Haberler logo Ekim '15 Arşivi

25 - 31 Ekim 2015
TARİHİ ESER OPERASYONUNDA HEYKEL BAŞI BULUNDU

Eskişehir’in Çifteler İlçesi'nde, Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen heykel başı ele geçirildi.

İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddia edilen Ö.S’yi (39), Orhaniye Mahallesi’ndeki evinde yakaladı. Evde, Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen, genç bir komutanın tasvir edildiği mermerden yapılmış heykelin baş bölümü bulundu. Eser, Eskişehir Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim edildi. Ö.S, jandarma tarafından gözaltına alındı. 
Milliyet, 29.10.2015

200 MİLYON DOLARLIK VAN GOGH ÜNİVERSİTEDE KALDI



ABD’de bir yüksek mahkeme, Hollandalı Ressam Vincent van Gogh’un ünlü “Kafede Akşam” tablosunun mülkiyetinin kime ait olduğu yönündeki tartışmaya son noktayı koydu. ABD Yüksek Temyiz Mahkemesi, Rus soylusu Pierre Konovalov’un Yale Üniversitesi’nde sergilenen tablonun kendisine ait olduğunu ileri sürüp başlattığı hukuk mücadelesinde üniversite lehine karar verdi. Tablo 1961 yılında üniversite tarafından satın alınmıştı. Konovalov ise tablonun büyük büyükbabası tarafından 1908’de satın alındığını ancak 1915’teki Rus devrimi sırasında tabloya el konulduğunu iddia etti. Amerikan mahkemesi ise iddiaların doğruluğunu kanıtlamanın imkansız olduğuna ve 200 milyon dolarlık tablonun üniversitede kalmasına karar verdi.
Habertürk, 28.10.2015
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU'NUN 'ÇİFTÇİ AİLESİ' AÇIK ARTIRMADA



Ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ‘Çiftçi Ailesi’ konulu tablosu açık arttırma yöntemi ile satışa sunuluyor. Tablonun açılış fiyatı 250 bin lira. Antik Palace’daki açık artırmayı tertip eden Antik AŞ, 288. müzayedesinde Eyüboğlu’nun yanında Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Adnan Çoker Ferruh Başağa, Orhan Peker ve Abidin Elderoğlu’na ait eserler de yer verecek. Müzayedede Francis Bacon, Joan Miro, Yves Klein, Damien Hirst, Victor Vasarely, Peter Halley, Peter Zimmermann ve Hiroshi Sugimoto’nun eserleri de bulunacak. Güncel Türk sanatının önde gelen isimleri Kemal Önsoy, Azade Köker, Selma Gürbüz, Canan Tolon, İrfan Önürmen ve Ekrem Yalçındağ gibi sanatçıların yapıtlarının satışa sunulacağı müzayedede; akımın genç temsilcileri Nilbar Güreş, Mehmet Ali Uysal ve Yaşam Şaşmazer’in eserlerinin tanıtımı da gerçekleştirilecek.
Habertürk, 28.10.2015
TOKAT'TA ALTIN VARAKLI İNCİL BULUNDU

  

Tokat'ta bin yıllık olduğu değerlendirilen altın varak süslemeli İncil bulundu.

Tokat Valiliğinden yapılan yazılı açıklamaya göre, İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince, tarihi değeri bulunan eserlerin pazarlanacağı bilgisinin alınması üzerine operasyon düzenledi.



Bir araçta yapılan aramada, 21x16 santimetre ebadında 51 yaprak, yaklaşık bin yıllık ve eski Süryanice yazıldığı değerlendirilen, iç ve dış kısımları tahrif olmuş, içerisinde altın varakla yapılmış dini motifli resimler bulunan İncil bulundu.

Operasyonda gözaltına alınan B.A, K.A. ve R.A, adli mercilere sevk edildi.
Habertürk, 28.10.2015

3500 YILLIK MEZARDAN HAZİNE ÇIKTI

Yunanistan’da ABD’li arkeologlar tarafından yürütülen kazı çalışmalarında, 3 bin 500 yıl önce ölmüş bir askere ait iskeletler bulundu.

Mezarın içindeki altın küpe ve yüzüklerin yanı sıra gümüş kılıç, fildişinden yapılmış sap gibi değerli eşyalar da mezarın açılmasıyla gün yüzüne çıktı. Yunanistan Kültür Bakanlığı, ortaya çıkan servetin, son 65 yılda keşfedilen en önemli bulgular olduğunu açıkladı. Mora Yarımadası’ndaki Nestor Sarayı’ndan çıkarılan mücevharatın Girit uygarlığı döneminden izler taşıdığı belirtildi. ABD’nin Cincinnati Üniversitesi’nden gelen araştırmacılar, 1400’den fazla parça tespit edildiğini, bu parçaların kalitesinin ise Girit uygarlığı ile olan bağı kanıtladığını söyledi.

Milliyet, 28.10.2015

BU FOSİL 10 BİN YILLIK

Sibirya'nın doğusundaki Yakutistan'da (Saha), yaklaşık 10 bin yıl önce yaşadığı sanılan iki mağara aslanı yavrusunun donmuş kalıntıları ortaya çıkarıldı.

"Siberian Times" gazetesinin haberine göre, bilim adamları, ilk kez bozulmadan kalmış mağara aslanı kalıntıları bulduklarını açıkladı.

Kalıntıların, mağara aslanlarının soyunun neden tükendiğinin belirlenmesine yardımcı olması bekleniyor.

Panthera familyasından, soyu tükenmiş bir kedi türü olan mağara aslanlarının, 10 bin yıl önceki Buzul Çağı'nda Sibirya'da yaşadığı, kalıntıları bulunan yavruların da türünün son örnekleri olduğu sanılıyor. Günümüzde Afrika ve Asya'da yaşayan aslanların yakın akrabası olan mağara aslanlarının, çok daha büyük oldukları biliniyor.

Yakutistan Bilimler Akademisi, yavru mağara aslanlarını gelecek ay düzenlenecek bir konferansla uluslararası basına tanıtacak.

Daha önce, Alaska ve Kanada'da mağara aslanlarına ait sadece iskeletler bulunmuştu.
Hürriyet, 27.10.2015

500 YILLIK OSMANLI KAYITLARI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Osmanlı Tahrir Defterleri gün yüzüne çıkarılıyor. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından oluşturulan bilim kurulu tarafından yürütülecek çalışma ile 247 adet tahrir defteri, incelemeden geçirilerek basımı yapılacak.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Osmanlı Devleti’nin askeri, idari, mali, arazi ve nüfusla ilgili kayıtlarının yer aldığı tahrir defterlerinin gelecek nesillere aktarılması adına önemli bir proje başlattı. Bu proje ile bu defterler üzerinde bilimsel çalışmalar rahatlıkla yapılabilecek.
Osmanlı Arşivleri’nin en önemli belgelerinden olan Tapu Tahrir Defterleri, bugüne kadar çok az sayıda bastırılabilmiş. Proje kapsamında incelemesi tamamlan 247 Tahrir Defteri’nden 1000’er adet bastıracak.
edebiyathaber.net, 27.10.2015

İTALYA'DA ÇAĞDAŞ SANAT ESERİNİ ÇÖP ZANNEDİP ATTILAR

İtalya’da bir çağdaş sanat müzesinde temizlik yapan görevliler, bir partiden arta kalan çöpler olduğunu zannettikleri bir sanat eserini çöpe attılar.

Bolzano kentindeki Museion’da, boş şampanya şişeleri, bir disko topu ve konfetilerden oluşan enstalasyon çalışmasının akıbeti kötü bitti.

Pazar günkü olağan temizliklerini yapan görevliler, yerdeki bu objelerin, bir önceki gece yapılan kutlamadan kaldığını düşünerek, hepsini çöpe attı.



Eserin bulunduğu yerin son hali


Müze yetkililerinin, Facebook sayfalarından konuya ilişkin açıklama yapması üzerine olay ülkede büyük yankı uyandırdı.

Yetkililer, Goldschmied & Chiari adlı iki sanatçıya ait ve bir parti sonrasını yansıtan “Bu akşam dans etmeye nereye gidiyoruz?” adlı eserin ortadan kaldırıldıktan sonraki halini gösteren fotoğrafları paylaştı.

Enstalasyonun bulunması gereken boş alana, “Mümkün olan en kısa sürede eser yeniden düzenlenecektir” yazısı asıldı.

Söz konusu eser, 1980 döneminin İtalya’sında öne çıkan tüketim ve hazcılık akımlarını eleştiriyordu.


Hürriyet, 26.10.2015

'DEFİNEYİ KORUYAN' CİNLERDEN KORUNMAK İÇİN HOCA ÇAĞIRMIŞLAR

Aydın’ın Karacasu İlçesi’nde Afrodisias ören yeri yakınlarında kaçak kazı yapılacağı istihbaratını alan Geyre Jandarma Karakolu ekipleri, İl Jandarma Komutanlığı’yla ortak operasyon düzenledi. Mülkiyeti A.T. isimli şahsa ait Marulluk bölgesindeki arazide iş makinesiyle kazı yapanları suçüstü yakalayan jandarma, 7 kişiyi gözaltına aldı. Kazı bölgesindeki 2 adet toz önleyici maske, 6 adet pirinçten yapılmış altın arama aparatı, kürekler ve iş makinesine el konuldu.

KEPÇEYLE YAKALANIP ‘GEZMEYE GELDİK’ DEDİLER
Şüphelilerden A.N.H.’nin Denizli’nin Tavas İlçesi Yahşiler Mahallesi’nde imamlık yaptığı ortaya çıktı. Diğer kişilerin ise Sivas, Malatya ve Afyon’dan geldiği bildirildi. Kepçeyle kazı yaparken yakalanan şüphelilerin, jandarmadaki ifadelerinde, birbirlerini tanımadıklarını ve bölgeye gezmeye geldiklerini ileri sürdükleri öğrenildi. Kazıda kullanılan kepçenin ise kiralık olduğu tespit edildi. Jandarmanın araştırmasında, 6 kişilik ekibin define kazısı yaptığı, defineyi koruduğuna inandıkları ‘cinlerden ve ruhlardan’ korunmak için de Denizli’de görev yapan imamı getirtip kazı esnasında Kuran-ı Kerim’den ayetler okuttukları ortaya çıktı. Jandarmadaki işlemleri tamamlanan 7 şüpheli, çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Jandarma kazıda kullanılan kepçe, kazma, kürek ve pirinçten yapılmış altın arama aparatlarına el koydu.

FİLMİN BİRE BİR KOPYASI
Aydın’daki garip olay, 2010 yapımı Harbi Define filminin hikayesiyle neredeyse bire bir aynı. Filmde, Uşak’taki baba evinin altında gömü olduğuna inanan 4 kardeş, kazı sırasında cinlerden korunmak için yanlarında bir de hoca götürüyor.
Habertürk, Haber: Durmuş Ali Kılnç, 26.10.2015

TARİHİ BOSTAN TESCİLLENDİ

Mimar Sinan tarafından inşa edilen Piyale Paşa Camii’ne 16. yy’da gelir sağlayan bostan arazisini yıkacak otopark projesi İstanbul 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararıyla iptal edildi. Arkeologlar Derneği’nin tescil başvurusu üzerine karar alan 2 No’lu Kurul, bostanı caminin kültürel peyzajının bir parçası sayarak koruma altına aldı. Koruma Kurulu kararında Piyale Paşa bostanının “16. yüzyıldan itibaren Büyük Piyale Paşa Camii ve külliyesinin akarı olarak kullanıldığı anlaşılan, camilerin giderlerini karşılamak için vakıflara gelir sağlayan bostanların günümüze ulaşan son örneği” olduğu belirtildi. Bostanın “kültürel ve estetik değeri bulunması, cami-bostan birlikteliğinden geriye kalan örneğini temsil etmesi” nedenleriyle Osmanlı tarım teknolojisinin mimari unsuru olan su kuyusu ve havuz ile birlikte bütüncül olarak 2863 sayılı yasa kapsamında tescil edilmesine karar verildi. Böylece ilk kez bir bostan arazisi kültür varlıklarıyla ilişkisi dikkate alınarak Koruma Kurulu tarafından korumaya alındı.

Yaşayan miras...
2 No’lu Koruma Kurulu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tarihi bostanı otoparka dönüştürecek ‘Beyoğlu Piyale Paşa Camii Önü Rekreasyon” projesine onay veren kurul kararını da iptal etti. BirGün’ün ‘Tarihi bostan yıkılıyor’ başlığıyla gündeme getirdiği proje bostan arazisine 343 araç kapasiteli yeraltı otoparkı yapılmasını öngörüyordu. Koruma Kurulu’na yapılan tescil başvurusuna bir rapor sunan İTÜ Mimarlık Tarihi doktora öğrencisi Ayhan Han ve Harvard Tarih Bölümü doktora öğrencisi Aleksandar Şopov, arazinin vakfiyelerde Piyale Paşa Külliyesi inşa edilmeden önce dahi bostan olarak kullanıldığına ve bostandaki tarım faaliyetinin kuşaktan kuşağa aktarılan “yaşayan miras” olma özelliği taşıdığına dikkat çekiyor.

Ilk kez bir bostanın kültür varlığı olarak tescillendiğini belirten Arkeologlar Derneği ve Beyoğlu Kent Savunması "Bu kazanım sadece Piyalepaşa Camii bostanı için değil, aynı zamanda tarihi Yedikule Bostanları, Hewsel Bahçeleri gibi kültürel peyzaj ve tarihi kentsel tarım alanları için de büyük bir kazanım ve emsal karar niteliğindedir" açıklamasında bulundu.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 25.10.2015

BARUTHANE ARAZİSİ KURTULDU

Ataköy sahilde Baruthane binalarının da bulunduğu 564 ada 160 parselde yapılması düşünülen Ataköy Blumar projesi durdu. 70 metre yüksekliğinde 7 blok yapılması düşünülen proje için Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü Bakırköy Belediyesi’ne bir yazı göndererek hiçbir şekilde inşa faaliyetine izin verilmemesini istedi.

YETKİ KAVGASI
Tescilli Baruthane yapılarının bulunduğu Ataköy sahilindeki 160 Parsel  Emlak Bankası tarafından TOKİ’ye devredilmiş,  TOKİ de araziyi 12 Temmuz 2010’da ‘restore et, işlet’ modeliyle ihaleye çıkmıştı.  59 bin 800 metrekare turizm ve rekreasyon alanı parsel, üzerindeki tarihi yapıların aslına uygun restorasyonu, anıt ağaçların korunması şartıyla yıllık 6 milyon liradan 49 yıllığına, ihaleye tek katılan Çelebican A.Ş.’ye kiralamıştı. Şirket içinde tek bir anıt ağaç sebebiyle inşaat iznini İstanbul 4 Numaralı Tabiat Varlıkları Komisyonu’ndan çıkarmıştı. İnşaat çalışmalarına başladıkları sırada içindeki tescilli tarihi eserler nedeniyle izin alması gereken 1 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu çalışmaların durdurulmasını talep etmiş, Bakırköy Belediyesi de inşaatı mühürlemişti. Çelebican şirketi yargıya başvurmuş, mahkeme yetkinin Tabiat Varlıkları Komisyonunda olduğuna karar verince Bakırköy Belediyesi mührü sökmek zorunda kalmıştı.

KOMİSYON ‘’DURDURUN’’ DEDİ
İstanbul 4 Nolu Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonu 10 Eylül 2015 tarihinde yeni bir karar aldı. Kararda ‘’Yeni bir karar alınıncaya kadar tescilli parsel üzerinde herhangi bir fiziki ve inşai faaliyette bulunulmamasına’’ denildi. Ancak Çelebican şirketi Blumar projesi için çalışmalara devam edince Ataköy 1. Kısım Koruma ve Güzelleştirme Derneği, İstanbul 4 Numaralı Tabiat Varlıkları Komisyonu, ile Bakırköy Belediyesi’ne ‘’Karara rağmen inşaatın devam ettiğini’’ belirten dilekçe gönderdi. Bakırköy Belediyesi de Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü’nden nasıl bir işlem yapması gerektiğini sordu.  Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü şu yanıtı verdi:  “Söz konusu parsele yönelik en güncel komisyon kararı İstanbul 4 Numaralı Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonu’nun 10.09.2015 tarihli kararı olup, bu kararın iptaline ilişkin alınmış bir yargı kararı bulunmuyor ise, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu 61. Maddesi ‘kamu kurum ve kuruluşları ve belediyeler ile gerçek ve tüzel kişiler Koruma Yüksek Kurulu ve bölge kurullarının kararlarına uymak zorundadır’ hükmü doğrultusunda gerekli işlemlerin başkanlığınızca yürütülmesi gerektiği değerlendirilmektedir. “

Bu kararlar Bakırköy Belediyesi’ne ‘’Buradaki inşa faaliyetleri durdurun, alanı mühürleyin’’ denildi. Böylelikle Ataköy sahilde en azından bir parsel şimdilik kurtulmuş oldu.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 24.10.2015

PARİS GÖRGÜSÜYLE DONANMIŞ OSMANLI MİMARI: ALEXANDRE VALLAURY

Mimarlık tarihçisi Seda Kulasay; Osmanlı tebaası İtalyan asıllı mimar Alexandre Vallaury'nin mimarlığını oluşturan unsurları ve Geç Osmanlı Dönemi Mimarlığı'ndaki yerini incelediği sunumunu İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde gerçekleştirdi.

Mimarlık tarihçisi Seda Kulasay, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nün Arka Oda toplantıları kapsamında, "Geç Dönem Osmanlı Mimarlığında Alexandre Vallaury'nin Yeri" başlıklı sunumunu 22 Ekim'de Enstitü'nün Beyoğlu'ndaki binasında gerçekleştirdi. Seda Kulasay konu üzerine tamamladığı doktora tezinden bulguları paylaştığı sunumda; 1850-1921 yılları arasında yaşayan, Geç Osmanlı Dönemi'nde İstanbul'da pek çok proje üreten İtalyan asıllı mimar, Alexandre Vallaury'nin kariyeri ve mimarlık dilinin oluşumu üzerine odaklandı. 

İtalya'dan İzmir'e göçen, sonrasında ise İstanbul'a yerleşen bir aileden gelen ve Paris'teki Beaux Artes'te mimarlık eğitim alan Vallaury'nin batı mimarlık geleneğiyle olan ilişkisi ve o yıllarda Beaux Artes eğitimindeki eklektik üslup üzerine değerlendirmelerle başlayan sunum; Vallaury'nin, İstanbul'a döndükten sonra Sanayi-i Nefise Mektebinin kurulması sırasında oynadığı rol ve Osman Hamdi Bey'le çalışmasının mimarisindeki etkisi üzerine devam etti.

Sunumda mesleğinin ilerleyen yıllarında Valluary'nin yerel unsurları da kullanarak geliştirdiği dili üzerine örnekler sunuldu.  Mimarın; İstanbul Arkeoloji Müzesi, Duyun-u Umumiye Binası, Osmanlı Bankası Genel Müdürlüğü Binası, Pera Palas Oteli, Abdülmecit Efendi Köşkü dahil İstanbul'daki yapılarının araştırılması sonucu çıkardığı envanterden, Valluary'nin kullandığı mimari ögelerin repertuarını çıkaran Seda Kulasay, bu öğelerde yerel unsurların farklı ölçeklerde kullanılması yanında batılı antik ögelerden de sıklıkla yararlanıldığını belirtti. 

Geç Osmanlı dönemi mimarlarından olan Valluary'nin mimarlığının şüphesiz o dönem Osmanlı bünyesindeki kültürel, politik ve sosyal hareketliliklerden (Pan İslamizm, Jön Türkler, Geç Osmanlı dönemi kültür politikaları, beraber çalıştığı Osman Hamdi'nin vizyonu) etkilendiğini belirten Kulasay, Valluary'nin Avrupa'daki mimarların teknik, tarih ve politika üzerine söz söylemeye başladığı bir dönemde Osmanlı'da kapsayıcı bir yaklaşımla çok çeşitli mimari referanslar içeren yapılar ortaya çıkardığını, oluşan bu eklektik üslubun ise sonrasından gelecek olan Birinci Ulusal Mimarlık akımına da baz oluşturduğunu savundu.
Arkitera, Haber: Burcu Bilgiç, 24.10.2015

SULTAN ABDÜLMECİD'İN 500 KURUŞU BULUNDU

Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülmecid tarafından 1849'da bastırılan ancak bugüne kadar basılı hali, kalıbı ve görseli dahi görülmeyen 5. emisyon kağıt 500 kuruş, Ankara'da bir koleksiyoncuda çıktı.

Paranın sahibi araştırmacı-yazar Necati Doğan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Osmanlı'da kağıt paraların ilk defa 1840'da, Abdülmecid döneminde "Kaime-i Nakdiye-i Mütebere" adıyla elle yazılıp, piyasaya sürüldüğünü söyledi.

Söz konusu dönemde paraların, faiz getirili borç senedi veya hazine bonosu niteliğinde olduğunu belirten Doğan, Abdülmecid tarafından çıkartılan 1. emisyon grubu paraların elle yazıldığını, 1841'den sonraki emisyonların ise basıldığına dikkati çekti.

 - "Maliye Nazırı Hüseyin Hüsnü mühürlemiş"
İlk dönem bazı Osmanlı kağıt paralarının şimdiye kadar görülmediğini vurgulayan Doğan, Abdülmecid tarafından 1849'da bastırılan 5. emisyon 500 kuruşun da bu paralardan biri olduğunu anlattı.

Doğan, 5. emisyon 500 kuruşu bir süre önce koleksiyonuna dahil ettiğini belirterek, şu bilgileri verdi: "İlk dönem Osmanlı paralarından şimdiye kadar görülmeyenler arasında baskı kalıbı darphane arşivinde olanlar var ama 5. emisyon 500 kuruşun basılı hali, kalıbı ve görseli dahi şimdiye kadar görülmedi. Varlığını, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürülüğü arşivindeki kayıt sayesinde biliyorduk. Bu paranın, o dönem basılan diğer paralar gibi tek tarafı basılmış. Basılı yüzünde Abdülmecid'in çiçekli kabartma tuğrası, paranın değeri olan 500 kuruş ve yıllık yüzde 6 faizli olduğu yer alıyor. Arka yüzünde ise dönemin Maliye Nazırı Hüseyin Hüsnü'nün mührü bulunmaktadır. Taş baskı yöntemiyle 149x211 milimetre ebadındaki basılan paranın kağıdı ise bugünkü paralara göre oldukça incedir."

 - "Yeni kitabında yer verecek"
Kayıtlarda adı olan ama kendisi olmayan tarihi bir parayı bulmanın mutluluğunu ve gururunu yaşadığını dile getiren Doğan, şöyle konuştu:
 

"Bugüne kadar 'Para ve Madalya' adıyla 10 tane Kitap yayımladım. Titiz araştırmalar sayesinde tüm kitaplarımda çok nadir ya da ilk kez gün yüzüne çıkartılmış niteliği olan parçalara yer verdim. Şimdiye kadar görülmeyen bu 500 kuruşa da, yeni yayımlanacak 'Doğan Koleksiyon Para ve Madalya 2016' kitabında yer vereceğim. 28 yıllık koleksiyoncu olarak bunu sadece bir iş ya da uğraş olarak görmüyorum, bunu tarihe ve kültür hayatımıza karşı büyük bir sorumluluk olarak da görüyorum."
Hürriyet, 24.10.2015



11 - 24 Ekim 2015
MARMARAY GEMİLERİNİN ANATOMİSİ ÇIKARILDI

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı Başkanı ve İÜ Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, yüzyılın arkeoloji keşifleri arasındaki Yenikapı kazıları ve Theodosius Limanı ile ilgili kazı sonrası çalışmaların devam ettiğini belirtti.

2005’TE BAŞLADI Kocabaş, 2005’ten 2013’e kadar süren kazılarda elde edilen 37 gemi kalıntısından 27’si üzerindeki çalışmanın, İstanbul Üniversitesi Yenikapı Batıkları Araştırma Laboratuvarı’nda sürdürüldüğünü anlattı. Kocabaş, “Tamamı Bizans dönemine ait bu gemilerden 5-7. yüzyıllara tarihlenenlerin genellikle servi, çam gibi iğne yapraklı ağaçlarla inşa edildiği, 9-11. yüzyıllara ait olanların tümüyle meşe, kestane gibi geniş yapraklı ağaçlardan yapıldığı, 7-9. yüzyıllarda ise her iki gruptan ağaçların kullanıldığı görülmektedir. Ahşap teşhis bulguları genel olarak 5. yüzyıldan 11. yüzyıla doğru, gemi inşasında, iğne yapraklı ağaçlardan geniş yapraklı ağaçlara doğru belirgin bir değişimin olduğunu ortaya koymuştur. 27 batığın incelenmesi, Bizans dönemi gemi yapım tekniklerini ve ahşap kullanımındaki değişimleri gün yüzüne çıkaran bir veri tabanı olmuştur” dedi.

Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, Bizans dönemi kalıntıları ve limanların yerlerini, Bizans dönemindeki ticareti ve ürünleri gösteren açıklayıcı bir harita hazırladıklarını, bunun dışında kente “dünyanın en büyük batık gemi müzesini” kazandıracak olan kalıntılarla ilgili 20 bilimsel kitap yayımlayacaklarını belirtti.

RESTORASYON ÇALIŞMASI YILLAR ALACAK
Uzun, narin gövde yapıları, kürekçi oturakları, kürek delikleri olan arkeolojik gemilerin restorasyonunun, yıllar alabileceği belirtiliyor.
Habertürk, 23.10.2015



İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin 6’sı hizmete başlayan yeni gemilerin uyumu ve engelli vatandaşların deniz ulaşımını daha rahat kullanabilmesi amacıyla Pasaport İskelesi’nde başlattığı yenileme çalışmaları geçtiğimiz günlerde tamamlandı. Fakat binanın Cumhuriyet Meydanı'na bakan duvarı yenileme çalışmalarından nasibini alamadı. Bina polis karakolu binası kapsamında değerlendirildiği için onarılmadı. Duvarın eski ve dökük görüntüsü dikkatlerden kaçmadı. Öte yandan binanın iç kısmındaki duvarlarında döküldüğü gözlendi. İzmirliler her geçen gün kötüye giden tarihi binanın onarılmasını ve yeni bir görünüme kavuşmasını bekliyor.

NELER YAPILDI?
Proje kapsamında, yaklaşık 700 metrelik Cumhuriyet Meydanı-Konak Pier arasındaki bölüm, herkesin kolaylıkla gezip dolaşabileceği rahatlığa ve estetik düzenlemeye kavuştu. Deniz tarafında yer alan yaya yolu ve yol zemini yenilendi. Deniz kıyısına taşarak yürüyüş yolunu kesintiye uğratan masa ve sandalyeler, işletmelerin bulunduğu kara tarafına alındı. Mevcut durumda yaya yolu ile birarada olan bisiklet yolu, tamamen bisikletli kullanımına ayrılacak şekilde araç yolu koduna indirildi.Yol boyunca yerleştirilen bariyerlerle, bisikletlilerin motorlu araçlardan güvenli şekilde ayrılması sağlandı. Tüm bunların yanı sıra işçilikle ilgili ortaya çıkan sıkıntılar da bir süre İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin başını ağrıtmıştı.

PASAPORT'UN TARİHİ
1867'de başlayan İzmir Limanı inşaatının bir bölümünü oluşturan Pasaport Rıhtımı 1876'da Fransız Guiffray Şirketi tarafından ve İngiliz mühendislerin projelerine göre bitirilmişti. 1884'de kurulan İzmir Körfezi Osmanlı Vapurları Hamidiyye Anonim Şirketi, Karşıyaka, Alaybey, Osmanzade, Turan, Bayraklı, Pasaport, Konak, Karataş, Salhane ve Göztepe Vapur İskeleleri arasında 8 gemilik bir filo ile hizmet veriyordu. Eski bir kartpostalda debarcadere et bureau passeports (iskele ve pasaport bürosu) olarak belirlenen yapının 1884'den önce inşa edilen bu ilk yapı olması gerekmektedir. Günümüzdeki Pasaport İskelesi ise örneklerine Cumhuriyet'in ilk yıllarına rastladığımız Osmanlı ve Selçuk mimarlığından esinlenmiştir. Bu yapının halen iskelenin cadde üzerindeki kanadında yer alan Kantar Polis Karakolu göz önünde bulundurulacak olursa Halil Rıfat Paşa'nın yaptırdığı karakolun kantar dairesi olması muhtemeldir.
Yenigün Ege, Haber: Doğukan Fikri Fidan, 22.10.2015
TUTANKAMUN'UN MASKESİ YENİDEN RESTORE EDİLECEK

Firavun dönemine ait eşsiz eserlerden biri olan Kral Tutankamun’un mumyasının altın maskesi, daha önce yapılan restorasyon çalışmasının başarısız olması sebebiyle, Alman uzman Christihan Eijkman tarafından yeniden restore ediliyor.

Restorasyon çalışması başkent Kahire’deki Mısır Müzesi’nde yapılıyor.

Henüz 10 yaşındayken, MÖ 1333’te tahta çıkan ve sadece 9 yıl ülkeyi yönetebilen Tutankamon’un mezarı, içindeki muhteşem hazineyle birlikte 1922’te bulunmuştu.
Habertürk, 22.10.2015

KATERİNA KÖŞKÜ TURİZME KAZANDIRILACAK

Sarıkamış İlçesi'nde Rus işgali döneminde Çar 2. Nikola tarafından yaptırılan tarihi av köşkü, restorasyonu yaptırılıp 50 yataklı otel olarak turizme kazandırılacak.



Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından 40 yıl süreyle Rus işgali altında kalan Sarıkamış İlçesi'nde, o dönem Rus Çarı 2. Nikola tarafından yaptırılan ve yöre sakinlerince "Katerina Köşkü" olarak anılan tarihi av köşkünün turizme hizmet vermesi hedefleniyor.

Köşk ve arazisi içinde yer alan tarihi ahşap binanın restorasyonu ve 50 yataklı otel haline getirilmesi için Antalya merkezli bir firmanın Kültür ve Turizm Bakanlığına yaptığı tahsis başvurusuna ön izin belgesi verildi.

Kars Kültür ve Turizm İl Müdürü Hakan Doğanay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 119 yıllık köşkün restore edilmesi ve turizme kazandırılması konusunda çabaların sürdüğünü belirtti. Bakanlıklarının, bölgede bulunan tarihi ve doğal zenginlikleri değerlendirilerek turizm potansiyelini artırmayı hedeflediğini ifade eden Doğanay, bu kapsamda otel olarak işlevlendirilmesi planlanan tarihi av köşkü için yapılan tahsis başvurusuna ön izin belgesi verildiğini söyledi.

Köşkün tahsis sürecinin halen devam ettiğini Doğanay, şunları söyledi: "Firma, 1 ay içerisinde ön sözleşme yapılması için davet edilmiştir. Ön sözleşme yapıldıktan sonra firma, verilen 6 aylık ön izin süresi içerisinde hazırlayacağı proje taslakları ve gerekli prosedürü yerine getirecek. Köşkün o zaman kesin tahsisi yapılacak." 

Baltık mimarisi
Sarıkamış ormanları içinde, yaklaşık 6 bin 500 metrekarelik arazi üzerinde kurulu, 28 odalı av köşkü ve yanındaki ahşap bina, 19. yüzyıl Baltık mimarisi izlerini taşıyor. Temel duvarları taştan, cephe duvarları ahşaptan inşa edilen ana binanın sağında ve solunda, cephe duvarları tamamen simetrik çam ağaçlarından birbirine geçmeli ağaçtan oluşan bölüm bulunuyor. Köşkün yanı sıra tümüyle ahşaptan inşa edilen yan binası, inşasında hiç çivi kullanılmamasıyla da dikkat çekiyor. Yöre halkı tarafından Çar 2. Nikola'nın yaptırdığı av köşkü, 1994 yılına kadar askeri amaçlı olarak Sarıkamış Tugay Komutanlığı denetiminde kalmıştı. Köşk daha sonra Hazineye devredilerek Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisli alan olarak planlanmıştı.
Milliyet, 22.10.2015

HERGELEN CAMİİ'NE CEMAAT SAHİP ÇIKTI

Akhisar’da 16. yüzyılda Hacı Mustafa Ağa tarafından yapılan ve 1965 yıllarında restore edilen Hergelen Camii cemaati, camiye sahip çıktı.

Akhisar Hergele Cami cemaati caminin yıpranmış ve eskimiş olan cami halılarını, minberin yerini, tavan ve bahçe düzeni ile müezzinlik mahfilini değiştirttiler. Cemaat birlik olup caminin eskiyen halılarını değiştirttikten sonra yine birlik ve beraberlik içerisinde yardımlaşma ile camide büyük değişikliler yaptı. Cemaat yağmurlu havada dış bahçede namaz kılınır iken cemaat ıslanmasın diyerek bahçe kapalı tavanda yaptırdı.

Akhisar Hergelen Camii cemaatinden olan bazı vatandaşlar “ Camimize sahip çıkarak burada yıllardır ibadet ettiğimiz camimizin eskimiş olan halısından bahçe duvarına kadar değişiklikler yaptık. Biz Hergelen Camii cemaati olarak bu görevi yapmanın mutluluğu içerisindeyiz. Bizlere destek olan ve yardımda bulunan herkesten Allah razı olsun ”ifadelerini kullandı.
Akhisar Haber, 21.10.2015

HARRAN'DA TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR



Harran Belediye Başkanı Mehmet Özyavuz, yaptığı yazılı açıklamada, Harran'ın konik kubelli evlerinin yanı sıra adını verdiği ilk İslam üniversitesi ve birçok medeniyetin izlerini taşıyan kalıntılara ev sahipliği yaptığını belirtti.

İlçenin kazılar sayesinde hak ettiği değeri elde edeceğine inandıklarına vurgu yapan Özyavuz, kazıların, ilçenin tarihi dokusunu gün yüzüne çıkarmak için yapıldığına işaret etti.

Özyavuz, bu anlamda kurumlar arası kolektif bir çalışma yürütüldüğüne değinerek, tek gayelerinin Harran'ı dünyaya tanıtmak olduğunu aktardı.

Kazı çalışmalarının "Harran ve Şanlıurfa Yerleşimleri"nin UNESCO Dünya Miras Listesi'ne alınmasına katkı sağlayacağına inandıklarını belirten Özyavuz, "Burada tarihi mekanların olduğunu biliyoruz, ancak bunlara ulaşmak için kazıların uzun soluklu olması gerekiyor. Kazılar sonrası Harran'ın tarihi zenginliği daha iyi ortaya çıkacaktır. Kazı ve koruma çalışmalarıyla gün yüzüne çıkaracağımız tarihi eserlerle, Şanlıurfa ile birlikte UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'nde yer alan Harran'ın asıl listeye alınmasını hedefliyoruz" ifadesini kullandı.

