25 - 31 Ekim 2015
|
TARİHİ ESER OPERASYONUNDA HEYKEL BAŞI BULUNDU
Eskişehir’in Çifteler
İlçesi'nde, Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen
heykel başı ele geçirildi.
İl
Jandarma Komutanlığı ekipleri, tarihi eser
kaçakçılığı yaptığı iddia edilen Ö.S’yi (39),
Orhaniye Mahallesi’ndeki evinde yakaladı. Evde,
Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen, genç
bir komutanın tasvir edildiği mermerden yapılmış
heykelin baş bölümü bulundu. Eser,
Eskişehir Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim
edildi. Ö.S, jandarma tarafından gözaltına alındı.
Milliyet, 29.10.2015
|
 |
200 MİLYON DOLARLIK VAN GOGH ÜNİVERSİTEDE KALDI

ABD’de bir yüksek mahkeme, Hollandalı Ressam Vincent
van Gogh’un ünlü “Kafede Akşam” tablosunun
mülkiyetinin kime ait olduğu yönündeki tartışmaya
son noktayı koydu. ABD Yüksek Temyiz Mahkemesi, Rus
soylusu Pierre Konovalov’un Yale Üniversitesi’nde
sergilenen tablonun kendisine ait olduğunu ileri
sürüp başlattığı hukuk mücadelesinde üniversite
lehine karar verdi. Tablo 1961 yılında üniversite
tarafından satın alınmıştı. Konovalov ise tablonun
büyük büyükbabası tarafından 1908’de satın
alındığını ancak 1915’teki Rus devrimi sırasında
tabloya el konulduğunu iddia etti. Amerikan
mahkemesi ise iddiaların doğruluğunu kanıtlamanın
imkansız olduğuna ve 200 milyon dolarlık tablonun
üniversitede kalmasına karar verdi.
Habertürk,
28.10.2015 |
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU'NUN 'ÇİFTÇİ AİLESİ' AÇIK
ARTIRMADA

Ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ‘Çiftçi Ailesi’
konulu tablosu açık arttırma yöntemi ile satışa
sunuluyor. Tablonun açılış fiyatı 250 bin lira.
Antik Palace’daki açık artırmayı tertip eden Antik
AŞ, 288. müzayedesinde Eyüboğlu’nun yanında Erol
Akyavaş, Burhan Doğançay, Adnan Çoker Ferruh Başağa,
Orhan Peker ve Abidin Elderoğlu’na ait eserler de
yer verecek. Müzayedede Francis Bacon, Joan Miro,
Yves Klein, Damien Hirst, Victor Vasarely, Peter
Halley, Peter Zimmermann ve Hiroshi Sugimoto’nun
eserleri de bulunacak. Güncel Türk sanatının önde
gelen isimleri Kemal Önsoy, Azade Köker, Selma
Gürbüz, Canan Tolon, İrfan Önürmen ve Ekrem
Yalçındağ gibi sanatçıların yapıtlarının satışa
sunulacağı müzayedede; akımın genç temsilcileri
Nilbar Güreş, Mehmet Ali Uysal ve Yaşam Şaşmazer’in
eserlerinin tanıtımı da gerçekleştirilecek.
Habertürk, 28.10.2015 |
TOKAT'TA ALTIN VARAKLI İNCİL BULUNDU
Tokat'ta bin yıllık olduğu değerlendirilen altın
varak süslemeli İncil bulundu.
Tokat Valiliğinden
yapılan yazılı açıklamaya göre, İl Emniyet Müdürlüğü
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğü ekiplerince, tarihi değeri bulunan
eserlerin pazarlanacağı bilgisinin alınması üzerine
operasyon düzenledi.

Bir araçta yapılan
aramada, 21x16 santimetre ebadında 51 yaprak,
yaklaşık bin yıllık ve eski Süryanice yazıldığı
değerlendirilen, iç ve dış kısımları tahrif olmuş,
içerisinde altın varakla yapılmış dini motifli
resimler bulunan İncil bulundu.
Operasyonda gözaltına
alınan B.A, K.A. ve R.A, adli mercilere sevk edildi.
Habertürk, 28.10.2015
|
3500 YILLIK MEZARDAN HAZİNE ÇIKTI
Yunanistan’da ABD’li arkeologlar tarafından
yürütülen kazı çalışmalarında, 3 bin 500 yıl önce
ölmüş bir askere ait iskeletler bulundu.
Mezarın içindeki altın
küpe ve yüzüklerin yanı sıra gümüş kılıç,
fildişinden yapılmış sap gibi değerli eşyalar da
mezarın açılmasıyla gün yüzüne çıktı.
Yunanistan Kültür Bakanlığı, ortaya çıkan
servetin, son 65 yılda keşfedilen en önemli bulgular
olduğunu açıkladı. Mora Yarımadası’ndaki Nestor
Sarayı’ndan çıkarılan mücevharatın
Girit uygarlığı döneminden izler taşıdığı
belirtildi.
ABD’nin Cincinnati Üniversitesi’nden gelen
araştırmacılar, 1400’den fazla parça tespit
edildiğini, bu parçaların kalitesinin ise Girit
uygarlığı ile olan bağı kanıtladığını söyledi.
Milliyet, 28.10.2015
|
 |
BU FOSİL 10 BİN YILLIK
Sibirya'nın doğusundaki Yakutistan'da (Saha),
yaklaşık 10 bin yıl önce yaşadığı sanılan iki
mağara aslanı yavrusunun donmuş kalıntıları
ortaya çıkarıldı.
"Siberian Times"
gazetesinin haberine göre, bilim adamları, ilk
kez bozulmadan kalmış mağara aslanı kalıntıları
bulduklarını açıkladı.
Kalıntıların,
mağara aslanlarının soyunun neden tükendiğinin
belirlenmesine yardımcı olması bekleniyor.
Panthera familyasından, soyu tükenmiş bir
kedi türü olan mağara aslanlarının, 10 bin yıl
önceki Buzul Çağı'nda
Sibirya'da yaşadığı, kalıntıları bulunan
yavruların da türünün son örnekleri olduğu
sanılıyor. Günümüzde
Afrika ve Asya'da yaşayan aslanların yakın
akrabası olan mağara aslanlarının, çok daha
büyük oldukları biliniyor.
Yakutistan
Bilimler Akademisi, yavru mağara aslanlarını
gelecek ay düzenlenecek bir konferansla
uluslararası basına tanıtacak.
Daha önce,
Alaska ve
Kanada'da mağara aslanlarına ait sadece
iskeletler bulunmuştu.
Hürriyet,
27.10.2015
|
500 YILLIK OSMANLI KAYITLARI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Osmanlı Tahrir Defterleri gün yüzüne çıkarılıyor.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından
oluşturulan bilim kurulu tarafından yürütülecek
çalışma ile 247 adet tahrir defteri, incelemeden
geçirilerek basımı yapılacak.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Osmanlı
Devleti’nin askeri, idari, mali, arazi ve nüfusla
ilgili kayıtlarının yer aldığı tahrir defterlerinin
gelecek nesillere aktarılması adına önemli bir proje
başlattı. Bu proje ile bu defterler üzerinde
bilimsel çalışmalar rahatlıkla yapılabilecek.
Osmanlı Arşivleri’nin en önemli belgelerinden olan
Tapu Tahrir Defterleri, bugüne kadar çok az sayıda
bastırılabilmiş. Proje kapsamında incelemesi
tamamlan 247 Tahrir Defteri’nden 1000’er adet
bastıracak.
edebiyathaber.net, 27.10.2015
|
İTALYA'DA ÇAĞDAŞ SANAT ESERİNİ ÇÖP ZANNEDİP ATTILAR
İtalya’da bir çağdaş sanat müzesinde temizlik
yapan görevliler, bir partiden arta kalan çöpler
olduğunu zannettikleri bir sanat eserini çöpe
attılar.
Bolzano kentindeki
Museion’da, boş şampanya şişeleri, bir disko
topu ve konfetilerden oluşan enstalasyon
çalışmasının akıbeti kötü bitti.
Pazar günkü olağan
temizliklerini yapan görevliler, yerdeki bu
objelerin, bir önceki gece yapılan kutlamadan
kaldığını düşünerek, hepsini çöpe attı.

Eserin bulunduğu yerin son hali
Müze yetkililerinin,
Facebook sayfalarından konuya ilişkin açıklama
yapması üzerine olay ülkede büyük yankı uyandırdı.
Yetkililer,
Goldschmied & Chiari adlı iki sanatçıya ait ve bir
parti sonrasını yansıtan “Bu akşam dans etmeye
nereye gidiyoruz?” adlı eserin ortadan
kaldırıldıktan sonraki halini gösteren fotoğrafları
paylaştı.
Enstalasyonun
bulunması gereken boş alana, “Mümkün olan en kısa
sürede eser yeniden düzenlenecektir” yazısı asıldı.
Söz konusu eser, 1980
döneminin
İtalya’sında öne çıkan tüketim ve hazcılık
akımlarını eleştiriyordu.
Hürriyet, 26.10.2015
|
'DEFİNEYİ KORUYAN' CİNLERDEN KORUNMAK İÇİN HOCA
ÇAĞIRMIŞLAR
Aydın’ın Karacasu İlçesi’nde Afrodisias ören yeri
yakınlarında kaçak kazı yapılacağı istihbaratını
alan Geyre Jandarma Karakolu ekipleri, İl Jandarma
Komutanlığı’yla ortak operasyon düzenledi. Mülkiyeti
A.T. isimli şahsa ait Marulluk bölgesindeki arazide
iş makinesiyle kazı yapanları suçüstü yakalayan
jandarma, 7 kişiyi gözaltına aldı. Kazı bölgesindeki
2 adet toz önleyici maske, 6 adet pirinçten yapılmış
altın arama aparatı, kürekler ve iş makinesine el
konuldu.
KEPÇEYLE
YAKALANIP ‘GEZMEYE GELDİK’ DEDİLER
Şüphelilerden
A.N.H.’nin Denizli’nin Tavas İlçesi Yahşiler
Mahallesi’nde imamlık yaptığı ortaya çıktı. Diğer
kişilerin ise Sivas, Malatya ve Afyon’dan geldiği
bildirildi. Kepçeyle kazı yaparken yakalanan
şüphelilerin, jandarmadaki ifadelerinde,
birbirlerini tanımadıklarını ve bölgeye gezmeye
geldiklerini ileri sürdükleri öğrenildi. Kazıda
kullanılan kepçenin ise kiralık olduğu tespit
edildi. Jandarmanın araştırmasında, 6 kişilik ekibin
define kazısı yaptığı, defineyi koruduğuna
inandıkları ‘cinlerden ve ruhlardan’ korunmak için
de Denizli’de görev yapan imamı getirtip kazı
esnasında Kuran-ı Kerim’den ayetler okuttukları
ortaya çıktı. Jandarmadaki işlemleri tamamlanan 7
şüpheli, çıkarıldıkları mahkeme tarafından
tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Jandarma kazıda kullanılan kepçe, kazma,
kürek ve pirinçten yapılmış altın arama aparatlarına
el koydu.
FİLMİN BİRE
BİR KOPYASI
Aydın’daki garip olay,
2010 yapımı Harbi Define filminin hikayesiyle
neredeyse bire bir aynı. Filmde, Uşak’taki baba
evinin altında gömü olduğuna inanan 4 kardeş, kazı
sırasında cinlerden korunmak için yanlarında bir de
hoca götürüyor.
Habertürk, Haber: Durmuş Ali Kılnç, 26.10.2015
|
TARİHİ BOSTAN TESCİLLENDİ
Mimar Sinan tarafından
inşa edilen Piyale Paşa Camii’ne 16. yy’da gelir
sağlayan bostan arazisini yıkacak otopark projesi
İstanbul 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu’nun kararıyla iptal edildi. Arkeologlar
Derneği’nin tescil başvurusu üzerine karar alan 2
No’lu Kurul, bostanı caminin kültürel peyzajının bir
parçası sayarak koruma altına aldı. Koruma Kurulu
kararında Piyale Paşa bostanının “16. yüzyıldan
itibaren Büyük Piyale Paşa Camii ve külliyesinin
akarı olarak kullanıldığı anlaşılan, camilerin
giderlerini karşılamak için vakıflara gelir sağlayan
bostanların günümüze ulaşan son örneği” olduğu
belirtildi. Bostanın “kültürel ve estetik değeri
bulunması, cami-bostan birlikteliğinden geriye kalan
örneğini temsil etmesi” nedenleriyle Osmanlı tarım
teknolojisinin mimari unsuru olan su kuyusu ve havuz
ile birlikte bütüncül olarak 2863 sayılı yasa
kapsamında tescil edilmesine karar verildi. Böylece
ilk kez bir bostan arazisi kültür varlıklarıyla
ilişkisi dikkate alınarak Koruma Kurulu tarafından
korumaya alındı.
Yaşayan
miras...
2 No’lu Koruma Kurulu,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tarihi bostanı
otoparka dönüştürecek ‘Beyoğlu Piyale Paşa Camii Önü
Rekreasyon” projesine onay veren kurul kararını da
iptal etti. BirGün’ün ‘Tarihi bostan yıkılıyor’
başlığıyla gündeme getirdiği proje bostan arazisine
343 araç kapasiteli yeraltı otoparkı yapılmasını
öngörüyordu. Koruma Kurulu’na yapılan tescil
başvurusuna bir rapor sunan İTÜ Mimarlık Tarihi
doktora öğrencisi Ayhan Han ve Harvard Tarih Bölümü
doktora öğrencisi Aleksandar Şopov, arazinin
vakfiyelerde Piyale Paşa Külliyesi inşa edilmeden
önce dahi bostan olarak kullanıldığına ve bostandaki
tarım faaliyetinin kuşaktan kuşağa aktarılan
“yaşayan miras” olma özelliği taşıdığına dikkat
çekiyor.
Ilk kez bir bostanın
kültür varlığı olarak tescillendiğini belirten
Arkeologlar Derneği ve Beyoğlu Kent Savunması "Bu
kazanım sadece Piyalepaşa Camii bostanı için değil,
aynı zamanda tarihi Yedikule Bostanları, Hewsel
Bahçeleri gibi kültürel peyzaj ve tarihi kentsel
tarım alanları için de büyük bir kazanım ve emsal
karar niteliğindedir" açıklamasında bulundu.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı,
25.10.2015
|
BARUTHANE ARAZİSİ KURTULDU
Ataköy sahilde Baruthane binalarının da bulunduğu
564 ada 160 parselde yapılması düşünülen Ataköy
Blumar projesi durdu. 70 metre yüksekliğinde 7 blok
yapılması düşünülen proje için Çevre ve Şehircilik
İl Müdürlüğü Bakırköy Belediyesi’ne bir yazı
göndererek hiçbir şekilde inşa faaliyetine izin
verilmemesini istedi.
YETKİ KAVGASI
Tescilli Baruthane yapılarının bulunduğu Ataköy
sahilindeki 160 Parsel Emlak Bankası
tarafından TOKİ’ye devredilmiş, TOKİ de
araziyi 12 Temmuz 2010’da ‘restore et, işlet’
modeliyle ihaleye çıkmıştı. 59 bin 800
metrekare turizm ve rekreasyon alanı parsel,
üzerindeki tarihi yapıların aslına uygun
restorasyonu, anıt ağaçların korunması şartıyla
yıllık 6 milyon liradan 49 yıllığına, ihaleye tek
katılan Çelebican A.Ş.’ye kiralamıştı. Şirket içinde
tek bir anıt ağaç sebebiyle inşaat iznini
İstanbul 4 Numaralı Tabiat Varlıkları
Komisyonu’ndan çıkarmıştı. İnşaat çalışmalarına
başladıkları sırada içindeki tescilli tarihi eserler
nedeniyle izin alması gereken 1 Numaralı
Kültür Varlıkları Koruma Kurulu çalışmaların
durdurulmasını talep etmiş, Bakırköy Belediyesi de
inşaatı mühürlemişti. Çelebican şirketi yargıya
başvurmuş,
mahkeme yetkinin Tabiat Varlıkları Komisyonunda
olduğuna karar verince Bakırköy Belediyesi mührü
sökmek zorunda kalmıştı.
KOMİSYON ‘’DURDURUN’’ DEDİ
İstanbul 4 Nolu Tabiat Varlıklarını Koruma
Komisyonu 10
Eylül 2015 tarihinde yeni bir karar aldı.
Kararda ‘’Yeni bir karar alınıncaya kadar tescilli
parsel üzerinde herhangi bir fiziki ve inşai
faaliyette bulunulmamasına’’ denildi. Ancak
Çelebican şirketi Blumar projesi için çalışmalara
devam edince Ataköy 1. Kısım Koruma ve Güzelleştirme
Derneği, İstanbul 4 Numaralı Tabiat Varlıkları
Komisyonu, ile Bakırköy Belediyesi’ne ‘’Karara
rağmen inşaatın devam ettiğini’’ belirten dilekçe
gönderdi. Bakırköy Belediyesi de Çevre Şehircilik İl
Müdürlüğü’nden nasıl bir işlem yapması gerektiğini
sordu. Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü şu yanıtı
verdi: “Söz konusu parsele yönelik en güncel
komisyon kararı İstanbul 4 Numaralı Tabiat
Varlıklarını Koruma Komisyonu’nun 10.09.2015 tarihli
kararı olup, bu kararın iptaline ilişkin alınmış bir
yargı kararı bulunmuyor ise, 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu 61. Maddesi ‘kamu
kurum ve kuruluşları ve belediyeler ile gerçek ve
tüzel kişiler Koruma Yüksek Kurulu ve bölge
kurullarının kararlarına uymak zorundadır’ hükmü
doğrultusunda gerekli işlemlerin başkanlığınızca
yürütülmesi gerektiği değerlendirilmektedir. “
Bu kararlar Bakırköy Belediyesi’ne ‘’Buradaki
inşa faaliyetleri durdurun, alanı mühürleyin’’
denildi. Böylelikle Ataköy sahilde en azından bir
parsel şimdilik kurtulmuş oldu.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 24.10.2015
|
PARİS GÖRGÜSÜYLE DONANMIŞ OSMANLI MİMARI: ALEXANDRE
VALLAURY
Mimarlık tarihçisi
Seda Kulasay; Osmanlı tebaası İtalyan asıllı mimar
Alexandre Vallaury'nin mimarlığını oluşturan
unsurları ve Geç Osmanlı Dönemi Mimarlığı'ndaki
yerini incelediği sunumunu İstanbul Araştırmaları
Enstitüsü'nde gerçekleştirdi.
Mimarlık tarihçisi Seda Kulasay, İstanbul
Araştırmaları Enstitüsü'nün Arka Oda
toplantıları kapsamında, "Geç Dönem Osmanlı
Mimarlığında Alexandre Vallaury'nin Yeri"
başlıklı sunumunu 22 Ekim'de Enstitü'nün
Beyoğlu'ndaki binasında gerçekleştirdi. Seda
Kulasay konu üzerine tamamladığı doktora
tezinden bulguları paylaştığı sunumda; 1850-1921
yılları arasında yaşayan, Geç Osmanlı
Dönemi'nde İstanbul'da pek çok proje üreten
İtalyan asıllı mimar, Alexandre Vallaury'nin
kariyeri ve mimarlık dilinin oluşumu üzerine
odaklandı.
İtalya'dan İzmir'e göçen, sonrasında ise
İstanbul'a yerleşen bir aileden gelen ve
Paris'teki Beaux Artes'te mimarlık eğitim alan
Vallaury'nin batı mimarlık geleneğiyle olan
ilişkisi ve o yıllarda Beaux Artes eğitimindeki
eklektik üslup üzerine değerlendirmelerle
başlayan sunum; Vallaury'nin, İstanbul'a
döndükten sonra Sanayi-i Nefise Mektebinin
kurulması sırasında oynadığı rol ve Osman Hamdi
Bey'le çalışmasının mimarisindeki etkisi üzerine
devam etti.
Sunumda mesleğinin ilerleyen yıllarında
Valluary'nin yerel unsurları da kullanarak
geliştirdiği dili üzerine örnekler sunuldu.
Mimarın; İstanbul Arkeoloji Müzesi, Duyun-u
Umumiye Binası, Osmanlı Bankası Genel Müdürlüğü
Binası, Pera Palas Oteli, Abdülmecit Efendi
Köşkü dahil İstanbul'daki yapılarının
araştırılması sonucu çıkardığı envanterden,
Valluary'nin kullandığı mimari ögelerin
repertuarını çıkaran Seda Kulasay, bu öğelerde
yerel unsurların farklı ölçeklerde kullanılması
yanında batılı antik ögelerden de sıklıkla
yararlanıldığını belirtti.
Geç Osmanlı dönemi mimarlarından olan
Valluary'nin mimarlığının şüphesiz o dönem
Osmanlı bünyesindeki kültürel, politik ve sosyal
hareketliliklerden (Pan İslamizm, Jön
Türkler, Geç Osmanlı dönemi kültür politikaları,
beraber çalıştığı Osman Hamdi'nin vizyonu)
etkilendiğini belirten Kulasay, Valluary'nin
Avrupa'daki mimarların teknik, tarih ve politika
üzerine söz söylemeye başladığı bir dönemde
Osmanlı'da kapsayıcı bir yaklaşımla çok çeşitli
mimari referanslar içeren yapılar ortaya
çıkardığını, oluşan bu eklektik üslubun ise
sonrasından gelecek olan Birinci Ulusal Mimarlık
akımına da baz oluşturduğunu savundu.
Arkitera, Haber: Burcu Bilgiç, 24.10.2015
|
SULTAN ABDÜLMECİD'İN 500 KURUŞU BULUNDU
Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülmecid tarafından
1849'da bastırılan ancak bugüne kadar basılı hali,
kalıbı ve görseli dahi görülmeyen 5. emisyon kağıt
500 kuruş, Ankara'da bir koleksiyoncuda çıktı.
Paranın
sahibi araştırmacı-yazar
Necati Doğan, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Osmanlı'da kağıt paraların ilk defa 1840'da,
Abdülmecid döneminde "Kaime-i Nakdiye-i Mütebere"
adıyla elle yazılıp, piyasaya sürüldüğünü söyledi.
Söz konusu dönemde paraların,
faiz getirili borç senedi veya hazine bonosu
niteliğinde olduğunu belirten Doğan, Abdülmecid
tarafından çıkartılan 1. emisyon grubu paraların
elle yazıldığını, 1841'den sonraki emisyonların ise
basıldığına dikkati çekti.
- "Maliye Nazırı Hüseyin
Hüsnü mühürlemiş"
İlk dönem bazı Osmanlı kağıt
paralarının şimdiye kadar görülmediğini vurgulayan
Doğan, Abdülmecid tarafından 1849'da bastırılan 5.
emisyon 500 kuruşun da bu paralardan biri olduğunu
anlattı.
Doğan, 5. emisyon 500 kuruşu bir
süre önce koleksiyonuna dahil ettiğini belirterek,
şu bilgileri verdi: "İlk dönem Osmanlı paralarından
şimdiye kadar görülmeyenler arasında baskı kalıbı
darphane arşivinde olanlar var ama 5. emisyon
500 kuruşun basılı hali, kalıbı ve görseli dahi
şimdiye kadar görülmedi. Varlığını,
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürülüğü
arşivindeki kayıt sayesinde biliyorduk. Bu paranın,
o dönem basılan diğer paralar gibi tek tarafı
basılmış. Basılı yüzünde Abdülmecid'in çiçekli
kabartma tuğrası, paranın değeri olan 500 kuruş ve
yıllık yüzde 6 faizli olduğu yer alıyor. Arka
yüzünde ise dönemin Maliye Nazırı Hüseyin Hüsnü'nün
mührü bulunmaktadır. Taş baskı yöntemiyle 149x211
milimetre ebadındaki basılan paranın kağıdı ise
bugünkü paralara göre oldukça incedir."
- "Yeni kitabında yer
verecek"
Kayıtlarda adı olan ama kendisi
olmayan tarihi bir parayı bulmanın mutluluğunu ve
gururunu yaşadığını dile getiren Doğan, şöyle
konuştu:
"Bugüne kadar 'Para ve Madalya'
adıyla 10 tane
Kitap yayımladım. Titiz araştırmalar sayesinde
tüm kitaplarımda çok nadir ya da ilk kez gün yüzüne
çıkartılmış niteliği olan parçalara yer verdim.
Şimdiye kadar görülmeyen bu 500 kuruşa da, yeni
yayımlanacak 'Doğan Koleksiyon Para ve Madalya 2016'
kitabında yer vereceğim. 28 yıllık koleksiyoncu
olarak bunu sadece bir iş ya da uğraş olarak
görmüyorum, bunu tarihe ve kültür hayatımıza karşı
büyük bir sorumluluk olarak da görüyorum."
Hürriyet, 24.10.2015
|
11 - 24 Ekim 2015
|
MARMARAY
GEMİLERİNİN ANATOMİSİ ÇIKARILDI
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Sualtı
Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı Başkanı ve
İÜ Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı Doç.Dr. Ufuk
Kocabaş, yüzyılın arkeoloji keşifleri arasındaki
Yenikapı kazıları ve Theodosius Limanı ile ilgili
kazı sonrası çalışmaların devam ettiğini belirtti.
2005’TE BAŞLADI
Kocabaş, 2005’ten 2013’e kadar süren
kazılarda elde edilen 37 gemi kalıntısından 27’si
üzerindeki çalışmanın, İstanbul Üniversitesi
Yenikapı Batıkları Araştırma Laboratuvarı’nda
sürdürüldüğünü anlattı. Kocabaş, “Tamamı Bizans
dönemine ait bu gemilerden 5-7. yüzyıllara
tarihlenenlerin genellikle servi, çam gibi iğne
yapraklı ağaçlarla inşa edildiği, 9-11. yüzyıllara
ait olanların tümüyle meşe, kestane gibi geniş
yapraklı ağaçlardan yapıldığı, 7-9. yüzyıllarda ise
her iki gruptan ağaçların kullanıldığı
görülmektedir. Ahşap teşhis bulguları genel olarak
5. yüzyıldan 11. yüzyıla doğru, gemi inşasında, iğne
yapraklı ağaçlardan geniş yapraklı ağaçlara doğru
belirgin bir değişimin olduğunu ortaya koymuştur. 27
batığın incelenmesi, Bizans dönemi gemi yapım
tekniklerini ve ahşap kullanımındaki değişimleri gün
yüzüne çıkaran bir veri tabanı olmuştur” dedi.

Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, Bizans
dönemi kalıntıları ve limanların yerlerini, Bizans
dönemindeki ticareti ve ürünleri gösteren açıklayıcı
bir harita hazırladıklarını, bunun dışında kente
“dünyanın en büyük batık gemi müzesini” kazandıracak
olan kalıntılarla ilgili 20 bilimsel kitap
yayımlayacaklarını belirtti.
RESTORASYON ÇALIŞMASI
YILLAR ALACAK
Uzun, narin gövde
yapıları, kürekçi oturakları, kürek delikleri olan
arkeolojik gemilerin restorasyonunun, yıllar
alabileceği belirtiliyor.
Habertürk, 23.10.2015
|

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin 6’sı hizmete
başlayan yeni gemilerin uyumu ve engelli
vatandaşların deniz ulaşımını daha rahat
kullanabilmesi amacıyla Pasaport İskelesi’nde
başlattığı yenileme çalışmaları geçtiğimiz günlerde
tamamlandı. Fakat binanın Cumhuriyet Meydanı'na
bakan duvarı yenileme çalışmalarından nasibini
alamadı. Bina polis karakolu binası kapsamında
değerlendirildiği için onarılmadı. Duvarın eski ve
dökük görüntüsü dikkatlerden kaçmadı. Öte yandan
binanın iç kısmındaki duvarlarında döküldüğü
gözlendi. İzmirliler her geçen gün kötüye giden
tarihi binanın onarılmasını ve yeni bir görünüme
kavuşmasını bekliyor.
NELER YAPILDI?
Proje kapsamında, yaklaşık 700 metrelik
Cumhuriyet Meydanı-Konak Pier arasındaki bölüm,
herkesin kolaylıkla gezip dolaşabileceği rahatlığa
ve estetik düzenlemeye kavuştu. Deniz tarafında yer
alan yaya yolu ve yol zemini yenilendi. Deniz
kıyısına taşarak yürüyüş yolunu kesintiye uğratan
masa ve sandalyeler, işletmelerin bulunduğu kara
tarafına alındı. Mevcut durumda yaya yolu ile
birarada olan bisiklet yolu, tamamen bisikletli
kullanımına ayrılacak şekilde araç yolu koduna
indirildi.Yol boyunca yerleştirilen bariyerlerle,
bisikletlilerin motorlu araçlardan güvenli şekilde
ayrılması sağlandı. Tüm bunların yanı sıra işçilikle
ilgili ortaya çıkan sıkıntılar da bir süre İzmir
Büyükşehir Belediyesi'nin başını ağrıtmıştı.
PASAPORT'UN TARİHİ
1867'de
başlayan İzmir Limanı inşaatının bir bölümünü
oluşturan Pasaport Rıhtımı 1876'da Fransız Guiffray
Şirketi tarafından ve İngiliz mühendislerin
projelerine göre bitirilmişti. 1884'de kurulan İzmir
Körfezi Osmanlı Vapurları Hamidiyye Anonim Şirketi,
Karşıyaka, Alaybey, Osmanzade, Turan, Bayraklı,
Pasaport, Konak, Karataş, Salhane ve Göztepe Vapur
İskeleleri arasında 8 gemilik bir filo ile hizmet
veriyordu. Eski bir kartpostalda debarcadere et
bureau passeports (iskele ve pasaport bürosu) olarak
belirlenen yapının 1884'den önce inşa edilen bu ilk
yapı olması gerekmektedir. Günümüzdeki Pasaport
İskelesi ise örneklerine Cumhuriyet'in ilk yıllarına
rastladığımız Osmanlı ve Selçuk mimarlığından
esinlenmiştir. Bu yapının halen iskelenin cadde
üzerindeki kanadında yer alan Kantar Polis Karakolu
göz önünde bulundurulacak olursa Halil Rıfat
Paşa'nın yaptırdığı karakolun kantar dairesi olması
muhtemeldir.
Yenigün Ege, Haber: Doğukan Fikri
Fidan, 22.10.2015 |
 |
TUTANKAMUN'UN
MASKESİ YENİDEN RESTORE EDİLECEK
Firavun dönemine ait eşsiz eserlerden biri olan Kral
Tutankamun’un mumyasının altın maskesi, daha önce
yapılan restorasyon çalışmasının başarısız olması
sebebiyle, Alman uzman Christihan Eijkman tarafından
yeniden restore ediliyor.
Restorasyon çalışması başkent
Kahire’deki Mısır Müzesi’nde yapılıyor.
Henüz 10 yaşındayken, MÖ
1333’te tahta çıkan ve sadece 9 yıl ülkeyi
yönetebilen Tutankamon’un mezarı, içindeki muhteşem
hazineyle birlikte 1922’te bulunmuştu.
Habertürk,
22.10.2015
|
KATERİNA KÖŞKÜ
TURİZME KAZANDIRILACAK
Sarıkamış İlçesi'nde Rus işgali döneminde Çar 2.
Nikola tarafından yaptırılan tarihi av köşkü,
restorasyonu yaptırılıp 50 yataklı otel olarak
turizme kazandırılacak.

Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından 40 yıl süreyle Rus
işgali altında kalan
Sarıkamış
İlçesi'nde, o dönem Rus Çarı 2. Nikola tarafından
yaptırılan ve yöre sakinlerince "Katerina Köşkü"
olarak anılan tarihi av köşkünün turizme hizmet
vermesi hedefleniyor.
Köşk ve arazisi içinde yer
alan tarihi ahşap binanın restorasyonu ve 50 yataklı
otel haline getirilmesi için
Antalya
merkezli bir firmanın Kültür ve Turizm Bakanlığına
yaptığı tahsis başvurusuna ön izin belgesi verildi.
Kars Kültür ve Turizm İl
Müdürü Hakan Doğanay, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 119 yıllık köşkün restore edilmesi ve
turizme kazandırılması konusunda çabaların sürdüğünü
belirtti. Bakanlıklarının, bölgede bulunan tarihi ve
doğal zenginlikleri değerlendirilerek turizm
potansiyelini artırmayı hedeflediğini ifade eden
Doğanay, bu kapsamda otel olarak işlevlendirilmesi
planlanan tarihi av köşkü için yapılan tahsis
başvurusuna ön izin belgesi verildiğini söyledi.
Köşkün tahsis sürecinin halen
devam ettiğini Doğanay, şunları söyledi: "Firma, 1
ay içerisinde ön sözleşme yapılması için davet
edilmiştir. Ön sözleşme yapıldıktan sonra firma,
verilen 6 aylık ön izin süresi içerisinde
hazırlayacağı proje taslakları ve gerekli prosedürü
yerine getirecek. Köşkün o zaman kesin tahsisi
yapılacak."
Baltık mimarisi
Sarıkamış ormanları içinde, yaklaşık 6 bin
500 metrekarelik arazi üzerinde kurulu, 28 odalı av
köşkü ve yanındaki ahşap bina, 19. yüzyıl Baltık
mimarisi izlerini taşıyor. Temel duvarları taştan,
cephe duvarları ahşaptan inşa edilen ana binanın
sağında ve solunda, cephe duvarları tamamen simetrik
çam ağaçlarından birbirine geçmeli ağaçtan oluşan
bölüm bulunuyor. Köşkün yanı sıra tümüyle ahşaptan
inşa edilen yan binası, inşasında hiç çivi
kullanılmamasıyla da dikkat çekiyor. Yöre halkı
tarafından Çar 2. Nikola'nın yaptırdığı av köşkü,
1994 yılına kadar askeri amaçlı olarak Sarıkamış
Tugay Komutanlığı denetiminde kalmıştı. Köşk daha
sonra Hazineye devredilerek Kültür ve Turizm
Bakanlığına tahsisli alan olarak planlanmıştı.
Milliyet, 22.10.2015
|
HERGELEN CAMİİ'NE
CEMAAT SAHİP ÇIKTI
Akhisar’da 16. yüzyılda Hacı Mustafa Ağa tarafından
yapılan ve 1965 yıllarında restore edilen Hergelen
Camii cemaati, camiye sahip çıktı.
Akhisar Hergele Cami cemaati
caminin yıpranmış ve eskimiş olan cami halılarını,
minberin yerini, tavan ve bahçe düzeni ile
müezzinlik mahfilini değiştirttiler. Cemaat birlik
olup caminin eskiyen halılarını değiştirttikten
sonra yine birlik ve beraberlik içerisinde
yardımlaşma ile camide büyük değişikliler yaptı.
Cemaat yağmurlu havada dış bahçede namaz kılınır
iken cemaat ıslanmasın diyerek bahçe kapalı tavanda
yaptırdı.
Akhisar Hergelen Camii
cemaatinden olan bazı vatandaşlar “ Camimize sahip
çıkarak burada yıllardır ibadet ettiğimiz camimizin
eskimiş olan halısından bahçe duvarına kadar
değişiklikler yaptık. Biz Hergelen Camii cemaati
olarak bu görevi yapmanın mutluluğu içerisindeyiz.
Bizlere destek olan ve yardımda bulunan herkesten
Allah razı olsun ”ifadelerini kullandı.
Akhisar
Haber, 21.10.2015
|
HARRAN'DA TARİH
GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Harran Belediye Başkanı
Mehmet Özyavuz, yaptığı yazılı açıklamada, Harran'ın
konik kubelli evlerinin yanı sıra adını verdiği ilk
İslam üniversitesi ve birçok medeniyetin izlerini
taşıyan kalıntılara ev sahipliği yaptığını belirtti.
İlçenin kazılar sayesinde
hak ettiği değeri elde edeceğine inandıklarına vurgu
yapan Özyavuz, kazıların, ilçenin tarihi dokusunu
gün yüzüne çıkarmak için yapıldığına işaret etti.
Özyavuz, bu anlamda
kurumlar arası kolektif bir çalışma yürütüldüğüne
değinerek, tek gayelerinin Harran'ı dünyaya tanıtmak
olduğunu aktardı.
Kazı çalışmalarının
"Harran ve Şanlıurfa Yerleşimleri"nin UNESCO Dünya
Miras Listesi'ne alınmasına katkı sağlayacağına
inandıklarını belirten Özyavuz, "Burada tarihi
mekanların olduğunu biliyoruz, ancak bunlara ulaşmak
için kazıların uzun soluklu olması gerekiyor.
Kazılar sonrası Harran'ın tarihi zenginliği daha iyi
ortaya çıkacaktır. Kazı ve koruma çalışmalarıyla gün
yüzüne çıkaracağımız tarihi eserlerle, Şanlıurfa ile
birlikte UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'nde yer
alan Harran'ın asıl listeye alınmasını hedefliyoruz"
ifadesini kullandı.
- Kazılara 120 kişi katılıyor
Kazı Başkanı Prof.Dr.
Mehmet Önal da çalışmalara arkeolog, restoratör,
akademisyen, sanat tarihçisi, öğrenci ve işçilerden
oluşan 120 kişilik ekibin katıldığını bildirdi.
Bu yılki kazılarda daha
önceden ulaştıkları hamamın artık daha da
netleştiğine dikkati çeken Önal, şunları kaydetti:
"Çalışmalardan memnunuz,
ilgili yerlerden yeterince destek görüyoruz. Şu anda
hedeflediğimiz noktadayız. Daha önceden ulaştığımız
hamamın su deposu ve bununla ilgili mekanları
bulduk. Kasım ayının sonuna kadar çalışmalarımız
devam edecek umarım daha iyi sonuçlar elde ederiz."
Gap Gündemi, 21.10.2015 |
ZERO SERGİSİ GÖKYÜZÜNE UZANIYOR
Sabancı Müzesi'nde Akbank Sanat'ın desteğinde
düzenlenen ve büyük bir ilgi gören 'ZERO. Geleceğe
Geri Sayım' sergisi, 23-24 Ekim 2015 tarihlerinde
sanat, bilim, mimari ve teknolojinin buluşmasını
kutlayarak gökyüzüne uzanacak The Sky Event /
Gökyüzü Etkinliği'ne ev sahipliği yapacak. Gökyüzü
Etkinliği, olumsuzluk atmosferinde bilgi, yenilik ve
umudun kutlamasının yanında geleceğe dair iyimser
bir temenni!

