Haberler logo Mart '15 Arşivi

29 Mart - 4 Nisan 2015

DEFİNE KAZISI YAPAN 3 KİŞİ YAKALANDI



 

Mengen - Çaycuma sınırında kırsal alanda kaçak kazı yapan üç kişi, Jandarma ekipleri tarafından suçüstü yakaladı. Jandarma tarafından sürdürülen çalışmalar sonunda, Sit alanı içinde bulunan Filyos beldesi Türbe Tepe mevkiinde izinsiz define aramak amacıyla kazı yapan 3 kişi kıskıvrak yakalandı.

 

Önceki gece saat 03.00 sıralarında bölgede kazı yapan 59 yaşındaki Ramazan D., 56 yaşındaki Abdülmüttalip G. ve 52 yaşındaki Süleyman B. jandarma tarafından gözaltına alındı. Şahıslar savcılıktaki ifadelerinin ardından serbest bırakıldı. Geçen günlerde aynı bölgede kaçak kazı yapan kişiler yakalanmıştı. Şahısların yanlarında bulunan alet ve edevata el konuldu.

 

İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, özellikle Çaycuma ve Filyos beldesinde definecilere karşı yoğun istihbarat çalışmalarını sürdürüyor.

Bolu'nun Sesi, 03.04.2015

HEYECAN VERİCİ

 

 

Çorum’un önünde, Sağlık Müdürlüğü, Özel İdare ve Tekel binalarının yıkılmasıyla kazanılacak büyük meydan ve Kentpark gibi iki büyük proje duruyor. ÇORUM HABER’in sıkça dile getirdiği üzere, kentler meydanlarıyla, parklarıyla, yeşil alanlarıyla, kültür ve sanat mekanlarıyla “daha yaşanır kent” olurlar.


Belediye’nin, gerek meydan ve park düzenleme, gerekse korunması gerekli kültür varlıklarını restore ederek Çorumluların günlük yaşamına ve turizme kazandırma yönündeki çabalarını, bu anlayışla takdir ediyor, destekliyoruz. Kale, Velipaşa Hanı ve eski karakol binasının restorasyonu ile Çorum’un çok şey kazanacağını biliyor, bunun heyecanını duyuyoruz.


Meydanları, parkları, restore edilmiş tarihi mekanları ile yepyeni bir çehre kazanacak olan Çorum’un, “kültür ve sanat kenti” imajını tamamlayacak bir başka büyük proje ise, artık ömrünü tamamlamış ve astarı yüzünden pahalı geldiği için onarımı bile mümkün olmayan Devlet Tiyatrosu’nun yerine, dev bir Kültür ve Sanat Merkezi yapımıdır. Bu, daha güçlü ve kararlı biçimde Çorum’un gündemine alınmalıdır.


Yine, Hükümet Konağı karşısında oluşacak meydana “Barış Meydanı” adının çok yakışacağını, “Barış Kenti” imajını inşa etme anlayışı çerçevesinde ifade etmeyi ve şimdiden önermeyi de görev biliyoruz. Tüm Çorumluları, Çorum’u sevenleri, yurt ve insan sevgisiyle dolu herkesi, geçmişin olumsuz izlerini elbirliği ile silmek üzere ortak amaçlar etrafında toplanmaya çağırıyoruz.

Çorum Haber, 03.04.2015

"ORTAK TARİHİ MİRASIN ÖRNEK ÜLKESİ TÜRKİYE"

 

Boğaziçi Üniversitesi kurucu rektörü Aptullah Kuran anısına düzenlenen “Aptullah Kuran’ı Anma Konferansı” kapsamında Türkiye’ye gelen Yale Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden Prof.Dr. Nelson, Ayasofya üzerine yaptığı çalışmaları paylaştı.

 

Türkiye’nin kültürel ve tarihsel mirasa olan saygı anlamında İslam coğrafyası için örnek bir ülke olduğunu dile getiren Nelson, “Dünyanın en fazla ihtiyaç duyduğu, ancak yitirdiği kutsal bilgelik” başlıklı konuşmasında Ayasofya’nın ortak miras kültürü olduğuna dikkat çekti.

 

Bütün dünyanın değeri
Doğu Akdeniz ülkelerinde Orta Çağ sanatı üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Prof.Dr. Nelson, tarih boyunca Ayasofya’ya atfedilen değeri ve Batı dünyasının Ayasofya’yı algılama biçimindeki değişimi örneklerle anlattı.


Nelson, önce kilise sonra cami olan Ayasofya’nın müzeye dönüşüm sürecinin Türkiye’deki ulusal kimliğin oluşumuna etki yaptığına değinerek, “Ayasofya erken dönemlerinde Batı dünyasında hak ettiği ilgiyi görmedi. Ancak Rusya’da inşa edilen Saint Sophia Kilisesi ile bu bakış açısı değişti. Zaman içerisinde Ayasofya model alınarak inşa edilmiş çok sayıda yapı ortaya çıktı. Bu açıdan bakıldığında Ayasofya Türkiye’ye olduğu kadar tüm dünyaya ait bir değer haline geldi” diye konuştu.


Ayasofya’nın 1500. yılı
Nelson, Ayasofya’nın ortak kültür mirası olduğunu belirterek, “Bir dünya vatandaşı olarak bu büyük mirasın gerektiği şekilde korunması görevinin Türkiye’ye temsil yönünden bir fırsat sunacağını düşünüyorum. Taliban ve IŞİD gibi oluşumların tarihi ve sanat eserlerini ‘İslam adına’ yok etmeleri gibi kötü örnekler var. Oysa İslamiyet’in böyle olmadığını biliyoruz. Kültürel ve tarihsel mirasa saygı anlamında İslam coğrafyası için örnek bir ülke olan Türkiye, tarihi eserleri koruyarak bunu gösterme ve örnek olma şansını elinde tutuyor. 2032 yılında, Ayasofya’nın 1500’üncü yılını kutlayacağız. Ayasofya kültürleri buluşturan bir ortak miras ve bilgi kaynağı olmalıdır” dedi.

Milliyet, Haber: Mert İnan, 03.04.2015

ABD'NİN EN CÖMERT SAHTEKAR RESSAMI

 

O Amerikan tarihinin en verimli tablo kopyacılarından biri. On yıllardır ABD'nin çeşitli müzelerine ve sanat galerilerine sanat eserleri bağışlıyor ama bağışladığı tablolar, aslında kendisinin yaptığı kopyalar...

 

 

Mark Landis on yıllardır ABD 'nin çeşitli müzelerine ve sanat galerilerine sanat eserleri bağışlamış bir isim. Öteden beri varlıklı bir koleksiyoncu olarak isim yapan Landis'in bağışladığı tablolar, aslında kendisinin yaptığı kopyalardı. BBC'den Jason Caffrey'in haberine göre bu tablolarından para almadığı için suç işlemiş sayılmadı; dolayısıyla hiçbir zaman yargılanmadı. Amerikan tarihinin en verimli tablo kopyacılarından biri olan Mark Landis, "Bir müzeye tablo vermek suç değil, görüldüğü gibi. Bana kral muamelesi yapıldı. Birbiri ardından geldi bu işler ve işte tam 30 yıldır bunu yapmaya devam ettim. Size hiç kral muamelesi yapıldı mı? İnanın, gayet hoş birşey" diyor.

 

YETENEĞİ TEDAVİ ESNASINDA ORTAYA ÇIKTI
Landis'in tablo kopyacılığı 1980'lerin ortalarında, Kaliforniya müzesine, 20. yüzyıl Amerikan ressamı Maynard Dixon'a ait olduğunu söylediği bazı tabloları vermesiyle başladı. "Annemi etkileyebilmek için öylesine, bir anda yaptığım birşeydi. Televizyonda izlediğim, müzelere tablo bağışlayan varlıklı koleksiyonculara daima hayranlık duyardım." diyen Landis, şöyle sürdürüyor: "Müze, Maynard Dixon'ın çalışmalarını istediği için tablolarıma onun adını koydum. Bir kovboy ressamıydı, kütüphaneye gidip Kızılderililerin fotoğrafları bulunan kitaplara baktım ve bir kısmının kopyasını çıkardım. Müzeler kovboy tabloları istiyordu, ben de onu yaptım."


Landis ergenlik yaşlarında babasının ölümü ardından ruhsal bunalıma girmiş ve kendisine şizofren tanısı konmuş. Resim terapisi sırasında kopyalama yeteneği ortaya çıkmış.

 

 

İnanılmaz bir hızla tablo kopyalayabilen Landis, "Sahtekar ressamların kimyasal maddeler vesaire ile karmaşık işler yaptıklarını herkes bilir. Bende o kadar sabır yok. Walmart veya Woolworth'dan alırım malzemelerimi ve en fazla bir iki saat içinde yaparım resmi. Televizyondaki film bitinceye kadar bitirememişsem, o tabloyu bırakırım" diye anlatıyor.


Landis kendisine zengin bir hayırsever süsü vererek 2008 yılına kadar Amerika'nın onlarca saygın kurumuna sahte eserler bağışladı. 2008'de de aynı niyetle Oklahoma Şehir Müzesi'ne gitti. O dönemde yeni eserlerle ilgilenen müze kayıt görevlisi Matt Leininger, "Landis'in gerçekten garip bir resim koleksiyoncusu olduğunu düşünmüştük. Elden bize getirdiği ilk tablo Louis Valtat'ın bir suluboya eseriydi. Sahte olduğunu bilmediğimiz Valtat'ı çerçevelettik ve galerimizdeki Renoir tablosunun yanına astık. Daha sonra postadan beş tablo daha çıktı" diyor. Bunlar, 19 yüzyıl Fransız ressamları Paul Signac ve Stanislas Lepine'in eserlerine benziyordu.

 

Matt Leininger,"Signac hakkında biraz araştırma yaptım, Savannah Resim ve Tasarım Fakültesi'nin basın duyurusunda Mark Landis'in adı geçiyordu. Fazla düşünmedim üstünde ama Lepine'i arayıp Saint Louis Çağdaş Sanatlar Üniversitesi'nin basın duyurusunda da yine aynı isme rastlayınca, durumu anladım. Genel bir mesaj gönderdim. Bir saat içinde 20 kurumdan telefonla, e-posta yoluyla Landis'in kim olduğu, ne olup bittiği soruları geldi" diyor.

 

 

Leininger, Landis'in tablo kopyalama işini iyi yaptığını ama titizlikle incelendiğinde Sahtekarlığın ortaya çıktığını anlatıyor. Örneğin Landis'in 300-400 yıllık olduğunu söylediği, kırmızı tebeşirle yapılmış bir eserin yıpranmış, dağılmak üzere gibi görünen panosunu biraz deştiğinde, altından yeni ve bembeyaz yüzey çıkmış ve bayat kahve kokusu yayılmış. Leininger, Landis'in kullandığı malzemeye eski süsü vermek için kahveden yararlandığını söylüyor. Çok basit bir incelemeyle sahtekarlığın ortaya çıkarılabilmesi, birçok sanat kurumunun nasıl olup da kolayca aldanabildiği sorusunu akla getiriyor. "Landis dersini iyi çalışırdı. Müzelerin ne koleksiyonu yaptığını bilirdi. Temas kurduğu müzenin koleksiyonuna uyduğu için sunduğu tabloların kabul edileceğinden emindi" diyor Leininger.


Mark Landis'in kendisini ve bağışlarını tanıtma şekli de gayet inandırıcıydı. Müze kayıt görevlisi Matt Leininger, "Bir resim müzesinin işitmek isteyeceği her şeyi söylüyordu. Resim koleksiyonunu nasıl topladığına, ailesinin sözde varlığına dair hazır bir hikayesi vardı hep" diyor. Sahtekarlığı ortaya çıkaran Leininger, sanat suçları konusunda uzman eski bir FBI ajanına akıl sormuş. Ancak tablo kopyalarının dağıtımı sırasında para el değiştirmemiş olduğundan Landis yasaları çiğnemiş sayılmıyordu. Bu işte sorumluluk, bağışları kabul eden kurumlara düşüyordu. Ve eğer sahte tabloları sergilemişlerse, bu onların sorunuydu.

 

Mark Landis tablo kopyacılığıyla onlarca resim galerisini yüz kızartıcı durumda bıraktı. Leininger, bazı müzelerin Landis'in sahtekarlığının farkında olduğunu ama saygınlıkların gölge düşürmemek için ses çıkarmadıklarını düşünüyor; "Hangi müze müdürü veya küratör, kurumu adına sahte bir tabloyu kabul ettiğini kabullenir? Müzeler böyle şeyleri kamuoyuna duyurmak istemez" diyor. Bu arada Landis de yıllarca sahtekarlık yaptığını kabulleniyor ama, kendisini öyle pek de kötü hissetmiyor.

 

'PİNOKYO GİBİYİM'
"Pinokyo gibiyim ben. Vicdanınıza göre hareket ediyorsunuz. Birşey gerçekten kötü gitmişse, bir şekilde biliyorsunuz. Mahkemeye verilme olasılığından kaygı duymuyordum" diyor. Yaptığı açığa çıkarıldıktan sonra bile tablo kopyalamaya ve isminden habersiz galerilere bağışlamaya devam etmiş Landis. Öyle ki 2010 yılında annesinin ölümünden sonra kopyalama çalışmaları daha da hız kazanmış. İki yıl sonra da Cincinatti Resim Müzesi Landis'in sahte tablolarını bir sergide derledi. Matt Leininger'in küratörlüğünü yaptığı ve tam da 1 Nisan günü açılan serginin onur konuğu Landis'ti.

 

Landis, "Sergiden önce bir hayli gergindim. Çünkü karşıma ne çıkacağını bilmiyordum. Ama oraya gittiğimde herşey gerçekten çok güzeldi. Çok hoşuma gitti" diyor. Landis ve Leininger sergide karşılaşmışlar ilk kez. Landis, neden olduğu sorunlardan dolayı özür dilemiş. Peki acaba Landis, bir salon dolusu kopya tablosuyla karşılaştığı anda utanç duydu mu? "Pek değil" diyor: Ama bazı resimler gerçekten kötüydü. O yüzden bakmak bile istemedim."

Radikal, 02.04.2015

MİLLİ MÜCADELE MÜZESİ'NDE SONA DOĞRU

 

 

Geçmişin izleriyle günümüz teknolojisinin birlikte yansıtılacağı tarihi binadaki çalışmaları inceleyen ve ardından bir değerlendirme yapan Başkan Çelik, bu müzeyle günümüz insanına milli mücadele ruhunu yansıtmayı hedeflediklerini kaydederek, "Büyükşehir Belediyesi olarak yaptığımız Kültür Yolu projesinin en önemli duraklarından birisi de Kayseri Lisesi. Yüzyılı aşkın bir süre şehrin eğitim alanındaki en önemli kurumlarından birisi olan bu tarihi taş binayı Milli Mücadele Müzesi olarak düzenliyoruz. Binanın zemin katında tarihimizde önemli bir konuma sahip milli mücadele yıllarını canlandıracağız. Özellikle Sakarya Savaşı'na katılıp da şehit olan öğrencileri önplana çıkarıyoruz. Çok farklı sunum teknikleriyle hem görsel olarak hem dijital ortamda vatandaşlarımıza burayı gezdireceğiz. Ayrıca Kayseri Lisesi'nde okuyan ve mezun olan devlet adamlarımız, cumhurbaşkanlarımız ve ünlülerimiz var. Bunların canlandırılacağı bir sınıfımız olacak. Üst katta da geçici sergilerin açılabileceği bir salon yer alacak. Yanımızdaki Kiçikapı Meydanı ve karşıdaki eski kiliseyle birlikte burası, Kültür Yolu'nun da önemli bir noktası olacak. Ayrıca lisenin arkasındaki Kayseri Mahallesi ile de bir bütünlük oluşturacak" dedi.

 

HEDİYELİK EŞYA REYONU VE KAFETERYA

Proje kapsamında bir alış veriş mekanı ile kafeterya da yapılacağını sözlerine ekleyen Başkan Çelik, "Müzeyi gezmeye gelenlerin almak isteyecekleri hediyelik eşyaların satıldığı bir reyon ile çay-kahve içip dinlenebilecekleri bir de kafeterya yapıyoruz. Burası aynı zamanda halka açık da bir mekan olacak ve bölgeyi canlandıracak. Şehrimizin kültür-sanat hayatına çok büyük renk katacak bu tarihi müzeyi sonbaharda hizmete açmayı planlıyoruz inşallah" diye konuştu.

Kayseri Gündem, 02.04.2015

GERMÜŞ'ÜN SU KANALLARINA DİKKAT!

 

 

İnşaat Yüksek Mühendisi Mehmet Bildirici, tarihi bir Ermeni yerleşimi olan Urfa’nın Germüş Köyü'ndeki tarihi su kanallarını bekleyen tehlikeye dikkat çekiyor. Bildirici, imara açılan Germüş Köyü'nde tarihi eserlerin yanı sıra su kanallarının da tehdit altında olduğunu belirtiyor.

 

İki hafta önce Agos’ta, ‘Germüş’te imar oyunları’ başlığıyla yayımladığımız haberde, tarihi bir Ermeni yerleşimi olan Urfa’nın Germüş Köyü'nde imar izni verildiğine, bunun da Germüş’teki tarihi yapılar için önemli bir tehlike oluşturduğuna dikkat çekmiştik. İmar izninin sadece tarihi binalar için değil, Germüş’ün bir başka paha biçilmez zenginliği olan su kanalları açısından da tehlike oluşturduğu ortaya çıktı. 

 

Top bakanlıkta

2011’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın teklifiyle ‘turizm gelişim merkezi’ ilan edilen Germüş’teki Surp Asdvadzadzin Kilisesi gibi tarihi yapıların turizm amaçlı kullanımıyla ilgili her türlü yetki, Kültür Bakanlığı’na geçti. Germüş Kilisesi ve çevresindeki yerleşim alanları, daha önce Şanlıurfa Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nca “kentsel arkeolojik sit alanı” ilan edilmişti. Bu çerçevede, 8 adet konut da tescil edilmişti. Buna rağmen, Kültür ve Turizm Bakanlığı Turizm Yatırımları, Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Genel Müdürlüğü izniyle, Ermeni mezarları ve yerleşim yerlerine 1.6 emsal imar izni verildi. Böylece, ‘kentsel arkeolojik sit alanı’ ilan edilen alanlara imar izni verilmediği halde, Germüş Kilisesi ve çevresinde boş arazilerin bulunmasına rağmen, ikinci bir kilise ile 19. yüzyıldan kalma taş yapıların bulunduğu yerleşim alanına, imar izni verilmiş oldu.  

 

Sudan gelen miras

İnşaat Yüksek Mühendisi Mehmet Bildirici, Agos’a yaptığı açıklamada, Germüş’ün bir başka tarihi zenginliği olan ‘kehriz’lere dikkat çekiyor.İçme suyu şebekesinin olmadığı dönemlerde, içme suyunda kullanmak ve tarım arazilerini sulamak üzere dağ eteklerinden, yelpazeler içindeki geçirimli katmanlardan su taşıyan yatay yer altı su yolu sistemine ‘kehriz’ deniyor. Mehmet Bildirici’nin DSİ (Devlet Su İşleri Müdürlüğü) tarafından yayımlanan ‘Tarihi Sulamalar’ adlı bir kitabı var. DSİ kaynaklarından yararlanarak yararlanarak hazırladığı kitabında Bildirici, su kaynaklarının kullanımınının ve su anıtlarının tarihine odaklanıyor.  

 

‘En güzel kehriz’

Agos’a konuşan Bildirici, Germüş’teki su kanalları hakkında şöyle diyor: “2014 yılında Sarkis Seropyan ve Nazar Binatlı yönetimindeki gezide, Göbeklitepe’den sonra, bir saatliğine Germüş’e uğradık. Köyü görünce çok heyecanlandım. Kanalların ve giriş su alma bacalarının dolduğunu, esasen köyün nüfusunun da çok az olması nedeniyle fazla suya ihtiyaç kalmadığını gördüm. Konuyla ilgili daha sonra yaptığım araştırmalarda, Germüş’te bulunan su yollarının Ermenice isimleri olduğunu öğrendim. Bugüne kadar katıldığım uluslararası tarihi su toplantılarında, bu tür ‘kehriz’lerin (su kanallarının) İran’dan dünyaya yayıldığı görüşü vardır. Ben şahsen buna karşı çıkıyorum. İran’da MÖ 6. yüzyılda Darius’un yönetiminde, çok önce MÖ 9. yüzyılda Urartu döneminde, su kanallarının rastlanmaktadır. Urartular, dünyanın en eski su uygarlıklarından biridir. Kehrizlerin Doğu Anadolu’da, yani Ermeni platosunda  çıktığını savunuyorum. Bu açıdan Germüş, Türkiye’de ve dünyada en güzel kehriz örneklerinden biridir.”

 

Germüş’ün imara açılmasının, tarihi su kanalları için de önemli bir tehlike oluşturduğuna dikkat çeken Mehmet Bildirici, kamuoyunu ve yetkilileri, Germüş’teki tarihi miras konusunda duyarlı olmaya çağırıyor.

Agos, Aber: Ferda Balancar, 02.04.2015

İNGİLTERE'DE KOLEJ BİNASININ ALT KATINDAN 1300 İSKELET ÇIKTI

 

İngiltere'nin önde gelen üniversitelerinden Cambridge'in St John Koleji'ne ait bir binanın altında dev bir ortaçağ mezarlığı bulundu.

 

 

Arkeologlar, koleje ait bir amfinin restorasyonu sırasında keşfedilen mezarlıkta 13 ila 15′inci yüzyıldan kalma bin 300 iskelet bulduklarını açıkladı.

 

Cambridge Arkeoloji Ünitesi'nden Craig Cessford konuyla ilgili İngiliz basınına yaptığı açıklamada, "Mezarlığın bölgede olduğunu biliyorduk ancak tam yerinden habersizdik. Bu gerçekten müthiş bir buluş" dedi.

 

 

ORTA ÇAĞ HAYATIYLA İLGİ BİLGİLER AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLİ

Cambridge St. John Koleji'nin aynı isimdeki tarihi bir hastanenin yerine inşa edildiğini ve mezarlığın da bu hastaneye ait olduğunu belirten uzmanlar, iskeletleri inceleyerek İngiltere'deki Orta Çağ hayatı ile ilgili birçok önemli bilgi elde edeceklerine inandıklarını söyledi. Cessford iskeletlerin birçoğunun 25-45 yaş arası erkeklere ait olduğunu ancak hamile kadın iskeletlerine de rastladıklarını söyledi.

 

 

Arkeolog iskeletlerin oldukça düzgün sıralarda yan yana gömülmüş olduğunu ve mezarlık doldukça yeni katmanlar oluşturulduğunu da keşfettiklerini söyledi.

 


haberler.com, 02.04.2015

BANSKY'NİN ESERİ 175 DOLARA SATILDI

 

 

Gazze'de Banksy'nin çizdiği, değeri yüz binlerce doları bulduğu tahmin edilen duvar resmi 175 dolara (455 TL) satıldı.

 

Rabi Darduna, Banksy’nin Gazze’deki evinin ayakta kalan tek kapısına çizdiği resmi satarken kandırıldığını belirtti. Darduna, evi geçen yıl İsrail’in saldırısında yıkılan binlerce Filistinliden biriydi. Banksy Şubat ayında Gazze’yi ziyaret edip enkazlara siyasi mesajlar veren resimler çizmişti. Darduna’nın yıkılan evinin kapısında ağlayan bir Yunan tanrıçası resmi vardı.

 

KİMLİĞİ BİLİNMİYOR

Darduna resmi Banksy’nin temsilcisi olduğunu söyleyen bir Filistinliye sattığını söyledi. Resmi alan kişiyse BBC’ye yaptığı açıklamada satışın yasal olduğunu savundu. Banksy’nin İngiltere’nin Bristol kentinde çizdiği bir duvar resmi 590 bin dolara (1,53 milyon lira) satılmıştı. Sanatçının temsilcisinin aileyi arayıp, eserin geri verilmesi gerektiğine inandığını söylediği belirtildi.

 

Banksy’nin gerçek kimliği bilinmiyor ve sanatçı bu yönüyle de efsane olmuş durumda.

Sözcü, 02.04.2015

HAREM'İN BİLİNMEYENLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 

 

TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı, harem ve cariyelik tartışmalarını sona erdirecek bir kitap hazırladı.

 

Araştırmacı-yazar Cengiz Göncü tarafından kaleme alınan kitap, Osmanlı’da harem ve cariyelik üzerine merak edilen her şeyi belgeler, deliller ve veriler üzerinden okuyucunun dikkatine sunuyor.

 

İBB Kültür A.Ş. Yayınları Kültür ve Medeniyet Serisi arasından çıkan kitap, cariyelik niçin vardı, kimler cariye oluyordu, maaşları için neler yapılıyordu, sarayda gördükleri muamele nasıldı gibi can alıcı sorulara cevap veriyor.

Sarayın Kayıtlarıyla Oryantalist Ressamların Tabloları Birbirini Tutmuyor

Altmıştan fazla Osmanlıca belgenin yer aldığı kitap, önce “harem”  kelimesinin anlamını anlatarak başlıyor. Kitapta yer alan bilgilere göre Osmanlı geleneğinde harem padişahın, valide sultan ve şehzadelerin yaşadığı yerin karşılığıdır ve yabancılara giriş yasaktır. Yabancı seyyahlar bu gizemin peşine düşerek kapalı kapılar ardına geçemedikleri haremi görmek istedikleri şekilde tasvir etmiştir. Sarayın içini anlatan kayıtlarla, oryantalist ressamların tablolarındaki görüntüler birbirini tutmamaktadır.

 

Cariyelik Saraya Özgü Bir Sistem Değil

Cariyeliğin saraya özgü bir sistem olmadığının önemle vurgulandığı kitaptaki bilgilere göre o dönem toplumunda hali vakti yerinde olan herkesin bir veya birkaç cariye sahibi olduğu kadın miras listelerinden tespit edilmiş. Bu cariyeler, ev hizmetinde, mutfak işlerinde görevlendirmek yahut dadılık, sütannelik gibi işlerde istihdam edilmek için alınmış. Saray için de geçerli olan cariyelik sisteminde saraydaki cariyelerin farkı, çok iyi bir eğitimden geçmeleri, bazılarının yükselme fırsatı yakalayabilmeleri ya da padişah eşi olma sıfatına erişebilmeleriymiş.

 

Osmanlı'da Tek Eşlilik Hakim

Kitapta Osmanlı'da çok eşlilik meselesine de değiniliyor. Kitabın yazarı Dr. Cengiz Göncü’nün araştırmalarına göre, Osmanlı toplumunda, çok evliliğin oldukça az sayıda uygulandığı görülmüş.

17. yüzyıl İstanbul'una ait 20 sicil üzerinden elde edilen verilere göre 1.242 erkek içinden 1.147 kişinin bir, 84 kişinin iki, 7 kişinin üç, 4 kişinin de 4 zevcesi varmış. Bu daha sonraki tarihlerde de genel itibarıyla böyle devam etmiş. 19. yüzyılda ise Bursa tereke defterleri üzerinde yapılan bir araştırmada, 361 evli erkekten 353'ünün tek eşli olduğu sonucuna varılıyor. Bu durum saray haricindeki cariyelerin de eş olarak alınmadığının bir göstergesi.

Hiçbir Cariye Sarayda İstemeden Kalmamış
Kitapta anlatılanlara göre cariyelik, 19. yüzyılın sonlarına kadar sürmüş ve devşirmelikle benzer amaçlar taşiyan ama sarayın hizmet sınıfını tanımlayan bir kurum. Cariyeler, 19. yüzyılda ağırlıklı olarak köle ticaretinin yapıldığı pazarlardan alınmış. Bazende devlet adamları tarafından saraya hediye edilmiş. Cariyeler ağırlıklı olarak Kafkasya ve Afrika olmak üzere iki coğrafyadan getiriliyor.

Yazar Cengiz Göncü’nün anlatımlarına göre saraydaki cariyelerin vaziyetleri iyiydi. Sarayda kalmak istemez evlenmek arzusu gösterirlerse, o cariyeye derhal 'taşra' çıkarılır, yani evlendirilip ev ve para verilirdi. Hiçbir cariyenin sarayda istemeden kaldığı görülmemiş,

İslam kölelerin azat edilmesini teşvik ettiği için de beyaz cariyeler 9, siyah cariyeler de 7 yıl mecburi hizmet sürelerini tamamladıktan sonra azat edilerek hürriyet belgesi veriliyor.
 
Padişah Eşleri Kimlerden Seçilirdi?
Osmanlı padişahları, 14. yüzyılda esas olarak Hristiyan, 15. yüzyılda ise Müslüman kadınları eş olarak seçmişlerdi. 15. yüzyılda görülen bu değişiklik, Osmanlıların Anadolu’da artan önemlerini ortaya koymuştur. 15. yüzyılın ilk yarısından sonra ise Osmanlı Devleti’ne komşu olan devlet ya da prensliklerin ortadan kalkmaya başlamasıyla, hanedanlar arası evlilikler de son bulmaya başlamıştır. Hanedan kızları ile evlilikten vazgeçilmesinin nedeni, sadece söz konusu hanedanların ya da devletlerin ortadan kaldırılması değil, aynı zamanda II. Mehmed Dönemi ile beraber Osmanlı Devleti’nin “cihan devleti” olma iddiasının güçlenmesi ve buna bağlı olarak, Hristiyan ya da Memlükler, Özbekler, Moğollar, Akkoyunlular gibi diğer Sünni Müslüman Hanedanlarla kurulan evlilik bağının politik yararının azalmaya başlaması olmuştur.

Kanuni Sultan Süleyman Devri’ne gelindiğinde, Osmanlı hanedanında cariyelerle evlilik bir ilke olarak kabul edilmiştir. Ancak Padişah’ın, cariye kökenli Hürrem’e nikah kıyarak evlenmesi, halk tarafından kabullenilmemiş.
 
Her şey “Harem Maaş Defteri”nde kayıt altındaydı!
Harem’deki dairelerin her birinin statülerine göre değişen sayıda cariye kadrosu vardı. Özellikle Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz dönemlerinde, saraydaki tüm cariyelerin sayısının 500 ile 600 arasında değiştiği tespit edilmiştir.


Harem maaş defterlerinde, cariyelerin toplam sayısı, maaşları, isimleri, rütbeleri ve hangi daireye tahsis edildiklerine ilişkin net bilgilere de ulaşılmıştır.
 
Biriken maaşlar ve ihsan olunan hediyeler ile rahat bir yaşam
Cariyelere, saraya alındıkları andan itibaren maaş ve tayinat (elbise, yiyecek vb.) tahsis edildiği belirlenmiş, maaşlar da, Tanzimat öncesinde yevmiye (gündelik) usulüyle verilirken Tanzimat’la beraber aylık esasına geçilmiştir. Ayrıca maaşları dışında, senede bir kereye mahsus “muharremiye” denilen senelik tahsisat (salyane) verildiği de saptanmıştır. Hatıratlarda, cariyelerin çırağ edilmeleri durumunda biriken maaşları ve kendilerine ihsan olunan hediyelerle, yaşamlarını rahat bir şekilde geçirdikleri yazılıdır.
 
Harem Eğlenceleri
Her hareketin kurala bağlandığı, sıkı bir disiplinin uygulandığı haremde, eğlenceler büyük özlemle beklenirdi. 
 
Cariyelere özel musiki dersleri
Haremde musiki, daha önceki Türk devletlerinin, özellikle Selçukluların, saray haremlerindeki geleneğinin bir devamı olarak başlangıçtan beri önemli bir yer tutmuştur. Sesi güzel, kabiliyetli cariyelere, devrin tanınmış üstatları ders vermiş, ayrıca sarayda, cariyelerden meydana gelen bir sazende ve hanende heyeti bulundurulmuştur. Nitekim bu ilginin neticesinde, sazendeler genellikle, kalfalık rütbesine kadar yükseltilmiştir. Çoğunlukla müzik dersleri haremdeki meşkhanede verilmiş, bazen de cariyeler, tanınmış bestekarların evine gönderilmiştir.
 
60 cariyeden oluşan batı müziği orkestrası
19. yüzyılla birlikte saray musikisinde de Batılılaşma’nın tesiri hissedilmiş, bunun neticesinde özellikle piyano ve mandolin çalma, moda haline gelmiştir. Harem dairelerinin hemen yanı başında, her zaman bir meşkhane tespit edilmiş, nitekim 19. yüzyılın en büyük saraylarından Çırağan ve Dolmabahçe saraylarında, Mabeyn’e yakın dairenin zemin katı, “meşkhane” olarak kullanılmıştır. Ayrıca Tanzimat Dönemi’nde, sarayın hareminde, Batı müziği orkestrası oluşturulmuş, haftada iki gün, bando ve orkestra takımı; bir gün de ince ve kaba saz takımı, burada prova yapmıştır. Rakkaseler, diğer bir odada meşk almış, prova günleri, sofada beraber oyunlar oynamışlardır. Dolmabahçe Sarayı’nın Harem bölümündeki büyük misafir salonunda, sayıları altmışı bulan cariyeden oluşmuş bu orkestrada, keman, viyolonsel ve kontrbas icra edilmiştir. Zaman zaman bu eğlencelere, küçük sultan ve şehzadeler de katılmışlardır.
 
9 Yıllık Hizmet Süresi Dolan Cariyeyi Azat Etmeyen Efendi Ayıplanırdı
Cariyelerin, çeşitli nedenlerle saraydan dışarı çıkarılmasına, “çırağ edilmek” adı verilmiştir. Osmanlı’da, cariyelerin hizmet süresi yedi ile dokuz yıl arasında değişiklik göstermiş, ancak bu süre geçtiği halde cariyesini azat etmeyen efendi ise ayıplanmıştır. Dindar ve hayır sahibi, köklü, büyük ailelerde cariyeler, daha da az süre tutulup, ardından azat edilmişlerdir. Sahibi tarafından azat edildiği halde kabul etmeyen cariyeye yine de azatlık belgesi verilmiş, efendisinden ayrılması ise kendisine bırakılmıştır. Aynı uygulama, saraydaki cariyeler için de geçerli olmuştur.
 
Çırağlık Talebinde Bulunan Cariye Odasına Kapanırdı
Cariye ve kalfaların çırağlık talebinde bulunmaları, saraydan bıkkınlık manası taşıdığından ayıp sayılmış, bu yüzden saraydan çırağlıklarını isteyen cariyeler, bunu saray adabı ve terbiyesi ile ifade etmişlerdir. Çırağ edilmek isteyen cariyeye, harem içinden kimse yardım etmek istemediği gibi mensubu olduğu dairenin sahibini de sorgulayan olmamıştır. Bu durumda, cariyeler bir fırsatını bulunca, genellikle bayramlarda ve kandillerde büyük bir kağıda “kulun isteği murad, ihsan efendimindir” diye yazılmış arzuhallerini, gizlice hanımın odasında görülecek bir yere bırakıp, bir daha efendisine görünmeyecek şekilde odasına kapanmışlardır. Çırağ oluncaya kadar ise hizmette bulunmayıp, ortaya çıkmayan cariyeler, özellikle hanımlarının yüzüne hiç bakamamışlardır.

Efendisi tarafından çırağlık talebi kabul edilen cariyelerin çeyizi hazırlanarak, kendilerine paralar verilip bendegandan birinin evine gönderilmiş ve uygun bir kısmeti çıkınca da evlendirilmiştir.
 
Sarayı Yakan Feleksu
Sultan II. Abdülhamid Dönemi’nde, saraydan çırağ edilmek istediği halde talebi kabul edilmeyen Feleksu ismindeki cariye, kurtuluş çaresi olarak sarayda yangın çıkarmıştı. Sultan II. Abdülhamid bu cariyeyi cezalandırmayıp harçlık ve çeyiz vererek saraydan uzaklaştırmış, cariyenin bu talebini dikkate almayan ve önemsemeyen üstlerini ise, istemedikleri halde çırağ etmiştir.
 
Kölelikten Efendiliğe
Çeşitli belgesel kanıtlar ve iddialarda, Mehmed’ten itibaren padişah annelerinin cariye kökenli olduğu belirtilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman öncesi dönemde ise cariye kökenli valide sultanlar şunlardır: I. Mehmed’in annesi Devlet, II. Mehmed’in annesi Hüma, II. Bayezid’in annesi Gülbahar, I. Selim’in annesi bir başka Gülbahar, Süleyman’ın annesi Hafsa. Haremde köle kökenli valide sultanların varlığı, cariyeliğin devamlılık arz eden bir müessese haline dönüşmesini de sağlamıştır.
 
Hürrem, Nurbanu, Safiye, Kösem, Turhan
Valide sultanlar, egemenliği ellerinde tutmak için, devlet erkanı ile ordu içinde bir takım siyasi ittifaklar yapmak zorunda kalmışlardır. Haremde, birbirlerine karşı gruplaşmalar, çoğunlukla, sultanın hangi oğlunun tahta geçeceği konusunda ortaya çıkmış, bu yüzden de harem, 17. yüzyılda iktidar mücadelesinin odak noktası haline gelmiştir. Valide sultan hanedanın, dolayısıyla Osmanlı saltanatının devamı üzerinde kesin bir rol almıştır. Valide sultan, padişahın çok sayıda erkek çocuğu olmasını ve şehzadelerin korunması yoluyla hanedanın devamlılığını sağlamak gibi ağır ve hayati bir sorumluluk da üstlenmiştir.
 
Valide Sultanların 100 Yıllık Saltanatı
Valide sultanların saltanat dönemi, Kanuni’nin zevcesi Hürrem Sultan’dan başlayarak Nurbanu, Safiye, Kösem ve Turhan sultanlar zamanında yaklaşık yüz yıl devam etmiştir. Öyle ki bu dönem, “kadınlar saltanatı” olarak da adlandırılmıştır. Bazı tarihçiler, bu dönemde, harem kadınlarının, devletin çöküşünü hazırladıklarını iddia etmiş olsalar da, valide sultanların, hanedanın devamını her şeyin üstünde tutarak devletin bekasına hizmet ettiklerini savunanlar da olmuştur. Gerçekten de, I. Ahmed’in başkadını, Padişah’ın hayattaki tek kardeşi Mustafa’yı idamdan kurtararak hanedanın devamına hizmet etmiştir.
 
Hayırsever Sultanlar
Valide sultanın, haremin diğer kadın mensuplarından farkı ve ayrıcalığı, toplumsal yaşamda üstlendiği hayırseverlik ve hamilik rollerinde de tezahür etmiştir. Padişaha, Cuma selamlıklarında sunulan arzuhaller misali, valide sultana da çeşitli kesimlerden arzuhaller sunulmuş, gerek muhteva gerekse kaleme alınış şekli açısından, padişaha sunulanlar ile paralellik göstermiştir. Bu arzuhaller, valide sultanın, çözüm merci olarak görüldüğünün de bir delili sayılmıştır.
 
Her Dinden Kadın ve Erkeğe Yardım Etti
Milli Saraylar Arşivi’nde, çok sayıda belge üzerinde yapılan incelemede, Pertevniyal Valide Sultan’ın hayır harcamalarının profilinin, çeşitlilik arz ettiği tespit edilmiştir. Cami ve çeşme inşası, onarımı ve idareleri için gerekli olan tahsisatın ödenmesi, görevlilerinin maaşlarının temini, okullara ve hapishanelerde bulunan her dinden kadın ve erkek mahkumlara, dul kadınlara yardım, valide sultanın yardım ve şefkat elinin uzandığı yerlere örnek teşkil etmiştir.
 
Padişahla Olan İlişkiler
“Osmanlı Sultanı’nın Gücü Gözlerden Uzak Olmasında” (Fransa Kralı XIV. Louis)
Osmanlı hareminde padişahla hane halkı arasındaki ilişkilerde bu mesafeli ve seviyeli ilişkiler düzeni görülmüştür. Sarayda, padişahın eşleri ve çocukları arasındaki ilişkilerin belli bir protokolü ve adabı olduğu bilinmekle beraber Osmanlı sarayına, protokol ve adap egemen olmuş; padişahın hükümdarlık ve halifelik sıfatlarına halel gelmemesi için ilişkiler, belli ritüellere bağlanmıştır.
 
Kanuni Dönemi’nde Sözlü İfadenin Yerini İşaret Dili Aldı
Fatih Sultan Mehmed’in Kanunnamesi’nde, padişahların yemek yemesinden, Divan-ı Hümayun toplantılarına kadar birçok meselede, kendisi ile devlet erkanı arasına mesafe koyması, Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nden başlayarak sarayda sözlü ifade yerine işaret dilinin hakim olması, saltanat ve hükümdar mefhumuna getirilen yeni bakış açısının tezahürleri olmuştur. Bu anlayış, Avrupa monarşilerinde de açıkça görülür; örneğin, Fransa Hükümdarı XIV. Louis kendisini, Güneş Kral olarak ifade ederek gücünü görünür kılar iken, Osmanlı sultanının gücü, gözlerden uzak durmasında ifadesini bulmuştur.

Resmiyet Hakimdi
Padişahın kadınefendi ve ikballeriyle buluşması tam bir mahremiyet içinde gerçekleşirdi. Kadınefendiler ya da ikballer, kendi dairelerinden padişah dairesine gitmeleri gerektiğinde, hazinedar kalfalar tarafından davet edilirler ve bu kalfaların eşliğinde huzura çıkarılırlardı. Padişah eşleri (kadınefendi ve ikballer) müsaade çıkmadıkça huzurda oturamadıkları gibi, konuşurken de daima resmi dille konuşup resmi hareket ederlerdi. Padişah haremdeyken hiç kimse ortalarda dolaşamadığından ortama sessizlik hakimdir.
 
Gümüş Çivili Ayakkabıların Sırrı
Padişah haremde yürürken ayakkabısının altında gümüş çiviler olurdu; bu suretle, padişahın yürüyüşü, kundura çivilerinin sesinden uzaktan duyulur ve kadınlar, onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi. Çünkü saray adabınca karşılaşmak hürmetsizlik sayılmış ve buna “hünkara çatmak” denilmiştir.
 
Kültür - Eğlence
Kadınefendiler ve ikballer, Kur’an-ı Kerim, tarih, kitap ve gazete okur, piyano çalar, eski oyunlardan domino, peçiç, tavla oyunlarıyla ve birbirlerine gidip sohbetle vakit geçirirlerdi. 20. yüzyıl başlarında, saraylı hanımların benimsediği Batılı bir adet ise “beş çayı” olmuştur. Pastanelerden sipariş verilen pasta, bisküvi gibi yiyeceklerin yanında çay içmek ve çay ziyafeti vermek, saray ve zengin konaklarında yaygın bir adet haline gelmişti. Sarayın Mabeyn bölümünde tiyatro, pandomim gibi sanatsal etkinlikler düzenlenir, harem mensupları ise bu kültürel etkinlikleri, yaldızlı paravanlar arkasından izlerdi. Bu tür etkinlikler, Dolmabahçe Sarayı Mabeyn Zülvecheyn Salonu’nda gerçekleştirilirdi.
 
Alışverişleri
Kadınefendiler ve ikballer, dairelerinin ihtiyaçlarını kalfaları aracılığı ile temin ederlerdi. Kalfalar, efendilerinin şahsi siparişlerini veya dairenin genel ihtiyaçlarını pusulalara yazarak taleplerini beyan ederlerdi. Talep edilen eşyanın, kadınefendinin rutin gelirini aştığı hallerde ise ellerinde bulunan mücevherleri, kalfaları aracılığı ile esnafa gönderirlerdi. Padişah hareminin, dükkanlara girip alışveriş yapmaları, saltanatın (ya da hanedanın) imajına halel getireceği düşünüldüğünden bohçacı kadınlar saraya gelirlerdi.  Satın alınan eğer kumaş ise bir kısmı hemen terziye gönderilir, terzi de önceden verilen ölçülere göre dikerdi. Giysiler kemha bohçalarda ya da futalarda (ipek peştamal) saklanır, iç çamaşırları, mendil, ferace, yatak takımları da dolap raflarında bohçalarda muhafaza edilirdi.
 
Gezmeleri
Osmanlı toplumunda belli bir düzeydeki kadınlar, fevkalade durumlar olmadıkça gündüz sokağa çıkmazlardı. Aynı şekilde Harem-i Hümayun’un yüksek mevkideki kadınları, büyük nüfuzlarına rağmen çoğunlukla sarayda kapalı kalmışlar, saray dışına ancak harem ağalarının denetimi altında çıkabilmişlerdir. Sadece valide sultan, harem dışında hareket etme hakkına sahip olmasına karşın, onun da erkeklerle yüz yüze ilişkisi olmamıştır. Harem kadınları, dış dünyayla olan ilişkilerini kethudaları ya da baltacıları aracılığı ile sağlamışlardır ki son yüzyılda bunlar daire müdürü olarak da adlandırılmışlardır. Harem ağalarının da bu iletişimde rolü olmuştur.
 
Kadınefendilerin En Gözde Mekanları: Gülhane, Fatih, Kağıthane, Eyüp ve Balmumcu
Harem mensuplarının, II. Mahmud Dönemi ile beraber dışa açılması başlamışken, Sultan Abdülmecid Dönemi’nde ise mesire yerlerinde gezmeler iyice artmıştır. Sultan II. Abdülhamid Dönemi’nde ise görece içe kapanan harem mensupları, II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte toplumsal yaşama katılma konusunda daha çok serbestlik elde etmişlerdir. Hanımlar çoğunlukla, Gülhane Parkı, Hürriyet-i Ebediye Tepesi, Kağıthane, Balmumcu Çiftliği civarına, bazen de Eyüp Sultan’a gitmiş, ara sıra da Fatih ve Sultanahmed türbelerini ziyaret etmişlerdir. Bu geziler esnasında, kadınefendilerin arabaları da birbirlerini hiyerarşik olarak izlemiştir.
 
Zülvecheyn Dairesi’nde Teravih Namazları
Sarayda, Ramazan aylarında ve mübarek günlerde, ibadetleri asla aksatmayan harem mensupları, gündüzleri Mabeyn’de yaldızlı kafes paravan arkasında hafızları, vaizleri dinlemiş; akşam yine orada, halk için serilmiş olan uzun seccadelerde; sultanlar ise cariyeleri tarafından getirilen kendi seccadelerinde teravih namazlarını kılmışlardır. Teravih namazları için Dolmabahçe Sarayı’nın Zülvecheyn Dairesi kullanılmıştır. Ramazan ayının on beşinci günü, Hırka-i Şerif ziyareti gerçekleştirilirken, kalfalar, kapaklı, tabaklı küçük billur kaseler içinde buhurlar takdim ederlerdi.