- Kazılara 120 kişi katılıyor
Kazı Başkanı Prof.Dr. Mehmet Önal da çalışmalara arkeolog, restoratör, akademisyen, sanat tarihçisi, öğrenci ve işçilerden oluşan 120 kişilik ekibin katıldığını bildirdi.

Bu yılki kazılarda daha önceden ulaştıkları hamamın artık daha da netleştiğine dikkati çeken Önal, şunları kaydetti:
"Çalışmalardan memnunuz, ilgili yerlerden yeterince destek görüyoruz. Şu anda hedeflediğimiz noktadayız. Daha önceden ulaştığımız hamamın su deposu ve bununla ilgili mekanları bulduk. Kasım ayının sonuna kadar çalışmalarımız devam edecek umarım daha iyi sonuçlar elde ederiz."
Gap Gündemi, 21.10.2015
ZERO SERGİSİ GÖKYÜZÜNE UZANIYOR
Sabancı Müzesi'nde Akbank Sanat'ın desteğinde düzenlenen ve büyük bir ilgi gören 'ZERO. Geleceğe Geri Sayım' sergisi, 23-24 Ekim 2015 tarihlerinde sanat, bilim, mimari ve teknolojinin buluşmasını kutlayarak gökyüzüne uzanacak The Sky Event / Gökyüzü Etkinliği'ne ev sahipliği yapacak. Gökyüzü Etkinliği, olumsuzluk atmosferinde bilgi, yenilik ve umudun kutlamasının yanında geleceğe dair iyimser bir temenni!


ZERO’nun sanatı ve teknolojiyi birleştiren devrimci prensiplerine paralel olarak planlanan ‘The Sky Event/ Gökyüzü Etkinliği’ kapsamında, dünya ve Türkiye sanat çevrelerinden önemli isimlerinin ZERO’yu her yönüyle değerlendireceği konferanslar ve ZERO kurucusu sanatçı ve MIT Görsel Sanatlar Bölümü yöneticisi Otto Piene’nin sanat ve teknolojiyi buluşturduğu açık hava heykelleri ‘Şişme Objeler’in performansı yer alacak.

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan ve büyük ilgi gören ‘ZERO. Geleceğe Geri Sayım’ sergisi kapsamında planlanan Gökyüzü Etkinliği’nde 23 Ekim Cuma günü sanat eleştirmeni ve küratör Beral Madra, ZERO kurucusu Otto Piene’nin eşi, MIT öğretim görevlisi ve sanatçı Elizabeth Goldring Piene, MIT Müzesi’nde teknoloji ve sanat üzerine küratöryel çalışmalarda bulunan Laura Knott, Columbia Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı ve 2016 İstanbul Tasarım Bienali küratörü Mark Wigley’nin katılımıyla ZERO’nun dünü, bugünü ve geleceğinin tartışılacağı bir konferans serisi düzenlenecek.


Elizabeth Goldring Piene ve Otto Piene

24 Ekim 2015 Cumartesi günü gerçekleştirilecek gökyüzü performansında ise sanatçılar ve gönüllü öğrencilerden oluşan bir grup, Otto Piene’nin 1969 yılında yarattığı ‘Gökyüzü Sanatı’ kavramıyla beraber ürettiği ‘Şişme Objeler’ eşliğinde performans gerçekleştirecek. Sabancı Müzesi’nin terasından Emirgan’ın gökyüzüne bırakılacak açık hava eserleriyle gökyüzü, bulutlar arasında sonsuz bir tuvale dönüşecek.

‘Gökyüzü Sanatı’ Hakkında

ZERO kurucularından Alman sanatçı Otto Piene’nin kariyeri boyunca MIT’de yürüttüğü akademik çalışmalarının bir uzantısı olan ‘Gökyüzü Sanatı’ kavramı, sanatçının sanat, bilim ve teknolojiyi bir araya getiren sanat pratiğinin yanı sıra, II. Dünya Savaşı’na dair yıkıcı tecrübelerinin de yeniden yorumu niteliği taşıyor. Savaş sırasında gece karartmaları ve bombalara sahne olan gökyüzünün, aslında yarına dair olumlu vaatlerle insanın hayal edebileceği en büyük tuval olduğu fikriyle yola çıkarak gökyüzü için eserler üretmeye başlayan Piene, gökyüzü sanatı fikrini “Savaş sırasında gökyüzüne dair keyif duygularının yerini dehşet almıştı. Savaş bittiğinde ise gökyüzünü kutlama dürtüsü ve sevinci ortaya çıktı, bununla beraber de gökyüzü sanatı fikri.” sözleriyle yorumluyor. Bu anlamda 23-24 Ekim’de Sakıp Sabancı Müzesi’nde gerçekleştirilecek Gökyüzü Etkinliği, olumsuzluk atmosferinde bilgi, yenilik ve umudun kutlamasının yanında geleceğe dair iyimser bir temenni olarak öğrenci ve sanatseverlerle buluşacak.

Etkinlik Programı
23 Ekim Cuma
14:00 – 17:00 Konferans: Beral Madra, Mark Wigley, Elizabeth Piene, Laura Knott

24 Ekim Cumartesi
14:00 – 18:00 Gökyüzü Performansı

Radikal, 21.10.2015

BİENALE DAMGA VURAN SANATÇI
14. İstanbul Bienali'nin en çok konuşulan eseri, Arjantinli genç sanatçı Adrian Villar Rojas'ın Troçki'nin Büyükada'da sürgündeyken kaldığı evin önünde denizden yükselen devasa hayvan heykelleri... Milliyet'ten Fisun Yalçınkaya'ya konuşan sanatçı, "Arjantin'den söz ediyoruz, Ernesto Che Guevara'nın ana vatanı... Bu nedenle elbette Arjantinli bir sanatçı için Troçki gibi evrensel bir politik karakter hakkında iş üretmek son derece cazip" diyor.



1 Kasım’da sona erecek 14. İstanbul Bienali’nin en çok konuşulan eseri, Arjantinli genç sanatçı Adrian Villar Rojas’ın yaptığı, Troçki’nin Büyükada’da sürgündeyken bir dönem kaldığı evinin önünde denizden yükselen devasa hayvan heykelleri... ‘Tüm Annelerin En Güzeli’ adını taşıyan eserde zürafa, boğa gibi hayvanların betondan heykellerinin üstüne karpuz, ağaç dalı gibi malzemelerden yapılmış ikinci birer hayvanın heykeli oturtulmuş. Birbirini taşıyan hayvan heykelleri denizin içindeki kaidelerin üstünde duruyor ve izleyicinin gözünün içine bakıyor. Adrian Villar Rojas, çok konuşulan eserinin yapım sürecini ve referanslarını, Troçki’nin kendisine ifade ettiklerini anlattı.



SANAT ÖYLE ZEKİ BİR VİRÜS Kİ...
Büyükada’da Troçki’nin bir dönem yaşadığı evde yer alacak bir eser üretmenin sizin için önemi neydi? Nasıl bir hazırlık süreci oldu?
- Arjantin’de çok karışık ve çeşitli değişimlere uğramış olmakla beraber, Juan Peron’dan adını alan Peronizmle paralel ilerleyen, yer yer Troçkist olan büyük bir sol gelenek var. Arjantin’den söz ediyoruz, Ernesto Che Guevara’nın ana vatanı... Bu nedenle elbette Arjantinli bir sanatçı için Troçki gibi evrensel bir politik karakter hakkında iş üretmek son derece cazip. Onun böyle mütevazi bir yerde yaşadığını görmek son derece etkileyiciydi. Troçki’nin ev hayatıyla tanışmak kamuya mal olmuş bir karakterin özel hayatının ona nasıl bir boyut kattığını anlamanızı sağlıyor. Böyle bir kişinin karakterine bir mekanın nasıl etki bıraktığını görmek çok farklı şekilde analiz edebilmenizi sağlıyor. Sanat öyle zeki bir virüs ki insan düşüncesinin tüm parçalarını istila edebiliyor.



HAYVANLARIN İZLEYİCİNİN GÖZLERİNE DİREKT BAKMASI ÇOK ÖNEMLİYDİ
‘Tüm annelerin en güzeli’ ismi nasıl seçildi?
- Hayvanların mitolojik, dini bir boyutları, karşılıkları var. Benim için hepsinin memeli hayvanlar olmaları ve denizin içinden izleyicinin gözlerine direkt olarak bakmaları çok önemliydi. Hayvanların gözlerinden oluşan bir duvar yapmak istedim, izinsizce izleyicinin gözlerinin içine bakan... İsme gelince, aslında çıkış noktası olan iki tane tema var. Biri bir başka sanat projesinin ismi “Savaşın en güzel anı”. Diğeri ise tarihte erkeklerin varlığının belirginliğiyle ilgili. Eserin ismi en vahşi tarafı aslında. Anneler hayatla ilk bağımız. Her anlamda ‘hayat’ demek. İlk zihinsel, duygusal ve fiziksel ilişkimizi de onlarla kuruyoruz. Bu anlamda eserin adı, erkek egemen tarih anlayışına karşı, insanlığın başlangıcına anneyi koyuyor. 20’nci yüzyılın tüm devrimleri, belki de insanlığın tüm devrimleri, erkeklerin yaptığı devrimler. Tarih erkekler tarafından ve onlar için yazılmış bir tarih. Savaş, erkeklerin gelişme fikri etrafında heyecanlanarak ürettikleri bir şey. Okullarda öğretilen tarih beyaz erkekler etrafında dönüyor. Bence bana onlardan bu kadarı yeter, onları dinledik, konuştuk ve izledik. Mekan ve cinsiyet konusunda bakış açımızın değişmesinin zamanı geldi.



İstanbul Bienali size ne ifade ediyor?
- Her projenin kendine ait bir bağlamı var. Sanatımda farklı coğrafyalar ve bağlamları genişletmeyi öğrendim. Sonunda eserlerim, çalıştığım yerleri yansıtan aynalara dönüştüler. İstanbul’da asla olmayacak bir işin buranın konseptine göre nasıl var olabileceğini öğrenmiş oldum.

TIPKI TİYATRO OYUNLARINDA OLDUĞU GİBİ
Bienalde geniş bir ekiple çalıştınız, mühendisler, geniş bir teknik ekip ve eserin parçalarının taşınması sürecinde çalışanlar... Tüm bu süreci yönetmek üretim sürecinizi nasıl etkiliyor?
- Benim göçebe sanat stüdyom tiyatral bir mekan, iş birliği yaptıklarım da oyuncular gibi. Onlara verdiğim yazılar, çizimler, planlarla yaratıcılığı deneyimliyorlar. Ancak tıpkı tiyatro oyunlarında olduğu gibi bu uzun yapım süreci hiçbir zaman görülmüyor. Bu anlamda, iş arkadaşlarımla doğal, diplomatik ya da naif bir ilişki kurmuyorum. Tam aksine çok karmaşık ve derin bir ilişkiye dönüşüyor çünkü benim esas işim insanla. Tiyatroda ya da psikanalizde olduğu gibi anlaşmazlıkları, olumsuzlukları psikanalitik birer anahtar olarak kullanıyorum. Bu ima ettiklerim işimle ilgili olarak verdiğim sözler aynı zamanda. İnsanları zorlamamak her zaman kolay olan yol. Ama limitleri zorladığınız zaman, en iyi işleri yapabiliyorsunuz.

    


Radikal, Haber: Fisun Yalçınkaya, 21.10.2015

İstanbul'da, Marmaray kazılarıyla ortaya çıkan 36 batık tekne ile 45 bine yakın eserin sergilenmesi için yapılması planlanan müzeye onay verildi

İstanbul'un tarihinin en önemli bulgularının yer aldığı Yenikapı batıklarının sergilenmesi için yapılacak müzeye nihai onay çıktı. Marmaray kazılarıyla birlikte ortaya çıkan batık ve tarihi eserler için arkeopark ve kültür alanı olarak inşa edilecek alanın projesi İstanbul Büyükşehir Belediye meclisinde onaylandı. Kazılarda erken Bizans döneminin en eski limanı olan Theodosius Limanı ortaya çıkarılarak 36 batık tekne ile 45 bine yakın eser bulundu. 8 bin 500 yıl önce yaşamış ilk İstanbullulara ait mezarlar ve ayak izlerinin yer aldığı bulgular, dünyanın en büyük batık müzesinde toplanacak. Tarihi kazı alanı içerisinde yapılacak müzede 36 gemi, 5 bin obje sergilenecek. Gemilerin sergilenebilmesi için özel 20 metrelik platform alanı oluşturulacak. Gemi sergi alanının dışında beş arkeopark alanı olacak. Kazılarda ortaya çıkarılan Theodosius Limanı etrafındaki şehir için de kazı yapılacak ve burası 500 bin metrekare büyüklüğünde bir arkeopark alanı olacak. 2012'de açılan mimari yarışmada, Eisenmann Architects ve Aytaç Mimarlık'ın projesi birinci olmuştu.

BİZANSIN EN BÜYÜK LİMANIYDI
Yenikapı'daki arkeolojik kazılarda Geç Osmanlı Dönemi'ne ait kültür dolgusunda 19. yüzyıla tarihlendirilen küçük imalathanelere ait mimari kalıntılar ile sokak dokusu bulundu. İmalathaneler ve mimari kalıntıların yerinde korunmasına karar verilirken, sokak dokusu ise arkeopark projesinde değerlendirilmek üzere sökülerek koruma altına alındı. Kazılarda, erken Bizans'ın en büyük limanı olan Theodosius Limanı ile 5-11 yüzyıllara tarihlenen tekne kalıntıları ortaya çıkarıldı. Müzede sergilenecek bu tekneler dünyanın en geniş antik tekne koleksiyonu olma özelliği taşıyor. Ortaya çıkarılan deniz surları, büyük taş bloklardan inşa edilmiş rıhtım, dalgakıranın bir bölümü gibi limanın karadaki mimarisine ait kalıntılar da arkeopark projesinde yer alacak.
Sabah, 20.10.2015

NEVŞEHİR'DE NELER OLUYOR?

Nevşehir'in merkezindeki tarihi Kale Mahallesi, Nevşehir Belediyesi ve TOKİ işbirliğiyle yerle bir edildi. Bu işlem sırasında ortaya çıkan yer altı şehri de tahrip oldu. Proje için 90 milyon lira harcandığı ileri sürüldü.

Şehrin en yüksek tepesindeki tarihi kent dokusu; Nevşehir Belediyesi ve TOKİ işbirliğiyle ve restorasyona muhtaç yapılardan temizlenip, yerine villalar yapılmak üzere temizlendi. Bunun için kalenin çevresindeki 700 bin metrekarelik alanda 300-400 yıllık sivil mimarlık örneği tescilli ve tescilsiz taş evler yıkıldı.



Çoğunluğu yoksul olan mahalleli kent merkezinden çıkarıldı, şehrin dışarısında yer alan TOKİ konutlarından borçlandırılarak ev verildi. Borçsuz olan halk, hem kent merkezindeki evinden oldu hem de her ay borç taksidi ödemek zorunda kaldı.  

  

Nevşehir Belediye Başkanı Hasan Ünver de 8 Nisan'da yaptığı konuşmada projeyi anlatarak, "TOKİ ile yaptığımız işbirliği ile buradaki hissedarları ev sahibi yapabilme yönünde çalışmalarımız halen devam ediyor. Bugüne kadar 2600 konutu tüm sosyal donatıları ile hak sahiplerine dağıttık. Halende bu yönde konut ve sosyal donatıların üretim çalışmaları devam ediyor.Bu süreçte 419 konut daha yapılarak hak sahiplerine teslim edildi. 754 konutun yapımı devam ediyor. 600 konutta daha sonra yapılacak" dedi.

SIRA TARİHİ CAMİDE
Şu an için Kale’de yıkılmayan sadece camiler kaldı. Onlar da etrafındaki yapıların yıkılmasıyla tahrip olmuş durumda. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından 1716 yılında yaptırılan şehrin en eski camisi Kara Cami de tahrip edildi.



Kale’de bir de Bizans sonrası Meryem Ana Kilisesi bulunuyor. O da ağır tahribat gördü ve tarihi kilise yıkılmaya yüz tutmuş durumda. Kilise yıllar önce Nevşehir Belediyesi’ne tahsis edilmişti ancak buna rağmen restore edilmediği, hiçbir şekilde korunmadığı iddia edildi. İçine rahatlıkla girilebilen kilise defineciler tarafından defalarca kazıldı.

90 MİLYON LİRA HARCANDI
Kentsel dönüşüm için yapılan tüm bu yıkım için 90 milyon TL harcandı. Belediye ve TOKİ’nin yapmak istedikleri villa ve lüks konutlardan oluşan projeler de iptal edildi. Üzerinde kalenin olduğu tepenin altında 5000 yıllık olduğu düşünülen, yeraltı şehri/kaya oyma tepe kent yerleşimi kendini gösterdi ve Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu daha fazla İnisiyatif alamayarak projeyi durdurdu.



Geç kalmış bir durdurma kararı tarihi kenti kurtaramadı. Daha önceden varlığı bilinen yeraltı şehri binaların da yıkılmasıyla iyice ortaya çıkınca Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu bunu görmek zorunda kaldı ve TOKİ’nin söz konusu projesi iptal oldu. Belediye Başkanı Ünver, bu yeraltı şehrinde butik oteller, yöresel el ürünleri satan dükkanlar vb. yapılar kurmayı planladıklarını açıkladı. Üstüne de “antik park” yapacaklarını ifade ediyor.

     

İNŞAATA İZİN VEREN KORUMA KURULU MÜDÜRÜ BAŞKANIN DANIŞMANI
Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu eski müdürü, Mevlüt Coşkun ve Belediye Başkanı Hasan Ünver’in arasının iyi olduğu ileri sürülüyordu. Coşkun, Hasan Ünver’in uzun yıllardır danışmanlığını da yapıyor. Tüm bu yıkımlar Mevlüt Coşkun, Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu müdürüyken yapıldı. Coşkun hakkında devam eden kamu davaları bulunuyor. Bölgede yaşanılan başka usulsüzlüklerden dolayı da Nevşehir Cumhuriyet Savcısı tarafından kurul üyeleri ve Mevlüt Coşkun hakkında "görevi kötüye kullanmaktan" dolayı 2014 yılında suç duyurusunda bulunmuştu.

Coşkun, Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'ndaki görevinden alındı ve başka bir şehirde bir müzeye müdür olarak ataması yapıldı. "Rütbesi düşürülen" Mevlüt Coşkun emekli olmak zorunda kaldı. Şimdiki görevi Belediye Başkanı danışmanı olarak yeraltı şehri kazısının başında durmak. Yani ikinci tarih talanının başında da yine Mevlüt Coşkun bulunuyor.

Bir taraftan Belediye Başkanı Ünver, “Dünyanın en büyük yeraltı şehrini biz keşfettik” diye konuşma yaparken, aynı alan Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 3. derece arkeolojik sit alanı ilan edilerek inşaata açıldı.

MUAMMER GÜLER'İN YEĞENİ DE PROJEDE İDDİASI
Yine aynı yerde sivil Türk mimarlığı örneği niteliğindeki sarı taştan hastane ve şehrin meydanı konumundaki hastane bahçesi de yıkıldı. O mekan insanların dinlenip çay içtiği, kentin nefes alma alanıydı. Nevşehir merkezde bulunan söz konusu alan çok kıymetli arsalar arasında gösteriliyordu.

Belediye yeni hizmet binasına ihtiyacı olduğunu söyleyerek hastane kamu alanının kendisine geçirilmesini istedi ve hastaneyi yıkarak yerine şehrin ölçeğine ve dokusuna aykırı olan bir gökdelen yaptı. Bu gökdelen belediye binası olarak kullanılacak dendi ancak kaba inşaat safhasında Muammer Güler’in yeğenine ait olduğu ileri sürülen Dorak Turizm’e 36 milyon liraya satıldığı ileri sürüldü. Yetkililer bu rakamın arsa rayicinin bile altında olduğunu dile getirdi. Hem kamu malı özelleştirilip yok fiyata satılmış oldu hem de kentin tarihi görünümü tamiri mümkün olmayan bir şekilde yok edildi.

DORAK TURİZM'DEN AÇIKLAMA
Dorak Turizm, söz konusu arsa ve gökdelenin Muammer Güler’in yeğenine 36 milyon liraya satıldığı şeklindeki iddiayı ise yalanladı. Şirket'ten yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

"Bu iddia tamamen asılsız ve mesnetsiz olup, gerçek dışıdır. Bu durum Nevşehir Belediyesi’ne yapılacak basit bir müracaat ile öğrenilebilir. Şirketimiz asılsız iddialarla zan altında bırakılmaktadır. Bu nedenle belediye yetkililerinin konu hakkında açıklama yapmalarını ve kamuoyunu bilgilendirmelerini bekliyoruz. Diğer taraftan Muammer Güler’in yeğeninin şirketimizle doğrudan ya da dolaylı hiçbir ortaklığı ve ilişkisi bulunmamaktadır."
Oda Tv, Haber: Mert Taşçılar, 20.10.2015

TARİHİ MEKANDA ALGIYI FARKLILAŞTIRAN ENSTALASYON

Londra Tasarım Festivali kapsamında Victoria and Albert Museum'un tarihi mekanı ziyaretçilerini farklı bir deneyime çağırıyor.



Tasarımcılar Laetitia de Allegri ve Matteo Fogale, Londra Tasarım Festivali kapsamında Victoria and Albert Museum'daki Ortaçağ ve Rönesans galerileri arasında geçişi sağlayan köprüde renkli bir enstalasyon tasarladı.



Projenin adı olan "Mise-en-abyme" bir Fransız terimi ve sanatta, aynı imajların iç içe geçirilerek dizilmesiyle yaratılan görsel etki olarak anlam kazanıyor.



Yarı şeffaf panellerin bir tünel gibi dizilmesiyle oluşturulmuş proje, ziyaretçilerin tarihi mekanı farklı bir bakış açısıyla deneyimlemesine imkan sağlıyor. Köprüden geçenler, kendi bakış açısına göre karşıdaki mekanı çok geniş veya dar bir manzarayla algılayabiliyor.



Mermer heykeller ve iç mekan ile oluşturduğu kontrastla dikkat çeken proje aynı zamanda müzenin renkli vitray koleksiyonuna da referans veriyor.


Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 20.10.2015
TAŞ BİNALARIN YIKILMAMASI KARARINA KUTLAMA

Mimarlar Odası Denizli Şubesi, 2010'da yıkılan Şehit Yusuf Batur Endüstri Meslek Lisesi bahçesindeki her biri 77 yıllık dört taş binanın yıkılmaması için 20 ay önce dava açtı. Denizli İdare Mahkemesi, taş binaların özgün yapısının cumhuriyet eğitim projesinin bir parçası olduğuna, taş binaların yapıldığı dönemin mimari ve teknik özelliklerini yansıttığı, kentin sosyo-kültürel yapısına uygun olduğu, depreme dayanıklı oldukları gerekçesiyle korunmalarına karar verdi. Mimarlar kararı, lokma döktürerek kutladı.

Valilik hizmet binası yanındaki Şehit Yusuf Batur Endüstri Meslek Lisesi, 2010'da yıkıldı. Lisenin 77 yıllık taş binalarının da yıkılıp, yerine Arkeoloji Müzesi yapılması için 2012'de dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, müzeyi yaptıracak hayırsever Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Nazif Zorlu ile Denizli'de protokol yaptı. Mimarlar Odası Denizli Şubesi, Cumhuriyet Tarihi döneminin bir parçası olan taş binaların yıkılmaması için mücadele başlattı. Bunun üzerine başvurulan Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Mimarlar Odası'nın taş binaların korunması talebini reddetti. Mimarlar Odası, yargıya başvurup, 6 Şubat 2014'te, Denizli İdare Mahkemesi'nde yürütmeyi durdurma kararı aldırttı. Mahkeme, nihai kararı verdi ve taş binaların yapıldığı dönemin mimari ve teknik özelliklerini yansıttığı, kentin sosyo-kültürel yapısına uygun olduğu, depreme dayanıklı oldukları, yapının özgün mimarisinin cumhuriyet eğitim projesinin bir parçası olduğuna karar verdi. Taş binaların yıkılamayacağı hükmüne vardı.

Binaların yanındaki parkta lokma dağıtıldı
Mimarlar Odası, sevinçle karşıladıkları kararı lokma döktürerek kutladı. Taş binaların yakınındaki parkta gerçekleştirilen etkinliğe; Mimarlar Odası Denizli Şube Başkanı Cüneyt Zeytinci, Denizli'nin eski belediye başkanlarından Ziya Tıkıroğlu, CHP İl Başkanı Bülent Nuri Çavuşoğlu ile çeşitli sivil toplum örgütlerinin temsilcileri katıldı.

"Mahkemenin kararı net ve açıktır"
Burada açıklama yapan Zeytinci, "Mahkemenin kararı net ve açıktır. Taş binalar yıkılmayacak. Burası müze olarak değerlendirilebilir. Biz müze yapılmasına karşı değiliz. Bizler, yakın tarihimizin sembollerinden, Cumhuriyetin yapılarından olan taş binaların korunması için mücadele ettik. Yapılar bugünkü bakımsız görüntülerinden acilen kurtarılmalıdır. Halka ait değeri, onu korumakla yükümlü devletten ve onun bu değeri asıl koruyacak kurumu olan Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın gazabından korumak için çıktığımız yolda; son çareyi yargıya başvurmakta, ne kadar doğru davrandığımızı bir kez daha gördük. Taş binalara ister sergi salonu, ister müze, ister konferans salonları ne isterlerse yapabilirler. Özel taş işçiliğinin olduğu ve özel bir mimarisi bulunan taş binaların mahkeme kararıyla korunacak olmasına çok sevindik. Bu yapılar mahkemenin kararında da belirttiği gibi; özgün mimarisi ile cumhuriyet eğitim projesinin bir parçasıdır. Sosyal, teknik ve ekonomik geçmişi iyi yansıtan bu mimari yapıtın yok edilmesi, tarihsel bilincin yok edilmesiyle eş değer olacaktı" diye konuştu.

Elleriyle vatandaşlara lokma ikram eden Cüneyt Zeytinci, "Denizli'de Arkeoloji Müzesi'nin yapılmasını istiyoruz. Hayırsever, hemşehrimiz işadamı Ahmet Nazif Zorlu taş binaları koruyarak müzeyi yaptırabilir" dedi.
Cnn Türk, 19.10.2015

LENİN TABLOSU 4.7 MİLYON DOLARA SATILDI

İngiltere’nin başkenti Londra’daki Sotheby’s Müzayede Evi’nin açık artırmasında, Andy Warhol’un Lenin tablosu 4.7 milyon dolara satıldı. Sanatçı, 1986’da bir sergi için yaptığı pop art tarzındaki tabloda, eski Sovyet liderinin Moskova’daki Lenin Müzesi’nde sergilenen 1897 tarihli fotoğrafını baz almıştı. Öte yandan Warhol’un açık artırmadaki diğer eserleri daha ucuza alıcı buldu. Ünlü sanatçının 35. ABD Başkanı John Kennedy’nin eşi Jacqueline Kennedy’nin ölümünden sonra yaptığı Jackie portresinin fiyatı 1 milyon dolarda kaldı. Müzayedenin şampiyonu ise Jean Michel Basquiat’ın 6.28 milyon dolara satılan İsimsiz (Siyahi Atlet) tablosu oldu.
Habertürk, 19.10.2015
SULAR ÇEKİLDİ, 400 YILLIK KİLİSE ORTAYA ÇIKTI

Meksika’nın güneyinde yer alan Chipas Eyaleti’ndeki Grijalba Nehri’nin suları kuraklık nedeniyle 25 metre çekilince 16. yüzyıldan kalma bir kilisenin kalıntıları ortaya çıktı. İspanyol sömürgeciler tarafından inşa edilen 61 metre boyundaki kilisenin genişliği 14 metreyi buluyor. Kilise 1966 yılına kadar tarihi eser olarak ziyaret edilirken, bu tarihte bölgede büyük bir barajın açılması ile birlikte sular altında kalmıştı. Yakınlardaki Tecpatsan Manastırı’na bağlı olan kilisenin 2002’de suların alçalması ile sadece 1 metrelik bölümü kısa bir süreliğine su yüzüne çıkmıştı.
Habertürk, 19.10.2015
İNŞAAT KAZISINDAN ROMA MEZARI ÇIKTI

Samsun’un Vezirköprü İlçesi’nde inşaat kazısı sırasında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen mezar bulundu.

Cumhuriyet Mahallesi 517. Sokak’ta bir inşaat kazısı sırasında kireç taşı ile kapatılmış kuyu şeklinde eski bir mezar bulunması üzerine çalışmalar durduruldu. Yetkililere haber verilmesi üzerine polis tarafından kazı alanında güvenlik önlemi alındı.

Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nden arkeolog Kenan Sürül, mezarda incelemelerde bulundu. Sürül’ün yaptığı ilk incelemede, Roma dönemine ait olduğu sanılan kadın mezarında birkaç küçük boncuk şeklinde kalıntıya da rastlandığı öğrenildi. 
Habertürk, 18.10.2015

EYÜBOĞLU'NUN "ÇİFTÇİ AİLESİ" SONBAHAR MÜZAYEDESİNDE

Antik A.Ş. Müzayede Evi, 7 Kasım’da Antik Palace’ta sonbahar sezonunun ilk müzayedesini düzenliyor.

Erol Akyavaş, Orhan Peker, Burhan Doğançay, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fahrel Nisa Zeid, Abidin Elderoğlu, Nejad Melih Devrim, Ferruh Başağa, Adnan Çoker, Avni Arbaş, Abidin Dino, Fikret Mualla, Ömer Uluç ve Mehmet Güleryüz’ün aralarında olduğu isimlerin eserleri müzayedede satışa sunulacak. 
1950’den günümüze Çağdaş Türk sanatından önemli bir seçki, koleksiyonerlerin beğenisine sunuluyor. Müzayedenin öne çıkan eserleri arasında Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ‘Çiftçi Ailesi’ adlı ünlü tablosu yer alıyor. Eser Anadolu renkleri ve mozaik desenleriyle betimlenmiş anne, baba ve bebekten oluşan bir çiftçi ailesini konu alıyor. Eserler, 2 -7 Kasım tarihleri arasında Antik A.Ş. sergi salonlarında ziyaret edilebilecek. 
Milliyet, 18.10.2015
TARİHİ TÜRBEYE MOLOTOFLU SALDIRI

Nablus'ta Yahudiler tarafından "Hz. Yusuf'un türbesi" olduğuna inanılan bir mezar, önceki gece bir grup Filistinli'nin saldırısına uğradı. Görgü tanıkları, 18 aylık Ali Devabişe ve ailesinin ölümüyle sonuçlanan kundaklama olayının failli olan İsrailli yerleşimcilerin türbeye kaçtığını, grubun yerleşimcilere molotof atmasının ardından türbede yangın çıktığını aktardı. Saldırıyı kınayan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas da "Bu sorumsuzca ve kabul edilemez eylem hakkında soruşturma başlatılacak" ifadelerini kullandı. Müslüman bilim insanları, yakılan mezar için "Birkaç asırlık geçmişe sahip bir türbe. Mezarın, Hz. Yusuf'a ait olması imkansız" diyor.
Sabah, 17.10.2015
FRANSIZLARIN GÖZÜNDEN İŞGAL İSTANBULU



1918 senesinde payitaht İstanbul'u işgal eden İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerinden kalan fotoğraflar gün yüzüne çıkıyor. Fransız komutan Franchet d'Espéret'ye ait İstanbul fotoğraf albümü Paris'te tesadüfen bulundu. Notları bulunmayan kareler, o günün siyasİ ve sosyal vaziyetini anlama adına anahtar detaylar sunuyor.

13 ve 14 Kasım 1918 tarihinde 3 bin 626 nefer ve komuta kademesinden oluşan İngiliz, Fransız ve İtalyan birlikleri, Osmanlı payitahtını işgal etti. Mondros Muahedesi akabinde gelen bu işgal, hukuksuzluğun kabul edilemez noktalara eriştiğini gösteriyordu. Beş sene devam eden mütareke dönemi esnasında İstanbul, siyasİ ve coğrafİ mevki bakımından istilacı devletlerin güç gösterilerine sahne oldu. Bu güç gösterisi kısa sürede bir iktidar mücadelesine dönüştü. İşgal kuvvetlerinin İngiliz Komutanı Charles Harrington karşısında, Fransızlar da Sofya'da bulunan Doğu birlikleri komutanı Mareşal Franchet d'Espérey'yi (Franşe despere) İstanbul'a sevk etti. Mülki İdare, İstanbul içinde üçe bölündü. İngilizler Pera'yı, Fransızlar Suriçi'ni ve İtalyanlar ise Üsküdar başta olmak üzere Anadolu yakasını zapt etti. Kısacası mütareke devri, Türklerin tarihindeki en kara manzaraların tahakkuk ettiği bir zaman dilimi olarak tarihe aksediyordu. Bu manzaraların bir kısmı geçen sene İngiliz Komutan Charles Harrington belgeleriyle gün yüzüne çıktı. Yakın bir zamanda Fransa'da keşfedilen bir fotoğraf albümü de işgali, Fransız gözünden anlatıyor. Enver Paşa'nın konağında kalan Fransız komutan Franchet d'Espéret'nin çektirdiği karelerde, Suriçi siyah-beyaz manzaralarla gözler önüne seriliyor. Koleksiyoner Ali Serim'in bularak neşriyat dünyasına kazandırdığı fotoğraflar, bu dönemi araştıranlar ve İstanbul hayranları için çok önemli görsel kayıtlar içeriyor. Denizler Kitabevi'nden çıkan ‘Constantinople 1918 Konstantiniyye' albümü arasından seçtiğimiz bazı karelerde dönemin özetini sunmaya çalıştık. Fotoğraflar, yakın bir gelecekte teşekkül edecek Türkiye Cumhuriyeti'nin iktisadİ ve içtimaİ temellerine ışık tutar mahiyette.



Fatih'teki Nakşidil Valide Sultan Türbesi'nin son türbedarları. 1925 senesinde çıkarılan ve tekke, zaviyeleri tümden kapatan kanunla birlikte türbedarlar da tasfiye edilmiş oldu. Böylece kimi kabir ve türbeler sahipsiz kalırken kimileri de halk arasında gönüllü kimselerin elinde yaşamaya devam etti.




Şehzade Camii... İstanbul'un meşhur yangınlarından biri mütareke devrine denk gelmişti. 1918 senesinde çıkan Zeyrek Yangını, çevre semtlere de sıçramış, zaten bitap düşen şehrin adeta ruhunu bedeninden ayırmıştı. Fotoğrafta yangına maruz kalan Vefa semti ve minaresinin külahı düşen Şehzade Camii görülüyor. Hemen önündeki Burmalı Mescit ve çevre konakların büsbütün harap olmuş durumda. Bozdoğan Kemeri üzerinden çekilen fotoğrafta devrin şaşaalı binalarından Zeynep Hanım Konağı görülüyor. Sağ köşede de Aksaray'daki Pertevniyal Camii'nin kubbesi seçiliyor.




Fransız Mareşal Franchet d'Espéret, Paris'ten gelen bir emirle 1920 senesinde Sofya'dan İstanbul'a tayin edildi. Onun sorumluluğundaki Fransız birlikleri, İstanbul'un suriçi semtlerinde konuşlandı. D'Espéret, Boğaziçi'nde Osmanlı ordusunun muktedir ismi Enver Paşa'nın konağına yerleşti.




Cumhuriyet dönemi arefesindeki Osmanlı toplumuna ışık tutan bir fotoğrafta, Batılılaşma eğiliminin Osmanlı kadını üzerindeki tesiri görülüyor. Artık evlerinden dışarı çıkıp içtimai hayata karışma eğilimindeki kadınlar, sokaktaki bir lostracıya ayakkabılarını boyatırken… Peçenin kalkması, pardesü ve başörtüsünün kulaktaki küpelere kadar inmesi ve topuklu kadın ayakkabıları dikkati celbediyor.




O günlerin bir başka manzarası da İstanbul sahillerinden... Denize giren işgalci askerlerin çekindiği bu fotoğrafta Türklerin Batı kültürü ile tanışmasına şahitlik ediyoruz. O devre kadar devam eden deniz hamamı kültürü, yani etrafı ahşap paravanla çevrili kadın erkek ayrı kısımlarda denize girme adeti mevcuttu. O devirden sonra Türkler, bilhassa İstanbul'a gelen Beyaz Rus göçmenlerinin tercih edeceği mayolu plaj kültürüyle tanışacaktı. Karede yer alan İstanbulluların, bu tarzda giyinenleri uzaktan hayretle izlemesi de bu devirde yaşanan kültür değişimini anlatıyor.




O dönemde vefat eden bir zatın cenaze merasimi. Gayet sade bir şekilde kabristana taşınan tabutun üzerinde sarılan kilim ve Kabe örtüsü dikkat çekiyor. Başucunda asılan fesi de eski Osmanlı adetlerinin son demlerine işaret ediyor. O esnada sokaktan geçmekte olan müstevli askerleri de fotoğrafın bir başka unsuru.




Kanuni Sultan Süleyman Türbe'sinden bir manzara. Masanın üzerinde o devrin şartlarında yapılmış bir Kabe maketi yer alıyor. Mescid-i Haram'ın önünde dağları temsil eden dalgalarla çevrelenen uzun yol, Arafat'a giden yolu tasvir ediyor.
Zaman, Haber: Erkam Emre, 16.10.2015
TİCARETİN 5 BİN YILLIK İZLERİ UNESCO LİSTESİ'NDE

Anadolu tarihini başlatan yazılı belgeler içeren Kültepe Tabletleri, UNESCO Dünya Belleği Kütüğü'ne kaydedildi.

Kayseri Valisi Orhan Düzgün, Kayseri Arkeoloji Müzesi'nde düzenlenen basın toplantısında, Kültepe'de devam eden arkeolojik kazılar sonucu çıkarılan ve dönemin sosyo-ekonomik yaşantısına ilişkin fikir veren Kültepe Tabletleri'nin UNESCO'nun Dünya Belleği Kütüğüne kaydedilmesinden duyduğu mutluluğu dile getirdi.

Kültepedeki kazıyı yürüten Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu'nun da girişimleriyle UNESCO'nun dünya belleğine girmesi için müracaat ettiklerini belirten Düzgün, "UNESCO dünya belleğine Kültepe Tabletleri'nin girmesi değer bulundu. Böylelikle tarih konusuna ve kültür turizmine ilgi duyan insanların dikkati Kayseri'ye yönelmiş olacak. Bu tabletlerin ortaya çıktığı Kültepe Ören Yeri'nin ve bu tabletlerin sergilendiği Kayseri Müzesi'nin ziyaretçi sayılarının artacağını tahmin ediyoruz" diye konuştu.

Düzgün, Kültepe'den çıkan eserlerin, Kayseri Arkeoloji Müzesi'nde sergilendiğini söyledi. Eserlerin, 2016 yılında Kayseri Büyükşehir Belediyesi ile yapılan protokol ile Kayseri Kalesi içerisine yapılmakta olan yeni arkeoloji müzesine taşınacağını aktaran Düzgün, söz konusu müzenin daha modern bir anlayışa sahip olacağını belirtti.

Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik de bulunulan coğrafyanın 5 bin yıllık bir kadim medeniyete sahip olduğunu vurguladı.

Köklü medeniyete sahip bir coğrafyada yaşamanın değerini bildiklerini dile getiren Çelik, "Doğrusu bunun kıymetini biliyoruz. Daha kıymetlendirme, değerli hale getirme çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bu tabletlerde bizim genetik kodlarımız yazıyor, Kayseri'nin ticari zekasının genetik kodları bu tabletlerde yazıyor" ifadesini kullandı.

"Mezopotamya ve Suriye'nin de tarihini aydınlatıyor"
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi ve Kültepe Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu ise Kayseri'nin diğer illerden geri kalamayacak kadar zengin bir arkeolojik geçmişe sahip olduğuna işaret etti.

Kayseri'nin, Türkiye'de hiçbir ilde bulunmayan Anadolu tarihini başlatan yazılı belgelere sahip olduğuna dikkati çeken Kulakoğlu,  Anadolu insanının ilk kez Kültepe'de okuma yazmayı öğrendiğini, Anadolu tarihinin Kayseri'de başladığını, bunları Kültepe'de yapılan kazılarda ortaya çıkardıklarını belirtti. 

Kulakoğlu, Anadolu'nun hem ören yeri hem de kültür açısından en zengin yerini kazdıklarını ifade ederek, şunları kaydetti:
"Burada Anadolu'nun entelektüel birikimini gösteren yazılı belgeleri keşfediyoruz ve o anlamda çok şanslıyız. Burada 25 bine yakın tablet var. İçerisinde bulunduğumuz müzedeki eserlerin yüzde 90'ı Kültepe'den çıkarılan eserlerden oluşuyor. Ayrıca Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi'nin de en önemli eserleri Kültepe'den çıkarılan eserlerdir. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde de çok sayıda eser sergilenmektedir. Bu tabletler doğal olarak çok zengin konulara sahip. Bunların UNESCO listesine girmesinde önemli nokta hiçbirinin bir şekilde kraliyet ya da sarayın arşivi olmamasıdır. Bu tabletlerde o dönemde tüccarların ticarette yaptığı tüm faaliyetler kaydedilmiş. Bunların yanı sıra bu tabletlerde tarihi ve sosyal veriler de var. Kültepe Tabletleri sadece Anadolu tarihini değil Mezopotamya ve Suriye'nin de tarihini aydınlatıyor. Kayseri'nin ticari zekasının genlerini buluyoruz. Parayla ilgili ne varsa hepsi bunlarda kayıtlı." 
Ntv, 16.10.2015

TARİHİ KALEDE 4 BİN YILLIK GİZLİ GEÇİT BULUNDU


Konya’nın merkez Selçuklu İlçesi sınırlarında bulunan Hitit, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Karamanoğulları ve Osmanlı’ya kadar birçok medeniyetin izlerini taşıyan bin 720 rakımlı Takkeli Dağ’daki Gevele Kalesi’nde, gizli geçit ortaya çıkarıldı.

Kazı başkanlığını yürüten, Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ahmet Çaycı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazının 30 kişilik ekiple yürütüldüğünü söyledi. Çalışmalarda çok sayıda tarihi bulguya rastladıklarını aktaran Çaycı, çıkarılan varlıkların envanter çalışmasının ardından Müzeler Müdürlüğü’ne teslim edildiğini dile getirdi.

Çaycı, ay sonunda kazı çalışmalarına ara verileceğini belirterek, 2016 yılının Mayıs ayında yeniden başlanacağını bildirdi.

ÇOK SAYIDA SARNIÇ VAR
Gevele Kalesi’nde çok sayıda sarnıcın varlığına dikkati çeken Çaycı, Ortaçağ dönemi kalelerinde su ihtiyacının bu yapılardan karşılandığının altını çizdi. Çaycı, kalede şu ana kadar 60 sarnıç tespit ettiklerini, bu sayının kazı devam ettikçe artabileceğini aktardı.

Kaledeki sarnıç sayısının hangi dönemde ne kadar kişi tarafından kullanıldığına dair ipuçları verdiğine işaret eden Çaycı, “Bu sarnıçlarda kaç metreküp su toplanabiliyor, bu miktar kaç kişiye yeterli gelir’ bunu tespit edeceğiz. Orada ne kadar asker vardı, kaç insan yaşadı’ sorusunun cevabını bulacağız. Bütün bunlardan oradaki nüfusu ortaya çıkaracağız” diye konuştu.

GİZLİ GEÇİT BULUNDU
Çaycı, Ortaçağ kalelerinde dışarıyla bağlantının sağlanacağı gizli geçit türü mimari yapıların bulunduğuna dikkati çekerek, Gevele Kalesi’nde ise kazının ilk yılında gizli geçit emarelerine rastlandığını belirtti.

Kazı sırasında kendilerini heyecanlandıran gelişmelerle karşılaştıklarını anlatan Çaycı, şöyle konuştu: “Kalede içeriyle dışarının bağlantısını sağlayan ‘dehliz’ adını da verdiğimiz gizli geçit tespit ettik. Orada büyük oranda temizlik çalışması yaptık. İçeriden dışarıya yaklaşık 300 metre uzunluğunda olduğunu tahmin ettiğimiz dehlizin 100-150 metrelik bölümü ortaya çıktı. Burası nihai anlamda sarnıçla bütünleşiyor. Van’daki Urartu kalelerinde de bu yapıya rastlandı. Buradaki dehliz, gizli yolla sarnıca bağlanıyor, buradan da dışarıya tahliye ediliyor. İlk etapta bir su yapısı görüntüsü verip kamufle etme düşünülmüş.”

HİTİTLERE KADAR UZANIYOR
Çaycı, yapının dışarından fark edilmesinin güç olduğuna ifade ederek, şunları kaydetti: “Üstü tonozla kapalı ve hatta arazinin bir parçası gibi görünüyor. Ancak derinlere girildiğinde ayrıntılarından dehliz olduğu anlaşılıyor. Gizli dehlizin ilk örnekleri Anadolu’da Hititlere kadar uzanır. Buradaki gizli geçit için ‘yaklaşık 4 bin yıllık’ denilebilir. Bizim elimizdeki buluntularda Selçuklu döneminin izleri var. Selçuklular kullanmış ama ondan önce de mutlaka kullanıldı. Burası Hititler döneminde inşa edilmiş, Selçukluların da kullandığı gizli bir geçittir.”
Habertürk, 16.10.2015

KIBRISLI YALISI'NDAKİ KAYIP TABLOLAR İÇİN 25 MİLYON DOLAR İSTEDİ

Bir dönem sosyetenin de ünlü simaları arasında yer alan Ümran Güngör Üzümcü ile eski eşi Melahat Koçarslan arasındaki ‘kayıp tablolar’ krizi yeniden ortaya çıktı. Üzümcü, eski eşi ile Reina’nın da işletmecisi olan kardeşi Memet Koçarslan’a karşı yeni bir alacak davası açtı. Alacak miktarı 25 milyon dolar olarak kayda geçti. Üzümcü, Kıbrıslı Yalısı’nda bulunan 53 tablo ve 9 antika eşyanın Koçarslan kardeşler tarafından götürüldüğü iddiasında. Memet Koçarslan’ın avukatı ise mahkemeye sunduğu savunmada dosyanın zamanaşımına girdiğine işaret ederek davanın reddini istedi.

TABLOLAR BENDEN HABERSİZ ALINDI
Ümran Güngör Üzümcü, Boğaz’ın gözde yalılarından Kıbrıslı Yalısı’nın da bir bölümünün sahibi. Eski eş ve kardeşi Memet Koçarslan’a karşı açılan yeni dava da, Kıbrıslı Yalısı’nda kaybolan tablolar ile antika eşya ve halılara ilişkin. İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açan Üzümcü, yalıda kendisinden habersiz alınan tabloların, mahkeme kararına rağmen iade edilmediğini belirtti.


Boğaz'a 64 metrelik cephesi bulunan Kıbrıslı Yalısı'nın bir bölümünde Ümran G. Üzümcü oturuyor.

YA AYNEN İADE YA DA ÖDEME
Dava dosyasında yer alan belgelere göre, 1996’da evlenen Üzümcü çifti 3 yıl sonra boşanma yoluna gitti. Üzümcü, Amerika’da olduğu bir sırada eski eşi ve kardeşinin evdeki değerli tablo ve antika eşyaları 17 Şubat 1999 gecesi yalıdan çıkarıp götürdükleri iddiasında. Üzümcü konu ile ilgili ilk açtığı davayı kaybetti. Aynı konu ile ilgili açılan ikinci dava ise Yargıtay sürecinde Üzümcü lehine sonuçlandı. Anılan davada, mahkeme, ya eşyaların aynen iadesi ya da o gün için talep edilen miktar olan 2,6 milyon doların ödenmesini istedi.

ESKİ EŞ: TABLOLAR KARDEŞİMDE
Mahkeme kararı sonrası Üzümcü, eski eşi ve Memet Koçarslan’a icra emri gönderdi. Üzümcü’nün eski eşi, söz konusu tablo ve eşyaların kendisinde değil kardeşi Memet Koçarslan’da olduğunu belirtti. Memet Koçarslan da icra dosyasına bir banka teminat mektubu verdi. Kararın kesinleşmesi ile birlikte bu teminat mektubu nakde çevrilerek Üzümcü’ye ödeme yapıldı. Üzümcü, söz konusu para ödemesini, ‘fazlaya dair haklar sakla kalma’ şartı ile kabul etti.

25 MİLYON DOLAR DAHA ÖDENSİN
 Üzümcü, aralarında İbrahim Çallı, Osman Hamdi, Naci Kalmukoğlu, İvan Konstantin Aivazosky gibi bir dizi ünlü ressama ait 53 tablo ve antika eşyalar için yeni bir değer tespiti yaptırdı. Yapılan tespite göre, 100-200 yıllık tablo ve eşyaların değeri 27 milyon 696 bin dolar olarak hesaplandı. Üzümcü, ortaya çıkan yeni değer tespiti sonrası yeni bir dava açtı. Bu davada, daha önce ödenen para düşürülerek, geriye kalan 25 milyon 86 bin doların ödenmesi istendi. Üzümcü’nün avukatı sunduğu dilekçede, söz konusu tablolar üzerinde mahkeme kararıyla bilirkişi incelemesi yaptırılması istendi. Dilekçede, söz konusu tutarın davalı kardeşlerden müştereken tahsil edilmesi istendi.

DAVA ZAMANAŞIMINA GİRDİ
Davalı konumda ise Reina’nın işletmecisi Memet Koçarslan ve Üzümcü’nün eski eşi Melahat Koçarslan’ın isimleri yer alıyor. Melahat Koçarslan adına dosyaya bir savunma yapılmadı. Memet Koçarslan’ın avukatı ise mahkemeye sunduğu savunma dilekçelerinde davanın reddini istedi. Savunmada, davanın 10 yıllık zamanaşımına da girdiği kaydedildi. Savunma dilekçesinde yer alan bir diğer nokta ise özetle şöyle ifade edildi: “Ümran Güngör Üzümcü, daha önceki mahkemede seçimlik hakkını kullandı. Ya eşyaların aynen iadesi veya parasının ödenmesine ilişkin kararda, parayı kabul etti. Dava reddedilsin” denildi. Mahkeme, Melahat Koçarslan’ı ise adresinde bulamayınca, davaya ilişkin tebligatı yapamadı. Mahkeme, Koçarslan’a ilişkin ilanen tebligat yoluna giderek “Davalı (Melahat Koçarslan) 2 hafta içinde savunmasını mahkemeye sunabilir. Aksi takdirde, davalının yokluğunda yargılamaya devam edilir” denildi.

53 TABLO VE 9 ANTİKA EŞYA DOSYADA
Mahkemeye sunulan belgelerde, kayıp olduğu ifade edilen 53 tablo ve 9 antika eşya tek tek sıralandı. Toplam değeri 27 milyon 696 bin dolar olarak hesaplanan tablo ve eşyalardan bir bölümü şöyle:
*İbrahim Çallı: Cephede askerler
*Yüzbaşı Ali Rıza- Salacakta Fener
*Eugene De La Forcade- İstanbul 
*İbrahim Safi- Karaköy’den İstanbul görüntüsü
*Sami Yetik- Rumeli Hisarı
*Diyarbakırlı Tahsin- Bebek Koyu
*Osman Hamdi: Masada surahi, bardak, fincan, cezve
*Naci kalmukoğlu: Haliçten boğaz görüntüsü 
*Şehit Hasan Rıza- Kanuni Sultan Süleyman’ın Mohaç Seferi
*İvan Konstantin Aivazosky- Dağ peyzajı
*Osman Nuri Paşa- Orman Dağlar, akan ırmak 
*Taylan Sururi- Padişah at üstünden geçişi 
*Mim Sarim Efendi- Surre alayı
*Bedai Güleryüz- Boğazda evler 
*83 parça Yemek takımı
*1 adet antik Kayseri halı
*1 çift Fransız 3’lü koltuk ve 2 adet tabure
Hürriyet, Haber: Dinçer Gökçe, 18.10.2015

TARİHİ KÖPRÜNÜN KORKULUKLARI ÇALINDI

Edirne'de tarihi Saraçhane Köprüsü'nün demir  korkulukları çalındı. Alınan bilgiye göre, uzun bir restorasyon sürecinin ardından yapımı  tamamlanan Saraçhane ile Yeniimaret mahallesini bağlayan köprüdeki demir  korkulukların yerinde olmadığını gören vatandaşlar durumu polis ekiplerine haber  verdi. Olay yerine gelen polis ekipleri çevrede araştırma yaparken, olay yeri  inceleme ekipleri ise parmak izi çalışması yaptı. Yapılan araştırmalar sonunda  taş bloklar aralarında korkuluk görevi  yapan 21 parça demir çubuğun çalındığı tespit edildi.
Milliyet, 15.10.2015

İSTANBUL'UN KAYIP ADASI VORDONİSİ, GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

İstanbul'un "kayıp adası" olarak bilinen ve Maltepe sahilinden 700 metre uzaklıkta bulunan tarihi Vordonisi Adası, Maltepe Belediyesi'nin desteğiyle gün yüzüne çıkarılıyor.



Tarihi yolculuk öncesi konuşan Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, “İlçemizin doğal güzelliklerinin keşfedilerek, gelecek kuşaklara aktarılması noktasında, yerel yönetim olarak üzerimize düşeni yapıyoruz" dedi.



Maltepe Belediyesi'nin desteğiyle, Vordonisi Adası'nın kalıntıları keşif ekibi tarafından görüntülendi.

  

1010 yılında meydana gelen büyük İstanbul depreminde sular altında kalan ve yıllar boyunca ihmal edilen tarihi adanın, tüm özellikleriyle keşfedilerek, deniz turizmine açılmasının hedeflendiği tarihi yolculukta bir açıklama yapan Ali Kılıç, “İlçemizin doğal güzelliklerinin keşfedilerek, gelecek kuşaklara aktarılması noktasında, yerel yönetim olarak üzerimize düşeni yapıyoruz. Tarihi yaklaşık bin yıl öncesine dayanan ve deprem sonucu batan ada, aslında bizlere hem arkeolojik, hem de sismik açıdan değerli veriler sunacak" diye konuştu.

“BU MOZAİK BİZE MESAJ VERİYOR"
Kılıç, adanın ilçe turizmine önemli katkılar sunacağını ifade ederek, “Elbette biz bir noktaya kadar bunu sürdüreceğiz. Ancak ilgililerin de dikkatini çekerek, bu işin altından kalkacağımızı düşünüyorum. İşte topraklarımızın altından gün yüzüne çıkan bu kültür mozaiği, bizlere birlik olmanın değerini bilmemiz gerektiği mesajını da veriyor" şeklinde konuştu.

Üzerinde inşa edilen manastır ve rahipleriyle birlikte battığı iddia edilen ada, Adalar Denizle Yaşam ve Spor Kulübü Derneği'ne üye 6 dalgıç tarafından görüntülendi. Keşif ekibi, İstanbul'un 10. adası Vordonisi dalışı ile ilgili şu bilgileri verdi:

“Bu adada karbon 14 ve diğer bilimsel metotlarla bir araştırma yapılarak, kayaçların durumunun incelenmesi lazım ki gerçek tarih ortaya konulabilsin. Dileriz bu dalış, birilerinin ilgisini çeker ve batık adaya gereken önem verilir. Adanın kalıntıları üzerinde kestane, midye ve türevi deniz canlıları olduğu için tam olarak ana manastırı görebilmek mümkün olmuyor. Tarihi yaklaşık bin 200 yıllık olan bu adada bir manastır olduğu biliniyor."

BAŞKAN KILIÇ'A 100 YILLIK ÇAPA
Daha sonra dalgıçlar tarafından dalışta bulunan ve 100 yıllık olduğu belirtilen çapa Başkan Kılıç'a teslim edildi. Kılıç da çapayı, Vordonisi Adası'nın güzellikleri anısına saklayacağını belirtti. Kayıp adanın güzellikleri, dalış ekibinden Mert Gökalp tarafından görüntülendi. Bu tarihi anlara, Adalar Denizle Yaşam ve Spor Kulübü Derneği dalgıçları Serco Eksiyan, Ercan Akpolat, Volkan Narcı, Can Sınmaz ve Anıl Durmaz eşlik etti.

 
İSTANBUL'UN 10. ADASI: VORDONİSİ
Bizanslıların “Küçük Ada", Osmanlıların “Batık Manastır Kayalıkları" ve denizcilerin de “Bostancı Kayalıkları" adını verdiği Vordonisi'nin, efsaneleşmiş sözlü tarihe göre, üzerinde bulunan manastır ve rahipleriyle 1010 yılında meydana gelen büyük İstanbul depreminde battığı biliniyor. Büyükada, Heybeli, Burgaz, Kınalı, Sedef, Tavşan, Kaşık, Sivri ve Yassıada'yı içinde barındıran Prens Adaları'ndan onuncusu olduğu belirlenen Vordonisi, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde adaya sürgün gönderilen Patrik Fotius'un yaptırdığı manastırla tanınıyor. Aslında Patrik Fotius ile Patrik İgnazius arasındaki rekabet üzerine inşa edilen manastırın, Küçükyalı'da keşfedilen manastırın bire bir kopyası veya devamı olduğu sanılıyor. Adanın keşfi, arkeolojik ve sismik açıdan birçok veri sunması bakımından önem taşıyor.


Hürriyet, Haber: Cemal Köyük, 15.10.2015

ATALARIMIZ 'UYANIK' ÇIKTI

Amerikalı bilim insanlarının yaptığı bir araştırma, atalarımızın bizden daha az uyuduğunu ortaya koydu. Sonuçları ‘Current Biology’ dergisinde yayınlanan araştırmada, Amerikalı bilim insanları, Afrika ve Güney Amerika’da yaşam tarzları eski avcı toplayıcılara benzeyen bugünkü toplumların uyku yapılarını inceledi.

6 saat uyuyorlarmışTanzanya’nın Hadza, Namibya’nın San ve Bolivya’nın Tsimane kabilelerinden gönüllü 98 kişinin uyku sürelerini özel saatlerle 1165 gece boyunca gözlemleyen araştırmacılar, bu kişilerin her gece ortalama 6 saat 25 dakika uyuduğunu tespit etti. Öte yandan, ABD’de yapılan geniş çaplı anket, katılımcıların çoğunun günde 7 saat uyuduğunu gösterdi. Araştırma aynı zamanda uyku modellerinin şekillenmesinde hava sıcaklığının ışıktan daha fazla rol oynadığını ortaya koydu. Çoğu kişinin güneş doğduktan sonra ortalama 3 saat 30 dakika daha uyuduğu kaydedildi.  
Hürriyet, 14.10.2015

TARİHİ MEZAR VE KALINTILAR BULUNDU

Tarihi MÖ 3. yüzyıla kadar dayanan ve Karadeniz’deki yaşanabilir tek ada olan Giresun Adasından Bizans Dönemi’ne ait kalıntılar ortaya çıktı.

 

,

Giresun Adasındaki kazı çalışmalarını sürdüren Yrd. Doç.Dr. Gazenfer İltar, 40 dönümlük bir yüzölçüme sahip adada 2011 yılından bu yana kesintili olmak üzere 3 farklı kazı çalışması yapıldığını hatırlattı. İltar ”Yaptığımız kazılar sonucun da MÖ 300’lü yıllardan günümüze kadar yerleşim söz konusu olduğu tespit edilmiştir. Milattan önce 300 yıllarından başlayarak her dönemde kesintisiz yaklaşık 19. Yüzyıla kadar yerleşimlerden bahsedilebilir. Adada tarihi değer bakımından manastır, kilise, surlar, sarnıçlar mevcut. Adanın etrafı komple surlarla çevrilidir” dedi.

Giresun Adası’nın Osmanlı Dönemi'nde üs olarak kullanılmış bir ada olduğunu vurgulayan İltar ”Şapel ve pitosların olduğu alanda 2 farklı kazıyı devam ettiriyoruz. Şapel çevresinde yaptığımız kazılarda bol miktarda mezarlar tespit ettik. Düz gömü veya çerçeveli mezar şeklinde olup bazı mezarlar iskeletlerin baş kısmına tuğla, çatı kiremitleriyle koruma altına alındığını gördük. Bazı mezarlarda toplu gömü söz konusu, değişik yüzyıllarda üst üste gömü söz konusu olduğu için bir sonraki dönemde gömü yapılırken çıkan iskeletlerin başka bir mezara toplu gömüldüğü de görülüyor. Şuanda bir adet tek apsisli kapalı Yunan haç planlı bir şapel yapısını ortaya çıkardık. Bunun dışında daha önceden varlığını kısmen bildiğimiz iki adet pitos vardı. Bununla beraber bu sene yaptığımız kazılarla beraber sayısı 7’ye ulaştı“ şeklinde konuştu.
Akşam, 14.10.2015
KRAL'IN GEMİSİ ÇAMURA BATTI

İngiltere’nin havadan çekilmiş fotoğraflarına bakan bir tarihçi, Kral V. Henry’nin yaklaşık 600 yıl önce inşa ettirdiği en görkemli savaş gemilerinden birini buldu.

Tarihçi Dr. Ian Friel, Hampshire bölgesindeki Hamble Nehri’nin havadan çekilmiş fotoğraflarına bakarken çamura gömülü bir gemi enkazını fark etti. Yapılan incelemelerde bu enkazın Kral V. Henry’nin yaklaşık 600 yıl önce inşa ettirdiği 4 dev savaş gemisinden ikincisi olan Holigost’a (Kutsal Ruh) ait olduğu belirlendi. Historic England, 100 yıl savaşlarında önemli bir rol oynayan geminin enkazını hemen korumaya aldıklarını ve kalıntılar üzerinde incelemeler yapmaya derhal başlamayı planladıklarını açıkladı. Uzmanlar, Holigost üzerinde yapılacak incelemelerin denizcilik tarihi ve orta çağ savaşları konusunda yeni bilgilerin elde edilmesine yardımcı olacağına inanıyor. 
Hürriyet, 13.10.2015

ARKEOLOJİK KAZILAR, ADIYAMAN'IN 6 BİN YIL ÖNCESİNE IŞIK TUTUYOR

Adıyaman Üniversitesi tarafından yapılan arkeolojik kazılarda, Adıyaman’ın 6 bin yıl öncesine ışık tutan tarihi kalıntılara ulaşıldı.

Adıyaman Üniversitesi, 'Adıyaman İli Arkeolojik Yüzey Araştırmaları' (ADYAP) projesi kapsamında yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda Adıyaman’ın 6 bin yıl öncesine ışık tutan tarihi kalıntılara ulaştı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni, Üniversitemiz Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon biriminin maddi destekleri ve Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç.Dr. Sebahattin Ezer öncülüğünde yürütülen projesinin üçüncü etap arazi çalışmaları tamamlandı.

Projenin birinci etap arazi çalışmaları 2013 yılında Adıyaman merkezde, ikinci etap arazi çalışmaları ise 2014 yılında Besni ilçe sınırları içinde gerçekleştirilmişti. Üçüncü etap arazi çalışmaları ise Gölbaşı, Tut, Çelikhan ve merkez ilçelerde yapıldı. Dağlık ve engebeli alanlar çalışmaları zorlaştırsa da yapılan çalışmalar sonucunda 4 tescilli höyük, 5 tescilsiz höyük, 1 tescilsiz kaya üstü yerleşimi, 2 tescilsiz geç dönem mezar yapısı, 1 düz yerleşme olmak üzere 14 arkeolojik alan araştırmaları sonucunda söz konusu araştırılan yerlerin Adıyaman’ın 6 bin yıl öncesine ışık tuttuğu tespit edildi.
haberler.com, 12.10.2015



Kütahya'nın Çavdarhisar İlçesi'nde bulunan Aizanoi antik kentinde bulunan tapınağının önündeki mermer heykelin Medusa mı yoksa Zeus mu olduğu tartışması çıktı. Kütahya Arkeoloji Müzesi Müdürü arkeolog Metin Türktüzün heykelin Medusa profiline uyduğunu söyleyerek, "Medusa mitolojiye göre 3 kız kardeşten, canavar kız olarak anılır. Bu nedenle çirkin bir kız olarak tasvir edilir. Tarihçi Hesiodos'a göre ise dünyalar güzeli bir kızdır. Ancak efsaneye göre Tanrıça Athena'nın gazabına uğrayan Medusa güzel saçlarını yılanlarla doldurulmuş, yüzü çirkinleştirmiştir. Heykelin saçları ve gözleri de bu tarife uyuyor" dedi. Dumlupınar Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi Adil Özkan ise heykelin Zeus'un tasviri olduğunu iddia ederek "Aslında heykel Zeus'a saygı olarak ve uzaktan da görülmesi için tapınağın en tepesine yapılmıştı. Ancak 1970'teki Gediz depreminde yıkılıp yere düştü. O dönemdeki yetkililer, heykeli tepeye taşıyıp monte edemediği için Zeus tapınağının önüne koydular. Heykelin depremden az da olsa hasar gördüğüne ve onarıldığına bizzat tanık oldum. Tarihçi Hesiodos'a göre çapkın Zeus istediği kılığa bürünebiliyordu. peri kızlarını elde edebiliyordu" dedi.
Sabah, 12.10.2015
BURSA'DA TARİHİ KAPALIÇARŞI'DA KORKUTAN YANGIN

Bursa’da mobilyacı ve perdecilerin bulunduğu Yorgancılar Çarşısı’nda yangın çıktı. 80 işyerinin bulunduğu çarşıda 40 işyerinin tamamen yandığı yangın üç saatte kontrol altına alındı.

Merkez Osmangazi İlçesi Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan mobilyacılar ve perdecilerin bulunduğu tarihi Yorgancılar Çarşısı’nda saat 02.00 sıralarında yangın çıktı. Mobilya ve perdelerin tutuşmasıyla birlikte alevler kısa sürede büyüyerek 80 işyerinin bulunduğu çarşıyı sardı. İtfaiye ekiplerinin müdahalesiyle yangın üç saat süren çalışmaların ardından kontrol altına alınabildi.

30 İTFAİYE ARACI MÜDAHALE ETTİ
Yangına Osmangazi, Yıldırım, Nilüfer bölgelerinden çağırılan 30 itfaiye aracıyla birlikte 50 itfaiyeci alevlere müdahale ettiler. Bazı itfaiye erleri yoğun dumandan etkilendi.

Soğutma çalışmaları devam ederken yapılan incelemelerde 40 dükkanın yandığı diğer işyerlerinin ise kısmen zarar gördüğü tespit edildi. Alevlerin çarşının yan tarafında bulunan Bedesten Çarşısı'na sıçraması itfaiye ekiplerinin yoğun çalışmasıyla engellendi.

Yangın devam ederken Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ve İl Emniyet Müdürü Selami Yıldız olay yerine gelerek itfaiye ekiplerinden yangın hakkında bilgi aldılar. Recep Altepe, "İtfaiye ekipleri kısa sürede yangına müdahale ettiler, alevler çarşısın tümüne ve yanda bulunan çarşıya sıçramadan kontrol altına alındı. Bursa 1958 yılında yine büyük çarşı yangını atlatmıştı, hemen o yangın aklımıza geldi. Belediye olarak bölgede bulunan çarşılarda restorasyon yapıyorduk, mobilyacılar çarşısını yenilememiştik, en kısa zamanda bu yaraları sarıp bu bölgede de restore çalışmaları yapacağız" dedi.

KUYUMCULAR ÇARSISI POLİS KONTROLÜ ALTINA ALINDI
Yangının meydana geldiği bölgede bulunan ve çok sayıda kuyumcunun bulunduğu Kuyumcular Çarşısı yağmalama ihtimaline karşı Çevik Kuvvet polisleri tarafından zincir oluşturularak içeriye giriş ve çıkışlar yasaklandı.

ESNAF ÇARŞIYA AKIN ETTİ
Yangının duyulmasının ardından çarşıda işyeri bulunan esnaf bölgeye akın etti. Bazı işyeri sahipleri yangının söndürülmesini gözyaşları içinde izlediler. Yangının elektrik kontağı ya da atılan yanmış sigara izmaritinden çıkmış olma ihtimali üzerinde durulurken çıkış sebebi itfaiye ve olay yeri inceleme ekiplerinin yapacağı incelemenin ardından belli olacak.
Milliyet, 10.10.2015



******


KAPALIÇARŞI YANGINI DÜKKANLARI PERİŞAN ETMİŞ

Bursa’yı korkutan Kapalıçarşı yangınının sonuçları günün ağarmasıyla daha net ortaya çıktı. Yangının söndürülmesiyle itfaiye ekipleri zarar tespiti yaparken, emniyet olay yeri inceleme ekipleri ise yangının çıkış nedenini bulmaya çalışıyor.

Edinilen bilgiye göre, gece saatlerinde Bursa’nın göbeğindeki tarihi Kapalıçarşı’nın mobilyacılar bölümünde çıkan yangın, itfaiye ekiplerinin yoğun uğraşlarıyla sabaha karşı söndürülebildi.

Yangının etkileri net olarak ise gün ağarınca belli oldu. Yangın sonucunda 40’tan fazla işyeri kül olurken, tarihi yapı ise büyük zarar gördü. Sabah saatlerinde itfaiye soğutma çalışmalarına devam ederken, olay yeri inceleme ekipleri ise yangının çıkış sebebini bulmak için çarşı içinde incelemeler yaptı. İş yerlerinin yandığını duyar duymaz yangın yerine koşan esnaf ise yangının söndürülmesiyle dükkanlarını kontrol ettiler. İtfaiye ekipleri ise zarar tespiti için esnaftan bilgi topluyor.

