29 Kasım - 5 Aralık 2015
|
SAHİBİNDEN SATILIK
600 YILLIK HAMAM

Bursa'nın merkez Osmangazi İlçesi'ndeki tarihi
Oruçbey Hamamı, sahiplerince
1 milyon 650
bin liradan satışa çıkarıldı.

Hisar Mahallesi
Oruçbey Sokağı'ndaki 1400'lü yıllarda yapıldığı
belirtilen hamamın sahiplerinden Arife Varol, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, hamamın babalarından
miras kaldığını belirtti.
Varol, 6 kardeş
olduklarını ifade ederek, "Hamamı eşim işletiyordu.
Eşimin vefatından sonra hamamla ilgilenebilecek
kimse olmadığı için satmaya karar verdik" dedi.
Babalarının
hamamı uzun yıllar önce satın aldığını anlatan
Varol, 35 yıl önce de hamamda tadilat yapıldığını
aktardı.
Çalıştığı süre
boyunca vatandaşların hamama ilgi gösterdiklerini
ifade eden Varol, hamamın göbek taşı dışında 3
odasının daha bulunduğunu söyledi.
"HAMAMIN TARİHİ
DOKUSU OLDUĞU GİBİ DURUYOR"
Emlakçı Hamdi
Güneş de bu zamana kadar onlarca daire ya da
arsa
sattıklarını ancak ilk defa böyle tarihi bir hamamla
ilgilendiklerini dile getirdi.

Hamamın küçük tadilatlardan geçtiğini ancak gerçek
anlamda bir restorasyon görmediğini ifade eden
Güneş, "Osmanlı döneminde ikinci padişah Orhan
Gazi'nin komutanı Oruç Bey tarafından yaptırılan
hamamın tarihi dokusu olduğu gibi duruyor. Mal
sahibi, şu anda bazı nedenlerden dolayı burayı
işletmiyor. O yüzden biz de satışıyla ilgileniyoruz"
diye konuştu.
Üzerinde Bursa Büyükşehir Belediyesince 600 yıllık
olduğu belirtilen levhanın asılı olduğu hamamın
tarihi dokusuyla dikkati çektiğine işaret eden
Güneş, "Vatandaşlar, hamama büyük ilgi gösteriyor.
Hamamla yakından ilgilenen birkaç müşterimiz gelip
yerinde de gördüler. Buraya yaklaşık 1 milyon 650
bin lira
fiyat biçtik.
Almak isteyenlerle görüşmelerimiz sürüyor"
değerlendirmesinde bulundu.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise hamamın,
tapusunun bulunduğu kişilerce satılabileceğini ifade
etti.
Hürriyet, 0.11.2015 |
HANLARI OTELE DÖNÜŞTÜREN PLAN MAHKEME YOLUNDA

Fatih'teki imar rantı tarihi yarımadayı talan
ediyor. Bölgedeki hanların otele, evlerin pansiyona
dönüşmesinin önünün açılmasına yönelik tepkiler
sürüyor. Plan değişikliği ile Kapalıçarşı, Tahtakale
ve Mahmutpaşa gibi tarihi semtlerin mimarisi ve
sosyal dokusunun tahrip edileceğine dikkat çeken
Mimarlar Odası, planın iptali için yargıya
başvurmaya hazırlanıyor.
Uzmanların itirazlarına rağmen tarihi
yarımadadaki hanların otele, evlerin de pansiyona
dönüştürülmesinin önünü açan imar planı değişikliği
mahkemelik oluyor. Fatih Belediyesi tarafından
hazırlanan, tarihi yarımadadaki hanların otel ve
butik otele dönüştürülmesi ile ev pansiyonculuğu
yapılmasının önünü açan imar planı değişikliği şehir
plancılarının olumsuz görüş bildirmesine rağmen
geçen hafta İBB Meclisi'nden geçti. Plan
değişikliğinin yarımadada tahribatı uzun vadede
artacağını belirten Mimarlar Odası İstanbul
Büyükkent Şubesi Çevre Etki Değerlendirme Kurulu
Üyesi Mimar Mücella Yapıcı'ya göre, nüfus ve trafiği
artıracak otelleşme Osmanlı'dan beri ticaretin
merkezi olan Kapalıçarşı, Mahmutpaşa, Tahtakale gibi
yerlerin mimari ve sosyal dokusunu bozacak.
Eminönü'ndeki Ali Paşa, Astarcı, Balkapanı, Büyük
Çorapçı, Kızıl Han, Kilit ve Kürkçü Hanları,
Leblebici, Sabuncu, Rüstempaşa Hanı gibi birçok
hanın halen ticaret alanı olarak kullanıldığını
vurgulayan Yapıcı, şu değerlendirmede bulunuyor:
“Yarımadadaki değişimi Galata, Beyoğlu,
Tarlabaşı'ndaki dönüşümle birlikte düşündüğümüzde
İstanbul'u İstanbul yapan, Osmanlı'yı Osmanlı yapan
çok eski bir ticaret bölgesinin yok edilmesi
tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bilim ve meslek
insanlarının çalışmaları göz ardı edilerek yapılan
plan değişiklikleriyle birtakım sermaye gruplarının
isteğine yönelik toptancı bir yenileme olur. Kamu
idaresinin görevi tam şirket davranışıyla,
müşterinin talebi neyse ona uygun mekan oluşturmak
üzerine kurulu. İmar değişikliğini uzman
komisyonlarımızla inceleyip davamızı açacağız.”
Eski Eminönü Belediye Başkanı Lütfi Kibiroğlu da
“Eminönü'nde 567 otel ve pansiyon vardı. Şu an
itibarıyla yaklaşık 2 bin 500 otel olduğu
söyleniyor. Sultanahmet'te 3 tane aile kalmadı. Her
yer otel ve motel olmuş.” dedi.
İki ay hariç tüm
oteller boş
Özel Nitelikli Butik Otelciler Birliği Başkanı
Zeynel Bozkurt, bölgede otel yerine kültürel tesise
ihtiyaç duyulduğuna işaret ediyor. Bozkurt,
“Halihazırda hiçbir denetim yapılmıyor. Tarihi
yarımadada iskansız otel ve binalar yıkılsın.
Bunlar, vergi vermiyor, kaçak çalışıyor, ruhsatı
yok. Haksız bir rekabet söz konusu. Her yer otel
olduğu için otel çalışanları da şikayetçi. Temmuz,
ağustos ayları hariç bütün oteller boş kalıyor.
İstanbul'a gelen turistler Ayasofya, Sultanahmet,
Topkapı'yı gezdikten sonra bir şey yapamıyor. Sosyal
hayatın canlanması lazım.” diye konuştu.
Zaman,
Haber: Cafer Can - Hakkı Akgül, 03.12.2015
|
TARİHİ ŞEHİR, HEYELAN TEHDİDİ İLE KARŞI KARŞIYA
Eski Gümüşhane olarak bilinen ve bir dönem Rum,
Ermeni ve Türklerin bir arada yaşadığı Süleymaniye
Mahallesi "Yeşil Yol" çalışmaları nedeniyle heyelan
riski yaşıyor. İçinde yüzlerce yıllık cami, hamam,
kilise, arasta gibi çok sayıda tescilli tarihi eser
risk altında. Yol genişletme çalışmaları sırasında
oluşan heyelan Cami Sağır Mescidi temel duvarlarını
açığa çıkardı. Çevreciler ‘imdat’ diye bağırıyor.
Eski Gümüşhane, Canca adlarıyla anılan ve zengin
bir turizm potansiyeline sahip olan Süleymaniye
Mahallesi, tarihi ve doğal güzellikleriyle 2002
yılında doğal ve kentsel SİT alanı ilan edildi.
Kuruluşu MÖ 3000 yıllarına kadar dayanan ve gümüş
madeni zenginliği ile bilinen kent, Osmanlı
döneminde Ermeni, Rum ve Türklerin beraber
yaşadıkları bir şehirdi.
1915’te önce Ermeniler göçtü, 1923 mübadele ile
birlikte de Rumlar tarihi şehirden ayrıldı. 1950
sonrasında ise Türk aileler 5 kilometre uzaklıktaki
bugünkü Gümüşhane iline yerleşince tarihi şehir
tamamıyla terk edilmiş oldu. 2006 yılında Koruma
Amaçlı Nazım İmar Planı yapıldı. Ancak planda sadece
eski şehirdeki toprak üstü mimari yapılar gözetildi.
Oysa binlerce yıl eskiye giden tarihi şehirde
arkeolojik kazılara da gerek duyuluyordu.
'ALTI ÜSTÜ TARİH'
Tarihsel eserlere ve kültürel varlıklar
bakımından bölgede, Hagios Stephanos Kilisesi,
köprü, dükkan, Ulu Cami (Süleymaniye Camii), Ulu
Cami Çeşmesi, Ulu Cami Haziresi, Bagios lonnes Kaya
Kilisesi, Hacı Tahir Efendi Türbesi, Bagios lonnes
Kaya Kilisesi, Hagios lonnes Kilisesi, Rum Erkek
Lisesi, Cami-i Sağir Mahallesi Kilisesi, Camii Sağir
Mescidi, Camii Sağir Mahallesi Kaya Kilisesi,
Süleymaniye Hamamı, Dere Hamamı, Kavaklık Hamamı,
Paşa Hamamı, Güzeller Mahallesi Çeşmesi ve Güzeller
Mahallesi Camii gibi çok sayıda mimari eser
bulunuyor.

TARİHİ ESERLER RİSK ALTINDA
Koruma Amaçlı Nazım İmar planı yeni revizeler
yapılarak uygulamaya geçildi. Turizm merkezi
statüsüne alınan ve tarihi şehrin üstündeki bölgeye
kayak merkezi planlaması yapıldı. 1980’li yılların
başında yapılan 3 metre genişliğindeki yol bu yeni
plan neticesinde 7 metreye çıkarılarak, Karadeniz’de
büyük tartışmalara neden olan yeşil yol ile
birleştirildi. Gümüşhane İl Özel İdaresi tarafından
sürdürülen yol açma çalışmaları sırasında yaşanan
heyelan ile yamacın bir kısmı göçtü. Birkaç tescilli
yapı heyelan ile birlikte zarar gördü. Tarihi Cami
Sağir Mescidi’nin minaresi ve temel duvarları açığa
çıktı. Timios Stavros kilisesi ve Çaput hamamı
heyelandan ucu ucuna kurtuldu. Ancak daha da
önemlisi yol açma çalışmaları devam ettiği takdirde
tüm mahallenin heyelana uğrama riski var.

PROJEYİ DURDURUN
Bölgenin turizm merkezi yapılması ve kayak
merkezine karşı olmadıklarını ısrarla vurgulayan
çevreci dernekler yolun 7 ve yer yer 10 metre
genişletilmesine karşı çıkıyorlar. Trabzon Doğal ve
Tarihi Değerleri Koruma Derneği Başkanı Doç.Dr.
Coşkun Erüz, yol çalışmasının devam etmesi halinde
eski Gümüşhane’nin tamamının heyelan riski altında
olduğunu söyledi. Turizm merkezi yapılmasına karşı
olmadıklarını ama koruma amaçlı imar planının tarihe
ve doğaya uygun yapılmasını istediklerini belirterek
şunları söyledi:
"Yolun tek şeritli olmasında hiçbir sakınca yok.
Alternatif güzergahlar da düşünülebilir. Yol
çalışmalarının altı arkeolojik eserlerle dolu. O
yamaçların tamamı geçmiş dönemde mimari yapılarla
doluydu. Arkeolojik çalışmalar yapılmadan, heyelan
riski gözetmeden bu yol uygulaması derhal terk
edilmeli. Aksi halde eski fotoğraflarda gördüğümüz
şehrin topografik yapısı, tescilli mimari eserleri,
silueti tamamen yok olacak. Acilen proje
durdurulmalı."
Radikal, Haber: Ömer Erbil,
03.12.2015
|
BODRUM'DA İNŞAAT
ALANINDA BULUNAN ANTİK MEZARLAR
Bodrum
İlçesi'ndeki bir
inşaatta antik
mezarlara rastlanması üzerine Mayıs
ayından bu yana devam eden
kazı
çalışmaları, çıkartılan 59'uncu mezarın ardından
sonlandırıldı.
İlçeye bağlı Göktepe
mevkisindeki şantiyenin altından çıkan tarihi
mezarlar ile ilgili kurtarma kazıları tamamlandı.
Mayıs ayında, bölgedeki lüks
villaların inşaatı sırasında rastlanan kaya
mezarları, Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi
tarafından koruma altına alındı. İlk etapta, MÖ 1.
Yüzyıl Hellenistik döneme ait olduğu tahmin edilen
11 kaya mezarın bulunduğu kazı çalışmalarında, yeni
mezar kalıntıları ortaya çıktı.
Bodrum Kalesi Suları
Arkeoloji Müzesine bağlı arkeolog ve antropologlar
eşliğinde yaklaşık 6 ay devam eden kurtarma
kazılarında bölgenin Nekropol alanı olduğu
anlaşıldı. Kazılar sırasında mezarlardan kemik
parçaları, gözyaşı şişeleri ve çeşitli mezar
hediyeleri çıkartıldı.
Antik Halikarnassos'un
nekropol alanı içinde bulunduğu anlaşılan bölgede,
kazı çalışmaları tamamlandı. Uzmanlar tarafından,
Göktepe mevkisindeki kurtarma kazılarında 59 antik
mezar gün yüzüne çıkarılarak numaralandırıldı.
Bölgede çalışmalarını
tamamlayan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi,
hazırladıkları sonuç raporunu Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğüne gönderecek.
Haber 7, 01.12.2015
|
İSTANBUL'DA
İNGİLİZ PROFESÖRÜN EVİNE TARİHİ ESER BASKINI
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Suçlarıyla
Mücadele Şubesi ekipleri, bir İngiliz profesörün
evinde Roma, Bizans ve Ortaçağ dönemine ait 302
parça tarihi eser ele geçirdi. İngiliz profesör,
sınırdışı edilmek üzere Yabancılar Şube Müdürlüğü'ne
gönderildi.
Alınan bilgiye göre,
Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü
ekiplerine tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili bir
ihbar geldi. İhbar üzerine harekete geçen ekipler,
özel bir üniversitede görev yapan İngiliz profesör
Thomas Michael M.H.'nin (64) Pendik'teki evine
baskın düzenledi. Polis ekipleri, evde yaptıkları
aramada, Roma, Bizans ve Ortaçağ dönemine ait 290
madeni sikke, 6 mühür, 2 küpe, 2 kolye ucu ile 2 ok
ucu olmak üzere toplam 302 parça tarihi eser ele
geçirdi.
Gözaltına alınarak Vatan
Caddesi'nde bulunan Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele
Şube Müdürlüğü'ne getirilen İngiliz profesör Thomas
Michael M.H.'nin, ifadesinde, tarihi eserleri
internet üzerinden aldığını söylediği öğrenildi.
Emniyet'teki işlemleri
tamamlanan İngiliz profesör, sınırdışı edilmek üzere
Yabancılar Şube Müdürlüğü'ne gönderildi.
Cnn
Türk, 30.11.2015
|
YARGI, KÜÇÜKSU'DA "OTOMOBİL DEĞİL, UÇURTMA OLUN"
DEDİ
İstanbul’un Beykoz İlçesi'ne bağlı Göksu
Mahallesi’nde bulunan tarihi Küçüksu Kasrı
karşısındaki Küçüksu Mesire alanı 14 Aralık 1974
tarihli Eski Eserler Anıtlar Kurulu’nun kararıyla
Boğaziçi Sit Alanı öngörünüm bölgesine alındı.
Ardından Küçüksu Mesire alanı 1983 yılında onaylanan
Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesi Koruma
Amaçlı Uygulama İmar Planı’nda ‘ağaçsız mesire
alanı’ kapsamına dahil edildi. 2013 yılında İstanbul
Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan,
‘Küçüksu Mesire Koruma ve Çevre Düzenlemesi Projesi’
kapsamında Küçüksu Mesire alanının, ‘uçurtma ve
çayır alanı’ olarak düzenlenmesi kararlaştırıldı.
Ancak Küçüksu Mesire alanı çevredeki vatandaşlar
tarafından otopark olarak kullanılınca 22 Ekim 2013
tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım
Koordinasyon Müdürlüğü’nün (UKOME) kararıyla Küçüksu
Mesire alanının ücretli açık otopark yapılması
kararlaştırıldı. Küçüksu Mesire alanı 2013 yılında
İSPARK’a devredildi.
Şubat 2014 yılında Küçüksu Mesire alanına moloz
ve beton dökülerek mesire alanı otopark yapılarak
İSPARK bünyesinde kullanıma açıldı.
MAHKEME OTOPARK PROJESİNİ İPTAL ETTİ
Ancak Küçüksu Mesire alanının mevcut çevre
düzenleme planlarında ‘uçurtma ve çayır alanı’
olduğunu, bu nedenle alanın otoparka
çevrilmeyeceğini savunan Selçuk Yılmazer adlı
vatandaş Küçüksu Mesire alanının İSPARK’a devreden
kararın iptal edilmesi için İstanbul 4. İdare
Mahkemesi’ne dava açtı. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi ise Ocak 2015 mahkemeye sunduğu savunma
dilekçesinde bölgede otopark ihtiyacının olduğu,
uçurtma ve çayır alanı projesi uygulamaya geçene
kadar bölgenin otopark olarak kullanılabileceğini
savundu. Mahkeme, Küçüksu Mesire alanının ilgili
imar planındaki fonksiyonuna aykırı kullanılmayacağı
gerekçesiyle alanın İSPARK’a devreden İBB kararını
iptal etti. Mahkemenin gerekçeli kararında Küçüksu
Mesire alanı ile ilgili, ‘söz konusu alanın meri
imar planındaki fonksiyonu, bu fonksiyona aykırı
şekilde kullanılamayacağına dair koruma kurulu
kararları dikkate alındığında taşınmazın ücretli
otopark olarak kullanılmak üzere tahsisine yönelik
dava konusu işlemde hukuka uyarlılık görülmemiştir’
ifadesi kullanıldı.

‘BOĞAZIN SON YEŞİL ALANLARI’
Küçüksu Mesire alanının Boğaz’ın son yeşil
alanlarından olduğunu ve bu nedenle dava açtığını
söyleyen Selçuk Yılmazer adlı vatandaş dava ile
ilgili, ‘ben bu davayı bir yıl önce açtım. Mahkeme
Küçüksu Mesire alanın otopark olarak
kullanılmayacağını ifade etti. Ancak bir yıldır
burası ücretli otopark olarak işletiliyor.
İnsanlardan para alınıyor. Bu durum hukuk ve yasaya
aykırıdır. Otopark yapılan mesire alanı Küçüksu
Kasrı’nın karşısında bulunmakta. Burası boğazda
kalmış son yeşil alanlardan biri. Bu nedenle Küçüksu
Mesire alanının korunması lazım’ dedi.
Radikal,
Haber: İdris Emen, 30.11.2015
|
600 BİN LİRALIK SİSTEM KORUYAMADI
Avrupa’nın en büyük müzeleri arasında gösterilen
Antalya Müzesi’ne giren bir hırsız, tarihi eserlerin
restorasyonunun yapıldığı atölyeden 6 bin TL’lik
malzeme çaldı.

Hırsızlık olayı, üç yıl önce yaklaşık 600 bin
TL’ye yenilenen güvenlik sisteminin teknik
şartnamelere uygun olmadığını da ortaya
çıkardı.
2 gün sonra ortaya çıktı
Yorgun Herkül (Herakles), Afrodit, Zeus, Hera,
Athena heykelleri, Noel Baba Aziz Nicholaos’a
ait olduğu düşünülen bir kısım kemikler,
‘Yüzyılın Hazinesi’ olarak nitelendirilen
Elmalı Sikkeleri gibi paha biçilemez
eserleri barındıran müzede hırsızlık olayı
yaşandı. 23 Kasım Pazartesi günü saat 18.00
sıralarında, müzenin arkasındaki duvar ve demir
parmaklıklardan atlayıp, tarihi eserlerin
restorasyon işlemlerinin yapıldığı üç tarafı
kapalı, ancak ön kısmı açık alana giren hırsız,
atölyedeki matkap, yapıştırma cihazları gibi
yaklaşık 6 bin lira değerindeki malzemeyi çaldı.
Olay, iki gün sonra malzemelerin lazım olması ve
bulunamaması üzerine kamera kayıtlarının kontrol
edilmesiyle ortaya çıktı. Bir güvenlik
kamerasının görüntülediği ancak hassas algılama
özelliği olmadığı için alarm vermediği olayda,
üç yıl önce müzeye yapılan güvenlik sistemine
ilişkin ihalenin teknik şartnamelere uygun
olmadığını da ortaya çıkardı. Müzeye giren
hırsızın kimlik tespiti yapılması için
çalışmalar sürüyor.
Milliyet, Haber: Mehmet
Çınar, 30.11.2015
|
BİZANS TARİHİNDEN BİZE NE?
Türkiye'de, Osmanlı ve
Cumhuriyet tarihi dışında kalan konular pek ilgi
çekmez.
Hatta bırakın başka ülkeleri, yaşadığımız
toprağın parçası olan Bizans veya antik Anadolu
medeniyetleri bile pek umursanmaz. Bu konulara ilgi
alt seviyede kalırken arkeolojik çalışmalar bile
büyük ölçüde yabancı ülkelerin desteğiyle
yürütülmüştür. İşte bu nedenle Türkiye’de ilk kez
bir devlet üniversitesi bünyesinde açılan, Boğaziçi
Üniversitesi Bizans Çalışmaları Araştırma
Merkezi’nin önemi çok büyük.
BİZANS, HANGİ TARİHİN PARÇASI?
Pek çok kişi için bizi ilgilendiren geçmiş,
“Türklerin tarihi”dir. Oysa Göktürk, Avar, Peçenek,
Kuman / Kıpçak… tarihini öğrenmek istiyorsanız
Bizans kaynaklarından yararlanmanız gerekir. Veya o
kadar geriye gitmeyelim. Selçuklu ve Osmanlı
hakkında pek çok temel bilgiye ve değerli ayrıntıya
yine Bizans kaynaklarından ulaşıyoruz. Eğer
ilgilendiğiniz İslam tarihi ise, Mute, Ecnadeyn veya
Yermük’te neler olduğunu öğrenmek için bir de Bizans
kaynaklarını incelemelisiniz. Ebu Eyyub
el-Ensari’nin, veya bilinen adıyla Eyüp Sultan’ın
neden İstanbul’a geldiğini anlamak için; Anadolu’nun
hangi Arap-İslam akınlarıyla Müslümanlaşmaya
başladığını bilmek için Bizans tarihini de
okumalısınız. Osmanlı müziğini, mutfağını,
mimarisini, süsleme sanatlarını tanımak istiyorsanız
Bizans kültürünü de tanımalısınız. Ayasofya’yı
bilmeden Süleymaniye’yi Selimiye’yi analiz edebilir
misiniz? Hadi hepsini geçelim… Anadolu’nun pek çok
yerinde yaşadığınız şehrin adının nereden geldiğini
öğrenmek bile sizi Bizans kültürüne
yaklaştıracaktır. Tabii, İstanbul tarihini de apayrı
bir yere koyarak…
ZORLU BİR SÜREÇ SONUNDA
Hal böyleyken, dünyanın en ileri Bizans
çalışmalarına ev sahipliği yaptığımız sanılabilir.
Ama durum kesinlikle böyle değil. Türkiye
Cumhuriyeti’nin “kurtuluş” aşamasındaki Türk-Yunan
savaşı ve ardından gelen Mübadele, hiç şüphesiz
zihinsel ve duygusal bir kopuşu da beraberinde
getirdi. Kıbrıs meselesiyle bağlantılı olarak
günümüze dek uzanan sorunları da ekleyince durum
daha karmaşık bir hal aldı. Özellikle 1970’lerde ve
80’lerde Bizans tarihiyle ilgilenmek,
araştırılmasına destek olmak sizi bir anda (en hafif
ifadeyle) “özünü yitirmiş, yabancı hayranı” sınıfına
sokabiliyordu! Bu endişeler elbette akademik
çalışmaları sınırladı. 1990 yılında bile, bir
üniversite yönetimi “Bizans Tarihi” dersinin adından
tedirgin olup isim değişikliği talep ediyordu! O
günlere tanık olanlar için bugün geldiğimiz nokta,
tarihçilik adına önemli bir aşamadır: Türkiye’de
devlet destekli ilk Bizans Araştırmaları Merkezi’nin
kuruluş kararı 26 Nisan’da Resmi Gazete’de
yayınlandı. Ve Boğaziçi Üniversitesi Bizans
Çalışmaları Araştırma Merkezi, geçtiğimiz hafta
düzenlenen bir törenle faaliyetlerine başladı.
25 YILLIK ÇABANIN ÜRÜNÜ
25 yıllık bir çabanın sonucunda kurulan bu merkezde
elbette pek çok kişinin emeği var. Ama bunlar içinde
iki ismi özellikle tebrik etmek gerekiyor. Boğaziçi
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Gülay Barbarosoğlu ve
merkezin Kurucu Müdürü Prof.Dr. Nevra Necipoğlu.
Necipoğlu, uzun yıllardan beri hem bu konuda uzman
öğrenciler yetiştiriyor, hem de konferanslar ve
akademik toplantılar düzenliyor. Neyse ki bu
çabalar, karşılığını kalıcı bir kurumla bulmuş oldu.
Ki onu tüm dünyadaki benzerlerinden öne çıkaracak
bir özelliği bulunuyor: Merkezde, klasik Bizans
çalışmalarının yanı sıra, Ortaçağ İslam, Selçuklu ve
erken dönem Osmanlı uzmanlarıyla ortak araştırmalar
da yapılacak.
BİLGİ NEDEN GEREKLİDİR?
Fransızlar, 1795 yılında devlet kararıyla bir okul
kurmuştu: Ecole Spécial des Langues Orientales, yani
Doğu Dilleri İhtisas Okulu. Bu okulun hedefi Arapça,
Türkçe, Tatarca, Farsça ve Malayca dillerinin ve
kültürlerinin öğretilmesiydi. Bu bilgiden hareketle,
bırakın uzak diyarları, kendi ülkemizin tarihini
öğrenmek konusunda dahi ne kadar rötarlı olduğumuz
ortaya çıkıyor. Faaliyete geçen bu yeni araştırma
merkezinin açılacak başka merkezlere ilham kaynağı
olmasını diliyorum… Türkiye’nin Balkanlar, Ortadoğu,
Kafkaslar, Rusya, İskandinavya, Doğu Avrupa, İran,
Hindistan, Asya, Afrika, Okyanusya, Amerika gibi
sayısız alanda araştırma merkezine ihtiyacı var.
Çünkü, tüm güncel beklentilerden bağımsız olarak
bilim zaten kendi başına bir gelişim alanı. Bilimde
derinleşmeden de gerçek anlamda ilerlemek mümkün
değil.
Hürriyet, Yazı: Naci Cem Öncel, 29.11.2015
|
BURSA ULU CAMİİ'NİN MİNBERİ AYET SAYISINCA AHŞAP
PARÇADAN OLUŞUYOR
Bursa Ulu Cami'de bulunan ve 6 bin 666 parçadan
oluşan minber, açıkhava müzesini andıran tarihi
yapıda büyük ilgi görüyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun
dördüncü padişahı Yıldırım Bayezid Han'ın Haçlılarla
1396 yılında yaptığı Niğbolu Savaşı'ndan önce
Allah'a dua ederek, zafer kazanması halinde 20 cami
yaptıracağı vaadi üzerine inşa edilenlerden biri
olan bu cami, Türk-İslam aleminin en önemli
mabetlerinden.
Ulu Cami'yi önemli kılan şaheserlerinden biri de
muhteşem minberi. Sert ceviz ağacından, çivi ve
yapıştırıcı malzemesi kullanılmadan, kündekari
yöntemiyle geometrik ahşap parçalar birbirine
geçirilerek yapılan minber, Selçuklu üslubundan
Osmanlı üslubuna geçişin bir şaheseri olarak kabul
ediliyor. Camiyle aynı yaşta olan Abdülaziz oğlu
Hacı Mehmed isminde bir sanatkar tarafından yapılan
minber, camiye ayrı bir güzellik katıyor. Minberin
taç kapısında bulunan, Ulu Cami'nin kitabesinde,
"Murad Han oğlu büyük Sultan Bayezid Han tarafından
802 tarihinde yaptırılmıştır." yazısı yer alıyor.
Minberin, Miladi 1399 yılında yapıldığı biliniyor.
MİNBERE İŞLENEN GÜNEŞ SİSTEMİ
Minberin mihrap tarafında bulunan kabartmaların,
Güneş sistemini sembolize ettiği düşünülüyor. Bu da
Osmanlı İmparatorluğu'nda o dönemde bile ilmi
seviyenin ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor. O
tarihte Hristiyan Avrupa dünyası, Dünya'nın yuvarlak
olduğunu dahi reddediyordu. Zamanla siyaha boyanmış
minber, orijinal haline dönüştürülmesi ve üzerindeki
sedef kakma işlerin ortaya çıkarılması için 2008
yılında restore edildi.
AYET SAYISINCA PARÇADAN OLUŞAN MİNBER
Güney Marmara Rehberler Derneği (GÜMRED) eski
Başkanı Ersen Yelkenkaya, Ulu Cami'deki minberin 6
bin 666 parçadan, kündekari denen yöntemle çivisiz,
tutkalsız, üçgen, kare ve dikdörtgen ahşap
parçaların birbirine geçirilmesiyle yapıldığını
söyledi. Bir şaheser olduğunun altını çizen
Yelkenkaya, Tebrizli usta Abdülaziz oğlu Hacı Mehmed
tarafından yapıldığını ifade ederek, "Minberin
ayrıca alt taraflarında, tam 24 tane kapı var.
12'şer sağda ve solda, doğuda, batıda ve üçer tane
de başlangıç giriş ve çıkış olmak üzere arkada
bulunur." dedi.
Minberde güneş sisteminin de işlendiğini belirten
uzman rehber Yelkenkaya, şunları söyledi: "Ayrıca
burada çok güzel bir astroloji bilmek lazım. Ay,
Güneş, Jüpiter, Satürn, Venüs, Neptün aynı bölgede
toplanmış ama en son bulunan Plüton ise en arkadaki
yerde gösterilmiştir. Güneş sistemi, aynı
yörüngesiyle aynı şekilde yerlerine oturtulmuştur.
Bu, 14. yüzyılda yapılmış bir eser. O tarihte burayı
yapan kişinin astrolojik bilgisi ne kadar yüksekmiş.
Bundan 650 yıl sonra Galile, Dünya Güneş'in
etrafından dönüyor dediği için aforoz edildi kilise
tarafından. Demek ki İslam dünyası, ne kadar önceden
bunlardan haberdardı."
Zaman, Haber: Ensar Tuna
Alatürk, 28.11.2015
|
AVUSTRALYA'NIN İLK
İNSANLARI 50 BİN YIL ÖNCE ORADAYDI
Barrow Adası’ndaki Boodie Mağarası eski bir sırrı
gün yüzüne çıkardı.
Yapılan kazı çalışmaları ve
pek çok araştırma sonucunda mağaranın çukurlarında
bundan 50 bin yıl önce ‘hayli iyi beslenmiş’
insanların yaşadığı belirlendi. Bu rakam Avustralya
kıtasında yaşamın arkeologların şimdiye dek tahmin
ettiklerinden bir kaç bin yıl öncesinde başlandığını
gösteriyor.
Şaşırtıcı keşif ve buluntular
Avustralya’nın batısında bulunan Pilbara Körfezi’ne
50 km mesafedeki ikinci büyük ada olan Barrow’da
ortaya çıkartıldı. Oxford Universitesi’nde bir
labaratuarda incelenen 50 bin yıllık doku ve 200
birim kum tanesi ışımayla canlandırıldı ve içlerinde
53 bin yıl öncesine ait kabuklu deniz ürünü yemeği
parçacıklarına rastlandı.
Batı Avustralya Üniversitesi Kimberley Vakfı Taş
Devri Sanatı Başkanı ve arkeolog Peter Veth,
Avustralya kıtasında ilk yaşamın başlama tarihi
olarak 50 bin yıl bariyerinin en sonunda aşıldığını
ifade etti. Aborjinlerin 47 bin yıl önce
Avustralya’da yaşadıklarına inanıldığını ancak kanıt
olmadığı için ispatlanamadığını söyleyen Veth,
Güneydoğu Asya’da bundan daha eski buluntu
olmadığını ve insanların Avustralya’ya Afrika’dan
geldiklerini sözlerine ekledi.
Barrow Adası vaktiyle
Kuzeybatı Avustralya’nın sahil kıyısında bir
düzlüktü. Yaklaşık 7 bin 500 yıl önce su seviyesi
yükselince Barrow ada halini aldı. Queensland
Üniversitesi, James Cook Üniversitesi, Sacramento
Üniversitesi ve UWA’dan gelen ekipler 3 yıl boyunca
Barrow’da ada oluşana dek yaşayan ilk yerlilerin hem
denizden hem de karadan geçimini sağladıklarına dair
kanıt bulmak için Boodie Mağarası’nın oyuklarında
kazı çalışması yaptı.
Peter Veth, ‘Üst toprağı kazıdığımızda bir sürü
deniz kaplumbağası, yunusgil, deniz kestanesi,
istirdiye ve midyeden oluşan günümüzdekilerden 50
kat fazla besin değeri olan deniz ürünleri ile
birlikte kanguru ve et obur hayvan kemiği parçaları
bulduk. Bu insanların bizden çok daha iyi
beslendiklerine kuşku yok’ dedi.
Ortaya çıkarılan balya ve
deniz kabuklarının kaşık veya bir yeri kazmak için
kullanıldığı düşünülürken, diğer alet-gereçler,
çakıl taşları ve pişirme taşları bu insanların
yiyecek bulup yüzlerce kilometre uzaklıkta takas
yaptıklarına ipuçları veriyor.
Melbourne Monash
Üniversitesi’nden arkeolog Ian McNiven kazıların
Avustralya kıtası ve Aborjin tarihi için fevkalade
önemli olduğunu vurguladı.
arkeolojihaber.net, Kaynak: theaustralian.com Çeviri:
Ayşen Yolcu, 28.11.2015
|
TOPKAPI SARAYI'NDA 'ENDERUN' KONFERANSI
İstanbul Enderun Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından
düzenlenen "Büyük Devlet Adamları Yetiştiren Bir
Kurum Olarak Enderun" başlıklı konferans, Topkapı
Sarayı Konferans Salonu'nda gerçekleştirildi.
Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Erhan Afyoncu buradaki
konuşmasında, "enderun" ifadesinin sihirli fakat çok
bilinmeyen bir kelime olduğunu söyledi. Enderunun
Osmanlı'nın güçlü bir devlet haline
gelmesindeki katkısının altını
çizen Afyoncu, Roma'yla birlikte dünya tarihindeki
gelmiş geçmiş en güçlü iki devletten biri
olan Osmanlı'nın devletleşme süreci hakkında
değerlendirmelerde bulundu. Osmanlı'da padişah hariç
bütün devlet görevlilerinde liyakatin esas
alındığına vurgu yapan Afyoncu, yabancı bilim
adamlarının Osmanlı'nın insan yetiştirme sistemine
yaptıkları övgülerden bahsetti. Enderuna kabul
edilecek devşirmelerin seçimi hakkında da bilgiler
veren Afyoncu, şöyle devam etti:
"Genelde Balkanlar'daki Hristiyan reayanın
çocukları alınırdı. Devşirme sürücüsü gittiği zaman
ailelerden bir kısmı çocuklarını gönüllü olarak
verirdi. Sokollu Mehmet Paşa'yı ailesi vermek
istememişti. Devşirme sürücüsü, ailesine 'Sizin
sakladığınız bu çocuk, dünyanın en kuvvetli ikinci
adamı olacak' demiştir. Aileyi ikna ederek onu
almıştır. Genelde devşirmelerin ufak yaşlarda
alındığını zannederiz. 1603-1604'te toplanan
devşirmelerin kayıtlarında 2 bin 600 kişinin
toplandığını görüyoruz. 6 yaşında 1, 10 yaşında 1,
11 yaşında 6 kişi; geri kalanı ise 15 yaşın
üzerindedir." Afyoncu, enderunun "iç" anlamına
geldiğini anlatarak, "Padişahın yanında olan ahaliye
'enderun ahalisi' denir. Bunlar, 7 koğuştan oluşan
bir sisteme sahiptir, en üstte 'has oda' vardır.
Enderunda bulunan 300-350 kişinin tek amacı,
padişaha hizmet etmektir. Burada, devletin
merkezinde padişah var. Bu kişiler, bir taraftan
eğitim alırken diğer taraftan padişaha hizmet
ediyor. Kendi kabiliyetlerine göre odadan odaya
yükseliyorlar. 40 kişiden oluşan 'has oda',
padişahın yattığı odadır. Aynı zamanda
burası, kutsal emanetlerin muhafaza edildiği odadır.
Bu yüzden burada bulunmak çok önemlidir. Birçok
devlet adamı buradan çıkmıştır" diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber: Sefa Mutlu, 28.11.2015
|
BAĞDAT'IN TARİHİ BAKIRCILAR ÇARŞISI ESKİ GÜNLERİNİ
ARIYOR
Irak'ın başkenti Bağdat'ta yaşanan iç çatışma ve
terör saldırılarından dolayı turistlerin
uğramadığı Abbasiler döneminden kalma "Suk
el-Saffarrin", (Bakırcılar Çarşısı) eski günlerini
arıyor.
Başkentin bilinen tarihi çarşıları arasında
yerini alan Bakırcılar Çarşısı'ndaki bakır
ustalarının işlettiği dükkanlar yerini gittikçe daha
çok toptan kumaş ve elektrik malzemesi satan
dükkanlara bırakıyor. 2003 ABD işgali sonrası eski
Bağdatlı müşteri ve turistlerini kaybeden Abbasiler
döneminden kalma tarihi çarşının daracık
sokaklarında yer yer çatışma izleri de dikkati
çekiyor.
AA muhabirine konuşan Rıda Cuvad, bakırcılığı
atalarından devraldığını belirterek, işlettiği
dükkanın 1908 Osmanlı döneminden kalma olduğunu
söyledi.
"Çarşıdaki durum güvenlik şartlarından dolayı
gittikçe kötüye gidiyor" diyen Cuvad, "İstikrar ve
can güvenliğinin olmaması turistlerin buralara
uğramamasına neden oldu. Eskiden turistler için
akşam geç saatlere kadar çalışırdık. ABD'liler
ülkeye ayak bastıktan sonra her şey ters yüz oldu"
dedi.
Abbasiler döneminden kalma ve 2003 öncesi
turistlerin uğrak yeri olan çarşı son dönemdeki
güvenlik şartlarından dolayı ilgi ve bakıma muhtaç
olduğu kaydedildi.
Anadolu Ajansı, Haber: Haydar
Hadi, 28.11.2015
|
TARİH BÖYLE YOK EDİLİR
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin İZSU kanalizasyon
çalışmaları Eski Foça'da sit alanındaki tarihi
mezarları yok etti. İzmir 2 Numaralı Koruma Kurulu
2011 yılında reddettiği projeyi 2014 yılında kabul
edince binlerce yıllık mezarlar kanalizasyon
kazılarına kurban gitti. Bilirkişi ise kalıntıların
üzerinin jeotekstil bir membranla örtülmesini
önererek katliama göz yumdu.

Eski Foça’nın altında İon döneminin en önemli
şehirlerinden Phokai antik kenti yer alıyor. Kalesi
ve çevreye olan etkisi ile UNESCO Geçici Miras
Listesi’ne girmeyi başaran bu eski tarihi şehir son
yıllarda kanalizasyon projesi ile sık sık gündeme
geliyor. 2011 yılında projenin yüzde 85’i
tamamlanıp, arkeolojik sit alanında kalan kısmı
uygulamaya geçecekti. Sit alanında hayata geçirilmek
istenen proje İzmir 2 Nolu Koruma Kurulu tarafından
reddedildi. Gerekçe olarak da projenin antik kente
büyük zarar vereceği, projenin sit alanları dışında
herhangi bir yerde yapılmış çalışmadan farklı
olmadığı, projenin primitif (ilkel) olduğu
belirtildi.
DAVA AÇILDI
Antik kentin en önemli nekropol alanı
üzerinden geçmesi planlan kanalizasyon projesi
unutuldu sanılırken 2014 yılında yeniden gündeme
geldi. İzmir 2 Nolu Koruma Kurulu daha önce
reddettiği projeyi değişiklik yapılmamasına rağmen
bu kez kabul etti. Proje başladı ve binlerce yıllık
mezarlar ortaya çıktı. İzmir Şehir Plancıları
Odası kurul kararına dava açtı. İzmir 3. İdare
Mahkemesi bilirkişi tayin etti. Doç.Dr. Mine Tanaç
Zeren (Mimar), Doç.Dr. Salih Yılmaz (Mühendis) ve
Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin (Arkeolog) oluşan
bilirkişi 10 Kasım 2015 tarihli raporunu mahkemeye
sundu.
BİLİRKİŞİ ‘ÜSTÜ ÖRTÜLSÜN’ DEDİ
Raporun sonuç bölümünde; ‘’Müze müdürlüğü ve kazı
başkanlığı denetiminde halen yürütülmekte olan
kanalizasyon kazılarında ortaya çıkarılan
buluntuların öncelikle gerekli belgeleme çalışmaları
yapıldıktan sonra jeotekstil membranlarla üzerlerine
sıvı geçirgenliği az bir dolgu kapatarak koruma
altına alınması gereklidir. Bunun devamında tespit
edilen buluntuların plan üzerine işlenerek kazı
başkanlığı ve müze müdürlüğü tarafından üretilecek
raporlar doğrultusunda gerekli durumlarda uygulama
projesinin güzegah yönteminin revize edilmesi yoluna
gidilerek gerekliliği kanaatine varılmıştır.’’
UZMANLAR DOĞRU BULMUYOR
Projenin devam etmesini isteyen bilirkişi
raporuna mahkemenin itibar etmeyeceği düşünülüyor.
Çünkü uzmanlara göre raporda membran örtüyle
kalıntıların örtülmesini istemek eserlerin yok
olmasına neden olur. Şehir Plancıları odasının
mahkemeye yaptığı bilirkişi itirazında da bu konuya
değinilerek, bilirkişinin hukuka aykırı
davrandığından söz ediliyor. İtiraz da şöyle
deniliyor; ‘’Eserler kırılarak kanalizasyon
borularının geçirilmesi olanak dışıdır. Projenin
uygulanması olamayacağından, bilirkişi eserlerin
üzerinin membran malzemesiyle örtülmelerini
önermeleri son derece yanlıştır. Membran su
geçirmeyen bir izolasyon örtüsüdür. Bu malzemeyle
eski eserlerin örtülmesi durumunda eserlerin hava
alma durumu olamayacak eserler,ve duvarlar un ufak
olup dağılacaktır. Bilirkişilerin bu durumu çok iyi
bilmeleri gerekirdi. Tüm restoratör ve arkeologlar
bunu bilir.’’
Foça Arkeoloji Kazı Başkanı
Prof.Dr. Ömer
Özyiğit yargı süreci devam ettiği için konuşmasının
uygun olmayacağını söyledi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 28.11.2015 |
SGK'IN TARİHİ UNKAPANI BİNASI SATILIYOR
Uzun yıllar SGK binası olarak hizmet veren
Unkapanı’ndaki simge bina satışa çıkarıldı. Bina
için biçilen değer 100 milyon 800 bin lira. İlk
ihale 10 Aralık günü yapılacak. 1960'lı yılların
başında inşa edilen yapı, Cumhuriyet Dönemi'nin
en güzel binaları arasında yer alıyor. SGK’ya
ait Fatih’deki bir arsa için ise 30 milyon lira
değer biçildi.
100 MİLYON
DEĞER BİÇİLDİ
Unkapanı’nda bulunan
ve üzerinde bir çok binanın yer aldığı
gayrimenkulün satışını, Sosyal Güvenlik
Kurumu’nun büyük hissedarı olduğu Emek
İnşaat ve İşletme A.Ş. yapıyor. Söz konusu
binaları için 100 milyon 800 bin lira değer
biçildi. İhale 10 Aralık günü Ankara’da
yapılacak. İhaleye girmek isteyenlerin 6.1
milyon lira teminat yatırmaları gerekiyor.
Anılan binaların üzerine kurulu olduğu alan ise
3 bin 360 metrekare.
FATİH’DEKİ
ARSA DA SATILIK
Yine aynı gün
satışa çıkarılacak bir diğer gayrimenkul ise
Fatih’deki bir arsa. Bu arsa için ise 29 milyon
350 bin lira değer biçildi. Anılan arsa 5 bin
298 metrekare büyüklüğünde. Söz konusu arsa için
ise 1,8 milyon lira teminat yatırılması
gerekiyor.

AĞA HAN
MİMARLIK ÖDÜLÜ ALDI
Bir dönem ‘SSK
Zeyrek Tesisleri’ olarak geçen ve 100 milyon 800
bin lira bedel biçilen binaları 1962 yılında
tasarlandı. Tesislerin tasarımını Sedat Hakkı
Eldem yaptı. 1962-64 yılları arasına inşa
edildi. 1986 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü
alan bina Cumhuriyet Dönemi’nin en güzel 10
binası arasında sayılıyor.

BÜYÜK
HİSSEDAR SGK
54 yıllık geçmişi
bulunan Emek İnşaat esasında bir kamu kuruluşu
niteliğinde. Şirketin yüzde 49'u SGK
Başkanlığı'na yüzde 49'u Türk Kızılay'ına yüzde
0,3 hisse THY'ye, yüzde 0,7 Atatürk Orman
Çitliği'ne kalan yüzde 1 hisse ise Dr. Raif
Gürün mirasçılarına ait.
Hürriyet, 27.11.2015
|
HAGİOS ABERKİOS KİLİSESİ KAZISI TAMAMLANDI
Bursa
İli, Gemlik İlçesi, Kurşunlu Mahallesi'nde yer alan anıtsal yapı
olarak tescilli Hagios Aberkios Kilisesinin
restorasyon projesinin hazırlanmasına yönelik
olarak Bursa Müzesi Müdürlüğünce başlatılan kazı
çalışmaları 28.10.2015 tarihinde tamamlandı.
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından kilisenin
restorasyon projeleri hazırlanmaya başlanmış olup
kısa sürede restorasyon çalışmalarının tamamlanması
planlanmaktadır. Restorasyon çalışmalarından sonra
yapının kültürel amaçlı olarak kullanılması ve yöre
turizminin canlandırılması hedeflenmektedir.

Kilisenin çalışma öncesi Kuzey yönünden görünümü

Kilisenin çalışma öncesi Batı yönünden görünümü

Kilisenin doğu yönündeki avlu döşemesi açma çalışmaları

Kilisenin güney ve batı yönleri çalışma sonrası
görünümü

Kilisenin doğu yönü çalışma sonrası görünümü
kulturvarliklari.gov.tr, 27.11.2015 |
DÜNYANIN İLK DUBLE YOLU 2 BİN YIL ÖNCE ANAVARZA'DA
YAPILDI
Kozan
Kent Konseyi Yürütme Kurulu üyeleri, kazı
çalışmaları devam eden Anavarza antik kentini
ziyaret etti.
Adana'nın
Kozan
İlçesi'ne bağlı Dilekkaya Mahallesi
sınırları içerisinde bulunan ve Türkiye’nin en
önemli antik kenti olan Anavarza Antik
Kentindeki kazı çalışmalarını yerinde incelemek
için bölgeye giden konsey üyeleri, kazı ekibinin
başkanlığını da yapan
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Fen
Edebiyat Fakültesi Klasik
Arkeoloji
Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr.
Fatih Gülşen’den bilgi aldı.
Kendisinin de
Kozanlı olduğunu belirten Gülşen, kazı
ekibinde çalışanların yöre halkından tercih
edildiğini ve tamamının Kozanlılardan oluştuğunu
söyledi. Devam eden çalışmalarda çok önemli
verilere ulaştıklarını belirten Gülşen, kazı ve
restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının
ardından Anavarza Antik Kenti'nin sadece Kozan’a
değil ülke turizmine önemli ölçüde katkı
sağlayacağını ifade etti.
Çalışmalar
hakkında bilgi aktaran Yrd. Doç.Dr. Gülşen şu
ifadelere yer verdi: “Roma İmparatorluğu
dönemine ait 2 bin yıllık anıtsal giriş kapısı
olan zafer takının yapılan çalışmalar sırasında
üzerinden düşmüş olan tüm blokları çizim ve
belgeleme çalışmalarından sonra tekrar yerine
konulacak. Bugüne kadar ne Efes’te ne Bergama’da
ne de
Roma İmparatorluğunun merkezi olan İtalya’da
böylesine görkemli ve anıtsal bir kent kapısına
rastlanmadı. 10 metre yüksekliğindeki Anavarza
kapısı bu özelliği ile dünyadaki en anıtsal ve
görkemli zafer takıdır. Bu kapıdan girdikten
sonra 34 metre genişliğinde ve ilk belirlemelere
göre 2 bin 700 metre uzunluğundaki dünyanın ilk
duble yolu ortaya çıkartıldı. Antik dönemde
böyle bir caddenin başka bir örneği bulunmuyor.
Ayrıca bu yolların kenarlarında her 2.15 metrede
bir olmak üzere toplam iki bin 500 civarında
sütun bulunuyor. Temizlik çalışmaları sırasında
bu caddeyi diklemesine kesen iki ayrı sütunlu
cadde daha ortaya çıkarıldı. Caddelerin
tamamında yaklaşık 5 bin civarında sütun
bulunuyor. Bugün Ortadoğu ve Avrupa’daki en
büyük antik kentlerde bile birkaç yüz sütun
bulunurken ve bu bir zenginlik sayılırken,
Anavarza’da 5 bin civarında sütun olduğunu
görüyoruz. Buradan bir kez daha anlıyoruz ki
Anavarza zannedilenden çok daha büyük ve zengin
bir antik kent. Anavarza
Kozan başta olmak üzere Adana’nın ve tüm
Türkiye’nin geçmişi değil geleceği olacaktır.
Anavarza’yı kazmak ve ortaya çıkarmak yeterli
değil onu el birliği ile korumamız gerekiyor.”
T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü,
Çukurova Üniversitesi,
Adana Valiliği İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü,
Adana
Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nün katkı ve
çalışmaları kapsamında, anıtsal giriş kapısı,
sütunlu ve duble antik cadde, kiliseler,
hamamlar, stadyum, amfitiyatro, tiyatro, sur ve
savunma sistemleri, su yolları, meclis binası,
belediye binası, anıtsal mezarlar ve tapınaklar
olmak üzere bir çok alanda kazı, araştırma ve
değerlendirme çalışmaları devam ettiği
bildirildi.
haberler.com, 27.11.2015
|
AVRUPA'NIN İLK ÇİFTÇİLERİNİN ANADOLU'DAN GELDİĞİ DNA
İLE KANITLANDI
Uluslararası bilim
adamlarından oluşan bir ekip, Avrupa’da yaklaşık 8
bin 500 yıl önce gerçekleşen avcı toplayıcılıktan
çiftçiliğe geçiş sürecinde ve sonrasında değişen
genleri tespit etti.
Avrupa, Sibirya ve
Türkiye’deki insan kalıntılarından elde edilen 230
DNA örneği, Avrupa’nın ilk çiftçilerinin Anadolu’dan
gelip buraya uyum sağladığını kanıtladı. Uyum
sağlama sürecinde, yetişkinlikte laktoz
sindirilebilme yetisi, boy, yağ asidi metabolizması,
D vitamini seviyeleri, açık ten pigmentleri, mavi
göz rengi gibi değişimler geçirdikleri tespit
edildi. Aynı zamanda tarımsal beslenmeye geçiş için
önemli olabilecek glütene duyarlılık ve bağışıklık
sistemi ile bağlantılı farklılıklar da tespit
edildi. Adelaide Üniversitesi’nden Wolfgang Haak,
Neolitik Dönem’de toplu yaşam tarzı ve hayvanların
evcilleştirilmesiyle büyük bir nüfus artışı olduğunu
belirtti. Harvard Tıp Fakültesi’nden Iain Mathieson
ise, evcilleştirilmiş hayvanların da insanlarla eş
değerli bir evrim sürecine sahip olup olmadıklarını
incelemenin ilginç olabileceğini ekledi.
Aktüel Arkeoloji, 23.11.2015
|
EMİRLİ TÜMÜLÜSÜ'NDE KURTARMA KAZISI
Samsun'un Kavak
İlçesi'nde bulunan Emirli
Tümülüsü'nde kurtarma kazısı başlatıldı.
AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Emirli
Mahallesi'nde kaçak kazıyla tahrip edilen Emirli
Tümüsülü'nü kurtarma kazısının 2 hafta sürmesi
planlanıyor. Kazıyı,
Samsun Müze Müdürlüğünden arkeolog
Emine Yılmaz'ın sorumluluğunda oluşturulan 8
kişilik ekip yürütüyor.
Samsun Büyükşehir ve Kavak Belediyelerinin
desteğiyle yapılan kurtarma kazısında
Hellenistik
döneme ait tümülüsün çevresinde
Roma dönemine ait yerleşkelere de rastlandı.
Yetkililer, tümülüsün yaklaşık 6 metrelik
toprağın altında bulunduğunu ve orta büyüklükte
bir mezar olarak değerlendirildiğini belirtti.
Çalışmaların üç odadan oluştuğu sanılan mezarın
giriş kısmında yürütüldüğünü ifade
eden yetkililer, çalışmaların tamamlanmasının
ardından tümülüs ile Emirli Mahallesi'nde yapımı
devam eden Yaşar Doğu Müzesi'nin kültür ve
turizm destinasyon alanı olarak ilan
edilmesinin hedeflendiğini kaydetti.
haberler.com, 17.11.2015
|
22 - 28 Kasım 2015
|
İNSAN NEDEN
KAFATASININ ŞEKLİNİ DEĞİŞTİRMEK İSTER?
Günümüzden 2 bin yıl önce
insanların kafataslarının şeklini değiştirmeye
kalktığını biliyor muydunuz? BBC'den Melissa
Hogenboom, konuyu
inceleyen bir yazı kaleme aldı. Paylaşıyoruz...
Patagonya’da 2000 yıl
önce bebeklerin kafatasına şekil vermek yaygın bir
uygulamaydı. Bunun gruplararası ilişkileri
geliştirmek için yapılmış olabileceği düşünülüyor.
Bebeklik döneminde kafatası sert değildir, doğru
tekniklerle farklı bir şekil alması sağlanabilir. Bu
uygulamanın çok eskilere dayandığı ve 45 bin yıldır
dünyanın farklı bölgelerinde geçerlilik kazandığı
biliniyor. Bazıları estetik amaçlı, bazıları ise güç
simgesi olarak başvurmuş bu yönteme. Bazen de bunun
nedeni bakımından ancak tahminde bulunabiliriz.
2000 yıl önce Güney
Amerika’nın Patagonya bölgesinde avcılık ve
toplayıcılıkla geçinen toplumlarda da kafatası
şekillendirme uygulamasının yaygın olduğu anlaşıldı.

2009’da bir grup arkeolog eski bir mezarda ilginç
insan iskeletleri buldu. Kansas Devlet
Üniversitesi’nden antropolog Marta Alfonso Durruty
bunları incelemek için Şili’deki Patagonya
Enstitüsü’ne gitti. Mezardaki yetişkin insanlara ait
60 kafatasından 18’inin yeniden biçimlendirilmiş
olduğunu gördü. Daha önce Patagonya’da böyle bir
uygulamanın olduğu bilinmiyordu. Bir kafatasındaki
değişim çok belirgindi. Diğerlerini ise uzman
olmayanlar dışındaki insanların fark etmesi
zordu. Çok sayıda kafatasının biçimlendirilmiş
olduğu görülünce Durruty ve ekibi bunun nedenlerini
araştırmaya başladı.
Kafatasını şekillendirmek kolay değildir. Tam
olgunlaştığında artık yeniden biçimlendirilemeyecek
kadar serttir. Biçimlendirme işine kafatasının henüz
yumuşak olduğu bebeklik döneminde başlamak gerekir.

Bunun yollarından biri kafayı bezlerle sıkıca
sarmaktır. Böylece kafatasının arka kısmı yukarı
doğru kalkık olacak, silindir şekli alacaktır. Fakat
bu yöntem tehlikelidir. Fazla sıkı sarma bebeği
öldürebilir. Bunun örneklerine 2008’de Peru’da
bulunan bazı kalıntılarda rastlanmıştır.
Diğer bir yöntemle de kafatasına farklı bir şekil
verilir. Arkası dümdüzdür. Bu sonucu elde etmek için
bebeğin kafası arkadan, bazen de hem önden hem de
arkadan bir tahtaya uzun süreli olarak bastırılır.
Amerika’daki Kızılderililer beşiklerindeki bir
düzenekle bunu yapıyordu.
Brezilya’daki Rio de Janeiro Üniversitesi’nden
arkeolog Mercedes Okumura bunu şöyle açıklıyor:
“Bebek beşiğe bağlı
oluyordu. Böylece annesinin onunla ilgilenmesi
gerekmiyordu. Bu türden bir deformasyon (en azından
başlangıçta) tesadüfi ortaya çıkmış olabilir. Bir
süre sonra ise insanlar bunun nedenini fark edip bu
defa bilerek kafatasını biçimlendirmek için tahta
beşikler kullanmış olabilir.”

Böylesi bir değişimin geri döndürülme şansı yoktur.
Bazılarına aşırı da gelebilir. Fakat kafatası
biçimlendirme bir gruba aidiyet bakımından önem
taşıyan bir özellikti. Okumura ayrıca güzellik
anlayışı nedeniyle de bu yönteme başvurulmuş
olunabileceğini belirtiyor. “Kafatasının biçimine
fiziksel olarak müdahale edilmesine sadece toplumsal
ayrılıkları belirgin kılmak için değil, siyasal gücü
sağlamlaştırmak için de başvuruluyordu. Bu nedenle
grup içi dayanışmanın ve gruplar arası kültürel
farklılıkların daimi sembolü olarak işlev görmüş
olabilir.”
Bazı durumlarda da
kafatasının biçimi kişinin sosyal sınıfını temsil
eden bir statü sembolü olarak görülüyordu.
Bolivya’daki Oruro halkı için durum böyleydi. Fakat
Patagonyalı avcı-toplayıcı gruplar ayrılıkları
belirginleştirilmesi gereken farklı yapılanmalara
sahip toplumlar değildi. Bunlar sürekli yer
değiştiriyordu. Durruty bu nedenle bu kadar çok
biçim verilmiş kafatası bulduğunda şaşırmıştı.

Durruty bunların belki de bir gruba aidiyeti
göstermek için değil de yeni kaynaklara ulaşmalarını
sağlayacak başka bölgelere açılmalarını sağlamak
için bu yönteme başvurduğunu belirtiyor. Amerikan
Fiziksel Antropoloji Dergisi’nde bu bulguları
paylaşan bir makale yayımlandı. Bu insanların
kaynakların kıt olduğu bir bölgede yaşadığını dile
getiren Durruty, “Bu durumda en iyi strateji ilişki
ağınızı genişletmektir; böylece grubunuz o bölgedeki
başka alanlara açılma olanağı bulacaktır” diyor.
Açılmak içinse yeni dostlar edinmek gerekir.
Kafatasını biçimlendirmek ne kolay ne de taklit
edilecek bir iştir. Bunu hemen yapmış olanlar
güvenilir insanlar olduklarını göstermiş oluyordu.
Bu yöntem bu insanların iyi bir ilişki ağı kurmasını
sağlamıştı. Kafatasına ilginç biçim verme yöntemi
ise başka bir güvenilir gruptan öğrenilmişe
benziyor. Durruty bunu “kişilerin ihtiyaçları olan
kaynaklara ulaşmasını sağlayan bir sosyal strateji”
olarak tanımlıyor. Hatta belki de bu yolla grupları
genişlemiş olabilir. O dönemlerde bu bölgede
belirgin bir nüfus artışı olduğu biliniyor.

Bu
kişilerin yedikleri incelendiğinde de bu tezin
doğrulandığı görülüyor. Yediğimiz her şey
kemiklerimizde iz bırakır. Bu kalıntılar
incelendiğinde Patagonyalıların karışık bir diyet
uyguladıkları, hem kara hem denizden beslendikleri,
yani ömürleri boyunca farklı bölgelerde yaşamış
oldukları görüldü.
Fakat hâlâ yanıt bekleyen sorular da var. Örneğin,
kafatası biçimlendirme uygulamasını ne kadar devam
ettiğini, ne tür biçimlerin tercih edildiğini ve
nedenini ya da erkeklerde kadınlardan daha ciddi bir
biçimlendirmeye gidilip gidilmediğini bilmiyoruz.
Bildiğimiz bebeklerin
seçme şansının olmadığı. Fakat bugün ne çok insanın
vücudunu değiştirmek için farklı yöntemlere
başvurduğunu düşünürsek, ana-babaların çocuklarının
şansını artırmak için kafatasını şekillendirme işine
girmesi anlaşılır bir şeydir.
Radikal, 27.11.2015 |
 |
ÖZGÜRLÜK ANITI
MISIRLIYMIŞ
ABD’nin simgelerinden Özgürlük Anıtı’nın ilk
halinin Süveyş Kanalı’nın girişi için düşünülen
Mısırlı bir çiftçi kadın olduğu iddia edildi.
İddia, ABD’de
Federal
Hükümet
tarafından yönetilen Simithsonian Enstitüsü’nün
dergisinde yer aldı. Dergide yer alan makalede,
Özgürlük Anıtı’nın Fransız Frederic-Auguste
Bartholdi tarafından Süveyş Kanalı’nın girişine
konulması için başörtülü Mısırlı
çiftçi bir
kadın heykeli olarak tasarlandığı belirtildi.
Makalede, Mısır Hıdivi İsmail Paşa’nın maliyeti
nedeniyle projeyi reddettiği, Bartholdi’nin de
projesini bugünkü Özgürlük Anıtı’na çevirdiği
iddia edildi.
Hürriyet, 26.11.2015
|
İSTANBUL
BİENALİ'NE 545 BİN ZİYARETÇİ
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, Koç
Holding sponsorluğunda düzenlenen 14. İstanbul
Bienali, bugün (26 Kasım Perşembe) sona erdi.
Kapılarını açtığı 5 Eylül tarihinden itibaren büyük
ilgi gören İstanbul Bienali, 1 Kasım tarihine kadar
36 sergi mekânında görüldü. Yoğun ilgi üzerine
serginin “kalbi” diyebileceğimiz, farklı
disiplinlerle ilişkisinin en belirgin olduğu
İstanbul Modern’deki sergi 26 Kasım’a kadar
uzatılmıştı. Bienalde sanatçıların yanı sıra bilim
adamları, matematikçiler, fizikçiler, mimarların da
çalışmaları da yer aldı. Farklı disiplinlerden 80’in
üzerinde katılımcının 1.500’ün üzerinde eseri
sergilendi.
Avrupa ve Anadolu yakasında, müzelerin yanı sıra
tekneler, oteller, eski bankalar, otoparklar,
bahçeler, okullar, dükkânlar ve özel konutlar gibi
kara ve su üzerinde 36 farklı mekâna yayılan bienal,
ücretsiz olarak seyircilerle buluştu. 14. İstanbul
Bienali sergilerini açık kaldığı 12 hafta boyunca
545.000 ziyaretçi gezdi.
14. İstanbul Bienali’nin sona ermesi vesilesiyle,
İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı’nın ev
sahipliğinde, 2026 yılında kadar İstanbul Bienali
sponsorluğunu üstlenen Koç Holding adına Kurumsal
İletişim ve Dış İlişkiler Direktörü Oya Ünlü Kızıl
ve İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer’in
katılımıyla bir kahvaltı gerçekleştirildi.
Bülent Eczacıbaşı buradaki konuşmasında Bienal’i
545 bin kişinin gezdiğini açıkladı ve Bienal’in
gördüğü uluslararası ilgiyi vurguladı. Eczacıbaşı
konuşmasında şunları söyledi: Bienalin kamusal
programı kapsamında düzenlediğimiz tartışmalar,
seminerler, paneller ve söyleşiler 3.500’ü aşkın
izleyiciye ulaştı. Artık dünyanın en önemli güncel
sanat istikametleri arasında sayılan İstanbul’un
böylesi geniş katılımlı bir bienale ev sahipliği
yapması bize büyük gurur veriyor. Bienalin izleyici
sayısının on yıllık bir süreçte on katına kadar
yükselmesi, artık İstanbul’da kültür ve sanata
katılımda bir eşik atlandığını da gösteriyor. Bienal
izleyicilerinin %30’unu gençlerin oluşturmasını da
sevinçle karşılıyoruz. Eğitim programlarımıza
katılan 3.000 çocuk ve gençle birlikte ülkemizin
geleceğine şekil verecek bunca kişiye
ulaşabildiğimiz için mutluluk duyuyoruz. Bienalin
hem Türkiye’de hem de uluslararası medyada çok
sayıda haberle yer alması, önemli değerlendirme
yazılarına konu olması da hem güncel sanatın ülke
gündemine taşınmasına hem de güncel sanat alanında
düşünce üretiminde aktif rol alan bir ülke olarak
Türkiye’nin yurtdışındaki tanıtımına katkıda
bulunabildiğimizi gösteriyor.
Uluslararası arenada ülkeler bilim, teknoloji,
ürün ve hizmetler kadar, kültür ve sanatla da büyük
bir yarış içindeler. Türkiye, bienal gibi
etkinliklerle bu yarıştaki iddiasını sürdürüyor.
Büyük bir yol kat ettik, şimdi önümüzde daha büyük
hedefler var. Kamu, özel sektör, sanatseverler,
sanatçılar ve konunun tüm paydaşlarına bu güzel
çabanın parçası oldukları için teşekkür ediyor,
önümüzdeki yıllarda da desteklerinin artarak devam
etmesini diliyoruz. Bu yılki başarımıza katkıları
için de bienali şekillendiren Carolyn
Christov-Bakargiev’e, bienalimizi destekleyen tüm
kurum ve kuruluşlara ve tabii ki bienali başarıya
ulaştıran ekibimize içten teşekkürlerimi sunuyorum.”
RAKAMLARLA 14. İSTANBUL BİENALİ
- Çocuk Eğitim Programları’na 3.000’in
üzerinde öğrenci katıldı.
- Söz Edimleri ve Söylem Biçimleri başlıklı
programda 200’den fazla sanatçı, bilim insanı,
küratör, filozof ve kültürel aktivistlerin
katılımıyla 80’nin üzerinde yuvarlak masa
tartışmaları, seminerler, paneller, sözlü
sunumlar, dinleyicilerle söyleşiler, atölye
çalışmaları ve performanslar yapıldı. Program
kapsamındaki etkinlikleri 3500’ü aşkın izleyici
takip etti.
- 14. İstanbul Bienali, uluslararası basının
ilgi odağıydı. Bienal, Mayıs 2014’ten kapanışına
dek, uluslararası medyada 40’dan fazla ülkede ve
farklı dilde 500’ün üzerinde haber, eleştiri
yazısı, röportaj, TV ve radyo programına konu
oldu.
- Bienalin ön izleme günlerine, 500’e yakın
uluslararası medya mensubu akredite oldu.
DÜNYA BASININDAN SEÇMELER
New York Times, Jason Farago,
16.09.2015: Carolyn Christov-Bakargiev,
İstanbul Bienali’nde, farklı disiplinlerden
katılımcılarla sanatı geniş bir işbirlikleri ağının
parçası haline getirme çabasını sürdürüyor. Bu
bienal, sanatın (ve sanat olmayanın) farklı
koşullarda farklı anlamlar kazandığını düşünen
izleyiciye önemli bir vaatte bulunuyor.
http://www.nytimes.com/2015/09/16/arts/design/review-making-connections-at-istanbuls-biennial.html?_r=0
The Guardian, Adrian Searle, 08.09.2015: Christov-Bakargiev,
dalgaların kıvrımları, tuzlu su akıntıları ve
düğümleri, denizlerin dolaşımı, bedenlerimizdeki
kan, Boğaziçi’ndeki akıntılar, gözyaşlarımızdaki
tuz, dünyanın ve düşüncenin kendisinin çalkantıları
gibi birçok konuyu ele alarak, şiirsel bir
tutarlılık ve nihayetinde imkânsız görünen küresel
bir konumlanma çabası taşıyor.
http://www.theguardian.com/artanddesign/2015/sep/07/istanbul-biennial-2015-an-overwhelming-meditation-on-the-tides-of-human-misery
El Mundo - El Cultural, Javier Hontoria,
11.09.2015: Birçok başarılı sanatçının
sergideki varlığı ve Christov-Bakargiev’in tüm
küratoryel dogmaların sistematik biçimde
reddedişiyle, bienal belirli bir plan doğrultusunda
hazırlanmış bir eser seçkisinden ziyade organik,
açık, öngörülemeyen ve aritmik yapıda, kendi başına
harika bir yapıta dönüşüyor.
http://www.elcultural.com/revista/arte/Politica-y-futuro-en-la-Bienal-de-Estambul/36903
Die Tageszeitung, Ingo Arend,
08.09.2015: 14. İstanbul Bienali’nin ayırt
edici özelliği, politik baskıların yaşandığı bir
dönemde, göz kamaştıran politik sanat veya ucuz
jestler yerine, derinliğinin erdemi ve taşıdığı form
bilinciyle ikna edici olan politik eserler
sunmasıydı.
http://14b.iksv.org/files/20150908_taz.pdf
Corriere della Sera, Francesca Pini,
11.09.2015: İstanbul Bienali 2015 yılının
hit bienalleri arasında yer alırken, sergilenen
eserler sanatın dönüştürücü gücüne vurgu yapıyor.
http://14b.iksv.org/files/20150911_Corriere.pdf
Le Monde, Philippe Dagen, 13.09.2015: Sanat
dünyasının en etkili isimleri arasında gösterilen
Christov-Bakargiev, bu yılki İstanbul Bienali’nde
tarihi eserler ve yıldız sanatçılara ağırlık
veriyor.
http://14b.iksv.org/files/20150913_Le%20Monde.pdf
Radikal, 2.11.2015
|
DİYARBAKIR'IN
TARİHİ SİMGESİ KURŞUNLANDI
Diyarbakır'ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne
giren merkez Sur İlçesi'ndeki Saraykapı Semti'nde
bulunan tarihi Kurşunlu camiiden sonra bir zamanlar
dinler ve dillerin hoşgörü içinde bir arada yaşadığı
'Gavur Mahallesi' ismiyle kitaplara konu olan
Fatihpaşa Mahallesi'ndeki Şeyh Mutahhar Camii'nin 4
Ayaklı Minaresi, güvenlik güçleri ile YDG-H'liler
arasında yaşanna çatışmalarda hasargördü.
1500 tarihinde Akkoyunlu
Sultanı Kasım Bey tarafından İslam'ın Hanefi, Şaafi,
Hambeli ve Maliki mezheplerini simgeleyen 4 sütun
üzerine inşaa edilen ve dünyada bir benzeri
bulunmayan 4 Ayaklı Minare'nin iki ayağı dün gece
yaşanan çatışmadan isabet eden mermilerle büyük
zarar gördü. Diyarbakır'a gelen yerli ve yabancı
turistlerin görmeye gittiği ilk tarihi eserlerden
biri olan minarenin iki ayağının kurşunlardan tahrip
olmuş halini gören yurttaşlar tepki gösterdi.