ZERO’nun sanatı ve teknolojiyi birleştiren devrimci
prensiplerine paralel olarak planlanan ‘The Sky
Event/ Gökyüzü Etkinliği’ kapsamında,
dünya ve
Türkiye sanat çevrelerinden önemli isimlerinin
ZERO’yu her yönüyle değerlendireceği konferanslar ve
ZERO kurucusu sanatçı ve MIT Görsel Sanatlar Bölümü
yöneticisi Otto Piene’nin sanat ve teknolojiyi
buluşturduğu açık hava heykelleri ‘Şişme Objeler’in
performansı yer alacak.
Sabancı Üniversitesi
Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan ve büyük ilgi gören
‘ZERO. Geleceğe Geri Sayım’ sergisi kapsamında
planlanan Gökyüzü Etkinliği’nde 23 Ekim Cuma günü
sanat eleştirmeni ve küratör Beral Madra, ZERO
kurucusu Otto Piene’nin eşi, MIT öğretim görevlisi
ve sanatçı Elizabeth Goldring Piene, MIT Müzesi’nde
teknoloji ve sanat üzerine küratöryel çalışmalarda
bulunan Laura Knott, Columbia Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi Dekanı ve 2016
İstanbul Tasarım Bienali küratörü Mark
Wigley’nin katılımıyla ZERO’nun dünü, bugünü ve
geleceğinin tartışılacağı bir konferans serisi
düzenlenecek.

Elizabeth Goldring Piene ve Otto Piene
24 Ekim 2015 Cumartesi günü
gerçekleştirilecek gökyüzü performansında ise
sanatçılar ve gönüllü öğrencilerden oluşan bir grup,
Otto Piene’nin 1969 yılında yarattığı ‘Gökyüzü
Sanatı’ kavramıyla beraber ürettiği ‘Şişme Objeler’
eşliğinde performans gerçekleştirecek. Sabancı
Müzesi’nin terasından Emirgan’ın gökyüzüne
bırakılacak açık hava eserleriyle gökyüzü, bulutlar
arasında sonsuz bir tuvale dönüşecek.
‘Gökyüzü Sanatı’ Hakkında
ZERO kurucularından Alman sanatçı Otto Piene’nin
kariyeri boyunca MIT’de yürüttüğü akademik
çalışmalarının bir uzantısı olan ‘Gökyüzü Sanatı’
kavramı, sanatçının sanat, bilim ve teknolojiyi bir
araya getiren sanat pratiğinin yanı sıra, II. Dünya
Savaşı’na dair yıkıcı tecrübelerinin de yeniden
yorumu niteliği taşıyor. Savaş sırasında gece
karartmaları ve bombalara sahne olan gökyüzünün,
aslında yarına dair olumlu vaatlerle insanın hayal
edebileceği en büyük tuval olduğu fikriyle yola
çıkarak gökyüzü için eserler üretmeye başlayan
Piene, gökyüzü sanatı fikrini “Savaş sırasında
gökyüzüne dair keyif duygularının yerini dehşet
almıştı. Savaş bittiğinde ise gökyüzünü kutlama
dürtüsü ve sevinci ortaya çıktı, bununla beraber de
gökyüzü sanatı fikri.” sözleriyle yorumluyor. Bu
anlamda 23-24 Ekim’de Sakıp Sabancı Müzesi’nde
gerçekleştirilecek Gökyüzü Etkinliği, olumsuzluk
atmosferinde bilgi, yenilik ve umudun kutlamasının
yanında geleceğe dair iyimser bir temenni olarak
öğrenci ve sanatseverlerle buluşacak.
Etkinlik Programı
23 Ekim Cuma
14:00 –
17:00 Konferans: Beral Madra, Mark Wigley, Elizabeth
Piene, Laura Knott
24 Ekim Cumartesi
14:00 – 18:00 Gökyüzü
Performansı
Radikal, 21.10.2015
|
BİENALE DAMGA VURAN SANATÇI
14. İstanbul Bienali'nin en çok konuşulan eseri,
Arjantinli genç sanatçı Adrian Villar Rojas'ın
Troçki'nin Büyükada'da sürgündeyken kaldığı evin
önünde denizden yükselen devasa hayvan heykelleri...
Milliyet'ten Fisun Yalçınkaya'ya konuşan sanatçı,
"Arjantin'den söz ediyoruz, Ernesto Che Guevara'nın
ana vatanı... Bu nedenle elbette Arjantinli bir
sanatçı için Troçki gibi evrensel bir politik
karakter hakkında iş üretmek son derece cazip"
diyor.

1 Kasım’da sona erecek
14.
İstanbul Bienali’nin en çok konuşulan eseri,
Arjantinli genç sanatçı Adrian Villar Rojas’ın
yaptığı, Troçki’nin Büyükada’da sürgündeyken bir
dönem kaldığı evinin önünde denizden yükselen devasa
hayvan heykelleri... ‘Tüm Annelerin En Güzeli’ adını
taşıyan eserde zürafa, boğa gibi hayvanların
betondan heykellerinin üstüne karpuz, ağaç dalı gibi
malzemelerden yapılmış ikinci birer hayvanın heykeli
oturtulmuş. Birbirini taşıyan hayvan heykelleri
denizin içindeki kaidelerin üstünde duruyor ve
izleyicinin gözünün içine bakıyor. Adrian Villar
Rojas, çok konuşulan eserinin yapım sürecini ve
referanslarını, Troçki’nin kendisine ifade
ettiklerini anlattı.

SANAT ÖYLE ZEKİ BİR
VİRÜS Kİ...
Büyükada’da Troçki’nin bir
dönem yaşadığı evde yer alacak bir eser üretmenin
sizin için önemi neydi? Nasıl bir hazırlık süreci
oldu?
- Arjantin’de çok karışık ve
çeşitli değişimlere uğramış olmakla beraber, Juan
Peron’dan adını alan Peronizmle paralel ilerleyen,
yer yer Troçkist olan büyük bir sol gelenek var.
Arjantin’den söz ediyoruz, Ernesto Che Guevara’nın
ana vatanı... Bu nedenle elbette Arjantinli bir
sanatçı için Troçki gibi evrensel bir politik
karakter hakkında iş üretmek son derece cazip. Onun
böyle mütevazi bir yerde yaşadığını görmek son
derece etkileyiciydi. Troçki’nin ev hayatıyla
tanışmak kamuya mal olmuş bir karakterin özel
hayatının ona nasıl bir boyut kattığını anlamanızı
sağlıyor. Böyle bir kişinin karakterine bir mekanın
nasıl etki bıraktığını görmek çok farklı şekilde
analiz edebilmenizi sağlıyor. Sanat öyle zeki bir
virüs ki insan düşüncesinin tüm parçalarını istila
edebiliyor.

HAYVANLARIN İZLEYİCİNİN GÖZLERİNE DİREKT BAKMASI ÇOK
ÖNEMLİYDİ
‘Tüm annelerin en güzeli’ ismi
nasıl seçildi?
- Hayvanların mitolojik,
dini bir boyutları, karşılıkları var. Benim için
hepsinin memeli hayvanlar olmaları ve denizin
içinden izleyicinin gözlerine direkt olarak
bakmaları çok önemliydi. Hayvanların gözlerinden
oluşan bir duvar yapmak istedim, izinsizce
izleyicinin gözlerinin içine bakan... İsme gelince,
aslında çıkış noktası olan iki tane tema var. Biri
bir başka sanat projesinin ismi “Savaşın en güzel
anı”. Diğeri ise tarihte erkeklerin varlığının
belirginliğiyle ilgili. Eserin ismi en vahşi tarafı
aslında. Anneler hayatla ilk bağımız. Her anlamda
‘hayat’ demek. İlk zihinsel, duygusal ve fiziksel
ilişkimizi de onlarla kuruyoruz. Bu anlamda eserin
adı, erkek egemen tarih anlayışına karşı, insanlığın
başlangıcına anneyi koyuyor. 20’nci yüzyılın tüm
devrimleri, belki de insanlığın tüm devrimleri,
erkeklerin yaptığı devrimler. Tarih erkekler
tarafından ve onlar için yazılmış bir tarih. Savaş,
erkeklerin gelişme fikri etrafında heyecanlanarak
ürettikleri bir şey. Okullarda öğretilen tarih beyaz
erkekler etrafında dönüyor. Bence bana onlardan bu
kadarı yeter, onları dinledik, konuştuk ve izledik.
Mekan ve cinsiyet konusunda bakış açımızın
değişmesinin zamanı geldi.

İstanbul Bienali size ne ifade ediyor?
- Her projenin kendine ait bir bağlamı var.
Sanatımda farklı coğrafyalar ve bağlamları
genişletmeyi öğrendim. Sonunda eserlerim, çalıştığım
yerleri yansıtan aynalara dönüştüler. İstanbul’da
asla olmayacak bir işin buranın konseptine göre
nasıl var olabileceğini öğrenmiş oldum.
TIPKI
TİYATRO OYUNLARINDA OLDUĞU GİBİ
Bienalde
geniş bir ekiple çalıştınız, mühendisler, geniş bir
teknik ekip ve eserin parçalarının taşınması
sürecinde çalışanlar... Tüm bu süreci yönetmek
üretim sürecinizi nasıl etkiliyor?
-
Benim göçebe sanat stüdyom tiyatral bir mekan, iş
birliği yaptıklarım da oyuncular gibi. Onlara
verdiğim yazılar, çizimler, planlarla yaratıcılığı
deneyimliyorlar. Ancak tıpkı tiyatro oyunlarında
olduğu gibi bu uzun yapım süreci hiçbir zaman
görülmüyor. Bu anlamda, iş arkadaşlarımla doğal,
diplomatik ya da naif bir ilişki kurmuyorum. Tam
aksine çok karmaşık ve derin bir ilişkiye dönüşüyor
çünkü benim esas işim insanla. Tiyatroda ya da
psikanalizde olduğu gibi anlaşmazlıkları,
olumsuzlukları psikanalitik birer anahtar olarak
kullanıyorum. Bu ima ettiklerim işimle ilgili olarak
verdiğim sözler aynı zamanda. İnsanları zorlamamak
her zaman kolay olan yol. Ama limitleri zorladığınız
zaman, en iyi işleri yapabiliyorsunuz.
Radikal, Haber: Fisun Yalçınkaya, 21.10.2015 |
İstanbul'da, Marmaray kazılarıyla ortaya çıkan 36
batık tekne ile 45 bine yakın eserin sergilenmesi
için yapılması planlanan müzeye onay verildi
İstanbul'un tarihinin en önemli bulgularının yer
aldığı Yenikapı batıklarının sergilenmesi için
yapılacak müzeye nihai onay çıktı. Marmaray
kazılarıyla birlikte ortaya çıkan batık ve tarihi
eserler için arkeopark ve kültür alanı olarak inşa
edilecek alanın projesi İstanbul Büyükşehir Belediye
meclisinde onaylandı. Kazılarda erken Bizans
döneminin en eski limanı olan Theodosius Limanı
ortaya çıkarılarak 36 batık tekne ile 45 bine yakın
eser bulundu. 8 bin 500 yıl önce yaşamış ilk
İstanbullulara ait mezarlar ve ayak izlerinin yer
aldığı bulgular, dünyanın en büyük batık müzesinde
toplanacak. Tarihi kazı alanı içerisinde yapılacak
müzede 36 gemi, 5 bin obje sergilenecek. Gemilerin
sergilenebilmesi için özel 20 metrelik platform
alanı oluşturulacak. Gemi sergi alanının dışında beş
arkeopark alanı olacak. Kazılarda ortaya çıkarılan
Theodosius Limanı etrafındaki şehir için de kazı
yapılacak ve burası 500 bin metrekare büyüklüğünde
bir arkeopark alanı olacak. 2012'de açılan mimari
yarışmada, Eisenmann Architects ve Aytaç Mimarlık'ın
projesi birinci olmuştu.
BİZANSIN EN
BÜYÜK LİMANIYDI
Yenikapı'daki arkeolojik
kazılarda Geç Osmanlı Dönemi'ne ait kültür
dolgusunda 19. yüzyıla tarihlendirilen küçük
imalathanelere ait mimari kalıntılar ile sokak
dokusu bulundu. İmalathaneler ve mimari kalıntıların
yerinde korunmasına karar verilirken, sokak dokusu
ise arkeopark projesinde değerlendirilmek üzere
sökülerek koruma altına alındı. Kazılarda, erken
Bizans'ın en büyük limanı olan Theodosius Limanı ile
5-11 yüzyıllara tarihlenen tekne kalıntıları ortaya
çıkarıldı. Müzede sergilenecek bu tekneler dünyanın
en geniş antik tekne koleksiyonu olma özelliği
taşıyor. Ortaya çıkarılan deniz surları, büyük taş
bloklardan inşa edilmiş rıhtım, dalgakıranın bir
bölümü gibi limanın karadaki mimarisine ait
kalıntılar da arkeopark projesinde yer alacak.
Sabah, 20.10.2015
|
NEVŞEHİR'DE NELER OLUYOR?
Nevşehir'in merkezindeki
tarihi Kale Mahallesi, Nevşehir Belediyesi ve TOKİ
işbirliğiyle yerle bir edildi. Bu işlem sırasında
ortaya çıkan yer altı şehri de tahrip oldu. Proje
için 90 milyon lira harcandığı ileri sürüldü.
Şehrin en yüksek tepesindeki tarihi kent dokusu;
Nevşehir Belediyesi ve TOKİ işbirliğiyle ve
restorasyona muhtaç yapılardan temizlenip, yerine
villalar yapılmak üzere temizlendi. Bunun için
kalenin çevresindeki 700 bin metrekarelik alanda
300-400 yıllık sivil mimarlık örneği tescilli ve
tescilsiz taş evler yıkıldı.

Çoğunluğu yoksul olan mahalleli kent merkezinden
çıkarıldı, şehrin dışarısında yer alan TOKİ
konutlarından borçlandırılarak ev verildi. Borçsuz
olan halk, hem kent merkezindeki evinden oldu hem de
her ay borç taksidi ödemek zorunda kaldı.
Nevşehir Belediye Başkanı Hasan Ünver de 8 Nisan'da
yaptığı konuşmada projeyi anlatarak, "TOKİ ile
yaptığımız işbirliği ile buradaki hissedarları ev
sahibi yapabilme yönünde çalışmalarımız halen devam
ediyor. Bugüne kadar 2600 konutu tüm sosyal
donatıları ile hak sahiplerine dağıttık. Halende bu
yönde konut ve sosyal donatıların üretim çalışmaları
devam ediyor.Bu süreçte 419 konut daha yapılarak hak
sahiplerine teslim edildi. 754 konutun yapımı devam
ediyor. 600 konutta daha sonra yapılacak" dedi.
SIRA TARİHİ
CAMİDE
Şu an için Kale’de yıkılmayan sadece camiler
kaldı. Onlar da etrafındaki yapıların yıkılmasıyla
tahrip olmuş durumda. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa
tarafından 1716 yılında yaptırılan şehrin en eski
camisi Kara Cami de tahrip edildi.

Kale’de bir de Bizans sonrası Meryem Ana Kilisesi
bulunuyor. O da ağır tahribat gördü ve tarihi kilise
yıkılmaya yüz tutmuş durumda. Kilise yıllar önce
Nevşehir Belediyesi’ne tahsis edilmişti ancak buna
rağmen restore edilmediği, hiçbir şekilde
korunmadığı iddia edildi. İçine rahatlıkla
girilebilen kilise defineciler tarafından defalarca
kazıldı.

90 MİLYON
LİRA HARCANDI
Kentsel dönüşüm için yapılan tüm bu yıkım için 90
milyon TL harcandı. Belediye ve TOKİ’nin yapmak
istedikleri villa ve lüks konutlardan oluşan
projeler de iptal edildi. Üzerinde kalenin olduğu
tepenin altında 5000 yıllık olduğu düşünülen,
yeraltı şehri/kaya oyma tepe kent yerleşimi kendini
gösterdi ve Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu daha fazla İnisiyatif alamayarak projeyi
durdurdu.

Geç kalmış bir durdurma kararı tarihi kenti
kurtaramadı. Daha önceden varlığı bilinen yeraltı
şehri binaların da yıkılmasıyla iyice ortaya çıkınca
Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu bunu
görmek zorunda kaldı ve TOKİ’nin söz konusu projesi
iptal oldu. Belediye Başkanı Ünver, bu yeraltı
şehrinde butik oteller, yöresel el ürünleri satan
dükkanlar vb. yapılar kurmayı planladıklarını
açıkladı. Üstüne de
“antik park”
yapacaklarını ifade ediyor.
İNŞAATA
İZİN VEREN KORUMA KURULU MÜDÜRÜ BAŞKANIN DANIŞMANI
Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu eski
müdürü, Mevlüt Coşkun ve Belediye Başkanı Hasan
Ünver’in arasının iyi olduğu ileri sürülüyordu.
Coşkun, Hasan Ünver’in uzun yıllardır danışmanlığını
da yapıyor. Tüm bu yıkımlar Mevlüt Coşkun, Nevşehir
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu müdürüyken
yapıldı. Coşkun hakkında devam eden kamu davaları
bulunuyor. Bölgede yaşanılan başka usulsüzlüklerden
dolayı da Nevşehir Cumhuriyet Savcısı tarafından
kurul üyeleri ve Mevlüt Coşkun hakkında
"görevi kötüye kullanmaktan" dolayı 2014 yılında suç duyurusunda
bulunmuştu.
Coşkun, Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu'ndaki görevinden alındı ve başka bir şehirde
bir müzeye müdür olarak ataması yapıldı.
"Rütbesi
düşürülen" Mevlüt Coşkun emekli olmak zorunda
kaldı. Şimdiki görevi Belediye Başkanı danışmanı
olarak yeraltı şehri kazısının başında durmak. Yani
ikinci tarih talanının başında da yine Mevlüt Coşkun
bulunuyor.
Bir taraftan Belediye Başkanı Ünver,
“Dünyanın en büyük yeraltı şehrini biz keşfettik” diye konuşma
yaparken, aynı alan Nevşehir Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu tarafından 3. derece arkeolojik sit
alanı ilan edilerek inşaata açıldı.
MUAMMER
GÜLER'İN YEĞENİ DE PROJEDE İDDİASI
Yine aynı yerde sivil Türk mimarlığı örneği
niteliğindeki sarı taştan hastane ve şehrin meydanı
konumundaki hastane bahçesi de yıkıldı. O mekan
insanların dinlenip çay içtiği, kentin nefes alma
alanıydı. Nevşehir merkezde bulunan söz konusu alan
çok kıymetli arsalar arasında gösteriliyordu.

Belediye yeni hizmet binasına ihtiyacı olduğunu
söyleyerek hastane kamu alanının kendisine
geçirilmesini istedi ve hastaneyi yıkarak yerine
şehrin ölçeğine ve dokusuna aykırı olan bir gökdelen
yaptı. Bu gökdelen belediye binası olarak
kullanılacak dendi ancak kaba inşaat safhasında
Muammer Güler’in yeğenine ait olduğu ileri sürülen
Dorak Turizm’e 36 milyon liraya satıldığı ileri
sürüldü. Yetkililer bu rakamın arsa rayicinin bile
altında olduğunu dile getirdi. Hem kamu malı
özelleştirilip yok fiyata satılmış oldu hem de
kentin tarihi görünümü tamiri mümkün olmayan bir
şekilde yok edildi.
DORAK
TURİZM'DEN AÇIKLAMA
Dorak Turizm, söz konusu arsa
ve gökdelenin Muammer Güler’in yeğenine 36 milyon
liraya satıldığı şeklindeki iddiayı ise yalanladı.
Şirket'ten yapılan açıklamada şu ifadelere yer
verildi:
"Bu iddia
tamamen asılsız ve mesnetsiz olup, gerçek dışıdır.
Bu durum Nevşehir Belediyesi’ne yapılacak basit bir
müracaat ile öğrenilebilir. Şirketimiz asılsız
iddialarla zan altında bırakılmaktadır. Bu nedenle
belediye yetkililerinin konu hakkında açıklama
yapmalarını ve kamuoyunu bilgilendirmelerini
bekliyoruz. Diğer taraftan Muammer Güler’in
yeğeninin şirketimizle doğrudan ya da dolaylı hiçbir
ortaklığı ve ilişkisi bulunmamaktadır."
Oda Tv, Haber: Mert
Taşçılar, 20.10.2015
|
TARİHİ MEKANDA ALGIYI FARKLILAŞTIRAN ENSTALASYON
Londra Tasarım Festivali kapsamında Victoria and
Albert Museum'un tarihi mekanı ziyaretçilerini
farklı bir deneyime çağırıyor.

Tasarımcılar Laetitia de Allegri ve Matteo Fogale,
Londra Tasarım Festivali kapsamında Victoria and
Albert Museum'daki Ortaçağ ve Rönesans galerileri
arasında geçişi sağlayan köprüde renkli bir
enstalasyon tasarladı.

Projenin adı olan "Mise-en-abyme" bir Fransız terimi
ve sanatta, aynı imajların iç içe geçirilerek
dizilmesiyle yaratılan görsel etki olarak anlam
kazanıyor.

Yarı şeffaf panellerin bir tünel gibi dizilmesiyle
oluşturulmuş proje, ziyaretçilerin tarihi mekanı
farklı bir bakış açısıyla deneyimlemesine imkan
sağlıyor. Köprüden geçenler, kendi bakış açısına
göre karşıdaki mekanı çok geniş veya dar bir
manzarayla algılayabiliyor.

Mermer heykeller ve iç mekan ile oluşturduğu
kontrastla dikkat çeken proje aynı zamanda müzenin
renkli vitray koleksiyonuna da referans veriyor.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 20.10.2015 |
TAŞ BİNALARIN YIKILMAMASI KARARINA KUTLAMA
Mimarlar Odası Denizli Şubesi, 2010'da yıkılan Şehit
Yusuf Batur Endüstri Meslek Lisesi bahçesindeki her
biri 77 yıllık dört taş binanın yıkılmaması için 20
ay önce dava açtı. Denizli İdare Mahkemesi, taş
binaların özgün yapısının cumhuriyet eğitim
projesinin bir parçası olduğuna, taş binaların
yapıldığı dönemin mimari ve teknik özelliklerini
yansıttığı, kentin sosyo-kültürel yapısına uygun
olduğu, depreme dayanıklı oldukları gerekçesiyle
korunmalarına karar verdi. Mimarlar kararı, lokma
döktürerek kutladı.
Valilik hizmet binası yanındaki Şehit
Yusuf Batur Endüstri Meslek Lisesi, 2010'da yıkıldı.
Lisenin 77 yıllık taş binalarının da yıkılıp, yerine
Arkeoloji Müzesi yapılması için 2012'de dönemin
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, müzeyi
yaptıracak hayırsever Zorlu Holding Yönetim Kurulu
Başkanı Ahmet Nazif Zorlu ile Denizli'de protokol
yaptı. Mimarlar Odası Denizli Şubesi, Cumhuriyet
Tarihi döneminin bir parçası olan taş binaların
yıkılmaması için mücadele başlattı. Bunun üzerine
başvurulan Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu, Mimarlar Odası'nın taş binaların korunması
talebini reddetti. Mimarlar Odası, yargıya başvurup,
6 Şubat 2014'te, Denizli İdare Mahkemesi'nde
yürütmeyi durdurma kararı aldırttı. Mahkeme, nihai
kararı verdi ve taş binaların yapıldığı dönemin
mimari ve teknik özelliklerini yansıttığı, kentin
sosyo-kültürel yapısına uygun olduğu, depreme
dayanıklı oldukları, yapının özgün mimarisinin
cumhuriyet eğitim projesinin bir parçası olduğuna
karar verdi. Taş binaların yıkılamayacağı hükmüne
vardı.
Binaların yanındaki parkta lokma
dağıtıldı
Mimarlar Odası, sevinçle karşıladıkları kararı
lokma döktürerek kutladı. Taş binaların yakınındaki
parkta gerçekleştirilen etkinliğe; Mimarlar Odası
Denizli Şube Başkanı Cüneyt Zeytinci, Denizli'nin
eski belediye başkanlarından Ziya Tıkıroğlu, CHP İl
Başkanı Bülent Nuri Çavuşoğlu ile çeşitli sivil
toplum örgütlerinin temsilcileri katıldı.
"Mahkemenin kararı net ve açıktır"
Burada açıklama yapan Zeytinci, "Mahkemenin
kararı net ve açıktır. Taş binalar yıkılmayacak.
Burası müze olarak değerlendirilebilir. Biz müze
yapılmasına karşı değiliz. Bizler, yakın tarihimizin
sembollerinden, Cumhuriyetin yapılarından olan taş
binaların korunması için mücadele ettik. Yapılar
bugünkü bakımsız görüntülerinden acilen
kurtarılmalıdır. Halka ait değeri, onu korumakla
yükümlü devletten ve onun bu değeri asıl koruyacak
kurumu olan Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
gazabından korumak için çıktığımız yolda; son çareyi
yargıya başvurmakta, ne kadar doğru davrandığımızı
bir kez daha gördük. Taş binalara ister sergi
salonu, ister müze, ister konferans salonları ne
isterlerse yapabilirler. Özel taş işçiliğinin olduğu
ve özel bir mimarisi bulunan taş binaların mahkeme
kararıyla korunacak olmasına çok sevindik. Bu
yapılar mahkemenin kararında da belirttiği gibi;
özgün mimarisi ile cumhuriyet eğitim projesinin bir
parçasıdır. Sosyal, teknik ve ekonomik geçmişi iyi
yansıtan bu mimari yapıtın yok edilmesi, tarihsel
bilincin yok edilmesiyle eş değer olacaktı" diye
konuştu.
Elleriyle vatandaşlara lokma ikram eden
Cüneyt Zeytinci, "Denizli'de Arkeoloji Müzesi'nin
yapılmasını istiyoruz. Hayırsever, hemşehrimiz
işadamı Ahmet Nazif Zorlu taş binaları koruyarak
müzeyi yaptırabilir" dedi.
Cnn Türk, 19.10.2015
|
 |
LENİN TABLOSU 4.7 MİLYON DOLARA SATILDI
İngiltere’nin başkenti Londra’daki Sotheby’s
Müzayede Evi’nin açık artırmasında, Andy Warhol’un
Lenin tablosu 4.7 milyon dolara satıldı. Sanatçı,
1986’da bir sergi için yaptığı pop art tarzındaki
tabloda, eski Sovyet liderinin Moskova’daki Lenin
Müzesi’nde sergilenen 1897 tarihli fotoğrafını baz
almıştı. Öte yandan Warhol’un açık artırmadaki diğer
eserleri daha ucuza alıcı buldu. Ünlü sanatçının 35.
ABD Başkanı John Kennedy’nin eşi Jacqueline
Kennedy’nin ölümünden sonra yaptığı Jackie
portresinin fiyatı 1 milyon dolarda kaldı.
Müzayedenin şampiyonu ise Jean Michel Basquiat’ın
6.28 milyon dolara satılan İsimsiz (Siyahi Atlet)
tablosu oldu.
Habertürk, 19.10.2015 |
SULAR ÇEKİLDİ, 400 YILLIK KİLİSE ORTAYA ÇIKTI
Meksika’nın güneyinde yer alan Chipas Eyaleti’ndeki
Grijalba Nehri’nin suları kuraklık nedeniyle 25
metre çekilince 16. yüzyıldan kalma bir kilisenin
kalıntıları ortaya çıktı. İspanyol sömürgeciler
tarafından inşa edilen 61 metre boyundaki kilisenin
genişliği 14 metreyi buluyor. Kilise 1966 yılına
kadar tarihi eser olarak ziyaret edilirken, bu
tarihte bölgede büyük bir barajın açılması ile
birlikte sular altında kalmıştı. Yakınlardaki
Tecpatsan Manastırı’na bağlı olan kilisenin 2002’de
suların alçalması ile sadece 1 metrelik bölümü kısa
bir süreliğine su yüzüne çıkmıştı.
Habertürk,
19.10.2015 |
 |
İNŞAAT KAZISINDAN ROMA MEZARI ÇIKTI
Samsun’un Vezirköprü İlçesi’nde inşaat kazısı
sırasında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen
mezar bulundu.
Cumhuriyet Mahallesi
517. Sokak’ta bir inşaat kazısı sırasında kireç taşı
ile kapatılmış kuyu şeklinde eski bir mezar
bulunması üzerine çalışmalar durduruldu. Yetkililere
haber verilmesi üzerine polis tarafından kazı
alanında güvenlik önlemi alındı.
Samsun Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi’nden arkeolog Kenan Sürül, mezarda
incelemelerde bulundu. Sürül’ün yaptığı ilk
incelemede, Roma dönemine ait olduğu sanılan kadın
mezarında birkaç küçük boncuk şeklinde kalıntıya da
rastlandığı öğrenildi.
Habertürk, 18.10.2015
|
 |
EYÜBOĞLU'NUN "ÇİFTÇİ AİLESİ" SONBAHAR MÜZAYEDESİNDE
Antik A.Ş. Müzayede Evi, 7 Kasım’da Antik Palace’ta sonbahar sezonunun ilk müzayedesini düzenliyor.
Erol Akyavaş, Orhan Peker, Burhan Doğançay, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fahrel Nisa Zeid, Abidin Elderoğlu, Nejad Melih Devrim, Ferruh Başağa, Adnan Çoker, Avni Arbaş, Abidin Dino, Fikret Mualla, Ömer Uluç ve Mehmet Güleryüz’ün aralarında olduğu isimlerin eserleri müzayedede satışa sunulacak.
1950’den günümüze Çağdaş Türk sanatından önemli bir seçki, koleksiyonerlerin beğenisine sunuluyor. Müzayedenin öne çıkan eserleri arasında Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ‘Çiftçi Ailesi’ adlı ünlü tablosu yer alıyor. Eser Anadolu renkleri ve mozaik desenleriyle betimlenmiş anne, baba ve bebekten oluşan bir çiftçi ailesini konu alıyor. Eserler, 2 -7 Kasım tarihleri arasında Antik A.Ş. sergi salonlarında ziyaret edilebilecek.
Milliyet, 18.10.2015
|
TARİHİ TÜRBEYE MOLOTOFLU SALDIRI
Nablus'ta
Yahudiler tarafından "Hz. Yusuf'un türbesi" olduğuna
inanılan bir mezar, önceki gece bir grup
Filistinli'nin saldırısına uğradı. Görgü tanıkları,
18 aylık Ali Devabişe ve ailesinin ölümüyle
sonuçlanan kundaklama olayının failli olan İsrailli
yerleşimcilerin türbeye kaçtığını, grubun
yerleşimcilere molotof atmasının ardından türbede
yangın çıktığını aktardı. Saldırıyı kınayan Filistin
Devlet Başkanı Mahmud Abbas da "Bu sorumsuzca ve
kabul edilemez eylem hakkında soruşturma
başlatılacak" ifadelerini kullandı. Müslüman bilim
insanları, yakılan mezar için "Birkaç asırlık
geçmişe sahip bir türbe. Mezarın, Hz. Yusuf'a ait
olması imkansız" diyor.
Sabah, 17.10.2015 |
 |
FRANSIZLARIN GÖZÜNDEN İŞGAL İSTANBULU

1918 senesinde payitaht İstanbul'u işgal eden
İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerinden kalan
fotoğraflar gün yüzüne çıkıyor. Fransız komutan
Franchet d'Espéret'ye ait İstanbul fotoğraf albümü
Paris'te tesadüfen bulundu. Notları bulunmayan
kareler, o günün siyasİ ve sosyal vaziyetini anlama
adına anahtar detaylar sunuyor.
13 ve 14 Kasım 1918
tarihinde 3 bin 626 nefer ve komuta kademesinden
oluşan İngiliz, Fransız ve İtalyan birlikleri,
Osmanlı payitahtını işgal etti. Mondros Muahedesi
akabinde gelen bu işgal, hukuksuzluğun kabul
edilemez noktalara eriştiğini gösteriyordu. Beş sene
devam eden mütareke dönemi esnasında İstanbul,
siyasİ ve coğrafİ mevki bakımından istilacı
devletlerin güç gösterilerine sahne oldu. Bu güç
gösterisi kısa sürede bir iktidar mücadelesine
dönüştü. İşgal kuvvetlerinin İngiliz Komutanı
Charles Harrington karşısında, Fransızlar da
Sofya'da bulunan Doğu birlikleri komutanı Mareşal
Franchet d'Espérey'yi (Franşe despere) İstanbul'a
sevk etti. Mülki İdare, İstanbul içinde üçe bölündü.
İngilizler Pera'yı, Fransızlar Suriçi'ni ve
İtalyanlar ise Üsküdar başta olmak üzere Anadolu
yakasını zapt etti. Kısacası mütareke devri,
Türklerin tarihindeki en kara manzaraların tahakkuk
ettiği bir zaman dilimi olarak tarihe aksediyordu.
Bu manzaraların bir kısmı geçen sene İngiliz Komutan
Charles Harrington belgeleriyle gün yüzüne çıktı.
Yakın bir zamanda Fransa'da keşfedilen bir fotoğraf
albümü de işgali, Fransız gözünden anlatıyor. Enver
Paşa'nın konağında kalan Fransız komutan Franchet
d'Espéret'nin çektirdiği karelerde, Suriçi
siyah-beyaz manzaralarla gözler önüne seriliyor.
Koleksiyoner Ali Serim'in bularak neşriyat dünyasına
kazandırdığı fotoğraflar, bu dönemi araştıranlar ve
İstanbul hayranları için çok önemli görsel kayıtlar
içeriyor. Denizler Kitabevi'nden çıkan
‘Constantinople 1918 Konstantiniyye' albümü
arasından seçtiğimiz bazı karelerde dönemin özetini
sunmaya çalıştık. Fotoğraflar, yakın bir gelecekte
teşekkül edecek Türkiye Cumhuriyeti'nin iktisadİ ve
içtimaİ temellerine ışık tutar mahiyette.

Fatih'teki Nakşidil Valide Sultan Türbesi'nin son
türbedarları. 1925 senesinde çıkarılan ve tekke,
zaviyeleri tümden kapatan kanunla birlikte
türbedarlar da tasfiye edilmiş oldu. Böylece kimi
kabir ve türbeler sahipsiz kalırken kimileri de halk
arasında gönüllü kimselerin elinde yaşamaya devam
etti.

Şehzade Camii... İstanbul'un meşhur yangınlarından
biri mütareke devrine denk gelmişti. 1918 senesinde
çıkan Zeyrek Yangını, çevre semtlere de sıçramış,
zaten bitap düşen şehrin adeta ruhunu bedeninden
ayırmıştı. Fotoğrafta yangına maruz kalan Vefa semti
ve minaresinin külahı düşen Şehzade Camii görülüyor.
Hemen önündeki Burmalı Mescit ve çevre konakların
büsbütün harap olmuş durumda. Bozdoğan Kemeri
üzerinden çekilen fotoğrafta devrin şaşaalı
binalarından Zeynep Hanım Konağı görülüyor. Sağ
köşede de Aksaray'daki Pertevniyal Camii'nin kubbesi
seçiliyor.

Fransız Mareşal Franchet d'Espéret, Paris'ten gelen bir emirle 1920 senesinde Sofya'dan İstanbul'a tayin edildi. Onun sorumluluğundaki Fransız birlikleri, İstanbul'un suriçi semtlerinde konuşlandı. D'Espéret, Boğaziçi'nde Osmanlı ordusunun muktedir ismi Enver Paşa'nın konağına yerleşti.

Cumhuriyet dönemi arefesindeki Osmanlı toplumuna ışık tutan bir fotoğrafta, Batılılaşma eğiliminin Osmanlı kadını üzerindeki tesiri görülüyor. Artık evlerinden dışarı çıkıp içtimai hayata karışma eğilimindeki kadınlar, sokaktaki bir lostracıya ayakkabılarını boyatırken… Peçenin kalkması, pardesü ve başörtüsünün kulaktaki küpelere kadar inmesi ve topuklu kadın ayakkabıları dikkati celbediyor.

O günlerin bir başka manzarası da İstanbul sahillerinden... Denize giren işgalci askerlerin çekindiği bu fotoğrafta Türklerin Batı kültürü ile tanışmasına şahitlik ediyoruz. O devre kadar devam eden deniz hamamı kültürü, yani etrafı ahşap paravanla çevrili kadın erkek ayrı kısımlarda denize girme adeti mevcuttu. O devirden sonra Türkler, bilhassa İstanbul'a gelen Beyaz Rus göçmenlerinin tercih edeceği mayolu plaj kültürüyle tanışacaktı. Karede yer alan İstanbulluların, bu tarzda giyinenleri uzaktan hayretle izlemesi de bu devirde yaşanan kültür değişimini anlatıyor.

O dönemde vefat eden bir zatın cenaze merasimi. Gayet sade bir şekilde kabristana taşınan tabutun üzerinde sarılan kilim ve Kabe örtüsü dikkat çekiyor. Başucunda asılan fesi de eski Osmanlı adetlerinin son demlerine işaret ediyor. O esnada sokaktan geçmekte olan müstevli askerleri de fotoğrafın bir başka unsuru.

Kanuni Sultan Süleyman Türbe'sinden bir manzara. Masanın üzerinde o devrin şartlarında yapılmış bir Kabe maketi yer alıyor. Mescid-i Haram'ın önünde dağları temsil eden dalgalarla çevrelenen uzun yol, Arafat'a giden yolu tasvir ediyor.
Zaman, Haber: Erkam Emre, 16.10.2015 |
TİCARETİN 5 BİN YILLIK İZLERİ UNESCO LİSTESİ'NDE
Anadolu tarihini başlatan yazılı belgeler içeren
Kültepe Tabletleri, UNESCO Dünya Belleği Kütüğü'ne
kaydedildi.
Kayseri Valisi Orhan Düzgün, Kayseri Arkeoloji
Müzesi'nde düzenlenen basın
toplantısında, Kültepe'de devam eden arkeolojik
kazılar sonucu çıkarılan ve dönemin sosyo-ekonomik
yaşantısına ilişkin fikir veren Kültepe
Tabletleri'nin UNESCO'nun Dünya Belleği Kütüğüne
kaydedilmesinden duyduğu mutluluğu dile getirdi.

Kültepedeki kazıyı yürüten
Prof.Dr. Fikri
Kulakoğlu'nun da girişimleriyle UNESCO'nun dünya
belleğine girmesi için müracaat ettiklerini belirten
Düzgün, "UNESCO dünya belleğine Kültepe
Tabletleri'nin girmesi değer bulundu. Böylelikle
tarih konusuna ve kültür turizmine ilgi duyan
insanların dikkati Kayseri'ye yönelmiş olacak. Bu
tabletlerin ortaya çıktığı Kültepe Ören Yeri'nin ve
bu tabletlerin sergilendiği Kayseri Müzesi'nin
ziyaretçi sayılarının artacağını tahmin ediyoruz"
diye konuştu.
Düzgün, Kültepe'den çıkan eserlerin, Kayseri
Arkeoloji Müzesi'nde sergilendiğini söyledi.
Eserlerin, 2016 yılında Kayseri Büyükşehir
Belediyesi ile yapılan protokol ile Kayseri Kalesi
içerisine yapılmakta olan yeni arkeoloji müzesine
taşınacağını aktaran Düzgün, söz konusu müzenin daha
modern bir anlayışa sahip olacağını belirtti.
Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik
de bulunulan coğrafyanın 5 bin yıllık bir kadim
medeniyete sahip olduğunu vurguladı.
Köklü medeniyete sahip bir coğrafyada yaşamanın
değerini bildiklerini dile getiren Çelik,
"Doğrusu bunun kıymetini biliyoruz. Daha
kıymetlendirme, değerli hale getirme çalışmalarımızı
sürdüreceğiz. Bu tabletlerde bizim genetik
kodlarımız yazıyor, Kayseri'nin ticari zekasının
genetik kodları bu tabletlerde yazıyor" ifadesini
kullandı.
"Mezopotamya ve Suriye'nin de tarihini
aydınlatıyor"
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi öğretim üyesi ve Kültepe Kazı Heyeti
Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu ise Kayseri'nin
diğer illerden geri kalamayacak kadar zengin bir
arkeolojik geçmişe sahip olduğuna işaret etti.
Kayseri'nin, Türkiye'de hiçbir ilde bulunmayan
Anadolu tarihini başlatan yazılı belgelere sahip
olduğuna dikkati çeken Kulakoğlu, Anadolu insanının
ilk kez Kültepe'de okuma yazmayı
öğrendiğini, Anadolu tarihinin Kayseri'de
başladığını, bunları Kültepe'de yapılan kazılarda
ortaya çıkardıklarını belirtti.
Kulakoğlu, Anadolu'nun hem ören yeri hem de
kültür açısından en zengin yerini kazdıklarını ifade
ederek, şunları kaydetti:
"Burada Anadolu'nun entelektüel birikimini
gösteren yazılı belgeleri keşfediyoruz ve o anlamda
çok şanslıyız. Burada 25 bine yakın tablet var.
İçerisinde bulunduğumuz müzedeki eserlerin yüzde
90'ı Kültepe'den çıkarılan eserlerden oluşuyor.
Ayrıca Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi'nin de en
önemli eserleri Kültepe'den çıkarılan eserlerdir.
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde de çok sayıda eser
sergilenmektedir. Bu tabletler doğal olarak çok
zengin konulara sahip. Bunların UNESCO listesine
girmesinde önemli nokta hiçbirinin bir şekilde
kraliyet ya da sarayın arşivi olmamasıdır. Bu
tabletlerde o dönemde tüccarların ticarette yaptığı
tüm faaliyetler kaydedilmiş. Bunların yanı sıra bu
tabletlerde tarihi ve sosyal veriler de var. Kültepe
Tabletleri sadece Anadolu tarihini değil Mezopotamya
ve Suriye'nin de tarihini aydınlatıyor. Kayseri'nin
ticari zekasının genlerini buluyoruz. Parayla ilgili
ne varsa hepsi bunlarda kayıtlı."
Ntv, 16.10.2015
|
TARİHİ KALEDE 4 BİN YILLIK GİZLİ GEÇİT BULUNDU
Konya’nın merkez
Selçuklu İlçesi sınırlarında bulunan Hitit,
Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Karamanoğulları
ve Osmanlı’ya kadar birçok medeniyetin izlerini
taşıyan bin 720 rakımlı Takkeli Dağ’daki Gevele
Kalesi’nde, gizli geçit ortaya çıkarıldı.
Kazı başkanlığını
yürüten, Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve
Beşeri Bilimler Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Ahmet Çaycı, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, kazının 30 kişilik ekiple yürütüldüğünü
söyledi. Çalışmalarda çok sayıda tarihi bulguya
rastladıklarını aktaran Çaycı, çıkarılan varlıkların
envanter çalışmasının ardından Müzeler Müdürlüğü’ne
teslim edildiğini dile getirdi.
Çaycı, ay sonunda
kazı çalışmalarına ara verileceğini belirterek, 2016
yılının Mayıs ayında yeniden başlanacağını bildirdi.
ÇOK SAYIDA SARNIÇ
VAR
Gevele Kalesi’nde çok sayıda sarnıcın
varlığına dikkati çeken Çaycı, Ortaçağ dönemi
kalelerinde su ihtiyacının bu yapılardan
karşılandığının altını çizdi. Çaycı, kalede şu ana
kadar 60 sarnıç tespit ettiklerini, bu sayının kazı
devam ettikçe artabileceğini aktardı.
Kaledeki sarnıç
sayısının hangi dönemde ne kadar kişi tarafından
kullanıldığına dair ipuçları verdiğine işaret eden
Çaycı, “Bu sarnıçlarda kaç metreküp su
toplanabiliyor, bu miktar kaç kişiye yeterli gelir’
bunu tespit edeceğiz. Orada ne kadar asker vardı,
kaç insan yaşadı’ sorusunun cevabını bulacağız.
Bütün bunlardan oradaki nüfusu ortaya çıkaracağız”
diye konuştu.
GİZLİ GEÇİT BULUNDU
Çaycı, Ortaçağ kalelerinde dışarıyla bağlantının
sağlanacağı gizli geçit türü mimari yapıların
bulunduğuna dikkati çekerek, Gevele Kalesi’nde ise
kazının ilk yılında gizli geçit emarelerine
rastlandığını belirtti.
Kazı sırasında
kendilerini heyecanlandıran gelişmelerle
karşılaştıklarını anlatan Çaycı, şöyle
konuştu: “Kalede içeriyle dışarının bağlantısını
sağlayan ‘dehliz’ adını da verdiğimiz gizli geçit
tespit ettik. Orada büyük oranda temizlik çalışması
yaptık. İçeriden dışarıya yaklaşık 300 metre
uzunluğunda olduğunu tahmin ettiğimiz dehlizin
100-150 metrelik bölümü ortaya çıktı. Burası nihai
anlamda sarnıçla bütünleşiyor. Van’daki Urartu
kalelerinde de bu yapıya rastlandı. Buradaki dehliz,
gizli yolla sarnıca bağlanıyor, buradan da dışarıya
tahliye ediliyor. İlk etapta bir su yapısı görüntüsü
verip kamufle etme düşünülmüş.”
HİTİTLERE KADAR
UZANIYOR
Çaycı, yapının dışarından fark
edilmesinin güç olduğuna ifade ederek, şunları
kaydetti: “Üstü tonozla kapalı ve hatta arazinin bir
parçası gibi görünüyor. Ancak derinlere girildiğinde
ayrıntılarından dehliz olduğu anlaşılıyor. Gizli
dehlizin ilk örnekleri Anadolu’da Hititlere kadar
uzanır. Buradaki gizli geçit için ‘yaklaşık 4 bin
yıllık’ denilebilir. Bizim elimizdeki buluntularda
Selçuklu döneminin izleri var. Selçuklular kullanmış
ama ondan önce de mutlaka kullanıldı. Burası
Hititler döneminde inşa edilmiş, Selçukluların da
kullandığı gizli bir geçittir.”
Habertürk, 16.10.2015
|
KIBRISLI YALISI'NDAKİ KAYIP TABLOLAR İÇİN 25 MİLYON
DOLAR İSTEDİ
Bir dönem sosyetenin de ünlü simaları arasında
yer alan Ümran Güngör Üzümcü ile eski eşi
Melahat Koçarslan arasındaki ‘kayıp tablolar’
krizi yeniden ortaya çıktı. Üzümcü, eski eşi ile
Reina’nın da işletmecisi olan kardeşi Memet
Koçarslan’a karşı yeni bir alacak davası açtı.
Alacak miktarı 25 milyon dolar olarak kayda
geçti. Üzümcü, Kıbrıslı Yalısı’nda bulunan 53
tablo ve 9 antika eşyanın Koçarslan kardeşler
tarafından götürüldüğü iddiasında. Memet
Koçarslan’ın avukatı ise mahkemeye sunduğu
savunmada dosyanın zamanaşımına girdiğine işaret
ederek davanın reddini istedi.
TABLOLAR
BENDEN HABERSİZ ALINDI
Ümran Güngör
Üzümcü, Boğaz’ın gözde yalılarından Kıbrıslı
Yalısı’nın da bir bölümünün sahibi. Eski eş ve
kardeşi Memet Koçarslan’a karşı açılan yeni dava
da, Kıbrıslı Yalısı’nda kaybolan tablolar ile
antika eşya ve halılara ilişkin. İstanbul
Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açan
Üzümcü, yalıda kendisinden habersiz alınan
tabloların, mahkeme kararına rağmen iade
edilmediğini belirtti.

Boğaz'a 64 metrelik cephesi bulunan Kıbrıslı Yalısı'nın bir bölümünde Ümran G. Üzümcü oturuyor.
YA
AYNEN İADE YA DA ÖDEME
Dava
dosyasında yer alan belgelere göre, 1996’da
evlenen Üzümcü çifti 3 yıl sonra boşanma yoluna
gitti. Üzümcü, Amerika’da olduğu bir sırada eski
eşi ve kardeşinin evdeki değerli tablo ve antika
eşyaları 17 Şubat 1999 gecesi yalıdan çıkarıp
götürdükleri iddiasında. Üzümcü konu ile ilgili
ilk açtığı davayı kaybetti. Aynı konu ile ilgili
açılan ikinci dava ise Yargıtay sürecinde Üzümcü
lehine sonuçlandı. Anılan davada, mahkeme, ya
eşyaların aynen iadesi ya da o gün için talep
edilen miktar olan 2,6 milyon doların ödenmesini
istedi.
ESKİ EŞ:
TABLOLAR KARDEŞİMDE
Mahkeme kararı
sonrası Üzümcü, eski eşi ve Memet Koçarslan’a
icra emri gönderdi. Üzümcü’nün eski eşi, söz
konusu tablo ve eşyaların kendisinde değil
kardeşi Memet Koçarslan’da olduğunu belirtti.
Memet Koçarslan da icra dosyasına bir banka
teminat mektubu verdi. Kararın kesinleşmesi ile
birlikte bu teminat mektubu nakde çevrilerek
Üzümcü’ye
ödeme yapıldı. Üzümcü, söz konusu
para ödemesini, ‘fazlaya dair haklar sakla
kalma’ şartı ile kabul etti.
25
MİLYON
DOLAR DAHA ÖDENSİN
Üzümcü,
aralarında İbrahim Çallı, Osman Hamdi, Naci
Kalmukoğlu, İvan Konstantin Aivazosky gibi bir
dizi ünlü ressama ait 53 tablo ve antika eşyalar
için yeni bir değer tespiti yaptırdı. Yapılan
tespite göre, 100-200 yıllık tablo ve eşyaların
değeri 27 milyon 696 bin dolar olarak
hesaplandı. Üzümcü, ortaya çıkan yeni değer
tespiti sonrası yeni bir dava açtı. Bu davada,
daha önce ödenen para düşürülerek, geriye kalan
25 milyon 86 bin doların ödenmesi istendi.
Üzümcü’nün avukatı sunduğu dilekçede, söz konusu
tablolar üzerinde mahkeme kararıyla bilirkişi
incelemesi yaptırılması istendi. Dilekçede, söz
konusu tutarın davalı kardeşlerden müştereken
tahsil edilmesi istendi.

DAVA
ZAMANAŞIMINA GİRDİ
Davalı konumda
ise Reina’nın işletmecisi Memet Koçarslan ve
Üzümcü’nün eski eşi Melahat Koçarslan’ın
isimleri yer alıyor. Melahat Koçarslan adına
dosyaya bir savunma yapılmadı. Memet
Koçarslan’ın avukatı ise mahkemeye sunduğu
savunma dilekçelerinde davanın reddini istedi.
Savunmada, davanın 10 yıllık zamanaşımına da
girdiği kaydedildi. Savunma dilekçesinde yer
alan bir diğer nokta ise özetle şöyle ifade
edildi: “Ümran Güngör Üzümcü, daha önceki
mahkemede seçimlik hakkını kullandı. Ya
eşyaların aynen iadesi veya parasının ödenmesine
ilişkin kararda, parayı kabul etti. Dava
reddedilsin” denildi. Mahkeme, Melahat
Koçarslan’ı ise adresinde bulamayınca, davaya
ilişkin tebligatı yapamadı. Mahkeme, Koçarslan’a
ilişkin ilanen tebligat yoluna giderek “Davalı
(Melahat Koçarslan) 2 hafta içinde savunmasını
mahkemeye sunabilir. Aksi takdirde, davalının
yokluğunda yargılamaya devam edilir” denildi.

53 TABLO
VE 9 ANTİKA EŞYA DOSYADA
Mahkemeye
sunulan belgelerde, kayıp olduğu ifade edilen 53
tablo ve 9 antika eşya tek tek sıralandı. Toplam
değeri 27 milyon 696 bin dolar olarak hesaplanan
tablo ve eşyalardan bir bölümü şöyle:
*İbrahim Çallı: Cephede askerler
*Yüzbaşı Ali Rıza- Salacakta Fener
*Eugene De La Forcade- İstanbul
*İbrahim Safi- Karaköy’den İstanbul görüntüsü
*Sami Yetik- Rumeli Hisarı
*Diyarbakırlı Tahsin- Bebek Koyu
*Osman Hamdi: Masada surahi, bardak, fincan,
cezve
*Naci kalmukoğlu: Haliçten
boğaz görüntüsü
*Şehit Hasan Rıza-
Kanuni Sultan Süleyman’ın Mohaç Seferi
*İvan Konstantin Aivazosky- Dağ peyzajı
*Osman Nuri Paşa- Orman Dağlar, akan ırmak
*Taylan Sururi- Padişah at üstünden
geçişi
*Mim Sarim Efendi- Surre
alayı
*Bedai Güleryüz- Boğazda evler
*83 parça Yemek takımı
*1 adet antik
Kayseri halı
*1 çift Fransız 3’lü
koltuk ve 2 adet tabure
Hürriyet, Haber:
Dinçer Gökçe, 18.10.2015
|
TARİHİ KÖPRÜNÜN KORKULUKLARI ÇALINDI
Edirne'de
tarihi Saraçhane
Köprüsü'nün demir korkulukları çalındı. Alınan
bilgiye göre, uzun bir restorasyon sürecinin
ardından yapımı tamamlanan Saraçhane ile Yeniimaret
mahallesini bağlayan köprüdeki demir korkulukların
yerinde olmadığını gören vatandaşlar durumu polis
ekiplerine haber
verdi. Olay yerine gelen polis ekipleri çevrede
araştırma yaparken, olay yeri inceleme ekipleri ise
parmak izi çalışması yaptı. Yapılan araştırmalar
sonunda taş bloklar aralarında korkuluk görevi
yapan 21 parça demir çubuğun çalındığı tespit
edildi.
Milliyet, 15.10.2015
|
 |
İSTANBUL'UN KAYIP ADASI VORDONİSİ, GÜN YÜZÜNE
ÇIKARILIYOR
İstanbul'un "kayıp adası" olarak bilinen ve
Maltepe sahilinden 700 metre uzaklıkta bulunan
tarihi Vordonisi Adası, Maltepe Belediyesi'nin
desteğiyle gün yüzüne çıkarılıyor.

Tarihi yolculuk
öncesi konuşan Maltepe
Belediye Başkanı Ali Kılıç, “İlçemizin doğal
güzelliklerinin keşfedilerek, gelecek kuşaklara
aktarılması noktasında, yerel yönetim olarak
üzerimize düşeni yapıyoruz" dedi.

Maltepe Belediyesi'nin desteğiyle, Vordonisi
Adası'nın kalıntıları keşif ekibi tarafından
görüntülendi.
1010 yılında meydana gelen büyük İstanbul depreminde
sular altında kalan ve yıllar boyunca ihmal edilen
tarihi adanın, tüm özellikleriyle keşfedilerek,
deniz turizmine açılmasının hedeflendiği tarihi
yolculukta bir açıklama yapan Ali Kılıç, “İlçemizin
doğal güzelliklerinin keşfedilerek, gelecek
kuşaklara aktarılması noktasında, yerel yönetim
olarak üzerimize düşeni yapıyoruz. Tarihi yaklaşık
bin yıl öncesine dayanan ve deprem sonucu batan ada,
aslında bizlere hem arkeolojik, hem de sismik açıdan
değerli veriler sunacak" diye konuştu.
“BU MOZAİK BİZE MESAJ VERİYOR"
Kılıç, adanın ilçe
turizmine önemli katkılar sunacağını ifade ederek,
“Elbette biz bir noktaya kadar bunu sürdüreceğiz.
Ancak ilgililerin de dikkatini çekerek, bu işin
altından kalkacağımızı düşünüyorum. İşte
topraklarımızın altından gün yüzüne çıkan bu kültür
mozaiği, bizlere birlik olmanın değerini bilmemiz
gerektiği mesajını da veriyor" şeklinde konuştu.

Üzerinde inşa edilen
manastır ve rahipleriyle birlikte battığı iddia
edilen ada, Adalar Denizle Yaşam ve Spor Kulübü
Derneği'ne üye 6 dalgıç tarafından görüntülendi.
Keşif ekibi, İstanbul'un 10. adası Vordonisi dalışı
ile ilgili şu bilgileri verdi:
“Bu adada
karbon 14 ve diğer bilimsel metotlarla bir araştırma
yapılarak, kayaçların durumunun incelenmesi lazım ki
gerçek tarih ortaya konulabilsin. Dileriz bu dalış,
birilerinin ilgisini çeker ve batık adaya gereken
önem verilir. Adanın kalıntıları üzerinde kestane,
midye ve türevi deniz canlıları olduğu için tam
olarak ana manastırı görebilmek mümkün olmuyor.
Tarihi yaklaşık bin 200 yıllık olan bu adada bir
manastır olduğu biliniyor."

BAŞKAN KILIÇ'A 100 YILLIK ÇAPA
Daha sonra dalgıçlar tarafından dalışta bulunan ve
100 yıllık olduğu belirtilen çapa Başkan Kılıç'a
teslim edildi. Kılıç da çapayı, Vordonisi Adası'nın
güzellikleri anısına saklayacağını belirtti. Kayıp
adanın güzellikleri, dalış ekibinden Mert Gökalp
tarafından görüntülendi. Bu tarihi anlara, Adalar
Denizle Yaşam ve Spor Kulübü Derneği dalgıçları
Serco Eksiyan, Ercan Akpolat, Volkan Narcı, Can
Sınmaz ve Anıl Durmaz eşlik etti.
İSTANBUL'UN 10. ADASI: VORDONİSİ
Bizanslıların “Küçük
Ada", Osmanlıların “Batık Manastır Kayalıkları" ve
denizcilerin de “Bostancı Kayalıkları" adını verdiği
Vordonisi'nin, efsaneleşmiş sözlü tarihe göre,
üzerinde bulunan manastır ve rahipleriyle 1010
yılında meydana gelen büyük İstanbul depreminde
battığı biliniyor. Büyükada, Heybeli, Burgaz,
Kınalı,
Sedef, Tavşan, Kaşık, Sivri ve Yassıada'yı
içinde barındıran Prens Adaları'ndan onuncusu olduğu
belirlenen Vordonisi, Doğu Roma İmparatorluğu
döneminde adaya sürgün gönderilen
Patrik Fotius'un yaptırdığı manastırla
tanınıyor. Aslında Patrik Fotius ile Patrik İgnazius
arasındaki rekabet üzerine inşa edilen manastırın,
Küçükyalı'da keşfedilen manastırın bire bir kopyası
veya devamı olduğu sanılıyor. Adanın keşfi,
arkeolojik ve sismik açıdan birçok veri sunması
bakımından önem taşıyor.

Hürriyet, Haber: Cemal
Köyük, 15.10.2015
|
ATALARIMIZ 'UYANIK' ÇIKTI
Amerikalı bilim insanlarının yaptığı bir
araştırma, atalarımızın bizden daha az uyuduğunu
ortaya koydu. Sonuçları ‘Current Biology’
dergisinde yayınlanan araştırmada, Amerikalı
bilim insanları, Afrika ve Güney Amerika’da
yaşam tarzları eski avcı toplayıcılara benzeyen
bugünkü toplumların uyku yapılarını inceledi.
6 saat
uyuyorlarmışTanzanya’nın Hadza, Namibya’nın San
ve Bolivya’nın Tsimane kabilelerinden gönüllü 98
kişinin uyku sürelerini özel saatlerle 1165 gece
boyunca gözlemleyen araştırmacılar, bu kişilerin
her gece ortalama 6 saat 25 dakika uyuduğunu
tespit etti. Öte yandan,
ABD’de yapılan geniş çaplı anket,
katılımcıların çoğunun günde 7 saat uyuduğunu
gösterdi. Araştırma aynı zamanda uyku
modellerinin şekillenmesinde hava sıcaklığının
ışıktan daha fazla rol oynadığını ortaya koydu.
Çoğu kişinin güneş doğduktan sonra ortalama 3
saat 30 dakika daha uyuduğu kaydedildi.
Hürriyet,
14.10.2015
|
TARİHİ MEZAR VE KALINTILAR BULUNDU
Tarihi MÖ 3. yüzyıla kadar dayanan ve
Karadeniz’deki yaşanabilir tek ada olan Giresun
Adasından Bizans Dönemi’ne ait kalıntılar ortaya
çıktı.
,
Giresun Adasındaki kazı çalışmalarını sürdüren Yrd.
Doç.Dr. Gazenfer İltar, 40 dönümlük bir yüzölçüme
sahip adada 2011 yılından bu yana kesintili olmak
üzere 3 farklı kazı çalışması yapıldığını
hatırlattı. İltar ”Yaptığımız kazılar sonucun da MÖ 300’lü yıllardan günümüze kadar
yerleşim söz konusu olduğu tespit edilmiştir.
Milattan önce 300 yıllarından başlayarak her dönemde
kesintisiz yaklaşık 19. Yüzyıla kadar yerleşimlerden
bahsedilebilir. Adada tarihi değer bakımından
manastır, kilise, surlar, sarnıçlar mevcut. Adanın
etrafı komple surlarla çevrilidir” dedi.
Giresun Adası’nın Osmanlı Dönemi'nde üs olarak
kullanılmış bir ada olduğunu vurgulayan İltar ”Şapel
ve pitosların olduğu alanda 2 farklı kazıyı devam
ettiriyoruz. Şapel çevresinde yaptığımız kazılarda
bol miktarda mezarlar tespit ettik. Düz gömü veya
çerçeveli mezar şeklinde olup bazı mezarlar
iskeletlerin baş kısmına tuğla, çatı kiremitleriyle
koruma altına alındığını gördük. Bazı mezarlarda
toplu gömü söz konusu, değişik yüzyıllarda üst üste
gömü söz konusu olduğu için bir sonraki dönemde gömü
yapılırken çıkan iskeletlerin başka bir mezara toplu
gömüldüğü de görülüyor. Şuanda bir adet tek apsisli
kapalı Yunan haç planlı bir şapel yapısını ortaya
çıkardık. Bunun dışında daha önceden varlığını
kısmen bildiğimiz iki adet pitos vardı. Bununla
beraber bu sene yaptığımız kazılarla beraber sayısı
7’ye ulaştı“ şeklinde konuştu.
Akşam, 14.10.2015 |
KRAL'IN GEMİSİ ÇAMURA BATTI
İngiltere’nin havadan çekilmiş fotoğraflarına
bakan bir tarihçi, Kral V. Henry’nin yaklaşık
600 yıl önce inşa ettirdiği en görkemli savaş
gemilerinden birini buldu.
Tarihçi Dr. Ian Friel, Hampshire bölgesindeki
Hamble Nehri’nin havadan çekilmiş fotoğraflarına
bakarken çamura gömülü bir gemi enkazını fark
etti. Yapılan incelemelerde bu enkazın Kral V.
Henry’nin yaklaşık 600 yıl önce inşa ettirdiği 4
dev savaş gemisinden ikincisi olan Holigost’a
(Kutsal Ruh) ait olduğu belirlendi. Historic
England, 100 yıl savaşlarında önemli bir rol
oynayan geminin enkazını hemen korumaya
aldıklarını ve kalıntılar üzerinde incelemeler
yapmaya derhal başlamayı planladıklarını
açıkladı. Uzmanlar, Holigost üzerinde yapılacak
incelemelerin denizcilik tarihi ve orta çağ
savaşları konusunda yeni bilgilerin elde
edilmesine yardımcı olacağına inanıyor.
Hürriyet,
13.10.2015
|
 |
ARKEOLOJİK KAZILAR, ADIYAMAN'IN 6 BİN YIL ÖNCESİNE
IŞIK TUTUYOR

Adıyaman Üniversitesi tarafından yapılan
arkeolojik kazılarda, Adıyaman’ın 6 bin yıl
öncesine ışık tutan tarihi kalıntılara ulaşıldı.
Adıyaman Üniversitesi, 'Adıyaman
İli Arkeolojik Yüzey Araştırmaları' (ADYAP)
projesi kapsamında yapılan arkeolojik
araştırmalar sonucunda Adıyaman’ın 6 bin yıl
öncesine ışık tutan tarihi kalıntılara ulaştı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni,
Üniversitemiz Bilimsel Araştırma Projeleri
Koordinasyon biriminin maddi destekleri ve
Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd.
Doç.Dr.
Sebahattin Ezer öncülüğünde yürütülen projesinin
üçüncü etap arazi çalışmaları tamamlandı.
Projenin birinci etap arazi çalışmaları 2013
yılında
Adıyaman merkezde, ikinci etap arazi
çalışmaları ise 2014 yılında
Besni ilçe sınırları içinde
gerçekleştirilmişti. Üçüncü etap arazi
çalışmaları ise
Gölbaşı,
Tut,
Çelikhan ve merkez ilçelerde yapıldı. Dağlık
ve engebeli alanlar çalışmaları zorlaştırsa da
yapılan çalışmalar sonucunda 4 tescilli höyük, 5
tescilsiz höyük, 1 tescilsiz kaya üstü
yerleşimi, 2 tescilsiz geç dönem mezar yapısı, 1
düz yerleşme olmak üzere 14 arkeolojik alan
araştırmaları sonucunda söz konusu araştırılan
yerlerin Adıyaman’ın 6 bin yıl öncesine ışık
tuttuğu tespit edildi.
haberler.com, 12.10.2015
|

Kütahya'nın Çavdarhisar
İlçesi'nde bulunan
Aizanoi antik kentinde bulunan tapınağının önündeki
mermer heykelin Medusa mı yoksa Zeus mu olduğu
tartışması çıktı. Kütahya Arkeoloji Müzesi Müdürü
arkeolog Metin Türktüzün heykelin Medusa profiline
uyduğunu söyleyerek, "Medusa mitolojiye göre 3 kız
kardeşten, canavar kız olarak anılır. Bu nedenle
çirkin bir kız olarak tasvir edilir. Tarihçi
Hesiodos'a göre ise dünyalar güzeli bir kızdır.
Ancak efsaneye göre Tanrıça Athena'nın gazabına
uğrayan Medusa güzel saçlarını yılanlarla
doldurulmuş, yüzü çirkinleştirmiştir. Heykelin
saçları ve gözleri de bu tarife uyuyor" dedi.
Dumlupınar Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi Adil
Özkan ise heykelin Zeus'un tasviri olduğunu iddia
ederek "Aslında heykel Zeus'a saygı olarak ve
uzaktan da görülmesi için tapınağın en tepesine
yapılmıştı. Ancak 1970'teki Gediz depreminde yıkılıp
yere düştü. O dönemdeki yetkililer, heykeli tepeye
taşıyıp monte edemediği için Zeus tapınağının önüne
koydular. Heykelin depremden az da olsa hasar
gördüğüne ve onarıldığına bizzat tanık oldum.
Tarihçi Hesiodos'a göre çapkın Zeus istediği kılığa
bürünebiliyordu. peri kızlarını elde edebiliyordu"
dedi.
Sabah, 12.10.2015 |
BURSA'DA TARİHİ KAPALIÇARŞI'DA KORKUTAN YANGIN
Bursa’da mobilyacı ve perdecilerin bulunduğu
Yorgancılar Çarşısı’nda yangın çıktı. 80
işyerinin bulunduğu çarşıda 40 işyerinin tamamen
yandığı yangın üç saatte kontrol altına alındı.
Merkez Osmangazi İlçesi Cumhuriyet Caddesi
üzerinde bulunan mobilyacılar ve perdecilerin
bulunduğu tarihi Yorgancılar Çarşısı’nda saat
02.00 sıralarında yangın çıktı. Mobilya ve
perdelerin tutuşmasıyla birlikte alevler kısa
sürede büyüyerek 80 işyerinin bulunduğu çarşıyı
sardı. İtfaiye ekiplerinin müdahalesiyle yangın
üç saat süren çalışmaların ardından kontrol
altına alınabildi.
30 İTFAİYE ARACI MÜDAHALE ETTİ
Yangına Osmangazi, Yıldırım, Nilüfer
bölgelerinden çağırılan 30 itfaiye aracıyla
birlikte 50 itfaiyeci alevlere müdahale ettiler.
Bazı itfaiye erleri yoğun dumandan etkilendi.
Soğutma çalışmaları devam ederken yapılan
incelemelerde 40 dükkanın yandığı diğer
işyerlerinin ise kısmen zarar gördüğü tespit
edildi. Alevlerin çarşının yan tarafında bulunan
Bedesten Çarşısı'na sıçraması itfaiye
ekiplerinin yoğun çalışmasıyla engellendi.
Yangın devam ederken Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe ve İl Emniyet Müdürü Selami
Yıldız olay yerine gelerek itfaiye ekiplerinden
yangın hakkında bilgi aldılar. Recep Altepe,
"İtfaiye ekipleri kısa sürede yangına müdahale
ettiler, alevler çarşısın tümüne ve yanda
bulunan çarşıya sıçramadan kontrol altına
alındı.
Bursa 1958 yılında yine büyük çarşı yangını
atlatmıştı, hemen o yangın aklımıza geldi.
Belediye olarak bölgede bulunan çarşılarda
restorasyon yapıyorduk, mobilyacılar çarşısını
yenilememiştik, en kısa zamanda bu yaraları
sarıp bu bölgede de restore çalışmaları
yapacağız" dedi.
KUYUMCULAR ÇARSISI POLİS KONTROLÜ
ALTINA ALINDI
Yangının meydana geldiği bölgede bulunan ve
çok sayıda kuyumcunun bulunduğu Kuyumcular
Çarşısı yağmalama ihtimaline karşı Çevik Kuvvet
polisleri tarafından zincir oluşturularak
içeriye giriş ve çıkışlar yasaklandı.
ESNAF ÇARŞIYA AKIN ETTİ
Yangının duyulmasının ardından çarşıda işyeri
bulunan esnaf bölgeye akın etti. Bazı işyeri
sahipleri yangının söndürülmesini gözyaşları
içinde izlediler. Yangının elektrik kontağı ya
da atılan yanmış sigara izmaritinden çıkmış olma
ihtimali üzerinde durulurken çıkış sebebi
itfaiye ve olay yeri inceleme ekiplerinin
yapacağı incelemenin ardından belli olacak.
Milliyet, 10.10.2015
******
KAPALIÇARŞI
YANGINI DÜKKANLARI PERİŞAN ETMİŞ

Bursa’yı korkutan
Kapalıçarşı yangınının sonuçları günün
ağarmasıyla daha net ortaya çıktı. Yangının
söndürülmesiyle itfaiye ekipleri zarar tespiti
yaparken, emniyet olay yeri inceleme ekipleri
ise yangının çıkış nedenini bulmaya çalışıyor.
Edinilen bilgiye göre,
gece saatlerinde Bursa’nın göbeğindeki tarihi
Kapalıçarşı’nın mobilyacılar bölümünde çıkan
yangın, itfaiye ekiplerinin yoğun uğraşlarıyla
sabaha karşı söndürülebildi.
Yangının etkileri net
olarak ise gün ağarınca belli oldu. Yangın
sonucunda 40’tan fazla işyeri kül olurken,
tarihi yapı ise büyük zarar gördü. Sabah
saatlerinde itfaiye soğutma çalışmalarına devam
ederken, olay yeri inceleme ekipleri ise
yangının çıkış sebebini bulmak için çarşı içinde
incelemeler yaptı. İş yerlerinin yandığını duyar
duymaz yangın yerine koşan esnaf ise yangının
söndürülmesiyle dükkanlarını kontrol ettiler.
İtfaiye ekipleri ise zarar tespiti için esnaftan
bilgi topluyor.
Yangında dükkanı zarar
gören esnaflardan Yılmaz Rüçhan, “Telaştan ne
yapacağımı bilemedim. Geldiğimde yanımdaki
dükkanın yandığını gördüm. Hemen itfaiye
ekiplerinden yardım istedik. Onlar da nereye
müdahale edeceklerini şaşırdılar. Allah’a şükür
daha kötüsü olmadı. 1958’deki yangında çarşı
tamamen kül olmuş. Allah bir daha böyle bir acı
göstermesin” diye konuştu.
Yeni Bursa,
10.10.2015
|
DANIŞTAY: GALATAPORT KAMU YARARI TAŞIMIYOR
Galataport projesinde imar planlarının iptaline
ilişkin Danıştay 6. Daire’de görülen davada,
Danıştay Savcısı, bilirkişi ile aynı fikire vardı.
Planların kamu yararı taşımadığını ifade eden
savcılık, görüşlerinde bilirkişi raporunda yer alan
“1 kilometrelik kıyının özelleştirilmesi nedeniyle,
tüm alanın kamuya kapatılacağı” savına da yerdi.

Doğuş Holding’e ait Karaköy Sahili’nde otel,
restoran, cafe ve mağazalardan oluşan Salıpazarı
Kruvaziyer Limanı projesine ait planların iptaline
ilişkin TMMOB Mimarlar, Şehir Plancıları ve İnşaat
Mühendisleri Odaları tarafından 2012 yılında açılan
ve Danıştay 6. Dairesi’nde görülen davada,
Başsavcılığın da görüşleri dava dosyasına girdi. 30
Eylül 2015 tarihinde görüşlerini bildiren savcılık,
bilirkişinin 3 Nisan 2015 tarihinde hazırladığı
rapora atıfta bulunarak, planların ‘kamu yararı
taşımadığına’ yönelik fikir bildirdi. Milliyet'in
DHA'dan derlediği habere göre, Yıldız Teknik
Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim
üyeleri Prof.Dr. İclal Dinçer ve Prof.Dr. Zeynep
Enlil ile İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat
Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Şevket
Çokgör tarafından hazırlanan 94 sayfalık bilirkişi
raporunda da 'dava konusu işlemin şehircilik
ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına
uygun olmadığı' kanaatine yer verilmişti.
İstanbul’un en önemli alanlarından biri olan Karaköy
Sahili’nde bulunan alana ilişkin planların,
gelecekteki gelişmesini de saptayarak hazırlanması
gerektiğini vurgulayan Danıştay Başsavcılığı,
planların belirsizlikten uzak, net bir bakış açısına
sahip olması gerektiğinin altını çizdi. Tanım, araç
ve yöntemin ‘kuşkuya yer bırakmayacak’ bir şekilde
açıkça belirtilmesi gerektiğinin ifade edildiği
görüşte şu ifadelere yer verildi: “Esnek ifadelerle
plan tanımının ve işlevini tartışmalı hale getiren
plan notlarında tanımlanan ancak uygulamada
karşılığı olmayan belirsiz hedefler içeren ve bu
haliyle uygulamada birçok sıkıntıya yol açabilecek
nitelikte olan dava konusu planlarda planlama
tekniklerine, imar mevzuatına ve kamu yararına
uyarlık görülmemektedir".
"Belirsiz
ifadeler yer alıyor"
Başsavcılık
makamı adına görüş bildiren Danıştay Savcısı Halil
Kamil Yüksel, söz konusu imar planlarının belirsiz
ibareler taşıdığına dikkat çekerek, “Planların
iptaline karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir”
ifadelerine yer verdi. Savcı Yüksel’in atıfta
bulunduğu bilirkişi raporunda da, belirsizliğe
yönelik eleştiriler bulunuyordu. Bölge sit alanı
olduğu halde, planın koruma amaçlı imar planı
koşullarına uygun hazırlanmadığının belirtildiği
bilirkişi raporunda, işlev ve yoğunluğa ilişkin
ibarelerin belirsiz olduğu, “kullanılabilir”, “yer
alabilir” gibi esnek ifadelerin bulunduğu ifade
ediliyordu.
Özelleştirme nedeniyle
kıyı kapatılıyor
Öte yandan Danıştay
Başsavcılığı, bilirkişi raporunda yer alan ifadeleri
hatırlatarak, Özelleştirme Yüksek Kurulu plan
onayında dolgu alanı yer almamasına rağmen davaya
konu olan imar planlarında yol olarak belirlenen
alanın dolgu alanı olarak görülmesine dikkat çekti.
Kıyı Kenar Çizgisinin belirlenmediğinin belirtildiği
görüşte, bilirkişi raporunda yer alan “1 kilometre
uzunluğa ulaşan tüm kıyının özelleştirilmesi
nedeniyle tüm alanın kamuya kapatılması anlamına
gelmektedir” ifadelerine vurgu yapıldı.
Yapı,
09.10.2015 |
48 MİLYON YILLIK AT FOSİLİ BULUNDU

Almanya’da ortaya çıkarılan, bugünkü atın
atalarından Eurohippus messelensis ile doğmamış
yavrusuna ait bulgular üzerinde yapılan incelemeler,
fosilin yaklaşık 50 milyon yıllık olduğunu ortaya
çıkardı. Bu bulgular fosilin, şimdiye dek ortaya
çıkarılan en eski ve en iyi durumdaki at kalıntıları
olduğunu gösteriyor.
SUDAKİ BAKTERİ DOKUYU KORUMUŞ
Küçük bir köpek boyutlarında olan hayvan ile
doğuma yaklaşmış yavrusunun eski bir göle düştüğü;
göldeki suyun hayvanın rahmini ve plasentanın
yumuşak dokusunu bugüne dek ulaşacak şekilde koruyan
bakteriye sahip olduğu anlaşılıyor. 12 buçuk
santimetre uzunluğundaki cenin, ezilmiş haldeki
kafatası dışında hemen hemen tamamiyle bozulmamış
halde.
Uzmanlar, hamile olan atın doğum yapmadan hemen önce
ölmüş olabileceğini belirtirken, ölümünün
hamileliğiyle alakalı olmadığını aktardı.
ÜREME SİSTEMLERİ MİLYONLARCA YILDIR AYNI
48 milyon yıllık atın fosili, 2000 yılında
Frankfurt yakınlarında bir gölün dibinde bulunmuştu.
O zamana kadar kimsenin dokunmamış olduğu fosil
üzerindeki incelemeler yeni tamamlandı ve PLOS One
adlı dergide yayımlandı. Bilim insanları, bulgunun
analizine dayanarak atların üreme sistemlerinin on
milyonlarca yıldır hemen hemen hiç değişmediğini
ifade ediyor.
Sözcü, 09.10.2015
|
'TESTERE DİŞİ' MİMARİNİN ANADOLU'DAKİ İLK ÖRNEĞİ
HACILAR

Hacılar Büyük Höyük kazılarını, onursal başkan
Prof.Dr. Refik Duru ile birlikte yürüten, kazı başkanı
Prof.Dr. Gülsün Umurtak, kazı çalışmaları hakkında
kapsamlı bir yazılı açıklama yaptı.
"Burdur'da, tarih öncesi dönemlere ait ilk
araştırmalar İngiliz arkeolog James Mellaart
tarafından 1957-1960 yılları arasında, il merkezinin
27 km. güneybatısında, Hacılar Köyü'nün sınırları
içinde yer alan Hacılar Höyüğü'nün kazılması ile
başlamıştır. Kazı yerinin kapsamlı sonuçlar
alınmadan, dört yıl gibi kısa bir sürede terk
edilmesine rağmen Hacılar kazıları, gün ışığına
çıkan seçkin ve özgün buluntuları ile Anadolu'da o
güne kadar hiç bilinmeyen bir kültürün varlığını
ortaya koymuş ve Neolitik ve Kalkolitik Çağ gibi
kavramları da bilim dünyasının gündemine taşımıştır.
Hacılar kazılarının son bulmasından uzun zaman
sonra, 1976 yılında aynı bölgede Prof.Dr. Refik
Duru tarafından İstanbul Üniversitesi adına
başlatılan ve benim de tüm aşamalarında yer aldığım
bir araştırma süreci, Kuruçay (1978-1988), Hacılar
Nekropolü'nü Arama Çalışmaları (1985-1986),
Höyücek/Bucak (1989-1992) ve Bademağacı / Antalya
(1993-2010) kazıları ile hayata geçirilmiş, bu
çalışmalar sonunda Burdur ve yakın çevresi, Anadolu
tarih öncesi dönemleri uygarlıklarının en iyi
bilindiği bölgelerden biri/başlıcası durumuna
gelmiştir.
Hacılar Büyük Höyük, daha önceleri kazı yapılan
Hacılar'ın yaklaşık 400 m. kadar kuzeyinde
gösterişli, oval tabanlı, yaklaşık boyutları 280 m.
x 240 m. olan bir yerleşme yeridir. Yükseklik,
doğuda höyüğün dışından geçen dere yatağından
bakıldığında yaklaşık 11 m., batıda ise yükselen
arazi eğimi nedeniyle tepe yaklaşık 5 m. kadar
algılanmaktadır.
Höyük'te Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul
Üniversitesi adına 2011 yılında başlayan arkeolojik
kazılar Prof.Dr. Gülsün Umurtak ve Prof.Dr. Refik
Duru (onursal başkan) yönetiminde devam etmektedir.
Hacılar Büyük Höyük'te ortaya çıkan en önemli ve
dikkat çekici bulgu, arkeoloji alanında İlk Tunç
Çağı olarak adlandırılan bir sürecin ilk evresine
(İlk Tunç Çağı I / İTÇ I) ve MÖ 3. binyılın hemen
başlarına tarihlenen bir yerleşmeye ait "testere
dişi" şeklinde kırılmalarla kuzey-güney
doğrultusunda gelişen, çok ustalıkla inşa edilmiş
bir savunma sistemidir. Söz konusu sisteminin bugüne
kadar 31 mekanı ile bunların arasında bir kente
giriş kapısı / Batı Kapısı (Propilon) kazılmıştır.
Burada, batı sınırı oluşturan dış duvarlar 1.50
-1.60 m. kalınlıkta, orta boy taşlardan örülmüş
olup, yüksekliği yer yer 2 m.'yi bulmaktadır.
Savunma sisteminin duvarlarının üst kesiminin ise
kerpiçle örüldüğü anlaşılmakla birlikte, duvarların
görece daha zayıf olan üst kısımlarının günümüze
kadar ulaşamadığı görülmektedir. Sura bitişik ve
ortalama 4.5 x 5.5 m. boyutlarındaki mekanların
(kazamat) kapıları doğu yöndeki avlulara
açılmaktadır. Genellikle mekanların kapıları 1.10 m.
- 1.20 m. genişliğindedir ve bazılarında kapının iç
kısmında yer alan insitu plaka şeklinde
yerleştirilmiş mil taşı, büyük olasılıkla ahşap olan
kapı kanadının içeri doğru açıldığına işaret
etmektedir. Mekanların tabanlarında toprak iyice
bastırılmış ve düzgünleştirilmiş, bazılarında orta
kesimde at nalı şeklinde birer ocak kalıntısı, çok
sayıda ezgi/öğütme taşı ya da genelde güney duvara
bitişik küp koymaya yarayan taş döşeme üstü kerpiç
destek / yükseltiler görülmektedir. Küplerin içinde
ve mekanların tabanı üzerine dağılmış buğday, arpa,
mercimek, nohut, acı burçak başta olmak üzere çok
miktarda yanmış tahıl kalıntısına rastlanmıştır.
Yangın geçirmiş bir yapının avlusunda ele geçen bir
küpün içinde yandığı için bozulmadan günümüze
ulaşmış 10-15 kadar incir ve başka depolama
alanlarında da üzüm çekirdeği örnekleri
saptanmıştır. Çok miktarda ele geçen keten
tohumunun, yağının çıkarılarak kullanıldığı, kazı
ekibimizin arkeobotanist üyesi tarafından tahmin
edilmektedir.
Yukarıda tanıtımı yapılan mekanlarda çok sayıda
pişmiş toprak tabak, çanak, testi, çömlek ve küp
insitu olarak ele geçmiştir. Sur sistemine bağlı
konutlarda bulunan çanak çömleğin kalitesi ve
çeşitliliği ile aynı tabakalara inanç sisteminin
odak noktasında olduğuna inanılan bir ana tanrıçanın
mermer ve pişmiş topraktan şematik tasvirleri
/idoller, taş ve pişmiş toprak damga mühürler ve
maden iğneler, kesiciler burada zengin ve gelişkin
bir İTÇ yerleşmesi olduğunu göstermektedir.
Yerleşmede evcilleştirilmiş hayvanlar olduğu
kazılarda ele geçen kemik kalıntılarından
anlaşılmaktadır. Köpek dışında, koyun, keçi sığır ve
domuzun süt, et ve kürkü ya da derisi için beslenmiş
oldukları kazı ekibimizde yer alan arkeozoolog uzman
tarafından belirtilmektedir. Karaca, geyik türleri,
muflon, kızıl tilki, sincap ve aslan kemikleri ile
günümüze kadar sağlam durumda ulaşan kara çam
ağacına (pinus negro) ait oldukça iri bir parça, o
çağda yerleşmenin çevresindeki zengin doğal ortam
hakkında fikir vermektedir. Savunma sistemine ait
mekanlarda karşımıza çıkan çanak çömlek ve gereçler
ile depolama ünitelerindeki meyve ve tahıl
kalıntıları, bunların savunma işlevinin yanı sıra
yerleşmenin sakinleri tarafından konut olarak
kullanıldığını göstermektedir.
Höyüğümüzdeki İTÇ I mimarisinin genel görünümü,
Anadolu Yaylası'nda şimdiye kadar kazılmış hiçbir
yerleşmenin mimarlığı ile ilgisi olmayan, "testere
dişi" şeklinde girinti ve çıkıntılarla daire
şeklinde gelişerek çevresini saracağı bir yerleşmeyi
korumak için yapılmış bir savunma sistemi
şeklindedir. 2013 yılında ortaya çıkartılan yuvarlak
planlı iki yapı ile iki adet taş dikitin (stel) kült
amaçlı konulmadığını söylemek kolay değildir. İTÇ
I'in evleri, yönetici sınıfların ikametgahı
(residans / saray), tapınak vs. gibi yapılarıyla bu
yerleşme yukarıda tanıtılan olağanüstü güçlü bir
savunma sistemi ile korunmaya alınacak kadar zengin
bir kent olmalıydı. Bir başka anlatımla, surların bu
denli güçlü inşa edilmesi, dışarıdan gelebilecek
olası tehlikenin (düşmanın) çok ciddi olduğunu
gösterir.
Bizim arkeolojik yöntemlerle yaptığımız
tarihleme, bu yerleşmeden ele geçen yanmış tahıl
kalıntılarından yapılan C14 analizlerinin sonuçları
ile örtüşmektedir. Kentte yaklaşık olarak MÖ
3000-2900 tarihlerini içine alan bir süreçte
yaşandığı söylenebilir. Henüz yazının bilinmediği
bir döneme ait olduğu için, yerleşmenin adı ve
sakinlerinin kullandığı dil konusunda bilgi
edinilememektedir.
Burdur ve yakın çevresinde 1950'li yılların
sonunda İngilizler tarafından yapılan Hacılar
kazıları ve daha sonraları Prof.Dr. Refik Duru'nun
başkanı olduğu bir ekip tarafından gerçekleştirilen
Kuruçay ve Höyücek kazıları, Burdur'un en erken
yerleşim tarihini, yani uzak geçmişini büyük ölçüde
aydınlatmıştır. Hacılar Büyük Höyükte
gerçekleştirdiğimiz kazılarla bu uzun tarihsel
sürecin şimdiye kadar bilinmeyen bir boşluğu
doldurulmaktadır. Gerekli parasal destek bulunduğu
takdirde, gelecekte eski Hacılar kazı alanı ile
Hacılar Büyük Höyükte gerçekleştirmeyi planladığımız
bir arkeoloji parkının Hacılar Köyü ile birlikte
Burdur ilinin turizm konusundaki albenisine önemli
katkı yapacağı düşünülmelidir.
Kazılarımızda İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi
Anabilim Dalı öğrencileri eğitim görmekte,
restoratör-mimar, arkeobotanist, arkeozoolog gibi
uzmanlar alanları ile ilgili çalışmalar yapmaktadır.
Arazide iş gücü olarak Hacılar, Karaçal, Yassıgüme,
Yazıköy, Kuruçay köylerinden pek çoğu lise,
üniversite öğrencileri olan insanlar çalışmaktadır.
Kazılarda ele geçen eserler, her sezon sonunda
Burdur Arkeoloji Müzesine teslim edilmektedir.
Ekibimiz Hacılar Köyü'nde, depremde hasar görmüş,
metruk durumdayken 2011 yılında Burdur Valiliği ve
Burdur Belediye Başkanlığı tarafından onarılan eski
okul binasında konaklamaktadır. İlk 5 yılda kazımızı
farklı şekillerde, maddi ve manevi olarak
destekleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, İstanbul
Üniversitesi Rektörlüğü, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi
Dekanlığı, Burdur Valiliği, Burdur Belediye
Başkanlığı, Burdur Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü,
Türkiye Seyahat Acentaları Başkanlığı (TÜRSAB),
Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma
Enstitüsü (AKMED), Türk Tarih Kurumu Başkanlığı
(TTK), Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Rektörlüğü ile
bu kurumların değerli yöneticilerine, kazımıza emek
veren uzmanlara, öğrencilerimize, kazı
çalışanlarımıza ve bizi köylerinde konuk eden
Hacılar halkına içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Prof.Dr. Gülsün Umurtak"
arkeografya.com, Kaynak: Burdur Gazetesi,
09.10.2015
|
4 - 10 Ekim 2015
|
TOROSLARIN GİZLİ
TARİHİ SAGALASSOS
Ağlasun merkezden yaklaşık 7 kilometrelik yolculuğun
ardından ulaşılan Sagalassos, konutları, hamamı,
meydanı, seramik üretim merkezi, tiyatrosu,
kütüphanesi, yüzlerce yıldır akan çeşmesi ve meclis
binası gibi birçok yapısıyla adeta zamana meydan
okuyor.
Yazılı kaynaklarda bilinen
tarihi Büyük İskender'in MÖ 333 yılındaki fethiyle
başlayan ve UNESCO Geçici Dünya Miras Listesi'nde
yer alan antik kent, aynı zamanda Roma'nın beş
önemli seramik üretim merkezinden biri olma
özelliğini taşıyor.
"Aşkların, ihtirasların ve
imparatorların gözde şehri" olarak bilinen antik
kenti, bu yıl 22 bin kişi ziyaret etti.
- "Tanıtıma ihtiyacı
var"
Yöre halkı, antik kente ulaşımın
kolaylaştırılması ve tanıtım çalışmaları sayesinde,
Ağlasun ve Burdur'un turizm pastasından daha fazla
pay alabileceğine inanıyor.
Antik kenti gezen
turistlerden Ali Yemenli, AA muhabirine, 10 yıl
öncesine kadar turist rehberliği yaptığını ancak
Sagalassos Antik Kenti'ni bir arkadaşının tavsiyesi
sonrasında yeni öğrendiğini söyledi.
Yaklaşık 40 yıl turizme
hizmet etmiş birisi olarak eserler karşısında
şaşkınlığını gizleyemediğini belirten Yemenli, "Bu
yörenin çok iyi tanıtılması ve tur operatörlerinin
buraya yönlendirilmesi lazım. Çünkü burada tüm dünya
milletlerinin ilgisini çekecek bir dünya var" dedi.
Antik kente çok fazla turist
çekilememesindeki en büyük unsurun bölgenin
tanıtılamaması olduğunu ifade eden Yemenli, tanıtım
çalışmalarına hız verilmesi ve ulaşım imkanlarının
artırılması gerektiğini kaydetti.
- Sagalassos Antik
Kenti
Burdur'un Ağlasun İlçesi'nin 7
kilometre kuzeydoğusunda yer alan Sagalassos, antik
Yunan'da Pisidya'ya başkentlik yapmış.
Önemli bir bölümü ayakta
kalan antik kentte en iyi durumdaki yapıların
arasında tiyatro bölümü yer alıyor. İlk olarak
1706'da Fransız gezgin Paul Lucas tarafından
keşfedilen Sagalassos'taki arkeolojik kazılar,
1989'dan bu yana yürütülüyor.
Trt Haber,
08.10.2015
|
MOZAİK YOLU PROJESİ
Kahramanmaraş Büyükşehir
Belediyesi, Germenicia antik kenti mozaiklerinin
tanıtımına yönelik başlatılacak Mozaik Yolu
projesine destek verceğini açıkladı.
Ortak Nesiller Entegrasyonu (ONE) Derneği’nin
Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep ve Şanlıurfa
Büyükşehir Belediyeleri’nin desteğiyle ve ONE
Derneği Danışma Kurulu Başkanı Prof.Dr. İlber
Ortaylı’nın öncülüğüyle yürüteceği projeyle
mozaiklerin tüm dünyada bilinirliğinin artmasını, bu
bölgenin dünyaca ünlenerek “Mozaik Yolu” olarak
ortaya çıkması, yeni bir kültürel turizm alanı
kazanılması ve bu bölgelerdeki mozaiklerin kültürel
miras bakımından değerlerinin bölge halkı tarafından
daha iyi anlaşılması sağlanarak korunmaları ve
tanıtımları açısından desteklerinin alınmaları
hedefleniyor.
Mozaik Yolu Projesi kapsamında İstanbul’da bir
çalışma toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıya
Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi İmar ve
Şehircilik Dairesi Başkanı Melike Özdemir ile Kültür
ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı Mehmet Fetih
Yanardağ katıltı.
Germenicia antik kenti dönemin
büyük yol kavşakları üzerinde bulunması sebebiyle
önemli bir ticaret merkezi konumunda olan
Kahramanmaraş’taki adını Roma İmparatoru
Caligula’dan alan Germanicia antik kenti
mozaiklerinde doğadaki birçok rengin kullanılması,
aynı rengin farklı tonları kullanılarak verilen
gölgelendirmeler ve kullanılan tesseraların
kalitesi, üst seviyedeki Roma mozaik sanatının
Germanicia mozaiklerine yansımış olduğunu gösterdiği
belirtildi.
Olay Medya, 09.10.2015
|
GORDİON ARKEOLOJİ PARKI PROJESİ HAYATA GEÇİRİLİYOR
‘Gordion
arkeoloji Parkı’ Projesi ile Polatlı
İlçesi'nde
bulunan Gordion Antik Kenti ve Tümülüsler koruma
altına alınacak. Ayrıca proje kapsamında yapılacak
çalışmalar sayesinde
Ankara dünya çapında tanınan cazibe merkezi
haline getirilecek.
Ankara Kalkınma Ajansı
tarafından desteklenerek Ankara Valiliği, ilçe
kaymakamlığı ve İlçe Milli
eğitim Müdürlüğü’nün çalışmaları ile ‘Gordion
Arkeoloji Parkı’ projesi hayata geçiriliyor.
Proje hakkında bilgi veren Polatlı İlçe Milli Eğitim
Müdürü Hayri Doğruel, “Proje ile amaçlanan hedef
Gordion’nun yanı sıra ilçede bulunan 124 Tümülüs’ün
korunma altına alınması. Bunu yanı sıra Projeyle
hedeflenen bir diğer önemli hususta Ankara’nın dünya
çapında tanınan cazibe merkezi haline getirilmesi
şeklinde oldu. Ankara Kalkınma Ajansı tarafından
desteklenerek çalışmalarına başlanan projemiz Ankara
ili Polatlı İlçesi'nde bulunan, içinde Gordion antik
kentinin yanı sıra 124 Tümülüs ve çeşitli sayıda
höyük barındıran geniş bölgenin Gordion Arkeoloji
Parkı olarak korunması, geliştirilmesi ve
yönetiminin sağlanması amaçlanmaktadır. Ankara’nın
dünya çapında tanınan cazibe merkezi haline
getirilmesi, böylece Ankara’nın sahip olduğu zengin
kültürel sanatsal ve tarihsel varlıkların
geliştirilmesi ve erişilebilirliğine katkı sağlaması
projemiz kapsamındadır” şeklinde konuştu.
Milliyet, 07.10.2015 |
MÜSTEŞAR KÖMÜR ÇIKARSIN DİYE 200 YILLIK BİNA YIKILDI
AKP’li eski müsteşar İbrahim Topaloğlu, marina, otel
ve yaşam alanı yapmak için 9 bin 500 liraya
kiraladığı arsayı madene çevirip kömür çıkarmaya
başladı. Üstelik, arazideki 200 yıllık tarihi binayı
da yıktı
Eyüp Belediyesi Akpınar Köyü sınırları içerisinde
bulunan ve 200 yıl önce Fransızlar tarafından inşa
edilen tarihi Akpınar Tahlisiye İstasyonu’nun, 2 yıl
önce dönemin Kıyı Emniyeti Genel Müdürü Salih Orakcı
tarafından ihaleye çıkarıldığı ve bir dönem Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevinde
bulunan İbrahim Topaloğlu tarafından 9 bin 500 TL’ye
kiralandığı öğrenildi.
Akpınar Tahlisiye İstasyonu’nun bulunduğu
araziden çıkarılan kömür madeninin yaklaşık 50 bin
ton civarında olduğunu ifade eden maden
mühendisleri, yüzeyden çıkarılan madenin 10 metre
derinliğe inmesi halinde, 5 dönüm araziden en az 50
bin ton kömür daha çıkarılabileceğini belirtti.

Marina için aldı, ocak yaptı
Tarihi Akpınar Tahlisiye İstasyonu’nun içinde
bulunduğu 7 dönümlük araziye, Marina, Otel ve Yaşam
Alanı yapılması için Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü
ve İbrahim Topaloğlu arasında kiralama sözleşmesi
yapıldığı belirtildi. Ancak iki senedir bölgeye bir
çivi bile çakmayan eski müsteşar İbrahim Topaloğlu,
iki ay önce tarihi Akpınar Tahlisiye İstasyonu’nu
yıkarak ve arazi üzerinde bulunan ağaçları keserek,
hukuksuz ve sözleşmeye aykırı bir şekilde Kıyı
Emniyeti Genel Müdürlüğü’ne ait araziden kömür
çıkarmaya başladı.

Sit alanı olduğu için reddedildi
Birinci derece sit alanı olan alanda çivi dahi
çakmak yasak olduğu için bölgede faaliyet gösteren
diğer ocakların bu alanda kömür çıkarma talebi
defalarca reddedildi. Bundan beş yıl önce bazı
madenci şirketlerin bu alanı kiralamak için Kıyı
Emniyeti’ne teklifte bulunduğu öğrenilirken, Anıtlar
Kurulu’nun Tarihi Akpınar Tahlisiye İstasyonu
dolayısıyla inşaat izni vermediği ve Kıyı Emniyeti
Genel Müdürlüğü’nün maden şirketlerinin kiralama
tekliflerini reddettiği ifade edildi.
Sözcü, 07.10.2015
|
MAHKEMEDEN YASSIADA'NIN İMARA AÇILMASINA RED
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun 14 Mayıs 2015 tarihinde
katıldığı törenle Yassıada ile bitişiğindeki
Sivriada'nın imara açılmasına İstanbul 3. Bölge
İdare Mahkemesi ‘dur' dedi.
‘Demokrasi ve Özgürlük Adaları' adıyla hayata
geçirilen projenin temeli geçtiğimiz mayıs ayında
Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından atılmıştı.
Tarihi adanın turizme açılmasıyla otel ve
restoranların yapılmasının da önü açılmıştı.
İstanbul 3. Bölge İdare Mahkemesi'nin önceki gün
verdiği kararla, adaya yapılacak bu projeyi iptal
etti. Mahkemenin vermiş olduğu karar sonrası
değerlendirmelerde bulunan dönemin Maliye Bakanı
Hasan Polatkan'ın yeğeni Hasan Serdar Bilir, verilen
karardan mutlu olduklarını belirtti. Yassıada'nın
aslına uygun şekilde ‘Demokrasi Müzesi' olması
gerektiğini ifade eden Bilir, “Oraya otel, eğlence
merkezi yapılması saygısızlık olacaktı. Orada
Türkiye'nin çok kıymetli kişileri haksız yere
yargılandı. Dolayısıyla bu karar çok olumlu doğrusu.
Başından beri bu fikri savunduk. Müze haline gelirse
gelecek kuşaklara demokrasi adına verdiğimiz
mücadeleyi anlatan bir yapıt olarak kalmış olur.”
dedi.
Adnan Menderes Dernekleri Konfederasyonu Başkanı
Fatih Kavaloğlu ise iktidarın merhum Başbakan Adnan
Menderes'in ismini siyasi malzeme haline getirdiğini
ifade etti. Verilen kararla yanlış bir uygulamadan
dönüldüğünü belirten Kavaloğlu şu şekilde konuştu:
“O zaman 3 demokrasi kahramanı katledilmişti, şimdi
de onların anılarını katletmeye çalıştılar. Mahkeme
buna dur dedi. Verilen karar doğru bir karar. Sırf
maddi çıkar uğruna hatırlar silinecekti. Bu karar
sadece seçim zamanı rahmetli Adnan Men-deres'i
hatırlayanlara ithaf ediyorum.”
27 Mayıs mağdurlarından olan gazeteci-yazar Nazlı
Ilıcak da bölge idari mahkemesinin vermiş olduğu
kararın doğru olduğunu belirtti. Ilıcak,
“Oralarda çok büyük acılar yaşandı. Bir sürü hatıra
da vardı. Bütün onların bulunduğu bir müzenin
varlığı, bundan sonraki nesillere de yaşanan acıları
hatırlatacak mahiyetteydi. Ama maalesef Yassıada'da
rant galebe çaldı. Sadece bir müze yapılması ile
yetinilmedi. Ada imara açılmaya tevessül edildi.
Adanın ranta açılmaması için mahkemenin vermiş
olduğu karar olumlu.” ifadelerini kullandı.
Zaman, Haber: Süleyman Kayhan, 07.10.2015
|
TEPEBAŞI PROJESİ'NİN ÜZERİNE SOĞUK SU!
Suna ve
İnan Kıraç Kültür Vakfı’nın Tepebaşı için hayal
ettiği kültür sanat merkezini hatırlayanlar vardır.
Keşke buna ‘hayal’ demek durumunda olmasaydık.
Hikayeyi bilmeyenler veya unutmuş olanlar için
birkaç hatırlatma yapayım: Suna ve İnan Kıraç Vakfı,
2005 yılında, TRT binasının bulunduğu yere dev bir
kültür sanat merkezi inşa edilmesi için harekete
geçti. Vakıf, o yıllarda proje için yaklaşık 200
milyon dolarlık bir bütçe ayırdı. Projeyi
Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’nin mimarı Frank Gehry
çizdi. Sırf Gehry’nin böyle bir projeyi çizmesi bile
çokça konuşuldu.
Ama bir yandan da bürokrasi konuşuyordu. Projeyi
desteklediğini söyleyen İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş cephesi bir yandan, hukuken
eksper bedellerinin altına arsayı devretmesinin
mümkün olmadığını söyleyen TRT Genel Müdürü İbrahim
Şahin bir yandan, zamana karşı yarışan İnan Kıraç
bir yandan…
Uzatmayayım. Merak eden, konuyu derinlemesine
araştırır.
Sonunda bu proje unutuldu gitti.
Geçen hafta vakfın Kültür Sanat İşletmeleri Genel
Müdürü Özalp Birol’la uzun bir sohbet
gerçekleştirdik. Hem Pera Müzesi’nin on yıllık
yolculuğunu hem de kültür-sanat dünyamızın
artılarını, eksilerini konuştuk.
Söz elbette Tepebaşı projesine de geldi. Özalp
Birol, net bir ifade kullandı: “Artık bu projenin
gerçekleşeceğine inanmıyorum.”
Çok nedeni var bu yargının. Geçen zaman,
bürokratik engeller, yatırımcıların iştahını
kaybetmiş olması, Gehry’nin ilerleyen yaşı, vakıf
cephesindeki hayal kırıklığı ve fazlası.
Proje gerçekleştirilebilmiş olsaydı sadece
binanın altında yapılması düşünülen 800 metrekarelik
çokamaçlı sergi salonu bile İstanbul’u bir lig
yukarı taşıyacaktı. Bir anlamda PERA MODERN
oluşacaktı. Bu projenin eriyip gitmesiyle Suna ve
İnan Kıraç Kültür Vakfı’nın İstanbul’a kazandıracağı
bir büyük yapıya veda etmiş olduk.
İstanbul’un siluetine yakışmayan TRT binasına
bakmaya devam edeceğiz yani. Dileyen dilediği gibi
yorumlasın bunu.
Ama bu hayal kırıklığı Suna ve İnan Kıraç Kültür
Vakfı’nın ve Özalp Birol’un heyecanını, üretme
arzusunu baltalayamamış.
Geçen on yılda yapılanlar, gelinen nokta
önümüzdeki yıllar için gereken enerjiyi vermeye
yetiyor. “Üç kişiyle çıktığımız yolda 60 kişiyi aşan
bir kadroya ulaştık. Bir yandan dünya sanat
arenasının en önemli isimlerini getirdik, bir yandan
da unutulmaya yüz tutmuş isimleri gelecek kuşaklarla
paylaştık. Kültür ve sanatta kamplaşmaların olmaması
gerektiğini düşündük ve hep bu doğrultuda işler
yaptık. Dünyada hayati öneme sahip politikaların hep
kültür-sanata odaklandığı bilinciyle yürümeye devam
edeceğiz,” diyor Özalp Birol.
1893 yılında mimar Achille Manoussos tarafından
tasarlanan Bristol Oteli binası, cephesi korunarak
2005 yılında çağdaş ve donanımlı bir müze olarak
renove edilip Pera Müzesi’ne dönüştükten sonra
kimlerin eserlerini görmedik ki bu binada? Jean
Dubuffet, Henri Cartier-Bresson, Rembrandt, Niko
Pirosmani, Josef Koudelka, Joan Miró, Akira
Kurosawa, Marc Chagall, Pablo Picasso, Fernando
Botero, Frida Kahlo, Diego Rivera, Goya ilk akla
gelenler...
“Bu sergilerin içinde sizi en çok hangileri
etkilemişti?” diye sorduğumda Özalp Birol,
operasyonel öğreticiliği olan sergileri
hatırlatıyor:
“Rivera-Kahlo Sergisi benzersiz bir deneyimdi
bizim için. Öyle bir kalabalığa hazır değildik. Kısa
sürede çok şey öğrenmemizi sağladı. O günlerde
gerektiğinde bilet kestim, gerektiğinde hediyelik
eşya bölümümüzde satış yaptım. Marc Chagall Sergisi,
İsrail’in Gazze saldırısı nedeniyle siyasi bir
tıkanma sürecine girdiğinde, hızlı ve değerli bir
çözüm bulmam gerekmişti. O süreçte oluşturduğumuz
Kurosawa Sergisi bu nedenle çok değerlidir benim
için. Sokak sanatını meşrulaştıran ve doğasını
bozmadan sergileme yollarını araştırdığımız Street
Art Sergisi’ni de çok önemserim. Hep gençleri
istihdam etmek ve onlara ulaşmak isteyen müzemize
çok yakışan bir sergi olmuştu. Bir de Suna ve İnan
Kıraç Kültür Vakfı sağlık alanındaki faaliyetlerini
sanatla birleştiren, çağdaş sanatla nörobilim
arasındaki ilişkiyi güçlendiren Temelde İnsan
Sergisi’ni anmalıyım. “
Pera Müzesi, şu ana kadar toplam 73 sergiye ev
sahipliği yapmış, bugüne kadar 1 milyon 150 binin
üzerinde ziyaretçisi olmuş. Yola çıkarken
planlanandan çok daha ilerideler yani. “Peki sonrası
ne olacak, hayalleriniz nelerdir?” diye soruyorum.
“Fiziki bağlamda işler müzenin boyutunu aşmaya
başladı,” diyor Özalp Birol ve ekliyor: “Daha geniş
bir alan, gençlerle daha fazla temas, sesi daha gür
çıkan bir kültür-sanat atmosferi.”
Dilerim hepsi gerçekleşir. Pera Müzesi’nin
İstanbul kültür sanat yaşamına önemli bir katkısı
var. Bu katkının genişlemesi ve sürekliliği de
önemli.
Sohbetin ardından Tepebaşı’na bakıyorum.
İstanbul’un siluetine kaç kişi yakıştırıyordur
şimdiki görüntüyü? Bir süredir “AKM ne olacak?” diye
soruyordum. Şimdi bir soru daha ekleniyor: Tepebaşı
Projesi neden olmadı?
Not: Suna ve İnan Kıraç Kültür Vakfı’nın
Antalya’da neler yaptığını bir başka yazıda
anlatayım. Şu anda müzede 14. İstanbul Bienali
kapsamında Pera Müzesi için özel olarak üretilmiş
bir iş var. Pera Müzesi yılı, Kasım ayında açılacak
“Üryan, Çıplak, Nü: Modernleşme Süreci Türk Resminde
Çıplak” sergisi ve “Bu Bir Aşk Şarkısı Değil”
başlıklı video sanatı ve yerleştirme sergisiyle
kapatacak.
Radikal, Haber: Yekta Kopan, 07.10.2015
|
REZA ZARRAB 'TEK FARK' DİYOR AMA İŞTE YALIDAKİ 3
FARK
Kanlıca’da sahibi olduğu yalılarda usule aykırı
tadilat yaptırdığı iddiasıyla pazartesi günü
Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ifade veren
Reza Zarrab kendisini şöyle savundu:
“Yalılardaki yükselti eski hali ile aynı. Ben
sadece araya asansör koydum” dedi.
İşadamı Reza
Zarrab (Rıza Sarraf), Kanlıca sahilinde aldığı
üç yalıda usule aykırı inşaat yaptığı iddiasıyla
pazartesi günü Beykoz Cumhuriyet Savcılığı’nda
ifade verdi. Zarrab, tadilat usulsüzlüğü ile
ilgili iddiaları reddetti ve anlaştığı
mimarların işlemleri takip ettiğini söyledi.
Zarrab ifadesinde şunları söyledi:
‘İKİ YALIDA TADİLAT’
“Yalı mahiyetinde
olan gayrimenkulleri yaklaşık 5 yıl önce satın
aldım. Aldıktan sonra her iki yalıda da tadilat
yapma gereği duydum. Bu iş için de mimar Suha
Gökdemir ve Dara Kırmızıtoprak ile anlaştım.
Bütün işlemleri Suha Gökdemir takip edecek,
gerekli mercilerden izin aldıktan sonra projeye
uygun olarak yapacaktı.
Ben bütün tadilatların izin çerçevesinde
yapıldığını düşünmekteydim. Tadilat yaklaşık 1.5
yıl içinde bitti. O tarihten beri burada ailem
ile birlikte ikamet etmekteyim.”
‘YÜKSELTİ ESKİSİYLE AYNI’
“Tutanakların
tamamı dış görünüş ve basının yönlendirmesi ile
yapılmıştır. Yalılardaki yükselti eski hali ile
aynı mahiyettedir. Kesinlikle herhangi bir
değişiklik yoktur. Sadece iki yalının arasına
asansör koyulmuş, ancak asansörü yasaklayan
kanun olduğunu düşünmüyorum. Kültür varlığı ve
tarihi dokuya herhangi bir zarar vermemiştir.
Burası hiçbir zaman mühürlenmedi. Mührü de
bozmadım.”
Eşine doğum
hediyesi almıştı
- İşadamı Zarrab,
Kanlıca sahilinde üç yalıdan oluşan Mehmet Arif
Bey Yalıları’ndan ikisini 2011 yılında eşi Ebru
Gündeş’e doğum hediyesi olarak aldı.
-
Zarrab Ailesi, Osmanlı döneminde inşa edilen
ikinci derece tarihi eser tescilli yalılarda
önceki yıl tadilat çalışması başlattı.
-
İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu, tadilatı onayladı.
- Tadilat
tamamlandığında her iki yalının da siluetinin
değiştiği görüldü. Yalının biri, içeriden 3
kattan 4 kata çıkarılmıştı.
- Tadilat sonrası
yalının eski ve yeni halini gösteren
fotoğrafların basına yansımasının ardından Kurul
ve Boğaziçi İmar Müdürlüğü, ünlü çift hakkında
‘2960 sayılı Boğaziçi İmar Kanunu’na muhalefet’
iddiasıyla suç duyurusunda bulundu.
1 yıl hapis ve
para cezası var
2960 Sayılı Boğaziçi İmar Kanunu’nda tarihi ve doğal
güzelliklerin yoğunlaştığı kıyı, sahil şeridi ve
öngörünüm bölgesinde doğal yapıyı tahrip eden
veya niteliğini bozanlara iki aydan bir yıla
kadar
hapis cezası verilebiliyor. Bunun yanında
tahribatın büyüklüğüne göre 200 bin liradan 500
bin liraya kadar ağır para cezası isteniyor.
Reza Zarrab hakkında soruşturmanın
tamamlanmasının ardından istenilen
ceza kesinleşecek.
Hürriyet,
Haber:
Fırat Alkaç, 07.10.2015
******
HEPSİ YARGILANACAK
SÖZCÜ, Reza Zarrab ve şarkıcı eşi Ebru
Gündeş’in Boğaz’daki Mehmet Arif Bey
Yalıları’nda mevzuata ve koruma ilkelerine
aykırı biçimde tadilat yaptığını 31 Mayıs
2015’te manşetten duyurdu.
Tescilli tarihi yalıların dış cephelerinin
tahrip edilip, kaçak kat çıkıldığını
haberimizden öğrenen İstanbul 6 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu, 1 Temmuz’da
yalıların ve köşkün projelerine uygun hale
getirilerek kaçak yapıların yıkılmasına karar
verdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı
Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ne işlemin
gerçekleştirilmesi için yazı yazan Kurul, yalı
sahipleri ve tadilat işlemlerini
gerçekleştirenler hakkında da suç duyurusunda
bulundu. Zarrab – Gündeş çifti bu hafta başında
Beykoz Adliyesi’ne gidip savcı Turgut Çakır’a
ifade verdi.
İKİ KİŞİNİN ADINI VERDİ
17 Aralık yolsuzluk operasyonun baş kahramanı
Zarrab, yalılardan birini kendi üzerine diğerini
ise eşi Ebru Gündeş üzerine kaydettirdiğini
söyledi.
Satın aldıktan sonra her iki yalıda
tadilat yapma gereği duyduğunu söyleyen Zarrab,
“Bu iş için de Suha Gökdemir ve Mimar Dara
Kırmızıtoprak ile anlaştım. Projeleri
Kırmızıtoprak çizecek, diğer bütün işlemleri
Gökdemir takip edecek, gerekli mercilerden izin
alacak, izin aldıktan sonra projeye uygun olarak
yapacaktı. Ben bütün tadilatların izin
çerçevesinde yapıldığını düşünmekteydim” dedi.
GÖZLERİ GÖRMÜYOR MU?
Zarrab’ın ifadesini SÖZCÜ’ye değerlendiren
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin CHP’li
üyesi Hüseyin Sağ, “Kendi suçunu mimar ve teknik
sorumlunun üzerine atarak kurtulmaya çalışıyor.
Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi konuşuyor.
Tamam haberi yok diyelim, gözleri de mi
görmüyor? Yalılar mutasyona uğramış, kaçak kat
çıkmışlar, asansör koymuşlar, duvarları
yıkmışlar. Mülk sahibinin haberi olmadan mimar
ve yapı sorumlusu bunları yapabilir mi?” dedi.
Zarrab’ın Kandilli’de aldığı tarihi köşkte de
suç işlediğine dikkat çeken Hüseyin Sağ, “
Yalılardan sonra Kanlıca’da satın aldığı tarihi
köşkü restorasyon yapacağım diye tamamen yıktı.
Bahçesindeki ağaçları kesip yerine üç katlı
beton bina dikti. Projenin mimarı da
yalılarınkiyle aynı; Dara Kırmızıtoprak. Görünen
o ki Zarrab ve tuttuğu adamlar bu işi meslek
haline getirmiş” diye konuştu.
HABERİ OLMAMASI İMKANSIZ
Boğaziçi’ndeki yasalara aykırı işlemlerin
mülk satın alınırken organize edildiğini
belirten Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, “Her
adımdan Zarrab’ın bilgisi ve onayı olmaması
imkansız. Aşırı güven patlamasıyla konuşmasının
nedeni sırtını dayayıp güç aldığı kişi ve
kurumlar” dedi.
Boğaz’daki her yanlıştan hem
Koruma Kurulları hem de Boğaziçi İmar
Müdürlüğü’nün sorumlu olduğunu ifade eden Eyüp
Muhcu, “Nasıl mal sahipleri, teknik sorumlular
yargılanacaksa, yasaların verdiği görevi yerine
getirmeyen kamu görevlileri de hukuk önünde
hesap verecek. Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün
aymazlık içerisinde sorumsuzca davranması,
kültür varlıklarının tahrip edilmesinin önünü
açıyor “ diye konuştu.
Hadi bunu da yık Topbaş
İstanbul Boğaz’ında basında çıkan haberler
üzerine, 1 metrelik duvarı 60 zabıta eşliğinde
hiçbir itirazı dinlemeden aynı gün içinde yıkan
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş, Zarrab – Gündeş çiftinin Kanlıca’daki
yalısına dokunamıyor.
Boğaziçi Kanunu’na
göre, yapılardaki imar mevzuatına aykırı olarak
yapılan değişiklikler ve eklentiler yıkılacak ve
yıkım masrafları yüzde 20 fazlası ile Zarrab’dan
tahsil edilecekti. Koruma Kurulu, Boğaziçi İmar
Müdürlüğü’nden Mehmet Arif Bey Yalıları arasında
yapılan asansörün kaldırılmasını, dış cephenin
eski haline getirilerek kaçak katın yıkılmasını
istemişti. Topbaş’a bağlı imar müdürlüğü,
yasalara rağmen iki ayı aşkın bir süredir tarihi
eserleri eski haline getirmek için hiçbir adım
atmadı.
Hapis cezası öngörülüyor
Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ifade
veren Reza Zarrab’ın yanı sıra teknik sorumlu
Suha Gökdemir, mimar Dara Kırmızıtoprak, Koruma
Kurulu ve Boğaziçi İmar Müdürlüğü yetkilileri
soruşturmanın tamamlanmasının ardından hakim
karşısına çıkacak.
Boğaziçi Kanunu’nda
yıkımın yanı sıra inşaat ruhsatı ile eklerine ve
imar mevzuatına aykırı yapılan yapıların aykırı
kısım ve bölümleri için hapis cezası
öngörülüyor. Yasanın 18’inci maddesinde, yapı
sahipleri, fenni mesulleri ve müteahhitlerinin
bir aydan altı aya kadar hapis ve 200 bin
liradan 500 bin liraya kadar ağır para cezası
ile cezalandırılacağı yazıyor. Yasaya göre,
kanunla verilen görevleri belirtilen süre içinde
yapmayanlar veya görevini kötüye kullananların
bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılacağı yazıyor.
Sözcü, Haber:
İsmail Şahin, 08.10.2015
|
KÜLTEPE'DEKİ KAZILAR ULUSLARARASI TİCARETİN
BAŞLANGICINI AYDINLATACAK
Uluslararası ticaretin sistematik olarak ilk
yapıldığı merkez bilinen Kültepe Kaniş/Karum
Höyüğü'nde ticaretin ilk dönemini aydınlatacak yeni
bir kazı çalışması başlatıldı.
Japon arkeolog Prof.Dr. Ryoichi Kontani'nin
koordinatörlüğünde yürütülen kazıda uluslararası
ticaretin ilk dönemine ait bulgulara ulaşılması
hedefleniyor.
Kontani, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Kültepe'de kazı çalışmalarının başladığı 1948'den
beri saray olarak bilinen bölgede çalışma
yapıldığını, ilk defa bu alanın yaklaşık 300 metre
kuzeyinde halkın yaşadığı bölgede çalışma
başlattıklarını söyledi.
Kontani, "Başlattığımız çalışmayla Kültepe'de
ticaretin 6 bin 500 - 7 bin yıl öncesine yani
ticaretin ilk başladığı dönemlere, temeline inmek
istiyoruz. Şu ana kadar günümüzden 4 bin 500 yıl
öncesine ulaştık. Burası halkın yaşadığı yerleşim
yerinin bodrum katını oluşturuyor. İlk çalışmalarda
4 bin 500 yıl öncesine ait tandır ortaya çıkardık ve
korumaya aldık. Geçiş dönemlerine ait mermerden
yapılmış Kültepe İdolü olarak da bilinen idol
parçaları bulduk. Bizim için ilginç olan, bu idoller
saray ve saray alanındaki mabetlerin içinde
çıkmıştı. Saray alanından 300 metre uzaklıkta halkın
yaşadığı bölgede de bunların ortaya çıkması Kültepe
İdolü'nün sadece üst tabaka için değil alt
tabakadaki insanlar için de dini önem taşıdığının
göstergesi oldu" dedi.
- Kültepe Orta Doğu'nun ticaret merkezi
Kültepe'de ticaretin 6 bin yıl öncesine
dayandığına dair rivayetler olduğunu ancak bunun
ispatlanmadığını belirten Kontani yaptıkları
kazılarda bu delillere ulaşmaya çalışacaklarını
ifade etti.
Kültepe'nin tarihte Orta Doğu'nun ticaret merkezi
olduğuna işaret eden Kontani, "Burası medeniyetlerin
geçiş bölgesi olduğu için tahminimizden çok daha
eskiye gidilebilir. İlk etapta günümüzden 6 bin 500
- 7 bin yıl öncesine inmeyi hedefliyoruz ama bu
aşamaya ulaştıktan sonra da çalışmalarımız devam
edecek. Çünkü burada çok fazla medeniyet
kurulmuş, tabaka tabaka medeniyetler oluşmuş. Her
katmanda farklı bir medeniyetin izlerine
rastlıyoruz. Bu da Kültepe'nin sadece Anadolu'nun
değil, Orta Doğu'nun ticaret merkezi olduğunu
gösteriyor" şeklinde konuştu.
Bu aşamada 4 kişilik ekiple yaklaşık 30
metrekarelik bir alanda kazı çalışması yaptıklarını
anlatan Kontani, alanı küçük tutarak daha kısa
sürede eski çağlara ulaşmayı hedeflediklerini fakat
önümüzdeki yıllarda daha kalabalık ekiple geniş bir
alanda kazı çalışması yapacaklarını bildirdi.
Radikal, Haber: Musa Özyürek, 06.10.2015
|
KIRŞEHİR'DE 8 MİLYON YILLIK FİL, ZÜRAFA, ANTİLOP,
GERGEDAN KEMİKLERİ BULUNDU
Ahi Evran Üniversitesi (AEÜ) Rektörü Prof.Dr. Vatan
Karakaya'yı ziyaret eden Kaliforniya
Üniversitesinden profesör Tim White, Zürih
Üniversitesinden profesör Marcia Ponce de Leon ve
profesör Christoph Zollikofer, AEÜ Antropoloji
Laboratuvarı'ndaki kemiklerle ilgili inceleme yaptı.
Erkman, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
kemiklerin dünyada büyük yankı uyandırdığını, bundan
sonraki kazılar ve diğer çalışmalarda Amerika ile
İsviçre'den antropologlarla bilimsel işbirliği
yapılacağını söyledi.
Kazı çalışmalarında çıkarılan kemiklerin,
bilimsel yayınlara da katkı sağlayacağını ifade eden
Erkman, White'ın yaptığı kazı çalışmalarının dünyaca
ünlü bilimsel hakemli dergilerde yer aldığını dile
getirdi.
Kırşehir'in Kaman İlçesi'ne bağlı Kurutlu
Köyünün
Hirfanlı Baraj Gölü kıyılarında gerçekleştirilen
kazı çalışmalarında, yaklaşık 8 milyon yıl önce
yaşamış gergedan, fil, zürafa, maymun ve antilop
kemikleri bulunmuştu.
Sol Haber, 06.10.2015
|
RUM KİLİSESİ KÜLTÜR EVİ OLUYOR

Muğla'ya bağlı Datça İlçesi'nde bulunan Hızırşah
Mahallesi'nde yıkılmanın eşiğinde olan Rum
kilisesinin kültür evi olmasına karar verildi.
Datça Belediyesi'nin Güney Ege Kalkınma Ajansı'na
(GEKA) sunduğu Hızırşah Yaşayan Tarih, Kültür, Sergi
Evi ve Kültür Rotası" isimli proje kabul edildi.
Harabe haldeki kilisenin tekrar restore edilip
kültür ve sanat evi olarak kullanılıcağı belirtildi.
Datça belediyesi tarafından sunulan ‘’Hızırşah
yaşayan tarih, kültür, sergi evi ve kültür rotası’’
isimli proje 114 başvurudan 2. sırada yer aldı.
Kilise içerisindeki dualar ve yazıtlar da
restorasyon çerçevesinde yanilenecek. Restorasyon
çalışmalarının 2016 yılında başlaması ve 6 ayda
tamamlanması planlanıyor. Restorasyon bütçesinin
yüzde 75'n GEKA, kalanının ise Datça Belediyesi ve
Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından
karşılanacak.
Agos, 06.10.2015
|
GALATAPORT PROJESİ'NE ÇED ONAYI GELDİ
İstanbul’un önemli turizm yatırımlarından olacak
Galataport projesinin Çevresel Etki Değerlendirmesi
(ÇED) raporu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
tarafından onaylandı.
Bakanlığın internet
sitesinde yer alan açıklamada, kamuoyunda
Galataport olarak da bilinen Salıpazarı
Kruvaziyer Limanı Projesi’nin
ÇED raporuna, inceleme sonucunda onay verildiği
duyuruldu.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın açıklamasında;
“İstanbul ili;
Beyoğlu
İlçesi sınırları içerisinde
Salıpazarı Liman İşletmeciliği ve Yatırımları
A.Ş. tarafından yapılması planlanan Salıpazarı
Kruvaziyer Limanı Projesi ile ilgili olarak
25.11.2014 tarih ve 29186 sayılı Resmi
gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED)
Yönetmeliği’nin Geçici 1. Maddesi kapsamında 14.
Maddesi gereğince; Bakanlığımızca Çevresel Etki
Değerlendirmesi Olumlu Kararı verilmiştir”
ifadeleri kullanıldı.
Galataport olarak bilinen ve
Karaköy’den
Tophane’ye kadar uzanan 1200 metrelik sahil
şeridini kapsayan
İstanbul Salıpazarı Liman Sahası’nın 30
yıllık işletmesi için düzenlenen ihaleyi 702
milyon dolarla
Doğuş Holding kazanmıştı. Karaköy
sahilindeki bu şeride otel, restoran, cafe ve
mağazalardan oluşan proje yapılacak.
Galataport’a geçen yıl
Bilgili Holding de ortak olmuştu.
Milliyet, 06.10.2015
|
AŞIĞIN HEYKELİNDEKİ SAZI 6. KEZ KIRILDI
Kars’ta dönemin Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu
tarafından hükümet konağının karşısına Aşık Şenlik,
Aşık Murat Çobanoğlu ve geçen yıl hayatını kaybeden
Aşık Şeref Taşlıova’nın heykeli yapıldı.
Ancak şimdiye kadar 3 kez
kırılıp onarılan Taylıova’ya ait heykelin sazı
önceki gün yine kırıldı. Aşık heykelinin sazı
Kars Belediye Başkanı Murtaza Karaçanta’nın
talimatıyla Belediyenin Heykeltıraşı Metin
Doğrukartal tarafından onarılarak yerine monte
edildi. Heykeltraş Doğrukartal, heykellere bu tür
saldırıların kendilerini üzdüğünü belirterek, bir
daha kırılması halinde sazın sapını demirden
yapacağını söyledi.
Milliyet, Haber: Bedir
Altunok, 06.10.2015
|
 |
ARNAVUTLUK'TA OSMANLI KİTABESİ TARTIŞMA KONUSU OLDU
Arnavutluk'un Lezha (Lej) şehrindeki kaleye Osmanlı
zamanında konulan kitabenin yeniden yerine
yerleştirilmesi ülkede tartışmalara sebep oldu. Kimi
uzmanlar, yapının Osmanlı değil, İlirya zamanından
beri var olduğunu savundu, kimi de ‘Bu bilgi
bilimsel olarak kanıtlanmadı' dedi.
Arnavutluk'un Lezha (Lej) şehrindeki kaleye
Osmanlı zamanında konulan kitabenin yerine yeniden
yerleştirilmesi ülkede tartışmaya sebep oldu.
Kalenin Osmanlılar tarafından inşa edildiğinin
belirtildiği kitabeye tepki gösteren bazı uzmanlar,
bu yapının İlirya zamanında da var olduğunu savundu.
Arnavutluk Kültür Bakanı Mirela Kumbaro, ülkedeki
Osmanlı izlerinin de kendilerine ait olduğunu
belirterek, “Arnavutluk'un bir açık hava müzesi
olması çok büyük bir şansıdır. Görevimiz, tarihi
eserleri gizlemek değildir.” dedi. Kültürel
meselelerle yakından ilgilenen milletvekili Auron
Tare, “Biz istesek de istemezsek de bu taş
tarihimizin bir parçasıdır. Kalenin İliryalılar
tarafından inşa edildiği bilimsel olarak
ispatlanmadı. Dolayısıyla bu taş kalenin bir
parçasıdır ve orada durması gerekiyor.” dedi. Tarih
profesörü Ferid Duka ise, “Sırbistan ve Macaristan,
Hıristiyan olmalarına rağmen Osmanlı izlerini
koruyor ve turizm açısından da kazanıyor. Biz de
Osmanlı izlerini bir miras olarak
değerlendirmeliyiz.” ifadelerini kullandı. Kitabe,
1970 yılında Prof. Frano Prendi tarafından
arkeolojik kazı sırasında bulunmuştu.
Zaman, Haber: Ervin Shkulaku, 06.10.2015
|
 |
GILGAMIŞ DESTANI'NIN YENİ BÖLÜMÜ
Tarihin en eski yazılı destanı olan Gılgamış’ın yeni
bir bölümü Irak’ta ortaya çıktı.
Amerikan işgali sırasında kaybolan eski tarihi
eserleri yeniden kazanabilmek için kaçakçılarla
gizli görüşmeler yürüten
Irak’taki Süleymaniye Müzesi, bir kaçakçıdan 80
ila 90 kil tablet aldı. Tabletlerden birinin MÖ
2100 yılına kadar giden Gılgamış Destanı’na ait
olduğu belirlendi. Tablette daha önce bilinmeyen 20
satır yazı bulunduğu tespit edildi.
Hürriyet, 06.10.2015
|
IŞİD PALMYRA'DAKİ TARİHİ KEMERİ YOK ETTİ
Suriyeli yetkililer ve yerel kaynaklardan edinilen
bilgiye göre, IŞİD militanları 2000 yıl önce inşa
edildiği düşünülen Palmira antik kentindeki Zafer
Takı’nı havaya uçurdu.
IŞİD, daha önce de kentteki iki tarihi eseri
havaya uçurmuştu. Londra merkezli, muhaliflere yakın
Suriye İnsan Hakları İçin Gözlemevi de yerel
kaynakların yıkımı doğruladığını açıklarken, Suriye
Müzeler ve Tarihi Eserler Genel Müdürü Maamun
Abdulkerim de gelişmeyi doğruladı.
“BU YIKIM SAVAŞ SUÇU”
UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Örgütü) genel müdürü Irina Bokova, bu yıkımın
savaç suçu olduğunu söyleyerek, uluslararası
toplumu, IŞİD’in Suriye halkını bilgisinden,
kimliğinden ve tarihinden mahrum bırakma çabalarına
karşı birlik olmaya çağırdı.
IŞİD Mayıs ayında Palmira’yı ele geçirmesinin
ardından, kent harabelerinden kaçırıldığını
söylediği bazı heykellerin parçalanma fotoğraflarını
yayımlamıştı. Ağustos ayında Baalşamin tapınağını
yıkan IŞİD militanları, Eylül ayı içinde de antik
kentteki üç kule mezarı havaya uçurduğunu
duyurmuştu.
UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde
bulunan Suriyelilerin Tedmur olarak adlandırdığı
Palmira antik kenti, başkent Şam ile ülkenin
doğusundaki Deyru’z Zor şehri arasındaki yol
üzerinde, stratejik bir bölgede bulunuyor. 2011′de
başlayan iç savaş öncesi Palmira’yı her yıl 150
binden fazla turist ziyaret ediyordu.
Sözcü, 05.10.2015
|
TARİHİ CAMİDE METALİK DÖNEM
Tarihi Sultanahmet Camii’nin M1 minaresinde 2014
yılında başlayan restorasyon çalışması planlandığı
gibi geçen temmuzda tamamlanamadı. Caminin genel
restorasyona alınacağı öğrenilirken medresenin dış
duvarındaki metal kaplama yazılar tepkilere neden
oldu...

İstanbul’un en önemli mimari eserlerinden
Sultanahmet Camii’nin batı köşesindeki M1
minaresinin restorasyon çalışmaları devam
ediyor. 14
Temmuz tarihinde bitirileceği açıklanan
minaredeki restorasyonun uzaması merak ve
eleştirilere neden olurken, tarihi caminin
Aralık ayında kapsamlı restorasyona alınmasının
planlandığı belirtildi.
İstanbul Vakıflar 1.Bölge Müdürlüğü
yetkilileri ise Alba İnşaat tarafından yürütülen
restorasyon çalışmasında, 6 sıra daha taş sökümü
yapılacağını, hazırlanan proje ve raporun 4 Nolu
Anıtlar Kurulu’na gönderilerek onay beklendiği
bilgisini verdiler. Tarihi caminin bünyesinde
yeralan ve “İstanbul Sultanahmet Vakfı”
tarafından kullanılan tarihi medrese binasının
dış cephesinde bulunan metal kaplama yazılar ise
uzmanların büyük tepkisine yol açtı.
İşlemler uzadı
Sedefkar Mehmet Ağa tarafından 1616’da
yaptırılan Sultanahmet Cami’nin M1 minaresi
kayma olduğu ve can güvenliği riski taşıdığı
gerekçesiyle 2014 yılında restorasyona alındı.
Mevcut onaylı projeye göre restore edilmesi
planlanan minareden 25 sıra söküm yapıldı. Ancak
ilerleyen zamanlarda bazı taşlarda kenet
olmadığı, sıvaların korozyona uğradığı
görülünce, 6 sıra daha taş sökümü yapılması
gerektiği belirlendi. Hazırlanan proje ve rapor,
1 Haziran tarihinde 4 nolu Anıtlar Kurulu’na
gönderildi. Uzayan bürokratik işlemler nedeniyle
Temmuz ayında bitirilmesi planlanan restorasyon
çalışmasın da sarkma yaşandı.
3 yıl sürecek
Kültür turizmi açısından da büyük öneme sahip
tarihi eserle ilgili İstanbul 1.Vakıflar Birinci
Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise Aralık ayı
içerisinde kapsamlı restorasyon başlayabileceği
belirterek şu bilgileri verdi:
“M1 minaresinde söküm yapılan 25 sıraya ilaveten
6 sıra daha söküm yapılması gerektiği tespit
edildi. Ortaya çıkan yeni durumla ilgili
hazılanan proje ve rapor 4 Nolu Anıtlar
Kurulu’na gönderildi. Hem
Yıldız Teknik Üniversitesi, hem de
İstanbul Üniversitesi’nden uzmanlar
restorasyon çalışmasının bilim heyetinde yer
alıyorlar. Vakıflar olarak denetleyici
poziyonundayız. Geçtiğimiz günlerde Sultanahmet
Cami’nin genel bakım ve restorasyonu için proje
ihalesi yapıldı. Projeyi İM Mimarlık şirketi
kazandı. Aralık ayında cami restorasyonun
başlaması planlanıyor. Sultanahmet Cami’nin
kapsamlı restorasyon çalışması 3 yıl sürecek ve
bu süre içerisinde ibadete kapanmayacak.”
Yapılan tarihe ayıp
Tarihi Cami’nin bünyesinde yeralan ve
“İstanbul Sultanahmet Vakfı” tarafından
kullanılan tarihi medrese binasının dış
kısmında bulunan metal kaplama yazılar ise
uzmanların tepkisine neden oldu. Daha önce
Fatih Belediyesi ve İstanbul İl Özel
İdaresi tarafından 3 milyon 966 bin 107 lira
bedelle restore edilen 396 yıllık Sultan
Ahmet Medresesi’nin tarihi duvarlarına
çakılan metalik yazıların esere
Zarar verdiğini dile getiren Mimarlık
Tarihçisi Prof.Dr.Afife Batur şöyle devam
etti:
“Bu tür uygulamalar için söylenecek birçok
eleştiri olabilir. Ama kanımca ilk
söylenecek söz, ‘Haddini bilmemek ve yapıtın
tarihini anlamamak’ olacaktır. Tarihi
Medrese’nin kimliğini ve aidiyetini bu denli
rahatlıkla ve düşüncesizce yok sayarak adeta
‘el koymak’, haddini bilmemenin yanı sıra
çirkin ve estetik yoksunu bir algının da
işaretidir. Giriş kapısının yanına konacak
küçük bir tabela, saygılı bir tahsis işareti
olarak işlevini görebilirdi. Üstelik
Medrese’ye hiç dokunup değiştirmeden bir
saygı işareti olurdu.”
‘Suç işleniyor’
Mimar Sinan Genim ise şunları söyledi:
“Osmanlı Padişahı Sultan Ahmet bile kendi
adına yaptırdığı bu eserin kitabesine adını
minimum boyutlarda yazdırmıştır. 14 yıl
koskoca imparatorluğa hükmetmiş biri bunu
yaparken, 400 yıl sonra yapılan duvarlara
metalik harfler çakmak ahlaksızlıktır,
ayıptır. 2863 sayılı yasa gereğince yapılan
suçtur. Tarihi eserlere böyle zara
verilemez. Boğaz’da 2 katlı ahşap evlerle
uğraşanlar neredeler neden sesleri çıkmaz
anlamamak çok güç!”
Milliyet, Haber: Mert
İnan, 05.10.2015
|
6 BİN 500 YILLIK SARAYDA İNANILMAZ İNŞAAT TEKNİĞİ
Mersin’in merkez Toroslar İlçesi'ndeki Yumuktepe
Höyüğü’nde, İtalya Lecce Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Yakın Doğu Prehistorya Uzmanı Prof.Dr.
Isabella Caneva başkanlığında bu yıl 23. kez yapılan
kazılarda sona gelindi. Anadolu’nun en eski yerleşim
yerlerinden, tarihi MÖ 7000’li yıllara kadar
giden, kesintisiz olarak 9 bin yıllık yerleşime
sahip dünyadaki tek örnek olan Yumuktepe
Höyüğü’ndeki kazılar önümüzdeki cuma günü sona
erecek. Bu yıl kazılar, kuzeybatıda MÖ 7000’li
yıllar neolitik dönem, yine kuzeybatıda MÖ 5000’li
yılları kapsayan kalkolitik dönem ve güneyde Hitit
dönemi olmak üzere üç ayrı bölgede yürütüldü.
Kazılarda, MÖ 4500’lü yıllarda kullanılan
inanılmaz bir inşaat tekniği ortaya çıkarılırken,
ilk kez neolitik döneme ait olabileceği düşünülen
badem çekirdeği de bulundu.
“SARAY İÇİN 10-12 BİN KERPİÇ KULLANARAK 1
METRE KALINDIĞINDA PLATFORM YAPMIŞLAR”
Yumuktepe’de şu ana kadar gerçekleştirdikleri
kazılarla ilgili İHA muhabirine açıklama yapan Kazı
Başkanı Prof.Dr. Isabella Caneva, 2,5 aydır
yürüttükleri kazıların 9 Ekim Cuma günü sona
ereceğini belirtti. Caneva, dönüşümlü olarak 15
kişilik uzman ekip ve 15 işçiyle yürütülen kazılarda
çok enteresan sonuçlar aldıklarını, her tabakada her
dönem için çok güzel sonuçlar çıktığını dile
getirdi.
MÖ 4500-4600’lü yıllara denk gelen Geç
Kalkolitik dönemde geçen yıl o zamana ait bir saray
bulduklarını anımsatan Caneva, “Herkes şaşırdı, ‘Bu
kadar eski bir zamanda saray olur mu?’ diye. Ama
aslında bu yılki yeni çıkan bilgiler ve bulgular
buna destek veriyor. Bu yıl sarayın altında çok
güzel bir şekilde yapılmış yapay bir platformu
ortaya çıkardık. Saray yapmak için düz bir teras
oluşturup, çok büyük yapay bir platform yapmışlar.
Bu platform kerpiç ile yapılmış. Bu kerpiçler üst
üste konularak 1 metre kalındığında bir platform
olduğunu gördük. Kerpiçleri yan yana ve üst üste çok
iyi bir şekilde dizerek en az 8-9 kat oluşturmuşlar.
Bu da bize bu sarayın yüzeyinin çok büyük olduğunu
gösteriyor. Burada kullanılan her bir kerpicin
boyutu belli, biz saydık, bu kalınlık ile en az
10-12 bin tane kerpiç kullanıldığını düşünüyoruz. Bu
inanılmaz bir şey. Çok kocaman bir iş, günümüzde
bile çok büyük bir iş bu ama o zamandaki küçük bir
köyde çok elit bir yapı olduğunu gösteriyor” dedi.
SARAY KALINTILARINDA SERİ ÜRETİM ÇANAKLAR
BULUNDU
“Kazılardan çıkardığımız
kalıntılar, burada bir saray olduğu fikrimizi
destekliyor” diyen Caneva, “Kazılarda çok miktarda
çanak-çömlek de çıkarıyoruz. Bu çanak-çömlek de
bizim burada bir saray olduğu fikrimize destek
veriyor. Çünkü çok özel bir çanak bu. Şu ana kadar
bu çanaktan yaklaşık 300 tane bulduk, seri üretim
yapılmış, hepsi aynı şekilde, aynı hamurdan ve aynı
kalite yapılmış, kalitesiz seramikten. Çok sayıda bu
şekilde çanak bulduk. Bu da bize bu çanakların
normal bir aile evi için değil, daha geniş bir
fonksiyon ile yapıldığı fikrini veriyor. Bunun için
‘burada bir saray var’ diyoruz, çünkü normal bir
evde 300 çanak bulunmaz. Örneğin sarayda yemek
dağıtımı ya da umumi yemekler, yani seremoni
olabileceğini düşünüyoruz. Önemli olan bir ev için
değil, daha genel bir kullanım için yapılmış olması”
diye konuştu.
“BU YIL ÜÇ ADET SİLO DAHA BULDUK”
Yumuktepe’deki neolitik dönem kazılarını yürüten
Arkeobotanik Uzmanı Dr. Burhan Ulaş ise bu yıl
neolitik seviyeler açısından 3 farklı alanda
çalıştıklarını anlattı. Geçen yıllarda tarım
ürünlerinin depolandığı, zemini taş döşemeli,
çeperleri çamur duvarlarla yükseltilmiş değişik
büyüklükte 6 adet silo elde ettiklerini, bu yılki
kazılarda bunlara 3 tane farklı silo daha
eklendiğini ifade eden Dr. Ulaş, “O açıdan
çalıştığımız alanı tarımsal ürünlerin depolanması
amacıyla kullanılan bir alan olarak yorumladık. Bu
önemli bir sonuç oldu. Yumuktepe’de de özellikle
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki yerleşme düzenine
benzer bir yerleşme sisteminin olduğunu tespit
ettik. Çünkü açtığımız yeni iki açmada neolitik
döneme ait konutlar elde ettik. Bu konutlar da
yerleşmenin daha çok kuzey tarafına düşüyor. Tepenin
yamaç kesiminde ise daha çok tarımsal ürünlerin
depolandığı bir alan olduğunu düşünebiliriz”
şeklinde konuştu.
Bu yıl ayrıca, kırmızı renkte
bir taban ve o tabanın üzerinde bir ocak tespit
ettikleri bilgisini veren Ulaş, tespit ettikleri
diğer bir konutta da zemini taş temellerle yapılmış
ve üzerine de yığma kerpiçlerle yükseltilmiş
duvarların olduğu bir yapı ortaya çıkardıklarını
aktardı. Ulaş, bu yılki kazıların özellikle
neolitiğin erken dönemindeki mimari tekniğin
anlaşılması açısından oldukça verimli bir sezon
olduğunu vurguladı.
“İLK KEZ BADEM ÇEKİRDEĞİ BULDUK”
Bu yıl da kazılarda neolitik döneme ait tarım
ürünleri kalıntıları elde ettiklerini kaydeden Ulaş,
“Daha önceki yıllarda biz bu siloların birinde
binden fazla mercimek bulmuştuk. Bu yılki siloların
birinde ise daha tam çalışmalar netleşmedi ama ilk
kez badem çekirdeği bulduk. Bunları silonun hem dış
hem iç kısmında bulduk. Onun için gerçekten siloya
mı ait, silonun dışında işlenmiş bademler mi, o
konuda şu an için net bir şey söyleyemiyoruz. Bu,
laboratuarda yapılacak işlemlerden sonra netleşecek.
Ama onun dışında bulduğumuz iki tür buğday var.
Ayrıca mercimek, fiğ ve arpa bulduk. Bunlar hemen
hemen bütün neolitik dönemlerde bulunuyor. Çünkü
bunlar o dönem açısından beslenme kültürünü
oluşturan bitki türleri. Yine incir ve zeytin
çekirdekleri de bulduğumuz bitki türleri”
ifadelerini kullandı.
İha, Haber: Kıymet Gökçe - Oğuzhan Demirel,
05.10.2015
|
KRAL I. SETİ'YE AİT ÇALINTI KABARTMA MISIR'A İADE
EDİLİYOR

Mısır yasa dışı
kazılarda ortaya çıkarılan ve sonrasında yurt
dışına kaçırılan Kral I. Seti’ye ait çalıntı
kabartmayı geri alıyor
MÖ 16
-11.yy’da hüküm süren Yeni Krallık döneminden
kalma kireç taşı kabartma Londra’da bir müzayede
salonunda ortaya çıktı. British Museum
yöneticisi Marcel Maree rölyefin gerçek olup
olmadığının araştırılması için Mısır Antikçağ
Yapıtlarından sorumlu bakanlığa resmini
gönderdi. Araştırılması için bir komitenin
görevlendirildiğini söyleyen Bakan Memduh
Eldamati, rölyefin gerçek olduğu tespit edilir
edilmez hemen Mısır’daki yetkililerle birlikte
İnterpol’a bilgi verilip, açık artırmada
satışının durdurulmasının istendiğini söyledi.
19. hanedan
krallarından I. Seti’nin tanrıça Hathor ve tanrı
Web Wavat’ın önünde betimlendiği kabartmada
yukarı Mısır’daki Asyut civarında tapınılan
tanrıların isimleriyle birlikte hiyeroglif
metinler yazıyor.
Henüz tapınağı
bulunamamış olan kral I. Seti II.Ramses’in
babasıdır.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
english.ahram.org.eg Çeviren: Ayşen Yolcu,
04.10.2015
|
MERMER KAFA...
Romalılardan kalma “tarihi
hamam” yaptılar, asansörlü…
Romalıların
resim yapması da lazımdı; ÇBS yağlı boyadan aşk
tanrıçası yapmışlar, Mustafa Keser’e
benziyor…
*
Sultan Selim döneminden kalan 24
kürekli saltanat kayığına kıçtan takma Yamaha motor
bağladılar… Jet-ski oldu…
*
Silifke’de Helenistik döneme ait
mezarlığa kooperatif evleri yapacaklardı, mezarlık
Adana’ya doğru yola çıktı…
Evler yapıldı…
Mezarları da müzenin bahçesine koydular…
*
Keçiören’de tarihi Selçuklu
kalesi var…
Müteahhit firma yaptı…
Tarihi
kalenin açılışına Başbakan S 500 Mercedes ile geldi…
*
Dünyanın en yeni tarihi yapı eserleri
Türkiye’dedir…
Tarihi kale yapımlarını ihaleye
çıkarıyorlar… Gidin bakın “Bunu yapan
Sivaslı İsmail-2007” gibi parmakla yazılmış
yazılar vardır Selçuklu kalelerinin çimentolarında…
Çocukluğumuzda gidip oynadığımız bizim Urfa
Kalesi’nin yarısını yeniden yaptı müteahhit, taze
süt beyaz, kıyamazsın bakmaya…
*
Ayasofya Orhan Camii’nin antik
tuğla duvarlarına cam kapı monte ettiler…
Turistlerin ilgisini daha çok çekti…
Bakıyorsun,
hakikaten güzel duruyor…
*
Geldik…
Aspendos antik
tiyatrosunun 2000 yıllık basamaklarını yeniden
mutfak mermeri ile yapmaları size tuhaf gelmesin…
Aspendos’u yapan uygarlık;
temsili yönetimi, parlamentoyu, senatoyu,
cumhuriyeti, demokrasiyi de yapan uygarlıktır…
Biz “Ölenlerin sünnetlerine bakılsın”
diyen anayasa profesörü Burhan Kuzu’yu
demokrasiye monte ettiğimize göre…
Antik
tiyatronun basamaklarını mutfak mermerinden yapmamız
normal…
*
Gidince, Aspendos’u boş verin
siz…
Bizim basamaklara bakın…
Sözcü, Yazı: Bekir Coşkun, 04.10.2015
|
"AMACIM MÜZEYİ ISLAH ETMEKTİ"
Gerçekleştirdiği her proje çok konuşuldu,
eleştirildi. Toplumsal olayları fotoğraflarla ve
enstalasyonlarla yepyeni perspektifte sundu. Üstelik
çok ünlü müzelere ve mekanlara sızarak... “Mona
Lisa’yı Fransızlaştırmak” eserinin sahibi İran
asıllı Amir Baradaran kendini yeni medya sanatçısı
olarak tanımlıyor. Sanatçılığının ötesinde
ailesinden gelme akademik bir yanı da derinlerde
yatıyor. Baradaran’ın en başarılı projesi Augmented
Reality (Artırılmış Gerçeklik) teknoloji ve sanatı
ortak paydada buluşturuyor. Communicating the Museum
konferansı kapsamında Amir Baradaran geçen ay
İstanbul’a geldi. Baradaran’ın performansı çok
olumlu karşılandı. Hemen bir randevu alıp yanına
gittim. Özel hayatından sanat hayatına kadar uzunca
konuştuk.
Tahran’da
doğdunuz, sonra kendi hikayenizi yazmaya başladınız.
Hayatınızdaki kilit isim kimdi?
Evet, Tahran... Dört
çocuklu bir ailenin ikinci çocuğuyum. Sonra
Montreal’e taşındık. Sevgiyle büyüdüm. Benim şansım
eksantrik bir şair, yazar, klasik ses sanatçısı ve
mucit olan dedemdir; Ostad Oveisi. Ondan kitap ve
müzik sevgisini öğrendim. İranlı klasik ses
sanatçıları bizim evde dedemin kütüphanesinde
toplanır doğaçlama yaparlardı. Sadece ben o
kütüphaneye girebilirdim. Onunla okuyarak, yazarak
hatta arada elektronik aletleri tamir ederek vakit
geçirirdik. Bazen beraber kitaplarını
yerleştirirdik. Dedem Ostad Hindistan ve Pakistan’a
yaptığı gezilerde yoga öğrenmiş, her sabah başının
üzerinde dururdu. Ben de o ne yaparsa, aynısını
yapardım!
Hep dedenizden
söz ediyorsunuz, anne ve babanızla iletişiminiz
nasıldı?
Annem ve babamla her
zaman çok yakın ilişkim oldu. Annem Fars dili ve
edebiyatı hocası, aynı zamanda şair ve yazardı.
Haftada bir gün ablamla bana Sigmund Freud’un
teorilerini öğretirdi. Babamsa Marksizmi... Yine de
bu kadar normal olduğumuza şükrediyorum. Şaka
yapıyorum tabii ki! (Gülüyor.)
Sizin farklı
auranız var. Nereden geliyor bu?
Bu çok zor bir soru!
Aslında olağan birisiyim. Olağan şeylerde
olağanüstünü bulmak çok muhteşem bir şey...
İran
asıllı Kanadalı bir sanatçısın. Bu çok kültürlü
yetiştirilme ve eksantrik aile ortamı size neler
kattı?
Yetiştirilmemin, çevremin ve yaşadığım
mekansal tecrübelerin yarattığı bir yan ürünüm.
İranlı Müslüman bir göçmen ve homoseksüel bir
Kanadalı olarak büyüdüğüm eyalette, bedenimin ve
cinsel tercihlerimin farkına vardım. Geldiğim ülkede
politika, ırk ve sömürgecilikle ilgili konuşmak çok
zordu, tahmin edersin!
Hayatınızın
her döneminde mücadeleler verdiniz. Tüm bu
tecrübeleriniz sanatınızı nasıl etkiledi?
Savaş karşıtı
eylemlerde yer aldım. Öğrenci etkinliklerinde lider
bir aktivisttim. Homoseksüel eylemlerine de
katıldım. Bu tür hareketler daha ziyade Batı
kültürüne ait dar bir kesimin başlattığı eylemler.
Bu nedenle biz bu harekete kendi enerjimizi ve
heyecanımızı katmak için “Koyu Tenli Çift Meşrepli
ve Homoseksüeller Kanada Ulusal Partisi”ni kurduk.
Bu şekilde Kanada devletinin cinselliğe karşı
tutumunda ırk, renk ve sömürge unsurlarına da dikkat
çektik.
“Çift Meşrep”
ile neyi anlatmak istediniz?
Kanada’ya ilk yerleşen
ulusların, Aborjinler’i de kastediyorum,
cinselliklerinin doğasındaki akıcılığı kastettik.
Akademik çevrem düşüncelerimin ve toplu açıdan
alışkanlıklarımın şekillenmesine yardımcı oldu.
İçinde büyüdüğüm ailede eleştirel düşünceye değer
verilirdi, o nedenle okula devam etmek benim için
doğal bir süreçti. Arkasından master yapacaktım
fakat akademik dünya beni hayal kırıklığına uğrattı
ve kafam karışıktı.
Sonra ne oldu?
Eğitim kredimden
geriye 200 dolar kalmıştı, o zamanlar Montreal’de bu
para bana epey giderdi. Ya bir psikolog bulup birkaç
seansa harcayacaktım ya da tuval ve ucuz akrilik
boyalar alacaktım. İkinci seçeneği tercih ettim. 6
ay sonra Montreal Belediye Başkanlığı Ofisi
tarafından o yıl eserleri Belediye Sarayı’nda teşhir
edilecek sanatçıların arasında seçildim. İşte bu
şekilde akademik dünyayı bırakıp sanat dünyasına
kaydım.
‘LOUVRE
MÜZESİ’NE SIZDIM’
“Mona Lisa’yı
Fransızlaştırmak” (2011) eserinde Mona Lisa’yı
Fransız bayrağından bir başörtüsüyle tasvir ettin,
Louvre Müzesi’nde sergilenmiş sayılır! Müzenin
yaklaşımı nasıldı?
Louvre Müzesi’ne
Augmented Reality (Artırılmış Gerçeklik)
teknolojisini kullanarak sızabildim. Bu teknik
sayesinde bir mekana, mekan sahiplerinin izni
olmadan girilebiliyor. Sanat dünyasına, özellikle
enstalasyon sanatına ve küratörlük uygulamalarının
mekansal tecrübelerine farklı bir bakış açısı
sundum. Yaptığım iş yasal ve deneysel. Louvre
Müzesi’nin beni dışarı atma hakkı yoktu.
Bu tür bir
gösteriyi durdurmanın hala bir yasal yönetmeliği yok
mu?
Hayır. Bu teknolojinin
yapısı; hükümetler, software, hardware, internet ve
telefon şirketleri tarafından tanımlanana kadar,
sanatçıların eserlerini asabileceği beyaz bir tuval
olmaya da devam edecektir.
Gerçek anlamda
bir sızıntı... İyi de sizin amacınız neydi?
Müzeyi ıslah etmekti!
Çünkü Louvre’da Fransız İmparatorluğu tarafından
İran’dan çalınan eserler de sergileniyor. Buna bir
tepkiydi...
Sanatseverlerden gelen tepkiler nasıldı?
Bazısı çok meraklandı,
bazısı tepki gösterdi, bazısı da komik buldu...
2011’de Artırılmış Gerçeklik’i geniş bir kitleye
ulaştıracak bir teknoloji yoktu. Akıllı telefon ve
nitelikli internet bağlantısı gerekti. Mesela benim
Mona Lisa enstalasyonumu görebilmek için Junaio
uygulamasını telefona indirmek gerekiyordu. Ondan
çok az kişi bu tecrübeyi yaşayabildi. Apple kısa bir
süre önce Alman Artırılmış Gerçeklik şirketi
Metaio’yu satın aldı. Bu demektir ki yakında
Artırılmış Gerçeklik uygulamasını kullanmak daha
kolay olacak.
‘TEKNOLOJİNİN
BAŞARISIZLIĞIYLA İLGİLENİYORUM’
Artırılmış
Gerçeklik’te fütürizm akımından mı esinlendin?
Evet. Teknolojiye
karşı bakışları ve sanayi çağında makineleşmenin
insanoğlunun yaşamının bir parçası olmasına karşı
verdikleri tepki ilgimi çekti. Fütüristler geleceğin
teknolojiyle yönlendirildiğini öngörüyorlardı, ben
teknolojinin başarısızlığıyla ilgileniyorum.
'MARİNA
ABRAMOVİÇ'E EVLENME TEKLİF ETTİM'
Kimileri Marina
Abramoviç ile karşılaşmanı tanınmak için
kullandığını, bir gerilla yöntemi olduğunu söyledi.
Ben dünyanın her yerinde performanslar
gerçekleştirmiş, birçok ödüle layık görülmüş bir
sanatçıyım. Bu tarz ihtiyaçlarımın olmayacağı
aşikar.
Bir de gösteri
içerisinde gösteri yaptığın söyleniyor.
İsteyen istediğini
söyleyebilir. Marina benim çok takdir ettiğim, özel
bir sanatçı. MoMA’da onun sanatta 40’ıncı yılına
saygı göstermek için etkinlikler yapıldı. Karşısına
her çeşit insan oturdu. O kadar insanın içinde bir
tek ben mi dikkat çektim?
Ona evlenme
teklif ettiğiniz doğru mu?
Evet. Bedeni ve
ruhuyla birleşmeyi teklif ettim. Kabul etmedi.
Bu
durumda teklifinizde ciddiydiniz, gösterinin bir
parçası değildi?
Gösteriydi. Şii mezhebindeki geçici
olan dini nikah geleneğini örnek alarak performans
gerçekleştirdim.

‘GELECEK YIL
YİNE GELİYORUM’
İlham
kaynaklarınız neler?
Kuram ve
teorileştirme. Her türlü eleştirisel düşünce bana
ilham verir.
2010’da
“Transient” (Geçici) projesini gerçekleştirdiniz. Bu
proje taksi şoförlerinin ikiz aynasına direkt
kameraya bakan yakın açıdan çekimlerden oluşuyordu.
Çıkış noktası neydi?
2009’da New York’taki
taksiciler olumsuz tepkiler alıyordu. Taksi
sürücüleri genelde işçi sınıfı birinci kuşak,
genelde koyu tenli ve yarısı Müslüman olan
göçmenlerden oluşuyor. Benim için önemli olan
Amerikan medyasının bu belirli kitleyi nasıl
kolaylıkla hırsız ve işlerinde hile yapan insanlar
olarak sınıflamasıydı. O nedenle yüzlerce taksi
şoförünü bana dikiz aynasından ve aradaki plastik
camdan bakarken çektim. Bu çekimlerden oluşan bir
enstalasyon yapmak istedim. Müşteri ve şoför
arasındaki ilişkiyi anlatan bir sanat eserini
gösterebileceğim en iyi yer de taksinin kendisi
olduğunu düşündüm.
Yakın
gelecekte planlarınız neler?
Aralıkta Miami Beach
Art Basel’de Pulse Art Fair kapsamında bir açılış
yapmam istendi. Şubat ayında TEDx konuşması
yapacağım, bu beni çok heyecanlandırıyor.
Florida’da, dünyanın en büyük Artırılmış Gerçeklik
projesi olacak geniş kapsamlı bir interaktif kamu
sanat projesi üzerinde çalışıyorum. İstanbul’da
gelecek yıl bir medya festivaline katkıda bulunma
teklifi aldım. Bu şehrin heyecan verici sanatsal
geçmişi ve kültürüyle çalışmak muhteşem bir duygu.
14’üncü
İstanbul Bienali kapsamında açılış performansın
Arkeoloji Müzesi’nde yapıldı. “Ben Ben Değilim ve
Ben de Ben Değilim” projenizden bahsedebilir
misiniz?
İstanbul Arkeoloji
Müzesi’nin heybetli avlusunda gösteri yapmak beni
çok heyecanlandırdı. Kendime şunu hatırlatmayı
seviyorum; her ne kadar Artırılmış Gerçeklik yeni
bir alan olsa bile, onun temelindeki kavram geçmişte
de kullanıldı ve tecrübe edildi. Örneğin; basit bir
gözlük camı, odak noktasının değiştirilmesi gibi en
basit teknoloji ile dünyayı farklı şekilde görmemizi
sağlıyor.
Ve son sorum,
elbette İstanbul...
Birçok farklı çehresi
ve cephesi olan bir şehir. Çok karmaşık ve heyecan
verici... Tekrar gitmek, şehri daha çok keşfetmek ve
öğrenmek istiyorum. Tanıdık kokuları, ezan sesinin
yankılandığı dar sokakları, lezzetli yemekleri ve
iyi kalpli yardımsever insanları beni evimde
hissettiriyor.
Habertürk, Haber:
Dilek Birgen, 04.10.2015
|
TARİHİ HALİÇ TERSANESİNE BETON SANTRALİ KURMUŞLAR
Osmanlı’dan bu yana donanma ve
sivil deniz taşımacılığının en önemli üretim
alanlarından biri olan Haliç Tersanesi’nin Taşkızak
Tersanesi kısmına, Kasımpaşa-Sütlüce Tüneli’ne beton
sağlamak için kurulan santrali, Beyoğlu bölgesinden
sorumlu olan İstanbul 2 numaralı
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
raportörü fark etti.
Haliç Tersanesi’nde yapılacak her türlü işlem
hakkında yetkili tek kurum olan Koruma Kurulu,
kendisinden izin alınmadan yapılan işlem için
suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor.

TERSANE KAMU DENETİMİNDEN UZAKLAŞTI
Haliç Tersanesinin gemi üretim alanlarının Tuzla
gibi şehir merkezlerinin dışına çıkarılması ile atıl
duruma düştüğünü ve kamu denetiminden uzaklaştığını
belirten Kocaeli Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım
Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr. Gül Köksal, Sembol
Uluslararası Yatırım ile Ekopark Turizm-Fine
Otel’den oluşan konsorsiyumun 2013 yılında Haliç
Tersanesi’nin iki kolu olan Taşkızak ve Camialtı
Tersaneleri’ni içeren Haliçport ihalesini
kazanmasıyla bu sürecin hızlandığını belirtti.
Aynı zamanda Haliç Dayanışması üyesi olan Köksal,
Haliç Tersanesi’nin ’boş bir alanmış’ gibi
düşünüldüğünü, tarihsel öneminin göz ardı edildiğini
belirterek, "Haliç Tersanesinin bütünsel olarak
korunması gerekiyor. Ancak tersanenin toprak değeri
üretim değerinden daha yüksek olduğu için, üretim
değeri düşürüldü. İnşaat alanı olarak görüldü" dedi.
6 ASIRLIK BİRİKİM 40-50 YILLIK YATIRIMLAR
UĞRUNA FEDA EDİLİYOR
Dünyada hala üretim işlevini sürdüren en eski
tersane olarak kabul edilen Haliç Tersanesi; Haliç,
Camialtı ve Taşkızak Tersanelerinden oluşuyor. Haliç
Tersanesi’nde üretimin hala az da olsa devam
ettiğini vurgulayan Gül Köksal, "İstanbul deniz
ulaşımının yoğun olduğu bir deniz kenti. Haliç
Tersanesi, Bizans’tan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan
Cumhuriyete kadar kentteki deniz ulaşımının ve
araçlarının geliştirilmesi için üretimin halen devam
ettiği önemli bir yer" diye konuştu. Haliç
Tersanesi’nin, 21. yüzyılda gemi üretiminin yerinde
izlenebildiği, kentin yararına olan bir mekan
olduğunun altını çizen Köksal, "Bu kültürel mekanı
geliştirmek, korumak ve gelecek nesillere taşımak,
uluslararası bir duyarlılıkla korumamız gerekir.
Oysaki 6 asırlık birikim, 40-50 yıllık yatırımlar
uğruna feda ediliyor" dedi.
Kendi döneminde dünyanın en büyük tersanesi olma
özelliğini taşıyan bu endüstriyel miras alanında
ahşap, yelkenli gemiler inşa havuzları, kışlaları,
yelken dikim, kürek yapım atölyeleri, dökümhane,
cami, mektep, hamam ve çeşmeler yer alıyor. Taşkızak
Tersanesi’nde 1827’de ilk yüzer havuz, 1827’de ilk
buharlı gemi, 1886 yılında Abdülhamid ve Abdülmecid
adı verilen ilk denizaltı gemileri inşa edildi.
Radikal, Haber: Ezgi Çapa/DHA, 04.10.2015
|
ANAVARZA'DA GLADYATÖRLERİN DÖVÜŞ ALANI BULUNDU
Adana'nın Kozan İlçesi'ne bağlı Dilekkaya Köyü'nde 4
bin dönüm alan üzerinde bulunan 2 bin yıllık tarihi
Anavarza antik kentinde kazı çalışmaları sürerken,
ilk kez gladyatörlerin vahşi hayvanlarla
savaştıkları bir alan da bulundu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın en son 1 milyon
liralık rekor bir ödenek ayırdığı kazı
çalışmalarının başında bulunan Çukurova Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Fatih
Gülşen, "Bilimsel kazılar tamamlandığında arkeoloji
tarihine ve turizmi çok ciddi katkı sağlanacak" dedi.
Son 14 aydır aralıksız sürdürülen kazı
çalışmalarıyla ilgili bilgi veren Yrd. Doç. Fatih
Gülşen, Anavarza Antik Kenti'nin 200 metre
yükseklikte bulunan kalesi, hamamları, kiliseleri,
zafer kapısı, su kemerleri, kaya mezarları,
stadyumu, mozaikleri ve antik tiyatrosuyla
Anadolu'nun en büyük antik kenti olduğunu söyledi.
Antik kentteki çalışmaların devam ettiğini ve uzun
yıllara yayılacağını aktaran Gülşen, "İsa'dan sonra
3'üncü Yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun Pers'lere
karşı kazanmış olduğu zaferin anısına yapılmış olan
zafer takı bile, 22.5 metre uzunluğu ve 10.5 metre
yüksekliğiyle çok görkemli duruyor" dedi.

ÖNEMLİ İSİMLER YAŞADI
Anavarza'nın "yenilmez" anlamı taşıdığını
bildiren Yrd. Doç. Fatih Gülşen, şöyle devam etti: "Kentte bugüne kadar yapılan çalışmalar, İsa'dan
önce 19 tarihinde Anavarza'nın imparator Agustus
tarafından yapıldığı gösteriliyor ama çok daha erken
dönemlerde de bir yerleşim olduğunu biliyoruz. Antik
çağın tek ve en büyük duble yolu burada bulunuyor.
Bu yol tam 34 metre genişlikte ve 2 bin 700 metre
uzunluğundaki bu antik cadde dünyanın ilk ve en eski
caddesi olarakta litaratüre girdi. Caddenin her iki
tarafı profillerle sonlanmış olup 1.5 metrelik büyük
sütunlarla süslenmiş. Tespitlerimize göre antik
caddede 700 civarında sütunun dikileceği
öngörülmekte. Anavarza'daki antik kilise çok çok
önemli. İsa'dan sonra 5'inci Yüzyıl'da yapıldığını
biliyoruz. Daha da önemlisi bu kilise bir Roma
tapınağının temelleri üzerine inşa edilmiştir. Bu
kilise binasının da çok önemli bir aziz için
yapılmış olduğunu düşünüyoruz. Kentte dünyada
Dioskorides gibi eczacılığın babası olarak kabul
edilen bir şahsiyet doğmuş, bine yakın farklı ilacı
sadece antik kentte yetişen 50 civarında farklı
bitkilerden yapmıştır. Dünyanın en ünlü şairlerinden
birisi olan Opianus da burada yaşadı. Bu önemli
kişilerin yetiştiği antik kentte, tarihin ilk
üniversiteleri ya da üniversite niteliğindeki
okulların bulunduğunu düşünüyoruz. Kazılarda
bunların hepsi ortaya çıkacak. Antik kentteki
tamamen tuğladan yapılmış hamam binası da bölgede
ilk ısıtma sistemi örneğiyle öne çıkıyor."

'EN SAĞLAMI ANAVARZA'
Toplam 4 bin dönüm alanda kurulan ve 220 metre
yükseklikteki antik kalesiyle öne çıkan Anavarza'da
yapılan bilimsel çalışmaların hem arkeoloji tarihine
hem turizme ciddi katkı koyacağını aktaran Fatih
Gülşen, şunları kaydetti:
"Anavarza'da çok önemli bir tarihi stadyum,
kentin güney ucunda da bir amfi tiyatro var. Stadyum
binası Anadolu'daki en büyük 3 stadyumdam birisi. Bu
binanın hakem gözetleme kuleleri, devasa granit
sütunlardan oluşuyor. Stadyumlar dünyada ilk
olimpiyatların yapıldığı yerlerdir. Bu spor
organizasyonları da Anavarza gibi büyük başkentlerde
yapılıyor. Henüz kazmaya başlamadığımız amfi tiyatro
binası da kemerli ayaklar üzerine inşa edilen bir
yapının oval kısmındaki düzlükte bulunuyor. Bu
kemerli ayakların altında gladyatörlerin bulunduğu
odalar, aslan ve kaplan gibi yırtıcı hayvanların
olduğu mahzenler mutlaka kazılarla ortaya
çıkartılacaktır. Anadolu'da bunun üç örneği var. Bu
üç örnekten en sağlam olarak günümüze gelen örnek
Anavarza'da bulunuyor. Kazılarla bu yapıyı ortaya
çıkardığımızda, yıkılmış olan tüm bloklar
restorasyon faaliyetlerinin ardından Anadolu'da
bugüne kadar tüm planlaması ve işlemesiyle ortaya
çıkarılan tek örnek bu olacak. Böylece merkez
Roma'nın ötesinde, Anadolu gibi eyaletlerde bir amfi
tiyatro nasıl çalışmaktadır, nasıl planlanmıştır,
hangi yırtıcı hayvanlar gösterilerde kullanılmıştır,
bu hayvanlarla veya gladyöterlerin kendi
aralarındaki savaşları, bunun hangi araç ve
gereçlerle yapıldığı ortaya çıkarılacak ve arkeoloji
dünyasına kazandırılacak. Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın denetiminde ve büyük katkısıyla
yapılan çalışmalara Çukurova Üniversitesi ve Adana
Valiliği çok ciddi destek sunuyor. Bu bilimsel
çalışmalar hem arkeoloji tarihine hem turizme ciddi
katkı koyacaktır."
sansursuzhaber.com, 04.10.2015
|
MISIR ÇARŞISI'NI PEŞKEŞ ÇEKMİŞLER

Sayıştay’ın Vakıflar Genel Müdürlüğü 2014 yılı
denetim raporu, Türkiye’nin en değerli
lokasyonlarında yer alan tarihi mekanların çok ucuza
kiraya verildiğini ortaya çıkardı
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait taşınmazların
kira bedellerinin günün emsal ve rayiç bedellerini
yansıtmaktan uzak olduğu Sayıştay’ın son denetim
raporuyla tescillendi. Kiraya verilen taşınmazların
büyük bir kısmının ilk kira sözleşmesi tarihi
üzerinden çok uzun süreler geçtiğini vurgulayan
Sayıştay, bu süre zarfı içerisinde kira bedelleri
üzerinden gerçek anlamda bir güncellenmeye
gidilmediğini belirledi.
45 BİN YERİNE 7 BİN LİRA
2014 yılı kira bedelleri emsal veya rayiç
bedellerine göre düşük kalan bazı taşınmazlara
raporda yer veren Sayıştay, mülkiyeti Vakıflar Genel
Müdürlüğü’ne ait Eminönü’ndeki tarihi Mısır
Çarşısı’nda dışarıda 33, içeride 110 olmak üzere
toplam 143 adet dükkanın kira bedellerini örnek
gösterdi.
Mısır Çarşısı’nın Türkiye’de turistik
ziyaretlerin çok yapıldığı, günlük yaşamın hareketli
olduğu, ekonomik olarak canlı ve ticari olarak
yüksek gelir getirilen bir yer olduğuna dikkat çeken
Sayıştay, içeride yer alan dükkanların 2014 yılında
aylık 7 bin 500 ile aylık 17 bin lira arasında,
dışarıda yer alan dükkanların ise 3 bin 896 ile 8
bin lira arasında kiraya verildiğini tespit etti.
SULTANAHMET DAHA UCUZ
Denetçiler yaptıkları araştırmada, Mısır Çarşısı
içinde yer alan dükkanların 2014 yılı aylık kiralık
bedelinin 45 bin ile 50 bin lira arasında, dış
dükkan kira bedellerinin ise 10 bin ile 15 bin lira
arasında olması gerektiğini ifade etti.
Türkiye’de en çok turistik ziyaretlerin yapıldığı
Sultanahmet’in merkezinde yüzölçümleri toplandığında
büyük bir alanı kaplayan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne
ait araziyle ilgili de Sayıştay yetkilileri önemli
tespitlerde bulundu. Sultanahmet Camisi’nin
arkasında, tarihi Arasta Çarşı’nın bitişiğinde,
ekonomik olarak canlı ve ticari yüksek gelir
getirilen bir yerde bulunan alanın 2014 yılında
metrekaresi aylık 12 liradan kiraya verildiği
belirlendi. Aynı konumda ve bitişik adada Hazine’ye
ait bir taşınmazın metrekaresi 30 liradan kiraya
verildiğine dikkat çeken denetçiler, “Vakıflar Genel
Müdürlüğü’ne ait taşınmaz kira bedeli, emsal kira
bedeline göre yüzde 150 oranında daha düşük
kalmaktadır” dedi.
BENTLEY VE LAMBORGHİNİ MERKEZİ
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait Ortaköy’de
İstanbul Boğazı’nın kıyısında bulunan bin 714
metrekare büyüklüğündeki arsa da Sayıştay raporunda
“ucuza giden” gayrimenkullerden biri olarak
sıralandı.
2014 yılında 55 bin liraya taşınmazı
kiralayanlar alt kiracılık hakkını kullanarak
arsanın bir kısmını 65 bin liraya başkasına
kiraladı. İçerisinde üçer katlı iki bina ve araç
pazarlama ve satış işlemi yapılan bir yapının
bulunduğu taşınmaz da lüks otomobil denilince akla
gelen Bentley ve Lamborgini’nin Türkiye
temsilcilikleri yer alıyor. Sayıştay denetçileri,
kira bedelinin 2015 yılında 90 bin liraya
çıkarıldığını ancak, buna rağmen caddeye de cephesi
bulunan taşınmazın henüz emsal ve rayiç bedele
ulaşmadığını belirtti.
‘Karşılaştırma yapılması gerekir’
Sayıştay denetçileri, taşınmazlara ait kira
bedellerinin ilk üç yıl için Türkiye İstatistik
Kurumu’nun yayınladığı Üretici Fiyatları Endeksi
(ÜFE) oranında artırılması, üç yıldan uzun süreli
kira sözleşmelerinin sonunda, yeni kira bedelinin,
emsal ve rayiç kira bedelleri göz önünde tutularak
belirlenmesi gerektiğini ifade etti. Raporda, kira
seviyesi belirlenirken taşınmazın konumu, çevresi,
niteliği, kullanım şekli gibi kira bedeline etki
eden tüm niteliklerin karşılaştırılması gerektiğine
dikkat çekti.
Kira güncellemesi için hizmet alımı yapacak
Vakıflar Genel Müdürlüğü Sayıştay’a verdiği
cevapta, rayiç bedellerin tespiti için komisyonların
kurulduğunu ve Türkiye genelindeki vakıf taşınmaz
kiralarında yaklaşık yüzde 25 oranında güncelleme
yapıldığı belirtildi. Vakıflar, kira bedellerinin
emsal ve rayiç bedele uygun hale getirilmesi için
2016 yılından itibaren hizmet alım yoluna gidileceği
kaydedildi. Bir yılda bütün kiracılara bedel
güncellemesi uygulanması halinde bunların olumsuz
etkileri olacağını savunan Vakıflar Genel Müdürlüğü,
güncelleme çalışmasının belli bir sayıda tutularak
yapıldığını, raporda belirtilen gayrimenkullerde de
2016 yılınca kira artışına gidileceğini vurguladı.
Sözcü, Haber: İsmail Şahin, 04.10.2015
|
BIRAKIN OLDUĞU GİBİ KALSIN
Yanlış restorasyon uygulamaları nedeniyle bazı
tarihi eserler tanınmayacak hale geliyor. Yenileme
çalışmaları sonrasında yapıları görenler, tarihi
olduğuna inanamıyor. Aspendos Antik Tiyatrosu, Şile
Kalesi, İshak Paşa Sarayı, Atik Valide Şifahanesi,
Süheyl Bey Camii bu uygulamaların en bariz
örneklerinden.
Türkiye'deki restorasyon facialarına her gün bir yenisi daha ekleniyor.
Şile Kalesi'ndeki ‘Sünger Bob'
skandalının şoku geçmeden bir haber de
tarihi
Aspendos Antik Tiyatrosu'ndan geldi. Basamak ve
oturakların orijinal koyu gri yerine beyaz mermer
kullanılarak restore edildiği iddiası tartışmalara
neden oldu. Tiyatronun mevcut hali adeta yamalı bir
bohçayı andırıyor. Tartışmalar büyüyünce
Kültür ve Turizm Bakanlığı bir açıklama yaptı.
Fakat bu, özrü kabahatinden büyük denilebilecek bir
açıklamaydı. Bakanlık, restorasyonda kullanılan
taşların renginin iklim ve tabiat şartlarının
etkisiyle zamanla değişerek orijinal olan 2000
yıllık taş malzemeyle aynı renge dönüşeceğini
belirtti.
Sadece Aspendos'ta değil, Türkiye'nin birçok
bölgesinde yapılan restorasyon çalışmaları görenleri
şaşkına çeviriyor. Bazı eserler yenileme
çalışmalarından sonra neredeyse tanınmayacak hale
geliyor. Saymakla bitmeyecek ‘ilginç
restorasyon'lardan öne çıkan örnekleri derledik.

İhaleler eşe dosta
veriliyor
Eyüp Muhcu
(Mimarlar Odası Genel Başkanı): “Türkiye'de restorasyon uygulamaları öteden beri
sorunlu. Son yıllarda sorunlar daha da artmaya
başladı. Restorasyon ilkeleriyle bağdaşmayan
yapıların tarihsel-mimari özelliklerini ortadan
kaldıran birtakım faaliyetler, restorasyon adı
altında yürütülüyor. Bu konuda ehil olan firmalara
iş vermek yerine, iktidara yakın olarak görülen eşe
dosta işler verildi. Firmaların ne uzmanları ne de
tecrübeleri var. Bu koşullarda yapılan
restorasyonların başarılı olması mümkün değil.”

Şile Kalesi,
Sünger Bob oldu
İstanbul'un Şile
İlçesi'nde 2000 yıllık tarihi
kale restorasyonu son zamanların en büyük
skandallarından biri. ‘Ocaklı Ada Kalesi' olarak da
bilinen Cenevizlilerden kalma tarihi yapı,
restorasyon işlemlerinin ardından tanınmayacak hale
geldi. Kalenin son halini görenler onu çizgi film
karakteri ‘Sünger Bob'a benzetti. Eleştirilerin
ardından Şile Kalesi'nin restorasyon projesini yapan
Prof.Dr. Kamuran Öztekin ile yüksek mimar Tevfik
İlter, kendi projelerinin uygulanmadığını, ‘ortaya
çıkan garabetle ilgilerinin olmadığını' ifade etti.

Cam kaplamalı
Şifahane
Osmanlı hükümdarı II. Selim'in eşi Nur Banu
Sultan tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan,
İstanbul'un en büyük 3. külliyesi hüviyetindeki Atik
Valide Külliyesi içinde yer alan şifahanenin başına
ilginç işler geldi. Yapı, eski bir külliyeden çok
cam kaplamalı yeni bir alışveriş merkezi ya da
kafeyi andırıyor. Özgün eseri açığa çıkartmak yerine
şifahanenin görünmemesini ister gibi boydan boya cam
giydirmelerle kapatılması ve neticede eski halinden
bu denli uzak olması üzücü.

Tarihi camilere
yama
Süleymaniye ve Fatih camilerinde yapılan
restorasyonlardan sonra bu eserlerin özellikle dış
cephelerinde yamaya benzeyen bölümler oluştu.
Uzmanlara göre dışarıdan bakıldığında hemen göze
çarpan bu yamalar ya aynı malzemenin
kullanılmamasından ya da eskitmelerin yeterince
yapılmayışından kaynaklanıyor.

İshak Paşa Sarayı
seraya döndü
18. yy Osmanlı mimarisinin en seçkin
örneklerinden biri olan İshak Paşa Sarayı'nın son
halini görenler şaşırıyor. Sarayın üstü, şeffaf bir
cam tavanla örtüldü. Son görüntüsü uzaktan bir
serayı andırıyor. Bu durum sarayı ziyaret eden yerli
ve yabancı turistler tarafından yadırganıyor.
Yetkililer ise yapılan çalışmayı savunuyor. Tavanın
saray içindeki eserleri korumak için güneş ışığını
kıracak bir yapı olduğunu söylüyor. Isı yalıtımlı
olarak tasarlanan cam tavanın sarayın içinin buz
tutmasını da engelleyeceği görüşündeler.

Şeffaf cepheli
tarihi cami
Trajikomik örneklerden biri de İstanbul
Fındıklı'daki Süheyl Bey Camii restorasyonunda
yaşandı. 1956'da yıkılan caminin yeniden
canlandırılması için restorasyon projesi başlatıldı.
Ancak eserin son halini görenler gözlerine
inanamadı. Mimar Sinan'ın yaptığı, orijinalinde
sekizgen planlı olan Süheyl Bey Camii'nin yerine cam
cepheli betonarme bir bina inşa edildi. Ortaya çıkan
yapı camiden çok, cam cepheli bir mağazaya benziyor.
Komik olansa, çalışmalar sırasında eserin orijinal
halinin fotoğraflarda yer almasına rağmen projenin
uzaktan yakından bununla ilgili olmaması.

Restorasyon değil
katliam
Bursa'nın Yenişehir İlçesi'ndeki Sinan Paşa
Külliyesi'nde çok enteresan bir durum yaşandı.
Osmanlı döneminden kalan 435 yıllık külliyeye
restorasyon yapılırken, yük taşıyan kamyonların
girip çıkabilmesi için tarihi duvarlarından birini
yıkıp kapı yaptılar. Yaşanılan vahim durum sözün
bittiği yer cümlesinin en güzel örneklerinden.

Birkaç yıl önce
yapılmış gibi...
Bozdoğan Su Kemeri, 1600 yıllık bir tarihe sahip.
Dünyadaki örneklerinin adeta cam fanuslar içinde
korunduğu bu tarihi yapının restorasyon sonrasındaki
görüntüsü sanki birkaç yıl önce inşa edilmiş
izlenimini veriyor. Kemere, restorasyon disiplinine
aykırı birçok uygulama yapıldı, sonuç ortada...

Battal Gazi
Külliyesi'ne Amerikan mutfak
Eskişehir'deki Seyyid Battal Gazi Külliyesi,
restorasyon sonrasında orijinalinden çok farklı bir
hale gelmişti. Mermer olan külliye sütunlarının
yerine beton sütunlar inşa edilmiş, Selçuklu
dönemine ait eserin içine Amerikan tarzı mutfak ve
modern tuvaletler yapılmıştı.

İznik'te beton
kubbeler
İznik'teki Ayasofya Cami'nin restorasyon
çalışmaları sırasında müzenin kubbelerinin
onarımında harç kullanıldı. Eser üzerindeki tüm
açıklıklara da cam yerleştirildi.

Hormonlu Roma
mozaikleri
Dünyanın ikinci büyük mozaik sergileme alanına
sahip Hatay'daki Arkeoloji Müzesi'nde, Roma
döneminden kalma mozaiklerin büyük bir çoğunluğu
yanlış restore edildi. Onarımdan sonra mozaiklerin
eski hali ile yeni hali arasındaki ciddi farkı
görenler adeta dehşete düşüyor.

Sümela duvarları
betonla örüldü
Trabzon'un simgelerinden Sümela Manastırı'nda
yapılan çalışmaların sonucunda manastırın duvarları
betonla örülmüştü. Çalışmalarda yerli taş yerine, il
dışından taş kullanılmış, pencere önleri de
çimentoyla kaplanmıştı.

İki sıra beton
altında kaldı
Antalya Kaş'ta MÖ 1. yüzyıldan kalan Antiphellos
antik tiyatrosu resmen katledildi. Restorasyon
sırasında tiyatronun zemini yenilenmek istendi.
Ancak bu işlem, zemine beton dökülerek
gerçekleştirildi. Restorasyon öncesinde antik
tiyatro 28 sırada 4 bin kişi kapasitesine sahipti.
Sonrasında 26 sıra kaldı. İki sıra ise betonun
altında.
Zaman, Haber: Ali Pektaş, 04.10.2015
|
"ANADOLU'NUN KÜLTÜR MİRASÇISIYIM"

Türk sanatının önemli isimlerinden Devrim
Erbil, “Akademi’de 50 Yıl” isimli bir sergi
hazırladı. Yaklaşık 15 ayrı koleksiyondan derlenen
eserlerinden oluşturulan sergide Devrim Erbil’in
çoğunluğu yağlıboya olmak üzere halı, pleksi,
marküteri, seramik, vitray ve abanoz üzerine sedefle
yaptığı eserleri izleyici karşısına çıkacak.
Tophane-i Amire’de sergilenecek eserler
1960’lardan
bugüne Erbil’in farklı dönemlerden eserlerini
kapsıyor. Küratörlüğünü Beste Gürsu’nun üstlendiği
sergi öncesi, sanatçı ile bu uzun süreci ve
sanatının dönüm noktalarını konuştuk.
-Manisa,
Salihli’de doğmuşsunuz, ailenizde sanata ilgi duyan
birileri var mıydı veya sizin sanata ilginiz nasıl
başladı?
Ben Salihli’de doğmuşum ama oralı değilim. Annem
bir ziyaret dolayısıyla oraya gitmiş ve orada yedi
aylık dünyaya gelmişim. O zaman babam
Uşak’ta demiryollarında memurmuş. İki
yaşımdayken de Afyon’a taşınmışız.
Üç yaşında
da
Balıkesir’e taşındık. Daha sonra tüm aile
Balıkesir’de toplandı. İlk, orta ve liseyi
Balıkesir’de okudum. Hayatımdaki en önemli
kişilerden biri annemdir. Dikiş nakış öğretmenliği
yapmış biriydi. Yastıklar yapar, üzerine kuş
motifleri koyardı. Ondan gelen bir yeteneğim
olduğuna inanıyorum.
-Akademi’ye gitme kararını nasıl aldınız?
Doğuştan gelen bir sakatlığım mevcuttu. Altı
yaşımda bununla ilgili bir ameliyat geçirdim.
Sanırım bu yüzden hep içime kapalı yaşadım, bu
nedenle
Kitap ve şiirle dost oldum. Ortaokul üçüncü
sınıfta resimle karşılaştım. 70 yıl önce
Balıkesir’deki imkanlar böyleydi. Edebiyat bana
kendini tanıma ve iyi ifade edebilme konusunda çok
faydalı oldu. Sanat ise bu tarihten sonra duyguları
harekete geçirebilmeyi öğretti. Beni ortaokul
öğretmenlerim keşfetti. Lise ikinci sınıfta sergiler
açmaya, üçüncü sınıfta ise daha ciddi sergiler
yapmaya başladım. Bu tarihten sonra aklıma ressam
olmayı koydum. Bunun için de Akademi’ye gitme kararı
aldım.
“Bir düşünceyi paylaşabilmeyi Bedri
Rahmi’den öğrendim”
-Neden Bedri Rahmi Atölyesi’ni seçtiniz?
Bunda Bedri Rahmi’nin popüler bir isim olmasının
payı var. Cumhuriyet gazetesinde her hafta yazılar
yazıyordu. O dönemde Bedri Rahmi Atölyesi’nden bir
resim öğretmeni okulumuza gelmişti. Bedri Rahmi’yi
yazı ve şiirlerinden tanıyordum. Öğretmenimin de
anlattıkları ile “Akademi’ye gideceğim ve Bedri
Rahmi’nin öğrencisi olacağım” demeye başladım. Sonra
İstanbul’a gelip sınavlara girdim ve kazandım.
Anadolu’dan gelen çocuklar daha çok Gazi
eğitim’e giderlerdi. Hatta Akademi’de
Balıkesir’den geldiğimi duyduklarında zengin çocuğu
olduğumu düşünmüşler. Benimki bir tutkuydu. Topluluk
karşısında konuşabilmeyi, bir düşünceyi
paylaşabilmeyi, dünyayı yaşayan birisi olabilmeyi
Bedri Rahmi’den öğrendim. Onun şiirle, edebiyatla,
resimle kurduğu birliktelik benimle ortak
özellikleriydi ve bu yüzden onun atölyesine gitmeyi
tercih ettim.
-Birçok mimari yapıya seramik pano ve
vitray uygulaması yapıyorsunuz, bu bir Bedri
Rahmi etkisi midir?
Bedri Rahmi’nin bütün mozaik çalışmalarında ekip
başı olarak çalıştım. Mesela 1958
Brüksel Dünya Sergisi’ne giden 200 metrekarelik
bir mozaik için çalıştım. O mozaikler de Salı
Pazarı’ndaki evinin dördüncü katında yapılıyordu.
Bir yıl sadece bu mozaik için çalıştım. Mozaik ve
çeşitli teknikler ile karşılaşmamda Bedri Rahmi’nin
payı olduğunu söylemeliyim.
-Bedri Rahmi’nin en büyük düşü Anadolu
motifleri ve kültürlerinden yola çıkarak üretilen
yapıtlar yaratılmasıydı. Sizin bu yolda devam
ettiğinizi söyleyebilir miyiz?
Bedri Rahmi, Anadolu’ya kendi gözüyle bakmaya
sevdalı biriydi. Anadolu motifleri onun için
önemliydi, Anadolu uygarlıkları da. Ama o buradan
bir sentez çıkarma yoluna gitmedi. Halk sanatının
değerlerine değil de kültürlerin ve uygarlıkların
temelindeki bu toprağa özgülüğü ortaya çıkarmak
isteyen bir yapıyla eserlerimi ortaya çıkarıyorum.
Antik Yunan yapıları, mozaik döşemeleri,
Akdamar Kilisesi’ndeki bir rölik,
Bizans,
Selçuk, Ahlat, kümbetler, hat gibi birçok
bileşen ve onu yaratan kültürler benim ilgimi çekti
ve çalışmalarımı oluşturmamda bana güç verdi. Bu
yönüyle ben Anadolu coğrafyasının kültürel bir
mirasçısıyım. Bedri Rahmi ile aramızdaki fark budur.
“Artık İstanbul resimleri yapmak
istemiyorum”
-İstanbul resimleriniz 1970’lerin
başından itibaren beliriyor ancak 1980’den itibaren
üslup olarak oturuyor. Bugün herkes sizi İstanbul
resimlerinizle tanıyor. Bu nasıl bir duygu?
Herkes beni İstanbul resimlerimle biliyor. Oysa
video eserlerim var, halılarım var, vitraylarım var,
seramik panolarım var, ahşap panolarım var. Bu
yapıtlarım da bilinsin istiyorum. Artık İstanbul
resimleri yapmak istemiyorum ama yeni fikirlerim
olduğunda da kendimi İstanbul resmi yapmaktan
alıkoyamıyorum. Şimdi İstanbul’un simge yapılarını
onların planlarıyla birlikte aynı düzlem içinde
veren eserler yapmanın zevkini yaşıyorum. Bu da
sürekli İstanbul resmi yapmaya benim içimdeki tepki.
“Tırnaklarımla kazıyarak bu noktaya
geldim”
-Türkiye’de bir ressam olarak 60 yıl
geçirdiniz, geçmişe dönüp baktığınızda çok
yıprandığınızı düşünüyor musunuz?
Yaşamın zorluklarını ve fırtınalarını içimde hep
hissettim. Ben varlıklı bir aileden gelip güllük
gülistanlık bir ortam içinde bulunmadım.
Tırnaklarımla kazıyarak bulunduğum bu noktaya
geldim. Baba ocağından Akademi’de okumak için
ayrıldığımdan bu yana hayatımı kendim kazandım. Tüm
üniversite hayatım boyunca fuarlarda
Dekorasyon yapanlara yardımcı oldum, boya işleri
yaptım, demiryollarında saati 60 kuruştan işçilik
yaptım, Bedri Rahmi’nin yanında çalıştım. Hayatı zor
tarafından yakaladım. Bu bana bir direnç verdi. Şu
an geldiğim noktaya çok kolay gelmedim. Çok çalışmak
her daim en önemli kuralım oldu. Andre Gide “Gerçek
sanatçı güçlüğü sıçrama tahtası yapandır” der. Benim
hayatım da sanıyorum biraz öyle oldu.
Milliyet, Haber: Oğuz Erten, 04.10.2015
******
ÇİZGİNİN VE RİTMİN RESMİ
Milliyet Sanat dergisinin
bu ayki sayısında Devrim Erbil’in sanat yaşamının
mihenk taşlarını oluşturan eserleri de Burcu
Pelvanoğlu yazdı. İşte onlardan üçü...
Warhol’a göz kırpma
Devrim
Erbil 1980’lerde pop
ART çalışmalar üretti. 1980’de montip baskı
tekniğiyle yaptığı “Otoportre”si, sanatçının
siyah-beyaz bir fotoğrafı üzerinden yapılmıştı.
Eser, Erbil’in pop art geleneğindeki ilk
çalışmalarından biriydi. 1990 yılında bu
portreyi ağaç serisiyle birleştiren Erbil,
kompozisyonunda ağacın dallarıyla kendi solunum
sistemini birleştirdi. Erbil’in her iki resmine
de kaynak olan fotoğraf Andy Warhol’a da bir
göndermeydi. Zira Erbil burada Warhol’un
siyah-beyaz bir fotoğrafını çekim açısı
ve duruş olarak tekrarladı.

Erbil’in “Otoportre” adını verdiği çalışması.
Balıkesir yılları
Ailesi 1940 yılında Balıkesir’e yerleşen Devrim
Erbil, ilk ve orta öğrenimini Balıkesir’de
tamamladı ve 1954 yılında Balıkesir Lisesi’nden
mezun oldu. Erbil’in bu dönemde yaptığı
resimler, aslında onun resminin temelinin o
günlerde biçimlendiğini gösteriyor. 1952 tarihli
“Balıkesir Panayır Kapısı”, “Akçay’dan Görünüm”
ve “Havran’dan Görünüm” adlı resimlerinde Erbil,
renkli çini mürekkebi kullandı.
Üç resiminde birden yer alan kuşlar
çizgisellikleriyle ve gökyüzündeki ritmi
yansıtmalarıyla Erbil’in 1960’ların sonlarındaki
“Kuşlar” temasının habercisi niteliğindeydi.

1952 tarihli “Havran’dan Görünüm” adlı kağıt üzerine çini mürekkep çalışması.
Kuşlar
Kuşlar, Erbil’in resimlerinde tek başına değil,
kümeler halinde göründü ve Erbil bununla tüm
resimlerinde geçerli olan ritim duygusunu verdi.
Bazen bir başka teması olan ağaçları da kuşlarla
birleştirerek bu ritim duygusunu pekiştirdi.
1978 tarihli “Ağaç Kuşları” bunun bir örneği
olarak görülebilir.

“Ağaç Kuşları”, tuval üzerine yağlı boya, 1978.
Milliyet, 04.10.2015
|
BM'DE TABLO PAZARLIĞI
Hollandalı ustanın tablolarında karanlık gölgelerden
süzülüp insan ruhuna vuran parlak ışık gibi geldi o
haber...
New York’taki
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Suriye’de güç
paylaşımı üzerine cenk edilirken, başka bir savaş
tatlıya bağlanmıştı. Fransa Cumhurbaşkanı François
Hollande ile Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin
kimsenin ilgisini çekmeyen buluşması barış
anlaşmasıyla sonuçlanmış, baltalar gömülmüştü.
İki ülke, Hollanda
Barok sanatının büyük ustası Rembrandt’ın iki
tablosunu kendi müzelerine götürmek için mücadele
ediyordu. Fransa Louvre’a, Hollanda da tabii ki
Rijksmuseum’a. Neden ille de iki tablo? Çünkü o iki
tablo arasında ebedi bir bağ vardı; bir düğün
siparişiydi. 1634 yılında Maerten Soolmans ile
Oopjen Coppit’in evliliği onuruna çiftin gerçek
ölçülerde yapılmış tam boy portreleriydi.
Tablolar, ilk kocası
Maerten Soolmans’ın ardından ikinci kocayı da gömen
Oopjen Coppit’in ölümünden sonra birkaç kez el
değiştirmiş ve 1877’de ünlü Fransız bankacı ailenin
üyesi Baron Gustave de Rothschild’e satılmıştı.
Hollanda, o dönemde 1.5 milyon guldene satılan
eserleri ülke sınırları içinde tutmaya çalışmış ama
başarılı olamamıştı. Fransızlara geçen iki tablo en
son 1956’da Amsterdam ve Rotterdam’da sergilenmişti.
Rothschild ailesi 2
yıl önce, tabloları satmaya karar verince Louvre
Müzesi’ne 160 milyon Euro’luk teklif götürdü. Ancak
müze, mali nedenlerle teklife yanaşmadı,
Amsterdam’daki Rijksmuseum’la birlikte satın alma
fikrini ortaya attı. Taraflar müzakerelere başladı.
Fakat geçen günlerde Hollanda tarafından sürpriz bir
çıkış geldi. Eğitim ve Kültür Bakanı Jet Bussemaker,
ortak alımın söz konusu olmadığını, Hollanda’nın iki
tabloya birden talip olduğunu ilan etti. Ortam
aniden gerildi. Fransa Kültür Bakanı Fleur Pellerin,
sert tepki gösterdi ve Merkez Bankası’ndan kopardığı
80 milyon Euro’luk bağış sayesinde Fransa’nın
teklifini masaya sürdü.
Görüşmeler yeniden
başladı ve geçen hafta New York’taki Hollande-Rutte
buluşmasında nihai anlaşmaya varıldı. 80’er milyon
Euro payla satın alınacak tablolalar, yılın yarısını
Paris’te, yarısını da Amsterdam’da geçirecek.
Koleksiyondan çıkıp insanlığın ortak değeri olarak
seyre açılacaklar. Hepsinden önemlisi birbirlerinden
ayrılmayıp, çift olarak sergilenecekler. İki ülke
tek tablonun değil, her tekin yarı yarıya sahibi
olacak.
AVRUPALI
REMBRANDT
İlk mekanları
Amsterdam olacak. Ustanın ünlü eseri “Gece
Devriyesi”nin bulunduğu Rijksmuseum’un şeref
galerisinde gün yüzüne çıkacaklar. Tabloların
sigortalanması, restorasyonu ve iki kent arasında
nasıl gidip geleceği gibi ince detaylar daha
görüşülecek.
Fransız bakan Pellerin
bu anlaşma için “tek örnek” dedi ama, rotasyonlu
mülkiyetin bir örneği de İngiltere ve İskoçya’daki
ulusal galeriler arasında yaşandı. Titian’ın “Diana
ve Actaeon” ve “Diana ve Kallisto” tablolarını
birkaç yıl önce ortaklaşa satın aldılar. İki
başyapıt Londra’daki National Gallery ile
Edinburgh’daki arasında mekik dokuyor.
Yok eğer İngiltere ile
İskoçya’yı iki ayrı ülke saymazsanız, Rembrandt
tablolarının iki ülke arasında ortak mülkiyeti bir
ilk olacak. Rembrant dünyanın bir ucundan ipekler,
altın objeler, mücevherler getirtip bunları tuvale
yansıtsa da hiç Hollanda dışına çıkmamıştı. Ama dış
etkilere açıktı. Caravaggio’nun ışık ve
gölgelerinden, Titian ve Dürer’e. Şimdi Rembrandt,
iki müze arasında paylaşımla, ulusal sınırları aşıp
daha Avrupalı olacak.
Hollanda resim
sanatının altın çağında, burjuvazinin yükselmesiyle
asker ve tüccardan esnaf ve zanaatkar loncalarına
aldığı siparişlerle iyi para kazanan Rembrandt,
yurtdışına da tablo satıyordu. Eserleri New
York’tan, St. Petersburg, Stockholm, Londra ve
Edinburgh’a dünyaya yayıldı. İki şehir arasında
yolculukla eserlerinin bir hikayesi daha olacak.
Habertürk, Haber: Ayşe
Özek Karasu, 04.10.2015
|
TARİHİ MEZARLIKTAN DUBLE YOL GEÇTİ

Denizli-Çivril duble yolunun yapımı sırasında
Çivril’in Yamanlar Mahallesi’ndeki tarihi mezarlığın
bir bölümünden yol geçti.
Kırık mezar taşlarını görünce gözyaşlarını
tutamayan 80 yaşındaki Hüseyin Şahan, “Dedemin
babasının mezarı, atalarımın mezarı parçalanmış”
diye tepki gösterdi.
Yapımı devam eden ve plan gereği Yamanlar
Mahallesi’ndeki tarihi mezarlıktan geçen
Denizli- Çivril duble yolu için Karayolları,
Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü’nden izin aldı. Yolun geçtiği
mezarlıktaki bölüme ağır iş makinelerinin
girmemesi ve mezarların üzerine dolgu yapılması
koşuluyla izin verildiği belirtildi. Üzerinde,
Osmanlıca yazılar olan birçok mezar taşını
kırılmış halde gören mahalle halkı tepki
gösterdi.
‘Sebep olan kahrolsun’
Dedesinin babasına ait mezar taşını görünce
gözyaşlarını tutamayan 80 yaşındaki Hüseyin
Şahan, “Mezarın üzerinden asfalt geçer mi?
Buraya bir de sit alanı diyorlar. Dedemin
babasının mezarı, atalarımın mezarı parçalanmış.
Buna sebep olanlar kahrolsun” diyerek tepki
gösterdi.
CHP Çivril İlçe Başkanı Mehmet Ali Şahan,
konuyla ilgili olarak suç duyurusunda
bulunacağını söyledi.
İlçe Başkanı Şahan, “Mezarlığa zarar verilmeden
yolun yapılması gerekirdi. Geçmişine sahip
olmayan toplum değiliz. Yasal yollardan
hakkımızı arayacağız. Burada atalarımız yatıyor.
İnsanları geçmişine saygılı olmaya davet
ediyoruz” dedi.
Şikayetler üzerine mezarlığa gelen
Jandarma ekipleri, bir süre burada bekledi
ve vatandaşları dinledikten sonra ayrıldı.
Dedesinin babasına ait
80 yaşındaki Hüseyin Şahan, dedesinin babasına
ait mezar taşının ve diğer mezar taşlarının
kırıldığını görünce şoke oldu. Yaşlı adam,
gözyaşlarını tutamadı.
Milliyet, Haber: Ferah
Işık - Tunay Yazıcı, 04.10.2015
|
DÜNYA MİRASI 'DİYARBAKIR KALESİ' VE 'HEVSEL
BAHÇELERİ'Nİ UNUTTUK MU?
Temmuzdan beri 'Diyarbakır Kalesi ve Hevsel
Bahçeleri üyelerin oybirliğiyle Dünya Mirası
listesinde. Ancak bundan sonrası için çözüm
sürecinin tekrar başlamasına, bölgede huzura ve
barışa siyasi olduğu kadar kültürel boyutta da acil
ihtiyacımız var....

İstanbul’daki Fransız Anadolu Araştırmaları Merkezi’nden her ayın başında yurt içinde ve dışında yapılacak etkinliklerle ilgili bülten gelir. İki gün önce neler varmış diye göz gezdirirken Montpellier 2. Uluslararası Diyarbakır Hevsel Bahçeleri Atölyesi başlığı gözüme çarptı.
Fransa’da Montpellier Üniversitesi’nde ‘Hevsel Bahçeleri ve Diyarbakır’daki çevre örgütlenmeleri merceğinden çevre bilincinin gelişmesi’ üzerine toplantı duyurusu okuyunca üzülmediğimi, içimin burkulmadığını söyleyemem.
Hepimizin bildiği gibi, Temmuz başında Almanya’nın Bonn kentinde yapılan UNESCO’nun 39’uncu Dünya Mirası Komitesi Toplantısında ‘Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzaj Alanı’ olarak üyelerin oybirliğiyle Dünya Mirası listesine girmeye hak kazanmıştı.
Ardında 15 yıllık emeğin olduğu bu sevindirici haber yazılı ve görsel basın organlarında yer aldı. Ama hemen sonrasında seçim, kurulamayan hükümet, ardından patlak veren terör ve çatışmaların dinamiği bizleri tüm ülke için önemli olan bu olayın keyfini çıkarmaktan, üzerinde konuşup tartışmaktan alıkoydu.
Eminim, “Neden bu kadar önemli ki? Bugüne dek Dünya mirası listesine ülkenin farklı bölgelerinden 14 yer girdi zaten, bu ne bir ilk ne de son’ diyenler olacaktır.
Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçelerini görenler bilir. İnsan bu muhteşem manzaraya kaleden bir kez baktığında bir daha kolay kolay aklından çıkmaz. İnanılmaz bir büyüleyiciliği vardır. Böylesi bir kültürel ve mimari güzelliğin Dünya Mirası sorumluluğu altına girmesi tabii ki başlı başına değere sahip.
Ancak asıl önemlisi Diyarbakır’ın Kürt kimliğini dışlamayan objektif bir kararla Dünya Mirası Listesi’nde yer alması. Ve Türkiye’nin bu sürece sahip çıkması, destek olması. Bu zorlu süreç, sunum dosyasının hazırlanması, tanıtım ve restorasyona ayrılan bütçe Kültür ve Dışişleri Bakanlıkları, Diyarbakır Belediyesi, Valiliği, sivil toplum kuruluşları, akademi dünyasının birlikte çalışmasıyla mümkün oldu. Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy ve Belediye Başkanı Gültan Kışanak Bonn’a gittiler, açıklamalar yaptılar. Ama sonrasında her şey sessizliğe büründü. Belirsiz bir süreç başladı.
Son üç ayda yaşananlar insanın aklına bundan sonra ne olacak dedirtiyor. Çünkü listede kalıcı olmamız için bundan sonra tüm kurumların işbirliğiyle çalışması ve emek harcaması gerekiyor.
Dünya Mirası Listesi’nde yer almak, kültürel mirasın korunması kadar bölgenin Dünya kültür turizmine entegre olması için de çok önemli. Tüm ülke gibi Diyarbakır’ın da turizmden elde edeceği gelire ihtiyacı var. Ayrıca surların restorasyonu için uluslararası boyutta çalışmalar yapılması gerekiyor. Böyle bir ortamda bölgeye kim gider-gelir, tur mu düzenlenir?
Kısacası çözüm sürecinin tekrar başlamasına, bölgede huzura ve barışa siyasi olduğu kadar kültürel boyutta da acil ihtiyacımız var....

DİYARBAKIR KALESİ VE SURLARI
Dicle Nehri Vadisi’nden 100 metre yükseklikte birbirini tamamlayan iç ve dış kaleden oluşan Diyarbakır Kalesi ve Surları tarih içinde bölgede varlığını sürdüren 30 kadar uygarlığın mimari karakterlerini, dönemlerinin sanatsal üsluplarını yansıtan yapıtların toplu olarak görülebildiği tek örnek. Diyarbakır Kalesi ve Surları geçirdikleri tarihi dönemlerin en önemli yazılı belgelerini bulunduran ve insan eli ile yapılan en görkemli ve büyük anıtsal yapılardan biri kabul edilmektedir. Sur duvarları boyunca, Dağ Kapı, Urfa Kapı, Mardin Kapı ve Yeni Kapı olarak adlandırılan, 4 ana giriş bulunmaktadır. Siyah bazalt duvarlar Ortaçağ Askeri mimarisinin önemli örneklerindendir.
İlk defa MÖ 3.000-4.000 yıllarında Huriler tarafından bugünkü İçkale’nin olduğu yerde yapılan Diyarbakır surlarından günümüze yok denilecek kadar az kalıntı gelebilmiştir. Bugünkü surlar MS.346 yılında İmparator II.Constantinius tarafından yaptırılmıştır. Diyarbakır surları, dünyadaki en uzun sur olan Çin Seddi’nden, Antakya surlarından ve İstanbul surlarından sonra gelmektedir.
HEVSEL BAHÇELERİ
Dicle Nehri kıyısında, Diyarbakır Kalesi ile Dicle Vadisi arasında yer alan 700 hektarlık Hevsel Bahçeleri, kentin soluk aldığı yeşil alanıyla hem besin kaynağı, hem de simgesi. Dicle nehrinin debisinin azalmasıyla oluşan delta zamanla verimli bahçe ve bostanlara dönüştü. Uzun yıllar, şehrin sebze meyve ihtiyacı buradan karşılandı. Hevsel Bahçeleri Evliya Çelebi, Şemsedin Sami, Mehmed Uzun ve Yaşar Kemal gibi birçok edebiyatçının eserlerine konu olmuştur.
Radikal, Yazı: Müge Akgün, 04.10.2015
|
DİNOZORLARI YOK EDEN ÇİFTE FELAKET
Bilim insanları,
dinozorların 66 milyon yıl önce dünya üzerinden
silinmesine iki felaketin üst üste gelmesinin neden
olduğunu ileri sürdü.

Science Daily dergisinde
yayımlanan çalışmaya göre, dinozorların yok olmasına
neden olduğu sanılan dünyaya bir gök taşının
çarpmasıyla Hindistan'daki volkanik patlamalar, aynı
dönemde meydana geldi.
California
Üniversitesi'nden jeologlar, 66 milyon yıl önce
dünyaya çarpan gök taşının etkisiyle Hindistan'daki
volkanik patlamaların hız kazandığına ve bu iki
felaketin dünya genelinde Richter ölçeğine göre 9 ve
üzerinde depremlere yol açtığına dair kanıtlar
buldu.
Araştırmacılar, yüz binlerce yıl süren
volkanik patlamalar ve yol açtığı depremlerin
dinozorlar dahil pek çok kara ve deniz memelisinin
dünya üzerinden silinip gitmesine neden olduğunu
savundu.
Gök taşı etkisiyle volkanik patlamaların
canlıların kitlesel yok oluşlarındaki rolü, bilim
dünyasında 35 yıldır tartışılıyordu. Bazı bilim
insanları volkanik patlamaların canlıların yok
olmasında etkisi olmadığını iddia ederken, diğerleri
de türlerin tükenmesine patlamaların yol açtığını
ileri sürüyordu.

California Üniversitesi araştırmacıları tarafından
ortaya konulan yeni kanıtlar, volkanik patlamaların
meydana geldiği tarihleri çok daha doğru bir biçimde
gösteriyor. Buna göre, Hindistan'ın Deccan
Platosu'nda yer alan yanardağlardaki patlamalar,
kitlesel yok oluşları başlattığı düşünülen gök taşı
çarpmasından sonraki 50 bin yıl içinde ikiye
katlanmış.
Birbirini izleyen gök taşı çarpması ve
volkanik patlamaların, gezegeni toz ve zehirli
gazlarla kaplayarak iklim değişikliklerine yol
açtığı ve birçok canlının yok olmasına neden olduğu
sanılıyor.
Milliyet, 04.10.2015 |
AYA NİKOLA'YA DEVLET ELİNİ UZATTI

Kırklareli'nin Kıyıköy İlçesi’ndeki, yerli ve
yabancı birçok turistin ziyaret ettiği Bizans
İmparatoru Justinianus döneminden kalma (MS 527-565)
1500 yıllık Aya Nikola Manastırı yıllardır harap
halde bulunuyor. Gönüllü olarak manastırın
temizliğini yapan ve gelen turistlere yardımcı olan
Hamdi Kaya haricinde kimsenin ilgilenmediği
manastırın kötü kaderi değişmek üzere. Kırklareli İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Kıyıköy Belediyesi
birlikte çalışarak manastırı kurtarmak için proje
hazırlıyor. Ayrıca hazırlanan projeye Avrupa
Birliği’nden de maddi destek gelecek. Aya Nikola
Manastırı hakkında Habertürk’e konuşan Kırklareli İl
Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Fikret Macit,
“Manastıra bakım çok önceden beri yapılmak
isteniyordu fakat bir türlü kaynak bulunamıyordu.
Avrupa Birliği’nin IPA (Katılım Öncesi Mali Yardım
Aracı) programı sayesinde kaynak bulma sorunumuzu
hallettik’’ dedi.
Fikret Macit, “Aya Nikola
Manastırı Kıyıköy’de ve arazi olarak orman arazisi
içerisinde kalıyor. Yıllardır çevre düzenlemesine ve
ulaşım sorunlarının çözülmesine ihtiyacı vardı fakat
kaynaksızlıktan dolayı bir türlü yapılamıyordu. Şu
günlerde Kıyıköy Belediyesi ve çeşitli kurumların
koordinasyonunda bir proje hazırlanıyor. Proje kabul
edilip çalışmalar başladığı zaman manastıra giden
yol ve manastır çevresinde bakım çalışmaları
yapılacak. Ayrıca projenin şöyle bir boyutu var.
Bulgar yetkililerle görüşüyoruz. Avrupa Birliği
projeleri kapsamında biz burada Aya Nikola ile
ilgili çalışma yaparken onlar da orada bir Osmanlı
yapısının bakımını yapacaklar’’ diye konuştu.
Habertürk, Haber: Kurthan Demir, 03.10.2015 |
"SANAT NEFES ALDIRIYOR"
14. İstanbul Bienali açılışında konuşan
Eczacıbaşı Holding ve İKSV Yönetim Kurulu
Başkanı Bülent Eczacıbaşı, “Sanat Türkiye’nin
tanıtımına çok büyük katkı yapıyor ve adeta
nefes aldırıyor” dedi. Sanata yapılan
yatırımların sanayi kadar önemli olduğuna işaret
eden Eczacıbaşı, “Türkiye rekabetçi üretime ve
girişimciliğe odaklanmalı” diye konuştu.
Eczacıbaşı Holding
ve İKSV Yönetim Kurulu Başkanı
Bülent Eczacıbaşı ile 14. İstanbul Bienali
açılışında, Bienali gezdikten sonra buluşmak
için randevulaşmıştık. ‘Türkiye’nin sanat
gündemini konuşalım’ istedik. Sanatsever
işadamı Bülent Eczacıbaşı ile buluştuğumuzda
gündemin ve acı haberlerin ağırlığı üzerimize
çökmüştü. Eczacıbaşı da sohbete aslında ‘sanat
nefes aldırıyor’ diye başladı. Eczacıbaşı ailesi
uzun yıllardır yıl boyu süren film, müzik,
tiyatro, caz etkinliklerine imza atıyor. Bienal
1988 yılından bu yana her 2 yılda bir
İstanbul’un sanat iklimini değiştiriyor. Bu yıl
Türkiye’nin zor günlerine denk gelen ama
yurtdışında büyük ilgi uyandıran 14. İstanbul
Bienali’ni ve Eczacıbaşı’nın Türkiye’ye inancını
konuştuk.
YABANCILARIN İLGİSİ ARTTI
* 14. İstanbul
Bienali bu kez nasıl gidiyor? Açılışını rekor
sayıda yabancı basın izledi. Bunun yansımaları
nasıl oldu?
- 5 Eylül’deki açılışından bu
yana yaklaşık 200 binden fazla kişi bienali
gezdi. Bienalin açılış günlerinde, The Guardian,
Le Monde, The New York Times,
Financial Times, Frankfurter Allgemeine
Zeitung, Süddeutsche Zeitung, La Repubblica’nın
da aralarında bulunduğu dünyanın önde gelen pek
çok yayından 600’ye yakın gazeteci
İstanbul’daydı. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya
ve İtalya basının yanı sıra Brezilya’dan,
Lübnan’dan, Hong Kong’dan, Çin’den, Japonya’dan,
Avustralya’dan gazeteciler bienal sergilerini
gezebilmek için açılış günlerinde Büyükada’dan
Rumeli Feneri’ne, Tophane’den Balat’a, İstanbul
sokaklarını dolaştı.
YENİ DİYALOG ALANLARI AÇIYOR
* Sizce bienaller
neyi gösteriyor bizlere?
- İstanbul Bienali
1987’den beri düzenleniyor. Bienal, güncel
sanatın farklı eğilimlerini ve dünyadaki önemini
yansıtmanın yanı sıra hem izleyicilere, hem de
sanatçılara yeni diyalog alanları açıyor.
Bienalin yapmak istediği şeylerden biri de
insanların denizle olan ilişkilerini yeniden
kurabilmek, İstanbul gibi bir metropoldeki hiç
bitmeyen hızı ve koşturmayı bir süreliğine de
olsa askıya alarak yavaşlatmak ve insanlara
sanat yoluyla nefes aldırabilmek.
* 6 Ekim
babanız Nejat Eczacıbaşı’nın da ölüm
yıldönümü... Babanız yaşamında insanın hayatının
sanatla anlam bulduğunu vurgulamış bir isim. Siz
hem iş hem de sanat alanında bayrağı
devraldıktan sonra nasıl bir sorumluluk
duydunuz?
- Kendim ve kardeşim Faruk
Eczacıbaşı açısından büyük şansımız, bu
konularda babamız Nejat Eczacıbaşı ile aynı
değerleri paylaşmak olmuştur. O nedenle, Nejat
Bey’in kuruluşuna öncülük ettiği ve geliştirmek
için çok emek sarfettiği kurumları daha ileriye
taşımak, baştan beri en öncelikli hedeflerimiz
arasında oldu. Bu kurumların arasında
kültür-sanat, bilim, spor alanlarında hizmet
veren kurumlar, bizim için sanayi kuruluşları ve
ticari girişimler kadar önemli oldu.
TÜRKİYE GÜÇLÜ BİR ÜLKE
* Türkiye’nin
gündeminde seçim var, terör var. İyi bir habere
hasretiz. Endişeli misiniz bu süreçten?
-
Gündemdeki gelişmelerden, duyarlı herkesin
etkilendiğine inanıyorum. Ben Türkiye’nin güçlü
bir ülke olduğuna inanıyorum ve Türkiye dünyada
hak ettiği yeri mutlaka bulacaktır. İş dünyası
olarak her zaman yapıcı olmalıyız. Ülkemizin
yatırımlara çok ihtiyacı var. İş dünyası olarak
asıl görevimiz olan yatırımları ve üretimi
artırmaya çalışırken diğer yandan da ülkenin
uzun vadeli yararları üzerinde sürekli düşünmek
ve fikir üretmek de zorundayız.
* Doğu’dan
Batı’ya bir göç var. Avrupa 2. Dünya savaşı
sonrasındaki en büyük mülteci akınıyla karşı
karşıya. Dünyada dengeler yeniden kuruluyor. Siz
Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz bu
yeni güç dengeleri arasında?
- Çizdiğiniz bu
tablo içinde Türkiye’nin kritik coğrafi konumunu
ve stratejik önemini düşünmemek mümkün değil.
İşte bu noktada, stratejik önem, kilit coğrafya
gibi konuları bence artık geride bırakmalıyız.
Bunlara takılıp kalmadan, Türkiye’nin rekabetçi
üretime ve girişimcilik potansiyeline, iyi
yetişmiş insan gücüne dayanan bir atılımla bu
değişen dengeler arasında çok ayrıcalıklı bir
konuma geleceğini düşünüyorum. Her türlü
sorununu demokrasi içinde çözmüş, hem Doğu hem
Batı dünyası ile ilişkilerini barış içinde
geliştiren, tüm dünyada saygı gören, dinamik
ekonomisi ile kıskanılan bir ülke olmak,
Türkiye’nin ulaşabileceği bir hedeftir. Buna
inananıyoruz biz.
* Bu yılın teması
Tuzlu Su ilk önünüze geldiğinde ne düşündünüz?
- İstanbul Bienali’nin teması ilgili yılın
küratörü tarafından belirleniyor. ‘Tuzlu Su’
başlığı, bienalin çıkış noktasının İstanbul ve
şehri çevreleyen sudan esinleneceğini hemen
belli ediyor. Tuzlu Su nasıl İstanbul’u dört
yanından sarmalıyorsa, bu tema bienalin geniş
temasını da her yönden sarmalıyor. 14. İstanbul
Bienali’ni kendi deyimi ile ‘şekillendiren’
Carolyn Christov-Bakargiev, uzun bir süredir
yakından takip ettiğimiz bir isim. 2012 yılında
gerçekleştirdiği dOCUMENTA (13) sergisi bütün
dünyada çok yankı yaptı. Christov-Bakargiev bu
sergiden sonra bir süre akademik kariyerine
odaklandı ve başka bir projede çalışmadı. Ne
yapacağını, kariyerini nasıl sürdüreceğini
herkes merakla bekliyordu. 2012 yılından sonra
kabul ettiği ilk projenin İstanbul Bienali
olması bizim açımızdan çok heyecan verici bir
olaydı.
Bu bienalin ana mekanının İstanbul
Boğazı olduğunu söylersek yanlış olmaz. İstanbul
iyisiyle, kötüsüyle çok dolu, köklü bir geçmişe
sahip. ‘Tuzlu Su’ ise bu geçmişi günümüze ve
geleceğe bağlayan iyileştirici bir unsur
niteliğinde. Bu sergide hem gözyaşı, hem emek,
hem de deniz önemli temalar olarak öne çıkıyor.
* Büyükada’daki
eserler çok dikkat çekti. Siz en çok
hangilerinden etkilendiniz? Şaşırdınız,
düşündünüz?
- Dediğiniz gibi, bu yıl ilk kez
bienale ev sahipliği yapan Büyükada, bienalin en
önemli duraklarından biri oldu. Adrian Villar
Rojas’ın Troçki’nin evinin kıyısına
yerleştirdiği hayvan heykelleri herhalde
şimdiden bienalin en çok konuşulan, en çok
fotoğrafı çekilip paylaşılan işlerinden biri
oldu. Genç sanatçı Villar Rojas 15 kişilik
ekibiyle 3 ay boyunca İstanbul’da kalarak
Kartal’da bir depoda heykelleri yaptı.
* Her
türlü iktidara, sermayeye yüksek dozda
eleştirilerin olduğu eserler de olabiliyor
bienallerde, bunlar size ne düşündürüyor?
-
Bienal eğer dünyanın dört bir yanındaki
farklılıklara, bazen birbiriyle çatışabilen çok
çeşitli fikirlere açılan bir kapı görevi
görüyorsa, aykırı bulacağımız yaklaşımlar da
karşımıza çıkacaktır. Zaten bienal, küratör ve
sanatçıların beraber oluşturdukları kapsamlı bir
sergi. Bu sebeple de çok parçalı ve farklı
düşünceye ev sahipliği yapabiliyor.
* 2013’te Bienal
‘ücretsiz’ olunca ziyaretçi sayısı katlanarak
büyüdü. Bu yıl da ücretsiz, beklentiniz nedir?
- İstanbul Bienali’ne izleyicilerin ilgisi
de her yıl biraz daha artıyor. 1999 yılında
bienali takip eden izleyici sayısı 40 bin iken
bu rakam geçtiğimiz on yılda hızla yükseldi.
Bienali, 2013 yılında yaklaşık 340 bin kişi
ziyaret etti. Bu yıl 36 farklı mekanda tüm şehre
yayılan bienal sergilerini 500 bine yakın
kişinin ziyaret etmesini bekliyoruz. 14.
İstanbul Bienali’nin yaklaşık 3.3 milyon
Euro’luk bütçesi sponsorluklar, yurtdışından fon
veren kurumlar ve ayni destek gibi farklı
kaynaklar yaratılarak toplanıyor.
Bienalin
ana sponsorluğunu 2007 yılından bu yana Koç
Holding üstleniyor. Koç Holding 2026 yılına
kadar İstanbul Bienali’nin sponsorluğunu
üstlenecek.
* Siz İKSV olarak
Bienal dışında çok sayıda kültürel ve sanatsal
etkinliğe imza atıyorsunuz. Bunların ekonomiye
katkısını ölçürüyor musunuz?
- 2012 yılında
İKSV tarafından Ekonomik Etki Araştırması
yaptırdık. İKSV’nin 2011 yılında düzenlediği tüm
etkinlikler için yaptığı harcamalar,
etkinliklere katılan izleyiciler ve yabancı
konukların bilet dışı harcamaları, genel
ekonomide yaratılan çarpan etkisi ile birlikte,
ekonomiye yaklaşık 70 milyon liralık bir katkı
sağladığı ortaya çıkmıştı. İKSV, 2011 yılında
aldığı 2 milyon liralık kamusal destekten çok
daha fazla vergi geliri yaratarak bütçesel
kaynak oluşturdu. İKSV’nin kamuya doğrudan
aktardığı vergi 4,7 milyon lira, etkinliklere
katılan yerli ve yabancı konukların yaptığı
bilet dışı harcamalardan elde edilen katma değer
vergisi ise 2 milyon liranın üzerinde.
Hürriyet, Haber:
Elif Ergu, 03.10.2015
|
ARKEOLOJİ ŞEHİTLERİNİN HATIRASI KAYBOLUYOR
Hacettepe
Üniversitesi’nden bir grup arkeolog Girnavaz Projesi
adını verdikleri inisiyatif ile 25 Eylül 1991
tarihinde Mardin’de Girnavaz Höyük’te Prof.Dr.
Hayat Erkanal başkanlığındaki kazı çalışmaları
sırasında ekibe düzenlenen saldırı sonucu
hayatlarını kaybeden arkeologlar İ. Metin Akyurt ve
Bahattin Devam isimlerinin ölümsüzleştirilmesini ve
bilinirliğinin artmasını hedefliyor.
Projenin ilk
ayağında change.org üzerinden bir imza kampanyası
başlatan ekip muhattap olarak T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nı gösterse de asıl muhattabın kültür
varlıkları ile ilgili tüm çevreler olduğunu
belirtiyor.
Girnavaz
Projesi’nin ikinci ayağında ise, arkeoloji
şehitlerini tanıtarak anmak ve Girnavaz Höyük‘ün
bölge arkeolojisi için önemini canlandıracakları
dinamik bir belgesel çalışma gerçekleştirmek var. Bu
çalışmanın Türkiye’deki kültür varlıkları ile ilgili
çalışanların hayatlarını ve mesleki tutkularını
anlatan bir özelliğe de sahip olacağının altını
çiziyorlar.
Destek vermek
isteyen herkesi kendilerine ulaşmaya davet eden
proje koordinatörleri, yapım için öngörüşmelere
başladıklarını bildirdi.
İmza Kampanyası
Link:
https://www.change.org/p/ arkeoloji-%C5%9Fehitlerin
in-hat%C4%B1ras%C4%B1-kay boluyor-98c8c532-908f-490
4-b5f8-ffa1c160da74?recru iter=391332720&utm_source
=share_petition&utm_mediu m=copylink
iletişim için girnawasproject@gmail.com
25 Eylül 1991
tarihinde ne olmuştu?
Nusaybin’de arkeolojik
kazı çalışmalarını sürdüren Ankara Üniversitesi
D.T.C.F ekibinin otomobiline bomba kondu. Patlama
sonucu Yrd. Doç.Dr. İ. Metin Akyurt ve doktora
öğrencisi Bahattin Devam hayatını kaybetti.
Mardin’in Nusaybin
İlçesi'ne bağlı Girnavaz KKöyü'nde Asurlular döneminden
kalma tarihi eserlerle ilgili kazı çalışmalarını
sürdüren Ankara Üniversitesi D.T.C.F ekibi bombalı
saldırıya uğradı. Ekibin otomobiline yerleştirilen
bombanın patlaması sonucu Metin Akyurt ve Bahattin
Devam olay yerinde hayatını kaybetti. Ekibe
başkanlık eden Prof.Dr. Hayat Erkanal’ın da
aralarında bulunduğu 10 kişi yaralandı.
arkeolojihaber.net, 03.10.2015
|
VAN GÖLÜ AKTİVİSTLERİNDEN ANTİK KENT ÇAĞRISI

|
BİR RESTORASYON DAHA TARTIŞMA KONUSU OLDU
Aspendos antik tiyatrosunun restorasyon
çalışmalarında ortaya çıkan manzara gündemdeki
yerini korurken, şimdi de Roma dönemine ait Fethiye
amfi tiyatrosunun restorasyon çalışmalarındaki
görüntüler tartışma konusu oldu. Arkeolog Pınar
Döğerli Başerkafaoğlu konuyla ilgili açıklama yaptı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyon
amacıyla 4 Milyon TL bedelle ihalesi yapılan Fethiye
Telmessos amfi tiyatrosunun restorasyonu
tartışılıyor.
Roma dönemine ait orijinal dokuların sökülerek yerine günümüz mermer
taşlara benzer doku ile kaplanması Likya uygarlığı
döneminde kahinler kenti olarak da tanımlanan
Fethiye kamuoyunda infiale yol açtı. Restorasyon
çalışmalarında ortaya çıkan görüntüler, “bu kadarına
pes” dedirtti. Dünyada deniz kıyısına en yakın
amfi tiyatrolardan biri olan Telmessos amfi
tiyatroda devam eden restorasyon çalışmalarında
binlerce yıllık orijinal dokular söküldü. Yapılan
uygulamanın Aspendos’ta yapılan restorasyon
çalışmalarıyla anılması kamuoyunda rahatsızlık
yarattı ve geniş yer buldu.1993 yılında Müze
müdürlüğü tarafından yapılan kazılarla ortaya
çıkarılan Roma dönemine ait tarihi Telmessos
tiyatrosu hemen Fethiye iskelesinin yanında yer
alıyor. 2012
yılında
dönemin AKP’li Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın gezerek incelediği amfi tiyatro için,
Fethiye’nin tarihi ve kültürel değerleri ile
turizmin gözdesi olduğunu söyleyen Günay;
“Fethiye’de yıllardır şehir içinde unutulmuş biçimde
duran Telmessos Antik Tiyatrosunu kültür, turizm ve
sanat hayatına kazandırmış olacağız” demişti.
Bu
arada tarihi kıyımı yapıldığını iddia eden vatandaşlar ise “kamuoyu
yaratmak için seferberlik başlatacaklarını ifade
ettiler.

“YAPILAN
TARİHİ, BİLİMSEL DEĞİL, TURİSTİK AMAÇLI TİYATRO”
Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Mezunu aynı zamanda Hacettepe
Üniversitesi Arkeoloji Yüksek Lisansı ve Doktora
yapan, geçmişte Anıtlar ve Müzeler müdürlüğünde
görev yapan Arkeolog Pınar Döğerli Başerkafaoğlu,
konuyla ilgili açıklama yaptı. Telmessos antik
tiyatrosunun restorasyonu ile ilgili olarak konuşan
Pınar Döğerli Başerkafaoğlu, “Restorasyon tarihi,
bilimsel değil, turistik amaçlı tiyatro oldu.”
diyerek Antalya Aspendos Antik Tiyatrosunda yapılan
restorasyon ile ilgili eleştirilerin ardından gözler
Telmessos antik tiyatrosuna çevrildi.
Aspendos’ta olduğu gibi Telmessos’ta da aslına uygun
restore edilmediği iddia edildi. Arkeolog Pınar
Döğerli Başerkafaoğlu konuyla ilgili “Likya
bölgesinde antik tiyatrolar fazladır. Her antik
kentin bir tiyatrosu vardır ve bunlar genellikle
yamaca dayanır. Tarihte gemilerle gelen yolcular
önce hamama gider, ardından da gece eğlencelerinin
yapıldığı tiyatrolara gider. Fethiye’deki Telmessos
da bu nedenle çok önemli bir yere sahiptir.
Telmessos’ta 1990’lı yıllarda kazı çalışmasına
başlandı. O
dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın gelmesine
yakın gösteri amacıyla kazıya başlandı. Ben o
dönemde de çok hızlı kazı yapıldığı için eleştiride
bulundum. Yanlış anlaşıldım. Bu tür kazılar
senelerce sürer. Bir plan, program dahilinde
yapılmalıdır. Çünkü bazı eserlerin toprak altında
kalması gün yüzüne çıkarmaktan daha iyidir.
Koruyamayacaksan bırak toprak altında kalsın, zaten
yeri belli. Fethiye turizm merkezi oldu. Herkes
iyi niyetle kazı ve restorasyon çalışmasına başladı.
Önce İtalyan Maximo Caminero, Gonca Şıkman’ın eşi
büyük emekler verdi. Yaptığı çalışmanın sonucunu ve
projelerini o dönemde müzeye sunmuştu.” şeklinde
açıklamada bulundu.


“BAKANLIK
BURALARI MÜTEAHHİT GİBİ İHALEYE VERDİ”
Arkeolog Pınar Döğerli Başerkafaoğlu sözlerini şu
şekilde sürdürdü; “ Sonuç ne oldu? Turizm Bakanlığı
buraları müteahhit gibi ihaleye verdi.
Denetim var
deniyor ama ne kadar denetim var bilinmiyor. Bunlar
tamamen müteahhitlerin yaptığı işlerdir. Nasıl
olması gerektiği konusunda ise şunu söyleyebilirim.
Restorasyon çalışmalarında iki seçenek vardır. Bir
aslına uygun, bir de restorasyon yapıldığını belli
eden taşlar kullanılır. Restorasyona uygun çalışmada
o yörenin taşları kullanılır. Antik tiyatronun
taşları nereden getirildiyse, büyük bir olasılıkla
Altınyayla’dan gelmiştir. O taşlar getirtilir
ondan sonra kimyasal bir uygulama yapılarak
öncekilerle benzer renge getirilir. Çünkü o taşların
diğerlerine benzemesi için asırların geçmesi lazım.
Burada
kullanılan malzemenin nereden geldiğini bilmiyorum,
aynı taşların kullanıldığını da sanmıyorum. Daha
bilimsel çalışma yapılmalıydı. Şimdi turistik oldu.” diyerek noktayı koydu.
Oda Tv, Haber: Murat Sökdü, 03.10.2015
|
PATARA KAZILARI SONA ERDİ

Likya Birliği'nin başkenti
olan dünyaca ünlü Patara antik kentinde Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile Akdeniz Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nün yürüttüğü kazıların
bu yılki bölümü sona erdi. 27 yıldır sürdürülen
kazıların bu yılki bölümünü, Kazı Başkanı ve Akdeniz
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık'ın sağlık
sorunları nedeniyle Yard. Doç.Dr. Şevket Aktaş
yürüttü.
2.5 ay süren kazılara değişik üniversitelerden 20
bilim insanı, 20 arkeoloji öğrencisi ve 20 işçi
katıldı. Bu yılki kazılar ağırlıklı olarak Tepecik
Akropolis'te ve Bazilika'da yürütüldü.Tepecik
Akropolisi kazılarıyla kentin bugüne kadar bilinen
en eski yerleşimine ait yeni yapılar ve döneme ait
buluntular ortaya çıkarıldı. Özellikle Helenistik
dönem mimarisi hakkında ayrıntılı bilgi edinilirken,
Bazilika kazılarında ise güney nef ile yapıya
bitişik geç dönem işlikleri ortaya çıkarıldı.
Ayrıca, apsisin güneydoğu bitişiğinde ve bir kapı
ile kiliseye geçişi sağlayan üç yapraklı yonca
planlı (trikonkhos) ortaya çıkarıldı. Her iki kazı
çalışmasında ortaya çıkarılan eserlerin tasnif ve
envanterlemesi yapıldı.Kazı Başkan vekili Yard.
Doç.Dr. Şevket Aktaş, "Patara antik kentinde iki
alanda yürüttüğümüz kazıların yanında, Patara Antik
Kenti'ne girişi vurgulayan, ayrıca Patara su
sisteminin son halkasını oluşturan anıtsal girişin,
Antalya Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü'nün onayı ve Antalya Rölöve ve Anıtlar
Kurulu'nun denetiminde restorasyon çalışmaları devam
ediyor. Önceki yıllarda ortaya çıkarılan Ana Su
Deposu ve Antik Su Yolu'nda koruma çalışmaları
yapıldı" dedi.
Kemer Gözcü, 03.10.2015
|
SON BULUNAN
FOSİLLER İNSANLIĞIN KÖKENİN 10 MİLYON YIL
ÖNCESİNE ÇEKİYOR

12.5 milyon yıl
öncesinde yaşamış maymun üzerinde yapılan bir
araştırma bu maymunun bir çeşit goril olduğu
düşüncesini ortaya çıkardı. Eğer bu doğruysa
goriller şimdiye dek düşünülenden çok daha önce
evrimleşmiş, haliyle insanların şempanzelerden
ayrılışı da 2 milyon yıl geri gitmiş oluyor.
Kanada Toronto
Ünviversitesi’nden David Begun, bugün Avrupa
kıtası olan alanda yaşamış Dryopithecus
maymunlarının fosillerini tekrar incelediklerini
ve kafatasının karakteristik özelliğinden yola
çıkarak daha önceki varsayım erken evrimden
ziyade Dryopithecus’un kendi başına büyük bir
maymun olabileceğini gösterdiğini söyledi.
Begun’a göre kafatası kemiklerinin köşeleri ve
beynin yüzle teması bu maymun türünün bir çeşit
erken goril olduğu izlenimi uyandırıyor.
Bilindiği gibi insan
türünden ilk ayrılan maymunlar orangutanlar.
Orangutanları sırasıyla Dryopithecuslar,
goriller ve şempanzeler takip ediyor. Eğer
Dryopithecus gerçekten gorilse bu türleri insan
ve şempanzelere yaklaştırmakla birlikte
Dryopithecus’un türlerinden 12 milyon önce,
insanların da şempanzelerden 10 milyon yıl önce
ayrıldığını düşündürüyor. David Begun; ‘Gorile
benzeyen Dryopithecus gerçekte bir goril ise,
gorillerin şempanzelerin ve insanların
biribirinden ayrılış süresini zaten
bildiğimizden gorillerin ayrılışını baz alarak
fosil zamanlamasını tekrar ayarlayabiliriz’
dedi.
Bazı araştırmalar insan
ve şempanze türlerinin birbirlerinden ayrılışını
13 milyon yıl olarak belirtmesine rağmen
moleküler saat olarak bilinen mevcut genetik
karşılaştırmalar bu sürenin bulunan en eski
fosil Sahelanthropus’la uyumlu 7 milyon yıl
olduğunu gösteriyor. Genetik karşılaştırmalar
iki türdede ortaya çıkışlarından bu yana nisbi
orandaki ırsi değişimleri ve ortak atalarını
göstermesi açısından da önemli.
David Begun sunumunu bu
ay sonlarına doğru Teksas’taki yıllık
paleontoloji derneği toplantısında yapacak.
Konuyla ilgili nihai
çalışma 9-10 milyon öncesine ait fosillere
bağlı. Ancak bulguların hem az hem de eksik
olması işi güçleştiriyor.
arkeolojihaber.net,
Kaynak: newscientist.com Çeviri:
Ayşen Yolcu, 02.10.2015
|
FETHİYE'DE ÇEVRE SAKİNLERİNİN DEPO HALİNE GETİRDİĞİ
KAYA MEZARLARI TEMİZLENDİ
Muğla’nın
Fethiye
İlçesi'nde MÖ 4. yüzyıldan kalma,
tarihi kaya mezarları çevre sakinleri tarafından
depo haline getirilince, Fethiye Müze Müdürlüğü
tarafından birbir temizletildi.
Tarihi Amintas
Kaya Mezarı’nın yakınındaki 3 ayrı kaya mezarında
temizlik yapan Fethiye Müze Müdürlüğü ilgilileri
yaklaşık 1 ton çöp çıkardı. Araç lastiğinden,
plastik bidonlara kadar değişik atıklar Müze
Müdürlüğü ilgilileri tarafından kaya mezarlarından
birbir temizlendi.

Fethiye’deki Amintas Kaya
Mezarları, Antik Likya uygarlığının en eski
şehirlerinden biri olan Telmessos antik kentinden
günümüze ulaşan kalıntılar arasında yer alırken,
ilçenin güneybatısındaki tepelerde, kayaya oyulmuş
mezarların en büyüğü konumundaki Amintas Kral Mezarı
ise Fethiye’nin simgesi olarak kabul ediliyor. Aynı
tepenin eteklerinde Amintas Kral Mezarı’yla birlikte
çok sayıda tarihi mezar bulunuyor. 2 bin 400 yıllık
geçmişe sahip bu mezarlar, tarihi ve arkeolojik sit
alanı içinde bulunuyor ve ören yeri olarak ilçeye
gelen yerli ve yabancı turistler tarafından
geziliyor. Ancak ören yerini çevreleyen koruma
duvarının dışında, yerleşim yerlerine yakın noktada
bulunan mezarlardan bazıları, Cumhuriyet
Mahallesi’nde oturan vatandaşlar tarafından bir
süredir depo olarak kullanılmaya başlanmıştı.
Çevredeki vatandaşlar atmaya kıyamadıkları bazı
malzemelerini bu kaya mezarlarına yerleştirerek kaya
mezarlarını adeta depo haline getirdiler. Kıyıya
yakın olan 3 ayrı kaya mezarını depo haline getiren
vatandaşlar ellerine geçen ve atamadıkları
eşyalarını buraya yerleştirmeye başladılar. 1.5
metre yüksekliğinde 2 metre genişliğindeki antik
mezarların içinde yer alan karton kutular, tahta
parçaları,
araba lastikleri ve plastik şişeler Fethiye Müze
Müdürlüğü yetkilileri tarafından temizletildi.
Yaklaşık 1 ton atık maddesi ortaya çıkarılırken,
mahalle sakinlerinden bu atıkları attığını kabul
eden çıkmadı. Vatandaşlar tarafından çevresine limon
ve zeytin ağaçları dikilmesi nedeniyle Amintas Kaya
Mezarları görmek isteyenler tarafından güçlükle fark
edilirken, kaya mezarlarından çıkarılan çöpler geri
dönüşüme gönderildi.
Milliyet, 02.10.2015 |
'MUTFAK MERMERİ' BENZETMESİNE AKADEMİK İTİRAZ:
RESTORASYON UYGUN, FARKLI TON OLMALI
Aspendos
antik tiyatrosunun restorasyonunda ‘mutfak
mermeri‘ benzetmesine yol açan beyaz kireç
taşı kullanılmasıyla başlayan tartışmanın bir
benzeri, Knidos Antik Tiyatrosu’nda sürdürülen
restorasyon çalışmalarında da gündeme geldi.
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyesi ve Knidos Kazısı Başkanı
Doç.Dr. Ertekin Doksanaltı, ‘Venedik Tüzüğü‘
gereği kullanılan malzemenin doğru olduğunu ve
restore edilen bölümün orijinalinden ayırt edilmesi
gerektiğini söyledi.
‘Mutfak mermeri diye bir şey yok’
Muğla’nın Datça İlçesi’nde MÖ 2’nci yüzyılda inşa
edilen 5 bin kişilik Knidos antik tiyatrosunun bir
bölümüne, Aspendos’ta olduğu gibi mermer
kullanıldığını ve bunun doğru yöntem olduğunu
vurgulayan Doç.Dr. Ertekin Doksanaltı, ‘mutfak
mermeri‘ yakıştırmasının doğru olmadığını
söyledi.
Knidos’taki restorasyon çalışmalarında, antik
tiyatronun bir bölümüne, dört sıra 20 blok mermer
oturak yeri konulduğunu belirten Doç.Dr. Doksanaltı
şunları söyledi: “Öncelikle berlirtmeliyim
ki mutfak mermeri diye bir mermer cinsi yok. Antik
dönemde değişik bölgelerden mermerler
kullanılmıştır. Afyon mermeri ağırlıklı kullanılan
mermer olmakla beraber, Knidos’ta Yatağan bölgesinin
mermeri kullanılmış. Yaptığımız incelemeler bunu
gösterdi. Bu gri beyaz bir mermer cinsidir. Demir
oranı yüksek, sert ve sağlam bir mermerdir.
Knidos’taki restorasyonda da gri beyaz mermer
kullanacağız.”
‘Venedik Tüzüğü geçerli’
Restorasyon çalışmalarında, Venedik Tüzüğü
kriterlerinin geçerli olduğuna değinen Doç.Dr.,
Doksanaltı şöyle devam etti: “Şartlardan
biri, var olan malzemenin oranıdır. Belli oranda bu
malzemenin bulunması gerekir. Tamamlama yapılacaksa,
orijinal malzemeden, örneğin mermerin bir-iki ton
farkı olmalıdır. Veya restore edilen yer ile
orijinal olan yer arasında ince bir bordür
yapılmalıdır ki, fark bilinsin. Bire bir aynısı
kullanılamaz. Burada gerekçe, antik dönemde yapılan
bir eseri, 2 bin yıl sonra restore ederken, yeni
yapılan uygulama ile orijinalinin arasındaki farkı
gösterebilmektir. 100 yıl sonra insanlar buraya
geldiklerinde, hangisi antik dönemde, hangisi
21’inci yüzyılda yapılmış bilebilmelidir. Yoksa bire
bir yapmak mümkün, çünkü elimizde bu teknoloji artık
var. Aynısını birebir yapabiliriz ama farklılık yok
olur.”
‘Telaşlanmaya hiç gerek yok’
Kamuoyundaki tartışmanın restorasyonda kullanılan
mermerle orijinal mermer arasındaki renk
uyuşmazlığından kaynaklandığının altını çizen
Doç.Dr. Doksanaltı, “Telaşlanmaya hiç gerek yok.
Mermer zaten birkaç yıl içerisinde, yağmurun,
güneşin, fırtınaların etkisiyle kararmaya
başlayacaktır. Antik dönem uygulamasında ilk
yapıldığında hatlar keskindi. İnsanlar üzerinde
yürüyüp; oturdukça mermerin yüzeyi aşınır. Bu
yaşanmışlığı gösterir” dedi.
‘Mermer eskitilerek kullanılabilirdi’

Mermerin eskitilerek kullanılmasıyla ilgili bir
soru üzerine Doç.Dr. Doksanaltı, “Bu konu
değerlendirilebilir. Kamuoyunun tepkilerinden uzak
kalabilmek adına, mermerde eskitme yapılabilir.
Ancak çok zorunlu değil. Sadece Türkiye’de değil,
Yunanistan’da, İtalya’da restorasyonlar benzer
şekilde yapılıyor. Ancak oralarda bu tür tartışmalar
yoktur. Çünkü insanlar zaten bunu anlamış ve
algılamışlardır” diye konuştu.
diken.com.tr, 02.10.2015
|
İTALYAN ARKEOLOGDAN KYME ANTİK KENTİ AÇIKLAMASI
İzmir Aliağa’da bulunan Kyme
antik kentinde,
dünyaca ünlü İtalyan
arkeolog Antonio La Marca’nın başkanlığında
yürütülen çalışmaların bu sezonki bölümü sona erdi.
Calabria Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Antonio La Marca, Kyme’de 30 yıldır sürdürülen kazı
çalışmalarının kamulaştırma sorunu nedeniyle son
birkaç yıldır durma noktasına geldiğini açıkladı.
İzmir’in Aliağa İlçesi Nemrut Limanlar Bölgesi’nde
yer alan Kyme antik kentinde geçtiğimiz yıl olduğu
gibi bu yıl da kazı çalışması yapılamadığını
belirten İtalyan Arkeolog La Marca, 2015 kazı
sezonunda boşa geçen zamanı verimli kullanmak adına
çıkarılan eserler üzerinde restorasyon ve temizlik
çalışması yapıldığının bilgisini verdi. Kyme antik
kentinin özel mülkiyet alanında bulunduğunu
belirterek bölgede kamulaştırma yapılmadığı taktirde
çalışmaların hiçbir zaman nihayete ulaşamayacağını
aktaran La Marca, Kyme kazılarının sürdürülmesi
adına Aliağa Belediyesi ile birlikte Kültür ve
Turizm Bakanlığı nezdinde kamulaştırma için
girişimlerde bulunacaklarının müjdesini verdi.
“BİRLİKTELİK OLMAZSA OLMAZ”
Kyme’nin tarih
turizmine kazandırılması için ilgili kurumlar
arasında birlikteliğin olmazsa olmaz olduğunu
belirten La Marca, “Aliağa Belediye Başkanı
Serkan Acar, Kyme konusunda son derece hassas
davranıyor. Burada yapılan çalışmalar ile yakından
ilgileniyor. Bize olumlu yaklaşıyor. Yine Kyme adına
buranın tanıtımı için gerçekten takdir edilecek
çalışmalar yapıyor. Belediye başkanının Kyme ile
yakından ilgilenmesi bizleri sevindiriyor. Serkan
Acar gibi tarihe duyarlı bir belediye başkanı ile
çalışmak bizim için çok büyük bir şans. Çünkü bu ve
buna benzer projeler de sacayağını oluşturan Kültür
Bakanlığı, yerel yönetim ve kazı kurulunun birlikte
hareket etmesi büyük önem arz ediyor. Bu
sacayağından birinin aksaması halinde kısa ve uzun
vadede belirlenen hedeflere ulaşmak zorlaşıyor”
diyerek Kyme için diğer kurumlara da birliktelik
çağrısında bulundu.
GÜN IŞIĞINA ÇIKARILMAYI
BEKLİYOR
Kyme antik
kentinin MÖ iki binli
yıllarda
Yunanistan’dan göç eden Aiol’ler tarafından
kurulduğunu ve 12 Aiolis şehrinin başkenti konumunda
olan Kyme’nin çok önemli bir kent olduğunu
hatırlatan Prof.Dr. Antonio La Marca, kentin agora
ve sütunlu cadde ile
konut yapılarının bulunduğu alanların yanı sıra
kentin amfi tiyatrosunun da tamamen gün ışığına
çıkarılmayı beklediğinin altını çizdi.
TARİH
TUTKUNLARINA DAVET
Dört bir tarafı sanayi
kuruluşlarıyla çevrili olan Kyme’nin dikenler içinde
bir gül bahçesi olduğunu belirten La Marca, "Kyme,
herkesin ömründe mutlaka en az bir kere ziyaret
etmesi gereken bir yerdir" diyerek tarih
tutkunlarını antik kenti görmeye davet etti.
SANAL ORTAMDA ZİYARET ETME İMKANI
Dünyanın en
eski medeniyetlerinden birinin izlerini taşıyan Kyme
antik kentini gelip yerinde ziyaret imkanı
olmayanlar için yeni bir proje hazırladıklarını ve
projenin hayata geçmesiyle birlikte Kyme’nin sanal
ortamda da ziyaret edilebileceğini sözlerine ekleyen
La Marca şunları söyledi:
"Arkeolojik parka
dönüştürmeyi hedeflediğimiz Kyme’ye reel ziyaretçi
sayısını artırmak içinde Aliağa Belediyesi ile
birlikte farklı projelerin hazırlığını yapıyoruz.”
Milliyet, 01.10.2015 |