Yangında dükkanı zarar gören esnaflardan Yılmaz Rüçhan, “Telaştan ne yapacağımı bilemedim. Geldiğimde yanımdaki dükkanın yandığını gördüm. Hemen itfaiye ekiplerinden yardım istedik. Onlar da nereye müdahale edeceklerini şaşırdılar. Allah’a şükür daha kötüsü olmadı. 1958’deki yangında çarşı tamamen kül olmuş. Allah bir daha böyle bir acı göstermesin” diye konuştu.
Yeni Bursa, 10.10.2015

DANIŞTAY: GALATAPORT KAMU YARARI TAŞIMIYOR

Galataport projesinde imar planlarının iptaline ilişkin Danıştay 6. Daire’de görülen davada, Danıştay Savcısı, bilirkişi ile aynı fikire vardı. Planların kamu yararı taşımadığını ifade eden savcılık, görüşlerinde bilirkişi raporunda yer alan “1 kilometrelik kıyının özelleştirilmesi nedeniyle, tüm alanın kamuya kapatılacağı” savına da yerdi.



Doğuş Holding’e ait Karaköy Sahili’nde otel, restoran, cafe ve mağazalardan oluşan Salıpazarı Kruvaziyer Limanı projesine ait planların iptaline ilişkin TMMOB Mimarlar, Şehir Plancıları ve İnşaat Mühendisleri Odaları tarafından 2012 yılında açılan ve Danıştay 6. Dairesi’nde görülen davada, Başsavcılığın da görüşleri dava dosyasına girdi. 30 Eylül 2015 tarihinde görüşlerini bildiren savcılık, bilirkişinin 3 Nisan 2015 tarihinde hazırladığı rapora atıfta bulunarak, planların ‘kamu yararı taşımadığına’ yönelik fikir bildirdi. Milliyet'in DHA'dan derlediği habere göre, Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim üyeleri Prof.Dr. İclal Dinçer ve Prof.Dr. Zeynep Enlil ile İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Şevket Çokgör tarafından hazırlanan 94 sayfalık bilirkişi raporunda da 'dava konusu işlemin şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına uygun olmadığı' kanaatine yer verilmişti.

İstanbul’un en önemli alanlarından biri olan Karaköy Sahili’nde bulunan alana ilişkin planların, gelecekteki gelişmesini de saptayarak hazırlanması gerektiğini vurgulayan Danıştay Başsavcılığı, planların belirsizlikten uzak, net bir bakış açısına sahip olması gerektiğinin altını çizdi. Tanım, araç ve yöntemin ‘kuşkuya yer bırakmayacak’ bir şekilde açıkça belirtilmesi gerektiğinin ifade edildiği görüşte şu ifadelere yer verildi: “Esnek ifadelerle plan tanımının ve işlevini tartışmalı hale getiren plan notlarında tanımlanan ancak uygulamada karşılığı olmayan belirsiz hedefler içeren ve bu haliyle uygulamada birçok sıkıntıya yol açabilecek nitelikte olan dava konusu planlarda planlama tekniklerine, imar mevzuatına ve kamu yararına uyarlık görülmemektedir".

"Belirsiz ifadeler yer alıyor"
Başsavcılık makamı adına görüş bildiren Danıştay Savcısı Halil Kamil Yüksel, söz konusu imar planlarının belirsiz ibareler taşıdığına dikkat çekerek, “Planların iptaline karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir” ifadelerine yer verdi. Savcı Yüksel’in atıfta bulunduğu bilirkişi raporunda da, belirsizliğe yönelik eleştiriler bulunuyordu. Bölge sit alanı olduğu halde, planın koruma amaçlı imar planı koşullarına uygun hazırlanmadığının belirtildiği bilirkişi raporunda, işlev ve yoğunluğa ilişkin ibarelerin belirsiz olduğu, “kullanılabilir”, “yer alabilir” gibi esnek ifadelerin bulunduğu ifade ediliyordu.


Özelleştirme nedeniyle kıyı kapatılıyor
Öte yandan Danıştay Başsavcılığı, bilirkişi raporunda yer alan ifadeleri hatırlatarak, Özelleştirme Yüksek Kurulu plan onayında dolgu alanı yer almamasına rağmen davaya konu olan imar planlarında yol olarak belirlenen alanın dolgu alanı olarak görülmesine dikkat çekti. Kıyı Kenar Çizgisinin belirlenmediğinin belirtildiği görüşte, bilirkişi raporunda yer alan “1 kilometre uzunluğa ulaşan tüm kıyının özelleştirilmesi nedeniyle tüm alanın kamuya kapatılması anlamına gelmektedir” ifadelerine vurgu yapıldı.
Yapı, 09.10.2015
48 MİLYON YILLIK AT FOSİLİ BULUNDU

Almanya’da ortaya çıkarılan, bugünkü atın atalarından Eurohippus messelensis ile doğmamış yavrusuna ait bulgular üzerinde yapılan incelemeler, fosilin yaklaşık 50 milyon yıllık olduğunu ortaya çıkardı. Bu bulgular fosilin, şimdiye dek ortaya çıkarılan en eski ve en iyi durumdaki at kalıntıları olduğunu gösteriyor.

SUDAKİ BAKTERİ DOKUYU KORUMUŞ
Küçük bir köpek boyutlarında olan hayvan ile doğuma yaklaşmış yavrusunun eski bir göle düştüğü; göldeki suyun hayvanın rahmini ve plasentanın yumuşak dokusunu bugüne dek ulaşacak şekilde koruyan bakteriye sahip olduğu anlaşılıyor. 12 buçuk santimetre uzunluğundaki cenin, ezilmiş haldeki kafatası dışında hemen hemen tamamiyle bozulmamış halde.

Uzmanlar, hamile olan atın doğum yapmadan hemen önce ölmüş olabileceğini belirtirken, ölümünün  hamileliğiyle alakalı olmadığını aktardı.

ÜREME SİSTEMLERİ MİLYONLARCA YILDIR AYNI
48 milyon yıllık atın fosili, 2000 yılında Frankfurt yakınlarında bir gölün dibinde bulunmuştu. O zamana kadar kimsenin dokunmamış olduğu fosil üzerindeki incelemeler yeni tamamlandı ve PLOS One adlı dergide yayımlandı. Bilim insanları, bulgunun analizine dayanarak atların üreme sistemlerinin on milyonlarca yıldır hemen hemen hiç değişmediğini ifade ediyor.
Sözcü, 09.10.2015

'TESTERE DİŞİ' MİMARİNİN ANADOLU'DAKİ İLK ÖRNEĞİ HACILAR



Hacılar Büyük Höyük kazılarını, onursal başkan Prof.Dr. Refik Duru ile birlikte yürüten, kazı başkanı Prof.Dr. Gülsün Umurtak, kazı çalışmaları hakkında kapsamlı bir yazılı açıklama yaptı.

"Burdur'da, tarih öncesi dönemlere ait ilk araştırmalar İngiliz arkeolog James Mellaart tarafından 1957-1960 yılları arasında, il merkezinin 27 km. güneybatısında, Hacılar Köyü'nün sınırları içinde yer alan Hacılar Höyüğü'nün kazılması ile başlamıştır. Kazı yerinin kapsamlı sonuçlar alınmadan, dört yıl gibi kısa bir sürede terk edilmesine rağmen Hacılar kazıları, gün ışığına çıkan seçkin ve özgün buluntuları ile Anadolu'da o güne kadar hiç bilinmeyen bir kültürün varlığını ortaya koymuş ve Neolitik ve Kalkolitik Çağ gibi kavramları da bilim dünyasının gündemine taşımıştır.

Hacılar kazılarının son bulmasından uzun zaman sonra, 1976 yılında aynı bölgede Prof.Dr. Refik Duru tarafından İstanbul Üniversitesi adına başlatılan ve benim de tüm aşamalarında yer aldığım bir araştırma süreci, Kuruçay (1978-1988), Hacılar Nekropolü'nü Arama Çalışmaları (1985-1986), Höyücek/Bucak (1989-1992) ve Bademağacı / Antalya (1993-2010) kazıları ile hayata geçirilmiş, bu çalışmalar sonunda Burdur ve yakın çevresi, Anadolu tarih öncesi dönemleri uygarlıklarının en iyi bilindiği bölgelerden biri/başlıcası durumuna gelmiştir.

Hacılar Büyük Höyük, daha önceleri kazı yapılan Hacılar'ın yaklaşık 400 m. kadar kuzeyinde gösterişli, oval tabanlı, yaklaşık boyutları 280 m. x 240 m. olan bir yerleşme yeridir. Yükseklik, doğuda höyüğün dışından geçen dere yatağından bakıldığında yaklaşık 11 m., batıda ise yükselen arazi eğimi nedeniyle tepe yaklaşık 5 m. kadar algılanmaktadır.

Höyük'te Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Üniversitesi adına 2011 yılında başlayan arkeolojik kazılar Prof.Dr. Gülsün Umurtak ve Prof.Dr. Refik Duru (onursal başkan) yönetiminde devam etmektedir.

Hacılar Büyük Höyük'te ortaya çıkan en önemli ve dikkat çekici bulgu, arkeoloji alanında İlk Tunç Çağı olarak adlandırılan bir sürecin ilk evresine (İlk Tunç Çağı I / İTÇ I) ve MÖ 3. binyılın hemen başlarına tarihlenen bir yerleşmeye ait "testere dişi" şeklinde kırılmalarla kuzey-güney doğrultusunda gelişen, çok ustalıkla inşa edilmiş bir savunma sistemidir. Söz konusu sisteminin bugüne kadar 31 mekanı ile bunların arasında bir kente giriş kapısı / Batı Kapısı (Propilon) kazılmıştır. Burada, batı sınırı oluşturan dış duvarlar 1.50 -1.60 m. kalınlıkta, orta boy taşlardan örülmüş olup, yüksekliği yer yer 2 m.'yi bulmaktadır. Savunma sisteminin duvarlarının üst kesiminin ise kerpiçle örüldüğü anlaşılmakla birlikte, duvarların görece daha zayıf olan üst kısımlarının günümüze kadar ulaşamadığı görülmektedir. Sura bitişik ve ortalama 4.5 x 5.5 m. boyutlarındaki mekanların (kazamat) kapıları doğu yöndeki avlulara açılmaktadır. Genellikle mekanların kapıları 1.10 m. - 1.20 m. genişliğindedir ve bazılarında kapının iç kısmında yer alan insitu plaka şeklinde yerleştirilmiş mil taşı, büyük olasılıkla ahşap olan kapı kanadının içeri doğru açıldığına işaret etmektedir. Mekanların tabanlarında toprak iyice bastırılmış ve düzgünleştirilmiş, bazılarında orta kesimde at nalı şeklinde birer ocak kalıntısı, çok sayıda ezgi/öğütme taşı ya da genelde güney duvara bitişik küp koymaya yarayan taş döşeme üstü kerpiç destek / yükseltiler görülmektedir. Küplerin içinde ve mekanların tabanı üzerine dağılmış buğday, arpa, mercimek, nohut, acı burçak başta olmak üzere çok miktarda yanmış tahıl kalıntısına rastlanmıştır. Yangın geçirmiş bir yapının avlusunda ele geçen bir küpün içinde yandığı için bozulmadan günümüze ulaşmış 10-15 kadar incir ve başka depolama alanlarında da üzüm çekirdeği örnekleri saptanmıştır. Çok miktarda ele geçen keten tohumunun, yağının çıkarılarak kullanıldığı, kazı ekibimizin arkeobotanist üyesi tarafından tahmin edilmektedir.

Yukarıda tanıtımı yapılan mekanlarda çok sayıda pişmiş toprak tabak, çanak, testi, çömlek ve küp insitu olarak ele geçmiştir. Sur sistemine bağlı konutlarda bulunan çanak çömleğin kalitesi ve çeşitliliği ile aynı tabakalara inanç sisteminin odak noktasında olduğuna inanılan bir ana tanrıçanın mermer ve pişmiş topraktan şematik tasvirleri /idoller, taş ve pişmiş toprak damga mühürler ve maden iğneler, kesiciler burada zengin ve gelişkin bir İTÇ yerleşmesi olduğunu göstermektedir. Yerleşmede evcilleştirilmiş hayvanlar olduğu kazılarda ele geçen kemik kalıntılarından anlaşılmaktadır. Köpek dışında, koyun, keçi sığır ve domuzun süt, et ve kürkü ya da derisi için beslenmiş oldukları kazı ekibimizde yer alan arkeozoolog uzman tarafından belirtilmektedir. Karaca, geyik türleri, muflon, kızıl tilki, sincap ve aslan kemikleri ile günümüze kadar sağlam durumda ulaşan kara çam ağacına (pinus negro) ait oldukça iri bir parça, o çağda yerleşmenin çevresindeki zengin doğal ortam hakkında fikir vermektedir. Savunma sistemine ait mekanlarda karşımıza çıkan çanak çömlek ve gereçler ile depolama ünitelerindeki meyve ve tahıl kalıntıları, bunların savunma işlevinin yanı sıra yerleşmenin sakinleri tarafından konut olarak kullanıldığını göstermektedir.

Höyüğümüzdeki İTÇ I mimarisinin genel görünümü, Anadolu Yaylası'nda şimdiye kadar kazılmış hiçbir yerleşmenin mimarlığı ile ilgisi olmayan, "testere dişi" şeklinde girinti ve çıkıntılarla daire şeklinde gelişerek çevresini saracağı bir yerleşmeyi korumak için yapılmış bir savunma sistemi şeklindedir. 2013 yılında ortaya çıkartılan yuvarlak planlı iki yapı ile iki adet taş dikitin (stel) kült amaçlı konulmadığını söylemek kolay değildir. İTÇ I'in evleri, yönetici sınıfların ikametgahı (residans / saray), tapınak vs. gibi yapılarıyla bu yerleşme yukarıda tanıtılan olağanüstü güçlü bir savunma sistemi ile korunmaya alınacak kadar zengin bir kent olmalıydı. Bir başka anlatımla, surların bu denli güçlü inşa edilmesi, dışarıdan gelebilecek olası tehlikenin (düşmanın) çok ciddi olduğunu gösterir.

Bizim arkeolojik yöntemlerle yaptığımız tarihleme, bu yerleşmeden ele geçen yanmış tahıl kalıntılarından yapılan C14 analizlerinin sonuçları ile örtüşmektedir. Kentte yaklaşık olarak MÖ 3000-2900 tarihlerini içine alan bir süreçte yaşandığı söylenebilir. Henüz yazının bilinmediği bir döneme ait olduğu için, yerleşmenin adı ve sakinlerinin kullandığı dil konusunda bilgi edinilememektedir.

Burdur ve yakın çevresinde 1950'li yılların sonunda İngilizler tarafından yapılan Hacılar kazıları ve daha sonraları Prof.Dr. Refik Duru'nun başkanı olduğu bir ekip tarafından gerçekleştirilen Kuruçay ve Höyücek kazıları, Burdur'un en erken yerleşim tarihini, yani uzak geçmişini büyük ölçüde aydınlatmıştır. Hacılar Büyük Höyükte gerçekleştirdiğimiz kazılarla bu uzun tarihsel sürecin şimdiye kadar bilinmeyen bir boşluğu doldurulmaktadır. Gerekli parasal destek bulunduğu takdirde, gelecekte eski Hacılar kazı alanı ile Hacılar Büyük Höyükte gerçekleştirmeyi planladığımız bir arkeoloji parkının Hacılar Köyü ile birlikte Burdur ilinin turizm konusundaki albenisine önemli katkı yapacağı düşünülmelidir.

Kazılarımızda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı öğrencileri eğitim görmekte, restoratör-mimar, arkeobotanist, arkeozoolog gibi uzmanlar alanları ile ilgili çalışmalar yapmaktadır. Arazide iş gücü olarak Hacılar, Karaçal, Yassıgüme, Yazıköy, Kuruçay köylerinden pek çoğu lise, üniversite öğrencileri olan insanlar çalışmaktadır. Kazılarda ele geçen eserler, her sezon sonunda Burdur Arkeoloji Müzesine teslim edilmektedir. Ekibimiz Hacılar Köyü'nde, depremde hasar görmüş, metruk durumdayken 2011 yılında Burdur Valiliği ve Burdur Belediye Başkanlığı tarafından onarılan eski okul binasında konaklamaktadır. İlk 5 yılda kazımızı farklı şekillerde, maddi ve manevi olarak destekleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Dekanlığı, Burdur Valiliği, Burdur Belediye Başkanlığı, Burdur Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü, Türkiye Seyahat Acentaları Başkanlığı (TÜRSAB), Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü (AKMED), Türk Tarih Kurumu Başkanlığı (TTK), Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Rektörlüğü ile bu kurumların değerli yöneticilerine, kazımıza emek veren uzmanlara, öğrencilerimize, kazı çalışanlarımıza ve bizi köylerinde konuk eden Hacılar halkına içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Prof.Dr. Gülsün Umurtak"

arkeografya.com, Kaynak: Burdur Gazetesi, 09.10.2015



4 - 10 Ekim 2015
TOROSLARIN GİZLİ TARİHİ SAGALASSOS


Ağlasun merkezden yaklaşık 7 kilometrelik yolculuğun ardından ulaşılan Sagalassos, konutları, hamamı, meydanı, seramik üretim merkezi, tiyatrosu, kütüphanesi, yüzlerce yıldır akan çeşmesi ve meclis binası gibi birçok yapısıyla adeta zamana meydan okuyor.

Yazılı kaynaklarda bilinen tarihi Büyük İskender'in MÖ 333 yılındaki fethiyle başlayan ve UNESCO Geçici Dünya Miras Listesi'nde yer alan antik kent, aynı zamanda Roma'nın beş önemli seramik üretim merkezinden biri olma özelliğini taşıyor.

"Aşkların, ihtirasların ve imparatorların gözde şehri" olarak bilinen antik kenti, bu yıl 22 bin kişi ziyaret etti.

- "Tanıtıma ihtiyacı var"
Yöre halkı, antik kente ulaşımın kolaylaştırılması ve tanıtım çalışmaları sayesinde, Ağlasun ve Burdur'un turizm pastasından daha fazla pay alabileceğine inanıyor.

Antik kenti gezen turistlerden Ali Yemenli, AA muhabirine, 10 yıl öncesine kadar turist rehberliği yaptığını ancak Sagalassos Antik Kenti'ni bir arkadaşının tavsiyesi sonrasında yeni öğrendiğini söyledi.

Yaklaşık 40 yıl turizme hizmet etmiş birisi olarak eserler karşısında şaşkınlığını gizleyemediğini belirten Yemenli, "Bu yörenin çok iyi tanıtılması ve tur operatörlerinin buraya yönlendirilmesi lazım. Çünkü burada tüm dünya milletlerinin ilgisini çekecek bir dünya var" dedi.

Antik kente çok fazla turist çekilememesindeki en büyük unsurun bölgenin tanıtılamaması olduğunu ifade eden Yemenli, tanıtım çalışmalarına hız verilmesi ve ulaşım imkanlarının artırılması gerektiğini kaydetti.

- Sagalassos Antik Kenti
Burdur'un Ağlasun İlçesi'nin 7 kilometre kuzeydoğusunda yer alan Sagalassos, antik Yunan'da Pisidya'ya başkentlik yapmış.

Önemli bir bölümü ayakta kalan antik kentte en iyi durumdaki yapıların arasında tiyatro bölümü yer alıyor. İlk olarak 1706'da Fransız gezgin Paul Lucas tarafından keşfedilen Sagalassos'taki arkeolojik kazılar, 1989'dan bu yana yürütülüyor.
Trt Haber, 08.10.2015

MOZAİK YOLU PROJESİ

Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi, Germenicia antik kenti mozaiklerinin tanıtımına yönelik başlatılacak Mozaik Yolu projesine destek verceğini açıkladı.

Ortak Nesiller Entegrasyonu (ONE) Derneği’nin Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep ve Şanlıurfa Büyükşehir Belediyeleri’nin desteğiyle ve ONE Derneği Danışma Kurulu Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın öncülüğüyle yürüteceği projeyle mozaiklerin tüm dünyada bilinirliğinin artmasını, bu bölgenin dünyaca ünlenerek “Mozaik Yolu” olarak ortaya çıkması, yeni bir kültürel turizm alanı kazanılması ve bu bölgelerdeki mozaiklerin kültürel miras bakımından değerlerinin bölge halkı tarafından daha iyi anlaşılması sağlanarak korunmaları ve tanıtımları açısından desteklerinin alınmaları hedefleniyor.

Mozaik Yolu Projesi kapsamında İstanbul’da bir çalışma toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıya Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanı Melike Özdemir ile Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı Mehmet Fetih Yanardağ katıltı.

Germenicia antik kenti dönemin büyük yol kavşakları üzerinde bulunması sebebiyle önemli bir ticaret merkezi konumunda olan Kahramanmaraş’taki adını Roma İmparatoru Caligula’dan alan Germanicia antik kenti mozaiklerinde doğadaki birçok rengin kullanılması, aynı rengin farklı tonları kullanılarak verilen gölgelendirmeler ve kullanılan tesseraların kalitesi, üst seviyedeki Roma mozaik sanatının Germanicia mozaiklerine yansımış olduğunu gösterdiği belirtildi.
Olay Medya, 09.10.2015

GORDİON ARKEOLOJİ PARKI PROJESİ HAYATA GEÇİRİLİYOR

‘Gordion arkeoloji Parkı’ Projesi ile Polatlı İlçesi'nde bulunan Gordion Antik Kenti ve Tümülüsler koruma altına alınacak. Ayrıca proje kapsamında yapılacak çalışmalar sayesinde Ankara dünya çapında tanınan cazibe merkezi haline getirilecek.

Ankara Kalkınma Ajansı tarafından desteklenerek Ankara Valiliği, ilçe kaymakamlığı ve İlçe Milli eğitim Müdürlüğü’nün çalışmaları ile ‘Gordion Arkeoloji Parkı’ projesi hayata geçiriliyor.

Proje hakkında bilgi veren Polatlı İlçe Milli Eğitim Müdürü Hayri Doğruel, “Proje ile amaçlanan hedef Gordion’nun yanı sıra ilçede bulunan 124 Tümülüs’ün korunma altına alınması. Bunu yanı sıra Projeyle hedeflenen bir diğer önemli hususta Ankara’nın dünya çapında tanınan cazibe merkezi haline getirilmesi şeklinde oldu. Ankara Kalkınma Ajansı tarafından desteklenerek çalışmalarına başlanan projemiz Ankara ili Polatlı İlçesi'nde bulunan, içinde Gordion antik kentinin yanı sıra 124 Tümülüs ve çeşitli sayıda höyük barındıran geniş bölgenin Gordion Arkeoloji Parkı olarak korunması, geliştirilmesi ve yönetiminin sağlanması amaçlanmaktadır. Ankara’nın dünya çapında tanınan cazibe merkezi haline getirilmesi, böylece Ankara’nın sahip olduğu zengin kültürel sanatsal ve tarihsel varlıkların geliştirilmesi ve erişilebilirliğine katkı sağlaması projemiz kapsamındadır” şeklinde konuştu.
Milliyet, 07.10.2015
MÜSTEŞAR KÖMÜR ÇIKARSIN DİYE 200 YILLIK BİNA YIKILDI


AKP’li eski müsteşar İbrahim Topaloğlu, marina, otel ve yaşam alanı yapmak için 9 bin 500 liraya kiraladığı arsayı madene çevirip kömür çıkarmaya başladı. Üstelik, arazideki 200 yıllık tarihi binayı da yıktı

Eyüp Belediyesi Akpınar Köyü sınırları içerisinde bulunan ve 200 yıl önce Fransızlar tarafından inşa edilen tarihi Akpınar Tahlisiye İstasyonu’nun, 2 yıl önce dönemin Kıyı Emniyeti Genel Müdürü Salih Orakcı tarafından ihaleye çıkarıldığı ve bir dönem Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevinde bulunan İbrahim Topaloğlu tarafından 9 bin 500 TL’ye kiralandığı öğrenildi.

Akpınar Tahlisiye İstasyonu’nun bulunduğu araziden çıkarılan kömür madeninin yaklaşık 50 bin ton civarında olduğunu ifade eden maden mühendisleri, yüzeyden çıkarılan madenin 10 metre derinliğe inmesi halinde, 5 dönüm araziden en az 50 bin ton kömür daha çıkarılabileceğini belirtti.

Marina için aldı, ocak yaptı
Tarihi Akpınar Tahlisiye İstasyonu’nun içinde bulunduğu 7 dönümlük araziye, Marina, Otel ve Yaşam Alanı yapılması için Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü ve İbrahim Topaloğlu arasında kiralama sözleşmesi yapıldığı belirtildi. Ancak iki senedir bölgeye bir çivi bile çakmayan eski müsteşar İbrahim Topaloğlu, iki ay önce tarihi Akpınar Tahlisiye İstasyonu’nu yıkarak ve arazi üzerinde bulunan ağaçları keserek, hukuksuz ve sözleşmeye aykırı bir şekilde Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’ne ait araziden kömür çıkarmaya başladı.

Sit alanı olduğu için reddedildi
Birinci derece sit alanı olan alanda çivi dahi çakmak yasak olduğu için bölgede faaliyet gösteren diğer ocakların bu alanda kömür çıkarma talebi defalarca reddedildi. Bundan beş yıl önce bazı madenci şirketlerin bu alanı kiralamak için Kıyı Emniyeti’ne teklifte bulunduğu öğrenilirken, Anıtlar Kurulu’nun Tarihi Akpınar Tahlisiye İstasyonu dolayısıyla inşaat izni vermediği ve Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün maden şirketlerinin kiralama tekliflerini reddettiği ifade edildi.
Sözcü, 07.10.2015

MAHKEMEDEN YASSIADA'NIN İMARA AÇILMASINA RED


Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun 14 Mayıs 2015 tarihinde katıldığı törenle Yassıada ile bitişiğindeki Sivriada'nın imara açılmasına İstanbul 3. Bölge İdare Mahkemesi ‘dur' dedi.

‘Demokrasi ve Özgürlük Adaları' adıyla hayata geçirilen projenin temeli geçtiğimiz mayıs ayında Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından atılmıştı. Tarihi adanın turizme açılmasıyla otel ve restoranların yapılmasının da önü açılmıştı. İstanbul 3. Bölge İdare Mahkemesi'nin önceki gün verdiği kararla, adaya yapılacak bu projeyi iptal etti. Mahkemenin vermiş olduğu karar sonrası değerlendirmelerde bulunan dönemin Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın yeğeni Hasan Serdar Bilir, verilen karardan mutlu olduklarını belirtti. Yassıada'nın aslına uygun şekilde ‘Demokrasi Müzesi' olması gerektiğini ifade eden Bilir, “Oraya otel, eğlence merkezi yapılması saygısızlık olacaktı. Orada Türkiye'nin çok kıymetli kişileri haksız yere yargılandı. Dolayısıyla bu karar çok olumlu doğrusu. Başından beri bu fikri savunduk. Müze haline gelirse gelecek kuşaklara demokrasi adına verdiğimiz mücadeleyi anlatan bir yapıt olarak kalmış olur.” dedi.

Adnan Menderes Dernekleri Konfederasyonu Başkanı Fatih Kavaloğlu ise iktidarın merhum Başbakan Adnan Menderes'in ismini siyasi malzeme haline getirdiğini ifade etti. Verilen kararla yanlış bir uygulamadan dönüldüğünü belirten Kavaloğlu şu şekilde konuştu: “O zaman 3 demokrasi kahramanı katledilmişti, şimdi de onların anılarını katletmeye çalıştılar. Mahkeme buna dur dedi. Verilen karar doğru bir karar. Sırf maddi çıkar uğruna hatırlar silinecekti. Bu karar sadece seçim zamanı rahmetli Adnan Men-deres'i hatırlayanlara ithaf ediyorum.”

27 Mayıs mağdurlarından olan gazeteci-yazar Nazlı Ilıcak da bölge idari mahkemesinin vermiş olduğu kararın doğru olduğunu belirtti. Ilıcak,  “Oralarda çok büyük acılar yaşandı. Bir sürü hatıra da vardı. Bütün onların bulunduğu bir müzenin varlığı, bundan sonraki nesillere de yaşanan acıları hatırlatacak mahiyetteydi. Ama maalesef Yassıada'da rant galebe çaldı. Sadece bir müze yapılması ile yetinilmedi. Ada imara açılmaya tevessül edildi. Adanın ranta açılmaması için mahkemenin vermiş olduğu karar olumlu.” ifadelerini kullandı.
Zaman, Haber: Süleyman Kayhan, 07.10.2015

TEPEBAŞI PROJESİ'NİN ÜZERİNE SOĞUK SU!

Suna ve İnan Kıraç Kültür Vakfı’nın Tepebaşı için hayal ettiği kültür sanat merkezini hatırlayanlar vardır.

Keşke buna ‘hayal’ demek durumunda olmasaydık.

Hikayeyi bilmeyenler veya unutmuş olanlar için birkaç hatırlatma yapayım: Suna ve İnan Kıraç Vakfı, 2005 yılında, TRT binasının bulunduğu yere dev bir kültür sanat merkezi inşa edilmesi için harekete geçti. Vakıf, o yıllarda proje için yaklaşık 200 milyon dolarlık bir bütçe ayırdı. Projeyi Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’nin mimarı Frank Gehry çizdi. Sırf Gehry’nin böyle bir projeyi çizmesi bile çokça konuşuldu.

Ama bir yandan da bürokrasi konuşuyordu. Projeyi desteklediğini söyleyen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş cephesi bir yandan, hukuken eksper bedellerinin altına arsayı devretmesinin mümkün olmadığını söyleyen TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin bir yandan, zamana karşı yarışan İnan Kıraç bir yandan…

Uzatmayayım. Merak eden, konuyu derinlemesine araştırır.

Sonunda bu proje unutuldu gitti.

Geçen hafta vakfın Kültür Sanat İşletmeleri Genel Müdürü Özalp Birol’la uzun bir sohbet gerçekleştirdik. Hem Pera Müzesi’nin on yıllık yolculuğunu hem de kültür-sanat dünyamızın artılarını, eksilerini konuştuk.

Söz elbette Tepebaşı projesine de geldi. Özalp Birol, net bir ifade kullandı: “Artık bu projenin gerçekleşeceğine inanmıyorum.”

Çok nedeni var bu yargının. Geçen zaman, bürokratik engeller, yatırımcıların iştahını kaybetmiş olması, Gehry’nin ilerleyen yaşı, vakıf cephesindeki hayal kırıklığı ve fazlası.

Proje gerçekleştirilebilmiş olsaydı sadece binanın altında yapılması düşünülen 800 metrekarelik çokamaçlı sergi salonu bile İstanbul’u bir lig yukarı taşıyacaktı. Bir anlamda PERA MODERN oluşacaktı. Bu projenin eriyip gitmesiyle Suna ve İnan Kıraç Kültür Vakfı’nın İstanbul’a kazandıracağı bir büyük yapıya veda etmiş olduk.

İstanbul’un siluetine yakışmayan TRT binasına bakmaya devam edeceğiz yani. Dileyen dilediği gibi yorumlasın bunu.

Ama bu hayal kırıklığı Suna ve İnan Kıraç Kültür Vakfı’nın ve Özalp Birol’un heyecanını, üretme arzusunu baltalayamamış.

Geçen on yılda yapılanlar, gelinen nokta önümüzdeki yıllar için gereken enerjiyi vermeye yetiyor. “Üç kişiyle çıktığımız yolda 60 kişiyi aşan bir kadroya ulaştık. Bir yandan dünya sanat arenasının en önemli isimlerini getirdik, bir yandan da unutulmaya yüz tutmuş isimleri gelecek kuşaklarla paylaştık. Kültür ve sanatta kamplaşmaların olmaması gerektiğini düşündük ve hep bu doğrultuda işler yaptık. Dünyada hayati öneme sahip politikaların hep kültür-sanata odaklandığı bilinciyle yürümeye devam edeceğiz,” diyor Özalp Birol.

1893 yılında mimar Achille Manoussos tarafından tasarlanan Bristol Oteli binası, cephesi korunarak 2005 yılında çağdaş ve donanımlı bir müze olarak renove edilip Pera Müzesi’ne dönüştükten sonra kimlerin eserlerini görmedik ki bu binada? Jean Dubuffet, Henri Cartier-Bresson, Rembrandt, Niko Pirosmani, Josef Koudelka, Joan Miró, Akira Kurosawa, Marc Chagall, Pablo Picasso, Fernando Botero, Frida Kahlo, Diego Rivera, Goya ilk akla gelenler...

“Bu sergilerin içinde sizi en çok hangileri etkilemişti?” diye sorduğumda Özalp Birol, operasyonel öğreticiliği olan sergileri hatırlatıyor:

“Rivera-Kahlo Sergisi benzersiz bir deneyimdi bizim için. Öyle bir kalabalığa hazır değildik. Kısa sürede çok şey öğrenmemizi sağladı. O günlerde gerektiğinde bilet kestim, gerektiğinde hediyelik eşya bölümümüzde satış yaptım. Marc Chagall Sergisi, İsrail’in Gazze saldırısı nedeniyle siyasi bir tıkanma sürecine girdiğinde, hızlı ve değerli bir çözüm bulmam gerekmişti. O süreçte oluşturduğumuz Kurosawa Sergisi bu nedenle çok değerlidir benim için. Sokak sanatını meşrulaştıran ve doğasını bozmadan sergileme yollarını araştırdığımız Street Art Sergisi’ni de çok önemserim. Hep gençleri istihdam etmek ve onlara ulaşmak isteyen müzemize çok yakışan bir sergi olmuştu. Bir de Suna ve İnan Kıraç Kültür Vakfı sağlık alanındaki faaliyetlerini sanatla birleştiren, çağdaş sanatla nörobilim arasındaki ilişkiyi güçlendiren Temelde İnsan Sergisi’ni anmalıyım. “

Pera Müzesi, şu ana kadar toplam 73 sergiye ev sahipliği yapmış, bugüne kadar 1 milyon 150 binin üzerinde ziyaretçisi olmuş. Yola çıkarken planlanandan çok daha ilerideler yani. “Peki sonrası ne olacak, hayalleriniz nelerdir?” diye soruyorum. “Fiziki bağlamda işler müzenin boyutunu aşmaya başladı,” diyor Özalp Birol ve ekliyor: “Daha geniş bir alan, gençlerle daha fazla temas, sesi daha gür çıkan bir kültür-sanat atmosferi.”

Dilerim hepsi gerçekleşir. Pera Müzesi’nin İstanbul kültür sanat yaşamına önemli bir katkısı var. Bu katkının genişlemesi ve sürekliliği de önemli.

Sohbetin ardından Tepebaşı’na bakıyorum. İstanbul’un siluetine kaç kişi yakıştırıyordur şimdiki görüntüyü? Bir süredir “AKM ne olacak?” diye soruyordum. Şimdi bir soru daha ekleniyor: Tepebaşı Projesi neden olmadı?

Not: Suna ve İnan Kıraç Kültür Vakfı’nın Antalya’da neler yaptığını bir başka yazıda anlatayım. Şu anda müzede 14. İstanbul Bienali kapsamında Pera Müzesi için özel olarak üretilmiş bir iş var. Pera Müzesi yılı, Kasım ayında açılacak “Üryan, Çıplak, Nü: Modernleşme Süreci Türk Resminde Çıplak” sergisi ve “Bu Bir Aşk Şarkısı Değil” başlıklı video sanatı ve yerleştirme sergisiyle kapatacak.
Radikal, Haber: Yekta Kopan, 07.10.2015

REZA ZARRAB 'TEK FARK' DİYOR AMA İŞTE YALIDAKİ 3 FARK


Kanlıca’da sahibi olduğu yalılarda usule aykırı tadilat yaptırdığı iddiasıyla pazartesi günü Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ifade veren Reza Zarrab kendisini şöyle savundu: “Yalılardaki yükselti eski hali ile aynı. Ben sadece araya asansör koydum” dedi.

İşadamı Reza Zarrab (Rıza Sarraf), Kanlıca sahilinde aldığı üç yalıda usule aykırı inşaat yaptığı iddiasıyla pazartesi günü Beykoz Cumhuriyet Savcılığı’nda ifade verdi. Zarrab, tadilat usulsüzlüğü ile ilgili iddiaları reddetti ve anlaştığı mimarların işlemleri takip ettiğini söyledi. Zarrab ifadesinde şunları söyledi:

‘İKİ YALIDA TADİLAT’
“Yalı mahiyetinde olan gayrimenkulleri yaklaşık 5 yıl önce satın aldım. Aldıktan sonra her iki yalıda da tadilat yapma gereği duydum. Bu iş için de mimar Suha Gökdemir ve Dara Kırmızıtoprak ile anlaştım. Bütün işlemleri Suha Gökdemir takip edecek, gerekli mercilerden izin aldıktan sonra projeye uygun olarak yapacaktı. Ben bütün tadilatların izin çerçevesinde yapıldığını düşünmekteydim. Tadilat yaklaşık 1.5 yıl içinde bitti. O tarihten beri burada ailem ile birlikte ikamet etmekteyim.”

‘YÜKSELTİ ESKİSİYLE AYNI’
“Tutanakların tamamı dış görünüş ve basının yönlendirmesi ile yapılmıştır. Yalılardaki yükselti eski hali ile aynı mahiyettedir. Kesinlikle herhangi bir değişiklik yoktur. Sadece iki yalının arasına asansör koyulmuş, ancak asansörü yasaklayan kanun olduğunu düşünmüyorum. Kültür varlığı ve tarihi dokuya herhangi bir zarar vermemiştir. Burası hiçbir zaman mühürlenmedi. Mührü de bozmadım.”

Eşine doğum hediyesi almıştı
- İşadamı Zarrab, Kanlıca sahilinde üç yalıdan oluşan Mehmet Arif Bey Yalıları’ndan ikisini 2011 yılında eşi Ebru Gündeş’e doğum hediyesi olarak aldı.

- Zarrab Ailesi, Osmanlı döneminde inşa edilen ikinci derece tarihi eser tescilli yalılarda önceki yıl tadilat çalışması başlattı.
- İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, tadilatı onayladı.
- Tadilat tamamlandığında her iki yalının da siluetinin değiştiği görüldü. Yalının biri, içeriden 3 kattan 4 kata çıkarılmıştı.
- Tadilat sonrası yalının eski ve yeni halini gösteren fotoğrafların basına yansımasının ardından Kurul ve Boğaziçi İmar Müdürlüğü, ünlü çift hakkında ‘2960 sayılı Boğaziçi İmar Kanunu’na muhalefet’ iddiasıyla suç duyurusunda bulundu.

1 yıl hapis ve para cezası var
2960 Sayılı Boğaziçi İmar Kanunu’nda tarihi ve doğal güzelliklerin yoğunlaştığı kıyı, sahil şeridi ve öngörünüm bölgesinde doğal yapıyı tahrip eden veya niteliğini bozanlara iki aydan bir yıla kadar hapis cezası verilebiliyor. Bunun yanında tahribatın büyüklüğüne göre 200 bin liradan 500 bin liraya kadar ağır para cezası isteniyor. Reza Zarrab hakkında soruşturmanın tamamlanmasının ardından istenilen ceza kesinleşecek.
Hürriyet, Haber: Fırat Alkaç, 07.10.2015



******


HEPSİ YARGILANACAK

SÖZCÜ, Reza Zarrab ve şarkıcı eşi Ebru Gündeş’in Boğaz’daki Mehmet Arif Bey Yalıları’nda mevzuata ve koruma ilkelerine aykırı biçimde tadilat yaptığını 31 Mayıs 2015’te manşetten duyurdu.

Tescilli tarihi yalıların dış cephelerinin tahrip edilip, kaçak kat çıkıldığını haberimizden öğrenen İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, 1 Temmuz’da yalıların ve köşkün projelerine uygun hale getirilerek kaçak yapıların yıkılmasına karar verdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ne işlemin gerçekleştirilmesi için yazı yazan Kurul, yalı sahipleri ve tadilat işlemlerini gerçekleştirenler hakkında da suç duyurusunda bulundu. Zarrab – Gündeş çifti bu hafta başında Beykoz Adliyesi’ne gidip savcı Turgut Çakır’a ifade verdi.

İKİ KİŞİNİN ADINI VERDİ
17 Aralık yolsuzluk operasyonun baş kahramanı Zarrab, yalılardan birini kendi üzerine diğerini ise eşi Ebru Gündeş üzerine kaydettirdiğini söyledi.

Satın aldıktan sonra her iki yalıda tadilat yapma gereği duyduğunu söyleyen Zarrab, “Bu iş için de Suha Gökdemir ve Mimar Dara Kırmızıtoprak ile anlaştım. Projeleri Kırmızıtoprak çizecek, diğer bütün işlemleri Gökdemir takip edecek, gerekli mercilerden izin alacak, izin aldıktan sonra projeye uygun olarak yapacaktı. Ben bütün tadilatların izin çerçevesinde yapıldığını düşünmekteydim” dedi.

GÖZLERİ GÖRMÜYOR MU?
Zarrab’ın ifadesini SÖZCÜ’ye değerlendiren İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin CHP’li üyesi Hüseyin Sağ, “Kendi suçunu mimar ve teknik sorumlunun üzerine atarak kurtulmaya çalışıyor. Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi konuşuyor. Tamam haberi yok diyelim, gözleri de mi görmüyor? Yalılar mutasyona uğramış, kaçak kat çıkmışlar, asansör koymuşlar, duvarları yıkmışlar. Mülk sahibinin haberi olmadan mimar ve yapı sorumlusu bunları yapabilir mi?” dedi.

Zarrab’ın Kandilli’de aldığı tarihi köşkte de suç işlediğine dikkat çeken Hüseyin Sağ, “ Yalılardan sonra Kanlıca’da satın aldığı tarihi köşkü restorasyon yapacağım diye tamamen yıktı.

 Bahçesindeki ağaçları kesip yerine üç katlı beton bina dikti. Projenin mimarı da yalılarınkiyle aynı; Dara Kırmızıtoprak. Görünen o ki Zarrab ve tuttuğu adamlar bu işi meslek haline getirmiş” diye konuştu.

HABERİ OLMAMASI İMKANSIZ
Boğaziçi’ndeki yasalara aykırı işlemlerin mülk satın alınırken organize edildiğini belirten Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, “Her adımdan Zarrab’ın bilgisi ve onayı olmaması imkansız. Aşırı güven patlamasıyla konuşmasının nedeni sırtını dayayıp güç aldığı kişi ve kurumlar” dedi.

Boğaz’daki her yanlıştan hem Koruma Kurulları hem de Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün sorumlu olduğunu ifade eden Eyüp Muhcu, “Nasıl mal sahipleri, teknik sorumlular yargılanacaksa, yasaların verdiği görevi yerine getirmeyen kamu görevlileri de hukuk önünde hesap verecek. Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün aymazlık içerisinde sorumsuzca davranması, kültür varlıklarının tahrip edilmesinin önünü açıyor “ diye konuştu.

Hadi bunu da yık Topbaş
İstanbul Boğaz’ında basında çıkan haberler üzerine, 1 metrelik duvarı 60 zabıta eşliğinde hiçbir itirazı dinlemeden aynı gün içinde yıkan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Zarrab – Gündeş çiftinin Kanlıca’daki yalısına dokunamıyor.

Boğaziçi Kanunu’na göre, yapılardaki imar mevzuatına aykırı olarak yapılan değişiklikler ve eklentiler yıkılacak ve yıkım masrafları yüzde 20 fazlası ile Zarrab’dan tahsil edilecekti. Koruma Kurulu, Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nden Mehmet Arif Bey Yalıları arasında yapılan asansörün kaldırılmasını, dış cephenin eski haline getirilerek kaçak katın yıkılmasını istemişti. Topbaş’a bağlı imar müdürlüğü, yasalara rağmen iki ayı aşkın bir süredir tarihi eserleri eski haline getirmek için hiçbir adım atmadı.

Hapis cezası öngörülüyor
Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ifade veren Reza Zarrab’ın yanı sıra teknik sorumlu Suha Gökdemir, mimar Dara Kırmızıtoprak, Koruma Kurulu ve Boğaziçi İmar Müdürlüğü yetkilileri soruşturmanın tamamlanmasının ardından hakim karşısına çıkacak.

Boğaziçi Kanunu’nda yıkımın yanı sıra inşaat ruhsatı ile eklerine ve imar mevzuatına aykırı yapılan yapıların aykırı kısım ve bölümleri için hapis cezası öngörülüyor. Yasanın 18’inci maddesinde, yapı sahipleri, fenni mesulleri ve müteahhitlerinin bir aydan altı aya kadar hapis ve 200 bin liradan 500 bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılacağı yazıyor. Yasaya göre, kanunla verilen görevleri belirtilen süre içinde yapmayanlar veya görevini kötüye kullananların bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı yazıyor.
Sözcü, Haber: İsmail Şahin, 08.10.2015

KÜLTEPE'DEKİ KAZILAR ULUSLARARASI TİCARETİN BAŞLANGICINI AYDINLATACAK

Uluslararası ticaretin sistematik olarak ilk yapıldığı merkez bilinen Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'nde ticaretin ilk dönemini aydınlatacak yeni bir kazı çalışması başlatıldı.

Japon arkeolog Prof.Dr. Ryoichi Kontani'nin koordinatörlüğünde yürütülen kazıda uluslararası ticaretin ilk dönemine ait bulgulara ulaşılması hedefleniyor.

Kontani, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültepe'de kazı çalışmalarının başladığı 1948'den beri saray olarak bilinen bölgede çalışma yapıldığını, ilk defa bu alanın yaklaşık 300 metre kuzeyinde halkın yaşadığı bölgede çalışma başlattıklarını söyledi.

Kontani, "Başlattığımız çalışmayla Kültepe'de ticaretin 6 bin 500 - 7 bin yıl öncesine yani ticaretin ilk başladığı dönemlere, temeline inmek istiyoruz. Şu ana kadar günümüzden 4 bin 500 yıl öncesine ulaştık. Burası halkın yaşadığı yerleşim yerinin bodrum katını oluşturuyor. İlk çalışmalarda 4 bin 500 yıl öncesine ait tandır ortaya çıkardık ve korumaya aldık. Geçiş dönemlerine ait mermerden yapılmış Kültepe İdolü olarak da bilinen idol parçaları bulduk. Bizim için ilginç olan, bu idoller saray ve saray alanındaki mabetlerin içinde çıkmıştı. Saray alanından 300 metre uzaklıkta halkın yaşadığı bölgede de bunların ortaya çıkması Kültepe İdolü'nün sadece üst tabaka için değil alt tabakadaki insanlar için de dini önem taşıdığının göstergesi oldu" dedi.

- Kültepe Orta Doğu'nun ticaret merkezi
Kültepe'de ticaretin 6 bin yıl öncesine dayandığına dair rivayetler olduğunu ancak bunun ispatlanmadığını belirten Kontani yaptıkları kazılarda bu delillere ulaşmaya çalışacaklarını ifade etti. 

Kültepe'nin tarihte Orta Doğu'nun ticaret merkezi olduğuna işaret eden Kontani, "Burası medeniyetlerin geçiş bölgesi olduğu için tahminimizden çok daha eskiye gidilebilir. İlk etapta günümüzden 6 bin 500 - 7 bin yıl öncesine inmeyi hedefliyoruz ama bu aşamaya ulaştıktan sonra da çalışmalarımız devam edecek. Çünkü burada çok fazla medeniyet kurulmuş, tabaka tabaka medeniyetler oluşmuş. Her katmanda farklı bir medeniyetin izlerine rastlıyoruz. Bu da Kültepe'nin sadece Anadolu'nun değil, Orta Doğu'nun ticaret merkezi olduğunu gösteriyor" şeklinde konuştu. 

Bu aşamada 4 kişilik ekiple yaklaşık 30 metrekarelik bir alanda kazı çalışması yaptıklarını anlatan Kontani, alanı küçük tutarak daha kısa sürede eski çağlara ulaşmayı hedeflediklerini fakat önümüzdeki yıllarda daha kalabalık ekiple geniş bir alanda kazı çalışması yapacaklarını bildirdi.
Radikal, Haber: Musa Özyürek, 06.10.2015

KIRŞEHİR'DE 8 MİLYON YILLIK FİL, ZÜRAFA, ANTİLOP, GERGEDAN KEMİKLERİ BULUNDU

Ahi Evran Üniversitesi (AEÜ) Rektörü Prof.Dr. Vatan Karakaya'yı ziyaret eden Kaliforniya Üniversitesinden profesör Tim White, Zürih Üniversitesinden profesör Marcia Ponce de Leon ve profesör Christoph Zollikofer, AEÜ Antropoloji Laboratuvarı'ndaki kemiklerle ilgili inceleme yaptı.

Erkman, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kemiklerin dünyada büyük yankı uyandırdığını, bundan sonraki kazılar ve diğer çalışmalarda Amerika ile İsviçre'den antropologlarla bilimsel işbirliği yapılacağını söyledi.

Kazı çalışmalarında çıkarılan kemiklerin, bilimsel yayınlara da katkı sağlayacağını ifade eden Erkman, White'ın yaptığı kazı çalışmalarının dünyaca ünlü bilimsel hakemli dergilerde yer aldığını dile getirdi.

Kırşehir'in Kaman İlçesi'ne bağlı Kurutlu Köyünün Hirfanlı Baraj Gölü kıyılarında gerçekleştirilen kazı çalışmalarında, yaklaşık 8 milyon yıl önce yaşamış gergedan, fil, zürafa, maymun ve antilop kemikleri bulunmuştu.
Sol Haber, 06.10.2015

RUM KİLİSESİ KÜLTÜR EVİ OLUYOR


Muğla'ya bağlı Datça İlçesi'nde bulunan Hızırşah Mahallesi'nde yıkılmanın eşiğinde olan Rum kilisesinin kültür evi olmasına karar verildi.

Datça Belediyesi'nin Güney Ege Kalkınma Ajansı'na (GEKA) sunduğu Hızırşah Yaşayan Tarih, Kültür, Sergi Evi ve Kültür Rotası" isimli proje kabul edildi. 

Harabe haldeki kilisenin tekrar restore edilip kültür ve sanat evi olarak kullanılıcağı belirtildi. Datça belediyesi tarafından sunulan ‘’Hızırşah yaşayan tarih, kültür, sergi evi ve kültür rotası’’ isimli proje 114 başvurudan 2. sırada yer aldı.

Kilise içerisindeki dualar ve yazıtlar da restorasyon çerçevesinde yanilenecek. Restorasyon çalışmalarının 2016 yılında başlaması ve 6 ayda tamamlanması planlanıyor. Restorasyon bütçesinin yüzde 75'n GEKA, kalanının ise Datça Belediyesi ve Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılanacak. 
Agos, 06.10.2015

GALATAPORT PROJESİ'NE ÇED ONAYI GELDİ


İstanbul’un önemli turizm yatırımlarından olacak Galataport projesinin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylandı.

Bakanlığın internet sitesinde yer alan açıklamada, kamuoyunda Galataport olarak da bilinen Salıpazarı Kruvaziyer Limanı Projesi’nin ÇED raporuna, inceleme sonucunda onay verildiği duyuruldu. 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın açıklamasında; “İstanbul ili; Beyoğlu İlçesi sınırları içerisinde Salıpazarı Liman İşletmeciliği ve Yatırımları A.Ş. tarafından yapılması planlanan Salıpazarı Kruvaziyer Limanı Projesi ile ilgili olarak 25.11.2014 tarih ve 29186 sayılı Resmi gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği’nin Geçici 1. Maddesi kapsamında 14. Maddesi gereğince; Bakanlığımızca Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı verilmiştir” ifadeleri kullanıldı. 
 
Galataport olarak bilinen ve Karaköy’den Tophane’ye kadar uzanan 1200 metrelik sahil şeridini kapsayan İstanbul Salıpazarı Liman Sahası’nın 30 yıllık işletmesi için düzenlenen ihaleyi 702 milyon dolarla Doğuş Holding kazanmıştı. Karaköy sahilindeki bu şeride otel, restoran, cafe ve mağazalardan oluşan proje yapılacak. Galataport’a geçen yıl Bilgili Holding de ortak olmuştu. 
Milliyet, 06.10.2015
AŞIĞIN HEYKELİNDEKİ SAZI 6. KEZ KIRILDI

Kars’ta dönemin Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından hükümet konağının karşısına Aşık Şenlik, Aşık Murat Çobanoğlu ve geçen yıl hayatını kaybeden Aşık Şeref Taşlıova’nın heykeli yapıldı.

Ancak şimdiye kadar 3 kez kırılıp onarılan Taylıova’ya ait heykelin sazı önceki gün yine kırıldı. Aşık heykelinin sazı Kars Belediye Başkanı Murtaza Karaçanta’nın talimatıyla Belediyenin Heykeltıraşı Metin Doğrukartal tarafından onarılarak yerine monte edildi. Heykeltraş Doğrukartal, heykellere bu tür saldırıların kendilerini üzdüğünü belirterek, bir daha kırılması halinde sazın sapını demirden yapacağını söyledi. 
Milliyet, Haber: Bedir Altunok, 06.10.2015

ARNAVUTLUK'TA OSMANLI KİTABESİ TARTIŞMA KONUSU OLDU


Arnavutluk'un Lezha (Lej) şehrindeki kaleye Osmanlı zamanında konulan kitabenin yeniden yerine yerleştirilmesi ülkede tartışmalara sebep oldu. Kimi uzmanlar, yapının Osmanlı değil, İlirya zamanından beri var olduğunu savundu, kimi de ‘Bu bilgi bilimsel olarak kanıtlanmadı' dedi.

Arnavutluk'un Lezha (Lej) şehrindeki kaleye Osmanlı zamanında konulan kitabenin yerine yeniden yerleştirilmesi ülkede tartışmaya sebep oldu. Kalenin Osmanlılar tarafından inşa edildiğinin belirtildiği kitabeye tepki gösteren bazı uzmanlar, bu yapının İlirya zamanında da var olduğunu savundu. Arnavutluk Kültür Bakanı Mirela Kumbaro, ülkedeki Osmanlı izlerinin de kendilerine ait olduğunu belirterek, “Arnavutluk'un bir açık hava müzesi olması çok büyük bir şansıdır. Görevimiz, tarihi eserleri gizlemek değildir.” dedi. Kültürel meselelerle yakından ilgilenen milletvekili Auron Tare, “Biz istesek de istemezsek de bu taş tarihimizin bir parçasıdır. Kalenin İliryalılar tarafından inşa edildiği bilimsel olarak ispatlanmadı. Dolayısıyla bu taş kalenin bir parçasıdır ve orada durması gerekiyor.” dedi. Tarih profesörü Ferid Duka ise, “Sırbistan ve Macaristan, Hıristiyan olmalarına rağmen Osmanlı izlerini koruyor ve turizm açısından da kazanıyor. Biz de Osmanlı izlerini bir miras olarak değerlendirmeliyiz.” ifadelerini kullandı. Kitabe, 1970 yılında Prof. Frano Prendi tarafından arkeolojik kazı sırasında bulunmuştu.
Zaman, Haber: Ervin Shkulaku, 06.10.2015

GILGAMIŞ DESTANI'NIN YENİ BÖLÜMÜ

Tarihin en eski yazılı destanı olan Gılgamış’ın yeni bir bölümü Irak’ta ortaya çıktı.

Amerikan işgali sırasında kaybolan eski tarihi eserleri yeniden kazanabilmek için kaçakçılarla gizli görüşmeler yürüten Irak’taki Süleymaniye Müzesi, bir kaçakçıdan 80 ila 90 kil tablet aldı. Tabletlerden birinin MÖ 2100 yılına kadar giden Gılgamış Destanı’na ait olduğu belirlendi. Tablette daha önce bilinmeyen 20 satır yazı bulunduğu tespit edildi. 
Hürriyet, 06.10.2015

IŞİD PALMYRA'DAKİ TARİHİ KEMERİ YOK ETTİ


Suriyeli yetkililer ve yerel kaynaklardan edinilen bilgiye göre, IŞİD militanları 2000 yıl önce inşa edildiği düşünülen Palmira antik kentindeki Zafer Takı’nı havaya uçurdu.

IŞİD, daha önce de kentteki iki tarihi eseri havaya uçurmuştu. Londra merkezli, muhaliflere yakın Suriye İnsan Hakları İçin Gözlemevi de yerel kaynakların yıkımı doğruladığını açıklarken, Suriye Müzeler ve Tarihi Eserler Genel Müdürü Maamun Abdulkerim de gelişmeyi doğruladı.

“BU YIKIM SAVAŞ SUÇU”
UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) genel müdürü Irina Bokova, bu yıkımın savaç suçu olduğunu söyleyerek, uluslararası toplumu, IŞİD’in Suriye halkını bilgisinden, kimliğinden ve tarihinden mahrum bırakma çabalarına karşı birlik olmaya çağırdı.

IŞİD Mayıs ayında Palmira’yı ele geçirmesinin ardından, kent harabelerinden kaçırıldığını söylediği bazı heykellerin parçalanma fotoğraflarını yayımlamıştı. Ağustos ayında Baalşamin tapınağını yıkan IŞİD militanları, Eylül ayı içinde de antik kentteki üç kule mezarı havaya uçurduğunu duyurmuştu.

UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Suriyelilerin Tedmur olarak adlandırdığı Palmira antik kenti, başkent Şam ile ülkenin doğusundaki Deyru’z Zor şehri arasındaki yol üzerinde, stratejik bir bölgede bulunuyor. 2011′de başlayan iç savaş öncesi Palmira’yı her yıl 150 binden fazla turist ziyaret ediyordu.
Sözcü, 05.10.2015

TARİHİ CAMİDE METALİK DÖNEM

Tarihi Sultanahmet Camii’nin M1 minaresinde 2014 yılında başlayan restorasyon çalışması planlandığı gibi geçen temmuzda tamamlanamadı. Caminin genel restorasyona alınacağı öğrenilirken medresenin dış duvarındaki metal kaplama yazılar tepkilere neden oldu...



İstanbul’un en önemli mimari eserlerinden Sultanahmet Camii’nin batı köşesindeki M1 minaresinin restorasyon çalışmaları devam ediyor. 14 Temmuz tarihinde bitirileceği açıklanan minaredeki restorasyonun uzaması merak ve eleştirilere neden olurken, tarihi caminin Aralık ayında kapsamlı restorasyona alınmasının planlandığı belirtildi. İstanbul Vakıflar 1.Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise Alba İnşaat tarafından yürütülen restorasyon çalışmasında, 6 sıra daha taş sökümü yapılacağını, hazırlanan proje ve raporun 4 Nolu Anıtlar Kurulu’na gönderilerek onay beklendiği bilgisini verdiler. Tarihi caminin bünyesinde yeralan ve “İstanbul Sultanahmet Vakfı” tarafından kullanılan tarihi medrese binasının dış cephesinde bulunan metal kaplama yazılar ise uzmanların büyük tepkisine yol açtı. 
İşlemler uzadı
Sedefkar Mehmet Ağa tarafından 1616’da yaptırılan  Sultanahmet Cami’nin M1 minaresi kayma olduğu ve can güvenliği riski taşıdığı gerekçesiyle 2014 yılında restorasyona alındı. Mevcut onaylı projeye göre restore edilmesi planlanan minareden 25 sıra söküm yapıldı. Ancak ilerleyen zamanlarda bazı taşlarda kenet olmadığı, sıvaların korozyona uğradığı görülünce, 6 sıra daha taş sökümü yapılması gerektiği belirlendi. Hazırlanan proje ve rapor, 1 Haziran tarihinde 4 nolu Anıtlar Kurulu’na gönderildi. Uzayan bürokratik işlemler nedeniyle Temmuz ayında bitirilmesi planlanan restorasyon çalışmasın da sarkma yaşandı.  
3 yıl sürecek
Kültür turizmi açısından da büyük öneme sahip tarihi eserle ilgili İstanbul 1.Vakıflar Birinci Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise Aralık ayı içerisinde kapsamlı restorasyon başlayabileceği belirterek şu bilgileri verdi:
“M1 minaresinde söküm yapılan 25 sıraya ilaveten 6 sıra daha söküm yapılması gerektiği tespit edildi. Ortaya çıkan yeni durumla ilgili hazılanan proje ve rapor 4 Nolu Anıtlar Kurulu’na gönderildi. Hem Yıldız Teknik Üniversitesi, hem de İstanbul Üniversitesi’nden uzmanlar restorasyon çalışmasının bilim heyetinde yer alıyorlar. Vakıflar olarak denetleyici poziyonundayız. Geçtiğimiz günlerde Sultanahmet Cami’nin genel bakım ve restorasyonu için proje ihalesi yapıldı. Projeyi İM Mimarlık şirketi kazandı. Aralık ayında cami restorasyonun başlaması planlanıyor. Sultanahmet Cami’nin kapsamlı restorasyon çalışması 3 yıl sürecek ve bu süre içerisinde ibadete kapanmayacak.” 
 
Yapılan tarihe ayıp
Tarihi Cami’nin bünyesinde yeralan ve “İstanbul Sultanahmet Vakfı” tarafından kullanılan tarihi medrese binasının dış kısmında bulunan metal kaplama yazılar ise uzmanların tepkisine neden oldu. Daha önce Fatih Belediyesi ve İstanbul İl Özel İdaresi tarafından 3 milyon 966 bin 107 lira bedelle restore edilen 396 yıllık Sultan Ahmet Medresesi’nin tarihi duvarlarına çakılan metalik yazıların esere Zarar verdiğini dile getiren Mimarlık Tarihçisi Prof.Dr.Afife Batur şöyle devam etti:
“Bu tür uygulamalar için söylenecek birçok eleştiri olabilir. Ama kanımca ilk söylenecek söz, ‘Haddini bilmemek ve yapıtın tarihini anlamamak’  olacaktır. Tarihi Medrese’nin kimliğini ve aidiyetini bu denli rahatlıkla ve düşüncesizce yok sayarak adeta ‘el koymak’, haddini bilmemenin yanı sıra çirkin ve estetik yoksunu bir algının da işaretidir. Giriş kapısının yanına konacak küçük bir tabela, saygılı bir tahsis işareti olarak işlevini görebilirdi. Üstelik Medrese’ye hiç dokunup değiştirmeden bir saygı işareti olurdu.”
‘Suç işleniyor’
Mimar Sinan Genim ise şunları söyledi:
“Osmanlı Padişahı Sultan Ahmet bile kendi adına yaptırdığı bu eserin kitabesine adını minimum boyutlarda yazdırmıştır. 14 yıl koskoca imparatorluğa hükmetmiş biri bunu yaparken, 400 yıl sonra yapılan duvarlara metalik harfler çakmak ahlaksızlıktır, ayıptır. 2863 sayılı yasa gereğince yapılan suçtur. Tarihi eserlere böyle zara verilemez. Boğaz’da 2 katlı ahşap evlerle uğraşanlar neredeler neden sesleri çıkmaz anlamamak çok güç!”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 05.10.2015
6 BİN 500 YILLIK SARAYDA İNANILMAZ İNŞAAT TEKNİĞİ


Mersin’in merkez Toroslar İlçesi'ndeki Yumuktepe Höyüğü’nde, İtalya Lecce Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Yakın Doğu Prehistorya Uzmanı Prof.Dr. Isabella Caneva başkanlığında bu yıl 23. kez yapılan kazılarda sona gelindi. Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden, tarihi MÖ 7000’li yıllara kadar giden, kesintisiz olarak 9 bin yıllık yerleşime sahip dünyadaki tek örnek olan Yumuktepe Höyüğü’ndeki kazılar önümüzdeki cuma günü sona erecek. Bu yıl kazılar, kuzeybatıda MÖ 7000’li yıllar neolitik dönem, yine kuzeybatıda MÖ 5000’li yılları kapsayan kalkolitik dönem ve güneyde Hitit dönemi olmak üzere üç ayrı bölgede yürütüldü. Kazılarda, MÖ 4500’lü yıllarda kullanılan inanılmaz bir inşaat tekniği ortaya çıkarılırken, ilk kez neolitik döneme ait olabileceği düşünülen badem çekirdeği de bulundu.

“SARAY İÇİN 10-12 BİN KERPİÇ KULLANARAK 1 METRE KALINDIĞINDA PLATFORM YAPMIŞLAR”
Yumuktepe’de şu ana kadar gerçekleştirdikleri kazılarla ilgili İHA muhabirine açıklama yapan Kazı Başkanı Prof.Dr. Isabella Caneva, 2,5 aydır yürüttükleri kazıların 9 Ekim Cuma günü sona ereceğini belirtti. Caneva, dönüşümlü olarak 15 kişilik uzman ekip ve 15 işçiyle yürütülen kazılarda çok enteresan sonuçlar aldıklarını, her tabakada her dönem için çok güzel sonuçlar çıktığını dile getirdi.

MÖ 4500-4600’lü yıllara denk gelen Geç Kalkolitik dönemde geçen yıl o zamana ait bir saray bulduklarını anımsatan Caneva, “Herkes şaşırdı, ‘Bu kadar eski bir zamanda saray olur mu?’ diye. Ama aslında bu yılki yeni çıkan bilgiler ve bulgular buna destek veriyor. Bu yıl sarayın altında çok güzel bir şekilde yapılmış yapay bir platformu ortaya çıkardık. Saray yapmak için düz bir teras oluşturup, çok büyük yapay bir platform yapmışlar. Bu platform kerpiç ile yapılmış. Bu kerpiçler üst üste konularak 1 metre kalındığında bir platform olduğunu gördük. Kerpiçleri yan yana ve üst üste çok iyi bir şekilde dizerek en az 8-9 kat oluşturmuşlar. Bu da bize bu sarayın yüzeyinin çok büyük olduğunu gösteriyor. Burada kullanılan her bir kerpicin boyutu belli, biz saydık, bu kalınlık ile en az 10-12 bin tane kerpiç kullanıldığını düşünüyoruz. Bu inanılmaz bir şey. Çok kocaman bir iş, günümüzde bile çok büyük bir iş bu ama o zamandaki küçük bir köyde çok elit bir yapı olduğunu gösteriyor” dedi.

SARAY KALINTILARINDA SERİ ÜRETİM ÇANAKLAR BULUNDU
“Kazılardan çıkardığımız kalıntılar, burada bir saray olduğu fikrimizi destekliyor” diyen Caneva, “Kazılarda çok miktarda çanak-çömlek de çıkarıyoruz. Bu çanak-çömlek de bizim burada bir saray olduğu fikrimize destek veriyor. Çünkü çok özel bir çanak bu. Şu ana kadar bu çanaktan yaklaşık 300 tane bulduk, seri üretim yapılmış, hepsi aynı şekilde, aynı hamurdan ve aynı kalite yapılmış, kalitesiz seramikten. Çok sayıda bu şekilde çanak bulduk. Bu da bize bu çanakların normal bir aile evi için değil, daha geniş bir fonksiyon ile yapıldığı fikrini veriyor. Bunun için ‘burada bir saray var’ diyoruz, çünkü normal bir evde 300 çanak bulunmaz. Örneğin sarayda yemek dağıtımı ya da umumi yemekler, yani seremoni olabileceğini düşünüyoruz. Önemli olan bir ev için değil, daha genel bir kullanım için yapılmış olması” diye konuştu.

“BU YIL ÜÇ ADET SİLO DAHA BULDUK”
Yumuktepe’deki neolitik dönem kazılarını yürüten Arkeobotanik Uzmanı Dr. Burhan Ulaş ise bu yıl neolitik seviyeler açısından 3 farklı alanda çalıştıklarını anlattı. Geçen yıllarda tarım ürünlerinin depolandığı, zemini taş döşemeli, çeperleri çamur duvarlarla yükseltilmiş değişik büyüklükte 6 adet silo elde ettiklerini, bu yılki kazılarda bunlara 3 tane farklı silo daha eklendiğini ifade eden Dr. Ulaş, “O açıdan çalıştığımız alanı tarımsal ürünlerin depolanması amacıyla kullanılan bir alan olarak yorumladık. Bu önemli bir sonuç oldu. Yumuktepe’de de özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki yerleşme düzenine benzer bir yerleşme sisteminin olduğunu tespit ettik. Çünkü açtığımız yeni iki açmada neolitik döneme ait konutlar elde ettik. Bu konutlar da yerleşmenin daha çok kuzey tarafına düşüyor. Tepenin yamaç kesiminde ise daha çok tarımsal ürünlerin depolandığı bir alan olduğunu düşünebiliriz” şeklinde konuştu.

Bu yıl ayrıca, kırmızı renkte bir taban ve o tabanın üzerinde bir ocak tespit ettikleri bilgisini veren Ulaş, tespit ettikleri diğer bir konutta da zemini taş temellerle yapılmış ve üzerine de yığma kerpiçlerle yükseltilmiş duvarların olduğu bir yapı ortaya çıkardıklarını aktardı. Ulaş, bu yılki kazıların özellikle neolitiğin erken dönemindeki mimari tekniğin anlaşılması açısından oldukça verimli bir sezon olduğunu vurguladı.

“İLK KEZ BADEM ÇEKİRDEĞİ BULDUK”
Bu yıl da kazılarda neolitik döneme ait tarım ürünleri kalıntıları elde ettiklerini kaydeden Ulaş, “Daha önceki yıllarda biz bu siloların birinde binden fazla mercimek bulmuştuk. Bu yılki siloların birinde ise daha tam çalışmalar netleşmedi ama ilk kez badem çekirdeği bulduk. Bunları silonun hem dış hem iç kısmında bulduk. Onun için gerçekten siloya mı ait, silonun dışında işlenmiş bademler mi, o konuda şu an için net bir şey söyleyemiyoruz. Bu, laboratuarda yapılacak işlemlerden sonra netleşecek. Ama onun dışında bulduğumuz iki tür buğday var. Ayrıca mercimek, fiğ ve arpa bulduk. Bunlar hemen hemen bütün neolitik dönemlerde bulunuyor. Çünkü bunlar o dönem açısından beslenme kültürünü oluşturan bitki türleri. Yine incir ve zeytin çekirdekleri de bulduğumuz bitki türleri” ifadelerini kullandı.
İha, Haber: Kıymet Gökçe - Oğuzhan Demirel, 05.10.2015

KRAL I. SETİ'YE AİT ÇALINTI KABARTMA MISIR'A İADE EDİLİYOR



Mısır yasa dışı kazılarda ortaya çıkarılan ve sonrasında yurt dışına kaçırılan Kral I. Seti’ye ait çalıntı kabartmayı geri alıyor

MÖ 16 -11.yy’da hüküm süren Yeni Krallık döneminden kalma kireç taşı kabartma Londra’da bir müzayede salonunda ortaya çıktı. British Museum yöneticisi Marcel Maree rölyefin gerçek olup olmadığının araştırılması için Mısır Antikçağ Yapıtlarından sorumlu bakanlığa resmini gönderdi. Araştırılması için bir komitenin görevlendirildiğini söyleyen Bakan Memduh Eldamati, rölyefin gerçek olduğu tespit edilir edilmez hemen Mısır’daki yetkililerle birlikte İnterpol’a bilgi verilip, açık artırmada satışının durdurulmasının istendiğini söyledi.

19. hanedan krallarından I. Seti’nin tanrıça Hathor ve tanrı Web Wavat’ın önünde betimlendiği kabartmada yukarı Mısır’daki Asyut civarında tapınılan tanrıların isimleriyle birlikte hiyeroglif metinler yazıyor.

Henüz tapınağı bulunamamış olan kral I. Seti II.Ramses’in babasıdır.
arkeolojihaber.net, Kaynak: english.ahram.org.eg Çeviren: Ayşen Yolcu, 04.10.2015

MERMER KAFA...

Romalılardan kalma “tarihi hamam” yaptılar, asansörlü…
Romalıların resim yapması da lazımdı; ÇBS yağlı boyadan aşk tanrıçası yapmışlar, Mustafa Keser’e benziyor…
*
Sultan Selim döneminden kalan 24 kürekli saltanat kayığına kıçtan takma Yamaha motor bağladılar… Jet-ski oldu…
*
Silifke’de Helenistik döneme ait mezarlığa kooperatif evleri yapacaklardı, mezarlık Adana’ya doğru yola çıktı…

Evler yapıldı…
Mezarları da müzenin bahçesine koydular…
*
Keçiören’de tarihi Selçuklu kalesi var…

Müteahhit firma yaptı…
Tarihi kalenin açılışına Başbakan S 500 Mercedes ile geldi…
*
Dünyanın en yeni tarihi yapı eserleri Türkiye’dedir…

Tarihi kale yapımlarını ihaleye çıkarıyorlar… Gidin bakın “Bunu yapan Sivaslı İsmail-2007” gibi parmakla yazılmış yazılar vardır Selçuklu kalelerinin çimentolarında…
Çocukluğumuzda gidip oynadığımız bizim Urfa Kalesi’nin yarısını yeniden yaptı müteahhit, taze süt beyaz, kıyamazsın bakmaya…
*
Ayasofya Orhan Camii’nin antik tuğla duvarlarına cam kapı monte ettiler…

Turistlerin ilgisini daha çok çekti…
Bakıyorsun, hakikaten güzel duruyor…
*
Geldik…

Aspendos antik tiyatrosunun 2000 yıllık basamaklarını yeniden mutfak mermeri ile yapmaları size tuhaf gelmesin…
Aspendos’u yapan uygarlık; temsili yönetimi, parlamentoyu, senatoyu, cumhuriyeti, demokrasiyi de yapan uygarlıktır…
Biz “Ölenlerin sünnetlerine bakılsın” diyen anayasa profesörü Burhan Kuzu’yu demokrasiye monte ettiğimize göre…
Antik tiyatronun basamaklarını mutfak mermerinden yapmamız normal…
*
Gidince, Aspendos’u boş verin siz…

Bizim basamaklara bakın…
Sözcü, Yazı: Bekir Coşkun, 04.10.2015

"AMACIM MÜZEYİ ISLAH ETMEKTİ"


Gerçekleştirdiği her proje çok konuşuldu, eleştirildi. Toplumsal olayları fotoğraflarla ve enstalasyonlarla yepyeni perspektifte sundu. Üstelik çok ünlü müzelere ve mekanlara sızarak... “Mona Lisa’yı Fransızlaştırmak” eserinin sahibi İran asıllı Amir Baradaran kendini yeni medya sanatçısı olarak tanımlıyor. Sanatçılığının ötesinde ailesinden gelme akademik bir yanı da derinlerde yatıyor. Baradaran’ın en başarılı projesi Augmented Reality (Artırılmış Gerçeklik) teknoloji ve sanatı ortak paydada buluşturuyor. Communicating the Museum konferansı kapsamında Amir Baradaran geçen ay İstanbul’a geldi. Baradaran’ın performansı çok olumlu karşılandı. Hemen bir randevu alıp yanına gittim. Özel hayatından sanat hayatına kadar uzunca konuştuk.

Tahran’da doğdunuz, sonra kendi hikayenizi yazmaya başladınız. Hayatınızdaki kilit isim kimdi?
Evet, Tahran... Dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğuyum. Sonra Montreal’e taşındık. Sevgiyle büyüdüm. Benim şansım eksantrik bir şair, yazar, klasik ses sanatçısı ve mucit olan dedemdir; Ostad Oveisi. Ondan kitap ve müzik sevgisini öğrendim. İranlı klasik ses sanatçıları bizim evde dedemin kütüphanesinde toplanır doğaçlama yaparlardı. Sadece ben o kütüphaneye girebilirdim. Onunla okuyarak, yazarak hatta arada elektronik aletleri tamir ederek vakit geçirirdik. Bazen beraber kitaplarını yerleştirirdik. Dedem Ostad Hindistan ve Pakistan’a yaptığı gezilerde yoga öğrenmiş, her sabah başının üzerinde dururdu. Ben de o ne yaparsa, aynısını yapardım! 

Hep dedenizden söz ediyorsunuz, anne ve babanızla iletişiminiz nasıldı?
Annem ve babamla her zaman çok yakın ilişkim oldu. Annem Fars dili ve edebiyatı hocası, aynı zamanda şair ve yazardı. Haftada bir gün ablamla bana Sigmund Freud’un teorilerini öğretirdi. Babamsa Marksizmi... Yine de bu kadar normal olduğumuza şükrediyorum. Şaka yapıyorum tabii ki! (Gülüyor.) 

Sizin farklı auranız var. Nereden geliyor bu?
Bu çok zor bir soru! Aslında olağan birisiyim. Olağan şeylerde olağanüstünü bulmak çok muhteşem bir şey...

İran asıllı Kanadalı bir sanatçısın. Bu çok kültürlü yetiştirilme ve eksantrik aile ortamı size neler kattı?
Yetiştirilmemin, çevremin ve yaşadığım mekansal tecrübelerin yarattığı bir yan ürünüm. İranlı Müslüman bir göçmen ve homoseksüel bir Kanadalı olarak büyüdüğüm eyalette, bedenimin ve cinsel tercihlerimin farkına vardım. Geldiğim ülkede politika, ırk ve sömürgecilikle ilgili konuşmak çok zordu, tahmin edersin! 

Hayatınızın her döneminde mücadeleler verdiniz. Tüm bu tecrübeleriniz sanatınızı nasıl etkiledi?
Savaş karşıtı eylemlerde yer aldım. Öğrenci etkinliklerinde lider bir aktivisttim. Homoseksüel eylemlerine de katıldım. Bu tür hareketler daha ziyade Batı kültürüne ait dar bir kesimin başlattığı eylemler. Bu nedenle biz bu harekete kendi enerjimizi ve heyecanımızı katmak için “Koyu Tenli Çift Meşrepli ve Homoseksüeller Kanada Ulusal Partisi”ni kurduk. Bu şekilde Kanada devletinin cinselliğe karşı tutumunda ırk, renk ve sömürge unsurlarına da dikkat çektik. 

“Çift Meşrep” ile neyi anlatmak istediniz?
Kanada’ya ilk yerleşen ulusların, Aborjinler’i de kastediyorum, cinselliklerinin doğasındaki akıcılığı kastettik. Akademik çevrem düşüncelerimin ve toplu açıdan alışkanlıklarımın şekillenmesine yardımcı oldu. İçinde büyüdüğüm ailede eleştirel düşünceye değer verilirdi, o nedenle okula devam etmek benim için doğal bir süreçti. Arkasından master yapacaktım fakat akademik dünya beni hayal kırıklığına uğrattı ve kafam karışıktı.

Sonra ne oldu?
Eğitim kredimden geriye 200 dolar kalmıştı, o zamanlar Montreal’de bu para bana epey giderdi. Ya bir psikolog bulup birkaç seansa harcayacaktım ya da tuval ve ucuz akrilik boyalar alacaktım. İkinci seçeneği tercih ettim. 6 ay sonra Montreal Belediye Başkanlığı Ofisi tarafından o yıl eserleri Belediye Sarayı’nda teşhir edilecek sanatçıların arasında seçildim. İşte bu şekilde akademik dünyayı bırakıp sanat dünyasına kaydım.

‘LOUVRE MÜZESİ’NE SIZDIM’
“Mona Lisa’yı Fransızlaştırmak” (2011) eserinde Mona Lisa’yı Fransız bayrağından bir başörtüsüyle tasvir ettin, Louvre Müzesi’nde sergilenmiş sayılır! Müzenin yaklaşımı nasıldı?
Louvre Müzesi’ne Augmented Reality (Artırılmış Gerçeklik) teknolojisini kullanarak sızabildim. Bu teknik sayesinde bir mekana, mekan sahiplerinin izni olmadan girilebiliyor. Sanat dünyasına, özellikle enstalasyon sanatına ve küratörlük uygulamalarının mekansal tecrübelerine farklı bir bakış açısı sundum. Yaptığım iş yasal ve deneysel. Louvre Müzesi’nin beni dışarı atma hakkı yoktu. 

Bu tür bir gösteriyi durdurmanın hala bir yasal yönetmeliği yok mu?
Hayır. Bu teknolojinin yapısı; hükümetler, software, hardware, internet ve telefon şirketleri tarafından tanımlanana kadar, sanatçıların eserlerini asabileceği beyaz bir tuval olmaya da devam edecektir. 

Gerçek anlamda bir sızıntı... İyi de sizin amacınız neydi?
Müzeyi ıslah etmekti! Çünkü Louvre’da Fransız İmparatorluğu tarafından İran’dan çalınan eserler de sergileniyor. Buna bir tepkiydi...

Sanatseverlerden gelen tepkiler nasıldı?
Bazısı çok meraklandı, bazısı tepki gösterdi, bazısı da komik buldu... 2011’de Artırılmış Gerçeklik’i geniş bir kitleye ulaştıracak bir teknoloji yoktu. Akıllı telefon ve nitelikli internet bağlantısı gerekti. Mesela benim Mona Lisa enstalasyonumu görebilmek için Junaio uygulamasını telefona indirmek gerekiyordu. Ondan çok az kişi bu tecrübeyi yaşayabildi. Apple kısa bir süre önce Alman Artırılmış Gerçeklik şirketi Metaio’yu satın aldı. Bu demektir ki yakında Artırılmış Gerçeklik uygulamasını kullanmak daha kolay olacak.

‘TEKNOLOJİNİN BAŞARISIZLIĞIYLA İLGİLENİYORUM’ 
Artırılmış Gerçeklik’te fütürizm akımından mı esinlendin?
Evet. Teknolojiye karşı bakışları ve sanayi çağında makineleşmenin insanoğlunun yaşamının bir parçası olmasına karşı verdikleri tepki ilgimi çekti. Fütüristler geleceğin teknolojiyle yönlendirildiğini öngörüyorlardı, ben teknolojinin başarısızlığıyla ilgileniyorum.

'MARİNA ABRAMOVİÇ'E EVLENME TEKLİF ETTİM'
Kimileri Marina Abramoviç ile karşılaşmanı tanınmak için kullandığını, bir gerilla yöntemi olduğunu söyledi.
Ben dünyanın her yerinde performanslar gerçekleştirmiş, birçok ödüle layık görülmüş bir sanatçıyım. Bu tarz ihtiyaçlarımın olmayacağı aşikar.

Bir de gösteri içerisinde gösteri yaptığın söyleniyor.
İsteyen istediğini söyleyebilir. Marina benim çok takdir ettiğim, özel bir sanatçı. MoMA’da onun sanatta 40’ıncı yılına saygı göstermek için etkinlikler yapıldı. Karşısına her çeşit insan oturdu. O kadar insanın içinde bir tek ben mi dikkat çektim? 

Ona evlenme teklif ettiğiniz doğru mu?
Evet. Bedeni ve ruhuyla birleşmeyi teklif ettim. Kabul etmedi.

 Bu durumda teklifinizde ciddiydiniz, gösterinin bir parçası değildi?
Gösteriydi. Şii mezhebindeki geçici olan dini nikah geleneğini örnek alarak performans gerçekleştirdim.

‘GELECEK YIL YİNE GELİYORUM’
İlham kaynaklarınız neler?
Kuram ve teorileştirme. Her türlü eleştirisel düşünce bana ilham verir.

2010’da “Transient” (Geçici) projesini gerçekleştirdiniz. Bu proje taksi şoförlerinin ikiz aynasına direkt kameraya bakan yakın açıdan çekimlerden oluşuyordu. Çıkış noktası neydi?
2009’da New York’taki taksiciler olumsuz tepkiler alıyordu. Taksi sürücüleri genelde işçi sınıfı birinci kuşak, genelde koyu tenli ve yarısı Müslüman olan göçmenlerden oluşuyor. Benim için önemli olan Amerikan medyasının bu belirli kitleyi nasıl kolaylıkla hırsız ve işlerinde hile yapan insanlar olarak sınıflamasıydı. O nedenle yüzlerce taksi şoförünü bana dikiz aynasından ve aradaki plastik camdan bakarken çektim. Bu çekimlerden oluşan bir enstalasyon yapmak istedim. Müşteri ve şoför arasındaki ilişkiyi anlatan bir sanat eserini gösterebileceğim en iyi yer de taksinin kendisi olduğunu düşündüm. 

Yakın gelecekte planlarınız neler?
Aralıkta Miami Beach Art Basel’de Pulse Art Fair kapsamında bir açılış yapmam istendi. Şubat ayında TEDx konuşması yapacağım, bu beni çok heyecanlandırıyor. Florida’da, dünyanın en büyük Artırılmış Gerçeklik projesi olacak geniş kapsamlı bir interaktif kamu sanat projesi üzerinde çalışıyorum. İstanbul’da gelecek yıl bir medya festivaline katkıda bulunma teklifi aldım. Bu şehrin heyecan verici sanatsal geçmişi ve kültürüyle çalışmak muhteşem bir duygu.

14’üncü İstanbul Bienali kapsamında açılış performansın Arkeoloji Müzesi’nde yapıldı. “Ben Ben Değilim ve Ben de Ben Değilim” projenizden bahsedebilir misiniz?
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin heybetli avlusunda gösteri yapmak beni çok heyecanlandırdı. Kendime şunu hatırlatmayı seviyorum; her ne kadar Artırılmış Gerçeklik yeni bir alan olsa bile, onun temelindeki kavram geçmişte de kullanıldı ve tecrübe edildi. Örneğin; basit bir gözlük camı, odak noktasının değiştirilmesi gibi en basit teknoloji ile dünyayı farklı şekilde görmemizi sağlıyor.

Ve son sorum, elbette İstanbul...
Birçok farklı çehresi ve cephesi olan bir şehir. Çok karmaşık ve heyecan verici... Tekrar gitmek, şehri daha çok keşfetmek ve öğrenmek istiyorum. Tanıdık kokuları, ezan sesinin yankılandığı dar sokakları, lezzetli yemekleri ve iyi kalpli yardımsever insanları beni evimde hissettiriyor.
Habertürk, Haber: Dilek Birgen, 04.10.2015

TARİHİ HALİÇ TERSANESİNE BETON SANTRALİ KURMUŞLAR


Osmanlı’dan bu yana donanma ve sivil deniz taşımacılığının en önemli üretim alanlarından biri olan Haliç Tersanesi’nin Taşkızak Tersanesi kısmına, Kasımpaşa-Sütlüce Tüneli’ne beton sağlamak için kurulan santrali, Beyoğlu bölgesinden sorumlu olan İstanbul 2 numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu raportörü fark etti.

Haliç Tersanesi’nde yapılacak her türlü işlem hakkında yetkili tek kurum olan Koruma Kurulu, kendisinden izin alınmadan yapılan işlem için suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor.

TERSANE KAMU DENETİMİNDEN UZAKLAŞTI
Haliç Tersanesinin gemi üretim alanlarının Tuzla gibi şehir merkezlerinin dışına çıkarılması ile atıl duruma düştüğünü ve kamu denetiminden uzaklaştığını belirten Kocaeli Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr. Gül Köksal, Sembol Uluslararası Yatırım ile Ekopark Turizm-Fine Otel’den oluşan konsorsiyumun 2013 yılında Haliç Tersanesi’nin iki kolu olan Taşkızak ve Camialtı Tersaneleri’ni içeren Haliçport ihalesini kazanmasıyla bu sürecin hızlandığını belirtti.

Aynı zamanda Haliç Dayanışması üyesi olan Köksal, Haliç Tersanesi’nin ’boş bir alanmış’ gibi düşünüldüğünü, tarihsel öneminin göz ardı edildiğini belirterek, "Haliç Tersanesinin bütünsel olarak korunması gerekiyor. Ancak tersanenin toprak değeri üretim değerinden daha yüksek olduğu için, üretim değeri düşürüldü. İnşaat alanı olarak görüldü" dedi.

6 ASIRLIK BİRİKİM 40-50 YILLIK YATIRIMLAR UĞRUNA FEDA EDİLİYOR
Dünyada hala üretim işlevini sürdüren en eski tersane olarak kabul edilen Haliç Tersanesi; Haliç, Camialtı ve Taşkızak Tersanelerinden oluşuyor. Haliç Tersanesi’nde üretimin hala az da olsa devam ettiğini vurgulayan Gül Köksal, "İstanbul deniz ulaşımının yoğun olduğu bir deniz kenti. Haliç Tersanesi, Bizans’tan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyete kadar kentteki deniz ulaşımının ve araçlarının geliştirilmesi için üretimin halen devam ettiği önemli bir yer" diye konuştu. Haliç Tersanesi’nin, 21. yüzyılda gemi üretiminin yerinde izlenebildiği, kentin yararına olan bir mekan olduğunun altını çizen Köksal, "Bu kültürel mekanı geliştirmek, korumak ve gelecek nesillere taşımak, uluslararası bir duyarlılıkla korumamız gerekir. Oysaki 6 asırlık birikim, 40-50 yıllık yatırımlar uğruna feda ediliyor" dedi.

Kendi döneminde dünyanın en büyük tersanesi olma özelliğini taşıyan bu endüstriyel miras alanında ahşap, yelkenli gemiler inşa havuzları, kışlaları, yelken dikim, kürek yapım atölyeleri, dökümhane, cami, mektep, hamam ve çeşmeler yer alıyor. Taşkızak Tersanesi’nde 1827’de ilk yüzer havuz, 1827’de ilk buharlı gemi, 1886 yılında Abdülhamid ve Abdülmecid adı verilen ilk denizaltı gemileri inşa edildi.
Radikal, Haber: Ezgi Çapa/DHA, 04.10.2015

ANAVARZA'DA GLADYATÖRLERİN DÖVÜŞ ALANI BULUNDU


Adana'nın Kozan İlçesi'ne bağlı Dilekkaya Köyü'nde 4 bin dönüm alan üzerinde bulunan 2 bin yıllık tarihi Anavarza antik kentinde kazı çalışmaları sürerken, ilk kez gladyatörlerin vahşi hayvanlarla savaştıkları bir alan da bulundu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın en son 1 milyon liralık rekor bir ödenek ayırdığı kazı çalışmalarının başında bulunan Çukurova Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Fatih Gülşen, "Bilimsel kazılar tamamlandığında arkeoloji tarihine ve turizmi çok ciddi katkı sağlanacak" dedi.

Son 14 aydır aralıksız sürdürülen kazı çalışmalarıyla ilgili bilgi veren Yrd. Doç. Fatih Gülşen, Anavarza Antik Kenti'nin 200 metre yükseklikte bulunan kalesi, hamamları, kiliseleri, zafer kapısı, su kemerleri, kaya mezarları, stadyumu, mozaikleri ve antik tiyatrosuyla Anadolu'nun en büyük antik kenti olduğunu söyledi. Antik kentteki çalışmaların devam ettiğini ve uzun yıllara yayılacağını aktaran Gülşen, "İsa'dan sonra 3'üncü Yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun Pers'lere karşı kazanmış olduğu zaferin anısına yapılmış olan zafer takı bile, 22.5 metre uzunluğu ve 10.5 metre yüksekliğiyle çok görkemli duruyor" dedi.




ÖNEMLİ İSİMLER YAŞADI
Anavarza'nın "yenilmez" anlamı taşıdığını bildiren Yrd. Doç. Fatih Gülşen, şöyle devam etti: "Kentte bugüne kadar yapılan çalışmalar, İsa'dan önce 19 tarihinde Anavarza'nın imparator Agustus tarafından yapıldığı gösteriliyor ama çok daha erken dönemlerde de bir yerleşim olduğunu biliyoruz. Antik çağın tek ve en büyük duble yolu burada bulunuyor. Bu yol tam 34 metre genişlikte ve 2 bin 700 metre uzunluğundaki bu antik cadde dünyanın ilk ve en eski caddesi olarakta litaratüre girdi. Caddenin her iki tarafı profillerle sonlanmış olup 1.5 metrelik büyük sütunlarla süslenmiş. Tespitlerimize göre antik caddede 700 civarında sütunun dikileceği öngörülmekte. Anavarza'daki antik kilise çok çok önemli. İsa'dan sonra 5'inci Yüzyıl'da yapıldığını biliyoruz. Daha da önemlisi bu kilise bir Roma tapınağının temelleri üzerine inşa edilmiştir. Bu kilise binasının da çok önemli bir aziz için yapılmış olduğunu düşünüyoruz. Kentte dünyada Dioskorides gibi eczacılığın babası olarak kabul edilen bir şahsiyet doğmuş, bine yakın farklı ilacı sadece antik kentte yetişen 50 civarında farklı bitkilerden yapmıştır. Dünyanın en ünlü şairlerinden birisi olan Opianus da burada yaşadı. Bu önemli kişilerin yetiştiği antik kentte, tarihin ilk üniversiteleri ya da üniversite niteliğindeki okulların bulunduğunu düşünüyoruz. Kazılarda bunların hepsi ortaya çıkacak. Antik kentteki tamamen tuğladan yapılmış hamam binası da bölgede ilk ısıtma sistemi örneğiyle öne çıkıyor."




'EN SAĞLAMI ANAVARZA'
Toplam 4 bin dönüm alanda kurulan ve 220 metre yükseklikteki antik kalesiyle öne çıkan Anavarza'da yapılan bilimsel çalışmaların hem arkeoloji tarihine hem turizme ciddi katkı koyacağını aktaran Fatih Gülşen, şunları kaydetti:

"Anavarza'da çok önemli bir tarihi stadyum, kentin güney ucunda da bir amfi tiyatro var. Stadyum binası Anadolu'daki en büyük 3 stadyumdam birisi. Bu binanın hakem gözetleme kuleleri, devasa granit sütunlardan oluşuyor. Stadyumlar dünyada ilk olimpiyatların yapıldığı yerlerdir. Bu spor organizasyonları da Anavarza gibi büyük başkentlerde yapılıyor. Henüz kazmaya başlamadığımız amfi tiyatro binası da kemerli ayaklar üzerine inşa edilen bir yapının oval kısmındaki düzlükte bulunuyor. Bu kemerli ayakların altında gladyatörlerin bulunduğu odalar, aslan ve kaplan gibi yırtıcı hayvanların olduğu mahzenler mutlaka kazılarla ortaya çıkartılacaktır. Anadolu'da bunun üç örneği var. Bu üç örnekten en sağlam olarak günümüze gelen örnek Anavarza'da bulunuyor. Kazılarla bu yapıyı ortaya çıkardığımızda, yıkılmış olan tüm bloklar restorasyon faaliyetlerinin ardından Anadolu'da bugüne kadar tüm planlaması ve işlemesiyle ortaya çıkarılan tek örnek bu olacak. Böylece merkez Roma'nın ötesinde, Anadolu gibi eyaletlerde bir amfi tiyatro nasıl çalışmaktadır, nasıl planlanmıştır, hangi yırtıcı hayvanlar gösterilerde kullanılmıştır, bu hayvanlarla veya gladyöterlerin kendi aralarındaki savaşları, bunun hangi araç ve gereçlerle yapıldığı ortaya çıkarılacak ve arkeoloji dünyasına kazandırılacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın denetiminde ve büyük katkısıyla yapılan çalışmalara Çukurova Üniversitesi ve Adana Valiliği çok ciddi destek sunuyor. Bu bilimsel çalışmalar hem arkeoloji tarihine hem turizme ciddi katkı koyacaktır."

     

sansursuzhaber.com, 04.10.2015

MISIR ÇARŞISI'NI PEŞKEŞ ÇEKMİŞLER



Sayıştay’ın Vakıflar Genel Müdürlüğü 2014 yılı denetim raporu, Türkiye’nin en değerli lokasyonlarında yer alan tarihi mekanların çok ucuza kiraya verildiğini ortaya çıkardı

Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait taşınmazların kira bedellerinin günün emsal ve rayiç bedellerini yansıtmaktan uzak olduğu Sayıştay’ın son denetim raporuyla tescillendi. Kiraya verilen taşınmazların büyük bir kısmının ilk kira sözleşmesi tarihi üzerinden çok uzun süreler geçtiğini vurgulayan Sayıştay, bu süre zarfı içerisinde kira bedelleri üzerinden gerçek anlamda bir güncellenmeye gidilmediğini belirledi.

45 BİN YERİNE 7 BİN LİRA
2014 yılı kira bedelleri emsal veya rayiç bedellerine göre düşük kalan bazı taşınmazlara raporda yer veren Sayıştay, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait Eminönü’ndeki tarihi Mısır Çarşısı’nda dışarıda 33, içeride 110 olmak üzere toplam 143 adet dükkanın kira bedellerini örnek gösterdi.

Mısır Çarşısı’nın Türkiye’de turistik ziyaretlerin çok yapıldığı, günlük yaşamın hareketli olduğu, ekonomik olarak canlı ve ticari olarak yüksek gelir getirilen bir yer olduğuna dikkat çeken Sayıştay, içeride yer alan dükkanların 2014 yılında aylık 7 bin 500 ile aylık 17 bin lira arasında, dışarıda yer alan dükkanların ise 3 bin 896 ile 8 bin lira arasında kiraya verildiğini tespit etti.

SULTANAHMET DAHA UCUZ
Denetçiler yaptıkları araştırmada, Mısır Çarşısı içinde yer alan dükkanların 2014 yılı aylık kiralık bedelinin 45 bin ile 50 bin lira arasında, dış dükkan kira bedellerinin ise 10 bin ile 15 bin lira arasında olması gerektiğini ifade etti.

Türkiye’de en çok turistik ziyaretlerin yapıldığı Sultanahmet’in merkezinde yüzölçümleri toplandığında büyük bir alanı kaplayan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait araziyle ilgili de Sayıştay yetkilileri önemli tespitlerde bulundu. Sultanahmet Camisi’nin arkasında, tarihi Arasta Çarşı’nın bitişiğinde, ekonomik olarak canlı ve ticari yüksek gelir getirilen bir yerde bulunan alanın 2014 yılında metrekaresi aylık 12 liradan kiraya verildiği belirlendi. Aynı konumda ve bitişik adada Hazine’ye ait bir taşınmazın metrekaresi 30 liradan kiraya verildiğine dikkat çeken denetçiler, “Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait taşınmaz kira bedeli, emsal kira bedeline göre yüzde 150 oranında daha düşük kalmaktadır” dedi.

BENTLEY VE LAMBORGHİNİ MERKEZİ
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait Ortaköy’de İstanbul Boğazı’nın kıyısında bulunan bin 714 metrekare büyüklüğündeki arsa da Sayıştay raporunda “ucuza giden” gayrimenkullerden biri olarak sıralandı.

2014 yılında 55 bin liraya taşınmazı kiralayanlar alt kiracılık hakkını kullanarak arsanın bir kısmını 65 bin liraya başkasına kiraladı. İçerisinde üçer katlı iki bina ve araç pazarlama ve satış işlemi yapılan bir yapının bulunduğu taşınmaz da lüks otomobil denilince akla gelen Bentley ve Lamborgini’nin Türkiye temsilcilikleri yer alıyor. Sayıştay denetçileri, kira bedelinin 2015 yılında 90 bin liraya çıkarıldığını ancak, buna rağmen caddeye de cephesi bulunan taşınmazın henüz emsal ve rayiç bedele ulaşmadığını belirtti.

‘Karşılaştırma yapılması gerekir’
Sayıştay denetçileri, taşınmazlara ait kira bedellerinin ilk üç yıl için Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayınladığı Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) oranında artırılması, üç yıldan uzun süreli kira sözleşmelerinin sonunda, yeni kira bedelinin, emsal ve rayiç kira bedelleri göz önünde tutularak belirlenmesi gerektiğini ifade etti. Raporda, kira seviyesi belirlenirken taşınmazın konumu, çevresi, niteliği, kullanım şekli gibi kira bedeline etki eden tüm niteliklerin karşılaştırılması gerektiğine dikkat çekti.

Kira güncellemesi için hizmet alımı yapacak
Vakıflar Genel Müdürlüğü Sayıştay’a verdiği cevapta, rayiç bedellerin tespiti için komisyonların kurulduğunu ve Türkiye genelindeki vakıf taşınmaz kiralarında yaklaşık yüzde 25 oranında güncelleme yapıldığı belirtildi. Vakıflar, kira bedellerinin emsal ve rayiç bedele uygun hale getirilmesi için 2016 yılından itibaren hizmet alım yoluna gidileceği kaydedildi. Bir yılda bütün kiracılara bedel güncellemesi uygulanması halinde bunların olumsuz etkileri olacağını savunan Vakıflar Genel Müdürlüğü, güncelleme çalışmasının belli bir sayıda tutularak yapıldığını, raporda belirtilen gayrimenkullerde de 2016 yılınca kira artışına gidileceğini vurguladı.
Sözcü, Haber: İsmail Şahin, 04.10.2015

BIRAKIN OLDUĞU GİBİ KALSIN


Yanlış restorasyon uygulamaları nedeniyle bazı tarihi eserler tanınmayacak hale geliyor. Yenileme çalışmaları sonrasında yapıları görenler, tarihi olduğuna inanamıyor. Aspendos Antik Tiyatrosu, Şile Kalesi, İshak Paşa Sarayı, Atik Valide Şifahanesi, Süheyl Bey Camii bu uygulamaların en bariz örneklerinden.

Türkiye'deki restorasyon facialarına her gün bir yenisi daha ekleniyor. Şile Kalesi'ndeki ‘Sünger Bob' skandalının şoku geçmeden bir haber de tarihi Aspendos Antik Tiyatrosu'ndan geldi. Basamak ve oturakların orijinal koyu gri yerine beyaz mermer kullanılarak restore edildiği iddiası tartışmalara neden oldu. Tiyatronun mevcut hali adeta yamalı bir bohçayı andırıyor. Tartışmalar büyüyünce Kültür ve Turizm Bakanlığı bir açıklama yaptı. Fakat bu, özrü kabahatinden büyük denilebilecek bir açıklamaydı. Bakanlık, restorasyonda kullanılan taşların renginin iklim ve tabiat şartlarının etkisiyle zamanla değişerek orijinal olan 2000 yıllık taş malzemeyle aynı renge dönüşeceğini belirtti.

Sadece Aspendos'ta değil, Türkiye'nin birçok bölgesinde yapılan restorasyon çalışmaları görenleri şaşkına çeviriyor. Bazı eserler yenileme çalışmalarından sonra neredeyse tanınmayacak hale geliyor. Saymakla bitmeyecek ‘ilginç restorasyon'lardan öne çıkan örnekleri derledik.

İhaleler eşe dosta veriliyor
Eyüp Muhcu (Mimarlar Odası Genel Başkanı):
“Türkiye'de restorasyon uygulamaları öteden beri sorunlu. Son yıllarda sorunlar daha da artmaya başladı. Restorasyon ilkeleriyle bağdaşmayan yapıların tarihsel-mimari özelliklerini ortadan kaldıran birtakım faaliyetler, restorasyon adı altında yürütülüyor. Bu konuda ehil olan firmalara iş vermek yerine, iktidara yakın olarak görülen eşe dosta işler verildi. Firmaların ne uzmanları ne de tecrübeleri var. Bu koşullarda yapılan restorasyonların başarılı olması mümkün değil.”

Şile Kalesi, Sünger Bob oldu
İstanbul'un Şile İlçesi'nde 2000 yıllık tarihi kale restorasyonu son zamanların en büyük skandallarından biri. ‘Ocaklı Ada Kalesi' olarak da bilinen Cenevizlilerden kalma tarihi yapı, restorasyon işlemlerinin ardından tanınmayacak hale geldi. Kalenin son halini görenler onu çizgi film karakteri ‘Sünger Bob'a benzetti. Eleştirilerin ardından Şile Kalesi'nin restorasyon projesini yapan Prof.Dr. Kamuran Öztekin ile yüksek mimar Tevfik İlter, kendi projelerinin uygulanmadığını, ‘ortaya çıkan garabetle ilgilerinin olmadığını' ifade etti.

Cam kaplamalı Şifahane
Osmanlı hükümdarı II. Selim'in eşi Nur Banu Sultan tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan, İstanbul'un en büyük 3. külliyesi hüviyetindeki Atik Valide Külliyesi içinde yer alan şifahanenin başına ilginç işler geldi. Yapı, eski bir külliyeden çok cam kaplamalı yeni bir alışveriş merkezi ya da kafeyi andırıyor. Özgün eseri açığa çıkartmak yerine şifahanenin görünmemesini ister gibi boydan boya cam giydirmelerle kapatılması ve neticede eski halinden bu denli uzak olması üzücü.

Tarihi camilere yama
Süleymaniye ve Fatih camilerinde yapılan restorasyonlardan sonra bu eserlerin özellikle dış cephelerinde yamaya benzeyen bölümler oluştu. Uzmanlara göre dışarıdan bakıldığında hemen göze çarpan bu yamalar ya aynı malzemenin kullanılmamasından ya da eskitmelerin yeterince yapılmayışından kaynaklanıyor.

İshak Paşa Sarayı seraya döndü
18. yy Osmanlı mimarisinin en seçkin örneklerinden biri olan İshak Paşa Sarayı'nın son halini görenler şaşırıyor. Sarayın üstü, şeffaf bir cam tavanla örtüldü. Son görüntüsü uzaktan bir serayı andırıyor. Bu durum sarayı ziyaret eden yerli ve yabancı turistler tarafından yadırganıyor. Yetkililer ise yapılan çalışmayı savunuyor. Tavanın saray içindeki eserleri korumak için güneş ışığını kıracak bir yapı olduğunu söylüyor. Isı yalıtımlı olarak tasarlanan cam tavanın sarayın içinin buz tutmasını da engelleyeceği görüşündeler.

Şeffaf cepheli tarihi cami
Trajikomik örneklerden biri de İstanbul Fındıklı'daki Süheyl Bey Camii restorasyonunda yaşandı. 1956'da yıkılan caminin yeniden canlandırılması için restorasyon projesi başlatıldı. Ancak eserin son halini görenler gözlerine inanamadı. Mimar Sinan'ın yaptığı, orijinalinde sekizgen planlı olan Süheyl Bey Camii'nin yerine cam cepheli betonarme bir bina inşa edildi. Ortaya çıkan yapı camiden çok, cam cepheli bir mağazaya benziyor. Komik olansa, çalışmalar sırasında eserin orijinal halinin fotoğraflarda yer almasına rağmen projenin uzaktan yakından bununla ilgili olmaması.

Restorasyon değil katliam
Bursa'nın Yenişehir İlçesi'ndeki Sinan Paşa Külliyesi'nde çok enteresan bir durum yaşandı. Osmanlı döneminden kalan 435 yıllık külliyeye restorasyon yapılırken, yük taşıyan kamyonların girip çıkabilmesi için tarihi duvarlarından birini yıkıp kapı yaptılar. Yaşanılan vahim durum sözün bittiği yer cümlesinin en güzel örneklerinden.

Birkaç yıl önce yapılmış gibi...
Bozdoğan Su Kemeri, 1600 yıllık bir tarihe sahip. Dünyadaki örneklerinin adeta cam fanuslar içinde korunduğu bu tarihi yapının restorasyon sonrasındaki görüntüsü sanki birkaç yıl önce inşa edilmiş izlenimini veriyor. Kemere, restorasyon disiplinine aykırı birçok uygulama yapıldı, sonuç ortada...

Battal Gazi Külliyesi'ne Amerikan mutfak
Eskişehir'deki Seyyid Battal Gazi Külliyesi, restorasyon sonrasında orijinalinden çok farklı bir hale gelmişti. Mermer olan külliye sütunlarının yerine beton sütunlar inşa edilmiş, Selçuklu dönemine ait eserin içine Amerikan tarzı mutfak ve modern tuvaletler yapılmıştı.

İznik'te beton kubbeler
İznik'teki Ayasofya Cami'nin restorasyon çalışmaları sırasında müzenin kubbelerinin onarımında harç kullanıldı. Eser üzerindeki tüm açıklıklara da cam yerleştirildi.

Hormonlu Roma mozaikleri
Dünyanın ikinci büyük mozaik sergileme alanına sahip Hatay'daki Arkeoloji Müzesi'nde, Roma döneminden kalma mozaiklerin büyük bir çoğunluğu yanlış restore edildi. Onarımdan sonra mozaiklerin eski hali ile yeni hali arasındaki ciddi farkı görenler adeta dehşete düşüyor.

Sümela duvarları betonla örüldü
Trabzon'un simgelerinden Sümela Manastırı'nda yapılan çalışmaların sonucunda manastırın duvarları betonla örülmüştü. Çalışmalarda yerli taş yerine, il dışından taş kullanılmış, pencere önleri de çimentoyla kaplanmıştı.

İki sıra beton altında kaldı
Antalya Kaş'ta MÖ 1. yüzyıldan kalan Antiphellos antik tiyatrosu resmen katledildi. Restorasyon sırasında tiyatronun zemini yenilenmek istendi. Ancak bu işlem, zemine beton dökülerek gerçekleştirildi. Restorasyon öncesinde antik tiyatro 28 sırada 4 bin kişi kapasitesine sahipti. Sonrasında 26 sıra kaldı. İki sıra ise betonun altında.
Zaman, Haber: Ali Pektaş, 04.10.2015

"ANADOLU'NUN KÜLTÜR MİRASÇISIYIM"




Türk sanatının önemli isimlerinden Devrim Erbil, “Akademi’de 50 Yıl” isimli bir sergi hazırladı. Yaklaşık 15 ayrı koleksiyondan derlenen eserlerinden oluşturulan sergide Devrim Erbil’in çoğunluğu yağlıboya olmak üzere halı, pleksi, marküteri, seramik, vitray ve abanoz üzerine sedefle yaptığı eserleri izleyici karşısına çıkacak. Tophane-i Amire’de sergilenecek eserler 1960’lardan bugüne Erbil’in farklı dönemlerden eserlerini kapsıyor. Küratörlüğünü Beste Gürsu’nun üstlendiği sergi öncesi, sanatçı ile bu uzun süreci ve sanatının dönüm noktalarını konuştuk. 

-Manisa, Salihli’de doğmuşsunuz, ailenizde sanata ilgi duyan birileri var mıydı veya sizin sanata ilginiz nasıl başladı?
Ben Salihli’de doğmuşum ama oralı değilim. Annem bir ziyaret dolayısıyla oraya gitmiş ve orada yedi aylık dünyaya gelmişim. O zaman babam Uşak’ta demiryollarında memurmuş. İki yaşımdayken de Afyon’a taşınmışız.


Üç yaşında da Balıkesir’e taşındık. Daha sonra tüm aile Balıkesir’de toplandı. İlk, orta ve liseyi Balıkesir’de okudum. Hayatımdaki en önemli kişilerden biri annemdir. Dikiş nakış öğretmenliği yapmış biriydi. Yastıklar yapar, üzerine kuş motifleri koyardı. Ondan gelen bir yeteneğim olduğuna inanıyorum.

-Akademi’ye gitme kararını nasıl aldınız?
Doğuştan gelen bir sakatlığım mevcuttu. Altı yaşımda bununla ilgili bir ameliyat geçirdim. Sanırım bu yüzden hep içime kapalı yaşadım, bu nedenle
Kitap ve şiirle dost oldum. Ortaokul üçüncü sınıfta resimle karşılaştım. 70 yıl önce Balıkesir’deki imkanlar böyleydi. Edebiyat bana kendini tanıma ve iyi ifade edebilme konusunda çok faydalı oldu. Sanat ise bu tarihten sonra duyguları harekete geçirebilmeyi öğretti. Beni ortaokul öğretmenlerim keşfetti. Lise ikinci sınıfta sergiler açmaya, üçüncü sınıfta ise daha ciddi sergiler yapmaya başladım. Bu tarihten sonra aklıma ressam olmayı koydum. Bunun için de Akademi’ye gitme kararı aldım.

“Bir düşünceyi paylaşabilmeyi Bedri Rahmi’den öğrendim”
-Neden Bedri Rahmi Atölyesi’ni seçtiniz?
Bunda Bedri Rahmi’nin popüler bir isim olmasının payı var. Cumhuriyet gazetesinde her hafta yazılar yazıyordu. O dönemde Bedri Rahmi Atölyesi’nden bir resim öğretmeni okulumuza gelmişti. Bedri Rahmi’yi yazı ve şiirlerinden tanıyordum. Öğretmenimin de anlattıkları ile “Akademi’ye gideceğim ve Bedri Rahmi’nin öğrencisi olacağım” demeye başladım. Sonra İstanbul’a gelip sınavlara girdim ve kazandım. Anadolu’dan gelen çocuklar daha çok Gazi eğitim’e giderlerdi. Hatta Akademi’de Balıkesir’den geldiğimi duyduklarında zengin çocuğu olduğumu düşünmüşler. Benimki bir tutkuydu. Topluluk karşısında konuşabilmeyi, bir düşünceyi paylaşabilmeyi, dünyayı yaşayan birisi olabilmeyi Bedri Rahmi’den öğrendim. Onun şiirle, edebiyatla, resimle kurduğu birliktelik benimle ortak özellikleriydi ve bu yüzden onun atölyesine gitmeyi tercih ettim. 

-Birçok mimari yapıya seramik pano ve vitray uygulaması yapıyorsunuz, bu bir Bedri Rahmi etkisi midir?
Bedri Rahmi’nin bütün mozaik çalışmalarında ekip başı olarak çalıştım. Mesela 1958
Brüksel Dünya Sergisi’ne giden 200 metrekarelik bir mozaik için çalıştım. O mozaikler de Salı Pazarı’ndaki evinin dördüncü katında yapılıyordu. Bir yıl sadece bu mozaik için çalıştım. Mozaik ve çeşitli teknikler ile karşılaşmamda Bedri Rahmi’nin payı olduğunu söylemeliyim. 

-Bedri Rahmi’nin en büyük düşü Anadolu motifleri ve kültürlerinden yola çıkarak üretilen yapıtlar yaratılmasıydı. Sizin bu yolda devam ettiğinizi söyleyebilir miyiz?
Bedri Rahmi, Anadolu’ya kendi gözüyle bakmaya sevdalı biriydi. Anadolu motifleri onun için önemliydi, Anadolu uygarlıkları da. Ama o buradan bir sentez çıkarma yoluna gitmedi. Halk sanatının değerlerine değil de kültürlerin ve uygarlıkların temelindeki bu toprağa özgülüğü ortaya çıkarmak isteyen bir yapıyla eserlerimi ortaya çıkarıyorum. Antik Yunan yapıları, mozaik döşemeleri, Akdamar Kilisesi’ndeki bir rölik, Bizans, Selçuk, Ahlat, kümbetler, hat gibi birçok bileşen ve onu yaratan kültürler benim ilgimi çekti ve çalışmalarımı oluşturmamda bana güç verdi. Bu yönüyle ben Anadolu coğrafyasının kültürel bir mirasçısıyım. Bedri Rahmi ile aramızdaki fark budur.

“Artık İstanbul resimleri yapmak istemiyorum”
-İstanbul resimleriniz 1970’lerin başından itibaren beliriyor ancak 1980’den itibaren üslup olarak oturuyor. Bugün herkes sizi İstanbul resimlerinizle tanıyor. Bu nasıl bir duygu?
Herkes beni İstanbul resimlerimle biliyor. Oysa video eserlerim var, halılarım var, vitraylarım var, seramik panolarım var, ahşap panolarım var. Bu yapıtlarım da bilinsin istiyorum. Artık İstanbul resimleri yapmak istemiyorum ama yeni fikirlerim olduğunda da kendimi İstanbul resmi yapmaktan alıkoyamıyorum. Şimdi İstanbul’un simge yapılarını onların planlarıyla birlikte aynı düzlem içinde veren eserler yapmanın zevkini yaşıyorum. Bu da sürekli İstanbul resmi yapmaya benim içimdeki tepki.

“Tırnaklarımla kazıyarak bu  noktaya geldim”
-Türkiye’de bir ressam olarak 60 yıl geçirdiniz, geçmişe dönüp baktığınızda çok yıprandığınızı düşünüyor musunuz?
Yaşamın zorluklarını ve fırtınalarını içimde hep hissettim. Ben varlıklı bir aileden gelip güllük gülistanlık bir ortam içinde bulunmadım. Tırnaklarımla kazıyarak bulunduğum bu noktaya geldim. Baba ocağından Akademi’de okumak için ayrıldığımdan bu yana hayatımı kendim kazandım. Tüm üniversite hayatım boyunca fuarlarda Dekorasyon yapanlara yardımcı oldum, boya işleri yaptım, demiryollarında saati 60 kuruştan işçilik yaptım, Bedri Rahmi’nin yanında çalıştım. Hayatı zor tarafından yakaladım. Bu bana bir direnç verdi. Şu an geldiğim noktaya çok kolay gelmedim. Çok çalışmak her daim en önemli kuralım oldu. Andre Gide “Gerçek sanatçı güçlüğü sıçrama tahtası yapandır” der. Benim hayatım da sanıyorum biraz öyle oldu.
Milliyet, Haber: Oğuz Erten, 04.10.2015



******


ÇİZGİNİN VE RİTMİN RESMİ

Milliyet Sanat dergisinin bu ayki sayısında Devrim Erbil’in sanat yaşamının mihenk taşlarını oluşturan eserleri de Burcu Pelvanoğlu yazdı. İşte onlardan üçü...

Warhol’a göz kırpma 
Devrim Erbil 1980’lerde pop ART çalışmalar üretti. 1980’de montip baskı tekniğiyle yaptığı “Otoportre”si, sanatçının siyah-beyaz bir fotoğrafı üzerinden yapılmıştı. Eser, Erbil’in pop art geleneğindeki ilk çalışmalarından biriydi. 1990 yılında bu portreyi ağaç serisiyle birleştiren Erbil, kompozisyonunda ağacın dallarıyla kendi solunum sistemini birleştirdi. Erbil’in her iki resmine de kaynak olan fotoğraf Andy Warhol’a da bir göndermeydi. Zira Erbil burada Warhol’un siyah-beyaz bir fotoğrafını çekim açısı 
ve duruş olarak tekrarladı.



Erbil’in “Otoportre” adını verdiği çalışması.

Balıkesir yılları
Ailesi 1940 yılında Balıkesir’e yerleşen Devrim Erbil, ilk ve orta öğrenimini Balıkesir’de tamamladı ve 1954 yılında Balıkesir Lisesi’nden mezun oldu. Erbil’in bu dönemde yaptığı resimler, aslında onun resminin temelinin  o günlerde biçimlendiğini gösteriyor. 1952 tarihli “Balıkesir Panayır Kapısı”, “Akçay’dan Görünüm” ve “Havran’dan Görünüm” adlı resimlerinde Erbil, renkli çini mürekkebi kullandı. 
Üç resiminde birden yer alan kuşlar çizgisellikleriyle ve gökyüzündeki ritmi yansıtmalarıyla Erbil’in 1960’ların sonlarındaki “Kuşlar” temasının habercisi niteliğindeydi. 



1952 tarihli “Havran’dan Görünüm” adlı kağıt üzerine çini mürekkep çalışması.

Kuşlar
Kuşlar, Erbil’in resimlerinde tek başına değil, kümeler halinde göründü ve Erbil bununla tüm resimlerinde geçerli olan ritim duygusunu verdi. Bazen bir başka teması olan ağaçları da kuşlarla birleştirerek bu ritim duygusunu pekiştirdi. 1978 tarihli “Ağaç Kuşları” bunun bir örneği olarak görülebilir. 



“Ağaç Kuşları”, tuval üzerine yağlı boya, 1978.

Milliyet, 04.10.2015

BM'DE TABLO PAZARLIĞI

Hollandalı ustanın tablolarında karanlık gölgelerden süzülüp insan ruhuna vuran parlak ışık gibi geldi o haber...

New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Suriye’de güç paylaşımı üzerine cenk edilirken, başka bir savaş tatlıya bağlanmıştı. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ile Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin kimsenin ilgisini çekmeyen buluşması barış anlaşmasıyla sonuçlanmış, baltalar gömülmüştü.

İki ülke, Hollanda Barok sanatının büyük ustası Rembrandt’ın iki tablosunu kendi müzelerine götürmek için mücadele ediyordu. Fransa Louvre’a, Hollanda da tabii ki Rijksmuseum’a. Neden ille de iki tablo? Çünkü o iki tablo arasında ebedi bir bağ vardı; bir düğün siparişiydi. 1634 yılında Maerten Soolmans ile Oopjen Coppit’in evliliği onuruna çiftin gerçek ölçülerde yapılmış tam boy portreleriydi.

Tablolar, ilk kocası Maerten Soolmans’ın ardından ikinci kocayı da gömen Oopjen Coppit’in ölümünden sonra birkaç kez el değiştirmiş ve 1877’de ünlü Fransız bankacı ailenin üyesi Baron Gustave de Rothschild’e satılmıştı. Hollanda, o dönemde 1.5 milyon guldene satılan eserleri ülke sınırları içinde tutmaya çalışmış ama başarılı olamamıştı. Fransızlara geçen iki tablo en son 1956’da Amsterdam ve Rotterdam’da sergilenmişti.

Rothschild ailesi 2 yıl önce, tabloları satmaya karar verince Louvre Müzesi’ne 160 milyon Euro’luk teklif götürdü. Ancak müze, mali nedenlerle teklife yanaşmadı, Amsterdam’daki Rijksmuseum’la birlikte satın alma fikrini ortaya attı. Taraflar müzakerelere başladı. Fakat geçen günlerde Hollanda tarafından sürpriz bir çıkış geldi. Eğitim ve Kültür Bakanı Jet Bussemaker, ortak alımın söz konusu olmadığını, Hollanda’nın iki tabloya birden talip olduğunu ilan etti. Ortam aniden gerildi. Fransa Kültür Bakanı Fleur Pellerin, sert tepki gösterdi ve Merkez Bankası’ndan kopardığı 80 milyon Euro’luk bağış sayesinde Fransa’nın teklifini masaya sürdü.

Görüşmeler yeniden başladı ve geçen hafta New York’taki Hollande-Rutte buluşmasında nihai anlaşmaya varıldı. 80’er milyon Euro payla satın alınacak tablolalar, yılın yarısını Paris’te, yarısını da Amsterdam’da geçirecek. Koleksiyondan çıkıp insanlığın ortak değeri olarak seyre açılacaklar. Hepsinden önemlisi birbirlerinden ayrılmayıp, çift olarak sergilenecekler. İki ülke tek tablonun değil, her tekin yarı yarıya sahibi olacak.

AVRUPALI REMBRANDT
İlk mekanları Amsterdam olacak. Ustanın ünlü eseri “Gece Devriyesi”nin bulunduğu Rijksmuseum’un şeref galerisinde gün yüzüne çıkacaklar. Tabloların sigortalanması, restorasyonu ve iki kent arasında nasıl gidip geleceği gibi ince detaylar daha görüşülecek.

Fransız bakan Pellerin bu anlaşma için “tek örnek” dedi ama, rotasyonlu mülkiyetin bir örneği de İngiltere ve İskoçya’daki ulusal galeriler arasında yaşandı. Titian’ın “Diana ve Actaeon” ve “Diana ve Kallisto” tablolarını birkaç yıl önce ortaklaşa satın aldılar. İki başyapıt Londra’daki National Gallery ile Edinburgh’daki arasında mekik dokuyor.

Yok eğer İngiltere ile İskoçya’yı iki ayrı ülke saymazsanız, Rembrandt tablolarının iki ülke arasında ortak mülkiyeti bir ilk olacak. Rembrant dünyanın bir ucundan ipekler, altın objeler, mücevherler getirtip bunları tuvale yansıtsa da hiç Hollanda dışına çıkmamıştı. Ama dış etkilere açıktı. Caravaggio’nun ışık ve gölgelerinden, Titian ve Dürer’e. Şimdi Rembrandt, iki müze arasında paylaşımla, ulusal sınırları aşıp daha Avrupalı olacak.

Hollanda resim sanatının altın çağında, burjuvazinin yükselmesiyle asker ve tüccardan esnaf ve zanaatkar loncalarına aldığı siparişlerle iyi para kazanan Rembrandt, yurtdışına da tablo satıyordu. Eserleri New York’tan, St. Petersburg, Stockholm, Londra ve Edinburgh’a dünyaya yayıldı. İki şehir arasında yolculukla eserlerinin bir hikayesi daha olacak.
Habertürk, Haber: Ayşe Özek Karasu, 04.10.2015

TARİHİ MEZARLIKTAN DUBLE YOL GEÇTİ

Denizli-Çivril duble yolunun yapımı sırasında Çivril’in Yamanlar Mahallesi’ndeki tarihi mezarlığın bir bölümünden yol geçti.

Kırık mezar taşlarını görünce gözyaşlarını tutamayan 80 yaşındaki Hüseyin Şahan, “Dedemin babasının mezarı, atalarımın mezarı parçalanmış” diye tepki gösterdi. 
Yapımı devam eden ve plan gereği Yamanlar Mahallesi’ndeki tarihi mezarlıktan geçen Denizli- Çivril duble yolu için Karayolları, Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nden izin aldı. Yolun geçtiği mezarlıktaki bölüme ağır iş makinelerinin girmemesi ve mezarların üzerine dolgu yapılması koşuluyla izin verildiği belirtildi. Üzerinde, Osmanlıca yazılar olan birçok mezar taşını kırılmış halde gören mahalle halkı tepki gösterdi. 
‘Sebep olan kahrolsun’
Dedesinin babasına ait mezar taşını görünce gözyaşlarını tutamayan 80 yaşındaki Hüseyin Şahan, “Mezarın üzerinden asfalt geçer mi? Buraya bir de sit alanı diyorlar. Dedemin babasının mezarı, atalarımın mezarı parçalanmış. Buna sebep olanlar kahrolsun” diyerek tepki gösterdi.
CHP Çivril İlçe Başkanı Mehmet Ali Şahan, konuyla ilgili olarak suç duyurusunda bulunacağını söyledi. 
İlçe Başkanı Şahan, “Mezarlığa zarar verilmeden yolun yapılması gerekirdi. Geçmişine sahip olmayan toplum değiliz. Yasal yollardan hakkımızı arayacağız. Burada atalarımız yatıyor. İnsanları geçmişine saygılı olmaya davet ediyoruz” dedi.
Şikayetler üzerine mezarlığa gelen Jandarma ekipleri, bir süre burada bekledi ve vatandaşları dinledikten sonra ayrıldı. 
 
Dedesinin babasına ait
80 yaşındaki Hüseyin Şahan, dedesinin babasına ait mezar taşının ve diğer mezar taşlarının kırıldığını görünce şoke oldu. Yaşlı adam, gözyaşlarını tutamadı. 
Milliyet, Haber: Ferah Işık - Tunay Yazıcı, 04.10.2015
DÜNYA MİRASI 'DİYARBAKIR KALESİ' VE 'HEVSEL BAHÇELERİ'Nİ UNUTTUK MU?
Temmuzdan beri 'Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri üyelerin oybirliğiyle Dünya Mirası listesinde. Ancak bundan sonrası için çözüm sürecinin tekrar başlamasına, bölgede huzura ve barışa siyasi olduğu kadar kültürel boyutta da acil ihtiyacımız var....

İstanbul’daki Fransız Anadolu Araştırmaları Merkezi’nden her ayın başında yurt içinde ve dışında yapılacak etkinliklerle ilgili bülten gelir. İki gün önce neler varmış diye göz gezdirirken  Montpellier 2. Uluslararası Diyarbakır Hevsel Bahçeleri Atölyesi başlığı gözüme çarptı.

Fransa’da Montpellier Üniversitesi’nde ‘Hevsel Bahçeleri ve Diyarbakır’daki çevre örgütlenmeleri merceğinden çevre bilincinin gelişmesi’ üzerine toplantı duyurusu okuyunca üzülmediğimi, içimin burkulmadığını söyleyemem.

Hepimizin bildiği gibi, Temmuz başında Almanya’nın Bonn kentinde yapılan UNESCO’nun 39’uncu Dünya Mirası Komitesi Toplantısında ‘Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzaj Alanı’ olarak üyelerin oybirliğiyle Dünya Mirası listesine girmeye hak kazanmıştı.

Ardında 15 yıllık emeğin olduğu bu sevindirici haber yazılı ve görsel basın organlarında yer aldı. Ama hemen sonrasında seçim, kurulamayan hükümet, ardından patlak veren terör ve çatışmaların dinamiği bizleri tüm ülke için önemli olan bu olayın keyfini çıkarmaktan, üzerinde konuşup tartışmaktan alıkoydu.

Eminim, “Neden bu kadar önemli ki? Bugüne dek Dünya mirası listesine ülkenin farklı bölgelerinden 14 yer girdi zaten, bu ne bir ilk ne de son’ diyenler olacaktır.

Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçelerini görenler bilir. İnsan bu muhteşem manzaraya kaleden bir kez baktığında bir daha kolay kolay aklından çıkmaz. İnanılmaz bir büyüleyiciliği vardır. Böylesi bir kültürel ve mimari güzelliğin Dünya Mirası sorumluluğu altına girmesi tabii ki başlı başına değere sahip.

Ancak asıl önemlisi Diyarbakır’ın Kürt kimliğini dışlamayan objektif bir kararla Dünya Mirası Listesi’nde yer alması. Ve Türkiye’nin bu sürece sahip çıkması, destek olması. Bu zorlu süreç, sunum dosyasının hazırlanması, tanıtım ve restorasyona ayrılan bütçe Kültür ve Dışişleri Bakanlıkları, Diyarbakır Belediyesi, Valiliği, sivil toplum kuruluşları, akademi dünyasının birlikte çalışmasıyla mümkün oldu. Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy ve Belediye Başkanı Gültan Kışanak Bonn’a gittiler, açıklamalar yaptılar. Ama sonrasında her şey sessizliğe büründü. Belirsiz bir süreç başladı.

Son üç ayda yaşananlar insanın aklına bundan sonra ne olacak dedirtiyor. Çünkü listede kalıcı olmamız için bundan sonra tüm kurumların işbirliğiyle çalışması ve emek harcaması gerekiyor.

Dünya Mirası Listesi’nde yer almak, kültürel mirasın korunması kadar bölgenin Dünya kültür turizmine entegre olması için de çok önemli. Tüm ülke gibi Diyarbakır’ın da turizmden elde edeceği gelire ihtiyacı var. Ayrıca surların restorasyonu için uluslararası boyutta çalışmalar yapılması gerekiyor. Böyle bir ortamda bölgeye kim gider-gelir, tur mu düzenlenir?

Kısacası çözüm sürecinin tekrar başlamasına, bölgede huzura ve barışa siyasi olduğu kadar kültürel boyutta da acil ihtiyacımız var....

DİYARBAKIR KALESİ VE SURLARI
Dicle Nehri Vadisi’nden 100 metre yükseklikte birbirini tamamlayan iç ve dış kaleden oluşan Diyarbakır Kalesi ve Surları tarih içinde bölgede varlığını sürdüren 30 kadar uygarlığın mimari karakterlerini, dönemlerinin sanatsal üsluplarını yansıtan yapıtların toplu olarak görülebildiği tek örnek. Diyarbakır Kalesi ve Surları geçirdikleri tarihi dönemlerin en önemli yazılı belgelerini bulunduran ve insan eli ile yapılan en görkemli ve büyük anıtsal yapılardan biri kabul edilmektedir.  Sur duvarları boyunca, Dağ Kapı, Urfa Kapı, Mardin Kapı ve Yeni Kapı olarak adlandırılan, 4 ana giriş bulunmaktadır. Siyah bazalt duvarlar Ortaçağ Askeri mimarisinin önemli örneklerindendir.

İlk defa MÖ 3.000-4.000 yıllarında Huriler tarafından bugünkü İçkale’nin olduğu yerde yapılan Diyarbakır surlarından günümüze yok denilecek kadar az kalıntı gelebilmiştir. Bugünkü surlar MS.346 yılında İmparator II.Constantinius tarafından yaptırılmıştır. Diyarbakır surları, dünyadaki en uzun sur olan Çin Seddi’nden, Antakya surlarından ve İstanbul surlarından sonra gelmektedir.

HEVSEL BAHÇELERİ
Dicle Nehri kıyısında, Diyarbakır Kalesi ile Dicle Vadisi arasında yer alan 700 hektarlık Hevsel Bahçeleri, kentin soluk aldığı yeşil alanıyla hem besin kaynağı, hem de simgesi. Dicle nehrinin debisinin azalmasıyla oluşan delta zamanla verimli bahçe ve bostanlara dönüştü. Uzun yıllar, şehrin sebze meyve ihtiyacı buradan karşılandı.   Hevsel Bahçeleri Evliya Çelebi, Şemsedin Sami, Mehmed Uzun ve Yaşar Kemal gibi birçok edebiyatçının eserlerine konu olmuştur.
Radikal, Yazı: Müge Akgün, 04.10.2015

DİNOZORLARI YOK EDEN ÇİFTE FELAKET

Bilim insanları, dinozorların 66 milyon yıl önce dünya üzerinden silinmesine iki felaketin üst üste gelmesinin neden olduğunu ileri sürdü.



Science Daily dergisinde yayımlanan çalışmaya göre, dinozorların yok olmasına neden olduğu sanılan dünyaya bir gök taşının çarpmasıyla Hindistan'daki volkanik patlamalar, aynı dönemde meydana geldi.

California Üniversitesi'nden jeologlar, 66 milyon yıl önce dünyaya çarpan gök taşının etkisiyle Hindistan'daki volkanik patlamaların hız kazandığına ve bu iki felaketin dünya genelinde Richter ölçeğine göre 9 ve üzerinde depremlere yol açtığına dair kanıtlar buldu.

Araştırmacılar, yüz binlerce yıl süren volkanik patlamalar ve yol açtığı depremlerin dinozorlar dahil pek çok kara ve deniz memelisinin dünya üzerinden silinip gitmesine neden olduğunu savundu.
Gök taşı etkisiyle volkanik patlamaların canlıların kitlesel yok oluşlarındaki rolü, bilim dünyasında 35 yıldır tartışılıyordu. Bazı bilim insanları volkanik patlamaların canlıların yok olmasında etkisi olmadığını iddia ederken, diğerleri de türlerin tükenmesine patlamaların yol açtığını ileri sürüyordu.



California Üniversitesi araştırmacıları tarafından ortaya konulan yeni kanıtlar, volkanik patlamaların meydana geldiği tarihleri çok daha doğru bir biçimde gösteriyor. Buna göre, Hindistan'ın Deccan Platosu'nda yer alan yanardağlardaki patlamalar, kitlesel yok oluşları başlattığı düşünülen gök taşı çarpmasından sonraki 50 bin yıl içinde ikiye katlanmış.

Birbirini izleyen gök taşı çarpması ve volkanik patlamaların, gezegeni toz ve zehirli gazlarla kaplayarak iklim değişikliklerine yol açtığı ve birçok canlının yok olmasına neden olduğu sanılıyor.
Milliyet, 04.10.2015
AYA NİKOLA'YA DEVLET ELİNİ UZATTI



Kırklareli'nin Kıyıköy İlçesi’ndeki, yerli ve yabancı birçok turistin ziyaret ettiği Bizans İmparatoru Justinianus döneminden kalma (MS 527-565) 1500 yıllık Aya Nikola Manastırı yıllardır harap halde bulunuyor. Gönüllü olarak manastırın temizliğini yapan ve gelen turistlere yardımcı olan Hamdi Kaya haricinde kimsenin ilgilenmediği manastırın kötü kaderi değişmek üzere. Kırklareli İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Kıyıköy Belediyesi birlikte çalışarak manastırı kurtarmak için proje hazırlıyor. Ayrıca hazırlanan projeye Avrupa Birliği’nden de maddi destek gelecek. Aya Nikola Manastırı hakkında Habertürk’e konuşan Kırklareli İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Fikret Macit, “Manastıra bakım çok önceden beri yapılmak isteniyordu fakat bir türlü kaynak bulunamıyordu. Avrupa Birliği’nin IPA (Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı) programı sayesinde kaynak bulma sorunumuzu hallettik’’ dedi.

Fikret Macit, “Aya Nikola Manastırı Kıyıköy’de ve arazi olarak orman arazisi içerisinde kalıyor. Yıllardır çevre düzenlemesine ve ulaşım sorunlarının çözülmesine ihtiyacı vardı fakat kaynaksızlıktan dolayı bir türlü yapılamıyordu. Şu günlerde Kıyıköy Belediyesi ve çeşitli kurumların koordinasyonunda bir proje hazırlanıyor. Proje kabul edilip çalışmalar başladığı zaman manastıra giden yol ve manastır çevresinde bakım çalışmaları yapılacak. Ayrıca projenin şöyle bir boyutu var. Bulgar yetkililerle görüşüyoruz. Avrupa Birliği projeleri kapsamında biz burada Aya Nikola ile ilgili çalışma yaparken onlar da orada bir Osmanlı yapısının bakımını yapacaklar’’ diye konuştu.
Habertürk, Haber: Kurthan Demir, 03.10.2015
"SANAT NEFES ALDIRIYOR"

14. İstanbul Bienali açılışında konuşan Eczacıbaşı Holding ve İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, “Sanat Türkiye’nin tanıtımına çok büyük katkı yapıyor ve adeta nefes aldırıyor” dedi. Sanata yapılan yatırımların sanayi kadar önemli olduğuna işaret eden Eczacıbaşı, “Türkiye rekabetçi üretime ve girişimciliğe odaklanmalı” diye konuştu.

Eczacıbaşı Holding ve İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ile 14. İstanbul Bienali açılışında, Bienali gezdikten sonra buluşmak için randevulaşmıştık. ‘Türkiye’nin sanat gündemini konuşalım’ istedik. Sanatsever işadamı Bülent Eczacıbaşı ile buluştuğumuzda gündemin ve acı haberlerin ağırlığı üzerimize çökmüştü. Eczacıbaşı da sohbete aslında ‘sanat nefes aldırıyor’ diye başladı. Eczacıbaşı ailesi uzun yıllardır yıl boyu süren film, müzik, tiyatro, caz etkinliklerine imza atıyor. Bienal 1988 yılından bu yana her 2 yılda bir İstanbul’un sanat iklimini değiştiriyor. Bu yıl Türkiye’nin zor günlerine denk gelen ama yurtdışında büyük ilgi uyandıran 14. İstanbul Bienali’ni ve Eczacıbaşı’nın Türkiye’ye inancını konuştuk.

YABANCILARIN İLGİSİ ARTTI
* 14. İstanbul Bienali bu kez nasıl gidiyor? Açılışını rekor sayıda yabancı basın izledi. Bunun yansımaları nasıl oldu?

- 5 Eylül’deki açılışından bu yana yaklaşık 200 binden fazla kişi bienali gezdi. Bienalin açılış günlerinde, The Guardian, Le Monde, The New York Times, Financial Times, Frankfurter Allgemeine Zeitung, Süddeutsche Zeitung, La Repubblica’nın da aralarında bulunduğu dünyanın önde gelen pek çok yayından 600’ye yakın gazeteci İstanbul’daydı. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya basının yanı sıra Brezilya’dan, Lübnan’dan, Hong Kong’dan, Çin’den, Japonya’dan, Avustralya’dan gazeteciler bienal sergilerini gezebilmek için açılış günlerinde Büyükada’dan Rumeli Feneri’ne, Tophane’den Balat’a, İstanbul sokaklarını dolaştı.

YENİ DİYALOG ALANLARI AÇIYOR
* Sizce bienaller neyi gösteriyor bizlere?

- İstanbul Bienali 1987’den beri düzenleniyor. Bienal, güncel sanatın farklı eğilimlerini ve dünyadaki önemini yansıtmanın yanı sıra hem izleyicilere, hem de sanatçılara yeni diyalog alanları açıyor. Bienalin yapmak istediği şeylerden biri de insanların denizle olan ilişkilerini yeniden kurabilmek, İstanbul gibi bir metropoldeki hiç bitmeyen hızı ve koşturmayı bir süreliğine de olsa askıya alarak yavaşlatmak ve insanlara sanat yoluyla nefes aldırabilmek.

* 6 Ekim babanız Nejat Eczacıbaşı’nın da ölüm yıldönümü... Babanız yaşamında insanın hayatının sanatla anlam bulduğunu vurgulamış bir isim. Siz hem iş hem de sanat alanında bayrağı devraldıktan sonra nasıl bir sorumluluk duydunuz?
- Kendim ve kardeşim Faruk Eczacıbaşı açısından büyük şansımız, bu konularda babamız Nejat Eczacıbaşı ile aynı değerleri paylaşmak olmuştur. O nedenle, Nejat Bey’in kuruluşuna öncülük ettiği ve geliştirmek için çok emek sarfettiği kurumları daha ileriye taşımak, baştan beri en öncelikli hedeflerimiz arasında oldu. Bu kurumların arasında kültür-sanat, bilim, spor alanlarında hizmet veren kurumlar, bizim için sanayi kuruluşları ve ticari girişimler kadar önemli oldu.

TÜRKİYE GÜÇLÜ BİR ÜLKE
* Türkiye’nin gündeminde seçim var, terör var. İyi bir habere hasretiz. Endişeli misiniz bu süreçten?

- Gündemdeki gelişmelerden, duyarlı herkesin etkilendiğine inanıyorum. Ben Türkiye’nin güçlü bir ülke olduğuna inanıyorum ve Türkiye dünyada hak ettiği yeri mutlaka bulacaktır. İş dünyası olarak her zaman yapıcı olmalıyız. Ülkemizin yatırımlara çok ihtiyacı var. İş dünyası olarak asıl görevimiz olan yatırımları ve üretimi artırmaya çalışırken diğer yandan da ülkenin uzun vadeli yararları üzerinde sürekli düşünmek ve fikir üretmek de zorundayız.

* Doğu’dan Batı’ya bir göç var. Avrupa 2. Dünya savaşı sonrasındaki en büyük mülteci akınıyla karşı karşıya. Dünyada dengeler yeniden kuruluyor. Siz Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz bu yeni güç dengeleri arasında?
- Çizdiğiniz bu tablo içinde Türkiye’nin kritik coğrafi konumunu ve stratejik önemini düşünmemek mümkün değil. İşte bu noktada, stratejik önem, kilit coğrafya gibi konuları bence artık geride bırakmalıyız. Bunlara takılıp kalmadan, Türkiye’nin rekabetçi üretime ve girişimcilik potansiyeline, iyi yetişmiş insan gücüne dayanan bir atılımla bu değişen dengeler arasında çok ayrıcalıklı bir konuma geleceğini düşünüyorum. Her türlü sorununu demokrasi içinde çözmüş, hem Doğu hem Batı dünyası ile ilişkilerini barış içinde geliştiren, tüm dünyada saygı gören, dinamik ekonomisi ile kıskanılan bir ülke olmak, Türkiye’nin ulaşabileceği bir hedeftir. Buna inananıyoruz biz.

* Bu yılın teması Tuzlu Su ilk önünüze geldiğinde ne düşündünüz?
- İstanbul Bienali’nin teması ilgili yılın küratörü tarafından belirleniyor. ‘Tuzlu Su’ başlığı, bienalin çıkış noktasının İstanbul ve şehri çevreleyen sudan esinleneceğini hemen belli ediyor. Tuzlu Su nasıl İstanbul’u dört yanından sarmalıyorsa, bu tema bienalin geniş temasını da her yönden sarmalıyor. 14. İstanbul Bienali’ni kendi deyimi ile ‘şekillendiren’ Carolyn Christov-Bakargiev, uzun bir süredir yakından takip ettiğimiz bir isim. 2012 yılında gerçekleştirdiği dOCUMENTA (13) sergisi bütün dünyada çok yankı yaptı. Christov-Bakargiev bu sergiden sonra bir süre akademik kariyerine odaklandı ve başka bir projede çalışmadı. Ne yapacağını, kariyerini nasıl sürdüreceğini herkes merakla bekliyordu. 2012 yılından sonra kabul ettiği ilk projenin İstanbul Bienali olması bizim açımızdan çok heyecan verici bir olaydı.

Bu bienalin ana mekanının İstanbul Boğazı olduğunu söylersek yanlış olmaz. İstanbul iyisiyle, kötüsüyle çok dolu, köklü bir geçmişe sahip. ‘Tuzlu Su’ ise bu geçmişi günümüze ve geleceğe bağlayan iyileştirici bir unsur niteliğinde. Bu sergide hem gözyaşı, hem emek, hem de deniz önemli temalar olarak öne çıkıyor.

* Büyükada’daki eserler çok dikkat çekti. Siz en çok hangilerinden etkilendiniz? Şaşırdınız, düşündünüz?
- Dediğiniz gibi, bu yıl ilk kez bienale ev sahipliği yapan Büyükada, bienalin en önemli duraklarından biri oldu. Adrian Villar Rojas’ın Troçki’nin evinin kıyısına yerleştirdiği hayvan heykelleri herhalde şimdiden bienalin en çok konuşulan, en çok fotoğrafı çekilip paylaşılan işlerinden biri oldu. Genç sanatçı Villar Rojas 15 kişilik ekibiyle 3 ay boyunca İstanbul’da kalarak Kartal’da bir depoda heykelleri yaptı.

* Her türlü iktidara, sermayeye yüksek dozda eleştirilerin olduğu eserler de olabiliyor bienallerde, bunlar size ne düşündürüyor?
- Bienal eğer dünyanın dört bir yanındaki farklılıklara, bazen birbiriyle çatışabilen çok çeşitli fikirlere açılan bir kapı görevi görüyorsa, aykırı bulacağımız yaklaşımlar da karşımıza çıkacaktır. Zaten bienal, küratör ve sanatçıların beraber oluşturdukları kapsamlı bir sergi. Bu sebeple de çok parçalı ve farklı düşünceye ev sahipliği yapabiliyor. 

* 2013’te Bienal ‘ücretsiz’ olunca ziyaretçi sayısı katlanarak büyüdü. Bu yıl da ücretsiz, beklentiniz nedir?
- İstanbul Bienali’ne izleyicilerin ilgisi de her yıl biraz daha artıyor. 1999 yılında bienali takip eden izleyici sayısı 40 bin iken bu rakam geçtiğimiz on yılda hızla yükseldi. Bienali, 2013 yılında yaklaşık 340 bin kişi ziyaret etti. Bu yıl 36 farklı mekanda tüm şehre yayılan bienal sergilerini 500 bine yakın kişinin ziyaret etmesini bekliyoruz. 14. İstanbul Bienali’nin yaklaşık 3.3 milyon Euro’luk bütçesi sponsorluklar, yurtdışından fon veren kurumlar ve ayni destek gibi farklı kaynaklar yaratılarak toplanıyor.

Bienalin ana sponsorluğunu 2007 yılından bu yana Koç Holding üstleniyor. Koç Holding 2026 yılına kadar İstanbul Bienali’nin sponsorluğunu üstlenecek.

* Siz İKSV olarak Bienal dışında çok sayıda kültürel ve sanatsal etkinliğe imza atıyorsunuz. Bunların ekonomiye katkısını ölçürüyor musunuz?
- 2012 yılında İKSV tarafından Ekonomik Etki Araştırması yaptırdık. İKSV’nin 2011 yılında düzenlediği tüm etkinlikler için yaptığı harcamalar, etkinliklere katılan izleyiciler ve yabancı konukların bilet dışı harcamaları, genel ekonomide yaratılan çarpan etkisi ile birlikte, ekonomiye yaklaşık 70 milyon liralık bir katkı sağladığı ortaya çıkmıştı. İKSV, 2011 yılında aldığı 2 milyon liralık kamusal destekten çok daha fazla vergi geliri yaratarak bütçesel kaynak oluşturdu. İKSV’nin kamuya doğrudan aktardığı vergi 4,7 milyon lira, etkinliklere katılan yerli ve yabancı konukların yaptığı bilet dışı harcamalardan elde edilen katma değer vergisi ise 2 milyon liranın üzerinde.
Hürriyet, Haber: Elif Ergu, 03.10.2015

ARKEOLOJİ ŞEHİTLERİNİN HATIRASI KAYBOLUYOR


Hacettepe Üniversitesi’nden bir grup arkeolog Girnavaz Projesi adını verdikleri inisiyatif ile 25 Eylül 1991 tarihinde Mardin’de Girnavaz Höyük’te Prof.Dr. Hayat Erkanal başkanlığındaki kazı çalışmaları sırasında ekibe düzenlenen saldırı sonucu hayatlarını kaybeden arkeologlar İ. Metin Akyurt ve Bahattin Devam isimlerinin ölümsüzleştirilmesini ve bilinirliğinin artmasını hedefliyor.

Projenin ilk ayağında change.org üzerinden bir imza kampanyası başlatan ekip muhattap olarak T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı gösterse de asıl muhattabın kültür varlıkları ile ilgili tüm çevreler olduğunu belirtiyor.

Girnavaz Projesi’nin ikinci ayağında ise, arkeoloji şehitlerini tanıtarak anmak ve Girnavaz Höyük‘ün bölge arkeolojisi için önemini canlandıracakları dinamik bir belgesel çalışma gerçekleştirmek var. Bu çalışmanın Türkiye’deki kültür varlıkları ile ilgili çalışanların hayatlarını ve mesleki tutkularını anlatan bir özelliğe de sahip olacağının altını çiziyorlar.

Destek vermek isteyen herkesi kendilerine ulaşmaya davet eden proje koordinatörleri, yapım için öngörüşmelere başladıklarını bildirdi.

İmza Kampanyası Link:
https://www.change.org/p/ arkeoloji-%C5%9Fehitlerin in-hat%C4%B1ras%C4%B1-kay boluyor-98c8c532-908f-490 4-b5f8-ffa1c160da74?recru iter=391332720&utm_source =share_petition&utm_mediu m=copylink

iletişim için girnawasproject@gmail.com

25 Eylül 1991 tarihinde ne olmuştu?
Nusaybin’de arkeolojik kazı çalışmalarını sürdüren Ankara Üniversitesi D.T.C.F ekibinin otomobiline bomba kondu. Patlama sonucu Yrd. Doç.Dr. İ. Metin Akyurt ve doktora öğrencisi Bahattin Devam hayatını kaybetti.

Mardin’in Nusaybin İlçesi'ne bağlı Girnavaz KKöyü'nde Asurlular döneminden kalma tarihi eserlerle ilgili kazı çalışmalarını sürdüren Ankara Üniversitesi D.T.C.F ekibi bombalı saldırıya uğradı. Ekibin otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu Metin Akyurt ve Bahattin Devam olay yerinde hayatını kaybetti. Ekibe başkanlık eden Prof.Dr. Hayat Erkanal’ın da aralarında bulunduğu 10 kişi yaralandı.
arkeolojihaber.net, 03.10.2015

VAN GÖLÜ AKTİVİSTLERİNDEN ANTİK KENT ÇAĞRISI




Van Gölü Aktivistleri, Bitlis’in Tatvan İlçesi'ndeki 5 bin yıllık antik kentin korunması ve turizme kazandırılması amacıyla kamu kurum ve sivil toplum kuruluşlarına çağrıda bulundu.

Van Gölü’nün Tatvan sahilinde bulunan Tatvan Halk Plajı mevkiindeki Tatvan antik kent bölgesinde basın açıklaması düzenleyen aktivistler, bölgede yapılan kaçak kazılara tepki göstererek, gerekli önlemlerin alınması gerektiğini kaydetti. Van Gölü havzasının tarihi yapılara dikkat çeken Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğretim görevlisi Erdoğan Özel, havzada bulunan tarihi kalıntıların bir kısmı olan Ahlat Selçuklu Mezarlığı ve kümbetlerinin, dünyanın en büyük İslam mezarlığı olduğunu vurguladı. Van Gölü’nün Tatvan sahilinde antik kent adında 5 bin yıllık tarihi mirasın yer aldığını hatırlatan Özel, bölgede yapılan kaçak kazılara tepki gösterdi.

Özel, alınması gerekli önlemleri şöyle dile getirdi: "Tatvan İlçesi'nde şu anda bulunduğumuz yer Urartulara ait 5 bin yıllık tarihi bir mirastır. Buranın ismi de Tatvan antik kenttir. 1986 yılında antik kent olarak tescil edilmiş olan bu alanda görkemli bir şehir bulunmaktadır. Bu şehrin ortaya çıkarılması için bilimsel kazıların yapılması şarttır. Bu alanda toprak altında tarihimiz yatıyor. Tarihi korumak, insanı korumak anlayışıyla hareket ederek tarihi alanları korumak zorundayız. Böylece tarihi miraslarımızı gelecek nesillere aktarmış olacağız. Biz Van Gölü Aktivistleri olarak bu eşsiz güzelliği sahiplenerek yeteri kadar tanıtımın yapılması için çeşitli kampanyalar yürütmeye devam edeceğiz. Kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşları tarafından da gerekli çalışmaların yapılması halinde yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekerek, bölgemize ve ülkemize önemli bir ekonomik katkı kazandıracağına inanıyoruz.”

Van Gölü Aktivistleri üyelerinden Abdulrezzak Ece de Van Gölü ve göl çevresindeki eşsiz güzellikleri sahiplenerek, yeterince tanıtım yapılması için çeşitli kampanyalar yürüteceklerini ifade etti.
haberler.com, 03.10.2015

BİR RESTORASYON DAHA TARTIŞMA KONUSU OLDU

Aspendos antik tiyatrosunun restorasyon çalışmalarında ortaya çıkan manzara gündemdeki yerini korurken, şimdi de Roma dönemine ait Fethiye amfi tiyatrosunun restorasyon çalışmalarındaki görüntüler tartışma konusu oldu. Arkeolog Pınar Döğerli Başerkafaoğlu konuyla ilgili açıklama yaptı.





Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyon amacıyla 4 Milyon TL bedelle ihalesi yapılan Fethiye Telmessos amfi tiyatrosunun restorasyonu tartışılıyor. Roma dönemine ait orijinal dokuların sökülerek yerine günümüz mermer taşlara benzer doku ile kaplanması Likya uygarlığı döneminde kahinler kenti olarak da tanımlanan Fethiye kamuoyunda infiale yol açtı. Restorasyon çalışmalarında ortaya çıkan görüntüler, “bu kadarına pes” dedirtti.  Dünyada deniz kıyısına en yakın amfi tiyatrolardan biri olan Telmessos amfi tiyatroda devam eden restorasyon çalışmalarında binlerce yıllık orijinal dokular söküldü. Yapılan uygulamanın Aspendos’ta yapılan restorasyon çalışmalarıyla anılması kamuoyunda rahatsızlık yarattı ve geniş yer buldu.1993 yılında Müze müdürlüğü tarafından yapılan kazılarla ortaya çıkarılan Roma dönemine ait tarihi Telmessos tiyatrosu hemen Fethiye iskelesinin yanında yer alıyor. 2012 yılında dönemin AKP’li Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın gezerek incelediği amfi tiyatro için, Fethiye’nin tarihi ve kültürel değerleri ile turizmin gözdesi olduğunu söyleyen Günay; “Fethiye’de yıllardır şehir içinde unutulmuş biçimde duran Telmessos Antik Tiyatrosunu kültür, turizm ve sanat hayatına kazandırmış olacağız” demişti. Bu arada tarihi kıyımı yapıldığını iddia eden  vatandaşlar ise “kamuoyu yaratmak için seferberlik başlatacaklarını ifade ettiler. 



“YAPILAN TARİHİ, BİLİMSEL DEĞİL, TURİSTİK AMAÇLI TİYATRO”
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Mezunu aynı zamanda Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Yüksek Lisansı ve Doktora yapan, geçmişte Anıtlar ve Müzeler müdürlüğünde görev yapan Arkeolog Pınar Döğerli Başerkafaoğlu, konuyla ilgili açıklama yaptı. Telmessos antik tiyatrosunun restorasyonu ile ilgili olarak konuşan Pınar Döğerli Başerkafaoğlu, “Restorasyon tarihi, bilimsel değil, turistik amaçlı tiyatro oldu.” diyerek Antalya Aspendos Antik Tiyatrosunda yapılan restorasyon ile ilgili eleştirilerin ardından gözler Telmessos antik tiyatrosuna çevrildi.
Aspendos’ta olduğu gibi Telmessos’ta da aslına uygun restore edilmediği iddia edildi. Arkeolog Pınar Döğerli Başerkafaoğlu konuyla ilgili “Likya bölgesinde antik tiyatrolar fazladır. Her antik kentin bir tiyatrosu vardır ve bunlar genellikle yamaca dayanır. Tarihte gemilerle gelen yolcular önce hamama gider, ardından da gece eğlencelerinin yapıldığı tiyatrolara gider. Fethiye’deki Telmessos da bu nedenle çok önemli bir yere sahiptir. Telmessos’ta 1990’lı yıllarda kazı çalışmasına başlandı. O dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın gelmesine yakın gösteri amacıyla kazıya başlandı. Ben o dönemde de çok hızlı kazı yapıldığı için eleştiride bulundum. Yanlış anlaşıldım. Bu tür kazılar senelerce sürer. Bir plan, program dahilinde yapılmalıdır. Çünkü bazı eserlerin toprak altında kalması gün yüzüne çıkarmaktan daha iyidir. Koruyamayacaksan bırak toprak altında kalsın, zaten yeri belli. Fethiye turizm merkezi oldu. Herkes iyi niyetle kazı ve restorasyon çalışmasına başladı. Önce İtalyan Maximo Caminero, Gonca Şıkman’ın eşi büyük emekler verdi. Yaptığı çalışmanın sonucunu ve projelerini o dönemde müzeye sunmuştu.” şeklinde açıklamada bulundu.



“BAKANLIK BURALARI MÜTEAHHİT GİBİ İHALEYE VERDİ”
Arkeolog Pınar Döğerli Başerkafaoğlu sözlerini şu şekilde sürdürdü; “ Sonuç ne oldu? Turizm Bakanlığı buraları müteahhit gibi ihaleye verdi. Denetim var deniyor ama ne kadar denetim var bilinmiyor. Bunlar tamamen müteahhitlerin yaptığı işlerdir. Nasıl olması gerektiği konusunda ise şunu söyleyebilirim. Restorasyon çalışmalarında iki seçenek vardır. Bir aslına uygun, bir de restorasyon yapıldığını belli eden taşlar kullanılır. Restorasyona uygun çalışmada o yörenin taşları kullanılır. Antik tiyatronun taşları nereden getirildiyse, büyük bir olasılıkla Altınyayla’dan gelmiştir. O taşlar getirtilir ondan sonra kimyasal bir uygulama yapılarak öncekilerle benzer renge getirilir. Çünkü o taşların diğerlerine benzemesi için asırların geçmesi lazım. Burada kullanılan malzemenin nereden geldiğini bilmiyorum, aynı taşların kullanıldığını da sanmıyorum. Daha bilimsel çalışma yapılmalıydı. Şimdi turistik oldu.” diyerek noktayı koydu.

  

Oda Tv, Haber: Murat Sökdü, 03.10.2015

PATARA KAZILARI SONA ERDİ



Likya Birliği'nin başkenti olan dünyaca ünlü Patara antik kentinde Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nün yürüttüğü kazıların bu yılki bölümü sona erdi. 27 yıldır sürdürülen kazıların bu yılki bölümünü, Kazı Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık'ın sağlık sorunları nedeniyle Yard. Doç.Dr. Şevket Aktaş yürüttü.

 

2.5 ay süren kazılara değişik üniversitelerden 20 bilim insanı, 20 arkeoloji öğrencisi ve 20 işçi katıldı. Bu yılki kazılar ağırlıklı olarak Tepecik Akropolis'te ve Bazilika'da yürütüldü.Tepecik Akropolisi kazılarıyla kentin bugüne kadar bilinen en eski yerleşimine ait yeni yapılar ve döneme ait buluntular ortaya çıkarıldı. Özellikle Helenistik dönem mimarisi hakkında ayrıntılı bilgi edinilirken, Bazilika kazılarında ise güney nef ile yapıya bitişik geç dönem işlikleri ortaya çıkarıldı.

Ayrıca, apsisin güneydoğu bitişiğinde ve bir kapı ile kiliseye geçişi sağlayan üç yapraklı yonca planlı (trikonkhos) ortaya çıkarıldı. Her iki kazı çalışmasında ortaya çıkarılan eserlerin tasnif ve envanterlemesi yapıldı.Kazı Başkan vekili Yard. Doç.Dr. Şevket Aktaş, "Patara antik kentinde iki alanda yürüttüğümüz kazıların yanında, Patara Antik Kenti'ne girişi vurgulayan, ayrıca Patara su sisteminin son halkasını oluşturan anıtsal girişin, Antalya Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün onayı ve Antalya Rölöve ve Anıtlar Kurulu'nun denetiminde restorasyon çalışmaları devam ediyor. Önceki yıllarda ortaya çıkarılan Ana Su Deposu ve Antik Su Yolu'nda koruma çalışmaları yapıldı" dedi.
Kemer Gözcü, 03.10.2015

SON BULUNAN FOSİLLER İNSANLIĞIN KÖKENİN 10 MİLYON YIL ÖNCESİNE ÇEKİYOR


12.5 milyon yıl öncesinde yaşamış maymun üzerinde yapılan bir araştırma bu maymunun bir çeşit goril olduğu düşüncesini ortaya çıkardı. Eğer bu doğruysa goriller şimdiye dek düşünülenden çok daha önce evrimleşmiş, haliyle insanların şempanzelerden ayrılışı da 2 milyon yıl geri gitmiş oluyor.

Kanada Toronto Ünviversitesi’nden David Begun, bugün Avrupa kıtası olan alanda yaşamış Dryopithecus maymunlarının fosillerini tekrar incelediklerini ve kafatasının karakteristik özelliğinden yola çıkarak daha önceki varsayım erken evrimden ziyade Dryopithecus’un kendi başına büyük bir maymun olabileceğini gösterdiğini söyledi. Begun’a göre kafatası kemiklerinin köşeleri ve beynin yüzle teması bu maymun türünün bir çeşit erken goril olduğu izlenimi uyandırıyor.

Bilindiği gibi insan türünden ilk ayrılan maymunlar orangutanlar. Orangutanları sırasıyla Dryopithecuslar, goriller ve şempanzeler takip ediyor. Eğer Dryopithecus gerçekten gorilse bu türleri insan ve şempanzelere yaklaştırmakla birlikte Dryopithecus’un türlerinden 12 milyon önce, insanların da şempanzelerden 10 milyon yıl önce ayrıldığını düşündürüyor. David Begun; ‘Gorile benzeyen Dryopithecus gerçekte bir goril ise, gorillerin şempanzelerin ve insanların biribirinden ayrılış süresini zaten bildiğimizden gorillerin ayrılışını baz alarak fosil zamanlamasını tekrar ayarlayabiliriz’ dedi.

Bazı araştırmalar insan ve şempanze türlerinin birbirlerinden ayrılışını 13 milyon yıl olarak belirtmesine rağmen moleküler saat olarak bilinen mevcut genetik karşılaştırmalar bu sürenin bulunan en eski fosil Sahelanthropus’la uyumlu 7 milyon yıl olduğunu gösteriyor. Genetik karşılaştırmalar iki türdede ortaya çıkışlarından bu yana nisbi orandaki ırsi değişimleri ve ortak atalarını göstermesi açısından da önemli.

David Begun sunumunu bu ay sonlarına doğru Teksas’taki yıllık paleontoloji derneği toplantısında yapacak.

Konuyla ilgili nihai çalışma 9-10 milyon öncesine ait fosillere bağlı. Ancak bulguların hem az hem de eksik olması işi güçleştiriyor.

arkeolojihaber.net, Kaynak: newscientist.com Çeviri: Ayşen Yolcu, 02.10.2015 

FETHİYE'DE ÇEVRE SAKİNLERİNİN DEPO HALİNE GETİRDİĞİ KAYA MEZARLARI TEMİZLENDİ


  


Muğla’nın Fethiye İlçesi'nde MÖ 4. yüzyıldan kalma, tarihi kaya mezarları çevre sakinleri tarafından depo haline getirilince, Fethiye Müze Müdürlüğü tarafından birbir temizletildi.
Tarihi Amintas Kaya Mezarı’nın yakınındaki 3 ayrı kaya mezarında temizlik yapan Fethiye Müze Müdürlüğü ilgilileri yaklaşık 1 ton çöp çıkardı. Araç lastiğinden, plastik bidonlara kadar değişik atıklar Müze Müdürlüğü ilgilileri tarafından kaya mezarlarından birbir temizlendi.





Fethiye’deki Amintas Kaya Mezarları, Antik Likya uygarlığının en eski şehirlerinden biri olan Telmessos antik kentinden günümüze ulaşan kalıntılar arasında yer alırken, ilçenin güneybatısındaki tepelerde, kayaya oyulmuş mezarların en büyüğü konumundaki Amintas Kral Mezarı ise Fethiye’nin simgesi olarak kabul ediliyor. Aynı tepenin eteklerinde Amintas Kral Mezarı’yla birlikte çok sayıda tarihi mezar bulunuyor. 2 bin 400 yıllık geçmişe sahip bu mezarlar, tarihi ve arkeolojik sit alanı içinde bulunuyor ve ören yeri olarak ilçeye gelen yerli ve yabancı turistler tarafından geziliyor. Ancak ören yerini çevreleyen koruma duvarının dışında, yerleşim yerlerine yakın noktada bulunan mezarlardan bazıları, Cumhuriyet Mahallesi’nde oturan vatandaşlar tarafından bir süredir depo olarak kullanılmaya başlanmıştı. Çevredeki vatandaşlar atmaya kıyamadıkları bazı malzemelerini bu kaya mezarlarına yerleştirerek kaya mezarlarını adeta depo haline getirdiler. Kıyıya yakın olan 3 ayrı kaya mezarını depo haline getiren vatandaşlar ellerine geçen ve atamadıkları eşyalarını buraya yerleştirmeye başladılar. 1.5 metre yüksekliğinde 2 metre genişliğindeki antik mezarların içinde yer alan karton kutular, tahta parçaları, araba lastikleri ve plastik şişeler Fethiye Müze Müdürlüğü yetkilileri tarafından temizletildi. Yaklaşık 1 ton atık maddesi ortaya çıkarılırken, mahalle sakinlerinden bu atıkları attığını kabul eden çıkmadı. Vatandaşlar tarafından çevresine limon ve zeytin ağaçları dikilmesi nedeniyle Amintas Kaya Mezarları görmek isteyenler tarafından güçlükle fark edilirken, kaya mezarlarından çıkarılan çöpler geri dönüşüme gönderildi.
Milliyet, 02.10.2015
'MUTFAK MERMERİ' BENZETMESİNE AKADEMİK İTİRAZ: RESTORASYON UYGUN, FARKLI TON OLMALI

Aspendos antik tiyatrosunun restorasyonunda ‘mutfak mermeri‘ benzetmesine yol açan beyaz kireç taşı kullanılmasıyla başlayan tartışmanın bir benzeri, Knidos Antik Tiyatrosu’nda sürdürülen restorasyon çalışmalarında da gündeme geldi.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Knidos Kazısı Başkanı Doç.Dr. Ertekin Doksanaltı, ‘Venedik Tüzüğü‘ gereği kullanılan malzemenin doğru olduğunu ve restore edilen bölümün orijinalinden ayırt edilmesi gerektiğini söyledi.

‘Mutfak mermeri diye bir şey yok’

Muğla’nın Datça İlçesi’nde MÖ 2’nci yüzyılda inşa edilen 5 bin kişilik Knidos antik tiyatrosunun bir bölümüne, Aspendos’ta olduğu gibi mermer kullanıldığını ve bunun doğru yöntem olduğunu vurgulayan Doç.Dr. Ertekin Doksanaltı, ‘mutfak mermeri‘ yakıştırmasının doğru olmadığını söyledi.

Knidos’taki restorasyon çalışmalarında, antik tiyatronun bir bölümüne, dört sıra 20 blok mermer oturak yeri konulduğunu belirten Doç.Dr. Doksanaltı şunları söyledi: “Öncelikle berlirtmeliyim ki mutfak mermeri diye bir mermer cinsi yok. Antik dönemde değişik bölgelerden mermerler kullanılmıştır. Afyon mermeri ağırlıklı kullanılan mermer olmakla beraber, Knidos’ta Yatağan bölgesinin mermeri kullanılmış. Yaptığımız incelemeler bunu gösterdi. Bu gri beyaz bir mermer cinsidir. Demir oranı yüksek, sert ve sağlam bir mermerdir. Knidos’taki restorasyonda da gri beyaz mermer kullanacağız.”

‘Venedik Tüzüğü geçerli’

Restorasyon çalışmalarında, Venedik Tüzüğü kriterlerinin geçerli olduğuna değinen Doç.Dr., Doksanaltı şöyle devam etti: “Şartlardan biri, var olan malzemenin oranıdır. Belli oranda bu malzemenin bulunması gerekir. Tamamlama yapılacaksa, orijinal malzemeden, örneğin mermerin bir-iki ton farkı olmalıdır. Veya restore edilen yer ile orijinal olan yer arasında ince bir bordür yapılmalıdır ki, fark bilinsin. Bire bir aynısı kullanılamaz. Burada gerekçe, antik dönemde yapılan bir eseri, 2 bin yıl sonra restore ederken, yeni yapılan uygulama ile orijinalinin arasındaki farkı gösterebilmektir. 100 yıl sonra insanlar buraya geldiklerinde, hangisi antik dönemde, hangisi 21’inci yüzyılda yapılmış bilebilmelidir. Yoksa bire bir yapmak mümkün, çünkü elimizde bu teknoloji artık var. Aynısını birebir yapabiliriz ama farklılık yok olur.”

‘Telaşlanmaya hiç gerek yok’

Kamuoyundaki tartışmanın restorasyonda kullanılan mermerle orijinal mermer arasındaki renk uyuşmazlığından kaynaklandığının altını çizen Doç.Dr. Doksanaltı, “Telaşlanmaya hiç gerek yok. Mermer zaten birkaç yıl içerisinde, yağmurun, güneşin, fırtınaların etkisiyle kararmaya başlayacaktır. Antik dönem uygulamasında ilk yapıldığında hatlar keskindi. İnsanlar üzerinde yürüyüp; oturdukça mermerin yüzeyi aşınır. Bu yaşanmışlığı gösterir” dedi.

‘Mermer eskitilerek kullanılabilirdi’

Mermerin eskitilerek kullanılmasıyla ilgili bir soru üzerine Doç.Dr. Doksanaltı, “Bu konu değerlendirilebilir. Kamuoyunun tepkilerinden uzak kalabilmek adına, mermerde eskitme yapılabilir. Ancak çok zorunlu değil. Sadece Türkiye’de değil, Yunanistan’da, İtalya’da restorasyonlar benzer şekilde yapılıyor. Ancak oralarda bu tür tartışmalar yoktur. Çünkü insanlar zaten bunu anlamış ve algılamışlardır” diye konuştu.
diken.com.tr, 02.10.2015

İTALYAN ARKEOLOGDAN KYME ANTİK KENTİ AÇIKLAMASI

İzmir Aliağa’da bulunan Kyme antik kentinde, dünyaca ünlü İtalyan arkeolog Antonio La Marca’nın başkanlığında yürütülen çalışmaların bu sezonki bölümü sona erdi. Calabria Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Antonio La Marca, Kyme’de 30 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarının kamulaştırma sorunu nedeniyle son birkaç yıldır durma noktasına geldiğini açıkladı.
İzmir’in Aliağa İlçesi Nemrut Limanlar Bölgesi’nde yer alan Kyme antik kentinde geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da kazı çalışması yapılamadığını belirten İtalyan Arkeolog La Marca, 2015 kazı sezonunda boşa geçen zamanı verimli kullanmak adına çıkarılan eserler üzerinde restorasyon ve temizlik çalışması yapıldığının bilgisini verdi. Kyme antik kentinin özel mülkiyet alanında bulunduğunu belirterek bölgede kamulaştırma yapılmadığı taktirde çalışmaların hiçbir zaman nihayete ulaşamayacağını aktaran La Marca, Kyme kazılarının sürdürülmesi adına Aliağa Belediyesi ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde kamulaştırma için girişimlerde bulunacaklarının müjdesini verdi.

“BİRLİKTELİK OLMAZSA OLMAZ”
Kyme’nin tarih turizmine kazandırılması için ilgili kurumlar arasında birlikteliğin olmazsa olmaz olduğunu belirten La Marca, “Aliağa Belediye Başkanı Serkan Acar, Kyme konusunda son derece hassas davranıyor. Burada yapılan çalışmalar ile yakından ilgileniyor. Bize olumlu yaklaşıyor. Yine Kyme adına buranın tanıtımı için gerçekten takdir edilecek çalışmalar yapıyor. Belediye başkanının Kyme ile yakından ilgilenmesi bizleri sevindiriyor. Serkan Acar gibi tarihe duyarlı bir belediye başkanı ile çalışmak bizim için çok büyük bir şans. Çünkü bu ve buna benzer projeler de sacayağını oluşturan Kültür Bakanlığı, yerel yönetim ve kazı kurulunun birlikte hareket etmesi büyük önem arz ediyor. Bu sacayağından birinin aksaması halinde kısa ve uzun vadede belirlenen hedeflere ulaşmak zorlaşıyor” diyerek Kyme için diğer kurumlara da birliktelik çağrısında bulundu.

GÜN IŞIĞINA ÇIKARILMAYI BEKLİYOR
Kyme antik kentinin MÖ iki binli yıllarda Yunanistan’dan göç eden Aiol’ler tarafından kurulduğunu ve 12 Aiolis şehrinin başkenti konumunda olan Kyme’nin çok önemli bir kent olduğunu hatırlatan Prof.Dr. Antonio La Marca, kentin agora ve sütunlu cadde ile konut yapılarının bulunduğu alanların yanı sıra kentin amfi tiyatrosunun da tamamen gün ışığına çıkarılmayı beklediğinin altını çizdi.

TARİH TUTKUNLARINA DAVET
Dört bir tarafı sanayi kuruluşlarıyla çevrili olan Kyme’nin dikenler içinde bir gül bahçesi olduğunu belirten La Marca, "Kyme, herkesin ömründe mutlaka en az bir kere ziyaret etmesi gereken bir yerdir" diyerek tarih tutkunlarını antik kenti görmeye davet etti.

SANAL ORTAMDA ZİYARET ETME İMKANI
Dünyanın en eski medeniyetlerinden birinin izlerini taşıyan Kyme antik kentini gelip yerinde ziyaret imkanı olmayanlar için yeni bir proje hazırladıklarını ve projenin hayata geçmesiyle birlikte Kyme’nin sanal ortamda da ziyaret edilebileceğini sözlerine ekleyen La Marca şunları söyledi:
"Arkeolojik parka dönüştürmeyi hedeflediğimiz Kyme’ye reel ziyaretçi sayısını artırmak içinde Aliağa Belediyesi ile birlikte farklı projelerin hazırlığını yapıyoruz.”
Milliyet, 01.10.2015



.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi