29 Haziran - 5 Temmuz 2014
|
SPORDA 2300 YILLIK
ŞİKENİN BELGESİ

Romalılar'a ait bir
sözleşmede yazılanları çeviren araştırmacılar
şikenin belgesini buldu. Bir güreş müsabakasında iki
sporcu para karşılığında maçın sonucunu tayin etmek
için anlaşmıştı.
ABD'deki Smithsonian Araştırma Enstitüsü spor
tarihindeki ilk şikelerden birinin belgesini
yayımladı. Oxford Üniversitesi'nde saklanan MÖ 267
tarihli belge Romalılara ait. Papirüse yazılan belge
dönemin Roma İmparatoru Gallienus'un Nil kıyısındaki
Antinoopolis kentinde düzenlenen spor turnuvası
sırasında yazılmış. İngiltere'nin başkenti
Londra'daki King's College'den Dominic Rathbone'un
çevirdiği belgeye göre Nicantinous ve Demetrius
adındaki iki güreşçi şikenin belgesi olarak
nitelendirilebilecek bir sözleşmeyi imzalamış. Buna
göre Demetrius 3 kez yere düşerek tuş olacak. Bunun
karşılığında 3 bin 800 drahmi alacak. Sözleşme için
bulunan iki şahidin ismi de belgeye yazılmış. 3 bin
800 drahmi o dönem sadece bir eşek satın almaya
yetiyor.
'GEREĞİNİ YAPMAZSA CEZA ÖDEYECEK'
Kahire'deki Oxyrhynchus antik kentinde 1903'te
yapılan kazılarda bulunan bu belgede Demetrius'un
oyunlarda sözleşmede yazıldığı gibi şike kurallarına
uymaması durumunda anında 18 bin drahmiyi
sözleşmedeki diğer tarafa vermekle yükümlü olduğu
belirtiliyor. Uzmanlar bazı eski Yunan anılarında da
şikeden bahsedildiğini söylüyor.
Sabah, 04.07.2014
|
"TARİHİ ÖRTÜP İNŞAAT
YAPTILAR" DİYEN AKADEMİSYENE HAPİS İSTENDİ
30 Mart yerel
seçimlerinde Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanlığı'nı kazanan
MHP 'li Burhanettin
Kocamaz'ın önceki dönemde başkanlık yaptığı
Tarsus'taki uygulamalarını eleştiren Mersin
Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi
Yardımcı Doç.Dr. Ali Ekber Doğan hakkında 1 ila 2
yıl arası hapis cezası talebiyle dava açıldı.
Mersin İmece gazetesinde 3 Nisan tarihinde
yayınlanan röportajda seçim sonuçları ve
siyasi partilerin
durumlarına ilişkin soruları yanıtlayan Doğan'ın
kendisi hakkındaki değerlendirmelerini 'hakaret'
kabul ederek şikayette bulunan Mersin Büyükşehir
Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz'ın talebi
savcılık tarafından kabul edildi. İlk duruşması 16
Eylül'de Mersin 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde
görülecek davaya konu olan 'İkili dil kazandırdı'
başlıklı röportajdaki açıklamalar ise şöyle:
- (Doğan) Kocamaz’ın 20 yıldır yönettiği Tarsus’ta
sosyal yaşamın bitme noktasına geldiğine, Tarsus’un
bir Orta Anadolu kasabasına dönüştüğüne de işaret
etti.
- ...binlerce yıllık kadim uygarlıklar şehri Tarsus
bir Orta Anadolu kasabası haline geldi. Şehir
merkezinin neredeyse tamamında her inşaat kepçesiyle
Roma kalıntıları fışkırırken, belediye bir şekilde
bunun üstünü örtmeye çalışarak, inşaatların önündeki
bu türden engelleri kaldırdı.
- Ramazan’da gündüz saatlerinde açık cafe-lokanta
bulunmaması, kızlı-erkekli arkadaşlık ve ilişkilerin
mahalle baskısına maruz bırakılması, merkezde
kadınlarla erkeklerin rahatça-fahiş fiyat ödemeden
gideceği içkili yerlerin bulunmaması kadim
uygarlıklar şehri Tarsus’un yaşadığı taşralılaşma,
kasabalaşma sürecinin göstergeleridir.
- ...bu kısır, sosyal hayatı sınırlanmış, farklı
kimliklerin kendisini sosyal-kamusal alanlarda
rahatça ifade edemediği, muhafazakar aile dışındaki
sosyal-kişisel ilişki biçimlerinin cendereye
alındığı muhafazakar bir taşra yaşamının Mersin’in
sosyo-kültürel gelişkinliği ve zenginliğine aykırı
olduğu, dış ticarete dayalı ekonomik yaşamına
dinamizmini veren çok kimlikli-kültürlü sermaye
bileşimine zarar vereceği, bu ekonomik altyapının
gerektirdiği nitelikli insan malzemesini elinde
tutmasını oldukça güçleştireceği öngörülebilir.
- Belediyeyi kazanmanın rüzgarıyla ülkücülerin,
Tarsus’taki taşra muhafazakarlığına benzer bir yaşam
tarzını Mersin’e kabul ettirmeye çalışacağını veya
parklardan sokaklara, kampüslere sosyal-kamusal
alanlarda kendisinden farklı solculara, Kürt’lere,
Arap Alevilerine, üniversite öğrencilerine,
aydınlara, sendikacılara, hak mücadelesi
yürütenlere, kadınlara, LGBT-İ’lere fiziki veya
psikolojik baskılar yapacağı, varoluş alanlarını
sınırlandırmaya çalışacakları öngörülebilir.
'BELEDİYE BAŞKANI
KAMU GÖREVLİSİ DEĞİLDİR'
Yrd. Doç.Dr. Ali Ekber Doğan master ve doktorasını
kent kültürü, tarihi ve yerel yönetimler üzerine
yapmış bir uzman. Bu çalışmaları "Birikimin
Hamalları" (Mersin'de 1990'lı yıllarda belediyecilik
deneyimleri) ve "Eğreti Kamusallık - Kayseri
Örneğinde İslami Belediyecilik" isimleriyle
kitap olarak da
yayınlanan Doğan, davayı Radikal'e değerlendirdi.
Doğan, "Mahkemenin bu davayı nasıl kabul ettiğini
anlayamıyorum. Her şeyden önce kamu görevlisine
hakaret iddiası var ancak belediye başkanı kamu
görevlisi değil seçilmiş kişidir. Ayrıca YÖK ya da
üniversite üzerinden bir soruşturma olmadan veya
röportajı yayınlayan gazeteye hiçbir suçlama
yöneltilmeden doğrudan şahsıma dava açılması da
ilginç. Ancak hukukla ilgili arkadaşlarım, 'böyle
bir dava açıldıysa ceza da verilebilir sen iyi
bir avukat bul' dediler. Sonucu ben de merak
ediyorum" dedi.
Radikal, Haber: Barış
Avşar, 03.07.2014
|
MESUDİYE'DE 2 BİN YILLIK
YAZITLAR TAHRİP EDİLDİ

Ordu'nun Mesudiye
İlçesi'nde birinci derece arkeolojik sit alanı ilan
edilen, kaya yazıtları ve resimlerin bulunduğu
yerleşim yeri, definecilerin hedefi haline geldi.
İlçe Kaymakamı Lütfullah Ün, "Ne yazık ki 2 bin
yıllık yazıtlar tahrip edilmiş. Yazıtların bulunduğu
kayalıkların korunması için jandarma kontrollerini
artırdı" dedi.
Mesudiye ilçe merkezine
15 kilometre mesafede Esatlı Köyü sınırları
içerisinde yer alan üzerinde sembol, motif, figürler
bulunan 2 bin yıllık yazıtlar kaçak define avcıları
tarafından tahrip edildi. Esatlı Köyü'nü ziyaret
ederek yazıtları yerinde inceleyen Mesudiye İlçe
Kaymakamı Lütfullah Ün, gördüğü manzara karşısında
şaşkına döndü. Yazıtların bulunduğu kayaların kaçak
define avcıları tarafından tahrip edildiğini
belirten Kaymakam Ün, "Daha önce yapılan arkeolog
araştırmalarına göre buradaki yazıtların 2 bin
yıllık geçmişi olduğunu biliyoruz. Ancak bu yazıtlar
zaman içinde tahribata uğramış. Gördüğüm tablo çok
üzüntü verici. Definecilerin tahribatıyla ilgili
durumu Müze Müdürlüğü'ne bildirdik. Arkeologlar
orada inceleme yaptı, tespitte bulundu" dedi.
Yazıtların korunması
için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yazışma halinde
olduklarını, jandarmanın da kaçak define avcılarına
karşı bölgede denetimlerini sıklaştırdığını
vurgulayan Kaymakam Lütfullah Ün, "Yazıtların
bulunduğu kayalıkları kapsayan yaklaşık 5 dönümlük
alan Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu kararıyla 4 yıl önce birinci derece
arkeolojik sit alanı ilan edildi. Jandarma bölgedeki
denetim ve kontrollerini artırmış durumda. Burayı
koruma altında tutarak kültürümüzü korumaya
çalışacağız" dedi.
Kaymakam Lütfullah Ün,
yazıtların bulunduğu kayalıkların turizme
kazandırılması için de İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü'nün çalışma yürüttüğünü söyledi.
Haber 3, 03.07.2014
|
ANKARA'DA HİTİT
KALINTILARI YOK OLUYOR
Çocuk ve Mimarlık
çalışmaları kapsamında çocuklarla birlikte
Gavurkale'yi ziyaret eden Mimarlar Odası Ankara
Şubesi, Kültür Bakanlığı'nı göreve çağırdı.Mimarlar,
"Haymana yolu 60.km'de Dereköy'de bulunan Hititler'e
ait, kale ve rölyeflerden oluşan kalıntılar giderek
yok oluyor ve saldırıya uğruyor , ülkemizdeki
değerlerin kıymeti bilinmiyor" dedi.

Gavurkale’nin korumasız
bırakıldığını söyleyen Mimarlar Odası Ankara Şube
Başkanı Tezcan Karakuş Candan "Gavurkale'deki ilk
kazılar Atatürk'ün isteğiyle, Arkeolog Hans Von der
Osten tarafından yapıldı. O yıllardaki eserler
giderek yok oluyor. Bir tanrıça ve iki tanrıdan
oluşan kaya rölyefinin; anne, baba ve oğlu üçlemesi
olduğuna inanılıyor. Kalıntıları gördüğünüzde
böylesine önemli bir değerin, başıboş bırakılmasının
üzüntü verici olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.
Kabartmaların bir bölümü kırılmış durumda. Kültür
Bakanlığı 2012 yılında yatırım programına almış ama
herhangi bir yatırım ve koruma henüz yok. Kültür
Bakanlığı yetkililerini Hitit tanrılarını ve
kalesini korumaya ve gerçek görevlerini yapmaya
çağırıyoruz" şeklinde konuştu.
Yapı, 03.07.2014
|
2 BİN 538 YILLIK SIR ÇÖZÜLDÜ
Hollanda'daki Leiden Üniversitesi araştırmacıları, MÖ 524'te ortadan yok olan Pers ordusunun gizemini, yeni bulunan hiyeroglif yazıların analizi sayesinde çözdü.
İran İmparatoru II. Cambyses'in Mısır'a gönderdiği 50 bin kişilik ordunun, bir kum fırtınası tarafından yutulduğuna inanılıyordu.
Ancak Hollandalı bilim insanları, ordunun kum fırtına uğramadığını ve yok olmadığını; Mısır Hükümdarı III. Petubastis'in ordusu tarafından yenilgiye uğratıldığını ve hepsinin öldürüldüğünü ortaya çıkardı.
Sabah, 03.07.2014
|
|
700 YILLIK DARPHANE DARP
EDİLDİ
Saruhanoğulları
döneminde yaptırılan ve
Anadolu Türk
Mimarisi’nde benzer bir örneği daha bulunmayan
yaklaşık 700 yıllık
darphane binası,
evsiz barksızların mekanı haline geldi. 700 yıllık
tarihi binanın evsiz barksızların mekanı haline
gelmesi çevre sakinlerinin de tepkisini çekiyor.
İshak
Çelebi
Mahallesi’nde bulunan ve Ulu Cami’nin hemen yanı
başında bulunan darphane binası Saruhanoğlulları
tarafından yaptırılan ve günümüze kadar ulaşan ender
eserlerden birisi olarak dikkat çekiyor. Yıllarca
virane halde kalan ve daha sonra restorasyonu
yapılan tarihi bina bu sefer de sahip çıkılmadığı
için evsiz barksızların mekanı haline geldi.

Spil Dağı’nın kuzey eteklerinde, Ulu Camii’nin
batısında yer alan kare planlı, iki katlı, üzeri
kubbe ile örtülü olan bina kesme ve moloz taştan
yapılmış. Alt katı sivri tonozlarla örtülü yan yana
iki mekan halinde düzenlenmiş olan binanın üst katın
ön cephesinde sivri kemerli sağır nişler içine
yerleştirilmiş pencere bulunmakta. Binanın niteliği
ile ilgili kesin bir bilgi olmamakla birlikte,
Saruhanoğulları’ndan İlyas Bey’e ait 1362 tarihli
bir sikkeyle birlikte bulunan bir miktar sikke
sebebiyle bina “Darphane” olarak adlandırılıyor.

Benzer bir örneği ile karşılaşılmayan darphane
binası, plan türü bakımından bilinen ilk ve türünün
tek örneği olması açısından da Türk mimarlık tarihi
açısından büyük önem taşıyor.
Restore edildikten sonra adeta kaderine terk edilen
darphane binasının çevresinde oturan vatandaşlar ise
binaya tanımadıkları kişilerin girip çıktığını içine
yorgan döşek atarak burada kalmaya başladıklarını
söyleyerek, duruma bir çözüm bulunmasını istediler.
Tarihi binanın değerine yakışır bir şekilde yeniden
kullanılmasını isteyen vatandaşlar yetkililerin bu
konuda daha duyarlı olmalarını istediler.
Milliyet, 03.07.2014
|
|
İNGİLTERE'DE
100'DEN FAZLA DİNOZOR
YAŞAMIŞ
Manchester Üniversitesi'nde görev yapan İngiliz paleontolog Dean Lomax, başta Avrupa tarihindeki en büyük dinozorlar olan "stegosaurus, ankylosaurs ve dev sauropod"lar olmak üzere 100'den fazla dinozor türünün İngiltere topraklarında yaşam sürmüş olduğunu ortaya çıkardı.
Dinozor çağı tarihi konusunda İngiltere'ye haksızlık edildiğini söyleyen Lomax, 1 metreden uzun kafatasları ve avcılıkları ile tanınan tyrannosaurus türünün en az 3 örneğinin bu bölgede yaşadığına dair kanıtlara rastladığını açıkladı.
Sabah, 03.07.2014
|
HASANPAŞA GAZHANESİ'NİN KADERİ ÇİZİLİYOR
Kapatıldığı 1993 yılından bu yana ‘kültür merkezi’
olması için mücadele verilen Hasanpaşa Gazhanesi
sonunda restore ediliyor. Projenin müellifi Mimar
Gülsün Tanyeli, “Yapılar 21 yılda oldukça yıprandı,
daha fazla tükenmeden koruma altına alınmalı” dedi

İstanbul’da gaz ihtiyacını karşılamak için
Kadıköy’de 1800’lü yılların sonlarında inşa edilen
Hasanpaşa Gazhanesi’nin kültür merkezi olması için
restorasyon çalışmaları başladı. Kentin en eski
endüstriyel yapılarından biri olan Gazhane,
kapatıldığı 1993 yılından bu yana kaderine terk
edilerek harabeye döndü. İstanbul Teknik
Üniversitesi tarafından hazırlanıp 2001’de 2 No’lu
Koruma Kurulu tarafından onaylanan restorasyon
projesi yıllarca hayata geçirilemedi. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, Hasanpaşa Gazhanesi’nin
uygulama projesi için ihale açarak projenin
uygulanmasına hizmet alımı yöntemiyle üniversiteden
bağımsız olarak başladı. Koruma Kurulu tarafından
onaylanan projenin müellifi İstanbul Teknik
Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden Yrd. Doç.Dr.
Gülsün Tanyeli, “Belediye, uygulama projesini bizim
dışımızda bir hizmet alımıyla çözümleme yoluna
gitti. Biz kendi açımızdan değil, yapıların daha
uzun süre yıpranmaması için proje müellifi olarak bu
duruma karşı çıkmadık. Yeter ki o varlık tükenmeden
korunabilsin. Uygulama projesi bizim onaylanmış
projemize farklılık getiren bir yaklaşım içermiyor ”
dedi.
AYAKTA KALAN TEK GAZHANE
Gazhane’nin kapatılmasından bu yana geçen 21 yılda
yapıların yıprandığını belirten Tanyeli, “Yapılar bu
süreçte restore edilmeyip kullanılmayınca, dış
etkenler yapılardaki problemleri fazlalaştırdı. Bu
durum restorasyon müdahalelerinin oranını
değiştiriyor. İstanbul’da 5 tane gazhane var. O
gazhanelerin bugün bazıları tamamen ortadan silindi.
Dolmabahçe’deki gazhanenin sadece bir tane
gazometresi kaldı. Yedikule Gazhanesi’nin bazı
binaları ayakta ama parça parça satıldı. Hasanpaşa
Gazhanesi ise İstanbul’daki gazhaneler arasında en
iyi durumda olan endüstri mirası” diye konuştu.
Hasanpaşa Gazhanesi’nde yaklaşık 33 dönümlük arazide
korunması gereken kültür varlığı olarak tescilli 20
adet yapı bulunuyor. Projede sanayi yapıları
enstitüsü, enerji müzeleri, atölyeler, sergi
salonları, sinema, çocuk bilgilendirme evi yer
alıyor. Hasanpaşa Gazhanesi’nin kültür merkezine
dönüştürülmesi, 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı’nın da en iddialı projelerinden biriydi,
ancak uygulanamamıştı.
***
Hurdalık, kömür deposu, otobüs garajı...
Hasanpaşa’da işletme imtiyazı 1891’de 50 yıllığına
Parisli sanayici Charles George’a verilen gazhane,
1892 yılında hizmet vermeye başladı. Gazhaneye
1960’lara kadar kapasite artışıyla birlikte parça
parça yapılar eklendi. 1993 yılında üretime son
veren gazhane, üretimin durmasıyla kaderine terk
edildi. Gazometreleri söküldü, zaman içinde
hurdalık, kömür deposu, otobüs garajı, İETT deposu
olarak kullanıldı. Gazhane yapıları kalan parçaları
da sökülmeden 1994 yılında sit alanı ilan edildi.
1998 yılında kurulan Gazhane Çevre Kültür ve İşletme
Kooperatifi yıllarca Hasanpaşa Gazhanesi’nin
korunması için mücadele verdi.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 03.07.2014
|
KASTABALA'DA KAZILAR
BAŞLIYOR
Osmaniye ilinin 12 km
kuzey-kuzeybatısında, Cevdetiye-Karatepe yolu
üzerinde, Kesmeburun, Bahçe ve Kazmaca köylerinin
ortasında, Ceyhan nehrinin yakınlarında küçük bir
ovaya hakim kaya çıkıntısı üzerinde yükselen Ortaçağ
kalesi çevresinde gelişen Kastabala antik kentinde
2014 yılı arkeolojik kazı ve araştırma çalışmaları
başlayacak.
Bakanlar Kurulu Kararlı izniyle ilk kez Prof.Dr.
Turgut Hacı Zeyrek başkanlığında 2009 yılında
başlatılan arkeolojik kazı, sondaj ve araştırmalar
için 2014 yılında öngörülen çalışmalar yine Prof.Dr.
Turgut Hacı Zeyrek başkanlığında 01 Temmuz–30 Eylül
2014 tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
Kastabala’da günümüze ulaşan mevcut yapı
kalıntılarının temizlenmesi, kültürel mirasımızın
korunması, arkeolojik ve doğal bir park olarak
düzenlenmesi, gelecek nesillere bırakılması,
gerektiğini belirten Prof. Zeyrek,
"Ülke turizmine
kazandırılması, bölgenin ekonomik ve sosyal
kalkınmasına katkıda bulunulması amacıyla
başlatıldığını bilimsel çalışmalar tarafımızdan çok
yönlü ve kapsamlı projelendirilmiştir ve
faaliyetlerimiz planına ve takvimine uygun biçimde
sürdürülmektedir. Arkeolojik kazı ve araştırmaların
doğal hedefi kültürel mirasın açığa çıkarılarak,
doğru bilimsel yöntemlerle kalıntı, bulgu ve
buluntuları belgelemektir. Bu gerçeklikten hareketle
Kastabala antik kenti arkeolojik kazılarının hedef
aldığı tek bir kesim ya da taraf bulunmamaktadır.
Kastabala ’da gerçekleştirilen bilimsel arkeolojik
kazı çalışmaları verilerinden arkeoloji bilimi
dünyasından araştırmacılar faydalanmaktadır.
Arkeoloji öğrencilerimiz yıl boyu edindikleri teorik
bilgileri uygulama imkanı elde etmektedir. 2009
yılından bu güne kadar yöre halkından istidam imkanı
verdiğimiz onlarca insan burada sürdürülen
çalışmalarımızda görev almış, emeğine karşılık
ödediğimiz parayla ailelerin geçimine katkıda
bulunulmuştur. Osmaniye esnafı da kazı ve araştırma
çalışmalarımız ile bağlantılı hizmet alımlarımızdan
kazanç elde etmiştir. Ulusal ve uluslararası
bilimsel toplantılarda bilimsel sunumlarımızla
Kastabala ve dolayısıyla Osmaniye’nin tanıtımına
katkıda bulunulmuştur. Kazı ve araştırma
buluntularımız arkeoloji bölümü öğrencilerinin
bilimsel araştırma konu malzemesi olarak
sunulmuştur.” dedi.
Arkeolojik çalışmaların yavaş ilerlediğini ve
özverili çalışma gerektirdiğinin belirten Prof.Dr.
Zeyrek önceki yıllarda karşılaştığımız olumsuzluklar
ve bununla bağlantılı olarak çalışmalarımızın
öngörülen programımıza uygun biçimde
gerçekleştirilememesi bizim bu özverimizi ve hizmet
azmimizi etkilememiştir. Zorlu, mütevazı bir
atmosferde büyük bir zevkle çalışmalarımızı
sürdürmeye devam edeceğiz.” dedi.
Bugün, 02.07.2014
|
MİNİKLER, SHELL'İN
KATKILARIYLA TARİHE VE KÜLTÜRE SAHİP ÇIKIYOR

Kazı çalışmaları
kapsamında Shell’in katkılarıyla 2003 yılından
itibaren ilköğretim öğrencilerine yönelik “Arkeoloji
Yaz Atölyesi” programı düzenleniyor.
Anadolu’nun en eski
yerleşim bölgesi olarak bilinen Çatalhöyük’teki
arkeolojik kazılara, Türkiye’nin doğal ve kültürel
mirasına karşı sahip olduğu duyarlılıkla 18 yıldır
destek veren Shell, Stanford Üniversitesi’nin
yürüttüğü Araştırma Projesi’ne bu yıl da katkıda
bulunacak.
Öğrencileri 9 bin yıllık
Çatalhöyük tarihi ile tanıştırmak için bu yıl 28
Haziran’da başlayan program, 7 Ağustos’a kadar
sürecek. Türkiye’nin dört bir yanından gelen 9 yaş
ve üzeri öğrenciler, atölye çalışmalarına ücretsiz
olarak katılabiliyor. Haftanın 6 günü açık olan ve
10:00 – 15:00 saatleri arasında yürütülen Çatalhöyük
Arkeoloji Atölyesi’ne konuklar, rezervasyon ile
kabul ediliyor.
Dünyanın en büyük
arkeolojik çalışmaları arasında yer alan ve 2012
yılında UNESCO tarafından “Dünya Mirası” listesine
dahil edilen Çatalhöyük Neolitik Çağ Yerleşmesindeki
Arkeoloji Yaz Atölyesi etkinliğiyle, çocuklara
‘kültürel mirasın koruyucusu olma’ kavramı
öğretiliyor. Bugüne dek 5000′i aşkın öğrencinin
ücretsiz olarak katıldığı atölye çalışmalarında
tarih bilincinin genç nesillere en sağlıklı şekliyle
aktarılması hedeflenirken; çalışma sonunda
öğrencilere ‘kültürel emanetlerin koruyucusu’
sertifikası da veriliyor.
haberler.com, 02.07.2014
|
TRİPOLİS'İN 1800 YILLIK
RESİMLERİ

Buldan’ın Yenicekent
mahallesinde kazıları süren Tripolis antik kentinde
kazılar yine başladı. Kazılarda bulunan ve bölgede
sergilenen, bir lokantanın duvarına işlenmiş,
keklik, nar ve mısır gibi bereketi anlatan resimler
görenleri hayran bıraktı.
Buldan’daki Tripolis
antik kenti kazılarında günümüze kadar çok iyi
korunan 1800 yıllık freskler (duvar resimleri)
bulundu ve sergilenmeye başlandı.
Tarihi 6 bin öncesine
dayanan ve Helenistik dönemde Frigya, Karya ve Lidya
üçgeninin kesişim noktasında bulunan, Bergama
Krallığı’ndan sonra Roma İmparatorluğu’na bağlanan
Tripolis’deki arkeolojik kazılar, Pamukkale
Üniversitesi tarafından sürdürülüyor. Kazılarda Roma
dönemine ait, yaklaşık 1800 yıllık duvar süslemeleri
bulundu.
Tripolis Antik Kenti
Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman,
“Roma dönemindeki yapıların duvarlarında freskler
olduğunu yazılı kaynaklardan biliyoruz. Tripoliste
bulduğumuz örnekler de böyle… Romalı usta, önce bir
çerçeve yapmış, ardından da bazılarına hayvanlar,
bazılarına da meyve ve sebzeler çizmiş. Her bir
çerçeve içerisinde bir figür olmak üzere panolar
içerisinde serçe, nar, sülün betimlemesi bulunuyor.
Güvercin betimlemesi, papağan betimlemesi, kınalı
keklik dediğimiz Anadolu’ya has keklik betimlemesi
var” dedi.
Duman, resimlerin
lokanta ya da yiyecek satılan bir dükkanın
duvarlarına çizilmiş olabileceğini söylerken,
buluntuların birebir görülemediğini ancak çekilen
resimlerin Tripolis antik kentindeki sergileme
alanında ziyaretçilere açık olduğunu belirtti.
Denizli Haber, Haber:
Hüseyin Özgenç, 02.07.2014
|
ANTİK KENTLER TURİZMİ CANLANDIRIYOR

Antalya ve
Muğla'da bulunan 17 antik kent, Türkiye'nin
tanıtımına ve turizmine katkı sağlıyor.
Anadolu'nun tarih boyunca kültür, sanat, mimari
ve mitolojinin beşiği olan
Antalya, Toroslar'ın gölgesinde konumlanmış
doğası, 630 kilometreyi bulan sahil şeridiyle
sadece Türkiye'nin değil, dünyanın önemli turizm
merkezleri arasında yer alıyor.
Sahili, denizi, kumu, şelaleleri ve ormanlarıyla
ziyarete gelen herkesi kendine hayran bırakan
Antalya, tarihe tanıklık etmiş antik kentleriyle
de yerli ve yabancı turistlerden yoğun ilgi
görüyor.
Antalya'da amfi tiyatrosuyla meşhur Aspendos,
Köprüçayı'nın dağlık bölgesinden düzlüğe
ulaştığı yerde MÖ 10. yüzyılda Akalar tarafından
kuruldu. MS 2. yüzyılda
Romalılar tarafından inşa edilen tiyatro,
günümüzde konserler ve etkinlikler için
kullanılıyor.
Antalya'nın 18 kilometre doğusunda, Aksu
İlçesi
sınırları içinde bulunan, bir zamanlar Pamfilya
Bölgesi'ne başkentlik yapmış Perge antik
kentinin ise Tunç Çağı döneminde kurulduğu
tahmin ediliyor.
Phaselis antik kenti, uzun yıllar Likya'nın doğu
kıyısının en önemli liman merkezi olarak hizmet
verdi. Kentin ortasında bulunan 20-24 metre
genişliğindeki caddede turistler hem geziyor
hem de alışveriş yapıyor.
Likya ve Roma dönemlerinde kullanılmış Myra
antik kenti ise kaya mezarları ve tiyatrosuyla
ziyaretçi akınına uğruyor.
Kaş -
Finike arasında yer alan Likya kenti Simena,
pek çok tarihi olaylar ve savaşlar geçirmiş
Xanthos, İskender'in kuşattığı kentler arasında
yer aldığı bilinen Patara, deniz seviyesinden
ortalama bin 150 metre yükseklikte kurulmuş
Termessos, Antalya'nın güneyinde Likyalıların
ikinci önemli limanı Olympos, Finike-Elmalı
karayolu üzerindeki Arykanda antik kentleri de
yerli ve yabancı turistlere yaz kış hizmet
ediyor.
421 bin 165
kişi ziyaret etti
Geçen yıl 11 milyon yabancı turisti ağırlayan
Antalya'da, antik kentler yılın ilk beş ayında
421 bin 165 ziyaretçiyi ağırladı. Antik kentler
arasında 131 bin 327 kişiyle Myra birinci
olurken, 92 bin 384 kişiyle Perge ikinci, 61
bin 478 kişiyle Aspendos üçüncü oldu.
Muğla'ya
562 bin 880 turist geldi
Türkiye'nin bin 484 kilometre ile en uzun kıyı
şeridine sahip Muğla ve ilçelerinde 6 antik
kent bulunuyor.
Datça İlçesi'nde bulunan Knidos antik kentinde
tarihin ünlü matematik bilimcisi Eudoksus,
doktor Euryphon, ünlü ressam Polygnotos ve
dünyanın yedi harikasından biri sayılan
İskenderiye Feneri'nin mimarı Sostratos'un
yaşadığı biliniyor.
Ula İlçesi sınırlarında bulunan Kyllandos antik
kentinde ise bir tapınağın kalıntıları, birkaç
sarnıç ve surların kalıntıları yer alıyor.
Marmaris yakınlarındaki Amos,
Fethiye'deki ilk yerleşim bölgesi olan
Telmessos ve Fethiye'nin Arsa Köyü
yakınlarındaki Arsada, Likya'nın en önemli
yerleşimlerinden biri olan Tlos antik kentleri
de Türkiye'nin tanıtımına hizmet ediyor.
Muğla'ya bu yılın ilk 5 ayında hava ve deniz
yoluyla 562 bin 880 turist geldi.
Milliyet, 02.07.2014
|
KURUL'UN KORUMADIĞINI MAHKEME KORUDU

8. İdare Mahkemesi Atatürk Orman Çiftliği
alanında, Koruma Kurulu’nun korumama kararını iptal
etti. Davayı açan Mimarlar Odası Ankara Şubesi
Başkanı Candan, “Koruma noktasında çekimser davranan
Koruma Kurulları hukuk mücadelemizle mahkeme kararı
ile koruyacak gibi görünüyor” dedi.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi Koruma Kurulu
kararının iptali için açtığı davayı kazandı.
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş
Candan “Oda olarak açtığımız davayla 8.idare
mahkemesi Koruma Kurulu’nun kararını iptal etti.
Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) alanlarının korunmasına
yönelik mücadelemizi inatla sürdürüyoruz” dedi. AOÇ
Bira fabrikası yerleşkesinde Mimarlar Odası Ankara
Şubesi’nin Koruma Kurulu’na yaptığı tescil
başvurusunda yapıların bir kısmı tescil edilmemişti.
Tescil edilmeyen yapılar arasında, TBMM sosyal
tesisinin yapılacağı alanda bulunan işçi memur
konutları ve işçi memur lokantası bulunuyor.
TBMM’nin de müdahil olduğu davadan iptal kararı
çıktığını açıklayan Candan “Koruma noktasında
çekimser davranan Koruma Kurulları hukuk
mücadelemizle mahkeme kararı ile koruyacak gibi
görünüyor. İşçi ve Memur Lojmanlarının yıkımına
yönelik, karar veren, uygulayan ve her aşamasında
sorumluluğu olan herkesle ilgili suç duyurusunda
bulunacağız. Atatürk Orman Çiftliği içinde bulunan
memur ve işçi konutları ile Bira Fabrikası güneyinde
bulunan işçi memur lokantasının, koruma kurulu
tarafından tescil edilmemesine yönelik, açtığımız
davaya Türkiye Büyük Millet Meclisi de müdahil
olmuştu. Dava aşamasında iken işçi memur lokantası
yıkıldı. Bilirkişi keşfinden sonra mahkeme yürütmeyi
durdurma kararı vermişti. Bu iptal kararı ile AOÇ’de
TBMM sosyal tesisleri artık o alanda yapılamayacak.
Atatürk Orman Çiftliği mücadelemiz hukuksal
kazanımlarla devam ediyor. Anayasa Mahkemesi'nin
artık AOÇ'de ki hukuksuzluğu durdurmasını
bekliyoruz" dedi.
Mahkeme: Hukuka uygun değil
Söz konusu yapılar ve alanla ilgili 8.idare
mahkemesi kararında şu ifadelere yer verildi:
“Sit alanı içinde bulunan taşınmaz kültür
varlıkları olarak, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş
döneminde, Birinci İktisat Kongresi sonrasında,
Başkent için öngörülen tarım ve sanayi hamlesinin
fiziki belgeleri olarak, yukarıdaki tanımlara
doğrudan uyduğu ve 2863 sayılı Yasa kapsamında
bulunduğu, her iki yapı grubunun da, döneminde
oluşturulan tarım ve sanayi hamlesi ve beraberinde
toplumsal yaşam düzeni ve standartları için devlet
tarafından planlanmış sistemin örnek bir temsili ve
yerleşime yansıyan belgesinin ayrılmaz parçaları
olduğu, dolayısıyla bu yerleşim ve yapılar grubunun
değerlerinin mimarlık, sanat tarihi ve toplumsal
tarih ölçütleriyle birlikte ele alınması gerektiği,
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminde önemli yeri
olan Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) kuruluşunun
mekansal birlikteliği ve peyzaj bütünlüğünün, alan
bütünlüğünün korunmasının şart olduğu, bu alanın
içinde daha öncesinde alınan haklı kararlarla
tescili sağlanan Memur ve İşçi Lojmanları Hamamı
(1988), Merkez Lokantası (2013), Bira Fabrikası
(2013) ve Ülkü Adatepe Evi (2013) yapı ve
bölgelerinin birbirinden bağımsız biçimde, tekil
örnekler olarak korunmasının anlamsız olduğu,
kültürel belleğin korunmasının, ancak bu yapıların
birlikteliği, bir arada korunup sürdürülmesi yoluyla
mümkün olacağı sonucuna varılarak aksi yönde tesis
olunan dava konusu işlemde hukuka uyarlık
bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
Sol Haber, 02.07.2014
|
ATEŞYAN'DAN SANSARYAN HAN İÇİN 6 BİN TL ALDILAR

ErmeniPatrik Genel vekili
Başpiskopos Aram Ateşyan, kendisini Başbakanlık
Milli Emlak Müfettişi olarak tanıtarak Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nde bulunan Sansaryan Han’ın
patrikhaneye iade edilmesi için tapu devir
masrafı olarak 6 bin TL alan 36 yaşındaki Kemal
Tayfun Nargin’den şikayetçi oldu.
Nargin’in Sansaryan Han’ın Patrikhaneye
devredildiğine ilişkin form doldurttuğunu
belirten Ateşyan, “Bizden hediye istedi. 3 bin
TL verdim. ‘Az’ dedi. 3 bin TL daha
verdim.Belgenin sahte olduğunu öğrenince Egemen
Bağış’a gösterdim. Şikayetçiyim” dedi.
SANIK
KATILMADI
İstanbul 16’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde
görülen duruşmaya kamu kurum ve kuruluşların,
kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf
veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak
kullanılması suretiyle dolandırdığı gerekçesiyle
2 yıldan 7 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan
Kemal Tayfun Nargin katılmadı. Başbakanlık
tarafından yapılan araştırmada sanığın 9
cezaevinde kaydı çıktığı bildirildi. Ateşyan
ifadesinde, Geçen yıl iftarda Başbakanımızla
Sansaryan Han’ın Patrikhaneye iadesi için
görüşmüştüm. Birkaç gün sonra sanık şahıs
patrikhaneyi telefon ile aramış. Gelip kendisini
Milli Emlak müfettişi olarak tanıttı.
Başbakanlıktan geldiğini, emlağın bize iade
edileceğini bana söyledi. Başbakanlık antetli
kağıdı çıkardı. Formu doldurdu imzaladı. Birkaç
gün sonra tapunun orjinalini getireceğim’ dedi.
Hürriyet, Haber: Ayşegül Usta, 02.07.2014
******
'SANSARYAN'IN İADESİNE
RET
Türk
Ermenileyeri Patrikhanesi, Sirkeci’de bulunan
Sansaryan (Sanasaryan) Han’ın iadesi için
başlattığı hukuk mücadelesini kaybetti.
Patrikhane
tarafından hanın iadesi için Maliye Hazinesi’ne
açılan davada mahkeme, davanın esastan reddine
karar verdi.
İstanbul
13’üncü Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen
duruşmaya Patrikhane ile Hazine’nin avukatları
katıldı. 2011’den beri devam eden davayı karara
bağlayan mahkeme Sansaryan Han’ın Patrikhane’ye
iadesine ilişkin talebi reddetti.
MÜCADELEYE DEVAM
Dava ile ilgili olarak açıklama yapan Türkiye
Ermeni Patrikanesi Vekili Ali Elbeyoğlu,
Sansaryan Han’ın iadesi için açtıkları davanın
tüm belge ve bilirkişi raporlarının lehlerine
olmasına rağmen anlaşılamayan bir kararla
mahkeme tarafından reddedildiğini söyledi.
Gerekçeli kararın mahkeme tarafından
yazılmasından sonra temyiz haklarını
kullanacaklarını belirten Elbeyoğlu, “Haklı
mücadelemiz sonunda adaletin tecilli edeceğine
ilişkin inancımız tamdır. İade davasını AİHM
dahil olmak üzere sonuna kadar takip edeceğiz”
dedi.
Türkiye Ermeni Patrikhanesi adına Sansaryan Han,
1895’te Mıgırdiç Ağa Sanasaryan tarafından Mimar
Hovsep Aznavur’a yaptırıldı. İadesi için uzun
süredir hukuk mücadelesi verilen Sansaryan Han,
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün himayesinde
bulunuyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü uzun yıllar
Adliye olarak kullanılan binayı son olarak 18
Temmuz 2013’te ihaleye çıkararak kiraya
vermişti.
Hürriyet, Haber: Ayşegül
Usta, 04.07.2014
|
AMASRA KALESİ'NE ÇED DARBESİ
Tarihi özellikleri nedeniyle UNESCO Dünya Mirası
Listesi’ne önerilen Amasra’daki termik santral proje
alanını, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kültür ve
turizm merkezi saymadığı ortaya çıktı.

Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın tarihi ve kültürel
özelliklerinden dolayı
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne önerilen
amasra’daki termik santral proje alanını kültür
ve turizm merkezi saymadığı tespit edildi.
Amasra Kalesi, 2013 yılı nisan ayında ‘Ceneviz
Ticaret Yolunda
Akdeniz’den
Karadeniz’e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimler’
kapsamında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’ne
eklendi. Amasra’yı da kapsayan bölgenin 1/100000
ölçekli ‘Çevre Düzeni Planı’nda da Amasra’nın ‘Yakın
çevresi doğal, tarihi ve kültürel çevreyle ekolojik
yönden önemli bir bölge olması nedeniyle’ koruma
altına alınması istendi.
Bölgede UNESCO’nun koruma listesine giren Amasra
Kalesi’ne 15 dakika uzaklıktaki bir bölgeye de
termik santral yapımı projesi başlatıldı.
Proje için Çevre Etki Değerlendirme raporu(ÇED)
alınması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan
görüşü soruldu. Bakanlık ise Tarlaağzı Köyü’nde yer
alan termik santral alanın, “Kültür ve Turizm ve
Gelişim bölgesi kapsamında kalmadığı” yönünde görüş
bildirdi.
Bakanlığın 06 Şubat 2014 tarihli görüş yazısında şu
ifadelere yer verildi: “Bakanlığımız Yatırım ve
İşletmeler Genel Müdürlüğü’nce yapılan inceleme
sonucu, söz konusu proje alanının 2634 sayılı
Turizmi Teşvik Kanunu uyarınca ilan edilen herhangi
bir Turizm Merkezi veya Kültür Koruma ve Geliştirme
Bölgesi kapsamında kalmadığı tespit edilmiştir.”
‘Listeye sokmaya çalışıyorlardı’
Bakanlığın bu görüşü, bölgede santrale karşı
çalışmalar yürüten çevrecilerin tepkisini çekti.
Bartın Platformu’ndan yapılan açıklamada, “Bir
taraftan UNESCO Geçici Miras Listesi’ne girmiş olan
Amasra Kalesi’ni kalıcı listeye sokmak için
çalıştaylar düzenleyen Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın diğer taraftan Amasra’da tarihi ve
turistik bir değer yoktur diyen
ÇED görüşü sorgulanmalıdır” denildi.
‘İkiyüzlü davranılıyor’
Bakanlığın değerlendirmesine tepki gösteren CHP
Bartın Milletvekili M. Rıza Yalçınkaya da
bakanlığın, Amasra’ya karşı ikiyüzlü davrandığını
söyledi. Yalçınkaya, “UNESCO Dünya Miras Listesi
için önerilen ve UNESCO Dünya Miras Geçici
Listesi’ne eklenen Amasra, söz konusu termik santral
olunca turizm merkezi bile sayılmıyor. Bakanlığın,
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED İzin ve Denetim
Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği görüş yazısı, vahim
ötesidir. Bu yazı, Amasra’da ve çevresinde bulunan
tarihi, kültürel ve doğal yapının, termik santral
uğruna Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
görmezden gelindiği anlamına gelir” diye konuştu.
Milliyet, Haber: Burcu Ünal, 02.07.2014
|
SİT ALANI DÜMDÜZ EDİLDİ

Beykoz Anadolu Kavağı’nda
bulunan Yoros Kalesi’ndeki tescilli sit alanında
İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Bölge
Kurulu yeni defin yapılabilmesine izin verdi. Eski
tarihi mezarlık alanı da olan arazide sütun ve
mimari parçalar da bulunmuştu. 1974 yılında Koruma
Kurulu tarafından tescil edilerek o tarihten
itibaren defin işlemine son verilen parsel İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’nce
dümdüz edildi.

Daha önce 12.07.1974,
15.05.1989 ve 28.01.2003 tarihlerinde değişik koruma
kurullarınca defalarca korunmaları ve ihya
edilmeleri gerektiği belirtilen, tescilli Boğaziçi
Doğal ve Tarihi Sit alanı içindeki tarihi Osmanlı
mezarlığı koruma altına alınmıştı. Ancak bu yıl
Şubat ayında İBB Mezarlıklar Müdürlüğü’nün müracaatı
üzerine 6 Numaralı Koruma Kurulu, "müze tarafından
kazısı yapılmış mezarlık alanında yeni defin
işlemlerinin yapılabileceğine, defin işlemleri
sırasında herhangi bir buluntuya rastlanması halinde
çalışmaların durdurularak ilgili müzeye ve
kurulumuza bilgi verilmesine" denildi.

Defin yapılacak alanda
mermer mimari parçalar, Bizans dönemi yer döşemesi
süslemesi, sütun altlığı gibi kültür varlıkları
bulunmuşsa da, bunların 'devşirme' olduğu iddia
edildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı izni ile Yoros
Kalesi’nde devam eden kazıyı yürüten bilim ekibi ise
bunların devşirme olamayacağını, alanda bulunan eski
döneme ait muhtemelen Osmanlı künk yapısının
istikametinin de Yoros Kalesi’ni gösterdiğini ve
burada bilimsel kazı yapılmadan defin işlemi
yapılmasının doğru olmadığını savunuyor.

Bayezid döneminde
fethedilmişti
Yoros Kalesi İstanbul Anadolu Kavağı sırtlarındaki
Doğu Roma döneminden kalma bir yapıdır. İmparatorluk
zayıf düştükten sonra Cenevizlilerin eline geçmiş ve
uzun süre onların elinde kalmıştır; bu yüzden bir
Ceneviz kalesi olduğu inancı doğmuştur. 1391'de
Yıldırım Bayezıd döneminde kale Osmanlıların eline
geçmiştir. Kalenin kapladığı alan İstanbul
çevresindeki diğer bütün kalelerin kapladığı alandan
çok daha büyüktür. İç kesimdeki kulelerin bazıları
hala iyi durumdadır ve duvarlarda Yunanca yazıtlar
göze çarpar.
Radikal, 02.07.2014
|
TUNCELİ'DE KAYA MEZARLARI TESCİLLENDİ
Hozat İlçesi Kalecik Köyü Gökçe mezrası sınırları içinde yer alan kaya mezarları, Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi.
Tescil işlemine ilişkin bilgi veren Tunceli Kültür ve Turizm İl Müdürü İsmet Hakan Ulaşoğlu, ilde şu ana kadar tescil edilmiş 109 tarihi varlığın bulunduğunu ve tescil çalışmalarının devam ettiğini söyledi.
Tunceli genelinde 5 adet höyük bulunduğunu ve bu alanlarda bilimsel inceleme yapılması için Bakanlık ve üniversitelere yazı gönderdiklerini dile getiren Ulaşoğlu, tarihi ve kültürel varlıkların bilinçsizce tahrip edilmesinden yakındı.
Haber 7, 01.07.2014
|
 |
ORTAÇAĞ KALESİYDİ, TAŞ YIĞINI OLDU
Bursa'da her
geçen gün birbirinden değerli kalıntılar yer
altından çıkarılırken; kalesi, höyükleri ve
hamamlarıyla Ortaçağ izlerini taşıyan Çiçeközü Köyü,
kaderine terk edildi. Yıllarca define avcıları
tarafından talan edilen Çiçeközü Köyü'ndeki Üçoklu
bölgesi, sahiplenmeyi bekliyor.

Uygarlıklar beşiği Bursa'da her geçen gün
birbirinden değerli kalıntılar yer altından
çıkarılırken; kalesi, höyükleri ve hamamlarıyla ilk
yerleşimin yanı sıra Ortaçağ izlerini taşıyan
Çiçeközü Köyü, kaderine terkedildi. Yenişehir'in
güneyinde, Bilecik İnegöl Yenişehir üçgeninin tam
ortasında kalan Çiçeközü Köyü'nde bulunan Üçoklu
Kalesi, yağmacıların mekanı haline geldi. Ortaçağ
ilk döneminin yanı sıra Roma ve Osmanlı dönemine ait
tarihi kalıntıların bulunduğu köy, unutuldu.
Yıllarca define avcıları tarafından talan edilen
Çiçeközü Köyü'ndeki Üçoklu bölgesi, sahiplenmeyi
bekliyor.
ORTAÇAĞ KALESİ
Yenişehir'in çevresinde son yapılan kazılar
sonucunda bilinen tarihin daha da eskilere gittiği
tespit edilirken kazılarda çıkan kalıntıların MÖ 6
bin 500 yıllarına ait olduğu belirlendi.
Osmangazi'nin çocukluğunun geçtiği bölge olarak
bilinen, Bizans tekfurluğunun kale kalıntılarının
bulunduğu alanlarda inceleme başlatıldı. Çiçeközü
Köyü Üçoklu mevkiinde bulunan Üçoklu Kalesi'nin
hangi dönemde yapıldığı bilinmiyor. Araştırmacıların
yaptığı incelemeler sonrasında kalenin Ortaçağın
özelliklerini taşıdığı, kalenin duvarlarının büyük
bir kısmının hala durduğu geçmişte askeri garnizon
olarak kullanıldığı tespit edildi. Çiçeközü Muhtarı
Nazif Türk "Bölgemizde çok sayıda tarihi eser mevcut
olmasına rağmen ne yazık ki defineciler tarafından
talan ediliyor önüne geçemiyoruz" dedi.

BİR TARİH YOK OLUYOR
Define avcılarının talan ettiği Üçoklu Kalesi'nin
duvarları belirgin, Abadiye Köyü tarafına bakan
kısmında ise kalenin giriş yeri hala ayakta. Köyün
çevresinde çok eski çağlara, yontma taş devrine
kadar uzanan kalıntılar bulunurken Yarhisar'dan
başlayıp Akbıyık Köyüne kadar olan arazinin çeşitli
bölgelerinde çok eski kaleler, eski mezarlar,
yontulmuş kayalar, yerleşim temelleri ve höyükler
yer alıyor.

NEDEN EKOLOJİK KÖY OLMASIN?
Bursa'daki turizmin çeşitlendirilmesi, 12 ay
turizm yapılabilmesi ve kültür alış verişinin
sağlanması için Bursa'nın tarihine ışık tutan
ilçeleri adres gösteriliyor. Su kaynakları bulunan
köy, temiz hava ve yeşil manzarasıyla ekolojik yaşam
çiftliğine uygun hale getirilebilecek ender
köylerden birisi. Tarihiyle de dikkat çeken köyde
yapılacak ekolojik yaşam merkezinde; her türlü
kültürel, sanatsal, sportif faaliyetlerin
yapılabileceği birimleri oluşturulabilir.
Bursa'da Bugün, Haber: Rabia Deniz, 01.07.2014
|
HASANKEYF'TE DEVLET HALKI KANDIRIYOR
Hasankeyf’i
Yaşatma Girişimi DSİ ve Orman Bakanlığı’nın
dağıttığı broşürün “Hasankeyf’in yalnızlaştırılması
ve insansızlaştırılmasının temel amaç olduğunu”
gösterdiğini belirtti, halkın rızasının olmadığını
vurguladı.

Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi Orman Bakanlığı ve
Devlet Su İşleri’nin (DSİ) Hasankeyf’le ilgili
yayımlayıp dağıttığı broşürün “ciddiyetsiz ve
trajikomik”, içinde yer alan ifadelerin de halkı
kandırmaya yönelik olduğunu belirtti.
Girişimin açıklamasında, Ilısu Baraj Projesi ile
sular altında kalacak Hasankeyf’in yerinden
taşınması projesiyle ilgili broşür eleştirildi.
“Elitist cümlelerle insanlara yaklaşılıp yeni
Hasankeyf’in bir cennet olduğunun, şu anda bulunan
Hasankeyf’in yaşanmaz bir yer olduğunun iddia
edildiği broşürde Hasankeyf’in yalnızlaştırılması ve
insansızlaştırılmasının temel amaç olduğu net bir
şekilde görülmektedir.”

Halkın rızası yok
Broşürde söylenenin aksine, ‘Yeni Hasankeyf’
yerleşim alanının halk tarafından belirlenmediğinin
anlatıldığı açıklamada, Yeni Hasankeyf ile ilgili
yapılan çalışmaların hiçbirinde Hasankeyflilerin
görüşlerine başvurulmadığı vurgulandı.
Projenin halkın rızasına dayanmadığı da dile
getirildi.
“Yeni Hasankeyf Projesi çalışmalarına halktan
bağımsız devam edilen, hukuka, vicdana ve
uluslararası hiçbir sözleşmeye uymayan bir
projedir.”
Sebep diye...
Girişimin broşüre yönelik eleştirileri açıklamada
şu ifadelerle dile getirildi:
* Broşürde mevcut Hasankeyf yerleşkesinde çarpık
kentleşmenin olduğunu belirtiliyor, ama bunun sadece
Hasankeyf’e özgü bir sorun olmadığı gizleniyor.
Sorun Türkiye’nin her şehrinde yaşanıyor. Bu sorunu
12 bin yıllık geçmişi olan antik şehir Hasankeyf’i
sular altında bırakacak bir sebep olarak sunuyorlar.
* Broşürde olan Hasankeyf’in suyunun sağlık
şartlarını tam taşımadığını ifade ediliyor.
Soruyoruz o halde: Madem bunu biliyorsunuz,
yıllardır Hasankeyf halkına neden bu suyu
içiriyorsunuz? Yoksa yok etmek adına bu da bir
taktik mi?
Zaten açıkhava müzesi
* Yeni yüksek standartlarda bir müze yapılacağı
söyleniyor. Var olan açıkhava müzesini yok edip suni
bir müze hangi akla mantığa vicdana sığabilir?
* Mevcut Hasankeyf’te bulunan yeşil alandan daha
fazla bir alanın sağlandığını belirtiyorlar. Bu
ağaçlar nerede? Nereye, ne zaman dikildi?
* Yeni yapılacak Hasankeyf’te turizmin istihdamda
39 kat, yıllık gelirde de 83 kat artacağını da ifade
etmişler. Şu anda Hasankeyf mevcut haliyle bile
broşürde bahsedilen potansiyelin kat be kat
fazlasını taşımaktadır. Eğer Hasankeyf mevcut
haliyle güçlendirilirse çevre illerin ekonomisini
bile kalkındıracak potansiyele sahiptir.
Bianet, 01.07.2014
|
 |
TAŞOCAĞI'NDAKİ KAZIDA KAYA MEZARLARI ÇIKTI
Afyonkarahisar'ın Sandıklı İlçesi'nde, taş ocağında yapılan çalışmalar sırasında en az 1600 yıllık olduğu belirlenen 5 kaya mezarı bulundu.
Akin Köyü'nde bir taş ocağında dün yürütülen çalışmalar sırasında toprak altından 5 kaya mezarı çıktı. Mezarları fark eden firma yetkilileri, faaliyetlerini durdurarak jandarma ekiplerine ve Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'ne konu hakkında bilgi verdi. Müze Müdürlüğü'nün yönlendirdiği arkeologlar, bölgeye gelerek hemen çalışmalara başladı. Çalışmalar sırasında üzerleri açılan mezarlarda deforme olmuş çanak, tabak ve cam parçaları, insan kemikleri ile çürümüş insan kafatasları bulundu. Arkeolojik çalışmalar nedeniyle taş ocağındaki çalışmalar geçici olarak durduruldu. Mezarlardan çıkan eşyalar ve kemikler Afyonkarahisar Müzesi'ne götürüldü.
Son Dakika, 01.07.2014
|
KANALİZASYON KAZISINDA ROMA MEZARI BULUNDU

Muğla’nın Milas İlçesi’nde,
ilçe belediyesi tarafından başlatılıp
Büyükşehir’e devredilen alt yapı çalışmalarında
Roma dönemine ait mezar bulundu. Mezarın içinden
insan kemikleri ve o döneme ait takı ve günlük
eşya çıktı.
Yerel seçimler öncesi Milas Belediyesi
tarafından projesi hazırlanan ve İller
Bankası’nın desteği ile başlatılan yağmur ve
kanalizasyon hatlarının birbirinden ayrılması
çalışması, 30 Mart’tan sonra Büyükşehir
Belediyesi yürütmeye başladı. Alt yapı
çalışmalarının başladığı günden itibaren bölgede
kalıntılara rastlandı. Milas Müze Müdürlüğü
nezaretinde Cumhuriyet Mahallesi’nde sürdürülen
çalışmalarda tarihi eserler bulundu.
Kanalizasyon çalışmasına ara verildi, kalıntıları
çıkartmak için harekete geçildi. Yaklaşık 3 saatlik
bir çalışmanın ardından Roma dönemine ait bir mezar
ortaya çıktı. Daha önce hiç açılmadığı belirlenen
mezarın içinde insan kemikleri, pişmiş topraktan
yapılmış malzemeler, Roma döneminde kullanılan
takılar bulundu. Mezar içindeki eserlerin Milas Müze
Müdürlüğü personellerince çıkarılmasının ardından
mezarın kapağı iş makinesiyle kapatıldı. Üzeri beyaz
bir örtüyle örtülen mezar daha sonra toprakla
kapatıldı. Mezardan çıkarılan eserlerin
temizlenerek, Milas Müze Müdürlüğü’nde sergileneceği
öğrenildi. Kanalizasyon çalışması ise yan taraftan
devam etti.
Hürriyet, Haber: Oktay Çayırlı, 01.07.2014
|
İŞTE BİR ASIRDIR YANAN İSTANBUL'UN HAZİNELERİ
İstanbul'un tarihi yapıları kül olmaya devam
ediyor... En son Üsküdar'daki Fetihpaşa
Korusu'nda bulunan tarihi Hüseyin Avni Paşa
Köşkü, çıkan yangın sonucu yok oldu. İTÜ
Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Afife Batur, "Bir taraftan 'Osmanlı
yüceltiliyor' diyoruz ama diğer taraftan Osmanlı
eserlerine saygısızca yaklaşılıyor. Tarihin
korunmadığı açık" eleştirisinde bulundu. İşte
Çırağan Sarayı'ndan başlayarak, günümüze uzanan
İstanbul'un yanan tarihi...
Çırağan Sarayı (6 Ocak 1909): Ünlü Ermeni
mimar Sarkis Balyan ve ortağı Kirkor Narsisyan
tarafından yapımı 1871'de tamamlanan Boğaz'ın en
görkemli saraylarından Çırağan'da 6 Ocak 1909
tarihinde büyük bir yangın çıktı. Yangında çok
sayıda değerli antikanın yanı sıra, 2. Abdülhamit
koleksiyonun getirtilen parçalar ile 5.Murad'ın özel
kütüphanesi, ilk meclis tutanakları ve belgeleri de
kül oldu.

Eski Darülfünun Binası (3-4 Aralık 1933):
1863 yılında Sultanahmet'te yapımına başlanan Eski
Darülfünun binası 1863 yılında tamamlandı. Ünlü
İtalyan Mimar Gaspare Fossati'ye yaptırılan bina,
3-4 Aralık 1933 gecesi yanarak kül oldu.

Esma Sultan Yalısı (1975): Adını Padişah
Abdülaziz'in kızı Esma Sultan'dan alan Ortaköy'deki
Boğaz'ın İncisi Esma Sultan Yalısı, 1975 yılında
meydana gelen yangında harabeye döndü.

Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu (14 Temmuz
2002): Ortaköy'de bulunan ve II.Abdülhamit'in
Gazi Osman Paşa'ya hediye ettiği tarihi bina
elektrik kontağı sonucu çıkan yangında tamamen yok
oldu. Geçtiğimiz yıl ise 7 yıldızlı bir otel
yapılmak üzere 25 yıllığınaTürk HavaYolları'na
kiralandı. Otel inşaatı devam ediyor.

Yağcılar Köşkü (13 Aralık 2002):
Beylerbeyi'nde 1. derece tarihi eser olan 3
katlı ahşap köşk, çatı bölümünde çıkan yangın
sonrasında kül oldu. Köşk, İstanbul'un yok olan
tarih ve kültür varlıkları listesine eklendi.

Taş Mektep (29 Mayıs 2009): Osmanlı
Bankası'nın kurucularından ve şehircilik uzmanı
Fransız Kont Alleon tarafından Bakırköy'de
yaptırılan 3 katlı tarihi bina kullanılamaz hale
geldi. İnşaasına 1865'te başlanan ve 1874'te
tamamlanan binanın inşaatında Marsilya'dan
getirtilen kiremit ve tuğlalar kullanılmıştı.

Haydarpaşa Garı (28 Kasım 2010):
Tarihi garın çatısı, elektrik kontağından
çıktığı açıklanan yangınla kül oldu. Tarihi
binanın otel yapılacağı iddiaları gündeme
geldi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Danışmanı Prof.Dr. Mustafa Ilıcalı, Haydarpaşa
Garı'nın gar olarak muhafaza edileceğini ve
yerine otel yapılmayacağını söyledi.

Kılıç Ali Paşa Camii (11 Şubat 2011):
Mimar Sinan'ın 1580'de yaptığı tarihi caminin
restorasyonu sırasında çatısında yangın çıktı. Kısa
sürede söndürülen yangına elektrik kontağının neden
olduğu açıklandı.

Hünkar Kasrı (19 Şubat 2011): Beyazıt
Camii'nin avlusunda bulunan ve tamamen ahşaptan
yapılan 5 asırlık Hünkar Kasrı'nda yangın çıktı. 2
katlı binanın üst katı küle döndü. Bu yangının da
elektrik kontağından çıktığı belirtildi.

Kapalıçarşı (23 Aralık 2012): Fatih'teki
Kapalıçarşı Örücüler kapısında yangın çıktı.
Bazı dükkanlarda maddi hasar meydana geldi.
Kapalıçarşı, 1954'de de büyük bir yangın
yaşamıştı.

İl Milli Eğitim Müdürlüğü Binası (23 Aralık
2012): Cağaloğlu'nun sembolü olarak kabul
edilen 150 yıllık 5 katlı bina, yangında ağır
hasar görerek, kullanılamaz hale geldi. 1860'ta
inşa edilen tarihi bina, uzun yıllardır İl Milli
Eğitim Müdürlüğü binası olarak kullanılıyordu.

Galatasaray Üniversitesi (22 Ocak 2013):
Beşiktaş'ta bulunan 142 yıllık tarihi binanın
çatısında çıkan yangın kısa sürede tüm binayı
sardı. Tarihi binanın otel yapılacağı
söylentileri çıktı. Binanın eski haline
döndürülebilmesi için yardım kampanyaları
düzenlendi.

Kemankeş Karamustafapaşa Cami (25 Ocak 2013):
Padişah 1. Mahmud zamanında Sadrazam Kemankeş
Karamustafapaşa adına 1642 yılında Karaköy'de
yaptırılan tarihi cami yangın nedeniyle büyük hasar
gördü.

Hüseyin Avni Paşa Köşkü (28 Haziran 2014):
Koruma altındaki köşk itfaiye ekiplerinin tüm
çabalarına rağmen küle döndü.
Habertürk, Haber: Bülent Günal, 01.07.2014
|
YANAN KÖŞKE 'YIKILMAMA' ŞARTIYLA RESTORASYON İZNİ 5
GÜN ÖNCE VERİLMİ

Satışı tartışma yaratan, restorasyonuna
başlandıktan 5 gün sonra da yanan Hüseyin
Avni Paşa Köşkü'yle ilgili çok 'ilginç' bir
ayrıntı ortaya çıktı. Üsküdar'da aynı adlı
korunun içinde yer alan tarihi köşk, 17
Aralık sürecinde adı gündeme gelen işadamı
Mehmet Cengiz'e
'yıkılmaması kaydıyla' satılmış.
17 Aralık
yolsuzluk soruşturmasında internete sızan
ses kayıtlarında “Milletin ...na koyacağım”
diyen ve kamuoyunun büyük tepkisini çeken
Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet
Cengiz’in satın aldığı Üsküdar’daki “Hüseyin
Avni Paşa Korusu”nun içindeki “tarihi köşk
yangını” beraberinde soru işaretleri
getirdi.
Cengiz İnşaat içinde 3 bini aşkın ağaç
bulunan 81 bin 511 metrekarelik ormanlık
arazinin “yüzde 65’ini TMSF’den, yüzde
35’ini ise özelden aldığı” ortaya çıkmıştı.
Cumhuriyet gazetesinden
Aykut
Küçükkaya'nın haberine göre; tarihi
“Hüseyin Avni Paşa Köşkü” ile ilgili iki
önemli gelişme daha yaşandı.
23 Haziran 2014: Anıtlar
Yüksek Kurulu, Cengiz İnşaat’ın başvurusu
kapsamında Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün
restorasyonu için gerekli ön izni vererek
restorasyon sürecini başlattı.
28 Haziran 2014:
Karardan 5 gün sonra tarihi köşk şüpheli
yangınla kül oldu. TMSF’nin, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi İmar
Müdürlüğü’nden aldığı belgeye göre koru ve
köşkle ilgili imar durumu şöyle yer alıyor:
Koruda geçici dahi olsa hiçbir inşaat
yapılamaz.
Bitki örtüsünün korunması esastır. Doğal
mekanlarda ve yangın sonucu bitki örtüsünde
tahribat olduğu zaman ağaçlar Boğaziçi’nin
ekolojisine uygun seçilecektir.
İstanbul 3 Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 8 Ocak 2002
tarihli kararı ile de koruda bulunan Hüseyin
Avni Paşa Köşkü’nün Koruma Grubu’nun 1. grup
olarak -yıkılmadan korunması gerekli yapı-
belirlenmesine karar verilmiştir.
'Bu cinayetin belgesidir'
TMSF korunun ve köşkün satışının da bu
belgede yer alan imar durumuna göre
yaptığını bildirdi. Konuyu Meclis gündemine
taşıyan CHP Konya Milletvekili Atilla Kart
yaşananların “planlı katliam” olduğunu
söyledi. Kart şunları söyledi:
“19 Mart tarihinden bu yana dile
getirdiğimiz kuşkular ve kaygılar maalesef
doğrulandı. 17-25 Aralık yolsuzluk
soruşturmasının ana aktörleri tarih ve doğa
katliamı pahasına korundular. Korunacaklar
ve korunacakları güvencesinin verildiği
anlaşılıyor. Çok açık söylüyorum hükümetin
ve Başbakan’ın özel himayesine mazhar olan
bir gruptan söz ediyorum. Bu tarih ve doğa
katliamı taammüden işlenmiştir. Göz göre
göre gelmiştir. Bu katliam Cengiz Grubu’yla
hükümet ve Başbakan’ın işbirliğiyle vuku
bulmuştur. Şu andaki bulgulara göre
izlenimim bu yöndedir.”
Konuyla ilgili bugün Meclis’te bir basın
toplantısı düzenleyeceğini söyleyen Kart,
köşk restorasyonu için verilen ön izne sert
tepki gösterdi. Kart, “Bu suç üstü
belgesidir. Bu cinayeti gösteren belgedir”
diye konuştu.
T24, 30.06.2014
|
URFA KALESİ'NİN RESTORASYON ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
Şanlıurfa'daki bin 200 yıllık kalenin bir
bölümünde meydana gelen çökmenin ardından başlatılan
restorasyon çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor.
Yağışlar nedeniyle 2013 yılında bir bölümü çöken
kalenin yeniden turizme kazandırılması için inşaat
çalışmaları sürüyor. Tarihi Urfa Kalesi’nin restore
edilmesi için İl Özel İdaresi tarafından 17 Aralık
2013 tarihinde gerçekleştirilen ihaleyle başlatılan
çalışmaların,
Temmuz ayına kadar bitirilmesi gerekiyor. Bazı
vatandaşlar ise çalışmaların uzadığını belirterek,
ihaleyi alan firmanın çalışmaları yetiştiremeyeceği
ileri sürüyor. İnşaat çalışmalar nedeniyle zaman
zaman yaşanan küçük çaplı toprak ve moloz kaymaları,
kalenin alt kısmındaki Balıklıgöl Yerleşkesi'ndeki
insanları tedirgin ediyor.
Göçüğün ardından inşaat çalışmaların başladığı Urfa
Kalesi’nde
Roma,
Selçuklu ve İslami dönemlere ait olduğu tahmin
edilen zindan, cephanelik, konak, ahır, tünel ve
gizli geçitlerle taştan yapılmış top mermilere
rastlanılması inşaat durdurulmuş, yapılan kazı
çalışmalarının ardından ise tekrar başlamıştı.
URFA KALESİ
Urfa Kalesi'nin MÖ 9500 yıllarına ait neolitik bir
yerleşim höyüğü üzerine kurulduğu tahmin
edilmektedir. Kalenin yanı başında çıkarılan ve
Şanlıurfa Müzesinde sergilenen 11.500 yılık
Balıklıgöl Heykeli ve kale Balıklıgöl havzasının
tarihine bilimsel olarak da ışık tuttuğu biliniyor.
6.yüzyıla ait kayıtlarda bahsedilen kale ile ilgi
ilk kayıtlar ise 11.yüzyıla ait olduğu belirtiliyor.
Netice itibariyle kale ilgili kabul edilen görüş ise
MS 812-814 yılları arasında Abbasiler döneminde
yapıldığıdır. Kalenin üzerindeki korint başlıklı iki
sütun Edessa Karalı IX. MANU döneminde, MS 240-242
yılları arasında birer anıt sütun olarak
yapılmıştır. Kaledeki iki sütunun yükseklikleri
17.25 m. sütunların çevresi ise 4.60 metredir.
Doğudaki sütunun kente bakan yüzünün 3 metre
yukarısındaki Süryanice kitabede ise "Ben askeri
komutan BARŞAMAŞ (Güneşin oğlu)'in oğlu AFTUHA. Bu
sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht Prens MANU
kızı, kral MANU eşi, hanımefendim ve velinimetim
kraliçe ŞALMETH için yaptım" yazılıdır. Urfa
Kalesi'nin, üç tarafı kayadan oyma derin savunma
hendeği ile çevrilidir, kuzey tarafı ise sarp
kayalıktır.
Milliyet, 30.06.2014
|
PHASELİS ANTİK KENTİNDE OTEL YAPILACAĞI İDDİASI
Sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerince,
yapılacak otelin Phaselis Antik Kenti sınırları
içinde kaldığı ve projeye “ÇED gerekli değildir”
kararı verildiği gerekçesiyle açılan dava kapsamında
bilirkişi heyeti bölgede inceleme yaptı.
Kemer’de bulunan Phaselis Antik Kenti sınırları
içinde otel yapılacağı iddiası ve “ÇED gerekli
değildir” kararı verildiği gerekçesiyle açılan dava
kapsamında bilirkişi heyeti, incelemede bulundu
Tekirova Mahallesi’ndeki Phaselis Antik Kenti’nde
yapılacağı öne sürülen 5 yıldızlı otel planıyla
ilgili açılan dava kapsamında orman mühendisi, çevre
mühendisi ve mimardan oluşan 3 kişilik bilirkişi
heyeti, bölgede inceleme yaptı.
Jandarma ekipleri çevrede güvenlik önlemi aldı,
Sivil Toplum Kuruluşu temsilcileri ve vatandaşlar da
incelemeleri takip etti.
Bilirkişi heyeti, incelemelerini tamamladıktan
sonra bölgeden ayrıldı.
Sivil toplum kuruluşları adına basın açıklaması
yapan Erdal Elginöz, 26 Aralık 2013′te Çevre ve
Şehircilik İl Müdürlüğünün, bir firma tarafından
Tekirova mevkisinde yapılması planlanan “Dream Of
Phaselis” projesine “Çevresel Etki Değerlendirmesi
(ÇED) gerekli değildir” kararı verdiğini belirtti.
Phaselis Antik Kenti Arkeolojik Sit Alanı ve
Beydağları Sahil Milli Parkı’nın 1. derece doğal sit
ile korunan bir bölge olduğunu vurgulayan Elginöz,
“Proje dosyasını incelediklerinde otelin bölgedeki
son derece sağlıklı orman dokusunun yüreğine bir
hançer saplama projesi olduğunu gördük. 2005 yılında
gerçekleşmiş tahsis ile başlayan süreçle ilgili
hukuka aykırı durumlar vardı. Bu nedenle Kemer,
Tekirova ve Çıralı’dan yerel sivil toplum örgütleri,
Antalya merkezli bazı meslek kuruluşları ile bölgede
yaşayan vatandaşlar olarak projenin iptali istemiyle
dava açtık” dedi.
Antalya İdare Mahkemesi’ne “ÇED gerekli değildir”
kararının iptali için açtıkları davada, mahkemenin
bilirkişi heyetinin keşfine karar verdiğini anlatan
Elginöz, söz konusu otel projenin 185 bin
metrekarelik, bin yataklı, 3 büyük, 13 de küçük
havuz olmak üzere beton binalardan oluşacağını
kaydetti.
Otele tahsis edilen alanın 20 bin metrekaresinin
1. derece antik sit alanı olduğunu ifade eden
Elginöz, şöyle devam etti:
“Beydağları Sahil Milli Parkı içinde kalan otel
projesi için, milli park uzun dönem planlarında
uygunsuz düzenlemeler yapılmış, imar planları usule
aykırı şekilde değiştirilmiştir. Otel inşaatı
nedeniyle çok sayıda yetişmiş çam ağacı
kesilecektir. Ağaçların sayısı ve maliyeti hakkında
ÇED raporunda bilgi yoktur. Bu gerekçelerle
açtığımız davada bilirkişi heyetinin bilimin ve
adaletin gereğini yerine getireceğine, ‘ÇED gerekli
değildir’ kararını iptal edeceğine inanıyoruz.
Bilirkişi heyetinde arkeolog bulunmadığını da
öğrendik. Bu eksikliğin giderilmesi için dilekçemizi
Antalya İdare Mahkemesi’ne sunduk.”
Elginöz, UNESCO Dünya Mirası yedek listesinde
bulunan Phaselis’in korunmasının Türkiye için büyük
bir kazanç olacağı dile getirdi.
haberler.com, 30.06.2014
|
DAMLACIK İÇİN UMUT DAMLASI

İzmir’in en eski semtlerinden Damlacık’ın
tünele kurban gitmemesi için Konak Belediyesi ve
semt halkı mücadeleye başladı. Geçtiğimiz hafta
bir forum düzenlendi, semt sakinleri konuştu.
Şimdi akıllarda tek soru var: Tünellerin
yapımına başlandı. Peki, Damlacık’ı kurtarmak
için bir damla da olsa umut var mı?
‘Yaşayana sorulmadı’
Aynı zamanda bir hukukçu olan Başkan Sema Pekdaş,
söz konusu tüneli yapan bakanlık yetkililerinin,
bölgede yaşayan insanlara, İzmirlilere sorması
gereken unsuru Konak Belediyesi olarak kendilerinin
sorduğunu söyleyerek, “Damlacık’ta konuyla ilgili
forum düzenledik ve insanlara tüneller hakkında ne
düşündüklerini, evlerinin boşaltılma ihtimali
karşısında ne yapmak istediklerini sorduk” dedi.
Pekdaş, Karayolları 2. Bölge Müdürü’nün,
“Kamulaştırılacak yer yeşil alan olacak” yönündeki
açıklamasına yönelik olarak da, “Bu böyle bir
söylemle noktalanacak bir süreç değil. Bu o zaman
planlara işlenmeli. Söz uçar, genel müdür gider,
başka bir genel müdür gelir. Kamusal işler hiçbir
zaman kişisel beyan üzerinden yürümez. Planlar
üzerinden, yazılar üzerinden, kayıtlar üzerinden
yürür” diye konuştu.
‘Tamamen hukuk dışı’
Konak Tünelleri’nin planlara işlenmesinin başlı
başına hukuk dışı olduğunu söyleyen Başkan Pekdaş,
hukuki boyutu ise şu sözlerle anlattı: “Bu planlar
var mı diye, Baro Başkanı olduğum 2011’de ilgili
birimlere soru sordum. Bakanlığa, Büyükşehir’e,
Karayolları’na yazılar yazdık. Böyle bir plan
olmadığına dair yanıt geldi. Planları incelediğimde,
2013’te hem binlik, hem de 5 binlik planın bir günde
bakanlık tarafından onaylandığını gördüm. Yer
üstünde de tünelleri gösterir bir çizim yapılmamış.
Noktalanmış ve plan notu yazılmış. Noktalı alanlar
için, ‘Plan sınırı aynı zamanda kamulaştırma
sınırıdır’ diye not düşülmüş. ‘Yeşildere’den
başlayıp Bahri Baba Parkı’na kadar plan sınırları
aynı zamanda kamulaştırma alanıdır’ diye plan notu
var. Asıl tehlike budur. Yer altında yapılan bir
yolla ilgili olarak yer üstünde Karayolları’nın
kamulaştırma sınırı olamaz. Yol yapılırken öncelikle
jeolojik etüd yapılmalı, arkasından ÇED raporu
alınmalı, sonrasında ulaşım master planları
çerçevesinde bu yolun İzmir trafiğine katkısı nedir
diye bakılmalıydı.”
‘ÇED raporu
alınmalı’
Pekdaş, hükümetin söz konusu unsurların hiçbirini
gerçekleştirmeden projeyi açıkladığını ve yapımına
başladığını kaydederek, şöyle devam etti:
“Aydın-Çeşme Otoyolu karayolu bağlantısı denildi.
Hiçbir yerde karayolu bağlantısı şehir merkezinden
geçmez. Bu işi 1992 öncesi planlamışsınız ama İzmir
deprem bölgesi. 1992’den 2014’e gelinceye kadar
dünya çok değişti, teknoloji değişti. ‘Ben bu yola o
güne göre izin verdim’ diyemezsiniz. Bu;
İzmirlilere, halka, tarihe saygısızlıktır. Bu
raporların mutlaka alınması gerekiyor. Tünelin şehre
katkısının ne olduğunun, yer üstünde kamulaştırma
yaptığı yerin neyle ilgili olduğunun belirtilmesi
şart. Diyelim ki izinleri aldılar, yer üstünde
kamulaştırdığı yerin hangi fonksiyonda
kullanılacağını plan notunda yazmak zorunda.
Yazmadığı sürece söylenen hiçbir sözün anlamı
yoktur. Boşa söylenmiştir. Suya yazılmıştır. Boşa
uğraşmasınlar, planlara işleme yapsınlar.”
‘Kazıda çıkanlar
ne oldu?’
Başkan Pekdaş, söz konusu alanın İzmir’in kalbi
niteliğinde olduğunu vurgulayarak, “İzmir’in tarihi
söz konusu. SİT alanlarında insanlar evlerinin
temellerini müzenin kontrolünde kazarlar. Çıkan
antik bulgular kontrol dahilinde müzeye götürülür.
Burada neresi kazıldı, ne çıktı, müzeye ne
götürüldü, şehrin envanterine ne gibi katkılar
sunuldu vs hiçbiri ortada yok. Kent envanteri bir
şehrin tarihidir. Buradaki kazılardan çıkanların
hiçbirinin kaydı yok” dedi.
Türkiye’nin uluslararası sözleşmelere imza attığına
dikkat çeken Pekdaş, ekledi: “Kentle ilgili karar
alınırken, böyle yapılar yapılırken, planlar
değişirken mutlaka halkın katılımı esastır. Onlara
sorulur. Bizim Damlacık’ta yaptığımız forum da bir
kamu kurumu olarak, bir yerel yönetim olarak o
bölgede yaşayanlara karşı sorumluluktu. Hükümetin
yapmadığını, Karayolları’nın yapmadığını biz yaptık.
Bu süreçte bölgede yaşayanların katılmadığı hiçbir
süreçte alınan karar doğru karar değildir.
Kamulaştırma bölgesi olarak da işaretlenmedi. Sadece
insanları Karayolları’na götürüp getiriyorlar.
Evlerini satmaları konusunda ikna turları
düzenliyorlar. ‘Evlerinizi boşaltın, bir yıllık kira
paranızı verelim’ diyorlar. Sonra dönüp geldiğinizde
evinizi kaybetmiş olabilirsiniz. Burada birinci
öncelik insan can güvenliğini sağlamaktır. Tünel
durur, buradaki bütün evler güçlendirir, çalışma
ondan sonra devam eder. Öncelikle buradaki evlerde
ne tür hasarlar var, sebebi ne onun araştırılması
gerekiyor. Metro yapılırken evler mi yıkıldı?
Metronun geçtiği yerde apartmanlar sapasağlam kaldı.
Metronun geçtiği yerdeki binalarda hiçbir şey
olmuyor da buradaki tünel yapılırken mi evler
çatlıyor, patlıyor? Önce burayı afet durumuna
getirip, sonra da, ‘Acil kamulaştırma yapıyoruz’
diyerek insanları mağdur edemezler. Bu alan İzmir’in
sefa mekanı, kentin kalbi. Tüm İzmirlilerin,
Damlacık’ın bir yerlere peşkeş çekilmesine karşı
sessiz kalmayacağını düşünüyorum. Bu nedenle afet
yasası kapsamında acil kamulaştırma kararı
alamazlar. Bu hukuka aykırıdır.”
SEMT TARİHİNDE KISA BİR
GEZİNTİ
Kemeraltı'nı, Konak Meydanı’nı, Mustafa Kemal
Sahil Bulvarı’nı kuş bakışı izleyen son tarihi
mahallelerden Damlacık, tarihi Agora’nın da yanı
başında. Arkeoloji Etnografya müzelerinin dibinde.
Bayramyeri’ne komşu. Damlacık’ın hikayesi, 1600’lü
yılların sonlarına doğru Orta Asya’dan göç ederek
İzmir’i yurt edinenlerle başlıyor. O dönem,
kuraklıktan kaçan Oğuz Türkleri, padişahtan yer
ister. Padişahın İzmir’e gönderdiği göçerler, bugün
Damlacık’ın bir mahallesini oluşturan Fatih’e
yerleşirler. Damlacık günümüzdeki adını ise tütün
işçilerin alın terinden alıyor. Bir dönem, Eşrefpaşa
ve civarından gelip doğum hastanesi yakınında
bulunan tütün işliğinde çalışan işçilerin yolu,
semtin adıyla ünlü yokuşundan geçer. İşçilere damla
damla ter döktüren yokuş, semte Damlacık adının
verilmesine neden olur. Zamanla Ege’nin karşı
kıyısından da, Anadolu’nun farklı yerlerinden de
yerleşenler olur. 1900’lü yılların başında nüfusu
çoğalmaya başlar. Konak Meydanı’na yürüyerek 5
dakikalık mesafede oluşu, ucuz ve ekonomik koşullar
sağlaması, iyi komşuluk ilişkileri Damlacık’ı çekim
merkezi yapar. Apartman gölgelerinin düşmediği, tek
ya da iki katlı evlerle bezeli çiçekli balkonları,
pencereleri, cumbalarıyla ünlü.
METİN OKTAY’IN KALE
DİREKLERİYDİ
Aynı zamanda Türk sporunun efsane ismi ‘Taçsız
Kral’ Metin Oktay’ın futbolculuk yaşamına başladığı
Damlacıkspor’un yer aldığı semt, burası. Ve onun
gibi pek çok İzmirliliğiyle ünlenen isim... Metin
Oktay’ın ilk gençlik yıllarında bölgedeki ağaçları
kale direği diye kullandığını anlatıyor eskiler. Dik
yokuşun başındaki meydanda bulunan Damlacıkspor
Kulüp Merkezi Taçsız Kral’ın fotoğraflarıyla
süslü.
60 EV BOŞALTILDI, 380 AĞAÇ
KESİLDİ

Başkan Sema Pekdaş, bugüne gelen süreci şöyle
aktardı: “Konak Tünelleri, hükümetin 35 Proje
Kitapçığı’nda yer aldı. Tünelin, Konak tarafındaki
girişi için acil kamulaştırma adı altında 60 yaşam
alanı olan
konut boşaltıldı. Yeşildere tarafında 380 ağaç
kesildi. Konak kısmındaki inşaat çalışmaları
sırasında tarihi eserler gün yüzüne çıktı ancak bu
durum inşaatın durmasını engellemedi.”
Hürriyet, Haber: Banu Şen 30.06.2014
******
TARİHİ MAHALLEDE 'ACİL KAMULAŞTIRMA' EYLEMİ!
Konak
Tüneli Çalışmaları nedeniyle evlerinin boşaltılması
istenen Damlacıklılar Tünel girişinde yaptıkları
basın açıklamasında evlerini terk etmeyeceklerini,
çocukluklarından bu yana uzun biri yaşam
geçirdikleri semtlerinden kopmayacaklarını dile
getirdi.
DHA'nın haberine göre, TGB ve Öğrenci
Kollektiflerininde destek verdiği yaklaşık 50 semt
sakinin katıldığı eylemde, "Damlacık Bizimdir Bizim
Kalacak, Karayolları Elini Damlacıktan Çek,
Evlerimizden Çıkmıyoruz, Damlacık'ın Sakini Değil
Sahibiyiz" dövizleri taşıdı. Basın açıklamasına
katılanlar arasında gözyaşlaranı tutumayanlar da
oldu. Bu arada eylem sırasında tünelin görüntülerini
aldırmak istemeyen görevliler giriş kapısını sac
barikatlarla kapattı. Semt halkı semtlerinin sahip
olduğu körfez manzaralı konumu itibarıyla rant
peşinde olan pek çok müteahhittin hedefinde olduğunu
bu yüzden Bakanlık tarafından yapılan Damlacık'ın
yeşil alan olarak kalacağı yönündeki söylemlere
inanmadıklarını söyledi.
Semt sakinlerinden Filiz Çetin, Ulaştırma
Bakanlığı ve Karayolları Bölge Müdürlüğü ortak
projesi olan Konak Yeşildere-Tünelleri'ni bahane
edilerek evlerinin yıkılmak istendiğini belirterek,
"Damlacık sıradan bir semt değildir. Kendine has bir
çok özelliği vardır. Burası Milli Mücadele
yılllarında düşmana karşı ilk direnişin yapıldığı
yerdir. Metin Oktayın'ın doğduğu ve yetiştiği
semttir. Konak Meydanına tarihi Kemeraltı meydanına
bir dakika mesafededir. Bu tünel, kazı
çalışmalarının başlangıcından itibaren sorunlu bir
projedir. Mühendis Odaları tarafından gerekli zemin
etütlerinin ve jeolojik çalışmaların yapılmadığı
açıklanmıştır. Ayrıca bu tarz projelerde önceliğin
tünel üzerinde kalan evlerin güçlendirilmesi olması
gerekirken, Ulaştırma Bakanlığı işin kolayına
kaçarak evleri boşaltma yoluna gitmektedir" dedi.
Çetin, semtlerinin 1 ve 2 derece sit alanı
olduğunu dile getirerek, "Bu yüzden evlerimize
yıllardır bir çivi bile dahi çakamadık. Bu da zaman
içinde semtimizin bakımsız hale gelmesine neden
oldu. Şimdi Konak- Yeşildere Tüneli inşaatı gerekçe
gösterilip acil kamulaştırma yapılarak, tarihi eser
statüsünde olan evlerimiz alelacele yıkılmak
isteniyor. Tünel çalışmaları için geçtiğimiz yıl
mahallemizden 60 ev acil kamulaştırma yapılarak
yıkılmıştı. Sırada 50 evin daha yıkılacağı
söylenmektedir. Ancak bizler yıkımların bu
rakamlarla da sınırlı kalmayacağının farkındayız.
Damcalıktan sonra Çimentepe, Eşrefpaşa, Kadifekale
ve Kadriye Mahallelerinde de benzer sorunların
yaşanacağını biliyoruz. Mahallemiz ve evlerimizi
üzerinde oynan rant oyunlarının karşısında
olacağımızı buradan dile getiriyoruz" dedi.
Yapı, 02.07.2014
|
ANTİK SÜTUNLAR KORUNAMIYOR
Çanakkale'nin Ezine İlçesi Yahyaçavuş Köyü'nde antik
döneme ait dev sütunlar heybetleri ile görenleri
şaşkına çevirirken, hiçbir koruma olmaması tepki
çekiyor.

Ezine'ye 13
kilometre uzaklıkta eski adı Koçali olan Yahyaçavuş
Köyü'ne 2 kilometre mesafede eski antik granit
ocakları bölgesinde bulunan 7 granit taş sütundan
bazıları, zaman içinde bilinçsiz köylülerce
zeytinyağı pres taşı ve dibek taşı olarak
kullanılmak üzere tahrip edildi.
Geriye kalan sütunlar
ise kaderine terk edildi. Bölgeyi tanıtan ve
sütunları anlatan bir tarihçenin bulunmaması da
dikkat çekti. Yerli ve yabancı birçok turist ise
sütunların durumunu görünce hayal kırıklığı yaşıyor.
Köyde yaşayan Fatih
Oğuz, antik sütunların tarihçesini anlatıp, köylüler
olarak ziyaretçilere gönüllü rehberlik yaptıklarını
söyledi.
Oğuz, "Bu sütunlardan bazıları geçmişte bilinçsiz
vatandaşlarca tahrip edilmiş. Ama artık köylümüz bu
konuda bilinçlendi. Antik sütunları kendi malı gibi
koruyor. Yaz aylarında buraya çok ziyaretçi geliyor.
Ancak otopark ve tarihçeyi anlatan tabelaların
olmaması büyük eksiklik. Yetkililerden bölgede
düzenleme yapmasını bekliyoruz" dedi.

DOĞAL GRANİT OCAĞI
Tarihi kesin olarak
bilinmemekle birlikte granit kayaların işlenerek
sütunlar elde edildiği yöre, doğal bir granit
ocağını andırıyor.
Antik dönemlerde, tespit edilebildiği kadarıyla ve
yapılan incelemeler sonucu dev kaya bloğundan sütunu
çıkarabilmek için delikler açıldı.
Açılan deliklerin içerisine odun parçaları
yerleştirildi daha sonra bu odun parçaları sulanarak
kayalar parçalandı. Elde edilen bu sütunların
gemilerle Roma'ya taşındığı sanılıyor.
Taraf, 30.06.2014
|
BOĞAZ'IN 100 YAŞINDAKİ PRENSESİ: HALAS 71
Birbirinden değişik gemi ve teknelerin dolaştığı
İstanbul Boğazı’nın en güzel deniz araçlarından olan
Halas 71, 100. yaşını kutluyor. Boğazın en eski
gemilerinden olan Koç ailesine ait Halas 71, bir
asırdır turizme hizmet ederken yaz aylarında Ege ve
Akdeniz’e gidiyor. İskoçya’da yapılan, 1. Dünya
Savaşı sırasında İngilizlerin el koyduğu gemi,
İstanbul’da işgal kuvvetlerine hizmet ettikten sonra
Şirket-i Hayriye Vapuru olarak 61 yıl kullanılmıştı.

İstanbul’un en yaşlı gemilerinden olan Halas
71’in oldukça ilginç bir hikayesi var. 1914 yılında
İskoçya’nın Glasgow kentinde yapılan Halas 71,
aynı yıl Osmanlı İmparatorluğu tarafından satın
alınmıştı.
İngiliz, ‘Su Cadısı’ dedi...
Fakat savaş halinde olan
İngiltere gemiye el koyarak adını M/Y Su Cadısı
olarak değiştirdi. Gemi, 1. Dünya Savaşı sonlarına
doğru
İstanbul’a getirilirken, 1922’ye kadar şehri
elinde tutan İngilizler tarafından kullanıldı.
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla Türkiye
Cumhuriyeti’ne devredilen geminin ismi Halas (Arapça
Tamam) olarak değiştirildi. Gemi 61 yıl boyunca
İstanbul Boğazı’nda yolcu gemisi olarak hizmet
verdi. Şirket-i Hayriye’deki gemilerin arasında 71
borda numarasını taşıdığı için Halas 71 adını alan
gemiyi, özellikle çocuklar çok seviyordu.
Kral ve kraliçeleri gezdirdi
Uzun yıllar anne babalar, çocuklarının derslerini
yapmaları karşılığında Halas 71 ile boğazda gezme
sözü veriyordu. 1984’de özelleşen geminin içi
tamamen yenilenirken, özgün karakteri ve taşıdığı
tarihi izler korundu.
Halas 71, İngiliz kraliyet ailesinden Prenses
Margaret, Prens Charles,
Hollanda Veliaht Prensi Willem Alexander ve eşi
Maxima Alexander,
Amerika eski Başkanı
George Bush, Hillary Clinton,
Fransa eski Başkanı François Mitterand,
Dünya Bankası eski başkanı James Wolfensohn ve
Suriye devlet başkanı Beşir Esad ve eşi
Esma Esad gibi isimlerin İstanbul Boğazı’nda
gezmesini sağladı.
Günübirlik kiralanıyor
14 kamarası olan gemi konaklayacak 28 yolcuyu
misafir edebiliyor. Koç Ailesi’nin özel gemisi olan
ama günübirlik ve konaklamalı olarak kiralanabilen
Halas 71, Ege ve
Akdeniz’in eşsiz koylarında da demirliyor. Halas
71’in özgün tarzı kadar içi de aynı dikkatle
korunuyor. İşadamı
Mustafa Koç’un annesi Çiğdem Simavi’nin çok
sevdiği gemide özel koleksiyon yağlıboya tablolar ve
gravür eserler yer alıyor.
Milliyet, 30.06.2014
|
ÇİN'DE 3 BİN YILLIK KÖY KALINTILARI BULUNDU
Çin'in kuzeyindeki Hıbey eyaletinde 3 bin yıl
öncesine ait bir köyün kalıntıları bulundu.
Şinhua ajansının haberine göre, kazıyı yapan
arkeologlardan Cıng Cıli, Rınçiu şehrinde bir
mezarlık ve yerleşim yerinden oluşan 1,5 hektarlık
alanı kaplayan bir köy bulduklarını söyledi.
Cıng, Çin'in Şang Hanedanlığı (MÖ1600 - MÖ.1046)
dönemine ait yaşam, üretim ve etnisiteyi anlamaya
yardımcı olacak keşfin bölge tarihi açısından çok
önemli olduğunu belirtti.
Nisan ayında başlanan kazılarda 100'den fazla taş
alet, kemik, pişmiş toprak parçası ve bronz parça
bulunduğu kaydedildi.
Sabah, 30.06.2014
|
|
ZİNCİR MÜZELER DÖNEMİ

Avrupa ve Amerika’daki büyük sanat kurumlarının
müze ihracı artıyor. New York’taki Guggenheim ve
Paris’teki Louvre markalaşan müzelerin başını
çekerken Londra, Guggenheim Müzesi ile işbirliği
için çalışmalara başladı. Louvre Abu Dabi Müzesi ise
Aralık 2015’te kapılarını açacak.
Dünya mimarlık literatürüne ‘Bilbao Etkisi’
(Bilbao Effect) olarak geçen kavrama meraklısı
aşinadır. Kısaca değinecek olursak, senelerce bir
endüstri kenti olarak ömrünü devam ettiren
İspanya’nın Bask bölgesindeki Bilbao, ekonomik
krizler ve işsizlikle boğuşan kendi halinde bir
şehir iken bir anda talihi döner. İspanyolların bile
çok yüz vermediği, pek yolunun düşmediği Bilbao,
1997’de açılan Guggenheim Müzesi ile yeni bir
çehreye kavuşur ve dünyanın dört bir yanından
sanatseverlerin ziyaret ettiği bir kent haline
gelir. New York’ta 1959’da kurulan Guggenheim
Müzesi, elindeki dev koleksiyonu sergilemek için
mekan sıkıntısı yaşarken Avrupa’da yeni bir mekan
arayışına girince Bilbao’daki müze hayata geçirilir.
Dünyaca ünlü mimar Frank Gehry, müzeyi kentin
gecekondu mahallesine inşa eder, binanın ihtişamı da
göz doldurur; öyle ki müze inşaat halindeyken bile
günlerce konuşulur ve tartışılır. Açıldıktan sonra
“modern zamanların en önemli binası” olarak
tanımlanır ve kent bir anda sanatseverlerin ve
turistlerin akınına uğramaya başlar. Müzenin hem
mimari hem de turistik katkısı pek çok şehri
kıskandırır; zira her yıl müzeyi ziyaret eden insan
sayısı yaklaşık bir milyonu bulmaktadır.
Bir kentin talihini bir anda değiştiren bu türden
vakalara rastlamak çok kolay olmasa da her şehrin
biraz Bilbao etkisi yaşamaya meraklı olduğu
söylenebilir. Özellikle yerel yönetimler, kültür
sanat kurumları, büyük şirketler, ‘marka’ müzeleri
kendi şehirlerinde şube açmaya çağırırken, dünyada
zincir müzeler gitgide çoğalıyor. Guggenheim ve
Louvre bu markalaşan kurumların başını çekerken,
“gelecek, zincir müzelerin mi olacak?” sorusu iyiden
iyiye tartışılmaya durdu. Londra, geçtiğimiz
günlerde Guggenheim Müzesi ile işbirliği için
çalışmalara başladığını duyurdu.
Londra’nın Türk
kökenli Belediye Başkanı Boris Johnson, müzenin
Londra’da açılmasıyla şehrin bir kültür merkezi
olarak konumunu daha da artıracağını dile getirdi.
Fakat, Bilbao etkisinin her şehre uyduğunu
söyleyemeyiz, zira Berlin’de 1997-2013 arasında
faaliyet gösteren Deutsche Guggenheim ve 2001-2008
arasında faaliyet gösteren Las Vegas Guggenheim
Hermitage da bir başarısızlık örneği olarak
değerlendiriliyor.
SÜNNET
DÜĞÜNÜ YAPILAN MÜZE!
Pek çok şehir, Guggenheim markasını kentine
çekmek için epey çaba harcıyor, fakat zincir
müzelerin kültürel üretime katkısı konusu
çetrefilli. Yakın zaman önce, Fransız hükümetiyle
Abu Dabi şehri arasında imzalanan ve 30 yıl geçerli
olacak anlaşma kapsamında inşa edilmesine karar
verilen Louvre Abu Dabi Müzesi, Aralık 2015’te
kapılarını açacağını duyurdu. Bu fikir 2007’de ilk
kez paylaşıldığında dünyanın dört bir yanından
arkeologlar, sanat tarihçileri ‘müzeler satılık
değil’ sloganıyla eylem başlatmıştı. Guggenheim Abu
Dabi de 2015’te açılmayı planlarken, daha inşaat
halindeki müzeye karşı protestolar ve tartışmalar
sürüyor. Uluslararası sanatçı grupları ve eylemciler
Guggenheim’ı ‘52 Hafta’ adını verdikleri yeni bir
kampanyayla boykot ederek, her hafta yeni işler
üreteceklerini ve müzenin inşaatında çalışan göçmen
işçilere karşı insanlık dışı uygulamalara dikkat
çekeceklerini duyurdu.
Avrupa ve Amerika’daki büyük sanat kurumlarının
müze ihracaatı artıyor. Bu konuda şehirlere destek
veren marka müzeler gerekli altyapıyı hazırlayarak
destek oluyor. Bu gelişmelerin sonuncusu ise
İngiltere’nin önemli müzelerinden Victoria &
Albert’ın, Çin’in Shenzhen kentinde açılacak tasarım
müzesi için masaya oturması. Ülkenin tasarım
sanatını dünyaya tanıtmayı amaçlayan bu müzenin
2016’da açılması planlanıyor. Müzede Victoria &
Albert için bir galeri ve sergi alanı da yer alacak.
Dünyada yaşanan bu trende rağbet artarken
ülkemizdeki hayli ironik duruma da değinmek gerek.
Bir tarafta geçtiğimiz nisan ayında Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi 2014 Yılı En İyi Müze
Ödülü’ne Bayburt’un Bayraktar Köyünde kurulu Baksı
Müzesi layık görülürken, öte tarafta Eskişehir Eti
Arkeoloji Müzesi’nde düzenlenen sünnet düğünü!...
Müzelerin bazı bölümlerinin çeşitli faaliyetler için
kullanılması Avrupa’da yaygın olsa da bu türden bir
vaka pek bir kalıba sığmıyor. Fakat, dünyada artan
bu zincir müzelerin kültürel üretime nasıl bir
katkıda bulunacağını ise zaman gösterecek.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 30.06.2014
|
MUDANYA'NIN KÜLTÜREL MİRASININ KORUNMASI ÇALIŞTAYI
21-22 Haziran (2014) günleri başlıkta adını andığım
çalıştaya çağrılıydım.
Mudanya çalıştayı bana, neredeyse yarım yüzyıldır
savunduğum ilkeleri bir kez daha dile getirmek
olanağını verdi.
Ana kavramları sizlerle de paylaşmamın doğru
olacağını düşünüyorum:
Sizin için değerli olanı, anlamlı olanı, geleceğe,
çocuklarınıza, torunlarınıza aktarabilmek için
korumak istersiniz.
Toplum da, onun için değerli olanın, anlamlı olanın,
geleceğe aktarılmaları gerekenlerin korunmalarını
ister.
Koruma elbette koruyacak olanın kültürü ile
bağıntılıdır. Bir kültür olayıdır. İstanbul’ un
geçmişini MÖ 8500'lere götüren buluntulara üç-
beş çanak çömlek kırığı diyen bir anlayışla neyi
koruyabilirsiniz?
Kültür, yaşamı olanaklandırmaktır.
Gelecek kuşağın daha kültürlü, daha çağdaş, daha iyi
bir insan olarak yetişeceği ortamı
gerçekleştirmektir.
Genelde olduğu gibi, koruma kavramını da Batıdan
öğrendiğimizi sanırız. Oysa geçmişimizde, koruma
bağlamında, çok anlamlı örnekler vardır:
* Fatih’ in, İstanbul’u aldıktan sonra ilk yaptığı
işlerden biri Ayasofya için bir vakıf kurmaktır.
* Sinan, Ayasofya’nın çevresinin temizlenmesi, belli
bir aradan daha yakına yaklaşılmaması için karar
çıkarttırmıştır.
* Sinan, Ayasofya’yı yeni dayanak duvarlarıyla
güçlendirirken iz silmemeye özen göstermiştir.
* Sinan, bir beyi, 1000 km uzaktaki bir eskil çağ
yapısından söktürüp kendi evinin merdivenine
koydurduğu bir taş için kadıya bildirmiştir. Taş
yeniden yerine konmuş, bu işi yapan
cezalandırılmıştır.
* Osman Hamdi Bey, yüz yılı aşkın bir süre önce,
korumayı yasal güvence altına aldırmıştır.
* Mustafa Kemal, 1930 ların başında Konya’dan, günün
başbakanı İsmet İnönü’ye bir telgraf çekmiştir. Ata
“yadigarı” yapıları ören yeri olarak görmekten
duyduğu üzüntüyü bildirmiştir. Kültür devriminin
gereklerinden olarak Avrupa’ya yollanacak
öğrencilerden kimilerinin arkeolojiye
yönlendirilmelerini istemiştir. Bu kişiler Batıdaki
öğrenimlerinden sonra yurda döndüklerinde ilk
arkeolog kuşağını yetiştirmişlerdir.
* Hitit kazılarını da Mustafa Kemal istemiştir.
Böylece bizimle birlikte çoğu ülke de, yeryüzünün
ilk imparatorluğunu tanımışlardır.
* Çayönü’nü, o Batıda yetişip gelen ilk arkeolog
kuşağından Halet Çambel gün ışığına çıkartmıştır.
* Göbekli Tepe, Çayönü, Çatalhöyük yeryüzü kültür
tarihini değiştirdiler.
Bütün bunların bilinmesi, bizim kültür kazanımızı
büyütmüştür. Bu kazanın içinde eriyenin de, eritenin
de biz olduğumuz gerçeği elbette hepimizi
etkilemiştir.
En azından, 12.000 yıl önceye inen bu bilgiler, her
şeyi “Grek” açısından yorumlayan yabancı bilim (?)
adamları karşısında aşağılanma duygularından
kurtulmamızı sağlamışlardır.
Evrensel, Yazı: Cengiz Bektaş, 30.06.2014
|
ANTİK KENTE TURİST AKINI
Kurulduğu tarihten bu
yana birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve mimari
özelliğiyle dikkati çeken Kars Ani Ören Yeri’ni, ilk
altı ayda 21 bin kişi ziyaret etti.
Kars-Ermenistan sınırında, Kafkaslardan
Anadolu’ya giriş kapısı olan antik kente olan ilgi
her geçen gün artıyor. Farklı ülkelerden gelen
turistler, MÖ 5000′li yıllardan günümüze kadar
gelen esere yoğun ilgi gösteriyor.
Eserin gelecek nesillere sağlam şekilde
aktarılması ve farklı medeniyetlere ait tarihi
izlerin yaşatılması için restorasyon çalışmaları
titiz şekilde sürdürülüyor.
Kültür ve Turizm İl Müdürü Hakan Doğanay, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentin sadece
Kars ve bölge turizmi için değil, dünya için de son
derece önem arz ettiğini söyledi.
Ani Ören Yeri’ne özellikle son yıllarda yerli ve
yabancı turist ziyaretinde önemli artış olduğuna
dikkati çeken Doğanay, “Bu medeniyet şehrimizi geçen
yıl 23 bin 730 kişi ziyaret ederken, bu yılın ilk
altı ayında 21 bin kişi ziyaret etti. Kültür
turlarıyla antik kente gelen yerli ve yabancı turist
sayısında önemli bir artış oldu. Özellikle Almanya,
Ermenistan, Gürcistan, Japonya gibi ülkelerden
turistler geliyor” dedi.
“Ani, dünya miras listesine girmesi gereken
önemli bir hazinedir. Birçok medeniyetin iz
bıraktığı bu gizemli kentin hak ettiği değeri
görmesi gerekir” diyen Doğanay, eserin korunması,
yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılmasının
bütün insanlığın görevi olduğunu ifade etti.
Ören yerinin dünya miras listesine alınması
konusunda çalışma başlatıldığını anlatan Doğanay,
Kültür Ve Turizm Bakanlığı’nın konuyla ilgili
çalışmaları sürdürdüğünü, yapılacak çalışmalar
sonunda antik kenti dünya miras listesinde
göreceklerini dile getirdi.
Doğanay, Ani antik kentinin, “Ani Harabeleri”
olarak adlandırılmasının yanlış olduğuna işaret
ederek, şunları kaydetti:
“Bu yanlış bir tanımlamadır. Volkanik tüf
tabakasının üzerine kurulan bir Ortaçağ şehri olan
Ani, en eski tarihi MÖ 5000′li yıllara dayanıyor.
Ani, antik bir kenttir. Bu eşsiz ve muhteşem
hazineyi harabe olarak nitelendirmek doğru değil.
Kültür turlarıyla öncelikli olarak Van’a giden yerli
ve yabancı turistler, sırasıyla Van’daki Akdamar
Kilisesi’ni, Doğubayazıt’taki İshak Paşa Sarayı’nı
ziyaret ediyor, son olarak da Kars’taki Ani antik
kentine geliyor. Son zamanlarda turist sayısında
yaşanan önemli artış bölge ekonomisine ve turizmine
de önemli katkı sağlıyor.”
haberler.com, 29.06.2014
|
BİNLERCE YILLIK TARİHE DOKUNAN ELLER
DPÜ Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nün yürüttüğü
Seyitömer Höyüğü kazılarının 9′uncu yılında 70′i
akademisyenler ve öğrenciler olmak üzere 300 kişi
çalışıyor Kazı Grubu Başkanı Prof.Dr. Bilgen:
“Burası, bölgenin hem sosyoekonomik hem de kültürel
yapısına katkıda bulunan bir yerdir.
Kütahya’da, merkeze bağlı Seyitömer beldesindeki
5 bin yıllık höyüğün kurtarma kazısında çıkarılan
kapların restorasyonunda görevli ekip, eski çağlarda
insanların kullandığı eşyalara dokunmanın hazzını
yaşıyor.
İl merkezine 25 kilometre uzaklığındaki alanda,
orijinal yüksekliği 26, eni 140 ve boyu 150 metre
olan Seyitömer Höyüğü’ndeki kurtarma kazısına,
altındaki 12 milyon tonluk linyit kömürünün
ekonomiye kazandırılması amacıyla 1989 yılında
Eskişehir Müze Müdürlüğü’nce başlandı.
Geçmişi 5 bin yıl öncesine dayanan höyük,
1990-1995′te Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü
tarafından kazıldı. Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ)
Genel Müdürlüğü ile Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ)
Rektörlüğü arasında imzalanan protokol doğrultusunda
kazılar, 2006′da DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümüne devredildi.
Kazı Grubu Başkanı ve Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığında, öğretim
elemanı, öğrenci ve işçilerden oluşan kazı heyeti,
2006′dan bu yana her yıl altışar aylık dönemlerde
kazıları sürdürüyor.
Önceki yıllarda 4 bin yıllık yanarak korunmuş
insan beyinleri, kumaş parçaları, mercimek
tohumları, saraya ait kalıntılar ve 2 bin 500 yıllık
Pers kılıcı bulunan höyükten çıkarılan seramik
eserlere ait parçalar, kazıevinde birleştirilerek
sergilenmeye hazır hale getiriliyor.
-Alan çok geniş olduğu için kurtarma kazısı
yapılıyor
Bilgen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 9′uncu
kazı sezonunu bu ay başlattıklarını söyledi.
Kazıda bu yıl 70′i akademisyenler ve üniversite
öğrencileri, kalanı bölgede yaşayan işçiler olmak
üzere 300 kişinin görevli olduğunu belirten Bilgen,
şöyle devam etti:
“Öğrencilerimiz hem alandaki kazı çalışmalarını
hem de buradaki restorasyon, çizim, fotoğraf ve
envanter işlemlerini yapmaktadır. En önemlisi ise
eğitim öğretim yılı içinde bu öğrencilerimiz
uygulama alanı bulmaktadır. Böylelikle burada
mesleklerinde ilerleyerek daha fazla uzmanlaşma
fırsatını yakalamaktadır. Bu yönden bakınca da
öğrenciler için burası bir eğitim kazısı
sayılabilir. Bize bu imkanı sağlayan DPÜ Rektörlüğü
ile höyüğün de bulunduğu alanın işletmecisi Çelikler
Elektrik Üretim AŞ yetkililerine teşekkür ederim.”
Kazı alanının çok geniş olduğunu vurgulayan
Bilgen, bundan dolayı eserleri olduğu yerde bırakmak
yerine kurtarma kazısı yaptıklarını anlattı.
Höyüğün en üst tabakasındaki Erken Tunç Çağı
katmanlarını MÖ 3 bin, eteklerindeki Orta Tunç Çağı
bölümünün ise MÖ 2 binli yıllara tarihlediklerini
ifade eden Bilgen, “Bu yılki çalışmamızın ana
hedefi, Orta Tunç Devri’ne ait buluntuları kurtarmak
olacak” diye konuştu.
Geçen yıl 6 ayda envanterlik (sergilenebilecek
özelliğe sahip) 2 bin 500 eseri Kütahya Müze
Müdürlüğü’ne teslim ettiklerini aktaran Bilgen,
bunun çok önemli olduğuna dikkati çekti.
Bilgen, işçilerin kazıdaki önemine değinerek,
“Buradaki çalışmalara katılan işçilerimizin birçoğu
yöredeki köylerden gelmektedir. Burasını bir çeşit
sosyal proje olarak da görmekteyiz. Burası, bölgenin
hem sosyoekonomik hem de kültürel yapısına katkıda
bulunan bir yerdir” ifadesini kullandı.
-Parçaları birleştirip eserleri ortaya
çıkarıyorlar
Kazının restorasyonunda çalışan Arkeoloji Bölümü
3′üncü sınıf öğrencisi Nergiz Üstger ise höyükten
çıkarılan seramik kap parçalarını aslına uygun
olarak birleştirmeye çalıştıklarını bildirdi.
Höyükten elde edilen seramik eserlerin pek
çoğunun kırık olduğunu söyleyen Üstger, şunları
kaydetti:
“Bu parçaları ilk önce temizleyip daha sonra
yapıştırıcılarımızla birleştiriyoruz. Daha sonra
orijinal formlarına uygun olarak kalıplarını
alıyoruz. Bu kalıpların boş kısımlarını alçıyla
dolduruyoruz. Alçılarını da orijinaline uygun
şekilde dolduruyoruz. Son temizliğini yaptıktan
sonra müzelik hale geliyor.”
haberler.com, 29.06.2014
|
DÜNYANIN EN ESKİ VASİYETNAMESİ BULUNDU
Kayseri'de 1946 yılından bu yana kazı çalışmalarının
sürdüğü ve Anadolu’nun en eski yazılı belgelerinin
bulunduğu Kültepe Kaniş- Karum ticaret kolonisinde,
dünyanın en eskisi olduğu öne sürülen vasiyetname
bulundu. Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi ve Kazı Çalışmaları Başkanı Prof.Dr.
Fikri Kulakoğlu, vasiyetnamede 'eşek borcu'
ödemesinden söz edildiğini söyledi.
 
 
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu,
Kayseri'de MÖ 4 binli yıllarda Hititler'e
dayanan tarihiyle açık hava müzesi olarak
nitelendirildiğini Kültepe Kaniş-Karum'da 1946
yıllından bu yana
arkeoloji çalışmalarının sürdüğünü ve
Türkiye’nin en uzun soluklu tarih yolculuğunun bu
yıl 69’cu yılı kazı çalışmalarının başladığını
söyledi. Bulunan belgelerle
Anadolu’da yazının ilk kullanıldığı yer olarak
tescillenen bölge için Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, bu
yılki hedeflerini şöyle dile getirdi:
"Burası Ön Asya’nın hemen hemen en büyük yerleşim
yerlerinden bir tanesi ve 3 kilometrelik alanla,
gerçekten antik dünyanın yani günümüzden 4 bin yıl
öncenin en büyük şehirlerinden biri. Bu seneki
hedefimiz yine Kültepe’de 4-5 ay kadar çalışma
olacak. Kültepe’deki büyük saraysal yapının ortaya
çıkarılmasına sağlayacağız. Ama diğer taraftan da şu
an içinde bulunduğumuz, Karum alanında Asurlu
tüccarların yaşadıkları mahalleleri ve evleri
belirleyeceğiz."

Prof.Dr. Kulakoğlu, kazı çalışmalarını
başlattıkları bu günlerde açılan bir mezarda ilk
defa çivi yazılı tablet bulunduğunu ve bunun şu ana
kadar bulunmuş en eski vasiyetname olduğunun ortaya
çıktığını anlattı. Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, şöyle
devam etti:
"Burada gördüğünüz mezarda kazı yaparken ilginç
bir buluntuyla karşılaştık. Kültepe’de yapılan
kazılarda ilk defa bir tablet, mezarda bulundu. Çok
sevindik. Bu herhalde bir dua metni, ölünün 'öbür
dünyaya' sağ- salim gidebilmesi için bir metin, bir
dua sandık. Filolog bir arkadaşımız vardı. Ona
okuttuk. Tahminlerimiz bir dini metin olması
yönündeydi. Ama bir eşek satışıyla ilgili metin
çıktı. Bizim için çok sürpriz bir buluntu oldu. Bu
tablette bahsedilen metine aşağı yukarı 'Bu
mektubumu okuduğun zaman, bu eşeğin sahibine git,
eşeğin sahibine bir bölü üç mina gümüş ver'
deniliyor."
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, Anadolu’nun ilk
yazıyla tanıştığı yer olarak bilinen Kaniş-Karum'da
25 bine yakın tablet bulunduğunu, koloninin
UNESCO Dünya Bellek listesine aday olduğunu ve
2015’te bu listede yer alacağını ekledi.
Milliyet, Haber: Faruk Çuhadaroğlu, 29.06.2014
|
ARKEOLOJİK KAZILAR BAŞLADI

Kültür ve
Turizm Bakanı Ömer Çelik, kazı çalışmalarına 2013'te
yaklaşık 43 milyon lira ödenek aktarıldığını
belirterek, "Barındırdığı kültürlerle
'medeniyetlerin beşiği' olarak adlandırılan
Anadolu'da geçmişin izlerinin ortaya çıkarılması
için yapılan kazı ve araştırma sayısının bu yıl
516'dan 570'e yükselmesi öngörülüyor. Kazılara
ayrılan kaynağın da aynı oranda artmasını
planlamaktayız" dedi.
Anadolu'da asırlar önce adım adım kurulan ve
zamanın toprakla örttüğü medeniyetler için Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile akademik kadrolar yine
işbaşında… İnsanlık tarihi için bilim yoluna baş
koyan eller geçmişi gün yüzüne çıkarmak için var
gücüyle çalışıyor.
Üniversitelerde akademik yılın sona ermesiyle
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Türkiye'nin
dört bir tarafında yürütülen arkeolojik kazı
çalışmaları da yeniden başladı.
Arkeolojik kazı çalışmalarının başlamasına
ilişkin AA muhabirine değerlendirmede bulunan Kültür
ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, bir bilim dalı olarak
hem somut tarihi mirasa paha biçilemez katkılarda
bulunan hem de binlerce yıl öncesini bugüne
taşıyarak günümüz insanına düşünce dünyasında farklı
kapılar açan arkeolojik kazıların, tartışmasız bir
öneme sahip olduğunu söyledi.
Sadece Anadolu'da bir tek höyükte temsil edilen
medeniyetlerin, ne kadar büyük bir mirasın üzerinde
oturulduğunu çok net şekilde gözler önüne serdiğini
anlatan Çelik, "Bu büyük medeniyet silsilesinin, bu
medeniyet mirasının varisleri olmaktan gurur
duyuyoruz" dedi.
"Bu miras geçmişe ait mesele olarak
görülemez"
Bu mirasın
sadece geçmişe ait bir mesele olarak
görülemeyeceğini vurgulayan Çelik, şunları kaydetti:
"Kültürel mirasa sahip çıkmak, bir görev olmanın,
bir tercih olmanın ötesinde bugünümüz ve geleceğimiz
için bir zorunluluk. Bu mirası koruma irademiz
sürekli gelişen bir eylem olarak devam edecek ve
kültürel bir hassasiyetten çok daha fazlası, bizim
için temel bir siyasal eylem olacak.
Kültürel mirasa etkin, canlı ve dinamik bir
mesele olarak yaklaşılmalı, o açıdan
değerlendirilmeli. Kültürel mirası cansız bir vakıa
olarak görmek büyük bir yanılgı olur. Geçen yıl,
Türkiye genelinde 516 kazı ve araştırma çalışması
yürütülürken, Bakanlığımız kazı çalışmalarına 2013
yılında yaklaşık 43 milyon lira ödenek aktardı.
Barındırdığı kültürlerle 'medeniyetlerin beşiği'
olarak adlandırılan Anadolu'da geçmişin izlerinin
ortaya çıkarılması için yapılan kazı ve araştırma
sayısının da bu yıl 516'dan 570'e yükselmesi
öngörülüyor. Kazılara ayrılan kaynağın da aynı
orantıda artmasını planlamaktayız."
"6 alana müjde"
Kültür ve
Turizm Bakanı Çelik, bu kazı döneminde 6 farklı
alana müjdeleri olduğunu ifade ederek, şu bilgileri
verdi:
"6 kazı alanında bugüne dek yüzey çalışması veya
müze başkanlığında kazı yapılabiliyordu. Bakanlar
Kurulu'ndan çıkacak kararla artık çalışmalar daha
kapsamlı olarak, kazı ve koruma çalışmalarına
başlanacak.
Hitit, Bizans ve Roma uygarlıklarına ait
buluntulara ulaşılan Yozgat-Kuşaklı Höyük, Roma,
Bizans ve Anadolu Selçuklu'dan izler taşıyan
Afyon-Amorium, iki yıl önce çok nadir rastlanan
gergedana (Ceratotherium Neumayri) ait olduğu
düşünülen bir kafatası fosilinin bulunmasıyla
gündeme gelen Nevşehir-Sofular, cami, kilise ve
Zerdüşt tapınağının bir arada bulunduğu Kars-Ani
Harabeleri, Tunç Çağı'ndan izleri bugünümüze taşıyan
Manisa-Gölmarmara, Kalkolitik Çağ ve Tunç Çağına ait
tabakalanmalar saptanan Eskişehir-Kanlıtaş Höyüğü."
Kazı çalışmaları ile her yıl ortalama 4 binin
üzerinde eserin, bakanlığa bağlı müzelerin
envanterine kaydedildiğini belirten Çelik, kazı
çalışmalarının büyük çoğunluğunun eğitim öğretim
sezonunun başlayacağı eylül ayı ortalarına kadar
sürmesinin beklendiğini bildirdi.
Dünya, 29.06.2014
******
HAZİNE GİBİ DESTEK
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye genelinde kazı
çalışmalarına 43 milyon ödenek aktardı. Anadolu'da
geçmişin izlerinin ortaya çıkarılması için yapılan
kazı ve araştırma sayısı bu yıl 516'dan 570'e
yükselecek.
Anadolu'da
asırlar önce adım adım kurulan ve zamanın toprakla
örttüğü medeniyetler için Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile akademik kadrolar yine işbaşında… İnsanlık
tarihi için bilim yoluna baş koyan eller geçmişi gün
yüzüne çıkarmak için var gücüyle çalışıyor.
Üniversitelerde akademik yılın sona ermesiyle Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Türkiye'nin dört bir
tarafında yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları da
yeniden başladı.
VARİS OLMAKTAN GURUR DUYUYORUZ
Çalışmalarla ilgili konuşan Kültür ve Turizm
Bakanı Ömer Çelik, bir bilim dalı olarak hem somut
tarihi mirasa paha biçilemez katkılarda bulunan hem
de binlerce yıl öncesini bugüne taşıyarak günümüz
insanına düşünce dünyasında farklı kapılar açan
arkeolojik kazıların, tartışmasız bir öneme sahip
olduğunu söyledi. Sadece Anadolu'da bir tek höyükte
temsil edilen medeniyetlerin, ne kadar büyük bir
mirasın üzerinde oturulduğunu çok net şekilde gözler
önüne serdiğini anlatan Çelik, "Bu büyük medeniyet
silsilesinin, bu medeniyet mirasının varisleri
olmaktan gurur duyuyoruz" dedi.
MİRAS GEÇMİŞE DEĞİL, BUGÜNE AİT
Mirasın sadece
geçmişe ait bir mesele olarak görülemeyeceğini
vurgulayan Çelik, "Kültürel mirasa sahip çıkmak, bir
görev olmanın, bir tercih olmanın ötesinde bugünümüz
ve geleceğimiz için bir zorunluluk. Bu mirası koruma
irademiz sürekli gelişen bir eylem olarak devam
edecek ve kültürel bir hassasiyetten çok daha
fazlası, bizim için temel bir siyasal eylem olacak.
Geçen yıl, Türkiye genelinde 516 kazı ve araştırma
çalışması yürütülürken, Bakanlığımız kazı
çalışmalarına 2013 yılında yaklaşık 43 milyon lira
ödenek aktardı. Barındırdığı kültürlerle
'medeniyetlerin beşiği' olarak adlandırılan
Anadolu'da geçmişin izlerinin ortaya çıkarılması
için yapılan kazı ve araştırma sayısının da bu yıl
516'dan 570'e yükselmesi öngörülüyor. Kazılara
ayrılan kaynağın da aynı orantıda artmasını
planlamaktayız" dedi.
6 BÖLGEYE MÜJDELİ HABER
Bakan Çelik, bu kazı döneminde 6 farklı alana
müjdeleri olduğunu ifade ederek, şu bilgileri verdi:
"6 kazı alanında bugüne dek yüzey çalışması veya
müze başkanlığında kazı yapılabiliyordu. Bakanlar
Kurulu'ndan çıkacak kararla artık çalışmalar daha
kapsamlı olarak, kazı ve koruma çalışmalarına
başlanacak. Hitit, Bizans ve Roma uygarlıklarına ait
buluntulara ulaşılan Yozgat-Kuşaklı Höyük, Roma,
Bizans ve Anadolu Selçuklu'dan izler taşıyan
Afyon-Amorium, iki yıl önce çok nadir rastlanan
gergedana (Ceratotherium Neumayri) ait olduğu
düşünülen bir kafatası fosilinin bulunmasıyla
gündeme gelen Nevşehir-Sofular, cami, kilise ve
Zerdüşt tapınağının bir arada bulunduğu Kars-Ani
Harabeleri, Tunç Çağı'ndan izleri bugünümüze taşıyan
Manisa-Gölmarmara, Kalkolitik Çağ ve Tunç Çağına ait
tabakalanmalar saptanan Eskişehir-Kanlıtaş
Höyüğü'nde çalışmalar olacak."
Kazı çalışmalarıyla her yıl ortalama 4 binin
üzerinde eserin, bakanlığa bağlı müzelerin
envanterine kaydedildiğini belirten Çelik,
çalışmalarının büyük çoğunluğunun eğitim öğretim
sezonunun başlayacağı eylül ayı ortalarına kadar
sürmesinin beklendiğini bildirdi.
Akşam, 30.06.2014
|
"KAZI ÇALIŞMASI YAPILAN YERLERDE ESERLER DAHA
KORUNAKLI OLUYOR"

Arkeologlar, kazı yapılan alanlarda kaçak kazı
yapma riskinin az olduğunu belirtiyor. Uzmanlar, tel
örgü ile çevrilmeyen ve bekçi koruması olmayan
yerlerde kaçak kazı riskine açık olduğunu ifade
ediyor.
Myra-Andriake Kazı Başkanı ve Akdeniz
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, kazı çalışması
yapılan yerlerde tarihi eserlerin daha korunaklı
olduğunu söyledi. Kazı çalışması yapılan yerlerde o
yörenin insanında kendi tarihi, kültürel ve
arkeolojik varlıklarına sahip çıkma bilincinin
önemli olduğunu belirten Çevik, bu bilinç olmazsa
bazen o bölgede bulunan içi boş bir su testisine
kulaktan duyma bilgilere bağlı anlamlar yüklenerek,
kaçak kazı yapılmasına neden olabileceğini kaydetti.
Bu topraklarda var olan ve gün yüzüne çıkarılan
her eserin değerli olduğunu belirten Çevik, geçmiş
yıllarda yurtdışına çıkarılan eserlerin yeniden geri
getirilerek ait oldukları yerlerde sergilenmesinin
tarihi öneme sahip olduğunu ifade etti. Her
kaçırılan tarihi eserin o antik kentteki resmin
bütününü yarım bıraktığını belirten Çevik, “Kazı
çalışması olan yerlerde tarihi eserler daha
korunaklı oluyor. Kazı çalışması yapılan yerler
mutlaka tel örgü ile koruma altına alınmalı ve bekçi
olmalı. Bekçide tek kişi değil, vardiyalı olmalı.
Tarihi Ören yerlerinde üç ay kazı çalışması
yapılıyor. Kazı çalışması yapan ekip kazı yaptıkları
bölgeye sahip çıkıyor. Kazı ekibinde çalışanlar o
yörenin insanı olması nedeniyle kendi tarihi
kültürel mirasına sahip çıkma daha fazla oluyor. Her
ne kadar üç kazı çalışması yapılsa da ekip yılın 12
ayı Ören yerine sahip çıkıyor.” dedi.
Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü ve Side Kazı Başkanı Prof.Dr. Hüseyin
Alanyalı, kazı çalışan yerlerde tarihi eserlere
sahip çıkma bilincinin daha yüksek olduğunu söyledi.
Efes’ten sonra ikinci kazı çalışması yapılan yerin
Antalya Side Antik Kent olduğunu belirten Alanyalı,
tarihi Ören yerinde 1947 yılından bu yana kazı
çalışması yapıldığını ve 6 yıldırda bölgede Anadolu
Üniversitesi’nin çalışma yaptığını kaydetti.
Kazı çalışması yapılan yerlerin yapılmayan
yerlere göre daha korunaklı olduğunu anlatan
Alanyalı, “Side ülkemizde 67 yıldır aralıksız kazı
çalışması yapılan nadir yerlerden biri. Onun için
arkeoloji denilince ilk akla Side geliyor. Bu
olgunun oluşmasında Ordinaryus Prof.Dr. Arif Müfid
Mansel ve Prof.Jale İnan’ın katkısı yüksek. Hangi
döneme ait olursa olsun her eser bizim
zenginliğimiz. Kazı çalışması yapılan yer her zaman
korunaklı yerdir.” ifadesini kullandı.
haberler.com, 29.06.2014
|
ASSOS'UN ET YİYEN LAHİTLERİ
Çanakkale'nin Ayvacık
İlçesi'ndeki Assos antik kentinde yöreye özgü taşlardan yapılan dünyaca ünlü
lahitler, içine konan cesetlerin "kısa sürede
tamamen çürüyüp yok olması" nedeniyle "et yiyen"
olarak biliniyor.

Antik kentteki kazıların başkanlığını yürüten
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Nurettin Arslan, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, "lahit" tanımının ilk önce Assos'ta
ortaya çıktığını, kentteki taşları anlatırken
kullanılan bir kavram olduğunu söyledi.

Arslan, 37 ciltlik "Tabiat Tarihi" adlı eseri
bulunan Romalı yazar Plinius'un, Assos'ta bir taş
türü olduğunu ve bundan üretilen lahitlerin içine
konan cesetlerin 40 gün içinde tamamen çürüyüp, yok
olduğunu ifade ettiğini belirterek, "Başka antik
kaynaklarda da buradaki taşların ünüyle ilgili
bilgiler verildiğini biliyoruz. Bu bilgiler
sayesinde andezit taşından, mermerden çok ihtişamlı
lahitlerin yapıldığını tespit ettik" dedi.
Gösterişsiz olmasına rağmen büyük olasılıkla
Plinius'un verdiği bilgi, yaptığı övgüden dolayı
Assos'taki andezit taşından imal edilen lahitlerin
antik dönemde Lübnan, Suriye,
Yunanistan ve Roma'ya ihraç edildiğini aktaran
Arslan, "Bunların bütün örnekleri var. Yunanistan'ın
güneyinde bir batık gemi var. Bu gemide Roma'ya
ihraç edilmek üzere yüklü bulunan Assos lahitlerinin
olduğunu biliyoruz" diye konuştu.

"Ağırlıkları 3 tona yaklaşıyor"
Arslan, lahitlerin içleri boş, işlenmiş olarak diğer
kent ve ülkelere gönderildiğine işaret ederek, şu
bilgileri verdi:
"Lahitlerin gemilerde ve değişik ülkelerde bulunması
bunların ne kadar pahalı olduğunu gösteriyor. Assos
lahitlerinin, Plinius'u okuyan bilinçli insanlar
tarafından özellikle tercih edildiğini rahatlıkla
söyleyebiliriz. Lahitlerin genelde boyu 2 metre 30,
genişliği ise 80-90 santimetre dolayında. Bu
ebattakilerden daha büyük örnekleri de Assos'ta
görmek mümkün. Ağırlıkları 3 tona yaklaşıyor.
Lahitlerin en büyük özelliği malzemesinin andezit
taşı olması ve süslemeleri. Bunlar sadece Assos'a
has örnekler. Örneğin Roma'daki bütün lahitlerin
uzun yüzlerinde 3 çelenk vardır. Assos'ta
yapılanlarda ise bu sayı 2'dir. Assos'ta yapılan
lahitlerin uzun yüzlerinde yer alan tabula ansata
(yazıtın yer aldığı levha kısmı) fincana benzer
şekillerde biçimlendirilmiştir."

Ceseti nasıl çürüttüğü araştırılıyor
Assos'un kuzeyindeki taş ocaklarında, yarım kalmış,
atölyede kesilmiş, iç kısmı kısmen boşaltılmış lahit
örneklerinin hala mevcut olduğuna işaret eden
Arslan, şöyle devam etti:
"Buradaki lahitler önce kabaca dörtgen şeklinde
kesiliyor. İçleri oyuluyor. Üzerindeki süslemelerin
ise götürüldüğü mezarlıkta işlendiğini biliyoruz.
Lahitlerin gerçekten eti yok eden bir taştan mı
yapıldığı konusunda uzun araştırmaların yapıldığını
biliyoruz. Bazı araştırmacılar lahit içinde şap
maddesinin yoğun olarak bulunduğunu ve cesedi bunun
çürüttüğünü ileri sürüyor. Ancak geçmişteki
kazılarda bazı lahitler içinde ele geçen beyaz maddelerin şap olduğunu
söyleyebiliriz. Assoslular belki de taş ocaklarında
çalışırken şapın özellikle deriyi yaktığını fark
etti ya da bu maddeyi başka yerden getirip, ilave
olarak lahitlerin içine koyup etlerin hızlı şekilde
çürümesini sağladı. Böylece Assos lahitlerinin
dünyaca üne kavuştuğunu söyleyebiliriz."
Hürriyet, Haber: Mehmet Bayer, 29.06.2014
|
ASLINDA BİR OSMANLI HAFİYESİ: MATRAKÇI NASUH

Minyatür üstadı, hattat, savaşçı, tarihçi ve
matematikçi Matrakçı Nasuh’u tarif etmek için
kullanılan ansiklopedik sınıflandırmalardan sadece
bazıları…
UNESCO’nun Paris’te açıkladığı yeni programa göre,
450. ölüm yılı dolayısıyla Matrakçı Nasuh da
anılacak. Büyük üstadı anmanın tam zamanıdır…
Doğum tarihi ve ölüm tarihi net olarak bilinmiyor
Matrakçı Nasuh’un. Katip Çelebi’ye göre ölüm tarihi
1533 olsa da bu konuda tarihçilerin münazaraları
devam ediyor. Hakkında bilinenlerse yeni yeni gün
yüzüne çıkıyor. Muhteşem Yüzyıl’da Fatih Al’ın canlandırdığı karakterle beraber daha da
fazla merak edilir hale geldi, son noktadaysa
UNESCO’nun 450. ölüm yıl dönümünü programına
almasıyla sadece popüler kültürün değil, ulusal
kültürün de tekrar ilgi odağına geldi.
Genel kabul görüşe ve Tarihçi Halil İnalcık’a göre
Matrakçı Nasuh, Bosnalı bir devşirmeydi. Boston
Güzel Sanatlar Akademisi’nde İslami Sanatlar ve
Mimari konusunda dersler veren tarihçi Jonathan
Bloom ise Nasuh’un Sultan II. Bayezid döneminin
sonlarına doğru (1500’lerin başı) Enderun’da
matematik eğitimi gördüğüne dair belgeler olduğunu
söylüyor. Döneminde özellikle geometri ve matematik
alanında önemli bir bilim adamı sayılıyordu Matrakçı
Nasuh. Günümüze kadar kalan, uzunluk ölçüsü
cetvelleri ve iki tane kitabı vardır bu alanda;
Cemalü’l-Küttab ve Kemalü’l- Hisab ile
Umdetü’l-Hisab...
ZİRVESİ KANUNİ DÖNEMİ
Bosnalı devşirmeler Osmanlı Sarayı’nda 1-0 önde
başlarlar hayatlarına tabiri caizse. Sokollu Mehmet
Paşa koca ülkeyi adeta kendisi yönetecek kadar ileri
çıkmıştır. Matrakçı Nasuh da çok sık padişahların
etrafında bulunmuş biri. II. Bayezid ve I. Selim’e
adadığı kitapları bulunmakta. Ama tarihçilerin
birleştiği bir nokta var; hem popülerliğinin hem de
sanatının zirve noktası Kanuni zamanı. Üç nüsha
halinde yayımlanan Süleymanname kitabında Kanuni
Sultan Süleyman devrini anlatarak, tarihe de ışık
tutmuştur. Aynı zamanda bir tarihçi olarak
anılmasına sebep olan eserlerden biri de Fetihname-i
Karabuğdan’dır ve Kanuni’nin İran seferini anlatır.
Kanuni ile iyi dost olduğu sanılan Nasuh, bizzat
padişahın emriyle Fransa Kralı I. François’ya destek
amaçlı olarak Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki
donanmaya katılmış ve durduğu limanları
resmetmiştir.
MATRAK’IN MUCİDİ
Kendisi Matrakçı lakabıyla anılır. Matrak
sopalarla oynanan bir dövüş ustasıdır ve Nasuh da bu
konuda ustadır. Hatta bu oyunu başka oyunlardan
esinlenerek keşfettiği sıkça söylenir. Çok iyi bir
dövüşçü olması dolayısıyla ‘silahi’ adıyla da anılır
hatta. Birçok kılıç ve mızrak müsabakasında
ustalığını gösterdiği için Kanuni ona ‘usta’
unvanının verilmesi için ferman hazırlatmıştır.
Silah kullanımı ile ilgili ‘Tuhfet-ul Guzat’ isimli
bir kitap da yazmıştır.
RESMİN GÜNAH SAYILDIĞI BİR DÖNEM…
Tüm bu özellikleri onu en büyük önem taşıdığı
alanda ilerlemesine sebep olmuştur; minyatür.
UNESCO’nun da destek verdiği projede Matrakçı
Nasuh’un minyatürlerini çiniye işleyen Fahri
Çetinkaya farklı bir noktaya dikkat çekiyor;
“Kendisi bildiğiniz gibi, resmin günah ve yasak
sayıldığı dönemlerde bir anlamda bu durumu
delmiştir, yayılmasına sebep olmuştur. Avrupa’da
Rönesans’ın olduğu dönem... Bakın mesela
minyatürlerinde insan yüzü yoktur. En fazla hayvan
figürleri olur. Daha çok yerler ve bitkiler olur. Bu
Osmanlı sanatında bir ilktir aslında. Ama daha
önemlisi nedir biliyor musunuz? Kanuni Sultan
Süleyman seferlerden önce, Nasuh’u gönderir ve
resmettirirmiş her şeyi. Zayıf ve kuvvetli yerler
neresi? Nerede dere var? Stratejik bir avantaj nasıl
sağlanabilir? Kalenin zayıf yanı nedir? Bunları
düşünüp savaş stratejisini belirlermiş mesela. Nasuh
silahta da usta ama asıl stratejik olarak çok önemli
bir Osmanlı hafiyesi aslında.”
Akşam, Haber: Kaan Kavuşan, 29.06.2014
|
AKIBETİ DİĞERLERİ GİBİ OLMASIN!

Üsküdar’daki Fethipaşa Korusu’ndaki Hüseyin Avni
Paşa Köşkü sebebi henüz belli olmayan bir yangınla
kül oldu. Köşk içinde bulunduğu koruyla birlikte 25
Aralık yolsuzluk soruşturmasında ifade veren işadamı
Mehmet Cengiz’e satılmış, Cengiz, köşkü restore
edeceğini dile getirmişti. Ancak çıkan yangın
akıllara ‘acaba yanan tarihi köşk ne olacak?’
sorusunu getirdi. Çünkü daha önce yanan tarihi
mekanların birçoğu eski işlevini yitirdi. Kimi otel
kimi sosyeteye düğün mekanı kimisi ise bakana makam
odası oldu. İşte yanan tarihi binaların bazıları ve
akıbetleri.
GAZİOSMANPAŞA ORTAOKULU, OTEL OLUYOR
Ortaköy’de bulunan Fehime Sultan Yalısı ‘Hanım
Sultan Sarayları’ olarak geçen bir dizi yalıdan
biriydi. Son olarak Gaziosmanpaşa Ortaokulu olarak
kullanılan yalı, 2002 yılının temmuz ayında tamamen
yandı. Uzun süre otopark olarak kullanılan yalı ilçe
halkının eğitime kazandırılması için açtığı davalara
rağmen THY’ye satıldı ve 7 yıldızlı otel yapılıyor.
HAYDARPAŞA GARI OTEL Mİ OLACAK?
Haydarpaşa Garı'nın çatısında 28 Kasım 2010'da
yangın çıktı ve tarihi yapı büyük hasar gördü. O
günden bu yana restore edilmeye bekleyen garın otel
yapılacağı öne sürülüyor. Haydarpaşa Garı ve çevresi
için düşünülmekte olan
proje
belediye ve koruma kurulunca onaylandı.
ÜSTÜ BAKANA MAKAM ALTI MÜZE
İstanbul Milli
Eğitim Müdürlüğü’nün Cağaloğlu’ndaki tarihi
binası 2012 yılında tamamen yandı. Bina için
restorasyon projesi hazırlandı. Restorasyon sonrası
üst katlar Milli Eğitim Bakanı’nın İstanbul’daki
makamı, alt katları ise milli eğitim müzesi olarak
hizmet verecek.
SAİT HALİM PAŞA VE ESMA SULTAN YASI
DÜĞÜNLERE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR
Tarihi Sait Halim Paşa Yalısı 1995 yılında şaibeli
bir yangının kurbanı oldu. Geçirdiği restorasyondan
sonra özellikle düğünler için kullanılan popüler bir
mekan haline geldi.
Boğaz’a nazır Esma Sultan Yalısı da yangın sonrası
işlevini yiten tarihi binalardan biri. Sultan I.
Abdülhamid’in kızı olan ve Çerkez Mehmed Paşa’yla
evlenen Esma Sultan için 1778 ile 1848 yılları
arasında yapılan yalı, önce okul sonra tütün deposu
olarak kullanılmış. 1975 yılında çıkan yangında
yalıdan geriye dört duvar kaldı. 1990’larda buradaki
kalıntılar içine cam ve çelik konstrüksiyon
giydirilerek sosyete düğünlerine ev sahipliği yapan
mekana dönüştürüldü.
Radikal, Haber: Ercan Sarıkaya, 29.06.2014
|
BERGAMA'YA 1 MİLYONLUK YOL
UNESCO Dünya Mirası Listesine giren Bergama, artık
rahatça gezilebilecek! Doğal bir düzlüğün olmaması
nedeniyle yüzyıllardır teraslama ile yer kazanılan
antik kente gezi güzergahı oluşturuluyor.
2012’de başlayan 1 milyon TL ödenekli proje,
Ağustos ayı başında sona erecek. Proje ile net bir
gezi güzergahı oluşturulacak, engellilerin alanı
rahatça dolaşması sağlanacak. Ahşap travers döşemeli
gezi yolları, maket alanlar, kameralı güvenlik
sistemi ile Bergama, turizmin önemli merkezlerinden
biri haline gelecek. Farklı bir kent yapısı bulunan
Bergama, Helenistik, Roma, Doğu Roma ve Osmanlı
Dönemlerine ait katmanları bünyesinde barındırıyor.
Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 29.06.2014
|
|
HÜSEYİN AVNİ PAŞA KÖŞKÜ KÜL OLDU

İstanbul’da bir tarih daha alevlere teslim oldu.
Üsküdar Fethipaşa Korusu’nda bulunan ve koruma
altında olan tarihi Hüseyin Avni Paşa Köşkü, dün
öğleden sonra çıkan yangında kül oldu. Köşkün yer
aldığı koruluğu 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet
operasyonunda adı geçen işadamı Mehmet Cengiz satın
almıştı. Köşkün ilk sahibi Hüseyin Avni Paşa ise
Sultan Abdülaziz döneminde sadrazamlık yapmış
darbeci isimlerden biriydi. Paşa, 1876’da
Abdülaziz’in hallinde rol almıştı.
Alınan bilgiye göre,
saat 17.00 sularında yakılan bir ateş, rüzgarın
etkisiyle Hüseyin Avni Paşa Köşkü’ne sıçradı.
Yangını söndürme çalışmalarına Üsküdar, Kadıköy ve
Çengelköy itfaiye ekipleri katıldı. Havadan
helikopter desteğinin de verildiği yangın, uzun
uğraşların sonucu kontrol altına alındı. Ancak
Fethipaşa Korusu içindeki Hüseyin Avni Paşa Köşkü
tamamen yandı. Soğutma çalışmalarına yangın söndürme
helikopteri de destek verirken, Anadolu yakasındaki
yangın Avrupa yakasından da görüldü. ‘Hüseyin Avni
Paşa Korusu’ olarak anılan alanın, 25 Aralık
yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda şüpheliler
arasında adı geçen işadamı Mehmet Cengiz’e satıldığı
gündemde yer almıştı. Konuya ilişkin açıklama yapan
TMSF şu bilgileri paylaşmıştı: “Cumhuriyet
Gazetesi’nin 18.03.2014 tarihinde manşetinden vermiş
olduğu ‘Koruyu satmışlar’ başlıklı haberle ilgili
kurumumuz kayıtlarında yapılan incelemede; Hüseyin
Avni Paşa Korusu olarak bilinen Üsküdar’daki
taşınmazın 65/100 hissesi 19 milyon 200 bin TL
muhammen bedelle ihaleye çıkarılmıştır. Hukuka uygun
olarak yapılan ihaleye, birden fazla alıcı iştirak
etmiş, sözü edilen gayrimenkul için Cengiz İnşaat
San. ve Tic. A.Ş. en fazla artırımı yapmıştır. Adı
geçen firmaya, 31 milyon 690 bin 132 TL üzerinden
taşınmazın satışı gerçekleştirilerek tapu devri
23.11.2007 tarihinde yapılmıştır.”
Zaman, Haber: Nuri Soylu, 29.06.2014
******
TARİHİ YALI, MEHMET CENGİZ'E BEDELSİZ OLARAK MI
VERİLDİ?
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin
Tanrıkulu, önceki gün çıkan şüpheli yangında küle
dönen Hüseyin Avni Paşa Yalısı’nın hangi gerekçe ile
adı yolsuzluk soruşturmasında geçen işadamı Mehmet
Cengiz’e verildiğini Meclis’e taşıdı.
Tanrıkulu, Başbakan
Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın
cevaplaması talebiyle verdiği soru önergesinde,
“Yalı, hangi gerekçe ile Cengiz İnşaat AŞ’ye sıfır
(0) TL bedelle verilmiştir?” diye sordu. İşte CHP’li
vekilin diğer soruları: “Tarihi Hüseyin Avni Paşa
Yalısı’nın TMSF tarafından 2012 yılında sıfır TL
bedelle Cengiz İnşaat AŞ’ye verildiği iddiası doğru
mudur? Gerekçesi nedir? Cengiz İnşaat AŞ’nin
restorasyon projesinin Anıtlar Yüksek Kurulu
tarafından 23 Haziran 2014 tarihinde
değerlendirilerek restorasyon için ön izin
verilmesinden sadece 5 gün sonra tarihi yalının
şüpheli biçimde tamamen tahrip olması tesadüf müdür?
Yalı bir rant projesi uğruna bir kundaklamayla mı
yok edilmiştir?”
Zaman, 30.06.2014
******
HÜSEYİN AVNİ PAŞA KÖŞKÜ MECLİS GÜNDEMİNDE
CHP
Milletvekilleri, Hüseyin Avni Paşa Köşkü'ndeki
yangını TBMM gündemine taşıdı. CHP Konya
Milletvekili Atilla Kart, TBMM
Başkanlığına Başbakan Yardımcısı
Bülent
Arınç tarafından cevaplandırılması, CHP
Genel Sekreteri Gürsel Tekin de,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.
CHP Milletvekili Kart, önregesinde şu ifadelere
yer verdi:
* Taşınmazın 65/100 hissesi , Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu adına kayıtlı iken , 23.11.2007
tarihinde "31.690.132 YTL" bedel ile Cengiz İnşaat
Sanayi ve Ticaret A.Ş'ne satılmıştır.
* Tapu kaydında ve imar durumundaki kayıt, şerh
ve kısıtlamalara rağmen; Koru içinde bulunan köşkün
restorasyonu için 23 Haziran 2014 tarihinde "ön
izin" verildiğine dair bilgiler basına yansımıştır.
Bu iznin verilmesinden 5 gün sonra ise, 28 Haziran
tarihinde içimizi acıtan – kanatan kuşkulu yangın
gerçekleşmiştir.
- Soru önergesi formatı içinde "kuşkulu yangına"
yönelik olarak "daha öte" bir değerlendirmeyi bu
aşamada yapmıyoruz. Konunun birden fazla Bakanlığı
ilgilendirmesi sebebiyle , önerge Hükümet Sözcüsü
konumunda olan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a
yöneltilmiştir.
Mevcut bulgulara göre, aşağıdaki konuların ivedi olarak cevaplandırılmasını talep ediyoruz;
(1) TMSF'nin , Cengiz Grubuna 23.11.2007
tarihinde tapuda intikal ettirdiği 65/100 hissenin,
"TMSF'den önceki maliki" kimdir?
-- TMSF hangi hak ve alacağına karşılık, bu
taşınmaza hangi bedel karşılığında , hangi tarihte
el koymuştur?
--Taşınmazın diğer 35/100 hissesi Kim'e aittir?
Bu hisse de Cengiz Grubuna mı aittir? Bu hisse,
Cengiz Grubuna ait ise hangi yol ve yöntemle bu
Gruba intikal etmiştir
(2) TMSF, yukarıda sözü edilen 65/100 hisseyi
hangi satış yöntemiyle Cengiz Grubuna satmıştır?
Kamuya açık ihale yapılmış mıdır? Satışa dair basın
yoluyla ya da başka yol ve yöntemlerle ilan ve
duyurular yapılmış mıdır?
(3) İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ve Anıtlar
Yüksek Kurulunun yukarıda sözü edilen "kayıtlarına ,
şerhlerine ve kısıtlamalarına" rağmen ; restorasyon
izni ya da başka bir işlem adı altında hangi
gerekçeyle Cengiz Grubuna "ön izin" verilmiştir? Bu
yönde basında çıkan haberler doğru mudur?
(4) Koru'da mevcut olan ağaçların türü ve sayısı
kayıt altında mıdır?
(5 )28 Haziran tarihinde vuku bulan yangına
kasıtlı olarak geç müdahale edildiği yolundaki iddia
ve bulgular sebebiyle; bu iddiaların tahkiki,
kamuoyundaki kuşkuların giderilmesi ve maddi
gerçeğin ortaya çıkması amacıyla ; öncelikle idari
inceleme ve soruşturma ve akabinde de adli mercilere
suç duyurusunda bulunma sürecini başlatacak mısınız?
CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin de 'Son 12 yıl
içinde İstanbul yangın yerine dönmüş, aralarında
Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu, Kılıç Ali Paşa
Camii, Hünkar Kasrı, Kapalı Çarşı, Cağaloğlu İl
Milli Eğitim Müdürlüğü, Kara Mustafa Paşa Camii,
Acemoğlu Hamamı, Galatasaray Üniversitesi, Çırağan
Sarayı ve Haydarpaşa Garı'nın da bulunduğu
İstanbul'un tarihi mirası ranta kurban edilmiştir.
Bu olaylar tesadüf demek mümkün müdür? Biz bu
olayları manidar buluyoruz!'' diyerek, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın yazılı olarak cevaplaması
istemiyle TBMM Başkanlığı'na soru önergesi verdi.
TALANCI POLİTİKALAR
TBMM'ye sunduğu önerge sonrası ''İstanbul CHP İl
Başkanlığı görevim esnasında, 17. yüzyıldan günümüze
kalan Acemoğlu Hamamı üzerinde başlayan kaçak
inşaata dair Eminönü Belediyesi'ne ve Cumhuriyet
Savcılığı'na suç duyurusunda bulunmamıza rağmen tüm
soruşturmaların engellenerek tarihi hamamın otel
inşaatı içine 'kundaklanışı' AKP hükümetinin rant
odaklı politikalarının kanıtlarından biri olarak
hafızalardadır.'' ifadelerini kullanan Tekin; ''Bu
talancı politikalar Türkiye'nin uluslararası imajına
büyük yaralar açarak, UNESCO'nun İstanbul'u dünya
mirasından atmasını dahi gündeme getirmiştir. ''
dedi.
CHP Genel Sekreteri Gürsel tekin'in Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'a yönelttiği sorular ise şöyle;
1. Fethipaşa Koru'sunda çıkan yangına, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş
tarafından Ocak 2014'te büyük şaşa ile tanıtılan,
'Alev Kartalı' olarak adlandırılan yüksek maliyetli
helikopterler zamanında müdahale etmiş midir?
2. Anıtlar Kurulu tarafından koruma altına alınan
ve ahşap taşıyıcı sistem üzerine kurulu olmasından
kaynaklı yangın tehlikesine açık olan köşkte gerekli
önlemler neden alınmamıştır?
3. Çıkan yangın sonucu tamamıyla tahrip olan koru
içindeki tarihi Hüseyin Avni Paşa Yalısı'nın TMSF
tarafından 2012 yılında 'sıfır Türk Lirası' bedelle
Cengiz İnşaat A.Ş. tarafından satın alındığı iddiası
doğru mudur?
4. 2002 yılından bu yana İstanbul'da otel ve iş
alanı olarak imara açılan bölgelerde toplam kaç
tarihi yapı talan tehdidi altındadır?
5. 2002-2014 yılları arasında İstanbul'da kaç
tarihi yapıda yangın çıkmıştır? Bu yangınlara dair
kaç soruşturma açılmış, kaçı sonuçlanmıştır?
6. Yüzölçümü 130 bin metrekare olan Yunanistan'ın
Dünya Mirasları listesinde 16 eseri varken, 779 bin
metrekare yüzölçümü ile Anadolu medeniyetleri beşiği
olan Türkiye'nin bu listede kaç eseri vardır?
Listedeki eserlerin korunma ve muhafazasına yönelik
nasıl bir politika izlenmektedir?
Gerçek Gündem, 30.06.2014
******
ŞEHİR YANMIŞ, KÖŞK YANSA ÇOK MU?
Üsküdar’daki
tarihi Fethipaşa Korusu’nun içinde bulunan özel alan
bugüne kadar kaç defa el değiştirdi...
Mocanlar’a ait olan köşkler... Cumhuriyet’in ilk
zenginlerinden Nuri Demirağ’ın adıyla anılan koru...
Sonraki yıllarda işadamı Demir Karamancı’ya
geçmişti. Karamancı Ailesi, 1985’te koruyu Araplar’a
satmıştı. 1988’de koruyu açık artırmayla alan Süzer
Ailesi, “İleride belki 5 yıldızlı bir otel
yapabiliriz” açıklamasında bulunmuştu... Ama orası
1. derece tarihi eser ve sit alanı olduğu için bu
“hayali” bugüne kadar kimse gerçekleştiremedi. Bu
korunun içinde 150 yıllık tarihi Hüseyin Avni Paşa
Köşkü’nü bugüne kadar gelip geçen bütün bu aileler
korumayı başardı. Ta ki günümüze kadar... Yakın
geçmişte TMSF’ye geçtikten sonra koru açık
artırmayla Cengiz İnşaat’a geçti... 19 milyon 200
bin liraya satışa çıkan koru, ihalede 31 milyon 690
bin liraya satıldı. Hani 17 Aralık tapelerinde
millete küfrettiği iddia edilen ve üçüncü havalimanı
inşaatını üstlenen şirketlerden olan Cengiz
İnşaat’a...
Ve önceki gün bu korunun içinde bulunan 150 yıllık
Hüseyin Avni Paşa Köşkü yandı bitti kül oldu...
Bilmeyenler için söyleyeyim, Fethi Paşa Korusu halka
açıktır ama söz konusu köşkün bulunduğu arazi özel
mülkiyettir. Kimse giremez, etrafı kapalıdır...
Yani birileri izmarit atmış da yangın çıkmış, mangal
yapmış da köşkü tutuşturmuş durumu söz konusu
değildir. Orada çıkan yangının temel sorumlusu
köşkün ve arazinin yeni sahiplerinden başkası
değildir. Şimdi Cengiz İnşaat “yangından” sonra
yaptığı açıklamada diyor ki; “Aslına uygun olarak
köşkü yeniden yapacağız...” İyi de bunu isteyen kim?
Yapmanız gereken, köşkü aslına uygun olarak yeniden
yapmak değil...
Aslını 150 yıllık tarihine saygı göstererek
korumaktı... Bunu yapmadınız... Sorumluluğunuz
altındaki bu şehrin tek taş mücevherlerinden birinin
yok olmasına neden oldunuz. Şimdi aslına uygun
olarak yeniden inşaa edin...
Nasıl olsa ortada tarihi bir yapı yok artık,
istediğiniz gibi sağından solunda 5-10 metre taşın,
yüksekliğini artırın... Bu arada korunun içinde
ağaçları kesip yanına bir kaç da villa kondurun...
Tarih boyunca Fethipaşa Korusu’na kimsenin
yapamadıklarını yapın...
İster otel yapıp işletin, ister villa yapıp satın...
Ama mutlaka yanına bir AVM kondurmayı unutmayın!
Nasıl olsa şehir yanmış, bir köşk yansa çok mu...
Hürriyet, Yazı: Cengiz Semercioğlu, 30.06.2014
******
"KÖŞKÜN KUNDAKLANDIĞINA İNANIYORUZ"
Hüseyin Avni Paşa ile aynı ismi taşıyan torunu
gazeteci Hüseyin Avni Gelendost, cumartesi günü
çıkan yangında kül olan dedesine ait köşkün
kundaklan-dığına inandığını söyledi.
Antalya’nın
Manavgat İlçesi'nde bir yerel gazetenin sahibi olan
torun Gelendost, Üsküdar’daki Fethipaşa Korusu
içinde yer alan 110 odalı 142 yıllık dede yadigarını
kaybetmenin derin üzüntüsü içinde olduklarını
kaydetti. Gelendost, Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nde
çıkan yangının gerçek hedefinin; dedesinin isminin
silinmesi ve bölgenin ranta açılması olduğunu ifade
etti. Köşkün torunlara verilmesiyle ilgili hukuki
girişimin devam ettiğini belirten Gelendost, köşkün
bir dönem İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne şartlı
olarak verildiğini, ardında satışa çıkarılmasını
üzüntü ile takip ettiklerini söyledi.
TAKİPÇİSİ OLACAĞIZ
Yangın sonucu kül olan tarihi köşkün, iş adamı
Mehmet Cengiz tarafından 2009 yılında TMSF’den satın
aldığını belirten Gelendost, “Dedemize ait köşk
yandı ve kül oldu. Yangının kundaklama olduğuna
inanıyoruz. Torunları olarak olayın sonuna kadar
takipçisi olacağız. Köşkle birlikte dedemiz Hüseyin
Avni Paşa’nın hatıraları yandı. Torunları olarak
hukuki takipçiliğini sonuna kadar sürdüreceğiz”
şeklinde konuştu.
Taraf, 01.07.2014
******
HÜSEYİN AVNİ PAŞA KÖŞKÜ'NDEKİ YANGININ SIRRINI
İTFAİYE RAPORU ÇÖZECEK
Üsküdar’da Hüseyin Avni Paşa
Korusu’ndaki koruma altında olan Hüseyin Avni
Paşa Köşkü’nün kül olmasına neden olan yangının
sebebini itfaiye raporu çözecek. DHA Gökyüzü
kamerasıyla bugün çekilen görüntülerde bitki
örtüsünün ortasında bulunan köşten yükselen
alevlerin, korudaki ormanlık alana
sıçramamasının büyük bir şans olduğu ortaya
çıktı.
Tarihi Hüseyin Avni Paşa Köşkü geçtiğimiz
günlerde çıkan ve sebebi henüz belli olmayan bir
yangında kül olmuştu. Görgü şahitlerinin
ifadelerine göre çatıdan başladığı öğrenilen
yangın havadan ve karadan yapılan çalışmalar
tarafından söndürülmüş, ancak binadan geriye bir
şey kalmamıştı.
Olay yerinde inceleme yapan itfaiye ekiplerinin
hazırlayacağı raporun yangının çıkış sebebini ortaya
çıkaracağı belirtildi. Enkaz üzerinde incelemelerin
sürdüğü belirtilirken itfaiye raporunun önümüzdeki
günlerde hazırlanması bekleniyor.
Öte yandan kül
olan Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün havadan yapılan
çekimlerinde alevlerin Fethi Paşa Korusu’nda bulunan
ormanlık alanana sıçramamasının büyük şans olduğu
belirtildi.
Tamamen yanan ve küle dönen ahşap
köşkten yükselen alevlerin binanın yanında bulunan
birkaç ağaca zarar verdiği itfaiye ekiplerinin yoğun
müdahalesi ve havanın rüzgarsız olmasının alevlerin
diğer ağaçlara sıçramasını önlediği belirtildi.
Hürriyet, Haber: Ali Aksoyer, 01.07.2014
|
TARİHİ ATATÜRK ORTAOKULU KAPANIYOR

Ankara Ulus'taki tarihi Atatürk Ortaokulu, Yıldırım
Beyazıt Üniversitesine Ek Hizmet Binası yapılacağı
gerekçesiyle kapatılmak isteniyor. Okulda öğrenim
gören öğrencilerin akıbeti hakkında hiçbir bilgi
vermeyen İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün öğrenci
velilerinin itiraz dilekçelerini de dikkate almadığı
bildirildi. Atatürk’ün bizzat kurduğu okullardan
biri olan Atatürk Ortaokulu'nun kapatılacağı
duyuruldu. Ulus’un merkezinde bulunan ve tarihi eser
niteliğindeki okul binası Yıldırım Beyazıt
Üniversitesi için ek hizmet binasına dönüştürülecek.
Okulun gelecek dönem kapanacağını duyuran okul
müdürlüğü, 390 öğrencinin hangi okula nakledileceği
hakkında da hiçbir bilgi vermedi. Kapatılmanın
durdurulması için Ankara İl Milli Eğitim
Müdürlüğü'ne başvuran öğrenci velileri ise olumlu
sonuç alamadı. Okulun kapanmasına karşı çıkan
veliler seslerini duyurmak için 2 Temmuz Çarşamba
saat 13.00’de Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü
önünde oturma eylemi gerçekleştirecek.
YAPABİLECEĞİMİZ HİÇBİR ŞEY YOK
Bu durumdan mağdur olan öğrenci velileri BirGün’e
yaptıkları açıklamada, itirazlarının Ankara Milli
Eğitim Müdürlüğü tarafından dikkate alınmadığını
savundu. Veliler, İl Milli Eğitim Müdürü'yle de
görüştüklerini fakat yetkililerden “Bu konuda
yapabileceğiniz hiçbir şey yok“ yanıtı aldıklarını
belirtti.
AYGÜN'DEN DESTEK
Atatürk Ortaokulu’nun öğrencileri ve velileri
TBMM’de CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ile
bir basın toplantısı düzenledi. Aygün, Milli Eğitim
Bakanlığı'nın okulu kapatma kararını eleştirerek,
tarihi okul binasının bir rant kapısı olarak
görüldüğünü, öğrencilerin mağdur edildiklerini
belirtti. Öğrencilerin ve velilerin gösterdikleri
çabaya rağmen olumlu sonuç alamadıklarına kaydeden
Aygün, ilgili makamların bu konuya tepkisiz
kaldığını vurguladı. Çağdaş Hukukçular Derneği
Temsilcisi ve ailelerin avukatı Aytaç Ünsal ise
dernek olarak öğrencilerin eğitim haklarını korumak
için yasal girişimlerde bulunacaklarını açıkladı.
Birbün, Haber: Dilek İçten, 28.06.2014
|
RÖLYEFLER KAYIP HEYKEL DÖKÜLÜYOR

Kurtuluş Savaşı’nda düşmanın
durdurulduğu nokta olan Polatlı’da, dönemin üst
düzey protokolü tarafından temeli atılan, daha
sonra yarım kalan panoramik müze ve 22 metrelik
‘Dur Yolcu’ Anıtı, kaderine terk edildi. Savaşı
tasvir eden rölyefler kaybolurken, heykelin de
parçaları dökülmeye başladı.
Kurtuluş Savaşı’nın en önemli cephelerinden biri
olan Polatlı’da, yapımına başlanan ve altı
yıldır bitirilemeyen “Sakarya Savaşı Panoramik
Müzesi” çürümeye terk edildi. Dünyanın en büyük
ve tek parça tuvalinde Sakarya Savaşı’nın
anlatılacağı müzenin, hakkında çıkan yolsuzluk
iddiaları ve maddi kaynak sıkıntısı nedeniyle
altı yılda sadece kaba inşaatı tamamlandı.
Bir dönem savaşın en çetin geçtiği yer olarak
bilinen Kartal Tepe böylece sahipsiz kaldı.
Müzenin üzerinde bulunan 22 metrelik ‘Dur Yolcu’
Anıtı ise parça parça dökülmeye başladı. Heykel,
ünlü heykeltıraş Prof.Dr. Sait Rüstem
tarafından 8 ayda yapıldı. Heykelin kaidesini
çepeçevre saran profil demir üzerine monte
edilen Sakarya Savaşı’nı anlatan rölyefler
vardı. Ancak bu rölyefler şu anda yerinde yok.
Rölyefleri tutan profil demirlerin hepsi de
sökülerek çevreye saçıldı. Kaidenin taşları
dökülürken, duvarlarına spreyle çeşitli yazılar
yazıldı. Sergi salonu olarak düşünülen kaidenin
alt tarafı ise demir parmaklıklarla örülürken
terkedilmiş durumda. Heykelin kaidesinin üstünde
görünen parça da, heykelden koptu. Uzmanlar
heykelin parçalar halinde dökülebileceğini ifade
etti.
Protokol açmıştı
Türkiye'nin en büyük Mehmetçik Anıtı olarak 6
Ağustos 2008 tarihinde açılışı yapılan programa,
dönemin
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar
Büyükanıt, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım,
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral
İlker Başbuğ, Koç Holding Yönetim Kurulu
Başkanı Mustafa Koç ile üst düzey sivil askeri
erkan katılmıştı. Sakarya Savaşı Zaferi'nin
kahramanlarına ithafen yapılan anıtın parça
parça dökülmesi ise utanç verici bir durum
olarak nitelendirildi.
Hürriyet, 28.06.2014
|
TÜRK MERMERİ TARİHE HAYAT VERDİ
Zengin mermer rezervlerine sahip Türkiye'nin
doğal taş ürünlerine olan ilgi artarak devam
ediyor. Körfez ülkeleri, Türki cumhuriyetler ve
Rusya'da büyük ilgi gören Türk mermeri
gündelik hayattan tarihi yapıtlara kadar bir çok
alanda kullanılıyor. Türk firması Lotus Taş'ın
geçtiğimiz günlerde Rusya'da üstlendiği bir
uygulama projesi bunun son örneği.
Rusya’nın
en gözde yapılarından tarihi Garibaldi
Şatosu'nun mermer restorasyon ihalesini kazanan
Lotus Taş, bu önemli yapıyı çok kısa zamanda
eski görkemli günlerine döndürdü. Lotus Taş’ın
Yönetim Kurulu Başkanı
Hakan Demir, “kalenin iç mermer bezemeleri,
heykel restorasyonları ve dış lüzey mermerleri
kısa sürede yenilendi” dedi.
Konya ve
Elazığ'da ocakları olan ve
Ankara'da dış ticaret ağırlıklı faliyet
gösteren Lotus Taş, Türk mermerini 26 farklı
ülkeye ihraç ediyor. Hammadde ihracının yanı
sıra
Ukrayna,
Gürcistan, Rusya ve
Azerbaycan'da bulunan ofisleri ile Türk
mermerinin uygulamalarını da üstleniyor.
Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Demir,
“Türk mermerinin yurtdılına ihracatının ülkemiz
ekonomisi açısından büyük önem taşıdığına
inanıyoruz.
ekonomi bakanlığı’nın tanıtım konusuna
ayrıca eğilmesi gerekiyor. Türkiye doğal taş
alanında
Avrupa ve Asya'nın çekim merkezi olma
yolunda. Bu fırsatı iyi değerlendirememiz
gerekiyor" dedi.
Milliyet, 28.06.2014
|
'FARUK ÇELİK KÜLTÜR MERKEZİ'NİN ADI REFERANDUMLA
DEĞİŞTİRİLDİ

Bursa'nın Mudanya
İlçesi'ne 30 Mart yerel
seçimlerinde mahalle olarak bağlanan eski Tirilye
Belde Belediyesi'nin, İl Özel İdaresi tarafından
restore edilerek 'Faruk Çelik Kültür Merkezi' adı
verilen tarihi kilisenin adı, mini referandumla
'Trilya' olarak değiştirildi.
Yerel seçimlerden önce, Mudanya İlçesi'ne bağlı
AKP'li
Belediye Başkanı'nın yönettiği belde iken,
nüfusu 2 binin altında kaldığı mahalle statüsüne
geçip, Belediye Başkanlığını
CHP 'li Hayri Türkyılmaz'ın yaptığı Mudanya'ya
bağlan Trilye'de, mini referandum yapıldı.
Bursa İl Özel İdaresi tarafından resterasyonu
gerçekleştirildikten sonra Çalışma ve
Sosyal
Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'in adı verilip
Kültür Merkezi'ne dönüştürülen 136 yıllık eski
kilisenin adının değiştirilmesi için Mudanya
Belediye Meclisi karar aldı. Alınan bu kararın
ardından, mahalle sakinleri dün oy kullandı. Bin 406
seçmenden 473'ü, Kültür Merkezi'nin adının
değiştirilmesi için Mudanya Belediyesi Kültür ve
Sanat Komisyonunca belirlenen, Trilya, Şükrü Çavuş,
Kara Fatma ve Mehmet Ağa isimlerinin arasında tercih
yaptı.
Mini referandum sonunda, 449 oy ile kültür
merkezinin adının, 'Trilya' olarak değiştirilmesine
karar verildi. Yapılan oylamada, Şükrü Çavuş adına
2, Kara Fatma ismine 1 oy çıktı. Seçimlerde
vatandaşlardan 21'i kendilerine göre isim yazdı.
BELEDİYE MECLİSİNDE GÖRÜŞÜLECEK
Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz, mini
referandumda halkın önüne şeffaf sandık koyduklarını
belirterek, "Tirilyelilerin kendi mahallelerinde
bulunan Kültür merkezinin adını yine kendilerinin
belirlemesini istedik. Tirilye Faruk Çelik Kültür
Merkezi adının dışında Komisyonumuz dört tane isim
tesbit etti. Bu isimler referandumda Tirilyelilere
sunuldu. Tirilye, özgür iradesiyle severek,
isteyerek Trilya Kültür Merkezi adını benimsedi.
Şimdi Temmuz ayı meclisinde görüşülerek karara
bağlanacak. Tirilye halkına ve Mudanyamıza hayırlı
uğurlu olsun" dedi.
Radikal, Haber: Tarık Arslan, 28.06.2014
|
KALE KAZILARI YENİDEN BAŞLAYACAK

Elazığ’ın tarihi kenti Harput’ta geçtiğimiz
yıllarda ara verilen kale kazısı
çalışmalarına bu yıl yeniden başlanacak.
Elazığ Valisi
Ömer Faruk Koçak, Harput ile ilgili çok
önemli projeler hazırladıklarını, bunlardan
birinin de kale kazısının yeniden
başlatılması olduğunu belirtti.
Vali Koçak, “Biz
bu yıl Harput Kalesi kazısına yeniden
başlayacağız ancak Fırat Üniversitesi ile
birlikte bu kazıyı yapacağız” dedi.
Vali
Koçak,“Harput Kalesi’nde başlatılan ancak
birkaç yıldır yapılmayan kazı çalışmaları
için yaptığımız girişimler olumlu sonuç
verdi. Fırat Üniversitesi işbirliği ile
yapacağımız bu kazıda Doç.Dr. İsmail Aytaç
başkanlığındaki bir ekiple kazı
çalışmalarına başlanacak. Kazı çalışmaları
için ödeneğimiz var. İl Özel İdaresi’nin
yanında Kalkınma Bakanlığı’ndan da bütçe
talebinde bulunduk ve bu çalışma için
kullanılacak bütçeyi oluşturduk. Tabi burada
önemli olan kazılarda çıkacak tarihi
eserlerin bakımı. Çünkü yer altında
asırlardır bulunan bu eserlerin gün ışığına
çıkarılması durumunda korunmaları ve
muhafazası önemli. Bu konuda gerekli
çalışmaları da yapacağız.
Bunun yanında
Harput’un aslına uygun olarak yeniden
yapılması çalışmaları söz konusudur. Bunun
için de Harput’un 1/500 ölçeğinde bir
maketini hazırladık. Bu maket üzerinde yer
alan tarihi eserleri, tarih içinde
Harput’taki yerleşim birimlerini, çarşısını,
pazarını, ibadethanelerini inşa edeceğiz. Bu
çalışma aslına uygun olacak ve bundaki
amacımız da Harput’u aslına uygun olarak
gerekli restorasyonunu tamamlayıp turizme
açmak” dedi.
Baskil Güncel, 28.06.2014
|
İZMİR'E MODERN SANATLAR MÜZESİ AÇILACAK
Birkaç
yıldır sanat çevrelerinde dile getirilen ‘İzmir’e de
modern sanat müzesi açılmalı’ istekleri gerçek
oluyor.
Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, önceki dün 36. DYO
Resim Yarışması vesilesiyle İzmir’de düzenlediği
basın toplantısında bu müjdeyi verdi. Toplantıda
konuşan Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Feyman
Yaşar, liman bölgesindeki 100 yıllık eski un
fabrikasını modern sanatlar müzesine
dönüştüreceklerini açıkladı. 2013’e kadar Yaşar
Üniversitesi tarafından kullanılan bina, bir buçuk
yılda çağdaş sanat müzesi olarak İzmir’e
kazandırılacak. 4 bin 700 m² alan üzerine kurulu
olacak müzede, DYO Resim Yarışması koleksiyonunun
yanı sıra kilim, halı ve toprak altı eserleri d
sergilenecek. Uluslararası sanatçıların eserlerinin
İzmir’de sanatseverlerle buluşmasına aracılık edecek
olan sanat müzesinde sergi alanları, dinlenme
birimleri, yönetim odaları, sanat atölyeleri ve
konferans salonu bulunacak. Müzenin ismi henüz belli
değil fakat Feyman Yaşar, İzmir Modern Sanatlar
Müzesi olabileceğini belirtse de isim önerilerine
açık olduklarını söyledi.
Yarışmaya son başvuru 29 Ağustos
İlk kez 1967’de düzenlenen ve Türk resim sanatına
pek çok sanatçı kazandıran 36. DYO Resim
Yarışması’na başvurular 29 Ağustos’a kadar devam
edecek. Seçici Kurulu’nda Prof. Şeniz Aksoy, Prof.
Aydın Ayan, Prof.Dr. Zahit Büyükişleyen, Prof.
Zafer Gençaydın, Dr. Ümit Gezgin, Yalçın Gökçebağ,
Doç. Hasan Kıran, Prof. Cuma Ocaklı, Prof. Mümtaz
Sağlam’ın bulunduğu yarışmada değerlendirmeler 3-12
Eylül 2014 döneminde sırasıyla İstanbul, Ankara,
Adana ve İzmir’de yapılacak. Değerlendirme sonucunda
pentür dalında seçilecek 4 eserden her birine 15 bin
lira, özgün basın resim dalında 2 eserden her birine
6 bin lira ödül verilecek. Ödül kazanan ve
sergilenmeye değer bulunan eserler, İstanbul,
Ankara, İzmir, Eskişehir, Adana, Şanlıurfa ve
Samsun’da sergilenecek. DYO Resim Yarışması, 1993
yılından bu yana Yaşar Eğitim Vakfı tarafından iki
yılda bir düzenleniyor. İlk yıl yarışma ve
ödüllendirme yapılırken; ikinci yıl, ödül kazanan ve
sergilenmeye değer bulunan eserler, Türkiye
genelinde belirlenen şehirlerde sergileniyor.
Yarışmaya 47 yılda 12.886 sanatçı ve 21.715 eser
katıldı. 196 eser ödül kazanırken 2.733 eser
sergilenmeye değer bulundu.
Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 28.06.2014
|
REŞİDE HANIM'IN EVİ YENİDEN YAPILACAK

Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi
aktörlerinden Celal Bayar’ın, 1966’dan öldüğü güne
kadar yaşamını sürdürdüğü
Kadıköy Çiftehavuzlar Mahallesi’ndeki müstakil
evi yıkılarak yeniden yapılacak. Müstakil evin
olduğu bahçede yer alan 12 katlı binanın yıkım
işlemlerine başlanırken, söz konusu binanın yerine
daha yüksek katlı residans tarzı bir yapının
yükseleceği ifade ediliyor.
Caddebostan
Hasan Ali Yücel Caddesi üzerinde bulunan ve 1950
yılında inşa edilen “Reşide Bayar Evi”nin depreme
dayanıklı olmadığı, yıllar içerisinde zemininde
birikmeye başlayan su nedeniyle çürüdüğü bilgisi
verildi. Merhum cumhurbaşkanlarından Celal Bayar’ın
torunu Emine Gürsoy Naskali ise bazı medya
organlarında çıkan spekülatif haberlerin gerçeği
yansıtmadığını belirterek, eve ilişkin şu bilgileri
verdi:
“İnsanlar geçmişlerini, anılarını silip atmak
istemezler. Dede, anneanne yadigarı bu ev, koruma
altında olan bir yapı değildi. Çürük raporu verildi.
Müstakil ev yıkılıp aslına uygun olarak yeniden
yapılacak. Aslına uygun olarak inşa edilecek yeni
ev birkaç yıl içinde tamamlanacak ve annem de yeni
eve taşınacak.”
Naskali, “Reşide Bayar” Evi olarak bilinen müstakil
evin ilginç öyküsünü ise şöyle anlattı:
“Bu evi 1957’de anneannem satın aldı. Anneannem evi,
dedemin
siyaset sahnesinden tamamen çekileceğini,
yaşantılarını Kadıköy’de baş başa geçireceklerini
düşünerek alıyor. Ancak bir türlü oturmak nasip
olmadı. Celal Bayar cumhurbaşkanı olduğu için
İstanbul’a geldiklerinde
Florya Köşkü’nde kaldılar. 1960 darbesinden
sonra dedem tutuklanarak
Kayseri
cezaevi’ne gönderildi. Anneannem eşini ziyarete
giderken yolda kalp krizi geçirip yaşamını kaybetti.
Aslında bu ev ailemiz açısından dramatik bir geçmişe
de sahip. Celal Bayar, son nefesini verdiği 1986
yılına kadar Kadıköy’deki müstakil evde oturdu.
Darbe sonrası
Demokrat Parti’nin devamı olarak kurulan Adalet
Partisi, Yeni Parti gibi siyasi oluşumların
aktörleri sürekli olarak Kadıköy’deki ‘Reşide Bayar
Evi’ne gelip, Celal Bayar’dan icazet alırdı.
Türkiye’nin siyasi hayatına yön veren birçok isim
evimize gelmiş Bayar’dan icazet almıştır. Hatta
siyaset dünyasında bizim evin kapısına ‘icazet
kapısı’ denirdi.”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 27.06.2014
|
RESTORE EDİLEN KABE ÖRTÜSÜ SERGİLENMEYE BAŞLADI

Mısır'ın fethiyle elde edilen kutsal emanetlerle
İstanbul'a getirildikten sonra
Yavuz Sultan Selim tarafından
Ulu Camii'ye hediye edilen yaklaşık 500 yıllık
Kabe kapı örtüsü, lazerli restorasyonun ardından
tarihi camide oluşturulan iklimlendirmeli özel bir
vitrinde sergilenmeye başladı.
Büyükşehir Belediyesi'nin kurduğu konservasyon
merkezinde 2013'ün Nisan ayında bakıma alınan ve
lazer ışınlarıyla el değmeden 6 ay süren
restorasyondan geçirilen Kabe'nin kapı örtüsü,
yüzyılların yorgunluğunu üzerinden attı.
Restorasyonu geçen yılın Aralık ayında tamamlanan
Kabe örtüsü,
Ulu Camii içinde yapılan özel iklimlendirmeli
vitrinde sergilenmeye başladı. Sergilemeyle ilgili
bir ekibin çalıştığı Kabe kapı örtüsü eski yerine
kavuşmuş oldu.
Ulu Camii'deki yeni yerinde sergilenen Kabe kapı
örtüsüne yerli ve yabancı turistler yoğun ilgi
gösterdi. Örtünün önünde dua eden ve namaz kılan
vatandaşlar yetkililerden bilgiler aldı ve hatıra
fotoğrafı çektirdi.
Habertürk, 27.06.2014
|
GİZLİ TARİH TAŞOCAĞI OLACAK

İnsan eliyle açılmış tarihi mağaraların bulunduğu
bölgede bir taşocağının faaliyetlerine başlamaya
hazırlanması, Sivas’ın Gemerek İlçesi'ne bağlı Çepni
Beldesinde şok etkisi yarattı. Henüz hangi
uygarlıklar tarafından oyulup yaşam alanı olarak
kullanıldığı belirlenememiş mağaraların da yer
aldığı Çepni Kayalıklarının ortasına taşocağı
işletme ruhsatı başvurusuna karşı Çepni’de imza
kampanyası başladı. Taşocağı için talep edilen
işletme ruhsatının iptali için şimdiden 400 imza
toplayan Çepnililer, yırtıcı kuş türlerine ev
sahipliği yapan ve tarihi mağaraları da barındıran
Çepni Kayalıklarına zarar gelmemesi için, yatırıma
izin verilmesi halinde idare aleyhinde de dava
açmaya hazırlanıyorlar.
SONDAJ BAŞLADI
Çepni halkını şaşırtan gelişme Ekim 2013’te yaşandı.
Aycan Mermer isimli bir şirkete, Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğüne
bağlı Doğal Taş ve Mermer Ocakları Daire
Başkanlığından işletme ruhsatı verileceği söylentisi
beldeyi ayağa kaldırdı. Önemli bir kısmı mera
statüsünde olan, bir bölümü ise Doğal SİT alanı
olarak korunan Çepni Kayalıklarının orta kısmı için
verilen ruhsat, Çepnililerde tepki yarattı. Şirket,
kayalıkların taşocağına dönüşmesi planlanan kısmına
elektrik hatlarını çekerek numune tespiti için
sondaj faaliyetlerine başlayan, bölge halkı
kayalıkların büyük bir süratle yok olmasından
endişeleniyor. BirGün’e konuşan Çepni Belediye
Başkanı Murat Uçer, şirketin arazinin mera vasfının
iptali için başvuruda bulunduğunu, mera niteliğinin
ortadan kalkması halinde işletme ruhsatının da
çıkacağını belirtirken, taşocağı kurulması halinde
oluşacak tozun Çepni ve çevre beldelerde hem kamu
sağlığına hem de hayvancılığa olumsuz etki
yapacağına vurgu yaptı.
ARKEOLOGLAR BEKLENİYOR
Çepni Kayalıkları adı verilen ve yaklaşık 5
kilometrelik bir uzunluğa ulaşan kayalık şeridinin
her iki kenarında, Anadolu’daki ilk yerleşik yaşama
geçiş sırasında insanlara ev sahipliği yaptığı
sanılan mağaralar yer alıyor. İnsan eliyle
oluşturulduğu tahmin edilen mağaralara, çıkması
oldukça güç patikalar yoluyla ulaşılabiliyor.
Çepnililere göre bu durum, düşmanlarından veya
yırtıcılardan korunmak isteyen insanların
kayalıkların yüksek kesimlerine yerleşmesinden ileri
geliyor. Bölgede herhangi bir arkeolojik çalışma
yapılmadığı için, Çepni Kayalıklarının hangi
uygarlık tarafından, hangi tarihler arasında
kullandığı bilinmiyor. Yerel tarihi boyunca Ceneviz
ve Ermeni toplulukların da yaşadığı Çepni’nin
bugünkü sakinleri, henüz gizemi çözülmeden
mağaraların taşocağı çalışmaları sırasında tahrip
olacağı endişesini taşıyor. Çepnililer, bölgede
arkeolojik çalışmalar yapılması, mağaraların
yaşlarının ve niteliklerinin belirlenmesi için
üniversitelerin arkeoloji bölümleriyle temasa
geçmeyi arzuluyorlar.
KARTAL YUVALARI DA ZARAR GÖRECEK
Çepni sakinleri, SİT alanının dışında kalan sarp
kayalıkların yüksek kısımlarında kartal ve benzeri
yırtıcı kuşların yuvalarının bulunduğunu, taşocağı
yapılması planlanan bölgenin vahşi yaşama ev
sahipliği yaptığını da belirtiyorlar. Ancak tıpkı
bölgenin arkeolojik değerlendirilmesinin yapılmaması
gibi, Çepni’de yaşayan yerel canlı türleri de tasnif
edilmediği için, taşocağı yapımı için alınan kararda
canlı yaşamı dikkate alınmamış.
Birgün Haber: Doğu Eroğlu, 27.06.2014
|
METROPOLİS'İN GİZEMİ ÇÖZÜLÜYOR

Sabancı Vakfı,
MESEDER (Metropolis
Sevenler Derneği) ve Torbalı Belediyesi desteği,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve
Celal Bayar Üniversitesi işbirliğiyle, 24 yıldır
sürdürülen
Metropolis antik kentindeki 2014 yılı
kazı çalışmaları 1 Temmuz’da başlıyor.
Geçen yılki
kazı çalışmaları heyecan verici keşiflerle son
bulan
Metropolis’in 2014 yılı
kazı çalışmalarının da; yeni buluntu ve
eserlerle, iki bin yıl öncesinin toplumsal yaşamına
yönelik ipuçları vermeye devam etmesi bekleniyor.
Metropolis antik kentindeki
kazı çalışmalarının başkanlığını yürüten
Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Doç.Dr. Serdar Aybek, bu yılki
kazı çalışmalarına heyecanla başladıklarını
belirterek şunları söyledi:
”6 yıl önce başladığımız Aşağı Hamam (Palaestra)
yapısındaki
kazı çalışmalarımızı bu yıl tamamlamayı ve
hamamı eksiksiz olarak ortaya çıkarmayı
hedefliyoruz. Bununla birlikte, bu yıl tamamlanan ‘Metropolis
Örenyeri Ziyaretçi Karşılama Merkezi ve Gezi
Güzargahı Projesi’ kapsamında, kente gelecek yerli
ve yabancı ziyaretçilere daha keyifli koşullarda
tanıtım yapabilmek amacıyla restorasyon projelerine
ağırlık vereceğiz.”

Sabancı Vakfı Genel Müdürü
Zerrin Koyunsağan ise konuyla ilgili yaptığı
açıklamada, Metropolis gibi önemli bir tarihsel
değerin gün ışığına çıkarılmasına 10 yılı aşkın
süredir destek vermekten mutluluk duyduklarını
ifade ederek “Geçen bu on yıllık süreçte Metropolis,
yurtiçinde olduğu kadar yurtdışında da çok tanınan
ve talep gören bir
antik kent haline geldi. Bundan dolayı çok
mutluyuz. Metropolis’in ülke turizmine katkısı
hepimizi gururlandırıyor. Bu seneki kazı
çalışmaların sonuçlarını da merak ve heyecanla
bekliyoruz” dedi.
Habertürk, 27.06.2014
|
AKDAMAR'IN UNESCO SÜRECİ BAŞLATILDI

Van Kültür ve Turizm
İl Müdürlüğü, Van'ın Gevaş İlçesi sınırlarındaki
Akdamar Adası'nda Kutsal Haçadına Vaspurakan Kralı
I. Gagik tarafından 915- 921 yıllarında Keşiş
Manuel'e yaptırılan
Akdamar Kilisesi'nin
UNESCO
Dünya Miras Listesi'ne alınması için Müzeler
Genel Müdürlüğüne resmi başvuruda bulundu.
Başvuru ile ilgili makamında gazetecilere açıklama
yapan Kültür ve Turizm İl Müdürü Muzaffer Aktuğ,
kilisenin, eserlerin başvuruda taşıması gereken 10
kriterden 6 tanesini taşıdığını belirtti.
Akdamar Kilisesi'nin ilk olarak Dünya Miras
Geçici Listesi'ne kabulünün gerektiğini ifade eden
Aktuğ, "175 ülkenin üye olduğu
UNESCO'nun 21 ülke temsilcisi tarafından listeye
alınan bu değerler, değerlendirmeden geçtikten sonra
listeye alınacaklar kararlaştırılıyor. Bizim
yaptığımız müracaat neticesinde, 10 kriterden 6'sını
taşıyan
Akdamar Kilisesi'nin de mutlak suretle
Dünya Miras Listesi'ne geçmesi mümkün
olabilecek. Bakanlıkla yapmış olduğumuz görüşmeler
neticesinde bakanlık olması gerekenlerle ilgili bizi
yönlendirdi. Biz de oluşturulacak liste ile ilgili
kriterleri değerlendirdik. Hazırlamış olduğumuz
dosyayı Türkçe ve İngilizce kendilerine teslim
ettik. 2014 yılı içerisinde değerlendirilecek, önce
geçici listeye alınacak olan
Akdamar Kilisesi'nin, daha sonra Dünya Miras
Listesi'ne kabulü olacaktır" diye konuştu.
Herhangi bir eserin Dünya Miras Listesi'ne
girebilmesi için tek bir kritere sahip olmasının
yeterli olduğunu belirten Aktuğ, Akdamar
Kilisesi'nin ise 10 kriterden 6'sına sahip olduğunu
söyledi.
Habertürk, 27.06.2014
|
AYVACIK TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Samsun'un
Ayvacık İlçesi'nde bulunan Asarkale Tepesi’nde
kaya mezarı ve çeşitli arkeolojik kalıntılar
bulundu.
Samsun İl Kültür ve Turizm Müdürü Yüksel Ünal ve
arkeolog Emine Yılmaz Ayvacık'a bağlı Çamalan
Mahallesi’nde bulunan Asarkale Tepesi’nde tarihi
kalıntıları araştırmak üzere incelemelerde bulundu.
Ayvacık Belediye Başkanı Mustafa Belur’un da
katıldığı inceleme alanında çeşitli kalıntılar
tespit edildi. Asarkale’de ilk incelemelerde tahrip
edilmiş bir kaya mezarı ile eski dönemden kaldığı
tahmin edilen tuğla parçalarına rastlanırken,
bulgular Arkeolog Emine Yılmaz tarafından incelemeye
alındı.
Asarkale Tepesi’nde yapılan araştırmalar sonrasında
Ayvacık'ın tarihi miraslarına değinen Belediye
Başkanı Mustafa Belur, “İlçemizin geçmiş tarihi ile
ilgili yapılan araştırmada bulunan kalıntılar ve
örnekler umarım bize tarihimiz hakkında önemli
bilgiler sunar. Bulunan kalıntıların incelenmesi
sürecini heyecanla bekliyor olacağız, Ayvacık
Belediyesi olarak ilçemiz sınırları içerisinde
‘Kızlar Kalesi’ ve ‘Asarkale Tepesi’ gibi tarihimiz
açısından değerli olacak yerleri araştırıyoruz”
dedi.
Milliyet, 27.06.2014
|
ORPHEUS MOZAİĞİ GERÇEK YUVASINA DÖNÜYOR

Şanlıurfa’dan yurt dışına çıkarılan
Roma dönemine ait Orpheus Mozaiği, 16 yıl sonra
gerçek yuvasına geri getiriliyor.
1998 yılında yurt dışına
Kaçak yollarla götürülen Orpheus Mozaiği, 6
Kasım 2012 tarihinde Kültür ve
Turizm Bakanlığının girişimleriyle
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki
dallas Sanat Müzesi’nden ülkeye geri
getirilmişti. 2 yıldır
İstanbul
arkeoloji Müzesi’nde sergilenen mozaik 14 sonra
yeniden Şanlıurfa’ya getiriliyor.
Şanlıurfa Kültür ve Turizm İl müdürlüğü tarafından
yapılan yazılı açıklamada Antik Yunan mitolojisinde
müzik, şiir gibi kavramlarla özdeşleştirilen ozan
Orpheus’un vahşi hayvanları ehlileştirme sahnesinin
yer aldığı Roma Dönemi’ne ait mozaik panonu,
Şanlıurfa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün talebi,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü’nün onayı ile kente iade
edileceği belirtildi. Naklin gerçekleşeceği tarihin
belirtilmediği açıklamada, “M.S. 194 Roma dönemine
ait olan Orpheus Mozaiği, İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü Müze Müdürlüğünün talebiyle Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü’nün 19 Haziran 2014 tarih ve 119427 sayılı
onayıyla yakın zaman içerisinde halen sergilendiği
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden alınarak, uzmanlar
refakatinde inşaat çalışması tamamlanmak üzere olan
Şanlıurfa Haleplibahçe Edessa Mozaik Müzesi’ne
sürekli sergilenmek üzere getirilecek” denildi.
Öte yandan 2012 yılında mozaik panonun Şanlıurfa’dan
yasa dışı yollarla nasıl çıkarıldığının
araştırılması amacı ile Şanlıurfa Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmış,
eserin yerinden sökülmeden önce kaçakçılar
tarafından çekilen fotoğraflara ulaşılması ile
eserin Şanlıurfa (Edessa) kentine ait olduğu
kanıtlanmış ve Türkiye’ye iade edilmişti.
Milliyet, 26.06.2014
|
BAKANLIK İZNİYLE 4 ARKEOLOJİK ALANDA KAZILAR
BAŞLIYOR

İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır yazılı
açıklama yaparak, 2014 yılında Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan Bakanlar Kurulu Kararlı kazı
onaylarının geldiğini, İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü olarak, yabancı ve yerli kazılar olmak
üzere toplam dört kazı gerçekleştireceklerini,
Kazı restorasyon çalışmalarına devam edilirken,
bu yıl özellikle bilimsel yayın üzerinde
durulacağını belirtti;
İncirhan Avlu Kazısı
13. yüzyıl Selçuklu şaheseri ve I. Grup tescilli
bina olan İncirhan'da geçen yıl kazıya
başlamıştık. Uzun zaman aradan sonra kazı
çalışmalarına 2013 yılında yeniden başlatmış
olmamız ve kendi öz kültürümüzle ilgili
İlimizdeki nadir Selçuklu şaheserlerinden biri
olması nedeniyle ayrı bir önem taşımaktadır.
1238-1239 yılları arasında Selçuklu Sultanı 2.
Gıyaseddin Keyhusrev tarafından yaptırılan
İncirhan, 1990 yılında ilk restorasyon
çalışmaları başlamıştı. İncirhan'ın rölöve,
restitüsyon ve restorasyona ilişkin ilk
çalışmalarına prof.Dr. Rahmi Ünal tarafından
1992, 1993 ve 2000 yıllarında yapılmış, uzun bir
aradan sonra 2013 yılında çalışmalara tekrar
başlamıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü
işbirliğinde çalışmaları yürütüyoruz.
Bu yıl
Müze müdürlüğümüz başkanlığında Ege Üniversitesi
Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd.
Doç.Dr. Şakir Çakmak ve Yard. Doç Dr. Ertan Daş'ın
bilimsel danışmanlığında kazı çalışmalarına
Haziran ayı başında başladık. Kazı ekibimizce
2014 yılında avludaki kazı çalışmalarının
bitirilmesi planlandı. Bu muazzam yapının röleve
restorasyon çalışmalarının yapılabilmesi için bu
kazı çalışmalarının tamamlanması gerekiyor.
Sonrasında yapıya günümüze uygun bir işlev
verilmesi için projeler hazırlanacak. Özellikle
İncirhan'da Vakıflar Genel Müdürlüğü ile
yapılacak çalışmayla restore edilip fonksiyon
kazandırılarak turizme sunulması önem arzediyor.
Sagalassos Antik Kenti Kazısı
5000 yıllık geçmişe sahip Ağlasun
İlçesi'ndeki
Sagalassos antik kentinde 1989 yılında kazı ve
restorasyon işlemlerine başlanmış ve geçen yıla
kadar Prof.Dr. Marc Wealkens başkanlığında
devam etmişti. Marc beyin emekli olmasıyla bu
yıl aynı ekipten Belçikalı Prof.Dr. Jeoron
Pobleme başkanlığında kazı çalışmaları
yürütülecektir. Haziran ayı başında daha önce
yapılan kazı ve restorasyonla ilgili bilimsel
yayın çalışmaları başlatılmıştır. Ağlasun'daki
kazıevinde bilimsel çalışmalar devam etmektedir.
Bu yılki kazı çalışmalarına Temmuz ayı başında
başlanması planlanmaktadır.
Kibyra Antik Kenti Kazısı
3000 yıllık tarihi geçmişe sahip Gölhisar'daki
Kibyra antik kentinde 2006 yılında kazılara
başlamıştık. Yine Haziran ayında kazı
çalışmalarına başlıyoruz. Kazıya MAKÜ öğretim
üyesi Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru başkanlık yapıyor.
Bu yıl kazılar yanında bilimsel yayın
çalışmaları yapılacaktır. Türk kazı heyeti
olarak başarılı çalışmalara imza atılmaktadır.
Hacılar Büyük Höyük Kazısı
1957 yıllarında ilk defa James Mellart
tarafından yapılan 9000 yıllık geçmişe sahip
Hacılar kazısına Prof.Dr. Gülsün Umurtak
başkanlığında kazılara başlayacağız. 50 yıl
aradan sonra il kez 2011 yılında başlanan bir
kazıdır. Bakanlığımız kazı izin onayı gelmiş
olup Temmuz ayında çalışmalara başlanması
planlanmaktadır. Batı Anadolu'nun en eski
yerleşim yeri olma özelliği taşımaktadır.
Burdur Gazetesi, 20.06.2014
|
15 - 28 Haziran 2014
|
TARİHİ KİRALADI

Bir tarafı Ayasofya, diğer tarafı Topkapı Sarayı.
Geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan bir sokak. Kral
ve kraliçelerin ağırlandığı, cumhurbaşkanlarının
doğduğu, tarihe tanıklık eden Soğukçeşme Sokağı
yaklaşık 80 milyon Euro’luk yatırımla artık zengin
turisleri ağırlayacak.
1800 tarihli mermer
bir Türk çeşmesinden ismini alan Soğukçeşme Sokağı,
12 konak, 1 sarnıç ve tarihi dehlizleriyle 10
yıllığına Keskin Group’a kiralandı. Ayasofya ve
Topkapı Sarayı arasında yer alan sokakta bugüne
kadar dünyanın birçok kral ve kraliçesi
ağırlanırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin 6.
Cumhurbaşkanı’nın doğduğu evde burada yer alıyor.
Türkiye’nin ve
İstanbul’un en önemli turizm merkezlerinden
Sultanahmet’in göbeğinde yer alan sokak, kral ve
kraliçelerden sonra artık İstanbul’u ziyaret eden
zengin turistleri ağırlamaya hazırlanıyor. Türkiye
Turing ve Otomobil Kurumu tarafından işletilen ve
Ayasofya Konakları olarak da bilinen tarihi
konaklar, yaklaşık 2 hafta önce düzenlenen ihale
sonrası Keskin Group’a kiralanırken, yapılacak
restorasyon sonrası dünyaca ünlü otel markaları ile
işletilmeye başlanacak. İşletilecek konaklar
arasında Soğukçeşme Sokağı dışında yer alan tarihi
Yeşil Ev’de bulunuyor.
RESTORASYON İÇİN HEYET
Tarihi sokağı 50 milyon lira karşılığında 10
yıllığına kiralayan Keskin Group’un, kira bedeli
dahil toplam 80 milyon Euro yatırım yapacağını ifade
eden Keskin Group Yönetim Kurulu Başkanı Recep Ercan
Keskin, “İhale ile tarihi konakları işletme hakkına
sahip olduk. Bir heyet kurup danışma kurulu
oluşturacağız. Onlarla restorasyonu yapacağız.
Toplam 100 odanın yer aldığı konaklarda birçok
tarihi eser bulunuyor. Aslına uygun olarak restore
ettikten sonra konakları iç turizme de açmayı
amaçlıyoruz. İstanbul’u gezmeye gelen zengin turist
artık burada konaklayacak. Dünyanın en ünlü ve en
büyük otel gruplarını Soğukçeşme Sokağı’nda geride
bırakacağız. Turing ile yapılan anlaşmada yer alan
madde gereği aramızda eğer bir sıkıntı yaşanmazsa 10
yıl olan kiralama zamanına bir 10 yıl daha eklenecek
” dedi.
NİLÜFER SULTAN DA GELDİ
Konaklarda çok özel Türkiye’de üretilmiş el yapımı
ürünlerin de turistlerin beğenisine sunulacağını
belirten Keskin, “Bu konakların işletmesi Turing’e
aitti. Ancak daha profesyonel bir işletme için özel
sektöre devredildi. Yaklaşık 10 milyon liralık bir
teminat mektubu da sunduk. Bizim için çok ciddi bir
yatırım. İstanbul’un en dolu oteli olma hedefimizi
var. Bu konuda Osmanlı Prensesi Nilüfer Sultan bize
yardımcı olacak. Kendisini İstanbul’a davet ettik.
Bu ihale ile beraber işletmeye başladığımız Tarihi
Yeşil Ev’de konaklıyor” dedi.
Oda fiyatları 700 Euro
Sokağın tarihi ve bulunduğu konum itibariyle şehir
içinde bir resort ortamı oluştuğunu anlatan Ercan
Keskin, “Burayı aldığımız günden itibaren ortak
olmak için çok talep aldık. Ancak kabul etmedik.
Dünyaca ünlü bir yer ve marka olmak için
çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Tarihi doku tamamıyla
korunacak ve bölge turizme o şekilde açılacak. Şu
anda bölgede ortalam oda fiyatları 700 Euro
seviyelerinde ancak biz daha fiyatlama yapmadık”
dedi.
1 milyar
dolarlık turizm yatırımı
1996 yılında kurulan şirketin gayrimenkul, turizm ve
enerji alanlarında faaliyet gösterdiğini söyleyen
Ercan Keskin, “Turizm alanında 14 noktada yer
alıyoruz. Bunlardan 5’i 5 yıldızlı otel.
Kurulduğunuz günden bu yana turizm alanına 1 milyar
dolar değerinde yatırım yaptık. Tarihi
yarımadaya ise çok önem veriyoruz. Gelişmesi için
elimizden geleni yapacağız Grup olarak da 7 bin
kişiye istihdam sağlıyoruz” diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Burak Coşan, 27.06.2014
|
REASÜRANS BİNASI ARTIK ANIT ESER
İstanbul Nişantaşı'ndaki Milli Reasürans Binası, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından anıt eser olarak tescil edildi.
1992'de inşa edilen yapı, "bulunduğu çevredeki mimari yapılara saygılı," "plastik kaygı taşıyan," "çağdaş bir senteze ulaşan nitelikli tasarımı" ve "döneminin gelişmiş malzeme ve ileri teknolojisi kullanılarak inşa edildiği" gerekçeleriyle koruma altına alındı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne yapılan başvuruyla da bina imar planlarında korunması gerekli kültür varlığı olarak işlendi. Şandor Hadi ve Sevinç Hadi tarafından mimari projeleri yapılan binanın temeli 1987'de atıldı.
Sabah, Haber:
Zeynel Yaman, 27.06.2014
|
|
KORKUNUN IŞID VERSİYONU

Kuzey Irak’ta Hıristiyanlık öncesi döneme ait olan
ve Exorcist filminin giriş sahnesiyle ünlenen
tapınak IŞİD militanlarının eline geçti.
UNESCO dünya
mirasları listesinde bulunan ve Hıristiyanlık öncesi
güneş tanrısı tapınağı olarak kullanılan ibadethane
bir korku filmi klasiği Exorcist filminin açılış
sahnesiyle ünlenmişti. Bölgenin IŞİD’in eline
geçmesiyle, heykel ve anıtları yıkan militanların
tapınağa da zarar vereceği ihtimali üzerinde
duruluyor. Hatra’nın 70 kilometre kuzeybatısında
bulunan Musul’daki militanların 19’uncu yüzyılın
ünlü müzisyen ve bestecisi Othman al-Mousuli’nin ve
Arap şair Abu Tamman’ın heykellerini yıkması,
tapınağa da zarar verebilecekleri düşüncesini
doğruluyor. Hatra belediye sözcüsü Mohammed Abdallah
Khozal, bölgenin 2 hafta önce IŞİD militanlarınca
ele geçirilmesi sonucu tapınağı yağmacılardan
koruyan 20 kişilik polis ekibinin kaçtığını
bildirdi. Tapınağın çok yakınında bulunan bölgenin 2
haftadır militanlara bomba atan Irak savaş
uçaklarının hedefi olduğunu söyleyen Khozal,
militanların geleceğini duyan görevlilerinin
silahlarını bırakarak kaçtıklarını söyledi. Khozal,
“Tapınağın güvenliği hakkında endişe duyuyorum ama
hükümet güçlerinin bombardıman yapıyor olması da
beni endişelendiriyor” dedi.
Akşam, 27.06.2014
|
HAREM'İN BATIK HAZİNESİ GELİYOR

3’üncü Murad’ın padişahlığı döneminde Harem’in
yenilenmesi amacıyla ısmarlanan, ancak yolda geminin
batmasıyla sulara gömülen eşya, asırlar sonra
adresine ulaşacak. Hırvatistan’ın Gnaliç Adası
yakınlarındaki gemi batığından çıkarılan 16’ncı
yüzyıl hazineleri, gelecek yıl sergi olarak
İstanbul’a getirilecek. 3’üncü Murad döneminde
Topkapı Sarayı’nda çıkan yangın sonrası Harem
dairesinin yenilenmesi için eşya siparişi
verilmişti. Ancak 1583 yılı kış aylarında çok sayıda
eşya ve mücevherle yola çıkan gemi Dalmaçya’nın
kuzey kıyılarında denizin suları altına gömülmüştü.
SARAY İHTİŞAMINI YANSITIYOR

Oğuz Aydemir
Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı Başkanı Oğuz
Aydemir, gemi batığından çıkarılıp İstanbul’da
sergilenecek eserler hakkında; “Bulunan parçalar
arasında özellikle çelik bir sandıktan çıkan 43
metre boyunda dokunmuş ipek kumaş, Murano Adası’nda
yapılan cam eşyalar, şamdanlar dikkati çekiyor.
Geminin yükleri arasında yer alan Safiye Sultan ve
Nurbanu Sultan’ın ısmarladığı mücevherlerin ise gemi
battıktan sonra sigorta şirketi tarafından batıktan
çıkarıldığı anlaşılıyor. Bu mücevherlerin İstanbul’a
gönderilip gönderilmediği konusunda bilgi yok.
Osmanlı İmparatorluğu topraklarının en geniş olduğu
dönemde saray için ısmarlanan eşyalardan oluşması
nedeniyle çıkarılan eserlerin o dönemin saray
ihtişamının anlaşılabilmesi için çok değerli
olduğuna inanıyoruz” diyor.
İZNİK ÇİNİLERİ KURTARILDI

Gnaliç batığı sergisiyle eşgüdümlü olarak,
Hırvatistan'ın Milet Adası yakınlarında batan 16’ncı
yüzyıl İznik çinileriyle yüklü Saint Paul batığından
çıkarılan eserlerin sergilenmesi için de proje
yürütülüyor. Oğuz Aydemir, "Bu batıkta bulunan İznik
çinileri, daha önce hiç sergilenmemiş. Proje,
İzmir çinileri konusunda ciddi bir koleksiyonu
olan Ömer Koç'un ilgisini çekti. Bu çinilerin önce
İstanbul'da, ardından Zagreb ve nihai yeri olan
Dubrovnik'te sergilenmesini planlıyoruz" diyor.
Hürriyet, 27.06.2014
|
BOĞAZ'IN İNCİLERİ BUTİK OTEL OLUYOR
Türk
Havayolları (THY), İstanbul Ortaköy’de yıllardır
tartışma konusu olan ve ne olarak kullanılacağı
merak edilen Fehime Sultan Yalısı ile hemen
yanındaki Hatice Sultan Yalısı’nı 7 yıldızlı butik
otel yapıyor.

DHA'nın haberine göre, 2 yalıyı 25 yıllığına 125
milyon TL’ye kiralayan THY, 100 milyon lirayı
bulacak restorasyon çalışmaları sırasında Hatice
Sultan Yalısı’nın kutuya koyup askıya aldı.
Yıllar önce yanıp enkaza dönen Fehime Sultan
Yalısı ile İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü’nden alınan
Hatice Sultan Yalısı’nı 25 yıllığına kiralayan
THY’nin ikram şirketi, restore ettirdiği yalıları
gelecek yıl hizmete açacak. Restorasyon çalışmaları
için Hadımköy’de kurulan atölyede, sökülüp götürülen
parçalar tek tek onarılıyor. Restorasyon
çalışmalarını, Süleymaniye ve Ortaköy camileri,
Kabe’deki revakların restorasyonu ile Anadolu
Yakası’nda Mimar Sinan Camii ve Çamlıca Cami’nin
inşaatını yapan Gürsoy Grup yürütüyor.
Yapı, 26.06.2014
|
TEK TIKLA MÜZE TURU

Türkiye’nin 118 antik kentinden seçilmiş örnekler
tarih ve arkeoloji meraklılarını internetteki
'Mimarlık Müzesi'nde keyifli bir yolculuğa davet
ediyor.
Sanal Mimarlık
Müzesi araştırmacı yazar Yaşar Yılmaz’ın 3,5 yıl
boyunca tek tek yerinde inceleyip, fotoğrafladığı
118 antik kentten seçkiler sunuyor.
www.mimarlikmuzesi.org, ve www.archmuseum.org
adresindeki bu kentler, kısa süreli yolculuklarla
birbirine bağlanabilecek bir ulaşım düzenine ve
topoğrafyaya uyarak, 8 bölgede alfabetik olarak
sıralanıyor. Sergiye konu olan antik kentler, tarihi
kaynakların da desteğiyle ortaya çıkan bilgiler,
fotoğraflar ve kısa yol tarifleri eşliğinde
sunuluyor.
HATTİLERDEN SELÇUKLULARA
Antik kentlerin pazaryeri, çeşme, tiyatro, gibi
kent çekirdeğini oluşturan önemli yapılarının yanı
sıra önemli tarihi kişiliklerine, sosyal, kültürel
özelliklerine değiniliyor. Kentleri gezerken, bu
coğrafya halklarının atası olara bilinen
Luvi-Pelasglardan Hattilere, Hititlere,
Makedonyalılara, Roma'dan Bizans'a, Selçukludan
Osmanlı dönemine tarihin izlerini peş peşe sürmek
mümkün. Marmara’nın Assos’undan, Ege’nin, "Hadrianus
Tapınağı kalıntıları’na, Anadolu Antik
Tiyatroları’na kadar pek çok yer keyifle
gezilebilir.

İNGİLİZCE YAYINLA DÜNYAYA AÇILDI
Yapı-Endüstri Merkezi tarafından sanal ortamda kurulan Mimarlık Müzesi’nde dünya mirasını oluşturan, ulaşılabilir her türlü belge derlendi. Müzede yer alan bütün bilgi ve belgeler dijital kayıt biçiminde saklanarak mimarlık tarihi açısından çok değerli bir dijital arşiv oluşturuldu. İngilizce yayına da başlayan Mimarlık Müzesi, Türk mimarlığının yurtdışında tanınması, açısından büyük bir işlevi yerine getiriyor. Sanal Mimarlık Müzesi, Uluslararası Mimarlık Müzeleri Konfederasyonu ICAM’a üye olarak kabul edilmiş tek sanal müze.
Akşam, 26.06.2014
|
DÜNYANIN EN ESKİ VASİYETİ BULUNDU

Tarihin en eski vasiyetnamesi bulundu.
Vasiyetname, Asurluların yaşadığı ve Anadolu'nun
yazı ile tanıştığı ilk yer olan Kayseri'nin Kültepe
bölgesindeki kazılarda bulundu.
68 yıldan beri kazı çalışması yapılan
Kültepe'deki vasiyetin 4 bin yıllık olduğu
belirlendi. Vasiyet aynı zamanda bir anıt mezardan
çıkan ilk çivi yazılı tablet.
Üzerinde de bir babanın oğluna hitabı yer alıyor.
Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, vasiyette tam
olarak "Bu mektubu okuduğun zaman bu eşeğin sahibine
git. Eşeğin sahibine 1/3 mina gümüş ver." yazdığını
belirtti.
Baba vasiyetinde, oğlundan borcunu ödemesini
istiyor.
Vasiyetname ile kazılardan çıkan diğer eserler,
UNESCO Dünya Bellek Listesi'ne alınacak.
Trt Haber, 26.06.2014
|
LYMIRA ANTİK KENTİNE TURİST AKINI

Antalya’nın Finike ilçe sınırları içinde
Sahilkent Mahallesi’ndeki kaya mezarları ve antik
kent, bölgeye gelen turistlerin uğrak yeri oluyor.
Finike Belediye Başkanı Kaan Osman Sarıoğlu, “Tur
otobüsleri her gün Limyra antik mezarlarını ve antik
tiyatroyu ziyaret etmek isteyen turistleri
getiriyor” dedi. Vatandaşlardan sit alanına sera
atıkları ve molozları dökmemelerini isteyen Başkan
Sarıoğlu, “Biz ne kadar temizliğine dikkat etsek
bile, bazı duyarsız vatandaşlar maalesef bunu
yapıyor” diye konuştu.
Kaya mezarlarının ve antik tiyatronun bulunduğu
bölgede tur otobüsleri için park alanı ve Kumluca
istikametinden gelen araçlar için bölgeye Limyra’yı
gösteren turistik tabelanın konulması için
yetkililerle görüşmelerinin devam ettiğini kaydeden
Başkan Sarıoğlu, “Hasyurt yolunu en kısa zamanda
daha iyi kullanılır hale getirmek için
çalışmalarımız devam ediyor. Aynı zamanda, antik
kentin bulunduğu yerde turistlere ikram etmek için
küçük büfeler oluşturmayı düşünüyoruz. Finike
portakalımızı burada da tanıtmak istiyoruz. Her
gelen turistin ülke ekonomisine katkı anlamını
taşıdığını unutmamamız gerekiyor” ifadelerini
kullandı.
Beyaz Gazete, 26.06.2014
|
NEANDERTALLERİN BİTKİ YEDİĞİ ORTAYA ÇIKTI

BBC Türkçe'de yer alan habere göre,
İspanya 'da yapılan bir kazıda bulunan dışkılar,
modern insana en yakın ırk olarak bilinen
Neandertallerin et ve bitki sindirimi yaptığını
ortaya koydu. Daha önce Neandertallerin sadece
etobur olduğu yönündeki görüş, mağaralarda ve diş
parçalarında bulunan ot kalıntılarıyla çürütülmüş
oldu.
PLOS One isimli dergide yayınlanan yazıdaki yeni
veriler insanoğlunun atalarının hem otobur hem de
etobur olduğunu gösteriyor. Makalenin yazarı Kanarya
Adaları'ndaki La Laguna Üniversitesi'nde doktora
öğrencisi Aniara Sistiaga dışkının bu konuda en
önemli veri olduğunu belirterek, dışkı incelmesi
sonrası tam olarak nelerin tüketildiği sonucuna
ulaşıldığını söyledi.
Sistiaga ve çalışma arkadaşları İspanya'nın Akdeniz
kıyısında Alicane kentinde 50 bin yıl öncesine
uzanan Neandertallerin kalıntılarını barındıran El
Salt kazı alanında birçok veri topladı.
Daha sonra bu veriler Sistiaga'nın da araştırmacı
olduğu
ABD 'deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü
MIT’de incelendi. Araştırma ekibi örneklerdeki
farklı kimyasalları ayrıştırabilmek için gaz
kromotografi ismi verilen özel bir teknik kullandı.
Böylece örneklerde hangi maddelerin ne kadar oranda
bulunduğunu anlamayı başardılar. Toplanan veriler
arasında şu ana kadar bulunan en eski, yaklaşık 50
bin yıllık, insan dışkısı ile karşılaşıldı. Toplanan
örneklerin büyük kısmında etobur kalıntıları dikkat
çekiyordu. Fakat bazı veriler o dönemdeki
Neandertallerin otobur olduğunu gösteren nitelikte.
Sistiaga Neandertallerin genellikle et
tükettiklerini fakat dikkate değer ölçüde otçul
beslendiklerini dile getirdi.
TANELİ UFAK MEYVELER, KURU YEMİŞ YİYORLARDI
Bölgenin şartları da göz önüne alınarak
Neandertallerin taneli ufak meyveler, kuru yemiş ve
kök sebzeler yediği tahmin ediliyor. Neandertallerin
yiyeceklerinin yaşadıkları bölgeye göre de farklılık
gösterebileceği belirtiliyor.
Sistiaga,
Almanya gibi daha soğuk bölgelerde yaşayan
Neandertallerin et gibi kalorili ürünler yerken
İspanya gibi sıcak bölgelerde yaşayanların ise otla
da beslenmiş olduklarını söyledi.
Sistiaga mevsimlere göre de beslenmeleri farklılık
gösterebileceğini ifade etti. Beslenme düzenleri 30
bin ile 40 bin yıl önce Neandertallerin soylarının
tükenmesinin gerekçesi olarak açıklanıyordu.
Açıklamaya göre et yiyen Neandertaller, Homo Sapiens
olarak bilinen insanlar karşısında soylarını devam
ettiremedi. Fakat uzmanlar bu açıklamanın da yeni
araştırma sonrasında gözden geçirilmesi gerektiğini
belirtiyor.
Radikal, 26.06.2014
|
LİKYA UYGARLIĞI'NA DEV MÜZE

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yürüttüğü, Likya
Birliği’nin en büyük beş kentinden biri olan
Mira’nın limanı Andriake Antik Kenti’ndeki müze
çalışmasında sona geliniyor. Toplam 8 milyon 355 bin
667 liraya mal olması beklenen Likya Medeniyetleri
Müzesi, açık ve kapalı alanlara sahip. Beş yıldır
süren kazılarda ortaya çıkarılan liman yapıları,
ticaret yeri, hamam, kilise yapıları, yer altı su
sarnıcı müzenin açık kısmına dahil olacak. Müzenin
kapalı alanı için MS 129 yılında inşa edilen Roma
dönemi Hadrian granaryumu (tahıl ambarı) restore
edildi.

MÜZE BİNASI TAHIL AMBARI
Hadrian granaryumu 56 metre uzunluğunda, 32 metre
genişliğinde ve 7 odadan oluşuyor. Yüzyıllardır
sağlam kalan duvarlar restore edildi, çatı
kapatılarak kiremitle kaplandı. Müzenin önünde yer
alan, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat
Çevik tarafından başlatılan ve 1 yıldır
Antalya Müzesi tarafından yürütülen kazılarda
ortaya çıkarılan liman çarşısı kısmına, 16 metre
uzunluğunda bir Roma dönemi teknesi yerleştirildi.
Üst kısmına da Onurlandırma Anıtı üzerinde Roma
dönemi vinci, taşıma arabalarının kopyası konuldu.
SARNIÇTAN KUŞ CENNETİNE
Müze çalışmaları çerçevesinde dönemin üretim
atölyelerinin yer aldığı plakomada (ticaret
agorası, kazılar sonunda ortaya çıkarılan yapılar
elden geçirildi. Andriake liman kentinin su
ihtiyacını sağlayan 6 metre derinliğinde, 24 metre
genişliğinde ve 12 metre genişliğindeki yeraltı
sarnıcı restore edildi. Açık ve kapalı bölümlerin
karşılama ofisleri tamamlandı. Antik kentin
bitişiğinde bulunan kuş cennetindeki kuşların
gözlemlenebilmesi için gözlem kulesi ve antik kentin
tümüne yürüyüş yolları yapıldı.
TURİSTLERİN İLGİ GÖSTERMESİ BEKLENİYOR
Yıl sonunda ziyarete açılması planlanan Likya
Müzesi, Türkiye’nin sayılı müzeleri arasına girmeye
hazırlanıyor. Demre Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman,
Likya Medeniyetleri Müzesi inşaatına 2013 yılında
başlandığını belirterek, "Söz konusu sahada, ender
rastlanabilecek bir konumda, hem kapalı hem açık
alanıyla Türkiye’nin en büyük müze sahalarından biri
olacak. Bu alanda yer alan Andriake’nin tahıl ambarı
kapalı müze olacak. Burada Likya medeniyetinin tüm
unsurları sergilenecek. Önümüzdeki dönemde çok
sayıda turisti Demre’ye bekliyoruz" dedi.
Hürriyet, Haber: Ahmet Acar, 26.06.2014
|
BİLİMSEL KAZILARI DENETLEYENLER MÜTEAHHİTLERİ DE
DENETLEMELİ
Türkiye’nin yüzölçümü, coğrafi
bölgelerinin çeşitliliği ve bu topraklarda yaşamış
kültürlerin sayısını düşünürsek, şu an yürütülen
arkeolojik kazıların epey yetersiz olduğunu görürüz.
Paleolitik döneme ait komşu ülkelerde yüzlerce,
ülkemizde ise sadece 3 kazı yeri mevcut. Bırakın
uzak geçmişi... Macaristan’da kazıldığı kadar
Osmanlı yerleşmesi kazıldı mı mesela bizde?
30 yılda kazılan Neolitik dönem yerleşme yerlerinin
sayısı Balkan ülkelerinde 300, Suriye, Lübnan, Ürdün
ve İsrail’de 400.
Kapladığı alan hepsinden fazla olan Türkiye’de aynı
döneme ait kazılmış Neolitik yer sayısı ise sadece
30.
****
2013’te 109 yerli kazı, 34 yabancı kazı, 65 müze
kazısı, 23 tane de Kamu Yatırım Alanları Kazı
Çalışmaları (HES, barajlar ve TKİ) olmak üzere
toplam 231 kazı yapıldı.
2012 verileriyle kıyasladığımızda bilimsel kazılarda
düşüş olduğunu görüyoruz.
Çok önemli kazıların bilimsel nedene dayanmayan,
gerekçeli yargı kararları olmadan, çeşitli bahaneler
uydurularak kapatıldığı; bilim etiğine uyulmadan
kazı başkanlıklarının el değiştirdiği, yargı
kararlarına rağmen bazı kazılara hala izin
verilmediği biliniyor.
****
Halbuki devlet teşvik edici, bilimsel çalışmaların
yolunu açan bir yaklaşım içinde olmalı. Bilimsel
kazılardaki denetim, bilim insanlarını potansiyel
suçlu gibi bir yere oturtmamalı.
Kültür Bakanlığı esasen gücünü tahribat, kaçakçılık
ve defineciliğe yönlendirmeli. Sadece defineciler
değil, iş makineleriyle çalışan operatörler de
toprağa sürekli müdahale ederek geçmişi yok
ediyorlar.
Oysa Türkiye’nin de onayladığı Malta-Valetta
Sözleşmesi, toprağa yapılan her müdahalenin –evin
temeli, yol, su şebekesi, baraj vs- denetlenmesi
gereğini ortaya koyar ve bunun sorumluluğunu devlete
verir.
****
Arkeoloğun yaptığı bilimsel kazılar mutlaka bir
Bakanlık elemanı tarafından denetlenirken bir höyük,
yol açmak, tarla düzeltmek ya da bir inşaat
nedeniyle rahatlıkla yok edilebiliyor.
Bakanlık, hiçbir bilimsel kazının bir greyderden
daha kötü olmayacağını kabul etmeli.
Bizde genelde bir yatırım başlayıp iş makineleri
çalıştığında eski esere rastlanıp yerel müze
durumdan haberdar edilirse yatırım durduruluyor.
Kargamış Barajı’nı düşünün... Yapılacağı 30 yıl
öncesinden bilinen baraj göl alanında gövde
inşaatının bitmesine iki yıl kala, 1998’de kurtarma
çalışmalarına başlanmıştı, hatırlayın.
Proje ya da yapım aşamasında olan, ancak hiçbir
kurtarma çalışması yapılmayan 140 baraj daha var,
unutmayın.
Keban, Aşağı Fırat, Aslantaş barajları dışında,
bunların göl suları altında nelerin kaldığı
bilinmiyor. Keban baraj göl alanı altındaki 65
yerleşmeden sadece 19 tanesinde, Karakaya ve Atatürk
Baraj alanlarında da su altına bırakılan 600
yerleşmeden sadece 21 tanesinde çalışma yapıldı.
Bütün Yukarı Mezopotamya kültürlerini yutmak üzere
olan Dicle baraj göl alanlarında, övündüğümüz GAP
projesi için, yüzey araştırmalarında saptanan
yüzlerce yerleşmeden elimizde tek bir kurtarma
kazısı kaldı. Buna karşılık, bir yılda yapılan
define kazılarının sayısı yüzlerce.
****
Kültür Bakanlığı bilimsel kazılara “Bakanlık
temsilcisi” yolluyor.
Aynı şekilde, eski ören yeri veya bir yapıyı söküp
yeniden yapan müteahhitlerin başına da yollamalı.
Yeni bir arkeoloji politikası oluşturulmalı, dünya
arkeolojisinin nereye gittiği yakından izlenmeli.
Bilimsel kazılar sıkı denetime tabi tutulurken, asıl
tahribatı yapan Karayolları, DSİ gibi kurumların
çalışmalarının göz ardı edilmesi, buralarda arkeolog
bulundurulmaması kabul edilebilir bir yaklaşım
değil.
Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 26.06.2014
|
|
ŞAM'DAKİ SON OSMANLI BAYRAĞI
Suriye'nin başkenti Şam'da dalgalanan son Osmanlı bayrağı, yaklaşık 100 yıl sonra Türkiye'nin Londra Büyükelçisi Ünal Çeviköz'e teslim edildi.
Haileybury Koleji'nde düzenlenen törende Çeviköz, bayrağın hikayesini şöyle anlattı: "Kolejin mezunlarından Edgar Turner, 1918'de Şam'a giren General Allenby'nin yardımcısıymış.
Allenby, oradaki son Osmanlı bayrağını Turner'a emanet etmiş ve bugüne kadar aile korumuş. Bayrağı tekrar ait olduğu yere iade etmeyi düşünmüşler.
Ailenin dördüncü nesli olan Jack Turner'dan bayrağımızı teslim aldım" dedi.
Sabah, 26.06.2014
|
TAM 738 YILLIK VE 20
METRE

Kayseri'de Selçuklu
mimarisinin eserlerinden biri
Sivasi Hatun Camii'nde
1111 taneli, 738 yıllık tespihi görenler şaşırıyor.
Yaklaşan Ramazan ayı
için asılı olduğu duvardan indirilen tam 20 metre
uzunluğundaki tespih, ay boyunca cami cemaati
tarafından en az 10 kişinin oluşturduğu halkada
boyunlarından dolanarak çekilecek.
Göçeraslan oğlu
Nasrullah ve eşi Sivasi Hatun tarafından 1282
tarihinde inşa ettirilen Selçuklu mimari
eserlerinden
Sivasi Hatun Camii'nde
bulunan dev
tesbih, vakıf ve
camideki kayıtlara göre, 738 yıllık gelenek
yaşatılarak bu Ramazan ayı için asıldığı duvardan
indirildi. Cami İmamı Oktay İşçi, oruç boyunca
çekilecek
tesbihin çok sağlam
olduğunu ve 4 defa çekildiğinde bir hatim sevabı
yerine geçtiğini öne sürdü. İmam İşçi, şöyle dedi:
"Tesbihimiz
1111 adettir. Andız olarak nitelendirdiğimiz bir
ağaçtan yapılmıştır. Bu ağacımızın toz tutmama ve
çürümeme özelliği vardır. Çok sağlam bir ağaçtır.
Camimizde Ramazan ayında sürekli hatimle namaz
kılınmaktadır. Ramazanda teravih namazından sonra da
Kadir gecesinde bu
tesbih sürekli
çekilmektedir. Dört kere çevirdiğim zaman 4 bin 444
yani hatim sevabı vardır. Genelde sabah
namazlarından afet, savaşlardan önce bu
tesbihimiz
çekilmiştir.
Tesbih, Ramazan ayı
boyunca yatsı namazı sonrası, sabah namazı öncesi
çekilecek. Cemaatin boynundan dolanan
tesbih taneleri tek
tek tam 4 defa aynı kişiden geçecek. Camiye gelenler
böylece bir geleneği sürdürecek. Herhangi bir kötü
olaylardan korunmak için elimizden geldiği kadarıyla
sabah ezanında gelip, burada dualar ederiz."
Habertürk, 25.06.2014
|
10 DAKİKADA REKOR KIRDI
Fransız ressam Claude Monet’nin 250’ye yakın yapıttan oluşan “Nilüferler” serisine dahil olan 1906’da yaptığı bir tablosu, pazartesi günü Ingiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen açık artırmada 31 milyon 722 bin sterline (114 milyon 40 bin TL) satıldı.
Sotheby’s müzayede evi tarafından düzenlenen açık artırmadaki satışta, Fransız ressamın yapıtlarına bir müzayedede verilen en yüksek ikinci satış fiyatının elde edildiği açıklandı.
10 dakikada alıcı bulan tablo, ayrıca, “Nilüferler” serisinin “kare” şeklindeki yapıtları arasında en pahalı fiyata satılan tablo olarak rekor kırdı. Seride dikdörtgen, daire şeklinde yapıtlar da bulunuyor.
Habertürk, 25.06.2014
|

|
LATMOS'A HAYAT ÖPÜCÜĞÜ

Doğal yapısı ve tarih öncesi
kaya resimleriyle ünlü Beş Parmak (Latmos)
Dağı’nın Milli Park ilan edilmesi ve dağda büyük
tahribat yaratan maden ocaklarının engellenmesi
için Meandros Platformu’nun hazırladığı dosya,
21 Haziran’da Aydın’ı ziyaret eden Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’a teslim
edildi. Platform sözcüsü Aslı Ulaş Aksu’nun
Bakan Yıldız’a verdiği dosyada, Latmos’un daha
fazla tahrip edilmemesi için girişimde
bulunulması istendi.
Latmos’un Milli Park olması için başlatılan
girişimlerde bakanlığın olumlu görüş bildirmesi
istenilen dosyada, Bakan yıldız’a hitaben,
"Aydın ve Muğla İli sınırları içinde bulunan
Bafa Gölü’nün doğu kıyısındaki Beşparmak Dağı
Türkiye’de ve dünyada eşine ender rastlanan çok
özel ve doğal güzellikler açısından en
etkileyici ve arkeolojik bulgular açısından
uluslararası standartlara ve anlaşmalara göre,
çok önemli bir kültürel miras niteliğindedir.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı nezdinde başlatılan
çalışmalarla, ülkemiz için büyük önem taşıyan ve
uluslararası bir marka olma potansiyeline sahip
olan bu alanın ’Milli park’
ilan edilerek korunması ve uluslararası
turizme açılması hedeflenmektedir. Orman ve Su
İşleri Bakanlığı tarafından ’Milli Park’ ilan
edilmesi sürecinde, çeşitli bakanlıkların
görüşleri alınmaktadır. Bu meyanda
bakanlığınızdan alınan görüşün olumlu yönde
verilmesi hususunda emir ve müsaadelerinizi arz
ederiz" denildi.
LATMOS’UN ÖNEMİNE DİKKAT
ÇEKİLDİ
Bakan Yıldız’a sunulan dosya’da Latmos’un
Neolotik dönemden, Osmanlı dönemine uzanan birçok
önemli kalıntıya evsahipliği yaptığına dikkat
çekildi. Milattan önce 6 bin yılına ait kaya
resimlerinin Anadolu Prehistorya arkeolojisinde son
yılların en büyük keşifleri arasında yer aldığı,
resimlerin insanlık tarihinde önemli bir adımı
belgelediği de vurgulanan dosyada, buradaki kaya
resimlerinin konusu ve resim dili itibariyle dünyada
tek olduğu ifade edildi.

Latmos’un Kaya resimlerinin yanı sıra geçmiş
uygarlıklara ait bir çok buluntuya ev sahipliği
yaptığı da dosyad belirtilip, "Geçmiş birçok
uygarlıklara ulaşım sağlayan ’antik döşeme yollar’,
’mezarlar’ ve buluntular bu coğrafyada yer
almaktadır. Herakleia, Latmos, Amyzon, Euromos,
Labranda, Alinda, Alabanda, Myus gibi antik
yerleşimlerin yer aldığı Beşparmak Dağı, Sobran,
Kirselik, Arap Avlusu, Yediler, Karyes gibi dağ
manastırlarıyla 9. yüzyılda psikoposluk merkezi
haline gelmiş kutsal bir dağ olarak bilinmektedir.
Aydın sınırları içindeki Beşparmak Dağ’nın kuzey
bölgesi, Türkiye’de oldukça lokal bir yayılış
gösteren "Fıstık Çamı Ormanları"nın en geniş
örneğine ev sahipliği yapmaktadır. Aynı zamanda
zengin Akdeniz Bitki Örtüsü nedeniyle çok önemlidir.
Dağın bir diğer önemi ise florasında ülke çapında
nadir bitki türlerinin çok zengin populasyonlarının
yer almasıdır" denildi.
Hürriyet, Haber: Latif Sansür, 25.06.2014
|
SİDE ANTİK KENTİ YABANİ OTLARDAN TEMİZLENDİ

Antalya Manavgat Belediyesi,
Side Antik
Kent'te temizlik çalışması başlattı.
Belediye, 20 kişilik ekiple tarihi
Ören yerinde 3 yıldır temizlik yapılmayan
yerleri temizledi. Yabani otların
temizlenmesiyle tarihi
Ören yerindeki Hellenistik, Roma ve Bizans
döneminden kalma tarihi eserleri gün yüzüne
çıktı.
Side Antik
Kent'te tarihi surlarda 3, Roma döneminde
kalma hamamlarda 2 yıldır yabani ot temizliği
yapılmadığında görsel kirlilik oluştuğu ifade
etti. Yabani otların temizlenmesi ile yerli ve
yabancı turistlerin bölgedeki tarihi eserleri
görmelerinin sağlandığını belirtildi.
Manavgat Belediye Başkanı
Şükrü Sözen, temizlik çalışmasını
Side Müzesi ile birlikte yaptıklarını
söyledi. Antik kente temizlik çalışmasını 20
kişilik ekiple yaptıklarını hatırlatan Başkan
Sözen, çalışmalar kapsamında Büyük Hamam, Liman
Hamamı, Men Tapınağı,
Apollon Tapınağı,
Athena Tapınağı ve deniz surlarının
bulunduğu antik kalıntı alanlarında yıllardır
alınmayan otlar temizlenmeye başladık.
Side'de yer alan ve herkesin hayranlıkla
izlediği tarihi surların 3 yıldır, antik
hamamların ise 2 yıldır temizlenmediği, bu
yüzden yabani ot ve ağaçların tarihi alanları
gizlemesi nedeniyle çalışma başlattık. Belediye
ekiplerinin antik hamam ve surların temizlik
çalışmalarından sonra giriş kapısı ile müze
arasında kalan alanları da temizleyeceğiz."
dedi.
Side'nin Türk turizmin bir markası olduğunun
altını çizen Sözen, dünya turizminin gözbebeği
antik kentteki tarihi eserlerin korunmasına her
daim sahip çıkacaklarını kaydetti. Sözen,
sözlerini şöyle sürdürdü: "Side'nin
potansiyelini en iyi şekilde değerlendirmesini
sağlamak için çalışmalar yürütüyoruz.
Side Antik
Kent'te tarihi ve doğal güzelliklerimiz iç
içedir. Tarihi şehre kimliğini kazandıran tarihi
mekanlarımızın yıllardır yabani ot ve ağaçlardan
temizlenmediği şikayetlerini aldık. Bu yüzden
ekiplerimizi acilen bölgeye yönlendirdik.
Otların temizlenmesiyle tarihi eserlerimizin
daha fazla ortaya çıkması hepimizi sevindirdi.
Belediyesi olarak tarihimize sahip çıkmaya devam
edeceğiz."
haberler.com, 25.06.2014
|
LİSENİN TEMEL KAZISINDA TAPINAK ÇIKTI
Bartın'ın Amasra İlçesi'nde lise yapılması planlanan
arazideki sondaj kazılarında Roma döneminde bir
tapınağa ait olduğu düşünülen sütun ve kaidelere
rastlandı. Alandaki tarihin ortaya çıkarılması için
kazı yapılmasına karar verilirken okul başka bir
yere yapılacak.
Yatırım programına alınan ve bu yıl temeli
atılması planlanan 24 derslikli Amasra Çok Programlı
Lisesi'nin yapılacağı Kum Mahallesi'nde Amasra Müze
Müdürlüğü'nce yapılan sondaj kazılarında Roma
dönemine ait sütun başlığı ve bunlara bağlı kaideler
bulundu. Durumun Karabük Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne bildirilmesinin ardından 3
bin metrekarelik alanda kazı çalışması yapılması
kararı alındı.

Amasra Müze Müdürü Baran Aydın, Milli Eğitim
Bakanlığı'nca yatırıp programına alınan okul
inşaatının temel çalışmasından önce sondaj kazıları
yaptıklarını hatırlattı. Aydın, "Arazinin iki farklı
noktasında yaptığımız kazılarda MS 2 veya 3'üncü
yüzyıla ait olduğunu düşündüğümüz bir tapınağa ait
sütun başlığı ile bunları birbirine bağlayan bezeli
bloklar, sütun kaideleri, gövdeleri ve mermer
plakalardan oluşan bir zemine rastladık" dedi.
Alanda okul projesinin askıya alındığını belirten
Aydın, şöyle konuştu:
"Bölgede geniş çaplı bir kurtarma kazısı
yapacağız. İlk etapta elde ettiğimiz bulgular,
sütunların belirli bir yöne doğru devrilmiş olduğunu
gösteriyor. Bu durup deprem sonucu yıkılmış
olabileceklerini gösteriyor. Tabii net bilgileri
ancak kazı çalışmalarının ardından söyleyebiliriz.
Burada ortaya çıkan eserler, ilçedeki üzeri örtülü
tarihi ve antik şehri gün yüzüne çıkarma adına ümit
veren bulgulardır."
Amasra İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri
ise söz konusu okul projesinin başka bir alana
yapılması için yer arayışında olduklarını söyledi.
Akşam, 25.06.2014
|
ANTİK TAŞ OCAKLARI TURİZME AÇILMAYI BEKLİYOR

Mardin Artuklu Üniversitesi (MAÜ)
Arkeoloji Bölüm Başkanı Yard. Doç. Dr. Güner
Coşkunsu, beraberinde Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr.
Minna Lönnqvist ile yeni yerleşim alanında bulunan
antik taş ocaklarında incelemelerde bulundu.
Yard. Doç. Dr. Coşkunsu,
burada AA muhabirine, geç Roma ve Bizans dönemine
ait olduğunu düşündükleri antik taş ocaklarında
henüz arkeolojik bir çalışmanın yapılmadığını
söyledi.
Taş ocaklarının
çevredeki moloz ve çöp yığınlarının arasında
kalmasının üzücü olduğunu ifade eden Coşkunsu,
"Taş ocaklarında
ciddi bir arkeolojik dolgu bulunuyor. Burada
arkeolojik kazı yapılması halinde taş ocaklarının
tarihi, işleyişi, tekniği, o döneme ait sosyal ve
idari sistem hakkında bilgi edinmek mümkün olacak"
dedi.
Coşkunsu, uzmanların bu
taş ocağında ciddi bir araştırma yapmasını önererek,
taş ocağının hayranlık uyandıran Mardin siluetini ve
tarihini oluşturan taşın kaynağından biri olduğunu
vurguladı.
"Taş ocakları
korunarak, turizme açılmalıdır"
Taş ocağının çok
nitelikli taşların çıkartıldığı antik bir kaynak
olduğunu dile getiren Coşkunsu, şöyle konuştu:
"Hem bu ocaklara hem de
Mardin'in çeşitli dönemlerine ait sivil, dini, idari
ve savunma mimarisine baktığımızda Mardin ve
çevresindeki şaheser niteliğindeki taş işçiliğinin
ve geleneğin sürekliliğini görmek mümkün. Sadece
taşların ocakta ustalıkla şekillendirilip
çıkartılması değil ocakların açılmasındaki
mühendislik ve mimarlığın da üst düzeyde olduğunu
görüyoruz.
Bir katedral kadar
ihtişamlı bu taş ocakları farklı bir atmosfere
sahip. Burada yakın bir zaman kadar bölge insanı
tarafından da kullanılmış birkaç döneme ait taş
ocağı var. Sadece tarihi bir peyzaj alanı olarak
bile korunmaya ve
UNESCO Dünya Kültür Mirası olmaya değer bu taş
ocakları korunarak, turizme açılmalıdır."
Arkeoloji bölümü olarak
Mardin'deki taş ocaklarıyla ilgili bir araştırma
yapmayı düşündüklerini kaydeden Coşkunsu, taş
ocaklarının kapsamlı şekilde incelenmesi için
bölgeye uzmanları beklediklerini sözlerine ekledi.
''Bu taş
ocaklarının benzerleri
Avrupa'da da var"
Yard. Doç. Dr. Minna
Lönnqvist ise ünik taş ocaklarında yüksek kalitede
bir antik taş işlemeciliği gördüklerini söyledi.
Ocaklarda dikey blok ve
keski izleri ile sütunlar, galeriler, pencereler ve
rafların çok belirgin olduğuna işaret eden
Lönngvist, Dara'daki taş ocaklarında da benzer bir
taş işçiliği bulunduğunu belirtti.
"Bu taş ocaklarının
benzerleri Avrupa'da da var" diyen Lönngvist,
Mardin'deki manastırların bu ocaklardan çıkan
taşlarla yapıldığını düşündüklerini dile getirdi.
Lönngvist,
"Mardin'deki bu taş
ocakları korumaya, gelecek nesillere aktarılmaya,
yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açılmaya
değer niteliktedir" diye konuştu.
Haber 7, 25.06.2014
|
3 BİN YILLIK YAZI, TAKI VE İŞLEMELERLE YAŞATILIYOR
Yaklaşık 3 bin yıl önce bölgede hüküm süren Urartu
Krallığı'nın alfabesini öğrenen taş oyma ustası
Ferhat Şimşek, öğrendiklerini ürettiği takı ve
işlemelere uygulayarak Urartu alfabesini günümüzde
de yaşatıyor.
Doğu Anadolu Bölgesinde
MÖ 900-600 yılları
arasında hüküm süren Urartu Krallığı, çivi yazısının
yanı sıra mimari, maden işlemeciliği, kaya
oymacılığı, kabartma sanatı ve taş işçiliğiyle ön
plana çıkıyor.
Başkent Tuşba başta olmak üzere bölgede yaptığı
su kanalları, bentler, barajlar, tapınaklar, kaya
mezarları, kale ve saraylarla dönemin en ihtişamlı
imparatorluklarından biri olan Urartular, buldukları
çivi yazısıyla da eserler hakkındaki bilgileri ve
kültürlerini günümüze kadar taşımayı başardı.
Bu kapsamda Çavuştepe Kalesi'nde bekçilik yapan
Mehmet Kuşman'ın da uzun yıllar arkeologlardan
aldığı destekle Urartu alfabesini öğrenerek
Urartucayı günümüzde yaşatmaya çalışması Vanlı
gençlere de örnek oldu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan taş oyma ustalığı
belgesi aldıktan sonra Kuşman'ı örnek alarak
başladığı oymacılığı Van Kalesi'ndeki atölyesinde
sürdüren Ferhat Şimşek, yaklaşık 3 bin yıllık çivi
yazısını taş ve takılara işliyor.
Şimşek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Van
Kalesi'nde Urartu Kralı Sardur'un babası adına
yazdırdığı lahitte çalışma yaparak örnekler
topladığını belirterek, aldığı örnekleri daha sonra
atölyesindeki taş, takı ve işlemelere uyguladığını
söyledi.
Çalışmalarında, dünyada Urartu dilini bilen 38
kişiden biri olan Mehmet Kuşman'ı örnek aldığını
anlatan Şimşek, Urartu alfabesini öğrendikten sonra
el işlemeleriyle renklendirdiğini ifade etti.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Arkeoloji Bölümü
öğretim üyeleri ve Van Müzesi'nde görevli uzmanların
desteğiyle kendisini geliştirdiğini anlatan Şimşek,
"Ben bu bölge ve coğrafyanın tam olarak
tanıtıldığını düşünmüyorum. Bu nedenle de bu konuda
çalışmalar yürüttüm. Mehmet amca bu işin duayeni
olarak biliniyor ve onun yaptığı çalışmalar ilgimi
çekti. Bu ilgiyi kendi el becerimle birleştirerek
Urartu alfabesini öğrenmeye ve yazmaya gayret ettim.
YYÜ Arkeoloji Bölümündeki ve Van Müzesi'ndeki
arkeologlarla Urartu dilini bütün dünyaya tanıtmak
istiyoruz" diye konuştu.
Time Türk, Haber: Sıtkı Yıldız - Cemal Aşan,
25.06.2014
|
CELAL BAYAR'IN EVİ YIKILIYOR

Türkiye’nin 3.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 1960 yılından ölümüne
(1986) kadar yaşadığı Kadıköy’deki evi, depreme
dayanıklı olmadığı gerekçesiyle yıkılıyor. 1945-1950
yılları arasında inşa edilen yapı, yıkıldıktan sonra
yeniden yapılacak. Şu sıralar evde hummalı bir
çalışma var. Evin kapıları, pencereleri
numaralandırılarak çıkarılıyor. Eve ait tüm bu
parçalar restore edilecek ve yeni yapılan evde
kullanılacak. Bu çalışmalar nedeniyle binada yaşayan
Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy da evden taşındı.
Öte yandan Kadıköy Çiftehavuzlar Mahallesi’ndeki tek
katlı evle aynı bahçe içerisinde Celal Bayar’a ait
bir apartman da bulunuyor. Bu bina da geçtiğimiz
günlerde yerine rezidans yapılmak üzere yıkıldı.
MODERN KONUTA ÖRNEK
Tarihi binalara sahip çıkılması gerektiğini
hatırlatan DOCOMO Türkiye Ulusal Çalışma Grubu ise
bu yıkıma tepkili. İstanbul Teknik Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi bünyesinde 1990 yılında
oluşturulan DOCOMO Türkiye Ulusal Çalışma Grubu,
kamunun dikkatini 20. yüzyılda öne çıkan modern
mimarlık, tasarım ve şehir plancılığı ürünlerini
korumak amacıyla kuruldu. Binanın 1950’li yılların
modern mimarisine sahip olduğu için tescil edilmesi
gerektiğini belirten grup, bu nedenle İstanbul V
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na
başvuruda bulundu. DOCOMO Türkiye’nin yaptığı
başvuruda, “Bu yapı, tasarım yaklaşımı, mimarisi,
kütle ve cephe düzeni ile modern konut anlayışının
Türkiye’deki ender örneklerinden biridir. Hiçbir
taşıyıcı sorunu olmayan yapı yıkılarak özgünlüğünü
yitirecek, yapıyla beraber korunması gereken peyzaj
öğeleri yok olacaktır” ifadelerini kullandı.
Taraf, Haber: Billur Özgül, 25.06.2014
|
 |
24 ÜLKEDEN 80 GALERİ İSTANBUL'DA BULUŞUYOR
Bu yıl 2.si gerçekleşecek uluslararası çağdaş sanat fuarı ArtInternational’a katılacak galeriler belli oldu.
Amerika’dan Çin’e, Suudi Arabistan’dan Finlandiya’ya, 24 ülkeden 80 galerinin katılacağı fuar, 26-28 Eylül tarihlerinde Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek. İstanbul’un geçen yılki en önemli sanat etkinliklerinden biri kabul edilen ArtInternational’ın yönetmenliğini bu yıl da Dyala Nusseibeh üstleniyor. Fuarın bu yılki yenilikleri arasında online sanat sitesi artsy.net ile işbirliği de bulunuyor.
Sanatseverler, açılıştan önce ArtInternational’ı artsy.net’ten online izleyebilecek, sergilenecek sanat eserlerini fuar tarihleri arasında online olarak satın alabilecek.
Habertürk, 24.06.2014
|
KARAMAN OVASI KAZILIYOR
Bir dönem Ortodoks Rumların (Karaman Rumları) yaşadığı ve ardında pek çok mimari kalıntı bıraktığı Karaman’a bağlı Karadağ ören yerinde arkeolojik kazılara başlandı. Bu yılki kazılarda ağırlıklı olarak dini ve askeri yapıların araştırılacak olmasının yanında, kiliseler bölgesindeki restorasyon çalışmaları da devam edecek.
İnanç turizmine yönelik kazı ve restorasyon süreci sonunda, Karadağ, Türkiye’den ve tüm dünyadan daha fazla ziyaretçinin ilgisine sunulacak. Hıristiyanlık döneminde dini merkez olan 4. ve 9. yüzyıllar arasında art arda inşa edilen onlarca kilise, manastır ve mezar yapısının bulunduğu Karadağ, bu yönüyle zengin bir yaşam kültürüne de sahip.
Karaman Müzesi Müdürlüğü tarafından desteklenen kazılar 21 Temmuz’a dek sürecek.
Habertürk, 24.06.2014
|
 |
AMANOSLAR'DA ANTİK ROMA YOLU BULUNDU
Hatay’ın
Dörtyol İlçesi'nde faaliyet gösteren Amanoslar
Çevre Koruma Derneği (AÇED)
üyeleri, antik dönemde var olan ve Amanos
dağlarından geçtiğini öğrendikleri
Roma yolunu keşfettiklerini bildirdi.

ÇED Grubu Temsilcisi Nazım Sönmez, şimdiye kadar
Amanos dağlarında var olduğu bilinen ama hiçbir
görüntü kaydı yapılmayan Roma yolunun AÇED üyeleri
tarafından görüntülenip belgelendiğini söyledi.
Antik Roma yolunun Amanos dağları Ayı deresi ve
Sarıdüz yaylası bölgesinden geçtiğini araştırmalar
sonucu öğrendiklerini ve yolu keşfetmek için bu
bölgeye 12 kişilik ekiple gittiklerini belirten
Sönmez, "Uzun araştırmalarımız sonucu Sarıdüz
yaylası civarında bir tepe yamacından derelere doğru
uzanan bitkiler altında kalan Antik Roma yolunun var
olan taban kayrak taşlarının da sökülerek yakın
civardaki yayla sakinleri tarafından bahçe duvarı
yapılmış olduğunu gözlemledik. Yerel halk tarafından
Küffar yolu olarak da bilinen ve Amanos dağlarından
geçen Roma yolu etrafı kayalık olduğu için antik
dönemde bu bölge oyularak içi kayrak taş kaplama ile
döşenmiş" dedi.
Nazım Sönmez, bu yolun dikkate alınarak en azından
geriye kalan kısmının turizm amaçlı açılması
gerektiğini sözlerine ekledi.
Milliyet, 24.06.2014
|
BEYOĞLU'NDAN BİR TARİHİ DAHA SİLİYORLAR

Türkiye'de bir yandan muhafazakar kimliğine vurgu
yapan bir iktidar iş başındayken, toplumda
muhafazakarlığın arttığı yorumları yapılırken bir
yandan da asırları devirmiş, İstanbul'un sembolü
olmuş yerler bir bir yerlerini terk ediyor.
100 yıllık Saray Sineması, Emek Sineması, İnci
Pastanesi, Robinson Crusoe Kitabevinin ardından
İstiklal Caddesi'nin sembollerinden biri daha kentin
hafızasına kazındığı yerden taşınıyor: Ürettiği
lavanta kolonyasının müptelaları bulunan ve
kurulduğu günden bu yana aynı yerde hizmet veren 120
yıllık Rebul Eczanesi.
Meşelik Sokak'a taşınıyor
1895'te açılan Osmanlının yıkılışına, Cumhuriyetin
kuruluşuna, iki dünya savaşına, 6-7 Eylül olayları
da dahil onlarca-yüzlerce toplumsal olaya tanıklık
eden, tüm bu süreçlerin iktisadi karmaşalarında
ayakta kalmayı başaran Rebul Eczanesi, Rumeli Han'ın
el değiştirmesiyle birlikte kapanmanın eşiğine
geldi. Daha önce otel yapılacağı haberleri basına
yansıyan Rumeli Han'ın satılmasıyla birlikte istenen
kira bedelinin yüksekliği nedeniyle kapanmanın
eşiğine gelen tarihi eczane çareyi taşınmakta
bulundu. Eczane, Fransız Konsolosluğu'nun
çaprazındaki Meşelik Sokak'ta bulunan Rebul 1895
Eczanesi'nde devam edecek.
Sosyal medyada tepki
Rebul Eczanesi'nin taşınma kararı almasıyla birlikte
hafızalarına, hatıralarına zemin oluşturan kentin ve
mekanların kaderine duyarlı İstanbullular da sosyal
medyadan sesini yükseltmeye başladı. Rebul
Eczanesiyle ilgili en çok vurgu yapılan ise, Rebul
ile özdeşleşen lavanta kolonyasının dışında onun
asırlık tarihine yapılan vurguydu.
Rebul Eczanesi de zaten kendi internet sitesinde
tarihini, "Daha dünyada sinema, röntgen
cihazı, Gilette, Kodak, naylon, bilgisayar
yokken..." diye anlatmaya başlıyor.
Dünya literatürüne geçen, Türkiye'nin kozmetik
alanında patent sahibi olan 52 ülkede ürünleri
satılan, bugüne kadar bir okul gibi yüzlerce
eczacıyı yetiştiren Rebul Eczanesi, Anadolu'da yol
inşaatı yapan Fransız bir müteahhidin, eczacılık
eğitimi alan oğlu Jean Cesar Reboul tarafından
kurulmuş.
Babasını ziyaret için geldiğinde İstanbul'a hayran
kalan Reboul, o sırada yapımı yeni tamamlanan Rumeli
Hanın altında "Grande Pharmacie Parisienne" (Büyük
Paris Eczanesi) adıyla eczaneyi açar.
Osmanlı'dan günümüze kurulduğu yerde yaşamını
sürdüren tek eczane olma özelliğini bugüne kadar
sürdüren Rebul, lavanta kolonyasını da 1935'te
üretmeye başlar. Hatta lavanta o dönemin en popüler
erkek parfümü halini alır. Jean Cesar Reboul,
1939'da eczaneyi 1920'de burada stajyer olarak işe
başlayan Kemal Müderrisoğlu'na devreder.
Eczaneyi günümüzde Kemal Müderrisoğlu'nun oğlu
Mehmet Müderrisoğlu işletiyor.
Eczanenin taşınması, aslında bilindiği ve alışık
olunduğu yerinde kapanması, İstanbullulalara da
kapıya asılan ve dağıtılan ilan ile duyuruldu.
Sosyal paylaşım sitesiTwitter'da fotoğrafı
paylaşılan o duyuruda Rebul'un kapanıyor olması
şöyle duyuruldu:
"Bu koca çınarı yakında inşaatı başlayacak
olan AVM/Otel projesi için taşımak durumunda
kalmaktayız. Rebul 1895 yılında hayatına Grand
Pharmacie Parissienne olarak başladığında;
-Sinema daha bulunmamıştı,
-Marconi telsizi bulmamıştı,
-Konrat röntgeni keşfetmemişti,
-Kodak fotoğraf makinesi yoktu,
-Wright kardeşler henüz ilk yaptıkları
uçakla uçamamışlardı,
-Titanik batmamıştı,
-1897'de nüfusu 1 milyon 059 bin olan
İstanbul, bugün 14 milyon 160 bin kişiye gelirken
hizmet verdiğimiz nüfusun yüzde 92,5'u yoktu."
Beyoğlu ve çevresinde uzunca bir süredir tartışılan
ve kent üzerine çalışma yapanların
"mutenalaşma" ya da
"soylulaşma"
diye nitelediği süreçte tarihi yapıların el
değiştirmesiyle beraber, artan emlak bedelleri
muhitin eski sakinlerini taşınmaya ya da bir tür
göçe zorluyor. Bu süreçte el değiştiren mekanların
da işlevi o güne dek alışıldığının ve kent kültürü
içinde yer edindiğinin aksine yeni işlevler
üstleniyor.
Çoğu yapı da AVM ya da otele dönüştürülüyor. Bu
süreçte kentin çehresinde ve kültürel yapısında
meydana gelen değişim ve mali yönden güçsüz eski
sakinlerin düştüğü durum ise tepkilere yol açıyor.
Beyoğlu'nda yakın zamanda benzer şekilde çok
sayıda tarihi yapı ve o yapılar içinde faaliyet
gösteren Saray Sineması, Emek Sineması, İnci
Pastanesi, Robinson Crusoe Kitabevi gibi işletmeler
tüm dayanışma çabalarına rağmen kapanmak, taşınmak
zorunda kaldı.
Cumhuriyet, 24.06.2014
|
AHMET TÜRK: ASKER VE MİT, MARDİN KALESİ'Nİ BOŞALTSIN

Mardin Büyükşehir Belediye
Başkanı Ahmet Türk, Mardin Kalesi'nde bulunan ve
1950'li yılların teknolojisi olan Radar Üssü'nün
taşınmasını gündeme getirdi, asker ve Milli
İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) kaleyi
boşaltmasını istedi. Mardin'in turizm kenti
olduğunu söyleyen Türk, "Biz artık hiç bir
işlevi olmayan ve asker ile MİT tarafından işgal
edilen kaleyi turizme açmak istiyoruz" dedi.
Almanya'nın
Ankara Büyükelçiliği'nden bir heyeti kabul
eden bağımsız Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı
Ahmet Türk, belediyeyi büyük bir borç yükü ile
devraldıklarını ve oturacak bir binalarının dahi
bulunmadığını söyledi. Mardin'in bir turizm
kenti olduğunu ve kültürüne uygun projelerle
kenti daha ön plana çıkarmak istediğini ifade
eden Türk, sözü 1950'li yıllardan beri NATO
tarafından Radar Üssü olarak kullanılan Mardin
Kalesi'ne getirdi.
 
"ORAYA
PARKLAR YAPMAK İSTİYORUZ"
Türk, Mardin Kalesi'nin 50-60 yıldan beri askeri
bir NATO Üssü olarak kullanıldığını, ama 50 yıllık
teknoloji ile
Ortadoğu ve Suriye'nin gözetlenemeyeceğini, daha
önce orayı boşaltma kararı almalarına rağmen halen
kalenin boşaltılmadığını söyledi. Türk, "Mardin
Kalesi'nde halen asker ve MİT kalıyor ve orayı
kullanıyorlar. Bu çağda artık 50 yıl önceki
teknoloji ile izleme ve gözetleme yapılamaz. Bunu
kendileri de iyi biliyor. Turizm kenti olan
Mardin'de bu görüntü yakışmıyor. Mardin Kalesi'nin
boşaltılması ile orayı turizme açıp parklar yapmak
istiyoruz"dedi.
 

"TÜRKİYE
MARDİN GİBİ OLSAYDI..."
Türk, 'Kürdistan' diye adlandırdığı coğrafyanın
sadece Kürtlerin değil, 5 bin yıldır Süryanilerin,
Ermenilerin, Kürtlerin birlikte yaşadığı bir
coğrafya olduğunu belirterek, "Mardin merkezinde ve
kimi ilçelerinde Arap halkı da yaşıyor. Bu halkların
hakkını ve hukukunu inkar etmeden bir yönetim
anlayışını gerçekleştirmek istiyoruz. Türkiye,
Mardin gibi olsaydı, buradaki halklar gibi
yaşasalardı şu anda Türkiye’de herhangi bir sorun
kalmazdı" dedi
Hürriyet, 24.06.2014
|
HAYDARPAŞA OTEL YAPILACAK MI?
CNN Türk televizyonunda yayınlanan, Enver Aysever’in
sunduğu Aykırı Sorular programı İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Danışmanı Prof.Dr. Mustafa
Ilıcalı’yı konuk etti.
İstanbul’un tarihi dokusunun bozulduğuna
ilişkin tartışmalara açıklık getiren Ilıcalı, eski
banliyö hattındaki tarihi istasyonların hepsinin
korunacağını ve Haydarpaşa Garı’nıni gar olarak
muhafaza edilip, yerine otel yapılmayacağını
söyledi.
İstanbul’daki trafik sorununa da değinen
Ilıcalı, 3.Köprünün İstanbul’daki trafik yoğunluğunu
azaltacağını, projenin sadece bir karayolu projesi
olmayıp raylı sistemi de barındıran çok yönlü bir
çözüm olduğunu belirtti.
Cnn Türk, 24.06.2014
|
5 TARİHİ KÖPRÜYE RESTORASYON

AKP İl Başkanı Bülent Tüfenkçi, Arapgir
İlçesi'ndeki tarihi 5 köprünün restorasyon çalışması
için Karayolları Bölge Müdürlüğünce ihale sürecinin
başlatıldığını açıkladı.
Arapgir İlçesi'ndeki tarihi eser niteliğindeki 5
köprü yatırım programında bulunduğunu belirten AK
Parti İl Başkanı Bülent Tüfenkçi, “Köprülerin yapımı
için ödenek sıkıntısı yaşanıyordu. Eski Arapgir 2,
Küçük Çarşı, Kozluk, Mavilik ve Tarhanik Köprü
onarım projeleri tamamlanmış ve ihalesinin yapılması
gerekiyordu. Yaptığımız girişimler sonucunda 5
köprünün restorasyon çalışması ihaleye çıkartıldı”
şeklinde bilgi verdi.
KÜLTÜR VARLIĞI…
Bu arada, Karayolları Elazığ 8. Bölge Müdürlüğü
tarafından “Arapgir Grubu Tarihi Köprüleri” olarak
yatırım programında yer alan Eski Arapgir 2, Küçük
Çarşı, Kozluk, Mavilik ve Tarhanik Köprüleri
restorasyon işi ihalesinin 10 Temmuz 2014 günü
Elazığ’da yapılacağı kaydedildi. Köprülerden Kozluk
Köprüsü ile Eski Arapgir Köprüsü 1977 yılında,
Tarhanik Köprüsü ile Mavilik Köprüsü ise 1980
yılında tescil edilerek Taşınmaz Kültür Varlıkları
listesine alınmıştı.
Eski Arapgir2 Köprüsü 24 metre, Küçük Çarşı
Köprüsü 48 metre, Kozluk Köprüsü 47 metre, Mavilik
Köprüsü 42 metre ve Tarhanik Köprüsü ise 103 metre
uzunluğunda bulunuyor.
Malatya Haber, 24.06.2014
|
ARKEOLOJİK KAZILAR BAŞLAMADI

Kültür turizminin en önemli ayaklarından birisi
olan ören yerlerindeki kazı çalışmalarının ödenek
aktarımındaki prosedürün uzaması nedeniyle
başlamadığı öğrenildi.Ödenek sıkıntısının
bulunmadığı açıklanırken, Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından daha önce İl Özel İdare Müdürlüğü’ne
aktarılan ödeneklerin
Muğla’nın Büyükşehir olmasının ardından ödenek
aktarmadaki sürecin uzadığı öğrenildi.Muğla’da
önemli arkeolojik kazı alanları arasında yer alan
Milas Labranda ve İassos, Datça Knidos, Dalyan
Kaunos, Milas Beçin,Yatağan Stratonikeia Yatağan
Lagina,
Fethiye Letoon ve
Bodrum Pedasa gibi ören yerlerinde hala kazı
çalışmaları başlamadı. Ödenek aktarımının 1 Temmuz
tarihine kadar tamamlanması beklenirken, kazı
çalışmalarına yöredeki otel ve turistik işletmelerin
de sponsor olarak yer alması istendi. Kazı
başkanları, kültür turizminin yaygınlaştırılması
için bakanlığın yanında özel şirket ve firmaların da
bu kazılara destek vermesini istediler.Kültür ve
Turizm Müdürlüğü yetkilileri, ödenek sıkıntısının
bulunmadığını söylerken, önümüzdeki bir haftalık
süreçte kazı çalışmalarının başlamasının
beklendiğini açıkladılar.
Mynet Haber, 24.06.2014
|
ARKELOJİ MÜZESİ'NDE SÜNNET DÜĞÜNÜ
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Eskişehir ETİ
Arkeoloji Müzesi’nde yapılan sünnet düğününde bir
heykelin yanına ses düzeni kurulması ve salonda
yemek masalarının kurulmasıyla ilgili fotoğraflar
sosyal medyada yayınlandı.

Fotoğrafları görenler, tepki gösterirken bazı
kişiler
Bursa’da eski Vali Yardımcısı Mehmet Özcan’ın
cami avlusunda oğluna ’Osmanlı usulü’ sünnet
yapmasını hatırlatıp, ’tarihe saygısızlık’ yorumunda
bulundu.
Çok amaçlı salon
Tepkiler üzerine müze yetkilileri, kendilerinin bu
konuda açıklamada bulunma yetkilerinin olmadığını,
açıklamanın Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü tarafından
yapılabileceğini söyledi. Ancak bir müze yetkilisi,
salonda daha önce nikah, seminerler, ve kokteyller
düzenlediğini söyledi.
Milliyet, 23.06.2014
******
İLBER ORTAYLI'DAN SERT TEPKİ: YARIN DA ÇAMAŞIR
YIKARLAR
Eskişehir'deki ETİ Arkeoloji Müzesi'nde
heykellerin bulunduğu salonda sünnet düğünü
yapılmasını değerlendiren tarihçi İlber Ortaylı,
'Bunlar hep yeni arızalar. Bugün müzede düğün
yapılmasına izin veren görevli, yarın müzede çamaşır
yıkar' dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Eskişehir ETİ
Arkeoloji Müzesi’nde heykellerin bulunduğu bir
salonda sünnet düğünü yapılmasına tarihçilerden
tepki geldi. Radikal'den İdris Emen'in haberine
göre, uzun yıllar boyunca Topkapı Sarayı’nda müze
başkanlığı yapan tarihçi İlber Ortaylı müzede sünnet
düğünü yapılmasına sert tepki gösterdi.
Müzelerde düğün yapılmasının cahillikten
kaynaklandığını söyleyen Ortaylı sözlerine şu
şekilde devam etti: "Eskiden müzelerin
bilgili, kendi halinde olan ve belirli yeterliliğe
sahip personelleri vardı. Ancak artık öyle
personeller yok. Şimdi biri saraydan taht taşıyor,
başkası müzede düğün yapıyor. İşte bunları yapanlar
hep kötü eğitimle yetişen insanlar. Bunlar hep yeni
arızalar. Örneğin Anadolu üniversitelerinde dört
senelik bir eğitimle, ‘arkeoloji ve sanat tarihi’
adı altında güya hem arkeoloji hem de sanat tarihi
okutuyorlar. Bu fevkalade yanlış bir eğitim sistemi.
Üstelik bu eğitimi alanların hiçbiri hiç bir şey
bilmiyor. Sonra da böyle manzaralar ortaya çıkıyor."
‘KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI’NIN KABAHATİ’
20 Yıl boyunca Müzelere eleman alınmadığını
söyleyen Ortaylı sözlerine şu şekilde devam etti:
"Böyle bir vakanın yaşanması tamamen Kültür
ve Turizm Bakanlığı’nın kabahatidir. Çünkü müzelere
doğru düzgün uzman almıyorlar. Bakanlık 20 yıl
boyunca müzelere uzman almadı. Artık müzelere doğru
dürüst müdür bile alamıyoruz. Çünkü bunların hiçbiri
kalifikasyon sahibi değil. Arkeoloji müzesinde
sünnet düğünü yapılmasına izin veren insana
acıyorum. Çünkü onun aklı bu tarz şeyleri almıyor.
Kendince, ‘İzin versem ne olacak?’ diyor ve müzede
sünnet düğünü yapılmasında bir kötülük görmüyor.
Maalesef müzelere alınan insanların müzecilikle
arkeolojiyle bir ilgisi yok. Bugün müzede sünnet
düğünü yapan yarın müzede çamaşır da yıkar."
Cumhuriyet, 23.06.2014
|
CUMALIKIZIK VE BERGAMA DÜNYA MİRAS LİSTESİ'NDE

Katar'ın başkenti
Doha'da düzenlenen
UNESCO 38. Dünya Miras Komitesi toplantısında,
Bursa'nın
Cumalıkızık Köyü ve İzmir'in
Bergama İlçesi
Dünya Miras Listesi'ne kabul edildi.
Katar Ulusal Kongre Merkezi'nde düzenlenen
UNESCO 38. Dünya Miras Komitesi toplantısında,
Katar'ın değişiklik teklif ettiği "Bursa ve
Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu" ve
Almanya'nın teklif ettiği "Bergama,
Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı" dosyaları ele
alındı.
Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi'nin (ICOMOS)
değerlendirmelerinin ardından iki yerleşim merkezi,
aralarında Türkiye'nin de yer aldığı 21 komite
üyesinin ortak kararıyla oylama yapılmadan
Dünya Miras Listesi'ne kabul edildi.
Türkiye'nin
UNESCO Daimi Temsilcisi Büyükelçi Hüseyin Avni
Botsalı, toplantıda yaptığı konuşmada, dünya miras
alanlarının siyasi rekabet konusu olmadığını ifade
ederek, "İnsanlık, gerginlik, ihtilaf ve çatışmalar
yerine kültür ve medeniyet değerlerini ön plana
çıkartarak,
UNESCO gibi kuruluşları dünya barışına daha
güçlü katkılar yapacak şekilde tahkim etmeli" dedi.
UNESCO Milli Komisyon Başkanı Prof.Dr. Öcal Oğuz
ise karar sonrası, "Çok mutlu, heyecanlı,
gururluyuz" ifadelerini kullandı.Cumalıkızık
Köyünün 998. sırada yer bulduğu
Dünya Miras Listesi'nde,
Bergama 999. sırada yer aldı. Böylece
Türkiye'nin Dünya Miras Listesi'ne kayıtlı
alanlarının sayısı 11'den 13'e çıktı.
Habertürk, 23.06.2014
******
BAKAN ÇELİK'TEN BURSA VE BERGAMA AÇIKLAMASI
Kültür ve Turizm Bakanı Çelik; "Bursa ve
Cumalıkızık, ticari kültürü ve kente yakın kırsal
yaşamın devamlılığı ile Osmanlı yaşam vizyonuna iyi
bir örnek teşkil etmektedir. Hellenistik dönemin en
büyük kütüphanelerinden birine sahip Bergama,
kültürel peyzaj kategorisinde listeye girdi" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın ve
Halkla İlişkiler Müşavirliği'nden yapılan
açıklamaya göre Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer
Çelik, Twitter'daki hesabından
'Bursa Cumalıkızık' ve
'Bergama'nın
Katar'ın başkenti
Doha'da
düzenlenen UNESCO 38. Dünya Miras Komitesi
toplantısında Dünya Miras Listesi'ne
girmesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Bursa ve Cumalıkızık'ın listeye girmesine ilişkin
haberi takipçilerine duyuran Çelik, "Adaylık
dosyası, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğümüz ile Bursa Büyükşehir Belediyesi
tarafından hazırlanmıştır. Emeği geçenlere teşekkür
ederim. Bursa ve Cumalıkızık, ticari kültürü ve
kente yakın kırsal yaşamın devamlılığı ile Osmanlı
yaşam vizyonuna iyi bir örnek teşkil etmektedir"
ifadelerini kullandı.
Bakan Çelik, Bergama'nın da Dünya Miras Listesine
girdiği haberi üzerine, "Doha'da düzenlenen Dünya
Miras Komitesi (DMK) 38. Dönem Toplantısından
sevindirici haberler ardı ardına geliyor. 'Bergama
Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı' dosyasının da
Dünya Miras Listesi'ne kaydedilmesine karar verildi.
Hellenistik dönemin en büyük kütüphanelerinden birine
sahip Bergama, kültürel peyzaj kategorisinde listeye
girdi" mesajını yazdı.
Bergama'nın da listeye alınmasıyla Türkiye'nin Dünya
Miras Listesindeki varlık sayısının 13 olduğunu
vurgulayan Çelik, gelecek yıl Diyarbakır ve Efes'in
dosyalarının görüşüleceğini ifade etti.
"Türkiye iki önemli gelişmeye imza attı"
Bakanlığın açıklamasında, Doha'daki toplantıda
Almanya'dan Çin'e, Meksika'dan Fransa ve
Danimarka'ya kadar birçok ülkeden dünyaca ünlü
tarihi ve kültürel varlığın listeye alınmasının
değerlendirildiği kaydedildi. 'Bursa ve Cumalıkızık'
ve 'Bergama' dosyalarının eklenmesiyle Türkiye'nin
listedeki varlığının 11'den 13'e yükseldiğine
dikkati çekilen açıklamadı, "Böylece kısa bir süre
önce İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirasının
Temsili Listesine karar verecek ekibe giren Türkiye,
uluslararası arenada iki önemli gelişmeye daha
imzasını attı" denildi.
Bursa ve Cumalıkızık
dosyası altı bileşenden oluşuyor
Açıklamada listeye giren alanlarla ilgili bilgi de
yer aldı. Buna göre, 'Bursa ve Cumalıkızık:
Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu' Dünya
Miras alanı, Orhangazi Külliyesi ve çevresini içine
alan Hanlar Bölgesi, Hüdavendigar (I. Murad)
Külliyesi, Yıldırım (I. Bayezid) Külliyesi, Yeşil
(I. Mehmed) Külliye, Muradiye (II. Murad) Külliyesi
ve Cumalıkızık Köyü olmak üzere altı bileşenden
oluşuyor.
Osmanlı'nın erken dönemlerinin bugüne ulaşan en
güzel kırsal kesim sivil mimari örneklerinden olan
Cumalıkızık, 1300'lü yıllarda bir vakıf köyü olarak
kuruldu. Dünya Miras Geçici Listesine 2000'de alınan
Cumalıkızık, "Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı
İmparatorluğu'nun Doğuşu" dosyası ile Dünya Miras
Asıl Listesi'ne alındı. Dosyada, Cumalıkızık ile
hanları-külliyeleriyle Bursa ve bu yerleşim
merkezlerinin Osmanlı ekonomisindeki rolü ve
Osmanlı'nın bir beylikten imparatorluk haline
dönüşmesi teması işlendi. Dosyada, Bursa'nın kent
planlaması açısından, sonraki payitahtlar Edirne ve
İstanbul'a örnek olması ve payitahtın taşınmasından
sonra da manevi önemini devam ettirmesi de işlendi.

Bergama dokuz bileşenden oluşuyor
Türkiye'nin, 2011'de geçici listeye kabul edilen
diğer adayı Bergama da bugünkü toplantıda,
'Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı'
dosyasıyla asıl listeye girdi.
Hellenistik dönemin en büyük kütüphanelerinden
birinin kurulduğu Bergama, kültürel peyzaj
kategorisinde listeye alındı. Hellenistik, Roma, Doğu
Roma ve Osmanlı dönemlerine ait katmanları
içerisinde barındıran Bergama, akropol, çevresindeki
yedi adet tümülüs ve Kybele Kutsal Alanı olmak üzere
dokuz bileşenden oluşuyor.
Türkiye'nin Dünya Miras Listesi'nde yer alan
dosyaları ise "İstanbul'un Tarihi Alanları, Divriği
Ulu Cami ve Darüşşifası, Hattuşaş, Nemrut Dağı,
Xanthos-Letoon, Safranbolu Şehri, Truva Antik Kenti,
Edirne Selimiye Cami ve Külliyesi, Göreme Milli
Parkı ve Kapadokya, Pamukkale Hierapolis ve
Çatalhöyük Neolitik Kenti" olarak sıralanıyor.
Yapı, 23.06.2014
|
KAYA MEZARLARA TURİST İLGİSİ

Antalya’nın Demre İlçesi Myra
antik kentinde
bulunan Likya dönemine ait kaya mezarlar,
turistlerden yoğun ilgi görüyor.
Likya dönemi kaya mezarları, Roma dönemi
tiyatrosu ve Bizans dönemi Aziz Nicholas Kilisesi
ile ünlü olan Myra antik kentini yerli ve yabancı
turistler yaz kış ziyaret ediyor.
Myra kenti, Likya Birliğinin merkez şehri olarak
kullanılmış, Likyalı zengin kişilerin yardımlarıyla
birçok yapı inşa edilmiş ve onarılmıştır. Bizans
döneminde ise Myra, dini yönden olduğu kadar idari
yönden de önde gelen şehirlerden biri olmuştur.
Myra, 7. yüzyıldan itibaren Deprem ve su baskınları
nedeniyle önemini yitirip 12. yüzyılda köy
hüviyetine dönüşmüştür.
Myra antik kentinde Roma dönemi tiyatrosunun her
iki yanında kabartmalı ve düz kaya mezarları yer
alıyor. Kaya mezarlarının çoğu uzaktan büyük bir ev
gibi görünürken bazıları da tapınak şeklinde.
Likyalıların ahşap ev mimarisinin kaya mezarlarına
en iyi uyarlanmış örneklerinin görülebildiği Myra
mezarlarının içinde, ölüyü ve yakınlarını betimleyen
kabartma şeklinde yapılmış insan figürleri yer
alıyor.
Myra antik kenti, bu yılın ilk beş ayında 131 bin
327 kişi tarafından ziyaret edildi.
- Kaya mezarları Urartular yaygınlaştırdı
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölümü Araştırma Görevlisi Murat
Dağdelen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kaya
mezarların oyulmaya ve işlenmeye uygun kayalardan
yapıldığını, insanlığın var olduğu günden bu yana
her kavmin kendine has ölü gömme geleneğinin
olduğunu söyledi.
Anadolu’da her çeşit ölü gömme metodunu görmenin
mümkün olduğunu ifade eden Dağdelen, MÖ 1000′li
yıllarda kaya mezarlarının yaygınlaşmaya
başladığını, Anadolu’nun birçok yerinde de kaya
mezarlara rastlanıldığını belirtti.
Dağdelen, kayayı işleme ile ün kazanan
Urartuların, kaya mezarının şekillendirilmesine
büyük katkıda bulunduklarını dile getirerek
sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türkiye’de 47 farklı yerde kaya mezarı
bulunuyor. Urartuların yaygınlaştırdığı kaya
mezarlar günümüzde turizme hizmet ediyor. Özellikle
Türkiye’ye gelen yabancı turistler kaya mezarlarına
yoğun ilgi gösteriyor. Mezarlar ayrıca ülke
ekonomisine de katkı sağlıyor.
Star Gündem, 23.06.2014
|
TARİHİ MÜZEDE SKANDAL!
İzmir'in Karataş semtinde,
Milli Eğitim Bakanlığı'na ait İzmir Cumhuriyet
Eğitim Müzesi ve Türk Eğitim Tarihi ve Teknolojileri
Müzesi'nin hali, görenlerin içini sızlatıyor. Tarihi
binası onarım bekleyen müze, ziyaretçi de
ağırlayamıyor.

Çatısı akan, tavanında çökme tehlikesi bulunan,
duvarlar sıva ve taşları dökülen, tabanları
çatlayan, pencereleri çürüyen İzmir Cumhuriyet
Eğitim Müzesi ve Türk Eğitim Tarihi ve Teknolojileri
Müzesi'nde, Osmanlı ile 1920-70 yıllları arası
döneme ait binlerce ders kitabı, ansiklopedi, her
dilden klasik roman, Atatürk'ün ilk Meclis'teki ve
Ankara Ulus Meydanı'ndaki, Rus kameramanların
çektiği, 10'uncu Yıl Nutku konuşması, Cumhuriyet
tarihine ait binlerce eğitim filmi, slayt,
Atatürk'ün İzmir Atatürk Lisesi'nde oturduğu masa ve
tahtada dönemin öğrencilerine matematik dersi
verirken fotoğrafı, Türk eğitim tarihine ait araç-
gereç, karneler ve diplomalar yer alıyor.
DHA'nın haberine göre, açık olduğu dönemde çok
sayıda öğrencinin ziyaret ettiği, cumhuriyet
filmlerini izlediği müze, 200 yıllık bir tarihe
geçmişe sahip binasında oluşan hasarlar nedeniyle
İzmir Valiliği tarafından ziyarete kapıtıldı. Müze
için 2011 yılında Özel İdare tarafından restorasyon
ihalesi yapıldı. Binanın kurtulması için hazırlanan
proje, 23 Kasım 2011 tarihinde Koruma Kurulu
tarafından onaylandı. Ancak yağan yağmurlar
nedeniyle her geçen gün yıkılma tehlikesi artan müze
binasının onarımına hala başlanmadı. Müze
görevlileri, binlerce filim, kitap ve belgeyi,
dolduruldukları kolilelerde korumaya çalışıyor.
Müzenin bu durumuna tanıklık eden, kent tarihi
araştırmacısı ve yazarlarından, aynı zamanda Karataş
semtinde yaşayan Abdülkadir Hazman, kaderine terk
edilen müzede yüzlerce kaynak kitap, belge
bulunmasına rağmen üç yıldır faydanılamadığını
söyledi. Cumhuriyet dönemi ve Kurtuluş Savaşı
yıllarına ait belgesel filmlerin de gerektiği gibi
korunamadığını belirten Hazman, şöyle dedi:
"Bu bölgede yaşayanlar olarak, son yıllarda
müzenin bakımsızlığı, kapalı olması, tüm
Karataşlılar'ın yüreklerini acıtıyor. Daha birkaç
yıl öncesine kadar yüzlerce öğencinin ziyaret ettiği
müzenin bu duruma gelmesi, hem semt halkını hemde
bizim gibi araştırmacıları fazlasıyla tedirgin
ediyor. Bu değerli belgelere herhangi bir şey olursa
ne yapacağımızı kara kara düşünmeye başladık.
Valilik, Milli Eğitim Müdürlüğü'nün ve Belediyenin,
hatta Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın çok acil bir
araya gelip, bu müzenin kurtulmasını onarılmasını
isiyoruz. Milyonlarca liraya harcanarak açılan,
şaka, oyuncak müzeleri gibi bu müzeye de hakettiği
değerin verilmesini bekliyoruz."
Yapı, 23.06.2014
|
ZEUS'U SAMANLIKTA BASTILAR
Eskişehir’de İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinin
Çifteler İlçesi’ne bağlı Körhasan Köyü’nde
düzenlediği operasyonda, bir samanlıkta Zeus heykeli
ele geçirildi, 2 kişi yakalandı.
İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, alınan bir
ihbarın ardından, Eskişehir’in Çifteler İlçesi’ne
bağlı Körhasan Köyü’nde oturan 52 yaşındaki N.D. ve
34 yaşındaki İ.D.’ye ait samanlığa baskın düzenledi.
Yapılan aramada 1 metre 10 santimetre boyunda, sol
kolu olmayan Zeus heykeli ele geçirdi. Heykel,
Eskişehir Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim
edilirken, N.D. ve İ.D. gözaltına alındı.
N.D. ve İ.D. yapılan sorgulamalarının ardından
çıkarıldıkları nöbetçi mahkeme tarafından tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Yurt Gazetesi, 22.06.2014
|
SANAYİ ŞEHRİNDE TURİZM PATLAMASI
Gaziantep'te
turizm sektörünün canlanmasına yönelik çalışmalar
meyvelerini vermeye başladı. Birçok noktada
restorasyonların sürdüğünü belirten İl Kültür ve
Turizm Müdürü Ergün Özuslu, "Geçen yıl 218 bin olan
ziyaretçi sayısının bu yıl yaklaşık 300 bin
civarında olması bekleniyor" dedi.

Gaziantep'te turizm sektörünün canlanmasına
yönelik yapılan çalışmalarla şehre gelen ziyaretçi
sayısı her geçen yıl artıyor. İl Kültür ve Turizm
Müdürü Ergün Özuslu, turizm alanında yürütülen
çalışmalara bağlı olarak Gaziantep'e gelen turist
sayısında günden güne artış olduğunu ifade etti.
Ergün Özuslu, 'Gaziantep, turizm alanında her geçen
gün Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde ön plana çıkan bir
il durumuna geldi. Geçen yıl 218 bin civarında
ziyaretçi sayısı oldu. Bu sayının 2014 yılında
yaklaşık 300 bin civarında olması bekleniyor' dedi.
Konuşmasında Gaziantep'teki müze zenginliğine dikkat
çeken Özuslu, şunları söyledi:
'Gaziantep 'müzeler ve turizm kenti' haline
geldi. Bu noktada 14 tane müzemizde hizmet
vermekteyiz. Müzelerimiz, birçok önemli esere ev
sahipliği yapıyor. Özellikle Zeugma Mozaik Müzesi,
bölgenin en büyük mozaik müzesi. Ayda yaklaşık 10-12
bin turistin ziyaret ettiği bir müze. Her geçen gün
ziyaretçi sayısı da artmaktadır.'
RESTORASYON ÇALIŞMALARI 2 YIL SÜRECEK
Yürütülen restorasyon çalışmaları ile ilgili
açıklama yapan İl Müdürü Özuslu, şu bilgileri verdi:
'Bu yıl başlayan restorasyon çalışmaları 2 yıl
boyunca sürecek. Rum Kale'nin galerileri, 8 adet
cumhuriyet dönemi ev, yürüyüş yolu, Aziz Nerses
Kilisesi restorasyon çalışmalarının tamamlanması ile
birlikte bölgede özellikle Aşağı Fırat Havzası
dediğimiz alanda turizm potansiyeli yükselecek. Aynı
zamanda Karkamış Antik Kent höyük kazı alanında
çalışmalar devam ediyor. Bu yerlere ilave olarak
İslahiye'de Tilmen Höyüğü ve bu höyüğe ilave olarak
Yesemek Açık Hava Müzesi ve heykel atölyesi
bulunuyor. Burası tarihi milattan önce 2000
yıllarına dayanan bir heykel atölyesi. Bölgede ve
dünyada büyük bir eser. UNESCO Dünya Miras
Listesi'nde 'geçici listede' yer alıyor. Ben
özellikle Yesemek'i görmeyenleri Yesemek'i görmeye
davet ediyorum.'
İNANÇ TURİZMİ İVMEYİ ARTIRIYOR
Turizm alanında yapılan çalışmaların turist
sayısındaki artışa katkı sunduğuna işaret eden
Özuslu, 'Kültür Yolu'nun tamamlanmış olması, sokak
sağlıklaştırma çalışmalarının yapılmış olması
Gaziantep'i ciddi anlamada kültür turizmi yerine
dönüştürdü. Gaziantep ve çevre iller inanç turizmi
açısından birçok sahabeye ev sahipliği yapıyor.
İnanç turizmi açısından da ciddi bir potansiyel var.
Önemli sahabelerin türbelerini ziyaret eden birçok
turist geliyor. Dolayısı ile bunların tamamı
Gaziantep'in ziyaretçi potansiyelini arttırıyor'
ifadelerini kullandı. Gaziantep Kalesi'nde yürütülen
çalışmalara da değinen Ergün Özuslu, 'Gaziantep
Kalesi'nde restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Kalenin girişini sağlayan merdivenlerin restorasyon
çalışmaları tamamlandı. Bu ayın sonuna doğru
Gaziantep Kalesi, ziyaretçilerine açılmış olacak.'
dedi.
Yeni Şafak, 22.06.2014
|
GALATA KULESİ GÖLGESİNDE MÜTEDEYYİN MUTENALAŞMA

Galata Kulesi’nin çevresi özel bir işletmeye
devredilerek çaycı yapıldı. BELTUR işlemeli bir
semaver şefliğinde, sakil şemsiyeler altına çirkin
masa ve sandalyeler dizildi ve bu kamusal alan
çaycıya para vermeyenler dışında
halka kapatıldı.
Bu uygulamanın nedenini çok fazla düşünmeye gerek
yok. Keza, kule ve çevresinde içki içilmesini
istemedikleri, kendileri dışındaki yaşam tarzlarına
tahammül edemedikleri için böyle “yaratıcı” bir
yöntemi devreye soktukları son derece aşikar. Aynı
uygulamayı Üsküdar Belediyesi de Kız Kulesi
karşısında, Salacak sahilinde uygulamaya koymuş, tüm
sahili çaycıya çevirmişti.
Ne var ki, anlayamadıkları şu: Sokakta nasıl
kola, soda, çay, kahve içiliyorsa içki de içilir.
“İçki içen ortalığın huzurunu bozuyor” sözü, “Çok
karpuz yiyen gece altına işer” kadar manasız bir
genellemedir.
Kadıköy’de başıma gelmişti; sokakta içki içip
ertesi sabah Güney Amerika’ya yerleşecek bir
arkadaşımla ayaküstü sohbet ederken bira içtiğim ve
polisin tehditleri karşısında sakin olmalarını
söylediğim için karakolda ağırlanmıştım.
Şikayetçi olduğu söylenen kadın karakola
geldiğinde polise dönüp, “Ben size sokakta içki
içeni alıp buraya getirin mi dedim? Ben kapıma
işeyenlerden şikayetçiyim; bu insanları neden buraya
getirdiniz” diye sormuştu.
Yine bir sahilde iki arkadaşımla balık tutarken
bira içtiğim için “Halkın huzurunu kaçırmak”
gerekçesiyle para cezasına çarptırılmıştım. Oysa ne
oraya buraya işiyor, ne bağırıp çağırıp “Ben içtim,
istediğim gibi saçmalarım” kalıbına sığınarak
insanları rahatsız ediyordum. Sadece balık tutarken
gıkım çıkmadan bira içiyordum. Hatta zabıta koruması
olarak gelen polisler bile “Valla ne yapalım,
haklısın ama emir böyle” demişti. İnsanlar nasıl
sevdikleriyle çay-kahve-gazoz tüketerek keyifli
şekilde kamusal alanda vakit geçiriyorlarsa ben de
sevdiğim içeceklerden biri olan birayı içerek
keyifli vakit geçiriyordum.

Son zamanlarda Beyoğlu Belediyesi’nin Galata
Kulesi çevresini çaycı yapmak gibi “Zihni Sinir”
projeleriyle daha yakinen tanışmaya başladık (Yanlış
anlama İrfan Sayar). Zira, Galatasaray Lisesi
arkasındaki merdivenler gibi noktaları kendilerine
yakın buldukları kişilere emanet edip çaycı
açtırıyorlar.
Onlar da bizzat tanık olduğum üzere, birbirine
sarılarak oturan genç çiftleri “Burada artık fuhuş
yapmak yasak” diyerek kovalıyorlar. Duvarlara “İçki
kötülüklerin anası, uyuşturucu kötülüklerin babası”
gibi levhalar asıyorlar. (Fotoğraftaki işletme
şikayetler sonucunda şimdilik kapatıldı)
Kule çevresiyle ilgili harika bir bahaneleri de
var yöneticilerimizin: “Burada sabaha kadar içki
içiyorlar, bağırıp çağırıyorlar, oraya buraya
işiyorlar, halkın huzuru bozuluyor.”
Hatırlarsınız, aynı iddialarla bar, lokanta,
kafelerin masa ve sandalyeleri içeri tıkıldığında da
karşılaşmıştık.
O dönem de meselenin içki olmadığı, insanların
yürüyecek yerlerinin kalmadığı söylemişlerdi ve
Beyoğlu’nda işletmelerin dışarıya masa sandalye
koymasını yasaklamışlardı.
Şimdi ise halka açık olan bir alan şirket
marifetiyle halka kapatılarak, “halkın huzuru”
sağlanmaya çalışılıyor.

Bu noktada aklıma ilk gelen, “Hangi halk” sorusu.
Meydanlarda toplanan, kendilerince muhabbet eden,
flörtleşen, sosyal ilişki kuran insanlar halk değil
mi?
Ha denecek ki, “Evinde uyumak, sevişmek, kitap
okumak, tavan seyretmek, yemek pişirmek, çalışmak
isteyenler halk değil mi? Onlar ne olacak?”
Peki, o zaman devletin, hatta daha da spesifik
olarak “polisin” nasıl bir görev tanımı var? Polis,
“Pire için yorgan yakan” mıdır, yoksa pire
ayıklamakla görevli devlet memuru mudur?
Eğer bir noktada diğer insanların rahatını bozan
insan(lar) varsa bunu tekil olarak ayıklamak ve
arabalarının kapısında yazdığı gibi “Halk için huzur
sağlamak” polisin görevidir. Ama polis “Huzur
sağlayacağım” adı altında kamusal alanda bulunan
insanları “İçki içen” - “meşrubat içen” olarak
ayırmaya kalkarsa buradan pek bir sonuç alacağını
zannetmem.
Polisin vazifesi insanların rahatlarını
korumaktır. Belediyenin görevi de kentin huzurunu
korumaktır. Bu aşamada eğer sorun insanların çişi
geldiğinde duvar diplerine işemeleriyse, pekala
belediye belli noktalara seyyar tuvalet koyabilir.
Hatırlarsanız, geçtiğimiz yıllarda insanlar gerek
Galata Kulesi çevresinde, gerek Beşiktaş’ta, gerek
Kadıköy’de gerekse de başka yerlerde HAKLI OLARAK
sokaklardaki gürültü, sidik kokusu ve sarhoşların
verdikleri rahatsızlık nedeniyle meydana gelen türlü
olumsuzluklardan şikayetçi oldular.
Peki, polis teşkilatı ne yaptı? Galata çevresini
kordona aldı, Kadıköy sokaklarında turlayıp anons
yaptı, insanları gözaltına aldı, Beşiktaş’ta ise
Başbakanlık Konutu çevresini sarıp sarmaladı. Çözüm
oldu mu? Gördüğüm kadarıyla olmadı.

Şimdi de belediye; Galata Kulesi çevresini ne
olduğunu bilmediğimiz, (Beyoğlu Belediyesi’nin işine
geldiği zaman çok sevdiği) portör muayenesinin
yapılıp yapılmadığını bilmediğimiz, kirli su
atıklarının nereye gittiğini bilmediğimiz, işletme
ruhsatı, vergi levhası görülmeyen, belediyece
yasaklandığı halde ortaya masa-sandalye çıkaran bir
özel işletmeye devretti.
Belediyeye Twitter üzerinden iki gün önce yazdım.
Onlar da 192550 başvuru numarasıyla şikayetimin
kayda alındığını söylediler. Tabii ki herhangi bir
cevap (şimdilik) gelmedi.
Diyeceğim odur ki, insanların başkalarını
rahatsız etmemek koşuluyla kamusal alanlarda
dilediği gibi istediğini yiyebilme-içebilme,
dilediği şekilde oturup yuvarlanabilme hakkı vardır.
Siz çok sevdiğiniz “Rahatsızlık var” argümanına
sarılarak asayiş sağlamaya kalkarsanız, sevgili
dedemi hatırlatırsınız bana.
Kendisi 90 yaşında, kulakları duymazken gazete
kuponuyla gelen dürbünüyle camdan bakarken iki sokak
ötede bir apartmanın balkonunda küçük bir köpek
görmüş ve “Bu köpek beni uyutmuyor” diye belediyeyi
aramıştı. Sonra da ortaya şu çıktı: Köpek bırakın
iki sokak öteden duyulmayı, hiç havlamayan bir köpek
çıkmıştı.
Derdiniz ne? İnsanların sevmediğiniz bir eylemi
gerçekleştirmesi mi, sevmediğiniz bir eylemi
gerçekleştiren bazı insanların çevreye rahatsızlık
vermesi mi?
Bianet, Haber: Ekin Karaca, 21.06.2014
|
MOTİFLER, PLEKSİGLAS PARAVAN İLE KORUMAYA ALINDI
Prof.Dr. Enver Bostancı tarafından 1960 ile 1966
yılları arasında kazısı yapılan Beldibi Kaya-Altı
Sığınağı’na pleksiglas levha ile paravan yapıldı.
Beldibi’ndeki Çamdağ Tüneli’nin yan tarafından
bulunan Beldibi Mağarası’nın girişi, Vertia Luxury
Resort Otel, yeni adıyla Premıer Palace Otel
tarafından tel örgüyle kapatılmış, Antalya Turizm İl
Müdürlüğü’nün suç duyurusunu üzerine tekrar
açılmıştı. Şimdilerde, duvarlarda demir oksitle
yapılmış insan ve dağ keçisi motiflerinin bulunduğu
mağara, pleksiglas paravan ile korumaya alındı.
Önümüzdeki yıllarda yeniden kazı çalışması söz
konusu olacak olan Beldibi Mağarası ile ilgili, Müze
Müdürlüğü ve Kemer Belediyesi’nin de çalışma
yapacağı gündeme geldi.

Beldibi Mağarası, Antalya-Kemer sahil yolunun
yaklaşık 40. km'sinde Çamdağ tünelinin hemen yanında
yer alan bir kaya altı sığınağıdır. Obaköy
mevkiindedir. Deniz sahilinden 25 m yükseklikte,
sığınak biçiminde bir mağaradır. Doğal tahribatla
büyük ölçüde zarar gördüğünden, içindeki dolgu
tabakaları yağmur suları ve rüzgarla sürüklenerek
akıp gitmiştir. Beldibi Mağarası, Antalya bölgesinin
ikinci önemli Prehistorik merkezidir. Tümü Mezolitik
kültürleri içeren 6 tabaka tespit edilmiştir.
Yapılan kazılarda Üst Paleolitik ve Mezolitik döneme
ait çakmaktaşı aletler ele geçirilmiştir. Ayrıca
kaya altı sığınağının duvarlarında, şematize insan,
dağ keçisi ve geyik resimleri bulunmaktadır.
Mezolitik Çağ'ın, seramikli ve seramiksiz bölümleri
en güzel bir biçimde, Beldibi Mağarası'nda bulunan
malzemelerle tanınmaktadır. Çakmaktaşı gereçlerin
yanı sıra, çanak-çömlek parçaları ve özellikle aşı
boyası ile kayalar üzerine yapılmış yaban keçisi ve
benzeri hayvan figürleri ile ilgi çekicidir. 1956
yılında Enver Bostancı tarafından bulunan mağaradaki
bilimsel kazılar, ancak 1959 yılında başlamıştır.
1960,1966 ve 1967 yıllarında kazıya devam edilerek,
doğuda altı metre derinliğe inilmiştir. Çevresi çam
ormanı ile kaplı Beldibi Mağarası üst Paleolilitik,
Epipaleotilik ve Neolitik avcılar tarafından
gerektiğinde bir sığınma ve yurt yeri olarak
kullanılmıştır. Kazılarda Paleolitik, Mezolitik ve
Mezolitik’ten Neolitik’e geçiş evrelerini yansıtan 6
katmanla karşılaşılmış; 4, 5 ve 6. katmanlar Üst
Paleolitik döneme tarihlendirilmiştir.
Buluntular
arasında, beyaz kalker ve deniz hayvanı kabukları,
katkılı hamurdan iyi fırınlanmamış çanak çömlek
parçaları, dar ağızlı kaplar ve çeşitli biçimli
tutamaklarda vardır. Buna karşılık bezemeli parçalar
bulunmamaktadır. Ayrıca çakmak taşından bol miktarda
alet ve artıklar bulunmuştur. Bunlar arasında mikro
kalemler, aylar, saplı uçlar, trapez biçimliler,
saplı bıçaklar ve ok uçları, orak -bıçak dikkati
çekmektedir. Beldibi Mağarası'nda yaşayan
toplulukların avcı ve toplayıcı oldukları, ancak
çevrelerindeki yabani tahılları orak-bıçaklarla
topladıkları, ele geçen diğer bulgulara bağlı olarak
söyleyebilmek mümkündür. Karain Mağarası’nda eksik
olan mezolitik kültürünü de bu yerleşme yeri
tamamlamaktadır.
Şimdilerde geziye kapalı olan, duvarlarda demir
oksitle yapılmış insan ve dağ keçisi motiflerinin
bulunduğu mağara, pleksiglas paravan ile korumaya
alındı. Daha önceden sığınağın girişi Vertia Luxury
Resort Otel yeni adıyla Premıer Palace Otel
tarafından tel örgüyle kapatılmış, Anadolu tarih
öncesi arkeolojisinde önemli bir yere sahip olan ve
kaderine terk edilen mağaranın kapatılması tepki
çekmişti.
Antalya Turizm İl Müdürlüğü ile Antalya Müze
Müdürlüğü’nün otel için yaptığı suç duyurusunun
ardından; Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü
Ekipleri, asma kilitli kapıyı ve tel örgüyü
kaldırmıştı. Şu günlerde ise mağara koruma altına
alındı. Ekipler tarafından mağaranın hemen ön
kısmına demirlerle kapı yapıldı ve duvarlarda demir
oksitle yapılmış insan ve dağ keçisi motiflerinin
bulunduğu bölüm, pleksiglas paravan ile korumaya
alındı. Denizden gelen tuzlu ve nemli havanın
çizilen figürleri tahrip ettiği, bu nedenle önüne
paravan konulduğunu belirten yetkililer, çok yakın
zamanda da yeniden kazılara başlayacak.
Antalya Müze Müdürlüğü’nün önümüzdeki yıllarda kazı
çalışmasına başlayacağı, mağaranın turizme
kazandırılması için Kemer Belediyesi’nin de
yapılacak çalışmalara katılacağı öğrenildi. Geride
bıraktığımız günlerde Kemer Belediye Başkanı Mustafa
Gül, Antalya Müze Müdürlüğü’ne ziyarete giderek ilk
çalışmaları da başlatmış oldu.
Kemer Gözcü, Haber: İlknur Şahin, 19.06.2014
|
8 - 14 Haziran 2014
|
SİLÜETİ BOZAN 16/9'A
YIKIM KARARI VEREN MAHKEME DAĞITILDI

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yaz kararnamesinde 293 idare mahkemeleri hakiminin de yeri değiştirildi. İstanbul'un siluetine etki eden 16\9 kulelerine yıkım kararını veren mahkemenin başkan ve üyeleri de bu kararname ile dağıtıldı. İstanbul 4. İdare Mahkemesi, 3. havalimanının olumlu ÇED raporuyla ilgili de yürütmeyi durdurma kararı vermişti.
İstanbul 4. İdare Mahkemesi Başkanı Sebahat Turan,
Bölge İdare Mahkemesi üyeliğine atanırken, üyelerden
Özkan Artar ise deyim yerindeyse Edirne’ye sürgün
edildi. Artar, son kararname ile Edirne İdare
Mahkemesi üyesi olarak atandı. Böylelikle önemli
kararlara imza atan İstanbul 4. İdare Mahkemesi HSYK
kararnamesi ile dağıtılmış oldu.
YIKIM KARARI
VERİLMİŞTİ
Daha önce 16/9 gökdelenlerinin önce uygulama imar
planları ile yapı ruhsatını iptal eden İstanbul 4.
İdare Mahkemesi, sonrasında ise tarihi siluete etki
eden katların yıkılmasına karar vermişti. İstanbul
3. havalimanı projesiyle ilgili Çevresel Etki
Değerlendirmesi (ÇED) olumlu raporunun yürütmesinin
durdurulması ve iptaline ilişkin açılan davada
yürütmenin durdurulması kararını da İstanbul 4.
İdare Mahkemesi vermişti.
Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın itirazıyla 4. İdare Mahkemesi’nin
verdiği karar, bir üst mahkeme olan Bölge İdare
Mahkemesi tarafından kaldırılmıştı.
Radikal, Haber: Fatih
Yağmur, 13.06.2014
|
BİR TARİH DAHA AYAĞA
KALDIRILIYOR

İl Özel İl Özel İdaresi
tarihi eserlerin korunması ve gelecek kuşaklara
aktarılması için çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.
İİmar Kentsel İyileştirme Müdürlüğüne bağlı Koruma
Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) ekipleri, il
genelindeki tarihi yapıların restore edilmesi
çalışmaları kapsamında; Şükriye Özçalı Konağını
yeniden ayağa kaldırıyor. Kültürel varlıkların
aslına uygun olarak onarılması ve ilimiz kültürüne
kazandırılması için yoğun bir çalışma içerisinde
bulunan KUDEB; ilimiz merkezde bulunan tarihi
Şükriye Özçalı Konağını satın alarak, kamulaştırma
işlemlerinin ardından restorasyon çalışmalarına
başladı. İnşaat çalışmalarının yoğun bir şekilde
sürdüğü tarihi konak, 2014 yılı Eylül ayında
tamamlanarak hizmete açılacak. Tarihi konakta
yürütülen çalışmaları yerinde inceleyen İl Özel
İdaresi Genel Sekreteri Salih Ayhan, Koruma Uygulama
Denetim Bürosu Personeli Arkeolog Erdal Çetindağ’dan
il genelinde yürütülen tarihi yapılarla ilgili bilgi
aldı. Ayhan, İl Özel İdaresi’nin Sivas’ın kültürel
varlıklarına sahip çıkmak için önemli çalışmalar
yürüttüğünü ifade etti. Kentin en önemli mimari
yapıtlarından olan Şükriye Özçalı Konağı’nın İl Özel
İdaresi tarafından satın alındığını hatırlatan
Ayhan, il genelinde 29 adet tescilli konak
bulunduğunu ifade etti. Kurumun imkanlar ölçüsünde
tarihi konaklara katkı payı, proje ve restorasyon
desteği vermeye devam edeceğini vurgulayan Genel
Sekreterimiz Ayhan, İl Özel İdaresi ile Sivas
Belediyesi’nin ilimizin geçmişine sahip çıktığını
kaydetti. 3 ay sonra tarihi konağın inşaat
çalışmalarının tamamlanacağını dile getiren Ayhan,
“Hedefimiz eserlerimizi yeniden ayağı kaldırmaktır.
Hukuki ve teknik problem olmadığı sürece
katkılarımız devam edecek ve böylece tarihi
mirasımızı da muhafaza etmiş olacağız.” diye
konuştu. Ayhan, bu çalışmalarda emeği geçen Sivas
Valimiz Alim Barut başta olmak üzere İl Genel
Meclisi Üyelerine ve KUDEB çalışanlarına teşekkür
ederek, bu tür projelerin tarih ve kültür şehri
Sivas için önemli bir kazanç olduğunu sözlerine
ekledi.
Sivas Hürdoğan,
13.06.2014
|
DRAKULA'NIN KAYIP MEZARI
İTALYA'DA MI?
Başta Osmanlı askerleri olmak üzere düşmanlarını
kazıklara çakarak işkenceyle öldürmesiyle tarihe
geçen ve kitaplara, filmlere konu olan vampir Kont
Drakula'ya hayat veren Kazıklı Voyvoda'nın Napoli'de
öldüğü ve mezarının da burada olduğu öne sürüldü.

Fatih Sultan Mehmet’in
emriyle 1476 yılında Türklerin elinde can verdiği
bilinen Drakula’nın cesedinin nerede olduğu
meçhuldü.
Sinema , edebiyat
ve gösteri dünyasının vazgeçilmez temalarından biri
hiç şüphesiz ki vampir hikayeleridir. 1897 yılında
Bram Stoker’in ölümsüz eseri Drakula'da bir vampir
olarak yeniden vücut bulan Eflak Prensi III. Vlad
Tepes yani nam-ı değer Kazıklı Voyvoda’nın
hikayesinin hatırı sayılır bir bölümü ise
Osmanlılarla ilintilidir.
Dünya tarihinin en akıl almaz işkence tekniklerine
imza atan hükümdarı III. Vlad’ın yolu, 1442 yılında
bir devşirme olarak girdiği Osmanlı Sarayı'nda, o
zamanlar genç bir şehzade olan Fatih Sultan Mehmet
ile de çakıştı.
Öyle ki, kazığa geçirdiklerinin kanlarını fıçılarda
toplatıp, şarap gibi içtiğine dair söylentiler daha
sonra onun bir vampir olduğu efsanesini
güçlendirecek olan Voyvoda’nın, aynı duvarlar
arasında büyüdüğü Fatih Sultan Mehmet ile kan
kardeşi bile olduğu rivayet edilir.
Osmanlı’nın desteğiyle ülkesine dönüp Eflak
Beyliği’nin prensi (voyvoda) olan III. Vlad, bu
konumunu 1456-1462 yılları arası ile 1476 yılında
olmak üzere aralıklı 7 yıl sürdürdü.
TARİHİ DEĞİŞTİRECEK
İDDİA
Tahtına oturduktan sonra ölümüne dek Fatih
Sultan Mehmet'i en büyük düşmanı olarak belleyen
zalim hükümdar, Osmanlı'ya başkaldırmakla kalmadı,
tutsak ettiği binlerce Türk askeri,
kadın ve çocuğu, ya
makatlarından sokup sırtlarından çıkacak şekilde
kazığa oturttu ya da başka türlü işkencelerle
öldürdü. ‘Kazıklı’ lakabı da zaten bundan dolayı ona
takılmış olsa da, kendisi gibi korku salan babası
II. Vlad Dracul’dan aldığı Romence’de ‘şeytan’
anlamına gelen ‘Drakula (Dracula)’ kendisiyle
özdeşleşen bir diğer lakabı olmuştur.
Ölümüne dair farklı versiyonlar anlatılsa da Kazıklı
Voyvoda’nın, Fatih Sultan Mehmet’in emriyle Bükreş
yakınlarında başı kesilerek idam edildiğine dair
tarihi söylentiler ön plana çıkıyor.
Rivayete göre, öldüğünü kanıtlamak için kesik başı
İstanbul 'a
getirilen III. Vlad’ın Romanya’daki Snagov'da bir
manastıra gömüldüğü söylenen bedeni hiç bulunamadı.
Estonya Talinn Üniversitesi’nden bir grup
araştırmacı ise, Bram Stoker’in Drakula kitabında
vampir Kont Drakula’nın dayandığı tarihsel şahıs
Voyvoda III. Vlad’ın İtalya’nın Napoli kentinde
öldüğünü ve mezarının da orada olduğunu öne sürdü.
KIZIYLA İTALYA’YA
KAÇTI İDDİASI
İtalyan basınında yer verilen habere göre her
şey, Napolili öğrenci Erika Stella’nın, söz konusu
şehirdeki Santa Maria La Nova Kilisesi üzerine
hazırladığı tezi için çektiği bir fotoğrafla
başladı.
Stella, buranın avlusunda, üzerinde kabartma
yöntemiyle yapılmış figürlerin bulunduğu bir mezar
taşının fotoğrafını internet kanalıyla
araştırmacılarla paylaştı.
Bu fotoğraf ile yıllardır süren araştırmalar sonucu
ellerindeki bulguları karşılaştıran Talinnli bilim
adamları, bu mermerin Drakula’nın mezar taşı
olduğuna kanaat getirdi.
Derhal Napoli’ye gelen araştırmacılar, İtalyan
meslektaşlarıyla istişareler yaptı. Resmi olarak
açıklanmayan ve doğruluğu henüz netleşmeyen
bilgilere göre söz konusu bilim adamları,
Drakula’nın savaşarak ölmediği ve Türk askerlerine
esir düştüğü tezi üzerinde duruyor.
Buna göre; bir sürelik esaretin ardından kızı Maria
Balsa, onun firarına yardımcı oldu ve beraber
İtalya’ya kaçtılar. Burada ölen Drakula, Napoli’ye
defnedildi.
MERMERDEKİ DELİLLER
Araştırmacılar, Ferillo adlı bir kişiye ait
olduğu bilinen mezar taşını dikkatle analiz etti.
Mermerin üzerinde, “Kabartmalara bakın, burada yatan
barizdir. Dracula Tepes adlı kontu hatırlayın:
burada ateş saçan biri yatıyor” öne sürüldü.
Radikal, Haber: Esma
Çakır, 13.06.2014
|
TARİHİ EVİ OLAN DERTLİ

Eski İstanbul Ziya
Osman’ın, Necip Fazıl’ın şiirlerinde kaldı. Cumbalı
evler, koca bir dünya kadar perili köşkler şehri
hızla terk ederken geride kalanların binbir derdi
var...
İstanbul’un asıl iç
manzarasını, şehnişinleri, cumba ve çıkmalarıyla,
saçak ve sayvanlarıyla, bir kadife gibi yumuşak
çizgileri ve süsleriyle çok renkli olan bu sivil
mimari yapardı.” der Ahmet Hamdi Tanpınar,
İstanbul’un ahşap konutları için. Yaklaşık 70 yıl
önce Beş Şehir’de bu satırları yazan Tanpınar, ahşap
evlerin bugünkü halini görseydi herhalde Fatiha
okurdu, bize de beddua... Geçen yıllar İstanbul’un
bu manzarasını götürse de eski İstanbul’un birkaç
örneğine Kısıklı, Bağlarbaşı, Zeyrek, Balat,
Kasımpaşa, Üsküdar, Eyüp, Beşiktaş ve Sarıyer gibi
semtlerde rastlamak mümkün. Kimisi bir yanı eğilmiş,
betonarme binalar arasında sıkışmış, yıkık dökük
vaziyette ayakta zor duruyor. Kimisinin içinde ise
hala yaşayanlar var. Evler mi yoksa içindekiler mi
daha dertli belli değil. Tarihi evi olanlar tescil
ve restorasyon probleminden muzdarip. Evler de
kundaklamalardan, bakımsızlıktan... Üstelik zamana
yenik düşüp son demlerini yaşayan ahşap evler şehir
sakinleri için de tehlike oluşturuyor. Aman dikkat
Altunizade’de kaldırımda yürürken başınıza cumba
düşebilir, Bağlarbaşı’nda otobüs beklerken üç katlı
ahşap bina üstünüze yıkılabilir, Kasımpaşa
sokaklarından geçerken tarihi bir ev, son nefesini
önünüzde verebilir. Zira belediyelerin aldığı
yüksek(!) önlemler sizi korumaya yetmeyebilir.
Bir kibrit çöpü
bekleyen evler
Ahşap evler eski
İstanbul’un vazgeçilmezlerinden. Her ne kadar
yangınlarıyla ünlü İstanbul’da dezavantaj gibi
görünseler de şehirde sık sık deprem yaşandığı için
aynı zamanda da avantaj... Bahçe, avlu, kuyu ve
fırınıyla insanlara yaşam alanı sunuyor. Sanat
tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu’na göre de insan
mizacına uygun ve dönemin günlük hayatına hitap
ediyor.
Göncüoğlu, “Sivil
mimari, dıştan çok cazibeli olmayan ama içinde çok
fonksiyonlu ve insan mizacına çok uygun yapılardır.
Mesela tavanlar yüksektir. Evin kışlık, yazlık
bölümleri vardır. Alt kat kışlıktır. Yapılar
İstanbul’un topografyasına, atmosferik yapısına,
güneşin doğumu ve batımına göre inşa edilmiştir.
Sert kuzey rüzgarlarına doğru yapılmaz. Mimaride her
unsur düşünülmüştür.” diyor. Göncüoğlu’nun tarif
ettiği bu yapılar artık Reşat Nuri’nin, Şemsettin
Sami’nin, Tanpınar’ın kitaplarında kalsa da biraz
dikkatli gözler İstanbul’un bazı semtlerinde son
kalıntılara rastlayabilir.
Aralarında ‘yıkılmadım,
ayaktayım’ diyenler olsa da çoğunun büyük bir kısmı
göçmüş durumda. Birçok mirasçının olması, kimisinin
sahiplerinin yurtdışında bulunması ve tarihi
eserlerin restorasyon sorunu, bu eski yadigarları
kendi kaderlerine terk etmiş. Bu duruma dayanamayan
evlere de ya zamanın eli değiyor ya da bir
kundakçının kibriti. Çünkü ev ayaktayken tarihi eser
olarak tescil ettirilmesi gerekiyor, restore
edilirken de oldukça para ve aslına uygun yapılması
gerekiyor. Örneğin ev üç katlı ise yeni evin de üç
katlı olması gerekiyor. Bu durum da ne sahiplerinin
işine geliyor ne de emlakçıların.
Bir çivi çakmanın
cezası 30 bin
Tarihi evler kadar
tarihi evi olanlar da dertli. Çünkü tescil ettirmek
oldukça zor. Kasımpaşa’da iki katlı evi olan Mehmet
Köse de bu durumdan şikayetçi. Köse’nin evi 1914’te
yapılmış. Evin ilk sahibi semtin muhtarıymış. Evin
inşaatını bitirmiş Çanakkale Savaşı’na gitmiş. Ev de
kızlarına kalmış. Köse, “Biz de muhtarın kızlarından
1970’te aldık. Bir cumbası var. İkinci sınıf asar-ı
atika. İmar çıkacak diye bizi aldatıyorlar.
Dökülüyor, tamir edemiyoruz. Tepemize akıyor. Dış
kapısı çok eskiydi. Onu değiştirdik, sorun yaşadık.
‘Hiçbir şeyini oynatma, 30 bine kadar cezası var.
Böyle kullanacaksın.’ diyor. İzin alamıyoruz. İzin
de vermiyorlar. Defalarca başvurduk. Beş senedir
uğraşıyoruz.” diye yaşadığı sorunları anlatıyor.
Köse’nin iki katlı evi, iki apartmanın arasında
kalmış. Önceden hep ahşap olan sokakta neredeyse hiç
ahşap ev kalmamış. Çünkü zamanında evleri yıkıp
betonarme binalar inşa etmişler. Köse, “Karşımızda
yıkanlarda da tarihi mezar çıktı ama hep kamufle
ettiler. Belediyeyle işi götürdüler. Evi on sene
önce yıksaydık şimdi bizim de kaç katlı apartmanımız
olurdu. Şimdi çivi çakamıyoruz.” diyor.
Tescil problemi var
Mehmet Köse’nin yaşadığı
gibi ahşap evlerde tescil problemi var. Tarihi
eserlerin hepsi tescilli değil. Ayasofya Müzesi ve
Sultanahmet tescil edileli 5-6 yıl oldu. Çeşmeler
yeni tescillenmeye başlandı. Sıranın ahşap evlere
gelmesine ise daha zaman var gibi. Tescil ettirmek
istediğinizde çeşitli problemlerle karşılaşıp
yıllarca uğraşabiliyorsunuz. Zaten tescil işlemi de
kararı veren kişinin görgüsü ve birikimine
dayanıyor. Eserin içinde bol tezyinat ve süsleme
varsa birinci derece tarihi eser, yoksa ikinci
derece. Birinci dereceyi aynen restore etmek
gerekiyor. İkinci grup yıkılıp tekrar yapılabiliyor.
Göncüoğlu, “Ahşap ev bir kültür meselesidir. Onu
korumak için önce algılamak gerekir. Biz sadece
konut olarak bakıyoruz. Büyük koltuklara, çekyatlara
uygun değil. Çünkü minimalize bir yaşamı temsil
eder. İstanbul’daki sivil mimariyi korumada ve
yaşatmada algı sıkıntısı yaşandığı için bir
restorasyon sorunu ve ‘Küçük ölçekli yapıları
günümüz modern hayatında nasıl değerlendireceğiz?’
çıkmazı mevcut. Bu sebeple yapıların ya çökmesi
bekleniyor ya da koruma altına almayıp bunu
değiştirerek değerlendirmeye yöneliniyor.” diyerek
bu soruna dikkat çekiyor. Restorasyon, günümüz
şartlarına uyarlanarak yapılmaya çalışılıyor.
Örneğin odalar kaldırılıyor, tek bir oda yapılıyor,
dış cephedeki kuş evleri, tezyinat vesaire
korunmuyor. Dışarıdan bakıldığında Osmanlı mimarisi
gibi görünüyor ama içeride hiçbir alakası olmayan
bir yapı ünitesi ortaya çıkıyor. Göncüoğlu bu makyaj
için, “Yapının dışının eskiyi anlatır nitelikte
olması bir anlam ifade etmez. Bu sadece kendimizi
kandırmak olur.” diyor.
Tescil konusunda diğer
bir sorun ise vatandaşın yönlendirilmemesi.
Göncüoğlu, “Eskiden hiçbir sorun olmazdı. Tescil
yapacağım dediğinde hemen tescillerlerdi. Fakat
Türkiye’de vatandaş tescilin ne olduğunu bilmiyor ve
yeterince bilgilendirilmiyor. Muallakta bırakılıyor.
Muallakta bıraktığı için de aracılar ortaya çıkıyor.
Onlar kazanıyor. Böyle acı bir gerçek var.
Şimdilerde ise isteseniz bile tescilleyemeyeceğiniz
şeklinde bir algı söz konusu. Geçmiş dönemde de
evinizin restorasyonu için rölövesini yaparsınız, bu
olmamış derler, niçin olmadığını da kimse izah
etmez. İki algı da tehlikeli. Koruma kurullarında
neler korunmalı, vatandaş neler yapmalı, vatandaşın
nasıl bir harita takip edeceğine dair bir şey yok.”
diye ifade ediyor. Göncüoğlu bu durumun sebebinin
Türkiye’nin ve üç medeniyete ev sahipliği yapmış
İstanbul’un bir kültür politikası olmamasına
bağlıyor. Mimariyi, şehirleşmeyi, park algısını
ifade eden bir kültür politikasının gerekliliğine
işaret ediyor.
Ahşap evler tehlike
oluşturuyor
Tarihi evler, şehir
sakinleri için de tehlike oluşturuyor. Tamir
edilmedikleri ve yıkılmak üzere oldukları için
yangın ve çökme riski taşıyorlar. Bu durum yaşadığı
sokakta tarihi ev olanlar için de ahşap bir evin
bulunduğu sokaktan geçenler için de korku
oluşturuyor. Belediyelerin aldığı önlemler yetmiyor.
Altunizade’de göçmek üzere olan bir evin etrafına
belediye demirden engel koymuş. Ancak kaldırımın tam
üstünde olduğu için yoldan geçen birinin kafasına
tarihi cumbalar yıkılabilir. Zeyrek’teki evlerin
durumu ise hepten içler acısı. Ahşap evlerin çok
olduğu Şair Beliğ Sokak’ı belediye bir varille
kapatmış. Çünkü 12 numaralı ahşap evin yanındaki
tarihi evin yarısı çökmüş. Yoldan araba geçtiğinde
kalan yarısı da çöker, bir yaya yaralanır diye de bu
şekilde önlem alınmış. Ama sokağın başına gelen
arabalar bu yüksek(!) önlemi bir kenara çekip yoldan
geçiyor.

Zeyrek’te Şair Beliğ Sokağı ve belediyenin çökmek
üzere olan bir ev için aldığı tedbir. Sokağın
neredeyse tamamı ahşap evlerle dolu. Bir yangın
çıksa tümüyle kül olabilir.

Altunizade’de yaya kaldırımının üzerinde
bulunan ev. Dikkat başınıza yıllar düşebilir!

Bağlarbaşı’nda otobüs durağının arkasındaki ev,
Ermeni Vakfı’na ait. Boş duran ev otobüs bekleyen ve
caddeden yürüyenler için tehlike oluşturuyor.
Çevredeki esnaf ise yangından korkuyor.

Bakarsan ev, bakmazsan harabe olur.

Kasımpaşa Neva Sokağı’nda ahşap evler sıra sıra
dizilmiş. İçlerinde en bakımsız olanı satılık ama
alıcısı yok.

Küçük Çamlıca Bulgurlu Caddesi’nde yıllara meydan
okuyan evin saçakları dökülüyor.

Mehmet Köse ve babasının Kasımpaşa’daki evi.
Semtteki birçok ahşap ev gibi üstü sıvayla
kaplanmış.Ev dökülüyor ama tadilat yapılmasına izin
verilmiyor.

Tarihi evler restore edildiğinde ortaya böyle bir
manzara çıkıyor. Evin sahibi Yunus Ertürk, binayı
satın alıp yeniden yapmış. Fakat resmi makamlardan
izin alırken pek zorlanmış.
Zaman, Haber: Tuğba
Öcek, 13.06.2014
|
KEMERALTI'NDA BİR TARİH
YOK OLUYOR!
Türkiye'nin en büyük holdinglerinden biri olan
Eczacıbaşı Holding'in temellerinin atıldığı
Kemeraltı'ndaki tarihi bina acınacak hale geldi.
Eczacıbaşı Holding'in Kurucusu Nejat Eczacıbaşı'nın
kurduğu İzmir'in ilk eczanelerinden biri olan Şifa
Eczanesi'nin Kemeraltı'ndaki binası, yıkım
tehlikesiyle karşı karşıya.
İzmir Valiliği'nin hemen arkasında yer alan iki
katlı tarihi yapı, uzun yıllar Rodi Jeans'in
mağazası olarak kullanıldı. Firmanın iflas etmesi
nedeniyle mağaza 6 ay önce kapanırken, tarihi bina
da kaderine terkedildi. Kısa süre önce çıkan bir
yangında üst katı ve çatısı yanan binanın üst
camları da tamamen kırıldı. Bir asırdan fazladır
ayakta duran binanın yıkılma tehlikesi bulunuyor.

Ege Bölgesi Sanayi Odası Meclis Üyesi Eczacı Enver
Olgunsoy, İzmir'in eczacılık tarihinin en belirgin
simgelerinden olan Şifa Eczanesi'nin tarihi
binasının yok olmaması gerektiğini söyledi.
Olgunsoy, "İzmirliler ve Eczacıbaşı ailesi bu tarihi
binaya sahip çıkmalı" dedi.
İLAÇ ÜRETTİ
Eczacıbaşı Topluluğu'nun kurucusu Dr. Nejat F.
Eczacıbaşı'nın babası olan Süleyman Ferit
Eczacıbaşı, İzmir'in diplomalı ilk Türk eczacısıydı.
1885'te İzmir'de doğdu. Hamidiye İlkokulu, Rüştiye
Ortaokulu ve Sultani İdadisi’ni (İzmir Lisesi)
bitirdi. Gençlik yıllarında İzmir’de dönemin
eczacılarından çok etkilendi ve eczacılık öğrenimi
için İzmir’den İstanbul’a geldi. 1900 yılında Tıp
Fakültesi Eczacılık Yüksek Okulu’nu tamamladı.
Süleyman Ferit Bey, 1903 yılında İzmir’deki Guraba-i
Müslimin Hastanesi’ne ikinci eczacı olarak atandı ve
günde 16 saat havan döverek ilaç üretimi
gerçekleştirdi. İzmir’de Aristoteles Eczanesi’nde
sorumlu müdürlük yaptı. 1905’te Başeczacı olarak
görev aldı. İzmir’in ilk ilaç üreten Türk eczacısı
Süleyman Ferit Bey, Kemeraltı’ndaki tarihi Şifa
Eczanesi'ni 1911 yılında satın aldı. Burada çeşitli
ilaçlar ve kişisel bakım ürünleri üretti.
Ege'de Son Söz, Haber:
Sinan Doğan, 13.06.2014
|
TARİHİ BİNALARIN
ÜZERİNDEN YOL GEÇECEK
Kasımpaşa - Sütlüce
tüp geçidi için Bizans tarihine ait binalar da
yıkılacak. Kamulaştırılan Piripaşa ve Keçecipiri
mahallelerinden geçen tüp geçidin bağlantı
yollarında Bizans’a ait çok sayıda ev ve levha
bulunuyor. Bakanlar Kurulu, kararı onaylarsa tarih
kokan mahalle, yerlebir olacak.

Beyoğlu’nda
Kasımpaşa-Sütlüce arasında yapılacak tüp geçit
nedeniyle tarihi binalar tehlike altında. Unkapanı
köprüsünün denizin altına alınma projesi kapsamında
tüp geçidin bağlantı yolları da kamulaştırıldı. Bu
kapsamda Kasımpaşa’da Piripaşa ve Keçecipiri
mahallerinde de kamulaştırma kararları uygulandı.
Resmi Gazete’de yayımlanan kararın ardından
kamulaştırılan parselleri araştırdık. Parsellerde
Bizans’a ait levhalar ve tarihi binalar bulunuyor.
KÜLTÜREL MİRASI
İTİBARSIZLAŞTIRDI
Konu kentsel dönüşüm olduğunda ne insanların ne
de tarihin yıkımlara engel olamadığını belirten
koruma uzmanı Doç.Dr. Gül Köksal, “Kentsel dönüşüm
adı altında yapılan yıkımların önünde hiçbir engel
görmek istemeyen bir idare ile karşı karşıyayız. Bu
engel ister konut hakkı olsun, ister kültürel miras
hiç fark etmiyor. Zira insan hayatının bile bu denli
ucuz olduğu topraklarda insan eliyle üretilmiş
değerlerin, değer olarak görülmesini beklemek çok
naif kalıyor. Kültürel mirası koruma altına alan
2863 sayılı Koruma Yasası, önce 5366 sayılı kısaca
Yenileme Yasası ile, ardından 6306 sayılı Afet
Yasası ile itibarsız ve yetkisiz hale getirildi.
Okmeydanı hem kentsel, hem de tek yapı ölçeğinde
koruma alanını barındırıyor.
Ayrıca Haliç Tersaneleri
ilişkisi nedeniyle de önemli bir alan. Ancak çok
açık ki, Okmeydanı’nın mevcut dokusunu ortadan
kaldırıp Haliç’e inme çabası içindeler. Bu yolda da
karşılarına çıkan hangi döneme ait, ne tür eser
olursa olsun hiç önemi yok” dedi.
Taraf, Haber: Billur
Özgül, 13.06.2014
|
GALATA SURLARINDAKİ SON
KAPI DA KAPANDI

Haliç Metro Köprüsü’nün
Azapkapı’dan battığı yerde bir tarih gasbı meydana
çıktı. Galata surlarından bugüne kalan Yanıkkapı,
metro yüzünden kapanırken üzerindeki Doria ailesi
yadigarı da unutulmaya mahkum edildi.
Yakın dönemde
İstanbul’daki toplu taşıma projeleri bir bir
neticelendirilmeye devam ediyor. Diğer taraftan,
yeni planların önündeki en büyük mani elbette şehrin
coğrafi ve tarihi bakiyesi olan eserler. Nereye bir
kazma vurulsa adeta bir tarih kuyusuna rast
gelinecek desek mübalağa etmemiş olacağız. Şehrin
mazisinin bu şekilde pek çok kez hırpalandığını,
ecdad yadigarı mirasın hiçe sayılarak moloz yığınına
dönüştüğünü hatırlatmakta fayda var. Gösterilen
tedbirsizliğin ötesinde, tarihi eserlerin alenen
heba edildiğine de çok kimseler şahittir. İstanbul
Haliç’ine yapılan yeni metro köprüsünde de bunun
örneklerini gördük. Yenikapı’dan başlayarak
Azapkapı üzerinden Şişhane ve Taksim’e bağlanan
yeraltı demiryolu, Cenevizlilerden kalma son açık
kapı olan Yanıkkapı’ya bir perde çekti. Diğer
ismiyle Harup Kapısı’nı ziyaret etmek isteyenleri
artık çevresine istif edilmiş metal plakalar
karşılarken, üzerindeki Ceneviz arması da ancak
metroyla seyrinde görülebilecek bir-iki saniyeye
mahkum edildi.
Galata sırtları da bir
zamanlar muhkem surlarıyla meşhurdu. İlk defa 12.
yüzyılda I. Manuel Komnenos zamanında Bizans’tan
imtiyaz elde etmeyi başaran Cenevizli tüccarlar,
İstanbul’un karşı tarafı olan Pera’da mülk edinme
hakkını elde etti. Bizans hükümdarları buraya bir
garnizon kurarak surları yıktırsalar da yeni
iştiraklerle Galata Surları inşa edilmişti. Zamanla
Karadeniz sularında ticaret ağını geliştiren
Cenevizliler, Azapkapı, Şişhane ve Tophane’ye kadar
uzanan doğrultuda surları tahkim etti. Ticaret
loncasıyla burada bağımsız bir teşekkül
oluşturdular. Osmanlı dönemine gelindiğinde otonom
yapısını yitiren bir ticaret üssüne dönüşmüş Galata,
İtalyan soyluları için bir cazibe merkezi hüviyetini
sürdürdü. Burada ikamet edenler, kendi hanedanlığını
ve ailesini simgeleyen armaları bina ve hanların
üzerine işleyerek isimlerini yaşatmaya devam etti.
Keza, surlar üzerinde görülen tamiratlar da aynı
surette tecelli etti. Galata Surları, önemini zaman
içinde yitirmekle beraber, 19. asrın sonralarında
Şehremanetinin gadrine uğradı. Altıncı Daire, 1864
yılında çıkarılan bir kararla surların ekserini
yıkma kararı aldı. Kapıların üzerinde bulunan armalı
levhaların bu dönemde arkeoloji müzesine
götürüldüğünü tarihi vesikalar naklediyor. Son
yapılan idari tasarrufla birlikte, bugüne çıkabilmiş
Yanıkkapı’nın da -ki 12 kapıdan sonuncusuydu- metro
sebebiyle irtibatı kesildi. Galata tarihi hakkında
en geniş malumat, Semavi Eyice’nin ifadesiyle bu
kapılar üzerindeki armalardan edinilmişti.

Yanıkkapı’daki
Doria ailesinin kitabesi
Levha kör kazmaya
kurban oluyordu
Bu kapının bir
ehemmiyeti de Doria (D’Oria) ailesine ait kitabeyi
taşıması. Yani Preveze Deniz Savaşı’nda Haçlı
donanması amiralinin ailesi. Bu derece kıymete sahip
olan tarihi anıt, 2005 yılında büyük bir kaza
atlattı. Yapılan doğalgaz çalışması esnasında bir
kepçe darbesine maruz kalmış ve üst tarafından bir
bölümü kırılarak tahrip olmuştu. Akabinde, Mimarlar
Odası levhaya demirden bir kafes yaparak ufak da
olsa bir önlem alabilmişti. Metro inşaatına
gelirsek, 1998 yılında başlayan metro çalışmalarının
2002 yılında bitirilmesi öngörülüyordu. Kültür ve
Tabiat Anıtları Koruma Kurulu tarafından verilen
olumsuz raporlarla proje bir süre ertelenmiş,
nihayet 30 Mart seçimleri arifesinde tamamlanmıştı.
Konuyu 13 Ekim 2006’da gündeme getiren Zaman
Gazetesi, okuyucularına süreci şöyle aktarmıştı:
“Güzergah değişikliği gündeme geldi; ancak buna,
kazısı yapılan tünellerin bir kısmı atıl kalacağı
için belediye sıcak bakmadı. Koruma Kurulu’nun eski
bir üyesi olan Kadir Topbaş, belediye başkanı
seçildikten sonra, kendisinin hazırladığı ‘Metro
Köprü Projesi’ni kurula kabul ettirmişti.”

Zaman, Haber: Erkam
Emre, 13.06.2014
|
TARİHİ GÖZLÜKULE
HÖYÜĞÜ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Tarsus İlçesi'ndeki
geçmişi Neolitik Çağ’a kadar dayandığı
değerlendirilen Gözlükule Höyüğü’nde 2014 yılı kazı
çalışmalarına başlandı.
Kazı çalışmalarına
katılan Columbia Üniversitesi Sanat Tarihi ve
Arkeoloji Bölümü doktora öğrencisi Türkan Pilavcı,
yaptığı açıklamada, Gözlükule Höyüğü’nün arkeoloji
dünyasında son derece önemli yeri olduğunu belirtti.
Kazı çalışmalarının
Boğaziçi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü Öğretim üyesi Prof.Dr. Aslı Özyar
başkanlığında gerçekleştirildiğini kaydeden Pilavcı,
2007 yılında başlayan bilimsel kazı çalışmaları
sırasında yaklaşık 200 metrekarelik alanda 5 ayrı
açma noktasında Neolitik Çağ’dan itibaren çeşitli
dönemlere ait bulgulara rastlanıldığını söyledi.
Pilavcı, bu yıl da 4
hafta sürecek kazı çalışmalarına 7′si yabancı 20
üniversite öğrencisi ile 32 işçinin katıldığını
ifade ederek, “Şimdiye kadar yapılan kazı
çalışmalarında gündelik yaşama ait gelenekler,
yaşamsal kalıntılar, camdan deney tüpleri, tunçtan
imal edilmiş tıp aletleri ve hijyenle ilgili
bulgulara ulaştık. İslami dönemden başlayarak klasik
dönem öncesine kadarki dönemlere ait mimari bulgular
bulduk. Bu yıl da çalışmalarımızı 500 metrekarelik
alanda yapacağız” dedi.
Bu arada, kazılardan
elde edilecek bulguların Tarsus St. Paulus Müzesi ve
Kilisesi’nin yanında restorasyonu devam eden eski
çırçır fabrikasının hangarlarındaki laboratuvarlarda
incelendiği bildirildi.
haberler.com, 12.06.2014
|
ERGANİ'DE TARİH BULUNDU

Diyarbakır'ın Ergani
İlçesi'ne bağlı Gisgis Köyü'nde bulunup incelenen
2900 yıllık kaya kabartmasıyla, Asur egemenliğinin
70 kilometre daha batıya doğru devam ettiğini tespit
edildi.
'Diyarbakır İli Merkez
ve İlçeleri Kültür Envanteri Projesi' kapsamında
yüzey araştırması yapan Arkeolog Şeref Yumruk,
Ergani İlçesi'ne bağlı Gisgis Köyü'nde, varlığından
ilk kez 1899 yılında bölgeye gelen Alman arkeolog
Huntington'un arkeolog Lehmann-Haupt'a yazdığı bir
mektupta söz ettiği 2900 yıllık Asur dönemine ait
kaya kabartmasını, 2011 yılında buldu. Arkeolog
Şeref Yumruk, kabartmanın günümüze ulaşan son
durumunu, 2013 yılında Marmara Üniversitesi Eski Çağ
Tarihi Bölümünden Prof.Dr. Kemalettin Köroğlu ve
çizimci Emine Akkuş'tan oluşan ekip ile belgeledi.
Kabartmadaki çizimi anlatan Arkeolog Şeref Yumruk,
kabartmada betimlenen figürlerden en sağdakinin kral
ve arkasındaki görevli, Tanrı Şamaş ve Tanrı Sin'in
sembolleri ve Tanrıça İştar huzurunda dini tören
kıyafetleri içinde, ritüel yapar pozisyonda olduğunu
belirterek, şöyle konuştu:
"Gisgis Kabartması,
eyalet üslubunda işlenmiştir. Sanatçı, genel
kompozisyon, oranlar, öncelikle vurgulanacak
figürler ve dönemin modası gibi noktalarda hassas
davranmakla birlikte figürlerdeki bir çok ayrıntıyı
işlememiştir. Bunda, kayanın cinsi, üzerinde bulunan
doğal çatlaklar ve burada kalış zamanı da etkili
olduğunu düşünmekteyiz. Kabartmanın yapılış
amacının, belli dönemlerde ziyaret olmadığı
belirgindir. Burada bir kabartmanın varlığı, köyden
veya ana yolun geçtiği vadinin herhangi bir
noktasından fark edilememektedir. Ayrıca tepeye
ulaşan bir yol veya patika da bulunmamaktadır. Bu
özellikler, kabartmanın bir sembol ya da bir işaret
bırakmak için yapıldığını göstermektedir. Gisgis
kabartması, yukarı Dicle bölgesinde, en batıda
bulunan Yeni Asur eyalet merkezi Amedi'ye
(Diyarbakır) oldukça uzaktır. Yeni Asur döneminde
kurulan Amedi, Sinabu, Tuşhan ve Tidu gibi garnizon
ve eyalet merkezleri Diyarbakır'ın doğusunda,
Dicle'nin sağ kıyısı boyunca sıralanmaktadır. Bu
nedenle Yeni Asur kültürüne ilişkin, mimari ve
gündelik yaşam ürünleri Diyarbakır ile Batman Çay
arasındaki bu vadide yapılan kurtarma kazılarında
belirgin olarak açığa çıkmıştır."

"KABARTMA, ASUR
ORDUSUNUN BATI'DA ULAŞTIĞI EN UZAK NOKTAYI
GÖSTERİYOR"
Yaptıkları kazılar ve
Asur kaynaklarından III. Tiglat Pileser döneminde
bölgeye tehcir yoluyla getirilen Asurluların, Tuşhan
çevresine yerleştirildiklerinden söz edildiğini
söyleyen Şeref Yumruk, "Diyarbakır'ın batısında,
daha çok yerli toplumların varlığını gösteren yerel
karakterli Demir Çağ çanak, çömleği bulunmaktadır.
Bu nedenle, Gisgis kabartmasını, Asur ordusunun
ulaştığı en uzak nokta, sınırı belirlemek, Asur
tanrılarını ve kralını bölgede ölümsüzleştirmek için
yapılmış anıtlardan biri olarak değerlendirmekteyiz"
dedi.
KABARTMA BELGELENEREK
YAYINLANDI
Yaptıkları araştırmalar
sonucunda, kabartmada yer alan kralın III. Tiglat
Pileser olabileceğini gösteren, birçok stilistik
ayrıntı bulunduğunu söyleyen Arkeolog Şeref Yumruk,
şöyle konuştu:
"Kralın arkasındaki
görevlinin ellerini yerleştirmek için, pek alışık
olunmayan bir biçimde kralın belinin bir miktar
oyulmuş olması, saçlarının kralınkilerden daha
ayrıntılı çizilmiş olması, kabartmayı yaptıran
kişinin de Vali olabileceğine işaret ediyor
olabilir. Kabartmayı III. Tiglat Pileser dönemine
tarihlediğimizde, görevlinin bu dönemde Dicle
Vadisinde Asur Krallığının Valisi olarak adı geçen
Dur-Aşşur olabileceği söylenebilir. Yaptığımız bu
keşif ile günümüzden 2900 yıl önce Amedi bölgesinde
egemenlik kurmuş olan Asur Krallarından III. Tiglat
Pileser'e ait olduğunu düşündüğümüz kaya
kabartmasını bilim dünyasına tanıtmış bulunmaktayız.
Bölgede aynı hat üzerinde bulunan Birkleyn ve Eğil
kabartmalarının varlığı yıllarca önce belgelenmişti.
Ancak, bu yeni kabartmayla Asur egemenliğinin
sınırlarının 70 kilometre daha batıya doğru devam
ettiğini belgelemiş olmaktayız. Ayrıca önemli olan
konulardan biri, 112 yıl önce varlığı bilinen bir
kabartmanın, günümüze kadar belgelenmemiş olmasıydı.
Yaptığımız keşif ile 112 yıldır varlığı bilinen ama
bir türlü belgelenmemiş olan bu kabartma
belgelenerek Eski Çağ Bilimleri Enstitüsü dergisinde
yayımlanmıştır."
Akşam, 12.06.2014
|
TARİHİ KAPININ
AÇILMAMASI TEPKİ TOPLUYOR

Diyarbakır'ın tarihi
Urfakapı'nın uzun süredir trafiğe açılmamasına
tepkiler devam ediyor.
Diyarbakır Dermanbaba
Yardım Derneği Başkanı Yılmaz Acu, tarihi kapıdaki
metal kısmının bir süre önce düştüğünü ve kapının
trafiğe kapatıldığını belirterek, "Yol hala ulaşıma
açılmadı. Yıllardır trafiğe kapalı tutulan kapıda,
halen herhangi bir çalışma yapılmadı." dedi.
Dünya harikası olan
surların önemli bir parçası olan Urfakapı'nın
durumunun kendilerini üzdüğünü anlatan Acu,
"Surlarımız bizim en önemli tarihi varlıklarımızdan
biridir. Dünya bizi surlarımızla tanıyor ancak
surlarımız hak ettiği değeri görmüyor. Urfakapı'daki
içler acısı durumu görünce üzüntüden kahroldum.
Öğrendiğim kadarıyla metal kapı geçtiğimiz yıllarda
bir minibüsün üzerine düşmesi nedeniyle trafiğe
kapatılmış. Restorasyon çalışması yapılacakmış ama
yıllardır kimseden herhangi bir ses seda çıkmıyor.
Biz Diyarbakır sevdalısıyız diye sözler söylerler
ama biz ortada bir şey görmüyoruz. Bu yol yıllardır
kapı trafiğe kapalıdır, sözde memleket
sevdalısıdırlar. Ayrıca yayalar için tehlike
saçıyor. Tarih kokan surlar kimin himayesindeyse
derhal bu ayıbı kaldırmalıdır. Yol trafiğe kapandı
bizde sorun hallolacak diye sevinmeye başladık.
Fakat ne onarım var ne de ilgilenen var. Bu tarihi
eserler, tarihi değerler kimsenin umurunda değil."
diye konuştu.
Zaman, 12.06.2014
|
NAYLON POŞET İÇERİSİNDE
TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

Uşak’ta GBT
kontrolünde şüpheli bir şahıs elindeki poşette
taşıdığı tarihi eserlerle yakalanarak gözaltına
alındı.
Uşak Emniyet Müdürlüğü, Asayiş Şube Müdürlüğü ile
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğünün dün gece ortak yürüttüğü çalışmalar
neticesinde, Kurtuluş Mahallesi Cumhuriyet Caddesi
üzerinde durumundan şüphelenilen M.K. (21) isimli
şahıs durdurularak kimlik kontrolü yapıldı. GBT
sorgulamasında basit yaralama suçundan arandığı
anlaşılan şüpheli şahsın elinde taşıdığı poşet
içerisinde tarihi eserlerin olduğu parçalar çıktı.
Tarihi eser olan eşyalar usulüne uygun olarak polis
tarafından muhafaza altına alındı. Uşak Müze
Müdürlüğü görevlilerinin yapmış olduğu ön incelemede
bahse konu objelerin Tunç Devri’nden kalma değerli
tarihi eserlerin olduğu tespit edildi.
Olayda yakalanan şahıs ile ilgili “2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanununa”
muhalefet suçundan gerekli adli tahkikat
başlatılarak gözaltına alındı.
Milliyet, 11.06.2014
|
ARABAN'DA TARİHİ ANIT
MEZARLARDAKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARINDA SONA GELİNDİ
Araban Belediyesi’nin
hazırlamış olduğu proje kapsamında, ilçede Roma
dönemine ait iki tarihi anıt mezarda başlatılan
restorasyon çalışmalarında sona gelindiği
bildirildi.
Araban Belediye Başkanı
Mehmet Özdemir, yaptığı açıklamada, Hasanoğlu ile
Hisar mahallelerindeki anıt mezarların korunması
için hazırladıkları projeyi Gaziantep Valiliği’ne
sunduklarını hatırlatarak, projeye Gaziantep
Valiliği Kültür Varlıkları Fonu’ndan 860 bin lira
ödenek ayrıldığını kaydetti.
Şubat ayında başlatılan
restorasyon çalışmalarında sona gelindiğini bildiren
Özdemir, “Anıt mezarlarımızdaki sona gelinen
restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra her iki
mezar da yok olma tehlikesinden kurtarılarak tarih
turizmine kazandırılacaktır” dedi.
haberler.com, 11.06.2014
|
KÖŞKTEKİ ESERİN SIRRI İNGİLTERE'DE ÇÖZÜLDÜ
Cumhurbaşkanı'nın eşi Hayrünnisa Gül, Huber'deki
resepsiyonda Çankaya Köşkü'nde rastlanan tarihi
kupanın hikayesini anlattı: Depoda bulduk. Nereden
geldiğini bilmiyorduk. Prens Charles'la gezerken
benzerini gördük, 19. yüzyılda Osmanlı padişahına
hediye gelmiş.
Hayrünnisa Gül,
Cumhurbaşkanlığı'nın himayesinde düzenlenen ve
kültürel mirasın korunarak gelecek nesillere
ulaşabilmesinin önemini vurgulayan "UlusIararası
Önleyici Koruma Sempozyumu"na katılan davetliler
için Tarabya'daki Huber Köşkü'nde resepsiyon verdi.
Dünyada eşine az rastlanır zenginlik ve çeşitlilikte
bir kültürel mirasa sahip olunduğunu söyleyen Gül:
"Yaklaşık 65 bin tescilli kültür varlığı ve
müzelerimizdeki milyonlarca eserle Türkiye, dünyanın
en zengin açık hava müzelerinden biridir. Sahip
olduğumuz bu zengin kültür mirasının korunması ve
yarınlara aktarılması, bizden sonraki nesillere
borcumuzdur” dedi.
DOKUNMASAK DAHA İYİ
Gül, "Köşkte zengin bir koleksiyon var. Atatürk
zamanında saraylardan getirtilen gümüş, porselen,
cam, tarihi halı ve mobilyalar, paha biçilmez
tablolar.. Ne yazık ki bu kıymetli eserlerin pek
çoğu, iyi durumda değildi. Koruyalım derken birçok
tarihi obje değersizleştiriliyor. Hiç dokunulmasa
daha iyi" dedi.
PRENSLER SERGİYİ GEZERKEN...
Hayrünnisa Gül, depoda buldukları ve nereden
geldiğini bilmedikleri eski, kıymetli gümüş bir
tepsi ve kupanın eşini 2011'de İngiltere'ye
gerçekleştirdikleri devlet ziyareti sırasında Prens
Charles ile bir sergiyi gezerken gördüğünü, eserin
19. yy'da İngiltere tarafından Osmanlı sultanına
hediye edildiğini öğrendiklerini, kötü durumdaki
eseri İngiltere'ye gönderip restore ettirdiklerini
anlattı.

ASKER TERHİS OLMADI MI?
Yağlı boyalı asker heykelinin temizlenme
raporunun zaman aldığını, "Bizim asker terhis olmadı
mı hala" diye esprilere konu olduğunu söyleyen Gül,
Köşk koleksiyonunun dijital ortama aktarıldığını da
müjdeledi.
Akşam, 11.06.2014
|
MİRO'NUN HEYKELİ BAKSI'DA SERGİLENİYOR
2014 Avrupa
Konseyi Müze Ödülü’nü alan Bayburt’taki Baksı
Müzesi, bu ödülü kazanan müzenin bir yıl boyunca
sergilemeye hak kazandığı, ünlü sanatçı Joan
Miro’nun ‘Femme aux beaux seins’ adlı bronz
heykelini sergilemeye başladı.
Bayburt’un kent
merkezine 45 kilometre mesafede, Bayraktar (Baksı)
Köyü'nde ressam ve akademisyen Prof.Dr. Hüsamettin
Koçan tarafından 2010 yılında kurulan Baksı Müzesi,
çağdaş sanat ile geleneksel el sanatlarını aynı çatı
altında barındırıyor. Joan Miro’nun 1969’da yaptığı
“Femme aux beaux seins” adlı bronz heykel, 1977
yılından itibaren Avrupa Parlamenterler Meclisi’nin
her yıl verdiği müze ödüllerinin bir sembolü oldu.
Zaman, 11.06.2014
|
TABLO REMBRANDT'INMIŞ
Dünyanın en ünlü ressamları
arasında sayılan Hollandalı sanatçı Rembrandt
Harmenszoon van Rijn’in beyaz kuş tüylü başlıkla
resmedildiği portreyle ilgili ‘başkasının eseri’
iddiası çürütüldü. Söz konusu tabloyu ünlü ressamın
öğrencilerinden birinin yaptığı ileri sürülüyordu.
Ancak İngiltere’de Cambridge Üniversitesi
araştırmacıları tablonun tahta panelinin hücre
yapısını analiz etti. Uzmanlar aynı zamanda
kompozisyondaki değişimleri açığa çıkarmak için
röntgen ışınlarından da faydalandı. Testler sonucu
İngiltere’de National Trust adı verilen ve kültürel
mirası muhafaza etmekle sorumlu kuruluşta bulunan
tablonun 1635’te Rembrandt’ın kendisi tarafından
yapıldığı kesinleşti.
Hürriyet, 10.06.2014
|
|
EREĞLİ'DE ARKEOLOJİK YÜZEY ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Koç Üniversitesi
arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü heyeti tarihi
çalışmalar kapsamında geldiği
Ereğli’de arkeolojik yüzey çalışmalarına
başladı.
Geçen yıl 2 hafta süre ile yürüttükleri çalışmalar
kapsamında Ereğli tarihine ışık tutan tespitler
yaptıklarını söyleyen Koç Üniversitesi Arkeoloji ve
Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Çiğdem Maner, Ereğli’nin tarihi açıdan çok önemli
bir potansiyele sahip olduğunu ve potansiyelin
ortaya çıkmasında Kültür Bakanlığının destek
verdiğini kaydetti. Hitit medeniyetinin burada
yaşamış olmalarının Arkeolojik Yüzey Çalışmasında
Ereğli’yi tercih etmelerindeki en önemli etken
olduğunu kaydeden Maner, “Geçen yıl yaptığımız
araştırmada 12 yerleşim yeri tespit ettik. İlk
araştırmaları da bu bölgede biz yaptık. Ereğli
kültürel mirasını tanıyoruz. Çok sayıda çanak çömlek
toplayarak hangi çağa ait olduğunu tespit ediyoruz.
Ancak tahribatlarla karşılaşıyoruz. Ereğli halkı
kültürel tarihine sahip çıksın ve
Kaçak kazı yapılmasına izin vermesin ve ören
yerlerini korusun” dedi.
Ereğli müzesine bağlı 4 ilçede Ereğli, Karapınar,
Halkapınar ve Emirgazi’de araştırma yapacaklarını
belirten Maner, Ören yerlerinin Ereğli tarihine ışık
tuttuğunu ve bölgenin arkeoloji kazı açısından
önemli bir yer olduğunu söyledi. 7 Haziran’da
Ereğli’ye geldiklerini ve 1 ay süreyle Ereğli’de
inceleme yapacaklarını kaydeden Maner, kendilerine
Ereğli Belediyesinin de büyük destek verdiğini
sözlerine ekledi.
Milliyet, 10.06.2014
|
|
TOZLU DOLAPTA
MİLYON DOLARLIK
KEMAN!
Ses ve işçilik gibi nitelikleri nedeniyle dünyanın
en üstün
kemanları sayılan sınırlı sayıdaki
Stradivarius’lardan biri
New York’un Manhattan bölgesindeki bir evin
tozlu dolabından çıktı.
25 yıldır bu dolapta unutulan 1731 yılına ait
keman 10 milyon dolardan açık artırmaya
çıkarıldı.
Habertürk, 10.06.2014
|
300 BİN YIL ÖNCESİNİN İZLERİNİ TAŞIYOR
 
 
 
Pazarcık İlçesi'nde, Roma döneminde zengin ve
asilzadeler için yapılan 40 mağaradaki kaya
mezarlar, yaklaşık 300 bin öncenin izlerini taşıyor.
Yukarı Pazarcık bölgesindeki mağaralar, yaklaşık 10
metre derinlikteki su sarnıcı ve kaya mezarlar
keşfedilmeyi bekliyor. Roma döneminde zengin, soylu
ve rütbeli askerler için kayaların içi oyularak
yapılan mezarlar farklı bölümlerden oluşuyor.
Araştırmalarda, kaya mezarlarının 300 bin yıl
öncesine ait olduğu belirtiliyor. Eşine az rastlanır
mezarların yaklaşık 4-5 metrekare kullaım alanı
bulunuyor. Duvarlara oyulmuş raf ve üçgen prizması
şeklinde mum veya çıra koyacak küçük oyukların
bulunduğu mezarlar, Roma dönemi asilzadelerin yaşam
şekillerine ilişkin ipuçları veriyor.
Tarihçi Halil Arık, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, "40 Mağaralar" olarak adlandırılan
bölgenin eski Roma dönemine ait şehir mezarlığı
olduğunu söyledi.
Mezarların o dönemin zengin ve yöneticileri için
yapıldığını anlatan Arık, "Mezarlara her ailenin
ayrı bir ferdi defnedilmiş. Mağaranın girişinde
koruma amaçlı kaya kapılar vardı ancak define
arayanlar tarafından tahrip edilmiş" dedi.
Arık, bölgenin aynı zamanda Roma dönemine ait
yerleşim alanı olduğunu vurguladı.
Bölgenin MÖ 1. yüzyılda "Katamana" ismindeki bir
Roma şehrinin kalıntılarını içerdiğini aktaran Arık,
"Burası aynı zamanda önemli bir ticaret merkezidir.
Bu özelliğini Selçuklu ve Bizans döneminde de devam
ettirdi" diye konuştu.
Arık, arkeologların mezarlık alanında çeşitli
araştırmalar yaptığını anımsattı.
Mağaralardaki yüzey araştırmalarında çakmak
taşlardan yapılan kesici aletler bulunduğunu
anımsatan Arık, "Elde edilen bulgular insanların bu
mağaralarda yaklaşık 300 bin yıl önce yaşadığını
gösteriyor. Bu bakımdan ilçemiz ilk çağlarda önemli
bir yerleşim merkezi olduğu kabul ediliyor" şeklinde
konuştu.
Vatan, 10.06.2014
|
ÇAMUR MASKEYLE GÜZELLEŞECEK
Hindistan’ın simgelerinden
Tac Mahal’e hava kirliliği nedeniyle kaybettiği
beyaz rengini geri kazanabilmesi için Hintli
kadınların yüzlerine uyguladığı bir çamur
maskesinin uygulanacağı açıklandı.
Yetkililer, 17. yüzyılda inşa edildiğinden bu
yana “Hindistan’ın mücevheri” olarak anılan
binanın tarihini boyunca üç kez daha
temizlendiğini ve en son temizliğin 2008 yılında
yapıldığını belirtti. Tac Mahal’in sararan
duvarlarına bolca kireç içeren bu maskenin 2 mm
kalınlığında bir tabaka halinde uygulanacağı ve
çamur kuruyup dökülünce duvarların eski beyaz
rengine kavuşacağı belirtildi.
Hürriyet, 10.06.2014
|
|
|
PARİS'TEKİ KÖPRÜ 'AŞK KİLİTLERİ' YÜZÜNDEN ÇÖKMENİN
EŞİĞİNDE
Fransa’nın başkenti Paris’in
sembollerinden olan Pont des Arts, artık üzerindeki
‘aşk kilitlerini’ taşıyamıyor.
Önceki gün köprünün
bir kısmının çökmesi nedeniyle turistler tahliye
edildi. Polis yetkilileri, köprüye asılan kilitlerle
ilgili olarak belediyeyi uzun zamandır uyarıyordu.
Bunun yanı sıra Paris’te yaşayan iki Amerikalı,
köprünün zarar gördüğü gerekçesiyle şubat ayında aşk
kilitlerine karşı bir kampanya başlatmıştı. Dünyanın
dört bir yanından gelen turistler, köprüye kilit
asarak, sevgilerini ölümsüzleştirmek istiyor. Ancak
son hadise nedeniyle köprü, şimdilik ziyarete
kapalı.
Zaman, 10.06.2014
|
OSMANLI MİRASINA SAHİP ÇIKAN AMERİKALI
100 yıldır enkaz olarak duran tarihi Edirne
Sarayı’nın restorasyon ekibine ABD’li tarihçi
Prof.Dr. Heath Lowry ilham veriyor. Lowry: ‘Osmanlı
eserlerinin ortaya çıkarılıp hayat bulmasına katkı
yapmak ve Türkiye’deki meslaktaşlarıma örnek olmak
bana gurur veriyor’.

Bir asırdan fazla süredir enkaz halinde duran
Tarihi
Edirne Sarayı’nın restorasyon ekibinde yakın
zamanda Türk vatandaşlığına geçen
ABD’li tarihçi
Prof.Dr. Heath Lowry de yer
alıyor. Bir tarihçi olarak
Trakya ve Balkanlar’a inşa edilen muhteşem
eserlere kayıtsız kalamadığını belirten Lowry,
“Artık Türk vatandaşıyım. Osmanlı mirası benim için
de önem taşıyor” diyor.
Restorasyon ekibinin başkanı Doç.Dr.
Mustafa Özer ise Lowry’nin, fikir ve
önerileriyle ufuklarını genişlettiğini söylüyor.
Osmanlı döneminin en ihtişamlı yapılarından biri
olarak kabul edilen ancak 1877-1878 Osmanlı-Rus
Savaşı’nda yerle bir olan Edirne Sarayı’ndaki
arkeoloji ve restorayon çalışmalarında sona
gelindi. Günümüze ulaşan yapılardan saray mutfağı ve
kum kasrı hamamının restorasyonu yapılırken, sarayın
ana yapısı olarak kabul edilen Cihannüma Kasrı için
ise proje hazırlanıyor. “93 Harbi” olarak anılan
savaş sırasında cephanelik olarak kullanılan ancak
savaşın kaybedilmeye başlanmasıyla cephanenin düşman
eline geçmemesi için dönemin valisi Cemil Paşa’nın
ermiyle havaya uçurulan Edirne Sarayı, 100 yılı
aşkın süredir adeta enkaz halinde bulunuyordu.
Toplam 3 milyon metrekarelik alan üzerine yayılan
tarihi sarayın eski ihtişamlı günlerine dönmesi için
TBMM, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Edirne Valiliği ve
Bahçeşehir Üniversitesi ortaklığında 2009
yılında kazı ve restorasyon çalışmaları başlatıldı.
Projenin başında, Bahçeşehir Mimarlık ve Tasarım
Fakültesi öğretim görevlisi Doç.Dr. Mustafa Özer
var. Edirne Sarayı’nın yeniden hayat bulması için
uğraş veren ve ekipte yeralan bir diğer isim ise
Amerikan kökenli tarihçi Heath Lowry. Kuzey
Yunanistan, batı Trakya, Makedonya ve
Trakya’daki erken dönem Osmanlı eserlerini ortaya
çıkarmak için araştırmalarını sürdüren Lowry,
“Türkiye’de erken dönem Osmanlı eserleri ve kazı
çalışmaları konusunda maalesef yeterli çalışmalar
yapılmıyor. Bir tarihçi olarak Trakya ve Balkanlar’a
inşaa edilen muhteşem eserlere kayıtsız kalamazdım.
Edirne Sarayı’na yıllarca sahip çıkılmaması beni
derinden üzdü. Mustafa Hoca’nın gayretini görünce
ben de projeye katkı vermek için kolları sıvadım ve
ekibe dahil oldum. Kendisi bu proje için gecesini
gündüzüne katıyor. Artık Türk vatandaşıyım. Osmanlı
mirası benim için de önem taşıyor. Erken dönem
Osmanlı eserlerinin ortaya çıkarılıp hayat bulmasına
katkı yapmak ve Türkiye’deki meslaktaşlarıma örnek
olmak bana gurur veriyor” dedi.
‘Balkanlara açılan kapıydı’ Edirne Sarayı kazı ve
restorasyon çalışmalarının başında bulunan
Doç.Dr.Mustafa Özer ise “Heath hocamız fikir ve
önerileriyle ufkumuzu genişletti. Lowry, ön planda
olmak istemeyen biri ancak bilinmelidir ki projenin
hayat bulmasında emeği olan insanların başında
gelmektedir” diye konuştu.
Kazı ve restorasyon çalışmalarında sona
yaklaşıldığını dile getiren Özer, enkazdan geriye
kalan taşların yıllar içinde Edirne’deki kamu
binalarının çalışmalarında kulanıldığını söyledi.
Özer, Edirne Sarayı’nın olduğu arazinin
Çanakkale’de şehit düşen askerlerin ailelerine
çiftçilik yapmaları için verildiğine de değindi.
Milliyet, Haber: Mert İnan, 10.06.2014
|
DAYAKTAN BÖYLE OLMUŞ
ABD’deki Utah
Üniversitesi’nden bilim insanları, tarih öncesi
erkeklerin yumruk yumruğa kavgalarda daha az
zarar alabilmek için sert ve etli yüz hatlarına
sahip olacak şekilde evrim geçirdiklerini ortaya
çıkardı.
Araştırmacılar, modern insanın atalarından olan
Australopitekus erkeklerinin kadınlar ve yiyecek
kaynakları için birbirleri ile kavga etmek
zorunda kaldığını, bu nedenle şiddetin
evrimlerinde önemli bir rol oynadığını söyledi.
Hürriyet, 10.06.2014
|
|
İZNİK'İN TÜM DEĞERLERİ BİLİMSEL ÇALIŞTAYDA ELE
ALINACAK
Bursa Büyükşehir Belediyesi, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin arkeolojik ve etnografik kalıntılarıyla bütünleşerek adeta bir açık hava müzesi olan İznik’in tüm değerlerini gün yüzüne çıkarmak amacıyla ‘İznik Çalıştayı’ düzenliyor. Büyükşehir Belediyesi’nin İznik Kaymakamlığı ve Uludağ Üniversitesi işbirliğinde düzenlendiği çalıştayda, ilçenin arkeolojik değerlerinden inanç turizmine kadar tüm değerleri bilimsel olarak ele alınacak.

Her dönemden devraldığı mimari mirası ile açık
hava müzesi niteliğini hala koruyan, Roma, Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin arkeolojik ve
etnografik kalıntılarıyla bütünleşmiş durumdaki
İznik, Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen
çalıştayda masaya yatırılıyor.
Büyükşehir
Belediyesi’nin, İznik Kaymakamlığı ve Uludağ
Üniversitesi işbirliğiyle düzenlendiği çalıştayda
arkeolojik öneminin yanı sıra birinci ve yedinci
Ekümenik Konsillerle Hristiyan alemi açısından da
ayrı bir önem taşıyan İznik’in tüm saklı değerleri
gün yüzüne çıkarılacak.

İznik DSİ Tesisleri’nde 13 Haziran Cuma günü saat
09.30’da protokol konuşmaları ile başlayacak
çalıştayın Antik dönem başlıklı ilk oturumunda
Prof.Dr. Ara Altun “İznik’te Kültür Mirasının
Durumu”, Yrd. Doç.Dr. Bedri Yalman “Tiyatro’nun
tarihi ve kazıları”, Prof.Dr. Mustafa Şahin de
“Arkeolojik Müze Araştırmaları” konulu sunum
yapacak. Günün Arkeolojik Eserler başlıklı ikinci
oturumunda Recep Okçu “Yazıtlar ve Sikkeler Işığında
İznik”, Yar. Doç.Dr. Melda Ermiş “İznik Nekropolü”
ve Yar. Doç.Dr. Kamil Doğancı da “Roma Yolu” konulu
sunum yapacak.

İznik Gölü başlıklı üçüncü oturumda “İznik Gölü
Planlama”, “Canlı Türleri (Fauna)” ve “Endemik Bitki
Türleri” konuları ele alınacak. “İnanç Turizminde
İznik” başlıklı dördüncü oturumda Safiyyüddin Erhan
“Türk İslam açısından: Eşrefoğlu Rumi”, Prof.Dr.
Mustafa Kara “Tasavvufi değerler – Davud-i Kayseri”
ve Doç.Dr. H. Basri Öcalan da “Tasavvufi Unsurlar”
konulu sunum yapacak. “Tarım ve Doğa” başlıklı günün
son oturumunda ise Ahmet Yıldız “İznik ve Tarım”,
Mehmet Işık da “İznik ve Doğa” konularını
değerlendirecek.

Çalıştayın ikinci günü İznik Tarihi konulu
oturumla başlayacak. Bu oturumda Yrd. Doç.Dr. Sezai
Sevim “İznik Türk-İslam Dönemi Tarihi”, Doç.Dr.
Doğan Yavaş “Osmanlı Arşivlerinde İznik gölü”,
İbrahim Yılmaz “İznik Surlar ve Kapıları” ve
Prof.Dr. Songül Sonal da “Evliya Çelebi Yolu” konularını
ele alacak. “İznik Çinisi” konulu günün ikinci
oturumunda da Turgut Tuna “İznik Çiniciliği Dünü-
Bugünü”, Yrd. Doç.Dr. Belgin Demirsar Arlı, “Çini
Fırınları kazısının dünü ve bugünü, dünya
örnekleri”, Prof.Dr. Işıl Akbaygil de “İznik Çini
Endüstrisi ve sorunları” konularına ışık tutacak.
Çalıştay İznik gezi programı ve 15 Haziran Pazar
günü yapılacak Sansarak Kanyonu ziyareti ile sona
erecek.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, 10.06.2014
|
TURİNG'İN SULTANAHMET'TEKİ ÜÇ TESİSİ KESKİN'E
VERİLDİ
Cumhuriyet dönemi kuruluşlarının AKP eliyle tasfiye
operasyonları TURİNG'te sürüyor.
Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen sonra Mustafa Kemal
Atatürk'ün talimatıyla kurulan TURİNG kurumunu
TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy üzerinden ele geçiren
AKP’li yöneticiler, 100’e yakın çalışanı işten
çıkardıktan sonra bu kez TURİNG işletmelerini elden
çıkarıyor.

TURİNG Soğukçeşme Ayasofya Evleri

TURİNG Sarnıç Restoran

TURİNG'in Yeşil Ev oteli
TURİNG işletmelerinin tasfiyesi için 22 Eylül
2012’de Olağanüstü Genel Kurul toplayarak tüzüğü
değiştirildikten sonra Sultanahmet’teki Yeşil Ev,
Sarnıç Restoran ve Ayasofya Konakları Recep Ercan
Keskin’e devredildi.
TURİNG’in Sultanahmet’teki üç işletmesi için 4
Haziran günü yapılan İhale ile 15 yıllık süreyle
Recep Ercan Keskin’in sahibi olduğu Keskin Şirketler
Grubu’na verildi.
Kendilerini kayırmayı unutmadılar
Kurumun tesislerini elden çıkaran yöneticiler
devir sözleşmesinde kendilerini kayırmalı ihmal
etmedi. Devir sözleşmesinde TURİNG yöneticileri ve
misafirlerinin konaklayabileceği yılda en az 100
geceden aşağı olmayacak şekilde iki kişilik
oda+kahvaltı+akşam yemeği tahsis edileceği
taahhüdünde bulunulması koşulu kondu.
Başaran Ulusoy üzerinden AKP operasyonu
TURİNG varlıklarının elden çıkarılması için
Başaran Ulusoy’un mahkeme kararıyla iptal edilen
genel Kurulda başkanlığı seçilmesi ile başlayan
süreçte, AKP İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis
üyesi ve Beyoğlu Belediyesi Danışmanı, Hac ve Umre
organizasyonları yapan Eman, Ebrar ve Figura adlı
seyahat acentelerinin sahibi Bülent Katkak yönetime
getirildi.
Malvarlığı için tüzük değiştirildi
Bu dönemde toplanan olağanüstü Genel Kurulda
kurum tüzüğü değiştirilerek varlıkların elden
çıkarılması kararı alınmıştı.
Dünden bugüne TURİNG
Kısa adı TURİNG olan Türkiye Turing ve Otomobil
Kurumu, Cumhuriyet’in ilanından bir hafta sonra,
Atatürk’ün emriyle, Lozan Konferansı Genel Sekreteri
Büyükelçi Reşit Saffet Atabinen’e kurduruldu.
Kurum, tanıtma konusunda Cumhuriyet ilk
yıllarından beri çok aktif çalıştı. İlk tanıtım
broşürleri ve rehberler oradan çıktı.
Cumhuriyet dönemi boyunca bu yöndeki faaliyetlerini
sürdüren TURİNG, özelikle İstanbul’a katkıları ve
kent kültürü alanındaki çalışmalarıyla “Efsanevi
başkan’ olarak tanımlanan Çelik Gülersoy’un
başkanlığı döneminde çok daha büyüyüp gelişti.
Başaran Ulusoy'un ilk çengel atması
Gülersoy’un 2003’te yaşamını yitirmesinin
ardından Cumhuriyet’in ilk kurumlarından olan
TURİNG’i ele geçirmek için TÜRSAB Başkanı Başaran
Ulusoy eliyle yürütülen bir operasyon başlatıldı.
Operasyon ilk olarak Başaran Ulusoy’un TURİNG
başkanlığına seçilmesi için genel kurulda aday
olmasıyla işleme kondu.
Ama üç dönem başkanlığa aday olan Başaran
Ulusoy’u genel kurul seçmedi.
Bu arada Ulusoy boş durmadı. O dönem yönetime
getirilen rahmetli Ferit Epikmen üzerinden dışarıdan
müdahalelere başladı.
Yolsuzlukla anılan kurum haline getirilen
TURİNG
O güne kadar kent kültürü, tanıtım ve
yurtdışından karayolu ile giriş çıkışların olduğu
sınır kapılarındaki hizmetleri ile gündemde olan
TURİNG o günden sonra mal varlıkları, işletmelerinin
alınıp satılması kime kiralandığı bu alanda yapılan
ihalelerdeki yolsuzluklarla gündeme geldi.
Öyle ki dönemin başkanı Ferit Epikmen yönetiminin
faaliyet raporu genel kurulca ibra edilmeyince
TURİNG’e kayyum atandı. Kurum 2004’ten beri Kayyum
eliyle yönetiliyor.
Bu arada genel kurul üzerinden kurumun ele
geçirilmesi gerçekleşemeyince operasyonun
Cumhurbaşkanlığı makamının da devreye girmesiyle
yargı devreye sokuldu.
2004'ten beri kayyum elinde
O tarihten sora olaylar şöyle gelişti:
2004’ten beri kayyım eliyle yönetilen TURİNG’e
Cumhurbaşkanlığı eliyle Mayıs 2011’de yeni kayyım
atandı.
Yeni kayyum 31.05.2011 tarihinde yaptığı ilk Yönetim
Kurulu toplantısında Başaran Ulusoy başkanlığa
atadı.
Oysa kurumun tüzüğü gereği başkanın genel kurulda
seçilmesi gerekiyordu.
Başaran Ulusoy atandığı görevdeki sıfatını
kullanarak Olağanüstü Genel Kurul öncesi Kuruma
şahsi referansıyla aralarında sekreterinin de olduğu
28 kurum çalışanı ve diğer kesimlerden 200’ün
üzerinde üye yapıldı.
30.07.2011’de yapılan ve basının alınmadığı
olağanüstü Genel Kurul’da Başaran Ulusoy
başkanlığına seçildi.
Başaran Ulusoy, kendi avukatı Mansur Topçuoğlu'nu
TURİNG’in avukatlığına atadı.
TURİNG'in iştah kabartan malvarlığı
TURİNG’e yönelik operasyonun bir ayağı Cumhuriyet
kurumunu ele geçirmek bir ayağı, o tarihte kasasında
140 milyon TL nakit parası ve aralarında eski Ali
Sami Yen Stadı'nın oradaki geniş arazisi,
Esentepe’deki geniş arazi içindeki büyük bir genel
müdürlük binası ve karayolu ile giriş yapılan sınır
kapılarındaki işletmeleridir. TURİNG’in bir de bu
hafta elden çıkarılan Sultanahmet’teki tesislerini
yanında Safranbolu’da da konaklama tesisi var.
TURİNG bu varlıkları ile de iştah kabartıyor.
Başaran Ulusoy TURİNG başkanı olmak için yıllarca
çalıştı, bu amaçla her yola başvurdu.
Ulusoy, olağan
koşullarda seçilemeden TURİNG’i ele geçirmek işini
ancak yasadışı yollarla üye yaptırarak bunu
sağlayabildi. Bunun sonucunda bir dönem TURİNG
Başkanlığını da yaptı.
Yasadışılık yargıdan döndü
Ancak bu yasadışıldı. Nitekim olayın yargıya
taşınması üzerine Başaran Ulusoy’un kendini başkan
seçtirdiği genel kurul mahkeme kararıyla iptal
edildi.
AKP devreye giriyor
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün
arkadaşı, AKP Büyükşehir Meclis üyesi olan Bülent
Katkak, piyasaya sürülerek TURİNG’e başkan yapıldı.
Böylece bir Cumhuriyet kurumunun daha ele geçirme
operasyonu tamamlanmış oldu.
Kurumun Başaran Ulusoy üzerinden yürütülen
operasyon ile AKP tarafından ele geçirilmesiyle önce
çalışanlar işten atıldı. Daha sonra kurumun
malvarlığı tasfiye edildi.
Sultanahmet’teki üç tesisin 15 yıllığına kiraya
verilmesi de bu operasyonun bir parçası olarak
gerçekleştirildi.
Cumhuriyet kurumlarının tasfiyesi ve
varlıklarının yandaşlara peşkeş çekilmesinin
TURİNG’teki uygulamasına giden süreçte yaşananlar
basına da geniş bçzimde yansıdı.
Konuyla ilgili olarak Yalçın Bayer, Hürriyet
Gazetesi’ndeki ‘Yeter Söz Milletin’ köşesinde,
Necati Doğru da Sözcü Gazetesi’ndeki köşesinde
yazdı.
TURİNG’te yürütülen operasyon kapsamında yönetim
dışına itilen yöneticiler ile işten atılan
çalışanların açtıkları davaların bir bölümü hala
devam ediyor.
Turizm Gazetesi, 09.06.2014
|
EĞİTİM YERİ 2 BİN YILLIK HAMAMLAR
Denizli’de
Laodikya antik kentindeki tarihi eserler arasında
yer alan 2 bin yıllık hamamların, sadece bir yıkanma
yeri değil aynı zamanda eğitim ve toplantı yeri
olarak kullanıldığı belirtildi.
Pamukkale Üniversitesi (Paü) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Laodikya Kazı
Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Laodikya’nın ticaret, sanat,
kültür ve spor yönüyle Efes antik kenti seviyesinde
olduğunu söyledi.
Laodikya’daki hamamlardan günümüze çok azının
korunarak geldiğini belirten Şimşek, güneydeki
hamamın, 12 bin metrekarelik alanıyla Anadolu’nun en
büyük hamamı olduğunu söyledi.
Ticari toplantı ve eğitim yeri
Antik dönemde hamamlarda sadece yıkanılmadığını
dile getiren Şimşek, “Hamamlar öğleden sonra
yakılmak için hazırlanıyor ve öğlene kadar da okul
olarak kullanılıyor. Yani gençlerin yeri aynı
zamanda. Çünkü öğleye kadar bir gün önceden yakılan
alt bölümdeki küllerin boşaltılması ve yerine yeni
odunların döşenmesi süresi var. Bu esnada da gençler
eğitim görüyor. Öğleden sonra hamamlar sipariş
üzerine yakılıyor. Ayrıca o dönemde hamamda 20-30
kişilik özel toplantılar yapılıyormuş. Bu yönüyle
hamamlar ticari toplantıların özellikle de
insanların buluşma ve bir eğitim yeri olmasıyla çok
önemlidir” dedi.
Şimşek, hamamların antik dönemin en önemli
kamusal alanlarından biri olduğunu belirterek,
Laodikya’daki 4 büyük hamam yapısının çok azının
zarar gördüğünü söyledi.
Laodikya’nın antik sanat, kültür ve ticaret
merkezi olduğunu ve PAÜ olarak Kültür Turizm
Bakanlığı adına, burada11 yıldır restorasyon ve kazı
çalışması yürüttüklerini hatırlatan Şimşek sözlerini
şöyle tamamladı:
“Batı Anadolu’daki 2 büyük mega kentten birisi
Laodikya’dır. Kentin tamamı ticarete ve yaşama bağlı
bir Kent olarak yer almıştır. Laodikya’nın nüfusunun
2 bin yıl önce 150 bin olduğunu tahmin ediyorum. Ama
ideal antik Kent nüfusu 40-50 bin arasında
değişiyor. Bu da Laodikya’nın ne kadar büyük bir
Kent olduğunu ispat etmeye yetiyor. Kentin içinde
yer alan Laodikya Kilisesi, Kutsal Agora, Güney
Portik ve Doğu Havuzu, İmparator Septimius Severus
Anıtsal Çeşmesi’nde süren kazı çalışmaların
özellikle dikdörtgen olarak konumlanmış ve 35 bin
metre karelik alana sahip Kuzey Kutsal Agora var.
Ayrıca dört yanı sütunlu galerilerle çevrilmiş
agorada Zeus Tapınağı ile Dokuma Tanrıçası Atena’nın
Tapınağı’nın yer alıyor.”
haberler.com, 09.06.2014
|
PERRE ANTİK KENTİNDE BAKANLIK YETKİLİLERİ ÇALIŞMA
YAPTI

Kommagene Uygarlığının ayakta kalan tek yerleşim
birimi olan Perre antik kentinn üzerine kurulan
Örenli Mahallesindeki kamulaştırma çalışmalarıyla
ilgili Bakanlık yetkilileri çalışma yaptı.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları Müzeler Genel
Müdürlüğü’nden uzman ekip
adıyaman’a gelerek Perre Antik Kent üzerindeki
Örenli mahallesindeki taşınmazlarla ilgili çalışma
yaptı.
Adıyaman Müze Müdürü
arkeolog Fehmi Eraslan başkanlığındaki Ön Değer
Tespit Komisyonu değer tespitini tamamlamasının
ardından Kültür Varlıkları Müzeler Genel
Müdürlüğü’nden 2 kişi 3 gün boyunca çalışma yaptı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın talimatı ile üç gün
boyunca çalışma yaparak rapor hazırlayan uzmanlar,
bu raporlarını ilgili makamlara sundu. Bakanlığın bu
rapor doğrultusunda birinci öncelikli yerleri
kamulaştırması bekleniyor.
Perre antik kenti üzerindeki Örenli Mahallesi'nin 750
dönümlük alanı üzerindeki 197 taşınmazın öncelik
sırasına göre kamulaştırılması bekleniyor. Yaklaşık
50 milyon TL’yi bulan kamulaştırma kapsamında
yıkılan ve yıkılmak üzere olan birinci ve acil
öncelikli olan 31 adet kargir yapılar için yaklaşık
10 milyon TL, ikinci öncelikli 67 adet betonarme
yapılar için 15 milyon, üçüncü öncelikli 99 adet
tarla, bağ ve bahçeler için 25 milyon TL
kamulaştırma bedelinin çıkacağı belirtiliyor.
Milliyet, 09.06.2014
|
BANSKY'NİN İLK ESERLERİ AÇIK ARTTIRMA SUNULDU

Dünyaca ünlü
sokak sanatçısı
Banksy‘nin ilk
eserleri eski menajeri tarafından "Banksy:
The Unauthorised Retrospective" adlı sergiyle
açık artırmaya sunuldu.
Londra’da 11-25 Haziran tarihleri arasında ünlü
Sotheby’da düzenlenen ‘İzinsiz Retrospektif‘ sergi,
sanatçının 10 yıl beraber çalıştığı menajeri Steve
Lazarides tarafından düzenleniyor.
Sergideki
eserlerin birçoğunun şu ana kadar kimse
tarafından görülmediğini vurgulayan Lazarides’in
açık artırmadan yaklaşık 1 milyon sterlin
(yaklaşık 3 milyon 500 bin lira) kazanacağı
öğrenildi.
Her fırsatta
sokak sanatının "para"
için yapılmaması gerektiğini vurgulayan ve
eserleri üzerinden izinsiz kazanç sağlayanları
sert bir dille eleştiren
Banksy’nin bu sergiyi de onaylamayacağını
söyleyen Lazarides,“Kesinlikle nefret ederdi. Hiçbir
zaman bu şekildeki sergileri desteklemedi. Benim
galerimde bir sergi fikrine de hiçbir zaman ikna
olmamıştı” dedi.
Bristol’da yaptığı ‘Mobil Aşıklar‘ eserini duvardan
sökerek kulüplerine koyan ve bu sayede bağış
toplayan Broad Plains Boys Club’a geçen ay bir
mektup gönderen Banksy , ilk defa bir eseri
üzerinden
para kazanılmasına razı olmuştu.
Sokak sanatçısı mektupta gençlik kulübünün ihtiyacı
olan parayı, ‘hayır işi’ olması nedeniyle bu eserle
sağlamasını onayladığını yazmıştı.
Habertürk, 09.06.2014
|
KIRŞEHİR'DE YENİ MÜZE YAPILACAK

Çukurçayır Mahallesi’nde Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nca 15 bin metrekarelik alana yapılacak
olan müze, 5 bin metrekare kapalı alanı ve 10
metrekarelik peyzaj alanını kapsayacak. Kırşehir’in
tarihi olan eski Tunç Çağı’ndan Hitit’e, Roma’ya,
Bizans’a ve Selçuk dönemlerine ilişkin, bu günlere
kadar gelebilen ören yerleri, kilise, han ve hamam,
camii ve medrese, türbe ile yazıtlardan bugünümüze
kalabilenleri gelecek kuşaklara taşımak, bunları iyi
bir koruma ve sunum içinde kalıcı kılmak amacıyla
yeni bir müze yaptırılıyor.
Bizans’ın Justinialnusu, Roma’nın Makisosu,
Kipet’in haritasının Akuvesarevenası yani su şehri,
Selçuklu'nun 'Gül şehri' olarak bilinen Kırşehir’de
tarihi değerleri koruyacak ve sergileyecek bir
müzeye yıllardır ihtiyaç duyulurken, tarihten bugüne
kadar gelebilen bazı eserlerın farklı yerlerde
kısıtlı imkanlar ile korunabildiği belirtildi.
Kentlerde müzelerin olması o kentte yaşayan insanlar
için çok önemli olurken, geçmişi öğrenmek,
bugünümüzü anlamamıza yardımcı olan ve yıllardır
Kırşehir’in ihtiyaç duyduğu gerçek manada bir müze
yapımı için çalışmalara başlandı.
Kırşehir Merkez’de Çukurçayır Mahallesi’nde 4 bin
597 ada 2 parsel numaralı taşınmazın güneyinde yer
alan 45 bin metrekarelik dönümlük alan içinde Kültür
ve Turizm Bakanlığı’na tahsisi yapılan 15 bin
metrekarelik alana 5 bin metrekare kapalı alanı ve
10 bin metrekarelik peyzaj alanını kapsayacak bir
müze yapılacak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca yapılması
planlanan müzeye ait 'Kırşehir Müzesi, Mimari,
Teşhir Tanzim, Çevre Düzenlemesi Peyzaj Mimarlığı,
Altyapı, İnşaat Mühendisliği, Makine Mühendisliği,
Elektrik Mühendisliği Projelerinin Hazırlattırılması
İşi' proje ihalesi 13 Mayıs 2014 tarihinde ihale
edilirken, bu yıl içinde projesi tamamlanacak
müzenin yapım ihalesi de Eylül-Ekim ayı içerisinde
yapılarak temel atma safhasına getirilecek. Müzenin
2015 yılı sonuna kadar hizmete açılması
planlanırken, Kırşehir Belediyesi tarafından da müze
için tahsis edilen alandan geriye kalan 30 bin
metrekarelik alanın 15 bin metrekarelik kısmı Japon
Bahçesi; diğer 15 bin metrekarelik kısmı ise
Selçuklu Bahçesi olarak düzenlenecek. Yapımının
hızla gerçekleştirileceği müze ile Kırşehir kent
tarihinin daha iyi korunarak, sergilenmesi
amaçlanıyor.
Gerçek Gündem, 09.06.2014
|
İZMİR'DE TARİHİ MİRAS YARIŞMAYLA KORUNUYOR

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin tarihi yapıların
korunmasını teşvik amacıyla 12. kez düzenlediği
“Tarihe Saygı Yerel Koruma Ödülleri”ne başvurular
başladı. Büyükşehir sınırlarının genişlemesi
nedeniyle yarışma, ilk kez bu yıl 3 ayrı bölge
üzerinden gerçekleştirilecek.
İzmir’de, geçmiş uygarlıklara ait mirasa hak ettiği
saygının gösterilmesi ve tarihi yapıların
korunmasını teşvik amacıyla düzenlediği yarışmaya
başvurular 1 Ağustos’a kadar sürecek.
Ödül Programına bu yıl tarihi konutunda yaşamayı
sürdüren tarihe duyarlı kişileri ve yapıları
kapsayan "Tarihi Yapıda
Yaşam Ödülü", basit onarım, esaslı onarım ve
emek dallarını kapsayan "Tek Yapı Ölçeğinde Koruma
Uygulamaları Ödülleri", "Kentsel Sit Alanlarında ve
Koruma Alanlarında Yeni Uygulama Ödülü", "Tarihi
Çevre ve
Kültür Varlıklarını Koruma Dalında Katkı Ödülü"
ve öğrencilerin okulları öncülüğünde kültürel miras
odaklı çalışmalarını değerlendiren "Tarihi ve
Kültürel Miras Konulu Okul Projeleri Teşvik Ödülü"
kategorilerinde düzenleniyor.
Yeni yasa ile Büyükşehir sınırlarının
genişlemesinden dolayı başvuruları daha ayrıntılı
değerlendirmek için 3 bölge oluşturuldu. Buna göre
Konak, Karabağlar, Buca, Gaziemir, Bayraklı,
Karşıyaka, Çiğli, Bornova, Balçova, Narlıdere,
Güzelbahçe, Urla, Çeşme ve Karaburun İlçesi'nde
yaşayanlar "Merkez"de; Menemen, Foça, Aliağa,
Dikili, Kınık ve Bergama'dan katılacaklar
"I.Bölge"de; Kemalpaşa, Bayındır, Ödemiş, Kiraz,
Beydağ, Tire, Selçuk, Torbalı ve Menderes'ten
katılacaklar ise "II.Bölge"de değerlendirilecek.
Sonuçlar 3
Eylül ’de açıklanacak.
Radikal, 09.06.2014
|
ADALILAR DİRENİŞTE
Adalar Müzesi’nin
ortakları olan Adalar Vakfı ile Adalar Belediyesi
arasında, Büyükada Çınar mevkiindeki Gülersoy Kültür
Merkezi’nde bulunan Adalar Müzesi Sergi Alanı’yla
ilgili tartışma devam ediyor. Adalılar, Gülersoy
Kültür Merkezi önünde çadırlarıyla alanda nöbet
tutmaya başladı.
Adalar Müzesi’nin
ortakları olan Adalar Vakfı ile Adalar Belediyesi
arasında, Büyükada Çınar mevkiindeki Gülersoy Kültür
Merkezi’nde bulunan Adalar Müzesi Sergi Alanı’yla
ilgili tartışma devam ediyor. Tartışma, alanın 15
gün içerisinde tahliye edilmek istendiğini bildiren
tebligatın Adalar Vakfı’na 16 Mayıs’ta ulaşmasıyla
başlamıştı.
Adalar Belediyesi ve
Adalar Vakfı kaynaklarıyla altyapısı oluşturulan
Adalar Müzesi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı tarafından destekleniyor. Müzenin işletme
giderleri vakıf tarafından karşılanırken, sergi
alanında 2010’dan bugüne kadar 5 tane geçici
(yıllık) sergi açıldı.
Adalar Müzesi,
geçtiğimiz günlerde yaptığı çağrıyla, 1 Haziran günü
17.00’de Çelik Gülersoy Kültür Merkezi’nde Adalar
Belediyesi’nin tahliye isteğini değerlendirmek üzere
destekçileriyle bir durum değerlendirmesi yaptı.
Dört adadan çok sayıda katılımcının ve Adalar
Belediyesi’ni temsilen Belediye Başkan Yardımcısı
Mahmut Yerlikaya’nın katıldığı toplantı, hararetli
tartışmalara sahne oldu.
Vakıf ile belediye
karşı karşıya
İlk olarak, Adalar Vakfı
Başkanı ve Adalar Müzesi Yönetim Kurulu Üyesi Halim
Bulutoğlu, sergi alanının akıbetinin ne olacağı
konusunda görüşmelerin devam ettiğini ve belediyeyle
bir uzlaşma sağlanamazsa mekanı boşaltmak zorunda
kalacaklarını belirterek söze başladı. Geçen dönem
Adalar Belediyesi’ni yöneten CHP yönetimiyle Adalar
Vakfı arasında, bu alan için üç yıllık bir sözleşme
yapıldığını belirten Bulutoğlu, dört yılı geride
bıraktıktan sonra Adalar Belediyesi’nin birden bire
alanı kendilerinden almak istediğini söyledi. Alanı,
tüm maliyetlerini göze alarak, yaz kış açık olacak
şekilde sergi alanı haline getirdiklerini ve bir de
yaşam alanı kurduklarını ifade etti.
Halim Bulutoğlu’nun
konuşmasından sonra Adalar Belediyesi’nin konu
hakkındaki görüşlerini aktarmak üzere Belediye
Başkan Yardımcısı Mahmut Yerlikaya söz aldı.
Yerlikaya, elindeki belgelerden hareketle, söz
konusu anlaşmanın süresi dolduğu için, Adalar
Vakfı’nın alanı kullanmasının artık hukuk dışı
olduğunu ve bu alanın geri alınmasıyla, bir
hukuksuzluğun giderileceğini belirtti. Yerlikaya,
sergi alanının, yalnızca Adalar Vakfı’nın
kullanımından çıkarılmasıyla, Adalar Vakfı dahil,
isteyen herkesin kullanımına açılacağını,
Belediye’nin sadece kullandırtma hakkına sahip
olacağını söyledi. Yerlikaya’nın bu sözleri üzerine
salondan, “Bugüne kadar burada etkinlik yapmak
isteyen kimi engelledik ki?” şeklinde sesler
yükselirken, bir katılımcı da “Dört adada sahiden
çalışan tek kurum burası!” diyerek tahliye kararına
karşı çıktı. Yerlikaya’nın konuşması, sık sık
katılımcıların sözleri ve alkışlamalarıyla kesildi.
Nöbetler başladı
Toplantı sonunda,
belediyenin tahliye istemine sonraki günlerde de
karşı çıkacaklarını söyleyen ‘Adalılar’, 1 Haziran
akşamı itibarıyla çadırlarıyla alanda nöbet tutmaya
başladı. Gece sabaha kadar 3 kişinin devam ettirdiği
nöbet, yoğun yağmur nedeniyle duraklasa da, olay
artık bir sivil direniş halini almış durumda.
Agos, Haber: Özgün
Çağlar, 09.06.2014
|
BODRUM KALESİ'NDE SKANDAL TADİLATA TEPKİLER BÜYÜYOR
Tarihi topları plastik boya, Bodrum Kalesi
duvarlarını kireç ile boyatarak büyük bir skandala
imza atan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Emel
Özkan'ın görevden alınması için change.org.da
kampanya başlatıldı.
Bodrum Kalesi duvarlarının kireç, tarihi topların
ise plastik boya ile boyanmış halini görenler büyük
bir şok yaşıyorlar.
Peki 600 yıllık Bodrum Kalesi'nin duvarları ve
tarihi topları neden böyle apar topar boyandı?
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Emel Özkan
Cumhurbaşkanı Gül evsahipliğinde gerçekleştirilen
4.Türk Konseyi Zirvesi kapsamında Bodrum Kalesi'nde
tadilat ve bakım yapıldığını basına açıklamıştı.
Ancak yüzlerce yıllık tarihi mekanda tadilatın
plastik boya ile yapılması tarihi ve kültürel
değerlerin korunması, kollanması anlayışına tamamen
aykırı idi. Plastik boya ile boyanmış tarihi toplar
ziyaretçilere nasıl izah edilir..?

Gerek basında gerek sosyal medyada geniş yankı bulan
bu tadilat skandalına imzasını atan Bodrum Müzesi
Müdürü Emel Özkan'ın görevinden alınması için
change.org'da; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile
T.C Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik muhataplı bir
imza kampanyası başlatıldı.

İstanbul'dan Erol Ünal; '' Bodrum Kalesinde Antik
topları Yağlıboya ile boyatıp mahveden Bodrum Müzesi
Müdürü Emel Özkan'ı istemiyoruz. '' başlıklı
imza kampanyasında şu ifadelere yerdi.:
600 yıllık Bodrum Kale'sinde yapılan tadilat
görenleri hayrete düşürdü. Çünkü Kale'nin tarihi
topları yağlıboya ile boyanmıştı. Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi Müdürü Emel Özkan topları 4 Haziran
2014'da Bodrum'a gelecek Sayın Cumhurbaşkanımız
Abdullah Gül'e temiz görünsün diye boyatmış olduğu
anlaşıldı.

Muğla (AA)'nın haberine göre bu çalışmalar hakkında
gazetecilere bilgi veren, müzede bahçe ve peyzaj
düzenlemelerinin devam ettiğini belirten Bodrum
Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Emel Özkan; ''
Müzemizde boyama işlemleri devam ediyor.
Ziyaretçilerimiz gelmeye başlayacak, onun için
müzemizi toparlamaya başladık. Eksik olan onarılması
gereken her yeri onarıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız
Bodrum Kalesi'ni ziyaret edecek. '' demiş.
UZMANLAR UYARMIŞ
Bodrum Müzesi Müdürü Emel Özkan
uzmanlar tarafından uyarıldığı da ortaya çıktı.
Konuyu bilen bir uzman 26 Mayıs 2014'da yazdığı bir
raporda tarihi toplarının bilgisi dışında
boyandığını belirterek bunun yapılmaması gerektiğini
Müze Müdürü Emel Özkan'a resmi bir yazı olarak
iletmiş. Ancak Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü
Emel Özkan uygulamayı sürdürmüş.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümü mezunu arkeolog Emel Özkan; Bursa Türk ve
İslam Eserleri müzesinde yaklaşık 20 yıl sorumlu
olarak çalıştıktan sonra Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesine müdür olarak tayin edilmişti.
Turizm Haberleri, 08.06.2014
******
TARİHİ TOPLARIN NEDEN BOYANDIĞINI AÇIKLADI
Dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Bodrum
Kalesi'ndeki Sualtı Arkeoloji Müzesi girişindeki
surlar ile 600 yıllık Osmanlı toplarının,
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 4'üncü Türk Konseyi
Zirvesi için ilçeye gelmesinden önce müze müdürünün
talimatıyla boyandığı iddia edildi.

DHA'nın haberine göre, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın soruşturma başlattığı olayda, müze
müdürü Emel Özkan'ın ifadesine başvurulduğu
bildirildi. İddiaların gerçeği yansıtmadığını
söyleyen Özkan, "Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde
600 yıllık top bulunmamaktadır. Müzedeki toplar
19'uncu yüzyıla ait olup, geçmiş yıllarda olduğu
gibi korozyonun önlenmesi için boyanmıştır. Yapıdaki
orijinal taş duvar ve sıvalara ise kesinlikle
müdahale edilmemiştir" diyerek kendini savundu.
Bodrum'da geçen 4-5 Haziran'da düzenlenen 4'üncü
Türk Konseyi Zirvesi'ne katılacak Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül'ün ilçeye gelişi öncesinde Bodrum
Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde tarihi yapıların tahrip
edildiği ileri sürüldü. Zirve kapsamında müzenin
bulunduğu Bodrum Kalesi Kuzey Hendeği'nde düzenlenen
Cumhurbaşkanı Gül'ün de konuk devlet başkanlarıyla
katılması beklenen ancak yağmur nedeniyle
katılamadıkları 'Türk Düğümü' adı altındaki konser
nedeniyle müzede bazı düzenlemeler yapıldı. Bu
kapsamda Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi müdürü Emel
Özkan'ın talimatıyla, 3 hafta önce tarihi kalenin
girişindeki surların plastik boya, 600 Osmanlı
toplarının ise yağlı boya ile boyandığının ortaya
çıkması tarihçilerin ve Bodrumluların tepkisine
neden oldu. Bir internet sitesinde tarihi dokuya
zarar verdiği ileri sürülen müze müdürü Özkan'ın
görevden alınması için imza kampanyası başlatıldı.
İki günde kampanyaya bin kişi destek verdi. Kültür
ve Turizm Bakanlığı da konuyla ilgili soruşturma
başlattı.
Isparta Müze Müdürü Mustafa Akaslan ile tarihçi
Nihal Demir, 4 gün inceleme yaptıkları müzenin
müdürü Özkan ile burada görevli üç arkeoloğun
ifadelerine başvurdu. İki müfettişin, raporlarını
hazırlamak için müzeden ayrıldıları öğrenildi.
'Tarihe makyaj çekildi'
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nin geçmişte 39
yıl müdürlük yapan Türkiye'nin ilk arkeologlarından
Oğuz Alpözen, yapılanın nereden bakılırsa bakılsın
çirkin ve anlamsız bir davranış olduğunu belirtti.
Oğuz Alpözen, "Bodrum Kalesi'ni Cumhurbaşkanlığı
döneminde Kenan Evren 5, Süleyman Demirel de 1 defa
ziyaret etti. Bu ziyaretlerin hiçbirinde kale ve
etrafı halka kapatılmadı, yasaklanmadı.
Cumhurbaşkanı gelecek diye kaleye 2 gün boyunca
ziyaretçi alınmadı, kale kenarına vatandaş
yanaşamadı. Yetmedi Cumhurbaşkanı Gül ziyaret edecek
diye tarihi aykırı olarak toplar ve sur duvarları
plastik ve yağlı boya ile boyanıp, tarihe makyaj
çekildi" dedi.
Kaledeki sanat tarihçisi uyarmış
Müzede bakanlık tarafından görevlendirilen
müfettişlerin yaptığı soruşturmada, müze müdürü
Özkan'ın daha bir kaç kez sözlü olarak görüştüğü,
ardından da 26 Mayıs 2014 tarihinde resmi yazı
gönderip, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün kaleye
yapacağı ziyaret öncesinde bakım ve temizlik
çalışmaları sırasında söz konusu topların
bozulmalarını önlemek amacıyla dökülen paslar
temizlenerek boyanması gerektiğini belirttiği sanat
tarihçisi Yasemin Özdemir tarafından uyarıldığı
belirlendi. Özdemir, sözlü uyarılarına rağmen tarihi
kaledeki sur ve topların boyandığını öğrenip, bir
gün sonra yazıya verdiği cevapta, "Bilimsel verilere
göre bu tür eserleri yağlı boya veya kimyasal
maddelerle uygulama yapmak zararlıdır ve dolayısı
ile yanlış bir uygulamadır. Eserlere yapılacak
müdahalelerin müzede görevli uzmanların görüşü
alınmadan yapılması doğru değildir. Söz konusu
eserlere yapılan müdahaleler hem tarihi topların
zimmet sahibi olan benim hem de restoratör uzmanın
bilgisi haricinde yapılmıştır" denildi.
İddialara yanıt verdi
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümü mezunu olan ve 20 yıl Bursa Türk ve İslam
Eserleri Müzesi'nde sorumlu olarak görev yaptıktan
sonra bu yıl Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ne müdür
olarak atanan Özkan, hakkındaki iddialara yazılı
olarak cevap verdi. Özkan, "Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi Bodrum Kalesi'ndeki bakım işleri neden ve
nasıl yapıldı?" başlıklı yazısında, şu ifadelere yer
verdi:
"Bakanlığımızca kalenin bütününün rölöve ve
restorasyon projesi geçen yıl gündeme gelmiş ve
ihalesi onaylanmıştır. Rölöve çalışması tamamlanmak
üzeredir. Devamında restorasyon projesi
hazırlanarak, kapsamlı onarıma girecektir. Ancak
kale aynı zamanda yılda en az 200 bin kişinin
ziyaret ettiği bir müze olmasından dolayı, her yıl
belli bakım ve onarımlar, aydınlatma sorunları,
sergilemedeki eksiklikler ve bakımları,
temizlikleri, çevre peyzajının yapılması
gerekmektedir. Geçtiğimiz günlerde Bodrum'da yapılan
Cumhurbaşkanları zirvesinin hemen öncesine denk
gelen bu çalışmalar, zirvenin Bodrum'da
yapılacağının kesinleşmesiyle hızlandırılmıştır.
Bazı basın organlarında yanlış bilgilendirme
yapılarak kamuoyu yanıltılmış, müze idaresi haksız
yere suçlanmış, internet ortamında maksatlı karalama
kampanyası başlatılmıştır. 600 yıllık topların yağlı
boya ile, kale duvarlarının ise plastik boya ile
boyandığı iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Söz
konusu toplar 19 yüzyıl topları olup, açıkta
sergilenen eserlerdir. Açık hava koşullarında oluşan
korozyonu önlemek için, boyaları bozulmuş olan yedi
top daha önceki yıllarda da olduğu gibi, yağlı boya
ile boyanmıştır. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde
600 yıllık top bulunmamaktadır. Yapıdaki orijinal
taş duvar ve sıvalara kesinlikle müdahale
edilmemiştir."
15 yıldır boyanıyor iddiası
Tepki zamanının da çok manidar olduğunu belirten
Özkan, şöyle devam etti: "Müzeye giriş
merdivenlerinde küpeşte ve korkuluk bulunmaktadır.
Yoğun ziyaretçi sirkülasyonundan dolayı mevcut
sıvalar yıprandıkça, geçmiş yıllarda sıva tamirleri
yapılarak üzeri boyanmıştır. Özgün olmayan bu
yüzeyler tuzlanma ve rutubet etkisiyle bozularak
kabarmalara ve bakteriyel oluşumlara neden
olmaktadır. Halk sağlığı açısından hijyen olmayan
bir ortamda insanların bulunması, müzenin ziyarete
kapatılmasına neden olabilecek bir unsurdur. Bundan
dolayı, kalenin belli yerlerinde son 15 yıldır rutin
hale gelmiş olan bu boyama işlemi çok sınırlı bir
alanda, asgari tutularak yapılmıştır. Ayrıca, bu
boya ve sıvaların, yakın zamanda yapılacak esaslı
restorasyonunda, sökülerek orijinal haline
getirilmesi ve fiziki koşulların iyileştirilmesi göz
önünde bulundurularak yapılmıştır. Her sene rutin
olarak yapılan bu işlemlerin sanki ilk kez
yapılıyormuşçasına, Cumhurbaşkanları zirvesinin
hemen öncesinde basın kuruluşları ve kamuoyu
yanıltılarak sunulması oldukça manidardır. Yanlış
bilgilendirme yaparak kamuoyunu yanıltanlar,
internet ortamında haksız yere karalama kampanyası
başlatanların belirlenmesi için adli ve idari
soruşturma başlatılmıştır."
Yapı, 09.06.2014
|
AÇIK HAVA HEYKEL ATÖLYESİ YESEMEK ZİYARETÇİLERİNİ
BEKLİYOR
İslahiye İlçesi'nde bulunan ve dünyanın
tek açık hava heykel atölyesi olarak bilinen
“Yesemek Açık Hava Müzesi ve Heykel Atölyesi”,
ziyaretçilerini bekliyor.
Yesemek Köyü Karatepe mevkisinde yaklaşık 100
dönümlük alanda taslaklar halinde 300′den fazla
bazalttan yapılmış heykel ve kabartma bulunuyor.
1890′da Alman Doğu Araştırmaları Kurumu adına Felix
Von Luschan tarafından keşfedilen bölgede, 1957-1961
arasında Prof.Dr. Bahadır Alkim, 1989-1991 arasında
ise İlhan Temizsoy kazı yaptı. Kazılarda 300′ün
üzerinde sfensk, aslan, çeşitli kabartma ve mimari
parçalar bulundu.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Ergün Özuslu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Yesemek Açık Hava
Müzesi ve Heykel Atölyesi’nin dünyada benzerinin
olmadığını söyledi.
Bölgedeki Tilmen ve Zincirli höyüğü ile
Yesemek’in önemli arkeolojik alanlar olduğunu ifade
eden Özuslu, Yesemek’in UNESCO Dünya Kültür Mirası
aday listesine girdiğini hatırlattı.
Yesemek’in asıl listeye alınması için çalışma
başlattıklarını kaydeden Özuslu, hazırladıkları
evrakları bakanlığa sunacaklarını belirtti.
Yesemek’te halen kazı yapılmamış büyük bir alan
olduğunu dile getiren Özuslu, “Bugüne kadar yapılan
kazılarda ortaya çıkarılan heykellerin ve
sfenkslerin belli bir düzende dizayn edilmesi
gerekiyor. Çünkü dağınık bir yapı var. Kazılarla
ortaya çıkarılacak yeni heykellerle yeni bir sergi
ve çevre düzenlemesi yaparak Yesemek’i turizmin
hizmetine sunmak istiyoruz” diye konuştu.
Özuslu, kentin, zengin tarihi ve doğal
güzellikleriyle en az 3 günde gezilecek bir yer
olduğunu ifade etti.
Zeugma ve Rumkale gibi Yesemek’e de turlar
düzenlenebileceğini aktaran Özuslu, şöyle devam
etti:
“Yesemek, dünya harikası olacak bir yer çünkü
dünyada eşi benzeri yok. Ama halen Yesemek’i
bilmeyenler var. Tanıtım konusunda çalışmalarımızı
sürdürüyoruz. Hediyelik tanıtım heykelcikleri
yaptırıyoruz. Bunları dağıtacağız. Ayrıca sivil
toplum kuruluşları ve ilgili kurumların katılımıyla
bir tanıtım grubu kurmaya çalışıyoruz.”
haberler.com, 08.06.2014
|
URARTU YOLU ŞİMDİLİK KURTULDU

Erzincan ile Kemaliye arasındaki Karasu
Vadisi’nde dokuz baraj projesi var. Bunlardan biri
de AK-EL Kemah Elektrik Üretim A.Ş. tarafından
yapılması istenen Kemah Barajı ve HES I- HES II
projeleri. Barajın etkileme alanında kalan Maksut
Uşağı Köyü’nün kuzeybatısındaki oldukça dik tepe
üzerinde, meşe ağaçları arasında antik bir yol
kalıntısı bulunuyor.
Arkeologlar Derneği
İstanbul Şubesi’nde Kemahlı arkeolog Hasan Binay
uzun süredir bölgedeki tarihi eserler üzerine
çalışıyor. Binay hazırladığı bir raporu
Kültür Bakanlığı, Bölge Kültür Varlıklarını
Koruma ve Anıtlar Yüksek Kurulu’a da iletti. O
dosyadaki ifadelerden biri aynen şöyleydi: “Bölgenin
bilinmeyen prehistorik geçmişi bu vadilerde gizli
olabileceği gibi tarihte ilk devletlerden biri olan
Urartu’nun kadim geçmişi hakkında sınırlı bilgi
sahibi olduğumuz bu bölgede baraj suları altında
kalacak alanda arkeolojik kalıntıların ortaya
çıkarılması bölge tarihinin aydınlanmasına katkı
sağlayacaktır.”
Baraj yapılırsa bu tarihi Urartu yol kalıntısı sular
altında kalacak. Ayrıca barajın etki alanında
kalacak bölgede bir Selçuklu hamamı da bulunuyor.
Göbeklitepe gibi olabilir
Dersim Kültürel ve Doğal Miras Koruma Girişimi ile
Kemah Çevre Platformu, baraj ve HES projesine karşı
dava açtı. ÇED olumlu kararının yürütmesinin
durdurulması ve iptali istemli açılan davaya 5
avukat müdahil oldu. Sivas İdare Mahkemesi HES ve
baraj projesinin yürütmesinin durdurulmasına karar
verdi. Mahkeme, projenin yapılması durumunda geri
dönüşü mümkün olmayan zararlar vereceği belirtildi.
Avukatlardan Barış Yıldırım, Kemah yöresinin pek çok
antik uygarlığa beşiklik etmiş ve bu sebeple de
Urartu kaya yolu gibi pek çok kültürel varlığa sahip
bir alan olduğunu anlatarak şunları söyledi: “Kemah
Barajı’nın da üzerinde yapımının planlandığı Fırat
Karasu üzerinde önceden inşa edilmiş, inşa edilmekte
olan ve planlama aşamasında bulunan başka baraj ve
HES projeleri de var. Kümülatif etki değerlendirme
yapmadan anılan barajlara izin verilmesi Fırat
Havzası ekosistemini yıkıma uğratacak. Burası
dünyadaki ilk karayolu olarak biliniyor. Van,
Bingöl, Elazığ, Erzincan’ı
Anadolu ’ya açan yol... Burada çalışma yapılırsa
Göbeklitepe gibi sonuçlar çıkabilir.”
Antik yol hala sapasağlam
NTV Tarih dergisinde Mehmet Ali Polat, Hasan Binay
imzalı Haziran 2013’te yayımlanan makaleden bir
bölüm: “Urartu yol kalıntısı büyük olasılıkla Kemah
Kalesi ile Altıntepe’yi birbirine bağlıyordu. Yol
takip edildiğinde Acemoğlu Boğazı’na yakın bir
mevkide, yola yaklaşık 25 metre mesafede, nehri
gören bir noktada düzgünce işlenmiş ve yan yana
dikdörtgen formlu kaya oyukları yer almakta. Farklı
boyutlara sahip oyukların sayısı görülebildiği
kadarıyla 12. Benzer özellikler gösteren kayaya
oyulmuş sunu alanları Urartularda yaygın olarak
karşımıza çıkmakta. Urartu Krallığı’nın yol
sistemine çok önem verdiği ve yerleşim yerleri ile
kaleler arasında yollar inşa ettiği özellikle
1980’li yıllarda Veli Sevin tarafından Elazığ-Bingöl
bölgesinde gerçekleştirilen araştırmalarda
saptanmıştı. Anadolu’nun günümüze sapasağlam ulaşmış
bir antik yolu alelacele yapılacak bir baraj
tarafından yok edilme tehdidi altında. Üstelik,
hiçbir arkeolojik inceleme ve belgeleme yapılmadan.”
Radikal, Haber: Serkan Ocak, 08.06.2014
|
AYASOFYA'YA ÖNCE BİZ SAYGI DUYMALIYIZ
Dünya,
Atatürk Türkiye’sinin aldığı
Ayasofya’yı müze yapma kararını saygıyla
karşılıyor mu acaba? Sanmıyorum çünkü ona önce biz
saygı duymalıyız.
Ayasofya klasik
Roma mimarisinin son büyük eseridir. 532 ve 537
yılları arasında İmparator Justinian’ın emriyle
yapıldı. Miletoslu İsidoros ve matematikçi Trallesli
(Aydın) Anthemius’un eseridir. Bilhassa Anthemius,
İskenderiye Kitaplığı’ndaki son bazı eserleri
özetlemiş, özellikle İskenderiyeli Heron’un statik
üzerindeki görüşlerini zikretmiştir ve
bugün kaybolan bu eserlerin hem zamanımıza kadar
yaşaması hem de Ayasofya’nın strüktürünün bunlardan
etkilendiği açıkça ortaya konmuştur.
Bir müddet sonra Ayasofya’nın kubbesi çöktüyse de
kendisinden sonra bu, bizce aşılamamıştır. 900 yıl
sonra mimar Bruneleschi’nin Floransa Katedrali’nde
ortaya koyduğu mühendislik harikası kubbe, estetik
bakımından ve ana binayla olan bağlantı açısından
Ayasofya’yla mukayese edilemez. En geniş kubbe
Ayasofya değildir ama miladın birinci asrında
Roma’daki Pantheon kubbesi (yani bütün Roma
İmparatorluğu’nun tanrılarını bir araya getiren
mabet) yapı olarak bir silindir üstüne konmuş bir
yarım elma gibidir ve statik bakımdan Ayasofya gibi
bir harika sayılamaz.
Ayasofya kemerler ve sütunlar üzerinde duran bir
eserdir. Bu sütunlar, imparatorluğun dört bir
yanından getirilmiştir. Bu bir mali tasarruf
sayılmaktan çok, emperyal bir hakimiyetin görülmesi
olarak düşünülmelidir. Benzer tavrı ve malzeme
naklini Kanuni Sultan Süleyman devrinde de
Mimar Sinan’ın büyük eseri için söylemek
mümkündür.
Roma İmparatorluk ve mimarisinin son parlak
eseridir Ayasofya
Ayasofya doğrudan doğruya ilahi hikmet anlamına
gelir. Bu nedenle de Fatih Sultan Mehmed Han ismi
değiştirmedi, hususi bir vakfiye meydana getirdi,
birtakım eserleri bu vakfa bağışladı. 1204’te artık
kiliseler arasındaki ayrılıktan sonra Roma Katolik
diye ayıracağımız Batı’dan gelen Haçlılar
Ayasofya’yı feci şekilde yağmaladılar ve bir Katolik
katedrali haline getirdiler.
Bu 1261’e kadar devam etti.
553, 557 ve 558 yıllarında kubbelerde çatlak ve
çöküntü ve özellikle sonuncuda da binanın muhtelif
yerlerinde çatlaklar meydana gelmiştir. İmparator
Justinian bu dönemde sözü geçen; Baalbek başta olmak
üzere, imparatorluğun muhtelif eski merkezlerinden
devasa sütunları getirerek binada destek olarak
kullandırttı. Ama asıl önemlisi bu tamirlerden sonra
büyük mimar ve mühendis Sinan’ın Ayasofya’nın yan
taraflarına dahiyane bir buluşla koyduğu binayı
ebedileştiren statik destektir.
Ayasofya Roma İmparatorluk ve mimarisinin son parlak
eseridir ve Osmanlı asırlarını bir numaralı cami
olarak tamamlamıştır. 1931’de ciddi bir restorasyon
geçirdi, daha evvelki ciddi restorasyon ise Sultan
Abdülmecid Han devrinde Fossatiler’e yaptırılandır.
Bu restorasyon sırasında Ayasofya’nın ilk pahalı
baskılı anıtsal kitabı da padişahın cömert bağışıyla
Londra’da basıldı. Rus çarının bu
kitap için gereken bağışı yapmaktan imtina
ettiğini belirtelim.
Uluslararası baskılarla baş etmemiz acaba
mümkün olacak mı?
1934’te kasım ayı başında, Reisicumhur Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığındaki hükümet
Ayasofya’yı müze yapma kararını aldı. Roma
mozaikleri üzerinde camiden kalma nefis hatlar ve
tabii ki 15’inci asrın ilavesi minareler muhafaza
ediliyor. Bir zaman önce yan galerilerden birinde
mescid de açıldı ve cuma namazları kılınıyor.
Binlerce insanın katıldığı son toplu
sabah namazı olayından sonra gazetelerde çeşitli
yorumlar var. Bir tanesi
Murat Bardakçı’ya ait. “Cami olmasında mantık
vardır” demeye getiriyor ama “Bunun müzeye
çevrilmesindeki şartlar değişti mi, beynelmilel
baskılarla baş edebilecek misiniz?” sorusunu da
ortaya koyuyor. Galiba bütün mesele bu. Ülke içinde
kitleleri harekete geçiren iktidarlar beynelmilel
hareketleri hesaba katmıyorlar.
Endülüs’ün büyük eseri Kurtuba Camii’ni katedral
olarak kullanan, Mostar Köprüsü’nün yanına acayip,
kocaman bir çan kulesi diktiren
İspanya’nın dahil olduğu dünya Ayasofya için
aynı duyarlılığı gösterir mi? Dünya, Atatürk
Türkiye’sinin aldığı kararı saygıyla karşılıyor mu
acaba?
Hiç zannetmiyorum çünkü ona önce bizim saygı
duymamız gerekir.
Milliyet, Yazı: İlber Ortaylı, 08.06.2014
|
AYASOFYA SADECE BİR KEZ YAPILDI

1500 yılı aşkın süredir var olan ve tüm asaletiyle
ayakta duran Ayasofya’yı ele aldık, hem de Semavi
Eyice ile. Her zaman yapılan Sultanahmet-Ayasofya
kıyaslamasını da soramadan edemedik. Eyice,
“Sultanahmet Cami mimari açıdan Ayasofya’daki tüm
eksiklikler tespit edilerek inşa edilmiştir” diyor.
Tarih kokan bir şehirde nefes alıp verirken;
tarihe, tarihi yapılara, eserlere kayıtsız kalmak
zor. Bu hafta yüzyıllara meydana okuyan Ayasofya’yı
ele alalım dedik. Çok şanslıyız çünkü yüzyıllara
meydan okuyan Ayasofya’yı yıllara meydana okuyan 91
yaşındaki Bizantolog, Sanat Tarihçisi ve Profesör
Semavi Eyice ile konuşma fırsatı bulduk. Evinin
kapısında bizi karşılayan değerli insana sorduk, o
da zevkle cevap verdi. İşte Ayasofya’nın dünü,
bugünü, bilinmeyenleri, yanlış bilinenleri...
Hocam, ilk önce bazı kaynaklarda
Ayasofya’nın iki kez yıkıldığı ve yeniden yapıldığı,
şu anki Ayasofya’nın da 3’üncü Ayasofya olduğu
yazıyor. Bu şekilde midir gerçekten?
Yok, onlar vaktiyle Ayasofya’nın müdürü Muzaffer
Ramazanoğlu’nun ortaya çıkarmış olduğu hipotezler.
İşte 1. Ayasofya’nın kalıntısı şu var, 2.
Ayasofya’dan şu kalmış, 3. Ayasofya’dan bu diye...
Ortada bugün de mevcut olan bir Ayasofya vardır. Bu
Ayasofya da İmparator Justinyanus zamanında 532’de
bugünkü şekliyle yapılmıştır. ‘İşte şu kısım acaba
daha önceki Ayasofya’dan mı kalma, bilmem ne mi?’
diye üzerinde münakaşa etmek lüzumsuz ve absürd
benim kanaatimce.
Ayasofya’nın inşaası sırasında Artemis
Tapınağı’ndan parçalar getirildiği doğru mu?
Efendim; her bina yapılırken daha önceki devirlerin
yapılarından bazı parçalar kullanılır. Ayasofya’da
muhakkak kullanılmıştır. Nitekim Osmanlı devrinde de
mesela Mimar Sinan’ın eseri olan Süleymaniye
Camii’nin şadırvan avlusunun revak sütunlarının bir
kısmı Sultanahmet Meydanı’ndaki At Meydanı’ndaki
Hipodrom’un ve yukardaki galerinin sütunlarıdır. Onu
oradan çekmiş, almış, götürmüşler Süleymaniye
Camii’nin revaklarında kullanmışlardır. Yani böyle
parçalar kullanılır bu önemli bir mesele değil.
Süleymaniye’yi Mimar Sinan’ın yaptığından
eminiz, Ayasofya’nın mimarı kesin midir?
Gayet tabii. İsidoros ile Anthemius adlı iki
mimardır. Anthemius Trallesli yani bugün Aydınlı,
İsidoros da Miletoslu yani Bafa Gölü kıyısında
Miletos şehri var oralıdır.
Ayasofya’yı özel kılan sadece geniş
kubbesi mi?
Yok, kiliseler daima bazilika tipinde uzunlamasına
bir yapı şeklinde yapılırken merkezi planlı
yapılarda kullanılan kubbe sistemiyle bunu
bağdaştırmaya çalışılmış, bu ilk defa denenmiş. Bu
tabii ne dereceye kadar başarılı olmuş, bu etüt
edilmesi gereken bir konudur. Bu sefer ‘Ayasofya’da
bu kubbenin baskısını karşılamak üzere yapılan
sistem; statik bakımdan yeterli midir, değil midir?’
meselesi çıkar ortaya. Burada da bir aksama var.
Bunu kabul etmek lazım. Merkezi planlı, örtü
sisteminin uzunlamasına yapılması gereken bu yapıda
kullanıldığı için ne yapılmıştır; orta bölümün
üzerine kubbe ve bu kubbeyi batı-doğu ekseni
üzerinde destekleyecek yarım kubbe ve sonra o yarım
kubbeleri de destekleyecek kemer yapılmış, ufak
yarım kubbecikler sistemiyle de baskı karşılanmaya
çalışılmıştır. Aynı durumu yanlarda yani kuzey ve
güney yönünde de yapmaları gerekirdi ki; dört
taraftadan da kubbenin baskısı karşılanabilsin.
Halbuki bina uzun yapı olarak tasarlandığı için bu
olmuyor. Neticede ne yapmışlar; binanın yanlardan
desteklenmesi için birtakım payandalar yapmışlar. Bu
payandalar Bizans devrinde yapıldığı gibi Osmanlı’da
da yapılmıştır. Hatta Sinan’ın da yaptığı payanda
vardır. Ayasofya’yı ayakta tutmak için böyle
birtakım yardımcı elemanlara ihtiyaç vardır. Bu
daima şüphe uyandırdığından, cumhuriyetin ilk
yıllarında camlarla binada hareket var mı kontrol
edilmiştir. Camlar yapıştırılmıştır muhtelif
yerlere, eğer camlarda çatlama olursa o binada
hareket var demektir.

Minarelerde de bu tür destekler verilmiş
mi?
Yok. Minareler zaten aşamalı yapılmıştır. İlk
minaresi ahşaptı. Takviye payandalarından birinin
üzerine oturtulmuştu. O tahta minare yarım
kubbelerden birinin üzerindeydi. İçindeki merdivenin
aşınmış olmasından, uzun süre kullanıldığı
anlaşılmaktadır. Sonra tuğla minarelerinden köşedeki
minare yapılmıştır. Benim kanaatime göre II. Beyazıd
dönemine aittir, o minare. Bir süre Ayasofya tek
minareli olarak kalmış sonra II. Selim zamanında
Mimar Sinan, Bab-ı Hümayun tarafındaki yivli
minareyi yapmış. O minarenin Edirne’deki
Selimiye’nin minareleriyle büyük bir benzerliği
vardır. Gerek altındaki kapı sistemi, gerek
gövdesindeki kalın yivler orada da aynen
uygulanmıştır. Böylelikle Ayasofya bir süre iki
minareli olarak kullanılmış. Sonra yine Sinan’ın
talimatıyla Alemdar Caddesi tarafındaki iki eş
minare yapılarak dört minareye çıkarılmıştır.
Bunlar da Mimar Sinan eseri değil mi?
Evet, onlar da Sinan’ındır. Benim görüşüm bu ve
ispat da edebilirim. Burada uzun uzun, teknik
anlatmama lüzum yok. Fakat şunu belirteyim; tuğla
minare karakteri itibarıyla II. Bayezid dönemine
kadar minarelerde kullanılan geçiş sistemi; yani
kareden yuvarlağa geçiş sistemidir.
II. Bayezid’den sonra mı böyle oluyor?
O, II. Bayezid döneminin izini belli eder. Bab-ı
Hümayun kaşasındaki minare de yivleriyle tamamen
Edirne’deki Selimiye’nin minaresine uygundur. Yani
Sinan’ın eseri olduğu ordan da bellidir. Ve altında
abidevi bir kapısı vardır ki o da doğrudan doğruya o
devrin mimari karakterini belli eder. Fakat bilhassa
o yivler gayet açık olarak Sinan’ın minaresinde,
Selimiye minarelerinde de vardır. Sinan II.
Selim’den sonra III. Murat zamanında, Alemdar
yokuşundaki iki minareye de yaparak bunu dörde
tamamlamıştır.
Sultanahmet’i, Ayasofya’ya karşı bir
gövde gösterisi olarak yaptılar, doğru mu?
Yok, efendim yok... Bir defa Ayasofya’daki statik
noksanlık Sultanahmet Camii’nde yoktur. Çünkü
Sultanahmet dört tarafından yarım kubbeyle
desteklenmiştir. Onu yapan mimar o şekilde yarım
olursa aksaklık olacağını görmüş ve yapmamıştır.
Zaten Sinan da daha önce o hatayı görmüştür. Başka
türlü çözümünü halletmiştir Sinan...
Birtakım galerileri yanlarda yaparak, yan duvarları
hafifletmiş ve payandaları gizlemek suretiyle o
aksaklığı önlemiştir. Ayasofya’da o galeriler
yoktur. Onun için koca koca payelerle binayı adeta
bir kıskaç içine almak gereği görülmüştür. Bu yüzden
bina devamlı yanlara açılma tehlikesiyle karşı
karşıyadır ve sütunlarda yamulmalar vardır, içeride
bunu fark edersiniz. Zaman zaman uzmanlar, hesaplar
yaparak Ayasofya’nın tehlikeli olduğunu da
sezmişlerdir.
‘Tehlike geçmiştir’ diyebilir miyiz?
Bu kadar deprem atlattığına göre artık oturmuş
olarak kabul ediyoruz. Fakat depremler yüzünden
kubbede çatlaklar olduğu, hatta zaman zaman çöktüğü
de bilinir. Justinyanus’un 6. yüzyılda yaptırdığı
kubbe, 50 sene sonra çökmüştür ve bu çöküntünün
izini eskiden görüyordunuz. Sonra kapattılar. Yani
bugün gördüğünüz, mermer döşemeli taban sonradan
yapıldı. Yeni ve daha yüksek bir kubbe yapmışlardır.
Bu baskıyı karşılayabilmek için... Ayasofya’da böyle
birtakım hareketlilikler ve değişiklikler olmuştur.
Akşam, Haber: Burhancan Terzi, 08.06.2014
|
MİLLİ SARAYLAR'A DEPREM AYARI

TBMM'ye bağlı Milli Saraylar, köşk ve kasırlarda
meydana gelen hasarlar ve bakım-onarım çalışmaları,
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu
tarafından yazılı soru önergesiyle Meclis gündemine
taşındı. Tanrıkulu’nun önergesini cevaplayan, TBMM
Başkanvekili Sadık Yakut şu bilgileri verdi:
- Dolmabahçe Sarayı'nın Matbah-ı Amire (Saray
Koleksiyonları Müzesi) bölümünde, Saray'ın
karşısındaki inşaat çalışması nedeniyle 2010-2011
yıllarında kılcal çatlaklar oluştu.
- Bu gelişme üzerine 2011 yılında Yıldız Teknik
Üniversitesi tarafından, deprem hesaplarını da
içeren teknik çalışma yapılmış ve rapor hazırlandı.
Dolmabahçe Sarayı'ndaki çatlakların giderilmesi ve
yapının orijinal mimarisine uygun olarak
güçlendirilmesi için ihale süreci ise başlatıldı.
VELİAHT DAİRESİ GÜÇLENDİRİLECEK
- Gerçekleştirilecek çalışma kapsamında
Dolmabahçe Sarayı'nın Veliaht Dairesi'nin taşıyıcı
sistemleri de iyileştirilerek güçlendirilecek.
- Yıldız Şale’de yakın zamanda bir deprem riski
tespit çalışması yapılmadı. Genel anlamda binada
herhangi bir çatlama ve kayma da söz konusu değil.
Yalnızca bir odada kısmi bir çatlak
gözlemlendi. Çatlamanın kaynağını tespit çalışmaları
ise halihazırda devam ediyor.
DAYANIKLILIK TESTİNDEN GEÇİRİLİYOR
- Diğer saray, köşk ve kasırlarla yapılara
ilişkin periyodik, kontrol, bakım ve restorasyon
çalışmaları sürdürülüyor.
- Meclis'e bağlı tüm yapılar, depreme dayanıklılık
testlerinden geçiriliyor. Bunun yanı sıra
güçlendirme çalışmaları yürütülüyor.
Akşam, Haber: Çınar Coşkunserçe, 08.06.2014
|
SARNICI KURTARMAK İÇİN YIKILAN BİNANIN YERİNE
RESTORAN YAPILDI

İstanbul’un önemli simgelerinden Yerebatan
Sarnıcı, üzerinden geçen araç trafiğinden zarar
görüyordu.
Sarnıcın kurtulması için Tarihi Yarımada’nın bir
kısmı yayalaştırıldı. Yanı başında bulunan İl Özel
İdaresi’ne ait bina ise 2011 yılında yıkıldı.
Binanın alanı park olarak halka açılacaktı ancak
lüks bir restoran yapıldı.
Bin 500 yıllık Yerebatan Sarnıcı’nın
üzerindeki İstanbul İl Özel İdaresi’ne ait eski
bina, sarnıcın duvarlarına zarar verdiği için
yıkıldı. 23 Şubat 2011’de yıkımı inceleyen İstanbul
Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş, bölgede sarnıca yük
olan benzer yapıların da kaldırılacağını söyledi.
Vali Mutlu, ‘’2 ay içinde yıkımın tamamlanmasının
ardından binamızın bulunduğu bölüm, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi tarafından yeni bir çevre
düzenlemesi yapılmak suretiyle İstanbullulara
armağan edilecek.’’ diye konuştu. Başkan Topbaş ise
alanın park olması ile Yerebatan Sarnıcı’nın büyük
bir yükten kurtulacağını aktardı. Yıkım iki ay
içinde tamamlandı. Bir süre atıl kalan alan yeniden
düzenlendi. Fatih Belediyesi’nin imar planlarında da
“park” olarak görülen alan, kapalı ve açık bölümleri
bulunan restorana dönüştürüldü.
Fatih İlçesi Alemdar
Mahallesi 89 pafta, 54 ada, 37 parselde yer alan yer
için 30 Mart yerel seçimlerinde kapanan İl Genel
Meclisi, 10 yıllık kiralama kararı aldı. İçişleri
Bakanlığı’nın da onayıyla hayata geçti. Kararı AK
Partili üyeler kabul ederken CHP’li üyeler
reddetti. Oy çokluğu ile imar planlarında park
olarak görülen alan restoran oldu. 2 bin 425 metre
karelik kısmı özel bir şirkete kiralanan alana 120
metre kare kapalı alan yapılmasına izin verildi. Sit
alanı içinde yer aldığı için prefabrik tarzı bir
yapı inşa edildi.
Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 08.06.2014
|
ROMA'NIN ÜNLÜ 'AŞK ÇEŞMESİ' KAPANDI

İtalya’nın başkenti Roma’nın önemli turistik
noktalarından olan aşk çeşmesi olarak bilinen Trevi
Çeşmesi (Fontana di Trevi), bakım ve restorasyon
çalışmaları nedeniyle tel örgülerle çevrildi.
İtalyan mimar
Nicola Salvi’nin Roma’daki Poli Sarayı’nın bir
cephesine yaptığı 1735 yılında açılan ve o tarihten
bu yana Romalıların ve Roma’yı ziyarete gelenlerin
en çok görmek istediği noktalardan biri olan Trevi
Çeşmesi, önceki gün tel örgülerle çevrilerek bakıma
alındı.
1,5 YIL KAPALI KALACAK
İtalyan lüks eşya markası Fendi’nin 2,5 milyon
Euro kaynakla sponsor olduğu ünlü çeşmenin bakım ve
restorasyon çalışmalarının 1,5 yıl süreceği
açıklandı.
Çeşmenin tel örgülerle çevrilmiş olması pek çok
ziyaretçisini ilk görüşte hayal kırıklığına uğratsa
da turistler tellerin arasından fotoğraflarını
çekerken, üstünden de para atma ritüelini
gerçekleştirmeye devam ediyor.
Turistlerin binbir dilekle attıkları bozuk
paraların bir kısmının aradaki mesafe nedeniyle
havuzun kenarına düşerek biriktiği, bir kısmının ise
tellere çarpıp diğer turistlerin başına isabet
etmesi sebebiyle zaman zaman ufak kazalara yol
açtığı gözlendi.
Roma’nın simge yapılarından Trevi Çeşmesi’ndeki
yoğun ziyaretçi akınının azalması için yetkililer,
çalışmalar sırasında ünlü yaptın yakından
görülmesini sağlayacak portatif bir köprü
yapılacağını ve havuzun boşaltıldığı zamanlarda ise
para atma ritüelini devam ettirecek bir başka
çözümün de düşünüldüğü belirtti.
Akşam, 08.06.2014
|
AHLAT'TA OKUNMAYAN MEZAR TAŞI KALMAYACAK

Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) ve Türk Dil
Kurumu’nun birlikte düzenlediği ‘Arap Harfli
Yazıtlar ve Ahlat Mezar Taşları’ konulu çalıştay dün
Ahlat’ta toplandı. Farklı üniversitelerden yirmi
akademisyenin katıldığı çalıştayın amacı, büyük
çoğunluğu halen çözülemeyen mezar taşlarının
üzerindeki yazıların okunması ve önemli bulguların
gün yüzüne çıkarılması.
Türklerin Anadolu’ya giriş kapısı Ahlat’ın ünlü
mezar taşları geniş çaplı bir proje ile dünya
mirasına armağan edilecek. Van Gölü kıyısında yer
alan ve tarihi MÖ 900’e uzanan Ahlat’taki Selçuklu
dönemine ait taş işçiliğinin eşsiz bir örneği olan
mezar taşları, gerekli altyapı tamamlanmadığından
yıllardır UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’ne
girebilmek için bekliyor.
Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) ve Türk Dil
Kurumu’nun birlikte organize ettiği, dün toplanan
‘Arap Harfli Yazıtlar ve Ahlat Mezar Taşları’ konulu
çalıştay, bu yolda önemli bir adım attı. Türkiye’nin
farklı üniversitelerinden Ahlat’a gelen
akademisyenler, büyük çoğunluğu halen çözülemeyen
mezar taşlarının üzerindeki Arapça yazıların
okunması için kolları sıvadı. Dört gün boyunca Ahlat
İlçesi'ndeki tarihi yapıları ve tarihi Selçuklu
mezarlarını inceleyecek bilim adamları, bu tarihi
yapılar üzerinde bulunan Arapça yazıları da
irdeleyerek, önemli bulgular elde etmeyi hedefliyor.
Bu meşekkatli yolda ilk adım da atıldı. Yapılan
çalışmalar neticesinde şimdiye kadar net sayıları
belli olmayan Selçuklu mezarlarının sayısı 6 bin 208
olarak tespit edilerek kayıt altına alındı.
Şimdiye
kadar, bu mezar taşlarının yaklaşık 200–250
tanesinin üzerindeki yazıların okunabildiğine dikkat
çeken akademisyenler, çalıştay neticesinde mezar
taşlarının tamamının okunmasını amaçlıyor.
Türk Dil Kurumu (TDK) Başkan Yardımcısı Ali
Karaçalı, TDK olarak Arap harfli yazıtlarla ilgili
Türkiye’deki ilk çalıştayı Ahlat’ta yaptıklarını
belirterek, “Bu programı 20’ye yakın bilim adamı ile
yapıyoruz. Bizim geçmişimizle tanışmamız
hedefleniyor. Ahlat’taki bu kültür havzasındaki
çalışma bizim için çok önem arz ediyor.” dedi.
“TÜRK MİLLETİNİN HAFIZASI”
Yapılan çalışmalara katkıda bulunmak amacıyla
Ahlat’a geldiklerini belirten TDK Yazıt Bilimi Kolu
Başkanı ve Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Cengiz Alyılmaz ise, “Ahlat yazı biliminin doruk
eseridir. Bu nedenle Ahlat mezar taşları Türk
mimarisinin ve yazıt bilimi ve sanatının dorukta
eserleri. Türk milletinin hafızası durumunda. Yani
bir nevi burada yapılan çalıştayla buradaki
çalışmalara katkı sunulacak ve sayısı 6 bin 208 olan
mezar taşlarının üzerindeki yazılar tek tek
okunacak. Bunlar okunduktan sonra bir nevi bu
mezarlarda yıllardır saklı olan bir gizem de ortaya
çıkmış olacak.” diye konuştu.
Selçuklu mezarlığında çalışmalara bu yıl erken
başladıklarını belirten eski Ahlat Şehri Kazı
Başkanı ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Recai Karahan, yapılan çalışmalarda
her geçen gün yeni bilgi ve bulgular elde edildiğini
söyledi. Bir yandan restorasyon bir yandan ise
taşları okuma çalışmaları yaptıklarını anlatan
Karahan, bu yıl iki yeni meslek daha tespit
ettiklerini ifade ederek şöyle konuştu: “Bu taşlar
okundukça yeni bilgiler elde ediliyor. Bu sayede
önemli bulgular ve önemli yeni meslekler de ortaya
çıkıyor. Son olarak iki meslek ortaya çıktı.
Bunlardan biri marangozluk, diğeri ise çilingir
mesleği.”
Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Ali
Boran ise yapmış oldukları haritalama çalışmalarında
şimdiye kadar sayısı net olarak bilinmeyen mezar
sayısının 6 bin 208 olarak tespit edildiğini
açıkladı. Çalışmaların halen devam ettiğine dikkat
çeken Boran, “Fakat bizim bu projemiz halen yaşayan
bir proje. Biz bunların ölçümlerini tespit ettik ama
halen toprağın ya da otların altında olan mezarlar
olabilir. Çalışmalarımızı bu yönde yaptık. Bundan
sonra çıkacak her mezar, bilgi ve belge bize ışık
saçacak. Bu bağlamda çalışmalarımız devam edecek.”
diye konuştu.
Zaman, Haber: Muhammed Mina, 08.06.2014
|
BÜYÜK MECİDİYE CAMİİ YENİDEN İBADETE AÇILDI

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 3 yıldır sürdürülen
restorasyon çalışmaları tamamlanan Ortaköy Camisi’ne
1964 yılında kaçak kat çıkıldığı belirlendi. Son
restorasyonla bu kat yıkılarak cami orijinal haline
getirildi. Sultan Abdülmecit tarafından 1853 yılında
yaptırılan ve bugüne kadar altı kez restore edilen
cami, son restorasyonun ardından Başbakan Tayyip
Erdoğan’ın Cuma namazı kılmasıyla tekrar ibadete
açıldı.

Açılışa, Erdoğan'ın yanı sıra Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Diyanet İşleri
Başkanı Mehmet Görmez, Vakıflar Genel Müdürü Adnan
Ertem, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul
Emniyet Müdürü Selami Altınok, AK Parti İstanbul
Milletvekili Egemen Bağış da katıldı.

Katılımcılarla birlikte cuma namazını camide
kılan Erdoğan, daha sonra camide incelemelerde
bulundu, yetkililerden restorasyon hakkında bilgi
aldı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, daha sonra caminin
girişinden, avludaki vatandaşlara seslendi. Caminin
5'inci kez restorasyonunuyla bu hale gelmesinden
memnun ve mutlu olduğunu ifade eden Erdoğan, camide
çok ciddi güçlendirme çalışması yapıldığını anlattı.
Camide çok ciddi tezyinattaki sıkıntıları aşma
çalışması da yapıldığını kaydeden Erdoğan, "Bazı
eksiklerin de inşallah giderilmesiyle Büyük Mecidiye
Camisi bugün itibariyle hizmete başladı. Cami,
Müslümanların da hizmetinde olacaktır" diye konuştu.

Hürriyet’e konuşan Vakıflar Genel Müdürü Dr.
Adnan Ertem, caminin geçmişi araştırılırken kaçak
kat sürpriziyle karşılaştıklarını açıkladı. Önceki
restorasyonlarda birçok hata yapıldığını ve caminin
orijinal halinden çok uzaklaştırıldığını belirten
Ertem, 1964 yılında yapılan restorasyonda caminin iç
kısmına daha çok cemaate yer açabilmek için kaçak
bir kat çıkıldığını tespit ettiklerini bildirdi.

Ertem, camii orijinal haline getirmek için bu
katı yıktıklarını söyledi. Geçmişte yapılan yanlış
uygulamalarla camiye çok zarar verildiğini belirten
Ertem, her türlü detay üzerinde ince ince çalışarak
orijinal haline getirdiklerini belirtti.

Klasik Osmanlı mimarisinden modern usule geçişin
en önemli eserlerinden birisi olan cami, şeffaf,
ferah, aydınlık cami sistemlerine geçilen barok
tarzının en önemli eserlerinden birisi olarak
görülüyor.
7 milyon liranın harcandığı son restorasyonda dış
cephe konservasyonları ve minare onarımları
tamamlandı. Kubbe kurşunları değiştirildi, cami
harimi ve hünkar kasrında sıva raspaları, ahşap kapı
ve pencerelerin tamiri yapıldı. Cami hariminde
bulunan betonarme döşemelerin tamamı kaldırıldı,
ahşap karkaslar yapıldı.
İşte Ortaköy Camisi’nin restorasyon çalışmalarından
ve son halinden kareler:


 
 

 
 

 
Hürriyet, 07.06.2014
|
5 BİN YILLIK CÜCELER ŞEHRİ

İran'da Horasan eyaletinin güneyinde geçtiğimiz
günlerde cücelerin yaşadığı ismi Makhunik olan 5 bin
yıllık antik bir şehir bulundu. Horasan'ın komşu
eyaleti olan Kirman'daki Şahdad şehrinin 100
kilometre doğusunda bulunan antik şehre ait sürekli
yeni kalıntılar çıkarılmaya da devam ediliyor. Antik
cüceler şehri Makhunik, 1946'ya kadar herhangi bir
uygarlığın yaşamadığı düşünülen Lut Çölü'nün
merkezine 60 kilometre uzaklıktaki bir bölgede
Tahran Üniversitesi Coğrafya Fakültesi tarafından
keşfedildi. Antik kentteki yapıların kalıntıları
Jonathan Swift'in dünyaca ünlü romanı "Güliver'in
Gezileri" kitabında yer alan ve cüceler ülkesi
olarak geçen Liliput Şehri'ni veya J.R.R. Tolkien'in
"Yüzüklerin Efendisi" kitabı ile filmindeki
Hobbitlerin köyünü andırıyor.
EN ESKİ METAL BAYRAK
Arkeologların yaptığı açıklamalara göre, Makhunik
antik kentinin Sümer mitolojisinde geçen iki mistik
krallıktan biri olan Uruk krallığının Aratta
medeniyetine ait bir şehri olduğu ve cüce insanların
burada MÖ 6000 yılından beri yaşadığı düşünülüyor.
Şehirde keşfedilen küçük boyutlu yapılar da bu
inanca kanıt olarak gösteriliyor. Makhunik şehrinde
bulunan yapılar arasında atölyeler, konut bölgeleri
ve mezarlıklar yer alıyor. 800'den fazla antik mezar
da kazı aşamaları sırasında ortaya çıkarıldı. Bu
yapıların hepsi ve diğer araç gereçler yalnızca
küçük insanların içerisine sığabileceği şekilde
tasarlanmış. Bölgede yapılan çalışmalarda
kuyumcular, esnaflar ve çiftçilerin yaşadığı bazı
alt bölgeler de keşfedildi. Ayrıca insanlık
tarihinin en eski metal bayrağı bu antik kentte
ortaya çıkarıldı.
16-17 YAŞINDA, 25 SANTİM
2005'te bulunan 25 santimetre boyundaki mumyalanmış
bir cüce, cüceler şehri teorisine en önemli kanıt
olarak gösteriliyor. Cüce cesedi, kazı yapan iki
kaçakçı tarafından bulunmuş ve 3 milyon dolara
Almanya'da satmaya çalıştıkları sırada ele
geçirilmişti. Arkeologlar, cücenin cesedini
inceledikten sonra, cesedin doğal işlemlerle
mumyalanmış olabileceğini kaydetmişti. Mumya
üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda,
cücenin öldüğünde 16-17 yaşlarında olduğu tespit
edilmişti.
Sabah, 07.06.2014
|
SU TESİSATI KAZISINDA MOZAİK BULUNDU



Şanlıurfa’nın
Viranşehir
İlçesi'nde bir işyeri su tesisatı için
yapılan kazıda mozaik bulundu.
Viranşehir Belediyesi ekipleri, Kışla mahallesi M.
Fevzi Şıhanlıoğlu caddesinde su tesisatı için kazı
yapmaya başladı. Yaklaşık olarak 2- 3 metre kazı
yapıldıktan sonra mozaiğin bir kısmına rastlandı.
Durumu fark eden kepçe operatörü ve yanındaki
işçiler, kazı çalışmalarına ara vererek, yetkilere
haber verdi. Olay yerinde yapılan incelemenin
ardından mozaiğin üstü kapatıldı.
Mozaiğin tarihinin belirlenebilmesi için araştırma
yapılması bekleniyor.
Milliyet, 07.06.2014
******
MOZAİKLERİN ÜSTÜ
ÖDENEKSİZLİKTEN KAPANDI

Şanlıurfa’nın Viranşehir
İlçesi'nde alt yapı çalışmaları sırasında bulunan
mozaiklerin üstü ödenek eksikliğinden dolayı
kapatıldı.
Viranşehir’de
kanalizasyon çalışmalarında ortaya çıkan mozaikler,
Şanlıurfa Müzesi yetkililerinin incelemesi ve
araştırma yapılabilmesi için bakanlığa yazı
yazacaklarını, çıkacak ödenekten sonra gerekli
çalışmanın başlatılacağını belirterek mozaiklerin
üstünün kapatılmasına karar verdiler.
Viranşehir’de 6
Haziranda Şanlıurfa Su ve Kanalizasyon Genel
Müdürlüğü’ne (ŞUSKİ) bağlı ekipler Fevzi Şıhanloğlu
Caddesi üzerinde içme suyu şebekesi için kazı
çalışmaları başlattı.
Viranşehir
Belediyesi’nden alınan bilgiye göre; yapılan kazı
çalışmaları sırasında mozaik olduğu belirtilen
tarihi yapılara rastlandı. İş makinelerinin kısmen
zarar verdiği tarihi dokular fark edilince
çalışmalar durduruldu. Ardından tarihi dokunun
çıktığı alana güvenlik şeridi çekildi. Konu ile
ilgili açıklama yapan Viranşehir Belediyesi
Arkeologu Şebnem Altan, ŞUSKİ gözetiminde içme suyu
bağlantısı için yapılan kazıda cadde kotundan -1.40
cm de in situ halinde mozaik kalıntısına
rastlandığını belirtti. Altan, durumu haber alır
almaz olay yerine gelerek kazı çalışmasını
durdurduklarını, gerekli güvenlik önlemlerini
aldıktan sonra 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu hükümlerine göre emniyet
güçlerine ve müze müdürlüğüne haber verdiklerini
sözlerine ekledi. Arkeolog Altan: “Belediye olarak
bizim kazı yapma yetkimiz olmadığı için müdahale
edemedik. Müze müdürlüğünden alınan bilgiler
doğrultusunda mozaiklerin üzerini koruma amaçlı
olarak kapattık. Yaptığımız ilk incelemelere göre
geometrik desenli taban mozaiği olduğunu söylemek
mümkün. Mozaiklerin tarihlendirilmesi için daha
geniş çaplı bir kazı yapılması gerekiyor. Müze
müdürlüğünce yapılacak olan kurtarma kazısı
neticesinde daha sağlıklı bir bilgiye ulaşacağız”
dedi.
MOZAİKLERİN ÜSTÜ
KAPATILDI
Urfa müze yetkililerinin
kazının yapıldığı yerde yaptıkları incelemelerin
ardından, müze yetkilileri burada inceleme ve
araştırma yapılabilmesi için bakanlığa yazı
yazacaklarını ve çıkacak ödenekten sonra burada
çalışma yapabileceklerini belirterek, mozaiklerin
üstünün kapatılmasını uygun gördüler.
Viranşehir’de daha önce
buna benzer mozaikler Yolbilen (Hivdemal) Köyü'nde
çıkmış, müze yetkilileri mozaikleri Urfa müzesine
taşımıştı.
haberler.com, 11.06.2014
|
SEYİTÖMER HÖYÜĞÜ KURTARMA KAZISI

Kütahya’da, Çelikler Seyitömer Elektrik Üretim
Anonim Şirketi çalışma alanında bulunan ve
Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Arkeoloji Bölümü
tarafından yürütülen höyük kurtarma kazısı, bu yıl
yapılacak olan çalışmalar için sezon açılışı
gerçekleştirildi.
DPÜ Rektörü Prof.Dr. Ahmet Karaaslan açılışta
yaptığı konuşmada, Seyitömer Höyüğü’nde
üniversite-sanayi işbirliğininin güzel bir örneğinin
sergilendiğini söyledi.
Kentlerin, bir milletin kimliği ve hafızası
olduğunu belirten Prof.Dr. Karaaslan, “Kütahya bir
anlamda saklı bir bohça gibi. Biz onun katlarına,
müessesenin sahipleriyle birlikte, tarihin bedenine
küçük birer dokunuşta bulunuyoruz. Burayı gezerken
buradan çıkan eserleri elime aldığımda, 5 bin yıl
öncesindeki insanın elleriyle tokalaşmış gibi
hissettim” diye konuştu.
DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve
Seyitömer Höyüğü Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Nejat
Bilgen de 8 yıldır sürdürdükleri kazıların, bu yıl
9′uncu yılına girdiğini hatırlattı.
Kendilerine yaklaşık 300 işçiyi sağlayan Çelikler
A.Ş’ye ve Türkiye Kömür İşletmeleri’ne, işi
kendilerine verdiği için teşekkür eden Bilgen, şöyle
konuştu:
“Bu höyük, 26 metre yüksekliğindeydi. Biz şimdiye
kadar yaklaşık 15 metresini kaldırdık. En üstte Roma
tabakası vardı, onun altında Helenistik, daha sonra
Akamenit ve Orta Tunç devrine ait eserler vardı.
Yani milattan önce 5 bin yılına kadar indik. Biz
burada 5 bin yıllık bir birikimi yok etmeye
çalışıyoruz. Bunu da buradaki bu kömür rezervinin
öneminden dolayı yapıyoruz. Bizim, burada tarihi
eserleri yok ediyoruz gibi bir fikir var ama biz
burada bilimsel anlamda en son noktasına kadar
değerlendirmek için arkadaşlarımla beraber sonuna
kadar çalışıp, bilimsel birçok sonuçlar elde ettik.
10 farklı ülkeden bilim adamları buraya gelerek,
buradaki gelişmeleri takip ediyorlar. Ben bu sene
Amerika’da 3 ayrı yere davet edilerek konferans
verdim. Dolayısıyla herkes buranın önemini çok iyi
biliyor ve buluntular müthiş. Burası mesleki anlamda
bize büyük bir fırsat veriyor. Dilerim Kütahya da
ileride burasının değerini de anlayacaktır. Çünkü
çininin kullanma kökeni burasıdır.”
Seyitömer Höyüğü
Seyitömer Höyüğü, il merkezine 26 kilometre
uzaklıkta, Çelikler Seyitömer Elektrik Üretim Anonim
Şirketi çalışma alanında bulunuyor. Orijinal yüksekliği 26 metre, eni 140 ve boyu 150
metre olan höyükte kurtarma kazısına, altındaki 12
milyon tonluk linyit kömürünün ekonomiye
kazandırılması amacıyla, 1989 yılında Eskişehir Müze
Müdürlüğünce başlandı. Höyük, 1990-1995′te
Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü tarafından kazıldı.
TKİ Genel Müdürlüğü ile Dumlupınar Üniversitesi
(DPÜ) Rektörlüğü arasında imzalanan protokol
doğrultusunda kazılar, 2006′da DPÜ Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümüne devredildi. Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığında öğretim
elemanları, öğrenciler ve işçilerden oluşan kazı
heyeti, 2006′dan bu yana her yıl 6 ay kazıları
sürdürüyor.
Höyükten son 8 yılda çıkarılan 17 binden fazla
eser, sergilenmek üzere Müze Müdürlüğüne teslim
edildi
haberler.com, 06.06.2014
|
SURİYE'DE MEDENİYET
YOK OLUYOR
Suriye’de yaklaşık üç
yıldır devam eden iç savaş nedeniyle hayatını
kaybeden insanların yanı sıra binlerce yıllık
birikimle oluşan tarihsel zenginlikler de yok
oluyor. İç savaşın şiddetlenmesiyle zarar gören
tarihi mekanlar arasında en çok camiler bulunuyor.
2011’den bu yana Suriye’de yaklaşık bin cami
yıkıldı.
 
 
 
 
Zaman, 06.06.2014
|
1 - 7 Haziran 2014
|
TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK
Düzce Valiliği ile
Düzce Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
işbirliğiyle yürütülmekte olan “Düzce Tarihi
Projesi” kapsamında Atatürk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Enver Konukçu üniversiteye konuk oldu.
Osmanlı arşiv kayıtlarının ışığında
Düzce’yi gezip incelemiş, yaşayan tarihi tanıklarla
görüşerek 50 yıllık fotoğraf ve belge arşivi
oluşturmuş, Düzce’de doğup büyüyen tarihçi Prof.Dr.
Enver Konukçu, Düzce tarihini aydınlatmak için
valilikle ortak yürütülen Düzce’nin tarihinin
araştırılacağı proje için Düzce’de bir takım
ziyaretlerde bulundu. Bu kapsamda Konukçu, Rektör
Prof.Dr. Funda Sivrikaya Şerifoğlu’nu da ziyaret
etti.
Düzce Damla, 06.06.2014
|
AKM OLDU PKM:
RESTORASYON YOK POLİS VAR

İstanbul ’da opera
ve balenin merkezi niteliği taşıyan
Atatürk
Kültür Merkezi’nde
(AKM) restorasyon çalışmaları Mayıs 2013’ten bu yana
yapılmıyor. Bakanlık, restorasyonun durdurulması
veya başlama tarihiyle ilgili bilgi vermezken AKM
polislerin yaşam alanına dönüştü. Eski Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, restorasyonun
durdurulması ile ilgili “Polis noktası olarak
çürümeye terk edildi” dedi. Kültür Sanat-Sen Başkanı
Yavuz Demirkaya ise “Tamamiyle polis merkezi olmuş.
İçeriye konteynir koymuşlar.
Suç duyurusunda
bulunacağız” tepkisini gösterdi.
AKM, tadilat için Haziran 2008’de boşaltılmıştı. İlk
ihale Temmuz 2009’da yapıldı. Hazırlanan projeye
karşı Kültür Sanat-Sen dava açtı. İdare Mahkemesi de
yürütmeyi durdurma kararı aldı. Kültür
Bakanlığı’nın, yürütmeyi durdurma kararına itirazı
reddedildi. Bakanlık, AKM’nin tadilatı ve
restorasyonu için 2012’de tekrar harekete geçti.
İhaleyi, 9 Nisan 2012’de Yeni Yapı-Taca İnşaat
Ortaklığı firması kazandı. 29 Ekim 2013’te
bitirilmesi hedeflenen çalışmalara Mayıs 2012’de
başlandı. Bir yıl kadar çalışma yapıldıktan sonra
geçen yıl mayıs ayında restorasyonun durdurulması
kararı alındı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, istediğimiz bilgi
talebine yanıt vermezken, eski Bakan Ertuğrul Günay,
“2013’ün sonuna yetiştirilmesi amaçlanıyordu. Bir
yıl kadar çalışma yapıldıktan sonra 2013’ün mayıs
ayında durduruldu. Başbakan orayı ‘barok kültür
merkezi’ olarak düşündüğünü açıklamıştı. Başbakan’ın
açıklamasından sonra bakanlık çalışmaları durdurdu.
Müteahhitler de bu duruma itiraz etmedi. Gezi Parkı
olaylarından sonra da bir yıldır duruyor ve polis
noktası olarak çürümeye terk edildi” dedi.
Bakanlık’tan AKM’yle ilgili en son açıklama ise 21
Haziran 2013’te Kültür Sanat-Sen’in verdiği dilekçe
üzerine yapılmıştı. Yatırım ve İşletmeler Genel
Müdürlüğü, “Restorasyon çalışmalarını hangi
gerekçeyle durdurdunuz” sorusuna, “AKM ile ilgili
işlemler, ilgili Bölge Koruma Kurulu görüşü
doğrultusunda sürdürülmektedir. Kurul ile Genel
Müdürlüğümüz arasında değerlendirilmekte olan
konuların karara bağlanmasını takiben işlemlere
devam edilebilecektir” yanıtını verdi.
AKM’nin son zamanlardaki fotoğraflarını da çeken
Kültür Sanat-Sen Başkanı Demirkaya ise şunları
aktardı: “Tamamiyle polis merkezi olmuş. İçine
konteynir koymuşlar. İnşaatın içine böyle bir
düzenleme yapılması çok ilginç. Buraya bir çivi
çakılsa, koruma kurulu kararı olması gerekiyor.
İçeride ciddi anlamda tahribat yapıldı. Gezi
olayları sürecinde içeriye girenler binanın sadece
iskeleti kaldığını söylüyorlardı. Kolonların dışında
ve merdivenler hariç, bir şey kalmadığı söyleniyor.
Bunlar yasaya uygun mu bilmiyoruz. Savcılığa suç
duyurusu bulunma hazırlığındayız.”
Radikal, Haber: Umut
Erdem, 06.06.2014
|
BAŞBAKAN ERDOĞAN'DAN
'AYASOFYA' CEVABI
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan
, cuma namazının ardından restorasyonu tamamlanan
Ortaköy Camii'nin açılışını yaptı. Başbakan Erdoğan
açılışta yaptığı konuşmasında, "Çok ciddi bir
güçlendirme çalışması yapıldı, yanında tezyinattaki
sıkıntıları aşma çabası yapıldı, bazı
eksikliklerinde giderilmesi ile Büyük Mecidiye Camii
bugün itibari ile
hizmete başladı. Sultan Abdülmecid'in ruhuna
Fatiha'lar göndereceğiz. Onlar eserleri ile kalıcı
oldular" dedi.
"ECDAD İŞİ EHLİNE
VERMİŞ"
Allahım bizleri camisiz,
mabetsin bırakma. Mabetlerimiz ezansız, cemaatsiz
bırakma" diyen Erdoğan, "Bunlar bizim geleceğimizin
işaret fişekleridir. Burada 5 kez bu eser
restorasyona uğradı. Bu eserin mimarisinde bir defa
rol alan bir Ermeni mimardır. Ecdad bu noktada da
çok farklı davranmış ve emaneti, işi ehline vermiş.
Biz mimarından mühendisine işçisine kadar bu
restorasyonlarda emeği geçenlere rahmet
gönderiyoruz. Bu camilerimizi cemaatsiz de
bırakmayacağız. Ortaköy Camii küçük, haddi aşmazsam
bizim kitabımızda mescit geçer. Bu mescitler
cemaatsiz kalmaması lazım" diye konuştu.
"SABAH
NAMAZLARINDA DOLDURALIM"
Bu sırada cami
avlusundaki kalabalıktan "Ayasofya" şeklinde
seslenenler oldu. Erdoğan bunun üzerine,
"Sultanahmet, Süleymaniye, buralar dolması lazım.
Sultanahmet'i bir dolduralım. Teravih değil, bayram
namazında değil, sabah namazların da dolduralım.
Ondan sonra gerisi gelir" ifadesini kullandı.
Radikal, 06.06.2014
|
DÜNYANIN EN ESKİ
PANTALONU

Çin'in batı kesimindeki arkeolojik kazı alanında yer
alan mezarlarda dünyanın en eski pantolonu bulundu.
40 yaşlarında, savaşçı olduğu düşünülen iki atlı
göçebenin mezarlarındaki kazıda ikisinin de pantolon
giydiği belirlendi.
YIRTMAÇLI PAÇA
Karbon testiyle 3 bin yıllık olduğu saptanan
pantolonların ikisinin de kahverengi renkte olduğu
ve üç parçadan oluştuğu bildirildi. Paçaları
yırtmaçlı olan pantolonun bel bölgesinde kişinin
üzerine tam oturması için kemere benzer kayışlara
uygun yerler bulunuyor. Uzmanlar, pantolonların
üretildiği döneme bakılarak kesinlikle çığır açan
bir ustalık işi olduğu görüşünde. Alman Arkeoloji
Enstitüsü, yün kumaştan yapılan pantolonların at
üzerinde yapılan uzun yolculuklarda insan vücudunu
sürtünmenin etkilerinden korumak ve daha rahat
hareket edebilmek için tasarlandığını tahmin ediyor.
Sabah, 06.06.2014
|
TARİHİ ESERLER DEPODA
SAKLANIYOR!

Samsun Valisi
Hüseyin Aksoy, çok yetersiz olan Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi’nin kente yakışmadığını
belirterek, yeni müze binası yapılması için
Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın
çalışmalarının son aşamaya geldiğini söyledi.
Vali Aksoy, Samsun Tohum Sertifikasyon Test
Müdürlüğü binasının bulunduğu alana yeni müzenin
yapılacağını belirtti.
Samsun İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü'nün 2013 yılı verilerine göre
Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nde kayıtlı 7 bin
443 arkeolojik ve etnografik eser bulunurken
bunlardan sadece 1669'unun teşhir edildiği
belirtildi. Müze binasının kapasitesinin
yetersiz olması nedeniyle 5 bin 774 tarihi
eserin ise depoda muhafaza ediliyor. 32 yıl önce
açılan, bugüne kadar aynı binada hizmet veren
Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin kapalı ve
açık alan mekanlarının yeterli olmaması
nedeniyle tarihi eserlerin teşhir edilemediği
için depoda bekletildiği belirtildi.
Samsun Valisi Hüseyin Aksoy, Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi’nin Samsun’a yakışmayan ve
yetersiz bir müze olduğunu belirterek,
"Eserlerin sergilenmesi noktasında da bazı
sıkıntıları var. Kültür ve Turizm Bakanlığımız
ile Büyükşehir Belediyemiz arasında bir protokol
çerçevesinde bununla ilgili bir çalışma
öngörüldü. Büyükşehir Belediye Başkanımız bu
konuyu gündemine aldı. Zannediyorum yer
konusunda da belirli bir ön çalışma yapıldı. Bu
da kent merkezinden fazla uzaklaştığımızda
insanların müzeye gitme durumu biraz daha
zayıflatıyor. Tohum Sertifikasyon Test Müdürlüğü
binasının bulunduğu yer müze yapılabilir. Bu
müdürlüğümüz içinde şehrin doğusunda bir bina
yapılabilir. Bu konuda ön görüşmeler var" dedi.
Büyükşehir Belediyesi ile bakanlık arasındaki
temasların devam ettiğini dile getiren Vali
Aksoy, "Belirli bir mutabakat sağlandı. Müze
yapımına da orada başlanacak. Büyükşehir
Belediyemizde burada elini taşın altına koyacak.
Kentin böyle bir müze ihtiyacının karşılanması
konusunda belirli bir aşamaya gelindi" diye
konuştu.
Doğan Haber
Ajansı, Haber: Yaprak Koçer, 06.06.2014
|
TARİHİ TREN İSTASYONLARI
İÇİN İMZA KAMPANYASI
Kadıköy Belediyesi
yıkılmayacağı açıklanmasına rağmen nasıl
değerlendirileceği belli olmayan ilçedeki tarihi
tren istasyonlarının müze ve kültür merkezi olması
için imza kampanyası başlattı.
UIaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı’na hitaben change.org’da
başlatılan kampanya Bakanlığın istasyonların ve
ilgili binaların yıkılmayacağı açıklamasına rağmen
istasyonların nasıl değerlendirileceğinin muğlak
kaldığını işaret ediyor.
“Yüksek Hızlı Tren ve
Marmaray çalışması kapsamında atıl duruma düşen
tarihi Kadıköy tren istasyonlarının nasıl
değerlendirileceği halen muğlaklığını koruyor.
Yazılı ve görsel medyada ve sosyal medya ağlarında
başta Göztepe olmak üzere Kızıltoprak, Feneryolu,
Erenköy, Suadiye ve Bostancı istasyonlarının
yıkılacağına dair haberlerin yansımasının ardından
Kadıköy Belediyesi olarak harekete geçtik. İlgili
istasyonların tarihi ve kültürel varlıklarının
korunması ve müze-kültür merkezleri olarak
değerlendirilmesi talebimizi yineliyoruz.”
Reddedilen başvuru
yenilenecek
Kampanya metninde
Kadıköy Belediye Başkanı Akyurt Nuhoğlu’nun
ifadelerine de yer verildi:
“Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu, demiryolu üzerindeki
bütün istasyonların tarihi kimliği olduğunu ve bu
nedenle korunması gereken eserler olduğunu tescil
etti. Dolayısıyla bu istasyonlar yıkılamaz, yerine
başka bir şey yapılamaz. Bizim temel amacımız her
bölgenin istasyonunun o bölgedeki yurttaşların da
görüşü alınarak, bir müze-kültür merkezi hattı
haline gelmesidir. Biz de Kadıköy Belediyesi olarak
Ulaştırma Bakanlığı nezdinde gerekli girişimlerde
bulunarak ve her türlü gelişmeden Kadıköylüleri
haberdar ederek bu eserlere sahip çıkacağız.”
Kadıköy Belediyesi,
Haydarpaşa-Bostancı arasındaki istasyonların müze ve
kültür merkezi olarak kullanılması için Sunay Akın
öncülüğünde Ulaştırma Bakanlığı’na başvurusunun
reddedildiğini de hatırlattı. Bu konudaki
taleplerini yineleyeceklerini belirtti.
Yapı, 06.06.2014
|
1650 YAŞINDAKİ AĞAÇ
BAKIMA ALINDI

Manisa'nın Kırkağaç
İlçesi'nde Bakır Mahallesi Cüceoğlu mevkiinde
bulunan zeytin ağacı, Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu tarafından anıt ağaç olarak tescil edildi.
Kırkağaç Gıda Tarım ve
Hayvancılık Müdürü Melikşah Taşkın, Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 25 Ocak 2013
tarihinde 1650 yaşında olduğu tescil edilen ağacın
bakım ve besleme işlerininin aksatılmadan
yürütüldüğünü kaydetti. Taşkın, "15 Mayıs'ta
müdürlüğümüzde görevli ziraat mühendisleri ve
sertifikalı budamacılar budama işlemini
gerçekleştirdi. Budama sonrası bordo bulamacı
uygulaması ve ilkbahar gübreleme bakımı da yapıldı.
Amacımız dünyanın en eski zeytin ağaçlarından birini
daha sağlıklı bir halde gelecek nesillere ulaştırmak
ve bu doğa harikasının her şekilde görülmesini
sağlamaktır" dedi.
Gerçek Gündem, Haber:
Erdinç Alkan, 06.06.2014
|
BURDUR TARİH
MERAKLILARINI BEKLİYOR

Bir çok antik yapıyı ve
eseri bünyesinde barındıran Burdur, Türkiye'nin
önemli tarihi kentleri arasında yer alıyor.
Roma, Likya, Karya ve Frigya uygarlıklarının da
hüküm sürdüğü, Sagalassos ve Kibyra gibi önemli
antik kentleri bünyesinde barındıran Burdur, açık
hava müzesi görünümünde.
Burdur'un Ağlasun İlçesi'nde bulunan ve yazılı
kaynaklarda bilinen tarihi, Büyük İskender’in MÖ 333
yılındaki fethi ile başlayan Sagalassos antik kenti,
2009 yılında UNESCO Dünya Mirası geçici listesine
alındı.
Aşkların, ihtirasların ve imparatorların gözde şehri
olarak tanınan şehrin girişinde konutlar, hamam,
Aşağı Agora, seramik üretim merkezi, yukarı kısmında
tiyatro, Neon Kütüphanesi, şehrin merkezinde ise
yukarı Agora, Antoninler Çeşmesi, meclis binası,
kilise ve sol üst tarafında Heroon bulunuyor.
Romanın beş önemli seramik üretim merkezinden biri
olma özelliğine sahip Sagalassos'ta kazı çalışmaları
1989’dan yılında başladı. Prof.Dr. Marc Waelkens
başkanlığında yürütülen kazılarda ortaya çıkarılan
yaklaşık 5 metre boyundaki İmparator Marcus Aurelius
ve İmparator Hadrian’a ait heykeller, Burdur
Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.
- Gladyatörler kenti Kibyra
Miliaslı kolonistlerce MÖ 300'lerde
Pisidia-Karya-Frigya ve Likya arasında, bugünkü
Gölhisar İlçesi'nde kurulmuş köklü bir devlet
geleneğine sahip Kibyra antik kenti, stadyumu,
meclis binası, agorası ile dünyanın en önemli antik
kentlerinden biri olarak gösteriliyor.
MÖ 1. yüzyıldan itibaren stadyumunda gladyatörlere
gösteri yaptırılan antik kentteki kazılarda,
üzerinde gösteri dövüşlerinin canlandırıldığı çok
sayıda gladyatör frizleri bulundu.
"Gladyatörler kenti" olarak da bilinen kentin
stadyumuna doğru nekropol alanından geçen anıtsal
bir yol üzerinde gladyatörlere ait mezarlar
bulunuyor. Bu bölgede gladyatör frizlerinin bir film
şeridi gibi yan yana sergilenmiş hali, devamında
vahşi hayvanlarla mücadele edilen av sahneleri ve
hayvan terbiyecilerinin betimlendiği MS 2. yüzyıla
ait frizler yer alıyor.
Yunan mitolojisinde "Gözlerine bakanı taşa
çevirdiğine inanılan yılan saçlı, keskin dişli, dişi
mitolojik yaratık" (Medusa) Kibyra antik kentinin en
önemli eserleri arasında yer alıyor.
3 bin 600 kişilik Odeion yapısının orkestra zeminini
kaplayan 11 metre çapındaki Medusa mozaiği, antik
kenti ziyaret edenlerin yoğun ilgisini çekiyor.
Orkestranın tam merkezinde kırmızı, yeşil ve beyaz
mermerlerden yapılmış, yılanlardan oluşan saçları ve
insanları "taşa çevirdiğine" inanılan bakışlarıyla
Medusa başı, antik kentte dikkat çekiyor.
Burdur merkezde bulunun ve 17. yüzyıl Osmanlı
mimarisinin en güzel örneklerinden olan Baki Bey
Konağı, Taşoda, 19.yüzyılda yapılan Mısırlılar Evi,
antik kent ve antik kent olma özelliği taşıyan 24
yapı, Burdur'u adeta bir açık hava müzesine
dönüştürüyor.
Burdur Belediye Başkanı Ali Orkun Ercengiz, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, "Her yıl yaklaşık 12
milyon turisti ağırlayan Antalya'nın hemen yanı
başında olan kentin turizmden yararlanamamasının
üzücü" olduğunu söyledi.
Burdur'daki tüm tarihi yapıların ortaya çıkarılarak
turizme kazandırılması gerektiğine işaret eden
Ercengiz, şöyle konuştu:
"Türkiye Seyahat Acentaları Birliği'nden (TÜRSAB),
yönetim kurulu toplantısını Temmuz ayında Burdur'da
yapma sözü aldık. Bu turizm hamlesini biz de
başlatmak istiyoruz. Dünyanın öbür ucundan gelenler
Burdur tarihini araştırırken, biz bu potansiyeli yok
sayamayız. Kentin turizm potansiyelini ortaya
çıkarmak için elimizden gelen çalışmayı yapacağız."
İl Kültür Turizm Müdürü Mehmet Tanır ise antik
kentlere ev sahipliği yapan, açık hava müzesi
görünümündeki Burdur'un iki parlayan yıldızı olan
Sagalassos ve Kibyra'nın yalnızca Türkiye'nin değil
dünyanın da önemli yapıları arasında yer aldığını
bildirdi.
Yaklaşık 67 bin eserin sergilendiği Burdur Arkeoloji
Müzesi'nin 2008 yılında "gezilip görülmeye değer
müze" ödülünü aldığını hatırlatan Tanır, müzede
Sagalassos ve Kibyra'dan çıkarılan önemli eserlerin
de sergilendiğini kaydetti.
Tanır, "Bu kadar kültürel zenginliğe sahip bir ilin
turizm anlamında dünyada hak ettiği yere getirilmesi
gerektiğine inanıyoruz. Bunun birden olamayacağını
biliyoruz. Bu konuda
valilik ve
müdürlüğümüz başta olmak üzere, diğer kurum ve
kuruluşların da sunacağı katkılarla kentimizi hak
ettiği yere getirmeliyiz. Bu konuda İl Özel İdaresi
ile bir çalışma yürütüyoruz" dedi.
Hatay Gündem, Haber:
Gökmen Yüce, 05.06.2014
|
HALEPLİBAHÇE'DE TARİH
CANLANDIRILACAK

Kentte 200 dönüm
alanda inşasına devam edilen, arkeopark ve mozaik
müzelerinin de yer alacağı Haleplibahçe Müze
Kompleksi'nin ağustos ayında hizmete girmesi
planlanılıyor.
Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan yaptığı
açıklamada, yapımına yaklaşık 2 yıl önce başlanan
kompleksin yüzde 95'inin tamamlandığını, Şanlıurfa
Müzesi'ndeki 70 bin eserin komplekse taşındığını
söyledi.
Müze kompleksinin kentin turizm noktası olacağını
ifade eden Ercan, kompleksin hizmete girmesiyle hem
turist sayısında hem de turistlerin kentte
kaldıkları gün sayısında artış beklediklerini
vurguladı.
Komplekste tarihi eserlerin sergilenmesi için
tarihsel dönemlerin görsel olarak canlandırılacağı
bölümler yapılacağını dile getiren Ercan, şunları
kaydetti:
"Müzemizde eserler, kronolojik bir düzende ait
oldukları döneme ilişkin canlandırmaların bulunduğu
bölümlerde yer alacak. Bu canlandırmalarla
ziyaretçilerin zihninde o eserlerin daha iyi yer
edinmesini sağlayacağız. Örneğin Kabataş devri
eserlerini tanıtırken hemen yanında bir yeraltı
sığınağı canlandırılacak. İnsanların o zamanda
nasıl barındığını, nasıl avlandıklarını ve
yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini görsel olarak
anlatmaya çalışacağız."
Ercan, müzede "tarihin sıfır noktası" olarak kabul
edilen Göbeklitepe'nin bulunduğu alanın ve eserlerin
de maketlerle canlandırılacağını sözlerine ekledi.
Gap Gündemi,
05.06.2014
|
KADININ BİNLERCE YILDIR
DEĞİŞMEYEN ROLÜ
Akdeniz Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Nevzat Çevik, kadının adının hep var
olmasına karşın yerinin hep erkeğin yanında
bulunduğunu, gücünü büyük oranda erkeğin konumundan
aldığını belirtti.
Antik Çağ’da ülkeye
hükmeden bir kadının bulunmadığını belirten Prof.Dr.
Nevzat Çevik, “Antik çağların çok tanrılı dinlerinde
baştanrı hep erkek oldu. Yanında da bir eş olarak
tanrıça kadınlar vardı. Tıpkı kraliyetlerdeki gibi.
Kadın iktidarda değildi ama iktidardı. Erkekler
dünyayı yönetti, o da erkekleri” diye konuştu.
“YONTULARIN KONUSU KADIN
YAPIMCISI ERKEKTİ”
Binlerce yıldır
neredeyse her işin ‘kadın’ odaklı olduğunu belirten
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik,
sözlerini şöyle sürdürdü: “Kadın, 40 bin yıllık
duvar resimlerine, yontucuklarına yansıdı.
Neolitikte tarıma, kalkolitikte kente geçildiyse ve
kurulduysa imparatorluklar; yanında yöresinde hep
kadın vardı. Erkek uygarlığının baş eseriydi kadın.
Nerede bir yontu, nerede bir resim ve nerede bir
şiir varsa erkekler bunları hep kadınlar için yaptı.
Tanrıçalar erkeklerin elinde vücut buldu. En ünlü
yontuların konusu kadın, sanatçısı erkekti”
ORKESTRA ŞEFLERİ HEP
ERKEK OLDU
Antik Çağ’dan bahseden
Prof.Dr. Çevik, “Aklın, üretimin, bereketin,
doğurganlığın, baharın, doğanın dirilişinin, aşkın
öncüsü tanrıçaları hep kadındı. Ama orkestra şefleri
hep erkek oldu” dedi.
KADINLAR İÇİN YAPILAN
SAVAŞLAR
Kadınlar yüzünden çok
savaş yapıldığını anlatan Prof.Dr.Çevik, şunları
söyledi: “Kadın paylaşılmazların başındaydı. Nice
dünya egemenleri, sadece kadınlara boyun eğdi. 7
kıtaya hükmeden sultanlar en dokunaklı aşk
şiirlerini yazdı kadınlara. Mesela koca sultan Yavuz
Sultan Selim Han, ‘Sirler pençe-i kahrimdan olurken
lerzan / Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek’
diyordu. Ama aynı erkekler, uğruna vuruştuğu ve
şiirler yazdığı kadına egemen olmak için de tüm
toplumsal kuralları erkek için erkeğe göre
biçimlendirdi. Evliliğin, mirasın, tüm yaşamın
kuralları erkeğe göre düzenlendi. Belki de sadece
son iki yüzyıldır gittikçe yükselen bir çizgide
kadın tek başına bir birey olarak toplumda yerini
almaya başladı da, Merkel’ler ve daha pekçok
başkaları toplumda öne çıkar oldu ve toplum da bu
ivmeyle nitelikleşmeye, saygınlaşmaya başladı.
Kadının sosyal durumu bir toplumun, uygarlığının
aynasıdır.”
KADININ ADI “AŞK”
Tüm zamanlarda kadınsız
bir hayatın sözkonusu bile olmadığını belirten
Prof.Dr. Çevik, sözlerini şöyle sürdürdü: “İnsanlık
varolduğundan bu yana kadın tüm yaşama damgasını
vurdu. Kadının adı hep vardı ama erkeğin yanında.
Kadın iktidarda değildi ama iktidardı. Erkekler
dünyayı yönetti, o da erkekleri. Kadın tarihin de,
coğrafyanın da her yerindeydi. Tarlada bereket, evde
direkti. Sevgiliydi, anneydi, eşti, kardeşti.
Vazgeçilmezdi tüm zamanlar boyunca. Tutkuydu,
tehlikeydi, gerçekti. Kadının adı hep aşktı.”
haberler.com, 05.06.2014
|
AMASRA UNESCO
BEKLİYOR, KÖMÜR İSTEMİYOR

Küre Dağları Milli
Parkı'nın yer aldığı ve kalesiyle UNESCO Geçici
Miras listesine giren Bartın'ın Amasra İlçesi'ne
yapılmak istenen kömürlü termik santrale karşı halk
direniyor.
5 Haziran Çevre Günü'nde
Amasra esnafının tamamı kepenk kapatarak termik
santrale karşı olduğunu gösterdi. Bu akşam da insan
zinciri yapacaklar.
Batı Karadeniz'in
yemyeşil ilçesi Amasra'nın Gömü Köyü'ne Hattat
Holding 1320 megawatlık termik santral kurmak
istiyor. Uzun yıllardır kentte termik santral kurmak
isteyen şirket 2005'te santrale kömür sağlamak için
rödovans sözleşmesi de imzaladı; ancak henüz kömür
çıkarmadı.
Aynı yer iki kez
reddedildi
Şirketin 2010'da termik
santral kurmak istediği Tarlaağzı ve Gömü Köyü'ndeki
yer ÇED sürecinde uygun bulunmadı. İki kilometre
batısındaki Delikliburun için başvurdu ancak o da
2012'de kabul edilmedi.
Ancak şirket iki kez
reddedilmesine rağmen 2013'te yeniden Gömü Köyü'nde
santral için başvurdu. 8 Mayıs 2014'te ÇED için
yapılan değerlendirme toplantısından sonra ÇED'in
kabul edilmesi bekleniyor.
Küre Dağları Milli
Parkı'nı kapsayan Amasra, 2023 Türkiye Turizm
Stratejisi'nde eko-turizmin geliştirileceği bölgeler
içinde yer alıyor. Cenevizlilerden kalma Amasra
Kalesi Nisan 2014'te UNESCO Geçici Miras listesine
girdi.
380 bin hektarlık ormana
santral
Bartın Platformu, Bartın
Belediyesi ve Amasra Belediyesi ÇED sürecinde
verdiği kurumsal görüş raporunda termik santralin
bölgeyi bitireceğini söylüyor.
Rapora göre, Hema
Entegre Termik Santrali; yaklaşık 33 hektarlık
termik santral alanı, 200 hektarlık kalker ve kırma
eleme tesis alanları, 150 hektarlık kül ve alçı taşı
depolama alanlarıyla, toplam 380 hektarlık doğal
orman alanları üzerine kurulmak isteniyor.
"Enversiyon tehlikesi
var"
Raporun yazarı Bartın
Üniversitesi Orman Fakültesi'nden
Prof.Dr. Erdoğan
Atmış, termik santrale karşı en önemli
gerekçenin enversiyon tehlikesi olduğunu belirtti.
"Amasra'da deniz ve kara
yüzeyleri arasındaki sıcaklık farkı nedeniyle hava
yükselemiyor. Sis tabakası iniyor ve dağ varsa bu
havada sabit kalıyor.
"Böyle bir yerde havaya
karbondioksit ya da kükürt salarsanız atmosfere
karışarak yere çöker. Bu çok ciddi ölümcül bir
tehlike. İngiltere'de bir günde 4 bin insan
enversiyon nedeniyle öldü. Ancak bu tehlikeye karşı
ÇED raporunda sadece yaz aylarında enversiyon riski
olmaz deniyor. Oysa diğer dokuz ay ne olacak?"
"Yöre ekonomisini
bitirir"
Bölge halkının tamamının
santrale karşı olduğunu belirten Atmış, santral
nedeniyle yöre ekonomisinin çökeceğini belirtti.
"Termik santral yöredeki
turizm etkinlikleri sona erdirecek, balıkçılık,
çilek, fındık vb. tarımsal etkinlikler ve orman
ürünleri zarar görecek. Soğutma suyunun deniz
ekosistemine ciddi zararlar vereceği çok açık.
Balıkçılık zarar görecek. Kömür madenciliği
nedeniyle “Kavşak Suyu Havzası” zarar görecek,
nüfusun bedava temin ettiği içme suyu tehlikeye
girecek. Yöredeki endemik ve nesli tehlike altında
bulunan bitki ve hayvan türleri hakkında yeterince
çalışma yok."
Bianet, Haber: Nilay
Vardar, 05.06.2014
|
2 BİN YILLIK KÖPRÜLER
İÇİN ACİL ÖNLEM

Bergama’daki 2 bin
yıllık tarihi köprü ve su tünellerinin üzerinden
geçen ağır tonajlı kamyonlar Meclis’e taşındı.
CHP’li vekil Birgül Ayman Güler, Bakan Ömer Çelik’e
soru önergesi vererek tarihi dokunun korunması için
önlem çağrısı yaptı.
CHP İzmir Milletvekili
Birgül Ayman Güler, İzmir’in Bergama İlçesi'ndeki 2
bin yıllık tarihi yapıların üstünden geçen taş yüklü
kamyonları meclis gündemine taşıdı. Güler, Kültür ve
Turizm Bakanı Ömer Çelik’in yanıtlaması istemiyle
soru önergesi verdi.
Bergama’daki tarihi
Kızılavlu’nun devamında yer alan köprü ve su
tünellerinin üzerinden geçen ağır tonajlı
kamyonların ciddi tehlikeler oluşturduğunu söyleyen
Güler, Kozak Yaylası’ndaki granit taş ocağından
çıkarılan malzemeleri taşıyan kamyonların geçtikleri
güzergahta tarihi dokunun göçmesine ve yıkımlara
neden olabildiğini kaydetti.
‘Acilen önlem
alınmalı’
Selinos Çayı üzerinden geçen, Roma döneminden
kalma Bodrumüstü ve tünellerin, 2 bin yıllık
görkemiyle zamana meydan okuduğunu hatırlatan Güler,
“Hem tarihi varlıkların tahrip edilmemesi hem de
tarihi tünel ve köprü çevresine yerleşmiş
yurttaşlarımızın can ve mal güvenliği için taş yüklü
kamyonların güzergahının acilen değiştirilmesi
gerekiyor. Aksi halde ağır taşımacılıktan dolayı
köprü ve tünellerde göçmeler olabilir. Bu durum
tarihi dokunun çevresindeki yapıların hasar
görmesine, yıkılmasına neden olabilir. Yetkililer
acil önlem almalıdır” dedi.
Güler, “Bergama binlerce
yıldan gelen tarihi ve kültürel mirasını 15
Haziran’da UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’yle
taçlandırmanın son aşamasındadır. Fakat bu tarihi
güzellikler olası bir göçük ve yıkım tehlikesiyle
karşı karşıya. Böylesine zengin bir tarihin içinden
ağır tonajlı taş ocağı kamyonlarının hoyratça
geçmesi akıl alır şey değil. Yetkililer,
sorumluluklarını yerine getirmelidir” dedi.
Sol Haber, 05.06.2014
|
ORTAKÖY CAMİİ YENİDEN AÇILIYOR

Ortaköy Camii’nde 3 yıl önce başlayan restorasyon
tamamlandı. Cuma günü Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın açılışını yapması beklenen
caminin 50 kişilik ekip tarafından gerçekleştirilen
restorasyon çalışmaları yaklaşık 8 milyon TL’ye mal
oldu. Üniversitelerle ortak yürütülen çalışmalarda,
caminin her bir noktası restore edildi.
Halk arasında ‘Ortaköy Camii’ olarak bilinen
Ortaköy Meydanı’ndaki ‘Büyük Mecidiye Camii’, 13
Mayıs 2011’de kılınan cuma namazının ardından
kapatılmıştı.Büyük bir titizlikle gerçekleştirilen
ve üniversiteler tarafından belirli aralıklarla
denetlenen çalışmalar tamamlandı.
Asma kat kaldırıldı
Minaresi onarılan, ana kubbe kurşunları değiştirilen
camide ahşap kapı ve pencereler yenilendi. Cami
harimindeki ve Hünkar Kasrı’ndaki betonarme
döşemeler kaldırıldı, ahşap karkaslar yapıldı.
Girişteki asma kat kaldırılarak, ilk haline uygun
hale getirildi.
Milliyet, 05.06.2014
******
ORTAKÖY CAMİİ'NE
KAÇAK KAT ÇIKMIŞLAR

Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nce üç yıldır sürdürülen restorasyon
çalışmaları tamamlanan Ortaköy Camii
bugün Cuma Namazı
sonrası Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan
tarafından tekrar ibadete açılacak.
Sultan Abdülmecit tarafından 1853 yılında yaptırılan
ve bugüne kadar altı kez restore edilen camiye 1964
yılında kaçak kat çıkıldığı belirlendi. Vakıflar
Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem, önceki
restorasyonlarda birçok hata yapıldığını ve caminin
orijinal halinden çok uzaklaştırıldığını belirterek,
“1964 yılında yapılan restorasyonda caminin iç
kısmına daha çok cemaate yer açabilmek için kaçak
bir kat çıkıldığını tespit ettik. Camiyi orijinal
haline getirmek için bu katı yıktık” dedi. Ortaköy
Camii olarak bilinen Büyük Mecidiye Camii’nin,
Türkiye ’nin en
önemli simge eserlerinden biri olduğunu söyleyen
Ertem şunları söyledi: “Restorasyon sırasında resmen
iğne ile kuyu kazdık. Taşların üzerinde çimento
harcıyla uygulamalar vardı. Çimento taşlara çok
zarar vermiş. Bu betonlar tek tek sıyrılarak
temizlendi. En önemli çalışmalarımızdan biri de çok
az sayıda ustası bulunan ve sadece saraylarda
kullanılan Şutuk uygulamasını camide kullanmamız
oldu.” Klasik Osmanlı mimarisinden modern usule
geçişin en önemli eserlerinden birisi olan camiye, 6
milyon
lira harcanarak dış
cephe konservasyonları ve minare onarımı yapıldı.
Radikal, Haber: Ümit
Çetin, 06.06.2014
|
KÜLTÜR MİRASI TÜRKİYE'DEN SORULACAK
Rakipleri İtalya ve Fransa’yı geride bırakan
Türkiye, UNESCO'nun Somut Olmayan Kültürel Miras
Hükümetlerarası Komitesi'ne seçildi. Birincilği
duyuran Dışişleri Bakanı Davutoğlu: "Orada ortak
kültür değerlerimizi koruyacağız, geliştireceğiz"
dedi.
Rakipleri
İtalya ve Fransa’yı sollayan Türkiye UNESCO'nun
Somut Olmayan Kültürel Miras Hükümetlerarası
Komitesi'ne seçildi. Açıklama Dışişleri Başkanı
Ahmet Davutoğlu’ndan geldi. Türk Dili Konuşan
Ülkeler İşbirliği Konseyi 4. Zirvesi'nde konuşan
Davutoğlu, Türkiye'nin UNESCO Kültürel Mirası
Komitesi'ne seçilmesiyle ilgili "Orada ortak
kültürel değerlerimizi koruyacağız, geliştireceğiz"
diye konuştu.
72 OYLA BİRİNCİ OLDUK
UNESCO'nun internet sitesinden yapılan açıklamada
"Hükümetlerarası Komite'ye, İspanya'nın ayrılmasıyla
1. grupta boşalan sandalye kapsamında Türkiye,
sözleşmeye taraf olan 158 ülke tarafından
gerçekleştirilen seçimlerde 72 oy alarak seçimi
kazanmış ve böylelikle 2014-2018 döneminde Komite'de
yer almaya hak kazanmıştır" denildi.
ÇELİK TWİTTER'DAN KUTLADI
Twitter'dan sonuçları duyuran Kültür ve Turizm
Bakanı Ömer Çelik, Türkiye'nin adaylık yarışından
birinci çıktığını ve bu başarıda emeği geçen herkesi
kutladığını belirtti. Çelik, "İnsanlığın Somut
Olmayan Kültürel Mirasının Temsili listesinde 11
unsuru bulunan Türkiye, artık listeye girecek
mirasları belirleyecek" ifadelerini kullandı.
Akşam, 05.06.2014
|
BODRUM KALESİ İŞTE BU
HALE GELDİ
Bodrum‘da 2-5 Haziran’da
düzenlenecek 4. Türk Konseyi Zirvesi’ne hazırlık
yapmak maksadıyla Bodrum Kalesi’nde yapılan
çalışmalar gören herkesi hayrete düşürdü. Bodrum
Kalesi'nin duvarlarını sıvayla kaplayıp, tarihi
topları boyadılar!

Bodrum Gazetesi'nin
haberine göre, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü
Emel Özkan’ın talimatıyla yapılan çalışmalarda,
yüzlerce yıllık Osmanlı toplarına yağlı boya
vurulurken, tarihi Bodrum Kalesi’nin surlarına da
kireç boya sürüldü. Saint Jean şövalyeleri
tarafından 1402 – 1522 yılları arasında inşa edilen
kaleye şimdiye dek hiç böyle bir uygulama
yapılmamıştı. Müze, 1995 yılında Avrupa’da Yılın
Müzesi Yarışması’nda “Özel Övgü” ödülünü almıştı.
Türk Konseyi zirvesine
katılacak devlet adamlarına “güzel görünsün diye”
yapılan çalışmalar, tarihi yapılara asla yapılmaması
gereken bütün faaliyetleri içeriyor. Kalenin bu
halini gören vatandaşlar Müze Müdürü Emel Özkan’a
tepki gösteriyor.
Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünden mezun
olan Emel Özkan, Müze Müdürlüğü’ne geçen yıl
atanmıştı.

Emel Özkan basın
mensuplarına çalışmalar hakkında bilgi verirken
yapılanları şu sözlerle anlatmıştı:
“Müzemizde gerekli
tabela değişimleri, boyama işlemleri devam ediyor.
Ziyaretçilerimiz gelmeye başlayacak, onun için
müzemizi toparlamaya başladık. Eksik olan onarılması
gereken her yeri onarıyoruz. Kale içinde bulunan
havuzlarımızı boyadık. Önümüzdeki günlerde de Sayın
Cumhurbaşkanı da Bodrum Kalesi’ni ziyaret edecek.”
Yapı, 04.06.2014
|
EDREMİT'TE ANTANDROS SERGİSİ AÇILDI

Kaz Dağları’nın antik zenginliğini gösteren,
Antandros antik kenti fotoğraf sergisi, Balıkesir'in
Edremit İlçesi'nde açıldı. Edremit Belediyesi ve
Antandros Derneği işbirliğiyle Ayşe Sıdıka Erke
Etnografya Müzesi’nde açılan sergide, fotoğraf
sanatçısı Firdevs Sayılan’ın objektifinden toplam 32
fotoğraf yer alıyor. Ayrıca slayt gösterileri de
yapılıyor.
Açılışı yapan Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka,
geçmişini bilmeyenlerin geleceğini iyi
hazırlayamayacağı anlayışıyla kazı çalışmalarına çok
önem verdiklerini söyledi. Saka, “Anadolu’nun
geleceğini sağlam bir temele oturtabilmek adına bu
antik kalıntıların, günyüzüne çıkarılarak
geleceğimiz olan çocuklarımıza öğretilmesi
gerektiğine inanıyorum. Bu kazılar konusunda
Antandros Derneği’nde ilk günden bu yana fedakarca
tüm arkadaşlarımıza, bu kazıların yürütülmesinde
maddi manevi her türlü katkıyı koyan herkese Edremit
halkı olarak, Anadolu insanı olarak teşekkür
ediyorum.” dedi. Açılışa Başkan Saka ile birlikte
CHP Edremit İlçe Başkanı Yurt Yıldırım, Antandros
Şehrini Kurtarma, Koruma ve yaşatma Derneği Başkanı
Mehmet Sakaroğlu, sanatçı Kenan Bal, davetliler ve
çok sayıda vatandaş katıldı. Sergi 10 gün devam
edecek.
Beyaz Gündem, 04.06.2014
|
5 MİLYON YILLIK FOSİLLER

Burdur'un Kemer
İlçesi'ne bağlı Elmacık Köyü'nde
yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ve yaklaşık 5
milyon yıl öncesine ait olduğu belirtilen fosiller,
Doğa Tarihi Müzesi'nde ziyaretçilerin ilgisine
sunulacak.
Burdur kent
merkezinde bulunan 19'uncu yüzyıla ait Kavaklı-Rum
Kilisesi'nin Doğa Tarihi Müzesi'ne dönüştürülmesi
için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2011
yılında restorasyon çalışması başlatıldı.
Yaklaşık 2 ay sonra tamamlanması planlanan
çalışmalar sonunda açılacak müzede, Elmacık Köyü'nde
2006-2009 yıllarında yapılan kazılarda ortaya
çıkarılan ve yaklaşık 5 milyon yıl öncesine ait
olduğu belirtilen "Karasal memeli hayvanlara ait
fosiller" de sergilenecek.
3 METRE 30 SANTİM UZUNLUĞUNDAKİ DİŞLER
İl Kültür Turizm Müdürü Mehmet Tanır,
çalışmaların sürdüğü müzede gazetecilere yaptığı
açıklamada, Elmacık'ta gerçekleştirilen kazılarda
ortaya çıkarılan fosillerin Burdur için büyük öneme
sahip olduğunu söyledi.
Tanır, şöyle konuştu:
"Kazılarda 5-10 milyon yaşında olduğu tahmin
edilen mastodonlara ait fosiller bulunmuştu. Bu
canlılara ait 3 metre 30 santim uzunluğunda savunma
dişleri ortaya çıkarılmıştı. Burada bulunan fosiller
müzemizde sergilenecek. Ayrıca Çin'de hazırlanan
mastodon prototipi, hayvan fosilleri, balık, kuş ve
bitkilerle ilgili sergilemeler, jeolojiyle ilgili
bilgiler yer alacak. Çocuklar için doğa tarihiyle
ilgili bölüm olacak. Müzemizin en önemli özelliği
mastodonların savunma dişlerinin de burada
sergilenecek olmasıdır. Fillerin atası olan
mastodonların canlandırıldığı animasyon da 2 ay
içinde tamamlanarak müzemizdeki yerini alacak."
Bu arada Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi (MAKÜ)
Fen Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölüm'ünde
bulunan fosillerin müzeye konulması çalışmaları da
başladı.
Burdur Müzesi Müdürlüğü denetiminde, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Antropoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr.
Berna Alpagut'un bilimsel danışmanlığında ve Yrd.
Doç.Dr. Nurfettin Kahraman'ın alan sorumluluğunda
2006-2009 yıllarında Kemer İlçesinin Elmacık
Köyü'nde
kazı çalışması yapılmıştı.
Kazılarda, büyük çoğunluğu filgillere ait olmak
üzere gergedangiller, atgiller, otçullar ve kimi kuş
türlerine ait kalıntılar ile yumuşakçalara ait bol
miktarda kavkı (Yumuşakçaların sert kabuğu)
bulunmuştu.
Akşam, 04.06.2014
|
TARİHİ KERPE LİMANI DA
'TURİZME KAZANDIRILACAK'
Cenevizliler ve Osmanlılar tarafından kullanılan ve
büyük kısmı su altında bulunan Kandıra İlçesi'ndeki
Kerpe Limanı, Kocaeli Büyükşehir Belediyesince
restore edilerek turizme kazandırılacak.

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nden
yapılan yazılı açıklamada,
Kandıra
kıyılarındaki limanlar arasında en önemli konuma
sahip Kerpe Limanı'nın
karakteristik olarak Kandıra taşı ve yöresel
malzemeler kullanılarak yapıldığının tespit
edildiğine değinilerek; 100 metre uzunluğundaki
liman yapısının zamanla bozulduğu ifade edildi.
Açıklamada, Büyükşehir Belediyesince liman için
rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin
hazırlandığı kaydedilerek, deniz yapıları hakkında
sualtı arkeologları ve akademik danışmanlarınca
inceleme gerçekleştirildiği bildirildi.

"Yapılacak 2 Ceneviz gemisinden biri
denize batırılacak"
Projenin, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kocaeli
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
tarafından onaylandığı vurgulanan açıklamada, şu
ifadelere yer verildi:

"Proje kapsamında mevcut tarihi limanın bir
bölümü orijinal halinde bırakılırken bir bölümü de
restore edilecek. Restorasyonda limanın kendi mevcut
taşları ve yine yöresel malzeme kullanılacak.
Limanın bulunduğu alanın ayrıca turizme
kazandırılması da düşünülüyor. Limanın restorasyon
çalışması tamamlandıktan sonra Ceneviz dönemini
yansıtan 2 küçük Ceneviz Gemisi yapılacak. Bu
gemilerden biri denize batırılarak dalış turizmine
hizmet verirken, diğer gemi su üstünde turistik gezi
amaçlı kullanılacak. Limanın bulunduğu alanda
yapılan dalışlarda 2 adet de büyük Osmanlı dönemine
ait top bulundu. Bölgede dalış yapanlar bu topları
da görebilecek".
Yapı, 04.06.2014
|
ASPENDOS'TA RESTORASYON ÇALIŞMALARI

MS 2. yy da Marcus Aurelius (161-180) döneminde
inşa edilen ve Tanrılar ile devrin imparatorlarına
adanan ve 19. yüzyılda başlayan arkeolojik
çalışmalarla ortaya çıkarılan Aspendos antik
tiyatrosunda restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından 2010 yılında
hazırlattırılan ve ocak 2013 yılında başlatılan
tiyatronun restorasyon çalışmaları 20 Ağustosta sona
erecek. Yaklaşık 18 aydır yapılan çalışmalarda,
restorasyona rağmen turistlerin de Aspendos’u
gezebilmesine imkan sağlanıyordu. Aspendos’a
restorasyon nedeniyle bu yılın ilk dört ayında
ziyaretçi alınmazken, mayıs ayından itibaren belirli
bölümlerine ziyaretçi alınmaya başladı
Aspendos, geçen yıl elde ettiği yaklaşık 1.5 milyon
lira ile turizmin darphanesi gibi çalışmıştı.
ASPENDOS TİYATROSU
Aspendos tiyatrosu tüm dünyadaki en iyi korunmuş
Roma tiyatrosu, hatta en iyi korunmuş antik
tiyatrodur. İki tepe üzerine kurulu Aspendos'un
tiyatrosu, küçük tepenin doğu yamacına yaslanmıştır.
MS 2. yy. da Marcus Aurelius (161-180) döneminde
inşa edilen antik tiyatro 19. yüzyılda başlayan
arkeolojik çalışmalarla ortaya çıkarılmıştır. Ulu
Önder Atatürk'ün 1930 yılında ziyaret edip "onarılıp
yeniden kullanılması" için direktifler verdiği
Aspendos Tiyatrosu Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
organizatörlüğünde, kendi adıyla anılan Opera ve
Bale Festivali'ne her yılın yaz aylarında dünya
milletlerine ev sahipliği yapıyor.
Beyaz Gazete, 04.06.2014
|
MÜZELERE ÜCRETSİZ ULAŞILABİLECEK

Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camii, Ayasofya
Müzesi, Yerebatan Sarnıcı, Arkeoloji Müzesi’nin de
bulunduğu tarihi yarımada, İstanbul’u ziyaret eden
yerli ve yabancı turistlerin ilk adresi. Her yıl
yaklaşık 12 milyon kişi, bölgedeki müzeleri ziyaret
ediyor. Sadece Topkapı Sarayı’nı ziyaret edenlerin
sayısı yılda 3,5 milyona ulaşıyor.
Türkiye Seyahat
Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Müze Girişimleri; yerli
ve yabancı turistler ile müzeleri ziyaret etmek
isteyen İstanbulluların tarihi yarımadaya ulaşımını
kolaylaştırmak için TEMSA ile birlikte “Otobüsü
Yakala Tarihe Yolculuğa Başla!” projesini hayata
geçirdi. Proje kapsamında TEMSA tarafından tahsis
edilen bir otobüs, haziranın üçüncü haftasından
itibaren her gün saat 10.00’da Taksim Meydanı’ndan
Sultanahmet’e doğru hareket edecek. Koltuk arkası
ekranlarda Anadolu’daki tarihi ve kültürel
değerlerle ilgili kısa filmin gösterileceği otobüs,
saat 13.00’te Sultanahmet Meydanı’ndan ayrılarak
Emirgan’daki Sakıp Sabancı Müzesi’ne doğru hareket
edecek. Otobüs, saat 15.30’da Sakıp Sabancı
Müzesi’nden ayrılarak Taksim’e geri dönecek.
Müzelere ücretsiz ulaşımdan Müzekart ve Müzekart+
sahipleri de yararlanabilecek. Konuyla ilgili
İstanbul Arkeoloji Müzeleri bahçesinde dün
düzenlenen basın toplantısında konuşan TÜRSAB Genel
Başkanı Başaran Ulusoy, turistler için tarihi
mekanları daha rahat gezilebilir ve kolay
ulaşılabilir hale getireceklerini söyledi ve ekledi:
“Karşılayan, çağıran, ağırlayan müze anlayışı
çerçevesinde bir ilki başlatmış oluyoruz. İstanbul’a
gelen turistleri tarihle buluşturacağız, tarihimizi
öğreteceğiz, kültür varlıklarımızın ne olduğunu
göstermeye çalışacağız, her kolaylığı turistlerimize
ve vatandaşlarımıza sunacağız.”
Zaman, 04.06.2014
|
MÜZE BAHÇESİNE YAPILAN TÜMÜLÜS ZİYARETE AÇILDI

Sivas Arkeoloji Müzesi bahçesine yapılan tümülüs,
ziyarete açıldı.
Kültür ve Turizm İl Müdürü Kadir Pürlü, açılış
öncesi yaptığı konuşmada, müze bahçesine inşa edilen
tümülüsün vatandaşlarda tarih bilinci oluşturma
açısından önemli olduğunu söyledi. Tümülüsün
yapımında emeği geçenlere teşekkür eden Pürlü, tüm
vatandaşları Sivas Arkeoloji Müzesi’ni ve tümülüsü
gezmeye davet etti.
Arkeoloji Müzesi Müdürü Atılgan Kaya ise müzede
ziyaretçilere farklı bir ortam sunmak amacıyla bu
tümülüsü yaptıklarını söyledi.
Sivas Belediyesince finanse edilen çalışmaya bazı
kurumların da katkı sağladığını aktaran Kaya,
“Tümülüs, hakim tepe üzerine kurulan, toprak
yığılarak oluşturulan ve dönemin ileri gelenlerinin
gömüldüğü mezar odasıdır. İçerisinde kralın ya da
gömülen önemli kişinin eşyalarının bulunduğu mezar
tipidir. Türkiye’de bu tümülüs örneği bir ilktir,
bahçede teşhir anlamında başka örneği yoktur. Farklı
olsun diye bahçeye yaptık” diye konuştu.
Kaya, 2 metre 80 santimetre yüksekliğinde ve 3
metre uzunluğundaki tümülüsün maliyetinin yaklaşık
50 bin lirayı bulduğunu ifade ederek, “Tümülüsün
içerisinde dönemin ileri geleni ya da kralın
iskeleti, bunun etrafında krala ait mezar eşyaları,
başında tacı, cam gözyaşı şişeleri, ağzında parası
ve seramik parçaları bulunmaktadır. Tüm eşyaların
bir anlamı vardır. Gözyaşı şişelerinin çok olması, o
kişinin çok varlıklı olduğunu gösterir” dedi.
Konuşmaların ardından, Pürlü ve Kaya ile müze
çalışanları tarafından tümülüsün açılışı
gerçekleştirildi. Pürlü ve beraberindekiler,
tümüsülü gezdi.
Müzede görevli uzmanlarca tasarlanan ve Sivas
Belediyesi’nin desteğiyle yapılan tümülüs,
ziyaretçilerini bekliyor.
haberler.com, 04.06.2014
|
ARAÇ İÇİNDEKİ BAVULDAN 445 TARİHİ ESER ÇIKTI

Çorum’da polis ekiplerince bir otomobilde yapılan
aramada, bavul içerisinde Roma, Bizans, Osmanlı,
Selçuklu ve Demir Çağı dönemlerine ait 445 parça
tarihi eser bulundu.
Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren
Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Şubesi ekipleri, Kent merkezinde M.A.K’nın
kullandığı plakası açıklanmayan otomobili durdurdu.
Otomobilde yapılan aramada, arka koltukta bulunan
bir bavulun içerisinde Demir Çağı dönemine ait 2
ağırşak, Roma dönemine ait 11 Gümüş ve bronz sikke,
3 bronz iğne, Bizans dönemine ait 355 bronz sikke, 3
bronz haç kolye, 7 bronz nesne, 24 cam tessera,
bronz ağırlık, Gümüş nesne, cam ve kurşun boncuklar,
bronz haç, merasim haçları, bronz bilezik, bronz
yüzük, bakır yüzük, bronz çan, bakır küpe sarkacı,
bronz zil, bronz kolye, Selçuklu dönemine ait bakır
sikke, Osmanlı dönemine ait pişmiş toprak lüle ile
yeni döneme ait heykelcikler, anahtar ve bilezikler
olmak üzere toplam 445 parça tarihi eser ile 2
ruhsatsız tabanca ve bu tabancalara ait 40 fişek ele
geçirildi.
Şüpheli M.A.K gözaltına alındı. Ele geçirilen
eserler ise Çorum Müze Müdürlüğüne teslim edildi
haberler.com, 03.06.2014
|
O MOZAİĞİ
JANDARMA KURTARDI
Acıpayam İlçesi'nde,
Tavus kuşu resimli Roma dönemine ait mozaik, alıcı
gibi davranan sivil jandarma ekiplerince ele
geçirildi.
Kumafşarı Mahallesi'nde iki kişinin tarihi eser satmak için müşteri aradığı ihbarı alan sivil jandarma ekipleri, alıcı gibi davranarak tarihi eser kaçakçılarıyla buluştu.
Tarihi mozaiği satmak istedikleri sırada iki şüpheli suçüstü yakalandı.
Tavus kuşu resimli mozaik, Müze Müdürlüğü'ne
teslim edildi. Gözaltına alınan iki kişi,
çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Gerçek Gündem Haber: Ramazan Çetin, 03.06.2014
|
|
ÇARIN GÖZDESİ İNTERNETE DÜŞTÜ

Ünü tüm dünyaya yayılan,
Rus çarı üçüncü Aleksander ve oğlu ikinci Nicholas
için özel yapılan Faberge yumurtaları, online satışa
çıktı. Orijinalleriyle aynı yumurtalar 40-50 bin
lira arasındaki fiyatlarla satılıyor.
Lüksün simgesi olarak kabul edilen Faberge
yumurtalarının reprodüksiyonları (aslına uygun
kopyaları) Türkiye'de alwaysfashion.com'da satışa
çıkartıldı. Sınırlı sayıda ve birebir aynısının
yapıldığı yumurtaların fiyatları sitede 40-50 bin
lira arasındayken, daha fazla sayıda üretimi
olanların fiyatları 7-15 bin lira arasında
değişiyor.
1842 yılında St. Petersburg'da Gustav Faberge
tarafından yapılan ve oğlu Peter Carl Faberge
tarafından geliştirilen bu sanat eserleri, Rus çarı
üçüncü Aleksander ve oğlu ikinci Nicholas'ın
isteğiyle aileleri için yaptırılmış. Mücevher
tasarımcısı Peter Carl Faberge ürünü olan bu eserler
genel olarak kaz yumurtası büyüklüğünde, mine
işlemeli ve mücevher süslemeli olarak yapılmış.
İçinden mutlaka bir sürprizin çıktığı söylenen
yumurtaların 53 tane olduğu biliniyor.
Yeni koleksiyon da sitede
Sitede ünlü Faberge yumurtalarının yanısıra
hazırlanan yeni koleksiyonlara ait aksesuarlar da
yer alıyor. 1917 Rus Devrimi'nden sonra
Rusya'yı terk edip
Avrupa'da faaliyetini sürdürmeye devam eden
Faberge Mücevher Evi,
Amerika ve Avrupa'da birkaç ünlü sanayici aile
için de yaklaşık 15 yumurta yapmış. 2007 yılında
Faberge markası ve Faberge ailesinin yeni bir
yönetim altında birleşmesiyle ise yeni koleksiyonlar
hazırlanmaya başladı.
Milliyet (Kısaltarak), Haber: Duygu Erdoğan,
02.06.2014
|
TARİHE BETON DÖKÜLDÜ
Türkiye'de rant hırsı öyle
bir noktaya ulaştı ki, ne doğa ne de tarih
korunmuyor, korunamıyor. Bu hırsın son kurbalarında
biri de Küçükçekemece'deki Regium antik kenti oldu.
Milattan Önce 2'nci yüzyılda kurulan ve Roma'nın
ticaret merkezi olan Regium antik kentinin üzerine
otopark yapıldı.
Rant ve sermayenin talanına uğrayan İstanbul'da
doğa da tarih de korumasız. İstabul Küçükçemece'de
tarihin üzerine beton döküldü, tarihe geçecek bir
katliam yaşandı.
Kentin tarihi geçmişini, katliamla tek başına
savaşan emekli General Haldun Solmaztürk anlattı.
1938 yılında yapılan ilk kazı çalışmaları ile kent
kısmen ortaya çıkarıldı. Ancak sonraki yıllarda
tarihi alana sahip çıkılmadı. Yeri geldi kurban
kesim alanı oldu, yeri geldi şantiye...
Bölge'deki kazı çalışmaları yıllar önce durduruldu.
Bölgenin korunması için yurtdışından çok sayıda
üniversite ve Solmaztürk'ün girişimleri de sonuçsuz
kaldı.
Katliamda insan eli de var. Yani, tarihi sütünların
üzerine çöplerini atan, molozlarını döken, binlerce
yıllık parçaları mangal taşı olarak kullanan
İstanbulluların.
Ulusal Kanal, Haber: Deniz Çağlayan, 02.06.2014
|
POLATLI'DA TARİHİ HÖYÜĞÜN ETRAFINDA İMAR ÇALIŞMASI
YAPILACAK

Ankara’nın Polatlı
İlçesi'nde bulunan Beştepe
Höyüğü, birinci derece sit alanından üçüncü derece
sit alanına dönüştürüldü. Polatlı Belediyesi, höyük
etrafında imar ve yeşil alan düzenlemesi
yapabilecek.
Belediye, 3’üncü derece sit alanına dönüştürülen
Beştepe höyüğünün çevresi hakkında mülk sahiplerini
bilgilendirdi. Polatlı Belediye Başkanı Mürsel
Yıldızkaya, Polatlı Lisesi’yle Halk Eğitim Merkezi,
Eti ve Turan caddelerinin ortasında kalan Beştepe
Höyüğü çevresinde bugüne kadar 1’inci derece sit
alanı olduğu için hiçbir çalışmanın yapılamadığını,
kabul edilen yeni uygulamayla höyük çevresinin
3’üncü derece sit alanı ilan edildiğini ve
belediyenin bu alanın çevresinde imar ve yeşil alan
düzenlemesi yapacaklarını söyledi.
Vatandaşın mağduriyetinin belli ölçüde
giderilmeye çalışıldığını belirten Yıldızkaya,
“Beştepe Höyük’te koruma amaçlı imar plan çalışması
gerçekleştirdik. Çivi çakılamayan bu alanın Eti
Caddesi’ne bakan doğu cephesindeki kısım, bitişik
nizam 2 katlı ticari alan olarak düzenlendi. Gordion
ve Eti Caddesi’ne cepheli birinci derece sit alanı
içerisinde yeri olan vatandaşlarımızın mağduriyetini
böylece bir nebze de olsa gidermiş olduk. Artı Turan
ve Eti Caddesi arasına yürüyüş yolu yaparak
halkımıza yeni yürüyüş alanı kazandırıyoruz.” dedi.
Beştepe Höyük’te 1950’li yıllarda İngiliz ve
Amerikalı arkeologlar tarafından yapılan kazı
çalışmalarında seramik eserler bulunmuştu. Höyükte
bulunan eserler Gordion Müzesi’nde sergileniyor.
haberler.com, 02.06.2014
|
PİŞMİŞ TOPRAK BEBEK HEYKELİ ZİYARETÇİ AKININA
UĞRUYOR

Gaziantep’te, yerli ve yabancı turistlerin en
uğrak yerlerinden olan Medusa Cam Eserler Müzesi’ne
yeni dahil edilen pişmiş toprak bebek heykeli
ziyaretçi akınına uğruyor.
Dünyada tek olan eser, arkeologlar ve Gaziantep’e
seyahat amaçlı gelenlerin ilgi odağı oluyor. Medusa
Cam Eserler Müzesi yetkilisi İbrahim Halil Algın,
son günlerde müzedeki eserlerin arasına katılan
yunan dönemine ait pişmiş topraktan yapılma oyuncak
tiyatro kukla eserinin Türkiye’de sadece bir tane
olduğunu belirterek, “Medusa Cam Eserler Müzesi’nde
yaklaşık 7 yıldır görevliyim. Müzemiz özel bir
müzedir. Türkiye’de eşi benzeri olmayan cam
eserlerimiz sergileniyor. Bunların dışında pişmiş
topraktan eserlerimizde var. Bunlardan bir tanesi
son zamanlarda bize getirilen bir eser. Pişmiş
topraktan yapılmış yunan dönemi oyuncak kukla bebek
eseri. Tiyatro kuklası olarak kullanılmış. Yunan
döneminden şuana kadar kayıtlarda sadece Türkiye de
bir tane olduğu biliniyor. Çok değerli bir eser
olduğu için yurt içinden ve yurt dışından gelen
ziyaretçiler oluyor. Bunları hayretle izliyorlar çok
değerli eserdir. Eşi benzeri olmaması bizim için çok
iyi bir durum” dedi.
Eserin tek olmasının ilgi çekiciliğini artırdığını
aktaran Algın, “İlk ve tek olması bizim için
önemlidir. Gaziantep’e gelen ziyaretçiler mozaik
müzesinin dışında mutlaka buraya geliyorlar. Burada
arkeolojik eserler sergilendiği için çok ziyaretçi
geliyor. Yaklaşık 7 bin eser var. Burası Gaziantep
için çok büyük bir imkan. Ziyaretçileri buraya
bekliyoruz. Telkari gösterimiz oluyor.
Mardin’den iki usta getirip Gaziantep’te 6
yıldır telkari sanatını yaptırıyoruz. Amacımız para
kazanmak değil sadece bu paranın kazanılmasını
sağlamak masa üstünde alevli boncuk çalışması
yapılıyor. Bu da gelen ziyaretçilerin görsel amaçlı
izlemesini hem de yapılan ürünlerin burada
satılmasına imkan sağlıyor” ifadelerini kullandı.
Mlliyet, 02.06.2014
|
DOLMABAHÇE'DE ÇATLAK HAREKATI

TBMM Milli Saraylar Daire
Başkanlığı, deprem hazırlığı yapıyor. Karşı
tarafındaki binanın inşaatı nedeniyle çatlamalar
olan Dolmabahçe Sarayı'nın Matbah-ı Amire (Saray
Koleksiyonları Müzesi) bölümü, izlemeye alındı.
Karşı tarafındaki binanın inşaatı nedeniyle,
çatlamalar olan Dolmabahçe Sarayı'nın Matbah-ı
Amire (Saray Koleksiyonları Müzesi) bölümü,
çatlak ölçerlerle izlemeye alındı. CHP Genel
Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, TBMM Başkanı
Cemil Çiçek'e Meclis'in bünyesindeki Saraylar
için yapılan deprem hazırlıklarını sordu. Başkan
Çiçek adına önergeyi yanıtlayan TBMM
Başkanvekili Sadık Yakut, yapılan çalışmaları
detaylarıyla aktardı:
“Dolmabahçe Sarayı Matbah-ı Amire (Saray
Koleksiyonları Müzesi) binasında 2010-2011
yıllarında yapının karşısında bulunan binanın
inşaatı sırasında kılcal çatlaklar oluşmuştur.
Bu çatlaklara yönelik olarak; 2011 yılında
yapıya çatlak ölçer cihazlar yerleştirilmiş ve
çatlaklar izlemeye alınmıştır.
İHALE
AŞAMASI BAŞLATILDI
2012 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi
İnşaat Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü'ne,
yapıdaki hasarların ve yapının taşıyıcı
sisteminin yatay/düşey yükler açısından
incelenmesini ve yapıya ait yaklaşık deprem
hesaplarını içeren bilimsel ve teknik rapor
hazırlatılmıştır. 2013 yılında yapının oturduğu
zeminin ve çevresinin jeolojik-jeofizik
özellikleri ile yapı-zemin ilişkisinin
belirlenmesi amacıyla jeofizik araştırma projesi
yaptırılmıştır. Çalışmalar sonucunda 2014 yılı
eylem planında yer alan binanın rölöve
çizimleri, analizleri, strüktür incelemesi ve
yapısal iyileştirme projesinin yapılması işi
ihale aşaması başlatılmıştır.
ŞALE'DE
BİR ODADA ÇATLAK
2010-2014 yılları arasında Dolmabahçe Sarayı
Ana Binası, Veliaht Dairesi, Dokumahane Binası,
Mefruşat Dairesi, II. Hareket Köşkü ile
Beylerbeyi Sarayı Sarı Köşk, Ihlamur Kasrı,
Beykoz Kasrı, Aynalıkavak Kasrı, Maslak Kasrı,
Yalova Atatürk Köşkü ile Hereke Halı ve İpekli
Dokuma Fabrikası'nda restorasyon ve konservasyon
çalışmaları yapılmıştır. Yıldız Şale'de yakın
zamanda bir deprem riski tespit çalışması
yapılmamıştır. Genel anlamda binada herhangi bir
çatlama ve kayma da söz konusu olmayıp sadece
bir odada kısmi bir çatlak gözlemlenmiştir.
Çatlamanın kaynağını tespit çalışmaları devam
etmektedir.”
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 02.06.2014
|
|
EN ÇOK KAZILAN YER KARADENİZ BÖLGESİ
Karadeniz, zengin olma hayalleriyle define
avcılığına soyunan maceraperestlerin mekanı oldu.
Geçen yıl,
Define Arama Yönetmeliği kapsamında 131 izinli kazı
gerçekleştirildi. Kazıların en çok yapıldığı iller
Giresun, Ordu, Bursa ve Sivas oldu. Ancak bu izinli
kazılarından herhangi bir gömü veya defineye
rastlanmadı. Arama sonucunda herhangi bir defineye
rastlanılması durumunda, define Hazine’ye ait
arazide bulunmuşsa yüzde 50'si arayıcıya, özel veya
tüzel kişilere ait arazide bulunmuşsa yüzde 40'ı
arayıcıya, yüzde 10'u mülk sahibine veriliyor.
Kazılar, ilgili müze müdürlüğünden ihtisas elemanı;
Maliye, Gümrük ve İçişleri bakanlıklarından mahalli
temsilci gözetiminde yapılıyor.
Akşam, 02.06.2014
|
2013'TE ARKEOLOJİK KAZILARA 43 MİLYON LİRA KAYNAK
AYRILDI
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü
Abdullah Kocapınar, 2013 yılında Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından izinli kazılara 43 milyon 125
bin lira kaynak verildiğini belirterek, “Bu rakam
2002 yılında kazılara ayrılan bütçenin yaklaşık 23
katıdır” dedi.
36′ncı Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri
Sempozyumu, Zeugma Mozaik Müzesi Konferans
Salonu’nda düzenlenen törenle başladı. Sempozyumun
açılış törenine; Gaziantep Valisi Erdal Ata, Ak
Parti Gaziantep Milletvekili Derya Bakbak,
Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Kültür Ve
Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özarslan, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Abdullah
Kocapınar, Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.
Yavuz Coşkun ile yurt içi ve yurt dışında kazılar
yapan arkeoloji ekipleri ve akademisyenler katıldı.
1979 yılından bu yana her yıl yapılan
Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri
Sempozyumu’nun açılışında konuşan Kültür Varlıkları
ve Müzeler Genel Müdürü Abdullah Kocapınar, kazı
çalışmalarına son 10 yılda büyük önem verildiğini
kaydetti. Geçen yıl kazılara 43 milyon 125 bin lira
ödenek aktarıldığını ve bu rakamın verilen önemi
ortaya koyduğunu anlatan Kocapınar şöyle konuştu:
“Bu rakam 2002 yılında 1 milyon 877 bin lira
civarındaydı. Yani 2002 yılından 2013 yılına kadar
kazılara ayrılan ödeneğimiz yaklaşık olarak 23 kat
artmış durumdadır. Ekonominin hızlı büyüdüğü
ülkelerde kültür varlıklarının tahribatı şüphesiz
daha hızlı olmaktadır. Tahribatın sadece bir avuç
insan tarafından önlenmesi elbette mümkün değildir.
En azından kültürel miraslara zarar veren insanlar
kadar hızlı hareket etmemiz gerekmektedir. Maalesef
bunu sağlamak için yeterli kaynaklar bulamamaktayız.
Bu nedenle sahip olduğumuz ödenekleri maksimum
verimlilikte kullanmamız gerekiyor.”
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin
ise konuşmasında kentin çok eski bir tarihe sahip
olduğunu belirtti. Gaziantep’te birçok medeniyetin
kalıntısının bulunduğunu ifade eden Fatma Şahin,
“Bütün medeniyetlerin burada karşılığını
buluyorsunuz. İnsanlık tarihi kadar eski Dülük antik
kenti burada bulunuyor. İnanç turizmi açısından
Hitit Medeniyeti’nin kalıntıları, Roma medeniyetinin
bütün gelişimini ve değişimini burada bula
bilirsiniz. İslam medeniyetinin gelişimini ve
değişimini bu topraklarda göre biliyorsunuz.
Cumhuriyet tarihini, Kurtuluş mücadelesini,
istiklalimizin ve istikbalimizin en önemli zaferleri
bu topraklarda kendisini buluyor. Dolayısıyla bizim
bu tarihi alıp geleceğimize çocuklaramıza aktarmak
gibi çok önemli bir köprü vazifemiz var” diye
konuştu.
Bakanlık Müsteşarı Özgür Özarslan da
Gaziantep’in, Ankara, İstanbul ve İzmir’den sonra en
çok özel müzeye sahip şehir olduğunu söyledi.
Anadolu’da bu anlamda iyi gelişmelerin yaşandığını
ifade eden Özarslan, “Tarih ve kültürün korunması,
gelecek nesillere aktarılması bir anlamda da kültür
enstitüsünün oluşturulması, bu yarış içerisinde
Gaziantep güzel bir sınav veriyor. Sayın belediye
başkanımızın, geçmiş başkanımız içinde
söyleyebilirim ani yaklaşımla, özellikle tarih ve
kültürel mirasın yaklaşımı konusunda yerel
yönetimler açısından farklı bir bakış açısı
getirmişlerdir” dedi.
Gaziantep Valisi Erdal Ata ise konuşmasında
kentin 5 bin 600 yıllık geçmişe sahip olduğunu ve
önemli medeniyetlere ev sahipliği yaptığını
anlatarak, “Gaziantep, İpekyolu üzerinde kurulmuş
olan önemli bir yerleşim ve üretim merkezidir. Ev
sahipliği yaptığı medeniyetlerin izlerini taşıyan,
antik kentlerimiz, tarihi eserlerimiz bir hayli
fazla. Bugüne kadar geçmiş dönemde bunların bir
kısmı restore edildi” dedi.
Açılışı yapılan ve 6 Haziran’a kadar sürecek
sempozyumun ilk oturumunda; Karkamış, Zeugma ve
Milas’taki kazılara ilişkin bilgiler verildi.
haberler.com, 02.06.2014
|
İSTANBUL'DA KÜLTÜR ENFLASYONU
İstanbul Ticaret
Odası, mayıs ayında fiyatı en çok artan ve azalan
ürünleri açıkladı. 2014 yılı Mayıs ayında İTO’nun
İstanbul Ücretliler Geçinme İndeksinde yer alan 242
ürünün 67’sinin perakende fiyatı artarken, 26
ürününün fiyatı düştü. 149 ürünün fiyatı ise
değişmedi.
Mayıs ayında fiyatı en fazla artan ürünün müze
giriş ücretleri olması dikkat çekti. Yaz sezonunun
açılmasıyla beraber müze giriş ücretleri yüzde 20
zamlandı. Fiyatı en çok artan ikinci ürün yüzde
13.64 ile mektup gönderim ücreti olurken, yüzde
13.34 ile fındık üçüncü sırayı aldı. Mevsimsel tarım
ürünlerinde ise ilk sırayı yüzde 11.19 artış oranı
ile çilek aldı.
Dünya (Kısaltarak), 02.06.2014
|
|
GOOGLE SANATA BAKIŞINIZI DEĞİŞTİRECEK

Sergilerde sanat eserlerinin yanında yer alan
bilgilendirme kartlarını okumaya üşenenlerden
misiniz? Google gözlükleri (Google Glass) 'üşengeç'
sanatseverlerin sergi turlarını kolaylaştırmaya
aday.
Manchester Metropolitan Üniversitesi’nde yapılan
araştırmalar, Google Glass’ın müzedeki el rehberleri
ve sesli rehberlere alternatif olabileceğini
gösterdi. Yeni
teknoloji ilk olarak Manchester
Sanat Galerisi’nde, George Stubbs’ın ‘Cheetah
and Stag with Two Indians’ adlı eseri üzerinde
denendi. Sistem önce gözlük aracılığıyla eserin
fotoğrafını çekiyor. Gözlüğün eseri tanımlamasının
ardından normalde ancak duvardan okunabilecek eser
bilgisi, gözlüğü takan kişinin gözleri önüne
seriliyor. Üniversitesin temsilcilerinden biri
denemelerin iyi sonuçlandığını söyledi: “Google
Glass’ı sanat galerilerini sıklıkla gelen
ziyaretçiler üzerinde denedik ve gözlüğe kısa sürede
alışıp kullanmaktan zevk aldıklarını gördük.”
Google Glass önümüzdeki ay altı yeni eser üstünde
daha denenecek. Gözlüğe benzer eserleri tavsiye
etmek ve ziyaretçilere önerilerde bulunmak gibi
özellikler kazandırılması da planlanıyor. Başka bir
proje ise galeri ziyaretçileri arasında Google
Glass ile bilgi iletişimi sağlamak. Bu sayede farklı
bölümlerde bulunan arkadaşlar birbirlerine eser
tavsiyesinde bulunabilecek.
Radikal, 02.06.2014
|
2 BİN YILDIR MEZARLIK OLARAK KULLANILIYOR

Bursa’nın İznik
İlçesi'nde bulunan Dörttepeler
mevkii, Helenistik dönemden günümüze yaklaşık 2 bin
yıldır mezarlık alanı olarak kullanılıyor.
İznik’e bağlı Elbeyli beldesi Dörttepeler mevkiindeki MÖ 3.-2. yüzyılla tarihlenen ve içlerinde mezar odaları bulunan Tümülüslerin üstü, Osmanlı döneminden günümüze mezarlık olarak kullanılıyor. Geçtiğimiz yıllarda yol yapım çalışmaları sırasında ve tarlalarını süren çiftçiler tarafından ortaya çıkarılan Tümülüsler, Bithynia Krallığı döneminde inşa edildi.
Bölgede bulunan Tümülüslerin dromos ve mezar
odası, her yönü ile çağının özelliklerine
yansıtıyor. Eni yaklaşık 4, boyu ise 5 metre olan
mezar odalarının içinde cesetler, “kline” adı
verilen taştan yapılmış yatak ve yastıklar üzerine
yatırılıyor. Yatak sayısının fazlalığından ise aile
mezarlığı olduğunu anlaşılıyor.
2 bin yıldır çalışan kapılar
Bithynia Krallığı döneminde kraliyet ailesine mensup
ya da yakınlarının gömüldüğü Tümülüslerin kapıları
görenleri hayrete düşürüyor. Bölgede bulunan 4 adet
Tümülüs’ten III nolu olanın her iki kapısı da 2 bin
yıldır çalışıyor. Menteşeleri sağlam bir şekilde
üzerinde bulunan 3-4 ton ağırlığındaki kapılar,
mekanizma ve aksları sayesinde tek bir parmakla bile
açılıp kapatılabiliyor.
Acilen korunması gerekiyor
Günümüze kadar bu şekilde sağlam korunmuş mezar
odalarına nadir rastlandığını söyleyen uzmanlar,
acilen mezar odalarının çevre düzenlemesi yapılarak
korunması gerektiğini söylüyor. Uzmanlar, son
yıllarda define aramak amacı ile dromos ve mezar
odası zeminleri, klineleri ve duvarlardaki kesme
taşları geniş çapta tahrip edildiği belirtiyor.
“Tümülüs nedir”
Tümülüs, bir mezar ya da mezarlık içeren, toprak
yığılarak oluşturulmuş tepeciklere verilen addır.
Kurgan (Orta Asya’da) da denilen Tümülüslere en çok
Anadolu’da, Trakya’da, Orta Asya’da, Rusya’da ve
Meksika’da rastlanır.
 
 
 
arkeolojihaber.net, Haber ve Fotoğraf:
Fotoğraf: Serdar Kuşku - Murat Başlar, 02.06.2014
|
MODA'DAKİ TARİHİ KARAKOL 'POLİS TERÖRÜ BELLEK
MÜZESİ' OLDU

Moda’da tarihi Rıza Paşa Karakolu pazar
akşam saatlerinde ‘Polis Şiddeti Müzesi’ne
dönüştürülmek üzere işgal edildi. Kullanılmayan
tarihi binanın penceresinden Türkçe ve İngilizce
‘Polis Terörüne Son’ yazılı bir afiş asıldı. Binanın
içine Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük ve Festus
Okey gibi polis şiddeti sonucu hayatını
kaybedenlerin portreleri yapıldı, dünyadan polis
şiddetini belgeleyen fotoğraflar asıldı. “Polis
Terörü Bellek Müzesi saat 19.30’da açılıyor, polis
şiddetini belgeleyen fotoğrafını al gel” çağrısının
sosyal medyadan yayılması üzerine binayı
ziyarete gelenler oldu. Çağrı yapıldıktan yaklaşık
bir saat sonra polis sokağı çevirerek üç kişiyi
gözaltına aldı. Mahalle sakinleri pencerelerinden
tencere tava çalarak polise tepki gösterdi.
Gözaltına alınanlar gecenin ilerleyen saatinde
serbest bırakıldı.
‘İŞGALE KARŞI İŞGAL’
Sosyal medya üzerinden imzasız yayılan ‘İşgale karşı
işgal’ başlıklı metinde işgalin gerekçesi şöyle yer
aldı:
“Parklarımızı, meydanlarımızı, sokaklarımızı,
evlerimizi, atölyelerimizi, ruhlarımızı ve
beynimizin en karanlık köşelerini işgal eden bu çöp
makinesine, bu polis devletine karşı, geri çekilecek
bir yerimiz, nefes alacak bir köşemiz, sığınacak bir
mağaramız kalmadı. Köleliğin, şiddetin, çöküşün,
tutsaklığın mekanı bu eski karakolu işgal ederek,
devlet terörü müzesine çevirerek bir bellek yaratmak
istiyoruz. Gönül isterdi ki bunu işleyen bir emniyet
müdürlüğünde yapalım, ama silahlarınız var ve bizi
vuruyorsunuz. Bütün ötekiler, yalnızlar, böcekler;
hepimiz biliyoruz kesişmemek için bu çirkinlikle,
çöple, oldukça az yer kaplamak için sığınağımızı
kendi içimize kuruyoruz. Ama bir başımıza nefes
almaya çalışırken bulacağımız şey daha önce hiç
denenmemiş tutsaklıklar olabilir, gelin birlikte
özgürleşelim, birbirimize nefes olalım!”
BERKİN’DEN ALEXİS’E...
İşgal eylemini takip eden bir katılımcı,
yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Dün karakola hiçbir zarar verilmeden, kapı
kırılmadan içeri girildi. Eylemi yapan anonim,
sivil bir inisiyatif. İçeriye dünyadan polis
şiddetini belgeleyen siyah beyaz fotoğraflar asıldı,
Gezi’de polisin öldürdüğü arkadaşlarımızın
şablonları yapıldı. Berkin’in yanında Yunanistan’da
15 yaşında polis tarafından öldürülen Alexis ve
İtalya’da öldürülen Carlo da sergide yerini aldı.
Pencereden Rote Flora gibi dünyadaki işgal evleri ve
polis şiddeti yaşanan yerlere selam mahiyetinde bir
afiş asıldı. Giriş merdivenlerinin altına da ‘Polis
Terörü Bellek Müzesi’ yazıldı. Sonra ‘Müze
açılmıştır, sergiyi gezebilirsiniz’ diye sosyal
medyadan çağrı yapıldı. Saat 20.30 civarında
insanlar binayı gezerken polis geldi. Bir eylem hali
yoktu. Polis o sırada binadan çıkan ve olayla ilgisi
olmayan iki
kadın arkadaşı yere yatırıp gözaltına aldı. Bir
diğer arkadaş da sokaktan gözaltına alındı. Çevik
Kuvvet sokağın iki tarafını da kapattı, son
gördüğümüzde iki otobüs polis vardı. Mahalleli
polise karşı tencere tava çaldı ve slogan attı.
Gözaltına alınan arkadaşlar sabaha karşı 02.30 gibi
serbest bırakıldı. Polisler kamu malına zarar
vermekten haklarında dava açılacağını söylemiş.”
Twitter üzerinden
#PolisTerörüneSonBellekMüzesiHalkaAçılsın etiketiyle
destek kampanyası başlatıldı.
Radikal, Haber: Elif İnce, 02.06.2014
|
GÖKÇEADA'DA TSUNAMİ İZLERİ
Yaklaşık 10 gün önceki depremin salladığı
Gökçeada'da, 4 bin 700 yıl önce meydana gelen deprem
ve tsunaminin izleri ortaya çıktı.

Geçen mayıs ayında Ege Denizi'nde meydana gelen
depremde hasar gören Gökçeada'nın, milattan önceki
yıllarda, deprem ve tsunamiyle yıkıldığı ortaya
çıktı.
Yeni Bademli Köyü'nde yapılan arkeolojik kazılar,
adanın binlerce yıldır deprem nedeniyle birkaç kez
terk edildiğini ortaya çıkardı.
Konuyla ilgili açıklama, Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi (ÇOMÜ) Mühendislik Fakültesi Jeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Doğan Perinçek'ten
geldi.
Perinçek yazılı açıklamasında, adanın kuzeyinde
yer alan Yeni Bademli höyüğünde Prof.Dr. Halime
Hüryılmaz tarafından sürdürülen arkeolojik kazılar
sırasında, 2006-2008 yılları arasında bölgede
jeoarkeoloji çalışmalar gerçekleştirdiğini belirtti.
2007 yılında kazı alanındaki çalışmalarda MÖ 2680
yılından önce olan bir depremin izlerine
rastladığını ifade eden Perinçek, bu depremin
yerleşim duvarlarında kırılmalara ve devrilmelere
neden olduğunu bildirdi.
YAKLAŞIK 4700 YIL ÖNCE DEPREM
Perinçek, söz konusu depremin bölgede tsunami
yarattığına dair veriler bulunduğunu ifade ederek,
şunları kaydetti:
"Yeni Bademli höyük alanında deprem sonrası
oluşan tsunaminin çökelleri bulunmuştur. İki farklı
toprak tabakası arasında denizel fosilleri içeren
kum tabakası saptanmıştır. Tsunami çökellerinin
bulunduğu seviyenin hemen üzerinde bulunan
seramikler MÖ 2680 önceki yılları işaret etmektedir.
Bu nedenle deprem ve tsunaminin olduğu yıl bu
tarihten önce olmalıdır. 2014 yılında olduğumuza
göre deprem günümüzden yaklaşık 4700 yıl önce
gerçekleşmiştir."
TSUNAMİ OLUŞTU
Gökçeada'nın kültür tarihi araştırmalarına referans
oluşturan Yeni Bademli höyüğünü, tarih öncesi
dönemlerde 'ria' tipindeki bir körfezin doğusundaki
yarımadanın üzerine kurulmuş bir yerleşim yeri
olduğunu aktaran Perinçek, şu ifadeleri kullandı:
"Yerleşmenin surları yaklaşık 400 yıl boyunca
varlığını koruyabilmiştir. Yeni Bademli'de bugüne
kadar saptanan tabakalar, Erken Bronz Çağı'nın ilk
yarısına tarihlenmektedir. Yerleşimin 5000 yıl önce
kurulmuştur. Peki, 4700 yıl önce ne oldu? Gökçeada
bilindiği gibi Kuzey Anadolu fayının hemen yanında
yer alan bir adamız. Fay zonu boyunca bir kırılma ve
bunun sonucu deprem oluyor. Deprem sonrası Yeni
Bademli yerleşim alanı dahil adada ciddi bir hasar
oluştu. Deprem Saroz körfezinde düşey hareketlere
neden olduğu için tsunami oluştu. Dalgalar deniz
tabanından çamur ve kıyılardan kumu kazıyıp karaya
taşıdı. Tsunami dalgaları kıyıların alçak oldukları
kesimleri işgal etti, dereler boyunca adanın iç
kısımlarına daha fazla sokulabildi. Tsunami ile
karaya çıkan su kütlesi güzergahı üzerinde olan Yeni
Bademli yerleşim alanı kısmen ya da tamamen sular
altında kaldı."
EŞYA VE ALETLER DENİZ SÜRÜKLENDİ
Deniz suyunun taşıdığı kum ve beraberindeki
canlıları civardaki çukurluklara ve kent içindeki
çukurluklara bıraktığını dile getiren Perinçek, şu
bilgileri aktardı:
"Ardından karada ilerleyen sular geri deniz
yönünde çekilmeye başladı. Muhtemelen bu çekilme
sırasında yerleşim alanından insanlar dahil bazı
canlıları ve insanların kullandığı bazı eşya ve
aletleri denize sürükledi. Bildiğimiz gibi
Japonya'da olan son tsunamide karadan denize dönen
sular önemli miktardaki malzemeyi denize taşımıştı.
Yeni Bademli yerleşkesinde deprem yıkıntıları ve
tsunami seviyesinin hemen üzerinde kısmen kırmızı
yer yer yanmış ağaç içeren renkli seviyeler
görülmektedir. Bu seviyeler deprem sonrası olan
yangın ile ilgilidir. Yangın deprem sırasında
meskenlerin içindeki yemek ocakları ya da ısınma
yerlerinden yıkılma sonrası yayılmış olmalıdır."
KAYDI OLMAYAN DEPREM
Yeni Bademli'nin sadece 4700 yıl önceki depremden
etkilenmediğini belirten Perinçek, bulgularına
ulaştıkları ancak zamanını saptayamadıkları
depremlerin meydana geldiğini ve yerleşim alanının
bu nedenle birkaç kez terk edildiğini bildirdi.
Prof.Dr. Perinçek, insanların depremden sonraki
yıllarda yerleşime dönüp tekrar yeni bir yaşam
başlattıklarını ifade ederek, şunları kaydetti:
"4700 yıl öncesinin farklı dönemlerine ait bina
kalıntılarının kurulum zamanları, kazı başkanı
Prof.Dr. Hüryılmaz tarafından arkeolojik buluntular
kullanılarak saptanmıştır. Tsunami dalgalarıyla
denizden Yeni Bademli höyük alanına taşınan deniz
kumu içindeki fosiller Prof.Dr. Engin Meriç,
Prof.Dr. Niyazi Avşar ve Prof.Dr. Atike Nazik tarafından
tanımlanmıştır. Son yaşadığımız 24 Mayıs depreminden
önce Gökçeada dolayında farklı tarihlerde çok sayıda
deprem olduğu bilinmektedir. Tarihsel kayıtlarda
bazı depremlerin bilgileri yazılı belgelerde
mevcuttur. Fakat benim saptadığım ve 4700 yıl
öncesine ait bu depremin doğal olarak hiçbir kaydı
yoktur. Tek kayıt arkeolojik yerleşimlerde
gözlediğimiz jeolojik izlerdir. Gökçeada Kuzey
Anadolu fayının hemen yanı başında bulunmaktadır, bu
nedenle bölgede depremler olağan karşılanmalıdır."
 
 
 
Milliyet, 02.06.2014
|
KİTABINI YAZANDAN ANTİK TİYATRO UYARISI
İzmir’in Kadifekale sırtlarında, üzerindeki evler kamulaştırılıp yıkıldıktan sonra ortaya çıkmaya başlayan Antik Roma Tiyatrosu ile ilgili tarihi belgeleri Türkçe’ye çevirerek ‘Antik İzmir’in Sanat Mabedi İzmir Roma Tiyatrosu’ kitabını yazan İlhan Pınar, moloz kaldırma çalışmalarının devam ettiği tiyatro alanını gezdi. Pınar, bu işlerin arkeolog gözetiminde yapılması uyarısında bulundu.
Antik Roma Tiyatrosu’nun üzerindeki
kamulaştırılan binaların yıkımının ardından moloz
kaldırma çalışmalarının sürdüğü bölgeye giden yazar
İlhan Pınar, uyarılarda bulundu. Yazar İlhan Pınar’a
Kent tarini yazarı Orhan Beşikçi ile gazeteci
Abdülkadir Hazman da eşlik etti. Çalışmaların
mutlaka arkeolog gözetiminde yapılması, acilen
alanın çevresinin de tel örgüyle çevrilip güvenlik
altına alınması gerektiğini belirteren Pınar, şöyle
dedi:
“Tiyatronun bulunması tarihsel değer açısından
heyecan verici fakat alan manzarası açısından içler
acısı. Alanda yıkılan evlerin hafriyatını kaldırmak
için çalışan kepçeler aynı zamanda tiyatronun blok
duvarlarına zarar veriyor. Çevredeki, Roma dönemine
ait birçok taş ortalara atılmış durumda. Ayrıca
yıkıntı içinde yer alan, derin bir Roma kuyusunun
kapağı kırılıp, muhtemelen burada cihazla antik eser
veya hazine aranmış ve zarar verilmiş. Üstelik bu bu
bölgede yaşayan çocuklar için üzeri açık olan kuyu
tehlike yaratabilir.”
Mahalle sakinleri Antik Roma Tiyatrosu kitabının
yazarı İlhan Pınar’ın uyarılarını doğruladı. Tiyatro
yakınında oturanlar gece tanımadıkları kişileri
yıkıntılar arasında gördüklerini ve açık olan
kuyunun bulunduğu yıkık binanın içine girdiklerini,
uzun süre buradan kazma sesleri duyduklarını
anlattı. Mahalle sakinleri bu kişilerin kuyudan
heykel çıkardığı söylentilerinin de yayıldığını
belirtti.
Tiyatroda şu ana kadar molozların kaldırıldığı
bölgede sahne duvarları ve kulis giriş kapısı ortaya
çıkmış durumda. Belediye ekipleri alandaki molozları
temizleme gayreti içindeyken, diğer yandan buraya
torbalar dolusu moloz ve çöp döküldüğü de dikkat
çekiyor.
ANTİK TİYATRO
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kadifekale’deki
gecekondular arasına sıkışıp kalan 16 bin kişilik
Antik Roma Tiyatrosu’nu gün yüzüne çıkarabilmek için
kamulaştırılılan onlarca binanın yıkımını
gerçekleştirdi.
Proje kapsamında öncelikle, arkeolojik yüzey
araştırması yapılarak tiyatroya ve sur duvarlarına
ait antik arkeolojik mimari kalıntılar ile Antik
Tiyatro’nun gerçek yeri tam olarak tespit edildi.
İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu’na sunulan “Antik Tiyatro ve Kadifekale
1.derece arkeolojik sit alanının genişlemesi”
önerisi Kurul tarafından kabul edildi ve tiyatro ile
Kadifekale’nin 1. derece arkeolojik sit alanı
genişledi. Kadifekale’deki antik tiyatro ile ilgili
en ayrıntılı bilgi, 1917 – 1918 yıllarında Otto Berg
ve Otto Walter’ın araştırmalarında ve
araştırmalarına yönelik hazırladıkları plan ve
kesitlerde bulunuyor. 16 bin kişi kapasiteli olduğu
düşünülen tiyatronun kalıntılarının Roma dönemi
özellikleri taşıdığı biliniyor.
Eski kaynaklarda, Erken Hıristiyanlık yani Roma
İmparatorluğu’nun paganizm döneminde İzmirli St.
Polikarp’ın bu tiyatroda öldürüldüğü ve tiyatronun
tarihin trajik sahnelerine şahitlik ettiği öne
sürülüyor. Bölgenin temizlenmesinin ardından kazı
başlayacak ve İzmir kenti ve Körfezi’ne hakim bir
noktada 16 bin kişilik antik tiyatro yeniden ayağa
kaldırılacak. Antik tiyatro kültür sanat faliyetleri
ve konserlere ev sahipliği yapacak. Burası
Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun son
beş yılındaki en önemli projeleri arasında
bulunuyor.
haberler.com, 01.06.2014
|

|
PERİ BACALARI DEPOYA DÖNÜŞSÜN
İngiliz Guardian gazetesi Kapadokya'daki Peri Bacaları'nın meyve depolarına dönüşümünü ele aldı.
Haberde uzun bir terkedilmişlik dönemi yaşayan bölgenin değişimi anlatıldı. Habere göre yer altı mağaralarının sürekli 13 derecede kontrol altında olması binlerce ton meyve için ideal bir depolama alanı oluşturuyor.
Rüzgar ve yağmurun özenle oluşturduğu oyuklarda elma, lahana ve karnabahar dört hafta boyunca taze kalıyor. Boyları 10 metreyi bulun mağaralarda turunçgiller, armut ve patates ay boyunca taze kalıyor.
Ortahisar kasabasında bir mağarada, limonlar yaklaşık 6 ay kasalarda saklanıyor.
Sabah, 01.06.2014
|
MANYAS'TA ROMA DÖNEMİNE AİT 2 BİN YILLIK STEL ELE
GEÇİRİLDİ
Balıkesir’in Manyas
İlçesi'nde, jandarma
ekiplerinin yaptığı operasyonda bir evde bulunan ve
Roma dönemine ait olduğu belirlenen stel ele
geçirildi. Ele geçirilen 2 bin senelik olduğu
öğrenilen stel müzeye teslim edildi.
İlçe jandarma ekipleri, bir kişinin, evinde
bulundurduğu tarihi eseri satmaya çalıştığı
bilgisine ulaştı. İhbarı alan ekipler, söz konusu
eve operasyon düzenledi. Ev ve eklentilerinde
yapılan aramalarda, bahçede üzeri bezle örtülmüş
mermer taş bulundu. Yapılan inceleme sonunda 2 bin
yıllık olduğu belirlenen Roma dönemine ait stel
olduğu öğrenildi.
Bandırma Müze Müdürlüğü görevlilerinin
incelemesinde, 90 santimetre uzunluğa, 56 santimetre
genişliğe ve 16 santimetre kalınlığa sahip taşın,
Roma döneminden kaldığı ve yaklaşık 2 bin senelik
olduğu belirlendi. Kabartma resim ve Latince harfler
bulunan bu eserin bir mezar steli olduğu tespit
edildi. Jandarma tarafından gözaltına alınan zanlı,
sevk edildiği adliyede savcılıkça serbest bırakıldı.
Jandarma tarafından ele geçirilen stel ise müze
yetkililerine teslim edildi.
haberler.com, 30.05.2014
|
MERSİN'İN 'AYASOFYASI'NDA RESTORASYON
 

Mut İlçesi'nde bulunan ve UNESCO Dünya Mirası Geçici
Listesi'nde yer alan Alahan Manastırı restore
ediliyor.
İlçe merkezine yaklaşık 20 kilometrede, 440-442
yıllarında inşa edildiği tahmin edilen manastır,
biri yıkılmış iki kilise, kayalara oyulmuş keşiş
odaları ve mezarlardan oluşuyor. Göksu Vadisi'ne
hakim dik yamaçta inşa edilmiş yapı, erken Hristiyan
sanatı ve Bizans mimarisinin özelliğini taşıyor.
Ayakta kalan kilisesi, Ayasofya Müzesi ile benzer
mimari özellik taşıyan, taş işçiliği ve
süslemeleriyle öne çıkan manastır, özellikle yabancı
turistlerin ilgisini çekiyor.
Evliya Çelebi'nin, Seyahatnamesi'nde, ''Ustasının
elinden yeni çıkmış gibi duruyor'' sözleriyle
tanımladığı, Hristiyanlar için önemli merkez
konumundaki manastırın, restorasyon tamamlandığında
bölgede inanç ve kültür turizmine katkı sağlaması
hedefleniyor.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Bahaettin Kabahasanoğlu,
AA muhabirine, Alahan Manastırı'nın, Hristiyanlığın
ilk yıllarında kentte en önemli noktalardan biri
olduğunu söyledi.
Kabahasanoğlu, Hazreti İsa'nın havarilerinden
Tarsuslu St. Paul ile ilçede yaşamış, Hristiyanlığın
öncülerinden Barnabas ile önemi artan manastırın,
Hristiyanların "hacı" olduğu merkezler arasında yer
aldığını vurguladı.
Kabahasanoğlu, "Manastırda restorasyon çalışması
devam ediyor. Yıkılan bölümleri aslına uygun
onarıyoruz. Yapıyı harabe halinde korumak bile
önemli. İnsanlara bu zenginliği sunmak istiyoruz.
Manastır, restorasyon tamamlandığında hem inanç hem
de kültür turizmi yönüyle daha çok turist çekecek"
dedi.
Alahan Manastırı
 
 
 
 

Toros Dağları eteğinde, bin 200 metre rakımda
bulunan Göksu Vadisi'ne hakim tepedeki Alahan
Manastırı'nın duvarlarında, St. Paul, St. Pierre
resimlerinden başka Cebrail ve Mikail'i simgeleyen
kanatlı melekler, kükreyen aslan, kartal ve öküz
sembolleri, İncil'de geçen olaylardan tasvirler,
üzüm salkımları, asma yaprakları ve balık motifleri
yer alıyor. Manastırın doğusunda bulunan ve kesme
taştan inşa edilen, kabartmalarla süslenen kilise,
mimari yönden Ayasofya Müzesi'ni andırıyor.
Yapıda, dinsel törenlerin düzenlendiği üstü kapalı,
dar ve uzun geçit, kemerli ve sütunlu galeride
vaftizhane, haç şeklinde havuz ve kaya mezarlar
bulunuyor.
Sabah, 29.05.2014
|
TOPKAPI SARAYI MÜZESİ
YILLIĞI 22 SENE SONRA ÇIKTI

Topkapı Sarayı’nda 22
yıldır çıkarılmayan müze yıllığı yeniden çıkarıldı.
İlk kez 1986 yılında
Topkapı Sarayı Müzesi ve İstanbul Topkapı Sarayını
Sevenler Derneği tarafından çıkartılan Topkapı
Sarayı Müzesi Yıllığı, beş sayı yayınlandıktan sonra
çeşitli sebeplerle 1992 yılından bugüne dek
çıkarılamadı.
Müzecilik
faaliyetlerinin, kültürel etkinliklerin, önemli
restorasyon ve projelerin kayda geçirildiği ve
Topkapı Sarayı Müzesi’nin tarihinde önemli bir
geçmişi olan bu yayının yeniden çıkarılması,
özellikle yayınlanamadığı 22 yıla ışık tutması
bakımından büyük önem taşıyor.
Gelenekselliği korumak
adına yıllığın çalışma ekibi altıncı sayının önceki
yıllıklarla aynı boyut ve mahiyette olmasına büyük
özen gösterildi. Bu sayının bir de ayrı sorumluluğu
var. Altıncı sayı; 2013 yılı faaliyetlerinin yanı
sıra yayın yapılamayan yıllarda Topkapı Sarayı’nın
geçirdiği tüm önemli restorasyonlar ve projeler, ev
sahibi olunan ulusal-uluslararası sergiler, kültürel
etkinlikler ve Topkapı Sarayı’nın müzecilik alanında
geldiği yeri tüm ayrıntıları ile yansıtıyor.
Yıllıkta, yayınlanmadığı
dönemleri tüm detayı ile anlatan “Topkapı Sarayı
Müzesi ve Yıllığı” başlıklı bir makale ve 22 yıl
aradan sonra yeniden ‘merhaba’ demenin onuruna 22
yazardan makaleler yer alıyor.
‘Topkapı Sarayı Müzesi
Yıllık- 6’nın ön sözünde ise “Topkapı Sarayı Müzesi
sahip olduğu en önemli somut kültürel mirası olan
saray mimarisi ve objelerini korumaya ve sergilemeye
çabaladığı gibi saray dönemine ait somut olmayan
kültürel mirası da yaşatmaya önem atfetmektedir.”
diyen Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in imzası
bulunuyor.
Yıllığı, tüm kültür
kurumları Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğünden
ücretsiz olarak temin edebilecekler.
Turizm Habercisi,
29.05.2014
|

|
TARİHİ ALANLAR İLGİ BEKLİYOR
Gercüş İlçesi'ne bağlı Delefer mıntıkasında bulunan tarihi yapılar ilgi bekliyor.
Asuri mezarlıkları ve ibadethanelerin olduğu bölgede tüm mezarlar yıllar önce yerle bir edilirken, eski kilise kalıntılarının halen günümüze ulaştığı belirtildi.
Hayvan besicilerinin barınak olarak kullandığı eski Asuri Delefer Kilisesi'nin halen günümüze ulaştığı kalıntılarının korunmasını isteyen vatandaşlar, bölgede Delefer, Derasor gibi tarihi alanların tescillenip değerlendirilmesi gerektiğini belirttiler.
Batman Gazetesi, 27.05.2014
|