Fatihpaşa Mahallesi'ndeki kilise, camiler, hanlar
gibi tarihi eserleri görmeye giden yerli ve yabancı
bazı turistler ise çatışmada hasar gören sonra
minarenin cep telefonlarıyla görüntüledi.
OSMANLI ESERLERİ TAHRİP EDİLİYOR
Diyarbakır'ın sosyal, kültürel ve tarihsel
konumu üzerine bir çok kitabı bulunan tarihçi ve
yazar Şeyhmus Diken, Sur İlçesi'nde Osmanlıcılık
adına siyaset yapanların Osmanlı'dan kalma eserleri
tahrip öne sürdü. Diken, şunları söyledi:
"UNESCO'nun tarihi ve kültürel miras listesine
Diyarbakır Surları, Suriçi ve Hevsel Bahçeleri
girdi. Bu nedenle Diyarbakır Suriçi 5 bin yıldır
hayatın kesintisiz sürdüğü bir beldedir. Bu çatışma
hali kentin sadece insanına, ticaretine, siyasetine,
kültürel hayatına değil kültürel eserlerine,
mirasına da zarar verdiği ortada. Bunun mantığını
tarif etmek mümkün değil. Bu eserler mesela Kurşunlu
Camii'nden başlarsak, Şeyh Mutahhar Camii'nden daha
anlamlı bir ifadeyle telafuz edilen 4 Ayaklı Minare
telafuz edilirse 5 asırlık bir eserden söz ediyoruz.
Bu eseri buraya Osmanlı'nın yükseliş döneminde yani
Fatih'in, Yavuz Sultan Selim'in, Kanuni Sultan
Selim'in eserleridir bunlar. Buraya bunu diktikleri
vakit İslam'ın 4 mezhebini düşünmüşler. İslamın 4
mezhebini bir minarede bir araya getirerek
yükseltmişler. Bu simgesel bir eserdir. Dünyaya
buradan Diyarbakır üzerinden böyle bir eseri
anlatmak anlamında bir vurguyla bunu
yerleştirmişler. Siz kentte bu kadar kıymetli
eserleri acımadan tahrip ettiğinizde ortaya şu
mantık çıkıyor. Bu ne biçim bir Osmanlıcılıktır.
Yeni Osmanlıcılık olarak siyaseten bir şekilde
ortaya çıkaçaksınız diğer taraftan ise sizin
mirasını savunduğunuz Osmanlı'nın eserlerini tahrip
edeceksiniz"
KÜLTÜREL SOYKIRIM YAŞANIYOR
Sur İlçesi'nde kültürel bir soykırıp ve kültürel bir
tahribat yaşandığını söyleyen Şeyhmus Diken,
Diyarbakır Valisi başta olmak üzere kentteki duyarlı
kesimlerin bunun önüne geçmesi gerektiğini söyledi.
Diken, "Bu aynı zamanda bir kültür soykırımı ve
kültür tahribatıdır. Eğer bugün bu minarenin
ayaklarına kurşun sıkıyorsanız, aslında kendi
ayağına kurşun sıkıyorsunuz demektir. Devletin bu
mantıkla bakması lazım. Eğer buraya bu kurşun
sıkılıyorsa ve bu kurşunları kimse niye kurşun
sıkıyorlar diye devletin bir resmi yetkilisi çıkıp
gelip buraya bir tepki göstermiyorsa aslında kendi
ayağına sıkılmış kurşuna kendini kötürüm bırakma
adına tepki göstermiyor demektir. Devletin
Valisi'nin gelip burada tavır koşması lazım" dedi ve
ekledi:
"Kentin sivil toplum örgütlerinin
gelip burada tavır koyması lazım. İnsan olanın,
vicdanı olanın gelip tavır koyması lazım. Çünkü
bunun yıkılması demek senin geçmişteki tarihinin bir
anda silinip sürülmesi ve yok olması demektir.
Kurşunlu Camii'ne nasıl tepki gösterilmediyse 4
Ayaklı Minare'nin bu haline de tepki gösterilmiyor.
Yarın başka eserlere de tepki gösterilmeyecek.
İnsanına saygı duymayan tarihi eserine de saygı
duymaz. Minarenin bir ayağının ağır tonajlı
araçların geçmesi nedeniyle çatlaması, bizim
yüreğimizi sızlatırken bugün minarenin ayağına
sıkılan kurşunlar bizi öldürüyor" dedi.
Radikal,
Haber: Ramazan Yavuz - Serdar Sunar, 26.11.2015
|
KONYA'DA TARİHİ CAMİDE
YANGIN
Konya’da
kitabeli en eski Selçuklu eserleri arasında
gösterilen ve restorasyon çalışması devam
eden Alaaddin Camisi'nde çıkan yangın, itfaiye
ekiplerince söndürüldü.
Alınan bilgiye göre,
merkez Selçuklu İlçesi Alaaddin Tepesi'nde bulunan
tarihi Alaaddin Camisi'nden dumanların yükseldiğini
gören vatandaşlar, durumu itfaiye ekiplerine
bildirdi.
İhbar üzerine, çok sayıda
itfaiye ekibi bölgeye sevk edildi. Yangın, itfaiye
ekiplerince kısa sürede kontrol altına alınarak
söndürüldü.
Tarihi camide herhangi bir
zararın olmadığı, cami içine kurulan iskeledeki
yalıtım malzemelerinin tutuştuğu öğrenildi. Yangının
elektrik kontağından çıktığı ihtimali üzerinde
duruluyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Ahmet
Akbıyık, 26.11.2015
|
 |
SİT ALANINDA İZİNSİZ KAZI YAPARKEN...
.
Bursa'da sit alanında izinsiz kazı yapan 5 kişi
jandarma ekipleri tarafından suç üstü olarak
yakalandı.
Olay, Yenişehir İlçesi
Söylemiş Mahallesi'nde meydana geldi. Sit alanında
izinsiz kazı yapmak için Söylemiş Höyüğüne giden
A.B.K. (49), gecenin geç saatlerinde kazıya başladı.
Konuyla ilgili istihbarat alan Bursa İl Jandarma
Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü ve Yenişehir
İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerince operasyon
yapıldı. İş makinesi ile izinsiz kazı yaptığı tespit
edilen A.B.K. (49) isimli şahıs ile kazı yapıldığı
esnada çevre gözetlemesi yapan İ.Ö. (39), Z.M (32),
S.D.(40) ve A.Ç. (29) isimli şahıslar suçüstü
gözaltına alındı.
Ele geçirilen 1 adet iş
makinesi Cumhuriyet Savcısı'nın talimatıyla muhafaza
altına alındı. Şüpheliler sevk edildikleri adli
makamlarca tutuklanarak Yenişehir Kapalı Cezaevine
gönderildi.
bursa.com, 26.11.2015
|
SARKİS'İN 'NEFES'İ
İSTANBUL'DA
Venedik Bienali 56. Uluslararası Sanat Sergisi, 22
Kasım Pazar günü sona erdi. 9 Mayıs'ta bienalle
birlikte açılan Türkiye Pavyonu’nda bu yıl,
günümüzün önemli kavramsal sanatçılarından Sarkis’in
Respiro başlıklı yerleştirmesi, Defne Ayas
küratörlüğünde yer aldı. İstanbul Kültür Sanat Vakfı
(İKSV) koordinasyonunda gerçekleştirilen Türkiye
Pavyonu, bienalin ana mekanlarından Arsenale’deki
Sale d’Armi binasında bulunuyor.
Türkiye Pavyonu’nun yer
aldığı Venedik Bienali’ni 7 ay boyunca 500 binin
üzerinde ziyaretçi gezdi. Bienalde, Okwui Enwezor’un
küratörlüğünde gerçekleştirilen “All the World’s
Futures” başlıklı ana serginin yanı sıra Türkiye
Pavyonu’nun da aralarında bulunduğu 89 ülke pavyonu
yer aldı.
Venedik Bienali 56.
Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu, ulusal
ve uluslararası pek çok yayında 400’ün üzerinde
haberle geniş yer buldu. The Independent, Le Monde,
Le Figaro, Frankfurter Allgemeine Zeitung,
Süddeutsche Zeitung, La Repubblica, Frieze,
Kunstbeeld, Art Review, The Art Newspaper, Art
Presse, Canvas Magazine, Beaux-Arts, Connaissance
des Arts, Art Review Asia gibi önde gelen
uluslararası yayınlarda Respiro’dan övgüyle söz
edildi.
Sarkis, Türkiye Pavyonu’ndaki
Respiro sergisiyle devamlı bir diyalog yaratmak
amacıyla, Fransa, Hollanda, İsviçre ve İstanbul’daki
çeşitli mekanlarda Respiro’ya ‘sinyal’ gönderdiği ve
eşzamanlı olarak sergilediği 6 farklı
yerleştirmesini de sanatseverlerle buluşturdu.
‘Haberci’ niteliğindeki ilk sinyali Altın İkona ise
Hrant Dink Vakfı’nda Mart ayından itibaren
sergilenmeye başladı.
Türkiye Pavyonu’ndaki sergi,
İKSV koordinasyonunda, Fiat’ın sponsorluğunda, TC
Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun desteğiyle, TC
Dışişleri Bakanlığı ile TC Kültür ve Turizm
Bakanlığı himayesinde gerçekleştirilirken, SAHA
Derneği de prodüksiyon desteği verdi. Türkiye
Pavyonu, İKSV’nin girişimi ve 21 destekçinin
katkılarıyla Venedik Bienali’nin iki ana mekanından
biri olan Arsenale’de 20 yıllığına kiralanan uzun
süreli mekanda yer alıyor. Türkiye Pavyonu’nun uzun
süreli mekanı, bu yıl ilk defa sanat bienalinde
kullanıldı.
ALİ KAZMA'NIN
VİZÖRÜNDEN SARKİS
Venedik Bienali 56.
Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’ndaki
Respiro sergisinin kapanışı vesilesiyle Ali
Kazma’nın iki video çalışması, 2 Aralık Çarşamba
günü saat 19.00’da Salon’da sanatseverlerle
buluşacak. Sarkis ve Ali Kazma’nın katılımıyla ilk
defa Salon’da gösterilecek Nefes / Breath (2015)
adlı 5 dakikalık yeni video, Türkiye Pavyonu’nda
sergilenen Respiro’yu konu alıyor.
Ali Kazma’nın
Respiro’nun açılışıyla eşzamanlı olarak Hrant Dink
Vakfı’nda gösterilen Atelier Sarkis / L’atelier
Sarkis (2015) isimli videosu da aynı akşam Salon’da
gösterilecek. İlk kez 2013 yılında Venedik Bienali
Türkiye Pavyonu’nda sergilenen Rezistans serisinin
devamı niteliğindeki 7 dakikalık bu videoda sanatçı,
kamerasını Sarkis’in elli yılı aşkın süredir
sanatsal üretimini sürdürdüğü Paris’teki atölyesine
çeviriyor.
Radikal, 25.11.2015
|
TARİHİ ESERLERE
'DEZENFEKSİYON' KATKISI
Kapıkule Gümrük Kapısı'ndan
Türkiye'ye
giriş yapan bitkisel ve hayvansal ürünler
taşıyan tırlardan alınan dezenfeksiyon
ücretinin, tarihi yapıların restorasyonu ve
eksikliklerinin giderilmesi için harcandığı
bildirildi.
Kapıkule Gümrük Kapısı'ndan yurda giriş yapan
tırlar, giriş işlemlerini tamamlamalarının
ardından dezenfeksiyon ünitesine giriyor. Tır
sürücüleri bu uygulama için 65 lira ödüyor.
Bulgaristan
ise uzun süredir "altın göl" diye tabir edilen
sistemle Türkiye'den giriş yapan küçük araçlar
için 3 avro, tırlar için ise 20
avro dezenfeksiyon ücreti alıyor.
Edirne
Valisi
Dursun Ali Şahin,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, dezenfeksiyon
sisteminin mütekabiliyet esasıyla yürütüldüğünü,
komşu ülkenin dezenfeksiyon ücreti almayı
bırakması sonrası
Türkiye'nin
de bu sistemden vazgeçeceğini söyledi.
Bulgaristan'ın
dezenfeksiyon sistemine uzun zamandır devam
ettiğini ifade eden Şahin, "Şubat ayından bu
yana sadece hayvansal üretim yapan tırlara
uygulanıyordu, ancak daha sonra yaklaşık 1 ay
önce bitkisel ürün taşıyan tırlara da
uygulanmaya başlandı" dedi
Dezenfeksiyondan elde edilen gelirlerin
tamamının tarihi ve kültürel yapıların
ihtiyaçları için kullanıldığını anlatan Vali
Şahin, şunları kaydetti: "Kapıkule Gümrük
Kapısı'ndan giriş yapan bitkisel ve hayvansal
ürün taşıyan tırlardan alınan 65 liralık
dezenfeksiyon ücreti kültürel ve tarihi
binaların restorasyonu için harcanıyor. Bir
kuruşuna bile dokunulmadan yadigar eserler için
kullanılıyor. Bu bir anlamda valiliğin bu kalem
harcamaları için bir kaynak oldu. Geçen bir
vesileyle hesapladım, valilik olarak 12 milyon
600 bin lira tarihi eserlerin onarımına
harcamışız."
haberler.com, 25.11.2015
|
O TELEFONU YAVAŞÇA BIRAK VE GÖRDÜĞÜN ESERLERİN RESMİNİ ÇİZ

Amsterdam'daki ulusal müze Rijksmuseum,
ziyaretçilerin cep telefonları ve kameralarıyla
fotoğraf çekmeyi bırakıp, gerçekten
sergilenen eserlerle ilgilenmelerini sağlamak için
yeni bir yola başvurdu. Müze yönetimi,
ziyaretçilerden kameralarını evde bırakmayı ve
müzedeki eserleri bir kağıda çizmelerini istedi.

Müze içeride fotoğraf çekilmesini yasaklamış değil.
Web sitesinden yapılan duyuruda, mobil telefonlar ve
kayıt cihazlarıyla çevrildiğimiz günümüz dünyasında,
müze ziyaretlerinin de pasif deneyimlere dönüştüğü
anımsatıldı: "Ziyaretçilerin dikkati çok kolay bir
şekilde dağılıyor ve çoğu kez içerideki
güzelliği tam olarak deneyimleyemiyorlar.
Rijksmuseum olarak ziyaretçilerimizin çizim
yapmalarını istiyor ve böylece onların sanatın ve
tarihin güzelliğini keşfedip tadını
çıkarmalarına yardımcı olmak istiyoruz."

Müzenin açıklaması "Resim yapma yeteneğinizin olması
gerekmiyor, zira önemli olan ortaya çıkacak olan
çizim değil, o süreçte sizin çizmek istediğiniz
eseri incelemeniz" sözleriyle devam ediyor.

Müze bu amaçla ekimin son haftası bir de 'Büyük
Çizim' etkinliği organize ederek içerideki eserlerin
çizimini yapmak isteye ziyaretçilerine defter-kalem
dağıttı.
Radikal, 25.11.2015 |
TARİHİ ROMA
SARNICINI HAFRİYATLA GİZLEDİLER
İstanbul Fatih'te apartman inşa etmek için yıkılan
gecekonduların altından Roma dönemine ait tarihi
sarnıç çıktı. Balat'ta imar planlarında dört kat
inşaat izni bulunan Mesnevihane Sokak'taki arsada
inşaat devam ettirilmek istenince, sessiz sedasız
sarnıcın üzeri örtüldü. Eski istinat duvarı
tamamlanarak gizlenen sarnıç, hafriyat
kalıntılarıyla kapatıldı. Mahalle sakinleri,
sarnıcın üzerine apartman yapılmasına karşı tepki
göstermek için Fatih Belediyesi'ne müracaat etti.
Sabah, 25.11.2015 |
 |
ANTİK KENTTEKİ
OSMANLI CAMİSİ RESTORE EDİLECEK
Pamukkale Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve
Stratonikeia
Antik Kenti
Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Muğla'nın Yatağan
İlçesi'nde bulunan antik kentteki önemli yapıların
ayağa kaldırılması için çalışma yürüttüklerini
söyledi.
Stratonikeia antik kentindeki
çalışmalarda farklı dönem eserleri ortaya
çıkardıklarını dile getiren Söğüt, Şaban
Ağa Camisi'nin de kitabesine göre 1876'de
yeniden inşa edildiğini, birçok tamirat geçirmesine
rağmen günümüze kadar sağlam kalabildiğini ifade
etti.
Şaban Ağa Camisi'nin, Evliya
Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde bahsettiği "Tabakhane
Camisi"nin yerine inşa edildiğini belirten Söğüt,
caminin sekiz ahşap sütunla desteklenmiş ahşap
tavanlı bir revakının bulunduğunu anlattı. Söğüt,
dörtgen bir planı olan caminin dört duvara
yerleştirilen 16 pencere ile aydınlatıldığına işaret
etti.
- "Köy meydanının
bütünlüğünü koruyoruz"
Caminin yaklaşık
150 yıl önce Şaban Ağa tarafından yaptırıldığını
aktaran Söğüt, şunları kaydetti: "Cami, önceki
dönemlerde ara ara
restorasyonlar
geçirmişti ama bütüncül olarak elden geçirilmesi
gerekiyordu. Biz, şimdi onunla ilgili çalışmaları
başlattık. Restorasyon için projelerimizi de
hazırladık. Köy meydanının bütünlüğünü korurken
burada cami, hamam, kahve, dükkan, köy odası, köy
çeşmesi dahil olmaktaydı. Biz, bütüncül olarak
bunların tamamını korumak istiyoruz. Şaban Ağa
Camisi, Osmanlı döneminin son döneminde özellikle
gelişmiş köylerde bulunan cami örneklerinden.
Özellikle Osmanlı mimarisinin bütüncül olarak
korunduğu yerlerden de birisi. Müezzin mahfilleri ve
önündeki sadaka taşıyla, her şeyiyle tam korunmuş
camilerden birisi. Şimdi çoğu yerde bu unsurları
görmek mümkün değil ama biz, camimizde bunların
hepsini bire bir yerinde tespit etmiş durumdayız ve
bire bir de oldukları yerde koruyoruz."
Ziyaretçilerin Şaban
Ağa Camisi'ni ibadet için de kullanabildiğine
değinen Söğüt, Muğla Valisi Amir Çiçek'in
talimatıyla restorasyon çalışmalarına ileriki
günlerde başlanacağını bildirdi.
Haber 7, Haber: Durmuş
Genç, 25.11.2015
|
ANADOLU
SELÇUKLULARI'NA AİT SİKKELER ELE GEÇİRİLDİ

Denizli'de polis, tarihi eser kaçakçılığına
yönelik gerçekleştirdiği operasyonda, Anadolu
Selçuklu dönemine ait aslan betimli 1480 tarihi
sikke ele geçirdi.
Tarihi eser
kaçakçılığı ihbarı üzerine geçen pazartesi günü
harekete geçen polis, Denizli'de
yaşayan iki kişinin evlerine operasyon
düzenledi. Aramada, 1480 tarihi sikke ele
geçirildi. Aslan betimli bronz sikkelerin
Anadolu Selçuklu dönemine ait olduğu, 1240-1260
yıllarında basıldığı ve kültür varlığı orijinal
eser olduğu tespit edildi. Sikkeler Müze
Müdürlüğü'ne teslim edildi. Gözaltına alınan iki
kişi, sevk edildiği adliyede tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Hürriyet, 25.11.2015
|
TÜRK RESMİNİN 'ÜRYANLIKLA İMTİHANI' PERA MÜZESİ'NDE

Hamit Görele, Nü, tarihsiz.
Bu
sene 10’uncu yılına giren Pera Müzesi’nde bugün
başlayacak olan sergilerin ilki küratörlüğünü Ahu
Antmen’in yaptığı ‘Üryan, Çıplak, Nü: Türk Resminde
Bir Modernleşme Öyküsü.’ Sergide farklı dönemlerden
44 sanatçının ve akademik etüdlerin de dahil olduğu
150’ye yakın eser yer alıyor. Osmanlıdan
Cumhuriyet’e uzanan süreçte Osman Hamdi Bey, Halil
Paşa, Namık İsmail, Celal Tollu, Fikret Mualla,
Leyla Gamsız ve Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi önemli
ressamların gizli saklı ve tek tük eserleri, sergide
yerini alıyor. Çıplaklık konusunun, gelenekselden
moderne çeşitli dönüşümleri kapsayan tarihsel ve
toplumsal süreçler kadar, bireysel hassasiyetleri de
içeren karmaşık bir olgu olduğuna değinen Ahu Antmen
sergiyi şu sözlerle anlatıyor: “Bu sergi ile nü
resmin Türk sanatındaki gelişim evresini ele alırken
bir yandan da Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan
süreçte sanatçı kimliğin oluşumunu ele aldık. Ayrıca
kültürel olarak mahremle özdeşleştirilmiş kadın
bedenine yönelik cinsellikten arınmış sanatsal bir
algı geliştirmenin güçlüklerini, modern kimlik
algısında sanat ve nü arasında kurulan bağlantıları
resimle düşünmeyi, düşündürmeyi amaçladık.”

Cemal Tollu - Pencere Önünde Model, 1939

Fahrünissa Zeid -Antik Portre, 1940’lar
‘Üryan, Çıplak, Nü: Türk Resminde Bir
Modernleşme Öyküsü’ 25 Kasım-7 Şubat 2016 tarihleri
arasında sanatseverlerin ziyaretine açık olacak.
Radikal, Haber: Özger Uzun, 25.11.2015
|
SURİYE'DEN ÇALINAN
'ÇÖLÜN GELİNİ' HEYKELİ VE 'KRALIN KADEHİ" ELAZIĞ'DA
ELE GEÇTİ
Elazığ’da
Jandarma
ekipleri, Suriye’den
çalındığı iddia edilen “Çölün Gelini” heykeli ile
Roma
Kralı Tiberius’a ait “kadehi” satmaya çalışan 3
kişiyi yakaladı.
Edinilen bilgiye göre, Elazığ İl Jandarma
Komutanlığı ekipleri, tarihi eser kaçakçılığı ile
ilgili çalışma yaptı. Yapılan çalışmada Harput’ta
Balakgazi Parkı içerisinde tarihi heykel ve şarap
kadehini satmaya çalışan şüpheliler İ.L. (39), İ.A.
(22) ve V.Y.’yi (37) operasyonla yakaladı. Yakalanan
şüpheliler gözaltına alınırken, tarihi eserlere de
el konuldu.

Ele geçirilen tarihi
eserlerin Suriye’nin Palmira Müzesi’nden çalınan
“Çölün Gelini” heykeli ile Roma Kralı Tiberius’a ait
olan zifaf gecesi “kadehi” olduğunun
değerlendirildiği öğrenildi. Ele geçirilen tarihi
eserler müze müdürlüğüne teslim edildi.
Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.
Milliyet, 24.11.2015 |
ASIRLIK MOZAİKLERE
HASSAS DOKUNUŞ
Doğu Roma dönemine ait Büyük Saray'ın zemininden
1932 yılında çıkarılan 15 asırlık mozaikler
üzerinde, 28 yıl sonra ilk kez İstanbul Restorasyon
ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı uzmanlarınca
konservasyon çalışması yapılacak.
Proje kapsamında, mozaiklerin
sergilendiği Büyük Saray Mozaikleri Müzesi de modern
bir teşhir ve tanzim için restore edilecek.
Büyük Saray Mozaikleri
Müzesi'nin bağlı olduğu Ayasofya Müzesi
Müdürü Hayrullah Cengiz, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Büyük Saray mozaiklerinin, bir alandan
çıkarılan ve aynı alanda korumaya alınarak teşhire
açılan ilk ve tek eserler olduğunu söyledi.
Müzenin 1987'de açıldığını ve
o dönemki teknoloji ve müzecilik anlayışı
çerçevesinde oluşturulduğunu anlatan Cengiz, "Yıllar
geçtikçe, müze binasının, teşhir ve
tanziminin eskidiğini görüyoruz. Müzenin rölöve ve
restorasyon projesini hazırladık. Teşhir ve tanzimi
yenilemek için projeler yaptık ve ilgili koruma
kurulları tarafından onaylandı. Genel müdürlüğe,
müzeyi 2016 yılı içinde hem restorasyona almak hem
de konservasyonu yapmak için teklif sunduk. Proje
tamamlandığında bugünkü halinden çok daha iyi bir
müze olacak" diye konuştu.
Cengiz, müzeyi yılda 100 bine
yakın turistin ziyaret ettiğini ve bu sayının her
geçen yıl arttığını ifade ederek, bunun da mevcut
müzenin ne kadar kabul gördüğünü gösterdiğini
anlattı.
Hayrullah Cengiz, eserlerin
muhteşemliği açısından böyle bir projenin
yapılmasına gerek duyulduğunu, çalışma süresince
müzenin ziyarete tamamen kapatılacağını kaydetti.
- "Mozaik
restorasyonunda titiz çalışma çok önemli"
İstanbul Restorasyon ve Konservasyon
Laboratuvar Müdürü Ali Osman Avşar da mozaiklerin,
1930'lu yıllardaki kazılarda gün yüzüne
çıkarıldığını, 1950'li yıllarda restorasyonları
yapılarak koruma amaçlı müzeye taşındığını söyledi.
Daha sonra Avusturya Bilimler
Akademisi ile imzalanan protokol gereği, 7-8 dönem
çalışma yapıldığını ve mevcut mozaiklerin koruma
onarımlarının gerçekleştirildiğini anlatan Avşar,
"Yeni projede, müzede yeni bir teşhir
düşünülüyor. Bu teşhirle 1950'li yıllara ait
yöntemlerle yapılmış
mozaik konservasyonlarının, yeniden elden
geçirilmesi gerekiyor. Biz de onlarla ilgili bir
çalışma hazırlıyoruz. Müzenin teşhir çalışması
başladığı zaman biz de mozaik panoların
konservasyonunu yapacağız" ifadelerini kullandı.
Mozaik restorasyonunda titiz
çalışmanın çok önemli olduğuna dikkati çeken Avşar,
Büyük Saray Mozaikleri üzerinde yürütülecek
çalışmalara ilişkin şu bilgileri verdi: "Burada
yaşayacağımız sorunlardan biri, 1950'li yıllarda
yapılan restorasyonlarda o dönemin malzemesi olan
çimento bağlayıcılı harcın kullanılması. Panoların
çoğu çimento bağlayıcılı harç ile desteklenmiş.
Çimento, içerdiği çözülebilir tuzlar
nedeniyle restorasyonda bugün kullanmak
istemediğimiz bir malzeme. Çünkü tuzlar tesaralara
zarar vermekte. Çalışmamızda, 'mevcut çimento
bağlayıcılı harç destek kalsın mı alalım mı'
diye risk değerlendirmesi yapacağız. Ayrıca çimento
harcının tesaralara zarar verip vermediğini görmek
için içerdiği çözülebilir tuzları analiz
edeceğiz. Bunu tespit ettikten sonra konservasyon
yöntemine karar vereceğiz. Ama büyük ihtimalle
bunlar çözülebilir tuzlar ve uzun yıllar içinde
tamamen yok olmuştur. Ondan sonra yapacağımız
müdahaleler daha çok estetik müdahaleler
olacak. Yüzeyde görülen çimento bağlayıcılı harcın
yüzey düzleştirmesi belki yapılacak, belki yüzeyden
birkaç milim aşağı indirilecek, belki renklendirme
yapılarak mozaiğin zemin rengine yakın daha iyi bir
estetik görüntü vermesi sağlanacak."
- Mozaikler
belgelenecek
Bunun yanı sıra mozaik
panolar üzerinde temizlik çalışması yapılacağını
aktaran Avşar, mozaik parçalarının yüzeyleri
temizlendikten sonra tek tek inceleneceğini, yıllar
içinde gördüğü zarar ve bozulma varsa
sağlamlaştırılacağını söyledi.
Avşar, teşhir kapsamında
sergiyi hazırlayan küratör ile eserlerin en uygun
nasıl sergilenebileceğinin de araştırılacağını ifade
ederek, belki yer yer boyama tekniği belki de
yansıtma tekniğiyle tümleme yapılacağını, buna,
projenin teşhir kısmında karar verileceğini
belirtti.
Projenin bir başka önemli
aşamasının da belgeleme çalışması olduğunu
vurgulayan Avşar, günümüzde yapılan restorasyon
uygulamalarının lejantlarla işlenmesi ve bir sonraki
kuşaklara aktarılması için bu belgelemenin önemli
olduğuna dikkati çekti.
Konservasyonun amacının eseri
korumak olduğuna işaret eden Avşar, "Konservasyon,
eserin hiçbir şekilde ne tarihi belge niteliğini ne
de estetiğini değiştirmektir. Bizim de zaten temel
çıkış noktamız budur" dedi.
Ali Osman Avşar, müzede
100'ün üzerinde mozaik parçasının yer aldığını, bu
nedenle konservasyon çalışmalarının yaklaşık 1,5-2
yıl sürebileceğini söyledi.
- Bugüne ulaşabilen
en büyük ve çeşitli peyzaj betimlemeleri
Sultanahmet Camisi Külliyesi'nde Arasta
Pazarı içerisindeki müzede sergilenen MS 450-550
yılları arasına tarihlenen mozaikler, hem sanatsal
hem de tasvir sahnelerinin zenginliği açısından
büyük önem taşıyor.
Doğu Roma İmparatoru 1.
Konstantin'in Büyük Saray'ın zemini için çağın önde
gelen ustalarına yaptırdığı mozaikler, 1932-1935
yılları arasında yapılan kazılarda bulundu.
Bu kazılarda, 5 milimetre
ebatlarında kireç taşı, pişmiş toprak ve renkli
taşlardan oluşan mozaiklerin 250 metrekarelik bölümü
ortaya çıkarıldı. Eserlerin 1950'li yıllarda
restorasyonları yapılarak, koruma amaçlı Büyük Saray
Mozaikleri Müzesi'ne taşındı.
Konularını günlük hayattan,
doğadan ve mitolojiden alan bu mozaikler
üzerinde, kertenkele yiyen griffon, fil ve aslan
mücadelesi, bir kısrağın tayını emzirmesi, kaz güden
çocuklar, keçi sağan adam, eşeğine yem veren çocuk,
testi taşıyan genç kız, elma yiyen ayılar ve avcı
kaplan mücadelesini betimleyen sahneler yer alıyor.
Büyük Saray Mozaikleri
Müzesi'nde sergilenen mozaik parçalarında 150 insan
ve hayvan figürü kullanılarak anlatılmış 90 farklı
tema bulunuyor. "Opus Vermikülatun" tarzında olup,
mermer parçaları arasına yerleştirilmiş tasvirler
ile fondaki beyaz mermere uygulanan "balık pulu"
tekniği dikkati çekiyor.
Mozaikler, toplam 250
metrekarelik alanıyla Geç Antik Çağ'dan bugüne
ulaşabilen en büyük ve çeşitli peyzaj
betimlemelerinden biri olma özelliğini de taşıyor.
Büyük Saray Mozaikleri
Müzesi, 1953'te İstanbul Arkeoloji
Müzeleri'ne, 1979'dan itibaren ise Ayasofya Müzesi
Müdürlüğü'ne bağlı bir birim olarak kapılarını
ziyaretçilerine açtı.
Anıtlar ve Müzeler
Genel Müdürlüğü ile Avusturya Bilimler Akademisi
arasında yapılan sözleşme kapsamında, mozaikler
üzerinde 1980'li yıllarda da restorasyon ve
konservasyon çalışması yapıldı.
Memleket, Haber: Çiğdem
Pala, 24.11.2015
|
RESSAM, MÜHENDİS CALDER SUNAR
Amerikalı heykeltıraş ve ressam Alexander Calder
(1898-1976), sanat tarihine hem renkli hem de
hareket eden heykeller bıraktı. İngiltere'nin
başkenti Londra'daki Tate Modern'de açılan
retrospektif, yüze yakın eseriyle Calder'in
Britanya'daki en büyük sergisi. Daha çok metal levha
ve çubuklardan meydana gelen heykeller, halden hale
dönüşürken sanatseverlere özgür bir alan sunuyor ve
renkli bir şenliğe davet ediyor.
Fransız şair, senarist Jacques Prevert, 20.
yüzyılın en önemli sanatçılarından biri olan
Amerikalı heykeltıraş ve ressam Alexander Calder'i
(1898-1976) şu dizelerle anar: “Eyfel Kulesi'nin -
Üstü Mobil - Altı Stabil / Tıpkı Calder'e benzer /
Demirin oymacısı - Rüzgarın saatçisi / Kara
canavarları terbiye eden / Güleç mühendis -
Tedirginlik veren mimar / Zamanın yontucusu - İşte
size Calder” İngiltere'nin başkenti Londra'daki Tate
Modern'de açılan retrospektif, Prevert'in sözlerinde
haklılığının açık bir göstergesi. Britanya'da onun
adına düzenlenen en büyük retrospektif özelliği
taşıyan sergide yüz kadar heykel, resim ve çizimleri
sunulan Calder'in modernizm tarihine yaptığı
katkıların hatırı sayılır bir etkisi var. Heykeli
durağan bir yapıdan kurtararak sürekli değişen
hareketli bir objeye dönüştüren Calder,
sanatseverlere, ürettiği eserin halden hale geçişini
anbean yaşatıyor. Elde üretilmiş mekanizmalar
sayesinde hareket eden eserleri renkli bir görsel
şenlik sunuyor.
Makine mühendisi olan Calder'in babası ve dedesi
heykeltıraş, annesi ise ressamdır. New York'ta Art
Students League'de sanat eğitimi almadan önce
çeşitli işlerde çalışır. 1920'li yıllarda ise yolunu
Paris'e düşürür. Bronz, ahşap ve taştan heykellerin
rağbet gördüğü bir dönemde oldukça öncü bir işe
girişerek tellerden eserler üretmeye başlar. Büyük
bir kitle yerine çizgiyi tercih eden bir heykeltıraş
olan Calder, eleştirmenlerin ifadesiyle “boşlukta
çizen” biridir. Bu tercihiyle figürlerin şeffaf
olmasını sağlayan Calder, başka objelerin bu
heykellerin içinde görünür olmasını sağlıyor.
1926'da ise tellerden sirkleri ve burada yaşananları
anlatan eserler üretir. Joan Miro, Piet Mondrian ve
Jean Cocteau gibi sanatçılar bu eserleri görmeye
gelenler arasındadır. Sergide bu döneminden pek çok
çalışma var.
Boşluğu
işgal eden heykeller
Baledeki bir koreografiyi yönetir gibi, bu
heykelleri kontrol etmek istediğini söyleyen Calder,
hareket üzerine daha çok kafa yorar. Hava hareketi
açık mekanizmalar onun uğraş alanı olur. El
yordamıyla üretilen bu eserlerin kırılganlığını göz
önünde bulunduran sanatçı, heykellerin özgürce
hareket edeceği bir kurguyu yakalamaya çalışır.
Marcel Duchamp'in mobile adını verdiği bu hareketli
heykelleriyle, klasik durağan heykel anlayışını
yıkar ve sanatsevere her yönüyle keşfedebileceği bir
eser sunar. Daha çok metal levha ve çubuklardan
meydana gelen heykellerini, tek bir noktadan dengeli
bir şekilde kurgular. İzleyiciyle bu türden bir
iletişim kuran sanatçı, herkesin kendine göre bir
yorum yapabileceği özgür bir alan sunuyor.
Elle veya motorla hareket eden Calder'in bu
mobilleri kinetik sanatın önemli ürünlerindendir.
Sirklere meraklı bir sanatçı olan Calder buradaki
hareketliliği yansıtmaya çalışırken hayvanlar,
akrobatlar ve palyaçolar onun malzemesi olur. Asılı
duran eserler Calder'in merak alanıdır. "Ben,
bakması eğlenceli olan şeyler yapmak istiyorum.”
diyen Calder, tel heykeller ve devinen oyuncaklar
üretir. Hava akımıyla zincirleme hareket eden
heykelleri dev bir metal örümceği çağrıştırıyor.
1930'larda ise heykelleri geometrik bir yapıdan
kurtulur ve daha doğal bir forma dönüşür. Denge ve
hareket üzerine kafa yoran Calder, sahne sanatlarına
epey ilgilidir. Sergideki eserlerden bunun izlerini
görmek mümkün.
Calder'in yedi eserinin yer aldığı, farklı
koleksiyonlarda dağınık halde bulunan Panel adlı
serisi de ilk kez bir arada sergileniyor. Sanatçının
yeni bir görsel dil kurguladığı bu heykeller,
hareketli eserlerinin ilk ürünlerinden olmasıyla
önem taşıyor. Bu panellerin yanı sıra Calder'in
Tarantula adını verdiği ve kocaman bir örümceği
andıran bu oldukça büyük ve uzun siyah metal
heykeli, Brezilya'da yer aldığı enstitüden 50 yıldan
sonra ilk defa çıkıyor. Senelerdir burada sergilenen
eser, sanatçının başyapıtı niteliğinde. Akrobatlar
(1929) adlı telden heykeli de uzun bir süre iki
parça olarak sergileniyordu, Calder Vakfı'nın
yaptığı restorasyonlardan sonra bu eserin tek bir
parça olduğu ortaya çıktı ve bu eseri de ilk kez bu
sergide. ‘Güleç mühendis' Calder'in eğlenceli
sergisi 3 Nisan 2016'ya kadar açık kalacak.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 24.11.2015
|
NEMRUT DAĞI'NDAKİ DEVASA HEYKELLER ARTIK ZARAR
GÖRMEYECEK
UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesinde
yer alan 2 bin 206 metre yükseklikteki Nemrut
Dağı’nda, güvenlik, koruma ve geliştirme amaçlı
projeler bir bir hayata geçirildi. 2013 yılında
ihalesi yapılan Çevre Düzenleme Projesi kapsamında
yapılan yeniliklerle Nemrut Dağı bambaşka bir
görünüme kavuştu.
Nemrut Dağı’nda güvenlik en üst
seviyeye çıkartıldı. Yerli ve yabancı turistler
bundan sonra heykellere dokunamayacak. Yapılan
yenilikler ile Tümülüs ve heykellere ziyaretçiler
zarar veremeyecek. Nemrut Dağı zirvesindeki
heykeller ve tarihi yapılar doğu, batı, kuzey ve
güney bölgelerine yerleştirilen 12 adet güvenlik
kamerası ile 24 saat izleniyor.
NEMRUT DAĞI’NDAKİ YENİLİKLER
Nemrut Dağı Çevre Düzenleme Projesi kapsamında,
ziyaretçi karşılama merkezi, doğal taşlardan yapılan
ve tümülüsün kaymasını engelleyecek olan duvar,
duvarların ve heykellerin etrafına denizci
halatından yapılan koruma şeridi, güvenlik kamerası,
doğal taşlardan çöp kovaları, heykelleri ve dağın
yapısını anlatan harita ve bilgilendirme levhaları,
yeni bekçi kulübesi, bay ve bayan tuvaletler, doğal
yapıya uygun yürüme yolları ve oturma bankları
yapıldı.
‘Güneşin doğuşu ve batışının en güzel izlendiği
yer’ olarak anılan Nemrut Dağı’nın zirvesine yapılan
yenilikler yerli ve yabancı turistler tarafından
takdir topluyor. Yabancı turistler binlerce
kilometreden Nemrut Dağı’nı görmek için geldiklerini
ve Nemrut Dağı’na hayran kaldıklarını ifade ettiler.
Antalya’dan Nemrut Dağı’nı görmeye gelen Hatice
İrem Güneş, Adıyaman’a Nemrut’u görmek için
geldiğini belirterek, “Daha önce buraları duymuştum
ama duyduğumdan çok daha güzel, çok daha bakımlı.
Özellikle restorasyonlar çok iyi olmuş. Ziyaretçiler
için hem kolay, hem doğal. Antik güzelliklerin
korunması adına gayet etkili ve güzel bir yer”
ifadelerini kullandı.
Antalya’nın Alanya
İlçesi'nden gelen Yunus
Özkartal ise “Beklediğimden doğa güzel ve daha
farklı bir ortamla karşılaştım. Özellikle Kültür ve
Turizm Bakanlığımız'a çok teşekkür ediyorum. Yapılan
çalışmalar takdir gereken çalışmalardır. Nemrut
Dağı’nda ki çevre düzeni, takdir edilmesi gereken
bir çalışmadır. Tarihimize sahip çıkılmış. Kamera
sistemi ve güvenlik çok yerinde bir karar olmuş.
Nemrut Dağı’nın herkes tarafından görülmesi
gerekiyor” şeklinde konuştu.
İHA, 24.11.2015
|
7 TONLUK LAHT MÜZEYE TAŞINDI
Bursa’nın İznik İlçesi'nde, geçen hafta zeytinlikte
bulunan ve daha önce defineciler tarafından kapağı
kırılarak yağmalandığı belirlenen geç Roma dönemine
ait lahit, topraktan çıkarılarak İznik Müze
Müdürlüğü bahçesine taşındı.

İznik'te, geçen hafta ilçe merkezine 5 kilometre
uzaklıkta Hisardere Köyü yolu üzerindeki
zeytinliğine giden Hatice Süren adlı
çiftçi, bahçede üzerindeki toprağın bir bölümü
kaldırılmış lahdi görünce jandarmaya bilgi verdi.
Bölgede İznik Müze Müdürlüğü uzmanlarınca kazı
yapıldı. Kazıda, geç Roma dönemi olarak adlandırılan
3'üncü yüzyıldan kalma lahit bulundu. 7 ton
ağırlığındaki lahdin çevresindeki toprak
temizlenince kapak kenarlarında bugüne kadar bölgede
görülmeyen lotus çiçeğine sarılı Eros kabartmaları
ve aslan başı figürleri görüldü.
Kazı sırasında, lahdin
üst kapağında 30 santimetre çapında delik açılarak
içine girildiği ortaya çıktı.
Define avcılarının yağmaladığı belirlenen lahit,
uzmanların dört gün süren çalışmaları sonucu
topraktan tamamen çıkarılarak, dün
gece İznik Müze Müdürlüğü bahçesine nakledildi.
Uzmanlara göre, lahidin işleniş sanatına
bakıldığında dönemin taş işçiliğinde gelinen
mükemmeliyeti gösteriyor. Son derece yüksek
kabartmaya sahip figürlerin heykelimsi özellik
taşıyor.
Hürriyet, 24.11.2015
|
93 YILLIK MENÜ GÜN YÜZÜNE ÇIKTI
Edirne'nin düşman işgalinden kurtuluşu dolayısıyla
verilen ilk kutlama yemeğinin menüsü, 93 yıl sonra
gün yüzüne çıktı.
Edirneli araştırmacı Cengiz Bulut, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Edirne'nin düşman işgalinden
kurtuluşunun 93. yıl dönümünün 25 Kasım'da
kutlanacağını anımsattı.
Kentte 1922'de büyük kutlamalar
gerçekleştirildiğini, belediyenin 2 gün halka
ziyafetler verdiğini anlatan Bulut, halkın bu
ziyafetlere davetiyeyle çağrıldığını söyledi.
Bu davetiyenin bir örneğinin eski belediye
başkanlarından Şerif Bilgen'in torunu Yavuz Selim
Bilgen'in arşivinden 93 yıl sonra ilk kez ortaya
çıkarıldığını anlatan Bulut, içinde ziyafet
menüsünün de yer aldığı davetiyenin Yılmaz Akçaalan
tarafından Türkçe'ye çevrildiğini kaydetti.
Cengiz Bulut, bu belgenin, Edirne'nin tarihi ve
kurtuluş günü için çok değerli olduğunu
vurgulayarak, üzerinde Selimiye Camisi'nin fotoğrafı
bulunan davetiyede, "Anadolu'nun kutsal mücadelesi
sayesinde kurtarılan sevgili Edirne'ye İslam
bayrağını tekrar diken ve milletin saltanatını
yönetmeye görevli saygıdeğer topluluk şerefine
Edirne Belediyesi tarafından verilen ziyafet
listesidir" yazısının yer aldığını belirtti.
Anadolu Ajansı, Haber: Salih Baran, 23.11.2015
|
KAÇIRILAN TARİHİ ESERLER MISIR'A İADE EDİLDİ
Mısır'ın 26'ncı hanedan ailesi dönemine ait heykelin
Avusturya'da bulunarak Mısır'a iade edildiği
bildirildi.
Mısır Tarihi Eserler Bakanı Memduh ed-Demati,
yaptığı açıkalamada, Mısır'ın Avusturya
Büyükelçiliği 26'ncı hanedan ailesi dönemine ait Hur
İra'yı temsil eden "Uşabti" heykelini İnterpol ile
yürütülen çalışma sonrasında satışını engelleyerek
Mısır'a teslim edildiğini belirtti.
Mısır'da son yıllarda yaşanan halk ayaklanması ve
ardından ordunun yönetime el koymasına kadar uzanan
süreçte ortaya çıkan güvenlik zafiyeti nedeniyle
ülkedeki bazı müzelerde yağma olayları yaşanmıştı.
Eski Mısır Uygarlığı araştırmaları için büyük
önem taşıyan ve 21'inci Hanedan döneminden itibaren
çeşitli madenlerden yapılmaya başlanan Uşabti
heykelleri ayni zamanda cenaze heykelleri olarak da
bilinir. Eski Mısır'da sosyal şartlar ve ölümden
sonra ki hayat hakkında bilgi veren bu heykellerin
üzerine Ölüler Kitabı'nın altıncı bölümü yazılır.
Uşabtilerin aynı zamanda mezarı koruma görevleri
vardır.
Aandolu Ajansı, Haber:
Said İbicioğlu,
23.11.2015
|
 |
MODA İSKELESİ'NE HATALI RESTORASYON
İskele’de
inceleme yapan Koruma Kurulu yetkilileri de
restorasyon çalışmalarını durdurdu. Mimarlar Odası
Kadıköy Temsilcisi Saltuk Yüceer, tüm sorumluluğun
İBB'de olduğunu belirtiyor.
TMMOB Mimarlar
Odası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)
mülkiyetinde bulunan tarihi Moda İskelesi’nin aslına
uygun restorasyon edilmediğini açıkladı. Mimarlar
Odası, Kadıköy Kent Dayanışması ve Kadıköylülerin
tepki göstermesinden sonra Anıtlar Kurulu’nun Moda
İskelesi’nde gerekli incelemeleri başlattığı
öğrenildi.
Yapı, 23.11.2015 |
İBB TARAFINDAN KABUL EDİLDİ, TARİHİ YARIMADA'DA YENİ
DÖNEM

İBB tarafından kabul edilen plan değişikliğine göre,
Tarihi Yarımada'da bulunan hanların otel ve butik
otele dönüştürülmesi ile pansiyonculuğun önü
açılıyor.
Projeyi
değerlendiren Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir,
“Boşaltılmış, kaderine terk edilmiş, yok olmaya yüz
tutmuş tarihi eserleri kurtarabilmek için bu kararı
aldık. Bu binalarda, istenilirse butik oteller
olabilir” diye konuştu.
Projede uygulama alanı, Tarihi Yarımada olarak
kabul edilen eski Eminönü İlçesi'nin sınırları olarak
belirlendi. 2008 yılından sonra Fatih İlçesine
bağlanan Eminönü’nün sınırlarını, Unkapanı
Köprüsünden başlayarak, yine Unkapanı ve Saraçhane
üzerinden Yenikapı’ya uzanan Atatürk Bulvarı
belirliyordu. Bugün Eminönü’nün bağlı olduğu Fatih
İlçesi ile eski Eminönü sınırlarında bulunan ancak
yenileme alanı ilan edilen Süleymaniye uygulamanın
dışında tutuldu. Kendine özgü kentsel mimarisiyle
dikkat çeken Balat ve Samatya semtleri de ev
pansiyonluğu uygulamasının dışında. Ancak bu
semtlerde tarihi ve kültürel turizme hizmet verecek
perakende ticaret, hediyelik eşya satış, geleneksel
el sanatları üretim-pazarlama-sergileme birimleri,
yeme-içme faaliyetlerine yönelik birimlerin
ağırlıklı olarak yer alması hedefleniyor.
“TARİHİ HANLAR İSTENİRSE BUTİK OTEL
OLABİLİR”
Fatih Belediyesi tarafından geliştirilen ve İBB
Meclisi tarafından onaylanan projeyi değerlendiren
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Eminönü’ndeki
Yeni Cami ve çevresi, eski Postane etrafı, Sirkeci
ve çevresi gibi alanların butik otel ve otel
olabileceğini söyledi. Yıllar içerisinde toptan
ticaret yapılan hanların eski fonksiyonlarını
kaybettiğini ve şu anda terk edilmiş, boşaltılmış
halde olduklarını vurgulayan Demir, “Boşaltılmış,
kaderine terk edilmiş, yok olmaya yüz tutmuş tarihi
eserleri kurtarabilmek için bu kararı aldık. Bu
binalarda, istenilirse butik oteller olabilir” diye
konuştu.
“EMİNÖNÜ GECE DE YAŞANIR HALE GELECEK”
Mustafa Demir, gündüz ticaret hayatı nedeniyle
nüfusun çok yoğun olduğu ancak gece nüfusunun
neredeyse hiç olmadığı Eminönü bölgesinde otellerin
yer alması durumunda gece nüfusunun da canlanacağını
söyledi. Eminönü’nde gece de gündüz gibi canlı bir
nüfusun olmasını amaçladıklarını belirten Demir,
“Buralar gece de yaşanır hale gelecek. Gündüz
ticaret olur, gece ise kafeteryaların olduğu,
turistlerin rahatlıkla dolaşabildiği,
İstanbulluların başka yerlerden gelebilecekleri
yerler halini alır” diye konuştu.
“BABADAN KALMA EVDE PANSİYONCULUK
YAPILABİLECEK”
Tarihi hanların yanı sıra, Nişanca bölgesi gibi
geleneksel mimarinin bulunduğu semtlerde de ev
pansiyonluğunun yapılmasını teşvik ettiklerini
vurgulayan Demir, uygulamanın isteğe bağlı olduğunun
altını çizdi. Tarihi yapıların korunması ve
restorasyonun zor olduğunun altını çizen Demir,
“Babadan kalma eviniz var, ama bakımı zor olduğu
için bırakıp gidiyorsunuz. Ev pansiyonculuğunu
önerdiğimiz Nişanca ve çevresi gibi yerlerde,
geçmişte ev olarak kullanılan ama artık mülk
sahiplerinin bırakıp gittiği, yıl yıl çöküşüne tanık
olduğumuz evler var. Bu uygulama ile bu kayıpların
önüne geçmiş olacağız” dedi.
“KORUMA VE KULLANMA DENGESİ GÜDÜYORUZ”
Uygulamaya ilişkin Şehir Planlama Müdürlüğü’nün
olumsuz görüşünü değerlendiren Demir, eleştirilere
“Sadece koruma amacı taşıyan katı tutumların sonucu
boşaltılmış, terk edilmiş, yıkılmaya yüz tutmuş
tarihi binalar oluyor. Biz koruma-kullanma dengesi
olsun istiyoruz. Bir tarihi esere ticari değer
vermezseniz onun yaşaması mümkün değil” diyerek
yanıt verdi.
KONUT DOKUSUNUN KAYBOLMASINA NEDEN OLUR
İBB Meclisinde görüşülen raporda, “Ev
pansiyonculuğu kontrol edilebilir turizm niteliğinde
olmamakta ve zamanla konut dokusunun kaybolmasına
neden olmaktadır ifadelerine yer verildi. Öte yandan
uygulamanın Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğine de
uygun olmadığı vurgulandı. Uygulamanın uluslararası
anlaşmalarla yükümlü olduğumuz UNESCO mevzuatı
açısından da olumsuzluklar taşıdığı belirtilirken,
“Kentin sosyal yapısını ve kimliğini bozucu, tarihi
ve mimari kimliği yıpratıcı, ticaret alanlarının
bütünlüğünü bozucu, konaklamaya yönelik yolcu
transferi nedeniyle ulaşımı olumsuz etkileyici
nitelik taşıdığı” olduğu ifadeleri de yer alıyordu.
Fatih Belediye Meclisinde 6 Mart 2015′te oybirliği
ile kabul edilen teklif, İstanbul Büyükşehir
Belediye Meclisinde oyçokluğu ile geçti.
Sözcü, 23.11.2015
|
GAZZE'DE OSMANLI PARASI BULUNDU
Gazze Şeridi'nde
Osmanlı dönemine ait madeni para bulunduğu
bildirildi.
Gazze Belediyesi Mimarlık ve Planlama Genel
Müdürü Nihad El-Muganni, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Eş-Şucaiyye Mahallesi Bağdat
Caddesi'ndeki kanalizasyon altyapı kazı çalışmaları
sırasında içinde çok sayıda madeni para olan küpler
bulunduğunu söyledi.
Numuneler üzerinde yapılan incelemede bunların
Osmanlı dönemine ait olduğunun ortaya çıktığını
belirten Muganni, alandaki kazı çalışmalarına Turizm
ve Tarihi Eser Bakanlığından uzmanlar
eşliğinde yeniden başlamak üzere ara verildiğini
ifade etti.
Anadolu Ajansı, Haber: Gülşen Topçu, 23.11.2015
|
 |
KORUMA ALTINDAKİ AĞAÇLAR KESİLDİ, YURTTAŞLAR TEPKİLİ
Marmaris merkezine 15 kilometre mesafedeki Hisarönü
Mahallesi Değirmenyanı Mevkii'nden başlayarak
Hisarönü Körfezine kadar uzanan iki kilometrelik
alandaki Kazandere Deresi'nde DSİ tarafından ıslah
çalışması başlatıldı
DHA'nın haberine göre; Kepçelerle yapılan çalışmalar
sırasında çok sayıda koruma altındaki sığla ağacının
kesilmesine yurttaşlar tepki gösterdi. Resmi kurum
ve kuruluşların yanı sıra basın temsilciliklerini
arayan yurttaşlar ağaç kesiminin durdurulmasını
istedi.
Tepkiler üzerine Marmaris Orman İşletme Müdürlüğü
yetkilileri bölgeye gelerek DSİ çalışmalarını
denetledi. İnceleme sonrası her şeyin verilen
izinler doğrultusunda olduğu açıklandı.
Hisarönü Muhtarı Mehmet Taştekin de "Burada yaşayan
insanlar her sene taşkın nedeniyle mağdur olurken
tonlarca toprak denize gidiyor. Sel ile birlikte
burada çok sayıda küçük ve büyükbaş hayvan telef
oldu. Ova komple su altında kalıyor. Dere boyunca
yıkılarak birbiri üzerine düşmüş ağaçlar tıkama
yapıyordu. Bunların temizlenmesi gerekiyordu. Burada
yapılan her işlem yasal. Çünkü daha öncesinde keşif
yapıldı, fotoğraflar çekildi. Bile bile kimse
ağaçlara zarar vermiyor. Dere yatağı tamamen ağaç
atıklarıyla dolmasından suyun gidecek alanı yoktu.
Halk sanırım izinsiz yapıldığını sandı" dedi.
Birgün, 23.11.2015
|
4 BİN YIL ÖNCE KADININ ADI VARDI
Kayseri’deki Kültepe-Kaniş Karum ören yerinde
yapılan kazılar Anadolu’da 4 bin yıl önce kadınların
birtakım haklarının yazılı olarak varlığını ortaya
koydu. Bulanan tabletlerde kadının evlenme, boşanma,
miras ve nafaka konularındaki hakları yazıyor...

Kayseri’deki Kültepe-Kaniş Karum ören yerinde
Ankara Üniversitesi öğretim görevlileri
humalı bir çalışma yürütüyor. 67 yıldır süren
kazı çalışmaları sonucunda elde edilen bulgular,
tam 4 bin yıl öncesinde kadın hakları, hukuk ya
da ticaretin nasıl olduğuna ışık tutuyor. Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu’nun yönetimindeki kazı
çalışmalarında görev yapan Asuriyolog Yard.
Doç.Dr. Hakan Erol ve Yard. Doç.Dr. Murat Çayır’la
iletişime geçtik. Akademisyenlerin verdiği
bilgiye göre, MÖ 1950-MÖ 1750 yıllarında okuma
yazmanın Batı’ya oranla gelişmiş olduğu
Anadolu topraklarında, 23 binin üzerinde
ticari anlaşma ve hukuksal belge bulunuyor.
Bugünkü şirketlerin muhasebe kayıtlarını
aratmayacak tabletler,
UNESCO dünya bellek listesi tarafından
koruma altına alınmayı bekliyor.
MÖ 1950 - MÖ 1750 yıllarında Anadolu’nun
göbeğinde yazılan Kültepe tabletleri arasında
evlenme, boşanma, miras, nafaka ve evlat alma
gibi aile içi hukukuyla alakalı belgeler
bulunuyor.
İşte hukuksal anlamda büyük önem
taşıyan belgelerin içerikleri:
- O yıllarda Asurlularla Anadolu halkının
evlilikleri sonlanırsa, boşanma mukaveleleri
karşılıklı anlaşma esasına dayanıyor.
- Tabletlerde ikinci bir eş almanın yasak
olduğu, alındığı takdirde de erkeklerin para
cezasına çarptırılacağı bilgisi yer alıyor.
- Belgelerde, boşanma durumunda her iki
tarafın da hukuki hakları olduğu bilgisi yer
alıyor.
- Boşanma sonrası tarafların din veya ırk
fark etmeden gönlü kimi isterse onunla
evlenebileceği, herhangi bir kısıtlamanın
olmadığı belirtiliyor.
- Tabletlerde yer alan boşanma belgelerinde
mal paylaşımı, miras ve nafaka konularına
değiniliyor. Evli bir çiftin boşanması
durumunda, evin her ikisinin olduğu,
öldükleri zaman evlerinin çocuklarına
kalacağı gibi bilgiler bulunuyor.
- Günümüzde de boşanmaların en önemli
sorunları arasında gösterilen ‘nafaka’, o
yıllarda ‘hukuk çerçevesinde’ işleniyor.
- Eşlerinden boşanan kadınların ileride
geçim sorunu yaşamaması için ‘nafaka’ aldığı
bilgisi tabletlerde yer alıyor.
- Bir çiftin boşanma belgesinde, erkeğin
kadına ekonomik yardım sağlayacağı sözünün
verilmesi, kadın erkek eşitliğinin o
yıllarda da varlığını gösteriyor.
- Günümüzde Anadolu’nun bazı yörelerinde
yaygın olan, kocası ölen kadının kayınpederi
veya kayınbiraderi ile evlendirilmesi
geleneğinin o yıllarda var olduğuna dair
hiçbir iz olmaması ise eski Anadolu’nun
hukuksal gücünü ortaya koyuyor.
- Miras konusunda ise, ‘çocukların anne ve
babalarına bakma yükümlülüğü olduğu ve
mirasın anca anne ve baba öldükten sonra
paylaşılabileceği’ bilgileri yer alıyor.
- Miras yüzünden çıkan kardeş kavgalarıyla
ilgili hukuksal düzenlemeler mahkemeye
taşınıyor. Durum, o dönemin hukuksal gücünü
ortaya koyuyor.
Milliyet, 23.11.2015
|
KARADENİZ SAHİLİNDE 'ÇİVİSİZ MESCİT' İBADETE AÇILDI
Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından kara çamdan ve
ahşap oyma işçiliği ile inşa edilen "çivisiz mescit"
düzenlenen törenle ibadete açıldı.
Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz, burada
yaptığı konuşmada, halkın talebi üzerine mescidin
inşa edildiğini söyledi.
İkizce İlçesi'nde yer alan ve tarihi bin 600'lü
yıllara dayanan çivisiz caminin orijinaline sadık
kalmak kaydıyla birebir aynısının Karadeniz sahiline
inşa edildiğini anlatan Yılmaz, "İl dışından gelen
turistlerin Boztepe'de veya teleferik alt istasyonu
civarında ibadet edecekleri bir yer talebi olmuştu.
Biz de bunun üzerine çivisiz camiyi sahilde yürüyüş
yapan vatandaşlarımızın da istifade edebileceği bu
alana yapmaya karar verdik. Bu sayede büyük bir
ihtiyacı da karşılamış olduk" dedi.
Yılmaz, mescidin 235 bin liraya mal olduğunu
ifade ederek, şöyle devam etti:
"Gelin şu cami yapımındaki israfın önüne geçelim.
Bize gelen öyle talepler var ki, 'Cuma günü 30 kişi
cemaati var, 5 katlı cami yapıyorlar. 2,5 milyon
lira masraf etmişler. 1 milyon lira daha masrafımız
var. Başkanım bize yardım et' diyorlar. 90 kişilik
kapasitesi olan bu mescit, maddi manevi bütün
ihtiyaçları karşılayabilecek şekilde yapılmış.
Bundan daha güzeli yok. Bütün belediye
başkanlarımıza ve mahalle muhtarlarımıza
sesleniyorum. Yerini gösterin, yenilerini de
yapalım. Din görevlisi kadrosunda da sıkıntı yoksa
bunun gibi yöremizin mimarisine uygun ne kadar proje
varsa biz uygulamaya hazırız."
Anadolu Ajansı,
Haber: Eyüp Elevülü, 23.11.2015
|
DENİZLİ'DE İNŞAAT KAZISINDAN LAHİT ÇIKTI
Çivril'de bir inşaatın temel kazısı yapılırken
Doğu Roma dönemine ait üç lahit bulundu.
İlçeye bağlı Koçak Mahallesi'nde yaşayan Haydar
Acar, arsasına bina yaptırmak için iş makinesi ile
temel kazısına başladı. İş makinesinin kepçesinin
sert bir zemine takıldığını fark eden Acar, kazıyı
durdurdu. Kürekle taş parçasının etrafını açan Acar,
taş parçasının
mezara ait duvar olduğunu görünce jandarmaya
haber verdi.
Jandarma ekiplerinin incelemesi sonrası olay
yerine gelen Denizli
Müze Müdürlüğü yetkilileri, buluntunun Doğu
Roma dönemine ait üç lahit olduğunu saptadı.
İskelet ve
kemiklerin de bulunduğu saptanan eserle
ilgili kurtarma kazısı başlatıldı. Kurtarma kazıları tamamlanana kadar inşaat
çalışmasının durdurulduğunu açıklandı.
Aynı bölgede geçmişte de tarihi eserlerin
bulunduğu öğrenildi.
Haber 7, 23.11.2015
|
CAMİ RESTORASYONUNDA 300 YILLIK YAĞCIBEDİR HALISI
BULUNDU
Balıkesir'in Sındırgı İlçesi'nde tarihi bir caminin
restorasyonu sırasında yaklaşık 300 yıllık olduğu
belirtilen Yağcıbedir halısı bulundu.
Sındırgı Belediye Başkanı Ekrem Yavaş, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Yağcıbedir halısının
yüzlerce yıllık bir geçmişe sahip olduğunu
belirterek, bu halının, ilçelerinin en önemli kültür
hazineleri arasında yer aldığını söyledi.
Çeyizlere konulan, dokuma tekniği anneden kıza
geçen bu halıyı gelecek nesillere aktarma adına
mücadele verdiklerini dile getiren Yavaş, Yağcıbedir
halısının üzerindeki motiflerine göre farklı
anlamlar taşıdığını kaydetti.
İlçelerinde halıların camiye bağışlanmasıyla
ilgili eskiye dayanan bir gelenek olduğunu belirten
Yavaş, şöyle konuştu: "Her camimizde vatandaşların bağışladığı
Yağcıbedir halıları bulunur. Değerlidir ve bir o
kadar da özeldir. Bu yıl ilçemizdeki yaklaşık 200
yıllık Şerif Paşa Camii'nde restorasyon çalışmaları
yapıldı. Bu caminin tadilatı sırasında işçiler bir
halı buluyor. Çok eski göründüğü için beni aradılar
ve 'Başkanım burada bir halı bulduk ne yapalım, çöpe
atılsın mı diye size soralım dedik' şeklinde. Ben
hemen camiye gittim ve halıyı alıp incelettik. Şöyle
söyleyeyim bizim için hazine çıktı desek yeridir.
Bulunan bu halı yaklaşık 300 yıllık."
Yağcıbedir halısının ince kalınlıkta dokunan
nadir bir örneğine ulaştıklarını vurgulayan Yavaş,
"Türk düğümü ile örüldüğü için halı yok olmamış.
Halı astarının üzerinde 1 milim diyebileceğimiz
ilmekler bulunuyor. Günümüzde şu anda bu halıyı bu
incelikte dokuyacak kimse yok. Çünkü tekniğini bilen
yok. Ayrıca renklere baktığınız zaman uzun süre
geçmesine rağmen fazla bozulmamış. 300 yıl önce
dokunduğu rengi kaybetmemiş. Sındırgı'da 1884'te Rum
ustalar tarafından yapılmış eski bir kışlamız var.
Şu anda bu yer Sındırgı Belediyesi tarafından müzeye
dönüştürülüyor. Burada da bu tarihi halımızı
sergileyeceğiz" dedi.
Anadolu Ajansı, Haber:
Seyhan Kırıcı, 23.11.2015
|
YENİCE HÖYÜK ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI DEVAM
EDİYOR
Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Rifat
Ergeç, Gaziantep İli Oğuzeli İlçesi Doğanpınar
Köyünde 2013 yılında yapımına başlanan Doğanpınar
Barajının suları altıda kalacak olan Yenice Höyükte
19 Temmuz 2015 tarihinde başlayan kazı
çalışmalarında şimdiye kadar Erken ve Orta Tunç
Çağları, Geç Demir Çağı, Hellenistik, Roma ve Orta
Çağ kültürleri tespit edildiğini söyledi.

Sacır Suyu üzerinde yer alan arkeolojik alanlar
üzerine geçekleştirilen az sayıda arkeolojik
çalışmadan biri olması dolayısıyla Gaziantep’in Tunç
Çağları bakımından önem arz eden Yenice Höyük
Kurtarma Kazısının, dört farklı alandaki tranşelerde
sürdürüldüğünü belirten Yrd. Doç.Dr. Ergeç, kazı
çalışmaları ile paralel bir şekilde belgelemeye
yönelik fotoğraflama, çizim, envanter ve restorasyon
çalışmalarının da kazı evinde yürütüldüğünü, kışın
ara verilmeden yeni kazı sezonuna kadar devam
edeceğini ifade etti.

Kazı ve araştırma çalışmalarının Gaziantep
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
öğretim elemanları Yrd. Doç.Dr. Rifat Ergeç, Yrd.
Doç.Dr. Makbule Ekici ve Arş. Gör. Dr. Timur
Demir’in katılımları ile Doğanpınar Barajı su tutana
değin sürdürülmesi planlanıyor. Çalışmalar sona
erdiğinde, Gaziantep’in Sacır Suyu boyundaki en
erken yerleşimleri hakkında önemli bilgilere
ulaşılacağı bekleniyor.
Gaziantep Hakimiyet, 23.11.2015 |
3 BİN YILLIK KENTİN GLADYATÖR MEZARLARI SERGİLENİYOR
Stratonikeia antik kentindeki kazı çalışmalarında
çıkartılan 12 gladyatör mezarı, kentin girişinde
sergilenmeye başlandı.
Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı
Prof.Dr.
Bilal Söğüt, gazetecilere yaptığı açıklamada,
Stratonikeia'nın "aşkın ve gladyatörlerin" kenti
olarak bilindiğini söyledi.
Antik dönemde gladyatörlerin meşhur olduğunu
vurgulayan Söğüt, kentteki kazı çalışmalarında
ortaya çıkan gladyatör mezarlarının kentin giriş
noktasına yerleştirdiklerini anlattı. Söğüt,
gladyatörlerin mezar stellerinde resimleri ile
Türkçe ve İngilizce tanıtımların olacağını dile
getirdi.
Antik kent içinde kazı çalışmalarının devam
ettiğini belirten Söğüt, "Stratonikeia Antik
Kenti'nde yürütülen kazıların haricinde karşılama
merkezinde de çalışmalar yürütüyoruz. Daha önce
kazılarda bulduğumuz gladyatörlerin mezarlarını
buraya taşıdık. Ziyaretçilerin kente girişlerinden
itibaren antik kente geldiklerini hissetmelerini
istedik" dedi.
Antik dönemin mezarlarının tamamının burada
döneme uygun olarak yerleştirildiğini anlatan Söğüt,
şunları söyledi:
"Şu anda 12 mezar antik kentin girişine
taşındı ve mezarlardaki gladyatörlerin hepsinin
ismini biliyoruz. Bu gladyatörler ile ilgili
bilgilendirmeleri resimleri ile mezarların başına
koyacağız. İnsanlar bu yoldan yürürken Akhilleus’un
mezarının yanına geldiklerinde Akhilleus ile ilgili
mezarda ne yazdıklarını okuyor olacaklar."
Bilal Söğüt, gladyatör mezarlarının kent
girişinde sergilenmesiyle, ziyaretçi sayısını
artırmayı ve kentin iyi bir şekilde tanıtımı yapmayı
amaçladıklarını sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı,
22.11.2015
|
'AMİSOS HAZİNELERİ' İNCE İŞÇİLİĞİYLE DİKKATİ ÇEKİYOR
Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi arkeoloğu
Mustafa Kolağasıoğlu, AA muhabirine, Karun
Hazineleri'nden sonra Türkiye'nin en büyük hazinesi
olarak bilinen "Amisos Hazinesi"nin müzenin en ilgi
çeken eserleri arasında yer aldığını söyledi.
Hazinenin 1995 yılında İlkadım Belediyesinin
Cedit Mahallesi'nde yaptığı yol genişletme çalışması
sırasında ortaya çıktığını anımsatan Kolağasıoğlu,
arkeologlar tarafından yürütülen kurtarma kazısıyla
gün yüzüne çıkarılan eserin önemini vurguladı.
Amisos Hazinesi'nin önemli bir buluntu grubu
olduğuna işaret eden Kolağasıoğlu, hazinede altın
işlemeciliğinin ön plana çıktığını belirterek,
"Altın eserler, üzerlerindeki işlemecilik ve
detayların çok iyi betimlenmesi dolayısıyla seçkin
bir buluntudur. Buluntu grubu, bir mezar odasında
ortaya çıkmıştı. Kazı çalışmasında mezar odasında
bir erkek, 2 kadın bireyin yer aldığı tespit edildi.
Erkek bireyin başındaki taç, onun yönetici sınıfa
dahil bir yönü olduğunu işaret eder. Buluntu
grubunun tamamı 4. yüzyıl içinde tarihlenebilir"
dedi.

- Altın yüksek teknolojiyle işlenmiş
Amisos Hazineleri'ni seçkin kılan en
önemli unsurun altın eserlerdeki işlemecilik
olduğunu vurgulayan Kolağasıoğlu, şunları kaydetti:
"Yüksek teknoloji bu eserlerde fark edilebilir
çünkü detaylar çok iyi işlenmiş ayrıca bölgenin
günümüze yansıyan altın işlemeciliğini, belki
Trabzon'daki telkari işini daha önceki geleneklere
yansıtan bir durum da söylenebilir. Altın eserler,
Amisos Hazinesi'ni ön plana çıkarır. Bunun dışında
cam eserler de önemli. İşçiliğinin çok yüksek
düzeyde olması onun işareti olabilir, bölgeye has
bir durum. Çünkü Mitridat Krallığı lokal bir
krallıktır. Benzer krallıklarının hakim olduğu Sinop
ve Amasya'da bu tür yüksek teknolojide işlenmiş
altın eserlere rastlamak biraz güç. Bunu Amisos'a,
yani Samsun'a ait bir lokal işçilik olduğunu
söyleyebiliriz. Yine cam eserler de buluntu grubu
arasında yer alır, bunlar da önemlidir. Anadolu'da
örneğine nadir rastlanılan buluntulardır."
Kolağasıoğlu, Amisos Hazineleri'nin sadece altın
eserlerle öne çıkmadığını, cam ve toprak eserlerinin
de dikkat çektiğinin altını çizerek, "Cam ve toprak
eserler de dönemin önemli stilistik özelliklerini
yansıtır. Altın eserler içinde küpelerin tanrıça
Nike şeklinde tasvir edilmiş hali, yine Eros
şeklinde tasvir edilmiş hali oldukça ilgi çekicidir.
Çünkü çok ufak detayları gösterir. Yine kadın
başlığı bileklikler ve Medusa başlı aplikler seçkin
hazırlanmıştır. Bunun dışında Hipokampus tasvir
edilmiş birçok aplik yer almaktadır" ifadelerini
kullandı.
Amisos Hazineleri'nin hem altın hem de
işlemecilik teknolojisi bakımından önemli olduğunu,
bu nedenle de ilgi gördüğünü bildiren Kolağasıoğlu,
bir mezardan bu kadar çok altın eser çıkmasının
nadir olduğunu belirtti.
Arkeolog Kolağasıoğlu, Amisos Hazinesi'ni önemli
kılan bir başka unsurun da aplikler üzerindeki
motifler olduğunu ifade ederek, "Hazinelerde bulunan
apliklerdeki Hipokampus motifleri, aslında çağlar
arası bir geçişi işaret eder çünkü MÖ 4.
yüzyıl eser grubundaki Hipokampus figürü, Amisos'ta
bulunmuş mozaikteki Hipokampus figürü ile benzerdir.
Bu da aslında çağlar arası devam eden bir geleneği
gösterir" dedi.
Anadolu Ajansı, 21.11.2015 |
'YENİKAPI 12' BATIĞI YENİDEN HAYAT BULACAK
İstanbul'da Marmaray ve metro projeleri kapsamında
yürütülen arkeolojik kazılarda gün yüzüne çıkarılan,
"dünyanın en büyük batık gemi koleksiyonu" kabul
edilen 37 eser arasında yer alan "Yenikapı 12" adı
verilen tekne, kopyasının tamamlanmasıyla yeniden
hayat bulacak.
Orta Çağ dönemine ait olduğu değerlendirilen,
9,64 metre uzunluğunda ve 2,60 metre genişliğindeki
teknenin kopyasının gelecek yıl denize indirilmesi
hedefleniyor.
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi
Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı ve
İÜ Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı Doç.Dr. Ufuk
Kocabaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Yenikapı'da 2004'te başlayan kazılarda binlerce
eserin yanında 37 ahşap tekne ve gemi kalıntısı
bulunduğunu anımsattı.
MS 5. ve 10. yüzyıllar arasında yapılan
teknelerin "dünyanın en büyük batık gemi
koleksiyonu" kabul edildiğini aktaran Kocabaş, çok
az bilinen bir dönemin teknolojisini içeren ve toplu
halde bulunan Yenikapı batıklarının, oldukça sağlam
durumda bugünlere ulaştığını dile getirdi.
Kocabaş, Avrupa Birliği, ENPI Karadeniz
Havzasında Sınır Ötesi İşbirliği Programı
çerçevesinde başlatılan proje kapsamında,
Yenikapı'da bulunan 12 nolu batık teknenin, orijinal
boyutlarındaki kopyasının inşa edileceği bilgisini
paylaştı.
Kocabaş, şunları söyledi:
"Bu projeden bize sağlanan bütçe ile Yenikapı
12'nin kopyasını yapacağız. AB projesinden 55 bin
avroluk ödenek sağlandı. Yapım sürecini baştan sona
görüntüleyerek belgesel hazırlamayı, arşiv
oluşturmayı düşünüyoruz. Replika, tamamlandıktan
sonra 2016 yılında denize indirilecek ve 'Yenikapı
12', müze ziyaretçilerine Orta Çağ teknesinde
muhteşem seyir tecrübesi yaşatarak, denizlerde yarım
kalan hayatına farklı amaçla devam edecek. Geminin
tekrar yapımı, kentin zengin denizcilik kültürüne
dikkati çekerek, bin yıllık denizcilik geleneklerine
tanık olma imkanı sağlayacaktır. Ön hazırlıklar
tamamlandı, inşayı bir tersanede yapacağız."
Trt
Haber, 22.11.2015
|
KAPADOKYA'DA SON BULUNAN YERALTI ŞEHRİ
Nevşehir Belediyesi tarafından projelendirilen ve
Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) tarafından
gerçekleştirilen Nevşehir Kalesi ve
Çevresi Kentsel Dönüşüm Projesi uygulaması
sırasında ortaya çıkan yer altı şehrinde yeni uzun
geçiş tünellerine ve yaşam galerilerine ulaşıldı.
Kent merkezinde yer alan ve üçüncü derece
arkeolojik sit alanı ilan edilen Nevşehir
Kalesi çevresindeki 11 mahalleyi içine alan 360 bin
metrekarelik alandaki kazı çalışmaları devam ediyor.
Çalışmalarda bu yılın başında ortaya çıkarılan yer
altı şehrinde, yeni geçiş tünelleri ve yaşam
galerileri bulundu.
Nevşehir Belediye Başkanı Hasan Ünver, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, halen devam eden kazı
çalışmaları sırasında edinilen ilk bilgilerin
paylaşılmasıyla farklı ülkelerden birçok
araştırmacının bölgeye gelerek incelemelerde
bulunduğunu, Kapadokya bölgesinin tarihi
başlangıcına ışık tutacak bilgilere bu yeraltı
yerleşimi sayesinde ulaşılacağını söyledi.
Turizme kazandırılmış bilinen diğer yeraltı
şehirlerinin geçmiş dönemlerde insanların tehlike
anında kısa süreli sığındıkları yerler olduğuna
işaret eden Ünver, "Ancak burası insanların
yaşamlarını sürdürdükleri gerçek bir yeraltı şehri.
Ayrıca diğer yeraltı şehirlerinde hiç
karşılaşmadığımız uzun tüneller ve geçmişte
insanların yıllarca hayatını sürdürdüğü tespit
edilen yeni yaşam odalarıyla ilk kez
karşılaşıyoruz" dedi.
Kazı çalışmaları 5 bin yıllık bulguları
ortaya çıkarttı
Kazı çalışmaları sırasında 5 bin yıllık
bulguların ortaya çıkartıldığını aktaran
Ünver, şöyle devam etti:
"Çok önemli bulgulara, yeni uzun tünellere ve
insanların topluca yaşadığı alanlara ulaştık.
İçerisinde bezirhaneler, şapel ve insanların yeraltı
şehrindeki farklı yaşam alanlarına eriştiği
tünellere ulaşıldı. Burası diğer yeraltı şehirleri
gibi insanların belli bir süre saklandığı değil,
sürekli yaşadıkları gerçek bir yer altı şehri
konumunda. Dünya tarihi açısından da çok önemli
bilgi ve bulgulara ulaşacağımıza kesin gözüyle
bakıyoruz. Türkiye ve dünya tarihi adına önemli bir
süreçte ilerliyoruz. Nevşehir'in tarihini 5 bin yıl
öteye taşıyacak bu alandaki ilk bulgular bizi
Hititler Dönemi'ne kadar götürüyor. Çalışmalar
neticelendiğinde Kapadokya'nın tarihi yeniden
yazılacaktır"
Anadolu Ajansı, Haber: Behçet
Alkan, 21.11.2015
|
"AİDESİM MOZAİKLİ BAZİLİKASI KORUNMASI VE ÇEVRE
DÜZENLEMESİ" PROJESİ BAŞLIYOR

İl Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdullah Aldemir, 2
milyon 62 bin 944 TL bütçesi olan Aidesim Mozaikli
Bazilikası Korunması ve Çevre Düzenlemesi projesinin
uygulamaya başlanıldığını söyledi.
İl Kültür ve
Turizm İl Müdürü Aldemir, Kültür ve Turizm Altyapı
Mali Destek Programı Kapsamında sunulan 41 adet
proje arasında en yüksek puan alarak ve İpek Yolu
Kalkınma Ajansı (İKA) tarafından kabul edildiğini
ifade etti. Aldemir, “ 495 bin TL hibe ile
desteklenen 2 milyon 62 bin 944 TL bütçeli, Aidesim
Mozaikli Bazilikası Korunması ve Çevre Düzenlemesi
projesinin açık hava müzesi olarak
değerlendirilmemesine ilişkin Proje uygulamaya
başlanmıştır” dedi.
AİDESİM MOZAİKLİ BAZİLİKASI
Oylum Höyük’ün yaklaşık 200 metre güneybatısında yer
alan ve 1999 yılında sadece bir kısmı, 2004 ve 2006
yıllarındaki kazı çalışmalarında ise tamamına yakını
açığa çıkartılan Aidesim Mozaikli Bazilikası’nın
MS 6. yüzyıla tarihlenen Erken Hıristiyanlık
Dönemi’ne ait olduğu biliniyor. Uzun dikdörtgen
planlı olduğu anlaşılan bu yapıda yöresel taş (siyah
renkli bazalt taş ile kireç taşı) kullanılmıştır.
Batı yönünden girişi olan bazilikanın iç mekanı iki
sıra sütunla üç nefe ayrılmıştır. Kazı sonucunda iki
tane yazıt, çok miktarda Roma ve Ortaçağ dönemlerine
ait sikke ve sütun kaidelerine ait kalıntılar
bulunmuştur. Kırmızı, kahverengi, beyaz, gri,
kavuniçi, siyah renkli taşlarla bitki (yaprak),
malta haçı ve çeşitli geometrik (kesişen daire,
baklava dilimi, kare ve zikzak) desenlerle kompoze
edilen bu döşeme mozaiği, erken Bizans Sanatı
Dönemi’nin özelliklerini yansıtmakta olup, yaklaşık
800 metrekarelik bir alanı kaplar.
Hürriyet,
21.11.2015 |
ANTİK LİMANIN BATIK GEMİLERİ 'DENİZİN SÜSÜ' OLACAK
Zonguldak'ın Çaycuma İlçesi'nin Filyos
beldesindeki Tieion antik kenti açıklarında 2 yıl
önce bulunan 4 batık geminin, dalışlarla
modellemesi yapılarak benzerlerinin inşa edilmesi
planlanıyor.
Filyos'ta iki yıl önce antik kentin yaklaşık 200
metre açığında denizin dibinde gemi batıklarını fark
eden balıkçıların durumu Tieion Antik Kenti kazı
ekibine bildirmesi üzerine yapılan çalışmalarda, 4
batığın yeri tam olarak belirlendi.
Bülent Ecevit Üniversitesi Sualtı Dalış Kulübü
üyelerinin de dalış yaptığı bölgede Roma ve Bizans
döneminde kullanıldığı tahmin edilen çok
sayıda kırık amfora (iki kulplu geniş testi)
parçaları gören ekipler, batıkların modellenmesine
yönelik çalışmalarını sürdürüyor.
Karabük Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi ve Tieion Antik Kenti Kazı Başkanı
Yrd. Doç.Dr. Şahin Yıldırım, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, gemilerin fırtına sonucu antik limanın
mendireklerine çarparak battığını tahmin ettiklerini
söyledi.
Gemilerle ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığının
izniyle kurtarma çalışması yapacaklarını ifade eden
Yıldırım, "Deniz kumuyla örtülü gemilerin bulunduğu
alanda kazılar gerçekleştirilecek. Temmuz-ağustos
aylarında çalışmalara başlanacak. Bunun için su altı
arkeoloji ekibi oluşturuyoruz. Bakanlığın
denetiminde Amerika'dan ve Türkiye'den arkeologlarla
ortaklaşa çalışma öngörülüyor" dedi.
Yıldırım, 4 batıktan kıyıya en yakın olanında ilk
dalışın gerçekleştirileceğini vurgulayarak, şöyle
konuştu: "Dalış yaptığımız gemi Roma dönemine
tarihlendiriliyor. Geminin iskeletlerini ve
içerisindeki bulguları günyüzüne
çıkartmak niyetindeyiz. Bunlarla ilgili çeşitli
projemiz var. Ahşap su altında yıllarca kalınca çok
çabuk bozulmaya ve tepkimeye uğruyor. Ona göre
koruyucu çalışmalar yapılacak. Ondan sonra bunların
Zonguldak'ta sergilenebileceği alan oluşturulması
planlanacak. Karadeniz'in en sağlam antik liman
yapılarından biri ortaya çıkarıldı. Tespit ettiğimiz
gemileri modelleyip antik limanın içerisinde
yüzdürmek gibi bir projemiz var. Bu en az 5 yıllık
bir proje gibi gözüküyor."
- "Başka batıklar da olabilir"
Karadeniz'in yüzyıllarca ticarette kullanılan
aktif bir deniz olduğunu anlatan Yrd.
Doç.Dr.
Yıldırım, "Kıyı şeridinde birçok yerde bu tür batık
gemilerin olabileceğini düşünüyorum. Son yıllarda
balıkçılıkta yapılan dip troller bunlara önemli
ölçüde zarar vermiştir. Ama iç bölgelerde kalan ve
balıkçıların giremediği limanlar yine olacaktır"
diye konuştu.
Yıldırım, Karadeniz'in 3-4 bin yıldır ticari su
yolu olarak kullanıldığına işaret ederek, şunları
kaydetti: "Bundan dolayı elimizde 3-4 döneme ait
tarihlendirilen batık var. İlk yaptığımız
araştırmalar bunu gösteriyor. Hem Roma hem
Bizans hem de İslami döneme tarihlendirilen
gemilerle karşılaştık. Bunları gün yüzüne çıkartmak
için çalışmalarımız sürüyor. TÜBİTAK projesi
hazırlık. Deniz dibinde sismik araştırmalar
yapılacak ve burada da gemileri araştıracağız. Gemi
nerede ona bakacağız. Bu bölgelerde dalışa yasak
alanlar oluşturmayı planlıyoruz. Çünkü tahrip olma
ihtimali yüksek. Şu an tam nerelerde neler var
paylaşmıyoruz. Burada koruma önemli."
- Tieion Antik Kenti
Zonguldak'ın kuzeydoğusunda sahil kenti
Filyos'taki Tieion antik kenti, Tios adlı rahibin
öderliğindeki Miletos kolonisince kurulmuş. Tarih
boyunca Herakleia Pontika (Ereğli) ve Amastris'in
(Amasra) gölgesinde kalan kent, çeşitli krallıklara
bağlı varlığını sürdürmüş.
Romalılar tarafından yıkılıp yağma edilen kent,
daha sonra yeniden inşa edilerek Roma eyaletlerine
bağlı ticaret ve balıkçı bölgesi olarak varlığına
devam etmiş. Bölge, sonraki dönemlerde balıkçı
kasabasına dönüşmüş.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yabancı
araştırmacılar ve seyyahlarca araştırmalar yapılan
antik kentte 2006'da başlatılan kazı çalışmalarının
Karadeniz ve Küçük Asya tarihi ile arkeolojisine
ışık tutması bekleniyor.
Radikal, Haber: Ferdi
Akıllı, 21.11.2015
|
MÜZAYEDE
BAŞLIYOR
Asar-ı Atika Antika Sanat Galerisi, 29 Kasım Pazar günü saat 14.30’da Conrad İstanbul Otel’de bir müzayede gerçekleştirecek.
Müzayedede, Osmanlı karma eserleri ve özel aile koleksiyonlarından eserler sergilenecek.
Osmanlı dönemine ait eşyalar ve tablolar açık artırmayla sahiplerini bulacak.
Habertürk, 21.11.2015 |
 |
BODRUM'DA İNŞAAT SIRASINDA ANTİK MEZARLARA RASTLANDI
Bodrum'un Yeniköy Mahallesi Karakaya Sokak'ta bir
vatandaş arsasına bina yaptırmak için bölgede daha
önce Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi yetkililerine
sondaj kazısı yaptırdı. Sondaj kazılarında tarihi
bulguya rastlanmayınca iş makineleriyle temel
kazısına başlandı.
Kazı sırasında iş makinesinin kepçesi sert bir
zemine takıldı. Yapılan incelemede, bölgede iki
mezar yapısı olduğu fark edildi. Aynı sokakta
yaşayan restorasyon uzmanı Hasan Sayın, çalışmaların
durmasını sağlayarak durumu müze görevlilerine
bildirdi.
Bölgeye gelen Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi
görevlileri, Hellenistik döneme ait olduğu tahmin
edilen iki mezar için kurtarma kazısı başlattı.
Arkeologlar, mezarda iskeletlere, gözyaşı şişelerine
ve ayna gibi eserlere rastladı.
Yetkililer, kurtarma kazıları tamamlanana kadar
inşaat kazılarının durdurulduğunu açıkladı.
Ntv,
20.11.2015
|
SAKLI BAVULDAN ÇIKAN İSTANBUL FOTOĞRAFLARI
Cumhuriyet dönemi sonrası İstanbul'da yapılan
arkeolojik kazıların detaylı fotoğrafları, İngiliz
Birmingham Üniversitesi arşivlerinde bulundu. Bir
çantanın içinden çıkan fotoğraf ve çizimler,
1927-1957 seneleri arasında yapılan kazıları kayıt
altına almış.
Yahya Kemal Beyatlı, “Çocukluğum, Gençliğim,
Siyasi ve Edebi Hatıralarım” adlı kitabında Türkiye
toprakları dahilinde bulunup çıkarılan kadim
eserlere dair şu değerlendirmede bulunuyor: “Türk
vatanında Bizans ve Latin kitabelerini asla
yerlerinden kaldırmasınlar. Dünyada her milletin
vatanı diğer bir milletin mirasıdır. Milletlerin
tevarüs ettiği eserler kendi milliyetlerine mal
olmuş eserlerdir. Toprak üzerinden nişaneleri
kaldırmak ilim karşısında maziyi unutturmaz.
Macarlar, Budin toprağını Türklük nişanelerinden ari
bir hale getirmekle fena ettiklerini şimdi
anlıyorlar.”
Cumhuriyet kadroları ile artan tarih
hassasiyetinin oluşmasında hiç şüphesiz, Osman Hamdi
Bey gibi son devrin Osmanlı ricalinin tesiri
büyüktü. 1891 senesinde açılan Müze-i Hümayun,
Osmanlı topraklarında yürütülen eski tabiriyle
hafriyat ilminin bir sonucuydu. Arkeolojinin Batılı
ülkelerle beraber seyretmesinin en büyük sebebi
Türklerin üzerinde bulundukları kadim mirastan
kaynaklanıyor. Cumhuriyet devrinde de açılan bu
cevher yabancı ilim adamlarının katkılarıyla
genişledi. Yeni yönetimle beraber, payitaht İstanbul
unvanı başkent Ankara'ya geçerken, imparatorluğun
eski başkenti, pagan Roma ve Hıristiyan Bizans
araştırmalarına açıldı. Uzun yıllar devam eden
savaş, işgal, göç ve siyasi hareketliliğin müsaade
etmediği arazi adım adım ilim çevrelerine teslim
edildi. Bundan sonra, yabancı mütehassıs
arkeologların başta yer altındaki tarihi mirası
keşfetme yolculuğu hız kazandı. İstanbul merkezinde
Sultanahmet Meydanı ve Beyazıt Meydanı seçilen
yerlerin başında geliyordu. Yangınlarda tahrip olmuş
kilise camileri, şehrin surları, hamamlar, sarnıçlar
ve Bizans Sarayı kalıntıları, yapılan çalışmalarda
ortaya çıkarılıyordu. Bugün tarihi kıymetine baha
biçilemez olan arkeolojik buluntulardan bir kısmı
hala yer altında, bir kısmı da İstanbul Arkeoloji
Müzesi'nde sergileniyor.
1927-1957 seneleri arasında İstanbul'da bulunarak
bu kazılara katılan İngiliz sanat tarihçisi David
Talbot-Rice'ın arşivi yakın bir zaman önce
keşfedildi. Birmingham Üniversitesi Doğu Akdeniz
Arşivi içinde bir çantada bulunan fotoğraflar ve
çizimler, İstanbul'un yer altı tarihine ışık tutacak
belge ve bilgiler içeriyor. 785 parça görsel, çizim
ve notlar henüz akademik ellerde tasnif edilip
kaynak haline gelmiş değil. Arşivlerde sergilenen
malzemeden birkaç fotoğrafı ve ulaşabildiğimiz
bilgileri derledik.

Arkeolojik kazılar, Sultanahmet Meydanı ortasında
etrafı çevrilen yer içinde başlamış. Yapılan
çalışmalarda, imparatorluğun simge yapılarından
Zeoksipos Hamamı kalıntılarına ulaşılıyor.

Laleli'de bulunan Bodrum Mesih Paşa Camii veya eski
adıyla Myrelaion Kilisesi

Sultanahmet Meydanı'nda bulunan yılanlı sütunun üç
başından biri.

İngiliz sanat tarihçisi David Talbot-Rice'ın kazılar esnasında çekilmiş bir fotoğrafı.

Ayvansaray'da yer alan Toklu Dede Mescidi, eski bir Bizans kilisesinden devşirme. Bakımsızlıktan yok olup giden mescidin adı bugün imar planlarında bile geçmiyor, zira son değişikliklerden sonra burada özel bir şirketin rezidans projesi yükseliyor.

Zeuksipos Hamamı kalıntıları.

Aya İrini Kilisesi altında bulunan sarnıca girmiş iki kişi görülüyor.

İstanbul'un altında uzayıp giden dehlizler ve su yolları, hep efsane gibi gelmiştir. Ama İngiliz arkeoloğun objektifinden çekilen fotoğraflar Hipodrom'un altında saklı bir gerçeği ifşa ediyor.

Bodrum Camii altındaki sarnıçtan çekilmiş fotoğraflar. Bizans devrinde ibadethaneler genelde büyük bir sarnıcın yakınına veya üstüne yapılıyordu.
Zaman, Haber: Erkam Emre,
20.11.2015 |
ESKİ EVLER PANSİYON OLACAK
UNESCO tarafından koruma altında olan Eminönü’nün
Nişanca, Kumkapı ve Sultanahmet semtlerinde ‘ev
pansiyonculuğu’ hayata geçiriliyor.
İstanbul Fatih'te, özellikle Nişanca’da mülk
sahiplerinin evlerini terk etmesi sonucu tarihi
eserlerin çöküntü alanlarına dönüşmesi üzerine
Fatih Belediyesi harekete geçti.

Yapılan düzenlemeyle, bölgede konut dokusunu
değiştirmeden, isteyenlerin evini pansiyon yapmasına
izin verilecek. Hanlar bölgesinde tarihi olmayan
binalar yeniden yapılabilecek.
Eminönü genelinde konaklama tesislerinin
yapılabilmesine olanak sağlayan düzenleme kapsamında
tarihi hanlar da restore edilecek. Ana arterler
üzerinde bulunan tescilli eser dışındaki mevcut
yapılar, tarihi eserlere uyumlu olacak şekilde, imar
planındaki kat yüksekliğine geri dönecek.

İBB Meclisi’nde kabul edilen rapor, Koruma
Kurulu’nun onayından geçtikten sonra tekrar İBB
Meclisi’ne gelecek. İBB Başkanı
Kadir Topbaş’ın onayının ardından, itirazlar
için 1 aylık askı süreci başlayacak.

SAMATYA DA
DÖNÜŞECEK
EV pansiyonculuğu
uygulaması tüm Fatih İlçesi için değil sadece eski
Eminönü Belediyesi kapsamındaki bölgelerde
uygulanabilecek. Fener ve Samatya’da ise ticaret
birimleri yer alabileceği gibi konutlar da yer
alabilecek.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu,
20.11.2015
|
DEFİNE ARARKEN LAHİT BULDULAR
Sakarya’da definecilerin kazı yaptığı alana
operasyon düzenleyen jandarma, Roma dönemine ait
olduğu belirtilen 2 lahit mezar buldu.
Sakarya’nın Hendek
İlçesi'nde bir ihbarı
değerlendiren Hendek İlçe Jandarma ekipleri,
ormanlık alanda operasyon yaptı. Yapılan operasyonda
kaçak kazı yapan 5 defineci suçüstü yakalandı.
Definecilerin kazı yaptığı bölgede eski Roma
dönemine ait olduğu belirtilen 2 bin yıllık lahit
mezar olduğu belirlendi. Geç saatlerde yapılan
operasyon sonucunda jandarma ekipleri sabah
saatlerine kadar lahit mezarların bulunduğu bölgeyi
koruma altına aldı.
Sakarya Müze Müdürlüğü yetkilileri, lahit mezarların
bulunduğu alanda kazı çalışmalarını sürdürüyor.
Milliyet, 20.11.2015 |
BİN 700 YILLIK ROMA DEFİNESİ BULUNDU
BBC'nin
haberine göre, İsviçre'nin kuzeyindeki Aargau
kantonunda Ueken'de yaşayan bir çiftçi, kiraz
bahçesinde antik Roma dönemine ait gümüş ve bronz
sikkeler keşfetti.
Çiftçinin bahçesindeki
defineyi temmuz ayında bulduğu ve sonrasında
yetkililerle irtibata geçtiği ifade edildi.
Yapılan araştırmalarda
sikkelerin bir kısmının, 3'üncü yüzyılda yaşayan
Roma İmparatoru Aurelian, bir kısmının da yine aynı
yüzyılda yaşayan Roma İmparatoru Maximian dönemine
ait olduğu tespit edildi.
Keşif üzerine araştırma
yapan İsviçreli arkeolog Georg Matter, sikkelerin
tüm beklentileri aştığını belirterek, "Bir arkeolog
olarak insanın kariyerinde en fazla bir veya iki
defa tecrübe edebileceği nadir bir deneyim"
ifadesini kullandı.
Gümüş ve bronz
sikkelerin sayısının 4 bin 166, ağırlığının 15 kilo
olduğu ve İsviçre tarihinde şimdiye kadar çıkarılan
en büyük hazine olarak nitelendirildiği kaydedildi.
Haber 7, 20.11.2015
|
BURSA'DA BULUNAN LAHİT 25 YIL ÖNCE AÇILMIŞ

Bursa'nın İznik İlçesi'nde, önceki gün bir
zeytinlikte bulunan Roma dönemine ait lahdin 25 yıl
evvel defineciler tarafından açıldığı ortaya çıktı.
İlçeye bağlı Hisardere Köyü yolu Kayaarkası
mevkisindeki bir zeytinlikte rastlanılan lahitin
tamamına ulaşılabilmesi için kazı çalışmaları devam
ediyor. Bölgede savcılıktan alınan izinle İznik
Müzesi'nde görevli arkeologların gözetiminde bölgede
başlatılan kazıda ilk belirlemelere göre, lahitin
daha önce defineciler tarafından bulunduğu ileri
sürüldü. Jandarma tarafından koruma altına alınan
bölgedeki kazıların iki gün daha sürebileceği
öğrenildi.
Hisardere Köyü yolu Kayaarkası mevkisinde Hatice
Sürek'e ait zeytinlikte, tarihi kalıntılara
rastlanması üzerine durum İznik Müzesi yetkililerine
bildirilmiş, savcılıktan alınan izinle İznik
Müzesi'nde görevli arkeologların gözetiminde, söz
konusu bölgede başlatılan kazıda, toprağın 30
santimetre altında Roma dönemine ait olduğu
anlaşılan lahit ortaya çıkarılmıştı.
Müzeden gelen ekiplerle zeytinlikte
yapılan incelemede, 7 ton ağırlığında bir mermer
lahit olduğu tespit edildi. İki gündür yapılan kazılarda lahdin henüz yarısı
gün yüzüne çıkarıldı. Yetkililer, kazıların iki gün daha sürebileceğini
belirtti.
Uzmanlar, Hisardere Köyü yolu
üzerindeki zeytin tarlasında ortaya çıkan lahdin
değerli mermerden yapıldığını, üzerinde ise kabartma
figürler olduğunu söyledi. Lahdin geç Roma dönemine ait olduğu
sanılıyor.
ÜST KAPAĞINDA 30 SANTİMLİK DELİK VAR
Define avcılarının yaklaşık 25
yıl kadar önce lahit kapağında 30 santimetre
genişliğinde delik açıp, üzerini tekrar toprakla
kapattığı belirlendi. O dönem asiller sevdiği
eşyalar ya da kullandığı değerli ziynetlerle
gömülüyordu.
Lahdin köşelerinden uzanan lotus çiçeği
içerisinde Eros kabartmaları va arslan
kafaları bulunuyor. "Kraliçe mezarı"
olabileceği, yaklaşık 7 ton ağırlığında ve üst
kapağında büyük bir kırık bulunduğu tahmin edilen
lahitin şu ana kadar İznik'te başka bir örneğinin
çıkmadığı belirtiliyor. İki tarafında "lotus
çiçeği"ne sarılı Eros kabartması yer alıyor.

Bursa'da Bugün, 20.11.2015
|
SELÇUKLU SULTANI 2. KILIÇARSLAN'IN KÖŞKÜ GÜN YÜZÜNE
ÇIKARILIYOR
Konya’da, Sultan 2’nci
Kılıçarslan tarafından yaptırılan ve kent
merkezindeki ‘Alaaddin Tepesi’ adı verilen höyüğü
çeviren Selçuklu surlarının bir burcu üzerine
oturtulmuş Sultan Kılıçarslan Köşkü, koruma ve
canlandırma projesiyle restore edilerek turizme
kazandırılacak.
Konya Büyükşehir
Belediyesi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
yapılan ortak protokol çerçevesinde yürütülen
‘Alaaddin Tepesi 2’nci Kılıçarslan Köşkü Koruma,
Canlandırma ve Kentsel Tasarım Projesi’ kapsamında
köşkün üzerindeki beton şemsiye kaldırılarak dolgu
altında kalan kısım ortaya çıkarılacak. Burcun
gerçek ölçülerine yakın görsel bir algı
oluşturulacak. 3 milyon 745 bin liralık projede köşk
kalıntısı cam yüzeyle korunacak. Köşkü saran
arkeolojik kazı alanının bir bölümünün üstü
gezilebilir bir cam döşemeyle kapatılarak
ziyaretçiler hem sur kalıntılarını, hem de köşkü
izleme imkanı bulacak. Alan, Selçuklu arkeolojisi ve
Alaaddin Tepesi bilgilendirme meydanı olarak da
kullanılacak. Fuar alanı, Alaaddin Cami ve
Kılıçarslan Köşkü’nün bulunduğu meydana alanın
tarihsel geçmişine yönelik bilgi panoları konulacak.
Devam eden
çalışmalar kapsamında şu ana kadar 2’nci Kılıçarslan
Köşkü’nün etrafını çevreleyen Selçuklu dönemine ait
5 metre yüksekliğinde 6 burçlu iç sur duvarları
ortayı çıkarıldı. Tarihi Kentler Birliği’nin ‘Metin
Sözen Koruma Büyük Ödülü’nü de kazanan
‘2’nciKılıçarslan Köşkü Arkeolojik Kazı Alanı ve
Kentsel Tasarım Projesi’ tamamlandığında yeni bir
tarihi alanı oluşacak.
haberler.com, 20.11.2015
|
ÇİN'DE HOMO ERECTUS KAFASI BULUNDU
Doğu Çin’de çok iyi
korunmuş bir Homo Erectus kafatası bulundu.
Doğu Çin’deki Anhui
eyaletinde bulunan Hualongdong
Mağarası’nda Vertebrate Paleontoloji Enstitüsü
(IVPP) ekibi tarafından nadir bir Homo-Erectus
kafatası bulundu. ‘Dongzhi Adamı’ olarak
adlandırılan kafatası yanında bir çok taş alet, diş,
kemik parçaları ve 6 binden fazla hayvan kemiği ile
birlikte bulundu.
Araştırmaya katılan
Liu Wu basın açıklamasında, ‘Tüm veriler bu alanın
Dongzhi adamının yaşadığı yer olduğunu gösteriyor.
Bulduğumuz hayvan kemikleri doğal olmayan yollardan
kesilmiş yada kırılmış görünüyor. Bu hayvanlar
aletlerle kesilmiş ya da doğranmış olup besin ya da
kurban olarak tüketilmişler’ dedi.
Kafatasının
150.000-412.000 yaşında olabileceğini söyleyen Liu,
Dongzhi adamının gerçek yaşını ilerleyen günlerde
yapılacak testlerin belirleyeceğini belirtti.
arkeolojihaber.net,
Kaynak:
archaeology.org Çeviri: Ayşen Yolcu, 20.11.2015
|
ROMA'DA PAGANLARA
AİT İKİ BİN YILLIK BAZİLİKA ZİYARETE AÇILDI
Günümüzde yerin 12 metre altında bulunan Roma
İmparatorluğu’ndan kalma eski bir Pagan tarikatına
ait gizemli Bazilika ilk defa ziyarete açıldı.
1917 yılında Roma-Cassino
arası tren yolu inşaatı esnasında bulunan MS 1. yy’a
ait türünün tek örneği olan bazilika, melek çocuk ve
küçük insan betimli kabartmalarla dolu. Ayrıca gizli
girişi için vaktiyle yeraltında bir geçit oyulmuş.
Hristiyanlık öncesi döneme
ait olan bazilika Pisagor ile Platon’un yazımlarına
göre geçmişi MÖ 1.yy’a uzanan, adı çok az bilinen,
sofuluk öğretisi vaazları veren, Hellenistik dönemi
okullarından ‘Neopythagoreanism’ isimli bir tarikata
üye olan hayli nüfus sahibi Statilius ailesi
tarafından yapılmış.
Prof.Dr. Giovanna Bandini’ye
göre Roma İmparatorluğu’nun toleransı ve hoş
görüsünden dolayı o dönemde bir çok Pagan tarikatı
olmasına rağmen bu tarikat ‘Ölümlüler ile Tanrılar’
arasında kutsal bir imparator düşüncesini
benimsemediği için bir tehdit olarak görüldü.
Tarikat, imparator Neron’un annesi aleyhine kanun
dışı ayin ve kara büyü yapmakla suçlanmış, aile
reisi Titus Statilius Taurus ise senato tarafından
soruşturma altına alınmıştır. Tüm suçlamaları
reddeden Taurus, MS 53 yılında bilinmeyen bir
nedenden dolayı intihar etmiştir. İmparator Claudius
tarafından mühürlenip unutulmaya terk edilen
bazilika zamanla harabe görünümü almış.
Her biri dalında uzmandan
oluşan bir ekip bugün hala bazilikada yenileme
çalışmasında görev alıyor. Küf ve kireç atıkları el
bıçağı ve fırçalarla yavaşça ovalanıp çıkartılırken,
bazilikanın içi çeşitli kimyasal, aletler ve lazerle
temizleniyor. Sıva rölyeflerinin iyi durumda olduğu
kemerli tavanda çalışabilmeleri için ekibe iskele
kuruldu.
Uçları kavisli üzeri
ise ölü insan başlı at ve ejderhalarla süslenmiş 6
sütunla çevrili 3 holden oluşan bazilikanın
duvarlarında Aşil, Orfeus ve Paris betimlemeleri
var. Kabul salonuna girişte Medusa Kafası
bulunmakta. Koyu kırmızı olan duvarların alt kısımı
ise vahşi kuş ve kadın elbisesi şekilleriye
boyanmış.
Dış dünyadan saklı,
girişi tel örgülerle gizlenmiş bazilikanın üstünden
geçen trenlerin gürültüsünü her saat duymak mümkün.
Proje dahilinde çalışan mühendis Mario Bellini, hem
kazıması hem de yontması kolay olduğu için kireç
taşının çok sık kullanıldığını ve Roma’nın altının
bu gibi yerlerle dolu olduğunu söyledi.
Bazilikanın sıvalarının
kuruyup çatlamamasının nedenini değişmeyen ısı ve
nem oranına bağlı olduğuna inanan uzmanlar,
ısının 18 derece, nem ise 87-92 arası
olduğunu düşünüyor.
Hali hazırda restorasyon
çalışmalarının devam ettiği bazilikaya ufak gruplar
halinde ziyaretçi kabul ediliyor.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
telegraph.co.uk Çeviri:
Ayşen Yolcu, 19.11.2015
|
BİLİNEN İLK AMERİKALILAR İLE İLGİLİ YENİ İZLER
BULUNDU
Güney Şili’nin Monte
Verde yerleşiminde ortaya çıkartılan taş yapımı
eşyalar, ateş yakılmış çukurlar, pişmiş hayvan ve
çeşitli bitki kalıntıları Amerika kıtasının ilk
göçebe yerlilerinin buzul çağına ve soğuk iklime 15
bin yıl önce adapte olup, yaşadıkların gösteriyor.
2013 yılında Şili
Ulusal Anıtlar Konseyi’nin talebiyle Rebecca Webb
Wilson Üniversitesi’nin ünlü antropoloji profesörü
Tom Dillehay’in liderliğinde uluslararası bir çok
arkeolog, yer ve bitki bilimciden oluşan bir ekip
Şili hükümetinin koruması altında bulunan Monte
Verde yerleşiminde arkeolojik ve jeolojik tetkikler
yapmaya başladı.
1977’den beri
bölgede çalışan Dillehay için yeni buluntular
Amerika’daki ilk insanların nasıl ortaya çıktığına
dair önemli birer kanıt. 40 yıl öncesine kadar
yaygın görüş, Amerika’da ilk yerleşimin 13 bin yıl
önce Asya’dan (Bering Boğazını geçerek..) gelen,
Clovis denilen kesici uçlu, yiveli mızraklar
kullanan ve büyük hayvan avlayabilen insan topluluğu
tarafından oluşturulduğuydu. Ancak Dillehay ve
ekibinin çalışması MVII olarak adlandırılan bölgede
Clovis insanlarınınkinden farklı aletler kullanan
küçük bir insan topluluğunun bu tarihi bin 500 yıl
öncesine çektiğine dair kanıtlar içeriyor. Ayrıca
MVII’den önce yakın civarda yapılan MVI’da da erken
insan varlığı izlerine rastlanmıştı.
Her hangi bir yeniden
değerlendirme veya varsayım niyetleri olmamasına
rağmen ekibin MVI ve MVII’de 500 metre uzunluk ve
30-40 metre genişliğinde yaptığı kazılarda küçük
ısınma ve pişirme çukurlarıyla birlikte yanmış ve
yanmamış kemik parçacıklarının bulunması konu ile
ilgili yeni ipuçları veriyor. Monte Verde’de bulunan
aletler yakın zamanda bulunanlara benziyor fakat
çoğu silindir şeklinde (muhtemelen taşın bir yüzünün
yontulmuş olmasından ötürü) ve bazı daha yeni
aletlerin (çift yönlü yontulmuş) sivri kesici uçlu
olmalarına rağmen yüzde 34’ü yerel olmayan
malzemelerden yapılmış. Bu da bu insanların And
Dağları’ndan hatta öbür tarafından bölgeye gelmiş
olduklarını gösteriyor. (Daha önceki araştırmalarda
bölgede And Dağlarına ait bitki kalıntılarına
rastlanmıştı)
Ekip yaklaşık 39
taş eşya ile birlikte 12 adet küçük ateş çukuru,
kemik parçaları ve kabuklu yemiş ile bitki atığı
ortaya çıkardı. Bulunan kemikler bölgenin iklim
koşullarının ve bitki örtüsünün müsait olmadığı için
başka yerlerde avlanıp parçalanmış mastadon, oldukça
iri lama, rengeyiği ve yaban atına ait. Karbon
miktarı ölçümüyle yaşları tespit edilen eşyalar ise
14 bin ila 19 bin yaşında.

Dillehay’in
görüşleri eşyaların yayılma alanı göz önüne
alındığında avcı-toplayıcı olan bu insanların
bölgede bir veya iki gece konakladıklarının, nereden
geldiklerinin ve nereye gittiklerinin bilinmediğinin
ancak konakladıkları yerin bataklık ve kısmen sulak
alanlarla çevrili olduğu için yürüyerek geçmenin
daha kolay olduğu And Dağlarının eteklerinde bir
geçit olarak kullanıldığı yönünde. Bu araştırmanın
ana hedefi, bölgenin jeolojik ve ekolojik
koşullarını daha iyi anlayabilmek. Monte Verde büyük
bir buzula 6 km uzaklıkta, yağmur suları ve erimiş
buzul parçalarıyla beslelen sığ akıntılı derelerle
çevrili düz bir ovaydı. Yavaş yavaş ısınan hava ve
volkanik patlamalarla son buzul parçaları da
erimişti.
Yanık kalıntı
kemikler ile taşlar, büyük bir bölümünün yağmurun
yol açtığı ılık havanın taşıdığı oksitlenmiş lav
moleküllerinin 19 bin-17 bin yıl arası erimeye
başlamış buzullar göz önüne alındığında bu
insanların yaz aylarında dahi olsa soğuk ve bir o
kadar zor bir coğrafyada yaşamış olduğu gerçeğini
değiştirmemesidir. (Bölgede uzun süreli yaşam 15 bin
yıl soununda iklimin yeterince ısınmasıyla mümkün
olmuştur)
arkeolojihaber.net, Kaynak:
eurekalert.org Çeviri: Ayşen Yolcu, 18.11.2015
|
15 - 21 Kasım 2015
|
Bir Tarih / Kültür Katliamı Daha...
SAMSUN TARİHİNİ KAYBEDİYOR!

"Samsun Büyük Şehir Belediyesi Başkanlığı 14 Haziran 2011 tarihinde Belediye Meclisi'nden sessiz sedasız geçirmeye çalıştığı "imar planı" değişikliği ile şehrimizin yaşayan tek "ticari tarihi arastası" olan Saathane Çarşısı ve bölgesini kimliksiz boş bir meydan alanına çevirmek için ilk adımı atmıştır. 950 günü aşkın süredir verilen hukuk mücadelesinde son aşamalara gelinmiştir. Bu güne kadar 17 vakıf mülkiyeti belediyeye devredilerek yıkılmıştır. Ve yıkılan işyerlerinde "Eski Osmanlıca" tarihi kesme taştan yazıtlar çıkmasına rağmen belediye yok sayarak durmamıştır. Saathane Projesi kapsamında yapılan bilirkişi incelemesine 5 üye katılmıştır.
Tarihi arastamızı inceleyen heyette: Şehir Plancısı, Mimar, İnşaat Mühendisi, Sosyolog ve tek tarihçi kimlik "sanat tarihçisi" olmuştur...

Ve sanat tarihçisi akademisyen üye "olumsuz görüş" bildirerek projenin uygulanamayacağını bölgenin Osmanlı mimari özelliklerini ve çarşı kimliğini taşıdığını ve daha detaylıca sayfalarca anlatmıştır. Fakat yinede yeterli gelmemiştir.

Yapılan bu proje Saathane bölgesinin tarihi kuruluş sebebine aykırılık arz etmektedir. Samsun kentinin 300 yıllık tarihi geçmişi ile halen yaşayan en önemli ticari çarşısı olan bu bölgenin proje ile "yok edilmesi" şehrimizin yaşayan tarihine vurulan bir hançerdir. Şu an yaşanan en son gelişme ise, Samsun 1. İdare Mahkemesi tarafından 24/12/2013 tarihinde "İmar Planı-İmar Uygulaması İşlemleri" konulu dava konusuna ilişkin "Yürütmeyi Durdurma Kabul" şeklinde karar verilerek görüşme tutanağı tebliğ edilmiştir. Yapılacak itirazlar neticesinde mahkeme heyeti yeniden değerlendirme yapacak ve kararını verecektir. Yaşanan bu hukuki sürecin neticesinde plan iptali veya uygunsuzluğu kararı verilmesi tabiki tüm bölge esnafı ve vatandaşlarının 950 günlük maddi ve manevi kayıplarını tazmin etme isteğini gündeme getirecektir ve kendi şehrimizin belediyesi çok büyük bir maddi yükün altına girme ihtimalini büyük olasılık ile taşımaktadır. Bölge esnafları ve mülk sahipleri sanki projenin karşısındaki kişiler gibi aktarılmaktadır; fakat mevcut yöneticilerin göstermek istediklerinin aksine tüm esnaf ve mülk sahipleri bölgenin bir düzene girmesi taraftarıdır. Bölgede yapılan bu çalışmanın ortaya çıkardığı mağduriyetler nedeni ile yapılış metodunun kesinlikle ve kesinlikle yanlış olduğunu savunmaktadır. Zaten bu metod yanlışlığı da son gelen bilirkişi raporu ile mahkeme kayıtlarına da geçmiş bulunmaktadır.

Bölgenin yine Samsun ilindeki 1800'lü yıllarda inşa edilmiş olan Reji sigara fabrikası binası gibi (Bulvar AVM) restore edilerek ticari tarihi kimliğini yaşatmasını talep etmekteyiz. Bu proje Samsun halkına yanlış aksettirildiği için halk projenin detayına hakim olamamaktadır. Proje bünyesinde yıkılacak olan mülklerin tamamına %40 bedelsiz terkin yaptıran belediye, bölge esnafının 1800 'lü yıllara dayanan tapularını ve mülkiyet haklarını yok sayarak, ticaretini bitirdiği gibi, faaliyetlerini sürdürmeleri için çözüm önerisi sunmamaktadır. Belediye başkanının "ben yaptım oldu" mantığı ile yürüttüğü bu projeye önce Samsun, sonrasında ise tüm Türkiye bir tarihi olgusunu kaybederek bedel ödeyecektir.

Bölge esnafının projenin karşısında engelleyici durumda lanse edilmesi kesinlikle asılsızdır. Bölge esnafı projenin olmasını canı gönülden istemektedir. Fakat Yapılış metodunun ve planlama kapsamının yeniden düzenlenmesini savunmaktadır. Kuruluşu ve kökeni Selçuklulara dayanan tarihi çarşının yok edilişine sessiz kalmak şehrine ve tarihine ihanettir.

Bu proje dahilinde 180 tapu sahibi ve beraberinde 1000 civarı çalışan ve aileleri, bölgede ticari alışveriş yapan diğer şehir esnafı, yakın bölgesinde bulunan Kasaplar Arastası, Kuyumcular Çarşısı, Subaşı Çarşısı etkilenmektedir.
Saathane Bölgesi'nde bulunan hiçbir mülkiyete 1992 yılı itibari ile tamir ve tadilat izni vermeyen belediye, aynı zamanda yapılması gereken çalışmalara da yön vermemiştir. Bu nedenle bölgenin görsel nizamı bulunmamaktadır. Düzeltilebilecek olan bir tarihi çarşıyı sadece şu an çirkin diye yıkmak tamamen medyatik bir söylemdir ve gerçek dışıdır...
Saathane Esnaf Temsil Heyeti (Yücel Türe, Müşvik Çepniler, Ümit Ayla)"

TAY Haber, 20.11.2015
|
5 BİN YILLIK 300
KELİME VAR
Arapçadan Türkçeye geçmiş kelimelerin kökeninin
Kültepe olduğunu söyleyen kazı başkanı Prof. Dr.
Fikri Kulakoğlu'nun verdiği bilgilere göre şemsiye,
kira, akraba, müzakere ve lisan, 5 bin yıllık
sözcüklerden bazıları.
Günlük hayatta kullandığımız
kelimelerin tarihi merak konusudur. ‘Acaba,
sözcükleri ilk kim, ne zaman kullanmıştır?'
sorularına cevap bulmak isteriz. Çoğu kere bu
sorular cevapsız kalsa da şemsiye, tercüman, kira,
akraba, haram, müzakere, lisan, emlak ve vekil gibi
300 kelimenin 5 bin yıl önce yaşayan insanlar
tarafından kullanıldığını biliyoruz artık. Bu
bilginin kaynağı ise Kayseri'de Kültepe Kaniş Karum
höyüğünde yapılan kazılar. Kazı Başkanı Prof. Dr.
Fikri Kulakoğlu, sadece Anadolu değil, Mezopotamya,
Suriye'nin de 5 bin yıllık tarihine ışık tutacak
bilgilere Külte Kaniş Karum höyüğündeki kazılarda
ulaştıklarını söyledi. Bugüne kadar 25 bin çivi
yazılı kil tablet bulduklarını belirten Kulakoğlu,
“Bu tabletler bugün bizim Kayseri'deki gibi özel
tüccarların arşivleridir. Tüccar arşivinde ne olur?
Alacak, borç, kredi, ödemeler bazen de cezalar.”
dedi. Anadolu insanının 5 bin yıl önce ilk kez okuma
yazmayı öğrendiğinin de kayıtları olduğunu dile
getiren Kulakoğlu, “Bugün olduğu gibi o gün de bilgi
en büyük güç. Bu tabletlerle bilgiyi kayıt ediyoruz.
Anadolu insanının o dönemde en iyi çağını yaşadığını
görüyoruz.” ifadelerini kullandı.
Çivi yazısıyla
yazıldı
Tabletlerin Akadça denilen 5 bin
yıllık dilin genç versiyonu olduğunu aktaran
Kulakoğlu, “Akadçanın Asurca versiyonu ile
yazıldığını görüyoruz. Çivi yazısıyla yazıldı.
Asurca şöyle bir dil. Günümüzdeki kadim dillerin
atası. Asurca ve Akadça. Arapça en kadim dillerden
birisidir. Asurcada Arapçaya geçmiş günümüzde bizim
Türkçe konuştuğumuz birçok kelime var.” diye
konuştu. Arapçadan Türkçeye geçmiş kelimelerin
kökeninin Kültepe olduğunu söyleyen Kulakoğlu'nun
verdiği bilgilere göre tarihi 5 bin yıl öncesine
dayanan kelimelerden bazıları şöyle: şemsiye,
tercüman, kira, gebermek, emlak, beleş, akraba,
esir, siftah, hata, hınzır, garb, erbab, haram,
öşür, icar, ahize, akşam, neccar (marangoz), kabir,
nadas, kese (para çantası), mevta (ölmek), müzakere,
lisan, reis (baş-kafa), şakül, vekil, zikir,
zürriyet, mahrem, ispat, mazbata.
Eserler dönem halkına
ait
Kayseri'de
Kültepe kazılarında gün yüzüne çıkarılan 5 bin
yıllık çivi yazılı kil tabletler UNESCO Dünya
Belleği Kütüğü'ne kabul edilmişti. Kulakoğlu, tarihi
eserlerin, ne bir saraya ne de bir krala ait
olmadığını, tamamen o dönemde yaşayan insanların
kendi arasındaki işlemlerle ilgili olduğunun altını
çizdi. Kulakoğlu'na göre tabletlerin UNESCO
listesine girmesindeki en önemli sebep de herhangi
bir sarayın, kralın arşivleri olmamaları.
Zaman, Haber: Ersan
Temizel, 20.11.2015
|
ÇİN'DE 1500 YILDIR
OYNANMAYAN OYUN BULUNDU
Çin’in doğusundaki Qingzhou kentinde yapılan kazı
çalışmalarında arkeologlar bir zar, 21 adet üzerinde
numaralar olan üçgen kartlar ve kırılmış bir tabla
buldu. Tüm bu parçaların bir oyuna ait olduğunu
düşünen bilim insanları, kırılmış tablayı eski
haline getirmeyi başardı. Live Science’da yer alan
habere göre tablanın etrafında bulut ve şimşek
desenleriyle süslenmiş iki adet göz olduğu
bildirildi.
Russia Today'in haberine göre
bulunan zarın hayvan kemiğinden yapıldığı ve 14
yüzünden 12’sinde eski Çin yazısıyla birden altıya
kadar rakamların olduğu ortaya çıktı. Bilim
insanların açıklamalarına göre rakamlar her bir
yüzde iki kez yazılı ve zarın iki yüzü de boş
bırakılmış.

Araştırmacılara göre
Çinlilerin oynadığı bu oyunun adı ‘Bo’ ya da
‘Liubo’. İsa’dan önce ilk milenyumun ortalarında
icat edildiği düşünülen oyunun Han Hanedanlığı
döneminde oldukça popüler olduğuna inanılıyor.
Yaklaşık 1.500 yıldır
oynanmayan bu oyunun kuralları ise arkeologlar
tarafından henüz bilinmiyor.
Araştırmacıların oyunu
üstünde buldukları mezarın içinde mezar
hırsızlarından birine ait olduğu düşünülen bir inan
iskeleti bulunduğu da verilen bilgiler arasında.
Radikal, 19.11.2015
|
TARLA SAHİBİNİN
DİKKATİ KAÇAK KAZIYI ORTAYA ÇIKARDI
İznik İlçesi Hisardere
Köyü yolundaki tarlasında kazı yapıldığını fark eden
vatandaşın dikkati, kaçak kazıyı ortaya çıkardı.
Olay, Sabah saatlerinde Hatice Süren adlı vatandaşın
2,5 dönüm zeytinliği içindeki kazılmış bölgeyi fark
etmesi ile ortaya çıktı. Zeytin toplama dönemi
olması dolayısı ile tarlasına giden Süren, belli bir
bölgenin yeni kazılmış olduğunu fark edince
yetkililere haber verdi.
Jandarma ekiplerinin
yaptıkları incelemede, kazılan alanda üst kapak
kenarlarında lotus çiçeğine sarılmış mitolojik aşk
tanrısı Eros kabartması bulunan yaklaşık 7 ton
ağırlığında lahit mezar olduğu ortaya çıktı.
Müze yetkililerince söz
konusu bölgede geniş çaplı bir kazı çalışması
başlatılırken edinilen bilgiye göre ortaya çıkan
lahit mezarın 3'üncü yada 4'üncü yüzyıl geç Roma
dönemi olduğu sanılıyor
Yapılan kazı
çalışmaları nedeniyle bölgeye, yetkililer haricinde
kimsenin yaklaşmasına müsaade edilmiyor.
İznik Defteri, 19.11.2015
|
GÖBEKLİTEPE'YE
GİDEN YOL FİGÜRLÜ TAŞLARLA SÜSLENDİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı (UNDP) işbirliğiyle yürütülen
"Gelecek Turizmde Projesi" kapsamında
heykeltıraşlar, 2,5 metre boyunda ve bir metre
enindeki 10 taşın üzerine kazı alanında bulunan
eserlerin motiflerini işledi.
Proje Koordinatörü Nihal Dörtkardeş, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Göbeklitepe'nin
dünya çapında her geçen yıl daha fazla ilgi çekmeye
başladığını söyledi.
Bölgeye gelen turistlerin
zaman zaman kazı alanını bulmakta zorlandığına
dikkati çeken Dörtkardeş, bu sorunu taş işçiliğinin
ön plana çıktığı eserlerle aşmayı planladıklarını
belirtti.
Böylece bölgeye ulaşımın da
kolaylaştığını aktaran Dörtkardeş, "Göbeklitepe'nin
11 bin 500 yıllık tarihi var. Bu güzergahta yön
levhaları olmadığı için taş işçiliğiyle yön
levhalarını yapmaya karar verdik. Bölgeye giden yola
T şeklinde 2,5 metre yüksekliğinde 10 taş levha
yerleştirdik. Göbeklitepe yoluna girildiği zaman 3
ya da 4 kilometrede bir taş yerleştirdik.
Göbeklitepe'ye giden insanlar, bu levhalar
aracılığıyla fikir edinecek" diye konuştu.
- Göbeklitepe
Neolitik döneme ait yerleşim yeri Göbeklitepe,
Şanlıurfa'ya 18
kilometre mesafede, Örencik Mahallesi yakınlarında
bulunuyor.
İlk kez 1963'te İstanbul ve
Chicago üniversiteleri görevlilerinin yüzey
araştırmaları sırasında fark edilen Göbeklitepe'deki
kazı çalışmalarını, Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman
Arkeoloji Enstitüsü 1995'ten bu yana ortaklaşa
yürütüyor.
Şimdiye kadar bölgede
neolitik döneme ait yabani hayvan figürlü "T"
biçimli dikili taşlar, 8-30 metre çapında dairesel
ve dikdörtgen şekilli dünyanın en eski tapınak
kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan figürü, dikili
taşlar ve 11 bin 500 yıl öncesine ait olduğu
belirtilen 65 santimetre uzunluğunda insan heykeli
gibi tarihi eserler bulundu.
Dünyanın en eski
"tapınak merkezi" olduğu belirtilen Göbeklitepe, bir
süre önce UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne
alınmıştı.
Haber 7, 19.11.2015
|
AZ BİLİNEN KÜLTÜR
HAZİNESİ ANTİK KENT SPONSOR BEKLİYOR

Çanakkale'nin
Ezine İlçesi Dalyan Köyü'ndeki Anadolu'nun en
büyük antik kentlerinden biri olarak kabul
edilen Aleksandria Troas'ın tanıtımı için
girişimlerde bulunduklarını anlatan A.Ü. Dil ve
Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Erhan Öztepe,
antik kentin Efes
ve Bergama
ile yarışabilecek bir potansiyele sahip olduğunu
belirtti.
Çanakkale'de
MÖ 311 yılında Büyük İskender'in
komutanlarından Antigonos Monophtalmos
tarafından 4 bin 500 dönümlük bir alan üzerinde
kurulan ve sekiz kilometre uzunluğunda surlara
sahip olan Aleksandria Troas antik kenti, az
bilinen bir kültür hazinesi olarak dikkat
çekiyor. Doğu Roma
İmparatorluğu'nun yeni başkenti seçilirken
Konstantinopolis (İstanbul)
ile yarışan, bölgedeki granit yataklarıyla,
İstanbul'da
16'ncı ve 17'nci yüzyılda yapılan Osmanlı
eserlerinin büyük bölümüne malzeme sağlayan
kenti ortaya çıkaracak kazı çalışmaları için
güçlü bir sponsor desteğine ihtiyaç duyuluyor.
Aleksandria Troas kazı çalışmaları başkanı A.Ü
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Erhan Öztepe,
bölgede çalışmaların 15 yıl önce başladığını ve
Ankara Üniversitesi'nin
yanı sıra Isparta
Süleyman Demirel
Üniversitesi,
Karadeniz Teknik
Üniversitesi
ve Alman Münster Üniversitesi'nden
akademik ekiplerle yürütüldüğünü kaydetti.
Öztepe, "Çok yeni bir arkeolojik alan. Bu
nedenle de tanıtıma ihtiyacı var. Yıllık
ziyaretçi sayısı 12-13 bin civarında. Bu sayı,
Truva
antik kentinde 600 binin üzerinde. Truva,
Efes,
Milet ve Bergama
ile yarışabilecek potansiyele sahip bir antik
kent var burada. Hem görsellik hem de arkeolojik
olarak potansiyeli çok büyük bir antik kent"
dedi.
"İSTANBULLULARIN
SEMPATİSİ VAR"
Aleksandria Troas'ın tanıtımı için girişimlerde
bulunduklarını anlatan Öztepe, "Henüz başlangıç
aşamasındayız. Çanakkale'de
sponsorluk yapan birkaç firma var. Önce yerelde
ardından İstanbul'da
tanıtıma ağırlık vermeyi düşünüyoruz.
İstanbulluların bölgeye bir sempatisi var. Assos
ve Bozcaada'ya
geliyorlar. Bu ilgiden hareketle, güçlü ve
sürekli bir sponsor sağlanabilirse,
hedeflerimize daha kolay ulaşırız" dedi. Öztepe,
Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan
düzenli bir ödenek gelmesine rağmen, çalışmanın
boyutlarına ve ölçeğine bağlı olarak özel
sektörün ilgisini çekmek gerektiğini belirtti.
Çalışmaların bugüne
kadar antik kentin merkezinde yürütüldüğünü,
ortaya çıkan eserlerin bir bölümünün kazı
yerinde korunduğunu, bir bölümünün de Çanakkale
Arkeoloji
Müzesi'ne gönderildiğini anlatan Öztepe, bundan
sonraki çalışmalarda odeon (küçük tiyatro) ve
Roma
Hamamları üzerinde yoğunlaşacaklarını belirtti.
Öztepe, "Büyük bir Roma
hamamı var. Halen toprak altında bulunuyor. Hiç
kazılmadı. Depremsel hareketlerle yıkıldığını ve
üzerinde 8-10 metre dolgu zemin bulunduğunu
düşünüyoruz. 123x84 metre boyutlarındaki Herodes
Atticus hamamı Anadolu'nun bilinen en büyük
hamamlarından biri" dedi.
ALEKSANDRİA TROAS
ANTİK KENTİ
Aleksandria Troas, antik çağda "Troas" olarak
adlandırılan Biga
Yarımadası'nın Bozcaada'ya
en yakın kısmına yeralır. MÖ 311 yılında III.
Alexandros'un (Büyük
İskender)
komutanlarından Antigonos Monophtalmos
tarafından "Antigoneia" adı ile kent kurulur.
Komutanın ölümünün ardından MÖ 301-300
yıllarında antik kentin ismi Lysimakhos
tarafından Aleksandria Troas olarak
değiştirilir. Anadolu'da Hıristiyanlığın
tanıtılma çabaları çerçevesinde Aziz Paulus, MS
50-51 yıllarında bu kentin limanından Makedonya'ya
yola çıkar. MS 56-57'de Yunanistan'dan
dönüşte yeniden limana gelir ve kentte 7 gün
kalarak Hıristiyanlığı halka anlatır. MS 124'te
doğuya ilk seferini yapan Roma
İmparatoru Hadrianus, kentin koruyucusu olarak
kabul edilmiştir. MS 9. yüzyılda, büyük ölçüde
terk edilmiş olduğu düşünülen kent, 16 ve 17'nci
yüzyılda İstanbul'daki
büyük yapıların inşaası için bir taş ocağına
dönüşür.
haberler.com,
19.11.2015
|
HUBER KÖŞKÜ
YENİLENİYOR

Sarıyer'deki Cumhurbaşkanlığı Tarabya Yerleşkesi'nde
inşaat çalışmaları başladı. DHA'nın haberine göre,
yerleşkenin Tarabya sahilindeki bölümüne inşaat
malzemeleri vinçlerle indiriliyor.
Huber Köşkü ve faytonhane yenileniyor
Cumhurbaşkanlığı Tarabya Yerleşkesi'ndeki
inşaatın nedeni, Huber Köşkü ve Faytonhane
Restorasyonu. Ayrıca köşk bünyesinde Elektrik ve
mekanik tesisat, çevre işleri ve peyzaj uygulaması
da yapılacak.
Restorasyon
uygulaması
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından
Güryapı Restorasyon Taahhüt ve Ticaret Anonim
Şirketi'ne yaptırılan çalışmalar tüm hızıyla
sürüyor. Restorasyon çalışması İstanbul 3 numaralı
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun
(K.T.V.K.) 26 Agustos 2015 tarihli ve 1771 numaralı
kararı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi
İmar Müdürlüğü'nün 17 Eylül 2015 tarih ve 89/90
numaralı onayı ile gerçekleştiriliyor.
Yapı, 19.11.2015
|
HASANKEYF'TEKİ
ZEYNELBEY TÜRBESİ NASIL TAŞINACAK?
Yaklaşık 12 bin yıllık Hasankeyf’i sular altında
bırakacak Ilısu Barajı ve HES Projesi kapsamında
tarihi Zeynel Bey Türbesi’nin taşınması yine
tartışma konusu oldu.
Uzun süren karşı çıkışa
rağmen Batman Hasankeyf’te Dicle nehri üzerinde
kurulacak Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali
(HES) Projesi’nde sona yaklaşıldı. Proje bittiğinde
Hasankeyf sular altında kalınca tarihi Zeynel Bey
Türbesi’nin ne olacağı uzun süredir tartışma konusu.
İhale iki kez iptal
edilmişti
Uzmanlar, zaten ekolojik,
tarihi ve sosyal yıkıma neden olacak projenin
iptalini ancak bu da olmuyorsa en azından barajdaki
kot farkının düşürülerek Zeynel Bey Türbesi’nin
yerinde tutulmasını talep etmişti.
Bu talep kabul edilmemiş ve
türbenin yeni inşa edilecek Hasankeyf”e bitişik bir
alanda “Arkeolojik Kültür Park”ına taşınmasına karar
verilmişti. Ancak 15. yüzyılda inşa edilen Ziver Bey
Türbesi’nin taş yapısı, zaten deformasyana uğramış
olması ve yapı stili nedeniyle taşınması çok riskli.
Raylı sistemle
taşınacak
Taşınma ile ilgili yapılan iki
ihale taşınmaya dair projesi olmadığı gerekçesiyle
Mimarlar Odası’nın şikayetiyle iptal edilmişti.
Ancak 2,5 aydır türbede çalışmalar başladı.
DSİ Hasankeyf Kültür
Varlıkları ve Yeniden Yerleşim Şube Müdürü Şeyhmus
Erkan Dursun, AA’ya yaptığı konuşmada Zeynel Bey
Türbesi’nin tek parça halinde bütüncül olarak
taşınmasının öngörüldüğünü söyledi.
“Raylı sistemde Hollanda,
İtalya ve Korres yöntemleri var. Bu üç yöntem
arasındaki fark yapının korunmasına ve
güçlendirilmesine yönelik çalışmalardır. 15 milyon
838 bin TL’ye ihaleye verilen Zeynel Bey Türbesi’nin
ağırlığı yaklaşık 1100 tondur. Türbenin tek parça
halinde bütüncül olarak taşınması ön görülüyor."
Tabela yok, bilgi
alamıyoruz
Mimarlar Odası Batman Şube
Başkanı Muharrem Tüzün, türbenin en başta
söyledikleri gibi kendi dokusu içinde korunması
gerektiğini hatırlatarak yapısı nedeniyle
taşınmasının çok riskli olduğunu söyledi.
Tüzün, kendilerine hiçbir
bilgi verilmediğini belirterek ihale sürecinde de
hukuk dışı süreçler yürütüldüğünü ekledi.
“DSİ bize hiçbir bilgi
vermiyor. Normalde taşınma ihalesinde bir mimar
olması gerekiyor. Bu mimarın da odada sicil durum
belgesi alması lazım. Biz Mimarlar Odası olarak
süreci kitlemek için sicil durum belgesi
vermeyeceğimizi açıklamıştık. Bize başvuran hiçbir
mimar olmadı. Sicil almadan mimar ihaleye giremez.
Dolayısıyla söz konusu ihalede hukuksuzluk var.
Taşınmayla ilgili projenin çizilip Anıtlar Kurulu’na
gönderilmesi lazım. Şu ana kadar gelmedi. Ortada
proje yok ancak türbenin etrafında bir takım
çalışmalar var. Tabelası yok, ne yapıldığına dair
bilgi alamıyoruz.
Parçalanma riskini
onlar da biliyor
"Türbe kireç taşından
ve daha önce zaten deformasyona uğramış. Kendileri
de bu türbenin raylı sistem de olsa parçalanma riski
olduğunu biliyor. Bu yüzden parçaların
numaralandırılması ve parçalandığı takdirde yeniden
birleştirilmesi planlanıyor. Bu tarz tarihi yapılar
kesinlikle doğal halinde korunmalı. Kendi çevresiyle
korunduğundan bunun bir anlamı var. Yoksa
betonarmelerin arasına türbeyi koyduğunda ancak bir
biblo işlevi görür.”
Hasankeyf’te taşınması
gerekli birçok eserin yanında tarihe ışık tutacak
henüz gün yüzüne çıkarılmamış birçok eser olduğunu
hatırlatan Tüzün, DSİ’nin eserlerin Kültür
Bakanlığı'ndan kendine tahsisine ilişkin bir
başvurusu olduğu iddiasını da gündeme getirdi.
Hasankeyf'i Yaşatma
Girişimi de tepkili
Hasankeyfi Yaşatma
Girişimi de yazılı açıklamayla yasal olmayan bir
şekilde taşınma ile ilgili türbenin çevresine iskele
kurulup ve etrafı kapatılarak çalışma başlatıldığı
hatırlatılarak şöyle dendi: “Zeynel Bey Türbesi 650
yıldır mevcut yerinde Hasankeyf dokusunun ayrılmaz
bir parçası olarak yerinde durmakta ve Türkiye’de
Timur dönemi mimarisine uygun inşa edilen tek yapısı
olan kümbetidir. Ancak kendi yerinde bir anlam ifade
edip, başka bir alana taşınması hem riskli hem de
anlam bütünlüğünü kaybedecektir.
Proje nedir?
Ilısu Barajı; Mardin ve Şırnak İl sınırları
arasında Dargeçit İlçesi'nin 15 km doğusunda, Dicle
Nehri üzerinde yer alacak
Barajın kurulu gücü 1200
megavat, kurulu güç ve yıllık enerji üretim
kapasitesi bakımından, Atatürk Barajı, Karakaya
Barajı ve Keban Barajı'ndan sonra Türkiye’nin
dördüncü büyük HES’i olacak. Projeyi, Avusturya,
İsviçre, Türkiye, Almanya konsorsiyumu yapıyor.
Projeye göre, nehirden 40
metrelik bir su yükselecek ve karşısındaki dağ
yamacında yeni bir Hasankeyf inşa edildi. Evlerinden
edilenlerin TOKİ'nin yaptığı evlere borçlandırılarak
taşınması planlanıyor. .
Ilısu Barajı'nın olacağı
bölgede Hasankeyf dahil 289 arkeolojik SİT alanı
bulunuyor. Bölgenin sadece yüzde 40'ında yüzey
araştırması yapıldı. Araştırma tamamlanırsa bu
sayının iki katına çıkacağı düşünülüyor.
Hasankeyf, zamanın en büyük
taş köprüsü özelliğini taşıyan köprüsü dışında
özellikle El Rizk Camii, Zeynel Bey türbesi ve
hamamı, yaklaşık 6 bin mağara, özellikle kaya
üzerindeki kalesi ile biliniyor.
Baraj yapıldığında sadece
kültürel ve tarihi bir alan yok olmayacak. Proje,
Batman, Siirt, Diyarbakır, Mardin ve Şırnak
illerinde toplam 199 köy ve Hasankeyf ilçesinden
resmi rakamlara göre 55 bin insan etkileyecek. 90'lı
yıllarda zorla göç ettirilmiş insanları eklenince bu
sayı 80 bine ulaşıyor.
Bunun yanında soyu tükenmekte
olan hayvanların besin ve habitatlarının yok
edilmesi (yalnızca Hasankeyf ve 12 km uzunluğundaki
batı çevresini kapsayan bölgede 123 kuş türü
gözlemlendi, soyu tükenme tehlikesi altındaki Fırat
kaplumbağaları), sıtma gibi su kaynaklı
hastalıklarda artış, su kalitesinde ciddi düşüş de
olumsuz etkiler arasında yer alıyor.
Hasankeyf'in sular altında
kalmasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde
(AİHM) devam eden bir dava da bulunuyor.
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 19.11.2015 |
OSMANİYE'DE KAÇAK KAZIDA MOZAİKLER BULUNUNCA
KAZI ÇALIŞMASI BAŞLATILDI

Osmaniye'de, kimliği belirsiz kişiler tarafından
yapılan kaçak kazıda ortaya çıkan Roma
Dönemi'ne ait taban mozaiklerinin bulunduğu alanda
bilimsel ve arkeolojik kazı çalışılmaları
başlatıldı. 7 Kasım'da merkeze Kayalı
Köyü Çatalmazı mevkiinde kaçak kazı yapıldığı
ihbarı üzerine Adana
ve Osmaniye Emniyet
Müdürlüğü'ne bağlı Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube ekipleri, jandarma ile ortak
operasyon düzenledi. Ekipler bölgede yaptıkları
incelemede 5 ayrı noktada Roma Dönemi'ne ait olduğu
düşünülen taban mozaikleri buldu. 1'inci derece sit
alanı olan bölgede bulunan ve MS 4 ve 5'inci
yüzyıllara ait olduğu değerlendirilen mozaikler, Osmaniye
Müze Müdürlüğü uzmanları ile güvenlik güçlerinin
yaptığı incelemenin ardından zarar görmemesi için
üzerleri toprakla örtüldü. Bölgedeki tarihi
mozaiklerin gün yüzüne çıkarılması için harekete
geçen Osmaniye Müze Müdürlüğü, 6 arkeolog, teknik
personel ve İŞKUR aracılığıyla temin edilen 15
işçiyle birlikte bölgede bilimsel ve arkeolojik kazı
çalışması başlattı. Müze Müdürü Nalan Yastı
başkanlığında gerçekleştirilen çalışmaların
yapıldığı kazı bölgesinin güvenliğinin jandarma
tarafından sağlandığı belirtildi. Bunun yanında kazı
bölgesi gece aydınlatması sağlanıp güvenlik
kameralarıyla da 7 gün 24 saat takibe alındı.
haberler.com, 18.11.2015 |
TEMELDEN MÜZEYE
Muğla’nın Milas İlçesi’nde, üç yıl önce bir
apartmanın inşaatı için kazılan temelde bulunan
ve koruma altına alınan Roma dönemine ait
mozaik, bulunduğu yerden çıkarılmaya başlandı.
Hacıilyas Mahallesi
Ulusal Egemenlik Caddesi’nde, 3’üncü derece sit
alanı olan bölgede, 2012’de, bir apartmanın
inşaatı için kazılan temelde, Roma dönemine ait
mozaik bulundu.
Muğla
Kültür ve Tabiiat Varlıklarını Koruma Kurulu,
mozaiğin korunması için karar aldı. İnşaat da
durduruldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu kararı
doğrultusunda mozaiğin çıkartılması için bugün
çalışma başlattı. Bölümler halinde çıkarılacak
mozaiğin
Milas
Müzesi’ne götürüleceği kaydedildi. İstanbul,
İzmir ve
Ankara’dan Milas’a gelen restoratörlerce
çıkarılacak olan mozaiklerin, restorasyonu
yapıldıktan sonra belirlenecek bir müzede
sergileneceği öğrenildi.
Hürriyet, Haber: Oktay
Çayırlı, 18.11.2015
|
 |
TARİHİ ESER SAVUNMASI: DÜĞÜNÜMDE TAKILDI
Bitlis'te 4 kişinin öldüğü silahlı kavganın
ardından suç aleti arayan jandarma ekipleri, bir
evde Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait
103 parça tarihi eser buldu. Gözaltına alınan
kadın şüpheli ifadesinde 'Bunlar bana düğünümde
takıldı' dedi.
İlçe
Jandarma Komutanlığı ekipleri, Gümüşdöven
Köyü'nde 2 Kasım'da iki aile arasındaki husumet
yüzünden 4 kişinin yaşamını yitirdiği 9 kişinin
de yaralandığı silahlı kavga sonrası suç
aletlerinin bulunması için operasyon
gerçekleştirdi.

Bir evde
arama yapan güvenlik güçleri, içerisinde yün
bulunan çuvalda
Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait 103
parça tarihi eser buldu. Aralarında çift başlı
kartal, Osmanlı tuğralı altın para, heykelcik, bakır
ve gümüş takı ile çok sayıda sikkenin bulunduğu
eserler Ahlat Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.
Bu
arada olayla ilgili gözaltına alınan kadın
şüphelinin ifadesinde, "Bunlar bana düğünümde
takıldı" dediği öğrenildi.
Olayla ilgili
soruşturma sürüyor.
Hürriyet, 18.11.2015 |
İstanbul Zeytinburnu’ndaki 16/9 kuleleriyle
gündeme gelen ‘silüet’ tartışması hükümetin
programına giriyor. Buna göre, tarih dokusu
güçlü kentler başta olmak üzere imar politikası
dikey değil yatay bir yapılaşma üzerine olacak.
“İnsan, çevre dostu ve estetik marka şehirler”
hedefine yönelik olarak imar mevzuatında
revizyona gidilecek.
İstanbul
Zeytinburnu’ndaki 16/9 kuleleriyle gündeme gelen
‘silüet’ tartışması hükümetin programına
taşınıyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun,
“silüet” tartışmalarına gönderme olarak
yorumlanan, “doğal güzellikleri ve tarihi
eserleri gölgede bırakacak tek bir belediye
uygulaması görmek istemiyorum” mesajı programın
şehircilik projeleriyle ilgili bölümüne temel
oluşturacak. Yeni dönemin önceliklerinden
kentsel dönüşüm projelerinde faizsiz tahvil
uygulaması (sukuk) gibi yeni finansman
araçlarının önünün açılacağı da programda
vurgulanacak.
ESTETİK
VURGUSU
Edinilen bilgiye göre, AK
Parti’nin seçim vaatleri arasında da yer alan
şehircilik uygulamalarına ilişkin yenilikler,
yazımında son aşamaya gelinen programa
taşınıyor. Buna göre, tarih dokusu güçlü kentler
başta olmak üzere imar politikası dikey değil
yatay bir yapılaşma üzerine olacak. “İnsan,
çevre dostu, estetik, katılımcı ve müreffef
marka şehirler” hedefine yönelik olarak imar
mevzuatında revizyona gidilecek. Kentlerin
tarihi ve kültürel kimliğini ortaya çıkarmayı ve
güçlendirmeyi hedefleyen çalışmalara öncelik
verilecek. Tarihi şehir merkezlerinin
canlandırılmasına yönelik projelere destek
verilecek.
RESTORASYON DESTEĞİ
Özel mülkiyette
olan kültür varlıklarının onarımı ve
restorasyonu desteklenecek. Kentsel dönüşüm de
kent estetiği dikkate alınarak hızlı bir şekilde
sürdürülecek. Kentsel dönüşüm alanlarındaki
uygulamaların ülke genelince önceliklendirilmesi
için kentsel dönüşüm alanları strateji belgesi
hazırlanacak. Rekabetçiliği ve sosyal uyumu
gözeten öncelikli dönüşüm programı hayata
geçirilecek. İmar değişiklikleriyle oluşacak
değer artışından kamu da pay alacak. Kentsel
dönüşüm alanlarında hakların devredilmesine
olanak sağlayacak gayrimenkul sertifikası modeli
geliştirilecek. Kentsel dönüşüm projelerinde
‘sukuk’ gibi yeni finansman araçlarının önünü
açan düzenlemelere gidilecek. Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak
yapı araştırma merkeziyle yeni yapım teknikleri
ile malzeme ve ekipman geliştirilmesine
odaklanılacak.
BAŞKANLARA
‘BİBLO’ UYARISI
Başbakan Davutoğlu
önceki günkü genişletilmiş il başkanları
toplantısında da partili belediye başkanlarını
bu konularda uyardı. Belediye başkanlarından,
şehir kültürü, doğal ve tarihi güzelliklerin
korunmasına özel dikkat gösterilmesini isteyen
Davutoğlu, “Her bir şehrimiz kendi
güzelliklerini barındırıyor. Şehirleri
güzelleştiren iki husus vardır. Birincisi,
vatanımızın doğal güzel zenginliği, ikincisi ise
tarihimizin derin kültürel zenginliği. İkisine
de zarar verilmesine izin vermeyeceksiniz.
Yanlış bir şey gördüğüm için değil ama zikretmek
için vurguluyorum. Biblo bir kent olarak
gördüğüm için... Mesela Amasya’da o
Yeşilırmak’ın kenarındaki evleri gölgede
bırakacak yüksek bir bina, o şehre yapılan bir
katliamdır. Yapıldığı için söylemiyorum, güzel
bir misal olsun diye söylüyorum” dedi.
ÇEVRE
GÜZELLİĞİNİ RENCİDE ETMEYİN
Türkiye’nin tüm
kentlerini mercek altına alacaklarını da
vurgulayan Başbakan Davutoğlu, “Bizim
dönemimizde Rabbimizin bu topraklara lütfettiği
çevre güzelliğini rencide edecek, ecdadımızın
bize emanet ettiği tarihi eserleri gölgede
bırakacak tek bir belediye uygulamasını görmek
istemiyoruz. Biz odağında insan olan, insana
hizmeti esas olan bir siyasetin temsilcisiyiz.
Temel önceliğimiz bundan sonra da insanımıza
hizmet etmek olacaktır. Türkiye’yi yeniden inşa
ederken aynı özgüvenle davranacağız, Türkiye’yi
kendi ayakları üzerinde duran bir ülke haline
getireceğiz” mesajı verdi.
16/9’DA
BELİRSİZLİK DEVAM EDİYOR
İstanbul’un tarihi
siluetine etkisi nedeniyle üst katlarının
‘traş’lanmasına karar verilen Zeytinburnu’ndaki
16/9 kulelerinde durum hala belirsiz. İstanbul
4. İdare Mahkemesi’nin yıkım kararını Danıştay
14. Daire onaylayınca Zeytinburnu Belediyesi
yıkım için 2014 Eylül ayında sessiz sedasız
ihaleye çıktı. Ancak ihale şartnamesine
“Konsorsiyum olarak ihaleye teklif verilemez”
şartı getirildi. İhaleye kimse katılamayınca
ihale iptal edilmişti. Bunun ardından 16/9
kulelerinin sahibi Astay Gayrimenkul A.Ş de
ihaleye itiraz edip dava açmıştı. Zeytinburnu
Belediyesi’nin ya pazarlık usulü ya da en kısa
sürede ikinci kez ihaleye çıkması gerekiyordu.
Ama dava sonuçlanana kadar yıkım için tekrar
ihaleye çıkılamıyor ve ‘traş’ın ne zaman olacağı
belirsiz.
Hürriyet, Haber: Turan Yılmaz,
18.11.2015
|
GÖKYÜZÜNE ASILMIŞ MANASTIRLAR
Tarihe ve arkeolojiye meraklı olanlar, Yunanistan
deyince Olimpos dağı ve tanrılarını, başkent
Atina’nın ortasında yüksekçe bir tepeye kurulmuş
olan Akropolis tapınağını ya da felsefe, insan
bilimleri ve sanatta dünya halklarına bırakılan o
devasa mirasları düşünür. Hele bir de Teselya
ovasının Kalambaka bölgesinde gökyüzüne asılı duran
manastırların küçük balkonlarından birinde, yüzlerce
metre aşağılarda bulunan uçsuz bucaksız eşsiz doğa
güzelliklerini seyrediyorsanız... Artık sınırlar
bitmiş demektir. Okyanusa bakarken karşı sahili
görmenin olanaksızlığına rağmen yine de sınırları
zorlar gözlerimiz. İnadına bakar insan. Doyum olmaz.
Meteora manastırlarından bakmak böyle bir şey işte.
Asırlık kapılarının gıcırtısı, kayalar içine
yontulmuş ya da oturtulmuş odaları, her köşesinde
seni izleyen ve herbiri bir sanat ürünü olan paha
biçilmez ikonaları, asırlar öncesinin yaşam izleri,
gökyüzüne asılı olmasına rağmen izbe, mistik bir
hava yayan loş ayin odaları... İnsanın içini
ürperten serinlik ve ıslık çalan rüzgar dışında,
derin bir sesssizlik hakim her köşesine. Derin bir
uçurum ve kilometrelerce bir derinlik. Dünyadan
uzaklaşmış olma ve özgürleşmiş olma hissi..!
Meteora Yunancada “havada asılı kalan”, “havada
olan” anlamına gelmektedir. Her biri devasa
büyüklükteki koyu renkli kaya parçalarının üzerine
oturtulmuş ya da belli bölümleri yontulmuş bir dizi
manastırdan oluşuyor. Kayadan yapılmış gökdelenler
hissi uyandırıyor insanda. Biribirinden bağımsız
göğe uzanan devasa kaya parçaları.
MS 11. ve 14. yy’larda bölgeye gelen Hıristiyan
keşişleri “tanrıya yakın olmak” ve “dünya işlerinden
ellerini ayaklarını çekmek” için bu kayaların
zirvelerinde ve etrafında bulunan küçük mağaralara
yerleşmişler. Daha sonraki süreçlerde toplam 24
manastır yapılmış zirvelere. Bunlardan, ancak biri
erkek diğeri kadın keşişlere ait olan sadece altı
tanesi günümüze kadar gelebilmiş. Megalos Meteoros,
Varlaam, Rusanu, Agias Triadas, Agiu Nikolau ve
kadın keşişlere ait olan Agios Stefanos. En önemli
özellikleri Bizans ve sonrası döneminin mimarisinin
ve resim sanatının tüm manastırlarda ortak olması.
Duvardan duvara yapılan resimler hala korunurken çok
sayıdaki ikona ve değerli eşyalar manastırların
müzesinde saklı tutuluyor. Haçlı Seferleri
sırasında, manastırların bulunduğu bölge papazlar ve
krallar arasında paylaşılmış. Daha sonrasında ise
Katalonyalıların akınına uğramış.
Manastırlar, Osmanlı işgalleri ve egemenliği
sırasında değerli eşyaların gizlenmesinde
kullanıldığı gibi Osmanlılardan kaçanlara da kucak
açmış. 19. yy sonlarında ise Kavalalı Ali paşa
tarafından tahrip edilmişler.
Yapımlarında kullanılan mimari teknik sayesinde
manastırlar kayaların zirvesinde eğreti bir görünüm
oluşturmuyor. Devasa büyüklükteki kayaların doğal
bitişi izlenimini uyandırıyor.
Manastırlara çıkış ilk yıllarda kaya deliklerine
sıkıştırılmış kalas yardımlarıyla oluşturulan
iskeleler sayesinde yapılmış. Daha sonraları
yukarıdan bir çıkrık yardımıyla çekilen ağlar
sayesinde ya da halatlarla yapılan merdivenlerle
yapılmış. Günümüzde ziyaretçilere kolaylık sağlamak
için doğal yapıyı bozmayan kayalara dayalı asma
yollar kullanılıyor. Manastırlarda kullanılan büyük
çıkrıkların çoğu hala kullanılır durumda.
Gökyüzünü delmek istercesine dik bir biçimde
uzanan kaya parçalarının nasıl oluştuğu ne Yunan
mitolojilerinde ne bilim yazılarında bahsedilmiyor.
Çeşitli varsayımlar var. Onların içinde 19. yy’da
bölgede araştırma yapmış olan Alman Jeolog
Filipson’un teorisi doğru kabul ediliyor. Filipson
bölgenin bin yıl kadar bir iç deniz olduğunu ve
denize akan büyük bir nehirin taşıdığı kum ve
taşalarla başkalaşarak bu duruma geldiğini
savunuyor. Teoriye göre 25 -30 milyon yıl süren
büyük doğa değişimleri sonrasında bölge yükselmiş ve
deniz bu değişimler sonrası oluşan büyük vadiden
akarak boşalmış. Bin yıllar boyunca yağışlar, seller
ve rüzgarlar sonucu bu günkü görünümlerine kavuşmuş.
Teori, Teselya ovasının oluşumunu da buna bağlıyor.
300-400 metre arasında yüksekliğe sahip olan
kayaların üstündeki manastırlardan Teselya ovasının
büyük bölümü görüluyor. UNESCO tarafından insanlık
mirası kategorisine alınan manastırlarda doğal
afetlere karşı, 1960 yılından beri yapılan
tadilatlarla teknik önlemler alınıyor.
Manastırlarda yatak odaları dışında mutfak ve
yemekhaneler, ibadet salonları, kitaplıklar toplantı
odası ve ölen papazların kafataslarının saklandığı
bölümler bulunuyor. Manastırlarda bir çok iş
kollektif olarak yapılıyordu.
Mutlaka görülmesi gereken yüz yıllar öncesinin bu
mirası, bir avize gibi duruyor Teselya ovasının
üstünde.
Evrensel, Haber: Seyit Aldoğan,
18.11.2015
|
12 BİN YILLIK BOZULMAMIŞ ASLAN YAVRULARI

Sibirya’nın doğusundaki Yakutistan’da (Saha),
yaklaşık 12 bin yıl önce yaşadığı tespit edilen iki
mağara aslanı yavrusunun donmuş kalıntıları ortaya
çıkarıldı. Kalıntılara Uyan ve Dina isimlerini veren
bilim adamları, ilk kez bozulmadan kalmış mağara
aslanı kalıntıları bulduklarını açıklarken
kalıntıların mağara aslanlarının soyunun neden
tükendiğinin belirlenmesine yardımcı olması
bekleniyor. Panthera familyasından, soyu tükenmiş
bir kedi türü olan mağara aslanlarının, 10 bin yıl
önceki Buzul Çağı’nda Sibirya’da yaşadığı,
kalıntıları bulunan yavruların da türünün son
örnekleri olduğu sanılıyor.

Habertürk, 18.11.2015 |
'TEK ÇEKİM' MODIGLIANI
İtalyan ressam - heykeltraş Amedeo Modigliani imzalı
nü tabloyu 170.4 milyon dolara satın alan Çinli
milyarder Liu Yiqian ödemeyi kredi kartıyla yapacak.
Bir dönem
Şanghay sokaklarında çanta satan,
kazandığı parayla bir
araba satın alarak taksiciliğe başlayan
Yiqian ve sonrasında borsada
gerçekleştirdiği riskli yatırımlarla 1.2
milyar
dolar civarında bir servete kavuşan 52
yaşındaki Yiqian, eşi Wang Wei ile yaptığı
astronomik sanat yatırımlarıyla gündemde.
Yiqian son olarak
New York’ta Christie’s tarafından düzenlenen
müzayedede 5 rakibini geride bırakarak şaheser
olarak kabul edilen bir Modigliani tablosunu
koleksiyonuna kattı. 9 dakika süren açık artırma
sonunda Modigliani’nin eseri bir müzayedede
satılan en pahalı 2’nci tablo oldu.
Yiqian’ın eşi Wei Wang, geçmişte yaptıkları
gibi Modigliani tablosu için ödemeyi
American Express kredi kartıyla
yapacaklarını söyledi.
Çinli çift, böylelikle kazandıkları uçuş
milleriyle, kendileri, 4 çocukları ve 2
torunlarının bedava uçmayı sürdürmesini
sağlayacak.
Telefonu düşürdü!
Yiqian, Ming hanedanı döneminden kalan minik
bir porselen kupa için 36.3 milyon dolar
verdikten sonra da ödemeyi kredi kartıyla
yapmıştı.
Modigliani tablosu için müzayedeye telefonla
katılan Yiqian, o anda yaşananları ise New York
Times gazetesine şöyle anlattı: “Christie’s
Hong Kong bürosundan bir kız benim için
teklif veriyordu. Çok gergin olduğu için sürekli
telefonu düşürüyordu. ‘Niye bu kadar gerginsin?
Parayı veren benim ve hiç gergin değilim. Haydi
satın al şunu’ dedim.”
Topladıkları eserleri Şanghay’da kurdukları 2
müzede toplayan çift, dünyanın sayılı müzelerine
rakip olma iddiasında. Liu Yiqian,
“Vatandaşlarım Batılı bir şaheseri görmek için
artık Çin’i terk etmek zorunda değil. Bununla
gurur duyuyorum. Batı’ya mesaj açık. Binalarını
satın aldık. Şirketlerini satın aldık. Şimdi
sanat eserlerini satın alacağız” dedi.
Milliyet, 18.11.2015
|
283 YILLIK CİHANNÜMA 40 BİN LİRAYA SATILDI
Ankara Antikacılık tarafından bu yıl 14’üncüsü
düzenlenen Sanat ve Antika Eserler Müzayedesi,
Ankara Antikacılık Sergi Salonu’nda yapıldı. Muhsin
Önder tarafından yönetilen müzayedeye ilk Türk
matbaacısı İbrahim Mütefferika tarafından 1732
yılında basılan Katip Çelebi’nin ‘Cihannüma’ isimli
kitabı da satışa sunuldu. 40 bin lira açılış
fiyatıyla satışa sunulan ‘Cihannüma’ya müzayede
alıcı çıkmadı ama tarihi kitap, müzayededen bir gün
sonra bir vatandaş tarafından 40 bin TL’ye satın
alındı.
Ankara Antikacılık Genel Koordinatörü Muhsin
Önder müzayede sonrası yaptığı açıklamada, “Bu yıl
14’üncü kez düzenlediğimiz müzayedeyi kendi sergi
salonumuzda düzenledik. Katılım yoğunluktaydı.
Telefonla yurt içinden ve dışından katılımlar oldu.
Müzayedenin dünyaca ünlü iki önemli eseri ilk Türk
matbaacısı İbrahim Mütefferika tarafından 1732
yılında basılan Katip Çelebi’nin ‘Cihannüma’ isimli
kitabı 40 bin TL açılış fiyatla ilgi görmedi. Ancak
müzayededen bir gün sonra bir vatandaş tarafından 40
bin TL’ye satın alındı” dedi.
Muhsin Önder, Türk modern sanatının en önemli
temsilcilerinin eserlerinin müzayedede ilgi
gördüğünü ve tamanına yakının satıldığını da
belirtti. Önder, “Yılda iki kez düzenlediğimiz
İlkbahar ve Güz müzayedelerimizde seçkin eserleri
antika severlerle buluşturmaya devam edeceğiz.
Müzayedede tabloların tamamına yakını satılarak
büyük ilgi gördü. Ressam Abidin Elderoğlu’nun aile
kolleksiyonundan gelen ‘Yazılı Kompozisyon’ isimli
tablosu 65 bin TL’ye, Fikret Mualla’nın ‘Sandalye
natürmot’ konulu eseri 60 bin TL’ye, Orhan Peker’in
‘Tulumbacılar ve Atlar’ adlı çif yüzlü eseri 42 bin
liradan alıcı buldu” dedi.
Radikal, Haber:
Hüseyin Özbalı, 17.11.2015
|
TAKSİM'DEKİ KAZILARDA KAFATASI VE KEMİK BULUNDU

Taksim yayalaştırma projesi kapsamında süren
çalışmalar devam ediyor. Çalışmalar nedeniyle
şantiye alanını andıran Taksim Meydanı’nda, belediye
ekiplerinin zemin düzenleme çalışmaları sırasında
yapılan kazılarda insan kafatası ve kemikleri
bulundu. Kemikleri görenler şaşkınlığını
gizleyemedi.
Geçtiğimiz yıllarda da yine aynı bölgelerde çıkan
kemiklerin insana ait olduğu ortaya çıkmıştı. Kazı
yapılan bölgenin mezarlık olduğu iddia edilmişti.
Radikal, 17.11.2015
******
TAKSİM'DE NEDEN ARKEOLOG YOK?

Taksim Meydanı’ndaki yayalaştırma çalışmaları
sırasında yapılan kazılarda insan kemikleri bulundu.
Yüklenici firma arkeologlara haber vermek yerine
polisi çağırdı. Tarihi şehrin göbeğinde yapılan
hafriyat çalışmalarında bir tane bile arkeolog
bulundurulmuyor. Oysa bu alanın eski İstanbul’un
nekropolü (mezarlığı) olduğunu sağır sultan bile
duydu.
MÜSLÜMAN ERMENİ RUM YANYANAYDI
Dolmabahçe ve İnönü Stadı’nın olduğu noktadan
Taksim Meydanı’na kadar uzanan ve oradan Harbiye
Divan Oteli’nin bulunduğu alana kadar devam eden
bölge mezarlıktı. Sadece Müslüman değil Ermeni ve
Katoliklere ait mezarlıklarda bulunuyordu. Hatta 93
Harbi olarak bilinen 1877 – 78 Osmanlı Rus
Savaşı’nda yaralanıp İstanbul’da vefat eden
askerlerde bu bölgeye defnedildi. 1954-57
yılları arasında AKM’nin yapılışı sırasında 5.
yüzyıl kurşun lahit kapağı bulunmuştu. Kapak bugün
İstanbul Arkeoloji müzesinde sergileniyor. 1993-
1996 yıllarında Maksem’in arkasındaki otopark
alanında yapılan kazılarda da 17-18. Yüzyıla ait geç
dönem mezarlar çıkmıştı.
MÜTEAHHİTİN VİCDANINA KALMIŞ
Taksim kentsel sit alanı. Neden arkeolojik değil
kentsel sit o ayrı bir tartışma konusu. Lakin
kentsel sit alanı da olsa burada yapılacak her türlü
hafriyat çalışmasında arkeolog istenmesi gerekir. 2
No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu projeyi
‘herhangi bir kültür varlığına rastlandığında müzeye
haber verilir’ kararıyla onaylıyor. Haliyle İstanbul
Arkeoloji Müzesi’nin eli kolu bağlı. Kazılara
müdahale edemiyor. Müteahhittin vicdanına kalmış.
Hafriyat sırasında kültür varlığına rastlanırrsa
müzeye haber verilecek. Ya da dozer operatörü onun
kültür varlığı olduğunu anlayıp çalışmayı
durdurursa. İmkansızdan da öte bir durum…
AMAN PROJE UZAMASIN!
Taksim Meydanı’ndaki çalışmalar sırasında insan
kafatası ve kemiklere rastlandı. Çalışmalar devam
ederken durum polise bildirilmiş. Kemikler Adli Tıp
Kurumu’na gönderildi. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin
konuyla ilgili bilgisi yok. Müzeye haber bile
verilmemiş. O kemikler belki 5. Yüzyıl’dan bir
mezara, belki 93 harbi askerlerinden birine ait, kim
bilir? Etrafında bir lahit var mı yok mu belli
değil. İstanbul’un göbeğinde yapılan kazılarda bir
arkeolog görevlendirilmemiş olması bu şehri
yönetenlerin ayıbı. Ya bir kültür varlığı çıkarsa?
Üç beş çanak çömlek - kemik parçası için proje
yıllarca uzar…

19. yüzyıl sonu Taksim Ayazpaşa Mezarlığı arkada Gümüşsuyu askeri hastanesi görülüyor…
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.11.2015
|
ÇİN'DE İKİ BİN YILLIK SİKKE
Çin'de eski bir hanedanlığa ait mezarlıkta
yapılan arkeolojik kazılarda altın sikke ve at
toynağı şeklinde altın külçeler bulundu.
Şinhua ajansının
haberine göre, Çinli arkeologların Batı Han
Hanedanlığı'nın (206 MÖ - 24 MS) ileri gelenlerinden
birinin mezarında yaptığı kazıda, at toynağı
şeklinde 25 külçe altın ve 50 altın sikke çıkarıldı.
Altın külçelerle
sikkelerin, Çin'in doğusunda Ciangşi eyaletinde
hüküm süren Hayhunhov'un beyliğinin ilk yöneticisine
hediye edildiği tahmin edilirken, Batı Han
Hanedanlığı'nın mezarlığında bugüne kadar keşfedilen
en değerli nesneler olduğu kaydedildi.
Sikkelerin her birinin
250, külçelerin de 40 ila 250 gram ağırlığında
olduğu ve Hayhunhov beyliğinin büyük mezar odasında
bir yatağın altındaki üç kutu içinde muhafaza
edildiği belirtildi.
Batı Han
Hanedanlığı'na ait mezarlık yaklaşık 40 dönümlük bir
arazi üzerine kurulu. Mezarlıkta 2011 yılından bu
yana süren arkeolojik kazılarda bir Konfüçyüs
portresi, yaklaşık 3 bin ağaç tablet, bronz, altın
ve yeşim taşından yapılmış nesneler bulunmuştu.
Hürriyet, 17.11.2015
|
İSRAİL'DE İNŞAAT ÇALIŞMALARI SIRASINDA BİN 700 YILLIK
MOZAİK ORTAYA ÇIKARILDI
İsrail Antik Çağlar
Kurumu’ndan bir grup arkeolog ziyaretçi merkezi
inşaatı yapmak için hazırladıkları alanın güney
cephesindeki 1700 yıllık villada yüksek kalitede
ikinci bir mozaik buldu.
Vaktiyle villanın
oturma odasını süslemiş olan ilk mozaik, hali
hazırda dünyanın çeşitli müzelerini sergilenmek
üzere dolaşırken, avlanma, av hayvanları, balık,
çiçek sepetleri, vazo ve kuşlarla betimlenmiş ikinci
mozaik sütunlarla çevrili avluda ortaya çıktı.

Kazı yöneticisi
Amir Gorzalczany yaptığı basın açıklamasında kazı
yaptıkları villanın Roma ve daha sonra Bizans
döneminin varlıklı bir semti olduğunu, Lod şehrinin
isminin Diospolis olduğunu ve müslüman fetihleriyle
Ramla’yla değiştirilene dek bölgenin başkenti
olduğunu söyledi. Yerleşim yerinin doğu cephesi
modern binalarla dolu bir çevrede olduğu için
tamamen kazılamıyor.
arkeolojihaber.net,
Kaynak:
archaeology.org Çeviri: Ayşen Yolcu, 16.11.2015
|
MARDİN'DEKİ PROTESTAN KİLİSESİ İBADETE AÇILDI
1860’da inşa edilen kilise, Mardin’in ilk Protestan
kilisesi olma özelliğini taşıyor. 1960 darbesinin
ardından kapanan kilisenin restorasyonu için
Protestan cemaati yaklaşık iki yıl önce çalışmalara
başladı. Masraflarının tamamı cemaat tarafından
karşılanan çalışmaların tamamlanmasının ardından,
kilise, 8 Kasım Pazar günü düzenlenen ayinle ibadete
açıldı.
Açılışa, aralarında HDP Mardin milletvekili Erol
Dora, Belediye Başkan Vekili Februniye Akyol Akay,
Kırklar Kilisesi Başpapazı Gabriel Akyol’un da
bulunduğu çok sayıda kişi katıldı.
Kilisenin pastörü Ender Peker, “Kilisemiz ile
Latifiye Camii arasında sadece çok dar bir sokak
var. Bu örnek, Mardin’in asırlardır kardeşliğin ve
sevginin beraberce yaşandığı bir şehir olduğunu
gösteriyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde cami ile
kilisede yan yana ibadet edildiği böyle bir mozaik
görülemez. Ama Mardin’de bu vardır” dedi.
Ortadoğu’daki en eski Protestan kilisesi
Kilise, Protestanların Mardin’i terk etmesi
üzerine atıl durumda kalmış, 1960 yılında beri
ibadet yapılamamıştı. Kilisenin hizmete açılmasıyla
Ortadoğu’nun ibadete açık en eski Protestan
kilisesinin Mardin’de tekrar hizmet vermeye
başladığını belirten Peker, şunları söyledi:
“Kilise, Kudüs’teki Protestan kilisesinden daha
eskidir. L şeklinde olan yapının bir bölümü
kütüphane olarak kullanılmış. Biz de projeyi aynı
şekilde yaptık; o bölüm yine kütüphane olarak
kullanılacak. Elimizde o dönemden kalma kitaplar
var, onları tekrar kütüphaneye koyacağız. Tüm
eşyalar onarıldı. Vaaz platformunu ve sandalyeleri
de yerlerine yerleştirdik. Kilisede 150 yıllık,
körüklü bir piyano da var.”
Mardin Protestan Kilisesi, Kırklar Kilisesi’nden
sonra, Mardin’de her gün açık olan ikinci kilise
oldu.
Agos, 16.11.2015
|
LATİN AMERİKA TARİHİNİN EN BÜYÜK PİRAMİTİ KEŞFEDİLDİ
Ewao‘nun 9 Temmuz tarihli haberine göre;
araştırmacılar Meksika‘da, Maya şehri
Teotihuacan‘daki
Büyük Güneş
Piramidi‘nden daha büyük bir piramit
keşfettiler.
Chiapas’taki Ulusal
Tarih ve Antropoloji Enstitüsü uzmanlarının yaptığı
araştırmaya göre
piramidin yüksekliğinin 75 metre, yaşının ise 1700
olduğu tahmin ediliyor. Böyle bir
büyüklük piramitin ne amaçla kullanıldığı sorusunu
akıllara getiriyor.

Arkeoloji Bölge müdürü
Emilliano
Gallaga, çalışmanın son iki yılda
yapıldığını ve araştırmacıların bölgenin
kuzeydoğusunda, sadece Guatemala’daki Tikal ve El
Mirador ile karşılaştırılabilir olan
Maseoamerica’nın en büyük yapılarından birinin
yattığını doğruladığını açıkladı (Maseoamerica,
Meksika’dan Nikaraguay’a kadar olan bölgeye verilen
isim.)

Araştırmacılar keşif
için “Piramidin neredeyse tamamının İspanya
öncesi mimarlar tarafından yapılmış olduğunu görmek
büyük bir sürpriz ve bu nedenle doğallığından daha
yapay durumda. Bunun nedeni ise bütün yapının
aslında doğal bir tepe olduğu inancıydı. Lakin son
kanıtlar gösteriyor ki yapı tamamen bölgenin eski
sakinleri tarafından inşa edilmiş” yorumunu
yaptılar. Arkeologlar yapının beklenenden daha büyük
olduğunu ve en tepeye doğru yükselirken yapının
belirli yollarla bağlandığını belirttiler.
İspanya öncesine
ait olan piramit, çeşitli özel fonksiyonlara sahip
sosyal, politik, ekonomik ve dini yapılar için diğer
arkeolojik bölgelerdeki yapılara nazaran
benzersiz bir
yapı durumunda bulunuyor.
Enstitü
araştırmacıları şehir merkezinin 10 ila 12 hektarlık
bir alanda mimari sürekliliğinin olduğunu belirledi.
Bu hesap ilk önce düşünülenin iki katına ve
araştırmacılar tarafından bilinen en önemli
bölgelerden biri olan Acropolis’in güney cephesinin
tamamına karşılık geliyor. Gallaga tüm bilgilerden
sonra, piramidin Teotihuacan’daki 65 metrelik Güneş
Piaramidi’nden daha büyük olduğundan emin
olunabileceğini de sözlerine ekledi.
Gaia Dergi,
16.11.2015
|
PERRE ANTİK KENTİNDEKİ MOZAİĞİN ÜZERİNE YAPILAN
KORUMA EVİ TAMAMLANDI

Kommagene Uygarlığı’nın 5 büyük kentinden birisi
olan Perre antik kentinde ortaya çıkartılan fakat daha
sonra üzeri kapatılan, mozaiğin üzerine yapılan
koruma evi tamamlandı.
Perre
antik kenti nekropol
alanında bulunan yaklaşık 150 metrekarelik mozaik
için yaklaşık 4 ay önce başlatılan koruma evinde
sona gelindi. Üst tarafı kapatılan fakat yan
tarafları açık olan koruma evini müteahhit firma
tamamlarken, geçici kabulü yapılmadı. Geçici
kabulünün yapılmasından sonra mozaiğin üzerinin
açılacağı belirtiliyor.
Perre Antik Kenti Çevre
Düzenlemesi ve Uygulamaları kapsamında
ziyaretçilerin gezebilecekleri gezi güzergahlar,
rahat dolaşım, dinlenme ve genel ihtiyaçlarına cevap
verecek üniteler yapıldı. Projenin son aşaması olan
150 metrekare büyüklüğündeki mozaiğin koruma evi
yapıldı. Çelik konsorsiyum ayaklar üzerine branda
ile kapatıldı. Güvenlik kameralarıyla 24 saat
gözetim altında tutulacak olan alan mozaik gün
yüzüne çıktıktan sonra ziyarete açılacak.
2009
yılında
Adıyaman Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan
başkanlığında Perre antik kentinde yapılan kazılarda
ana kaya oyularak yapılan tapınak ve 150 metrekare
büyüklüğünde çeşitli figürlerin bulunduğu mozaik
bulunmuştu. Mozaiğin alt kısmında ise ana kayaya
oyulmuş tapınak bulunmuştu. Tapınağın üzerinde ise
büyük bir mozaik bulunuyor. Roma dönemine ait olduğu
tespit edilen mozaikte, evcil ve yabani hayvan
figürlerinin yanı sıra, üzüm gibi meyve figürleri de
bulunuyor. Koruma amaçlı kazıda ortaya çıkan mozaik
daha sonra üzeri tekstil ile kaplandıktan sonra
kapatıldı.
Yetkililer, müteahhit firmanın projede
belirtilen işi bitirdiğini ancak geçici kabulün
yapılmadığını belirterek, geçici kabulden sonra
mozaiğin durumunun netleşeceğini dile getirdi.
Mozaiğin üzerine,
Gaziantep Müzesi'nde bulunan mozaiklerde olduğu
gibi üzerinin kırılmaz cam ile kapatılabileceği
kaydedildi.
Hürriyet, 16.11.2015 |
HALİÇPORT'TA ÇED SÜRECİ BAŞLADI, 700 ODALI 3 OTEL, 2
YAT LİMANI İNŞA EDİLECEK
Altın Boynuz olarak bilinen Haliç'te tarihi Haliç
Tersanesi'nin bulunduğu alana, 3 otel, 2 yat limanı
ve iskele yapımı için Çevre Etki Değerlendirme (ÇED)
süreci başladı. Haliçport projesi için yapılan
başvuruda, projenin etki alanında yaşayan yerel
halkın görüşlerinin de dikkate alınacağı belirtildi.

Osmanlı'dan günümüze kadar ulaşmış ve deniz
taşımacılığında önemli bir üretim noktası olmuş
Haliç Tersanesi'nde inşa edilecek Haliçport projesi
için ÇED süreci başladı. Ulaştırma Denizlik ve
Haberleşme Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel
Müdürlüğü'nün hazırladığı ÇED başvuru dosyasına
göre; projede 3 adet 5 yıldızlı otel, 2 yat limanı
ve iskeleler yer alacak. Alan büyüklüğü 250 bin
metrekare olan projenin bedeli 850 milyon lira
olarak belirlendi.
ÇED başvurusunda yer alan proje detaylarına göre,
Haliç tersanesine 700 oda kapasiteli 5
yıldızlı 3 otel yapılacak. 100 odadan oluşacak otel
1 için hangar tipinde tescilli bir bina otele
dönüştürülecek. 400 oda ve 200 odadan oluşacak
2'inci ve 3'inci otel ise temelden inşa edilecek.
Haliçport projesi kapsamında, Doğu ve Batı Marina
olarak adlandırılan ve her biri 70 yat kapasiteli
olan 2 yat limanı inşa edilecek. Günlük ortalama
40-50 bin ziyaretçinin faydalanacağı tahmin edilen
projede Şehir Hatları Vapur İskelesi ile yolcu
transfer iskeleleri de yer alacak.

Projenin yapılabilmesi için yasal gereklilik
olarak ÇED raporunda halkın katılımına yer verilmesi
gerekiyor. Yöre halkı ile görüşmeler yapılacağı ve
onların düşüncelerine de yer verileceğinin
belirtildiği ÇED başvurusunda “Projeden birinci
derece etkilenecek yakın yerleşim yerlerinde
yaşamını sürdüren yerel halktır. Bu ziyaretlerde
mümkün olduğunca yöre halkının konuya ilişkin
düşünce ve görüşleri alınacaktır" ifadeleri yer
alıyor.
Rixos otellerinin sahibi Fettah Tamince, Haliç
Tersanesi'ni 4 yıl inşaat, 45 yıl işletme süresi
olmak üzere 49 yıllığına yap-işlet-devret modeli ile
2013 yılında kiralamıştı. Tamince'nin devlete arazi
kira bedeli olarak 1 milyar 346 milyon dolar
ödeyeceği duyurulmuştu.

FATİH SULTAN MEHMET TARAFINDAN
İSTANBUL'UN FETHİNDEN 2 YIL SONRA KURULDU
Haliç, Camialtı ve Taşkızak tersanelerinden
oluşan Tersane-i Amire ya da günümüz adıyla Haliç
Tersaneleri'nin tarihi İstanbul'un fethine uzanıyor.
Fatih Sultan Mehmet tarafından 1455 yılında kurulan
Haliç Tersaneleri, 1497 yılında Sultan İkinci
Bayezid tarafından genişletilmiş ve Kemal, Burak ve
Piri Reis tarafından idare edilen donanmanın
kullandığı gemilerin çoğu bu tersanelerde inşa
edilmiştir. 34 hektarlık alanda konumlanan Haliç
Tersaneleri, donanım ve malzeme ambarları,
havuzları, kışlaları, yelken dikim, kürek yapım
atölyeleri, dökümhane, cami ve çeşmeleri ile kendi
döneminin en büyük tersanesi haline getirilmişti.
Radikal, Haber: Ezgi Çapa, 16.11.2015
|
PİRAMİTLERİN SIRRI NEDEN HALA ÇÖZÜLEMİYOR?
“Nihayet Vadi’de muhteşem bir şey keşfettik;
açılmamış bir mezar bulduk ve sizin gelmenizi
bekliyoruz” diye alelacele bir not yazmıştı Howard
Carter. Bununla George Herbert’i de bu keşfe
katmaya çalışıyordu. Yıl 1922 idi ve Carter Mısır
firavunu Tutankamun’un bozulmadan kalmış gömütünü
bulmuştu.
Tutankamun’un hazinesi
dünya çapında büyük yankı yaratmıştı. Kendisi bu
piramitte gömülü olmasa da diğer firavunların bu
şekilde gömülmüş olduğu bilgisi, henüz keşfedilmemiş
bölmelerin neler barındırdığı merakı uyandırmıştı.
Fakat binlerce yıldır çölde ayakta duran
piramitlerin içinde ne olduğu konusunda hala çok şey
bilmiyoruz.
ABD başkan adaylarından Ben Carson birkaç gün
önce piramitlerle ilgili yaptığı yorumda bu
yapıların tahıl depolamak amacıyla inşa edildiği
teorisini ortaya atmış, medyayı afallatmıştı. Peki,
piramitlerin sırları ve haklarındaki alternatif
teoriler neden bugün bile devam ediyor? Neden
tümüyle açıklık getirilemedi bu konuya?
Her şeyden önce piramitler karmaşık tasarımları,
hiyeroglifleri ve el yapımı eşyalarıyla arkeolojik
olarak büyük önem taşıyor. Bu yapıların içindeki
tünellere ve bölmelere zorla girilmesi uygunsuz ve
sorumsuz bir davranış olarak değerlendirilir.
Londra’daki UCL
Üniversitesi Petrie Mısır Arkeolojisi Müzesi’nden
Alice Stevenson modern arkeolojik çalışmaların
“anlamaya çalıştığımız mirasa zarar vermeyeceğinden
emin olmamız gerektiğini" söylüyor. CyArk adlı kar
amaçlı olmayan bir kuruluş, dünya kültür mirası
olarak görülen 500 arkeolojik yapının dijital olarak
koruma altına alınması çalışması başlattı.
Berlin’deki Brandenburg Kapısı, Irak’ta antik Ur
kentindeki piramit benzeri Ziggurat gibi yapılar
lazer ışınlarıyla taranarak hiç dokunmadan ve zarar
vermeden üç boyutlu görüntüleri alınıyor.
Stevenson,
piramitlerin tahıl deposu olarak kullanılmak
amacıyla inşa edildiği türünden karşı teorilerin işe
yaramadığını belirtiyor.
“Arkeologlar daha önce
Mısır’da tahıl siloları bulmuştu; bunlar piramitlere
hiç benzemiyor” diyor. Mısırlı yetkililer de
Carson’un teorisine sıcak bakmıyor.
Fakat piramitlerin
içinde ne olduğuna dair fazla bilgi sahibi olmamamız
sorunu devam ediyor. Örneğin Giza’daki Büyük
Piramit. 3000 yıl önce iki milyondan fazla yontma
kaya parçası ile inşa edilen Büyük Piramit 139
metreye ulaşan yüksekliğiyle dünyanın en büyük
piramidi. Ancak bu piramidin sadece belli
bölümlerine girilebiliyor.

Termal kameralar, piramitlerin dış kısımlarındaki bazı taşların (kırmızı renkli) diğerlerinden daha sıcak olduğunu gösteriyor.
Bir süre önce bilim
insanları ve mimarlardan oluşan uluslararası bir
ekip kızılötesi termografi (ısıl görüntüleme)
yöntemiyle bu piramitteki ısı farklılıklarını tespit
etmeye çalıştı.
Fakat bunun sonucunda
daha fazla cevap bekleyen soru ortaya çıktı. Güneşin
doğuşu ve batışında belli taşların daha sıcak olduğu
görüldü. Bunun hava akışı olan tünellerin göstergesi
olabileceği düşünülüyor. Ancak bunu doğrulamak kolay
iş değil. Araştırmacılar kazı yapamıyor. Buna rağmen
National Geographic’te yayımlanan haberde, Mısırlı
yetkililerin bulunacak yeni bölmelere turistik gezi
düzenleme konusunda hevesli olduğu belirtiliyor.
Bunun organizasyonunun
sorumlu bir şekilde yapılması gerekiyor. Stevenson
Mısırlı yetkililerin bu fikre sıcak bakmasını
anlayışla karşılıyor. “Mısır turizmi açısından
önemli ve antik dünyanın harikalarını sergileme
konusunda her türlü fırsatı değerlendirmek
istemelerini normal karşılıyorum” diyor.
Yeni teknoloji
Tarama, görüntüleme ve sensör teknolojilerinin
gelecekte piramitleri incelerken kullanılacak temel
teknikler olması bekleniyor. Uzaydaki uydulardan
gelen kızılötesi görüntüler de toprağa gömülü
haldeki piramitlerin tespit edilmesinde rol oynadı.
Bu tür teknolojiler bu esrarengiz yapıları
anlamamızda yardımcı olabilir.

Ayrıca robotlardan da
yararlanılabilir. Örneğin, dört yıl önce Büyük
Piramit’te insanların giremeyeceği bir bölmenin
keşfinde makineler kullanılmıştı. Kraliçenin bölmesi
dar bir tünel ile kapalı bir başka bölmeye
bağlanıyordu. 2002’de robotlu delme tekniğiyle taş
bir “kapı”nın delinip içerisinin küçük bir kamerayla
görüntülenmesi sonucu bu bilgiye ulaşılmışı. Fakat
görüntüler fazla bilgi içermiyordu. 2011’de daha
esnek bir alet içeri sokulduğunda binlerce yıldır
gözlerden uzak kalan esrarengiz kırmızı
hiyeroglifler tespit edildi.
Bu ileri teknoloji
ürünü cihazlar bile Büyük Piramit’in varlığı yeni
keşfedilen bir bölmesinin içeriğine dair sınırlı
bilgi sağlıyordu. Bilimsel verilerle daha
aydınlatıcı bilgiler edininceye kadar Mısır
piramitlerinin içinde başka hangi odaların olup
olmadığını öğrenemeyeceğiz. Stevenson bu esrarengiz
havanın uzun süredir devam ettiğini söylüyor.
Gerçekten de bu, piramitlerle olan yüzlerce yıllık
kültürel ilişkimizin bir parçası oldu.
“Yüzyıllar boyunca
merak kaynağı oldular. Anıtların özelliği de bu
sanırım; kuşaklar ötesine geçiyorlar.”
Hürriyet, Kaynak: BBC Türkçe,
Haber: Chris
Baraniuk, 16.11.2015
|
YILDIZ SARAYI'NA 49.5 MİLYON TL
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı
bünyesinde varlığını sürdürülmesi planlanan
Yıldız Sarayı için toplam 49 milyon 485 bin 358
TL tutarında yatırım projesi yürütüyor.
2. Abdülhamid
döneminde Osmanlı devletinin idare merkezi olan
Yıldız Sarayı’nın kapsamlı bir restorasyonun
ardından
Cumhurbaşkanlığı bünyesinde yer alacağı
açıklandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2015
yılı bütçe çizelgesinde yer alan Yatırım
Projeleri Listesi’nde Yıldız Sarayı için 12
projenin planlandığı görüldü. Projelerin toplam
tutarı ise 49 milyon 485 bin 358 TL. Bakanlığın
Yıldız Sarayı için planladığı projeler şunlar:
TİYATRO VE
CARİYELER DAİRESİ
- 2013 yılında
başlayan, Yıldız Sarayı Müzesi marangozhane ve
şehir müzesi rölöve restitüsyon restorasyon
teşhir tanzim projelerinin yapımının 2015’te
tamamlanması öngörülüyor. Proje tutarı 249 bin
TL olan çalışma için 2015 bütçesinden 1000
TL’lik yatırım yapıldı.
- 2013’te başlayan
Yıldız Sarayı Saray Tiyatrosu ve Gedikli
Cariyeler Dairesi (Sahne Sanatları) rölöve
restitüsyon ve restorasyon projelerinin
yapımının da bu yıl sonuna kadar tamamlanması
planlanıyor. Proje tutarı 117 bin 850 olan
çalışma için 2015 bütçesinden 1000 TL’lik
yatırım yapıldı.
- 2013’de başlayan
Yıldız Sarayı harem yapıları ve Küçük Mabeyn
Köşkü teşhir tanzim projelerinin yapımının bu
yıl sonuna kadar tamamlanması planlanıyor. Proje
tutarı 274 bin 800 TL olan çalışma için 2015
bütçesinden 1000 TL yatırım yapıldı.
- 2013’te başlayan
Yıldız Sarayı Arabacılar Dairesi basit
onarımının bu yıl sonuna kadar tamamlanması
planlanıyor. Proje tutarı 1 milyon 414 bin 708
TL olan çalışma için 2015 bütçesinden 1000 TL
yatırım yapıldı.
HAREM
YAPILARINA 15 MİLYON TL
- Bu yıl başlayan
Yıldız Sarayı Musahip Ağalar Köşkü onarımının
2017’de tamamlanması öngörülüyor. Proje tutarı 3
milyon 200 bin TL olan çalışma için 2015
bütçesinden 1 milyon TL’lik yatırım yapıldı.
- Bu yıl başlayan
Yıldız Sarayı Kızlar Ağası Dairesi sera
yapıları, harem kapısı onarımı ve çevre
düzenlemesi projelerinin 2017 yılında
tamamlanması planlanıyor. Proje tutarı 7 milyon
988 bin TL olan çalışma için 2015 bütçesinden 1
milyon 600 bin TL’lik yatırım yapıldı.
- Bu yıl başlayan
Yıldız Sarayı harem yapıları ikmal onarımı ve
teşhir tanziminin 2017’de tamamlanması
planlanıyor. Proje tutarı 15 milyon 421 bin TL
olan çalışma için 2015 bütçesinden 3 milyon 181
bin 358 TL’lik yatırım yapıldı.
- Bu yıl başlayan
Yıldız Sarayı marangozhane ve güzel sanatlar
galerisi (şehir müzesi) onarımı ve teşhir
tanziminin 2017’de tamamlanması öngörülüyor.
Proje tutarı 7 milyon TL olan çalışma için 2015
bütçesinden 1 milyon TL’lik yatırım yapıldı.
- Bu yıl başlayan
Yıldız Sarayı Kaskat Köşkü ve Küçük Mabeyn Köşkü
teşhir tanziminin 2017’de tamamlanması
öngörülüyor. Proje tutarı 4 milyon 500 bin TL
olan çalışma için 2015 bütçesinden 750 bin
TL’lik yatırım yapıldı.
Hürriyet, Haber: Umut
Erdem, 16.11.2015
|
HARPUT KALESİ UNESCO İÇİN HAZIRLANIYOR
Elazığ’da, Urartular döneminden kalma 2.700 yıllık
Harput Kalesi UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmek
için hazırlanıyor.
Fırat Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü'nce
yürütülen ve yaklaşık 10 yıl sürmesi öngörülen kazı
ve restorasyon çalışmalarının ardından, Harput
Kalesi’nin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınması
için başvuru yapılacak.
Kazı Başkanı Doç.Dr. İsmail Aytaç, birçok
medeniyete ev sahipliği eden kalenin kesintisiz
2.700 yıllık tarihe ışık tuttuğunu söyledi.
Kültür varlıklarını ortaya çıkarmak, bunları bilim
dünyasıyla paylaşmak ve turizme kazandırmak olmak
üzere üç amaçlarının olduğunu belirten Aytaç, iç
kale kazılarında 18 ve 19. yüzyıl Osmanlı döneminden
kalan çanak çömlek, bakır sikke, cam ve metal yüzük,
mühür, ok ucu, kandil ile Doğu Roma dönemine ait
olduğu tahmin bakır tas gibi günlük yaşama ilişkin
çeşitli eşyalar bulduklarını ifade etti.
Kazılarda Urartu döneminden kalma yeni bir sarnıç ve
Elazığ’ın kültürünü yansıtan kürsübaşı geleneğinin
izlerini taşıyan mekan tespit ettiklerini bildiren
Aytaç "Kazı ve restorasyon çalışmalarını
tamamladıktan sonra Harput Kalesi’ni UNESCO Dünya
Miras Listesi’ne kazandırmayı hedefliyoruz.” dedi.
Birgün, 16.11.2015
|
ALMANYA'NIN İZMİR'DEKİ TARİHİ BAŞKONSOLOSLUK BİNASI
SATILACAK

Almanya'nın
İzmir'deki tarihi başkonsolosluk binası için satış
kararı alındı. Almanya'nın İzmir
Başkonsolosluğu yetkililerinden alınan bilgiye göre,
Birinci Kordon'daki bina ihale yoluyla satılacak.
Konsolosluk binasının
2007 yılında Balçova'ya taşınmasının ardından
kullanılmayan bina için asgari teklif bedelinin 3,2
milyon avro olduğu kaydedildi. İhale kapalı zarf
usulü ile gerçekleştirilecek. Binayı satın almak
isteyenler için son teklif tarihi 31 Ocak 2016
olacak.
Habertürk, 16.11.2015
******
ÇİPRAS KORUDU, MERKEL
SATIYOR
İzmir’in en değerli
yerlerinden biri olan Birinci Kordon’daki tarihi
Alman Başkonsolosluğu binası, Alman Hükümeti
tarafından 3.2 milyon euro’ya satışa çıkarıldı.
Alman Başkonsolosluğu’nun bitişiğinde yer
alan Yunan Başkonsolosluğu binası hakkında daha
önce satış kararı alınmasına rağmen Çipras
Hükümeti satışı iptal etti ve restorasyon kararı
aldı.
Yunanistan’daki ekonomik krize rağmen
Çipras’ın binayı satmaktan vazgeçmesi takdirle
karşılanırken, Merkel Hükümeti’nin tarihi binayı
yaklaşık 10 milyon TL bedelle satışa çıkarması
yadırgandı.
İzmir’in dünyaca ünlü Birinci
Kordon’unda sahil boyunca kalan sayılı tarihi
binaların satımı yine gündeme geldi. Yan yana yer
alan iki başkonsolosluk binalarından eski Alman
Başkonsolosluğu binasının satışı için ihaleye kararı
alındı. Konsolosluk binalarının satışı için ilk
hamle Yunan hükümetinden gelirken, boşaltılarak
başka yerde hizmet vermeye başlayan eski tarihi
binanın ekonomik kriz nedeniyle satılmasını
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras önlemişti.
Çipras, binanın tarihi bir öneme sahip olduğunu ve
korunması gerektiğini belirtmiş; kaynak sağlanarak
binada restorasyon çalışmaları başlatılmıştı.
125 yıllık tarih
‘Şato’ olarak bilinen Alman eski Başkonsolosluğu
ise bu kadar şanslı olamadı. Dünyanın en iyi
ekonomisine sahip ülkeler arasında yer alan
Almanya,
İzmir’in en eski binalarından biri olan
başkonsolosluğu satışa çıkarmaya karar verdi.
Yunanistan eski Başonsolosluğu’nun yanıbaşında
bulunan ve 125 yıllık tarihiyle ‘Eski Şehir Şatosu’
olarak bilinen Alman eski Başkonsolosluk Binası’nın
ihalesi için ayrıntılar belli oldu. Bina için asgari
teklif bedeli ise 3.2 milyon euro olarak belirlendi.
Ekonomik krizdeki Yunan hükümeti tarihi binayı
koruma yoluna giderken, çok daha iyi durumda olan
Almanya’nın Başbakanı
Angela Merkel satış kararı ile şaşkınlık
yarattı.

Restorasyon yapılan bina Yunanistan eski Başkansolosluğu, yanındaki bina Alman Başkonsolosluğu. İki bölümden oluşan bu binanın ilk bölümünün yapımı yaklaşık 1890 yılına dayanıyor. Yapıya 1925 yılında ise ek olarak ikinci kısım eklendi.
İhale detayları
Almanya’nın İzmir Başkonsolosluğu’nun 2007
yılında Balçova’ya taşınmasının ardından bu bina
kapılarını kapatmıştı. 8 yıldır kullanılmayan
binanın satışıyla ilgili detaylar açıklandı. Buna
göre kapalı zarf usulü ile satışı gerçekleştirilecek
yapı için son teklif tarihi 31 Ocak 2016 olarak
belirlendi. Fiyat ise yaklaşık 10 milyon TL’den
açıldı. Tarihi eser koruması altında olan bina için
onarım gerektiği bilgisi de verildi.
Milliyet,
Haber: ahriye Merve Türker, 18.11.2015
|
DİYARBAKIR'IN KÜLTÜREL ENVANTERİ ÇIKARILDI
Tarihi Surları ve Hevsel Bahçeleri ile
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan
Diyarbakır'ın kültürel varlıklarını belirlemek
amacıyla Müze Müdürlüğü'nce 2009'da başlatılan
çalışma tamamlandı.
Geçmişte çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapan
ve "tarihin taşlarla yazıldığı kent" olarak bilinen
Diyarbakır'ın kültürel varlıkları belirlendi.
Tarihi Surları, camileri, kiliseleri, hanları,
evleri, kalesi, köprüsü ve çarşılarıyla ön planda
olan Diyarbakır'ın sahip olduğu zengin kültürel
varlıklarını tespit etmek, belgelemek ve geleceğe
aktarmak amacıyla Müze Müdürlüğü'nce 2009 yılında
başlatılan çalışma tamamlandı.
Tarihi Surları ve Hevsel Bahçeleri ile
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan
Diyarbakır'da yapılan alan çalışmasında, çoğunluğu
Sur İlçesi'nde farklı medeniyetlere ve dönemlere ait
cami, kilise, kale, han, ev, çarşı ve köprü olmak
üzere 683 kültür varlığı tespit edildi.
Kent merkezinde tespit tescil ve güncelleme
çalışmaları kapsamında elde edilen veriler, titiz
bir çalışma ile 2 ciltlik kitap haline getirildi.
683 kültür varlığı belgelendi
Diyarbakır Müze Müdürlüğü tarafından yürütülen
tespit ve tescil çalışmalarında, 1 kale (5 bin 700
metre), 8 içkale (müze-valilik konağı), 61 dini
mimari (cami-kilise), 58 su mimarisi (hamam, köprü,
çeşme, değirmen), 13 eğitim yapısı (medrese ve
okul), 9 ticari yapı (han ve çarşı), 57 sosyal ve
resmi yapı (vakıf, dernek ve resmi daireler
tarafından kullanılan yapılar), 443 sivil mimari
(ev) ve 33 arkeolojik sit olmak üzere 683 kültür
varlığı belgelendi.
"Ortak çalışmayla Diyarbakır'ın tarihi
varlıklarını ortaya koyduk"
Diyarbakır Arkeoloji Müzesi Müdürü Maşuk Türe, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, yoğun bir çalışma
sonucu, kent için önem taşıyan kültür envanterini
ortaya çıkardıklarını belirtti.
Diyarbakır'ın önemli tarihi varlıkları olduğunu
vurgulayan Türe, "Diyarbakır, 33 medeniyete ev
sahipliği yapan bir şehir. Burada 683 kültür varlığı
tespit ettik. Çalışmalara Valilik, Kültür ve Turizm
Müdürlüğü de büyük katkı sundu. Ortak yapılan
çalışmayla Diyarbakır'ın tarihi varlıklarını ortaya
koyduk. Büyük bir keyifle yaptığımız çalışma, güzel
bir ürünün ortaya çıkmasını sağladı" dedi.
Sabah,
16.11.2015
|
ESMA-ÜL HÜSNA İŞLEMELİ MEZAR TAŞI BULUNDU
Bitlis’in Ahlat
İlçesi'ndeki Selçuklu Meydan Mezarlığı'nda yürütülen
arkeolojik çalışmalarda “Esma-ül Hüsna” işlemeli
mezar taşı tespit edildi.
Bitlis’in Ahlat
İlçesi'nde, “Anadolu’nun Orhun Abideleri” olarak
nitelendirilen, boyları 4,5 metreye varan,
üzerindeki yazı ve motiflerle her biri büyük önem
taşıyan mezar taşlarını bünyesinde barındıran
Selçuklu Meydan Mezarlığındaki arkeolojik
çalışmalarda, üzerinde “Esma-ül Hüsna” bulunan mezar
taşı ortaya çıktı.
İlçede 8 bin mezar
taşının bulunduğu Selçuklu Meydan Mezarlığı'nda
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Sanat Tarihi
Bölümünce yürütülen arkeolojik çalışmalarda tarihe
ışık tutacak önemli bulgular elde edildi.
Eski Kazı Şehri
Kazıları Başkanı ve YYÜ Sanat Tarihi Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Recai Karahan, bugüne kadar 383 taşın
yosun ve likenlerden (mantarla su yosununun ortak
yaşamasıyla ortaya çıkan bitkilerin genel adı)
temizlendiğini söyledi.
Yeni Şafak, 16.11.2015
|
15 MİLYON YILLIK SIR
Bilim insanları, tarih öncesi maymunların meyve
şekerini yağa çevirebilmesini mümkün kılan
genetik bir mutasyonun modern insanın obezite ve
diyabet gibi sorunlarının kaynağı olabileceğini
iddia etti.
Araştırmacılar,
“uricase” adını verdikleri gende görülen bu
mutasyonun yaklaşık 15 milyon yıl önce ortaya
çıktığını ve maymunların kıtlık dönemlerinde
kullanmak üzere yağ depolamasını sağladığı için
hızla yayıldığını dile getirdi. Bu gen
mutasyonunu taşıyan insanların vücutlarının bal,
meyve suyu, kek ve bira gibi yiyeceklerden
aldıkları meyve şekerlerini hızla yağa çevirdiği
belirtildi.
Hürriyet, 15.11.2015
|
 |
BURSA'DA 100 YILLIK BİNA YANDI
Bursa'da otomobillerin gelişi güzel park edilmeleri
nedeniyle itfaiye araçlarının giremediği sokakta
restorasyonu yapılmış yaklaşık 100 yıllık üç katlı
tarihi binada çıkan yangına itfaiye ekipleri
güçlükle müdahale edebildi. Hortumları birbirine
bağlayan itfaiyecilerin çabalarına rağmen buna
tamamen yanarak kullanılamaz hale geldi.
Olay Merkez Yıldırım İlçesi İpekçilik Mahallesi
Karamani Sokak’ta meydana geldi. Restorasyonu yeni
biten yaklaşık 100 yıllık tarihi üç katlı ahşap
binanın
bugün su ve ısı yalıtımı için izolasyon
işlemleri yapıldığı sırada birinci katında yangın
çıktı. İhbar üzerine itfaiye ekipleri olay yerine
hareket etti. Ancak, mahallede oturan vatandaşların
otomobillerini sokaklara çift sıra park etmeleri
nedeniyle itfaiye araçları yangın yerine giremedi.
Alevlerin kısa sürede binayı sarması üzerine ekipler
itfaiye araçlarını ana caddeye park ederek
hortumları birbirine ekleyip yangına müdahale
ettiler.
Yapılan tüm
müdahalelere rağmen üç katlı ahşap tarihi bina
kullanılamaz hale gelirken alevler bitişikteki
binalara sıçramadan kontrol altına alındı. Polis
ekipleri çevrede bulunan vatandaşları oturdukları
binalardan tahliye ederken UEDAŞ ekiplerinin yangın
sırasında elektrikleri kesmemesi nedeniyle bir
itfaiyeci
elektrik akımına kapıldı. Yangın hortumunu
elinden bırakan itfaiye eri olaydan yara almadan
kurtuldu.
Kadir Altınöz’e ait
olduğu belirlenen üç katlı tarihi binada kiracı olan
Fatma Söğüt ve 10 yaşındaki oğlu Barış Söğüt’ün
yangının başlamasıyla birlikte evden çıktıkları
tespit edildi. Maddi durumları iyi olmayan ve
vatandaşların verdikleri eşyalarla evini düzen Fatma
Söğüt, itfaiye ekiplerinin alevleri söndürme
çalışmalarını izlerken "Ben
şimdi bu eşyaları nereden bulacağım, çocuğumla
nerede kalacağım" diye ağlarken komşuları tarafından
teselli edildi. Yangın ile ilgili soruşturmaya
başlandı.
Hürriyet, 15.11.2015
|
'SİYAH KARE' İÇİNDE İKİ YENİ RESİM
Rusya’da sanat tarihçiler, 1879 - 1935 yılları
arasında yaşamış avangard sanatçı Kazimir
Malevich’in tüm dünyada en çok tanınmış eserlerinden
‘Siyah Kare’nin içinde iki eser daha buldu.
Moskova’daki Tretyakov
Galeri’nin yaptığı incelemede x-ray ışınlarıyla
incelenen esere daha önce iki farklı resim çizildiği
ve üstünün boyandığı tespit edildi. Uzmanlar iki
resmin de kübist özellikler taşıdığını belirtti.
Milliyet, 15.11.2015
******
O TABLONUN SIRRI
ORTAYA ÇIKTI

Bu haber şaşırtıcı birkaç unsuru bir arada
barındırıyor. Aynı anda hem sanata, hem de sanatçıya
olan bakışımızı sorgulamamıza neden olan düşündürücü
bir içeriğe sahip. Her ne kadar asıl konu olmasa da,
dünyanın büyük sanat başyapıtlarından birisinin
siyaha boyanmış bir tablo olduğu bilgisi insanın
zihninde sanatın ne olduğuna dair çok sayıda soru
işareti yaratıyor.
Polonya asıllı Rus, Kazimir
Malevich (1879-1935) geometrik soyut sanatın
öncülerinden sayılır. Haberimize konu olan ve
1913'de yaptığı düşünülen en ünlü eserlerinden biri
kabul edilen 'Siyah Kare' adlı eseri, bütünüyle
siyaha boyanmış bir tuvalden ibarettir.
Günümüzde çalışmayı inceleyen
bir ekip, düz siyah rengin altında ressamın el
yazısı olduğu düşünülen kısa bir not keşfetti. Irkçı
bir içeriğe sahip olan notta ''Karanlık bir mağarada
savaşan zenciler" ifadesi bulunuyor. Not sanatçının
hayranları arasında büyük bir hayal kırıklığı
yarattı.
Benzer bir çalışmayı 1897
yılında Fransız yazar ve mizahçı Alphonse Allais
hayata geçirmiş, düz siyah boyalı bir tuvalin adını
'Combat de Nègres dans une cave pendant la nuit'
koymuştu. Yani, 'Gece vakti bir bodrum katında
dövüşen zenciler' olarak çevrilebilir. O yıllarda
Avrupa'da gece ve Afrika kökenlilerin ten rengi
arasında bir bağ oluşturarak ırkçı espriler türetme
alışkanlığı oldukça yaygındı.
'ZENCİ' IRKÇI BİR
İFADE OLARAK GÖRÜLÜYOR
Unutulmaması
gereken bir diğer husus, toplumumuzda yaygın şekilde
kullanılan ve Arapça'dan dilimize geçmiş, siyahi
manasına gelen 'zenci' sözcüğünün ve aynı sözcüğün
farklı dillerdeki karşılıklarının günümüzde ırkçı
bir ifade olarak kabul görüyor oluşu. Türkiye'de
insanların bu konuda yeterli bilgi ve
hassasiyetlerinin oluşmadıkları malum. Bizler halen
insanları ten renklerine göre sınıflandırıp
adlandırmakta bir sakınca görmeyen insanlara ev
sahipliği yapan bir topluluğuz. Amerikan yerlilerine
'kızılderili', ya da Afrika kökenlilere 'zenci'
demekte sakınca görmesek de, batı medeniyetlerinde
herhangi bir toplumda bu tip ifadeler sert
tepkilerle karşılaşmanıza ve hatta doğru bir ortamda
dişlerinizi yerden toplamanıza sebep olabilir.
Unutulmamalı ki, günümüz dünyasında bu tip tanımlama
ve adlandırmalar bütünüyle ırkçılık sayılıyor.
Bu sebeple 'negro' gibi
tanımlar batı toplumlarında ırkçılıkla bağdaştırılır
ve ortamı gerer. Bilhassa Amerika'da 'Afro-Amerikan'
tanımı yaygın şekilde kabul görmüştür. Türk
toplumunun da en kısa vakitte insanları deri
renkleri ile tanımlamaktan vazgeçeceklerini dileriz.
Yazarın notu: Şu da
unutulmamalı, doğada siyah ve beyaz renk olmaz.
Bunlar insan üretimi renklerdir, doğada bulunmazlar.
Siyah ya da siyahi olarak adlandırılan insanların
ten renkleri kesinlikle siyah olmadığı gibi, 'beyaz
ırk' olarak tanımlanan insanların asıl ten renkleri
inkar edilemeyecek şekilde pembedir. Alakasız olacak
ama, 'kara kedi' olarak adlandırılan ve rengi siyah
zannedilen kedinin de rengi siyah değildir. Güneş
ışığı altında yakından bakacak olursanız, 'boz'
olarak nitelendirilen çok koyu tonda bir kızıl renk
olduğunu görebilirsiniz.
Oda Tv, Haber: Şivan
Okçuoğlu, 18.11.2015
|
 |
MÜZAYEDE HAFTASININ ARDINDAN
Sonbahar sanat sezonunun en heyecanlı
etkinliklerinden New York’taki müzayedeler
haftasının sonuna gelindi.
13 Kasım’da Christie’s
Müzayede Evi tarafından iki parça halinde düzenlenen
son müzayedede en yüksek fiyata alıcı bulan eser
Fernand Leger’in 1 milyon 235 bin dolara satılan
‘Nature morte au vase blanc’ adlı yapıt oldu.
Christie’s Empresyonist, Modern, 2. Dünya Savaşı
Sonrası ve
Çağdaş Sanat müzayedelerinden geçtiğimiz hafta
toplamda 1.1 milyar dolarlık satış yaptı. En önemli
müzayede evlerinden Sotheby’s ise
New York’taki müzayede haftasını 12 Kasım’da
gerçekleştirdiği çağdaş sanat müzayedesiyle
kapattı.
Milliyet, 15.11.2015
|
SARAY BAKIMI İHTİSAS İŞİDİR
Yıldız Sarayı tarihtir; kullanımı ve
eski kütüphanesinin yeniden ihdası için
uluslararası tanınmışlığı olan restoratörlere
başvurmak dahi gerekir. Sarayların bakımı ve
restorasyonu ihtisas işidir, lafla olmaz
Genellikle 19’uncu asır sarayları Milli
Saraylar Başkanlığı adı altında Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ne bağlı olarak idare edilir.
Cumhuriyet yönetiminde, saltanat makamına ait
olan sarayların bu şekilde yönetilip tarih
açısından değerlendirilmesi uygun görüldüğü
halde, Topkapı Sarayı bu kategoriye girmez:
1924’te ayrıca bir müze olarak düzenlenmiş ve
Maarif Vekaleti’ne bağlanmıştır.
Bugün ise Kültür Bakanlığı’na bağlıdır.
Aynı şey Yıldız Sarayı için de geçerli oldu.
İstanbul’un ortasında bilhassa bugün halka
açık, geniş bir yeşil sahada yer alan pavyonlar,
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı’na değil,
Kültür Bakanlığı’na bağlıdır. Uzun yıllar içinde
Yıldız Sarayı’nın bir bölümü Harp Akademileri’ne
ayrılmıştı, bir müddet sonra Akademi’nin
Ayazağa’daki yeni binalarına taşınması
dolayısıyla boşaldı. Yerini alan kurumlardan
birisi IRCICA (İslam Sanat Kültür Araştırma
Kurumu) beynelmilel bir kuruluştur ve açık
söylemek gerekirse kendisine tahsis edilen
binaları fevkalade onardı, muhteşem bir kitaplık
ve arşiv haline getirdi. Şale dediğimiz bina ise
şimdiki halde bazı bölümlerle birlikte Milli
Saraylar’dadır. Yıldız Tiyatrosu, Kültür
Bakanlığı’ndadır.
Restoratör seçimi önemli
Yıldız Sarayı muhtelif kurumlara ve vakıflara
tahsis edilmiştir. Restorasyonlar bu yüzden uzun
işlemlerden geçmektedir. Önemli bir alanın
Cumhurbaşkanlığı’na verilmesinde binaların
bakımı yönünden hiçbir mahzur yoktur. Üstelik bu
kullanımın
Dolmabahçe’nin aksine, şehrin merkezindeki
trafiği aksatmayacağı da açıktır.
Çok önemli bir sorun ortada kalıyor: Bu tip
kullanımlar için yapılan restorasyonun ve
restoratörün seçimi çok önemlidir.
Çengelköy’deki Vahdeddin Köşkü maalesef iyi bir
restorasyon örneği değildir. Üstelik restoratörün el
değiştirmesi de kusurun ortada kalmasına neden
oluyor.
Yıldız Sarayı tarihtir; kullanımı ve eski
kütüphanesinin yeniden ihdası için gereğinde
uluslararası tanınmışlığı olan restoratörlere
başvurmak dahi gerekir. Saraylar kullanılmazsa çabuk
yıpranır ama bakımı ve restorasyonu ihtisas işidir,
lafla olmuyor.
Milliyet, Yazı: İlber Ortaylı,
15.11.2015
|
TARİH KATLİAMINA BİRİLERİ "DUR" DESİN
Foça'daki kanalizasyon çalışmasının antik kent
kalıntılarına zarar vereceğini bildiren uzmanlar,
İZSU'ya "tarihi yok edecek bu projeyi biran önce
durdurun" çağrısında bulundu
İZSU Genel Müdürlüğü'nün Eski Foça'da yapımını
sürdürdüğü kanalizasyon çalışmasının, dünyanın en
büyük antik kentlerinden birisi olarak kabul edilen
Phokai'deki tarihi bulguları yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya bıraktığı bildirildi. Foça kazılarının
başkanlığını yürüten Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr.
Ömer Özyiğit, yürütülen restorasyon çalışması ile
Foça Kalesi'nin UNESCO'nun dünya mirası geçici
listesine girdiğini hatırlattı. Özyiğit, "UNESCO'nun
ana listesine girmek varken Foça'nın içindeki antik
kente zarar verebilecek projelerin uygulanması son
derece yanlış. Kanalizasyon sorunu çözülsün ama
tarihi dokuyu koruyan, dünyada benzer örnekleri
bulunan, doğru projelerle çözülsün. Foça'daki gibi
yanlış projelerle antik kenti korumak mümkün
değil"diye konuştu.
YA KORUYACAĞIZ YA
DA...
Şehir Plancıları Odası'nınkanalizasyon
projesini yargıya taşıdığını hatırlatan Prof Doktor
Özyiğit, "Mahkeme çok uzun bir sürenin ardından
bilirkişi atadı. Bilirkişiler de yine uzun
diyebileceğimiz bir sürenin ardından raporlarını
hazırlayıp mahkemeye yeni teslim etti. Raporda bu
çalışmalar antik kenti korumaz diyor, projenin
hukuka aykırılığını kabul ediyor ama bir taraftan da
kanalizasyon projesi devam etsin, kazı başkanlığı
ile müze müdürlüğü buna çözüm bulsun diyor. Rapor 32
sayfa ama çok çelişkili ve ifadeler kullanılarak
hazırlanmış. Bir şey ya hukuka aykırıdır ya da
değildir. Antik kenti ya koruyacağız ya da
korumayacağız. Olay bu kadar net"diye konuştu. Şehir
Plancıları Odası
İzmir Şubesi'nin kurucu başkanı ve Doğal ve
Kültürel Yaşam Girişimi Sözcüsü Ahmet Tuncay
Karaçorlu da Foça'daki kanalizasyon projesi ile
"tarihin katledildiğini, anayasa suçu işlendiğini"
öne sürdü. Karaçorlu, İZSU Genel Müdürlüğü'ne,
"Çalışmaları hemen durdurun" çağrısında bulundu.
İzmir Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü ile Foça Kazı
Başkanlığı'nın olumsuz görüşlerine rağmen İzmir 2
No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun İZSU Genel Müdürlüğü'nün kanalizasyon
projesine onay vererek görevini kötüye kullandığını
iddia eden Karaçorlu, "Dünya, Foça'nın tarihiyle
ilgilenirken, Foça ve İzmir Büyükşehir Belediyesi,
İZSU marifetiyle bölgenin antik tarihi dokusunun yok
olmasına yol açacak bir projeyle ilgileniyor"diye
konuştu. Karaçorlu, kanalizasyon projesinin ısrarla
geçirilmek istendiği yerlerin Foça Antik Kentinin
eşsiz eserleriyle dolu olduğunu belirterek, "Bir
altyapı projesi özelliği taşımayan bu uygulamanın
Antik Foça Kenti'ni ortadan kaldırmaktan başka
hiçbir sonucu olmayacak. Bu düzenleme, Foça'nın
kanalizasyon sorununu da çözmez"dedi.
PİŞKİNCE GİZLEDİLER
Bir süre önce İZSU'nun
çalışmaları sırasında binlerce yıllık eserlerin
bulunduğu bir alanın ortaya çıkarıldığını anlatan
Tuncay Karaçorlu, "Bu bile kanalizasyon projesinin
Foça'nın tarihi değerlerini koruyarak
gerçekleşmesinin mümkün olamayacağını göstermiştir.
İZSU bu yasadışı işlemini pişkince gizleyerek,
tarihi bir eser ortaya çıkardığını söylemiş oysa
kanalizasyon projesinin güzergahında olmayan
kanalizasyon kazısıyla, bu eserlerin de tahribine
yol açarken suçüstü yakalanmıştır. Tarih suçunu
işleyen, anayasaya aykırı ve var olan altyapı
projesini bile yok sayan işlemlerden dolayı
sorumlular hakkında soruşturma açılmalıdır"diye
konuştu.
Sabah, 14.11.2015
|
KEMAH'TA 1000 YILLIK TÜRK MAHALLESİ ORTAYA ÇIKTI

Erzincan’ın Kemah İlçesi’nde Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın katkıları ile sürdürülen kazı
çalışmalarında 1000 yıllık Türk mahallesi, gün
yüzüne çıkarıldı. Kazı çalışmalarında Bey Camii ve
hamamın bulunmasından sonra sivil mimariye
yöneldiklerine işaret eden Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, Evliya Çelebi’nin
seyahatnamesinden yola çıkarak kazı yaptıklarını
belirtti. Prof.Dr. Yurttaş, "Kemah’taki kazıda Türk
dönemine ait yaklaşık 1000 yılık bir Türk
Mahallesini ortaya çıkardık" dedi.
Prof.Dr. Hüseyin Yurtaş yönetimindeki Kemah
İlçesi’ndeki Kele’de 2010 yılında başlatılan
kazı çalışmalarında
Atatürk Üniversitesi’nden Prof.Dr. Hüseyin
Yurttaş, Prof.Dr. Haldun Özkan, Prof.Dr.
Süleyman Çiğdem, Yrd.Doç.Dr. Zerrin Köşklü,
Araştırma Görevlisi Muhammet Lütfü Kındığılı ile
Gazi Üniversitesinden
Prof.Dr. Nurşen Özkul
Fındık katılıyor. Atatürk ile Gazi Üniversitesi
Sanat Tarihi ve
arkeoloji bölümlerinde lisans, yüksek
lisans, doktora öğrencilerinin de katıldığı kazı
çalışamalarında, ilk önce Bey Camii ve hamamı
bulundu. Daha sonra sivil mimariye
yöneldiklerini anlatan Prof.Dr. Yurttaş, Evliya
Çelebi’nin ’Seyahatnamesi’nden yola çıkarak
kazı yaptıklarına dikkati çekti. Türkler’in
Anadolu’ya kesin olarak yerleşmeleriyle
birlikte kurulan Mengücekliler’in başkenti
konumundaki Kemah’ta böylesi sivil mimarinin
ortaya çıkarılmasının Türk yerleşimine ışık
tutması açısından önemli olduğunu vurgulayan
Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş şunları söyledi:

"Evliya Çelebi’nin Kemah’dan bahseden
yazılarından yola çıkarak Bey Cami olarak
adlandırılan yapıyı ortaya çıkardık. Kalenin sur
duvarlarının yanında yer alan bir hamam
kalıntısı ile kazı çalışmalarını tamamladık.
Ardından özellikle sivil mimari örneklerin nasıl
olduğu anlamak ve ortaya çıkarmak içinde yine
Evliya Çelebi’nin eseri seyehatnameden
yararlandık. Evliya Çelebi’nin ’Kale içerisinde
yaklaşık 600 kadar ev var. Bu evlerin birinde
bahçe var diğerleri birbirine bitişik olarak
inşa edilmiş’ tanımlamalarından yararlanarak
kazı çalışmalarına kalenin kuzey batı kesiminde
başladık. Yaklaşık 2 yıldır bu alanda
çalışıyoruz. 700- 800 metrekarelik bir bölüm
ortaya çıkarıldı. Evlerin sadece yarım ile bir
metre arasındaki temelden itibaren duvarlarının
mevcut olduğunu tespit ettik. Evliya Çelebi’nin
bahsettiği gibi evlerin birbirine bitişik
olduğu, 1-2 sokakta sıralandığı, kimi evlerde
tandırların bulunduğunu gördük. Aşağı Kemah’ta
mevcut olan yerleşim alanlarındaki evlerin
mevcut yapıları, sokak dokuları tıpkı kale’deki
kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkan sivil
mimari örneklerinde de sokak dokusuyla duvar
yapısıyla bire bir örtüşen bir yapılanmanın
olduğu anlaşıldı. Kemah’taki kazıda Türk
dönemine ait yaklaşık 1000 yılık bir Türk
Mahallesini ortaya çıkardık. Bundan sonraki
yapacağımız çalışmalarda konunun biraz daha
aydınlığa kavuşacağını ümit ediyoruz. Çünkü
Kemah bölgede en önemli Türk yerleşim
alanlarındanda birini oluşturmaktadır. Kemah
kalesinde ilk kazı çalışmalarımızın sırasında
ortaya çıkarılan Bey Cami büyük bir ihtimalle
Mengücekli dönemine ait bir eser. Kzı
çalışmaları sırasında bulduğumuz bir takım alçı
parçalarındaki süslemeler de Mengücekli
Dönemi’ne işaret ediyor."
Milliyet, Haber: Kerim Burucu, 14.11.2015
|
RODİN, 3 YIL SONRA MÜZESİNE KAVUŞTU
Paris Hotel Biron’da bulunan Rodin Müzesi üç yıllık
hummalı bir restorasyon çalışmasının ardından
kapılarını ziyaretçilerine açtı.
Yaklaşık 16 milyon
Euro harcanan müze, heykeltıraşın ünlü eserlerini
barındırıyor. Yenilenen müzede Rodin heykelleri için
iki farklı bölüm tasarlandı.
Heykeltıraşın modern
bronz çalışmaları ve kilden heykelleri iki ayrı
bölümde sergileniyor. Rodin Müzesi, Fransa’nın en
çok ziyaret edilen sanat alanlarından biri. Rodin
Müzesi, heykeltıraşın “Cehennemin Kapıları”, “Öpüş”,
“Balzac” gibi başyapıtlarına ev sahipliği yapıyor.
Habertürk, 13.11.2015
|
 |
TARİHİ AYASOFYA CAMİİ RESTORE EDİLECEK
Trabzon Vakıflar Bölge Müdürü Mazhar
Yıldırımhan, Trabzon'un fethinden sonra kiliseden
camiye dönüştürülen fakat daha sonra müze olarak
hizmet veren Ayasofya'nın bir süre önce mahkeme
kararıyla Kültür ve Turizm Bakanlığından Vakıflar
Genel Müdürlüğüne devredildiğini hatırlattı.
Mahkemenin kararı sonrası Ayasofya'nın
2 yıl önce bazı değişiklikler yapılarak cami olarak
hizmet vermeye başladığını anlatan Yıldırımhan,
"Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet'in vakfında kayıtlı
bir eser. Ayasofya, uzun yıllar aslına
uygun kullanılmamıştı ama mahkeme kararı neticesinde
Ayasofya yeniden cami fonksiyonunu görmeye başladı"
diye konuştu.
Yıldırımhan, Ayasofya'nın camiye
dönüştürülmesinin ardından ibadet fonksiyonunu tam
anlamıyla yerine getiremediğine dikkati çekerek,
şunları kaydetti: "Biz Ayasofya'nın cami fonksiyonunu sadece bir
tefrişatla yerine getirebildik. Şimdi bir
restorasyonla inşallah cami fonksiyonunu tam
anlamıyla icra edebileceği bir şekle dönüştüreceğiz.
Bununla ilgili önce proje ihalesine çıktık.
Ayasofya'nın restitüsyon ve rölöve projeleri büyük
ölçüde bitirildi. Şimdi restorasyon projeleri
tamamlanmak üzere. Restorasyon projeleri tamamlanıp
Anıtlar Kurulundan geçtikten sonra 2016 yılı içinde
de inşallah Ayasofya'nın restorasyonuna başlamak
istiyoruz."
Büyük Fatih Camisi ve Ayasofya gibi eserlerin
özellikli olduğunu vurgulayan Yıldırımhan, "Bunlarla
ilgili restorasyon çalışmalarında her detaya dikkat
edilmesi gerekiyor. Biz de bu titizlik içinde
çalışmalarımızı sürdürüyoruz" değerlendirmesinde
bulundu.
Yıldırımhan, şu ana kadar Ayasofya'nın tarihi
yapısını bozacak işlem gerçekleştirmediklerini,
sadece mihrap ve minber konulup halı serilerek ve
freskler perdeyle örtülüp tefrişat yapılarak cami
alanı oluşturulduğu bilgisini paylaştı.
Trabzon'un fethinden sonra uzun yıllar cami
olarak hizmet veren ve tapuda da cami gözüken
Ayasofya, geçmişte müzeye dönüştürülerek
Kültür ve Turizm Bakanlı'ğına
devredilmişti. Mahkeme kararıyla bir süre önce
Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğüne devredilen
Ayasofya, Temmuz 2013'te yeniden camiye dönüştürülüp
ibadete açılmıştı.
AYASOFYA'NIN TARİHİ
Trabzon Ayasofya Kilisesi, Trabzon
İmparatorluğu krallarından 1. Manuel
Komnenos zamanında (1238-1263) inşa edildi. Fatih
Sultan Mehmet'in 1461'de Trabzon'u fethinin ardından
camiye çevrilen ve vakıf eseri olan Ayasofya,
Birinci Dünya Savaşı yıllarında sırasıyla depo,
hastane ve cami olarak kullanıldı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Edinburg
Üniversitesi iş birliğiyle 1958 ile 1962 yılları
arasında restore edilen tarihi yapı, 1964'ten sonra
müze olarak ziyarete açıldı. Evliya Çelebi'nin önem
verdiği yapılar arasında bulunan, 1868'de harabe
olan Ayasofya, aynı tarihlerde Bursalı Rıza
Efendi'nin teşvikiyle onarıldı.
Geç Bizans döneminin güzel örneği olan yapı,
yüksek bir merkezi kubbeye sahip
bulunuyor. Yapıda, Hristiyan sanatının yanı sıra
Selçuklu Dönemi İslam sanatının etkileri
görülüyor. Binanın güney cephesinde Adem ile
Havva'nın yaratılışı kabartma olarak anlatılıyor.
Güney cephedeki kemerin kilit taşı üzerinde
Trabzon'da 257 yıl hüküm süren Komnenoslar'ın
sembolü tek başlı kartal motifi bulunuyor.
Hazreti İsa'nın doğumu, vaftizi, çarmıha gerilişi
ve kıyamet gününün betimlendiği yapının ana
kubbesinin alt kısmında çok renkli mermerden
yapılmış yer mozaiği bulunuyor.
Fresklerde İncil'den alınmış konular işlenen
yapının kubbesindeki ana tasvirin ise Hazreti
İsa'nın tanrısal yönünü aksettiren Pantacrator İsa
olduğu belirtiliyor. Bunun altında bir kitabe
kuşağı, daha altta ise melekler frizi bulunuyor.
Yapının pencere aralarında da 12 havari tasvir
ediliyor.
Ntv, 13.11.2015
|
KOMANA ANTİK KENTİNDEKİ EKONOMİK FAALİYETLER ORTAYA
ÇIKTI
Tokat'ta Roma ve
Hellenistik döneme ait izlerin
bulunması amacıyla Komana antik kentinde yürütülen
çalışmalarda ortaya çıkan bulgular,
düzenlenen çalıştayda ele alındı. Kazı heyeti
başkanı Prof.Dr. Burcu Erciyas, Komana antik
kentinin ekonomik gelişimine yönelik önemli
bulgular elde ettiklerini kaydetti.
Tokat-
Niksar arası Gümenek mevkiinde
bulunan Komana
antik kentinde Roma ve Hellenistik
döneme ait
izlerin bulunması amacıyla 2004 yılından bu yana
çalışmalar sürüyor. Çalışmalarda 2009 yılına kadar
yüzeysel araştırmalar yapılırken daha sonra ise kazı
çalışmaları başlatıldı. Başlatılan çalışmalar daha
çok antik kentin ortasında bulunan ve Hamamtepe
olarak adlandırılan alanda yoğunlaştırıldı. Yapılan
çalışmalarda çok önemli bulgulara ulaşıldı. Uluşılan
bulgular ve son çalışmalar hakkında çalıştay
düzenlendi. Çalıştaya Vali Cevdet Can, Belediye
Başkanı Eyüp Eroğlu, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yerleşim
Arkeolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Kazı
Heyeti Başkanı Prof.Dr. Burcu Erciyas ile birlikte
çalışmada yer alan görevliler ve protokol üyeleri
katıldı.
'ÖNEMLİ BULGULAR ELDE ETTİK'
Çalıştayda konuşan kazı heyeti başkanı
Prof.Dr.
Burcu Erciyas, Komana antik kentinin Hellenistik
döneminden bu yana varlığının sürdüğünü söyleyerek,
"Çok farklı dönemlere ait kalıntılarımız var. Daha
önceki konuşmalarda bahsedildi. Şu anda MÖ 2'nci
ve 3'üncü yüz yıla kadar kazılarda elde ettiğimiz
bulgularımız var. Hellenistik, Roma dönemi ve önemli
bir orta Bizans yerleşimi. Üzerinde bir Danişmend
yerleşimi. Üzerine
Selçuklu ve Osmanlı yerleşimiyle bugünkü Gümenek
Köyü olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Ürettiğimiz en önemli bilgilerden biri Komana'da
çağlar boyu verilere ulaşarak tarihte
Tokat'ın yerini ve önemini vurgulamak" dedi.
Komana antik kentinin ekonomik gelişimine yönelik
önemli bulgular elde ettiklerini kaydeden Prof.Dr.
Erciyas, şöyle konuştu:
"Tahıllar, pirinç,
nohut, arpa, buğday ve çok az kazıda rastlanır
çeşitlilikte meyve ve yemiş çeşitleri bugüne kadar
elde ettiğimiz veriler. Bu verilerle biz bir yandan
Tokat'ın ve Komana'nın geçmiş ekolojik düzenini
veya ekolojik durumunu gözlemlerken, bir yandan da
ekonomisinde tarımın ne kadar ağırlıkta olduğunu o
gün bile görebiliyoruz. Yani
Tokat Komana
antik kentinde seramik ve metal
üretiminden zirai faaliyetlere her türlü ekonomik
faaliyetin süre gelmekte olduğunu ve bugünkü
Tokat'ımıza bunları nasıl yansıtabileceğimizi de
konuşacağımızı umuyorum. Yine Komana'da sağlık ve
beslenmeye dair verileri toplayarak nüfus ve yaşam
koşullarını, tarihsel gelişimini ortaya koymak da
hedeflerimiz arasında. Bu kapsamda araştırmalarımız
devam ediyor. Nüfusların geçirmiş oldukları
hastalıklar, dişlerinin durumundan beslenme
şekilleri. Yine Komana'da bulduğumuz ithal ürünler
ışığında
Tokat Komana'nın çağlar boyu ticari ilişkilerini
aydınlatmak çalışmamızın kapsamında yer alıyor."
KOMANA ANTİK KENTİ
Kaynaklarda, Mitridat
Krallığı'nın yönetiminde önemli bir kültür merkezi
olan ve Roma İmparatorluğu döneminde de özerkliğini
koruyan Komana antik kentinin, 'Anadolu tanrısı
Ma'ya adanmış kutsal alan olduğu belirtiliyor. Aynı
zamanda çevre bölgeler için ticaret merkezi görevi
gördüğü ifade edilen bölgenin, o dönemde kutsal
alanda düzenlenen festivaller, zengin
pazar yeri ve kenti çevreleyen verimli
arazisiyle Anadolu'nun her tarafından ziyaretçi
aldığı kaydediliyor.
ODTÜ ve TÜBİTAK tarafından da
desteklenen, 'Komana Pontika Arkeolojik Araştırma
Projesi', Orta Karadeniz Bölgesi'nin klasik çağ
kenti Komana'nın konumunu belirlemek ve kentsel
dokusunu anlamak amacıyla 2004 yılında
başlatılmıştı.
Bugün, Haber: Mustafa Turapoğlu,
13.11.2015 |
OSMANİYE'DEKİ İNŞAAT ALANINDA TARİH ÇIKMAYA DEVAM
EDİYOR
Osmaniye’nin Kadirli
İlçesi'nde bir inşaat
firmasının arazisinde yapılan çalışmada, 4 ay önce
ortaya çıkan arkeolojik eserlerin bulunduğu alanda
kazı çalışmaları genişleyerek devam ediyor.
Bir inşaat firmasının Bağ Mahallesi’ndeki inşaat
arazisinde çıkan arkeolojik kalıntılar nedeniyle
Osmaniye Müze Müdürlüğüne başvuruda bulunmuş ve
alanda kazı çalışmalarına başlanmıştı.

Çalışmalar sonucu, arkeolojik kalıntıların geç antik
çağa ait olduğu tahmin edilerek kazı çalışmalarının
genişletilmesine karar verilmişti. 2 dönüm alan
üzerinde devam eden 4 ay süren arkeolojik kazısonucu
küçük bir yerleşim yeri ortaya çıkarıldı.
Kazı çalışmalarının bir ay daha devam edeceği,
hazırlanacak raporun Adana Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kuruluna sunulacağı öğrenildi.

Çalışma sırasında açığa çıkan çok sayıda arkeolojik
kalıntı Ala Cami bahçesinde muhafaza ediliyor.

haberahval.com, 13.11.2015 |
SURİYE'DE SAVAŞ 300 TARİHİ ESERİN ZARAR GÖRMESİNE
NEDEN OLDU
Sputnik'in
haberine göre, Suriye'de yaşanan savaş 300 tarihi
eserin zarar görmesine sebep oldu. 6 aydır IŞİD'in
elinde bulunan Palmira'nın da "hiçbir şey
yapılmazsa" yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
olduğu belirtilirken, Suriye'de toplamda 10 bin
arkeoloji alanı olduğu söyleniyor.
Suriye'deki yasadışı kazıların da tarihi eserlere
zarar verdiği belirtilirken, İslamcı örgütlerin de
ideolojik sebeplerle tarihi eserleri yıktıkları
bildiriliyor.
IŞİD'in geçtiğimiz hafta Halep'teki tarihi bir
kaleye zarar verdiği de belirtiliyor.
Sol Haber, 13.11.2015
|
 |
JULİOPOLİS ANTİK KENTİNDEKİ KAZILAR

Nallıhan İlçesi'ne bağlı Çayırhan
Mahallesi'nde, Juliopolis antik kentindeki kazılar
sürüyor.
Nallıhan Belediye Başkan Yardımcısı Ömer Bayrak,
Çayırhan Mahallesi muhtarı Bilal Şerbetçi
ile kazıların sürdürüldüğü Çayırhan Gülşehri
bölgesinde incelemelerde bulundu ve kazı
ekibinden bilgi aldı.
Bayrak, burada yaptığı açıklamada, kazıların
Anadolu Medeniyetleri Müzesi denetiminde ve Nallıhan
Belediyesinin desteğiyle sürdürüldüğünü söyledi. Kazılarda önemli bulgulara ulaşıldığını anlatan
Bayrak, "Kazılarda bugüne kadar binin üzerinde antik
ve tarihi esere rastlanırken, 6 değişik tipte 520
dolayında mezara ulaşıldı" dedi.
Çayırhan'ın arkeolojik açıdan önemini vurgulayan
Bayrak, şunları kaydetti: "Sürdürülen kazılarda ortaya çıkarılan ve büyük
çoğunluğu Sarıyar Baraj gölü altında kalan
Juliopolis antik kentinin savunma duvarları ortaya
çıkarıldı. 6 değişik tipte Lahit mezarlar, oda
mezarlar, sanduka mezarlar, toprak mezarlar,
kromosyon kırma çatı mezarlar ve normal mezarlara
rastlandı. Oda mezarlarda (klineli mezarlar) içinde
bölmeler bulunuyor ve her bölmede ayrı ayrı
mezarların olduğu ortaya çıktı. Bu mezarlarda da çok
sayıda antik eser ele geçirildi. Juliopolis Nekropolü
kazıları, arkeoloji ve eskiçağ tarihine yepyeni
bilgiler kazandırdığı gibi, Nallıhan-Çayırhan'da
kültür turizmini de son 5 yıl içinde hayli
hareketlendirmiştir. Geçen sürelerdeki yapılan
kazılarda ele geçen binlerce kültür varlığının bir
bölümü, Anadolu Medeniyetleri Müzesine ait alt
salonda ve Ankara bölümünde dört ayrı vitrinde
sergilenerek ulusal ve uluslararası
ziyaretçilerin beğenisine sunulmuştur."
Radikal, 13.11.2015
|
ROMA'NIN İZLERİ
İNGİLTERE'DE ÜZERİ YAZILI MERMER
PARÇASINDA BİR ARAYA GELDİ
2013 yılında Reading
Üniversitesi’nden arkeologlar İngiltere’nin
güneyinde bulunan Roma dönemine ait Silchester Antik
Kenti’nde üzeri yazılı bir mermer parçası buldu.
Bulunan parça
üzerinde yapılan incelemeler oldukça aşınmış B ve A
harflerinin, daha önce üzerinde A ve T harfleri
yazılı 1891 yılında bulunmuş başka bir parçanın
ikinci satırı olduğunu ortaya çıkardı. İki parçanın
birleşimiyle ortaya çıkan ifadeyi MÖ I. yüzyılda
Silchester kentini kuran Fransız kabilesi At(e)
ba(tum) ya da Atrebates olarak okumak mümkün.
Reading
Üniversite’nden Mike Fulford, geçmişi 2000 yıl
öncesine ait bir eşyanın parçalarının yüzyıldan uzun
iki farklı zamanda ortaya çıkarılmış olmasının nadir
bir olay olduğunu, Birleşik Krallıkta belki de ilk
kez karşılaşıldığını belirtti. Fulford’a göre
parçaların ait olduğu bina efsanevi Boudica’nın Roma
İmparatorluğuna karşı isyanı sırasında yıkılmış
olmalı. Boudica, MS 61 yılında Romalıların
Britanya’daki işgalci güçlerine karşı isyan
başlatmış, Norfolk bölgesinde yaşayan İceni
kabilesinin kraliçesiydi.
arkeolojihaber.net,
archaeology.org Çeviri: Ayşen Yolcu, 12.11.2015
|
UZMANLAR GÜNDE ROMA'YA NE KADAR SU ULAŞTIRILDIĞINI
ARAŞTIRIYOR

Bazıları 80 km’den
uzun olmak üzere 11 su kanalı, Roma’nın 591
çeşmesiyle birlikte sayısız onlarca özel konuta su
taşıyordu. Ancak uzmanlar her bir kanalının ne kadar
su taşıdığı konusunda fikir birliğinde değildi.
Glasgow
Üniversitesi’nden Duncan Keenan-Jones, ‘Şimdiye
kadar abartılmış bazı antik bilgilere dayalı çeşitli
varsayımlar yapıldı. Biz de daha bilimsel ve
gerçekçi bir yaklaşım yapmanın önemli olacağını
düşündük’ dedi.
Bizzat Keenan-Jones’un
da çalıştığı bir grup bilim adamı, Anio Novus
kanalındaki mineral tortu ve birikintileri ölçerek,
kanalın tam olarak taşıdığı suyun akış oranını ve
derinliğini hesapladılar. Kanalın sol iç zemin ve
duvarlarındaki travertenleri inceleyerek saniyede
1.4 m3, günde 100.000-150.000 m3 civarında, tahmin
edilenden daha düşük bir rakama ulaştılar.
Kanalın içinde
oluşan traverten suyun akışını azalttığı için şehre
ulaşan su miktarı da bu doğrultuda azdı. Keenan-Jones Antik
Roma’da suyun bol olduğunu fakat iddia edildiği
kadar çok olmadığını belirtti.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
archaeology.org Çeviri: Ayşen Yolcu, 05.10.2015
|
8 - 14 Kasım 2015
|
AYDIN'DA MÜZE VE
ÖREN YERLERİNİ 520 BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ
Aydın’da bulunan 6’sı
özel 12 müze ile 8 ören yerini geçen yıl 520 bin
406 kişinin ziyaret ettiği bildirildi.
Türkiye İstatistik Kurumu
(TÜİK) Denizli Bölge Müdürü Ali İhsan Yücedağ,
Kültürel Miras İstatistikleri çerçevesinde
Aydın’ın 2014 yılına ait müze ve ören yeri
ziyaretçi sayılarını açıkladı. Yücedağ, “Aydın
ilinde Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı 6 müze
8 ören yeri var. Aydın ilinde Kültür ve Turizm
Bakanlığına bağlı 6 müzede toplam 105 bin 161
eser bulunmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığına
bağlı müze ve ören yerlerini 443 bin 547’si
ücretli 55 bin 931’i ücretsiz olmak üzere toplam
499 bin 478 kişi ziyaret etmiştir. Aydın ilinde
toplam 5 bin 64 adet müze kart satılmıştır. Bu
müzelerin ve ören yerlerinin geliri 3 milyon 526
bin 670 TL’dir. Aydın ilinde 6 tane özel müze
var. Özel müzelerde toplam 3 425 eser
bulunmaktadır. Özel müzeleri toplam 20 bin 928
kişi ziyaret etmiştir. Aydın ilinde müzelere
bağlı toplam bin 162 adet taşınmaz kültür
varlığı bulunmaktadır” diye konuştu.
Merhaba
Haber, 13.11.2015
|
YENİKAPI MÜZESİ
KAĞIT ÜZERİNDE KALDI
İstanbul’un tarihini değiştiren binlerce eserin
çıkarıldığı Yenikapı arkeolojik kazılarında sona
gelindi. Tüm buluntuların kayıtları yapılarak bilim
dünyasının hizmetine hazırlandı. Buluntular İstanbul
Arkeoloji Müzesi’nin depolarına üst üste yığıldı. 37
batık ve 35 binden fazla eser için İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin sözünü verdiği Yenikapı
Müzesi için hala bir adım ilerlenmiş değil.
35 BİNDEN FAZLA
BULUNTU
Marmaray ve metro inşaatları
için 2004 yılında Yenikapı’da başlayan kazılar
İstanbul tarihini 8500 yıl geriye götürecek kadar
önemli sonuçları beraberinde getirdi. Eski
İstanbullulara ait ayak izleri, bir köy yerleşimi ve
neolitik dönem mezarları, Theodosius liman alanı ve
beraberinde 37 batık Yenikapı alanından çıkarıldı.
Arkeolojik buluntular dünyada büyük yankı uyandırdı.
35 binden fazla eser bilim dünyasının hizmetine
sunulmak üzere kayıt altına alındı.
Arkeolojik kazılar ile
birlikte alandaki bilimsel tamamlama ve kayıt altına
alma işlemi de son buldu. Arkeologlar alandan
tamamen çekildi. Eserlerin tamamı İstanbul Arkeoloji
Müzesi’ne taşındı. Ancak müzenin mevcut eserlerini
bile sağlıklı şekilde depolarda saklamak da zorluk
çekerken üzerine yeni çıkan eserler gelince artık
depolar kapı ağızlarına kadar taşma noktasına geldi.
Müze Yenikapı’dan gelen eserlerin önemli bir kısmını
Darphane binalarında ayrılan bölümlere taşıdı.
BATIKLAR İLAÇLI
HAVUZLARDA BEKLİYOR
Yenikapı kazı
alanında sadece İstanbul Üniversitesi kontrolünde 37
batığın konservasyon çalışmaları sürüyor. 2 geminin
konservasyonu tamamlandı. 35 batık kimyasal ilaçlı
havuzlarda bekletiliyor. Bilimsel konservasyonları
tamamlandıktan sonra müze açılmaz ise batıkların da
akıbeti meçhul olacak.
MÜZE İNŞAATI ASKIYA
MI ALINDI?
Şimdi soru şu! En başından
beri koruma kurulunun onayladığı Marmaray – Metro
istasyon projesinde en başından beri yeri belli olan
müzeye ne oldu? Verilen söz unutuldu mu? İBB’den
konuyla ilgili açıklayıcı bir bilgi alamadım. Konuyu
Alt Yapılar Daire Başkanlığı takip ediyormuş. Ancak
bu birimden bilgi verecek kimse çıkmadı. Eski başkan
Hüseyin Tok görev değişikliği ile Kültür İşleri
Daire Başkanı olmuş. Tok’un gidişiyle de müzeyle
ilgilenen kalmamış. Yapılması düşünülen müzenin
kabul edilen avan proje mimarı Alper Aytaç’a
ulaştım. Telefonunu nereden bulduğumu merak ederek
başladığı konuşmasında sürecin devam ettiğini
söylemek dışında bir kelam etmedi. İstanbul
Arkeoloji Müzesi yetkilileri de müze inşaatının
İBB’nin ukdesinde olduğunu, kendilerine bir bilgi
verilmediğini belirttiler.
Eserler müze deposunda üst
üste yığıldı. Batıkların konservasyonları devam
ediyor. Bilimsel çalışmalar tamamlandı. Tüm bunların
İstanbullularla kavuşacağı müze ise sadece kağıt
üzerinde kaldı.
Radikal, Haber. Ömer Erbil,
13.11.2015
|
KAÇAK KAZI
YAPARKEN POLİSE YAKALANDILAR
Amasya’da boş bir evin
bahçesinde kaçak kazı yapan biri kadın üç kişi
polise yakalandı.
Edinilen bilgiye göre,
Amasya merkez Gökmedrese Mahallesi’nde bir evin
bahçesinde kaçak kazı yapıldığı yönünde bilgiler
alınması üzerine harekete geçen Amasya Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, R.G.A. (45),
T.K. (32) ve S.B.K.’yı (23) evin bahçesinde
çukur eşerken yakaladı.
Şüpheliler polis
merkezine götürülürken, kazı aletlerine de el
konuldu.
Merhaba Haber, 13.11.2015
|
 |
ÇAĞDAŞ SANATA EN
ÇOK PARA HARCAYAN 15 ÜLKE ARASINDAYIZ
Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer'e
göre, Akbank'ın dokuz yıldır ana sponsorluğunu
üstlendiği Contemporary İstanbul ev sahipliğini
yaptığımız G20'lerin "sanat ruhunu" yansıtıyor.
10 yılını kutlanan
Contemporary İstanbul’un açılışında sohbet ettiğimiz
Suzan Sabancı Dinçer, Akbank’ın aynı anda üç önemli
sanat etkinliğinin sponsorluğunu (Sabancı Müzesi
Zero, Akbank Sanat- Louise Bourgeois ve Cİ)
üstlendiğini hatırlatıyor.
Contemporary İstanbul’un
açılışında rastladığı yabancı koleksiyonerlerin
fuarı, Dubai, Basel gibi çağdaş sanat fuarlarından
daha etkileyici bulmaları Suzan Sabancı Dinçer’i
hayli sevindirmiş.
“Buradaki yenilikçi damar,
dinamizmin sanatseverleri etkiliyor” diyor.
“ Fuarda İstanbul’un “sanatta
bende varım” iddiası hemen göze çarpıyor. Bu fuar
İstanbul’a yakışıyor” diye ekliyor.
Türkiye’nin G20 liderlerini
ağırlamaya hazırlandığı bir dönemde Contemporary
İstanbul’un bu ülkelerin sanatçılarını,
koleksiyonerlerini, galerileri bir araya getirdiğini
belirterek “İC bir anlamda G20’lerin sanat ruhunu
yansıtıyor” diye konuşuyor.
Çağdaş Sanat Piyasası 2014-2015 Raporu’nun
verilerine göre sanat pazarında dünyada ilk sırayı
650 milyon dolar gelirle Amerika alıyor. Bu alanda
Çin 542,8 milyon dolarla ikinci, İngiltere 410
milyon dolarla üçüncü sırada yer alıyor. Türkiye
çağdaş sanat müzayedelerinde en fazla gelirin elde
edildiği 15 ülke arasında bulunuyor.
TÜRKİYE JAPONYA’NIN ÖNÜNDE
“Türkiye’nin dünya
ekonomisindeki ağırlığı arttıkça küresel sanat
haritasında da ağırlığı artacaktır” diyen Suzan
Sabancı Dinçer’in sözlerini geçtiğimiz günlerde
yayınlanan “Çağdaş Sanat Piyasası 2014-2015
Raporu”nun verileri de doğruluyor.
Londra’daki Frieze Sanat
Fuarı sırasında küresel sanat piyasasının nabzını en
iyi tutan Artprice.com tarafından yayınlanan rapora
göre, Türkiye çağdaş sanat müzayedelerinde en fazla
gelirin elde edildiği 15 ülke arasında.
Raporun bir harita üzerinde
işaretlediği 15 ülke arasında ABD 650 milyon dolar
gelirle birinci sırada, Çin 542,8 milyon dolarla
ikinci, İngiltere 410 milyon dolarla üçüncü sırada
yer alıyor.
Türkiye ise söz konusu
haritada 6,5 milyon dolar ile Belçika, Avusturya,
Güney Afrika, Birleşik Arap Emirlikleri, Singapur ve
hatta Japonya’nın bile önünde görünüyor.
Türkiye’nin kişi başı milli
geliri 45 bin dolar olan Japonya ya da kişi başı
milli geliri 48 bin dolar olan Belçika’nın önüne
geçmiş olması ilginç bir durum.
500 SANATÇIDAN ÜÇÜ TÜRK
Aynı şekilde kişi başı
milli geliri 50 bin doların üzerinde olan ABD ile
kişi başı milli geliri 7 bin 800 dolar olan Çin
çağdaş sanat harcamalarında birbirlerine oldukça
yakın olmaları da öyle.
Bu ilginç durum Türkiye, ABD
ve Çin’deki “gelir uçurumu” ile açıklanabilir belki.
Söz konusu rapora göre
2014-2015 çağdaş sanat müzayedelerinin cirosu 1.76
milyar dolar.
Raporda en pahalı 500
sanatçının listesi de var.
Çinli sanatçılar ezici bir
çoğunlukta.
Türkiye’den ise üç sanatçının
adlarına rastladım: Kemal Önsoy, Selma Gürbüz ve
Canan Tolon.
Contemporary İstanbul Yönetim
Kurulu Başkanı Ali Güreli’nin vurguladığı gibi
İstanbul’un bir çağdaş sanat merkezi olması,
sanatçılarımızın dünya sanat piyasasında daha çok
değer kazanmaları için devletin diğer ülkelerde
olduğu sanat sektörüne desteği şart.
Hürriyet,
Yazı: Gila Benmayor, 13.11.2015
|
"PALMİRA 6 AY
İÇİNDE TAMAMEN YOK OLABİLİR"
IŞİD'in Suriye'de Mayıs ayında işgal ettiği antik
kent Palmira’nın 6 ay içinde tamamen yok olabileceği
bildirildi.
Suriye Antik Eserler ve
Müzeler Kurumu Genel Müdürü Mamun Abdülkerim,
uluslararası toplumun harekete geçmemesi halinde
Palmira'nın 6 ay içinde tümüyle yok olacağını
söyledi.
‘DÜNYANIN EN ÜZGÜN
GENEL MÜDÜRÜYÜM’
İngiltere ziyareti
sırasında yaptığı açıklamada kendisini
‘dünyanın en üzgün genel müdürü’ olarak tanımlayan
Abdülkerim, “Durum şimdiki gibi devam ederse bir
tarih yok olup gidecek” dedi.
Abdülkerim, "Suriye'yi bu
kültür savaşında yalnız bırakmayın. Size ihtiyacımız
var. Ne yapılması gerektiğine karar vermek
politikacıların ve strateji uzmanlarının işi” diye
konuştu.
DÜNYA MİRASI
LİSTESİNDEKİ ANTİK KENT, İSLAMCI BARBARLIĞIN HEDEFİ
OLDU
MÖ 19. yüzyıla dayanan tarihiyle
Palmira, UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer
alıyordu.
Antik kent, savaş öncesinde
her yıl tüm dünyadan yüzbinlerce turist tarafından
ziyaret ediliyordu.
Suriye hükümeti, Palmira'nın
IŞİD'in eline geçmesinden önce yüzlerce heykelin
güvenli bölgelere nakledildiğini açıklamıştı. Ancak
IŞİD’in kentteki birçok tapınak ve mezarı yok ettiği
belirtiliyor.
Sol Haber, 12.11.2015
|
RESTORASYON
SKANDALI MODASI BÜYÜYOR
Dönemin ünlü mimarlarından Vedat Tek tarafından, 100
yıl önce 1916-1917 yılları arasında inşaa edilen
Moda İskelesi’nde ‘restorasyon skandalı’ yaşanıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) mülkiyetinde
bulunan ve en son Beltur A.Ş tarafından işletilen
iskelede restorasyon çalışmalarına dair bilgi
tabelası da bulunmuyor.
Ruhsatsız restorasyon
İskelede incelemelerde bulunan TMMOB
Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu ile TMMOB Mimarlar
Odası Kadıköy Temsilcisi Saltık Yüceer tarihi binada
yapılmaması gereken 8 restorasyon hatasını
belirledi:
- Zemin katta yapılan
sundurma.
- İskele harman tuğla
duvar.
- Cephedeki klimalar.
- Kapatılan yolcu giriş
kapıları.
- Deniz tarafından üst
katta kapatılan teras.
- Çatıdaki çinko mutfak
bacası.
- PVC doğramalar.
- Boyalı taş duvar cephe.

Mimarlar çalışmaların aylar
önce başladığını belirterek şöyle konuştu: “İBB
mülkiyeti kendisinde olduğundan, 26. maddeye
istinaden ruhsatsız olarak restorasyon yapıyor,
yaptırıyor. Ruhsatsız, zaten herhangi bir tabela da
yok. Anıtlar Kurulu veya KUDEB kararı gözükmüyor.
Restorasyon Projeleri’ne aykırı. Yapıya maddi hasar
veriyor. Teras olan kısım kapalı alana katılmış.
Ahşap olan tüm doğramalar PVC esaslı ve yekpare cam
olmuş, bölmeleri değişmiş. Yapılan işlemlerin
projeye uygunluğunu kontrol edecek mercilerin
bilgilerinin olmadığı, görüşlerinin alınmadığı
görülüyor. Projeye aykırılık aslında suç
oluşturuyor.”
Kadıköy Belediyesi ise tarihi
iskelede incelemelerde bulunarak zemin ve normal
katlarda kurul onaylı projeye aykırı değişiklikler
olduğunu tespit etti. Dış cephenin PVC olarak
yenilendiğini belirten belediye yetkilileri teras
alanlarında da ilaveler olduğunu raporlaştırdı.
Yetkililer bu tespitlerini Koruma Kurulu ve İBB’ye
iletti.
‘MADO iskelesi
olacak’
İBB’nin ve Kadıköy
Belediyesi’nin CHP’li Meclis üyesi Sağ da
“Kadıköy’de yaşayıp da orada anısı olmayan bir tek
kişi yok. İstanbul’un tarihi katlediliyor. İBB
tarihe böyle mi sahip çıkıyor” diye sordu.
Restorasyonun ardından tarihi iskelenin işletmesinin
MADO’ya verileceği konuşuluyor.
Cumhuriyet,
Haber: Hazal Ocak, 12.11.2015
|
TARİHE BASKIN
Antalya'nın Korkuteli
İlçesi'nde bir evde yapılan aramada, 112 adet tarihi
eser ele geçirildi.
Bir ihbarı
değerlendiren Korkuteli İlçe Jandarma Komutanlığı,
Korkuteli’ne bağlı Yeşilyayla Mahallesi'nde K.T.'ye
(39) ait eve baskın düzenledi. Korkuteli İlçe
Jandarma Komutanlığı ve Antalya İl Jandarma
Komutanlığı Kaçakçılık ve organize suçlarla mücadele
şube müdürlüğü ekipleri, evde yaptıkları aramada 1
adet gümüş sikke, 1 adet gümüş içki kabı, 42 adet
bronz sikke, 2 adet bronz kol düğmesi, 2 adet bronz
yüzük, 4 adet metal ok ucu, 59 adet metal obje, 1
taş obje, 6 adet metal arama detektörü ele geçirdi.
Olayla ilgili K.T isimli şahıs da gözaltına
alındı.İfadesi alınan K.T. Korkuteli Cumhuriyet
Savcılığına sevk edilirken, ele geçirilen 112 adet
tarihi eser Antalya Müzesine gönderildi.
Yeni Alanya, 12.11.2015
|
 |
492 YILLIK KÖPRÜ
KURTARILACAK
İstanbul’un
Kadıköy
İlçesi'nin en eski tarihi yapılarından biri olan
ve yıllardır kaderine terk edilmiş halde ayakta
duran 492 yıllık Bostancıbaşı Köprüsü (Bostancı
Köprüsü),
kadıköy belediyesi
tarafından restorasyona alınacak.
Halk arasında ‘Çamaşırcı
Deresi’ olarak bilinen Bostancı Deresi üzerinde
bulunan tarihi eser, son olarak 1987’de onarılmış
ancak çevredeki dükkanlara yer kazandırmak amacıyla
köprünün her iki yan gözü doldurulmuş ve zemin
yükseltilmişti. Bu çalışmalar nedeniyle tarihi
eserin orjinali büyük zarar görürken, yıllar
içerisinde ortaya çıkan manzara ve tahribat ise
duyarlı vatandaşların tepkisine neden oldu.
Girişimler başladı
Bakımsızlık ve ihmal nedeniyle adeta ayakta
durmakta güçlük çeken tarihi köprünün durumuna
kayıtsız kalmayan Kadıköy Belediyesi ise tarihi
mirasın kurtarılması için gerekli girişimlere
başladı. Yetkilileri, restorasyon çalışmaları için
Karayolları Genel
Müdürlüğü’nden gelecek onayı
beklediklerini belirterek şu bilgileri verdiler:
“Bostancı ile
Maltepe
sınırındaki tarihi köprünün bakım ve onarım yetkisi
Karayolları’nda bulunuyor. Tarihi eserin
kurtarılması için Karayolları nezninde gerekli
girişimlerde bulunduk. Şayet olumlu yanıt gelirse,
restorasyon projemiz 5 No’lu Koruma Kurulu’nun önüne
gidecek. Koruma Kurulu’ndan da olumlu cevap çıkması
durumunda restorasyon çalışmalarına başlanacak.
Kadıköy sınırlarındaki en eski eserlerden biri olan
Bostancıbaşı Köprüsü tamamen belediyenin bütçesinden
aslına uygun olarak, büyük bir titizlikle restore
edilecek. Belediye olarak bu eserin ayakata kalarak
gelecek nesillere aktarılmasını istiyoruz.”
Taşkın ve fırtınada yıkılmıştı
Bostancı Deresi üzerinde 1523-1524 tarihinde inşa
edilen Bostancıbaşı Köprüsü’nün bir bölümü 1709’daki
su taşkını ve fırtınada yıkılınca, o dönem Bostancı
Ali Ağa tarafından yeniden yaptırıldı. Kesme taştan
yapılan eserin orta bölümü diğerlerinden daha yüksek
tutulurken 3 kemerli olarak inşa edildi. Tarihi
köprü 37.5 metre uzunluğa, 6 metre genişliğe sahip
bulunuyor. Köprünün her iki başında, 4 baba taşı
bulunması gerekirken, bunlardan sadece 2’si yerinde
duruyor.
Milliyet,
12.11.2015
|
TOPRAK ALTINDAKİ 7
BİN TARİHİ ESER GÜNYÜZÜNE ÇIKARILDI
Türkiye'de geçen yıl yürütülen 518 arkeolojik
kazı ve araştırmada yaklaşık 7 bin tarihi eser
günyüzüne çıkarıldı.
AA muhabirinin, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğünden aldığı bilgiye göre, tarih
boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu
toprakları halen önemli bir
tarihi zenginliği barındırıyor.
Her yıl çok sayıda yerli ve
yabancı akademisyenin başkanlığında, bakanlığın
izniyle gerçekleştirilen kazılarda, binlerce eser
ortaya çıkarılıyor. Geçen yıl da 518 arkeolojik kazı
ve araştırmada yaklaşık 7 bin tarihi eser
günyüzüne çıkarıldı.
Bu yılki kazılarda ortaya
çıkarılan eserlerden en önemlilerinden biri olarak
gösterilen Mersin'in Silifke ilçesindeki Olba antik
kentindeki 16 levha halindeki mozaik Silifke Müze
Müdürlüğünde koruma altına alındı.
Mozaikler üzerinde geometrik
bezemeler arasında birer kadın ve ortada bir erkek
olmak üzere toplam üç portre, kanatlı ve
pelerinli melek tasviri bulunuyor. İlk
belirlemelere göre MS. 24'nci yüzyıl sonları ile
3'üncü yüzyılın ilk yarısı arasındaki döneme
tarihlenen mozaiğe yönelik restorasyon ve
konservasyon çalışmalarına devam ediyor.
Antalya'nın Serik
İlçesi'ndeki Aspendos antik kentinde ise Roma
bazilikasında Apollon’a ait olduğu tahmin edilen,
123 x 68 santimetre ölçülerinde mermer bir heykel
ortaya çıkarıldı.
Yunan mitolojisinde
müziğin, güzel sanatların, güneşin, ateşin ve
şiirin tanrısı, kehanet yapan, bilici tanrı
Apollon'a ait olan ve büyük olasılıkla MS 2'nci
ve 3'üncü yüzyıllara tarihlenen heykelin, bilimsel
çalışmaların tamamlanmasının ardından Antalya
Müzesi Müdürlüğünde sergilenmesi
öngörülüyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Sultan
Çoğalan, 12.11.2015
|
TÜRKİYE'DE BULUNAN
ÇÖMLEKLER İNSAN-ARI İLİŞKİSİNİN TARİHİNİ DEĞİŞTİRDİ
İngiltere'deki Bristol Üniversitesi uzmanlarınca
yürütülen bir çalışma, insanların arıları Taş
Devri'nde de kullandığını ortaya çıkardı. Buna
göre; Türkiye topraklarındaki insanlar, bal
arılarından en az 8 bin 500 yıl önce de
faydalanıyordu.
Nature dergisinde
yayınlanan araştırmanın sonuçlarına yönelik
makele, Konya Çatalhöyük’te bulunan ve milattan
önce 7'nci milenyumla tarihlenen çömleklerde
balmumu kullanıldığını ortaya koydu. Bu da
Neolitik dönem çiftçilerinin arı ürünlerini
kullandığına dair en eski kanıt olarak kayıtlara
geçti.
Avrupa'daki
birçok başkaca Neolitik alandan çıkarılan
çömleklerde de ayırıcı kimyasal balmumu izlerine
rastlandı.
Kimya Profesörü
Richard Evershed liderliğinde yürütülen ve 20
yıllık bir araştırmanın ürünü olan makalede,
150'den fazla arkeoloji alanında bulunan 6 bini
aşkın parçadaki kimyasal bileşimler incelendi.
SERAMİKLERİ SU
GEÇİRMEZ HALE GETİRMEK İÇİN
Makalenin Başyazarı Dr. Melanie Roffet-Salque,
"Bal arısının kullanılmasının en açık nedeni
bal. Çünkü bu, tarih öncesi insanlar için nadir
bir tatlandırıcı. Fakat balmumu, kendi içinde
çeşitli teknik, ritüel, kozmetik ve tıbbi
amaçlarla, örneğin gözenekli seramik araçları su
geçirmez hale getirmek için kullanılmış
olabilir" dedi.
ABD’deki
Mounth St. Joseph Üniversitesi’nden Biyoloji
Profesörü Gene Kritsky makaleye ilişkin
değerlendirmesinde, çömleklerdeki balmumu
varlığının, tarih öncesi dönem çiftçilerinin
arıcılık yaptığını değil, balmumu ve baldan
faydalandıklarını gösterdiğini söyledi. Kritsky,
araştırmanın insanların arı ürünlerini
kullanmasının tarihini bilinenden en az 2 bin
yıl geri götürdüğünü belirtti.
İLK TARIMCI TOPLULUKLARDAN BİRİ
Dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olan
Çatalhöyük'te yaşayan insanlar, ilk tarımcı
topluluklardan da biridir. Çatalhöyük, bu
özelliklerinin bir sonucu olarak 2009 yılında UNESCO
Dünya Mirası
Geçici Listesi'ne eklendi. UNESCO tarafından 2012
yılında Dünya Mirası Listesi'ne dahil edilmesine
karar verildi.
Hürriyet, 12.11.2015
|
KIBRIS'TA 2300
YILLIK ANTİK TİYATRO BULUNDU
Sidney Üniversitesi arkeoloji ekibi tarafından
yapılan araştırmalarda MÖ. 300 yılına tarihlenen bir
tiyatro yapısı keşfedildi. Kıbrıs Eski Eserler
Bakanlığı Cuma günü yaptığı açıklamada tiyatronun,
adada türünün en eski örneği olduğunu açıkladı.
GÖSTERİ VE
PERFORMANS ALANI
Arkeofili’de yayınlanan
habere göre yapılan açıklamada; bu tiyatronun MÖ.
300 ile MS. 365 yılları arasında 665 yıl kadar
gösteri ve performans mekanı olarak kullanıldığı ve
büyük bir deprem ile yapının kullanımının sonlandığı
belirtildi. Ayrıca araştırmacılar son çalışmalarda
MS. 2. yüzyıla ait bir nymphaion (Çeşme yapısı )
dahil olmak üzere çevredeki diğer yapılar ile
beraber tiyatroyu değerlendirmeye çalışıyorlar.

Kıbrıs’ın güneybatısında
bulunan Nea Paphos Hellenistik – Roma
yerleşmesindeki tiyatro yapısı kazıları Sidney
Üniversitesi Arkeoloji bölümü tarafından
yürütülmekte. Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde
bulunan antik kentte iki yıldır çalışmalar
yapılmakta. Eylül ayında ise ekip tarafından tiyatro
bölgesinde jeo haritalama çalışmaları yapıldı. Ekip
hemen tiyatronun güneyinde ise tiyatroya ulaşan yol
olduğunu düşündükleri 8.4 metrelik bir roma yolunu
da ortaya çıkardı. Ayrıca ortaya çıkarılan yolun
yönü düşünüldüğünde tipik Hellenistik ızgara planın
şehirde uygulanmadığı da ortaya çıktı. yrıca tiyatro
çevresinde bugüne kadar 30’un üzerinde granit sütun
bulundu. Granit sütunların Türkiye’deki Troas
(Çanakkale) bölgesinden getirildiği anlaşıldı ve bu
sayede Roma ticareti hakkında da bir fikir
edinildi.Troas granitleri Akdeniz coğrafyasında
oldukça yoğun bir şekilde kullanılmaktaydı. Nea
Paphos mimarisinde de bu granitin kullanımı
şaşırtıcı karşılanmıyor.
Sözcü, 12.11.2015
|
DEVRİM ERBİL'İN İSTANBUL'U
Devrim Erbil'in
Tophane-i Amire'deki sergisini neden çok beğendim?
Bu sorunun yanıtını bir resim eleştirmeni başka
türlü verir, benim gibi bir sergi ziyaretçisinin
söyleyecekleri farklıdır. Serginin retrospektif
özelliği taşıması zaten anlatıldı, yazıldı, bir
ömrün ürünleri değerlendirildi.Ben biraz daha
kişisel yaklaşacağım. Devrim Erbil’in hangi
resimlerini özellikle çok severim, hangilerine sık
sık, dönüp dönüp bakarım?Elbette İstanbul
resimlerine.Bir yandan da bir özeleştiri yaptım
kendi kendime. Acaba Devrim Erbil, beni böylesine
etkileyen İstanbul resimleri yapmasaydı, benden bu
kadar övgü alabilir miydi? İçten bir cevap
isterseniz, hayır diyebilirim. Ama şunu da belirtmem
gerekiyor ki, onunkiler İstanbul resmi değil,
İstanbul şiiridir.Her kentin edebiyata, resme,
müziğe yansıyışı, tür farklılığından ötürü zengin
bir çeşitlilik gösterir, o zaman kente/sanat
ilişkisine yoğunlaşmam da hoş görülebilir.İstanbul’u
çeşitli tepelerden, çeşitli semtlerden gördüm.
Hepsinde yaşadım, onları nasıl algıladım, belleğimde
bıraktıkları iz neydi?İşte kırık dökük gözlemler,
kişisel saptamalar Devrim Erbil’in resimleriyle
ölümsüzlük, ebedilik kazanıyor.İstanbul nasıl bir
şehirdir? Camisinden köprüsüne kadar bakanı büyülen,
etkileyen bir kent. Peki bir Türk ressamı onu nasıl
tuvale getirmeli?Böyle bir öneriyi yapacak
kişilerden değilim, ama Erbil’in yaptıklarını
görünce, işte İstanbul tuvale bu çeşitliliğiyle,
yaşayan yanlarıyla gelmeli diyorum.Bir Türk
ressamının resimlerinde, o kentin yaşama temposunu
da görüyorsunuz.Müsaadenizle, cehaletin verdiği
cesaretle bir saptamamı daha size ileteceğim.Ben o
resimlerde minyatürden gelmiş bir görsel ustalığın
da izlerini bulurum. Benim gibi sıradan bir
ziyaretçi bunları bulabildiyse, işin uzmanı daha da
derinden görebilir.
* * *
Sergiye gittiğinizde, resimleri yaşamı ile birçok
kitabı masa üstünde göreceksiniz. Devrim Erbil - Bir
Sözlük Denemesi kitabındaki Mehmet Ergüven’in
yazısı. Bir ressam, yalın ama kuşatıcı bir anlayışla
nasıl yazılır, bunun örneği.Mehmet Ergüven, opera
dünyasının olduğu kadar resim dünyasının da usta bir
yazarı, yorumcusudur. Giriş yazısı, bir ressamın
yapıtıyla tanışmanın ve devam eden ilginin edebi
öyküsüdür. “1960’ların ilk yarısında boğucu bir yaz
akşamı. Giriş katında yer alan bir dairenin balkon
kapıları ardına kadar açılmış. Salonda asılı duran
büyük boyutlu resmi fark etmek için meraklı olmaya
gerek yok; kendiliğinden göze çarpan bir resim
bu.1977 yılında İzmir’deki kişisel sergisini
gezerken, Ataköy’de gördüğüm o resmin kimin imzasını
taşıdığını çoktan biliyordum, ama Erbil’le ilk kez
bu sergi nedeniyle yüz yüze geliyordum şimdi ve
tanışma ile buluşma anları arasında kendiliğinden
bir yüksek gerilim hattı oluşmuştu sanki.”Sözlük
maddelerinin sayısı 32. Madde başlıklarını sıralamak
gerekirse; Özgünlük, Düzenleme, Dokuma, Model,
Suret, Doğa, Çizgi, Kalem/Fırça, Petekler, Merkez,
Dipyüzey, Kuşbakış, Bakış Hattı, Duruş Noktası,
Serme, Renk, Haletiruhiye, Taşma, Atmosfer, İfade,
Mavi, Yeşil, Kırmızı, Çeşitleme, Dışarı, Ufuk, Işık,
Eşitleme, Tasarım, Özgünbaskı, Halıresim,
Yayılma.Mehmet Ergüven’in analitik çalışması, birçok
kimsenin resimlerini anlayacak bilgiyi içeriyor.
Benim özellikle seçip okuduğum maddeler Kuşbakış,
Haletiruhiye, Kırmızı oldu. Siz de bu kitabı
okuduğunuzda kendi beğeninizle bu bilgileri
karşılaştırabilirsiniz.
* * *
Devrim Erbil sergisini mutlaka görün.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 12.11.2015 |
FENER RUM PATRİĞİ BARTHOLOMEUS, BULGARİSTAN'DA KRİZE
YOL AÇTI
Fener Rum Patriği Bartholomeos, Sofya ziyareti
sırasında Bulgarlara “II. Dünya Savaşı sırasında
gasp ettiğiniz ikonaları iade edin” sözleriyle
büyük kriz yarattı. Bulgaristan Cumhurbaşkanı
Rosen Plevneliyev Patriğe en yüksek “Stara
Planina” devlet nişanı verdiği seremonide patlak
veren kriz üzerine, Bulgaristan Başbakanu Boyko
Borisov, Fener Rum Patriği Bartholomeos ile
randevusunu iptal etti.
İkona krizi Fener
Rum Patriği Bartholomeos’un
Bulgaristan gezisinin ilk gününde patlak
verdi. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliyev, Fener
Rum Patriği’ni üst düzey protokolle karşılayarak
bir de Bulgaristan’ın en yüksek “Stara Planina”
devlet nişanını takdim etti.
Ancak nişan
töreninde beklenmedik bir konuşma yapan
Bartholomeos, “Ortodoks kiliseleri arasında
yeniden sıkı bağlar kuruluyor. Ancak eski dönemi
de gözden geçirmek gerek. II.
Dünya Savaşı sırasında çalınan ve
Patrikhane’ye ait aziz ikonalar gerçek sahibine
iade edilmeli” dedi.
TÖRENDE
SOĞUK RÜZGARLAR ESTİ
Bartholomeos’un bu sözleri törende soğuk
rüzgarlar estirdi. Bulgar Ortodoks Kilisesi
temsilcileri “Fener Rum Patriği bizi resmen
hırsızlıkla suçluyor. Halbuki bahsettiği
ikonaların gerçek sahibi bizleriz. Asıl Fener
Rum Patrikhanesi yüzlerce yıl önce onları bizden
çalmıştır” tepkisini gösterdi.
Fener Rum
Patriği Bartholomeos’un sözleri bir anda siyasi
kriz boyutunu aldı. Salı günü Patrik ile
randevusu bulunan Bulgaristan Başbakanı Boyko
Borisov, yoğun programını gerekçe göstererek
Bartholomeos ile randevunun iptal edildiğini
açıkladı. Bulgar din adamları da Cumhurbaşkanı
Rosen Plevneliev'in Patrik Bartholomeos ile
çektirdiği fotoğrafta yer almayı reddetti.
Bulgar din adamların tepkisi nedeniyle
Bartholomeos'un dün akşam planlanan basın
toplantısını iptal ettiği bildirildi.
Bulgaristan’daki Ortodoks dini çevreler ise
Fener Rum Patriği çıkışına şimdiden
“Bartholomeos aramızda yeni soğuk savaş
başlatmış sayılır” demeye başladı.
GÖZLEMCİLER "BASKININ DEVAMI" DİYE
YORUMLUYOR
Bulgaristan'da
araştırmacılar ve siyasi gözlemciler, Fener Rum
Patriği Bartholomeos'un iki gün önce sona eren
Bulgaristan ziyareti sırasında yaşananları,
Bulgar Ortodoks Kilisesi üzerindeki baskıların
devam ettiğinin göstergesi olarak yorumladı.
Anadolu Ajansı’nın
haberine göre; İstanbul'daki Bulgar Ortodoks
Kiliseleri Vakfında yönetim kurulu üyeliği de
yapan araştırmacı yazar Bojidar Çipof,
Patrikhane'nin, İstanbul'daki Bulgar
kiliselerine zaman zaman Rum din adamları
göndererek ayinlerin Bulgarca değil, Rumca
yapılmasını istediğini söyledi.
Çipof,
"En kutsal ayinlerinde bile papaz eksikliğinden
İstanbul'daki bütün kiliselerini ibadete
açamayan Patrikhane, sıra Bulgar kiliselerine
gelince, buralara göndermek için papaz buluyor,
hatta Patrik kendisi geliyor" dedi.
Siyasi yorumcu Diana Petrova, Fener Rum
Patrikhanesi'nin, Bulgar Ortodoks Kilisesi'nin
ruhani lideri Patrik Neofit'e sürekli baskı
yaparak Bulgaristan'ın güney bölgelerindeki
kiliselerde Rumca ayin yapılmasına izin
vermesini istediğini savundu.
155 YILI
ÖNCE BAĞIMSIZ OLMUŞTU
155 yıl
önce, 1860 yılında İstanbul'daki Bulgar Ortodoks
Kilisesi'nde düzenlenen
Paskalya ayininde, Rum patriğinin adının
anılmamasıyla başlayan bağımsızlık mücadelesi,
Sultan Abdülaziz'in 1870'teki "Bulgar Eksarhlığı
Fermanı" ile başarıya ulaşmış oldu.
Abdülaziz'in emriyle 1872'de Vidin Metropoliti
Antim Efendi'nin ilk Bulgar Eksarhı olarak
seçilmesiyle Bulgarlar dini işlerinde resmen
Fener Rum Patrikhanesi'nden ayrıldı.
Abdülaziz'in fermanına rağmen Fener Rum
Patrikhanesi, Bulgar Ortodoks Kilisesi'nin
bağımsızlığına karşı çıktı. Patrikhane, 1945
yılında Bulgar Kilisesi'nin bağımsızlığını
tanımak zorunda kaldı. Bulgaristan'da kilise
temsilcileri, Fener Rum Patrikhanesi'nin
kendilerine yönelik 155 yıldır sürdürdüğü
baskıları bugün de devam ettirdiğini ifade
ediyor.
Hürriyet, 11.11.2015
|
MÜZELERDE ENGELLER KALKIYOR
Engelli vatandaşların
yardıma ihtiyaç duymadan turizm faaliyetlerine
katılmasını, sosyal ve kültürel açıdan gelişimlerini
desteklemeyi amaçlayan ‘Erişilebilir Müze’ projesi,
kamuoyuna tanıtıldı.
Büyükşehir
Belediyesi ve Bursa Valiliği işbirliğiyle, Bursa
Engelliler Federasyonu tarafından koordine edilen
‘Erişilebilir Müze’ projesi, Bursa Göç Tarihi
Müzesi’nde düzenlenen toplantıyla kamuoyuyla
paylaşıldı. Toplantıya, Bursa Milletvekili Bennur
Karaburun, Vali Yardımcıları Ergün Güngör, Fatih
Kadiroğlu, Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili
Abdülkadir Karlık, Bursa Engelliler Federasyonu
Başkanı Murşit Atlıakın, Kültür ve Turizm Daire
Başkanı Aziz Elbas, Müzeler Şube Müdürü Muhterem
Çevik, engelli derneklerin yöneticileri, kurum
amirleri katıldı.
Engelliler
Federasyonu Genel Sekreteri Ayhan Zenbilci,
müzelerin, insan hayatında önemli yerini
kapladığını, geçmişe ve ecdada yönelik yapılan
çalışmaları öğrenebildikleri mekanlar olduğunu
söyledi. Müzecilik açısından Bursa’nın şanslı bir
şehir olduğunu belirten Zenbilci, Türkiye’nin ilk
sıfır engelli müzesinin de Bursa Kent Müzesi
olduğunu hatırlattı. Erişilebilir Müzeler
Projesi’nin, görme ve işitme engellilerin
müzelerdeki gezintisini kolaylaştıracağını anlatan
Zenbilci, projeye destek veren Bursa Valiliği’ne,
Büyükşehir Belediyesi’ne, Bursa Kent Konseyi’ne,
proje ekibine ve tüm kurumlara teşekkür etti.
“Engellilerin
yardıma ihtiyaç duymadan turizm faaliyetlerine
katılmasını amaçlıyoruz”
Büyükşehir Belediyesi
Başkanvekili Abdülkadir Karlık ise, geçmişin
değerlerini geleceğe aktaran müzelerin günün
ihtiyaçlarını da karşılaması gerektiğini söyledi.
Toplumun her bireyine eşit hizmet vermek için
çalışmaların sürdüğünü belirten Karlık, engelli
bireylerin sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlerde
herhangi bir şeye ihtiyaç duymadan yer alabilmesinin
önemine dikkat çekti. Sivil toplum kuruluşlarıyla
Bursa Valiliği’nin ve Büyükşehir Belediyesi’nin
ortak projeler yürüttüğünü aktaran Karlık, “Bursa
Engelliler Federasyonu ile Bursa Valiliği ve
Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan
‘Erişebilir Müze Projesi’, İçişleri Bakanlığı
Dernekler Dairesi Başkanlığı’nın hibe programı
kapsamında 39 bin 322 TL hibe almaya hak kazandı.
Bursa Müzeler Müdürlüğü’ne bağlı Arkeoloji Müzesi,
Atatürk evi Müzesi, Mudanya Mütareke evi Müzesi,
Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Bursa Göç Tarihi
Müzesi, Bursa Kent Müzesi ve Karagöz Müzesi pilot
olarak belirlendi. Proje kapsamında engelli
vatandaşların yardıma ihtiyaç duymadan turizm
faaliyetlerine katılmasını, sosyal ve kültürel
açıdan gelişimlerini desteklemeyi amaçlıyoruz.
Engellilerin erişimdeki ihtiyaçlarını karşılamak
için kültür kurumlarında farkındalık oluşturmayı,
kültür ve sanatın içeriğini geliştirerek engellilere
uygun metaryaller hazırlamayı hedefliyoruz. Toplumu
oluşturan tüm bireylere hizmet sunarken fırsat
eşitliğini sağlamayı, toplumda engellilere dair
farkındalığı artıracak çalışmalar yapmayı
arzuluyoruz” dedi.
Ekim 2015 ile Haziran
2016 tarihleri arasında yapılacak proje kapsamında
müzelerde çalışan 25 personele işaret dili eğitimi
verileceğini anlatan Karlık, engellilere yönelik
tanıtım filmleri ile broşürlerin hazırlanacağını
söyledi. İşitme ve görme engelli okullarda eğitim
alan 240 öğrenciyle müze gezilerinin düzenleneceğini
belirten Karlık, “Projeyle Bursa’da yaşayan ve
Bursa’ya gelen görme, işitme ve konuşma engelli
bireylerin müze ziyaretlerinden daha fazla verim
olmasını hedefliyoruz. 2014 senesinde Büyükşehir
Belediyesi’ne bağlı tüm müzelere gelen
ziyaretçilerin sayısı 399 bin 142’dir. 1 Kasım 2015
itibariyle bu rakam 388 bin 377 olmuştur. Müze
sayısı 10’a yükseldi. Yeni müzelerin açılması için
çalışmalarımız devam etmektedir” diye konuştu.
Bursa milletvekili
Bennur Karaburun, projeyi çok anlamlı bulduğunu,
görme engellilerin müzeyi hissetmesinin önemli
olduğunu belirtti. Türkiye’nin bu konuda çok yol kat
ettiğini anlatan Karaburun, tüm müzelere
engellilerin ulaşabileceği ortamlar oluşturulması
için çalışmaların devam edeceğini ifade etti.
Vali yardımcısı Ergün
Güngör ise, müzelerin geçmiş ve gelecek arasında
köprü olduğunu, tüm vatandaşların buralardan
yararlanmasını arzuladıklarını dile getirdi. Engelli
bireylerin de engelsiz bireyler gibi tüm
hizmetlerden yararlanmasını amaçladıklarını aktaran
Güngör, “Bununla ilgili devletimiz düzenlemeler
yaptı. Oluşturduğumuz denetleme ekipleri kurum ve
kuruluşlara ikaz yazılarını gönderiyor. Şehrimizde
engelliler için sıkıntılı noktalar olabilir. Ama
Büyükşehir Belediyesi ile birlikte bu konuda önemli
işbirliklerimiz var. Bursa’yı engelsiz şehir haline
getirmek başlıca hedefimiz. Yöneticiler olarak her
zaman engelli vatandaşlarımızın yanındayız” dedi.
Vali
Yardımcısı Fatih Kadiroğlu, son 10 senede çıkarılan
kanunlarla önemli tedbirlerin alındığını, mevzuata
uyum olması halinde engellilerin de engelleri
aşacağını anlattı.
Bursa Engelliler
Federasyonu Başkanı Mürşit Atlıakın ise, engellileri
anlamaya çalışmanın güzel bir duygu olduğunu dile
getirdi. Günümüzde daha çok fiziksel
erişebilirliğini konuşulduğunu, ancak konunun işitme
ve görme engelliler yönü olduğunu da hatırlatan
Atlıakın, eksikliğini hissettikleri bir konuda
çalışma yaparak ‘Erişilebilir Müze’ projesini
geliştirdiklerini söyledi. Atlıakın, Bursa
Valiliği’ne, Büyükşehir Belediyesi’ne, Bursa Kent
Konseyi’ne, Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne ve
projede katkısı olan tüm ekibe teşekkür etti.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, 11.11.2015
|
VAN GOGH'A AİT OLDUĞU TAHMİN EDİLEN TABLO ÜZERİNDEKİ
İNCELEME SÜRÜYOR
Tokat'ta polis ekiplerin düzenlediği operasyonda ele
geçirilen yağlı boya tablonun ünlü
ressam Vincent Van Gogh'un "Yetim Adamlar" serisine
ait olup olmadığının belirlenmesi için Kültür ve
Turizm Bakanlığınca yürütülen çalışma devam
ediyor. Tablonun Van Gogh'a ait olması halinde
kentin turizmine katkı yapması bekleniyor.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman
Akyüz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mart ayında
iki kişinin tarihi eser satma hazırlığında olduğu
bilgisi üzerine polisin yaptığı operasyonda ele
geçirilen yağlı boya tablonun Tokat Müzesinde koruma
altında bulunduğunu söyledi.
Tablonun ünlü ressam Van Gogh'un "Yetim Adamlar"
serisine ait olup olmadığının belirlenmesi amacıyla
Kültür ve Turizm Bakanlığınca çalışma yürütüldüğünü
bildiren Akyüz, bu konuda henüz bir şey
söylenemeyeceğini, buna uzmanların karar vereceğini
belirtti.
“Eser Van Gogh'a ait olursa ilimize yerli
ve yabancı turistin geleceğini düşünüyorum”
Eserin müzede yüksek güvenlikli olarak
korunduğuna dikkati çeken Akyüz, "Eser ele
geçirildikten sonra müzemize teslim edildi. Bakanlık
yetkilileri ilimize gelerek tabloyu inceleyecekler.
Eser Vincent Van Gogh'a ait olursa turizm ve
ilimizin tanıtımı açısından iyi olacak. Tabloyu
görmek için ilimize gelmek isteyecek çok
sayıda yerli ve yabancı turist olacağını
düşünüyorum” şeklinde konuştu.
Taklit olma ihtimali düşük
Tokat'ta mart ayında polisin yaptığı operasyonda
bir araçta 44x64 santimetre ebatlarında yağlı boya
tablo ele geçirmişti. Çerçevesinin ön yüzünde metal
plaka üzerinde "Vincent Van Gogh Amsterdam 1882",
arka kısmında ise "Vincent Van Gogh 1882 Orphan Man,
Standing" ibarelerinin olduğunu gören polis, tabloyu
incelenmesi için Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sanat
Tarihi Bölümüne göndermişti.
Burada yapılan ön incelemede tablonun "tarihi
nitelikli eser" niteliği taşıdığı, Van
Gogh'un 1882-1883 yıllarında yaptığı "Yetim Adamlar"
serisinde bulunan 37 eserden biri olabileceği
belirtilmişti. Raporda, tablonun fırça darbeleriyle
yapılmış özel bir eser olması nedeniyle taklit
edilme ihtimalinin düşük olduğu ifade edilmişti.
Anadolu Ajansı, Haber: Ekber
Türkoğlu, 11.11.2015
|
ANAVARZA'DA YENİ SURLAR BULUNDU
Adana'nın Kozan İlçesi'nde yer alan Anavarza antik
kentindeki kazı çalışmalarında milattan sonra 8-9.
yüzyıla ait yeni surlar bulundu.
Kazı ekibinin başkanlığını da yapan ÇÜ Fen
Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı
Başkanı Yrd. Doç. Fatih Gülşen, uzun yıllardır devam
eden çalışmalarda çok önemli verilere ulaştıklarını
belirtirken, Roma İmparatorluğu dönemine ait 2 bin
yıllık anıtsal giriş kapısı olan zafer takının
üç kemerli ve 22,5 metre genişliğinde, 10,5 metre
yüksekliğinde olduğunu ve dünyanın planlanmış ilk
ana caddesinin buradan geçtiğinin kazılarla
belirlendiğini anımsattı.
"Yaklaşık 4,5 kilometre uzunluğundaki surların
bölgede Arapların hüküm sürdüğü milattan sonra 8-9.
yüzyıla ait olduğunu" kaydeden Gülşen, "30 metre
genişliğindeki sur duvarları üzerinde 2 kapı var.
İkisi de batı kapısı olarak adlandırılıyor.
Kapıdan geçilip, ana caddeye ulaşılıyor. Kapıdan,
kuzey güney istikametli ana caddeyi doğu batı
doğrultusunda kesen yol geçiyor. Bu yolda da
sütunlar bulunuyor" dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: İbrahim Seçkin Talaş,
11.11.2015
|
İSTANBUL'DA TARİHİ YAPILARIN KORUNMASI,
GÜÇLENDİRİLMESİ VE RESTORASYONU SEMPOZYUMU YAPILDI
Yapı İnovasyon Merkezi (YİM), Boğaziçi Üniversitesi
İnşaat Mühendisliği Bölümü ve Uluslararası Proje
Yönetimi Enstitüsü (UPYE) tarafından organize edilen
sempozyum 31 Ekim Cumartesi günü Boğaziçi
Üniversitesi Albert Long Hall binasında yapıldı.
Mimarlık, mühendislik ve sanat tarihi
alanlarında çalışan profesyonellerin,
akademisyenlerin ve üniversite öğrencilerinin
büyük ilgi gösterdiği sempozyum üç ana oturumda
yapıldı.
YİM ve UPYE Yönetim Kurulu Başkanı Dr.Mehmet
Sait Cülfik ve İstanbul Vakıflar Bölge Müdürü
Mürsel Sarı'nın açılış konuşmaları ile başlayan
sempozyumdaki ilk oturumda konunun sanat tarihi
ve mimarlık perspektifi ele alındı. Bu oturumda
Mimar Sinan Üniversitesi'nden Profesör Oğuz
Ceylan yakın zamanda tamamlanan ve halen Beyoğlu
Belediyesi hizmet binası olarak kullanılan VI.
Daire Binası'nın koruma uygulaması ve çağdaş ek
tasarımı süreçlerini anlatırken, İstanbul
Üniversitesi'nden Profesör Baha Tanman ise
İstanbul'da Osmanlı dönemi yapılarında
gerçekleştirilen yakın tarihli restorasyonların
sanat ve mimarlık tarihine katkılarını konu alan
sunumunu katılımcılar ile paylaştı. Bu
oturumdaki diğer konuşmacı olan Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'nden Yüksek Mimar Dr. Olcay Aydemir
ise kültür varlıklarının korunması ve
sürdürülmesi sürecindeki analiz çalışmaları ve
yapılan uygulamaları bir çok örnek üzerinden
detayları ile paylaştı.
İkinci oturumda ise tarihi yapıların
korunmasının mühendislik perspektifinden
değerlendirilmesi yapıldı. Bu oturumda Boğaziçi
Üniversitesi'nden Profesör Gülay Altay kültürel
mirasın ve tarihi binaların korunmasının ancak,
mimarların, mühendislerin, STK'ların,
uygulamacıların, danışmanların ve yöneticilerin
birlikte çalışmasıyla en doğru biçimde
gerçekleştirilebileceğini vurgularken, sunumunda
bir çok uygulama örneklerinden ve üniversitede
yapılan akademik çalışmalardan örneklerle tarihi
yapıların güçlendirilmesi konusunu katılımcılar
ile paylaştı. Boğaziçi Üniversitesi'nden
Profesör Turan Özturan ise yığma yapılarda
malzeme testleri konusunu ilgili yönetmelikler
çerçevesinde ve uygulama örnekleri ile detaylı
bir şekilde katılımcılar ile paylaştı.
Sempozyuma İstanbul Teknik Üniversitesi'nden
katılan Profesör Alper İlki ise sunumunda tarihi
yapılarda yapısal güvenliğin değerlendirilmesi
ve iyileştirilmesi konusunu güncel restorasyon
çalışmalarından Sivas Gökmedrese, Küçük Mustafa
Paşa Hamamı, Küçük Mecidiye Camii, Molla Çelebi
Camii projelerinden örneklerle anlattı.
Son oturumda ise İstanbul'daki güncel iki
önemli koruma projesinin sunumları yapıldı.
Haliç'teki Camialtı ve Taşkızak Tersane
bölgesinde yürütülen dönüşüm projesinin master
projesi, projeyi yürütmekte olan Teğet Mimarlık
tarafından sunuldu. Sunumu yapan Mimar Gökçen
Erkılıç sunumunda, sanat tarihi, restorasyon,
şehir planlama, yapım mühendisliği, kıyı
mühendisliği, trafik mühendisliği ve peyzaj
danışmanlarından oluşan geniş bir kadronun
desteği ile yürüttükleri projede koruma odaklı
bir çalışma yapıldığını, proje sahasındaki tüm
tescilli yapılar ve tabiat varlıkları korunarak
bölgenin günümüze kazandırılmaya ve tarihi
birikimi ile geleceğe taşınmaya çalışıldığını
vurguladı. İstanbul'un en önemli güncel
restorasyon projelerinden olan Fatih Camii
restorasyonunu ise Yüksek Mimar Tuğba Keleş
Ocakcan sundu. Ocakcan Fatih Camii'nin 1462-1470
yılları arasında Fatih Sultan Mehmet tarafından
Mimar Sinaüddin Yusuf Bin Abdullah'a (Atik
Sinan) yaptırılmış olduğunu ancak 1766 yılında
vuku bulan büyük İstanbul depreminden sonra
Sultan III. Mustafa tarafından caminin
onarımının Mimar Tahir Ağa'ya yaptırıldığını ve
caminin yeniden 1771 yılında ibadete açıldığını
vurguladı. Yılmaz Yapı tarafından caminin tüm
hasarlarının dikkatle tesbit edildiğini, onarım
ve aslına uygun olarak restorasyonunun sanat
tarihi, restorasyon ve yapım mühendisliği
alanından profesör hocalardan oluşan danışma
kurulunun gözetim ve onayı ile yapıldığını
detayları ile aktardı.
Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç,
|
ANTİK KAYIP ADA BULUNDU
Dikili’nin Bademli Köyü yakınlarında
yürütülen yüzey araştırmalarında,
jeoarkeologların yeraltı katmanlarından alınan
örnekleri incelemesiyle buradaki yarımadalardan
birinin antik dönemde aslında bir ada olduğu ve
kara ile arasındaki boğazın alüvyonlarla zamanla
dolduğu anlaşıldı. Böylece antik yazarların
sözünü ettiği ve üzerinde Kane antik kentinin
bulunduğu üçüncü Arginus adasının bu yarımada
olduğu anlaşıldı.

Dikili’nin
Karadağ Yarımadası kıyılarındaki limanların
araştırılmasını da kapsayan geniş kapsamlı bir
araştırma projesi ile yarımadadaki limanların
birbirleriyle olan bağlantısı incelendi.
Çalışmalar Alman
arkeoloji Enstitüsü başkanlığında ve
Köln Üniversitesi’nden jeoarkeologların
yürüttüğü bir proje kapsamında gerçekleşti.
Araştırma projesinde,
İzmir, Karlsruhe,
Manisa, Münih, Kiel, Köln, Rostock ve
Southampton üniversitelerinden
arkeologlar, eskiçağ tarihçileri,
coğrafyacılar, topoğraflar ve jeofizik uzmanları
görev aldı. Yürütülen çalışmalar sonrası Kane
antik kentindeki limanların niteliği ortaya
çıkarıldı. Ayrıca bahsedilen üçüncü adanın yeri
tespit edildi.
BOĞAZ DOLARAK YARIMADA OLMUŞ
Bademli Köyü'nde bulunan yarımadanın toprak
yüzeyinde görülen mimari kalıntılar ve seramik
buluntulara dayanarak Kane antik kentinin burada
yer aldığını saptadıklarını anlatan arkeolog
Prof.Dr. Felix Pirson; "Ancak buradaki adaların
Arginus Adaları olup olmadığı hususu
araştırmalarımız başlayana kadar tartışma
konusuydu. Alman Arkeoloji Enstitüsü
başkanlığında Köln Üniversitesi’nden
jeoarkeologların yürüttüğü bir proje kapsamında,
alınan karot sondajlarla antik Kane kentinin
zamanında aslında bir adanın üzerinde yer aldığı
anlaşıldı. Bu ada ile kara arasındaki boğaz
dolarak
bugün bu yarımadayı oluşturmuş. Karot
sondajlarla yer katmanlarından alınan jeolojik
numunelerin değerlendirilmesi sonucunda bu ada
ile kara arasındaki boğazın nasıl karaya
dönüştüğüne dair daha net bilgilere
ulaşılabilecek" dedi.

LİMANLARIN ARASINDA ARA DURAK
Bu proje çerçevesinde Karadağ Yarımadası’nda
bulunan limanların birbirleriyle olan
bağlantısını araştırdıklarını açıklayan
Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd.
Dr. Güler Ateş ise araştırmalar sonucunda
bahsedilen üçüncü adanın yerini tespit
ettiklerini belirtti. Kane antik kentindeki
limanların niteliğini ortaya çıkardıklarını
söyleyen Ateş, "Burasının kuzeyde Midilli
(Lesbos) ve
Edremit (Adramytteion), güneyde ise Pergamon
antik kentinin ana limanı olan Elaia (Zeytindağ)
arasındaki rotalar gibi önemli güzergahlar
üzerinde bir ara durak görevi gördüğü
anlaşılmıştır" dedi.

ZAFER KAZANAN KOMUTANLAR İDAM EDİLDİ
İzmir’in Dikili İlçesi’ne bağlı Karadağ
Yarımadası’nda bulunan Bademli Köyü'nde,
yarımadaya ismini veren antik Kane antik kenti
MÖ191/190 yılında, Romalıların III.
Antiochos’a karşı verdikleri savaşta
donanmalarının kışı geçirmesi için seçtikleri
liman olarak biliniyor. MÖ 406 yılında ise
kentin hemen güneybatısında yapılan ünlü Arginus
Deniz Savaşları, Atinalılar ile Spartalılar
arasında yaşandı. Savaşta Atinalılar
Spartalılara karşı büyük bir zafer kazanmış
olsalar da, komutanları batan gemilerindeki
yaralı askerlerine yardım etmedikleri ve
ölülerini gömmedikleri için, memleketlerine
döndükten sonra yargılandı, ardından da idam
cezasına çarptırıldı.
Milliyet, Haber: Oben Ulu, 11.11.2015
|
ÇAĞDAŞ SANAT PAZARI 300 MİLYON DOLARA ÇIKTI
Dünyanın en iyi çağdaş eserlerini 10 yıldır Türk
sanatseverlerle buluşturan Contemporary
İstanbul, bu yıl Akbank Sanat ana
sponsorluğunda 12-15 Kasım tarihleri arasında
Lütfi Kırdar Kongre Sarayı’nda ziyarete
açılıyor. 24 ülkeden 102 galeriye ev sahipliği
yapılacak etkinlikte yaklaşık 100 milyon
dolarlık eser sergilenecek.
EKONOMİNİN ETKİSİ
Contemporary
İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı
Ali Güreli şu an
Türkiye'de 80 bin kişinin çağdaş sanatla
yakından ilgilendiğini belirterek "Geçen yılki
etkinliği-mizde 96 milyon dolarlık eser
sergilenmişti. Bu eserlerin yüzde 65'i satıldı.
Ekonomideki düzelmeyle birlikte bu yıl bu rakam
daha da artacaktır.
Türkiye’de pazarın toplam büyüklüğü ise 300
milyon dolara yakın" dedi.
DETAYLI MASTER PLANI ŞART
Çağdaş sanatla ilgili devletin master planı hazırlaması gerektiğine de dikkat çeken
Güreli "Şu an milli gelir 10 bin dolar.
Ekonominin daha da büyüyeceğini öngörüyoruz.
Milli gelir 20 bin dolarlara yaklaştığında
hükümetin buna yönelik bir strateji oluşturması
gerek. Buna yönelik fikirlerimizi Kültür ve
Maliye bakanlıklarına bildireceğiz" diye
konuştu.
TAHRAN'IN ÖNEMİ BÜYÜK
Ortadoğu’nun çağdaş sanat konusunda önde
gelen başkentlerinden Tahran’dan bu yıl
fuara altı galeri katıldığını ifade eden
Dinçer "Aynı şekilde
Türkiye’deki sanat anlayışına yeni bir
soluk getiren yeni medya sanatının en dikkat
çeken eserlerinin yer aldığı ‘Plugin’ bu yıl
da fuarın ilgi çeken bölümlerinden. Ayrıca,
Uzakdoğu’nun özgün ve çağdaş sanat eserleri
Australia China Art Foundation aracılığıyla
Istanbul’da” sözlerinde bulundu. Bu yılki
etkinliğe 80 bin kişinin katılması
bekleniyor.
YABANCILARIN iLGiSi SÜREKLi ARTIYOR
Akbank Yönetim Kurulu Başkanı ve Murahhas
Üye
Suzan Sabancı Dinçer de şunları söyledi:
“Akbank olarak yıllardır kültür-sanat
projelerimizle sanatı geniş kitlelere
ulaştırıyoruz. Etkinlikte
Türkiye dışından bu yıl 65 galeri var. Geçen
sene katılımın yüzde 51'i yabancıydı. Bu seneyse
bu oran yüzde 64'e çıktı. Yani Contemporary
İstanbul, çağdaş sanatı
İstanbul’a taşıyor. Biz de Akbank olarak bu
misyonu kalpten destekliyoruz. Bu yıl,
Contemporary Tehran (Tahran’dan Çağdaş Sanat)
fuarın en dikkat çeken bölümleri arasında yer
alıyor."
Bugün, Haber: Murat Gülderen,
11.11.2015
******
CONTEMPORARY
iSTANBUL: BÜYÜK, GÖSTERİŞLİ VE DİKKAT ÇEKİCİ...
Türkiye’nin çağdaş sanat fuarı Contemporary
İstanbul dün açıldı. Her zamanki gibi kalabalık,
her zamanki gibi şık ve iddialıydı. Aslında her
zamankinden farklı bir yanı var bu yılki fuarın;
10. Yılını kutluyor. 2006’da Türkiye için
uluslararası yanı da olan bir ‘çağdaş sanat
fuarı’ olarak yola çıkan etkinlik,
kurumsallaşarak büyüdü ve yerini sağlamlaştırdı.
Çağdaş sanatın yükselişine eşlik etti, bu
yükselişi destekleyen ögelerden biri olmayı
başardı. Bu başarı sayesinde olmalı ki
Türkiye’de bir ikinci ‘çağdaş sanat fuarı’ da
kendini gösterdi ve bu alanda bir rekabet bile
oluştu.
Contemporary İstanbul bu
yıl yabancı galeri oranının yüzde 65’i bulduğunu
açıkladı. Demek ki önemli hedeflerinden birini
tutturmuş. 2006 yılında sadece 9 yabancı
galerinin bulunduğu fuarda bu yıl 24 ülkeden 65
galeri var. Türkiyeli galerilerden daha çoklar.
Ben her ne kadar ‘Türkiye’nin çağdaş sanat
fuarı’ desem de Contemporary İstanbul, dünyanın
bütün önemli fuarları gibi bölgesel bir etkinlik
olmayı hedefliyor. Yönetim Kurulu Başkanı Ali
Güreli, basın toplantısında bu hedefi
tutturduklarını şu sözlerle açıklamış oldu:
“Contemporary İstanbul bütün dünyadan
sanatseverlerin saygısını kazanmış bir sanat
fuarı haline geldi, zira bu bölgenin üretken
kaosunu kucaklamanın değerini kavramış
bulunmakta.”
‘YABANCI
SANATÇI’ İLGİSİ
Fuarın
‘uluslararası’ kimliğinin öne çıkması için özel
bir çaba gösteriliyor. Yabancı galeri katılımı
fuar yönetiminin de önemsediği ve özendirdiği
bir durum. Tıpkı uluslararası koleksiyonerlerin
varlığı gibi. Bunun son yıllarda Türkiye
piyasasında oluşan ‘yabancı sanatçı’ eğilimiyle
de bir ilgisi olduğu, fuarın ve galerilerin
birbirini tetiklediğini söylemek mümkün.
BÜYÜK,
GÖSTERİŞLİ, DİKKAT ÇEKİCİ
Contemporary
İstanbul’a Türkiye’den katılan 37 galeri var.
Her isteyen Contemporary İstanbul’a katılamıyor.
Bir seçici kurulun filtresinden geçiyor
galeriler. Sayılarının az olması onları daha
özel kılıyor haliyle. Böylece fuara katılmak da
başlı başına bir prestij gösterisine dönüşüyor.
Büyük, gösterişli ve dikkat çekici olmakta fayda
var. İşte fuar da tam böyle bir şey. Sanattan
çok sanat piyasasının öne çıktığı, sanatçıdan
çok galerici ve koleksiyoncunun görünür olduğu
bir yer. Galerilerin çoğunlukla birlikte
çalıştıkları sanatçıları temsil edecek, dikkat
çekecek, kolay satılabilecek eserleri seçip
standlarına koydukları bir alan. Bu fuarda da
pek çok sanatçının geçen sezon sergilerinden
bildiğimiz işleri yer alıyordu galeri
standlarında. Yeni, taze, ilgi çekici işlerin
sayısının az olduğu eleştirisi de dile
getiriliyordu. Bu eleştiri ne kadar haklı emin
değilim. Çünkü fuarı, tematik bir sergi, bir
bienal hatta devasa bir karma sergi olarak bile
düşünmek hata olur.
GENÇ VE
YENİLİKÇİ SANAT
Ama bir fuar
sadece galeri standlardından da ibaret değil.
Contemporary İstanbul, Türkiye sanatının bir
kurumu olmak için on yıldır çalışıyor. Bir
dergileri, yıl boyu sanatçıları ve çağdaş sanatı
tanıttıkları çeşitli toplantıları, fuar
sırasında CI Dialogues adı altında gerçekleşen
konferanslar dizisi, her yıl bir ülke sanatına
odaklanan konuk ülke uygulaması, fuarda genç ve
yenilikçi sanatçıları, sanatları tanıtmaya
yönelik farklı bölümleri var. “Plug in”
içlerinde en çok ilgi çekeni. Bu yıl Ebru
Yetişkin’in X-Change temasıyla hazırladığı sergi
yine video, animasyon ve her nevi dijital
sanatın izleyiciyi kendine çeken ve beğenilen
bir toplamını oluşturuyordu.
YAŞAM ŞAŞMAZER’İN
FARELERİ CAROLE FEUERMAN’IN YÜZÜCÜLERİ

Yaşam Şaşmazer
İranlı galerilerin de
merak uyandırdığını, bulundukları yeri arayıp
bulmak için uğraşan ziyaretçiler olduğunu
gördüm. Ama açılış günü yine esas kalabalık
giriş katındaki salondaydı. Burada en çok
fotoğrafı çekilen eser, geçen yıl alt salonda
bir tür özel proje alanı gibi var olup bu yıl
üst katta tam bir galeri gibi kendini gösteren
Berlinartprojects’in göz bebeği Yaşam
Şaşmazer’in fareleri oldu. Sanırım popülerlik
bakımından onu izleyen diğer işler ise ABD’li
sanatçı Carole Feuerman’ın yüzücü heykelleriydi.
Üzerinde su damlaları duran bu hiper gerçekçi
heykellerin Şaşmazer ile akrabalığı, fuarın
temel biçimsel tercihi hakkında fikir vermek
için yeterli.

DİKKAT
ÇEKEN İSİMLER
Türk resminin
büyük ustalarından Adnan Çoker, ilerleyen yaşına
rağmen şaşırtıcı bir işle dikkat çekiyor. Olcay
Art standı, Çoker’in 29 harf için yaptığı
resimlerden oluşuyor. Zaman Gazetesi’ne verdiği
röportajda sanat dünyasına seslenerek “Ya doğru
dürüst bir şey yapsınlar, ya ben doğrulturum
onları” diyen 89 yaşındaki Çoker bu işleri on
yılda tamamlamış. Genç sanatçılarıyla tanınan
X-ist’in standının hemen yanındaki proje alanı
da her yıl enteresan olmayı başarır. Bu sene de
Bahadır Baruter’in ‘Mukadderat’ başlıklı
heykelleriyle dikkat çekiyor. Karikatürden resme
geçen Baruter, şimdi de işlerine yeni bir boyut
ekleyip etkileyici heykellere dönüştürmüş. Cam
fanuslar içinde birer laboratuvar fetüsü gibi
duran iş dünyasının insanları bunlar. Beyaz
yakalıların kendi hırslarından beyaz hayaletlere
dönüştüğü, ürkütücü ve çekici bir seri. Ben Alan
İstanbul’daki Kezban Arca Batıbeki’nin işlerini
de beğenerek izledim.
Pek çok galeri sürekli
çalıştığı sanatçıların son dönem işlerinden bir,
ikisini astığı kalabalık stantlarla fuarda yer
alıyor. Bazen Galeri Nev gibi, sanatçılarının en
yeni işlerini (mesela Nermin Er’in iki boyutlu
kağıt işi ya da Ani Çelik Arevyan’ın
fotoğrafları gibi…) koyanlar daha bir ilgiyi hak
ediyor.
Contemporary İstanbul, bu
sene de Akbank’ın katkılarıyla 15 Kasım’a kadar
İstanbul Kongre Merkezi ve Lütfi Kırdar Sergi
Sarayı’nda görülebilecek.
Radikal, Haber: Cem
Erciyes, 13.11.2015
|
TARİHİ CAMİ İHTİŞAMINA KAVUŞUYOR

Doğu Karadeniz'in en önemli tarihi dini yapılarından
olan ve Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmet'in
Trabzon'u fethi sonrası kiliseden camiye
dönüştürülen Büyük Fatih Camisi'nin kapsamlı
restorasyonuna başlandı.

Restorasyona katılan işçiler, tarihi yapının taş
gövdesindeki sıvaları söküp aslına uygun hale
getiriyor.



Sabah, 11.11.2015 |
SAKLAMBAÇ OYNAYAN BATIK KENTLER
Meksika'dan
Japonya'ya, İngiltere'den Hindistan'a dünyanın dört
bir köşesinde yüzlerce batık şehir var. Tsunami,
fırtına gibi doğa olayları sonucu yok olan,
yüzyıllar sonra sular çekilince ya da bir dalgıcın
tesadüfi keşfiyle gün yüzüne çıkan batık şehirleri
BBC'den Ellie Cobb derledi.
Santiago Tapınağı - Meksika
Geçen hafta Meksika’da 16. yüzyıldan kalma bir
kilise suların derinliklerinden yükselmiş,
yeryüzünde görecek daha ne çok şey olduğunu
hatırlatmıştı bize. 18. yüzyılda Chiapas
bölgesindeki veba salgını nedeniyle terk edilen
Santiago Tapınağı normalde 30 metre suyun
altındadır. 1966’da bir su rezervuarının inşası
nedeniyle bölgeyi su kaplamıştı. Fakat kuraklık
dönemlerinde tapınak hayalet gibi çıkar ortaya.
Nottingham Üniversitesi’nden sualtı arkeologu Doçent
Dr Jon Henderson dünyanın her tarafında su altında
kalmış yüzlerce şehir olduğunu söylüyor. “Bu
kalıntıların tarih öncesi insane dair neler
anlattığını yeni yeni keşfediyoruz” diyor.
Yonaguni Anıtı - Japonya
Dünyanın en gizemli sualtı anıtlarından biri de
Ryukyu takımadalarında bulunan Yonaguni Anıtı.
1980’lerde bir sualtı dalgıcı tek parça kayadan
yapılma bu basamaklı ve sütunlu piramiti keşfetmiş,
daha sonraki yıllarda bu anıtın etrafında başka
kalıntılar da bulunmuştu. Bazıları bunun çeşitli
söylencelere konu olan Pasifik medeniyeti Mu’ya ait
olduğuna ve binlerce yıl önce büyük bir tsunamide
suların derinliklerine gömüldüğüne inanıyor.
Okinawa’da bazı sualtı kulüpleri bölgeye dalgıç
gezileri düzenliyor.

Göller Bölgesi’nde köy - İngiltere
2014’te İngiltere’nin kuzeyindeki Cumbria
bölgesi sakinleri Haweswater Rezervuarı’nda sular
biraz çekildiğinde bazı köy evlerinin ortaya
çıktığını gördü. Bölgenin en güzel köylerinden biri
olan Mardale Green 1930’larda komşu büyük kent
Manchester’a su sağlamak için rezervuar yapıldığında
sulara gömülmüştü.

Pavlopetri - Yunanistan
Yunanistan’ın güneyindeki Peloponez bölgesinde
dünyanın en eski batık kenti yatıyor. 2000 yıl
ayakta kalan kentin MÖ 1000 yıllarında sulara
gömüldüğü tahmin ediliyor. BBC’nin bu kentle ilgili
2011’de yaptığı belgeselde dijital haritalama
yöntemiyle kalıntıların eski hali kurgulandı.
Belgeselde, 30 bin ila 5 bin yıl öncesinde deniz
seviyesinin bugünkünden çok daha düşük olduğu,
insanların dünyanın birçok yerinde deniz kıyısına
kurdukları birçok yerleşim alanının sular altında
kaldığı ifade ediliyor. Bu Bronz Çağ liman kentinin
en önemli özelliği ise tasarımı. Su altında kalmış
diğer yapılara kıyasla Pavlopetri düzenli yolları,
avlu içindeki iki katlı evleri ve gelişkin su
kanalları ile Pavlopetri insan yapımı olduğuna şüphe
bırakmayacak kadar planlı.
Norfolk Sea Henge - İngiltere
Burası batık bir yerleşim alanından ziyade antik
toplumların ölülerine ne tür anıtlar yaptığını
gösteren ilginç bir örnek. İngiltere’deki ünlü
Stonehenge anıtından dolayı bu isimle anılan ve bir
tür mezar anıtı olduğu sanılan, baş aşağı duran bir
ağaç kütüğü ile etrafındaki kereste direklerden
oluşan anıtın, MÖ 2049’a kadar dayandığı
sanılıyor. İngiltere’nin en hızlı erozyona uğrayan
kıyılarında yer alan anıt 1990’larda su yüzüne
çıkmıştı.

Shore Temple (Sahil Tapınağı) - Hindistan
Hindistan’ın ünlü Sahil Tapınağı 8.
yüzyıldan bu yana Tamil Nadu eyaleti kıyılarında
ayakta duruyor. UNESCO’nun 1984’te Dünya Kültür
Mirası listesine aldığı bu tapınak 2004’teki
tsunamiden de yıkılmadan çıktı. Fakat yerel efsaneye
göre bir zamanlar buralarda altı tapınak daha
varmış. Öyle güzellermiş ki kıskanç tanrılar sulara
gömmüş onları. 2004’teki tsunamide bu efsane
doğrulanmış sanki. Granit bir aslan heykeli çıkmış
su yüzüne. Yapılan incelemeler sonucu, burada bir
zamanlar büyük bir tapınak külliyesi bulunduğu ve
başka bir tsunamide sular altında kaldığı sanılıyor.

Kleopatra’nın sarayı - Mısır
1990’larda Fransız ve Mısırlılardan oluşan bir
arkeoloji ekibi, ünlü Mısır kraliçesi Kleopatra’ya
ait olduğu sanılan ve 1600 yıldır İskenderiye
kıyılarından kaybolan bir saray keşfettiler.
İskenderiye’nin eski fenerinin de batmasına yol açan
deprem sonucu sulara gömüldüğü sanılan sarayda
binlerce sfenks, heykel, para ve muska bulundu. Bu
arkeolojik alanı ziyarete açarak dünyanın ilk su
altı müzesinin oluşturulması planlanıyor. Bazı
kalıntılar müzelere sevk edilirken su altında da
keşif ziyaretleri düzenleniyor.
Fuksian Gölü - Çin
Çin’in Yunnan
Eyaleti’ndeki Fuksian Gölü’nün derinliklerinde bir
hayalet şehir yattığına dair söylenceler çok
eskilere dayanıyordu. Dalgasız günlerde bölge
sakinleri göl yüzeyinde bazı kalıntılar gördüklerini
söylüyordu. 2001’de sualtı arkeoloji ekibi gölün
dibinde çeşitli bina kalıntılarına rastladı. 6,5 km
karelik bir alana yayılan kalıntıların 2000 yıl
kadar önce esrarlı bir şekilde sulara gömülen Dian
Krallığı’na ait olduğu sanılıyor.
Batık korsan kenti - Jamaika
Yeni Dünya’nın en önemli ticari liman kentlerinden
olan Port Royal, köle ve şeker ticareti nedeniyle
zenginleşmişti. Ama aynı zamanda sefahat, ayyaşlık
ve hovardalık da gelişmiş, kent 'dünyanın en kötü
kenti' olarak anılmaya başlamıştı. 1692’de yaşanan
büyük deprem ve tsunaminin şehrin günahları yüzünden
bir cezalandırma olduğuna inanılıyor. Bu yüzden 2000
kişi ölmüş, yarımadanın büyük bölümü sular altında
kalmıştı.

Eidum - Almanya
Almanya’nın
kuzeybatı sınırında Kuzey Frizya Adaları’nda bazı
adacıklar Kuzey Denizi’ndeki gelgitler nedeniyle
sürekli erozyona uğruyor. Bugün Alman ve Avrupalı
turistleri çeken adacıklar eskiden çok daha büyüktü.
Batı kıyılarının birkaç yüz metre açıklarında Eidum
kenti kalıntıları yer alıyor. Burası 1436’da Kuzey
Denizi’nde yaşanan bir fırtınada tamamen sulara
gömülmüş. Eidumluların biraz daha yükseklere çıkarak
kurduğu bugünkü Westerland turistlerin önemli bir
uğrak yeri.
Radikal, 11.11.2015
|
MODIGLIANI'NİN 'UZANMIŞ ÇIPLAK'INA 170 MİLYON DOLAR

İtalyan ressam Modigliani’nin ‘Nu couche’
(Uzanmış Çıplak) adlı tablosu, New York’ta
Christie's tarafından düzenlenen müzayedede
170.4 milyon dolara (497 milyon 533 bin lira)
satıldı. Eser daha önce hiç müzayedeye çıkmamış ve
son 60 senedir de Çinli bir koleksiyonerin elinde
bulunuyormuş. Bu rakam, şu ana dek bir müzayedede
elde edilen en yüksek ikinci satış rakamı. Şimdiye
dek bir açık arttırmada en yüksek fiyata satılan
eser 179 milyon dolar (Yaklaşık 523 milyon lira) ile
Picasso’nun ‘Les femmes d'Alger’i (Cezayirli
Kadınlar) olmuştu. Picasso’nun eseri
geçtiğimiz mayısta yine New York’taki bir Christie's
müzayedesinde satılmıştı.

1917-1918 yılları arasında resmedilmiş olan ‘Nu
couche’ için müzayede öncesi belirlenen tahmini
değer 100 milyon dolardan yüksekti. 170.4 milyon
dolarlık satış rakamı, eserin sahibi Modigliani için
de bir rekor anlamına geliyor. Aralarında Paul
Gauguin’in ‘Therese’ adlı heykelinin de yer aldığı
33 eserin satışa çıktığı müzayedede, ‘Nu couche’
için altı kişi teklif verdi. Gauguin'in ‘Therese’si
ise 30 milyon 965 bin dolara (Yaklaşık 91 milyon
lira) alıcı buldu.

Aynı müzayedede Roy Lichtenstein'ın ‘Nurse’ü de 95
milyon 365 bin dolara (Yaklaşık 278 milyon lira)
satıldı ki bu da Lichtenstein adına yeni bir satış
rekoru olarak kayıtlara geçti.
Radikal,
11.11.2015 |
 |
KATAR'DA 'KÖLELİK MÜZESİ' AÇILIYOR
Merkezi ABD’de
bulunan Atlantik konseyi, Katar’ın başkenti Doha’da
ülkede eskiden var olan kölelik sistemini anlatan
bir mini müzenin yakında açılacağını açıkladı.
Modern sanat müzesinin içinde yer alacak müzenin üç
bölümü olacak. İlk bölümde antik zamandaki köle
ticareti, ikincisinde körfez ülkeleri ve katar’daki
kölelik, üçüncü bölümdeyse “modern kölelik” adı
altında hala mevcut olan kölelik biçimleri ele
alınacak. köleliğin resmi olarak 1952 yılında
kaldırıldığı katar’da petrol bulunmadan önce, deniz
dibinden inci çıkartma ve hurma yetiştiriciliğinde
binlerce insan Afrika ülkelerinden getirilerek köle
olarak kullanılmıştı.
Habertürk, 10.11.2015 |
DÖRT MÜZEDEN ÜÇÜNÜN KAPALI OLDUĞU ADANA'DA KİMSE
MÜZEYE PARA VERMEDİ

Müze ve Ören Yerleri
Ocak Eylül İstatistikleri yayımlandı. Bu
istatistiklere göre Ocak-Eylül 2015 tarihleri
arasında 2 milyon 200 bin kişilik Adana’da bir kişi
bile müzeye
para verip gitmedi.
'KENTTE MÜZE
YOK TABLO NORMAL'
Konuyla ilgili olarak
bilgi aldığımız valilik kaynakları, “Kentte
müze yok o yüzden bu tablo normal” diye açıklamada
bulundu. Kültür Bakanlığı’nın listesinde bulunan
Arkeoloji müzesinde taşınma işlemi olduğu için müze
uzun zamandır ziyarete kapalı. Etnografya müzesi ise
halka açık bir müze fakat anıt müze statüsüne
çevrildiği için resmi olarak açılışı yapılmadı o da
ziyarete kapalı.
KÜLTÜR BAKANI
ADANALIYDI
Kentin şu an işleyen
tek müzesi ise Atatürk Müzesi bu müzeye de bir kişi
para ödeyip gitmedi. 25 bin 366 kişi Ocak-Eylül
arasında Adana’da müze gezdi. Bu topluluğun hemen
hemen hepsini öğrenciler oluşturdu. 29 Ağustos’ta
kurulan seçim hükümeti öncesinde Kültür ve
Turizm Bakanlığı yapan Ömer Çelik de
Adanalı'ydı.
ADANA’DA
DEVLET’E BAĞLI MÜZELERİN SON DURUMU
Arkeoloji Müzesi:
Taşınıyor
Etnoğrafya:
Resmi açılış yapılmadı
Atatürk Müzesi: Kimse
para verip gitmedi
Misis Mozaik
Müzesi: Ziyarete kapalı
Hürriyet,
Haber: Can Mumay, 09.11.2015
|
Mısır Tarihi Eserler Bakanlığı, genç yaşta ölen
Firavun Tutankhamun'un mezarında yapılan infrared
kamera ölçümlerinin ilk sonuçlarını paylaştı.
National Geographic'in haberine göre, ön araştırma
sonucunda elde edilen bulgular mezarın kuzey
yönündeki duvarın ardında bugüne kadar gizli kalmış
bir başka oda olabileceği yönünde veriler içeriyor.
İnfrared kameralar ısıya duyarlı bir çalışma
prensibine dayanırlar. Yöneltildikleri ortamdaki ısı
değişimlerini görüntüleyebilme kapasitesine
sahiptirler. Yapılan ön analizlerde duvarın ardında
kalan bölümün farklı bir ısı seviyesine sahip
olduğu, geçen yıl bu konuda bir bildiri yayınlayan
Nicholas Reeves'ın kuşkularını destekler nitelikte
sonuçlara ulaşıldı. Henüz ortada kesin bir sonuç
olmasa da araştırmanın devam etmesi yönünde karar
alındı. Eğer gizli bölmenin varlığı kesinleşecek
olursa muhtemelen duvarda delik açarak iç kısımlara
doğru ilerlemeye çalışılacak.
NEFERTİTİ’NİN MEZARI MI
Gizli bölme bulunsa da, henüz içeride ne
bulunacağını söylemek zor fakat, mezarı bugüne kadar
keşfedilememiş Nefertiti'ye ait bir mezar odası
bulunabileceği ihtimali üzerinde duruluyor. Bu
oldukca heyecan verici bir ihtimal çünkü Nefertiti,
genç firavunun babası Akhenaton'un gözde eşiydi ve
antik Mısır'da eşi benzeri görülmemiş bir güce sahip
olmayı başarmıştı. Bugüne kadar çok sayıda mumyanın
Nefertiti'ye ait olduğundan kuşkulanıldıysa da, genç
Kraliçeden geriye sadece insanları büyüleyen
güzellikte bir büst kaldı. Gizli bölmenin varlığı
kesinleşir ve içeride Nefertiti'nin mumyası
bulunursa arkeoloji dünyasında büyük bir heyecan
yaratacağına kuşku yok.
Nefertiti'nin, çocuk Firavun Tut'un mezarında
yeralan gizli bir bölmede yatıyor olabileceğine dair
kuşku uyanmasına sebep olan ilk veriler, mezar
odasının duvarında yeralan bazı çizimlerin
geleneksel Nefertiti portreleri ile uyum içerisinde
bir görünüme sahip olmalarıydı. Nefertiti'nin
Firavunların mezarları için düzenlenen 'Krallar
Vadisi' adı verilen bölgede yatıyor olabilme
olasılığı kendisinden önce ve sonra gelen tüm
Kraliçelere nazaran özel bir konum elde edebilmiş
olmasına bağlanıyor.
PİRAMİTLERDEN VAZGEÇTİLER
Asla nihayete ermeyecekmiş gibi görünen beş
yıllık bir aramanın ardından, 4 Kasım 1922 tarihinde
Howard Carter ve ekibi tarafından keşfedilen Tut'un
mezarının öneminden biraz bahsetmekte fayda
görüyoruz. Bilindiği üzere Firavunlar kişisel
hazineleri ile birlikte gömülürlerdi. Fakat en
korktukları şeylerin başında henüz o yıllarda dahi
hırsızların bu mezarları soymak için büyük bir
gayret içerisinde oluşları nedeniyle hazinelerinin
çalınmasıydı. Öldükten bir süre sonra
dirileceklerine inandıkları ve bu hazineleri
kullanarak yeni hayatlarına başlayacaklarını
düşündükleri için, mezarlarının güvenli bir ortam
olmasına son derece önem veriyorlardı. Hatta bu
sebeple Piramit inşa etmeyi bıraktıkları
düşünülüyor. Devasa Piramitler zengin Firavunların
mezarları oldukları kadar, altlarında yatmakta
bulunan gömülü büyük bir hazineyi de işaret eden
birer tabela gibiydiler. Adeta 'gelin ve beni soyun'
diye bağırır bir halleri vardı.
ONUN MEZARI SOYULMADI ÇÜNKÜ
Krallar Vadisi'nin labirent yapısının Firavun
mezarları olarak kullanılmaya başlanması tam olarak
bu soygun endişesi ile gerçekleşti. Firavunlar,
devasa Piramitlerin yerine dehlizler ve odalardan
oluşan yeraltı mezarları inşa ettirmeye başladılar.
İnşaatlarda çalışan işçiler ve gömülme işlemini
gerçekleştirenler cenaze merasiminin ardından
öldürülerek mezarın yeri gizli tutulmaya çalışılsa
da, Krallar Vadisinin mezar hırsızları tarafından
keşfedilmesi ve soyulmalarına engel olamadılar.
Sadece bir mezar dışında! Genç ve önemsiz Firavun
Tut'un mezarının üzerine ilerleyen yıllarda bir
başka mezar inşa edildiği için mezar hırsızları
tarafından keşfedilememiş ve hazinesi gizli kalmayı
sürdürmüştü. Mezar keşfedildiğinde içerisinden 3000
parçadan oluşan öyle muhteşem büyüklükte bir hazine
çıktı ki, tüm dünyayı büyülemeyi başarmıştı. Hazine
ile karşılaşınca akıllara şu soru geldi; Acaba
önemsiz ve genç yaşta ölen, belirgin bir başarısı
olmayan Firavunun mezarından bu denli büyük bir
hazine çıkıyorsa, kim bilir II. Ramses gibi büyük
Firavunların yanlarında gömülen hazineler ne
boyuttaydı?
SAPIK FİRAVUN
Bu noktada durup çocuk Firavun Tut ve ailesinin
dramatik hikayesini anımsamakta fayda var.
Tut'un babası Akhenaton, Mısır Firavunları
arasında alışılmadık kararları ve yönetim şekli ile
bilinmektedir. Kendisine kadar çok tanrılı bir din
anlayışına sahip olan Mısır toplumunda devrimsel bir
karar alarak tek tanrı inancını kurmayı denemişti.
Güneş tanrısına, yani Aton'a tapmayı uygun görmüştü.
Aslen Akhenaten olan ismini ise 'Aton'un oğlu'
manasına gelen Akhenaton olarak değiştirmişti.
(Amenhotep Neferjeperura olarak da bilinir) Bu
değişim Mısır rahiplerinin sıkıca bağlı oldukları
dinsel inanışa ve politik güçlerine vurulmuş bir
darbeydi. Firavun aynı zamanda eşi Nefertiti'ye o
güne kadar hiç bir Kraliçenin sahip olmadığı siyasi
ve sosyal güçler tanıdığı için tepki görmekteydi. Bu
gibi sebeplerle Firavun çok fazla düşman edinmiş ve
''sapık Firavun'' olarak anılmaya başlanmıştı. MÖ
1372'de doğmuş, MÖ 1336'da taht'a çıkmış, 1353'te
ise muhtemelen zehirlenerek ölmüştü.
ÇOCUK FİRAVUN TUTANKKAMUN
Akhenaton öldüğünde gerisinde iki ayrı eşinden
biri kız biri erkek olmak üzere iki çocuk
bırakmıştı. Çocuk yaşta Mısır tahtına çıkan ve asıl
adı Tutankhaton olan Tutankhamun (babasından miras
kalan tek tanrı inancını benimsemeyince adını
değiştirmiştir), aynı babadan fakat başka bir
anneden dünyaya gelen kız kardeşi Ankhesenamen ile
evlenmek zorundaydı. Firavun çok genç bir yaşta
olduğu için yönetim büyük ölçüde üvey annesi
Nefertiti'nin, sonrasında ise babasına da hizmet
etmiş bulunan vezir Ay'ın elindeydi. Genç Firavunun
döneminde babasının kurmaya çalıştığı tek tanrı
inancı yıkıldı ve eski çok tanrı inancına geri
dönüldü. Bu gerçekleşmeseydi eğer, bugün tek tanrı
inancının mimarı olarak Hz. İbrahim'in değil, bir
Mısır Firavunu'nun adı anılıyor olacaktı. MÖ
1341'de doğan, MÖ 1332'de babasının ölümü ile
tahta çıkan genç Firavun, 9 yıllık hükümdarlığının
ardından 1323'te öldü.
KRALİÇE DE ÖLDÜ
Tut'un ölümü yeni Firavunun kim olacağı konusunda
çalkantılı bir sürecin başlamasına sebep oldu. En
güçlü olasılık ordunun komutasını elinde bulunan
general olsa da vezir Ay yönetimi ele geçirmeyi
başardı ve Tut'u acele bir şekilde defnettikten
sonra dul kraliçe ile evlenerek yeni Mısır Firavunu
olmayı başardı. Bu olayın ardından, kısa bir süre
sonra genç kraliçe de kuşku uyandıracak bir şekilde
hayata gözlerini yumdu. Tut gömülmeden Ay'ın kraliçe
ile evlenmesi ve tahta çıkması mümkün olmayacağı,
Tut'un öldüğünü haber alacak generalin ise hızla
başkente dönerek tahta oturmasından korktuğu için
Ay, cenaze işlemlerini acele ile yerine
getirilmesini sağlamış, bu acelenin izleri de genç
Firavunun mezarının her köşesinde kendisini
göstermektedir.
Gelelim bu haberin asıl öznesi olan Nefertiti'ye.
NEFETİTİ’DEN KİMSE EMİN DEĞİL
Bugüne kadar bulunan bazı mumyaların Nefertiti
olduğundan kuşkulanılsa ve DNA testlerine tabi
tutulsalar da kraliçenin mezarı ve mumyasının
bulunup bulunamadığından henüz kimse emin olamadı.
Bu sebeple üzerindeki gizem perdesi asla
aralanamadı.
Firavun Akhenaton'un annesi kraliçe Tiye ile
Nefertiti'nin akraba oldukları düşünülüyor.
Akhenaton ve Nefertiti iki kuzen olarak sarayda
birlikte oyun oynayarak büyüdüler ve henüz çocukken
evlendirildiler. Akhenaton aynı zamanda mecbur
olduğundan kendi kız kardeşi ile de evlenmiş, bu
evlilikten de Tut doğmuştu. Tut'un annesi erken bir
dönemde hayata gözlerini yumduğunda Tut, Nefertiti
tarafından büyütülmüştü. Kraliçe, Tut'un hem üvey
annesi olmuş, hem de gelecekte kayınvalidesi
olacaktı. Tüm bunlarla birlikte, Akhenaton ile
Nefertiti arasında güçlü bir aşk ilişkisi olduğu
biliniyor. Akhenaton tahta çıktığında her ikisi de
henüz çocuk yaştaydılar fakat Mısır'ın tarihini
değiştirebilecek işlere girişeceklerdi. Saltanatları
boyunca kadim Mısır geleneklerine karşı geldiler ve
birlikte tek tanrı inancına yönelerek topluma
yaymaya çalıştılar. Toplumsal geleneklerden
uzaklaşırken, her ne kadar hayatlarının sonuna
geldiklerinde terk edilecek olsa da, Amarna adlı
yeni bir başkent inşa ettirmek üzere işe koyuldular.
KADIN FİRAVUN ALIŞILMADIK BİR DURUMDU
Nefertiti kızını Tut ile evlendirince gücünü
arttırsa da sahip olduğu alışılmışın ötesindeki güç
sebebiyle toplum içerisinde ve siyasi güce sahip
kişilerin kendisine yönelik nefret, asla dinmedi.
Nefertiti, eşi Akhenaton'un gücünü paylaşmış ve
kendisinden önce hiç bir kraliçenin sahip olmadığı
bir kudrete erişmişti. Zamanla ismini değiştirip
Neferneferuaten ismini aldığı düşünülüyor. Çünkü
Nefertiti ismi Akhenaton'un hükümdarlığının 12.
yılından sonra Nefertiti ismi kayıtlarda bulunmuyor
ve yerine Neferneferuaten ismi gözlenmeye başlıyor.
Görünen o ki çift ülkeyi birlikte yönetmişler ve
eşit güce sahip olduklarını belirtmişler. Akhenaton
öldükten sonra Nefertiti'nin tahta çıkan Tut'un
arkasındaki güç olarak tarihteki yeni yerini aldığı
düşünülüyor. Bu sebeple 'kadın Firavun' olarak da
anılmaktadır. Kadın Firavun konsepti ise antik Mısır
için alışılmadık bir durumdu.
GİZEM AYDINLANACAK MI
Nefertiti üzerindeki gizem henüz tam manası ile
aydınlanmış değil. Tut'un mezarının bu denli
dikkatle incelenmesindeki asıl sebeplerden biri de
bu gizemi aydınlatmak için duyulan büyük arzudur.
İlerleyen süreçte Tut'un mezarının içerisinde gizli
bölme olduğu kesinleşlir ve bu bölüm Nefertiti'nin
mezarı çıkacak olursa kudretli kraliçe hakkında daha
kesin bilgilere ulaşmayı bekliyoruz.
Oda Tv, Haber: Şivan Okçuoğlu, 09.11.2015
|
MÜTEAHHİT KAÇINCA TARİHİ OKUL HARABEYE DÖNDÜ
İstanbul'da bir okulda üç yıldır ders zili çalmıyor.
Müteahhit ödenek yetersizliğinden tadilatı yarım
bıraktı. Haliç manzaralı okul, bu sürede harabeye
döndü. Malzemeler yağma oldu, merdivenler yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya kaldı, Atatürk büstleri
zarar gördü. Boş okulu ise madde bağımlıları mesken
tuttu.
Yeni eğitim ve öğretim yılının başlamasına rağmen
birçok devlet okulunda tadilat ve inşaat çalışmaları
bitmedi. Özel okullarda merdiven ve tabelaları
santim santim ölçen Milli Eğitim Bakanlığı (MEB),
devlet okullarındaki eksiklikleri adeta görmezden
geldi. Atatürk'ün isteğiyle Cumhuriyet'in 10.
yılında İstanbul Ayvansaray'a yaptırılan Ulubatlı
Hasan İlkokulu harabeye döndü. 2013 yılında ihalesi
yapılarak çalışmalara başlanan okulun restorasyonu
bir türlü bitirilemedi. Yüklenici firma ödenek
yetersizliğinden tadilatı yarıda bıraktı.
Öğrenciler, üç yıldır başka okula gitmek zorunda
kaldı. Okuldaki para edecek malzemeler de hırsızlar
tarafından yağmalandı. Haliç ve Boğaz manzarasına
sahip tarihi okul, madde bağımlılarının meskeni
haline geldi. Mahalleliler bu durumdan oldukça
rahatsız. Çocuklarını Edirnekapı'da bir okula
götürmek zorunda kalan veliler, rant uyarısı
yapıyor.
MERDİVENLER
YIKILMA RİSKİ TAŞIYOR
Restorasyonu üstlenen firma ödenek alamadığı
gerekçesiyle çalışmaları yarıda bıraktı. Okulun
duvarlarının yarısı dökülürken, merdivenler de
yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Tarihi okulun
Haliç'e bakan balkonunda uyuşturucu için kullanılmış
malzemelerin olması dikkat çekti. Okulun yapıldığı
dönemden kalma kapı ve pencereler kırılırken, para
edecek eşyalar hırsızlar tarafından çalındı. Okula
ait Atatürk büstleri çimento torbalarının arasında
ve okul bahçesinde yerlere atılarak üzerine
yapıştırıcı sıkılmış halde bekliyor.
TİNERCİLER
MESKEN TUTTU
Okulun perişan durumu, vatandaşların da tepkisini
çekti. Çocuğunu başka bir okula götürmek
mecburiyetinde kalan Derya Doğancık, “Gittiğimiz
okul çok uzak. Bizim açımızdan da çocuklarımız
açısından da zor oluyor. Ne yapacağımızı, kime
söyleyeceğimizi bilmiyoruz.” dedi. Okulun
tinercilerin meskeni haline geldiğini anlatan Nurcan
İstikbal de “Karda kışta çok zor oluyor. 2 çocuk
olunca servise veremiyoruz. Bu okula giren çıkan
belli olmuyor. Şu okulun tekrar okul olarak
faaliyete girmesini istiyorum.” ifadelerini
kullandı.
Okul ranta kurban
gitmesin
Öğrenci velisi Ergün Güvenilir “Bu okul rant
olayına girmesin. Otel yapılacağı söyleniyor.
Çocuklarımızın eğitimlerini burada sürdürmesini
istiyoruz. Çok eski, inşallah tekrar okul olarak
devam eder.” dedi. Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
yetkilileri okulun tarihi bir bina olduğunu, bundan
dolayı restorasyonuna valiliğin baktığını belirtti.
Öte yandan, okulun resmi internet sitesinden 2 yıl
önce yapılan duyuruda “Uzun zamandır gündemimizde
olan okulumuzun restorasyon işi nihayet ihale
edilerek kazanan firmaya verildi. İhaleye göre 450
gün sürecek olan restorasyon süresince okulun
yapıldığı 1932 yılındaki ilk orijinal haline
dönüştürülmesi hedefleniyor. Ulubatlı Hasan İlkokulu
restorasyondan sonra pırıl pırıl yenilenmiş olarak
hizmet vermeye devam edecektir.” ifadeleri yer
alıyor.
Zaman, Haber: Burak Çan, 09.11.2015
|
TARİHİ SİT ALANINA TAŞ OCAĞI

Antalya’nın Akseki İlçesi’nde bir taş ocağı
firmasına ruhsatlandırılan 99.8 hektarlık alan,
önemli bölümünde tarihi kalıntılara rastlanınca, SİT
alanı ilan edildi. Köylüler bölgede taş ocağının faaliyetine
devam etmesine tepki gösterdi.
Akseki- İbradı
yolu üzerinde, Emiraşıklar- Bucakkışla mahalleleri
sınırlarını kapsayan 99.8 hektar alanda taş ocağı
için yapılan başvurunun kabul edilmesi üzerine
başvurucu firma Temmuz ayında bölgeye şantiye kurup
faaliyete başladı. Firmanın izin sürecinden hiçbir
şekilde haberdar olmadıklarını belirten Emiraşıklar
köylüleri, Antalya Valiliği başta olmak üzere birçok
kuruma itirazda bulunduklarını anlattı. Emiraşıklar
köylüleri adına süreci takip eden Jeoloji Mühendisi
Ali Keleş, taş ocağı ruhsatı verilen alanın, tarihi
kalıntıların yoğun olduğu bir bölge olduğunu
söyledi. Bölgeye ilişkin Antalya Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’na Temmuz ayında
başvurduklarını belirten Keleş, taş ocağının birinci
aşamadaki 22.4 hektarlık alanının büyük bölümünün,
Eylül ayında 1. Derecede Arkeolojik SİT alanı olarak
kabul edildiğini söyledi.
Ancak, sahanın bir
bölümü SİT alanı dışında kaldığı için taş ocağının
tümden durdurulmadığını belirten Ali Keleş, ocağın
ortaya çıkardığı yoğun tozun tarımsal üretimi çok
olumsuz etkilediğini, patlatılan dinamitlerin de yol
güvenliğini tehlikeye soktuğunu ve evlerin
çatlamasına yol açtığını söyledi. Keleş, bölgedeki
doğal ve yaban hayatın da ciddi zarar gördüğünü dile
getirdi.
Aydınlık Gazetesi, 09.11.2015 |
'ÇİFTÇİ AİLESİ' 415 BİNE SATILDI
Antik AŞ'nin sonbahar müzayedesi önceki gün
Maçka'daki Antik Palace'ta gerçekleştirildi.
Müzayedede öne çıkan eser, geçtiğimiz yıl yine
Antik AŞ tarafından 1,8 milyon TL'ye satılan
‘İstanbul' ile kendi müzayede rekorunu kıran Bedri
Rahmi Eyüboğlu'nun 1950 tarihli ‘Çiftçi Ailesi' adlı
tablosu oldu. 250 bin TL açılış fiyatıyla satışa
sunulan yağlıboya tablo, 14 Eylül 1953 tarihli Time
dergisinde Bedri Rahmi Eyüboğlu hakkında bir yazı
ile birlikte yayımlanmış, 1958 Brüksel Sergisi'nde
altın madalya almıştı. İlk kez müzayedeye çıkan
eser, 415 bin TL'ye satıldı.
Müzayedede ayrıca Erol
Akyavaş'ın ‘Zaman Her Şeyi Siler' eseri 380 bin,
Orhan Peker'in ‘Kırmızılı Köpek' eseri 200 bin, Ömer
Uluç'un bir çalışması da 190 bin TL'ye alıcı buldu.
Adnan Çoker (215 bin), Ferruh Başağa ve Ömer Uluç
(190 bin), Mehmet Güleryüz (180 bin), Ergin İnan
(145 bine), Canan Tolon (215 bin), Kemal Önsoy (170
bin), Gülay Semercioğlu (125 bin) eserleriyle
müzayedenin ilgi gören sanatçılarıydı.
Zaman,
09.11.2015
|
BİNA YAPMAK İÇİN KORUMA ALTINDAKİ ASIRLIK AĞACA
KIYDILAR
Kartal'da, koruma altında bulunan asırlık iki çam
ağacının bulunduğu arsaya bina dikildi. Tarihi
ağaçlardan biri tamamen ortadan kaldırıldı,
diğerinin tüm dalları kesildi.
Olay,
Kartal Orta Mahalle Tümay Sokak'ta yaşandı. 2385
Ada 16 parselde bulunan ağaçlar, tarihi değer
taşıdığı gerekçesiyle Anıtlar Kurulu tarafından
korumaya alındı. Şehir imar planında halen görülen
ağaçların yerine kısa sürede 5 katlı bina dikildi.
‘Kesinlikle kesilemez ve yer değiştirilemez' raporu
bulunan tarihi ağaçların nasıl kaldırıldığı
bilinmiyor. Ağaçların yerine yapılan daireler ise
400 bin liradan satılığa çıkarıldı. Bölgede
emlakçılık yapan Adem Gökalp, arsanın daha önce
kendisine teklif edildiğini belirterek, “Ağaçların
tarihi değerinin olması ve Anıtlar Kurulu'nda
kayıtlarının ortaya çıkması sebebiyle arsayı
satamadım.” dedi.
Zaman, Haber: Nuri Soylu,
08.11.2015
|
YENİDEN ÇAĞDAŞ İSTANBUL
Bundan 10 yıl önce Contemporary
İstanbul, sanat dünyasında “en yeni olanı
göstermek” amacıyla başlatıldı. Fuarla ilgili
değişmeyen şeylerden biri bu vurgu. İstanbul’un
sanat dünyasının bir
Çağdaş Sanat fuarına sahip olmasının ne
anlama geldiğini de Contemporary İstanbul’la
tecrübe etmiş olduk. Sanata dair bakış
açılarının hareketli bir değişim sürecinde
olduğu bu son 10 yıla farklı bir yerden tanıklık
etti fuar. İlk yıl 37 bin ziyaretçinin gezdiği
fuarı geçen yıl 80 bin kişinin gezmesi etki
alanını gösteren en somut örnek. Son yıllarda,
tüm bir seneye yayılan etkinlikleri, konuşma
dizileri, davetleriyle sadece “birkaç günlük”
olmaktan da çıktı. Fuar geçtiğimiz yıldan bu
yana 15 ülkede 20 uluslararası etkinlik
düzenledi.
Hareketli bir fuar olacak
Contemporary İstanbul’un kurucusu Ali Güreli’ye
dünyadaki tepkileri sorduğumuzda verdiği yanıtı
“Çağdaş İstanbul adının şehre çok yakıştığını
söylüyorlar” olmuştu. Bu perşembe 10’uncu kez
kapılarını açacak fuar 15 Kasım’a kadar 24 ülkeden
102 sanat galerisini ağırlayacak. Katılımcı
galerilerin Cİ
ARTistik Danışmanı Marc-Olivier Wahler,
koleksiyoncu Natalie Mamane Cohen, koleksiyoncu ve
küratör Freda Rozenbaum Uziyel ve The Empire Project
kurucusu Kerimcan Güleryüz’den oluşan seçici kurul
tarafından belirlendiğini ve fuarın ana
sponsorluğunu 10’uncu kez
Akbank Sanat’ın üstlendiğini belirtelim.
İstanbul’u son derece hareketli bir fuar bekliyor.
Bunları
kaçırmayın
Banksy’nin öpüşen polisleri
1980’lerden bu yana sokak resmi yapan ve
kimliğini gizli tutmayı halen başaran
İngiltere’nin en ünlü sokak sanatçısı Banksy,
2004’te Brighton’da bir barın duvarına tutkulu
şekilde öpüşen iki eşcinsel polis çizdi. Polislerin
temsil ettikleri otoriteyi ve maço imajı sorgulayan
eser sanatçının en ünlü eserlerinden. Son yıllarda
neredeyse her yıl fuarda bir eseri görülen
Banksy’nin
bu yıl “Kissing Coppers” eserinin
tuval üzerine boyanmış bir versiyonu Lazarides
standından satın alınabilecek.
JR’ın İstanbul işlerinden
Geçtiğimiz aylarda duvar resimleriyle İstanbul’un
en çok konuşulan ismi dünyaca ünlü sanatçı JR’dı.
Sanatçı “Wrinkles of the City” (Şehrin
Kırışıklıkları) fotoğraf serisi için İstanbul’u
seçti. Ancak Fatih’te yer alan duvar resminin
silinmesi büyük tepki topladı. İşte fuarda
sanatçının bu serisinden, İstanbul’a dair
resimlerinden ahşap üzerine yapılmış bir çalışma
izleyicilere sunulacak. 2014 tarihli eser,
Lazarides standında görülebilecek.
50’lerden bugüne
İran sanatı
Bu yıl Contemporary İstanbul “Focus” bölümünde de
İran’a odaklanılıyor ve ülkeden çağdaş sanat
galerilerini ağırlıyor. Bu kapsamda, fuarda
Contemporary Tehran (Tahran’dan Çağdaş Sanat) adı
altında gerçekleştirilen “Focus” bölümü Assar
Gallery, Aaran Gallery, Dastan’s Basement, Lajevardi
Foundation ve Shirin Gallery’yi ağırlayacak.
1950-1960 yılları arasında başlayıp günümüze kadar
uzanan İran modern sanatını işleyen ve toplamda 600
eserin bulunduğu özel koleksiyon olan “The Mobarqa
Collection”dan da bazı eserler fuarda olacak. İran’ı
tanımak için fuarı vesile etmenizi diliyoruz.
Mİro’nun iki eseri
Bu yılki fuarda 1893-1983 yılları arasında
yaşamış Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miro’nun
iki farklı galeride iki litografisi yer alıyor.
Galeri Lelong’un standında sanatçının 1981 tarihli
“La Luge des Amants I” eseri yer alacak. Galeria
Joan Gaspar standında ise 1971 tarihli “Homenatge a
Joan Prats N.” sergilenecek. Klasik eserler görmek
isteyenlerdenseniz, Miro’nun bu iki işini görmeden
geçmemenizi tavsiye ediyoruz.
Çinli sanatçılar fuarda
Dünyasanatının en çok dikkat
çeken sanatçılarının ülkesi
Çin özel bir seçkiyle bu yıl Contemporary
İstanbul’a dahil olacak. Fuar bu yıl Çinli ve
Avustralyalı sanatçıları uluslararası platformda
tanıtmak amacıyla Yashian Schauble tarafından
kurulan Australia China Art Foundation (ACAF) adlı
oluşumu da ağırlıyor.
Fuarda bu oluşum
tarafından seçilen Çinli sanatçıların eserleri
sergilenecek. Bu bölümde sanatçılar Shao Yinong ve
Mu Chen, Ling Jian, Aaajiao, Tao Hui, Yang Xin ve
Zheng Jiang’a ait eserler bir arada görülebilecek.
Yine aynı bölümde, Aimee Lin tarafından hazırlanan
“Parade” başlıklı sergi yer alacak.
Teknoloji ve sanat birlikteliği
Bu yıl üçüncü kez fuarda yeni
medya sanatlarına yer veren Plug-in bölümü yer
alacak. Ebru Yetişkin’in küratörlüğünde düzenlenecek
bölümde galeriler, mimarlık ve tasarım stüdyoları,
yeni medya ile ilgili atölyeler,
Oyun laboratuvarları, dijital sanat kolektifleri
ve proje mekanları “X-CHANGE” başlığı altında bir
araya geliyor. Plug-in, fuarın geri kalanına göre
“karanlık” mekanında teknolojiyle sanatın
birlikteliğini bir kez daha kutlayacak.

Galerie Paris-Beijing standında görülebilecek
sanatçı Rero imzalı “Durability, Untitled (Time
Out)” adlı eser 2014 tarihli.

Banksy’nin “Kissing Coppers”ı.

JR’ın “Wrinkles of the City” serisinde yer alan
“İstanbul, Ali Yiğit” adlı eseri.
Milliyet, Haber: Fisun Yalçınkaya, 08.11.2015
|
MEKSİKA'DAN
ÇALINAN OLMEK KÜLTÜRÜNE AİT PARÇA FRANSA'DAN ÇIKTI
Yaklaşık yarım asır önce
Meksika’dan çalınan Olmek kültürüne ait
taştan bir parça Fransa’da ortaya çıktı.
3000 yıl öncesine ait dev
taş yüzü Güney Meksika’da yerleşim yerlerine
hayli uzakta yer alan bir bölgede 1968-1972
yılları arasında kazı çalışmaları yapan
arkeologlar tarafından bulunmuştu. Brigham Young
Üniversitesi’nden arkeoloji profesörü John
Clark, taşlara oyulmuş devasa yüzlerden
Almanya’da 20. yy’da haberdar olunduğunu ve
1968’de bir grup arkeoloğun Orta Amerika’nın
antik dünyasından gelen bu sanat eserlerini ve
daha fazlasını araştırmak için bölgede
incelemeler yaptıklarını ancak bir kaç yıl sonra
taş yüzün üzerinde gedik bulduklarının
bilindiğini söyledi.
Clark, ayrıca oymanın bir
eşi benzerini daha görmediğini, kıyafet
detaylarından Olmek kültüründen geldiğine dair
pek çok ipucu bulunduğunu da belirtti. Olmekler
devasa taştan kafa heykelleriyle meşhur, MÖ
1200-500 yılları arasında Meksika Körfezi
kıyılarında bugün Guatemala sınırında hüküm
sürmüş, Orta Amerika’nın kurucu uygarlıklarından
biriydi. Oymanın Fransa’da ortaya çıkmasının
ardından Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih
Enstitüsü söz konusu parçanın 1970’lerin başında
gizlice taş üzerinden yontularak yasadışı
yollarla ülkeden çıkarıldığını yazılı olarak
bildirdi.
Oyma parçası temizlenip
onarıldıktan sonra sergilenmek üzere Meksika’ya
iade edilecek.
arkeolojhaber.net, Kaynak:
sfgate.com Çeviri: Ayşen Yolcu, 09.11.2015
|
YILDIZ SARAYI,
ERDOĞAN'A ÇALIŞMA OFİSİ OLACAK
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İstanbul’daki
Yıldız Sarayı’nı başbakanlığı döneminde
temaslarını gerçekleştirdiği Dolmabahçe Çalışma
Ofisi’ne benzer şeklinde kullanmaya
hazırlanıyor.
Yıldız Sarayı’nın
Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilmesinin
ardından kapsamlı bir restorasyondan
geçirileceği belirtildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gelecek yıldan
itibaren Yıldız Sarayı’nı yurtiçi ve yurtdışı
görüşmeler için resmi olarak kullanabileceği
belirtiliyor. Erdoğan, İstanbul’da resmi
kabuller için Yıldız Sarayı’ndaki Mabeyn Köşkü
ve Tarabya’daki Huber Köşkü’nü kullanıyor.
Erdoğan, Almanya Başbakanı
Angela Merkel’le koltukları tartışılan
görüşmesini Yıldız Sarayı’nda yapmıştı.
Yıldız Sarayı, Sultan
3. Selim’in annesi Mihrişah Sultan için
yaptırılmıştı. Saray, 2. Abdülhamid döneminde
Osmanlı’nın ana sarayı olarak kullanılmıştı. Saray,
Sultan Abdülhamid’in 1909 yılında 31 Mart
Vakası’ndan sonra tahttan indirilmesinden sonra
yağmalanmıştı. Saray yerleşkesinde 2. Abdülhamid
döneminde yaptırılan Yıldız Cami de yer alıyor.
Hürriyet, Haber:
Erdinç Çelikkan, 08.11.2015
******
YILDIZ SARAYI, 'CUMHURBAŞKANLIĞI İSTANBUL
KÜLLİYESİ' OLUYOR

Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilecek olan Yıldız
Sarayı, İstanbul’un en talihsiz binalarındandı.
Yağmalandı, kumarhane yapıldı, değişik
kuruluşlara tahsis edildi ve seneler içerisinde
birçok yeri bakımsızlıktan harabeye döndü.
Sultan Abdülhamid zamanında devletin otuz
küsur sene boyunca idare merkezi olan Yıldız
Sarayı, Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilecek ve
ciddi bir restorasyonun ardından
“Cumhurbaşkanlığı İstanbul Külliyesi” olacak.
İstanbul, tarihinin büyük yağmalarından
birini 1909 Nisan’ının son haftasında yaşadı...
O senenin 13
Nisan’ında patlayan ve “31 Mart ayaklanması”
diye bilinen isyanı bastırmak maksadıyla
Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu’nun
ayaklanmaya son vermesinin ve Sultan
Abdülhamid’in de 27 Nisan’da tahtından indirilip
Selanik’e sürgüne gönderilmesinin ardından, otuz
küsur sene boyunca devletin idare merkezi ve
hükümdarın resmi ikametgahı olan Yıldız Sarayı
yağma edildi!
Önce, Sultan
Abdülhamid’e yabancı devlet başkanlarının
gönderdiği yahut padişahın bizzat topladığı
objelerden meydana gelen kolleksiyonlar talana
uğradı, eşyalar kapanın elinde kaldı ve
mobilyaların çoğu da başka yerlere gönderildi.
İKİ ASIR
ÖNCE BAŞLADI

İçi neredeyse
boşaltılmış hale gelen Yıldız Sarayı’nı, son olarak
1918 ile 1922 arasında Sultan Vahideddin kullandı.
Padişahın 1922 Kasım’ında Türkiye’yi terketmesinden
birkaç sene sonra da olmayacak bir başka iş edildi
ve sarayın bazı bölümleri uluslararası bir şirkete
kiralanıp kumarhane yapıldı!
İnşası 18. yüzyılın
sonlarında başlayan ve yapılan ilavelerle çehresi
sık sık değişen Yıldız, Cumhuriyet döneminde değişik
yerlere tahsis edildi, bir ara Harp Akademileri’ne
verildi, kullanılmayan bölümleri harabe haline
geldi, binalardan bazıları zamanla yıkıldı ve ayakta
kalabilen bölümler de yeniden değişik kuruluşlara
verildi.
Sarayın yağmadan
kurtulan tek bölümü, Sultan Abdülhamid’in özel
kitaplığı oldu!..
KÜTÜPHANEYİ
KURTARDI
“Yıldız Kütüphanesi”
diye bilinen kitaplıkta satın alma yoluyla edinilmiş
yahut Topkapı Sarayı’ndan getirilmiş birbirinden
kıymetli binlerce elyazması eser vardı ve
kütüphanenin “hafız-ı kütüplüğünü”, yani müdürlüğünü
önde gelen bir Arnavut ailenin mensubu ve şeyh olan
Kalkandelenli Sabri Efendi yapıyordu.
Hareket Ordusu’na
mensup bir grup Arnavut asker yağma sırasında
kütüphaneye de girmek isteyince Sabri Efendi “Önce
beni çiğneyin” deyip eşiğe yattı, Sabri Efendi’yi
tanıyan askerler “Aman şeyhim, estağfirullah”
diyerek çekildiler ve kitaplar kurtuldu.
Kütüphane,
Cumhuriyet’in ilanından sonra İstanbul
Üniversitesi’ne bağlandı, kitaplar Bayezit’teki
binaya nakledildi, Sabri Efendi’nin oğlu Nurettin
Kalkandelen ileriki senelerde müdürlüğe getirildi ve
1970’lere kadar görev yaptı. Ama, uzun yıllar
İstanbul’un önde gelen kültür merkezlerinden olan
kütüphane 28 Şubat’tan sonra 31 Mart’tan beter
günler yaşadı, eski Türkçe kitapların çoğu “harf
devrimine aykırı oldukları” iddiası ile mahzenlere
atıldı, üstüne üstlük bina 1999 depreminde hasar
gördü ve yeniden kullanılır hale gelmesi seneler
sonra mümkün olabildi.
Yıldız Sarayı’nın
macerasını burada ayrıntıları ile anlatmama gerek
yok, merak edenler ansiklopedilere yahut Yıldız
Sarayı Vakfı’nın yayınlarına müracaat eder ve saray
hakkında merak ettikleri daha birçok konu hakkında
bilgi sahibi olabilirler...
KOLTUKLARIN MEKANI
Sadece şu kadarını
söyleyeyim: Sultan Abdülhamid’in imparatorluğu otuz
küsur sene boyunca idare ettiği Yıldız’daki ilk
ciddi restorasyon “Büyük Mabeyn” isimli köşkte
yapıldı, kısa bir müddet önce tamamlandı ve köşk
Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edildi...
Hani, Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan ile Almanya Başbakanı Angela
Merkel’in geçenlerde oturdukları ve “hilalleri
sonradan konmuş” zannedilen 19. Asır Fransız malı
“ampir” koltukların bulunduğu bina var ya, işte
orası...
Şimdi, Yıldız’ın
tamamı Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilecek, başka
yerlere tahsisli binalar boşaltılıp ciddi bir
restorasyondan geçirilecek ve Sultan Abdülhamid’in
Yıldız’ı, bir asırdan daha fazla zaman sonra ayağa
kaldırılıp “Cumhurbaşkanlığı İstanbul Külliyesi”
yapılacak...

DOLMABAHÇE
OLMADI
Ben,
cumhurbaşkanlarının 1960’a kadar kullandıkları
Dolmabahçe Sarayı’nın yeniden Cumhurbaşkanlığı’nın
İstanbul Ofisi olmasını isterdim ama bu iş bazı
teknik sebepler yüzünden yapılamadı ve Yıldız’ın
canlandırılması tercih edildi.
Daha önce defalarca
yazmıştım, şimdi de tekrar edeyim: Türkiye’nin
imparatorluk günlerinde idare merkezi olan şatafatlı
sarayların bugün de kullanılması geçmişimizin
asırlar öncesine uzandığını ve imparatorluğun varisi
olduğumuzu cihana gösterecek mükemmel bir vasıtadır!
ABDÜLHAMİD'İN
OĞLU YAZIYOR: "YILDIZ'DAN 'YILAN YAVRUSU' DİYE KAPI
DIŞARI EDİLDİM"
Şehzade Mehmed Abid Efendi, Sultan Abdülhamid’in en küçük oğluydu.
1905’te Yıldız
Sarayı’nda dünyaya geldi, 1924’te Osmanoğlu ailesi
ile beraber sürgüne gönderildi, geçinebilmek için
Fransa’da kapı kapı dolaşıp sabun sattı,
yaşlılığında Suudi Arabistan’ın o zamanki kralı
Faysal’ın bağladığı mütevazi bir aylıkla geçinmeye
çalıştı ve hayata Beyrut’ta 1973’te veda etti.
Abid Efendi sürgün
senelerinde meşhur tarihçi İsmail Hami Danişmend ile
senelerce yazışmış, hayatını ve babası Sultan
Abdülhamid hakkındaki düşüncelerini yazmıştı...
ALBAYIN
NEZAKETİ
Bu mektuplar şimdi
bende bulunuyor...
Aşağıda, Şehzade Abid
Efendi’nin İsmail Hami Danişmend’e Paris
yakınlarındaki Soisy’den 14 Nisan 1954’te gönderdiği
ve 1909 Nisan’ında tahttan indirilen babası Sultan
Abdülhamid ile beraberce Selanik’e sürgüne
gidişlerinden bahsettiği mektubunun bazı bölümlerini
naklediyorum:
“Pek muhterem Hami
Beyefendi,

Sizi epeyce bir zaman
beklettikten sonra, işte arzu buyurulan muhtırayı
takdim ediyorum. Evvelce de arzetmiştim. Ne
çocukluğumda, ne de sonraları hiçbir hatıramı kağıt
üzerine tesbit etmeyi düşünmemiştim. Şimdi ancak
hafızamı zorlayarak, adeta kazarak böyle bildiğim
şeyleri her türlü irtibattan mahrum bir halde nakle
gayret edeceğim. ...Selanik’e gidişimizde 3.5
yaşında idim. Ondan evvelki Yıldız hayatımdan
bittabi hiçbirşey hatırlamıyorum. Ancak zihnimde
saraydan Sirkeci’ye yahut Selanik Garı’ndan Alatini
Köşkü’ne kapalı bir araba içinde gidişimize ait
müphem (belirsiz) bir hayal kalmış. Fakat karanlık
bir araba içinde babamın karşısında oturduğumu ve
bilhassa babamın siyah sakalını hala görüyor
gibiyim. Arabada siyah çarşaflı iki kadın vardı.
Biri annem, diğeri de hemşiremin tanıdığınız
validesi olacak...
Alatini Köşkü’ne
duhulümüzü (girişimizi) hatırlamıyorum. Annemin
kucağında uykuda imişim. Sonradan işittiğime
nazaran, beni taşımaktan annemin yorgun düştüğünün
nasılsa farkına varan bir zabit, ki Emniyet-i
Umumiye Müdürü Miralay Galib Bey (sonra paşa) imiş,
beni annemin kucağından almak nezaketini göstermiş
ve alırken de anneme ‘Verin bana şu yılan
yavrusunu!’ demiş... Anlaşılan, tam manasıyla bir
centilmenmiş bu kahraman-ı hürriyet! Bunu söyleyen
Hareket Ordusu’nun genç ve toy subaylarından biri
olsaydı affederdim, lakin bu adam o zaman miralay
(albay) idi ve en az kırk yaşında idi...
O arada Ali Fethi Bey
de (Okyar) bir defa beni kucağına almış. Fakat bu
zat ‘Zavallı çocuk!’ demiş, hatta gözünden de bir
damla yaş düşmüş.
..Bir
vekilharç Hasan Efendi vardı. Haremin çarşıdan
aldırdığı şeyler, onun vasıtasıyla gelirdi. O da,
dışarıdan getirdiğini zabitlerin huzurunda harem
ağalarına teslim eder, onlar da hareme götürürlerdi.
...Birgün bana yeşil, mavi, sarı, rengarenk oyuncak
bastonlar getirmiş. Zabitlerin (subayların) yanında
bana verecek. Ben de her
nedense bu değneklere pek imrenirdim. Bahçedeyiz,
tam değnekler bana verileceği sırada, zabitler
(subaylar) tutturdular: ‘Git babana ‘eşek’ de.
Demezsen, değnekleri vermeyeceğiz’. Ben de bu sözün
fena bir şey olduğunu hissediyordum.
Fakat, değneklerde de
gözüm var. Nihayet, ağlaya ağlaya köşke gidiyorum.
Hareme girdim. Bereket versin, karşıma Gülşen Kalfa
çıkıyor, bana ‘Efendi, niçin böyle ağlıyorsun?’ diye
soruyor. Ben de meseleyi anlatıyorum. O da beni ‘A,
hiç öyle şey olur mu? Sana yakışır mı?’ diye bir
güzel haşlıyor. Ben de o sayede babama gidip o
hezeyanı etmiyorum. Maamafih, sonunda değnekler yine
elime geçti. Galiba zabitler nihayet yaptıklarına
utandılar ve değnekleri verdiler. Maalesef
zabitlerden hangisi idi bana bunu söyletmek isteyen,
hatırlamıyorum”.

Habertürk, Yazı: Murat
Bardakçı, 08.11.2015
******
YILDIZ SARAYI GERÇEĞİ:
CUMHURBAŞKANLIĞI İSTEDİĞİ KURUMA TAHSİS EDEBİLİR

Yıldız Korusu'yla bitişik olan Has Bahçe dahil
içindeki 42 yapı ile birlikte Yıldız Sarayı
kompleksi Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edildi. Yıldız
Sarayı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi olarak tahsis
edilen arazi içinde Yıldız Teknik Üniversite,
IRCICA, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Saraylar
Daire Başkanlığı tarafından kullanılan yapılar da
mevcut. Maliye Hazinesi tarafından müze olarak
kullanılan binalar da dahil tamamı
Cumhurbaşkanlığı’na tahsis yapılırken,
‘’Cumhurbaşkanlığı istediği kuruma tahsis edebilir’’
ibaresi konuldu.
Sultan Abdülmecid tarafından 1842 yılında annesi
Bezmi Alem Sultan için yaptırdığı Kasrı Dilküşa
köşkü ile başlayan yapılaşma Sultan Abdülaziz’in
1866’da Büyük Mabeyn köşkünü yaptırması ile devam
etti. Ancak asıl yapılaşma Sultan II. Abdülhamid
döneminde başlamış ve buraya Yıldız Saray-ı Hümayunu
adı verilmişti. Bu dönemde saray, padişahın özel
yaşamına ait mekanlarla birlikte, resmi görevlilere
tahsis edilen binaları, tamirhane, marangozhane gibi
atölyeleri ve tiyatro, müze, kitaplık gibi kültür ve
sanat yapılarını da kapsamaktaydı. Saray, Hamid
Havuzu adı verilen doğal nehir görünümünde Has
bahçeye sahipti. Bu bahçenin değişik yerlerinde
birbirinden bağımsız olarak inşa edilmiş küçük
dinlenme köşkleri bulunmaktaydı. Abdulhamid’in
tahttan indirilmesinden sonra bir süre kullanılmayan
Yıldız Sarayı, Sultan Vahdettin’den sonra tamamen
terk edildi.

Kırmızı (Kültür Bakanlığı) - Yeşil (Yıldız Teknik Üniversitesi) - Açık Sarı (IRCICA) - Koyu Sarı (Milli Saraylar)
KÜLTÜR BAKANLIĞINA VERİLMİŞTİ
Saray binaları, 1924 yılında Erkan-ı Harbiye
Mektebi’ne tahsis edildi. 1946 yılında Harp
Akademileri’ne bırakılan saray, 1978 yılında Kültür
Bakanlığına devredildi. “Yıldız Sarayı Müzesi
Müdürlüğü” adıyla 1993 yılından itibaren müze olarak
kullanılan yapıların bir kısmı farklı kurumlara
tahsis edildi. Yıldız Teknik Üniversite başta
olmak üzere İslam Konferansı Teşkilatı’na bağlı olan
İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi
(IRCICA), TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na
bazı yapılar verildi.
CUMHURBAŞKANLIĞI İSTEDİĞİ KURUMA
VEREBİLİR
Yıldız Sarayı bahçesinde yer alan Almanya Başkanı
Angela Merkel’in de ağırlandığı Büyük Mabeyn köşkü
bir süre önce Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilmişti.
Yıldız Sarayı kompleksi içindeki diğer binaların da
tahsisi Maliye Hazinesince Cumhurbaşkanlığı’na
verildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın müze
olarak kullandığı binaları da kapsayan tahsisten
İslam Konferansı Teşkilatı - İslam Tarih, Sanat ve
Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) başta olmak üzere,
Yıldız Teknik Üniversitesi ’de etkileniyor. Tahsis
de özel bir madde konularak, Cumhurbaşkanlığı’nın
istediği kuruma tahsis yapabileceği kaydı getirildi.
Böylelikle Yıldız Kompleksi içinde Cumhurbaşkanlığı
ihtiyacı olmayan yapıları mevcut kullanımdaki
kurumlara devredebilecek. İhtiyaç halinde
Cumhurbaşkanlığı’nın uygun bulduğu başka kurumlara
da tahsis yapılabilecek.
IRCICA’DA DIŞARI
IRCICA’ya ait içinde büyük bir kütüphane ve
araştırma merkezinin de olduğu binalar şöyle,
Çit Kasrı, Set Köşkü, Silahhane, Yaveran Daireleri.
Yıldız Teknik Üniversite’nin elinde ise Büyük Mabeyn
Köşkü’nün yanındaki Hünkar Dairesi, Agavat Dairesi
ve Kiler-i Hümayun binaları yer alıyor.
MÜZE SERGİ SALONLARI KALIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri müze sergi
salonu olarak kullanılan Hünkar Hamamı, Küçük Mabeyn
ve Harem bölümlerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda
kalmasının kararlaştırıldığını, Arabalık, Kızlar
Ağası, Musaip Ağalar, Harem, Cihannüma Köşkü ve
doğal nehir görünümlü Hamid Havuzunda restorasyon
çalışmalarının hızla devam ettiğini belirttiler.
Radikal, 09.11.2015
|
İŞTE 50 KURUŞUN GÜZEL KIZI SABİHA
İstanbul Bakırköy Belediyesi tarafından
Cumhuriyet’in 92. Yılında İstanbul’a kazandırılan
Atatürk Müzesi ve Etnografya Müzesi’nde;
Cumhuriyet’le yaşıt Hıfzı Topuz(92) ve 50 yılını
Anadolu giyim kültürüne adayan 50 kuruşun (ilk
basımı 1971) üzerinde resmi olan Sabiha Tansuğ’un
eserleri buluştu.
Yeşilköy balıkçı barınağı karşısında bulunan
Bakırköy Belediyesi Sanat Evi ve Kent
Müzesi’nde açılan
Atatürk Müzesi ve Etnoğrafya Müzesi’nde çoğu
orijinal yüzlerce eser sergileniyor.
Bakırköy Belediye Başkanı Dr. Bülent Kerimoğlu,
“Müzede, 1968 yılında
Ankara gelin başıyla çektirdiği fotoğrafı
1971 yılında 50 kuruşun üzerine basılan Sabiha
Tansuğ’un da
Bursa Keles’e özgü kıyafeti de sergileniyor”
dedi.
Milliyet, 08.11.2015
|
 |
ATLANTİSLİLER RÜYA GÖRMEYEN VEJETERYAN BİR HALK
Bunu söyleyen Herodot. Üstelik Platon da “Atlantis,
Asya’dan büyüktü” diyor. Şaşırdıysanız, devamı da
var. Hem de İtalyan yazar, felsefeci ve liste
manyağı Umberto Eco’nun kaleminden. Eco, üşenmemiş
‘efsanevi yerler’in hem listesini çıkarmış hem
tarihini yazmış.

Bir hayalden ibaret sandığımız yerler, bir ihtimal
gerçekten var oldu mu? Hakiki bildiğimiz mekanlar
yoksa düş gücünün ürünü mü? Gerçekle hayal,
efsaneyle tarih arasındaki o belirsiz alan bugüne
dek yüzlerce, binlerce kaşifi, filozofu, tarihçiyi
peşinden sürükledi. Katıksız şüpheciler de bu
mitlerin peşine takıldı, budalalar da... Kimisi
neredeyse insanlık kadar eski bu serüvenlerin
listesini, İtalyan felsefeci-yazar Umberto Eco’dan
başkası çıkaramazdı.
Çok iyi bir arşivci, kılı kırk yaran bir
araştırmacı olarak tanınan Eco, aynı zamanda bir
‘liste manyağı’. Doğan
Kitap tarafından Türkçe’de henüz yayımlanan
‘Efsanevi Yerlerin Tarihi’nde coğrafyada tam olarak
nereye koymamız gerektiğini bilemediğimiz yerlerin
bir çetelesi var. Atlantis gibi ‘yitik kıtalar’ da
var kitapta, Hasan Sabbah’ın Alamut’u gibi gizemli
kaleler de. Hatta Sherlock Holmes’un Baker
Sokağı’ndaki evi de... Kitap, hayallere dalıp
gitmek için benzersiz bir oyun. Hem de Eco gibi
benzersiz bir oyun arkadaşıyla oynuyorsunuz.
ASYA’DAN DA
BÜYÜK
Sayısız efsanevi toprak arasında hemen herkesin
hayal gücünü harekete geçirmiş nadir örnek var.
Bunlardan biri Atlantis. Eco, kıtasal kayma
kuramının geçerli olabileceğini düşünüyor. Yani
yaklaşık 225 yıl önce tek bir bütün olan karalar
bölünmeye başladığında birçok bölge, yani birçok
Atlantis su altında kalmış olabilir. İlginç olan,
Platon’un da Herodot’un da Atlantisliler üzerine
kafa patlatması. Örneğin Herodot’a göre,
Atlantisliler “Kuzey Afrikalı, hiç
rüya görmeyen, vejetaryen topluluklar.” Platon’a
göreyse “Atlantis, okyanusta Libya ile Asya’nın
toplamından büyük bir ada.”
NAZİLERİN
‘BUZDAN’ HAYALLERİ
‘Thule’ adının ilk defa Yunan kaşif Pyhtheas’ın
gezi notlarında geçtiğini anlatıyor Eco. Kuzey Atlas
Okyanusu’nda, güneşin hiç batmadığı bir ateş ve buz
beldesi... Bugün Thule’nin Atlantis’in başkenti
olduğuna inananlar da var; onu günümüz İzlanda’sı,
Faroe Adaları ya da Shetland Adaları’yla
özdeşleştiren de. Bu inanışlar arasında Eco’nun en
çok üzerinde durduğu, Thule’yi arayan bazı grupların
aslında ‘ari bir ırkın anayurdunu’ aramakla kafayı
bozmuş olmaları. Tahmin edersiniz, bu grupların
başında Naziler geliyor.
‘DÜNYANIN
YEDİ HARİKASI’ GERÇEKTEN VAR OLDU MU?
Eco, antikçağ dünyasının efsanevi yerleri
arasında, ‘Dünyanın Yedi Harikası’nı da sayıyor.
Babil’in Asma Bahçeleri, Rodos Adası’nın limanına
dikildiği söylenen dev bronz heykel (Rodos Heykeli),
Mısır’daki İskenderiye Feneri, Olympia’daki Zeus
Heykeli ve Gize’deki Keops Piramidi. Eco, bunların
geleneğin aktardığı kadar harika olmasalar da
gerçekten var olduklarını düşündürüyor.
KEOPS PİRAMİDİNİN
SIRRI
Günümüze ulaşan yegane
harika o. Gözümüzle görmemize karşın, modern
çağlarda da hakkında türlü efsane türedi. Eco’nun
anlattığına göre kendine ‘piramidolog’ adı veren
birtakım insanlar, yalnızca gizem avcılarının
hayalinde var olan bir tür paralel piramit
düşlüyor.
BABİL’İN
ASMA BAHÇELERİ
Umberto Eco, Byzantionlu Sahte Philon’dan
aktarıyor: “Asma Bahçe’ye bu adın verilmesinin
nedeni, bahçede toprak seviyesinden biraz yükseğe
ekilmiş bitkilerin olmasındandır; keza, ağaçların
kökleri toprağa değil, yukarıdaki bir taraçaya
gömülüdür. (...) Alan herhangi bir tarla gibi
işlenir ve her toprak gibi bitki çoğaltma
çalışmalarına uyum sağlar. Böylece sabanla sürülen
bir tarla, aşağıda sütunların arasında dolaşan
kişilerin başlarının üzerinde uzanır.”
RODOS
HEYKELİ

Eco, MS 23-79 tarihleri arasında yaşamış tarihçi
Plinius’un ‘Doğa Tarihi’ kitabından aktarıyor.
“Heykelin boyu 70 gezdi (yaklaşık 32 metre). Pek az
kişinin kolları, heykelin başparmağını kuşatabilir,
parmaklar da başka birçok heykelin tamamından
büyüktür. On iki yılda yapıldığı ve 300 talente mal
olduğu söyleniyor. Para, uzun süren Rodos
kuşatmasından bezen Kral Demetrius’u, kuşatmayı
kaldırdığında bıraktığı malzemelerin satışından elde
edilmiş.”
İSKENDERİYE
FENERİ
Jül Sezar’ın kaleme aldığı ‘İç Savaş’ isimli
kitaptan: “Fener bir adada bulunur, çok yüksek bir
kule olup, olağanüstü bir mimarinin ürünüdür ve
adını adadan alır. İhmalkarlık ya da kötü hava
koşulları nedeniyle biraz rotasının dışına çıkan her
gemi ya da tekne, korsanlar gibi ada sakinlerince
düzenli olarak yağmalanır.”
ROMANLAR
YEGANE EVREN!
Eco, romanlarda
olayların geçtiği yerlerin gerçekten var olduklarına
inanmasak da, bizi yazarın sözlerine bağlayan
kurmaca anlaşması gereği, gerçekmiş gibi
davrandığımızı söylüyor. Yani bize sunulan oyuna suç
ortakları olarak katılıyoruz. Ama şunu da söylüyor:
“Anlatının olası dünyası bize çok güçlü bir
gerçeklik duygusu veren yegane evrendir.” Bazı
gerçekler hayallerden doğuyor üstelik. Şili
açıklarında Robinson Crusoe Adası. Eski adı ‘Mas a
Tierra’. Bir gemi kazasının ardından bu adaya çıkan
ve 1704-1709 arasında burada yaşayan Alexander
Selkirk’in, Daniel Defoe’nun 1719 tarihli
romanına ilham verdiği düşünülüyor.
Hürriyet, Haber: Yenal Bilgici, 07.11.2015
|
ÇİN'DE İMPARATORUN MEZARINDA BULUNAN 500 AT İSKELETİ
SERGİLENECEK
Çin’in Şandong
eyaletinde, 2 bin 500 yıl önce ölen imparatorun
mezarında diri diri gömülen 500’den fazla atın
iskeletinin bulundu.
Çin Devleti’nin
“İlkbahar ve Sonbahar Dönemi” (MÖ 770-476) olarak
adlandırılan döneminin sonlarında hükümdarlık yapan
İmparator Çi Jinggong’un mezarına imparatora “eşlik
etmesi” geleneği gereğince diri olarak gömülen
500’den fazla atın iskeleti, gelecek yıl
sergilenecek.

Ülkenin doğusundaki
Şandong eyaletine bağlı Zibo kenti yönetimi, at
iskeletlerinin yeniden tanzim edilerek yıl
sergileneceğini duyurdu. Kent yönetimi yetkilileri,
kazı çalışmalarının ve at mezarlarının 3 ila 5 yıl
süresince korunmasının maliyetinin 11 milyondan
dolardan fazlaya mal olacağını açıkladı. Atların
büyük bir çoğunluğunun 6-7 yaşındayken gömüldüğünü
açıklayan arkeologlar, atların dönemin ekonomisine,
tarihine, askeriyesine ve cenaze törenlerine ışık
tutacağını belirtti.
YER ALTINDA 8 BİN
ASKER
Çin’in Şaanşi eyaletinin başkenti Şian’ın Lintong
bölgesinde 29 Mart 1974’te kuyu açmaya çalışan
çiftçiler tesadüfen MÖ 221’de Çin Hanedanlığını
kuran İmparator Çin Şı Huang’ın Terra Kotta ordusunu
bulmuştu. İlk kazılar sırasında dört kuyu ortaya
çıkarılmıştı. Bu kuyuların en büyüğünde ortaya
çıkarılan 6 bin toprak asker, arkeoloji dünyasında
büyük hayranlık uyandırmıştı. İkinci kuyudan 120
süvari ve okçu heykeli çıkarılırken, üçüncü kuyuda
general ve diğer üst rütbeli askerler olduğu sanılan
daha uzun heykeller bulunmuştu. Dördüncü kuyu boş
çıkmıştı. Dört kuyuda toplam 8 bin asker, 130 savaş
arabası, 520 at ve 150 de süvari atı heykeli
bulunmuştu.
Her biri farklı
yüze ve ifadeye sahip toprak askerlerden oluşan
yeraltı ordusunun, ölümünden sonra İmparator Çin Şi
Huang’ı koruması için yapıldığı sanılıyor. Askerler,
doğudan gelecek akınlara karşı dönemin savaş
nizamına ve stratejisine uygun biçimde imparatorun
mozolesinin 1,6 kilometre doğusuna yerleştirilmiş.
Temeli güneyden kuzeye 350 metre uzunluğunda,
doğudan batıya 345 metre genişliğinde bir dörtgen
olan mezar, 76 metre yüksekliğinde bir piramit
şeklinde yükseliyor. İmparatorun mezarı, 56
kilometrekarelik alanıyla dünyanın en büyük mezarı
kabul ediliyor.
UNESCO LİSTESİNE
ALINDI
Bölge, 1987’de UNESCO tarafından Dünya Kültür
Mirasları Listesi’ne alınmıştı. Mezarda her biri son
derece detaylı ve gerçek insan büyüklüğünde yapılan
askerlerin yanı sıra binlerce kılıç ve mızrak
bulunmuştu. Paslanmaması için silahların üzerinin
krom dioksitle kaplandığı keşfedilmişti.
Heykellerden 30’unun üç boyutlu bilgisayar
modellerini çıkaran ve özellikle kulaklarını
inceleyen bilim adamları, her bir heykelin
birbirinden tamamen farklı kulak yapısına sahip
olduğunu ortaya çıkarmıştı. Heykellerin, gerçek
insanlar model alınarak yapıldığı sanılıyor. Parlak
kırmızı, yeşil, mavi, siyah ve kahverengi renklere
boyanan heykellerin üzerindeki boya tabakası,
havayla temas ettikten sonra soyuluyor.
arkeolojihaber.net,
Kaynak:
tr.sputniknews.com, 07.11.2015
|
ARKEOLOJİK KAZIYA KADIN ELİ DEĞDİ
Belentepe Kurtarma kazısında 14 kadın işçi görev
alıyor.
İlçemiz Çakıralan Mahallesi, Yeniköy-Kemerköy
Elektrik Üretim AŞ. kömür ruhsat sahasında, 2006
yılı içerisinde tespit edilen Belentepe Kurtarma
kazısında uzmanların yanı sıra 14 yöre kadını da
görev alarak ev ekonomilerine katkıda bulunuyorlar.

Milas Müze Müdürlüğü Başkanlığında oluşturulan
bir ekiple İlk Tunç Çağı döneminden itibaren Doğu Roma
Dönemi içlerine kadar iskan görmüş bir yerleşim ve
nekropol alanlarından oluşan, 2014 yılında Yeniköy
Kemerköy kömür ruhsat sahaları IC Enerji ve Limak
Holding yatırım ortaklığınca satın alınmış, 2014
yılının nisan ayında ruhsat sahası içerisinde tespit
edilen arkeolojik yerleşimlerde kurtarma kazıları
yapılan bir protokolle başlayan ve 25 uzman 85 işçi
personelle yürütülen kazı çalışmalarında bölgede bir
ilke imza atılarak 14 kadın işçinin kazılarda
istihdamına karar verildi. Çakıralan, Dereköy,
Pinar, Hüsamlar, Bayır, Kalem ve Yoğunoluk
Mahallelerinden temin edilen bayan işçiler kazılarda
tüm yıl boyunca çalışıyor. Bölgenin arkeolojik
mirasını yansıtacak nitelikte bulgulara ulaşılan
kazılarda, kadın işçilerin istihdam edilmesiyle
birlikte, kadınların iş hayatına katılımı
sağlanarak, bölgenin sosyo-ekonomik durumuyla
kültürel sektöre yönelik bir çalışmanın birbirini
tamamlaması da sağlanmış oldu. Çocuklarını kazı
çalışmalarıyla okutan anneler, evlenmeyi planlayan
geç kızlar da bu proje sayesinde ev ekonomisine
katkıda bulunuyorlar.
Haber Milas, 07.11.2015 |
KAÇAK KAZI ROMA DÖNEMİNE AİT MOZAİKLERİ ORTAYA
ÇIKARDI
Osmaniye’de, kaçak kazı ardından ortaya çıkartılan
Roma Dönemi’ne ait taban mozaikleri, polis ve
jandarmanın ortak operasyonuyla kaçakçıların elinden
kurtarıldı.
Merkeze bağlı Kayalı Köyü
Çatalmazı mevkiinde kaçak kazı yapıldığı ihbarını
alan güvenlik güçleri, operasyon için harekete
geçti. Adana ile Osmaniye Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube
ekipleri, jandarma ile ortak operasyon düzenledi.
Bölgede 5 ayrı noktada kaçak kazı yapılarak Roma
Dönemi’ne ait olduğu düşünülen taban mozaikleri
bulundu.

ZARAR GÖRMEDİ
Osmaniye Müze Müdürlüğü uzmanları
tarafından yapılan incelemede, 1’inci derece sit
alanı olan bölgedeki milattan sonra 4 ve 5’inci
yüzyıllara ait olduğu değerlendirilen mozaiklerle
arkeolojik eserlerin zarar görmediği belirlendi.
Jandarma ekiplerinin gözetiminde taban mozaiklerinin
üzerileri toprak ile örtüldü. Ekipler, kaçak kazıyı
kimlerin yaptığını araştırmaya başladı. Bölgede kısa
süre içinde kurtarma kazısı ve araştırma
çalışmalarına başlanacağı, ortaya çıkarılacak
mozaiklerin de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
denetiminde değerlendirileceği açıklandı.



Milliyet, 07.11.2015
|
TOSKANA'DA ROMA DÖNEMİ MOZAİĞİ BULUNDU
İtalya’nın Toskana
bölgesinde Roma Dönemi’ne ait taban mozaikleri
bulundu. Bulunan taban mozaikleri Roma Dönemi’ne ait
konutların tasarımları hakkında da bilgi veriyor.
1983 yılında çiçek
ekmek için toprağı kazan bir grup işçi tesadüfen
geçmişi MÖ IV. yy’a giden ismi bir zemin döşemesine
kazınmış, Romalı soylu bir aileye mahsup seçkin ve
önde gelen politikacılardan senatör ve aynı zamanda
Pagan rahibi Vettius Agorius Praetextatus’un
villasının parçalarına rastladı.
Özel mülk olması
sebebiyle arkeologların bölgede kapsamlı kazı
yapmaları yıllarını almış olsada, 2013 yılına
gelindiğinde üzerine yaban domuzu avı betimlenmiş
MÖ IV.yy’a ait bir mozaik ortaya çıkarıldı.
Discovery News’e
konuşan yetkililer Praetextatus’un evini süsleyen
birbirine bağlı toplam 300 m2’den büyük iki mozaik
bulunduğunu, ortaya çıkarılan ile birlikte bu iki
mozaiğin tamamen farklı dönemlerde döşendiğini
söyledi. MÖ V. yy’dan kalma olduğuna inandıkları
mozaiğin geometrik şekiller, şarap ve çiçeği andıran
motiflerle süslenmiş olduğunun altını çizen
yetkililer, MÖ IV.yy’a ait mozaiğin ise hayvan,
çiçek ve insan büstleri ile
süslendiğini belirtti. Yetkilier aynı zamanda bu
mozaiklerin sadece eski Roma Dönemi iç mimarisi
hakkında ipuçları vermekle kalmayıp o döneme ait
konutların tasarımları hakkında da bilgi
verdiklerini ilave etti.
Kazı lideri
Federico Cantini, ‘Praetextatus vaktini çalışmaktan
ziyade villasında geçirmiş olmalı çünkü dönemin
devlet adamlarından ve önemli hatiplerinden Quintus
Aurelius Symmachus mektuplarında Praetextatus’un
Roma’da politikayla uğraşmaktan ziyade Etruria’daki
konutunda ot içmeyi tercih ettiiğinden yakınıyor’’
dedi.
Diğer mozaik özel
mülk ve endüstri alanı içerisinde kaldığı için ne
yazık ki daha uzun yıllar gün ışığına
çıkartılamayacak.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
cms.mentalfloss.com Çeviri: Ayşen Yolcu,
08.10.2015
|
'ÇOK ACIKLI' BİR KÜLTÜR ÖYKÜSÜ
Kültür ve Turizm Bakanlığı, TBMM içinde bulunan ve
Behruz Çinici’nin mimarı olduğu sanat eseri
niteliğindeki Meclis Cami’nin Kültür Varlıkları ve
Koruma Kurulu tarafından tescil edilmesine,
korunmasına itiraz etti. Meclis Cami’yi ve camiyle
birlikte Meclis içindeki kompleks yapıyı babası
Behruz Çinici ile tasarlayan ve 1995 yılında Ağa Han
Mimarlık Ödülü’ne babasıyla birlikte değer görülen
Can Çinici, “Uluslararası camiaya mal olmuş,
mimarlık açısından çok önemli bir ödüle değer
görülmüş bir yapının ülkemizde yıkılmak istenmesi,
korunmasına bakanlık tarafından itiraz edilmesi çok
acıklı... Demek ki bizim dünya ile paylaştığımız
hiçbir değerimiz yokmuş...” sözleriyle bakanlığın
itirazını değerlendirirken, Mimarlar Odası Ankara
Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan ise “Bakanlık
neye itiraz ettiğini biliyor mu?” diye sordu.
Caminin mimarlarından Can Çinici, bakanlığın
itirazını “acıklı” bulduğunu dile getirerek, caminin
inşa edildiği dönemden bu yana “politik tartışma
konusu haline getirilmeye çalışıldığını” vurguladı.
Caminin “herhangi bir parti karşıtlığı olsun” diye
tasarlanmadığına dikkat çeken Çinici, “Bir sanat
eseri ancak halk kitleleriyle buluştuğu zaman yaşar,
eğer buluşamıyorsa yıkılır” görüşünü dile getirdi.
Cami için daha önce de “modern bir cami” denildiğini
anımsatan Çinici, caminin “geleneksellere karşı
duralım tavrıyla tasarlanmadığına” dikkat çekti.
Yapımı 1989’da tamamlanan
TBMM Cami Kompleksi’nin yıkılacağı duyumu üzerine
harekete geçen Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Koruma
Kurulu’na tescil başvurusunda bulunmuştu. Koruma
Kurulu’nun tescil etmemesi üzerine ise dava
açılmıştı.
Cumhuriyet, Haber: Selda Güneysu, 06.11.2015
|
PICASSO'NUN TABLOSUNA 67 MİLYON DOLAR
Sotheby's Müzayede Evi, dün başlayan sonbahar
sezonunda, bu yıl vefat eden eski sahibi Amerikalı
işadamı A. Alfred Taubman'ın koleksiyonundan olan
bazı eserleri açık artırmaya çıkardı.
“A.Alfred Taubman’ın Koleksiyonu: Modern ve
Çağdaş Sanat” isimli müzayedede 20. Yüzyıla ait en
önemli sanatçılardan biri kabul edilen ve Kübizm
akımının kurucularından olan Pablo Picasso’nun 1901
yılında tamamladığı eser, adının açıklanmasını
istemeyen biri tarafından alındı.
VAN GOGH ESERİNE 54 MİLYON DOLAR
New York’ta düzenlenen müzayedede Hollandalı
ressam Vincent Van Gogh'un "Landscape Under a Stormy
Sky (Fırtınalı Göğün Altındaki Manzara)" adlı eseri
de 54 milyon dolara alıcı buldu.
Resim dünyasının en gizemli sanatçılarından biri
olarak kabul edilen Van Gogh'un 1889 tarihli
eserinin 60 milyon doları aşması beklenirken, satış
kataloğundaki tahmin edilen 50-70 milyon
aralığındaki en düşük rakamın ancak 4 milyon
üzerinde, 54 milyona satılabildi.
Müzayede de geometrik soyut resim akımının
öncülerinden Rus sanatçı Kazimir Maleviç'in "Mystic
Suprematism (Mistik Süprematizm)" adlı eseri 38
milyon dolara, Fransız empresyonist ressam Claude
Monet'nin "Water Lilies (Nilüferler)" adlı tablosu
da 34 milyon dolara satıldı.
Sotheby's, dün de "A. Alfred Taubman'ın
Koleksiyonu: Başyapıtlar" müzayedesinde bazı
eserleri açık artırmaya çıkarmıştı. Müzayede Evi'nin
son iki günkü açık artırmalarında toplam 683 milyon
dolarlık satış yapıldı.
Radikal, 06.11.2015
|
FOÇA'DA KANALİZASYON KAZISINDA 2 BİN 100 YILLIK
MEZARLAR BULUNDU

İzmir Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon
İdaresi'nin (İZSU)
Foça
İlçesi'ndeki kanalizasyon borusu döşeme
çalışmaları sırasında 2 bin 100 yıllık kiremit mezar
ve lahitler bulundu. Kazı bölgesi, mezarlar ve insan
iskeletleri incelemeye alındı.
Dün öğleden sonra
İsmetpaşa Mahallesi'nde
Foça Kazı Kurulu'nun görevlendirdiği bir
arkeolog eşliğinde yapılan kanal açma ve
kanalizasyon borusu döşeme çalışmaları sırasında,
tarihi kalıntılara rastlandı. Çalışmanın
durdurulması ve arkeologların incelemeleri sonrası
çevrede bir antik mezarlığın bulunduğu anlaşıldı.
Kiremit mezarlardaki insan iskeletleri ortaya
çıkarken, lahitler ise bugün açılarak incelenmeye
başlandı.
UZMAN YORUMU
Daha önce yapılan bazı
çalışmalarda çok sayıda eserin bu şekilde tahrip
edildiğini belirten bir uzman arkelog şunları
söyledi:
"Foça
gibi antik kentler üzerinde modern kentler
kurulduğunda, bu yeni kentlerde yaşayan halkın
kanalizasyon gibi ihtiyaçlarının giderilmesi
zorunluluk. Ancak bunun için uygun projelerle
çalışılması gerek. Avrupa'da son yıllarda yüzeye
daha yakın ve aynı zamanda maliyeti de daha düşük
projelerle bu ihtiyaçlar gideriliyor. Bizde ise
cazibe yöntemi denilen ve kendi eğimiyle akmayı
sağlayan projeler tercih ediliyor. Daha derine
inmeyi gerektiren bu projeler nedeniyle bazı antik
kentlerde kanalizasyon türü çalışmalar yapılamazken,
yapılanlarda tarihi eserler zarar görebiliyor."
Bugün, Haber: Seyfi Gül, 06.11.2015 |
KAZILARDA BULUNAN FOSİLLER TARİHE IŞIK TUTUYOR
Türkiye'nin tek Osteoarkeoloji Uygulama ve Araştırma
Merkezi'nde sergilenen çeşitli dönemlere ait hayvan
fosilleri, dönemin sosyal ve kültürel yaşamına
yönelik araştırmalara da ışık tutuyor.
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Osteoarkeoloji
Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof.Dr. Vedat
Onar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İstanbul
Marmaray ve metro kazıları sırasında bulunan 57
türdeki hayvan kemiğinin sergilendiği merkezin,
arkeolojik hayvan kemiklerinin incelendiği önemli
bir kurum olduğunu, büyüyerek hizmet vermeye devam
ettiğini söyledi.
İstanbul'un tarihini değiştiren kazılar sırasında
çok önemli bulgulara ulaşıldığını anlatan Onar, elde
ettikleri bulguların bilim dünyası açısından önem
taşıdığını, yurt dışından çok sayıda bilim insanının
yanı sıra çok sayıda öğrenci kafilesini merkezde
ağırladıklarını dile getirdi.
Onar, kazılarda Roma, Bizans ve Osmanlı
dönemlerine ait kemikler bulduklarını aktararak, "O
günkü yazılı kaynaklarda geçenleri, artık görsel
olarak görebiliyoruz. Yazılı kayıtlarla, bulduğumuz
örnekler birebir aynı. Binlerce hayvan kemiğini
inceliyoruz. Bu alan içinde 57 tür keşfettik. 60
binin üzerinde, yaklaşık 12 kamyon kemik incelendi.
Kemiklerden yola çıkarak o günkü sosyal yaşam, insan
hayvan ilişkisi, beslenme alışkanlıkları ve dönemin
kültürel yapısını anlamaya yönelik bilgiler ortaya
koymaya çalışıyoruz" diye konuştu.
- "Neolitik döneme kadar gittik"
Kemiklerin incelenmesinin devam ettiğine dikkati
çeken Prof.Dr. Onar, "Kemikleri tek tek inceledik.
Bir kemiğin ne anlattığını, ne ifade ettiğini
anlamamız gerekiyor. Yenikapı ve Marmaray kazıları
asrın projesidir. Malzemeler 58 bin metrekarelik
alandan çıktı. İstanbul'un kuruluşunda 4 bin yıllık
geçmişinden bahsedilirken, daha geriye gittiğini
görebiliyoruz" diye konuştu.
Kazılarda milattan önce 6 bin-6500 yıllarına ait
kalıntılara ulaştıklarını ifade eden Onar, şunları
söyledi: "Sonuçlarını yeni alabildiğimiz bir malzememiz
daha var ki bu Avrupa bizonunun o günkü İstanbul
sınırları içerisine uzandığını gösteren kalıntılarda
elde edilmiş olgu. Kazı çalışması derinleştikçe 8
bin-8 bin 500 yıl geriye, Neolitik döneme kadar
gittik. Marmara Denizi'nin göl aşamasından çıktığı
bu döneme ait insan iskeletleri ve yaşam kalıntıları
bulundu. İstanbul'un tarihini değiştirebilecek
bulgulara ulaşıldı."
Hayvan fosillerine özellikle 3. ve 14. yüzyıla
ait olan tabakalarda yoğun şekilde rastladıklarını,
kemiklerin yoğun olarak Bizans dönemine ait olduğunu
vurgulayan Onar, Bizans'ın Marmara Denizi'ndeki
Theodosius Limanı olan kazı alanının zengin veriler
sunduğunu anlattı.
- "Ayı da var fil de"
Onar, 57 tür içerisinde tüketim artığı koyun,
keçi, deve, sığır gibi kesilmiş hayvanların
kalıntılarını teşhis ettiklerini, yine o döneme ait
kemiklerden sap ve alet yapıldığını, dekoratif
amaçlı kullanılmış kemikler bulduklarını söyledi.
İşlenmiş kemiklerden çeşitli bilgiler elde
ettiklerine dikkati çeken Onar, şöyle devam etti: "Koyunların tarak kemiğini kullanmışlar. Tarak
kemiği aynı zamanda tekstil amaçlı kullanılmış,
'bobin ve bız' dediğimiz alet haline getirilmiş.
Theodosius Limanı'nın çevresinde tekstil
işliklerinin olduğunu görüyoruz. Muhtemelen
buralarda kullanılmış bu aletler. En yoğun kemikler,
at kemikleriydi. Atların, bu alana iki şekilde
atıldığını gördük, ölü olarak, bir de kesilmiş
olarak. Kesilmiş kemiklerin üzerinde kasaplık
izlerini rahatlıkla görebiliyorsunuz. Tek hörgüçlü
develere rastladık. Balık türleri de çok zengin.
Deniz kaplumbağasında Caretta türlerine rastladık.
Bunlar muhtemelen Theodosius Limanı çevresindeki
yaşam zincirinden ziyade alandaki ticari gemilerin
Akdeniz'e ticareti sonucunda getirilmiş olan
kaplumbağalardı. Ayılar da vardı. Ayı
oynatıcılığının yapıldığını gösteren bulgular
mevcut."
Kemiklere ilişkin detaylı bilgiler veren Onar,
sözlerini şöyle tamamladı: "Alanımızda 4 boynuzlu bir koyun kalıntısı vardı
ki bunun orijinali Suriye taraflarıdır. Bu kemik,
limanın ticari yolunu göstermesi açısından önemli
bir vesika. Yine ceylan kalıntısı çıktı enteresan
bir şekilde. Bir de maymun kafatası bulduk. Pet
hayvanı olarak kedi, köpek çok fazlaydı. Evcil
ördekten tutun yaban ördeğine, tavuktan tutun
akbabaya geniş bir yelpazede kuş türlerine
rastladık. Kazılarda iki fil kalıntısını bile
bulduk."
Trt Türk, 05.11.2015
|
AYDIN'DAKİ TARİHİ DANDALOS KÖPRÜSÜ YIKILIP YENİSİ
YAPILACAK

Aydın’ın
Karacasu
İlçesi'ndeki, restorasyon çalışmasında
zarar gören 589 yıllık Dandalaz Köprüsü tamamen
yıkılacak. Elde edilecek malzemeleri de kullanarak
köprüyü yeniden inşa edeceklerini belirten
Karayolları 2. Bölge Müdürü Abdülkadir Uraloğlu,
“Mevcut yapıyı komple yıkacağız. Kullanabileceğimiz
bütün taşları ayıracağız. Yeniden köprüyü, baştan
yapılıyormuş gibi yapacağız.” dedi.
Aydın’da
6 asır öncenin mimarisiyle yapılan Dandalaz Köprüsü,
restorasyon sırasında yıkılmıştı. 1426 yılında
Sultan 2. Murat tarafından
Tavas yolu üzerinde yaptırılan,
kervan ve ticaret yolunu Dandalaz Çayı üzerinde
birbirine bağlayan köprünün bazı
kemer taşları ve yapının büyük bölümü zamanla
zarar gördü. Karayolları 2. Bölge Müdürlüğü,
restorasyon için bir üniversiteden profesöre
hazırlattığı projeyle ihaleye çıktı. Proje
onaylandıktan sonra ihaleyi alan firma, 2014
Eylül ayında çalışmalara başladı. Alttan
yapılması planlanan iskele, köprünün çökme tehlikesi
olduğu için dışarıda kuruldu. İskele, ray sistemiyle
köprüye yanaştırıldı. Restorasyon çalışmaları
sırasında tarihi köprü, ana kemerden koparak büyük
zarar gördü, iskeleyle birlikte yıkıldı. Yıkılan
köprüde Karayolları 2. Bölge Müdürlüğü,
Aydın Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü ile
İzmir 2 No'lu Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ekipleri
inceleme yaptı. Tarihi köprünün, heyelan sebebiyle
yıkıldığı tespit edildi.
Dandalaz Köprüsü
için yeniden çalışma başlattıklarını belirten
Karayolları 2. Bölge Müdürü Uraloğlu, “Dandalaz
Köprüsü, güzide bir köprü. Görsellerini
paylaşabileceğimiz bir yapı. Eski bir köprü.
Karacasu tarafındaki ayağı çok ciddi bir şekilde
oyulmuş. Köprünün altına girmeyle ilgili çok ciddi
bir risk vardı. Biz burada üniversitelerle ortak
çalışarak. ortak bir proje ürettik ve iskeleyi
alttan kurmak yerine açıktan kurarak, çünkü alta
girmeyle ilgili risk vardı. iskeleyi açıkta kurarak
raylarla beraber iskeleyi köprünün altına sürdük.
Önce kemerin kendisini sağlama aldık. Sağlama
aldıktan sonra da yapmamız gereken tabliyenin belli
bir bölümüne kadar kırılıp tekrar kemerin
yapılmasıyla ilgili çalışma yaptığımız sırada, aşırı
yağışların da etkisiyle
Karacasu tarafındaki ayağın olduğu bölümde ciddi
bir heyelan olarak, hem köprünün kendisinin
yıkılmasına hem de oraya koyduğumuz iskelenin komple
çökmesine sebebiyet verdi. Oradaki ihalenin içeriği
de değişti, proje de kadük kaldı. Biz kurumsal
görüşüyoruz. Şu anda biz ancak o ihaleyi tasfiye
edebildik. Oradaki işi yapan müteahhitle ancak
hukukumuzu bitirebildik. Şimdi yeniden bir proje
yapma sürecini başlattık. Projesini yapacağız.
Burada kurul onayı zorunludur. Bir mevcut yapıyı
komple yıkacağız. Kullanabileceğimiz bütün taşları
ayıracağız. Yeniden köprüyü, baştan yapılıyormuş
gibi yapacağız.” dedi.
haberler.com, 02.11.2015 |
MAYA
HİYEROGLİFLERİ DİJİTAL KATALOG HALİNE GETİRİLİYOR
Federal Lozan Teknik Üniversitesi’ne bağlı Idiap
Araştırma Enstitüsü ile Beşeri Bilimler Koleji’nin
dijital Laboratuvarı, 1519-1521 yılları arasındaki
İspanya’nın Aztek İmparatorluğu keşfi esnasında ele
geçirilen üç adet el yazması Maya Hiyeroglifini,
Maya kitabe okuyucularıyla birlikte çalışarak
dijital kataloğa dönüştürüyor.
Farklı bölgelerde ve farklı
zaman dilimlerinde çizilmiş binlerce sembolün
incelendiğini belirten Idiap araştırmacılarından Rui
Hu, her sembolün bir anlamı olduğunu, bugün halen bu
dili konuşan insanların yardımları ve kullandıkları
sözlüklerle çözebildiklerini söyledi.
Bonn Üniversitesi’nden Carlos Pallán Gayol, yeni
ekipmanlar sayesinde bilim adamlarının bir
hiyeroglifin anlamını ve blok metinde nasıl ortak
semboller kombinasyonu olduğunu görebileceğini
söyledi. Gayol, ‘Bu araştırma Maya bilimcileri
arasında birden fazla alanda çalışmalarını
sürdürdükleri sırada geleneksel metotlara
başvururken karşılaştıkları engelleri ortadan
kaldıracağı için büyük ilgi uyandırıyor’ dedi.
Proje bir gün Maya
resimlerini düz yazıya döken bir çeviri aleti
olabilir.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
archaeology.org Çeviri: Ayşen Yolcu Fotoğraf:
actu.epfl.ch, 02.11.2015
|
1 - 7 Kasım 2015
|
İKİ TEPE ARASINDA
4 ASIRLIK AĞAÇ
ABD'nin Washington
eyaletindeki Olimpik Ulusal Park'ta 4 asırlık ağaç,
altındaki toprak kaymasına rağmen inatla yaşamaya
devam ediyor. Köklerini iki yanındaki tepelere
tutunduran 400 yıllık dev ağaç, ihtişamıyla göz
kamaştırıyor. "Hayat Ağacı" ya da "Firari Ağaç"
olarak isimlendirilen ağacın altında toprak
olmadığından neredeyse tüm kökleri görünüyor.
Çamgillerden olan "sitka ladini" türündeki ağaç her
şeye rağmen her ilkbahar yeşil yapraklara bürünüyor.
Bölgede birçok fırtına çıkmış olmasına rağmen
devrilmeyen ağaç dimdik ayakta durarak herkesi
şaşırtıyor.
Sabah, 06.11.2015 |
 |
 |
BİR GECEDE 337
MİLYON $
Sanat tarihinin mihenk taşı isimlerinin eserlerinin
bulunduğu koleksiyonuyla tanınan, Sotheby’s Müzayede
Evi’nin eski sahibi, 17 Nisan 2015’te vefat eden iş
adamı Alfred Taubman’ın koleksiyonunun önemli bir
kısmı önceki akşam Sotheby’s Müzayede Evi tarafından
düzenlenen akşam müzayedesinde satıldı.
Picasso, Modigliani, Rothko’nun arasında bulunduğu
sanatçıların eserlerinden oluşan 500 parçalık
koleksiyonun büyük bölümünün satışı gerçekleşti.
Müzayede, 337 milyon dolarlık eser satıldı. En
dikkat çekici eser satışı Modigliani’nin ‘Paulette
Jourdain’ adlı 42.81 milyon dolara satılan eseri
oldu.
Milliyet, 06.11.2015
|
YUNAN ANTİK DÖNEM
GEMİLERİ EGE'DEN ÇIKTI

Yunanistan'ın Ege Denizi açıklarında gemiler
tarafından sıklıkla kullanılan bir bölgede
arkeologlar, tek bir noktada 22 farklı gemi enkazı
keşfetti. 13 günde bulunan kalıntıların,
Yunanistan'ın antik döneminden kalma gemi
enkazlarının yüzde 12'sini oluşturduğu için keşfin
önemli olduğu belirtiliyor. Arkeoloji dünyasını
heyecanlandıran araştırmanın direktörü George
Koutsouflakis, başarılı sayılan bir sezonda 4 veya 5
enkaz bulunduğunu ancak kimsenin bu kadar çok gemiyi
birden bulmayı beklemediğini kaydetti. Şaşırtıcı
olanın yalnızca gemi sayısı olmadığını, kargo
çeşitliliğinin de şaşkınlık verici olduğunu ifade
eden Koutsouflakis, gemilerin taşıdığı kimi
eşyaların da ilk kez görüldüğünü belirtti.
İncelemeler sonucunda enkazların yarısının 300-600
yılları sonrasına ait, kalan kısmın da milattan önce
700-480 yıllarına ait olduğu tespit edildi. Yunan
araştırmacılar ve Florida merkezli RPM Denizcilik
Vakfı ortaklığında yapılan açıklamada, bazı gemi
enkazlarının 2 bin 500 yıldan daha eski olabileceği
vurgulanarak keşfedilen bölge "Dünyanın gemi enkazı
başkenti" olarak tanımlandı. Uzmanlar, bölgede batan
gemi sayısının yüksek olmasına rağmen bulunan enkaz
miktarının oldukça düşük olduğunu ifade ederek, bu
keşifte çıkarılan enkaz sayısının artabileceğini
düşünüyor.
Sabah, 06.11.2015 |
EN İYİ KEDİ
TABLOSU FİYATINI İKİYE KATLADI
Ressam Carl Kahler’ın 1891 tarihli ‘My Wife’s
Lovers’ (Karımın Sevgilileri) adlı tablosu 3
Kasım’da Sotheby’s Müzayede Evi’nin düzenlediği ‘19.
Yüzyıl Avrupa Sanatı Müzayedesi’nde 826 bin dolara
satıldı.
Geçtiğimiz hafta
müzayedeye çıkacağının duyulmasıyla birlikte
sosyal medyada çok kez paylaşılan eser, 300 bin
dolar
olan çıkış fiyatını iki kez katlayıp üstüne
çıktı. Üç yılda tamamlanan ve 1949’da yayımlanan
Cat Magazine dergisinde ‘dünyanın en iyi kedi
tablosu’ olarak tanımlanan eserde 42 adet kedi
figürü görünüyor.
Milliyet, 06.11.2015
|
 |
SANAT DÜNYASINDA
FONTANA DALGASI

Arjantin doğumlu İtalyan ressam, heykeltıraş Lucio
Fontana, yirminci yüzyılın en etkin sanatçılarından
biri. Delinmiş ve kesilmiş tablolarıyla ayrıksı bir
isim olan sanatçıya koleksiyonerler, galeriler ve
müzeler son dönemlerde büyük bir ilgi gösteriyor.
Londra'da açılan retrospektifin yanı sıra Sabancı
Müzesi'ndeki Zero sergisinde hatırı sayılır bir
Fontana seçkisi var.

İtalya'nın Picasso'su ya da
Andy Warhol'u olarak görülen Lucio Fontana
(1899-1968), yirminci yüzyılın en etkin
sanatçılarından biri. Bu öncü ismin eserleri sanat
piyasasını gittikçe daha da hareketlendiriyor.
Sotheby's, Christie's gibi ünlü müzayede evlerindeki
yüksek rakamlı satışların yanı sıra Londra, Milan ve
New York'taki galerin ve müzelerin açtığı Fontana
sergileri dikkat çekiyor. Delinmiş ve kesilmiş
tablolarıyla ayrıksı bir sesi olan sanatçı,
getirdiği yeniliklerle sanat tarihinde önemli bir
yere sahip. Sabancı Müzesi'ndeki Zero sergisinde
hatırı sayılır bir Fontana seçkisi devam ederken,
Londra'daki Tornabuoni Sanat Galerisi'nde de seneler
sonra bir Fontana retrospektifi açıldı.
Heykeltıraş bir babanın oğlu
olan Fontana, 1927'de Milan'da güzel sanatlar
eğitimi alır. Soyut heykeller ve seramikleriyle
İtalya'nın önemli sanat aktörlerinden biri olur. İlk
sergisini 1930'da açar. 1946'da ise ses getiren
“Beyaz Manifesto” adlı bildirgesini yazar ve
sonrasında renk, ses, uzay, hareket ve zamanı
sentezlemeyi amaçlayan Spatializm adlı resim akımını
kurar.
KESİK VE DELİK
TUVALLER
Fontana, tuval üzerinde
yırtarak, keserek ve delikler açarak soyut sanata
yeni bir boyut getirir. Resimleri dışında
seramiklerinde de aynı kesikleri ve delikleri görmek
mümkün. Yenilikçi çalışmalarıyla kendinden sonraki
kuşakları etkileyen Fontana'nın bu sanatsal tavrı
kendisini İkinci Dünya Savaşı sonrası en önemli
sanatçılardan biri haline getirir.
1949'da resimlerini delmeye,
sonrasında ise kesmeye başlar, bu bir yıkma
eyleminin aksine, resim sanatının geleneksel
sınırlarından kurtulmayı amaçlamaktadır. 1950'li ve
1960'lı yıllar arasında sanat hayatının en önemli
üretimlerini gerçekleştirir. Tüm sınırları ortadan
kaldıran Zero akımının önemli bir parçası olur.
Fontana'nın sanatsal üretim
süreci boyunca politik ve sosyal şartları göz önünde
bulundurulduğunda, İtalyan faşizmi ve savaş sonrası
dönemde malzeme kullanımı güncel sanat adına önemli
bir eşik olarak değerlendiriliyor. Bilinen formları
terk ettiğini dile getiren Fontana “Zamanın ve
mekanın sonsuzluğuna dayanan yeni bir süreç
başlatmak istiyorum.” demişti.
1966 Venedik Sanat
Bienali'nde bu eylemini şöyle savunmuştu: “Sanat
eleştirmenleri benim için iyi bir heykeltıraş diyor
fakat delmeler ve kesmeler için gösteri ve
propaganda yapıyor diye eleştiriyorlar. Bu
görüşlerinde yanılıyorlar. Sanatsal araştırmalarıma
hep inandım. Sanatımdaki bu eylem biçimi oldukça
yeni ve öncü bir işlev görecek. Tablodaki bu açtığım
delikler basit bir eylem değil, sanatçının ve
bireyin üretim özgürlüğü.”
“RADİKAL İŞLER
YAPMAMIZ LAZIM”
Centre Pompidou (Paris),
Tate (Londra) ve MoMA (New York) gibi ünlü müzelerde
sanatçının çeşitli dönemlerde eserleri sergilendi.
Tornabuoni Sanat Galerisi'ndeki sergi ise sanatçının
on yıldan sonra açılan ilk retrospektifi. Ellinin
üstünde eserin yer aldığı sergide, mekan üzerine
düşünmeye davet eden pek çok eser var. Sarı, mavi ve
kırmızı renklerin ağırlıkta olduğu tabloların
üzerini kesen sanatçı, izleyicinin derinlik algısını
ters düz ediyor.
Fontana'nın resim sanatına
getirdiği bu özgür tavır, kendinden sonraki birçok
isme yol açar. Joseph Beuys'un öğrencilerinden Alman
ressam, heykeltıraş Imi Knoebel'in dediği gibi “Yves
Klein kanvası maviye boyadı,
Lucio Fontana ise kanvasa eğik kesikler
attı. Geriye ne kaldı? Eğer bir şeyler yapmak ve
yaşamak istiyorsanız, çok radikal işler yapmanız
lazım.”
Üzerinde 23 yarık olan bir
Fontana eseri geçtiğimiz yıl 8,4 milyon sterline
satıldığında çok eleştirilmiş ve “Tablosundaki çizik
sayısı artınca eserin fiyatı daha mı yükseliyor?”
gibi yorumlar yapılmıştı. Önümüzdeki dönemlerde,
Fontana'nın eserleri daha da öne çıkacak, zira
piyasanın ve koleksiyonerlerin bu sıradışı isme
talebi artıyor.
Zaman, Haber: Musa İğrek,
05.11.2015
|
GÖRENLER GERÇEK
SANIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı son beş yıl içinde
yüzlerce sahte heykel ele geçirdi. Bu heykellerin
bir kısmı müzelerde sergilenen eselerdi. Bir kısmı
ise piyasada satılırken güvenlik güçlerince ele
geçirildi. Sahte olduğunu bilmeden, tarihi eser
olduğu zannıyla bu heykellere milyonlarca lira
ödeyenler var.
Genellikle sahte heykeller yurt dışına kaçırılmak
üzere hazırlanıyor. Heykellerin gerçekçi görünmesi
için akıl almaz yöntemler uygulanıyor. Mermer
heykellerde figürlerin bazı uzuvları özellikle
kırılıyor. Ele geçirilenlerin pek çoğunda burnu,
kolu, hatta gövdesi parçalanmış olanlara rastlamak
mümkün. Metal heykeller ise korozyon tutması için
toprağın altına uzun süre gömülüyor. Bazılarının
üzerinde bilinçli metal delikler açılıyor.
Böylelikle heykellere eskitilmiş görüntüsü
veriliyor. Alıcıların uzmanlığı yoksa da bu duruma
kanıp milyonlarca lira ödüyor.
Altın, bronz, gümüş heykelciklerin de sayısı az
değil. Alıcıların gözünü boyamak için her türlü
kopya figürü kullanan sahteciler özellikle
yabancıları hedef seçiyor. Antalya, İzmir gibi
turistlerin yoğun olduğu bölgelerde faaliyet
gösteren sahteciler, terakota, sikke, madalyon gibi
kolaylıkla taşınabilir tarihi eser görünümlü
materyaller üretiyor.

Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü sahtecilerle mücadele için 2010
yılından bu yana yoğun bir çalışma yürütüyor.
Öncelikle daha önceki yıllarda müzelere girmiş sahte
eserleri komisyon kurarak ayıklayan bakanlık,
güvenlik güçlerinin de ele geçirdiği eserleri de
komisyon vasıtasıyla gerçekliğini denetliyor.
Eserlerin tespitinin yapıldığı müzede kurulan
komisyonun verdiği raporda şüphe uyandıracak bir
durum tespit edildiğinde başka müze uzmanlarından
oluşan yeni bir komisyon kuruyor. Bu komisyonun da
kararında şüphe oluşuyorsa üniversite hocalarından
oluşan bilimsel bir heyet oluşturuluyor. Metal
eserlerdeki korozyon yapısının tespiti için analiz
laboratuvarında incelemeye tabi tutuluyor. Eser
üzerinde tarihleme yapılıyor. Aynı yöntem taş
eserler için de uygulanıyor.

Antalya Elmalı
Müzesi'nden Bildirilen Sahte Heykelcikler
Antalya İli, Elmalı Müzesi Müdürlüğü'ne bir
şahıs tarafından teslim edilen 2 adet hayvan
figürininin imitasyon olup olmadığı hususunda
tereddüt yaşanması nedeniyle Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğünce söz konusu eserlerin
analiz ve değerlendirilmeleri için bir komisyon
kuruldu. Komisyon tarafından hazırlanan 29.05.2013
tarihli raporda; söz konusu objelerden, kanatlı keçi
biçimindeki bronz apliğin Louvre Müzesi’nde bulunan
ve olasılıkla MÖ. 5. yüzyıl sonu ile 4. yüzyıl
başına tarihlenen altın kanatlı bronz keçi
apliğinin bir imitasyonu, insan yüzlü bir adet boğa
heykelciğinin ise Akhamenid sanat etkileri taşıyan
oldukça başarısız bir imitasyon olduğu ve 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
kapsamında olmadıkları belirtildi.

Samsun Müzesi'nden
Bildirilen Sahte Heykel
Pirinçten mamul,
14 cm uzunluğunda Romalı bir savaşçıyı tasvir eden
heykelciktir. Ayak kısmı bilekten itibaren kopuk
durumdadır. Başında Korinth başlığı mevcuttur. Göğüs
kısmı toga ile örtülüdür. Sağ kol omuzdan itibaren
kırık ve noksandır. Sol kol aşağıya inik olup elinde
muhtemelen hançer tutmaktadır. Ayaklar hafif sağa
dönüktür. Kimyasal metotlarla eskitilme çalışması
yapılmıştır. Vücudun ön ve arka kısmında delikler
mevcuttur.

Mardin Müzesi'nden
Bildirilen Sahte Heykel
30x18x24 cm.
boyutlarındaki heykel başının siyah damarlı kırmızı
mermerden yapıldığı, çok diri olan saç buklelerinin
aşınmış görünümü kazandırmak için yer yer darp
edilmiş olduğu, başlık ve saç stilinde Klasik Dönem
özelliği görülürken gözlerinin Roma Dönemi özelliği
göstediği, antik çağ heykeltraşlık sanatında, klasik
dönem ve sonrası eserlerde görülen insan anatomisine
uygunluğun baş bölümünün hafif sağa meyilli
verilmesine karşın boyun kısmının aşağıya doğru
tamamen düz inmiş olması nedeniyle bu heykel başında
görülmediği, yüz hatlarının oldukça keskin
işlendiği, anlan heykel başının imitasyon olduğu ve
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu kapsamında olmadığı belirtildi.

Adana Müzesi
Bronzdan yapılmış olup, yüksekliği 51
cm’dir. Sağ elinde aşağıya doğru kılıç, sol elinde
ise yukarıya doğru meşale tutmaktadır. Başında
çelenk bulunan heykelin üzerinde vücudun bir kısmını
örtecek şekilde bir pelerin bulunmaktadır. Pelerin
boyundan arkaya doğru savrulmuştur. Ayağında
bilekleri de kapatacak şekilde uzunca sandaletler
bulunmakta olan heykel, bir kaide üzerinde
durmaktadır. Sağ bacağını bükmüş ve kaidenin
yüksekçe olan kısmına koymuştur. İçi boş olan heykel
döküm tekniğiyle yapılmıştır. Yüzeyinde korozyon
izleri görülmektedir. Anatomik olarak bir
orantısızlığın yanı sıra korozyon tabakasının
farklılığı da göze çarpmaktadır.

İzmir Müzesi Hades
Heykeli
1 Adet Sahte Mermer Heykel:
Yüksekliği 40 cm’dir. Sağ kolu ve bacakları
noksandır. Dalgalı saçları omuzuna kadar inmektedir.
Sakal ve bıyığı vardır. Bıyık sakalla
birleşmektedir. Ayrıca, sol omzundan inen elbise
tomarı mevcuttur. Gövde ve yüz kısmında yer yer açık
kahverengi çizgiler bulunmaktadır. Bilinçli olarak
bazı uzuvları kırılmıştır.

Bilecik Valiliği'nden
Bildirilen Sahte Heykel
Yüksekliği 1
metre, genişliği 38 cm. ve derinliği 31 cm. olan
ayakta duran erkek, başı sağa dönük, sakallı, kısa
saçlı, gövdesini saran kıyafetini (chiton) sol
omzundan gövdesine çapraz olarak astığı iki göğsünün
arasında kemer tokası bulunan kemerinin arasından
geçirerek sabitlemiş halde ve sağ ayağının dizi
hafif öne bükük, sandalet giyimli betimlenmiştir.
Sağ elinin üzerindeki zincir, bileğindeki halka ile
birleşerek heykelde betimlenen erkek figürünün sağ
tarafında oturur şekilde duran köpek betiminin
başında iki kulağının arasından geçip aşağı inerek
köpeğin tasması ile birleşmiş olup erkek figürünün
sağ ayağının yanında duran sol pençe 5 tırnaklı
olarak betimlenmiştir. Köpeğin gövdesi erkek
figürünün arkasında kalmış şekilde, kuyruğu ise sol
tarafından öne doğru kıvrılır şekildedir. Yüz mimik
çizgileri ise derin çizgilerle vurgulanmıştır. Erkek
figürünün sol elinde tuttuğu çiçek demeti benzeri
bir objenin üzerinde başı sola dönük ve kanatları
açık kartal betimi bulunmaktadır. Kartalın kanatları
ve gövdesindeki tüyler balık pulu deseni ile
vurgulanmış, pençeleri ise üçer parmak şeklinde
betimlenmiştir. Erkek figürü, köpek ve kartaldan
oluşan heykel grubu üç basamaklı ve her dört yanda
birer adet bulunan sütun ile çevrelenmiş, yüksekliği
23 cm. olan bir kaide üzerinde betimlenmekte olup
kaidenin ön tarafında AT yazısı bulunmaktadır.

Balıkesir Müzesi'nden
Bildirilen Sahte Heykelcik
Bronzdan
yapılmış, 10 cm yüksekliğinde, başında konik
şeklinde bir başlık bulunmaktadır. Sol eli belinde,
sağ eli sağ kulağını tutar şekilde tasvir
edilmiştir. Bacakların arasındaki boşluk belden ayak
parmaklarına kadar daralarak devam etmekte ve
ayaklar aşağıda birleşmektedir.

Manisa Müzesi'nden
Bildirilen Sahte Heykeller
Yaklaşık 120
cm. yüksekliğindedir. Bir kaide üzerinde duran
heykelin ayaklarının dibinde bir çocuk figürü
bulunmaktadır.

İzmir Müzesi, Bronz At Figürlü Kandil
Ölçüsü: 0,185 x 0,14 m.
Tanımı: Hamle yapan at
figürünün göğsüne içbükey formlu bir kandil burnu
eklentisi ile oluşturulmuş bronz eserdir. Karındaki
daha küçük olmak üzere, atın sırt ve karın kısmında
birer dikdörtgen yağ haznesi deliği vardır. Sol arka
bacağın alt kısmı ve kuyruğun uç kısmı kırık ve
eksiktir. Atın başı hafif sağına dönüktür. Kulaklar
dik, ağız hafif açıktır. Boyundan çene kısmına doğru
içbükey formda uzanan dizginler belirgin olarak
işlenmiştir. Uzun dışbükey boynun üzerinde yeleler
yüksek bant şeklinde kütlevi olarak işlenmiştir.
Yelenin başa yakın kısmında ve kuyruğun gövdeye
birleşme notasında birer küçük asma deliği
bulunmaktadır. Kuyruk hafif dalgalı olarak aşağı
sarkmaktadır.

Aydın Müzesi
Roma dönemi eserin günümüz taklidi, Deve
tüyü rengi hamurlu pişmiş topraktan figürin,
dikdörtgen bir kaide üzerinde Aphrodit Anadymene
tipinde ayakta durur pozisyonda yapılmıştır. Oval ve
dolgun yüzlü, iki kolu havada ve elleriyle ortadan
ikiye ayrılmış saçlarını iki yandan tutar
şekildedir. Ancak sağ kol dirsek altından itibaren
saç çıkıntısı ile birlikte kırık ve kmesiktir. Kalın
boyunlu, küçük dolgun göğüslü, göbek deliği
belirgin, kasık kısmı üçgen şeklindedir. Bacaklarını
örten bir kumaş vardır. Sol tarafında üzerinde yer
yer sıklamen pembesi rengi boyalı amphora benzeri
bir kap vardır. Taklit olan figürinin sağ kolu
dirsek altından itibaren kırık ve eksik, kaidesi
kırık ve sonradan yapıştırılmıştır.

Antalya Side Müzesi
Kartal, bir kenarında cepheden boğa yüzü
kabartması bulunan dikdörtgen bir kaide üzerinde
ayakta ve başı hafif sola dönük şekildedir. Kanatlar
yarı açık vaziyette yapılmıştır. Gövdede ve
kanatlarda tüy detayları çizgiler ile verilmiş olup,
pençeler, gaga ve gözler ise belirgin biçimde olması
gerekenden daha büyük yapılmıştır. ÖLÇÜLERİ:
genişlik:23cm, uzunluk:25cm, yükseklik:50cm
Sivas Müzesi
1 adet sahte Hermes
başı heykel: Yüksekliği yaklaşık 27.5 cm, baş
çevresi ise yaklaşık 62 cm. Hermes’in başında
birinin yarısı kırık diğeri ise sağlam olan iki
kanat görülmektedir. Saçları lüle şeklinde, kaş ve
gözleri klasik üslupta olup gözbebekleri
bulunmamaktadır. Ağız kısmı açık, yüzünde ise
herhangi bir ifade görülmemektedir. Hermes başında
yer yer kahverengi renklendirmeler görülmektedir.
Mermer tozundan mamuldür.

Tokat Müzesi
Kadın Heykelciği, Altındır. 6,1 cm
uzunluğundadır. Döküm tekniğinde yapılan heykelciğin
kolları yapılmamıştır. Ayakta durur pozisyonda, sağ
dizini öne doğru kırmış ve sağ ayağı biraz daha önde
betimlenmiştir. Uzun, bol ve kıvrımlı belirgin
olarak tasvir edilmiş bir elbise giymiştir. Alın
üzerinden başlatılan saçlar ikiye ayrılıp ense
üzerinde tutturulmuş ve omuz üzerinde bitirilmiştir.
Heykelciğin elbise, saç ve yüz ayrıntılarından
klasik dönem kadın heykellerine benzetilmeye
çalışılan günümüz taklidi olduğu anlaşılmaktadır.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 05.11.2015
|
SÜTUNLAR 1520 YIL SONRA ORTAYA ÇIKTI

İncil'de adı geçen 7
kutsal kiliseden birinin bulunduğu Denizli'nin en
büyük antik kenti Laodikya'da, 494 yılındaki büyük
depremde yıkılan portik (üstü örtülü, önü sütunlu
açık galeri) yapının sütunları 1520 yıl sonra toprak
altından çıkarıldı.

Kent merkezine 5
kilometre mesafede bulunan Laodikya'da, Denizli
Büyükşehir Belediyesi'nin himayesinde Pamukkale
Üniversitesi tarafından kazı çalışmaları yılın 12
ayı sürdürülüyor. Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr.
Celal Şimşek, Kutsal Agora diye bilinen ve antik
kentin güneyinde yer alan portikte, 7 metre
derinlikten 6 sütun çıkardıklarını söyledi.

Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Şimşek, "Laodikya'yı yıkan büyük depremin
izleri hala duruyor. 7 metrelik toprak dolgunun
bulunduğu yerde yaptığımız kazılarda depremin
izlerine rastlıyoruz. Büyük depremde yıkılan
sütunlar 1520 yıl sonra gün yüzü gördü. Kazılar
devam ediyor. Daha çok sütun ve başka kalıntıları da
bulmaya devam edeceğiz" dedi.
Karar, 04.11.2015 |
BU SHEAKESPEARE'İN KAFATASI OLABİLİR Mİ?
İngiltere’nin Beoley kentindeki St Leonard’s
Kilisesi’nde bulunan ve bir efsaneye göre William
Shakespeare’a ait olduğu iddia edilen bir kafatasına
DNA testi yapılması yönündeki başvuru Anglikan
Kilisesi tarafından reddedildi.
Sanat tarihçisi Horace Walpole’un ortaya attığı bir
iddiaya göre İngiltere’nin Beoley kentindeki St
Leonard’s Kilisesi’nde bulunan bir kafatası 1700’lü
yıllarda William Shakespeare’nin Stratford’daki
mezarından çalındı. St Leonard’s Kilisesi rahibi
Paul Irving, yerel efsanelerde büyük yer tutan bu
iddianın araştırılması ve gerçekliğinin kanıtlanması
için Anglikan Kilisesi’ne bir başvuruda bulundu ve
kafatasının yüzyıllardır saklandığı kiliseden geçici
olarak çıkartılarak DNA testine tabi tutulmasını
istedi. Ancak Kilise yetkilileri “Söz konusu
kafatasını Shakespeare’e bağlayan hiç bir kanıt
bulunmadığı” gerekçesi ile rahibin talebini
reddetti.
EFSANE İKİ MAKALEYE DAYANIYOR
Beoley halkının yürekten inandığı Shakespeare’in
kafatası efsanesi aslında 1879 ve 1884 yılına ait
iki makaleye dayanıyor. İlk makalede sanat tarihçisi
Walpole’nin 1769 yılında Shakespeare’in
Stratford’daki Holy Trinity Kilisesi’nde bulunan
mezarına girip kafatasını çalmayı başaran kişiye 300
sterlin ödeme yapmayı teklif ettiği iddia ediliyor.
Aynı makalede Dr. Frank Chambers’ın Shakespeare’in
mezarına girmeyi ve kafatasını çalmayı başardığı
ancak Walpole’u vadettiği parayı ödemeye ikna
edemeyince kafatasını yerine geri koyduğu da
belirtiliyor. İkinci makalede ise kafatasının asla
yerine geri konmadığı ve bunun yerine Stratford’dan
15 mil uzaklıkta bulunan Beoley’deki bir kiliseye
yerleştirildiği iddia ediliyor. Makalelerin
Beoley’de 1881 ve 1889 yılları arasında rahip olarak
görev yapan C.J Langston tarafından yazıldığına
inanılıyor.
KİLİSEYE GÖRE KANIT YOK
Ancak bugün Anglikan Kilisesi tüm bunların “Gotik
bir dedektiflik hikayesinden fazlası olmadığını” ve
kafatasının kiliseden alınıp testlere tabi
tutulmasına ve Shakespeare’in mezarının açılmasına
gerekçe olarak gösterilebilecek hiç bir kanıt
bulunmadığını söylüyor. DNA testi talebinde bulunan
Paul Irving ise kilisenin efsaneyi görmezden gelip
araştırma yapmayı reddetmesinin bölgede konuyla
ilgili spekülasyonların daha yıllarca devam etmesine
neden olabileceğini söylüyor.
Hürriyet, Haber:
Birce Bora, 03.11.2015 |
ROMA'NIN SİMGESİ GERİ DÖNDÜ
İtalya'nın başkenti Roma'nın dünyaca ünlü
kültürel yapılarından biri olan "Aşk Çeşmesi"
olarak da bilinen Trevi Çeşmesi (Fontana di
Trevi), uzun restorasyon çalışmalarının ardından
yeniden açıldı.
İtalyan mimar
Nicola Salvi'nin
Roma'daki Poli Sarayı'nın bir cephesine
yaptığı 1735 yılında açılan ve o tarihten bu
yana Romalılar ile Roma'yı ziyarete gelenlerin
en çok görmek istediği noktalardan biri olan
Trevi Çeşmesi'nde, İtalyan lüks eşya markası
Fendi'nin sponsorluğunu üstlendiği yaklaşık 17
ay süren restorasyon çalışması tamamlandı.
Açıldığı tarihten
bu yana ilk defa bu denli uzun ve kapsamlı bir
tadilattan geçen çeşmenin bakımının 2 milyon 180
bin avroya mal olduğu açıklandı.
Yüzlerce
kişinin katıldığı törenle, Roma'nın simgesi
yenilenmiş haliyle fıskiyelerini ve ışıklarını
açtı.
Turistlerin attıkları bozuk
paralarla adeta bir dilek dileme noktası olan
tarihi çeşmenin 17 ay aradan sonra yeniden
faaliyete geçmesi, açılışa katılanlar tarafından
alkışlarla karşılanırken, pek çok kişi bu anı
ölümsüzleştirmek için fotoğraf çekmeye çalıştı.
Açılışta konuşan Fendi CEO'su Pietro
Beccari, Trevi Çeşmesi'nin tadilatına sponsor
olmalarının Fendi'nin Roma'ya olan aşkının bir
göstergesi olduğunu belirterek, çeşmeleriyle
ünlü başkentin diğer 4 çeşmesinin daha
restorasyonunu üstleneceklerini açıkladı.
Tadilatta olduğu Haziran 2014'ten bu yılın
Ekim sonuna kadar Roma'ya gelip çeşmeyi görmek
isteyenler, Aşk Çeşmesi'nin tel örgülerle
çevrilmiş olması nedeniyle hayal kırıklığına
uğruyordu. Tarihi çeşme, tadilatı sırasında boş
kalan küvetinin bir ara yiyecek aramak için gün
yüzüne çıkan farelerin görülmesiyle de gündeme
gelmişti.
Hürriyet,
03.11.2015
|
PRENS FRANÇOIS'NIN 'PERA YANGINI' ESERİ
KRALİYET DIŞINA ÇIKTI
1800’lü yılları yansıtan ‘Pera’ resimleri arasında
en ilginç hikayeye sahip olan eserlerden biri olan
‘Pera Yangını’ Fransa’nın ünlü müzayede evi
Sotheby’s tarafından satıldı.

Alem.com.tr'den
Orkun Bulut'un haberine göre; 15 bin Euro’dan
açık arttırmaya çıkan eser, ismini açıklamayan
bir alıcı tarafından sadece 27.500 Euro’ya ( 86
bin lira) satın alındı.Fransa Kraliyet ailesine
ait bu resim yaklaşık 200 yıl sonra ilk kez
hanedan dışına çıktı. Resmin önemli olmasını bir
diğer sebebi ise, Fransa Kralı Louis Philippe’in
oğlu Prens François d’Orleans tarafından
resmedilmesiydi.

PRENS FRANÇOIS’NIN
'INCENDIE DE PERA A CONSTANTINOPLE' ESERİ
Bu eserin ortaya çıkış
hikayesi ise film senaryolarını aratmıyor. Babası
henüz kral olmadan önce bir savaş gemisiyle
İstanbul’u ziyarete gelen François şehirde başlayan
yangını görünce mürettebatıyla birlikte söndürme
çalışmalarına katılıyor. Yangının söndürülmesinde
ise bu yardımın büyük etkeni olduğu belirtiliyor. Bu
hummalı çalışma sırasında Prens boş bir tuvali önüne
koyup bu anları resmediyor. Eserde, Türk Halkı ve
Prensin mürettebatının yangını birlikte söndürme
mücadelesine vurgu yapılıyor.
Akşam, 03.11.2015
|
RUS UÇAKLARI PALMİRA'YI VURDU
Rusya, savaş uçaklarının Suriye’de antik Palmira
kenti çevresindeki IŞİD mevzilerini bombaladığını
açıkladı.
Savunma Bakanlığı’ndan
yapılan açıklamada, Su-25 uçaklarıyla
gerçekleştirilen saldırılarda, bir tahkimat ve bir
yeraltı sığınağıyla uçaksavar bataryalarının
vurulduğu belirtildi.
Aktivistler, hava
saldırılarında Palmira’daki Roma harabelerinin
batısında bir tepe üzerine kurulu 13’üncü yüzyılda
restore edilen kalenin çevresinin hedef alındığını
söyledi.
Aynı aktivistler,
saldırılarla oluşan hasarın boyutlarını kestirmenin
güç olduğunu vurguladı.
IŞİD militanları, Mayıs’ta Suriye askerlerinden
ele geçirdikleri Palmira’da 2000 yıllık tapınakları,
bir kemeri ve kule mezarları havaya uçurmuştu.
Cihatçı grup, bu tür
yapıların putperestlik simgesi olduğunu söylüyor.
Birleşmiş Milletler’in kültür örgütü UNESCO,
Palmira’daki yıkımı savaş suçu olarak nitelemişti.
Rusya Savunma
Bakanlığı'nın açıklamasında, "Su-25 uçakları
Humus'un Tedmur (Palmira'nın Arapça adı) bölgesinde
tahkim edilmiş bir IŞİD mevzisini vurdu. Saldırıyla
bir tahkimat, bir yeraltı sığınağı ve uçaksavar
silahları imha edildi" denildi.
Yerel bir aktivist, AP
ajansına Pazartesi günü kale çevresinde sekiz
saldırı düzenlendiğini, tepeden duman ve toz bulutu
yükseldiğini söyledi.
Merkezi Londra'da
bulunan muhalif Suriye İnsan Hakları Gözlemevi adlı
örgüt de, Palmira'nın yakınlarında bulunan, IŞİD'in
Ağustos'ta ele geçirdiği El Karyateyn kentinde de
Rus uçaklarının saldırı düzenlediğinden şüphe
edildiğini bildirdi.
150 metre
yükseklikteki bir tepenin üzerinde inşa edilen
Fahrettin el Maani kalesi, UNESCO'nun
Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor.
Hürriyet, 03.11.2015
|
İZNİK'TE TARİHİ KEMERİ YIKIP YERİNE...
Bursa'nın İznik İlçesi’nde, Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından restore ettirilmek amacıyla
ihale edilen Tarihi Lefke Kapı'nın kemerli girişi,
orijinal olmadığı iddiasıyla yıkılarak, yerine
yenisinin inşa edilmesi tepkilere neden oldu.
Restorasyonu yürüten firma yetkilileri, Anıtlar
Kurulu tarafından hazırlanan projeye uygun çalışma
yaptıklarını ve kemerin 1980’li yıllarda yenisinin
yapıldığını öne sürdü. Uzun yıllar İznik’te Müze
Müdürlüğü yapan Taylan Sevil, yapılan çalışmayı
"Yazık Etmişler' diye değerlendirerek, kemerin
orijinal olduğunu ve yağmurdan korunması için sıva
yapıldığını savundu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından geçen yıl 1
milyon 739 bin 335 liraya ihalesi yapılan Bursa
İznik Surları Lefke Kapı Restorasyon çalışmaları
devam ediyor. İmparator Hadrianus (117-138) adına
'Zafer Kapısı' olarak inşa edilen kemerin
restorasyon ihalesini alan firma, iş bitim tarihi
eylül ayında sona ermesine rağmen çalışmaları
tamamlayamadı. Çalışmalar sırasında kemerin hilti
adı verilen kompresörle yıkılması vatandaşlar
tarafından cep telefonuyla görüntülendi. Yıkım
ardından tahta kalıplar kurularak kemer yeniden inşa
edilmeye başlandı.

Kemerin yıkılarak yenisinin yapılmasına hem
vatandaşlar, hem de uzmanlar tepki gösterdi.
İznik’te 20 yıl müze müdürlüğü yapan Taylan Sevil,
çalışmayı "Yazık etmişler" diye değerlendirerek,
kemerin orijinal olduğunu söyledi. Sevil, "Onarım
gördüyse onarımda ve tescillenmiştir. Üzerindeki
sıvaya gelince, bu yağmur suyunu engellemek amacıyla
yapılan izolasyondur. Bunun bir örneği Ayasofya
Camii'nde de vardır.Bu konu da yetkilileri göreve
çağırıyorum. Gelip bir kez daha incelensin" dedi.
Restorasyon çalışmalarını yürüten firma
yetkilileri ise, çalışmaları Anıtlar Kurulu’nun izni
ve projesine göre yaptıklarını belirterek, "Kemer
1980 yıllarda yeniden yapılmış, üzerinde çimento
kullanılan sıvalar var. Kemerin içi de moloz
yığınlarıyla doldurulmuş, üstü çatlak ve tehlike arz
ediyordu. Biz proje ne derse onu uygularız. Kültür
Bakanlığı’nın projesi bu. Orijinaline uygun ve
sağlam olarak inşa ediyoruz" diye konuştu.

bursa.com, 03.11.2015
|
GERMANİCİA ANTİK
KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI
Kahramanmaraş'ta MS 300-400 yıllarına ait yapıların
ortaya çıkarıldığı Germanicia antik kentinde, kazı
ve kamulaştırma çalışmaları devam ediyor.
Vali Mustafa Hakan Güvençer,
Vali Yardımcısı Nurettin Dayan, İl Kültür ve Turizm
Müdür Vekili Semih Gemci ile arkeologlarla,
Dulkadiroğlu İlçesi Şeyhadil Mahallesi'nde bulunan
Germanicia antik kentindeki çalışmaları inceledi.
Güvençer, burada gazetecilere
yaptığı açıklamada, kentin kimliğini oluşturan
tarihi eserlerden birinin ortaya çıkarılması için
çalışmaların sürdüğünü belirtti.
Kahramanmaraşlıların
Germanicia'ya olan özel ilgisini bildiğini anlatan
Güvençer, şöyle devam etti: "Bugünden itibaren
gerek valiliğimiz gerekse Kültür ve Turizm
Bakanlığımız ile büyükşehir belediyemizin en önemli
gündem maddelerinden biri, Germanicia'yı gün yüzüne
çıkararak ziyarete açabilmek olacak. Ancak önümüzde
çok kıymetli bir hazine ve yapılması gereken çok
önemli işler var. Tescil aşamasını tamamladık ancak
146 hektarlık alanda kamulaştırma işlemlerini
tamamlamamız gerekiyor."
Şimdiye kadar yerel
yönetimler ve bakanlıklarla el ele vererek 2 önemli
alanı ziyarete hazır hale getirdiklerini ifade
eden Güvençer, buraların, etrafında bütünlük
sağlandıktan sonra ziyarete açılacağını kaydetti.
Ortaya çıkarılan iki alanda
2016'da kamulaştırmaları tamamlayıp kazı
çalışmalarını bitirerek, restorasyona geçeceklerini
bildiren Güvençer, "Ne kadar işin üzerinde durur,
finansal destek bulabilirsek işi hızlandırırız.
Kahramanmaraş'ın tarihini belgeleyen bu alanlar
inşallah hem kent tarihi hem de turizm ve
ekonomiye kazandırılır. Bu konuda kararlı olduğumuzu
ifade ediyorum" diye konuştu.
Radikal, 03.11.2015
|
İZNİK'TEKİ BATIK
BAZİLİKA 2 YIL İÇİNDE TURİZME AÇILACAK
Bursa’nın İznik
İlçesi'nde göl dibinde bulunan 1600 yıllık
bazilika iki yıl içerisinde su altı arkeoloji
müzesine dönüştürülecek. İznik Gölü’nün 20 metre
açığında 1.5- 2 metre derinlikte bulunan
bazilika Aziz Neophytos’un adına inşa edilmişti.
Gizem Adal,
euronews: “1600 yıllık İznik Bazilikası’nın tam
üzerindeyiz. Dünyanın en önemli, en heyecan
verici 10 keşfi arasında gösterilen bazilika
yakın zamanda turizme açılacak.”
Batık bazilika Roma,
Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı gibi 4 büyük
medeniyetin izlerini taşıyan Bursa’nın tarihi
miras çalışmaları kapsamında yapılan hava
çekimleri sırasında gölün içinde görüntülendi.
UNESCO Dünya
Kültür
Mirası Listesi’nde bulunan Bursa’nın Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe bazilikanın
turizme kazandırılması için çalışmalara hız
verdiklerini belirtti: “Amacımız burayı herkesin
ziyaret edebileceği, girip gezebileceği bir yer
haline getirmek. Çevresini belirli yapılarla
çevirerek ki biz tabi bunların cam yapı olmasını
istiyoruz. Evet su altı müzesi, insanlar içine
girip gezebilsin, daha ilginç olsun ve o tarihi
yaşasın, o ambiyansı yaşasın. En geç 2 yıl
içinde ve daha önce burayı açabilmek.”
Batık bazilika Amerika
Birleşik Devletleri Arkeoloji Enstitüsü
tarafından “2014 yılının en önemli 10 keşfi”
arasında gösterildi.
Su altı arkeoloji ekibi
İznik Bazilikası’nın gün yüzüne çıkarılması için
aralıksız çalışıyor.
http://tr.euronews.com, Haber: Gizem
Adal, 03.11.2015
|
KIRIKKALE'DE
HİTİTLERE AİT BİN KİŞİYİ DOYURACAK AMBARLAR BULUNDU
Kırıkkale’nin Karakeçili İlçesi Büklükale mevkiinde
Japonlar tarafından 2009 yılında başlatılan
arkeolojik kazı çalışmalarında Hititlere ait bin
kişiyi doyuracak tahıl ambarı bulundu.
Bunun yanında yapılan
kazılarda Hititler’den kalma 3 bin 500 yıllık mimari
altyapı ortaya çıktı. İlk defa Kırıkkale’de bir
uygarlığa ait kazı yapılması vatandaşların akın akın
kazı alanına sevk ediyor. Kazı alanında ayrıca
Osmanlılara ait evlere de rastlandı.
Kırşehir Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Japonyalı Kimiyashi
Matsumura’nın başkanlık ettiği kazı çalışmalarında
elde edilen bulgu ve arkeolojik eşyalar, Kültür ve
Turizm Bakanlığına teslim ediliyor. SİT alanı ilan
edilen bölgenin güvenliği ise emniyet ve jandarma
tarafından sağlanıyor. Çalışmaların tamamlanması
ardından Büklükale mevkiinin turizme açılması
planlanıyor.
Evrensel, 03.11.2015
|
ANTİK DÜNYANIN 7 HARİKASINDAN BİRİ YENİDEN İNŞA
EDİLİYOR
Antik Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan
devasa Rodos Heykeli’nin yeniden yapılmasını
konu alan bir proje başlatıldı. Mimar Ari A.
Palla’nın tasarladığı heykelin kaynağının ise
dünya çapında toplanacak bağışlarla sağlanması
planlanıyor. Eğer proje hayata geçirilebilirse
150 metre boya sahip olacak heykelin içinde bir
müze, kültür merkezi, kütüphane ve bir restoran
yer alacak.
Rodos Heykeli,
Yunan Güneş Tanrısı Helios’un MÖ 280 yılında
Rodos Adası’nın girişine yapılmış devasa bir
heykeliydi. Tunçtan yapılmış Rodos heykeli 32
metre boyuyla antik dünyanın en büyük
heykellerindendi. Antigonitler’in Rodos
kuşatmasının başarısızlığa uğraması ve barışın
sağlanmasından sonra, tanrılara şükran sunulması
amacıyla heykeltraş Lindos’lu Khares tarafından
yapıldı. Heykelin ayaklarının limanın iki farklı
tarafında olduğu rivayet edilse de, o zamanki
teknolojiyle bunun mümkün olamayacağı
anlaşılmıştır.
Tunçtan heykel, MÖ 226’da Rodos’u vuran depremden
sonra yıkıldı. Fakat MS 654 yılında Sarazenler adayı
yağmalayıp heykelin kalıntılarını satana kadar,
yıkık kalıntılar hala adadaydı.
Şimdi heykelin
yıkılmasından 2200 yıl sonra birçok genç uzman bir
araya gelerek heykelin yeniden yapılmasını
amaçlıyor. Yunanistan’dan mimar Ari Palla,
arkeolog Christos Giannas, halkla
ilişkiler uzmanı Dionisis Mpotsas, İspanya’dan
inşaat mühendisi Enrique Fernández Menendez ve
ekonomist Matilda Palla, İtalya’dan Ombretta Iannone
ve İngiltere’den inşaat mühendisi Eral Dupi dünya
çapında insanlardan toplanacak bağışlarla heykeli
inşa etmek istiyor.

Projenin resmi
sayfasında iddialı proje çalışanları”Antoni Gaudi,
vatandaşların Sagrada Famili kilisesinin bir parçası
gibi hissetmesini sağlayarak onlardan kaynak
toplamayı başardı. Biz de aynı şeyi yapmak
isteiyoruz. Teknoloji sayesinde tüm dünyadan
insanlar da katkıda bulunabilir. Böylece Rodos
Heykeli de dünya çağında bir anıt olacak” diyor.

Ekibin açıklamasına
göre ana amaçları “Rodos’un tarihsel değerinin
restore edilmesiyle başlayarak Rodos adasını tekrar
haritaya koymak.” Ekip ayrıca “adadaki depolarda
unutulmuş yüzlece arkeolojik bulgu ve buluntuyu gün
ışığına çıkarmayı” umuyor.
Genç ekip bu nedenler
dolayısıyla, 150 metre boyunda devasa bir müze
yapısı inşa etmeyi planlıyor. Bu yapı, Rodos’taki
birçok depoda terk edilmş halde duran binlerce
arkeolojik objeyi içinde barındıracak. Bu eserlerin
heykelin içinde sergilenmesiyle ziyaretçilerde 2200
yıl önce adaya gelen insanların hissettiğine benzer
duygu ve düşünceler uyanacak.
Devasa heykelde ayrıca
bir kültür merkezi, kütüphane ve antik zamanlarda
olduğu gibi bir deniz feneri olacak. Heykel
orijinalinden oldukça daha büyük olacak. Heykelin
derisi de güneş enerjisi panelleriyle kaplanarak
enerji üretimini kendisi yapması sağlanacak.

Hürriyet, 02.11.2015
|
GAZİANTEP'TE BULUNAN DÜLÜK ANTİK KENTİNDE MOZAİK
TABAN ORTAYA ÇIKARILDI
Almanya Münster
Üniversitesi’nde görevli bilim adamları
Gaziantep’in Dülük İlçesi'nde Doliche (Dülük)
antik kentinde Roma dönemine ait eşsiz bir
mozaik taban buldu.
Englebert
Winter, Doliche (Dülük) antik kentinde
çalışmaların halen devam ettiği Hellenistik ve
Roma döneminden kalma nadir kentlerden biri
olduğunu söyledi. Arkeolog Michael Blömer ise,
“Bulunan mozaik yüksek kalitede döşenmiş. 100
m2’den büyük yapısal kompleks ve görkemli
sütunlarla çevrili alan içerisindeki en
olağanüstü buluntu. Boyutu itibariyle filigran
(su damlası) ve geometrik modellerle mükemmel
bir şekilde dizimlenmiş, Bölgedeki geç antik
dönemin belki de en güzel örneklerinden biri”
dedi.
Doliche (Dülük)
antik kentinde ev, ara sokak, su kanalları ve
kamusal alan olarak kullanılan bölümün
kazılarına önümüzdeki yıl başlanacak.
Ortadoğu’daki mevcut durum ve yağmalar
arkeologların Asi nehri üzerindeki Suriye’nin
Hama şehrine yakın Afamia, Halep civarındaki
Kyrhos ve Antakya çevresinde çalışma yapmalarına
engel teşkil ediyor.
arkeolojihaber.net,
Kaynak:
archaeology.org, 02.11.2015
|
ZEYNEL BEY TÜRBESİ TAŞINACAK
Ilısu Barajı suları altında kalacak tarihi
Hasankeyf'teki
Zeynel Bey Türbesi, "özel taşıyıcı treyler
sistemleri" ile Yeni Kültürel Park Alanı'na
taşınacak.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın "Anıt Eserlerin
Yerinde Korunması veya Taşınması" çalışmaları
kapsamında bütüncül olarak arkeopark alanına
taşınması planlanan Zeynel Bey Türbesi'nin korunma
ve taşınmasına ilişkin sözleşmenin imzalanmasının
ardından yer tespiti yapıldı.
"Ilısu Barajı HES Projesi Kültürel Varlıkları
Koruma Kurtarma Çalışmaları" çerçevesinde yüklenici
firma tarafından hazırlanan 3 yöntemden oluşan
proje, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile DSİ Genel
Müdürlüğü'ne sunuldu.
Yer teslim tarihinden itibaren 250 gün içinde
taşıma işlemlerinin tamamlanması öngürülüyor.
Türkiye'nin "prestij projeleri"nden biri olacak
taşıma projesinin onaylanmasını takiben Zeynel Bey
Türbesi'nin taşınmasına başlanacak.
Taşıma için 3 yöntem belirlendi
DSİ Hasankeyf Kültür Varlıkları ve Yeniden
Yerleşim Şube Müdürü Şehmus Erkan Dursun, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültürel Miras Bilim Kurulu Komitesi'nin
Zeynel Bey Türbesi'nin taşınmasına karar vermesinin
ardından ihale sonucu yüklenici firma ile sözleşme
imzalandığını hatırlattı.
Taşıma işlemi için 3 yöntem üzerinde durulduğunu
dile getiren Dursun, "Bunlar Hollanda, İtalya ve
Korres yöntemleridir. Bu 3 yöntem arasındaki fark,
yapının korunmasına ve güçlendirilmesine yönelik
farklılıklardır. Uygulamaya yönelik projelerin
neticelenmesi ışığında belirlenecek en ideal yöntem
seçilecektir" dedi.
"Türkiye'de böyle bir sistem henüz yapılmadı"
Dursun, 15 milyon 838 bin liraya ihale edilen
taşıma projesine ilişkin, şunları kaydetti: "Türkiye'de böyle bir sistem henüz yapılmadı.
Yapının ağırlığı yaklaşık bin 100 tondur. Tek parça
halinde bütüncül olarak taşınması öngörülüyor.
Planlama bu şekilde. Bunun için yapının yurt dışında
yapılan özel taşıyıcı sistemlerle taşınması
öngörülüyor. Yüklenici firma tarafından hazırlanan,
Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü ile DSİ Genel Müdürlüğü'ne
sunulan projelerin değerlendirilmesi sonucu
onaylanan projeyi takiben Zeynel Bey Türbesi'nin
taşıma işine başlanacak."
Zeynel Bey Türbesi
Zeynel Bey Türbesi 1462-1482 yıllarında
Hasankeyf'te hüküm süren Akkoyunlular'dan kalan tek
eser olma özelliği taşıyor.
Türbe, dışarıdan silindirik, içeriden sekizgen
miğfer başı şeklinde iki katlı bir yapıya sahip.
Sabah, 31.10.2015
******
HASANKEYF'İN İLK TARİHİ ESERİ ZEYNELBEY TÜRBESİ TAŞINACAK

Batman'ın Hasankeyf İlçesi'nde yapımı devam eden
Ilısu Barajı altında kalacak 650 yıllık Zeynel Bey
Türbesi'nin taşınması için çalışma başlatıldı.
Hasankeyf İlçesi'nde yapımı
süren Ilısu Baraj Gölü altında kalacak
Zeynel Bey Türbesi'nin taşınması amacıyla
çalışmalara başlandı. Türbenin taşınmasından endişe
duyduklarını anlatan
Hasankeyf Belediye Başkanı Abdulvahap
Kusen, Ilısu Baraj Gölü'nün bir bölümünü sular
altında bırakacağı tarihi Hasankeyf'te 650 yıllık
Zeynel Bey Türbesi'nin taşınacak ilk eser olacağını
belirterek, şöyle dedi:
"Mostar Köprüsü'nün yapımını
üstlenen firma, Zeynel Bey Türbesi'ni 500 günde yeni
yerleşim birimi yakınına taşıyacak. Ancak
endişeliyiz çünkü bu türbe elimizde kalırsa dünyaya
rezil oluruz. Hasankeyf'in tarihi köprüsünü
sağlamlaştırma projesi kapsamında Ulaştırma
Bakanlığı'nın sürdürdüğü projenin köprüde doku
uyuşmazlığına yol açabilmesinden endişe duyuyorum.
Şanlıurfa'dan getirilen taşlarla tarihi köprünün
nasıl korunacağını bilemiyoruz ama doku uyuşmazlığı
olacağı bir gerçek."
Hasankeyf'in sembolü olan 650
yıllık Zeynel Bey Türbesi'nin taşınma işini üstlenen
firma, çalışmalarına başladı. 3'üncü ihalede
türbenin taşıma işini üstlenen firmanın, Mostar
Köprüsü'nün restore çalışmalarını yaptığını anlatan
Başkan Kusen, "500 günde türbeyi yeni yerleşim
biriminin yakınına taşıyacak olan firma, tarihi
yapıtı kafes içine aldı. Taşıma çalışmalarına
önümüzdeki günlerde başlanacak. Türbenin nasıl
taşınacağı konusunda kaygılarımız var. Çünkü
türbenin üst kısmında çatlaklıklar söz konusu.
Taşınma sırasında türbe elde kalabilir. Tarihi
ilçemizin sembolü olan türbe elde kalırsa dünyaya
rezil oluruz. Bu eser Türkiye'de ilk taşınacak
yapıtlardan biri olacak" diye konuştu.
NASIL TAŞINACAK?
DSİ Hasankeyf Kültür Varlıkları ve Yeniden
Yerleşim Şube Müdürü Şeyhmus Erkan Dursun, Zeynel
Bey Türbesi için üç taşınma yöntemi belirlendiğini,
hangisinin kullanılacağının tespit edileceğini
söyledi. Taşıma işlemi için Türkiye'de böyle bir
sistemin henüz kullanılmadığını belirten Dursun,
şöyle konuştu;
"Türkiye'de taşınacak
eserlerden biri Zeynel Bey Türbesi olacak. Raylı
sistemde Hollanda, İtalya ve Korres yöntemleri var.
Bu üç yöntem arasındaki fark yapının korunmasına ve
güçlendirilmesine yönelik çalışmalardır. 15 milyon
838 bin TL'ye ihaleye verilen Zeynel Bey Türbesi'nin
ağırlığı yaklaşık 1100 tondur. Türbenin tek parça
halinde bütüncül olarak taşınması ön görülüyor."
Zaman, 03.11.2015
|
PVC KAPLAMALI TARİHİ CAMİ
İstanbul
Eminönü’ndeki Mercan’da bulunan
Çandarlızade Atik İbrahim Paşa
Camii, bugünkü haliyle adeta pimapen
bayiini andırıyor. Sadrazam İbrahim
Paşa’nın 1478’te inşa ettirdiği tarihi
caminin son cemaat mahfili olarak
bilinen kısmı ile iç kısımdaki
pencerelerin tamamı pimapen (PVC) ile
kaplanırken, ortaya çıkan manzara
görenleri şaşkına çeviriyor. Pimapen
kaplamaların kim tarafından, ne zaman
yaptırıldığı ise bilinmiyor. Yapının
1980’li yılların sonunda onarılmaya
başlandığını belirten Mimar Dr. Sinan
Genim, ahşap tavan, minber ve mihrabı
yeniden yapılan tarihi caminin 1993’te
yeniden ibadete açıldığını söylüyor.
Dış cephenin yanı sıra caminin iç
kısmında bulunan tarihi çinilerin
üzerine monte edilen elektrik tesisatı
da yaşanan ihmali gözler önüne seriyor.
Uzmanlar ise tarihi eserlerin maruz
kaldığı yanlış restorasyon ve
uygulamalar nedeniyle her geçen gün
umutlarının tükendiğini söylüyor.
‘Kararlara aykırı’
İstanbul Anıtlar Kurulu eski Başkanı
Prof.Dr. Mete Tapan, yapılan
uygulamanın Koruma Yüksek Kurul
kararlarına aykırı olduğunu belirterek,
“Çandarlızade Atik Paşa Camisi 1478
yılında Atik İbrahim Paşa tarafından
yaptırıldı. Maalesef, 15.yüzyıla ait bu
camide PVC (Polivinil klorür) malzemeyle
yapılan doğramalara yer verilmiş. Ayrıca
Koruma Yüksek Kurul ve ilke kararlarına
rağmen caminin son cemaat mahilli de
kapatılmış ve tüm konstrüksiyon burada
da PVC profillerinden oluşturulmuş.
Rüzgar ve soğuğu önleme, daha fazla
kapalı alan yaratma amacıyla yapılan bu
türlü revakların kapatılması
caminin orijinal estetiğini bozmaktadır.
Dünyada benzer müdahalelerde çok daha
titizlilikle davranılmakta” diyor.
‘Gerçek bir skandal’
Mimarlık Tarihçisi Prof.Dr. Afife
Batur, “Günlük dilde göklere çıkarılan
Fatih döneminin bir yapısı, acıklı bir
uygulamaya konu olmuş. Ortaya çıkan bu
manzara dönemi hiç anlamayanlara ithaf
olsun” dedi. Batur, tarihi yapının
özellikleri hakkında da şunları söyledi:
“Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa
tarafından yaptırılan cami tarihsel
süreçte yangın ve depremlerde çeşitli
kayıplara uğrasa da mimari kimliğini
korudu. Taş örgülü duvarların
derzlerinin boyanması gerçek bir
skandaldır.”
‘Vakıfların denetimleri
sıklaştırması gerekli’
Restorasyon Uzmanı ve Mimarlık
Tarihçisi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay
da tarihi yapıların Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından sıkı
denetimlerden geçmesi gerektiğini
dile getiriyor: “Tarihi Çandarlızade
Atik İbrahim Paşa Cami’nin ilk
halinden geriye yalnız dört duvarı,
minaresi ve son cemaat yeri
sütunları kaldı. Cami, 1894
depreminde de zarar gördü.
1970’lerdeki restorasyonda caminin
yıkık son cemaat yeri, kemerleri
yeniden yapılarak camla kapatıldı
ve çatısı eklendi Mercan’da, 17.
yüzyılın önemli vakıf yapılarından
olan Valide Hana bitişik konumda
olan cami günümüzde
Çarşı esnafı tarafından
kullanılıyor. Caminin bugünkü
durumu ile 1970’lerdeki durumu
karşılaştırıldığında kullanıcıların
serbestçe ekler, değişiklikler
yaptığı görülebilir. Ne yazık ki
tarihi camilerde bu ve benzeri keyfi
uygulamalar yaygındır. Tarihi
camilerin sahibi Vakıflar Genel
Müdürlüğü, kullanıcıları ise din
görevlileri ve halkımızdır. Değerli
eserleri kullananların,
kullandıkları eserin değerini
bilmesi, tarihi eserin özgün
karakterinin korunmasına özen
göstermesi beklenir. Plastik
doğramalar, hoparlörler ve benzeri
zevksiz ekler tarihi eserlerin
görünüşünü bozmaktadır.”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 31.10.2015 |
YEMEN'DE TARİHİ ESERLER HARABEYE DÖNDÜ
Ortadoğu'da son yıllarda yaşanan iç savaş ve
karışıklıklar Suriye ve Irak'ta olduğu gibi
Yemen'deki tarihi eserlere de zarar veriyor. Taiz
ilindeki Sabr Dağı'nın yamacında yaklaşık 1000 yıl
önce Suleyhiler döneminde inşa edilen ve Osmanlı
valilerinin de hükümet konağı olarak kullandığı,
"Kahire Kalesi", Şii Ensarullah Hareketi (Husiler)
ve devrik cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih yanlısı
güçlerin geçen Mart ayından bu yana kente yönelik
saldırıları nedeniyle harabeye döndü.
Taiz Arkeoloji Dairesi Müdürü Büşra el-Huleydi,
aylardan beri hava ve kara bombardımana maruz kalan
Kahire Kalesi'nin sadece sonradan restorasyondan
geçen dış surlarının dışındaki tüm yapısının tahrip
edildiğini kaydederek, "Kahire Kalesi harabeye
döndü. Tarihi kalenin yalnızca dış surları kısmen
sağlam. Ayrıca kentte müzeye dönüştürmek istediğimiz
bir binanın yanı sıra daha ulaşamadığımız nice
eserler yok olmuş durumda" dedi.
Kahire Kalesi'nin bulunduğu bölgenin aşağısındaki
Vadi el-Medam mahallesi sakinlerinden Halid
Muhammed, "Husi militanlar, Kahire Kalesi'ne
yerleştirdikleri birden çok savaş topuyla kente
saldırıyorlardı. Hatta zaman zaman Kahire Kalesi'nin
surlarının üzerimize yıkılmasından endişe ediyorduk"
ifadelerini kullandı.

Koalisyonun hava operasyonları ve Husi
saldırıları kaleyi tahrip etti
Muhammed, "Husilere yönelik "Kararlılık
Fırtınası" adlı operasyon başlatan Suudi Arabistan
öncülüğündeki koalisyon güçlerinin kentteki
Cumhurbaşkanı Abdurrabu Mansur Hadi yanlısı Halk
Direniş Güçleri'ne (HDG) yönelik saldırılarını
sürdüren kaledeki Husilerin mevzilerini Mart ve
Nisan ayında defalarca hedef alması kalenin tarihi
yapısını bozdu" diye konuştu.
HDG'nin geçen ağustos ayında Kahire Kalesi'ni
Husi militanlarından kurtarmayı başardığını aktaran
Muhammed, "Ancak daha önce Kahire Kalesi'ni bir
karargaha dönüştüren Husilerin, bu sefer de bölgenin
kontrolünü sağlayan HDG birliklerini vurmak amacıyla
kaleye havan topu ve Katyuşa füzeleriyle saldırılar
gerçekleştirmeye başladığını" söyledi.
Kentin doğusundaki Husi mevzilerinden Kahire
Kalesi ve çevresine Katyuşa füzeleri atıldığını dile
getiren Savani mahallesi sakinlerinden Halid
el-Haşidi ise içeride HDG'den hafif silahlı bazı
muhafızlar dışında kimse olmamasına rağmen kalenin
Husilerin ağır saldırılarına maruz kaldığını
belirtti.
Kale içerisinde ve altında Osmanlılar döneminde
inşa edilen tüneller ve mahzenlerin akıbeti ise
bilinmiyor. Eyyübi ile Rasuli yönetimleri zamanında
(12-15. asırlar arası) siyasi suçluların tutulduğu
Kahire Kalesi, Osmanlılar döneminde ise hükümet
merkezi olarak kullanılıyordu.
Zeydi imamlardan Yahya el-Mütevekkil (İmam Yahya)
döneminde, esir toplama kampı niteliğindeki kale bir
dönem kültür merkezi işlevi de gördü. Daha sonraları
ise askeri kışlaya çevrildi. Kahire Kalesi, UNESCO
Dünya Mirası Listesine alınması amacıyla yürütülen
çalışmalar kapsamında 14 yıl süren restorasyondan
geçirilmişti.
Koalisyonun hava saldırıları nedeniyle tarihi
Marib bölgesindeki eserler de büyük oranda zarar
görmüştü. Bu saldırılarda, Marib Barajı'nın
duvarları üzerindeki el yazma eserleri tahrip olmuş,
Zemar Milli Müzesi silahlı saldırılarda tamamen
yıkılmıştı.
Husilerin Yemen'deki ilerleyişini durdurmak
amacıyla Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon
güçleri, 26 Mart'ta "Kararlılık Fırtınası" adı
verilen hava harekatı başlatmıştı. Cumhurbaşkanı
Abdurabbu Mansur Hadi yönetiminin müdahale çağrısı
üzerine başlatılan operasyonun 21 Nisan'da sona
erdiği açıklanmış, ardından Yemen halkı için artık
"Umuda Dönüş" operasyonunun başladığı duyurulmuştu.
Trt Haber, 29.10.2015
|
HARRAN'DA BİN
250 YILLIK HAMAM İZLERİ
Dünyanın en eski
yerleşim yerleri arasında bulunan Harran
Örenyeri’ndeki kazılarda bin 250 yıl önce
yapıldığı tahmin edilen hamam, tuvalet ve büyük
kanalizasyon yapısı tespit edildi. Milattan önce
6 binli yıllardan günümüze kadar kesintisiz
yerleşim yeri olma özelliğine sahip ve bir dönem
Asur ve Emeviler’e başkentlik yapan Harran
Örenyeri’ndeki kazılar sürüyor.

Geçen yılki çalışmalar
sırasında izlerine rastlanan ve bu yıl bir kısmı
gün yüzüne çıkarılan hamamda tek kişinin
yıkanabileceği bölümler bulundu. Kazı Başkanı
Prof.Dr. Mehmet Önal, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, bu yılki kazılarda Roma ve Yunan
mimarilerinden farklı yapılmış hamam ve tuvalet
yapılarının tespit edildiğini söyledi. Hamamda
bulunan 7 ayrı tek kişilik yıkanma yerinin
Harran’a ünik özelliği kazandırdığını belirten
Önal, şöyle konuştu: “Bu hamamda ilginç mimari
özelliklere de rastladık. Örneğin, burada
hamamın bir bölümü 7 küçük hücreye bölünmüş.
Yani kişiye özel olarak bölümlenmiş. Hamamın
kurnasıyla, sıcak su künkleriyle (Pişmiş
topraktan imal edilen dairesel kesitli su
borusu)? kişiye özel hücrelendiğini görüyoruz.
Bu hücreleri Yunan, Roma ve Osmanlı hamamlarında
görmüyoruz. Bu da Harran’da hamam mimarisinin ne
kadar geliştiğini gösteriyor.”

Hamamdaki duvarda
bulunan freskin Emevi veya Abbasi döneminde
yapılmış olabileceğini vurgulayan Önal, hamamın
Eyyübiler döneminde de kullanıldığını kaydetti.

Tek kişilik tuvalet
ve kanalizasyon sistemi
Önal, hamamın
yan kısmında Yunan ve Roma mimarisinde latrina denen
tuvaletlerin aksine, erken İslam dönemi Ortaçağ’da
tekli kişiye özel tuvaletler tespit edildiğini
söyledi. Söz konusu tuvaletlerden birini ortaya
çıkardıklarını belirten Önal, çalışmalar sırasında
yan yana 4 tuvalet tespit ettiklerini ifade
etti. Tuvaletlerin içerisinde kanallar ile su
haznesi bölümlerinin de yer aldığını dile getiren
Önal, şöyle konuştu:
“Burada bir hela meydana
çıkardık. Onun içerisinde kanallar ve bir su haznesi
yani temizlikle taharetle, suyla ilgili unsurlar yer
alıyor. Hamamlar gibi bu helalar da kişiye özel
yapılmış. Başka helaların olduğunu da tespit
ettik.” Tuvaletlerin alt kısmında, 150 santimetre
genişliğinde, 1,70 metre yüksekliğinde kanalizasyona
rastladıklarını vurgulayan Önal, “Kanalizasyonun bu
kadar büyük ebatlı olmasını şehrin yağmur ve atık
sularının tahliyesinde kullanıldığı şeklinde
yorumladık” dedi.

Prof.Dr. Önal, daha önceki
tahminlerinin aksine, burada ortaya çıkan hamamın
bin 400 yıllık değil, bin 250 yıllık olduğunu
sözlerine ekledi.
Sabah, 27.10.2015
|
DÜNYANIN EN ESKİ ALFABE TABLETİ
Antik Luksor kentinde yıllar önce
bulunan kireçtaşından yapılma 3 bin
500 yıllık bir tabletin, bilinen en
eski alfabe kitabı olduğu anlaşıldı.
Üçüncü Thutmose'un kral olduğu
18'inci Hanedanlık'ta görev alan
Senneferi adlı bir yetkilinin
mezarından çıkarılan kırık çömlek
parçası, üzerinde antik Mısır
harfleri ve kelimeleri içeriyor.
Hollanda'nın Leiden
Üniversitesi'nde Mısırbilimci olan
Ben Haring tarafından deşifre edilen
çömleğin, 'modern dilin alfabe
tablosu olduğu' ifade edildi.
Haring, çömlek üzerinde yer alan ilk
harflerin antik Mısır, Arapça ve
Etiyopya parşömenleri ve
yazıtlarında rastlanan Halaham
(HLHM) olduğunu belirtti.
Hollanda Bilimsel Araştırma
Organizasyonu (NWO) tarafından
desteklenen araştırma kapsamında
yapılan keşif, 3 bin 500 yıl
öncesine ait en eski alfabe
çalışmasına ait bilgiler sundu.
Sağdan sola okunan kelimelerin
anlamlarının tasvir edildiği
belirtilen tablette geçen
kelimelerden biri 'sevinmek.'
Tabletin sol üst köşesinde yer alan
çizim de sevinen bir adamı
gösteriyor.
Haring, Near Eastern Studies
dergisinde yayımlanan araştırmasında
MÖ 15'inci yüzyıla ait olmasına
rağmen çömlekte düzenli bir alfabe
bilgisine ait bulgular yer aldığını
söyledi. Haring, çömlek üzerinde
yazıların inclenerek en eski
alfabenin yeniden
canlandırılabileceğini belirtti.
Al Jazeera, Kaynak: Discovery
News, 27.10.2015
|
TERÖR SALDIRILARI ARKEOLOJİK KAZILARI DA OLUMSUZ
ETKİLEDİ
Batman'ın Beşiri İlçesi'nde Gre Amer
Höyüğü'ndeki kazılara terör örgütü
PKK 'nın saldırılarından endişe
duyan bazı uzmanlar dahil olmadı.
Batman Müzesi'nce Beşiri
İlçesi'nin Garzan Çayı
kenarında 5 yıldır süren Gre Amer Höyüğü'ndeki kazı
çalışmaları, son aylarda bölgede yaşanan terör
olayları nedeniyle yavaşladı.
Kazı Başkanı ve Koç Üniversitesi Arkeoloji ve
Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Pulhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ilısu
Barajı kurtarma kazıları kapsamında
gerçekleştirdikleri çalışmalarda, bu yıl
düşündüklerinden daha az alanda kazı yaptıklarını
söyledi.
Pulhan, ''Bu yıl uzun bir çalışma sezonu
yapmıştık. Arkeolojik kazıda eserleri ortaya
çıkarmak işin bir bölümü. Bulunan bütün eserler
üzerinde uzun bir ev ve ofis çalışması yapmak
gerekiyor. Bu yılki planımızda Ağustos başında
kazıya başlayarak, 3 aylık bir kazı sezonu
planlamıştık'' diye konuştu.
- ''Herkes korkuyor''
Gre Amer kazılarının terör olayları başlamadan
önce sorunsuz ilerlediğini aktaran Pulhan, son
aylarda yaşanan saldırıların kendilerini çok
korkuttuğunu ifade etti.
Güneydoğu'daki terör olaylarının çalışmalarını
''allak bullak'' ettiğini dile getiren Pulhan,
''Çevre köylerden gelen ve yıllardır beraber
çalıştığımız işçiler, araziye çıkmamızın tehlikeli
olabileceğini söyledi. Herkes korkuyor. Bu yıl 3
aylık bir kazı sezonu planlamıştık. Ama terör
olayları, çalışma süremizi yarı yarıya düştü. Terör
olayları nedeniyle kazı ekibine yurtiçi ve
yurtdışından katılacak olan uzmanlar gelmediler''
değerlendirmesinde bulundu.
Pulhan, terör nedeniyle daha küçük bir alanda
kazı yapabildiklerine dikkati çekerek, şöyle dedi: ''Çalışma saatlerini değiştirdik. Normalde, sıcak
hava yüzünden
sabah erken saatlerde kazıya başlıyorduk. Bu
yüzden kazı alanına sabah gün ışımadan karanlıkta
gidiyorduk.
Olaylardan tedirgin olduğumuz
için karanlıkta kazıya gitmedik. O nedenle hep gün
ışığında çalıştık. Bir aksilik olmadan sezonu
bitirdik ama üzerimizde bir tedirginlik ve endişe
vardı.
Zaman zaman kendimize 'Doğru bir şey yapımıyor
muyuz?' diye sorduk. Terör olayları
nedeniyle düşündüğümüzden daha kısa süre
çalıştık.''
Pulhan, kazılarda bulunan eserlerin Batman
Müzesinde sergilenmesinin, kendileri ve bölgede kazı
çalışmaları yapan arkeologlar açısından sevindirici
olduğunu dile getirdi.
Radikal, Haber: Yılmaz Ekinci, 26.10.2015
|
LATMOS'TA HEYECANLANDIRAN YENİ BULUNTU
Aydın ve Muğla sınırlarında yer alan, doğal
yapısı ve tarih öncesi kaya resimleriyle ünlü
Beş Parmak (Latmos) Dağı’ndaki yeni bir buluntu,
arkeologları heyecanlandırdı. Buluntunun, Zeus
Akroios’a adanan Dikilitaş kutsal alanına
benzemesi, ikinci kutsal alan mı bulundu
sorusunu gündeme getirdi.
Arkeolojik tescil
için Latmos’ta arazi çalışmalarını sürdüren
Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu ve Aydın Arkeoloji Müzesi uzmanları, yeni
bir arkeolojik bölge keşfetti. Yörede yaşayan
vatandaşların arazi sınırlarını belirlemek için
oluşturduğu sınır duvarlarında kullandıkları
taşları inceleyen uzmanlar, yeni buluntunun
izlerine rastladı. Buluntuların aynı bölgede
yıllar önce bulunan Zeus Akroios’a adanan
Dikilitaş kutsal alanına çok benzediğini
söyleyen Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler
Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü,
"Yapılan çalışmalar sırasında bir arazide
kullanılan işlenmiş sınır taşları dikkat çekti.
Çevrede yapılan araştırmalarda, çok yakında pek
çok buluntuya rastlandı. Yeni buluntunun aynı
bölgede Dr. Anneliese Pesclow’un tespit ettiği
Zeus Akroios’a adanan Dikilitaş kutsal alanına
çok benzemesi; ikinci kutsal alan mı sorusunu
gündeme getirdi. Uzman arkeologlar tarafından
yapılacak çalışmalar sonucunda yeni buluntuların
ne olduğu meydana çıkarılacak. Yakın bölgede
yapılan yüzey araştırmalarında daha pek çok
benzer taşın toprağa
dikili olduğunu gördük. Antik dönemde
kullanılan tarım teraslarının ve kaya
mezarlarının bölgede bir yaşam alanı olduğu
konusunda fikir veriyor" dedi.

TAŞ OCAKLARINA DİKKATİ ÇEKTİ
Uzmanların yaptığı çalışmalarda her geçen gün
yeni arkeolojik alanların belirlendiğini söyleyen
Sürücü, dağda var olan maden sahalarının dışında,
dağın her yerinde maden ocakları açılması
taleplerine dikkat çekti. Sürücü, "Latmos’un bakir
coğrafyasında var olan maden ocakları haricinde,
hemen her yerine yeni maden sahalarının açılma
talepleri bulunuyor. Daha 172 mağara ve kaya
sığınağındaki tarih öncesi kaya resimleri,
manastırlar, kaleler, savunma yapıları, antik yollar
ve birçok tarihi buluntuların tescil işlemleri
bitmemişken, bu çalışmalar sırasında bile yeni
yerler keşfedildiği görülüyor. Aydın Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Aydın Arkeoloji
Müzesi’nin bir avuç duyarlı uzmanlarından oluşan
ekibin hem tescil çalışmalarını yürütmesi hem yüzey
araştırmalarını yapmaları 10 yıllar sürecek. Bu
nedenle Latmos’un koruma sınırlarının çizildiği
bölgede hiçbir maden faaliyetinin olmaması gerekir.
Başta yöre insanı olmak üzere, ülkemiz turizmine
büyük katkısı olacak bu zengin doğa ve kültür alanı
bir an önce koruma altına alınmalıdır. Aynı zamanda
Aydın Adnan
Menderes Üniversitesi ve Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi de, yapılan bu çalışmalara katkı
sağlamalıdır" dedi.
Milliyet, Haber: Latif
Sansür, 26.10.2015 |
SULARA GÖMÜLMEK İSTENEN HASANKEYF HÖYÜĞÜ TARİHİ
YENİDEN YAZDIRABİLİR: HASANKEYF, GÖBEKLİTEPE İLE
ÇAĞDAŞ

Hasankeyf'i sular altın bırakacak olan Ilısu
Barajı'nın inşaatı hızla devam ederken, yirmiye
yakın uygarlığa beşiklik etmiş Hasankeyf'in
arkeoloji bilimi açısından önemi her geçen gün daha
da belirginleşiyor. 2005 yılında bulunan ve 2011
yılında kazılmaya başlanan Hasankeyf Höyüğü, bu
tarihi kentin şu an için gizemini koruyan en önemli
keşiflerinden birisi olmaya aday.
İLK İNANÇ YERİ Mİ?
Geçtiğimiz Haziran ayında Hasankeyf Höyüğü kazı
heyeti Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam'ın basına
yansıyan açıklamaları arkeoloji çevrelerinde büyük
bir heyecanla karşılanmıştı.
Uluçam, Hasankefy
Höyüğünü "tarihin bilinen ilk inanç merkezi" olarak
nitelenen ve kazıldıkça dünya tarihinin yeniden
yazılmasına yol açan bilgiler ortaya koyan
Göbeklitepe ile karşılaştırıyordu. Uluçam
gazetecilere, "Hasankeyf'in tarihinin 12 bin yıl
öncesi olduğunu gösteren önemli bulgular elde ettik.
Dünyanın en eski yerleşim birimlerinden
Göbeklitepe'den daha eski bir mabetin ortaya
çıkarılması ise çok önemli bir gelişme, Bulduğumuz
dikilitaşla ilk ibadet yerinin Hasankeyf'te olduğu
belgelendi" diyordu.
‘BULUNTULAR GİZLENMİYOR’
20 Eylül Dünya Hasankeyf günü etkinlikleri için
gittiğimiz Hasankeyf'te höyükle ilgili duyduklarımız
arasında höyükte çıkarılan buluntuların gizlendiği
iddiaları da vardı. Bu iddia höyüğün arkeoloji
bilimi açısından öneminin ortayı çıkmasının, Ilısu
Barajına milyonlarca dolar harcayan siyasi iktidar
tarafından istenilmediği iddialarıyla birlikte
ortaya atılıyor, iddiaya kaynak olarak da yöredeki
bir üniversitede görev yapan bir bilim insanı
gösteriliyordu.
Hem bu iddia, hem de Hasankeyf Höyüğü ile ilgili
daha çok bilgi edinmek için kazı heyetinde görev
yapan arkeologlara bazı sorular yönelttik. Kazı
heyeti Başkanı ve Batman Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam Höyükteki buluntuların
gizlendiği iddialarını kesin bir dille reddetti.
Uluçam, höyükte bulunan ve üzerinde çalışmalardın
tamamlandığı tüm eserlerin Batman Müzesi'nde olduğunu
belirterek, "Bilimsel arkeolojik kazıların hiç bir
safhası ve bulgusu gizli kapalı değildir. Kayıt ve
koruma altındadır. Üzerinde yapılması gereken
işlemler atölye ve laboratuarlarda tamamlandıkça
müzeye teslim edilmektedir" yanıtını verdi.
Höyüğü Türkiyeli arkeologlarla birlikte kazan
Japonya Tsukuba Üniversitesi’nden Prof.Dr. Yutaka
Miyake höyükteki buluntuların gizlendiği iddialarına
Uluçam'dan daha sert bir tepki verdi, "Çok saçma ve
kesinlikle olamaz. Hatta çok komik bile
diyebiliriz"!
KAZI HEYETİ BAŞKANINDAN GERİ ADIM
Uluçam'ın Haziran ayında basına yansıyan
açıklamaları üzerine höyüğün yaşı ve Göbeklitepe ile
kıyaslanması konusu ise biraz daha karışık. Uluçam,
kendi sözlerini referans göstererek sorduğumuz bu
soruya birkaç ay öncesinden daha farklı bir yanıt
verdi. Daha önce, höyükteki buluntuların
Hasankeyf'in tarihini 12 bin yıl önceye götürdüğünü,
Göbeklitepe'den bile daha eski bir mabedin ortaya
çıkarıldığını açıklayan Uluçam konuyla ilgili
sorumuzu; " Size ulaşan bilgiler biraz spekülatif.
Ulaşabildiğimiz en erken kültür katmanları akeramik
Neolitik döneme ait (MÖ 11.500 yıl öncesi)" diye
yanıtladı. Oysa bizim ulaştığımız bu bilginin
kaynağı da bizzat kendi açıklamalarıydı! Haziran
ayının sonların da basına yansıyan sözlerinde bu
bilgi vardı. Uluçam Haziran ayındaki bu önemli
iddialarından geri adım atmış görünüyor.
‘O TARİHİ ULUÇAM'A BEN SÖYLEMİŞTİM’
Japon kazı heyeti başkanı Prof. Miyake de
sorularımız üzerine höyüğün yaşı ile ilgili
ayrıntılı bir açıklama yaptı; Ellerinde Hasankey
Höyüğü'nden 50'ye yakın Karbon 14 tarihleri olduğunu
aktaran Miyake, şunları dile getirdi, "Bunların çoğu
MÖ 9500 ile 9000 yıllar arasına düşüyor. Buna
dayanarak, biz Hasankeyf Höyük'ün tarihi 11.500
yıllık diyoruz"
Miyake höyüğün Göbeklitepe ile
karşılaştırılmasında esas sorunun Göbeklitepe'nin
tarihlendirilmesinden kaynaklandığı görüşünde. Daha
önce Göbeklitepe'nin Neolitik tabakalarının, MÖ 8600
yılları civarına tarihlendirildiğini belirten
Miyake, "Ben de daha önce bu tarihlere dayanarak,
Prof. Uluçam'a Hasankeyf'in Göbeklitepe'den daha
eski olabileceğini anlatmıştım. Ancak son yıllarda
Göbeklitepe III. tabakanın (görkemli yuvarlak
yapıların bulunduğu tabaka), MÖ 10. binin ikinci
yarısına (yani MÖ 9500-9000) tarihlendirilebileceği
öne sürülmeye başladı, kazı ekibi tarafından.
Göbeklitepe'de karbon yaşlandırmaya uygun bitki
kalıntılarına pek rastlanmadığını belirtiyordu
eskiden. Ancak son yıllarda iyi örnekleri
toplanabildiğini duydum ve bu yeni tarihlerde o
örneklerden alınmış olabilir. Bu tamamen yeni
gelişmedir" dedi.
GÖBEKLİTEPE İLE ÇAĞDAŞ
Göbeklitepe'deki tarihleme süreci ile ilgili bu
değerlendirmeleri yapan Miyake'nin sonuç cümlesi ise
Hasankeyf Höyüğü'nün ne kadar da önemli olduğunu
ortaya koyar nitelikte; "Eğer bu yeni tarihlerden
yola çıkarsak, Hasankeyf Höyük ve Göbeklitepe III.
tabakanın hemen hemen çağdaş olduğu söylenebilecek".
Hasankeyf Höyüğü'nü bir yerleşim yeri olarak
değerlendirdiklerini söyleyen Miyake buna karşın
yerleşmenin ortasındaki diğerlerinden farklı
özellikler taşıyan törensel özellikte yapıya
rastlandığını dile getirdi. Miyake buna benzer bir
durumu daha geç bir döneme denk gelmekle birlikte
Çayönü Höyüğü ve Nevali Cori'de rastlandığını
aktardı.
BARAJ YAPIMI TÜM HIZIYLA SÜRÜYOR
Son olarak höyüğün baraj suları altında kalması
ile neleri kaybedeceğimiz, höyükteki kurtarma
kazılarında nelerin kurtarılacağı, ömrü 50-60 yıllık
bir baraja böylesine önemli bir arkelojik buluntunun
tercih edilmesinin ne derece doğru olduğu gibi
sorularımıza iki bilim insanından da doyurucu bir
yanıt alamadık.
Abdüsselam Uluçam, baraj konusu ile ilgili birçok
gazete, dergi, tv ve panelde konuşmacı olduğunu, bu
konunun altında farklı beklentiler ve yönlendirmeler
gördüğünü ileri sürerek içinde bulunduğu duygu
durumunu şu sözlerle özetledi; " Artık yoruldum,
gerildim ve usandım. Bunun için yoruma yönelik bu
sorulara muhatap olmuyorum. Üzgünüm".
Höyükteki kazılar Hazirandan sonra tekrar
başlayan çatışmalı ortam nedeniyle durmuş durumda.
Bölgedeki tüm barajların derhal durdurulmasını
isteyen PKK'nin dönem dönem baskınlarına yeni korucu
alımlarıyla yanıt veren siyasi iktidar, Ilısu Barajı
inşaatına tüm hızıyla devam ediyor.
Evrensel, Haber: Özer Akdemir, 26.10.2015
|
YUNANİSTAN'DA TEDAVİ AMAÇLI KULLANILAN BİR TAPINAK
GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI
Yunanistan
Kültür Bakanlığı Feneos antik kentinde yapılan
kazıların birinci kısmının tamamlandığını ve
Yunan Mitolojisi’nde tıp tanrısı olarak bilinen
Asklepios’a ithaf edilmiş bir sağlık sitesi veya
şifahane olarak kullanılan bir tapınak ortaya
çıkarıldığını bildirdi.
Bakanlık
yetkilileri ortaya çıkartılan kutsal alanın en
eski bölümünün MÖ IV. yüzyıla ait olduğunu ve
MÖ II. yüzyılda yeniden inşa edildiğini
söyledi. İkinci inşaat evresinde ana holun
genişletildiğini, Asklepios’un kızı sağlık ve
temizlik tanrıçası Hygeia’in büyük figürleriyle
süslendiğini ifade eden yetkililer, süslemelerin
birinde tıp tanrısı Asklepios oturmuş ve kızı
Hygeia ayakta betimlenmiş olduğunu belirtti.
Yetkili,
“Tapınağın odalarından birinin tabanı tamamen
mozaik ve geometrik şekillerle kaplı. Ayrıca
labirent biçiminde geçişleri var. Diğer bir
odada bir kürsü ve mermer bir sunu masası
bulunurken, üçüncü odanın ne amaç için
kullanıldığı henüz tespit edilmedi. Kutsal alana
giriş avluya açılan renkli kireç ve alçıdan
yapılmış aslan başlıklı kolonlar konulmuş bir
rampadan yapılıyor. Alan MS I. yüzyılda
muhtemelen bir deprem sonrası yıkılmış. Daha
sonra tekrar inşa edilip, imparatorluk
ibadethanesi olarak kullanılmış” şeklinde
konuştu.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
archaeology.org, Çeviri: Ayşen Yolcu,
23.10.2015
|
MARMARAY'IN BATIK GEMİLERİNİN 'ANATOMİSİ' ÇIKARILDI
İstanbul Marmaray ve metro projeleri kapsamında
yürütülen arkeolojik kazılar sırasında Yenikapı'da
bulunan 37 batık geminin yapımında kullanılan ahşap
türlerinin envanteri çıkarıldı.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi
Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı
Başkanı ve İÜ Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı
Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, yüzyılın arkeoloji keşifleri arasındaki
yerini alan Yenikapı Kazıları ve Theodosius Limanı
ile ilgili kazı sonrası çalışmaların devam ettiğini
söyledi.
Kocabaş, 2005 yılında başlayarak 2013'de son
bulan kurtarma kazılarında elde edilen binlerce
eserin dokümantasyonu ve koruma uygulamalarının,
İstanbul Arkeoloji Müzeleri ekiplerince yapıldığını
ifade etti.

Bizans dönemine ait Theodosius Limanı dolgusunda
bulunan 37 gemi kalıntısından 27'sinin konservasyon
çalışmalarının, İstanbul Üniversitesi Yenikapı
Batıkları Araştırma Laboratuvarı'nda sürdürüldüğünü
anlatan Kocabaş, Yenikapı buluntu topluluğu arasında
kuşkusuz en önemli gruplardan birini, değişik
dönemlere tarihlendirilen gemi kalıntılarının
oluşturduğunu dile getirdi.
Kocabaş, batıkların limanın işlevine ve özellikle
de dönemin gemi yapım teknolojisindeki değişim ve
gelişmelere ışık tutması bakımından eşsiz bir bilgi
kaynağı olduğunu belirtti.
"Bir geminin anatomisinin incelenmesi yıllar
alıyor"
Yenikapı batıkları serisinin 3'üncü cildinin
tamamlanma aşamasında olduğunu kaydeden Kocabaş,
"Yenikapı 12 numaralı batık üniversitemizde doktora
tezi olarak çalışıldı ve incelemeleri tamamlanan ilk
batık oldu. Sırada bu batığın detay cildi var. Türk
bilim insanları tarafından inşa teknolojisi
çalışılan ilk arkeolojik örnek olacak. Şimdiden
bilim çevrelerince merakla bekleniyor. Bir geminin
anatomisinin incelenmesi yıllar alıyor ve meşakkatli
bir çalışma. Bu konuda hazırladığımız kitaplara
sponsor bulmaya çalışıyoruz" ifadesini kullandı.
Kocabaş, "Batıkların farklı dönemlere
tarihlenmesi Akdeniz’deki gemi yapım
teknolojilerinin gelişiminin anlaşılması açısından
benzersiz bir fırsat sunmaktadır" dedi.
Kocabaş, batık gemi kalıntıları üzerindeki
bilimsel çalışmaların sürdüğünü, en eskisi yaklaşık
bin 500 yaşındaki ahşap kalıntıların restorasyonunun
yıllar alabileceğini sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı, Haber: Şengül Oymak, 22.10.2015
|
TRAK MEDENİYETİNİN İZLEİRNİ KADIN İŞÇİLER ORTAYA
ÇIKARIYOR
Tekirdağ’ın Karaevli Mahallesi mevkisindeki
Hera’nın Şehri (Heraion-Teikhos) antik kentinde,
Trak medeniyetinin izlerini yansıtan buluntuları
kadın işçiler gün yüzüne çıkartıyor.
Tekirdağ’ın
merkez Süleymanpaşa İlçesi'nde bulunan ve Traklar’ın
Anadolu’ya gelişinden itibaren uzun süre Trak
yerleşimi olan 5 bin yıllık Heraion Teikhos kenti,
kadın işçilerin 2000 yılında başlayan ve günümüzde
halen devam kazı çalışmalarıyla gün yüzüne
çıkartılıyor. Karaevli Höyüğü olarak bilinen Heraion
Teikhos antik kenti, antik çağda bugünkü
Trakya,
Bulgaristan ve Kuzey
Yunanistan’da yaşayan ve Büyük İskender’in
topraklarını ele geçirmesiyle asimile olan Trak
kavminin 5 bin yıllık tarihine ışık tutuyor.
Tekirdağ il merkezinin 15 kilometre doğusunda
İstanbul-Tekirdağ karayolu üzerinde bulunan
Heraion Teikhos’ta yapılan kazı çalışmalarında
kentin MÖ 3 bin yılı başından MS 13. yüzyıla
kadar yerleşim yeri olarak kullanıldığı tahmin
edilirken, 40’a yakın kadın işçinin kazı
çalışmalarıyla antik kent gün yüzüne çıkartılması
hedefleniyor.

“HANIMLAR BU İŞİ ÇOK BÜYÜK
TİTİZLİK, İTİNA VE COŞKUYLA YAPIYOR”
Kazı Başkanı
Namık Kemal Üniversitesi arkeoloji Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Neşe Atik,
kadın işçilerin işi çok kısa sürede öğrendiğini ve
titizlikle bu işi yaptıklarını belirterek,
“Çalışmalarına 2000 yılında başladık. Ve farklı bir
şey yaptık. Kazı işinde çalışan bütün işçilerimiz
kadınlardan oluşuyor. Hanımlar bu işi çok büyük
titizlik, itina ve coşkuyla yapıyor. İlk sene
işçilerimiz hocam biz hiç arkeolojik kazı yapmadık
nasıl çalışacağız. Dedim yavaş ve dikkatli
çalışacaksınız. Toprak içinden çıkan her şey önemli.
Çok kısa sürede bu işi kavradılar. Bu işçilerin
bazıları 200 yılından beri devam ediyorlar. O kadar
iyi bu işi öğrendiler ki yeni gelen öğrencilere
öğretiyorlar. Örneğin bir bulundu çıktı, ölçüsü
alınacak hemen oraya çivi koyarak öğrencilere ölçü
almaları gerektiğini söylüyorlar. Hemen ölçüyü al da
biz kazmaya devam edelim diyorlar. Çok titizlikle
hiçbir buluntu kaçırmadan kazıları
gerçekleştiriyorlar” dedi.
“DÜNYADA BELKİ DE
İÇİNDE İLACI İLE BULUNAN İLAÇ FIRINI HİÇ BOZULMADAN
ORTAYA ÇIKARTILDI”
Atik, kadın işçilerin içinde
ilaç bulunan ve dünyada belki de tek olan fırını hiç
bozmadan ortaya çıkarttıklarını söyleyerek,
“Kadınlardan yana içim çok çok rahat. Hiçbir
buluntuya zarar vermeden bir de aynı zamanda gözü ve
eli çok yetenekli işçilerimiz var. Örneğin toprağın
içinde topraktan ve yine eski kap parçalarından
yapılma bir ilaç fırınını hiç bozmadan kırmadan
ortaya çıkarttılar. Bu şimdi müzede belki de dünyada
tek içinde ilacı ile bulunan fırın. Biz bunu hassas
elli işçilerimizi borçluyuz. Yaklaşık kırk işçi
hepsi Tekirdağ’da ikamet eden hanımlar” diye
konuştu.
10 yıldır kazı alanında çalışan Kısmet
Altın, bir kap bulduklarında sevindiklerini ifade
ederek, “Hemen hemen burada çalışalı on sene olacak.
İhtiyacımız olduğu için hocamızda bize yardımcı
oldu. burada güzel bir kap bulduğumuz zaman hemen
hocamıza
haber veriyoruz. Güzel bir şeyler bulunca bizde
seviniyoruz. Hepimizin ayrı ayrı işleri var. Birimiz
toprak atıyor, ben arabacıyım, arkadaşlar arabamı
dolduruyor ben döküyorum. Bazıları kazıyor kimisi
süpürüyor herkes işini biliyor” şeklinde konuştu.
Milliyet, 22.10.2015 |
BODRUM'DAKİ CENNET KİSEBÜKÜ KOYU'NDA TARİH TALANI

Bodrum'daki cennet Kisebükü Koyu'ndaki
1600 yıllık tarihi geçmişe sahip Anastasios
Kilisesi'ndeki Azize Mozaiği'nin talan
edildiğinin ortaya çıkması, 15 yıldır koyu
korumak için hukuk mücadelesi veren çevrecilerin
tepkisine neden oldu.
Mavi Yol Girişimi Sözcüsü Filiz Dizdar, "Tarihin
yağmalanması içimize ateş düşürdü" derken,
CHP'li Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon'un
danışmanı Özay Kartal da amacın, tarihi ortadan
kaldırarak 1'inci derece arkeolojik sit olan
koyu 3'üncü derecede sit çevirip, rant için
imara açmak olduğunu ileri sürdü.
Bodrum'un turistik tesis yatırımlarına açılmak
istenen tarih, doğa, kültür ve yaban hayatı
cenneti Kisebükü Koyu'nda çevrecilerin
mücadelesi sürerken ortaya şimdi de tarih talanı
çıktı. Koydaki Bizans Dönemi'ne ait imparator
Anastasios'un adını taşıyan tarihi kilisedeki
'Azize' tasvirinin yüz bölümündeki mozaiklerin
talan edildiği belirlendi.
CHP'li Bodrum
Belediye Başkanı Mehmet Kocadon'un danışmanı
Özay Kartal, Kisebükü'ndeki korunmaya çalışılan
değerlerin bir bir tahrip edildiğine dikkati
çekip, "Çünkü önce kültürel değerleri tahrip
ederek, doğal değerleri tahrip etmenin yolunu
açıyorlar. Bu tamamen bilinçli yapılan bir olay.
Tarihi ortadan kaldırarak 1'inci derece
arkeolojik sit olan alanı 3'üncü derecede SİT'e
çevirip, rant için imara açacaklar. Oysaki bu
kilisenin duvarları hala ayakta, tabanında
mozaikleri ve freskleriyle korunmayı
beklemektedir" dedi.
"Burası çoğunlukla,
mavi yolculuk kaptanlarının bildiği bir kilise"
diyen Kartal, şöyle devam etti:
"Bu
kilise, kaptanların misafirlerini arkasına
katıp, gezdirmediği takdirde kimsenin farkında
olmadığı, korumasız bir tarihi eserimiz.
Zeugma'nın çingene kızının gözleri gibi bu
kilise duvarında resmedilmiş bir azizenin
gözleri günümüze kadar ulaşmıştı. Gözlerindeki
mana ve renk ile adeta 'Yok olmak üzereyim,
imdat' dercesine size bakardı. Gözleri ile
kiliseyi ziyaret eden yerli ve yabancı
turistleri hayran bırakırdı. 'Bırakırdı' diyorum
çünkü artık o gözler yok. Yakın zamanda insan
suretindeki mahlukat tarafından duvardan
kazınarak yok edilmiş. Sonuçta orada korumasız
bir hazine durmakta. 1600 yılın tahribatından
korunmuş bir azizeyi, biz 1 yıl bile koruyamadık
ve kaybettik. Kilisebükü ile özdeşleşecek hem
tarihi hem turistik bir değerimiz yok oldu.
Allah'tan, yapanlara akıl fikir, korumayan
yöneticilerimize de vicdan diliyorum."
KİLİSE VE ÇEVRESİNDE BİR AN EVVEL TEDBİR
ALINMALI
Mavi Yol Girişimi Sözcüsü Filiz
Dizdar da Kisebükü'nün MÖ 2'nci yüzyıldan MS 6'ncı
yüzyıla kadar kesintisiz bir
yerleşim merkezi olduğu ve Bizans İmparatoru
Anastasios tarafından kurulan kentin izlerinin
bulunduğu bölgede kilisenin yanısıra ticaret
limanına ait kalıntılar, gözetleme kuleleleri,
iki kilise, iki hamam, su depoları, kentin sur
duvarları, yüzlerce yıl yaşındaki zeytin
ağaçları ve yaban hayatı ile 1'inci derece doğal
sit alanı olduğunu vurguladı. Türkiye'nin mavi
yolculukta en önemli koylarının başında gelen
Kisebükü'nü korumak için 40 sivil toplum
kuruluşu ile ranta kurban gitmemesi için her
türlü hukuk mücadelesini verirken, tarihin
yağmalanmasının içlerine ateş düşürdüğünü
söyledi.
"1600 yıllık Azize'yi
koruyamadık" diyen Dizdar, "Oradaki tarih ve
kültürel değerler bir bir yok ediliyor. Sesini
çıkaran, müdahale eden ne yazık ki yok. Buraya
turistik tesis yapmak için ormanların ihaleye
çıkarılarak imara açılmak istenmesini mahkeme
kararlarıyla durdurduk. Hukuk mücadelesi
sürerken yağmacıların ve rant düşkünlerinin
burayı talan etmek için her türlü mücadelesini
de engellemeye çalışıyoruz. 1'inci derece
arkeolojik ve doğal sit alanındaki bu yağmanın
acil olarak önlenmesi, kilise ve etrafında bir
an evvel tedbir alınması gerekir" diye konuştu.
Doğan Haber Ajansı, Haber: Yaşar Anter,
19.10.2015
|
GÜNEY KORE'DE YALDIZLI BRONZ BUDA HEYKELİ BULUNDU
The Korea Herald’ın haberine göre, Güney Kore’nin kuzeydoğusunda MS 9. yüzyıla ait çok iyi korunmuş 50.8 cm uzunluğunda bir Buda heykeli bulundu.
Heykel, Budist eşyalarla birlikte pagoda adı verilen taş bir tapınağın bulunduğu antik kentte bulundu.
Kazı alanında incelemelerini sürdüren uzmanlara göre buluntu, Birleşik Silla (MS 668 – 935) dönemine ait ve hem tarihi hem de sanatsal açıdan oldukça değerli.
Gotama Buda MÖ 563-483 arasında Hindistan’da
yaşadığı tahmin edilen ruhani öğretmen ve
Budizmin kurucusudur.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
archaeology.org Çeviri: Ayşen Yolcu,
15.10.2015
|
 |
DANİMARKA'DA DEMİR ÇAĞI'NDAN KALMA KURBAN ÇUKURU
BULUNDU

Kopenhag’ın kuzeyinde
Demir Çağ’dan kalmış bir sit alanının yakınındaki
bataklıkta kazı yapan Moesgaard Müzesi’nden bir grup
arkeolog, 20’li yaşlarında bir kadın kemikleriyle
birlikte 8 köpek iskeleti buldu.

Araştırmacılar köyde
insan ve hayvanların tanrılara kurban edilmek için
öldürüldüklerini ve bataklık olan alana açtıkları
çukurlara yerleştirildiklerine inanıyor. Kazı
başkanı Per Mandrup, Skodstrup’taki kazılarla Demir
Çağ toplumunun ve ortak yaşantının iç yüzünü gün
ışığına çıkartacak buluşlar yaptıklarını söyledi.
Mandrup, “Skodstrup yakınlarında bulunan Demir Çağ’a
ait köyde, katlı evler, taş döşemeli yol, gömü alanı
ve kurbanlık çukurlar bulunmakta. İnsan kurban etme
geleneği Antik Mısır, Antik Yunan ve Aztek
uygarlıklarında sıkça görülmüştür” dedi.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
archaeology.org Çeviri: Ayşen Yolcu, 14.10.2015
|