Akşam, 02.04.2015

AVUSTURYA'DA OSMANLI'DAN KALMA DEVE İSKELETİ BULUNDU

 

 

Avusturya'da 17’nci yüzyıldan kalma bir mahzende Osmanlı ordusu tarafından binek hayvanı olarak kullanıldığı sanılan bir devenin iskeleti bulundu.

 

1683'te Dördüncü Mehmet dönemindeki İkinci Viyana Kuşatması sırasında Viyana yakınlarındaki Tulln kentinde bırakıldığı veya takas edildiği sanılan hayvanın kemikleri Orta Avrupa'da hiç eksiksiz bulunan ilk deve iskeleti oldu.

 

Kemikler üzerinde yapılan DNA analizi, hayvanın orduda popüler olan melez bir deve türünden olduğunu ortaya çıkardı.

 

Kemiklerde ayrıca, hayvanın üzerine eyer takıldığını ve binildiğini gösteren belirtiler bulundu.

PLOS One dergisinde yayımlanan bulgular, kentte yeni bir alışveriş merkezi yapılması için sürdürülen çalışmalar sırasında yapılan arkeolojik bir kazıda ortaya çıkarıldı.

 

 

MAHZENDE BULUNDU
Araştırmacılar tamamıyla korunmuş olan deve iskeletini, atılan çöpler, çanak ve çömleklerle dolan bir mahzende buldu.

 

Konuyla ilgili makaleyi kaleme alanlardan Dr Alfred Galik, BBC'ye verdiği demeçte, "ilk başta tuhaf bir büyükbaş hayvana aitmiş gibi görünen çene kemiğini gördüm, omurga ise bir atınkine benziyordu. Daha sonra çıkan uzun kemiklerle hayvanın bir deve olduğunu belirledik" dedi.

 

Daha önce kimileri Roma dönemine ait bazı iskelet parçaları bulunmuş olmasına rağmen, Orta Avrupa'da ilk kez bütün bir deve iskeleti bulunuyor.

 

 

Kafatasının biçimi ve yapılan genetik testler, devenin Dromedarius türü tek hörgüçlü bir dişi ile Bactrianus türü çift hörgüçlü bir erkek devenin çiftleşmesi ile elde edilen melez bir tür olduğunu gösterdi.

 

Melez develerin daha uysal, dayanıklı ve ebeveynlerinden büyük olduklarını belirten Dr. Galik, bu hayvanların özellikle orduda kullanılmaya yatkın olduğunu kaydediyor.

 

‘YA BIRAKILDI YA TAKAS EDİLDİ’
Deve iskeletinin Osmanlılar tarafından kuşatılan ancak ele geçirilemeyen kentin içinde bulunması da bir başka ilginç nokta. Araştırmacılar bunu ordunun geri çekilirken deveyi orada bırakmış olmasına veya takas etmiş olmasına bağlıyor.

 

 

Osmanlı ordusunda atların yanı sıra develerin de kullanıldığı bildiriliyor.

 

Daha önce Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma tek eksiksiz deve iskeleti İstanbul Yenikapı Metro ve Marmaray kazıları sırasında bulunmuştu.

Hürriyet, 02.04.2015

OYUN OYNARKEN SİKKE DOLU TESTİ BULDU

 

Artvin’in Yusufeli İlçesi'ne bağlı Darıca Köyü'nde evinin önünde oyun oynayan çocuk sikke dolu testi buldu.





Edinilen bilgiye göre, evinin önündeki bahçede Oyun oynayan torununun elinde testi gören dede Yusuf Cansız, daha sonra testiyi inceleyerek içerisinde sikke olduğunu tespit etti. Dede Cansız, farklı dönemlere ait çok sayıda sikkeyi Jandarma ekiplerine teslim ederken, sikkelerin müzede sergileneceği öğrenildi.

 

     


Milliyet, 02.04.2015

TARİHİ HAMAM KADERİNE TERK

 

Mezopotamya'nın en eski şehirlerinden biri olan Mardin'de çok sayıda yapı kaderine terk edilmiş.  Bu tarihi yapılardan biri de Ulu Camii Hamamı. 1312 tarihinde Artuklu Sultanı Melik Salih tarafından Ulu Cami'ye vakıf olarak yaptırılan tarihi hamamın kapısına kilit vurulmuş. İçi bir çöplüğü andıran hamam 700 senelik.

 

 

Abbasiler’den Perslere, Sasaniler’den Emevilere, Selçuklular’dan Artuklulara ve daha birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve Mezopotamya’nın en eski şehirlerinden biri olan Mardin’in tarihi karakteri, kaderine terk edilmiş tarihi yapılar yüzünden tehdit altında. Bu tarihi yapılardan biri de Ulu Camii Hamamı. 1312 tarihinde Artuklu Sultanı Melik Salih tarafından Ulu Cami 'ye vakıf olarak yaptırılan tarihi hamamın kapısına kilit vurulmuş, kapıdaki yarık ise sokak hayvanlarına barınak imkanı tanıyor.  Kapıdaki delikten görüntülediğimiz hamamın içi de adeta çöplüğe dönmüş. Koruma amaçlı önlemlerin alınmadığı tarihi hamam için yetkililerin sessiz kalması da  sorunu her geçen gün büyütüyor.

 

Konu ile ilgili Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilisi şu açıklamayı yaptı: "Ulu Camii hamamı ile alakalı bir çalışma yapmak istediğimiz sırada elimize, yapının mülkiyetinin şahsa ait olduğu yazısı geldi, bizim de bu hamamı kamulaştıracak ödeneğimiz yok. Valiliğin 'Cazibe Merkezlerini Destekleme Programı' ile bu ödenek karşılanabilir, üzerinde durulur ise hamam kurtarılabilir."

 

MARDİN ULU CAMİİ HAMAMI

Mardin Ulu Cami Mahallesi’nde bulunan hamam, Artuklu Sultanı Melik Salih (1312-1363) tarafından Ulu Cami’ye vakıf olarak yaptırıldı.  Hamamın kitabesi bulunmamakla beraber, vakıf kayıtlarından ve mimari yapısından XIV.yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilmekte. Ulu Cami’nin doğusundaki bir sokaktan basit bir kapı ve beşik tonozlu bir mekandan girilen hamam dikdörtgen bir alanı kaplıyor. Kesme ve moloz taştan yapılan hamamın soyunmalık kısmı yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülü. Soyunmalığın doğusunda ortadaki payenin iki yanında iki kemerli çapraz tonozlu bir mekanın oluşu dikkati çekiyor.  Soğukluk kısmı dikdörtgen planlı olup, üzeri beşik tonozla örtülü. Buradan geçilen sıcaklık kare planlı, üzeri kubbe ile kaplanmış. Bunun dışında dört köşesine beşik tonozlu eyvanlar yerleştirilmiş durumda. Ayrıca sıcaklığın köşe hücreleri küçük kubbelerle örtülü.

 


Radikal, Haber: Vildan Çiftsüren, 02.04.2015

LE COURBUSIER'NIN CHANDIGARH PLANI TEHDİT ALTINDA

 

 

Washington Üniversitesi'nde profesör ve Chandigarh Urban Lab'in kurucusu Dr. Vikramāditya Prakāsh, kentin kuzeyindeki yeni konut gelişim planlarının ardından başlatılan imza kampanyasının nedenlerini Le Corbusier'nin Chandigarh için geliştirdiği geçmiş, şimdi ve gelecek vizyonu üzerinden derledi.

 

Le Corbusier'nin Chandigarh'daki ünlü Capitol Kompleksi şehrin kuzeyindeki kulelerin inşaatları nedeniyle harabeye dönüşmek üzere. "TATA Camelot" ismi verilen yeni proje Hindistan'ın en büyük sanayi şirketlerinden TATA Grubu'nun gayrimenkul kanadı TATA Housing tarafından geliştirildi. TATA Camelot projesinde kat sayısı 13 ile 36 arasında değişen 27 kule öneriliyor. Bu kuleler sadece mimari ve kentsel çevreyi tahrip etmekle kalmayacak, aynı zamanda da Himalaya ekolojisini de bozacak. 

 

Dr. Vikramāditya Prakāsh'ın anlatımıyla:

 

Geçmiş: Chandigarh Vizyonu


 

Chandigarh arazisi havadan keşif ile seçildi. 1948 sonlarına doğru, Hindistan'ın sömürge yönetiminden bağımsızlığa geçişinden kısa bir süre sonra, 2 Hintli Sivil Hizmet memuru P.N. Thapar ve P.L. Varma Delhi üzerinde yeni başkent için olası arazi arayışına çıkmışlardı. Chandigarh'ın şu anda bulunduğu yeri seçmelerinin nedeni arazinin Himalayalar'ın eteklerinde yumuşak bir eğime sahip hatta neredeyse düz oluşuydu. Dağlar şehre muhteşem bir arka plan oluşturacak ve aynı zamanda doğal drenaj için bir yamaç sağlayacaktı.

 

1950 yılında proje için Le Corbusier seçildikten sonra, Patiala ki Rao ve Sukhna Choe nehirleri arasında yer alacak yeni başkent için hızlıca bir şema geliştirdi. Üçüncü ama en küçük nehri ise kentin ana ekolojik donatısı, "yeşil koridoru" olarak belirledi. Beklenildiği gibi, Le Corbusier Capitol Kompleksi'nde kendi tasarlayacağı devletin muhteşem binalarını dağlara sırtını veren kuzey kısmına yerleştirdi. Dağlarla Capitol arasında kalan araziyi ise tarımsal-kırsal peyzaj olarak korumak istiyordu.

 

 

Pastoral senfoni; dağlar, tepeler ve tarımsal yaşam... Le Corbusier'nin önceki Radiant City fikrinden çok uzak, Capitol'ün modernist vizyonu, bugünün ekolojik şehircilik ilkelerinin bir başlangıcı sayılabilirdi.

 

1960 yılında tepe üzerine bir ordu karargahı yapılması kararı alındığında Le Corbusier bu inşaatı önlemek için bizzat kendisi Hindistan Başbakanı ile görüşmüştü.

 

Şimdi: TATA Camelot


 

Kuruluşundan 50 yıl sonra, bugün Chandigarh Hindistan'ın en hızlı büyüyen şehirlerinden biri. Başarısının bir sonucu olarak, bu eski modernist ütopyanın gayrimenkul değerleri zengin bir ABD metropolününkilere eşdeğer. Tabii bunun bir sonucu olarak da, artık eski modernist vizyonuna göre değil emlak yatrımının gerekliliklerine göre şekilleniyor. 

 

Eski, merkez Chandigarh korumacı tutumu benimsediği için, bu gerekliliklere göre büyüme daha çok kentin çeperlerinde meydana geliyor. Bu büyümeyi yönlendirmeden sorumlu devlet kurumu GMADA, Singapur'un Jurong Danışmanları tarafından hazırlanan, Chandigarh çevresindeki arazi ile ilgili kapsamlı kalkınma planlarını açıkladı. Bölgedeki çalışmalar daha ilk aşamalarında.

 

 

GMADA'nın planları, Chandigarh'ın doğal büyüme yönlerini referans alıyor ve kentin güney ve güneydoğu bölgelerine odaklanıyor. Önemli altyapı yatırımları gerektiren 7 master plan yayınlandı bile.

 

TATA ise mega projesini, GMADA'nın bile öncelikli ve büyük bir gelişim bölgesi olarak tahsis etmediği Capitol ile dağlar arasında kalan o dar şeritte inşa edecek. Bu alanın emlak değerleri çok yüksek olsa da, hem alana erişimin zorluğu hem de Capitol'ün korunan bölgesine girmesi nedeniyle aslında resmi kalkınma planlarının hedefinde değil. Fakat, 1966 yılında devlet sınırlarının yeniden çizilmesi, Capitol Kompleksi'nin yanındaki bu küçük alanda yasal yetkisinin düşmesine neden olmuştu. TATA da yasalardaki bu açığı kullanıyor.

 

 

İki aşamada inşası planlanan TATA Camelot kat sayısı 13 ile 36 arasında değişen 27 kulenin oluşturduğu bir kapalı site olacak. Kulelerin nasıl görüneceği sınırlı estetik kalitelerine bağlı olsa da burda önemli olan nereye inşa edilecekleri. Proje sadece Capitol binalarının manzarasını bozmayacak, aynı zamanda kentin dağlarla olan görsel ve karvamsal ilişkisini zedeleyecek. Dağlara yaslanan ve nehirler ile yönetilen bu kent artık TATA Camelot ile doğayla ilişkisini kesmek zorunda kalacak ve yeni projenin yapılacağı Kansali Rao Nehri'nin yatağı ve ovası da artık özelliklerini yitirecek.

 

 

Gelecek: Değişimi Yönetmek için Koruma



 

Başka bir deyişle, TATA Camelot sadece Chandigarh'ın modernist vizyonuyla dalga geçen bir proje değil, aynı zamanda gelecek için ekolojik yıkıma bir örnek. 21. yüzyılda kuşkusuz, Chandigarh'daki gibi eski modernist değerler yeniden ele alınmalı ve gelecek için nasıl bir modernist korumanın olabileceği düşünülmeli.

 

 

Vikramāditya Prakāsh'a göre; Cahndigarh'ın modernist mirasını üretken bir çerçevede düşünmenin tek yolu geçmişi dondurmak değil, aksine değişimin yönetilmesini korumak. Modernizmin kendisi zaten geçmişin düşünülmesiyle değerlerin şimdi ve geleceğe taşınması demek. Değişimi yönetmenin korunması ise tarihin gelecek olasılıklarına bir tehdit olarak değil, yol gösterici bir ışık olarak ele alınması gerektiğini savunuyor. Ekolojik master planlarıyla modernist ve ütopik bir devletin kuruluşunu temsil eden Chandigarh bugün gayrimenkulün Mekkesi olarak düşünülüyor. Diğer bir deyişle, özelleştirilmemiş büyük sivil ve ekolojik değerleriyle Chandigarh kendi emlak değerini kendi yarattı. 

 

TATA Camelot ise yasalardaki boşluklardan yararlanarak sadece kar maksimizasyonuna odaklanıyor. Bu sadece geçmiş için yıkıcılık anlamına gelmiyor, aynı zamanda bu proje kentsel ve ekolojik vizyon üzerine herhangi bir alternatif de üretmiyor. 

 

TATA Camelot şu anda bir grup sivil vatandaşın açtığı davayla yargı karşısında ve karar için az kaldı.

Arkitera, Kaynak: ArchDaily, Derleyen: İlknur Sudaş, 01.04.2015

JOAN MİRO'YA 150 BİN ALKIŞ

 

Sabancı Holding'in katkılarıyla, 23 Eylül 2014-8 Mart 2015 tarihleri arasında SÜ Sakıp Sabancı Müzesi'nde (SSM) düzenlenen "Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar" adlı sergi, 5 buçuk ayda 150 bini aşkın sanatseverle buluştu.

 

Konferanslar, atölye çalışmaları, galeri sohbetleri gibi özel etkinliklerle zenginleştirilen "Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar" sergisi kapsamında, 10 bin 871 çocuğun katıldığı 481 çocuk atölyesi düzenlendi.

Habertürk, 01.04.2015

KİLİSEDEN KAFE OLUR MU?

 

Hollanda'da bir girişimci, belediyeyle anlaşarak manastıra ait şapeli kafeye dönüştürdü.

Val-Dieu manastır çiftliğinde yer alan kompleks, başlarda bir köşk ve ambardan oluşurken 1900'lerin başlarında tam teşekküllü bir manastıra evrildi. 

 

 

2011 yılında, bir girişimcinin yerel belediye ile anlaşmaya varması üzerine şapeli çevreleyen yeşil alan, İngiliz bahçesi olarak yeniden düzenlenirken, iç mekan da kafeye dönüştürüldü. Bu yeni kafe, sıcak ve davetkar bir atmosfere sahip ve yüksek taş duvarları yerel sanatçıların resimlerini sergilemek için ideal. Şapelde dairesel peluş kanepelerle rahat bir ortam yaratılırken, büyük pencereleri de tuğla duvarların güzelliğini vurgulayan yumuşak ışığın içeri girmesini sağlıyor.

 


Arkitera, Haber: İlknur Sudaş, 01.04.2015

'YATAĞIM' YENİDEN TATE'DE

 

Kıbrıs Türk’ü bir babanın kızı olan güncel sanatçı Tracey Emin’in 1998 tarihli işi ‘My Bed’ (Yatağım) 15 yıl aradan sonra ilk kez Tate Müzesi’nde 2016’ya dek sergilenecek.

 

Emin’in ‘bir genç kadının portresi’ olarak tanımladığı eser, önceki yıl Alman iş adamı ve koleksiyoner Christian Duerckheim tarafından 4.4 milyon dolara satın alınmıştı. ‘My Bed’, Emin’in 4 günlük bir depresyondayken neredeyse hiç çıkmadığı yatağından ve yatağının etrafında bu süreçte biriken objelerden oluşuyor. Sanatçı, eserin doğal evinin Tate Müzesi olduğunu belirtmişti.

Milliyet, 01.04.2015

RESTORASYON KREDİSİNE BAŞVURULAR

 

Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ),unutulmaya yüz tutmuş, yıkılma ve yok olma tehlikesi içindeki tarihsel değerlerimizi, sağladığı restorasyon kredileriyle gelecek nesillere kazandırıyor. TOKİ’nin bugüne kadar 588restorasyon projesi için 52 milyon 834 bin 860 lira tahsis ettiğini ifade eden TOKİ Başkanı M. Ergün Turan, 1-30 Nisan2015 tarihleri arasında restorasyon kredisi başvurularının kabul edileceğini söyledi. TOKİ, tarihi yapılar için verilecek kredi üst limitinibu yıl için 140 bin liraya çıkardı.

 

TOKİ, özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan, korunması gerekli tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu için gerekli şartların sağlanması şartı ile kredi sağlıyor.

 

“BÜYÜK BİR KÜLTÜREL ZENGİNLİĞİN MİRASÇILARIYIZ”

Kadim bir coğrafyada büyük bir kültürel zenginliğin mirasçısı olduğumuza ifade eden TOKİ Başkanı Turan, “Kültürel ve sosyal hayatta olduğu gibi mimari alanda da bu zenginlik yaşantımızın içinde. Coğrafyamızın bize sunduğu bu mimari zenginliğimizden, yıkılma ve yok olma tehlikesi içinde bulunan tarihsel değerlerimizi gelecek nesillere kazandırılması amacıyla restorasyon kredileri sağlıyoruz” dedi.

 

Tescilli taşınmaz kültür varlıklarının restorasyonuna katkı sağlamak amacıyla 2005 yılında “restorasyon kredisi” uygulaması başlatan TOKİ, 10 yılda 588 kültür varlığına kredi desteği verdi. Bunlardan 386 taşınmaz kültür varlığının restorasyonu tamamlanarak TOKİ tarafından geçici kabulü gerçekleştirildi.

 

KREDİ ÜST LİMİTİ 140 BİN LİRA

TOKİ, 2005 ve 2006 yıllarında sağladığı 75 bin lira kredi üst limitini,2010 yılında 80 bin, 2011’de 90 bin,2012’de 105 bin, 2013 yılında 115 bin, 2014 yılında 125 bin lira olarak belirledi. İdare, 2015 yılı için kredi üst limitini 140 bin liraya çıkardı.

 

BAŞVURULAR 1 NİSAN’DA BAŞLIYOR

İdare, 2015 yılı restorasyon kredisi başvurularını 1-30 Nisan 2015 tarihleri arasında kabul edecek. Her bir proje için, keşif özetinin yüzde 70’ine kadar ve en fazla 140 bin lira olmak üzere kredi kullandırılabilecek. Restorasyon kredisi için yapılacak müracaatlarda, özel mülkiyetteki yapıların Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulları tarafından alınmış “tescil” kararının ve onaylı rölöve ve restorasyon projelerinin bulunması gerekiyor.

 

KENT DOKUSUNUN İYİLEŞTİRİLMESİNE ÖNCELİK VERİLECEK

Kredilerde özelikle tarihi kent dokularını iyileştirilmesine yönelik olan ve yerel yönetimlerin öncülüğündeki projelere öncelik verilecek.Bakım, onarım ve restorasyon işlemleri yapılacak taşınmaz kültür varlığının; mimari ve kültürel değeri, fiziki durumu, bulunduğu çevrenin özellikleri, kullanım amacı göz önünde bulundurulacak. Taşınmaz kültür varlığının bakımı, onarımı ve restorasyonu için yapılacak işlemlerin; yapının kültür varlığı niteliğinin devamını sağlaması, gerekirse sağlıklaştırılması ve işlev kazandırılması amacına yönelik olması zorunluğu bulunuyor.

Giresun Gazetesi, 01.04.2015

ENVER PAŞA'NIN TÜFEĞİ SATIŞA ÇIKTI

 

 İttihat ve Terakki’nin önde gelen paşası Enver Paşa’ya ait özel eşyalar ilk kez açık artırma ile 5 Nisan Pazar günü satışa sunulacak. Grand Hyatt Otel’de gerçekleştirilecek “Enver Paşa Özel Müzayedesi”nde Enver Paşa’nın torunu Osman Mayatepek’in kolleksiyonunda bulunan 122 adet obje ve fotoğraf yer alacak. İstanbul Müzayede’nin düzenleyeceği açık arttırmada, Enver Paşa’ya ait askeri üniforma, kılıç, miğfer, Purdey marka silahın yanı sıra; harp madalyaları, aile fotoğrafları ve Enveriye Alfebesi olarak kaleme alınan kitapçıkların satışı yapılacak.

 

Siparişini hediye ettiler
Müzayedenin en değerli objesini ise 225 bin lira değer biçilen 1888 yılında yapılan el yapımı yapımı Purdey marka silah oluşturacak. Osmanlı Padişahı Sultan Mehmed Reşad’ın şehzadelik döneminde özel olarak İngiltere’den sipariş ettiği ancak sonrasında Enver Paşa’ya armağan edilen Purdey marka silah kutusuyla birlikte açık artırmada müşteri arayacak.


Alman Kayzeri Wilhelm’in emriyle 1910 yılında meşhur heykeltıraş mimar ve ressam Eugen Boermel tarafından yapılıp Enver Paşa’ya hediye edilen bronz heykel 175 bin liradan; Sultan Mehmed Reşad tarafından Enver Paşa’ya hediye edilen altın ve gümüş işlemeli kılıç ise 170 bin liradan satışa çıkarılacak eserler arasında bulunuyor.

El değmemiş ‘harakiri’
Müzayede de Alman İmparatoru Kaiser Wilhelm’in 1917 yılında gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinde Enver Paşa’ya bizzat hediye ettiği miğfere 85 bin lira, Japon İmparatorluğu tarafından Enver Paşa’ya hediye edilen üzerinde Japonca olarak “Togyokusai Kiyotsugu’nun eseri yazan “harakiri” bıçağa ise 40 bin lira değer biçildi.


İstanbul Müzayede’nin sahibi Uğur Yeğin ise temennilerinin Enver Paşa’ya ait özel koleksiyonun, parçalar halinde değil, toplu olarak devlet veya özel bir müze tarafından satın alınması olduğunu belirterek; “Osman Mayatepek tarafından bize ulaştırılan objeler, Enver Paşa’nın çok iyi bir ressam ve son derece romantik bir asker olduğunu gösteriyor.

Diploması da listede
Sultan Mehmet Reşad’ın hediyesi olan Purdey marka özel yapım antika silahın kutusunda padişahın isminin baş harfleri olan M.R işlemesi de bulunuyor. Silahın seri numarası sayesinde İngiltere’deki kaydına ulaşılabiliyor.


Erkan-ı Harbiye’den Kurmay Yüzbaşı olarak mezun olan Enver Bey’in sınıf ikincisi olarak mezun olduğunu gösteren kurmaylık diploması ve Osmanlı Fatihi yazılı Türk sancağı da satılacak objeler arasında” diye konuştu.

Milliyet, Haber: Mert İnan, 01.04.2015

SATMAK İSTERKEN YAKALANDI

 

 

Elazığ'dan getirdiği tarihi eserleri Malatya'da satmak isteyen şahıs, polis tarafından yakalandı.

 

Emniyet Müdürlüğü'nden konuya ilişkin yapılan açıklama şöyle:

"Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğümüz Kaçakçılık Suçları Büro Amirliğimiz görevlilerince yapılan istihbari çalışmalarda B.I. isimli şahsın Elazığ İlinden gelerek elinde bulunan çeşitli dönemlere ait tarihi eserleri ilimizde satmak için müşteri aradığı bilgisi alınmıştır.

 

27.03.2015 tarihinde yapılan operasyonda B.I. isimli şahıstan 32 parçadan oluşan sikke, mühür, yüzük, kadın heykelciği, büst ve obje ele geçirilmiştir. Müze Müdürlüğü görevlilerince eserler üzerinde yapılan incelemede eserlerin Osmanlı dönemine ait olduğu tespit edilmiştir.

 

Ele geçirilen tarihi eserlerle ilgili şüpheli B.I. hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet Suçundan yasal işlem yapılmıştır."

Malatya Haber, 31.03.2015

550 BİN LİRALIK 'MİLLİ MİCADELE'

 

 

Antik A.Ş. klasik Türk resmi ve Osmanlı eserlerinin yer aldığı 286. müzayedesini 12 Nisan Pazar günü İstanbul Shangri-La Otelde gerçekleştiriyor. Müzayedede Türkiye ’nin köklü aile koleksiyonlarından çıkan Nazmi Ziya, Halil Paşa, Sami Yetik, Hoca Ali Rıza, Hikmet Onat, Feyhaman Duran, Şevket Dağ imzalı başyapıt tablolar ile Osmanlı tuğralı gümüşler, beykoz koleksiyonu, hatlar, fermanlar ve Hilye-i Şerife’ler satışa sunulacak.

 

Asker ressamlar kuşağının usta isimlerinden Sami Yetik’in 106 x 175 cm ebatlarında 1917 tarihli ve eski Türkçe imzalı ‘Milli Mücadele’ konulu tablosu 550 bin lira açılış fiyatıyla müzayedenin en pahalı eseri olarak dikkat çekiyor. Müzayedede Türk resim sanatının ilk izlenimcilerinden Nazmi Ziya’nın 1910–1925 yılları arasına tarihlenen üç önemli eseri de yer alıyor.

 

 

Nazmi Ziya’nın ‘Kendi Evinden Fatih Cami’ne Bakış’ konulu eseri 500 bin lira açılış fiyatına sahip.
Halil Paşa’nın fırçasından ‘Şakayıklar’ ise 350 bin liradan satışa sunulacak.
Turgay Artam tarafından yönetilecek 286. müzayededeki eserler 11 Nisan tarihine kadar Antik Palace’ da görülebilir.

Radikal, 31.03.2015

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'IN İÇ ORGANLARININ GÖMÜLDÜĞÜ YER TESPİT EDİLDİ

 

 

Macaristan'da 6 Eylül 1566 yılında Zigetvar Kalesi'nin kuşatması sırasında şehit olan Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının gömüldüğü yer tespit edildi.

 

Zigetvar Kalesi yetkilisi Janos Lebedi, Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının gömüldüğü yerin yaklaşık 2 yıldan bu yana araştırıldığını, Zigetvar şehri civarında 18 yerde sürdürülen kazı çalışmalarının artık sadece tek bir yere düştüğünü, Zigetvar kalesine 7 kilometre uzaklıkta olan şehrin en yüksek tepesinde bulunan üzüm bağı içinde kazıya devam edileceğini söyledi.

 

1972 yılında 40 metre uzunluğunda, 10 metre genişliğindeki üzüm bağının toprağında bir arkeoloji kazı yapıldığını söyleyen Janos Lebedi, bu kazı sırasında üç adet Osmanlı İmparatorluğu’na ait yapı bulunduğunu, Osmanlı dönemine ait kiremitler, çanaklar, yeşil renkli seramiklerin olduğunu kaydetti.  

 

Lebedi, "Kazıları yapan dönemin komünist rejimi bu çalışmayı sır gibi sakladı ve bulunan Osmanlı yapılarını bu topraktan çıkarmadı. Üzüm bağı içindeki toprağın her alanında bu kalıntılara rastlamak mümkün, arşiv belgelerinde de burada bir Osmanlı tabyasının olduğu ve Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının buraya gömüldüğü yazılı" ifadesinde bulundu.

 

Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) Macaristan Başkanı Mehmet İnceoğlu, son dönemlerde yapılan kapsamlı araştırmaların sonuna gelindiğini, Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının gömüldüğü mekanın tespit edildiğini, kısa zaman içinde hem Türk hem de Macar devletlerinin desteğiyle kazıya başlanacağını, kazıların olumlu sonuç vermesiyle burada türbede kurulacak, heyecanla araştırmanın sonucunu beklediklerini, dualarla burada bir türbe kurmanın nasip olmasını diledi.

 

TİKA desteğiyle yaklaşık iki seneden bu yana kazı çalışmalarını yürüten 12 kişilik Macar bilim adamı grubunun başkanı olan Peç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Norbert Pap, konuyla ilgili olarak İHA muhabirine açıklamalarda bulundu.

 

 

Pap, araştırmaların ilk bölümünün sona erdiğini, bununla ilgili 5 sayfalık bir raporu Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na bu hafta gönderdiğini, son 2 yıl içinde 18 yerde yapılan kazıların artık tek bir yere düştüğünü, bu yerin ise sonuç almaları için çok büyük umut verdiğini söyledi. Prof. Pap, arşiv belgelerinde bu yerin geçtiğini, çeşitli jeolojik ve modern teknik ekipmanlarla yapılan çalışmaların yanı sıra, toprakta çıkan Osmanlı İmparatorluğu’na ait kalıntıların Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının burada gömülü olduğu bulgusunu ciddi olarak ortaya koyduğunu kaydetti.

 

Prof. Norbert Pap, "Macar ve Türk devletlerinin kararı doğrultusunda önümüzdeki yaz aylarında kazılara başlayacağız. 2015 yılı içinde Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının gömüldüğü yeri ortaya çıkarmak için Macar bilim adamları olarak var gücümüzle gayret göstereceğiz" diye konuştu.

 

Kanuni'nin naaşı, İstanbul'a bozulmadan taşınabilmesi amacıyla mumyalanmıştı. Bunun için kalbi ve iç organları çıkarılarak, misk ve amberle yıkanıp gömülmüştü. Rivayetlere rağmen iç organların kesin olarak nerede olduğu bir türlü ortaya çıkarılamamıştı.

Hürriyet, Haber: Mehmet Başaran, 31.03.2015

YANDAŞLARIN BOĞAZ'A NAZIR SALTANATI BİTTİ

 

Meclis’e ait milli sarayların restoran ve kafeleri için ihale açıldı.

 

Yandaş işletmesinde 10 ayda 65 bin lira gelir getiren kafeler ihaleye çıkarılınca tam 9 milyon 820 bin lira kazandırdı.

 

 

İhalesiz olarak işletmesi AKP’lilerin yakınlara verilen TBMM’ye bağlı Boğaz’a nazır kafeterya ve restoranlar için yapılan ihale, ‘rant’ın delili oldu. Yandaşların işletmesinde 10 ayda sadece 65 bin lira gelir getiren kafeterya ve restoranlar, ihaleye çıkarılınca 9 milyon 820 bin lira kazandırdı.
 

7 İŞLETME İÇİN İHALE AÇILDI

SÖZCÜ’nün milli saraylara bağlı kafe ve restoranların işletmesinin AKP’lilere verildiğini kamuoyuna duyurması üzerine, TBMM yönetimi, milyonlarca lira rantın döndüğü kafeterya ve restoranları kiralama ihalesine çıkardı. İhale komisyonu geçtiğimiz günlerde İstanbul’a giderek 7 işletmenin kiralama ihalesini gerçekleştirdi. Muhammen bedeli 1 milyon 287 bin 500 TL olarak belirlenen Dolmabahçe Kafe ihalesine 13 firma katıldı. Baran Restoran, 4.5 milyon liralık teklifi ile ihaleyi kazandı. Daha önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın oğlu Mustafa Emre Topbaş’ın ortağı olduğu firmanın işlettiği Dolmabahçe Saat Kule ile Aynalıkavak Kasrı kafeteryaları ihalesine ise 14 firma katıldı. Muhammen bedeli 1 milyon 320 bin 512 olan ihalede ipi İmren Limited Şirketi göğüsledi. Firma, iki kafeteryayı üç yıllığına işletmek için 3 milyon 600 bin lira teklif verdi.


Muhammen bedeli 1 milyon 272 bin 800 TL olarak saptanan Küçüksu Kasrı ile Beylerbeyi Sarayı kafeteryalarının kiralama ihalesine iki firma katıldı. Bu ihaleyi de 1 milyon 720 bin liralık teklifi ile İmren Marmara Ticaret Limited firması kazandı. Küçüksu Kasrı Kafeteryası’nın işletmesini Ahmet Albayrak’ın damadı Ömer Şenyüz yapıyordu.


Skandalın ortaya çıkmasında etkin olan MHP’li İdare Amiri Ali Uzunırmak, “Bu ihale işletmelerin usulsüz şekilde yandaşlara peşkeş çekildiğini belgelemiş oldu” dedi.

Sözcü, Haber: Kemal Elibol, 31.03.2015

ORTA ÇAĞ'DAN KALMA KÖPRÜNÜN AYAKLARINDA 'TARİHİ HEYKELLER'

 

Gediz İlçesinde, Ortaçağ dönemi eserlerinden olduğu varsayılan tarihi köprünün ayaklarında mermerden yapılmış iki heykel bulunuyor - Eskigediz Belediye Başkanı Şimşek: "Bu heykeller, 1800'lü yıllarda yapılan tadilatta köprünün ayaklarına yerleştirilmiş ve bugüne kadar ulaşmış" - "Bu köprü şimdi beldemizin en önemli tarihi varlıklarından biri olarak ziyaretçilerden yoğun ilgi görüyor".

 

 

Kütahya'nın Gediz İlçesi Eskigediz beldesinde, Doğu Roma döneminden kaldığı tahmin edilen "Debboy Köprüsü"nün ayaklarında bulunan yaklaşık birer metrelik iki mermer heykel, ziyaretçilerden ilgi görüyor.

 

Eskigediz Belediye Başkanı Ercan Şimşek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Debboy Köprüsü'nün, beldenin tarihi yapılarından biri olduğunu söyledi.

 

Beldenin geçmişinin çok eski yıllara dayandığını belirten Şimşek, "O dönemde bu köprünün başında iki heykel varmış. Bu heykeller, 1800'lü yıllarda yapılan tadilatta köprünün ayaklarına yerleştirilmiş ve bugüne kadar ulaşmış" dedi.

 

Şimşek, bu köprüden geçen eski yolun, Çavdarhisar İlçesindeki Aizanoi Antik Kenti'ne kadar gittiğini anlattı.

 

Gediz Çayı üzerindeki bu tarihi yapının adının, askeri depo anlamındaki "deppoy"dan geldiğini aktaran Şimşek, şöyle konuştu:

"Yapılış tarihi belli olmayan köprünün Doğu Roma döneminde yapıldığı sanılıyor. Kesme taştan sivri kemer üzerine inşa edilen köprünün zarif bir görüntüsü var. Köprü, Ortaçağ'da kenti Uşak, Simav, Emet ve Aizanoi'ye bağlıyormuş. 1830'lu yıllarda Gediz'e gelen Fransız mimar ve arkeolog Charles Texier, 'Taş köprü tarihi bir kıymete sahip olup evvelce iki başında iki heykel vardı. Doğu ucundaki heykel erkek , batı ucundaki kadındı. Bu başları kırılmış heykel kalıntıları köprünün doğu ucunda taşlara gömülüdür. Gerçekte sivri kemer üzerine yapılmış bir Ortaçağ eseridir' demiş. Bu tespite dayanarak köprünün 395 yılından sonra yapıldığını söyleyebiliriz. Bu köprü şimdi beldemizin en önemli tarihi varlıklarından biri olarak ziyaretçilerden yoğun ilgi görüyor"

 

Ercan Şimşek, beldesinin 1970'te 7,6 büyüklüğündeki deprem sonrası Gediz ilçe merkezinin başka bir alana taşınmasının ardından kalan bölgede varlığını sürdürdüğünü, hem bu hem de 1944'teki 6,2 büyüklüğündeki sarsıntılara rağmen söz konusu yapının halen ayakta olduğunu sözlerine ekledi.

Radikal, Haber: Hadi Şengül, 31.03.2015

ARKEOLOGLARIN MÜZEKART İSYANI

 

Arkeologlar Derneği, arkeolog ve arkeoloji bölümü öğrencilerinden müzelerde ücret alınmasına tepki gösterdi. Ücret uygulamasının kaldırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvuru yaptı.

Arkeologlar, müzelerde kendilerinden ücret alınmasına tepkili. Dernek Başkanı Dr. Soner Ateşoğulları, müzelere, rehberler, seyahat acentesi sahipleri ücretsiz girerken, eserlerin ve ören yerlerinin açığa çıkarılmasında emeği geçen arkeologlardan ücret alındığını belirtti.

 

Dr. Ateşoğlulları imzası ile Kültür ve Turizm Bakanlığı, DÖSİMM ve TÜRSAB’a gönderilen yazıda arkeologların, arkeoloji bölümü Öğretim Üyeleri ve öğrencilerinin müze ve ören yerlerine ücretsiz girmelerini talep etti.

Dr. Ateşoğulları yazısında “Eserlerin ve ören yerlerinin açığa çıkarılmasında, teşhire uygun hale getirilmesinde ve sergilenmesinde büyük emeği geçen arkeologlar ve arkeoloji öğrencileri, müze ve ören yerlerine girişte müzekart uygulamasına tabi tutulmaktadır.
Bu konuyla ilgili olarak derneğimize çok sayıda şikayet iletilmektedir.

AZ OLAN BİLGİ YOK OLACAK
Öğrenciler açısından ele alındığında bilginin öncelikli olarak paylaşılması ve bu konudaki ilginin teşvik edilmesi gereken grubu oluşturdukları dikkate alınmalıdır. Çağdaş ülkelerde öğrencilerin müzelerde ders yapması teşvik edilirken, bizde zaten az olan ilginin daha da yok olmasını sağlayacak uygulamaları anlamak mümkün değildir. Müzelerde ders yapan üniversitelerin arkeoloji bölümü Öğretim Üyeleri ile öğrencilerden bilet ücreti alınması kabul edilemez” dedi.

Bugün, Haber: Yunus Tiryaki, 30.03.2015

15 MİLYON DOLARLIK PİCASSO TABLOSUNUN GİZEMLİ HİKAYESİ

 

 

İtalya'da 15 milyon euro değer biçilen kayıp bir Picasso tablosu yurtdışına satılmak üzereyken yakalandı.

Tabloyu satmak isteyen emekli çerçeve ustası, tablonun 37 yıl önce kendisine hediye edildiğini iddia ediyor. İsmi açıklanmayan çerçevecinin ifadesine göre, 1978'de Roma'daki atölyesine gelen bir müşteri, ölmüş karısına ait kıymetli bir fotoğraf çerçevesini tamir ettirmek istedi. Müşterisinin hüznünden etkilenen çerçeveci, tamiratı herhangi bir ücret almadan yaptı.Bu olaydan iki gün sonra aynı müşteri, bu jeste karşılık olarak çerçeveciye bir tablo hediye etti. Ancak tablonun kime ait olduğunu söylemedi.


Polis soruşturması

Hediye tablonun Picasso'ya ait olduğunu bilmeyen çerçeveci, tabloyu elindeki diğer eserlerin yanına kaldırdı. Çerçeveci ancak geçen yıl bir tesadüf sonucu tablonun Picasso'ya ait olabileceğini öğrendi ve yurtdışındaki açık artırma evleriyle temasa geçti.

İngiliz Sotheby's müzayede evinin tablonun satışını yürütmek için devletten yetki istemesiyle de polis alarma geçti. Polisin yaptığı inceleme sonucunda tablonun 1912 tarihli "Keman ve Bass şişesi" isimli eser olduğu ve 1961'de kataloglandığı ortaya çıktı.

 

Polis, emekli çerçevecinin ifadesinin doğru olup olmadığını ve tablonun gerçek sahibini belirleyene kadar tabloya el koydu. Tabloyu ve yakalanış hikayesini bir basın toplantısıyla duyuran polis "kısmen inanılmaz bir olayla" karşı karşıya olunduğunu belirtti. İtalya Kültür Bakanı Dario Franceschini de "Picasso tablosunun kaderi, soruşturmanın sonucuna bağlı" dedi.

Vatan, 30.03.2015

BATMANLI BALIKÇININ OLTASINA TARİHİ BANKNOT VURDU

 

 

Batman’da balıkçılık yapan 71 yaşındaki Sait Boz’un, balık avlamak için Batman Çayı’na attığı ağlara, balıklarla birlikte takılan kesenin içinden 1910 yılında basılmış 1000 marklık banknot çıktı. Balıkçı Boz, parayı satmak istediğini söyledi.

 

Batman merkeze bağlı Demirlipınar Köyü, Çayeli mezrasında yaşayan 10 çocuk babası Sait Boz’un Batman Çayı’nda balık avladığı sırada, ağına balıklarla birlikte takılan küçük kesenin içinden 105 yıl öncesine ait ’Almanya- Berlin’ yazılı 1000 marklık banknot çıktı. Sait Boz, ağlara takılan kesenin içinde eski kağıt parçalarının arasında 1000 marklık banknotu bulunca şaşırdığını belirterek şunları söyledi:

 

 

"Yağmur sularının getirdiğine inandığım kesenin içinde yıpranmamış 1910 Almanya- Berlin yazılı 1000 mark Alman parasını görünce şaşırdım. Bu kesenin o dönem bu bölgeye gelen Alman askerleri tarafından bir yere saklandığını tahmin ediyorum. Bu mark şu anda tedavülden kalkmış durumda. Koleksiyonculara sesleniyorum. 105 yıl öncesinin Alman parasını almak isteyenlere uygun bir fiyatla satmayı düşünüyorum."

Hürriyet, Haber: Arif Arslan, 30.03.2015

150 YILLIK TARİHİ YAPI KADERİNE TERK EDİLDİ

 

 

İzmir'in Basmane semti Altınordu Mahallesi'nde yıllar önce bir hayırsever tarafından kimsesiz çocuklara yurt yapılması için Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağışlanan bodrum artı iki katlı 150 yıllık tarihi yapı kaderine terk edildi.

Ayakta sadece duvarları kalan binanın halini gören semt sakinleri harebeden farksız hale gelen yapının kurtarılması konusundaki duyarsızlığa isyan etti. Yeniden hayata döndürülmesi için yüksek bir bütçe isteyen tarihi yapının kurtarılması için Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş binanın kendilerine devredilmesi halinde ayağa kaldırıp, halkın kullanımına açabilecekleri sözü verdi. Ancak bu talebe henüz bir yanıt gelmedi.

Hayırsever Nebahat Tabak tarafından kimsesizler yurdu yapılması için Sosyal Hizmetler Kurumu'na devredilen ve Konak Beledeyesi tarafından 10 yıllığına bu kurumdan alınarak 400 bin TL masrafla restorasyonu yapılıp kadınların meslek edinmeleri için hizmetine açılan Basmane Semt Merkezi de iki kurumu davalık etti. Sosyal Hizmetler binanın kendrilerine teslim edilmesini isterken, Konak Belediyesi bu yapının kendilerine uzun süreli devri için hukuk mücadelesi veriyor.

DHA, Haber: Mustafa Oğuz, 30.03.2015

GAZİANTEP'İN 135 YILLIK HASTANESİ

 

Gaziantep’te 1879’da açılan ve çatısı altındaki önemli eğitim kurumlarıyla tanıdığımız Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) Amerikan Hastanesi’nin 135. kuruluş yıldönümü için hazırlanan kitap ve belgesel, hem Türkiye hem de tıp tarihimizde iz bırakacak ilginç ayrıntılarla dolu.

 

 

Temelleri 1879’da atılan ve günümüzde de hizmet vermeyi sürdüren hastane; bir grup Amerikalı doktorun 19. yüzyılın sonlarında Gaziantep’te verdiği zorlu mücadele sayesinde hayata geçmiş. Osmanlı İmparatorluğu’nun; Anadolu’daki ilk modern tıp ve eczacılık eğitiminin temelini atan, çoğu yolu olmayan köylere at sırtında sağlık hizmeti götüren bu doktorların çalışmalarına müsamaha gösterdiği ortada. Hikaye bir boyutuyla o dönem dünyada yaygın olan tipik-dönemlik misyonerlik senaryolarından biri gibi görünse de; hala devam etmesi nedeniyle, sonraki kuşaklara da aktarılan çok özel bir adanmışlık duygusu ortaya koyuyor. Belgesel ve kitabın hazırlık sürecinde, bölge halkının o dönemki yaşamına ve tıp alanındaki çalışmalara odaklanan araştırmalar kaynak alınmış. Hastane arşivinin de özellikle görsel malzeme açısından önemli katkıları olmuş.

 

İLK ADIMLAR

Kitapta anlatılanlara göre; o dönemde hastane ve yatak sayısının bölge nüfusuna oranla çok düşük olması şehirde hem bir hastane hem de bir kolej açılmasını gündeme getiriyor. Önce tıp personeli yetiştirmesi de planlanan kolej ve hemen arkasından da hastane açılışı gerçekleşiyor. Maddi destekler İngilizler ve Amerikalılardan alınırken araziyi bağışlayansa Hacı Taha Göğüş oluyor. SEV Amerikan Hastanesi’ne adını veren Azariah Smith, aslında Gazianteplilerin şehirlerine davet ettiği ikinci doktor. Şansı yaver gidiyor ve kendisinden önceki meslektaşı Thomas Johnston gibi aforoz edilmiyor. Hem salgın hastalıklarla hem de büyük savaşlarla boğuşan halk, onun gibi yetkin bir doktora muhtaç olduklarının farkında. İmparatorlukta tıp eğitimi almış çok fazla kişi de yok.

 

Ancak Dr. Smith, yıpratıcı bir çalışma süreci sonunda tifoya yakalanarak ölüyor. Sonrasında bayrağı Dr. Henry Lobdell ve 1853’te de Andrew Pratt devralıyor. Ardından sahneye Shepard ailesi çıkıyor. Gaziantep’e 1882’de gelen Shepard çiftinin torunları hala ülkemizdeki aile mirası çalışmalarını sürdürüyor.

 

 

'56 BİN 599 HASTAYA PARASIZ TEDAVİ'

O dönemin koşullarında ne türden zorlukların yaşandığını tahmin etmek hiç de zor değil. Yine de rakamlar günümüzde bile örnek alınabilecek bir tempoyla çalışıldığını gösteriyor: 1882-1888 yıllarında 56 bin 599 hastaya parasız tedavi uygulanmış, yaklaşık 5 bin cerrahi müdahalede bulunulmuş. Salgın hastalıklara; eğitim seviyesi düşük hasta profilinden kaynaklanan zorlukları da eklemek gerek elbette. Termometreyi ilaç sanıp yutmaya çalışan, evlerde uygulanan yanlış tedavilerle durumu iyice kritikleşen hastaların hikayeleri ile dolu hastane kayıtları... Bugünse çalışmalar hala aynı heyecanla yürütülüyor. Şehrin dört bir yanından kalkan servisler bir tepeye kurulmuş tarihi binaya hasta taşıyor. Hastanenin tarihinden ve hayatlarını kuşaklar boyunca buraya adayan ailelerden öğrenecek çok şey var ve buraya sığdırmak zor elbette. Bölgeye yaptığımız kısa geziden bize kalansa; “Sivil tarihimize, aile hikayelerimize, fotoğraflarımıza, çalıştığımız kurumların arşivlerine daha bir heyecanla sahip çıkmalı ve geçmişimize farklı bir bakışla yeniden bakmayı, resmi tarihe bile dokunabilecek kaynaklar ortaya koymayı öğrenmemiz gerek” hissi oluyor

Habertürk, Haber: Aslıha Lodi, 29.03.2015

III. SELİM'İN LORD'A HEDİYESİ SATILIYOR

 

 

İngiltere’nin başkenti Londra’da, 200 yıl boyunca kayıp kaldıktan sonra Thames nehrinde bulunan Osmanlı kılıç kını açık artırmaya çıkarılıyor. Mine ve ay-yıldız şeklinde işlenmiş elmaslarla kaplı kılıç, Osmanlı Sultanı III. Selim tarafından 1798’de Nil Deniz Savaşı’ndaki üstün başarısından ötürü İngiliz Amiral Lord Nelson’a hediye edilmişti. Üzerindeki süslemelerle büyük dikkat çeken kılıç kını, 1970 yılında Thames nehrinde bir polis memuru tarafından bulundu. Çalınan kılıcın eritildiği, kınının da nehre atıldığı veya düştüğü tahmin ediliyordu.

 

Nişan verildi
İngilizlerin büyük savaş kahramanlarından olan ve tek kolunu 1798 yılında savaşta kaybeden Lord Nelson, Osmanlı Hilal Nişanı’nın da sahibiydi. Amiral Nelson, III. Selim tarafından kendisine verilen ay-yıldızlı madalyaya çok önem veren ve her portresinde bu nişanla poz veren bir kumandandı. Tabutunda “Knight of the Ottoman Crescent” (Osmanlı hilalinin soylusu) cümlesi yazıyordu. Osmanlı İmparatorluğu tarafından Lord Nelson’a hediye edilen değerli hediyelerden biri olan kılıç kını 1 Nisan’da Bonhams Müzayede Evi tarafından satışa sunulacak. Kının 70 bin sterline alıcı bulması bekleniyor.

Milliyet, 29.03.2015

ANTİK DÜNYANIN İLK DUBLE YOLU

 

 

Adana'da Dilekkaya Köyü yakınlarındaki Anavarza antik kentinde bulunan ve "antik dünyanın ilk çift şeritli yolu" olarak nitelendirilen sütunlu yol, kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkartılıyor.

Kazı çalışmalarının bilimsel danışmanlığını yapan Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Fatih Gülşen AA muhabirine açıklamalarda bulundu.

Kilikya ovasının önemli merkezlerinden olan Anavarza antik kentinin 3 ile 5. yüzyılda en parlak dönemini yaşadığını ve Roma İmparatorluğu'nun Doğu Akdeniz'deki en önemli ordugah merkezleri arasında yer aldığını aktaran Gülşen, şunları kaydetti:

"Anavarza antik kenti, Hellenistik ve Roma medeniyetinin yanı sıra Bizans, Sasani, Ermeni ve Osmanlı medeniyetlerinin kültür izlerini taşıyor. Antik kentte, anıtsal kapıdan başlayan 34 metre genişliğinde 2 bin 700 metre uzunluğunda çift şeritli sütunlu yol bulunuyor. Bu yol, bilimsel çalışmalar sonucu tespit edebildiğimiz ölçüleriyle bugüne kadar açığa çıkarılan antik dünyanın ilk ve en büyük ana caddesi olma özelliği taşıyor."

Kentte, geçmiş yıllardaki yüzey araştırmalarında bin 360 sütun tespit edildiğini vurgulayan Gülşen, "Sütunların tekrar ayağa kaldırılmasıyla dünyanın en görkemli antik kentlerinden biri yeniden ortaya çıkmış olacak" dedi.

Gülşen, antik kentte ana caddeyi diklemesine kesen iki cadde daha bulunduğunu, kenarlarında yer aldığı var sayılan dükkanlarla kanalizasyon sisteminin de araştırıldığını kaydetti.

Gülşen, 4 bin dönümdeki Anavarza antik kentinin, Anadolu'nun bilinen en büyük antik kenti Efes'ten daha büyük yerleşkeye sahip olduğunu sözlerine ekledi.

Sabah, 29.03.2015

HOLLANDA, VAN GOGH'UN TOKAT'TA BULUNAN ESERİNİ İSTEDİ

 

 

Tokat İl Emniyet Müdürü Fikri Yalman, Tokat'ta ele geçirilen Van Gogh'a ait olduğu sanılan tabloyla ilgili açıklamalarda bulundu.

 

Geçen ay Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından ele geçirilen Hollandalı ünlü ressam Vincent Van Gogh'un kayıp olduğu sanılan 'yetim adam' adlı eserleri arasında yer alan 'Van Gogh ihtiyar bir sopayla' adlı eserinin son durumu ile ilgili açıklamalarda bulunan Müdür Yaman, eserin şu anda Tokat Adliyesinde olduğunu söyledi.

Hollanda'da bulunan Van Gogh müzesi ile yazışmalar yaptıklarını söyleyen Müdür Yaman, "Bizden en son bunun röntgen filmini istediler. Röntgen filmini gönderdik. Fakat bu filmden orjinalliği anlamanın gerçek manada yeterli olamayacağını dile getirdiler. Çünkü Van Gogh'un bütün eserlerinde fırça darbesi ile resim yaptığı ifade edildi. Bizden tabloyu göndermemizi istediler. Ancak arkadaşlarımız tabloyu adliyeye teslim ettiler. Dolayısıyla bu süreçte şu anki aşamada Adalet Bakanlığı üzerinden veya Tokat Adliyesi üzerinden yürütülecek bir işlem. Artık bizim bu aşamadaki yetkimiz kalkmış durumda" dedi.

 

37 eserden biri
Tokat Emniyet Müdürlüğü ilk kez DHA'nın duyurduğu haber sonrasında yaptığı açıklamada ele geçirilen tablonun üzerinde 'Mexico P997168' ibareleri, ön yüzünde metal plaka üzerinde 'Vincent Van Gogh Amsterdam 1882' ibareleri, arka kısmında 'Vincent Van Gogh 1882 Orphan Men Standing' ibareleri ve kaşe ile farklı ebatlarda sekiz mühür bulunduğunu açıklamıştı. Ayrıca söz konusu tablo üzerinde bu güne kadar yapılan çalışmalarda, 1882- 1883 yılları arasında Vincent Van Gogh'un 'Yetim Adamlar' (Hollanda'da savaş gazileri için kullanılan terimdir) serisinde üretilen 37 eserden biri olduğu, eser uzun süredir kayıp olduğundan dolayı, Hollanda Van Gogh Müzesinde karakalem örneğinin bulunduğuna dikkat çekilmişti.

Akşam, 28.03.2015

BOĞAZIN İNCİSİ KATARLILARIN

 
İstanbul Boğazı’nın en pahalı yalısı 100 milyon euro’ya Katarlı işadamı Abdulhadi Mana A Sh Al-Hajri’ye satıldı. Al-Hajri, yalıyı geçen yıl kurduğu Dardanelles Gayrimenkul Yatırım A.Ş. üzerine satın aldı. Dardanelles Gayrimenkul’un merkezi Astoria İş Merkezi’nde bulunuyor.

 

Barajlar kralı
Dünyanın en pahalı 4. evi olduğu söylenen yalının 5 bin 800 metrekarelik arazisinde 2 de köşk bulunuyor. Yalıyı Katarlılara satan Sani Müfit Erbilgin, geçmiş yıllarda ‘barajlar kralı’ sıfatıyla anılmış bir müteahhit. Erbilgin’in ERG İnşaat şirketi halen Türkiye’nin en yüksek, dünyanın ise üçüncü yüksek barajı olacak Deriner Barajı’nın inşaatıyla uğraşıyor.


Toplam 3 bin 633 metrekare kullanım alanı olan yalının 64 odası var. Boğaza cephesi 60 metre. Yalının girişinde 650 metrekarelik bir salon bulunuyor. Birinci katta ayrıca balo salonu yer alıyor.
Erbilgin Yalısı, daha önce Burhanettin Efendi Yalısı ve Mısırlılar Yalısı olarak adlandırılmış. Yalının sahibi 17857te saatçi Hacı Panayot, 1887’de Hariciye Bakanı Mahmut Münir Paşa olmuş. Yalıyı daha sonra Enver Paşa’nın annesi satın almış.


1911’de II. Abdülhamit yalıyı alıp oğlu Burhanettin Efendi’ye vermiş. Cumhuriyet döneminde Mısırlı Ahmet İhsan Bey’e geçen yalı 1984’te İhsan Bey’in çocukları tarafından Erbilgin’e satılmış.

 

Köşklerinde ünlü isimler oturuyor

‘Burhanettin Bey Yalısı’nın karşısındaki 3 bin 600 metrekarelik arsada da ‘Mahiyet Konutları’ yer alıyor. Biri 3, öteki 4 katlı Mahiyet Konutları adlı köşklerde Sarar Giyim’in patronu Cemalettin Sarar, ünlü sanatçılar Mahzar Alanson ve Nil Karaibrahimgil ikamet ediyor.

Milliyet, 28.03.2015

SURİYE KÜLTÜREL MİRASINI KAOSTAN KORUMAYA ÇALIŞIYOR

 

 

Şam’da bulunan Ulusal Müze’de çalışan uzmanlar, heykelleri yağmalanmaya ya da tahribata karşı korumak amacıyla daha güvenli bir yere gönderilmek üzere dikkatli bir biçimde sarıyor ve kutulara yerleştiriyor.

 

Suriye’nin Eski Eserler müdürü Maamoun Abdulkarim göreve atandığı 2012’den beri aklında tek bir şey olduğunu söylüyor: 2003’te Irak’ın işgalinde yaşanan kültürel miras yağmalamasının kendi ülkesinde yaşanmasını önlemek. Bu konudaki kararlılığını  “Bağdat Müzesi’nin ve Irak’ta bulunan arkeolojik alanların yağmalanmasını gösteren ve hala gözümün önüne gelen fotoğraflar, aynı şeyin benim ülkemde yaşanmasını önlemek için her şeyin yapılması gerektiğini kendime hatırlatmamdaki nedendir” diyerek anlatıyor. IŞİD’e bağlı cihatçılar tarafından yapılan ve geniş bir alana yayılmış kanunsuz kazılar, eserlerin ve dini alanların uğradığı tahribat bu konudaki hassasiyetin önemini gün be gün arttırıyor. Abdulkarim, 2011 yılında Suriye’deki bu karışıklık başlamadan önce kuzey Suriye’de bulunan, Bizans ve Roma dönemlerine tarihlenen 700 adet sözde Ölü Şehir için Fransızlarla ortaklaşa gerçekleştirilen projede yöneticilerden biri olarak görev almış.

 

Suriye bir milenyumu aşkın zamandır birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış ve hem artistik açıdan hem de mimari hazineler açısından oldukça zengin bir yer. Göreve atanmasından bu yana, Abdulkarim ve meslekdaşları Suriye’nin kültürel mirasını  215 bin insanın ölümüne neden olan karışıklıktan korumaya çalışıyor. Bu zamana kadar, 3 yüzbinden fazla eseri ve binlerce yazıtı yangınlardan, bombardımandan ve sellerden korumak amacıyla gizli noktalara taşımış durumdalar. Bu eserler toplamda 34 ayrı müzeden gelmekte. Bu eserlerin 80 bin tanesi ise sadece Şam Müzesi’nden. Belki de şu ana kadar yapılan en etkileyici kurtarma operasyonu ise geçen Ağustos’ta Deir Ezzor şehrinin doğusunda yapılan kurtarma.

 

Irak’ta bulunan Musul’un Temmuzda  IŞİD’in kontrolüne geçmesinden ve oradaki yıkımın başlamasından sonra Deir Ezzor’da bulunan 13 bin eserin oradan çıkartılması gerektiğine karar verilmiş. Şehrin çok büyük bir kısmı şu anda IŞİD kontrolünde ama havaalanı ve bazı bölgeler hala devletin kontrolünü altında bulunmakta. Deir Ezzor’daki Eski Eserler eski direktörü Yaarub al-Abdullah bütün eserleri sarmak için meslektaşlarıyla iki hafta boyunca çalıştığını, eserleri bir kamyona yüklediklerini ama yolda taramalı tüfek saldırısına uğradıklarını, kutuları ölü ve yaralı askerlerin arasından taşıyarak askeri uçağa yüklemeyi başardıklarını anlatıyor. Şu anda Ulusal Müze’nin başı olan Abdullah “çok kötüydü ama başardık” diye sözlerine devam ediyor.

 

Şam’a geri dönersek, Abdulkarim buradaki operasyona korku içinde devam ediyor. “Eserleri buradan çıkarmaya karar verdikten sonra tam bir hafta uyumadım” diyerek bu korkusunu belirtiyor. “Eğer uçak düşseydi, hem arkadaşlarımızı kaybedecektik, hem de 13 bin eseri kaybettiğimiz için hapse girecektik” diye de kocaman bir gülümseme eşliğinde ekliyor. Abdulkarim’e göre Suriye müzelerinde bulunan eserlerin yüzde 99’u kurtarıldı. Bunun tamamen kendisine karşı çıkanlar dahil olmak üzere 2 bin 5 yüz çalışanının sayesinde olduğunu eklemeden geçemiyor ve sözlerini  “kültürel mirasımızı korumanın annelerinin şerefini korumak gibi bir şeref meselesi olduğunu hissediyorlar” diye bitiriyor.

 

Yapılan her şeyde olduğu gibi eserleri kurtarmaya çalışmanın da bir bedeli var. Eserleri kurtarmak için çalışan bu çalışanlardan yüzlercesi savaşta hayatını kaybetmiş; bunların arasında asıl işlerini yaparken ölen beş kişi de var. Çok fazla uğraşmış olsalar da Abdulkarim binlerce eserin çoktan ülke dışına satılmış olduğundan korkuyor. Daha kötüsü ise yağmalanan ve yıkılan 300 arkeolojik alan ve 445 tarihi binanın durumu.  Bazı durumlarda hasar savaş sırasında meydana geliyor; bazı durumlarda ise kaçak kazılar ve hatta kuzey doğudaki Mari, Doura Europos, Apamee ve Ajaja’da, güney Dara’daki Yarmuk Vadisi’nde ve kuzeydeki Raqa yakınlarındaki Hamam’da olduğu gibi buldozerlerle alana girilmesinden dolayı meydana geliyor.

 

Müdürü olduğu Raqa’da bulunan Eski Eserler’den kaçarak kurtulan 39 yaşındaki Ayham al-Fakhry Suriye’nin zengin kültürel mirasının başına gelen ve geri dönüşü olmayan olayların yasını tutuyor. Durumun ciddiyetini “sadece insanlığı ve Müslümanlığı temsil eden mozoleleri yıkan IŞİD cihatçılarının barbarlıklarına değil, Lübnan, Irak ve Türkiye’den gelen ve bulunan eserleri yerel halktan satın alan mafya gruplarına da maruz kalıyoruz” diyerek anlatıyor.  “Bu mafya grupları eserler için ödedikleri paranın yüzde 20’sini IŞİD’e veriyorlar ve eserleri Avrupa’da satmak üzere deniz yoluyla ülkeden çıkartıyorlar” diye de durumun ne kadar kötü olduğunu anlatmaya devam ediyor. Suriye’den çıkan eserlerin kaçakçılığını önlemek için uluslararası projeler yapılsa da Abdulkarim ve meslektaşları Şam’daki yaptırımlar nedeniyle durumdan uzak kalıyorlar. “Kendimizi vebalı gibi hissettik. Kültürel miras üzerine ambargo uygulanabilir mi? O miras bütün dünyanın mirası” diyerek durumu açıklamaya çalışıyorlar.

 

Bütün bunlara rağmen, son zamanlarda bir çeşit değişime dair işaretler belirmeye başlamış durumda. Almanya ve Fransaya’ya çabalarından dolayı gönderilen davetiyeler ve Venedik’te verilen ödüller, Abdulkarim’e göre uluslararası grupların Suriye’de kültürel mirası kurtarmaya çalışanları farketmesini sağlamış. Abdulkarim  “Uluslararası seferberlik olmadan kültürel mirasın ve uygarlığın kurtarılması mümkün değil. Bu sadece bizim sorumluğumuz değil. Bu aynı zamanda bütün dünyanın sorumluluğu” diyerek sözlerine son veriyor.

arkeolojihaber.net, Kaynak: archaeologynewsnetwork.blogspot.com.tr, 27.03.2015 

 

******


UNESCO'DAN IŞİD TALANINA KARŞI KAMPANYA

 

 

UNESCO, IŞİD’in Irak’taki tarihi eserlere yaptığı doğrudan tahribe karşı kampanya başlattı. Musul Kütüphanesi (içinde Osmanlı elyazmaları da var), Asur antik şehirleri, Musul Müzesi’ndeki heykeller, her şey yok ediliyor. Tam bir kültürel felaket! Sosyal medyadaki #Unite4Heritage kampanyasını sahiplenmeliyiz.

 

1990’ların Bosna savaşı bizleri “etnik temizlik” kavramıyla tanıştırdı. Bulunduğu konumda güçlü olan bir etnik grup diğerini ya da diğerlerini bulundukları yerden söküp atmak, eski Yugoslavya topraklarının çok kültürlü yapısını zorla ve sistematik olarak tek kültürlü hale getirmek istiyordu.

 

 

2015’in IŞİD savaşıysa bizleri kültürel temizlik kavramıyla tanıştırıyor. İnançlarıyla bağdaşmadığına inandıkları tüm tarihi kalıntıları, müzeleri, ören yerlerini, türbeleri ortadan kaldırıyorlar. Benzeri eylemleri daha önce başka yerlerde de görmüştük. Ancak galiba ilk defa bu kadar sistematik bir şekilde kültürel temizliğin yapıldığını, insanlığın ortak mirasının yok edildiğini görüyoruz.

 

Suriye’de kültür mirası çatışmalardan zarar görmüştü. Ancak bu defa IŞİD’in yaptığı doğrudan tahrip etmek. Musul Kütüphanesi (içinde Osmanlı elyazmaları da var), Asur antik şehirleri, Musul Müzesindeki heykeller her şey yok ediliyor. Tam bir kültürel felaket! UNESCO başından beri çırpınıyor, çağrılar, toplantılar, makaleler vs. ama şimdilik çaresiz.

 

 

Belli ki IŞİD bir fikir, bir siyaset ve tabii ki bir örgüt olarak yenilgiye uğratılmadığı, ona karşı verilen askeri mücadele siyasetle desteklenmediği sürece kültürel şiddet de, insani vahşet de bitmeyecek. Bunu başarabilir miyiz bilinmez ama IŞİD’in en azından kültür katliamına karşı bir siyasi mücadele başladı.

 

Geçtiğimiz hafta sonunda Japon hükümetinin sağladığı bir fonla Irak’ın, daha doğrusu Mezopotamya’nın kültürel mirasının korunması için düzenlenen bir kampanyanın ilk startı UNESCO Direktörü İrina Bokova’nın katıldığı bir törenle Bağdat’ta verildi.

 

Kampanya’nın sloganı, “Bizim Mirasımız-Bizim Sorumluluğumuz”. Bokova yaptığı konuşmada insanlığın kültürel temizliği kabul etmeyeceğini, durdurmak için elinden gelen her şeyi yapacağını söylemiş. Bağdat Üniversitesi’nde yapılan törene Iraklı bakanlar da katılmış.

 

Umarım önce Bağdat Üniversitesi öğrencileri tarafından açılan, sonra da UNESCO tarafından sahiplenilen bu kampanya başarılı olur. Herkes en azından sosyal medyada vereceği destekle (#Unite4Heritage) kampanyasını sahiplenir. Çünkü orada yok edilen miras sadece Irak’a bırakılmış miras değil. Mezopotamya hepimize, tüm insanlığa kalan miras...

Milliyet, Haber: Müge Akgün, 31.03.2015

ELAZIĞ'DA İMPARATORUN ÖZEL EŞYA TAŞI ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Elazığ’da Jandarma ekiplerinin yaptığı çalışmada Roma dönemine ait imparatorun özel eşyalarının konulduğu hayvan figürlü taş ele geçirildi.






Edinilen bilgiye göre, Elazığ İl Jandarma Komutanlığı’na bağlı ekipler, yaptıkları çalışmada Malatya yolu üzerinde Baskil İlçesi Aladikme Köyü yakınlarında bir otomobili durdurdu. Otomobilde yapılan aramada Roma dönemine ait üzerinde fil, geyik gibi hayvan figürlerinin yer aldığı imparatorun değerli eşyalarını koyduğu taş ele geçirildi. Jandarma ekipleri, araçta bulunan şüpheliler B.G. ve A.B’yi gözaltına aldı.


Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Milliyet, 27.03.2015

TÜRK SARAYININ YERİNE BUZ PİSTİ YAPILACAK

 

Rusya'nın ilhak ettiği Kırım'da Kırım Tatar Türklerinin tarihi ve kültürel mirası niteliğini taşıyan Kalga Sultan Sarayı'nın bulunduğu araziye buz pateni pisti inşa edilecek.

 

Akmescit Belediyesi'nin 15. ve 16. yüzyıldan kalma Kalga Sultan Sarayı'nın bulunduğu araziyi buz pateni pisti yapılmak üzere tahsis ettiği öğrenildi. Şu anda boş durumda olan arsanın etrafının çevrildiği belirtildi.

 

Kırım Müftülüğü İnşaat ve Toprak Dairesi Başkanı Ervin Kerimov, AA muhabirine yaptığı açıklamada, arsada arkeolojik çalışmaların yapılması için Kırım Arkeoloji Enstitüsü'ne başvurulduğunu, enstitünün arsanın incelenmesi gerektiğini kabul ettiğini ancak mali sıkıntılar gibi çeşitli gerekçelerle sarayın bulunduğu arazide çalışmaların yapılamadığını söyledi.

 

 Kerimov, Kırım Müftülüğü'nün 10 yıldır bu bölgenin korunması ve sarayın aslına uygun biçimde yeniden inşasına yönelik çalışmalarını sürdürdüğünü ancak arsanın üzerinde buz pateni pistinin kurulmasının kararlaştırıldığını öğrendiklerini belirtti.

 

 Kerimov, Kalga Sultan Sarayı'nın buz pisti yapılacak arsada bulunduğuna dair ellerinde arşiv verileri olduğunu ve Kırım Müftülüğü'nün, burada buz pateni pisti kurulması kararının yasal olup olmadığını araştırması talebiyle Kırım Savcılığı'na başvurduğunu açıkladı.

 

 Kırım Müftülüğü'nün verdiği bilgiye göre Kalga Sultan, 1. Mengli Geray Hanı'nın oluşturduğu bir görevdi. Bu göreve, Kırım Hanı'nın kardeşleri, oğulları ya da yeğenleri gibi akrabaları seçilirdi. Kalga'nın sarayı Akmesit'te bulunuyordu.

 

18. yüzyılın ikinci yarısından kalan kayıtlara göre, Kalga Sarayı 200 odadan oluşuyordu. Sarayın yanında mutfak, korumanın kaldığı bina ve 1. Mengli Geray Han'ın kurduğu cami bulunuyordu. Yapının 18. yüzyılın sonunda yıkıldığı belirtiliyor.

Milliyet, 27.03.2015

HANT DİNK VAKFI KAYBOLAN KÜLTÜREL MİRASIN PEŞİNDE

 

Hrant Dink Vakfı, ‘Anadolu Kültürel Mirası’ projesi çerçevesinde Rum, Ermeni, Süryani ve Yahudi toplumları tarafından inşa edilen kilise, sinagog, manastır, okul, hastane ve mezarlık gibi yapıların envanterini çıkartıyor. Anadolu’nun geçmişinde, yüz yıllarca varlık göstermiş halkların, büyük çoğunluğu yok edilmiş olan kültürel mirası bu şekilde tek tek ortaya çıkartılacak.

 

Araştırmacılar, Nora Mildanoğlu , Zakarya Mildanoğlu, Mustafa Batman, Ezgi Deniz Berk, Merve Kurt, Vahakn Keshishian, Tuna Başıbek, Alexandros Kampouris, Şahika Karatepe, Zeynep Oğuz ve Norayr Olgar’dan oluşan ekip; Başbakanlık Osmanlı  Arşivi ve Yunanistan Konsolosluğu’na bağlı Sismanoglio Megaro’da bulunan belgeler ile çeşitli dillerde yayımlanmış tarihi gezi  günlüklerinin de aralarında bulunduğu çeşitli kaynaklar üzerinde çalışma yürütüyor.  
 

2014’ün ilk aylarında başlayan projenin sonunda, Anadolu’nun dört bir yanında hala ayakta olanların yanı sıra, yıkılmış, yakılmış, korunamamış, depo ve veya ahır olarak kullanılmış, camiye çevrilmiş yapıların da listesi çıkartılacak.   

 

Proje koordinatörü Merve Kurt, araştırmacılardan Zeynep Oğuz ve Tuna Başıbek, projenin ayrıntılarını ve zorluklarını anlattı.

 

Zeynep Oğuz:‘Böyle kapsamlı bir envanter yok’  

Çalışmanın ilk aşamasında Ermeni yapıları üzerine bir yoğunlaşma vardı. Şimdi, bir yandan Ermeniler üzerine oldukça ilerlemiş çalışmayı devam ettirirken, öte yandan diğer toplumların kültürel yapıları üzerinde çalışarak envanteri genişletiyoruz. Envanter konusunda bir tarih sınırlamamız yok. Ağırlıklı olarak yakın tarihli çalışma yapsak da karşımıza bir Bizans yapısı çıkınca onu da envantere kaydediyoruz. Ne kadar geriye gidebilirsek artık…

 

Nereye elinizi atsanız orada bir yapı çıkıyor. Sayıca çok fazlalar. Öte yandan, hiçbir zaman envanterin son hali budur diyemeyeceğiz. Çok fazla yıkımın yanı sıra farklı şekillerde kullanılmış çok yapı var.  Devlet eliyle tutulmuş kaynaklar var, ama biliyoruz ki hiç kayıt tutmadıkları dönemler de olmuş. Yapıların kullanımıyla ilgili cemaatler arası değişimler de olmuş. Şimdiye kadar, böyle kapsamlı bir envanter çalışması yapılmamıştı. 

 

Tuna Başıbek: ‘Not düşüyoruz’

Dini yapılar, manastırlar, kiliseler, okullar, yetimhaneler ve mezarlıklar çalışma kapsamımıza giriyor. Kaynaklarımız var ve halen farklı toplumların kaynaklarına yönelik arayışlarımız da devam ediyor. Osmanlı arşivlerinde kayıtlar üzerinde ve ikincil kaynaklar üzerinde çalışıyoruz. İçeriklerinde kiliselerden veya bu yapılardan bahseden kaynakları da tarıyoruz.  Devlet kayıtlarında, 18. yüzyıldan sonra kilise yapımlarına dair çok fazla bilgiye rastladık; bu kayıtlar da işimizi oldukça kolaylaştırdı. Karşılaştığımız en önemli zorluklardan biri de yer isimlerinin değiştirilmesi.  Kayıtta gözüken ama ortada olmayan bir köy var mesela. Tapu kayıtlarında bazı bilgilere ulaşılabilir; ama tapu kayıtları, araştırmacılara kapalı. Kültür Bakanlığı’nın ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün elinde bir envanter olduğu söylense de ortada yok.  Valiliklerin hazırladığı envanterler var, ama onlarda da gayrimüslim yapılara yeterince yer verilmemiş.  Artık binlerce kiliseden bahsedemiyoruz. Öyle ya da böyle ayakta kalmayı başaranlar çok az. Tarihe not düşüyoruz aslında. Bu çalışma, en azından ayakta kalan yapılar için bir farkındalık yaratabilir ve bu sayede de koruma altına alınabilirler diye umut ediyoruz.

 

Merve Kurt: ‘Online bir harita hazırlanıyor’

Çalışma, Türkiye AB Bakanlığı tarafından fonlanıyor ve uzun bir süre daha devam edecek.  Araştırmacılarımız, farklı kaynakları tarayabilecek kapasitede. Ermenice, Rumca, Osmanlıca, Fransızca, İngilizce, Almanca, Arapça okuyabilen arkadaşlarımız var. Her toplumla ilgili bilgilere sahip kişilerden oluşan bir danışma kurulumuz var. Kültürel Mirası Koruma Derneği’yle de ortak faaliyetler yürütüyoruz.  Envanterdeki bilgilerin görsellik kazanması, hem projenin somutlaşması, hem de daha fazla kişinin erişimine ulaşması açısından önemli. Bunun için, envanterdeki bilgileri online bir Türkiye haritasına, giriyoruz. Mesela bir köyün üzerine tıkladığınızda, oradaki yapılar hakkında bilgileri ve varsa görsellerini bulabileceksiniz. Yani haritayı açıp köyünüzde kaç kilise, kaç okul, kaç sinagog varmış, bulabileceksiniz.

 

Uzmanlar tarafından bir pilot bölge seçilerek yürütülecek bir saha çalışması ayağımız da var. Uzmanlar, tespit edilen pilot bölgeye giderek, yapıların sosyal ve fiziki durumları hakkında değerlendirmelerde bulunacak. Acil müdahaleye ihtiyaç duyulan dört yapı belirleyip, resmi mercilerde bu yapılar için savunuculuk faaliyeti yürütmeyi de planlıyoruz.

Agos, Haber: Uygar Gültekin, 25.03.2015

ERMENİ VE ASURİ MABETLERİ AHIR OLARAK KULLANILIYOR

 

 

Dicle Haber Ajansı’nda yer alan  habere göre, Hakkari'de, günümüze ulaşan yaklaşık 150 kilise ve manastırdan sadece yaklaşık 15 tanesi ayakta kaldı; bu yapılar da zarar gördüğü için yıkılma tehlikesiyle yüz yüze. 
 

Özellikle Hakkari'nin Koçanıs (Koçanis) Köyü'nde bulunan, Asurilerin patrikli merkezi sayılan Mar Şhalita Kilisesi de dahil, tarihi önemi büyük olan kilise ve manastırlar ilgisizlikten dolayı harabe yerlere döndü.

 

Tarihi yapıların harabeye dönüşmesinde en büyük etkenin define avcıları olduğu ifade ediliyor. Dini motiflerle süslenen taşların çalındığı kiliselere köylülerin de hayvanları için ahır olarak kullandıkları belirtiliyor. Habere göre, bazı köylerde tarihi yapılar kiler olarak kullanırken içine ek odalar inşa edilmiş. 

Agos, 24.03.2015

İSKOÇYA'DA NEOLİTİK DÖNEME AİT YAPI KALINTILARI BULUNDU

 

 

İskoçya’nın kuzey kıyılarında bulunan 70 adadan biri olan Orkney adasında yaşayan Ola ve Arnie Tait,  2003 yılında evlerinin manzarasını güzelleştirmek isterken meralarında tırtıklı bir taş levha buldular. Buldukları parçayı arkeologlara gösteren Tait çiftinin evlerinin bahçesinde hummalı bir çalışma başladı. Yıllar geçti ve Tait ailesinin manzarası yaban çiçekleriyle dolu meradan Neolitik döneme ait en önemli buluntulardan biri olan bir kompleks yapıya dönüştü. Burada 5000 yıl önce başlayan ve 1000 yıl süren kesintisiz yaşam Neolitik toplumun zamanla nasıl değiştiğini gözler önüne seriyor. Kazılarda bronz çağına ait bir tabutun yanında keskin iç açılara, güzel taş işçiliği ve köşe payandalarına sahip güzel işlenmiş bir duvar parçası da buldu.

 

Sonraki yıllarda  arkeologlar keşif amaçlı sondaj hendekleri açmaya başladı ve kazdıkları her açmada bir taş işçiliği ile karşılaştı. Bunun üzerine geniş alanlar açıp buralarda çalışmaya karar veren arkeologlar son 5 yılda yaz mevsimi boyunca 8 hafta çalıştı. Bu güne kadar yirmiden fazla yapı ortaya çıkarıldı. Jeofizik testleri yapan ve yeraltı radarları kullanan arkeologlar 6 hektarlık bir alanı çevreleyen sınır duvarlarının kalıntılarına da ulaştı. Hayvan kemikleri ve ağaç parçaları üzerinde yapılan karbon tarihleme testleri MÖ 3300 ila 2300 arasındaki 1000 yıllık süreci gösteriyor. Bölge daha uzun kullanılmışa benziyor. Çoğunlukla bir yapı eski yapının üzerine yapılmış ve bütün yapı önceki dönemlerin binalarının kalıntıları üzerinde oturuyor. Arkeologlar ortaya çıkarılan kısmın buzdağının görünen kısmı olduğunu söylüyor. Toplam alanın Sadece %10’luk bir kısım üzerinde çalışma yapılan bölgede bugüne kadar yalnızca en üstteki yapıların temellerine kadar ulaşılabilmiş durumda. Ve mimaride, sanatta ve yapım sitillerindeki dönemsel değişikliklerin işaretleri de gözlemlenebiliyor.

arkeolojihaber.net, Kaynak: archaeology.org Çeviri: Cüneyt Acar, 19.03.2015 



22 - 28 Mart 2015

İSTANBUL TİYATROLAR MEZARLIĞI

 


Tepebaşı Dram Tiyatrosu

 

Bir Dünya Tiyatro Günü’nde daha değişmeyen tablo ile karşı karşıyayız. 2008’de kapanan ve akıbeti belli olmayan Atatürk Kültür Merkezi için ‘AKM’deyiz İnisiyatifi’ bugün saat 10.30’da Çağlayan Adliyesi’nde suç duyurusunda bulunacak. Nedeni, 1830’dan bugüne birçok tiyatroya mezar olan İstanbul’a bir mezar daha kazılmaması...

 

Çünkü 1830’dan bugüne İstanbul’da 450’nin üzerinde tiyatro açıldı. Önemli bir kısmı yandı, yıkıldı, yok edildi. Biz aşağıya tiyatro tarihi açısından ilkleri barındıran, kültür tarihi açısından hafıza işlevine sahip, korunması elzem olduğu halde yok edilen tiyatroları aldık. Kültür mekanlarının dün olduğu gibi bugün de kıymetini bilmeyen zihniyete belki ibret olur...

 

Bugün Dünya Tiyatro Günü. Ülkemizde ve dünyada bu özel gün çeşitli etkinliklerle kutlanıyor, oyunlar ücretsiz sahneleniyor. Bildiriler çoktan yazıldı, okundu, okunacak. Hemen her yerde oyunların sahneleneceği bugün, biz kendini ‘yapı polisi’ olarak tanımlayan mimar Hasan Kuruyazıcı’nın kılavuzluğunda tiyatro tarihimiz açısından önem taşıyan, yok olmaması gereken tiyatrolara baktık. Kuruyazıcı, yıllardır Beyoğlu’nda nerede kültür sanata hizmet etmiş tarihi bina varsa onların izini sürüyor. Geçtiğimiz salı akşamı da PERA FEST kapsamında Halep Pasajı'nın içindeki Maya Cüneyt Türel Sahnesi'nde yapılan “Yitirilen Kültür Mirasımız: Beyoğlu'nun Tiyatro Yapıları” adlı panele katıldı ve İstanbul'un yakılan, yıkılan, yok olan tiyatrolarını anlattı.

 Konuşmasının odak noktası ‘Bu tiyatrolar neden yıkılmamalıydı?' sorusuydu. İstanbul'da tiyatrolar ilk 1830'lu yıllarda yapılmaya başlıyor. O günden bugüne 450'nin üzerinde tiyatro binası inşa edilmiş. Türk tiyatrosu açısından ilkleri barındıran önemli tiyatroların çoğu bugün ortada yok. Pek çok tiyatroya mezar olmuş bir şehirde yaşıyoruz. Kentin kültürel hafızasını taşıyan bazı sahneler de bugün benzer akıbetle karşı karşıya: Yedi yıldır kapalı duran AKM, 2012'de kapatılan Muammer Karaca Tiyatrosu, Ankara'daki Akün ve Şinasi sahneleri… Kuruyazıcı’nın “Eski tiyatrolar neden yıkılmamalıydı?” sorusuna verdiği aşağıdaki cevaplar, kültür mekanlarının dün olduğu gibi bugün de kıymetini bilmeyen zihniyete belki ibret olur.

 

BU TİYATROLAR YOK OLMAMALIYDI, ÇÜNKÜ...

Elhamra Tiyatrosu (1831-1999):İstanbul'daki ilk tiyatro binalarından biriydi. Yaşar Kemal'in romanından aktarılan Teneke, Nazım Hikmet'in Ferhat ile Şirin, Gogol'ün Palto'su, Genco Erkal'ın Bir Delinin Hatıra Defteri gibi önemli oyunlar ilk burada oynandı. Mustafa Kemal Atatürk İstanbul'a geldiği zaman bu salonda film izlerdi. Sururi Topluluğu, İstanbul Opereti, İstanbul Tiyatrosu bu mekanı kullandı, Toto Karaca, Muzaffer Hepgüler gibi isimler burada sahneye çıktı.

 

Naum Tiyatrosu (1838-1870): 1870'teki büyük Beyoğlu yangınında yok olan Naum Tiyatrosu, İstiklal Caddesi'nden Balık Pazarı'na giren sokağın başındaydı. Naum, Osmanlı döneminin en ünlü tiyatrosuydu, dönemin padişahı Sultan Abdülaziz buraya opera ya da tiyatro izlemeye gelirdi. İstanbul'u ziyarete gelen Galler Prensi, Fransa İmparatoriçesi Eugenie, Avusturya Macaristan İmparatoru Franz Joseph gibi yabancı devlet büyükleri de bu tiyatroda gösteri izlemişlerdi.

 

Dolmabahçe Tiyatrosu (1859-1937): Sultan Abdülmecid'in yaptırdığı saraya ait tiyatroydu. O dönemin en güzel salonlarından biriydi. Şinasi, ünlü Şair Evlenmesi oyununu bu tiyatroda oynanması için yazdı.

 

Gedikpaşa Tiyatrosu (1861-1884): Türk tiyatro tarihi açısından önem taşıyan pek çok olay Gedikpaşa Tiyatrosu'nda gerçekleşti. Güllü Agop'un kurduğu Osmanlı Tiyatrosu'nun sahnelediği aslı Ermenice olan Sezar Borcia adlı oyun 1868'de Türkçe olarak burada sahnelendi. Fuzuli'nin Leyla ile Mecnun'undan uyarlanan ilk telif oyun yine burada oynandı. Namık Kemal'in Vatan Yahut Silistire adlı dramının ilk temsili de yine burada izleyici karşısına çıktı.

 

Apollon Tiyatrosu (1873-1961): Kadıköy'deki en eski tiyatro salonuydu. Güllü Agop'un Osmanlı Tiyatrosu, Dikran Cuhacıyan'ın Opera Tiyatrosu, Benliyan Efendi'nin Milli Osmanlı Operet Kumpanyası, Celal Sahir'in Sahir Opereti, Mınakyan Efendi'nin Osmanlı Dram Kumpanyası, burada yıllarca temsil verdi. Afife Jale, Hüseyin Siret'in Yamalar oyununda burada sahneye çıktı.

 

Odeon Tiyatrosu (1875-2006): Şimdiki Yeşilçam Sokağı'nın köşesindeydi. Yanan Dram Tiyatrosu, Ortaoyuncular Tiyatrosu ile birlikte Odeon Tiyatrosu, o dönemin en önemli üç tiyatrosundan biriydi.

 

Tepebaşı Dram Tiyatrosu (1880-1971): Tepebaşı Dram Tiyatrosu, Darülbedayi'nin kalbi sayılacak tiyatroydu. 1916-1970 yılları arasında Şehir Tiyatroları tarafından kullanılan mekanda İ.Galip Arcan, Talat Artemel, Behzat Butak, Neyyire Neyir, Hüseyin Kemal Gürmen, Hazım Körmükçü, Kemal Küçük, Bedia Muvahhit, Raşit Rıza, Cahide Sonku ve Vasfi Rıza Zobu gibi efsane oyuncular, Ceza Kanunu, Bir Kavuk Devrildi, Lüküs Hayat, Bir Adam Yaratmak, Kibarlık Budalası, Deli Saraylı, Ahududu gibi ünlü oyunları sahneledi.

 

Tepebaşı Komedi Tiyatrosu (1889-1957): Yazları kullanılmak üzere yapılmış, üstü açık bir tiyatroydu. 1942'den itibaren Şehir Tiyatroları kullanıldı. 1958'de yıktırıldı. Hasan Kuruyazıcı, “Neden yıkıldığını anlamadık. Çünkü yıllarca otopark olarak kullanıldı.” diyor.

 

Yeni Komedi Tiyatrosu (1923-2013): İstiklal Caddesi'ndeki binayı, Şehir Tiyatroları Yeni Komedi Bölümü adıyla 20 yıl kullandı. Kira anlaşmazlığı nedeniyle 1975'te son temsil yapıldı.

 

Şan Tiyatrosu (1953-1987): Münir Nurettin'in yönettiği klasik Türk müziği konserleri burada verildi. Yedi Kocalı Hürmüz, Hisseli Harikalar Kumpanyası, Sait Hop Sait, Müzikal Kahkaha, Sezen Aksu Aile Gazinosu, Hababam Sınıfı Müzikali, Şen Sazın Bülbülleri, Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra gibi 1980'lerin ünlü müzikalleri burada sahnelendi.

 

Cep Tiyatrosu (1955-2011): Apartman içine yapılan küçük tiyatroların ilk örneğiydi. Haldun Dormen'in girişimiyle kuruldu. Erol Günaydın, İlhan İskender, Metin Serezli, Altan Erbulak gibi oyuncular burada yetişti.

 

Karaca Tiyatrosu (1955-2012): Ünlü komedyen Muammer Karaca tarafından yaptırılan tiyatroda Cibali Karakolu 16 yıl boyunca 3 bin temsilden fazla sahnelendi. Gülriz Sururi, Güzin Özipek, Adile Naşit, Turgut Boralı gibi oyuncular burada sahneye çıktı. Ankara'dan İstanbul'a gelen Yıldız ve Müşfik Kenter ilk oyunları Salıncakta İki Kişi'yi burada oynadı. Keşanlı Ali Destanı, Gülriz Sururi ve Engin Cezzar Topluluğu'nca 1964'te ilk kez burada sahnelendi.

Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 27.03.2015

TAKDİR-İ BAKANLIK! BURASI MİLLİ PARK OLUR AMA...

 

 

Bafa Gölü’ünün kıyısında Herakleia Latmos’u araştıran Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Dr. Anneliese Peschlow, Anadolu’nun en eski kaya resimlerini tespit ettiği Beşparmak dağlarının Milli Park statüsüne alınması için kampanya başlattı. Peschlow 30 bin imza toplayamazsa Milli Park yapılmayacak. Yanlış duymadınız. Orman ve Su İşleri Bakanlığı bu kadar imzalı dilekçe getirseniz, milli park statüsüne alırız demiş. Şimdi Peschlow herkesin bu kampanyaya destek olması için yalvarıyor.

 

1990’ların başında bölgede başlatılan yüzey araştırmalarında Beşparmak Dağları’nın çeşitli kesimlerinde bugüne kadar binlerce kaya resmi tespit edildi.  MÖ 6 bin – MÖ 5 binin ilk yarısına tarihlenen bu kaya resimleri Yakındoğu arkeolojisinin son dönemdeki en büyük keşiflerinden biri olarak nitelendiriliyor. Ancak Türkiye ’nin bu eşsiz kültür hazinesi son yıllarda ruhsat sayısı hızla artan taş (feldispat) ocakları nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu engellenemezse ülke turizminin ve kültürünün eşsiz bir yöresi benzersiz değerleriyle birlikte bir daha geri gelmemecesine yok olacak. Radikal bu durumu 2012 Eylül ayında ‘’Hangisi Taş devri’’ başlığı ile duyurmuştu.

 

 

HER YER MADEN HER YER TAŞ!

Aradan geçen onca yıla rağmen her geçen gün madencilik faaliyetleri hızla arttı ve neredeyse hiç önlem alınmadı. Bölgede cam, seramik, kaynak elektrotları ve boya sanayiinde kullanılan hammaddenin çıkarıldığı onlarca feldspat ocağı açıldı. Dağdan üzeri resimlerle dolu taşlar bu ocaklarda mıcır haline getiriliyor. Dr. Anneliese Peschlow yıllardır Kültür ve Turizm Bakanlığı, UNESCO, valilik bu doğal güzelliği ve kültürel mirası korumak için çalmadık kapı bırakmadı. Sonuç madenler çığ gibi büyüdü.

 

CHANGE ORG’DA KAMPANYA

Peschlow Beş Parmak dağlarının milli park olması için Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın da kapısını çaldı. Bakanlık bürokratları bunun için 30 bin imzalı dilekçe getirmesini istedi. Peschlow, imza kampanyası platformu change org da ‘’Latmos Milli Park olmalı’’ kampanyası başlattı.

 

Kampanya için de şu satırları ekledi;

‘’Feldspat mineral madenciliğine derhal son verilmezse Anadolu ve Ege yegane bir arkeolojik/doğa değerini kaybedecektir. Latmos, 8000 yıllık bir dönemi kapsayan bir Açıkhava müzesi konumundadır. Ayrıca kayaların doğal aşınmaları nedeniyle dünyada az görünen bir coğrafya parkı niteliği taşımaktadır. Burada yetişmiş fıstık çamı ormanları (Pinus pinea) Türkiye’nin en büyükleri arasında yer alır. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na (WWF) göre doğal bitki örtüsünün zenginliği, nadir, endemik ve tehlike altındaki bitki türleriyle Beşparmak Dağları botanik bilimi açısından Türkiye’nin 122 Önemli Bitki Alanı’ndan biridir. Büyük bir bölümü “acil” koruma ihtiyacında olan bu alanlar ve barındırdıkları biyoçeşitliliğin gelecek kuşaklara güvenli bir şekilde aktarılmasını sağlamak borcumuzdur."

 

 

Kampanyaya NABU-Derneği Almanya, WWF-Türkiye ve Kuşadası’nda yerleşik doğa koruma derneği EKODOSD, Associazione Internazionale di Archeologia Classica (AIAC) İtalya ve Association pour le Rayonnement de l'Art Pariétal Européen (ARAPE) Fransa  kampanyaya destek veriyor. Şuana kadar 10 bini aşkın imza toplandı.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 27.03.2015

O BAŞYAPIT DEMİRÖREN'İN

 

 

Bedri Rahmi Eyüboğulu tarafından 1955 yılında bir otel duvarı için yapılan tabloyu işadamı Erdoğan Demirören’in aldığı ileri sürüldü. İddialara göre Eyüboğlu’nun başyapıtı olarak anılan tablo pinpon masası olarak bile kullanılmıştı.

 

Dünyaca ünlü şair ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun mart ayı başında Antik A.Ş.’nin müzayedesinde 1 milyon 830 bine satılan ‘İstanbul’ adlı tablosunu kimin aldığı merak konusu olmuştu. ‘İstanbul’ eseri Eyüboğlu’nun Anadolu renkleri ve nakışlarıyla harmanladığı en büyük ebatlı ve en detaylı tuval resmi. 191x335 cm boyutlarındaki eser Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun başyapıtı olarak anılıyor. Sanat çevrelerinden aldığım duyuma göre bu eseri işadamı Erdoğan Demirören aldı. Koleksiyoner kimliğiyle de bilinen Demirören, esere rekor fiyat ödeyerek dikkat çekti.

 

PİNPON MASASI OLDU

Türkiye’de resim sanatına farklılık katan ve birçok tekniğe öncülük eden bir isim olan Eyüboğlu’nun bu başyapıtının geçmişi de hayli ilginç. Müzayedede 800 bin başlangıç fiyatıyla satışa çıkarılan ve 1 milyon 830 bin lira alıcı bulan tablo uzun yıllar bir otelin duvarında pano olarak kullanılmıştı. Bundan 2 yıl önce de Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun şehrin farklı yerlerde bulunan eserlerinin ‘korunamadığına’ dikkat çeken Prof. Aydın Ayan, o dönemde eserin geçmişini şöyle anlatmıştı:

 

 

‘Bu tablo sipariş üzerine 1955 yılında bir otelin duvarı için yapıldı. Yıllar sonra otel konsept değiştirdi ve tabloyu almamız istendi. 1975’in ilk aylarıydı. Biz tabloyu almaya geç gittik. Gittiğimizde tablonun yerinden söküldüğünü, ikiye bölündüğünü, hatta pinpon masası haline getirilerek kullanıldığını gördük. Alıp atölyeye getirdik. Uzunca bir süre atölyede bir köşede bekledi. Sonra birleştirilerek eski haline getirildi’ Ayan’ın eserin satışından sonra da Cumhuriyet Gazetesi’ne yaptığı açıklamada bulunarak, pinpon maması konusunu ve eserin ikiye bölündüğünü tekrar gündeme getirdi. Bu konuda Facebook ve Twitter’da da ‘çöpten çıktı milyona satıldı’, ‘tablodan pinpon masası yapılmış’ gibi yorumlar yapılmıştı.

 

 

TORUN RAHMİ EYÜBOĞLU: MÜZE KURACAĞIZ

Konu ile ilgili bilgi almak için Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun torunu Rahmi Eyüboğlu’nu aradım. Kendisi tablonun ‘pinpon masası’ olarak kullanıldığı hakkında bir bilgisinin olmadığını, tablonun uzun yıllardır aile evlerinde tutulduğunu anlattı. Rahmi Eyüboğlu bu tablodan elde ettikleri geliri açmayı planladıkları Bedri Rahmi Eyüboğlu Müzesi için kullanacaklarını söyledi. ‘Keşke satmak zorunda kalmasaydık, ama eninde sonunda bir müze kurmak istiyoruz. Bunun da zor olduğunun farkındayız ama elimizden geleni yapacağız’ dedi. Aldığım duyumun doğruluğundan emin olmak için tabloyu alıp almadığını Erdoğan Demirören’e de sordum. Ancak konuyla ilgili kendisinden herhangi bir geri dönüş olmadı.

Hürriyet, Haber: Elif Ergu, 27.03.2015

DEFİNE MERAKI CANINA MAL OLUYORDU

 

 

Aydın’da bir şahıs define aramak için girdiği tarihi bir kuyu ve su kanalında kuyunun belli bölümlerindeki duvarların yıkılması sonucu mahsur kaldı. Ekipteki diğer vatandaşların ihbarı ile bölgeye giden AFAD ekipleri saatler süren çalışmanın ardından şahsı kurtardı. Yerin yaklaşık 5 metre altındaki tarihi su kanalından çıkarılan şahıs ağır yaralı olarak Adnan Menderes Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldı. Ot toplamak için bölgede bulunduklarını belirten şahısların amaçlarının farklı olduğunu belirleyen jandarma şahsın arkadaşlarını gözaltına aldı.


Olay bugün öğlen saatlerinde Germencik İlçesi’ne bağlı Mursallı Mahallesi yakınlarındaki Roma ve Yunanlılar döneminde yerleşim yeri lan ve depremlerle yer altında kaldığı öğrenilen incir zeytin bahçelerinde meydana geldi. Edinilen bilgiye göre bölgeyi iyi tanıdığı ileri sürülen ve Kuşadası Davutlar Mahallesi’nde yaşayan Nurullah Aksoy isimli şahıs arkadaşları ile birlikte sabah saatlerinde bölgeye geldi. Son olarak Yunanlılar tarafından kullanıldığı ileri sürülen kuyularla yüzeye bağlanan su kanalına giren Nurullah Aksoy, kanalda bulunduğu sırada meydana gelen göçük sonucu içeride mahsur kaldı. Bunun üzerine Aksoy ile birlikte olan ve isimleri açıklanmayan arkadaşları Jandarma ve AFAD ekiplerini arayarak yardım istedi. Bölgeye giden AFAD ve 112 Acil Servis ekipleri, yaralıyı bir kuyunun içerisinden buldu. Normal yollarla kuyuya girmek mümkün olmayınca AFAD ekipleri bölgede sistem kurarak kurtarma araçlarının yardımı ile kuyuya indi. Kuyunun bağlı olduğu tarihi kanalda yıkılan duvarın altında kalan şahsı kurtarmak için seferber olan ekipler önce enkazı kova ile kuyudan yukarı çekti, ardından yaralıyı kurtardı. AFAD Müdürü Recep Coşkun’un da bizzat takip ettiği hummalı çalışmanın ardından yaralı kuyudan çıkarıldı.


“EKİPTEKİ DİĞER ŞAHISLAR GÖZALTINA ALINDI”
Jandarma tarafından da müdahale edilen olayda, ihbarı yapan Nurullah Aksoy’un arkadaşları bölgeye ot toplamaya geldiklerini belirtince, yerin yaklaşık 5 metre altında ot toplanmayacağını düşünen jandarma ekipleri Aksoy’un arkadaşlarını gözaltına aldı. Şahsıların ot değil define aramak için tarihi kuyuya indikleri tahmin edilirken, olayla ilgili soruşturmanın çok yönlü olarak sürdürüldüğü bildirildi.

Hürriyet, 26.03.2015

TARİHİ KÖŞK AKADEMİ OLUYOR

 

Kadıköy Belediyesi, Kadıköy’ün ve tüm İstanbul’un kent düşüncesi, eğitim ve kültürsanat birikimine katkı sağlayacak yeni bir konsepti hayata geçiriyor.

Kadıköylülerle yapılan 2015-2019 stratejik plan toplantılarından çıkan sonuçlara göre hazırlanan “Kadıköy Belediyesi Akademi” bugün açılıyor. Halkçı belediyeciliğin ihtiyacı olan bir düşünce merkezi olarak faaliyet gösterecek Kadıköy Akademi’de Kadıköy’ün vizyon ve geleceği ile ilgili çalışmalar yapılacak. Akademi, 19 Mayıs Mahallesi’nde bulunan Kadıköy Belediyesi’ne ait tarihi bir köşkte faaliyet gösterecek.

Habertürk, 26.03.2015

BODRUM'DA TARİHİ KAYA MEZARLARININ ÜZERİNE VİLLA TEPKİSİ

 

 

Muğla’nın Bodrum İlçesi’nde, Hellenistik Dönem’e ait iki kaya mezarının üzerine villa inşaatı yapılması tepkilere neden oldu. Peynirçiçeği Gündoğan Gönüllüleri Derneği Başkanı Sema Höcek, kaya mezarlarını önceden tespit edip, Bodrum Sualtı Arkeloji Müzesi yetkililerine bildirip, tescillenip, koruma altına alınmasını istemelerine rağmen üzerine yan yana iki villa yapıldığını ileri sürerken, Mavi Yol Girişimi Sözcüsü Ali Dizdar da ilçenin her yerinden tarih fışkırdığını ancak koruyacak yetkili olmadığını söyledi.

 

 

Gündoğan Mahallesi , Kızılburun Mevkisi’ndeki, toplam 1200 metrekarelik arazi üzerine İstanbullu tekstilci bir işadamı tarafından 200’er metrekarelik iki tripleks villa inşaatına yaptırıldı. Peynirçiçeği Gündoğan Gönüllüleri Derneği ve Mavi Yol Girişimi üyeleri, iki villanın daha önceden belirledikleri Hellenistik Dönem’e ait Karyalılar’dan kalma kaya mezarının üzerine yapıldığını belirtip, kayıt ve koruma altına alınması için Bodrum Sualtı arkeoloji Müzesi’ne müracaat etti. Her iki derneğin üyeleri, çevrecilerle birlikte üzerine villa yapılan kaya mezarlarını fotoğrafladı. Peynirçiçeği Gündoğan Gönüllüleri Derneği Başkanı Sema Höcek, müze yetkililerinin ısrarları üzerine villa yapılan kaya mezarlarında inceleme yaptığını belirtip, "Başlangıçta biz bir kaya mezarının üzerine ev yapılacağını zannetmiştik. Ancak, müzeden gelen yetkili, ’bu mezarlardan yanyana iki tane olur’ dedi ve eliyle koymuş gibi diğer kaya mezarını da buldu. Bu tarihi mezarların tescil edilmesini istediğimizde ise ’Bu işin bürokrasisi ve evrağı çok fazla. O işe zamanımız yetmez. Zaten bu kaya mezarlarından bu bölgede çok sayıda var. Tescilleme işi çok uzun sürer, bu işe vakit bulamayız’ deyip, gitti. Ardından dernek olarak yine müzeye müracaat edip, ’Bu iki kaya mezarının etrafındaki otları temizleyip, düzenleyerek koruma altına alalım’ önerisinde bulunduk, ’Kesinlikle olmaz. Elinizi bile süremezsiniz. Tarihe dokunamazsınız, hakkınızda soruşturma açılır’ denildi. Ardından bir süre sonra ise baktığımızda mezarların üzerlerinin moloz doldurulduğunu villalar yapılmaya başlandığını görünce şok olduk. Ancak hala tescil edilip edilmediğini bilmiyoruz. Ancak, tescil edilseydi, mezarlar bugün bu halde olmazdı. Yöremizdeki tarihi değerler işte böyle birer birer yok oluyor. Tarih böyle korunur mu?" diyerek, tepkisini dile getirdi.

 

 

"TARİH FIŞKIRIYOR AMA KORUYACAK YETKİLİ YOK"

Kaya mezarlarının üzerine yapılan villa inşaatı fotoğraflarını sosyal paylaşım sitelerinden binlerce kişi ile paylaşan Mavi Yol Girişimi Sözcüsü Ali Dizdar ise "Son günlerde, ’Bina inşaatından tarih fışkırdı’ haberlerlerini izlerken asıl şaşırmamız gereken ’Bu tarihe ne yaptığımız’ olmalı. Bodrum antik bir kent olduğu için kazmayı vurduğunuz yerden tarih fışkırması son derece normal. Önemli olan fışkıran tarihe ne yaptığımız. Bulunan kaya mezarlarına nasıl davrandığımız. Gündoğan’da tespit ettiğimiz kaya mezarlarının villalara ve molozlara nasıl kurban ettiğimizi görüyorsunuz. Tarih fışkırıyor ama sanırım koruyacak yetkili yok" diye konuştu.

Milliyet, Haber: Yaşar Anter, 26.03.2015

ZONARO'NUN 'BAYRAM'I LONDRA'DA SATILIYOR

 

 

İtalyan asıllı saray ressamı Fausto Zonaro’nun (1854-1929) altı başyapıtından biri sayılan ‘Bayram’ isimli tablosu 50 yıldır İstanbul’da bir aile koleksiyonunda saklı duruyordu.

 

Eser Mart 2012’de Arkas Holding koleksiyonuna katıldıktan sonra Nisan 2012’de açılan bir sergi ile görücüye çıkmıştı. Zonaro’nun yaptığı Bayram kutlaması konulu iki büyük boyutlu tablonun daha küçük olanı ise 21 Nisan’da Londra’daki Sotheby’s müzayede evinin “Oryantalist ve İslam Eserleri Haftası” kapsamında satışa çıkacak. 350-450 bin sterlin fiyat biçilen ve daha önce müzayedeye hiç girmemiş bu ikinci tabloya büyük bir ilgi var. Müzayedede bu ünlü tablonun yanı sıra resmin eskizi niteliğinde bir detay yağlıboya da 40–60 bin sterline satışa çıkacak.

 

Tabloda, Ramazan Bayramı’nda Tatavla’da kurulan bir panayır alanı resmediliyor. Resmin sağ köşesine kendisini de yerleştiren ressam, anılarında o günden şöyle bahseder: “Davul geliyor, ardından zurnayı çok iyi çalan Ermeni... Tulumbacılar birer birer kol kola bağlanarak diziliyor. Davulun tokmağının vurmasını bekliyorlar. Ve işte küçük küçük adımlar, küçük küçük eğilmeler başlıyor.”

 

En son Milan’da 1919’da sergilenen eserin satışa çıkışı Floransa’da Medici-Riccardi Sarayı’nda Nisan-Haziran 2015 tarihleri arasında düzenlenecek olan kapsamlı Zonaro retrospektifi ile aynı zamana denk geliyor. Eserin kimin koleksiyonuna gireceği ise şimdiden merak konusu.

 

Müzayedede Avrupalı ressamların Türkiye konulu eserlerinden oluşan bir seçki de yer alacak. Alman sanatçı Hubert Sattler’in Beyazıt Yangın Kulesi’nden İstanbul resmi 150–200 bin sterlin, Auguste Etienne François Mayer’in Bayezit Camii’nden ayrılan Sultan II. Mahmut adlı tablosu 70-90 bin sterline satışa çıkacak.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 26.03.2015

KÖŞK MÜZE YAPILACAK

 

 

25 Aralık operasyonunda ismi geçen İşadamı Mehmet Cengiz’in sahibi olduğu Cengiz İnşaat, Hüseyin Avni Paşa Köşkü’yle ilgili hazırladığı projeyi İstanbul 6 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na sundu.

 

Kurul projeyi, ‘tarihi yapının asıl projesinin dışına çıkılması’ nedeniyle reddetti. Cengiz İnşaat yetkilileri köşkün orijinal çizgilerine uygun ikinci bir proje hazırlayıp yeniden kurula sundu. Kurul geçtiğimiz günlerde ikinci projeyle ilgili kararını açıkladı. Karara göre, Hüseyin Avni Paşa Köşkü aslına uygun olarak tekrar inşa edilecek ancak sadece müze olarak kullanılabilecek. Sergi salonu olarak kullanılacak olan köşke ikinci bir bodrum katı, tuvalet geçiş koridoru, engelli rampası ve asansör yapılacak. Köşkün tavan kaplamaları da arşiv fotoğraflarından yola çıkılarak orijinali gibi yapılacak.

 

ELEKTRİK YOK, YANGIN ŞÜPHELİ 

6 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nu tarafından hazırlanan karar tutanaklarında, köşkteki yangınla ilgili ilginç ayrıntılar da yer aldı. Yangını şüpheli bulan kurul üyeleri tutanakta şunları yazdı:
“İtfaiye’nin 01.07.2014 tarihli yangın raporunda köşkte elektrik bağlantısı olmadığının tespit edildiği ve köşkün tamamen yanması nedeniyle yangın çıkışına sebep olacak herhangi bir unsura rastlanılmadığı belirtilmiştir. Yıllardır ayakta duran 1. grup tescilli köşke ilişkin kurulumuzun 23.06.2014 tarih ve 1837 sayılı yerinde inceleme yapılması kararı almasından sonra yangının çıkmasının dikkat çekici bulunması nedeniyle olay öncesi yeterli koruma tedbirlerinin alınmadığı düşünüldüğünden ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmasına, kalıntıların aynen muhafazasına, harabe, sarnıç, havuz ve duvarın taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmesine karar verildi.”

 

2009’DA TMSF’DEN SATIN ALDI

Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz, Üsküdar’daki 3 bini aşkın ağaçla dolu tarihi koruyu 2009’ta satın aldı. Tamanı 81 bin 511 metrekare olan korunun yüzde 65’i TMSF’den, yüzde 35’i ise Erdem Holding’den satın alındı. Ancak koru içerisindeki Hüseyin Avni Paşa Köşkü 29 Haziran 2014’te çıkan yangınla kül oldu. Yangının ardından İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmış, şüpheliler arasında da bekçi Şevket Cengiz’i göstermişti. Ancak soruşturma takipsizlik ile sonuçlanmıştı. Kararda, ‘itfaiyenin yaptığı inceleme sonucunda yangının çıkış nedeninin belirlenemediği için takipsizlik kararı verildiği’ belirtilmişti.

Hürriyet, 26.03.2015

MEME KANSERİNDEN ÖLEN
İLK KADIN

 

Arkeologlar Mısır’da buldukları bir kadın iskeletinde inceleme yaptı.

Uzmanlar 4200 yıl önce yaşayan ve aristokrat bir aileden gelen kadının meme kanserinden öldüğünü tespit etti.

Aristokrat kadının bu zamana kadar tespit edilen en eski meme kanseri hastalığına yakalanan hasta olduğu belirtildi.

Habertürk, 26.03.2015

SİNAGOGTA 46 YIL SONRA DUALAR YÜKSELDİ

 

 

Edirne’de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 5 yılda restorasyonu tamamlanan tarihi sinagog büyük açılış öncesinde dini kıyafetleriyle gelen Museviler, Sabah duası yaptı.

 

Edirne’nin Maarif Caddesi’nde bulunan ve geçmişi 1905 yıllarına dayanan Avrupa’nın 3’ncü büyük sinagogu bugün uluslararası boyuttaki konuklarıyla açılıyor. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun katılacağı büyük açılış öncesi kente gelen çok sayıdaki Musevi, restorasyonu tamamlanan sinagogu gezdi. Ardından dini kıyafetlerini giyerek sabah duası yaptı. David Azuz, kadınların da üst kattan izlediği sabah duasını yapmadan önce 46 yıl de önce sinagogun son duasını yaptığını söyledi. David Azuz, 1965 yılında Edirne’ye geldiğini ifade ederek, "1969 yılına kadar buranın hocalarıydım. Son olarak burada dua okuduktan sonra İsrail’e döndüm. Burada 46 yıl sonra buraya  döndüm. Burasının yeniden restore edilmesini sağlayan herkese sonsuz teşekkürler" dedi.

 

Ardından Azuz, sinagogun sabah duasını yaptırdı. Duaya çok sayıda Musevi katıldı.

Milliyet, Haber: Engin ÖZMEN- Ali Can ZERAY, 26.03.2015

OSMANLI'YA AİT MEZAR TAŞLARI KANALİZASYONDA KULLANILMIŞ

 

 

Muğla’nın Milas İlçesi'nde devam eden altyapı çalışması sırasında İnönü Caddesi’nde görevlilerin kalıntılara rastlaması üzerine Milas Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü ekiplerine haber verildi.




Arkeologlar, üzerinde yaklaşık 120 yıl öncesine ait Osmanlıca ifadeler bulunan 5 mezar taşı ve antik döneme ait 2 mimari parçayı tespit etti. Bulunan kalıntıların önceki yıllarda yürütülen altyapı kazısı sırasında kanalizasyon sistemine kapak olarak kullanıldığı belirlendi. Kalıntılar Milas Arkeoloji Müzesine götürüldü. 

Vatan, 26.03.2015

AKM CAN ÇEKİŞİYOR!

 

Atatürk Kültür Merkezi (AKM) için yeni bir hukuk mücadelesi başlatılıyor. Uzmanlar ise AKM için hala geç olmadığını belirterek, “Böyle giderse yalnızca AKM değil, hiçbir değer geleceğe kalmayacak” diyor.

 

 

Aralarında AKM’deyiz İnisiyatifi, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Kültür-Sanat SEN, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, İŞTİSAN, Taksim Dayanışması, Oyuncular Sendikası, İstanbul Kent Savunması, TOMEB, TOBAV, Beyoğlu Kent Savunması, Halkevleri İstanbul Şubesi, Haziran Beyoğlu / Birleşik Haziran Hareketi ve Occupychp’un da bulunduğu grupların girişimiyle AKM için hukuki süreç başlatılıyor. Cumhuriyet Gazetesi'nden Ceren Çıplak'ın haberine göre, sivil toplum örgütleri, yıllardır kapalı olan ve akıbetinden endişe duydukları AKM’deki talana, işgale ve vurdumduymazlığa itiraz etmek, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunmak için yarın saat 10.30’da Çağlayan Adliyesi önünde buluşarak suç duyurusunda bulunacak.

 


















AKM için geç değil

Mimar Korhan Gümüş, AKM olayından ilgili bütün tarafların ders çıkarması gerektiğini belirterek “Sağlam vaziyette ve korunması gereken metal merdiven, kaplamalar, hurda olarak para edecek ne varsa her şey yağmalanmış! Birinci grup olarak tescilli olan bu yapının başına gelenler Türkiye’deki yönetim zihniyetini ele veren bir belge. Bu gidişle AKM’den geriye fotoğraflardan başka bir şey kalmayacak. AKM’yi daha yeniyken yakıp kül haline getiren zihniyet iş başında. Üstelik bu işi bilerek ve isteyerek yapıyor. Türkiye’de devlet eğer bu şekilde yönetilirse, yalnızca AKM değil, hiçbir değer geleceğe kalmayacak” dedi.

 

Müteahhit mantığı

AKM’nin soyulup, “kaba yapı” durumuna getirildiğini anlatan Gümüş, “Yapının içinde bu geçen uzun sürede gerçekleşen yıkımlar, sökümler, yağma buna neden olmuştur. Yapı artık bir sahibi, yönetimi kalmadığı için bu hale gelmiş olmalı. Yenileme sürecinde yapılan hatalar da yapının bu hale gelmesinin nedenleri arasındadır. Müteahhitlerle restorasyon projesi yapılamaz. Müteahhitlik mantığı başkadır, mimarlık yaratıcı bir zeka gerektirir. Bu işleyiş yüzünden birçok anıt yapı restorasyon adı altında yıkılıp yeniden yapılıyor” diye konuştu.

 

Kültürel kırım

Neredeyse 7 yıldır İstanbul’un bir konser salonunun olmadığını anımsatan Mimar Korhan Gümüş, “Bunun bedeli, şehre verdiği zarar onlarca AKM’ye bedeldir. Asıl mesele, iktidarın AKM’yi, bir opera binası olarak yok etmek istemesidir. Bu yüzden restorasyon süreci baltalandı, AKM’den çok İstanbul halkı cezalandırıldı. AKM bir “kültürel kırım” örneği olarak tarihe geçecek. Ancak hala geç değil” dedi.

 

Çürütme politikası

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Genel Sekreteri Mücella Yapıcı, “Bu bir çürütme politikası” diyor. Yapıcı, iktidarın uzun yıllardan beri dönüştürmek istediği her alanı bilerek çöküntüye terk ettiğini, bakımsızlık halinin de yıkımının meşrulaştırılmasına neden olduğunu söylüyor, örnek olarak da Sulukule, Tarlabaşı’nı gösteriyor. AKM’nin gözümüzün önünde tüm uyarılara rağmen onarılacak durumdayken birtakım kaynak eksikliği gibi gerekçelerle onarımının geciktirildiğini vurguluyor. Bu süreç sonunda da düzmece raporlarla “AKM’nin güçlendirilmesi olanak dışıdır” denileceğini belirtiyor. Açık bir şekilde AKM’nin bakımsızlığa terkedilmesinin anayasal bir suç olduğunu belirtiyor.

 

Mimar Doğan Hasol: Asıl amaçları yıkmak

İstanbul’un 2010 yılının Avrupa Kültür başkentlerinden biri olduğunu anımsatan Mimar Doğan Hasol, “Ne yazık ki hepimiz o yılı, İstanbul’un tek kültür merkezinden yoksun olarak geçirmenin utancını yaşadık. Son olarak, 2012 yılında AKM önünde yapılan törende, 2013 Cumhuriyet Bayramı’nda yeniden açılacağı bildirilmişti. Bugün ise adeta yıkılmaya terk edilmiş durumda” dedi. Siyasal iktidarın Taksim’de yeni yapılaşmalar için arsa arayışı içinde olduğunu ifade eden Hasol, şöyle devam etti: “Taksim Gezi Parkı... İşte AKM... Gezi Parkı, eski Topçu Kışlası’nın yeniden yapılması bahanesiyle yok edilmek istendi ve Gezi Direnişi’ne neden oldu. Aslında yapılacak olan hiç kuşkusuz, “kışla” değil, sözde tarihi kışla kılıfı içinde ticari mekanlar üretmekti. AKM’ye gelince... İktidarın asıl amacının, AKM’yi yıkmak olduğu biliniyor. Eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, dönemin başbakanı Erdoğan’ın baştan beri AKM’nin yıkılmasından yana olduğunu söylemişti.”

 

Ankara AKM tehlikede

İstanbul AKM’nin yokluklar içinde yıllarca süren bir çabanın ürünü olarak yapıldığını belirten Hasol, binanın modern mimarlık tarihimizin önemli yapıtlarından biri olduğunu ve bir kültür varlığı olarak korunması gerektiğini vurguladı. Hasol, “AKM’de doğru çözüm, uygar dünyada pek çok örneği görüldüğü gibi, yapıyı kimliğini bozmayacak şekilde, gerekli ekleme ve düzenlemelerle güncelleştirmek olmalıdır. Bunu yapmak hiç de zor ve olanaksız değildir. Ne yazık ki Ankara AKM de bugün benzer bir kaderle karşı karşıya. Ülke yöneticileri geçmişteki mimarlığımızla övünmeyi biliyorlar; ancak Cumhuriyet dönemi mimarlığına aynı özenle yaklaşmıyorlar. Yaptıklarımızı kendi ellerimizle yıkıp yok edersek, geleceğe bugünden ne bırakacağız?” dedi.

 

CHP'den Bakan Çelik'e sorular

CHP’nin Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer, TBMM Başkanlığı’na Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in yanıtlaması için yazılı soru önergesi vererek AKM’deki polis işgalinin ne zaman sona ereceğini sordu.

 

Yüceer’in önergesinde şu sorular yer alıyor:

- Binanın aksamlarının sökülmesi için kim talimat vermiştir? Aksamlar kime satılmıştır?

- Koruma Kurulu’nun 31 Aralık 2009 tarihinde AKM’nin mevcut haliyle onarımı yolunda aldığı karara neden uyulmamıştır?

- AKM’nin onarımı için çeşitli bakanlıklar, kurum, kuruluş, sivil toplum örgütlerinden ne kadar gelir elde edilmiştir? Bu gelirler nerelere sarf edilmiştir?

- AKM’de yaşanan fiili polis işgali ne zaman bitirilecektir? Polis işgali altında bir yenileme gerçekleştirilmesi mümkün müdür?

- AKM’nin bahçesinin bir bölümünün, hemen yanda bulunan bir pastane tarafından işgal edildiği iddia edilmektedir. Bakanlık ve belediyenin bu konuda ne gibi yaptırımları olmuştur?

75 milyonluk bütçeye ne oldu?

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın AKM’nin onarımı için ayırdığı 75 milyonluk bütçenin akıbeti de bilinmiyor. Bütçenin ne gerekçeyle Kültür ve Turizm Bakanlığı’na aktarılmadığı da açığa çıkmadı.

Yapı, 26.03.2015

MİMAR SİNAN VE HARİKALAR ÇAĞI PROJESİ

 

 

Tophane-i Amire'de açılacak Mimar Sinan ve Harikalar Çağı Sergisi'ni Tamirhane Mimarlık tasarladı.

 

Ofis projesini anlatıyor:

"Mimari sergi dilini oluştururken günümüzün mimari dilini ve tekniklerini kullandık. Anlattığımız çağın mimari diline öykünmek ve onu taklit etmek yerine yaptığımız serginin bugüne ait olduğunun altını çizmek önemliydi.

 

Mekanın kendisinin de (Tophane-i Amire) bir sergileme objesi olması önemli. Yapının kendi atmosferini zedelemeden ama onu taklit etmeye de çalışmadan sakin modern bir mimari dil kurmaya çalıştık.

 

Mimari Sergi dilimizin yalın olmasını, sergi materyali ve anlatısını öne çıkarmasını amaçladık Mimari sergi elemanlarının tasarımından font seçimi ve grafik tasarıma kadar amacımız yalın bir sunum ortaya çıkarmaktı.

 

Sergi materyaline baktığımızda tüm anlatı yer yer birbirinin içine geçiyor olsa da bunu iki farklı ana başlık içerisinde kategorize edebileceğimizi düşündük. Biri Mimar Sinan ile ilgili yapısal bilgi envanteri ve uzun uzun incelenecek akademik dokümanlardı. Bunlar yapı arşivi, yapı tipolojisi, yapı detayları, yazılı belgeler ve basılı teknik dokümanları içeriyor. Bu arşivi, etrafında oturma birimleri de yer alan otuz metre uzunluğunda bir masa üzerine yerleştirmeye karar verdik. Böylece belgeler üzerinde detaylı inceleme yapmak ve bilgi edinmek isteyen ziyaretçilere yönelik bir 'Yakın Mercekte Sinan' başlıklı bir sergi-mekan oluşturduk. İkinci başlık olan Sinan mimarisinin şekillendiği çağa ait hikaye, kişi ve adap kodlarının anlatıldığı seksiyonlar ise kendi içerisinde 8 bölüme ayrılan sergi adacıkları olarak tasarlandı.

 

 

Günümüzün multi-teknolojik sergileme tekniklerini pek çok yerde kullandık. Animasyon video vb. yöntemlerle de anlatıyoruz. Özellikle interaktif teknolojiye ziyaretçinin sergi içerisinde katılımcı bir rol almasını sağladığı için yer vermek istedik. Tüm bu teknolojiyi yazılı ve basılı dokümanlar ile birlikte bir denge içerisinde kullanmaya çalıştık.

 

Mimar Sinan'ı bulunduğu dönem içerisinden koparmadan, çağın özellikleri, karakterleri ve hikayeleri ile birlikte anlatmayı amaçladık. Sinan'ın sadece yapı tipolojileri, detayları, kubbe çapı gibi salt mimari kavramlar ile anlatılması sunumu da alımı da kısıtlayan bir yaklaşım. Mimar Sinan'ın bu sistemin içerisinde nasıl yer aldığı ve kişisel becerileri ile çağın mimarisini nasıl şekillendirdiği dönemin karakterleri ve kodları ile birlikte ön plana çıkıyor."

Arkitera, Haber: Özüm İtez, 25.03.2015

ANTİK ÇAĞIN İZLERİNİ TAŞIYAN ŞEHİR: BERGAMA

 

Bergama (Permagon) antik kenti, Hellen, Roma ve Bizans dönemlerinin en etkileyici anıtsal eserlerinin yanı sıra İskenderiye'nin rakibi bir kütüphane, tıp biliminin gelişimi ve parşömenin icadı gibi Anadolu insanının tarihsel serüvenini gözler önüne seriliyor.

 

 

Özellikle antik çağdan kalma birçok tarihi güzelliğiyle anılan ve Ege bölgesi'nde bulunan kralların kenti Bergama (Pergamon), ziyaretçilerini Anadolu'nun uygarlık tarihine bir yolculuğa çıkartıyor. İzmir'in şirin bir ilçesi olan ve geçmişi MÖ 7 ve 6'ncı yüzyıla dayanan Bergama, tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapması ve Ortaçağın önemli stratejik konumda bulunan şehirlerinden biri olarak dikkat çekiyor. Bergama, bu özellikleri nedeniyle 2014 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmeyi başaran antik kentlerden biri.

 

 

Bergama antik şehri çevresi Hellenistik, Krallık dönemini, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemine ev sahipliği yaptığı için bu devletlerin izini taşıyan çok sayıda tarihi kalıntıyı da barındırıyor.  Pergamon'un en önemli yapılarının yer aldığı Akropol, Bakırçayı'nın suladığı ovaya egemen bir tepenin üzerinde bulunuyor. Büyük bir kale görünümündeki Akropol'de antik Yunanistan'da yarı tanrılardan biri olduğuna inanılan Heroon'un adına inşa edilmiş yapılar bulunuyor. 

 

 

KİTAPLAR KLEOPATRA'YA ARMAĞAN EDİLMİŞ
Akropol'un içine inşa edilen Athena Tapınağı'nın kuzeyinde dört salonlu bir kütüphane bulunuyor. Burası Hellenistik dönemin en büyük kitaplıklarından biri olarak kayıtlara geçmiş. Ancak Romalı asker ve devlet adamı Marcus Antonius, MÖ 41'de kitapların tümünü Mısır Kraliçesi Kleopatra'ya armağan etmiş.

 

 

Akropol'ün en yüksek yerinde Pergamon krallarının sarayları yükseliyor. Ancak bu sarayların yalnızca zemini ve temelleri günümüze kadar ulaşabilmiş. Akropol’ün bir başka önemli tapınağı ise 25 basamakla çıkılan ve günümüzde sadece sütunları kalan Dionysos Tapınağı'dır. Yukarı Akropol'ün orta kısmında yer alan Asklepios Tapınağı’nın da yalnızca temelleri günümüze ulaşmış. Hekimlik tanrısı Asklepios adına yapılan tapınak, dinsel özelliklerinin dışında tıp alanında araştırma ve deneylerin gerçekleştirildiği bir okul olarak hizmet vermiş.

 

 

Dünyanın en büyük sunaklarından biri olduğu belirtilen Zeus Sunağı, Bergamalıların büyük zaferini sembolize ediyor. Heykelcilik sanatının ilk ve en güzel örnekleri, Bergamalılar tarafından bu büyük sunağın üzerine yapılmış. Ancak bölgede sunağın sadece temelleri kalmış. 

 

 

MS 2. yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianos tarafından Mısır tanrısı Serapis'e adanarak yapılan bazilikaya Serapis Tapınağı da deniyor. Bazilika kırmızı renkli tuğlalardan inşa edildiği için halk arasında Kızıl Avlu olarak biliniyor. 

 

 

Dev Roma Tiyatrosu, amfiyatroları, stadyumları ve tümülüsleriyle tam bir açık hava müzesi olan Bergama'yı her yıl bir milyon insan ziyaret ediyor. Bu bölgede çıkartılan eserler ise Bergama Müzesi'nde meraklıları için sergileniyor.  

Trt Türk Haber: Sema Akbaş, 25.03.2015

RESİMLERE BU KADAR PARAYI KİM VERİYOR?

 


Yaşayan en önemli sanatçılardan biri olan Richter'in “Abstraktes Bild" (Soyut Resim, 1986) adlı eseri geçtiğimiz ay Londra'daki Sotheby's'te düzenlenen müzayedede 46,3 milyon dolara satıldı.

 

Sanat, iştah kabartıcı bir yatırım aracı olarak yükselişine devam ediyor. Son dönemlerde müzayedelerde üst üste kırılan rekorlar, bu piyasanın nereye doğru gittiği sorusunu gündeme getirirken sanatçı cephesinden de bu astronomik rakamlara karşı aykırı ve eleştirel sesler yükselmeye başladı. Yaşayan en önemli sanatçılardan biri olan Alman ressam Gerhard Richter, eserlerine dudak uçuklatan fiyat verenleri ‘aptal’ bulduğunu söyledi.

 

Son yıllarda sanat piyasasında üst üste rekor haberleri geliyor. Dünyanın en büyük sanat araştırma merkezi Paris Artprice, 2013/14 yılını 2 trilyon dolar gelirle kapatan çağdaş sanat piyasasının, kendi rekorunu kırdığını geçtiğimiz aylarda duyurmuştu. Sanat bir taraftan iştah kabartıcı bir yatırım aracı olarak kendine yer edinirken bu dudak uçuklatan gidişe karşı aykırı sesler yükselmeye başladı. Alman ressam Gerhard Richter, bu isimlerden biri.

 

Yaşayan en önemli sanatçılardan biri olan Richter’in “Abstraktes Bild” (Soyut Resim, 1986) adlı eseri geçtiğimiz ay Londra’daki Sotheby’s’te düzenlenen müzayedede 46,3 milyon dolara satıldı. Söz konusu gidişi umutsuz bir aşırılık olarak değerlendiren usta sanatçı, bu yüksek rakamların kendisini dehşete düşürdüğünü dile getirdi. The Guardian gazetesinden Kate Connolly’ye geçtiğimiz hafta konuşan Richter, kendi resimlerine bu kadar yüksek fiyat verenleri “aptal” bulduğunu belirterek, piyasadaki bu balonun patladıktan sonra fiyatların bir nevi çakılacağını söylüyor.  

 

GENÇ SANATÇILARIN İŞİ ZOR

83 yaşındaki sanatçı, eserini satın alan isimsiz alıcının bu esere neden bu kadar para verdiğine anlam veremediğini ifade ediyor. Abstraktes Bild’in son satış rakamı, resmin ilk satıldığı fiyatın tam 5 bin katı. Müzayedelerde yaşanan bu ‘çılgınlığı’ ‘iş çığırından çıktı’ şeklinde değerlendiren ressam, bu büyük rakamlardan kendisinin çok cüzi bir miktarda para kazandığını, asıl büyük kazancın satıcıya gittiğini belirtiyor. Böyle geniş çaplı müzayedelerin sanatçıya fayda getirmekten ziyade daha çok satıcıyı memnun ettiğini söyleyen sanatçı, bu durumdan hiç de memnun değil. Richter, yakın zamanda 2 bin Euro değer biçtiği bir eserinin galericisi tarafından “Bu fiyat çok düşük, bunu 10-20 bin Euro arasında fiyatlandırmalıyız.” dediğini aktarıyor. “Domplatz, Mailand” (Cathedral Meydanı-Milano) adlı eserinin 29 milyon Euro’ya satılmış olmasını epey tuhaf karşılayan sanatçı, bu eserinin o kadar da iyi bir resim olmadığını söylüyor.

 

Müzayedelerin kendisine sık sık katalog gönderdiğini ve bunlara bakarken şaşkına döndüğünü itiraf eden sanatçı, dönüp bakılmayacak pek çok eserin fahiş fiyatlarla satışa çıktığını söylüyor. Resim piyasasında yaşananlardan genç sanatçıların ve ‘ciddi galeriler’in büyük ölçüde etkilendiğini dile getiren Richter, kimsenin sanatın kendisiyle ilgilenmediği ve resmi sadece bir yatırım aracı olarak gördüğü düşüncesinde. Richter, bu gidişata kendince dur diyebilmek için geçtiğimiz yıllarda 100 küçük eserini uygun fiyata satışa çıkarmış. Sanatçı, kısa sürede tükenen bu eserlerinin, daha sonra müzayedelerde yüksek fiyatlara satıldığına tanık olmuş. Kendisinin resim satın almadığını söyleyen Richter, sevdiği eserleri görmek için müzelere gittiğini anlatıyor. Güncel sanatın en güçlü 100 ismi arasında gösterilen Richter’in bu görüşleri sanatı bir yatırım aracı olarak keşfeden ve sanatın her türlü formuyla bir anda haşır neşir olan zengin sınıfın ‘çılgınlığına’ dikkat çekmek şeklinde değerlendirebilir. Bu yeni düzenle birlikte yükselen ‘balon’un ne zaman patlayacağı ise merak konusu.

 

TÜRKİYE’DE HERKES HALİNDEN MEMNUN!

Türkiye’de de son yıllarda müzayedelerde dudak uçuklatan fiyatlara resimler satılıyor. Fakat bu durumdan genç sanatçılar dışında kimse pek şikayetçi değil, zira zaten sanat alıcısının az olduğu ülkemizde bu tür haberler başta müzayede sahipleri olmak üzere herkesi sevindiriyor. Son on yıla bakarsak, Osman Hamdi Bey’in ünlü tablosu Kaplumbağa Terbiyecisi’ni Pera Müzesi TMSF’den 5 milyon TL’ye satın almıştı. Burhan Doğançay’ın Mavi Senfoni’si 2009 yılında, Erol Akyavaş’ın Enel Hak adlı eseri de 2010’da, Antik AŞ tarafından 2,2 milyon TL’ye satılarak o dönemin en pahalı resimleri ilan edilmişti. En son geçtiğimiz ay Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun İstanbul adlı eseri -ressamın kendi rekorunu da kırarak- 1.830.000 TL’ye satıldı. Bedri Rahmi, Osman Hamdi Bey, Erol Akyavaş bugün aramızda değil, o yüzden bu yüksek fiyatlar konusunda ne söylerlerdi bilinmez. Fakat 2013’te vefat eden Burhan Doğançay, eserinin bu kadar yüksek fiyata satılmasına tepki gösterenlere ateş püskürmüştü. Gerhard Richter gibi, sanatçıdan ziyade satıcılara para kazandıran bu sisteme ülkemizde karşı çıkacak sanatçı henüz yok.

 

Aynı yüzyıla iki farklı bakış

Gerhard Richter’in fotoğraflarının yer aldığı kitap, yakın zamanda Türkçede yayımlandı. Yazar, yönetmen, düşünür Alexander Kluege ile Gerhard Richter, 2009’un yılbaşı gecesi Sils Maria’da, Nietzsche’nin evinin hemen yakınındaki Waldhaus Oteli’nde buluşup aynı yüzyıla farklı gözlerle bakıyorlar. Bu buluşmadan ortaya çıkan “Sürükleyen Zaman” adlı kitap, usta sanatçıyı yakından tanımak için iyi bir kılavuz. Kluege’in kısa metinlerine Richter’ın kar altında doğayı anlatan fotoğrafları eşlik ediyor kitapta. Görselin ve yazının diliyle aralık ayına odaklanan bir kitap “Sürükleyen Zaman”. 39 fotoğraf ve onlara eşlik eden metinlerin yer aldığı kitapta tarih, geçmiş ve şimdiki zaman üçgeninde mitolojiden meteorolojiye, matematikten felsefeye uzanan bir konu çeşitliliği üzerine iki ustanın birlikteliği dikkat çekiyor.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 25.03.2015

KONAK TÜNELİ'NDEKİ ARKEOLOJİK TECRİT BİTTİ

 

 

Konak Tüneli'nin geçtiği yerlerdeki arkeolojik kazılar bitti. Çalışmalarda Yahudi mezarlarından çıkan 900'ü aşkın insanın kemiği, Yahudi cemaatine teslim edilerek Gürçeşme'deki Yahudi Mezarlığı'na nakledildi. Ayrıca kazılarda ortaya çıkartılan mozikler ve freskler de Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmek üzere kayıt altına alındı.

 

Tünel kazı çalışması dışında kalan bölgede hala gün ışığına çıkartılmayan birçok eserin bulunduğu dile getirildi. Konak Tüneli alanında daha önce Roma hastanesi olduğu, burada su kültürü ile insanların tedavi edildiği, ortaya çıkartılan 13 odalı Roma evinde de moziklerin bulunduğu biliniyor.

 

Konak'taki kazılar sırasında, çalışma yapılan bölgenin çevresi sac levhalarla kapatılmıştı. Yolların daralması ve kazıların şeffaf bir şekilde yapılmadığı iddiasıyla duruma tepki gösteren vatandaşlar olmuştu.

Yeni Asır, 24.03.2015

KORUMA KURULU'NDAN NARMANLI HAN İÇİN SUÇ DUYURUSU

 

 

İstanbul II Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Narmanlı Han’a kurulan iskele ve binadan izinsiz karot örnekleri alınması nedeniyle suç duyurusunda bulundu.

 

Bir süredir boş olan tarihi Narmanlı Han'a kurulan iskeleyle ilgili Beyoğlu Kent Savunması bu iskelenin binaya zarar verip vermediğine ve izin olup olmadığına dair Koruma Kurulu'na dilekçe iletmişti.

 

Beyoğlu Belediyesi "güvenlik amaçlı iskele" kurulmasına ön izin vermiş olduğunu belirtti.

İstanbul II Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ise yolladığı yanıtta şöyle dedi:

"Taşınmazın İstiklal Caddesine bakan cephesinde kurulan iskele ve koruma grubu I olan bloktan alınan izinsiz karot örneklerine ilişkin 2683 sayılı yasa gereği suç duyurusunda bulunulmasına …karar verilmiştir.”

 

Narmanlı Han sahipsiz değil

Beyoğlu Kent Savunması, verilen cevapla tarihi yapıya zarar verildiğinin ortaya çıktığını belirterek Narmanlı Han'ın yeni maliklerinin yanında Beyoğlu Belediyesi’nin de bu suça ortak olduğunu ifade etti.

 


Alınan örnekler nedeniyle binada oluşan delikler

 

Avukat Eren Can, "Koruma Kurulu'nun verdiği karar çok önemli. Tarihi ve kültürel anlamı olan Narmanlı Han'ı satın  alanlar onu istediği gibi "piyasa koşullarına uygun" kullanabileceğini düşünmüş ve ilk iş olarak hanın ön cephesini reklam panosu yaptı. Mal sahibinin Narmanlı Han'ı yenilemek görevini verdiği mimar da bu yapıya bakış açısını 6 dükkan 2 restaurant yaparız, sonuçta bu işler arz-talep meselesi diyerek özetlemiştir. Bu kararla Narmanlı Han'ın sahipsiz olmadığı ortaya çıkmıştır" dedi.

 

Satılmasının ardından binaya reklam panosu asılmıştı ve tepkiler üzerine pano kaldırılmıştı.

 

2014'te satıldı

İstiklal Caddesi'nde 1831 yılında inşa edilen bina Beyoğlu'nun en güzel mekanlarından biri.  

 

Ahmet Tanpınar gibi sanatçıların da yaşadığı bina Narmanlı ailesi tarafından 57 milyon dolara Ocak 2014'te Mehmet Erkul ve Tekin Esen’e satıldı.

 

Satışın ardından binanın ne olarak kullanılacağı merak konusuydu. Otel ya da AVM yapılacağı söylentileri çıkmıştı. 

 

Konuyla ilgili daha önce bianet'e konuşan projenin restorasyonunu yapacak mimar Sinan Genim, röleve/restitusyon projesinin koruma kurulunda onaylandığını restorasyon projesinin ise hazırlanma aşamasında olduğunu söyledi.

 

Proje kapsamında handa yedi dükkan, iki lokanta olacağını, otel ya da AVM yapılmasının mekanın küçüklüğü nedeniyle mümkün olmadığını belirtmişti.

 

2863 sayılı yasa madde 65'e göre,

Tescil edilen sit alanları ve korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarının bu Kanuna göre tebliğ veya ilan edilmiş olmasına rağmen yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarar görmesine kasten sebebiyet verenler ile koruma bölge kurullarından izin alınmaksızın inşai ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.

Bu Kanuna aykırı olarak yıkma veya imar izni verenler, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.

 

Bünyesinde koruma, uygulama ve denetim büroları kurulan idarelerden 57.  maddenin yedinci fıkrası uyarınca izin almaksızın veya izne aykırı olarak tamirat ve tadilat yapanlar ile izinsiz inşai ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranlar altı aydan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılırlar.

Bianet, Haber: Nilay Vardar, 24.03.2015

KEPÇEYE ÇARPAN TARİHİ KUYU YOK SAYILDI

 

 

İstanbul'un Şişli semtindeki Halaskargazi’de tarihi İnci Sineması’nı yıkan projeye Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir kararı verildi. Bertuğbey İnşaat tarafından yapılacak otel, konut ve AVM projesinin karara dayanak olan proje tanıtım dosyasında, proje alanında 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında tescilli kültür varlığı bulunmadığı belirtiliyor. Oysa hafriyat sırasında araziden çıkan ve kepçelerle tahrip edilen tarihi kalıntının tescillenmesine dair İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu’nun kararı var.

 

Pangaltı Ermeni Katolik Mıhitaryan Manastırı ve Mektebi Vakfı’na ait arazi üzerindeki İnci Sineması’nın da yer aldığı İnci Pasajı ile dükkanlar geçen yıl yıkıldı. Hafriyat çalışmaları sırasında arazide tarihi kalıntıların çıkması üzerine 2 No’lu Koruma Kurulu, 679 ada 87 ile 64 parseldeki tarihi kalıntılara ilişkin Müze denetiminde kazı yapılmasına ve parseldeki her türlü “inşai ve fiziki müdahalenin ivedilikle durdurulmasına” karar verdi.

 

19. YÜZYIL SU KUYUSU
Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından 25 Aralık 2014 tarihinde hazırlanan raporda 87 parseldeki yapının “tuğla örgüler ve horasan harçlı su dolabı” olduğu ve “19. Yüzyılın ikinci yarısında tarımsal faaliyette sulama ihtiyacını gidermek için inşa edildiği” tespit edildi. Bu kararın üzerine 2 No’lu Kurul 2863 sayılı yasa gereğince kuyuyu korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilledi.

YIKIMA SUÇ DUYURUSU
2 No’lu  Koruma Kurulu’nun proje için Halaskargazi Caddesi üzerinde 1946’da inşa edilen İnci Pasajı’nın da yer aldığı dükkanların yıkımıyla ilgili de suç duyurusunda bulunduğu ortaya çıktı. Kurul, bir bölümü 6306 sayılı ‘Afet Yasası’ kapsamında  ‘riskli yapı’ ilan edilerek yıkılan dükkanların tescilli yapı komşuluğunda bulunmasına rağmen, Koruma Kurulu’ndan izinsiz yıkıldığını ve bu nedenle yıkımın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun ilke kararına aykırı olduğuna karar verdi. Bertuğbey İnşaat yetkilileri BirGün’ün sorularını yanıtsız bıraktı.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 24.03.2015

HOMER'İN PAPİRÜSÜ TUVALET KAĞIDI OLARAK KULLANILMIŞ

 

 

Bu kağıt bir zamanlar Homer’in İlyada’sının antik bir yorumunu içeren güzel bir papirüs rulosuydu.  MÖ 3. yy’a ait bu papirüs antik Mısır kenti Oxyrhynchus’un çöp yığınları arasında bulundu. Papirüs güzel el yazısı ile yazılmış iki sütun yazı içeriyor. Ancak bu papirüsün makus talihi gerçek manasıyla kötü. Papirüs editörü Joseph Spooner  “Bu papirüs tuvalet kağıdı olarak kullanılarak kötü kadere mahkum olmuş” diyor.

 

Kağıt üzerindeki kahverengi lekeler Londra Arkeoloji Enstitüsü’nden bir arkeobotanist tarafından incelendi ve içinde buğday kabukları bulundu. Kalıntının rengi ve organik yapısına bakılırsa birisi bu papirüsu tuvalet kağıdı olarak kullanmış.

 

 

Bu kalıntının hala olduğu gibi kokup kokmadığını merak edenler olabilir. Ancak parşömen parçası resimde görüldüğü gibi düzgün halde değil kırıştırılmış ve ufalanmış halde bulundu. Liflerinin gevşemesi düzleştirebilmek için biraz nem uygulandı. Homer’in İlyada’sı antik dünyada oldukça popülerdi. Bu belki de lüks bir tuvalet kağıdıydı.

 

Bu papirüs parçası ilginç sosyolojik sorulara yol açıyor. Bu soruların cevaplarını bilmesek bile şundan eminiz ki Homer antik insanların zor zamanlarında oldukça işe yaramış görünüyor.

arkeolojihaber.net, Kaynak: bricecjones.com Çeviri: Cüneyt Acar, 23.03.2015

GELECEĞİNİ SANAT ESERLERİNE BAĞLAYAN ÜLKE

 

Katar, büyük imzaların ve büyük sanat eserlerinin ülkesi. Muazzam servetlerini, göz alıcı müzeler ve iddialı sanat eserlerine harcıyorlar. En büyük hedefleri, genç nüfusu için daha kaliteli bir gelecek inşa etmek.

 

 

‘Kültüre yatırım yapmak artık bir tercih değil, bir gereklilik.’ Katar Müzeleri Başkanı Şeyha el Miyase bint Hamad el Sani, dünya sanatının en güçlü isimlerini bir araya getiren Art For Tomorrow konferansının açılışında bu kadar net ve kararlıydı.

 

Salonu dolduranlar için ise bu sözlerde bir sürpriz yoktu, çünkü ev sahibimiz Şeyha Al Thani ve ülkesi Katar yıllardır dünya sanat çevrelerinin en gözde konuları arasında. Katar son beş on yıl içinde dünyanın en önemli sanat alıcılarından biri oldu. Ülkedeki yoğun inşa faaliyetlerinin önemli bir kısmını müzeler oluşturuyor. Star mimarların tasarladığı yapılar, iddialı koleksiyonları ağırlıyor. En son Cezanne’ın rekor fiyata satılan Card Players (İskambil Oyuncuları) tablosunu da Katar’ın aldığı yazıldı çizildi. Bütün bu büyük kültür ve sanat projeleri Katar Müzeleri adlı kurumun çatısı altında toplanıyor. Kurumun başkanı Şeyha Al Mayassa bin Hamad Al Thani ise ülkenin '2030 vizyonu”nu gerçekleştirilmesinde sanatın önemli bir rol üstlendiğini söylüyor.

 

 

Sadece Körfez bölgesinin değil, dünyanın bu en zengin ülkesi geleceğe sanatla hazırlanıyor. Bütün Körfez ülkelerinde adeta bir yarış halini almış olan sanat yatırımları konusunda, Katar en sistematik ve kararlı ilerleyen ülke gibi görünüyor. Büyük koleksiyonlar, açık kapalı tüm kamusal alanları dolduran çağdaş heykeller, iddialı müzeler ve sanat kurumlarıyla birlikte hem çekim alanı oluşturmak hem de kendi genç nüfusunu dönüştürmek istiyor.

 

Katar petrol ve özellikle doğal gaz zengini bir ülke. Hesaplara göre hala 200 yıl yetecek kadar gazları var. Ama ilerisi için harekete geçmiş durumdalar. Dünyanın yaratıcı insanlarını çalışmak, yatırım yapmak için ülkelerine çekmek turizm haritalarında yer almak için sanatı öne çıkartıyorlar. Ama esas hedefleri kendi sanatçılarını yetiştirmek; yaratıcı ve üretken bir nüfusa sahip olmak. Sanat kadar spora da önem veriyorlar, nitekim 2022 Dünya Kupası’nın bu küçücük ülkede gerçekleşecek olmasının sebebi bu. Eğitimde bu vizyonun bir bayka ayağı tabii,  iddialı üniversiteleri ülkelerine çekmeye çalışıyorlar. Sonuçta burası nüfusunun yüzde 60’ı 30 yaşının altında bir ülke. Nitekim, Katar’da yaptığınız tüm temaslarda icracı yöneticilerin Batılı teknokratlar olduğunu görüyorsunuz. Ama aynı zamanda sizi hep 20’li yaşlarında bir Katarlı karşılıyor. Her işin başında ya da vitrininde Katarlı genç kadın ve erkeler var mutlaka. Nitekim bütün sanat projelerinin başındaki, Emir Hamad Es Sani'nin kızı olan Miyase El Sani de sadece 32 yaşında...

 

Dünya sanat ve mimarlığının önde gelen her ismini kendine çeken bir yer burası. Elbette en büyük kozu sınırsız maddi olanakları. Belki de bu yüzden kimse bütçelerden konuşmayı sevmiyor. Neyin ne kadara mal olduğunu, Katar’ın sanata ne kadar para ayırdığını öğrenmek mümkün değil. Zaten burası bildiğimiz anlamda kamu oyuna açık bir bütçesi de parlamentosu da olmayan bir ülke. Yaratıcı isimler burada iş yaparken adeta sadece kendi hayal güçleriyle sınırlı.

 

Katar, Batılı kurumlarla işbirliği yapıyor, oradaki büyük sergilerin sponsorluğunu üstleniyor ve bunu daha sonra kendi ülkesine hem de ölçeği büyüterek taşıyor. Tate Modern’ın sürekli sponsorlarından biri. Buradaki sergisini desteklediği Damien Hirst, bir yıl sonra yani 2013’te başkent Doha’da bir büyük sergi açtı. Ya da mesela Takashi Murakami’nin Paris sergisinin sponsoru yine Katar’dı. Ardından Murakami, belki de hayatının en büyük işlerini sergilediği sergiyi Doha’da açtı.

 

Uluslararası müzayedelerden yaptıkları büyük alımlar ise aslında bir söylenti gibi. Yani Katar resmi olarak bu pahalı eserleri aldığını hiç açıklamadı. Ülkenin üst düzey yöneticileri de bu konuda konuşmaktan kaçınıyor. Böylece gizem ve beklentinin çıtası her daim yüksek bir yerde duruyor. İskambil Oyuncuları’yla zirve yapan bu pahalı sanat eserlerinin, seneye tamamlanması beklenen Fransız mimar Jean Nouvel’in imzasını taşıyan Ulusal Müze’de sergilenmesi bekleniyor.

 

Katar'ın emir ailesi El Sani'lerin koleksiyon merakı o kadar da yeni değil. 80'lerden bu yana önce Arap kültürüne ait eski eserler, daha sonra modern sanat toplamaya başlıyorlar. 2000'lerde de uluslararası çağdaş sanat ilgi alanlarına giriyor. Kurdukları yeni müzeler de aşağı yukarı böyle bir sıralama izliyor.

 

Uluslararası bir gazeteci grubuyla birlikte, Katar Müzeleri’nin davetlisi olarak bu ülkede üç gün geçirdik. Sokaklarını, havaalanı ve konser salonu gibi kamusal mekanlarını Urs Fisher, Richard Serra, Damien Hirst, Louise Bourgeuis gibi markalaşmış sanatçıların devasa işlerinin süslediği Doha’nın ünlü müzelerini gezdik. Anlatmaya İslam Sanatları’ndan başlayalım.

 

 

İSLAM SANATLARI MÜZESİ

Katar'ın adını dünyaya duyuran ilk büyük proje. 2008'de açıldı. Körfezin içinde bir yarımada gibi yükselen iddialı yapı star bir mimarın, Louvre'un cam piramitini de tasarlayan I.M Pei'nin imzasını taşıyor. Koleksiyon kimi dinsel ama çoğu sarayların ya da evlerin gündelik hayatına ait objelerden oluşuyor. Bu 'dinsel olan ve olmayan' durumu özellikle vurgulanıyor. Mimari, tekstil, cam, mücevher gibi sınıflandırmalardan biri de 'kaligrafi ve resim'. Burada 7. asra kadar giden Kuran sayfaları, minyatür ve resimlerle birlikte sergileniyor. Çok büyük değil ama değerli parçalardan oluşan bir koleksiyon. Benim ilgimi en çok, 19. yüzyıl başı Kaçar Hanedanının şahlarına, kraliçelerine ait büyük portreler çekti.

 

Müzenin üst katında ünlü şef Alain Duccasse'nin 'İdam' adlı restoranı var. (i'yi uzatmadan okuyun; misafire karşı cömertlik anlamında Arapça bir kelime) Geniş bahçesi ise Richard Serra'nın burası için ürettiği '7' adlı heykeli ağırlıyor.

 

Müzenin sergi salonunda Marvelous Creatures (Harikulade Yaratıklar) adlı masallarda kalmış şahmeranları, canavarları, zümrüdü anka kuşlarını anlatan bir sergi var. Sözün ağırlıkta olduğu, görsel araştırması eksiklik hissi bırakan, fikri iyi, uygulaması insanı tatmin etmeyen bir sergi.

 

 

ARAP MODERN SANATLAR MÜZESİ

Eski bir okul binası 2010 yılında Arap Modern Sanatlar Müzesi (MATHAF) olarak açıldı. Müze, şehrin biraz dışında üniversite ve okulların olduğu bir eğitim bölgesinin içinde. Alt katında önemli sergiler açılıyor. Üst katta ise 1950'lerden günümüze kadar Arap resminden oluşan bir koleksiyon sergisi yer alıyor. Fazla bir açıklama ya da gruplamalar olmadan kronolojik olarak sergilenen 100 eser, 1990'larda Şeyh Hasan'ın oluşturmaya başladığı 8 bin parçalık koleksiyona ait. (Türkiye ve İran'dan da işler olduğu söyleniyor) Etiketlerde sanatçıların ülkesi belirtilmiyor. Hepsi 'Arap' kimliğinde buluşuyor. İçlerinde Türkiye sanatından sadece Fahrelnissa Zeid var.

 

Salona girer girmez Arap resminin adamakıllı bizim Türk resmini çağrıştırdğını fark ediyorsunuz. Arap dünyasının geç kübistleri, toplumcu ressamları, gelenekseli arayan soyutları ve güncel sanatçılarının hepsine Türkiye'den birer karşılık bulmak mümkün. Bu işin eğlenceli ve oyunlu kısmı. Ciddi yanıysa bu coğrafyada en az 50 yıldır güzel resimler ve heykeller yapıldığını görmek...

 

Müzenin girişindeki sergi salonunda ise ününü hak eden Mısırlı bir sanatçının, Wael Shawky'nin Haçlılar ve Diğer Hikayeler başlıklı sergisi biz oradayken açıldı. Shawky, İstanbul'da da çeşitli vesilelerle gördüğümüz filmlerinde, kuklalar aracılığıyla Haçlı Seferleri'ni anlatıyor. Bu sergide yeni filmi Kerbela'nın Sırları, az bilinen resim ve çizimleri, çocuk oyuncularla çektiği Al Araba Al Madfuna başlıklı film serisi ve kullandığı kuklalar yer alıyor.

 

 

İTFAİYE BİNASI

Evet, hiç şüphesiz burası kentin itfaiye binası. Ama artık, 'Sanatçı Rezidans Programı'na hizmet ediyor. İki yıllık bir yenilemenin ardından içinde 24 stüdyonun olduğu bir rezidansa dönüştürülmüş. Bu stüdyolardan dördü, Doha'ya gelen star sanatçılara tahsis edilecek. 20'si ise Katarlı sanatçılara... Bu eski itfaiye binasının şimdi bir şeyleri ateşleyip tutuşurması planlanıyor, sanat atılmının topluma dönük en önemli hamlesi. Merkezin direktörü, aslında bir güncel sanatçı olan Hala El Khalifa. Kendisi de Körfez'in yönetici ailelerinden birine mensup, annesi Bahreyn'in Kültür Bakanı. Şeyha Miyase'nin bizzat yaptığı açılışta yerel sanatçıların uluslarası bir kariyer yapmaları için bu mekanın ne kadar önemsendiğinden söz edildi. İtfaiye Binası, içindeki sinema ve sergi salonlarıyla herkese açık olacak.

 

'555' adını taşıyan ilk sergi ise Katar'ın 'modern sanat' geçmişine referans veriyor. 1990'larda ülkelerinden kaçmak zorunda kalan Iraklı sanatçıları davet eden Şeyh Hasan, Katar'ın ilk rezidans programını da uygulamış aslında. O dönem Doha'da kalıp çalışan sanatçıların işlerinden oluşan bu sergiyi de Şeyh bizzat kendisi hazırlamış. Şimdi MATHAF'ta sergilenen koleksiyon da 90'lardaki işte bu tanışmanın ardından ivme kazanmış.

 

ART FOR TOMORROW

Geçen hafta Doha'da hareketli bir zamandı. Yeni sergiler, mekanlar açıldı ve dünyanın pek çok önemli sanat insanı bu kentte toplandı. Çünkü İnternational New York Times tarafından düzenlenen Art For Tomorrow (Yarının Sanatı) başlıklı konferans dizisi gerçekleşti. Sunuşu NYT'nin sahibi Arthur Sulzberger'in yaptığı konferansta Jeff Koons'dan Jean Nouvel,Rem Koolhas ve Zaha Hadid'e pek çok yaratıcı ismin Jack Lang gibi önemli kültür yöneticilerinin söz aldığı oturumlar yapıldı. Türkiye'den Ali Güreli de bienal ve fuarların tartışıldığı oturumda bir konuşma yaptı, soruları cevapladı.

 

TÜRKİYE YILI

Evet, 2015 Katar-Türkiye yılı. Ne var ki Mart ayının şu son günlerinde Ortadoğu'nun sanata en çok önem veren ülkesiyle, Ortadoğu'ya çok önem verdiğini söyleyen Türkiye arasında nasıl bir işbirliği yapılacağı pek belli değil. Ay başında Doha'da düzenlenen gala gecesine Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik de katılmış. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sanatçıları konser vermişler, halk oyunları sahnelenmiş. Katar Müzeleri'nin çok genç Kültürel Projeler Müdürü Ayşe Ganem el Attiye'den öğrenebildiğimiz kadarıyla İslam Sanatları Müzesi'nde 'Av' başlıklı bir sergi, 24 Mart'taki Gastronomi Festivali'ne konuk olacak bir Türk şef, Nisan ayında bir konuşma yapmak üzere gelecek İskender Pala, Rota gençlik festivaline davet edilen genç sanatçılar, Katar'ı fotoğraflamak için davet edilen Türkiyeli sanatçılar şimdilik belli olan etkinlikler. Türkiye'ye bir inci sergisi ile, Katar'dan çağdaş sanat götürmeyi planlıyorlar. Spora önem verdikleri için bir ortak futbol maçı ve Türk dizilerinin muazzam popülerliği nedeniyle bazı ünlü yıldızların ağırlanacağı bir özel etkinlik de planlar dahilinde.

 

 

KATAR ULUSAL MÜZESİ

Ünlü Fransız mimar Jean Nouvelle’in imzasını taşıyan büyük bir proje. Eski emirlik sarayını da içine alan bir yapı topluluğu. Nouvelle'in çöl bitkilerinden esinlenen tasarımı halen inşa halinde. 2014'te açılacağı duyurulan müze belli ki 2016'ya kalmış. Katar'ın ulusal kimliğini sergileyeceği, geçmişle bağını sağlamlaştıracak müzede, büyük çağdaş sanat koleksiyonunun da yer alması bekleniyor. Eski saray binaları da geleneksel yaşantının sergileneceği mekanlara dönüştürülecek. Bittiğinde muhtemelen Katar Müzeleri'nin amiral gemisi flamasını İslam Sanatları Müzesi'nden devralacak bir kurum.

Radikal, Haber: Cem Erciyes, 23.03.2015

SİNOP'TA TARİHİ KALINTILAR ORTAYA ÇIKTI

 

 

Sinop'un Dikmen İlçesi'nde yol çalışması sırasında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen mezarlar ve kilise ortaya çıktı.

 

Sinop'un Dikmen İlçesi Kerim Köyü Eski Cuma Mahallesi'nde (Adı Güzel sınırı) devam eden karayolu çalışmasında mezarlar ve kilise kalıntıları bulundu. Şantiye çalışanları duble yol için kazı yaparken, kepçe operatörü önünde farklı bir yapı olduğunu gördü. Bunun üzerine iş makinesini durdurarak hemen yetkililere haber verdi. Şantiye yetkilileri, durumu Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne bildirdi. Çevre sakinleri, "Burada çok eskiden beridir bir kilise olduğu konuşulurdu. Kral mezarı ve kilise olduğu tahmin ediliyor" dedi.

 

Konu ile ilgili açıklama yapan Sinop Kültür ve Turizm İl Müdürü Hikmet Tosun, bulunan kalıntıların Roma dönemine ait olabileceğini ifade etti. Tosun, "Dikmen ilçemiz sınırları içerisinde yapılan yol çalışmaları sırasında mezar tomozlarına ve bir yapı kalıntısına rastlandı. İnşaat çalışmaları durduruldu ve bize haber verildi. Biz de hemen bölgeye ekip sevk ettik. Yapılan ilk tespitlere göre burada bir mezar kalıntılarının, mezar tomozlarının olduğu ve tanımlanamayan bir kilise kalıntısının olabileceği konusunda şüpheler var" diye konuştu.

 

Bir yapı topluluğunun temellerinin bulunduğunu söyleyen Tosun, "Bu aşamada hemen yol çalışmasını durdurduk ve yolun devamında çalışmanın devamını istedik. Yol çalışmasını da çok fazla sekteye vurmasını istemiyoruz. Cuma günü süratle bakanlığımıza ulaştık, bakanlığımızdan aldığımız emirle bugün bölgeye ekiplerimizi sevk ettik ve çalışmalara başladık. En kısa sürede sonuç aldıktan sonra durumu Anıtlar Kurulu'na ileteceğiz. Anıtlar Kurulu'ndan çıkacak kararlar doğrultusunda da yol ekseni mi değişecek yoksa biz kalıntıları mı taşıyacağız bu konuya kurul karar verecek" şeklinde konuştu.

 

Tosun, ilk belirlemelere göre kalıntıların Roma dönemine ait olduğunu düşündüklerini sözlerine ekledi.

haberler.com, 23.03.2015

BİNLERCE YILLIK ESERLER YEŞİL İKLİMLENDİRME ORTAMINDA KORUNUYOR

 

Abd'de verilen "En İyi Yeşil Müze" ödülünün sahibi olan Kaman Arkeoloji Müzesi, binlerce yıllık tarihi eserlerin korunmasında da çevreci çözümleri tercih ediyor.

 

Japon ekipler tarafından Kalehöyük'ten çıkarılan yaklaşık 3 bin eserin sergilendiği Kaman Arkeoloji Müzesi, 830 metrekare açık, 470 metrekare kapalı alan olmak üzere toplam 1.500 metrekarelik alanı kapsıyor.

 

Höyük şeklindeki mimarisi Kalehöyük'ten esinlenilerek yapılan müzede, arkeolojik eserlerin zamana ve ortam koşullarına karşı korunması, buradaki kültür mirasının gelecek nesillere en iyi şekilde aktarılması amacıyla iklimlendirmeye özel bir önem veriliyor.

 

Japon Hükümeti'nin "Kültürel Mirası Koruma Projesi" çerçevesinde hibe olarak yaptığı müzede, Hitit dönemi ve Demir Çağı 3 boyutlu animasyon ile canlandırılırken, müzede bulunan mühürler de 3 boyutlu olarak ekranlarda incelenebiliyor.

 

Türk-Japon dostluk ve işbirliğinin simgelerinden biri olan, Kırşehir'in Kaman İlçesine bağlı Çağırtkan beldesindeki Kalehöyük Arkeolojik Kazıları'nda çıkan eserlerin sergilendiği Kaman Arkeoloji Müzesi, kendisi gibi yeşil ödül sahibi olan Daikin Altherma'yı tercih etti. 

 

Gerek mimari gerekse teknolojik açıdan birçok alanda ülkemiz müzecilik anlayışına farklı bir bakış açısı kazandıran, enstitü ve kazı alanıyla birlikte bir bütün oluşturarak bu alanda bir ilke imza atan Kaman Arkeoloji Müzesi, ısıtma, soğutma ve sıcak su ihtiyacını Daikin Altherma Isı Pompası ile karşılayacak.

 

Bu doğrultuda Kaman Arkeoloji Müzesi'nin iklimlendirmesinde Daikin Altherma hava kaynaklı ısı pompası, sıcak su boyleri ve Daikin güneş kollektörleri olmak üzere 3 farklı tip cihaza yer verildi.

 

Daikin'in mucidi olduğu havadan suya ısı pompalarının Avrupa'da en çok satılan modeli olan Altherma, fosil yakıtlara veya elektriğe dayalı klasik ısıtma sistemlerine göre 5 kat daha verimli çalışıyor.

 

Havadaki doğal enerjiyi çekerek yerden ısıtma, fancoil veya radyatörler ile iç ortama aktaran ısı pompaları, fueloil, LPG gibi fosil yakıtlar kullanılmadığı için düşük CO2 emisyonu ile çalışıyor.

 

Isınma ve sıcak su ihtiyacının yanı sıra, aynı çalışma prensibi ile sıcak yaz günlerinde de soğutma yapabilen Daikin Altherma, 4 mevsim kesintisiz konfor olanağı sunuyor.

haberler.com, 23.03.2015

ERDOĞAN'DAN KOCA MEKTEP TALİMATI: BU İŞİ UZATMANIN ALEMİ YOK

 

 

Denizli'de cumratesi günü halka seslenen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'ya talimat vererek, "Tarihi okul binasının Denizli Büyükşehir Belediyesi hizmet binasına dönüşmesinin zamanı geldi. Bu işi uzatmanın alemi yok" dedi. Denizli Lisesi Mezunlar Dayanışma Derneği okul devrinin önlenmesi için imza kampanyası başlattı.

 

Denizli'de üç yıl önce imzalanan protokolde Aktepe Mahallesi'nde hayırsever işadamı Orhan Abalıoğlu'nun dört okul yaptırması, okullarının arazisinin Milli Eğitim Müdürlüğü'ne devri karşılığında, Milli Eğitim Müdürlüğü'nün de Koca Mektep olarak bilinen Denizli Lisesi'nin tarihi binası ve yerleşkesinin Denizli Belediyesi'ne devri kararlaştırılmıştı. Denizli Büyükşehir Belediyesi'nin tarihi binayı başkanlık makamı olarak kullanması ve yerleşke içindeki diğer binaları da yıkarak belediyenin hizmet birimlerini yapması düşünülmüştü.

 

Ancak, Denizli Lisesi'nin devri kentte tepkilere yol açmış, kurulan dernek yürüyüş düzenleyerek okullarının belediyeye devrine karşı çıkmıştı. Hayırsever işadamı Orhan Abalıoğlu da yoğun tepki ve istekler ile dört okulu yaptıracağı arazideki hafriyat çalışmalarının yüksek maliyeti nedeniyle iki yıl okulların inşaatına başlamamıştı.

 

DÖRT ARSA BULUNDU

Geçtiğimiz aylarda Vali Şükrü Kocatepe, Milli Eğitim'e dört okul için arsa bulunması talimatı verdi ve Yenişehir, Şirinköy, Eskihisar ve Çakmak Mahallesi'nde bulunan toplam 69 bin metrekarelik 4 arsaya, özel projeli olarak her biri 40 derslikli 4 lise yaptırılmasına karar verildi. Hayırsever Orhan Abalıoğlu tarafından 12 milyon 200 bin liraya mal olacak dört okulun kaba inşaatı için yeni protokol imzalandı ve protokolden Denizli Lisesi çıkarıldı. Koca Mektep, Milli Eğitim Müdürlüğü'nde kaldı.

 

ERDOĞAN'DAN TALİMAT

Ancak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen 21 Mart'ta Denizli'de Delikliçınar Meydanı'nda düzenlenen toplu açılış töreninde Koca Mektep tartışmasını yeniden gündeme getirdi. Erdoğan törende yaptığı konuşmada Denizli Büyükşehir Belediyesi hizmet binasının kente yakışmadığını belirtip, "Tarihi okul binasının Denizli Büyükşehir Belediyesi hizmet binasına dönüşmesinin zamanı geldi. Mevcut bina Denizli'ye yakışmıyor. Milli Eğitim Bakanı da burada. Artık tarihi okul binası Denizli Büyükşehir belediye binası olarak hizmet etmeli. Bu işi uzatmanın alemi yok. İnşallah bir daha geldiğimde Denizli Büyükşehir Belediyesi o tarihi binada olur" diye konuştu.

 

DERNEK İMZA KAMPANYASI BAŞLATTI

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sözleri Koca Mektep tartışmasını tekrar alevlendirdi. Denizli Lisesi Mezunlar Dayanışma Derneği Başkanı Hasan Panayır, okulun devrinin önlenmesi için imza kampanyası başlattıklarını söyledi. Koca Mektep olarak bilinen Denizli Lisesi'nin tarihi binasının müze olarak korunmasını istediklerini söyleyen Panayır, "Denizli Lisesi Cumhuriyet Dönemi'nin önemli, mimari ve eğitim kurumu olarak önem taşımaktadır. Bugün için ise özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan eliyle belediyeye devredilerek, özelliğinden koparılıp, eğitim dışı belediye hizmet binası olarak düzenlenmesi amaçlanmaktadır. Bu yapı eğitim kurumu olarak bırakın Denizli'yi, tüm bölgeye hizmet eden bir eğitim kuruluşu olarak hayata başlamıştır. Bugün de lise olarak eğitim kurumu içindedir. Denizli'de de Taş Mektep olarak anılır. Denizli Lisesi eğitim amaçlı yaşayan müze olarak korunmalıdır. Denizli Lisesi kent hafızasında yerini korumalıdır. Bu yüzden imza kampanyası başlattık" dedi.

 

SİYASETÇİLER DE TEPKİLİ

CHP Denizli milletvekili aday adayı Adil Demir de, Denizli Lisesi'nin Koca Mektep olarak kalacağını söyledi. Demir, "Her gelişinde bu kenti sıkıyönetim koşullarına mahkum eden zihniyet yine iş başında. Bu kez sadece gelmekle yetinmiyor, halkın malını elinden alıp kendine teşkilat binasına dönüştürmek istiyor. Bu zihniyet kabul edilemez. Hangi partiden olursa olsun, hangi inanış ve kültürden gelirse gelsin, Denizli Lisesi binası, namı diğer Koca Mektep hepimizin ortak belleği, kentimizin ortak değeridir. Kız Meslek Lisesi ile başlayıp Endüstri Meslek Lisesi'nin tarihi taş yapılarını yıkmaya uzanan bu zihniyet, şimdi de Denizli Lisesi'nin yeri doldurulamaz kentsel kültür değerine göz dikmiş bulunmaktadır. Ancak, Erdoğan bilmeli ki; Koca Mektep Denizli halkının malıdır. Sıralarında kalem silgi kaydırdığımız, bizleri bugünkü hayata hazırlayan o tarihi yapıyı bir partinin genel merkezi gibi kullanmaya kimsenin gücü yetmez" dedi.

 

'SON SÖZÜ CUMHURBAŞKANIMIZ SÖYLEDİ'

AKP'li Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan ise Denizli Lisesi'nin tarihi binasının daha iyi korunabilmesi için restorasyonla aslına uygun hale getirileceğini belirterek, "Denizli Lisesi'nin daha iyi hale getirilmesi ve halkımızla buluşması için gereken restorasyon ve çevre düzenlemesini yapacağız. İnsanlarımızın, o okuldan mezun olanların iç içe yaşayabileceği temas edebileceği bir alan hale gelecek. Bu halinin çok sağlıklı olduğu söylenemez. Bizim de büyükşehir olarak yeni bir binaya ihtiyacımız var. Şu andaki mevcut binamız çok sağlıklı değil. Mevcut binayı da Delikliçınar Meydanı'nı genişleteceğiz. Son sözü Cumhurbaşkanımız söyledi. Talimatları doğrultusunda inşallah Denizli'ye büyükşehire yakışan bir hizmet binası kazandıracağız. Detaylarını daha konuşmadık değerlendirmedik. Yeni okullar yapılacaktır. Denizli Lisesi'nin ismi mutlaka güzel bir yerde yaşatılacak. Tepki gösterenlerle oturup konuşacağız, düşüncelerini alacağız" dedi.

Cumhuriyet, 23.03.2015

 

******


'KOCA MEKTEP' İÇİN OYLAMA ÖNERİSİ

 
Denizli Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Ahmet Yavuzçehre, Denizli için önemi olan tarihi binayla ilgili karar vermesi gerekenlerin de Denizli halkı olması gerektiğini belirterek belediye yönetimine çağrı yaptı.

 

Denizli Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Ahmet Yavuzçehre, yaptığı yazılı açıklamada Denizli Lisesi'nin Büyükşehir Belediyesi binası olmasıyla ilgili devletin üst kademelerinden tavsiyeler ile hareket edildiğini belirterek, "Son günlerde Denizli Lisesi'nin belediye binası olması yönünde özellikle devletin en üst kademelerinden gelen tavsiyeler ile hareket edildiğini gözlemlemekteyiz. Bu konu ile ilgili olarak yetkinin belediyenin elinde olduğu açık olmasına rağmen belirtmek isteriz ki özellikle şehrin sembol olmuş yapılarının kullanımlarına ilişkin kararı şehirlilerin vermesinin hem daha etik hem de daha vicdani olacağı açıktır. Denizli Lisesi'nin bu şehrin şu an gerek ekonomik gerekse sosyal hayatında rol alan birçok kişinin yetiştiği bir okul olduğu bir gerçektir. Bu durumdan hareketle öncelikle mezunlarının katılacağı bir çalışma ile ve buna ek olarak yapılabilecek olan bir online oylama ile bu yapı konusunda alınacak karar konusunda daha geniş tabanlı bir karar alma mekanizması işletilebilir" dedi.

 

Denizli Büyükşehir Belediyesi'nin her şeyden önce kamuoyuyla planını paylaşmasının önemli olduğunu belirten Yavuzçehre, "Geçmiş dönemde özellikle birçok tarihi yapımızın bir akşam aniden yıkılmasından dolayı şehirlilerin bu konudaki tedirginliklerini de anlayışla karşılayarak, uzlaşarak bir sonuç aranmasının öncelikle belediyemizin görevi olduğunu düşünmekteyiz. Biz Denizli Sanayiciler ve İşadamları Derneği yöneticileri olarak Denizli Lisesi'nin tarihi binasının çok önemli bir yapı olduğunu ve şehrin kimliği ile ilgili aldığı rolün tartışılmaz olduğunu belirtmek isteriz" diye konuştu.

Cumhuriyet, 26.03.2015

EVLİYA ÇELEBİ'NİN KAYIP KALESİ BULUNDU!

 

 

Samsun'daki İlkadım İlçesi’nde altyapı çalışmaları sırasında bulunan taş duvar kalıntılarının yer aldığı bölgede Arkeoloji ve Etnografya Müzesi tarafından yapılan kazı devam ediyor. Karadeniz Turizm Profesyonelleri Derneği yönetim kurulu üyesi ve geçmiş dönem başkanı Mustafa Yavuz, "Çalışmalar sonuçlandığında kuvvetle muhtemeldir ki; Amisos antik kenti kale duvarlarıyla karşılaşacağız" dedi. Evliya Çelebi'nin 1640'ta kente gelişinde gördüğü kaleyi Seyahatnamesinde 5 bin adım olarak anlattığı belirtildi.

 

İlkadım İlçesi,Pazar Mahallesi'nde bulunan Şifa Hamamı'nın Buğday Pazarı Caddesi'ne bakan bölümünde 2 ay önce yapılan altyapı çalışmaları yapılırken tarihi duvar kalıntılarının bulunması üzerine 2 hafta önce bölgede Arkeoloji ve Etnografya Müzesi tarafından kazı başlatıldı. Kazıda 2 metre eninde taş duvarlar ortaya çıkarıldı. Bölgede yapılan sondaj kazılarında da duvarın devam ettiği belirlendi. Yapılan ilk çalışmalarda kalıntıların 1192 yılında Danişmentliler döneminde yapılan tarihi kale kalıntıları olabileceği belirtildi. Tarihi duvar kalıntılarının bulunduğu bölgede kazı çalışmaları devam ederken alan da demir bariyerle kapatılarak koruma altına alındı. 

 

Karadeniz Turizm Profesyonelleri Derneği yönetim kurulu üyesi ve geçmiş dönem başkanı Mustafa Yavuz, Samsun'da kazılan her yerden tarih fışkırdığını belirterek şöyle dedi:

"Özellikle antik Amisos kenti bölgesinde yapılan inşaat, kanalizasyon ve yol yapım çalışmalarında, antik dönemlere ait çeşitli eserlerle karşılaşılıyor. Hatırlanılacağı üzere Samsun Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Amisos hazineleri de bir yol çalışması esnasında, mozaikler ise bir inşaat kazısında ortaya çıkmıştı. İlkadım İlçesi'nde birçok antik mezar buluntularına da rastlanmıştı. Son günlerde Saathane Meydanı'nda yapılan çalışmalarda, toprak yüzeyinin yaklaşık 1 metre altında bulunan 2 metre genişliğindeki duvarlar da bu anlamda tüm yetkililerin ve turizmcilerin yoğun ilgisini çekti. Şu an Samsun Büyükşehir Belediyesi ve Samsun Müze Müdürlüğü denetiminde yapılan çalışmalar sonuçlandığında kuvvetle muhtemeldir ki; Amisos antik kenti kale duvarlarıyla karşılaşacağız. 3 Ağustos 1869 tarihinde meydana gelen Büyük Samsun yangınında, dış kale surları içerisindeki Taşhan, Bedesten ve yüzlerce ahşap ev çok büyük zarara uğramıştı."

 

Mustafa Yavuz, devam eden Saathane Meydanı Projesi kapsamında, bu eserlerin restore edilerek kullanıma açılmasının planlandığını söyledi. Yavuz, şöyle konuştu:

"Kale surlarının halen bulunan ve çalışmaların devamında bulunacak yeni bölümlerinin bu proje kapsamına alınması kaçınılmazdır ve Samsun turizmine önemli katkılar sağlayacaktır. 1640 yılında Samsun'a gelen ünlü gezgin Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde kaleyi 'Çevresi 5 bin adım, 70 kulesi, 2 bin mazgalı ve kapısı ile leb-i deryada şadadi bina bir sengin abad idi' sözleri ile anlatmış cami, hamam ve muhtasar bir çarşıya sahip kalenin sağlam ancak harap bir halde olduğunu yazmıştı. 5 bin adımlık bu kaleden bulunacak her kalıntı bizim için çok değerli."

Radikal, Haber: Yaprak Koçer, 23.03.2015

PİRİ REİS ADINA MÜZE KURULACAK

 

 

Çanakkale Vali Yardımcısı Bekir Sıtkı Dağ,  Çanakkale Zaferi'nin 100. yılı kapsamında kentePiri Reis Müzesi ve Araştırma Merkezi kuracaklarını söyledi.

 

Dağ, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Vali Ahmet Çınar'ın Sağlık Bakanlığından müze olarak değerlendirilmek üzere Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğüne ait Çanakkale'deki binayı istediğini söyledi.

 

Bakanlığın bu talebe olumlu yanıt verdiğini ifade eden Dağ, "Binanın tesliminden sonra Gelibolulu olduğu bilinen Piri Reis için Çanakkale'de müze ve bir araştırma merkezi kurma çalışmalarına hemen başladık. Dünyada Piri Reis adına müze ve araştırma merkezi bulunmuyor" dedi.

 

"Denizin kenarında, kendi memleketinde, eski bir binada şehrin merkezine" Piri Reis'i yaşatacak bir merkez yapmaya çalıştıklarını dile getiren Dağ, şöyle konuştu:

"Sağlık Bakanlığı, Çanakkale Savaşları'nın 100. yılı dolayısıyla bina verdi biz de Çanakkale'ye 100. yıl hediyesi olarak Piri Reis Müzesi ve Araştırma Merkezi'ni kazandırıyoruz. Kütüphanelerden Piri Reis ile ilgili kitaplar, haritalar temin edilmeye başlandı. Piri Reis ile ilgili yayınlanmış yerli ve yabancı bütün eserler temin edilecek. Gemi maketleri sergisi olacak. Sizi geminin içinde hissettirecek bir simülasyon bulunacak.

 

Çocuklar Piri Reis'i eğlenerek öğrenecek

Dağ, çocuklar için eğlence haline getirilmiş öğrenme odaları yapılacağını belirterek, binanın en alt katında kafe de bulunacağını söyledi.

 

Yaklaşık 280 bin liraya mal olacak müze ve araştırma merkezini yıl sonuna kadar açmış olacaklarını ifade eden Dağ, Ticaret ve Sanayi Odasınca kurulan bir Piri Reis Müzesi'nin bulunduğunu ancak yeni yapılanın daha kapsamlı olacağını anlattı.

 

İnteraktif müzecilik anlayışıyla tasarlanan merkezin, Piri Resi'in özellikle çocuklara öğretilmesi, gelecek nesillere daha doğru aktarılması adına önemli görev üstleneceğini vurgulayan Dağ, "Ayrıca kente Çanakkale Savaşları Araştırma Merkezi yapılması da gündemde. Özel İdare tarafından mimari bir yarışma yapılıyor. Yarışma birincisine göre mimarisi şekillenecek" diye konuştu.

Anadolu Ajansı, Haber: Zafer Akpınar, 23.03.2015

5 BİN YILLIK ANTİK KENTTE YOK OLMA TEHLİKESİ

 

Van Gölü sahilindeki 5 bin yıllık antik kentin, koruma altına alınmadığı takdirde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı belirtildi.

 

Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet Demirtaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 5 bin yıl önce yerleşim alanı olarak kullanılan ve bir dönem Doğu Anadolu Bölgesi'nde hüküm süren Urartu Krallığı'na da ev sahipliği yapan Van Gölü sahilindeki antik kentin, 1986 yılında Kültür Bakanlığı tarafından tescillendiğini anlattı.

 

Günümüzde bir bölümü toprak altında, geri kalanı ise gölün içinde bulunan antik kentin, bir şehir ve yerleşim biriminin bütün izlerini bünyesinde barındırdığını vurgulayan Demirtaş, Tatvan'ın tarihini yansıtan alanın, kaçak kazı yapanlardan ve ticar emelleri için kullanmak isteyenlerden korunması gerektiğini söyledi.

 

Demirtaş, bu anlamda, gerek Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun gerekse Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın alanın turizme kazandırılması için harekete geçmesi gerektiğini bildirerek, şöyle konuştu:

"Tatvan'da, ilçenin tarihi olmadığına dair bir yanılgı var. Halbuki bilinenin aksine Tatvan, 5 bin yıllık tarihe sahip bir ilçemiz. Bitlis'in yanı başında olması da bunu ispat ediyor. Geçmişi Bitlis kadar görkemli olmasa da yapılan araştırmalarda MÖ 3 bin yıllarına dayananan çok sayıda buluntu elde eldildi. Ayrıca ilçede iki antik kent var. Bunlardan biri Şahmiran Köyünde diğeri ise şu an plaj olarak kullanılan Van Gölü sahilindedir. Resmi kaynaklarda ve yazışmalarda da buraları 'Tatvan Antik Kenti' olarak geçiyor. Kayaların üzerine oyulmuş nişler, geometrik şekil, işaret ve resimler var. Bu bulgular antik kent denildiğinde ilk akla gelen özelliklerdir ve bütün bunlar 1986 yılında tescillenmiş."

 

Geçmiş yıllardaki araştırmalarda, Van Gölü sahilindeki alanda, kayaların oyulmasıyla yapılan odalar ile çok sayıda arkeolojik kalıntı bulunduğuna değinen Demirtaş, tandır ve silo gibi mahsen görevi gören onlarca yapının ise aradan geçen süre zarfında toprak altında kaldığını ifade etti.

 

Demirtaş, yapılacak kazı çalışmasıyla antik kentin tamamen ortaya çıkacağını bildirerek, "Buradaki şehir resmi kazılarla ortaya çıkarıldığında sadece Tatvan ve Bitlis'in değil Türkiye'nin çehresi değişecek. Burası dünyanın ilgi odağı haline gelecek" dedi.

 

-"Tahribatın önlenmesi gerekiyor"

Antik kentin bulunduğu alanın koruma altında olmaması nedeniyle büyük oranda tahrip edildiğine dikkati çeken Demirtaş, şöyle devam etti:

"Alanı imara açmak, burada tatil köyü yapmak, sondajla su çıkarmak isteyenler var. Ayrıca define avcıları da yaptıkları kazılarla alana büyük zarar veriyor. Antik kentin bulunduğu alandaki tahribatın durdurulması için ortak proje hazırlanarak koruma altına alınması gerekiyor. Tarihimiz ve geleceğimiz yok ediliyor. Bunlara sahip çıkamazsak, geleceğimize de sahip çıkamayız. Buranın imara açılması belki 3-5 kişiye fayda sağlar. Ancak bu antik kentin korunması Tatvan'a, bölgeye ve ülkeye fayda sağlar. Bu nedenle burada kapsamlı bir çalışma yapılması ve tahribatın önlenmesi gerekiyor."

 

Demirtaş, Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 2010 yılında alanda inceleme yapıldığını ve söz konusu bölgenin "birinci derecede arkeolojik sit alanı" olarak kayıt altına alındığına işaret ederek, aynı kurulun 2011 yılında gerçekleştirdiği çalışmada ise "arkeolojk sit alanı değil, doğal sit alanı" olduğu yönünde karar verdiğini kaydetti.

 

2011 yılında hazırlanan raporun gerçeklik payı bulunmadığını savunan Demirtaş, kendisinin bir süre önce yaptığı incelemelerde bulduğu arkeolojik kalıntıları kamera kaydıyla belgelediğini ve istenildiği takdirde bunu kurulla paylaşabileceğini sözlerine ekledi.

haberler.com, Haber: Şener Toktaş, 23.03.2015

AKM'DEKİ 'İŞGAL' BEDELİ

 

Gezi Pastanesi’nin kentsel sit alanı olan AKM’ye ait parsele ‘taştığı’, aynı yere ait birkaç yıl önceki fotoğraflardan da açıkça görülüyor. Pastane sahibi Hakan Kıran’ın ‘Tek santimlik taşma yok’ sözlerine tepki gösteren Üstün Akmen, “Tamamını yok edemediler, AKM’yi ufak ufak elden çıkarıyorlar” dedi. 

 

 

Atatürk Kültür Merkezi’ne ait alanın Gezi Pastanesi tarafından işgal edildiği iddiaları üzerine başlayan tartışma büyüyor. “Tek santimetrekarelik taşma söz konusu değil” diyen pastanenin sahibi Hakan Kıran’a, iddiaları gündeme getiren eski Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Başkanı Üstün Akmen, “Doğru! Taşma tek santimetrekarelik değil, parsel parsel” yanıtını verdi.

 

Gazetemizde 14 Mart’ta yayımlanan “AKM’nin Orada Ne Oluyor” başlıklı haberimizde AKM’nin kullanım alanı içersinde olan yeşil alanda Gezi Pastanesi tarafından onarım adı altında inşaat faaliyetleri yürütüldüğü belirtiliyordu. Gezi Pastanesi’nin sahibi, mimar Hakan Kıran’ın “İddia gerçekdışı” açıklaması üzerine, Üstün Akmen’in görüşüne yeniden başvurduk. Akmen, Kıran’ın “AKM’nin bahçesine tek santimetrekarelik taşma söz konusu değildir” sözüne karşılık “Doğru! Taşma tek santimetrekarelik değil, parsel parsel” yanıtını verdi.

 

Ufak ufak gidiyor

Gezi Pastanesi’nin AKM’nin alanına girerek genişlemesini “Tamamını yok edemediler, AKM’yi ufak ufak elden çıkarıyorlar” diye yorumlayan Akmen, Kıran’ın yapılan işlerin yasal olduğu imajını yaratmak istediğini belirtti. Akmen, “Ben Gezi Pastanesi yetkilisinin, bulunduğu bina maliklerinden izin alarak ve belediyeye ecrimisil ödeyerek sadece kendi binasının önünde tadilat yapabileceğini, AKM’ye ait parsellerin önüne onların yolunu kesen, çıkışlarını engelleyen, görünümlerini ortadan kaldıran bir uygulama yapamayacağını söylüyorum” dedi.

 

Kıran’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın yakını olduğunu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la yakın ilişkiler içinde bulunduğunu öne süren Akmen, “Kıran, AKM’ye ait olan parsellere ilişkin mülkiyet belgelerinden bahsetmemiş. 750 ada 30 parselin Hazine adına kayıtlı olduğunu, yani AKM’ye ait bulunduğunu Tapu ve Kadastro İdaresi ile Milli Emlak Müdürlükleri’nden kendisi bizzat öğrenebilir. Kesin konuşuyorum: Taksim’de yaratılan bu yeşil alanın önünü kapatmaya hiç kimsenin hakkı yok. Buralar kentsel sit alanıdır. Yeniden iddia ediyorum: Yapılan bu uygulamalarla ilgili Koruma Kurulu’ndan izin alınmamıştır” dedi.

 

Müdahale edin

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nu göreve davet eden Akmen, AKM Müdürü ve Kültür Bakanı’nın duruma derhal müdahalede bulunması gerektiğini vurguladı. Akmen, Milli Emlak Müdürü Bedri Duman imzalı 750 ada 30 parselin Hazine’ye ait olduğunu gösterir yazıyı da kanıt olarak gösterdi.

 

 

Mimarlar Odası: Kabul edilemez

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Sami Yılmaztürk, 21. yüzyıl Türkiye’sinde, yargı kararlarına rağmen kaçak saraylar dikildiğine dikkat çekti. Yılmaztürk şunları söyledi: “2863 Sayılı Koruma Mevzuatı’nın koruması altında bulunan ve 1. grup korunması gereken kültür varlığı olarak tescilli bir yapının, parselinin bitişiğinde dahi bir inşaat faaliyeti söz konusu ise 2863 Sayılı Koruma Mevzuatı uyarınca ilgili koruma kurulundan izin alınması gerekir. Kısaca işgal suçtur, buna göz yuman tüm yetkililer bu suça ortaktır. AKM’de sürmekte olan bu işgali kabul etmiyoruz. AKM, 7 yıldır kapalıdır. AKM sanata kapalıdır. AKM artık sanata ve insana açılsın istiyoruz. Gezi Pastanesi yetkilileri de derhal işgalden vazgeçsinler!”

 

 

Bu cesareti kimden alıyorlar

Mimar Korhan Gümüş, yurttaşın evine çivi çakmasına bile izin verilmezken 1. grup tescilli eser olan AKM’nin önüne gecekondu inşaat yapılabildiğini söyledi. Gümüş, “Açık haliyle, AKM’nin önünde işgal ettiği yer, bu kişi için bulunmaz bir nimetti. Sormak lazım: Beyoğlu’nda esnafın kapısının önündeki iki masaya bile karışırlarken, kendi önünde olmayıp AKM’nin önüne uzanan bir kamu alanında başka kime bu fırsatı tanırlar? Ama bununla yetinmeyip daha fazlasını istiyor. Kimden alıyor bu cesareti?”

Cumhuriyet, Haber: Ceren Çıplak, 22.03.2015

IŞİD'İN YOK ETTİĞİ 10 KÜLTÜREL MİRAS VE YAPISAL ÖZELLİKLERİ

 

IŞİD, geçtiğimiz yaz ayından bu yana birçok arkeolojik bölgeyi ortadan kaldırdı. Bölgede devam eden tarihi eser yıkımının önüne geçilemediği gibi, tarihi eser yağmacılığının da yolu açılıyor.

 

 

Türlü medeniyetlere ev sahipliği yapan ve tarihi açıdan oldukça önemli yapılar barındıran bölgede devam eden yıkımın önüne geçilemiyor. Tarihi eser yağmasını da peşinden getiren yıkımlardan IŞİD'in para kazandığı bilgisi ise yaygın şekilde. Arkeofili'de yayınlan haberde, bölgedeki yıkıma ilişkin olarak, arkeologlardan çeşitli raporlar gelse de kapsamlı olarak bir hasar tespiti yapılamadığı biliniyor.

 

IŞİD’in, 2014’ün temmuz ayından bu yana Irak'ta yıkıma uğrattığı alanlar şu şekilde: 

 

HATRA
1985 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınan bu kent, MÖ 300 yılında kurulmuş. Kent, Roma İmparatorluğu’nun hakimiyet alanı dışındaki bağımsız krallığın başkentiydi. Kentin, geçtiğimiz yaz aylarında IŞİD tarafından ele geçirilip cephanelik ve eğitim kampı olarak kullanıldığı söyleniyor. Hatra , Şubat ayının sonlarında buldozerle tahrip edildiği biliniyor.

 

 

NİNOVA
Asurlular, MÖ 900-600 yılları arasında ülkeyi Kuzey Irak’ta bulunan bir dizi başkentten yürüttü. Ninova da bu başkentlerden birisiydi. Günümüzdeki modern Musul kentinin bir bölümü, bu kalıntıların üzerine kurulmuş. IŞİD bölge de hakimiyeti ele geçirince Ninova da tehlike altına girdi ve yıkım başladı. Bu kent, ayrıca Musul Müzesi’nde sergilenen birçok eserin kaynağı konumunda.

 

MUSUL MÜZESİ VE KÜTÜPHANELER
IŞİD’in şehri kontrol altına aldığından beri birçok el yazması eseri ortadan kaldırdığı haberlerde yer bulmuştu. Musul Üniversitesi kütüphanesi Aralık ayında yakılmıştı. Bunların içinde belki de en önemli yıkım Şubat ayında gerçekleşti. IŞİD, Musul’un simgelerinden olan 1921 yılında inşa edilmiş merkez halk kütüphanesini patlayıcılarla yerle bir etmişti. El yazması birçok eserin yanı sıra Arap bilim insanlarının kullandığı birçok araç gereç de yok olmuştu. Kütüphaneden sonra yıkım sırası Musul Müzesi’ne geldi. Militanların, ellerinde çekiçlerle birçok heykel ve tarihi eseri yok ettiği, görüntüler oldukça geniş yankı bulmuştu.  Müze, Bağdat’taki Irak Müzesi’nin ardından ülkenin en büyük ikinci müzesi olma özelliğini taşıyordu. Yıkımdan sonra, yetkililer tarafından yayınlanan demece göre, müzedeki eserlerin çoğunun kopya olduğu, orijinallerinin Irak Müzesi’nde sergilendiği belirtilmişti.

 

 

NİMRUD
Şehir 3200 yılında kuruldu ve Asur medeniyetine başkentlik yaptı. Arkeolojik alan, toprak bir duvarla 3.6 kilometrekarelik bir bölgeyi kapsıyor. Tamamı yeryüzüne çıkarılamayan ve geriye kalan kısımların, yeraltında korunaklı olduğu umulan kente, IŞİD’in tam olarak verdiği zararın boyutu belirlenebilmiş değil.

 

HORSABAD
Horsabad kenti, Musul’a birkaç km uzaklıkta bulunuyor.Bu kent de bir dönem Asur medeniyetine başkentlik yapmış. Kent Asur Kralı Sargon tarafından MÖ 717-716 yılları arasında yapılmış ve kabartmalar, heykeller çok iyi korunmuş. IŞİD’in tarihi kentin tam olarak hangi kısmına zarar verdiği şu an için meçhul.

 

 

YUNUS PEYGAMBER TÜRBESİ
Yunus Peygamber Camii hem İncil hem Kur’an’da adı geçen Hz.Yunus adına yapılmış bir camii. İslam’ın oldukça katı yorumunu benimseyen ve Hz. Yunus gibi peygamberlere saygı duymayı günah kabul eden IŞİD, 24 Temmuz’da camiyi boşaltarak patlayıcılarla yerle bir etti.

 

İMAM DUR TÜRBESİ
Samarra kenti yakınlarındaki İmam Dur Türbesi, Ortaçağ İslam mimarisi ve dekorasyonunun muhteşem bir örneğiydi. Geçtiğimiz Ekim ayında havaya uçuruldu.

 

 

IŞİD'in yıkım listesi ise Suriye'de şu şekilde devam ediyor: 

 

APAMEA
Kent, Roma devrinin zengin ticaret merkeziydi. Apamea’da bulunan ve daha önce varlığından haberdar olunmayan Roma dönemine ait mozaiklerin satılmak üzere söküldüğü ve IŞİD’in, satılan parçalardan on milyonlarca dolar elde ettiği söyleniyor.

 

 

DURO-EUROPOS
Kent Fırat Nehri’nde bir Yunan yerleşimi olan bu kent sonraki yıllarda Roma İmparatorluğu’na bağlı bir karakol olarak kullanılmış. Yağmacıların verdiği zararın boyutunu, kentteki kerpiç duvarların içindeki, oyulmuş halde bulunan arazinin uydu görüntüleri ortaya koyuyor.

 

 

MARİ
Yaklaşık olarak, MÖ 5000 yılında kurulan kent, MÖ 3000-1600 yılları arasında, Tunç Çağı’nda, gelişmeye başladı. Bir Sümer ve Amori kenti olan bölgede, arkeologlar tapınak, saray ve bölgedeki halkların ilk dönemlerine ışık tutacak, kil tabletlere yazılmış arşivler keşfetti. Mari’nin kaderi de diğer yerlere benziyor. Elde edilen uydu görüntüleri ve yerel halkın verdiği bilgilere göre kent, özellikle kraliyet sarayı, sistemli bir şekilde yağmalanıyor.

Sol Haber,22.03.2015

KNİDOS AYAĞA KALKIYOR

 

 

Ege ve Akdeniz'in birleştiği yerde özel konumuyla bilinen 2 bin 600 yıllık Knidos antik kentinde, restorasyon ve çevre düzenlemesi çalışmaları devam ediyor

 

Muğla Datça'daki 2 bin 600 yıllık Knidos antik kentinin görkemli yapılarından tiyatro ve kilisenin restorasyon çalışmaları ile ayağa kaldırılması amacıyla yürütülen kazıların bu yılki bölümü başladı. Astronomi ve matematik bilimci Eudoksus, doktor Euryphon, ressam Polygnotos ve dünyanın 7 harikasından biri olarak gösterilen İskenderiye Feneri'nin mimarı Sostratos'un yaşamına tanıklık ettiği rivayet edilen Knidos Antik Kenti, Ege ile Akdeniz'in birleştiği yerde özel bir konuma sahip. Doktor Euryphon ve öğrencilerinin zamanın ikinci büyük tıp okulunu Knidos'ta kurdukları belirtiliyor.

GÜNEŞ SAATİ YERİNDE
Eudoksus'un geliştirdiği ve dönemin büyük buluşu olan güneş saati ise antik kentteki yerini halen koruyor. Knidos Antik Kenti Kazı Başkanı ve Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ertekin Doksanaltı, kentte uzun süre ara verilen kazılara 2013'te yeniden başladıklarını söyledi. Doksanaltı, projenin toplam bütçesinin ise 941 bin lira olduğunu kaydetti. Aradan geçen yüzyıllara rağmen doğal konumu ve yapılarıyla Knidos'un halen gösterişi ve ihtişamını koruduğuna dikkati çeken Doksanaltı, şöyle konuştu: "Girişini koruyan ve iyi durumda günümüze ulaşan yuvarlak ve dörtgen kuleleriyle Knidos'un ünlü limanları halen işlevlerini sürdürüyor."

Sabah, 22.03.2015

MÜZEDE 10 BİN ESER SERGİLENECEK

 

 

Şanlıurfa'da 2 ay sonra hizmete açılması planlanan "Haleplibahçe Müze Kompleksi", ziyaretçilerini "zamanda yolculuğa" çıkarmaya hazırlanıyor.

 

Kentte 200 dönüm alan üzerine kurulan ve 2 yılda tamamlanan komplekste, arkeopark ve mozaik müzeleri yer alıyor. Türkiye'nin kapalı alana en fazla eser sığdırılan müzesi olma özelliğini taşıyan kompleks, ziyarete açıldığında tarih tutkunlarına da farklı bir heyecan yaşatacak.


Yüzlerce insan ve hayvan figürlerinin işlendiği oyma taşlar, mezarlıklar ve kitabelerin bulunduğu müzenin 2 ay içerisinde hizmete açılması bekleniyor.


Müzenin girişinde, Neolitik dönemdeki insanların avcı ve  ve toplayıcı yaşam şartlarını sembolize eden buluntu ve maketler yer alıyor.


Teşhir edilecek yaklaşık 10 bin eser, kronolojik bir düzende ait oldukları döneme ilişkin görsel canlandırmalarla ziyaretçilerde adeta o dönemde yaşama hissi uyandıracak.


Tarihsel dönemlerin görsel olarak canlandırılacağı kısım, müzenin en dikkat çekici bölümü olacağa benziyor. Örneğin, Kabataş devri eserleri teşhir edilirken hemen yanında bir yeraltı sığınağında, o dönemde yaşayan insanların barınma, av ve günlük yaşamları görsellerle tasvir edilecek. "Tarihin sıfır noktası" olarak kabul edilen Göbeklitepe maketi ve buradaki kazılarda bulunan çok sayıdaki eserlerin de ziyaretçilerden ilgi görmesi bekleniyor. 


Müzede, Amazon kraliçelerinin av ve savaş sahnelerinin de anlatıldığı yaklaşık bin 500 metrekare civarında mozaik bulunuyor. Uzmanlar, savaşçı Amazon kraliçeleri mozaiklerinin; tekniği, sanatı ve Fırat Nehri'nin orijinal taşlarından yapılması gibi özelliklerinden dolayı çok kıymetli olduğunu belirtiyor.


Haleplibahçe Müze Kopleksi'nde; yurt dışına kaçırıldıktan sonra ABD'deki Dallas Müzesi'nden getirilen ve "ozanların babası" olarak bilinen Orpheus'un, müziğiyle vahşi  hayvanları uysallaştırdığını betimleyen mozaiği de sergilenecek.


Kompleksin, Türkiye ve bölge turizmine lokomotif olması bekleniyor.


Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük yaptığı açıklamada, turizm konusunda son yıllardaki en büyük yatırımlardan birinin kentte yapıldığını söyledi.


Çözüm sürecinin de katkısıyla şehirdeki yerli ve yabancı turist sayısında bu yıl ciddi bir patlama beklediklerini aktaran Küçük, Şanlıurfa'nın turizm sezonuna büyük bir hamleyle girmeye hazırlandığını belirtti.


Küçük, kompleksteki canlandırmaların ziyaretçileri büyüleyeceğini ifade etti. Müzenin sadece klasik anlamda eserlerin teşhir edildiği bir yer olmadığını vurgulayan Küçük, şöyle konuştu:
"Ziyaretçiler, canlandırmalar sayesinde teşhir edilen eserlere ait dönemin bütün unsurları görebilecek. Özellikle müzenin son bölümünde Hz. İbrahim'in ateşe atılma hikayesi 3 boyutlu bir performansla teşhir ediliyor. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz kompleksi gezen herkes adete mekandaki çağa dönecek. Dolayısıyla ziyaretçilerin en az yarım gününü müzeye ayıracağını değerlendiriyorum."


Küçük, kompleksin yaklaşık 2 ay sonra görkemli bir törenle açılacağını sözlerine ekledi.

Gap Gündemi, 21.03.2015

POMPEİİ'NİN EN GENİŞ VİLLASI 2 YILLIK RESTORASYONUN ARDINDAN AÇILDI

 

 

İtalya’nın Napoli şehri yakınlarındaki tarihi Pompeii’de iki yıldır süren restorasyon çalışmaları sona erdi. 105 milyon Euro bütçeli projeye Avrupa Birliği de maddi destek sağladı.

 

İtalya Kültür Bakanı Dario Franceschini, antik Roma kentinde yapılacak yeni çalışmaların olabileceğini söyledi: “Pompei için harika bir gün. Çünkü buradaki en güzel villayı dünyaya geri kazandırdık. Buradaki bütün işimiz bitti mi diye sorarsanız henüz bitmediğini söyleyebilirim.”

 

Bölgedeki Vezüv yanardağınının yaklaşık 2 bin yıl önce patlamasıyla yerle bir olan şehir, 18. yüzyılda yeniden keşfedildi. Volkanik küller binaların bugüne kadar bozulmadan kalmasını sağladı.

 

Kent İtalya’da en çok turist çeken yerlerin başında geliyor.

arkeolojihaber.net, Kaynak: tr.euronews.com, 21.03.2015

ÜZERİNDE 'YA ALLAH' YAZAN YÜZÜĞÜN VİKİNG KADININDA NE İŞİ VARDI?

 

O zamanlar, yani 80'lerin sonlarında daha Urfa'daki Göbeklitepe keşfedilmemişti; Diyarbakır'ın Ergani İlçesi yakınlarındaki Çayönü kazı yeri, o güne kadar bulunmuş en eski insan yerleşimi, tarihteki ilk köy kabul ediliyordu.

 

Prof.Dr. Mehmet Özdoğan liderliğindeki kazı ekibini ziyarete gitmiştik, o günlerde toprak altından çıkardıkları takıları bize gösterirken çok heyecanlıydı Özdoğan.


10 bin yıldan eskiye dayanan Çayönü, insanlığın avcılık-toplayıcılıktan yerleşik düzene ve tarım toplumuna geçtikleri neolitik devrimin en eski yerleşimlerinden biriydi ve bizim gördüğümüz takı da, renkli bir camdan başka bir şey değildi.


Esas mesele, o renkli camın nasıl olup da Ergani yakınlarındaki o köye ulaştığıydı. Çünkü o doğal cam, büyük olasılıkla bugünkü Tunus-Cezayir civarında, Kuzey Afrika'nın Akdeniz kıyılarında oluşmuştu. Demek o yıllarda bile böyle bir ticaret vardı; birisi Kuzey Afrika'da deniz kenarında doğal olarak oluşmuş renkli camları topluyor, onlar gemilerle veya başka bir yolla Mezopotamya'ya kadar geliyordu. Kim bilir karşılığında ne alıyordu tüccarlar ve Afrika'ya kadar götürüyordu.


Bu hikayeyi hatırlamamın nedeni dün sabah The Washington Post gazetesinde okuduğum bir haber.


Habere göre, bugünkü İşveç'te yer alan Birka isimli bir ticaret şehrinin kalıntılarını yıllardır kazan arkeolog Hjalmar Stolpe, son olarak bulduğu bir mezarda yatan bir Viking kadının parmağındaki yüzükte 'Ya Allah' yazısını okumuştu.


Yüzüğün altındaki yazı, 9 ve 10. yüzyıllarda Abbasi halifeleri döneminin yaygın yazı türü olan Kufi ile yazılmıştı ve bulunan mezar da 9. yüzyıla aitti, yani bundan bin yıl önceye.


Vikinglerin İskandinavya'nın zorlu doğa koşulları ve kısıtlı kaynakları nedeniyle pek çok yerde kolonileştikleri biliniyor. Örneğin bugünkü Fransa'nın Brötanya bölgesinde, örneğin bugünkü Grönland'da, İskoçya'da ve İskoçya'nın kuzeyindeki adalarda, hatta Kanada'da çok eski zamanlardan beri Viking kolonileri yerleşti. Bugün İzlanda nüfusunun tamamı Vikingli göçmenler.
Vikinglerin, Volga Nehri yoluyla Karadeniz'e kadar indikleri, bazen yağmalar yaptıkları, bazen ticaret köyleri kurdukları da biliniyor. Ama Vikinglerle Müslümanlar arasında bir etkileşim çok az biliniyor.


Örneğin 10. yüzyılda yaşamış ve yazmış, o zamanki Abbasi halifesinin elçisi-temsilcisi Ahmed ibn Fadlan, gördüğü Vikingler için 'Allah'ın yarattığı en kirli canlılar onlar' diyor, 'Kendilerini hiç temizlemiyor, hiç yıkanmıyorlar.'


Evet ama ticaret yapıyorlar. O yüzden Abbasi halifesi onlara temsilci yolluyor, o yüzden onlardan bir kadın parmağında Müslümanlarca yapıldığına kuşku olmayan bir yüzükle gömülüyor.


Dünya sandığınızdan çok daha büyük bir yer


Bizler siyasetle yatıp siyasetle kalkmaya, aslında hepsi on-on beş cümleden ibaret siyasi fikirlerimizi hiç durmaksızın birbiriyle kavga edercesine konuşmaya fazla daldık.


Oysa hayat da, dünya da siyasetten ibaret değil. O yüzden, bu bin yıl önceden gelen haber, liderlerin grup konuşmalarından da, oy dağılımını hesaplamaya çalışan 'ümit ticareti'nden de çok daha fazla ilgimi çekti, burada paylaşmak istedim.


On bin yıl önce, bugünün Diyarbakır'ının Ergani'sinin yakınındaki Çayönü isimli yerleşimde yaşayanlar bile dünyadan soyutlanmış bir hayat yaşamıyordu. İşte, Afrika kıyılarından toplanmış bir cam parçası taa oraya kadar geliyordu.


Bin yıl önce de o Viking kadın, taa Bağdat'ta veya bugünkü Ortadoğu'nun başka bir yerinde bir zanaatkarın yaptığı, içine de 'Ya Allah' diye yazdığı yüzüğü takıyor, hatta onunla birlikte gömülmeyi isteyecek kadar beğeniyordu.


Hayat siyasetten, dünya da Türkiye'den ibaret değil!

Hürriyet, Yazı: İsmet Berkan, 20.03.2015

RHODİAPOLİS'TE RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

 

Kumluca Belediyesi tarafından ihalesi yapılan ve harcamaları Antalya Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı tarafından karşılanacak Rhodiapolis antik kentindeki restorasyon çalışmalarına başlandı.

 

Kumluca'daki Rhodiapolis antik kentindeki restorasyon çalışmalarının 400 gün süreceği bildirildi. Restorasyon çalışmalarında antik kentin tiyatrosu, tiyatro sahnesi ve stoasının (Sütunlu galerisi) ayağa kaldırılarak aslına uygun hale getirileceği belirtildi.

 

Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya, Rhodiapolis antik kentinde incelemelerde bulunarak, çalışmalar hakkında bilgi aldı. Kazılarda bugüne kadar büyük mesafe kat edildiğini ifade eden Çetinkaya, şöyle konuştu:

 

"Rhodiapolis Antik Kenti, Kumluca'ya tarih anlamında büyük değer katıyor. Burada 2006 yılından itibaren Kültür ve Turizm Bakanlığı, Akdeniz Üniversitesi ve Kumluca Belediyesi işbirliğiyle kazı çalışmalarına başlandı. Kazılarda antik kentte iki önemli yapı ortaya çıkartıldı. Bunlardan birisi tiyatro, diğeri ise Opramoas anıtıdır. Bu yapılarla ilgili Antalya Anıtlar ve Rölöve Müdürlüğü, Antalya Valiliği Yatırımları İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı ile Kumluca Belediyesinin ortaklaşa yapmış olduğu ihaleyle iki yapının restore edilmesi çalışması başlatıldı. Bu restorasyonla hem tarih anlamında kenti daha anlamlı hale getirecek hem de günlük yaşam içerisinde restorasyonu yapılacak tiyatro işlevsel olarak günlük yaşamda aktif halde kullanmamızı sağlayacak. Restorasyonu tamamlandığında, Rhodipolis Antik Kenti şehirle de bütünleşmiş olacak. Biz bu anlamda çalışmayı çok önemsiyoruz. Antik kentin hem tarih hem de sosyal hayata yapacağı katkı Kumluca'ya artı değerdir."

 

Rhodiapolis antik kentinin restorasyonunu üstlenen Er-Bil Firması Şantiye Şefi Bülent Adede, restorasyon çalışmalarında öncelikle amfi tiyatronun zamanla zarar gören bölümlerini aslına uygun olarak restore edileceğini, çalışmaların ikinci aşamasında ise tiyatro sahnesini aslına uygun ayağa kaldıracaklarını kaydetti.

 

Son olarak kentin stoası ve Opramoas anıtını restore edeceklerini ifade eden Adede, restorasyon çalışmaları tamamlandığında antik kentin tarih, kültür ve turizm anlamında ilçeye büyük katkısı olacağına inandığını dile getirdi.

Radikal, 19.03.2015

KOMMAGENE UYGARLIĞI'NIN İZLERİ ARANACAK

 

Kommagene uygarlığının önemli yerleşim merkezinden Perre antik kentindeki ören yerinin, kazı çalışmalarıyla turizme kazandırılması hedefleniyor. 

 

Kent merkezine 5 kilometre uzaklıktaki antik kent; sur duvarları, halen kullanılan çeşme ve yaklaşık 200 kaya mezarı bulunuyor. Kommagene Krallığı'nın başkenti Samosata (Samsat) ile Melitene (Malatya) arasında yer alan kent, Roma kaynaklarında suyunun güzelliğinden bahsediliyor. Bir dönem kervan, yolcu ve ordular tarafından dinlenme yeri olarak da kullanılan antik kentin hemen yanındaki ören yeri ise keşfedilmeyi bekliyor. 

 

Adıyaman Valiliği, yaklaşık bin 500 dönüm alana sahip ören yerinin turizme kazandırılması için girişimde bulundu. Kamulaştırma çalışmalarının ardından bölgede kazı yapılacak. 

 

Vali Mahmut Demirtaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Perre antik kentinin ülke ve kent turizm açısından çok önemli olduğunu söyledi.

 

İl Özel İdaresi'nin bölgede yaklaşık 13 yıl önce kendi imkanlarıyla kazı yaptığını anımsatan Demirtaş, çalışmalar sonunda 363 tarihi ve kültürel eserin yanı sıra mezarların ortaya çıktığını dile getirdi.

 

Demirtaş, doğal tahribat nedeniyle antik kentteki kazıların durdurulduğunu vurguladı. Kommagene uygarlığının gün yüzüne çıkartılması için proje hazırladıklarını anlatan Demirtaş, şöyle konuştu:

"Çevre düzenlemesi çalışmaları bir ay sonra bitecek, ardından kazılara geçilecek. Buranın Türkiye 'ye kazandıracağı çok şey var. Ören yeri yaklaşık bin 500 dönümlük bir alana sahip ve aslında tarih buranın altında. Dolayısıyla kazı çalışmalarıyla Kommagene uygarlığının izlerini de aramış olacağız. Şu anda önceliğimiz kamulaştırma olacak çünkü ören yerine yakın 134 konut var. Daha sonra ise altyapı ve kazı çalışmaları başlayacak."

 

Demirtaş, çevre düzenlemesi çalışmaları kapsamında 600 dönümlük alanın kontrol altına alındığını aktardı.

 

Perre antik kentinin işletmesinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ihaleyle Türkiye Seyehat Acenteleri Birliği'ne (TÜRSAB) verildiğini anımsatan Demirtaş, giriş ve çıkışların bu sayede daha düzenli hale geleceğini kaydetti.

 

Demirtaş, antik kentin denetiminde olmasını önemsediklerini vurguladı. TÜRSAB'ın profesyonel çalıştığını anlatan Demirtaş, "Burası turizm destinasyonu içine alınırsa kentimiz daha da canlanacak" diye konuştu. 

 

Demirtaş, Adıyaman'daki tarihi eserleri dünyaya tanıtmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi. 

Radikal, Haber: Hakan Furkan, 17.03.2015

ANTİK MISIR'DA VERGİ ÖDEMELERİNİ GÖSTEREN METİNLER BULUNDU

 

 

Antik Mısır’da bulunan ve Yunanca’dan çevirisi yeni yapılan bir fiş, ismi tam olarak okunamayan bir kişinin ve onun arkadaşının, Luksor ya da Thebes olarak bilinen Diospolis Magna şehrinin halk bankasına arazi satım vergisi olarak 75 talent ve sonrasında ceza olarak bir 15 talent daha ödeme yaptığını ortaya çıkardı. Concordia Üniversitesi’nden Brice Jones Live Science’a yaptığı açıklamada bu miktarın oldukça yüklü bir miktar olduğunu ve bunun Mısırlıların oldukça zengin olduklarını gösterdiğini belirtiyor. Verginin ödendiği tarih günümüze uyarlandığında MÖ 98 yılının 22 Temmuz’una karşılık geliyor. 

 

15 talent ceza ödemesinin, fişin bir kısmının gümüş para olarak ödenmemesi yüzünden olabileceğini belirten uzmanlar, bunun o zamanın yasasının bir parçası olduğunu belirtiyor.

Montreal’de bulunan McGill Üniversitesi Kütüphanesi ve Arşivi’nde muhafaza edilen bu üzeri yazılı seramik parçasının ve diğer eserlerin çevirisi yine Concordia Üniversitesi’nde görevli olan  Brice Jones tarafından yapılmakta. 

arkeolojihaber.net, Kaynak: archaeology.org, 16.03.2015

İMPARATORUN 2 BİN YILLIK MEKTUBU OKUNACAK

 

 

Roma İmparatoru Hadrian’ın yaklaşık 2 bin yıl önce yazdığı, taş yazıt mektubun sırrı çözülüyor. Hadrian’ın Anadolu seferi sırasında ziyaret ettiği Pergamon (Bergama) halkı için kaleme aldığı ve arkeolojik kazılarda parçalanmış olarak bulunan mektup, yapboz yöntemiyle tamamlandı. Kazılarda çıkan 23 parça ile 19. yüzyılda bulunan 4 parçanın kopyası birleştirildi. Toplam 27 parça, Bergama Müzesinde sergilenmeye başlandı. Mektubun tam çözümüne ilişkin çalışmalar sürüyor.

Pergamon’a ait kalıntılar 1870’li yıllarda de Batı Anadolu’da demiryolu döşenmesinde çalışan Alman bir mühendis tarafından bulundu. O tarihten bugüne kadar süren kazılarda paha biçilmez eserler ortaya çıkarken, birçoğu yurtdışına özellikle Almanya’ya kaçırıldı. Türkiye ile Almanya arasında bu eserler konusundaki itilaf yıllardan bu yana sürüyor.

Vatan, 14.03.2015



15 - 21 Mart 2015

EN NİHAYETİNDE, YILLARDIR BEKLENEN, "TÜRKİYE'NİN EN İYİ 10 ARKEOLOJİK YERİ" DE SEÇİLDİ!


"BÜYÜK JÜRİ"Yİ BU DEĞERLİ SEÇMEDEN DOLAYI, EN İÇTEN DUYGULARIMIZLA KUTLUYORUZ!..

...Böylesi bilimsel arkeolojik faaliyetler göğsümüzü kabartıyor ve sadece, "kıskananlar çatlasın" diyoruz. Keşke yakın bir zamanda, yine aynı mevkutede -ve de belki hep aynı "büyük jüri" tarafından-, Türkiye'nin en iyi 10 el baltası / tarumar edilmiş höyüğü / evcilleştirilmiş camışı / en lezzetli Neolitik kebapçısı / görmeden geçilmemesi gereken Demir Çağı AVM'si / alış-verişilesi Roma hazır giyim mağazası filan gibi bilimsel tesbitlere de yer verilse... Sizce de manalı olmaz mı?



SBS, 22.03.2015

TURİZMİ DUMAN SARDI

 

 

Roma Hamamı Açık Hava Müzesi'nde atık yakma skandalı yaşandı.

 

Müzenin deposundan çıkarılan eski sandalyeler ve ahşap parçalar müzenin yanı başında ateşe verildi. Müze görevlileri, ‘hurdacıların ahşapları almamasını’ gerekçe göstererek, ateşe vermek durumunda kaldıklarını söyledi. Anadolu Medeniyetleri Müzesi yetkilileri ise olayı öğrenince hemen müdahalede bulunduklarını kaydetti.


Ulus Çankırı Caddesi üzerinde bulunan Roma Hamamı Açık Hava Müzesi ve Ören Yeri’nde, bin 700 yıllık geçmişe sahip bir Roma hamamının yanı sıra çeşitli dönemlerden kalma mezar taşları, yazıtlı bloklar, su künkleri, lahit ve aslan heykelleri yer alıyor. Ören yeri, 1997-2001 yılları arasında yapılan çalışmalarla Açık Hava Müzesi görünümüne kavuşturuldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü uzmanlarının geçen yıl hazırladığı çevre düzenleme projeleri, Ankara 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü'nün kararı ile uygun bulundu. Bunun üzerine müzede bu yıl çevre düzenlemesi başlatıldı. Düzenleme kapsamında 1940'lı yıllarda yapılmış kazı evi yıkıldı. Ardından müzenin deposundaki kullanılmayan hurda niteliğindeki demir ve ahşap aksamlı malzemeler dışarı çıkarıldı.


Depodan çıkarılan bazı ahşap atıkların görevliler tarafından tarihi hamamın yanında ateşe verilmesi üzerine siyah bulutlar çevreyi sardı. Dumanın sardığı bölgede Roma ve Bizans döneminden kalma mezar taşlarının yer alması dikkat çekti.

Hürriyet, Haber: Ünal Lİvaneli, 19.03.2015

IŞİD'İN YIKTIĞI TARİHİ ESERLER 3D YAZICIYLA CANLANACAK

 

 

Terör örgütü IŞİD’in, işgali altında tuttuğu Irak’ın Musul kentinde bulunan Musul Müzesi’nde yer alan tarihi eserleri balyozlarla parçaladığı görüntüler tüm dünyanın tepkisini çekmişti. Örgütün yok ettiği eserlerin binlerce yıllık olduğu bilinirken, teknoloji dünyasından konuyla ilgili sevindirici bir haber geldi.

 

Kültür mirasını korumaya yönelik çalışmalar yapan Initial Training Network for Digital Cultural Heritage, IŞİD’in  Musul Müzesi’nde yok ettiği tarihi eserlerin 3 boyutlu yazıcıyla onarılabileceği veya yeniden yapılabileceğini duyurdu. Musul Projesi adlı çalışmanın internet sitesinde, “26 Şubat 2015’te ortaya çıkan bir video, IŞİD militanlarının Musul Müzesi’ndeki korkunç yıkımını gösterdi. Bu, bu müzenin çatışma zamanlarında ilk kez zarar görmesi değil,  ancak neredeyse yıkılacak ve bu sefer biz, dijital teknolojilerin kültür mirasına uygulanmasıyla bu duruma yanıt verebiliriz” ifadesi kullanıldı.

 

KÜÇÜK ESERLER ANTİKA PAZARINDA BELİRECEK

Projenin tanıtım yazısının devamı ise şöyle: “Müzedekilerin birçoğunun yağmalandığını düşünüyoruz ve yerinden oynatılabilecek kadar küçük her şey yakın zamanda antika pazarında belirecek. Satış için yerinden oynatılamayacak kadar büyük eserler IŞİD militanlarının elinde korkunç bir son buldu. Her iki durumda da, kayıp eserleri fotogrametri ve kitle kaynak uygulamasıyla sanal olarak yeniden yaratmamız mümkün. Yeterli fotoğraf bulunması halinde, eserleri yeniden inşa etmek ve onların dijital kopyalarını oluşturmak mümkün. Bu anında iki yarar sağlıyor: yağmalanmış parçaları tespit etmeye yardımcı olmak ve yok olan eserleri yeniden yaratmak.”

 

DAHA FAZLA FOTOĞRAFLA UYUM ARTACAK

Projede çalışan ekip, eserlerin oluşturulmasına yardımcı olması amacıyla müze içinde çekilmiş herhangi bir fotoğrafın kendilerine gönderilmesini rica ediyor. Uzmanlar, farklı açılardan sayıca fazla fotoğrafa sahip olmaları halinde eserlerin orijinalleriyle birebir uyum oranının yükseleceğini vurguluyor. Musul Müzesi’nin 2003’te kapanmış olması nedeniyle projenin zorluğunun farkında olan ekip, bu nedenle tüm fotoğrafların kendilerine gönderilmesine açık.

 

ÇALIŞMALAR BAŞLADI

Musul Projesi ekibinden yapılan açıklamada, “Musul Müzesi’ni sanal olarak restore etmeye yardımcı olacak gönüllüler arıyoruz. Bu; fotoğraf bulmak, verileri işlemek, internet sitesine katkıda bulunmak ve genel olarak müzedeki eserleri belirleme çabasını organize etmekte yardımcı olmayı kapsıyor” denildi.

 

Ekip, şu ana kadar elde ettiği resimler yardımıyla Musul’un Aslanı adlı eseri kısmen restore etti.

Radikal, 18.03.2015

MARMARA ÜNİVERSİTESİ HAYDARPAŞA KAMPÜSÜ DEVREDİLİYOR

 

 

16 Ocak'ta 8 AKP'li vekil tarafından TBMM'ye sunulan, Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Yerleşkesi'nin bulunduğu tarihi binaya göz diken kanun teklifi, 17 Mart'ta Meclis Genel Kurulu'nda onaylandı. Öğrencilerin tepkisini çeken kanun teklifine göre Haydarpaşa Yerleşkesi'ni Marmara Üniversitesi'nden alıp AKP'nin kuracağı Sağlık Bilimleri Üniversitesi'ne tahsis edilecek.

 

Haydarpaşa Yerleşkesi'nin Sağlık Bakanlığı'na tahsisi TÜSEB kanun tasarısı ile gündeme gelmişti. Yerleşkenin Sağlık Bilimleri Üniversitesi'ne devri ile ilgili madde kaldırılarak söz konusu tasarı Kasım ayında mecliste onaylanmıştı. TÜSEB tasarısının ilk haline göre kurulacak olan üniversitenin akademik kadrosuna, yönetim şekline ve işleyişine dair bilgiler tasarıda yer alırken, aynı maddenin son paragrafında ise Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Yerleşkesi olarak kullanılan tarihi binanın Sağlık Bilimleri Üniversitesi'ne devredildiği belirtiliyordu.

 

Bir süredir okullarında "#HaydarpaşayıKoru" ismiyle kampanya başlatan ve yerleşkeleri hakkında varolan belirsizliklerin giderilmesini, gerçeğin öğrenciler ve öğretim görevlileriyle paylaşılmasını isteyen öğrenciler AKP'nin verdiği kanun teklifinin onaylanmasına ilişkin bir açıklama yayımladı. Açıklamada Haydarpaşa'nın Sağlık Bakanlığı'na peşkeş çekilme projesinin, AKP'nin kültürel değerlere dönük bir yıkım projesi olduğu ifade edilerek "Okulumuzun nereye taşınacağı, eğitim hayatımızın geleceği de bir belirsizlik olarak varlığını korumakta" denildi.

 

Son 12 yılda AKP ile hızlanan neo-liberal politikaların, eğitimin ve sağlığın piyasalaştırılmasının, kentlerin yağmalanmasının, üniversitelerin kimliğinin yozlaştırılmasının ve daha sayılamayacak nice yağmanın ve talanın bir benzerinin de Marmara Üniversitesinde uygulandığını ifade eden #HaydarpaşayıKoru gönüllüleri "Bilimi ve aydınlanmacı değerleri taşıması gereken üniversitemiz kar hırsı ile akıbeti belirsiz çılgın projelerin kurbanı edilmek isteniyor. Sağlık Bilimleri Üniversitesi adıyla pazarlanan proje piyasacı özü itibariyle sağlık alanında hiçbir bilimsel ağırlığı temsil edemeyecek, AKP tarafından paravan olarak kullanılan bir sözde “üniversite” olacaktır. Anlaşılan bu tasarının sahipleri; sonuna kadar piyasacı, siyasal iktidara biat eden bir üniversite yaratabilecekleri yanılgısı içerisindeler. Oysa ki bu üniversitenin doğasına aykırıdır. Üniversitede akademi, bilimsel yeterlilik kıstas alınarak belirlenir. Üniversitede tarih geçmişe öykünmek değil; tarihsel aydınlanma birikimini sahiplenmektir. Okulumuzun AKP tarafından yıllardır sürdürülen yağma politikalarının bir parçası olmasına izin vermeyeceğiz. Tarihsel bir değer olan Haydarpaşa'yı korumaya çağırıyoruz" dedi. 

Sol Haber, 18.03.2015

CERVANTES'İN MEZARI 400 YIL SONRA BULUNDU

 

 

İspanya'da adli tıp uzmanları ülke edebiyatının en ünlü eserlerinden "Don Kişot"un yazarı Miguel de Cervantes'in mezarının yaklaşık 400 yıl sonra bulunduğunu açıkladı.

 

Bazı tarih kitaplarına göre 23 Nisan 1616 tarihinde ölümünden hemen sonra kendi arzusu doğrultusunda Madrid'deki Convento de las Trinitarias Kilisesi'ne defnedildiği sanılan Cervantes'in mezarı yaklaşık 1 yıl süren araştırmalar sonucunda bulundu.

İspanyol haber ajansı EFE'nin, araştırma ekibine dayandırarak yayımladığı habere göre, kilisenin altındaki mezarlıkta bulunan, M ve C baş harflerinin olduğu mezar yerindeki kalıntıların Cervantes'e ve eşi Catalina de Salazar'a ait olduğu belirlendi. Yetkililer, kalıntıların "çok kötü durumda" olduğunu ancak laboratuvarda yapılan analizler sonucunda bu kalıntıların büyük ihtimalle Cervantes ve eşine ait olduğunu söyledi.

 

 

69 yıllık hayatı boyunca roman ve öyküler yazan, askerlik, vergi tahsildarlığı ve muhasebecilik gibi işlerde çalışan Cervantes 1616'da Madrid'de yaşarken, şeker hastalığından ölmüştü.

30 araştırmacıdan oluşan heyet, mezarı bulmak için kızılötesi kameralar, üç boyutlu tarama cihazları ve özel radarlar kullandı.

Ocak ayında arkeologlar bir duvarın gerisindeki 33 oyuktan birinde, üzerinde MC harfleri yazılı bir tabut kapağı bulmuştu.

 

 

Oyukta mezarların bozulup söz konusu mahzene nakledilmesinden önce, Cervantes ile birlikte gömüldüğü bilinen insanlara uyan yetişkinlerin kemikleri bulundu.

Adli tıp uzmanı Almudena Garcia Rubio, "Bulunan kemikler çok kötü halde ve Miguel de Cervantes'in kemiklerini ayırmamıza imkan vermiyor." dedi.

 

"CERVANTES BURADA KALACAK"

Araştırmacılardan jeo-radar uzmanı Luis Avial, düzenlediği basın toplantısında yeni bir mezarın inşa edilmesinden sonra Cervantes'in, istekleri doğrultusunda yine aynı manastırda törenle gömüleceğini duyurdu. Avial; "Cervantes burada gömülmek istemişti ve burada kalacaktır" dedi.

 

 

Trinitarias Manastırı, Cervantes'in korsanların eline geçip beş yıl süreyle Cezayir'de tutsak kalması ardından ödenen fidyeye katkıda bulunmuştu.

Manastırın derinliklerindeki mezar yüzyıllar sonra ilk kez gelecek yıl, Cervantes'in ölümünün 400. yıl dönümüne denk gelecek şekilde ziyarete açılacak.

 

"Don Kişot" adlı romanıyla dünya edebiyatında önemli bir yere sahip olan İspanyol yazar Miguel de Cervantes'in kalıntılarının aranmasındaki amaç, hem tarihi bir olayın ispat edilmesi hem de bunun Madrid kentinin turizm tanıtımında kullanılması olarak açıklanmıştı.

 


Habertürk, 18.03.2015

METRUK EVLER MÜZE OLDU

 

 

Ankara Kalesi’nde metruk haldeki 3 ev, müzeye dönüştürüldü. Tunç Çağı’ndan Bizans’a kadar uzanan süreci yansıtan 2 bin eserin yer aldığı müze, Ankara’nın iş, sanat ve siyaset dünyasının önde gelen isimlerinin katıldığı kokteylle açıldı.

 

İşadamı ve sanatsever Yüksel Erimtan’ın girişimi ile kurulan Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi, kapılarını açtı. Ankara Kalesi’nde kale giriş kapısının karşısındaki 3 yıkık ve metruk Ankara evinin bir bütün halinde ele alınmasıyla açılan müzede, Yüksel Erimtan’ın 2 bin parçalık tarihi eser koleksiyonu gün ışığına çıkıyor. Tunç Çağı ve Hitit ile başlayıp, Geç Roma ve Bizans uygarlıklarına kadar uzanan döneme ait taşınır eserleri yakından görme fırsatı sunan müzenin açılışına çok sayıda seçkin davetli katıldı. Müzenin kurucusu Yüksel Erimtan ve eşi Nurdan Erimtan’ın ev sahipliği yaptığı açılış kokteylinde Ankara iş, sanat ve siyaset dünyasının önde gelen isimleri yer aldı.

 

HER ŞEY YÜZÜK TAŞIYLA BAŞLADI

Ankara’nın ilk özel arkeoloji ve sanat müzesi olma özelliği taşıyan Erimtan Müzesi’nde tabletler, sikkeler, mühürler, kemerler, cımbız ve ayna gibi eserler sergileniyor. Koleksiyonerlik merakının 1960’lı yıllarda Mersin’de bir avuç yüzük taşı ile başladığını belirten Erimtan, iki köylünün elinde gördüğü taşların babasından yadigar taşları hatırlattığını ve koleksiyonerlik yolculuğunun başladığını söyledi. Müzede dünyadaki en eski görsel belgeler olan Fayum Portreleri, ziyarete sunulan eserler arasında yer alıyor. Ayrıca Romalıların ziyafet sofrası da, müzenin ana sergi salonunda bulunuyor.

Hürriyet, Haber: Haşim KIlıç, 18.03.2015

METROPOLITAN SANAT MÜZESİ'NİN GENİŞLETME PROJESİ İÇİN DAVID CHIPPERFIELD SEÇİLDİ

 

New York Metropolitan Sanat Müzesi'nin genişletme projesi için 50'den fazla ekibin arasından David Chipperfield Architects seçildi.

 

 

New York Metropolitan Sanat Müzesi'nin modern ve çağdaş sanatlar için doğu-batı kanadının tasarlaması ve Afrika, Okyanusya, Amerika sanatları için ek galerilerin geliştirilmesi için İngiliz mimar David Chipperfield seçildi.

 

Projenin master planı New Yorklu firma Beyer Blinder Belle Architect&Planner tarafından yapılıyor. Master planın bir parçası olacak proje ile müzenin çoğalan koleksiyonu için yeni galeri alanlarının eklenmesi ve müze ile Central Park arasında diyaloğun güçlendirilmesi hedefleniyor. Ayrıca müzede var olan çatı bahçesi iki katına çıkarılacak ve yerinde erişilebilir bir depo işlevi oluşturulacak.

 

Müzenin yöneticisi Thomas Campbell, Chipperfield'ın Foster+Partners gibi önemli ekiplerin yer aldığı 50'den fazla ofisin arasından 1 yıllık bir eleme sürecinin sonunda sıyrılmasını mimarın vizyonu ve müzeler konusundaki deneyimine bağlıyor.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 17.03.2015

ALMANYA'DA 250 YILLIK ÇÖREK BULUNDU

 

Almanya'nın Bavyera eyaletindeki bir kazı alanında 250 senelik yanmıs pretzel çörekleri bulundu.

Çörekler Regensburg bölgesinde bin 200 senelik oldugu düsünülen ahsap bir evde bulundu. Arkeologlara göre bu, simdiye kadar bulunan en eski pretzel çöregi. Uzmanlar çöregin yapıldıgı tarihte yandıgı için çok iyi korundugunu ve bunca yıl yerin altında çürümedigini aktardı.

Sabah, 17.03.2015

BARBARLAR DURDURULAMIYOR: IŞİD TARİHİ YOK EDİYOR

 

 

Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD), son günlerde bir kez daha tarihi yok etmesiyle gündemde. Musul Müzesi'ndeki heykelleri balyozlarla parçalayan IŞİD militanları, işgal altında tuttukları bölgelerde daha önce de binlerce yıllık tarihi eserleri yok etti. Uluslararası örgütler bu eylemleri kınayadursun, örgüt kontrolü altındaki bölgelerde tarihi ve kültürel miras kapsamındaki eser ve yapıları tahrip etmeye devam ediyor.

 

IŞİD’in Suriye ve Irak’ta istila ettiği bölgelerde zarar verdiği tarihi kent ve eserlerin bazıları şöyle: 

 

1. Horsabad Antik Kenti: Militanlar, bir hafta önce Irak’ın kuzeydoğusunda Musul’a 14 kilometre uzaklıkta bulunan 2 bin 700 yıllık antik kenti yıkmaya başladı. Konu hakkında açıklama yapan yetkililer kentin duvarlarının ve tapınakların bir kısmının yıkıldığını bildirdi. Asur Kralı II. Sargon tarafından MÖ 717’de buraya bir saray inşa edildiği biliniyor. Yıkımın ardından Birleşmiş Milletler olayı ‘savaş suçu’ olarak nitelerken, Irak Turizm ve Tarihi Eserler Bakanı Adil Şerşab, ABD öncülüğünde kurulan uluslararası IŞİD karşıtı koalisyona yıkımı durdurmayı sağlamak amacıyla çağrı yapmıştı.

 

2. Aslan heykelleri: IŞİD, geçen yıl Nisan’da, 1980’lerde Rakka’ya taşınmadan önce Halep’e yakın konumda bulunan ve Asur kenti Arslantaş’tan getirilen aslan heykellerini yıktı. IŞİD, yapımı MÖ 8’inci yüzyıla dayanan heykelleri buldozerle yerle bir etmişti.

 

3. Nimrud Antik Kenti: Musul’un 20 kilometre güneydoğusunda yer alan Süryani antik kenti Nimrud’un IŞİD militanları tarafından tahrip edildiğine dair haberler 12 gün önce gelmeye başladı. Asur döneminden kalma 3 bin yıllık antik kent, kanatlı boğa figürleriyle lamaşsu olarak bilinen heykellerle tanınıyor. Heykeller MÖ 7’nci yüzyıla dayanıyor.

 

4. Hz. Yunus Türbesi: IŞİD, geçen yılın Temmuz ayında Hz. Yunus Türbesi’ni yıkarak tüm dünyanın tepkisini üzerine çekmişti. Tamamıyla yıkılan türbenin patlama anı uzun süre akıllardan çıkmazken, caminin tarihi MÖ 8’inci yüzyıla dayanıyor ve dünyanın birçok yerinden, farklı inanca sahip kişiler tarafından ziyaret ediliyordu.

 

5. Musul Müzesi: Örgütün video yayınlayarak duyurduğu yıkımda militanların Irak’ın en büyük ikinci müzesine balyoz ve matkaplarla girdiği görüldü. IŞİD’lilerin yıktığı, tarihi MÖ 9’uncu yüzyıla kadar uzanan binlerce yıllık eserlerin yer aldığı müzede, UNESCO Dünya Mirası’ndan eserlerin de bulunduğu biliniyor.

 

6. Hadra Antik Kenti: Musul’un güneyinde yer alan ve 2 bin 300 yıllık bir tarihe sahip antik kenti yıkmaya başlayan terör örgütü militanlarının ilk olarak bölgedeki heykelleri hedef aldığı bildirildi. UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan Hadra’nın yıkımına başlanmasının ardından Iraklı yetkililer bir kez daha uluslararası kamuoyuna ve IŞİD karşıtı koalisyona çağrı yapmıştı.

 

7. Mari Antik Kenti: Suriye’nin Irak sınırına yakın, Fırat Nehri'nin batısında bulunan eski bir Sümer kenti olan Mari’nin tarihi MÖ 3 bine dayanıyor. Örgütün yol açtığı yıkımın ardından uydudan çekilen fotoğraflarda tarihi bölgede bin 200’den fazla çukur açıldığı dikkat çekiyor. Mari, tarihi kil tabletlerle biliniyor.

Radikal, Haber: Neşe İdil, 17.03.2015

"TÜRKİYE'DE EN ZOR İŞ HEYKEL YAPMAK"

 

 

Uğur Çakı'ya göre Türkiye'de heykel yapmak zor iş!

 

Böyle düşünmesine rağmen hem ulusal hem de uluslararası birçok ödüle sahip.

 

Türkiye'yi dünyada temsil eden bir heykeltıraş...

 

Onun için heykel bir yaşam biçimi ve iz bırakma şekli.

 

Giderek sanallaşan ve teknolojinin ele geçirdiği yeryüzünde ısrarla yeni malzemeler kullanarak heykeller yapmaya devam ediyor.

 

Her çocuk, sanatçı doğar ve aralarından bazıları bu kutsal dokunuşu koruyabilir.

 

Ben sadece kovalarımla kumdan kaleler yapabiliyorum, ama Uğur Çakı'nın oyun bahçesinde, kulağında telsiziyle dolaşan Büyük İskender'e bile rastlayabilirsiniz.

 

Heykel sanatına uzak bir ülkede yaşıyoruz. Hala evine heykel ve fotoğraf sokmayan bireyler varken işiniz zor olmuyor mu?

Tabii ki de zor. Aslında sadece heykel olarak bakmamak gerek, biz şu an genel anlamda çağdaş sanata alışma süreci içinde olan bir toplumun bireyleriyiz. Gelişen çağdaş sanatımıza bu alışma sürecinde de en büyük görev, biz sanatçılara düşüyor. Heykel, zor bir sanat dalı... Her şeyle aynı anda mücadele etmeniz gerekiyor. Hem eserlerimi üretirken bir mücadele veriyorum hem de doğru yerlere ulaşmasını sağlamaya çalışıyorum. Hepsi birbirinden zor aşamalar.

 

"TÜRKİYE'DEKİ EN ZOR İŞ HEYKEL YAPMAK"

 

 

Heykeltıraşlık Türkiye şartlarında geçiminizi sağlamak için nasıl bir iş?

Türkiye'deki en zor iş heykel yapmak! Çünkü heykel zaten üretim olarak maddi anlamda pahalı bir iş... Fakat yine de başka bir ülkede yaşamayı asla düşünmedim. Türkiye'nin inişli çıkışlı ruh haline ve dengesiz yapısına rağmen düzensizlik içinde sessiz bir düzeni var. Bu da burayı vazgeçilmez kılıyor. Bu ülkede heykeltıraş olmak aynı zamanda bir fırsat, çünkü insanlar bizimle beraber heykel sanatını öğreniyorlar.

 

Heykelin insanlığa katkısı sizce ne?

Heykel duvardaki bir resimden farklı olarak insanın yaşam alanının bir parçası haline geliyor ve daha da ileriye giderek kendi yaşam alanını yaratıyor. Konumlandığı ortama ayak uydurmaktansa, ortam o heykele ayak uydurmak zorunda kalabiliyor. Böylece heykel sayesinde sanat insanın yaşam alanını ele geçiriyor ve zorla da olsa anlaşılmak üzere direniyor. Bugün, insanlar, sanat sayesinde kaotik toplumsal yapı içinde bir anlık da olsa bir şeylerden uzaklaşmış oluyor. Uygar medeniyetlerde sanat çok önemli... Toplumun en önde giden bireyleri sanatçılar olmalı.

 

Türk toplumunun sanata ve sanatçıya olan tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk sanat izleyicisinin her geçen gün daha da geliştiğini ve bilinçlendiğini düşünüyorum. Tabii bu gelişmede açılan galerilerin sayısının, sanata yer veren basının ve tabii ki de Contemporary İstanbul fuarının etkisi yadsınamaz. Koleksiyonerlerin sanata bakış açısı ve hangi eserleri tercih ettiği doğrudan sanat piyasasını etkiliyor. Onların doğru kişilerce yönlendirilmeleri ve kendilerini uluslararası galerileri ve fuarları gezerek sanat konusunda eğitmeleri, Türkiye çağdaş sanatı açısından da uzun vadede önemli bir kazanç olacak.

 

Mitolojik hikayelerden bildiğimiz karakterlerin büstlerini güncel şekilde yorumlayıp, bir seri oluşturdunuz. Bu süreç nasıl gelişti?

O esprili bir süreçti. Güncel sanatlara geçiş yapan sanatçılar, başlangıçta Antik Yunan'ı kullanırlar fakat benim farkım mitolojik hikayeleri eserin üzerine kendi yorumumla yazıyor olmam. Büyük İskender, büyük bir komutan ve günümüzde yaşıyor olsaydı, muhtemelen bir telsizle konuşuyor olurdu. Arkadaşları tarafından zehirlenmesi sonucu yüksek ateşten öldü. Bunları da göz önünde bulundurarak ortaya böyle bir iş çıktı.

 

Mitolojik büstler satışta mıydı?

Evet. İşler, Londra'daki Lahd Gallery'de, Saatchi Gallery'de, Paris'te Louvre Salon'da, Monaco Grimaldi Forum'da sergilendi ve çok önemli koleksiyonlara girdi. 'Alexander with Wireless' eserim Christies tarafından satıldı. 'Apollo Desperatly in Love' Fransız Güzel Sanatlar Kurumu tarafından ödüle layık görüldü.

 

Çalışırken nasıl bir ortam istersiniz yaratım süreciniz nasıl oluyor?

Tasarım sürecinde yalnız olmayı tercih ediyorum ve beynimi boşaltmaya çalışıyorum. Kendimi on gün boyunca atölyeme kapatıyorum. Tasarımdan sonra üretime geçtiğim süreçte uygun insanlarla çalışmak gerekiyor. Örneğin, bir anıt yapıyorsanız çok iyi bir kaynak ustanız olması gerekiyor.

 

"ESİN KAYNAĞIM OĞLUM"

 

 

Oğlunuzun dünyaya gelmesi eserlerinize yansıdı mı?

Kesinlikle. Benim esas esin kaynağım oğlum. Eskiden heykellerimde hangi malzemeyi kullanıyorsam o renkte bırakırdım. 2005 yılında oğlum doğduğundan bu yana eserlerime baktığımda, bambaşka bir renk skalası görüyorum. Sanat üretimimde, oğlumdan önce ve oğlumdan sonra olarak gözle görünür net bir ayrım var. Sadece renk de değil, kullandığım malzemelerde de farklılıklar oluştu. Örneğin; 'Çocukken Oyun Oynamayı Sevdiğini Biliyorum' adlı serideki eserlerimde, Scrabble Jenga ve Cola kapaklarını kullandım... Oyun malzemelerini kullanarak iki kuşak arası iletişim hattı kurmaya çalıştım.

 

Malzeme konusunda sınırınız var mı?

Hiç sınırım yok, seramikle başladım bronzla devam ettim. Bronz beni metale yöneltti, sonra çelikle devam ettim. Malzemeleri hurdalıklardan çıkartıp, dönüştürmeyi çok seviyorum.

 

Atölyeniz nerede?

İzmir Urla Çesmealtı'nda ve İstanbul'da Sumahan'da yaşıyor ve çalışıyorum. Her iki mekanımın da aşığıyım ve bana ciddi motivasyon kattıklarını düşünüyorum.

 

"SANATIM OLMASAYDI, HAYATIM BAMBAŞKA YÖNLERE GİDERDİ"

 

 

Eğer yaşamınızda heykel olmasaydı?

Ben biterdim. Benim başka hiçbir şeyim yok. Heykel beni disipline sokuyor. Hayatımda heykel olmasaydı, serseri olurdum. Her gün 4-5 saat uyuyorum ve geri kalan zamanımda çalışıyorum.

 

Ailenizde sanatçı var mı?

Benim ailem 7 kuşak sanatçı. Babam mimar, annem resim öğretmeni, anneannem ve kız kardeşim moda tasarımcısı, dedem ressam, anneannemin annesi Manisa medresesinde hattatmış, erkek kardeşim ve kuzenlerim de mimar.

 

Görünüş olarak Salvador Dali'ye çok benziyorsunuz. Dali, şimdi buraya gelse ne yaparsınız?

Eleştirici paranoya yönteminin inceliklerini öğrenmek isterdim ve ona sarılırdım. 'Filler ve Kuğular' eseri hakkında konuşmak isterdim.

 

"Türkiye'de heykeltıraş olmak..." cümlesini nasıl bitirirsiniz?

Bulanık bir denizin derinliklerinde kuma şiir yazmak gibi... Bugün için imkansız gözükse de bir gün denizin suları çekilecek ve o şiirler de okunacak.

 

Harika, umarım o günler yakındır. Yakınlarda sergi olacak mı?

Önümüzdeki süreçte gerçekleşecek olan"40 Yaş" sergime hazırlanıyorum. 9 Haziran'da Art Monaco'ya katılacağım. Gelecek süreçte de var gücümle çalışıp yurtdışı sergilerine ağırlık vereceğim. Ülkemi en iyi şekilde temsil etmek için elimden geleni yapacağım...

 

Anıt heykelleriniz de çok etkileyici...

Anıt çalışmalarımı çok önemsiyorum onlar benim kalıcılığımın en önemli parçaları. Bana bu eserleri üretme imkanı veren herkese sonsuz teşekkür ediyorum. Son eserimi Sayın Mesut Sancak için ürettim. Kendisi sanatıma ciddi destek sağlıyor, huzurlarınızda kendisine özellikle teşekkür etmek isterim.

Habertürk, Haber: Funda Duru, 16.03.2015

MISIR'IN ASVAN ADASI'NDAKİ TARİH MİRAS

 

Alman Arkeoloji Enstitüsü, Antik Mısır’da “güneyin kapısı” olarak bilinen Asvan Adası’ndaki tarihi yapıları restorasyon için çalışmalara başlıyor.

 

Mısırbilimci Halid el-Anani, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden bir ekibin, Nil nehri üzerindeki Asvan Adası’nda yıkılmaya yüz tutmuş eserleri restorasyon için çalışmalara başlayacağını belirtti.

 

Anani, bu hafta içinde çalışmalara başlayacak ekibin ayrıca adadaki tarihi eserler üzerindeki yazıtları ve süslemeleri inceleyeceğini ifade etti.


Antik Mısır’daki önemli yapılara ev sahipliği yapan “güneyin bekçisi” ve “güneyin kapısı” olarak anılan Asvan Adası hakkında bilgi veren Anani, “Eski Mısırlılar, tarihte Nubiyan olarak bilinen şuan güney sınırını koruması için adaya aralarında kalenin de olduğu bazı yapılar inşa etmişti. Tabii bu eski Mısırlıların topraklarına sınır koyma isteği olduğu gibi anlaşılmamalı. Yalnızca iki bölge arasında ticari yolların açılması ve güvenliğinin sağlanması amacıyla inşa edilmiştir” dedi.

 

Adanın tarihi konumu hakkında Anani, “O zamanlar adada, Sudan’a gidecek ticari ürünlerin depolanması, yüklenmesi yapılıyordu. Sudan’dan da Mısır’da bulunmayan ürünler alınıyordu” diye konuştu.

 

Turist rehberi Muhammed Fehmi, daha önce Avrupalı arkeologların restorasyon işlemleri yaptığını, bir kısmının restorasyon edildiğini belirterek, “Mısırlılar, eskiyen binaların üstüne yeni tapınaklar inşa ediyordu. Bu nedenle herhangi birine zarar verme ihtimalinden ötürü restorasyon işlemi zor oluyor” ifadelerini kullandı.

 

Adadaki yapılar hakkında bilgi veren Fehmi, adada bir kale, antik Mısır tanrısı Khnum’un mabedi, 18. hanedan döneminde hüküm süren kadın firavun Hatşepsut’un tapınağı, taş mezarlar ve bir piramit bulunduğunu belirtti.

 

Piramitin ülkede inşa edilen en eski piramitlerden olduğunu ifade eden Fehmi, 2 metre boyundaki piramitin, Mısır’ın hiyeroglif yazıları ile tanışmadan önce inşa edildiği ve üzerinde yazılar bulunmadığından ötürü ne zaman ve kim tarafından inşa edildiğinin bilinmediğini dile getirdi.

 

Fehmi, Mısırlıların, topraklarına ayak basanları bilmek istediği için adayı imar ettiğini, adanın güney sınırını korumada kale görevi gördüğünü, ok ve yay gibi silah depolarının bulunduğunu ve ticaret yolunun izlendiğine dikkati çekti.

haberler.com, 16.03.2015

GÖRME ENGELLİLERİN 'GÖREBİLDİĞİ' SERGİ

 

 

Madrid’deki "Touching the Prado" isimli sergi, engelleri kaldırmanın bir yolunun da sanattan geçtiğini kanıtlıyor. Museo del Prado‘da gerçekleşen serginin ana hedef kitlesi, görme engelli insanlardan oluşuyor.

 

Daha önce Paris'teki Louvre, New York'taki Metropolitan Museum of Art, ve Londra'daki National Gallery gibi dünyaca ünlü galeriler, görme engelliler için dokunma özellikli programlamalarıyla heykel gibi eserleri elleriyle inceleme fırsatı vermişti.

 

Estudios Durero adlı tasarım stüdyosunun yarattığı ve Prado Müzesi'nin sergilediği 3D baskı tekniğiyle tabloları çoğaltma girişimi ise görme engelliler için bir ilk.

 

Didú ismini verdikleri bir tekniği hayata geçiren serginin küratörleri; aralarında "Mona Lisa", "Apollo in the Forge of Vulcan", "The Nobleman with his Hand on his Chest" ve "The Parasol"un bulunduğu 6 ünlü eseri ziyaretçilerine sunuyor.

 

 

3D baskı teknolojisiyle ana hatları kabartma tekniğiyle yeniden şekillendirilen eserler, görme engelli bireylerin ünlü tabloları dokunarak algılamasını sağlıyor. Tablolardaki her detay, kullanılan kendine özgü teknik sayesinde ziyaretçilere çok özel bir deneyim sunuyor.

 

Ruben isimli bir katılımcının tecrübelerini aktardığı tanıtım videosu, 28 Haziran’a kadar devam edecek Touching the Prado sergisinin amacında ne kadar başarılı olduğunu gözler önüne seriyor.

Habertürk, 16.03.2015

ANTİK KENT İÇİN İLÇENİN TAŞINMASI PLANLANIYOR

 

Tokat'taki Sebastapolis antik kentinin gün yüzüne çıkarılması için ören yerinin üzerinde kurulu Sulusaray İlçesi'nin başka yere taşınması düşünülüyor - Sulusaray Belediye Başkanı Demirkol: "Kamulaştırmanın yavaş ve pahalı olması nedeniyle yerleşim yerini taşımayı düşünüyoruz. Sebastapolis Antik Kentimizi gün yüzüne çıkarmak için ilçemizi buradan başka bir bölgeye taşıyacağız" - İl Kültür ve Turizm Müdürü Akyüz: "İlçenin komple oradan taşınıp, oranın bir kazı alanına dönüştürülmesi lazım".

 

 

Tokat'ta Sebastapolis antik kenti üzerinde kurulu bulunan ve merkez nüfusu 3 bin 500 olan Sulusaray İlçesi'nin, ören yerinin gün yüzüne çıkarılması için başka yere taşınması planlanıyor.

 

Sulusaray  Belediye Başkanı Halil Demirkol, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sebastapolis antik kentinin ilçe merkezinde yer aldığını söyledi.

 

Antik kentin 3 medeniyete ev sahipliği yaptığını belirten Demirkol, "Antik kentte 22 sene aradan sonra 2013 yılında kazı çalışmaları başladı, 3 yıldır devam ediyor. Bu sene 10 evimiz kamulaştırılacak. Kazı çalışması bu sene de sürecek. Kültür ve Turizm Bakanlığımıza verdiği desteklerden dolayı teşekkür ediyoruz. Bakanlığımızdan kazı için ek ödenek bekliyoruz. İl Özel İdaremiz de kazı çalışmalarına destek oluyor, çok teşekkür ediyorum" dedi. 

 

Sebastapolis antik kentinin gün yüzüne çıkarılması için çalışmalar yaptıklarını dile getiren Demirkol, şunları söyledi:

"Antik kentimiz üzerinde bulunan ilçemizi, Tokat karayolunda TOKİ'ye ayrılmış, ilçe girişindeki 500 dönümlük alana taşımak istiyoruz. TOKİ'nin tarihi değerleri göz önüne alarak buraya yapacağı evlere vatandaşlarımız taşınacak. Şu anda evlerin altında bulunan tarihin bir an önce gün yüzüne çıkarılması için evlerin kamulaştırılması lazım. Kamulaştırmanın yavaş ve pahalı olması nedeniyle yerleşim yerini taşımayı düşünüyoruz. Sebastapolis antik kentini gün yüzüne çıkarmak için ilçemizi buradan başka bir bölgeye taşıyacağız."

 

Demirkol, antik kentin üzerinde çok sayıda ev bulunduğunu, bu evlerin bir an önce boşaltılması ve TOKİ tarafından 500 dönümlük alana kültürel dokuya uygun evler yapılması gerektiğini ifade ederek, "Başkanlık dönemimizde ilçemizi buraya (yeni yere) taşımak istiyoruz. TOKİ'nin ev yapacağı bölgeyle ilgili her türlü çalışma yapılmış" dedi.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz ise Sebastapolis antik kentinin Tokat için önemli olduğunu belirterek, "1990'lı yıllarda burada kazı çalışmaları yapılmış. Yalnız kazı çalışmaları bazı nedenlerle durmuş. 22 yıl aradan sonra 3 yıl önce kazı çalışması yapıldı, 3 senedir de sürüyor. Gaziosmanpaşa Üniversitemiz ve Müze Müdürlüğümüzün iş birliğinde, Kültür ve Turizm Bakanlığımız ve İl Özel İradesi'nin destekleriyle kazı çalışmalarımız yapılıyor. Üniversitemizin bu kazı çalışmasına sahip çıkması önemli. Çok uzun soluklu bir kazı. Buranın gün yüzüne çıkması 30-40 yıl sürebilir" şeklinde konuştu.

 

İlçenin yerleşim yerinin Sebastapolis antik kentinin üzerinde bulunduğuna işaret eden Akyüz, şunları kaydetti:

"İlçemizdeki evler kazı alanı üzerinde. Bu zamana kadar ciddi kamulaştırma çalışmaları yaptık, kamulaştırma çalışmalarımız sürüyor. Valimiz Cevdet Can, Sebastapolis Antik Kenti'ne önem veriyor. İngiltere kraliyet tahtının varisi olan Galler Prensi Charles Philip Arthur George, 1990'lı yıllarda burayı ziyaret etmiş. Valimiz Prens Charles'a mektup yazarak Tokat'a davet etti. Burası Efes kadar da olabilir, Efes'ten büyük de olabilir. Buranın zengin bir şehir olduğu da düşünülüyor çünkü eskiden zenginlerin yaşadıkları yerlerin yakınlarında kaplıca bulunuyormuş. Buranın da yakınlarında kaplıca var. İlçenin komple oradan taşınıp, oranın bir kazı alanına dönüştürülmesi lazım."

 

- Sebastapolis Antik Kenti

Tokat kent merkezine 69 kilometre uzaklıktaki Sulusaray'da bulunan ve kuruluşu kesin olarak bilinmeyen Sebastapolis antik kentinin, bazı kaynaklarda, milattan önce 1. yüzyılda kurulduğu belirtiliyor.

 

Roma İmparatoru Trajan zamanında, milattan sonra 98-117 yıllarında, Pontus Galatius ve Polemoniacus eyaletlerinden ayrılarak Cappadocia (Kapadokya) eyaletine dahil edildiği kaydedilen antik kentin, o dönem geçiş yolları üzerinde bulunması ve günümüzde de kullanılan termal kaynaklar sayesinde 2 bin yıl kadar önce Karadeniz'in en büyük 5 şehrinden biri olduğu anlatılıyor.

 

Roma İmparatorluğu döneminde çok az şehrin sahip olduğu zenginliğin bir göstergesi olarak para basma yetkisine sahip olduğu ifade edilen Sebastapolis'in, büyük savaşlar, yıkımlar, afetler ve geçiş yollarının değişmesi sonucu eski önemini kaybettiği, zamanla unutulduğu kaydediliyor.

Radikal, Haber: Ekber Türkoğlu, 16.03.2015

İZMİR'İN 3 BİN 500 YILI BURADA

 

 

Yeşilova Höyüğü Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, İzmir'in tarihini 8 bin 500 yıl eskiye götüren Yeşilova Höyüğü'nün tesadüfler üzerine ortaya çıkarıldığını söyledi. 2002 yılında bölgede çalışma yaptıklarını, 2003 yılında İzmir Arkeoloji Müzesi'nden "Buca'daki bazı parklarda tarihi bulgular görüldüğü" yönünde ihbar geldiğini belirterek, "Buca'daki parklardaki araştırmada buradaki toprağın Bornova Yeşilova'daki boş bir alandan çekildiğini öğrendik. Yıllarca belediyeler boş bir alan olduğu için buradan toprak alarak, park, bahçe ve diğer işlerde kullanmışlar. Ardından çıkan molozları buraya yığmışlar. Buca'daki parkta yaptığımız ilk incelemede bulunan malzemelerin neolitik döneme ait olduğunu gördük" dedi.

'İş makinaları çalışıyordu'

Yeşilova'ya gittiklerinde iş makinalarının çalıştığını gördüğünü söyleyen Derin, kum çekilen alanda yaptığı incelemede toprağın 1-2 metre altında bir çok buluntu elde ettiklerini açıkladı. Bunun üzerine toprak çekme ve kazma çalışmalarını durdurduklarını ifade eden Derin, "Toprağın içindeki bulgulardan 8 bin yıl öncesine giden eserler olduğunu gördük. İlk buluntuların çıktığı alanı Bornova ve İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından meclis kararları çıkararak sadece araştırma ve sergileme alanı olarak tescillettirdik. 2005 yılında da kurtarma çalışması başlattık. Bu kadar derinden bulgu elde edeceğimizi biz de tahmin etmiyorduk" dedi.

Daha da eskiye gidebilir

O zamana kadar Bayraklı'da kazılar olduğunu hatirlatan Kazı Heyeti Başkanı Zafer Derin, "Otobüslerin arkasında '5 bin yıllık İzmir' yazardı. Bölgenin önemini biliyorduk. Burasının mutlaka araştırılıp bulunması gerekiyordu. 'Bunlar döküntüdür, şans eseri gelmiştir' diyenler bile oldu. Biz yine de yılmadık ve burada bir şey olduğu düşüncesiyle çalışmalarımıza devam ettik. 'Kent içinde bir şey kaybedersek, sonsuza kadar kaybederiz' diye düşündük. Ellerimizle, emeklerimizle tarihi değiştirdik. Bu buluntulardan sonra Ege Üniversitesi rektörü gelerek inceleme yaptı ve bize yemek yardımı başlattı. Ardından İzmir Büyükşehir Belediyesi duydu bizi. Kendilerine durumu anlattım. 'Yeni tarihimizi ilan edelim' dediler. Törenle kentin tarihinin 8 bin öncesine gittiğini açıkladık. Bir yıl sonra 500 yıl daha eskiye gittik ve oldu 8 bin 500 yıl. Belki bulacağımız yeni bulgularla bu tarihi daha da eskiye götüreceğiz" diye konuştu.


Banka kredisiyle tarihi değiştirdiler

İlk günlerde birçok olumsuz eleştiri aldıklarını anlatan Zafer Derin, "8 bin yıllık tarih toprağın altında 'biz buradayız, çıkarın' der gibi bağırıyordu. İlk çalışmaya başladığımızda elimizde ne işçimiz ne de ekipmanımız vardı. Benim başkanlığımda bir ekip kuruldu ve herkese 'bir kazı yapacağız ve hepimiz çalışacağız' dedim. Yemek ihtiyacımızı gidermek ve bazı işleri görmek için banka kredisi kullandım. Arkadaşlarımızın emeğiyle ilk kazmayı vurduk 15 kişiyle. Ellerimizle, emeğimizle yaşadığımız kentin tarihini değiştirdik" diye konuştu.

Yeni Asır, 16.03.2015

KÖMÜR İÇİN TARİHİ YAKACAKLAR

 

 

Kütahya Seyitömer Höyüğü kazıları 35 yıl sonra durdu. Anadolu Neolitik dönemin en önemli verilerinin elde edildiği arkeolojik kazılar, arkeolojik katmanların altındaki kömür rezerv alanına kurban ediliyor. Kömür havzası ve termik santral 2013 yılında Türkiye Kömür İşletmeleri’nden özelleştirilerek Çelikler Holding’e geçmişti. TKİ arkeolojik kazılara sponsor olurken Çelikler Holding kazılara sponsor olmayı kabul etmediği gibi höyüğün alındaki kömür rezervine de gözünü dikmiş durumda. Kazı Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen kazıların devam etmesi için şirkete adeta yalvarıyor. 20 binden fazla eser çıkaran kazı ekibi höyüğün son evresinin de bilim dünyasına kazandırmak istiyor.

 

KAZILAR 35 YIL ÖNCE BAŞLADI

Seyitömer Höyüğü’nde ilk kazılar 1989 yılında Eskişehir Müzesi tarafından başlatıldı. 1990 – 1995 yılları arasında kazılar Afyon Müze Müdürlüğü’nce sürdürüldü. 2006 yılından itibaren Dumlupınar Üniversitesi ile TKİ arasında imzalanan protokolle bilimsel kazılar Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığında devam etti. 2012 yılı sonunda TKİ’den özelleştirme ile kömür havzası ve Termik santral Çeliker Holding’e geçti. 2013 yılında arkeolojik kazılar aralıksız devam etti. Ancak 2014 yılı ile birlikte kazılar durdu. Çeliker Holding protokolü yenilemedi. Höyüğün altındaki kömür rezervlerine göz diken şirket arkeolojik kazıların sonlandırılmasını ve bir an önce kömürü çıkarmak istedi. Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı’na da baskı yapmaya başladı.

 

 

20 BİN ESER MÜZEYE TESLİM EDİLDİ

Seyitömer Höyüğü, antik dönemde Phrygia diye anılan bölgenin güneyinde, Batı ile İç Anadolu’yu birbirine bağlayan önemli bir yol ağı ve kesişme noktası üzerindedir. 150 x 140 metre ölçülerinde, 24 metre yüksekliğindeki höyüğün en üst katmanı Roma dönemine tarihlenir. İlk Tunç çağına kadar tarihlenebilen höyükten bu güne kadar yaklaşık 20 binden fazla eser müze envanterine kaydedilmiştir. Buradan çıkan eserlerle Dumlupınar Üniversitesin’de ilk üniversite müzesi oluşturuldu. Arkeoloji bilim dünyasının gözü kulağı bu kazıdan gelecek sonuçlara kitlenmişti. Kazıların durması diğer ülke bilim adamlarınca da şaşkınlıkla izleniyor. 

 

DÜNYANIN GÖZÜ BU KAZILARDA

Seyirömer Höyüğü’nde son yıllardaki kazılarda özellikle bölgenin Tunç Çağlarında Anadolu’daki yerinin anlaşılması, Anadolu ve Mezopotamya bölgesi ile olan siyasi, ticari ve sosyal ilişkilerini göstermesi açısından şaşırtıcı sonuçlar elde ediliyor. Roma döneminden başlayarak, ilk Tunç Çağı’na kadar kazılabilen ve devam etmesi gereken kazıların altındaki kömür rezervleri için feda edilmesi Anadolu arkeolojisi için büyük bir ihanet olarak nitelendiriliyor. Daha alt katmanlara inmek isteyen kazı ekibine kazı izninin ve TKİ’de olduğu gibi sponsorluk desteğinin sürmesi isteniyor. Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bilimsel kazıların devamı için şirketin özelleştirme şartlarına uygun davranmasını istemesi gerekiyor. Arkeolojik kazılar birkaç yıl içinde sonuçlandıktan sonra zaten kömür yine şirketin kullanımına terk edileceği belirtiliyor.

 


Radikal, Haber: Ömer Erbil, 16.03.2015

 

*****


KURTARMA KAZISINA 'PROTOKOL' ENGELİ

 

Geçmişi 5 bin yıl öncesine dayanan höyükte DPÜ tarafından 2006 yılından 2014'e kadar sürdürülen kazılar, bölgenin mülkiyetini elinde bulunduran özel kömür şirketiyle protokol imzalanamadığı için aksadı.

 

 

Kütahya merkeze bağlı Seyitömer beldesinde özel bir firmanın çalışma alanı içinde bulunan, Roma, Hellenistik, Akhaemenid, Orta ve Erken Tunç dönemlerini kapsayan 5 bin yıllık döneme ışık tutan ve altında 12 milyon ton kömür rezervi olduğu öngörülen höyükte kurtarma kazısının bu yılki bölümüne şirketle protokol yapılamadığından henüz başlanamadı.

 

Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Grubu Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, yaptığı açıklamada, 2006 yılından bu yana 9 sezondur bölgede çalıştıklarını söyledi.

 

Bugüne kadar yaklaşık 7 bin envanterlik, 20 bin etütlük eser ortaya çıkardıklarını belirten Bilgen, "Bunların bol ve değerli eserler olarak karşımıza çıkmasının nedeni, buraya verilen emek ve uzun soluklu çalışmaydı. Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) ile DPÜ arasında gerekleştirilen anlaşma gereği yürüttüğümüz çalışmalar geçen yıl aralık ayında sonuçlandı. Zaten 2013 yılında burasını Çelikler Holding, özelleştirilmesi sonucu devralmıştı. Kendileriyle son 1,5 yıldır çalıştık ancak TKİ ile protokol bittiği için yeniden çalışma şartlarını belirleyebilmemiz anlamında protokol imzalamamız gerekiyordu" diye konuştu.

 

 

Bilgen, bunun ön çalışmalarının yapıldığını, birkaç kez detaylarının görüşüldüğünü ve öneriler sunulduğunu ifade etti.

 

Henüz bir sonuç alamadıklarını ve protokolün imzalanamadığını anlatan Bilgen, şu bilgileri verdi:

"Aslında höyüğün genel özelliklerine bakarsak, höyükte Roma döneminden başlayıp MÖ 3 bine kadar inen 5 kültür katmanı keşfetmiştik. Senede 6 ay olmak üzere, son yıllarda 300 işçinin verdiği güçle yıllık ortalama 2 bin eser teslim etmeye başladık. Laboratuvar çalışmalarıyla desteklendiğinde bu sayının 2 bin 500'ü de bulduğu oldu. Seyitömer Höyüğü'ndeki çalışmalar, böyle bir ekip, böyle bir çalışma ve buluntu adediyle üst üste konulduğunda şu an dünyada eşine ender rastlanan büyük kazılardan ve ilklerden denilebilecek özelliklere sahip. Uluslararası yayınlarımız ve onlarca makalemizle burasını dünyaya tanıttık. Dünyadaki birçok bilim adamı bize her gün ya mail yoluyla ya da başka yollarla ulaşıyor ve ziyaret ediyor."

 

 "Çalışmalarımız 3 yılda bitecek"

Bilgen, işletmeyi devralan firmayla daha önce 3 sezon yaklaşık 550 kişiyle çalışma konusunda mutabık kaldıklarını belirtti.

 

Bu kişilerin 80'inin akademisyen ve öğrencilerden oluştuğuna değinen Bilgen, şunları kaydetti:

"Bu höyüğün koni kısmında yapılan kurtarma kazılarında sonuca ulaşabiliriz diye bir öngörüde bulunduk. Bu, bir çeşit taahhüt. Dolayısıyla bunu ilgili firma da uygun olarak karşıladı. Hatta her zaman mayısta başlayıp kasım ayında bitirdiğimiz sezonun, iklim şartlarının el vermesi halinde uzayabileceğini belirttik. Bilimsel anlamdaki dert ve hedeflerimizi özellikle bu höyüğün ilk evlerini de sonuç olarak görmek ve bunları bilim dünyasına katmak istiyoruz. Böylelikle bir kentin, kat kat milimetrik bütün katmanlarını bilgi ortamına aktardığımız bu koca höyüğün yaklaşık 5 bin yıllık bir tarihinin nasıl bir süreçten geçtiğini kayıt altına almak istiyoruz. Arkeoloji Bölümü olarak buraya devam etme şansımız olursa belki de dünyada hiç yapılmamış böylesine örnek bir çalışmanın bilimsel çalışmalarla gururunu yaşayacağız."

 

Nejat Bilgen, çalışmalara devam edilmesi halinde kazının 3 yıl sonra biteceğini ve höyüğün altındaki kömürün çıkarılmaya başlanabileceğini sözlerine ekledi.

Trt Türk, 17.03.2015

MAĞARA PROJESİ UNUTULDU MU?

 

 

Şanlıurfa’da 2013 yılında ise turizme kazandırılacağı söylenen 59 mağarada halen kabul edilmiş bir projenin olmadığı ortaya çıktı.

 

Şanlıurfa’da ‘KızılKoyun Projesi’ kapsamında 2012 yılında restore edileceği, 2013 yılında ise turizme kazandırılacağı söylenen 59 mağarada halen kabul edilmiş bir projenin olmadığı ortaya çıktı. Proje Fakıbaba’nın en büyük projeleri arasında yer alıyordu.

 

Şanlıurfa Belediyesi, 2012 yılında kentin tarihi dokusunun korunması amacıyla ‘Eski Urfa’ olarak adlandırılan Haleplibahçe ve Tılfındır Mahallesi’nde ‘Kızılkoyun Projesi’ başlatmıştı.Bu proje kapsamında bölgede istimlak edildikten sonra yıkılan 387 ev ve işyerinin altında ve duvarlarında çeşitli figürlerin ve kabartmalarınbulunduğu 59 mağaraya ulaşılmış, çalışmaların sonunda, Şanlıurfa’nın mağara turizmi açısından cazibe merkezine dönüşeceği söylenmişti.Ahmet Eşref Fakıbaba’nın başkanlık dönemi olan 2013 yılında turizme kazandırılacağı yönünde vaatlerde bulunulan proje, aradan iki yıl gibi bir süre geçmesine rağmen aynı şekilde durması akıllara “Kızılkoyun Projesi unutuldu mu” sorusunu getirdi.

 

GENCER: ORTADA KABUL EDİLMİŞ BİR PROJE YOK

Gazete İpekyol’a konuşan Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Seyfettin Gencer, “2012 yılında başlayan bir süreç var. Oranın üstündeki evler kamulaştırılmış. O bölgenin düzenlenmesi ile ilgili bir ihale yapılmış. Biz göreve başladıktan sonra oranın bir durum ve proje analizini yaptık” diyerek hangi aşamaya gelindiğini anlattı. Göreve başlar başlamaz Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nun bu projenin acilen durdurulması yoksa belediye hakkında suç duyurusunda bulunacağına dair bir yazı gönderdiğini kaydeden Gencer, “Bizde bunun üzerine o projeyi inceledik ve projenin kuruldan geçmediğini gördük” diye ifade etti.

 

‘İHALESİ ACELEYE GETİRİLMİŞ BİR PROJE’

“Seçim dönemine denk geldiğinden dolayı acele ihaleye çıkarıldığını düşünüyorum”diyen Gencer, şunları kaydetti: “Bu projeyi ne koruma kurulunun ne de müzenin kabul etme durumu yoktu. Çünkü o kaya mezarların o durumuna yakışacak bir proje onaylanmadan böyle ciddi arkeolojik park dediğimiz bir proje onaylanıp uygulamaya konması lazım.Biz kültür varlıklarından gelen yazı üzerine projeyi durdurduk ve alanı yeniden incelemeye başladık. Bizim orada yaptığımız yüzey taraması ile temizliği yaptık. Daha sonra altlarda müze ile beraber yaptığımız kazılarda altı adet yeni kaya mezar çıktı ve bunlarda Romadönemine ait tam kişi boyunda Roma asker heykellerine rastladık. Bunlarla birlikte açılmamış lahitler de bulduk.”

 

‘KAZI ÇALIŞMALARI DEVAM EDECEK’

Müze ile bir protokol yaptıklarını ifade eden Gencer, “Havaların düzelmesinin ardından kazı çalışmaları devam edecek. Orada hala gün yüzüne çıkmamış ve açılmadığını tahmin ettiğimiz kaya mezarları bekliyoruz. Tabi bu kazı çalışmalarına paralel proje çalışmalarına başlamışız. Ama herkesin bildiği gibi bu tür alanlarda kepçe ile kazı yapılamıyor.Şuanda orada 24 saat nöbet tutuluyor. Gündüz bir gece, iki kişi nöbet tutuyor. Emniyet ve zabıtaile de görüşmüşüz onlarda zaman zaman oraları kontrol altına almaya çalışıyor” şeklinde konuştu.

 

Gencer, son olarak şuanda ellerinde onaylı bir projenin olmadığını da sözlerine ekledi.

haberler.com, 15.03.2015

"MİRO'NUN KADINLARI, KUŞLARI VE YILDIZLARI" ÜLKESİNE UÇTU

 

Haberler hep bir sergi başlarken yapılır, ben bu kez güle güle demek istiyorum...

 

 

Altı ay rüzgar gibi geçmiş. Daha dün gibi Nazan Ölçer ve Sakıp Sabancı Müzesi ekibiyle sergi öncesi Joan Miro’yu daha iyi anlamak ve anlatabilmek için doğduğu, yaşamının son 27 yılını geçirdiği Mallorca adasındaki evini, atölyesini ziyaretimiz. Ve ilk gün biz kapıdan içeri girerken torununun evinde yapıtların İstanbul’a gitmek üzere yola çıkışına şahit oluşumuz.

 

Hafta içinde Nazan Ölçer’le tesadüfen karşılaştığımızda “Biliyor musun bugün Miro sergisinin son parçalarını da yolladık” dedi.

 

Sonra sergi üzerine biraz sohbet ettik.

 

Picasso, Dali, Rembrandt, Rodin, Monet, Joseph Beuys ve Öğrencileri, Anish Kapoor gibi güçlü sergilere imza atmasına rağmen doğrusunu söylemek gerekirse Barcelona’daki Miró Müzesi, Mallorca’daki aile koleksiyonu, evi ve atölyesini dolaştıktan sonra “İstanbul’da bu dünyayı yansıtmak nasıl olacak?” diye düşünmeden edememiş hatta Nazan Hanım’a işiniz yine çok zor demiştim.

 

 

Tabii ki kuşkularım yersiz çıktı. Bu kez de hiç hayal kırıklığına uğramadık. Nazan Ölçer ve Hüma Arslaner başta olmak üzere tüm SSM ekibi yine dört dörtlük bir sergiye imza attı.

 

Miró’nun dünyası olabildiğince derinlikli bir anlatımla yansıtıldı. Joan Miró, Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar  sergisini  22 Ekim 2014 -8 Mart 2015 tarihleri arasında 150 binin üzerinde kişi ziyaret etti.

 

Düşünsenize o 150 bin kişiden kaçı Barselona’ya, Mallorca’ya gidebilir? Günün birinde gitse bile kim bilir üzerinden kaç yıl geçer. Hem lisede hem üniversitede sanat tarihi dersinde okuduğumuz sanatçıların yapıtlarını görmeyi hayal bile edemezdik.

 

Gelenler ‘Joan Miró, Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar’ sergisi sayesinde 20’inci yüzyıla hayalleriyle damga vuran sanatçıyı resimlerinden heykellerine, seramiklerinden dokumalarına tüm yapıtlarıyla, belgeler, özel eşyalar, çalışma mekanlarından, dostlarından fotoğraflarla çok geniş bir yelpazede  sanatı kadar tüm insani yönleriyle de tanıdılar.

 

Torununun katılımıyla düzenlenen paneller, çocuklarla yapılan atölye çalışmaları, hazırlanan çocuk kitapları, film gösterimleri özellikle genç kuşağa 20. yüzyılın büyük sanatçısı Miró’ya bambaşka bir pencereden bakma fırsatı verdi. Ne diyelim, dileğimiz SSM’nin böylesi kapsamlı sergilerle bizleri buluşturması...

 


Radikal, Yazı: Müge Akgün, 15.03.2015

PROJE YERİNE TOPRAĞA GÖMDÜLER

 

 

Bodrum Gümüşlük’te 2500 yıllık tarihi mezarın üzerinin kapatılması bazı vatandaşların tepki göstermesine yol açarken, ortaya çıkan bir projenin değerlendirilmemiş olması ise bu vatandaşların kafasını iyice karıştırdı.






Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun çalışmalarının ardından 2 bin 500 yıllık mezarın toprakla kapatılması yerine, çelik ve basınca dayanıklı cam malzemelerle mezarın korunabileceği bir proje hazırlandığı, projenin çizimlerinin dahi yapıldığı, Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon ve Myndos kazı başkanında konuya sıcak baktığı öğrenilirken, Bodrum Su Altı Arkeoloji Müze Müdürlüğü’nün bu projeyi değerlendirmediği iddia edildi.






Yerel haber sitesindeki köşesinde durumu değerlendiren bir yazı yazan projenin sahibi Özay Kartal, tarihi mezarın kapatılmasının yanlış olduğunu belirttiği yazısına da “Bodrum’da IŞİD Zihniyeti” başlığını attı.

Hürriyet, 15.03.2015

IŞİD ÇALDIĞI TARİHİ ESERLERİ E-BAY'DA SATIYOR

 

 

Irak ve Suriye’de IŞİD’in yağmaladığı müzelerden çalınan bazı tarihi eserlerin Ebay internet sitesinde satışa çıkartıldığı ortaya çıktı.

 

Suriye’nin batısındaki Apamea antik kentinden iki sikkenin sitede 108 ve 85 dolara satıldığı görüldü.

İngiliz Times gazetesi tarihi eser satışının terör örgütü için önemli bir gelir kaynağı olduğunu belirtti ve IŞİD’in şimdiye dek yağmaladığı müzelerden çaldığı eserleri yasadışı yollardan satarak milyonlarca dolar gelir elde ettiğine inanıldığını söyledi.

IŞİD yönetiminin militanların buldukları eserleri satmasına izin verdiği ancak bu tip satışlardan elde edilen kişisel gelirleri vergiye tabi tuttuğu belirtildi. Örgütün vergi sistemi sayesinde tüm tarihi eser satışlarından önemli miktarda gelir elde ettiği açıklandı.

Uzmanlar, IŞİD’in satışa çıkardığı yüksek sayıdaki tarihi eser nedeniyle piyasanın doyduğunu ve Orta Doğu’ya ait tarihi eserlerin fiyatlarının düşmeye başladığını söyledi.

IŞİD militanlarının Suriye ve Irak’a ait tarihi eserleri kaçakçı rotalarını kullanarak Türkiye, Lübnan ve Ürdün’e götürdüğü de iddia edildi.

İngiliz basınına konuşan uzmanlar özellikle sikke gibi küçük parçaları  komşu ülkelere sokup piyasaya sürmenin IŞİD için kolay bir işlem olduğunu belirtti.

Ebay yetkilileri konu ile ilgili Times gazetesine yaptıkları açıklamada sorundan haberdar olduklarını ve yetkililerle birlikte çalıştıklarını söyledi.

Şirket sözcüsü “Yetkililerin önerileri dahilinde şüpheli bulunan ilanları siteden kaldırıyoruz, güvenlik güçlerinin araştırmalarına tam destek veriyoruz ve şüpheli bulduğumuz ilanları biz de araştırıyoruz” dedi.

Hürriyet, 15.03.2015

HİTLER'İN EVİNE MÜZE, EVSAHİBİNE TAKILDI

 

 

Avusturya hükümetinin Adolf Hitler'in doğduğu evi müzeye çevirme planları ev için aldığı 4 bin 800 euro kiradan vazgeçmeyen ev sahibinin inadına takıldı.

 

Nazi Almanyası'nın lideri Adolf Hitler'in, Avusturya'da doğduğu evi bir müzeye çevirme planları, ev sahibesinin "uzlaşmaz" tavrına takıldı. Avusturya'nın kuzeyindeki Braunau kasabasında bulunan evin sahibi Gerlinde Pommer, hükümetin tüm çabalarına rağmen evi satmamakta diretiyor. Devletten aldığı 4 bin 800 euroluk kira bedelinden vazgeçmek istemeyen kadın, ev üzerinde değişiklik yapılmasına da izin vermiyor. 1889 yılında Hitler'in dünyaya geldiği ev, 1912'den beri Pommer ailesinin elinde. Pommer'lerin evden ettiği kar da bir hayli yüksek. 1930'larda Hitler'in yükselişiyle birlikte, Nazizm taraftarları, liderlerinin doğduğu bu eve ziyaretler düzenlemeye başlamış.

2011'DEN BERİ BOŞ DURUYOR
Almanya'nın 1938'de Avusturya'yı ilhakının ardından ev astronomik bir fiyatla Nazi partisine satılmış. Daha sonra Avusturya hükümeti evi Pommer'lere iade etmiş. Ev, Neo-Nazilerin ziyaret noktası haline gelmesin diye de neredeyse hiç boş bırakılmamış. 1971'de hükümet tarafından kiralanan ev, zaman içinde okul, banka ve kütüphane olarak kullanılmış. Son olarak 2011'de bir vakıf tarafından boşaltılan ev o tarihten beri terk edilmiş halde... 44 yıldır kendisine ödenen kirayı cebine koyan Pommer, kullanmadığı bu evi satmadığı için hükümetin son planı olan 'Sorumluluk Müzesi' projesi de suya düşmüş gibi görünüyor.

Sabah, 15.03.2015

SİRKECİ DEĞİŞİYOR

 

 

Tarihi yarımadanın çehresi değişiyor. Banliyo trenlerinin kaldırılmasıyla, Unkapanı-Yedikule arasındaki sahil şeridi 5 yıldır üzerinde çalışılan proje çerçevesinde yeniden şekillenecek. Gar müze olacak.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nin salı günkü oturumunda Sirkeci Garı içinde bulunan tarihi binaların TCDD’den 49 yıllığına bedelsiz olarak İBB’ye devredilmesi konusunda çalışmalar başlatılması kararı çıktı. Bu kararla TCDD ile protokol yapma imzası Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a verildi. Gelişmeler üzerine start alan 124 bin metrekare alanlık ‘Sirkeci Çevre Düzenleme Projesi’ kapsamında, Sirkeci Garı içerisinde bulunan binalar İstanbul Kent Müzesi ve İstanbul Demiryolu Müzesi olacak. İşletme Müdürlüğü ve Tedarik Bölge Müdürlüğü gibi ofis binaları ise butik otel olacak.

Trafik yeraltına inecek
 Sirkeci’deki trafik yerin altına alınıp, Sirkeci Garı’nın bulunduğu alan denize kadar birleşip içinde kültür ve sanat faaliyetlerinin yapıldığı park alanına çevrilecek. Avrupa’dan gelecek nostaljik Orient Express treni için sur içinde kalan bölümde iki ray hattı korunacak. Tren hattı sur dışında Marmaray’la birlikte üçe çıkacak. Sirkeci Çevre Düzenleme Projesi, Unkapanı Köprüsü’nden Sarayburnu’na kadar olan sahil yolunun yayalaştırılmasını da içeriyor. Böylelikle sahil yolu araç trafiği tamamen yeraltı tüneline alınıp tüm bölge yayalaştırılacak. Acil durumlar için de servis yolu bırakılacak. Proje, bölgenin “negatif araç-yaya yoğunluğunu, ihtiyaç fazlası atıl alanları, araç otopark yetersizliğini ve tarihi yapıların işlev sorunları” çözmeyi amaçlıyor.

 

Eski hatta bisiklet yolu

Yedikule’den Sirkeci’ye uzanan sur hattı boyunca bisiklet yolu, yürüyüş parkuru, dinlenme ve yaşam alanları oluşturulacak. En yoğun nüfusun olduğu Yedikule, Kocamustafapaşa ve Fındıkzade’de yaşayanlar, eski tren hattını, bisiklet yolu ve yürüyüş parkuru olarak kullanacak. Eski istasyonlar kafeterya olacak.

 

Surdibi daha güvenli olacak

ABD vatandaşı Sarai Sierra’nın öldürüldüğü surdibi insanların geçiş mekanları olacak. Tarihi Yarımada’nın entegre projesi, Yedikule zindanları ve kara surlarını, yeni yaşam alanlarıyla Sultanahmet ve Sirkeci’ye bağlayacak.

 

CHP’den ret oyu

CHP grubu adına söz alan Hüseyin Sağ, Sirkeci ve Haydarpaşa garlarının İBB’ye devrine karşı çıkarak protokolün, “Söz konusu binaların İBB’ye devredildikten sonra üçüncü kişilere devredilip devredilmeyeceğine dair açıklık getirmediğini” dile getirdi. Konuyu yargıya taşıyacaklarını ifade eden Sağ, karara katılmama gerekçelerini şöyle ifade etti: “Tarihi gar TCDD tarafından kullanılması gerekirken, arkadan dolanıp İBB’ye devredildi. İBB’den Kültür AŞ’ye, oradan da BELTUR üzerinden kendi yandaşlarınıza vereceksiniz. Biz ne kadar serzenişte bulunursak bulunalım, ne kadar yargıya taşırsak taşıyalım sonuç değişmeyecek.”

 

Boğaz manzaralı dükkan projesi

Denizin üzerinde padişahların isimleri verilecek Yavuz, Çelebi, Kanuni, Beyazıt ve Fatih burunları seyir terası olarak kullanılacak. 4 bin 500 metrekareye yayılacak ticari alanlar, Boğaz manzaralı ve tek katlı olacağı için siluet bozulmayacak. Kotun altında hediyelik eşya dükkanları olacak.

 

Tarihi gar müze olacak

2’nci Abdülhamit döneminde yapılan 125 yıllık Sirkeci Garı şehir müzesine dönüştürülecek. Gara ait ofis binaları butik otel olacak. Kullanılmayacak raylı sistem kaldırılıp sadece nostaljik Orient Express için iki hat korunacak.

 

Harem iskelesi kalkacak

Lastik tekerlekli tüp geçiş projesi hayata getirildikten sonra Sirkeci-Harem iskelesi kaldırılacak.

Tünelin üstündeki açık alanda üniversite etkinlik alanı, ülkeler tanıtım alanı ile Padişahlar Meydanı da yer alıyor.

 

Denize kazık çakılarak oluşturulan platform üzerinde, 5 bin 300 metrekarelik ‘Konser Adası’ inşa edilecek. Yeraltına da otopark yapılacak.

Hürriyet, 15.03.2015

KOLEZYUM'DA SELFİE ÇEKMEK YASAKLANDI

 

İtalya'nın başkenti Roma'nın en önemli simgelerinden biri olan Kolezyum'da selfie çubuğuna yasak getirildi.

 

Günde 16 bin ziyaretçiyi ağırlayan 2 bin yıllık tarihi yapının, selfie çubuğu nedeniyle, zarar görmesinden endişe ediliyor.

 

Kısa süre önce, Kolezyum’un duvarlarına  isimlerinin baş harflerini yazıp, selfie çubuğu ile fotoğraf çeken iki Amerikalı tutuklanmıştı.

 

'Selfie çubuğu', Amerika'daki Modern Sanatlar Müzesi, İngiltere'deki Ulusal Galeri ve Fransa'daki Versay Sarayı'nda da yasak..

ensonhaber.com, 14.03.2015

TABLODAN PİNPON MASASI YAPMIŞLAR

 

 

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun geçen hafta düzenlenen müzayedede 1 milyon 830 bin TL’ye satılan “İstanbul” adlı tablosunun pinpon masası olarak kullanılıp belki de kaybedilmesinin son anda önlendiği öğrenildi.

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Aydın Ayan, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun lüks bir otelin duvarı için 1955’te yaptığı “İstanbul” adlı tablonun, otel konsept değiştirince kaldırılmak istendiğini, tabloyu almaya gittiklerinde ise tablonun ikiye kesilerek pinpon masası haline getirildiğini gördüklerini söyledi.

 

Prof. Ayan’ın anIattıkları, Türkiye’de sanat eserlerinin kaderine ilişkin vahim durumu bir kez daha gözler önüne serdi.

 

ATO Congresium Kongre ve Sergi Salonu’nda düzenlenen ARTANKARA Çağdaş Sanat Fuarı kapsamında “Anılarla Bedri Rahmi Eyüboğlu” konulu bir konferans veren Prof. Aydın Ayan, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun son dönem öğrencilerinden olduğunu belirterek, Eyüboğlu’nun eserleri ve yaşamı hakkında açıklamalarda bulundu.

 

Eyüboğlu hakkında bir kitap hazırladığını ve 3-4 ay içinde tamamlamayı planladığını kaydeden Prof. Ayan, Antik AŞ tarafından mart ayı başında düzenlenen müzayede, 800 bin TL başlangıç bedeli ile satışa çıkarılıp 1 milyon 830 bin liraya satılan ‘’İstanbul’’ adlı tablo hakkında şu ilginç bilgiyi verdi:

“Bu tablo, sipariş üzerine lüks bir otel için 1955’te yapıldı. Yıllar sonra otel konsept değiştirince gelip tabloyu almamız istendi. İşlerimizin yoğunluğu nedeniyle tabloyu almaya 10-15 gün gecikme ile gittik. Gittiğimizde tablonun yerinden söküldüğünü, ikiye bölündüğünü, hatta pinpon masası haline getirilerek kullanıldığını gördük. Alıp atölyeye getirdik. Uzunca bir süre atölyede bir köşede bekledi. Sonra birleştirilerek eski haline getirildi. Bu tablo, geçen hafta düzenlenen müzayedede 1 milyon 830 bin liraya satılan tablodur.”

 

Prof Ayan, daha sonra yaptığı açıklamada, otel ve şirket adı vermekten özellikle kaçındığını, bunun o dönemdeki otel yönetimi ile ilgili bir durum olduğunu düşündüğünü söyledi.

 

Geçen hafta düzenlenen müzayede de, 191x335 cm boyutlarındaki eser, 800 bin TL başlangıç fiyatı ile satışa çıkarılmış, 1 milyon 830 bin liraya alıcı bulmuştu.

Cumhuriyet, Haber: Fatma Orhan, 14.03.2015

BÜYÜKŞEHİR, ROMA TİYATROSUNA EL ATTI

 

 

Bursa şehir merkezinde restore edilmeyen tarihi eser bırakmayan Büyükşehir Belediyesi, Romalılar’ın sahne anlamında Marmara Bölgesi’ndeki tek eseri olan ve İznik’te bulunan 2000 yıllık amfi tiyatroyu ayağa kaldırmak için çalışma başlattı. Tiyatronun restore edilmesine yönelik protokolün bakanlığa gittiğini açıklayan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, “İnşallah burası birkaç yıl içinde tüm güzelliğiyle ortaya çıkacak. Turizmin nabzının attığı, sanatsal faaliyetlerin yapıldığı ender mekanlardan biri olacak” dedi.

 

Başkan Altepe, İznik’teki temasları kapsamında, Roma döneminde yapılan ve ilçenin en önemli ziynetleri arasında yer alan amfi tiyatro alanını da ziyaret etti. Başkan Altepe’ye ziyaretinde İznik Belediye Başkanı Osman Sargın ile Kaymakam Hüseyin Karameşe de eşlik etti.

2000 yıllık nadide eser
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, İznik’te birçok medeniyete ait izlerin bulunduğunu ifade etti. Sadece Osmanlı ve İslam medeniyeti değil Hristiyan dünyası için de önemli olan birçok tarihi değerin ilçe toprakları içerisinde yer aldığını kaydeden Başkan Altepe, onlardan birinin de 2000 yıllık amfi Roma tiyatrosu olduğunu ifade etti. Tiyatronun düz alana kurulan, Roma dönemine ait tek örnek olduğunu vurgulayan Başkan Altepe, “Bu eser, 2000 yıldır ayakta. Yaklaşık 50 yıldır, kazılarla buradaki tarihi zenginlik ortaya çıkartılmaya çalışılıyor. Fakat ödenek yetersizliği nedeniyle bir türlü istenilen ivme yakalanamadı. Şimdiden sonra Büyükşehir var. Gerekli protokollerimizi yaptık. İnşallah kısa zamanda amfi tiyatro üzerinde çalışmaları başlatacağız” diye konuştu.

 

Çalışmalar başlıyor
Bursa’da restore edilmedik tarihi eser bırakmadıklarını, ayağa kaldırılan eserlerin yeniden işlevsellik kazandığını hatırlatan Başkan Altepe, sıranın İznik’te olduğunu dile getirdi. Kültür Bakanlığı’yla amfi tiyatro üzerinde yaptıkları protokolün işleme alındığını, kısa bir süre sonra amfi tiyatroda kazı ve restorasyon çalışmalarının Büyükşehir Belediyesi ekipleri tarafından başlatılacağını belirten Başkan Altepe, “Burası, hem Bursa hem de İznik tarihi açısından çok önemli. Yıllardır konuşulan amfi tiyatro, inşallah bu dönemde tüm güzelliğiyle ortaya çıkacak. Turizmin nabzının attığı, sanatsal faaliyetlerin yapıldığı güzel bir merkez olacak” şeklinde konuştu.

 

Başkan Altepe’ye teşekkür
İznik Belediye Başkanı Osman Sargın ise, temelleri Bitinya döneminde atılan tiyatronun Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle yeniden ayağa kalkacağını belirtti. Sargın, gösterdiği hassasiyet nedeniyle Başkan Altepe’ye teşekkür etti.

 

İznik Kaymakamı Hüseyin Karameşe de, amfi tiyatronun 4 medeniyete merkez olmuş İznik’in en önemli tarihi değerleri arasında yer aldığını ifade etti. Marmara Bölgesi’nde Romalılara ait başka bir tiyatronun bulunmadığını anlatan Karameşe, “Bakanlıkla Büyükşehir arasında protokol yapıldı. Artık burası da sayın başkanımızın desteğiyle yeniden belirecek. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum” açıklamasında bulundu.

Bursa Büyükşehir Belediyesi, 14.03.2015

ÜNİVERSİTE MİRO'LU AFİŞ VAKASIYLA ÇALKALANIYOR

 

İstanbul Üniversitesi (İÜ), Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Kulübü’nün, bir panelin duyurusu için hazırladığı afiş vakasını konuşuyor. İÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Kulübü, “Sanat Tarihi Merceğinden Güzellik Tarihi” başlıklı panelin duyurusu için bir afiş hazırladı. Afişte, 16’ncı yüzyıl sanatçılarından İtalyan ressam Tiziano Vecellio’nun “Amor Sacro e Amor Profano” (Kutsal Aşk ve Beşeri Aşk) adlı resmi kullanıldı. Kulüp üyesi iki öğrenci, afişi fakülte genel sekreterine götürdü. Ancak fakülte sekreteri, afişi “müstehcen” bulup onay vermedi. Sekreter, afişteki çıplak kadının kapatılmasını veya yeni bir afiş hazırlamalarını istedi.

 

‘AFİŞE SANSÜR UYGULANDI’

Kulüp, sosyal medya hesabından yaşanan olayı duyurdu ve seminer afişine fakülte sekreterliği tarafından “sansür” uyguladığını bildirdi. Bunun üzerine kendi aralarında bir toplantı düzenleyen kulüp üyesi öğrenciler, yeni bir afiş hazırladı. Yeni afişte, bu defa sanatçı Joan Miro Ferra’nın kadının cinsel organını tasvir ettiği soyut resmi kullanıldı. Öğrenciler, yeni afişi fakülte sekreterine götürdü. Afişi inceleyen sekreter, iddiaya göre, tasvir edilen kavramı bilmediği için imzalayıp onay verdi.

 

SOYUT RESMİ ONAYLADI

İsmini vermek istemeyen kulüp üyesi bir öğrenci, üniversiteyi çalkalayan vaka için şunları söyledi: “A. Hanım’ın bu şahsi tutumudur. Sekreterliğin genel olarak böyle bir tavrı yok. İlk afişte kadın vücudunun üst kısmının çıplak olduğunu görünce, gayri ihtiyari, ‘Ay bu ne, kapat. Böyle afiş mi olur çocuklar? Bizi topa tutturacaksınız’ dedi. Arkadaşlarımız da kullanılan resmin bir sanat eseri olduğu için kapatmalarının doğru olmadığını söyledi. Biz de biraz ironik, biraz da sanat tarihçisi gibi cevap vermek istedik ve görseli değiştirdik. Yeni afişte Joan Miro’nun bir resmini koyduk. Soyut resimde Miro, ‘kadının cinsel organı’nı vurgulamıştır. Ama bunu kim görüyor? Kimse... A. Hanım da görmediği için imzaladı.”

Habertürk, Haber: Ceylan Sever, 13.03.2015

ÇATALHÖYÜK KAZI ÇALIŞMALARINDA SONA YAKLAŞILIYOR

 

 

Konya`nın Çumra İlçesi`ndeki 9 bin yıllık neolitik yerleşim yeri Çatalhöyük`teki kazı çalışmalarında sona yaklaşılıyor. Kazı başkanı Stanford Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Ian Hodder, 2014 yılına ait kazı çalışma raporunda, "Hızlanarak ve çapı genişletilerek devam edilen kazılar, 9000 yıllık binaların yapısını ve tarihçesini anlamamız açısından oldukça verimli olmuştur" dedi.


Çatalhöyük`ün 1958 yılında arkeolog James Mellaart tarafından keşfedilmesinin ardından kazılar, 1961- 1963 ve 1965 yıllarında yapıldı. Verilen aranın ardından 1993 yılında yeniden başlayan kazı çalışmaları Stanford Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Ian Hodder başkanlığında yürütülüyor. Geçtiğimiz sezon Haziran ayında başlayıp Ağustos ayında sona eren Çatalhöyük kazı çalışmaları ile ilgili hazırlanan ve `www.catalhoyuk.com` adlı internet sitesinde yayınlanan 2014 yılı kazı raporunda yapılan çalışmalarla ilgili bilgi veren Kazı Başkanı Prof.Dr. Ian Hodder, Çatalhöyük kazılarının küçük hassas dişçi aletleri ve fırçalarla oldukça yavaş ve zahmetli olmalarıyla ünlü olduğunu söyledi.


2014 yılı kazı sezonunda bir grup arkeologun bu yöntemle kazmaya devam ettiğine dikkat çeken Prof.Dr. Hodder, "Bir başka grup sezonu kazma, kürek ve el arabalarıyla toz bulutunun içinde, kazı evine gün bitiminde kan ter içinde dönerek geçirdi. Çatalhöyük Araştırma Projesi, arazi çalışmalarının son yıllarına yaklaştığı için bu sezon hızını arttırmıştır. Ayrıca, binaların tüm katmanlardaki özelliklerini ortaya çıkartabilmek daha derin seviyelerdeki binalara inmeyi hedeflemektedir. Hızlanarak ve çapı genişletilerek devam edilen kazılar, 9000 yıllık binaların yapısını ve tarihçesini anlamamız açısından oldukça verimli olmuştur" dedi.






FARKLI BİR BİNAYA ULAŞILDI
Bu yıl yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan diğer binalardan farklı bir binaya ulaştıklarını da dile getiren Prof.Dr. Ian Hodder, şunları söyledi:
"Daha önceleri geçmiş kazılardaki verilerin de etkisiyle, geç dönem binaların bir önceki binanın hemen üzerine yapıldığı düşüncesi hakimdi. Binaların farklı seviyelerde devamlılığı, üst üste yeniden inşa edilmesi ve yerleşimde yaşayan nesiller projenin ilgilendiği önemli konulardır. Ancak, 77 olarak adlandırdığımız bina kazıları sonucunda yeni bir bilgiye ulaştık. Bu binadan önce gelen yapı aynı büyüklükte ya da şekilde değildi. Bunun yerine çok büyük, bina 77’nin 2 katı genişliğinde ve benzeri görülmemiş kalınlıkta duvarları olan bir binaya ulaştık. Bulduğumuz binanın duvarları tüm diğer duvarlara nazaran daha kalın. 2015 kazı sezonunda yapının büyüklüğünün özel bir amaç gösterip göstermediğini anlamak için yapının tamamını ortaya çıkartmayı planlamaktayız."


SIRADIŞI BİR RESİM ORTAYA ÇIKARILDI
Çatalhöyük’teki neredeyse tüm binaların kullanım süreleri boyunca çeşitli şekillerde duvarlarının boyandığı bilgisine de ulaştıklarını dile getiren Prof.Dr. Hodder, rapor ilgili değerlendirmesinde şu bilgilere yer verdi:
"Çoğunlukla bu boyalar ve resimler kısa bir süre sonra yeni bir kat duvar sıvasının altında kalmaktaydı. Kazı çalışmalarında bina 119’un kuzeydoğu köşesinde sıra dışı bir resmi ortaya çıkardık. Düz sıva üzerine boyanarak yapılmaktansa duvar önce oyulmuş ve sonradan boyanmıştır. Bu oyulma olarak görülen bezemeler önceden bulunmuş olsa bile, ilk defa oyulanın ve boyanın bir arada kullanıldığı ilk duvar resmi budur."

 


haber48.com, 13.03.2015

PAKİSTAN'DA BUDİSTLERE AİT 2 BİN YILLIK ESERLER BULUNDU

 

 

Pakistan’da bulunan Bhamala Budist Arkeoloji Alanı’nda 2000 yıl öncesine tarihlenen buluntular ortaya çıkartıldı. The Express Tribune’nun haberine göre alanda yapılan kazılarda 500’den fazla terakota eser, alçıdan yapılmış heykel, mimari kalıntı, bakır paralar, demir çiviler ve Kuşan dönemine ait paralar ortaya çıkartıldı. Çıkartılan eserler üzerindeki analizlerin halen devam etmesinden dolayı sonuçların daha eski bir tarihi de gösterebileceğini belirten uzmanlar, kilden yapılmış Buda başı heykeli gibi yeni ortaya çıkartılan eserlerin MS 3.yüzyıl’a ait olabileceğini düşünüyorlar.

 

 

Hazara Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Dr. Abdul Samad’ a göre Bhamala’daki kazılarda ortaya çıkartılan en göze çarpan buluntu 14 metre uzunluğundaki Buda’nın Ölümü (Maha Puri Nirvana) heykeli. Bu heykel Gandhara uygarlığında ölümü gösteren heykeller arasındaki en büyük heykel olarak biliniyor.

arkeolojihaber.net, Kaynak: pakistanherald.com, 12.03.2015

RESTORASYON KREDİSİNDE LİMİT DEĞİŞTİ

 

TOKİ tarafından sağlanan restorasyon kredisinde üst limit 140.000 liraya yükseltildi.

 

Restorasyon kredisi için başvuru tarihlerini açıklayan Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanlığı, kültür varlıklarının restorasyonuna katkı sağlamak için sağladığı restorasyon kredisinde üst limitin 140.000 liraya yükseltildiğini bildirdi.

 

TOKİ Başkanı Ergün Turan tarafından yapılan açıklamaya göre, 2005 yılında İdare tarafından başlatılan restorasyon kredisi uygulaması kapsamında bugüne kadar 588 restorasyon projesi için 52 milyon 834 bin 860 lira tahsis edilmiş olup toplamda 386 taşınmaz kültür varlığının restorasyonu tamamlandı.

 

2005 ve 2006 yıllarında üst limiti 75 bin lira  olan restorasyon kredisinde üst limit 2010'da 80 bin, 2011'de 90 bin, 2012'de 105 bin, 2013'te 115 bin, 2014'te ise 125 bin lira olarak belirlenirken 2015 yılında ise 140 bin liraya yükseltildi.

 

TOKİ, 2015 yılı restorasyon kredisi başvurularını 1-30 Nisan'da kabul edecek olup her bir proje için keşif özetinin yüzde 70'ine kadar ve 140 bin lira üst limitli olmak şartıyla kredi sağlıyor.

 

BAŞVURULAR 1 NİSAN'DA

İdare, 2015 yılı restorasyon kredisi başvurularını 1-30 Nisan'da kabul edecek. Her bir proje için keşif özetinin yüzde 70'ine kadar ve en fazla 140 bin lira olmak üzere kredi kullandırılabilecek.

 

Restorasyon kredisi için yapılacak müracaatlarda, özel mülkiyetteki yapıların, kültür ve tabiat varlıkları kurullarınca alınmış "tescil" kararı, onaylı rölöve ve restorasyon projelerinin bulunması gerekiyor.

 

KENT DOKUSUNUN İYİLEŞTİRİLMESİNE ÖNCELİK

Kredilerde özelikle tarihi kent dokularını iyileştirilmesine yönelik olan ve yerel yönetimlerin öncülüğündeki projelere öncelik verilecek. Bakım, onarım ve restorasyon işlemleri yapılacak taşınmaz kültür varlığının, mimari ve kültürel değeri, fiziki durumu, bulunduğu çevrenin özellikleri ve kullanım amacı göz önünde bulundurulacak.

 

Taşınmaz kültür varlığının bakımı, onarımı ve restorasyonu için yapılacak işlemlerin, yapının kültür varlığı niteliğinin devamını sağlaması, gerekirse sağlıklaştırılması ve işlev kazandırılması amacına yönelik olması zorunluğu bulunuyor.

 

TOKİ'nin bugüne kadar kredilendirdiği projeler, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Eskişehir, Gaziantep, Hatay, Amasya, Bartın, Çanakkale, Elazığ, Erzurum, Muğla, Mardin, Uşak, Kastamonu, Tokat, Trabzon, Giresun, Edirne, Isparta, Tekirdağ, Şanlıurfa ve Artvin illeri, Safranbolu, Kalecik, Bergama, Ürgüp, Taraklı, Bolaman, Bandırma, Ayvalık, Milas, Ula, Foça, İnegöl, Mudanya, Midyat, Seydiler, İnebolu, Alanya, Akçaabat, Osmaneli, Mudurnu, Kemaliye, Göynük, Taraklı, İncesu, Datça, Yatağan, Bodrum, Zile ve Daday ilçeleri ve Mustafapaşa, Birgi, Kalkan, Çavuşin, Uzungöl beldelerinde yer alıyor.

 

Başvurular TOKİ'ye bizzat yapılabileceği gibi İdare'nin İstanbul hizmet binası adresine kargo ve diğer posta araçlarıyla da gerçekleştirilebilecek. Başvuruda bulunacak vatandaşlar, istenilen bilgi ve belgeleri "www.toki.gov.tr" adresinde " TOKİ faaliyetleri, krediler,restorasyon kredileri" linkinden görebilecek.

Vatan, 12.03.2015

TAŞTAKİ TÜRKLERİ OKUMAK

 

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Ardahan Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Alpaslan Ceylan, Giresun Üniversitesi Tarih Topluluğunun davetlisi olarak Giresun Üniversitesi Oditoryumunda “Taştaki Türkleri Okumak” adlı bir konferans verdi. Yoğun bir ilginin olduğu konferansa, Giresun Üniversitesi Rektör Yardımcıları, Fakülte Dekanları, öğretim üyeleri ve çok sayıda sivil toplum kuruluşunun temsilcileri katıldı.


Orta Asya’dan başlayıp Anadolu’ya kadar uzanan coğrafyada Türk kültürünün erken dönemlerine ait izlere rastlamanın mümkün olabileceğini kaydeden Prof.Dr. Ceylan, “Türk Tarihi denilince, bir topluluğun belirli bir coğrafyadaki tarihi olarak anlaşılmaz. Türk adını taşıyan özel adlarla anılan Türk topluluklarının çeşitli coğrafyalarda ortaya koyduğu tarihlerin bütünü anlaşılmaktadır. Türk tarihini incelerken iki nokta göz önünde tutulmalıdır. Birincisi; Türklerin dağınık bir şekilde yaşamalarından dolayı aynı zaman dilimi içerisinde tarihlerini bir bütün olarak ele almak oldukça zordur. İkincisi ise; milletlerin tarihleri vatan topraklarının çevresinde gelişirken Türk milleti tarihlerini çok çeşitli coğrafyalarda oluşturmuştur. Bu nedenle yazılı tarihten önceki döneme ait Türk Kültürünün izleri orta Asya, Kafkaslar, Anadolu, Güney Rusya, İran, Balkanlar ve Sibirya’da bolca bulunmaktadır. Bu coğrafyalarda uzun yıllardır sürdürdüğümüz yüzey araştırmalar ve incelemelerde Türk Kültür tarihinin izlerini tespit etme şansı bulduk. Taşa kazınan Türk Kültürünün değerli objeleri; Kaya resimleri(petroglifler), taş balballar, runik harfler, Eski Türklere ait damgalar, koç koyun başlı mezar taşları ve diğer arkeolojik buluntular bizleri Taştaki Türklerin eski kültür hayatını araştırmaya itti. Bu araştırmalarda Orta Asya ve Anadolu arasındaki kültürel bağların ne kadar eski olduğunu anlamaya çalıştık. Yapmış olduğumuz çalışmalar sonucunda konar-göçer bozkır kültürü adını verdiğimiz Erken Devir Türk Kültürü, Orta Asya’dan başlayıp MÖ II ve 1. Bin'den itibaren sürekli batıya doğru göç etmiş ve beraberinde kendi kültür ögelerini getirdiklerini ortaya koyduk. Kırgızistan’ın Saymalıtaş Vadisi'ndeki bir kayaüstü resmin aynısının Kars’ta, Kemaliye’de Erzurum Şenkaya’da bulunması bir tesadüfün eseri olamaz. Yine Orhun Abidelerinde Bilge Kağan Mezar taşının üstündeki Dağ Keçisi motifinin(Kağanlık Damgası) Anadolu’nun birçok yerinde bulunması bir tesadüf değil aradaki kültür birliğinin göstergesidir. Dolayısıyla daha birçok alanda ortaya çıkan bu benzerlikler Orta Asya’dan başlayıp Anadolu’ya kadar gelen Türk göçleri ve yayılmaları, MÖ asırlarda başlayıp uzun zaman içerisinde devam etmiştir. Bu noktadan hareketle Anadolu’daki Türklerin tarihini 1071 yılı ile başlatmak, sanırım en basit tabirle Türker’in kadim tarihine yapılmış bir haksızlıktır. Arap, Bizans ve Grek kaynaklarından yola çıkarak Anadolu Kültür tarihinin içindeki Türk Kültürünü atlamak çok büyük tarihi yanlışlara yol açmaktadır. Bundan dolayı Türk tarih tezinin de bilim adamlarınca yeniden yorumlanması gerekir. Yeni bulunan arkeolojik materyal ve bulgular ışığında Anadolu’daki Türker’in siyasi ve kültür tarihi yeniden ortaya konulmalıdır. Türkler Anadolu’ya Malazgirt Zaferi ile gelmemiştir. En azından şimdilik elde ettiğimiz bulgular ile MÖ 1. Bin'de değişik adlarla bu coğrafyada bulundukları kesindir. Yapılacak olan yüzey araştırmaları ve arkeolojik kazılar sayesinde Anadolu’daki Türk varlığının tarihi kökleri daha fazla aydınlanacaktır. Türk Gençleri özellikle sosyal bilimlerde okuyan Üniversite gençliği, bu alanlara daha fazla yönelmeli Orta Asya ile Anadolu arasındaki tarihi ve kültürel kökler daha fazla araştırmalıdır. Bu, coğrafyaların ve tarihin bize vermiş olduğu bir yükümlülüktür” diye konuştu.

Hürriyet, 12.03.2015

MİMAR SİNAN HAKKINDA EN KAPSAMLI SERGİ

 

 

Tüm zamanların en önemli mimari dehalarından ve günümüzde kullanılan tanımlama ile tarihin ilk “starchitect”lerinden yani “yıldız mimar”larından biri olan, yapıtlarıyla hem kendi dönemine hem de günümüz mimarlığına ışık tutan Mimar Sinan hakkında bugüne kadar düzenlenmiş en kapsamlı ve multi-teknolojik sergi 9 Nisan’da MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde kapılarını açıyor.

 

Mimarlık tarihimizin en önemli simgesi olan, yaratıcı dehasıyla klasik Osmanlı mimarisinde gerçekleştirdiği eşsiz yapıtlarını hem kültürümüze hem de dünya mimarlık mirasına kazandıran Mimar Sinan, ölümünün 427. Yılında “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri” sergisiyle anılıyor. MSGSÜ, Mimar Sinan Araştırma ve Uygulama Merkezi, MSGSÜ İç Mimarlık Bölümü ve Allevents ortaklığında düzenlenen “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri” sergisi, 9 Nisan – 31 Mayıs 2015 tarihleri arasında İstanbul’daki MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde izlenebilecek.

 

Yaşamış olduğu 16.yüzyılda Osmanlı mimarisinin altın çağına imza atan ve yapıtları UNESCO Dünya Mirası kapsamında “İnsanoğlunun yaratıcı dehasının şaheserleri” olarak nitelendirilen Mimar Sinan’ın hayatının ve eserlerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamak ve tüm dünyada tanınırlığını artırmak hedefiyle hazırlanan “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri Sergisi” 9 Nisan 2015 tarihinde İstanbul’daki MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde kapılarını açıyor.

 

Mimar Sinan hakkında bugüne kadar düzenlenmiş en geniş kapsamlı sergi olarak nitelendirilen “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri”sergisinde, usta mimarın tüm eserleri, çizimler ve maketler gibi klasik tekniklerin yanı sıra, kullanıcı etkileşimini de ön planda tutan aplikasyonlar streoskopik sistemler, ‘augmented reality’ olarak nitelendirilen ‘arttırılmış gerçeklik’, video mapping ve 3D animasyon teknolojileriyle MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde adeta yeniden canlandırılacak.

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimar Sinan Araştırma ve Uygulama Merkezi, MSGSÜ İç Mimarlık Bölümü ve Allevents ortaklığında düzenlenen, sergi tasarımı ise Tamirhane Mimarlık tarafından yapılan “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri”, Sinan’ın mimar, şehirci, mühendis ve örgütleyici büyük bir usta olma sürecindeki üstün mimari ve sanatsal dehasına zemin hazırlayan dönemin sosyal, kültürel ve mimari çehresini, dünyaya geldiği Kayseri’nin Ağırnas Köyünden başlayarak tüm hayatını, Hassa Mimarlar Ocağı’ndaki takım çalışmasını, eserlerinin yapım aşamalarını ve gerçekleşmeyen projelerini derinlemesine analiz ederek, tüm ziyaretçileri etkisi altına alacak bir yaşam öyküsü ortaya koyacak.

 

15. yüzyılda inşa edilen Tophane-i Amire binasının toplam 2000 metrekarelik görkemli sergileme alanında gerçekleştirilecek olan sergide, usta yaratıcının tüm dünya mimarlarına esin kaynağı olan hayatı ve eserleri şu başlıklar altında sergilenecek: Mimar Sinan’ın doğduğu ve 21 yaşına kadar yaşadığı bölgeyi ve dönemi ele alan “Ağırnas Çocukluk ve Gençlik Dönemi”; 16. yüzyıl Osmanlı döneminin ihtişamlı sanatının ve imparatorluğun kıtalara yayılmasının Sinan’ın eserleri üzerindeki etkisini inceleyen “16. Yüzyıl Osmanlı Dönemi ve Sanatı”; Sinan’ın liderlik yaptığı takım çalışmasının günümüz mimarlık stüdyoları ile karşılaştırıldığı “Hassa Mimarlar Ocağı”; dini yapılar, su dağıtım sistemleri ve köprüler gibi eserlerin banilerinin yaşam ve bakış açısından ele alınan detayları ile anlatıldığı “Binalar ve Banileri”; Süleymaniye Kütüphanesi ve Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan Mimar Sinan’ın hayatı ve eserlerine dair belgelerden oluşan “Envanterler Bölümü” ile Süveyş Kanalı, Karadeniz-Marmara Kanalı ve projesi yapılmış ama gerçekleşmemiş Haliç Köprüsü gibi hayata geçmemiş işlerinin ele alındığı “Gerçekleşmemiş Projeler”...

 

İstanbul’da ve tüm dünyada “Sinan Zamanı”...

Yaklaşık 100 yıllık hayatı boyunca 400’e yakın eseri bulunan Mimar Sinan’ın imparatorluk mimarisi stilinin yansıtılacağı “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri” sergisinin iki ay su?resince ülkemizde gezilen en popüler sergi olması bekleniyor.

 

Bugüne kadar gerçekleştirilen en kapsamlı Mimar Sinan etkinliği olma özelliği taşıyacak olan sergide kullanıcı etkileşimini ön planda tutan dokunmatik ekranlar, akıllı telefon ve tabletlere özel uygulamalar, ekran duvarlar, kiosk uygulamalar ve 2D-3D uygulamalarla desteklenen eserlerin tanıtımı, görselliğin yanı sıra dönemin tarihi dokusuyla ziyaretçileri içine alacak.

 

Sergideki en etkileyici görsel sunumlardan biri de Tophane-i Amire binasının tek kubbeli bölümünde gerçekleştirilecek olan video mapping uygulaması olacak. Sinan’ın başyapıtları video mapping yöntemiyle ve müzik eşliğinde Tophane-i Amire’deki mevcut kubbede anımsatılacak.

Sergiyle paralel olarak düzenlenecek olan konferanslar, konserler, turlar, firma lansmanları ise organizasyonun diğer önemli ayakları olarak sergiyi destekleyecek ve ‘İstanbul’da Sinan zamanı’nın en etkili şekilde yaşatılmasını sağlayacak.

 

Mimar Prof.Dr. Bülent Özer, Tarihçi Prof.Dr. Cemal Kafadar, Mimar Prof.Dr. Demet Binan, Mimar Prof.Dr. Doğan Kuban, Müzebilim Uzmanı Prof.Dr. Fethiye Erbay, Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Gülru Necipoğlu, Tarihçi Prof.Dr. Haluk Dursun, Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Jale Nejdet Erzen, Mimar Prof.Dr. Reha Günay, Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Selçuk Mülayim, Geleneksel Türk El Sanatları Uzmanı Prof.Dr. Sitare Bakır Turan, Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Semra Germaner, Mimar Prof.Dr. Suphi Saatçi, Mimar Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, Sanat Tarihçisi Doç.Dr. Nurcan Yazıcı, Mimar Cengiz Bektaş, Kitap Tasarımcısı Ersu Pekin ile Arkeolog ve Kültür Tarihçisi Nezih Başgelen’in yer aldığı danışma kurulunun desteği ile projelendirilen “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri” sergisinin Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nden sonra, 2015 ve 2016 yılları boyunca Ankara, Bursa, Kayseri, Eskişehir’in yanı sıra, uluslararası platformlarda da dolaştırılarak, Avrupa, Amerika, Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerinin önemli kentlerinde izleyicilerle buluşturulması planlanıyor. Sergi yurt içi ve yurt dışındaki dolaşımını tamamlandıktan sonra tüm envanter ve materyalleri şu anda yapım hazırlıkları devam eden MSGSÜ Mimar Sinan Araştırma Merkezi ve Müzesi’ne bağışlanacak.

ajanspress.com, 11.03.2015

MANAVGAT'TA LİKYA VE ROMA DÖNEMİNE AİT 246 SİKKE ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Jandarma, Antalya’nın Manavgat İlçesi'ne bağlı Evrenseki Mahallesi’nde durdurduğu bir otomobilde Likya ve Roma dönemine ait tarihi sikke ele geçirdi.

 

Antalya İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, bir ihbarı değerlendirerek Cumhuriyet Savcılığı’ndan aldığı arama kararıyla D-400 karayolunda seyir halinde olan İzmir plakalı otomobili Manavgat’ın Evrenseki Mahallesi Kömürcüler Kavşağı’nda durdurdu. Tarihi eser kaçakçılığı bilgisini aldığı araç içinde geniş çaplı arama yapan jandarma, arka koltuğun arkasına gizlenmiş Likya ve Roma dönemine ait 2 bin 246 madeni sikke ele geçirdi. Araç içindeki zanlılar C.D. ve M.B.E. gözaltına alındı.

haberler.com, 10.03.2015




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi