28 Haziran - 4 Temmuz 2015
|
REZA ZARRAB'IN
YALISINDAKİ ASANSÖR VE KAÇAK KAT YIKILACAK
17 Aralık
yolsuzluk soruşturmasında bir süre tutuklu kalan
işadamı Reza Zarrab ile eşi Ebru Gündeş’e ait
Kanlıca’daki yalılar, kaçak kat ve aradaki
asansör yıkılarak eski haline getirilecek.
İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu, Kandilli’deki tarihi köşkün de projeye
uygun hale getirilmesine karar verdi. Zarrab
hakkında suç duyurusu kararı da çıktı. Dava
açılırsa Zarrab Ailesi 5 yıla kadar hapisle
yargılanacak.
İstanbul
Boğaziçi’nde, Kanlıca sahilinde toplam üç
yalıdan oluşan Mehmet Arif Bey Yalıları’ndan
ikisini 2011 yılında satın alan işadamı Reza
Zarrab, beyaz olanı kendi adına ayırırken, sarı
olan yalıyı ise eşi
Ebru Gündeş’e
doğum hediyesi olarak vermişti. Zarrab Ailesi,
Osmanlı döneminde inşa edilen ve 1970 yılında
ikinci derece tarihi eser olarak tescil edilen
yalılarda geçen yıl tadilat çalışması başlattı.
İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu, yapının orijinalini inceledikten sonra
tadilat projesine onay verdi. Proje daha sonra
Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ne gitti. İmar
müdürlüğünce de proje onaylandı.
NEDEN DENETLENMEDİ
Ancak onarım bittiğinde
tarihi yalıların bambaşka hal aldığı görüldü.
Yalılardan birine kaçak kat çıkıldığı, dış cephenin
yıkılarak camla kaplandığı, ahşap korkulukların
söküldüğü, Boğaziçi’ne açılan bahçelerin yıkıldığı
ve iki yalının birleştirildiği, deniz araçları için
özel iskele yapıldığı, kiremitli çatının
değiştirildiği ve her iki yalının tüp geçit ve
asansörle birleştirildiği ortaya çıktı. Boğaziçi
İmar Müdürlüğü, kamuoyuna yansıyan iddialar üzerine
yalılarda inceleme yaptı. İncelemede, 2960 sayılı
Boğaziçi Yasası’na aykırılıklar tespit edildi. Ancak
yalılar bu hale gelene kadar belediye yetkililerince
neden denetim yapılmadığı sorusu ortada kaldı.
Belediye topu projeyi onaylayan İstanbul 6 Numaralı
Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na attı.
ONAYLANAN PROJEDE YOK
Koruma Kurulu üyeleri,
önceki gün toplandı. Gündemde Zarrab’a ait yalılar
ile köşk vardı. Kandilli’deki köşkte de, projede
olmadığı halde set altı otoparklar yapılmış, tarihi
köşkün bahçesinde ve içinde değişiklikler tespit
edilmişti. Ancak Koruma Kurulu raportörleri, köşkü
denetlemek için gittiklerinde içeriye
alınmamışlardı. Kurul önce yalıları gündeme alıp
Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün raporlarını ve
kendilerinin onayladığı restorasyon projesini
inceledi. Yalılarda onaylı projede olmayan
fazlalıklar tespit edildi. Bir kat kaçak yapıldığı
ve iki yalıyı birbirine birleştiren tünel ve
asansörlerin onaylı projede olmadığı görüldü. Bunun
üzerine kurul üyeleri her iki yalı için de tescilli
tarihi yapıların onaylı projede görünen eski haline
geri getirilmesine ve mülk sahipleri hakkında
Cumhuriyet savcılığına 2863 sayılı yasanın 9’uncu
maddesi gereği suç duyurusu yapılmasına karar verdi.

Kandlli
Tescilli eseri bozmak
suç
Tescilli eseri bilerek
bozmak suç. 2863 sayılı yasanın 65’inci maddesinde
bu suça şu ceza öngörülüyor: “Tescil edilen sit
alanları ve korunması gerekli taşınmaz kültür ve
tabiat varlıkları ile korunma alanlarının bu kanuna
göre tebliğ veya ilan edilmiş olmasına rağmen
yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına
veya her ne suretle olursa olsun zarar görmesine
kasten sebebiyet verenler ile koruma bölge
kurullarından izin alınmaksızın inşai ve fiziki
müdahale yapanlar veya yaptıranlar, 2 yıldan 5 yıla
kadar hapis ve 5 bin güne kadar adli para cezasıyla
cezalandırılır.”

Eski hali
2863’ün 9. Maddesi
Kurul, tescilli esere
bilerek kuruldan izin almaksızın müdahale etmekten
dolayı 2863 sayılı yasanın 9’uncu maddesi gereği
Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunma
kararı aldı. Savcılık, Zarrab Ailesi’nin ifadesini
alacak ve 2863 sayılı yasaya muhalefetten haklarında
dava açılacak. Zarrab Ailesi tescilli yapıları eski
hallerine döndürse bile yasanın öngördüğü cezadan
kurtulmaları oldukça zor. Hukukçular, “önce adamı
yaralayıp daha sonra ben onu tedavi ettireceğim,
eski sağlığına kavuşturacağım demek, yaralayan
kişiyi yasa karşısında sorumluluktan kurtarmaz”
görüşünde.
Hürriyet, Haber: Ömer
Erbil, 03.07.2015
|
ASIRLIK MEŞE ANIT AĞAÇ
İLAN EDİLDİ
Çankırı’nın Ilgaz
İlçesi'nde 250 yıllık olduğu tahmin edilen tüylü
meşe ağacı, Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü
Tabiat Varlıkları Koruma Envanteri içine alınarak
‘anıt ağaç’ olarak koruma altına alındı.
Ilgaz’da Karataş
Mahallesi, Yukarı Harman Mezarlığı’nda bulunan
tüylü meşe ağacının, kriterlere uygun olması ve
standartlarda belirtilen şimdiki anıtsal
değerinin, asgari anıtsal değerinden fazla
olması nedeniyle ’anıt ağaç’ olarak tescil
edilmesi kararlaştırıldı. Anıt meşe. 13 metre
boyunda, gövde çapı 118 santim, tepe çapı 15.5
metre, yaş 250 yıl ve budanmış sağlıklı olarak
kayıtlara geçti.
Çankırı’nın Eldivan
İlçesi'nde bir çınar, Yapraklı İlçesi'nin
Karacaözü Köyü'nde ise 500 yıllık meşe anıt ağaç
olarak koruma altında bulunuyor.
Milliyet, 03.07.2015
|
TÜRBE 950 METRE
TAŞINACAK
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültürel Miras Bilim Kurulu Komitesi ile
Ilısu Barajı ve HES Projesi Bilim Komitesi,
taşınabilir tarihi eserlerin belirlenmesine yönelik
çalışmada yol haritası belirlendi. Ilısu Barajı ve
HES Projesi Bilim Komitesi Yönetişim Grubu Başkanı
Prof.Dr. İlter Turan, türbenin raylı sistemle
taşınacağını belirterek: “Zeynel Bey türbesi 950
metre kadar yukarı taşınacak. Bu, dünya çapında bir
taşıma operasyonu olacak. Türbe, raylı sistem
üzerinden, bütünlük içerisinde herhangi bir
parçalanma olmadan taşınacak. Hasankeyf’te başka
eserler de taşınacak” diye konuştu.
MİNARE DE TAŞINABİLİR
Prof.Dr. İlter Turan, caminin ve kale kapısının
da taşınabileceğini söyledi. Turan, şöyle devam
etti: “Eski caminin tarihi duvarı ve minaresi, yeni
yerleşim yerine taşınarak cami yeniden
kullanılabilir hale getirilecek. Kale kapısının
taşınması da söz konusu. Diğer yandan kalenin orta
kapısı çökme beklendiği için monte edilecek ve
gelecek yıl müzeye yerleştirilecektir.” Bu arada
Hasankeyf kazılarından sorumlu Prof.Dr. Abdüsselam
Uluçam ise Zeynel Bey türbesinin taşınma ve koruma
işinin Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Barajlar ve
HES Dairesi Başkanlığınca yabancı destekli bir
firmaya verildiğini belirterek; “Yer teslimi
yapıldığı tarihten itibaren türbe 250 gün içinde
taşınacak. İlgili firma hazırlıkların ön çalışmasını
yaptı” dedi.
Batman Çağdaş,
02.07.2015
|
SARDES ANTİK KENTİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Antik çağda Lidya Krallığı'nın başkenti Sardes
antik kentinde 1854'de başlayan ve 1958'den itibaren
bilimsel nitelik kazanarak aralıksız olarak
sürdürülen kazı çalışmalarında bugüne kadar
yerleşimin yüzde 3'lük bir kısmının ortaya
çıkarılabildiği bildirildi.
BİLİMSEL NİTELİK KAZANIYOR
Manisa'nın Salihli
İlçesi yakınındaki Sardes
(Sart) antik kentinde 2015 yılı kazı sezonu
başladı. Kazı Başkanı Prof.Dr. Nicholas Dunlop, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Lidya Krallığı'nın
başkenti Sardes antik kentinde kazı çalışmalarına
1854'te başlandığını, bu çalışmaların 1958 yılından
itibaren de bilimsel nitelik kazanarak devam
ettiğini bildirdi.

5 FARKLI BÖLGEDE DEVAM EDECEK
Bu sezonki çalışmalara 5 farklı bölgede devam
edeceklerini anlatan Dunlop,
"Bugüne
kadar sadece surların içerisinde kalan bölümde
yapılan kazılarda yüzde 3'lük kısım ortaya
çıkarılabildi ancak şehir çok daha büyük. Geçtiğimiz
yıl 'kral
yolu' olarak adlandırılan bölgede çalışmalar
başlamıştık. Bu yıl da aynı noktada çalışmalarımızı
sürdüreceğiz" diye konuştu.

ÇALIŞMALAR HASSAS İLERLİYOR
Kral yolunun Ortadoğu'ya kadar uzanan antik bir yol
olduğunu dile getiren Dunlop, şu bilgileri verdi,
"1980'li yıllarda yapılan çalışmalarda şehrin
kapısına ait kalıntılara ulaşıldı. Lidya zamanında
yani milattan önce 500 ve 600. yüzyılda yol tam bu
noktadan geçmiş. Yolun üzerine bin yıl sonra sütunlu
bir Roma caddesi inşa edilmiş. Yol, Roma döneminde
mermer bloklarla genişletilerek 18 metre genişliğine
ulaşmış. Bu yolun kenarlarında ise Bizans dönemine
ait değişik iş yerleri inşa edilmiş."

UZUN YILLAR DEVAM EDECEK
Prof.Dr. Dunlop, kazı alanının kuzey ve güneyine
doğru birer kilometre uzunluğundaki alanda yerleşim
olduğuna dikkati çekerek,
"Dolayısıyla
çok geniş bir alandan bahsediyoruz. Bilindiği gibi
çalışmalar da çok hassas ilerliyor. Buradaki kazılar
uzun yıllar boyu devam edecektir"
dedi.
ensonhaber.com, 02.07.2015
|
TRİPOLİS'TE BİN 900 YILLIK TAHIL AMBARLARI BULUNDU

Hellenistik dönemde Frigya, Karya ve Lidya
üçgeninin kesişim noktasında bulunan Lidya
kenti Tripolis'teki arkeolojik kazılar, Pamukkale
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Bahadır Duman başkanlığı devam ediyor.
Doç.Dr. Bahadır Duman, AA muhabirine, Tripolis
antik kentinde 2015 Mart ayında başladıkları
kazı çalışmalarında gelinen aşama ve ortaya
çıkartılan yeni yapılara ilişkin açıklamalarda
bulundu.
Yüzey araştırmalarında bölgedeki yerleşimin
günümüzden 5 bin yıl öncesine kadar gittiğini
kanıtladıklarını ifade eden Duman, en ihtişamlı
çağını Roma döneminde yaşayan kentte, milattan sonra
2. yüzyıldan itibaren yeni bir yapılanmaya
gidildiğini gözlemlediklerini kaydetti.
Tahıl ambarları ortaya çıktı
Bu yılki çalışmalarda yeni yapılar ortaya
çıktığını anlatan Duman, şunları söyledi:
"Bu yıl çalışma yaptığımız alanlardan birisi
'tahıl ambarları' olarak isimlendirdiğimiz
alan. Dikdörtgen ve birbirine bitişik iki binadan
oluşuyor bu tahıl ambarları. Tripolis, bölgenin
önemli tarım havzalarına sahip, özellikle Menderes
Nehri'nin suladığı bir ovanın kenarında. Dolayısıyla
da önemli tarım faaliyetlerinin, günümüzde olduğu
gibi antik çağda da yapıldığını kanıtlayan önemli
bir veri oldu bizim için bu ambarlar. Yaklaşık 400
metrekarelik kapalı alana sahip, 6 metre
yüksekliğinde beden duvarlarını tespit ettiğimiz bu
yapının içinde biyoloji ve jeoloji bölümünden
akademisyenlerin destekleriyle analizler yapıyoruz.
Bu tahıl ambarlarında acaba ne tür tahıllar
biriktiriliyordu? Bunun ihracatı yapılıyor
muydu? Yapılmıyor muydu? Bu detaylar üzerinde
çalışmalarımız devam ediyor."
Anadolu Ajansı, Haber: Mustafa Dermencioğlu,
02.07.2015
|
TARİHİ ÇEŞMELER ÇÖPLÜĞE DÖNDÜ

İstanbul’da Gülhane Parkı’nın tarihi çeşmeleri
seyyar satıcılar tarafından çöplüğe dönüştürüldü.
Çeşmelerin korunması için ise herhangi bir önlem
alınmıyor.
Tüm Restoratörler ve Konservatörler Derneği Başkanı
Nazım Can Cihan, bu tür kontrolsüz kullanımların
tarihi çeşmelerde kalıcı hasara neden olabileceğini
söyüyor. Cihan, “Tarihi çeşmeler bilinçsiz vatandaş
tarafından çöplük olarak, seyyar satıcıların tezgahı
gibi kullanılıyor. Bu alan Arkeoloji Müzesi, Topkapı
Sarayı ve Gülhane Parkı’na giden gelen yerli ve
yabancı turistlerin önünden geçtiği bir yer.
Belediyenin rutin bakımlar gerçekleştirmesi ve
çeşmelerin temizliğini yapması, kontrolsüz
kullanımları önlemesi gerekiyor. Esnafın
uzaklaştırılması çözüm değil. Bilgilendirme
tabelaları bir çözüm olabilir” dedi. Cihan,
çeşmelere atılan sıvı içerikli atıkların kalıcı renk
değişimlerine neden olabileceğini belirtti.
'ÖNÜNE
GEÇEMİYORUZ'
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü
(KUDEB) yetkilileri ise çeşmelerin çöplük olarak
kullanılmasının önüne geçemediklerini belirtti:
“Kısa süre önce gittik, gerekli işlemler yapıldı.
Ancak orayı çöpten ne yazık ki arındıramıyoruz. 24
saat başında bekçi tutmamız mümkün değil. Tabela
assak da bir netice alamayız. Tek caydırıcı önlem
çeşmeleri kafese almak olabilir.”
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 02.07.2015
|
ERMENEK'TE GİZLİ KALAN TARİH ORTAYA ÇIKARILIYOR
Binlerce yıllık geçmişiyle tarih boyunca birçok
medeniyete ev sahipliği yapan Karaman'ın Ermenek
İlçesi'nde devam eden kazı çalışmaları ile tarihin
izleri gün yüzüne çıkarılıyor. Gökçeseki örenyerinde
devam eden kazılarda antik dönem seramik çöplüğü
ortaya çıkarıldı. Burada çok sayıda tüm ve kırık
durumda seramik, cam malzeme parçalarının yanında, 9
adet kireç taşından imparator ve senatörlere ait
büst bulundu.

Binlerce yıllık geçmişiyle tarih boyunca birçok
medeniyete ev sahipliği yapan
Karaman'ın Ermenek
İlçesi'ndeki kazı çalışmaları
devam ediyor. Ermenek Belediye Başkanı Uğur
Sözkesen, yaptığı açıklamada, Toroslar üzerindeki
ilçe ve çevresinin coğrafi özelliği sayesinde,
korunma, barınma ve avlanmaya çok müsait olması
nedeniyle tarih öncesi çağlardan bu yana insanlar
için yerleşim yeri olduğunu söyledi.
Bugüne kadar yapılan kazı ve araştırmalarda ele
geçen tarihi kalıntılar ile çevredeki eserlerden
elde edilen bilgilerin, kentin 4 bin 500-5 bin
yıllık geçmişe sahip olduğunu gösterdiğini belirten
Sözkesen, "Sırası ile Hititler, Akalar, Babiller,
Persler,
Romalılar, Bizanslılar ve Türk medeniyetlerinin
izleri görülmektedir. Bütün bunlar çok fazla çaba
gösterilmeden hemen bakıldığında görülen izlerdir.
Araştırma yapıldığında bölgede daha hiçbir yerde
kaydı olmayan, bilinmeyen örenler ve kalıntılara
rastlamak mümkündür" diye konuştu.
Sözkesen, Ermenek'teki tarihi varlıkları gün yüzüne
çıkarma çalışmaları kapsamında Karaman Müze
Müdürlüğünce, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi
(KMÜ) Edebiyat Fakültesi
arkeoloji Bölümünün danışmanlığında bu yıl 3
yerde kazı başlatıldığına işaret ederek, şunları
ifade etti: "Bu kazılardan biri Germonikopolis
kazısı. Burası ilçenin içinde Firan Kalesi dediğimiz
yerin eteklerinde bulunan bir mezarlık alanı.
Buradaki kaya mezarları, milattan sonra 3. yüzyıla
dayandırılmakta. Alanda çok önemli şahsiyetlerin
mezarlarının bulunduğunu düşünüyoruz. Yapılan
çalışmalarda tarihin karanlık sayfalarına ışık
tutacak birçok bulguya rastlandığını biliyoruz.
Burada çıkarılan buluntular, Müze Müdürlüğü
kayıtlarına alındıktan sonra,
Burdur Üniversitesinde incelenmek üzere
toplanmaktadır. Toplu mezarlar bulundu. Bir mezarın
içine 8-10 kişi gömülmüş." Sözkesen, Firan
Kalesi'nin yanı sıra Ermenek Vadisi'ne hakim noktada
Asar ve Mennan kalelerinin de bulunduğunu
vurgulayarak, "Bu kalelerde de çalışmalar yapılacak.
Bu çalışmalar bitirilip, tanıtımı yapıldığında
ilçemiz bir turizm merkezi olacak" dedi.
Sibide antik kentinde kaya mezarlar
bulundu
Karaman Müze Müdürü ve kazı başkanı Abdülbari
Yıldız, ilçe merkezinin yanı sıra, Yukarıçağlar ve
Gökçeseki'deki kazıların devam ettiğini, 3 yerinde
nekropol alanı olduğunu söyledi.
Yukarıçağlar'daki "Sibide" antik kentinde yamaç
boyunca teras halinde sıralı, kayaya oyulmuş çok
sayıda oda mezar, arkosollü kaya mezarları ile
bölgeye özgü lahit kapakları bulunduğunu anlatan
Yıldız, şöyle devam etti: "Kaya mezarlarının
bazılarında kabaca işlenmiş figürler görülüyor.
Milattan sonra 3. yüzyıla tarihlendirilen bir mermer
lahit gün yüzüne çıkarıldı. Antik dönemde tahrip
edilen lahdin ön yüzünde kitabelik, iki yanında
bitkisel bezemeli çelenk yer almakta. Bu önemli bir
buluntu. Buna benzer başka lahitler bulmayı
umuyoruz."
Antik dönem seramik çöplüğü
Yıldız, Gökçeseki ören yerindeki kazılarda heyecan
verici bulgulara ulaştıklarını belirterek, şöyle
dedi: "Çalışmalarda 3 basamaklı platform üzerinde 8
adet Roma dönemine ait mermer lahit gün yüzüne
çıkarıldı. Alanın güney kesiminde bir antik dönem
seramik çöplüğü ortaya çıkarıldı. Burada çok sayıda
tüm ve kırık durumda seramik, cam malzeme
parçalarının yanında, 9 adet kireç taşından
imparator ve senatörlere ait büst bulundu.
Burasının, önemli günlerde mezar ziyaretlerinde
getirilen hediyelerin toplandığı bir yer olduğunu
düşünüyoruz. Kazılarda bu tür antik dönem çöplüklere
rastlamak mümkün. Ama bu kadar bol malzeme veren bir
çöplüğe rastlamak zor." Yıldız, çalışmalarının
ilerleyen dönemlerinde platformun devam eden
uzantısında başka lahitlerin de ortaya çıkarılmasını
beklediklerini kaydetti.
 
 
 
 
Milliyet, 02.07.2015
|
SELÇUKLULAR SERGİSİ
Daha önceki "Cumartesi
Avareliği" başlıklı yazımda (30.06.2015) haber
vermiştim.
Sultanahmet'te Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde
önemli bir Selçuklular Sergisi açıldı. Gerek
gündelik konuşmalarda, gerek siyasetçilerin
söylevlerinde Selçukluların adı çok sık geçer oldu.
Madem "gündem gündem" diyorsunuz, işte size gündemle
alakalı bir sergi...
İyi hazırlanmış, bugünün ziyaretçisinin müze
anlayışına hitap eden bir sergi olduğunu
belirtmeliyim. Şimdilik küçük bir kitapçık
hazırlanmış, onu okuyarak da müzeyi bilgiyle
gezebilirsiniz. Önümüzdeki günlerde 500 sayfaya
yaklaşan büyük bir kitap yayınlanacak.
Bu önemli serginin sponsorluğunu da Konya Selçuklu
Belediyesi üstlenmiş.
Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay,
Sunuş'ta Selçuklu Belediyesi'nin şimdiye kadar
Selçuklular konusunda yaptığı çalışmaları tanıtıyor.
Kitabın başında Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürü Abdullah Kocapınar ile Türk ve İslam Eserleri
Müzesi Müdürü Seracettin Şahin'in sergi hakkında
yazıları yer alıyor.
Sergi Hakkında yazısından, ziyaretçiyi yönlendirecek
ön bilgiler şöyle:
"Hüküm sürdükleri bölgelere göre 'Büyük Selçuklular'
ve 'Anadolu Selçukluları' olarak adlandırılan
Selçuklular, sergi kapsamında devlet
teşkilatlarından günlük yaşam, eğitim, sanat, mimari
ve ticaret hayatına kadar her alanda ortak bir
geleneğe sahip oldukları için 'Selçuklular' adıyla
anılmıştır."
Sergide Selçuklular hangi temalar altında ele
alınmış:
"Tarihçe - Selçuklular", "Hanedan - İktidar
Alametleri", "İktidar - Siyasetname", "Mimari -
Kentler ve Yapılar", "Sembolizm - Mimari",
"Sembolizm - Düğümler ve Desenler", "İnanç -
Tasavvuf", "Günlük Yaşam - İnsanlar", "Günlük Yaşam
- Konut", "Ticaret - Kervansaraylar ve Yollar",
"Saray - Mimari", "Saray - İhtişam", "Saray -
Eğlence", "Saray - Aşk", "Saray - Av ve Savaş".
* * *
Tarihçeyi izledikten sonra yukarıdaki temaların
bölümlerini ayrı ayrı gezebilirsiniz.
Günlük Yaşam bölümünde evlerin yanı sıra, devlet
tarafından belirlenen yaylaklar ve kışlaklarda
konaklayan göçebelerin de kubbeli çadırlarını
görebiliyorsunuz.
Burada galeriler arasında yerleştirilen ekranlarda
izleyebileceğiniz animasyonlar daha canlı görüntüler
sunuyor ve gözünüzün önünde bütün gerçekliğiyle
canlandırmanızı sağlıyor. Savaştan gündelik yaşama
kadar farklı animasyonların, ziyaretçinin ilgisinin
odaklanması konusunda yararlı olacağına inanıyorum.
Kervansaraylar ve Yollar bölümünde, Anadolu'yu
ortaçağın en önemli ticaret merkezi haline
getirmenin de bu mekanları çoğalttığını söylemek
mümkün.
Ahiliğin de buradaki sosyal ve ekonomik hayatın en
önemli unsuru olduğu belirtilmektedir.
Her bölüm hakkında bilgi levhaları, serginin daha
iyi anlaşılmasını sağlıyor.
İktidar ve siyasal yönetimde siyasetnamelerin
önemini vurgulamak gerekir.
"Dönem kaynakları içinde kuşkusuz siyasetnameler çok
özel bir yere sahiptir.
Devrin idarecilerine ve devlet adamlarına pratik
tavsiyelerde bulunmak ve adaletli bir yönetim
oluşturmalarını sağlamak amacıyla yazılan siyasi,
ahlaki ve dini eserler olan Siyasetnamelerin
(Nasihatnamelerin) en çok tanınan örneklerinden
birisi de ünlü Selçuklu veziri Nizamü'l-Mülk'ün
(1018-1092) yazdığı Siyeru'l-müluk/Siyasetname'dir."
Işıklandırmasından animasyonuna kadar eksiksiz
hazırlanan bir sergi.
* * *
Mutlaka gezilmesi gereken, hem sanat ve estetik
açısından, hem tarih ve kültür açısından her
ziyaretçiyi besleyecek, çok şey öğretecek bir sergi.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 02.07.2015
|
TOKİ'DEN 2'Sİ KURTARILABİLDİ

TOKİ tarafından Akçadağ Kültür Mahallesi’nde
yaptırılan toplu konut inşaatının hafriyatı altında
kalan ve Roma dönemine ait olduğu belirtilen 5 adet
kral kaya mezarından 2’sinin kurtarıldığı
bildirildi. Tespitli 3 adet mezarın ise inşaat
sahası altında kaldığı kaydedildi.

Akçadağ İlçesi Kültür Mahallesi’nde bulunan
(Aktepe) Roma dönemine ait Kaya Mezarlarının, TOKİ
tarafından ilçeye yaptırılan konutların inşaat ve
hafriyat atıklarının altında kaldığına ilişkin
haberin, Ocak ayında Yeni Malatya Gazetesi ve
malatyahaber.com’da yayınlanmasının ardından Malatya
Müze Müdürlüğü yetkilileri harekete geçti.
Molozların yığıldığı inşaat sahasında durum tespiti
yapan Müze Müdürlüğü, hazırladığı raporu Sivas
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na
bildirdi. Bunun üzerine uzmanlardan oluşan bir ekibi
Akçadağ’a gönderen ve Sivas Koruma Kurulu, heyetin
raporu doğrultusunda kaya mezarlarının bulunduğu
alana hafriyat dökenler hakkında Savcılığa suç
duyurusunda bulundu ve dava açıldı.

Sivas Koruma Kurulu, müze uzmanlarının
denetiminde mezarların bulunduğu alandaki hafriyatın
temizlenmesine karar verdi ve Malatya Müze Müdürlüğü
denetiminde inşaat sahasındaki atıklar kaldırıldı.
3 adet mezar inşaat sahasının altında
kaldı
Hafriyat temizliği sonucunda toprak altında
kaldığı düşünülen 5 adet mezardan ikisi
kurtarılırken diğer üç mezarın da konutların
yapıldığı parselin altında kaldığı belirlendi.
Çalışmaların sona ermesinin ardından Malatya Müze
Müdürlüğü, Roma dönemine ait mezarların bulunduğu
alanı yeniden belirleyerek Sivas Koruma Kurulu’na
bildirdi.
Ocak ayında açıklamalarda bulunan Akçadağ Kültür
Mahallesi sakinleri, Roma dönemine ait kaya
mezarlarının inşaat atıklarının altında kaldığını
belirterek, yetkili kurumların tarihi ve kültürel
mirasımıza sahip çıkmadığını ifade etmiş, Kültür ve
Turizm Müdürlüğü yetkilileri ise söz konusu
mezarların 2 yıl önce keşfedilerek, SİT kapsamına
alınması için Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu’na başvuru yapıldığını açıklamıştı.
Yeni Malatya Gazetesi, Haber: Güler Hazar,
01.07.2015
|
TLOS ANTİK KENTİNDE KAZI HAZIRLIKLARI BAŞLADI
Muğla'nın
Seydikemer
İlçesi'nde bulunan Tlos Antik Kenti Kazı Başkanı
Prof.Dr. Taner
Korkut, hazırladıkları iki önemli proje ile antik
kentin önemli yapılarını ayağa kaldırmayı
planladıklarını bildirdi.
UNESCO Dünya Mirası
Geçici Listesi'nde yer alan Tlos antik kentinde
yürütülen çalışmalarda akropol, tiyatro, stadyum,
büyük hamam, bazilika ve Kronos Tapınağı'nda
kazılara öncelik veriliyor. Kentte, 2005 yılından bu
yana devam eden çalışmalarda Likya uygarlığına ışık
tutan birçok eser gün yüzüne çıkarıldı.
Akdeniz Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Tlos Antik Kenti
Kazı Başkanı Prof.Dr. Korkut, gazetecilere yaptığı
açıklamada, kentte 2015 yılı kazı hazırlıklarına
başladıklarını söyledi.
Bugüne kadar kazılarda
önemli eserlerin gün yüzüne çıkarıldığına işaret
eden Korkut, "Bu yıl Antik kentteki tiyatroda
çalışacağız. Daha sonra kent bazalikası, kronos
tapınağı ve stadyum alanında çalışmalara devam
edeceğiz. Öncelikle geçen yıl yarım kalan
çalışmaları tamamlamayı hedefliyoruz" dedi.
Korkut, büyük bir ekiple
çalıştıklarını, farklı üniversitelerden öğretim
üyeleri ile öğrencilerin yanı sıra yabancı
ülkelerden de bilim heyetinin çalışmalara
katılacağını anlattı.
Hazırladıkları iki
önemli projede antik kentin önemli yapılarını ayağa
kaldırmayı planladıklarını belirten Korkut, şöyle
konuştu:
"Antik
tiyatronun sahne binasının her bir taşı tek tek
belgelendi. Kağıt üzerinde orijinal yerine taşındı.
Geçen yıl sahne binasının restorasyonunu hazırladık
ve Muğla Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kuruluna
sunduk. Onaylandığında bu konuda çalışmalarımıza
başlayacağız. Diğer projemiz de kentin girişinde
ziyaretçileri karşılayan akropol yükseltisinin
etrafını çevreleyen surlar. Yıkıntı vaziyette, hoş
olmayan bir görüntüsü var. Orada da benzer bir
restorasyon çalışması hazırladık. Bunlar rutin
çalışmalarımızın dışında yapmak istediğimiz iki
önemli proje."
Korkut, tiyatronun MS
240 yılında yaşanan depremden sonra onarılarak
günümüze ulaştığını ifade etti.
Tiyatronun MÖ 3.
yüzyılda inşa edildiğinin, yazılı belgeler ve
bulunan arkeolojik eserlerle kanıtladıklarına
dikkati çeken Korkut, mimarisi ve üst kısmında
bulunan tapınak ile Tlos Tiyatrosu'nun çok özel bir
yere sahip olduğunu vurguladı.
"Kronos Tapınağı kağıt
üzerinde ayağa kaldırılacak"
Korkut, tanrıların
tanrısı olarak bilinen Kronos Tapınağı'nın gök
tanrısı "Kronos'a" adanmış bir tapınak olduğunu
ifade etti.
Anadolu'da Kronos'a
adanmış başka bir tapınak bulunmadığını bildiren
Korkut, "Sadece burada olması çok özel bir durum. Bu
yıl mimari yapıyı en azından kağıt üzerinde ayağa
kaldırmayı planlıyoruz. Daha sonra bu çalışma
restorasyon çalışmasına dönüştürülecek" diye
konuştu.
Tlos Antik Kenti
Likya'nın en önemli
yerleşimlerinden biri olan Tlos Antik Kenti, Fethiye
İlçesi'nin yaklaşık 42 kilometre doğusundaki, Yaka
Köyü sınırları içerisinde bulunmaktadır.
Eski Yunan mitoslarına
göre Tlos'un kuruluş efsanesi Hellen mitoslarına
dayandırılmış, kent adının Tremilus ile
Praksidike'nin dört oğlundan biri olan "Tloos"tan
geldiğine inanılmıştır.
Kentte bugün antik
tiyatro kenti çevreleyen surların bir kısmı ayakta
bulunuyor. 2005 yılından bu yana yapılan
çalışmalarda Likya dönemine ait heykeller ile bazı
eşyalar çıkartıldı.
Haber 7, 01.07.2015
|
YENİ NESİLLERE IŞIK TUTACAK

Malatya Büyükşehir Belediyesi,
Doç.Dr. İsmail
Aytaç’ın hazırladığı “Geleneksel Malatya Evleri
Envanteri”ni yayınladı.
220 sayfalık eseri renkli
resimli olarak özel baskıyla yayınlayan Büyükşehir
Belediyesi, Malatya evleri ve konaklarının hem
tanıtımını sağladı hem de geleceğe aktarılmasında
büyük bir hizmete imza atmış oldu.
Çakır: Şehirler, eski eserlerin varlığı ile geleceğe
tutunurlar
Geleneksel Malatya Evleri
Envanteri’nin ‘Takdim’ yazısında tarihi bilmenin
önemine vurgu yapan Büyükşehir Belediye Başkanı
Ahmet Çakır, “Bir şehir, her şeyden önce ‘tarih’
demektir. Yüzlerce tarihi yaşanmışlık bir araya
gelir bir şehri şehir yapmak için. Şehirler, zamanın
unutulmaya mahkum ettiği tarihi ayrıntılarla
bezenmiş, günümüzde hala izlerini bulabileceğimiz
eski mimari eserlerin varlığı ile yaşar, geleceğe
tutunurlar. Bu anlamda Malatya, tarih boyunca farklı
inanç ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış, bu
medeniyetlere ait bir çok özgün mimari yapıyı
günümüze kadar koruyabilmiş ender illerimizden
biridir” görüşlerini kaydetti.
Yeni nesillere ışık
tutacak
Malatya kültürüne ait ev
ve konakların derlenerek bir arada sunulmasının
Malatya’nın geleceği adına oldukça büyük bir öneme
sahip olduğunun altını çizen Başkan Çakır,
“Büyükşehir Belediyesi olarak istedik ki ilimizin
zengin tarihi ve kültürel birikimlerine ait eserler
kayıt altına alınarak unutulmasın, yeni nesillere
birer pusula gibi yön vermeye, ışık tutmaya devam
etsin” ifadelerini kullandı.
Geleneksel Malatya Evleri
Envanteri’nde merkez ve ilçelerde inceleme
çalışmaları yapılarak mimari bilgileri çıkarılan
evler yer alıyor.
İnternetten ulaşılabiliyor
Malatya Büyükşehir
Belediyesi Resmi İnternet Sitesi olan
www.malatya.bel.tr üzerinden de esere
ulaşılabiliyor. İnternet sitesinin e-kütüphane
bölümünden Geleneksel Malatya Evleri Envanteri’nin
tamamı görülebiliyor.
Malatya Aktüel 01.07.2015
|
MUDO SANAT GALERİLERİ AÇIYOR

MUDO’nun patronu Mustafa Taviloğlu, Mudo Concept
mağazalarında sanat galerileri açacak. Taviloğlu
özellikle genç sanatçıları destekleyerek,
evlerin gerçek sanat eserleriyle buluşmasını
sağlayacağını söyledi.
Mustafa Taviloğlu
genç sanatçılar için Mudo Concept Galerileri
açacak. Giyim, ev eşyaları aksesuar ve mobilyayı
bir araya getirerek Türkiye’de konsept
mağazacılığı başlatan Mustafa Taviloğlu yakında
bir yeniliğe daha imza atacak. İş yaşamındaki
başarısı kadar sanata olan düşkünlüğü ve
koleksiyonerliğiyle de bilinen Mustafa Taviloğlu
Mudo Concept çatısı altında açacağı galeriler
için yer bakıyor. Taviloğlu’nun amacı genç
sanatçıları tanıtmak ve onları desteklemek.
Ayrıca sanat sevgisini her eve aşılayabilmek.
Geçtiğimiz yıllarda Mudo’nun Mecidiyeköy’deki
outlet mağazasını müzeye dönüştürme kararı alan
Mustafa Taviloğlu, bu kararından vazgeçti.
Binanın restorasyonunu başlatan Taviloğlu,
Mecidiyeköy’deki binasını şirketin merkezi
yapıyor. Bu merkezin içinde de küçük bir galeri
olacak ancak Mustafa Taviloğlu müzesi için
şimdilik beklemede. “Yeni yer mi arıyorsunuz?”
soruma “Aklımda iki proje var, kısmet olursa
bunları yapacağım” yanıtını veren Taviloğlu,
öncelikle genç sanatçıların eserlerine yer
vereceği Mudo Concept çatısı altında galeriler
açacak. İlk etapta 2-3 yer açmayı planlayan
Taviloğlu, şu sıralarda yer bakıyor.
BU İŞTE AMAÇ KAR
DEĞİL
Senede en az 8
serginin olacağı, en az 16 genç sanatçının
eserlerine yer verilecek bu konsept galerilerde
etkinlikler de yapılacak. Taviloğlu, “Amacım bu
işte kar sağlamak değil. Her evin sanatla
tanışmasını istiyorum. Mudo Concept’lerde uzun
zamandır genç sanatçılara yer veriyoruz ve bunun
ilgi gördüğünü gördük. Daha da yaygınlaşmasını
istediğimiz için de bu işe başlayacağız. Genç
sanatçıları lanse edecek bir iş olacak” diyor.
Taviloğlu çok uzun zamandır genç sanatçılardan
eser alan bir isim. Son dönemde fotoğraf ve
video çalışmalarına da ilgi duyan Taviloğlu,
“Ben eser alırken kimin yaptığından çok beğenime
güvenirim. Hep de öyle aldım. Tanınmamış genç
sanatçılara da yer vermek benim için sosyal
sorumluluk gibi. Keşke her eve sanatı
sokabilsek” diye anlatıyor.
Müze projesi için
uygun yer bekliyor
Mustafa Taviloğlu
müze projesini de hayata geçirecek.
Mecidiyeköy’deki ‘merkezden’ vazgeçmiş. Müzesi
için
İstanbul’da yapılacak büyük projelerden
birinin parçası olabileceklerinin işaretini
veriyor. Henüz görüşmeleri sürdüğü için detay
konuşmayan Taviloğlu, “Dünyanın farklı
yerlerinde özellikle sanatla ön plana çıkan
şehirlerde büyük yaşam alanlarının bir kısmı
müze olarak değerlendiriliyor. Performanslar
yapılıyor, sanatçıların ve sanatseverlerin
buluştuğu yerler oluyor. İstanbul’da yeni hayata
geçecek projelerle görüşme halindeyiz” diyor.
Hürriyet, 01.07.2015
|
DEFİNE ARARKEN BORUYU PATLATTILAR
Bitlis’in Adilcevaz
İlçesi'nde kaçak defineciler
yaptıkları kazı sırasında içme suyu şebekesinin
borusunu patlattı.
İlçenin Kaleboynu Mahallesi baraj mevkinde
bulunan bir mağaranın önünde
Kaçak
define arayanların hayali hüsranla sonuçlandı.
Mağara önünde kazı yapan defineciler, kazmayı su
şebekesinin borusuna vurdu. Patlayan borudan çıkan
su çalışmaya engel olunca defineciler kaçtı. Su
şebekesinin patlaması nedeniyle ilçenin Kaleboynu,
Orta ve Hıdırşah Mahallesi’nin suları kesildi.
Belediye ekipleri yaptıkları çalışmalar sonrası
definecilerin kırdığı su borusunu bulup tamir ederek
mahallelere yeniden su verdi.
Milliyet, 01.07.2015
|
PARİS 42 YIL SONRA GÖKDELEN İNŞASINA İZİN VERDİ
Fransa'nın başkenti Paris'te tartışmalara neden olan
piramit şeklindeki gökdelen Triangle'ın inşaatına
izin çıktı.

Paris Belediye Meclisi'nde yapılan oylamada,
şehrin görüntüsünü bozacağı gerekçesiyle karşı
çıkılan piramit şeklindeki Triangle gökdeleninin
inşaatına onay verildi.
Yüksekliği 180 metre olacak cam görünümlü piramit
gökdelen, 15. Paris'teki Porte de Versailles sergi
salonlarının olduğu bölgeye dikilecek.
Paris'teki tek gökdelen Montparnasse Kulesi'nden
30 metre daha kısa olacak Triangle'ın inşaatına,
şehrin tarihi dokusunu bozacağı gerekçesiyle karşı
çıkılıyordu.
Kentte 1973'ten sonra inşa edilecek olan ilk
gökdelen Triangle'da 4 yıldızlı bir otel, konferans
ve konser salonları, kültürel alanlar ve özel
ofisler yer alacak. Kuş Yuvası adıyla bilinen Pekin
Olimpiyat Stadı'nı inşa eden firma tarafından
yapılacak Triangle projesinin toplam maliyeti ise
yaklaşık 500 milyon avro.
Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo tarafından
desteklenen projeye, Belediye Meclisi'nde kasımda
yapılan oylamada onay çıkmamıştı.
Yapı, 01.07.2015
|
TURİZMİN YENİ GÖZDESİ İZNİK'TE ANTİK MİRAS AYAĞA
KALDIRILIYOR

Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı gibi 4
büyük medeniyetin izlerini taşıyan İznik, mevcut
potansiyelini değerlendirerek tarih ve kültür
turizminin önemli merkezleri arasında yer almak
istiyor.
İnanç turizmi açısından birçok değere sahip
ilçede tarihi ve kültürel miras çalışmalarına
ağırlık verildi. Kültür Bakanlığı ile yapılan
protokol kapsamında surlardan antik tiyatroya ve
Roma Yolu’na kadar ilçedeki tüm eserler elden
geçirilerek ayağa kaldırılacak. Bütün şehir yasasına
göre görev alanında yer alan ilçede çalışmalara
başlayan Bursa Büyükşehir Belediyesi, İznik’te
öncelikli olarak İstanbul Kapı, Lefke Kapı,
Yenişehir Kapı ve Göl Kapı gibi özellikli yapıları
bünyesinde bulunduran 4 bin 700 metre uzunluğa sahip
surları üzerindeki 238 burcuyla birlikte
rekonstrüksiyona tabi tuttu. Sırasıyla Davud-i
Kayseri Hazretleri’nin kabrini, Abdulvahap
Tekkesi’ni, Rüstem Paşa Hanı’nı, Selçuk Hamamı’nı,
Sarı Saltuk Türbesi’ni ve Yeşil Cami ’yi yenileyerek
hizmete açacak olan Büyükşehir Belediyesi, ayrıca
ilçede bir de çini müzesi kuracak. Romalılar’ın
sahne anlamında Marmara Bölgesi’ndeki tek eseri olan
2000 yıllık amfi tiyatroyu ayağa kaldırmak için de
faaliyetler başladı. Toplam uzunluğu 18 kilometre
olan ve tarihi İhsaniye Köyü’nde başlayan Günbatımı
Sırtı Parkuru da doğaseverler için endemik
bitkilerin de bulunduğu önemli yürüyüş parkurlardan
biri olarak düzenlendi. Hem Müslümanlar hem de
Hristiyanlar için evrensel bir değer niteliğinde
olan İznik’in UNESCO listesinde yer alması için de
çalışmalara başlandı. Bu yıl aday listeye alınan
İznik, 160’ın üzerinde aday arasından ön sıralara
yükselmeye çalışacak.
İznik Gölü, cazibe merkezi olacak
Türkiye’nin 5. büyük gölü olan İznik Gölü’nün de
ilçenin turizm değerlerine önemli bir katkı
sağlaması planlanıyor. Bursa Büyükşehir
Belediyesi’nin tarihi miras çalışmaları kapsamında
yaptığı hava çekimleri sırasında göl içinde
görüntülenen 1500 yıllık batık bazilika Amerikan
Arkeoloji Enstitüsü tarafından 2014 yılının en
önemli 10 keşfi arasında gösterilirken, İznik’in
ismi bu kez de gölde yapılacak gemi seferleri ile
gündeme taşındı. İznik Gölü’ne getirilen Akşemseddin
Gemisi’yle İznik- Orhangazi feribot seferleri
planlanırken, turistik ve eğlence amaçlı olarak da
faaliyet gösterecek. Gölde yapılan çalışmalar
sırasında ortaya çıkartılan 1500 yıllık bazilika ise
su altı müzesi haline getirilecek.
İznik Ultra ile spor turizminden de pay
alacak
Macera Akademisi ve RaceSetter tarafından 17-19
Nisan tarihleri arasında İznik’te organize edilen
İznik Ultra, her yıl artan sporcu sayısıyla ilçenin
tanıtımına önemli bir katkı sağlıyor. Bursa
Valiliği’nin himayesinde Asics sponsorluğunda
gerçekleştirilen ve Türkiye’nin en önemli
uluslararası ultra maratonu olma özelliğini taşıyan
organizasyon ilk kez 2012 yılında 87 yarışmacıyla
düzenlenmeye başlandı. İznik Ultra’ya geçen yıl 360
sporcu, bu yıl ise 26 ülkeden 500’ün üzerinde yerli
ve yabancı sporcu katıldı. 3 gün süren yarışlarda 46
kilometrelik İznik Dağ Maratonu, 83 kilometrelik
Orhangazi Ultra Maratonu ve 10 kilometrelik İznik
koşuları yapılıyor.
5 dakikalık bir mesafede Bitinya’yı,
Roma’yı görebilirsiniz
İlçede yapılacak yatırımlarla turizm hareketini
artırmayı hedeflediklerini ifade eden İznik Belediye
Başkanı Osman Sargın, “Tüm dünya insanlarını
Kültür’lerin Kesiştiği Medeniyetler Başkenti İznik’e
davet ediyoruz. İznik, Bitinya’nın, Roma’nın,
Bizans’ın, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın başkenti. İznik
tarihin başkenti. İznik’te yürüyüş adımları ile her
5 dakikalık bir mesafede Bitinya’yı, Roma’yı,
Bizans’ı, Selçuklu’yu, Osmanlı’yı görebilirsiniz”
dedi.
‘İznik turizmini ameliyat masasına aldık’
TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy da İznik’in tanıtım
çalışmalarına el birliği ile başlanılacağını
vurgulayarak, “İznik turizmini ameliyat masasına
aldık. İznik tarihi bakımından bir moda kent
değildir, marka kenttir. Bu markayı güzelleştirmeye,
bu markanın şartlarını yerine getirmeye çalışacağız.
Gelecekte İznik bizim için önemli bir destinasyon
haline gelecek. Önümüzdeki aylarda da yapacağımız
çalışmalarda İznik’i ön plana alacağız.
Fuarlarımızda İznik’e yer vereceğiz. El sanatı
olarak İznik Çinisini de ön planda tutmaya
çalışacağız.”
Dünya, Haber: Esra Özarfat, 01.07.2015
|
TARİHİ ARASTA ÇARŞISI'NIN KURŞUNLARI ONARILIYOR
Edirne'de Selimiye Camii'ne bitişik olan Arasta
Çarşısı'nın 225 metre uzunluğundaki kurşun
kubbelerinde Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından
onarım çalışması başlatıldı.

Yaklaşık 1 milyon 150 bin liraya mal olacak
onarımda çatıdaki 150 ton ağırlığındaki kurşun
tabakanın tamamı değiştirilecek.
Selimiye Camii'ne gelir sağlamak amacıyla Osmanlı
döneminde yaptırılan 225 metre uzunluğunda, 73
kemeri, 4 kapısı ile 124 dükkanı bulunan tarihi
Arasta Çarşısı kubbe kurşunları Vakıflar Edirne
Bölge Müdürlüğü tarafından onarıma alındı. Ekim
ayında tamamlanacak onarım için yaklaşık 1 milyon
150 bin lira harcanacağını ifade eden Edirne
Vakıflar Bölge Müdürü Osman Güneren, "Burası
Selimiye Camii'nin hemen yanındaki bir işlek çarşı.
Arastada yıllardır bir nem problemi vardı. Bu
problemin bir kısmı geçtiğimiz aylarda çevre
düzenleme çalışmasıyla giderildi. Bir de ayrıca
çarşının kubbelerinde kurşunlarda bozulmalar vardı.
Biz de Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak bu yılki
yatırım programına aldık. Şu an kubbelerin üzerinde
bulunan yaklaşık 150 ton ağırlığındaki kurşun
tabakanın tamamı değiştiriyoruz. Mevsim şartları
nedeniyle 120 gün içinde çalışmayı tamamlamayacağız.
Kurşun tabakanın değişmesinin ardından burada nem
probleminin giderilebileceğini düşünüyoruz" dedi.
Yapı, 01.07.2015
|
KANALİZASYON KAZISINDA ROMA DÖNEMİNE AİT KİREMİT
MEZAR BULUNDU

Sakarya’nın Hendek
İlçesi'nde kanalizasyon kazısı sırasında geç Roma
dönemine ait olduğu tahmin edilen kiremit mezar
bulundu.
Sakarya Büyükşehir
Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (SASKİ)
ekiplerinin Rasimpaşa Mahallesi 6600 Sokak’ta
yaptığı kanalizasyon kazısı sırasında, Roma dönemine
ait olduğu tahmin edilen kiremit mezar bulunması
üzerine çalışmalar durduruldu. Sakarya Müze
Müdürlüğü’ne haber verildi. Müzede görevli arkeolog
ve ekibinin yaptığı ilk incelemede bir yetişkin ve
çocuğa ait iki adet kiremit mezar ortaya çıkarıldı.
Yetkililer, kazı çalışması sırasında ortaya çıkan
kiremit mezarın geç Roma dönemine ait olabileceğini
belirtti. Alanda kazı çalışmaları devam ediyor.
haberler.com, 01.07.2015
|
OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN FETİH OKLARI

Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Erol Altınsapan
tarafından Osmanlı Beyliği’nin ilk fethini
gerçekleştirdiği ve hutbe okuttuğu Karacahisar
Kalesi’ndeki kazıda bulunan ok uçlarının, kalenin
1288’de Bizanslılardan fethedilirken kullanıldığı
belirlendi.
Kazı Grubu Başkanı Altınsapan, ilk kez
1999’da tarihçi Prof.Dr. Halil İnalcık ve
Prof.Dr. Ebru Parman tarafından başlatılan
çalışmaları 2011’den bu yana kendilerinin
sürdürdüğünü söyledi. Altınsapan, “Kazı
yaptığımız alandan 90 ok ucu çıktı. Kazının
sonuçlarını bilim dünyasına tanıtmak istiyoruz”
dedi.
Ok uçlarını kalenin farklı alanlarına dağılmış şekilde bulduklarını anlatan Altınsapan, bunun önemli bir bulgu olduğuna dikkat çekerek “Ok uçlarını, Osmanlı’nın kaleyi fethi sırasında kullandığını tespit ettik. Farklı şekillerden oluşuyorlar. Fetih sırasında 5 ayrı tip ok ucu kullanılmış. Bunların, uzun mesafeli, ya da zırh delici gibi farklı tipleri var” diye konuştu

Habertürk, 30.06.2015
|
GÖLYAZI VE ULUABAT GÖLÜ ÇEVRESİ KORUMA ALTINA
ALINACAK
Bursa Valiliği ile Nilüfer
Belediyesi arasında kentin en önemli turizm
bölgelerinden Gölyazı'daki tarihi alanların ve doğal
sit alanlarının turizme kazandırılabilmesi için
protokol imzalandı. Gölyazı Mahallesi'nin
eksikliklerinin giderilmesi ve turizmden hak ettiği
payı alması için yapılan protokol ile sadece Gölyazı
Mahallesi değil, Uluabat Gölü ve çevresi de koruma
altına alınacak.
Vali Münir Karaloğlu, makamında düzenlenen
protokol imza töreninde yaptığı konuşmada, Gölyazı
Mahallesi'nin hak ettiği yere gelmesi için yapılan
çalışmaların devam ettiğini söyledi.
Gölyazı'nın kent için önemli bir değer olduğunu
belirten Karaloğlu, "Hem yerel hem ulusal hem de
uluslararası faaliyetlerimizde en fazla ilgi çeken
tanıtımlarımız, Gölyazı ile ilgili. İnsanların
müthiş bir ilgisi var. Tabii Gölyazı'yı her şeyiyle
birlikte korumamız lazım. Öncelikle Uluabat Gölü'nü,
onunla aynı anda gölün kenarındaki bütün köyleri
kendi doğasıyla ve öz dokusuyla korumamız lazım"
diye konuştu.
Karaloğlu, Gölyazı'nın dünyada çok fazla örneği
olmadığını ifade ederek, "Şu anda bizim kıyı
kanunumuz ile orayı yönetme şansınız yok. Orada
yapılacak işlerimiz çok. İnşallah bundan sonra
Gölyazı'da yapacağımız daha iyi bir koordinasyonla
daha bütüncül bir anlayışla sorunları hızla çözeriz"
dedi.
Karaloğlu'na teşekkür eden Nilüfer Belediye
Başkanı Mustafa Bozbey de Gölyazı'nın turizm
potansiyelinin yüksek olduğunu, yapılan protokolle
işlerin daha hızlı yürüyeceğini dile getirdi.
Habertürk, 30.06.2015
|
KUTSALLIK ATFEDİLİNCE SELİMİYE CAMİİ'NDEKİ
FISKİYENİN SUYU KESİLDİ

Edirne'de bulunan tarihi Selimiye Camii'nin
asırlardan beri akan fıskıye suyu kesildi. Mimar
Sinan'ın ustalık eseri olan ve 29 Haziran 2011
tarihinde UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne
giren caminin müezzin mahfilinin altında bir fıskiye
bulunuyor.
Caminin hizmete açıldığı 1575 tarihinden bu yana
fıskiyeden su akıyor. Camiye gelen ziyaretçiler bu
sudan içerek ibadetlerini yapıyor ve ziyaretlerini
tamamlıyor. Ancak bazı ziyaretçilerin suya kutsiyet
atfetmesi, halıların ıslanması ve kötü kokunun
yayılması sebebiyle fıskiyenin suyu kesildi.
Edirne Valisi Dursun Ali Şahin'in talimatıyla
kesilen suyun açılıp açılmaması iki yıl sonra
caminin içinde başlatılması planlanan restorasyonun
ardından değerlendirilecek. Valiliğin kararı, camiye
gelen bazı ziyaretçileri üzdü. Camiyi ziyarete gelen
İmran Sayacılar adlı vatandaş, yaşlıların bu suya
zemzem suyu dediğini belirterek yine de suyun
kesilmesini istemediğini ifade etti. Sayacılar,
“Suyu akıtsınlar, günah. Hele hele cuma günü sala
ile ezan arası çok rağbet var. Buradan içiyoruz.
Zemzem suyu diyorlardı yaşlılarımız. Biz de böyle
inanıyoruz.” diye konuştu. Edirne Valisi Dursun Ali
Şahin ise şadırvan suyunun kendi talimatıyla
kesildiğini söyledi. Suyun camide kötü koku
yaptığını belirten Şahin, şöyle konuştu:
“Bir de bazıları kutsal diye onu alıyor,
götürüyor. Bazı gerekçeleri var kapatılmasının. En
önemlisi o kötü koku önlendi. Halılar ıslanıyordu.
Sonra kuruması da problem oluyordu.” Bu
gerekçelerden dolayı suyun kapatıldığını dile
getiren Vali Şahin, “Zemzemin dışındaki sulara
zemzem denmez. Dolayısıyla orayı kapatırdık. Şimdi
gayet güzel oldu. Caminin iç kısmı restorasyona
girecek. Sanırım iki yıl içerisinde restorasyona
girer. O restorasyon sonrasında sanıyorum
değerlendirilir.” diye konuştu.
Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 30.06.2015
|
KARKAMIŞ ANTİK KENTİNDEKİ KAZILAR

Suriye sınırının sıfır noktasındaki Karkamış
antik kentinde sürdürülen kazı çalışmaları
sonucunda bulunan eserler kamuoyuna tanıtıldı.
Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanı Fatma Şahin, belediye meclis
salonunda düzenlenen toplantıda, uygarlık tarihinin
Anadolu olmadan yazılamayacağını söyledi.
Bölgenin en önemli merkezlerinden birisinin de
Gaziantep olduğunu belirten Şahin, "Bütün
medeniyetlerin en zengin dönemleri bu topraklarda
yaşanmış. Bastığımız toprakların altında büyük bir
medeniyet, büyük bir kültürel miras var. Bu kültürel
mirasın kıymetini bilmek en büyük görevlerimizden
birisi" dedi.
Gaziantep'i küresel bir şehir haline dönüştürmek
istediklerini ifade eden Şahin, arkeoloji ve
gastronomi turizminde büyük hedefleri olduğunu
vurguladı.
Şehirde 5 ayrı antik kentte aynı anda kazı
çalışması yapıldığını dile getiren Şahin, şunları
söyledi:
"Sanayiyi sanatla taçlandıramazsak, sanayinin
altyapısını kültürel hazinemizle birleştiremezsek
bir şeyler eksik kalacak. Anadolu'nun bütün
hazinelerinin merkezi, Gaziantep'te kurulacak
Arkeoloji Enstitüsü ile bütün dünyaya
tanıtılacak. Dünya tarihi yazılırken eksik kalmış
noktaları hızlı bir şekilde açığa çıkarmak
istiyoruz."
Zeugma Mozaik Müzesi karşısına Karkamış müzesi
yapmak için çalışmalara başladıklarını kaydeden
Şahin, ayrıca antik kentlerin belgesellerini de
hazırlamak istediklerini ifade etti.
Karkamış ekibi için kazıevi ve Arkeolojik
Araştırma Merkezi yaptıklarını aktaran
Şahin, Suriye'de yaşanan savaşın kazı çalışmalarına
engel olmaması için de antik kent etrafında duvar
örüleceğini kaydetti.
Şahin, konuşmasının ardından kazı
başkanı Nicolo Marchetti'ye "fahri hemşehri" beratı
verdi.
Toplantıda daha sonra Marchetti ve Yrd.
Doç.Dr.
Hasan Peker, çalışmalarda çıkan tarihi eserler
hakkında slayt eşliğinde bilgi verdi.
Gazeteciler, toplantının ardından Gaziantep
Büyükşehir Belediyesi'nce Karkamış'ta
yaptırılan kazıevi ve Arkeolojik Araştırma
Merkezi'ni gezdi.
Çıkarılan eserler arasında çeşitli heykeller,
kireç taşından yabani dağ keçisi heykeli, bazalt
üzerinde aslan tasviri, Asur Kralı 2. Sargon'un
sarayının bir bölümü ve 14 metre derinliğinde bir
kuyu ve kuyu içerisinden çıkarılan çivi yazılı
belgeler dikkati çekti.
Radikal, 29.06.2015
******
IŞİD PARÇALARKEN ONLAR BİRLEŞTİRDİ

Savaşın eşiğindeki Karkamış
dünya kültür tarihine yepyeni bilgiler sunuyor.
IŞİD tehdidi altındaki Gaziantep’in Suriye sınırında
inanılmaz bir bilimsel çalışma sürdürülüyor.
Güvenlik nedeniyle antik kenti gezmemize izin
verilmedi.
Yarısı IŞİD bölgesinde diğer yarısı
Türkiye sınırında olan Karkamış antik kentinde
bir süredir devam eden arkeolojik kazılarda eşsiz
kültür varlıkları tespit edildi. Yürüyen aslan, bir
kanatlı boğa ve kanatlı keçi tanrı ortostatı
bulundu. Ayrıca bölge tarihi açısından çok önemli
olacak II. Sargon dönemine ait bir çivi yazılı
silindir tablet kazı alanındaki kuyunun içinde ele
geçirildi.

5 ANTİK KENT RESTORASYONU
Bu yıl 27 Nisan’da başlayan arkeolojik kazılar
silahların gölgesinde yapılıyor. Kazı alanının yanı
başı İŞİD militanlarının kontrolünde. 27 Haziran’a
kadar süren 2 aylık 1. Dönem kazıları Gaziantep
Büyükşehir Belediyesi’nin sponsorluğunda sürüyor.
Belediye binasında yapılan basın toplantısında
Başkan Fatma Şahin, dünya uygarlık tarihinin Anadolu
olmadan yazılamayacağını belirterek, ‘’Bastığımız
toprakların altında büyük bir kültürel miras var. 5
antik kenti aynı anda restore edip bilimsel kazı
yapan başka bir şehir yok. Çünkü 5 antik kenti olan
başka şehir yok’’ dedi.

3 ÜNİVERSİTE
Karkamış antik kenti kazıları 2011 yılında
mayınların temizlenmesi ile başladı. Antik kent
demir yolu hattı ile ikiye bölünmüş durumda. Antik
kentin en önemli kısmı (55 hektar) Türkiye’de
kalırken, dış kentin bir bölümü (35 hektar) şimdi
Suriye tarafında kaldı. Kazıları Bolonya
Üniversitesi’nden Prof.Dr. Nicolò Marchetti,
İstanbul Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Hasan Peker ve
Gaziantep Üniversitesi ortaklaşa sürdürüyor. Tunç,
demir çağları ile Roma dönemi kapsamlı bir şekilde
araştırılıyor. Luvi, Hitit ve Asur dönemlerini
kapsayan arkeolojik kazılarda MÖ 5000’li yıllara
kadar gidildi.

KEÇİ TANRI BİR İLK
Bu dönem kazılarında bölge tarihine ışık tutacak
önemli buluntular elde edildi. Kazılar aşağı saray
bölgesinde sürdürüldü. MÖ 900’de inşa edilen
Katuwa’nın Sarayı yüksek bir platform üzerine inşa
edilmiş, büyük heykelli levhalarla süslenmişti .
Büyük binanın içerisinde yürütülen kazılarda 2 ana
yerleşim evresi tespit edildi. MÖ 717’de
Karkamış’ı ele geçirdikten sonra II. Sargon’un,
Katuwa’nın sarayını tamamıyla yeniden düzenlediği
anlaşıldı. Eski evre için ceylan taşıyanların
betimlendiği 5 ortostat (anıtsal yapılarda
cephelerin alt kısımlarını korumak için kullanılan
kabartmalı taş blok ve levhalar) 2014 yılında
bulunmuştu. 2015 yılında üç adet daha tam ortostat
yanı sıra konular arasında oldukça hasarlı
aslan-boğa ve onlarca parçaya ayrılmış karışık
yaratık bulundu.. 2015 ortostatlarının tasvirleri
yürüyen aslan, bir kanatlı boğa ve kanatlı
keçi-tanrıdır. Bunların tümü yüksek sanatsal
kalitede olup sakallı insan yüzlü keçi-tanrı Yeni
Hitit sanatında eşsiz bir örnektir.

YAZITLAR ÇOK ÖNEMLİ
Ayrıca saray kazılarında 14 metre derinliğe ulaşan
ağzında yekpare kare bir taş olan kuyu kazıldı. Kuyu
kazılarından hesap taşları (Ziyaret Tepe’de de
bulunanlar gibi), tunç ve taş kaplar, demir zırh
parçaları, benzeri olmayan II. Sargon’a ait çivi
yazılı kil silindir bulundu. Saray alanında yazıtlar
bölgenin tarihi için önemli bir yenilik getirdi.
Metin yeni bir Fırat yolu ve Karkamış’ı ele
geçirmesi, “batılı” tarzda bir saray yaptırmasını da
içeren çeşitli inşaat faaliyetler hakkında bilgiler
veriyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 30.06.2015
|
METROPOLİS ANTİK KENTİ ORTA ÇAĞ'IN KAPILARINI
ARALIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve Sabancı
Vakfı'nın destek verdiği Metropolis Antik Kenti kazı
çalışmaları Celal Bayar Üniversitesi işbirliğinde 25
yıldır elde edilen bulgularla tarihin izini sürmeye
devam ediyor.
MESEDER (Metropolis Sevenler Derneği) ve Torbalı
Belediyesi ile yurt içi ve yurt dışından farklı
üniversitelerin de katkı verdiği arkeolojik alan
çalışmaları Manisa Celal Bayar Üniversitesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek
başkanlığında 1 Temmuz'da başlıyor.
Metropolis antik kenti kazı çalışmalarında bugüne
kadar Türkiye ve dünya arkeoloji dünyasını
heyecanlandıran birçok yeni buluntu ve eser gün
yüzüne çıkartıldı. Hellenistik döneme ait Antik
Tiyatro ve Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilen
hamam ve palaestra (Spor Alanı) kompleksi, mozaikli
salon, peristyl ev, dükkanlar, genel tuvalet,
sokaklar gibi antik kent dokusunu oluşturan yapılar
ve mekanların bulunması iki bin yıl öncesinin
toplumsal yaşamına yönelik ipuçlarını da ortaya
çıkarttı.
Anadolu'nun en özgün yapılarından biri...
2008 yılından bu yana kazı çalışmaları devam eden
Roma Hamamı Palaestra Kompleksi'nin 2015 kazı sezonu
itibariyle tamamlanması planlanıyor. Kompleks, yedi
yıldır zengin buluntularıyla ve özgün mimari
dokusuyla Metropolis antik kentinin en önemli
yapılarının başında geliyor. Ayrıca, ölçüleri ve
mimari özellikleri bakımından Anadolu'nun en özgün
yapılarından biri olma özelliği taşıyor. Yapının
sahip olduğu mozaik işçiliği ve zengin bezeme
çeşitliliği Roma Dönemi'nin tüm özelliklerini
sergiliyor.
Her yıl aynı heyecanla ve merakla kazılara
başladıklarını belirten Kazı Başkanı Doç.Dr. Serdar
Aybek ''Metropolis antik kentinde sürdürülen
arkeolojik araştırma ve kazıların 25. yılına
girerken kentin böylesine merkezi bir yapısını
tamamen gün yüzüne çıkartmak bizler için büyük bir
onur ve gurur kaynağıdır. '' dedi.
Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan ise
konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Metropolis'te
yapılan çalışmalarla her yıl Anadolu tarihi
açısından büyük önem taşıyan bulgulara ulaşıldığını
belirterek “Kazılar süresince gün yüzüne çıkan her
bir parça Türkiye'de ve dünyada tarih severleri
heyecanlandırdı, tarihin bir dönemine ışık tuttu.
Sabancı Vakfı olarak bu projeyle yaklaşık 2 bin beş
yüz yıllık bir tarihin ülkemizin kültürüne ve
turizmine de kazandırılmasına destek olmaktan büyük
bir mutluluk duyuyoruz. '' dedi.
Bu yıl, Anadolu'nun iyi korunmuş tiyatrolardan biri
olan Metropolis tiyatrosunda temizlik, düzenleme
faaliyetlerinin yanı sıra Orta Kent'te ve Akropol'de
kazı faaliyetleri de devam edecek.
Metropolis Hakkında
1990'dan bu yana sürdürülen kazılarla gün ışığına
çıkarılmaya çalışılan Metropolis Antik Kenti,
İzmir'in Torbalı İlçesine bağlı Yeniköy ve Özbey
mahalleleri arasında yer alıyor. Metropolis'in
tarihi, kentin yakınlarındaki Geç Neolitik Çağ'daki
ilk yerleşim izlerinden Klasik Çağ'a, Hellenistik
Çağ'dan Roma ve Bizans dönemlerine, Beylikler ve
Osmanlı tarihine kadar uzanıyor.
Bugüne kadar yapılan kazılar sonunda Hellenistik
Döneme ait Antik Tiyatro, Bouleuterion (Meclis
Binası), Stoa (Sütunlu Galeri) ile Roma
İmparatorluğu Dönemi'nde inşa edilen iki hamam
yapısı, hamam ve palaestra (Spor Alanı) kompleksi,
Mozaikli Salon, Peristyl Ev, Dükkanlar, Genel
Tuvalet, Sokaklar gibi antik kent dokusunu oluşturan
yapılar ve mekanlar bulundu. Ayrıca bu mekanların
kazı çalışmaları sırasında seramik, sikke, cam,
mimari parçalar, figürler, heykeller, kemik ve
fildişi eserler, pithos (depolama küpü) ve birçok
Hellenistik Dönem seramikleri ile maden eserlerden
oluşan 11 binin üzerinde tarihi eser gün yüzüne
çıkartıldı. Kazılarda elde edilen eserler, bugün
İzmir Arkeoloji, İzmir Tarih ve Sanat ile Selçuk
Efes müzelerinde sergileniyor.
turizmhaberleri.com, 29.06.2015
|
NEANDERTHAL İNSAN BİLİM İNSANLARINI ŞAŞIRTTI

Günümüzden 35-40 bin yıl önce, modern insanlar
Avrupa 'nın her tarafına yayıldılar. Aynı
zamanda, Neanderthaller kıtadan yok oldular - Homo
sapiens ırkıyla karışmadan önce değil. Yakın zamanda
yapılmış bir araştırma,
bugün yaşayan bütün Afrikalı olmayan insanların
genlerinin yüzde 1-3'ü oranında Neanderthal soyunun
genetik izini muhafaza ettiklerini ortaya çıkardı.
Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre,
40 bin yıl önce insan genomu, iki kat fazla
Neanderthal DNA'sı içermiş olabilir.
Araştırmaya göre, Romanya limanlarında ortaya
çıkarılan 40 bin yıllık insan kemiklerinden elde
edilen genetik materyal yüzde 6-9 oranında
Neanderthal DNA'sı içeriyor. Bu DNA'nın bir kısmının
görece büyük 3 kromozom parçasında bulunması, bu
kişinin sadece 4 ya da 6 kuşak öncesinde bir
Neanderthal atası bulunduğunu gösteriyor. Bu
çalışmaya dahil olmayan California Berkeley
Üniversitesi'nden Popülasyon Genetikçisi Rasmus
Nielsen, “Sonuçların oldukça açık olduğunu
düşünüyorum ve sadece birkaç kuşak yakınında bir
karışım buldukları için çok şanslılar” dedi.
Makaledeki kıdemli bir
yazar olan Harvard Tıp Okulu'nda Popülasyon
Genetikçisi David Reich, “Bu örneğin insanı hayrete
düşürmesinin sebebi bunu bulacak kadar şanslı
olmamız” ifadesini kullandı.
Reich ve arkadaşları, adını 2002 yılında modern
insan iskelet kalıntılarının bulunduğu Romanya'nın
bir bölgesinden alan Oase bireyinin çene kemiğinden
elde edilen DNA'yı incelediler. İskelet
kalıntılarının, bunun bir insan-Neanderthal karışımı
olduğunu öne süren morfolojik özellikleri
sürdürmesinden dolayı Reich böyle bir ilişki
içerisinde genomu derinlemesine araştırmaya karar
verdi. Dışsal DNA ile kirletilmesine rağmen, çene
kemiği sıralanabilen DNA'yı yani araştırmacıların
izole ve analiz ederek işleyecekleri içsel genetik
materyalleri sağladı. Araştırmaya dahil olmayan
Copenhagen Üniversite'sinden antik-DNA araştırmacısı
Ludovic Orlando, The Scientist'e yazdığı e-postada,
“Orada sadece yok denecek kadar az insan benzeri DNA
materyali var. DNA'nın içinin zorluğundan başka,
onun üzerinde Avrupa arkaplanından kaynaklanan çok
büyük miktarda kirlilik seviyeleri var. Bu gerçekten
samanlıkta iğne aramaya benziyor” diyor.
Bu bireyin kendi genetik materyalini çıkarmanın
anahtarı, bulaşıcı DNA'yı ayıran biyoenformatik
tekniklerde yatıyor. Çalışmaya dahil olmayan
Illinois Üniversitesi'nden Moleküler Antropolog
Ripan Malhi “Genomun içsel kısmını tespit etmek için
yeni yaklaşımları kullanabildiler” diyor.
İLK BULGULAR DEĞİL
Yakın zamanda modern insanlar ve Neanderthaller
arasında gerçekleşen bir çiftleşmeyi öneren
kromozoma ait parçaların bulunmasına ek olarak,
Reich ve çalışma arkadaşları, muhtemelen iki insan
benzeri türün karışımına dair genomik kanıt
buldular.
Bu araştırmacıların bulduğu, ilk
insan-Neanderthal karışımı değil. Araştırmacılar
günümüzde
İsrail olarak adlandırılan bölgede gerçekleşen
daha eski bir karışıma dair kanıt bulmuşlardı. Yeni
sonuçlar gösteriyor ki Neanderthaller ve modern
insanlar günümüzde Avrupa olarak isimlendirilen
yerde karıştılar. Reich, “Bunun bu kadar heyecan
verici olmasının sebebi, Neanderthal karışımının
Avrupa'da da olduğunun kanıtı olması. Görünüşe göre
modern insanlar Neanderthal bölgeleri boyunca
hareket ederek o mesafe boyunca birçok kez onlarla
karıştılar” diyor. Antik-DNA teknolojileri ve
metodolojileri gelişmeye devam ederken, bilim
insanlarının modern insanların evrimsel tarihini
çözümleyecek daha fazla bilgiyi ortaya çıkarması
olası. Peleontologlar, Neanderthallerle ortak
atamızın morfolojik izlerini taşıyan birkaç iskelet
kalıntısına sahip ve DNA'ya dayanan teknikler
insan-Neanderthal karışımına ait daha fazla izin
niceliğini belirliyor ve bu izleri doğruluyor.
Moleküler Antropolog Ripan Malhi, “Doğu Avrasya'da
bunun gibi bir başka birey daha bulmak beni
şaşırtmayacak” diyor. Geleceğe doğru baktığımızda,
antik-DNA arkaştırmacılarının erken insan evrimine
dair daha fazla şeyi açıklığa kavuşturacağını
söyleyebiliriz. Neilsen, “Homo erectus'a ait DNA
elde edeceğimiz günü gerçekten dört gözle
bekliyorum. Bu, gerçekten bizim insan evrimine dair
bakış açımızı değiştirebilir” diyor.
Radikal, Kaynak: Bob Grant-The
Scientist/Çeviri: Merve Kaçar - Evrensel, 29.06.2015
|
İNŞAAT KAZISINDAN ROMA DÖNEMİ SPROCU HEYKELİ ÇIKTI

Muğla’nın Milas
İlçesi’ndeki bir inşaatın temel
kazısı sırasında Roma dönemine ait sporcu ve
gülle tutan bir el heykeli bulundu.
Milas’ın Atatürk
Bulvarı’nda yer alan üçüncü derece sit alanı
içerisinde geçtiğimiz yıl, bir inşaatın
temelinde yapılan sondaj kazısı sırasında tarihi
kalıntılar ortaya çıktı. Milas Müze Müdürlüğü
kontrolünde yürütülen kurtarma kazılarında dolgu
toprağın içinde bazı heykeller bulundu. Ünlü
Yunan heykeltraş Lysoppos stilinde yapılan, 1
metre 43 santimetre boyunda, başı, sağ bacağı ve
kolları eksik olan mermer heykelin MÖ 4’üncü
yüzyılın sonları ya da MÖ 3’üncü yüzyılın
başlarında yağıldığı tahmin ediliyor.
Yetkililer tarafından
yapılan açıklamada, "MÖ 5’inci yüzyılda Polykleitos
tarafından yapılmış gelişmiş kaslı, detayları daha
keskin bir şekilde gösterilmiş olan çıplak erkek
heykelleri Hellenistik Dönem’in erken yıllarında
yapılan heykeller için temel ilham kaynağı olmuştur.
Ancak, Milas’ta yeni bulunan bu heykel, klasik
dönemin sert hatlarına karşın yumuşak ve daha doğal
bir üslupta ele alınmıştır. Bu heykel, Lysippos’un
MÖ 4’üncü yüzyılın sonlarına doğru yaptığı
temizlenen sporcu heykeli ile büyük bir benzerlik
göstermektedir. Sonuç olarak, abartıya kaçmayan
kaslara sahip olan ince, uzun boylu, bu önemli
çıplak sporcu heykeli için, erken Hellenistik
Dönem’in bir Roma kopyasıdır denilebilir"
ifadelerine yer verildi.
Milas Müzesi Müdürlüğü
tarafından devam eden kazı çalışmalarında sporcu
heykelinin eksik parçalarına da ulaşılacağı tahmin
ediliyor.
Hürriyet, 29.06.2015
|
EFES VE DİYARBAKIR İÇİN GÖZLER BONN'DA

UNESCO Dünya Miras Komitesi 29 Haziran-8 Temmuz
tarihleri arasında Almanya’nın Bonn kentinde
toplanıyor. Efes ile Diyarbakır surlarının Kültür
Mirası listesine alınıp alınmayacağı ile ilgili
nihai karar buradan çıkacak.
Deutsche Welle Türkçe’nin
haberine göre BM Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı
UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesi için bu yıl
Türkiye’den iki aday var: Efes ile ‘Diyarbakır
Surları ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı.‘
Almanya’nın Bonn kentinde 29 Haziran-8 Temmuz
tarihleri arasında düzenlenecek Dünya Miras
Komitesi’nin 39’uncu dönem toplantısında Dünya Miras
Listesine dahil edilecek yeni doğal ve kültürel
varlıklar karara bağlanacak.
Türkiye’den iki aday ile birlikte Kültür Mirası
listesinde 31 aday bulunuyor. Bunun dışında beş
doğal varlık ve hem doğal, hem kültürel özellik
taşıyan bir aday bulunuyor. Komite ayrıca şu an
listede bulunan 95 doğal ve kültürel varlığın
korunma durumunu inceleyecek, Tehdit Altındaki Dünya
Mirası listesindeki 46 yerin durumu da masaya
yatırılacak.
Ev sahibi Almanya da Dünya Mirası Listesi için
iki aday gösteriyor. Hamburg’un simgelerinden biri
olan, liman bölgesindeki dünyanın en büyük bitişik
bina kompleksi Speicherstadt ile Naumburg Katedrali,
Kültür Mirası Listesine dahil edilmeyi bekliyor.
Türkiye'den bugüne kadar Dünya Miras Listesi'ne
giren yerler ise şunlar: Göreme Tarihi Milli Parkı
ve Kapadokya (1985), Divriği Ulu Camii ve Melike
Turhan Darüşşifası (1985), İstanbul’un tarihi
yerleri (1985), Hattuşaş (1986), Nemrut Dağı (1987),
Hierapolis-Pamukkale (1988), Xantos - Letoon (1988),
Safranbolu, Karabük (1994),Truva antik şehri (1998),
Mardin, Midyat, Hasankeyf ve Batman (1998), Selimiye
Camii ve Külliyesi (2011), Çatalhöyük kalıntıları
(2012), Bergama ve Bursa-Cumalıkızık(2013).
Evrensel, 29.06.2015
|
ROMA MEZARLIĞINA LÜKS KONUT

Nikomedia döneminin akropolisi (yukarıda bulunan
kenti) Bağçeşme’de yer alan Geç Roma ve Bizans
dönemine ait nekropol (mezarlık) bölgesi yıllardır
inşaat firmaları tarafından talan ediliyor. Müze
Müdürlüğü, Anıtlar Kurulu ve belediyelerin
denetimlerdeki eksiklerini fırsat bilen inşaat
firmaları, yapılaşmaya açılan bölgelerde gece
kazılarıyla tarihi mezarları çıkarıyor, temelini
kazdıkları binalar için, sit alanı olması gereken
arsaları tonlarca betona boğuyor.
Kocaeli’nin yaşadığı en büyük felaketlerden olan
1999 Marmara Depremi’nin ardından kayalık yapısıyla
vatandaşların göz bebeği olan ve zengin yurttaşlar
çekim merkezi haline gelen Bağçeşme’de yapılaşma göz
açıp kapayıncaya kadar tamamlandı. 2003 yılında
başlayan büyük sitelerin yapımı günümüze kadar
sürdü.
Roma ve Bizans dönemlerine ait olduğu bilinen
nekropol kalıntılarına son olarak Kent Konut
tarafından inşa edilen Tuana Evleri inşa edildi.
Çalışmaları büyük ölçüde tamamlanan Tuana Evleri’nin
temel kazma çalışmaları sırasında birçok kalıntıya
rastlanmış, konuyla ilgili Kocaeli Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Ayşe Çalık
Ross kimi girişimlerde bulunmuş ancak dönemin İl
Kültür Turizm Müdürü Adnan Zamburkan mezarlığın
tahrip edilmediğini söyleyerek temel kazma
çalışmalarının sürmesine izin vermişti.
Bölgedeki son tahribat Topçular Mahallesi Yazar
Sokak’taki arsada yaşandı. Başlatılan çalışmalar
kapsamında metrelerce derinlikte temel kazıldı.
Kent tarihçisi Yavuz Ulugün: “Bu alanda koruma
kararını kim kaldırdı? Müze Müdürlüğü’nün kaldırma
yetkisi var. Mezarlar olduğu gibi dururken böyle bir
çalışmaya izin verilmesi mümkün değil. Yıllardır bu
talana göz yumuluyor” dedi.
Birgün, Haber: Uğur Enç, 29.06.2015
http://www.tayproject.org/TAYBizansMar.fm$Retrieve?YerlesmeNo=20193&html=bizansdetailt.html&layout=web
|
KINALI ELLERİYLE TARİHE IŞIK TUTUYORLAR

Kütahya'da Roma dönemine ait antik kent,
köylü kadınların desteğiyle gün ışığına
çıkartılıyor. Uzman ekibe ikramlarda bulunan
kadınlar, kazılarda da önemli rol alıyor.
Kütahya'nın Çavdarhisar
İlçesi'nde Roma
döneminden kalma Aizanoi antik kentinde
kazılar devam ediyor. Pamukkale Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü tarafından sürdürülen
kazılarda civar köylerde yaşayan kadınlar da
görev alıyor. Kazı grubu başkanı olan ve
aynı zamanda Pamukkale Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Elif
Özer, 14 köylü kadının arkeoloji
çalışmalarına katıldığını belirterek, "Köylü
kadınlar çevreyi çok iyi biliyorlar.
Önceleri gönüllü olarak ekibimize ev
sahipliği yapıyorlardı. Bizi evlerine davet
ettiler, ikramda bulundular. Daha sonra
kazılara yardım etmeye başladılar. Bu işlere
çok yatkınlar. Biz de bu çalışmaya istekli
olduklarını göz önüne alarak kendilerini
istihdam ettik. Verimli bir çalışma
sergiliyorlar. Performanslarından
memnunuz"dedi. 2011 yılından beri devam eden
kazılarda önemli eserlere ulaşıldığını
anlatan Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün
"Aizanoi 3 bin yıllık bir geçmişe sahip.
Roma İmparatorluğu döneminden kalma önemli
bir kent. Dünyanın ilk borsası burada.
Kraliçesi Berenike'nin 10 tonluk mermer
lahdi bu kazılarda ortaya çıkarıldı" dedi.
Sabah, 28.06.2015
|
"TARİHİ ÇEŞMELERİN RESTORASYONUNA TALİBİZ"
Bir gün Prof.Dr. İlber Ortaylı kendine has
üslubuyla
Arzu Sabancı ve
Zafer Kozanoğlu’na bir sohbet esnasında dönüp
“Siz ikiniz neden ülke tarihimiz ve kültürümüzle
ilgili bir dernek kurmuyorsunuz?” diye sorunca Etnik
Popüler Sanatları Koruma ve Geliştirme Derneği’nin
(Epos7) tohumları atılır. 2012’de kurulan derneğin
ilk projeleri Topkapı Sarayı Bab-ı Selam bölümünün
restorasyonu oldu. Biz de dernek başkanı Kozanoğlu
ve Arzu Sabancı ile İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde
buluştuk.
Epos7’nin
kuruluş amacı nedir?
Zafer
Kozanoğlu: Etnik Popüler Sanatları Koruma
ve Geliştirme Derneği’ni
kültürel emanetleri korumak, kültürler arası
güçlü bir köprü kurmak, toplumu özellikle de genç
nesli sanat hakkında bilinçlendirmek amacıyla
Prof.Dr. İlber Ortaylı ve Arzu Sabancı’yla birlikte
kurduk. Epos, mitolojide “sanata dair söylenecek
söz” anlamına gelir. Yapmak istediklerimizi tam
anlamıyla ifade eden bu kelime.
Biz kültürel
değerlerimizin ne kadar farkındayız?
Arzu Sabancı:
Ulus bilincimizin temelinde tarih ve kültürün önemi
büyük. Sonuçta “Geçmişini bilmeyen geleceğini
bilemez...” Kültür ve tarihimize sahip çıktığımız
takdirde, gelecek nesillere insanlık tarihinin
deneyimlerini aktarabiliriz.
Ne gibi
faaliyetlerde bulundunuz?
A.S.:
Epos7 Derneği olarak bugüne kadar farkındalık
yaratan birçok gezi ve seminer düzenledik. Şiirden
sanata, tarihten arkeolojiye çok büyük bir yelpazede
bilgi paylaşımına ve ruhsal zenginliğin güçlenmesine
öncülük ettik. İlk etkinlik olarak Topkapı Sarayı
Müzesi Konferans Salonu’nun restorasyonunu
gerçekleştirdik. Ayrıca Sagalassos antik kentinin
korunmasına destek verecek yeni “Sagalassos
Dostları’’nı buluşturduk. Bugüne kadar sadece Türk
arkeologların kısıtlı imkanlarla çalıştığı
Stratonikeia antik kentine sahip çıktık. Bu
beldenin UNESCO’nun dünya
mirası aday listesine kabul edilmesini
sağladık.
Üzerinde
çalıştığınız ilginç bir proje var.
Z.K.:
“Arkeoloji Havuzu”... Bu projeyle genç arkeolog
adaylarını yetiştirmeyi hedefliyoruz. Öğrencilere
arkeoloji eğitimi vererek nasıl bir coğrafyada
yaşadıklarını, arkeolojinin önemini ve kültürel
mirasın korunması gerektiğini anlatıyoruz. Örneğin
Mersin Silifke’de yaşayan gençler, Epos7 Arkeoloji
Havuzu ekibi tarafından bölgenin tarihsel önemi
hakkında bilinçlendiriliyor. Proje kapsamında
seminerler, arkeolojik kazı çalışmaları ve atölye
faaliyetleri gerçekleştirilip katılımcılara genç
arkeolog adayı diploması veriliyor. Gelecekteki
projelerimizden bahsedecek olursam, ilk olarak
tarihi çeşmelerin restorasyonlarına talibiz.
Belediyeler ile görüşmelerimiz devam ediyor. Bu
çeşmeler hakkında katalog oluşturmayı planlıyoruz.
Sizin aynı
amaçla faaliyet gösteren diğer derneklerden farkınız
nedir?
Z.K.:
UNESCO’nun Türkiye’de bu dalda faaliyet gösteren ilk
milli kulübüyüz. Başvuruda bulunduk, etkinliklerimiz
değerlendirildi. Sonuç olarak çalışmalarımızın
onların değerleriyle örtüştüğü kanısına vardılar ve
UNESCO’nun “Milli Kulübü” seçildik. “Tarihimize
sahip çıkmalıyız” algısını yarattığımıza
inanıyorum.
Peki ya devlet
desteği?
A.S.: Kültür Bakanı
Ömer Çelik her zaman ortak bir projede yer almaktan
memnun olacaklarını belirtti. İstanbul Kültür ve
Turizm İl Müdürlüğü, Topkapı Sarayı ve Arkeoloji
Müzesi Müdürlükleri, çeşitli belediyeler ve devlet
üniversiteleri hep yanımızda.
Habertürk, Haber: Dilek Birgen, 28.06.2015
|
SANAT 2.3 SANİYEDEN KISA

Bir gün bir
sanat fuarında koleksiyoncunun birine eski
toprak bir soyut akım sanatçısının yeni keşfedilmiş
bir tuvali gösterilip, fiyatının 100 bin doların
altında olduğu fısıldanmış. Adam, “Şey, evet sanırım
böyle bir tablodan keyif alırdım” demiş satıcıya,
“fakir biri olsaydım...”
Çağdaş sanat öyle pahalı bir şey haline geldi
ki, üzerine düşünmek farz oldu. Şöyle ki; Wembley,
Stade de France ya da New Jersey’deki Giants
Stadium’da Wynton Marsalis Quartet’in çaldığını
düşünün. Ortamda Gotik bir atmosfer yaratmak üzere
bol bol beyaz duman, havai fişekler, devasa spotlar,
12 metre uzunluğunda hoparlörler hazır. Eller havada
cep telefonu ve çakmak sallayan çığlık çığlığa 50
bin de insan olsun. Caz, böyle gürültülü, şişirilmiş
ve gösterişli bir ortamda biraz ilgisiz ve mahcup
görünebilir; hatta bundan zarar da görebilir. İşte
çağdaş sanatın başına gelen de bu. Bir zamanlar
sıcak ve samimi bir kulüpte, duyduklarını gerçekten
özümseyen bir dinleyici kitlesine çalan bir
trompetçi, piyanist, basçı ve davulcu vardı; şimdi,
kitlelere heavy metal çalan bir grubun grotesk
taklidine dönüştüler.
Bu durumun kökleri
Andy Warhol ve pop-art’ın şaşalı yıllarına kadar
gidiyor. O yıllarda sanatçılar için avangart olmanın
önkoşulu öfkeli bir romantik veya acı çeken yalnız
insan olmak değildi; modern bir dilbaz olmak iş
görüyordu. Bir kuşak sonra Julian Schnabel ve David
Salle, resmi, bol sıfırlı karlar elde edilebilecek
bir iş haline getirdi. Kısa sürede çağdaş sanatçı
olmak, senarist olmak kadar sıradan bir kariyer
seçimi haline geldi. Bir akademisyenler ve uzmanlar
ordusu reklam metni kıvamında inceleme yazıları,
sanat katalogları hazırlamaya başladı. Şaşırtıcı bir
şekilde, pek çok ticari sanat eserleri artık en az
Van Gogh, Picasso çalışmaları kadar riskli ve çekici
bulunuyordu.
BİR ESERE 2.3
SANİYE
Ardından galeri
mahalleleri büyüdü, koleksiyonculara Medici
prensleri muamelesi yapılmaya başlandı, sanat
dergileri Vogue kadar kalınlaştı. Problemse, bu
istatistiklerin özündeki boşluktu. Ciddi çağdaş
sanatın esas seyircisi, bir yılda müze başına düşen
milyonlarla ifade edilebilecek kadar çok değil.
Büyük kalabalıklar, deyim yerindeyse Wynton
Marsalis’i dinlemeye gelmiyor; o sahnedeki dumanı,
havai fişekleri ve o büyük kalabalıkların bir
parçası olmanın heyecanını yaşamaya geliyor.
Müzelerle ilgili yapılan bir araştırmaya göre bir
ziyaretçinin bir sanat eserine ortalama bakma süresi
2.3 saniyeymiş. Şimdi bu süre daha ne kadar kısalmış
olabilir ki; bir göz kırpma kadar mı?

SOSYETE
KENDİNİ SANATA VERDİ
Çağdaş sanat ürünleri
satan ticari galeriler büyüdü, büyüdü ve hangarlara
taşındı. Büyük bienal sergileri bugün artık sadece
Venedik, Paris, Berlin ve New York’taki Whitney
Müzesi gibi yerlerde değil; Makao, Sidney ve Güney
Kore’nin Kwangju şehri gibi yerlerde de
düzenleniyor. Her bir bienalde kilise pikniğine
benzer yeni bir Aida prodüksiyonu ortaya çıkıyor. En
kibar eser satıcısının bile ikinci el araba satıcısı
gibi göründüğü ve en zengin koleksiyoncunun yaz
indirimindeki bir alışveriş merkezine saldıran
müdavimler gibi davrandığı, her şeyin bir arada
satıldığı alışveriş karnavallarına benzeyen “sanat
fuarları”nın sayısı çılgınca artıyor. Art Basel
Miami jet sosyetenin o kadar ilgisini çekti ki, uydu
fuarlar konteynırlarda mağaza açmaya başladı. Bir
yandan da dünyanın en muhteşem ve parlak mimarları
tarafından tasarlanan göz kamaştırıcı, pırıltılı
yeni çağdaş sanat müzeleri, şimdiye dek kendi
halinde yaşayıp giden İspanya’nın Bilbao kentinden
başlayıp sağda solda mantar gibi üredi. Hatta
koleksiyoncular bile müzeciliğe el attı. Londra’dan
Charles Saatchi ve Miami’den Donald ve Mera Rubell,
devasa boyutlarda ve artık müzeden başka bir yere
sığamayacak çağdaş sanat koleksiyonlarını sergilemek
için kendi müzelerini açtı. Hala hayatta olan ve
açık arttırmaya çıkardıkları tek bir eser sayesinde
milyon dolarlara hükmeden çağdaş sanatçı sayısı
(orta yaşlarında olduklarını söylemeye bile gerek
yok) 100’e yaklaştı.
Küresel ekonomik kriz
eserlere talebi, fiyatları, dolayısıyla çağdaş
sanatın fiyakasını biraz bozdu. Ama uzun vadede
trend hala aynı. Yine de içinde bulunduğumuz
uzatmalı ekonomik sarsıntının çağdaş sanat
dünyasının aklını başına getireceğini düşünmek hoş
olabilir. Aşırı pohpohlanan vasat müze sergilerinin
sayısı biraz azalabilir. Bu epey idealist bir umut,
fakat açgözlülük ve şatafat yerine idealizm her
zaman en iyi sanatın ardındaki güç oldu. Böylece
sanat dünyası sakinleri de birazcık daha hoş
insanlar haline gelebilir; Wynton Marsalis gibi...
Habertürk, Haber: Peter Plagens, 28.06.2015
|
ŞİMDİ BU BİR SANAT MI?
Neredeyse son yüz yıldır güncel sanat üzerine
bitmeyen bir tartışma 'Bu bir sanat mı? Yoksa
çenemizi kaşıyıp en son kavramsal güncel sanat
sergisini takdir ederken kendimizi aptal durumuna mı
düşürüyoruz?' Cevaplar 'Pardon Neye
Bakmıştınız'da...

“1972’de Londra’daki Tate Gallery, Amerikalı
minimalist sanatçı Carl Andre’nin Eşdeğer VIII adlı
heykelini satın aldı. 1966’da yapılmış olan heykel
sanatçının talimatlarına göre iki tuğla
yüksekliğinde dikdörtgen oluşturacak biçimde üst
üste dizilmiş 120 ateş tuğlasından oluşuyordu...
Açık renk tuğlaların bir özelliği yoktu; tanesi
üç beş kuruşa herhangi biri tarafından satın
alınabilirlerdi. Ama onlar için Tate Gallery 2000
pounddan fazla ödemişti. Britanya basını topluca
sinirlendi: ‘Ulusal servete ait nakti bir tuğla
yığınına harcıyorlar’ diye bağırıyordu gazeteler.
Entelektüel bir sanat dergisi olan Burlington
Magasine bile ‘Tate çıldırdı mı?’ diye sordu...”

İngiltere’nin en önemli sanat editörü ve
yazarlarından Will Gompertz’in ‘Pardon Neye
Bakmıştınız? Modern Sanatın 150 yıllık Şaşırtıcı,
Sarsıcı Kimi Zaman da Tuhaf Hikayesi’ (*)
adlı kitabı bu satırlarla başlıyor.
Yazar, ‘Son otuz yılda ne oldu? Ne değişti? Neden
modern ve güncel sanat genelde kötü bir şaka olarak
görülmekten saygı duyulan ve tüm dünyada değer
verilen bir şeye dönüştü diye soruyor. Ve sonra da
cevabını kendi veriyor: Paranın bununla ilgisi var.
Son on yıllar içinde çok büyük miktarlarda nakit
sanat dünyasına aktı.
Gompertz’e göre “Fiyatlar, yeni para bulmuş
bankerler ve gölgede oligarklar, hırslı taşralılar
ve ‘Bir Bilbao da biz yaratalım diyen’ yani ünlerini
dönüştürmek ve göz alıcı bir modern sanat galerisini
hizmete sokarak profillerini de yükseltmek
isteyen-turist yönelimli ülkelerce yükseltiliyor.
Hepsi büyük bir bina almanın veya son model bir müze
inşa etmenin işin kolay kısmı olduğunu anladılar;
ziyaretçileri etkileyecek kısmen de olsa düzgün
sanatla bu mekanları doldurmaktı zor olan. Bunun
nedeni de iyi sanattan fazla olmamasıydı. Ve eğer
erişilebilir yüksek kalitede ‘klasik’ modern sanat
yoksa, bir sonraki en büyük şey, ‘güncel’ modern
sanat, (yaşayan sanatçıların eserleri) olacaktır”.

Sonra, Amerikan pop sanatçısı Jeff Koons gibi A
listesinde varsayılan sanatçıların yapıtlarının
fiyatları engellenemez bir biçimde yükselir. Bir
zamanlar sefalet çeken sanatçılar şimdi şöhretli
arkadaşlar ve özel jetlerle dolaşarak sinema
yıldızlarının aşina olduğu tuzaklara yakalanırlar.
Yirminci yüzyılın sonunda patlayan cilalı
dergiler sektörü de bu yeni medya kurnazı sanatçı
kuşağının kamusal profilini inşa etmekten çok
mutludur. “Zengin ve güçlü insanların dolaştığı
cafcaflı tasarım mekanlarda rengarenk yaratıcı
insanları rengarenk sanatlarının yanı sıra dururken
gösteren fotoğraflar, dergilerin arzulu okurlarının
hevesle yalayıp yuttukları tipte dikizlemenin görsel
ziyafetleri olur.”
Hatta Tate Gallery’nin, Tate üyeleri için
hazırladığı dergisini Vogue dergisinin yayıncısı
çıkarır. Bu gibi yayınlar, gazetelerin renkli
ilaveleriyle birlikte, yeni trendy kozmopolit
sanatçılar için aynı özelliklere sahip izleyici
kitlesi yaratırlar:
“Günümüzde galerilere gidenlerin büyük kısmı
yaşadıkları zamandan bahseden sanat istiyordu. Taze,
dinamik ve heyecan verici olan sanat. Şimdi ve
burada olan, onlar gibi bir sanat. Arzulanabilir ve
modern. İçinde biraz Rock’n roll olan sanat. Yüksek
sesli, isyankar, eğlendirici, karizmatik...”
“Evet, ama bu bir sanat mı? Yoksa bu sadece
Duchampvari bir şaka mı? Çenemizi kaşıyıp en son
kavramsal, güncel sanat sergisini ‘takdir ederken’
kendimizi aptal durumuna mı düşürüyoruz?” diyor
Gompertz. Sonra da oturup aslında meselenin bu kadar
basit olmadığını anlatıyor, 150 yıl öncesinden
günümüze gelerek.
Gompertz son on yılını modern sanatın tuhaf ve
büyüleyici dünyasında çalışarak geçirmiş. Yedi yıl
Tate’te müdürlük yapmış. Dünyanın en büyük
müzelerini, en az bilinen koleksiyonlarını gezmiş.
Sanatçıların evlerinde bulunmuş, zenginlerin özel
koleksiyonlarını incelemiş, eser koruma atölyelerini
turlamış, milyonlarca dolarlık modern sanat
müzayedelerini izlemiş. “Şimdi biraz bir şeyler
biliyorum ama daha öğrenecek çok şey var. Benim
keşfettiğim kadarıyla modern sanat hayatın en büyük
zevklerinden biri” diyor.
Aslında modern sanatın ne olduğu üzerine
İngiltere’de 40 yıl önce başlayan tartışmanın
fitilini Duchamp 1917 yılında New York’ta ‘Çeşme/
pisuar’ adlı kışkırtıcı hazır nesnesiyle
ateşlemişti. Her ne kadar Gompertz’in dediği gibi
Duchamp, modern sanatı başlatan değil, hikayesinden
çıkan bir isim olsa da etkisi modern sanatın tarihi
boyunca her yerde hissedilir. Biraz da sayesinde
bugün ‘sanat fikirdedir’ anlayışı yerleşmiştir.
Will Gompertz, modern sanatın öyküsünü mükemmele
yakın bir akıcı dille sorguluyor, sürükleyici bir
roman gibi elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Bir
anlamda sanatın stand up’ını yapıyor ki bir dönem
onu da yapmış ve bu kitap o gösteriden esinlenmiş.
Hatta bazen hayallerini de devreye sokmuş.
En iyisi eğer güncel sanatın öyküsü sizi
ilgilendiriyorsa empresyonizm, kübizm, fütürizm,
bauhaus, sürrealizm, dadaizm gibi akımlardan, bu
dönemlerdeki sanatçıların öncü ya da olay yaratan
yapıtlarına her detayı son derece basit, anlaşılır
ve esprili bir dille anlatan bu kitaptan edinin
derim.
Bu hafta listemde iki sanat kitabı Mustafa
Özgülgen’in ‘Artistic Narrative of Technology’ ve
Hasan Bülent Kahraman’ın ‘Bakmak Görmek Bir de
Bilmek/ Çağdaş Sanat Dünyasında Hayatta Kalma
Kılavuzu’ da vardı. Ancak Will Gompertz’in güncel
sanata ilişkin saptamaları o kadar hepimizi
ilgilendiriyor, o kadar global sorunlar ki
detaylandırarak paylaşmak istedim...
(*) Will Gompertz, Pardon
Neye Bakmıştınız / YKY Haziran 2015
Radikal, Yazı: Müge Akgün, 28.06.2015
|
MOĞOLİSTAN'DA YENİ KAZI ÇALIŞMASI TÜRK TARİHİNE IŞIK
TUTACAK

Moğolistan’ın başkenti Ulanbator’a yaklaşık 50
kilometre uzaklıkta bulunan Nalayik bölgesinde Türk
tarihine ışık tutacak yeni kazı çalışması
başlayacak. Koruma altına alınan Tonyukuk anıtları
alanında yapılacak kazıya Türk ve Moğol arkeologlar
katılacak.
Dokuz Eylül Üniversitesi ile
Moğolistan Bilimler Akademisi arasında
geçtiğimiz Mayıs ayında konuyla ilgili protokol
imzalandı.
Dokuz Eylül Üniversitesi adına ve maddi
desteğinde yapılacak olan kazılarda amaç; Bilge
Tonyukuk’un anıt mezarına ulaşmak.
Dokuz Eylül Üniversitesi
Kafkasya Orta
Asya
Arkeoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü Yrd.
Doç.Dr. Abdullah Semih Güneri: “Bu önemli kazı izninin
alınabilmesinde
Altay Dağları bölgesindeki 13 yıllık
çalışmalarımız ve
Moğolistan
Altay Araştırmaları Enstitüsü’nün de tek Türk
üyesi olmam sağlamış olabilir. İlk planda kazmayı
planladığımız kurganda (soylu mezarı) hiç birşey
bulamayabiliriz. Ama bunca yıllık bölgedeki
deneyimlerimiz bu kazılarda Türk Tarihi'ni
aydınlatacak önemli bulgulara ulaşacağımızı bize
haber veriyor” dedi.
Kazı çalışmaları önümüzdeki günlerde başlaması
bekleniyor.
haberler.com, 27.06.2015
|
5 BİN 500 YILLIK PARMAK İZİ

Almanya'nın Fehmarn ile
Danimarka'nın Lolland adalarını
birleştirecek Femern Belt tünelinin
inşası esnasında binlerce yıllık bir
tarihi eser ortaya çıkarıldı. Altı
düz, gövdesi ise huniye benzeyen
seramiğin, kuzey-orta Avrupa'da 2800
ile 4000 bin yıl önce var olan
'funnel beaker' kültürüne ait olduğu
düşünülüyor.
Lolland'ın güneyinde
kalan kıyılarda bulunan seramik
parçanın en ilgi çeken özelliği ise
üzerinde binlerce yıl öncesine ait
bir parmak izi bulunması.
Discovery News'e açıklama yapan
Lolland-Faster Müzesi'nden arkeolog
Marie Olesen, aynı bölgede
geçtiğimiz yıl yine 5 bin yıl
öncesine ait çakmataşından balta
bulunduğunu belirtti. Baltanın çanak
gibi eşyaları üretildiği yeri
gösterdiği tahmin ediliyor.
Olsen, bilinçsizce seramik
üzerinde bırakılan parmak izinin ise
binlerce yıl önceki Avrupalıların
yaşamlarına ışık tutan bir bilgi
olduğunu belirtti.
Daha birçok iz
bulunabilir
Yakın zamanda birçok arkeolojik
delilin ortaya çıkarıldığı bölgede,
Danimarkalı arkeologlar binlerce
yıllık ayak izleri de bulmuştu.
Arkeologlar, Lolland Adası
civarında bulunan eserler sayesinde
bölgede yaşamış olan halkın hayatını
yavaş yavaş gözleri önünde
canlandırabildiklerini belirtti.
Tarımın 6 bin yıl önce başladığı
bölgede ilk insanlar balık tutmada
ustalaşmıştı.
Kaynak: Discovery News ve Al Jazeera, Fotoğraf:
Line Marie Olesen, 27.06.2015
|
CAMİ RESTORASYONUNDA TARİH ÇIKTI

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, şehrin eski
yerleşim alında yer alan Ulus Mahallesi’ndeki
yapılan Cumhuriyet Camisi’nin restorasyonu sırasında
alt katında eski yerleşim alanında birkaç su mahzeni
ve mahzenin üst bölümünde ise keşfedilen bir mezarın
hazreti İsa’nın havarilerinden birine ait olduğu
iddia ediliyor.
Siirt Çevre
Kültür Vakfı (ÇEKÜL) temsilcisi ve tarihi
araştırmalar üzerinde çeşitli çalışmaları bulunan
gazeteci Ayhan Mergen, Cumhuriyet Camisi’nin çok
eskiye dayanan milattan öncesine kadar dayanan bir
geçmişinin bulunduğunu söyledi. Mergen, "Siirt
yapılan arkeolojik kazılarda 12 bin 500 yıllık
geçmişiyle, birçok tarihi ve kültürün bağrında
yetiştirmiştir. Bunlardan biri de ilimizin eski
yerleşim alanlarında bulunan Ulus Mahallesi’ndeki
Cumhuriyet Camisi’dir. Cumhuriyetin ilan edildiği
tarihte restore edilerek bu bölgede cumhuriyet adını
alan ilk cami özelliğini taşıyor. Yine cumhuriyet
döneminin ilk yıllarında yapılan restorasyon
sırasında caminin alt zemininde bulunan bir odada
bir mezardaki kitabede; burada hazreti İsa’nın
havarilerinden birinin yattığı şeklinde rivayet
edilen kayıtlar ortaya çıkmış. Bugün o kitabeye
rastlamak mümkün değil, ama mezar yerinde duruyor.
Bu camimizin bir başka özelliği de Mustafa Kemal
Atatürk’ün 1916 yılında ordu müfettişiyken Siirt’e
gelişlerinde, bu caminin yanında bulunan bir evde
ikamet ediyor. Yine ibaretlerini de bu camide
yaptığı biliniyor. Nitekim bu yönde Siirt tarih
kitaplarında kayıtlar da mevcuttur" dedi.
ÇEVREDE İKAMET EDENLER DE BU BİLGİLERİ DOĞRULUYOR
Cumhuriyet Camisi cemaatinden Ahmet Tekin (82)
ise "Çok yıllar öne böyle bir rivayet vardı. Caminin
ilk restorasyonu yapıldığı sırada ortaya çıkan
mezarın yanında bulunan kitabe üzerinde, Mardin ve
Midyat’ta araştırmada yapılarak söz konusu
bilgilerde Siirt’te bulunan mezarın hazreti İsa’nın
havarisi olduğu kayıtlarını doğruluyor. Ancak aradan
geçen zamanda mezarla ilgili tek bir araştırma
çalışması yapmadığı gibi kitabeye de ne olduğu
yönünde kimse bir şey bilmiyor. Ama mezar hale
duruyor. Çok önceleri kilise olan Cumhuriyet
Camisi’nin altında bulunan birkaç su mahzeninin yer
aldığı odadan camiye çıkan bir kapı sonraları
keşfedildi ve halen o kapı duruyor" diye konuştu.
Restorasyon alışmalarını yerinde inceleyen Siirt
İl Kültür ve Turizm Müdürü Remzi Uslu ise bulunan
mezarın hazreti İsa’nın havarisine ait olduğu
yönünde rivayet edildiğini, bu konuda sahih bir
bilgiye ulaşmaya çalıştıklarını aktardı.
Mezarın milattan önceki yıllara ait olabileceğini
aktaran mahalle sakinleri de, söz konusu mezarın
araştırılması gerektiğini ifade etti.
Akşam, 27.06.2015
|
162 YIL ÖNCE AYASOFYA

1847'de
Sultan Abdülmecid'in emriyle Ayasofya'yı restore
eden İsviçreli mimar Fossati'nin, o yıllarda
hazırladığı ve yine padişahın desteğiyle Londra'da
bastırdığı “Aya Sofia Constantinople” adlı gravür
kitabı 162 yıl sonra yeniden yayımlandı. Orijinal
nüshası Osmanlı Arşivleri'nde bulunan eserde, cami
olarak kullanılan Ayasofya'ya ait renkli çizimler
yer alıyor.
Ayasofya Müzesi, İstan-bul'un fethinden sonra
pek çok kez restore edildi ama en çok Abdülmecid Han
döneminde yapılan restorasyon ile gündeme geldi.
Padişah o devirdeki Avrupa devletleri ile olan
siyasi münasebetleri de dikkate alarak 1847 yılında
Rus Çarı'nın saray mimarı Gaspare Trajano
Fossati'yi tamir işi ile görevlendirdi. İki yıl
süren bu tamirat esnasında yaklaşık sekiz yüz işçi
çalıştı. Bina neredeyse tamamen elden geçirildi.
Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin yazdığı
Lafzatullah, Peygamberimiz, Dört Halife ile Hasan ve
Hüseyin efendilerimizin isimlerini tasvir eden
levhalar asıldı. Camiye hünkar mahfili, muvakkithane
ilave edildiği gibi Fatih devrinde yapılan medrese
de baştan sona yenilendi.
Fossati bu tamirat esnasında mozaiklerin üzerini
açarak krokiler halinde çizdiği resimleri bir albüm
halinde bastırmak istemiş, fakat bu isteğinde
başarılı olamamıştı (O mozaiklerden, altı kanatlı
melek figürünün yer aldığı Serafim, 2009'da ortaya
çıkarılmıştı). Bunun üzerine Ayasofya'nın içini ve
dışını gösteren 25 adet çizim hazırladı. Kapağını
Sultan Abdülmecid Han'ın tuğrası ile süslediği
albümü 1852'de Londra'da bastırdı. Bu albüm üç
farklı türde 380 adet yayımlandı: El işçiliğiyle
hazırlanan kutulu büyük boydan 80, ciltli olarak
tasarlanmış orta boydan 100 ve sulu boya ile
hazırlanmış küçük boydan 200 adet yapıldı.
Mimar Fossati'nin 25 Mart 1853 tarihinde Hariciye
Nazırı Rıfat Paşa'ya yazdığı mektubundan
anlaşıldığına göre bu albümlerin biri Padişah'ın
zatına, diğeri devlete hediye edildi. Abdülmecid Han
da bu çalışmayı takdir amacıyla Fossati'yi bir
pırlanta yüzükle mükafatlandırdı. Yine aynı
mektuptan, saraya albümlerin el ile boyanmış
olanlarından 10, büyük boy kağıt üzerine
basılmışlarından 10 olmak üzere 20 adet albüm
verildiği anlaşılıyor. Ancak bu albümlerin 15 tanesi
satın alındı ve Amerikan elçiliğinin talebi üzerine
bir tanesi Washington'da bulunan Meclis-i Maarif
Kütüphanesi'ne hediye edildi. Satın alınan diğer
albümler ise Ragıp Paşa Kütüphanesi'ne muhafaza
edildi. 30 Aralık 1892 tarihinde Sultan İkinci
Abdülhamid'in emri ile bu kütüphanede bulunan
Ayasofya albümlerinden, Yıldız Sarayı, Erkan-ı
Harbiye, Bahriye Dairesi, Hendesehane-i Mülkiye ve
diğer kütüphanelere birer adet olmak üzere
dağıtıldı. İşte o dağıtılan eserlerden bir tanesi,
Sarayburnu Kitaplığı tarafından 162 yıl sonra
yeniden yayımlandı. Orijinali Başbakanlık Osmanlı
Arşivleri'nde bulunan eserde, cami olarak kullanılan
Ayasofya'ya ait renkli çizimler yer alıyor.

1836'da
Petersburg'da ‘saray mimarı' unvanını alan Gaspare
Fossati, 1831'de çıkan büyük Beyoğlu yangınında
tamamen kül olan Rus Çarlığı'nın İstanbul'daki
elçilik binasını yeniden inşa etmek için 1837'de
İstanbul'a geldi. 1858'e kadar İstanbul'da kalan
Fossati, kardeşi Giuseppe Fossati'nin de içinde
bulunduğu yerli ve yabancı sanatçılardan oluşan
geniş bir ekiple birçok yapı inşa etti ya da onardı.
Bunlardan en önemlisi Ayasofya'ydı.
Zaman, 27.06.2015
|
"TAZMİNAT DEĞİL, İADE İSTİYORUZ"
Kilikya Ermeni Katolikosluğu, Adana'nın Kozan
İlçesi'nde bulunan Azize Sofya Manastırı'nın ile bir
kilisenin kalıntıları bulunan arazinin mülkiyetini
geri almak için. Anayasa Mahkemesi'nde dava açtı.
Avukat Cem Sofuoğlu, "Bu dava lehimize sonuçlanırsa
diğer kilise ve manastırların mülkiyetinin iadesine
örnek olacaktır" dedi.

Ermeni Soykırımı'nın 100. yılında birçok anma,
konferans ve sivil toplum projesi yapıldı. Ancak
gerçek adımları ya hukukçular ya siyasetçiler
atacaktı. Her iki taraftan da bazı noktalarda
buluşup 24 Nisan dışında pek de soykırımı
gündemlerine almadılar. Uluslararası arenada
soykırım yasa tasarıları veya inkar yasa tasarıları
Nisan sonrasında hiçbir yerde neredeyse ne gündeme
geldi ne de
haber oldu. Sadece Belçika Parlamentosu 23-24
Haziran'da Ermeni soykırımının kabulü ile ilgili
yasayı AP'nin 15 Nisan'da aldığı akrara dayanarak
gündemine aldı.
İşte bu gelişmelerin gölgesinde bakılması gereken
başka bir nokta da hukukçular idi. Onlar soykırımın
kabulünden çok tazmini üzerinde çalışıyorlar.
Türkiye ile ABD arasında yapılan 2. Lozan
Antlaşması'ndan bu yana Türkiye aslında Ermeniler
için kime ne kadar tazminat ödeyeceği üzerinden
tartışmayı yürütüyor bir bakıma. Yani soykırıma
soykırım denmemesinin en temel öğesi ödenecek
tazminat ya da kaybedilecek toprak.
Bu yüzden de milliyetçi vatandaşın oy sandığına
giden yolu 'toprak talebi', 'tazminat talebi' gibi
söylemlerle avlanmaya çalışılıyor.
Ermeniler 2015'te güçlü bir dava dosyası ortaya
koyabilmek için iki komisyon oluşturdular. Bunlar
çeşitli aralıklarla Avrupa ve ABD'de toplantılar
yaparak Ermeni davasını ortaya koymanın en uygun
dilini aradılar ve 2014'te bir ön rapor yayınlayarak
100. yılda yapılması gerekenleri derlediler.
Bu raporlar sonrasında ilk harkete geçen
dünyadaki üç büyük Ermeni Patrikliğinden biri olan
Kilikya Katolikosluğu Türkiye'de Anayasa
Mahkemesi'ne Kozan'da 600 yıldan fazla aktif olan
ancak 1915'te kaybedilen Sis Katolikosluğu için bir
dava açtı. Katolikos Aram I Haziran ayının ilk
haftasonda Paris'te şunları söyledi: “Bu dava bir
parça toprak elde etmeye yönelik bir çaba değil”
diyerek Kilikya Katolikosluğu’nun dini, ulusal ve
siyası anlamını ve onun ifade ettiği sembolik değeri
vurguladı, bu davanın hakların geri alınması
sürecinde bir ilk adım sayılması gerektiğini
söyledi. Aram I, “taleplerimizi sunarken stratejik
veriler uzmanlar tarafından ayrıntılarıyla
incelendi. İnanıyoruz ki bu hukuk mücadelesi yeni
ivmeler kazanacak ve yeni ufuklar açacaktır”.
Bu sözlerin va AYM'deki davanın takipçisi Aram
I'in Türkiye'deki avukatı Cem Sofuoğlu bizler ve
sizler için soykırımda inkar ve tazminat sorunu ile
ilgili sorularımızı yanıtladı.
Türkiye son dönemde sizi Kilikya Ermeni
Patrikhanesi'nin Türkiye'den Sis Katolikosluğu'nun
geri iadesini isteyen dava ile tanıdı. Bu dava
temelde nedir? Kilikya Kaolikosluğu'nun talepleri
neler?
Kilikya Ermeni Katolikosluğu, bugün Adana‘nın
Kozan İlçesi'nde bulunan 1293 yılından 1915 yılına
kadar Katolikosluğun dini ve kutsal merkezi olan,
halen üzerinde Azize Sofya Manastırı'nın ve bir
kilisenin kalıntıları bulunan arazinin mülkiyetini
geri almak istemektedir. Anayasa Mahkemesi‘nde açmış
olduğumuz davanın özü bu.
Bu arada, her ne kadar davada mülkiyetin
iadesinin yanında 100 milyon TL tazminat talep
edilmiş olsa da, bu AYM dilekçesinin hazırlamış
olduğu formatı doldurmak zorunda olduğumuz bir
hukuki bir zorunluluktu. Davamız hiç bir zaman bir
tazminat talebine dayanmamaktadir. Bu davada yegane
amacımız mülkiyeti geri almaktır.
AYM YEKTİ BELGESİNİ İSTEDİ
Bu talepler hukuken yerinde mi? Olumlu
sonuçlanırsa ne olacak? Dava dosyasındaki son durum
nedir?
Türkiye‘de yaşamayan bir kişi ya da kurum Türk
Mahkemelerinde dava açabilir. Bu davanın özelliği
mülkiyet iddiasinda bulunan Katolikosluğun buranın
600 yıldan fazla sahibi olması ve burayı kesintisiz
kullanması. Konuyla ilgili deliller o kadar çok ki.
En başta da Kozan'da halen duran kalıntılar en
önemli delildir.
Bu dava lehimize sonuçlanırsa diğer kilise ve
manastırların mülkiyetinin iadesine örnek olacaktır.
AYM son olarak bizden Katolikosluğun yetki
belgesini istedi.
Dünyanın çeşitli yerlerinden uluslarası
yargıçların da soykırım tanımları ve inkarı ile
ilgili görüşlerini aldık. Sizin "soykırım inkarı"nı
suç sayan yasalara bakış açınız nedir?
Bir insanlık suçu olan soykırımı inkar etmek
elbette savunulamaz. Ama bazı ülkeler bu konuda
özgürlükçü davranıyorlar. Örneğin ABD'nde ve
Ingiltere'de Yahudi Soykırımı'nı yadsıyabilirsiniz.
Bu ülkelerde soykırımı inkar suç değil. Soykırıma
bulaşmış ve bu konuda eli kirli olan veya
soykırımdan çok etkilenmiş olan Almanya, Avusturya,
Fransa, gibi ülkelerde bu yasak. Ben özellikle
ülkemizde mevcut olan antisemitizmi dikkate alarak,
soykırımın inkarının suç olmasını savunuyorum.
Sizce Soykırımı inkar etmek bir hak mıdır
yoksa bir hak ihlali midir? İnkarın cezası ne
olmalıdır?
Ben Ermeni Tehciri'nin bir soykırım olduğunu
kabul ediyorum. Soykırım veya Genocide kelimesinin
yaratıcısı Polonyalı hukukcu Raphael Lemkin'in, BM
Soykırım Sözleşmesini hazırlarken Ermeni Tehciri'ne
referans yaptığını ve bu olaydan faydalanarak
sözleşmeyi hazirladigini ve bu kelimeyi yarattığını
biliyorum. Onun gözünde de bu olay bir soykırımdır.
Bu olayın Yahudi Soykırımı'ndan farkı, yaklaşık 30
yıl önce olması ve Uluslararası Nuremberg Mahkemesi
gibi uluslararası bir mahkeme tarafından verilmiş
bir karar bulunmamasıdır.
Anlatmaya çalıştığım bu hukuki argüman
dolayısıyla, Ermeni Soykırımı'nın inkarını
yasaklamanın hukuki bir mesnedi olmaktan çok politik
bir mesnede dayanmaktadır.
NEFRET SUÇU VAR AMA AÇILMIŞ BİR TANE DAVA
YOK
Türkiye gibi soykırımın devlet politikası
haline geldiği bir ülkede inkarın cezası olabilir
mi? İç hukuk yollarında Türkiye'de soykırımı inkar
etmek "herhangi bir halkı aşağılamak" adına bir suç
sayılabilir mi?
Bugünkü Ceza Yasamızda nefret suçu bulunmaktadır,
ama bu suç ülkemizde hem de üst düzey politikacılar
tarafından işlenmesine rağmen, henüz açılmış bir
tane dahi dava yok. Bu durumu bir hukukçu olarak
kınıyor ve ayıplıyorum. Umarım yeni dönemde siyasi
partiler ve savcılar bu konuya daha hassasiyet
gösterirler.
(Bu röportaj Objective Araştırma
Gazetecilik Programı'nın desteği ile
hazırlanmıştır.)
Radikal, Haber: Aris Nalcı, 27.06.2015
|
TARİHİ KÜLLİYE DUVARINI YIKANLARA SORUŞTURMA
Bursa’nın Yenişehir
İlçesi'ndeki Sinan Paşa
Külliyesi’nin geçen ay başlatılan restorasyon
çalışmalarında, araç ve malzeme girişini sağlamak
amacıyla tarihi duvarın yıkılarak kapı açılmasıyla
ilgili inceleme başlatan Kültür ve Turizm Bakanlığı,
tescilli yapıya ait duvarın izinsiz yıkıldığını
belirledi. Bakanlık yaptığı açıklamada, duvar
yıkımını gerçekleştiren sorumlular hakkında 2863
sayılı yasa kapsamında yasal soruşturma açıldığı
bildirildi.

Yapılan açıklamada, Vakıflar Genel Müdürlüğüne
bağlı Sinan Paşa Medresesi imzalanan protokolle
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore
edildiği belirtilerek, burada daha önce Koruma
Kurulu’nca uygun bulunan projenin dışında herhangi
bir uygulama yapılabilmesi için izin alınması
gerektiği hatırlatıldı.
Milliyet, 27.06.2015
|
İNŞAAT KAZISINDA TARİHİ HEYKEL BULUNDU

Milas'ta bir inşaatın sondaj kazıları sırasında
milattan önce 3. yüzyıla ait olduğu sanılan gülle
atan sporcu heykeli bulundu.
İsmetpaşa Mahallesi'ndeki sit alanında, Milas
Müze Müdürlüğü görevlilerinin gözetiminde özel
izinle sürdürülen bir inşaatın sondaj kazıları
sırasında heykele rastlandı. Müze yetkilileri, 143
santimetre boyundaki baş, kol ve bacaklarının bazı
bölümleri bulunmayan heykelin ilk incelemelere
göre Roma dönemine ait olduğunu belirledi.
Muhafaza edilmek üzere
Milas Arkeoloji Müzesine götürülen heykelin
eksik parçalarının bulunması için
yetkililer tarafından kazı çalışması sürdürülüyor.
Milas Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü
yetkililerinden alınan bilgiye göre, heykelin,
milattan önce 3. yüzyılın başlarında yaşayan ünlü
Yunanlı heykeltraş Lysippos'un eserlerinden
esinlenilerek yapıldığı düşünülüyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Mutlu Hazer, 26.06.2015
|
KOMMAGENE SAVAŞÇISININ GİYSİSİ MÜZEDE

Perre antik kentindeki kazılarda bulunan Jupiter
Dolichenus kabartmasındaki savaşçının elbisesinden
esinlenerek tasarlanan deri kıyafet Adıyaman
Müzesi'nde sergileniyor.
Tasarımcı Filiz Can'ın 2016'da Nemrut Dağı'nda
düzenleyeceği defile için hazırladığı savaşçı
kıyafetinin ziyaretçilerin beğenisine sunulması
nedeniyle müzede tören düzenlendi.
Adıyaman Müze Müdürü Fehmi Eraslan, burada
yaptığı konuşmada, sergilenen kıyafetin, 2001
yılında Perre antik kentindeki kazılarda ortaya
çıkan Jupiter Dolichenus kabartmasından
esinlenilerek hazırlandığını söyledi.
Müzedeki kabartmanın yanında sergilenen
kıyafetin, 2016'da yapılacak defileye yönelik önemli
bir çalışma olduğunu belirten Eraslan, bu sayede
kafalarda defile hakkında somut bilgiler oluştuğunu
kaydetti.
Tasarımcı Filiz Can da sergilenen tasarımı,
Kommagene Uygarlığı dönemi kıyafetleri konsepti
çerçevesinde 2016'da düzenlenecek defile için
hazırladığını ifade etti.
Perre antik kenti nekropol kazılarında
bulunan Jupiter Dolichenus'un kıyafetini deri
malzeme kullanarak hazırladığını belirten Can,
tasarımın sadece tanıtımda kullanılacağını dile
getirdi.
Can, 2016 yılında yapılacak defile için
çalışmalara kısa sürede başlayacağını sözlerine
ekledi.
Radikal, 26.06.2015
|
PERGE'DE SON 3 YILDA 13 HEYKEL BULUNDU

Antalya'daki Perge antik
kentinde son 3 yılda
gerçekleştirilen kazılarda Roma imparatoru Caracalla
ile Selene, Nemesis, Tykhe ve at heykelinin de yer
aldığı, benzersiz sayılabilecek 13heykel bulundu.
Antalya şehir merkezinin 17 kilometre doğusunda,
Aksu İlçesi sınırları içinde yer alan Perge antik
kentinde 1946 yılından bu yana gün ışığına
çıkarılan heykeller, Antalya Müzesi'ni "dünyanın en
zengin Roma dönemi heykel müzelerinden biri" haline
getirdi.
Perge Antik Kenti Kazı Başkanı ve Antalya Müze
Müdürü Mustafa Demirel, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 2012 yılına kadar İstanbul
Üniversitesince yürütülen Perge antik kenti
kazılarının Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
müdürlüklerine verildiğini belirtti.
Demirel, 2012 yılından 2014'e kadar antik kentin
batı caddesinin sonundaki nekropole (Arkeolojik
şehirlerde mezarlıkların bulunduğu yer) açılan
kapıya ulaştıklarını ifade ederek, "Bu çalışmalara
özellikle bu yıl da devam ettik. Bozulmalar ve
ziyaretçilerin rahat dolaşımı için kuzey-güney
caddesinde geçmiş yıllardan beri oluşan alan
rehabilitasyonuna önem verdik. Çalışmalarda bizi
mutlu eden olaylardan biri de önemli eserlerin açığa
çıktığı kuzey hamamının bitişiğindeki çeşme
yapısıydı. Bu çeşme yapısının içerisindeki kazı
sonrası Caracalla heykeli çıktı. Caracalla heykeli,
dünyada bütün olarak ele geçmiş tek örnek" diye
konuştu.
Alandan çıkan heykeller arasında mitolojik tanrı ve
tanrıçaların yanı sıra at heykeli ve bir de Afrodit
heykeli olduğuna dikkati çeken Demirel, bu eserlerin
sergilenmesi için Antalya Müze Müdürlüğü'nde
oluşturulan Perge Salonu'nun 18 Mayıs Müzeler
Günü'nde Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik
tarafından açıldığını anımsattı.
Son 3 yılda çıkarılan heykeller
İmparator Caracalla Heykeli: Milattan sonra 188-217
yıllarında hüküm sürmüş Roma İmparatoru Caracalla'ya
ait heykel. Yaklaşık 2 metre 20 santim
yüksekliğindeki heykel, imparatorun günümüze kadar
bütün olarak ulaşan tek heykelidir.
At Heykeli: Batı Caddesi F5 Çeşmesi önününde bulunan
1 metre 40 santim yüksekliğindeki heykelde, atın
anatomik detayları ince bir işçilikle verilmiş ve
oldukça gerçekçi şekilde betimlendi.
Selene Heykeli: Hyperion ve Theia'nın kızı, Güneş
Tanrısı Helios ile Şafak Tanrıçası Eos'un kardeşi
olan Selene, ay tanrıçasıdır. Heykel, 2 metre
yüksekliğindedir.
Nemesis Heykeli: Gece Tanrıçası Nyks'nin kızıdır. 1
metre 70 santim yüksekliğindeki heykelde tanrıça,
bir omuzu açıkta bırakan şeffaf, ince kumaşlı bir
elbise giyiyor.
Tykhe Heykeli: Latince adı Fortuna olan Tykhe, kader
tanrıçasıdır. Başında tacı bulunan, sol elinde bir
bereket boynuzu taşıyan heykel, onurlandırılmış bir
kişi ve Perge Şehir Tanrıçası'dır.
Helios Heykeli: Hyperion ve Theia'nın oğlu olan
Helios, güneş tanrısıdır. Apollon'a benzetilen tanrı
güçlü, yakışıklı bir delikanlı olarak tasvir edildi.
Asklepios Heykeli: Apollon'un oğlu olan Asklepios,
sağlık tanrısıdır. Sağ omuzdan itibaren vücudu
açıkta bırakan elbise giyen heykel, sol elinde
asasını, sağ elinde de bir ilaç tabağı tutuyor.
Afrodite Heykeli 1: Aşk ve güzellik tanrıçasıdır.
Gövde bir bütün halinde, baş, sağ el, sol kol,
bacak, ayaklar ve kaide ayrı ayrı parçalar halinde
bulundu ve birleştirildi.
Afrodite Heykeli 2: Havuz içinde bulunan heykel, 1
metre 60 santim yüksekliğindedir. Afrodite, çıplak
olarak, üzerine giysisi atılmış olan banyo kabına
dayanmış şekilde betimlenmiştir.
Rahip Heykeli: Heykelin boynunda başları önde
birleşmiş iki yılan kabartması yer alıyor. Giyimli
ve başı örtülü olan heykelin sağ elinde bereket
boynuzu bulunuyor.
Athena Heykeli: Athena, zeka, sanat, strateji, ilham
ve barış tanrıçasıdır. Giyimli ve zırhlı şekilde
betimlenen heykel, zengin elbise kıvrımları ve
detayları ile de özenli bir işçilik gösteriyor.
Giyimli Kadın Heykeli: Ayaklara kadar dökülen altta
bir elbise, üzerine de kalın bir manto giyen heykel,
başsız olarak açığa çıkarıldı.
Giyimli Erkek Heykeli: Sol kolundan elbise tomarı
sarkan ve elinde ucu yukarı doğru bakan bir kılıç
tutan başsız heykelin kim olduğu henüz bilinmiyor.
Sabah, 26.06.2015
|
"TARİHİ SİT KARARININ KALDIRILMASI KABUL EDİLEMEZ"
Danıştayın kararı ile ilgili Mimarlar Odası Ankara
Şube Yöneticileri, “Danıştay 14. Daire'nin kararı
henüz bize tebliğ edilmedi. Bilirkişi raporlarına
rağmen bu doğrultuda bir karar verilmiş ise bu karar
hukukun siyasallaştığı algısını daha da
güçlendirmektedir" açıklamasını yaptı.
"Danıştayın verdiği bu kararı hem hukuken
hem vicdanen kabul etmemiz mümkün değildir"
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş
Candan, “Danıştay 14.Daire bilirkişi raporlarına ve
uzman görüşlerine uygun olmayan bir karar vermiştir.
Daha önce Ankara 11.İdare Mahkemesi tarafından, iki
kez bilirkişi raporu hazırlanarak, tarihi sit
olduğuna dair verilen kararın Danıştay tarafından
ortadan kaldırılması toplum vicdanının kabul edeceği
bir şey değildir. Atatürk Orman Çiftliği alanlarının
1.derece doğal sit ve tarihi sit olması konusunda
verilen gerekçeler ortadan kalkmadan, ki
kalkmamıştır, tarihi sit kararının kaldırılması
kabul edilemez. Danıştay'ın kararı tartışmalıdır. Bu
aşamada itirazlarımızı yapacağız. Ankara 11.İdare
mahkemesinde dava tekrar görülecek, yerel mahkeme
bilimsel raporlar doğrultusunda verdiği kararda
direnirse, konu Danıştay İdari Dava Daireleri Genel
Kurulu'na gidecek. Süreç bitmedi, Danıştay'ın
verdiği karar hukuken tartışmalıdır, çelişkilidir.
59 davamız devam ediyor ve ortada yürütmeyi durdurma
kararı var. Kaçak Sarayın meşrulaştırılması söz
konusu değildir. Saray Kaçak'tır, hukuksuzdur,A
tatürk'ün vasiyetinin ihlalidir. Danıştay'ın
verdiği bu kararı hem hukuken hem vicdanen kabul
etmemiz mümkün değildir. Bugün Türkiye'de acilen
adaletin tesis edilmesine ihtiyaç vardır "dedi.
Yapı, 26.06.2015
|
BURSA'DA ROMA DÖNEMİNE AİT KALINTILAR VE MOZAİKLER
BULUNDU
Bursa'nın Mudanya
İlçesi'nde, 3'üncü derece
arkeolojik sit alanında yer alan ve inşaat yapılmak
istenen arsada Roma dönemine ait kalıntılar ve
mozaikler bulundu.

Ömerbey Mahallesi
Hisartepe mevkisindeki 3'üncü derece arkeolojik
sit alanındaki arsaya bina yapmak isteyen bir
inşaat firması, Bursa Müzeler Müdürlüğüne
başvurdu.
Bursa Müzeler Müdürlüğü,
arkeolojik sit alanı içerisinde yer alması
nedeniyle 3 bin 202 metrekarelik arsada sondaj
kazısı yaptı. Ekipler, çalışmalar sırasında 1,5
metre derinlikte Roma Dönemi'ne ait duvar,
kanalizasyon hattı, toprak su boru kalıntıları
ve çeşitli mozaikler buldu.
Kalıntılara ilişkin, arkeolog ve sanat
tarihçileri tarafından yapılacak ayrıntılı
incelemenin ardından hazırlanacak raporun, Bursa
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna
sunulacağı ve yapılacak uygulamaya ilişkin
kararın bu sürecin sonunda verileceği
öğrenildi.
Bursa'da Bugün, 26.06.2015
|
BURSA'DA ROMA ANTİK KENTİNİN ÜZERİNE REZİDANS MI
DİKİLECEK?
Bursa'nın Mudanya
İlçesi'ndeki Ömerbey
Mahallesi'nde yapılacak olan rezidans inşaatının
temelinden Antik Roma Dönemi'ne ait kent kalıntıları
çıktığı bildirildi. Antik Roma Dönemi'nden kalan
cadde, kanalizasyon hattı ve birçok mozaiğin
bulunduğu alana, antik kalıntılar çıktıktan sonra
rezidansın yapılıp yapılmayacağına "Bilim Kurulu"
karar verecek. Bursada Bugün'e konuşan Şehir
Plancıları Odası Şb. Bşk. Hakan Karademir, DOĞADER
Bşk. Murat Demir ve Makina Mühendisleri Odası Şb.
Bşk. İbrahim Mart'sa oldukça önemli mesajlar verdi.

Bursa'nın Mudanya
İlçesi Ömerbey
Mahallesi; H21B13C2C paftalı, 1448 ada, 8 ve 22
parselinde (Bursa Mudanya Yolu'nun 150 metre güneyi)
ve zeytinlik vasfı bulunan 3202 metrekare alana
sahip, denize nazır araziye (Myrleia antik kentinin
üst kısmına yer alıyor), bir inşaat firması
tarafından rezidans yapılmak üzere, temel atma
öncesi sondaj çalışması yapılırken oldukça önemli
tarihi kalıntılara rastlandığı kaydedildi.
9 kez sondajlama çalışması yapılan arazide 150 cm
derinlikte Antik Roma Dönemi'ne ait bir cadde
duvarı, kanalizasyon hattı ve mozaikler bulundu.
Bunun üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından oluşturulan ve 3 kişiden oluşan Bilim
Kurulu inşaat arazisi hakkında araştırma yapmak
üzere görevlendirildi. Kurulun yaptığı incelemeden
sonra inşaata ya izin verecek ya da rezidans
yapımını durduracak.
Öte yandan inşaat arazisinin birinci derece sit
alanın (Myrleia antik
kentinin) hemen
yanında bulunması da dikkat çekiyor.
Bursada Bugün'e açıklamalarda
bulunan Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi Başkanı
Hakan Karademir, "Myrleia antik kenti tam olarak
ortaya çıkarılmadan hiçbir yere imar izni
verilmemesi gerektiğini söylemiştik. Arkeologlar Myrleia
antik kentinin bir kıyı yerleşmesi
olduğunu daha önce ortaya koymuşlardı. Antik kent
kalıntılarının çıktığı inşaat alanı da Myrleia
antik kentinin bir uzantısı. Burada en büyük sorumluluk
ve görev Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Bilim
Kurulu'na düşüyor. Zira sözkonusu alan 3. derece sit
konumunda bulunuyor. Burada 3 kata kadar
yapılaşmanın yapılıp yapılamayacağına ilişkin son
sözü Bilim Kurulu söyleyecek. Şehir Plancıları Odası
olarak bu konunun her yönüyle takipçisi olacağız.
Bursa'nın tarihi mirasını koruma konusunda sonuna
kadar mücadele edeceğiz" dedi.
DOĞADER Başkanı Murat Demir'se Bursada
Bugün'e yaptığı açıklamada "Bursa'nın
tarihi mirası önemlidir, ortaya çıkmalıdır. Dün
Bursa Yenişehir'de tarihi duvarı
yıkanlar şunu bilsinler ki göz boyamak için
restorasyon yapılmaz! Hepimiz, insanlığın kültürel
mirasını korumalıyız. Sadece han, hamam, medreseleri
korumakla tarihe sahip çıkılmaz. Mudanya bir turizm
ilçesidir ve bu kültürel mirasımız açığa çıkarılıp
korunmalıdır. Bursa Büyükşehir Belediyesi ve tüm
yetkililer sorumluluğunu yerine getirmelidir. Koruma
Kurulu'ndakiler de şunu unutmasınlar. Myrleia Antik
Kenti'ne AVM yapılmasına izin verenlere soruşturma
açılmıştır. Bu olayın da üstüne gideceğiz. Tarihi
yok edecek kararlara imza atan herkesi sonuna kadar
takip edeceğiz" ifadelerini kullandı.
Makina Mühendisleri Odası Bursa Şubesi
Başkanı İbrahim Mart ise
Bursada
Bugün'e yaptığı açıklamada şunları
kaydetti: "Mudanya Myrleia antik kentinin gün
yüzüne çıkarılması gerektiğini defalarca ifade
etmiştik. Bölgenin tamamında arkeolojik bir çalışma
yapmadan herhangi bir planlama yapmak doğru
değildir. Daha önce bu çerçevede verilen mücadele
sonucunda, antik kent üzerine yapılan AVM
inşaatının, mahkeme kararı ile iptal edildiğinin
bilinmesine karşın, bölgenin ranta açılmasını
anlamak mümkün değildir. Bizler, kentsel yağma ve
rantsal yaklaşımlara, tarihin ve doğal çevrenin
talan edilmesine karşı mücadelemizi, dün olduğu
gibi bugün de sürdüreceğiz..."
Bursa'nın Mudanya
İlçesi'nde daha önce de tarihi Myrleia
antik kentinin üzerine KİPA Alışveriş Merkezi'nin
yapılmasına izin verilmişti! Skandal kararın yerel
ve ulusal medayada geniş yankı bulmasının ardından
tarihi yapının üzerinde inşaatı biten AVM'nin
açılmasına izin verilmemişti. Tarihi kentin üzerinde
AVM yapılmasına ilişkin karara imza atanlar
hakkındaysa soruşturma başlatıldı.
Myrleia antik kentinin üzerine AVM dikilmesine
izin veren kurul üyeleri hakkında 1 ila 3 yıl hapis
cezası isteniyor. Myrleia Antik Kenti üstüne AVM
yapılmasına onay veren Bursa Kültür Varlıkları
Koruma Bölge Kurulu'nun 9 üyesi hakkında 'görevi
kötüye kullanmak' suçuyla Bursa 1. Asliye Ceza
Mahkemesi'nde dava açıldı. 1 ila 3 yıl hapis cezası
ile yargılanan kurul üyeleri arasında Bursa'nın
Mustafakemalpaşa İlçesi eski kaymakamı Kazım
Karabulut da bulunuyor.
Bursa'da Bugün, 25.06.2015
|

Tarsus kent
merkezinde bulunan ve yaklaşık 60 yıl Adalet
Sarayı olarak kullanılan tarihi bina müzeye
dönüştürülecek.
Tarsus eski Adliye binasının müzeye
dönüştürülmesi için teknik çalışma başlatıldığı
öğrenildi.
Yetkililerden
alınan bilgiye göre, restorasyon çalışmalarının
tamamlanması ile birlikte son derece modern bir
müze olması hedeflenirken, proje kapsamında
lazer tarayıcılar ile binanın tüm yapısının
belirlenmeye çalışıldığı kaydedildi.
Müzenin tasarım
çalışmalarının ise tamamlanmak üzere olduğu
ifade eden yetkililer, müzenin restorasyon
çalışmasının tamamlanması ile birilikte
içerisinde sunumların yanısıra maket
canlandırmaların ve farklı tekniklerinde yer
alacağını vurguladılar.
1954 yılında
kurulan ve mimarı yapısı ile göz dolduran Eski
Adliye binası Milli Emlak Müdürlüğü tarafından
Tarsus Müze Müdürlüğüne teslim edilmişti.
Ayrıca Adliye
binasına
Tarsus Müze Müdürlüğü personeli ile müzede
bulunan tarihi eserler taşınacak. Projenin kısa
sürede tamamlanarak hayata geçirilmesi
hedefleniyor.
Tarsus Haber, 25.06.2015
|
NEYZEN TEVFİK'İN EVİ KAZILIYOR

Neyzen Tevfik'in Bodrum'daki
evinin bahçesinde tarihi eser sondaj
çalışması yürütülüyor.
Bodrum'da 1879 yılında doğan ve
ilçede uzun yıllar yaşayan Tevfik'in
kiracı olarak oturduğu evde restore
çalışması yapmak isteyen ev
sahipleri, bölgenin 3. derece sit
alanı içerisinde yer alması
nedeniyle Bodrum Sualtı ve Arkeoloji
Müzesi ekiplerine başvurdu.
Muğla
Tabiat Varlıkları Kurulu'na iletilen
talebin ardından ekipler
evin bahçesinde arkeolojik sondaj
çalışması başlattı. Çalışmalarda,
açılan dört çukurda bazı mimari
parçalar ile kırık çömlek
parçalarına rastlandı.
Çıkartılan eserler, ekiplerce
incelemeye alındı.
Neyzen Tevfik kimdir?
1879 yılında Bodrum'da doğan
Tevfik Kolaylı, taşlamalarıyla
tanınan neyzen ve şairdir. Ney
müziği literatürüne eserleri ile
kendi imzasını atan Neyzen Tevfik,
Osmanlı döneminde istibdata karşı
çıkmış, Cumhuriyet yıllarında ise
değişime ve inkılaplara taşlamalarda
bulunmuştu. Bektaşi tekkesine mensup
olan Neyzen Tevfik, yaşamının
ilerleyen zamanlarında İstanbul'a
gelmiş, İstanbul hanlarında sırtında
neyi ile dolaşmıştır. Son yıllarını
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları
Hastanesi'nde kendisine ayrılan 21
numaralı koğuşta geçirmiş ve burada
hayatını kaybetmiştir.
Kaynak: Anadolu Ajansı, Al Jazeera, 19.06.2015
|
|
GSÜ'DE RESTORASYON YILAN
HİKAYESİNE DÖNDÜ
Galatasaray Üniversitesi
restorasyon projesinin başına atanan mimar Sinan
Genim geçtiğimiz hafta beklenmedik biçimde
istifasını sundu. Koç ailesiyle ve iktidar
çevreleriyle yakın ilişki içinde olduğu bilinen
Genim'in istifasının kişisel bir karar doğrultusunda
gerçekleşmediği ve süreci tıkama amacı taşıdığı
iddia ediliyor.
GSÜ restorasyon
projesinin başına atanan mimar Sinan Genim
geçtiğimiz hafta beklenmedik biçimde istifasını
sundu. Koç ailesiyle ve iktidar çevreleriyle yakın
ilişki içinde olduğu bilinen Genim'in istifasının
kişisel bir karar doğrultusunda gerçekleşmediği ve
süreci tıkama amacı taşıdığı iddia edildi.
22 Ocak 2013'te
Galatasaray Üniversitesi Saray Binası'nda
gerçekleşen yangının ardından tarihi yapı
kullanılamaz durma gelmiş, üzerinden geçen iki yıl
içindeyse enkaz tam anlamıyla çürümeye bırakılmıştı.
Yangını ayakta atlatan iskeleti korumaya yönelik
hiçbir adım atılmamasında bilinçli bir seçim olduğu
konusunda paylaşılan yargı kendisini yangının ikinci
yıldönümünde gerçekleştirilen eylemde ve başlatılan
#gsüyükoru çalışmasında dışavurmuştu.
Yangın sonrasında
rektörlüğün bütün sorumluluğu Galatasaray Eğitim
Vakfı'na (GEV) devretmesiyle GEV Başkanı İnan
Kıraç'ın yaptığı ilk iş, oluşturulmuş Danışma
Kurulu'na son vermek ve projenin başına Sinan
Genim'i atamak olmuştu. Sicilinde tartışmalı kentsel
dönüşüm projeleri ve 2009 seçimlerinde AKP'den
Kadıköy belediye başkan adaylığı bulunan Genim'in
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na sunduğu
betonarme projeler iki yıl boyunca geri çevrilince
gözler bu mimarın üzerine çevrilmişti.
22 Ocak 2015'te
gerçekleştirilen eylemde “rantsal dönüşümcüleri
GSÜ'de istemiyoruz. AKP'nin taşeronu Sinan Genim'i
Kovala!" pankartı çevresinde
toplanılmış, gsuyukoru.com adresi üzerinden
“tartışmalı biri olduğu su götürmez olan Sinan
Genim'in projeden elini çekmesi” için imza
kampanyası başlatılmıştı.
Geçtiğimiz hafta okul
kamuoyuna duyurulan bir mektupla birlikte süreçle
ilgili önemli gelişmeler öğrenilmiş oldu:
“Değerli
Galatasaraylılar,
İstanbul III No.lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu ile yaptığımız toplantılarda belirlenen ilke
kararlarına ilişkin olarak 8 Haziran 2015 günü Sayın
Rektör ve yardımcılarının da katılımıyla, anılan
Kurul'da nihai bir istişare toplantısı yapılmıştı.
O toplantıda varılan
mutabakata göre, projeler üzerinde bazı son
düzenlemeler yapılarak Kurul’a sunulması ve böylece
restorasyon projesinin iki gün önce (16 Haziran 2015
günü) Kurul’un binamız için yapacağı özel gündemli
toplantıda onaylanması bekleniyordu.
Projeler için
Galatasaray Eğitim Vakfı tarafından görevlendirilmiş
olan mimar Sinan Genim, onaya birkaç gün kala
anlaşılmaz acı bir sürprizle, Kurul'a, revize
projeler yerine noter kanalıyla -projenin geleceğini
de kilitleyecek bir metinle- istifasını
göndermiş. Sözün bittiği yerdeyiz."
İSTİFA NE ANLAMA
GELİYOR?
Birçok kentsel
dönüşüm alanında imzası bulunan ve Kanal İstanbul
projesinin fikir babası sayılan mimarın Koç
ailesiyle ve AKP dönemi iktidar çevreleriyle olan
yakınlığı biliniyor. Dolayısıyla İnan Kıraç'ın
kimseye danışmadan işin başına atadığı Sinan
Genim'in projeden istifasının kişisel bir karara
dayanması olası gözükmüyor.
Genim'in tarihi yapının
yangından ayakta çıkmayı başarmış iskeletini yıkmak
istediği ve binanın tarihi özüne aykırı olduğundan
defalarca geri çevrildiğini bilmesine karşın Koruma
Kurulu'na ısrarla betonarme bir proje sunduğu
biliniyor. Öte yandan kampüsün üniversite kullanımı
için yeterli olmadığı ve kampüs içinde yaşanan yer
sıkıntısı da sıkça dillendirilen bir gerçek. Bütün
bu tartışmalar sürerken binadan arta kalan yapının
üzerinin bile örtülmeyip çürümeye bırakılması
akıllara tek bir şeyi getiriyor: Restorasyon
konusunda GEV'in kaygısı Saray Binası'nı
üniversiteye geri kazandırmaktansa buradan rant
sağlamak yönünde.
Genim'le benzer bir
ilişki yumağının içinde bulunan rektör Ethem
Tolga'nın AKP saflarında TBMM'ye gönderilmesi de
kişisel bir kararın ötesinde değerlendiriliyor. 11
Mart 2015'te Galatasaraylılar Derneği'nde
gerçekleşen toplantıda Kıraç “vergiden düşme
fırsatını” kaçırdıklarını söylemiş ve camia içinde
huzursuzluk yarattığını öne sürdüğü okul kamuoyunu
suçlamıştı. Buradan çıkan sonuç, İnan Kıraç'ın
restorasyonu kendisi için en karlı biçimde
gerçekleştirmeyi düşündüğü ve çevresindekilerin
kariyer olanaklarını bu uğurda kullandığı. Buna
karşın GSÜ Eğitim-Sen 12 Mayıs 2015'te üniversite
rektörlüğüyle gerçekleştirdiği toplantı
sonrasında Danışma Kurulu'nun yeniden oluşturulduğu,
betonarme projeden vazgeçildiği ve üniversitenin
taşınması gibi bir gündem olmadığı yönünde olumlu
gelişmeler duyurmuştu.
PROJE YILAN
HİKAYESİNE DÖNDÜ
Yılan hikayesine dönen GSÜ restorasyonunun kirli bir
çıkar ilişkileri yumağına dolandığını
söyleyebiliriz. Galatasaraylılar bu yaşananlara
tarihi yapının üniversiteye geri kazandırılması
adına tepki gösterirken GEV'in planlarının bu yönde
olmadığı ve Ethem Tolga'nın milletvekilliğinin İnan
Kıraç'ın elini güçlendirebileceği görülüyor. Süreç
tam da olumlu bir çözüme doğru yol alırken Sinan
Genim'in son anda istifasını sunması ve henüz
içeriğini bilmediğimiz bir mektupla süreci bir kez
daha yokuşa sürmesiyse Kıraç'ın zaman kazanma adına
“kendi adamını yedirtmek”ten başka çaresinin
kalmadığını ve gelişiyle gidişiyle büyük
tartışmalara neden olan şaibeli mimarını işin
içinden çekmek zorunda kaldığını gösteriyor.

Sol Haber, 26.06.2015
|
SADDAM 1994'TE
FUZULİ'NİN TÜRBESİNİ YIKMIŞ, KEMİKLERİ AZERİLER
KURTARMIŞTI

Türk Edebiyatı’nın en
önemli isimlerinden olan Fuzuli Irak’ta yaşamış,
hayatını Bağdad,
Kerbela ve Necef’te
geçirmiş ve 1556’da bu dünyadan ayrılmasının
ardından Kerbela’ya, Hazreti Muhammed’in torunu
Hüseyin’in hemen yanıbaşına defnedilmişti.
Asıl adı Mehmed olan
Fuzuli, Oğuzlar’ın Bayat boyundandı ve Türkçe’nin
gelmiş geçmiş en lirik şairi diye bilinirdi.

Dillerden düşmeyen aşk
şiirlerinin, “Leyla ile Mecnun” hikayesinin ve artık
vecizeleşen “Selam verdim, rüşvet değildir deyu
almadılar” sözünün sahibi olan Fuzuli’nin
Kerbela’daki kemiklerinin başına ölümünden asırlar
sonra neler geldi, neler...
Saddam’ın buldozerleri
mezarını yıktı, kemikleri bir camiden öbürüne
taşınıp durdu, derken ortaya başka devletlerin de
karıştıkları bir mezar kavgası çıktı.
İşte, ölümünden 400
küsur sene sonra, Fuzuli’nin başına gelenlerin
öyküsü...
Kerbela’da, 1984
sonbaharının sıcak bir gecesinde, Hazreti Hüseyin’in
türbesinin etrafını
Saddam Hüseyin’in
buldozerleri sardı ve yarım saat içerisinde türbenin
kıble kapısında bulunan asırlar öncesinden kalma
kubbeli küçük bina yerle bir edildi.
Taş yığınına dönen bina,
Fuzuli’nin boş mezarıydı. Kabir bir gün önce
açılmış, şairin kemikleri toparlanıp mukavvadan bir
kutuya konmuş, hemen ilerideki ufak bir mescide,
Sultaniye Mescidi’ne yerleştirilmişti.
Kemikler, mescidde
senelerce kaldı. Derken, buldozerler yol uğruna bu
defa camiyi de yerle bir ettiler ve Fuzuli’nin
kemiklerine gene yol görüdü, yıkılan caminin her
nasılsa ayakta kalan müştemilatına nakledildiler.
Irak hariciyesi, o
günlerde Moskova’dan bir nota aldı. Notada,
Sovyetler Birliği’ni teşkil eden devletlerden biri
olan Azerbaycan’ın, Azeri dünyasının milli şairi
kabul edilen Fuzuli’nin mezarına reva görülenlerden
üzüldüğü söylenmekteydi. Irak, Fuzuli’nin
kemiklerini Azerbaycan’a göndermeyi kabul ederse,
Sovyetler Birliği memnuniyet duyacaktı...
FUZULİ KONGRESİ
TOPLANDI

“Kör ölür badem gözlü
olur” misali, Fuzuli, mezarını buldozerlerin bir
müddet önce yerle bir ettikleri Iraklılar’ın gözünde
kıymete bindi. Iraklılar “Bağdadlı Süleyman oğlu
Mehmed, Arap şairi olmasa bile Irak’ta yaşamıştır,
Irak’ın şairidir ve değil kemikleri, mezar
toprağından tek bir kum taneciği bile dışarıya
gidemez” dediler.
Birkaç sene daha geçti
ve 1994’e gelindi. Azerbaycan artık bağımsız bir
devletti ve bu defa Bağdat ile doğrudan doğruya
temas kurdular. Kemikleri tekrar istediler ve Irak’a
kemiklerin karşılığında “Biz Türkler’i ikna ederiz”
diyerek İslamiyet öncesi Arap Edebiyatı’nın en güçlü
şairi İmrulkays’ın, Ankara’daki mezarını
vaadettiler.
Bağdat yine “Olmaz” dedi
ama Azerbaycan’ın baskısı devam edince, 1994’ün 17
Eylül’ünde Bağdat’ta bir “Fuzuli Kongresi”
topladılar.
Azerbaycan kongreye
Fuzuli uzmanı 128 kişiyle katıldı. Başlarında,
meşhur romancıları Elçin Efendiyev vardı. “Mezar işi
halledilmeden, Bağdad’dan adımımızı bile atmayız”
deyip Irak Kültür Bakanlığı’nı işgal ettiler.
Mücadeleleri tam üç gün, üç gece devam etti ve 19
Eylül akşamı Iraklılar Fuzuli’ye şanına uygun bir
yerde yeni bir türbe yapma sözünü vermek zorunda
kaldı.
Mezarın yerini de
Azeriler seçtiler: Kerbela’da, Hazreti Hüseyin’in
türbesini çevreleyen caminin kıble girişindeki
elyazmaları odasını... Kemikler bu odaya nakledildi,
giriş kapısının sol tarafındaki duvarın altına
defnedildi, üzerine de Kerbela mermerinden bir
kitabe dikildi.
Irak ve Azerbaycan
arasında bu tartışmalar devam ederken, Fuzuli’yi en
büyük şairi olarak kabul eden bir başka memleketin,
yani Türkiye’nin adı bile işitilmedi. Buldozerler
Fuzuli’den kalanları silip süpürürken ne
dışişlerimiz kılını kıpırdattı, ne de
üniversitelerimiz...
YENİ TÜRBESİNDE
YATIYOR
Fuzuli, 1995’ten buyana
Kerbela’daki yeni türbesinde yatıyor, türbenin
kubbesinde meşhur beyti yankılanıyor: “Ne yanar
kimse bana ateş-i dilden özge / Ne açar kimse kapım
bad-ı sabadan gayrı”; yani “Bana gönlümdeki ateş
dışında kimseler yanmaz oldu; kapımı ise sabah
rüzgarından başka açan kalmadı”...
Habertürk, Yazı: Murat
Bardakçı, 26.06.2015
|
|
DANIŞTAY'DAN
CUMHURBAŞKANLIĞI SARAYI ARAZİSİ KARARI
Danıştay 14.
Dairesi, Cumhurbaşkanlığı
Hizmet Binası'nın
yer aldığı alana ilişkin 22 Mayıs 2014 tarihli
kararla, yerel mahkemenin tarihi SİT statüsünün
kaldırılmasına ilişkin işlem hakkında verdiği iptal
kararının yürütmesini durdurdu.
Yüksek Mahkemenin bu
kararının gerekçesinde, söz konusu alanın tarihi sit
özelliklerini taşımadığının açıkça ifade edildiği
belirtildi.
Danıştay 14. Dairesi'nin
bugün de
E:2014/3456, E:2014/3468, E:2014/3469 ve E:2014/3471
esas numaralı dosyaları karar bağlayıp yerel
mahkemenin iptal kararlarını tamamen bozduğu
öğrenildi.
Kararla,
Cumhurbaşkanlığı hizmet binalarına ait bölgenin
tarihi sit alanı olmadığı vurgulandı.
Radikal, 25.06.2015
|
ARTINTERNATIONAL'A HANGİ
GALERİLER KATILIYOR?

Uluslararası çağdaş ve
modern sanat fuarı ArtInternational’ın üçüncüsü 4-6
Eylül 2015 tarihlerinde gerçekleşecek. Kentin önemli
sanat etkinliklerinden biri kabul edilen
ArtInternational’ın direktörlüğünü bu yıl da Dyala
Nusseibeh, sanat yönetmenliğini ise Stephane
Ackermann üstleniyor. Konuklarını bir kez daha Haliç
Kongre Merkezi’nde karşılayacak fuara bu yıl 24
ülkeden 83 galeri katılacak.
İstanbul ’dan Leyla
Tara Suyabatmaz (Rampa Galeri) ve Yeşim Turanlı (Pi
Artworks), Viyana’dan Ursula Krinzinger (Galerie
Krinzinger) ve New York’tan Leila Heller (Leila
Heller Gallery)’den oluşan seçim komitesinin Avrupa,
Amerika,
Ortadoğu ve Asya’yı
kapsayan geniş bir bölgede yaptıkları değerlendirme
sonucu 83 galeri İstanbul’da sanatseverlerle
buluşacak. Dünyanın en köklü galerilerinden Paul
Kasmin Gallery, Pearl Lam Galleries, Gallery Lelong,
Deweer Gallery, Robert Miller Gallery’nin bir kez
daha heyecan verici işlerle yer alacağı fuara,
Londra’dan Victoria Miro, Bombay’dan Sakshi Gallery,
Almatı’dan Aspan Gallery, Hong Kong’dan Galerie Du
Monde ve New York ile Londra’dan Aicon Gallery ilk
kez katılacak.
YENİ KEŞİFLER
Fuar Direktörü Dyala
Nusseibeh, geçen yıl 20 binden fazla ziyaretçinin
katılımıyla dikkatleri çeken ArtInternational’ın çok
kısa zamanda, yeni keşiflerin yapıldığı bir fuar
olarak ünlendiğini belirterek şunları söyledi: “Doğu
Avrupa, Kafkaslar ve Orta Asya bölgelerinden
galerilerin bu sene fuara katılmış olmaları bizi çok
memnun etti. İstanbul, sanat dünyasının buluşması
noktası olmaya devam ediyor ve bu dinamik ortam,
fuarda sergilenen işlerin kalite ve çeşitliliğine de
yansıyor. Bu sene fuarın açılışı, 14. İstanbul
Bienali’ne denk geliyor ve biz İstanbul'un bu
hareketli ve renkli haftasında, koleksiyoner,
küratör, sanat profesyonelleri ve sanatseverlerden
oluşan ziyaretçilerimizle buluşmayı sabırsızlıkla
bekliyoruz."
TÜRKİYE 'DEN 12
GALERİ
ArtInternational’ın
Türkiye ayağında ise İstanbul’un güncel sanat
dünyasının odak noktası olmayı başarmış 12 galeri
yer alıyor. Komitenin, uluslararası sergileri ve
başarılarını dikkate alarak yaptıkları seçim sonucu;
ArtSümer, Dirimart, Galerist, Galeri Nev, Galeri
Zilberman, Pi Artworks, Rampa, Sanatorium ve x-ist
gibi geçen yıl da katılmış galerilerin yanı sıra
Kuad, Öktem&Aykut and The Empire Project gibi yeni
galeriler fuardaki yerlerini alacak.
Geçen yıl
ArtInternational, 20 binden fazla ziyaretçi
çektiklerini, 26.500 milyon Euro’luk satış
yapıldığını 1500’ü aşkın yabancı koleksiyoner ve
sanat tüccarının biraraya geldiğini duyurmuştu.
ArtInternational’a
katılacak galeriler şöyle:
.artSümer, İstanbul
ADN Galeria, Barselona
Aicon Gallery, New York & Londra
Andipa Gallery, Londra
Àngels, Barcelona
Anna Jill Lüpertz Gallery, Berlin
Aspan Gallery, Almatı
Assar Art Gallery, Tahran
Berloni, Londra
Boccanera, Trento
Catinca Tabacaru Gallery, New York
Cecilia Hillström Gallery, Stockholm
Charim Galerie, Viyana
Circle Culture Gallery, Berlin
Deweer Gallery, Otegem
Dirimart, İstanbul
Edouard Malingue Gallery, Hong Kong
Ernst Hilger, Viyana
Ex Elettrofonica, Roma
Galeri Nev,
Ankara
Galeri Zilberman, İstanbul
Galeria Carles Taché Projects, Barselona
Galeria Javier Lopez & Fer Frances, Madrid
Galeria Joan Gaspar, Barselona
Galeria Joan Prats, Barselona
Galeria Senda, Barselona
Galeria Sicart, Barselona
Galeria Trama, Barselona
Galerie Du Monde, Viyana & Salzburg
Galerie Jérôme Poggi, Paris
Galerie Kornfeld, Berlin
Galerie Krinzinger, Viyana
Galerie Lelong, Paris
Galerie Lindner, Viyana
Galerie Paris-Beijing, Paris, Brüksel & Pekin
Galerie Raum Mit Licht, Viyana
Galerie Suzanne Tarasieve, Paris
Galerist, İstanbul
Galleri Andersson/Sandström, Stockholm & Umea
Galleria Marie-Laure Fleisch, Roma
Gazelli Art House, Londra & Bakü
Giacomo Guidi, Roma
Horrach Moya, Palma De Mallorca
Hosfelt Gallery, San Francisco
Kalfayan Galleries, Atina & Selanik
Kukje Gallery, Seul
Leila Heller Gallery, New York
Louise Alexander Gallery, Porto Cervo
Mario Mauroner Contemporary Art, Viyana
Miguel Marcos Gallery, Barselona
N2 Galería, Barselona
Nitra Gallery, Selanik
Nosbaum Reding, Lüksemburg
Officine Dell’Immagine, Milan
Öktem&Aykut, İstanbul
Patricia Low Contemporary, Gstaad & St Moritz
Paul Kasmin Gallery, New York
Pearl Lam Galleries, Hong Kong, Şanghay & Singapur
Pi Artworks, İstanbul
Piero Atchugarry, Tierra Garzón
Poligrafa Obra Gráfica, Barselona
Project Artbeat, Tiflis
Rampa, İstanbul
Robert Miller Gallery, New York
Rosenfeld Porcini, Londra
Rukshaan Art, Mumbai
Sabrina Amrani Gallery, Madrid
Sakshi Gallery, Mumbai
Sanatorium, İstanbul
Sariev Contemporary, Filibe
Studio Sales Di Norberto Ruggeri, Roma
Tenderpixel, Londra
The Empire Project, İstanbul
The Fine Art Society Contemporary, Londra
Tina Kim Gallery, New York
Tristan Hoare, Londra
Upstream Gallery, Amsterdam
Valid Foto Bcn Gallery, Barselona
Victoria Miro, Londra
Wienerroither & Kohlbacher, Viyana
x-ist, İstanbul
Zak | Branicka, Berlin
Zorzini Gallery, Bükreş
Radikal, 25.06.2015
|
TRALLEİS ANTİK KENTİ
DEFİNECİLERİN UĞRAK YERİ HALİNE GELDİ
Aydın'ın en önemli antik
kentlerinden olan ve Aydın'ın simgeleyen Tralles
antik kenti definecilerin uğrak yeri haline geldi.
Dün gece belirlenemeyen bir vakitte antik kente
gelip Üç Gözler'in karşı tarafında bulunan
Arsenal'ın demir kapısını kırarak içeri giren
definecilerin yakalanması için polis ve jandarma
tarafından çalışma başlatıldı.
Edinilen bilgiye göre Tralles antik kentinde
çalışan görevliler sabah geldiklerinde antik kent
içerisinde yer alan ve zaman zaman askeri
malzemelerin korunduğu alan olarak kullanıldığı
belirtilen Arsenal isimli tarihi yapının girişindeki
demir kapıya zarar verilerek içeri girildiğini
belirledi. Bunun üzerine polis ekiplerinden yardım
isteyen müze görevlileri bölgede polisle birlikte
çalışma yaptı.
Bölgede yapılan incelemede kapının kırılarak içeri
girildiği tespit edilirken, ışıksız girilemeyen
tünel tarihi tünelde oluşan tahribat ya da zarar
hakkında herhangi bir açıklama yapılmazken, bölgeye
sürekli definecilerin girdiği öğrenildi. Arsenal
girişinde ise doğal nedenlerle mi yoksa
definecilerin kazı yapması sonucu mu oluştuğu
açıklanmayan ciddi bir tahribat oluştuğu
gözlemlendi.
Habertürk, Haber:
İbrahim Kılınç, 25.06.2015
|
TESCİLLİ HEYKELİ
TEMİZLERKEN DEFORME ETTİLER
Gaziantep Adliye’si
önünde yer alan 1967 yılında Prof. Dr Nusret Suman’a
yaptırılan
Atatürk Heykeli’nin
temizlik çalışmaları sırasında tahrip edildiği
ortaya çıktı. Gaziantep Mimarlar Odası Başkanı Bekir
Sıtkı Severoğlu, ‘’Bronz heykel üzerinde çok ciddi
tahribat var, kaplamalar ortaya çıkmış, yüz ve
heykelin çeşitli yerlerinde dezenformasyon oluşmuş’’
dedi. Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanlığı
ise
soruşturma
başlattıklarını duyurdu.

Heykel 1967 yılında
Prof.Dr. Nusret Suman tarafından yapıldı ve 1970
yılında resmi açılışla bugünkü yerine kondu. O dönem
heykelin tüm masrafları Milliyet gazetesi tarafından
sağlandı. 27 Şubat 2014 günü Mimarlar Odası
başvurusu üzerine Gaziantep Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu kararıyla heykel tescilli kültür varlığı
statüsüne alındı. Tescilli eserlerin bakım onarım
restorasyon yada temizliği kurul kararı alınmadan
yapılamaz. Aykırı durumda 2863 sayılı yasa
kapsamında suç işlemiş olurlar. Bilerek tescilli
esere zarar vermek ilgili yasa 2 yıl ile 6 yıl
arasında hapis cezasını öngörüyor.

Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada ise,
‘’Bir hafta önce başkanımız Fatma Şahin şehirde
temizlik yapın talimatı vermişti. İşçiler kendi
inisiyatifleri ile heykelde temizlik yapmışlar.
Fırça ile yıkamışlar. Fen İşleri daire Başkanımızın
ne de bir başka yetkilimizin özellikle heykeli
temizlemeleri yönünde bir talimatları olmamış.
Verilen zararın boyutlarını bilmiyoruz. İdari
soruşturma başlattık.’’
Mimarlar Odası
Başkanı’nın açıklaması şöyle; Bronz Eserlerin
"Grafiti tozu" ile yüzeyleri koruyucu bir tabaka
oluşturulması amacıyla patina yapılır. Yıllardan
beri de bu heykel yüzeyindeki patina heykeli
korumuştur. Şimdi bilinçsiz ve kontrolsüz bir
temizlik işlemi yapılmıştır ( Muhtemel Matkap
fırçası veya sert bit fırça ile) ve heykele zarar
verilmiştir. Fotoğraflar karşılaştırıldığında yüz
ifadesinin tamamen değiştiği görülmektedir. Elbette
Kurula ve Gaziantep Valiliğine yaptığımız
müracaatlar sonunda uzmanlar gerekli incelemeyi
yapacaktır, ama bizim gözlemlerimize göre heykel
yüzeyinde derin noktalarda patina durmakta, kabarık
noktalarda patina tamamen alınmış, bronz ortaya
çıkmış ve ifadeler ve detaylar değişmiştir. Ekte
görüleceği gibi bu konuda Kültür Varlıkları Koruma
Bölge Kuruluna konuyu soran bir müracaatımız oldu.
Bu aşamada verilen zararın giderilip
giderilemeyeceğinin heykeltraş restorasyon
uzmanlarınca incelenmesi gerekiyor. Anıt Gaziantep
için sembol ve Anı değerinden dolayı çok önemlidir.
Radikal, 25.06.2015
|
"İZMİR TARİH PROJESİ"
İLE AYAĞA KALKACAK
Tarihi Kemeraltı İnşaat
Yatırım A.Ş.(TARKEM) tarafından hazırlanan İzmir
Tarih Projesi ile kent merkezinde bin 400 tescilli
tarihi yapının yer aldığı 270 hektar alanın turizme
kazandırılması hedefleniyor.

İzmir’in tarihi dokusunu
turizme kazandırmak için hazırlanan ‘İzmir Tarih
Projesi’nin kamu-özel sektör desteği ile hayata
geçirilmesi için çalışmalar yoğunlaştırıldı.
Tarihi Kemeraltı İnşaat
Yatırım A.Ş. (TARKEM), Dokuz Eylül Üniversitesi ve
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü işbirliği ile bin
400 tescilli tarihi yapının bulunduğu 270 hektar
alanın projelerini hazırladı. Dünya Gazetesi'nden
Sedat Alp'in haberine göre, TARKEM, sokak
düzenlemeleri, tarihi yapıların iyileştirilmesi ile
tarihi bölgeye turistleri çekecek proje için gerekli
kamulaştırma ve altyapı çalışmalarını yapması için
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin desteğini istiyor.
İzmir’de 116 ortağın 20
bin TL sermaye koyarak kurduğu TARKEM’in
geliştirdiği ‘İzmir Tarih Projesi’nin aktörleri
arasında belediyeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı,
üniversiteler, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Kültür
Varlıklarını Korum Bölge Kurulu, meslek odaları,
sivil toplum kuruluşları ve özel sektör temsilcileri
bulunuyor. Ulusal ve uluslar arası çeşitli fon
kaynakları ve İzmir Kalkınma Ajansı’nın projeye
finansman desteği sağlama istekleri var.
2007’de İzmir Büyükşehir
Belediyesi’nin girişimi ile Bakanlar Kurulu
tarafından Kemeraltı ve çevresinin 5366 Sayılı Yasa
ile “İzmir Konak Kemeraltı ve Çevresi Yenileme
Alanı” olarak ilan edildiğini hatırlatan TARKEM
Yönetim Kurulu Başkan Vekili Uğur Yüce, “Bu bölgede
yaklaşık bin 500 adet tescilli anıtsal ve sivil
mimari örneği yapı bulunuyor. Farklı uygarlıkların
birbirleriyle etkileşimi sonucu oluşan sokak ve
meydan dokularıyla bölge zengin ve çok renkli bir
kültür mozaiği oluşturuyor. Bu çöküntü alanının
rehabilitasyonu bütüncül bir örgütlenme ile
gerçekleştirilebilir. İzmir Büyükşehir Belediyesi
arkeolojik alanlardaki kamulaştırma çalışmaları ve
tek yapı ölçeğinde koruma odaklı projelerle alana
hayat vermeyi sürdürüyor. İzmir Tarih Projesi’ni de
MÖ 4.yy’dan günümüze farklı uygarlıklara ait kültür
katmanlarını barındıran, tamamı 3. derece arkeolojik
sit ve kentsel sit olan bölgeyi bütüncül olarak
canlandırmak ve sağlıklaştırmak amacıyla başlattık”
dedi.
Alanın canlandırılarak
bölgenin turizme kazandırılması konusunda geniş bir
uzlaşı olduğuna işaret eden Uğur Yüce, “500 yıldır
kesintisiz yaşamın sürdüğü Havra Sokağı gibi
sokakların bu niteliğinin dikkatle korunması, bu
niteliğe sahip sokakların sayılarının artırılması ve
proje alanı içerisinde yer alan han, sinagog gibi
büyük ölçekli yapıların yenilikçi yaklaşımlar,
tasarım ve uygun örgütlenme teknikleri ile deneyim
yaratan bir niteliğe kavuşturulması için Dokuz Eylül
Üniversitesi ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü ile
projeler geliştirildi” diye konuştu.
İş dünyasına çağrı
İzmir iş dünyasına,
projede yer almaları, kentin tarihi dokusunun
geliştirilmesine katkı sunma çağrısında bulunan
Yüce, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin de tarihi
alanda meydan yaratılması için bazı kamulaştırma
çalışmalarını yapması ve altyapı çalışmalarını
yürütmesi konusunda protokol imzalamak için bir
araya geleceklerini açıkladı.
İzmir’in turizmden
yeteri payı alamadığına dikkat çeken Yüce, “ Bir
yerde turizmin gelişmesi için orada turiste
sunulacak bir şey olması lazım. İzmir’de sunulacak
çok şey var ama sunuma hazır halde değil. İzmir
Tarih Projesi ile canlandıracağımız 270 hektarlık
alan da bunların başında geliyor. Burada tek tek
bina bazında değil, daha büyük çaplı planlama ile
ortaya gece de yaşayan canlı bir turizm bölgesi
çıkarmayı hedefliyoruz” dedi.
Uluslararası fonlar
finansman desteği için hazır
Projeye yatırımcı
ilgisini arttırmak için çalışmaları
yoğunlaştıracaklarını, kentin cazibe merkezi olacak
bu alanda önceliği mal sahipleri ve daha sonra
TARKEM üyelerine vereceklerini belirten Yüce,
İzmirlilerin projeye yatırım yapmasını istedi.
Tanıtım için Türkiye ve yurtdışında da çalışmalar
yapacaklarını vurgulayan Yüce, şunları söyledi: “Bu
bir Türkiye projesi. İstanbul’dan 2007’de bir grup
işadamı 150’dan fazla bina almış. Biz onlarla da
temasa geçip bizimle ortak hareket etmelerini
sağlayacağız. ABD’de Yahudi lobisi ile iletişim
kuracağız. Prag’ta eski Yahudi mahallesini her yıl
milyonlarca turist ziyaret ediyor. Kemeraltı’nda
Havra Sokağı’nda 500 yıldır açık olan 8 sinagog var.
Dünyada böyle başka bir yer yok. Projenin finansman
sorunu bulunmuyor. Avrupa İmar ve Kalkınka Bankası,
AB fonları ve uluslararası fonlar projeye destek
sunmak isteklerini bize ilettiler.”
Proje, Havra Sokağı
ve Agora ile başlayacak
İzmir Tarih Projesi,
Fevzi Paşa Bulvarı’nın güneyindeki 1., 2. ve 3.
derece arkeolojik ve kentsel sit alanlarıyla,
Kadifekale kentsel dönüşüm projesinden oluşan bir
alanı kapsıyor. 19 alt bölgeye ayrılan alanda ilk
çalışmalar birinci ve ikinci alt bölgeler olan Havra
Sokağı ve Agora bölgelerinde başlayacak.
Yapı, 25.06.2015
|
ÇATALHÖYÜK'TE ARKEOLOJİ
ATÖLYESİ BAŞLIYOR

Dünyanın en önemli
arkeolojik alanlarından Konya Çumra'ya bağlı
Çatalhöyük'te 2003'ten bu yana düzenlenen “Shell
Çatalhöyük Arkeoloji Yaz Atölyesi” bu yıl 27
Haziran-30 Temmuz tarihleri arasında
gerçekleştirilecek.
Çatalhöyük çevresinde
yaşayan çocuklara Çatalhöyük'ü tanıtmak amacıyla
başlatılan proje, yetişkinler ve Türkiye'nin her
yerinden ulaşan ziyaretçilerin de katılımıyla
sürdürülüyor. Bugüne kadar 6 bin kişinin başvurduğu
atölye sonucunda katılımcılara ‘kültürel emanetlerin
koruyucusu' sertifikası veriliyor. Cuma hariç
haftanın 6 günü, 10.00-15.00 saatleri arasında açık
olan Çatalhöyük Arkeoloji Atölyesi ücretsiz
gerçekleştiriliyor fakat rezervasyon şart. Shell
Türkiye, 2012'de UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne
dahil edilen Çatalhöyük kazılarını 1995'ten beri
destekliyor. (Atölyeye başvuru için: Gülay Sert:
0532 301 87 82)
Zaman, 24.06.2015
|
NUSRETİYE CAMİSİ'NDE
RESTORASYON ÇALIŞMALARI HIZLANDI

II. Mahmut tarafından
Krikor Balyan'a inşa ettirilen ve 1826'da hizmete
açılan Nusretiye Camisi'nin şadırvan, muvakkithane
ve sebili üzerine 1950'li yıllarda yapılan çimento
harçlı çatı örtüleri kurul kararı doğrultusunda
sökülürken, olası bir depremde ciddi zarar göreceği
tespit edilen camiyi güçlendirme çalışmaları devam
ediyor.
Vakıflar Genel Müdür
Adnan Ertem, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
İstanbul'un en ince minarelerine sahip Nusretiye
Camisi'nin restorasyonunun, bilim kurulları
eşliğinde yapıldığını söyledi.
Dışarıdan bakıldığında
muazzam, eksikliği ve sıkıntısı olmayan bir yapı
olarak görünen Nusretiye Camisi'ni
başlangıçta restorasyon programına almayı
düşünmediklerini ifade eden Ertem, "Restorasyon
programına alınca gördük ki yapının duvarları
bağdadi ve tamamen çürümüş. Sadece taşıyıcı kolonlar
üzerinde duruyordu yapı. Bunu ancak sıva rastası
yaparak görebildik. Sıvayı söktük ve bunu gördük.
Bundan sonra restorasyon bambaşka bir yöne gitti.
Yeniden proje yapmak gerekti. Nusretiye Camisi'nde
ilk çıktığımız ihale bütçesinin yeterli olmadığını
gördüğümüz ve bambaşka bir şeyle karşılaştığımız
için yeniden ihale ettik" diye konuştu.
Ertem, restorasyon
kapsamında, caminin dış cephesinde yüzey temizliği
ve koruma çalışmalarının yapıldığını, iki minarenin
de birinci şerefe seviyesine kadar söküldüğünü,
minarelerden birinin de tamamlandığını söyledi.
Anadlu Ajansı, Haber:
Andaç Hongur, 24.06.2015
|
OSMANLI VE SELÇUKLU
MİMARİSİNİN TANITIMI İÇİN GENÇLİK VE SPOR
BAKANLIĞI'NDAN 'GENÇ MİMARLAR' PROJESİ

Gençlik ve Spor
Bakanlığı mimarlık ve inşaat mühendisliği
öğrencilerinin katılımına açık olarak geçtiğimiz
yıl başlattığı proje bu yıl da devam ediyorı.
"Genç mimarlar" isimli projeyle amaçlanan
gençlere Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin en iyi
şekilde tanıtılması.
Osmanlı ve Selçuklu
medeniyetlerine ait bazı mimari eserler ile
Anadolu'da öne çıkan çeşitli mimari yapıların
tanıtımının yapılması ve mimari özelliklerinin
incelenmesinin hedeflendiği proje kapsamında;
gençlere alanında uzman akademisyenler ve
profesyonel rehberler tarafından gezilecek
yerlerdeki mimari yapılar hakkında detaylı
bilgiler verileceği ifade ediliyor.
Bakanlığın "Genç
Mimarlar" Projesine 18-29 yaş aralığında inşaat
mühendisliği ve mimarlık bölümü öğrencileri
başvurabiliyor. Katılım kontenjanının "40 bayan
ve 60 erkek" olarak ayrıştırılması da ilginç bir
ayrıntı olarak öne çıkıyor.
Proje etkinlikleri
ve tarihleri şöyle belirtiliyor:
-
Diyarbakır
(Selçuklu ve Osmanlı mimarisi- 20 erkek)
13-16 Eylül 2015
-
Konya (Selçuklu
Mimarisi – 20 erkek ) 23-26 Temmuz 2015
-
Konya (Selçuklu
Mimarisi – 20 bayan) 27-30 Temmuz 2015
-
Rize (Karadeniz
Mimarisi ve Serenderler – 20 erkek) 23-26
Temmuz 2015
-
Şanlıurfa
(Selçuklu ve Harran Mimarisi – 20 bayan)
13-16 Eylül 2015
Proje başvuruları
Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın
internet sayfası üzerinden
alınacak. Başvurular 3 Temmuz 2015 saat 18:00'da
sona erecek.
Arkitera, Haber: Bahar
Bayhan, 24.06.2015
|
KANADA'DA 375 MİLYON
YILLIK BALIK FOSİLİ SERGİLENİYOR

Kanada'nın Kuzey
Kutbu'ndaki Ellesmere Adası'nda bulunan 375 milyon
yıllık
balık
fosili, Kanada
Tabiat Müzesi'nde sergilenmeye başlandı.
Chicago Üniversitesi'nden paleontologlar Neil Shubin
ve Edward Daeschler tarafından Ellesmere Adası'nda
bulunduktan sonra üzerinde bilimsel çalışmalar
başlatılan balık fosiline, Tiktaalik Roseae ismi
verilmişti. Dünyanın geçmişine ışık tutan fosiller
arasında önemli yeri olduğu belirtilen balık
fosilinde, yüzgeçler, vücudu dengede tutan ölçekler
ve solungaçlar bulunuyor.
60 parçadan oluşan balık fosili, Başkent Ottawa'daki
Kanada Tabiat Müzesi'ndeki sergiye konuldu.
Sabah, 24.06.2015
|
KURUÇEŞME DİVAN İÇİN
YAPILAN KAZIDA OSMANLI HAMAMI BULUNDU

Divan Turizm’in,
Kuruçeşme tesislerini yenilemek için geçen yıl
yaptığı başvuru sonucunda arazide yapılan arkeolojik
kazılarda, geç Osmanlı dönemine ait çok sayıda
kültür varlığı
tespit edildi.
İstanbul Arkeoloji
Müzesince yapılan kazı çalışmalarında bir hamam ve
çamaşırhane kalıntıları ile su kanalları bulundu. 3
No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu “yerinde
inceleme” kararı aldı.
ELLE KAZILDI
Divan Turizm, Divan
Kuruçeşme'yi restore ettirmek için geçtiğimiz yıl
başvuruda bulundu. Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nden
gerekli izinler alındı. Yeni projede çeşitli
organizasyonlara ev sahipliği yapan Divan Kuruçeşme
planlanan ek bina ile genişleyecekti. 6 bin 861
metrekare alana sahip Divan Kuruçeşme için İstanbul
3 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü’ne başvuru yapıldı. Koruma Kurulu iş
makinası ile kazı yapılabileceğine karar vermesine
rağmen İstanbul Arkeoloji Müzeleri buna itiraz
ederek elle kazılmasını istedi. 3 ay önce başlayan
arkeolojik kazılarda çok sayıda kültür varlığına
rastlandı.
HAMAM ÇIKTI
Geç Osmanlı dönemine ait
olduğu sanılan hamam kalıntısı ile çamaşırhane
olduğu tahmin edilen bir bina ile temiz ve pis su
kanalları bulundu. İnşaat şirketi daha önce
yaptırdığı jeoradar yöntemi ile toprak altında
mimari yapı olmadığını
rapor etmiş ancak
kazılar sonucunda bunun doğru olmadığı tespit
edildi. Müze eski kaynaklardan yaptığı araştırmada
bu bölgede bir çorap fabrikası olduğunu, mimari
buluntuların bu fabrikaya ait olabileceği de
belirtiliyor.
YERİNDE İNCELENECEK
Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu müzenin kazı sonuçları raporlarına bakarak en
son aldığı kararda kurul üyelerinin yerinde inceleme
yapmasını kararlaştırdı. Ancak henüz inceleme
yapılmadı. Müze yetkilileri koruma kurulunun
eserlerin kaldırılması yönünde karar alabileceği
gibi yerinde korunmasını da isteyebileceği
belirtildi. Arkeolojik kazılar devam ediyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, Kaynak: TAY Projesi, Fotoğraflar: tayproject.org, 24.06.2015
|
MİT'İN MARMARA KÖŞKÜ
CUMHURBAŞKANLIĞI SARAYI'NIN KONUKEVİ OLUYOR

Cumhurbaşkanlığı
Sarayı arazisi içinde yer alan Milli İstihbarat
Teşkilatı’na (MİT) ait tarihi Marmara Köşkü,
yabancı devlet adamları için konukevine
dönüştürülüyor.
Ankara 1
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun
geçtiğimiz hafta yapılan toplantısında önemli
kararlar alındı. Atatürk’ün AOÇ arazisinde
konut olarak
kullandığı tarihi Marmara Köşkü’nün
Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilmesi kararı
çıktı. MİT’in kullandığı tarihi bina, kurulun
aldığı 2446 sayılı kararla önümüzdeki günlerde
restore edilecek.
Yapılacak
restorasyonun ardından Marmara Köşkü’nde
Ankara’ya gelecek olan yabancı devlet başkanları
ve cumhurbaşkanları ağırlanacak. Kritik
toplantıda Marmara Köşkü için 1. Derece Tescil
kararı alındı. Kurul, ayrıca Saray’ın farklı ada
ve parsellerde bulunan toplam 177 bin 234
metrekarelik alanını da Başbakanlık’tan
Cumhurbaşkanlığı’na tahsis etti.
Komisyonda alınan
karara sadece Yenimahalle Belediyesi Temsilcisi
Ayşe Betül Uyar karşı çıktı. Alınan kararların
gelecek hafta yapılacak Tabiat Varlıkları Koruma
Komisyonu’nca da onaylanması bekleniyor.
Toplantıda Marmara Köşkü ile Cumhurbaşkanlığı
Konutu’nun arasında kalan 2 katlı küçük bir
lojman için de yıkım kararı alındı. Sözkonusu
binanın da tarihi bir bina olduğuna dikkat
çekildi.
Marmara Köşkü,
Atatürk’ün isteğiyle 1928 yılında inşa edildi.
Adını, ön bahçesine Marmara Denizi’nden
esinlenerek yapılan havuzdan aldığı
belirtiliyor. İsviçreli Mimar Ernst Egli’in
çizip tasarladığı, bodrum üzeri 2 kattan oluşan
bina, başta müstakil Çiftlik Evi şeklindeydi.
1980 darbesiyle köşk, Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin kullanımına girdi. 1990’lara
kadar üst düzey askerlerin toplantı, buluşma ve
resepsiyon yeriydi. Köşk, son yıllarda ise MİT
tarafından kullanılıyordu.
Hürriyet, Haber: Erdinç
Çelikkan, 24.06.2015
******
ATATÜRK'ÜN MARMA
KÖŞKÜ'NÜN CUMHURBAŞKANLIĞI SARAYI'NA DEVRİNE DAVA
AÇILIYOR
Ankara 1'Nolu
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu
tarafından,
Atatürk Orman
Çiftliği'nde bulunan
Atatürk'ün
Marmara
Köşkü'nün Cumhurbaşkanlığına devredilmesi
kararını Mimarlar Odası
Ankara Şubesi
yargıya taşıyor. Konuya ilgili açıklama yapan
Mimarlar Odası
Ankara Şube
Başkanı
Tezcan Karakuş
Candan "Atatürk'ün vasiyeti ihlal edilerek
yapılan Kaçak
saray'daki her
hareket, her olay gündemimizdedir,
Atatürk'ün
Marmara Köşkü
Kaçak Saraya devredilemez, yargıya taşıyacağız"
dedi.
'1928 yılında Mimar
Ernest Egli tarafından
Atatürk için
Modern Çiftlik evi olarak tasarlanan
Marmara
Köşkü'nün,
Atatürk
Vasiyetini ihlal ederek, hukuku ihlal ederek,
lüks ve şatafat içerisinde yapılan
Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na
devredilmesini kabul etmiyoruz' diyen Candan; "Marmara
Köşkü, tıpkı
Atatürk Orman
Çiftliği gibi bize emanet edilmiştir. Yapıldığı
dönemde yaklaşık maliyeti 47.000 lira civarında
olan bu mütevazı yapının, lüksün ve şatafatın ve
hukuksuzluğun, simgesi olan
kaçak saray
kullanımına devredilmesi kabul edilemez. Bu
bizim 59. davamız olacak.
Marmara Köşkü
ne kadar mütevazılığın simgesi ise, Kaçak
saray O kadar
lüks ve şatafatın simgesidir" dedi.
"MEŞRULAŞTIRMA
ÇABALARI AFAKİDİR"
Candan şöyle devam
etti; "Dünyanın hangi demokratik ülkesinde
Cumhurbaşkanı
Kaçak bir mekanda oturmaktadır? Kaçak Sarayı
meşrulaştırma çabaları afakidir. Hiç bir
açıklama
Kaçak Saray'ın
kaçak olduğu gerçeğini gizleyemez, hukuksuz
olduğu gerçeğini gizleyemez, kamu kaynaklarının
lüks ve şatafat içerisinde israf edildiğini
gizleyemez. Devri yapılmak istenen
Marmara
Köşkü'nün maliyetleri bellidir. Daha kaç liraya
yapıldığını, hangi kalemlerden ne harcandığını,
kamu ihale süreçlerinin şeffaf olup olmadığını,
kaç odasının olduğu, hükümetin bakanlarının bile
bilmediği bir yapı da yerin üzerindeki 2 bin oda
yetmemiş, 450 bin metrekarelik inşaat alanı
yetmemiş, birde
Marmara
Köşkü'nü istiyorlar. Kaçak sarayın kaç odası
boştur, kaç kişi çalışmaktadır, kaç lira aylık
gideri vardır, inşaat maliyetleri ve dekorasyon
malzemeleri kalem kalem faturaları ile ihale
belgeleri ile markaları ile açıklanana kadar, bu
kaçak ve hukuksuz yapıdaki her hareket, her
işlem takibimiz altındadır."
haberlrcom, 25.06.2015
|
420 YILLIK KÜLLİYENİN
DUVARINI KAMYON GİRİŞİ İÇİN YIKTILAR

Bursa’nın Yenişehir
İlçesi'nde 420 yıllık tarihi Sinan Paşa
Külliyesi’nin duvarı restorasyon çalışmaları
kapsamında kamyonların giriş çıkışı için yıkıldı.
CHA'nın haberine
göre, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin restorasyon
için Sama İnşaat’a ihale ettiği çalışmaları şu anda
taşeron şirket yürütüyor. Duvarın yıkılmasının
belediyenin bilgisi dahilinde yapıldığı ileri
sürülüyor.
Bursa Büyükşehir
Belediyesi Meclis Üyesi ve Plan-Bütçe Komisyonu
Üyesi Ercan Özel, restorasyon çalışmalarının sürdüğü
külliyede birkaç gün önce duvarın yıkılarak kapı
açıldığını söyledi. Özel, “420 yıllık tarihi bir
duvar restorasyon adı altında yıkılmış ve harap
edilmiş durumda” dedi.
Duvarın araçların
girmesi için yıkıldığını anlatan Ercan Özel,
“Araçların girmesi için tarihi bir duvar yıkıldı ki,
buraya iki tane araçların girmesi için yol var,
onlar kullanılabilirdi. Yetkilileri görevi
çağırıyoruz, bu bir vatandaşlık görevidir. Burada
çok ciddi bir tahribat yapılmıştır, tarih burada
özenle yağmalanmıştır" diye konuştu.
'ÇATLAK VARDI'
Firma yetkilisi ise kapı
için açılan yerin çatlak olduğunu iddia ederken
şöyle konuştu: “Aslında burada büyük bir çatlak
vardı, parça marça düşmüş, tehlike arz ediyordu.
Zaten sökülecekti, bizde o sürede idare ile de
görüştük ve çok büyük olmamak kaydıyla, küçük
araçlarla eşya getirip götürürken kullanılabilir
diye konuşmuştuk. Anıtlar Kurulu’ndan geçmiş bir
karardı. Bunun dışında yine türbelerin içlerinde de
çatlaklar var ve onları da birçoğunuzda burada ki
gibi sökeceğiz.”
Sol Haber, 23.06.2015
******
KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANLIĞI'NDAN SİNAN PAŞA KÜLLİYESİ AÇIKLAMASI
Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Bursa'nın Yenişehir İlçesi'ndeki tarihi
Sinan Paşa Külliyesi'nin restorasyon çalışmaları
sırasında duvarının yıkılarak, kamyonların geçişi
için kapı açıldığı iddialarıyla ilgili soruşturma
başlatıldığını bildirdi.
Bakanlıktan yapılan
yazılı açıklamada, Sinan Paşa Medresesi'nde
yürütülen restorasyon uygulamaları sırasında
Medreseye ait bahçe duvarının yıkılması üzerine,
Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nca
incelemede bulunulduğu ifade edildi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik'in talimatıyla gerçekleştirilen
incelemeler sonucunda yapılan tespitlerin kamuoyu
ile paylaşılmasına ihtiyaç duyulduğu belirtilen
açıklamada, şu bilgilere yer verildi:
"Vakıflar Genel
Müdürlüğüne bağlı Sinan Paşa Medresesi imzalanan
protokolle Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından
restore edilmektedir. Burada daha önce Koruma
Kurulu'nca uygun bulunan projenin dışında herhangi
bir uygulama yapılabilmesi için Bakanlığımıza bağlı
Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'ndan
izin alınması gerekmektedir ancak kamuoyuna yansıyan
işlemlerle ilgili hiçbir şekilde izin alınmamıştır.
Olayın duyulmasının ardından Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik'in talimatıyla Koruma Kurulu bugün
yerinde incelemelerde bulunulmuştur. Medresenin
bulunduğu parselin doğu yönünde yer alan 3,50 metre
genişliğinde bir bölümün tamamen yıkıldığı, yıkılan
taş duvar ile birlikte duvar üzerinde bulunan kirpi
saçaklı bölümün de yıkıldığı, yıkılan duvarda
meydana gelen açıklığa, demir profilli tel ızgaralı
bir kapının yerleştirildiği, tel ızgaraların önünün
yeşil bir branda ile kapatıldığı tespit edilmiştir."

Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu ve ilgili mevzuata aykırı
olarak tescilli Sinan Paşa Medresesinin bahçe
duvarının yıkımına ilişkin konunun
değerlendirilebilmesi için bugün Bursa Koruma
Kurulu'nca bir toplantının da gerçekleştirildiği
vurgulanan açıklamada, maddeler halinde şunlar
kaydedildi:
(a) "Binanın tamamında
görülen çatlakların durumunun irdelenmesi ve statik
sorunların derinliğinin anlaşılması için sıva
raspası yapılmasına ve çıkan verilere göre statik
raporun güncellenmesine; bu zaman zarfında binanın
yıkılmaması için statik ve yapısal önlemlerin
alınmasına ve tüm bu çalışmalar doğrultusunda rölöve
ile yıkılan duvarın ihyasına yönelik uygulamayı da
kapsayan restorasyon projesinin revize edilmesine,
(b)
Sinan Paşa Külliyesinin
tarihsel sürecinin ve mevcut durumunu içeren detaylı
araştırma yapılarak sanat tarihi raporunun
hazırlanmasına,
(c) 18.4.2014 tarih ve
3163 sayılı karar ile onaylı jet-grouting
uygulamasına, üst yapı ile ilgili tüm sorunların
belirlenip restorasyon çalışmaları tamamlandıktan
sonra devam edilebileceğine,
(d) Yapının plan
şemasının bütünüyle yorumlanabilmesi amacıyla avluda
kuzey-batı yönünde iç köşede duvarın devam edip
etmediğinin anlaşılabilmesi için ilgili müze
müdürlüğü denetiminde temel araştırma kazısı
yapılmasına,
(e) Yıkılan duvarın ne
zaman yapıldığının tespiti için duvarların muhtelif
yerlerinden alınan malzemelerin analiz edilmesi ve
sonuçlarının Koruma Kuruluna iletilmesine,
(f) Tescilli yapıya ait
yıkılan duvarın kurulumuz bilgisi dışında ve izinsiz
olarak yıkıldığı anlaşıldığından, söz konusu duvar
yıkımını gerçekleştiren sorumlular hakkında 2863
sayılı yasa kapsamında yasal soruşturma açtırılarak
sonucundan Koruma Kuruluna bilgi verilmesine karar
verilmiştir."
Habertürk, 26.06.2015
|
MARDİN KALESİ
RESTORASYONU ÖDENEĞE TAKILDI

Mardin Müze Müdürü Nihat
Erdoğan, ödenek olmadığı için kale içinde yapılan
arkeolojik kazıların da durduğunu söyledi.
Restorasyon çalışmasının tekrar başlatılmasını
istediklerini belirten Mardin Kültür ve Turizm
Derneği Başkan Yardımcısı Mehmet Fidan da, “Turizm
kentiyiz ama dünyaca ünlü kalemiz turizme kapalı
bekliyor.” dedi.
Tarihi
Mardin Kalesi'nde
restorasyon ve arkeolojik kazı
çalışmaları ödenek olmadığı için durduruldu. Mardin
Kültür ve Turizm Derneği Başkan Yardımcısı Mehmet
Fidan, Mardinlilerin 60 yıllık kaleye çıkma
hayalinin bir kez daha ödeneğe takıldığını söyledi.
Kalenin restorasyon çalışması ve kale içi arkeolojik
kazıların tekrar başlatılmasını istediklerini
belirten Fidan, “Turizm kentiyiz ama dünyaca ünlü
kalemiz turizme kapalı bekliyor. Restorasyonu ve
arkeolojik kazıları için ödenek sağlanmıyor. Bu
sıkıntıların aşılmasını ve kalenin artık turizme
açılmasını bekliyoruz.” dedi.
Mardin Müze Müdürü Nihat
Erdoğan, ödenek olmadığı için kale içinde yapılan
arkeolojik kazıların da durduğunu belirtti.
Kazıların en az 5 yıl süreceğini dile getiren
Erdoğan, bunun için en az 10 milyon TL ödenek
gerektiğini aktardı. Erdoğan, şu bilgileri verdi:
“Mardin Kalesi kazısı, Mardin Kalesi kaya
güçlendirme ve restorasyon çalışmaları kapsamında
Mardin Müze Müdürlüğü başkanlığında yürütülüyordu.
Kazı çalışmaları kapsamında 14 arkeolog, 3
restoratör, 1 heykeltıraş, 1 antropolog ve 1 harita
teknikerinden oluşan 20 kişilik uzman kazı ekibi ve
60 işçi ile birlikte 10 aydır kalede arkeolojik
kazılar yaptık. Bu kazılarda içinde tarihe ışık
tutacak Hamdaniler, Roma, Bizans ve Artuklu dönemine
ait kalıntıları ortaya çıkardık.”
KALENİN BOŞALTILMASI
İÇİN BELEDİYE İMZA KAMPANYASI BAŞLATIYOR
Mardin Büyükşehir
Belediyesi, Mardin Kalesi'nin halka açılması ve
turizme kazandırılması için imza kampanyası
başlatıyor. Mardin Büyükşehir Belediyesi eş Başkanı
Ahmet Türk, Mardin Kalesi'nin sivilleşmesi, turizme
açılması ve açılması için imza kampanyası
başlatacaklarını söyledi. Mardin Kalesi'nin 50
yıldır Mardin halkına ve turizme kapalı olduğunu
söyleyen Türk, “Mardin Kalesi'nin sivilleşmesi için
girişimlerde bulunuyoruz. Kalenin sivilleşerek
turizme açılması için, halkın ve sivil toplum
kuruluşlarının desteğine ihtiyacımız var. Talimat
verdim, imza kampanyası başlatıyoruz.” diye konuştu.
Kalenin uzun yıllardır turistlere ve halka kapalı
olduğuna dikkat çeken Türk, “Mademki, turizm
kentiyiz. Biz bu kaleyi şehrimize gelen turistlere
açmak zorundayız. Bu nedenle imza kampanyası
başlatıyoruz. Öncelikle restorasyon çalışmalarının
bir an önce bitirilmesini istiyoruz.” ifadelerini
kullandı.
Zaman, Haber: Şeyhmus
Edis, 23.06.2015
|
SANATTA KOALİSYON ÇOKTAN
KURULDU

Yaz gelince büyük
şehirlerdeki galerilerin bir kısmı kapanır, bir
kısmı da karma sergiler açar. Bu sene, siyasi
gündemden etkilenen bazı galeriler, ‘karma'ların
adını değiştirip ‘koalisyon' yaptı. İlk sergi
çarşamba günü başlıyor.
Yaz güzel bir mevsimdir
ama kültür-sanat camiası için ölü geçer. Konserler
dışında, tiyatro, sinema salonları ile sanat
galerileri boşalır. Büyükşehirlerdeki sanat
galerilerinin bir kısmı kapanır, Ege ve Akdeniz
sahillerindeki şubelerine taşınırlar. Mine Sanat
Galerisi, Nurol Sanat Galerisi, Evin Sanat Galerisi
bu galerilerden bazılarıdır. Galerilerin diğer bir
kısmı da ‘yaz karma'ları adı altında yeni sergiler
açar. Gelenekselleşen sergiler bile vardır. Bu sene,
siyasi gündemden etkilenen bazı galeriler,
‘karma'ların adını değiştirip ‘koalisyon' yaptı.
Galata'daki D'art Sanat Galerisi, “Koalisyon” adlı
seramik sergisini 24 Haziran'da açıyor. 16 Mayıs-6
Haziran tarihleri arasında düzenlenen İstanbul
Seramik Sanat Günleri'ne katılan 200'den fazla
sanatçının 41 eseri yaz boyunca galeride
görülebilecek.
Yaz sergilerinin birkaç
amacı olduğunu söyleyebiliriz. İlki, genelde
galeriler, kendi özel koleksiyonlarıyla genç
sanatçıların enerjisini birleştirip camiayı yeni
isimlerle tanıştırmayı arzular. İkincisi, galeri boş
durmasın fikridir. D'art Sanat Galerisi'nin sahibi
Duygu Bağlan, “İstanbul'da yaz gelince galeriler
kapanıyor, tatil yörelerinde açılıyor. Bizim galeri
kapatmak gibi bir lüksümüz yok. Bu nedenle kendi
aramızda da olsa koalisyon oluşması hoş oldu. Henüz
siyasiler bir araya gelip bir hükümet kuramadılar
ama biz sanatçı koalisyonunu çoktan kurduk.” diyor.
İstanbul'da dört ayrı mekanda gerçekleştirilen ve 6
Haziran'da sona eren İstanbul Seramik Günleri'nde
sergilenen eserlerden 41'nin ‘koalisyon'da bir araya
getirilmesinin önemli bir nedeni var. Bağlan,
sebebini şöyle açıklıyor: “Bizim en büyük hedefimiz
seramiğin de satılacağını göstermekti. Seramik
Günleri'nde bunu tahminimizin çok ötesinde yaşattık
sanatçılara. Çok güzel satış oldu. Yüzde 60 yabancı,
yüzde 40 yerli alıcımız vardı diyebilirim.
Yabancılar başka bir ülkeden eser aldıklarında
gümrük sorunu yaşıyorlar ama Türkiye'den bir-iki
sanat eseri aldıklarında bir şey ödemiyorlar. Keşke
bunun detayını öğrenip daha çok teşvik edebilsek.
Seramik sanatını alıcıyla daha fazla
buluşturabilmeyi amaçlamıştık, bunu başardık,
galerimizde de aynı enerjiyle yaz boyunca devam
edeceğiz.”
Diğer koalisyonlardan...
Tem Sanat Galerisi, yaz etkinliklerine 22 Eylül'e kadar Nişantaşı'ndaki iki katlı mekanında açacağı çağdaş ustalardan genç sanatçılara uzanan karma resim, heykel ve fotoğraf sergileriyle sürdürüyor. 15 Haziran'da açılan ilk sergide Adnan Varınca, Gökşin Sipahioğlu, Ömer Kaleşi, Alecos Fassianos (Yunanistan), Nevin İşlek, Güngör İblikçi, Yuri Kuper (Rusya), Hale Sontaş, Mehmet Güler, Zeki Fındıkoğlu, Hüseyin Ertunç, Abdulkadir Öztürk, Angelos Panayiotidis (Yunanistan), Fuat Acaroğlu, Gülden Artun, Nur Özalp, Talat Enlil, Devabil Kara ve Özlem Özkan'ın eserleri yer alıyor.
Mine Sanat Galerisi, Bodrum Yalıkavak'taki şubesinde çağdaş sanatın önemli isimleri Halil Akdeniz, Bedri Baykam, Bubi ve Yusuf Taktak, ‘Dört Taraf' isimli sergiyle 25 Mayıs'tan bu yana ağırlıyor.
Kılınçarslan, Eğitim,
Kültür ve Sanat Vakfı (KAV), bünyesinde bulunan KAV
Sanat Galerisi ve KAV Genç Sanat, bu yıl üçüncüsü
düzenlenen karma sergiler 10 Haziran'da açıldı. KAV
Sanat Galerisi'nde Adnan Turani, Altan Çelem, Aydın
Ayan, Bünyamin Balamir, Cihat Aral, Çiğdem Buçak
Telli, Devrim Erbil, Emin Öztürk, Gülten İmamoğlu,
Gürol Sözen, Hanefi Yeter, Reyhan Abacıoğlu, Saim
Erken, Süleyman Saim Tekcan, Tansel Türkdoğan, Tunç
Tanışık ve Utku Varlık gibi farklı kuşaklardan 20'ye
yakın usta sanatçının eserleri görülebilir.
(www.kavvakfi.org.tr)
Zaman, Haber: Sevinç
Özarslan, 23.06.2015
|
OSMANİYE'DE İNŞAAT
ARAZİSİNDE ARKEOLOJİK KALINTI BULUNDU

Osmaniye'nin
Kadirli İlçesi'nde bir
inşaat firmasının
arazisinde yapılan çalışmada, geç antik çağa ait
olduğu tahmin edilen arkeolojik kalıntılar ortaya
çıkarıldı.
Alınan bilgiye göre,
firma yetkilileri Bağ Mahallesi'nde 3.
derece sit alanı
içerisinde yer alan arazilerinde inşaat yapıp
yapamayacaklarının tespiti için Osmaniye Müze
Müdürlüğü'ne başvuru yaptı.
Başvuru üzerine arazide
sondaj başlatan Osmaniye Müze Müdürlüğü ekipleri
çalışma sırasında sütun parçaları ve yer altı
şebekesine ait pişmiş topraktan borular buldu.
Osmaniye Müze Müdürü
Nalan Yastı, konuyla ilgili AA muhabirine yaptığı
açıklamada, bulunan arkeolojik parçaların şu
an Alacami bahçesinde muhafaza edildiğini
belirterek, yapılan ilk incelemede kalıntıların geç
antik çağ dönemine ait olduğunun tahmin edildiğini
söyledi.
Arkeolojik bulgular
üzerinde uzmanların çalışmalarının sürdüğünü aktaran
Yastı, "Hazırlayacağımız raporu
Adana
Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna sunacağız. Oradan
gelecek karar neticesinde de hem bulgular hakkında
daha detaylı bilgi sahibi olacağız hem de arazi için
o doğrultuda işlem yapacağız" dedi.
Radikal, 22.06.2015
|
BOĞAZ'DA REZA'NIN ÖNÜNE
YATAN KİM?

Kanlıca’daki yalısına
kaçak kat çıkıp, tescilli esere asansör yapan Reza
Zarrab’dan yeni rezalet. Zarrab, ‘yıkılamaz’
kaydına rağmen yerle bir ettiği Kandilli’deki tarihi
köşke kaçak kat çıktı, ağaçları keserek bina
kondurdu.
Türkiye’nin gündemini
sarsan 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonun
kilit ismi Reza Zarrab’ın İstanbul Boğaz’ındaki
talanı bitmiyor. SÖZCÜ, Zarrab’ın Kanlıca’da satın
aldığı iki tarihi yalıda restorasyon skandalına imza
atıp bir de kaçak kat çıktığını 1 Haziran günü
kamuoyuna duyurdu. Haberimizin ardından, tadilat
projesine onay veren Kültür ve Turizm Bakanlığı
İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu, denetimden sorumlu Boğaziçi İmar
Müdürlüğü’nden projenin dışına çıkılıp çıkılmadığı
konusunda bilgi istedi.
DENETİME GİDENLER ŞOK YAŞADI
Kurul, ayrıca Zarrab’ın Kandilli sırtlarındaki
tarihi köşkündeki yenileme çalışmalarının da
denetlenmesini istedi.
Boğaziçi İmar Müdürlüğü ekipleri önce Reza
Zarrab-Ebru Gündeş çiftinin yaşadığı Kanlıca’daki
Mehmet Arif Bey Yalıları’na gitti. Kaçak yapılaşma
ve yasaya aykırı restorasyon işlemleriyle ilgili
tespitlerini yaptı ve rapor haline getirdi.
Ardından, Zarrab’ın Cem Kozlu’dan 25 milyon dolara
satın aldığı Kandilli’deki tarihi köşk ve
arazisindeki çalışmaları denetlemeye giden ekipler
deyim yerindeyse “şok” yaşadı.
AĞAÇLAR GİTTİ, 3
KATLI BİNA GELDİ
1986 yılında korunması gerekli kültür varlığı
olarak tescillenen köşkü yıkıp yenisini inşa etmeye
başlayan Reza Zarrab’ın fazladan bir kat inşa ettiği
ve köşkü aslına uygun yapmadığı tespit edildi.
Ayrıca, bahçedeki ağaçların kesilip yerine üç katlı
betonarme bir yapı inşa edildiğini gören Boğaziçi
İmar Müdürlüğü ekipleri inşaat çalışmalarını
durdurdu.
RAPOR GELDİ, KURUL
İNCELEYECEK
İranlı işadamı Reza Zarrab’a ait hem
Kanlıca’daki iki yalı hem de Kandilli’deki tarihi
köşk için hazırlanan denetim raporu 6 Numaralı
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nın önümüzdeki ay
yapılacak toplantısında ele alınacak. Kurul’un
yasaya ve mevzuata aykırı yapılaşma nedeniyle inşaat
sahipleri hakkında suç duyurusunda bulunması
bekleniyor.
2960 sayılı Boğaziçi İmar Kanunu’nda tarihi ve doğal
güzelliklerin yoğunlaştığı kıyı, sahil şeridi ve
öngörünüm bölgesinde doğal yapıyı tahrip eden veya
niteliğini bozanların iki aydan bir yıla kadar hapis
ve 200 bin liradan 500 bin liraya kadar ağır para
cezası ile cezalandırılacağı belirtiliyor. Kanuna
göre, Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün, masrafların iki
katı bedeli mal sahibinden tahsil ederek tarihi
yapıları aslına uygun hale getirmesi gerekiyor.
İşte yasaları böyle
çiğnedi
Koruması gereken
tescilli tarihi eser tamamen yıkıldı. n Boğaz
öngörünümde yer alan tarihi eserin orijinal çatısı
bozularak, çelik konstrüksiyondan kaçak çatı katı
yapıldı. n Genişlik ve yüksekliği yasalara aykırı
şekilde değiştirildi. n Kot seviyesini alanın
tamamında 6 metre düşürerek, kottan dolayı yeni
katlar kazanıldı. n Arazinin kot seviyesi
düşürülürken çivi çakmanın yasak olduğu Boğaz’da, iş
makineleri ve kamyonlarla hafriyat çıkarıldı. Sit
alanında topografya bozularak suç işlendi. n
Arazinin bahçesindeki ağaçlar kesilerek, sit alanına
üç katlı yeni beton yapılar yapıldı.
İBB Meclisi üyesi Hüseyin Sağ, hem Zarrab hem de
duruma bugüne kadar seyirci kalan Boğaziçi İmar
Müdürlüğü yetkilileri hakkında suç duyurusunda
bulundu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan
başvuruda Sağ, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu’na muhalefet edildiği, Türk Ceza Kanunu’nun
257. maddesinde yer alan görevi kötüye kullanma ve
aynı kanunun 184. maddesinde bulunan “imar
kirliliğine neden olma” suçunun işlendiğine dikkat
çekti. Talebi değerlendiren başsavcılık, dosyayı
örgütlü ekonomik suçları soruşturma bürosuna
gönderdi.
Sözcü, Haber: İsmail
Şahin, 22.06.2015
|
MİMAR SİNAN HATA YAPAR
MI?
Kesin olan bir şey
var; o da, Mimar Sinan'ın en önemli eserlerinden
biri olan Süleymaniye Camisi'nde, yapının önemi ile
bağdaşması mümkün olmayan bir tasarım sorunu olduğu.
Mimar Sinan'ın bir
efsane kahramanına dönüşmüş olması onu ve
eserlerini objektif bir gözle değerlendirmeyi
zorlaştırıyor. Haliyle klasik dönem Osmanlı
mimarlık tarihi de bir Mimar Sinan övgüsüne
dönüşüyor. Mimar Sinan'ın dehasını ve önemini
inkar etmek tabi ki mümkün değil ama hakkında
yazılmış eserler kütüphanelere sığmayacak hacme
ulaşmış durumdayken, Mimar Sinan eserlerini
eleştirel bir gözle ele alan çalışmaların
eksikliği Türkiye'de mimarlık tarihi çalışmaları
adına ne ifade ediyor acaba?
50 sene kadar süren
mimarbaşılığı sırasında 16.yy'ın teknolojisiyle
400 civarında eseri inanılmaz geniş bir
coğrafyada inşa eden/ edilmesini organize eden
bir insanın birçok yanlış karar da vermiş olması
mümkün değil midir? Mimar Sinan'ın eserlerinin,
tasarım kusurları açısından incelenmesi dönemin
mimari örgütlenmesini ve inşa işleyişini daha
iyi anlamak açısından iyi bir fırsat olamaz mı?
Bu yazı, Süleymaniye
Camisi'nde tespit ettiğim bir tasarım kusurundan
hareketle bu tartışmanın açılmasına zemin
oluşturmak üzere yazılmıştır. Baştan söylemesi:
Bu yazıda iddia ve ispatlar değil, sorular ve
tahminler var. Kesin olan bir şey var; o da,
Mimar Sinan'ın en önemli eserlerinden biri olan
Süleymaniye Camisi'nde, yapının önemi ile
bağdaşması mümkün olmayan bir tasarım sorunu
olduğu.
SÜLEYMANİYE
CAMİSİ'NİN ÜÇ ŞEREFELİ MİNARELERİNİN GİRİŞ
SAÇAKLARI ÜZERİNDEN BİR SORGULAMA
R1 Süleymaniye Camisi: Minarelerinin yapı ile ilişkileri
Süleymaniye Camisi'nin
dört minaresinden ikisi revaklı avlunun uç
köşelerinde bulunur ve iki şerefelidir. Diğer iki
minare ise üç şerefeli olup, cami kütlesinin son
cemaat yeri ile birleştiği köşelerde bulunmaktadır.
Bu üç şerefeli minarelerin giriş kapılarını örten
ufak saçakların tam üzerlerinde dev birer çörten yer
almaktadır (BKZ R3). Son cemaat yerini örten
kubbelerin üstüne düşen suyun bir kısmını tahliye
eden bu çörtenler zeminden 13 m., saçakların
üzerlerinden ise 8 m. kadar yukarıda yer almaktadır.
Bu çörtenlerden akan su, altlarındaki saçakların
sürekli tahrip olmasına sebep olmaktadır.

R2 Minare giriş saçaklarının konumları

R3 Minare giriş kapısı – Saçak – Çörten ilişkisi. Saçağın
gerek revaklı avlu penceresi gerekse de minare
kaidesinin silmeleri ile sorunlu ilişkisi dikkate
değer.

R4 Saçağın restorasyon öncesi durumu. Restorasyon öncesi durumda saçaktaki tahribat ve saçaktan sıçrayan suyun duvara etkisi net bir şekilde görülüyor. Restore edilen saçaklar da kısa zaman içerisinde bu durumu alacaklar.
SAÇAKLARIN ÖZGÜN
TASARIMIN BİR PARÇASI OLMADIĞINI, SONRADAN VERİLEN
ANİ BİR KARARLA EKLENMİŞ OLDUKLARINI DÜŞÜNDÜREN
SEBEPLER
1- Saçağın Üstünde
Bulunan Çörten
Hiçbir başka ipucu
olmasa bile, ufak bir saçağın tepesinde büyükçe bir
çörtenin bulunması, Osmanlı Mimarlığı'nın klasik
döneminin zirve eserlerinden birinde beklenmeyecek
bir durumdur. Duvardaki farklı açılardaki saçak
birleşim izleri, bu saçakların defalarca
yenilendiklerinin, farklı zamanlarda farklı
meyillerin denendiğinin, yani aslında "bu işin bir
türlü olmadığının" göstergeleri durumunda. (BKZ R5)
Saçaklardan birinde tespit ettiğim bir diğer durum,
bu saçağın tahrip olduğu için çok uzun yıllar
boyunca yerinde olmadığına, çörtenden boşalan
suların, saçak yerinde olmadığından, normalde saçağı
taşıyan taş hatıl üzerine dökülerek onu zamanla
yardığına, oradan da zemine akarak zeminde bir oyuk
açtığına işaret ediyor. (BKZ R6 ve R7)

R5 Farklı açılardaki denemelerin izleri. Restorasyon sırasında saçak söküldükten sonra çekilen bu resimde, saçağın duvara birleşimi boyunca açılmış olan yarıklar, farklı dönemlerde çatının sürekli yenilendiğinin ve bu denemeler sırasında da 3 farklı meyil denendiğinin göstergesi.

R6 Saçağı taşıyan hatılın üstündeki yarık. Bu yarık, bir dönemde harap olan saçağın yıllar boyunca yerinde dahi olmadığını ve akan suyun hatılı tahrip ettiğini düşündürüyor.

R7 Hatılın üstünden zemine bakış. Taşlar bize bir öykü anlatıyor: Hatılın üzerine tazyikle akan suyun hatılı yardıktan sonra kenardan kendine nasıl yol bulduğunu ve zeminde aktığı noktayı zaman içerisinde nasıl çukurlaştırdığını, zemindeki kase şeklindeki oyuktan ve oradan çevreye uzanan damarlardan görebiliyoruz. Suyun akarak taşı bu hale getirdiği süre boyunca saçağın tamir edilmeden kaldığını söylemek gayet mantıklı görünüyor.
2- Saçağın İçinde
İşlevsiz Kalan Minare Havalığı
Minare havalıkları,
minarelerin gövdeleri boyunca belirli aralıklarla
açılan dar ve yüksek yarıklardır. Bunlar minare
içine hem ışık, hem de hava sirkülasyonu sağlarlar.
2008 yılındaki son restorasyon sırasında üç şerefeli
minarelerden birinin giriş saçağının çatı aksamı
yenilenmek üzere söküldüğünde, minare
havalıklarından birinin saçağın çatı arasında
işlevsiz kalmış olduğu görüldü. (BKZ R8 ve R9) Diğer
minarede ise havalık, saçağın içinde kalmamakla
birlikte, saçağın tam bittiği noktadan
başlamaktadır. (BKZ R10) Saçaklar önceden planlanmış
olsalardı, herhalde minare havalıkları daha üst
kotta açılır, bir minarede saçak tarafından kapanıp
işlevsiz kalmaz, diğerinde de tam saçağın üstüyle
aynı noktadan başlamazdı.

R8 Saçak sökülmeden önce: henüz saçak içinde kapalı kalan havalıktan kimsenin haberi yok! Saçaktan oldukça yukarıda, minare kaidesinin üst silmesinin hemen altında görülen havalığın konumu çok sıra dışı. Osmanlı camilerinde minare kaidelerinde açılan havalıkların, minare kapısının biraz üstünde yeraldığını görüyoruz. Bu durumda bu havalık, saçağın içinde mahsur kalan diğer havalığın yerine açılmış olmalı.

R9 Saçak sökülünce ortaya çıkan havalık. Bu kare aynı zamanda saçağın minare üzerindeki dikdörtgen çerçeveli silme ile sorunlu ilişkisini de gözler önüne seriyor. Görüldüğü üzere altta kapıyı pervaz gibi saran çerçeve ile minarenin üst kısmında kalan çerçeve, kapının üzerindeki düz bir atkı ile birbirinden ayrılmış. Böylesi bir özeni gösteren mimar, neden saçağı bu silmeyi kesintiye uğratacak şekilde konumlandırsın?

R10 Diğer minaredeki durum. Diğer minarede havalık, çatı arasında mahsur kalmamakla birlikte çatının tam sıfır noktasıyla örtüşüyor. Bu da yerinde verilen bir karar neticesi oluşan zorlama bir duruma işaret ediyor.
3- Saçağın Yapı İle
Sorunlu İlişkisi
Saçakların minareye
yaslandıkları yüzeyde dikdörtgen çerçeveli bir
profil bulunuyor. Bu profil saçak tarafından
kesintiye uğruyor. (BKZ R9 ve R11) Saçak önceden
planlanmış olsaydı, bu profil yapılmaz veya saçak
üst kotunda bitirilirdi; böylece bütünlüğü zarar
görmüş olmazdı. Yine bu profil dolayısıyla, saçak
ile minare duvarı arasında oluşan boşluğu doldurmak
için bir alıştırma parçası kullanıldığını görüyoruz.
(BKZ R12) Minare kaidesinin köşesindeki yuvarlak
sütunçe saçağın uç kısmıyla sorunlu bir birleşme
yaşıyor. Revaklı avlu duvarı tarafında bulunan
pencerenin pervaz profili de saçak tarafından
kesiliyor. (BKZ R11) Saçak her noktada sorunlu
detayları ile bulunduğu yere bir türlü uyamıyor.
Böylesi sorunlu detaylar, özgün bir tasarım ürününe
ait olmamalı.

R11 Saçağın minare kaidesine dayandığı yüzeyde yukarıdan aşağıya devam eden dikdörtgen çerçeveli silmeyi, soldaki pencereyi saran silmeyi ve köşedeki sütunçeyi kesintiye uğratması

R12 Saçağın altından tavana bakış. Restorasyon öncesi çekilen bu resimde, saçağın minare kaidesiyle birleştiği yüzeyde, minare kaidesindeki silmenin boşluğunu doldurmak üzere kullanılan ahşap alıştırma parçası görülüyor. Bu sorunlu ilişki saçağın planlı bir tasarım unsuru olmadığı kanaatini güçlendiriyor.
4- Osmanlı
Mimarisindeki Benzer Örneklerin İncelenmesi¹
Osmanlı mimarisinde Üç
Şerefeli Cami'den başlayarak Laleli Cami'ne kadar 23
tane revaklı avlusu olan cami tespit ettim. Bunlar
içerisinde minarelerinin konumu ve yapı ile ilişkisi
Süleymaniye Camisi ile karşılaştırılabilecek
derecede benzer olanları aşağıda kronolojik olarak
sıraladım.

R13 Üç Şerefeli Cami*. Çörten mevcut. Minareden uzak, avlu kapsına yakın konumlanmış.

R14 Fatih Camii. Çörten mevcut. Minareden uzak, avlu kapsına yakın konumlanmış.

R15 Yavuz Selim Camii. Çörten yok. Minare ile revaklı avlu duvarının kesiştiği çizgi boyunca akan suyun sebep olduğu kirlenmeye dikkat.

R16 Şehzade Mehmet Camii. Çörten yok. Minare ile revaklı avlu duvarının kesiştiği çizgi boyunca akan suyun sebep olduğu kirlenmeye dikkat.

R17 Süleymaniye Cami*. Mimar Sinan bir yenilik yapıyor ve ilk defa olarak çörteni minareye yakın, avlu kapısına uzak konumlandırıyor.

R18 Selimiye Cami. Mimar Sinan, çörtenin Süleymaniye'deki yerini korumuş fakat minare kapısının yerini değiştirmiş. Yani çörtenin konumundan memnun kalmış ama kapı ile çörtenin yakınlığının yarattığı sıkıntıdan ders alıp kurguyu revize etmiş.

R19 Eminönü Yeni Camii. Çörten yok. Minare kapısı ise resimde görünmüyor çünkü arka taraftan, kıble yönüne doğru açılmış. Böylelikle minare giriş çıkışları cami yan revaklarının korumasına alınmış.
Görüldüğü üzere minare
giriş kapılarını örten bir saçağa Süleymaniye'den
başka hiçbir eserde
rastlanılmamaktadır.² Süleymaniye Camisi, minare
giriş saçağının uygulandığı tek örnek olmanın
yanında, son cemaat yeri çörteninin minareye yakın
olduğu da ilk örnektir. Esasında bu tercih çok
mantıklıdır. Çünkü son cemaat yerini örten
kubbelerin üzerine, kendi üzerine yağan yağmura
ilave olarak, cami kütlesinin üst yapısından da ana
kubbeden başlayıp kademe kademe akarak ciddi oranda
su gelmektedir. Dolayısıyla son cemaat yeri
kubbelerinin, kendinden yüksek olan cami beden
duvarıyla birleştikleri noktada kuvvetli bir dere
oluşmaktadır. (BKZ R1 ve R 20)

R20- Son cemaat yeri
kubbelerinin cami giriş cephesi ile ilişkisi
Bu suyu tahliye etmek
adına çörten kullanılmadığı durumlarda, su serbest
olarak yandan tahliye olurken minarenin camiye
birleştiği çizgi boyunca akmakta ve burada hem
rutubete hem de kirlenmeye sebebiyet vermektedir.
(Bkz R15 Yavuz Selim Camisi ve R16 Şehzade Mehmet
Camisi) Çörtenin mevcut olduğu fakat minareden uzak
konumlandığı örneklerde ise hem çörten dereden
uzakta kalmakta hem de avlu kapısından giren çıkan
insanlar için rahatsızlık oluşturmaktadır. (Bkz R13
Üç Şerefeli Cami ve R14 Fatih Cami) Mimar Sinan'ın,
Süleymaniye Camisi'nden sonra Selimiye Camisi'nde de
çörteni aynı noktaya yerleştirdiğini görüyoruz. (BKZ
R18) Bu durumda Mimar Sinan'ın çörtenin konumu ile
ilgili bu tercihinden memnun kaldığını
söyleyebiliriz. Diğer yandan dikkat edilirse Mimar
Sinan, Selimiye Camisi'nde çörteni aynı yerde
tutmakla birlikte, minare kapısının yerini
değiştirmiş ve Süleymaniye Camisi'nde deneyimlediği
çörten altına gelen minare kapısı kurgusundan
kaçınmıştır.

R21- Saçağın görüldüğü
en erken tarihli resim. (The Library of Trinity
College Dublin / Fresh field album/ 1574)³ Caminin
1557 yılında bittiği düşünülürse resim 17 yıl
sonrasını göstermektedir.
NETİCE
Bütün bu gözlemlerin
neticesinde teorimi şu şekilde özetleyebilirim:
Süleymaniye Camisi'nin ilk tasarımında bu saçaklar
yer almıyordu. Mimar Sinan bir yenilik yaparak
çörtenleri avlu kapısına değil minareye yakın
konumlandırdı. Ne var ki bu yeni durumun minare
kapıları ile sorunlu ilişkisini gözden kaçırdı.
Minare giriş çıkışlarında çörtenden akan suyun
yarattığı/yaratacağı rahatsızlığı sonradan fark
ettiğinde ise bu ufak saçakları zorunlu kaldığı için
ani bir kararla ekledi. Saçaklar ilk başta hesapta
olmadığından, sonradan eklenmeleri birçok sorunlu
uygulama detayına sebep oldu. Neticede kapının
üzerine denk gelen çörtenin yarattığı tasarım
sorunu, bu kapının üzerine eklenen ufak bir saçakla
palyatif bir "çözüm"e kavuşturuldu. Günümüze kadar
süregelen bu sorunlu kurgu da böylelikle ortaya
çıktı.
Bu teorinin doğruluğunu
kanıtlamak tabi ki mümkün değil. Ama benim teorim
Mimar Sinan'ın lehine bir durumu savunuyor. Ben
Mimar Sinan'ın hatasının çörten ve minare kapısının
yakın konumlandırması ile sınırlı olduğunu,
saçakları da zorunlu kaldığı için eklediğini
savlıyorum. Benim teorim doğru değilse ve saçaklar
özgün tasarımın bir parçasıysa, Mimar Sinan
saçakları çörtenin altına yerleştirmekte ve bu kadar
kötü uygulama detaylarını kullanmakta hiçbir sakınca
görmedi demektir. Ne dersiniz?
Notlar
¹ Bazı camilerde arzu
edilen kadraj ağaçlar, direkler, duvarlar, arazi
koşulları gibi sebeplerle sağ cepheden, bazılarında
sol cepheden elde edilmiştir. Fotoğrafları
karşılaştırmayı kolaylaştırmak üzere bazı resimler Y
ekseninde 180 derece çevrilerek kullanılmışlardır.
Bunlar * ile belirtilmiştir.
² Bu konuda tespit
edebildiğim tek yakın örnek Topkapı'daki Kara Ahmet
Paşa Camisi'nde, cami yan girişlerini örten
saçaklardır. Ne var ki bunlar tamamen farklı bir
konumda bulunmaktadırlar ve minare giriş saçakları
değil, cami giriş saçaklarıdır; özgün olup
olmadıkları da ayrıca irdelenmelidir.
³ Esasında bu resmin
tarihlendirilmesi biraz sorunlu... Üzerinde hiçbir
tarih olmayan resmin birlikte ciltlendiği diğer
resimlerden birkaçında 1574 tarihi yazdığı için bu
resmin de bu tarihte çizildiği varsayılmış. Diğer
yandan resmin çok ufak farklar içeren bir kopyası da
Fransa Ulusal Kütüphanesi koleksiyonunda bulunuyor.
Bu ikinci kopya 1700'lerde İstanbul'a gelen bir
seyyah ve koleksiyoner olan Roger De Gaignieres
(1645-1715)'in koleksiyonundan çıkmış. Bu durumda
1574 yılında çizilen bir resmin tıpatıp bir
kopyasının 1700'lerde İstanbul'da bir başka kişi
tarafından temin edilmesi açıklanmaya muhtaç bir
durum olarak kalıyor.
Süleymaniye Camisi'ni
gösteren gravür ve minyatürlerin büyük bir kısmında
bu saçak gösterilmemiş. Ne var ki bu çizimlere
bakarak saçağın gerçekte olmadığı sonucunu
çıkaramıyoruz. Büyük bir ihtimalle çok ufak bir yapı
öğesi olması sebebiyle ihmal edilmiş. Detaycılığıyla
meşhur Sedat Çetintaş'ın bile 1936 yılında yaptığı
Süleymaniye Camisi çiziminde bu saçakları planda
göstermesine rağmen cephede çizmemiş olması bir
fikir verebilir sanıyorum. Bu durum saçağı
göstermeyen çizimleri bir veri olarak kabul etmenin
imkansızlığını gösteriyor.
Arkitera, Yazı: Mehmet
Berksan, 22.06.2015
|
"ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ
İLE İLGİLİ TÜM DEVİRLER HUKUSUZDUR"
Ankara Büyükşehir
Belediyesi'nin olağanüstü toplantısında görüşülen
Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın kullanımına yönelik daha
önce Başbakanlığa tahsis edilen 8 dönümlük AOÇ
arazisi, bu kez Cumhurbaşkanlığı'na tahsis edilince,
Mimarlar Odası Ankara Şubesi, meclis kararını
yargıya taşıma kararı aldı.

Ankara Büyükşehir
Belediyesi’nin dün olağanüstü toplantısında
görüşülen Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın kullanımına
yönelik daha önce Başbakanlığa tahsis edilen 8
dönümlük AOÇ arazisi, bu kez Cumhurbaşkanlığı'na
tahsis edildi. Mimarlar Odası Ankara Şubesi, meclis
kararını da yargıya taşıyor. Konuyla ilgili açıklama
yapan Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan
Karakuş Candan" AOÇ arazilerinin Atatürk'ün
vasiyeti ve şartlı bağışı ihlal edilerek, parsel
parsel yapılan tüm tahsislerine dava açmayı bir borç
biliyoruz" dedi.
"Atatürk Orman
Çiftliği alanları ile ilgili yapılan tüm devirler
hukuksuzdur"
“8 dönümlük AOÇ
arazisinin Başbakanlığa tahsisine ilişkin açtığımız
davanın mürekkebi kurumadan, aynı alanın Kaçak
Saray'a devredilmesi de hukuksuzdur, bu kararı da
yargıya taşıyoruz” diyen Candan şöyle devam
etti:"Atatürk Orman Çiftliği alanları ile ilgili
yapılan tüm devirler hukuksuzdur, ister başbakanlığa
yapılsın, ister Cumhurbaşkanlığına hepsi
hukuksuzdur.”
"Büyük dava
hazırlığımız başladı"
“Atatürk Orman Çiftliği
alanlarının hangi amaçla kullanılacağı bellidir.5659
sayılı AOÇ kanuna göre özel kanun çıkartılmadan
yapılan tüm devirler geçersizdir” diyen Candan,
Kanunsuz yapılan devir ve tahsislerle ilgili, büyük
dava hazırlığımız başladı. Bu hukuksuz uygulamaları
gerçekleştirenler, yargı önünde hesap vereceklerdir
şeklinde konuştu.
Yapı, 22.06.2015
|
CUMALIKIZIK TARİHİNİ
MÜZEDE YAŞATACAK

Bursa Büyükşehir
Belediyesi'nce kararlılıkla sürdürülen çalışmalar
sonucu UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınarak
Bursa'nın değeri olmanın ötesinde insanlık adına
evrensel bir değer haline gelen Cumalıkızık Köyü'nün
700 yıllık tarihi, gelenek ve görenekleri, yaşam
tarzı, yenilenen Etnografya Müzesi ile gelecek
kuşaklara aktarılıyor. Bursa Büyükşehir Belediyesi
tarafından çağdaş müzecilik konseptinde yeniden ele
alınan Cumalıkızık Etnografya Müzesi, Bursa'nın
UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmesinin birinci
yıl dönümünde yenilenen yüzüyle ziyarete açıldı.
Köylünün kendi imkanları
ve Cumalıkızık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi'nin
çabaları ile ortaya çıkan ve köy halkının kullandığı
tarımsal aletler ve ev eşyaları gibi ürünlerin
sergilendiği müze, Büyükşehir Belediyesi tarafından
çağdaş müzecilik konseptinde yeniden ele alındı.
Orijinal mimarisiyle günümüze kadar ayakta kalmayı
başarabilmiş ender köylerden biri olan
Cumalıkızık'ın tarihini ve geleneklerini gelecek
kuşaklara aktaracak olan müze, tarihi köyün UNESCO
Dünya Mirası Listesi'ne alınmasının yıldönümünde
yeniden ziyarete açıldı. Bursa Valisi Münir
Karaloğlu, Yıldırım Belediye Başkanı İsmail Hakkı
Edebali, Yıldırım Kaymakamı Mehmet Aydın, UNESCO
Bursa Alan Başkanı Prof.Dr. Neslihan Dostoğlu ve
ICOMOS'dan gelen heyetin de katıldığı açılış
töreninde konuşan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep
Altepe, UNESCO'ya girişin birinci yıl dönümünde
böyle bir etkinliğe imza atmanın mutluluğunu
yaşadıklarını söyledi. Bursa'daki her dönemin
izlerini gün yüzüne çıkarmak için yoğun bir çaba
harcadıklarını hatırlatan Başkan Altepe, “Kızık
boylarının hikayesi ile başlayan müzedeki yolculuk,
yaşayan müze Cumalıkızık Köyü'nün somut olmayan
kültürel mirasını da içinde barındırıyor. Köy
halkının kullandığı toprak testiler, şamdanlar,
fenerler ve tarım aletleri gibi günlük kullanım
eserlerinin sergilendiği müzede toplam 240 adet eser
yer alıyor. Müzede ayrıca UNESCO Dünya Mirası ilan
edilen Hanlar Bölgesi, Sultan Külliyeleri ve
Cumalıkızık'ın üstün evrensel değerini açıklayan bir
köşe de yer alıyor. Cumalıkızık Köyünün tarihinin,
gelenekleri görenekleri ve yaşayışlarının içinde
saklandığı ve bunlardan birer öğeyle tanıtımının
yapıldığı Cumalıkızık Müzesi, Pazartesi hariç her
gün ziyarete açık olacak” diye konuştu.
Dünya, 22.06.2015
|
ANTİK KENT PAMİRA'YA
MAYIN DÖŞEDİLER

Irak Şam İslam
Devleti Örgütü IŞİD'in tarihi tahrip etmee devam
ediyor. Kanlı örgütün bu kez Suriye'deki Palmira
antik kentine mayın döşediği iddia edildi.
Terör örgütü
IŞİD’in, Mayıs ayının sonlarında kontrolünü ele
geçirdiği Suriye’nin antik Palmira kentinin
antik eserlerin bulunduğu bölgenin çevresine
mayın ve bomba döşediği bildirildi.
Suriye İnsan Hakları
Gözlemevi tarafından bugün yapılan açıklamada,
terör örgütü IŞİD’in kente mayın ve bomba
döşediği bildirildi.
Açıklamada, bunun
kentte bulunan tarihi eserlere zarar vermek
amacıyla mı yoksa hükümet güçlerinin kente doğru
ilerleyişi durdurmak amacıyla mı yapıldığı
konusunda yeterli bilginin olmadığı kaydedildi.
Suriye İnsan Hakları
Gözlemevi Başkanı Rami Abdulrahman konuyla
ilgili açıklamasında, “Militanlar, mayın ve
bombaları dün döşediler.
Ayrıca bazı mayın ve
bombaları Roma dönemine ait tiyatro yakınlarına
da yerleştirdiler. Ancak bu konudaki gerçek
niyetlerini bilmiyoruz” dedi.
IŞİD, Mayıs ayının
sonlarında 50 bin kişinin yaşadığı ve Antik Roma
döneminden kalma eserlerin bulunduğu kentin
kontrolünü ele geçirmişti.
Hürriyet, 22.06.2015
|
ROMA DÖNEMİ HEYKEL
MARANGOZDA ELE GEÇİRİLDİ
Bursa’nın Gemlik
İlçesi’nde, jandarma tarafından gerçekleştirilen
operasyonda, marangoz atölyesi deposunda Roma
dönemine ait olduğu bildirilen mermer heykel ele
geçirildi.
Bursa İl Jandarma
Komutanlığı ekipleri ihbar üzerine bir otomobili
takibe alındı. Araç içerisinde bulunan tarihi eser
niteliğindeki objelerin Gemlik İlçesi'nde bulunan
bir marangoz dükkanına bırakıldığının tespit
edilmesi üzerine Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan
alınan arama kararı ile araç ve işyerinde yapılan
aramada işyeri deposunda bir metre uzunluğunda Roma
dönemine ait erkek mermer heykeli bulundu. Mermer
heykel, Bursa Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken,
işyeri sahibi İ.T. (62) ifadesinin alınmasının
ardından serbest bırakıldı. Olayla ilgili soruşturma
sürdürülüyor.
Sabah, 22.06.2015
|
|
ESAD'IN VARİL
BOMBALARI OSMANLI KERVANSARAYINI VURDU

Suriye'de Esad rejimine
ait savaş helikopterleri, bu kez bir Osmanlı
kervansarayını hedef aldı. Ülkenin kuzey batısındaki
İdlip vilayetine bağlı Maaret el- Numan şehrinde yer
alan Murat Paşa Kervansarayı'nda çok sayıda tarihi
eser bulunuyordu. Suriyeli yetkililer, 1565 yılında
inşa edilen kervansarayın helikopterlerin attığı
varil bombaları nedeniyle büyük ölçüde tahrip
edildiğini açıkladı.
'SURİYE MİRASI İÇİN
TRAJEDİ'
Suriye Tarihi Eser Koruma Birliği tarafından
yapılan açıklamada, pazartesi günü rejim
helikopterleri tarafından yerleşim yerlerine
bırakılan iki varil bombasının kervasarayın içinde
bulunan mozaik müzesinin duvarlarındaki mozaiklerin
birçoğunun yıkılmasına neden olduğu belirtildi.
Müzeyle birlikte, kervansarayın içinde bulunan
tarihi cami ve diğer yapılar da saldırı sonrasında
hasar gördü. Osmanlı kervansarayında yer alan
eserlerin durumu konusunda AFP'ye konuşan Suriye
Tarihi Eserler Genel Müdürü Mamun Abdülkerim, "Bu
Suriye mirası için yeni bir trajedidir" diyerek
müzelerin savaş durumunda tarafsız alanlar olarak
kalması gerektiğini ifade etti. Abdülkerim, "Hangi
taraftan olursa olsun, hiçkimsenin ülkemizin
tarihini şekillendiren bu yapılara zarar verme hakkı
yok" dedi. Ancak yetkililer, saldırıyı kimin
gerçekleştirdiği hakkında yorum yapmaktan kaçındı.
Birleşmiş Milletler, savaşta yaklaşık 300 adet paha
biçilemez tarihi alanın yıkıldığını, zarar gördüğünü
ya da yağmalandığını açıklamıştı. 2011 yılından bu
yana 230 bin kişinin hayatını kaybettiği savaşta,
birçok tarihi eser ve yapı, savaşın taraflarınca
yerle bir ediliyor. Geçtiğimiz aylarda da terör
örgütü IŞİD'in, UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer
alan Palmira'yı ele geçirmesinin ardından kentteki
binlerce yıllık eserler hedef olmuştu. 1000'den
fazla sütunun halen ayakta kaldığı ve 500'den fazla
tarihi mezarın bulunduğu antik kent, çatışmaların
yoğunlaşmasıyla yağmalandı; birçok eser de
yurtdışına kaçırıldı.
Türkiye Gazetesi,
22.06.2015
|
TARİHİ CAMİYE 'HAS'
SAYGISIZLIK

Bizans’ın son
imparatoru Konstantin, kuşatma altındaki şehrini
dirayetle müdafaa ederken yeniçeri palalarıyla can
vermişti.
Çocuğu yoktu, ağabeyinin
iki oğlu tahtın varisleriydi. Ancak Osmanlı’nın
şahi topları son kez gürlediğinde ortada varisler
için ortada ne
Bizans’ın tahtı ne
de tacı kalmıştı… Palaigolos hanedanının son
temsilcileri olan iki prens de esir edilmişti. Ne
Avrupa’dan gelecek
bir yardım ne de başka bir ittifak durumu
değiştiremezdi. Bir çağ kapanmış, Sultan Fatih,
‘Kayzer-i Rum’ unvanıyla Doğu
Roma’nın bu güzel
şehrine yerleşmişti. Gözünü batıya dikmiş, Roma
İmparatorluğu’nun esas kalbini fethetmek için
planlar yapmaya başlamıştı.
Prens’ti, Paşa oldu
Taht varisi iki prensin kaderi de değişmişti.
Derhal Enderun mektebine alındılar. Müslüman olan bu
iki asilzadenin biri Murat diğeri ise Mesih adını
aldı. Son derece zeki ve çalışkandılar. Kısa sürede
öne çıktılar. Genç yaşlarda ciddi görevler
üstlendiler. Her ikisi de ‘Paşa’ ünvanı alarak
vezir rütbesine erişti. Küçük kardeş ‘Has Murat
Paşa’ adıyla nam yaptı. Genç yaşında Rumeli
Beylerbeyi olmuştu. Stratejik kararlar veren güçlü
bir vezir, cesur bir komutandı. Bütün seferlerinde
Sultan Fatih’in yanı başındaydı. Akkoyunlu
seferinde de ordunun ön saflarındaydı.
Otlukbeli’ndeki savaşta Türkmen süvarilerinin
pususuna düştü. Uzaklardan gelen kemik uçlu bir ok
göğsüne saplandığında, elindeki kılıcıyla birlikte
atından düştü. Bahtı açık bir Bizans prensi olarak
dünyaya gelen bu asilzade, şehit bir Osmanlı veziri
olarak tarihteki yerini aldı.
Tarihe saygısızlık
Her Osmanlı devlet adamı gibi o da kendi adına
bir cami ve külliye yaptırmıştı.
Aksaray’daki
külliyeden
bugün geriye sadece
1473 tarihli ‘Has Murat Paşa Camii’ kaldı. Erken
dönem Osmanlı mimarisinin eseri olan bu cami
Bursa camilerini
andırıyor.
Vatan ve Millet
caddelerinin kesiştiği bir noktada… Cami avlusunda
tarihi camilerin bilindik serinliği var. Ama
duvarlarda tuvaletleri işaret eden her biri
diğerinden çirkin levhalar var. Küçük bir avlu ve 15
ayrı levha… Caminin zarafetine tümüyle zıt bir
ilkellik içinde gelişigüzel sağa sola asılmışlar...
Levhaları takip ettiğiniz karşınıza çıkan gecekondu
kılıklı, tuvalet olarak kullanılan bir yapı...
550 yıldır bütün güzelliğiyle ayakta kalmayı başaran
bir esere bundan daha büyük saygısızlık yapılamazdı
herhalde…
Milliyet, Haber: Musa
Kesler, 22.06.2015
|
350 YILLIK MUMYA HERKES
ŞAŞIRTTI

Fransa 'da Rennes
arkeologları tarafından yapılan kazılarda
kıyafetleriyle gömülen
kadın mumya dikkat
çekti. Aradan 350 yıl geçmesine rağmen
kıyafetlerinin nasıl bu kadar korunduğu da merak
konusu oldu.
KALBİNDEKİ KUTUDA
EŞİNİN İSMİ YAZIYOR
Kalbinin üzerinde
bulunan bir kutuda eşinin ismi yazan kadının soylu
bir aileden geldiği anlaşılıyor.
ŞAPKASI BİLE VAR
Mumya kadının üzerindekiler o dönemin asil
kadınlarının giydiği kıyafetlerden olduğu
anlaşılıyor. Soylu mumya kadının üzerinde şapkası,
yün bir pelerini ve eşek derisinden yapılmış mantar
tabanlı bir de ayakkabısı bulunuyor.
Radikla, 22.06.2015
|
HEYKELTIRAŞ MEHMET
AKSOY'A 4 YIL HAPİS TALEP EDİLDİ
Kamuoyunda ’Ucube Davası’ olarak bilinen davanın
ardından verdiği röportajda, "Davada kazandığınız
parayla yeni heykeller yapacak mısınız?" sorusuna,
"Haram parayı heykele yatırmam" şeklinde cevap
vererek Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’a
hakaret ettiği gerekçesiyle heykeltıraş
Mehmet Aksoy’un 4
yıl 8 aya kadar hapsi istendi.
İstanbul
Cumhuriyet Savcılığı’nca hazırlanan 2 sayfalık
iddianamede, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatı
aracılığıyla şikayet dilekçesi sunduğu belirtildi.
Dilekçede, kamuoyunda "Ucube Davası" olarak bilinen
davada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, heykeltıraş Mehmet
Aksoy’a 10 bin TL tazminat ödemesine karar verildiği
anlatıldı. Dilekçede, henüz kesinleşmeyen karardan
yola çıkılarak sorulan "Davada kazandığınız parayla
yeni heykeller yapacak mısınız?" sorusunu Aksoy’un
"Haram parayı heykele yatırmam" şeklinde yanıtladığı
belirtilerek, bu sözle Cumhurbaşkanı’na hakarette
bulunduğu iddia edildi.
"BURADAKİ KASTIM CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’A HAKARET
DEĞİLDİ"
Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un savcılık ifadesinde,
"Kars’ta İnsanlık Anıtı isimli bir heykel yaptım. O
tarihte Başbakan olan
Recep Tayyip Erdoğan
bu heykele ’Ucube’ dediği için Erdoğan aleyhine
tazminat davası açtım. Lehime 10 bin TL tazminata
hükmedildi. Gazetecilerle röportaj esnasında ’Ucube
heykeller yapmaya devam edeceğim’ dedim. Onlar da
’Bu parayı heykele mi yatıracaksınız?’ diye
sordular. Ben de ’Haram parayı heykele yatırmam’
şeklinde bir cevap verdim. Meslek hayatım boyunca 10
bin ton taşı yonttum. Yaptığım iş ciddi emek isteyen
bir iş. Ekmeğimi taştan çıkaran bir insanım. Hatta
yaklaşık 8 yıldır atölyemde ve arabamda ’Kara para
değil, taş aklıyoruz’ şeklinde bir slogan bulunur.
Buradaki kastım Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret
değildi. Bu para herhangi bir emek ve ter karşılığı
kazanılan bir para olmadığı için bu tabiri
kullandım. Suçlamaları kabul etmiyorum" dediği
iddianamede yer aldı.
"CUMHURBAŞKANI’NA HAKARET SUÇU VAR"
İddianamede, "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde
(AİHS) düşünce ve ifade özgürlüğünün kırıcı, şok
edici veya rahatsız edecek olanlar için de geçerli
sayılması ve bunun demokratik bir toplumun olmazsa
olmaz unsurlarından olan çokseslilik, tolerans ve
hoşgörünün gereği olduğu vurgulanmışsa da,
şüphelinin ’Haram parayı heykele yatırmam’
şeklindeki ifadesiyle Cumhurbaşkanı’nın kazancını
gayrimeşru yollardan elde ettiğinin ima edildiği, bu
nedenle şüphelinin eyleminin Cumhurbaşkanı’na
hakaret suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiği
anlaşılmıştır" denildi.
4 YIL
8 AYA KADAR HAPSİ İSTENDİ
İddianamede, heykeltıraş Mehmet Aksoy’un
Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan 1 yıl 2 aydan, 4
yıl 8 aya kadar hapsi istendi. İddianame kabul
edilirse, Aksoy Asliye Ceza Mahkemesi’nde hakim
karşısına çıkacak.
ERDOĞAN "UCUBE" DEDİKTEN SONRA YIKILMIŞTI
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan olduğu
8 Ocak 2011 tarihinde
Kars’ta yaptığı
mitingte, İnsanlık Anıtı’na ’Ucube’ demiş ve daha
sonra anıt yıkılmıştı. Bunun üzerine, heykeltıraş
Mehmet Aksoy da avukatları aracılığıyla Erdoğan
aleyhine tazminat davası açmıştı. Aksoy,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan, Kars’ta yaptığı heykele
’Ucube’ diyerek hakaret ettiği gerekçesiyle 10 bin
TL tazminat kazanmıştı.
Milliyet, 22.06.2015
|

Antalya’nın Kaş
İlçesi'nde bulunan Bezirgan Mahallesi'nde 130
hektarlık alanda açılmak istenen taş ocağına verilen
ruhsat, önce yargıya taşındı ardından da köylülerin
tepkisi üzerine şirket alandan çekilince iptal
edildi, dava düştü. Mahkeme kararını alan köylüler
sevinçli. Yaklaşık 3 bin 500 lirayı bulan dava
masrafını ise davalı Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı karşılayacak. Taş ocağı açılmak istenen
bölgede, tarihi Likya Yolu, tahıl ambarları ve
verimli tarım arazileri bulunurken, Bezirgan, ÇEKÜL
tarafından örnek köy yerleşmesi ilan edilmişti.
ARKEOLOJİK SİT
ALANINA TAŞ OCAĞI KÖYLÜLERİ AYAĞA KALDIRDI
Antalya’nın Kaş İlçesi'nde bulunan Bezirgan
Mahallesi'nde 130 hektarlık alanda açılmak istenen
taş ocağına karşı Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı aleyhinde dava açıldı. Davayı açan Kaş
Belediyesi ve köylülerden Yusuf Ünal, taş ocağı
ruhsatı verilen alanın 1. derece arkeolojik sit
alanı içinde olduğunu öne sürerek hukuksuz olduğu
belirtilen ruhsatın önce yürütmesinin durdurulmasını
ardından da iptalini talep ettiler. Konuyu gündemine
alan Koruma Kurulu ise bir tavsiye kararı alarak
alanda açılmak istenen taş ocağının kültür mirasına
zarar verebileceğini belirtti.
BEZİRGAN’IN İSKOÇ
GELİNİ KÖYLÜLERDEN İMZA TOPLADI
Bu arada bölgede taş ocağı açılacağını
öğrenen Bezirganlı çoban Sadık Demir de iş
makinelerinin geçişini engellemek için kendince
barikat kurarak ruhsat alanına giden yolu kayalarla
kapattı. 20 yıldır eşinin köyü olan Bezirgan’da
yaşayan İskoç kökenli Pauline Şalvarlı ise bine
yakın imza toplayarak taş ocağının iptali için
girişimde bulundu.
‘BU DEĞERLER YOK
OLUNCA TAŞ MI YİYECEĞİZ?’
Taş ocağı açılmak istenen alanın yakınında 30
kadar ev bulunduğuna da dikkati çeken Pauline
Şalvarlı, “buradaki köylülerin yaşamı tehlike altına
girecek. Taş ocağına karşı imza topladık. Okuma
yazması olamayan yaşlılar bile imza verdi. Çünkü bu
köylülerin tarım ve turizmden başka gelirleri yok.
Bu değerler yok olunca, turizm ve tarım bitince biz
burada taş mı yiyeceğiz? Türkiye en önemli sektörünü
tek bir şirketin kazancı için baltalıyor”
ifadelerini kullanmıştı.
MAHKEME KÖYLÜLERİN
TALEBİNİ REDDETTİ
Bütün bu girişimlerin ardından ise köylüler
nefeslerini tutup mahkemenin vereceği kararı
beklemeye başladı. Davayı Antalya 1. İdare
Mahkemesi, köylülerin yürütmeyi durdurma talebini
reddetti. Mahkemenin gerekçesinde, “yürütmeyi
durdurma koşullarının gerçekleşmediği” hükmüne yer
verilirken, davalı Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı’nın mahkemeye sunduğu savunma ise
görenleri hayrete düşürdü.
DAVALI BAKANLIK: ‘TAŞ
OCAĞI ÇEVREYE ZARAR VERMEZ’
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın
mahkemeye sunduğu savunmasında özetle, “Çevre Koruma
mevzuatında çevre kirliliği nedeniyle maden
ruhsatlarının iptalini gerektirecek bir düzenleme
bulunmamaktadır. Kaldı ki, dava konusu ruhsat ile
yapılacak faaliyetlerin çevre ve insan sağlığı
üzerindeki olumsuz etkileri, toz, gürültü, taş
fırlatma, titreşim olacağına dair bir veri
bulunmamaktadır” İfadelerine yer verilmişti.
KÖYLÜLERİN TEPKİSİ
ÜZERİNE ŞİRKETİ ALANDAN ÇEKİLDİ, DAVA DÜŞTÜ
Ancak bölgedeki gergin bekleyiş Antalya 1.
İdare Mahkemesi’nden gelen bir kararla yerini
sevince bıraktı. Köylülerin haklı tepkilerinin
ardından bölgede taş ocağı açmak isteyen maden
şirketi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na
başvurarak ruhsat sahasını terk etmek istediğini
bildirdi. Bakanlık da bunun üzerine Bezirgan’daki
taş ocağı ruhsatını iptal etti. Mahkeme ise konusuz
kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına
hükmederek, yaklaşık 3 bin 500 TL tutarındaki dava
masraflarının Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı’nca ödenmesini kararlaştırdı.
PAULİNE ŞALVARLI:
‘ŞİMDİ ÇOCUKLARIMIZA BIRAKABİLECEĞİMİZ BİR KÖYÜMÜZ
VAR’
Yaklaşık 2 yıldır köylerinde açılmak istenen
taş ocağına karşı mücadele eden Pauline Şalvarlı, bu
süreçte kendilerine destek olan kişi ve kurumlara
teşekkür ederek, “şimdi çocuklarımıza ve
torunlarımıza bırakabileceğimiz bir köyümüz var.
İmza kampanyamıza katılan yerli halka, turistlere ve
ziyaretçilere çok teşekkürler” diye konuştu.
Ulusal Kanal, Haber:
Yusuf Yavuz, 21.06.2015
|
508 BİN LİRALIK
KARTPOSTAL

Ressam Pablo Picasso'nun
1918'de Fransız şair Guillaume Apollinaire'e
yolladığı ve üzerinde çizimi bulunan kartpostal,
Almanya'daki Bietigheim- Bissingen Müzayedeevi'nde
tam 166 bin euro’ya (508 bin TL) satıldı.
Şimdiye kadar satılan en pahalı kartpostalın yeni
sahibi açıklanmadı. İşin ilginç tarafı, Picasso
karta İspanyolca Don Guillermo diye yazdığı için
kartpostalın Apollinaire'in eline hiç geçmemiş
olması.

Radikal, 22.06.2015
|
JANDARMA DEFİNE
KAÇAKÇILARIYLA ÇATIŞTI

Denizli'nin Honaz
İlçesi'nde jandarma ile 5 define kaçakçısı arasında
silahlı çatışma çıktı. Kaçan define kaçakçılarını
yakalamaya çalışan 32 yaşındaki Jandarma Uzman Çavuş
Cengiz Darbaş, uçurumdan yuvarlanarak şehit oldu.
2 jandarma eri de kuyuya
düşerek yaralandı. Define kaçakçılarından 4'ü
yakalanırken, kaçak 1 kişinin yakalanması için
bölgede kapsamlı arama başlatıldı.
Olay,
gece yarısı
Emirazizli Mahallesi'ndeki Kayabaşı Mevkii'nde
meydana geldi. Kaya mezarlarının bulunduğu dağlık
alanda tarihi eser kaçakçılarının define aradığı
ihbarı alan Honaz İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı
devriye ekipleri bölgeye sevk edildi. Tarihi eser
kaçakçılarını yakalamak için
operasyon
düzenleyen jandarma ekipleri, şüphelilere 'Teslim
ol' çağrısı yaptı.
Bu çağrıya ateş ederek
karşılık veren 5 kişi kaçmaya başlarken jandarma ile
silahlı çatışmaya girdi. Karanlıkta, izlerini
kaybettirmeye çalışan zanlılar ile jandarma ekipleri
arasında dağlık alanda kovalamaca başladı.
Zanlılardan birinin
ittiği evli ve 1
çocuk babası
Jandarma Uzman Çavuş Cengiz Darbaş uçurumdan
yuvarlandı. 30 metre yuvarlanıp, başını kayaya
çarpan Darbaş, ağır yaralandı.
İhbar üzerine sevk
edilen sağlık ekipleri yaptıkları kontrolde
Darbaş'ın şehit olduğunu belirledi. Başka bir
jandarma eri de uçuruma yuvarlanarak yaralandı.
Olay sırasında define
kaçakçıları Özer Çıbıkçı, Orhan Çelkan, Tayfun
Çelkan ve Bünyamin Çelkan yakalandı.
Bölgeye çok sayıda
destek jandarma ekipleri, AFAD, Denizli
Büyükşehir
Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı Arama kurtarma
ekibi, UMKE ekipleri gönderildi.
Arama kurtarma ekipleri
kuyuya düşerek yaralanan jandarma erleri Gökhan
Koyunoğlu ile Göktuğ Şenyüz'ü düştüğü yerden
çıkardı. Vücutlarında kırıklar olduğu belirlenen iki
er ambulansla Denizli Devlet ve Pamukkale
Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırıldı. Arama kurtarma
ekipleri uçuruma düşerek şehit olan jandarma uzman
çavuş Cengiz Darbaş'ın cesedini bulunduğu yerden
güçlükle çıkardı.
Darbaş'ın cesedi otopsi
yapılmak üzere Pamukkale Üniversitesi Hastanesi Adli
Tıp Kurumu morguna kaldırıldı. Çok sayıda jandarma
ekibi, bölgeyi sararak olay yerinden kaçan
şüphelilerden Cihan Yıldırım'ı yakalamak için
çalışma başlattı.
Bölgeye İl Jandarma
Komutan Vekili Dr. Albay Mürşit Kuyumcu ile Jandarma
Bölge Komutanı Tümgeneral Murat Kırkaya da gelerek
olay hakkında bilgi aldı. Evli 1 çocuk babası Şehit
Jandarma Uzman Çavuş Cengiz Darbaş'ın eşinin hamile
olduğu ve 10 gün sonra doğum yapmasının beklendiği
kaydedildi.
Radikal, 21.06.2015
|
İRAN'IN EN YAŞLI KADINI

İran Arkeolojik
Araştırma Merkezi’nden bilim insanları, geçen
yıl başkent Tahran’da bulunan ve şehrin
sanılandan çok daha eski bir yerleşim merkezi
olduğunu kanıtlayan 7 bin yıllık kadın
iskeletinin yüzünü yeniden yarattı.
Uzmanlar, Tahran’ın
bilinen bu en eski sakininin, güçlü yuvarlak bir
çenesi ve dolgun dudakları olduğunu söylüyor.
Projede görev alan
Dr. Mohammad Reza Rokni, konuyla ilgili Mehr
Haber Ajansı’na
yaptığı açıklamada iskeletle birlikte hiç bir
saç kalıntısı bulamadıkları için kadının saç
rengini tahmin etmek zorunda kaldıklarını ve o
döneme ait çömleklerin üzerindeki çizimlerden
yola çıkarak siyah olması gerektiğine karar
verdiklerini belirtti. Dr. Rokni, modelin yüzde
95 oranında aslına uygun olduğunu düşünüyor.
Hürriyet, 21.06.2015
|
EFES MÜZESİ'NDE TARİHİ
ESER SAYISI 5'E KATLANDI

Teşhir ve tanziminin
yenilenmesi amacıyla
2012 yılında geçici
olarak kapatılan ve
geçen ay Kültür ve
Turizm Bakanı Ömer Çelik
tarafından yeniden
açılışı yapılan Efes
Müzesi'nde sergilenen
tarihi eser sayısı,
önceki haline göre
yaklaşık 5 kat
arttırıldı.
Yenilenen müzenin
kapıları, bu kez Anadolu
Ajansı için açıldı.
Baştan aşağıya
yenilenen, eserleri ve
buluntuları ön plana
çıkaran renklerin
ve aydınlatmaların
tercih edildiği müzeye
yeni salonlar da
eklendi. Daha
önce sergilenmemiş 3
binden fazla buluntu da
müzedeki yerini aldı.
Müzenin müdür vekili
Halil Bölge, yaptığı
açıklamada, müzenin
girişine, Efes'in
milattan önce 7 binli
yıllarda yapısallaşması
ve çağlar boyu
değişimini anlatan bir
tanıtım filminin
gösterildiği
bilgilendirme
salonu yapıldığını
söyledi. Çeşme
buluntuları salonuna
geçildiğini aktaran
Bölge, burada da Efes
kazılarında ortaya
çıkarılan su
çeşmelerindeki heykeller
ile Efes antik
kentinin su yollarıyla
ilgili bir planın
sergilendiğini ifade
etti.
"En değerlileri Artemis
heykelleri"
Halil Bölge, Efes antik
kentinde "Yamaç Evler"
diye
bilinen, zenginlerin
yaşadığı tahmin edilen
evlerde bulunan
kalıntıların ilk kez bu
kadar geniş kapsamlı
sergilendiğine dikkati
çekerek, şunları
kaydetti:
"Yamaç Evler, buluntu
salonumuzda müzenin en
önemli eserlerinden
biri olan fil dişinden
yapılmış, çok küçük
parçalardan oluşan ve bu
parçaların tek tek bir
araya getirilerek
restore edilmesiyle
tamamlanmış, İmparator
Traian'ın barbarlara
karşı savaşa hazırlık
sahnesini içeren bir
friz bulunmakta. En
değerli eserimiz, 'Efes'
denildiğinde insanların
aklına gelen dünyanın 7
harikasından biri kabul
edilen 'Artemis
Tapınağı'nın simgesi
'Büyük ve Güzel Artemis
Heykelleri'dir. Bu iki
eserimiz şu an içinde
bulunduğumuz salonda
sergileniyor.
Eski müzede Artemis
Tapınağı buluntuları pek
sergilenmemişti. Bu
müzede,
Artemis salonunda
yaklaşık 400 kadar
Artemis Tapınağı
buluntusu
sergiliyoruz." Müzede,
arkeolojik kazılarda
bulunan veya satın alma
ya da bağış yoluyla
kazandırılan 3 binden
fazla sikkenin
kronolojik sırasına
göre sergilendiğini
anlatan Bölge, "Yeni
müzemizde eskisine
oranla teşhir edilen
arkeolojik eser sayısı
yaklaşık 5 kat arttı.
Daha önce 800-900 olan
eser sayısı, şu an 4 bin
civarında. Ayrıca müzeye
yeni bir salon ilave
ettik. Bu salonda
Efes ören yerinin
milattan önce 7 binli
yıllardan başlayan tarih
akışında Bizans dönemine
kadar gelen bulgular
sergileniyor" dedi.
Halil Bölge, müzeye
gelenlerin Efes'teki 8
bin yıllık tarihin
tüm dokularını, Efes
halkının nasıl
yaşadığını, nelere ilgi
duyduğunu,
eski çağlardaki moda
kültürünü, tıp biliminin
geçmişi ve günümüzle
bağlantısını,
ana tanrıça kültürünün
Anadolu'da nasıl
yayıldığını ve günümüze
kadar nasıl
geldiğini görebileceğini
de sözlerine ekledi.
Cnn Türk, 20.06.2015
|
JR'IN SİLİNEN BALAT
PORTRESİNİN YERİNE YENİSİ GELECEK

Dünyaca ünlü Fransız sokak sanatçısı JR'ın, Balat'ta
yaptığı ve saldırıya uğrayan çizimlerinden birinin
yerine yenisi, fotoğraf olarak konulacak. BBC
Türkçe'den Rengin Arslan, JR'ın çizimlerinin başına
gelenleri Balat'ta araştırdı...
BBC Türkçe'den Rengin
Arslan'ın görüştüğü Fatih Belediyesi'nden bir
yetkili, sanatçı ile iletişime geçildiğini ve boya
ile kapatılan alana yeniden bir fotoğrafın
uygulanacağını söyledi. Balat'ın duvarları mayısta
yeni yüzlere kavuşmuş, Berlin'den Şanghay'a kadar
pek çok şehirde uygulanan bu proje
İstanbul 'a
ulaşmıştı.
Ancak 'Şehrin Kırışıklıkları' isimli proje
kapsamında Balat'ta boş bir binanın yan cephesine
yerleştirilen bir fotoğraf, bu hafta mavi boyayla
kapatılmış halde bulundu. Bu saldırının sorumlusunun
kim olduğu sosyal medyada çok tartışıldı,
eleştirilerin
yöneldiği belediye sorumluluğu reddetti.
Binaya aynı resmin konup konmayacağı
konusunda henüz bir bilgi yok. Ancak Fatih
Belediyesi yetkilileri, "Önemli olan sanatın tekrar
yerine konması. Vatandaşın kendi duyarlılığı önemli
olan. Başına bekçi de polis de dikseniz başına bir
şey gelir. Önemli olan vatandaşın sanata duyarlı
olması lazım." diyor.
JR Twitter hesabından üzeri fotoğrafın üzeri
boyanmış halini paylaşmış, bunun üzerine konu sosyal
medyada gündeme gelmişti. Fatih Belediyesi de resmi
Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada,
"Desteklediğimiz bir projeyi niye boyayalım?" diye
sormuştu.

KAĞIT, YAPIŞTIRMA
MALZEMESİ VE İNSAN EMEĞİ...
Projenin Türkiye Direktörü Camille Antunes de
mahalleden kendisini arayıp durumu haber
verdiklerini söylüyor. Polisin gelip boyadığı
yönünde bilgi aktarıldığını söyleyen Antunes, Fatih
Belediyesi'nin açıklamasını samimi buluyor ve bir
iletişimsizlik yaşanmış olabileceğini belirtiyor.
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Antunes,
İstanbul'da proje için pek çok belediyeye başvuru
yaptıklarını, sadece Fatih ve Beyoğlu Belediyesi'nin
duvarların kullanımı için izin verdiğini
açıkladı. Mahallelinin de ilgisini çeken bir çalışma
olduğunu belirten Antunes, "Çalışmalar sırasında hiç
sorun olmadı." diyor.
Twitter üzerinden
yaptığı açıklamada da proje sırasında duvar ve
tuğlalara hiçbir zarar verilmediğini, yalnızca
kağıt, doğal yapıştırma malzemesi ve insan emeği
kullanıldığını söyleyen Antunes, "Maalesef
posterlerin kapatılması için kullanılan boya aynı
masumlukta değildir" dedi.
KİMSE NASIL BOYANDIĞINI GÖRMEMİŞ
Ancak söz konusu küçük mahalleler ise;
ihtimaller muhtelif. Benim de yıllarca yaşadığım
eski mahallemde küçük bir tur atıyorum. Kimse nasıl
boyandığını görmemiş. Binanın bulunduğu sokağın
hemen bir sokak önündeki bakkal, "Niye boyasınlar
ki? Anlamak mümkün değil." diyor.
Bir başkası ise üstü boyanan fotoğrafın PKK lideri
Abdullah Öcalan'a benzetildiği için boyanmış
olabileceğini söylüyor. Bu konuda bir bilgisi olup
olmadığını sorduğumda ise "Ben öyle duydum." diye
konuşuyor. Portrenin üzerini kimin boyadığı henüz
bilinmiyor. Fatih Belediyesi konuyu araştıracak...
Şu ana dek somut bir bilgi olmasa da üç katlı bir
binanın duvarının merdiven ile boyanamayacağı,
iskele kurulması veya vinç yardımı gerektiği kesin.
BAŞKA BİR ÇALIŞMA DA
TAHRİP EDİLMİŞ
Aynı bölgede yer alan, bundan üç hafta önce
gördüğüm bir duvardaki başka bir çalışma da tahrip
edilmiş. Boş bir arsaya bakan bu fotoğraf ise önceki
haline göre zarar görmüş durumda ancak bunun rüzgar
gibi doğal nedenlerle olabileceği belirtiliyor.
Ancak fotoğraf, üç hafta önceki haline göre zarar
görmüş durumda. Fatih Belediyesi yetkilileri sorum
üzerine, bu tahribat ile ilgili bilgileri olmadığını
söyledi.
PALA SELİM: ZARAR
VEREN İNSAN DEĞİL
Fotoğraflarda yer alan kişiler bu kentin
insanları, bu kentin portreleri. Orada portresi
bulunan kişilerden birini, Pala Selim'i, yani Selim
Çelik'i de Balat-Fener'in denize nazır en güzel
tarihi evlerinden birinde buluyorum. Semtin ünlü Rum
Lisesi'ne nazır balkonunda ağırlıyor kızı ve eşiyle
birlikte beni Pala Selim.
72 yaşındaki Siirtli Pala Selim, 40 yıl önce
İstanbul'a gelmiş. Balat'ın kadim yüzlerinden biri.
Konuşmayı çok sevdiği söylenemez: "Zarar veren insan
değil. Kim zarar verdiyse." diyor. Eşi de "Yapan
insanlık etmedi, niye yaktılar?" diye soruyor. Sonra
"Benim resmi de yakmışlar mı?" sorusunu yöneltiyor
Pala Selim. Fener'e girişte, sahil yolundan da
görülebilen portresi sağlam duruyor.
"Benim resmime bir şey yapamazlar, korkarlar."
diyor. Geniş bir ailesi, altısı erkek 11 çocuğu
olduğunu söylüyor. Balat ve Fener çevresindeki
binaların boş, eski duvarlarını kentin sahiplerinin
yüzlerindeki kırışıklıklarla buluşturan projenin
diğer portrelerini hızla kolaçan ediyorum.
Gördüklerim, yerli yerinde duruyor. İstanbul ve
hatta Türkiye'nin yüzlerce yıllık tarihinin tanığı
Balat'ta kalan portreler, bölgenin sokaklarında olan
bitene tanıklık etmeyi sürdürüyor.
Radikal, Kaynak: BBC
Türkçe, 20.06.2015
|
UŞAKLI HÖYÜK'TEN 3 BİN
YILLIK TABLET

Yozgat İli, Sorgun
İlçesi, Büyük Taşlık Köyü sınırları içerisinde yer
alan Uşaklı Höyüğü’nde Prof.Dr. Stefania MAZZONİ
başkanlığında yürütülen 2015 yılı çalışmalarında
çivi yazılı bir tablet bulundu.
Yayıldığı alan ve yüzeyinde bulunan arkeolojik
malzemelerin yoğunluğu incelendiğinde Hitit
Uygarlığı izleri taşıyan höyüğün, Fırtına Tanrısına
(Teshup) yönelik ibadetlerin merkezi olan ve yazılı
kaynaklara göre başkent Hattuşa ya iki-üç günlük
yürüme mesafesinde bulunan "Zippalanda" adlı bir
diğer önemli Hitit kentiyle ilişkili olduğu
öngörülmektedir.
2015 yılı çalışmaları sırasında ele geçen ve MÖ 2.
Binin ilk yarısına ait olduğu düşünülen tablette,
daha önce alanda bulunan tabletlerden farklı olarak
Tanrıça İştar ismi çok net olarak zikredilmektedir.
Anadolu arkeolojisi için önemli bir buluntu olan
tablet parçasının, 2012 ve 2014 yılı çalışmalarında
bulunan tablet parçalarının yakınında bulunması,
olası bir kutsal alanın varlığını teyit etmektedir.
Tablet üzerindeki bilimsel çalışmalara ve
konservasyon çalışmalarına devam edilmekte olup,
eserin konservasyon çalışmaları sonrasında Yozgat
Müzesinde sergilenmesi öngörülüyor.
kulturvarliklari.gov.tr,
19.06.2015
|
TARİHİ SOĞUKÇEŞME
SOKAK'TA RANT SESLERİ YÜKSELİYOR

Sultanahmet'te Ayasofya
ile Topkapı Sarayı arasında yer alan Soğukçeşme
Sokağı adını sokakta bulunan 1800 tarihli mermer
çeşmeden alıyor. Çelik Gülersoy tarafından kurulan
İstanbul Kitaplığı'nın da bulunduğu sokakta yer alan
Ayasofya Konakları Türkiye Turing ve Otomobil Kurulu
tarafından işletiliyordu. Geçtiğimiz yılın Haziran
ayında ise 12 konak, 1 sarnıç ve tarihi dehlizlerin
yer aldığı sokak 10 yıllığına Keskin Group’a
kiralandı.
ŞÜPHELİ CEPHE BOYAMA
Bugün sokağa gittiğinizde konakların önünde yer
alan branda ile karşılaşıyorsunuz. Brandada Turing
şirketinin adı yer alıyor ve "Ayasofya Konakları
Cephe Boyama Tadilatı" yazıyor. Ancak konakların
içinden yıkım sesleri gelmesi şüphe uyandırıyor.
Gerçekleştiren faaliyetler koruma kurulundan izin
alınarak mı yapılıyor, cephe boyama yazarken neden
yıkım sesleri geliyor gibi sorular ise cevap
bulmuyor.
Brandada daha önce
restorasyon yazdığı ancak sonra cephe boyama
tadilatı olarak değiştirildiği söyleniyor. Fatih
Belediyesi'nin sokakta yapılan "cephe boyama"yı
denetlemesi gerekiyor, ancak şu an için herhangi bir
denetimin olduğunu söylemek mümkün görünmüyor.

EŞYALAR AÇIK ARTIRMA
İLE SATILMIŞTI
Konaklar kiralandıktan sonra boşaltılmış ve
içlerinde yer alan eşyalar Eskidjı Müzayede
tarafından satılmıştı. Cumhuriyet'in ilk yıllarında
turizme destek vermesi için kurulan, Çelik
Gülersoy'un yönetimi döneminde ise tarihi yapılara
sahip çıkarak restore eden ve turistik amaçlı
kullanan Turing kurumu tarafından bugün yapılanlar
tartışmalara neden oluyor. Ayasofya Konakları'nda
yer alan pek çok eşyayı Çelik Gülersoy'un seçtiği ve
konakların iç dekorasyonunda emeği olduğu bilinirken
eşyaların müzayede ile satılması tepkilere yol
açmıştı.
İSTANBUL KİTAPLIĞI DA
TEHDİT ALTINDA
Bir yıl önce sokakta Turing'e at olan yerlerin
kiralanmasının ardından Nisan ayında ise Çelik
Gülersoy Vakfı'na ait olan kitaplığın kiraya
verileceği bilgisi basında yer almıştı. Vakfı
yöneten mütevelli heyetinde yer alan üç kişiden
ikisinin onayı ile kitaplığın kiralık ilanının
verildiği, aslında kitaplığın satışının istendiği
ancak bu mümkün olmayınca kiraya verilmesine karar
verildiği biliniyor. İstanbul ile ilgili son 400
yılda yazılmış eserlerin hemen hepsi bu kitaplıkta
yer alıyor.

KESKİN GROUP
SULTANAHMET'İ ELE GEÇİRİYOR
2014 yılında Ayasofya Konakları ile birlikte
Turing'in elinde bulunan Sultanahmet'teki Yeşil Evi
de kiralayan şirket Yeşil Ev'in içinde yer alan
eşyaları istememiş ve eşyalar yine müzayede ile
satılmıştı. Yeşil Ev’deki, Halil Paşa’nın “Sultan
Abdülmecid” tablosu 1 milyon 650 bin TL’ye alıcı
bulmuştu.
Sultanahmet'te bulunan
Masrafzade İbrahim Hakkı Paşa’nın tarihi konağı ve
hamamının yerine otel yapılmak istendiği ve Keskin
Şirketler Grubu tarafından kiralandığı bilgisinin
geçtiğimiz günlerde basında yer almasıyla şirketin
Sultanahmet'te yer alan tarihi bir binaya daha göz
diktiği ortaya çıkmış oldu.
Sol Haber, 19.06.2015
|
MERMER OCAĞI RUHSATINI
ARKEOLOJİK KALINTI ENGELLEDİ
Antalya
Korkuteli'nde,
mermer ocağı firmasının kazı çalışması
başlattığı alanda arkeolojik kalıntılar tespit
edildi. Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu,
köylünün başvurusu üzerine firmanın
çalışmalarını durdurdu.
Türkiye'nin en
önemli meyve üretim bölgelerinden
Korkuteli'nde,
Antalya Ticaret
Borsası'nın coğrafi işaret tescili için işlem
başlattığı meşhur karyağdı armudu ve meyve
üretim alanları mermer ocağı tehdidiyle karşı
karşıya.
Antalya'da
yıllık 89 bin 218 ton armut üretiminin yüzde
94'ü,
Korkuteli'nde
yapılıyor. 35 bin 600 dekar alandaki üretimin
üçte ikisini de karyağdı armudu oluşturuyor.
İMZA KAMPANYASI
VE BAKANLIĞA BAŞVURU
Karyağdı armudunun
en önemli üretim merkezlerinden Taşkesiği
sınırlarında bir firmaya,
Antalya Valiliği
Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı'nca
madencilik faaliyetleri için işyeri açma ve
çalışma ruhsatı verildi. Bölgede çalışmalara
başlayan firmaya karşı köylüler ruhsatın iptali
için
imza kampanyası
başlattı. Karyağdı armudu başta olmak üzere
meyvecilik ve tarımsal üretimde büyük öneme
sahip bölgenin aynı zamanda tarihi yerleşim
bölgesi ve sulak alan olduğu gerekçesiyle de
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
başvuruldu. Taşkesiği sınırlarındaki
Akpınar su
kaynağı ve mesire alanı üzerinde açılmak istenen
mermer ocağı ruhsatının iptali ve kapatılması
için muhtar Musa Tiryaki tarafından bakanlığa
yapılan başvuruda, mermer ocağı firmasına
uygunluk tespiti yapılmaksızın ilgili kurumlarca
ruhsat verildiği, bu firmanın ocak açacağı alana
ulaşmak için yol çalışmalarına başladığı
belirtildi.
KAYA MEZARLARI
VAR
Ruhsat veren
kurumlar tarafından uygun görülse de ocak
açılacak ve şu anda yol çalışması yapılan alanın
tarihi yerleşim yeri olduğuna, tarihi
kalıntılar, kaya mezarları bulunduğuna dikkat
çekilen başvuruda, "Bu ocak bilinçsizce yerleşim
kalıntılarını ve buradaki tarihi yapıyı bertaraf
edeceğinden, bölgede ocak açılmasını
istemiyoruz" denildi. Taşkesiği ve
Korkuteli
halkının imza kampanyasının da ekte sunulduğu
başvuruda, 'Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve
Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında
Yönetmelik' kapsamında sözkonusu yerlerin uygun
olmaması sebebiyle bu yerlerin incelenmesi ve
SİT alanı olarak tescili talep edildi.
FİRMANIN
ÇALIŞMASI DURDURULDU
Bakanlığa yapılan
başvuruyu değerlendiren
Antalya Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü
uzmanları tarafından bölgede inceleme yapıldı.
Mermer ocağı firmasının yol açtığı bölgede
arkeolojik kalıntılar tespit edildi. Tespiti
yapılan kültür varlıklarının 2863 sayılı yasa
kapsamında tescili konusunun
Antalya Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu'nda değerlendirilmesi
kararı alındı ve kurul kararı alınıncaya kadar
da söz konusu alandaki yol çalışmasının
durdurulması ve alanda herhangi bir fiziki-inşai
uygulamada bulunulmamasına karar verildi.
TARIM VE TARİH
Mermer ocağı ve yolu
açılmak istenen noktanın tarihi yerleşim
kalıntıları üzerinde olduğunun bakanlık
yetkilileri tarafından da belirlendiğini
belirten muhtar Musa Tiryaki, mermer ocağına
verilen ruhsatın tamamen iptal edilmesini
istediklerini söyledi. Buradaki su kaynaklarıyla
4 bin dekar arazide sulu tarım yapıldığını
söyleyen muhtar Tiryaki, bölgede yazlık ve
kışlık meyve üretiminin yanı sıra, patates, kuru
fasulye, bulgurluk ve yemeklik buğday, nohut
gibi çeşitli tarımsal üretimler de yapıldığını
kaydetti. Hayvancılığa yönelik yem bitkilerinin
üretimi ve bahar-yaz döneminde arıcılık
yapıldığını da anlatan Tiryaki, bölgenin sulak
olmasının
göçmen kuşlar
için de büyük önem arzettiğini, bölgenin bir
kısmının mesire alanı, bir kısmının ardıç
ağaçlarının da bulunduğu ormanlık olduğunu
söyledi.
haberler.com, 19.06.2015
|
ANISH KAPOOR'UN 'VAJİNA'
HEYKELİ SALDIRIYA UĞRADI

Anish Kapoor’un 17.
yüzyıldan kalma Versailles Sarayı’nın bahçesine
yerleştirdiği, ‘Kirli köşe’ adlı dev vajina heykeli
ülkede tartışma yaratmıştı. Heykelin vandalizm
kurbanı olduğu çarşamba günü ortaya çıktı. Heykel
temizlenmeye başlandı, Le Figero’ya konuşan Kapoor
ise olayı ‘bir trajedi’ olarak yorumladı. Kapoor’a
göre vandallar kendilerine, her tür yaratıcı eylemin
kutsal geçmişe yönelik bir tehlike olduğu söylenen
küçük bir insan topluluğunu temsil etmekte.
Kapoor ayrıca heykelden
bahsederken hiç ‘kraliçe’ sözcüğünü kullanmadığını
ve sözlerinin yanlış aktarıldığını söyledi. Kapoor
heykelin vajina ya da başka pek çok şey olarak
yorumlanabileceğin söylemiş ancak basında heykelden
‘Kraliçe’nin Vajinası’ ifadesiyle bahsedilmişti.
MARIE ANTOINETTE'TEN
ESİNLENDİĞİ ÖNE SÜRÜLMÜŞTÜ
Turner Prize ödüllü Kapoor paslanmış metalden
yapılmış ve kayalarla çevrelenmiş 60 metrelik dev
heykelin provokatif olduğunu kabul etmiş ve
Versailles Sarayı yöneticilerine cesur davranıp
eserini sergilemeyi kabul ettikleri için saygı
duyduğunu belirtmişti. Uzmanlar, heykelin kıtlık
sırasında fakir Fransız halkına “Ekmek
bulamıyorlarsa pasta yesinler” dediği iddia edilen
ve uzun süre Versailles Sarayı’nda ikamet eden Kral
16’ncı Louis’in eşi Marie Antoinette’den esinlenerek
yaratıldığını düşündüklerini söylemişti. Büyük
tartışma yaratan heykel başta Versailles Belediye
Başkanı François de Mazieres olmak üzere bazı
kesimlerin tepkisini çekmiş, Fransızlar da heykelle
ilgili tepkilerini sosyal medyada dile getirmişti.
Radikal, 19.06.2015
******
KRALİÇE'NİN 'ŞEYİ'Nİ
YAĞMALAMAK
2015 yılında her
bulduğu kara deliği birinin vajinası olarak
adlandıran sanatçı ya da medyaya ihtiyacımız var mı?
Geçtiğimiz haftanın
sanat haberleri arasında en sansasyonel olanı ünlü
heykeltraş Anish Kapoor’un Versailles Sarayı’na
yerleştirilen Dirty Corner adlı heykelinin saldırıya
uğramasıydı. Haberlere göre Kapoor’un sarayın
bahçesine yerleştirilen heykeli bazı ‘vandallar’
tarafından sprey boya ile boyanmış ve zarar
görmüştü.
Haber hangi kaynaktan
okunursa okunsun altı en çok çizilen satır Kapoor’un
heykelinin Kraliçe’nin vajinasına benzeyip
benzemediği ve bunun hakaret içerip içermediğine
dair söylemlerdi. Kimi kaynaklara göre Kapoor bir
röportajında heykelin vajinaya benzetilebileceği
söylemiş ama asla kraliçe dememişti. Kimine göre ise
Kapoor Marie Antoinette’e referans veriyordu. Kimine
göreyse Fransızlar çok alınmıştı. Nasıl olur da
dünyaca ünlü bir heykeltraş bunu söylerdi?
Bu yazının amacı bir
sanat eserinin zarar görmesini, yağmalanmasını ya da
saldırıya uğramasını eleşirmek değil. Bunun doğru ya
da yanlışlığının etik tartışmasını yapmak da değil.
Belli ki heykele saldıranların zarar vermenin
dışında eleştirel bir söylemi yok, yapılan spray
boya bir karalama. Yani vandalizmin her türlüsü
vandalizm. Buna bir diyeceğimiz yok.
Öte yandan şöyle sorular
ortaya çıkıyor:
Sanat tarihi yeterince
erkekler tarafından vajina üzerine/hakkında
üretilmiş sanat işleriyle dolu. Courbet ve
Duchamp’tan itibaren bu geleneğin esintilerini
yeterince yaşadık. 2015 yılında her bulduğu kara
deliği birinin vajinası olarak adlandıran sanatçı ya
da medyaya gerçekten ihtiyacımız var mı?
Bu vesileyle erkek
sanatçılara ve sanat yazarlarına bir iki çift laf:
- Ne kadar ünlü,
başarılı ya da popüler olursanız olun her
yaptığınız-gördüğünüz işi birinin bir yerine
benzeterek sansasyonel olmaya çalışmayın artık. Ne
ilginç ne yenilikçi oluyorsunuz.
- Biraz sanat tarihi
okumak her zaman faydalı. Niki de Saint Phalle’de
tutun Guerilla Girls’e pek çok kadın sanatçı kendi
‘şey’leri ile ilgili işleri yaptılar.
Yoksa siz hala kendinizi
yenilikçi mi zannediyorsunuz?
- Kara delikler
astrofiziğin de konusu. İlla ki bir şeye benzetmek
isterseniz biraz da bu taraflardan faydalanın yahu.
Çok daha ilgi çeker. Siz de rahat edersiniz, biz de.
Vallahi.
Herkese iyi ve huzurlu
haftalar.. Bu yoğun gündem haftasında kendi kara
deliklerinizde boğulmayın!
Radikal, Yazı: Işıl
Eğrikavuk, 22.06.2015
|
KARS'TA TARİHİ DEĞERLER
BİR BİR YOK OLUYOR

Kars Kalesi
eteğinde bulunan Beylerbeyi Sarayı da
sahipsizlikten nasibini alarak yıkılıyor.
Kaleiçi
Mahallesi'nde Ulu Cami üstünde bulunan
Beylerbeyi Sarayı geçen süre içerisinde
duvarları yıkılmış ve harabe olmuş halde
kendisine yetkililerin el atmasını bekliyor.
Kars'ta başta Anı Harabeleri olmak üzere bir
çok tarihi değer kaderine terk edilmiş
vaziyette bulunuyor. Savaşlara, yıllara
meydan okuyan tarihi değerler günümüzde ise
kaderine terk edilmiş vaziyette bulunuyor.
Kaleiçi Mahallesi'nde Harakani Külliyesi,
Evliya Cami, Kümbet Cami ve Kars Kalesi ile
aynı bölgede bulunan Beylerbeyi Sarayı'nın
önünü ise okul binası kapatmış. 1579 yılında
Lala Mustafa paşa tarafından Erzurum eyaleti
askerine yaptırılan Beylerbeyi Sarayı, 1828
yılında Osmanlı-Rus Savaşı sırasında
Ermeniler tarafından yıkılmıştı. Osmanlı
döneminde Kars'ta yapılan en güzel sivil
mimari örneklerinden birisi olan sarayın
duvarları kesme taş ve moloz taştan
yapılmış. İki katlı olan sarayın ön
cephesinde yuvarlak kemerli giriş kapısı
bulunuyor. Cephe duvarları üzerinde iki
sıralı yuvarlak kemerli pencerelerle
sıralanan sarayın sadece dört duvarı kalmış,
duvarlarında bir kısmı yıkılmış, bir
kısmında da geniş çatlaklar oluşmuş.
Beylerbeyi sarayının içerisi de otlarla dolu
vaziyette yeniden o ihtişamlı yıllarına
dönmeyi bekliyor.
Kültür ve Turizm Müdürlüğü korumasında
bulunan Beylerbeyi sarayı kısa sürede koruma
ve bakım altına alınmaz ise yıkılarak
tarihin karanlıklarında yerini alacak.
Beylerbeyi Sarayı yıkılmış ve bakımsız
olmasına rağmen yerli ve yabancı turistlerin
ilgisini çekiyor.
Sabah, 17.06.2015
|
ALMANYA'DA 6 BİN
YILLIK TAŞ BALTA BULUNDU

Almanya'nın Aşağı
Saksonya eyaletinde 6 bin yıllık taş balta bulunduğu
bildirildi.
Dörpen'deki Osterwald
Ormanı'nda bir kişinin gölette kazı yaparken 18
santimetre uzunluğunda taş balta bulduğu kaydedildi.

Aşağı Saksonya Eyalet Anıtlar Kurulu'ndan
Friedrich-Wilhelm Wulf, baltanın hala keskin
olduğunu belirterek, 6 bin yıl öncesine ait çok
ender eserlerin günümüze ulaşabildiğini ifade etti.
Sabah, 16.06.2015
|
14 - 20 Haziran 2015
|
KURUÇEŞME DİVAN'IN ALTINDAN NELER ÇIKTI?!
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi Müdürlüğü'nün 2014 Aralık ayında verdiği izinle sürdürülen, Divan Turizm İşletmeleri A.Ş.'ye ait Kuruçeşme Divan Tesisleri inşaat kazısında, yoğun tarihi eserler ele geçti. İstanbul Arkeoloji Müzeleri denetiminde sürdürüldüğü belirtilen kazılarda henüz hangi yapılara ait ne tür bir mimariye rastlandığı açıklanmadı.




TAYHaber, 19.06.2015
|
SİMİT TEZGAHINDA TARİHİ ESER SATTI

Bursa’da Arkeoloji ve tarihi
eser müzesinden aldığı belge ile koleksiyonculuk
yapan U.Y. (25) Mudanya sahilinde simit tablasına
kağıda sarıp koyduğu Roma dönemine ait tarihi
eserleri satarken yakalandı.
Bursa İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünden yapılan
açıklamaya göre, Çalışma Belgeli koleksiyoncu
U.Y.’nin il dışından gelen bazı kişilere tarihi eser
satacağı bilgisine ulaşan Bursa polisi şahsı takibe
aldı.
Mudanya sahilinde bekleyen isimlerinin T.Y., C.K.,
ve S.A. olduğu öğrenilen diğer 3 kişinin yanına
gelen U.Y. Simit tablasında kağıtlara sarılı olarak
getirdiği tarihi eserleri şahıslara teslim ederken
polis tarafından yakalandı. Gözaltına alınan 4 kişi
emniyet müdürlüğüne götürüldü.
Pazarlık sırasında
ve daha sonra şahıslara ait oldukları belirlenen
evlerde ve araçlarında yapılan aramalarda Roma
dönemine ait oldukları müze tarafından tespit edilen
1 adet kanatlı melek motifli kandil, 1 adet kalkanlı
erkek figürü, ile çok sayıda toprak gözyaşı şişesi,
çanak ve sürahi ele geçirildi. İfadeleri tamamlanan
4 kişi Adli makamlara sevkedildi. Olayla ilgili
soruşturma sürüyor.
Bursa Hakimiyet, 18.06.2015
|
SİTE İNŞAATINDAN TARİH FIŞKIRDI

Osmaniye’nin
Kadirli
İlçesi'nde bir inşaat firmasınca site
yapılacak alanda Osmaniye Müze Müdürlüğü’nce yapılan
arkeolojik sondaj çalışmasında
Roma ve
Bizans dönemine ait olduğu düşünülen tarihi
buluntular ortaya çıkarıldı.
3. derecede arkeolojik sit alanı olan Bağ
Mahallesi’nde bir inşaat firmasınca site inşaatına
başlanmak üzere inşaat ruhsatı için Osmaniye Müze
Müdürlüğü’ne başvuruda bulunuldu. Osmaniye Müze
Müdürlüğü
arkeologları gözetiminde yapılan sondaj
çalışmasında Roma dönemine ait çok sayıda işlemeli
sütun, yer altı şebekesine ait pişmiş topraktan
borular ve sur duvarları ortaya çıktı. Bazı eserler
Kadirli İlçesi'nde bulunan Tarihi Alacami’nin
bahçesine kaldırıldı. Mahalle sakinlerinin inşaat
alanında ’geceleri de kazı yapılıyor tarihi eserler
kaçırılıyor’ iddiası üzerine polis kazı alanında
geceleri güvenlik tedbiri alıyor.

Osmaniye Müze Müdürü Arkeolog Nalan Yastı yaptığı
açıklamada, “Şu ana kadar titiz bir çalışma
yürüttük. Sondaj çalışmamız devam ediyor. Çalışmamız
bitince
Adana Tarihi Eserleri Koruma Kuruluna rapor
sunacağız” şeklinde konuştu.

Milliyet, 18.06.2015
|
ANTİK LİMANLA İKİ BİN YIL ÖNCEYE YOLCULUK

Dünyanın en eski açık deniz gemisi Uluburun'un
birebir kopyasını yaparak adını duyuran, antik çağ
savaş teknesi Kybele ile Marsilya'ya giderek
uluslararası tanınırlığını artıran "360 Derece Tarih
Araştırmaları Grubu", yeni bir deneysel arkeoloji
projesine başlıyor.
AA muhabirine açıklama yapan 360 Derece Grubu
Başkanı Osman Erkurt, bir süredir, antik çağın en
canlı deniz trafiğinin yaşandığı Anadolu kıyılarında
bu zenginliğin daha somut biçimde anlatılacağı bir
liman projesi üzerinde çalıştıklarını kaydetti.
Urla'da bir
Roma Limanı kurulması projesinde artık son
aşamaya gelindiğine işaret eden Erkurt, şu bilgileri
verdi:
"Roma'nın en canlı limanlarına ev sahipliği yapan
Urla kıyılarında bir limanın canlandırılmasına
çalışacağız. Limantepe Sualtı Kazıları'na başkanlık
eden Prof.Dr. Hayat Erkanal ile birlikte
yürüteceğimiz projeyle denizlerimizde Roma
döneminde kullanılmış gemilerin birebir kopyalarını
üreteceğiz.
Limanda, o dönemde kullanılan yükleme vinçler,
mancınıklar ve diğer donanımlar da sergilenecek.
Roma dönemini seçmemizin nedeni, o döneme ilişkin
tüm deniz araçları ve donanımların ölçülerinin
kayıtlı olması. Bu ölçülere göre yapılacak gemilerle
tarihi gerçekçi olarak yeniden
canlandırabiliriz. Bir kültür merkezi şeklinde
yapılanacak olan liman, kendi içinde bir birim
olacak. Bunu başarırsak örnekleri çoğaltacağız.
İleriki dönemlerde müze haline getirilmesini de
planlıyoruz."
Urla Belediyesi tarafından Çeşmealtı'nda tahsis
edilen bölgede hayata geçirilmesi planlanan projeye
bu yıl içinde başlanmasının öngörüldüğünü anlatan
Erkurt, projede aksilik yaşanmaması halinde bir
yıllık süreçte güzel sonuçlar elde edebileceklerini
belirtti.
Anadolu Ajansı, Haber: Tolga Albay, 18.06.2015
|
YENİKAPI BATIKLARINA MÜZE

Marmaray kazılarıyla gün yüzüne çıkarılan Yenikapı
batıklarının sergilenmesi için yapılacak müzenin
avan projesi Fatih Belediye Meclisi’nden
oybirliğiyle geçti. 2004’te Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın izniyle İstanbul Arkeoloji
Müzeleri’nce başlatılan kazılarda çıkarılan eserler
Yenikapı’da inşa edilecek müze ve arkeopark
projesinde sergilenecek.
Kazılarda erken Bizans döneminin en eski limanı olan
‘Theodosius Limanı’ ortaya çıkarılmış, 36 batık
tekne ile 45 bine yakın eser bulunmuştu. Kazılar
İstanbul’un neolitik dönemine de ışık tutmuş, 8 bin
500 yıl önce yaşamış ilk İstanbullulara ait mezarlar
ve ayak izlerine rastlanmıştı. Eisenmann Architects
ve Aytaç Mimarlık’ın 2012’de yapılan mimari
yarışmada birinci gelen projesi kazılarda çıkan
buluntuları izleyiciyle buluşturacak.
Fatih Belediyesi CHP’li imar komisyonu üyesi Coşkun
Yeşilyurt, meclisten geçen müze projesine ilişkin şu
bilgiyi verdi: “Arkeolojik kazı alanına dünyanın en
büyük batık gemi müzesi yapılacak. Hem kazı alanının
sergileneceği hem de 36 batık geminin içerisine
konulacağı, kazı alanından çıkan 5 bin objenin
sergileneceği bir müze yapılacak. Gemiler
sergileneceği için müze 20 metre yüksekliğinde
olacak. Binanın çevresinde 5 adet arkeopark
yapılacak. Kazılarda ortaya çıkarılan Theodosius
Limanı etrafındaki şehir için de kazı yapılacak ve
burası 500 bin metrekare büyüklüğünde bir arkeopark
alanı olacak.
***
8 bin 500 yıllık tarih sergilenecek
Yenikapı’daki arkeolojik kazılarda Geç Osmanlı
Dönemine ait kültür dolgusunda 19. yüzyıla
tarihlendirilen küçük imalathanelere ait mimari
kalıntılar ile sokak dokusu bulundu. İmalathaneler
ve mimari kalıntıların yerinde korunmasına karar
verilirken, sokak dokusu ise Arkeopark projesinde
değerlendirilmek üzere sökülerek koruma altına
alındı. Kazılarda, erken Bizans’ın en büyük limanı
olan Theodosius Limanı ile 5-11 yüzyıllara
tarihlenen tekne kalıntıları ortaya çıkarıldı.
Müzede sergilenecek bu tekneler dünyanın en geniş
antik tekne koleksiyonu olma özelliği taşıyor.
Ortaya çıkarılan deniz surları, büyük taş bloklardan
inşa edilmiş rıhtım, dalgakıranın bir bölümü gibi
limanın karadaki mimarisine ait kalıntılar da
arkeopark projesinde yer alacak.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 18.06.2015
|
SİLUETİ BOZAN YURT BİNASI YIKILACAK

Van’da Selçuklular’dan kalma 700 yıllık tarihi
Halime Hatun Kümbeti’ne neredeyse bitişik inşa
edilen yurt binasıyla ilgili sonunda yıkım kararı
çıktı. 1. derece arkeolojik sit alanı olan ve tarihi
silüeti bozan ruhsatsız yurt binasıyla ilgili yıkım
işleminin bir an önce gerçekleşmesi gerekiyor.
Van’ın Gevaş İlçesi'nde, 700 yıl önce Melik
İzeddin tarafından kızı Halime Hatun için yaptırılan
Halime Hatun Kümbeti’nin güneybatısına 8 yıl önce
yurt binası inşa edildi. Milli Eğitim Müdürlüğü
tarafından yaptırılan bina, tarihi kümbetin dokusuna
görüntü açısından zarar verdiği için büyük tepki
topladı.
SİLÜETİ FAZLA ETKİLEMİYORMUŞ
Bölgede yapılaşma yasağı olduğu halde, tarihi
kümbetin hemen yanı başında kaçak ve ruhsatsız
olarak inşa edilen yurt binasıyla ilgili Van Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun
skandal bir yorum getirdiği ortaya çıkmıştı. Kurul,
13 mayıs 2010’da kümbetin hemen yanı başındaki
binanın sit alanı dışında kaldığını öne sürerek,
“Yüksekliğinin türbe silüetini fazla etkilemediği”ni
söyledi. Gazetemiz konuyu 18 Kasım 2014’te “Tarihi
kümbeti bir yıkmadıkları kaldı” başlığıyla manşetten
duyurmuştu.
DEPREME DE DAYANIKSIZ
Avukat Fevzi Özlüer’in ısrarlı girişimleri ve suç
duyurusu üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
başlatılan soruşturma kapsamında, silüeti bozduğu
net bir şekilde görülen yurt binasının yıkılmasına
karar verildi. Ayrıca, binanın ruhsatsız olması ve
tarihi dokuya zarar vermesinin yanı sıra, depreme
dayanıksız olduğu ve 2011’de Van’da yaşanan depremde
hasar gördüğü de ortaya çıktı.

İVEDİLİKLE YIKILMASINA KARAR VERİLDİ
Gevaş Kaymakamlığı aldığı kararda, “Mevcut yurt
binasının ivedilikle yıkılarak, okul bahçesinde daha
uygun bir yere yeni yurt binasının yapılması
gerektiği, kanaat ve sonucuna varılmıştır” dendi.
Gevaş Kaymakamlığı’nın 8 Haziran 2015’te Van
Valiliği’ne yazdığı dilekçede şu ifadelere yer
verildi: “Gevaş Çok Programlı Anadolu Lisesine ait
yurt binasının 2011 yılında meydana gelen depremden
dolayı hasar görmesi ve düzenlenen rapor sonucunda
güçlendirilmesinin gerektiği ve güçlendirme
maliyetinin yüksek olması, binanın ruhsatına ilişkin
hukuki problemlerin sona erdirilmemesi, ayrıca
binanın tarihi alanın silüeti bozan bir görünüm arz
etmesinden dolayı, söz konusu pansiyon binası
yıkılarak daha uygun bir yere pansiyon binasının
2015 yılı yatırım programına alınması hususunda
gereğini bilgilerinize arz ederim.”
TOP VALİLİKTE
Ayrıca Van Kültür Varlıklarını koruma Bölge
Kurulu, Halime Hatun Türbesi’nin anıt olarak tescil
edilmesine ve 1. grup yapı olarak belirlenmesine de
karar verdi. Yurt binasının da olduğu alan, “Halime
Hatun Kümbeti Korunma alanı” ilan edildi.
Şimdi ise gözler Valilikte. Alınan bu karar üzerine,
tarihi silüeti bozan ve her an yıkılma tehlikesi
taşıyan ruhsatsız binanın bir an önce yıkılması
gerekiyor.

NELER OLMUŞTU?
Halime Hatun Kümbeti’nin kamuoyunda gündeme
gelmesinin ardından silüetinin bozulmasıyla ilgili
AKP’li Gevaş Belediye Başkanı Sinan Hakan, 2014
yılının ağustos ayında yaptığı açıklamada, “Bu
görüntü bu tarihi katleden bir görüntüdür. Bana göre
bir cinayettir. Bunun mutlaka ortadan kaldırılması
lazım” demişti. Ancak Van Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 13 mayıs 2010’da
kümbetin hemen yanı başındaki binanın sit alanı
dışında kaldığını öne sürerek, “Yüksekliğinin türbe
silüetini fazla etkilemediği”ni söyledi. Kurul
ayrıca, 2008 yılında MEB tarafından izinsiz ve
ruhsatsız inşaat edilen yurt binasını yapan ve
yaptıranlar hakkında adli ve idari soruşturma
açılmasına karar verdiği halde, inşaata müdahalede
bulunulmasıyla ilgili bir karar almadı. Van Valiliği
de, 27 aralık 2010 tarihinde ruhsatsız yurt
binasının yapılmasına müsaade eden kamu
görevlileriyle ilgili soruşturmaya izin
verilmemesini kararlaştırdı. Belediye Başkanı’nın
2014 yılında “Yıktıracağız” dediği kaçak yurt
binasının dosyası 2010 yılında tamamen kapatıldığı
ortaya çıkmış oldu.
Evrensel, Haber: Sinem Uğurlu, 18.06.2015
|
KAYA MEZARLAR TEMİZLENEREK KORUMA ALTINA ALINDI

Bodrum'da Göktepe arkeolojik alanında bulunan
kaya mezarları müze müdürlüğü ekipleri tarafından
temizlendi.
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müze Müdür Vekili Tayfun
Selçuk, 1.
derece sit alanı olan Göktepe arkeolojik
alanında 'nekropol' olarak tanımlanan antik döneme
ait mezarlar bulunduğunu söyledi.
Bölgedeki bazı kaya mezarlarının kimsesizler
tarafından kullanılarak kirletildiğini ifade eden
Selçuk,
Kültür ve
Turizm Bakanı Ömer Çelik'in talimatıyla bölgede
temizlik çalışması yürüttüklerini dile getirdi.
Selçuk, "Bölgede bulunan oda mezarlar, çeşitli
nişlerle (kaya mezardaki küçük bölüm)
zenginleştirilmiş. Kaya mezarlarının bazılarında
duvar resimleri bulunuyor.
Modern su deposu olan bölgedeki bir oda
mezarında nişler içerisinde duvar resimlerinin
kullanıldığını görüyoruz" dedi.
Kaya mezarlarındaki resimlerde insan ve aslan
figürlerinin değişik renklerle tasvir edilerek
ortaya konulduğuna işaret eden Selçuk, "Buradaki
eserler tekrar müdürlüğümüzce gözden geçirildi.
Konservasyonları hazırlanarak ilgili koruma
kurulunun onayı sonrasında gerekli işlemleri
tamamlanacak" diye konuştu.
Selçuk, ekiplerin bölgede temizlik ve koruma
çalışmalarını sürdürdüğünü anlatarak, şöyle konuştu:
"Buradaki kaya mezarları maalesef kimsesiz
insanlar tarafından yerleşim yeri olarak kullanılmış
ve çöplerle dolmuş haldeydi. Yaptığımız çalışmalarla
alanı temizleyerek koruma altına aldık. Bölge,
Bodrum için çok önemli bir alan. Gerek doğası gerek
kültürel altyapısıyla çok önem verdiğimiz, korunması
gereken bir yer. Buradaki kaya mezarlarında bir
define arayıcılığı gibi bir faaliyetle karşılaşmadık
ancak bazı kişiler barınma amacıyla kullanmak
istemiş. Bilinçsizce yaptıkları uygulamalar
neticesinde ister istemez bazı tahribata neden
olmuşlar. Bunların üstünde titizlikle duruyoruz.
Artık bu yerleri daha sık kontrol ederek bu tür
uygunsuz faaliyetlerin oluşmamasına çalışacağız."
Radikal, 17.06.2015
|
BİLAL ERDOĞAN CAMİYİ OTOPARK YAPTI

CHP Heyeti, Fatih Şehzadebaşı Caddesi üzerindeki
Damat İbrahim Paşa Külliyesi'nin yanında bulunan ve
TÜRGEV'e verildiği iddia edilen otopark alanında
incelemelerde bulundu. CHP'lilere arazinin TÜRGEV'e
ait olduğunu söyleyen esnaf, kepenk, tabela ve klima
gibi nedenlerle rahatsız edildiklerini söyledi.
CHP İstanbul Milletvekilleri
Eren Erdem ve Ali Şeker ile İstanbul Büyükşehir
Belediye Meclisi'nin CHP Grup Başkanı Ertuğrul
Gülsever ve Meclis Üyesi Ayşegül Okumuş Görgü,
otoparkın ön cephesinde yer alan sıralı dükkanları
işleten esnafla görüştü.
"CAMİLERİ OTOPARK YAPTILAR"
Damat İbrahim Paşa
Külliyesi'nin yanında otopark olarak kullanılan
alanda inceleme yapan CHP İstanbul Milletvekili Eren
Erdem, “Malum zihniyet camileri otopark
yapmıştır. Geldiğimiz noktada, camiler, mescitler,
ibadethaneler ticarethaneye dönüştürülmüştür. Bu
mukaddes mekanların TÜRGEV tarafından kazanç elde
edilen alanlara dönüştürülmesi adına açılımlar
yürütülmektedir" diye konuştu.
Erdem, külliyenin duvarına
bitişik otopark yapılmasının Tarihi Eserleri Koruma
Kanunu ile çeliştiğini vurgulayarak, “Geçmişte
CHP'nin camileri ahır yaptığını iddia eden anlayış,
camileri, külliyeleri otopark yaparken siyaseten
kendi tutarsızlığını da ortaya koymaktadır"
dedi. Eren Erdem, geçen hafta CHP'li Meclis Üyesi
Hakkı Sağlam tarafından İBB Meclisi'ne taşınan
konuyu TBMM'ye de götüreceklerini duyurdu.
"ÖNERGEYE YANIT ALAMADIK"
Çevre esnafını ziyaret eden CHP
İstanbul Milletvekili Ali Şeker de, “Buradaki
işletmecilerden, buranın TÜRGEV'e verildiğini
öğreniyoruz. Verdiğimiz soru önergesine İBB'nin
cevap vermemesi ve buradaki işletmecilerin TÜRGEV
ile ilişkiyi kabul etmeleriyle, buranın TÜRGEV'e
verildiğini anlıyoruz" diye konuştu.
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin CHP Grup Başkanı Ertuğrul Gülsever
ise Büyükşehir Belediye Meclisi'nde görüşülen
önergeye henüz bir yanıt alamadıklarını söyledi.
odatv.com, 17.06.2015
|
|
İNCİL'DEN BİR İSMİN YAZILDIĞI ÜÇ BİN YILLIK BİR
SERAMİK KEŞFEDİLDİ
İsrailli arkeologların üzerinde
İncil'de geçen bir ismin yazdığı, 3 bin yıllık bir
seramik keşfettiklerini açıkladılar. Yazan ismin
"Eşbal Ben Beda" olduğu söylenirken, bunun
İncil'deki Kral Şaul'un oğlu olduğu belirtiliyor.
Kimi arkeologlar, olayın rastlantı olduğunu iddia
ederken, ismin bir arazi sahibine ait olabileceği
söyleniyor. Döneme ait eserlerde daha önce bu isme
hiçbir yerde rastlanmadığı da bildiriliyor.
Yapı, 17.06.2015
|
BURSA'DA RESTORASYON KATLİAMI

Bursa'nın İznik
İlçesi'nde yer alan Ayasofya
Orhan Camii’nin eski tuğla duvarlarına monte edilen
cam kapı tarihe yapılan katliamı bir kez daha göz
önüne serdi.
Tarihi MÖ 4`üncü yüzyıla kadar uzanan,
Bitinya, Roma, Selçuklu ve
Osmanlı uygarlıklarına ev sahipliği yapan
İznik geçtiğimiz günlerde , Birleşmiş Milletler
Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya
Kültür Miras Geçici Listesine girmişti fakat
İznik Ayasofya Orhan Camii’de yapılan
restorasyon çalışmaları Bursa’da büyük şok yarattı.
İlk restorasyon çalışmalarının 2007 yılında
başladığı İznik’teki tarihi İznik Ayasofya
Camii restorasyonu, görenleri hayrete düşürüyor.
Kubbeleri betonla kaplanan müzenin minaresi de
betonla sıvanmış halde...
Milattan sonra 325 yılında İznik Ayasofya
Camii’nde toplanan Konsül’den dolayı Hıristiyan
dünyası için kutsal sayılan Ayasofya Müzesi, geçen
yıla kadar harabe haldeydi.
Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü müzenin
restore edilmesine karar verdi ve 2007 yılında müze,
restorasyon kapsamına alındı. Ancak aradan geçen
sürede yapılan restorasyon çalışmaları, müzeyi
tarihi dokusuyla korumak yerine günümüz modern
binalarına döndürdü.
İznik Ayasofya Camii’nden son çekilen
fotoğraf ise yapılan katliamı gözler önüne serdi.
İznik Ayasofya Camii, İznik'in tam
ortasında , surlarla çevrili kentin dört kapısından
gelen yolların kesiştiği yerde inşa edilmiş olan
yapıdır. Hıristiyanlıkla ilgili önemli kararların
alındığı 7. konsül 787 yılında bu kilisede
toplanmıştır. 1331'den sonra Orhan Gazi camiye
dönüştürmüştür. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566)
döneminde,Mimar Sinan bir mihrap ilave edip yan
neflerde büyük kemer açıklıkları oluşturulmuştur.
2007 yılında yapıda restorasyon çalışmaları
başlatılmıştır.
Restorasyon öncesi
minareye dönüştürülen çan kulesi çok harap ve yıkık
durumdaydı. Özellikle yabancı turistlerin oldukça
ilgilendiği bir yapıdır.
Müze olarak kullanılan yapının tekrar camiye
dönüştürülmesi için yapılan restorasyon çalışmaları
tartışmalara yol açmış. Bir dönem müze olarak
kullanılmış tarihi cami, 6 Kasım 2011 tarihinde,
yaklaşık 90 yıl aradan sonra bayram namazının
kılınmasıyla ibadete açıldı.

bursa.com, 17.06.2015
******
İZNİK AYASOFYA
ORHAN CAMİSİ'NE CAM KAPIYA TEPKİ
Bursa'nın
İznik İlçesi'nde bulunan ve 2011 yılında
camii olarak yeniden ibadete açılan tarihi
Ayasofya Orhan Cami'nin duvarları arasına
lale desenli cam kapı taktırılması tepkilere
neden oldu.
İznik Belediye Başkanı Ak Parti'li
Osman Sargın, cam kapının kendisinden önceki
dönem
MHP'li Belediye Başkanı tarafından 2011
yılında taktırıldığını; tarihi eserlere Anıtlar
Kurulu'nun izni olmadan bir çivi dahi
çakılmadığını söyledi.
Hıristiyanlık tarihinin en önemli
toplantılarından
İznik Konsili'nin toplandığı ve 1331 yılında
Orhan Gazi'nin
İznik'i fethetmesiyle camiye çevrilen tarihi
eser, Kurtuluş Savaşı sırasında çekilen Yunan
askerleri tarafından ateşe verildi. 90 yıl
aradan sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün
onayıyla 2011 yılında yeniden ibadete açılan
camiye 2012 yılında imam atandı.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın talebi üzerine
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün onayının ardından,
Ayasofya'da namaz kılınacak platform
yapılarak halı döşendi. Mimber ve kürsü monte
edilerek, minaresine de hoparlör yerleştirilen
camiide, önündeki 'Ayasofya
Müzesi' yazılı tabela da kaldırılarak yerine 'Ayasofya
Orhan Camii' tabelası konuldu. Konunun sosyal
medyada yer alması üzerine olay tepki gördü.
İznik Belediye Başkanı Ak Partili
Osman Sargın, kapının dört yıl önce dönemin
Belediye Başkanı
MHP'li
Kadri Eryılmaz döneminde taktırıldığını,
şimdi göndeme getirilmesini anlayamadığını
söyledi. Eryılmaz, "Tarihi eserlere Anıtlar
Kurulu'nun izni olmadan bir çivi dahi
çakılmıyor. O kapı orada kaç yıldır duruyor.
Bunları yazanlar o zaman neredeymiş" dedi.
haberler.com, 18.06.2015
|
ORTADOĞU'DAKİ İÇ KARIŞIKLIKLAR TARİHİ MİRASI YOK
EDİYOR

Önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan
Ortadoğu'da son yıllarda yaşanan iç savaş ve
karışıklıklar Suriye, Irak ve Yemen gibi ülkelerdeki
zengin tarihi birikimi de yok etti.
AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, savaşlar
veya iç çatışmalar, insan veya ekonomik kayıplara
yol açmasının yanı sıra ülkelerin binlerce yıllık
birikimle oluşturdukları tarihsel zenginliklerin de
hasar görmesine neden oluyor.
Suriye’de 4'üncü yılında olan iç savaş nedeniyle
ülkedeki birçok tarihi ve kültürel değer zarar
gördü. Savaşta çatışan grupların karargah olarak
kullandığı camiler, en çok hasara uğrayan yapılar
arasında yer alıyor.
Bunlar arasında en göze çarpan ise 2013'te rejim
güçlerinin saldırıları sonucu minaresi yerle bir
olan, İslam tarihinin en eski ve büyük camilerinden
Halep’teki Emevi Camisi. 8'inci yüzyılda inşa
edilen caminin 13'üncü yüzyılda yeniden yapılan
minaresi saldırılar yüzünden kullanılamaz hale
geldi.
Esed güçlerinin, cami ile çevresindeki tarihi
çarşıların bulunduğu bölgeye tank, havan topu ve
roketlerle yaptığı saldırılar sonucu caminin doğu
duvarı yıkıldı. Camideki paha biçilemeyen birçok el
yazması Kur'an-ı Kerim kaybolurken, cami çeşitli
yerlerinden aldığı hasarlarla ibadet edilemez hale
geldi.
Halep’te bombalardan nasibini alan bir diğer
tarihi cami ise Hz. Zekeriya Camisi oldu. İçerisinde
Hz. Zekeriya'nın türbesinin yanı sıra, Hz.
Muhammed'in sakal-ı şerifi ve dişinin de bulunduğu
kutsal emanetler ile İslam tarihi açısından kıymet
biçilemeyen çok sayıda el yazması ve Kur'an-ı
Kerim’in yer aldığı caminin bin yıllık minaresi,
saldırılar sonucu yıkıldı.
Şam, Bosra, Halep kentleri, Palmira tarihi
bölgesi, Halep Kalesi ve ülkenin kuzeyindeki tarihi
köyler, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü'nün (UNESCO) ''Dünya Mirası'' listesinde
bulunuyor.
Tarih boyunca bölgede hüküm sürmüş çeşitli
medeniyetlerin eserlerini yansıtan bu 6 mekan, üç
yıllık savaş döneminde zarar görerek UNESCO
tarafından "Tehlike Altındaki Dünya Mirası"
listesine alındı. Uzmanların yaptıkları uyarılara
rağmen, iç savaşın başladığı Mart 2011'den bu yana
1000'den fazla cami yıkıldı veya zarar
gördü. Camilerin yanı sıra çok
sayıda türbe, müze, çarşı ve ev de harabeye dönmüş
durumda.
Humus'un Halidiye bölgesinde, İslam tarihinde
önemli bir yeri olan Halid bin Velid'in ebedi
istirahatgahının
bulunduğu Halid Bin Velid Camisi'nin kubbesi
ve minaresi büyük hasara uğradı. Havan topu ve
roketler sonucunda cami içerisindeki Halid Bin Velid
Türbesi tamamen yıkıldı.
Orta Çağ’ın en önemli kalelerinden biri olarak
kabul edilen ve çevresi sık sık çatışmalara sahne
olan Halep Kalesi'nin girişi, atılan top
mermileri nedeniyle zarar gördü. Selahaddin
Eyyubi’nin 1188’de Haçlılardan aldığı ve günümüzde
"Selahattin Kalesi" olarak bilinen kalenin surları
da bölgede açılan ateş sonucu yıkıldı.
Tarihi MÖ 3000'li yıllara kadar uzanan ve birçok
medeniyet ve uygarlığa ev sahipliği yaptığı bilinen
tarihi Halep Çarşısı'nda 2012 Ekim ayında atılan
havan mermisi nedeniyle çıkan yangında, ahşap
dükkanlar yanarak kül haline geldi.
Arkeolojik zenginlik büyük darbe aldı
Suriye’deki iç savaş arkeolojik yağmalara neden
oluyor. UNESCO, ülkedeki sayısız arkeolojik kazı
alanının organize silahlı gruplarca yağmalandığını,
çıkarılan tarihi eserlerin ülke dışına kaçırıldığını
bildirdi.
Deyr ez Zor, Halep, Dera, Hama, Rakka ve
İdlib’deki kazı alanlarından çıkarılan birçok tarihi
eser çalınarak ülke dışına çıkarıldı. Son olarak
"Çölün Gelini" denilen Palmira (Tedmur) antik kenti
de DAEŞ ile rejim güçleri arasındaki şiddetli
çatışmalarda ağır hasar gördü.
DAEŞ, Musul Müzesi'ndeki heykelleri kırdı
Irak'ın Musul kentindeki antik Hadar ve Asurlular
döneminden kalma antik Nemrut şehirlerine saldıran
DAEŞ, tarihi eserleri yağmaladı.
Terör örgütü DAEŞ militanları, ülkenin
kuzeyindeki Musul Müzesi'nde bulunan heykel ve
kıymetli sanat eserlerini balyozla kırdı. Bu olaydan
kısa süre önce de Musul Kütüphanesi'ne saldıran
militanlar, 8 binden fazla tarihi kitabın
bulunduğu kütüphaneyi ateşe verdi. Burada, Osmanlı,
Abbasi, Eyyubi dönemine ve çeşitli medeniyetlere ait
değerli el yazması eserler bulunuyordu.
DAEŞ, Musul kentinde Osmanlı döneminden kalma
tarihi Hema Kado Camisi'ni patlayıcılarla yıktı.
Yemen Husilerin Yemen'deki ilerleyişini durdurmak
için Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun 26
Mart'ta başlattığı "Kararlılık Fırtınası" adı
verilen hava harekatında ise tarihi Marib
bölgesindeki eserler büyük oranda zarar gördü.
Bu saldırılarda, Marib Barajı'nın duvarları
üzerindeki el yazma eserleri zarara uğradı. Zomar
Milli Müzesi silahlı saldırılarda tamamen yok oldu.
Anadolu Ajansı, Haber: Sultan Çoğalan, 17.05.2015
|
DENİZ ARKEOLOJİ ARAŞTIRMA MERKEZİ AÇILDI

Vehbi Koç Vakfı ve Türkiye Sualtı Arkeolojisi
Vakfı (TINA) desteğiyle İzmir'in Urla
İlçesi'nde
yapımı tamamlanan Ankara Üniversitesi Mustafa V. Koç
Deniz Arkeoloji Araştırma Merkezi'nin açılışı
törenle yapıldı.
Koç Holding
Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, törende yaptığı
konuşmada Türkiye'nin arkeoloji dünyasının en önemli
ülkelerinden birisi olduğunu, bu alanda alınan her
mesafenin dünya tarafından dikkatle izlendiğini, su
altı arkeolojisinde de sınırlı imkanlarla bugüne
kadar çok önemli sonuçlara ulaşıldığını ifade etti.
Urla'daki kazılarda Neolotik dönemden günümüze
Akdeniz'i içine alan bölgeye ilişkin çok önemli
bilgi ve bulgulara ulaşıldığına dikkati çeken Koç,
su altı arkeolojisi konusunda Vehbi Koç Vakfı'nın
dahil olduğu projeler bulunduğunu, kendisinin de
arkeoloji ve su altı dünyasına olan yakın ilgisinin
birleşerek bu projenin doğmasına öncülük ettiğini
dile getirdi.
Kurulan araştırma merkezinin dünya
standartlarında olduğunu vurgulayan Koç, merkez
bünyesinde restorasyon laboratuvarı, depo alanı,
ulusal ve uluslararası ölçekte araştırmaların
yürütüleceği kütüphane, konferans salonu, 30 kişi
kapasiteli yatakhane ve antik dönemlerden günümüze
uzanan denizcilik teknolojilerinin sergilenebileceği
4 dönümlük bir alanın bulunduğunu söyledi.
Mustafa Koç, "Pek çok açıdan Türkiye için ilk
denebilecek özelliklere sahip bu merkezden çok büyük
beklentilerimiz var" dedi.
"5 antik liman tespit edildi"
Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi
Müdürü Hayat Erkanal ise Limantepe'de su altı
kazılarına başladıklarında eğitim ve malzeme
sıkıntısı yaşadıklarını, bir süre Hayfa Üniversitesi
ile ortak çalışma yaptıklarını, daha sonra
üniversite desteğiyle bir merkez oluşturduklarını ve
kazılarda çok sayıda eser elde edildiğini, 5 antik
liman tespit edildiğini söyledi. Erkanal, merkez
sayesinde önlerinde yeni ufukların açıldığını,
bundan sonra su altı arkeolojisinde çok daha ileri
gideceklerini kaydetti.
Erkanal, Urla Belediyesinin tahsis ettiği iki
arazide bir arkeopark ve tekneleriyle birlikte bir
Roma Limanı yapmayı planladıklarını da anlattı.
İzmir Valisi Mustafa Toprak ve Ankara
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erkan İbiş'in de
birer konuşma yaptığı açılışa TINA Başkanı Oğuz
Aydemir, Eski bakanlar Yılmaz Karakoyunlu ve Suat
Çağlayan da katıldı.
Dünya, 17.05.2015
|
'KATMA DEĞER RECEP" TARİHİ YOK EDİYOR

İstanbul tarihi yarımadasının en uç noktası olan
Sultanahmet’te Topkapı Sarayı, Ayasofya Camii ve
Gülhane Parkı’nı ortalayan yerdeki Masrafzade
İbrahim Hakkı Paşa’nın tarihi konağı ve hamamının
yerine otel yapılmak isteniyor. 1997 yılında da otel
yapılmak istenen konak, Anıtlar Kurulunun itirazıyla
kurtulmuştu. Tarihi kubbeleri bakımsızlıktan zarar
gören konağı, 6 ay önce AKP’ye yakınlığıyla bilinen
Recep Ercan Keskin kiraladı. Keskin Şirketler Gubu
tarihi yapıyı ‘restore’ adı altında otele
dönüştürmeyi planlıyor.
Konağın asıl kiracısı ise İlhami Atalay Sanat
Galerisi. Her ferdi ressam olan Atalay ailesi,
1984’ten beri konağın birinci katında yaşam
mücadelesi veriyor. Atalay ailesinin en küçük üyesi
Elif Nurşad Atalay ile ailenin yaşadıklarını ve
Masrafzade İbrahim Hakkı Paşa’nın tarihi konağının
başına gelenleri konuştuk.
İLLE DE OTEL OLSUN
Yıl 1997. Dönemin Eminönü Belediye Başkanı Ahmet
Çetinsaya, bölgedeki en göz alıcı noktaları seçip
turistik rant haline getirme peşindedir. O
noktalardan biri de İlhami Atalay Sanat Galerisinin
kiracısı olduğu tarihi konaktır. Binanın sahibi
hisse ortaklarından biriyken bütün hisseleri
toplayarak tek bir güç haline gelir. Ve galeriyi
otel yapmak için işe koyulur. Tarihi konak ile
devamındaki tüm binalardaki kiracılar tek tek
boşaltılır. Ancak Anıtlar Kurulu tarihi konağın ve
hamamın yıkılmasına izin vermeyince bu işten
vazgeçilir. Çetinsaya’nın yolsuzlukları da ortaya
çıkınca proje iptal olur. Hırsından vazgeçmeyen han
sahibi o gün, bugündür ‘Ne zaman fırsat bulursam
burayı yıkıp otel yapacağım’ der. Yıkılmaktan
kurtulan konak 1997-2007 yılları arasında boş bir
şekilde kaderine terk edilir. Bugün tarihi hamamın
kubbeleri çökmüş durumda. Anıtlar Kurulu binanın
günden güne eriyişini izliyor. Tarihi konak ise
‘restore’ adı altında otele dönüştürülmeyi bekliyor.
KATMA DEĞER RECEP
Topkapı
Sarayı’nın alışveriş işlerini yapan Masrafzade
İbrahim Hakkı Paşa’nın tarihi konağındaki hamamının
altından Ayasofya’ya, Yenikapı’ya giden yollar, 7
kat aşağısında dehlizler, sarnıçlar var. Bölgeyi ele
geçirmek isteyenlerin çabası boşuna değil. Bir
röportajında “Ben Sultanahmet’e katma değer
katıyorum” diyen Recep Ercan Keskin, AKP iktidarına
yakınlığıyla biliniyor. Tarihi tipte otel akımını
başlatarak, tarihi konakları alan Keskin, turistleri
gezdiren İstanbul Big Bus Tour’u ve duraklarını
satın almakla işe başladı. Ayasofya Evleri’nden
tarihi Yeşil Ev’e, Yerebatan Sarnıcı’nın
karşısındaki İl Özel İdaresi binasından, Kızılay
binasına Sultanahmet’in ihaleye çıkan önemli
yerlerini tek tek alan Keskin Şirketler Grubu,
Sultanahmet Meydanı’ndaki Turizm Polis Ofisi’nin
yanındaki devlete ait araziyi restorana çevirdi. Son
olarak Masrafzade İbrahim Hakkı Paşa’nın tarihi
konağının yanındaki tarihi bir evi alan Keskin,
binada çıkan tarihi eserler nedeniyle burada inşaata
devam edemiyor. Şirket son olarak Masrafzade İbrahim
Hakkı Paşa’nın tarihi konağı ve hamamını ‘restore’
adı altında Hilton Oteli yapmanın planlarını
yapıyor.
‘BURAYI HİLTON YAPACAĞIZ’

Sultanahmet
rant bölgesi ilan edilmiş. Her taraf otel oluyor.
“Daha ölmeden tabutumuzu ölçtüler” diyen Ressam
İlhami Atalay, Keskin Şirketler Grubu ile
görüşmelerini şöyle aktarıyor: “Biz yıllardır
buradayız. ‘Burayı neden sanat galerisi
yapmıyorsunuz? Bizimle çalışın’ şeklinde bir
önerimiz oldu. Keskinler Yönetim Kurulu Başkanı Bora
Bey, ‘Burayı Hilton Oteli yapacağız. Tablolarınızı
otele alırız. Size de galeri açacak başka bir yer
buluruz. Zorluk çıkarmadan konaktan çıkın’ dedi.
Şirketin avukatı da ‘Kentsel dönüşüm projesi var
itiraz edemezsin. Elimizde restorasyon izni var’
dedi.”
‘YILDIRMAYA ÇALIŞIYORLAR’
6 aydır İngiliz mimarların tarihi konağa gelerek
proje üzerinde çalıştığını anlatan Elif Nurşad
Atalay, “Son 6 aydır konağın iki kiracısı var. Ama
konakta bizden başkası yok. Bize yasal olarak hiçbir
taahhütname gelmediği gibi kira sözleşmemiz de devam
ediyor. Konağa gelip ölçüm yapan İngilizler
tarafından ‘Ne zaman çıkıyorsunuz?’ şeklinde
tacizlere maruz kalıyoruz” dedi. Keskin Şirketler
Grubunun inşaat firması yetkilileriyle aralarında
geçen, “Ne zaman çıkıyorsunuz? Han sahibiyle
konuştuk bize burayı teslim edecek. Biz 2 milyon
dolarlık taahhütname imzaladık” şeklindeki diyaloğu
aktaran Ressam Elif Nurşad Atalay, “Bizi bir şekilde
kendi metotlarıyla sindirmeye çalışıyorlar. Burada
bizi yok sayıyorlar. Arka bahçemizi inşaat alanına
çevirdiler. Turistlerin geliş yolunu kapattılar. Biz
de artık resimlerimizi satamaz olduk” diye
yaşadıklarını anlattı. Ocak ayından beri kira
ödeyemediklerini anlatan Elif Nurşad Atalay,
“Kiramızı dolar üzerinden veriyoruz ve tablo
satamadığımız için yüksek fiyatı ödememiz mümkün
olmuyor. Ayrıca bizi buradan çıkarmak isteyen
insanların güçlerinin farkındayız. Psikolojik olarak
çok yıprandık. Biz iş adamı ya da esnaf değiliz. Biz
ailece ressamız, hassas insanlarız. Böyle bir
davanın avukatını tutacak paramız da yok. Bu ülkede
hukuk yok parayı kim bastırıyorsa o güçlü, onun
dediği oluyor. Üstelik kendi sanatçısına değer veren
bir devletimiz de yok” dedi.
KİMLER GELDİ KİMLER GEÇTİ
Sanat
galerisini boşalttıktan sonra yeni bir galeri
açamayacaklarını anlatan Ressam Elif Nurşad Atalay,
“Sultanahmet’te kiralar 10 bin-30 bin TL arasında.
Eski kiracı olduğumuz için 3 bin 750 dolar kira
veriyoruz. Biz resim yapmadan duramayız. Nasıl para
kazanırız, ayakta dururuz bilmiyorum. Resimlerimizin
hepsi karanlık bir depoda kapalı kalacak.
Resimlerimizi internet üzerinden ya da başka bir
şekilde satmak için her türlü yolu deneyeceğiz ama
bu işler o kadar kolay olmuyor” sözlerinin ardından
Atalay ailesinin sanat galerisinde geçen yıllarını
anlattı. Baba İlhami, anne Mediha ve çocukları
Bilgehan, Ömer Atilla ve Elif Nurşad’dan oluşan
Atalay ailesinin her ferdi ressam. Hatta bir dönem
İlhami Atalay’ın annesi Huriye Atalay da “Oğlum sen
burada ne yapıyorsun” diyerek resim yapmayı
öğrenmiş. 70 yaşından sonra Karadeniz’de yaşadığı
köyünden kalkıp İstanbul’a gelen Huriye Atalay,
Türkçe bilmediği için Osmanlıca imzasıyla 300’e
yakın resim yapmış. Almanyalı bir galerici babaanne
Atalay’ın resimlerini alıp Almanya’da sergilemiş.
Fakat ne yazık ki Huriye Atalay’ın ömrü sergiyi
görmeye yetmemiş. Türk, Japon, Çinli, Amerikalı,
Fransız öğrencilerin eğitim gördüğü Atalay Sanat
Galerisi, kimsesizlere de ev sahipliği yapmış.
Gerçek ismi Melih Gaziler olan ‘Derviş Abi’ sokakta
yaşayan 18 yaşında bir delikanlıyken, baba İlhami
Atalay’ın ısrarıyla resim eğitimi almayı ve sanat
galerisinde yaşamayı kabul etmiş. 29 yıl boyunca
Atalay ailesiyle yaşayan Derviş Abi, zamanla kendi
hayranları olan bir ressam haline gelmiş. İlhami
Atalay Sanat Galerisinde Osmanlı’daki Türk
kadınlarından geleneksel motiflere, soyut
resimlerden figüratif modern resimlere kadar her
tarzda resme rastlamak mümkün.
ELİF’İN GÖZÜNDEN TARİHİ KONAK
17 yaşına kadar Hünkar Han’daki sanat
galerisinden çıkmadığını ve bütün hayatının boyalar,
resimler olduğunu anlatan Elif Nurşad Atalay,
babasının yaptığı Yunus Emre tablosundan etkilenmiş.
Tablonun 5-6 yaşlarındayken kendisini nasıl
etkilediğini de şu sözlerle anlatıyor: “O resim hem
karanlığı hem aydınlığı anlatıyordu. Hem maneviyatı
hem de maddiyatı anlatıyordu. Bir dünya gibiydi. O
resmin içerisinde yaşıyordum sanki. Psikolojik
olarak çok etkilenmiştim. Babam o tarihe kadar
yaptığı her bir tabloyu küçülterek o resmin
içerisine koymuştu. Hatta minyatür olarak beni de
çizmişti.” Atalay resim yapmanın yanı sıra, Leman
dergisi bünyesinde sadece kadın mizahçıların
çıkardığı Bayan Yanı dergisindeki ‘Babam ve Ustam’
adlı hikayede, Sultanahmet’teki galeride yaşanan
olayları çiziyor. 2011’den beri yaptığı çizimleri
çizgi roman albümü yapmaya hazırlanan Elif Nurşad
Atalay, çizimlerini Evrensel ile paylaştı.
Evrensel, Haber: Tolga Alp Turgut, 17.05.2015
|
FATİH BELEDİYESİ SANATA GEÇİT VERMEDİ

Dünyaca ünlü grafiti sanatçısı JR’ın İstanbul
Balat’ta metruk bir binaya çizdiği portre, Fatih
zabıtası tarafından griye boyandı.
T24'ün haberine göre JR, Twitter ve Instagram
hesapları üzerinden Balat’ta metruk bir binaya
çizdiği portrenin zabıtalar tarafından getirildiği
halden şikayetçi oldu.
JR Fatih’te bir binaya “Wrinkles of the City”
projesi kapsamında bir portre çizmişti.
Aynı proje kapsamında birçok ülkenin şehirlerini
gezen JR’ın tek tahrip edilen işi İstanbul grafitisi
oldu.
Evrensel, 17.06.2015
******
FATİH BELEDİYESİ: BİZ YAPMADIK
Dünyaca ünlü grafiti sanatçısı JR'ın, twitter ve
instagram hesapları üzerinden İstanbul Fatih’te bir
binaya çizdiği portrenin zabıtalar tarafından
getirildiği halden şikayetçi olmasının
ardından Fatih Belediyesi Twitter'dan açıklama
yaptı.
"Sizden daha çok üzüldüğümüzü bilmenizi
isteriz" mesajını paylaşan Belediye, "Bu güzel
projeye tarafımızdan herhangi bir müdahale edilmiş
olması söz konusu değildir" dedi. Ayrıca Belediye,
alandaki diğer duvar resme dokunulmadığını iddia
etti.
Sol Haber, 17.06.2015
******
CEHALETİN
ESERİNİN FAİLİ HALA MEÇHUL
Fransız sanatçı JR tarafından Balat’taki yıkık bir
binaya yapılan eserinin üstünün kapatılmasıyla
ilgili olayın faili hala açığa çıkmadı. Bazı semt
sakinleri resimden şikayetçi olurken, Fatih
Belediyesi eseri sanatçı ile ortaklaşa yaptıklarını
ifade etti.
Fransız fotoğrafçı ve sokak sanatçısı JR’ın
“Şehrin Kırışıklıkları” adlı projesi kapsamında
Balat’taki yıkık bir binanın duvarında sergilediği
yaşlı insan portresinin üstü boyandı. Tahribatın
kimin tarafından yapıldığı henüz belirlenemezken,
çevre sakinleri farklı iddialar dile getirdi.
Sanatçının aynı semtteki bir diğer eserine boya
atıldığı, 3. eserinin belli bir bölümünün de
yırtıldığı ortaya çıktı.
Söz konusu eserinin boyandığı haberini sosyal medya
hesabı üzerinden takipçileri ile paylaşan JR, duvar
resminin üzerinin polis tarafından boyandığı
bilgisini paylaştı. Paylaşımın ardından bazı
çevreler eserin
Fatih Belediyesi’nce tahrip edildiğini iddia
ederken, Fatih Belediyesi ise resmi
Twitter hesabından “Bu güzel projeye
tarafımızdan herhangi bir müdahale edilmiş olması
söz konusu değildir. Konuyu araştırmaktayız”
açıklamasını yaptı.
‘Şikayet ettik’
Eserin kim tarafından ve hangi nedenle boyandığına
ilişkin konuşan bazı Balat sekinleri, yapılan resmin
Abdullah Öcalan’a benzediği için semt sakinlerince
tepkiyle karşılandığını söyledi. Sosyal medyada da
bina duvarındaki resmin Öcalan’a benzediği
ve o yüzden boyandığı iddia edildi.
Yıllardır Balat’ta yaşayan
HASAN Bayraktar, söz konusu çalışmanın Balat’ın
tarihi dokusuna aykırı olduğunu düşündüğünü
belirterek, “Ben Fatih Belediyesi’ni aradım ve
şikayet ettim bu çalışmayı. Rahatsız olan birçok
kişi var burada. Bu çalışmanın altında başka şeyler
olduğunu düşünüyoruz” diye konuştu. Bir başka semt
sakini Hasan Acar ise “Bu izinli bir çalışma değil,
gelen ekibe izin kağıtlarını sorduğumda cevap
veremediler. Ardından ben Fatih Belediyesi’ni aradım
ve Fatih Belediyesi’nden böyle bir izin alınmadığını
öğrendim. Ben de bu çalışmadan şikayetçiyim, tarihi
dokuya aykırı ve izinsiz” dedi.
Ermeni bir terzinin resmi
Balat’ta bir işletme sahibi olan Ahmet Salih Gezgin
ise, projenin yapıldığı gün Fransız sanatçının ve
ekibinin işletmelerine geldiklerini ve sohbet
ettiklerini söyleyerek, “Buraya bir takım
fotoğraflar yapıştıracaklarını ve Fatih Belediyesi
ile anlaştıklarını söylediler. Fransız sanatçıya
resmin kime ait olduğunu sorduk. Bize yıllar önce o
evde doğmuş, büyümüş Ermeni asıllı bir terziye ait
olduğunu söyledi. Sabaha kadar çalıştılar ve 3 resim
yapıştırdılar ayrı ayrı binalara. Üç gün sonra
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden görevliler
geldi çalışmanın fotoğraflarını çektiler ve
gittiler, akabinde ise çalışmanın kapatıldığını
griye boyandığı gördük” ifadelerini kullandı.
‘Ortaklaşa çalıştık’
Milliyet’e konuşan Fatih Belediyesi yetkilileri ise
söz konusu çalışmanın kendileriyle ortaklaşa bir
şekilde yürütüldüğünü, ve projenin Fatih İlçesi'nin
tanıtımına katkı sağladığını belirterek, “Binayı
kimin boyadığı ile ilgili bir bilgimiz yok,
görevlilerimizi gönderdik, esnafla ve çevredekilerle
konuştular. Konuyu titizlikle araştırıyoruz. Eserin
tekrar yapılması için gerekli görüşmeleri yapacağız”
dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise, konunun
kendileriyle bir ilgisinin olmadığını söyledi.
Tekrar
yapılacak
Ted ödüllü fotoğrafçı Jr,
Los Angeles, Cartagena, Şangay,
Havana ve
Berlin’den sonra İstanbul’da gerçekleştirdiği
Şehrin Kırışıklıkları (Wrinkles of the City)
projesiyle önce şehrin en eski sakinlerinin
fotoğraflarını çekip, fotoğrafları şehrin eski
binalarının duvarlarıyla buluşturuyor.
İstanbul
Uluslararası Sanat ve Kültür Festivali konuğu olarak
davet edilen JR, 2008’de başladığı “Şehrin
Kırışıklıkları” projesini ilk kez Türkiye’de
gerçekleştirmişti. Yapılan açıklamada, JR’ın tekrar
İstanbul’a getirilip aynı eserin tekrarlanacağı
belirtildi.
Yılmaz:
Akıllı ol Junior!
Yaşanan tahribat olayını ele alan
Cem Yılmaz, Twitter’dan sanatçının üzeri boyanan
eserinin eski ve yeni halini de paylaşarak, “Junior
dünyayı boyadı. Belediye sağdaki badanacıyı daha çok
beğenmiş. Akıllı ol Junior. BadanArt by Belediye”
eleştirisinde bulundu.
Milliyet, Haber: Sercan Yılmaz, 19.06.2015
|
ÖLÜMÜN SINIRINDA TARİHİ ONARIM

Adana’da tarihi tren
istasyonunun 20 metre yüksekliğindeki binasının
çatısında onarım yapan işçiler, hiçbir güvenlik
önlemi almadan çalışmak zorunda bırakıldı.
Merkez Seyhan İlçesi Sular mevkiinde yer alan ve
1912 yılında faaliyete geçen tarihi tren istasyonu
binasında tadilat çalışmasına başlandı. Kentin
sembolleri arasında gösterilen 20 metre
yüksekliğindeki tarihi binanın çatısındaki işçilerin
hiçbir iş güvenliği önlemi almadan çalışması dikkat
çekti. Bakım onarım yapılan aşağı eğimli çatıda
işçilerin, yolda yürürcesine rahat hareket etmesini
vatandaşlar şaşkınlıkla izledi. Vatandaşlar, iş
güvenliği önlemleri alınmadan çalışılmasını
sorumsuzluk olarak değerlendirdi.
Milliyet, Haber: Akif Özdemir, 17.06.2015
|
SYEDRA AYAĞA KALKIYOR

MÖ 2000 yıllarında yerleşim yeri haline gelen ve
Roma İmparatorluğu'nun Akdeniz'deki en önemli
merkezlerinden olan Syedra Antik Kenti'ne, Kültür
Bakanlığı'nın eli değecek. Kent yaşamı 13. yüzyıla
kadar devam eden Syedra'nın günümüze ulaşan
kalıntıları, çevre düzenleme projesiyle korunacak ve
tarihi doku daha görünür hale getirilecek. 2016'da
yapımına başlanacak çevre düzenleme işi kapsamında,
tarih boyunca yağma ve yıkımlarla karşı karşıya
kalan kentin onarımı yapılacak. Engebeli arazi
koşulları nedeniyle kültür turizmi açısından
beklenen karşılığı vermeyen kentin, yürüme yolları
iyileştirilecek. Proje bir yıl içinde tamamlanacak.
Ertuğrul Günay'ın Kültür Bakanlığı döneminde, 1.
derecede sit alanı olan ancak korunmadığı basına
haber olarak yansıyan antik kent, kaçak kazılar
nedeniyle de tahribata uğramış, doğanın etkisiyle
yaşanan yıpranma da, kentin kültür turizmindeki hak
ettiği yeri almasına engel olmuştu.
Severus, kente teşekkür etmişti
MS 194'te Roma İmparatoru Septimus Severus,
kent halkına haydut ve dinsizlere karşı kenti
korudukları için teşekkür etmişti. Tarihi 4 bin yıl
öncesine dayanan kent, Roma İmparatorluğu'nun en
büyük ve önemli kentleri arasındaydı.
Akşam, Haber: Yelda Gökdağ, 16.06.2015
|
AYDIN'DA 1500 YIL ÖNCESİNE AİT GRAFİTİLER BULUNDU

Coğrafi konum olarak pek çok medeniyete ev sahipliği
etmiş Anadolu, arkeolojik anlamda da dünyanın en
zengin bölgelerinden biri. Bu seferki adres ise
Aydın.
Ünlü
Fotoğraf Muhabiri
Ara Güler'in
yolunu kaybetmesi üzerine tesadüfen keşfettiği
Aydın'ın Karacasu
İlçesi'nde bulunan
antik kent Afrodisyas, şu sıralar
dünya arkeolojisinin odak noktalarından biri
konumunda.
Kentte yaklaşık 1,500 yıl öncesine
ışık tutan, taşlara ve duvarlara kazınmış yüzlerce
çizim (grafiti) ortaya çıktı. Roma
İmparatorluğu döneminden kaldığı düşünülen
grafitilerde savaşan gladyatör figürleri bulunmakta.

Classical Association of Canada'nın
her yıl düzenlediği buluşma organizasyonunda söz
alan Geliştirilmiş Araştırmalar Enstitüsü
araştırmacılarından Angelos
Chaniotis, konuyla ilgili ''taşlarda
bulunan grafitiler çoğu Doğu Roma şehrindekilere
göre daha fazla. Bu tarz çizimler insanların
heyecanlı, neşeli sinirli hatta belki de sarhoş
olduğu zamanlarda çizdiği, anlık olay şeylerdir. Bu
sebeple çizimlere bakarak ne amaçla yapıldıkları
konusunda yorumda bulunmak oldukça zordur. Ancak
zaten bu şeyleri bu kadar değerli kılan durum da bu.
Grafiti bir nevi insanların duygularının taşların
üzerindeki kaydıdır'' ifadelerini kullandı.

Ortaya çıkan çizimler incelendiğinde ilk olarak
dikkatleri çeken çizimler kuşkusuz gladyatör
savaşları. Dönemin Roma'sında son derece
popüler olan gladyatör savaşlarının popülaritesi,
anlaşılan Afrodisyas'a kadar sıçramış durumdaymış.
Grafitileri inceleyen Chaniotis'in görüşü ise şu
şekilde ''bu grafitileri yapan kişi büyük ihtimalle
arenada bir dövüş izlemeye gitmiş ve gördüğü şeyleri
bu taşlara kazımış''.


Çoğunluğunun
MS 350 ve MS 500'lü
yıllarda yapıldığı düşünülen grafitilerde cinsel
içerikler ve yine dönemin popüler şeylerinden biri
olan at arabası yarışlarının grafiti bağlamında
tasvirleri de bulunmakta.
Kaynak: Softpedia, 16.06.2015
|
EFES'TE UNESCO İÇİN GERİ SAYIM
Selçuk Belediye
Başkanı Bakıcı, Efes antik kentinin UNESCO Dünya
Miras Listesi'ne alınması konusundaki oylamada
sevindirici bir karar çıkacağına inandıklarını
söyledi.

Selçuk Belediye Başkanı Zeynel Bakıcı, Efes
antik kentinin UNESCO Dünya Miras Listesi'ne alınması
konusundaki oylamanın 5 Temmuz'da yapılmasını
beklediklerini ve sevindirici bir karar çıkacağına
inandıklarını söyledi.
Bakıcı, yaptığı açıklamada, Efes'in UNESCO Dünya
Miras Listesi adaylığında son aşamaya varıldığını,
Selçuk halkında UNESCO adaylığı konusunda önemli bir
farkındalığın oluştuğunu dile getirdi.
Efes'in adaylığı konusunda Uluslararası Anıtlar
ve Sitler Konseyi'nden (ICOMOS) kendilerine farklı
tarihlerde iki ayrı rapor geldiğini belirten Zeynel
Bakıcı, "O raporlarda olumlu sonuç elde edileceğiyle
ilgili izlenimler vardı. Artık sürecin
tamamlanmasına yönelik bekleyiş içindeyiz" dedi.
Oylamayı Almanya'nın Bonn kentinde düzenlenecek
39. Dünya Mirası Komitesi Oturumu'nda takip
edeceklerini kaydeden Bakıcı, "Oturum 3 Temmuz'da
başlayacak ama gündem yoğun. Efes'in adaylığı
38'inci gündem maddesi, yani son sıralarda. Allah
kısmet ederse 5 Temmuz'da oylanacak, sonuç olarak
olumlu bir karar çıkacağından endişemiz yok" diye
konuştu.
Belediye Başkanı Bakıcı, olumlu bir sonucu
heyetle Türk bayraklarıyla kutlayacaklarını,
Selçuk'a döndüklerinde ise ayrı bir kutlama programı
hazırladıklarını bildirdi.
Efes'in UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmesinin
öneminin ilçedeki tüm kesimlerce algılandığı dile
getiren Bakıcı, "UNESCO Efes'e çok şey kazandıracak.
Örneğin, Efes'in alan yönetimiyle ilgili
gerçekleştirilmesi gereken projeler hızlı bir
şekilde devreye konulacak. Efes kentinin çok daha
modern, çağdaş hem geçmişi hem de bugünü yakalayan
bir şekilde düzenlenmesi ve bütünüyle kullanımı söz
konusu olacaktır. Zaten istenen de budur"
ifadelerini kullandı.
Zeynel Bakıcı, Selçuk halkında ve esnafında,
UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girilmesinin ardından
ilçedeki ziyaretçi sayısının artması yönünde
beklenti olduğunu belirterek, şunları kaydetti:
"Ziyaretçi sayısının çok üst noktalara çıkmasıyla
ilgili beklentilerimiz var. Sadece ziyaretçi
sayısının değil, tanınırlığın daha yukarı çıkması
yönünde de beklentilerimiz var. Esnaf, iş hacminin
ve gelirinin artacağı beklentisi içinde. Bu doğru
bir bakış açısı ve biz bunu haklı görüyoruz. Selçuk
esnafı turizmden yeteri kadar faydalanamıyor. Bu bir
eksikliktir, bununla ilgili çalışmalarımız var.
UNESCO adaylığı da bunun bir ayağıdır."
"Efes, bütün ögeleriyle UNESCO'ya
girecek"
Bakıcı, Selçuk'ta Antik Yunan,
Hellenistik, Roma,
Bizans, beylikler ve Osmanlı dönemi eserlerinin bir
arada bulunduğuna da dikkati çekerek, "Efes
denildiği zaman burayı dar anlamda ele almamak
lazım. Efes geniş anlamıyla değerlendirildiğinde,
içerisine Ayasuluk, Artemis, Saint Jean, Çukuriçi
Höyüğü'nü de alan geniş bir alan. UNESCO Dünya Miras
adaylığı içindeki alan, büyük bir yere yayılan,
Pamucak'a kadar inen antik liman yolunu da kapsayan
geniş bir alan. Yani Efes dediğimiz şehir, zamanında
200 bin nüfuslu geniş bir kent olarak ifade
ediliyor. Efes bütün ögeleriyle UNESCO'ya girecek"
şeklinde konuştu.
Yapı, 16.06.2015
|
PALMİRA'DAN ÇALINAN ESERLER TÜRKİYE ÜZERİNDEN
SATILIYOR

Boston Üniversitesi'nden profesör ve arkeolog
Michael Danti, IŞİD'in Suriye'nin Palmira kentinden
çalınan tarihi eserlerin 2 bin ila 20 bin dolar
arası fiyatlara satıldığını açıkladı.
Bu fiyatların tarihi eser kaçakçılığı için çok
düşük olduğu belirtilirken, satışların çoğunlukla
internet üzerinden yapıldığı söyleniyor.
Danti, Suriye'de Bronz Çağı'ndan başlayarak erken
İslam dönemlerine kadar pek çok tarihi eserin
bulunduğunu söyleyerek, bu eserlerin internete konan
fotoğraflarında hasar gözlemlediklerini belirtiyor.
Kaçakçılığın geçiş noktasının Türkiye olduğunu
söyleyen Danti, IŞİD bölgesinden gelen eserlerin
Türkiye'nin güneyine getirildiği, buradan sonraysa
takip edilmelerinin mümkün olmadığını söylüyor.
Danti, Türkiye'deki suç örgütlerinin ve İslamcı
grupların birlikte çalıştıklarını da iddia ediyor.
Sol Haber, 16.05.2015
|
KURTARMA KAZISINDA 'TARİH FIŞKIRDI'

Muğla'nın Bodrum İlçesi Kumbahçe Mahallesinde
yapılan kurtarma kazıları sırasında, erken Roma
Hellenistik dönemine ait minyatür
kadın heykelleri, motifli kap parçaları, gözyaşı
şişeleri ve kemik parçaları çıkartıldı.
Bodrum Sualtı ve Arkeoloji Müzesi arkeologları,
Kumbahçe Mahallesi Şalvarağa mevkinde yapımı devam
eden rezidansların yanında yaklaşık bir ay önce kazı
çalışmalarına başladı. Park alanı olarak ayrılan ve
üçüncü
derece sit alanı olduğu belirtilen bölgede,
Kültür ve
Turizm Bakanlığı
müfettişlerinin incelemelerinin ardından başlatılan
kazılarda, çok sayıda oda mezar ve örüntü mezar
tespit edildi.
Müze arkeologlarının başında olduğu 10 kişilik
ekip tarafından sürdürülen kazılar, çıkan eserler
nedeniyle kurtarma kazısına dönüştü. Yaklaşık bir
aydır süren çalışmalar sonucu açılan mezarlarda,
kadın heykelleri, motifli kap parçaları, gözyaşı
şişeleri, kemik parçaları çıkartıldı. Eserlerin,
MÖ 4. yüzyıl, erken Roma Hellenistik
dönemine ait olduğu ve bölgenin nekropol (toplu
mezar yerlerinin bulunduğu bölge) alanı olduğuna
dair izlere rastlandığı öğrenildi.
Kazı çalışmalarında görevli Hasan Bensağlam,
gazetecilere yaptığı açıklamada, bölgede açılan
mezarların yanı sıra başka mezarların da olduğunu
düşündüklerini söyledi. Açılan mezarların "fakir
mezarlar" olduğunu ifade eden Bensağlam,
"Çalışmaları Bakanlık izin verdiği sürece devam
ettirmeyi düşünüyoruz. Bunlar gibi birkaç mezarın
daha yan yana olabileceğini tahmin ediyoruz" diye
konuştu.
Bu arada, çıkarılan eserlerin koruma altına
alınarak, Bodrum Sualtı ve Arkeoloji Müzesi'ndeki
konservasyon işlemlerinin ardından geçmiş dönemine
ait detaylı incelemeleri yapılacağı ifade edildi.
Radikal, 15.06.2015
|
KARLIOVA'DA DEFİNECİLER TARİHİ ERMENİ KİLİSESİNİ
TAHRİP ETTİ

Bingöl'ün Karlıova
İlçesi'ne 3 kilometre mesafede bulunan Toklular
Köyü'ndeki tarihi Ermeni kilisesine, define avcıları
tarafından zarar verildi. Köy Muhtarı Fesih
Kışlakçı, kilisenin onarılarak koruma altına
alınması gerektiğini söyledi.
Karlıova İlçesi'ne 3 kilometre mesafede bulunan
270 haneli, bin 440 nüfuslu Toklular Köyü'ndeki
tarihi Ermeni Kilisesi, define avcıları
tarafından tahrip edildi.
Tarihte Ermeni yerleşkesi olduğunu, eski isminin
de Togulkıran olduğunu belirten Toklular Köyü
Muhtarı Fesih Kışlakçı, "Köyümüzde birçok tarihi
kalıntıya rastlamak mümkün. Bulunan tüm eserler
bilinçsizce zarar veriliyor malesef. Köyümüz her
dönemde defineciler tarafından defalarca tahrip
edildi. Köyümüzü ziyaret eden Ermeni gruplar, bu
kilisenin adının Agos Kilisesi olduğunu
söylediler" dedi.
Köylülerden Abdurrahman Yılmaz da, kilise
bölgesinde yapılan evlerin temellerinde birçok
tarihi kalıntıya rastlandığını hatırlatarak,
"Özellikle bu kilise bölgesinde birçok heykel,
üzerinde resim ve işaretlerin bulunduğu taşlar
vardı. Köylülerimiz bunların ne anlama geldiğini
bilmiyorlardı. Fakat sık sık buraya
tanımadığımız insanlar geliyor ve gece olduktan
sonra kilise bölgesinde kazı yaptıklarını, gün
ağarınca görüyorduk. Kilise çocukların oyun
alanı haline geldi. Bu kilise devlet tarafından
koruma altına alınması lazım. Köyde bulunan
yaşlılardan ve köyü ziyaret eden Ermeniler,
kilisenin Ermeniler'den kaldığını ve bu
kilisenin 800 yıllık bir geçmişi olduğunu
öğrendik" diye konuştu.
Karlıova Toklular Köyü'nde dünyaya gelen tarih
uzmanı araştırmacı ve yazar, Derin Tarih Dergisi
Yayın Kurulu Üyesi Mamhmut Akyürekli de,
Toklular Köyü'nün geçmişinin Romalılar dönemine
kadar uzandığını belirterek, "Köyde bulunan
kalıntılar, köyün tarihini Romalılar'a kadar
götürüyor. Kilise kalıntısı ise bin yılık Ermeni
yerleşiminin işareti, tabi kesin değerlendirme
arkeolojik kazılar yapıldıktan sonra ortaya
çıkacaktır. Köyün kuzeyindeki harman yerlerinde,
Roma dönemine ait hamam kalıntıları var. Köydeki
Ermeni kilisesi üstündeki künye taşının
kaybolmasına rağmen, yapının mimari özeliği ve
kullanılan inşaat harcından hareketle, 700 ile
1000 yıl arasında tarihlemek mümkündür" diye
konuştu.
Ntv, 15.06.2015
|
BAKIRCIBAŞI KÖŞKÜ KÜLE DÖNDÜ

Çengelköy'de 3 katlı tarihi ahşap bina yangında
kül oldu. Binada kiracı olarak oturan yaşlı çift
yara almadan kurtarıldı.
Bakırcıbaşı Sokaktaki 3 katlı tarihi ahşap binada
saat 12.00 sıralarında yangın çıktı. Edinilen
bilgiye göre tarihi binanın bitişiğinde duran seyyar
mısır satıcısının tezgahındaki tüpün parlamasıyla
alevler binaya sirayet etti. Çevre sakinleri
itfaiyeye haber verdi. Bu arada binada kiracı olarak
oturan yaşlı bir çift, çevredekilerin yardımıyla
dışarıya çıktı.
İTFAİYE MÜDAHALE ETTİ
Kısa sürede olay yerine gelen Üsküdar ve
Çengelköy itfaiyesi ekipleri yangına müdahale etti.
Yangın çevre binalara sıçramadan söndürüldü ancak
tarihi bina kullanılmaz nale geldi. Çevre sakinleri
tarihi binanın söndürme çalışmalarını gözyaşları
içinde izledi.
YEŞİLLER İÇİNDE YÜKSELEN ALEVLER
Köşkün bulunduğu semtin eşsiz yeşil görünümü
içinde yükselen alevler, o ana tanık olanlar
tarafından cep telefonu kamerasına kaydedildi.

BAKIRCIBAŞI'NIN KÖŞKÜYDÜ
Padişah Vahdettin'in Bakırcıbaşısının oturduğu
köşkün, sokağa ismini de veren yapı olduğu
belirtildi.. Olaydan sonra seyyar satıcı polis
merkezine götürüldü.
Gerçek Gündem, Haber: Hayati Kılıç, 15.06.2015
|
BU EV ON BİN YAŞINDA

İsrail'deki bir inşaat alanında 10 bin yıl
öncesine ait bir evin kalıntıları bulundu.
Ayrıca 6 bin yıl öncesine ait bir tapınağın
izleri de ortaya çıkarıldı.
Eshtaol kentindeki
bir inşaat alanında şaşırtan bir gelişme
yaşandı.
Livescience
internet sitesinin haberine göre Kudüs'te bugüne
dek bulunan en eski evin kalıntıları bulundu.
Öte yandan
Kudüs'ün 25 kilometre batısında bulunan alanda
çok sayıda antik eşya da ortaya çıkarıldı.
İsrail Antika
İdaresi'nden yapılan açıklamaya göre, en son
keşfe kadar bölgede yer alan eski yapı 8 bin yıl
öncesine aitti.
Uzmanlar bu keşif
sayesinde
Ortadoğu'da yaşamış ilk insanların yerleşim
anlayışı ve planlaması hakkında yeni bilgiler
elde edebileceklerini belirtti.
6 BİN YILLIK TAPINAK
Arkeologlar 10 bin
yıllık evin civarında, 8 bin yıldan daha eski
olduklarına inandıkları bir de tapınak ortaya
çıkardı.
Kudüs ile Tel
Aviv'i bağlayan anayolda iki yıl önce yapılan
çalışmalarda da 9,500 yıl öncesine ait eserler
bulunmuştu.
Hürriyet, 15.06.2015
|
ONARIM PAHALI GELDİ KAPATILDI
Tarihi değere sahip eserler ve eşyaların bulunduğu
Karataş’taki müze, onarım beklerken kapandı. Müzenin
restorasyonundan, masrafların yüksek olması
nedeniyle vazgeçildiği belirtiliyor.

İzmir’in Karataş semtinde Milli
eğitim Bakanlığı’na ait
İzmir Cumhuriyet Eğitim Müzesi ve Türk
Eğitim Tarihi ve Teknolojileri Müzesi onarımı
tamamlanmadan kapatıldı.
Müzede, Osmanlı dönemi ile 1920-70 yıllları
arası döneme ait binlerce ders kitabı,
ansiklopedi, her dilden klasik roman,
Atatürk’ün ilk Meclis’teki ve
Ankara Ulus Meydanı’ndaki, Rus
kameramanların çektiği, 10’uncu Yıl Nutku
konuşması, Cumhuriyet tarihine ait binlerce
eğitim filmi, slayt, Atatürk’ün İzmir Atatürk
Lisesi’nde oturduğu masa ve tahtada dönemin
öğrencilerine matematik dersi verirken
fotoğrafı, Türk eğitim tarihine ait araç- gereç,
karneler ve diplomaları sergileniyordu.
Müzenin bu durumuna tanıklık eden, kent tarihi
araştırmacısı ve yazarlarından, Abdülkadir
Hazman, müzenin tavanından yağmur suyu aldığını
ve içinin çürüdüğünü belirterek, “Binadan yüksek
restorasyon masrafları nedeniyle vazgeçildi.
Karataş halkı müzenin restore edilip içindeki
eşyalar ve eserler geriye getirilip yeniden
açılmasını istiyor” dedi.
Milliyet, Haber: Mustafa Oğuz, 15.06.2015
|
ATATÜRK'E HEDİYE EDİLEN TARİHİ HALI KAYBOLDU

Alınan bilgiye göre,
Kültür ve Turizm Bakanlığınca 2013 yılında
restorasyon çalışmalarına başlanan 1.
Kordon'daki
Atatürk Müzesi'nin geçen ay açılışının ardından
Atatürk'e
Uşak gezisinde hediye edilen 12 metrekarelik yün
halının yerinde olmadığı ortaya çıktı.
İlk yapılan araştırmaya göre, restorasyon sırasında
bazı güvenlik kameralarının çalışmaması nedeniyle
Atatürk'e ait eşyaların korunduğu depoya nasıl
girildiği, mührün nasıl açıldığı ve halının kim
tarafından alındığı tespit edilemedi.
İzmir Kültür ve Turizm Müdürlüğünce, tutanak
hazırlanarak durum Bakanlığa iletildi ve olayla
ilgili soruşturma başlatıldı.
Müdürlük tarafından ayrıca halının yurt dışına
kaçırılmaması için ilgili birimlere yazı yazıldı.
İzmir Emniyet
Müdürlüğünün de konuyla ilgili araştırma başlattığı
ifade edildi.
Habertürk, 14.05.2015
|
DEGAS'NIN BALERİNİ SATIŞA ÇIKIYOR
Dünyaca ünlü müzayede evi Sotheby’s, Edgar Degas’nın
en ünlü heykellerinden biri ve 20. yüzyılın en
önemli sanat yapıtlarından olan ‘Petite Danseuse de
Quatorze Ans’ (14 yaşındaki küçük dansçı) heykelini
satışa çıkaracak.
Eserin yaklaşık 13.9 milyon euroyla (41 milyon
TL)- 20.9 milyon euro (63 milyon TL) arasında
satılması bekleniyor. Eser Sotheby’s tarafından
Londra’da 24 Haziran’da düzenlenecek müzayedede
satılacak. Heykelin diğer edisyonları
İngiltere’de Tate Müzesi,
New York’ta Metropolitan Museum of
ART,
Paris’te d’Orsay Müzesi’nin aralarında olduğu
önemli dünya müzelerinde bulunuyor.
Milliyet, 14.05.2015
|
'FATİH VE ŞEHZADESİ' TABLOSUNA YAKIN MARKAJ
Kültür ve Turizm Bakanlığı, dünya müzayede devi
Sotheby’s tarafından
açık artırmayla satışa sunulan İtalyan ressam
Gentile Bellini’nin “Fatih
ve Şehzadesi” adlı yağlı boya
tablosunu yakın markaja aldı. Tabloya 300-400
bin sterlin fiyat biçiliyor. Kültür Bakanlığı
yetkilileri, “Müzayedeleri takip eden araştırma
kurulumuz Fatih ve Şehzadesi tablosunu
değerlendirecek” dedi. Ressam
Işık Çuhacıoğlu, “Türkiye için devrim
niteliğinde bir resim. Bakanlık satın almalı” diye
konuştu.
Habertürk, 13.05.2015
|
|
DİNOZORLARI GERİ GETİRECEK KEŞİF
İngiltere’nin Imperial College Üniversitesi
uzmanları 65 milyon yıl önce sona eren Kretase
dönemine ait olan dinozor kemikleri üzerinde kan
örneklerine rastladı.
Test sonuçlarını Ulusal Tarih Müzesi’yle de
paylaşan ekibin üyesi Sergio Bertazzo, “Kemik
üzerinde kanı tespit ettiğimizde gözlerimize
inanamadık” dedi. Uzmanlar kanda aktarılabilir DNA
örneklerine ulaşırlarsa Jurassic Park filmindeki
gibi dinozorların tekrar yaratılmaları hayali gerçek
olabilir.
Milliyet, 13.05.2015
|
425 YILLIK TARİH TOPRAK ALTINDAN ÇIKARILIYOR
Edirne Selimiye Meydanı’nda Müze Müdürlüğü
tarafından sürdürülen Yemişkapanı Hanı kazısında,
yaklaşık 4 bin metrekarelik tarihi eserin yüzde
20’lik kısmı toprak üzerine çıkarıldı.

Osmanlı döneminde Selimiye Camii’nin altında
ticaret merkezi olarak kullanıldığı sanılan 1100
odalı hanın 1 yıl içerisinde tamamen ortaya
çıkarılması planlanıyor.
DHA'nın haberine göre, Edirne Belediye
Başkanlığı’nın Selimiye Meydanı’nı yeniden
düzenlemek istemesi üzerine başlatılan çalışmalarda
Edirne Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, meydan
üzerinde var olduğu bilinen Yemiş Kapanı Hanı’nın
ortaya çıkarılması istedi. Edirne Valiliği’nin
desteğiyle Müze Müdürlüğü tarafından bir süre önce
başlatılan kazı çalışmaları sonuçlarını verdi.
Yaklaşık 4 bin metrekarelik alanda 1100 odalı olan
ve Osmanlı döneminde ‘meyve-sebze hali’ olarak
kullanıldığı bilinen han kalıntıları ile duvarları
toprak altından çıkarıldı.
İŞKUR’un Toplum Yararı Programı kapsamında
çalışan ve belediye işçilerinden oluşan 60 kişilik
ekiple, geçen Nisan ayından bu yana meydanda
yaptıkları çalışmalarla, hana ait meyve-sebze
depoları, su yolları ve kalıntılar topraktan
arındırılarak ortaya çıkarıldı.
425 yıllık tarih
Edirne Müze Müdürlüğü tarafından sürdürülen kazı
çalışmalarında 1 yılın sonunda 4 bin metrekarelik
büyüklüğe sahip olan han tamamen ortaya çıkarılmış
olacak. Osmanlı Padişahlarından III. Murad
tarafından 425 yıl önce kentin Selimiye Camii
altındaki ticaret merkezi olarak yaptırılan hanın
zamanla bakımsız kaldığı ve üzeri toprakla
kapatılarak Selimiye Meydanı haline geldiği
belirtildi.
Yapı, 12.06.2015
|
MABOLLA ANTİK KENTİ TURİZME KAZANDIRILACAK

Muğla’da turizmin çeşitlendirilmesine yönelik
çalışmalara ağırlık verilirken, ‘Kültür Turizmi’nin
yaygınlaştırılması için Vali Amir Çiçek
başkanlığında Muğla merkez ilçe Menteşe’nin ilk
yerleşim alanı olan ve geçmişi 2500 yıla dayanan
Mabolla Antik Kentine inceleme yürüyüşü düzenlendi.
Mabolla antik kentine ilk defa vali düzeyinde
inceleme yürüyüşü gerçekleşirken, yürüyüşe, Muğla
Valisi Amir Çiçek, Vali Yardımcıları, Garnizon
Komutanı Kurmay Albay Halil Çelik, Menteşe Kaymakamı
Zeki Arslan, Menteşe Belediye Başkanı Bahattin
Gümüş, Emniyet Müdürü Hakan Çetinkaya, Kamu Kurum
Müdürleri, Belediye Meclis Üyeleri ile Muhtarlar ve
antik kentte bir dönem kazı çalışması yapan Muğla
Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler
katıldı. Katılımcılar Şahidi Camiinden itibaren yaya
olarak antik kente yürürken, antik kentin zirvesinde
Menteşe İlçesi'ni görme fırsatı buldu.
“MENTEŞE KIYI TURİZMİ KADAR ZENGİNLİĞE SAHİP”
Mabolla antik kentine gerçekleştirilen yürüyüş
boyunca Prof.Dr. Adnan Diler, katılımcılara kent
hakkında bilgiler verirken, Menteşe Kaymakamı Zeki
Arslan, “Fikir Sayın Valimizden çıktı.
Kaymakamlığımız organizasyonunda ve Menteşe
Belediyesi’nin ev sahipliğinde alternatif turizm
çalışmaları kapsamında Mabolla Antik kentine
‘Turizmde Farkındalık’ yaratmak amacı ile yürüyüş
gerçekleştirdik derken, Menteşe Belediye Başkanı
Bahattin Gümüş, “Menteşe’de Kültür Turizmini
arttırmak adına yeni projeler üretiyoruz. Bugün de
Alternatif Turizm çalışmaları kapsamında Mabolla
Antik Kentine ‘Turizmde Farkındalık’ yürüyüşü
düzenledik. İlçemiz Menteşe, kıyı turizmi kadar
zengin bir yapıya sahip” dedi.
“MABOLLA’DA YAŞAYANLAR ANADOLU’NUN YERLİ HALKI”
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler,
Mabolla’nın Muğla merkezin en yakınındaki önemli bir
yerleşim yeri olduğunu belirtti. Diler, “Mabolla ile
ilgili en eski belgelerde MÖ 4. yy ve 3. yy. yani,
2400 yıl öncesine kadar yaşam devam ediyor. 2.
yüzyıldan yine bir yazıt var. Bu da 1890’lı yıllarda
Muğla’da bulunmuş bir yazıttır. O da 2. Yüzyıldan
MS 10. Yüzyıldan yazıtlar var. Buna göre yazılı
belgeler ışığında Mabolla’daki hayat zamanımızdan
2400 yıl eskiye, bizim araştırmalarımıza göre de
2600 yıl eskiye gidiyor. Burada yaşayanlar
Anadolu’nun yerli halkı. Özellikle bu mezarlar ve
kalıntılar burada bir kutsal alan var. Burada
yaşayan insanlar etnik olarak Anadolu’nun yerli bir
halkı” dedi.
“DESTEK VERİLİRSE KAZI ÇALIŞMASI YAPARIZ”
Diler, destek verilmesi halinde Mabolla antik
kentinde kazı çalışmalarının başlayabileceğini
belirterek, “Bizim Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
olarak arzumuz, Mabolla’da kazı yapmak. Fakat bunu
maalesef başaramadık. 2010 yılında Muğla
Belediyesi’nin desteği ile burada çevre düzenlemesi
çalışması yaptık. Burasının desteğe ihtiyacı var.
Birileri destek verirse biz Arkeoloji Bölümü olarak
burada kazı çalışmalarını yaparız. Çünkü Muğla’nın
kent merkezi olsun, tüm bölge olsun Türkiye’nin en
iyi korunmuş ilidir” dedi.
“KÜLTÜR TURİZMİNE AĞIRLIK VERİYORUZ”
Mabolla antik kentini Muğla’da görev yapan valiler
içinde ilk defa ziyaret eden Vali Amir Çiçek, “Belki
benden önce gelen valilerimiz vardır hatırlamamış
olabilirsiniz. Ben geldiğimde Muğla’nın özellikle
tüm yerleşim alanlarındaki, sadece yer üstü değil,
yer altı tarihi kazı yapılan yerlerini tek tek
geziyorum. Bulunduğumuz kale Menteşe’nin önemli
kalelerinden birisidir. Bilim insanlarımızdan
öğrendiğimize göre, günümüzden 2400-2500 yıl önce
burada medeniyetin yaşadığı ve şu anda bile taş
evleri ve kutsal yerleri görüyoruz. Burada önemli
bir şeyi daha keşfettik. Bizim şu anda yerleşim
alanlarımız tarımsal alanlara doğru yayılıyor.
Eskiden daha mantıklı ve daha önemli olan böyle
kayalık ve sağlam temelleri olan depreme dayanıklı
yerlere yerleşilirmiş. Bir eksiğimizi öyle
görüyorum. Bir başka eksiğimiz de burada gördüğümüz
hala bir kazı çalışmasının yapılmamış olması.
Hocalarımız ile bilim insanlarımız ile bu konunun
bir istişaresini yapıp, Kültür Turizm Bakanlığımıza
bir rapor sunup kaynak sağlayarak burada bir kazı
çalışmasının yapılabileceğine inanıyorum. Bunun için
böyle bir çalışmayı inşallah başlatacağız.
Belediyemiz de bu konuda yardımcı olursa, burada
kazı yaparak gerçek tarihi ortaya çıkaracağız. Bugün
buraya gelmemizin ana nedeni gezip görmek değil,
tarihimizi bizzat görmekti. Bizim en önemli
gelirimiz turizm. Fakat turizm olarak sadece deniz,
kum ve güneşi görüyoruz. Fakat alternatif turizme
geldiğimiz zaman da bu alanları kullanmıyoruz. İşte
bunlardan birisi de arkeolojik turizm dediğimiz
tarihi ve ören yerlerimizdir. Böylelikle hem
tarihimizi öğrenmiş oluruz, hem de kültür turizmini
de turizm alanına katmış oluruz” dedi.
MABOLLA ANTİK KENTİ
Kale düzlüğünün güneyindeki düzlükteki irili ufaklı
taşlardan oluşan ve olasılıkla konut türü
yerleşimlere ait yapı yıkıntıları da görülür. Bu
alanın altındaki alt düzlükte II. Bin Anadolu Hitit
ve I.Bin Frig ve Urartu geleneklerini yansıtan,
Karya ve Likya bölgesinde varlığını geç dönemde de
sürdüren açık hava kutsal alanları görülür. Mabolla
Kalesi'nin iri dikdörtgen taşlardan oluşan surlarının
güneye doğru süren uzantıları oldukça iyi
korunmuştur. Sur duvarlarından aşağıya doğru
sürüklenen bazı bloklar üzerinde izlenen kenetler
ahşap kenet yuvaları özelliğindedir ve MÖ 5. yy.la
tarihlendiğine ilişkin ipucu vermektedir. Masadağ
Kuzeydeki düzlüğe yakın yerinde ise yüksek teraslar
üzerine oturtulmuş ve en az 3 katlı olan ve harçlı
moloz taşlarından yapılma bir ortaçağ sarayı yer
alır. Mabolla’nın doğu ve batı üst yamaçlarında ve
çoğu yakın zamanda soyulmuş kaya oygu mezarları yer
alır. Ulaşım, Muğla Menteşe İlçesine hakim tepe olan
Asar Tepesi üzerinde bulunan bir düzlükte olup
özellikle yürüyüş yapmaktan hoşlananların görmesi
gerekli yerlerdendir.
Hürriyet, 12.06.2015
|
AYDIN'DA 382 PARÇA TARİH ESER ELE GEÇİRİLDİ

Aydın’ın Köşk İlçesi'nde polis ekiplerinin
düzenlediği iki ayrı operasyonda Roma ve Hellenistik
döneme ait 382 parça tarihi eser ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre; Aydın Emniyet Müdürlüğü KOM
Şube Müdürlüğü ekipleri, Köşk İlçesi'nde tarihi eser
kaçakçılığı yapıldığı yönünde gelen ihbar üzerine
iki ayrı operasyon gerçekleştirdi. Söz konusu
adreslerin ilkinde vazo, heykel, kase ve kandilden
oluşan 17 parça tarihi eser ele geçirildi.
Parçalardan bir kısmının dolandırıcılık amaçlı sahte
olduğu, bir kısmının ise Roma dönemine ait tarihi
eser olduğu tespit edildi. İkinci adreste ise tamamı
Hellenistik döneme ait bronz sikke olduğu anlaşılan
365 parça tarihi eser yakalandı.
Olayla ilgili olarak gözaltına alınan iki şüpheli,
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa
muhalefet suçundan adli makamlara sevk edildi.
Olayla ilgisi olduğu anlaşılan bir kişinin daha
aranmasına devam edildiği belirtildi.
Hürriyet, 10.06.2015
|
İNSANLIK TARİHİ BU MÜZEDE

Şanlıurfa'da açılan Arkeoloji
Müzesi ziyaretçilerine insanlığın ilk çağlarından
günümüze
kadar uzanan serüvenini, tarihi eser, canlandırma ve
imitasyonlarla görme imkanı sunuyor.
Balıklıgöl yakınında 200 dönümlük alana inşa
edilen Şanlıurfa
Müze
Kompleksi'nde teşhir edilen eserler, kronolojik
düzende, ait oldukları döneme ilişkin görsel
canlandırmalarla ziyaretçilerine "o dönemde
yaşıyormuş hissi" uyandırıyor.
Yüzlerce insan ve hayvan figürünün işlendiği oyma
taşlar, mezarlıklar ve kitabelerin
bulunduğu Arkeoloji Müzesi, ziyaretçilerini
adeta tarihsel süreç içinde yolculuğa çıkarırken,
dönemlere göre oluşturulan salonlarda insanlığın
gelişimine tanıklık etme imkanı sunuyor.
Geziye ilk olarak insanlık tarihinin başlangıç
noktası olan "paleolitik çağ" salonuyla başlayan
ziyaretçiler, burada insanların avlanma şeklini,
ateşi nasıl yaktığını ve toplayıcılık
faaliyetlerini anlatan canlandırmalarla
karşılaşıyor. Oluşturulan güzergahı takip
eden ziyaretçiler, milattan önce 9500'lü
yıllara tarihlenen ve "dünyanın gerçek
boyutta yontulmuş ilk eseri" olarak bilinen 180
santimetre boyundaki Balıklıgöl heykelini görme
imkanını elde ediyor.
Ziyaretçiler daha sonra Şanlıurfa Müzesi'nin en
öne çıktığı dönem olan "neolitik dönemi" inceleme
fırsatı buluyor. Burada Göbeklitepe, Nevali Çori
gibi insanlık tarihine yön veren dönemlere ait eser
ve imitasyonları inceleyerek, geçmişe yönelik fikir
edinebiliyorlar.
Ardından "kalkolitik çağ" salonuna geçen
ziyaretçiler, bu dönemin öne çıkan ticaret
faaliyetleriyle ilgili canlandırmaları ve bölgede
bulunan o döneme ait eserleri inceleyebiliyorlar.
"Tunç çağı" salonunda ise Lidar Höyük'ten çıkan
eserleri görmek mümkün. Burada ziyaretçiler milattan
önce 3500'e tarihlenen oyuncak ve düdükleri yakından
inceleme fırsatı buluyor.
Bazalt malzemeden yapılmış eserlerin yer aldığı
"demir çağı" salonuna geçen ziyaretçiler, Roma
Caddesi'nde yürüme şansı bularak, canlandırması
yapılan cam atölyesiyle karşılaşıyor.
Son olarak "İslami dönem" salonunu gezen
ziyaretçiler, sergilenen tarihi eserlerin yanı
sıra "Peygamberler Şehri Urfa"da insanların tek
tanrı inancı ve Nemrut ile mücadelesini anlatan 12
projeksiyon cihazından 4 duvara aynı görüntüyü veren
360 derecelik video gösterimini izleme şansı
yakalıyor.
"TÜRKİYE'DEKİ BİRÇOK MÜZEYE ÖNCÜLÜK
EDECEK"
Şanlıurfa
Müze
Müdürü Müslüm Ercan, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 24 Mayıs'ta açılan müzeyi gezen
ziyaretçilerin, gerek yapıyı gerekse eserleri çok
beğendiklerini söyledi.
Müzede eserlerin kronolojik bir düzende
yerleştirildiğini belirten Ercan, bu sayede
insanların daha rahat dolaşma imkanı bulduklarını
ifade etti.
Müzeyi ziyaret edenlerin, eserlerin ait olduğu
dönemi daha iyi anlayabilmeleri için 20 canlandırma
yaptıklarına işaret eden Ercan, bu yönüyle de
kompleksin Türkiye'deki birçok müzeye öncülük
edeceğini kaydetti.
Ntv, 09.06.2015
|
7 - 13 Haziran 2015
|
İSTANBUL'UN KALELERİ

İstanbul'u müdafaa etmek sanıldığı gibi şehir
surlarından değil, Boğaz hattı ve Karadeniz
sahillerindeki hisarlardan başlıyordu. Bir zamanlar
şehri muhafaza ederek günümüze çıkmış yapıları
tanımak ve korumak da bize düşüyor.
Bir iklimin manzarası, mimarisi ve halkı arasında
halis ve tam bir ahenk varsa, orada, gözlere bir
vatan tablosu görünür” ifadesinde tecelli eden Yahya
Kemal'in vatan telakkisi, bu şehri tezyin eden
ışıltılı manzara içinde müstakil bir yer edinmişti.
Üstad'ın şiirine hamur ettiği şey ise şüphesiz her
asır kendi beyan tarzıyla imar ettiğimiz İstanbul
mirasıydı. Bu miras, onca hercümerçten sıyrılıp
adeta bir peygamber sabrıyla ziyaret edilmeyi
bekliyor. Mevzubahis olan sadece Osmanlı değil,
evveliyatında hayat bulmuş Yunan ve Doğu Roma
bakiyesi eserlerini de ihtiva eden İstanbul'un
mimari terekesi bu. Devir değişmesiyle gözden
düşmüş, zaman içinde köhne, atıl vaziyete mahkum
edilmiş yapılar vaktiyle yok olup giderken,
İstanbul'daki yapılardan bazıları hala ilk günkü
kadar diri ve kaim. Ehemmiyetine göre işaret
edilebileceklerin başında belki de İstanbul'un kale
ve hisarları geliyor. Tarihi surları istisna
tutarsak şehrin Boğaz'dan ve karadan çıkışları
sayılacak mevkilerine inşa edilmiş heybetli kale ve
hisarların tarihini keşfetmek, şehrin keşmekeşinden,
tantanasından yaka silkmişler için bulunmayacak bir
fırsat.

İstanbul'un
doğu burcu Eskihisar Kalesi
İstanbul'un şark sınırında, Gebze sınırları
içinde bulunan Eskihisar'ın tarihi Bizans dönemine
kadar uzanıyor. Orhan Bey dönemindeki Maltepe
(Pelekanon) savaşıyla tarih kayıtlarında yer
edinmiş, uzun süreler de Osmanlılar tarafından
yenilenerek hizmete devam etmiş. Yapının konumu,
Marmara Denizi'ne hakim. Yakın dönemde burada
yapılan kazılarda önemli miktarda Bizans eserine
ulaşılmış.

Rumeli
Feneri Topçu kalesi
Avrupa kıyısının en uç kuzey noktasında bulunan
Topçu Kalesi, devlet envanterine göre 17. asırda IV.
Murat devrinde tuğla ve taş malzemeyle bina edilmiş
iki büyük kulenin hükmettiği denize doğru seyrilen
kemerli mazgallardan oluşuyor. IV. Murad devrinde
tecdit edilen tahkimatta bir zamanlar 300 asker, 60
hane, cephanelik, 100 top ve sultan adına yapılan
bir cami bulunuyordu. Kale, Cumhuriyet devrinde de
karakol olarak istihdam edilmiş.

Aydos
Kalesi'ni Tekfurun kızı açtı
Bugün Sancaktepe sınırları içinde yer alan Aydos
Kalesi isminden de anlaşılacağı üzere bir Bizans
yapısı. Aydos, Grekçe'de kartal anlamına geliyor.
Bilhassa Osmanlı'nın doğudan teşebbüs ettiği
hücumlara karşı önemli bir savunma hattı üzerinde
bulunan kale, Orhan Gazi devrinde fethedilmiş.
Burada kalan tekfurun kızının hikayesi yüzyıllar
boyunca anlatıla anlatıla günümüze kadar ulaşmış.

Zindanıyla
meşhur Yedikule Hisarı
İstanbul surlarının güneybatı ucunda, şehir
duvarlarına bitişik halde yer alır. Herbirinin ayrı
isme sahip yedi kulenin birleşmesiyle vücut bulan
kadim yapıyı, Bizanslı hükümdar II. Teodosius
yaptırdı. Binanın inşa tarihi 413-439 yıllarına
tekabül ediyor. Roma imparatorlarının kullandığı
abidevi altın kapı hisar içindeki kapılardan. Sultan
Fatih şehrin alınışından sonra bu kapıyı
kapattırarak şehrin giriş çıkışlarını Edirnekapı'ya
tevcih etmiş, mevcut hisar uzun bir müddet devletin
hazini muhafaza etmiştir. Ardından, hisarın bahtı
zindana çevrilmesiyle değişir. Burası artık yabancı
elçilerin, yabancı han ailesinin, hatta ve hatta
sultanın hapsedildiği yer olacaktır. II. Osman
burada yeniçeriler tarafından katledilmişti. Eskiden
içinde bir mahallenin de bulunduğu hisar, 70'li
yıllarda ihya edildi. Şimdiyse dizi setlerinin
değişmez adreslerinden.

Rumeli
Hisarı: Ruhumu Eritip de kalıpta dondurmuşlar…
Boğaz deryasının nişanesi Rumelihisarı,
İstanbul'un fethine mukaddem bir safhada (1451-1452)
Sultan Fatih tarafından bina edilmişti. Tarihi
kayıtlarda Yenice veya Boğazkesen namıyla bilinen
sahil kalesi, bizzat Sultan'ın da nezaret ettiği
hatta Saruca Paşa, Zağanos Paşa gibi kudretli
devletluların da harç kardığı bin kadar usta ve
ameleyle bina edildi. Bu muavenet ve canhıraş
gayretin neticesinde dört aylık mühletin ardından
tahkimat tamamlandı. Fetih nihayete erdikten ve
hisar vazifesini gördükten sonra bittabi selefinin
akıbetine maruz kaldı ve muhafaza vazifesi sona
erdi. Burası da tıpkı Güzelcehisar gibi asi
yeniçerilere ve yabancı elçilerin atıldığı zindan
halini aldı. İstanbul'da infaz edilecek olan
mahkumlar deniz yoluyla buraya getirilir ve infazın
bitimi akabinde top atışı yapılarak ölenlerin ismi
halka ilan olunurdu. Kale dizdarı ve muhafızların
ikamet ettiği evler, asırlar içinde küçük bir
mahalleye dönüşür. 1953 senesindeki Menderes
istimlakı esnasında restorasyonu yapılır ancak
icraat içerideki mahalle ve cami toptan
kaldırılarak, yapının tarihi dokusuna muhalif düşen
bir tiyatro sahnesiyle neticelenir. Yakın zamanda
Hisar içinde yeniden ihya edilen mescit ise sığ bir
popülarizm ve siyasi çekişmenin arasında kaldı. Zira
ücretli bir müze durumundaki kale camiinin müdavim
bir cemaati olmayacak.

Anadolu
Hisarı: Osmanlı'dan Boğaz'a bir hediye
Diğer adıyla Güzelcehisar, Türklerin Boğaz
kıyılarında inşa ettikleri ilk askeri tahkimat
yapısı. Sultan I. Bayezid tarafından Göksu (Aretas)
deresinin Boğaz sularına kavuştuğu yerde bir konuma
sahip olup şehrin iki yakasının birbirine en
yaklaştığı yerde inşa olunmuş. (1395) Boğaz'dan
geçen düşman unsurlarına göz açtırmamak üzere
tasarlanmış, Sultan Fatih'in şehri fethetmesi
esnasında dış sur ve yeni hisarpeçeler eklenerek son
haline bürünmüş. Batılı seyyahların anlattığına
göre, Ortaçağ'ın Avrupa şatoları gibi etrafı su
üzerine eğilen iner-kalkar bir kapıya sahipmiş.
Hisar tüm ihtişamıyla İstanbul'un bir tezyinatıyken
Boğaz sahiline yapılan istihkamlar neticesinde
savunma mahalli vasfını kaybetmiş ve bu sahil kalesi
hapishaneye çevrilmiş. Konuya vakıf tarihçiler,
buraya mücrim yeniçerilerin kapatıldığını rivayet
ediyor. Ancak zamanla bu meşum kale, hemen dibindeki
dere yatağına yapılan konak ve yalılarla İstanbul'un
şirin bir mamuresi haline gelmiş. Cumhuriyet
devrinde inşa edilen asfalt sahil yolu ne
talihsizliktir ki tam da hisarın ortasından
geçirilmiş. Bugün kısmen ziyarete kapalı olan
burçların dibinden tarihi hadiseleri soluklamak pek
tabii mümkün.

Ceneviz
yadigarı Yoros Kalesi
Anadolu yakasının kuzey yamaçlarına kurulmuş,
Boğaz'ın Karadeniz girişini kollayan görkemli kale,
eski ihtişamıyla duruyor. Anadolu Kavağı sırtlarına
yaslanan kaleyi Semavi Eyice'nin iddiasına göre
Bizanslılar, diğer bir iddiaya göre ise Cenevizliler
bina etti. Güneyden gelen ticaret güzergahını
korumak ve civarı kollamak üzere yapılan kalenin tüm
duvarları ve girişindeki iki geniş burcu sağlam bir
halde. Duvarlara dikkat edildiğinde kale kapısının
üzerinde Yunanca kitabeleri görebilmek mümkün.
Buraya gelenler Boğaz'ın hiç bilinmeyen, el değmemiş
bir İstanbul manzarasıyla karşılaşacak. Sahilde
Anadolukavağı'na inerek ormanla birlikte deniz
havası almak mümkün.

Şile'nin
Ocaklı Ada kalesi
Mübadeleye kadar Rumların yaşadığı bir köy olan
Şile sınırları içisinde dört ayrı kale bulunuyor.
Fakat bugüne çıkabilmiş ve ilçenin sembollerinden
biri Ocaklı Ada kalesi olmuş. Sahilde tabii
kayalıklarla çevrili limanda ve etrafa hakim
taşlığın üzerinde bulunuyor. Şile'ye gelen herkesin
dikkatini çekecek bu gözetleme kulesi 12 metre
yüksekliğinde ve birçok tahkimat unsuru gibi
Cenevizlilerin imzasını taşıyor. Kaleyi bundan sonra
sırasıyla Bizanslılar ve Osmanlılar kullanmış.
Cumhuriyet devrinde hazine avcılarının istilasına
uğramış, başlatılan restorasyon çalışması hala devam
ediyor.

Riva
Kalesi: Tüccarların Barınağı
İstanbul'un sevimli nahiyesi Riva'da Karadeniz
denizyolunu tutan bir tahkimat yapısı Riva Kalesi.
Cenevizlilerin ticaret yolunun emniyetini temin
etmek ve balıkçılara barınak olmak üzere buraya inşa
edilmiş. Mezkur kale ve hisarlar gibi burası da bir
menfa yani sürgün yeri ve hapishane vazifesi görmüş.
İç içe iki surla tahkim edilmiş olup, birinden içine
geçerken iner kalkar bir kapının bulunduğunu devlet
envanterleri naklediyor. Osmanlı devrinde müteaddit
defa tamir görse de bugün Riva'nın bir köşesinde
hakkıyla turizme kazandırılmayı bekliyor.

Kilyos
Kalesi: Bir tatlı huzur
İstanbul'un Karadeniz sahillerinde bir başka
bucak da sahiliyle meşhur Kilyos. İsminden de
anlaşılacağı üzere burası Bizans devrinden bu yana
yaşamını devam ettiriyor. Lakin mevzubahis olan
kaleyi o devirde ticareti elinde tutan Cenevizliler
yaptırmış. Osmanlılardan II. Mahmud döneminde, H.
1197-1241 seneleri arası bir tamirat geçirdiği, kale
bedenindeki kitabeden anlaşılıyor. Kagir duvarlı ve
tonoz örtülü bu eski devrin mirası, bugüne kadar
ağır bir tahrifat geçirmemiş, özgün yapısını
muhafaza etmiş.
Zaman, Haber: Erkam Emre, 12.06.2015
|
HİSAR'DAKİ MESCİT TAMAMLANIYOR

Fatih Sultan Mehmet tarafından
İstanbul’un fethinden önce yaptırılan Rumeli
Hisarı’nın kale ve burçları bakımsızlık
nedeniyle kapalı tutulmaya devam ederken hisarın
tiyatro alanında yapımına başlanan ve
tartışmalara neden olan Boğazkesen Mescidi
projesinde kaba inşaatta sona yaklaşıldığını
yerinde tespit ettik. Ağustos ayında hizmete
girmesi beklenen mescit için açık hava
tiyatrosunun olduğu alan saç levhalarla
katılırken, çalışmaların aralıksız devam
ettiğine tanık olduk.
İBB’den cami kararı
Mülkiyeti İstanbul Büyükşehir Belyediyesi’nde olan
mescidin yapımı için 28 Mayıs 2013’de yapı ruhsatı
alındı. 2014 Haziran’da inşaat başladı. Ağustos
ayında açılışı planlanan projenin kaba inşaatında
sona yaklaşılırken sanat tarihi uzmanları, 18.
yüzyılda yıkıldığı tahmin edilen projeye “gereksiz
ve ideolojik” olduğu için karşı çıkıyor.
Öte yandan İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde,
Bakırköy İlçesi'nde Dünya Ticaret Merkezi’ne ait
arsanın 4 bin 350 metrekarelik alanına 86 bin 970
metrekare yüzölçümünde cami yapılmasına ilişkin imar
planı değişikliği oy çokluğuyla kabul edildi.
Mİlliyet, Haber: Mert İnan, 12.06.2015
|
SANAT TARİHİNDE DEVRİM NİTELİĞİNDE GELİŞME
Rutgers Üniversitesi'nden Ahmed Elgammal ve Babak
Saleh, sanat tarihindeki 'en yaratıcı eserleri'
belirleyebilen bir program geliştirdi.

‘Yaratıcılık’ insana ait olan en önemli
özelliklerden biri. Yaratıcılığın ve estetiğin
normları ise günümüzde hala tartışılıyor. Ancak bir
eserin yaratıcı olduğunu kanıtlayan 2 faktör
üzerinde uzlaşı sağlanmış durumda. Bunlardan ilki
eserin özgün ve alışılmışın dışında olması, diğeri
ise etkileyici olması.
Sanat tarihi, özgünlüğü ile döneminde çığır açan
ve büyük kitleleri etkileyen eserlerle dolu.
Leonardo Da Vinci’nin 1469 tarihli “Madonna and
child with a pomegranate” adlı tablosu, Francisco
de Goya’nın “Christ crucified” adlı tablosu ve
Claude Monet’in 1865 tarihli “Haystacks at Chailly
at sunrise” adlı tablosu bu eserlere birkaç örnek…
Adı geçen yaratıcı eserlerden sonra yapılan her
tablo, esas olanla benzerlik gösterdiği için
yaratıcı olmaktan uzak olarak değerlendiriliyor.

Leonardo Da Vinci’nin
1469 tarihli “Madonna and child with a pomegranate”
adlı tablosu
Bu noktada sanat tarihçilerini zorlu bir görev
bekliyor. Çünkü hangi eserin “yaratıcılık”
çerçevesinde değerlendirilebileceğine karar vermek
kronolojik ve kıyasa dayalı bir çalışma
gerektiriyor. Tarihçilerinin, sanat tarihinde köşe
taşı oluşturan ‘özgün’ ve bir sonraki eserlerin
oluşmasına zemin hazırlaması bakımından ‘etkileyici’
olduklarına karar vermeleri gerekiyor.
Ancak bu önemli görev artık ‘zor’ olmaktan
çıkacak. Çünkü günümüz ileri teknolojileriyle, bu
zorlu işi kolayca çözebilecek bir makine
geliştirildi. ABD’nin New Jersey eyaletinde yer alan
Rutgers Üniversitesi’nden Ahmed Elgammal ve Babak
Saleh, sadece sanat eserlerini ‘yaratıcılık’
kriterlerine göre kıyaslayabilen bir makine
geliştirdi.
Makinenin veri tabanına 62 bin adet sanat
çalışması yükleyen araştırmacılar, programlanan
kriterlerle tarihteki en yaratıcı sanat eserlerini
bulmayı hedefliyor. Sonuçlar, sanat tarihinde
‘yaratıcılığın’ rolünü de ortaya koyacak.

Francisco de Goya’nın
“Christ crucified” tablosu
Makine ayrıca, veri tabanındaki resimleri
içerdikleri ‘görsel konseptlere’ ve eserlerin
yapısındaki belirli ‘kopuşlara’ göre de
sınıflandıracak.
Eseri belirleyen görsel konseptlerden bazıları,
renk, doku ve resimlerde yer alan ev, kilise ya da
samanlık gibi basit objeler iken, resimdeki
hareketler ya da durumlar gibi önemli özellikler de
‘classemes’ adı verilen kategorileri belirlemeye
yardımcı olacak.
Yaklaşık 2,559′a kadar çıkabilen bu kategoriler,
görsel algoritmalarla eseri analiz ediyor ve
çalışmayı tanımlayarak sınıflandırıyor.

Makine aynı zamanda, yeni üretilen eserleri veri
tabanına kayıtlı eserler ile karşılaştırarak ‘maddi
değerlerini’ saptayabilecek. Tarihteki önemli
eserlerle birlikte bu resimlerin analizleri, Wikiart
adlı websitesi üzerinden de ilgililere sunulacak.
Çalışma, sanat tarihi alanında teorik çalışmalara da
katkı sağlayacak.
Araştırmacılar Elgammal ve Saleh, ‘ağ bilimi’
(network science) problemine de bilimsel bir
yaklaşımda bulunduğunu belirtiyor. İkili, sanat
tarihine bir ‘ağ bütünü’ olarak yaklaşıyor ve hangi
sanatçının hangi eseriyle bir öncekilerden
etkilendiğini ve bir sonrakileri etkilediğini ortaya
koymaya çalışıyor.
Ağ teorisinin en büyük sorunu olan ‘referans
noktası’ konusu, Elgammal ve Saleh tarafından ilk
kez ‘yaratıcılık ağı’na uygulandı.

Albrecht Dürer’in 1514
tarihli karakalem çalışması “Barbara Durer”
Araştırmanın sonuçları ise ilgi çekici! Örneğin,
Goya’nın ‘Christ crucified’ tablosu, Monet’nin
‘Haystacks at Chailly at sunrise’ tablosu ve
Munch’un ‘The Scream’ tablosu sisteme göre
‘yaratıcı’ olarak değerlendirilirken, Rodin’in 1889
tarihli heykeli “Danaid”, Durer’in 1514 tarihli
karakalem çalışması “Barbara Durer” ise ‘yaratıcı’
olarak değerlendirilmedi.
Elbette ki bu değerlendirmeleri bir makinenin
belli başlı verilerle ‘otomatik’ olarak yaptığı
gözardı edilmemeli. Eserlerin otomatize edilmiş
kriterlere göre değerlendirilmesi büyük bir sorun.
Sanat tarihçilerinin, yaratıcılık kriterleri
üzerinde uzlaşmamış olduğu da bilinen bir gerçek.
Geliştirilen sistem ise, üzerinde en geniş kapsamlı
olarak uzlaşılan kriterlerle bir ‘yaratıcılık’
tanımı ve sınıflandırması yaptığını iddia ediyor.
Elgammal ve Saleh bu yöntemin sadece güzel
sanatlarla sınırlandırılamayacağını ve edebiyatta,
heykelde ve bilimde de bu yöntemin
kullanılabileceğinin altını çiziyor.
Sözcü, Haber: Seda Türkoğlu, 11.06.2015
|
JANDARMANIN DİKKATİ TARİHİ HALILARI KURTARDI

Aydın'ın Buharkent
İlçesi'nde, jandarmanın şüphe
üzerine durdurduğu otomobilde Osmanlı Dönemi'nden
kalma iki halı ele geçirildi. Halılar, 'taşınır
kültür varlığı' olarak değerlendirilerek Karacasu
Afrodisias Müzesi'ne teslim edildi.
Buharkent İlçe
Jandarma Komutanlığı'na ekipleri, Denizli- İzmir
karayolu İlçe Jandarma Komutanlığı önünde dün
yaptıkları yol kontrolünde, Antalya'dan İstanbul'a
giden otomobili durdurdu. Otomobilin bagajında arama
yapan jandarma 7 el dokuması halı ve arka koltuktaki
bir çantada da 2 ipek halı buldu. İpek halıların
tarihi eser olabileceğinden şüphelenen jandarma
ekipleri, Karacasu Afrodisias Müze Müdürlüğü
yetkilileriyle irtibata geçti.
GEÇ OSMANLI DÖNEMİNE AİT
İnceleme sonucunda halıların Geç Osmanlı
Dönemi'ne ait olduğu belirlenip, el konuldu. Müze
yetkililerinin ön raporunda, "182x138 santimetre
ölçülerinde olan halının orta bölümünde iç içe
geçmiş sekiz yapraklı rozet şeklinde bir motif ve bu
motifin her iki yanında simetrik bitkisel motifler
yer aldığı, etrafında yedi adet bordür bulunan
halının orta bordürü geniş ve içinde bitkisel
motifler yer aldığı belirlenirken, mavi ve bordo
renklerin hakim olduğu, püskülsüz ipek halı olduğu
tespit edildi. 184x130 cm ölçülerinde olan halının
orta bölümünde vazo içerisinde çiçek ve dallar yer
aldığı, geniş bordür içerisinde bitkisel ve
geometrik motifler bulunduğu, mavi, bordro ve açık
kahverengi renkli, püsküllü ipek halının bazı
bölümlerinde atkı-çözgü gevşekliği belirlendi"
denildi.
Bunun üzerine otomobili kullanan A.G., gözaltına
alındı. A.G., jandarmadaki ifadesinde, bagajdaki 7
halıyı, 3 bin 500 lira karşılığında Antalya'dan
aldığını ve diğer ipek olan 2 halıyı da sadece
yıkattırmak için Antalya Belek'te bulunan bir otelde
çanta satıcısı olan A.S.'den emanet olarak aldığını
söylediği öğrenildi. Jandarmadaki işlemlerini
adından adliyeye sevk edilen A.G., tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Tarihi halılar
ise Karacasu Afrodisias Müze Müdürlüğü'ne teslim
edildi.
Akşam, 11.06.2015
|
TRİPOLİS ANTİK KENTİNDE SÜRPRİZ LAHİT

Denizli’nin Buldan İlçesi, Yenicekent Mahallesi
sınırlarında yer alan Tripolis antik kenti
yakınlarında bulunan bir kum ocağında sürpriz bir
lahite ulaşıldı.
Kum ocağı sahibi duyarlı bir vatandaşın ihbarı
üzerine Denizli Müzesi Müdürlüğünce yapılan yerinde
inceleme sonrasında, kazı ve temizlik çalışmaları
yürütülen alandan alınan lahit, temizlenerek Denizli
Müzesi Müdürlüğüne nakledildi. 2 kısa kenarı ve 1
uzun kenarı üzerinde kabartma figürler
yer alan lahitin iki kısa cephesinin bir yüzünde
Psykhe ve Eros betimlenirken diğer kısa yüzde ise
Ganymedes ve Kharon betimlendiği gözlemlenmektedir.
Figürlü olan uzun yüzde ise sırasıyla Hermes,
Narkissos, Heroik pozda mezar sahibi, Herakles ve
Thanatos yüksek kabartma şeklinde betimlenmiştir.
Diğer uzun kenarı ise kaba yontulu bırakılmış olup
herhangi bir figür bulunmamaktadır. 60 cm.
yüksekliğindeki figürler burgu yivli sütunlar
arasında kemer içerisinde betimlenmiştir. Üzerindeki
betimlemeler göz önüne alındığında MS. 2-3.
yüzyıllara tarihlenebilecek lahit, sanatsal
özellikleri ile Denizli Müzesi koleksiyonu için de
benzersiz bir ilk olma özelliği taşıyor.



Kültür ve Turizm Bakanlığı, 11.10.2015
******
KUM OCAĞINDA BULUNAN LAHİTTEN İKİ İSKELET ÇIKTI

Buldan İlçesi'nde Tripolis antik kenti
yakınlarındaki kum ocağında tesadüfen bulunan lahdin
içinde yaklaşık 18 asır önce yaşamış karı kocaya ait
olduğu tahmin edilen iki iskeletin yer aldığı
bildirildi.
Denizli Valisi Şükrü Kocatepe, lahdin yer
aldığı kum ocağında incelemelerde bulunarak,
yetkililerden bilgi aldı.
Tripolis Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Bahadır
Duman, kum ocağında yapılan çalışma sırasında antik
mezarın üst kapağının kepçeye takıldığını,
ocaktaki yetkililerin duyarlı davranarak kendilerine
konuyu ilettiklerini söyledi.
Denizli Müzesi Müdürlüğü ile yaptıkları çalışmada
antik mezarı gün ışığına çıkardıklarını ifade eden
Duman, lahit üzerindeki betimlemeler göz önüne
alındığında antik mezarın MS 2-3. yüzyıllara ait
olabileceğini düşündüklerini dile getirdi.
Duman, lahitteki betimlemelerde Zeus'un habercisi
"Hermes", kendi güzelliğine tutkusu nedeniyle
tanrıların cezalandırdığı "Narkissos", bir kahraman
figürü ile Herakles (Herkül) ve ölümün vücut bulmuş
hali "Thanatos" tasvirlerinin yer aldığını
anlattı. Duman, "Lahtin içinde iki kişi
yatıyor, muhtemelen o kahraman (lahitteki
erkek figürü) kendisi, yanındaki de karısı"
dedi.
İskeletlerin 1,65 boylarında ve 60 kilogram
civarında olduklarını söyleyen Duman, lahitteki
kişilerin o dönemdeki salgın hastalıklar
nedeniyle ölmüş olabileceklerini anlattı.
- "Bulunan eser, geçmişle ilgili önemli bilgiler
sunacaktır"
Vali Şükrü Kocatepe de geçmişte birçok medeniyete
ev sahipliği yapan Denizli'de bulunan tarihi
kalıntıların, kente ayrı bir zenginlik kattığını
söyledi.
Kocatepe, Hierapolis ve Laodikya antik
kentlerinin yanı sıra Tripolis antik kentinin de
önemli bir
kültür merkezi olduğunu, bulunan eserin geçmiş
ile ilgili önemli bilgileri
bilim dünyasına sunacağına inandığını sözlerine
ekledi.
Radikal, 11.06.2015
|
|
İKİ BİN YILDIR UYUYAN GÜZEL
Etiyopya’da 2 bin yıl önce yaşamış bir kadının
mezarı ortaya çıkarıldı.
Aksum Krallığı döneminde yaşamış kadının
mezarında ayna, kömürden yapılmış göz kalemi, bronz
yapıcı toz pudra, mücevherler, cam eşyalar ve özel
yapım bir parfüm şişesi bulundu. Güzelliğine çok
düşkün olduğu düşünüldüğü için “Uyuyan Güzel” adı
verilen kadına ait kemikler inceleniyor. Bir eli
çenesinde bulunan kadının iskelet haline gelmiş
parmağında ise bronz bir yüzüğe rastlandı. Genç
kadının Roma dönemine ait bronz ayna ile gömülmesi
de onun yaşadığı dönemler güzelliği ile anıldığını
gösteriyor.
Habertürk, 11.06.2015
|
BODRUM'DA TARİHİ MEZAR ODALARI ÇÖPLÜK GİBİ

Muğla'nın
Bodrum İlçesi yamaçlarında 13 bin kişilik
antik tiyatronun da yaslandığı
Göktepe'de bulunan yüzlerce kaya mezarı,
evsizlerin mekanı haline geldi. Oda mezarlarında
oluşan çöp yığınları tepkiye neden oldu.
Halikarnassos antik kentinin sur kalıntılarının
da bulunduğu
Göktepe'nin hemen hemen dört yamacı tarihi
kalıntılarla dolu. Yüzlerce kaya mezarının
bulunduğu
Göktepe'de, son olarak yapımına başlandığı
günden bu yana tepkilere neden olan inşaat
alanında
Bodrum Sualtı
Arkeoloji ve Müze Müdürlüğü ekipleri 11 adet
kaya mezarı bulmuştu. İnşaatta çalışan kepçenin
darbeleriyle zarar gören kaya mezarlarında da
günlerdir herhangi bir kurtarma kazısı
yapılmıyor. Bölgedeki inşaat nedeniyle
bazılarının yeniden kapandığı görülen kaya
mezarlarındaki kurtarma kazılarının ise yaklaşık
10 gün sonra yeniden başlayacağı öğrenildi.
Bodrum manzarasını izlemek ve tarihi surları
farklı bir açıdan görmek isteyen turistler,
şimdilerde oda mezarlarının içindeki kötü
görüntüler nedeniyle antik kente pek fazla
uğramaz oldu. Çoğu Helenistik ve
Roma dönemine ait oda mezarlarının durumuna
tepki gösteren vatandaşlar, yetkililerin bir an
önce soruna el atmasını bekliyor.
"KENDİ HALİNE BIRAKILMIŞ, ACINACAK BİR
DURUMDADIR"
Bodrum
Kent Konseyi Kültür Sanat Meclisi ve Kültür
Varlıkları Çalışma Grubu üyesi arkeolog Aykut
Özet,
Göktepe'nin tarih konusundan çok önemli
olduğunu vurgulayarak; "Kaya mezarlarının
maalesef bir bekçisi yoktur, sadece tiyatronun
bir bekçisi vardır. Kaya mezarlarına bakan
Kültür Bakanlığı'na bağlı ya da belediyeye
bağlı herhangi bir bekçisi yoktur. Dolayısıyla
kendi haline bırakılmıştır. Acınacak bir
durumdadır, yani yıllardır orası inşaat için
gelen kişiler tarafından yatakhane olarak,
çamaşırhane olarak kullanılmaktadır. Maalesef
yani çok üzülerek söylüyorum aynı şey bir
yabancı ülkede olsa bunlar el üstünde tutulur,
ışıklandırılır, gezi platformları yapılır,
merdiven çalışmaları yapılır ama maalesef burada
böyle bir şey yok" diye konuştu.
"NEKROPOL ALANI DA KORUMA ALTINDA DEĞİL"
Bodrum Sualtı ve
Arkeoloji Müzesi'nden emekli
Kent Konseyi Kültür Sanat Meclisi üyesi
arkeolog Ayşe Temiz de
Bodrum'da tarihi yerlerin ranta kurban
gittiğini belirterek; "Çok uzun zamandır
bakımsızlar. İçleri çöplük halinde, çevredeki
inşaatlarda çalışan kişiler tarafından konaklama
olarak veya barınma yeri olarak kullanılmakta ve
bütün pislik de orada durmakta, çünkü bekçisi
yok. Bir tek tiyatronun bekçisi var. Yalnız kaya
mezarları değil, biraz önce gördüğümüz nekropol
alanı da koruma altında değil, maalesef diyoruz.
Bu iki alanda hem kaya mezarları diyoruz, şimdi
şöyle; jeolojik olarak kaya olan yerde kaya
oyularak mezar yapılmış. Dış kaya olan yerlerde
içe oyularak sanduka şeklinde mezarlar yapılmış.
Yamaçta olan yerlerde de biraz önce gördüğümüz
çekmece tipi mezarlar yapılmıştır. Halikarnas
kenti MÖ 4'üncü yüzyıldan
Roma hatta Bizans dönemine kadar hatta ondan
sonra Osmanlı'da da yerleşim görmüş bir alan.
Dolayısıyla nekropol alanı çok geniş. Demin
gördüğümüz alan ve yukarıda kaya mezarlarının
bulunduğu alan 1'inci derece arkeolojik sit
alanıdır, olması lazım gereğidir değilse bile
çünkü biliniyor nekropol olduğu" şeklinde
konuştu.
Bakımsızlık içinde kalan kaya mezarlarının
bir bekçiyle korunduğunun belli edilmesi
gerektiğini belirten Temiz, "Bir tabela konulur
ve temiz bir şekilde gezmek isteyenlerin
ziyaretine açılır" dedi.
haberler.com, 11.06.2015
|
1500 YILLIK ASANSÖR YENİDEN İNŞA EDİLDİ

İtalya'nın başkenti Roma'da bulunan 'Flavianus
Amfitiyatro' isimiyle de bilinen Kolezyum bir dönem
gladyatör dövüşlerine ev sahipliği yaparak
popülaritesini günümüze kadar taşıdı.
Kolezyum'da çalışmalar yapan ekip, arenada bundan
1500 yıl önce kullanılan asansörün bire bir aynısını
inşa etti.

Arkeologlar ve mühendislerin yer aldığı ekibin
yeniden inşa ettiği asansör bir zamanlar
gladyatörlerin karşısına çıkarılan aslanları ve
diğer yırtıcı hayvanları sahneye taşımak için
kullanılıyordu.

Turistlerin binanın var olma nedenini daha iyi
kavraması adına 1,5 yıl süren ve 20 milyon euroya
mal olan asansörün kalıcı olarak Kolezyumun bir
parçası olacağı açıklandı.

Kolezyum, 7 Temmuz 2007'de 'Dünyanın Yeni Yedi
Harikası'ndan biri seçilmişti.
Ntv, 10.06.2015
|
NİĞDE TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Niğde’de devam eden Arkeolojik kazılardan
Altunhisar İlçesi Yeşilyurt beldesi içerisinde olan
Kınık Höyük kazıları başladı.
Kınık Höyükteki kazı çalışmaları İtalya’nın Pavia
Üniversite’sinden Prof.Dr. Lorenzo D’alfonso’nun
başkanlığında gerçekleşiyor. Kınık Höyük’te 2014
yılında yapılan kazılarda bulunan 17 adet eser Niğde
Müzesizi envanterine kaydedildiği bildirildi.

4 Haziran itibariyle başlayan Kınık Höyük
kazılarının yanı sıra, Çiftlik İlçesi’nde Tepecik
Höyüğü, Bor İlçesi'ne bağlı Kemerhisar Beldesinde
Antik Tyana Kenti ve Ulukışla İlçesi Porsuk
Höyüğünde de kazıların bu senede devam edeceği ifade
edildi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya
Anabilim Başkanlığı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Erhan
Bıçakçı tarafından yürütülen Tepecik ve Fransa
Strasbourg Üniversitesinden Prof.Dr. Dominigue Paul
Beyer Başkanlığında yürütülen Porsuk Höyüklerinde
kazıların Temmuz ayında başlayacağı kaydedildi.
2014 yılında yapılan kazılarda Kınık Höyük’te 17,
Tepecik’te 16 ve Tyana’da 2 olmak üzere toplam 35
eser toprak altından çıkarılarak Niğde Müzesine
teslim edildi.
Hürriyet, 10.06.2015
|
TARİHE BİR SALDIRI DAHA!

Mısır ’ın Luksor kentinde bulunan Karnak
Tapınağı’na intihar saldırısı düzenlendiği
bildirildi. İçişleri Bakanlığı’ndan ismini vermek
istemeyen bir kaynak Mısır’ın resmi haber ajansı
MENA’ya yaptığı açıklamada olayda herhangi bir
turistin yaralanmadığını söyledi.
Reuters’ın haberine göre, yetkililer, bu olayın
haricinde iki farklı intihar saldırısını daha
durdurduklarını söyledi. Aynı bölgede bulunan
Hatşepsut Tapınağı daha önce 1997’nin Kasım ayında
cihatçı militanların saldırısına uğramış ve 58 kişi
hayatını kaybetmişti.
Saldırıyı henüz üstlenen olmazken, şüphelilerin
başında daha önce IŞİD’e biat eden Ensar Beyt
el-Makdis adlı örgüt geliyor. Turizm bölgesine
saldırının ülkeyi ziyaret eden turistlerin sayısında
azalmaya neden olacağı tahmin ediliyo
Yapı, 10.06.2015
|
SRİ LANKA'DAKİ KIRMIZI MESCİT BAĞIŞ BEKLİYOR

Sri Lanka'da İslam'ın sembolü olarak kabul
edilen "Kırmızı Mescit"i genişletme çalışmaları için
yardım kampanyası düzenlendi.
Sri Lanka'nın başkenti Colombo
Limanı yakınında, Müslümanlara ait iş yerlerinin
yoğun olarak yer aldığı Pettah bölgesinde bulunan
Kırmızı Mescit Camisi için başlatılan kampanya
kapsamında afiş hazırlandı.
Cami derneğince hazırlatılan İngilizce afişte,
"Bu vazifeyi tamamlamamız için 10 bin Müslüman'a
ihtiyacımız var. Eğer 10 bin Müslüman 5 dolar
verirse 50 bin dolar yapar. Allah için verecek 5
dolarınız var mı?" ifadeleri ile Hazreti Muhammed'in
mescit yapımıyla ilgili hadisine yer verildi.
Dernek yönetimi, gelen bağışlarla caminin
genişletilmesi çalışmalarını ramazan ayına kadar
tamamlamayı hedefliyor.
Cami hakkında daha fazla bilgi edinmek ve bağış
yapmak isteyenler, "www.redmasjid.com" internet
sitesini ziyaret edebilir.
Cami hakkında
Mimarisi ve renginden dolayı halk arasında
"Kırmızı Mescit" olarak adlandırılan cami,
Hindistan'ın güneyinden Sri Lanka'ya gelen
seyyah Müslüman tüccarlar tarafından 1908'de inşa
edildi.
Sri Lanka mimarisinde anıt eser olarak kabul
gören ve ilk etapta bin 500 kişinin ibadet
edebileceği şekilde yapılan mescit, zamanla limandan
gelen Müslüman tüccar ve turist sayısının artmasıyla
yetersiz kaldı.
Camide, çevresindeki 32 dükkanın 1975'te alınması
sonrasında en büyük genişletme çalışması yapıldı.
Nüfusun artması dolayısıyla genişletme çalışmaları
farklı tarihlerde devam etti.
Dört yıl önce 12 bin kişinin namaz kılabildiği
camide, cuma ve önemli günlerde namaz kılınacak yer
bulunamaması ve Müslümanların cami çevresinde ve
yollarda ibadet etmek zorunda kalması nedeniyle
yeniden genişletme kararı alındı.
Girdi fiyatlarının yükselmesi nedeniyle cami
derneği genişletme çalışmasını henüz tamamlayamadı.
İbadethanenin beş katının kaba inşaatı tamamlandı
ancak ince işleri sürüyor.
Camiye yaşlılar için yürüyen merdiven de
yerleştirilecek.
Caminin genişletilmesiyle bölgedeki Müslümanlar
artık dışarıda Muson yağmurlarına maruz kalmadan
namaz kılabilecek.
Anadolu Ajansı, Haber: Kenan Irtak, 10.06.2015
|
ANTİK KENTTE İKİ BİN YILLIK TUZ SAHASI BULUNDU

Muğla'nın Ortaca İlçesi'ne bağlı Dalyan
Mahallesi'ndeki 3 bin yıllık tarihe sahip Kaunos
antik kentinde yürütülen çalışmalar sırasında, 2 bin
yıllık
tuz sahası gün yüzüne çıkarıldı.
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi (MSKÜ) Rektörü
Prof.Dr. Mansur Harmandar, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, İztuzu Plajı'nın üniversitelerine
devredilmesinin ardından bölgede bilimsel anlamda da
çalışma yürüttüklerini söyledi.
Prof.Dr. Cengiz Işık başkanlığındaki ekibin
bölgede çalışma yaptığını belirten
Harmandar, "Çalışmalar sırasında, İztuzu bölgesinde
tuz üretilen 48 tava ortaya çıkarıldı. Önümüzdeki
günlerde alan için proje hazırlayarak, turizme
kazandıracağız. Antik dönemde yapılan çalışmaların
canlandırılacağı bir proje üzerinde
çalışıyoruz. Amacımız, alanı koruma ve kullanma
ötesinde, turizm açısından da güçlendirmek" dedi.
Harmandar, Kaunos antik şehrinin, zamanın büyük
ticaret ve medeniyet merkezi konumunda bulunduğunu,
bölgede yapılan kazı ve bilimsel çalışmalarda kent
halkının tuz üretiminden büyük gelir elde ettiğinin
ortaya çıkarıldığını kaydetti.
"Bilim dünyasına kazandırılan en önemli
buluntu"
Kaunos antik kenti kazı başkan yardımcısı Yrd.
Doç.Dr. Ufuk Çörtük ise tesiste birbirinden
kanallarla ayrılan üç tam ve yanlarda iki yarım
parsel içinde 48 tuz tavası ile 4 kanal tespit
edildiğini söyledi. Çörtük, "Kaunos kazılarında
bilim dünyasına kazandırılan en önemli buluntu,
tuz sahası oldu. Gün yüzüne çıkarılan 2 bin
yıllık tuz tavaları bizi oldukça heyecanlandırdı"
dedi.
Kaunos tuzunun üretildiği tava ve kanallardan
oluşan antik tuzla tesisinin, İztuzu kumsalı
arkasında kalan İnceburun Tepesi arasındaki dar bir
kumul üzerine yapıldığını dile getiren Ufuk Çörtük,
2 bin yıl öncesinde kentteki tuz üretiminin sosyal
ve ekonomik yaşamın vazgeçilmezleri arasında
bulunduğunu bildirdi.
Anadolu Ajansı, Haber: Durmuş Genç, 10.06.2015
|
SEÇİM SONRASI İLK GÜNDEM: RIZA ZARRAB'IN KAÇAK YALI
KATINA SORU ÖNERGESİ

17 Aralık yolsuzluk soruşturmasına adı karışan
işadamı Reza Zarrab’ın, eşi Ebru Gündeş adına
2011 yılında aldığı ve yasa gereği çivi bile
çakılması yasak olan Kanlıca’daki tarihi ikiz
yalıda yapılan ‘kaçak yapılaşma’, İstanbul
Büyükşehir Belediye Meclisi’nin seçim sonrası
ilk oturumunda soru önergesiyle gündeme taşındı.
Kanlıca’da, Osmanlı döneminde inşa edilen ve
1970 yılında, Kültür ve Turizm Bakanlığı
envanterine ‘2. Derece Tarihi Eser’ olarak
işlenen Kanlıca Mehmet Arif Bey Yalısı ile
ilgili
CHP’li üyelerce verilen yazılı önergede,
“Tarihi yalıya kaçak kat çıkıldığı, zemin katı
dış cephesi yıkılarak camla kaplandığı,
yalılardaki ahşap korkulukların sökülerek yerine
cam takıldığı, Boğaz’a açılan bahçelerin
yıkılarak birleştirildiği, deniz araçları için
iskele yapıldığı, özel ışıklandırma için 3 ton
renkli taş döküldüğü, çatıdaki kiremitlerin
kaldırılarak modern çatı yapıldığı, tescilli
ağaçların kesildiği, iki yalıyı birbirine
bağlayan tüp geçit ve asansör yapıldığı”
iddialarına yer verildi. Önergede, “tarihi
yalıların eski ve yeni fotoğraflarına
bakıldığında net olarak görülen kaçak
yapılaşmanın, kamu kurumu görevlileri tarafından
görülmediği” de vurgulandı.
CHP’li Hakkı Sağlam, Sait Coşkunoğlu, Coşkun
Tanış, Hüseyin Sağ, İsmail Söylemez, Taner
Kazanoğlu, Deniz Erzincan, Nadir Ataman ve Aydın
Düzgün imzalı soru önergesinde, ikiz
binalarından biri yüksekliği değiştirilmeden 3
kattan 4 kata çıkarılan yalıyla ilgili şöyle
denildi:
REZA’YA SERBEST Mİ?
“Boğaz’da kuş uçurtmayan Boğaziçi İmar Müdürü
nerede? Bir vatandaş çatısında kiremit oynatsa 50
zabıta gidiyor. Her şey Reza Zarrab’a serbest
görünüyor. Sayın Topbaş’a bir şey sorulunca ‘Benim
haberim yok’ diyor. Olabilir, biz CHP
İstanbul Büyükşehir Belediyesi grubu olarak
kendisini haberdar ediyoruz.”
CHP Grubu, Başkanlık Makamı’na havale edilen
önergede şu soruları yöneltti: “Yalılar ile ilgili
sorumlu kamu görevlileri ve Kamu Kurulu tarafından
kaçak yapılaşmayla ilgili yasal işlem yapılmış
mıdır? Belediyemiz ilgili birimlerine kurul
tarafından işlem yapılması için yazı yazılmış mıdır?
Tarihi yalıda yapılan inşaat faaliyetleri ile ilgili
ruhsat alınmış mıdır? Ruhsat hangi kamu kurumu
tarafından verilmiştir? Anılan yalılarda yapılan
inşaat faaliyetleri ile ilgili kontroller yapılmış
mıdır? Tescilli tarihi eserde yapılan kaçak yapıları
görmeyen kamu görevlileri ve mülk sahibiyle ilgili
suç duyurusu yapacak mısınız?”
YASA NE DİYOR?
2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu (Madde 9): Koruma Yüksek Kurulu’nun
ilke kararları çerçevesinde koruma kurullarınca
alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli
taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarında, her çeşit
inşai ve fiziki müdahalede bulunmak, bunları yeniden
kullanıma açmak veya kullanımlarını değiştirmek
yasak. Onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya
tamamen yıkma, kazı veya benzeri işler inşai ve
fiziki müdahale sayılıyor. (Madde 74) Ruhsatsız
sondaj ve kazı yapanlara, 2-5 yıl ağır hapis ve
50-200 bin lira ağır para cezası veriliyor.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 10.06.2015
|
BÜYÜKADA ÇARŞI CAMİİ YARIMASI ÜZERİNDEN SON DÖNEM
CAMİ YAPMA KAMPANYASINA BİR BAKIŞ

Bu yazıyı "Büyükada Çarşı Camii Mimari Fikir
Projesi Yarışması" açıldığında hazırlamaya
başlamıştım. Ancak söz konusu yarışma sürerken
idarenin, jürinin ve hevesli yarışmacıların
kafalarını karıştırmamak için saklı tuttum.
Katılan katıldı, belki sonuçlar da açıklanmak
üzeredir (açıklandı).
Şimdi nasılsa mimari düzeyde enine boyuna
değerlendirmeler yapılacak, cilalı görseller
üzerinden yüksek mimari egolar çarpışmaya
başlayacak. Elbette nitelikli mimari işler de ortaya
çıkacak. Ama tasarım kendi öznesi ile sınırlı
olmadığına göre, konu mimari nitelik ile
sınırlanmamalı.
Uzatmayayım.
Ben burada, bu aşamada, daha genelde bir durum
değerlendirmesi yapmanın da tam zamanıdır diye
düşünüyorum.
O halde, bir deneyelim.
Cami Bir İdeolojik Mücadele Nesnesi Değil,
Öncelikle Bir Sosyal Donatıdır
Öyleyse öncelikle birer sosyal donatı olarak,
Büyükada'daki mevcut camilerin durumuna bakalım:
-
Hacı Havva Özen Camii,
Çarşı içinde Ş. Recep Koç Caddesinde (bu yıkılıp
yerine yenisi yapılacak olan).
-
Hamidiye Camii, Ada Camii
sokağında, yolun üzerinde kalan bir bahçe
içinde.
-
Kumsal Camii, Kumsal
semtinde Deniz Kulübü Sokağında.
-
Nizam Camii, Nizam
Caddesinde.
Ne yazık ki bunların kapasitelerini ve ortalama
doluluk oranlarını bilemiyoruz.
İlgili ve çalışkan bir jürinin hazırladığı dosyada
herhalde bu bilgiler vardır. Yaz-kış nüfusu bunca
farklılaşan bir konumda, ayrıntılı bir çalışma
yapılmıştır herhalde.
Bazen kimi yarışmalarda jüri üyelerinin yarışma
alanını gördüklerinden bile emin değilim ya neyse,
biz kapasite diyorduk...
Kapasiteler önemlidir çünkü (eğitim, sağlık, ibadet
vb.) kamu kaynakları ile gerçekleştirilen sosyal
donatılardan söz edilirken, yenilerinin yapımı
düşünülürken mevcut olanların konumları,
erişilebilirlikleri, doluluk oranları da
gözetilmelidir. Örneğin, eğitim tesislerinde derslik
sayısı önemlidir ama erişilebilirlikleri ve
dersliklerin doluluk oranları da incelenir. Bu
yapıların çevre insanlarının yaşam niteliğine de
olabildiğince çoklu katkıda bulunması gözetilir.
Elbette donatı talebini oluşturan güncel nüfus yanı
sıra gelecek projeksiyonu da önemlidir.
|
1997
|
2000
|
2008
|
2009
|
2010
|
Büyükada Nüfusu
|
6.418
|
7.335
|
6.812
|
6.978
|
7.127
|
Sosyal Donatı Standartlarına Yasal-Yönetsel
Çerçeveden Bakış
2000 Yılı öncesinde, Kentsel Sosyal Donatı
Standartlarında kişi başına 0,1 metrekare dini tesis
alanı gerektiği belirlenmişti. Bundan 10 yıl sonra,
bu standardın kişi başına 0,5 metrekareye (150.000
kişiyi aşan yerleşimlerde ise 0.75 metrekare)
çıktığını görüyoruz. Yani basitçe açıklamak
gerekirse, günümüzde yediden yetmişe (aslında
sıfır-yüz yaş arası gibi) herkese yaklaşık bir
seccade alanı düşmesi gerekliği uygun görülmektedir.
Bir toplum geliştikçe elbette beklentiler ve
dolayısıyla standartlar da yükselir.
Bu süreçte eğitim tesislerinin evrimine, kişi başına
düşen yeşil alanların artışına (!) da bakmalı
elbette.
Yukarıdaki hesapça Büyükada'ya 7.000 kişi x 0,5
metrekare olarak 3500 metrekarelik kapalı alanı olan
ibadet alanları yapmak gerekiyor.
İlginçtir ki, standartlar yönetmeliği bir
zamanlar cami değil, İbadethane diyordu. Belki resmi
belgelerde bu hala böyledir, bilemiyorum.
Bu durumda cami yapmak istemeyen "münafıklar" olarak
18 kilise ile Adaların ibadethane kontenjanının
çoktan dolduğunu da iddia edebilirdiniz.
Ama yanılırdınız.
Açıklayalım:
"... müftünün izni alınmak ve imar mevzuatına
uygun olmak şartıyla cami yapılabilir" (1).
Kilise, cem evi, havra yapılacaksa da müftü'den
görüş almak mı gerekiyor acaba? Ben yanıtı
bilemiyorum deneyen öğrenir.
Büyükada'daki bu cami talebi konusunda aslında
olumlu bir arka plan var. Hep söyleriz ya "Sivil
İnisiyatif katılmalı böyle projelere" diye. Adada
bir dernek kurulduğunu ve yukarıdaki koşula uygun
başvuruların yapıldığını şartnameden anlıyoruz. Bu
arada, hazır trafo alanı üzerindeki konumu da
değiştirip inananların biraz daha yürümelerini rica
etseler belki çok daha elverişli bir konum bulabilir
ve bunca itiraza da neden olmazlardı. Belki de jüri
böyle uzlaşmacı bir çözüm önerebilirdi. Ne yazık ki
bu küçük örnekte de gördüğümüz gibi; uzlaşmadan
değil, giderek kutuplaşmadan yana bir topluma
dönüşüyoruz.
Değerli yöneticiler her derneğin sözünü dinler ya
bu ülkede; "Adalar Cami Yaptırma Derneğinden" gelen
bu talep üzerine işe girişmişler. Bu dernek yanı
sıra "Adalar Savunması" gibi üyesi çok daha fazla
olan ve talepleri çok daha acil olan bir derneği de
dinleselerdi ya; ne de olsa demokrasi ile
yönetiliyoruz; çoğulculuk ve katılım demokrasinin
üstün bir değeridir (2).
Böyle bir davranış pek "politically correct" olurdu
doğrusu.
Yine konu dışına çıktık, dönelim.
Yönetmeliklerde son dönemde bir değişiklik de
"erişilebilirlik" konusunda yapılmış. Eskiden 500
metre olan erişilebilirlik, 250 metreye düşürülmüş.
Yani her 500 metrede bir, bir adet ibadethane
(ibadethaneden elbette cami anlıyoruz) bulmak gerek.
Ben hayatımda bu koşulları gerçekleştiren bir kent
olarak, en yoğun "ibadethane"yi Venedik'te
görmüştüm. Adım başı bir kilise. Yarışımız 17.
Yüzyıl Venedik'i ile herhalde (3).
Yarışma Şartnamesine Göre Yeni Yapılacak Caminin
Gerekçesi
"İstanbul'un Adalar İlçesi, beşi meskun dokuz
adadan oluşmaktadır. Büyükada ilçe merkezidir. Beş
Ada'da yedi camii, on sekiz kilise ve iki sinagog
bulunmaktadır. Büyükada'da bulunan dört caminin en
eskisi 1895'te yapılmış olan Büyükada Hamidiye
Camii'dir. 1967 yılında Nizam Camii, 1985 yılında
ise Kumsal Camii yapılmıştır. En son ibadete açılan
1986 yılında çarşı içinde bulunan bir apartmanın
dönüştürülmesiyle camii olarak kullanılmaya başlanan
Hacı Havva Özen Camii'dir. Yıllar içinde çarşının
kalabalıklaşması sonucu, Hacı Havva Özen Camii'ne
ibadete gelen ada halkı, esnaf, yerli-yabancı
ziyaretçilerden oluşan cemaat, zaman zaman yola
taşmak durumunda kalmaktadır. Bununla birlikte
binanın kıble yönüne dönük olmaması ve bu yüzden iç
mekanların verimli kullanılamaması, İslam dininin
gerektirdiği temizlik şartlarının sağlanmasındaki
zorluklar bu caminin kapatılıp, yerine yine çarşı
içinde başka bir caminin yapılması zaruretini
doğurmuştur. Çarşı Camii'ni yapmak için Adalılar
tarafından Büyükada Çarşı Camii Derneği kurulmuştur.
Daha sonra yasal prosedürler takip edilmiş ve dernek
2013 yılının Eylül ayında
Akademisyenlerin, (altını ben çizdim) din
adamlarının, Ada'daki her kesimden entelektüellerin
ve idarecilerin davet edildiği bir toplantı
yapmıştır. Toplantıda katılımcıların yeni yapılacak
bu cami için görüşleri alınmıştır. Sonuçta,
Büyükada'da çarşı içinde ihtiyaca cevap verecek,
siluete uygun, çevreci teknolojilerden ve
mühendislik çözümlerinden yararlanan, Ada'nın mimari
ve doğal dokusuyla bütünleşebilecek bir caminin
yapımı konusunda fikir birliğine varılmıştır.
Büyükada'nın
Simgelerinden Biri Olmaya Aday (altını ben
çizdim) bu projenin yarışmayla belirlenmesine karar
verilmiştir." (Yarışma Şartnamesinden)
İki Önemli Sonuç
-
Kimileri, iktidarların tam olarak
ideolojilerini sergileyemedikleri kent
bölgelerinde siyasal görünürlüğü (4) arttırmak
için, yasal altyapısını da hazırlayarak böyle
girişimler yaptığını iddia ediyor. Ne var ki
Validebağ'da "yaşlılar erişemiyor, mesafeler
uzak" olarak ortaya atılan gerekçenin, Çamlıca
ve Kadıköy camileri göz önüne alındığında nasıl
tartışmalı hale geldiği de biliniyor.
-
Buna karşın, "mimar", "şehir plancısı" ve
"akademisyen"lerin bu konuda sorgulamak,
tartışmak ve gerçek gereksinmeleri saptayarak
daha doğru, bilimsel çözümler (örneğin konumlar,
kapasiteler, vb.) önermek yerine önlerine konan
koşulları hiç irdelemeden kabullendikleri,
yukarıdaki şartnamedeki "ada cami yapım
gerekçesi" metninde de açıkça gözükmektedir.
Şartname hazırlanırken neden onların kıymetli
görüşlerinin alındığı malum. Burada yalnızca son
dönemde bazı üniversitelerimizin bu konudaki
istekli ve değerli katkılarını hatırlatmakla
yetineyim. Diğer yandan, yeni dönemin
uygulamalarından olan ve bilimsel dayanağı çok
tartışmalı ihya süreçlerinin de kimi
akademisyenler tarafında güçlü bir destek
bulduğunu da biliyoruz.

Validebağ çevresinde 26 adet cami var ( Kaynak: http://asosya.com/validebag-korusunda-neler-oluyor-bilmeniz-gereken-11-madde_447)

Kadıköy Camisi'ne 250 metreden erişim yok
Mimarlar, Plancılar ve Akademisyenler için Daha
Hayırlı Bir Çalışma Konusu Önerisi
Tüm olumsuzluklarından yalıtılırsa belki bu ve
benzeri yarışmalar cami mimarisi konusunda salt
mimari düzlemde bir nitelik ve çağdaş bir dil
arayışına vesile olur ama korkarım daha çok
tartışacak konumuz, gidilecek çok yolumuz var.
Ben hala şahsen yarışma jürilerine davet edilen
değerli kişiliklerin bu görevi kabul etmeden önce
konuları biraz daha hassasça irdelemeleri, soruları
sorgulamaları gerektiğini düşünmekteyim.
Elbette böyle durumlarda her defasında öğretim üyesi
itibarından yararlanarak "tartışmalı bir konuyu
meşrulaştırmak" gibi sinsice bir art niyet
aranmamalıdır.
Ama yine de çevremizde korkunç bir hızla sürdürülen
yapılar, mega projeler için hiçbir biçimde görüşü
alınmayan; sorulmadığı halde görüş bildirdiklerinde
ise bilgisiz... bilinçsiz... art niyetli...
muarız... muhalif enteller olarak suçlanan
akademisyenlere kimi konularda stratejik bir değer
atfedilmesinin nedenini de sorgulamadan edemiyor
insan!
Burada kimi bilinmeyen nedenlerin çekim gücüne
kapılarak bu işlere katkıda bulunan mimarlara,
plancılara ve araştırmacılara, haddim olmayarak
bilgilerini ve enerjilerini daha yararlı ve hayırlı
bir alanda kullanmalarını önereceğim.
Kültürel evrimleşmeyi reddeden bu çelişkiler
toplumunda; zaman mekan sürekliliğini yitiren, kendi
içinde doğal bir evrim geçiremeyen, çağdaşlaşamayan;
dolayısıyla günümüzde hala geleneksele dayanmaktan
başka çare bulamayan, sonuçta da eskinin kepaze bir
taklidi olmaktan öteye geçemeyen cami mimarimizin
gelişimini tartışsak.
Bu sonuçları üreten süreçleri bir bir irdelesek,
standartlar, nitelikler hakkında düşünsek.
Örneğin kimi İslam ülkelerinde (ve bir zamanlar bu
topraklarda da) ibadet mekanlarının nasıl birer
sosyal-kültürel merkez olarak kurgulandığına, hangi
işlevler ile desteklendiğini anımsasak.
Eğitmen olarak da bir özeleştiri yapsak...
Bir de şunu pek merak ettim doğrusu:
Ön çalışmaları sürecinde değerli jüri üyeleri 0,5
metrekare ibadethane standardını öyle ya da böyle
yakalamış olan Büyükada'da, "Kişi Başına Düşmesi
Gereken 1,5 metrekare Sağlık Tesisi" (Standartlara
göre toplam10.600 metrekare ediyor) nerededir, neden
yoktur, neden hala sıfır metrekaredir diye merak
edip sorguladılar mı acaba?
Bu soruyu, ben değil de örneğin yaşlı ve mümin bir
Adalı veya bir öğrencileri sorarsa nasıl
yanıtlarlar?
Yanıt sürecinde bilim mi, etik mi, vicdan mı
konuşur?
Yalnızca soruyorum.
NOTLAR:
(1) Kimi Teknik Bilgiler
İmar planlarında 2014'e kadar geçerli olan
yönetmelik "Plan Yapımına Ait Esaslara Dair
Yönetmelik" idi. Bunun Ek-1 tablosu kişi başına 0,5
m2 dini tesis alanı ayrılmasını hükme bağlardı.
Ayrıca ibadet yerleri için asgari parsel alanları da
2500-5000-10000 gibi tanımlardı. Bu yönetmelik
erişilebilirliğe yönelik bir hüküm barındırmazdı
ancak genel temayül 500 metrenin erişilebilir olduğu
yönündeydi. Ardından 4380 no'lu kanun ile bu
donatılar "dini tesis" ya da "ibadet alanı" yerine
"cami" diye anılmaya başlandı ve Müftülük olumlu
görüşü de yeni cami yapımı için yeterli sayıldı.
2014'te ise Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği
yayınlandı (RG. 16 Haziran 2014) ve eski yönetmelik
geçersiz hale geldi. Buna göre ise kişi başına 0,5
m2 dini tesis alanı ayrılması hükmü geldi. İbadet
yerleri için asgari alanlar daraltılarak
1000-2500-10000 m2 olarak tanımlandı. Yürüme
mesafeleri ise bu yönetmelikte aşağıdaki şekilde
tanımlandı ve yer yer 150 m'ye inmiş oldu.
Yürüme Mesafeleri
MADDE 12
-
İmar planlarında yürüme mesafeleri; eğitim,
sağlık ile yeşil alanların hizmet etki
alanındaki nüfusun erişme mesafesi topoğrafya,
yapılaşma, yoğunluk, mevcut doku, doğal ve yapay
eşikler dikkate alınarak planlanır. Bu fıkrada
belirtilen hususlar uygun olması halinde ikinci
ve üçüncü fıkralardaki asgari yürüme
mesafelerine uyulur.
-
İmar planlarında; çocuk bahçesi, oyun alanı,
açık semt spor alanı, aile sağlık merkezi, kreş,
anaokulu ve ilkokul fonksiyonları takriben 500
metre, ortaokullar takriben 1.000 metre, liseler
ise takriben 2.500 metre mesafe dikkate alınarak
yaya olarak ulaşılması gereken hizmet etki
alanında planlanabilir.
-
Ayrıca imar planlarında; dini tesislerden
küçük cami takriben 250 metre, orta (semt) cami
takriben 400 metre mesafe dikkate alınarak yaya
olarak ulaşılması gereken hizmet etki alanında
planlanabilir. Mescitler ise yerleşik veya
hareketli nüfusa göre takriben 150 metre hizmet
etki alanında yapılabilir.
-
Brüt nüfus yoğunluğu 100 kişi/ha ve daha az
olan yerleşim bölgelerinde, dağınık kırsal
nitelikli yerleşmelerde veya yerleşik alanlarda
uygun büyüklük ve nitelikte alan bulunamaması
halinde veya bu fonksiyonlara ulaşımı
zorlaştıran doğal ya da yapay eşikler olması
nedeniyle yürüme mesafeleri artırılabilir.
...
3194 sayılı İmar Kanunu'na 4380 sayılı Kanunla
"EK MADDE 2- (2.8.1998 tarih, 23421 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanmış olan 4380 sayılı Kanun)
İmar planlarının tanziminde, planlanan beldenin
ve bölgenin şartları ile müstakbel ihtiyaçları göz
önünde tutularak lüzumlu cami yerleri ayrılır. İl,
ilçe ve kasabalarda müftünün izni alınmak ve
imar mevzuatına uygun olmak şartıyla cami
yapılabilir. Cami yeri, imar mevzuatına aykırı
olarak başka maksatlara tahsis edilemez."
şeklinde hüküm eklenmiştir. Cami yerinin başka
maksatla tahsis edilememesi ve bölgenin
ihtiyaçlarına göre lüzumlu yerlere cami yapılması
istenilmektedir. Yine "Plan Yapımına Ait Esaslara
Dair Yönetmeliğin" Ek-1 tablosunda da kişi başına
0,7 m2 dini tesis alanı öngörülmüştür.
Ancak bir taşınmazın ibadet yeri olarak
ayrılabilmesi için, Plan Yapım Yönetmeliği'nin, Ek
1e maddesinde belirtilen asgari alan büyüklüklerini
sağlaması gerekir.
EK – 1e
İbadet Yerleri
|
Asgari Alan Büyüklüğü (m2)
|
Küçük ibadet yeri
|
2.500
|
Orta ibadet yeri (semt ibadet yeri)
|
5.000
|
Büyük merkez ibadet yeri
|
10.000
|
Dini yapılar içerisinde yer alan tüm
yapılanmalar tabloda belirlenmiş olan asgari alan
kapsamında değerlendirilir.
(2) Adalar Savunmasının Görüşü 21 Nisan
2015
Basına ve Kamuoyuna,
Adalar'da yeni bir kent suçu işleniyor!
Adalar’da Hukuk kaçak, Cami kaçak, Belediye
Başkanı kaçak!
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir kez daha
şehircilik ve planlama ilkelerini göz ardı
ederek, hukuk kurallarını ve Adalar halkının
görüşlerini, yaşam alışkanlıklarını ve kültürünü
yok sayarak tepeden inme bir karara imza attı.
İBB Belediye Meclisi geçtiğimiz günlerde
Büyükada’da yeni bir camiye gerek olmadığı
yönündeki itirazlarımızı, plan kararlarını ve
Adalar halkının görüşlerini “müftülük talebi”ni
gerekçe göstererek reddetti ve Büyükada’nın kıyı
şeridinde yeni bir cami yapılması yönündeki
kararını bir kez daha onayladı. Adalar
Belediyesi yönetimi bir dernek tarafından cami
projesi için açılan yarışmanın jürisine
katılarak bu büyük kent suçuna ortak oldu.
Böylece Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde
“Büyükada sahiline İstanbul’dan da görülebilecek
ve Adalar’ın Müslümanlığının simgesi olacak bir
cami yapılması” yolundaki emrinin yerine
getirilmesi için bir adım daha atılmış oldu.
Çamlıca Tepesi ve Kadıköy sahili örneklerinde
olduğu gibi camileri ve ibadet yerlerini birer
siyasi simge olarak kullanma, coğrafi işaretleme
alanı ve “mekansal temizlik” aracı olarak görme
anlayışının son halkası Büyükada’da gündeme
gelmiş oldu.
Yapımı planlanan caminin 30 m. yakınında bir
mescit (Hacı Havva Özen), 200 m. yakınında
ikinci bir Camii (Hamidiye Camii) bulunmasına
rağmen içkili restoran ve eğlence yerlerinin tam
ortasına, sahil şeridine yeni bir cami yapılması
kararı, basitçe “müftülük talebi”nin ötesinde
bir anlam taşımaktadır.
Mevcut camiler Ada halkı için yeterliyken ve
1/5000’lik planlarda yeni bir camiye ya da
dinsel tesise ihtiyaç olmadığı ısrarla
belirtilmişken, bu alanın tercih edilmesi kısa
bir süre sonra mevcut kanun ve yönetmeliklere
dayanılarak Büyükada İskele Bölgesinin tüm
içkili restoran ve eğlence merkezlerinden
“arındırılabileceğinin” işaretidir. Halihazırda
Adaları fethedilecek bir bölge olarak gören
anlayış tarafından Büyükada sahili böylece
“temizlenebilecektir.”
Halen yürürlükte olan mekansal planlama
yönetmeliklerinde küçük camiler için öngörülen
asgari büyüklük 1000 m2 olmasına
rağmen, caminin yapılması düşünülen alanın (eski
TEDAŞ trafo binası) 465 m2’den ibaret
olması projeyi aynı zamanda kaçak ve hukuksuz
hale getirmektedir.
Tüm kentsel plan ve uygulamalarda “konut+
ticaret alanı” olarak belirlenen, lokanta,
restoran ve eğlence bölgesi olarak kullanılan
kıyı şeridi bölgesinde yeni bir cami yapılması
“hizmet getiriyoruz” görüntüsü altında Adaları
teleferiklerle, marinalarla, yeni rant ve imar
oyunlarıyla fethetmeye çalışanların işlediği
yeni bir kent suçudur.
Bu projeyi onaylayan otoriteler, yarışmaya proje
gönderen mimarlar, jüri üyeliğini,
danışmanlığını, raportörlüğünü kabul eden tüm
kişi ve kurumlar bu kent suçunun bir parçası
olacaktır.
Bizim İstanbul’dan görülmesi amacıyla dikilecek
yeni ibadet alanlarına değil hastanelere, sağlık
ocaklarına, çocuk parklarına, anaokullarına,
veteriner kliniklerine, Adalararası ücretsiz
ulaşım hizmetine, nitelikli ve ücretsiz eğitime
ihtiyacımız var!
Tekrar uyarıyoruz! Kent suçu işliyor, işlenen
suçlara ortak oluyorsunuz.
Yaşamımızdan, ormanlarımızdan, kıyılarımızdan,
Adalarımızdan elinizi çekin!
(3) Venedik Hakkında
Adaları ve camileri düşünürken sabahın
köründe çanlarıyla turistleri ayağa kaldıran Venedik
geldi aklıma.
Venedik'in ana adada 118, çevresindeki küçük
adalarda 23 olmak üzere 141 kilisesi varmış.
Nüfusu ise 60.000 (merkez) + 30.000 (diğer adalar)
olmak üzere 90.000 kişi.
Yani her 640 kişiye bir kilise düşüyor.
Yetişmeye çalıştığımız rekor bu olmalı.
Ama Venediklilerin öyle pek dindar olmadıklarını
anlamak için kiliselerin haftalık ayinlerdeki gerçek
doluluk oranlarına bakabilirsiniz. Bu aslında bir
kurgu, bir çevre oluşturma. Zaten günümüzde
kiliseleri ziyaret eden nüfusun ezici çoğunluğu
turist.
Venedik'in nüfus kaybeden bir yer olduğu
kaydedilmeli. En kalabalık hali, 160.000 kişi (1550
ve 1950'de iki kez yakalamış bu nüfusu)
Buna göre en kalabalık döneminde bile 160.000 / 141
= 1134 kişiye bir kilise düşüyor. Bunun kendimce bir
gerekçesini biraz mizah katarak yazmıştım:
PALLADİO'DA SEKSEK OYNAMAK: VENEDİK SEYYAHININ
NOTLARI (HK)
Arredamento, Kasım 1991
Hollandalılar ile birlikte dünya ticaret
burjuvazisinin ilk temsilcileri, Venedik Doç'larının
kentlerini imar edip, sanata mimarlığa kucak
açtıkları gelişme döneminin hemen sonrasında, belki
de Rönesans'ın bitiminde, tam da zamanında, zamanı
durdurmuş bu adalar şehri.
...
Büyüsü de buradan geliyor galiba.
Sabah karanlığında çan sesiyle uyanırken
başlıyor rüya.
Yanık Venedik kırmızısı, küf sarısı sıvaları
kısmen dökük köhne cepheler gün ışığıyla
aydınlanmadan önce - Dersaadet'te sabah ezanından
bile önce belki- batak zemin üzerinde temel
tutturamayıp eğilmiş bir çan kulesinden, zangoç, 126
kez çan çalıp; "Ey Venedikliler uyanın, ticaret
yapın, dünyayı fethedin" diye günün başlamak üzere
olduğunu ilan ettiğinde!
(4)SON DÖNEMDE ÖNERİLEN VE TARTIŞILAN CAMİLER
Bir başka çalışmamızda, “Taksim ve çevresinde
her dönem iktidarların (anıtlar, isimler, kamu
yapıları vb… ile) ve hatta sermayenin (özellikle
oteller ile) nasıl kendi ideolojileri doğrultusunda
göstergeler ürettiklerini” vurgulamış ve Taksim
Kışlası ve Taksim Camisi konularının bir kez de bu
gözle irdelenerek okunması gerektiğini
vurgulamıştık. Burada kamusal mekanın ve toplumsal
yaşamın olmazsa olmazı sosyal donatıların ideolojik
göstergeler olarak kullanılmasının, mekan üzerinden
inatlaşan bir siyaset üretmenin ne denli sorunlu ve
çağdışı olduğunu bir kez daha üzülerek görüyoruz.
Okuyucu süreci algılayabilmek için bu Ada Camisi
konusuna da bir kez böyle bakmalı.
Son olarak bu dönemin yeni camilerine, özellikle
yer seçimlerine de kısaca bir değinelim:

Çamlıca’da tüm İstanbul’dan algılanmak üzere, yeşil
alanda, cemaat erişimi tartışmalı devasa cami (http://www.212haber.com/1400-yillik-ahenk-camlica-semalarinda-9058h.htm)

Göztepe'de özellikle Bağdat Caddesi'nde yeşil alanda
önerilen cami. Görünürlük sağlama mücadelesi hemen
anlaşılıyor. (http://www.reelemlak.com/goztepeye-cami-projesinde-yer-degisikligi/)

Rumelihisarı içinde mahalle ihyası bağlamında kültür
amaçlı kullanılan meydanda cami (http://megaprojeleristanbul.com/)

Karaköy (Raimondo D'aronco) Camisi'nin ihyası
başladı
(http://www.zaman.com.tr/pazar_iste-yol-icin-yikilan-camiler_2157592.html)

Salıpazarı'nda Süheyl Bey Camisi ihyası ise dönemin
zirve yapan bir göstergesi olsa gerek (http://twicsy.com/i/FW4xYd)

Yorumsuz (Kaynak:
http://www.adalar.bel.tr/site-images/1_5000_imar_plani.pdf
)
Arkitera, Yazı:
Haydar Karabey, 10.06.2015
|
KADIKÖY'DE KİLİSENİN KAPISI ATEŞE VERİLDİ
Kadıköy’de, psikolojik sorunları olduğu iddia edilen
bir kişi, bir kilisenin kapısına tiner dökerek ateşe
verdi. Bir anda kapıyı saran alevler çevredeki
vatandaşlar tarafından söndürüldü.

Olay saat 20.30 sıralarında, Bahariye Caddesi
Nispetiye (Hacı Şükrü) Sokak'taki Ayia Triada
Rum Ortodoks Kilisesi'nde meydana geldi. Elinde
karton bir kutuyla kilisenin etrafında gezinen
bir kişi, bir süre sonra duvardan atlayarak
avluya geçti. Kilisenin kullanılmayan demir
kapısının önüne gelen şahıs, karton kutunun
içindeki tineri kapının üzerine döktükten sonra
ateşe verdi.
Kapı bir anda alevler içinde kalırken, kundakçı
şahıs tekbir getirerek uzaklaşmaya çalıştı.
Yangını görerek yardıma koşan zabıta ve
vatandaşlar, kundakçıyı kıskıvrak yakaladı. Bazı
vatandaşlar da su dökerek alevleri söndürdü.
Olay yerine gelen polis ekipleri, zabıta ve
vatandaşların yakaladığı kundakçıyı gözaltına
alarak polis merkezine götürdü. Burada yapılan
kimlik tespitinde, kundakçı şahsın Muhammed
Şimdi(25) olduğu tespit edildi. Muhammed
Şimdi’nin, sabıkalı olduğu ve bir süre
Erenköy Ruh Ve Sinir Hastalıkları
eğitim Ve Araştırma Hastanesi'nde tedavi
gördüğü öğrenildi.
Kilisenin bağlı oldu vakıf görevlisi Konstantin
Kiracopolos gazetecilere yaptığı açıklamada
zanlının rüyasında Hazreti İsa'yı gördüğünü
söyleyip kapıyı yakmaya çalıştığını ifade etti.
Kiracapolos, Muhammed Şimdi hakkında hakkında
şikayetçi olduklarını söyledi.
Milliyet, 10.06.2015
|
İNSANLIK TARİHİ BU MÜZEDE

Şanlıurfa'da açılan Arkeoloji
Müzesi ziyaretçilerine insanlığın ilk çağlarından
günümüze
kadar uzanan serüvenini, tarihi eser, canlandırma ve
imitasyonlarla görme imkanı sunuyor.
Balıklıgöl yakınında 200 dönümlük alana inşa
edilen Şanlıurfa
Müze Kompleksi'nde teşhir edilen eserler,
kronolojik düzende, ait oldukları döneme ilişkin
görsel canlandırmalarla ziyaretçilerine "o dönemde
yaşıyormuş hissi" uyandırıyor.
Yüzlerce insan ve hayvan figürünün işlendiği oyma
taşlar, mezarlıklar ve kitabelerin
bulunduğu Arkeoloji Müzesi, ziyaretçilerini
adeta tarihsel süreç içinde yolculuğa çıkarırken,
dönemlere göre oluşturulan salonlarda insanlığın
gelişimine tanıklık etme imkanı sunuyor.
Geziye ilk olarak insanlık tarihinin başlangıç
noktası olan "paleolitik çağ" salonuyla başlayan
ziyaretçiler, burada insanların avlanma şeklini,
ateşi nasıl yaktığını ve toplayıcılık
faaliyetlerini anlatan canlandırmalarla
karşılaşıyor. Oluşturulan güzergahı takip
eden ziyaretçiler, milattan önce 9500'lü
yıllara tarihlenen ve "dünyanın gerçek
boyutta yontulmuş ilk eseri" olarak bilinen 180
santimetre boyundaki Balıklıgöl heykelini görme
imkanını elde ediyor.
Ziyaretçiler daha sonra Şanlıurfa Müzesi'nin en
öne çıktığı dönem olan "neolitik dönemi" inceleme
fırsatı buluyor. Burada Göbeklitepe, Nevali Çori
gibi insanlık tarihine yön veren dönemlere ait eser
ve imitasyonları inceleyerek, geçmişe yönelik fikir
edinebiliyorlar.
Ardından "kalkolitik çağ" salonuna geçen
ziyaretçiler, bu dönemin öne çıkan ticaret
faaliyetleriyle ilgili canlandırmaları ve bölgede
bulunan o döneme ait eserleri inceleyebiliyorlar.
"Tunç çağı" salonunda ise Lidar Höyük'ten çıkan
eserleri görmek mümkün. Burada ziyaretçiler milattan
önce 3500'e tarihlenen oyuncak ve düdükleri yakından
inceleme fırsatı buluyor.
Bazalt malzemeden yapılmış eserlerin yer aldığı
"demir çağı" salonuna geçen ziyaretçiler, Roma
Caddesi'nde yürüme şansı bularak, canlandırması
yapılan cam atölyesiyle karşılaşıyor.
Son olarak "İslami dönem" salonunu gezen
ziyaretçiler, sergilenen tarihi eserlerin yanı
sıra "Peygamberler Şehri Urfa"da insanların tek
tanrı inancı ve Nemrut ile mücadelesini anlatan 12
projeksiyon cihazından 4 duvara aynı görüntüyü veren
360 derecelik video gösterimini izleme şansı
yakalıyor.
"Türkiye'deki birçok müzeye öncülük
edecek"
Şanlıurfa
Müze Müdürü Müslüm Ercan, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 24 Mayıs'ta açılan müzeyi gezen
ziyaretçilerin, gerek yapıyı gerekse eserleri çok
beğendiklerini söyledi.
Müzede eserlerin kronolojik bir düzende
yerleştirildiğini belirten Ercan, bu sayede
insanların daha rahat dolaşma imkanı bulduklarını
ifade etti.
Müzeyi ziyaret edenlerin, eserlerin ait olduğu
dönemi daha iyi anlayabilmeleri için 20 canlandırma
yaptıklarına işaret eden Ercan, bu yönüyle de
kompleksin Türkiye'deki birçok müzeye öncülük
edeceğini kaydetti.
Anadolu Ajansı, Haber: Eşber Ayaydın, 09.06.2015
|
ORTAÇAĞ TOPLUMUNUN YİT(İRİL)EN BELLEĞİ: KAPADOKYA'DA
BİZANS SANATI VE MİMARİSİ
Kapadokya bölgesinin bu eşsiz Bizans mirası üzerinde
oturan bizlerin ne gibi sorumlukları var?
Roma'nın varisi Bizans, Ortadoğu'dan Anadolu ve
Balkanlar'a kadar uzanan alanda, kültürel
kimliğini doğu Hıristiyanlığıyla şekillendirerek
özgün eserler bırakmış ardından. Kapadokya, işte
böylesi geniş bir coğrafyanın tam da ortasında,
benzersiz jeolojik yapısı ve kara iklimi
sayesinde koruyarak günümüze dek yaşattığı
arkeolojik mirasıyla öne çıkıyor ve bu nedenle
19 yüzyıl sonlarından günümüze Bizans
uygarlığının izlerini süren çok sayıda bilim
insanı için bir çekim merkezi niteliğinde.
Bölgenin bilinen Ortaçağ yapıları, hakkında
yazılmış ciltler dolusu kitap ve yüzlerce
makaleye rağmen, tükenmez veriler sunuyor
araştırmacılara. Elbette bu zengin bilimsel
literatüre düzenli olarak eklenen yeni
buluntuları da unutmamak gerek.
Kavaklıdere Vadisi, Göreme
Burada sözünü ettiğimiz zengin mimari mirasın
neredeyse tamamını Kapadokya'nın farklı doğal yapısı
ve coğrafyasıyla bütünleşen kaya oyma yapılar
oluşturuyor, az sayıda duvar yapısı ve kilise
kalıntısını saymazsak eğer.

Zelve
Açık Hava Müzesi, Ortaçağ yerleşimi
Birçoğu duvar resimleriyle bezeli sayısız kaya
oyma kilise, manastır, yeraltı sığınağı (yeraltı
şehri), dini, askeri ya da sivil kaya yerleşim, sarp
volkanik doğanın organik bir parçası olarak
varlığını sürdürmüş günümüze değin. Bu maddi kültür
birikimi Akdeniz havasının başka bölgeleriyle
karşılaştırıldığında eşine az rastlanır yoğunlukta
Kapadokya'da. Örneğin sadece duvar resimleri
barındıran kilise sayısının, kısmen korunmuş da
olsa, ciddi envanter çalışması eksikliğine
rağmen altı yüz civarında olduğunu biliyoruz. Koruma
altındaki sit alanlarından ve açık hava müzelerinden
uzaklaşıp bilinen turistik rotaların dışına
çıkıldığında, vadilerin içlerinde ya da sarp
yamaçlarında, binlerce Bizans kalıntısı inatla ve
umutla ziyaretçisini bekliyor hala; doğanın, daha
çok da insanın acımasız tahribatına rağmen.

Tavşanlı Kilise, Ortahisar
"Kapadokya, Bizans tarihinin, kültürünün ve
sanatının az bilinen yönlerine ışık tutan eserlerle
dolu bir açık hava kütüphanesidir adeta."
Kapadokya, Bizans tarihinin, kültürünün ve
sanatının az bilinen yönlerine ışık tutan eserlerle
dolu bir açık hava kütüphanesidir adeta. Bölgedeki
Ortaçağ yapıları hakkında yazılı tarihi kaynak
(vakayiname ve benzeri) yok denecek azdır ve bu
noktada anıtların kendileri, topografyanın içinde
nasıl konumlandıkları, birbirleri arasındaki
ilgileşim, dini yapıların barındırdıkları duvar
resimleri, kitabeler, epigrafik veriler ve genel
olarak mimari özellikler yaratıldıkları dönem ve
sosyal bağlamın anlaşılması için doğrudan birer
tarihi belge niteliği kazanır. Bu nedenle,
Kapadokya'da Bizans yapılarının önemi sadece sanat
ve mimari alanıyla sınırlı değildir. Bu eserler bir
bütün olarak ele alındığında ve barındırdıkları
çoklu bilgi katmanları üzerinden irdelendiğinde altı
ile onüçüncü yüzyıllar arasında Bizans
imparatorluğunun tarihi sosyal ve kültürel yaşamına
dair kimi zaman yeni, kimi zaman de bilinenleri
tamamlayan şeyler anlatırlar bize.

Aziz
Kirykos'a ithaf yazıt, Gorgoli (Mustafapaşa)
Doğu Hıristiyanlığı öğretisini temellerinden ve
"Kilise'nin Babaları" olarak anılan piskoposlara ev
sahipliği yapar Kapadokya dördüncü yüzyılda. Bu
döneme ait yazılı kaynaklardan, bölgenin önemli dini
merkezlerinden Nazianzos, Nyssa, ve
Caesarea/Kayseri'de etkileyici taş mimari yapılar ve
sanat eserleri bulunduğunu öğreniyoruz ancak
bunların kalıntıları dahi günümüze ulaşmamıştır. En
eski duvar mimarisi örneklerinden beş ile yedinci
yüzyıllar arasına tarihlendirilen ve turistik
güzergahların dışında kalan Gelveri, Sivrihisar
yakınındaki Kızıl Kilise ya da Hasan Dağı
eteklerindeki kilise kalıntıları (Viranşehir
harabeleri, Süt Kilise vs.) halen ayakta olsa da,
geçtiğimiz yüzyılın başlarında Soğanlı Köyü'nde
oldukça iyi durumda fotoğraflanan Ak Kilise bugün
tamamen yok olmuştur.

Ak
Kilise, Soğanlı, Yirminci yüzyıl başları (foto
Guillaume de Jerphanion)

Kızıl
Kilise, Sivrihisar, Gelveri
Aynı döneme, yani altıncı yüzyıla ait çok sayıda
kaya oyma kiliseyse, Avanos, Ürgüp, Uçhisar
üçgeninin içindeki bölgede bulunuyor (Kızılçukur,
Güllüdere, Zelve vadileri, Eski Çavuşin Köyü, Göreme
ve Avanos çevresi). Bu yapılar, mimari formları ve
bezemeleri, barındırdıkları kitabeler altıncı
yüzyılda Kapadokya'da bilinen büyük yerleşimler
dışında, kırsal alanda da önemli bir sosyal dokunun
varlığına ve ciddi bir mimari ve kültürel faaliyete
işaret ediyor ve bölgede yaşamın sadece münzevi
hayat süren çileci keşişler ve manastırlardan ibaret
olmadığını gösteriyor. Konu edilen yapılar turizmin
hızla geliştiği bir bölgede yer alıyor ve Çavuşin
Vaftizci Yahya Bazilikası ya da Göreme Maçan'daki
Aziz Sergios Kilisesi'nde olduğu gibi imara açılmış
bölgelerin içinde kalıyorlar zamanla.

Aziz
Sergios Kilisesi, Göreme
"Duvar resimleri ve kitabeler, içerik ve harf
biçimleri Bizans'taki bu derin dini ve politik
krizin toplumu ve sanat üretimini nasıl etkilediğine
dair önemli bir tartışma alanı sağlar."
Kapadokya'daki eserler sekiz ila dokuzuncu
yüzyıllarda Bizans toplumu ve sanat üretimini
derinden etkileyen ve "ikona kırıcılık" olarak
bilinen resim karşıtı dönem hakkında da veriler
barındırır. Duvar resimleri ve kitabeler, içerik ve
harf biçimleri Bizans'taki bu derin dini ve politik
krizin toplumu ve sanat üretimini nasıl etkilediğine
dair önemli bir tartışma alanı sağlar. En son
bilimsel çalışmalarda, bezemeleri haç motifleriyle
sınırlı olan, ya da anıtsal haç bezemelerini sınırlı
sayıda figürlü betimle (aziz ve azizeler, İncil'den
ya da Eski Ahit'ten olaylar) birleştiren bu
kiliselerden bazılarının (Zelve Açık hava müzesi
dışındaki 1 no'lu kilise, Ürgüp yakınlarındaki
Kurtdere vadisinde bulunan mezar kiliseleri, Sinasos
yakınındaki Gomeda vadisinde bulunan Aziz Basilios
Kilisesi) önceleri düşünüldüğü gibi İkona Kırıcılık
döneminde değil de, hemen sonrasında dokuzuncu
yüzyılın ikinci yarısında resimlendikleri
önerilmektedir. Bu önemli yapılar da herhangi bir
koruma önlemi olmadan doğada tek başlarına inatla
Ortaçağ tarihinin az bilinen bir dönemi hakkındaki
bilgileri saklamaktadırlar bizler için.

Kurtdere Vadisi mezar kitabeleri, Ürgüp

Aziz
Basilios Kilisesi, Mustafapaşa
"Günümüzde bu yeraltı şehirlerinin bazıları
turizm sayesinde tekrar ortaya çıkartılmış olsa da,
bölgedeki bu karmaşık savunma sisteminin tarihsel
coğrafyası henüz araştırılmayı beklemektedir."
Bizans İmparatorluğu için ikona kırıcılık
hareketiyle tarihsel olarak örtüşen bir diğer
sorunlu dönem Arap akınlarıdır. Yedinci yüzyıldan
başlayarak İslam fetihleri imparatorluğun doğu
eyaletleri, Filistin, Suriye, Mezopotamya'yı zamanla
Bizans'ın elinden alır ancak Kilikya bölgesinin
ötesine geçmez. Sekizinci yüzyıl boyunca ve
dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında her yıl tekrar eden
Arap akınlarına karşı koymak için askeri anlamda
organize olan bir sınır bölgesi haline gelecektir
Kapadokya: ekonomik ve sosyal anlamda bir çöküş
yaşayacak, sanatsal üretim ise durma noktasına
gelecektir. Bu dönemde Kapadokya'daki geniş savunma
ağını irili ufaklı bir çok kale ve bugün yeraltı
şehri olarak tanımlanan sayısız yeraltı sığınağının
oluşturduğunu yazılı tarihi kaynaklardan biliyoruz.
Günümüzde bu yeraltı şehirlerinin bazıları turizm
sayesinde tekrar ortaya çıkartılmış olsa da,
bölgedeki bu karmaşık savunma sisteminin tarihsel
coğrafyası henüz araştırılmayı beklemektedir.

Sivrihisar Kalesi, Gelveri
Anıtların bölgenin tarihsel bağlamı hakkında bizi
aydınlattığı bir yer de Aksaray yakınlarındaki
Peristrema (Ihlara) Vadisi ve burada bulunan yoğun
maddi kültür öğeleridir. Yedinci yüzyıldan
başlayarak İslam fetihleri Bizans İmparatorluğunun
doğu eyaletlerinde, Mezopotamya, Suriye, Filistin'de
yaşayan Hıristiyanları ve özellikle keşişleri
Anadolu'nun içlerine doğru göçe zorlar. Ihlara
Vadisi'nde bulunan ve dokuzuncu yüzyıla tarihlenen
bazı kiliselerin duvar resimlerinin (Ağaç Altı
Kilise, Eğri Taş Kilise, Yılanlı Kilise, Kokar
Kilise, Pürenli Seki Kilise) özgün ikonografik ve
üslup özellikleri nedeniyle doğu eyaletlerinden
gelmiş farklı Hıristiyan grupların eseri olduğu
düşünülmektedir. Ne yazık ki benzersiz duvar
resimleriyle bezeli bu yapıların bazıları doğal
erozyon nedeniyle tamamen yok olma tehlikesi
altındadır.

Pürenli Seki Kilisesi, Ihlara

Ağaçaltı Kilise, Ihlara
Dokuzuncu yüzyılın ortasından itibaren Bizans
güçleri Arap akınlarını püskürterek imparatorluğun
doğu sınırlarını tekrar Suriye'ye doğru genişletir.
Onuncu yüzyılın başlarında ise Kapadokya eski
ekonomik ve sosyal canlılığını kazanır. Bu tekrar
dirilişin en önemli göstergesi kitabeleri sayesinde
onuncu yüzyıl başına tarihlenen duvar resimlerinin
bulunduğu çok sayıda kilisedir. Kimi apokrif, İncil
hikayelerini resmeden sahneler bir film şeridi
şeklinde kesintisiz kilise duvarlarını çepeçevre
sarıp sarmalar. Söz konusu resim programların Doğu
Hıristiyan sanatında da eşsizdir ve sadece üslup ve
ikonografi konularında sanat tarihçilerine çalışma
imkanı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda
yaratıldıkları dönemin dini, kültürel ve sosyal
ortamını bize en iyi açıklayan kaynak
niteliğindedirler. Bu kiliselerin önemli bir bölümü
Göreme Açık Hava Müzesi ve çevresinde koruma altında
bulunsa da (Eski Tokalı Kilise) bazıları turizm
faaliyetlerinin gelişmesiyle tahribata maruz
kalmışlardır (Göreme 3), birkaçı da bilinen turistik
rotaların dışında yer alır (Ortahisar yakınlarındaki
Tavşanlı Kilise, Sinasos/Mustafapaşa yakınındaki
Kutsal Havariler Kilisesi, Pancarlık Kilise,
İbrahimpaşa yakınlarında İçeridere Kilisesi)

Pancarlık Kilise, Mustafapaşa

Eski Tokalı Kilise, Göreme
Onbirinci yüzyıla gelindiğinde Kapadokya sanatı
ve mimarisinde belirgin bir merkeziyetçi etki
gözlenir. Göreme Karanlık Kilise ve Soğanlı Karabaş
kilisede olduğu gibi; ressamlar, Bizans'ın önemli
merkezlerinde yaygın sanat akımlarını yakından
tanıyan ve belki de buralarda çalışan sanatçılar,
baniler ise Konstantinopolis'le resmi ilişkileri
olan devlet memurları ya da yerel aristokrasinin
üyeleridir. Kapadokya'daki onbirinci yüzyıl duvar
resimleri Bizans sanatındaki gelişmeleri takip
edebileceğimiz nadir kaynaklardandır çünkü o dönemin
Konstantinopolis sanatından karşılaştırma
yapabileceğimiz örnekler arasında sadece birkaç el
yazması günümüze ulaşabilmiştir ancak.

Karanlık Kilise, Göreme (foto Murat Gülyaz)

Mikael Skepides, Karabaş Kilise Banisi, Soğanlı
Kaya oyma bir köy şeklinde düzenlenmiş farklı
yaşam alanlarından (odalar, bezemeli salonlar ve
onları birbirine bağlayan geçitler, kapı
mekanizmaları, mutfaklar, ocaklar vs.) ve zirai
işlevli mekanlardan (depolar, sarnıçlar, şaraphane
ve şırahaneler, değirmenler, su yolları, su
bentleri, ahırlar vs.) meydana gelen Kapadokya'daki
sivil mimari örnekleri özellikle on birinci yüzyıl
Bizans toplumu, günlük hayat ve sosyal hiyerarşi
konularında da değerli veriler barındırır. Akhisar
yakınındaki Çanlı Kilise yerleşimi, Gülşehir Açık
Saray yerleşimi ve Yeşilhisar yakınındaki Erdemli
yerleşimi yüzey araştırmalarına konu olmuş ve elde
edilen bilimsel sonuçlar Ortaçağ Kapadokya toplumu
ve günlük yaşamını daha iyi tanımamızı sağlamıştır.

Açık Saray yerleşimi, Gülşehir
Onbirinci yüzyılın ortasından başlayarak Anadolu
içlerine yayılan Türk akınları nedeniyle Kapadokya
sanatında bir tür yoksullaşma yaşanır. Hiç şüphesiz
yaklaşan tehlike nedeniyle bölgeden göç edenler
artmış ve bunlar arasında kaliteli ressamlar da
bulunmaktadır. Onikinci yüzyıla gelindiğinde ise
Kapadokya artık Bizans eyaleti olmaktan çıkmış
Selçuklu egemenliğine girmiştir. Ancak Selçuklu
hanedanının iç çekişmeleri ve başta Danişmendliler
olmak üzere Anadolu'daki diğer beyliklerle hakimiyet
kurma mücadelesi Kapadokya'yı ekonomik ve sosyal
kargaşanın ortasında bırakır, bölgede kalmış
Bizans'ın varisleri Ortodoks Hıristiyan
toplulukların sanat üretimi ise durma noktasında
gelir.

Azize Barbara Kilisesi, Göreme
Kapadokya Hıristiyan sanatındaki son uyanış on
üçüncü yüzyılın başlarında Selçukluların Konya
başkent olmak üzere bölgede hakimiyetlerini kabul
ettirmeleri ve düzen tesis etmeleri ile gerçekleşir.
Zengin mimari örnekler, duvar resimleri ve
kitabeler, Selçuklu toplumuyla bütünleşmiş Ortodoks
Hıristiyan uyruğun sosyal ve ekonomik gücünü
göstermekle kalmaz aynı zamanda o dönemde İznik'i
başkent edinmiş Bizans ile Selçuklular arasındaki
ekonomik, kültürel ve politik ilişkiler konusunda da
yeni veriler sağlar. Bu dönem yapılarından ve duvar
resimlerinden bazıları (Gülşehir yakınında Karşı
Kilise ve Tatlarin Kiliseleri) konservasyon ve
restorasyon çalışmalarıyla koruma altına alınmış
olsa da bir çoğu doğal bozulma ve insan tahribatı
nedeniyle halen yok olma tehdidiyle karşı karşıyadır
(Gülşehir'in Yüksekli Köyündeki kiliseler, Cemil
Köyündeki Başmelek Mikael Manastırı Kilisesi,
Yeşilhisar'a bağlı Güzelöz'deki Aziz Georgios
Kilisesi).

Karşı Kilise, Gülşehir

Tatlarin Kilisesi, Tatlarin Köyü (Acıgöl)
Onüçüncü yüzyıl sonlarından sonra Yunanca konuşan
Ortodoks Hıristiyan topluluklar Kapadokya'yı mesken
tutmaya devam etmişler ancak geride herhangi bir iz
bırakmamışlardır. Böylece onbeşinci yüzyılın
ortasında Bizans'ın tarih sahnesinden kalkmasıyla
ardında bıraktığı maddi kültür öğeleri Anadolu
topraklarından yavaş ancak belirgin bir şekilde
silinecek ya da yeni egemen uygarlığın kültürel ve
dini kimliğiyle dönüşerek başka biçimlere
bürünecektir. İşte bu noktada, Kapadokya'nın özgün
doğal yapısı ve coğrafyasının organik bir parçası
olması sayesinde günümüze aktarılan Bizans
anıtlarının ne anlama geldiğini daha dürüstçe
sorgulamamız gerekiyor.
Kapadokya bölgesinin bu eşsiz Bizans mirası
üzerinde oturan bizlerin ne gibi sorumlukları var?
T.C. Kültür Bakanlığı ve Nevşehir Müzesinin
çabalarıyla tarihi sit alanı kapsamına alınarak
korunan ve restore edilen bir çok eser var (Tokalı
Kilise, Karanlık Kilise, El Nazar Kilisesi, Karşi
Kilise, Tatlarin Kiliseleri, Şahinefendi
Kırkşehitler Kilisesi) ancak bazen ağaçlara bakarken
ormanı gözden kaçırmak da mümkün, çünkü en az bu
eserler kadar önemli diğer birçok anıt ve yapı grubu
da kaderlerine terk edilmiş durumda.
Aslında kültürümüzün bir parçası gibi gözükmeyen
ancak yaşadığımız toprağın tarihi belleği olan bu
anıtları nasıl ve ne oranda korumamız beklenebilir?
Aslında korumayla birlikte hatta korumanın da
ötesinde Kapadokya'daki Bizans mirasının
araştırılacağı bir bilimsel kuruma ya da enstitüye
ihtiyaç var belki de. Zengin bilimsel literatüre
rağmen bizim Kapadokya'dan öğrenecek çok şeyimiz
Kapadokya'nın da bize öğreteceği çok şey var hala.
Arkitera, Yazı: Tolga Uyar, 09.06.2015
******
DÜNYANIN EN BÜYÜK VE EN AZ ÜÇ BİN YILLIK YERALTI
ŞEHRİ NASIL OLUR DA 3. DERECEDEN SİT ALANI İLAN
EDİLİR?
Süper Kent Kapadokya
dosyası kapsamında bölgenin isyankar
korumacılarından aktivist Mükremin Tokmak ile
Kapadokya'nın sorunlarını konuştuk.
Mükremin Tokmak Kapadokya bölgesinde "isyankar
korumacı" olarak biliniyor. Kapadokya'daki tüm
değişimi gözler önüne serme potansiyeline sahip
arşiviyle Tokmak, aslen Avanoslu. Aynı zamanda
tarihi dokudaki bozulmalara karşı sadece duyarlı
olmakla kalmayıp; arşivini herkesle paylaşıyor,
eylemlere katılıyor, sorumlulara davalar açıyor,
kısacası taşın altına elini koyuyor.
Aslı Özbay eşliğinde yaptığımız sohbette eski
zamanlardan bu yana Kapadokya bölgesinin sorunlarına
değindik ve bu sorunların karşısında nasıl bir
dayanışma sergileneceğini konuştuk. Şu sıralar
Nevşehir'de dünyanın en büyük yer altı şehrinin
ortaya çıktığı yerleşim bölgesindeki talana, "öz"
diye nitelendirilen tarım alanına yapımı devam eden
Dini İlimler Merkezi'nin eklemlenmesiyle yok
edilmeye çalışılan kentsel dokuyu korumanın
yöntemlerini araştıran Mükremin Tokmak'ın sözlerine
kulak verelim.
"Ne yazık ki, ilgililerin bilgisiz, bilgililerin
ilgisiz olduğu bir bölge burası."
Kapadokya'nın korumacılarından olarak kendinizden ve
bölgenin sizce en önemli sorunlarından bahseder
misiniz?
Mükremin Tokmak: Ankara'da
doğdum ama burada büyüdüm, Avanoslu'yum. İçine
doğduğum bir tarih var burada. Eski evimiz de,
dedemin evi de önü kemerli, arkası mağaralı evlerdi.
Burayı sadece Avanoslu olduğum ya da mimari dokusu
nedeniyle sevmiyorum; burada bir tarihsel düğüm var
ve çok derin. 3-5 yıllığı bırak, 3-5 bin yıllık bir
geçmiş bile değil, daha eski; ta Paleolitik çağlara
giden bir tarihten söz ediyoruz. Belki 10 binden 100
bin yıl öncesine giden izler bulduk buralarda. Bu
nedenle seviyorum.
Ama ne yazık ki, ilgililerin bilgisiz,
bilgililerin ilgisiz olduğu bir bölge burası.
Kapadokya bölgesinde farkındalığa sahip olanların
oranı maalesef sadece yüzde altı. Turizm gibi bir
mefhum var; olmazsa olmaz, ama bununla birlikte
ciddi bir yıpranma da mevcut. Tarihi kentleri sit
alanı ilan etmek yerine afet bölgesi ilan eden
devlet politikaları var.
1965-70 yılları arasında Avanos'ta ırmağın öbür
tarafında yer alan tarım arazilerini imara açtılar
örneğin. Kapadokya'nın en güzel, en verimli
arazileriydi burası. Binlerce ev yaptılar, betona
boğdular orayı. Devletin göç ettirme, sistemin içine
sokma, standartlaştırma politikasıydı. Sonuçta
insanlar mekanla birlikte gelişir, dönüşür.
Yaşayarak, deneyimleyerek öğrendim, yapıların
insanlar üzerinde çok ciddi bir etkisi var.
Benim kaygım bu politikaların devam edecek
olması. Hemen ileride, Başköy(Potamya),
Güzelöz(Mavrucan) gibi 2000 yıldır kesintisiz
yaşayan köyler var. Bugün orası da afet bölgesi ilan
edildi. İnsanlar köylerden sürüldü. Prefabriklerde
yaşıyor şimdilik.

Başköy,
Kapadokya
"Arsa nereden yaratılır? Ya
orman ya da tarihi alanların yağmalanması ile."
Evet, Başköy'de kaya düşüyor diye tüm köyü afet
bölgesi ilan etmişler. Ama, köyün boşaltılıp
herkesin başka bir alana taşınması mı gerekir, başka
bir yol bulunamaz mı?
Önlem alınabilir bence. Bugün teknoloji inanılmaz
noktalara geldi, çözüm bulmayı istemek gerek.
Buradaki sıkıntı şu; her şeyi zaman ve insanın
keyfiyetine teslim ediyorsun. Farkındalığı bu kadar
düşük olan bir bölgede, bu gibi problemleri zamana
ve keyfiyete bırakırsan, burası yarına çıkmaz.
Saldırgan ve tüketen bir dönemdeyiz Kapadokya için.
O taşları, kayaları, eski evlerin parçalarını söküp
söküp götürecekler. Böyle giderse 10 yıla çıkmaz
diyorum ben. Benim kaygım bu. Bu bilmez halimle bana
izin versinler o kayaları orada tutar bir çakıltaşı
bile düşürmem oradan niyet önemli burada, tarihi
sevmek ve korumak fikrinin gücü önemli.
Niye bu kadar heyecanlıyım, niye hızlı
davranıyorum? Çünkü, insana güvenmiyorum. Özellikle
elinde imkan ve yetki olan devlete asla
güvenmiyorum. Devlet iki yüzlüdür. Bir tanesi
sempatik görünür ama öteki gerçekten vahşi ve
milliyetçidir. Sonuçta bu bölgenin din ile alakalı
bir geçmişi var. Bundan hala rahatsız olan bir
taraf, yıkmak isteyen bir zihniyet var devlette.
Aynı zamanda son 15 yıldır korkunç bir yağma
meselesi ve ranta yöneliş var. Bu 2B yasaları ile
beraber AK Parti eski bakanlarından biri demişti ki
"Biz yasayı çıkarttık, iş artık belediye
başkanlarımıza kaldı. Arsalarını yaratabilirler."
Arsa nereden yaratılır? Ya orman ya da tarihi
alanların yağmalanması ile.
Ya da tarım alanlarından...
Aynen. Bunlar insanların yaşam alanı, tarihi,
doğası, dokusu. Vahşi kapitalist sermayenin bir
saldırısıdır bu. Böyle bir yağmaya açık hale
getirildi bu ülke ve son hızla da devam ediyor.
Bunların en son noktası da işte kentsel dönüşümler.
Nevşehir'deki son talan da bunun bir sonucu.
Üniversitenin arkeoloji bölümünden ne bir profesör,
ne bir doçent hiçbir öğretim görevlisi ağzını
açmadı. Müze Müdürlüğü var mesela orada, İl Kültür
Müdürlüğü, Koruma Kurulu var. Kimse tek laf etmedi.
Belediyenin asli görevi nedir? Tarihini, kentini
korumak, kültür mirasını geleceğe aktarmak. Ama
zaten onlar da yağmacı. Kısacası bu yağmaya göz
yuman, gücün karşısında itaat eden bir memurlar
silsilesi var karşımızda. Bu böyle bir sorun.
Farkındalığın az olmasından şikayetçisiniz genel
olarak. Ama daha önce Uçhisar'daki oteller ile
ilgili insanlar bir araya gelmişti. Eğer insanlar
bazı konularda fikir birliğine varabiliyorsa neden
şimdi olmuyor? Farkındalığı arttırmak veya sürekli
hale getirmek için neler yapılmalı sizce? Bir de
bütün suçu devlet mekanizmasına yüklemek doğru mu?
Sonuçta bu duyarlılığı paylaşıyormuş gibi görünüp,
aslında çaba göstermeyen, hatta tarla sürmek yerine
oraların imara açılmasını bekleyen, torunlarına
daire bırakmak için apartmanlar isteyenlerin hiç mi
suçu yok? Afet alanı ilan eden gerçekten devlet mi,
yoksa o devleti destekleyen yerli halk mı? Onları
bilinçlendirmek için neler yapıldı, neler
yapılabilir?
Sorun yine bence farkındalığa gelip oturuyor. O
köylünün toprakla ilişki kurması lazım. Sadece
karnını doyuran bir ilişkiden bahsetmiyorum. O
mirası koruma ve aktarma konusunda duygusal bir
bağdan söz ediyorum. Bu da biz sivillerin değil,
devletin işi. Eğitim yoluyla insanların bu bilinç
düzeyine çıkartılması gerekiyor.
Avanos'u örnek alalım: Bu mahallelerde, bu harabe
evlerin hepsinde bir hayat vardı. Cıvıl cıvıl
insanların yaşadığı, ortak yaşamların olduğu bir
kültür. Sonra ne oldu? Hepsi ırmağın karşısına
geçtiler. Peki neydi o zamanki slogan: Modern
Türkiye, Modern Aile'ydi. İşte böyle böyle
modernleştik. Götürdük, kibrit kutusu gibi evlerin
içine soktuk o insanları. Değişim sadece fiziksel
mekan değişimi ile olmaz. Önce eğitimle başlaması
gerekiyor.


Avanos
tarım arazilerinde yeni konut bölgesi
Evini bırakıp giden insanlardan geri dönmek isteyen
olmuyor mu peki?
Politik bir dille cevaplayayım bunu: Biz hala bu
ülkeyi fethediyoruz. Bu fetih duygusu başka bir şey
değil. Bağlı hissetmiyorsun, kökünün burda olduğunu
düşünmüyorsun. Bak kentlere, bana Bursa dışında
Türkler'in kurduğu bir kent göster. Hep Ermeniler,
hep Rumlar, hep Süryaniler...
1071'den beri gelen Türkmenler ne yaptılar peki,
yerleşmediler mi?
Göçebe bir halktı, kerpiçten evler yaptılar.
Kentleri kuranlar hep diğerleri oldu.
"Nevşehir'in altı yerinde koca koca pankartlar
vardı: 'Nevşehir'in gelişmesine engel sit alanları
kaldırılsın'. İmza, Sanayi ve Ticaret Odası."
Katkıları olmadı diyorsunuz o zaman?
Askeri anlamda, devlet anlamında katkıları oldu.
Osmanlı'nın sloganlarından biri "dört dönüm bostan,
yan gel yat Osman"dı. Kitleleri bir yerde tutmak,
özellikle Müslüman ahaliyi vergiye bağlamak ve asker
almak için kullanırlardı. Çünkü ya savaşa
gidecekler, ya da bulunduğu yerde kalacaklardı,
yasaktı. Etrafları askeriyeyle zapturapt altına
alınmış aşiretler, kabileler olarak yaşarlardı.
Osmanlı, göçebe Türkmenler'den çok çekti.
Yerleşmediler hiçbir zaman. Viyana'nın kapıları
açılsaydı, kalmazdı hiçbiri bu topraklarda. Bugün
Almanya, Avrupa Birliği açsın kapılarını, herkes
gider, bir ben gitmem.
İnsan karakter olarak da hegemonik bir canlı.
Doğada insandan başka hükmetme duygusu olan hayvan
var mı? Bir biz varız, hükmetmek, her şeyi kendi
keyfiyetimize göre dizayn etmek istiyoruz. Kural
koyuyoruz, sonra o kurallara da uymuyoruz. Şimdi,
benim gibi 1980 öncesinde devrim yapmak üzere yola
çıkmış bir adam bugün diyor ki "kurallara, kanunlara
uyun bari". Korkunç bir değişimden, dönüşümden
geçtik. Ama böyle deyince sermaye düşmanı oluyorsun,
gelişmenin önündeki engel oluyorsun. Hasan Ünver
diyor ki: "Bunlar hain, gelişmenin önündeki
engeller". Nevşehir'in altı yerinde koca koca
pankartlar vardı: "Nevşehir'in gelişmesine engel SİT
alanları kaldırılsın". İmza, Sanayi ve Ticaret
Odası.
Nevşehir'de yaşananlara da daha detaylı değinmek
lazım aslında. Kapadokya denince sadece ulaşımda bir
geçiş noktası olarak ele alınan Nevşehir, aslında
sahip olduğu benzer mimari ve coğrafi yapısıyla
turizm açısından değerli bir bölge, ya da bölgeydi.
Oradaki değişim ve dönüşümleri tartışmak,
yaşanacakları öngörmek ve kaderini belirlemek
açısından faydalı olacaktır. Nevşehir'den bahseder
misiniz biraz? Nasıl bir kenttir Nevşehir ve kentsel
dönüşümle başlayan süreç nelere yol açtı?
Nevşehir sonradan bir kenttir, 1954'te il
olmuştur. Kırşehir'de Demokrat Parti'ye oy çıkmadığı
için Menderes sinirlenmiş, Kırşehir'i ilçe yapmış,
Nevşehir'İ il yapıp, Kırşehir'i de Nevşehir'e
bağlamıştır. Yani politik bir karar. 1716'lara kadar
Nevşehir Muşkara denilen, 17 haneli bir mezra,
köydü. 1718'de Nevşehirli Damat İbrahim Paşa
sadrazam olduğunda vefa borcunu ödemek üzere bu köyü
imara açtı. Şehirleşme için belli bir bütçe
oluşturdu, kanunname hazırladı ve davullarla
duyurttu: "Her kim gelir Muşkara'da yaşamaya
başlarsa, 5 yıl vergiden muaf olacak." Nevşehir'in
kurulma fermanlarında böyle yazıyor.
Böylece, bir fermanlar zinciriyle insanlar buraya
yerleştirildi. Ev arsası, iş yeri arsası, bağ bahçe,
hepsi verildi. Tek bir şart konuldu, gelen buradan
ayırlamaz. Ancak izin çıkarsa İstanbul'a ya da başka
bir şehre göçebilir. Bu kadar avantajın karşısında
sadece bir şart. Amaç bir nüfus barındırmak ve
üretim yapılması. Bu çağrıya ağırlıklı olarak
Rumlar, sonra bir mahalle Ermeniler karşılık verdi,
yani 9600 kadar gayri müslim bu bölgeye yerleşti.
Dengesiz bir dağılım olmasın diye de Damat İbrahim
Paşa'nın karısının Antep'te yaşayan zengin
akrabalarından iki aşireti buraya getirdiler. Biri
tarımla uğraşırken, biri zanaatle uğraşsın, ticaret
yapsın diye. Sonra işte, yıllar sonra 1915'te
Ermeniler tehcirle çıkartılıyor, Kasaplar Çarşısı
dediğimiz o mahalleden. 1923'te de Büyük Mübadele
yapılınca tüm Rumlar o mahallelerden gönderiliyor.
İşte arda kalan Antepli iki aşirettir. Bu nedenle
buralarda yaşayanlarla Nevşehir'de yaşayanlar
farklıdır. Kültürümüz, algımız farklı.

Nevşehir'de keşfedilen dünyanın en büyük yeraltı
şehri
"Nevşehir Koruma Kurulu tahminen 3
bin yıllık bu yer altı kentini 3. dereceden sit
alanı ilan etti. 1. dereceden SİT alanı olması için
kaç yıllık olması gerekiyor?"
Sadece Nevşehir'den değil, Kapadokya bölgesinden
büyük bir gayri müslim nüfusu gitti. Geride kalanlar
nasıl paylaşıldı?
Toplam 1 milyon 200 bin Rum nüfus gittiyse, 300
bini bizim buradan gitti. Paylaşım dediğin ise,
yağmayla oldu tabii. Kayaköy'deki, Ege'deki
hikayeler neyse, burada da aynısı yaşandı. Şurada
işte Mustafapaşa Köyü var, Sinasos eski adı.
Mustafapaşa, İsmailpaşa, Taşkınpaşa, tüm paşalara
bahşedildi bu yerler. Araziler, evler, mülkler,
konaklar... Muhacirlere dağın başında arsalar
verildi işte.
Ama merkezden uzak düştüğü için Kapadokya farklı.
Turizmle birlikte göz önünde olan bir yer.
Nevşehir'de bugün belediye başkanı koca bir kentin
üstünü yıktı, altından çıkan şey dünyanın en büyük
yer altı şehri! Şimdi de büyük puntolarla bu bilgiyi
yaymaya, oradan rant çıkarmaya çalışıyorlar.
Nevşehir Koruma Kurulu da tahminen 3 bin yıllık bu
yer altı kentini 3. dereceden sit alanı ilan ediyor.
Nasıl bir şeydir bu? 1. dereceden SİT alanı olması
için kaç yıllık olması gerekiyor?
İktidar oyunu bunlar. Ranta açık olmasını
istiyor. Diyor ki; AVM, butik oteller, yürüyüş
alanları, dükkanlar olsun. Yukarıda yıktığı alanda
artık villa yapamayacağı için, o rantı mağaraları
kullanarak elde etme peşinde.

Nevşehir Kale çevresinin zamanla dönüşümü

Nevşehir'deki eski Rum mahallesi Kentsel Dönüşüm
nedeniyle yok edildi, altından yer altı şehri çıktı
Bu da yetmiyor tabii, şimdi de gözünü bizim "öz"
dediğimiz tepenin aşağısında kalan tarım alanlarına
dikti. Nevşehir'in bir ucundan ta Göre Kasabası'na
kadar neredeyse 5 km uzunluğunda, 497 bin m2 o
alana, 7 bini yeşil 490 bini kapalı olmak üzere bir
proje geliştirdiler: Dini İlimler Merkezi. İlahiyat
Fakültesi, İmam Hatip Lisesi, Dini İlimler Araştırma
Merkezi, beş bin kişilik cami, müştemilatları vs...
Nevşehir'in ciğeri Hem eski Nevşehir'i mahvediyor,
hem de bunun önüne bilmem kaç metrekarelik bir tesis
yapıyor.
Temelleri atıldı, ama daha başlamadı inşaat,
belki de durdurmak için son şansımız.


Nevşehir'de tarım arazisinde temelleri atılan dini
tesis
Peki bu duyarlılığı harekete geçirmenin, bir
arada davranmanın kültürünü oluşturmanın, koruma
bilincini Uçhisar'daki gibi bir uzlaşı konusu haline
getirmenin bir yolu var mı?
Uçhisar bir saman alevi gibiydi. Geldi, yükseldi
ve geçti. Kapadokya Bölgesi'nde tabii ki örgütlü
yapılar da var, ama onlar da kendi çıkarları
peşinde. Örneğin bence Kapadokya bölgesinin
rehberleri tarihsel, coğrafi her tür bilgiye sahip,
en duyarlı olması gereken insanlar. Ama turizmden
beslendikleri için, gözlerinin birini kapatıyorlar.
Ama eğer bu bir eğitim meselesiyse, bu kadar
bilgiyle yoğrulmuş insanlar böyle yapması umutsuz
bir durum oluşturur. Sonuçta buranın korunmaması
herkes gibi onların da işini bozar.
Evet, ben de onu söylüyorum. Neden seslerini
çıkarmıyorlar? Her gün Ihlara'ya gidiyorlar, orada
Bakanlık eliyle inşaatlar başladı. Kafedir,
dükkandır, özel şirketlere peşkeş çekiliyor. Bu
kadar rehber gidip geliyor, bir tanesi bile bir
yerde bundan bahsetmiyor. Ben okurum, yazarım, merak
ederim. Bir Rehberler Odası Yönetim Kurulu Üyesi
arkadaşım Cihan'ın yazısı var bununla ilgili, başka
yok. Kimsenin sesi çıkmıyor.
Bu sadece rant ile ilgili bir mevzu mu peki?
Siyaseten güce tamah etmek ile ilgili. Güç
karşısında ses çıkartmamak ile ilgili. Biz genelde,
her şey bittikten sonra kavgaya tutuşuruz, olay
başlamadan önce müdahale etmeyiz. Bundan bence.
"Bu ülkede örgüt zaten tehlikeli bir kavramdır
ama örgütlü bir şekilde tepkini gösterebilirsen,
taşları yerinden oynatabilirsin."
Peki bu bizim doğru iletişim kuramamızla ilgili
olabilir mi? Yani belki de gerekli çabayı ve
çalışkanlığı gösteremediğimizdendir. Bizim de
örgütlenmeyle ilgili bir sıkıntımız yok mu?
Kesinlikle. Ama unutmamak lazım, bu ülkede örgüt
zaten tehlikeli bir kavramdır ama örgütlü bir
şekilde tepkini gösterebilirsen, taşları yerinden
oynatabilirsin. Ben örgütlülüğe inanan bir insanım.
Şöyle bir şey anlatayım: Ben bundan 4-5 yıl önce
Kale Mahallesi'nde kentsel dönüşüm başlıyor diye
Nevşehir'e gitmiştik. Başkan yardımcılarından
biriyle görüştük. Dedik ki; "Kapadokya'yla
özdeşleşen bir yer burası, yıkmayın. Böylece
Kapadokya'daki turizmden pay alabilirsiniz."
Tarihini, dokusunu, kimliğini anlattık başkan
yardımcısına, hiç konuşmadı. En son "Siz benim
başıma bela mısınız? Hemen şuradan kalkın gidin"
dedi. Normalde , karşılıklı sözler söylenir, sesler
yükselir, herkes gerilir. Hiç böyle bir şey
yaşanmadı, direkt bizi tehdit etti ve zabıtalarla
salondan dışarı attırdı. Bu duyarsızlıktır,
ilgisizliktir.
HES'ler yapılıyor biliyorsunuz. Bu konuyla ilgili
valiye gittik yine 3-4 sene önce. Kızılırmak
üzerinde şu anda tam 9 tane HES var, bu sayıyı 22'ye
çıkaracaklar. Projeler belli, her birinin ayrı ayrı
ÇED raporları var. Erinmedim, 5-6 tanesini okudum.
Noktası virgülüne, parantez içinde yazan değerlerine
tüm metinler bire bir aynı, değişmiyor. Bitki
örtüsü, hayvan yapısı, nemi, vs... Kopyalayıp
yapıştırmışlar, altlarındaki firma isimleri ve
imzalar farklı sadece. Kale Mahallesi için de ÇED
istememişlerdi örneğin.
Ya da Himmetdede'deki altın madenini ele
alabiliriz. Siyanürsüz altın elde edeceğiz dediler
ama siyanür zehirlenmeleri başlayalı çok oldu. Kuş
ölümleri, hayvan zehirlenmeleri inanılmaz derecede
arttı, çalışan işçilerin yüz ve ellerinde döküntüler
oluştu. Tabii ki toprağa da karıştığı düşünülüyor.
Sonuçta en yakın köye sadece 6 km uzaklıkta. Bu
havza derelerle ırmağa bağlı. Güçlü bir yağmur
yağsa, siyanür tüm Kızılırmak havzasına yayılacak.
Ve Nevşehir Borsalar Birliği Başkanı diyor ki; "
Kalaba ve Himmetdede arasındaki bölgede siyanür
seviyesi korkulacak dereceye yükselmedi hala". Neyi
bekliyorlar?
Kısacası; herkesin bir araya gelmesi, bir ucundan
tutması gerekiyor. Bir örgütlülük gerekiyor.
Bu güzel ve verimli sohbet için teşekkür ederim.
Arkitera, Haber: İLknur Sudaş, 11.06.2015
|
SEYİTÖMER 'HÖYÜK KAZISI'NA ÖDÜL
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ)
Fen-Edebiyat Fakültesi
arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Nejat Bilgen
başkanlığında yürütülen Seyitömer Höyük kazıları,
bir dergi tarafından ödüllendirildi.
Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Anıl İça,
Dekan Yardımcı Yrd. Doç.Dr. Burcu Çetin, Kütahya
Ticaret Odası yetkilileri ve Kütahya’nın ileri gelen
isimlerinin katıldığı tören Fen-Edebiyat Fakültesi
Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.
Törende Arkeoloji ve Sanat Dergisi Genel Yayın
Yönetmeni Nezih Başgelen tarafından Prof.Dr. Nejat
Bilgen ve Seyitömer Höyük Kazısı’na ’2014 Yılı
Başarılı Projesi Onur Ödülü’ verildi.
Prof.Dr. Bilgen aldığı ödül sonrası, “Bu ödül bizim
için çok kıymetli, bu ödülü tüm kazı ekibim ve
öğrencilerim adına alıyorum” dedi.
Ödül töreninin ardından Nezih Başgelen, ’Dicle’den
Meriç’e Yeni Kazıların Bulguları Işığında,
Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu’ konferansı ile
katılımcıların Anadolu’nun tarihi yakından
tanımasını sağladı.
Milliyet, 09.06.2015
|
TARİHE IŞIK OLACAK KAZILAR ONAYA TAKILDI
İzmir’in
tarihini gün ışığına çıkaran, kent kültürüne ve
turizme büyük katkı sağlayan arkeolojik kazılar,
bakanlık sponsor sözleşmesi onayına takıldı. 6 aydır
maaş alamayan arkeologlar bu durumdan olumsuz
etkilendi, kazı başlamadığı için işşiz kalanlar
oldu.

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin ana sponsor
olduğu Agora, Antik Tiyatro, Yeşilova, Foça,
Altınpark, Bayraklı kazılarına, İzmir Ticaret Odası
ve kazıların yapıldığı ilçelerin belediyeleri destek
veriyor. Sponsorluk anlaşması ise her yıl Kültür ve
Turizim Bakanlığı tarafından yenileniyor. Bakanlığın
ayırdığı bütçe ile kazılar en fazla üç ay
sürebiliyor. Sponsor desteği olmadan ise kazıların
devam etmesi imkansız hale geliyor. Manisa'da
sponsorluk anlaşması bakanlıkça onaylanırken, İzmir
kazıları ile ilgili protokolün imzalanmaması
eleştiriliyor.
DHA'nın haberine göre, İzmirliler kazıların
durmasının kent kültürünün ve turizminin gelişmesine
balta vurduğunu belirterek, "Kentin 6 ayı boşa
gitti. Anlaşmazlık varsa bir an önce çözülmeli.
Kentin kültürü ile ilgili çalışmalarda bu tür
pürüzler yaşanmamalı. İzmir bir turizm kenti. Turist
kentin tarihini görmek için geliyor. Ne kadar çok
eser ortaya çıkarsa o kadar çok turist gelir"
sözleriyle tepki gösteriyor.
Kadifekale eteklerinde eski temaşalık ve dana
meydanı olarak da bilinen Kubilay Mahallesi
sınırları içinde kalan antik tiyatro çevresinde
oturan vatandaşlar da tiyatronun bir an önce ortaya
çıkarılmasını bekliyor. Kubilay Mahallesi Muhtarı
Ünal Kalfa, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin
milyonlarca TL'lik katkıları ile kamulaştırma bedeli
ödeyerek antik tilyatronun açılması için çok büyük
yatırımlar yaptığını belirterek, "Bu destekten en
fazla antik tiyatro çevremizdeki mahallemiz değil
tüm İzmir faydalanacak. Mahallemize daha şimdiden
Japonya'dan ve Avrupa'dan antik tiyatroyu merak eden
turistler ziyarete geliyor. Bir an önce kazıların
başlamasını temenni ediyoruz" dedi
Yapı, 09.06.2015
|
DİYARBAKIR'DA GEÇMİŞ ONARILIYOR

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından
restore edilerek, hizmete açılan Cemil Paşa Konağı
Kent Müzesi’nde sergilenen ve sergilenecek tüm
envanterler büyük özenle toplanmaya, arşivlenmeye ve
onarılmaya devam ediyor.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nce, geçtiğimiz
hafta hizmete açılan Cemil Paşa Konağı Kent
Müzesi’nde, kentin kültür varlıklarını arşivleme ve
toplama süreci büyük özenle devam ediyor. Toplanan
eserler, titiz ve yorucu bir laboratuvar sürecinden
sonra sergilenmeye uygun hale getiriliyor. Müze
bünyesinde açılan laboratuvarda büyük bir eksiği
tamamlamış oluyor. Kent müzesinde sergilenen bütün
materyaller restoratör Aysel Aksüt’ün elinden
geçiyor. Profesyonel olarak 15 yıldan beri
Türkiye’nin birçok müzesinde tarihi obje ve eserleri
aslına uygun bir şeklide onaran ve korumasını
sağlayan Aysek Aksüt, Cemil Paşa Konağı Diyarbakır
Kent Müzesi’nin laboratuvarında, yüzyıllardır saklı
kalmış tarihi belge ve envanteri onarıp gün yüzüne
çıkarıyor.
1998’de mezun olduktan sonra, Topkapı Sarayı merkez
laboratuvarı
Harem Dairesi ve
Ayasofya Müzesi taban mozaikleri
restorasyonunda üç yıl çalışan, ardından Zeugma
kazılarına katılan Aksüt, Zeugma’yı hayatının dönüm
noktası olarak tanımladı. Zeugma kazısında dört yıl
boyunca İtalyan bir ekiple çalıştığını anlatan
Aksüt, “Bu alanla hem onarım hem korumaya dair
gerekli eğitimimi orada aldım. Orası benim için çok
iyi bir okul oldu. Yabancı ekiplerle çalışmaya
başlayınca aslında üniversitede hiç bir şey
öğrenemediğimizi anladım” dedi.
“BİN 500 ENVANTER VAR”
Diyarbakır Kent Müzesi’ne gelen tarihi malzemenin
bir bölümünün yurttaşlar tarafından hibe edildiğini
bir bölümünü ise belediyenin satın alma yoluyla
temin ettiğini belirten Aksüt, Diyarbakır’ın
kültürüne ait her türlü malzemeyi kabul ettiklerini,
çoğu Cemil Paşa ailesine ait olmak üzere şu an
kayıtlı bin 500 envanterin olduğunu söyledi. Aksüt,
“Ellerindeki tarihi malzemeyi bağışlama ya da
satmaları konusunda insanları ikna etmeye
çalışıyoruz. Başta tedirgin oluyorlar, malzemeyi
koruyamayacağımızı düşünüyorlar, ama buraya gelip
gördükten sonra rahatlıyorlar” diye konuştu.
“KENT MÜZELERİ DİYARBAKIR’I ÖRNEK ALMALI”
Bu tür laboratuvarların kurulmasının kültür
varlıklarının korunması için çok önemli olduğunu
ifade eden Aksüt, Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi’nin bu laboratuvarı açarak bir ilke imza
attığını dile getirdi. Aksüt, sözlerini şöyle
sürdürdü:
“Umarım Türkiye’deki diğer kent müzeleri
Diyarbakır’ı örnek alır. Tarihi eserleri görmek
gelecek nesillerin de hakkı. Bu yüzden onları
korumamız gerekiyor. Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi de bu konuda çok değerli bir işe öncülük
etti. Umuyorum diğer şehirlere örnek olur.”
Milliyet, 09.06.2015
|
SELAHATTİN BEYAZIT'A AİT MONHEİM YALISI İCRADAN
SATILACAK

Galatasaray Kulübü eski başkanı işadamı
Selahattin Beyazıt’a ait yalı icradan satışa
çıkarıldı. Prenses İkbal Monheim Yalısı
(Neslişah Sultan Yalısı) için belirlenen bedel
80 milyon 873 bin lira. Yalının icradan satışını
ise Tekstilbank’ın istediği öğrenildi. İcradan
satış ihalesinin ilki 11 Ağustos'ta yapılacak.
Üsküdar Kandilli
Mahallesi’nde bulunan Monheim Yalısı’nın icradan
satışı
İstanbul Anadolu İcra Müdürlüğü’nde
yapılacak. Yalı için belirlenen bedel 80 milyon
873 bin lira. İlk ihale 18 Ağustos’ta yapılacak.
İlk ihalede alıcı çıkmaması durumunda 11 Eylül
günü ihale yenilenecek.
Tekstilbank’ın,
alacağına karşılık, satışa çıkardığı Monheim Yalısı
daha önce de satışa çıkarılmış ancak, değerinin
altında satışa çıkarıldığı için itiraza konu
olmuştu. Yalı daha önce 40 milyon 811 bin liraya
satılmıştı.
Yapılan itiraz doğrultusunda hazırlanan bilirkişi
raporları ile yalının değeri yeniden belirlendi.
Yeniden hazırlanan rapor sonrası yalının değeri de
arttı.
2 dönüme yakın bir
alan üzerine kurulu yalı bahçesi için “Bitki
cenneti” ifadesi kullanılıyor. Yalının bahçesindeki
bitkilerin değeri 1 milyon 304 bin lira olarak
belirlendi. Söz konusu bitkiler arasında fıstık çamı
için 290 bin liralık bir bedel belirlendi.
İcradan satışa konulan Prenses İkbal Monheim
Yalısı 1971-72 yıllarında Dr. Mürse Saviç tarafından
Mimar Sedad Hakkı Eldem’e yaptırıldı.
Hürriyet, 09.06.2015
|
TARİHİ VAPURLARI SUYA GÖMECEKLER
İzmir Büyükşehir
Belediyesi’nin körfez filosu yenileme projesi
kapsamında emekliye ayırdığı Dokuzeylül ve Alaybey
vapurları Karaburun’a gönderiliyor. Büyükşehir’in
daha önceden satışa çıkardığı gemiler, Karaburun
Belediyesi’ne bedelsiz olarak devredilecek. 1976
yılından beri İzmirlileri taşıyan gemiler
batırılarak körfez turizmi için hizmet verecek.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin vapurları
Karaburun Belediyesi’ne devrediliyor. 1976 yılından
beri İzmir sularında hizmet veren M/S Dokuzeylül ve
M/S Alaybey yolcu gemileri Büyükşehir tarafından
körfez turizmini geliştirme projesi kapsamında
Karaburun’a gönderilecek.
Bedelsiz devir
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin körfez filosunu
yenileme projesi kapsamında kullanım ömrünü
tamamlayan Alaybey ve Dokuzeylül gemilerini ilk
olarak 2012 yılı sonunda ihaleye çıkarmış, ihale
sonunda gemilere talip çıkmaması üzere Bostanlı
İskelesi’nde beklemeye çekilmişti. Gemilerin
satışının bir türlü gerçekleşmemesi nedeniyle
Büyükşehir Haziran ayı meclisinde gemilerin devri
gündeme geldi. Mecliste gündeme alınan maddeye göre
demirbaş birim fiyat bedeli 517 bin 200 TL olan
Alaybey ve 631 bin 487 TL değerindeki Dokuzeylül,
bedelsiz olarak Karaburun Belediyesi’ne
devredilecek.
Su altında körfez turizmine hizmet edecek
Ege'de Son Söz'den Onur Deniz'in haberine göre,
Büyükşehir meclisine katılan Karaburun Belediye
Başkanı Ahmet Çakır gemilerin kullanımı ile ilgili
bilgi verdi. Gemilerin Karaburun Körfezi’nde
batırılarak hizmet vereceğini açıklayan Çakır,”
Gemiler Karaburun Belediyesi’nde turizm amaçlı
kullanılacak. Belirlenen proje ile gemiler batık
olarak kullanılacak. Böylece hem Karaburun’un dalış
turizmini teşvik etmek amacıyla hem de körfezde
balık popülasyonunu arttırmak için önemli katkı
sağlayacak” diye konuştu.
1976’dan beri milyonları taşıdı
İki kardeş gemi olarak kayıtlara geçen Alaybey
ve Dokuzeylül 1976 yılında İzmir Alaybey
tersanesinde inşa edildi. Uzmanlar, bu iki vapurun,
İstanbul'dan İzmir'e gelenlerden farklı bir estetiği
olduğunu, planı ve tasarımının Alaybey Tersanesi
mühendislerinin özgün çalışması olduğunu
belirtmişti. Gemiler 1976 yılından 2012’ye kadar 36
yıl İzmir körfezinde milyonlarca yolcu taşıdı.
Büyükşehir’in körfez filosunu yenilemesinin ardından
gemiler emekliye ayrıldı.
Yapı, 09.06.2015
|
LUCIAN FREUD'UN MEKTUPLARI SATIŞTA
Ressam Lucian Freud’un daha önce görülmemiş
mektupları Sotheby’s Müzayedeevi tarafından satışa
çıkarılıyor.
Freud’un ergenlik dönemindeyken şair Stephen
Spender’a yazdığu mektuplar, çizimler ve sürrealist
bir mizah da içeriyor. Uzun yıllardır Spender
ailesinde olan mektupların 28 ile 42 bin sterlin
arasında alıcı bulması bekleniyor. Sotheby’s
Avrupa sorumlusu Oliver Barker, mektupların
sadece mektup değil, sulu boya resimlerle süslü
sanat eserleri olduğunu belirtti.
Milliyet, 09.06.2015
|
TUNCELİ'DE BİR KAYA MEZARININ TESCİLİ YAPILDI
Mazgirt İlçesi'nde bulunan bir kaya mezarının
kültür varlığı olarak tescil edilmesine ve
koruma altına alınmasına karar verildiği
bildirildi.
Tunceli Valiliğinden yapılan yazılı
açıklamada, İl Kültür Müdürlüğünün Mazgirt
İlçesi'ndeki bir kaya mezarının tescillenmesi ve
yine aynı ilçedeki bir höyüğün sınırlarının
belirlenmesi için
Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğüne başvuruda bulunduğu
belirtildi.
Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü uzmanlarınca bölgede çalışma
yapıldığına dikkat çekilen açıklamada, yapılan
değerlendirmeler sonucunda Mazgirt İlçesi
Eltihatun Mahallesi'nde bulunan kaya mezarının
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun
ilgili maddesinin özelliklerini taşıdığı
vurgulandı.
Göktepe Höyüğü'nün sınırları belirlenecek
Açıklamada, "Kaya mezarının korunması gerekli
kültür varlığı olarak tescil edilmesine ve
koruma altına alınmasına, Mazgirt İlçesi'ne bağlı
Göktepe Köyünde bulunan ve birinci derece
arkeolojik sit olarak tescilli
Göktepe Höyüğü'n sit sınırlarının yeniden
belirlenmesine ve alandaki kaçak kazı
çukurlarının ilgili Müze Müdürlüğü denetiminde
kapatılmasına" karar verildiği kaydedildi.
haberler.com, 09.06.2015
|
AİGAİ ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI
Yunusemre
İlçesi Yuntdağı bölgesinde bulunan Aigai antik
kentinde kazı çalışmalarına başlandı. Yaklaşık 6 ay
devam edecek bu yılki çalışmalarda, ziyaretçilerin
kenti daha rahat gezebilmeleri için antik yolların
kazılarak açığa çıkarılacağı bildirildi.
Tarihi MÖ 8. yüzyıla dayanan Aigai
antik kentinde 2015 yılı kazı sezonu başlaması
dolayısıyla açılış etkinliği düzenlendi.
Etkinlikte konuşan Aigai Kazı Başkanı Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ersin Doğer, 2004
yılından itibaren Aigai antik kentinde sürdürülen
çalışmaların bu yılki bölümünün Manisa Büyükşehir
Belediyesi'nin desteğiyle ivme kazandığını, 2015
dönemi çalışmalarının 6 ay sürmesinin planlandığını
kaydetti.
Prof.Dr. Doğer, Aigai'deki çalışmaların kültürel
ve kırsal turizmin geliştirilmesi açısından Manisa
ve Yuntdağı bölgesindeki mahallelerin kalkınmasına
katkı sağlayacağını sözlerine ekledi.
Aigai Kazı
Başkan Yardımcısı Manisa CBÜ Fen-Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Yusuf Sezgin ise yapılacak çalışmalar hakkında
bilgi vererek ziyaretçilerin rahat gezebilmeleri
için antik yolların açığa çıkarılacağını söyledi.
Sezgin, bu yıl Fransız ve Alman bilim adamlarıyla
birlikte antik kentin mezarlık alanları ve sanayi
mahallelerinde çalışmalar yapılmasının planlandığını
kaydetti.
Konuşmaların ardından kazı alanında inceleme
yapan Manisa Valisi Erdoğan Bektaş, Aigai'deki
çalışmalara her türlü desteğin sağlanması
gerektiğini ifade etti.
Etkinliğe Manisa CBÜ Rektörü
Prof.Dr. Kemal
Çelebi, Yunusemre Kaymakamı Yüksel Topal, Manisa İl
Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Sudak, Yunusemre
Belediye Başkanı Mehmet Çerçi, Manisa Arkeoloji
Müzesi Müdürü Sevgi Soyaker ve Manisa Büyükşehir
Belediyesi Genel Sekreteri Halil Memiş de katıldı.
- Aigai Antik Kenti
Manisa'ya yaklaşık 49 kilometre mesafedeki
Köseler Köyü yakınında bulunan ve Nemrut Kale adıyla
anılan Aigai, Herodot'un bahsettiği Batı
Anadolu 'daki 12 Aiol kentinden biridir. Çevreye
hakim bir konumdaki kayalık bir tepe üzerinde
bulunan kentin tarihi, MÖ 8. yüzyıla
dayanmaktadır. MS 17 yılındaki depremde büyük ölçüde
hasar gördüğü ve onarım geçirdiği, Hellenistik
dönemde ise önemli bir ticari merkez olduğu
belirlenen kentte surlar içinde üç katlı agora ve bu
yapıyı taşıyan duvarlar, meclis binası, teras
duvarlı stadyum, tiyatro ve Demeter Tapınağı gibi
kalıntılar bulunmaktadır.
Radikal, 08.06.2015
|
ÜRDÜN'DE 14 BİN YIL ÖNCESİNE AİT KALINTILAR BULUNDU

Ürdün’ün Kara Çöl bölgesinde bir grup
arkeoloji uzmanı, bir kaç yıldır
sürdürdükleri çalışmalar sonunda tarih öncesi
insanların tarımda kullandıkları teknikleri
ortaya çıkardı. 14 bin yıl öncesine dayanan
kalıntılar insanlık medeniyetinin bu bölgede
yaşadığı çevre ve kültürle ilgili önemli
delillere sahip. Eldeki bilgiye göre bölgenin o
zamanlar daha fazla yağmurlu ve insan
yerleşimine uygun olduğu anlaşıldı.
Kopenhag Üniversitesi’nden arkeoloji
uzmanı Tobias Richter bulunan kalıntıların
kendilerini şaşırttığını ifade etti: “Güneybatı Asya’nın bu alanında bulmayı
ummadığımız bu delillerle karşılaşmak bizi çok
şaşırttı. Tarım tekniklerini değiştirme eşiğinde
olduğumuz buzul çağının sonundaki bu avcı
toplayıcı topluluklar hakkında kafamızda oluşmuş
düşünceler bu delillerle birlikte tamamen
değişiyor. Günümüz hayatını bile etkileyen bu
yeni uygulamaların kaynağı burası.”
Suriye sınırına bakan kayalık, kurak
volkanik bazalt altından 14 bin yıl önce
gömülmüş bir çocuk ve bir yetişkinin kemikleri
bulundu. Kemiklerin, tohum ve diğer kalıntıların
incelenmesi sonucu bilim adamları, insanların
yerleşme ve büyük sosyal gruplar oluşturmasına
yol açan tarım uygulamalarına bölgede 14 bin yıl
önce başladığını keşfetti.
Kalıntı uzmanı Elin Estrup:
“Farklı
bitki türlerini tespit ettiğimizde karşılığında
ne tür şeyleri yetiştirdiklerini anlarız. Şu an
nasıl olduğunu hayal etmek imkansız çünkü her
yer kurak çöl. Ancak şu bitki kalıntılarından
anlıyoruz ki yıllar yıllar öncesinde buralar çok
güzel ve yemyeşildi.”
Ekip zaman içinde çölde yapılacak daha
ileri keşiflerle, iklim ve çevrede ne tür
değişikliklerin olduğunu, ayrıca bölgenin insan
medeniyetinin gelişimi üzerine olan etkisini
anlamayı umut ediyor.
http://tr.euronews.com, Haber: Akif Altuntaş,
08.06.2015
|
GEZGİNLERİN GÖZÜNDEN İSTANBUL

Avrupalı
gezginler, 1800’lü yıllarda İstanbul’a sık sık
gelmiş, dönüşte de defterlerine şu notu düşmüşler:
“Müslüman mezarlıkları, insanda hoş ve huzurlu bir
dalgınlık yaratıyor.” İstanbul Araştırmaları
Enstitüsü’nde 17 Ekim’e kadar sergilenecek üstteki
kare o fotoğraflardan biri.
Yukarıdaki fotoğraf, 1894 yılında Eyüp
Mezarlığı’nda çekilmiş. O yıllarda İstanbul’a sıkça
gelen Batılı gezginlerden birinin gözünden yansıyan
kare, Haliç manzarasına, Piyer Loti tepesine ve
mezarlıkların atmosferine dair nadir karelerden biri
olsa gerek. Fotoğrafın kenarına iliştirilen not ise
şöyle: “Haliç manzarasıyla özellikle Eyüp başta
olmak üzere, Türk mezarlıkları, gezginler tarafından
çok pitoresk (TDK: Resimsi) bulunuyordu. Hıristiyan
mezarlıklarına kıyasla, servi ağaçlarının
gölgesindeki Müslüman mezarlıkların insanda hoş ve
huzurlu bir dalgınlık yarattığı Avrupalı gezginlerce
tekrarlanıp durdu.” Fotoğrafın şimdiki sahibi,
Osmanlı dönemi fotoğrafları ve efemera konusunda
dünyanın sayılı koleksiyonerlerinden biri olan
Fransız Pierre de Gigord. Bizi de oldukça etkileyen
kareyi, birkaç ay önce Amerika’daki bir okuldan
satın aldığını söyleyen Gigord, bir okulun arşivinde
neden böyle bir kare bulunduğunu şöyle açıklıyor:
“Çünkü Amerika’daki okullarda Doğu ile ilgili bilgi
verilirken bu ve benzeri fotoğraflar kullanılıyor…”
Pierre Gigord ile Suna ve İnan Kıraç Vakfı
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün 2 Haziran’da
açılan “Doğu’nun Merkezine Seyahat” adlı yeni
sergisinde tanıştık. Sergide Gigord’un
koleksiyonunun önemli bir kısmı sergileniyor ve
gezginlerin 18. yüzyılda başlayan ve sonraki
yüzyılda dönüşerek devam eden, Doğu topraklarına
yolculuklarının İstanbul merkezli öyküsü
anlatılıyor. Ekrem Işın ve Catherine Pinguet eş
küratörlüğünde gerçekleşen sergi, kitle turizmi ve
seyahat kültürünün 1850-1950 yılları arasındaki
değişimine odaklanıyor. Fotoğraf, kartpostal, afiş,
ilan, broşür, yemek mönüleri ve objelerin bulunduğu
160 parça civarında eserin yer aldığı sergi,
Osmanlı’nın son dönem ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
erken dönem manzaralarını sunuyor.
“Doğu’ya Seyahat” kavramının on dokuzuncu
yüzyılda Avrupa’da ortaya çıktığını belirten Ekrem
Işın, “18. yüzyıl sonundan 19. yüzyıl ortalarına
kadar Doğu coğrafyası, arkeolog, dilbilimci, mimar,
coğrafyacı, botanikçi ve din adamları tarafından bir
odak noktası halindeydi. Bilginin kaynağına
uygarlığın köklerini keşfederek ulaşmayı hedefleyen
bu seyahatlerin insanları özgürleştirdiği söylemi
oldukça yaygındı.” diyor. Bu seyahatler ile 1850’li
yıllara kadar sürdürülen keşif eksenli araştırmacı
dilin, Kırım Savaşı sonrasında yerini seyyah
gruplarının Doğu kültürünü tüketici diline
bıraktığını belirten Işın, seyahat yapan kişinin
bilgi toplayıcı ve yorumlayıcı seyyah tipi değil,
gizemli coğrafyaları hızla yağmalayan turist tipine
dönüştüğünü anlatıyor. 17 Ekim’e kadar açık kalacak
olan sergi, pazar günleri hariç hafta içi her gün
saat 10.00-19.00 arasında görülebilir.
Zaman, 08.06.2015
|
FATİH'İN ÜNLÜ PORTRESİ SOTHEBY'S'DE SATILIYOR

Dünya müzayede devi Sotheby’s, daha önce
müzayedeye çıkmamış nadir bir Fatih Sultan Mehmet
portresini alıcıların beğenisine sunuyor. Büyük
Osmanlı padişahı Fatih’i betimleyen ikili portre,
Sotheby’s’in 8 Temmuz’da Londra’da düzenleyeceği
Eski Ustalar ve İngiliz Resimleri
Akşam Müzayedesi’nde satışa sunulacak.
Osmanlı Sultanı II. Mehmet’in (1432-1481) kendi
döneminde ya da bu döneme yakın bir zamanda yapılmış
ve günümüze kadar gelebilmiş üç yağlı boya
portresinden biri olan bu tablo, müzayedesinin öne
çıkan eserlerinden biri. 300.000-500.000 sterlin
değer aralığında satışa çıkacak portre, türünün özel
koleksiyonda bulunan son örneği. Padişahın yanında
bir başka kişiyle birlikte betimlendiği bu bilinen
yegane tabloda yanındaki figürün oğlu Cem Sultan
olduğu düşünülüyor.
Ünlü Venedikli ressam Gentile Bellini’nin
(1429-1507) atölyesinde çam panel üzerine
yağlıboyayla yapılmış 33x45 cm boyutundaki bu nadir
ikili portre, 200 yıldır aynı ailenin mülkiyetinde
bulunuyor ve tarihinde ilk kez bir müzayedede satışa
çıkacağına inanılıyor. Bu portrenin, Londra National
Gallery’de bulunan, sanatçının
İstanbul ’dayken 1480’de yaptığı ve müzayedeye
girecek portrenin aslı olarak kabul edilen ünlü II.
Mehmet portresiyle yakın ilişki içinde olduğu
belirtiliyor.
“Fatih” ve “Büyük Türk” olarak bilinen Sultan II.
Mehmet, 1453’te yalnızca 21 yaşındayken İstanbul’u
Bizans İmparatorluğu’ndan alarak zengin bir Osmanlı
başkenti haline getirmişti. Döneminin ünlü Venedikli
ressamı Gentile Bellini, II. Mehmet tarafından
İstanbul’a portresini yapmak üzere ve Vendik kültür
elçisi olarak 1479’da davet edilmişti.
Radikal, 08.06.2015
|
DALİ'NİN, PİCASSO'NUN ELLERİ BU SERGİDE

Pablo
Picasso, Auguste Rodin, Salvador Dali, Eugène
Delacroix, Le Corbusier, Man Ray, Joseph Beuys,
Georg Baselitz gibi isimlerin eserlerinin yer aldığı
‘Ellerin Büyüsü’ sergisinin açılışı geçtiğimiz gün
yapıldı.
Dünyaca ünlü Plastik Cerrah Prof.Dr. Hans
Zilch’in özel koleksiyonundan oluşan resim ve heykel
sergisi İstanbul Odeabank’ın yeni sanat platformu
O’Art’ta sanatseverlerin beğenisine sunuldu. İlk kez
Berlin Üniversitesi’nde hocalık yaparken ünlü
sanatçıların ellerle ilgili orijinal eserlerini
biriktirmeye başlayan Prof.Dr. Zilch’in 30 yılda
oluşturduğu ve 60 eserin bulunduğu koleksiyon,
gittiği her ülkede aynı isimle sergileniyor.
Zilch’in bu özel koleksiyonu şu ana kadar İzmir’de,
Ankara’da, Antalya’da da sergilendi. Pharmactive
İlaç’ın sponsorluğunda gerçekleşen sergi 28
Haziran’a kadar görülebilecek.
Zaman, 08.06.2015
|
TELESPHOROS'UN BAŞI 34 YIL SONRA BULUNDU

Türkiye 'nin en eski kazı alanlarından Perge
antik kentinde 1981'de gün yüzüne çıkarılan
heykelin eksik parçalarından, sağlık tanrısı
Asklepios'un oğlu, iyileştirme tanrısı
Telesphoros'un başı 34 yıl sonra bulundu.
Antalya Müze Müdürü ve aynı zamanda Perge Antik
Kenti Kazı Başkanı Mustafa Demirel, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, antik kentteki kazıların 1946
yılında başladığını kaydetti.
Demirel kazılarda, Türkiye'nin ilk
kadın arkeoloğu
Prof.Dr. Jale İnan tarafından,
güney hamamında, milattan sonra 2. yüzyıla ait iki
parça halinde, sağlık tanrısı Asklepios'un
heykelinin bulunduğunu bildirdi.
Ayak ve gövdeye yakın iki parça ve onlara ekli
bir
çocuk vücudundan oluşan heykelin, müzeye
getirilerek envantere kaydedildiğini anlatan
Demirel, şöyle konuştu:
"Aradan 34 yıl geçti, hamamın hemen yanındaki
Helenistik kulenin önünde cadde temizliği
yapıyorduk. O çalışmalarda yüzeye yakın dolgu içinde
bir çocuk başı çıktı. Arkadaşlar o anda bunun kime
ve neye ait olduğunu bilmiyorlardı. Alanda
belgelemesi yapıldıktan sonra envantere alınmak
üzere müzeye getirildi. O süreçte bu başın
Asklepios'un oğlu Telesphoros'a ait olduğunu gördüm.
Müzemizin arka bahçesinde atıl olarak duran, iki
parçadan oluşmuş Asklepios heykeli bir anda çağrışım
yaptı. Bunun Telesphoros'un başı olduğu yönünde bir
kanaat oluştu. Sonra restoratör arkadaşlarla baktık,
birebir uyum sağladı. Dolayısıyla 34 yıl gibi uzun
bir süre sonra Telesphoros'un başını bulduk ve
yerine monte ettik."
- Yeni haliyle sergilenmeye başlandı
Demirel, aradan yıllar geçmesine karşın eksik
olan parçanın bulunup, birleştirilmesinin
kendilerini çok mutlu ettiğini dile
getirerek, Asklepios'un eksik üst parçalarının da
ilerleyen dönemlerde bulunmasını ümit ettiklerini
belirtti.
Baş kısmının tamamlanmasının heykele bir canlılık
kazandırdığının altını çizen çizen Demirel, "Yeni
envanter numarasıyla bahçemize alıp
ziyaretçilerin görüşüne sunduk" dedi.
Radikal, Haber: Sinan Özmüş, 07.06.2015
|
TARİHE VE ÇEVREYE DÜŞMAN YIKILASI BARAJLAR

Anadolu’nun binlerce yıllık uygarlıklarından
Hasankeyf devlet zoruyla boşaltılıyor. Bakanlar
Kurulu’nun Ilısu barajı ile ilgili kararının
ardından yörede yaşayan vatandaşlara çıkarılan
tahliye kararı sonrası , turistlerin yüzlerce
mağaraya girişleri de yasaklandı.
Kadim Anadolu’nun bir büyük uygarlığının
kalıntıları daha ömrü 50 yıl olacak Ilısu Barajı’nın
sularına teslim edilmek isteniyor.
2 bin 300 yıllık İnce Kemer Köprüsü'nü yutan
sanatın dokuz perisinin gözyaşlarının doldurduğu
Çine, 2 bin yıllık sağlık yurdu Allianoi’yu yok eden
Yortanlı, 8 bin 500 yıllık kadim Anadolu uygarlığı
Hasankeyfi yutacak olan Ilısu, 20 bin yarasaya mezar
olan Havran, kutsal Munzur… Bu ülkede yıkılacak o
kadar çok baraj var ki...
HASANKEYF'İ SIRLARIYLA GÖMECEKLER
Baraj gövdesinin yüzde 85’i biten Ilısu
Barajı’nın bitmesine daha 2 yıl olduğu söylenmesine
rağmen, TOKİ’nin yapmaya başladığı Yeni Hasankeyf’te
sadece kamu binaları tamamlanmış durumda. Binaların
inşaatına daha başlanmamışken
yerlerinden-yurtlarından edilecek olan
Hasankeyfliler ise on binlerce lira borçlandırılarak
yeni yere taşınacaklar. Devletin sit korumasına
aldığı ‘Kale Şehir-Hasankeyf’, çıkarılan kanun
hükmünde kararnamelerle, mahkeme kararlarını aşarak
sulara gömülecek. Oysa bilim tıpkı Allianoi gibi
Hasankeyfin de sırrını daha çözebilmiş değil. Baraj
Orta Çağ’ın en görkemli köprüsü, onlarca höyüğü ve
sayısı bile tam bilinemeyen kültürel değerleriyle
Hasankeyfi sırlarıyla yok edecek. Bu baraj su
tutmamalı!..
İNCEKEMER YAKIŞIRDI ÇİNE’YE
Çine Çayının mitolojideki adı Marsias’tır. Bir
çobandan almıştır adını. Flütünden Sanat Tanrısı
Apollon’a kafa tutacak kadar eşsiz ezgiler çıkaran
bir çobandır Marsias. Tarihteki ilk müzik
yarışmasında Apollon ile yarışır. Kral Midas’ın
hakemliğindeki yarışmada Midas biriciliği Çoban
Marsias’a verir. Yenilgiyi kabullenemeyen Tanrı
Apollon’un gazabı gecikmez. Midas’ın kulakları ‘iyi
duyması’ için eşek kulaklarına çevrilirken,
Marsias’ın ise derisi yüzülür. Sanatın dokuz perisi
Marsias’ın bu acıklı sonuna o kadar üzülürler ki
gözyaşları ırmağa dönüşür. Bugünkü Çine Çayı,
mitolojideki Marsias Deresi bu gözyaşlarından
doğmuştur. İncekemer Köprüsü Marsias’a adı gibi
incecik bir şekilde 2 bin 300 yıl boyunca
dolanmıştı. Köprünün efsaneleri de Marsias’tan az
değildi. Yandaşa rant sağlama uğruna bugün İncekemer
yok artık. Marsias Çayı’nın önüne dikilen dünyanın
gövde yüksekliği en yüksek 6. barajı olan Çine
Barajı İncekemerle birlikte yüzlerce dönüm tarlayı,
bağı, bahçeyi, merayı yuttu. İncekemer “Devlet
dersinde öldürülmüş bir çocuk” gibi kaldı anılarda.
Sanat Perileri İncekemer’e ağlamamalı daha fazla. Bu
baraj yıkılmalı!
İLYA’NIN SU PERİSİ
Allianoi’yi gün yüzüne çıkaran Dr. Ahmet Yaraş,
kazı sırasında doğan kızına Allianoi’nin yanından
geçen İlya çayının adını verdi. İlya her geçen gün
yeni bir güzelliği keşfedilen Allianoi ile büyüdü
adeta. Her ortaya çıkarılan buluntu, her gün yüzü
gören mozaik, sapasağlam 1800 yıldır olduğu yerde
kalakalmış su perisi Nympe heykelinin sevinci İlya
ile paylaşıldı. Tarım arazilerini sulamak için
kurulacağı söylenen barajın altında kalacağı için
kurtarma kazısı yapılıyordu Allianoi’ye. Ama ortaya
çıkan güzelliklerin ömrü 50 yıl olacak bir barajın
altında kalmasına kimsenin gönlü elvermedi. Başta
onu santim santim ortaya çıkaran kazı heyeti olmak
üzere onlarca kişi Allianoi’nin sular altında
kalmaması için çabaladı, didindi. Sonunda barbarlık
bir kez daha galip geldi. İlya’nın babasının, Ahmet
Yaraş’ın elinden kazı izni alındı önce. Ortaya
çıkarılan sütunları, kent duvarları, dehlizleri,
meydanları Horasan harcıyla sıvanıp, Yortanlı
barajının sularına terk edildiğinde hala dibinden
termal sular kaynıyordu antik kentin. Dünyanın 1800
yıllık belki de tek termal şifa yurdu gözünün yaşına
bakılmaksızın sulara terk edildi. Aradan geçen 5
yıla rağmen Yortanlı’nın suları hala tarlalara
taşınabilmiş değil. Barajın kanaletleri dahi
yapılmadı. Olan Allinoi’ye, Su Perisinin yurduna,
İlya’nın çocukluğuna oldu. Bu baraj yıkılmalı!..
Evrensel, Haber: Özer Akdemir, 07.06.2015
|
ORPHEUS 35 YIL SONRA EVİNDE

Şanlıurfa’da kaçak
kazıda çıkarılarak yurtdışına kaçırılan
Orpheus mozaiği, 1821 yıl önce doğduğu
topraklarda sergileniyor. Şanlıurfa Müzesi Müdürü
Müslüm Ercan, eserin geçen ay hizmete açılan
Şanlıurfa Müze Kompleksi’nde sergilendiğini
belirtti. Mozaiğin 194 yılında işlendiği tahmin
ediliyor. Mitolojide, eşini kaybeden Orpheus’un
üzüntüsünden sürekli lir çaldığını ve tanrılara
eşini geri vermesi için yalvardığını belirten Ercan,
öyküyü şöyle anlattı: “Yeraltı tanrısından ‘Eşini
yeraltından çıkarırken yüzüne bakmayacaksın’ diye
bir cevap geliyor. Orpheus eşini yeraltından
çıkarırken ışığa yaklaştığında yüzüne bakıyor ve
eşini alamadan geri dönüyor. Orpheus, yeraltı ve
ölümle ilgili olduğu için çok sayıda kaya mezarının
zeminini süslemiş bir figür. Bizim mozaiğimizde de
liriyle yabani hayvanları kendine mest ediyor ve
hepsi toplanıp liri dinliyor.” Ercan, 1980’de
Yakubiye bölgesindeki izinsiz kazıda çıkarılan
eserin önce Avrupa’ya, sonra da ABD’ye götürüldüğünü
aktardı.
DALLAS SANAT MÜZESİ’NDE BULUNDU
Eserin, Dallas Sanat
Müzesi’nde sergilendiğinin tespit edilmesi üzerine
girişimde bulunduklarını dile getiren Ercan,
“Bakanlığımız konunun incelenmesiyle ilgili müzemize
yazı gönderdi. Tarz olarak incelediğimizde Urfa
bölgesinin tipik Süryani mozaikleriyle bire bir
örtüştüğü anlaşıldı. Bakanlığımız, cumhuriyet
başsavcılığı ve müzemizin yaptığı ortak çalışmayla
detaylı bir altyapı hazırlanarak Amerika’dan iadesi
sağlandı” dedi. Ercan, Türkiye’ye getirildikten
sonra yaklaşık 1 yıl İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Müdürlüğü’nde sergilenen mozaiğin, müzenin hizmete
girmesiyle işlendiği topraklara döndüğünü sözlerine
ekledi.
Habertürk,07.06.2015
|
ÇAĞDAŞ SANATTAN KORKACAK BİR ŞEY YOK

Çağdaş sanattan anlamayacağınız endişesiyle
ondan uzak duranlardan mısınız? Yoksa "Aman ne var
ki bunda, benim beş yaşındaki çocuk da yapar"
diyenlerden mi? Hasan Bülent Kahraman çağdaş sanat
dünyasında hayatta kalma kılavuzu hazırladı.
Hasan Bülent Kahraman, Türkiye'de güncel
sanat dünyasına büyük katkı sağlayan bir isim.
Kahraman, sergiler, galeriler, müzeler, bienaller,
fuarlar konusunda hayatta kalabilmeniz için bir
kılavuz hazırladı. Bakmak Görmek Bir De Bilmek,
Çağdaş Sanat dünyasında Hayatta Kalma Kılavuzu
ismini verdiği kitabında, her şeyi tüm detaylarıyla
herkesin anlayacağı bir dille anlatan ünlü
akademisyen, hayatımızın ortasına oturan çağdaş
sanatı anlatıyor.
- Çağdaş sanat nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
- Bir dönemler şiirin ve edebiyatın yaptığını
şimdilerde çağdaş sanat yapıyor. Edebiyat, dünyanın
görselleşmesine bağlı olarak hayatımızdan çekildi,
daha özel bir ilgi alanına dönüştü. Halbuki 19.
yüzyılın tamamını ve 20. yüzyılın çok uzun bir
bölümünü edebiyatla geçirdik. Fakat dünya
teknolojiyle birlikte görselleşti. Çağdaş sanat
edebiyatın bir dönem yaptığı gibi toplumsal,
tarihsel ve bireysel sorunlarla çok daha güncel
olarak, hızlı biçimde ilişki kuruyor. Onlara yönelik
tespitlerde, sorgulamalarda bulunuyor.
- Birçok kişiye zor geliyor ama çağdaş sanatı
anlamak...
- Aslında çağdaş sanat bizim zannettiğimiz kadar
kapsamlı, zor, güç bir şey değil. Öyle yanları da
var elbette; onlar felsefecilerin, eleştirmenlerin
ele aldığı yanlar... Esas itibariyle çağdaş sanat
bakan herkesin kendisiyle kolaylıkla doğrudan bir
ilişki kurabileceği bir alandır. Bu kadar verimli ve
zengin dünyaya insanların bir takım önyargılarla
uzak kalması gereksiz. "Zordur, anlaşılmıyor, bu da
sanat mı?" gibi sorular sorarak, "Anlamadığımız bir
dünya, bunun dışında kalalım" demek bence doğru
değil. Çağdaş sanatı anlarsak, kendi hayatımızla
ilgili, toplumla ilgili, dünyayla ilgili,
politikadan kültüre kadar her türlü sorunun
sorulduğu bir alanla iç içe geçmiş oluruz.
- Çağdaş sanat ve modern sanat kavramları
karışıyor ama birbirinden farklılar...
- Modern sanat, daha çok akılla, kültürle ve
daha ileri bir takım sezgilerle anlaşılabilecek bir
sanat olarak ortaya çıktı. Bugün bile Picasso'nun
resmi hazmedilmiş bir resim değil. Bugün Picasso'nun
resmine bakıp hayranlık duyuyorum ama ortaya koyduğu
çizgi, figürasyon, gündelik hayatta bizim
karşılaştığımız bir gerçekçiliğe dayalı değil.
Çağdaş sanat öyle değil. Çağdaş sanat modern sanatın
tükenmesinden sonra ortaya çıktı. 1960'larda kendini
gösterdi. Amerikan pop sanatı, modern sanatın zor,
içe dönük, kapalı, izleyiciyi dışarıda bırakan
tavrına karşı doğdu.
HERKESE HİTAP EDER
- Dünyayı değiştiren olaylar da sanatta dönüşüme yol
açtı değil mi?
- Dünya 1980'lerden itibaren müthiş bir dönüşüm
geçiriyor. Berlin duvarının yıkılması önemli bir
sembol ama o 80'lerin sonu... Halbuki 80'lerin
başında dünya dönüşmeye başlamıştı. Teknoloji yavaş
yavaş doğdu. 90'lar hızla devam etti, 2015'e geldik.
Çok ötede bir yerdeyiz artık. Dünyanın değişiminin
getirdiği yeni sosyoloji, toplumsal yapılar,
anlayışlar, insanlararası ilişkiler, politik
yapılarda kendini gösteren farklılaşmayı modern
sanatın kapalılığıyla ifade edemeyiz. Çağdaş sanat
tüm bunlara sorular sorup, cevaplar verme alanı
olarak ortaya çıktı. 1989'da Berlin Duvarı'nın
yıkılması, 11 Eylül sonrası, bugün karşımıza çıkmış
olan yeni sosyolojik politik gelişmeler sanatın
büyük ölçüde dönüşmesine yol açtı. Toplumsal olaylar
bize sürekli yeni sanat dilleri getiriyor. O yüzden
çağdaş sanatı dünyayla kurulmuş bir ilişki olarak
görmek lazım.
- Nedir bu çağdaş sanat?
- Çağdaş araba tasarımı, çağdaş moda, çağdaş
mimari dediğim zaman gözünüz önüne bir şey gelmiyor
mu? Geliyor. İşte gözümüzün önüne o alanlarda ne
geliyorsa, sanat dünyasında da bunun bir yansıması
olan şeyler gözümüzün önüne gelmeli. Bugünün sanatı
Rönesans sanatı değil, Picasso'nun sanatı değil.
- "Korkmayın" diyorsunuz yani...
- Çağdaş sanat, modern sanatın ürkütücülüğünü
yıkıp çok daha yakın ilişki kurmak adına yapılmış
bir sanat dilidir. Bunu ayrı kategorilere çıkarıp,
filozofik açıdan da yorumlayabilirim ama aşağıda bir
sergi var. Bu alanın en uzak insanı bile o sergide
kendisiyle bir ilişki kurabilir. Hiç korkacak bir
şey yok!
- Geldik bir eserin önüne nasıl okuyacağız?
- Kendinizi akışa bıracaksınız... Okumak nasıl
bir öğrenme süreci ise, sanatla ilişki de böyle bir
süreç. Bir şarkı dinlediğimizi düşünelim, onu
dinlerken illa analiz etmiyoruz. Bazen melodisi,
bazen sözleri, bazen yorumcunun sesi hoşumuza
gidiyor. Tüm bunlar şarkılarda, edebiyatta oluyor
da, neden sanatta olmasın?
- Bu bize modern sanatın getirdiği ürküntü.
- Eğitim sistemine bağlı olarak, Rönesans
estetiğini kendimize esas almışızdır. Rönesans
estetiği çok görkemlidir ve etkileyicidir.
Empresyonizme kadar da devam eder. Doğa hala aynı
doğadır, empresyonizm, izlenimciler onu farklı bir
biçime sokmuştur ama ağaçlar, kırlar, güneşin
batışı, karların yağışı, görkemli vücutlarıyla
İncil'in Tevrat'ın hikayelerini canlandıran
insanlar... Böyle bir estetik öğretildiği için bize,
çağdaş sanatta da aynı estetiği arıyoruz. Ve o
birebir tekabüliyetleri bulamayınca, "Bu nasıl
estetiktir" diyoruz. Bugün Henry Ford'un yaptığı
arabaya binmiyorsak, onun yerine Ferrari,
Lamborgini, Mercedes'i Ford'un arabasının yerine
tercih ediyorsak, neden bunu sanatta yapmalıyım? Beş
tane sergi gezdikten sonra insan o önyargılarını
aşar, kilitlerini çözer.
- Türkiye'de bir çağdaş sanat sohbetinde sözü
edilen en önemli sıkıntı başlıklarından biri nedir?
- Çağdaş sanatın eleştirmeni yok. Bu konuda her
alana yatırım yapıldı, eleştirmen yetiştirilmedi.
Yani yumurtasız omlet yapar gibiyiz.
İŞ DÜNYASI ÇAĞDAŞ SANATLA MEŞRUİYET KAZANIYOR
- Sanatı desteklemek çok cazibeli bir hal aldı.
Destekleyenler bilerek mi destekliyor?
- İkiye ayıralım, bu iş Batı'da olduğunda
bilerek destekleniyor. Bizde de bilmeye başladıkları
için destekliyorlar. Bu önemlidir. Ressamlarımızı,
sanatçılarımızı destekleyen işadamlarının bu
faaliyetlerini daha geliştirmelerini dilerim. Sadece
bir sanatçıyı desteklemekle kalmayıp, bu alanın
üretimine daha geniş katkıda bulunmalarını isterim.
Bir sanatçımızın yurtdışında desteklenmesinde
herhangi bir eleştiride bulunmanın bir anlamı yok.
Keşke 10 tane işadamımız, 10 tane sanatçımızı
desteklesin. İsterse bu sanatçılarımız, benim kendi
kişisel değerlendirmem içinde hiç de önemli olmayan
sanatçılar olsun. Hiç önemli değil. Bu işler böyle
başlar, böyle devam eder. Ayıklamalar zamanla olur.
Bu işadamları emeklerini ve katkılarını içeriye de
yöneltirlerse bence çok daha doğru bir iş yapmış
olurlar. Artık bugün iş dünyası çağdaş sanatla
ilişkili olmadan bir meşruiyet kazanamayacağının
farkında.
- Ne anlamda bir meşruiyetten söz ediyorsunuz?
- Bu işin bir sosyal boyutu var. Bunun dışında
bugün çağdaş sanat yatırım yapılan bir alan. Çağdaş
sanat yatırımın da ötesinde insanın dünyayla bağlı
olduğunu, kurumun çağdaş bir etkinlik içinde
bulunduğunun, güncel olduğunun bir göstergesi. Buna
kapalı kalmak o kurumun biraz daha geçmişe dönük bir
kurum olduğu izlenimini veriyor. Bugün Louis Vuitton
milyarlarca para kazandıktan sonra Paris'te Frank
Gehry'ye bir vakıf binası yaptırarak paralarını
orada harcıyor. O binanın bir sosyal boyutu var. Bu
sosyalleşmenin bir zorunluluğu olarak görüyor.
Sabah, 07.06.2015
|
ERMENİ PAVYONU'NDAKİ ANADOLU
Venedik Bienali'nde en iyi ulusal pavyon ödülü alan
Ermenistan, diyaspora sanatçıların işlerinde oluşan
bir sergi hazırlamış. Evet konu 'soykırım' ama kaba
saba bir propaganda yerine bir halkın hafızasına,
kimliğine odaklanan mekanla çok iyi ilişki kuran
etkileyici bir sergi.

Venedik Bienali hakkında bu yıl çok yazdım.
Ama İstanbul Artnews'da uzun uzun anlattığım
Ermenistan Pavyonu'na değenmezsem olmaz. O nedenle
seçim fırtınasından önceki sessizliğin çöktüğü bu
cumartesi gününü konuya ayırayım istedim...
Venedik Bienali'nde bu yıl Altın Aslan’ın sahibi
Ermenistan Pavyonu oldu. Kimilerine göre bu tamamen
politik bir tercihti. Belki de öyledir. Ama neyse ki
Ermeniler çok da güzel bir sergi hazırlayarak pek
çok ulusal pavyondan daha iyi bir performans ortaya
koymuş ve bu ödülü hak etmişti. Benim Venedik'te çok
beğenerek gezdiğim bu sergi, aslında 'ulusal pavyon'
ve 'uluslararası sergi' kavramlarını da tartışmak
için iyi bir fırsat veriyor. İyi kurulmuş, mekanı
çok iyi kullanan, ortak bir tema etrafında yeni
fikirler dile getirebilen, yaratıcı bir sergi olduğu
için hemen hemen herkesin beğenisini topluyor.
Serginin bir başka özelliği ise, Türkiye pavyonu ile
burası arasında köprü kuran Sarkis'in varlığı.
Ermenistan Cumhuriyeti Ulusal Pavyonu, San
Lazzaro adasındaki Mıkhıtarist Manastırı'nda
izleyiciye buluşuyor. Teması 'Armanity' yani
Ermenilik. Ermenistan Cumhuriyeti yerine Ermeni
diyasporasından sanatçıların katıldığı bir sergi bu.
Küratörü Adelina Cüberyan v. Fürstenberg.
Ermenistan'ın 'soykırım' temalı bir sergi
hazırlığı içinde olduğu biliniyordu. Türkiye'yi
doğrudan suçlayacak ve zor durumda bırakacak bir
sergi olacağı izlenimi merakımı artırıyordu. Sergiyi
gezerken şunu gördüm ki Ermenistan hiç de
kışkırtıcı, kaba saba bir propagandaya tevasül
etmeden Ermeni halkının derdini, acısını anlatan
'güçlü' bir sergi hazırlamış.
Serginin yer aldığı San Lazzaro adası da ayrıca
önemli bir mekan. Sadece Ermeniler için değil,
Türkiyeli herkes için. 18. yüzyılda katolik Ermeni
tarikatı Mıkhitaristler tarafından alınan ada bir
manastıra dönüştürülüyor. Mıkhitaristler, Ermeni
toplumunun aydınlanması için önemli bir tarikat.
Cemaatin en iyi okulları Mıkhitarist okulları olduğu
söylenir. Venedik'teki bu ada adeta yüzen bir
matbaa. Neredeyse her alfabeyle basılan kitaplar
dünyanın dört bir yanına dağılmış. Bir kaç yıl önce
Mehmet Fatih Uslu'nun dilimize çevirdiği San Lazzaro
Sahnesi adlı kitaptan öğrendik ki ilk Türkçe oyunlar
da 18. yüzyılda bu manastırdaki Ermeni rahipler
tarafından yazılıp oynanmış.
Bir müze gibi düzenlenmiş manastırda Ermeni
sanatçıların işleri de güzel yerleştirilmiş.
Manastırın geniş bahçesinden, manzaralı
kulelerinden, loş salonlarına kitaplar ve resimlerle
kaplı duvarlara yayılıyor. Sergiyi düzenleyenler
'Ermenilik' kavramının yerinden edilme, toprak,
adalet ve uzlaşma gibi çağrışımları olduğunu,
dolayısıyla dünyanın farklı yerlerinde doğan bu
sanatçıların kimliklerinde bu kavramları
barındırdığını, serginin sınırlar ötesi bağlar
kurduğunu anlatıyor.
Öte yandan Ermenistan Pavyonu bir yanıyla ulusal
değil uluslararası sergi düzenlemiş gibi. Ermenistan
Cumhuriyeti'nin ulusal kimliğinin en önemli yılında,
ülkenin gözde sanatçıları yerine dünyanın dört bir
yanında yaşayan ve hemen hepsi başka ülkelerin
pasaportlarını taşıyan sanatçılardan bir sergi
düzenlemeyi tercih etmişler. Ayrıca Ermenistan
Pavyonu, Giardini'deki dışarıdan süslü ve albenili,
içeride ise her biri birer 'beyaz küp' olan
pavyonlara karşı mekanın özgünlüğü ile de farklı bir
yerde duruyor.
Sarkis, Venedik'te sadece Türkiye'nin değil,
Ermenistan'ın da göz bebeğiydi. Dört parça işle
Armenity sergisinde yer alan sanatçı, manastır
kilisesinin hemen girişinde karşımıza çıkıyor.
Vitraylarından ikisi iki köşede ve hemen kapının
yanında metal bir rafa tutturulmuş, bir defter gibi
tek tek açılıp bakılabilen otuz kağıt levha üzerinde
otuz küçük ahşap heykel. En üstteki elini bize
uzatmış bekleyen bu ahşap heykelciklerin tamamı aynı
boyda. Çeşitli formlar arasında gidip gelen bu
heykelcikler, tabii ki Sarkis'in kapsama alanına
giren Afrika sanatına doğrudan bir göndermede
bulunuyor. Başka bir yerde karşınıza çıkan,
dantellerin üzerine konmuş altın varak kaplı
kemikler ise 160 bin yıllık bir geçmişi simgeliyor.
Sarkis’in dışında da bizim için tanıdık başka
isimler var bu sergide. Mesela genç sanatçı Hera
Büyüktaşçıyan. Türkiye'den katılan Hera
Büyüktaşçıyan, hiç ulusçuluk yapmadan söyleyeyim,
serginin en ilgi çekici işlerinden birine imza
atmış. (Lord Byron'ın odasındaki dil ve harflerle
ilgili işleri başka bir yazıda anlatmıştım.)
Büyüktaşçıyan'ın odasının hemen karşısındaki
büyük salonda ise adı Türkçe olan bir iş var:
Hastayım Yaşıyorum. Lübnanlı sanatçı Haig Aivazian,
Türk müziği üstadlarından udi Hrant Kenkulian'ın
anısına bir ud tasarlamış. Teli de deliği de olmayan
bütün sesini, yankısını kendi içinde saklayan, kendi
içine atan bir ud....
Manastırın giriş katında, matbaa malzemelerinin
sergilendiği koridorda yine İstanbul’a ait bir iş
var. İşin sahibi ABD’de yaşayan bir Suriyeli, Nigol
Bezjian. Bu yılki Çanakkale Bienali'nde Osmanlı
ordusundaki Ermeni askerlerle ilgili harika bir işle
dikkatimizi çekmişti Nigol Bezjian. Bu kez de
İstanbul'un unutulmuş Ermeni yayınlarını
hatırlatıyor bize. Bezjian, vitrinlere haftalık
Aztag gazetesinden küpürler koymuş. Tanık/olunmuş
(Witness/ed) adlı iş, 1909 Adana Katliamı'nı anlatan
bir şairin, 1915 de katledilmesi haberini arka
arkaya veriyor. Onca yazı ve küpürün içinden ikisi,
demir leblebi etkisi yapıyor.
Nina Katchadurian'ın aksanlar, Mekhitar
Garabedian'ın adlar, Yervant Gianikian'ın masallar
hakkındaki işleri ve Anna Boghiguian'ın (kendisi bu
yılki İstanbul Bienali'ni hazırlayan Bakargiev'in
beyin takımında da yer alıyor) kuşlar eşliğinde
Ani'yi anlatan enstalasyonu da serginin güçlü,
dikkat çeken köşeleriydi. Bir kayıkhaneyi, bahçeyi,
keşişlerin resimlerinin üst üste asıldığı bir
salonu, bir kütüphaneyi ya da bomboş bir odayı
dönüştüren bütün bu işlerin tabii ortak yanlarından
biri de Anadolu. Ermeni halkının yolda milyon ölü
bırakarak terk etmek zorunda kaldığı Anadolu.
İçinden Tokat, Gaziantep geçen, Osmanlı paşalarının
hatta Cumhuriyet'in kurucularının görüntüleriyle
karşılaştığınız bir sergi. Evet, bu serginin kötü
adamı biziz. Bu gerçeği değiştiremeyiz. Ama belki de
yapılacak en iyi şey, bunu bilerek bakmaya ve başka
fikirler görmeye çalışmak.

St Lazzaro Adası
Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 07.05.2015
|
BRITISH MUSEUM, SURİYE'DEKİ YAĞMALANAN ESERLERİ
KORUMA ALTINA ALDI

Her ne kadar savaş bölgelerindeki tarihi
eserlerin korunmasına yönelik Lahey Sözleşmesi’ne
imza atmayan Büyük Britanya, Suriye’de İŞID
tarafından yağmalanan eserleri koruma altına
aldıklarını açıkladı. British Museum’dan yapılan
açıklamaya göre, eserler korunacak ve savaştan sonra
ülkeye iade edilecek.
İngiltere’nin ünlü müzesi British Museum,
Suriye’den özellikle IŞİD tarafından yağmalanıp
kaçırılan paha biçilmez tarihi eserleri izleyip
“koruma” altına aldıklarını ve bunları ülkeye geri
dönecekleri gün için sakladıklarını açıkladı. Benzer
bir görevi daha önce Afganistan için de yaptıklarını
ve eserleri ülkelerine geri döndürmeyi
başardıklarını dile getiren British Museum
yöneticisi Neil MacGregor, yağmalanan ve ülkeden
kaçırılan tarihi eserleri korumak için önemli bir
rol üstlendiklerini söyledi.
İngiltere hükümetinin tarihi eserleri korumak
için uluslararası sözleşme imzaladığının altını
çizen MacGregor, BM’in yasaklamasına rağmen, IŞİD
militanlarının Suriye’nin tarihi eserlerini ülkeden
kaçırarak ülkenin kültürel mirasını yağmalayıp
sattıklarını, bu yolla kendilerine finans
sağladıklarını ifade etti. Ancak MacGregor,
Suriye’den kaçırılan ve sonra kendileri tarafından
korumaya alınan tarihi eserlerin “hangileri”
olduğunu ve “nerelerden geldiğini” açıklamadı.
MacGregor, “Önemli olan ülkenin kültürel mirasını
korumuş olmamızdır” dedi. MacGregor, ülkesinin
siyasetçilerine de sitem ederek, “Savaş
bölgelerindeki tarihi eserlerin korunmasına yönelik
uluslararası LaHaye Sözleşmesi’ni, sadece BM
Güvenlik konseyi üyesi Büyük Britanya imzalamadı”
dedi.
ELGİN MERMERLERİ İADE EDİLMEDİ
Buna karşılık, British Museum, Yunanistan’dan
1816’da yasadışı yollardan kaçırılan Elgin
Mermerleri’ni Yunanistan’a iade etmeyi reddediyor.
Suriye’deki kültürel ve tarihi eserlerin savaş
yüzünden yok olması, “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu
yana yaşanan en büyük kültürel yıkım” olarak
adlandırılırken, IŞİD militanlarının geçen
haftalarda ele geçirdikleri 2 bin yıllık Roma kenti
Palmira’yı da yok etmesinden korkuluyor. Suriyeli
yetkililer, IŞİD, antik kenti ele geçirmeden önce
Palmyra’daki antik heykelleri güvenli bir yere
nakletmeyi başardıklarını, ancak büyük tarihi
anıtları taşıyamadıklarını açıkladı. Bu arada
Suriye’de bazı gönüllülerin neredeyse 2 bin yıllık
tarihi eserleri korumak için hayatlarını riskte
attıkları bildiriliyor. Savaşan kaçan binlerce
sivilin de tarihi eserlerin bulunduğu alanları
“güvenli yer” olarak gördükleri ve buralarda
yaşamaya başladıkları da Suriye’den gelen haberler
arasında.
Taraf, 07.06.2015
|
SARAY BAHÇESİNDEKİ HEYKEL TARTIŞMA YARATTI

İngiliz heykeltıraş Anish Kapoor’un
Fransa ’daki 17'inci Yüzyıldan kalma Versailles
Sarayı'nın bahçesine yerleştirdiği, “Kirli köşe:
Kraliçe’nin cinsel organı” isimli dev vajina heykeli
ülkede tartışma yarattı.
Hürriyet'te yer alan habere göre, Kapoor,
paslanmış metalden yapılmış ve kayalarla çevrelenmiş
60 metrelik dev heykelin oldukça provokatif olduğunu
kabul etti ve Versailles Sarayı yöneticilerine cesur
davranıp eserini sergilemeyi kabul ettikleri için
saygı duyduğunu belirtti.

Uzmanlar, heykelin kıtlık sırasında fakir Fransız
halkına “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” dediği
iddia edilen ve uzun süre Versailles Sarayı’nda
ikamet eden Kral 16’ncı Louis’in eşi Marie
Antoinette’den esinlenerek yaratıldığını
düşündüklerini söyledi.

SOSYAL MEDYADA TEPKİ GÖSTERDİLER
Büyük tartışma yaratan heykel, başta Versailles
Belediye Başkanı François de Mazieres olmak üzere
bazı kesimlerin tepkisini çekti. Heykelle ilgili
tepkilerini sosyal medyada dile getiren Fransızlar
ise bu durumun oldukça uygunsuz olduğunu söyledi ve
birçok ailenin çocukları ile birlikte Versailles
Sarayı bahçelerini ziyaret ettiğine dikkat çekti.
Radikal, 06.06.2015
|
DANİMARKA'DA 4 BİN YILLIK EV BULUNDU
Danimarka'nın Frederikssund şehrinde tren yolu
çalışmaları sırasında 4 bin yıllık ev bulundu.
Roskilde Müzesi'nden arkeologların yaptığı
araştırmada 46 metre uzunluğunda ve 7 metre
genişliğindeki evin, 4 bin yıl öncesine ait olduğu
ortaya çıkarıldı.
Kuzey Avrupa ülkelerinde bulunan en büyük evler
arasında olduğu belirtilen yapıda zamanında önemli
bir kişinin oturduğuna dikkat çekildi. Evin güney
tarafının depo ve ahır olarak kullanıldığı tahmin
ediliyor.
Roskilde Müzesi'nden arkeolog Palle Östergaard
Sörensen, evin çok ender rastlanan türden olduğuna
dikkati çekerek, "Normalde Sjaelland Adası'nda
toprak zemin sert olduğundan bulduğumuz evlerin
genelinde eksik parçalar oluyordu ancak bu evin
yapımında çok sağlam odunlar kullanılmış. Bu kadar
sene bu şekilde kalmış olması hayret verici" diye
konuştu.
Sörensen ayrıca çok büyük olmasından dolayı evin
etrafında aynı tarihlerden kalan daha küçük
yapıların da bulunabileceğine işaret etti ve "Vinge
evi" ismini verdikleri yapının tamamını gün yüzüne
çıkardıkça içinde kimlerin yaşadığına ve o döneme
dair bilgilere ulaşmayı umut ettiklerini de
sözlerine ekledi.
Sörensen son olarak kazı çalışmaları esnasında
milattan önce 500 ile 1000 yılları arasına ait
birçok küçük yapının kalıntılarına da ulaştıklarını
da bildirdi.
Time Türk, 06.06.2015
|
BURSA'DA ROMA DÖNEMİNE AİT TAPINAK TAŞI ELE
GEÇİRİLDİ

Bursa’da
jandarmanın yaptığı operasyonda
Roma dönemine ait olduğu düşünülen, tapınak
taşı, mezar steli ve rölyef ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre, Bursa İl Jandarma Komutanlığı
ekipleri yaptıkları istihbarat çalışmaları
neticesinde İ.Ö. (48), M.Y. (28) ve T.A.’nın (23)
İzmir ve
Kütahya’dan izinsiz kazı yaptıkları ve tarihi
eser bulduğunu tespit etti. Şüphelilerin Bursa’ya
geleceği bilgisine ulaşan ekipler, araçların
plakasını tespit etti. Bursa ve
Orhaneli jandarma ekipleri Orhaneli-Harmancık
karayolu güzerganı Küçükorhan Köyü yol ayrımında
aracı durdurdu. Aracın bagajına gizlenmiş bavul
içerisinde aslan başı heykeli, Roma dönemine ait
olduğu sanılan tapınak taşı, mezar steli ve rölyef
ele geçirildi. Tarihi eser niteliği taşıyan heykel
ve rölyeflere Bursa Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.
Olayla alakalı 3 şüpheli adliyeye sevk edildi.

Milliyet, 05.06.2015
|
2 BİN YILLIK ROMA LİMANI YENİDEN YÜKSELECEK

Ankara Üniversitesi, binlerce yıllık tarihi
canlandırmak için düğmeye bastı.
İzmir’in Urla
İlçesi'nde,
Roma dönemine ait bir liman gerçeğine uygun
şekilde inşa ediliyor.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile Urla Belediyesi
işbirliğinde hayata geçen
proje kapsamında, dünyada ilk kez 2 bin yıllık
bir liman aynı yerinde aynı donanımlarla yeniden
hayat bulacak.
Proje hakkında bilgi veren Ankara Üniversitesi
Sualtı
Arkeoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi
(ANKÜSAM) kurucusu ve Liman Tepe Kazı Başkanı
Prof.Dr. Hayat Erkanal, “Dünyada başka örneği olmayan bir
proje.
Tekne ve silahların hazırlanması çalışmalarına
başladık. Bir yıl içerisinde detaylı inşaata
başlayacağız” dedi.
ERKEN ROMA DÖNEMİNE AİT
O döneme ait mancınıkların dahi limanda yer
alacağını söyleyen Erkanal şunları söyledi:
“Limanda yüklerin depolandığı, kayıtların tutulduğu
binalar oluyor. Bunları inşa edeceğiz. Daha geç bir
dönemde limanda küçük bir kilise bulunduğunu
belirledik. Ama biz erken Roma dönemine ait bir
liman yapacağız. Bunlar Urla Belediyesi’nin tahsis
ettiği arazi üzerine inşa ediliyor. Gemilerin
yapımına başladık. Erken Roma dönemine ait en az iki
tekne yapacağız. Bittiğinde turistik ziyaretlere
açık bir alan olacak. Bu limanı canlı tutmaya
çalışacağız. Ziyaretçiler Roma tekneleriyle
Ege’nin
mavi sularında seyahat yapma imkanına
kavuşacak.”
“TURİZM İÇİN ÖNEMLİ PROJE”
Ankara Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erkan İbiş,
projenin
Türkiye turizmi açısından önemli olduğunu
kaydetti. Roma İmparatorluğu dönemindeki limanda ne
varsa hepsini canlandıracaklarını dile getiren Erkan
İbiş, “Kültür kavramına karşı Ankara
Üniversitesi’nin bakış açısı her zaman büyük değer
verir nitelikte olmuştur. Burada aynı yıllar önce
Romalıların yaptığı limanın birebir halini
yansıtacağız. Dünyada başka örneği yok. O günlerde
kullanılan araç gereçler, tekneler, yükleme araçları
birebir, aslına uygun şekilde yapılıyor. Hem
üniversitemiz hem de Türkiye turizmi için gurur
verici ve çok önemli bir projedir” diye konuştu.
Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar ise “Üniversite ile
çalışmak bizim için çok önemli. Kültür ve turizme
katkısı olacak her adımı atmaya hazırız” ifadesini
kullandı.
Posta, 05.06.2015
|
PİSİDİA ANTİOCHEİA'DA KAZILAR BAŞLADI

Isparta'nın Yalvaç İlçesi'nde bulunan Pisidia
Antiokheia antik kentinde bu yılki kazı çalışmaları
başladı.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Mehmet Özhanlı, bu yıl
UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmeyi hak edecek
değerdeki Men Tapınağı'nda da çalışma yapılacağını
söyledi.
Pisidia Antiokheia antik kentinde Süleyman
Demirel Üniversitesi (SDÜ) tarafından yürütülen kazı
çalışmalarında 6'ncı yıla girildi. 2009 yılında
Bakanlar Kurulu kararıyla SDÜ adına kazı
çalışmalarını yürüten Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mehmet Özhanlı,
2015 kazı çalışmalarının başladığını belirtti. 1
Haziran tarihi itibariyle kazı ruhsatının geçerli
olduğunu aktaran Prof.Dr. Özhanlı, bugüne kadar
yürütülen çalışmalarda kentin ana caddelerini ortaya
çıkardıklarını kaydetti.
Roma hamamı, tiyatro, Roma villası gibi yapılarda
önemli gelişmeler olduğunu aktaran Prof.Dr.
Özhanlı, "Kentin ana caddelerinden Cardo Maksimus'ta
caddeye 2 cepheli olarak yapılar meydana çıkarıldı.
2012 yılında yapılan kazıda caddenin üst bölümünde
bulunan Roma villasında, bu yıl restorasyon
çalışması yapmayı planlıyoruz. Kazıda ise kentin
güney caddesinde çalışmalarımız olacak" dedi.
MEN TAPINAĞINA KAZMA BU YIL VURULACAK
Bu yılki kazılarda özellikle ilçenin doğusundaki
Özbayat Köyü'nde tepeye kurulmuş Men Tapınağı'nda da
çalışma yapacaklarını vurgulayan Prof.Dr. Özhanlı,
"Men Tapınağı, UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmeyi
hak edecek kadar değerli bir yer. Bakanlığa burada
çalışma yapmak üzere daha önceki yıllarda olduğu
gibi bu yıl da başvurmuştuk. Bakanlık yetkilileri
gerekli ruhsatı verdi ve bu yıl bu alanda da çalışma
yapacağız. İlk olarak toprak yüzeyinde olan eserleri
restore ederek yerlerine yerleştireceğiz. Kazı
çalışmalarını daha sonraki yıllarda yapmayı
planlıyoruz" diye konuştu.
Gerçek Gündem, Haber: Nurettin Arkan, 05.06.2015
|