme kazandırılması konusunda geniş bir uzlaşı olduğuna işaret eden Uğur Yüce, “500 yıldır kesintisiz yaşamın sürdüğü Havra Sokağı gibi sokakların bu niteliğinin dikkatle korunması, bu niteliğe sahip sokakların sayılarının artırılması ve proje alanı içerisinde yer alan han, sinagog gibi büyük ölçekli yapıların yenilikçi yaklaşımlar, tasarım ve uygun örgütlenme teknikleri ile deneyim yaratan bir niteliğe kavuşturulması için Dokuz Eylül Üniversitesi ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü ile projeler geliştirildi” diye konuştu.

 

İş dünyasına çağrı

İzmir iş dünyasına, projede yer almaları, kentin tarihi dokusunun geliştirilmesine katkı sunma çağrısında bulunan Yüce, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin de tarihi alanda meydan yaratılması için bazı kamulaştırma çalışmalarını yapması ve altyapı çalışmalarını yürütmesi konusunda protokol imzalamak için bir araya geleceklerini açıkladı.

 

İzmir’in turizmden yeteri payı alamadığına dikkat çeken Yüce, “ Bir yerde turizmin gelişmesi için orada turiste sunulacak bir şey olması lazım. İzmir’de sunulacak çok şey var ama sunuma hazır halde değil. İzmir Tarih Projesi ile canlandıracağımız 270 hektarlık alan da bunların başında geliyor. Burada tek tek bina bazında değil, daha büyük çaplı planlama ile ortaya gece de yaşayan canlı bir turizm bölgesi çıkarmayı hedefliyoruz” dedi.

 

Uluslararası fonlar finansman desteği için hazır

Projeye yatırımcı ilgisini arttırmak için çalışmaları yoğunlaştıracaklarını, kentin cazibe merkezi olacak bu alanda önceliği mal sahipleri ve daha sonra TARKEM üyelerine vereceklerini belirten Yüce, İzmirlilerin projeye yatırım yapmasını istedi. Tanıtım için Türkiye ve yurtdışında da çalışmalar yapacaklarını vurgulayan Yüce, şunları söyledi: “Bu bir Türkiye projesi. İstanbul’dan 2007’de bir grup işadamı 150’dan fazla bina almış. Biz onlarla da temasa geçip bizimle ortak hareket etmelerini sağlayacağız. ABD’de Yahudi lobisi ile iletişim kuracağız. Prag’ta eski Yahudi mahallesini her yıl milyonlarca turist ziyaret ediyor. Kemeraltı’nda Havra Sokağı’nda 500 yıldır açık olan 8 sinagog var. Dünyada böyle başka bir yer yok. Projenin finansman sorunu bulunmuyor. Avrupa İmar ve Kalkınka Bankası, AB fonları ve uluslararası fonlar projeye destek sunmak isteklerini bize ilettiler.”

 

Proje, Havra Sokağı ve Agora ile başlayacak

İzmir Tarih Projesi, Fevzi Paşa Bulvarı’nın güneyindeki 1., 2. ve 3. derece arkeolojik ve kentsel sit alanlarıyla, Kadifekale kentsel dönüşüm projesinden oluşan bir alanı kapsıyor. 19 alt bölgeye ayrılan alanda ilk çalışmalar birinci ve ikinci alt bölgeler olan Havra Sokağı ve Agora bölgelerinde başlayacak.

Yapı, 25.06.2015

ÇATALHÖYÜK'TE ARKEOLOJİ ATÖLYESİ BAŞLIYOR

 

 

Dünyanın en önemli arkeolojik alanlarından Konya Çumra'ya bağlı Çatalhöyük'te 2003'ten bu yana düzenlenen “Shell Çatalhöyük Arkeoloji Yaz Atölyesi” bu yıl 27 Haziran-30 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek.

 

Çatalhöyük çevresinde yaşayan çocuklara Çatalhöyük'ü tanıtmak amacıyla başlatılan proje, yetişkinler ve Türkiye'nin her yerinden ulaşan ziyaretçilerin de katılımıyla sürdürülüyor. Bugüne kadar 6 bin kişinin başvurduğu atölye sonucunda katılımcılara ‘kültürel emanetlerin koruyucusu' sertifikası veriliyor. Cuma hariç haftanın 6 günü, 10.00-15.00 saatleri arasında açık olan Çatalhöyük Arkeoloji Atölyesi ücretsiz gerçekleştiriliyor fakat rezervasyon şart. Shell Türkiye, 2012'de UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne dahil edilen Çatalhöyük kazılarını 1995'ten beri destekliyor. (Atölyeye başvuru için: Gülay Sert: 0532 301 87 82)

Zaman, 24.06.2015

NUSRETİYE CAMİSİ'NDE RESTORASYON ÇALIŞMALARI HIZLANDI

 

 

II. Mahmut tarafından Krikor Balyan'a inşa ettirilen ve 1826'da hizmete açılan Nusretiye Camisi'nin şadırvan, muvakkithane ve sebili üzerine 1950'li yıllarda yapılan çimento harçlı çatı örtüleri kurul kararı doğrultusunda sökülürken, olası bir depremde ciddi zarar göreceği tespit edilen camiyi güçlendirme çalışmaları devam ediyor. 

 

Vakıflar Genel Müdür Adnan Ertem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İstanbul'un en ince minarelerine sahip Nusretiye Camisi'nin restorasyonunun, bilim kurulları eşliğinde yapıldığını söyledi. 

 

Dışarıdan bakıldığında muazzam, eksikliği ve sıkıntısı olmayan bir yapı olarak görünen Nusretiye Camisi'ni başlangıçta restorasyon programına almayı düşünmediklerini ifade eden Ertem, "Restorasyon programına alınca gördük ki yapının duvarları bağdadi ve tamamen çürümüş. Sadece taşıyıcı kolonlar üzerinde duruyordu yapı. Bunu ancak sıva rastası yaparak görebildik. Sıvayı söktük ve bunu gördük. Bundan sonra restorasyon bambaşka bir yöne gitti. Yeniden proje yapmak gerekti. Nusretiye Camisi'nde ilk çıktığımız ihale bütçesinin yeterli olmadığını gördüğümüz ve bambaşka bir şeyle karşılaştığımız için yeniden ihale ettik" diye konuştu.

 

Ertem, restorasyon kapsamında, caminin dış cephesinde yüzey temizliği ve koruma çalışmalarının yapıldığını, iki minarenin de birinci şerefe seviyesine kadar söküldüğünü, minarelerden birinin de tamamlandığını söyledi.

Anadlu Ajansı, Haber: Andaç Hongur, 24.06.2015

OSMANLI VE SELÇUKLU MİMARİSİNİN TANITIMI İÇİN GENÇLİK VE SPOR BAKANLIĞI'NDAN 'GENÇ MİMARLAR' PROJESİ

 

 

Gençlik ve Spor Bakanlığı mimarlık ve inşaat mühendisliği öğrencilerinin katılımına açık olarak geçtiğimiz yıl başlattığı proje bu yıl da devam ediyorı. "Genç mimarlar" isimli projeyle amaçlanan gençlere Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin en iyi şekilde tanıtılması.

 

Osmanlı ve Selçuklu medeniyetlerine ait bazı mimari eserler ile Anadolu'da öne çıkan çeşitli mimari yapıların tanıtımının yapılması ve mimari özelliklerinin incelenmesinin hedeflendiği proje kapsamında; gençlere alanında uzman akademisyenler ve profesyonel rehberler tarafından gezilecek yerlerdeki mimari yapılar hakkında detaylı bilgiler verileceği ifade ediliyor.

 

Bakanlığın "Genç Mimarlar" Projesine 18-29 yaş aralığında inşaat mühendisliği ve mimarlık bölümü öğrencileri başvurabiliyor. Katılım kontenjanının "40 bayan ve 60 erkek" olarak ayrıştırılması da ilginç bir ayrıntı olarak öne çıkıyor.

 

Proje etkinlikleri ve tarihleri şöyle belirtiliyor:

  • Diyarbakır (Selçuklu ve Osmanlı mimarisi- 20 erkek) 13-16 Eylül 2015

  • Konya (Selçuklu Mimarisi – 20 erkek ) 23-26 Temmuz 2015

  • Konya (Selçuklu Mimarisi – 20 bayan) 27-30 Temmuz 2015

  • Rize (Karadeniz Mimarisi ve Serenderler – 20 erkek) 23-26 Temmuz 2015

  • Şanlıurfa (Selçuklu ve Harran Mimarisi – 20 bayan) 13-16 Eylül 2015

Proje başvuruları Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın internet sayfası üzerinden alınacak. Başvurular 3 Temmuz 2015 saat 18:00'da sona erecek.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 24.06.2015

KANADA'DA 375 MİLYON YILLIK BALIK FOSİLİ SERGİLENİYOR

 

 

Kanada'nın Kuzey Kutbu'ndaki Ellesmere Adası'nda bulunan 375 milyon yıllık i, Kanada Tabiat Müzesi'nde sergilenmeye başlandı.

Chicago Üniversitesi'nden paleontologlar Neil Shubin ve Edward Daeschler tarafından Ellesmere Adası'nda bulunduktan sonra üzerinde bilimsel çalışmalar başlatılan balık fosiline, Tiktaalik Roseae ismi verilmişti. Dünyanın geçmişine ışık tutan fosiller arasında önemli yeri olduğu belirtilen balık fosilinde, yüzgeçler, vücudu dengede tutan ölçekler ve solungaçlar bulunuyor.

60 parçadan oluşan balık fosili, Başkent Ottawa'daki Kanada Tabiat Müzesi'ndeki sergiye konuldu.

Sabah, 24.06.2015

KURUÇEŞME DİVAN İÇİN YAPILAN KAZIDA OSMANLI HAMAMI BULUNDU

 

 

Divan Turizm’in, Kuruçeşme tesislerini yenilemek için geçen yıl yaptığı başvuru sonucunda arazide yapılan arkeolojik kazılarda, geç Osmanlı dönemine ait çok sayıda kültür varlığı tespit edildi. İstanbul Arkeoloji Müzesince yapılan kazı çalışmalarında bir hamam ve çamaşırhane kalıntıları ile su kanalları bulundu. 3 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu  “yerinde inceleme” kararı aldı.

 

ELLE KAZILDI

Divan Turizm, Divan Kuruçeşme'yi restore ettirmek için geçtiğimiz yıl başvuruda bulundu. Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nden gerekli izinler alındı. Yeni projede çeşitli organizasyonlara ev sahipliği yapan Divan Kuruçeşme planlanan ek bina ile genişleyecekti. 6 bin 861 metrekare alana sahip Divan Kuruçeşme için İstanbul 3 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne başvuru yapıldı. Koruma Kurulu iş makinası ile kazı yapılabileceğine karar vermesine rağmen İstanbul Arkeoloji Müzeleri buna itiraz ederek elle kazılmasını istedi. 3 ay önce başlayan arkeolojik kazılarda çok sayıda kültür varlığına rastlandı.


HAMAM ÇIKTI

Geç Osmanlı dönemine ait olduğu sanılan hamam kalıntısı ile çamaşırhane olduğu tahmin edilen bir bina ile temiz ve pis su kanalları bulundu. İnşaat şirketi daha önce yaptırdığı jeoradar yöntemi ile toprak altında mimari yapı olmadığını rapor etmiş ancak kazılar sonucunda bunun doğru olmadığı tespit edildi. Müze eski kaynaklardan yaptığı araştırmada bu bölgede bir çorap fabrikası olduğunu, mimari buluntuların bu fabrikaya ait olabileceği de belirtiliyor.

 
YERİNDE İNCELENECEK

Kültür Varlıkları Koruma Kurulu müzenin kazı sonuçları raporlarına bakarak en son aldığı kararda kurul üyelerinin yerinde inceleme yapmasını kararlaştırdı. Ancak henüz inceleme yapılmadı. Müze yetkilileri koruma kurulunun eserlerin kaldırılması yönünde karar alabileceği gibi yerinde korunmasını da isteyebileceği belirtildi. Arkeolojik kazılar devam ediyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, Kaynak: TAY Projesi, Fotoğraflar: tayproject.org, 24.06.2015

MİT'İN MARMARA KÖŞKÜ CUMHURBAŞKANLIĞI SARAYI'NIN KONUKEVİ OLUYOR

 

 

Cumhurbaşkanlığı Sarayı arazisi içinde yer alan Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) ait tarihi Marmara Köşkü, yabancı devlet adamları için konukevine dönüştürülüyor.

 

Ankara 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun geçtiğimiz hafta yapılan toplantısında önemli kararlar alındı. Atatürk’ün AOÇ arazisinde konut olarak kullandığı tarihi Marmara Köşkü’nün Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilmesi kararı çıktı. MİT’in kullandığı tarihi bina, kurulun aldığı 2446 sayılı kararla önümüzdeki günlerde restore edilecek.

 

Yapılacak restorasyonun ardından Marmara Köşkü’nde Ankara’ya gelecek olan yabancı devlet başkanları ve cumhurbaşkanları ağırlanacak. Kritik toplantıda Marmara Köşkü için 1. Derece Tescil kararı alındı. Kurul, ayrıca Saray’ın farklı ada ve parsellerde bulunan toplam 177 bin 234 metrekarelik alanını da Başbakanlık’tan Cumhurbaşkanlığı’na tahsis etti.

 

Komisyonda alınan karara sadece Yenimahalle Belediyesi Temsilcisi Ayşe Betül Uyar karşı çıktı. Alınan kararların gelecek hafta yapılacak Tabiat Varlıkları Koruma Komisyonu’nca da onaylanması bekleniyor. Toplantıda Marmara Köşkü ile Cumhurbaşkanlığı Konutu’nun arasında kalan 2 katlı küçük bir lojman için de yıkım kararı alındı. Sözkonusu binanın da tarihi bir bina olduğuna dikkat çekildi.

 

Marmara Köşkü, Atatürk’ün isteğiyle 1928 yılında inşa edildi. Adını, ön bahçesine Marmara Denizi’nden esinlenerek yapılan havuzdan aldığı belirtiliyor. İsviçreli Mimar Ernst Egli’in çizip tasarladığı, bodrum üzeri 2 kattan oluşan bina, başta müstakil Çiftlik Evi şeklindeydi. 1980 darbesiyle köşk, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kullanımına girdi. 1990’lara kadar üst düzey askerlerin toplantı, buluşma ve resepsiyon yeriydi. Köşk, son yıllarda ise MİT tarafından kullanılıyordu.  

Hürriyet, Haber: Erdinç Çelikkan, 24.06.2015

 

******


ATATÜRK'ÜN MARMA KÖŞKÜ'NÜN CUMHURBAŞKANLIĞI SARAYI'NA DEVRİNE DAVA AÇILIYOR

 

Ankara 1'Nolu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından, Atatürk Orman Çiftliği'nde bulunan Atatürk'ün Marmara Köşkü'nün Cumhurbaşkanlığına devredilmesi kararını Mimarlar Odası Ankara Şubesi yargıya taşıyor. Konuya ilgili açıklama yapan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan "Atatürk'ün vasiyeti ihlal edilerek yapılan Kaçak saray'daki her hareket, her olay gündemimizdedir, Atatürk'ün Marmara Köşkü Kaçak Saraya devredilemez, yargıya taşıyacağız" dedi.

 

'1928 yılında Mimar Ernest Egli tarafından Atatürk için Modern Çiftlik evi olarak tasarlanan Marmara Köşkü'nün, Atatürk Vasiyetini ihlal ederek, hukuku ihlal ederek, lüks ve şatafat içerisinde yapılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na devredilmesini kabul etmiyoruz' diyen Candan; "Marmara Köşkü, tıpkı Atatürk Orman Çiftliği gibi bize emanet edilmiştir. Yapıldığı dönemde yaklaşık maliyeti 47.000 lira civarında olan bu mütevazı yapının, lüksün ve şatafatın ve hukuksuzluğun, simgesi olan kaçak saray kullanımına devredilmesi kabul edilemez. Bu bizim 59. davamız olacak. Marmara Köşkü ne kadar mütevazılığın simgesi ise, Kaçak saray O kadar lüks ve şatafatın simgesidir" dedi.

 

"MEŞRULAŞTIRMA ÇABALARI AFAKİDİR"

Candan şöyle devam etti; "Dünyanın hangi demokratik ülkesinde Cumhurbaşkanı Kaçak bir mekanda oturmaktadır? Kaçak Sarayı meşrulaştırma çabaları afakidir. Hiç bir açıklama Kaçak Saray'ın kaçak olduğu gerçeğini gizleyemez, hukuksuz olduğu gerçeğini gizleyemez, kamu kaynaklarının lüks ve şatafat içerisinde israf edildiğini gizleyemez. Devri yapılmak istenen Marmara Köşkü'nün maliyetleri bellidir. Daha kaç liraya yapıldığını, hangi kalemlerden ne harcandığını, kamu ihale süreçlerinin şeffaf olup olmadığını, kaç odasının olduğu, hükümetin bakanlarının bile bilmediği bir yapı da yerin üzerindeki 2 bin oda yetmemiş, 450 bin metrekarelik inşaat alanı yetmemiş, birde Marmara Köşkü'nü istiyorlar. Kaçak sarayın kaç odası boştur, kaç kişi çalışmaktadır, kaç lira aylık gideri vardır, inşaat maliyetleri ve dekorasyon malzemeleri kalem kalem faturaları ile ihale belgeleri ile markaları ile açıklanana kadar, bu kaçak ve hukuksuz yapıdaki her hareket, her işlem takibimiz altındadır."

haberlrcom, 25.06.2015

420 YILLIK KÜLLİYENİN DUVARINI KAMYON GİRİŞİ İÇİN YIKTILAR

 

 

Bursa’nın Yenişehir İlçesi'nde 420 yıllık tarihi Sinan Paşa Külliyesi’nin duvarı restorasyon çalışmaları kapsamında kamyonların giriş çıkışı için yıkıldı. 

 

CHA'nın haberine göre, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin restorasyon için Sama İnşaat’a ihale ettiği çalışmaları şu anda taşeron şirket yürütüyor. Duvarın yıkılmasının belediyenin bilgisi dahilinde yapıldığı ileri sürülüyor.

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi ve Plan-Bütçe Komisyonu Üyesi Ercan Özel, restorasyon çalışmalarının sürdüğü külliyede birkaç gün önce duvarın yıkılarak kapı açıldığını söyledi. Özel, “420 yıllık tarihi bir duvar restorasyon adı altında yıkılmış ve harap edilmiş durumda” dedi.

 

Duvarın araçların girmesi için yıkıldığını anlatan Ercan Özel, “Araçların girmesi için tarihi bir duvar yıkıldı ki, buraya iki tane araçların girmesi için yol var, onlar kullanılabilirdi. Yetkilileri görevi çağırıyoruz, bu bir vatandaşlık görevidir. Burada çok ciddi bir tahribat yapılmıştır, tarih burada özenle yağmalanmıştır" diye konuştu. 

 

'ÇATLAK VARDI' 

Firma yetkilisi ise kapı için açılan yerin çatlak olduğunu iddia ederken şöyle konuştu: “Aslında burada büyük bir çatlak vardı, parça marça düşmüş, tehlike arz ediyordu. Zaten sökülecekti, bizde o sürede idare ile de görüştük ve çok büyük olmamak kaydıyla, küçük araçlarla eşya getirip götürürken kullanılabilir diye konuşmuştuk. Anıtlar Kurulu’ndan geçmiş bir karardı. Bunun dışında yine türbelerin içlerinde de çatlaklar var ve onları da birçoğunuzda burada ki gibi sökeceğiz.”

Sol Haber, 23.06.2015

 

******


KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NDAN SİNAN PAŞA KÜLLİYESİ AÇIKLAMASI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bursa'nın Yenişehir İlçesi'ndeki tarihi Sinan Paşa Külliyesi'nin restorasyon çalışmaları sırasında duvarının yıkılarak, kamyonların geçişi için kapı açıldığı iddialarıyla ilgili soruşturma başlatıldığını bildirdi.

 

Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, Sinan Paşa Medresesi'nde yürütülen restorasyon uygulamaları sırasında Medreseye ait bahçe duvarının yıkılması üzerine, Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nca incelemede bulunulduğu ifade edildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in talimatıyla gerçekleştirilen incelemeler sonucunda yapılan tespitlerin kamuoyu ile paylaşılmasına ihtiyaç duyulduğu belirtilen açıklamada, şu bilgilere yer verildi:

"Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı Sinan Paşa Medresesi imzalanan protokolle Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmektedir. Burada daha önce Koruma Kurulu'nca uygun bulunan projenin dışında herhangi bir uygulama yapılabilmesi için Bakanlığımıza bağlı Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'ndan izin alınması gerekmektedir ancak kamuoyuna yansıyan işlemlerle ilgili hiçbir şekilde izin alınmamıştır. Olayın duyulmasının ardından Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in talimatıyla Koruma Kurulu bugün yerinde incelemelerde bulunulmuştur. Medresenin bulunduğu parselin doğu yönünde yer alan 3,50 metre genişliğinde bir bölümün tamamen yıkıldığı, yıkılan taş duvar ile birlikte duvar üzerinde bulunan kirpi saçaklı bölümün de yıkıldığı, yıkılan duvarda meydana gelen açıklığa, demir profilli tel ızgaralı bir kapının yerleştirildiği, tel ızgaraların önünün yeşil bir branda ile kapatıldığı tespit edilmiştir."

 

 

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve ilgili mevzuata aykırı olarak tescilli Sinan Paşa Medresesinin bahçe duvarının yıkımına ilişkin konunun değerlendirilebilmesi için bugün Bursa Koruma Kurulu'nca bir toplantının da gerçekleştirildiği vurgulanan açıklamada, maddeler halinde şunlar kaydedildi:

 

(a) "Binanın tamamında görülen çatlakların durumunun irdelenmesi ve statik sorunların derinliğinin anlaşılması için sıva raspası yapılmasına ve çıkan verilere göre statik raporun güncellenmesine; bu zaman zarfında binanın yıkılmaması için statik ve yapısal önlemlerin alınmasına ve tüm bu çalışmalar doğrultusunda rölöve ile yıkılan duvarın ihyasına yönelik uygulamayı da kapsayan restorasyon projesinin revize edilmesine,

 

(b) Sinan Paşa Külliyesinin tarihsel sürecinin ve mevcut durumunu içeren detaylı araştırma yapılarak sanat tarihi raporunun hazırlanmasına,

 

(c) 18.4.2014 tarih ve 3163 sayılı karar ile onaylı jet-grouting uygulamasına, üst yapı ile ilgili tüm sorunların belirlenip restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra devam edilebileceğine,

 

(d) Yapının plan şemasının bütünüyle yorumlanabilmesi amacıyla avluda kuzey-batı yönünde iç köşede duvarın devam edip etmediğinin anlaşılabilmesi için ilgili müze müdürlüğü denetiminde temel araştırma kazısı yapılmasına,

 

(e) Yıkılan duvarın ne zaman yapıldığının tespiti için duvarların muhtelif yerlerinden alınan malzemelerin analiz edilmesi ve sonuçlarının Koruma Kuruluna iletilmesine,

 

(f) Tescilli yapıya ait yıkılan duvarın kurulumuz bilgisi dışında ve izinsiz olarak yıkıldığı anlaşıldığından, söz konusu duvar yıkımını gerçekleştiren sorumlular hakkında 2863 sayılı yasa kapsamında yasal soruşturma açtırılarak sonucundan Koruma Kuruluna bilgi verilmesine karar verilmiştir."

Habertürk, 26.06.2015

MARDİN KALESİ RESTORASYONU ÖDENEĞE TAKILDI

 

 

Mardin Müze Müdürü Nihat Erdoğan, ödenek olmadığı için kale içinde yapılan arkeolojik kazıların da durduğunu söyledi. Restorasyon çalışmasının tekrar başlatılmasını istediklerini belirten Mardin Kültür ve Turizm Derneği Başkan Yardımcısı Mehmet Fidan da, “Turizm kentiyiz ama dünyaca ünlü kalemiz turizme kapalı bekliyor.” dedi.

 

Tarihi Mardin Kalesi'nde restorasyon ve arkeolojik kazı çalışmaları ödenek olmadığı için durduruldu. Mardin Kültür ve Turizm Derneği Başkan Yardımcısı Mehmet Fidan, Mardinlilerin 60 yıllık kaleye çıkma hayalinin bir kez daha ödeneğe takıldığını söyledi. Kalenin restorasyon çalışması ve kale içi arkeolojik kazıların tekrar başlatılmasını istediklerini belirten Fidan, “Turizm kentiyiz ama dünyaca ünlü kalemiz turizme kapalı bekliyor. Restorasyonu ve arkeolojik kazıları için ödenek sağlanmıyor. Bu sıkıntıların aşılmasını ve kalenin artık turizme açılmasını bekliyoruz.” dedi.

 

Mardin Müze Müdürü Nihat Erdoğan, ödenek olmadığı için kale içinde yapılan arkeolojik kazıların da durduğunu belirtti. Kazıların en az 5 yıl süreceğini dile getiren Erdoğan, bunun için en az 10 milyon TL ödenek gerektiğini aktardı. Erdoğan, şu bilgileri verdi: “Mardin Kalesi kazısı, Mardin Kalesi kaya güçlendirme ve restorasyon çalışmaları kapsamında Mardin Müze Müdürlüğü başkanlığında yürütülüyordu. Kazı çalışmaları kapsamında 14 arkeolog, 3 restoratör, 1 heykeltıraş, 1 antropolog ve 1 harita teknikerinden oluşan 20 kişilik uzman kazı ekibi ve 60 işçi ile birlikte 10 aydır kalede arkeolojik kazılar yaptık. Bu kazılarda içinde tarihe ışık tutacak Hamdaniler, Roma, Bizans ve Artuklu dönemine ait kalıntıları ortaya çıkardık.”

 

KALENİN BOŞALTILMASI İÇİN BELEDİYE İMZA KAMPANYASI BAŞLATIYOR

Mardin Büyükşehir Belediyesi, Mardin Kalesi'nin halka açılması ve turizme kazandırılması için imza kampanyası başlatıyor. Mardin Büyükşehir Belediyesi eş Başkanı Ahmet Türk, Mardin Kalesi'nin sivilleşmesi, turizme açılması ve açılması için imza kampanyası başlatacaklarını söyledi. Mardin Kalesi'nin 50 yıldır Mardin halkına ve turizme kapalı olduğunu söyleyen Türk, “Mardin Kalesi'nin sivilleşmesi için girişimlerde bulunuyoruz. Kalenin sivilleşerek turizme açılması için, halkın ve sivil toplum kuruluşlarının desteğine ihtiyacımız var. Talimat verdim, imza kampanyası başlatıyoruz.” diye konuştu. Kalenin uzun yıllardır turistlere ve halka kapalı olduğuna dikkat çeken Türk, “Mademki, turizm kentiyiz. Biz bu kaleyi şehrimize gelen turistlere açmak zorundayız. Bu nedenle imza kampanyası başlatıyoruz. Öncelikle restorasyon çalışmalarının bir an önce bitirilmesini istiyoruz.” ifadelerini kullandı.

Zaman, Haber: Şeyhmus Edis, 23.06.2015

SANATTA KOALİSYON ÇOKTAN KURULDU

 

 

Yaz gelince büyük şehirlerdeki galerilerin bir kısmı kapanır, bir kısmı da karma sergiler açar. Bu sene, siyasi gündemden etkilenen bazı galeriler, ‘karma'ların adını değiştirip ‘koalisyon' yaptı. İlk sergi çarşamba günü başlıyor.

 

Yaz güzel bir mevsimdir ama kültür-sanat camiası için ölü geçer. Konserler dışında, tiyatro, sinema salonları ile sanat galerileri boşalır. Büyükşehirlerdeki sanat galerilerinin bir kısmı kapanır, Ege ve Akdeniz sahillerindeki şubelerine taşınırlar. Mine Sanat Galerisi, Nurol Sanat Galerisi, Evin Sanat Galerisi bu galerilerden bazılarıdır. Galerilerin diğer bir kısmı da ‘yaz karma'ları adı altında yeni sergiler açar. Gelenekselleşen sergiler bile vardır. Bu sene, siyasi gündemden etkilenen bazı galeriler, ‘karma'ların adını değiştirip ‘koalisyon' yaptı. Galata'daki D'art Sanat Galerisi, “Koalisyon” adlı seramik sergisini 24 Haziran'da açıyor. 16 Mayıs-6 Haziran tarihleri arasında düzenlenen İstanbul Seramik Sanat Günleri'ne katılan 200'den fazla sanatçının 41 eseri yaz boyunca galeride görülebilecek.

 

Yaz sergilerinin birkaç amacı olduğunu söyleyebiliriz. İlki, genelde galeriler, kendi özel koleksiyonlarıyla genç sanatçıların enerjisini birleştirip camiayı yeni isimlerle tanıştırmayı arzular. İkincisi, galeri boş durmasın fikridir. D'art Sanat Galerisi'nin sahibi Duygu Bağlan, “İstanbul'da yaz gelince galeriler kapanıyor, tatil yörelerinde açılıyor. Bizim galeri kapatmak gibi bir lüksümüz yok. Bu nedenle kendi aramızda da olsa koalisyon oluşması hoş oldu. Henüz siyasiler bir araya gelip bir hükümet kuramadılar ama biz sanatçı koalisyonunu çoktan kurduk.” diyor. İstanbul'da dört ayrı mekanda gerçekleştirilen ve 6 Haziran'da sona eren İstanbul Seramik Günleri'nde sergilenen eserlerden 41'nin ‘koalisyon'da bir araya getirilmesinin önemli bir nedeni var. Bağlan, sebebini şöyle açıklıyor: “Bizim en büyük hedefimiz seramiğin de satılacağını göstermekti. Seramik Günleri'nde bunu tahminimizin çok ötesinde yaşattık sanatçılara. Çok güzel satış oldu. Yüzde 60 yabancı, yüzde 40 yerli alıcımız vardı diyebilirim. Yabancılar başka bir ülkeden eser aldıklarında gümrük sorunu yaşıyorlar ama Türkiye'den bir-iki sanat eseri aldıklarında bir şey ödemiyorlar. Keşke bunun detayını öğrenip daha çok teşvik edebilsek. Seramik sanatını alıcıyla daha fazla buluşturabilmeyi amaçlamıştık, bunu başardık, galerimizde de aynı enerjiyle yaz boyunca devam edeceğiz.” 

 

Diğer koalisyonlardan...                                                        

Tem Sanat Galerisi, yaz etkinliklerine 22 Eylül'e kadar Nişantaşı'ndaki iki katlı mekanında açacağı çağdaş ustalardan genç sanatçılara uzanan karma resim, heykel ve fotoğraf sergileriyle sürdürüyor. 15 Haziran'da açılan ilk sergide Adnan Varınca, Gökşin Sipahioğlu, Ömer Kaleşi, Alecos Fassianos (Yunanistan), Nevin İşlek, Güngör İblikçi, Yuri Kuper (Rusya), Hale Sontaş, Mehmet Güler, Zeki Fındıkoğlu, Hüseyin Ertunç, Abdulkadir Öztürk, Angelos Panayiotidis (Yunanistan), Fuat Acaroğlu, Gülden Artun, Nur Özalp, Talat Enlil,  Devabil Kara ve Özlem Özkan'ın eserleri yer alıyor.

 

Mine Sanat Galerisi, Bodrum Yalıkavak'taki şubesinde çağdaş sanatın önemli isimleri Halil Akdeniz, Bedri Baykam, Bubi ve Yusuf Taktak, ‘Dört Taraf' isimli sergiyle 25 Mayıs'tan bu yana ağırlıyor.

 

Kılınçarslan, Eğitim, Kültür ve Sanat Vakfı (KAV), bünyesinde bulunan KAV Sanat Galerisi ve KAV Genç Sanat, bu yıl üçüncüsü düzenlenen karma sergiler 10 Haziran'da açıldı. KAV Sanat Galerisi'nde Adnan Turani, Altan Çelem, Aydın Ayan, Bünyamin Balamir, Cihat Aral, Çiğdem Buçak Telli, Devrim Erbil, Emin Öztürk, Gülten İmamoğlu, Gürol Sözen, Hanefi Yeter, Reyhan Abacıoğlu, Saim Erken, Süleyman Saim Tekcan, Tansel Türkdoğan, Tunç Tanışık ve Utku Varlık gibi farklı kuşaklardan 20'ye yakın usta sanatçının eserleri görülebilir. (www.kavvakfi.org.tr)

Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 23.06.2015

OSMANİYE'DE İNŞAAT ARAZİSİNDE ARKEOLOJİK KALINTI BULUNDU

 

 

Osmaniye'nin Kadirli İlçesi'nde bir inşaat firmasının arazisinde yapılan çalışmada, geç antik çağa ait olduğu tahmin edilen arkeolojik kalıntılar ortaya çıkarıldı.

 

Alınan bilgiye göre, firma yetkilileri Bağ Mahallesi'nde 3. derece sit alanı içerisinde yer alan arazilerinde inşaat yapıp yapamayacaklarının tespiti için Osmaniye Müze Müdürlüğü'ne başvuru yaptı. 

 

Başvuru üzerine arazide sondaj başlatan Osmaniye Müze Müdürlüğü ekipleri çalışma sırasında sütun parçaları ve yer altı şebekesine ait pişmiş topraktan borular buldu.

 

Osmaniye Müze Müdürü Nalan Yastı, konuyla ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada, bulunan arkeolojik parçaların şu an Alacami bahçesinde muhafaza edildiğini belirterek, yapılan ilk incelemede kalıntıların geç antik çağ dönemine ait olduğunun tahmin edildiğini söyledi.

 

Arkeolojik bulgular üzerinde uzmanların çalışmalarının sürdüğünü aktaran Yastı, "Hazırlayacağımız raporu  Adana Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna sunacağız. Oradan gelecek karar neticesinde de hem bulgular hakkında daha detaylı bilgi sahibi olacağız hem de arazi için o doğrultuda işlem yapacağız" dedi.

Radikal, 22.06.2015

BOĞAZ'DA REZA'NIN ÖNÜNE YATAN KİM?

 

 

Kanlıca’daki yalısına kaçak kat çıkıp, tescilli esere asansör yapan Reza Zarrab’dan yeni rezalet.  Zarrab, ‘yıkılamaz’ kaydına rağmen yerle bir ettiği Kandilli’deki tarihi köşke kaçak kat çıktı, ağaçları keserek bina kondurdu.

 

Türkiye’nin gündemini sarsan 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonun kilit ismi Reza Zarrab’ın İstanbul Boğaz’ındaki talanı bitmiyor. SÖZCÜ, Zarrab’ın Kanlıca’da satın aldığı iki tarihi yalıda restorasyon skandalına imza atıp bir de kaçak kat çıktığını 1 Haziran günü kamuoyuna duyurdu. Haberimizin ardından, tadilat projesine onay veren Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, denetimden sorumlu Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nden projenin dışına çıkılıp çıkılmadığı konusunda bilgi istedi.
 

DENETİME GİDENLER ŞOK YAŞADI
Kurul, ayrıca Zarrab’ın Kandilli sırtlarındaki tarihi köşkündeki yenileme çalışmalarının da denetlenmesini istedi.


Boğaziçi İmar Müdürlüğü ekipleri önce Reza Zarrab-Ebru Gündeş çiftinin yaşadığı Kanlıca’daki Mehmet Arif Bey Yalıları’na gitti. Kaçak yapılaşma ve yasaya aykırı restorasyon işlemleriyle ilgili tespitlerini yaptı ve rapor haline getirdi. Ardından, Zarrab’ın Cem Kozlu’dan 25 milyon dolara satın aldığı Kandilli’deki tarihi köşk ve arazisindeki çalışmaları denetlemeye giden ekipler deyim yerindeyse “şok” yaşadı.
 

AĞAÇLAR GİTTİ, 3 KATLI BİNA GELDİ
1986 yılında korunması gerekli kültür varlığı olarak tescillenen köşkü yıkıp yenisini inşa etmeye başlayan Reza Zarrab’ın fazladan bir kat inşa ettiği ve köşkü aslına uygun yapmadığı tespit edildi. Ayrıca, bahçedeki ağaçların kesilip yerine üç katlı betonarme bir yapı inşa edildiğini gören Boğaziçi İmar Müdürlüğü ekipleri inşaat çalışmalarını durdurdu.
 

RAPOR GELDİ, KURUL İNCELEYECEK
İranlı işadamı Reza Zarrab’a ait hem Kanlıca’daki iki yalı hem de Kandilli’deki tarihi köşk için hazırlanan denetim raporu 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nın önümüzdeki ay yapılacak toplantısında ele alınacak. Kurul’un yasaya ve mevzuata aykırı yapılaşma nedeniyle inşaat sahipleri hakkında suç duyurusunda bulunması bekleniyor.


2960 sayılı Boğaziçi İmar Kanunu’nda tarihi ve doğal güzelliklerin yoğunlaştığı kıyı, sahil şeridi ve öngörünüm bölgesinde doğal yapıyı tahrip eden veya niteliğini bozanların iki aydan bir yıla kadar hapis ve 200 bin liradan 500 bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılacağı belirtiliyor.  Kanuna göre, Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün, masrafların iki katı bedeli mal sahibinden tahsil ederek tarihi yapıları aslına uygun hale getirmesi gerekiyor.

 

İşte yasaları böyle çiğnedi

Koruması gereken tescilli tarihi eser tamamen yıkıldı. n Boğaz öngörünümde yer alan tarihi eserin orijinal çatısı bozularak, çelik konstrüksiyondan kaçak çatı katı yapıldı. n Genişlik ve yüksekliği yasalara aykırı şekilde değiştirildi. n Kot seviyesini alanın tamamında 6 metre düşürerek, kottan dolayı yeni katlar kazanıldı. n Arazinin kot seviyesi düşürülürken çivi çakmanın yasak olduğu Boğaz’da, iş makineleri ve kamyonlarla hafriyat çıkarıldı. Sit alanında  topografya bozularak suç işlendi. n Arazinin bahçesindeki ağaçlar kesilerek, sit alanına üç katlı yeni beton yapılar yapıldı.
İBB Meclisi üyesi Hüseyin Sağ, hem Zarrab hem de duruma bugüne kadar seyirci kalan Boğaziçi İmar Müdürlüğü yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulundu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan başvuruda Sağ, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet edildiği, Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinde yer alan görevi kötüye kullanma ve aynı kanunun 184. maddesinde bulunan “imar kirliliğine neden olma” suçunun işlendiğine dikkat çekti. Talebi değerlendiren başsavcılık,  dosyayı örgütlü ekonomik suçları soruşturma bürosuna gönderdi.

Sözcü, Haber: İsmail Şahin, 22.06.2015

MİMAR SİNAN HATA YAPAR MI?

 

Kesin olan bir şey var; o da, Mimar Sinan'ın en önemli eserlerinden biri olan Süleymaniye Camisi'nde, yapının önemi ile bağdaşması mümkün olmayan bir tasarım sorunu olduğu.

 

Mimar Sinan'ın bir efsane kahramanına dönüşmüş olması onu ve eserlerini objektif bir gözle değerlendirmeyi zorlaştırıyor. Haliyle klasik dönem Osmanlı mimarlık tarihi de bir Mimar Sinan övgüsüne dönüşüyor. Mimar Sinan'ın dehasını ve önemini inkar etmek tabi ki mümkün değil ama hakkında yazılmış eserler kütüphanelere sığmayacak hacme ulaşmış durumdayken, Mimar Sinan eserlerini eleştirel bir gözle ele alan çalışmaların eksikliği Türkiye'de mimarlık tarihi çalışmaları adına ne ifade ediyor acaba?

 

50 sene kadar süren mimarbaşılığı sırasında 16.yy'ın teknolojisiyle 400 civarında eseri inanılmaz geniş bir coğrafyada inşa eden/ edilmesini organize eden bir insanın birçok yanlış karar da vermiş olması mümkün değil midir? Mimar Sinan'ın eserlerinin, tasarım kusurları açısından incelenmesi dönemin mimari örgütlenmesini ve inşa işleyişini daha iyi anlamak açısından iyi bir fırsat olamaz mı?

 

Bu yazı, Süleymaniye Camisi'nde tespit ettiğim bir tasarım kusurundan hareketle bu tartışmanın açılmasına zemin oluşturmak üzere yazılmıştır. Baştan söylemesi: Bu yazıda iddia ve ispatlar değil, sorular ve tahminler var. Kesin olan bir şey var; o da, Mimar Sinan'ın en önemli eserlerinden biri olan Süleymaniye Camisi'nde, yapının önemi ile bağdaşması mümkün olmayan bir tasarım sorunu olduğu.

 

SÜLEYMANİYE CAMİSİ'NİN ÜÇ ŞEREFELİ MİNARELERİNİN GİRİŞ SAÇAKLARI ÜZERİNDEN BİR SORGULAMA

 


R1 Süleymaniye Camisi: Minarelerinin yapı ile ilişkileri

 

Süleymaniye Camisi'nin dört minaresinden ikisi revaklı avlunun uç köşelerinde bulunur ve iki şerefelidir. Diğer iki minare ise üç şerefeli olup, cami kütlesinin son cemaat yeri ile birleştiği köşelerde bulunmaktadır. Bu üç şerefeli minarelerin giriş kapılarını örten ufak saçakların tam üzerlerinde dev birer çörten yer almaktadır (BKZ R3). Son cemaat yerini örten kubbelerin üstüne düşen suyun bir kısmını tahliye eden bu çörtenler zeminden 13 m., saçakların üzerlerinden ise 8 m. kadar yukarıda yer almaktadır. Bu çörtenlerden akan su, altlarındaki saçakların sürekli tahrip olmasına sebep olmaktadır.

 


R2 Minare giriş saçaklarının konumları

 


R3 Minare giriş kapısı – Saçak – Çörten ilişkisi. Saçağın gerek revaklı avlu penceresi gerekse de minare kaidesinin silmeleri ile sorunlu ilişkisi dikkate değer.

 


R4 Saçağın restorasyon öncesi durumu. Restorasyon öncesi durumda saçaktaki tahribat ve saçaktan sıçrayan suyun duvara etkisi net bir şekilde görülüyor. Restore edilen saçaklar da kısa zaman içerisinde bu durumu alacaklar.

 

SAÇAKLARIN ÖZGÜN TASARIMIN BİR PARÇASI OLMADIĞINI, SONRADAN VERİLEN ANİ BİR KARARLA EKLENMİŞ OLDUKLARINI DÜŞÜNDÜREN SEBEPLER

 

1- Saçağın Üstünde Bulunan Çörten

Hiçbir başka ipucu olmasa bile, ufak bir saçağın tepesinde büyükçe bir çörtenin bulunması, Osmanlı Mimarlığı'nın klasik döneminin zirve eserlerinden birinde beklenmeyecek bir durumdur. Duvardaki farklı açılardaki saçak birleşim izleri, bu saçakların defalarca yenilendiklerinin, farklı zamanlarda farklı meyillerin denendiğinin, yani aslında "bu işin bir türlü olmadığının" göstergeleri durumunda. (BKZ R5) Saçaklardan birinde tespit ettiğim bir diğer durum, bu saçağın tahrip olduğu için çok uzun yıllar boyunca yerinde olmadığına, çörtenden boşalan suların, saçak yerinde olmadığından, normalde saçağı taşıyan taş hatıl üzerine dökülerek onu zamanla yardığına, oradan da zemine akarak zeminde bir oyuk açtığına işaret ediyor. (BKZ R6 ve R7)

 


R5 Farklı açılardaki denemelerin izleri. Restorasyon sırasında saçak söküldükten sonra çekilen bu resimde, saçağın duvara birleşimi boyunca açılmış olan yarıklar, farklı dönemlerde çatının sürekli yenilendiğinin ve bu denemeler sırasında da 3 farklı meyil denendiğinin göstergesi.

 


R6 Saçağı taşıyan hatılın üstündeki yarık. Bu yarık, bir dönemde harap olan saçağın yıllar boyunca yerinde dahi olmadığını ve akan suyun hatılı tahrip ettiğini düşündürüyor.

 


R7 Hatılın üstünden zemine bakış. Taşlar bize bir öykü anlatıyor: Hatılın üzerine tazyikle akan suyun hatılı yardıktan sonra kenardan kendine nasıl yol bulduğunu ve zeminde aktığı noktayı zaman içerisinde nasıl çukurlaştırdığını, zemindeki kase şeklindeki oyuktan ve oradan çevreye uzanan damarlardan görebiliyoruz. Suyun akarak taşı bu hale getirdiği süre boyunca saçağın tamir edilmeden kaldığını söylemek gayet mantıklı görünüyor.

 

2- Saçağın İçinde İşlevsiz Kalan Minare Havalığı

Minare havalıkları, minarelerin gövdeleri boyunca belirli aralıklarla açılan dar ve yüksek yarıklardır. Bunlar minare içine hem ışık, hem de hava sirkülasyonu sağlarlar. 2008 yılındaki son restorasyon sırasında üç şerefeli minarelerden birinin giriş saçağının çatı aksamı yenilenmek üzere söküldüğünde, minare havalıklarından birinin saçağın çatı arasında işlevsiz kalmış olduğu görüldü. (BKZ R8 ve R9) Diğer minarede ise havalık, saçağın içinde kalmamakla birlikte, saçağın tam bittiği noktadan başlamaktadır. (BKZ R10) Saçaklar önceden planlanmış olsalardı, herhalde minare havalıkları daha üst kotta açılır, bir minarede saçak tarafından kapanıp işlevsiz kalmaz, diğerinde de tam saçağın üstüyle aynı noktadan başlamazdı.

 


R8 Saçak sökülmeden önce: henüz saçak içinde kapalı kalan havalıktan kimsenin haberi yok! Saçaktan oldukça yukarıda, minare kaidesinin üst silmesinin hemen altında görülen havalığın konumu çok sıra dışı. Osmanlı camilerinde minare kaidelerinde açılan havalıkların, minare kapısının biraz üstünde yeraldığını görüyoruz. Bu durumda bu havalık, saçağın içinde mahsur kalan diğer havalığın yerine açılmış olmalı.

 


R9 Saçak sökülünce ortaya çıkan havalık. Bu kare aynı zamanda saçağın minare üzerindeki dikdörtgen çerçeveli silme ile sorunlu ilişkisini de gözler önüne seriyor. Görüldüğü üzere altta kapıyı pervaz gibi saran çerçeve ile minarenin üst kısmında kalan çerçeve, kapının üzerindeki düz bir atkı ile birbirinden ayrılmış. Böylesi bir özeni gösteren mimar, neden saçağı bu silmeyi kesintiye uğratacak şekilde konumlandırsın?

 


R10 Diğer minaredeki durum. Diğer minarede havalık, çatı arasında mahsur kalmamakla birlikte çatının tam sıfır noktasıyla örtüşüyor. Bu da yerinde verilen bir karar neticesi oluşan zorlama bir duruma işaret ediyor.

 

3- Saçağın Yapı İle Sorunlu İlişkisi

Saçakların minareye yaslandıkları yüzeyde dikdörtgen çerçeveli bir profil bulunuyor. Bu profil saçak tarafından kesintiye uğruyor. (BKZ R9 ve R11) Saçak önceden planlanmış olsaydı, bu profil yapılmaz veya saçak üst kotunda bitirilirdi; böylece bütünlüğü zarar görmüş olmazdı. Yine bu profil dolayısıyla, saçak ile minare duvarı arasında oluşan boşluğu doldurmak için bir alıştırma parçası kullanıldığını görüyoruz. (BKZ R12) Minare kaidesinin köşesindeki yuvarlak sütunçe saçağın uç kısmıyla sorunlu bir birleşme yaşıyor. Revaklı avlu duvarı tarafında bulunan pencerenin pervaz profili de saçak tarafından kesiliyor. (BKZ R11) Saçak her noktada sorunlu detayları ile bulunduğu yere bir türlü uyamıyor. Böylesi sorunlu detaylar, özgün bir tasarım ürününe ait olmamalı.

 


R11 Saçağın minare kaidesine dayandığı yüzeyde yukarıdan aşağıya devam eden dikdörtgen çerçeveli silmeyi, soldaki pencereyi saran silmeyi ve köşedeki sütunçeyi kesintiye uğratması

 


R12 Saçağın altından tavana bakış. Restorasyon öncesi çekilen bu resimde, saçağın minare kaidesiyle birleştiği yüzeyde, minare kaidesindeki silmenin boşluğunu doldurmak üzere kullanılan ahşap alıştırma parçası görülüyor. Bu sorunlu ilişki saçağın planlı bir tasarım unsuru olmadığı kanaatini güçlendiriyor.

 

4- Osmanlı Mimarisindeki Benzer Örneklerin İncelenmesi¹

Osmanlı mimarisinde Üç Şerefeli Cami'den başlayarak Laleli Cami'ne kadar 23 tane revaklı avlusu olan cami tespit ettim. Bunlar içerisinde minarelerinin konumu ve yapı ile ilişkisi Süleymaniye Camisi ile karşılaştırılabilecek derecede benzer olanları aşağıda kronolojik olarak sıraladım.

 


R13 Üç Şerefeli Cami*. Çörten mevcut. Minareden uzak, avlu kapsına yakın konumlanmış.

 


R14 Fatih Camii. Çörten mevcut. Minareden uzak, avlu kapsına yakın konumlanmış.

 


R15 Yavuz Selim Camii. Çörten yok. Minare ile revaklı avlu duvarının kesiştiği çizgi boyunca akan suyun sebep olduğu kirlenmeye dikkat.

 


R16 Şehzade Mehmet Camii. Çörten yok. Minare ile revaklı avlu duvarının kesiştiği çizgi boyunca akan suyun sebep olduğu kirlenmeye dikkat.

 


R17 Süleymaniye Cami*. Mimar Sinan bir yenilik yapıyor ve ilk defa olarak çörteni minareye yakın, avlu kapısına uzak konumlandırıyor.

 


R18 Selimiye Cami. Mimar Sinan, çörtenin Süleymaniye'deki yerini korumuş fakat minare kapısının yerini değiştirmiş. Yani çörtenin konumundan memnun kalmış ama kapı ile çörtenin yakınlığının yarattığı sıkıntıdan ders alıp kurguyu revize etmiş.

 


R19 Eminönü Yeni Camii. Çörten yok. Minare kapısı ise resimde görünmüyor çünkü arka taraftan, kıble yönüne doğru açılmış. Böylelikle minare giriş çıkışları cami yan revaklarının korumasına alınmış.

 

Görüldüğü üzere minare giriş kapılarını örten bir saçağa Süleymaniye'den başka hiçbir eserde rastlanılmamaktadır.² Süleymaniye Camisi, minare giriş saçağının uygulandığı tek örnek olmanın yanında, son cemaat yeri çörteninin minareye yakın olduğu da ilk örnektir. Esasında bu tercih çok mantıklıdır. Çünkü son cemaat yerini örten kubbelerin üzerine, kendi üzerine yağan yağmura ilave olarak, cami kütlesinin üst yapısından da ana kubbeden başlayıp kademe kademe akarak ciddi oranda su gelmektedir. Dolayısıyla son cemaat yeri kubbelerinin, kendinden yüksek olan cami beden duvarıyla birleştikleri noktada kuvvetli bir dere oluşmaktadır. (BKZ R1 ve R 20)



R20- Son cemaat yeri kubbelerinin cami giriş cephesi ile ilişkisi

 

Bu suyu tahliye etmek adına çörten kullanılmadığı durumlarda, su serbest olarak yandan tahliye olurken minarenin camiye birleştiği çizgi boyunca akmakta ve burada hem rutubete hem de kirlenmeye sebebiyet vermektedir. (Bkz R15 Yavuz Selim Camisi ve R16 Şehzade Mehmet Camisi) Çörtenin mevcut olduğu fakat minareden uzak konumlandığı örneklerde ise hem çörten dereden uzakta kalmakta hem de avlu kapısından giren çıkan insanlar için rahatsızlık oluşturmaktadır. (Bkz R13 Üç Şerefeli Cami ve R14 Fatih Cami) Mimar Sinan'ın, Süleymaniye Camisi'nden sonra Selimiye Camisi'nde de çörteni aynı noktaya yerleştirdiğini görüyoruz. (BKZ R18) Bu durumda Mimar Sinan'ın çörtenin konumu ile ilgili bu tercihinden memnun kaldığını söyleyebiliriz. Diğer yandan dikkat edilirse Mimar Sinan, Selimiye Camisi'nde çörteni aynı yerde tutmakla birlikte, minare kapısının yerini değiştirmiş ve Süleymaniye Camisi'nde deneyimlediği çörten altına gelen minare kapısı kurgusundan kaçınmıştır.

 


R21- Saçağın görüldüğü en erken tarihli resim. (The Library of Trinity College Dublin / Fresh field album/ 1574)³ Caminin 1557 yılında bittiği düşünülürse resim 17 yıl sonrasını göstermektedir.

 

NETİCE

Bütün bu gözlemlerin neticesinde teorimi şu şekilde özetleyebilirim: Süleymaniye Camisi'nin ilk tasarımında bu saçaklar yer almıyordu. Mimar Sinan bir yenilik yaparak çörtenleri avlu kapısına değil minareye yakın konumlandırdı. Ne var ki bu yeni durumun minare kapıları ile sorunlu ilişkisini gözden kaçırdı. Minare giriş çıkışlarında çörtenden akan suyun yarattığı/yaratacağı rahatsızlığı sonradan fark ettiğinde ise bu ufak saçakları zorunlu kaldığı için ani bir kararla ekledi. Saçaklar ilk başta hesapta olmadığından, sonradan eklenmeleri birçok sorunlu uygulama detayına sebep oldu. Neticede kapının üzerine denk gelen çörtenin yarattığı tasarım sorunu, bu kapının üzerine eklenen ufak bir saçakla palyatif bir "çözüm"e kavuşturuldu. Günümüze kadar süregelen bu sorunlu kurgu da böylelikle ortaya çıktı.

 

Bu teorinin doğruluğunu kanıtlamak tabi ki mümkün değil. Ama benim teorim Mimar Sinan'ın lehine bir durumu savunuyor. Ben Mimar Sinan'ın hatasının çörten ve minare kapısının yakın konumlandırması ile sınırlı olduğunu, saçakları da zorunlu kaldığı için eklediğini savlıyorum. Benim teorim doğru değilse ve saçaklar özgün tasarımın bir parçasıysa, Mimar Sinan saçakları çörtenin altına yerleştirmekte ve bu kadar kötü uygulama detaylarını kullanmakta hiçbir sakınca görmedi demektir. Ne dersiniz?

 

Notlar

¹ Bazı camilerde arzu edilen kadraj ağaçlar, direkler, duvarlar, arazi koşulları gibi sebeplerle sağ cepheden, bazılarında sol cepheden elde edilmiştir. Fotoğrafları karşılaştırmayı kolaylaştırmak üzere bazı resimler Y ekseninde 180 derece çevrilerek kullanılmışlardır. Bunlar * ile belirtilmiştir.

² Bu konuda tespit edebildiğim tek yakın örnek Topkapı'daki Kara Ahmet Paşa Camisi'nde, cami yan girişlerini örten saçaklardır. Ne var ki bunlar tamamen farklı bir konumda bulunmaktadırlar ve minare giriş saçakları değil, cami giriş saçaklarıdır; özgün olup olmadıkları da ayrıca irdelenmelidir.

³ Esasında bu resmin tarihlendirilmesi biraz sorunlu... Üzerinde hiçbir tarih olmayan resmin birlikte ciltlendiği diğer resimlerden birkaçında 1574 tarihi yazdığı için bu resmin de bu tarihte çizildiği varsayılmış. Diğer yandan resmin çok ufak farklar içeren bir kopyası da Fransa Ulusal Kütüphanesi koleksiyonunda bulunuyor. Bu ikinci kopya 1700'lerde İstanbul'a gelen bir seyyah ve koleksiyoner olan Roger De Gaignieres (1645-1715)'in koleksiyonundan çıkmış. Bu durumda 1574 yılında çizilen bir resmin tıpatıp bir kopyasının 1700'lerde İstanbul'da bir başka kişi tarafından temin edilmesi açıklanmaya muhtaç bir durum olarak kalıyor.

Süleymaniye Camisi'ni gösteren gravür ve minyatürlerin büyük bir kısmında bu saçak gösterilmemiş. Ne var ki bu çizimlere bakarak saçağın gerçekte olmadığı sonucunu çıkaramıyoruz. Büyük bir ihtimalle çok ufak bir yapı öğesi olması sebebiyle ihmal edilmiş. Detaycılığıyla meşhur Sedat Çetintaş'ın bile 1936 yılında yaptığı Süleymaniye Camisi çiziminde bu saçakları planda göstermesine rağmen cephede çizmemiş olması bir fikir verebilir sanıyorum. Bu durum saçağı göstermeyen çizimleri bir veri olarak kabul etmenin imkansızlığını gösteriyor.

Arkitera, Yazı: Mehmet Berksan, 22.06.2015

"ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ İLE İLGİLİ TÜM DEVİRLER HUKUSUZDUR"

 

Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin olağanüstü toplantısında görüşülen Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın kullanımına yönelik daha önce Başbakanlığa tahsis edilen 8 dönümlük AOÇ arazisi, bu kez Cumhurbaşkanlığı'na tahsis edilince, Mimarlar Odası Ankara Şubesi, meclis kararını yargıya taşıma kararı aldı.

 

 

Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin dün olağanüstü toplantısında görüşülen Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın kullanımına yönelik daha önce Başbakanlığa tahsis edilen  8 dönümlük AOÇ arazisi, bu kez Cumhurbaşkanlığı'na tahsis edildi. Mimarlar Odası Ankara Şubesi, meclis kararını da yargıya taşıyor. Konuyla ilgili açıklama yapan Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan" AOÇ arazilerinin Atatürk'ün  vasiyeti  ve şartlı bağışı ihlal edilerek, parsel parsel yapılan tüm tahsislerine dava açmayı bir borç biliyoruz" dedi.

 

"Atatürk Orman Çiftliği alanları ile ilgili yapılan tüm devirler hukuksuzdur"

“8 dönümlük AOÇ arazisinin Başbakanlığa tahsisine ilişkin açtığımız davanın mürekkebi kurumadan, aynı alanın Kaçak Saray'a devredilmesi de hukuksuzdur, bu kararı da yargıya taşıyoruz” diyen Candan şöyle devam etti:"Atatürk Orman Çiftliği alanları ile ilgili yapılan tüm devirler hukuksuzdur, ister başbakanlığa yapılsın, ister Cumhurbaşkanlığına hepsi hukuksuzdur.”

 

"Büyük dava hazırlığımız başladı"

“Atatürk Orman Çiftliği alanlarının hangi amaçla kullanılacağı bellidir.5659 sayılı AOÇ kanuna  göre özel kanun çıkartılmadan  yapılan tüm devirler geçersizdir” diyen Candan, Kanunsuz yapılan devir  ve tahsislerle ilgili, büyük dava hazırlığımız başladı. Bu hukuksuz uygulamaları gerçekleştirenler, yargı önünde hesap vereceklerdir şeklinde konuştu.

Yapı, 22.06.2015

CUMALIKIZIK TARİHİNİ MÜZEDE YAŞATACAK

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi'nce kararlılıkla sürdürülen çalışmalar sonucu UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınarak Bursa'nın değeri olmanın ötesinde insanlık adına evrensel bir değer haline gelen Cumalıkızık Köyü'nün 700 yıllık tarihi, gelenek ve görenekleri, yaşam tarzı, yenilenen Etnografya Müzesi ile gelecek kuşaklara aktarılıyor. Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından çağdaş müzecilik konseptinde yeniden ele alınan Cumalıkızık Etnografya Müzesi, Bursa'nın UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmesinin birinci yıl dönümünde yenilenen yüzüyle ziyarete açıldı.

 

Köylünün kendi imkanları ve Cumalıkızık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi'nin çabaları ile ortaya çıkan ve köy halkının kullandığı tarımsal aletler ve ev eşyaları gibi ürünlerin sergilendiği müze, Büyükşehir Belediyesi tarafından çağdaş müzecilik konseptinde yeniden ele alındı. Orijinal mimarisiyle günümüze kadar ayakta kalmayı başarabilmiş ender köylerden biri olan Cumalıkızık'ın tarihini ve geleneklerini gelecek kuşaklara aktaracak olan müze, tarihi köyün UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınmasının yıldönümünde yeniden ziyarete açıldı. Bursa Valisi Münir Karaloğlu, Yıldırım Belediye Başkanı İsmail Hakkı Edebali, Yıldırım Kaymakamı Mehmet Aydın, UNESCO Bursa Alan Başkanı Prof.Dr. Neslihan Dostoğlu ve ICOMOS'dan gelen heyetin de katıldığı açılış töreninde konuşan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, UNESCO'ya girişin birinci yıl dönümünde  böyle bir etkinliğe imza atmanın mutluluğunu yaşadıklarını söyledi. Bursa'daki her dönemin izlerini gün yüzüne çıkarmak için yoğun bir çaba harcadıklarını hatırlatan Başkan Altepe, “Kızık boylarının hikayesi ile başlayan müzedeki yolculuk, yaşayan müze Cumalıkızık Köyü'nün somut olmayan kültürel mirasını da içinde barındırıyor. Köy halkının kullandığı toprak testiler, şamdanlar, fenerler ve tarım aletleri gibi günlük kullanım eserlerinin sergilendiği müzede toplam 240 adet eser yer alıyor. Müzede ayrıca UNESCO Dünya Mirası ilan edilen Hanlar Bölgesi, Sultan Külliyeleri ve Cumalıkızık'ın üstün evrensel değerini açıklayan bir köşe de yer alıyor. Cumalıkızık Köyünün tarihinin, gelenekleri görenekleri ve yaşayışlarının içinde saklandığı ve bunlardan birer öğeyle tanıtımının yapıldığı Cumalıkızık Müzesi, Pazartesi hariç her gün ziyarete açık olacak” diye konuştu.

Dünya, 22.06.2015

ANTİK KENT PAMİRA'YA MAYIN DÖŞEDİLER

 

 

Irak Şam İslam Devleti Örgütü IŞİD'in tarihi tahrip etmee devam ediyor. Kanlı örgütün bu kez Suriye'deki Palmira antik kentine mayın döşediği iddia edildi.

 

Terör örgütü IŞİD’in, Mayıs ayının sonlarında kontrolünü ele geçirdiği Suriye’nin antik Palmira kentinin antik eserlerin bulunduğu bölgenin çevresine mayın ve bomba döşediği bildirildi.  

 

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi tarafından bugün yapılan açıklamada, terör örgütü IŞİD’in kente mayın ve bomba döşediği bildirildi.

 

Açıklamada, bunun kentte bulunan tarihi eserlere zarar vermek amacıyla mı yoksa hükümet güçlerinin kente doğru ilerleyişi durdurmak amacıyla mı yapıldığı konusunda yeterli bilginin olmadığı kaydedildi. 

 

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi Başkanı Rami Abdulrahman konuyla ilgili açıklamasında, “Militanlar, mayın ve bombaları dün döşediler.

 

Ayrıca bazı mayın ve bombaları Roma dönemine ait tiyatro yakınlarına da yerleştirdiler. Ancak bu konudaki gerçek niyetlerini bilmiyoruz” dedi.

 

IŞİD, Mayıs ayının sonlarında 50 bin kişinin yaşadığı ve Antik Roma döneminden kalma eserlerin bulunduğu kentin kontrolünü ele geçirmişti.

Hürriyet, 22.06.2015

ROMA DÖNEMİ HEYKEL MARANGOZDA ELE GEÇİRİLDİ

 

Bursa’nın Gemlik İlçesi’nde, jandarma tarafından gerçekleştirilen operasyonda, marangoz atölyesi deposunda Roma dönemine ait olduğu bildirilen mermer heykel ele geçirildi.

 

Bursa İl Jandarma Komutanlığı ekipleri ihbar üzerine bir otomobili takibe alındı. Araç içerisinde bulunan tarihi eser niteliğindeki objelerin Gemlik İlçesi'nde bulunan bir marangoz dükkanına bırakıldığının tespit edilmesi üzerine Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan alınan arama kararı ile araç ve işyerinde yapılan aramada işyeri deposunda bir metre uzunluğunda Roma dönemine ait erkek mermer heykeli bulundu. Mermer heykel, Bursa Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken, işyeri sahibi İ.T. (62) ifadesinin alınmasının ardından serbest bırakıldı. Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

Sabah, 22.06.2015

ESAD'IN VARİL BOMBALARI OSMANLI KERVANSARAYINI VURDU

 

 

Suriye'de Esad rejimine ait savaş helikopterleri, bu kez bir Osmanlı kervansarayını hedef aldı. Ülkenin kuzey batısındaki İdlip vilayetine bağlı Maaret el- Numan şehrinde yer alan Murat Paşa Kervansarayı'nda çok sayıda tarihi eser bulunuyordu. Suriyeli yetkililer, 1565 yılında inşa edilen kervansarayın helikopterlerin attığı varil bombaları nedeniyle büyük ölçüde tahrip edildiğini açıkladı. 


'SURİYE MİRASI İÇİN TRAJEDİ' 
Suriye Tarihi Eser Koruma Birliği tarafından yapılan açıklamada, pazartesi günü rejim helikopterleri tarafından yerleşim yerlerine bırakılan iki varil bombasının kervasarayın içinde bulunan mozaik müzesinin duvarlarındaki mozaiklerin birçoğunun yıkılmasına neden olduğu belirtildi. Müzeyle birlikte, kervansarayın içinde bulunan tarihi cami ve diğer yapılar da saldırı sonrasında hasar gördü. Osmanlı kervansarayında yer alan eserlerin durumu konusunda AFP'ye konuşan Suriye Tarihi Eserler Genel Müdürü Mamun Abdülkerim, "Bu Suriye mirası için yeni bir trajedidir" diyerek müzelerin savaş durumunda tarafsız alanlar olarak kalması gerektiğini ifade etti. Abdülkerim, "Hangi taraftan olursa olsun, hiçkimsenin ülkemizin tarihini şekillendiren bu yapılara zarar verme hakkı yok" dedi. Ancak yetkililer, saldırıyı kimin gerçekleştirdiği hakkında yorum yapmaktan kaçındı. Birleşmiş Milletler, savaşta yaklaşık 300 adet paha biçilemez tarihi alanın yıkıldığını, zarar gördüğünü ya da yağmalandığını açıklamıştı. 2011 yılından bu yana 230 bin kişinin hayatını kaybettiği savaşta, birçok tarihi eser ve yapı, savaşın taraflarınca yerle bir ediliyor. Geçtiğimiz aylarda da terör örgütü IŞİD'in, UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Palmira'yı ele geçirmesinin ardından kentteki binlerce yıllık eserler hedef olmuştu. 1000'den fazla sütunun halen ayakta kaldığı ve 500'den fazla tarihi mezarın bulunduğu antik kent, çatışmaların yoğunlaşmasıyla yağmalandı; birçok eser de yurtdışına kaçırıldı.

Türkiye Gazetesi, 22.06.2015

TARİHİ CAMİYE 'HAS' SAYGISIZLIK

 

 

Bizans’ın son imparatoru Konstantin, kuşatma altındaki şehrini dirayetle müdafaa ederken yeniçeri palalarıyla can vermişti.

 

Çocuğu yoktu, ağabeyinin iki oğlu tahtın varisleriydi.  Ancak Osmanlı’nın şahi topları son kez gürlediğinde ortada varisler için ortada ne Bizans’ın tahtı ne de tacı kalmıştı… Palaigolos hanedanının son temsilcileri olan iki prens de esir edilmişti.  Ne Avrupa’dan gelecek bir yardım ne de başka bir ittifak durumu değiştiremezdi. Bir çağ kapanmış, Sultan Fatih, ‘Kayzer-i Rum’ unvanıyla Doğu Roma’nın bu güzel şehrine yerleşmişti. Gözünü batıya dikmiş, Roma İmparatorluğu’nun esas kalbini fethetmek için planlar yapmaya başlamıştı.

 

Prens’ti, Paşa oldu
Taht varisi iki prensin kaderi de değişmişti. Derhal Enderun mektebine alındılar. Müslüman olan bu iki asilzadenin biri Murat diğeri ise Mesih adını aldı. Son derece zeki ve çalışkandılar. Kısa sürede öne çıktılar. Genç yaşlarda ciddi görevler üstlendiler.  Her ikisi de ‘Paşa’ ünvanı alarak vezir rütbesine erişti.  Küçük kardeş ‘Has Murat Paşa’ adıyla nam yaptı. Genç yaşında Rumeli Beylerbeyi olmuştu. Stratejik kararlar veren güçlü bir vezir, cesur bir komutandı. Bütün seferlerinde Sultan Fatih’in yanı başındaydı.  Akkoyunlu seferinde de ordunun ön saflarındaydı. Otlukbeli’ndeki savaşta Türkmen süvarilerinin pususuna düştü. Uzaklardan gelen kemik uçlu bir ok göğsüne saplandığında, elindeki kılıcıyla birlikte atından düştü. Bahtı açık bir Bizans prensi olarak dünyaya gelen bu asilzade, şehit bir Osmanlı veziri olarak tarihteki yerini aldı.


Tarihe saygısızlık
Her Osmanlı devlet adamı gibi o da kendi adına bir cami ve külliye yaptırmıştı. Aksaray’daki külliyeden bugün geriye sadece 1473 tarihli ‘Has Murat Paşa Camii’ kaldı.  Erken dönem Osmanlı mimarisinin eseri olan bu cami Bursa camilerini andırıyor. Vatan ve Millet caddelerinin kesiştiği bir noktada… Cami avlusunda tarihi camilerin bilindik serinliği var.  Ama duvarlarda tuvaletleri işaret eden her biri diğerinden çirkin levhalar var. Küçük bir avlu ve 15 ayrı levha…  Caminin zarafetine tümüyle zıt bir ilkellik içinde gelişigüzel sağa sola asılmışlar... Levhaları takip ettiğiniz karşınıza çıkan gecekondu kılıklı, tuvalet olarak kullanılan bir yapı...


550 yıldır bütün güzelliğiyle ayakta kalmayı başaran bir esere bundan daha büyük saygısızlık yapılamazdı herhalde…

Milliyet, Haber: Musa Kesler, 22.06.2015

350 YILLIK MUMYA HERKES ŞAŞIRTTI

 

 

Fransa 'da Rennes arkeologları tarafından yapılan kazılarda kıyafetleriyle gömülen kadın mumya dikkat çekti. Aradan 350 yıl geçmesine rağmen kıyafetlerinin nasıl bu kadar korunduğu da merak konusu oldu.

 

KALBİNDEKİ KUTUDA EŞİNİN İSMİ YAZIYOR

Kalbinin üzerinde bulunan bir kutuda eşinin ismi yazan kadının soylu bir aileden geldiği anlaşılıyor.

 

ŞAPKASI BİLE VAR
Mumya kadının üzerindekiler o dönemin asil kadınlarının giydiği kıyafetlerden olduğu anlaşılıyor. Soylu mumya kadının üzerinde şapkası, yün bir pelerini ve eşek derisinden yapılmış mantar tabanlı bir de ayakkabısı bulunuyor.

Radikla, 22.06.2015

HEYKELTIRAŞ MEHMET AKSOY'A 4 YIL HAPİS TALEP EDİLDİ

 

Kamuoyunda ’Ucube Davası’ olarak bilinen davanın ardından verdiği röportajda, "Davada kazandığınız parayla yeni heykeller yapacak mısınız?" sorusuna, "Haram parayı heykele yatırmam" şeklinde cevap vererek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle heykeltıraş Mehmet Aksoy’un 4 yıl 8 aya kadar hapsi istendi.

 

İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nca hazırlanan 2 sayfalık iddianamede, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatı aracılığıyla şikayet dilekçesi sunduğu belirtildi. Dilekçede, kamuoyunda "Ucube Davası" olarak bilinen davada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, heykeltıraş Mehmet Aksoy’a 10 bin TL tazminat ödemesine karar verildiği anlatıldı. Dilekçede, henüz kesinleşmeyen karardan yola çıkılarak sorulan "Davada kazandığınız parayla yeni heykeller yapacak mısınız?" sorusunu Aksoy’un "Haram parayı heykele yatırmam" şeklinde yanıtladığı belirtilerek, bu sözle Cumhurbaşkanı’na hakarette bulunduğu iddia edildi.

 

"BURADAKİ KASTIM CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’A HAKARET DEĞİLDİ"

Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un savcılık ifadesinde, "Kars’ta İnsanlık Anıtı isimli bir heykel yaptım. O tarihte Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan bu heykele ’Ucube’ dediği için Erdoğan aleyhine tazminat davası açtım. Lehime 10 bin TL tazminata hükmedildi. Gazetecilerle röportaj esnasında ’Ucube heykeller yapmaya devam edeceğim’ dedim. Onlar da ’Bu parayı heykele mi yatıracaksınız?’ diye sordular. Ben de ’Haram parayı heykele yatırmam’ şeklinde bir cevap verdim. Meslek hayatım boyunca 10 bin ton taşı yonttum. Yaptığım iş ciddi emek isteyen bir iş. Ekmeğimi taştan çıkaran bir insanım. Hatta yaklaşık 8 yıldır atölyemde ve arabamda ’Kara para değil, taş aklıyoruz’ şeklinde bir slogan bulunur. Buradaki kastım Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret değildi. Bu para herhangi bir emek ve ter karşılığı kazanılan bir para olmadığı için bu tabiri kullandım. Suçlamaları kabul etmiyorum" dediği iddianamede yer aldı.

 

"CUMHURBAŞKANI’NA HAKARET SUÇU VAR"

İddianamede, "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) düşünce ve ifade özgürlüğünün kırıcı, şok edici veya rahatsız edecek olanlar için de geçerli sayılması ve bunun demokratik bir toplumun olmazsa olmaz unsurlarından olan çokseslilik, tolerans ve hoşgörünün gereği olduğu vurgulanmışsa da, şüphelinin ’Haram parayı heykele yatırmam’ şeklindeki ifadesiyle Cumhurbaşkanı’nın kazancını gayrimeşru yollardan elde ettiğinin ima edildiği, bu nedenle şüphelinin eyleminin Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmıştır" denildi.

 

4 YIL 8 AYA KADAR HAPSİ İSTENDİ

İddianamede, heykeltıraş Mehmet Aksoy’un Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan 1 yıl 2 aydan, 4 yıl 8 aya kadar hapsi istendi. İddianame kabul edilirse, Aksoy Asliye Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıkacak.

 

ERDOĞAN "UCUBE" DEDİKTEN SONRA YIKILMIŞTI

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan olduğu 8 Ocak 2011 tarihinde Kars’ta yaptığı mitingte, İnsanlık Anıtı’na ’Ucube’ demiş ve daha sonra anıt yıkılmıştı. Bunun üzerine, heykeltıraş Mehmet Aksoy da avukatları aracılığıyla Erdoğan aleyhine tazminat davası açmıştı. Aksoy, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan, Kars’ta yaptığı heykele ’Ucube’ diyerek hakaret ettiği gerekçesiyle 10 bin TL tazminat kazanmıştı.

Milliyet, 22.06.2015

 

Antalya’nın Kaş İlçesi'nde bulunan Bezirgan Mahallesi'nde 130 hektarlık alanda açılmak istenen taş ocağına verilen ruhsat, önce yargıya taşındı ardından da köylülerin tepkisi üzerine şirket alandan çekilince iptal edildi, dava düştü. Mahkeme kararını alan köylüler sevinçli. Yaklaşık 3 bin 500 lirayı bulan dava masrafını ise davalı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı karşılayacak. Taş ocağı açılmak istenen bölgede, tarihi Likya Yolu, tahıl ambarları ve verimli tarım arazileri bulunurken, Bezirgan, ÇEKÜL tarafından örnek köy yerleşmesi ilan edilmişti.

ARKEOLOJİK SİT ALANINA TAŞ OCAĞI KÖYLÜLERİ AYAĞA KALDIRDI
Antalya’nın Kaş İlçesi'nde bulunan Bezirgan Mahallesi'nde 130 hektarlık alanda açılmak istenen taş ocağına karşı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı aleyhinde dava açıldı. Davayı açan Kaş Belediyesi ve köylülerden Yusuf Ünal, taş ocağı ruhsatı verilen alanın 1. derece arkeolojik sit alanı içinde olduğunu öne sürerek hukuksuz olduğu belirtilen ruhsatın önce yürütmesinin durdurulmasını ardından da iptalini talep ettiler. Konuyu gündemine alan Koruma Kurulu ise bir tavsiye kararı alarak alanda açılmak istenen taş ocağının kültür mirasına zarar verebileceğini belirtti.


BEZİRGAN’IN İSKOÇ GELİNİ KÖYLÜLERDEN İMZA TOPLADI
Bu arada bölgede taş ocağı açılacağını öğrenen Bezirganlı çoban Sadık Demir de iş makinelerinin geçişini engellemek için kendince barikat kurarak ruhsat alanına giden yolu kayalarla kapattı. 20 yıldır eşinin köyü olan Bezirgan’da yaşayan İskoç kökenli Pauline Şalvarlı ise bine yakın imza toplayarak taş ocağının iptali için girişimde bulundu.

‘BU DEĞERLER YOK OLUNCA TAŞ MI YİYECEĞİZ?’
Taş ocağı açılmak istenen alanın yakınında 30 kadar ev bulunduğuna da dikkati çeken Pauline Şalvarlı, “buradaki köylülerin yaşamı tehlike altına girecek. Taş ocağına karşı imza topladık. Okuma yazması olamayan yaşlılar bile imza verdi. Çünkü bu köylülerin tarım ve turizmden başka gelirleri yok. Bu değerler yok olunca, turizm ve tarım bitince biz burada taş mı yiyeceğiz? Türkiye en önemli sektörünü tek bir şirketin kazancı için baltalıyor” ifadelerini kullanmıştı.

 

MAHKEME KÖYLÜLERİN TALEBİNİ REDDETTİ
Bütün bu girişimlerin ardından ise köylüler nefeslerini tutup mahkemenin vereceği kararı beklemeye başladı. Davayı Antalya 1. İdare Mahkemesi, köylülerin yürütmeyi durdurma talebini reddetti. Mahkemenin gerekçesinde, “yürütmeyi durdurma koşullarının gerçekleşmediği” hükmüne yer verilirken, davalı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın mahkemeye sunduğu savunma ise görenleri hayrete düşürdü.

DAVALI BAKANLIK: ‘TAŞ OCAĞI ÇEVREYE ZARAR VERMEZ’
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın mahkemeye sunduğu savunmasında özetle, “Çevre Koruma mevzuatında çevre kirliliği nedeniyle maden ruhsatlarının iptalini gerektirecek bir düzenleme bulunmamaktadır. Kaldı ki, dava konusu ruhsat ile yapılacak faaliyetlerin çevre ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri, toz, gürültü, taş fırlatma, titreşim olacağına dair bir veri bulunmamaktadır” İfadelerine yer verilmişti.

KÖYLÜLERİN TEPKİSİ ÜZERİNE ŞİRKETİ ALANDAN ÇEKİLDİ, DAVA DÜŞTÜ
Ancak bölgedeki gergin bekleyiş Antalya 1. İdare Mahkemesi’nden gelen bir kararla yerini sevince bıraktı. Köylülerin haklı tepkilerinin ardından bölgede taş ocağı açmak isteyen maden şirketi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na başvurarak ruhsat sahasını terk etmek istediğini bildirdi. Bakanlık da bunun üzerine Bezirgan’daki taş ocağı ruhsatını iptal etti. Mahkeme ise konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmederek, yaklaşık 3 bin 500 TL tutarındaki dava masraflarının Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca ödenmesini kararlaştırdı.

PAULİNE ŞALVARLI: ‘ŞİMDİ ÇOCUKLARIMIZA BIRAKABİLECEĞİMİZ BİR KÖYÜMÜZ VAR’
Yaklaşık 2 yıldır köylerinde açılmak istenen taş ocağına karşı mücadele eden Pauline Şalvarlı, bu süreçte kendilerine destek olan kişi ve kurumlara teşekkür ederek, “şimdi çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakabileceğimiz bir köyümüz var. İmza kampanyamıza katılan yerli halka, turistlere ve ziyaretçilere çok teşekkürler” diye konuştu.
Ulusal Kanal, Haber: Yusuf Yavuz, 21.06.2015

508 BİN LİRALIK KARTPOSTAL

 

 

Ressam Pablo Picasso'nun 1918'de Fransız şair Guillaume Apollinaire'e yolladığı ve üzerinde çizimi bulunan kartpostal, Almanya'daki Bietigheim- Bissingen Müzayedeevi'nde tam 166 bin euro’ya (508 bin TL) satıldı.

Şimdiye kadar satılan en pahalı kartpostalın yeni sahibi açıklanmadı. İşin ilginç tarafı, Picasso karta İspanyolca Don Guillermo diye yazdığı için kartpostalın Apollinaire'in eline hiç geçmemiş olması.

 


Radikal, 22.06.2015

JANDARMA DEFİNE KAÇAKÇILARIYLA ÇATIŞTI

 

 

Denizli'nin Honaz İlçesi'nde jandarma ile 5 define kaçakçısı arasında silahlı çatışma çıktı. Kaçan define kaçakçılarını yakalamaya çalışan 32 yaşındaki Jandarma Uzman Çavuş Cengiz Darbaş, uçurumdan yuvarlanarak şehit oldu.

 

2 jandarma eri de kuyuya düşerek yaralandı. Define kaçakçılarından 4'ü yakalanırken, kaçak 1 kişinin yakalanması için bölgede kapsamlı arama başlatıldı.

 

Olay, gece yarısı Emirazizli Mahallesi'ndeki Kayabaşı Mevkii'nde meydana geldi. Kaya mezarlarının bulunduğu dağlık alanda tarihi eser kaçakçılarının define aradığı ihbarı alan Honaz İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı devriye ekipleri bölgeye sevk edildi. Tarihi eser kaçakçılarını yakalamak için operasyon düzenleyen jandarma ekipleri, şüphelilere 'Teslim ol' çağrısı yaptı.

 

Bu çağrıya ateş ederek karşılık veren 5 kişi kaçmaya başlarken jandarma ile silahlı çatışmaya girdi. Karanlıkta, izlerini kaybettirmeye çalışan zanlılar ile jandarma ekipleri arasında dağlık alanda kovalamaca başladı.

 

Zanlılardan birinin ittiği evli ve 1 çocuk babası Jandarma Uzman Çavuş Cengiz Darbaş uçurumdan yuvarlandı. 30 metre yuvarlanıp, başını kayaya çarpan Darbaş, ağır yaralandı.

 

İhbar üzerine sevk edilen sağlık ekipleri yaptıkları kontrolde Darbaş'ın şehit olduğunu belirledi. Başka bir jandarma eri de uçuruma yuvarlanarak yaralandı.

 

Olay sırasında define kaçakçıları Özer Çıbıkçı, Orhan Çelkan, Tayfun Çelkan ve Bünyamin Çelkan yakalandı.

 

Bölgeye çok sayıda destek jandarma ekipleri, AFAD, Denizli Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı Arama kurtarma ekibi, UMKE ekipleri gönderildi.

 

Arama kurtarma ekipleri kuyuya düşerek yaralanan jandarma erleri Gökhan Koyunoğlu ile Göktuğ Şenyüz'ü düştüğü yerden çıkardı. Vücutlarında kırıklar olduğu belirlenen iki er ambulansla Denizli Devlet ve Pamukkale Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırıldı. Arama kurtarma ekipleri uçuruma düşerek şehit olan jandarma uzman çavuş Cengiz Darbaş'ın cesedini bulunduğu yerden güçlükle çıkardı.

 

Darbaş'ın cesedi otopsi yapılmak üzere Pamukkale Üniversitesi Hastanesi Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı. Çok sayıda jandarma ekibi, bölgeyi sararak olay yerinden kaçan şüphelilerden Cihan Yıldırım'ı yakalamak için çalışma başlattı.

 

Bölgeye İl Jandarma Komutan Vekili Dr. Albay Mürşit Kuyumcu ile Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Murat Kırkaya da gelerek olay hakkında bilgi aldı. Evli 1 çocuk babası Şehit Jandarma Uzman Çavuş Cengiz Darbaş'ın eşinin hamile olduğu ve 10 gün sonra doğum yapmasının beklendiği kaydedildi.

Radikal, 21.06.2015

İRAN'IN EN YAŞLI KADINI

 

 

İran Arkeolojik Araştırma Merkezi’nden bilim insanları, geçen yıl başkent Tahran’da bulunan ve şehrin sanılandan çok daha eski bir yerleşim merkezi olduğunu kanıtlayan 7 bin yıllık kadın iskeletinin yüzünü yeniden yarattı.

 

Uzmanlar, Tahran’ın bilinen bu en eski sakininin, güçlü yuvarlak bir çenesi ve dolgun dudakları olduğunu söylüyor.

 

Projede görev alan Dr. Mohammad Reza Rokni, konuyla ilgili Mehr Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada iskeletle birlikte hiç bir saç kalıntısı bulamadıkları için kadının saç rengini tahmin etmek zorunda kaldıklarını ve o döneme ait çömleklerin üzerindeki çizimlerden yola çıkarak siyah olması gerektiğine karar verdiklerini belirtti. Dr. Rokni, modelin yüzde 95 oranında aslına uygun olduğunu düşünüyor.

Hürriyet, 21.06.2015

EFES MÜZESİ'NDE TARİHİ ESER SAYISI 5'E KATLANDI

 

 

Teşhir ve tanziminin yenilenmesi amacıyla 2012 yılında geçici olarak kapatılan ve geçen ay Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik tarafından yeniden açılışı yapılan Efes Müzesi'nde sergilenen tarihi eser sayısı, önceki haline göre yaklaşık 5 kat arttırıldı.

 

Yenilenen müzenin kapıları, bu kez Anadolu Ajansı için açıldı. Baştan aşağıya yenilenen, eserleri ve buluntuları ön plana çıkaran renklerin ve aydınlatmaların tercih edildiği müzeye yeni salonlar da eklendi. Daha önce sergilenmemiş 3 binden fazla buluntu da müzedeki yerini aldı.

 

Müzenin müdür vekili Halil Bölge,  yaptığı açıklamada, müzenin girişine, Efes'in milattan önce 7 binli yıllarda yapısallaşması ve çağlar boyu değişimini anlatan bir tanıtım filminin gösterildiği bilgilendirme salonu yapıldığını söyledi. Çeşme buluntuları salonuna geçildiğini aktaran Bölge, burada da Efes kazılarında ortaya çıkarılan su çeşmelerindeki heykeller ile Efes antik
kentinin su yollarıyla ilgili bir planın sergilendiğini ifade etti.

 

"En değerlileri Artemis heykelleri"

Halil Bölge, Efes antik kentinde "Yamaç Evler" diye bilinen, zenginlerin yaşadığı tahmin edilen evlerde bulunan kalıntıların ilk kez bu kadar geniş kapsamlı sergilendiğine dikkati çekerek, şunları kaydetti: 

"Yamaç Evler, buluntu salonumuzda müzenin en önemli eserlerinden biri olan fil dişinden yapılmış, çok küçük parçalardan oluşan ve bu parçaların tek tek bir araya getirilerek restore edilmesiyle tamamlanmış, İmparator Traian'ın barbarlara karşı savaşa hazırlık sahnesini içeren bir friz bulunmakta. En değerli eserimiz, 'Efes' denildiğinde insanların aklına gelen dünyanın 7 harikasından biri kabul edilen 'Artemis Tapınağı'nın simgesi 'Büyük ve Güzel Artemis
Heykelleri'dir. Bu iki eserimiz şu an içinde bulunduğumuz salonda sergileniyor.

 

Eski müzede Artemis Tapınağı buluntuları pek sergilenmemişti. Bu müzede, Artemis salonunda yaklaşık 400 kadar Artemis Tapınağı buluntusu sergiliyoruz." Müzede, arkeolojik kazılarda bulunan veya satın alma ya da bağış yoluyla kazandırılan 3 binden fazla sikkenin kronolojik sırasına göre sergilendiğini anlatan Bölge, "Yeni müzemizde eskisine oranla teşhir edilen
arkeolojik eser sayısı yaklaşık 5 kat arttı. Daha önce 800-900 olan eser sayısı, şu an 4 bin civarında. Ayrıca müzeye yeni bir salon ilave ettik. Bu salonda Efes ören yerinin milattan önce 7 binli yıllardan başlayan tarih akışında Bizans dönemine kadar gelen bulgular sergileniyor" dedi.

 

Halil Bölge, müzeye gelenlerin Efes'teki 8 bin yıllık tarihin tüm dokularını, Efes halkının nasıl yaşadığını, nelere ilgi duyduğunu, eski çağlardaki moda kültürünü, tıp biliminin geçmişi ve günümüzle bağlantısını, ana tanrıça kültürünün Anadolu'da nasıl yayıldığını ve günümüze kadar nasıl geldiğini görebileceğini de sözlerine ekledi.

Cnn Türk, 20.06.2015

JR'IN SİLİNEN BALAT PORTRESİNİN YERİNE YENİSİ GELECEK

 

 

Dünyaca ünlü Fransız sokak sanatçısı JR'ın, Balat'ta yaptığı ve saldırıya uğrayan çizimlerinden birinin yerine yenisi, fotoğraf olarak konulacak. BBC Türkçe'den Rengin Arslan, JR'ın çizimlerinin başına gelenleri Balat'ta araştırdı...

 

BBC Türkçe'den Rengin Arslan'ın görüştüğü Fatih Belediyesi'nden bir yetkili, sanatçı ile iletişime geçildiğini ve boya ile kapatılan alana yeniden bir fotoğrafın uygulanacağını söyledi. Balat'ın duvarları mayısta yeni yüzlere kavuşmuş, Berlin'den Şanghay'a kadar pek çok şehirde uygulanan bu proje İstanbul 'a ulaşmıştı.


Ancak 'Şehrin Kırışıklıkları' isimli proje kapsamında Balat'ta boş bir binanın yan cephesine yerleştirilen bir fotoğraf, bu hafta mavi boyayla kapatılmış halde bulundu. Bu saldırının sorumlusunun kim olduğu sosyal medyada çok tartışıldı, eleştirilerin yöneldiği belediye sorumluluğu reddetti.


Binaya aynı resmin konup konmayacağı konusunda henüz bir bilgi yok. Ancak Fatih Belediyesi yetkilileri, "Önemli olan sanatın tekrar yerine konması. Vatandaşın kendi duyarlılığı önemli olan. Başına bekçi de polis de dikseniz başına bir şey gelir. Önemli olan vatandaşın sanata duyarlı olması lazım." diyor.


JR Twitter hesabından üzeri fotoğrafın üzeri boyanmış halini paylaşmış, bunun üzerine konu sosyal medyada gündeme gelmişti. Fatih Belediyesi de resmi Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada, "Desteklediğimiz bir projeyi niye boyayalım?" diye sormuştu.

 

 

KAĞIT, YAPIŞTIRMA MALZEMESİ VE İNSAN EMEĞİ... 
Projenin Türkiye Direktörü Camille Antunes de mahalleden kendisini arayıp durumu haber verdiklerini söylüyor. Polisin gelip boyadığı yönünde bilgi aktarıldığını söyleyen Antunes, Fatih Belediyesi'nin açıklamasını samimi buluyor ve bir iletişimsizlik yaşanmış olabileceğini belirtiyor. BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Antunes, İstanbul'da proje için pek çok belediyeye başvuru yaptıklarını, sadece Fatih ve Beyoğlu Belediyesi'nin duvarların kullanımı için izin verdiğini açıkladı. Mahallelinin de ilgisini çeken bir çalışma olduğunu belirten Antunes, "Çalışmalar sırasında hiç sorun olmadı." diyor.
 

Twitter üzerinden yaptığı açıklamada da proje sırasında duvar ve tuğlalara hiçbir zarar verilmediğini, yalnızca kağıt, doğal yapıştırma malzemesi ve insan emeği kullanıldığını söyleyen Antunes, "Maalesef posterlerin kapatılması için kullanılan boya aynı masumlukta değildir" dedi. 

KİMSE NASIL BOYANDIĞINI GÖRMEMİŞ 
Ancak söz konusu küçük mahalleler ise; ihtimaller muhtelif. Benim de yıllarca yaşadığım eski mahallemde küçük bir tur atıyorum. Kimse nasıl boyandığını görmemiş. Binanın bulunduğu sokağın hemen bir sokak önündeki bakkal, "Niye boyasınlar ki? Anlamak mümkün değil." diyor.
Bir başkası ise üstü boyanan fotoğrafın PKK lideri Abdullah Öcalan'a benzetildiği için boyanmış olabileceğini söylüyor. Bu konuda bir bilgisi olup olmadığını sorduğumda ise "Ben öyle duydum." diye konuşuyor. Portrenin üzerini kimin boyadığı henüz bilinmiyor. Fatih Belediyesi konuyu araştıracak...  


Şu ana dek somut bir bilgi olmasa da üç katlı bir binanın duvarının merdiven ile boyanamayacağı, iskele kurulması veya vinç yardımı gerektiği kesin.

 

BAŞKA BİR ÇALIŞMA DA TAHRİP EDİLMİŞ 
Aynı bölgede yer alan, bundan üç hafta önce gördüğüm bir duvardaki başka bir çalışma da tahrip edilmiş. Boş bir arsaya bakan bu fotoğraf ise önceki haline göre zarar görmüş durumda ancak bunun rüzgar gibi doğal nedenlerle olabileceği belirtiliyor. Ancak fotoğraf, üç hafta önceki haline göre zarar görmüş durumda. Fatih Belediyesi yetkilileri sorum üzerine, bu tahribat ile ilgili bilgileri olmadığını söyledi.

 

PALA SELİM: ZARAR VEREN İNSAN DEĞİL
Fotoğraflarda yer alan kişiler bu kentin insanları, bu kentin portreleri. Orada portresi bulunan kişilerden birini, Pala Selim'i, yani Selim Çelik'i de Balat-Fener'in denize nazır en güzel tarihi evlerinden birinde buluyorum. Semtin ünlü Rum Lisesi'ne nazır balkonunda ağırlıyor kızı ve eşiyle birlikte beni Pala Selim.


72 yaşındaki Siirtli Pala Selim, 40 yıl önce İstanbul'a gelmiş. Balat'ın kadim yüzlerinden biri. Konuşmayı çok sevdiği söylenemez: "Zarar veren insan değil. Kim zarar verdiyse." diyor. Eşi de "Yapan insanlık etmedi, niye yaktılar?" diye soruyor. Sonra "Benim resmi de yakmışlar mı?" sorusunu yöneltiyor Pala Selim. Fener'e girişte, sahil yolundan da görülebilen portresi sağlam duruyor.


"Benim resmime bir şey yapamazlar, korkarlar." diyor. Geniş bir ailesi, altısı erkek 11 çocuğu olduğunu söylüyor. Balat ve Fener çevresindeki binaların boş, eski duvarlarını kentin sahiplerinin yüzlerindeki kırışıklıklarla buluşturan projenin diğer portrelerini hızla kolaçan ediyorum. Gördüklerim, yerli yerinde duruyor. İstanbul ve hatta Türkiye'nin yüzlerce yıllık tarihinin tanığı Balat'ta kalan portreler, bölgenin sokaklarında olan bitene tanıklık etmeyi sürdürüyor.

Radikal, Kaynak: BBC Türkçe, 20.06.2015

UŞAKLI HÖYÜK'TEN 3 BİN YILLIK TABLET

 

 

Yozgat İli, Sorgun İlçesi, Büyük Taşlık Köyü sınırları içerisinde yer alan Uşaklı Höyüğü’nde Prof.Dr. Stefania MAZZONİ başkanlığında yürütülen 2015 yılı çalışmalarında çivi yazılı bir tablet bulundu.


Yayıldığı alan ve yüzeyinde bulunan arkeolojik malzemelerin yoğunluğu incelendiğinde Hitit Uygarlığı izleri taşıyan höyüğün, Fırtına Tanrısına (Teshup) yönelik ibadetlerin merkezi olan ve yazılı kaynaklara göre başkent Hattuşa ya iki-üç günlük yürüme mesafesinde bulunan "Zippalanda" adlı bir diğer önemli Hitit kentiyle ilişkili olduğu öngörülmektedir.


2015 yılı çalışmaları sırasında ele geçen ve MÖ 2. Binin ilk yarısına ait olduğu düşünülen tablette, daha önce alanda bulunan tabletlerden farklı olarak Tanrıça İştar ismi çok net olarak zikredilmektedir. Anadolu arkeolojisi için önemli bir buluntu olan tablet parçasının, 2012 ve 2014 yılı çalışmalarında bulunan tablet parçalarının yakınında bulunması, olası bir kutsal alanın varlığını teyit etmektedir.


Tablet üzerindeki bilimsel çalışmalara ve konservasyon çalışmalarına devam edilmekte olup, eserin konservasyon çalışmaları sonrasında Yozgat Müzesinde sergilenmesi öngörülüyor.

kulturvarliklari.gov.tr, 19.06.2015

TARİHİ SOĞUKÇEŞME SOKAK'TA RANT SESLERİ YÜKSELİYOR

 

 

Sultanahmet'te Ayasofya ile Topkapı Sarayı arasında yer alan Soğukçeşme Sokağı adını sokakta bulunan 1800 tarihli mermer çeşmeden alıyor. Çelik Gülersoy tarafından kurulan İstanbul Kitaplığı'nın da bulunduğu sokakta yer alan Ayasofya Konakları Türkiye Turing ve Otomobil Kurulu tarafından işletiliyordu. Geçtiğimiz yılın Haziran ayında ise 12 konak, 1 sarnıç ve tarihi dehlizlerin yer aldığı sokak 10 yıllığına Keskin Group’a kiralandı.

 

ŞÜPHELİ CEPHE BOYAMA
Bugün sokağa gittiğinizde konakların önünde yer alan branda ile karşılaşıyorsunuz. Brandada Turing şirketinin adı yer alıyor ve "Ayasofya Konakları Cephe Boyama Tadilatı" yazıyor. Ancak konakların içinden yıkım sesleri gelmesi şüphe uyandırıyor. Gerçekleştiren faaliyetler koruma kurulundan izin alınarak mı yapılıyor, cephe boyama yazarken neden yıkım sesleri geliyor gibi sorular ise cevap bulmuyor.

 

Brandada daha önce restorasyon yazdığı ancak sonra cephe boyama tadilatı olarak değiştirildiği söyleniyor. Fatih Belediyesi'nin sokakta yapılan "cephe boyama"yı denetlemesi gerekiyor, ancak şu an için herhangi bir denetimin olduğunu söylemek mümkün görünmüyor.

 

 

EŞYALAR AÇIK ARTIRMA İLE SATILMIŞTI
Konaklar kiralandıktan sonra boşaltılmış ve içlerinde yer alan eşyalar Eskidjı Müzayede tarafından satılmıştı. Cumhuriyet'in ilk yıllarında turizme destek vermesi için kurulan, Çelik Gülersoy'un yönetimi döneminde ise tarihi yapılara sahip çıkarak restore eden ve turistik amaçlı kullanan Turing kurumu tarafından bugün yapılanlar tartışmalara neden oluyor. Ayasofya Konakları'nda yer alan pek çok eşyayı Çelik Gülersoy'un seçtiği ve konakların iç dekorasyonunda emeği olduğu bilinirken eşyaların müzayede ile satılması tepkilere yol açmıştı.

 

İSTANBUL KİTAPLIĞI DA TEHDİT ALTINDA
Bir yıl önce sokakta Turing'e at olan yerlerin kiralanmasının ardından Nisan ayında ise Çelik Gülersoy Vakfı'na ait olan kitaplığın kiraya verileceği bilgisi basında yer almıştı. Vakfı yöneten mütevelli heyetinde yer alan üç kişiden ikisinin onayı ile kitaplığın kiralık ilanının verildiği, aslında kitaplığın satışının istendiği ancak bu mümkün olmayınca kiraya verilmesine karar verildiği biliniyor. İstanbul ile ilgili son 400 yılda yazılmış eserlerin hemen hepsi bu kitaplıkta yer alıyor.

 

 

KESKİN GROUP SULTANAHMET'İ ELE GEÇİRİYOR
2014 yılında Ayasofya Konakları ile birlikte Turing'in elinde bulunan Sultanahmet'teki Yeşil Evi de kiralayan şirket Yeşil Ev'in içinde yer alan eşyaları istememiş ve eşyalar yine müzayede ile satılmıştı. Yeşil Ev’deki, Halil Paşa’nın “Sultan Abdülmecid” tablosu 1 milyon 650 bin TL’ye alıcı bulmuştu.

 

Sultanahmet'te bulunan Masrafzade İbrahim Hakkı Paşa’nın tarihi konağı ve hamamının yerine otel yapılmak istendiği ve Keskin Şirketler Grubu tarafından kiralandığı bilgisinin geçtiğimiz günlerde basında yer almasıyla şirketin Sultanahmet'te yer alan tarihi bir binaya daha göz diktiği ortaya çıkmış oldu.

Sol Haber, 19.06.2015

MERMER OCAĞI RUHSATINI ARKEOLOJİK KALINTI ENGELLEDİ

 

Antalya Korkuteli'nde, mermer ocağı firmasının kazı çalışması başlattığı alanda arkeolojik kalıntılar tespit edildi. Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, köylünün başvurusu üzerine firmanın çalışmalarını durdurdu.

 

Türkiye'nin en önemli meyve üretim bölgelerinden Korkuteli'nde, Antalya Ticaret Borsası'nın coğrafi işaret tescili için işlem başlattığı meşhur karyağdı armudu ve meyve üretim alanları mermer ocağı tehdidiyle karşı karşıya. Antalya'da yıllık 89 bin 218 ton armut üretiminin yüzde 94'ü, Korkuteli'nde yapılıyor. 35 bin 600 dekar alandaki üretimin üçte ikisini de karyağdı armudu oluşturuyor.

 

İMZA KAMPANYASI VE BAKANLIĞA BAŞVURU

Karyağdı armudunun en önemli üretim merkezlerinden Taşkesiği sınırlarında bir firmaya, Antalya Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı'nca madencilik faaliyetleri için işyeri açma ve çalışma ruhsatı verildi. Bölgede çalışmalara başlayan firmaya karşı köylüler ruhsatın iptali için imza kampanyası başlattı. Karyağdı armudu başta olmak üzere meyvecilik ve tarımsal üretimde büyük öneme sahip bölgenin aynı zamanda tarihi yerleşim bölgesi ve sulak alan olduğu gerekçesiyle de Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvuruldu. Taşkesiği sınırlarındaki Akpınar su kaynağı ve mesire alanı üzerinde açılmak istenen mermer ocağı ruhsatının iptali ve kapatılması için muhtar Musa Tiryaki tarafından bakanlığa yapılan başvuruda, mermer ocağı firmasına uygunluk tespiti yapılmaksızın ilgili kurumlarca ruhsat verildiği, bu firmanın ocak açacağı alana ulaşmak için yol çalışmalarına başladığı belirtildi.

 

KAYA MEZARLARI VAR

Ruhsat veren kurumlar tarafından uygun görülse de ocak açılacak ve şu anda yol çalışması yapılan alanın tarihi yerleşim yeri olduğuna, tarihi kalıntılar, kaya mezarları bulunduğuna dikkat çekilen başvuruda, "Bu ocak bilinçsizce yerleşim kalıntılarını ve buradaki tarihi yapıyı bertaraf edeceğinden, bölgede ocak açılmasını istemiyoruz" denildi. Taşkesiği ve Korkuteli halkının imza kampanyasının da ekte sunulduğu başvuruda, 'Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik' kapsamında sözkonusu yerlerin uygun olmaması sebebiyle bu yerlerin incelenmesi ve SİT alanı olarak tescili talep edildi.

 

FİRMANIN ÇALIŞMASI DURDURULDU

Bakanlığa yapılan başvuruyu değerlendiren Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü uzmanları tarafından bölgede inceleme yapıldı. Mermer ocağı firmasının yol açtığı bölgede arkeolojik kalıntılar tespit edildi. Tespiti yapılan kültür varlıklarının 2863 sayılı yasa kapsamında tescili konusunun Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'nda değerlendirilmesi kararı alındı ve kurul kararı alınıncaya kadar da söz konusu alandaki yol çalışmasının durdurulması ve alanda herhangi bir fiziki-inşai uygulamada bulunulmamasına karar verildi.

 

TARIM VE TARİH

Mermer ocağı ve yolu açılmak istenen noktanın tarihi yerleşim kalıntıları üzerinde olduğunun bakanlık yetkilileri tarafından da belirlendiğini belirten muhtar Musa Tiryaki, mermer ocağına verilen ruhsatın tamamen iptal edilmesini istediklerini söyledi. Buradaki su kaynaklarıyla 4 bin dekar arazide sulu tarım yapıldığını söyleyen muhtar Tiryaki, bölgede yazlık ve kışlık meyve üretiminin yanı sıra, patates, kuru fasulye, bulgurluk ve yemeklik buğday, nohut gibi çeşitli tarımsal üretimler de yapıldığını kaydetti. Hayvancılığa yönelik yem bitkilerinin üretimi ve bahar-yaz döneminde arıcılık yapıldığını da anlatan Tiryaki, bölgenin sulak olmasının göçmen kuşlar için de büyük önem arzettiğini, bölgenin bir kısmının mesire alanı, bir kısmının ardıç ağaçlarının da bulunduğu ormanlık olduğunu söyledi.

haberler.com, 19.06.2015

ANISH KAPOOR'UN 'VAJİNA' HEYKELİ SALDIRIYA UĞRADI

 

 

Anish Kapoor’un 17. yüzyıldan kalma Versailles Sarayı’nın bahçesine yerleştirdiği, ‘Kirli köşe’ adlı dev vajina heykeli ülkede tartışma yaratmıştı. Heykelin vandalizm kurbanı olduğu çarşamba günü ortaya çıktı. Heykel temizlenmeye başlandı, Le Figero’ya konuşan Kapoor ise olayı ‘bir trajedi’ olarak yorumladı. Kapoor’a göre vandallar kendilerine, her tür yaratıcı eylemin kutsal geçmişe yönelik bir tehlike olduğu söylenen küçük bir insan topluluğunu temsil etmekte.

 

Kapoor ayrıca heykelden bahsederken hiç ‘kraliçe’ sözcüğünü kullanmadığını ve sözlerinin yanlış aktarıldığını söyledi. Kapoor heykelin vajina ya da başka pek çok şey olarak yorumlanabileceğin söylemiş ancak basında heykelden ‘Kraliçe’nin Vajinası’ ifadesiyle bahsedilmişti.

 

MARIE ANTOINETTE'TEN ESİNLENDİĞİ ÖNE SÜRÜLMÜŞTÜ
Turner Prize ödüllü Kapoor paslanmış metalden yapılmış ve kayalarla çevrelenmiş 60 metrelik dev heykelin provokatif olduğunu kabul etmiş ve Versailles Sarayı yöneticilerine cesur davranıp eserini sergilemeyi kabul ettikleri için saygı duyduğunu belirtmişti. Uzmanlar, heykelin kıtlık sırasında fakir Fransız halkına “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” dediği iddia edilen ve uzun süre Versailles Sarayı’nda ikamet eden Kral 16’ncı Louis’in eşi Marie Antoinette’den esinlenerek yaratıldığını düşündüklerini söylemişti. Büyük tartışma yaratan heykel başta Versailles Belediye Başkanı François de Mazieres olmak üzere bazı kesimlerin tepkisini çekmiş, Fransızlar da heykelle ilgili tepkilerini sosyal medyada dile getirmişti.

Radikal, 19.06.2015

 

******


KRALİÇE'NİN 'ŞEYİ'Nİ YAĞMALAMAK

 

2015 yılında her bulduğu kara deliği birinin vajinası olarak adlandıran sanatçı ya da medyaya ihtiyacımız var mı?

 

Geçtiğimiz haftanın sanat haberleri arasında en sansasyonel olanı ünlü heykeltraş Anish Kapoor’un Versailles Sarayı’na yerleştirilen Dirty Corner adlı heykelinin saldırıya uğramasıydı. Haberlere göre Kapoor’un sarayın bahçesine yerleştirilen heykeli bazı ‘vandallar’ tarafından sprey boya ile boyanmış ve zarar görmüştü.

 

Haber hangi kaynaktan okunursa okunsun altı en çok çizilen satır Kapoor’un heykelinin Kraliçe’nin vajinasına benzeyip benzemediği ve bunun hakaret içerip içermediğine dair söylemlerdi. Kimi kaynaklara göre Kapoor bir röportajında heykelin vajinaya benzetilebileceği söylemiş ama asla kraliçe dememişti. Kimine göre ise Kapoor Marie Antoinette’e referans veriyordu. Kimine göreyse Fransızlar çok alınmıştı. Nasıl olur da dünyaca ünlü bir heykeltraş bunu söylerdi?

 

Bu yazının amacı bir sanat eserinin zarar görmesini, yağmalanmasını ya da saldırıya uğramasını eleşirmek değil. Bunun doğru ya da yanlışlığının etik tartışmasını yapmak da değil. Belli ki heykele saldıranların zarar vermenin dışında eleştirel bir söylemi yok, yapılan spray boya bir karalama. Yani vandalizmin her türlüsü vandalizm. Buna bir diyeceğimiz yok.

 

Öte yandan şöyle sorular ortaya çıkıyor:

Sanat tarihi yeterince erkekler tarafından vajina üzerine/hakkında üretilmiş sanat işleriyle dolu. Courbet ve Duchamp’tan itibaren bu geleneğin esintilerini yeterince yaşadık. 2015 yılında her bulduğu kara deliği birinin vajinası olarak adlandıran sanatçı ya da medyaya gerçekten ihtiyacımız var mı?

 

Bu vesileyle erkek sanatçılara ve sanat yazarlarına bir iki çift laf:

 

- Ne kadar ünlü, başarılı ya da popüler olursanız olun her yaptığınız-gördüğünüz işi birinin bir yerine benzeterek sansasyonel olmaya çalışmayın artık. Ne ilginç ne yenilikçi oluyorsunuz.

 

- Biraz sanat tarihi okumak her zaman faydalı. Niki de Saint Phalle’de tutun Guerilla Girls’e pek çok kadın sanatçı kendi ‘şey’leri ile ilgili işleri yaptılar.

 

Yoksa siz hala kendinizi yenilikçi mi zannediyorsunuz?

 

- Kara delikler astrofiziğin de konusu. İlla ki bir şeye benzetmek isterseniz biraz da bu taraflardan faydalanın yahu. Çok daha ilgi çeker. Siz de rahat edersiniz, biz de. Vallahi.

 

Herkese iyi ve huzurlu haftalar..  Bu yoğun gündem haftasında kendi kara deliklerinizde boğulmayın!

Radikal, Yazı: Işıl Eğrikavuk, 22.06.2015

KARS'TA TARİHİ DEĞERLER BİR BİR YOK OLUYOR

 

 

Kars Kalesi eteğinde bulunan Beylerbeyi Sarayı da sahipsizlikten nasibini alarak yıkılıyor.

 

Kaleiçi Mahallesi'nde Ulu Cami üstünde bulunan Beylerbeyi Sarayı geçen süre içerisinde duvarları yıkılmış ve harabe olmuş halde kendisine yetkililerin el atmasını bekliyor.

Kars'ta başta Anı Harabeleri olmak üzere bir çok tarihi değer kaderine terk edilmiş vaziyette bulunuyor. Savaşlara, yıllara meydan okuyan tarihi değerler günümüzde ise kaderine terk edilmiş vaziyette bulunuyor.

Kaleiçi Mahallesi'nde Harakani Külliyesi, Evliya Cami, Kümbet Cami ve Kars Kalesi ile aynı bölgede bulunan Beylerbeyi Sarayı'nın önünü ise okul binası kapatmış. 1579 yılında Lala Mustafa paşa tarafından Erzurum eyaleti askerine yaptırılan Beylerbeyi Sarayı, 1828 yılında Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Ermeniler tarafından yıkılmıştı. Osmanlı döneminde Kars'ta yapılan en güzel sivil mimari örneklerinden birisi olan sarayın duvarları kesme taş ve moloz taştan yapılmış. İki katlı olan sarayın ön cephesinde yuvarlak kemerli giriş kapısı bulunuyor. Cephe duvarları üzerinde iki sıralı yuvarlak kemerli pencerelerle sıralanan sarayın sadece dört duvarı kalmış, duvarlarında bir kısmı yıkılmış, bir kısmında da geniş çatlaklar oluşmuş. Beylerbeyi sarayının içerisi de otlarla dolu vaziyette yeniden o ihtişamlı yıllarına dönmeyi bekliyor.

Kültür ve Turizm Müdürlüğü korumasında bulunan Beylerbeyi sarayı kısa sürede koruma ve bakım altına alınmaz ise yıkılarak tarihin karanlıklarında yerini alacak. Beylerbeyi Sarayı yıkılmış ve bakımsız olmasına rağmen yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.

Sabah, 17.06.2015

ALMANYA'DA 6 BİN YILLIK TAŞ BALTA BULUNDU

 

 

Almanya'nın Aşağı Saksonya eyaletinde 6 bin yıllık taş balta bulunduğu bildirildi.

 

Dörpen'deki Osterwald Ormanı'nda bir kişinin gölette kazı yaparken 18 santimetre uzunluğunda taş balta bulduğu kaydedildi.





Aşağı Saksonya Eyalet Anıtlar Kurulu'ndan Friedrich-Wilhelm Wulf, baltanın hala keskin olduğunu belirterek, 6 bin yıl öncesine ait çok ender eserlerin günümüze ulaşabildiğini ifade etti.

Sabah, 16.06.2015



14 - 20 Haziran 2015

KURUÇEŞME DİVAN'IN ALTINDAN NELER ÇIKTI?!


İstanbul Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi Müdürlüğü'nün 2014 Aralık ayında verdiği izinle sürdürülen, Divan Turizm İşletmeleri A.Ş.'ye ait Kuruçeşme Divan Tesisleri inşaat kazısında, yoğun tarihi eserler ele geçti. İstanbul Arkeoloji Müzeleri denetiminde sürdürüldüğü belirtilen kazılarda henüz hangi yapılara ait ne tür bir mimariye rastlandığı açıklanmadı.













TAYHaber, 19.06.2015

SİMİT TEZGAHINDA TARİHİ ESER SATTI

 

 

Bursa’da Arkeoloji ve tarihi eser müzesinden aldığı belge ile koleksiyonculuk yapan U.Y. (25) Mudanya sahilinde simit tablasına kağıda sarıp koyduğu Roma dönemine ait tarihi eserleri satarken yakalandı.

Bursa İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünden yapılan açıklamaya göre, Çalışma Belgeli koleksiyoncu U.Y.’nin il dışından gelen bazı kişilere tarihi eser satacağı bilgisine ulaşan Bursa polisi şahsı takibe aldı.

Mudanya sahilinde bekleyen isimlerinin T.Y., C.K., ve S.A. olduğu öğrenilen diğer 3 kişinin yanına gelen U.Y. Simit tablasında kağıtlara sarılı olarak getirdiği tarihi eserleri şahıslara teslim ederken polis tarafından yakalandı. Gözaltına alınan 4 kişi emniyet müdürlüğüne götürüldü.

 

Pazarlık sırasında ve daha sonra şahıslara ait oldukları belirlenen evlerde ve araçlarında yapılan aramalarda Roma dönemine ait oldukları müze tarafından tespit edilen 1 adet kanatlı melek motifli kandil, 1 adet kalkanlı erkek figürü, ile çok sayıda toprak gözyaşı şişesi, çanak ve sürahi ele geçirildi. İfadeleri tamamlanan 4 kişi Adli makamlara sevkedildi. Olayla ilgili soruşturma sürüyor. 

Bursa Hakimiyet, 18.06.2015

SİTE İNŞAATINDAN TARİH FIŞKIRDI

 

 

Osmaniye’nin Kadirli İlçesi'nde bir inşaat firmasınca site yapılacak alanda Osmaniye Müze Müdürlüğü’nce yapılan arkeolojik sondaj çalışmasında Roma ve Bizans dönemine ait olduğu düşünülen tarihi buluntular ortaya çıkarıldı.


3. derecede arkeolojik sit alanı olan Bağ Mahallesi’nde bir inşaat firmasınca site inşaatına başlanmak üzere inşaat ruhsatı için Osmaniye Müze Müdürlüğü’ne başvuruda bulunuldu. Osmaniye Müze Müdürlüğü arkeologları gözetiminde yapılan sondaj çalışmasında Roma dönemine ait çok sayıda işlemeli sütun, yer altı şebekesine ait pişmiş topraktan borular ve sur duvarları ortaya çıktı. Bazı eserler Kadirli İlçesi'nde bulunan Tarihi Alacami’nin bahçesine kaldırıldı. Mahalle sakinlerinin inşaat alanında ’geceleri de kazı yapılıyor tarihi eserler kaçırılıyor’ iddiası üzerine polis kazı alanında geceleri güvenlik tedbiri alıyor.






Osmaniye Müze Müdürü Arkeolog Nalan Yastı yaptığı açıklamada, “Şu ana kadar titiz bir çalışma yürüttük. Sondaj çalışmamız devam ediyor. Çalışmamız bitince Adana Tarihi Eserleri Koruma Kuruluna rapor sunacağız” şeklinde konuştu.

 


Milliyet, 18.06.2015

ANTİK LİMANLA İKİ BİN YIL ÖNCEYE YOLCULUK

 

 

Dünyanın en eski açık deniz gemisi Uluburun'un birebir kopyasını yaparak adını duyuran, antik çağ savaş teknesi Kybele ile Marsilya'ya giderek uluslararası tanınırlığını artıran "360 Derece Tarih Araştırmaları Grubu", yeni bir deneysel arkeoloji projesine başlıyor.

 

AA muhabirine açıklama yapan 360 Derece Grubu Başkanı Osman Erkurt, bir süredir, antik çağın en canlı deniz trafiğinin yaşandığı Anadolu kıyılarında bu zenginliğin daha somut biçimde anlatılacağı bir liman projesi üzerinde çalıştıklarını kaydetti.

 

Urla'da bir Roma Limanı kurulması projesinde artık son aşamaya gelindiğine işaret eden Erkurt, şu bilgileri verdi:

"Roma'nın en canlı limanlarına ev sahipliği yapan Urla kıyılarında bir limanın canlandırılmasına çalışacağız. Limantepe Sualtı Kazıları'na başkanlık eden Prof.Dr. Hayat Erkanal ile birlikte yürüteceğimiz projeyle denizlerimizde Roma döneminde kullanılmış gemilerin birebir kopyalarını üreteceğiz.

 

Limanda, o dönemde kullanılan yükleme vinçler, mancınıklar ve diğer donanımlar da sergilenecek. Roma dönemini seçmemizin nedeni, o döneme ilişkin tüm deniz araçları ve donanımların ölçülerinin kayıtlı olması. Bu ölçülere göre yapılacak gemilerle tarihi gerçekçi olarak yeniden canlandırabiliriz. Bir kültür merkezi şeklinde yapılanacak olan liman, kendi içinde bir birim olacak. Bunu başarırsak örnekleri çoğaltacağız. İleriki dönemlerde müze haline getirilmesini de planlıyoruz."

 

Urla Belediyesi tarafından Çeşmealtı'nda tahsis edilen bölgede hayata geçirilmesi planlanan projeye bu yıl içinde başlanmasının öngörüldüğünü anlatan Erkurt, projede aksilik yaşanmaması halinde bir yıllık süreçte güzel sonuçlar elde edebileceklerini belirtti.

Anadolu Ajansı, Haber: Tolga Albay, 18.06.2015

YENİKAPI BATIKLARINA MÜZE

 

 

Marmaray kazılarıyla gün yüzüne çıkarılan Yenikapı batıklarının sergilenmesi için yapılacak müzenin avan projesi Fatih Belediye Meclisi’nden oybirliğiyle geçti. 2004’te Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nce başlatılan kazılarda çıkarılan eserler Yenikapı’da inşa edilecek müze ve arkeopark projesinde sergilenecek.

 

Kazılarda erken Bizans döneminin en eski limanı olan ‘Theodosius Limanı’ ortaya çıkarılmış, 36 batık tekne ile 45 bine yakın eser bulunmuştu. Kazılar İstanbul’un neolitik dönemine de ışık tutmuş, 8 bin 500 yıl önce yaşamış ilk İstanbullulara ait mezarlar ve ayak izlerine rastlanmıştı. Eisenmann Architects ve Aytaç Mimarlık’ın 2012’de yapılan mimari yarışmada birinci gelen projesi kazılarda çıkan buluntuları izleyiciyle buluşturacak.

 

Fatih Belediyesi CHP’li imar komisyonu üyesi Coşkun Yeşilyurt, meclisten geçen müze projesine ilişkin şu bilgiyi verdi: “Arkeolojik kazı alanına dünyanın en büyük batık gemi müzesi yapılacak. Hem kazı alanının sergileneceği hem de 36 batık geminin içerisine konulacağı, kazı alanından çıkan 5 bin objenin sergileneceği bir müze yapılacak. Gemiler sergileneceği için müze 20 metre yüksekliğinde olacak. Binanın çevresinde 5 adet arkeopark yapılacak. Kazılarda ortaya çıkarılan Theodosius Limanı etrafındaki şehir için de kazı yapılacak ve burası 500 bin metrekare büyüklüğünde bir arkeopark alanı olacak.

 

***

 

8 bin 500 yıllık tarih sergilenecek

Yenikapı’daki arkeolojik kazılarda Geç Osmanlı Dönemine ait kültür dolgusunda 19. yüzyıla tarihlendirilen küçük imalathanelere ait mimari kalıntılar ile sokak dokusu bulundu. İmalathaneler ve mimari kalıntıların yerinde korunmasına karar verilirken, sokak dokusu ise Arkeopark projesinde değerlendirilmek üzere sökülerek koruma altına alındı. Kazılarda, erken Bizans’ın en büyük limanı olan Theodosius Limanı ile 5-11 yüzyıllara tarihlenen tekne kalıntıları ortaya çıkarıldı. Müzede sergilenecek bu tekneler dünyanın en geniş antik tekne koleksiyonu olma özelliği taşıyor. Ortaya çıkarılan deniz surları, büyük taş bloklardan inşa edilmiş rıhtım, dalgakıranın bir bölümü gibi limanın karadaki mimarisine ait kalıntılar da arkeopark projesinde yer alacak.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 18.06.2015

SİLUETİ BOZAN YURT BİNASI YIKILACAK

 

 

Van’da Selçuklular’dan kalma 700 yıllık tarihi Halime Hatun Kümbeti’ne neredeyse bitişik inşa edilen yurt binasıyla ilgili sonunda yıkım kararı çıktı. 1. derece arkeolojik sit alanı olan ve tarihi silüeti bozan ruhsatsız yurt binasıyla ilgili yıkım işleminin bir an önce gerçekleşmesi gerekiyor.

 

Van’ın Gevaş İlçesi'nde, 700 yıl önce Melik İzeddin tarafından kızı Halime Hatun için yaptırılan Halime Hatun Kümbeti’nin güneybatısına 8 yıl önce yurt binası inşa edildi. Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından yaptırılan bina, tarihi kümbetin dokusuna görüntü açısından zarar verdiği için büyük tepki topladı.

 

SİLÜETİ FAZLA ETKİLEMİYORMUŞ

Bölgede yapılaşma yasağı olduğu halde, tarihi kümbetin hemen yanı başında kaçak ve ruhsatsız olarak inşa edilen yurt binasıyla ilgili Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun skandal bir yorum getirdiği ortaya çıkmıştı. Kurul, 13 mayıs 2010’da kümbetin hemen yanı başındaki binanın sit alanı dışında kaldığını öne sürerek, “Yüksekliğinin türbe silüetini fazla etkilemediği”ni söyledi. Gazetemiz konuyu 18 Kasım 2014’te “Tarihi kümbeti bir yıkmadıkları kaldı” başlığıyla manşetten duyurmuştu.

 

DEPREME DE DAYANIKSIZ

Avukat Fevzi Özlüer’in ısrarlı girişimleri ve suç duyurusu üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında, silüeti bozduğu net bir şekilde görülen yurt binasının yıkılmasına karar verildi. Ayrıca, binanın ruhsatsız olması ve tarihi dokuya zarar vermesinin yanı sıra, depreme dayanıksız olduğu ve 2011’de Van’da yaşanan depremde hasar gördüğü de ortaya çıktı.

 

 

İVEDİLİKLE YIKILMASINA KARAR VERİLDİ

Gevaş Kaymakamlığı aldığı kararda, “Mevcut yurt binasının ivedilikle yıkılarak, okul bahçesinde daha uygun bir yere yeni yurt binasının yapılması gerektiği, kanaat ve sonucuna varılmıştır” dendi.

 

Gevaş Kaymakamlığı’nın 8 Haziran 2015’te Van Valiliği’ne yazdığı dilekçede şu ifadelere yer verildi: “Gevaş Çok Programlı Anadolu Lisesine ait yurt binasının 2011 yılında meydana gelen depremden dolayı hasar görmesi ve düzenlenen rapor sonucunda güçlendirilmesinin gerektiği ve güçlendirme maliyetinin yüksek olması, binanın ruhsatına ilişkin hukuki problemlerin sona erdirilmemesi, ayrıca binanın tarihi alanın silüeti bozan bir görünüm arz etmesinden dolayı, söz konusu pansiyon binası yıkılarak daha uygun bir yere pansiyon binasının 2015 yılı yatırım programına alınması hususunda gereğini bilgilerinize arz ederim.”

 

TOP VALİLİKTE

Ayrıca Van Kültür Varlıklarını koruma Bölge Kurulu, Halime Hatun Türbesi’nin anıt olarak tescil edilmesine ve 1. grup yapı olarak belirlenmesine de karar verdi. Yurt binasının da olduğu alan, “Halime Hatun Kümbeti Korunma alanı” ilan edildi.


Şimdi ise gözler Valilikte. Alınan bu karar üzerine, tarihi silüeti bozan ve her an yıkılma tehlikesi taşıyan ruhsatsız binanın bir an önce yıkılması gerekiyor.

 

 

NELER OLMUŞTU?

Halime Hatun Kümbeti’nin kamuoyunda gündeme gelmesinin ardından silüetinin bozulmasıyla ilgili AKP’li Gevaş Belediye Başkanı Sinan Hakan, 2014 yılının ağustos ayında yaptığı açıklamada, “Bu görüntü bu tarihi katleden bir görüntüdür. Bana göre bir cinayettir. Bunun mutlaka ortadan kaldırılması lazım” demişti. Ancak Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 13 mayıs 2010’da kümbetin hemen yanı başındaki binanın sit alanı dışında kaldığını öne sürerek, “Yüksekliğinin türbe silüetini fazla etkilemediği”ni söyledi. Kurul ayrıca, 2008 yılında MEB tarafından izinsiz ve ruhsatsız inşaat edilen yurt binasını yapan ve yaptıranlar hakkında adli ve idari soruşturma açılmasına karar verdiği halde, inşaata müdahalede bulunulmasıyla ilgili bir karar almadı. Van Valiliği de, 27 aralık 2010 tarihinde ruhsatsız yurt binasının yapılmasına müsaade eden kamu görevlileriyle ilgili soruşturmaya izin verilmemesini kararlaştırdı. Belediye Başkanı’nın 2014 yılında “Yıktıracağız” dediği kaçak yurt binasının dosyası 2010 yılında tamamen kapatıldığı ortaya çıkmış oldu.

Evrensel, Haber: Sinem Uğurlu, 18.06.2015

KAYA MEZARLAR TEMİZLENEREK KORUMA ALTINA ALINDI

 

 

Bodrum'da Göktepe arkeolojik alanında bulunan kaya mezarları müze müdürlüğü ekipleri tarafından temizlendi.

 

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müze Müdür Vekili Tayfun Selçuk, 1. derece sit alanı olan Göktepe arkeolojik alanında 'nekropol' olarak tanımlanan antik döneme ait mezarlar bulunduğunu söyledi.

 

Bölgedeki bazı kaya mezarlarının kimsesizler tarafından kullanılarak kirletildiğini ifade eden Selçuk, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in talimatıyla bölgede temizlik çalışması yürüttüklerini dile getirdi.

 

Selçuk, "Bölgede bulunan oda mezarlar, çeşitli nişlerle (kaya mezardaki küçük bölüm) zenginleştirilmiş. Kaya mezarlarının bazılarında duvar resimleri bulunuyor. Modern su deposu olan bölgedeki bir oda mezarında nişler içerisinde duvar resimlerinin kullanıldığını görüyoruz" dedi.

 

Kaya mezarlarındaki resimlerde insan ve aslan figürlerinin değişik renklerle tasvir edilerek ortaya konulduğuna işaret eden Selçuk, "Buradaki eserler tekrar müdürlüğümüzce gözden geçirildi. Konservasyonları hazırlanarak ilgili koruma kurulunun onayı sonrasında gerekli işlemleri tamamlanacak" diye konuştu.

 

Selçuk, ekiplerin bölgede temizlik ve koruma çalışmalarını sürdürdüğünü anlatarak, şöyle konuştu:

"Buradaki kaya mezarları maalesef kimsesiz insanlar tarafından yerleşim yeri olarak kullanılmış ve çöplerle dolmuş haldeydi. Yaptığımız çalışmalarla alanı temizleyerek koruma altına aldık. Bölge, Bodrum için çok önemli bir alan. Gerek doğası gerek kültürel altyapısıyla çok önem verdiğimiz, korunması gereken bir yer. Buradaki kaya mezarlarında bir define arayıcılığı gibi bir faaliyetle karşılaşmadık ancak bazı kişiler barınma amacıyla kullanmak istemiş. Bilinçsizce yaptıkları uygulamalar neticesinde ister istemez bazı tahribata neden olmuşlar. Bunların üstünde titizlikle duruyoruz. Artık bu yerleri daha sık kontrol ederek bu tür uygunsuz faaliyetlerin oluşmamasına çalışacağız."

Radikal, 17.06.2015

BİLAL ERDOĞAN CAMİYİ OTOPARK YAPTI

 

 

CHP Heyeti, Fatih Şehzadebaşı Caddesi üzerindeki Damat İbrahim Paşa Külliyesi'nin yanında bulunan ve TÜRGEV'e verildiği iddia edilen otopark alanında incelemelerde bulundu. CHP'lilere arazinin TÜRGEV'e ait olduğunu söyleyen esnaf, kepenk, tabela ve klima gibi nedenlerle rahatsız edildiklerini söyledi.

 

CHP İstanbul Milletvekilleri Eren Erdem ve Ali Şeker ile İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin CHP Grup Başkanı Ertuğrul Gülsever ve Meclis Üyesi Ayşegül Okumuş Görgü, otoparkın ön cephesinde yer alan sıralı dükkanları işleten esnafla görüştü.

 

"CAMİLERİ OTOPARK YAPTILAR"

Damat İbrahim Paşa Külliyesi'nin yanında otopark olarak kullanılan alanda inceleme yapan CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem, “Malum zihniyet camileri otopark yapmıştır. Geldiğimiz noktada, camiler, mescitler, ibadethaneler ticarethaneye dönüştürülmüştür. Bu mukaddes mekanların TÜRGEV tarafından kazanç elde edilen alanlara dönüştürülmesi adına açılımlar yürütülmektedir" diye konuştu.

 

Erdem, külliyenin duvarına bitişik otopark yapılmasının Tarihi Eserleri Koruma Kanunu ile çeliştiğini vurgulayarak, “Geçmişte CHP'nin camileri ahır yaptığını iddia eden anlayış, camileri, külliyeleri otopark yaparken siyaseten kendi tutarsızlığını da ortaya koymaktadır" dedi. Eren Erdem, geçen hafta CHP'li Meclis Üyesi Hakkı Sağlam tarafından İBB Meclisi'ne taşınan konuyu TBMM'ye de götüreceklerini duyurdu.

 

"ÖNERGEYE YANIT ALAMADIK"

Çevre esnafını ziyaret eden CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker de, “Buradaki işletmecilerden, buranın TÜRGEV'e verildiğini öğreniyoruz. Verdiğimiz soru önergesine İBB'nin cevap vermemesi ve buradaki işletmecilerin TÜRGEV ile ilişkiyi kabul etmeleriyle, buranın TÜRGEV'e verildiğini anlıyoruz" diye konuştu.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin CHP Grup Başkanı Ertuğrul Gülsever ise Büyükşehir Belediye Meclisi'nde görüşülen önergeye henüz bir yanıt alamadıklarını söyledi.

odatv.com, 17.06.2015

İNCİL'DEN BİR İSMİN YAZILDIĞI ÜÇ BİN YILLIK BİR SERAMİK KEŞFEDİLDİ

 

İsrailli arkeologların üzerinde İncil'de geçen bir ismin yazdığı, 3 bin yıllık bir seramik keşfettiklerini açıkladılar. Yazan ismin "Eşbal Ben Beda" olduğu söylenirken, bunun İncil'deki Kral Şaul'un oğlu olduğu belirtiliyor. Kimi arkeologlar, olayın rastlantı olduğunu iddia ederken, ismin bir arazi sahibine ait olabileceği söyleniyor. Döneme ait eserlerde daha önce bu isme hiçbir yerde rastlanmadığı da bildiriliyor.

Yapı, 17.06.2015

BURSA'DA RESTORASYON KATLİAMI

 

 

Bursa'nın İznik İlçesi'nde yer alan Ayasofya Orhan Camii’nin eski tuğla duvarlarına monte edilen cam kapı tarihe yapılan katliamı bir kez daha göz önüne serdi.

 

Tarihi MÖ 4`üncü yüzyıla kadar uzanan, Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarına ev sahipliği yapan İznik geçtiğimiz günlerde , Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Kültür Miras Geçici Listesine girmişti fakat İznik Ayasofya Orhan Camii’de yapılan restorasyon çalışmaları Bursa’da büyük şok yarattı.
 
İlk restorasyon çalışmalarının 2007 yılında başladığı İznik’teki tarihi İznik Ayasofya Camii restorasyonu, görenleri hayrete düşürüyor. Kubbeleri betonla kaplanan müzenin minaresi de betonla sıvanmış halde...
 

Milattan sonra 325 yılında İznik Ayasofya Camii’nde toplanan Konsül’den dolayı Hıristiyan dünyası için kutsal sayılan Ayasofya Müzesi, geçen yıla kadar harabe haldeydi. 

 

Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü müzenin restore edilmesine karar verdi ve 2007 yılında müze, restorasyon kapsamına alındı. Ancak aradan geçen sürede yapılan restorasyon çalışmaları, müzeyi tarihi dokusuyla korumak yerine günümüz modern binalarına döndürdü. 

 

İznik Ayasofya Camii’nden son çekilen fotoğraf ise yapılan katliamı gözler önüne serdi.

 

İznik Ayasofya Camii, İznik'in tam ortasında , surlarla çevrili kentin dört kapısından gelen yolların kesiştiği yerde inşa edilmiş olan yapıdır. Hıristiyanlıkla ilgili önemli kararların alındığı 7. konsül 787 yılında bu kilisede toplanmıştır. 1331'den sonra Orhan Gazi camiye dönüştürmüştür. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde,Mimar Sinan bir mihrap ilave edip yan neflerde büyük kemer açıklıkları oluşturulmuştur. 2007 yılında yapıda restorasyon çalışmaları başlatılmıştır.

Restorasyon öncesi minareye dönüştürülen çan kulesi çok harap ve yıkık durumdaydı. Özellikle yabancı turistlerin oldukça ilgilendiği bir yapıdır.

 

Müze olarak kullanılan yapının tekrar camiye dönüştürülmesi için yapılan restorasyon çalışmaları tartışmalara yol açmış. Bir dönem müze olarak kullanılmış tarihi cami, 6 Kasım 2011 tarihinde, yaklaşık 90 yıl aradan sonra bayram namazının kılınmasıyla ibadete açıldı.

 


bursa.com, 17.06.2015

 

******


İZNİK AYASOFYA ORHAN CAMİSİ'NE CAM KAPIYA TEPKİ

 

Bursa'nın İznik İlçesi'nde bulunan ve 2011 yılında camii olarak yeniden ibadete açılan tarihi Ayasofya Orhan Cami'nin duvarları arasına lale desenli cam kapı taktırılması tepkilere neden oldu. İznik Belediye Başkanı Ak Parti'li Osman Sargın, cam kapının kendisinden önceki dönem MHP'li Belediye Başkanı tarafından 2011 yılında taktırıldığını; tarihi eserlere Anıtlar Kurulu'nun izni olmadan bir çivi dahi çakılmadığını söyledi.

 

Hıristiyanlık tarihinin en önemli toplantılarından İznik Konsili'nin toplandığı ve 1331 yılında Orhan Gazi'nin İznik'i fethetmesiyle camiye çevrilen tarihi eser, Kurtuluş Savaşı sırasında çekilen Yunan askerleri tarafından ateşe verildi. 90 yıl aradan sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün onayıyla 2011 yılında yeniden ibadete açılan camiye 2012 yılında imam atandı.

 

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın talebi üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün onayının ardından, Ayasofya'da namaz kılınacak platform yapılarak halı döşendi. Mimber ve kürsü monte edilerek, minaresine de hoparlör yerleştirilen camiide, önündeki 'Ayasofya Müzesi' yazılı tabela da kaldırılarak yerine 'Ayasofya Orhan Camii' tabelası konuldu. Konunun sosyal medyada yer alması üzerine olay tepki gördü.

 

İznik Belediye Başkanı Ak Partili Osman Sargın, kapının dört yıl önce dönemin Belediye Başkanı MHP'li Kadri Eryılmaz döneminde taktırıldığını, şimdi göndeme getirilmesini anlayamadığını söyledi. Eryılmaz, "Tarihi eserlere Anıtlar Kurulu'nun izni olmadan bir çivi dahi çakılmıyor. O kapı orada kaç yıldır duruyor. Bunları yazanlar o zaman neredeymiş" dedi.

haberler.com, 18.06.2015

ORTADOĞU'DAKİ İÇ KARIŞIKLIKLAR TARİHİ MİRASI YOK EDİYOR

 

 

Önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan Ortadoğu'da son yıllarda yaşanan iç savaş ve karışıklıklar Suriye, Irak ve Yemen gibi ülkelerdeki zengin tarihi birikimi de yok etti.

 

AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, savaşlar veya iç çatışmalar, insan veya ekonomik kayıplara yol açmasının yanı sıra ülkelerin binlerce yıllık birikimle oluşturdukları tarihsel zenginliklerin de hasar görmesine neden oluyor.

 

Suriye’de 4'üncü yılında olan iç savaş nedeniyle ülkedeki birçok tarihi ve kültürel değer zarar gördü. Savaşta çatışan grupların karargah olarak kullandığı camiler, en çok hasara uğrayan yapılar arasında yer alıyor.

 

Bunlar arasında en göze çarpan ise 2013'te rejim güçlerinin saldırıları sonucu minaresi yerle bir olan, İslam tarihinin en eski ve büyük camilerinden Halep’teki Emevi Camisi. 8'inci yüzyılda inşa edilen caminin 13'üncü yüzyılda yeniden yapılan minaresi saldırılar yüzünden kullanılamaz hale geldi.

 

Esed güçlerinin, cami ile çevresindeki tarihi çarşıların bulunduğu bölgeye tank, havan topu ve roketlerle yaptığı saldırılar sonucu caminin doğu duvarı yıkıldı. Camideki paha biçilemeyen birçok el yazması Kur'an-ı Kerim kaybolurken, cami çeşitli yerlerinden aldığı hasarlarla ibadet edilemez hale geldi.

 

Halep’te bombalardan nasibini alan bir diğer tarihi cami ise Hz. Zekeriya Camisi oldu. İçerisinde Hz. Zekeriya'nın türbesinin yanı sıra, Hz. Muhammed'in sakal-ı şerifi ve dişinin de bulunduğu kutsal emanetler ile İslam tarihi açısından kıymet biçilemeyen çok sayıda el yazması ve Kur'an-ı Kerim’in yer aldığı caminin bin yıllık minaresi, saldırılar sonucu yıkıldı.

 

Şam, Bosra, Halep kentleri, Palmira tarihi bölgesi, Halep Kalesi ve ülkenin kuzeyindeki tarihi köyler, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) ''Dünya Mirası'' listesinde  bulunuyor.

 

Tarih boyunca bölgede hüküm sürmüş çeşitli medeniyetlerin eserlerini yansıtan bu 6 mekan, üç yıllık savaş döneminde zarar görerek UNESCO tarafından "Tehlike Altındaki Dünya Mirası" listesine alındı. Uzmanların yaptıkları uyarılara rağmen, iç savaşın başladığı Mart 2011'den bu yana 1000'den fazla cami yıkıldı veya zarar gördü. Camilerin yanı sıra çok sayıda türbe, müze, çarşı ve ev de harabeye dönmüş durumda.

 

Humus'un Halidiye bölgesinde, İslam tarihinde önemli bir yeri olan Halid bin Velid'in ebedi istirahatgahının bulunduğu Halid Bin Velid Camisi'nin kubbesi ve minaresi büyük hasara uğradı. Havan topu ve roketler sonucunda cami içerisindeki Halid Bin Velid Türbesi tamamen yıkıldı.

 

Orta Çağ’ın en önemli kalelerinden biri olarak kabul edilen ve çevresi sık sık çatışmalara sahne olan Halep Kalesi'nin girişi, atılan top mermileri nedeniyle zarar gördü. Selahaddin Eyyubi’nin 1188’de Haçlılardan aldığı ve günümüzde "Selahattin Kalesi" olarak bilinen kalenin surları da bölgede açılan ateş sonucu yıkıldı.

 

Tarihi MÖ 3000'li yıllara kadar uzanan ve birçok medeniyet ve uygarlığa ev sahipliği yaptığı bilinen tarihi Halep Çarşısı'nda 2012 Ekim ayında atılan havan mermisi nedeniyle çıkan yangında, ahşap dükkanlar yanarak kül haline geldi.

 

Arkeolojik zenginlik büyük darbe aldı

Suriye’deki iç savaş arkeolojik yağmalara neden oluyor. UNESCO, ülkedeki sayısız arkeolojik kazı alanının organize silahlı gruplarca yağmalandığını, çıkarılan tarihi eserlerin ülke dışına kaçırıldığını bildirdi.

 

Deyr ez Zor, Halep, Dera, Hama, Rakka ve İdlib’deki kazı alanlarından çıkarılan birçok tarihi eser çalınarak ülke dışına çıkarıldı.  Son olarak "Çölün Gelini" denilen Palmira (Tedmur) antik kenti de  DAEŞ ile rejim güçleri arasındaki şiddetli çatışmalarda ağır hasar gördü.

 

DAEŞ, Musul Müzesi'ndeki heykelleri kırdı

Irak'ın Musul kentindeki antik Hadar ve Asurlular döneminden kalma antik Nemrut şehirlerine saldıran DAEŞ, tarihi eserleri yağmaladı.

 

Terör örgütü DAEŞ militanları, ülkenin kuzeyindeki Musul Müzesi'nde bulunan heykel ve kıymetli sanat eserlerini balyozla kırdı. Bu olaydan kısa süre önce de Musul Kütüphanesi'ne saldıran militanlar, 8 binden fazla tarihi kitabın bulunduğu kütüphaneyi ateşe verdi. Burada, Osmanlı, Abbasi, Eyyubi dönemine ve çeşitli medeniyetlere ait değerli el yazması eserler bulunuyordu.

 

DAEŞ,  Musul kentinde Osmanlı döneminden kalma tarihi Hema Kado Camisi'ni patlayıcılarla yıktı. Yemen Husilerin Yemen'deki ilerleyişini durdurmak için Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun 26 Mart'ta başlattığı "Kararlılık Fırtınası" adı verilen hava harekatında ise tarihi Marib bölgesindeki eserler büyük oranda zarar gördü.

 

Bu saldırılarda, Marib Barajı'nın duvarları üzerindeki el yazma eserleri zarara uğradı. Zomar Milli Müzesi silahlı saldırılarda tamamen yok oldu.

Anadolu Ajansı, Haber: Sultan Çoğalan, 17.05.2015

DENİZ ARKEOLOJİ ARAŞTIRMA MERKEZİ AÇILDI


 

Vehbi Koç Vakfı ve Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı (TINA) desteğiyle  İzmir'in Urla İlçesi'nde yapımı tamamlanan Ankara Üniversitesi Mustafa V. Koç Deniz Arkeoloji Araştırma Merkezi'nin açılışı törenle yapıldı.

 

Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, törende yaptığı konuşmada Türkiye'nin arkeoloji dünyasının en önemli ülkelerinden birisi olduğunu, bu alanda alınan her mesafenin dünya tarafından dikkatle izlendiğini, su altı arkeolojisinde de sınırlı imkanlarla bugüne kadar çok önemli sonuçlara ulaşıldığını ifade etti.

 

Urla'daki kazılarda Neolotik dönemden günümüze Akdeniz'i içine alan bölgeye ilişkin çok önemli bilgi ve bulgulara ulaşıldığına dikkati çeken Koç, su altı arkeolojisi konusunda Vehbi Koç Vakfı'nın dahil olduğu projeler bulunduğunu, kendisinin de arkeoloji ve su altı dünyasına olan yakın ilgisinin birleşerek bu projenin doğmasına öncülük ettiğini dile getirdi.

 

Kurulan araştırma merkezinin dünya standartlarında olduğunu vurgulayan Koç, merkez bünyesinde restorasyon laboratuvarı, depo alanı, ulusal ve uluslararası ölçekte araştırmaların yürütüleceği kütüphane, konferans salonu, 30 kişi kapasiteli yatakhane ve antik dönemlerden günümüze uzanan denizcilik teknolojilerinin sergilenebileceği 4 dönümlük bir alanın bulunduğunu söyledi.

 

Mustafa Koç, "Pek çok açıdan Türkiye için ilk denebilecek özelliklere sahip bu merkezden çok büyük beklentilerimiz var" dedi.

 

"5 antik liman tespit edildi"

Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Hayat Erkanal ise Limantepe'de su altı kazılarına başladıklarında eğitim ve malzeme sıkıntısı yaşadıklarını, bir süre Hayfa Üniversitesi ile ortak çalışma yaptıklarını, daha sonra üniversite desteğiyle bir merkez oluşturduklarını ve kazılarda çok sayıda eser elde edildiğini, 5 antik liman tespit edildiğini söyledi. Erkanal, merkez sayesinde önlerinde yeni ufukların açıldığını, bundan sonra su altı arkeolojisinde çok daha ileri gideceklerini kaydetti.

 

Erkanal, Urla Belediyesinin tahsis ettiği iki arazide bir arkeopark ve tekneleriyle birlikte bir Roma Limanı yapmayı planladıklarını da anlattı.

 

İzmir Valisi Mustafa Toprak ve Ankara Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erkan İbiş'in de birer konuşma yaptığı açılışa TINA Başkanı Oğuz Aydemir, Eski bakanlar Yılmaz Karakoyunlu ve Suat Çağlayan da katıldı. 

Dünya, 17.05.2015

'KATMA DEĞER RECEP" TARİHİ YOK EDİYOR

 

 

İstanbul tarihi yarımadasının en uç noktası olan Sultanahmet’te Topkapı Sarayı, Ayasofya Camii ve Gülhane Parkı’nı ortalayan yerdeki Masrafzade İbrahim Hakkı Paşa’nın tarihi konağı ve hamamının yerine otel yapılmak isteniyor. 1997 yılında da otel yapılmak istenen konak, Anıtlar Kurulunun itirazıyla kurtulmuştu. Tarihi kubbeleri bakımsızlıktan zarar gören konağı, 6 ay önce AKP’ye yakınlığıyla bilinen Recep Ercan Keskin kiraladı. Keskin Şirketler Gubu tarihi yapıyı ‘restore’ adı altında otele dönüştürmeyi planlıyor. 

 

Konağın asıl kiracısı ise İlhami Atalay Sanat Galerisi. Her ferdi ressam olan Atalay ailesi, 1984’ten beri konağın birinci katında yaşam mücadelesi veriyor. Atalay ailesinin en küçük üyesi Elif Nurşad Atalay ile ailenin yaşadıklarını ve Masrafzade İbrahim Hakkı Paşa’nın tarihi konağının başına gelenleri konuştuk.

 

İLLE DE OTEL OLSUN

Yıl 1997. Dönemin Eminönü Belediye Başkanı Ahmet Çetinsaya, bölgedeki en göz alıcı noktaları seçip turistik rant haline getirme peşindedir. O noktalardan biri de İlhami Atalay Sanat Galerisinin kiracısı olduğu tarihi konaktır. Binanın sahibi hisse ortaklarından biriyken bütün hisseleri toplayarak tek bir güç haline gelir. Ve galeriyi otel yapmak için işe koyulur. Tarihi konak ile devamındaki tüm binalardaki kiracılar tek tek boşaltılır. Ancak Anıtlar Kurulu tarihi konağın ve hamamın yıkılmasına izin vermeyince bu işten vazgeçilir. Çetinsaya’nın yolsuzlukları da ortaya çıkınca proje iptal olur. Hırsından vazgeçmeyen han sahibi o gün, bugündür ‘Ne zaman fırsat bulursam burayı yıkıp otel yapacağım’ der. Yıkılmaktan kurtulan konak 1997-2007 yılları arasında boş bir şekilde kaderine terk edilir. Bugün tarihi hamamın kubbeleri çökmüş durumda. Anıtlar Kurulu binanın günden güne eriyişini izliyor. Tarihi konak ise ‘restore’ adı altında otele dönüştürülmeyi bekliyor.

 

KATMA DEĞER RECEP

Topkapı Sarayı’nın alışveriş işlerini yapan Masrafzade İbrahim Hakkı Paşa’nın tarihi konağındaki hamamının altından Ayasofya’ya, Yenikapı’ya giden yollar, 7 kat aşağısında dehlizler, sarnıçlar var. Bölgeyi ele geçirmek isteyenlerin çabası boşuna değil. Bir röportajında “Ben Sultanahmet’e katma değer katıyorum” diyen Recep Ercan Keskin, AKP iktidarına yakınlığıyla biliniyor. Tarihi tipte otel akımını başlatarak, tarihi konakları alan Keskin, turistleri gezdiren İstanbul Big Bus Tour’u ve duraklarını satın almakla işe başladı. Ayasofya Evleri’nden tarihi Yeşil Ev’e, Yerebatan Sarnıcı’nın karşısındaki İl Özel İdaresi binasından, Kızılay binasına Sultanahmet’in ihaleye çıkan önemli yerlerini tek tek alan Keskin Şirketler Grubu, Sultanahmet Meydanı’ndaki Turizm Polis Ofisi’nin yanındaki devlete ait araziyi restorana çevirdi. Son olarak Masrafzade İbrahim Hakkı Paşa’nın tarihi konağının yanındaki tarihi bir evi alan Keskin, binada çıkan tarihi eserler nedeniyle burada inşaata devam edemiyor. Şirket son olarak Masrafzade İbrahim Hakkı Paşa’nın tarihi konağı ve hamamını ‘restore’ adı altında Hilton Oteli yapmanın planlarını yapıyor. 

 

‘BURAYI HİLTON YAPACAĞIZ’

 

 

Sultanahmet rant bölgesi ilan edilmiş. Her taraf otel oluyor. “Daha ölmeden tabutumuzu ölçtüler” diyen Ressam İlhami Atalay, Keskin Şirketler Grubu ile görüşmelerini şöyle aktarıyor: “Biz yıllardır buradayız. ‘Burayı neden sanat galerisi yapmıyorsunuz? Bizimle çalışın’ şeklinde bir önerimiz oldu. Keskinler Yönetim Kurulu Başkanı Bora Bey, ‘Burayı Hilton Oteli yapacağız. Tablolarınızı otele alırız. Size de galeri açacak başka bir yer buluruz. Zorluk çıkarmadan konaktan çıkın’ dedi. Şirketin avukatı da ‘Kentsel dönüşüm projesi var itiraz edemezsin. Elimizde restorasyon izni var’ dedi.” 

 

‘YILDIRMAYA ÇALIŞIYORLAR’

6 aydır İngiliz mimarların tarihi konağa gelerek proje üzerinde çalıştığını anlatan Elif Nurşad Atalay, “Son 6 aydır konağın iki kiracısı var. Ama konakta bizden başkası yok. Bize yasal olarak hiçbir taahhütname gelmediği gibi kira sözleşmemiz de devam ediyor. Konağa gelip ölçüm yapan İngilizler tarafından ‘Ne zaman çıkıyorsunuz?’ şeklinde tacizlere maruz kalıyoruz” dedi. Keskin Şirketler Grubunun inşaat firması yetkilileriyle aralarında geçen, “Ne zaman çıkıyorsunuz? Han sahibiyle konuştuk bize burayı teslim edecek. Biz 2 milyon dolarlık taahhütname imzaladık” şeklindeki diyaloğu aktaran Ressam Elif Nurşad Atalay, “Bizi bir şekilde kendi metotlarıyla sindirmeye çalışıyorlar. Burada bizi yok sayıyorlar. Arka bahçemizi inşaat alanına çevirdiler. Turistlerin geliş yolunu kapattılar. Biz de artık resimlerimizi satamaz olduk” diye yaşadıklarını anlattı. Ocak ayından beri kira ödeyemediklerini anlatan Elif Nurşad Atalay, “Kiramızı dolar üzerinden veriyoruz ve tablo satamadığımız için yüksek fiyatı ödememiz mümkün olmuyor. Ayrıca bizi buradan çıkarmak isteyen insanların güçlerinin farkındayız. Psikolojik olarak çok yıprandık. Biz iş adamı ya da esnaf değiliz. Biz ailece ressamız, hassas insanlarız. Böyle bir davanın avukatını tutacak paramız da yok. Bu ülkede hukuk yok parayı kim bastırıyorsa o güçlü, onun dediği oluyor. Üstelik kendi sanatçısına değer veren bir devletimiz de yok” dedi. 

 

KİMLER GELDİ KİMLER GEÇTİ

Sanat galerisini boşalttıktan sonra yeni bir galeri açamayacaklarını anlatan Ressam Elif Nurşad Atalay, “Sultanahmet’te kiralar 10 bin-30 bin TL arasında. Eski kiracı olduğumuz için 3 bin 750 dolar kira veriyoruz. Biz resim yapmadan duramayız. Nasıl para kazanırız, ayakta dururuz bilmiyorum. Resimlerimizin hepsi karanlık bir depoda kapalı kalacak. Resimlerimizi internet üzerinden ya da başka bir şekilde satmak için her türlü yolu deneyeceğiz ama bu işler o kadar kolay olmuyor” sözlerinin ardından Atalay ailesinin sanat galerisinde geçen yıllarını anlattı. Baba İlhami, anne Mediha ve çocukları Bilgehan, Ömer Atilla ve Elif Nurşad’dan oluşan Atalay ailesinin her ferdi ressam. Hatta bir dönem İlhami Atalay’ın annesi Huriye Atalay da “Oğlum sen burada ne yapıyorsun” diyerek resim yapmayı öğrenmiş. 70 yaşından sonra Karadeniz’de yaşadığı köyünden kalkıp İstanbul’a gelen Huriye Atalay,  Türkçe bilmediği için Osmanlıca imzasıyla 300’e yakın resim yapmış. Almanyalı bir galerici babaanne Atalay’ın resimlerini alıp Almanya’da sergilemiş. Fakat ne yazık ki Huriye Atalay’ın ömrü sergiyi görmeye yetmemiş. Türk, Japon, Çinli, Amerikalı, Fransız öğrencilerin eğitim gördüğü Atalay Sanat Galerisi, kimsesizlere de ev sahipliği yapmış. Gerçek ismi Melih Gaziler olan ‘Derviş Abi’ sokakta yaşayan 18 yaşında bir delikanlıyken, baba İlhami Atalay’ın ısrarıyla resim eğitimi almayı ve sanat galerisinde yaşamayı kabul etmiş. 29 yıl boyunca Atalay ailesiyle yaşayan Derviş Abi, zamanla kendi hayranları olan bir ressam haline gelmiş. İlhami Atalay Sanat Galerisinde Osmanlı’daki Türk kadınlarından geleneksel motiflere, soyut resimlerden figüratif modern resimlere kadar her tarzda resme rastlamak mümkün.

 

ELİF’İN GÖZÜNDEN TARİHİ KONAK

17 yaşına kadar Hünkar Han’daki sanat galerisinden çıkmadığını ve bütün hayatının boyalar, resimler olduğunu anlatan Elif Nurşad Atalay, babasının yaptığı Yunus Emre tablosundan etkilenmiş. Tablonun 5-6 yaşlarındayken kendisini nasıl etkilediğini de şu sözlerle anlatıyor: “O resim hem karanlığı hem aydınlığı anlatıyordu. Hem maneviyatı hem de maddiyatı anlatıyordu. Bir dünya gibiydi. O resmin içerisinde yaşıyordum sanki. Psikolojik olarak çok etkilenmiştim. Babam o tarihe kadar yaptığı her bir tabloyu küçülterek o resmin içerisine koymuştu. Hatta minyatür olarak beni de çizmişti.” Atalay resim yapmanın yanı sıra, Leman dergisi bünyesinde sadece kadın mizahçıların çıkardığı Bayan Yanı dergisindeki ‘Babam ve Ustam’ adlı hikayede, Sultanahmet’teki galeride yaşanan olayları çiziyor. 2011’den beri yaptığı çizimleri çizgi roman albümü yapmaya hazırlanan Elif Nurşad Atalay, çizimlerini Evrensel ile paylaştı. 

Evrensel, Haber: Tolga Alp Turgut, 17.05.2015

FATİH BELEDİYESİ SANATA GEÇİT VERMEDİ

 

 

Dünyaca ünlü grafiti sanatçısı JR’ın İstanbul Balat’ta metruk bir binaya çizdiği portre, Fatih zabıtası tarafından griye boyandı.

 

T24'ün haberine göre JR, Twitter ve Instagram hesapları üzerinden Balat’ta metruk bir binaya çizdiği portrenin zabıtalar tarafından getirildiği halden şikayetçi oldu.

 

JR Fatih’te bir binaya “Wrinkles of the City” projesi kapsamında bir portre çizmişti.

 

Aynı proje kapsamında birçok ülkenin şehirlerini gezen JR’ın tek tahrip edilen işi İstanbul grafitisi oldu.

Evrensel, 17.06.2015

 

******


FATİH BELEDİYESİ: BİZ YAPMADIK

 

Dünyaca ünlü grafiti sanatçısı JR'ın, twitter ve instagram hesapları üzerinden İstanbul Fatih’te bir binaya çizdiği portrenin zabıtalar tarafından getirildiği halden şikayetçi olmasının ardından Fatih Belediyesi Twitter'dan açıklama yaptı.

 

"Sizden daha çok üzüldüğümüzü bilmenizi isteriz" mesajını paylaşan Belediye, "Bu güzel projeye tarafımızdan herhangi bir müdahale edilmiş olması söz konusu değildir" dedi. Ayrıca Belediye, alandaki diğer duvar resme dokunulmadığını iddia etti.

Sol Haber, 17.06.2015

 

******


CEHALETİN ESERİNİN FAİLİ HALA MEÇHUL

 

Fransız sanatçı JR tarafından Balat’taki yıkık bir binaya yapılan eserinin üstünün kapatılmasıyla ilgili olayın faili hala açığa çıkmadı. Bazı semt sakinleri resimden şikayetçi olurken, Fatih Belediyesi eseri sanatçı ile ortaklaşa yaptıklarını ifade etti.

 

Fransız fotoğrafçı ve sokak sanatçısı JR’ın “Şehrin Kırışıklıkları” adlı projesi kapsamında Balat’taki yıkık bir binanın duvarında sergilediği yaşlı insan portresinin üstü boyandı. Tahribatın kimin tarafından yapıldığı henüz belirlenemezken, çevre sakinleri farklı iddialar dile getirdi. Sanatçının aynı semtteki bir diğer eserine boya atıldığı, 3. eserinin belli bir bölümünün de yırtıldığı ortaya çıktı.


Söz konusu eserinin boyandığı haberini sosyal medya hesabı üzerinden takipçileri ile paylaşan JR, duvar resminin üzerinin polis tarafından boyandığı bilgisini paylaştı. Paylaşımın ardından bazı çevreler eserin Fatih Belediyesi’nce tahrip edildiğini iddia ederken, Fatih Belediyesi ise resmi Twitter hesabından “Bu güzel projeye tarafımızdan herhangi bir müdahale edilmiş olması söz konusu değildir. Konuyu araştırmaktayız” açıklamasını yaptı.

‘Şikayet ettik’
Eserin kim tarafından ve hangi nedenle boyandığına ilişkin konuşan bazı Balat sekinleri, yapılan resmin Abdullah Öcalan’a benzediği için semt sakinlerince tepkiyle karşılandığını söyledi. Sosyal medyada da bina duvarındaki resmin Öcalan’a benzediği ve o yüzden boyandığı iddia edildi.


Yıllardır Balat’ta yaşayan HASAN Bayraktar, söz konusu çalışmanın Balat’ın tarihi dokusuna aykırı olduğunu düşündüğünü belirterek, “Ben Fatih Belediyesi’ni aradım ve şikayet ettim bu çalışmayı. Rahatsız olan birçok kişi var burada. Bu çalışmanın altında başka şeyler olduğunu düşünüyoruz” diye konuştu. Bir başka semt sakini Hasan Acar ise “Bu izinli bir çalışma değil, gelen ekibe izin kağıtlarını sorduğumda cevap veremediler. Ardından ben Fatih Belediyesi’ni aradım ve Fatih Belediyesi’nden böyle bir izin alınmadığını öğrendim. Ben de bu çalışmadan şikayetçiyim, tarihi dokuya aykırı ve izinsiz” dedi.

Ermeni bir terzinin resmi
Balat’ta bir işletme sahibi olan Ahmet Salih Gezgin ise, projenin yapıldığı gün Fransız sanatçının ve ekibinin işletmelerine geldiklerini ve sohbet ettiklerini söyleyerek, “Buraya bir takım fotoğraflar yapıştıracaklarını ve Fatih Belediyesi ile anlaştıklarını söylediler. Fransız sanatçıya resmin kime ait olduğunu sorduk. Bize yıllar önce o evde doğmuş, büyümüş Ermeni asıllı bir terziye ait olduğunu söyledi. Sabaha kadar çalıştılar ve 3 resim yapıştırdılar ayrı ayrı binalara. Üç gün sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden görevliler geldi çalışmanın fotoğraflarını çektiler ve gittiler, akabinde ise çalışmanın kapatıldığını griye boyandığı gördük” ifadelerini kullandı.

‘Ortaklaşa çalıştık’
Milliyet’e konuşan Fatih Belediyesi yetkilileri ise söz konusu çalışmanın kendileriyle ortaklaşa bir şekilde yürütüldüğünü, ve projenin Fatih İlçesi'nin tanıtımına katkı sağladığını belirterek, “Binayı kimin boyadığı ile ilgili bir bilgimiz yok, görevlilerimizi gönderdik, esnafla ve çevredekilerle konuştular. Konuyu titizlikle araştırıyoruz. Eserin tekrar yapılması için gerekli görüşmeleri yapacağız” dedi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise, konunun kendileriyle bir ilgisinin olmadığını söyledi.

 

Tekrar yapılacak
Ted ödüllü fotoğrafçı Jr, Los Angeles, Cartagena, Şangay, Havana ve Berlin’den sonra İstanbul’da gerçekleştirdiği Şehrin Kırışıklıkları (Wrinkles of the City) projesiyle önce şehrin en eski sakinlerinin fotoğraflarını çekip, fotoğrafları şehrin eski binalarının duvarlarıyla buluşturuyor.

İstanbul Uluslararası Sanat ve Kültür Festivali konuğu olarak davet edilen JR, 2008’de başladığı “Şehrin Kırışıklıkları” projesini ilk kez Türkiye’de gerçekleştirmişti.  Yapılan açıklamada, JR’ın tekrar İstanbul’a getirilip aynı eserin tekrarlanacağı belirtildi.

 

Yılmaz: Akıllı ol Junior!
Yaşanan tahribat olayını ele alan Cem Yılmaz, Twitter’dan sanatçının üzeri boyanan eserinin eski ve yeni halini de paylaşarak, “Junior dünyayı boyadı. Belediye sağdaki badanacıyı daha çok beğenmiş. Akıllı ol Junior. BadanArt by Belediye” eleştirisinde bulundu.

Milliyet, Haber: Sercan Yılmaz, 19.06.2015

ÖLÜMÜN SINIRINDA TARİHİ ONARIM

 

 

Adana’da tarihi tren istasyonunun 20 metre yüksekliğindeki binasının çatısında onarım yapan işçiler, hiçbir güvenlik önlemi almadan çalışmak zorunda bırakıldı.

 

Merkez Seyhan İlçesi Sular mevkiinde yer alan ve 1912 yılında faaliyete geçen tarihi tren istasyonu binasında tadilat çalışmasına başlandı. Kentin sembolleri arasında gösterilen 20 metre yüksekliğindeki tarihi binanın çatısındaki işçilerin hiçbir iş güvenliği önlemi almadan çalışması dikkat çekti. Bakım onarım yapılan aşağı eğimli çatıda işçilerin, yolda yürürcesine rahat hareket etmesini vatandaşlar şaşkınlıkla izledi. Vatandaşlar, iş güvenliği önlemleri alınmadan çalışılmasını sorumsuzluk olarak değerlendirdi.

Milliyet, Haber: Akif Özdemir, 17.06.2015

SYEDRA AYAĞA KALKIYOR

 

 

MÖ 2000 yıllarında yerleşim yeri haline gelen ve Roma İmparatorluğu'nun Akdeniz'deki en önemli merkezlerinden olan Syedra Antik Kenti'ne, Kültür Bakanlığı'nın eli değecek. Kent yaşamı 13. yüzyıla kadar devam eden Syedra'nın günümüze ulaşan kalıntıları, çevre düzenleme projesiyle korunacak ve tarihi doku daha görünür hale getirilecek. 2016'da yapımına başlanacak çevre düzenleme işi kapsamında, tarih boyunca yağma ve yıkımlarla karşı karşıya kalan kentin onarımı yapılacak. Engebeli arazi koşulları nedeniyle kültür turizmi açısından beklenen karşılığı vermeyen kentin, yürüme yolları iyileştirilecek. Proje bir yıl içinde tamamlanacak. Ertuğrul Günay'ın Kültür Bakanlığı döneminde, 1. derecede sit alanı olan ancak korunmadığı basına haber olarak yansıyan antik kent, kaçak kazılar nedeniyle de tahribata uğramış, doğanın etkisiyle yaşanan yıpranma da, kentin kültür turizmindeki hak ettiği yeri almasına engel olmuştu. 

 

Severus, kente teşekkür etmişti 

MS 194'te Roma İmparatoru Septimus Severus, kent halkına haydut ve dinsizlere karşı kenti korudukları için teşekkür etmişti. Tarihi 4 bin yıl öncesine dayanan kent, Roma İmparatorluğu'nun en büyük ve önemli kentleri arasındaydı. 

Akşam, Haber: Yelda Gökdağ, 16.06.2015

AYDIN'DA 1500 YIL ÖNCESİNE AİT GRAFİTİLER BULUNDU

 

 

Coğrafi konum olarak pek çok medeniyete ev sahipliği etmiş Anadolu, arkeolojik anlamda da dünyanın en zengin bölgelerinden biri. Bu seferki adres ise Aydın.

 

Ünlü Fotoğraf Muhabiri Ara Güler'in yolunu kaybetmesi üzerine tesadüfen keşfettiği Aydın'ın Karacasu İlçesi'nde bulunan antik kent Afrodisyas, şu sıralar dünya arkeolojisinin odak noktalarından biri konumunda.

Kentte yaklaşık 1,500 yıl öncesine ışık tutan, taşlara ve duvarlara kazınmış yüzlerce çizim (grafiti) ortaya çıktı. Roma İmparatorluğu döneminden kaldığı düşünülen grafitilerde savaşan gladyatör figürleri bulunmakta.
 


 

Classical Association of Canada'nın her yıl düzenlediği buluşma organizasyonunda söz alan Geliştirilmiş Araştırmalar Enstitüsü araştırmacılarından  Angelos Chaniotis, konuyla ilgili ''taşlarda bulunan grafitiler çoğu Doğu Roma şehrindekilere göre daha fazla. Bu tarz çizimler insanların heyecanlı, neşeli sinirli hatta belki de sarhoş olduğu zamanlarda çizdiği, anlık olay şeylerdir. Bu sebeple çizimlere bakarak ne amaçla yapıldıkları konusunda yorumda bulunmak oldukça zordur. Ancak zaten bu şeyleri bu kadar değerli kılan durum da bu. Grafiti bir nevi insanların duygularının taşların üzerindeki kaydıdır'' ifadelerini kullandı.

 

 

Ortaya çıkan çizimler incelendiğinde ilk olarak dikkatleri çeken çizimler kuşkusuz gladyatör savaşları. Dönemin Roma'sında son derece popüler olan gladyatör savaşlarının popülaritesi, anlaşılan Afrodisyas'a kadar sıçramış durumdaymış. Grafitileri inceleyen Chaniotis'in görüşü ise şu şekilde ''bu grafitileri yapan kişi büyük ihtimalle arenada bir dövüş izlemeye gitmiş ve gördüğü şeyleri bu taşlara kazımış''.

 




 

Çoğunluğunun MS 350 ve MS 500'lü yıllarda yapıldığı düşünülen grafitilerde cinsel içerikler ve yine dönemin popüler şeylerinden biri olan at arabası yarışlarının grafiti bağlamında tasvirleri de bulunmakta.

Kaynak: Softpedia, 16.06.2015

EFES'TE UNESCO İÇİN GERİ SAYIM

 

Selçuk Belediye Başkanı Bakıcı, Efes antik kentinin UNESCO Dünya Miras Listesi'ne alınması konusundaki oylamada sevindirici bir karar çıkacağına inandıklarını söyledi.

 

 

Selçuk Belediye Başkanı Zeynel Bakıcı, Efes antik kentinin UNESCO Dünya Miras Listesi'ne alınması konusundaki oylamanın 5 Temmuz'da yapılmasını beklediklerini ve sevindirici bir karar çıkacağına inandıklarını söyledi.

 

Bakıcı, yaptığı açıklamada, Efes'in UNESCO Dünya Miras Listesi adaylığında son aşamaya varıldığını, Selçuk halkında UNESCO adaylığı konusunda önemli bir farkındalığın oluştuğunu dile getirdi.

 

Efes'in adaylığı konusunda Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi'nden (ICOMOS) kendilerine farklı tarihlerde iki ayrı rapor geldiğini belirten Zeynel Bakıcı, "O raporlarda olumlu sonuç elde edileceğiyle ilgili izlenimler vardı. Artık sürecin tamamlanmasına yönelik bekleyiş içindeyiz" dedi.

 

Oylamayı Almanya'nın Bonn kentinde düzenlenecek 39. Dünya Mirası Komitesi Oturumu'nda takip edeceklerini kaydeden Bakıcı, "Oturum 3 Temmuz'da başlayacak ama gündem yoğun. Efes'in adaylığı 38'inci gündem maddesi, yani son sıralarda. Allah kısmet ederse 5 Temmuz'da oylanacak, sonuç olarak olumlu bir karar çıkacağından endişemiz yok" diye konuştu.

 

Belediye Başkanı Bakıcı, olumlu bir sonucu heyetle Türk bayraklarıyla kutlayacaklarını, Selçuk'a döndüklerinde ise ayrı bir kutlama programı hazırladıklarını bildirdi. 

 

Efes'in UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmesinin öneminin ilçedeki tüm kesimlerce algılandığı dile getiren Bakıcı, "UNESCO Efes'e çok şey kazandıracak. Örneğin, Efes'in alan yönetimiyle ilgili gerçekleştirilmesi gereken projeler hızlı bir şekilde devreye konulacak. Efes kentinin çok daha modern, çağdaş hem geçmişi hem de bugünü yakalayan bir şekilde düzenlenmesi ve bütünüyle kullanımı söz konusu olacaktır. Zaten istenen de budur" ifadelerini kullandı.

 

Zeynel Bakıcı, Selçuk halkında ve esnafında, UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girilmesinin ardından ilçedeki ziyaretçi sayısının artması yönünde beklenti olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

"Ziyaretçi sayısının çok üst noktalara çıkmasıyla ilgili beklentilerimiz var. Sadece ziyaretçi sayısının değil, tanınırlığın daha yukarı çıkması yönünde de beklentilerimiz var. Esnaf, iş hacminin ve gelirinin artacağı beklentisi içinde. Bu doğru bir bakış açısı ve biz bunu haklı görüyoruz. Selçuk esnafı turizmden yeteri kadar faydalanamıyor. Bu bir eksikliktir, bununla ilgili çalışmalarımız var. UNESCO adaylığı da bunun bir ayağıdır."

 

"Efes, bütün ögeleriyle UNESCO'ya girecek"

Bakıcı, Selçuk'ta Antik Yunan, Hellenistik, Roma, Bizans, beylikler ve Osmanlı dönemi eserlerinin bir arada bulunduğuna da dikkati çekerek, "Efes denildiği zaman burayı dar anlamda ele almamak lazım. Efes geniş anlamıyla değerlendirildiğinde, içerisine Ayasuluk, Artemis, Saint Jean, Çukuriçi Höyüğü'nü de alan geniş bir alan. UNESCO Dünya Miras adaylığı içindeki alan, büyük bir yere yayılan, Pamucak'a kadar inen antik liman yolunu da kapsayan geniş bir alan. Yani Efes dediğimiz şehir, zamanında 200 bin nüfuslu geniş bir kent olarak ifade ediliyor. Efes bütün ögeleriyle UNESCO'ya girecek" şeklinde konuştu.

Yapı, 16.06.2015

PALMİRA'DAN ÇALINAN ESERLER TÜRKİYE ÜZERİNDEN SATILIYOR

 

 

Boston Üniversitesi'nden profesör ve arkeolog Michael Danti, IŞİD'in Suriye'nin Palmira kentinden çalınan tarihi eserlerin 2 bin ila 20 bin dolar arası fiyatlara satıldığını açıkladı.

 

Bu fiyatların tarihi eser kaçakçılığı için çok düşük olduğu belirtilirken, satışların çoğunlukla internet üzerinden yapıldığı söyleniyor.

 

Danti, Suriye'de Bronz Çağı'ndan başlayarak erken İslam dönemlerine kadar pek çok tarihi eserin bulunduğunu söyleyerek, bu eserlerin internete konan fotoğraflarında hasar gözlemlediklerini belirtiyor.

 

Kaçakçılığın geçiş noktasının Türkiye olduğunu söyleyen Danti, IŞİD bölgesinden gelen eserlerin Türkiye'nin güneyine getirildiği, buradan sonraysa takip edilmelerinin mümkün olmadığını söylüyor.

 

Danti, Türkiye'deki suç örgütlerinin ve İslamcı grupların birlikte çalıştıklarını da iddia ediyor.

Sol Haber, 16.05.2015

KURTARMA KAZISINDA 'TARİH FIŞKIRDI'

 

 

Muğla'nın Bodrum İlçesi Kumbahçe Mahallesinde yapılan kurtarma kazıları sırasında, erken Roma Hellenistik dönemine ait minyatür kadın heykelleri, motifli kap parçaları, gözyaşı şişeleri ve kemik parçaları çıkartıldı.

 

Bodrum Sualtı ve Arkeoloji Müzesi arkeologları, Kumbahçe Mahallesi Şalvarağa mevkinde yapımı devam eden rezidansların yanında yaklaşık bir ay önce kazı çalışmalarına başladı. Park alanı olarak ayrılan ve üçüncü derece sit alanı olduğu belirtilen bölgede, Kültür ve Turizm  Bakanlığı müfettişlerinin incelemelerinin ardından başlatılan kazılarda, çok sayıda oda mezar ve örüntü mezar tespit edildi.

 

Müze arkeologlarının başında olduğu 10 kişilik ekip tarafından sürdürülen kazılar, çıkan eserler nedeniyle kurtarma kazısına dönüştü. Yaklaşık bir aydır süren çalışmalar sonucu açılan mezarlarda, kadın heykelleri, motifli kap parçaları, gözyaşı şişeleri, kemik parçaları çıkartıldı. Eserlerin, MÖ 4. yüzyıl, erken Roma Hellenistik dönemine ait olduğu ve bölgenin nekropol (toplu mezar yerlerinin bulunduğu bölge) alanı olduğuna dair izlere rastlandığı öğrenildi.

 

Kazı çalışmalarında görevli Hasan Bensağlam, gazetecilere yaptığı açıklamada, bölgede açılan mezarların yanı sıra başka mezarların da olduğunu düşündüklerini söyledi. Açılan mezarların "fakir mezarlar" olduğunu ifade eden Bensağlam, "Çalışmaları Bakanlık izin verdiği sürece devam ettirmeyi düşünüyoruz. Bunlar gibi birkaç mezarın daha yan yana olabileceğini tahmin ediyoruz" diye konuştu. 

 

Bu arada, çıkarılan eserlerin koruma altına alınarak, Bodrum Sualtı ve Arkeoloji Müzesi'ndeki konservasyon işlemlerinin ardından geçmiş dönemine ait detaylı incelemeleri yapılacağı ifade edildi. 

Radikal, 15.06.2015

KARLIOVA'DA DEFİNECİLER TARİHİ ERMENİ KİLİSESİNİ TAHRİP ETTİ

 

 

Bingöl'ün Karlıova İlçesi'ne 3 kilometre mesafede bulunan Toklular Köyü'ndeki tarihi Ermeni kilisesine, define avcıları tarafından zarar verildi. Köy Muhtarı Fesih Kışlakçı, kilisenin onarılarak koruma altına alınması gerektiğini söyledi.

 

Karlıova İlçesi'ne 3 kilometre mesafede bulunan 270 haneli, bin 440 nüfuslu Toklular Köyü'ndeki tarihi Ermeni Kilisesi, define avcıları tarafından tahrip edildi.

Tarihte Ermeni yerleşkesi olduğunu, eski isminin de Togulkıran olduğunu belirten Toklular Köyü Muhtarı Fesih Kışlakçı, "Köyümüzde birçok tarihi kalıntıya rastlamak mümkün. Bulunan tüm eserler bilinçsizce zarar veriliyor malesef. Köyümüz her dönemde defineciler tarafından defalarca tahrip edildi. Köyümüzü ziyaret eden Ermeni gruplar, bu kilisenin adının Agos Kilisesi olduğunu söylediler" dedi.

Köylülerden Abdurrahman Yılmaz da, kilise bölgesinde yapılan evlerin temellerinde birçok tarihi kalıntıya rastlandığını hatırlatarak, "Özellikle bu kilise bölgesinde birçok heykel, üzerinde resim ve işaretlerin bulunduğu taşlar vardı. Köylülerimiz bunların ne anlama geldiğini bilmiyorlardı. Fakat sık sık buraya tanımadığımız insanlar geliyor ve gece olduktan sonra kilise bölgesinde kazı yaptıklarını, gün ağarınca görüyorduk. Kilise çocukların oyun alanı haline geldi. Bu kilise devlet tarafından koruma altına alınması lazım. Köyde bulunan yaşlılardan ve köyü ziyaret eden Ermeniler, kilisenin Ermeniler'den kaldığını ve bu kilisenin 800 yıllık bir geçmişi olduğunu öğrendik" diye konuştu.

Karlıova Toklular Köyü'nde dünyaya gelen tarih uzmanı araştırmacı ve yazar, Derin Tarih Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Mamhmut Akyürekli de, Toklular Köyü'nün geçmişinin Romalılar dönemine kadar uzandığını belirterek, "Köyde bulunan kalıntılar, köyün tarihini Romalılar'a kadar götürüyor. Kilise kalıntısı ise bin yılık Ermeni yerleşiminin işareti, tabi kesin değerlendirme arkeolojik kazılar yapıldıktan sonra ortaya çıkacaktır. Köyün kuzeyindeki harman yerlerinde, Roma dönemine ait hamam kalıntıları var. Köydeki Ermeni kilisesi üstündeki künye taşının kaybolmasına rağmen, yapının mimari özeliği ve kullanılan inşaat harcından hareketle, 700 ile 1000 yıl arasında tarihlemek mümkündür" diye konuştu.

Ntv, 15.06.2015

BAKIRCIBAŞI KÖŞKÜ KÜLE DÖNDÜ

 

 

Çengelköy'de 3 katlı tarihi ahşap bina yangında kül oldu. Binada kiracı olarak oturan yaşlı çift yara almadan kurtarıldı.

 

Bakırcıbaşı Sokaktaki 3 katlı tarihi ahşap binada saat 12.00 sıralarında yangın çıktı. Edinilen bilgiye göre tarihi binanın bitişiğinde duran seyyar mısır satıcısının tezgahındaki tüpün parlamasıyla alevler binaya sirayet etti. Çevre sakinleri itfaiyeye haber verdi. Bu arada binada kiracı olarak oturan yaşlı bir çift, çevredekilerin yardımıyla dışarıya çıktı.

 

İTFAİYE MÜDAHALE ETTİ

Kısa sürede olay yerine gelen Üsküdar ve Çengelköy itfaiyesi ekipleri yangına müdahale etti. Yangın çevre binalara sıçramadan söndürüldü ancak tarihi bina kullanılmaz nale geldi. Çevre sakinleri tarihi binanın söndürme çalışmalarını gözyaşları içinde izledi.

 

YEŞİLLER İÇİNDE YÜKSELEN ALEVLER

Köşkün bulunduğu semtin eşsiz yeşil görünümü içinde yükselen alevler, o ana tanık olanlar tarafından cep telefonu kamerasına kaydedildi.

 

 

BAKIRCIBAŞI'NIN KÖŞKÜYDÜ

Padişah Vahdettin'in Bakırcıbaşısının oturduğu köşkün, sokağa ismini de veren yapı olduğu belirtildi.. Olaydan sonra seyyar satıcı polis merkezine götürüldü.

Gerçek Gündem, Haber: Hayati Kılıç, 15.06.2015

BU EV ON BİN YAŞINDA

 

 

İsrail'deki bir inşaat alanında 10 bin yıl öncesine ait bir evin kalıntıları bulundu. Ayrıca 6 bin yıl öncesine ait bir tapınağın izleri de ortaya çıkarıldı.

 

Eshtaol kentindeki bir inşaat alanında şaşırtan bir gelişme yaşandı.

 

Livescience internet sitesinin haberine göre Kudüs'te bugüne dek bulunan en eski evin kalıntıları bulundu.

 

Öte yandan Kudüs'ün 25 kilometre batısında bulunan alanda çok sayıda antik eşya da ortaya çıkarıldı.

 

İsrail Antika İdaresi'nden yapılan açıklamaya göre, en son keşfe kadar bölgede yer alan eski yapı 8 bin yıl öncesine aitti.

 

Uzmanlar bu keşif sayesinde Ortadoğu'da yaşamış ilk insanların yerleşim anlayışı ve planlaması hakkında yeni bilgiler elde edebileceklerini belirtti.

 

6 BİN YILLIK TAPINAK

Arkeologlar 10 bin yıllık evin civarında, 8 bin yıldan daha eski olduklarına inandıkları bir de tapınak ortaya çıkardı.

 

Kudüs ile Tel Aviv'i bağlayan anayolda iki yıl önce yapılan çalışmalarda da 9,500 yıl öncesine ait eserler bulunmuştu.

Hürriyet, 15.06.2015

ONARIM PAHALI GELDİ KAPATILDI

 

Tarihi değere sahip eserler ve eşyaların bulunduğu Karataş’taki müze, onarım beklerken kapandı. Müzenin restorasyonundan, masrafların yüksek olması nedeniyle vazgeçildiği belirtiliyor.

 

 

İzmir’in Karataş semtinde Milli eğitim Bakanlığı’na ait İzmir Cumhuriyet Eğitim Müzesi ve Türk Eğitim Tarihi ve Teknolojileri Müzesi onarımı tamamlanmadan kapatıldı.

 

Çatısı çöktü

Müzede, Osmanlı dönemi ile 1920-70 yıllları arası döneme ait binlerce ders kitabı, ansiklopedi, her dilden klasik roman, Atatürk’ün ilk Meclis’teki ve Ankara Ulus Meydanı’ndaki, Rus kameramanların çektiği, 10’uncu Yıl Nutku konuşması, Cumhuriyet tarihine ait binlerce eğitim filmi, slayt, Atatürk’ün İzmir Atatürk Lisesi’nde oturduğu masa ve tahtada dönemin öğrencilerine matematik dersi verirken fotoğrafı, Türk eğitim tarihine ait araç- gereç, karneler ve diplomaları sergileniyordu. 

 

Müzenin bu durumuna tanıklık eden, kent tarihi araştırmacısı ve yazarlarından, Abdülkadir Hazman, müzenin tavanından yağmur suyu aldığını ve içinin çürüdüğünü belirterek, “Binadan yüksek restorasyon masrafları nedeniyle vazgeçildi. Karataş halkı müzenin restore edilip içindeki eşyalar ve eserler geriye getirilip yeniden açılmasını istiyor” dedi.

Milliyet, Haber: Mustafa Oğuz, 15.06.2015

ATATÜRK'E HEDİYE EDİLEN TARİHİ HALI KAYBOLDU

 

 

Alınan bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığınca 2013 yılında restorasyon çalışmalarına başlanan 1. Kordon'daki Atatürk Müzesi'nin geçen ay açılışının ardından Atatürk'e Uşak gezisinde hediye edilen 12 metrekarelik yün halının yerinde olmadığı ortaya çıktı.

İlk yapılan araştırmaya göre, restorasyon sırasında bazı güvenlik kameralarının çalışmaması nedeniyle Atatürk'e ait eşyaların korunduğu depoya nasıl girildiği, mührün nasıl açıldığı ve halının kim tarafından alındığı tespit edilemedi.

İzmir Kültür ve Turizm Müdürlüğünce, tutanak hazırlanarak durum Bakanlığa iletildi ve olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Müdürlük tarafından ayrıca halının yurt dışına kaçırılmaması için ilgili birimlere yazı yazıldı.

İzmir Emniyet Müdürlüğünün de konuyla ilgili araştırma başlattığı ifade edildi.

Habertürk, 14.05.2015

DEGAS'NIN BALERİNİ SATIŞA ÇIKIYOR

 

Dünyaca ünlü müzayede evi Sotheby’s, Edgar Degas’nın en ünlü heykellerinden biri ve 20. yüzyılın en önemli sanat yapıtlarından olan ‘Petite Danseuse de Quatorze Ans’ (14 yaşındaki küçük dansçı) heykelini satışa çıkaracak.

 

Eserin yaklaşık 13.9 milyon euroyla (41 milyon TL)- 20.9 milyon euro (63 milyon TL) arasında satılması bekleniyor. Eser Sotheby’s tarafından Londra’da 24 Haziran’da düzenlenecek müzayedede satılacak. Heykelin diğer edisyonları İngiltere’de Tate Müzesi, New York’ta Metropolitan Museum of ART, Paris’te d’Orsay Müzesi’nin aralarında olduğu önemli dünya müzelerinde bulunuyor. 

Milliyet, 14.05.2015

'FATİH VE ŞEHZADESİ' TABLOSUNA YAKIN MARKAJ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, dünya müzayede devi Sotheby’s tarafından açık artırmayla satışa sunulan İtalyan ressam Gentile Bellini’nin “Fatih ve Şehzadesi” adlı yağlı boya tablosunu yakın markaja aldı. Tabloya 300-400 bin sterlin fiyat biçiliyor. Kültür Bakanlığı yetkilileri, “Müzayedeleri takip eden araştırma kurulumuz Fatih ve Şehzadesi tablosunu değerlendirecek” dedi. Ressam Işık Çuhacıoğlu, “Türkiye için devrim niteliğinde bir resim. Bakanlık satın almalı” diye konuştu.

Habertürk, 13.05.2015

DİNOZORLARI GERİ GETİRECEK KEŞİF

 

İngiltere’nin Imperial College Üniversitesi uzmanları 65 milyon yıl önce sona eren Kretase dönemine ait olan dinozor kemikleri üzerinde kan örneklerine rastladı.

 

Test sonuçlarını Ulusal Tarih Müzesi’yle de paylaşan ekibin üyesi Sergio Bertazzo, “Kemik üzerinde kanı tespit ettiğimizde gözlerimize inanamadık” dedi. Uzmanlar kanda aktarılabilir DNA örneklerine ulaşırlarsa Jurassic Park filmindeki gibi dinozorların tekrar yaratılmaları hayali gerçek olabilir.  

Milliyet, 13.05.2015

425 YILLIK TARİH TOPRAK ALTINDAN ÇIKARILIYOR

 

Edirne Selimiye Meydanı’nda Müze Müdürlüğü tarafından sürdürülen Yemişkapanı Hanı kazısında, yaklaşık 4 bin metrekarelik tarihi eserin yüzde 20’lik kısmı toprak üzerine çıkarıldı.

 

 

Osmanlı döneminde Selimiye Camii’nin altında ticaret merkezi olarak kullanıldığı sanılan 1100 odalı hanın 1 yıl içerisinde tamamen ortaya çıkarılması planlanıyor.

 

DHA'nın haberine göre, Edirne Belediye Başkanlığı’nın Selimiye Meydanı’nı yeniden düzenlemek istemesi üzerine başlatılan çalışmalarda Edirne Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, meydan üzerinde var olduğu bilinen Yemiş Kapanı Hanı’nın ortaya çıkarılması istedi. Edirne Valiliği’nin desteğiyle Müze Müdürlüğü tarafından bir süre önce başlatılan kazı çalışmaları sonuçlarını verdi. Yaklaşık 4 bin metrekarelik alanda 1100 odalı olan ve Osmanlı döneminde ‘meyve-sebze hali’ olarak kullanıldığı bilinen han kalıntıları ile duvarları toprak altından çıkarıldı.

 

İŞKUR’un Toplum Yararı Programı kapsamında çalışan ve belediye işçilerinden oluşan 60 kişilik ekiple, geçen Nisan ayından bu yana meydanda yaptıkları çalışmalarla, hana ait meyve-sebze depoları, su yolları ve kalıntılar topraktan arındırılarak ortaya çıkarıldı.

 

425 yıllık tarih

Edirne Müze Müdürlüğü tarafından sürdürülen kazı çalışmalarında 1 yılın sonunda 4 bin metrekarelik büyüklüğe sahip olan han tamamen ortaya çıkarılmış olacak. Osmanlı Padişahlarından III. Murad tarafından 425 yıl önce kentin Selimiye Camii altındaki ticaret merkezi olarak yaptırılan hanın zamanla bakımsız kaldığı ve üzeri toprakla kapatılarak Selimiye Meydanı haline geldiği belirtildi.

Yapı, 12.06.2015

MABOLLA ANTİK KENTİ TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

Muğla’da turizmin çeşitlendirilmesine yönelik çalışmalara ağırlık verilirken, ‘Kültür Turizmi’nin yaygınlaştırılması için Vali Amir Çiçek başkanlığında Muğla merkez ilçe Menteşe’nin ilk yerleşim alanı olan ve geçmişi 2500 yıla dayanan Mabolla Antik Kentine inceleme yürüyüşü düzenlendi.

 

Mabolla antik kentine ilk defa vali düzeyinde inceleme yürüyüşü gerçekleşirken, yürüyüşe, Muğla Valisi Amir Çiçek, Vali Yardımcıları, Garnizon Komutanı Kurmay Albay Halil Çelik, Menteşe Kaymakamı Zeki Arslan, Menteşe Belediye Başkanı Bahattin Gümüş, Emniyet Müdürü Hakan Çetinkaya, Kamu Kurum Müdürleri, Belediye Meclis Üyeleri ile Muhtarlar ve antik kentte bir dönem kazı çalışması yapan Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler katıldı. Katılımcılar Şahidi Camiinden itibaren yaya olarak antik kente yürürken, antik kentin zirvesinde Menteşe İlçesi'ni görme fırsatı buldu.


“MENTEŞE KIYI TURİZMİ KADAR ZENGİNLİĞE SAHİP”
Mabolla antik kentine gerçekleştirilen yürüyüş boyunca Prof.Dr. Adnan Diler, katılımcılara kent hakkında bilgiler verirken, Menteşe Kaymakamı Zeki Arslan, “Fikir Sayın Valimizden çıktı. Kaymakamlığımız organizasyonunda ve Menteşe Belediyesi’nin ev sahipliğinde alternatif turizm çalışmaları kapsamında Mabolla Antik kentine ‘Turizmde Farkındalık’ yaratmak amacı ile yürüyüş gerçekleştirdik derken, Menteşe Belediye Başkanı Bahattin Gümüş, “Menteşe’de Kültür Turizmini arttırmak adına yeni projeler üretiyoruz. Bugün de Alternatif Turizm çalışmaları kapsamında Mabolla Antik Kentine ‘Turizmde Farkındalık’ yürüyüşü düzenledik. İlçemiz Menteşe, kıyı turizmi kadar zengin bir yapıya sahip” dedi.


“MABOLLA’DA YAŞAYANLAR ANADOLU’NUN YERLİ HALKI”
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler, Mabolla’nın Muğla merkezin en yakınındaki önemli bir yerleşim yeri olduğunu belirtti. Diler, “Mabolla ile ilgili en eski belgelerde MÖ 4. yy ve 3. yy. yani, 2400 yıl öncesine kadar yaşam devam ediyor. 2. yüzyıldan yine bir yazıt var. Bu da 1890’lı yıllarda Muğla’da bulunmuş bir yazıttır. O da 2. Yüzyıldan MS 10. Yüzyıldan yazıtlar var. Buna göre yazılı belgeler ışığında Mabolla’daki hayat zamanımızdan 2400 yıl eskiye, bizim araştırmalarımıza göre de 2600 yıl eskiye gidiyor. Burada yaşayanlar Anadolu’nun yerli halkı. Özellikle bu mezarlar ve kalıntılar burada bir kutsal alan var. Burada yaşayan insanlar etnik olarak Anadolu’nun yerli bir halkı” dedi.


“DESTEK VERİLİRSE KAZI ÇALIŞMASI YAPARIZ”
Diler, destek verilmesi halinde Mabolla antik kentinde kazı çalışmalarının başlayabileceğini belirterek, “Bizim Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi olarak arzumuz, Mabolla’da kazı yapmak. Fakat bunu maalesef başaramadık. 2010 yılında Muğla Belediyesi’nin desteği ile burada çevre düzenlemesi çalışması yaptık. Burasının desteğe ihtiyacı var. Birileri destek verirse biz Arkeoloji Bölümü olarak burada kazı çalışmalarını yaparız. Çünkü Muğla’nın kent merkezi olsun, tüm bölge olsun Türkiye’nin en iyi korunmuş ilidir” dedi.


“KÜLTÜR TURİZMİNE AĞIRLIK VERİYORUZ”
Mabolla antik kentini Muğla’da görev yapan valiler içinde ilk defa ziyaret eden Vali Amir Çiçek, “Belki benden önce gelen valilerimiz vardır hatırlamamış olabilirsiniz. Ben geldiğimde Muğla’nın özellikle tüm yerleşim alanlarındaki, sadece yer üstü değil, yer altı tarihi kazı yapılan yerlerini tek tek geziyorum. Bulunduğumuz kale Menteşe’nin önemli kalelerinden birisidir. Bilim insanlarımızdan öğrendiğimize göre, günümüzden 2400-2500 yıl önce burada medeniyetin yaşadığı ve şu anda bile taş evleri ve kutsal yerleri görüyoruz. Burada önemli bir şeyi daha keşfettik. Bizim şu anda yerleşim alanlarımız tarımsal alanlara doğru yayılıyor. Eskiden daha mantıklı ve daha önemli olan böyle kayalık ve sağlam temelleri olan depreme dayanıklı yerlere yerleşilirmiş. Bir eksiğimizi öyle görüyorum. Bir başka eksiğimiz de burada gördüğümüz hala bir kazı çalışmasının yapılmamış olması. Hocalarımız ile bilim insanlarımız ile bu konunun bir istişaresini yapıp, Kültür Turizm Bakanlığımıza bir rapor sunup kaynak sağlayarak burada bir kazı çalışmasının yapılabileceğine inanıyorum. Bunun için böyle bir çalışmayı inşallah başlatacağız. Belediyemiz de bu konuda yardımcı olursa, burada kazı yaparak gerçek tarihi ortaya çıkaracağız. Bugün buraya gelmemizin ana nedeni gezip görmek değil, tarihimizi bizzat görmekti. Bizim en önemli gelirimiz turizm. Fakat turizm olarak sadece deniz, kum ve güneşi görüyoruz. Fakat alternatif turizme geldiğimiz zaman da bu alanları kullanmıyoruz. İşte bunlardan birisi de arkeolojik turizm dediğimiz tarihi ve ören yerlerimizdir. Böylelikle hem tarihimizi öğrenmiş oluruz, hem de kültür turizmini de turizm alanına katmış oluruz” dedi.


MABOLLA ANTİK KENTİ
Kale düzlüğünün güneyindeki düzlükteki irili ufaklı taşlardan oluşan ve olasılıkla konut türü yerleşimlere ait yapı yıkıntıları da görülür. Bu alanın altındaki alt düzlükte II. Bin Anadolu Hitit ve I.Bin Frig ve Urartu geleneklerini yansıtan, Karya ve Likya bölgesinde varlığını geç dönemde de sürdüren açık hava kutsal alanları görülür. Mabolla Kalesi'nin iri dikdörtgen taşlardan oluşan surlarının güneye doğru süren uzantıları oldukça iyi korunmuştur. Sur duvarlarından aşağıya doğru sürüklenen bazı bloklar üzerinde izlenen kenetler ahşap kenet yuvaları özelliğindedir ve MÖ 5. yy.la tarihlendiğine ilişkin ipucu vermektedir. Masadağ Kuzeydeki düzlüğe yakın yerinde ise yüksek teraslar üzerine oturtulmuş ve en az 3 katlı olan ve harçlı moloz taşlarından yapılma bir ortaçağ sarayı yer alır. Mabolla’nın doğu ve batı üst yamaçlarında ve çoğu yakın zamanda soyulmuş kaya oygu mezarları yer alır. Ulaşım, Muğla Menteşe İlçesine hakim tepe olan Asar Tepesi üzerinde bulunan bir düzlükte olup özellikle yürüyüş yapmaktan hoşlananların görmesi gerekli yerlerdendir.

Hürriyet, 12.06.2015

AYDIN'DA 382 PARÇA TARİH ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Aydın’ın Köşk İlçesi'nde polis ekiplerinin düzenlediği iki ayrı operasyonda Roma ve Hellenistik döneme ait 382 parça tarihi eser ele geçirildi.


Edinilen bilgiye göre; Aydın Emniyet Müdürlüğü KOM Şube Müdürlüğü ekipleri, Köşk İlçesi'nde tarihi eser kaçakçılığı yapıldığı yönünde gelen ihbar üzerine iki ayrı operasyon gerçekleştirdi. Söz konusu adreslerin ilkinde vazo, heykel, kase ve kandilden oluşan 17 parça tarihi eser ele geçirildi. Parçalardan bir kısmının dolandırıcılık amaçlı sahte olduğu, bir kısmının ise Roma dönemine ait tarihi eser olduğu tespit edildi. İkinci adreste ise tamamı Hellenistik döneme ait bronz sikke olduğu anlaşılan 365 parça tarihi eser yakalandı.


Olayla ilgili olarak gözaltına alınan iki şüpheli, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa muhalefet suçundan adli makamlara sevk edildi. Olayla ilgisi olduğu anlaşılan bir kişinin daha aranmasına devam edildiği belirtildi.

Hürriyet, 10.06.2015

İNSANLIK TARİHİ BU MÜZEDE

 

 

Şanlıurfa'da açılan Arkeoloji Müzesi ziyaretçilerine insanlığın ilk çağlarından günümüze kadar uzanan serüvenini, tarihi eser, canlandırma ve imitasyonlarla görme imkanı sunuyor.

 

Balıklıgöl yakınında 200 dönümlük alana inşa edilen Şanlıurfa Müze Kompleksi'nde teşhir edilen eserler, kronolojik düzende, ait oldukları döneme ilişkin görsel canlandırmalarla ziyaretçilerine "o dönemde yaşıyormuş hissi" uyandırıyor.

 

Yüzlerce insan ve hayvan figürünün işlendiği oyma taşlar, mezarlıklar ve kitabelerin bulunduğu Arkeoloji Müzesi, ziyaretçilerini adeta tarihsel süreç içinde yolculuğa çıkarırken, dönemlere göre oluşturulan salonlarda insanlığın gelişimine tanıklık etme imkanı sunuyor.

 

Geziye ilk olarak insanlık tarihinin başlangıç noktası olan "paleolitik çağ" salonuyla başlayan ziyaretçiler, burada insanların avlanma şeklini, ateşi nasıl yaktığını ve toplayıcılık faaliyetlerini anlatan canlandırmalarla karşılaşıyor. Oluşturulan güzergahı takip eden ziyaretçiler, milattan önce 9500'lü yıllara tarihlenen ve "dünyanın gerçek boyutta yontulmuş ilk eseri" olarak bilinen 180 santimetre boyundaki Balıklıgöl heykelini görme imkanını elde ediyor.

 

Ziyaretçiler daha sonra Şanlıurfa Müzesi'nin en öne çıktığı dönem olan "neolitik dönemi" inceleme fırsatı buluyor. Burada Göbeklitepe, Nevali Çori gibi insanlık tarihine yön veren dönemlere ait eser ve imitasyonları inceleyerek, geçmişe yönelik fikir edinebiliyorlar.

 

Ardından "kalkolitik çağ" salonuna geçen ziyaretçiler, bu dönemin öne çıkan ticaret faaliyetleriyle ilgili canlandırmaları ve bölgede bulunan o döneme ait eserleri inceleyebiliyorlar.

 

"Tunç çağı" salonunda ise Lidar Höyük'ten çıkan eserleri görmek mümkün. Burada ziyaretçiler milattan önce 3500'e tarihlenen oyuncak ve düdükleri yakından inceleme fırsatı buluyor. 

 

Bazalt malzemeden yapılmış eserlerin yer aldığı "demir çağı" salonuna geçen ziyaretçiler, Roma Caddesi'nde yürüme şansı bularak, canlandırması yapılan cam atölyesiyle karşılaşıyor. 

 

Son olarak "İslami dönem" salonunu gezen ziyaretçiler, sergilenen tarihi eserlerin yanı sıra "Peygamberler Şehri Urfa"da insanların tek tanrı inancı ve Nemrut ile mücadelesini anlatan 12 projeksiyon cihazından 4 duvara aynı görüntüyü veren 360 derecelik video gösterimini izleme şansı yakalıyor.

 

"TÜRKİYE'DEKİ BİRÇOK MÜZEYE ÖNCÜLÜK EDECEK"

Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 24 Mayıs'ta açılan müzeyi gezen ziyaretçilerin, gerek yapıyı gerekse eserleri çok beğendiklerini söyledi.

Müzede eserlerin kronolojik bir düzende yerleştirildiğini belirten Ercan, bu sayede insanların daha rahat dolaşma imkanı bulduklarını ifade etti.  

 

Müzeyi ziyaret edenlerin, eserlerin ait olduğu dönemi daha iyi anlayabilmeleri için 20 canlandırma yaptıklarına işaret eden Ercan, bu yönüyle de kompleksin Türkiye'deki birçok müzeye öncülük edeceğini kaydetti. 

Ntv, 09.06.2015



7 - 13 Haziran 2015

İSTANBUL'UN KALELERİ

 

 

İstanbul'u müdafaa etmek sanıldığı gibi şehir surlarından değil, Boğaz hattı ve Karadeniz sahillerindeki hisarlardan başlıyordu. Bir zamanlar şehri muhafaza ederek günümüze çıkmış yapıları tanımak ve korumak da bize düşüyor.

 

Bir iklimin manzarası, mimarisi ve halkı arasında halis ve tam bir ahenk varsa, orada, gözlere bir vatan tablosu görünür” ifadesinde tecelli eden Yahya Kemal'in vatan telakkisi, bu şehri tezyin eden ışıltılı manzara içinde müstakil bir yer edinmişti. Üstad'ın şiirine hamur ettiği şey ise şüphesiz her asır kendi beyan tarzıyla imar ettiğimiz İstanbul mirasıydı. Bu miras, onca hercümerçten sıyrılıp adeta bir peygamber sabrıyla ziyaret edilmeyi bekliyor. Mevzubahis olan sadece Osmanlı değil, evveliyatında hayat bulmuş Yunan ve Doğu Roma bakiyesi eserlerini de ihtiva eden İstanbul'un mimari terekesi bu. Devir değişmesiyle gözden düşmüş, zaman içinde köhne, atıl vaziyete mahkum edilmiş yapılar vaktiyle yok olup giderken, İstanbul'daki yapılardan bazıları hala ilk günkü kadar diri ve kaim. Ehemmiyetine göre işaret edilebileceklerin başında belki de İstanbul'un kale ve hisarları geliyor. Tarihi surları istisna tutarsak şehrin Boğaz'dan ve karadan çıkışları sayılacak mevkilerine inşa edilmiş heybetli kale ve hisarların tarihini keşfetmek, şehrin keşmekeşinden, tantanasından yaka silkmişler için bulunmayacak bir fırsat.

 

 

İstanbul'un doğu burcu Eskihisar Kalesi

İstanbul'un şark sınırında, Gebze sınırları içinde bulunan Eskihisar'ın tarihi Bizans dönemine kadar uzanıyor. Orhan Bey dönemindeki Maltepe (Pelekanon) savaşıyla tarih kayıtlarında yer edinmiş, uzun süreler de Osmanlılar tarafından yenilenerek hizmete devam etmiş. Yapının konumu, Marmara Denizi'ne hakim. Yakın dönemde burada yapılan kazılarda önemli miktarda Bizans eserine ulaşılmış.

 

 

Rumeli Feneri Topçu kalesi

Avrupa kıyısının en uç kuzey noktasında bulunan Topçu Kalesi, devlet envanterine göre 17. asırda IV. Murat devrinde tuğla ve taş malzemeyle bina edilmiş iki büyük kulenin hükmettiği denize doğru seyrilen kemerli mazgallardan oluşuyor. IV. Murad devrinde tecdit edilen tahkimatta bir zamanlar 300 asker, 60 hane, cephanelik, 100 top ve sultan adına yapılan bir cami bulunuyordu. Kale, Cumhuriyet devrinde de karakol olarak istihdam edilmiş.

 

 

Aydos Kalesi'ni Tekfurun kızı açtı

Bugün Sancaktepe sınırları içinde yer alan Aydos Kalesi isminden de anlaşılacağı üzere bir Bizans yapısı. Aydos, Grekçe'de kartal anlamına geliyor. Bilhassa Osmanlı'nın doğudan teşebbüs ettiği hücumlara karşı önemli bir savunma hattı üzerinde bulunan kale, Orhan Gazi devrinde fethedilmiş. Burada kalan tekfurun kızının hikayesi yüzyıllar boyunca anlatıla anlatıla günümüze kadar ulaşmış.

 

 

Zindanıyla meşhur Yedikule Hisarı

İstanbul surlarının güneybatı ucunda, şehir duvarlarına bitişik halde yer alır. Herbirinin ayrı isme sahip yedi kulenin birleşmesiyle vücut bulan kadim yapıyı, Bizanslı hükümdar II. Teodosius yaptırdı. Binanın inşa tarihi 413-439 yıllarına tekabül ediyor. Roma imparatorlarının kullandığı abidevi altın kapı hisar içindeki kapılardan. Sultan Fatih şehrin alınışından sonra bu kapıyı kapattırarak şehrin giriş çıkışlarını Edirnekapı'ya tevcih etmiş, mevcut hisar uzun bir müddet devletin hazini muhafaza etmiştir. Ardından, hisarın bahtı zindana çevrilmesiyle değişir. Burası artık yabancı elçilerin, yabancı han ailesinin, hatta ve hatta sultanın hapsedildiği yer olacaktır. II. Osman burada yeniçeriler tarafından katledilmişti. Eskiden içinde bir mahallenin de bulunduğu hisar, 70'li yıllarda ihya edildi. Şimdiyse dizi setlerinin değişmez adreslerinden.

 

 

Rumeli Hisarı: Ruhumu Eritip de kalıpta dondurmuşlar…

Boğaz deryasının nişanesi Rumelihisarı, İstanbul'un fethine mukaddem bir safhada (1451-1452) Sultan Fatih tarafından bina edilmişti. Tarihi kayıtlarda Yenice veya Boğazkesen namıyla bilinen sahil kalesi, bizzat Sultan'ın da nezaret ettiği hatta Saruca Paşa, Zağanos Paşa gibi kudretli devletluların da harç kardığı bin kadar usta ve ameleyle bina edildi. Bu muavenet ve canhıraş gayretin neticesinde dört aylık mühletin ardından tahkimat tamamlandı. Fetih nihayete erdikten ve hisar vazifesini gördükten sonra bittabi selefinin akıbetine maruz kaldı ve muhafaza vazifesi sona erdi. Burası da tıpkı Güzelcehisar gibi asi yeniçerilere ve yabancı elçilerin atıldığı zindan halini aldı. İstanbul'da infaz edilecek olan mahkumlar deniz yoluyla buraya getirilir ve infazın bitimi akabinde top atışı yapılarak ölenlerin ismi halka ilan olunurdu. Kale dizdarı ve muhafızların ikamet ettiği evler, asırlar içinde küçük bir mahalleye dönüşür. 1953 senesindeki Menderes istimlakı esnasında restorasyonu yapılır ancak icraat içerideki mahalle ve cami toptan kaldırılarak, yapının tarihi dokusuna muhalif düşen bir tiyatro sahnesiyle neticelenir. Yakın zamanda Hisar içinde yeniden ihya edilen mescit ise sığ bir popülarizm ve siyasi çekişmenin arasında kaldı. Zira ücretli bir müze durumundaki kale camiinin müdavim bir cemaati olmayacak.

 

 

Anadolu Hisarı: Osmanlı'dan Boğaz'a bir hediye

Diğer adıyla Güzelcehisar, Türklerin Boğaz kıyılarında inşa ettikleri ilk askeri tahkimat yapısı. Sultan I. Bayezid tarafından Göksu (Aretas) deresinin Boğaz sularına kavuştuğu yerde bir konuma sahip olup şehrin iki yakasının birbirine en yaklaştığı yerde inşa olunmuş. (1395) Boğaz'dan geçen düşman unsurlarına göz açtırmamak üzere tasarlanmış, Sultan Fatih'in şehri fethetmesi esnasında dış sur ve yeni hisarpeçeler eklenerek son haline bürünmüş. Batılı seyyahların anlattığına göre, Ortaçağ'ın Avrupa şatoları gibi etrafı su üzerine eğilen iner-kalkar bir kapıya sahipmiş. Hisar tüm ihtişamıyla İstanbul'un bir tezyinatıyken Boğaz sahiline yapılan istihkamlar neticesinde savunma mahalli vasfını kaybetmiş ve bu sahil kalesi hapishaneye çevrilmiş. Konuya vakıf tarihçiler, buraya mücrim yeniçerilerin kapatıldığını rivayet ediyor. Ancak zamanla bu meşum kale, hemen dibindeki dere yatağına yapılan konak ve yalılarla İstanbul'un şirin bir mamuresi haline gelmiş. Cumhuriyet devrinde inşa edilen asfalt sahil yolu ne talihsizliktir ki tam da hisarın ortasından geçirilmiş. Bugün kısmen ziyarete kapalı olan burçların dibinden tarihi hadiseleri soluklamak pek tabii mümkün.

 

 

Ceneviz yadigarı Yoros Kalesi

Anadolu yakasının kuzey yamaçlarına kurulmuş, Boğaz'ın Karadeniz girişini kollayan görkemli kale, eski ihtişamıyla duruyor. Anadolu Kavağı sırtlarına yaslanan kaleyi Semavi Eyice'nin iddiasına göre Bizanslılar, diğer bir iddiaya göre ise Cenevizliler bina etti. Güneyden gelen ticaret güzergahını korumak ve civarı kollamak üzere yapılan kalenin tüm duvarları ve girişindeki iki geniş burcu sağlam bir halde. Duvarlara dikkat edildiğinde kale kapısının üzerinde Yunanca kitabeleri görebilmek mümkün. Buraya gelenler Boğaz'ın hiç bilinmeyen, el değmemiş bir İstanbul manzarasıyla karşılaşacak. Sahilde Anadolukavağı'na inerek ormanla birlikte deniz havası almak mümkün.

 

 

Şile'nin Ocaklı Ada kalesi

Mübadeleye kadar Rumların yaşadığı bir köy olan Şile sınırları içisinde dört ayrı kale bulunuyor. Fakat bugüne çıkabilmiş ve ilçenin sembollerinden biri Ocaklı Ada kalesi olmuş. Sahilde tabii kayalıklarla çevrili limanda ve etrafa hakim taşlığın üzerinde bulunuyor. Şile'ye gelen herkesin dikkatini çekecek bu gözetleme kulesi 12 metre yüksekliğinde ve birçok tahkimat unsuru gibi Cenevizlilerin imzasını taşıyor. Kaleyi bundan sonra sırasıyla Bizanslılar ve Osmanlılar kullanmış. Cumhuriyet devrinde hazine avcılarının istilasına uğramış, başlatılan restorasyon çalışması hala devam ediyor.

 

 

Riva Kalesi: Tüccarların Barınağı

İstanbul'un sevimli nahiyesi Riva'da Karadeniz denizyolunu tutan bir tahkimat yapısı Riva Kalesi. Cenevizlilerin ticaret yolunun emniyetini temin etmek ve balıkçılara barınak olmak üzere buraya inşa edilmiş. Mezkur kale ve hisarlar gibi burası da bir menfa yani sürgün yeri ve hapishane vazifesi görmüş. İç içe iki surla tahkim edilmiş olup, birinden içine geçerken iner kalkar bir kapının bulunduğunu devlet envanterleri naklediyor. Osmanlı devrinde müteaddit defa tamir görse de bugün Riva'nın bir köşesinde hakkıyla turizme kazandırılmayı bekliyor.

 

 

Kilyos Kalesi: Bir tatlı huzur

İstanbul'un Karadeniz sahillerinde bir başka bucak da sahiliyle meşhur Kilyos. İsminden de anlaşılacağı üzere burası Bizans devrinden bu yana yaşamını devam ettiriyor. Lakin mevzubahis olan kaleyi o devirde ticareti elinde tutan Cenevizliler yaptırmış. Osmanlılardan II. Mahmud döneminde, H. 1197-1241 seneleri arası bir tamirat geçirdiği, kale bedenindeki kitabeden anlaşılıyor. Kagir duvarlı ve tonoz örtülü bu eski devrin mirası, bugüne kadar ağır bir tahrifat geçirmemiş, özgün yapısını muhafaza etmiş.

Zaman, Haber: Erkam Emre, 12.06.2015

HİSAR'DAKİ MESCİT TAMAMLANIYOR

 

 

Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethinden önce yaptırılan Rumeli Hisarı’nın kale ve burçları bakımsızlık nedeniyle kapalı tutulmaya devam ederken hisarın tiyatro alanında yapımına başlanan ve tartışmalara neden olan Boğazkesen Mescidi projesinde kaba inşaatta sona yaklaşıldığını yerinde tespit ettik. Ağustos ayında hizmete girmesi beklenen mescit için açık hava tiyatrosunun olduğu alan saç levhalarla katılırken, çalışmaların aralıksız devam ettiğine tanık olduk.

 

İBB’den cami kararı
Mülkiyeti İstanbul Büyükşehir Belyediyesi’nde olan mescidin yapımı için 28 Mayıs 2013’de yapı ruhsatı alındı. 2014 Haziran’da inşaat başladı. Ağustos ayında açılışı planlanan projenin kaba inşaatında sona yaklaşılırken sanat tarihi uzmanları, 18. yüzyılda yıkıldığı tahmin edilen projeye “gereksiz ve ideolojik” olduğu için karşı çıkıyor.


Öte yandan İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde, Bakırköy İlçesi'nde Dünya Ticaret Merkezi’ne ait arsanın 4 bin 350 metrekarelik alanına 86 bin 970 metrekare yüzölçümünde cami yapılmasına ilişkin imar planı değişikliği oy çokluğuyla kabul edildi.

Mİlliyet, Haber: Mert İnan, 12.06.2015

SANAT TARİHİNDE DEVRİM NİTELİĞİNDE GELİŞME

 

Rutgers Üniversitesi'nden Ahmed Elgammal ve Babak Saleh, sanat tarihindeki 'en yaratıcı eserleri' belirleyebilen bir program geliştirdi.

 

 

‘Yaratıcılık’ insana ait olan en önemli özelliklerden biri. Yaratıcılığın ve estetiğin normları ise günümüzde hala tartışılıyor. Ancak bir eserin yaratıcı olduğunu kanıtlayan 2 faktör üzerinde uzlaşı sağlanmış durumda. Bunlardan ilki eserin özgün ve alışılmışın dışında olması, diğeri ise etkileyici olması.

 

Sanat tarihi, özgünlüğü ile döneminde çığır açan ve büyük kitleleri etkileyen eserlerle dolu. Leonardo Da Vinci’nin 1469 tarihli “Madonna and child with a pomegranate” adlı tablosu,  Francisco de Goya’nın “Christ crucified” adlı tablosu ve Claude Monet’in 1865 tarihli “Haystacks at Chailly at sunrise” adlı tablosu bu eserlere birkaç örnek… Adı geçen yaratıcı eserlerden sonra yapılan her tablo, esas olanla benzerlik gösterdiği için yaratıcı olmaktan uzak olarak değerlendiriliyor.

 


Leonardo Da Vinci’nin 1469 tarihli “Madonna and child with a pomegranate” adlı tablosu

 

Bu noktada sanat tarihçilerini zorlu bir görev bekliyor. Çünkü hangi eserin “yaratıcılık” çerçevesinde değerlendirilebileceğine karar vermek kronolojik ve kıyasa dayalı bir çalışma gerektiriyor. Tarihçilerinin, sanat tarihinde köşe taşı oluşturan ‘özgün’ ve bir sonraki eserlerin oluşmasına zemin hazırlaması bakımından ‘etkileyici’ olduklarına karar vermeleri gerekiyor.

Ancak bu önemli görev artık ‘zor’ olmaktan çıkacak. Çünkü günümüz ileri teknolojileriyle, bu zorlu işi kolayca çözebilecek bir makine geliştirildi. ABD’nin New Jersey eyaletinde yer alan Rutgers Üniversitesi’nden Ahmed Elgammal ve Babak Saleh, sadece sanat eserlerini ‘yaratıcılık’ kriterlerine göre kıyaslayabilen bir makine geliştirdi.

 

Makinenin veri tabanına 62 bin adet sanat çalışması yükleyen araştırmacılar, programlanan kriterlerle tarihteki en yaratıcı sanat eserlerini bulmayı hedefliyor. Sonuçlar, sanat tarihinde ‘yaratıcılığın’ rolünü de ortaya koyacak.

 


Francisco de Goya’nın “Christ crucified” tablosu

 

Makine ayrıca, veri tabanındaki resimleri içerdikleri ‘görsel konseptlere’ ve eserlerin yapısındaki belirli ‘kopuşlara’ göre de sınıflandıracak.

 

Eseri belirleyen görsel konseptlerden bazıları, renk, doku ve resimlerde yer alan ev, kilise ya da samanlık gibi basit objeler iken, resimdeki hareketler ya da durumlar gibi önemli özellikler de ‘classemes’ adı verilen kategorileri belirlemeye yardımcı olacak.

 

Yaklaşık  2,559′a kadar çıkabilen bu kategoriler, görsel algoritmalarla eseri analiz ediyor ve çalışmayı tanımlayarak sınıflandırıyor.

 

 

Makine aynı zamanda, yeni üretilen eserleri veri tabanına kayıtlı eserler ile karşılaştırarak ‘maddi değerlerini’ saptayabilecek. Tarihteki önemli eserlerle birlikte bu resimlerin analizleri, Wikiart adlı websitesi üzerinden de ilgililere sunulacak. Çalışma, sanat tarihi alanında teorik çalışmalara da katkı sağlayacak.

 

Araştırmacılar Elgammal ve Saleh, ‘ağ bilimi’ (network science) problemine de bilimsel bir yaklaşımda bulunduğunu belirtiyor. İkili, sanat tarihine bir ‘ağ bütünü’ olarak yaklaşıyor ve hangi sanatçının hangi eseriyle bir öncekilerden etkilendiğini ve bir sonrakileri etkilediğini ortaya koymaya çalışıyor.

 

Ağ teorisinin en büyük sorunu olan ‘referans noktası’ konusu, Elgammal ve Saleh tarafından ilk kez ‘yaratıcılık ağı’na uygulandı.

 


Albrecht Dürer’in 1514 tarihli karakalem çalışması “Barbara Durer”

 

Araştırmanın sonuçları ise ilgi çekici! Örneğin, Goya’nın ‘Christ crucified’ tablosu,  Monet’nin ‘Haystacks at Chailly at sunrise’ tablosu ve Munch’un ‘The Scream’ tablosu sisteme göre ‘yaratıcı’ olarak değerlendirilirken, Rodin’in 1889 tarihli heykeli “Danaid”, Durer’in 1514 tarihli karakalem çalışması “Barbara Durer” ise ‘yaratıcı’ olarak değerlendirilmedi.

 

Elbette ki bu değerlendirmeleri bir makinenin belli başlı verilerle ‘otomatik’ olarak yaptığı gözardı edilmemeli. Eserlerin otomatize edilmiş kriterlere göre değerlendirilmesi büyük bir sorun. Sanat tarihçilerinin, yaratıcılık kriterleri üzerinde uzlaşmamış olduğu da bilinen bir gerçek. Geliştirilen sistem ise, üzerinde en geniş kapsamlı olarak uzlaşılan kriterlerle bir ‘yaratıcılık’ tanımı ve sınıflandırması yaptığını iddia ediyor.

 

Elgammal ve Saleh bu yöntemin sadece güzel sanatlarla sınırlandırılamayacağını ve edebiyatta, heykelde ve bilimde de bu yöntemin kullanılabileceğinin altını çiziyor.

Sözcü, Haber: Seda Türkoğlu, 11.06.2015

JANDARMANIN DİKKATİ TARİHİ HALILARI KURTARDI

 

 

Aydın'ın Buharkent İlçesi'nde, jandarmanın şüphe üzerine durdurduğu otomobilde Osmanlı Dönemi'nden kalma iki halı ele geçirildi. Halılar, 'taşınır kültür varlığı' olarak değerlendirilerek Karacasu Afrodisias Müzesi'ne teslim edildi.

 

Buharkent İlçe Jandarma Komutanlığı'na ekipleri, Denizli- İzmir karayolu İlçe Jandarma Komutanlığı önünde dün yaptıkları yol kontrolünde, Antalya'dan İstanbul'a giden otomobili durdurdu. Otomobilin bagajında arama yapan jandarma 7 el dokuması halı ve arka koltuktaki bir çantada da 2 ipek halı buldu. İpek halıların tarihi eser olabileceğinden şüphelenen jandarma ekipleri, Karacasu Afrodisias Müze Müdürlüğü yetkilileriyle irtibata geçti.

 

GEÇ OSMANLI DÖNEMİNE AİT

İnceleme sonucunda halıların Geç Osmanlı Dönemi'ne ait olduğu belirlenip, el konuldu. Müze yetkililerinin ön raporunda, "182x138 santimetre ölçülerinde olan halının orta bölümünde iç içe geçmiş sekiz yapraklı rozet şeklinde bir motif ve bu motifin her iki yanında simetrik bitkisel motifler yer aldığı, etrafında yedi adet bordür bulunan halının orta bordürü geniş ve içinde bitkisel motifler yer aldığı belirlenirken, mavi ve bordo renklerin hakim olduğu, püskülsüz ipek halı olduğu tespit edildi. 184x130 cm ölçülerinde olan halının orta bölümünde vazo içerisinde çiçek ve dallar yer aldığı, geniş bordür içerisinde bitkisel ve geometrik motifler bulunduğu, mavi, bordro ve açık kahverengi renkli, püsküllü ipek halının bazı bölümlerinde atkı-çözgü gevşekliği belirlendi" denildi.

 

Bunun üzerine otomobili kullanan A.G., gözaltına alındı. A.G., jandarmadaki ifadesinde, bagajdaki 7 halıyı, 3 bin 500 lira karşılığında Antalya'dan aldığını ve diğer ipek olan 2 halıyı da sadece yıkattırmak için Antalya Belek'te bulunan bir otelde çanta satıcısı olan A.S.'den emanet olarak aldığını söylediği öğrenildi. Jandarmadaki işlemlerini adından adliyeye sevk edilen A.G., tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Tarihi halılar ise Karacasu Afrodisias Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

Akşam, 11.06.2015

TRİPOLİS ANTİK KENTİNDE SÜRPRİZ LAHİT

 

 

Denizli’nin Buldan İlçesi, Yenicekent Mahallesi sınırlarında yer alan Tripolis antik kenti yakınlarında bulunan bir kum ocağında sürpriz bir lahite ulaşıldı.

 

Kum ocağı sahibi duyarlı bir vatandaşın ihbarı üzerine Denizli Müzesi Müdürlüğünce yapılan yerinde inceleme sonrasında, kazı ve temizlik çalışmaları yürütülen alandan alınan lahit, temizlenerek Denizli Müzesi Müdürlüğüne nakledildi. 2 kısa kenarı ve 1 uzun kenarı üzerinde kabartma figürler yer alan lahitin iki kısa cephesinin bir yüzünde Psykhe ve Eros betimlenirken diğer kısa yüzde ise Ganymedes ve Kharon betimlendiği gözlemlenmektedir. Figürlü olan uzun yüzde ise sırasıyla Hermes, Narkissos, Heroik pozda mezar sahibi, Herakles ve Thanatos yüksek kabartma şeklinde betimlenmiştir. Diğer uzun kenarı ise kaba yontulu bırakılmış olup herhangi bir figür bulunmamaktadır. 60 cm. yüksekliğindeki figürler burgu yivli sütunlar arasında kemer içerisinde betimlenmiştir. Üzerindeki betimlemeler göz önüne alındığında MS. 2-3. yüzyıllara tarihlenebilecek lahit, sanatsal özellikleri ile Denizli Müzesi koleksiyonu için de benzersiz bir ilk olma özelliği taşıyor.

 






Kültür ve Turizm Bakanlığı, 11.10.2015

 

******


KUM OCAĞINDA BULUNAN LAHİTTEN İKİ İSKELET ÇIKTI

 

 

Buldan İlçesi'nde Tripolis antik kenti yakınlarındaki kum ocağında tesadüfen bulunan lahdin içinde yaklaşık 18 asır önce yaşamış karı kocaya ait olduğu tahmin edilen iki iskeletin yer aldığı bildirildi. 

 

Denizli Valisi Şükrü Kocatepe, lahdin yer aldığı kum ocağında incelemelerde bulunarak, yetkililerden bilgi aldı.

 

Tripolis Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Bahadır Duman, kum ocağında yapılan çalışma sırasında antik mezarın üst kapağının kepçeye takıldığını, ocaktaki yetkililerin duyarlı davranarak kendilerine konuyu ilettiklerini söyledi. 

 

Denizli Müzesi Müdürlüğü ile yaptıkları çalışmada antik mezarı gün ışığına çıkardıklarını ifade eden Duman, lahit üzerindeki betimlemeler göz önüne alındığında antik mezarın MS 2-3. yüzyıllara ait olabileceğini düşündüklerini dile getirdi. 

 

Duman, lahitteki betimlemelerde Zeus'un habercisi "Hermes", kendi güzelliğine tutkusu nedeniyle tanrıların cezalandırdığı "Narkissos", bir kahraman figürü ile Herakles (Herkül) ve ölümün vücut bulmuş hali "Thanatos" tasvirlerinin yer aldığını anlattı. Duman, "Lahtin içinde iki kişi yatıyor, muhtemelen o kahraman (lahitteki erkek figürü) kendisi, yanındaki de karısı" dedi. 

 

İskeletlerin 1,65 boylarında ve 60 kilogram civarında olduklarını söyleyen Duman, lahitteki kişilerin o dönemdeki salgın hastalıklar nedeniyle ölmüş olabileceklerini anlattı.

 

- "Bulunan eser, geçmişle ilgili önemli bilgiler sunacaktır"

Vali Şükrü Kocatepe de geçmişte birçok medeniyete ev sahipliği yapan Denizli'de bulunan tarihi kalıntıların, kente ayrı bir zenginlik kattığını söyledi.

 

Kocatepe, Hierapolis ve Laodikya antik kentlerinin yanı sıra Tripolis antik kentinin de önemli bir kültür merkezi olduğunu, bulunan eserin geçmiş ile ilgili önemli bilgileri bilim dünyasına sunacağına inandığını sözlerine ekledi. 

Radikal, 11.06.2015

İKİ BİN YILDIR UYUYAN GÜZEL

 

Etiyopya’da 2 bin yıl önce yaşamış bir kadının mezarı ortaya çıkarıldı. Aksum Krallığı döneminde yaşamış kadının mezarında ayna, kömürden yapılmış göz kalemi, bronz yapıcı toz pudra, mücevherler, cam eşyalar ve özel yapım bir parfüm şişesi bulundu. Güzelliğine çok düşkün olduğu düşünüldüğü için “Uyuyan Güzel” adı verilen kadına ait kemikler inceleniyor. Bir eli çenesinde bulunan kadının iskelet haline gelmiş parmağında ise bronz bir yüzüğe rastlandı. Genç kadının Roma dönemine ait bronz ayna ile gömülmesi de onun yaşadığı dönemler güzelliği ile anıldığını gösteriyor. 

Habertürk, 11.06.2015

BODRUM'DA TARİHİ MEZAR ODALARI ÇÖPLÜK GİBİ

 

 

Muğla'nın Bodrum İlçesi yamaçlarında 13 bin kişilik antik tiyatronun da yaslandığı Göktepe'de bulunan yüzlerce kaya mezarı, evsizlerin mekanı haline geldi. Oda mezarlarında oluşan çöp yığınları tepkiye neden oldu.

 

Halikarnassos antik kentinin sur kalıntılarının da bulunduğu Göktepe'nin hemen hemen dört yamacı tarihi kalıntılarla dolu. Yüzlerce kaya mezarının bulunduğu Göktepe'de, son olarak yapımına başlandığı günden bu yana tepkilere neden olan inşaat alanında Bodrum Sualtı Arkeoloji ve Müze Müdürlüğü ekipleri 11 adet kaya mezarı bulmuştu. İnşaatta çalışan kepçenin darbeleriyle zarar gören kaya mezarlarında da günlerdir herhangi bir kurtarma kazısı yapılmıyor. Bölgedeki inşaat nedeniyle bazılarının yeniden kapandığı görülen kaya mezarlarındaki kurtarma kazılarının ise yaklaşık 10 gün sonra yeniden başlayacağı öğrenildi.

 

Bodrum manzarasını izlemek ve tarihi surları farklı bir açıdan görmek isteyen turistler, şimdilerde oda mezarlarının içindeki kötü görüntüler nedeniyle antik kente pek fazla uğramaz oldu. Çoğu Helenistik ve Roma dönemine ait oda mezarlarının durumuna tepki gösteren vatandaşlar, yetkililerin bir an önce soruna el atmasını bekliyor.

 

"KENDİ HALİNE BIRAKILMIŞ, ACINACAK BİR DURUMDADIR"

Bodrum Kent Konseyi Kültür Sanat Meclisi ve Kültür Varlıkları Çalışma Grubu üyesi arkeolog Aykut Özet, Göktepe'nin tarih konusundan çok önemli olduğunu vurgulayarak; "Kaya mezarlarının maalesef bir bekçisi yoktur, sadece tiyatronun bir bekçisi vardır. Kaya mezarlarına bakan Kültür Bakanlığı'na bağlı ya da belediyeye bağlı herhangi bir bekçisi yoktur. Dolayısıyla kendi haline bırakılmıştır. Acınacak bir durumdadır, yani yıllardır orası inşaat için gelen kişiler tarafından yatakhane olarak, çamaşırhane olarak kullanılmaktadır. Maalesef yani çok üzülerek söylüyorum aynı şey bir yabancı ülkede olsa bunlar el üstünde tutulur, ışıklandırılır, gezi platformları yapılır, merdiven çalışmaları yapılır ama maalesef burada böyle bir şey yok" diye konuştu.

 

"NEKROPOL ALANI DA KORUMA ALTINDA DEĞİL"

Bodrum Sualtı ve Arkeoloji Müzesi'nden emekli Kent Konseyi Kültür Sanat Meclisi üyesi arkeolog Ayşe Temiz de Bodrum'da tarihi yerlerin ranta kurban gittiğini belirterek; "Çok uzun zamandır bakımsızlar. İçleri çöplük halinde, çevredeki inşaatlarda çalışan kişiler tarafından konaklama olarak veya barınma yeri olarak kullanılmakta ve bütün pislik de orada durmakta, çünkü bekçisi yok. Bir tek tiyatronun bekçisi var. Yalnız kaya mezarları değil, biraz önce gördüğümüz nekropol alanı da koruma altında değil, maalesef diyoruz. Bu iki alanda hem kaya mezarları diyoruz, şimdi şöyle; jeolojik olarak kaya olan yerde kaya oyularak mezar yapılmış. Dış kaya olan yerlerde içe oyularak sanduka şeklinde mezarlar yapılmış. Yamaçta olan yerlerde de biraz önce gördüğümüz çekmece tipi mezarlar yapılmıştır. Halikarnas kenti MÖ 4'üncü yüzyıldan Roma hatta Bizans dönemine kadar hatta ondan sonra Osmanlı'da da yerleşim görmüş bir alan. Dolayısıyla nekropol alanı çok geniş. Demin gördüğümüz alan ve yukarıda kaya mezarlarının bulunduğu alan 1'inci derece arkeolojik sit alanıdır, olması lazım gereğidir değilse bile çünkü biliniyor nekropol olduğu" şeklinde konuştu.

 

Bakımsızlık içinde kalan kaya mezarlarının bir bekçiyle korunduğunun belli edilmesi gerektiğini belirten Temiz, "Bir tabela konulur ve temiz bir şekilde gezmek isteyenlerin ziyaretine açılır" dedi.

haberler.com, 11.06.2015

1500 YILLIK ASANSÖR YENİDEN İNŞA EDİLDİ

 

 

İtalya'nın başkenti Roma'da bulunan 'Flavianus Amfitiyatro' isimiyle de bilinen Kolezyum bir dönem gladyatör dövüşlerine ev sahipliği yaparak popülaritesini günümüze kadar taşıdı.

Kolezyum'da çalışmalar yapan ekip, arenada  bundan 1500 yıl önce kullanılan asansörün bire bir aynısını inşa etti.

 

 

Arkeologlar ve mühendislerin yer aldığı ekibin yeniden inşa ettiği asansör bir zamanlar gladyatörlerin karşısına çıkarılan aslanları ve diğer yırtıcı hayvanları sahneye taşımak için kullanılıyordu.

 

 

Turistlerin binanın var olma nedenini daha iyi kavraması adına 1,5 yıl süren ve 20 milyon euroya mal olan asansörün kalıcı olarak Kolezyumun bir parçası olacağı açıklandı.

 

 

Kolezyum, 7 Temmuz 2007'de 'Dünyanın Yeni Yedi Harikası'ndan biri seçilmişti.

Ntv, 10.06.2015

NİĞDE TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Niğde’de devam eden Arkeolojik kazılardan Altunhisar İlçesi Yeşilyurt beldesi içerisinde olan Kınık Höyük kazıları başladı.


Kınık Höyükteki kazı çalışmaları İtalya’nın Pavia Üniversite’sinden Prof.Dr. Lorenzo D’alfonso’nun başkanlığında gerçekleşiyor. Kınık Höyük’te 2014 yılında yapılan kazılarda bulunan 17 adet eser Niğde Müzesizi envanterine kaydedildiği bildirildi.






4 Haziran itibariyle başlayan Kınık Höyük kazılarının yanı sıra, Çiftlik İlçesi’nde Tepecik Höyüğü, Bor İlçesi'ne bağlı Kemerhisar Beldesinde Antik Tyana Kenti ve Ulukışla İlçesi Porsuk Höyüğünde de kazıların bu senede devam edeceği ifade edildi.


İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Başkanlığı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Erhan Bıçakçı tarafından yürütülen Tepecik ve Fransa Strasbourg Üniversitesinden Prof.Dr. Dominigue Paul Beyer Başkanlığında yürütülen Porsuk Höyüklerinde kazıların Temmuz ayında başlayacağı kaydedildi.


2014 yılında yapılan kazılarda Kınık Höyük’te 17, Tepecik’te 16 ve Tyana’da 2 olmak üzere toplam 35 eser toprak altından çıkarılarak Niğde Müzesine teslim edildi.

 

  


Hürriyet, 10.06.2015

TARİHE BİR SALDIRI DAHA!

 

 

Mısır ’ın Luksor kentinde bulunan Karnak Tapınağı’na intihar saldırısı düzenlendiği bildirildi. İçişleri Bakanlığı’ndan ismini vermek istemeyen bir kaynak Mısır’ın resmi haber ajansı MENA’ya yaptığı açıklamada olayda herhangi bir turistin yaralanmadığını söyledi.

 

Reuters’ın haberine göre, yetkililer, bu olayın haricinde iki farklı intihar saldırısını daha durdurduklarını söyledi. Aynı bölgede bulunan Hatşepsut Tapınağı daha önce 1997’nin Kasım ayında cihatçı militanların saldırısına uğramış ve 58 kişi hayatını kaybetmişti.

 

Saldırıyı henüz üstlenen olmazken, şüphelilerin başında daha önce IŞİD’e biat eden Ensar Beyt el-Makdis adlı örgüt geliyor. Turizm bölgesine saldırının ülkeyi ziyaret eden turistlerin sayısında azalmaya neden olacağı tahmin ediliyo

Yapı, 10.06.2015

SRİ LANKA'DAKİ KIRMIZI MESCİT BAĞIŞ BEKLİYOR

 

 

Sri Lanka'da İslam'ın sembolü olarak kabul edilen "Kırmızı Mescit"i genişletme çalışmaları için yardım kampanyası düzenlendi.

 

Sri Lanka'nın başkenti Colombo Limanı yakınında, Müslümanlara ait iş yerlerinin yoğun olarak yer aldığı Pettah bölgesinde bulunan Kırmızı Mescit Camisi için başlatılan kampanya kapsamında afiş hazırlandı. 

 

Cami derneğince hazırlatılan İngilizce afişte, "Bu vazifeyi tamamlamamız için 10 bin Müslüman'a ihtiyacımız var. Eğer 10 bin Müslüman 5 dolar verirse 50 bin dolar yapar. Allah için verecek 5 dolarınız var mı?" ifadeleri ile Hazreti Muhammed'in mescit yapımıyla ilgili hadisine yer verildi.  

 

Dernek yönetimi, gelen bağışlarla caminin genişletilmesi çalışmalarını ramazan ayına kadar tamamlamayı hedefliyor.

 

Cami hakkında daha fazla bilgi edinmek ve bağış yapmak isteyenler, "www.redmasjid.com" internet sitesini ziyaret edebilir.

Cami hakkında  

Mimarisi ve renginden dolayı halk arasında "Kırmızı Mescit" olarak adlandırılan cami, Hindistan'ın güneyinden Sri Lanka'ya gelen seyyah Müslüman tüccarlar tarafından 1908'de inşa edildi. 

 

Sri Lanka mimarisinde anıt eser olarak kabul gören ve ilk etapta bin 500 kişinin ibadet edebileceği şekilde yapılan mescit, zamanla limandan gelen Müslüman tüccar ve turist sayısının artmasıyla yetersiz kaldı.

 

Camide, çevresindeki 32 dükkanın 1975'te alınması sonrasında en büyük genişletme çalışması yapıldı. Nüfusun artması dolayısıyla genişletme çalışmaları farklı tarihlerde devam etti.

 

Dört yıl önce 12 bin kişinin namaz kılabildiği camide, cuma ve önemli günlerde namaz kılınacak yer bulunamaması ve Müslümanların cami çevresinde ve yollarda ibadet etmek zorunda kalması nedeniyle yeniden genişletme kararı alındı.

 

Girdi fiyatlarının yükselmesi nedeniyle cami derneği genişletme çalışmasını henüz tamamlayamadı.

 

İbadethanenin beş katının kaba inşaatı tamamlandı ancak ince işleri sürüyor.

 

Camiye yaşlılar için yürüyen merdiven de yerleştirilecek.

 

Caminin genişletilmesiyle bölgedeki Müslümanlar artık dışarıda Muson yağmurlarına maruz kalmadan namaz kılabilecek.

Anadolu Ajansı, Haber: Kenan Irtak, 10.06.2015

ANTİK KENTTE İKİ BİN YILLIK TUZ SAHASI BULUNDU

 

 

Muğla'nın Ortaca İlçesi'ne bağlı Dalyan Mahallesi'ndeki 3 bin yıllık tarihe sahip Kaunos antik kentinde yürütülen çalışmalar sırasında, 2 bin yıllık tuz sahası gün yüzüne çıkarıldı.

 

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi (MSKÜ) Rektörü Prof.Dr. Mansur Harmandar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İztuzu Plajı'nın üniversitelerine devredilmesinin ardından bölgede bilimsel anlamda da çalışma yürüttüklerini söyledi.

 

Prof.Dr. Cengiz Işık başkanlığındaki ekibin bölgede çalışma yaptığını belirten Harmandar, "Çalışmalar sırasında, İztuzu bölgesinde tuz üretilen 48 tava ortaya çıkarıldı. Önümüzdeki günlerde alan için proje hazırlayarak, turizme kazandıracağız. Antik dönemde yapılan çalışmaların canlandırılacağı bir proje üzerinde çalışıyoruz. Amacımız, alanı koruma ve kullanma ötesinde, turizm açısından da güçlendirmek" dedi.

 

Harmandar, Kaunos antik şehrinin, zamanın büyük ticaret ve medeniyet merkezi konumunda bulunduğunu, bölgede yapılan kazı ve bilimsel çalışmalarda kent halkının tuz üretiminden büyük gelir elde ettiğinin ortaya çıkarıldığını kaydetti.

 

"Bilim dünyasına kazandırılan en önemli buluntu"

Kaunos antik kenti kazı başkan yardımcısı Yrd. Doç.Dr. Ufuk Çörtük ise tesiste birbirinden kanallarla ayrılan üç tam ve yanlarda iki yarım parsel içinde 48 tuz tavası ile 4 kanal tespit edildiğini söyledi. Çörtük, "Kaunos kazılarında bilim dünyasına kazandırılan en önemli buluntu, tuz sahası oldu. Gün yüzüne çıkarılan 2 bin yıllık tuz tavaları bizi oldukça heyecanlandırdı" dedi.

 

 Kaunos tuzunun üretildiği tava ve kanallardan oluşan antik tuzla tesisinin, İztuzu kumsalı arkasında kalan İnceburun Tepesi arasındaki dar bir kumul üzerine yapıldığını dile getiren Ufuk Çörtük, 2 bin yıl öncesinde kentteki tuz üretiminin sosyal ve ekonomik yaşamın vazgeçilmezleri arasında bulunduğunu bildirdi.

Anadolu Ajansı, Haber: Durmuş Genç, 10.06.2015

SEÇİM SONRASI İLK GÜNDEM: RIZA ZARRAB'IN KAÇAK YALI KATINA SORU ÖNERGESİ

 

 

17 Aralık yolsuzluk soruşturmasına adı karışan işadamı Reza Zarrab’ın, eşi Ebru Gündeş adına 2011 yılında aldığı ve yasa gereği çivi bile çakılması yasak olan Kanlıca’daki tarihi ikiz yalıda yapılan ‘kaçak yapılaşma’, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin seçim sonrası ilk oturumunda soru önergesiyle gündeme taşındı.

 

Kanlıca’da, Osmanlı döneminde inşa edilen ve 1970 yılında, Kültür ve Turizm Bakanlığı envanterine ‘2. Derece Tarihi Eser’ olarak işlenen Kanlıca Mehmet Arif Bey Yalısı ile ilgili CHP’li üyelerce verilen yazılı önergede, “Tarihi yalıya kaçak kat çıkıldığı, zemin katı dış cephesi yıkılarak camla kaplandığı, yalılardaki ahşap korkulukların sökülerek yerine cam takıldığı, Boğaz’a açılan bahçelerin yıkılarak birleştirildiği, deniz araçları için iskele yapıldığı, özel ışıklandırma için 3 ton renkli taş döküldüğü, çatıdaki kiremitlerin kaldırılarak modern çatı yapıldığı, tescilli ağaçların kesildiği, iki yalıyı birbirine bağlayan tüp geçit ve asansör yapıldığı” iddialarına yer verildi. Önergede, “tarihi yalıların eski ve yeni fotoğraflarına bakıldığında net olarak görülen kaçak yapılaşmanın, kamu kurumu görevlileri tarafından görülmediği” de vurgulandı.

CHP’li Hakkı Sağlam, Sait Coşkunoğlu, Coşkun Tanış, Hüseyin Sağ, İsmail Söylemez, Taner Kazanoğlu, Deniz Erzincan, Nadir Ataman ve Aydın Düzgün imzalı soru önergesinde, ikiz binalarından biri yüksekliği değiştirilmeden 3 kattan 4 kata çıkarılan yalıyla ilgili şöyle denildi:

REZA’YA SERBEST Mİ?

“Boğaz’da kuş uçurtmayan Boğaziçi İmar Müdürü nerede? Bir vatandaş çatısında kiremit oynatsa 50 zabıta gidiyor. Her şey Reza Zarrab’a serbest görünüyor. Sayın Topbaş’a bir şey sorulunca ‘Benim haberim yok’ diyor. Olabilir, biz CHP İstanbul Büyükşehir Belediyesi grubu olarak kendisini haberdar ediyoruz.”

CHP Grubu, Başkanlık Makamı’na havale edilen önergede şu soruları yöneltti: “Yalılar ile ilgili sorumlu kamu görevlileri ve Kamu Kurulu tarafından kaçak yapılaşmayla ilgili yasal işlem yapılmış mıdır? Belediyemiz ilgili birimlerine kurul tarafından işlem yapılması için yazı yazılmış mıdır? Tarihi yalıda yapılan inşaat faaliyetleri ile ilgili ruhsat alınmış mıdır? Ruhsat hangi kamu kurumu tarafından verilmiştir? Anılan yalılarda yapılan inşaat faaliyetleri ile ilgili kontroller yapılmış mıdır? Tescilli tarihi eserde yapılan kaçak yapıları görmeyen kamu görevlileri ve mülk sahibiyle ilgili suç duyurusu yapacak mısınız?”

 

YASA NE DİYOR?
2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu (Madde 9):  Koruma Yüksek Kurulu’nun ilke kararları çerçevesinde koruma kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarında, her çeşit inşai ve fiziki müdahalede bulunmak, bunları yeniden kullanıma açmak veya kullanımlarını değiştirmek yasak. Onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, kazı veya benzeri işler inşai ve fiziki müdahale sayılıyor. (Madde 74) Ruhsatsız sondaj ve kazı yapanlara, 2-5 yıl ağır hapis ve 50-200 bin lira ağır para cezası veriliyor.

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 10.06.2015

BÜYÜKADA ÇARŞI CAMİİ YARIMASI ÜZERİNDEN SON DÖNEM CAMİ YAPMA KAMPANYASINA BİR BAKIŞ

 

 

Bu yazıyı "Büyükada Çarşı Camii Mimari Fikir Projesi Yarışması" açıldığında hazırlamaya başlamıştım. Ancak söz konusu yarışma sürerken idarenin, jürinin ve hevesli yarışmacıların kafalarını karıştırmamak için saklı tuttum.


Katılan katıldı, belki sonuçlar da açıklanmak üzeredir (açıklandı).


Şimdi nasılsa mimari düzeyde enine boyuna değerlendirmeler yapılacak, cilalı görseller üzerinden yüksek mimari egolar çarpışmaya başlayacak. Elbette nitelikli mimari işler de ortaya çıkacak. Ama tasarım kendi öznesi ile sınırlı olmadığına göre, konu mimari nitelik ile sınırlanmamalı.


Uzatmayayım.
Ben burada, bu aşamada, daha genelde bir durum değerlendirmesi yapmanın da tam zamanıdır diye düşünüyorum.
O halde, bir deneyelim.

 

Cami Bir İdeolojik Mücadele Nesnesi Değil, Öncelikle Bir Sosyal Donatıdır

Öyleyse öncelikle birer sosyal donatı olarak, Büyükada'daki mevcut camilerin durumuna bakalım:

  • Hacı Havva Özen Camii, Çarşı içinde Ş. Recep Koç Caddesinde (bu yıkılıp yerine yenisi yapılacak olan).

  • Hamidiye Camii, Ada Camii sokağında, yolun üzerinde kalan bir bahçe içinde.

  • Kumsal Camii, Kumsal semtinde Deniz Kulübü Sokağında.

  • Nizam Camii, Nizam Caddesinde.


Ne yazık ki bunların kapasitelerini ve ortalama doluluk oranlarını bilemiyoruz.
İlgili ve çalışkan bir jürinin hazırladığı dosyada herhalde bu bilgiler vardır. Yaz-kış nüfusu bunca farklılaşan bir konumda, ayrıntılı bir çalışma yapılmıştır herhalde.
Bazen kimi yarışmalarda jüri üyelerinin yarışma alanını gördüklerinden bile emin değilim ya neyse, biz kapasite diyorduk...


Kapasiteler önemlidir çünkü (eğitim, sağlık, ibadet vb.) kamu kaynakları ile gerçekleştirilen sosyal donatılardan söz edilirken, yenilerinin yapımı düşünülürken mevcut olanların konumları, erişilebilirlikleri, doluluk oranları da gözetilmelidir. Örneğin, eğitim tesislerinde derslik sayısı önemlidir ama erişilebilirlikleri ve dersliklerin doluluk oranları da incelenir. Bu yapıların çevre insanlarının yaşam niteliğine de olabildiğince çoklu katkıda bulunması gözetilir.


Elbette donatı talebini oluşturan güncel nüfus yanı sıra gelecek projeksiyonu da önemlidir.

 


 

 1997

 2000

 2008

 2009

 2010

Büyükada Nüfusu  

 6.418 

 7.335 

 6.812 

 6.978 

 7.127 

 


Sosyal Donatı Standartlarına Yasal-Yönetsel Çerçeveden Bakış

2000 Yılı öncesinde, Kentsel Sosyal Donatı Standartlarında kişi başına 0,1 metrekare dini tesis alanı gerektiği belirlenmişti. Bundan 10 yıl sonra, bu standardın kişi başına 0,5 metrekareye (150.000 kişiyi aşan yerleşimlerde ise 0.75 metrekare) çıktığını görüyoruz. Yani basitçe açıklamak gerekirse, günümüzde yediden yetmişe (aslında sıfır-yüz yaş arası gibi) herkese yaklaşık bir seccade alanı düşmesi gerekliği uygun görülmektedir. Bir toplum geliştikçe elbette beklentiler ve dolayısıyla standartlar da yükselir.


Bu süreçte eğitim tesislerinin evrimine, kişi başına düşen yeşil alanların artışına (!) da bakmalı elbette.


Yukarıdaki hesapça Büyükada'ya 7.000 kişi x 0,5 metrekare olarak 3500 metrekarelik kapalı alanı olan ibadet alanları yapmak gerekiyor.

 

İlginçtir ki, standartlar yönetmeliği bir zamanlar cami değil, İbadethane diyordu. Belki resmi belgelerde bu hala böyledir, bilemiyorum.


Bu durumda cami yapmak istemeyen "münafıklar" olarak 18 kilise ile Adaların ibadethane kontenjanının çoktan dolduğunu da iddia edebilirdiniz.

 

Ama yanılırdınız.


Açıklayalım:
"... müftünün izni alınmak ve imar mevzuatına uygun olmak şartıyla cami yapılabilir" (1).
Kilise, cem evi, havra yapılacaksa da müftü'den görüş almak mı gerekiyor acaba? Ben yanıtı bilemiyorum deneyen öğrenir.


Büyükada'daki bu cami talebi konusunda aslında olumlu bir arka plan var. Hep söyleriz ya "Sivil İnisiyatif katılmalı böyle projelere" diye. Adada bir dernek kurulduğunu ve yukarıdaki koşula uygun başvuruların yapıldığını şartnameden anlıyoruz. Bu arada, hazır trafo alanı üzerindeki konumu da değiştirip inananların biraz daha yürümelerini rica etseler belki çok daha elverişli bir konum bulabilir ve bunca itiraza da neden olmazlardı. Belki de jüri böyle uzlaşmacı bir çözüm önerebilirdi. Ne yazık ki bu küçük örnekte de gördüğümüz gibi; uzlaşmadan değil, giderek kutuplaşmadan yana bir topluma dönüşüyoruz.

 

Değerli yöneticiler her derneğin sözünü dinler ya bu ülkede; "Adalar Cami Yaptırma Derneğinden" gelen bu talep üzerine işe girişmişler. Bu dernek yanı sıra "Adalar Savunması" gibi üyesi çok daha fazla olan ve talepleri çok daha acil olan bir derneği de dinleselerdi ya; ne de olsa demokrasi ile yönetiliyoruz; çoğulculuk ve katılım demokrasinin üstün bir değeridir (2).
Böyle bir davranış pek "politically correct" olurdu doğrusu.
Yine konu dışına çıktık, dönelim.

 

Yönetmeliklerde son dönemde bir değişiklik de "erişilebilirlik" konusunda yapılmış. Eskiden 500 metre olan erişilebilirlik, 250 metreye düşürülmüş. Yani her 500 metrede bir, bir adet ibadethane (ibadethaneden elbette cami anlıyoruz) bulmak gerek.


Ben hayatımda bu koşulları gerçekleştiren bir kent olarak, en yoğun "ibadethane"yi Venedik'te görmüştüm. Adım başı bir kilise. Yarışımız 17. Yüzyıl Venedik'i ile herhalde (3).

 

Yarışma Şartnamesine Göre Yeni Yapılacak Caminin Gerekçesi

"İstanbul'un Adalar İlçesi, beşi meskun dokuz adadan oluşmaktadır. Büyükada ilçe merkezidir. Beş Ada'da yedi camii, on sekiz kilise ve iki sinagog bulunmaktadır. Büyükada'da bulunan dört caminin en eskisi 1895'te yapılmış olan Büyükada Hamidiye Camii'dir. 1967 yılında Nizam Camii, 1985 yılında ise Kumsal Camii yapılmıştır. En son ibadete açılan 1986 yılında çarşı içinde bulunan bir apartmanın dönüştürülmesiyle camii olarak kullanılmaya başlanan Hacı Havva Özen Camii'dir. Yıllar içinde çarşının kalabalıklaşması sonucu, Hacı Havva Özen Camii'ne ibadete gelen ada halkı, esnaf, yerli-yabancı ziyaretçilerden oluşan cemaat, zaman zaman yola taşmak durumunda kalmaktadır. Bununla birlikte binanın kıble yönüne dönük olmaması ve bu yüzden iç mekanların verimli kullanılamaması, İslam dininin gerektirdiği temizlik şartlarının sağlanmasındaki zorluklar bu caminin kapatılıp, yerine yine çarşı içinde başka bir caminin yapılması zaruretini doğurmuştur. Çarşı Camii'ni yapmak için Adalılar tarafından Büyükada Çarşı Camii Derneği kurulmuştur. Daha sonra yasal prosedürler takip edilmiş ve dernek 2013 yılının Eylül ayında Akademisyenlerin, (altını ben çizdim) din adamlarının, Ada'daki her kesimden entelektüellerin ve idarecilerin davet edildiği bir toplantı yapmıştır. Toplantıda katılımcıların yeni yapılacak bu cami için görüşleri alınmıştır. Sonuçta, Büyükada'da çarşı içinde ihtiyaca cevap verecek, siluete uygun, çevreci teknolojilerden ve mühendislik çözümlerinden yararlanan, Ada'nın mimari ve doğal dokusuyla bütünleşebilecek bir caminin yapımı konusunda fikir birliğine varılmıştır. Büyükada'nın Simgelerinden Biri Olmaya Aday (altını ben çizdim) bu projenin yarışmayla belirlenmesine karar verilmiştir." (Yarışma Şartnamesinden)

 

İki Önemli Sonuç

  1. Kimileri, iktidarların tam olarak ideolojilerini sergileyemedikleri kent bölgelerinde siyasal görünürlüğü (4) arttırmak için, yasal altyapısını da hazırlayarak böyle girişimler yaptığını iddia ediyor. Ne var ki Validebağ'da "yaşlılar erişemiyor, mesafeler uzak" olarak ortaya atılan gerekçenin, Çamlıca ve Kadıköy camileri göz önüne alındığında nasıl tartışmalı hale geldiği de biliniyor.

  2. Buna karşın, "mimar", "şehir plancısı" ve "akademisyen"lerin bu konuda sorgulamak, tartışmak ve gerçek gereksinmeleri saptayarak daha doğru, bilimsel çözümler (örneğin konumlar, kapasiteler, vb.) önermek yerine önlerine konan koşulları hiç irdelemeden kabullendikleri, yukarıdaki şartnamedeki "ada cami yapım gerekçesi" metninde de açıkça gözükmektedir. Şartname hazırlanırken neden onların kıymetli görüşlerinin alındığı malum. Burada yalnızca son dönemde bazı üniversitelerimizin bu konudaki istekli ve değerli katkılarını hatırlatmakla yetineyim. Diğer yandan, yeni dönemin uygulamalarından olan ve bilimsel dayanağı çok tartışmalı ihya süreçlerinin de kimi akademisyenler tarafında güçlü bir destek bulduğunu da biliyoruz.




    Validebağ çevresinde 26 adet cami var ( Kaynak: http://asosya.com/validebag-korusunda-neler-oluyor-bilmeniz-gereken-11-madde_447)



Kadıköy Camisi'ne 250 metreden erişim yok
 

Mimarlar, Plancılar ve Akademisyenler için Daha Hayırlı Bir Çalışma Konusu Önerisi

Tüm olumsuzluklarından yalıtılırsa belki bu ve benzeri yarışmalar cami mimarisi konusunda salt mimari düzlemde bir nitelik ve çağdaş bir dil arayışına vesile olur ama korkarım daha çok tartışacak konumuz, gidilecek çok yolumuz var.

 

Ben hala şahsen yarışma jürilerine davet edilen değerli kişiliklerin bu görevi kabul etmeden önce konuları biraz daha hassasça irdelemeleri, soruları sorgulamaları gerektiğini düşünmekteyim.


Elbette böyle durumlarda her defasında öğretim üyesi itibarından yararlanarak "tartışmalı bir konuyu meşrulaştırmak" gibi sinsice bir art niyet aranmamalıdır.


Ama yine de çevremizde korkunç bir hızla sürdürülen yapılar, mega projeler için hiçbir biçimde görüşü alınmayan; sorulmadığı halde görüş bildirdiklerinde ise bilgisiz... bilinçsiz... art niyetli... muarız... muhalif enteller olarak suçlanan akademisyenlere kimi konularda stratejik bir değer atfedilmesinin nedenini de sorgulamadan edemiyor insan!


Burada kimi bilinmeyen nedenlerin çekim gücüne kapılarak bu işlere katkıda bulunan mimarlara, plancılara ve araştırmacılara, haddim olmayarak bilgilerini ve enerjilerini daha yararlı ve hayırlı bir alanda kullanmalarını önereceğim.

 

Kültürel evrimleşmeyi reddeden bu çelişkiler toplumunda; zaman mekan sürekliliğini yitiren, kendi içinde doğal bir evrim geçiremeyen, çağdaşlaşamayan; dolayısıyla günümüzde hala geleneksele dayanmaktan başka çare bulamayan, sonuçta da eskinin kepaze bir taklidi olmaktan öteye geçemeyen cami mimarimizin gelişimini tartışsak.


Bu sonuçları üreten süreçleri bir bir irdelesek, standartlar, nitelikler hakkında düşünsek.
Örneğin kimi İslam ülkelerinde (ve bir zamanlar bu topraklarda da) ibadet mekanlarının nasıl birer sosyal-kültürel merkez olarak kurgulandığına, hangi işlevler ile desteklendiğini anımsasak.


Eğitmen olarak da bir özeleştiri yapsak...

 

Bir de şunu pek merak ettim doğrusu:
Ön çalışmaları sürecinde değerli jüri üyeleri 0,5 metrekare ibadethane standardını öyle ya da böyle yakalamış olan Büyükada'da, "Kişi Başına Düşmesi Gereken 1,5 metrekare Sağlık Tesisi" (Standartlara göre toplam10.600 metrekare ediyor) nerededir, neden yoktur, neden hala sıfır metrekaredir diye merak edip sorguladılar mı acaba?


Bu soruyu, ben değil de örneğin yaşlı ve mümin bir Adalı veya bir öğrencileri sorarsa nasıl yanıtlarlar?

 

Yanıt sürecinde bilim mi, etik mi, vicdan mı konuşur?
Yalnızca soruyorum.

 

NOTLAR:

(1) Kimi Teknik Bilgiler
İmar planlarında 2014'e kadar geçerli olan yönetmelik "Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik" idi. Bunun Ek-1 tablosu kişi başına 0,5 m2 dini tesis alanı ayrılmasını hükme bağlardı. Ayrıca ibadet yerleri için asgari parsel alanları da 2500-5000-10000 gibi tanımlardı. Bu yönetmelik erişilebilirliğe yönelik bir hüküm barındırmazdı ancak genel temayül 500 metrenin erişilebilir olduğu yönündeydi. Ardından 4380 no'lu kanun ile bu donatılar "dini tesis" ya da "ibadet alanı" yerine "cami" diye anılmaya başlandı ve Müftülük olumlu görüşü de yeni cami yapımı için yeterli sayıldı.


2014'te ise Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği yayınlandı (RG. 16 Haziran 2014) ve eski yönetmelik geçersiz hale geldi. Buna göre ise kişi başına 0,5 m2 dini tesis alanı ayrılması hükmü geldi. İbadet yerleri için asgari alanlar daraltılarak 1000-2500-10000 m2 olarak tanımlandı. Yürüme mesafeleri ise bu yönetmelikte aşağıdaki şekilde tanımlandı ve yer yer 150 m'ye inmiş oldu.

 

Yürüme Mesafeleri


MADDE 12

  1. İmar planlarında yürüme mesafeleri; eğitim, sağlık ile yeşil alanların hizmet etki alanındaki nüfusun erişme mesafesi topoğrafya, yapılaşma, yoğunluk, mevcut doku, doğal ve yapay eşikler dikkate alınarak planlanır. Bu fıkrada belirtilen hususlar uygun olması halinde ikinci ve üçüncü fıkralardaki asgari yürüme mesafelerine uyulur.

  2. İmar planlarında; çocuk bahçesi, oyun alanı, açık semt spor alanı, aile sağlık merkezi, kreş, anaokulu ve ilkokul fonksiyonları takriben 500 metre, ortaokullar takriben 1.000 metre, liseler ise takriben 2.500 metre mesafe dikkate alınarak yaya olarak ulaşılması gereken hizmet etki alanında planlanabilir.

  3. Ayrıca imar planlarında; dini tesislerden küçük cami takriben 250 metre, orta (semt) cami takriben 400 metre mesafe dikkate alınarak yaya olarak ulaşılması gereken hizmet etki alanında planlanabilir. Mescitler ise yerleşik veya hareketli nüfusa göre takriben 150 metre hizmet etki alanında yapılabilir.

  4. Brüt nüfus yoğunluğu 100 kişi/ha ve daha az olan yerleşim bölgelerinde, dağınık kırsal nitelikli yerleşmelerde veya yerleşik alanlarda uygun büyüklük ve nitelikte alan bulunamaması halinde veya bu fonksiyonlara ulaşımı zorlaştıran doğal ya da yapay eşikler olması nedeniyle yürüme mesafeleri artırılabilir.

...

3194 sayılı İmar Kanunu'na 4380 sayılı Kanunla
"EK MADDE 2- (2.8.1998 tarih, 23421 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmış olan 4380 sayılı Kanun)
İmar planlarının tanziminde, planlanan beldenin ve bölgenin şartları ile müstakbel ihtiyaçları göz önünde tutularak lüzumlu cami yerleri ayrılır. İl, ilçe ve kasabalarda müftünün izni alınmak ve imar mevzuatına uygun olmak şartıyla cami yapılabilir. Cami yeri, imar mevzuatına aykırı olarak başka maksatlara tahsis edilemez." şeklinde hüküm eklenmiştir. Cami yerinin başka maksatla tahsis edilememesi ve bölgenin ihtiyaçlarına göre lüzumlu yerlere cami yapılması istenilmektedir. Yine "Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmeliğin" Ek-1 tablosunda da kişi başına 0,7 m2 dini tesis alanı öngörülmüştür.


Ancak bir taşınmazın ibadet yeri olarak ayrılabilmesi için, Plan Yapım Yönetmeliği'nin, Ek 1e maddesinde belirtilen asgari alan büyüklüklerini sağlaması gerekir.

 

EK – 1e
İbadet Yerleri

 

 

Asgari Alan Büyüklüğü (m2)

Küçük ibadet yeri 

2.500

Orta ibadet yeri (semt ibadet yeri) 

5.000

Büyük merkez ibadet yeri

10.000

 

Dini yapılar içerisinde yer alan tüm yapılanmalar tabloda belirlenmiş olan asgari alan kapsamında değerlendirilir.

 

(2) Adalar Savunmasının Görüşü 21 Nisan 2015

Basına ve Kamuoyuna,

Adalar'da yeni bir kent suçu işleniyor!

Adalar’da Hukuk kaçak, Cami kaçak, Belediye Başkanı kaçak!

İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir kez daha şehircilik ve planlama ilkelerini göz ardı ederek, hukuk kurallarını ve Adalar halkının görüşlerini, yaşam alışkanlıklarını ve kültürünü yok sayarak tepeden inme bir karara imza attı. İBB Belediye Meclisi geçtiğimiz günlerde Büyükada’da yeni bir camiye gerek olmadığı yönündeki itirazlarımızı, plan kararlarını ve Adalar halkının görüşlerini “müftülük talebi”ni gerekçe göstererek reddetti ve Büyükada’nın kıyı şeridinde yeni bir cami yapılması yönündeki kararını bir kez daha onayladı. Adalar Belediyesi yönetimi bir dernek tarafından cami projesi için açılan yarışmanın jürisine katılarak bu büyük kent suçuna ortak oldu.

Böylece Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde “Büyükada sahiline İstanbul’dan da görülebilecek ve Adalar’ın Müslümanlığının simgesi olacak bir cami yapılması” yolundaki emrinin yerine getirilmesi için bir adım daha atılmış oldu. Çamlıca Tepesi ve Kadıköy sahili örneklerinde olduğu gibi camileri ve ibadet yerlerini birer siyasi simge olarak kullanma, coğrafi işaretleme alanı ve “mekansal temizlik” aracı olarak görme anlayışının son halkası Büyükada’da gündeme gelmiş oldu.

Yapımı planlanan caminin 30 m. yakınında bir mescit (Hacı Havva Özen), 200 m. yakınında ikinci bir Camii (Hamidiye Camii) bulunmasına rağmen içkili restoran ve eğlence yerlerinin tam ortasına, sahil şeridine yeni bir cami yapılması kararı, basitçe “müftülük talebi”nin ötesinde bir anlam taşımaktadır.

Mevcut camiler Ada halkı için yeterliyken ve 1/5000’lik planlarda yeni bir camiye ya da dinsel tesise ihtiyaç olmadığı ısrarla belirtilmişken, bu alanın tercih edilmesi kısa bir süre sonra mevcut kanun ve yönetmeliklere dayanılarak Büyükada İskele Bölgesinin tüm içkili restoran ve eğlence merkezlerinden “arındırılabileceğinin” işaretidir. Halihazırda Adaları fethedilecek bir bölge olarak gören anlayış tarafından Büyükada sahili böylece “temizlenebilecektir.”

Halen yürürlükte olan mekansal planlama yönetmeliklerinde küçük camiler için öngörülen asgari büyüklük 1000 m2 olmasına rağmen, caminin yapılması düşünülen alanın (eski TEDAŞ trafo binası) 465 m2’den ibaret olması projeyi aynı zamanda kaçak ve hukuksuz hale getirmektedir.

Tüm kentsel plan ve uygulamalarda “konut+ ticaret alanı” olarak belirlenen, lokanta, restoran ve eğlence bölgesi olarak kullanılan kıyı şeridi bölgesinde yeni bir cami yapılması “hizmet getiriyoruz” görüntüsü altında Adaları teleferiklerle, marinalarla, yeni rant ve imar oyunlarıyla fethetmeye çalışanların işlediği yeni bir kent suçudur.

Bu projeyi onaylayan otoriteler, yarışmaya proje gönderen mimarlar, jüri üyeliğini, danışmanlığını, raportörlüğünü kabul eden tüm kişi ve kurumlar bu kent suçunun bir parçası olacaktır.

Bizim İstanbul’dan görülmesi amacıyla dikilecek yeni ibadet alanlarına değil hastanelere, sağlık ocaklarına, çocuk parklarına, anaokullarına, veteriner kliniklerine, Adalararası ücretsiz ulaşım hizmetine, nitelikli ve ücretsiz eğitime ihtiyacımız var!

Tekrar uyarıyoruz! Kent suçu işliyor, işlenen suçlara ortak oluyorsunuz.
Yaşamımızdan, ormanlarımızdan, kıyılarımızdan, Adalarımızdan elinizi çekin!

(3) Venedik Hakkında
Adaları ve camileri düşünürken sabahın köründe çanlarıyla turistleri ayağa kaldıran Venedik geldi aklıma.


Venedik'in ana adada 118, çevresindeki küçük adalarda 23 olmak üzere 141 kilisesi varmış.
Nüfusu ise 60.000 (merkez) + 30.000 (diğer adalar) olmak üzere 90.000 kişi.


Yani her 640 kişiye bir kilise düşüyor.


Yetişmeye çalıştığımız rekor bu olmalı.


Ama Venediklilerin öyle pek dindar olmadıklarını anlamak için kiliselerin haftalık ayinlerdeki gerçek doluluk oranlarına bakabilirsiniz. Bu aslında bir kurgu, bir çevre oluşturma. Zaten günümüzde kiliseleri ziyaret eden nüfusun ezici çoğunluğu turist.


Venedik'in nüfus kaybeden bir yer olduğu kaydedilmeli. En kalabalık hali, 160.000 kişi (1550 ve 1950'de iki kez yakalamış bu nüfusu)


Buna göre en kalabalık döneminde bile 160.000 / 141 = 1134 kişiye bir kilise düşüyor. Bunun kendimce bir gerekçesini biraz mizah katarak yazmıştım:

 

PALLADİO'DA SEKSEK OYNAMAK: VENEDİK SEYYAHININ NOTLARI (HK)
Arredamento, Kasım 1991
Hollandalılar ile birlikte dünya ticaret burjuvazisinin ilk temsilcileri, Venedik Doç'larının kentlerini imar edip, sanata mimarlığa kucak açtıkları gelişme döneminin hemen sonrasında, belki de Rönesans'ın bitiminde, tam da zamanında, zamanı durdurmuş bu adalar şehri.
...
Büyüsü de buradan geliyor galiba.
Sabah karanlığında çan sesiyle uyanırken başlıyor rüya.
Yanık Venedik kırmızısı, küf sarısı sıvaları kısmen dökük köhne cepheler gün ışığıyla aydınlanmadan önce - Dersaadet'te sabah ezanından bile önce belki- batak zemin üzerinde temel tutturamayıp eğilmiş bir çan kulesinden, zangoç, 126 kez çan çalıp; "Ey Venedikliler uyanın, ticaret yapın, dünyayı fethedin" diye günün başlamak üzere olduğunu ilan ettiğinde!

 

(4)SON DÖNEMDE ÖNERİLEN VE TARTIŞILAN CAMİLER
Bir başka çalışmamızda, “Taksim ve çevresinde her dönem iktidarların (anıtlar, isimler, kamu yapıları vb… ile)  ve hatta sermayenin (özellikle oteller ile) nasıl kendi ideolojileri doğrultusunda göstergeler ürettiklerini” vurgulamış ve Taksim Kışlası ve Taksim Camisi konularının bir kez de bu gözle irdelenerek okunması gerektiğini vurgulamıştık. Burada kamusal mekanın ve toplumsal yaşamın olmazsa olmazı sosyal donatıların ideolojik göstergeler olarak kullanılmasının, mekan üzerinden inatlaşan bir siyaset üretmenin ne denli sorunlu ve çağdışı olduğunu bir kez daha üzülerek görüyoruz.
Okuyucu süreci algılayabilmek için bu Ada Camisi konusuna da bir kez böyle bakmalı.

Son olarak bu dönemin yeni camilerine, özellikle yer seçimlerine de kısaca bir değinelim:



Çamlıca’da tüm İstanbul’dan algılanmak üzere, yeşil alanda, cemaat erişimi tartışmalı devasa cami (http://www.212haber.com/1400-yillik-ahenk-camlica-semalarinda-9058h.htm)

 


Göztepe'de özellikle Bağdat Caddesi'nde yeşil alanda önerilen cami. Görünürlük sağlama mücadelesi hemen anlaşılıyor. (http://www.reelemlak.com/goztepeye-cami-projesinde-yer-degisikligi/)

 


Rumelihisarı içinde mahalle ihyası bağlamında kültür amaçlı kullanılan meydanda cami (http://megaprojeleristanbul.com/)

 


Karaköy (Raimondo D'aronco) Camisi'nin ihyası başladı (http://www.zaman.com.tr/pazar_iste-yol-icin-yikilan-camiler_2157592.html)

 


Salıpazarı'nda Süheyl Bey Camisi ihyası ise dönemin zirve yapan bir göstergesi olsa gerek (http://twicsy.com/i/FW4xYd)

 


Yorumsuz (Kaynak: http://www.adalar.bel.tr/site-images/1_5000_imar_plani.pdf )


Arkitera, Yazı: Haydar Karabey, 10.06.2015

KADIKÖY'DE KİLİSENİN KAPISI ATEŞE VERİLDİ

 

Kadıköy’de, psikolojik sorunları olduğu iddia edilen bir kişi, bir kilisenin kapısına tiner dökerek ateşe verdi. Bir anda kapıyı saran alevler çevredeki vatandaşlar tarafından söndürüldü.

 

 

Olay saat 20.30 sıralarında, Bahariye Caddesi Nispetiye (Hacı Şükrü) Sokak'taki Ayia Triada Rum Ortodoks Kilisesi'nde meydana geldi. Elinde karton bir kutuyla kilisenin etrafında gezinen bir kişi, bir süre sonra duvardan atlayarak avluya geçti. Kilisenin kullanılmayan demir kapısının önüne gelen şahıs, karton kutunun içindeki tineri kapının üzerine döktükten sonra ateşe verdi. 

 

Kapı bir anda alevler içinde kalırken, kundakçı şahıs tekbir getirerek uzaklaşmaya çalıştı. Yangını görerek yardıma koşan zabıta ve vatandaşlar, kundakçıyı kıskıvrak yakaladı. Bazı vatandaşlar da su dökerek alevleri söndürdü. 

 

Olay yerine gelen polis ekipleri, zabıta ve vatandaşların yakaladığı kundakçıyı gözaltına alarak polis merkezine götürdü. Burada yapılan kimlik tespitinde, kundakçı şahsın Muhammed Şimdi(25) olduğu tespit edildi. Muhammed Şimdi’nin, sabıkalı olduğu ve bir süre Erenköy Ruh Ve Sinir Hastalıkları eğitim Ve Araştırma Hastanesi'nde tedavi gördüğü öğrenildi.

 

Kilisenin bağlı oldu vakıf görevlisi Konstantin Kiracopolos gazetecilere yaptığı açıklamada zanlının rüyasında Hazreti İsa'yı gördüğünü söyleyip kapıyı yakmaya çalıştığını ifade etti. Kiracapolos, Muhammed Şimdi hakkında hakkında şikayetçi olduklarını söyledi.

Milliyet, 10.06.2015

İNSANLIK TARİHİ BU MÜZEDE

 

 

Şanlıurfa'da açılan Arkeoloji Müzesi ziyaretçilerine insanlığın ilk çağlarından günümüze kadar uzanan serüvenini, tarihi eser, canlandırma ve imitasyonlarla görme imkanı sunuyor.

 

Balıklıgöl yakınında 200 dönümlük alana inşa edilen Şanlıurfa Müze Kompleksi'nde teşhir edilen eserler, kronolojik düzende, ait oldukları döneme ilişkin görsel canlandırmalarla ziyaretçilerine "o dönemde yaşıyormuş hissi" uyandırıyor.

 

Yüzlerce insan ve hayvan figürünün işlendiği oyma taşlar, mezarlıklar ve kitabelerin bulunduğu Arkeoloji Müzesi, ziyaretçilerini adeta tarihsel süreç içinde yolculuğa çıkarırken, dönemlere göre oluşturulan salonlarda insanlığın gelişimine tanıklık etme imkanı sunuyor.

 

Geziye ilk olarak insanlık tarihinin başlangıç noktası olan "paleolitik çağ" salonuyla başlayan ziyaretçiler, burada insanların avlanma şeklini, ateşi nasıl yaktığını ve toplayıcılık faaliyetlerini anlatan canlandırmalarla karşılaşıyor. Oluşturulan güzergahı takip eden ziyaretçiler, milattan önce 9500'lü yıllara tarihlenen ve "dünyanın gerçek boyutta yontulmuş ilk eseri" olarak bilinen 180 santimetre boyundaki Balıklıgöl heykelini görme imkanını elde ediyor.

 

Ziyaretçiler daha sonra Şanlıurfa Müzesi'nin en öne çıktığı dönem olan "neolitik dönemi" inceleme fırsatı buluyor. Burada Göbeklitepe, Nevali Çori gibi insanlık tarihine yön veren dönemlere ait eser ve imitasyonları inceleyerek, geçmişe yönelik fikir edinebiliyorlar.

 

Ardından "kalkolitik çağ" salonuna geçen ziyaretçiler, bu dönemin öne çıkan ticaret faaliyetleriyle ilgili canlandırmaları ve bölgede bulunan o döneme ait eserleri inceleyebiliyorlar.

 

"Tunç çağı" salonunda ise Lidar Höyük'ten çıkan eserleri görmek mümkün. Burada ziyaretçiler milattan önce 3500'e tarihlenen oyuncak ve düdükleri yakından inceleme fırsatı buluyor. 

 

Bazalt malzemeden yapılmış eserlerin yer aldığı "demir çağı" salonuna geçen ziyaretçiler, Roma Caddesi'nde yürüme şansı bularak, canlandırması yapılan cam atölyesiyle karşılaşıyor. 

 

Son olarak "İslami dönem" salonunu gezen ziyaretçiler, sergilenen tarihi eserlerin yanı sıra "Peygamberler Şehri Urfa"da insanların tek tanrı inancı ve Nemrut ile mücadelesini anlatan 12 projeksiyon cihazından 4 duvara aynı görüntüyü veren 360 derecelik video gösterimini izleme şansı yakalıyor.

 

"Türkiye'deki birçok müzeye öncülük edecek"

Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 24 Mayıs'ta açılan müzeyi gezen ziyaretçilerin, gerek yapıyı gerekse eserleri çok beğendiklerini söyledi.

Müzede eserlerin kronolojik bir düzende yerleştirildiğini belirten Ercan, bu sayede insanların daha rahat dolaşma imkanı bulduklarını ifade etti.  

 

Müzeyi ziyaret edenlerin, eserlerin ait olduğu dönemi daha iyi anlayabilmeleri için 20 canlandırma yaptıklarına işaret eden Ercan, bu yönüyle de kompleksin Türkiye'deki birçok müzeye öncülük edeceğini kaydetti. 

Anadolu Ajansı, Haber: Eşber Ayaydın, 09.06.2015

ORTAÇAĞ TOPLUMUNUN YİT(İRİL)EN BELLEĞİ: KAPADOKYA'DA BİZANS SANATI VE MİMARİSİ

 

Kapadokya bölgesinin bu eşsiz Bizans mirası üzerinde oturan bizlerin ne gibi sorumlukları var?

Roma'nın varisi Bizans, Ortadoğu'dan Anadolu ve Balkanlar'a kadar uzanan alanda, kültürel kimliğini doğu Hıristiyanlığıyla şekillendirerek özgün eserler bırakmış ardından. Kapadokya, işte böylesi geniş bir coğrafyanın tam da ortasında, benzersiz jeolojik yapısı ve kara iklimi sayesinde koruyarak günümüze dek yaşattığı arkeolojik mirasıyla öne çıkıyor ve bu nedenle 19 yüzyıl sonlarından günümüze Bizans uygarlığının izlerini süren çok sayıda bilim insanı için bir çekim merkezi niteliğinde. Bölgenin bilinen Ortaçağ yapıları, hakkında yazılmış ciltler dolusu kitap ve yüzlerce makaleye rağmen, tükenmez veriler sunuyor araştırmacılara. Elbette bu zengin bilimsel literatüre düzenli olarak eklenen yeni buluntuları da unutmamak gerek.

 


Kavaklıdere Vadisi, Göreme

 

Burada sözünü ettiğimiz zengin mimari mirasın neredeyse tamamını Kapadokya'nın farklı doğal yapısı ve coğrafyasıyla bütünleşen kaya oyma yapılar oluşturuyor, az sayıda duvar yapısı ve kilise kalıntısını saymazsak eğer.

 


Zelve Açık Hava Müzesi, Ortaçağ yerleşimi

 

Birçoğu duvar resimleriyle bezeli sayısız kaya oyma kilise, manastır, yeraltı sığınağı (yeraltı şehri), dini, askeri ya da sivil kaya yerleşim, sarp volkanik doğanın organik bir parçası olarak varlığını sürdürmüş günümüze değin. Bu maddi kültür birikimi Akdeniz havasının başka bölgeleriyle karşılaştırıldığında eşine az rastlanır yoğunlukta Kapadokya'da. Örneğin sadece duvar resimleri barındıran kilise sayısının, kısmen korunmuş da olsa, ciddi envanter çalışması eksikliğine rağmen altı yüz civarında olduğunu biliyoruz. Koruma altındaki sit alanlarından ve açık hava müzelerinden uzaklaşıp bilinen turistik rotaların dışına çıkıldığında, vadilerin içlerinde ya da sarp yamaçlarında, binlerce Bizans kalıntısı inatla ve umutla ziyaretçisini bekliyor hala; doğanın, daha çok da insanın acımasız tahribatına rağmen.




Tavşanlı Kilise, Ortahisar

 

"Kapadokya, Bizans tarihinin, kültürünün ve sanatının az bilinen yönlerine ışık tutan eserlerle dolu bir açık hava kütüphanesidir adeta."

Kapadokya, Bizans tarihinin, kültürünün ve sanatının az bilinen yönlerine ışık tutan eserlerle dolu bir açık hava kütüphanesidir adeta. Bölgedeki Ortaçağ yapıları hakkında yazılı tarihi kaynak (vakayiname ve benzeri) yok denecek azdır ve bu noktada anıtların kendileri, topografyanın içinde nasıl konumlandıkları, birbirleri arasındaki ilgileşim, dini yapıların barındırdıkları duvar resimleri, kitabeler, epigrafik veriler ve genel olarak mimari özellikler yaratıldıkları dönem ve sosyal bağlamın anlaşılması için doğrudan birer tarihi belge niteliği kazanır. Bu nedenle, Kapadokya'da Bizans yapılarının önemi sadece sanat ve mimari alanıyla sınırlı değildir. Bu eserler bir bütün olarak ele alındığında ve barındırdıkları çoklu bilgi katmanları üzerinden irdelendiğinde altı ile onüçüncü yüzyıllar arasında Bizans imparatorluğunun tarihi sosyal ve kültürel yaşamına dair kimi zaman yeni, kimi zaman de bilinenleri tamamlayan şeyler anlatırlar bize.

 


Aziz Kirykos'a ithaf yazıt, Gorgoli (Mustafapaşa)

 

Doğu Hıristiyanlığı öğretisini temellerinden ve "Kilise'nin Babaları" olarak anılan piskoposlara ev sahipliği yapar Kapadokya dördüncü yüzyılda. Bu döneme ait yazılı kaynaklardan, bölgenin önemli dini merkezlerinden Nazianzos, Nyssa, ve Caesarea/Kayseri'de etkileyici taş mimari yapılar ve sanat eserleri bulunduğunu öğreniyoruz ancak bunların kalıntıları dahi günümüze ulaşmamıştır. En eski duvar mimarisi örneklerinden beş ile yedinci yüzyıllar arasına tarihlendirilen ve turistik güzergahların dışında kalan Gelveri, Sivrihisar yakınındaki Kızıl Kilise ya da Hasan Dağı eteklerindeki kilise kalıntıları (Viranşehir harabeleri, Süt Kilise vs.) halen ayakta olsa da, geçtiğimiz yüzyılın başlarında Soğanlı Köyü'nde oldukça iyi durumda fotoğraflanan Ak Kilise bugün tamamen yok olmuştur.

 


Ak Kilise, Soğanlı, Yirminci yüzyıl başları (foto Guillaume de Jerphanion)

 


Kızıl Kilise, Sivrihisar, Gelveri

 

Aynı döneme, yani altıncı yüzyıla ait çok sayıda kaya oyma kiliseyse, Avanos, Ürgüp, Uçhisar üçgeninin içindeki bölgede bulunuyor (Kızılçukur, Güllüdere, Zelve vadileri, Eski Çavuşin Köyü, Göreme ve Avanos çevresi). Bu yapılar, mimari formları ve bezemeleri, barındırdıkları kitabeler altıncı yüzyılda Kapadokya'da bilinen büyük yerleşimler dışında, kırsal alanda da önemli bir sosyal dokunun varlığına ve ciddi bir mimari ve kültürel faaliyete işaret ediyor ve bölgede yaşamın sadece münzevi hayat süren çileci keşişler ve manastırlardan ibaret olmadığını gösteriyor. Konu edilen yapılar turizmin hızla geliştiği bir bölgede yer alıyor ve Çavuşin Vaftizci Yahya Bazilikası ya da Göreme Maçan'daki Aziz Sergios Kilisesi'nde olduğu gibi imara açılmış bölgelerin içinde kalıyorlar zamanla.

 


Aziz Sergios Kilisesi, Göreme

 

"Duvar resimleri ve kitabeler, içerik ve harf biçimleri Bizans'taki bu derin dini ve politik krizin toplumu ve sanat üretimini nasıl etkilediğine dair önemli bir tartışma alanı sağlar."

Kapadokya'daki eserler sekiz ila dokuzuncu yüzyıllarda Bizans toplumu ve sanat üretimini derinden etkileyen ve "ikona kırıcılık" olarak bilinen resim karşıtı dönem hakkında da veriler barındırır. Duvar resimleri ve kitabeler, içerik ve harf biçimleri Bizans'taki bu derin dini ve politik krizin toplumu ve sanat üretimini nasıl etkilediğine dair önemli bir tartışma alanı sağlar. En son bilimsel çalışmalarda, bezemeleri haç motifleriyle sınırlı olan, ya da anıtsal haç bezemelerini sınırlı sayıda figürlü betimle (aziz ve azizeler, İncil'den ya da Eski Ahit'ten olaylar) birleştiren bu kiliselerden bazılarının (Zelve Açık hava müzesi dışındaki 1 no'lu kilise, Ürgüp yakınlarındaki Kurtdere vadisinde bulunan mezar kiliseleri, Sinasos yakınındaki Gomeda vadisinde bulunan Aziz Basilios Kilisesi) önceleri düşünüldüğü gibi İkona Kırıcılık döneminde değil de, hemen sonrasında dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında resimlendikleri önerilmektedir. Bu önemli yapılar da herhangi bir koruma önlemi olmadan doğada tek başlarına inatla Ortaçağ tarihinin az bilinen bir dönemi hakkındaki bilgileri saklamaktadırlar bizler için.

 


Kurtdere Vadisi mezar kitabeleri, Ürgüp

 


Aziz Basilios Kilisesi, Mustafapaşa

 

"Günümüzde bu yeraltı şehirlerinin bazıları turizm sayesinde tekrar ortaya çıkartılmış olsa da, bölgedeki bu karmaşık savunma sisteminin tarihsel coğrafyası henüz araştırılmayı beklemektedir."

 

Bizans İmparatorluğu için ikona kırıcılık hareketiyle tarihsel olarak örtüşen bir diğer sorunlu dönem Arap akınlarıdır. Yedinci yüzyıldan başlayarak İslam fetihleri imparatorluğun doğu eyaletleri, Filistin, Suriye, Mezopotamya'yı zamanla Bizans'ın elinden alır ancak Kilikya bölgesinin ötesine geçmez. Sekizinci yüzyıl boyunca ve dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında her yıl tekrar eden Arap akınlarına karşı koymak için askeri anlamda organize olan bir sınır bölgesi haline gelecektir Kapadokya: ekonomik ve sosyal anlamda bir çöküş yaşayacak, sanatsal üretim ise durma noktasına gelecektir. Bu dönemde Kapadokya'daki geniş savunma ağını irili ufaklı bir çok kale ve bugün yeraltı şehri olarak tanımlanan sayısız yeraltı sığınağının oluşturduğunu yazılı tarihi kaynaklardan biliyoruz. Günümüzde bu yeraltı şehirlerinin bazıları turizm sayesinde tekrar ortaya çıkartılmış olsa da, bölgedeki bu karmaşık savunma sisteminin tarihsel coğrafyası henüz araştırılmayı beklemektedir.

 


Sivrihisar Kalesi, Gelveri

 

Anıtların bölgenin tarihsel bağlamı hakkında bizi aydınlattığı bir yer de Aksaray yakınlarındaki Peristrema (Ihlara) Vadisi ve burada bulunan yoğun maddi kültür öğeleridir. Yedinci yüzyıldan başlayarak İslam fetihleri Bizans İmparatorluğunun doğu eyaletlerinde, Mezopotamya, Suriye, Filistin'de yaşayan Hıristiyanları ve özellikle keşişleri Anadolu'nun içlerine doğru göçe zorlar. Ihlara Vadisi'nde bulunan ve dokuzuncu yüzyıla tarihlenen bazı kiliselerin duvar resimlerinin (Ağaç Altı Kilise, Eğri Taş Kilise, Yılanlı Kilise, Kokar Kilise, Pürenli Seki Kilise) özgün ikonografik ve üslup özellikleri nedeniyle doğu eyaletlerinden gelmiş farklı Hıristiyan grupların eseri olduğu düşünülmektedir. Ne yazık ki benzersiz duvar resimleriyle bezeli bu yapıların bazıları doğal erozyon nedeniyle tamamen yok olma tehlikesi altındadır.

 


Pürenli Seki Kilisesi, Ihlara

 


Ağaçaltı Kilise, Ihlara

 

Dokuzuncu yüzyılın ortasından itibaren Bizans güçleri Arap akınlarını püskürterek imparatorluğun doğu sınırlarını tekrar Suriye'ye doğru genişletir. Onuncu yüzyılın başlarında ise Kapadokya eski ekonomik ve sosyal canlılığını kazanır. Bu tekrar dirilişin en önemli göstergesi kitabeleri sayesinde onuncu yüzyıl başına tarihlenen duvar resimlerinin bulunduğu çok sayıda kilisedir. Kimi apokrif, İncil hikayelerini resmeden sahneler bir film şeridi şeklinde kesintisiz kilise duvarlarını çepeçevre sarıp sarmalar. Söz konusu resim programların Doğu Hıristiyan sanatında da eşsizdir ve sadece üslup ve ikonografi konularında sanat tarihçilerine çalışma imkanı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda yaratıldıkları dönemin dini, kültürel ve sosyal ortamını bize en iyi açıklayan kaynak niteliğindedirler. Bu kiliselerin önemli bir bölümü Göreme Açık Hava Müzesi ve çevresinde koruma altında bulunsa da (Eski Tokalı Kilise) bazıları turizm faaliyetlerinin gelişmesiyle tahribata maruz kalmışlardır (Göreme 3), birkaçı da bilinen turistik rotaların dışında yer alır (Ortahisar yakınlarındaki Tavşanlı Kilise, Sinasos/Mustafapaşa yakınındaki Kutsal Havariler Kilisesi, Pancarlık Kilise, İbrahimpaşa yakınlarında İçeridere Kilisesi)

 


Pancarlık Kilise, Mustafapaşa

 


Eski Tokalı Kilise, Göreme

 

Onbirinci yüzyıla gelindiğinde Kapadokya sanatı ve mimarisinde belirgin bir merkeziyetçi etki gözlenir. Göreme Karanlık Kilise ve Soğanlı Karabaş kilisede olduğu gibi; ressamlar, Bizans'ın önemli merkezlerinde yaygın sanat akımlarını yakından tanıyan ve belki de buralarda çalışan sanatçılar, baniler ise Konstantinopolis'le resmi ilişkileri olan devlet memurları ya da yerel aristokrasinin üyeleridir. Kapadokya'daki onbirinci yüzyıl duvar resimleri Bizans sanatındaki gelişmeleri takip edebileceğimiz nadir kaynaklardandır çünkü o dönemin Konstantinopolis sanatından karşılaştırma yapabileceğimiz örnekler arasında sadece birkaç el yazması günümüze ulaşabilmiştir ancak.

 


Karanlık Kilise, Göreme (foto Murat Gülyaz)

 


Mikael Skepides, Karabaş Kilise Banisi, Soğanlı

 

Kaya oyma bir köy şeklinde düzenlenmiş farklı yaşam alanlarından (odalar, bezemeli salonlar ve onları birbirine bağlayan geçitler, kapı mekanizmaları, mutfaklar, ocaklar vs.) ve zirai işlevli mekanlardan (depolar, sarnıçlar, şaraphane ve şırahaneler, değirmenler, su yolları, su bentleri, ahırlar vs.) meydana gelen Kapadokya'daki sivil mimari örnekleri özellikle on birinci yüzyıl Bizans toplumu, günlük hayat ve sosyal hiyerarşi konularında da değerli veriler barındırır. Akhisar yakınındaki Çanlı Kilise yerleşimi, Gülşehir Açık Saray yerleşimi ve Yeşilhisar yakınındaki Erdemli yerleşimi yüzey araştırmalarına konu olmuş ve elde edilen bilimsel sonuçlar Ortaçağ Kapadokya toplumu ve günlük yaşamını daha iyi tanımamızı sağlamıştır.

 


Açık Saray yerleşimi, Gülşehir

 

Onbirinci yüzyılın ortasından başlayarak Anadolu içlerine yayılan Türk akınları nedeniyle Kapadokya sanatında bir tür yoksullaşma yaşanır. Hiç şüphesiz yaklaşan tehlike nedeniyle bölgeden göç edenler artmış ve bunlar arasında kaliteli ressamlar da bulunmaktadır. Onikinci yüzyıla gelindiğinde ise Kapadokya artık Bizans eyaleti olmaktan çıkmış Selçuklu egemenliğine girmiştir. Ancak Selçuklu hanedanının iç çekişmeleri ve başta Danişmendliler olmak üzere Anadolu'daki diğer beyliklerle hakimiyet kurma mücadelesi Kapadokya'yı ekonomik ve sosyal kargaşanın ortasında bırakır, bölgede kalmış Bizans'ın varisleri Ortodoks Hıristiyan toplulukların sanat üretimi ise durma noktasında gelir.

 


Azize Barbara Kilisesi, Göreme

 

Kapadokya Hıristiyan sanatındaki son uyanış on üçüncü yüzyılın başlarında Selçukluların Konya başkent olmak üzere bölgede hakimiyetlerini kabul ettirmeleri ve düzen tesis etmeleri ile gerçekleşir. Zengin mimari örnekler, duvar resimleri ve kitabeler, Selçuklu toplumuyla bütünleşmiş Ortodoks Hıristiyan uyruğun sosyal ve ekonomik gücünü göstermekle kalmaz aynı zamanda o dönemde İznik'i başkent edinmiş Bizans ile Selçuklular arasındaki ekonomik, kültürel ve politik ilişkiler konusunda da yeni veriler sağlar. Bu dönem yapılarından ve duvar resimlerinden bazıları (Gülşehir yakınında Karşı Kilise ve Tatlarin Kiliseleri) konservasyon ve restorasyon çalışmalarıyla koruma altına alınmış olsa da bir çoğu doğal bozulma ve insan tahribatı nedeniyle halen yok olma tehdidiyle karşı karşıyadır (Gülşehir'in Yüksekli Köyündeki kiliseler, Cemil Köyündeki Başmelek Mikael Manastırı Kilisesi, Yeşilhisar'a bağlı Güzelöz'deki Aziz Georgios Kilisesi).

 


Karşı Kilise, Gülşehir

 


Tatlarin Kilisesi, Tatlarin Köyü (Acıgöl)

 

Onüçüncü yüzyıl sonlarından sonra Yunanca konuşan Ortodoks Hıristiyan topluluklar Kapadokya'yı mesken tutmaya devam etmişler ancak geride herhangi bir iz bırakmamışlardır. Böylece onbeşinci yüzyılın ortasında Bizans'ın tarih sahnesinden kalkmasıyla ardında bıraktığı maddi kültür öğeleri Anadolu topraklarından yavaş ancak belirgin bir şekilde silinecek ya da yeni egemen uygarlığın kültürel ve dini kimliğiyle dönüşerek başka biçimlere bürünecektir. İşte bu noktada, Kapadokya'nın özgün doğal yapısı ve coğrafyasının organik bir parçası olması sayesinde günümüze aktarılan Bizans anıtlarının ne anlama geldiğini daha dürüstçe sorgulamamız gerekiyor.

 

Kapadokya bölgesinin bu eşsiz Bizans mirası üzerinde oturan bizlerin ne gibi sorumlukları var?

T.C. Kültür Bakanlığı ve Nevşehir Müzesinin çabalarıyla tarihi sit alanı kapsamına alınarak korunan ve restore edilen bir çok eser var (Tokalı Kilise, Karanlık Kilise, El Nazar Kilisesi, Karşi Kilise, Tatlarin Kiliseleri, Şahinefendi Kırkşehitler Kilisesi) ancak bazen ağaçlara bakarken ormanı gözden kaçırmak da mümkün, çünkü en az bu eserler kadar önemli diğer birçok anıt ve yapı grubu da kaderlerine terk edilmiş durumda.

 

Aslında kültürümüzün bir parçası gibi gözükmeyen ancak yaşadığımız toprağın tarihi belleği olan bu anıtları nasıl ve ne oranda korumamız beklenebilir? Aslında korumayla birlikte hatta korumanın da ötesinde Kapadokya'daki Bizans mirasının araştırılacağı bir bilimsel kuruma ya da enstitüye ihtiyaç var belki de. Zengin bilimsel literatüre rağmen bizim Kapadokya'dan öğrenecek çok şeyimiz Kapadokya'nın da bize öğreteceği çok şey var hala.

Arkitera, Yazı: Tolga Uyar, 09.06.2015

 

******


DÜNYANIN EN BÜYÜK VE EN AZ ÜÇ BİN YILLIK YERALTI ŞEHRİ NASIL OLUR DA 3. DERECEDEN SİT ALANI İLAN EDİLİR?

 

Süper Kent Kapadokya dosyası kapsamında bölgenin isyankar korumacılarından aktivist Mükremin Tokmak ile Kapadokya'nın sorunlarını konuştuk.

 

Mükremin Tokmak Kapadokya bölgesinde "isyankar korumacı" olarak biliniyor. Kapadokya'daki tüm değişimi gözler önüne serme potansiyeline sahip arşiviyle Tokmak, aslen Avanoslu. Aynı zamanda tarihi dokudaki bozulmalara karşı sadece duyarlı olmakla kalmayıp; arşivini herkesle paylaşıyor, eylemlere katılıyor, sorumlulara davalar açıyor, kısacası taşın altına elini koyuyor.

 

Aslı Özbay eşliğinde yaptığımız sohbette eski zamanlardan bu yana Kapadokya bölgesinin sorunlarına değindik ve bu sorunların karşısında nasıl bir dayanışma sergileneceğini konuştuk. Şu sıralar Nevşehir'de dünyanın en büyük yer altı şehrinin ortaya çıktığı yerleşim bölgesindeki talana, "öz" diye nitelendirilen tarım alanına yapımı devam eden Dini İlimler Merkezi'nin eklemlenmesiyle yok edilmeye çalışılan kentsel dokuyu korumanın yöntemlerini araştıran Mükremin Tokmak'ın sözlerine kulak verelim.

 

"Ne yazık ki, ilgililerin bilgisiz, bilgililerin ilgisiz olduğu bir bölge burası."

Kapadokya'nın korumacılarından olarak kendinizden ve bölgenin sizce en önemli sorunlarından bahseder misiniz?

Mükremin Tokmak: Ankara'da doğdum ama burada büyüdüm, Avanoslu'yum. İçine doğduğum bir tarih var burada. Eski evimiz de, dedemin evi de önü kemerli, arkası mağaralı evlerdi. Burayı sadece Avanoslu olduğum ya da mimari dokusu nedeniyle sevmiyorum; burada bir tarihsel düğüm var ve çok derin. 3-5 yıllığı bırak, 3-5 bin yıllık bir geçmiş bile değil, daha eski; ta Paleolitik çağlara giden bir tarihten söz ediyoruz. Belki 10 binden 100 bin yıl öncesine giden izler bulduk buralarda. Bu nedenle seviyorum.

 

Ama ne yazık ki, ilgililerin bilgisiz, bilgililerin ilgisiz olduğu bir bölge burası. Kapadokya bölgesinde farkındalığa sahip olanların oranı maalesef sadece yüzde altı. Turizm gibi bir mefhum var; olmazsa olmaz, ama bununla birlikte ciddi bir yıpranma da mevcut. Tarihi kentleri sit alanı ilan etmek yerine afet bölgesi ilan eden devlet politikaları var.

 

1965-70 yılları arasında Avanos'ta ırmağın öbür tarafında yer alan tarım arazilerini imara açtılar örneğin. Kapadokya'nın en güzel, en verimli arazileriydi burası. Binlerce ev yaptılar, betona boğdular orayı. Devletin göç ettirme, sistemin içine sokma, standartlaştırma politikasıydı. Sonuçta insanlar mekanla birlikte gelişir, dönüşür. Yaşayarak, deneyimleyerek öğrendim, yapıların insanlar üzerinde çok ciddi bir etkisi var.

 

Benim kaygım bu politikaların devam edecek olması. Hemen ileride, Başköy(Potamya), Güzelöz(Mavrucan) gibi 2000 yıldır kesintisiz yaşayan köyler var. Bugün orası da afet bölgesi ilan edildi. İnsanlar köylerden sürüldü. Prefabriklerde yaşıyor şimdilik.

 


Başköy, Kapadokya

 

"Arsa nereden yaratılır? Ya orman ya da tarihi alanların yağmalanması ile."

Evet, Başköy'de kaya düşüyor diye tüm köyü afet bölgesi ilan etmişler. Ama, köyün boşaltılıp herkesin başka bir alana taşınması mı gerekir, başka bir yol bulunamaz mı?

 

Önlem alınabilir bence. Bugün teknoloji inanılmaz noktalara geldi, çözüm bulmayı istemek gerek. Buradaki sıkıntı şu; her şeyi zaman ve insanın keyfiyetine teslim ediyorsun. Farkındalığı bu kadar düşük olan bir bölgede, bu gibi problemleri zamana ve keyfiyete bırakırsan, burası yarına çıkmaz. Saldırgan ve tüketen bir dönemdeyiz Kapadokya için. O taşları, kayaları, eski evlerin parçalarını söküp söküp götürecekler. Böyle giderse 10 yıla çıkmaz diyorum ben. Benim kaygım bu. Bu bilmez halimle bana izin versinler o kayaları orada tutar bir çakıltaşı bile düşürmem oradan niyet önemli burada, tarihi sevmek ve korumak fikrinin gücü önemli.

 

Niye bu kadar heyecanlıyım, niye hızlı davranıyorum? Çünkü, insana güvenmiyorum. Özellikle elinde imkan ve yetki olan devlete asla güvenmiyorum. Devlet iki yüzlüdür. Bir tanesi sempatik görünür ama öteki gerçekten vahşi ve milliyetçidir. Sonuçta bu bölgenin din ile alakalı bir geçmişi var. Bundan hala rahatsız olan bir taraf, yıkmak isteyen bir zihniyet var devlette.

 

Aynı zamanda son 15 yıldır korkunç bir yağma meselesi ve ranta yöneliş var. Bu 2B yasaları ile beraber AK Parti eski bakanlarından biri demişti ki "Biz yasayı çıkarttık, iş artık belediye başkanlarımıza kaldı. Arsalarını yaratabilirler." Arsa nereden yaratılır? Ya orman ya da tarihi alanların yağmalanması ile.

 

Ya da tarım alanlarından...

Aynen. Bunlar insanların yaşam alanı, tarihi, doğası, dokusu. Vahşi kapitalist sermayenin bir saldırısıdır bu. Böyle bir yağmaya açık hale getirildi bu ülke ve son hızla da devam ediyor. Bunların en son noktası da işte kentsel dönüşümler. Nevşehir'deki son talan da bunun bir sonucu. Üniversitenin arkeoloji bölümünden ne bir profesör, ne bir doçent hiçbir öğretim görevlisi ağzını açmadı. Müze Müdürlüğü var mesela orada, İl Kültür Müdürlüğü, Koruma Kurulu var. Kimse tek laf etmedi. Belediyenin asli görevi nedir? Tarihini, kentini korumak, kültür mirasını geleceğe aktarmak. Ama zaten onlar da yağmacı. Kısacası bu yağmaya göz yuman, gücün karşısında itaat eden bir memurlar silsilesi var karşımızda. Bu böyle bir sorun.

Farkındalığın az olmasından şikayetçisiniz genel olarak. Ama daha önce Uçhisar'daki oteller ile ilgili insanlar bir araya gelmişti. Eğer insanlar bazı konularda fikir birliğine varabiliyorsa neden şimdi olmuyor? Farkındalığı arttırmak veya sürekli hale getirmek için neler yapılmalı sizce? Bir de bütün suçu devlet mekanizmasına yüklemek doğru mu? Sonuçta bu duyarlılığı paylaşıyormuş gibi görünüp, aslında çaba göstermeyen, hatta tarla sürmek yerine oraların imara açılmasını bekleyen, torunlarına daire bırakmak için apartmanlar isteyenlerin hiç mi suçu yok? Afet alanı ilan eden gerçekten devlet mi, yoksa o devleti destekleyen yerli halk mı? Onları bilinçlendirmek için neler yapıldı, neler yapılabilir?

 

Sorun yine bence farkındalığa gelip oturuyor. O köylünün toprakla ilişki kurması lazım. Sadece karnını doyuran bir ilişkiden bahsetmiyorum. O mirası koruma ve aktarma konusunda duygusal bir bağdan söz ediyorum. Bu da biz sivillerin değil, devletin işi. Eğitim yoluyla insanların bu bilinç düzeyine çıkartılması gerekiyor.

 

Avanos'u örnek alalım: Bu mahallelerde, bu harabe evlerin hepsinde bir hayat vardı. Cıvıl cıvıl insanların yaşadığı, ortak yaşamların olduğu bir kültür. Sonra ne oldu? Hepsi ırmağın karşısına geçtiler. Peki neydi o zamanki slogan: Modern Türkiye, Modern Aile'ydi. İşte böyle böyle modernleştik. Götürdük, kibrit kutusu gibi evlerin içine soktuk o insanları. Değişim sadece fiziksel mekan değişimi ile olmaz. Önce eğitimle başlaması gerekiyor.

 




Avanos tarım arazilerinde yeni konut bölgesi

 

Evini bırakıp giden insanlardan geri dönmek isteyen olmuyor mu peki?

Politik bir dille cevaplayayım bunu: Biz hala bu ülkeyi fethediyoruz. Bu fetih duygusu başka bir şey değil. Bağlı hissetmiyorsun, kökünün burda olduğunu düşünmüyorsun. Bak kentlere, bana Bursa dışında Türkler'in kurduğu bir kent göster. Hep Ermeniler, hep Rumlar, hep Süryaniler...

 

1071'den beri gelen Türkmenler ne yaptılar peki, yerleşmediler mi?

Göçebe bir halktı, kerpiçten evler yaptılar. Kentleri kuranlar hep diğerleri oldu.

 

"Nevşehir'in altı yerinde koca koca pankartlar vardı: 'Nevşehir'in gelişmesine engel sit alanları kaldırılsın'. İmza, Sanayi ve Ticaret Odası."

Katkıları olmadı diyorsunuz o zaman?

Askeri anlamda, devlet anlamında katkıları oldu. Osmanlı'nın sloganlarından biri "dört dönüm bostan, yan gel yat Osman"dı. Kitleleri bir yerde tutmak, özellikle Müslüman ahaliyi vergiye bağlamak ve asker almak için kullanırlardı. Çünkü ya savaşa gidecekler, ya da bulunduğu yerde kalacaklardı, yasaktı. Etrafları askeriyeyle zapturapt altına alınmış aşiretler, kabileler olarak yaşarlardı. Osmanlı, göçebe Türkmenler'den çok çekti. Yerleşmediler hiçbir zaman. Viyana'nın kapıları açılsaydı, kalmazdı hiçbiri bu topraklarda. Bugün Almanya, Avrupa Birliği açsın kapılarını, herkes gider, bir ben gitmem.

 

İnsan karakter olarak da hegemonik bir canlı. Doğada insandan başka hükmetme duygusu olan hayvan var mı? Bir biz varız, hükmetmek, her şeyi kendi keyfiyetimize göre dizayn etmek istiyoruz. Kural koyuyoruz, sonra o kurallara da uymuyoruz. Şimdi, benim gibi 1980 öncesinde devrim yapmak üzere yola çıkmış bir adam bugün diyor ki "kurallara, kanunlara uyun bari". Korkunç bir değişimden, dönüşümden geçtik. Ama böyle deyince sermaye düşmanı oluyorsun, gelişmenin önündeki engel oluyorsun. Hasan Ünver diyor ki: "Bunlar hain, gelişmenin önündeki engeller". Nevşehir'in altı yerinde koca koca pankartlar vardı: "Nevşehir'in gelişmesine engel SİT alanları kaldırılsın". İmza, Sanayi ve Ticaret Odası.

 

Nevşehir'de yaşananlara da daha detaylı değinmek lazım aslında. Kapadokya denince sadece ulaşımda bir geçiş noktası olarak ele alınan Nevşehir, aslında sahip olduğu benzer mimari ve coğrafi yapısıyla turizm açısından değerli bir bölge, ya da bölgeydi. Oradaki değişim ve dönüşümleri tartışmak, yaşanacakları öngörmek ve kaderini belirlemek açısından faydalı olacaktır. Nevşehir'den bahseder misiniz biraz? Nasıl bir kenttir Nevşehir ve kentsel dönüşümle başlayan süreç nelere yol açtı?

Nevşehir sonradan bir kenttir, 1954'te il olmuştur. Kırşehir'de Demokrat Parti'ye oy çıkmadığı için Menderes sinirlenmiş, Kırşehir'i ilçe yapmış, Nevşehir'İ il yapıp, Kırşehir'i de Nevşehir'e bağlamıştır. Yani politik bir karar. 1716'lara kadar Nevşehir Muşkara denilen, 17 haneli bir mezra, köydü. 1718'de Nevşehirli Damat İbrahim Paşa sadrazam olduğunda vefa borcunu ödemek üzere bu köyü imara açtı. Şehirleşme için belli bir bütçe oluşturdu, kanunname hazırladı ve davullarla duyurttu: "Her kim gelir Muşkara'da yaşamaya başlarsa, 5 yıl vergiden muaf olacak." Nevşehir'in kurulma fermanlarında böyle yazıyor.

 

Böylece, bir fermanlar zinciriyle insanlar buraya yerleştirildi. Ev arsası, iş yeri arsası, bağ bahçe, hepsi verildi. Tek bir şart konuldu, gelen buradan ayırlamaz. Ancak izin çıkarsa İstanbul'a ya da başka bir şehre göçebilir. Bu kadar avantajın karşısında sadece bir şart. Amaç bir nüfus barındırmak ve üretim yapılması. Bu çağrıya ağırlıklı olarak Rumlar, sonra bir mahalle Ermeniler karşılık verdi, yani 9600 kadar gayri müslim bu bölgeye yerleşti. Dengesiz bir dağılım olmasın diye de Damat İbrahim Paşa'nın karısının Antep'te yaşayan zengin akrabalarından iki aşireti buraya getirdiler. Biri tarımla uğraşırken, biri zanaatle uğraşsın, ticaret yapsın diye. Sonra işte, yıllar sonra 1915'te Ermeniler tehcirle çıkartılıyor, Kasaplar Çarşısı dediğimiz o mahalleden. 1923'te de Büyük Mübadele yapılınca tüm Rumlar o mahallelerden gönderiliyor. İşte arda kalan Antepli iki aşirettir. Bu nedenle buralarda yaşayanlarla Nevşehir'de yaşayanlar farklıdır. Kültürümüz, algımız farklı.

 


Nevşehir'de keşfedilen dünyanın en büyük yeraltı şehri

 

"Nevşehir Koruma Kurulu tahminen 3 bin yıllık bu yer altı kentini 3. dereceden sit alanı ilan etti. 1. dereceden SİT alanı olması için kaç yıllık olması gerekiyor?"

Sadece Nevşehir'den değil, Kapadokya bölgesinden büyük bir gayri müslim nüfusu gitti. Geride kalanlar nasıl paylaşıldı?

Toplam 1 milyon 200 bin Rum nüfus gittiyse, 300 bini bizim buradan gitti. Paylaşım dediğin ise, yağmayla oldu tabii. Kayaköy'deki, Ege'deki hikayeler neyse, burada da aynısı yaşandı. Şurada işte Mustafapaşa Köyü var, Sinasos eski adı. Mustafapaşa, İsmailpaşa, Taşkınpaşa, tüm paşalara bahşedildi bu yerler. Araziler, evler, mülkler, konaklar... Muhacirlere dağın başında arsalar verildi işte.

 

Ama merkezden uzak düştüğü için Kapadokya farklı. Turizmle birlikte göz önünde olan bir yer. Nevşehir'de bugün belediye başkanı koca bir kentin üstünü yıktı, altından çıkan şey dünyanın en büyük yer altı şehri! Şimdi de büyük puntolarla bu bilgiyi yaymaya, oradan rant çıkarmaya çalışıyorlar. Nevşehir Koruma Kurulu da tahminen 3 bin yıllık bu yer altı kentini 3. dereceden sit alanı ilan ediyor. Nasıl bir şeydir bu? 1. dereceden SİT alanı olması için kaç yıllık olması gerekiyor?

 

İktidar oyunu bunlar. Ranta açık olmasını istiyor. Diyor ki; AVM, butik oteller, yürüyüş alanları, dükkanlar olsun. Yukarıda yıktığı alanda artık villa yapamayacağı için, o rantı mağaraları kullanarak elde etme peşinde.

 


Nevşehir Kale çevresinin zamanla dönüşümü

 


Nevşehir'deki eski Rum mahallesi Kentsel Dönüşüm nedeniyle yok edildi, altından yer altı şehri çıktı 

 

Bu da yetmiyor tabii, şimdi de gözünü bizim "öz" dediğimiz tepenin aşağısında kalan tarım alanlarına dikti. Nevşehir'in bir ucundan ta Göre Kasabası'na kadar neredeyse 5 km uzunluğunda, 497 bin m2 o alana, 7 bini yeşil 490 bini kapalı olmak üzere bir proje geliştirdiler: Dini İlimler Merkezi. İlahiyat Fakültesi, İmam Hatip Lisesi, Dini İlimler Araştırma Merkezi, beş bin kişilik cami, müştemilatları vs... Nevşehir'in ciğeri Hem eski Nevşehir'i mahvediyor, hem de bunun önüne bilmem kaç metrekarelik bir tesis yapıyor.

 

Temelleri atıldı, ama daha başlamadı inşaat, belki de durdurmak için son şansımız.

 




Nevşehir'de tarım arazisinde temelleri atılan dini tesis

 

Peki bu duyarlılığı harekete geçirmenin, bir arada davranmanın kültürünü oluşturmanın, koruma bilincini Uçhisar'daki gibi bir uzlaşı konusu haline getirmenin bir yolu var mı?

Uçhisar bir saman alevi gibiydi. Geldi, yükseldi ve geçti. Kapadokya Bölgesi'nde tabii ki örgütlü yapılar da var, ama onlar da kendi çıkarları peşinde. Örneğin bence Kapadokya bölgesinin rehberleri tarihsel, coğrafi her tür bilgiye sahip, en duyarlı olması gereken insanlar. Ama turizmden beslendikleri için, gözlerinin birini kapatıyorlar.

 

Ama eğer bu bir eğitim meselesiyse, bu kadar bilgiyle yoğrulmuş insanlar böyle yapması umutsuz bir durum oluşturur. Sonuçta buranın korunmaması herkes gibi onların da işini bozar.

Evet, ben de onu söylüyorum. Neden seslerini çıkarmıyorlar? Her gün Ihlara'ya gidiyorlar, orada Bakanlık eliyle inşaatlar başladı. Kafedir, dükkandır, özel şirketlere peşkeş çekiliyor. Bu kadar rehber gidip geliyor, bir tanesi bile bir yerde bundan bahsetmiyor. Ben okurum, yazarım, merak ederim. Bir Rehberler Odası Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşım Cihan'ın yazısı var bununla ilgili, başka yok. Kimsenin sesi çıkmıyor.

 

Bu sadece rant ile ilgili bir mevzu mu peki?

Siyaseten güce tamah etmek ile ilgili. Güç karşısında ses çıkartmamak ile ilgili. Biz genelde, her şey bittikten sonra kavgaya tutuşuruz, olay başlamadan önce müdahale etmeyiz. Bundan bence.

 

"Bu ülkede örgüt zaten tehlikeli bir kavramdır ama örgütlü bir şekilde tepkini gösterebilirsen, taşları yerinden oynatabilirsin." 

Peki bu bizim doğru iletişim kuramamızla ilgili olabilir mi? Yani belki de gerekli çabayı ve çalışkanlığı gösteremediğimizdendir. Bizim de örgütlenmeyle ilgili bir sıkıntımız yok mu?

Kesinlikle. Ama unutmamak lazım, bu ülkede örgüt zaten tehlikeli bir kavramdır ama örgütlü bir şekilde tepkini gösterebilirsen, taşları yerinden oynatabilirsin. Ben örgütlülüğe inanan bir insanım.

 

Şöyle bir şey anlatayım: Ben bundan 4-5 yıl önce Kale Mahallesi'nde kentsel dönüşüm başlıyor diye Nevşehir'e gitmiştik. Başkan yardımcılarından biriyle görüştük. Dedik ki; "Kapadokya'yla özdeşleşen bir yer burası, yıkmayın. Böylece Kapadokya'daki turizmden pay alabilirsiniz." Tarihini, dokusunu, kimliğini anlattık başkan yardımcısına, hiç konuşmadı. En son "Siz benim başıma bela mısınız? Hemen şuradan kalkın gidin" dedi. Normalde , karşılıklı sözler söylenir, sesler yükselir, herkes gerilir. Hiç böyle bir şey yaşanmadı, direkt bizi tehdit etti ve zabıtalarla salondan dışarı attırdı. Bu duyarsızlıktır, ilgisizliktir.

 

HES'ler yapılıyor biliyorsunuz. Bu konuyla ilgili valiye gittik yine 3-4 sene önce. Kızılırmak üzerinde şu anda tam 9 tane HES var, bu sayıyı 22'ye çıkaracaklar. Projeler belli, her birinin ayrı ayrı ÇED raporları var. Erinmedim, 5-6 tanesini okudum. Noktası virgülüne, parantez içinde yazan değerlerine tüm metinler bire bir aynı, değişmiyor. Bitki örtüsü, hayvan yapısı, nemi, vs... Kopyalayıp yapıştırmışlar, altlarındaki firma isimleri ve imzalar farklı sadece. Kale Mahallesi için de ÇED istememişlerdi örneğin.

 

Ya da Himmetdede'deki altın madenini ele alabiliriz. Siyanürsüz altın elde edeceğiz dediler ama siyanür zehirlenmeleri başlayalı çok oldu. Kuş ölümleri, hayvan zehirlenmeleri inanılmaz derecede arttı, çalışan işçilerin yüz ve ellerinde döküntüler oluştu. Tabii ki toprağa da karıştığı düşünülüyor. Sonuçta en yakın köye sadece 6 km uzaklıkta. Bu havza derelerle ırmağa bağlı. Güçlü bir yağmur yağsa, siyanür tüm Kızılırmak havzasına yayılacak. Ve Nevşehir Borsalar Birliği Başkanı diyor ki; " Kalaba ve Himmetdede arasındaki bölgede siyanür seviyesi korkulacak dereceye yükselmedi hala". Neyi bekliyorlar?

 

Kısacası; herkesin bir araya gelmesi, bir ucundan tutması gerekiyor. Bir örgütlülük gerekiyor.

Bu güzel ve verimli sohbet için teşekkür ederim.

Arkitera, Haber: İLknur Sudaş, 11.06.2015

SEYİTÖMER 'HÖYÜK KAZISI'NA ÖDÜL

 

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığında yürütülen Seyitömer Höyük kazıları, bir dergi tarafından ödüllendirildi.


Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Anıl İça, Dekan Yardımcı Yrd. Doç.Dr. Burcu Çetin, Kütahya Ticaret Odası yetkilileri ve Kütahya’nın ileri gelen isimlerinin katıldığı tören Fen-Edebiyat Fakültesi Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.


Törende Arkeoloji ve Sanat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Nezih Başgelen tarafından Prof.Dr. Nejat Bilgen ve Seyitömer Höyük Kazısı’na ’2014 Yılı Başarılı Projesi Onur Ödülü’ verildi.
Prof.Dr. Bilgen aldığı ödül sonrası, “Bu ödül bizim için çok kıymetli, bu ödülü tüm kazı ekibim ve öğrencilerim adına alıyorum” dedi.


Ödül töreninin ardından Nezih Başgelen, ’Dicle’den Meriç’e Yeni Kazıların Bulguları Işığında, Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu’ konferansı ile katılımcıların Anadolu’nun tarihi yakından tanımasını sağladı.

Milliyet, 09.06.2015

TARİHE IŞIK OLACAK KAZILAR ONAYA TAKILDI

 

İzmir’in tarihini gün ışığına çıkaran, kent kültürüne ve turizme büyük katkı sağlayan arkeolojik kazılar, bakanlık sponsor sözleşmesi onayına takıldı. 6 aydır maaş alamayan arkeologlar bu durumdan olumsuz etkilendi, kazı başlamadığı için işşiz kalanlar oldu.

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin ana sponsor olduğu Agora, Antik Tiyatro, Yeşilova, Foça, Altınpark, Bayraklı kazılarına, İzmir Ticaret Odası ve kazıların yapıldığı ilçelerin belediyeleri destek veriyor. Sponsorluk anlaşması ise her yıl Kültür ve Turizim Bakanlığı tarafından yenileniyor. Bakanlığın ayırdığı bütçe ile kazılar en fazla üç ay sürebiliyor. Sponsor desteği olmadan ise kazıların devam etmesi imkansız hale geliyor. Manisa'da sponsorluk anlaşması bakanlıkça onaylanırken, İzmir kazıları ile ilgili protokolün imzalanmaması eleştiriliyor.

 

DHA'nın haberine göre, İzmirliler kazıların durmasının kent kültürünün ve turizminin gelişmesine balta vurduğunu belirterek, "Kentin 6 ayı boşa gitti. Anlaşmazlık varsa bir an önce çözülmeli. Kentin kültürü ile ilgili çalışmalarda bu tür pürüzler yaşanmamalı. İzmir bir turizm kenti. Turist kentin tarihini görmek için geliyor. Ne kadar çok eser ortaya çıkarsa o kadar çok turist gelir" sözleriyle tepki gösteriyor.

 

Kadifekale eteklerinde eski temaşalık ve dana meydanı olarak da bilinen Kubilay Mahallesi sınırları içinde kalan antik tiyatro çevresinde oturan vatandaşlar da tiyatronun bir an önce ortaya çıkarılmasını bekliyor. Kubilay Mahallesi Muhtarı Ünal Kalfa, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin milyonlarca TL'lik katkıları ile kamulaştırma bedeli ödeyerek antik tilyatronun açılması için çok büyük yatırımlar yaptığını belirterek, "Bu destekten en fazla antik tiyatro çevremizdeki mahallemiz değil tüm İzmir faydalanacak. Mahallemize daha şimdiden Japonya'dan ve Avrupa'dan antik tiyatroyu merak eden turistler ziyarete geliyor. Bir an önce kazıların başlamasını temenni ediyoruz" dedi

Yapı, 09.06.2015

DİYARBAKIR'DA GEÇMİŞ ONARILIYOR

 

 

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek, hizmete açılan Cemil Paşa Konağı Kent Müzesi’nde sergilenen ve sergilenecek tüm envanterler büyük özenle toplanmaya, arşivlenmeye ve onarılmaya devam ediyor.


Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nce, geçtiğimiz hafta hizmete açılan Cemil Paşa Konağı Kent Müzesi’nde, kentin kültür varlıklarını arşivleme ve toplama süreci büyük özenle devam ediyor. Toplanan eserler, titiz ve yorucu bir laboratuvar sürecinden sonra sergilenmeye uygun hale getiriliyor. Müze bünyesinde açılan laboratuvarda büyük bir eksiği tamamlamış oluyor. Kent müzesinde sergilenen bütün materyaller restoratör Aysel Aksüt’ün elinden geçiyor. Profesyonel olarak 15 yıldan beri Türkiye’nin birçok müzesinde tarihi obje ve eserleri aslına uygun bir şeklide onaran ve korumasını sağlayan Aysek Aksüt, Cemil Paşa Konağı Diyarbakır Kent Müzesi’nin laboratuvarında, yüzyıllardır saklı kalmış tarihi belge ve envanteri onarıp gün yüzüne çıkarıyor.


1998’de mezun olduktan sonra, Topkapı Sarayı merkez laboratuvarı Harem Dairesi ve Ayasofya Müzesi taban mozaikleri restorasyonunda üç yıl çalışan, ardından Zeugma kazılarına katılan Aksüt, Zeugma’yı hayatının dönüm noktası olarak tanımladı. Zeugma kazısında dört yıl boyunca İtalyan bir ekiple çalıştığını anlatan Aksüt, “Bu alanla hem onarım hem korumaya dair gerekli eğitimimi orada aldım. Orası benim için çok iyi bir okul oldu. Yabancı ekiplerle çalışmaya başlayınca aslında üniversitede hiç bir şey öğrenemediğimizi anladım” dedi.


“BİN 500 ENVANTER VAR”
Diyarbakır Kent Müzesi’ne gelen tarihi malzemenin bir bölümünün yurttaşlar tarafından hibe edildiğini bir bölümünü ise belediyenin satın alma yoluyla temin ettiğini belirten Aksüt, Diyarbakır’ın kültürüne ait her türlü malzemeyi kabul ettiklerini, çoğu Cemil Paşa ailesine ait olmak üzere şu an kayıtlı bin 500 envanterin olduğunu söyledi. Aksüt, “Ellerindeki tarihi malzemeyi bağışlama ya da satmaları konusunda insanları ikna etmeye çalışıyoruz. Başta tedirgin oluyorlar, malzemeyi koruyamayacağımızı düşünüyorlar, ama buraya gelip gördükten sonra rahatlıyorlar” diye konuştu.


“KENT MÜZELERİ DİYARBAKIR’I ÖRNEK ALMALI”
Bu tür laboratuvarların kurulmasının kültür varlıklarının korunması için çok önemli olduğunu ifade eden Aksüt, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin bu laboratuvarı açarak bir ilke imza attığını dile getirdi. Aksüt, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Umarım Türkiye’deki diğer kent müzeleri Diyarbakır’ı örnek alır. Tarihi eserleri görmek gelecek nesillerin de hakkı. Bu yüzden onları korumamız gerekiyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi de bu konuda çok değerli bir işe öncülük etti. Umuyorum diğer şehirlere örnek olur.”

Milliyet, 09.06.2015

SELAHATTİN BEYAZIT'A AİT MONHEİM YALISI İCRADAN SATILACAK

 

 

Galatasaray Kulübü eski başkanı işadamı Selahattin Beyazıt’a ait yalı icradan satışa çıkarıldı. Prenses İkbal Monheim Yalısı (Neslişah Sultan Yalısı) için belirlenen bedel 80 milyon 873 bin lira. Yalının icradan satışını ise Tekstilbank’ın istediği öğrenildi. İcradan satış ihalesinin ilki 11 Ağustos'ta yapılacak.

 

Üsküdar Kandilli Mahallesi’nde bulunan Monheim Yalısı’nın icradan satışı İstanbul Anadolu İcra Müdürlüğü’nde yapılacak. Yalı için belirlenen bedel 80 milyon 873 bin lira. İlk ihale 18 Ağustos’ta yapılacak. İlk ihalede alıcı çıkmaması durumunda 11 Eylül günü ihale yenilenecek.

 

Tekstilbank’ın, alacağına karşılık, satışa çıkardığı Monheim Yalısı daha önce de satışa çıkarılmış ancak, değerinin altında satışa çıkarıldığı için itiraza konu olmuştu. Yalı daha önce 40 milyon 811 bin liraya satılmıştı.


Yapılan itiraz doğrultusunda hazırlanan bilirkişi raporları ile yalının değeri yeniden belirlendi. Yeniden hazırlanan rapor sonrası yalının değeri de arttı.

 

2 dönüme yakın bir alan üzerine kurulu yalı bahçesi için “Bitki cenneti” ifadesi kullanılıyor. Yalının bahçesindeki bitkilerin değeri 1 milyon 304 bin lira olarak belirlendi. Söz konusu bitkiler arasında fıstık çamı için 290 bin liralık bir bedel belirlendi.

 

İcradan satışa konulan Prenses İkbal Monheim Yalısı 1971-72 yıllarında Dr. Mürse Saviç tarafından Mimar Sedad Hakkı Eldem’e yaptırıldı.

Hürriyet, 09.06.2015     

TARİHİ VAPURLARI SUYA GÖMECEKLER

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin körfez filosu yenileme projesi kapsamında emekliye ayırdığı Dokuzeylül ve Alaybey vapurları Karaburun’a gönderiliyor. Büyükşehir’in daha önceden satışa çıkardığı gemiler, Karaburun Belediyesi’ne bedelsiz olarak devredilecek. 1976 yılından beri İzmirlileri taşıyan gemiler batırılarak körfez turizmi için hizmet verecek.

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin vapurları Karaburun Belediyesi’ne devrediliyor. 1976 yılından beri İzmir sularında hizmet veren M/S Dokuzeylül  ve M/S Alaybey yolcu gemileri Büyükşehir tarafından körfez turizmini geliştirme projesi kapsamında Karaburun’a gönderilecek.

 

Bedelsiz devir

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin körfez filosunu yenileme projesi kapsamında kullanım ömrünü tamamlayan Alaybey ve Dokuzeylül gemilerini ilk olarak 2012 yılı sonunda ihaleye çıkarmış, ihale sonunda gemilere talip çıkmaması üzere Bostanlı İskelesi’nde beklemeye çekilmişti. Gemilerin satışının bir türlü gerçekleşmemesi nedeniyle Büyükşehir Haziran ayı meclisinde gemilerin devri gündeme geldi. Mecliste gündeme alınan maddeye göre demirbaş birim fiyat bedeli 517 bin 200 TL olan Alaybey ve 631 bin 487 TL değerindeki Dokuzeylül, bedelsiz olarak Karaburun Belediyesi’ne devredilecek.

 

Su altında körfez turizmine hizmet edecek

Ege'de Son Söz'den Onur Deniz'in haberine göre, Büyükşehir meclisine katılan Karaburun Belediye Başkanı Ahmet Çakır gemilerin kullanımı ile ilgili bilgi verdi. Gemilerin Karaburun Körfezi’nde batırılarak hizmet vereceğini açıklayan Çakır,” Gemiler Karaburun Belediyesi’nde turizm amaçlı kullanılacak. Belirlenen proje ile gemiler batık olarak kullanılacak. Böylece hem Karaburun’un dalış turizmini teşvik etmek amacıyla hem de körfezde balık popülasyonunu arttırmak için önemli katkı sağlayacak” diye konuştu.

 

1976’dan beri milyonları taşıdı

İki kardeş gemi olarak kayıtlara geçen Alaybey  ve Dokuzeylül 1976 yılında İzmir Alaybey tersanesinde inşa edildi. Uzmanlar, bu iki vapurun, İstanbul'dan İzmir'e gelenlerden farklı bir estetiği olduğunu, planı ve tasarımının Alaybey Tersanesi mühendislerinin özgün çalışması olduğunu belirtmişti. Gemiler 1976 yılından 2012’ye kadar 36 yıl İzmir körfezinde milyonlarca yolcu taşıdı. Büyükşehir’in körfez filosunu yenilemesinin ardından gemiler emekliye ayrıldı.

Yapı, 09.06.2015

LUCIAN FREUD'UN MEKTUPLARI SATIŞTA

 

Ressam Lucian Freud’un daha önce görülmemiş mektupları Sotheby’s Müzayedeevi tarafından satışa çıkarılıyor.

 

Freud’un ergenlik dönemindeyken şair Stephen Spender’a yazdığu mektuplar, çizimler ve sürrealist bir mizah da içeriyor. Uzun yıllardır Spender ailesinde olan mektupların 28 ile 42 bin sterlin arasında alıcı bulması bekleniyor. Sotheby’s Avrupa sorumlusu Oliver Barker, mektupların sadece mektup değil, sulu boya resimlerle süslü sanat eserleri olduğunu belirtti.

Milliyet, 09.06.2015

TUNCELİ'DE BİR KAYA MEZARININ TESCİLİ YAPILDI

 

Mazgirt İlçesi'nde bulunan bir kaya mezarının kültür varlığı olarak tescil edilmesine ve koruma altına alınmasına karar verildiği bildirildi.

 

Tunceli Valiliğinden yapılan yazılı açıklamada, İl Kültür Müdürlüğünün Mazgirt İlçesi'ndeki bir kaya mezarının tescillenmesi ve yine aynı ilçedeki bir höyüğün sınırlarının belirlenmesi için Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne başvuruda bulunduğu belirtildi.

 

Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü uzmanlarınca bölgede çalışma yapıldığına dikkat çekilen açıklamada, yapılan değerlendirmeler sonucunda Mazgirt İlçesi Eltihatun Mahallesi'nde bulunan kaya mezarının Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun ilgili maddesinin özelliklerini taşıdığı vurgulandı.

 

Göktepe Höyüğü'nün sınırları belirlenecek

Açıklamada, "Kaya mezarının korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmesine ve koruma altına alınmasına, Mazgirt İlçesi'ne bağlı Göktepe Köyünde bulunan ve birinci derece arkeolojik sit olarak tescilli Göktepe Höyüğü'n sit sınırlarının yeniden belirlenmesine ve alandaki kaçak kazı çukurlarının ilgili Müze Müdürlüğü denetiminde kapatılmasına" karar verildiği kaydedildi.

haberler.com, 09.06.2015

AİGAİ ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI

 

Yunusemre İlçesi Yuntdağı bölgesinde bulunan Aigai antik kentinde kazı çalışmalarına başlandı. Yaklaşık 6 ay devam edecek bu yılki çalışmalarda, ziyaretçilerin kenti daha rahat gezebilmeleri için antik yolların kazılarak açığa çıkarılacağı bildirildi.

 

Tarihi MÖ 8. yüzyıla dayanan Aigai antik kentinde 2015 yılı kazı sezonu başlaması dolayısıyla açılış etkinliği düzenlendi. 

 

Etkinlikte konuşan Aigai Kazı Başkanı Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ersin Doğer, 2004 yılından itibaren Aigai antik kentinde sürdürülen çalışmaların bu yılki bölümünün Manisa Büyükşehir Belediyesi'nin desteğiyle ivme kazandığını, 2015 dönemi çalışmalarının 6 ay sürmesinin planlandığını kaydetti.

 

Prof.Dr. Doğer, Aigai'deki çalışmaların kültürel ve kırsal turizmin geliştirilmesi açısından Manisa ve Yuntdağı bölgesindeki mahallelerin kalkınmasına katkı sağlayacağını sözlerine ekledi.

 

Aigai Kazı Başkan Yardımcısı Manisa CBÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Yusuf Sezgin ise yapılacak çalışmalar hakkında bilgi vererek ziyaretçilerin rahat gezebilmeleri için antik yolların açığa çıkarılacağını söyledi.

 

Sezgin, bu yıl Fransız ve Alman bilim adamlarıyla birlikte antik kentin mezarlık alanları ve sanayi mahallelerinde çalışmalar yapılmasının planlandığını kaydetti.

 

Konuşmaların ardından kazı alanında inceleme yapan Manisa Valisi Erdoğan Bektaş, Aigai'deki çalışmalara her türlü desteğin sağlanması gerektiğini ifade etti.

 

Etkinliğe Manisa CBÜ Rektörü Prof.Dr. Kemal Çelebi, Yunusemre Kaymakamı Yüksel Topal, Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Sudak, Yunusemre Belediye Başkanı Mehmet Çerçi, Manisa Arkeoloji Müzesi Müdürü Sevgi Soyaker ve Manisa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Halil Memiş de katıldı.

 

- Aigai Antik Kenti

Manisa'ya yaklaşık 49 kilometre mesafedeki Köseler Köyü yakınında bulunan ve Nemrut Kale adıyla anılan Aigai, Herodot'un bahsettiği Batı Anadolu 'daki 12 Aiol kentinden biridir. Çevreye hakim bir konumdaki kayalık bir tepe üzerinde bulunan kentin tarihi, MÖ 8. yüzyıla dayanmaktadır. MS 17 yılındaki depremde büyük ölçüde hasar gördüğü ve onarım geçirdiği, Hellenistik dönemde ise önemli bir ticari merkez olduğu belirlenen kentte surlar içinde üç katlı agora ve bu yapıyı taşıyan duvarlar, meclis binası, teras duvarlı stadyum, tiyatro ve Demeter Tapınağı gibi kalıntılar bulunmaktadır.

Radikal, 08.06.2015

ÜRDÜN'DE 14 BİN YIL ÖNCESİNE AİT KALINTILAR BULUNDU

 

 

Ürdün’ün Kara Çöl bölgesinde bir grup arkeoloji uzmanı, bir kaç yıldır sürdürdükleri çalışmalar sonunda tarih öncesi insanların tarımda kullandıkları teknikleri ortaya çıkardı. 14 bin yıl öncesine dayanan kalıntılar insanlık medeniyetinin bu bölgede yaşadığı çevre ve kültürle ilgili önemli delillere sahip. Eldeki bilgiye göre bölgenin o zamanlar daha fazla yağmurlu ve insan yerleşimine uygun olduğu anlaşıldı.

 

Kopenhag Üniversitesi’nden arkeoloji uzmanı Tobias Richter bulunan kalıntıların kendilerini şaşırttığını ifade etti: “Güneybatı Asya’nın bu alanında bulmayı ummadığımız bu delillerle karşılaşmak bizi çok şaşırttı. Tarım tekniklerini değiştirme eşiğinde olduğumuz buzul çağının sonundaki bu avcı toplayıcı topluluklar hakkında kafamızda oluşmuş düşünceler bu delillerle birlikte tamamen değişiyor. Günümüz hayatını bile etkileyen bu yeni uygulamaların kaynağı burası.”

 

Suriye sınırına bakan kayalık, kurak volkanik bazalt altından 14 bin yıl önce gömülmüş bir çocuk ve bir yetişkinin kemikleri bulundu. Kemiklerin, tohum ve diğer kalıntıların incelenmesi sonucu bilim adamları, insanların yerleşme ve büyük sosyal gruplar oluşturmasına yol açan tarım uygulamalarına bölgede 14 bin yıl önce başladığını keşfetti.

 

Kalıntı uzmanı Elin Estrup: “Farklı bitki türlerini tespit ettiğimizde karşılığında ne tür şeyleri yetiştirdiklerini anlarız. Şu an nasıl olduğunu hayal etmek imkansız çünkü her yer kurak çöl. Ancak şu bitki kalıntılarından anlıyoruz ki yıllar yıllar öncesinde buralar çok güzel ve yemyeşildi.”

 

Ekip zaman içinde çölde yapılacak daha ileri keşiflerle, iklim ve çevrede ne tür değişikliklerin olduğunu, ayrıca bölgenin insan medeniyetinin gelişimi üzerine olan etkisini anlamayı umut ediyor.

http://tr.euronews.com, Haber: Akif Altuntaş, 08.06.2015

GEZGİNLERİN GÖZÜNDEN İSTANBUL

 

 

Avrupalı gezginler, 1800’lü yıllarda İstanbul’a sık sık gelmiş, dönüşte de defterlerine şu notu düşmüşler: “Müslüman mezarlıkları, insanda hoş ve huzurlu bir dalgınlık yaratıyor.” İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde 17 Ekim’e kadar sergilenecek üstteki kare o fotoğraflardan biri.

 

Yukarıdaki fotoğraf, 1894 yılında Eyüp Mezarlığı’nda çekilmiş. O yıllarda İstanbul’a sıkça gelen Batılı gezginlerden birinin gözünden yansıyan kare, Haliç manzarasına, Piyer Loti tepesine ve mezarlıkların atmosferine dair nadir karelerden biri olsa gerek. Fotoğrafın kenarına iliştirilen not ise şöyle: “Haliç manzarasıyla özellikle Eyüp başta olmak üzere, Türk mezarlıkları, gezginler tarafından çok pitoresk (TDK: Resimsi) bulunuyordu. Hıristiyan mezarlıklarına kıyasla, servi ağaçlarının gölgesindeki Müslüman mezarlıkların insanda hoş ve huzurlu bir dalgınlık yarattığı Avrupalı gezginlerce tekrarlanıp durdu.” Fotoğrafın şimdiki sahibi, Osmanlı dönemi fotoğrafları ve efemera konusunda dünyanın sayılı koleksiyonerlerinden biri olan Fransız Pierre de Gigord. Bizi de oldukça etkileyen kareyi, birkaç ay önce Amerika’daki bir okuldan satın aldığını söyleyen Gigord, bir okulun arşivinde neden böyle bir kare bulunduğunu şöyle açıklıyor: “Çünkü Amerika’daki okullarda Doğu ile ilgili bilgi verilirken bu ve benzeri fotoğraflar kullanılıyor…”

 

Pierre Gigord ile Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün 2 Haziran’da açılan “Doğu’nun Merkezine Seyahat” adlı yeni sergisinde tanıştık. Sergide Gigord’un koleksiyonunun önemli bir kısmı sergileniyor ve gezginlerin 18. yüzyılda başlayan ve sonraki yüzyılda dönüşerek devam eden, Doğu topraklarına yolculuklarının İstanbul merkezli öyküsü anlatılıyor. Ekrem Işın ve Catherine Pinguet eş küratörlüğünde gerçekleşen sergi, kitle turizmi ve seyahat kültürünün 1850-1950 yılları arasındaki değişimine odaklanıyor. Fotoğraf, kartpostal, afiş, ilan, broşür, yemek mönüleri ve objelerin bulunduğu 160 parça civarında eserin yer aldığı sergi, Osmanlı’nın son dönem ve Türkiye Cumhuriyeti’nin erken dönem manzaralarını sunuyor.   

 

“Doğu’ya Seyahat” kavramının on dokuzuncu yüzyılda Avrupa’da ortaya çıktığını belirten Ekrem Işın, “18. yüzyıl sonundan 19. yüzyıl ortalarına kadar Doğu coğrafyası, arkeolog, dilbilimci, mimar, coğrafyacı, botanikçi ve din adamları tarafından bir odak noktası halindeydi. Bilginin kaynağına uygarlığın köklerini keşfederek ulaşmayı hedefleyen bu seyahatlerin insanları özgürleştirdiği söylemi oldukça yaygındı.” diyor. Bu seyahatler ile 1850’li yıllara kadar sürdürülen keşif eksenli araştırmacı dilin, Kırım Savaşı sonrasında yerini seyyah gruplarının Doğu kültürünü tüketici diline bıraktığını belirten Işın, seyahat yapan kişinin bilgi toplayıcı ve yorumlayıcı seyyah tipi değil, gizemli coğrafyaları hızla yağmalayan turist tipine dönüştüğünü anlatıyor. 17 Ekim’e kadar açık kalacak olan sergi, pazar günleri hariç hafta içi her gün saat 10.00-19.00 arasında görülebilir.

Zaman, 08.06.2015

FATİH'İN ÜNLÜ PORTRESİ SOTHEBY'S'DE SATILIYOR

 

 

Dünya müzayede devi Sotheby’s, daha önce müzayedeye çıkmamış nadir bir Fatih Sultan Mehmet portresini alıcıların beğenisine sunuyor. Büyük Osmanlı padişahı Fatih’i betimleyen ikili portre, Sotheby’s’in 8 Temmuz’da Londra’da düzenleyeceği Eski Ustalar ve İngiliz Resimleri Akşam Müzayedesi’nde satışa sunulacak.

 

Osmanlı Sultanı II. Mehmet’in (1432-1481) kendi döneminde ya da bu döneme yakın bir zamanda yapılmış ve günümüze kadar gelebilmiş üç yağlı boya portresinden biri olan bu tablo, müzayedesinin öne çıkan eserlerinden biri. 300.000-500.000 sterlin değer aralığında satışa çıkacak portre, türünün özel koleksiyonda bulunan son örneği. Padişahın yanında bir başka kişiyle birlikte betimlendiği bu bilinen yegane tabloda yanındaki figürün oğlu Cem Sultan olduğu düşünülüyor.

 

Ünlü Venedikli ressam Gentile Bellini’nin (1429-1507) atölyesinde çam panel üzerine yağlıboyayla yapılmış 33x45 cm boyutundaki bu nadir ikili portre, 200 yıldır aynı ailenin mülkiyetinde bulunuyor ve tarihinde ilk kez bir müzayedede satışa çıkacağına inanılıyor. Bu portrenin, Londra National Gallery’de bulunan, sanatçının İstanbul ’dayken 1480’de yaptığı ve müzayedeye girecek portrenin aslı olarak kabul edilen ünlü II. Mehmet portresiyle yakın ilişki içinde olduğu belirtiliyor.

 

“Fatih” ve “Büyük Türk” olarak bilinen Sultan II. Mehmet, 1453’te yalnızca 21 yaşındayken İstanbul’u Bizans İmparatorluğu’ndan alarak zengin bir Osmanlı başkenti haline getirmişti. Döneminin ünlü Venedikli ressamı Gentile Bellini, II. Mehmet tarafından İstanbul’a portresini yapmak üzere ve Vendik kültür elçisi olarak 1479’da davet edilmişti.

Radikal, 08.06.2015

DALİ'NİN, PİCASSO'NUN ELLERİ BU SERGİDE

 

 

Pablo Picasso, Auguste Rodin, Salvador Dali, Eugène Delacroix, Le Corbusier, Man Ray, Joseph Beuys, Georg Baselitz gibi isimlerin eserlerinin yer aldığı ‘Ellerin Büyüsü’ sergisinin açılışı geçtiğimiz gün yapıldı.

 

Dünyaca ünlü Plastik Cerrah Prof.Dr. Hans Zilch’in özel koleksiyonundan oluşan resim ve heykel sergisi İstanbul Odeabank’ın yeni sanat platformu O’Art’ta sanatseverlerin beğenisine sunuldu. İlk kez Berlin Üniversitesi’nde hocalık yaparken ünlü sanatçıların ellerle ilgili orijinal eserlerini biriktirmeye başlayan Prof.Dr. Zilch’in 30 yılda oluşturduğu ve 60 eserin bulunduğu koleksiyon, gittiği her ülkede aynı isimle sergileniyor. Zilch’in bu özel koleksiyonu şu ana kadar İzmir’de, Ankara’da, Antalya’da da sergilendi. Pharmactive İlaç’ın sponsorluğunda gerçekleşen sergi 28 Haziran’a kadar görülebilecek.

Zaman, 08.06.2015

TELESPHOROS'UN BAŞI 34 YIL SONRA BULUNDU

 

 

Türkiye 'nin en eski kazı alanlarından Perge antik kentinde 1981'de gün yüzüne çıkarılan heykelin eksik parçalarından, sağlık tanrısı Asklepios'un oğlu, iyileştirme tanrısı Telesphoros'un başı 34 yıl sonra bulundu.

 

Antalya Müze Müdürü ve aynı zamanda Perge Antik Kenti Kazı Başkanı Mustafa Demirel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentteki kazıların 1946 yılında başladığını kaydetti.

 

Demirel kazılarda, Türkiye'nin ilk kadın arkeoloğu Prof.Dr. Jale İnan tarafından, güney hamamında, milattan sonra 2. yüzyıla ait iki parça halinde, sağlık tanrısı Asklepios'un heykelinin bulunduğunu bildirdi.

 

Ayak ve gövdeye yakın iki parça ve onlara ekli bir çocuk vücudundan oluşan heykelin, müzeye getirilerek envantere kaydedildiğini anlatan Demirel, şöyle konuştu:

"Aradan 34 yıl geçti, hamamın hemen yanındaki Helenistik kulenin önünde cadde temizliği yapıyorduk. O çalışmalarda yüzeye yakın dolgu içinde bir çocuk başı çıktı. Arkadaşlar o anda bunun kime ve neye ait olduğunu bilmiyorlardı. Alanda belgelemesi yapıldıktan sonra envantere alınmak üzere müzeye getirildi. O süreçte bu başın Asklepios'un oğlu Telesphoros'a ait olduğunu gördüm. Müzemizin arka bahçesinde atıl olarak duran, iki parçadan oluşmuş Asklepios heykeli bir anda çağrışım yaptı. Bunun Telesphoros'un başı olduğu yönünde bir kanaat oluştu. Sonra restoratör arkadaşlarla baktık, birebir uyum sağladı. Dolayısıyla 34 yıl gibi uzun bir süre sonra Telesphoros'un başını bulduk ve yerine monte ettik."

 

- Yeni haliyle sergilenmeye başlandı

Demirel, aradan yıllar geçmesine karşın eksik olan parçanın bulunup, birleştirilmesinin kendilerini çok mutlu ettiğini dile getirerek, Asklepios'un eksik üst parçalarının da ilerleyen dönemlerde bulunmasını ümit ettiklerini belirtti.

 

Baş kısmının tamamlanmasının heykele bir canlılık kazandırdığının altını çizen çizen Demirel, "Yeni envanter numarasıyla bahçemize alıp ziyaretçilerin görüşüne sunduk" dedi.

Radikal, Haber: Sinan Özmüş, 07.06.2015

TARİHE VE ÇEVREYE DÜŞMAN YIKILASI BARAJLAR

 

 

Anadolu’nun binlerce yıllık uygarlıklarından Hasankeyf devlet zoruyla boşaltılıyor. Bakanlar Kurulu’nun Ilısu barajı ile ilgili kararının ardından yörede yaşayan vatandaşlara çıkarılan tahliye kararı sonrası , turistlerin yüzlerce mağaraya girişleri de yasaklandı. 

 

Kadim Anadolu’nun bir büyük uygarlığının kalıntıları daha ömrü 50 yıl olacak Ilısu Barajı’nın sularına teslim edilmek isteniyor.

 

2 bin 300 yıllık İnce Kemer Köprüsü'nü yutan sanatın dokuz perisinin gözyaşlarının doldurduğu Çine, 2 bin yıllık sağlık yurdu Allianoi’yu yok eden Yortanlı, 8 bin 500 yıllık kadim Anadolu uygarlığı Hasankeyfi yutacak olan Ilısu, 20 bin yarasaya mezar olan Havran, kutsal Munzur… Bu ülkede yıkılacak o kadar çok baraj var ki...

 

HASANKEYF'İ SIRLARIYLA GÖMECEKLER

Baraj gövdesinin yüzde 85’i biten Ilısu Barajı’nın bitmesine daha 2 yıl olduğu söylenmesine rağmen, TOKİ’nin yapmaya başladığı Yeni Hasankeyf’te sadece kamu binaları tamamlanmış durumda. Binaların inşaatına daha başlanmamışken yerlerinden-yurtlarından edilecek olan Hasankeyfliler ise on binlerce lira borçlandırılarak yeni yere taşınacaklar. Devletin sit korumasına aldığı ‘Kale Şehir-Hasankeyf’, çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle, mahkeme kararlarını aşarak sulara gömülecek. Oysa bilim tıpkı Allianoi gibi Hasankeyfin de sırrını daha çözebilmiş değil. Baraj Orta Çağ’ın en görkemli köprüsü, onlarca höyüğü ve sayısı bile tam bilinemeyen kültürel değerleriyle Hasankeyfi sırlarıyla yok edecek. Bu baraj su tutmamalı!..

 

İNCEKEMER YAKIŞIRDI ÇİNE’YE

Çine Çayının mitolojideki adı Marsias’tır. Bir çobandan almıştır adını. Flütünden Sanat Tanrısı Apollon’a kafa tutacak kadar eşsiz ezgiler çıkaran bir çobandır Marsias. Tarihteki ilk müzik yarışmasında Apollon ile yarışır. Kral Midas’ın hakemliğindeki yarışmada Midas biriciliği Çoban Marsias’a verir. Yenilgiyi kabullenemeyen Tanrı Apollon’un gazabı gecikmez. Midas’ın kulakları ‘iyi duyması’ için eşek kulaklarına çevrilirken, Marsias’ın ise derisi yüzülür. Sanatın dokuz perisi Marsias’ın bu acıklı sonuna o kadar üzülürler ki gözyaşları ırmağa dönüşür. Bugünkü Çine Çayı, mitolojideki Marsias Deresi bu gözyaşlarından doğmuştur. İncekemer Köprüsü Marsias’a adı gibi incecik bir şekilde 2 bin 300 yıl boyunca dolanmıştı. Köprünün efsaneleri de Marsias’tan az değildi. Yandaşa rant sağlama uğruna bugün İncekemer yok artık. Marsias Çayı’nın önüne dikilen dünyanın gövde yüksekliği en yüksek 6. barajı olan Çine Barajı İncekemerle birlikte yüzlerce dönüm tarlayı, bağı, bahçeyi, merayı yuttu. İncekemer “Devlet dersinde öldürülmüş bir çocuk” gibi kaldı anılarda. Sanat Perileri İncekemer’e ağlamamalı daha fazla. Bu baraj yıkılmalı! 

 

İLYA’NIN SU PERİSİ

Allianoi’yi gün yüzüne çıkaran Dr. Ahmet Yaraş, kazı sırasında doğan kızına Allianoi’nin yanından geçen İlya çayının adını verdi. İlya her geçen gün yeni bir güzelliği keşfedilen Allianoi ile büyüdü adeta. Her ortaya çıkarılan buluntu, her gün yüzü gören mozaik, sapasağlam 1800 yıldır olduğu yerde kalakalmış su perisi Nympe heykelinin sevinci İlya ile paylaşıldı. Tarım arazilerini sulamak için kurulacağı söylenen barajın altında kalacağı için kurtarma kazısı yapılıyordu Allianoi’ye. Ama ortaya çıkan güzelliklerin ömrü 50 yıl olacak bir barajın altında kalmasına kimsenin gönlü elvermedi. Başta onu santim santim ortaya çıkaran kazı heyeti olmak üzere onlarca kişi Allianoi’nin sular altında kalmaması için çabaladı, didindi. Sonunda barbarlık bir kez daha galip geldi. İlya’nın babasının, Ahmet Yaraş’ın elinden kazı izni alındı önce. Ortaya çıkarılan sütunları, kent duvarları, dehlizleri, meydanları Horasan harcıyla sıvanıp, Yortanlı barajının sularına terk edildiğinde hala dibinden termal sular kaynıyordu antik kentin. Dünyanın 1800 yıllık belki de tek termal şifa yurdu gözünün yaşına bakılmaksızın sulara terk edildi. Aradan geçen 5 yıla rağmen Yortanlı’nın suları hala tarlalara taşınabilmiş değil. Barajın kanaletleri dahi yapılmadı. Olan Allinoi’ye, Su Perisinin yurduna, İlya’nın çocukluğuna oldu. Bu baraj yıkılmalı!..

Evrensel, Haber: Özer Akdemir, 07.06.2015

ORPHEUS 35 YIL SONRA EVİNDE

 

 

Şanlıurfa’da kaçak kazıda çıkarılarak yurtdışına kaçırılan Orpheus mozaiği, 1821 yıl önce doğduğu topraklarda sergileniyor. Şanlıurfa Müzesi Müdürü Müslüm Ercan, eserin geçen ay hizmete açılan Şanlıurfa Müze Kompleksi’nde sergilendiğini belirtti. Mozaiğin 194 yılında işlendiği tahmin ediliyor. Mitolojide, eşini kaybeden Orpheus’un üzüntüsünden sürekli lir çaldığını ve tanrılara eşini geri vermesi için yalvardığını belirten Ercan, öyküyü şöyle anlattı: “Yeraltı tanrısından ‘Eşini yeraltından çıkarırken yüzüne bakmayacaksın’ diye bir cevap geliyor. Orpheus eşini yeraltından çıkarırken ışığa yaklaştığında yüzüne bakıyor ve eşini alamadan geri dönüyor. Orpheus, yeraltı ve ölümle ilgili olduğu için çok sayıda kaya mezarının zeminini süslemiş bir figür. Bizim mozaiğimizde de liriyle yabani hayvanları kendine mest ediyor ve hepsi toplanıp liri dinliyor.” Ercan, 1980’de Yakubiye bölgesindeki izinsiz kazıda çıkarılan eserin önce Avrupa’ya, sonra da ABD’ye götürüldüğünü aktardı.

 

DALLAS SANAT MÜZESİ’NDE BULUNDU

Eserin, Dallas Sanat Müzesi’nde sergilendiğinin tespit edilmesi üzerine girişimde bulunduklarını dile getiren Ercan, “Bakanlığımız konunun incelenmesiyle ilgili müzemize yazı gönderdi. Tarz olarak incelediğimizde Urfa bölgesinin tipik Süryani mozaikleriyle bire bir örtüştüğü anlaşıldı. Bakanlığımız, cumhuriyet başsavcılığı ve müzemizin yaptığı ortak çalışmayla detaylı bir altyapı hazırlanarak Amerika’dan iadesi sağlandı” dedi. Ercan, Türkiye’ye getirildikten sonra yaklaşık 1 yıl İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nde sergilenen mozaiğin, müzenin hizmete girmesiyle işlendiği topraklara döndüğünü sözlerine ekledi. 

Habertürk,07.06.2015

ÇAĞDAŞ SANATTAN KORKACAK BİR ŞEY YOK

 

 

Çağdaş sanattan anlamayacağınız endişesiyle ondan uzak duranlardan mısınız? Yoksa "Aman ne var ki bunda, benim beş yaşındaki çocuk da yapar" diyenlerden mi? Hasan Bülent Kahraman çağdaş sanat dünyasında hayatta kalma kılavuzu hazırladı.

 

Hasan Bülent Kahraman, Türkiye'de güncel sanat dünyasına büyük katkı sağlayan bir isim. Kahraman, sergiler, galeriler, müzeler, bienaller, fuarlar konusunda hayatta kalabilmeniz için bir kılavuz hazırladı. Bakmak Görmek Bir De Bilmek, Çağdaş Sanat dünyasında Hayatta Kalma Kılavuzu ismini verdiği kitabında, her şeyi tüm detaylarıyla herkesin anlayacağı bir dille anlatan ünlü akademisyen, hayatımızın ortasına oturan çağdaş sanatı anlatıyor.

- Çağdaş sanat nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
- Bir dönemler şiirin ve edebiyatın yaptığını şimdilerde çağdaş sanat yapıyor. Edebiyat, dünyanın görselleşmesine bağlı olarak hayatımızdan çekildi, daha özel bir ilgi alanına dönüştü. Halbuki 19. yüzyılın tamamını ve 20. yüzyılın çok uzun bir bölümünü edebiyatla geçirdik. Fakat dünya teknolojiyle birlikte görselleşti. Çağdaş sanat edebiyatın bir dönem yaptığı gibi toplumsal, tarihsel ve bireysel sorunlarla çok daha güncel olarak, hızlı biçimde ilişki kuruyor. Onlara yönelik tespitlerde, sorgulamalarda bulunuyor.

- Birçok kişiye zor geliyor ama çağdaş sanatı anlamak...
- Aslında çağdaş sanat bizim zannettiğimiz kadar kapsamlı, zor, güç bir şey değil. Öyle yanları da var elbette; onlar felsefecilerin, eleştirmenlerin ele aldığı yanlar... Esas itibariyle çağdaş sanat bakan herkesin kendisiyle kolaylıkla doğrudan bir ilişki kurabileceği bir alandır. Bu kadar verimli ve zengin dünyaya insanların bir takım önyargılarla uzak kalması gereksiz. "Zordur, anlaşılmıyor, bu da sanat mı?" gibi sorular sorarak, "Anlamadığımız bir dünya, bunun dışında kalalım" demek bence doğru değil. Çağdaş sanatı anlarsak, kendi hayatımızla ilgili, toplumla ilgili, dünyayla ilgili, politikadan kültüre kadar her türlü sorunun sorulduğu bir alanla iç içe geçmiş oluruz.

- Çağdaş sanat ve modern sanat kavramları karışıyor ama birbirinden farklılar...
- Modern sanat, daha çok akılla, kültürle ve daha ileri bir takım sezgilerle anlaşılabilecek bir sanat olarak ortaya çıktı. Bugün bile Picasso'nun resmi hazmedilmiş bir resim değil. Bugün Picasso'nun resmine bakıp hayranlık duyuyorum ama ortaya koyduğu çizgi, figürasyon, gündelik hayatta bizim karşılaştığımız bir gerçekçiliğe dayalı değil. Çağdaş sanat öyle değil. Çağdaş sanat modern sanatın tükenmesinden sonra ortaya çıktı. 1960'larda kendini gösterdi. Amerikan pop sanatı, modern sanatın zor, içe dönük, kapalı, izleyiciyi dışarıda bırakan tavrına karşı doğdu.

HERKESE HİTAP EDER
- Dünyayı değiştiren olaylar da sanatta dönüşüme yol açtı değil mi?
- Dünya 1980'lerden itibaren müthiş bir dönüşüm geçiriyor. Berlin duvarının yıkılması önemli bir sembol ama o 80'lerin sonu... Halbuki 80'lerin başında dünya dönüşmeye başlamıştı. Teknoloji yavaş yavaş doğdu. 90'lar hızla devam etti, 2015'e geldik. Çok ötede bir yerdeyiz artık. Dünyanın değişiminin getirdiği yeni sosyoloji, toplumsal yapılar, anlayışlar, insanlararası ilişkiler, politik yapılarda kendini gösteren farklılaşmayı modern sanatın kapalılığıyla ifade edemeyiz. Çağdaş sanat tüm bunlara sorular sorup, cevaplar verme alanı olarak ortaya çıktı. 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması, 11 Eylül sonrası, bugün karşımıza çıkmış olan yeni sosyolojik politik gelişmeler sanatın büyük ölçüde dönüşmesine yol açtı. Toplumsal olaylar bize sürekli yeni sanat dilleri getiriyor. O yüzden çağdaş sanatı dünyayla kurulmuş bir ilişki olarak görmek lazım.

- Nedir bu çağdaş sanat?
- Çağdaş araba tasarımı, çağdaş moda, çağdaş mimari dediğim zaman gözünüz önüne bir şey gelmiyor mu? Geliyor. İşte gözümüzün önüne o alanlarda ne geliyorsa, sanat dünyasında da bunun bir yansıması olan şeyler gözümüzün önüne gelmeli. Bugünün sanatı Rönesans sanatı değil, Picasso'nun sanatı değil.

- "Korkmayın" diyorsunuz yani...
- Çağdaş sanat, modern sanatın ürkütücülüğünü yıkıp çok daha yakın ilişki kurmak adına yapılmış bir sanat dilidir. Bunu ayrı kategorilere çıkarıp, filozofik açıdan da yorumlayabilirim ama aşağıda bir sergi var. Bu alanın en uzak insanı bile o sergide kendisiyle bir ilişki kurabilir. Hiç korkacak bir şey yok!

- Geldik bir eserin önüne nasıl okuyacağız?
- Kendinizi akışa bıracaksınız... Okumak nasıl bir öğrenme süreci ise, sanatla ilişki de böyle bir süreç. Bir şarkı dinlediğimizi düşünelim, onu dinlerken illa analiz etmiyoruz. Bazen melodisi, bazen sözleri, bazen yorumcunun sesi hoşumuza gidiyor. Tüm bunlar şarkılarda, edebiyatta oluyor da, neden sanatta olmasın?

- Bu bize modern sanatın getirdiği ürküntü.
- Eğitim sistemine bağlı olarak, Rönesans estetiğini kendimize esas almışızdır. Rönesans estetiği çok görkemlidir ve etkileyicidir. Empresyonizme kadar da devam eder. Doğa hala aynı doğadır, empresyonizm, izlenimciler onu farklı bir biçime sokmuştur ama ağaçlar, kırlar, güneşin batışı, karların yağışı, görkemli vücutlarıyla İncil'in Tevrat'ın hikayelerini canlandıran insanlar... Böyle bir estetik öğretildiği için bize, çağdaş sanatta da aynı estetiği arıyoruz. Ve o birebir tekabüliyetleri bulamayınca, "Bu nasıl estetiktir" diyoruz. Bugün Henry Ford'un yaptığı arabaya binmiyorsak, onun yerine Ferrari, Lamborgini, Mercedes'i Ford'un arabasının yerine tercih ediyorsak, neden bunu sanatta yapmalıyım? Beş tane sergi gezdikten sonra insan o önyargılarını aşar, kilitlerini çözer.

- Türkiye'de bir çağdaş sanat sohbetinde sözü edilen en önemli sıkıntı başlıklarından biri nedir?
- Çağdaş sanatın eleştirmeni yok. Bu konuda her alana yatırım yapıldı, eleştirmen yetiştirilmedi. Yani yumurtasız omlet yapar gibiyiz.

İŞ DÜNYASI ÇAĞDAŞ SANATLA MEŞRUİYET KAZANIYOR
- Sanatı desteklemek çok cazibeli bir hal aldı. Destekleyenler bilerek mi destekliyor?
- İkiye ayıralım, bu iş Batı'da olduğunda bilerek destekleniyor. Bizde de bilmeye başladıkları için destekliyorlar. Bu önemlidir. Ressamlarımızı, sanatçılarımızı destekleyen işadamlarının bu faaliyetlerini daha geliştirmelerini dilerim. Sadece bir sanatçıyı desteklemekle kalmayıp, bu alanın üretimine daha geniş katkıda bulunmalarını isterim. Bir sanatçımızın yurtdışında desteklenmesinde herhangi bir eleştiride bulunmanın bir anlamı yok. Keşke 10 tane işadamımız, 10 tane sanatçımızı desteklesin. İsterse bu sanatçılarımız, benim kendi kişisel değerlendirmem içinde hiç de önemli olmayan sanatçılar olsun. Hiç önemli değil. Bu işler böyle başlar, böyle devam eder. Ayıklamalar zamanla olur. Bu işadamları emeklerini ve katkılarını içeriye de yöneltirlerse bence çok daha doğru bir iş yapmış olurlar. Artık bugün iş dünyası çağdaş sanatla ilişkili olmadan bir meşruiyet kazanamayacağının farkında.

- Ne anlamda bir meşruiyetten söz ediyorsunuz?
- Bu işin bir sosyal boyutu var. Bunun dışında bugün çağdaş sanat yatırım yapılan bir alan. Çağdaş sanat yatırımın da ötesinde insanın dünyayla bağlı olduğunu, kurumun çağdaş bir etkinlik içinde bulunduğunun, güncel olduğunun bir göstergesi. Buna kapalı kalmak o kurumun biraz daha geçmişe dönük bir kurum olduğu izlenimini veriyor. Bugün Louis Vuitton milyarlarca para kazandıktan sonra Paris'te Frank Gehry'ye bir vakıf binası yaptırarak paralarını orada harcıyor. O binanın bir sosyal boyutu var. Bu sosyalleşmenin bir zorunluluğu olarak görüyor.

Sabah, 07.06.2015

ERMENİ PAVYONU'NDAKİ ANADOLU

 

Venedik Bienali'nde en iyi ulusal pavyon ödülü alan Ermenistan, diyaspora sanatçıların işlerinde oluşan bir sergi hazırlamış. Evet konu 'soykırım' ama kaba saba bir propaganda yerine bir halkın hafızasına, kimliğine odaklanan mekanla çok iyi ilişki kuran etkileyici bir sergi.

 

 

Venedik Bienali hakkında bu yıl çok yazdım. Ama İstanbul Artnews'da uzun uzun anlattığım Ermenistan Pavyonu'na değenmezsem olmaz. O nedenle seçim fırtınasından önceki sessizliğin çöktüğü bu cumartesi gününü konuya ayırayım istedim...

 

Venedik Bienali'nde bu yıl Altın Aslan’ın sahibi Ermenistan Pavyonu oldu. Kimilerine göre bu tamamen politik bir tercihti. Belki de öyledir. Ama neyse ki Ermeniler çok da güzel bir sergi hazırlayarak pek çok ulusal pavyondan daha iyi bir performans ortaya koymuş ve bu ödülü hak etmişti. Benim Venedik'te çok beğenerek gezdiğim bu sergi, aslında 'ulusal pavyon' ve 'uluslararası sergi' kavramlarını da tartışmak için iyi bir fırsat veriyor. İyi kurulmuş, mekanı çok iyi kullanan, ortak bir tema etrafında yeni fikirler dile getirebilen, yaratıcı bir sergi olduğu için hemen hemen herkesin beğenisini topluyor. Serginin bir başka özelliği ise, Türkiye pavyonu ile burası arasında köprü kuran Sarkis'in varlığı.

 

Ermenistan Cumhuriyeti Ulusal Pavyonu, San Lazzaro adasındaki Mıkhıtarist Manastırı'nda izleyiciye buluşuyor. Teması 'Armanity' yani Ermenilik. Ermenistan Cumhuriyeti yerine Ermeni diyasporasından sanatçıların katıldığı bir sergi bu. Küratörü Adelina Cüberyan v. Fürstenberg. 

Ermenistan'ın 'soykırım' temalı bir sergi hazırlığı içinde olduğu biliniyordu. Türkiye'yi doğrudan suçlayacak ve zor durumda bırakacak bir sergi olacağı izlenimi merakımı artırıyordu. Sergiyi gezerken şunu gördüm ki Ermenistan hiç de kışkırtıcı, kaba saba bir propagandaya tevasül etmeden Ermeni halkının derdini, acısını anlatan 'güçlü' bir sergi hazırlamış.

 

Serginin yer aldığı San Lazzaro adası da ayrıca önemli bir mekan. Sadece Ermeniler için değil, Türkiyeli herkes için. 18. yüzyılda katolik Ermeni tarikatı Mıkhitaristler tarafından alınan ada bir manastıra dönüştürülüyor. Mıkhitaristler, Ermeni toplumunun aydınlanması için önemli bir tarikat. Cemaatin en iyi okulları Mıkhitarist okulları olduğu söylenir. Venedik'teki bu ada adeta yüzen bir matbaa. Neredeyse her alfabeyle basılan kitaplar dünyanın dört bir yanına dağılmış. Bir kaç yıl önce Mehmet Fatih Uslu'nun dilimize çevirdiği San Lazzaro Sahnesi adlı kitaptan öğrendik ki ilk Türkçe oyunlar da 18. yüzyılda bu manastırdaki Ermeni rahipler tarafından yazılıp oynanmış.

 

Bir müze gibi düzenlenmiş manastırda Ermeni sanatçıların işleri de güzel yerleştirilmiş. Manastırın geniş bahçesinden, manzaralı kulelerinden, loş salonlarına kitaplar ve resimlerle kaplı duvarlara yayılıyor. Sergiyi düzenleyenler 'Ermenilik' kavramının yerinden edilme, toprak, adalet ve uzlaşma gibi çağrışımları olduğunu, dolayısıyla dünyanın farklı yerlerinde doğan bu sanatçıların kimliklerinde bu kavramları barındırdığını, serginin sınırlar ötesi bağlar kurduğunu anlatıyor.

Öte yandan Ermenistan Pavyonu bir yanıyla ulusal değil uluslararası sergi düzenlemiş gibi. Ermenistan Cumhuriyeti'nin ulusal kimliğinin en önemli yılında, ülkenin gözde sanatçıları yerine dünyanın dört bir yanında yaşayan ve hemen hepsi başka ülkelerin pasaportlarını taşıyan sanatçılardan bir sergi düzenlemeyi tercih etmişler. Ayrıca Ermenistan Pavyonu, Giardini'deki dışarıdan süslü ve albenili, içeride ise her biri birer 'beyaz küp' olan pavyonlara karşı mekanın özgünlüğü ile de farklı bir yerde duruyor.

 

Sarkis, Venedik'te sadece Türkiye'nin değil, Ermenistan'ın da göz bebeğiydi. Dört parça işle Armenity sergisinde yer alan sanatçı, manastır kilisesinin hemen girişinde karşımıza çıkıyor. Vitraylarından ikisi iki köşede ve hemen kapının yanında metal bir rafa tutturulmuş, bir defter gibi tek tek açılıp bakılabilen otuz kağıt levha üzerinde otuz küçük ahşap heykel. En üstteki elini bize uzatmış bekleyen bu ahşap heykelciklerin tamamı aynı boyda. Çeşitli formlar arasında gidip gelen bu heykelcikler, tabii ki Sarkis'in kapsama alanına giren Afrika sanatına doğrudan bir göndermede bulunuyor. Başka bir yerde karşınıza çıkan, dantellerin üzerine konmuş altın varak kaplı kemikler ise 160 bin yıllık bir geçmişi simgeliyor. Sarkis’in dışında da bizim için tanıdık başka isimler var bu sergide. Mesela genç sanatçı Hera Büyüktaşçıyan. Türkiye'den katılan Hera Büyüktaşçıyan, hiç ulusçuluk yapmadan söyleyeyim, serginin en ilgi çekici işlerinden birine imza atmış. (Lord Byron'ın odasındaki dil ve harflerle ilgili işleri başka bir yazıda anlatmıştım.)

 

Büyüktaşçıyan'ın odasının hemen karşısındaki büyük salonda ise adı Türkçe olan bir iş var: Hastayım Yaşıyorum. Lübnanlı sanatçı Haig Aivazian, Türk müziği üstadlarından udi Hrant Kenkulian'ın anısına bir ud tasarlamış. Teli de deliği de olmayan bütün sesini, yankısını kendi içinde saklayan, kendi içine atan bir ud....

 

Manastırın giriş katında, matbaa malzemelerinin sergilendiği koridorda yine İstanbul’a ait bir iş var. İşin sahibi ABD’de yaşayan bir Suriyeli, Nigol Bezjian. Bu yılki Çanakkale Bienali'nde Osmanlı ordusundaki Ermeni askerlerle ilgili harika bir işle dikkatimizi çekmişti Nigol Bezjian. Bu kez de İstanbul'un unutulmuş Ermeni yayınlarını hatırlatıyor bize. Bezjian, vitrinlere haftalık Aztag gazetesinden küpürler koymuş. Tanık/olunmuş (Witness/ed) adlı iş, 1909 Adana Katliamı'nı anlatan bir şairin, 1915 de katledilmesi haberini arka arkaya veriyor. Onca yazı ve küpürün içinden ikisi, demir leblebi etkisi yapıyor.

 

Nina Katchadurian'ın aksanlar, Mekhitar Garabedian'ın adlar, Yervant Gianikian'ın masallar hakkındaki işleri ve Anna Boghiguian'ın (kendisi bu yılki İstanbul Bienali'ni hazırlayan Bakargiev'in beyin takımında da yer alıyor) kuşlar eşliğinde Ani'yi anlatan enstalasyonu da serginin güçlü, dikkat çeken köşeleriydi. Bir kayıkhaneyi, bahçeyi, keşişlerin resimlerinin üst üste asıldığı bir salonu, bir kütüphaneyi ya da bomboş bir odayı dönüştüren bütün bu işlerin tabii ortak yanlarından biri de Anadolu. Ermeni halkının yolda milyon ölü bırakarak terk etmek zorunda kaldığı Anadolu. İçinden Tokat, Gaziantep geçen, Osmanlı paşalarının hatta Cumhuriyet'in kurucularının görüntüleriyle karşılaştığınız bir sergi. Evet, bu serginin kötü adamı biziz. Bu gerçeği değiştiremeyiz. Ama belki de yapılacak en iyi şey, bunu bilerek bakmaya ve başka fikirler görmeye çalışmak.

 


St Lazzaro Adası


Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 07.05.2015

BRITISH MUSEUM, SURİYE'DEKİ YAĞMALANAN ESERLERİ KORUMA ALTINA ALDI

 

 

Her ne kadar savaş bölgelerindeki tarihi eserlerin korunmasına yönelik Lahey Sözleşmesi’ne imza atmayan Büyük Britanya, Suriye’de İŞID tarafından yağmalanan eserleri koruma altına aldıklarını açıkladı. British Museum’dan yapılan açıklamaya göre, eserler korunacak ve savaştan sonra ülkeye iade edilecek.

 

İngiltere’nin ünlü müzesi British Museum, Suriye’den özellikle IŞİD tarafından yağmalanıp kaçırılan paha biçilmez tarihi eserleri izleyip “koruma” altına aldıklarını ve bunları ülkeye geri dönecekleri gün için sakladıklarını açıkladı. Benzer bir görevi daha önce Afganistan için de yaptıklarını ve eserleri ülkelerine geri döndürmeyi başardıklarını dile getiren British Museum yöneticisi Neil MacGregor, yağmalanan ve ülkeden kaçırılan tarihi eserleri korumak için önemli bir rol üstlendiklerini söyledi.

 

İngiltere hükümetinin tarihi eserleri korumak için uluslararası sözleşme imzaladığının altını çizen MacGregor, BM’in yasaklamasına rağmen, IŞİD militanlarının Suriye’nin tarihi eserlerini ülkeden kaçırarak ülkenin kültürel mirasını yağmalayıp sattıklarını, bu yolla kendilerine finans sağladıklarını ifade etti. Ancak MacGregor, Suriye’den kaçırılan ve sonra kendileri tarafından korumaya alınan tarihi eserlerin “hangileri” olduğunu ve “nerelerden geldiğini” açıklamadı. MacGregor, “Önemli olan ülkenin kültürel mirasını korumuş olmamızdır” dedi. MacGregor, ülkesinin siyasetçilerine de sitem ederek, “Savaş bölgelerindeki tarihi eserlerin korunmasına yönelik uluslararası LaHaye Sözleşmesi’ni, sadece BM Güvenlik konseyi üyesi Büyük Britanya imzalamadı” dedi.

 

ELGİN MERMERLERİ İADE EDİLMEDİ

Buna karşılık, British Museum, Yunanistan’dan 1816’da yasadışı yollardan kaçırılan Elgin Mermerleri’ni Yunanistan’a iade etmeyi reddediyor. Suriye’deki kültürel ve tarihi eserlerin savaş yüzünden yok olması, “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük kültürel yıkım” olarak adlandırılırken, IŞİD militanlarının geçen haftalarda ele geçirdikleri 2 bin yıllık Roma kenti Palmira’yı da yok etmesinden korkuluyor. Suriyeli yetkililer, IŞİD, antik kenti ele geçirmeden önce Palmyra’daki antik heykelleri güvenli bir yere nakletmeyi başardıklarını, ancak büyük tarihi anıtları taşıyamadıklarını açıkladı. Bu arada Suriye’de bazı gönüllülerin neredeyse 2 bin yıllık tarihi eserleri korumak için hayatlarını riskte attıkları bildiriliyor. Savaşan kaçan binlerce sivilin de tarihi eserlerin bulunduğu alanları “güvenli yer” olarak gördükleri ve buralarda yaşamaya başladıkları da Suriye’den gelen haberler arasında.

Taraf, 07.06.2015

SARAY BAHÇESİNDEKİ HEYKEL TARTIŞMA YARATTI

 

 

İngiliz heykeltıraş Anish Kapoor’un Fransa ’daki 17'inci Yüzyıldan kalma Versailles Sarayı'nın bahçesine yerleştirdiği, “Kirli köşe: Kraliçe’nin cinsel organı” isimli dev vajina heykeli ülkede tartışma yarattı. 

 

Hürriyet'te yer alan habere göre, Kapoor, paslanmış metalden yapılmış ve kayalarla çevrelenmiş 60 metrelik dev heykelin oldukça provokatif olduğunu kabul etti ve Versailles Sarayı yöneticilerine cesur davranıp eserini sergilemeyi kabul ettikleri için saygı duyduğunu belirtti.

 

 

Uzmanlar, heykelin kıtlık sırasında fakir Fransız halkına “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” dediği iddia edilen ve uzun süre Versailles Sarayı’nda ikamet eden Kral 16’ncı Louis’in eşi Marie Antoinette’den esinlenerek yaratıldığını düşündüklerini söyledi.

 

 

SOSYAL MEDYADA TEPKİ GÖSTERDİLER

Büyük tartışma yaratan heykel, başta Versailles Belediye Başkanı François de Mazieres olmak üzere bazı kesimlerin tepkisini çekti. Heykelle ilgili tepkilerini sosyal medyada dile getiren Fransızlar ise bu durumun oldukça uygunsuz olduğunu söyledi ve birçok ailenin çocukları ile birlikte Versailles Sarayı bahçelerini ziyaret ettiğine dikkat çekti.

Radikal, 06.06.2015

DANİMARKA'DA 4 BİN YILLIK EV BULUNDU

 

Danimarka'nın Frederikssund şehrinde tren yolu çalışmaları sırasında 4 bin yıllık ev bulundu.

 

Roskilde Müzesi'nden arkeologların yaptığı araştırmada 46 metre uzunluğunda ve 7 metre genişliğindeki evin, 4 bin yıl öncesine ait olduğu ortaya çıkarıldı.

 

Kuzey Avrupa ülkelerinde bulunan en büyük evler arasında olduğu belirtilen yapıda zamanında önemli bir kişinin oturduğuna dikkat çekildi. Evin güney tarafının depo ve ahır olarak kullanıldığı tahmin ediliyor.

 

Roskilde Müzesi'nden arkeolog Palle Östergaard Sörensen, evin çok ender rastlanan türden olduğuna dikkati çekerek, "Normalde Sjaelland Adası'nda toprak zemin sert olduğundan bulduğumuz evlerin genelinde eksik parçalar oluyordu ancak bu evin yapımında çok sağlam odunlar kullanılmış. Bu kadar sene bu şekilde kalmış olması hayret verici" diye konuştu.

 

Sörensen ayrıca çok büyük olmasından dolayı evin etrafında aynı tarihlerden kalan daha küçük yapıların da bulunabileceğine işaret etti ve "Vinge evi" ismini verdikleri yapının tamamını gün yüzüne çıkardıkça içinde kimlerin yaşadığına ve o döneme dair bilgilere ulaşmayı umut ettiklerini de sözlerine ekledi.

 

Sörensen son olarak kazı çalışmaları esnasında milattan önce 500 ile 1000 yılları arasına ait birçok küçük yapının kalıntılarına da ulaştıklarını da bildirdi.

Time Türk, 06.06.2015

BURSA'DA ROMA DÖNEMİNE AİT TAPINAK TAŞI ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Bursa’da jandarmanın yaptığı operasyonda Roma dönemine ait olduğu düşünülen, tapınak taşı, mezar steli ve rölyef ele geçirildi.






Edinilen bilgiye göre, Bursa İl Jandarma Komutanlığı ekipleri yaptıkları istihbarat çalışmaları neticesinde İ.Ö. (48), M.Y. (28) ve T.A.’nın (23) İzmir ve Kütahya’dan izinsiz kazı yaptıkları ve tarihi eser bulduğunu tespit etti. Şüphelilerin Bursa’ya geleceği bilgisine ulaşan ekipler, araçların plakasını tespit etti. Bursa ve Orhaneli jandarma ekipleri Orhaneli-Harmancık karayolu güzerganı Küçükorhan Köyü yol ayrımında aracı durdurdu. Aracın bagajına gizlenmiş bavul içerisinde aslan başı heykeli, Roma dönemine ait olduğu sanılan tapınak taşı, mezar steli ve rölyef ele geçirildi. Tarihi eser niteliği taşıyan heykel ve rölyeflere Bursa Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.
Olayla alakalı 3 şüpheli adliyeye sevk edildi.

 


Milliyet, 05.06.2015

2 BİN YILLIK ROMA LİMANI YENİDEN YÜKSELECEK

 

 

Ankara Üniversitesi, binlerce yıllık tarihi canlandırmak için düğmeye bastı. İzmir’in Urla İlçesi'nde, Roma dönemine ait bir liman gerçeğine uygun şekilde inşa ediliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Urla Belediyesi işbirliğinde hayata geçen proje kapsamında, dünyada ilk kez 2 bin yıllık bir liman aynı yerinde aynı donanımlarla yeniden hayat bulacak.
 

Proje hakkında bilgi veren Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (ANKÜSAM) kurucusu ve Liman Tepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal, “Dünyada başka örneği olmayan bir proje. Tekne ve silahların hazırlanması çalışmalarına başladık. Bir yıl içerisinde detaylı inşaata başlayacağız” dedi.

 

ERKEN ROMA DÖNEMİNE AİT

O döneme ait mancınıkların dahi limanda yer alacağını söyleyen Erkanal şunları söyledi:

“Limanda yüklerin depolandığı, kayıtların tutulduğu binalar oluyor. Bunları inşa edeceğiz. Daha geç bir dönemde limanda küçük bir kilise bulunduğunu belirledik. Ama biz erken Roma dönemine ait bir liman yapacağız. Bunlar Urla Belediyesi’nin tahsis ettiği arazi üzerine inşa ediliyor. Gemilerin yapımına başladık. Erken Roma dönemine ait en az iki tekne yapacağız. Bittiğinde turistik ziyaretlere açık bir alan olacak. Bu limanı canlı tutmaya çalışacağız. Ziyaretçiler Roma tekneleriyle Ege’nin mavi sularında seyahat yapma imkanına kavuşacak.”

 

“TURİZM İÇİN ÖNEMLİ PROJE”

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erkan İbiş, projenin Türkiye turizmi açısından önemli olduğunu kaydetti. Roma İmparatorluğu dönemindeki limanda ne varsa hepsini canlandıracaklarını dile getiren Erkan İbiş, “Kültür kavramına karşı Ankara Üniversitesi’nin bakış açısı her zaman büyük değer verir nitelikte olmuştur. Burada aynı yıllar önce Romalıların yaptığı limanın birebir halini yansıtacağız. Dünyada başka örneği yok. O günlerde kullanılan araç gereçler, tekneler, yükleme araçları birebir, aslına uygun şekilde yapılıyor. Hem üniversitemiz hem de Türkiye turizmi için gurur verici ve çok önemli bir projedir” diye konuştu.

 

Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar ise “Üniversite ile çalışmak bizim için çok önemli. Kültür ve turizme katkısı olacak her adımı atmaya hazırız” ifadesini kullandı.

Posta, 05.06.2015

PİSİDİA ANTİOCHEİA'DA KAZILAR BAŞLADI

 

 

Isparta'nın Yalvaç İlçesi'nde bulunan Pisidia Antiokheia antik kentinde bu yılki kazı çalışmaları başladı.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Mehmet Özhanlı, bu yıl UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmeyi hak edecek değerdeki Men Tapınağı'nda da çalışma yapılacağını söyledi.

 

Pisidia Antiokheia antik kentinde Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) tarafından yürütülen kazı çalışmalarında 6'ncı yıla girildi. 2009 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla SDÜ adına kazı çalışmalarını yürüten Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mehmet Özhanlı, 2015 kazı çalışmalarının başladığını belirtti. 1 Haziran tarihi itibariyle kazı ruhsatının geçerli olduğunu aktaran Prof.Dr. Özhanlı, bugüne kadar yürütülen çalışmalarda kentin ana caddelerini ortaya çıkardıklarını kaydetti.

 

Roma hamamı, tiyatro, Roma villası gibi yapılarda önemli gelişmeler olduğunu aktaran Prof.Dr. Özhanlı, "Kentin ana caddelerinden Cardo Maksimus'ta caddeye 2 cepheli olarak yapılar meydana çıkarıldı. 2012 yılında yapılan kazıda caddenin üst bölümünde bulunan Roma villasında, bu yıl restorasyon çalışması yapmayı planlıyoruz. Kazıda ise kentin güney caddesinde çalışmalarımız olacak" dedi.

 

MEN TAPINAĞINA KAZMA BU YIL VURULACAK

Bu yılki kazılarda özellikle ilçenin doğusundaki Özbayat Köyü'nde tepeye kurulmuş Men Tapınağı'nda da çalışma yapacaklarını vurgulayan Prof.Dr. Özhanlı, "Men Tapınağı, UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmeyi hak edecek kadar değerli bir yer. Bakanlığa burada çalışma yapmak üzere daha önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da başvurmuştuk. Bakanlık yetkilileri gerekli ruhsatı verdi ve bu yıl bu alanda da çalışma yapacağız. İlk olarak toprak yüzeyinde olan eserleri restore ederek yerlerine yerleştireceğiz. Kazı çalışmalarını daha sonraki yıllarda yapmayı planlıyoruz" diye konuştu.

Gerçek Gündem, Haber: Nurettin Arkan, 05.06.2015





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi