Haberler logo Haziran '14 Arşivi

29 Haziran - 5 Temmuz 2014

SPORDA 2300 YILLIK ŞİKENİN BELGESİ

 

 

Romalılar'a ait bir sözleşmede yazılanları çeviren araştırmacılar şikenin belgesini buldu. Bir güreş müsabakasında iki sporcu para karşılığında maçın sonucunu tayin etmek için anlaşmıştı.

 

ABD'deki Smithsonian Araştırma Enstitüsü spor tarihindeki ilk şikelerden birinin belgesini yayımladı. Oxford Üniversitesi'nde saklanan MÖ 267 tarihli belge Romalılara ait. Papirüse yazılan belge dönemin Roma İmparatoru Gallienus'un Nil kıyısındaki Antinoopolis kentinde düzenlenen spor turnuvası sırasında yazılmış. İngiltere'nin başkenti Londra'daki King's College'den Dominic Rathbone'un çevirdiği belgeye göre Nicantinous ve Demetrius adındaki iki güreşçi şikenin belgesi olarak nitelendirilebilecek bir sözleşmeyi imzalamış. Buna göre Demetrius 3 kez yere düşerek tuş olacak. Bunun karşılığında 3 bin 800 drahmi alacak. Sözleşme için bulunan iki şahidin ismi de belgeye yazılmış. 3 bin 800 drahmi o dönem sadece bir eşek satın almaya yetiyor.

'GEREĞİNİ YAPMAZSA CEZA ÖDEYECEK'
Kahire'deki Oxyrhynchus antik kentinde 1903'te yapılan kazılarda bulunan bu belgede Demetrius'un oyunlarda sözleşmede yazıldığı gibi şike kurallarına uymaması durumunda anında 18 bin drahmiyi sözleşmedeki diğer tarafa vermekle yükümlü olduğu belirtiliyor. Uzmanlar bazı eski Yunan anılarında da şikeden bahsedildiğini söylüyor.

Sabah, 04.07.2014

"TARİHİ ÖRTÜP İNŞAAT YAPTILAR" DİYEN AKADEMİSYENE HAPİS İSTENDİ

 

30 Mart yerel seçimlerinde Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı kazanan MHP 'li Burhanettin Kocamaz'ın önceki dönemde başkanlık yaptığı Tarsus'taki uygulamalarını eleştiren Mersin Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Yardımcı Doç.Dr. Ali Ekber Doğan hakkında 1 ila 2 yıl arası hapis cezası talebiyle dava açıldı. 

Mersin İmece gazetesinde 3 Nisan tarihinde yayınlanan röportajda seçim sonuçları ve siyasi partilerin durumlarına ilişkin soruları yanıtlayan Doğan'ın kendisi hakkındaki değerlendirmelerini 'hakaret' kabul ederek şikayette bulunan Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz'ın talebi savcılık tarafından kabul edildi. İlk duruşması 16 Eylül'de Mersin 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülecek davaya konu olan 'İkili dil kazandırdı' başlıklı röportajdaki açıklamalar ise şöyle:

- (Doğan) Kocamaz’ın 20 yıldır yönettiği Tarsus’ta sosyal yaşamın bitme noktasına geldiğine, Tarsus’un bir Orta Anadolu kasabasına dönüştüğüne de işaret etti.

- ...binlerce yıllık kadim uygarlıklar şehri Tarsus bir Orta Anadolu kasabası haline geldi. Şehir merkezinin neredeyse tamamında her inşaat kepçesiyle Roma kalıntıları fışkırırken, belediye bir şekilde bunun üstünü örtmeye çalışarak, inşaatların önündeki bu türden engelleri kaldırdı. 

- Ramazan’da gündüz saatlerinde açık cafe-lokanta bulunmaması, kızlı-erkekli arkadaşlık ve ilişkilerin mahalle baskısına maruz bırakılması, merkezde kadınlarla erkeklerin rahatça-fahiş fiyat ödemeden gideceği içkili yerlerin bulunmaması kadim uygarlıklar şehri Tarsus’un yaşadığı taşralılaşma, kasabalaşma sürecinin göstergeleridir.

- ...bu kısır, sosyal hayatı sınırlanmış, farklı kimliklerin kendisini sosyal-kamusal alanlarda rahatça ifade edemediği, muhafazakar aile dışındaki sosyal-kişisel ilişki biçimlerinin cendereye alındığı muhafazakar bir taşra yaşamının Mersin’in sosyo-kültürel gelişkinliği ve zenginliğine aykırı olduğu, dış ticarete dayalı ekonomik yaşamına dinamizmini veren çok kimlikli-kültürlü sermaye bileşimine zarar vereceği, bu ekonomik altyapının gerektirdiği nitelikli insan malzemesini elinde tutmasını oldukça güçleştireceği öngörülebilir. 

- Belediyeyi kazanmanın rüzgarıyla ülkücülerin, Tarsus’taki taşra muhafazakarlığına benzer bir yaşam tarzını Mersin’e kabul ettirmeye çalışacağını veya parklardan sokaklara, kampüslere sosyal-kamusal alanlarda kendisinden farklı solculara, Kürt’lere, Arap Alevilerine, üniversite öğrencilerine, aydınlara, sendikacılara, hak mücadelesi yürütenlere, kadınlara, LGBT-İ’lere fiziki veya psikolojik baskılar yapacağı, varoluş alanlarını sınırlandırmaya çalışacakları öngörülebilir.

'BELEDİYE BAŞKANI KAMU GÖREVLİSİ DEĞİLDİR'
Yrd. Doç.Dr. Ali Ekber Doğan master ve doktorasını kent kültürü, tarihi ve yerel yönetimler üzerine yapmış bir uzman. Bu çalışmaları "Birikimin Hamalları" (Mersin'de 1990'lı yıllarda belediyecilik deneyimleri) ve "Eğreti Kamusallık - Kayseri Örneğinde İslami Belediyecilik" isimleriyle kitap olarak da yayınlanan Doğan, davayı Radikal'e değerlendirdi. Doğan, "Mahkemenin bu davayı nasıl kabul ettiğini anlayamıyorum. Her şeyden önce kamu görevlisine hakaret iddiası var ancak belediye başkanı kamu görevlisi değil seçilmiş kişidir. Ayrıca YÖK ya da üniversite üzerinden bir soruşturma olmadan veya röportajı yayınlayan gazeteye hiçbir suçlama yöneltilmeden doğrudan şahsıma dava açılması da ilginç. Ancak hukukla ilgili arkadaşlarım, 'böyle bir dava açıldıysa ceza da verilebilir sen iyi bir avukat bul' dediler. Sonucu ben de merak ediyorum" dedi. 

Radikal, Haber: Barış Avşar, 03.07.2014

MESUDİYE'DE 2 BİN YILLIK YAZITLAR TAHRİP EDİLDİ

 

 

Ordu'nun Mesudiye İlçesi'nde birinci derece arkeolojik sit alanı ilan edilen, kaya yazıtları ve resimlerin bulunduğu yerleşim yeri, definecilerin hedefi haline geldi. İlçe Kaymakamı Lütfullah Ün, "Ne yazık ki 2 bin yıllık yazıtlar tahrip edilmiş. Yazıtların bulunduğu kayalıkların korunması için jandarma kontrollerini artırdı" dedi.

 

Mesudiye ilçe merkezine 15 kilometre mesafede Esatlı Köyü sınırları içerisinde yer alan üzerinde sembol, motif, figürler bulunan 2 bin yıllık yazıtlar kaçak define avcıları tarafından tahrip edildi. Esatlı Köyü'nü ziyaret ederek yazıtları yerinde inceleyen Mesudiye İlçe Kaymakamı Lütfullah Ün, gördüğü manzara karşısında şaşkına döndü. Yazıtların bulunduğu kayaların kaçak define avcıları tarafından tahrip edildiğini belirten Kaymakam Ün, "Daha önce yapılan arkeolog araştırmalarına göre buradaki yazıtların 2 bin yıllık geçmişi olduğunu biliyoruz. Ancak bu yazıtlar zaman içinde tahribata uğramış. Gördüğüm tablo çok üzüntü verici. Definecilerin tahribatıyla ilgili durumu Müze Müdürlüğü'ne bildirdik. Arkeologlar orada inceleme yaptı, tespitte bulundu" dedi.

 

Yazıtların korunması için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yazışma halinde olduklarını, jandarmanın da kaçak define avcılarına karşı bölgede denetimlerini sıklaştırdığını vurgulayan Kaymakam Lütfullah Ün, "Yazıtların bulunduğu kayalıkları kapsayan yaklaşık 5 dönümlük alan Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararıyla 4 yıl önce birinci derece arkeolojik sit alanı ilan edildi. Jandarma bölgedeki denetim ve kontrollerini artırmış durumda. Burayı koruma altında tutarak kültürümüzü korumaya çalışacağız" dedi.

 

Kaymakam Lütfullah Ün, yazıtların bulunduğu kayalıkların turizme kazandırılması için de İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün çalışma yürüttüğünü söyledi.

Haber 3, 03.07.2014

ANKARA'DA HİTİT KALINTILARI YOK OLUYOR

 

Çocuk ve Mimarlık çalışmaları kapsamında çocuklarla birlikte Gavurkale'yi ziyaret eden Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Kültür Bakanlığı'nı göreve çağırdı.Mimarlar, "Haymana yolu 60.km'de Dereköy'de bulunan Hititler'e ait, kale ve rölyeflerden oluşan kalıntılar giderek yok oluyor ve saldırıya uğruyor , ülkemizdeki değerlerin kıymeti bilinmiyor" dedi.

 

 

Gavurkale’nin korumasız bırakıldığını söyleyen Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı  Tezcan Karakuş Candan "Gavurkale'deki ilk kazılar Atatürk'ün isteğiyle, Arkeolog Hans Von der Osten tarafından yapıldı. O yıllardaki eserler giderek yok oluyor. Bir tanrıça ve iki tanrıdan oluşan kaya rölyefinin;  anne, baba ve oğlu üçlemesi olduğuna inanılıyor. Kalıntıları gördüğünüzde böylesine önemli bir değerin, başıboş bırakılmasının üzüntü verici olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Kabartmaların bir bölümü kırılmış durumda. Kültür Bakanlığı 2012 yılında yatırım programına almış ama herhangi bir yatırım ve koruma  henüz yok. Kültür Bakanlığı yetkililerini Hitit tanrılarını ve kalesini korumaya ve gerçek görevlerini yapmaya çağırıyoruz" şeklinde konuştu.

Yapı, 03.07.2014

2 BİN 538 YILLIK SIR ÇÖZÜLDÜ

 

Hollanda'daki Leiden Üniversitesi araştırmacıları, MÖ 524'te ortadan yok olan Pers ordusunun gizemini, yeni bulunan hiyeroglif yazıların analizi sayesinde çözdü.

İran İmparatoru II. Cambyses'in Mısır'a gönderdiği 50 bin kişilik ordunun, bir kum fırtınası tarafından yutulduğuna inanılıyordu.

Ancak Hollandalı bilim insanları, ordunun kum fırtına uğramadığını ve yok olmadığını; Mısır Hükümdarı III. Petubastis'in ordusu tarafından yenilgiye uğratıldığını ve hepsinin öldürüldüğünü ortaya çıkardı.

Sabah, 03.07.2014

700 YILLIK DARPHANE DARP EDİLDİ

 

     

 

Saruhanoğulları döneminde yaptırılan ve Anadolu Türk Mimarisi’nde benzer bir örneği daha bulunmayan yaklaşık 700 yıllık darphane binası, evsiz barksızların mekanı haline geldi. 700 yıllık tarihi binanın evsiz barksızların mekanı haline gelmesi çevre sakinlerinin de tepkisini çekiyor.
İshak Çelebi Mahallesi’nde bulunan ve Ulu Cami’nin hemen yanı başında bulunan darphane binası Saruhanoğlulları tarafından yaptırılan ve günümüze kadar ulaşan ender eserlerden birisi olarak dikkat çekiyor. Yıllarca virane halde kalan ve daha sonra restorasyonu yapılan tarihi bina bu sefer de sahip çıkılmadığı için evsiz barksızların mekanı haline geldi.






Spil Dağı’nın kuzey eteklerinde, Ulu Camii’nin batısında yer alan kare planlı, iki katlı, üzeri kubbe ile örtülü olan bina kesme ve moloz taştan yapılmış. Alt katı sivri tonozlarla örtülü yan yana iki mekan halinde düzenlenmiş olan binanın üst katın ön cephesinde sivri kemerli sağır nişler içine yerleştirilmiş pencere bulunmakta. Binanın niteliği ile ilgili kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Saruhanoğulları’ndan İlyas Bey’e ait 1362 tarihli bir sikkeyle birlikte bulunan bir miktar sikke sebebiyle bina “Darphane” olarak adlandırılıyor.






Benzer bir örneği ile karşılaşılmayan darphane binası, plan türü bakımından bilinen ilk ve türünün tek örneği olması açısından da Türk mimarlık tarihi açısından büyük önem taşıyor.
Restore edildikten sonra adeta kaderine terk edilen darphane binasının çevresinde oturan vatandaşlar ise binaya tanımadıkları kişilerin girip çıktığını içine yorgan döşek atarak burada kalmaya başladıklarını söyleyerek, duruma bir çözüm bulunmasını istediler. Tarihi binanın değerine yakışır bir şekilde yeniden kullanılmasını isteyen vatandaşlar yetkililerin bu konuda daha duyarlı olmalarını istediler.

Milliyet, 03.07.2014

İNGİLTERE'DE
100'DEN FAZLA DİNOZOR
YAŞAMIŞ

 

Manchester Üniversitesi'nde görev yapan İngiliz paleontolog Dean Lomax, başta Avrupa tarihindeki en büyük dinozorlar olan "stegosaurus, ankylosaurs ve dev sauropod"lar olmak üzere 100'den fazla dinozor türünün İngiltere topraklarında yaşam sürmüş olduğunu ortaya çıkardı.

Dinozor çağı tarihi konusunda İngiltere'ye haksızlık edildiğini söyleyen Lomax, 1 metreden uzun kafatasları ve avcılıkları ile tanınan tyrannosaurus türünün en az 3 örneğinin bu bölgede yaşadığına dair kanıtlara rastladığını açıkladı.

Sabah, 03.07.2014

HASANPAŞA GAZHANESİ'NİN KADERİ ÇİZİLİYOR

 

Kapatıldığı 1993 yılından bu yana ‘kültür merkezi’ olması için mücadele verilen Hasanpaşa Gazhanesi sonunda restore ediliyor. Projenin müellifi Mimar Gülsün Tanyeli, “Yapılar 21 yılda oldukça yıprandı, daha fazla tükenmeden koruma altına alınmalı” dedi

 

 

İstanbul’da gaz ihtiyacını karşılamak için Kadıköy’de 1800’lü yılların sonlarında inşa edilen Hasanpaşa Gazhanesi’nin kültür merkezi olması için restorasyon çalışmaları başladı. Kentin en eski endüstriyel yapılarından biri olan Gazhane, kapatıldığı 1993 yılından bu yana kaderine terk edilerek harabeye döndü. İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından hazırlanıp 2001’de 2 No’lu Koruma Kurulu tarafından onaylanan restorasyon projesi yıllarca hayata geçirilemedi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Hasanpaşa Gazhanesi’nin uygulama projesi için ihale açarak projenin uygulanmasına hizmet alımı yöntemiyle üniversiteden bağımsız olarak başladı. Koruma Kurulu tarafından onaylanan projenin müellifi İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden Yrd. Doç.Dr. Gülsün Tanyeli, “Belediye, uygulama projesini bizim dışımızda bir hizmet alımıyla çözümleme yoluna gitti. Biz kendi açımızdan değil, yapıların daha uzun süre yıpranmaması için proje müellifi olarak bu duruma karşı çıkmadık. Yeter ki o varlık tükenmeden korunabilsin. Uygulama projesi bizim onaylanmış projemize farklılık getiren bir yaklaşım içermiyor ” dedi.

AYAKTA KALAN TEK GAZHANE
Gazhane’nin kapatılmasından bu yana geçen 21 yılda yapıların yıprandığını belirten Tanyeli, “Yapılar bu süreçte restore edilmeyip kullanılmayınca, dış etkenler yapılardaki problemleri fazlalaştırdı. Bu durum restorasyon müdahalelerinin oranını değiştiriyor. İstanbul’da 5 tane gazhane var. O gazhanelerin bugün bazıları tamamen ortadan silindi. Dolmabahçe’deki gazhanenin sadece bir tane gazometresi kaldı. Yedikule Gazhanesi’nin bazı binaları ayakta ama parça parça satıldı. Hasanpaşa Gazhanesi ise İstanbul’daki gazhaneler arasında en iyi durumda olan endüstri mirası” diye konuştu.


Hasanpaşa Gazhanesi’nde yaklaşık 33 dönümlük arazide korunması gereken kültür varlığı olarak tescilli 20 adet yapı bulunuyor. Projede sanayi yapıları enstitüsü, enerji müzeleri, atölyeler, sergi salonları, sinema, çocuk bilgilendirme evi yer alıyor. Hasanpaşa Gazhanesi’nin kültür merkezine dönüştürülmesi, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın da en iddialı projelerinden biriydi, ancak uygulanamamıştı.

 

***

 

Hurdalık, kömür deposu, otobüs garajı...

Hasanpaşa’da işletme imtiyazı 1891’de 50 yıllığına Parisli sanayici Charles George’a verilen gazhane, 1892 yılında hizmet vermeye başladı. Gazhaneye 1960’lara kadar kapasite artışıyla birlikte parça parça yapılar eklendi. 1993 yılında üretime son veren gazhane, üretimin durmasıyla kaderine terk edildi. Gazometreleri söküldü, zaman içinde hurdalık, kömür deposu, otobüs garajı, İETT deposu olarak kullanıldı. Gazhane yapıları kalan parçaları da sökülmeden 1994 yılında sit alanı ilan edildi. 1998 yılında kurulan Gazhane Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi yıllarca Hasanpaşa Gazhanesi’nin korunması için mücadele verdi.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 03.07.2014

KASTABALA'DA KAZILAR BAŞLIYOR

 

Osmaniye ilinin 12 km kuzey-kuzeybatısında, Cevdetiye-Karatepe yolu üzerinde, Kesmeburun, Bahçe ve Kazmaca köylerinin ortasında, Ceyhan nehrinin yakınlarında küçük bir ovaya hakim kaya çıkıntısı üzerinde yükselen Ortaçağ kalesi çevresinde gelişen Kastabala antik kentinde 2014 yılı arkeolojik kazı ve araştırma çalışmaları başlayacak.

Bakanlar Kurulu Kararlı izniyle ilk kez Prof.Dr. Turgut Hacı Zeyrek başkanlığında 2009 yılında başlatılan arkeolojik kazı, sondaj ve araştırmalar için 2014 yılında öngörülen çalışmalar yine Prof.Dr. Turgut Hacı Zeyrek başkanlığında 01 Temmuz–30 Eylül 2014 tarihleri arasında gerçekleştirilecek.

Kastabala’da günümüze ulaşan mevcut yapı kalıntılarının temizlenmesi, kültürel mirasımızın korunması, arkeolojik ve doğal bir park olarak düzenlenmesi, gelecek nesillere bırakılması, gerektiğini belirten Prof. Zeyrek, "Ülke turizmine kazandırılması, bölgenin ekonomik ve sosyal kalkınmasına katkıda bulunulması amacıyla başlatıldığını bilimsel çalışmalar tarafımızdan çok yönlü ve kapsamlı projelendirilmiştir ve faaliyetlerimiz planına ve takvimine uygun biçimde sürdürülmektedir. Arkeolojik kazı ve araştırmaların doğal hedefi kültürel mirasın açığa çıkarılarak, doğru bilimsel yöntemlerle kalıntı, bulgu ve buluntuları belgelemektir. Bu gerçeklikten hareketle Kastabala antik kenti arkeolojik kazılarının hedef aldığı tek bir kesim ya da taraf bulunmamaktadır. Kastabala ’da gerçekleştirilen bilimsel arkeolojik kazı çalışmaları verilerinden arkeoloji bilimi dünyasından araştırmacılar faydalanmaktadır. Arkeoloji öğrencilerimiz yıl boyu edindikleri teorik bilgileri uygulama imkanı elde etmektedir. 2009 yılından bu güne kadar yöre halkından istidam imkanı verdiğimiz onlarca insan burada sürdürülen çalışmalarımızda görev almış, emeğine karşılık ödediğimiz parayla ailelerin geçimine katkıda bulunulmuştur. Osmaniye esnafı da kazı ve araştırma çalışmalarımız ile bağlantılı hizmet alımlarımızdan kazanç elde etmiştir. Ulusal ve uluslararası bilimsel toplantılarda bilimsel sunumlarımızla Kastabala ve dolayısıyla Osmaniye’nin tanıtımına katkıda bulunulmuştur. Kazı ve araştırma buluntularımız arkeoloji bölümü öğrencilerinin bilimsel araştırma konu malzemesi olarak sunulmuştur.” dedi.

Arkeolojik çalışmaların yavaş ilerlediğini ve özverili çalışma gerektirdiğinin belirten Prof.Dr. Zeyrek önceki yıllarda karşılaştığımız olumsuzluklar ve bununla bağlantılı olarak çalışmalarımızın öngörülen programımıza uygun biçimde gerçekleştirilememesi bizim bu özverimizi ve hizmet azmimizi etkilememiştir. Zorlu, mütevazı bir atmosferde büyük bir zevkle çalışmalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz.” dedi.

Bugün, 02.07.2014

MİNİKLER, SHELL'İN KATKILARIYLA TARİHE VE KÜLTÜRE SAHİP ÇIKIYOR

 

 

Kazı çalışmaları kapsamında Shell’in katkılarıyla 2003 yılından itibaren ilköğretim öğrencilerine yönelik “Arkeoloji Yaz Atölyesi” programı düzenleniyor.

 

Anadolu’nun en eski yerleşim bölgesi olarak bilinen Çatalhöyük’teki arkeolojik kazılara, Türkiye’nin doğal ve kültürel mirasına karşı sahip olduğu duyarlılıkla 18 yıldır destek veren Shell, Stanford Üniversitesi’nin yürüttüğü Araştırma Projesi’ne bu yıl da katkıda bulunacak.

 

Öğrencileri 9 bin yıllık Çatalhöyük tarihi ile tanıştırmak için bu yıl 28 Haziran’da başlayan program, 7 Ağustos’a kadar sürecek. Türkiye’nin dört bir yanından gelen 9 yaş ve üzeri öğrenciler, atölye çalışmalarına ücretsiz olarak katılabiliyor. Haftanın 6 günü açık olan ve 10:00 – 15:00 saatleri arasında yürütülen Çatalhöyük Arkeoloji Atölyesi’ne konuklar, rezervasyon ile kabul ediliyor.

 

Dünyanın en büyük arkeolojik çalışmaları arasında yer alan ve 2012 yılında UNESCO tarafından “Dünya Mirası” listesine dahil edilen Çatalhöyük Neolitik Çağ Yerleşmesindeki Arkeoloji Yaz Atölyesi etkinliğiyle, çocuklara ‘kültürel mirasın koruyucusu olma’ kavramı öğretiliyor. Bugüne dek 5000′i aşkın öğrencinin ücretsiz olarak katıldığı atölye çalışmalarında tarih bilincinin genç nesillere en sağlıklı şekliyle aktarılması hedeflenirken; çalışma sonunda öğrencilere ‘kültürel emanetlerin koruyucusu’ sertifikası da veriliyor.

haberler.com, 02.07.2014

TRİPOLİS'İN 1800 YILLIK RESİMLERİ

 

 

Buldan’ın Yenicekent mahallesinde kazıları süren Tripolis antik kentinde kazılar yine başladı. Kazılarda bulunan ve bölgede sergilenen, bir lokantanın duvarına işlenmiş, keklik, nar ve mısır gibi bereketi anlatan resimler görenleri hayran bıraktı.

 

Buldan’daki Tripolis antik kenti kazılarında günümüze kadar çok iyi korunan 1800 yıllık freskler (duvar resimleri) bulundu ve sergilenmeye başlandı.

 

Tarihi 6 bin öncesine dayanan ve Helenistik dönemde Frigya, Karya ve Lidya üçgeninin kesişim noktasında bulunan, Bergama Krallığı’ndan sonra Roma İmparatorluğu’na bağlanan Tripolis’deki arkeolojik kazılar, Pamukkale Üniversitesi tarafından sürdürülüyor. Kazılarda Roma dönemine ait, yaklaşık 1800 yıllık duvar süslemeleri bulundu.

 

Tripolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman, “Roma dönemindeki yapıların duvarlarında freskler olduğunu yazılı kaynaklardan biliyoruz. Tripoliste bulduğumuz örnekler de böyle… Romalı usta, önce bir çerçeve yapmış, ardından da bazılarına hayvanlar, bazılarına da meyve ve sebzeler çizmiş. Her bir çerçeve içerisinde bir figür olmak üzere panolar içerisinde serçe, nar, sülün betimlemesi bulunuyor. Güvercin betimlemesi, papağan betimlemesi, kınalı keklik dediğimiz Anadolu’ya has keklik betimlemesi var” dedi.

 

Duman, resimlerin lokanta ya da yiyecek satılan bir dükkanın duvarlarına çizilmiş olabileceğini söylerken, buluntuların birebir görülemediğini ancak çekilen resimlerin Tripolis antik kentindeki sergileme alanında ziyaretçilere açık olduğunu belirtti.

Denizli Haber, Haber: Hüseyin Özgenç, 02.07.2014

ANTİK KENTLER TURİZMİ CANLANDIRIYOR

 

 

Antalya ve Muğla'da bulunan 17  antik kent, Türkiye'nin tanıtımına ve turizmine katkı sağlıyor. 

 

Anadolu'nun tarih boyunca kültür, sanat, mimari ve mitolojinin beşiği  olan Antalya, Toroslar'ın gölgesinde konumlanmış doğası, 630 kilometreyi bulan  sahil şeridiyle sadece Türkiye'nin değil, dünyanın önemli turizm merkezleri  arasında yer alıyor. 

 

Sahili, denizi, kumu, şelaleleri ve ormanlarıyla ziyarete gelen  herkesi kendine hayran bırakan Antalya, tarihe tanıklık etmiş antik kentleriyle  de yerli ve yabancı turistlerden yoğun ilgi görüyor. 

 

Antalya'da amfi tiyatrosuyla meşhur Aspendos, Köprüçayı'nın dağlık  bölgesinden düzlüğe ulaştığı yerde MÖ 10. yüzyılda Akalar tarafından kuruldu. MS  2. yüzyılda Romalılar tarafından inşa edilen tiyatro, günümüzde konserler ve  etkinlikler için kullanılıyor. 

 

Antalya'nın 18 kilometre doğusunda, Aksu İlçesi sınırları içinde  bulunan, bir zamanlar Pamfilya Bölgesi'ne başkentlik yapmış Perge antik kentinin  ise Tunç Çağı döneminde kurulduğu tahmin ediliyor. 

 

Phaselis antik kenti, uzun yıllar Likya'nın doğu kıyısının en önemli  liman merkezi olarak hizmet verdi. Kentin ortasında bulunan 20-24 metre  genişliğindeki caddede turistler hem geziyor hem de alışveriş yapıyor. 

 

Likya ve Roma dönemlerinde kullanılmış Myra antik kenti ise kaya  mezarları ve tiyatrosuyla ziyaretçi akınına uğruyor. 

 

Kaş - Finike arasında yer alan Likya kenti Simena, pek çok tarihi  olaylar ve savaşlar geçirmiş Xanthos, İskender'in kuşattığı kentler arasında yer  aldığı bilinen Patara, deniz seviyesinden ortalama bin 150 metre yükseklikte  kurulmuş Termessos, Antalya'nın güneyinde Likyalıların ikinci önemli limanı  Olympos, Finike-Elmalı karayolu üzerindeki Arykanda antik kentleri de yerli ve  yabancı turistlere yaz kış hizmet ediyor. 

 

421 bin 165 kişi ziyaret etti 

Geçen yıl 11 milyon yabancı turisti ağırlayan Antalya'da, antik  kentler yılın ilk beş ayında 421 bin 165 ziyaretçiyi ağırladı. Antik kentler  arasında 131 bin 327 kişiyle Myra birinci olurken, 92 bin 384 kişiyle Perge  ikinci, 61 bin 478 kişiyle Aspendos üçüncü oldu. 

 

Muğla'ya 562 bin 880 turist geldi 

Türkiye'nin bin 484 kilometre ile en uzun kıyı şeridine sahip Muğla ve  ilçelerinde 6 antik kent bulunuyor. 

 

Datça İlçesi'nde bulunan Knidos antik kentinde tarihin ünlü matematik  bilimcisi Eudoksus, doktor Euryphon, ünlü ressam Polygnotos ve dünyanın yedi  harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri'nin mimarı Sostratos'un yaşadığı  biliniyor. 

 

Ula İlçesi sınırlarında bulunan Kyllandos antik kentinde ise bir  tapınağın kalıntıları, birkaç sarnıç ve surların kalıntıları yer alıyor. 

 

Marmaris yakınlarındaki Amos, Fethiye'deki ilk yerleşim bölgesi olan  Telmessos ve Fethiye'nin Arsa Köyü yakınlarındaki Arsada, Likya'nın en önemli  yerleşimlerinden biri olan Tlos antik kentleri de Türkiye'nin tanıtımına hizmet  ediyor. 

 

Muğla'ya bu yılın ilk 5 ayında hava ve deniz yoluyla 562 bin 880  turist geldi. 

Milliyet, 02.07.2014

KURUL'UN KORUMADIĞINI MAHKEME KORUDU

 

 

8. İdare Mahkemesi Atatürk Orman Çiftliği alanında, Koruma Kurulu’nun korumama kararını iptal etti. Davayı açan Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Candan, “Koruma noktasında çekimser davranan Koruma Kurulları hukuk mücadelemizle mahkeme kararı ile koruyacak gibi görünüyor” dedi.

 

Mimarlar Odası Ankara Şubesi Koruma Kurulu kararının iptali için açtığı davayı kazandı. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan “Oda olarak açtığımız davayla 8.idare mahkemesi Koruma Kurulu’nun kararını iptal etti. Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) alanlarının korunmasına yönelik mücadelemizi inatla sürdürüyoruz” dedi. AOÇ Bira fabrikası yerleşkesinde Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin Koruma Kurulu’na yaptığı tescil başvurusunda yapıların bir kısmı tescil edilmemişti.

 

Tescil edilmeyen yapılar arasında, TBMM sosyal tesisinin yapılacağı alanda bulunan işçi memur konutları ve işçi memur lokantası bulunuyor. TBMM’nin de müdahil olduğu davadan iptal kararı çıktığını açıklayan Candan “Koruma noktasında çekimser davranan Koruma Kurulları hukuk mücadelemizle mahkeme kararı ile koruyacak gibi görünüyor. İşçi ve Memur Lojmanlarının yıkımına yönelik, karar veren, uygulayan ve her aşamasında sorumluluğu olan herkesle ilgili suç duyurusunda bulunacağız. Atatürk Orman Çiftliği içinde bulunan memur ve işçi konutları ile Bira Fabrikası güneyinde bulunan işçi memur lokantasının, koruma kurulu tarafından tescil edilmemesine yönelik, açtığımız davaya Türkiye Büyük Millet Meclisi de müdahil olmuştu. Dava aşamasında iken işçi memur lokantası yıkıldı. Bilirkişi keşfinden sonra mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Bu iptal kararı ile AOÇ’de TBMM sosyal tesisleri artık o alanda yapılamayacak. Atatürk Orman Çiftliği mücadelemiz hukuksal kazanımlarla devam ediyor. Anayasa Mahkemesi'nin artık AOÇ'de ki hukuksuzluğu durdurmasını bekliyoruz" dedi.

 

Mahkeme: Hukuka uygun değil
Söz konusu yapılar ve alanla ilgili 8.idare mahkemesi kararında şu ifadelere yer verildi:

“Sit alanı içinde bulunan taşınmaz kültür varlıkları olarak, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminde, Birinci İktisat Kongresi sonrasında, Başkent için öngörülen tarım ve sanayi hamlesinin fiziki belgeleri olarak, yukarıdaki tanımlara doğrudan uyduğu ve 2863 sayılı Yasa kapsamında bulunduğu, her iki yapı grubunun da, döneminde oluşturulan tarım ve sanayi hamlesi ve beraberinde toplumsal yaşam düzeni ve standartları için devlet tarafından planlanmış sistemin örnek bir temsili ve yerleşime yansıyan belgesinin ayrılmaz parçaları olduğu, dolayısıyla bu yerleşim ve yapılar grubunun değerlerinin mimarlık, sanat tarihi ve toplumsal tarih ölçütleriyle birlikte ele alınması gerektiği, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminde önemli yeri olan Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) kuruluşunun mekansal birlikteliği ve peyzaj bütünlüğünün, alan bütünlüğünün korunmasının şart olduğu, bu alanın içinde daha öncesinde alınan haklı kararlarla tescili sağlanan Memur ve İşçi Lojmanları Hamamı (1988), Merkez Lokantası (2013), Bira Fabrikası (2013) ve Ülkü Adatepe Evi (2013) yapı ve bölgelerinin birbirinden bağımsız biçimde, tekil örnekler olarak korunmasının anlamsız olduğu, kültürel belleğin korunmasının, ancak bu yapıların birlikteliği, bir arada korunup sürdürülmesi yoluyla mümkün olacağı sonucuna varılarak aksi yönde tesis olunan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”

Sol Haber, 02.07.2014

ATEŞYAN'DAN SANSARYAN HAN İÇİN 6 BİN TL ALDILAR

 

 

ErmeniPatrik Genel vekili Başpiskopos Aram Ateşyan, kendisini Başbakanlık Milli Emlak Müfettişi olarak tanıtarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde bulunan Sansaryan Han’ın patrikhaneye iade edilmesi için tapu devir masrafı olarak 6 bin TL alan 36 yaşındaki Kemal Tayfun Nargin’den şikayetçi oldu.

 

Nargin’in Sansaryan Han’ın Patrikhaneye devredildiğine ilişkin form doldurttuğunu belirten Ateşyan, “Bizden hediye istedi. 3 bin TL verdim. ‘Az’ dedi. 3 bin TL daha verdim.Belgenin sahte olduğunu öğrenince Egemen Bağış’a gösterdim. Şikayetçiyim” dedi.   

 

SANIK KATILMADI

İstanbul 16’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya kamu kurum ve kuruluşların, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırdığı gerekçesiyle 2 yıldan 7 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan Kemal Tayfun Nargin katılmadı. Başbakanlık tarafından yapılan araştırmada sanığın 9 cezaevinde kaydı çıktığı bildirildi. Ateşyan ifadesinde, Geçen yıl iftarda Başbakanımızla Sansaryan Han’ın Patrikhaneye iadesi için görüşmüştüm. Birkaç gün sonra sanık şahıs patrikhaneyi telefon ile aramış. Gelip kendisini Milli Emlak müfettişi olarak tanıttı. Başbakanlıktan geldiğini, emlağın bize iade edileceğini bana söyledi. Başbakanlık antetli kağıdı çıkardı. Formu doldurdu imzaladı. Birkaç gün sonra tapunun orjinalini getireceğim’ dedi.

Hürriyet, Haber: Ayşegül Usta, 02.07.2014

 

******


'SANSARYAN'IN İADESİNE RET

 

Türk Ermenileyeri Patrikhanesi, Sirkeci’de bulunan Sansaryan (Sanasaryan) Han’ın iadesi için başlattığı hukuk mücadelesini kaybetti.

 

Patrikhane tarafından hanın iadesi için Maliye Hazinesi’ne açılan davada mahkeme, davanın esastan reddine karar verdi. İstanbul 13’üncü Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen duruşmaya Patrikhane ile Hazine’nin avukatları katıldı. 2011’den beri devam eden davayı karara bağlayan mahkeme Sansaryan Han’ın Patrikhane’ye iadesine ilişkin talebi reddetti.

MÜCADELEYE DEVAM
Dava ile ilgili olarak açıklama yapan Türkiye Ermeni Patrikanesi Vekili Ali Elbeyoğlu, Sansaryan Han’ın iadesi için açtıkları davanın tüm belge ve bilirkişi raporlarının lehlerine olmasına rağmen anlaşılamayan bir kararla mahkeme tarafından reddedildiğini söyledi. Gerekçeli kararın mahkeme tarafından yazılmasından sonra temyiz haklarını kullanacaklarını belirten Elbeyoğlu, “Haklı mücadelemiz sonunda adaletin tecilli edeceğine ilişkin inancımız tamdır. İade davasını AİHM  dahil olmak üzere sonuna kadar takip edeceğiz” dedi.


Türkiye Ermeni Patrikhanesi adına Sansaryan Han, 1895’te Mıgırdiç Ağa Sanasaryan tarafından Mimar Hovsep Aznavur’a yaptırıldı.  İadesi için uzun süredir hukuk mücadelesi verilen Sansaryan Han, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün himayesinde  bulunuyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü uzun yıllar Adliye olarak kullanılan binayı son olarak 18 Temmuz 2013’te ihaleye çıkararak kiraya vermişti.

Hürriyet, Haber: Ayşegül Usta, 04.07.2014

AMASRA KALESİ'NE ÇED DARBESİ

 

Tarihi özellikleri nedeniyle UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne önerilen Amasra’daki termik santral proje alanını, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kültür ve turizm merkezi saymadığı ortaya çıktı.

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın tarihi ve kültürel özelliklerinden dolayı UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne önerilen amasra’daki termik santral proje alanını kültür ve turizm merkezi saymadığı tespit edildi.

 

Amasra Kalesi, 2013 yılı nisan ayında ‘Ceneviz Ticaret Yolunda Akdeniz’den Karadeniz’e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimler’ kapsamında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’ne eklendi. Amasra’yı da kapsayan bölgenin 1/100000 ölçekli ‘Çevre Düzeni Planı’nda da Amasra’nın ‘Yakın çevresi doğal, tarihi ve kültürel çevreyle ekolojik yönden önemli bir bölge olması nedeniyle’ koruma altına alınması istendi.


Bölgede UNESCO’nun koruma listesine giren Amasra Kalesi’ne 15 dakika uzaklıktaki bir bölgeye de termik santral yapımı projesi başlatıldı.


Proje için Çevre Etki Değerlendirme raporu(ÇED) alınması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan görüşü soruldu. Bakanlık ise Tarlaağzı Köyü’nde yer alan termik santral alanın, “Kültür ve Turizm ve Gelişim bölgesi kapsamında kalmadığı” yönünde görüş bildirdi.


Bakanlığın 06 Şubat 2014 tarihli görüş yazısında şu ifadelere yer verildi: “Bakanlığımız Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü’nce yapılan inceleme sonucu, söz konusu proje alanının 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu uyarınca ilan edilen herhangi bir Turizm Merkezi veya Kültür Koruma ve Geliştirme Bölgesi kapsamında kalmadığı tespit edilmiştir.”

‘Listeye sokmaya çalışıyorlardı’
Bakanlığın bu görüşü, bölgede santrale karşı çalışmalar yürüten çevrecilerin tepkisini çekti. Bartın Platformu’ndan yapılan açıklamada, “Bir taraftan UNESCO Geçici Miras Listesi’ne girmiş olan Amasra Kalesi’ni kalıcı listeye sokmak için çalıştaylar düzenleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın diğer taraftan Amasra’da tarihi ve turistik bir değer yoktur diyen ÇED görüşü sorgulanmalıdır” denildi.  

‘İkiyüzlü davranılıyor’
Bakanlığın değerlendirmesine tepki gösteren CHP Bartın Milletvekili M. Rıza Yalçınkaya da bakanlığın, Amasra’ya karşı ikiyüzlü davrandığını söyledi. Yalçınkaya, “UNESCO Dünya Miras Listesi için önerilen ve UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’ne eklenen Amasra, söz konusu termik santral olunca turizm merkezi bile sayılmıyor. Bakanlığın, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği görüş yazısı, vahim ötesidir. Bu yazı, Amasra’da ve çevresinde bulunan tarihi, kültürel ve doğal yapının, termik santral uğruna Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından görmezden gelindiği anlamına gelir” diye konuştu.

Milliyet, Haber: Burcu Ünal, 02.07.2014

SİT ALANI DÜMDÜZ EDİLDİ

 

 

Beykoz Anadolu Kavağı’nda bulunan Yoros Kalesi’ndeki tescilli sit alanında İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu yeni defin yapılabilmesine izin verdi. Eski tarihi mezarlık alanı da olan arazide sütun ve mimari parçalar da bulunmuştu. 1974 yılında Koruma Kurulu tarafından tescil edilerek o tarihten itibaren defin işlemine son verilen parsel İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’nce dümdüz edildi.

 

 

Daha önce 12.07.1974, 15.05.1989 ve 28.01.2003 tarihlerinde değişik koruma kurullarınca defalarca korunmaları ve ihya edilmeleri gerektiği belirtilen, tescilli Boğaziçi Doğal ve Tarihi Sit alanı içindeki tarihi Osmanlı mezarlığı koruma altına alınmıştı. Ancak bu yıl Şubat ayında İBB Mezarlıklar Müdürlüğü’nün müracaatı üzerine 6 Numaralı Koruma Kurulu, "müze tarafından kazısı yapılmış mezarlık alanında yeni defin işlemlerinin yapılabileceğine, defin işlemleri sırasında herhangi bir buluntuya rastlanması halinde çalışmaların durdurularak ilgili müzeye ve kurulumuza bilgi verilmesine" denildi.

 

 

Defin yapılacak alanda mermer mimari parçalar, Bizans dönemi yer döşemesi süslemesi, sütun altlığı gibi kültür varlıkları bulunmuşsa da, bunların 'devşirme' olduğu iddia edildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı izni ile Yoros Kalesi’nde devam eden kazıyı yürüten bilim ekibi ise bunların devşirme olamayacağını, alanda bulunan eski döneme ait muhtemelen Osmanlı künk yapısının istikametinin de Yoros Kalesi’ni gösterdiğini ve burada bilimsel kazı yapılmadan defin işlemi yapılmasının doğru olmadığını savunuyor.

 

 

Bayezid döneminde fethedilmişti
Yoros Kalesi İstanbul Anadolu Kavağı sırtlarındaki Doğu Roma döneminden kalma bir yapıdır. İmparatorluk zayıf düştükten sonra Cenevizlilerin eline geçmiş ve uzun süre onların elinde kalmıştır; bu yüzden bir Ceneviz kalesi olduğu inancı doğmuştur. 1391'de Yıldırım Bayezıd döneminde kale Osmanlıların eline geçmiştir. Kalenin kapladığı alan İstanbul çevresindeki diğer bütün kalelerin kapladığı alandan çok daha büyüktür. İç kesimdeki kulelerin bazıları hala iyi durumdadır ve duvarlarda Yunanca yazıtlar göze çarpar.

Radikal, 02.07.2014

TUNCELİ'DE KAYA MEZARLARI TESCİLLENDİ

 

 

Hozat İlçesi Kalecik Köyü Gökçe mezrası sınırları içinde yer alan kaya mezarları, Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi.

 

Tescil işlemine ilişkin bilgi veren Tunceli Kültür ve Turizm İl Müdürü İsmet Hakan Ulaşoğlu, ilde şu ana kadar tescil edilmiş 109 tarihi varlığın bulunduğunu ve tescil çalışmalarının devam ettiğini söyledi.

 

Tunceli genelinde 5 adet höyük bulunduğunu ve bu alanlarda bilimsel inceleme yapılması için Bakanlık ve üniversitelere yazı gönderdiklerini dile getiren Ulaşoğlu, tarihi ve kültürel varlıkların bilinçsizce tahrip edilmesinden yakındı.

Haber 7, 01.07.2014

ORTAÇAĞ KALESİYDİ, TAŞ YIĞINI OLDU

 

Bursa'da her geçen gün birbirinden değerli kalıntılar yer altından çıkarılırken; kalesi, höyükleri ve hamamlarıyla Ortaçağ izlerini taşıyan Çiçeközü Köyü, kaderine terk edildi. Yıllarca define avcıları tarafından talan edilen Çiçeközü Köyü'ndeki Üçoklu bölgesi, sahiplenmeyi bekliyor.

 

 

Uygarlıklar beşiği Bursa'da her geçen gün birbirinden değerli kalıntılar yer altından çıkarılırken; kalesi, höyükleri ve hamamlarıyla ilk yerleşimin yanı sıra Ortaçağ izlerini taşıyan Çiçeközü Köyü, kaderine terkedildi. Yenişehir'in güneyinde, Bilecik İnegöl Yenişehir üçgeninin tam ortasında kalan Çiçeközü Köyü'nde bulunan Üçoklu Kalesi, yağmacıların mekanı haline geldi. Ortaçağ ilk döneminin yanı sıra Roma ve Osmanlı dönemine ait tarihi kalıntıların bulunduğu köy, unutuldu. Yıllarca define avcıları tarafından talan edilen Çiçeközü Köyü'ndeki Üçoklu bölgesi, sahiplenmeyi bekliyor.

 

ORTAÇAĞ KALESİ

Yenişehir'in çevresinde son yapılan kazılar sonucunda bilinen tarihin daha da eskilere gittiği tespit edilirken kazılarda çıkan kalıntıların MÖ 6 bin 500 yıllarına ait olduğu belirlendi. Osmangazi'nin çocukluğunun geçtiği bölge olarak bilinen, Bizans tekfurluğunun kale kalıntılarının bulunduğu alanlarda inceleme başlatıldı. Çiçeközü Köyü Üçoklu mevkiinde bulunan Üçoklu Kalesi'nin hangi dönemde yapıldığı bilinmiyor. Araştırmacıların yaptığı incelemeler sonrasında kalenin Ortaçağın özelliklerini taşıdığı, kalenin duvarlarının büyük bir kısmının hala durduğu geçmişte askeri garnizon olarak kullanıldığı tespit edildi. Çiçeközü Muhtarı Nazif Türk "Bölgemizde çok sayıda tarihi eser mevcut olmasına rağmen ne yazık ki defineciler tarafından talan ediliyor önüne geçemiyoruz" dedi.





BİR TARİH YOK OLUYOR

Define avcılarının talan ettiği Üçoklu Kalesi'nin duvarları belirgin, Abadiye Köyü tarafına bakan kısmında ise kalenin giriş yeri hala ayakta.  Köyün çevresinde çok eski çağlara, yontma taş devrine  kadar uzanan kalıntılar bulunurken Yarhisar'dan başlayıp Akbıyık Köyüne kadar olan arazinin çeşitli bölgelerinde çok eski kaleler, eski mezarlar, yontulmuş kayalar, yerleşim temelleri ve höyükler yer alıyor.





NEDEN EKOLOJİK KÖY OLMASIN?

Bursa'daki turizmin çeşitlendirilmesi, 12 ay turizm yapılabilmesi ve kültür alış verişinin sağlanması için Bursa'nın tarihine ışık tutan ilçeleri adres gösteriliyor. Su kaynakları bulunan köy, temiz hava ve yeşil manzarasıyla ekolojik yaşam çiftliğine uygun hale getirilebilecek ender köylerden birisi. Tarihiyle de dikkat çeken köyde yapılacak ekolojik yaşam merkezinde; her türlü kültürel, sanatsal, sportif faaliyetlerin yapılabileceği birimleri oluşturulabilir.

Bursa'da Bugün, Haber: Rabia Deniz, 01.07.2014

HASANKEYF'TE DEVLET HALKI KANDIRIYOR

 

Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi DSİ ve Orman Bakanlığı’nın dağıttığı broşürün “Hasankeyf’in yalnızlaştırılması ve insansızlaştırılmasının temel amaç olduğunu” gösterdiğini belirtti, halkın rızasının olmadığını vurguladı.

 

 

Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi Orman Bakanlığı ve Devlet Su İşleri’nin (DSİ) Hasankeyf’le ilgili yayımlayıp dağıttığı broşürün “ciddiyetsiz ve trajikomik”, içinde yer alan ifadelerin de halkı kandırmaya yönelik olduğunu belirtti.

 

Girişimin açıklamasında, Ilısu Baraj Projesi ile sular altında kalacak Hasankeyf’in yerinden taşınması projesiyle ilgili broşür eleştirildi.

 

“Elitist cümlelerle insanlara yaklaşılıp yeni Hasankeyf’in bir cennet olduğunun, şu anda bulunan Hasankeyf’in yaşanmaz bir yer olduğunun iddia edildiği broşürde Hasankeyf’in yalnızlaştırılması ve insansızlaştırılmasının temel amaç olduğu net bir şekilde görülmektedir.”

 

 

Halkın rızası yok

Broşürde söylenenin aksine, ‘Yeni Hasankeyf’ yerleşim alanının halk tarafından belirlenmediğinin anlatıldığı açıklamada, Yeni Hasankeyf ile ilgili yapılan çalışmaların hiçbirinde Hasankeyflilerin görüşlerine başvurulmadığı vurgulandı.

 

Projenin halkın rızasına dayanmadığı da dile getirildi.

“Yeni Hasankeyf Projesi çalışmalarına halktan bağımsız devam edilen, hukuka, vicdana ve uluslararası hiçbir sözleşmeye uymayan bir projedir.”

 

Sebep diye...

 

Girişimin broşüre yönelik eleştirileri açıklamada şu ifadelerle dile getirildi:

* Broşürde mevcut Hasankeyf yerleşkesinde çarpık kentleşmenin olduğunu belirtiliyor, ama bunun sadece Hasankeyf’e özgü bir sorun olmadığı gizleniyor. Sorun Türkiye’nin her şehrinde yaşanıyor. Bu sorunu 12 bin yıllık geçmişi olan antik şehir Hasankeyf’i sular altında bırakacak bir sebep olarak sunuyorlar.

* Broşürde olan Hasankeyf’in suyunun sağlık şartlarını tam taşımadığını ifade ediliyor. Soruyoruz o halde: Madem bunu biliyorsunuz, yıllardır Hasankeyf halkına neden bu suyu içiriyorsunuz? Yoksa yok etmek adına bu da bir taktik mi?

 

Zaten açıkhava müzesi

* Yeni yüksek standartlarda bir müze yapılacağı söyleniyor. Var olan açıkhava müzesini yok edip suni bir müze hangi akla mantığa vicdana sığabilir?

* Mevcut Hasankeyf’te bulunan yeşil alandan daha fazla bir alanın sağlandığını belirtiyorlar. Bu ağaçlar nerede? Nereye, ne zaman dikildi?

* Yeni yapılacak Hasankeyf’te turizmin istihdamda 39 kat, yıllık gelirde de 83 kat artacağını da ifade etmişler. Şu anda Hasankeyf mevcut haliyle bile broşürde bahsedilen potansiyelin kat be kat fazlasını taşımaktadır. Eğer Hasankeyf mevcut haliyle güçlendirilirse çevre illerin ekonomisini bile kalkındıracak potansiyele sahiptir.

Bianet, 01.07.2014

TAŞOCAĞI'NDAKİ KAZIDA KAYA MEZARLARI ÇIKTI

 

 

Afyonkarahisar'ın Sandıklı İlçesi'nde, taş ocağında yapılan çalışmalar sırasında en az 1600 yıllık olduğu belirlenen 5 kaya mezarı bulundu.

 

Akin Köyü'nde bir taş ocağında dün yürütülen çalışmalar sırasında toprak altından 5 kaya mezarı çıktı. Mezarları fark eden firma yetkilileri, faaliyetlerini durdurarak jandarma ekiplerine ve Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'ne konu hakkında bilgi verdi. Müze Müdürlüğü'nün yönlendirdiği arkeologlar, bölgeye gelerek hemen çalışmalara başladı. Çalışmalar sırasında üzerleri açılan mezarlarda deforme olmuş çanak, tabak ve cam parçaları, insan kemikleri ile çürümüş insan kafatasları bulundu. Arkeolojik çalışmalar nedeniyle taş ocağındaki çalışmalar geçici olarak durduruldu. Mezarlardan çıkan eşyalar ve kemikler Afyonkarahisar Müzesi'ne götürüldü.

Son Dakika, 01.07.2014

KANALİZASYON KAZISINDA ROMA MEZARI BULUNDU

 

 

Muğla’nın Milas İlçesi’nde, ilçe belediyesi tarafından başlatılıp Büyükşehir’e devredilen alt yapı çalışmalarında Roma dönemine ait mezar bulundu. Mezarın içinden insan kemikleri ve o döneme ait takı ve günlük eşya çıktı.

 

Yerel seçimler öncesi Milas Belediyesi tarafından projesi hazırlanan ve İller Bankası’nın desteği ile başlatılan yağmur ve kanalizasyon hatlarının birbirinden ayrılması çalışması, 30 Mart’tan sonra Büyükşehir Belediyesi yürütmeye başladı. Alt yapı çalışmalarının başladığı günden itibaren bölgede kalıntılara rastlandı. Milas Müze Müdürlüğü nezaretinde Cumhuriyet Mahallesi’nde sürdürülen çalışmalarda tarihi eserler bulundu.

 

 

Kanalizasyon çalışmasına ara verildi, kalıntıları çıkartmak için harekete geçildi. Yaklaşık 3 saatlik bir çalışmanın ardından Roma dönemine ait bir mezar ortaya çıktı. Daha önce hiç açılmadığı belirlenen mezarın içinde insan kemikleri, pişmiş topraktan yapılmış malzemeler, Roma döneminde kullanılan takılar bulundu. Mezar içindeki eserlerin Milas Müze Müdürlüğü personellerince çıkarılmasının ardından mezarın kapağı iş makinesiyle kapatıldı. Üzeri beyaz bir örtüyle örtülen mezar daha sonra toprakla kapatıldı. Mezardan çıkarılan eserlerin temizlenerek, Milas Müze Müdürlüğü’nde sergileneceği öğrenildi. Kanalizasyon çalışması ise yan taraftan devam etti.

Hürriyet, Haber: Oktay Çayırlı, 01.07.2014

İŞTE BİR ASIRDIR YANAN İSTANBUL'UN HAZİNELERİ

 

İstanbul'un tarihi yapıları kül olmaya devam ediyor... En son Üsküdar'daki Fetihpaşa Korusu'nda bulunan tarihi Hüseyin Avni Paşa Köşkü, çıkan yangın sonucu yok oldu. İTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi­ Prof.Dr. Afife Batur, "Bir taraftan 'Osmanlı yüceltiliyor' diyoruz ama diğer taraftan Osmanlı eserlerine saygısızca yaklaşılıyor. Tarihin korunmadığı açık" eleştirisinde bulundu. İşte Çırağan Sarayı'ndan başlayarak, günümüze uzanan İstanbul'un yanan tarihi...

 

 

Çırağan Sarayı (6 Ocak 1909): Ünlü Ermeni mimar Sarkis Balyan ve ortağı Kirkor Narsisyan tarafından yapımı 1871'de tamamlanan Boğaz'ın en görkemli saraylarından Çırağan'da 6 Ocak 1909 tarihinde büyük bir yangın çıktı. Yangında çok sayıda değerli antikanın yanı sıra, 2. Abdülhamit koleksiyonun getirtilen parçalar ile 5.Murad'ın özel kütüphanesi, ilk meclis tutanakları ve belgeleri de kül oldu.

 

 

Eski Darülfünun Binası (3-4 Aralık 1933): 1863 yılında Sultanahmet'te yapımına başlanan Eski Darülfünun binası 1863 yılında tamamlandı. Ünlü İtalyan Mimar Gaspare Fossati'ye yaptırılan bina, 3-4 Aralık 1933 gecesi yanarak kül oldu.

 

 

Esma Sultan Yalısı (1975): Adını Padişah Abdülaziz'in kızı Esma Sultan'dan alan Ortaköy'deki Boğaz'ın İncisi Esma Sultan Yalısı, 1975 yılında meydana gelen yangında harabeye döndü.

 

 

Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu (14 Temmuz 2002): Ortaköy'de bulunan ve II.Abdülhamit'in Gazi Osman Paşa'ya hediye ettiği tarihi bina elektrik kontağı sonucu çıkan yangında tamamen yok oldu. Geçtiğimiz yıl ise 7 yıldızlı bir otel yapılmak üzere 25 yıllığınaTürk HavaYolları'na kiralandı. Otel inşaatı devam ediyor.

 

 

Yağcılar Köşkü (13 Aralık 2002): Beylerbeyi'nde 1. derece tarihi eser olan 3 katlı ahşap köşk, çatı bölümünde çıkan yangın sonrasında kül oldu. Köşk, İstanbul'un yok olan tarih ve kültür varlıkları listesine eklendi.
 


 

Taş Mektep (29 Mayıs 2009): Osmanlı Bankası'nın kurucularından ve şehircilik uzmanı Fransız Kont Alleon tarafından Bakırköy'de yaptırılan 3 katlı tarihi bina kullanılamaz hale geldi. İnşaasına 1865'te başlanan ve 1874'te tamamlanan binanın inşaatında Marsilya'dan getirtilen kiremit ve tuğlalar kullanılmıştı.

 

 

Haydarpaşa Garı (28 Kasım 2010): Tarihi garın çatısı, elektrik kontağından çıktığı açıklanan yangınla kül oldu. Tarihi binanın otel yapılacağı iddiaları gündeme geldi.  İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Danışmanı Prof.Dr. Mustafa Ilıcalı, Haydarpaşa Garı'nın gar olarak muhafaza edileceğini ve yerine otel yapılmayacağını söyledi.

 

 

Kılıç Ali Paşa Camii (11 Şubat 2011): Mimar Sinan'ın 1580'de yaptığı tarihi caminin restorasyonu sırasında çatısında yangın çıktı. Kısa sürede söndürülen yangına elektrik kontağının neden olduğu açıklandı.

 

 

Hünkar Kasrı (19 Şubat 2011): Beyazıt Camii'nin avlusunda bulunan ve tamamen ahşaptan yapılan 5 asırlık Hünkar Kasrı'nda yangın çıktı. 2 katlı binanın üst katı küle döndü. Bu yangının da elektrik kontağından çıktığı belirtildi.

 

 

Kapalıçarşı (23 Aralık 2012): Fatih'teki Kapalıçarşı Örücüler kapısında yangın çıktı. Bazı dükkanlarda maddi hasar meydana geldi. Kapalıçarşı, 1954'de de büyük bir yangın yaşamıştı.
 


 

İl Milli Eğitim Müdürlüğü Binası (23 Aralık 2012): Cağaloğlu'nun sembolü olarak kabul edilen 150 yıllık 5 katlı bina, yangında ağır hasar görerek, kullanılamaz hale geldi. 1860'ta inşa edilen tarihi bina, uzun yıllardır İl Milli Eğitim Müdürlüğü binası olarak kullanılıyordu.



 

Galatasaray Üniversitesi (22 Ocak 2013): Beşiktaş'ta bulunan 142 yıllık tarihi binanın çatısında çıkan yangın kısa sürede tüm binayı sardı. Tarihi binanın otel yapılacağı söylentileri çıktı. Binanın eski haline döndürülebilmesi için yardım kampanyaları düzenlendi.

 

 

Kemankeş Karamustafapaşa Cami (25 Ocak 2013): Padişah 1. Mahmud zamanında Sadrazam Kemankeş Karamustafapaşa adına 1642 yılında Karaköy'de yaptırılan tarihi cami yangın nedeniyle büyük hasar gördü.

 



Hüseyin Avni Paşa Köşkü (28 Haziran 2014): Koruma altındaki köşk itfaiye ekiplerinin tüm çabalarına rağmen küle döndü.

Habertürk, Haber: Bülent Günal, 01.07.2014

YANAN KÖŞKE 'YIKILMAMA' ŞARTIYLA RESTORASYON İZNİ 5 GÜN ÖNCE VERİLMİ





Satışı tartışma yaratan, restorasyonuna başlandıktan 5 gün sonra da yanan Hüseyin Avni Paşa Köşkü'yle ilgili çok 'ilginç' bir ayrıntı ortaya çıktı. Üsküdar'da aynı adlı korunun içinde yer alan tarihi köşk, 17 Aralık sürecinde adı gündeme gelen işadamı Mehmet Cengiz'e 'yıkılmaması kaydıyla' satılmış.

 

17 Aralık yolsuzluk soruşturmasında internete sızan ses kayıtlarında “Milletin ...na koyacağım” diyen ve kamuoyunun büyük tepkisini çeken Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz’in satın aldığı Üsküdar’daki “Hüseyin Avni Paşa Korusu”nun içindeki “tarihi köşk yangını” beraberinde soru işaretleri getirdi.

 

Cengiz İnşaat içinde 3 bini aşkın ağaç bulunan 81 bin 511 metrekarelik ormanlık arazinin “yüzde 65’ini TMSF’den, yüzde 35’ini ise özelden aldığı” ortaya çıkmıştı. Cumhuriyet gazetesinden Aykut Küçükkaya'nın haberine göre; tarihi “Hüseyin Avni Paşa Köşkü” ile ilgili iki önemli gelişme daha yaşandı.

 

23 Haziran 2014: Anıtlar Yüksek Kurulu, Cengiz İnşaat’ın başvurusu kapsamında Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün restorasyonu için gerekli ön izni vererek restorasyon sürecini başlattı.

 

28 Haziran 2014: Karardan 5 gün sonra tarihi köşk şüpheli yangınla kül oldu. TMSF’nin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nden aldığı belgeye göre koru ve köşkle ilgili imar durumu şöyle yer alıyor:

 

Koruda geçici dahi olsa hiçbir inşaat yapılamaz.

 

Bitki örtüsünün korunması esastır. Doğal mekanlarda ve yangın sonucu bitki örtüsünde tahribat olduğu zaman ağaçlar Boğaziçi’nin ekolojisine uygun seçilecektir.

 

İstanbul 3 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 8 Ocak 2002 tarihli kararı ile de koruda bulunan Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün Koruma Grubu’nun 1. grup olarak -yıkılmadan korunması gerekli yapı- belirlenmesine karar verilmiştir.

 

'Bu cinayetin belgesidir'

TMSF korunun ve köşkün satışının da bu belgede yer alan imar durumuna göre yaptığını bildirdi.  Konuyu Meclis gündemine taşıyan CHP Konya Milletvekili Atilla Kart yaşananların “planlı katliam” olduğunu söyledi. Kart şunları söyledi:

“19 Mart tarihinden bu yana dile getirdiğimiz kuşkular ve kaygılar maalesef doğrulandı. 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasının ana aktörleri tarih ve doğa katliamı pahasına korundular. Korunacaklar ve korunacakları güvencesinin verildiği anlaşılıyor. Çok açık söylüyorum hükümetin ve Başbakan’ın özel himayesine mazhar olan bir gruptan söz ediyorum. Bu tarih ve doğa katliamı taammüden işlenmiştir. Göz göre göre gelmiştir. Bu katliam Cengiz Grubu’yla hükümet ve Başbakan’ın işbirliğiyle vuku bulmuştur. Şu andaki bulgulara göre izlenimim bu yöndedir.”

 

Konuyla ilgili bugün Meclis’te bir basın toplantısı düzenleyeceğini söyleyen Kart, köşk restorasyonu için verilen ön izne sert tepki gösterdi. Kart, “Bu suç üstü belgesidir. Bu cinayeti gösteren belgedir” diye konuştu.

T24, 30.06.2014

URFA KALESİ'NİN RESTORASYON ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

 

  

 

Şanlıurfa'daki bin 200 yıllık kalenin bir bölümünde meydana gelen çökmenin ardından başlatılan restorasyon çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor.


Yağışlar nedeniyle 2013 yılında bir bölümü çöken kalenin yeniden turizme kazandırılması için inşaat çalışmaları sürüyor. Tarihi Urfa Kalesi’nin restore edilmesi için İl Özel İdaresi tarafından 17 Aralık 2013 tarihinde gerçekleştirilen ihaleyle başlatılan çalışmaların, Temmuz ayına kadar bitirilmesi gerekiyor. Bazı vatandaşlar ise çalışmaların uzadığını belirterek, ihaleyi alan firmanın çalışmaları yetiştiremeyeceği ileri sürüyor. İnşaat çalışmalar nedeniyle zaman zaman yaşanan küçük çaplı toprak ve moloz kaymaları, kalenin alt kısmındaki Balıklıgöl Yerleşkesi'ndeki insanları tedirgin ediyor.


Göçüğün ardından inşaat çalışmaların başladığı Urfa Kalesi’nde Roma, Selçuklu ve İslami dönemlere ait olduğu tahmin edilen zindan, cephanelik, konak, ahır, tünel ve gizli geçitlerle taştan yapılmış top mermilere rastlanılması inşaat durdurulmuş, yapılan kazı çalışmalarının ardından ise tekrar başlamıştı.


URFA KALESİ
Urfa Kalesi'nin MÖ 9500 yıllarına ait neolitik bir yerleşim höyüğü üzerine kurulduğu tahmin edilmektedir. Kalenin yanı başında çıkarılan ve Şanlıurfa Müzesinde sergilenen 11.500 yılık Balıklıgöl Heykeli ve kale Balıklıgöl havzasının tarihine bilimsel olarak da ışık tuttuğu biliniyor. 6.yüzyıla ait kayıtlarda bahsedilen kale ile ilgi ilk kayıtlar ise 11.yüzyıla ait olduğu belirtiliyor. Netice itibariyle kale ilgili kabul edilen görüş ise MS 812-814 yılları arasında Abbasiler döneminde yapıldığıdır. Kalenin üzerindeki korint başlıklı iki sütun Edessa Karalı IX. MANU döneminde, MS 240-242 yılları arasında birer anıt sütun olarak yapılmıştır. Kaledeki iki sütunun yükseklikleri 17.25 m. sütunların çevresi ise 4.60 metredir. Doğudaki sütunun kente bakan yüzünün 3 metre yukarısındaki Süryanice kitabede ise "Ben askeri komutan BARŞAMAŞ (Güneşin oğlu)'in oğlu AFTUHA. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht Prens MANU kızı, kral MANU eşi, hanımefendim ve velinimetim kraliçe ŞALMETH için yaptım" yazılıdır. Urfa Kalesi'nin, üç tarafı kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrilidir, kuzey tarafı ise sarp kayalıktır.

Milliyet, 30.06.2014

PHASELİS ANTİK KENTİNDE OTEL YAPILACAĞI İDDİASI

 

Sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerince, yapılacak otelin Phaselis Antik Kenti sınırları içinde kaldığı ve projeye “ÇED gerekli değildir” kararı verildiği gerekçesiyle açılan dava kapsamında bilirkişi heyeti bölgede inceleme yaptı.

 

Kemer’de bulunan Phaselis Antik Kenti sınırları içinde otel yapılacağı iddiası ve “ÇED gerekli değildir” kararı verildiği gerekçesiyle açılan dava kapsamında bilirkişi heyeti, incelemede bulundu

Tekirova Mahallesi’ndeki Phaselis Antik Kenti’nde yapılacağı öne sürülen 5 yıldızlı otel planıyla ilgili açılan dava kapsamında orman mühendisi, çevre mühendisi ve mimardan oluşan 3 kişilik bilirkişi heyeti, bölgede inceleme yaptı.

 

Jandarma ekipleri çevrede güvenlik önlemi aldı, Sivil Toplum Kuruluşu temsilcileri ve vatandaşlar da incelemeleri takip etti.

 

Bilirkişi heyeti, incelemelerini tamamladıktan sonra bölgeden ayrıldı.

 

Sivil toplum kuruluşları adına basın açıklaması yapan Erdal Elginöz, 26 Aralık 2013′te Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün, bir firma tarafından Tekirova mevkisinde yapılması planlanan “Dream Of Phaselis” projesine “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir” kararı verdiğini belirtti.

 

Phaselis Antik Kenti Arkeolojik Sit Alanı ve Beydağları Sahil Milli Parkı’nın 1. derece doğal sit ile korunan bir bölge olduğunu vurgulayan Elginöz, “Proje dosyasını incelediklerinde otelin bölgedeki son derece sağlıklı orman dokusunun yüreğine bir hançer saplama projesi olduğunu gördük. 2005 yılında gerçekleşmiş tahsis ile başlayan süreçle ilgili hukuka aykırı durumlar vardı. Bu nedenle Kemer, Tekirova ve Çıralı’dan yerel sivil toplum örgütleri, Antalya merkezli bazı meslek kuruluşları ile bölgede yaşayan vatandaşlar olarak projenin iptali istemiyle dava açtık” dedi.

 

Antalya İdare Mahkemesi’ne “ÇED gerekli değildir” kararının iptali için açtıkları davada, mahkemenin bilirkişi heyetinin keşfine karar verdiğini anlatan Elginöz, söz konusu otel projenin 185 bin metrekarelik, bin yataklı, 3 büyük, 13 de küçük havuz olmak üzere beton binalardan oluşacağını kaydetti.

 

Otele tahsis edilen alanın 20 bin metrekaresinin 1. derece antik sit alanı olduğunu ifade eden Elginöz, şöyle devam etti:

“Beydağları Sahil Milli Parkı içinde kalan otel projesi için, milli park uzun dönem planlarında uygunsuz düzenlemeler yapılmış, imar planları usule aykırı şekilde değiştirilmiştir. Otel inşaatı nedeniyle çok sayıda yetişmiş çam ağacı kesilecektir. Ağaçların sayısı ve maliyeti hakkında ÇED raporunda bilgi yoktur. Bu gerekçelerle açtığımız davada bilirkişi heyetinin bilimin ve adaletin gereğini yerine getireceğine, ‘ÇED gerekli değildir’ kararını iptal edeceğine inanıyoruz. Bilirkişi heyetinde arkeolog bulunmadığını da öğrendik. Bu eksikliğin giderilmesi için dilekçemizi Antalya İdare Mahkemesi’ne sunduk.”

 

Elginöz, UNESCO Dünya Mirası yedek listesinde bulunan Phaselis’in korunmasının Türkiye için büyük bir kazanç olacağı dile getirdi.

haberler.com, 30.06.2014

DAMLACIK İÇİN UMUT DAMLASI

 

 

İzmir’in en eski semtlerinden Damlacık’ın tünele kurban gitmemesi için Konak Belediyesi ve semt halkı mücadeleye başladı. Geçtiğimiz hafta bir forum düzenlendi, semt sakinleri konuştu. Şimdi akıllarda tek soru var: Tünellerin yapımına başlandı. Peki, Damlacık’ı kurtarmak için bir damla da olsa umut var mı?

 

‘Yaşayana sorulmadı’
Aynı zamanda bir hukukçu olan Başkan Sema Pekdaş, söz konusu tüneli yapan bakanlık yetkililerinin, bölgede yaşayan insanlara, İzmirlilere sorması gereken unsuru Konak Belediyesi olarak kendilerinin sorduğunu söyleyerek, “Damlacık’ta konuyla ilgili forum düzenledik ve insanlara tüneller hakkında ne düşündüklerini, evlerinin boşaltılma ihtimali karşısında ne yapmak istediklerini sorduk” dedi.


Pekdaş, Karayolları 2. Bölge Müdürü’nün, “Kamulaştırılacak yer yeşil alan olacak” yönündeki açıklamasına yönelik olarak da, “Bu böyle bir söylemle noktalanacak bir süreç değil. Bu o zaman planlara işlenmeli. Söz uçar, genel müdür gider, başka bir genel müdür gelir. Kamusal işler hiçbir zaman kişisel beyan üzerinden yürümez. Planlar üzerinden, yazılar üzerinden, kayıtlar üzerinden yürür” diye konuştu.

 

 ‘Tamamen hukuk dışı’
Konak Tünelleri’nin planlara işlenmesinin başlı başına hukuk dışı olduğunu söyleyen Başkan Pekdaş, hukuki boyutu ise şu sözlerle anlattı: “Bu planlar var mı diye, Baro Başkanı olduğum 2011’de ilgili birimlere soru sordum. Bakanlığa, Büyükşehir’e, Karayolları’na yazılar yazdık. Böyle bir plan olmadığına dair yanıt geldi. Planları incelediğimde, 2013’te hem binlik, hem de 5 binlik planın bir günde bakanlık tarafından onaylandığını gördüm. Yer üstünde de tünelleri gösterir bir çizim yapılmamış. Noktalanmış ve plan notu yazılmış. Noktalı alanlar için, ‘Plan sınırı aynı zamanda kamulaştırma sınırıdır’ diye not düşülmüş. ‘Yeşildere’den başlayıp Bahri Baba Parkı’na kadar plan sınırları aynı zamanda kamulaştırma alanıdır’ diye plan notu var. Asıl tehlike budur. Yer altında yapılan bir yolla ilgili olarak yer üstünde Karayolları’nın kamulaştırma sınırı olamaz. Yol yapılırken öncelikle jeolojik etüd yapılmalı, arkasından ÇED raporu alınmalı, sonrasında ulaşım master planları çerçevesinde bu yolun İzmir trafiğine katkısı nedir diye bakılmalıydı.”

 

‘ÇED raporu alınmalı’
Pekdaş, hükümetin söz konusu unsurların hiçbirini gerçekleştirmeden projeyi açıkladığını ve yapımına başladığını kaydederek, şöyle devam etti: “Aydın-Çeşme Otoyolu karayolu bağlantısı denildi. Hiçbir yerde karayolu bağlantısı şehir merkezinden geçmez. Bu işi 1992 öncesi planlamışsınız ama İzmir deprem bölgesi. 1992’den 2014’e gelinceye kadar dünya çok değişti, teknoloji değişti. ‘Ben bu yola o güne göre izin verdim’ diyemezsiniz. Bu; İzmirlilere, halka, tarihe saygısızlıktır. Bu raporların mutlaka alınması gerekiyor. Tünelin şehre katkısının ne olduğunun, yer üstünde kamulaştırma yaptığı yerin neyle ilgili olduğunun belirtilmesi şart. Diyelim ki izinleri aldılar, yer üstünde kamulaştırdığı yerin hangi fonksiyonda kullanılacağını plan notunda yazmak zorunda. Yazmadığı sürece söylenen hiçbir sözün anlamı yoktur. Boşa söylenmiştir. Suya yazılmıştır. Boşa uğraşmasınlar, planlara işleme yapsınlar.”

 

‘Kazıda çıkanlar ne oldu?’
Başkan Pekdaş, söz konusu alanın İzmir’in kalbi niteliğinde olduğunu vurgulayarak, “İzmir’in tarihi söz konusu. SİT alanlarında insanlar evlerinin temellerini müzenin kontrolünde kazarlar. Çıkan antik bulgular kontrol dahilinde müzeye götürülür. Burada neresi kazıldı, ne çıktı, müzeye ne götürüldü, şehrin envanterine ne gibi katkılar sunuldu vs hiçbiri ortada yok. Kent envanteri bir şehrin tarihidir. Buradaki kazılardan çıkanların hiçbirinin kaydı yok” dedi.


Türkiye’nin uluslararası sözleşmelere imza attığına dikkat çeken Pekdaş, ekledi: “Kentle ilgili karar alınırken, böyle yapılar yapılırken, planlar değişirken mutlaka halkın katılımı esastır. Onlara sorulur. Bizim Damlacık’ta yaptığımız forum da bir kamu kurumu olarak, bir yerel yönetim olarak o bölgede yaşayanlara karşı sorumluluktu. Hükümetin yapmadığını, Karayolları’nın yapmadığını biz yaptık. Bu süreçte bölgede yaşayanların katılmadığı hiçbir süreçte alınan karar doğru karar değildir. Kamulaştırma bölgesi olarak da işaretlenmedi. Sadece insanları Karayolları’na götürüp getiriyorlar. Evlerini satmaları konusunda ikna turları düzenliyorlar. ‘Evlerinizi boşaltın, bir yıllık kira paranızı verelim’ diyorlar. Sonra dönüp geldiğinizde evinizi kaybetmiş olabilirsiniz. Burada birinci öncelik insan can güvenliğini sağlamaktır. Tünel durur, buradaki bütün evler güçlendirir, çalışma ondan sonra devam eder. Öncelikle buradaki evlerde ne tür hasarlar var, sebebi ne onun araştırılması gerekiyor. Metro yapılırken evler mi yıkıldı? Metronun geçtiği yerde apartmanlar sapasağlam kaldı. Metronun geçtiği yerdeki binalarda hiçbir şey olmuyor da buradaki tünel yapılırken mi evler çatlıyor, patlıyor? Önce burayı afet durumuna getirip, sonra da, ‘Acil kamulaştırma yapıyoruz’ diyerek insanları mağdur edemezler. Bu alan İzmir’in sefa mekanı, kentin kalbi. Tüm İzmirlilerin, Damlacık’ın bir yerlere peşkeş çekilmesine karşı sessiz kalmayacağını düşünüyorum. Bu nedenle afet yasası kapsamında acil kamulaştırma kararı alamazlar. Bu hukuka aykırıdır.”

 

SEMT TARİHİNDE KISA BİR GEZİNTİ

Kemeraltı'nı, Konak Meydanı’nı, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nı kuş bakışı izleyen son tarihi mahallelerden Damlacık, tarihi Agora’nın da yanı başında. Arkeoloji Etnografya müzelerinin dibinde. Bayramyeri’ne komşu. Damlacık’ın hikayesi, 1600’lü yılların sonlarına doğru Orta Asya’dan göç ederek İzmir’i yurt edinenlerle başlıyor. O dönem, kuraklıktan kaçan Oğuz Türkleri, padişahtan yer ister. Padişahın İzmir’e gönderdiği göçerler, bugün Damlacık’ın bir mahallesini oluşturan Fatih’e yerleşirler. Damlacık günümüzdeki adını ise tütün işçilerin alın terinden alıyor. Bir dönem, Eşrefpaşa ve civarından gelip doğum hastanesi yakınında bulunan tütün işliğinde çalışan işçilerin yolu, semtin adıyla ünlü yokuşundan geçer. İşçilere damla damla ter döktüren yokuş, semte Damlacık adının verilmesine neden olur. Zamanla Ege’nin karşı kıyısından da, Anadolu’nun farklı yerlerinden de yerleşenler olur. 1900’lü yılların başında nüfusu çoğalmaya başlar. Konak Meydanı’na yürüyerek 5 dakikalık mesafede oluşu, ucuz ve ekonomik koşullar sağlaması, iyi komşuluk ilişkileri Damlacık’ı çekim merkezi yapar. Apartman gölgelerinin düşmediği, tek ya da iki katlı evlerle bezeli çiçekli balkonları, pencereleri, cumbalarıyla ünlü.

 

METİN OKTAY’IN KALE DİREKLERİYDİ

Aynı zamanda Türk sporunun efsane ismi ‘Taçsız Kral’ Metin Oktay’ın futbolculuk yaşamına başladığı Damlacıkspor’un yer aldığı semt, burası. Ve onun gibi pek çok İzmirliliğiyle ünlenen isim... Metin Oktay’ın ilk gençlik yıllarında bölgedeki ağaçları kale direği diye kullandığını anlatıyor eskiler. Dik yokuşun başındaki meydanda bulunan Damlacıkspor Kulüp Merkezi Taçsız Kral’ın fotoğraflarıyla süslü.

 

60 EV BOŞALTILDI, 380 AĞAÇ KESİLDİ

 

 

Başkan Sema Pekdaş, bugüne gelen süreci şöyle aktardı: “Konak Tünelleri, hükümetin 35 Proje Kitapçığı’nda yer aldı. Tünelin, Konak tarafındaki girişi için acil kamulaştırma adı altında 60 yaşam alanı olan konut boşaltıldı. Yeşildere tarafında 380 ağaç kesildi. Konak kısmındaki inşaat çalışmaları sırasında tarihi eserler gün yüzüne çıktı ancak bu durum inşaatın durmasını engellemedi.”

Hürriyet, Haber: Banu Şen 30.06.2014

 

******


TARİHİ MAHALLEDE 'ACİL KAMULAŞTIRMA' EYLEMİ!

 

Konak Tüneli Çalışmaları nedeniyle evlerinin boşaltılması istenen Damlacıklılar Tünel girişinde yaptıkları basın açıklamasında evlerini terk etmeyeceklerini, çocukluklarından bu yana uzun biri yaşam geçirdikleri semtlerinden kopmayacaklarını dile getirdi.

 

 

DHA'nın haberine göre, TGB ve Öğrenci Kollektiflerininde destek verdiği yaklaşık 50 semt sakinin katıldığı eylemde, "Damlacık Bizimdir Bizim Kalacak, Karayolları Elini Damlacıktan Çek, Evlerimizden Çıkmıyoruz, Damlacık'ın Sakini Değil Sahibiyiz" dövizleri taşıdı. Basın açıklamasına katılanlar arasında gözyaşlaranı tutumayanlar da oldu. Bu arada eylem sırasında tünelin görüntülerini aldırmak istemeyen görevliler giriş kapısını sac barikatlarla kapattı. Semt halkı semtlerinin sahip olduğu körfez manzaralı konumu itibarıyla rant peşinde olan pek çok müteahhittin hedefinde olduğunu bu yüzden Bakanlık tarafından yapılan Damlacık'ın yeşil alan olarak kalacağı yönündeki söylemlere inanmadıklarını söyledi.

 

Semt sakinlerinden Filiz Çetin, Ulaştırma Bakanlığı ve Karayolları Bölge Müdürlüğü ortak projesi olan Konak Yeşildere-Tünelleri'ni bahane edilerek evlerinin yıkılmak istendiğini belirterek, "Damlacık sıradan bir semt değildir. Kendine has bir çok özelliği vardır. Burası Milli Mücadele yılllarında düşmana karşı ilk direnişin yapıldığı yerdir. Metin Oktayın'ın doğduğu ve yetiştiği semttir. Konak Meydanına tarihi Kemeraltı meydanına bir dakika mesafededir. Bu tünel, kazı çalışmalarının başlangıcından itibaren sorunlu bir projedir. Mühendis Odaları tarafından gerekli zemin etütlerinin ve jeolojik çalışmaların yapılmadığı açıklanmıştır. Ayrıca bu tarz projelerde önceliğin tünel üzerinde kalan evlerin güçlendirilmesi olması gerekirken, Ulaştırma Bakanlığı işin kolayına kaçarak evleri boşaltma yoluna gitmektedir" dedi.

 

Çetin, semtlerinin 1 ve 2 derece sit alanı olduğunu dile getirerek, "Bu yüzden evlerimize yıllardır bir çivi bile dahi çakamadık. Bu da zaman içinde semtimizin bakımsız hale gelmesine neden oldu. Şimdi Konak- Yeşildere Tüneli inşaatı gerekçe gösterilip acil kamulaştırma yapılarak, tarihi eser statüsünde olan evlerimiz alelacele yıkılmak isteniyor. Tünel çalışmaları için geçtiğimiz yıl mahallemizden 60 ev acil kamulaştırma yapılarak yıkılmıştı. Sırada 50 evin daha yıkılacağı söylenmektedir. Ancak bizler yıkımların bu rakamlarla da sınırlı kalmayacağının farkındayız. Damcalıktan sonra Çimentepe, Eşrefpaşa, Kadifekale ve Kadriye Mahallelerinde de benzer sorunların yaşanacağını biliyoruz. Mahallemiz ve evlerimizi üzerinde oynan rant oyunlarının karşısında olacağımızı buradan dile getiriyoruz" dedi.

Yapı, 02.07.2014

ANTİK SÜTUNLAR KORUNAMIYOR

 

Çanakkale'nin Ezine İlçesi Yahyaçavuş Köyü'nde antik döneme ait dev sütunlar heybetleri ile görenleri şaşkına çevirirken, hiçbir koruma olmaması tepki çekiyor.

 

 

Ezine'ye 13 kilometre uzaklıkta eski adı Koçali olan Yahyaçavuş Köyü'ne 2 kilometre mesafede eski antik granit ocakları bölgesinde bulunan 7 granit taş sütundan bazıları, zaman içinde bilinçsiz köylülerce zeytinyağı pres taşı ve dibek taşı olarak kullanılmak üzere tahrip edildi.

Geriye kalan sütunlar ise kaderine terk edildi. Bölgeyi tanıtan ve sütunları anlatan bir tarihçenin bulunmaması da dikkat çekti. Yerli ve yabancı birçok turist ise sütunların durumunu görünce hayal kırıklığı yaşıyor.

Köyde yaşayan Fatih Oğuz, antik sütunların tarihçesini anlatıp, köylüler olarak ziyaretçilere gönüllü rehberlik yaptıklarını söyledi.

Oğuz, "Bu sütunlardan bazıları geçmişte bilinçsiz vatandaşlarca tahrip edilmiş. Ama artık köylümüz bu konuda bilinçlendi. Antik sütunları kendi malı gibi koruyor. Yaz aylarında buraya çok ziyaretçi geliyor. Ancak otopark ve tarihçeyi anlatan tabelaların olmaması büyük eksiklik. Yetkililerden bölgede düzenleme yapmasını bekliyoruz" dedi.

 

 

DOĞAL GRANİT OCAĞI
Tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte granit kayaların işlenerek sütunlar elde edildiği yöre, doğal bir granit ocağını andırıyor.

Antik dönemlerde, tespit edilebildiği kadarıyla ve yapılan incelemeler sonucu dev kaya bloğundan sütunu çıkarabilmek için delikler açıldı.

Açılan deliklerin içerisine odun parçaları yerleştirildi daha sonra bu odun parçaları sulanarak kayalar parçalandı. Elde edilen bu sütunların gemilerle Roma'ya taşındığı sanılıyor. 

Taraf, 30.06.2014

BOĞAZ'IN 100 YAŞINDAKİ PRENSESİ: HALAS 71

 

Birbirinden değişik gemi ve teknelerin dolaştığı İstanbul Boğazı’nın en güzel deniz araçlarından olan Halas 71, 100. yaşını kutluyor. Boğazın en eski gemilerinden olan Koç ailesine ait Halas 71, bir asırdır turizme hizmet ederken yaz aylarında Ege ve Akdeniz’e gidiyor. İskoçya’da yapılan, 1. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin el koyduğu gemi, İstanbul’da işgal kuvvetlerine hizmet ettikten sonra Şirket-i Hayriye Vapuru olarak 61 yıl kullanılmıştı.

 

 

İstanbul’un en yaşlı gemilerinden olan Halas 71’in oldukça ilginç bir hikayesi var. 1914 yılında İskoçya’nın Glasgow kentinde yapılan Halas 71, aynı yıl Osmanlı İmparatorluğu tarafından satın alınmıştı.


İngiliz, ‘Su Cadısı’ dedi...
Fakat savaş halinde olan İngiltere gemiye el koyarak adını M/Y Su Cadısı olarak değiştirdi. Gemi, 1. Dünya Savaşı sonlarına doğru İstanbul’a getirilirken, 1922’ye kadar şehri elinde tutan İngilizler tarafından kullanıldı.


Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne devredilen geminin ismi Halas (Arapça Tamam) olarak değiştirildi. Gemi 61 yıl boyunca İstanbul Boğazı’nda yolcu gemisi olarak hizmet verdi. Şirket-i Hayriye’deki gemilerin arasında 71 borda numarasını taşıdığı için Halas 71 adını alan gemiyi, özellikle çocuklar çok seviyordu.

 

Kral ve kraliçeleri gezdirdi

Uzun yıllar anne babalar, çocuklarının derslerini yapmaları karşılığında Halas 71 ile boğazda gezme sözü veriyordu. 1984’de özelleşen geminin içi tamamen yenilenirken, özgün karakteri ve taşıdığı tarihi izler korundu.


Halas 71, İngiliz kraliyet ailesinden Prenses Margaret, Prens Charles, Hollanda Veliaht Prensi Willem Alexander ve eşi Maxima Alexander, Amerika eski Başkanı George Bush, Hillary Clinton, Fransa eski Başkanı François Mitterand, Dünya Bankası eski başkanı James Wolfensohn ve Suriye devlet başkanı Beşir Esad ve eşi Esma Esad gibi isimlerin İstanbul Boğazı’nda gezmesini sağladı.

 

Günübirlik kiralanıyor

14 kamarası olan gemi konaklayacak 28 yolcuyu misafir edebiliyor. Koç Ailesi’nin özel gemisi olan ama günübirlik ve konaklamalı olarak kiralanabilen Halas 71, Ege ve Akdeniz’in eşsiz koylarında da demirliyor. Halas 71’in özgün tarzı kadar içi de aynı dikkatle korunuyor. İşadamı Mustafa Koç’un annesi Çiğdem Simavi’nin çok sevdiği gemide özel koleksiyon yağlıboya tablolar ve gravür eserler yer alıyor. 

Milliyet, 30.06.2014

ÇİN'DE 3 BİN YILLIK KÖY KALINTILARI BULUNDU

 

Çin'in kuzeyindeki Hıbey eyaletinde 3 bin yıl öncesine ait bir köyün kalıntıları bulundu.

 

Şinhua ajansının haberine göre, kazıyı yapan arkeologlardan Cıng Cıli, Rınçiu şehrinde bir mezarlık ve yerleşim yerinden oluşan 1,5 hektarlık alanı kaplayan bir köy bulduklarını söyledi.

Cıng, Çin'in Şang Hanedanlığı (MÖ1600 - MÖ.1046) dönemine ait yaşam, üretim ve etnisiteyi anlamaya yardımcı olacak keşfin bölge tarihi açısından çok önemli olduğunu belirtti.

Nisan ayında başlanan kazılarda 100'den fazla taş alet, kemik, pişmiş toprak parçası ve bronz parça bulunduğu kaydedildi.

Sabah, 30.06.2014

ZİNCİR MÜZELER DÖNEMİ

 

 

Avrupa ve Amerika’daki büyük sanat kurumlarının müze ihracı artıyor. New York’taki Guggenheim ve Paris’teki Louvre markalaşan müzelerin başını çekerken Londra, Guggenheim Müzesi ile işbirliği için çalışmalara başladı. Louvre Abu Dabi Müzesi ise Aralık 2015’te kapılarını açacak.

 

Dünya mimarlık literatürüne ‘Bilbao Etkisi’ (Bilbao Effect) olarak geçen kavrama meraklısı aşinadır. Kısaca değinecek olursak, senelerce bir endüstri kenti olarak ömrünü devam ettiren İspanya’nın Bask bölgesindeki Bilbao, ekonomik krizler ve işsizlikle boğuşan kendi halinde bir şehir iken bir anda talihi döner. İspanyolların bile çok yüz vermediği, pek yolunun düşmediği Bilbao, 1997’de açılan Guggenheim Müzesi ile yeni bir çehreye kavuşur ve dünyanın dört bir yanından sanatseverlerin ziyaret ettiği bir kent haline gelir. New York’ta 1959’da kurulan Guggenheim Müzesi, elindeki dev koleksiyonu sergilemek için mekan sıkıntısı yaşarken Avrupa’da yeni bir mekan arayışına girince Bilbao’daki müze hayata geçirilir. Dünyaca ünlü mimar Frank Gehry, müzeyi kentin gecekondu mahallesine inşa eder, binanın ihtişamı da göz doldurur; öyle ki müze inşaat halindeyken bile günlerce konuşulur ve tartışılır. Açıldıktan sonra “modern zamanların en önemli binası” olarak tanımlanır ve kent bir anda sanatseverlerin ve turistlerin akınına uğramaya başlar. Müzenin hem mimari hem de turistik katkısı pek çok şehri kıskandırır; zira her yıl müzeyi ziyaret eden insan sayısı yaklaşık bir milyonu bulmaktadır.

 

Bir kentin talihini bir anda değiştiren bu türden vakalara rastlamak çok kolay olmasa da her şehrin biraz Bilbao etkisi yaşamaya meraklı olduğu söylenebilir. Özellikle yerel yönetimler, kültür sanat kurumları, büyük şirketler, ‘marka’ müzeleri kendi şehirlerinde şube açmaya çağırırken, dünyada zincir müzeler gitgide çoğalıyor. Guggenheim ve Louvre bu markalaşan kurumların başını çekerken, “gelecek, zincir müzelerin mi olacak?” sorusu iyiden iyiye tartışılmaya durdu. Londra, geçtiğimiz günlerde Guggenheim Müzesi ile işbirliği için çalışmalara başladığını duyurdu.

Londra’nın Türk kökenli Belediye Başkanı Boris Johnson, müzenin Londra’da açılmasıyla şehrin bir kültür merkezi olarak konumunu daha da artıracağını dile getirdi. Fakat, Bilbao etkisinin her şehre uyduğunu söyleyemeyiz, zira Berlin’de 1997-2013 arasında faaliyet gösteren Deutsche Guggenheim ve 2001-2008 arasında faaliyet gösteren Las Vegas Guggenheim Hermitage da bir başarısızlık örneği olarak değerlendiriliyor.

 

SÜNNET DÜĞÜNÜ YAPILAN MÜZE!

Pek çok şehir, Guggenheim markasını kentine çekmek için epey çaba harcıyor, fakat zincir müzelerin kültürel üretime katkısı konusu çetrefilli. Yakın zaman önce, Fransız hükümetiyle Abu Dabi şehri arasında imzalanan ve 30 yıl geçerli olacak anlaşma kapsamında inşa edilmesine karar verilen Louvre Abu Dabi Müzesi, Aralık 2015’te kapılarını açacağını duyurdu. Bu fikir 2007’de ilk kez paylaşıldığında dünyanın dört bir yanından arkeologlar, sanat tarihçileri ‘müzeler satılık değil’ sloganıyla eylem başlatmıştı. Guggenheim Abu Dabi de 2015’te açılmayı planlarken, daha inşaat halindeki müzeye karşı protestolar ve tartışmalar sürüyor. Uluslararası sanatçı grupları ve eylemciler Guggenheim’ı ‘52 Hafta’ adını verdikleri yeni bir kampanyayla boykot ederek, her hafta yeni işler üreteceklerini ve müzenin inşaatında çalışan göçmen işçilere karşı insanlık dışı uygulamalara dikkat çekeceklerini duyurdu.

 

Avrupa ve Amerika’daki büyük sanat kurumlarının müze ihracaatı artıyor. Bu konuda şehirlere destek veren marka müzeler gerekli altyapıyı hazırlayarak destek oluyor. Bu gelişmelerin sonuncusu ise İngiltere’nin önemli müzelerinden Victoria & Albert’ın, Çin’in Shenzhen kentinde açılacak tasarım müzesi için masaya oturması. Ülkenin tasarım sanatını dünyaya tanıtmayı amaçlayan bu müzenin 2016’da açılması planlanıyor. Müzede Victoria & Albert için bir galeri ve sergi alanı da yer alacak.

 

Dünyada yaşanan bu trende rağbet artarken ülkemizdeki hayli ironik duruma da değinmek gerek. Bir tarafta geçtiğimiz nisan ayında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi 2014 Yılı En İyi Müze Ödülü’ne Bayburt’un Bayraktar Köyünde kurulu Baksı Müzesi layık görülürken, öte tarafta Eskişehir Eti Arkeoloji Müzesi’nde düzenlenen sünnet düğünü!... Müzelerin bazı bölümlerinin çeşitli faaliyetler için kullanılması Avrupa’da yaygın olsa da bu türden bir vaka pek bir kalıba sığmıyor. Fakat, dünyada artan bu zincir müzelerin kültürel üretime nasıl bir katkıda bulunacağını ise zaman gösterecek.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 30.06.2014

MUDANYA'NIN KÜLTÜREL MİRASININ KORUNMASI ÇALIŞTAYI

 

21-22 Haziran (2014) günleri başlıkta adını andığım çalıştaya çağrılıydım.


Mudanya çalıştayı bana, neredeyse yarım yüzyıldır savunduğum ilkeleri bir kez daha dile getirmek olanağını verdi.  


Ana kavramları sizlerle de paylaşmamın doğru olacağını düşünüyorum:
Sizin için değerli olanı, anlamlı olanı, geleceğe, çocuklarınıza, torunlarınıza aktarabilmek için korumak istersiniz.
Toplum da, onun için değerli olanın, anlamlı olanın, geleceğe aktarılmaları gerekenlerin korunmalarını ister.
Koruma elbette koruyacak olanın kültürü ile bağıntılıdır. Bir kültür olayıdır. İstanbul’ un geçmişini  MÖ 8500'lere götüren buluntulara üç- beş çanak çömlek kırığı diyen bir anlayışla neyi koruyabilirsiniz?


Kültür, yaşamı olanaklandırmaktır.      
Gelecek kuşağın daha kültürlü, daha çağdaş, daha iyi bir insan olarak yetişeceği ortamı gerçekleştirmektir.


Genelde olduğu gibi, koruma kavramını da Batıdan öğrendiğimizi sanırız. Oysa geçmişimizde, koruma bağlamında, çok anlamlı örnekler vardır:
* Fatih’ in, İstanbul’u  aldıktan sonra ilk yaptığı işlerden biri Ayasofya için bir vakıf kurmaktır.
* Sinan, Ayasofya’nın çevresinin temizlenmesi, belli bir aradan daha yakına yaklaşılmaması için karar çıkarttırmıştır.
* Sinan, Ayasofya’yı yeni dayanak duvarlarıyla güçlendirirken iz silmemeye özen göstermiştir.
* Sinan, bir  beyi, 1000 km uzaktaki bir eskil çağ yapısından söktürüp kendi evinin merdivenine koydurduğu bir taş için kadıya bildirmiştir. Taş yeniden yerine konmuş, bu işi yapan cezalandırılmıştır.
* Osman Hamdi Bey, yüz yılı aşkın bir süre önce, korumayı yasal güvence altına aldırmıştır.
* Mustafa Kemal, 1930 ların başında Konya’dan, günün başbakanı İsmet İnönü’ye bir telgraf çekmiştir. Ata “yadigarı” yapıları ören yeri olarak görmekten duyduğu üzüntüyü bildirmiştir. Kültür devriminin gereklerinden olarak Avrupa’ya yollanacak öğrencilerden kimilerinin arkeolojiye yönlendirilmelerini istemiştir. Bu kişiler Batıdaki öğrenimlerinden sonra yurda döndüklerinde ilk arkeolog kuşağını yetiştirmişlerdir.
* Hitit kazılarını da Mustafa Kemal istemiştir. Böylece bizimle birlikte çoğu ülke de, yeryüzünün ilk imparatorluğunu tanımışlardır.
* Çayönü’nü, o Batıda yetişip gelen ilk arkeolog kuşağından Halet Çambel gün ışığına çıkartmıştır.
* Göbekli Tepe, Çayönü, Çatalhöyük yeryüzü kültür tarihini değiştirdiler.


Bütün bunların bilinmesi, bizim kültür kazanımızı büyütmüştür. Bu kazanın içinde eriyenin de, eritenin de biz olduğumuz gerçeği elbette hepimizi etkilemiştir.


En azından, 12.000 yıl önceye inen bu bilgiler, her şeyi “Grek” açısından yorumlayan yabancı bilim (?) adamları karşısında aşağılanma duygularından kurtulmamızı sağlamışlardır.

Evrensel, Yazı: Cengiz Bektaş, 30.06.2014

ANTİK KENTE TURİST AKINI

 

Kurulduğu tarihten bu yana birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve mimari özelliğiyle dikkati çeken Kars Ani Ören Yeri’ni, ilk altı ayda 21 bin kişi ziyaret etti.

 

Kars-Ermenistan sınırında, Kafkaslardan Anadolu’ya giriş kapısı olan antik kente olan ilgi her geçen gün artıyor. Farklı ülkelerden gelen turistler, MÖ 5000′li yıllardan günümüze kadar gelen esere yoğun ilgi gösteriyor.

 

Eserin gelecek nesillere sağlam şekilde aktarılması ve farklı medeniyetlere ait tarihi izlerin yaşatılması için restorasyon çalışmaları titiz şekilde sürdürülüyor.

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü Hakan Doğanay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentin sadece Kars ve bölge turizmi için değil, dünya için de son derece önem arz ettiğini söyledi.

 

Ani Ören Yeri’ne özellikle son yıllarda yerli ve yabancı turist ziyaretinde önemli artış olduğuna dikkati çeken Doğanay, “Bu medeniyet şehrimizi geçen yıl 23 bin 730 kişi ziyaret ederken, bu yılın ilk altı ayında 21 bin kişi ziyaret etti. Kültür turlarıyla antik kente gelen yerli ve yabancı turist sayısında önemli bir artış oldu. Özellikle Almanya, Ermenistan, Gürcistan, Japonya gibi ülkelerden turistler geliyor” dedi.

 

“Ani, dünya miras listesine girmesi gereken önemli bir hazinedir. Birçok medeniyetin iz bıraktığı bu gizemli kentin hak ettiği değeri görmesi gerekir” diyen Doğanay, eserin korunması, yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılmasının bütün insanlığın görevi olduğunu ifade etti.

 

Ören yerinin dünya miras listesine alınması konusunda çalışma başlatıldığını anlatan Doğanay, Kültür Ve Turizm Bakanlığı’nın konuyla ilgili çalışmaları sürdürdüğünü, yapılacak çalışmalar sonunda antik kenti dünya miras listesinde göreceklerini dile getirdi.

 

Doğanay, Ani antik kentinin, “Ani Harabeleri” olarak adlandırılmasının yanlış olduğuna işaret ederek, şunları kaydetti:

“Bu yanlış bir tanımlamadır. Volkanik tüf tabakasının üzerine kurulan bir Ortaçağ şehri olan Ani, en eski tarihi MÖ 5000′li yıllara dayanıyor. Ani, antik bir kenttir. Bu eşsiz ve muhteşem hazineyi harabe olarak nitelendirmek doğru değil. Kültür turlarıyla öncelikli olarak Van’a giden yerli ve yabancı turistler, sırasıyla Van’daki Akdamar Kilisesi’ni, Doğubayazıt’taki İshak Paşa Sarayı’nı ziyaret ediyor, son olarak da Kars’taki Ani antik kentine geliyor. Son zamanlarda turist sayısında yaşanan önemli artış bölge ekonomisine ve turizmine de önemli katkı sağlıyor.”

haberler.com, 29.06.2014

BİNLERCE YILLIK TARİHE DOKUNAN ELLER

 

DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nün yürüttüğü Seyitömer Höyüğü kazılarının 9′uncu yılında 70′i akademisyenler ve öğrenciler olmak üzere 300 kişi çalışıyor Kazı Grubu Başkanı Prof.Dr. Bilgen: “Burası, bölgenin hem sosyoekonomik hem de kültürel yapısına katkıda bulunan bir yerdir.

 

Kütahya’da, merkeze bağlı Seyitömer beldesindeki 5 bin yıllık höyüğün kurtarma kazısında çıkarılan kapların restorasyonunda görevli ekip, eski çağlarda insanların kullandığı eşyalara dokunmanın hazzını yaşıyor.

 

İl merkezine 25 kilometre uzaklığındaki alanda, orijinal yüksekliği 26, eni 140 ve boyu 150 metre olan Seyitömer Höyüğü’ndeki kurtarma kazısına, altındaki 12 milyon tonluk linyit kömürünün ekonomiye kazandırılması amacıyla 1989 yılında Eskişehir Müze Müdürlüğü’nce başlandı.

 

Geçmişi 5 bin yıl öncesine dayanan höyük, 1990-1995′te Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü tarafından kazıldı. Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğü ile Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Rektörlüğü arasında imzalanan protokol doğrultusunda kazılar, 2006′da DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümüne devredildi.

 

Kazı Grubu Başkanı ve Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığında, öğretim elemanı, öğrenci ve işçilerden oluşan kazı heyeti, 2006′dan bu yana her yıl altışar aylık dönemlerde kazıları sürdürüyor.

 

Önceki yıllarda 4 bin yıllık yanarak korunmuş insan beyinleri, kumaş parçaları, mercimek tohumları, saraya ait kalıntılar ve 2 bin 500 yıllık Pers kılıcı bulunan höyükten çıkarılan seramik eserlere ait parçalar, kazıevinde birleştirilerek sergilenmeye hazır hale getiriliyor.

 

-Alan çok geniş olduğu için kurtarma kazısı yapılıyor

Bilgen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 9′uncu kazı sezonunu bu ay başlattıklarını söyledi.

Kazıda bu yıl 70′i akademisyenler ve üniversite öğrencileri, kalanı bölgede yaşayan işçiler olmak üzere 300 kişinin görevli olduğunu belirten Bilgen, şöyle devam etti:

“Öğrencilerimiz hem alandaki kazı çalışmalarını hem de buradaki restorasyon, çizim, fotoğraf ve envanter işlemlerini yapmaktadır. En önemlisi ise eğitim öğretim yılı içinde bu öğrencilerimiz uygulama alanı bulmaktadır. Böylelikle burada mesleklerinde ilerleyerek daha fazla uzmanlaşma fırsatını yakalamaktadır. Bu yönden bakınca da öğrenciler için burası bir eğitim kazısı sayılabilir. Bize bu imkanı sağlayan DPÜ Rektörlüğü ile höyüğün de bulunduğu alanın işletmecisi Çelikler Elektrik Üretim AŞ yetkililerine teşekkür ederim.”

 

Kazı alanının çok geniş olduğunu vurgulayan Bilgen, bundan dolayı eserleri olduğu yerde bırakmak yerine kurtarma kazısı yaptıklarını anlattı.

 

Höyüğün en üst tabakasındaki Erken Tunç Çağı katmanlarını MÖ 3 bin, eteklerindeki Orta Tunç Çağı bölümünün ise MÖ 2 binli yıllara tarihlediklerini ifade eden Bilgen, “Bu yılki çalışmamızın ana hedefi, Orta Tunç Devri’ne ait buluntuları kurtarmak olacak” diye konuştu.

 

Geçen yıl 6 ayda envanterlik (sergilenebilecek özelliğe sahip) 2 bin 500 eseri Kütahya Müze Müdürlüğü’ne teslim ettiklerini aktaran Bilgen, bunun çok önemli olduğuna dikkati çekti.

 

Bilgen, işçilerin kazıdaki önemine değinerek, “Buradaki çalışmalara katılan işçilerimizin birçoğu yöredeki köylerden gelmektedir. Burasını bir çeşit sosyal proje olarak da görmekteyiz. Burası, bölgenin hem sosyoekonomik hem de kültürel yapısına katkıda bulunan bir yerdir” ifadesini kullandı.

 

-Parçaları birleştirip eserleri ortaya çıkarıyorlar

Kazının restorasyonunda çalışan Arkeoloji Bölümü 3′üncü sınıf öğrencisi Nergiz Üstger ise höyükten çıkarılan seramik kap parçalarını aslına uygun olarak birleştirmeye çalıştıklarını bildirdi.

Höyükten elde edilen seramik eserlerin pek çoğunun kırık olduğunu söyleyen Üstger, şunları kaydetti:

“Bu parçaları ilk önce temizleyip daha sonra yapıştırıcılarımızla birleştiriyoruz. Daha sonra orijinal formlarına uygun olarak kalıplarını alıyoruz. Bu kalıpların boş kısımlarını alçıyla dolduruyoruz. Alçılarını da orijinaline uygun şekilde dolduruyoruz. Son temizliğini yaptıktan sonra müzelik hale geliyor.”

haberler.com, 29.06.2014

DÜNYANIN EN ESKİ VASİYETNAMESİ BULUNDU

 

Kayseri'de 1946 yılından bu yana kazı çalışmalarının sürdüğü ve Anadolu’nun en eski yazılı belgelerinin bulunduğu Kültepe Kaniş- Karum ticaret kolonisinde, dünyanın en eskisi olduğu öne sürülen vasiyetname bulundu. Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Kazı Çalışmaları Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, vasiyetnamede 'eşek borcu' ödemesinden söz edildiğini söyledi.

 



 

Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, Kayseri'de MÖ 4 binli yıllarda Hititler'e dayanan tarihiyle açık hava müzesi olarak nitelendirildiğini Kültepe Kaniş-Karum'da 1946 yıllından bu yana arkeoloji çalışmalarının sürdüğünü ve Türkiye’nin en uzun soluklu tarih yolculuğunun bu yıl 69’cu yılı kazı çalışmalarının başladığını söyledi. Bulunan belgelerle Anadolu’da yazının ilk kullanıldığı yer olarak tescillenen bölge için Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, bu yılki hedeflerini şöyle dile getirdi:

"Burası Ön Asya’nın hemen hemen en büyük yerleşim yerlerinden bir tanesi ve 3 kilometrelik alanla, gerçekten antik dünyanın yani günümüzden 4 bin yıl öncenin en büyük şehirlerinden biri. Bu seneki hedefimiz yine Kültepe’de 4-5 ay kadar çalışma olacak. Kültepe’deki büyük saraysal yapının ortaya çıkarılmasına sağlayacağız. Ama diğer taraftan da şu an içinde bulunduğumuz, Karum alanında Asurlu tüccarların yaşadıkları mahalleleri ve evleri belirleyeceğiz."





Prof.Dr. Kulakoğlu, kazı çalışmalarını başlattıkları bu günlerde açılan bir mezarda ilk defa çivi yazılı tablet bulunduğunu ve bunun şu ana kadar bulunmuş en eski vasiyetname olduğunun ortaya çıktığını anlattı. Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, şöyle devam etti:

"Burada gördüğünüz mezarda kazı yaparken ilginç bir buluntuyla karşılaştık. Kültepe’de yapılan kazılarda ilk defa bir tablet, mezarda bulundu. Çok sevindik. Bu herhalde bir dua metni, ölünün 'öbür dünyaya' sağ- salim gidebilmesi için bir metin, bir dua sandık. Filolog bir arkadaşımız vardı. Ona okuttuk. Tahminlerimiz bir dini metin olması yönündeydi. Ama bir eşek satışıyla ilgili metin çıktı. Bizim için çok sürpriz bir buluntu oldu. Bu tablette bahsedilen metine aşağı yukarı 'Bu mektubumu okuduğun zaman, bu eşeğin sahibine git, eşeğin sahibine bir bölü üç mina gümüş ver' deniliyor."

 

Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, Anadolu’nun ilk yazıyla tanıştığı yer olarak bilinen Kaniş-Karum'da 25 bine yakın tablet bulunduğunu, koloninin UNESCO Dünya Bellek listesine aday olduğunu ve 2015’te bu listede yer alacağını ekledi.

Milliyet, Haber: Faruk Çuhadaroğlu, 29.06.2014

ARKEOLOJİK KAZILAR BAŞLADI

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, kazı çalışmalarına 2013'te yaklaşık 43 milyon lira ödenek aktarıldığını belirterek, "Barındırdığı kültürlerle 'medeniyetlerin beşiği' olarak adlandırılan Anadolu'da geçmişin izlerinin ortaya çıkarılması için yapılan kazı ve araştırma sayısının bu yıl 516'dan 570'e yükselmesi öngörülüyor. Kazılara ayrılan kaynağın da aynı oranda artmasını planlamaktayız" dedi.  

 

Anadolu'da asırlar önce adım adım kurulan ve zamanın toprakla örttüğü medeniyetler için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile akademik kadrolar yine işbaşında… İnsanlık tarihi için bilim yoluna baş koyan eller geçmişi gün yüzüne çıkarmak için var gücüyle çalışıyor. 

 

Üniversitelerde akademik yılın sona ermesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Türkiye'nin dört bir tarafında yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları da yeniden başladı. 

 

Arkeolojik kazı çalışmalarının başlamasına ilişkin AA muhabirine değerlendirmede bulunan Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, bir bilim dalı olarak hem somut tarihi mirasa paha biçilemez katkılarda bulunan hem de binlerce yıl öncesini bugüne taşıyarak günümüz insanına düşünce dünyasında farklı kapılar açan arkeolojik kazıların, tartışmasız bir öneme sahip olduğunu söyledi. 

 

Sadece Anadolu'da bir tek höyükte temsil edilen medeniyetlerin, ne kadar büyük bir mirasın üzerinde oturulduğunu çok net şekilde gözler önüne serdiğini anlatan Çelik, "Bu büyük medeniyet silsilesinin, bu medeniyet mirasının varisleri olmaktan gurur duyuyoruz" dedi. 

  
"Bu miras geçmişe ait mesele olarak görülemez" 

Bu mirasın sadece geçmişe ait bir mesele olarak görülemeyeceğini vurgulayan Çelik, şunları kaydetti:  

"Kültürel mirasa sahip çıkmak, bir görev olmanın, bir tercih olmanın ötesinde bugünümüz ve geleceğimiz için bir zorunluluk. Bu mirası koruma irademiz sürekli gelişen bir eylem olarak devam edecek ve kültürel bir hassasiyetten çok daha fazlası, bizim için temel bir siyasal eylem olacak. 

 

Kültürel mirasa etkin, canlı ve dinamik bir mesele olarak yaklaşılmalı, o açıdan değerlendirilmeli. Kültürel mirası cansız bir vakıa olarak görmek büyük bir yanılgı olur. Geçen yıl, Türkiye genelinde 516 kazı ve araştırma çalışması yürütülürken, Bakanlığımız kazı çalışmalarına 2013 yılında yaklaşık 43 milyon lira ödenek aktardı. Barındırdığı kültürlerle 'medeniyetlerin beşiği' olarak adlandırılan Anadolu'da geçmişin izlerinin ortaya çıkarılması için yapılan kazı ve araştırma sayısının da bu yıl 516'dan 570'e yükselmesi öngörülüyor. Kazılara ayrılan kaynağın da aynı orantıda artmasını planlamaktayız." 

 

 "6 alana müjde" 

 Kültür ve Turizm Bakanı Çelik, bu kazı döneminde 6 farklı alana müjdeleri olduğunu ifade ederek, şu bilgileri verdi:  

"6 kazı alanında bugüne dek yüzey çalışması veya müze başkanlığında kazı yapılabiliyordu. Bakanlar Kurulu'ndan çıkacak kararla artık çalışmalar daha kapsamlı olarak, kazı ve koruma çalışmalarına başlanacak.  

 

Hitit, Bizans ve Roma uygarlıklarına ait buluntulara ulaşılan Yozgat-Kuşaklı Höyük, Roma, Bizans ve Anadolu Selçuklu'dan izler taşıyan Afyon-Amorium, iki yıl önce çok nadir rastlanan gergedana (Ceratotherium Neumayri) ait olduğu düşünülen bir kafatası fosilinin bulunmasıyla gündeme gelen Nevşehir-Sofular, cami, kilise ve Zerdüşt tapınağının bir arada bulunduğu Kars-Ani Harabeleri, Tunç Çağı'ndan izleri bugünümüze taşıyan Manisa-Gölmarmara, Kalkolitik Çağ ve Tunç Çağına ait tabakalanmalar saptanan Eskişehir-Kanlıtaş Höyüğü." 

 

Kazı çalışmaları ile her yıl ortalama 4 binin üzerinde eserin, bakanlığa bağlı müzelerin envanterine kaydedildiğini belirten Çelik, kazı çalışmalarının büyük çoğunluğunun eğitim öğretim sezonunun başlayacağı eylül ayı ortalarına kadar sürmesinin beklendiğini bildirdi. 

Dünya, 29.06.2014



******


HAZİNE GİBİ DESTEK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye genelinde kazı çalışmalarına 43 milyon ödenek aktardı. Anadolu'da geçmişin izlerinin ortaya çıkarılması için yapılan kazı ve araştırma sayısı bu yıl 516'dan 570'e yükselecek.

 

Anadolu'da asırlar önce adım adım kurulan ve zamanın toprakla örttüğü medeniyetler için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile akademik kadrolar yine işbaşında… İnsanlık tarihi için bilim yoluna baş koyan eller geçmişi gün yüzüne çıkarmak için var gücüyle çalışıyor. Üniversitelerde akademik yılın sona ermesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Türkiye'nin dört bir tarafında yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları da yeniden başladı. 

 

VARİS OLMAKTAN GURUR DUYUYORUZ

Çalışmalarla ilgili konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, bir bilim dalı olarak hem somut tarihi mirasa paha biçilemez katkılarda bulunan hem de binlerce yıl öncesini bugüne taşıyarak günümüz insanına düşünce dünyasında farklı kapılar açan arkeolojik kazıların, tartışmasız bir öneme sahip olduğunu söyledi. Sadece Anadolu'da bir tek höyükte temsil edilen medeniyetlerin, ne kadar büyük bir mirasın üzerinde oturulduğunu çok net şekilde gözler önüne serdiğini anlatan Çelik, "Bu büyük medeniyet silsilesinin, bu medeniyet mirasının varisleri olmaktan gurur duyuyoruz" dedi. 

 

MİRAS GEÇMİŞE DEĞİL, BUGÜNE AİT 

Mirasın sadece geçmişe ait bir mesele olarak görülemeyeceğini vurgulayan Çelik, "Kültürel mirasa sahip çıkmak, bir görev olmanın, bir tercih olmanın ötesinde bugünümüz ve geleceğimiz için bir zorunluluk. Bu mirası koruma irademiz sürekli gelişen bir eylem olarak devam edecek ve kültürel bir hassasiyetten çok daha fazlası, bizim için temel bir siyasal eylem olacak. Geçen yıl, Türkiye genelinde 516 kazı ve araştırma çalışması yürütülürken, Bakanlığımız kazı çalışmalarına 2013 yılında yaklaşık 43 milyon lira ödenek aktardı. Barındırdığı kültürlerle 'medeniyetlerin beşiği' olarak adlandırılan Anadolu'da geçmişin izlerinin ortaya çıkarılması için yapılan kazı ve araştırma sayısının da bu yıl 516'dan 570'e yükselmesi öngörülüyor. Kazılara ayrılan kaynağın da aynı orantıda artmasını planlamaktayız" dedi. 

 

6 BÖLGEYE MÜJDELİ HABER

Bakan Çelik, bu kazı döneminde 6 farklı alana müjdeleri olduğunu ifade ederek, şu bilgileri verdi: "6 kazı alanında bugüne dek yüzey çalışması veya müze başkanlığında kazı yapılabiliyordu. Bakanlar Kurulu'ndan çıkacak kararla artık çalışmalar daha kapsamlı olarak, kazı ve koruma çalışmalarına başlanacak. Hitit, Bizans ve Roma uygarlıklarına ait buluntulara ulaşılan Yozgat-Kuşaklı Höyük, Roma, Bizans ve Anadolu Selçuklu'dan izler taşıyan Afyon-Amorium, iki yıl önce çok nadir rastlanan gergedana (Ceratotherium Neumayri) ait olduğu düşünülen bir kafatası fosilinin bulunmasıyla gündeme gelen Nevşehir-Sofular, cami, kilise ve Zerdüşt tapınağının bir arada bulunduğu Kars-Ani Harabeleri, Tunç Çağı'ndan izleri bugünümüze taşıyan Manisa-Gölmarmara, Kalkolitik Çağ ve Tunç Çağına ait tabakalanmalar saptanan Eskişehir-Kanlıtaş Höyüğü'nde çalışmalar olacak."

 

Kazı çalışmalarıyla her yıl ortalama 4 binin üzerinde eserin, bakanlığa bağlı müzelerin envanterine kaydedildiğini  belirten Çelik, çalışmalarının büyük çoğunluğunun eğitim öğretim sezonunun başlayacağı eylül ayı ortalarına kadar sürmesinin beklendiğini bildirdi. 

Akşam, 30.06.2014

"KAZI ÇALIŞMASI YAPILAN YERLERDE ESERLER DAHA KORUNAKLI OLUYOR"

 

 

Arkeologlar, kazı yapılan alanlarda kaçak kazı yapma riskinin az olduğunu belirtiyor. Uzmanlar, tel örgü ile çevrilmeyen ve bekçi koruması olmayan yerlerde kaçak kazı riskine açık olduğunu ifade ediyor.

 

Myra-Andriake Kazı Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, kazı çalışması yapılan yerlerde tarihi eserlerin daha korunaklı olduğunu söyledi. Kazı çalışması yapılan yerlerde o yörenin insanında kendi tarihi, kültürel ve arkeolojik varlıklarına sahip çıkma bilincinin önemli olduğunu belirten Çevik, bu bilinç olmazsa bazen o bölgede bulunan içi boş bir su testisine kulaktan duyma bilgilere bağlı anlamlar yüklenerek, kaçak kazı yapılmasına neden olabileceğini kaydetti.

 

Bu topraklarda var olan ve gün yüzüne çıkarılan her eserin değerli olduğunu belirten Çevik, geçmiş yıllarda yurtdışına çıkarılan eserlerin yeniden geri getirilerek ait oldukları yerlerde sergilenmesinin tarihi öneme sahip olduğunu ifade etti. Her kaçırılan tarihi eserin o antik kentteki resmin bütününü yarım bıraktığını belirten Çevik, “Kazı çalışması olan yerlerde tarihi eserler daha korunaklı oluyor. Kazı çalışması yapılan yerler mutlaka tel örgü ile koruma altına alınmalı ve bekçi olmalı. Bekçide tek kişi değil, vardiyalı olmalı. Tarihi Ören yerlerinde üç ay kazı çalışması yapılıyor. Kazı çalışması yapan ekip kazı yaptıkları bölgeye sahip çıkıyor. Kazı ekibinde çalışanlar o yörenin insanı olması nedeniyle kendi tarihi kültürel mirasına sahip çıkma daha fazla oluyor. Her ne kadar üç kazı çalışması yapılsa da ekip yılın 12 ayı Ören yerine sahip çıkıyor.” dedi.

 

Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Side Kazı Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Alanyalı, kazı çalışan yerlerde tarihi eserlere sahip çıkma bilincinin daha yüksek olduğunu söyledi. Efes’ten sonra ikinci kazı çalışması yapılan yerin Antalya Side Antik Kent olduğunu belirten Alanyalı, tarihi Ören yerinde 1947 yılından bu yana kazı çalışması yapıldığını ve 6 yıldırda bölgede Anadolu Üniversitesi’nin çalışma yaptığını kaydetti.

 

Kazı çalışması yapılan yerlerin yapılmayan yerlere göre daha korunaklı olduğunu anlatan Alanyalı, “Side ülkemizde 67 yıldır aralıksız kazı çalışması yapılan nadir yerlerden biri. Onun için arkeoloji denilince ilk akla Side geliyor. Bu olgunun oluşmasında Ordinaryus Prof.Dr. Arif Müfid Mansel ve Prof.Jale İnan’ın katkısı yüksek. Hangi döneme ait olursa olsun her eser bizim zenginliğimiz. Kazı çalışması yapılan yer her zaman korunaklı yerdir.” ifadesini kullandı.

haberler.com, 29.06.2014

ASSOS'UN ET YİYEN LAHİTLERİ

 

Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi'ndeki Assos antik kentinde yöreye özgü taşlardan yapılan dünyaca ünlü lahitler, içine konan cesetlerin "kısa sürede tamamen çürüyüp yok olması" nedeniyle "et yiyen" olarak biliniyor.

 

 

Antik kentteki kazıların başkanlığını yürüten Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nurettin Arslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "lahit" tanımının ilk önce Assos'ta ortaya çıktığını, kentteki taşları anlatırken kullanılan bir kavram olduğunu söyledi.

 

 

Arslan, 37 ciltlik "Tabiat Tarihi" adlı eseri bulunan Romalı yazar Plinius'un, Assos'ta bir taş türü olduğunu ve bundan üretilen lahitlerin içine konan cesetlerin 40 gün içinde tamamen çürüyüp, yok olduğunu ifade ettiğini belirterek, "Başka antik kaynaklarda da buradaki taşların ünüyle ilgili bilgiler verildiğini biliyoruz. Bu bilgiler sayesinde andezit taşından, mermerden çok ihtişamlı lahitlerin yapıldığını tespit ettik" dedi.

Gösterişsiz olmasına rağmen büyük olasılıkla Plinius'un verdiği bilgi, yaptığı övgüden dolayı Assos'taki andezit taşından imal edilen lahitlerin antik dönemde Lübnan, Suriye, Yunanistan ve Roma'ya ihraç edildiğini aktaran Arslan, "Bunların bütün örnekleri var. Yunanistan'ın güneyinde bir batık gemi var. Bu gemide Roma'ya ihraç edilmek üzere yüklü bulunan Assos lahitlerinin olduğunu biliyoruz" diye konuştu.

 

 

"Ağırlıkları 3 tona yaklaşıyor"
Arslan, lahitlerin içleri boş, işlenmiş olarak diğer kent ve ülkelere gönderildiğine işaret ederek, şu bilgileri verdi:
"Lahitlerin gemilerde ve değişik ülkelerde bulunması bunların ne kadar pahalı olduğunu gösteriyor. Assos lahitlerinin, Plinius'u okuyan bilinçli insanlar tarafından özellikle tercih edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Lahitlerin genelde boyu 2 metre 30, genişliği ise 80-90 santimetre dolayında. Bu ebattakilerden daha büyük örnekleri de Assos'ta görmek mümkün. Ağırlıkları 3 tona yaklaşıyor. Lahitlerin en büyük özelliği malzemesinin andezit taşı olması ve süslemeleri. Bunlar sadece Assos'a has örnekler. Örneğin Roma'daki bütün lahitlerin uzun yüzlerinde 3 çelenk vardır. Assos'ta yapılanlarda ise bu sayı 2'dir. Assos'ta yapılan lahitlerin uzun yüzlerinde yer alan tabula ansata (yazıtın yer aldığı levha kısmı) fincana benzer şekillerde biçimlendirilmiştir."

 

 

Ceseti nasıl çürüttüğü araştırılıyor
Assos'un kuzeyindeki taş ocaklarında, yarım kalmış, atölyede kesilmiş, iç kısmı kısmen boşaltılmış lahit örneklerinin hala mevcut olduğuna işaret eden Arslan, şöyle devam etti:
"Buradaki lahitler önce kabaca dörtgen şeklinde kesiliyor. İçleri oyuluyor. Üzerindeki süslemelerin ise götürüldüğü mezarlıkta işlendiğini biliyoruz. Lahitlerin gerçekten eti yok eden bir taştan mı yapıldığı konusunda uzun araştırmaların yapıldığını biliyoruz. Bazı araştırmacılar lahit içinde şap maddesinin yoğun olarak bulunduğunu ve cesedi bunun çürüttüğünü ileri sürüyor. Ancak geçmişteki kazılarda bazı lahitler içinde ele geçen beyaz maddelerin şap olduğunu söyleyebiliriz. Assoslular belki de taş ocaklarında çalışırken şapın özellikle deriyi yaktığını fark etti ya da bu maddeyi başka yerden getirip, ilave olarak lahitlerin içine koyup etlerin hızlı şekilde çürümesini sağladı. Böylece Assos lahitlerinin dünyaca üne kavuştuğunu söyleyebiliriz."

Hürriyet, Haber: Mehmet Bayer, 29.06.2014

ASLINDA BİR OSMANLI HAFİYESİ: MATRAKÇI NASUH





Minyatür üstadı, hattat, savaşçı, tarihçi ve matematikçi Matrakçı Nasuh’u tarif etmek için kullanılan ansiklopedik sınıflandırmalardan sadece bazıları…


UNESCO’nun Paris’te açıkladığı yeni programa göre, 450. ölüm yılı dolayısıyla Matrakçı Nasuh da anılacak. Büyük üstadı anmanın tam zamanıdır…

 

Doğum tarihi ve ölüm tarihi net olarak bilinmiyor Matrakçı Nasuh’un. Katip Çelebi’ye göre ölüm tarihi 1533 olsa da bu konuda tarihçilerin münazaraları devam ediyor. Hakkında bilinenlerse yeni yeni gün yüzüne çıkıyor. Muhteşem Yüzyıl’da Fatih Al’ın canlandırdığı karakterle beraber daha da fazla merak edilir hale geldi, son noktadaysa UNESCO’nun 450. ölüm yıl dönümünü programına almasıyla sadece popüler kültürün değil, ulusal kültürün de tekrar ilgi odağına geldi.


Genel kabul görüşe ve Tarihçi Halil İnalcık’a göre Matrakçı Nasuh, Bosnalı bir devşirmeydi. Boston Güzel Sanatlar Akademisi’nde İslami Sanatlar ve Mimari konusunda dersler veren tarihçi Jonathan Bloom ise Nasuh’un Sultan II. Bayezid döneminin sonlarına doğru (1500’lerin başı) Enderun’da matematik eğitimi gördüğüne dair belgeler olduğunu söylüyor. Döneminde özellikle geometri ve matematik alanında önemli bir bilim adamı sayılıyordu Matrakçı Nasuh. Günümüze kadar kalan, uzunluk ölçüsü cetvelleri ve iki tane kitabı vardır bu alanda; Cemalü’l-Küttab ve Kemalü’l- Hisab ile Umdetü’l-Hisab...

 

ZİRVESİ KANUNİ DÖNEMİ

Bosnalı devşirmeler Osmanlı Sarayı’nda 1-0 önde başlarlar hayatlarına tabiri caizse. Sokollu Mehmet Paşa koca ülkeyi adeta kendisi yönetecek kadar ileri çıkmıştır. Matrakçı Nasuh da çok sık padişahların etrafında bulunmuş biri. II. Bayezid ve I. Selim’e adadığı kitapları bulunmakta. Ama tarihçilerin birleştiği bir nokta var; hem popülerliğinin hem de sanatının zirve noktası Kanuni zamanı. Üç nüsha halinde yayımlanan Süleymanname kitabında Kanuni Sultan Süleyman devrini anlatarak, tarihe de ışık tutmuştur. Aynı zamanda bir tarihçi olarak anılmasına sebep olan eserlerden biri de Fetihname-i Karabuğdan’dır ve Kanuni’nin İran seferini anlatır. Kanuni ile iyi dost olduğu sanılan Nasuh, bizzat padişahın emriyle Fransa Kralı I. François’ya destek amaçlı olarak Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki donanmaya katılmış ve durduğu limanları resmetmiştir.

 

MATRAK’IN MUCİDİ

Kendisi Matrakçı lakabıyla anılır. Matrak sopalarla oynanan bir dövüş ustasıdır ve Nasuh da bu konuda ustadır. Hatta bu oyunu başka oyunlardan esinlenerek keşfettiği sıkça söylenir. Çok iyi bir dövüşçü olması dolayısıyla ‘silahi’ adıyla da anılır hatta. Birçok kılıç ve mızrak müsabakasında ustalığını gösterdiği için Kanuni ona ‘usta’ unvanının verilmesi için ferman hazırlatmıştır. Silah kullanımı ile ilgili ‘Tuhfet-ul Guzat’ isimli bir kitap da yazmıştır.

 

RESMİN GÜNAH SAYILDIĞI BİR DÖNEM…

Tüm bu özellikleri onu en büyük önem taşıdığı alanda ilerlemesine sebep olmuştur; minyatür. UNESCO’nun da destek verdiği projede Matrakçı Nasuh’un minyatürlerini çiniye işleyen Fahri Çetinkaya farklı bir noktaya dikkat çekiyor; “Kendisi bildiğiniz gibi, resmin günah ve yasak sayıldığı dönemlerde bir anlamda bu durumu delmiştir, yayılmasına sebep olmuştur. Avrupa’da Rönesans’ın olduğu dönem... Bakın mesela minyatürlerinde insan yüzü yoktur. En fazla hayvan figürleri olur. Daha çok yerler ve bitkiler olur. Bu Osmanlı sanatında bir ilktir aslında. Ama daha önemlisi nedir biliyor musunuz? Kanuni Sultan Süleyman seferlerden önce, Nasuh’u gönderir ve resmettirirmiş her şeyi. Zayıf ve kuvvetli yerler neresi? Nerede dere var? Stratejik bir avantaj nasıl sağlanabilir? Kalenin zayıf yanı nedir? Bunları düşünüp savaş stratejisini belirlermiş mesela. Nasuh silahta da usta ama asıl stratejik olarak çok önemli bir Osmanlı hafiyesi aslında.”

Akşam, Haber: Kaan Kavuşan, 29.06.2014

AKIBETİ DİĞERLERİ GİBİ OLMASIN!

 

 

Üsküdar’daki Fethipaşa Korusu’ndaki Hüseyin Avni Paşa Köşkü sebebi henüz belli olmayan bir yangınla kül oldu. Köşk içinde bulunduğu koruyla birlikte 25 Aralık yolsuzluk soruşturmasında ifade veren işadamı Mehmet Cengiz’e satılmış, Cengiz, köşkü restore edeceğini dile getirmişti. Ancak çıkan yangın akıllara ‘acaba yanan tarihi köşk ne olacak?’ sorusunu getirdi. Çünkü daha önce yanan tarihi mekanların birçoğu eski işlevini yitirdi. Kimi otel kimi sosyeteye düğün mekanı kimisi ise bakana makam odası oldu. İşte yanan tarihi binaların bazıları ve akıbetleri. 

GAZİOSMANPAŞA ORTAOKULU, OTEL OLUYOR 
Ortaköy’de bulunan Fehime Sultan Yalısı ‘Hanım Sultan Sarayları’ olarak geçen bir dizi yalıdan biriydi. Son olarak Gaziosmanpaşa Ortaokulu olarak kullanılan yalı, 2002 yılının temmuz ayında tamamen yandı. Uzun süre otopark olarak kullanılan yalı ilçe halkının eğitime kazandırılması için açtığı davalara rağmen THY’ye satıldı ve 7 yıldızlı otel yapılıyor. 

HAYDARPAŞA GARI OTEL Mİ OLACAK? 
Haydarpaşa Garı'nın çatısında 28 Kasım 2010'da yangın çıktı ve tarihi yapı büyük hasar gördü. O günden bu yana restore edilmeye bekleyen garın otel yapılacağı öne sürülüyor. Haydarpaşa Garı ve çevresi için düşünülmekte olan proje belediye ve koruma kurulunca onaylandı.

ÜSTÜ BAKANA MAKAM ALTI MÜZE 
İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün Cağaloğlu’ndaki tarihi binası 2012 yılında tamamen yandı. Bina için restorasyon projesi hazırlandı. Restorasyon sonrası üst katlar Milli Eğitim Bakanı’nın İstanbul’daki makamı, alt katları ise milli eğitim müzesi olarak hizmet verecek. 

SAİT HALİM PAŞA VE ESMA SULTAN YASI DÜĞÜNLERE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR 
Tarihi Sait Halim Paşa Yalısı 1995 yılında şaibeli bir yangının kurbanı oldu. Geçirdiği restorasyondan sonra özellikle düğünler için kullanılan popüler bir mekan haline geldi. 

Boğaz’a nazır Esma Sultan Yalısı da yangın sonrası işlevini yiten tarihi binalardan biri. Sultan I. Abdülhamid’in kızı olan ve Çerkez Mehmed Paşa’yla evlenen Esma Sultan için 1778 ile 1848 yılları arasında yapılan yalı, önce okul sonra tütün deposu olarak kullanılmış. 1975 yılında çıkan yangında yalıdan geriye dört duvar kaldı. 1990’larda buradaki kalıntılar içine cam ve çelik konstrüksiyon giydirilerek sosyete düğünlerine ev sahipliği yapan mekana dönüştürüldü.

Radikal, Haber: Ercan Sarıkaya, 29.06.2014

BERGAMA'YA 1 MİLYONLUK YOL

 

UNESCO Dünya Mirası Listesine giren Bergama, artık rahatça gezilebilecek! Doğal bir düzlüğün olmaması nedeniyle yüzyıllardır teraslama ile yer kazanılan antik kente gezi güzergahı oluşturuluyor.

 

2012’de başlayan 1 milyon TL ödenekli proje, Ağustos ayı başında sona erecek. Proje ile net bir gezi güzergahı oluşturulacak, engellilerin alanı rahatça dolaşması sağlanacak. Ahşap travers döşemeli gezi yolları, maket alanlar, kameralı güvenlik sistemi ile Bergama, turizmin önemli merkezlerinden biri haline gelecek. Farklı bir kent yapısı bulunan Bergama, Helenistik, Roma, Doğu Roma ve Osmanlı Dönemlerine ait katmanları bünyesinde barındırıyor. 

Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 29.06.2014

HÜSEYİN AVNİ PAŞA KÖŞKÜ KÜL OLDU

 

 

İstanbul’da bir tarih daha alevlere teslim oldu. Üsküdar Fethipaşa Korusu’nda bulunan ve koruma altında olan tarihi Hüseyin Avni Paşa Köşkü, dün öğleden sonra çıkan yangında kül oldu. Köşkün yer aldığı koruluğu 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda adı geçen işadamı Mehmet Cengiz satın almıştı. Köşkün ilk sahibi Hüseyin Avni Paşa ise Sultan Abdülaziz döneminde sadrazamlık yapmış darbeci isimlerden biriydi. Paşa, 1876’da Abdülaziz’in hallinde rol almıştı.

Alınan bilgiye göre, saat 17.00 sularında yakılan bir ateş, rüzgarın etkisiyle Hüseyin Avni Paşa Köşkü’ne sıçradı. Yangını söndürme çalışmalarına Üsküdar, Kadıköy ve Çengelköy itfaiye ekipleri katıldı. Havadan helikopter desteğinin de verildiği yangın, uzun uğraşların sonucu kontrol altına alındı. Ancak Fethipaşa Korusu içindeki Hüseyin Avni Paşa Köşkü tamamen yandı. Soğutma çalışmalarına yangın söndürme helikopteri de destek verirken, Anadolu yakasındaki yangın Avrupa yakasından da görüldü. ‘Hüseyin Avni Paşa Korusu’ olarak anılan alanın, 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda şüpheliler arasında adı geçen işadamı Mehmet Cengiz’e satıldığı gündemde yer almıştı. Konuya ilişkin açıklama yapan TMSF şu bilgileri paylaşmıştı: “Cumhuriyet Gazetesi’nin 18.03.2014 tarihinde manşetinden vermiş olduğu ‘Koruyu satmışlar’ başlıklı haberle ilgili kurumumuz kayıtlarında yapılan incelemede; Hüseyin Avni Paşa Korusu olarak bilinen Üsküdar’daki taşınmazın 65/100 hissesi 19 milyon 200 bin TL muhammen bedelle ihaleye çıkarılmıştır. Hukuka uygun olarak yapılan ihaleye, birden fazla alıcı iştirak etmiş, sözü edilen gayrimenkul için Cengiz İnşaat San. ve Tic. A.Ş. en fazla artırımı yapmıştır. Adı geçen firmaya, 31 milyon 690 bin 132 TL üzerinden taşınmazın satışı gerçekleştirilerek tapu devri 23.11.2007 tarihinde yapılmıştır.”

Zaman, Haber: Nuri Soylu, 29.06.2014

 

******


TARİHİ YALI, MEHMET CENGİZ'E BEDELSİZ OLARAK MI VERİLDİ?

 

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, önceki gün çıkan şüpheli yangında küle dönen Hüseyin Avni Paşa Yalısı’nın hangi gerekçe ile adı yolsuzluk soruşturmasında geçen işadamı Mehmet Cengiz’e verildiğini Meclis’e taşıdı.

 

Tanrıkulu, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın cevaplaması talebiyle verdiği soru önergesinde, “Yalı, hangi gerekçe ile Cengiz İnşaat AŞ’ye sıfır (0) TL bedelle verilmiştir?” diye sordu. İşte CHP’li vekilin diğer soruları: “Tarihi Hüseyin Avni Paşa Yalısı’nın TMSF tarafından 2012 yılında sıfır TL bedelle Cengiz İnşaat AŞ’ye verildiği iddiası doğru mudur? Gerekçesi nedir? Cengiz İnşaat AŞ’nin restorasyon projesinin Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 23 Haziran 2014 tarihinde değerlendirilerek restorasyon için ön izin verilmesinden sadece 5 gün sonra tarihi yalının şüpheli biçimde tamamen tahrip olması tesadüf müdür? Yalı bir rant projesi uğruna bir kundaklamayla mı yok edilmiştir?”

Zaman, 30.06.2014

 

******


HÜSEYİN AVNİ PAŞA KÖŞKÜ MECLİS GÜNDEMİNDE

 

CHP Milletvekilleri, Hüseyin Avni Paşa Köşkü'ndeki yangını TBMM gündemine taşıdı. CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, TBMM Başkanlığına Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç tarafından cevaplandırılması, CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.

 

CHP Milletvekili Kart, önregesinde şu ifadelere yer verdi:

* Taşınmazın 65/100 hissesi , Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu adına kayıtlı iken , 23.11.2007 tarihinde "31.690.132 YTL" bedel ile Cengiz İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş'ne satılmıştır.

* Tapu kaydında ve imar durumundaki kayıt, şerh ve kısıtlamalara rağmen; Koru içinde bulunan köşkün restorasyonu için 23 Haziran 2014 tarihinde "ön izin" verildiğine dair bilgiler basına yansımıştır. Bu iznin verilmesinden 5 gün sonra ise, 28 Haziran tarihinde içimizi acıtan – kanatan kuşkulu yangın gerçekleşmiştir.

- Soru önergesi formatı içinde "kuşkulu yangına" yönelik olarak "daha öte" bir değerlendirmeyi bu aşamada yapmıyoruz. Konunun birden fazla Bakanlığı ilgilendirmesi sebebiyle , önerge Hükümet Sözcüsü konumunda olan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a yöneltilmiştir.

 

Mevcut bulgulara göre, aşağıdaki konuların ivedi olarak cevaplandırılmasını talep ediyoruz;

 

(1) TMSF'nin , Cengiz Grubuna 23.11.2007 tarihinde tapuda intikal ettirdiği 65/100 hissenin, "TMSF'den önceki maliki" kimdir?

-- TMSF hangi hak ve alacağına karşılık, bu taşınmaza hangi bedel karşılığında , hangi tarihte el koymuştur?

--Taşınmazın diğer 35/100 hissesi Kim'e aittir? Bu hisse de Cengiz Grubuna mı aittir? Bu hisse, Cengiz Grubuna ait ise hangi yol ve yöntemle bu Gruba intikal etmiştir

 

(2) TMSF, yukarıda sözü edilen 65/100 hisseyi hangi satış yöntemiyle Cengiz Grubuna satmıştır? Kamuya açık ihale yapılmış mıdır? Satışa dair basın yoluyla ya da başka yol ve yöntemlerle ilan ve duyurular yapılmış mıdır?

 

(3) İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ve Anıtlar Yüksek Kurulunun yukarıda sözü edilen "kayıtlarına , şerhlerine ve kısıtlamalarına" rağmen ; restorasyon izni ya da başka bir işlem adı altında hangi gerekçeyle Cengiz Grubuna "ön izin" verilmiştir? Bu yönde basında çıkan haberler doğru mudur?

 

(4) Koru'da mevcut olan ağaçların türü ve sayısı kayıt altında mıdır?

 

(5 )28 Haziran tarihinde vuku bulan yangına kasıtlı olarak geç müdahale edildiği yolundaki iddia ve bulgular sebebiyle; bu iddiaların tahkiki, kamuoyundaki kuşkuların giderilmesi ve maddi gerçeğin ortaya çıkması amacıyla ; öncelikle idari inceleme ve soruşturma ve akabinde de adli mercilere suç duyurusunda bulunma sürecini başlatacak mısınız?

 

CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin de 'Son 12 yıl içinde İstanbul yangın yerine dönmüş, aralarında Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu, Kılıç Ali Paşa Camii, Hünkar Kasrı, Kapalı Çarşı, Cağaloğlu İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Kara Mustafa Paşa Camii, Acemoğlu Hamamı, Galatasaray Üniversitesi, Çırağan Sarayı ve Haydarpaşa Garı'nın da bulunduğu İstanbul'un tarihi mirası ranta kurban edilmiştir. Bu olaylar tesadüf demek mümkün müdür? Biz bu olayları manidar buluyoruz!'' diyerek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yazılı olarak cevaplaması istemiyle TBMM Başkanlığı'na soru önergesi verdi.

 

TALANCI POLİTİKALAR

TBMM'ye sunduğu önerge sonrası ''İstanbul CHP İl Başkanlığı görevim esnasında, 17. yüzyıldan günümüze kalan Acemoğlu Hamamı üzerinde başlayan kaçak inşaata dair Eminönü Belediyesi'ne ve Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunmamıza rağmen tüm soruşturmaların engellenerek tarihi hamamın otel inşaatı içine 'kundaklanışı' AKP hükümetinin rant odaklı politikalarının kanıtlarından biri olarak hafızalardadır.'' ifadelerini kullanan Tekin; ''Bu talancı politikalar Türkiye'nin uluslararası imajına büyük yaralar açarak, UNESCO'nun İstanbul'u dünya mirasından atmasını dahi gündeme getirmiştir. '' dedi.

 

CHP Genel Sekreteri Gürsel tekin'in Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yönelttiği sorular ise şöyle;

 

1. Fethipaşa Koru'sunda çıkan yangına, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş tarafından Ocak 2014'te büyük şaşa ile tanıtılan, 'Alev Kartalı' olarak adlandırılan yüksek maliyetli helikopterler zamanında müdahale etmiş midir?

2. Anıtlar Kurulu tarafından koruma altına alınan ve ahşap taşıyıcı sistem üzerine kurulu olmasından kaynaklı yangın tehlikesine açık olan köşkte gerekli önlemler neden alınmamıştır?

3. Çıkan yangın sonucu tamamıyla tahrip olan koru içindeki tarihi Hüseyin Avni Paşa Yalısı'nın TMSF tarafından 2012 yılında 'sıfır Türk Lirası' bedelle Cengiz İnşaat A.Ş. tarafından satın alındığı iddiası doğru mudur?

4. 2002 yılından bu yana İstanbul'da otel ve iş alanı olarak imara açılan bölgelerde toplam kaç tarihi yapı talan tehdidi altındadır?

5. 2002-2014 yılları arasında İstanbul'da kaç tarihi yapıda yangın çıkmıştır? Bu yangınlara dair kaç soruşturma açılmış, kaçı sonuçlanmıştır?

6. Yüzölçümü 130 bin metrekare olan Yunanistan'ın Dünya Mirasları listesinde 16 eseri varken, 779 bin metrekare yüzölçümü ile Anadolu medeniyetleri beşiği olan Türkiye'nin bu listede kaç eseri vardır? Listedeki eserlerin korunma ve muhafazasına yönelik nasıl bir politika izlenmektedir?

Gerçek Gündem, 30.06.2014

 

******


ŞEHİR YANMIŞ, KÖŞK YANSA ÇOK MU?

 

Üsküdar’daki tarihi Fethipaşa Korusu’nun içinde bulunan özel alan bugüne kadar kaç defa el değiştirdi...

 

Mocanlar’a ait olan köşkler... Cumhuriyet’in ilk zenginlerinden Nuri Demirağ’ın adıyla anılan koru...


Sonraki yıllarda işadamı Demir Karamancı’ya geçmişti. Karamancı Ailesi, 1985’te koruyu Araplar’a satmıştı. 1988’de koruyu açık artırmayla alan Süzer Ailesi, “İleride belki 5 yıldızlı bir otel yapabiliriz” açıklamasında bulunmuştu... Ama orası 1. derece tarihi eser ve sit alanı olduğu için bu “hayali” bugüne kadar kimse gerçekleştiremedi. Bu korunun içinde 150 yıllık tarihi Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nü bugüne kadar gelip geçen bütün bu aileler korumayı başardı. Ta ki günümüze kadar... Yakın geçmişte TMSF’ye geçtikten sonra koru açık artırmayla Cengiz İnşaat’a geçti... 19 milyon 200 bin liraya satışa çıkan koru, ihalede 31 milyon 690 bin liraya satıldı. Hani 17 Aralık tapelerinde millete küfrettiği iddia edilen ve üçüncü havalimanı inşaatını üstlenen şirketlerden olan Cengiz İnşaat’a...


Ve önceki gün bu korunun içinde bulunan 150 yıllık Hüseyin Avni Paşa Köşkü yandı bitti kül oldu... Bilmeyenler için söyleyeyim, Fethi Paşa Korusu halka açıktır ama söz konusu köşkün bulunduğu arazi özel mülkiyettir. Kimse giremez, etrafı kapalıdır...


Yani birileri izmarit atmış da yangın çıkmış, mangal yapmış da köşkü tutuşturmuş durumu söz konusu değildir. Orada çıkan yangının temel sorumlusu köşkün ve arazinin yeni sahiplerinden başkası değildir. Şimdi Cengiz İnşaat “yangından” sonra yaptığı açıklamada diyor ki; “Aslına uygun olarak köşkü yeniden yapacağız...” İyi de bunu isteyen kim? Yapmanız gereken, köşkü aslına uygun olarak yeniden yapmak değil...


Aslını 150 yıllık tarihine saygı göstererek korumaktı... Bunu yapmadınız... Sorumluluğunuz altındaki bu şehrin tek taş mücevherlerinden birinin yok olmasına neden oldunuz. Şimdi aslına uygun olarak yeniden inşaa edin...


Nasıl olsa ortada tarihi bir yapı yok artık, istediğiniz gibi sağından solunda 5-10 metre taşın, yüksekliğini artırın... Bu arada korunun içinde ağaçları kesip yanına bir kaç da villa kondurun... Tarih boyunca Fethipaşa Korusu’na kimsenin yapamadıklarını yapın...


İster otel yapıp işletin, ister villa yapıp satın... Ama mutlaka yanına bir AVM kondurmayı unutmayın!


Nasıl olsa şehir yanmış, bir köşk yansa çok mu...

Hürriyet, Yazı: Cengiz Semercioğlu, 30.06.2014

 

******


"KÖŞKÜN KUNDAKLANDIĞINA İNANIYORUZ"

 

 

Hüseyin Avni Paşa ile aynı ismi taşıyan torunu gazeteci Hüseyin Avni Gelendost, cumartesi günü çıkan yangında kül olan dedesine ait köşkün kundaklan-dığına inandığını söyledi.

 

Antalya’nın Manavgat İlçesi'nde bir yerel gazetenin sahibi olan torun Gelendost, Üsküdar’daki Fethipaşa Korusu içinde yer alan 110 odalı 142 yıllık dede yadigarını kaybetmenin derin üzüntüsü içinde olduklarını kaydetti. Gelendost, Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nde çıkan yangının gerçek hedefinin; dedesinin isminin silinmesi ve bölgenin ranta açılması olduğunu ifade etti. Köşkün torunlara verilmesiyle ilgili hukuki girişimin devam ettiğini belirten Gelendost, köşkün bir dönem İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne şartlı olarak verildiğini, ardında satışa çıkarılmasını üzüntü ile takip ettiklerini söyledi.

TAKİPÇİSİ OLACAĞIZ
Yangın sonucu kül olan tarihi köşkün, iş adamı Mehmet Cengiz tarafından 2009 yılında TMSF’den satın aldığını belirten Gelendost, “Dedemize ait köşk yandı ve kül oldu. Yangının kundaklama olduğuna inanıyoruz. Torunları olarak olayın sonuna kadar takipçisi olacağız. Köşkle birlikte dedemiz Hüseyin Avni Paşa’nın hatıraları yandı. Torunları olarak hukuki takipçiliğini sonuna kadar sürdüreceğiz” şeklinde konuştu. 

Taraf, 01.07.2014

 

******


HÜSEYİN AVNİ PAŞA KÖŞKÜ'NDEKİ YANGININ SIRRINI İTFAİYE RAPORU ÇÖZECEK

 

 

Üsküdar’da Hüseyin Avni Paşa Korusu’ndaki koruma altında olan Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün kül olmasına neden olan yangının sebebini itfaiye raporu çözecek. DHA Gökyüzü kamerasıyla bugün çekilen görüntülerde bitki örtüsünün ortasında bulunan köşten yükselen alevlerin, korudaki ormanlık alana sıçramamasının büyük bir şans olduğu ortaya çıktı.

 

Tarihi Hüseyin Avni Paşa Köşkü geçtiğimiz günlerde çıkan ve sebebi henüz belli olmayan bir yangında kül olmuştu. Görgü şahitlerinin ifadelerine göre çatıdan başladığı öğrenilen yangın havadan ve karadan yapılan çalışmalar tarafından söndürülmüş, ancak binadan geriye bir şey kalmamıştı.

 

Olay yerinde inceleme yapan itfaiye ekiplerinin hazırlayacağı raporun yangının çıkış sebebini ortaya çıkaracağı belirtildi. Enkaz üzerinde incelemelerin sürdüğü belirtilirken itfaiye raporunun önümüzdeki günlerde hazırlanması bekleniyor.

 

Öte yandan kül olan Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün havadan yapılan çekimlerinde alevlerin Fethi Paşa Korusu’nda bulunan ormanlık alanana sıçramamasının büyük şans olduğu belirtildi.

Tamamen yanan ve küle dönen ahşap köşkten yükselen alevlerin binanın yanında bulunan birkaç ağaca zarar verdiği itfaiye ekiplerinin yoğun müdahalesi ve havanın rüzgarsız olmasının alevlerin diğer ağaçlara sıçramasını önlediği belirtildi.

Hürriyet, Haber: Ali Aksoyer, 01.07.2014

TARİHİ ATATÜRK ORTAOKULU KAPANIYOR

 

 

Ankara Ulus'taki tarihi Atatürk Ortaokulu, Yıldırım Beyazıt Üniversitesine Ek Hizmet Binası yapılacağı gerekçesiyle kapatılmak isteniyor. Okulda öğrenim gören öğrencilerin akıbeti hakkında hiçbir bilgi vermeyen İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün öğrenci velilerinin itiraz dilekçelerini de dikkate almadığı bildirildi. Atatürk’ün bizzat kurduğu okullardan biri olan Atatürk Ortaokulu'nun kapatılacağı duyuruldu. Ulus’un merkezinde bulunan ve tarihi eser niteliğindeki okul binası Yıldırım Beyazıt Üniversitesi için ek hizmet binasına dönüştürülecek. Okulun gelecek dönem kapanacağını duyuran okul müdürlüğü, 390 öğrencinin hangi okula nakledileceği hakkında da hiçbir bilgi vermedi. Kapatılmanın durdurulması için Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvuran öğrenci velileri ise olumlu sonuç alamadı. Okulun kapanmasına karşı çıkan veliler seslerini duyurmak için 2 Temmuz Çarşamba saat 13.00’de Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde oturma eylemi gerçekleştirecek.

YAPABİLECEĞİMİZ HİÇBİR ŞEY YOK
Bu durumdan mağdur olan öğrenci velileri BirGün’e yaptıkları açıklamada, itirazlarının Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından dikkate alınmadığını savundu. Veliler, İl Milli Eğitim Müdürü'yle de görüştüklerini fakat yetkililerden “Bu konuda yapabileceğiniz hiçbir şey yok“ yanıtı aldıklarını belirtti.

AYGÜN'DEN DESTEK
Atatürk Ortaokulu’nun öğrencileri ve velileri TBMM’de CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ile bir basın toplantısı düzenledi. Aygün, Milli Eğitim Bakanlığı'nın okulu kapatma kararını eleştirerek, tarihi okul binasının bir rant kapısı olarak görüldüğünü, öğrencilerin mağdur edildiklerini belirtti. Öğrencilerin ve velilerin gösterdikleri çabaya rağmen olumlu sonuç alamadıklarına kaydeden Aygün, ilgili makamların bu konuya tepkisiz kaldığını vurguladı. Çağdaş Hukukçular Derneği Temsilcisi ve ailelerin avukatı Aytaç Ünsal ise dernek olarak öğrencilerin eğitim haklarını korumak için yasal girişimlerde bulunacaklarını açıkladı.

Birbün, Haber: Dilek İçten, 28.06.2014

RÖLYEFLER KAYIP HEYKEL DÖKÜLÜYOR

 

 

Kurtuluş Savaşı’nda düşmanın durdurulduğu nokta olan Polatlı’da, dönemin üst düzey protokolü tarafından temeli atılan, daha sonra yarım kalan panoramik müze ve 22 metrelik ‘Dur Yolcu’ Anıtı, kaderine terk edildi. Savaşı tasvir eden rölyefler kaybolurken, heykelin de parçaları dökülmeye başladı.

 

Kurtuluş Savaşı’nın en önemli cephelerinden biri olan Polatlı’da, yapımına başlanan ve altı yıldır bitirilemeyen “Sakarya Savaşı Panoramik Müzesi” çürümeye terk edildi. Dünyanın en büyük ve tek parça tuvalinde Sakarya Savaşı’nın anlatılacağı müzenin, hakkında çıkan yolsuzluk iddiaları ve maddi kaynak sıkıntısı nedeniyle altı yılda sadece kaba inşaatı tamamlandı.


Bir dönem savaşın en çetin geçtiği yer olarak bilinen Kartal Tepe böylece sahipsiz kaldı.
Müzenin üzerinde bulunan 22 metrelik ‘Dur Yolcu’ Anıtı ise parça parça dökülmeye başladı. Heykel, ünlü heykeltıraş Prof.Dr. Sait Rüstem tarafından 8 ayda yapıldı. Heykelin kaidesini çepeçevre saran profil demir üzerine monte edilen Sakarya Savaşı’nı anlatan rölyefler vardı. Ancak bu rölyefler şu anda yerinde yok. Rölyefleri tutan profil demirlerin hepsi de sökülerek çevreye saçıldı. Kaidenin taşları dökülürken, duvarlarına spreyle çeşitli yazılar yazıldı. Sergi salonu olarak düşünülen kaidenin alt tarafı ise demir parmaklıklarla örülürken terkedilmiş durumda. Heykelin kaidesinin üstünde görünen parça da, heykelden koptu. Uzmanlar heykelin parçalar halinde dökülebileceğini ifade etti.

 

Protokol açmıştı

Türkiye'nin en büyük Mehmetçik Anıtı olarak 6 Ağustos 2008 tarihinde açılışı yapılan programa, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç ile üst düzey sivil askeri erkan katılmıştı. Sakarya Savaşı Zaferi'nin kahramanlarına ithafen yapılan anıtın parça parça dökülmesi ise utanç verici bir durum olarak nitelendirildi.

Hürriyet, 28.06.2014

TÜRK MERMERİ TARİHE HAYAT VERDİ

 
Zengin mermer rezervlerine sahip  Türkiye'nin doğal taş ürünlerine olan ilgi artarak devam ediyor. Körfez ülkeleri, Türki cumhuriyetler ve Rusya'da büyük ilgi gören Türk mermeri gündelik hayattan tarihi yapıtlara kadar bir çok alanda kullanılıyor. Türk firması Lotus Taş'ın geçtiğimiz günlerde Rusya'da üstlendiği bir uygulama projesi bunun son örneği.

 

Rusya’nın en gözde yapılarından tarihi Garibaldi Şatosu'nun mermer restorasyon ihalesini kazanan Lotus Taş, bu önemli yapıyı çok kısa zamanda eski görkemli günlerine döndürdü.  Lotus Taş’ın Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Demir, “kalenin iç mermer bezemeleri, heykel restorasyonları ve dış lüzey mermerleri kısa sürede yenilendi” dedi.

 

Konya ve Elazığ'da ocakları olan ve Ankara'da dış ticaret ağırlıklı faliyet gösteren Lotus Taş, Türk mermerini 26 farklı ülkeye ihraç ediyor. Hammadde ihracının yanı sıra Ukrayna, Gürcistan, Rusya ve Azerbaycan'da bulunan ofisleri ile Türk mermerinin uygulamalarını da üstleniyor.

 

Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Demir, “Türk mermerinin yurtdılına ihracatının ülkemiz ekonomisi açısından büyük önem taşıdığına inanıyoruz. ekonomi bakanlığı’nın tanıtım konusuna ayrıca eğilmesi gerekiyor. Türkiye doğal taş alanında Avrupa ve Asya'nın çekim merkezi olma yolunda. Bu fırsatı iyi değerlendirememiz gerekiyor" dedi. 

Milliyet, 28.06.2014

'FARUK ÇELİK KÜLTÜR MERKEZİ'NİN ADI REFERANDUMLA DEĞİŞTİRİLDİ

 

 

Bursa'nın Mudanya İlçesi'ne 30 Mart yerel seçimlerinde mahalle olarak bağlanan eski Tirilye Belde Belediyesi'nin, İl Özel İdaresi tarafından restore edilerek 'Faruk Çelik Kültür Merkezi' adı verilen tarihi kilisenin adı, mini referandumla 'Trilya' olarak değiştirildi.

Yerel seçimlerden önce, Mudanya İlçesi'ne bağlı AKP'li Belediye Başkanı'nın yönettiği belde iken, nüfusu 2 binin altında kaldığı mahalle statüsüne geçip, Belediye Başkanlığını CHP 'li Hayri Türkyılmaz'ın yaptığı Mudanya'ya bağlan Trilye'de, mini referandum yapıldı.

Bursa İl Özel İdaresi tarafından resterasyonu gerçekleştirildikten sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'in adı verilip Kültür Merkezi'ne dönüştürülen 136 yıllık eski kilisenin adının değiştirilmesi için Mudanya Belediye Meclisi karar aldı. Alınan bu kararın ardından, mahalle sakinleri dün oy kullandı. Bin 406 seçmenden 473'ü, Kültür Merkezi'nin adının değiştirilmesi için Mudanya Belediyesi Kültür ve Sanat Komisyonunca belirlenen, Trilya, Şükrü Çavuş, Kara Fatma ve Mehmet Ağa isimlerinin arasında tercih yaptı.

Mini referandum sonunda, 449 oy ile kültür merkezinin adının, 'Trilya' olarak değiştirilmesine karar verildi. Yapılan oylamada, Şükrü Çavuş adına 2, Kara Fatma ismine 1 oy çıktı. Seçimlerde vatandaşlardan 21'i kendilerine göre isim yazdı.

BELEDİYE MECLİSİNDE GÖRÜŞÜLECEK
Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz, mini referandumda halkın önüne şeffaf sandık koyduklarını belirterek, "Tirilyelilerin kendi mahallelerinde bulunan Kültür merkezinin adını yine kendilerinin belirlemesini istedik. Tirilye Faruk Çelik Kültür Merkezi adının dışında Komisyonumuz dört tane isim tesbit etti. Bu isimler referandumda Tirilyelilere sunuldu. Tirilye, özgür iradesiyle severek, isteyerek Trilya Kültür Merkezi adını benimsedi. Şimdi Temmuz ayı meclisinde görüşülerek karara bağlanacak. Tirilye halkına ve Mudanyamıza hayırlı uğurlu olsun" dedi.

Radikal, Haber: Tarık Arslan, 28.06.2014

KALE KAZILARI YENİDEN BAŞLAYACAK

 

 

Elazığ’ın tarihi kenti Harput’ta geçtiğimiz yıllarda ara verilen kale kazısı çalışmalarına bu yıl yeniden başlanacak.

 

Elazığ Valisi Ömer Faruk Koçak, Harput ile ilgili çok önemli projeler hazırladıklarını, bunlardan birinin de kale kazısının yeniden başlatılması olduğunu belirtti.

 

Vali Koçak, “Biz bu yıl Harput Kalesi kazısına yeniden başlayacağız ancak Fırat Üniversitesi ile birlikte bu kazıyı yapacağız” dedi.

Vali Koçak,“Harput Kalesi’nde başlatılan ancak birkaç yıldır yapılmayan kazı çalışmaları için yaptığımız girişimler olumlu sonuç verdi. Fırat Üniversitesi işbirliği ile yapacağımız bu kazıda Doç.Dr. İsmail Aytaç başkanlığındaki bir ekiple kazı çalışmalarına başlanacak. Kazı çalışmaları için ödeneğimiz var. İl Özel İdaresi’nin yanında Kalkınma Bakanlığı’ndan da bütçe talebinde bulunduk ve bu çalışma için kullanılacak bütçeyi oluşturduk. Tabi burada önemli olan kazılarda çıkacak tarihi eserlerin bakımı. Çünkü yer altında asırlardır bulunan bu eserlerin gün ışığına çıkarılması durumunda korunmaları ve muhafazası önemli. Bu konuda gerekli çalışmaları da yapacağız.

 

Bunun yanında Harput’un aslına uygun olarak yeniden yapılması çalışmaları söz konusudur. Bunun için de Harput’un 1/500 ölçeğinde bir maketini hazırladık. Bu maket üzerinde yer alan tarihi eserleri, tarih içinde Harput’taki yerleşim birimlerini, çarşısını, pazarını, ibadethanelerini inşa edeceğiz. Bu çalışma aslına uygun olacak ve bundaki amacımız da Harput’u aslına uygun olarak gerekli restorasyonunu tamamlayıp turizme açmak” dedi.

Baskil Güncel, 28.06.2014

İZMİR'E MODERN SANATLAR MÜZESİ AÇILACAK

 

Birkaç yıldır sanat çevrelerinde dile getirilen ‘İzmir’e de modern sanat müzesi açılmalı’ istekleri gerçek oluyor.

 

Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, önceki dün 36. DYO Resim Yarışması vesilesiyle İzmir’de düzenlediği basın toplantısında bu müjdeyi verdi. Toplantıda konuşan Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Feyman Yaşar, liman bölgesindeki 100 yıllık eski un fabrikasını modern sanatlar müzesine dönüştüreceklerini açıkladı. 2013’e kadar Yaşar Üniversitesi tarafından kullanılan bina, bir buçuk yılda çağdaş sanat müzesi olarak İzmir’e kazandırılacak. 4 bin 700 m² alan üzerine kurulu olacak müzede, DYO Resim Yarışması koleksiyonunun yanı sıra kilim, halı ve toprak altı eserleri d sergilenecek. Uluslararası sanatçıların eserlerinin İzmir’de sanatseverlerle buluşmasına aracılık edecek olan sanat müzesinde sergi alanları, dinlenme birimleri, yönetim odaları, sanat atölyeleri ve konferans salonu bulunacak. Müzenin ismi henüz belli değil fakat Feyman Yaşar, İzmir Modern Sanatlar Müzesi olabileceğini belirtse de isim önerilerine açık olduklarını söyledi.

 

Yarışmaya son başvuru 29 Ağustos

İlk kez 1967’de düzenlenen ve Türk resim sanatına pek çok sanatçı kazandıran 36. DYO Resim Yarışması’na başvurular 29 Ağustos’a kadar devam edecek. Seçici Kurulu’nda Prof. Şeniz Aksoy, Prof. Aydın Ayan, Prof.Dr. Zahit Büyükişleyen, Prof. Zafer Gençaydın, Dr. Ümit Gezgin, Yalçın Gökçebağ, Doç. Hasan Kıran, Prof. Cuma Ocaklı, Prof. Mümtaz Sağlam’ın bulunduğu yarışmada değerlendirmeler 3-12 Eylül 2014 döneminde sırasıyla İstanbul, Ankara, Adana ve İzmir’de yapılacak. Değerlendirme sonucunda pentür dalında seçilecek 4 eserden her birine 15 bin lira, özgün basın resim dalında 2 eserden her birine 6 bin lira ödül verilecek. Ödül kazanan ve sergilenmeye değer bulunan eserler, İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Adana, Şanlıurfa ve Samsun’da sergilenecek. DYO Resim Yarışması, 1993 yılından bu yana Yaşar Eğitim Vakfı tarafından iki yılda bir düzenleniyor. İlk yıl yarışma ve ödüllendirme yapılırken; ikinci yıl, ödül kazanan ve sergilenmeye değer bulunan eserler, Türkiye genelinde belirlenen şehirlerde sergileniyor. Yarışmaya 47 yılda 12.886 sanatçı ve 21.715 eser katıldı. 196 eser ödül kazanırken 2.733 eser sergilenmeye değer bulundu.

Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 28.06.2014

REŞİDE HANIM'IN EVİ YENİDEN YAPILACAK

 

 

Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi aktörlerinden Celal Bayar’ın, 1966’dan öldüğü güne kadar yaşamını sürdürdüğü Kadıköy Çiftehavuzlar Mahallesi’ndeki müstakil evi yıkılarak yeniden yapılacak. Müstakil evin olduğu bahçede yer alan 12 katlı binanın yıkım işlemlerine başlanırken, söz konusu binanın yerine daha yüksek katlı residans tarzı bir yapının yükseleceği ifade ediliyor.

 

Caddebostan Hasan Ali Yücel Caddesi üzerinde bulunan ve 1950 yılında inşa edilen “Reşide Bayar Evi”nin depreme dayanıklı olmadığı, yıllar içerisinde zemininde birikmeye başlayan su nedeniyle çürüdüğü bilgisi verildi. Merhum cumhurbaşkanlarından Celal Bayar’ın torunu Emine Gürsoy Naskali ise bazı medya organlarında çıkan spekülatif haberlerin gerçeği yansıtmadığını belirterek, eve ilişkin şu bilgileri verdi:
“İnsanlar geçmişlerini, anılarını silip atmak istemezler. Dede, anneanne yadigarı bu ev, koruma altında olan bir yapı değildi. Çürük raporu verildi. Müstakil ev yıkılıp aslına uygun olarak yeniden yapılacak.  Aslına uygun olarak inşa edilecek yeni ev birkaç yıl içinde tamamlanacak ve annem de yeni eve taşınacak.”


Naskali, “Reşide Bayar” Evi olarak bilinen müstakil evin ilginç öyküsünü ise şöyle anlattı:  
“Bu evi 1957’de anneannem satın aldı. Anneannem evi, dedemin siyaset sahnesinden tamamen çekileceğini, yaşantılarını Kadıköy’de baş başa geçireceklerini düşünerek alıyor. Ancak bir türlü oturmak nasip olmadı. Celal Bayar cumhurbaşkanı olduğu için İstanbul’a geldiklerinde Florya Köşkü’nde kaldılar. 1960 darbesinden sonra dedem tutuklanarak Kayseri cezaevi’ne gönderildi. Anneannem eşini ziyarete giderken yolda kalp krizi geçirip yaşamını kaybetti. Aslında bu ev ailemiz açısından dramatik bir geçmişe de sahip. Celal Bayar, son nefesini verdiği 1986 yılına kadar Kadıköy’deki müstakil evde oturdu. Darbe sonrası Demokrat Parti’nin devamı olarak kurulan Adalet Partisi, Yeni Parti gibi siyasi oluşumların aktörleri sürekli olarak Kadıköy’deki ‘Reşide Bayar Evi’ne gelip, Celal Bayar’dan icazet alırdı. Türkiye’nin siyasi hayatına yön veren birçok isim evimize gelmiş Bayar’dan icazet almıştır. Hatta siyaset dünyasında bizim evin kapısına ‘icazet kapısı’ denirdi.”

Milliyet, Haber: Mert İnan, 27.06.2014

RESTORE EDİLEN KABE ÖRTÜSÜ SERGİLENMEYE BAŞLADI

 

 

Mısır'ın fethiyle elde edilen kutsal emanetlerle İstanbul'a getirildikten sonra Yavuz Sultan Selim tarafından Ulu Camii'ye hediye edilen yaklaşık 500 yıllık Kabe kapı örtüsü, lazerli restorasyonun ardından tarihi camide oluşturulan iklimlendirmeli özel bir vitrinde sergilenmeye başladı.

Büyükşehir Belediyesi'nin kurduğu konservasyon merkezinde 2013'ün Nisan ayında bakıma alınan ve lazer ışınlarıyla el değmeden 6 ay süren restorasyondan geçirilen Kabe'nin kapı örtüsü, yüzyılların yorgunluğunu üzerinden attı.

Restorasyonu geçen yılın Aralık ayında tamamlanan Kabe örtüsü, Ulu Camii içinde yapılan özel iklimlendirmeli vitrinde sergilenmeye başladı. Sergilemeyle ilgili bir ekibin çalıştığı Kabe kapı örtüsü eski yerine kavuşmuş oldu.

Ulu Camii'deki yeni yerinde sergilenen Kabe kapı örtüsüne yerli ve yabancı turistler yoğun ilgi gösterdi. Örtünün önünde dua eden ve namaz kılan vatandaşlar yetkililerden bilgiler aldı ve hatıra fotoğrafı çektirdi.

Habertürk, 27.06.2014

GİZLİ TARİH TAŞOCAĞI OLACAK

 

 

İnsan eliyle açılmış tarihi mağaraların bulunduğu bölgede bir taşocağının faaliyetlerine başlamaya hazırlanması, Sivas’ın Gemerek İlçesi'ne bağlı Çepni Beldesinde şok etkisi yarattı. Henüz hangi uygarlıklar tarafından oyulup yaşam alanı olarak kullanıldığı belirlenememiş mağaraların da yer aldığı Çepni Kayalıklarının ortasına taşocağı işletme ruhsatı başvurusuna karşı Çepni’de imza kampanyası başladı. Taşocağı için talep edilen işletme ruhsatının iptali için şimdiden 400 imza toplayan Çepnililer, yırtıcı kuş türlerine ev sahipliği yapan ve tarihi mağaraları da barındıran Çepni Kayalıklarına zarar gelmemesi için, yatırıma izin verilmesi halinde idare aleyhinde de dava açmaya hazırlanıyorlar.

 

SONDAJ BAŞLADI

Çepni halkını şaşırtan gelişme Ekim 2013’te yaşandı. Aycan Mermer isimli bir şirkete, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğüne bağlı Doğal Taş ve Mermer Ocakları Daire Başkanlığından işletme ruhsatı verileceği söylentisi beldeyi ayağa kaldırdı. Önemli bir kısmı mera statüsünde olan, bir bölümü ise Doğal SİT alanı olarak korunan Çepni Kayalıklarının orta kısmı için verilen ruhsat, Çepnililerde tepki yarattı. Şirket, kayalıkların taşocağına dönüşmesi planlanan kısmına elektrik hatlarını çekerek numune tespiti için sondaj faaliyetlerine başlayan, bölge halkı kayalıkların büyük bir süratle yok olmasından endişeleniyor. BirGün’e konuşan Çepni Belediye Başkanı Murat Uçer, şirketin arazinin mera vasfının iptali için başvuruda bulunduğunu, mera niteliğinin ortadan kalkması halinde işletme ruhsatının da çıkacağını belirtirken, taşocağı kurulması halinde oluşacak tozun Çepni ve çevre beldelerde hem kamu sağlığına hem de hayvancılığa olumsuz etki yapacağına vurgu yaptı.

 

ARKEOLOGLAR BEKLENİYOR

Çepni Kayalıkları adı verilen ve yaklaşık 5 kilometrelik bir uzunluğa ulaşan kayalık şeridinin her iki kenarında, Anadolu’daki ilk yerleşik yaşama geçiş sırasında insanlara ev sahipliği yaptığı sanılan mağaralar yer alıyor. İnsan eliyle oluşturulduğu tahmin edilen mağaralara, çıkması oldukça güç patikalar yoluyla ulaşılabiliyor. Çepnililere göre bu durum, düşmanlarından veya yırtıcılardan korunmak isteyen insanların kayalıkların yüksek kesimlerine yerleşmesinden ileri geliyor. Bölgede herhangi bir arkeolojik çalışma yapılmadığı için, Çepni Kayalıklarının hangi uygarlık tarafından, hangi tarihler arasında kullandığı bilinmiyor. Yerel tarihi boyunca Ceneviz ve Ermeni toplulukların da yaşadığı Çepni’nin bugünkü sakinleri, henüz gizemi çözülmeden mağaraların taşocağı çalışmaları sırasında tahrip olacağı endişesini taşıyor. Çepnililer, bölgede arkeolojik çalışmalar yapılması, mağaraların yaşlarının ve niteliklerinin belirlenmesi için üniversitelerin arkeoloji bölümleriyle temasa geçmeyi arzuluyorlar.

 

KARTAL YUVALARI DA ZARAR GÖRECEK

Çepni sakinleri, SİT alanının dışında kalan sarp kayalıkların yüksek kısımlarında kartal ve benzeri yırtıcı kuşların yuvalarının bulunduğunu, taşocağı yapılması planlanan bölgenin vahşi yaşama ev sahipliği yaptığını da belirtiyorlar. Ancak tıpkı bölgenin arkeolojik değerlendirilmesinin yapılmaması gibi, Çepni’de yaşayan yerel canlı türleri de tasnif edilmediği için, taşocağı yapımı için alınan kararda canlı yaşamı dikkate alınmamış.

Birgün Haber: Doğu Eroğlu, 27.06.2014

METROPOLİS'İN GİZEMİ ÇÖZÜLÜYOR

 

 

Sabancı Vakfı, MESEDER (Metropolis Sevenler Derneği) ve Torbalı Belediyesi desteği, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Celal Bayar Üniversitesi işbirliğiyle, 24 yıldır sürdürülen Metropolis antik kentindeki 2014 yılı kazı çalışmaları 1 Temmuz’da başlıyor.

 

Geçen yılki kazı çalışmaları heyecan verici keşiflerle son bulan Metropolis’in 2014 yılı kazı çalışmalarının da; yeni buluntu ve eserlerle, iki bin yıl öncesinin toplumsal yaşamına yönelik ipuçları vermeye devam etmesi bekleniyor.

Metropolis antik kentindeki kazı çalışmalarının başkanlığını yürüten Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek, bu yılki kazı çalışmalarına heyecanla başladıklarını belirterek şunları söyledi:
”6 yıl önce başladığımız Aşağı Hamam (Palaestra) yapısındaki kazı çalışmalarımızı bu yıl tamamlamayı ve hamamı eksiksiz olarak ortaya çıkarmayı hedefliyoruz. Bununla birlikte, bu yıl tamamlanan ‘Metropolis Örenyeri Ziyaretçi Karşılama Merkezi ve Gezi Güzargahı Projesi’ kapsamında, kente gelecek yerli ve yabancı ziyaretçilere daha keyifli koşullarda tanıtım yapabilmek amacıyla restorasyon projelerine ağırlık vereceğiz.”

 

 

Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan ise konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Metropolis gibi önemli bir tarihsel değerin gün ışığına çıkarılmasına 10 yılı aşkın süredir destek vermekten mutluluk duyduklarını ifade ederek “Geçen bu on yıllık süreçte Metropolis, yurtiçinde olduğu kadar yurtdışında da çok tanınan ve talep gören bir antik kent haline geldi. Bundan dolayı çok mutluyuz. Metropolis’in ülke turizmine katkısı hepimizi gururlandırıyor. Bu seneki kazı çalışmaların sonuçlarını da merak ve heyecanla bekliyoruz” dedi.

Habertürk, 27.06.2014

AKDAMAR'IN UNESCO SÜRECİ BAŞLATILDI

 

 

Van Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü, Van'ın Gevaş İlçesi sınırlarındaki Akdamar Adası'nda Kutsal Haçadına Vaspurakan Kralı I. Gagik tarafından 915- 921 yıllarında Keşiş Manuel'e yaptırılan Akdamar Kilisesi'nin UNESCO Dünya Miras Listesi'ne alınması için Müzeler Genel Müdürlüğüne resmi başvuruda bulundu.

Başvuru ile ilgili makamında gazetecilere açıklama yapan Kültür ve Turizm İl Müdürü Muzaffer Aktuğ, kilisenin, eserlerin başvuruda taşıması gereken 10 kriterden 6 tanesini taşıdığını belirtti.

Akdamar Kilisesi'nin ilk olarak Dünya Miras Geçici Listesi'ne kabulünün gerektiğini ifade eden Aktuğ, "175 ülkenin üye olduğu UNESCO'nun 21 ülke temsilcisi tarafından listeye alınan bu değerler, değerlendirmeden geçtikten sonra listeye alınacaklar kararlaştırılıyor. Bizim yaptığımız müracaat neticesinde, 10 kriterden 6'sını taşıyan Akdamar Kilisesi'nin de mutlak suretle Dünya Miras Listesi'ne geçmesi mümkün olabilecek. Bakanlıkla yapmış olduğumuz görüşmeler neticesinde bakanlık olması gerekenlerle ilgili bizi yönlendirdi. Biz de oluşturulacak liste ile ilgili kriterleri değerlendirdik. Hazırlamış olduğumuz dosyayı Türkçe ve İngilizce kendilerine teslim ettik. 2014 yılı içerisinde değerlendirilecek, önce geçici listeye alınacak olan Akdamar Kilisesi'nin, daha sonra Dünya Miras Listesi'ne kabulü olacaktır" diye konuştu.

Herhangi bir eserin Dünya Miras Listesi'ne girebilmesi için tek bir kritere sahip olmasının yeterli olduğunu belirten Aktuğ, Akdamar Kilisesi'nin ise 10 kriterden 6'sına sahip olduğunu söyledi.

Habertürk, 27.06.2014

AYVACIK TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Samsun'un Ayvacık İlçesi'nde bulunan Asarkale Tepesi’nde kaya mezarı ve çeşitli arkeolojik kalıntılar bulundu.


Samsun İl Kültür ve Turizm Müdürü Yüksel Ünal ve arkeolog Emine Yılmaz Ayvacık'a bağlı Çamalan Mahallesi’nde bulunan Asarkale Tepesi’nde tarihi kalıntıları araştırmak üzere incelemelerde bulundu. Ayvacık Belediye Başkanı Mustafa Belur’un da katıldığı inceleme alanında çeşitli kalıntılar tespit edildi. Asarkale’de ilk incelemelerde tahrip edilmiş bir kaya mezarı ile eski dönemden kaldığı tahmin edilen tuğla parçalarına rastlanırken, bulgular Arkeolog Emine Yılmaz tarafından incelemeye alındı.


Asarkale Tepesi’nde yapılan araştırmalar sonrasında Ayvacık'ın tarihi miraslarına değinen Belediye Başkanı Mustafa Belur, “İlçemizin geçmiş tarihi ile ilgili yapılan araştırmada bulunan kalıntılar ve örnekler umarım bize tarihimiz hakkında önemli bilgiler sunar. Bulunan kalıntıların incelenmesi sürecini heyecanla bekliyor olacağız, Ayvacık Belediyesi olarak ilçemiz sınırları içerisinde ‘Kızlar Kalesi’ ve ‘Asarkale Tepesi’ gibi tarihimiz açısından değerli olacak yerleri araştırıyoruz” dedi.

Milliyet, 27.06.2014

ORPHEUS MOZAİĞİ  GERÇEK YUVASINA DÖNÜYOR

 

 

Şanlıurfa’dan yurt dışına çıkarılan Roma dönemine ait Orpheus Mozaiği, 16 yıl sonra gerçek yuvasına geri getiriliyor.


1998 yılında yurt dışına Kaçak yollarla götürülen Orpheus Mozaiği, 6 Kasım 2012 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığının girişimleriyle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki dallas Sanat Müzesi’nden ülkeye geri getirilmişti. 2 yıldır İstanbul arkeoloji Müzesi’nde sergilenen mozaik 14 sonra yeniden Şanlıurfa’ya getiriliyor.


Şanlıurfa Kültür ve Turizm İl müdürlüğü tarafından yapılan yazılı açıklamada Antik Yunan mitolojisinde müzik, şiir gibi kavramlarla özdeşleştirilen ozan Orpheus’un vahşi hayvanları ehlileştirme sahnesinin yer aldığı Roma Dönemi’ne ait mozaik panonu, Şanlıurfa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün talebi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün onayı ile kente iade edileceği belirtildi. Naklin gerçekleşeceği tarihin belirtilmediği açıklamada, “M.S. 194 Roma dönemine ait olan Orpheus Mozaiği, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Müze Müdürlüğünün talebiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 19 Haziran 2014 tarih ve 119427 sayılı onayıyla yakın zaman içerisinde halen sergilendiği İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden alınarak, uzmanlar refakatinde inşaat çalışması tamamlanmak üzere olan Şanlıurfa Haleplibahçe Edessa Mozaik Müzesi’ne sürekli sergilenmek üzere getirilecek” denildi.


Öte yandan 2012 yılında mozaik panonun Şanlıurfa’dan yasa dışı yollarla nasıl çıkarıldığının araştırılması amacı ile Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmış, eserin yerinden sökülmeden önce kaçakçılar tarafından çekilen fotoğraflara ulaşılması ile eserin Şanlıurfa (Edessa) kentine ait olduğu kanıtlanmış ve Türkiye’ye iade edilmişti.

Milliyet, 26.06.2014

BAKANLIK İZNİYLE 4 ARKEOLOJİK ALANDA KAZILAR BAŞLIYOR

 

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır yazılı açıklama yaparak, 2014 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan Bakanlar Kurulu Kararlı kazı onaylarının geldiğini, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak, yabancı ve yerli kazılar olmak üzere toplam dört kazı gerçekleştireceklerini, Kazı restorasyon çalışmalarına devam edilirken, bu yıl özellikle bilimsel yayın üzerinde durulacağını belirtti;


İncirhan Avlu Kazısı
13. yüzyıl Selçuklu şaheseri ve I. Grup tescilli bina olan İncirhan'da geçen yıl kazıya başlamıştık. Uzun zaman aradan sonra kazı çalışmalarına 2013 yılında yeniden başlatmış olmamız ve kendi öz kültürümüzle ilgili İlimizdeki nadir Selçuklu şaheserlerinden biri olması nedeniyle ayrı bir önem taşımaktadır.


1238-1239 yılları arasında Selçuklu Sultanı 2. Gıyaseddin Keyhusrev tarafından yaptırılan İncirhan, 1990 yılında ilk restorasyon çalışmaları başlamıştı. İncirhan'ın rölöve, restitüsyon ve restorasyona ilişkin ilk çalışmalarına prof.Dr. Rahmi Ünal tarafından 1992, 1993 ve 2000 yıllarında yapılmış, uzun bir aradan sonra 2013 yılında çalışmalara tekrar başlamıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü işbirliğinde çalışmaları yürütüyoruz.

 

Bu yıl Müze müdürlüğümüz başkanlığında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Şakir Çakmak ve Yard. Doç Dr. Ertan Daş'ın bilimsel danışmanlığında kazı çalışmalarına Haziran ayı başında başladık. Kazı ekibimizce 2014 yılında avludaki kazı çalışmalarının bitirilmesi planlandı. Bu muazzam yapının röleve restorasyon çalışmalarının yapılabilmesi için bu kazı çalışmalarının tamamlanması gerekiyor. Sonrasında yapıya günümüze uygun bir işlev verilmesi için projeler hazırlanacak. Özellikle İncirhan'da Vakıflar Genel Müdürlüğü ile yapılacak çalışmayla restore edilip fonksiyon kazandırılarak turizme sunulması önem arzediyor.


Sagalassos Antik Kenti Kazısı
5000 yıllık geçmişe sahip Ağlasun İlçesi'ndeki Sagalassos antik kentinde 1989 yılında kazı ve restorasyon işlemlerine başlanmış ve geçen yıla kadar Prof.Dr. Marc Wealkens başkanlığında devam etmişti. Marc beyin emekli olmasıyla bu yıl aynı ekipten Belçikalı Prof.Dr. Jeoron Pobleme başkanlığında kazı çalışmaları yürütülecektir. Haziran ayı başında daha önce yapılan kazı ve restorasyonla ilgili bilimsel yayın çalışmaları başlatılmıştır. Ağlasun'daki kazıevinde bilimsel çalışmalar devam etmektedir. Bu yılki kazı çalışmalarına Temmuz ayı başında başlanması planlanmaktadır.


Kibyra Antik Kenti Kazısı
3000 yıllık tarihi geçmişe sahip Gölhisar'daki Kibyra antik kentinde 2006 yılında kazılara başlamıştık. Yine Haziran ayında kazı çalışmalarına başlıyoruz. Kazıya MAKÜ öğretim üyesi Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru başkanlık yapıyor. Bu yıl kazılar yanında bilimsel yayın çalışmaları yapılacaktır. Türk kazı heyeti olarak başarılı çalışmalara imza atılmaktadır.


Hacılar Büyük Höyük Kazısı
1957 yıllarında ilk defa James Mellart tarafından yapılan 9000 yıllık geçmişe sahip Hacılar kazısına Prof.Dr. Gülsün Umurtak başkanlığında kazılara başlayacağız. 50 yıl aradan sonra il kez 2011 yılında başlanan bir kazıdır. Bakanlığımız kazı izin onayı gelmiş olup Temmuz ayında çalışmalara başlanması planlanmaktadır. Batı Anadolu'nun en eski yerleşim yeri olma özelliği taşımaktadır.

Burdur Gazetesi, 20.06.2014



15 - 28 Haziran 2014

TARİHİ KİRALADI

 

 

Bir tarafı Ayasofya, diğer tarafı Topkapı Sarayı. Geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan bir sokak. Kral ve kraliçelerin ağırlandığı, cumhurbaşkanlarının doğduğu, tarihe tanıklık eden Soğukçeşme Sokağı yaklaşık 80 milyon Euro’luk yatırımla artık zengin turisleri ağırlayacak.

 

1800 tarihli mermer bir Türk çeşmesinden ismini alan Soğukçeşme Sokağı, 12 konak, 1 sarnıç ve tarihi dehlizleriyle 10 yıllığına Keskin Group’a kiralandı. Ayasofya ve Topkapı Sarayı arasında yer alan sokakta bugüne kadar dünyanın birçok kral ve kraliçesi ağırlanırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı’nın doğduğu evde burada yer alıyor. Türkiye’nin ve İstanbul’un en önemli turizm merkezlerinden Sultanahmet’in göbeğinde yer alan sokak, kral ve kraliçelerden sonra artık İstanbul’u ziyaret eden zengin turistleri ağırlamaya hazırlanıyor. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından işletilen ve Ayasofya Konakları olarak da bilinen tarihi konaklar, yaklaşık 2 hafta önce düzenlenen ihale sonrası Keskin Group’a kiralanırken, yapılacak restorasyon sonrası dünyaca ünlü otel markaları ile işletilmeye başlanacak. İşletilecek konaklar arasında Soğukçeşme Sokağı dışında yer alan tarihi Yeşil Ev’de bulunuyor.  

RESTORASYON İÇİN HEYET
Tarihi sokağı 50 milyon lira karşılığında 10 yıllığına kiralayan Keskin Group’un, kira bedeli dahil toplam 80 milyon Euro yatırım yapacağını ifade eden Keskin Group Yönetim Kurulu Başkanı Recep Ercan Keskin, “İhale ile tarihi konakları işletme hakkına sahip olduk. Bir heyet kurup danışma kurulu oluşturacağız. Onlarla restorasyonu yapacağız. Toplam 100 odanın yer aldığı konaklarda birçok tarihi eser bulunuyor. Aslına uygun olarak restore ettikten sonra konakları iç turizme de açmayı amaçlıyoruz. İstanbul’u gezmeye gelen zengin turist artık burada konaklayacak. Dünyanın en ünlü ve en büyük otel gruplarını Soğukçeşme Sokağı’nda geride bırakacağız. Turing ile yapılan anlaşmada yer alan madde gereği aramızda eğer bir sıkıntı yaşanmazsa 10 yıl olan kiralama zamanına bir 10 yıl daha eklenecek ” dedi. 

NİLÜFER SULTAN DA GELDİ
Konaklarda çok özel Türkiye’de üretilmiş el yapımı ürünlerin de turistlerin beğenisine sunulacağını belirten Keskin, “Bu konakların işletmesi Turing’e aitti. Ancak daha profesyonel bir işletme için özel sektöre devredildi. Yaklaşık 10 milyon liralık bir teminat mektubu da sunduk. Bizim için çok ciddi bir yatırım. İstanbul’un en dolu oteli olma hedefimizi var. Bu konuda Osmanlı Prensesi Nilüfer Sultan bize yardımcı olacak. Kendisini İstanbul’a davet ettik. Bu ihale ile beraber işletmeye başladığımız Tarihi Yeşil Ev’de konaklıyor” dedi.

Oda fiyatları 700 Euro
Sokağın tarihi ve bulunduğu konum itibariyle şehir içinde bir resort ortamı oluştuğunu anlatan Ercan Keskin, “Burayı aldığımız günden itibaren ortak olmak için çok talep aldık. Ancak kabul etmedik. Dünyaca ünlü bir yer ve marka olmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Tarihi doku tamamıyla korunacak ve bölge turizme o şekilde açılacak. Şu anda bölgede ortalam oda fiyatları 700 Euro seviyelerinde ancak biz daha fiyatlama yapmadık” dedi.   

 

1 milyar dolarlık turizm yatırımı
1996 yılında kurulan şirketin gayrimenkul, turizm ve enerji alanlarında faaliyet gösterdiğini söyleyen Ercan Keskin, “Turizm alanında 14 noktada yer alıyoruz. Bunlardan 5’i 5 yıldızlı otel. Kurulduğunuz günden bu yana turizm alanına 1 milyar dolar değerinde yatırım yaptık. Tarihi yarımadaya ise çok önem veriyoruz. Gelişmesi için elimizden geleni yapacağız Grup olarak da 7 bin kişiye istihdam sağlıyoruz” diye konuştu.  

Hürriyet, Haber: Burak Coşan, 27.06.2014

REASÜRANS BİNASI ARTIK ANIT ESER

 

İstanbul Nişantaşı'ndaki Milli Reasürans Binası, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından anıt eser olarak tescil edildi.

1992'de inşa edilen yapı, "bulunduğu çevredeki mimari yapılara saygılı," "plastik kaygı taşıyan," "çağdaş bir senteze ulaşan nitelikli tasarımı" ve "döneminin gelişmiş malzeme ve ileri teknolojisi kullanılarak inşa edildiği" gerekçeleriyle koruma altına alındı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne yapılan başvuruyla da bina imar planlarında korunması gerekli kültür varlığı olarak işlendi. Şandor Hadi ve Sevinç Hadi tarafından mimari projeleri yapılan binanın temeli 1987'de atıldı.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 27.06.2014

KORKUNUN IŞID VERSİYONU

 

 

Kuzey Irak’ta Hıristiyanlık öncesi döneme ait olan ve Exorcist filminin giriş sahnesiyle ünlenen tapınak IŞİD militanlarının eline geçti.

 

UNESCO dünya mirasları listesinde bulunan ve Hıristiyanlık öncesi güneş tanrısı tapınağı olarak kullanılan ibadethane bir korku filmi klasiği Exorcist filminin açılış sahnesiyle ünlenmişti. Bölgenin IŞİD’in eline geçmesiyle, heykel ve anıtları yıkan militanların tapınağa da zarar vereceği ihtimali üzerinde duruluyor. Hatra’nın 70 kilometre kuzeybatısında bulunan Musul’daki militanların 19’uncu yüzyılın ünlü müzisyen ve bestecisi Othman al-Mousuli’nin ve Arap şair Abu Tamman’ın heykellerini yıkması, tapınağa da zarar verebilecekleri düşüncesini doğruluyor. Hatra belediye sözcüsü Mohammed Abdallah Khozal, bölgenin 2 hafta önce IŞİD militanlarınca ele geçirilmesi sonucu tapınağı yağmacılardan koruyan 20 kişilik polis ekibinin kaçtığını bildirdi. Tapınağın çok yakınında bulunan bölgenin 2 haftadır militanlara bomba atan Irak savaş uçaklarının hedefi olduğunu söyleyen Khozal, militanların geleceğini duyan görevlilerinin silahlarını bırakarak kaçtıklarını söyledi. Khozal, “Tapınağın güvenliği hakkında endişe duyuyorum ama hükümet güçlerinin bombardıman yapıyor olması da beni endişelendiriyor” dedi.

Akşam, 27.06.2014

HAREM'İN BATIK HAZİNESİ GELİYOR

 



3’üncü Murad’ın padişahlığı döneminde Harem’in yenilenmesi amacıyla ısmarlanan, ancak yolda geminin batmasıyla sulara gömülen eşya, asırlar sonra adresine ulaşacak. Hırvatistan’ın Gnaliç Adası yakınlarındaki gemi batığından çıkarılan 16’ncı yüzyıl hazineleri, gelecek yıl sergi olarak İstanbul’a getirilecek. 3’üncü Murad döneminde Topkapı Sarayı’nda çıkan yangın sonrası Harem dairesinin yenilenmesi için eşya siparişi verilmişti. Ancak 1583 yılı kış aylarında çok sayıda eşya ve mücevherle yola çıkan gemi Dalmaçya’nın kuzey kıyılarında denizin suları altına gömülmüştü.

 

SARAY İHTİŞAMINI YANSITIYOR

 


Oğuz Aydemir

 

Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı Başkanı Oğuz Aydemir, gemi batığından çıkarılıp İstanbul’da sergilenecek eserler hakkında; “Bulunan parçalar arasında özellikle çelik bir sandıktan çıkan 43 metre boyunda dokunmuş ipek kumaş, Murano Adası’nda yapılan cam eşyalar, şamdanlar dikkati çekiyor. Geminin yükleri arasında yer alan Safiye Sultan ve Nurbanu Sultan’ın ısmarladığı mücevherlerin ise gemi battıktan sonra sigorta şirketi tarafından batıktan çıkarıldığı anlaşılıyor. Bu mücevherlerin İstanbul’a gönderilip gönderilmediği konusunda bilgi yok. Osmanlı İmparatorluğu topraklarının en geniş olduğu dönemde saray için ısmarlanan eşyalardan oluşması nedeniyle çıkarılan eserlerin o dönemin saray ihtişamının anlaşılabilmesi için çok değerli olduğuna inanıyoruz” diyor.

 

İZNİK ÇİNİLERİ KURTARILDI

 

 

Gnaliç batığı sergisiyle eşgüdümlü olarak, Hırvatistan'ın Milet Adası yakınlarında batan 16’ncı yüzyıl İznik çinileriyle yüklü Saint Paul batığından çıkarılan eserlerin sergilenmesi için de proje yürütülüyor. Oğuz Aydemir, "Bu batıkta bulunan İznik çinileri, daha önce hiç sergilenmemiş. Proje, İzmir çinileri konusunda ciddi bir koleksiyonu olan Ömer Koç'un ilgisini çekti. Bu çinilerin önce İstanbul'da, ardından Zagreb ve nihai yeri olan Dubrovnik'te sergilenmesini planlıyoruz" diyor.

Hürriyet, 27.06.2014

BOĞAZ'IN İNCİLERİ BUTİK OTEL OLUYOR

 

Türk Havayolları (THY), İstanbul Ortaköy’de yıllardır tartışma konusu olan ve ne olarak kullanılacağı merak edilen Fehime Sultan Yalısı ile hemen yanındaki Hatice Sultan Yalısı’nı 7 yıldızlı butik otel yapıyor.

 

 

DHA'nın haberine göre, 2 yalıyı 25 yıllığına 125 milyon TL’ye kiralayan THY, 100 milyon lirayı bulacak restorasyon çalışmaları sırasında Hatice Sultan Yalısı’nın kutuya koyup askıya aldı.

Yıllar önce yanıp enkaza dönen Fehime Sultan Yalısı ile İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü’nden alınan Hatice Sultan Yalısı’nı 25 yıllığına kiralayan THY’nin ikram şirketi, restore ettirdiği yalıları gelecek yıl hizmete açacak. Restorasyon çalışmaları için Hadımköy’de kurulan atölyede, sökülüp götürülen parçalar tek tek onarılıyor. Restorasyon çalışmalarını, Süleymaniye ve Ortaköy camileri, Kabe’deki revakların restorasyonu ile Anadolu Yakası’nda Mimar Sinan Camii ve Çamlıca Cami’nin inşaatını yapan Gürsoy Grup yürütüyor.

Yapı, 26.06.2014

TEK TIKLA MÜZE TURU

 

 

Türkiye’nin 118 antik kentinden seçilmiş örnekler tarih ve arkeoloji meraklılarını internetteki 'Mimarlık Müzesi'nde keyifli bir yolculuğa davet ediyor.

 

Sanal Mimarlık Müzesi araştırmacı yazar Yaşar Yılmaz’ın 3,5 yıl boyunca tek tek yerinde inceleyip, fotoğrafladığı  118 antik kentten seçkiler sunuyor. www.mimarlikmuzesi.org, ve www.archmuseum.org adresindeki bu kentler, kısa süreli yolculuklarla birbirine bağlanabilecek bir ulaşım düzenine ve topoğrafyaya uyarak, 8 bölgede alfabetik olarak sıralanıyor. Sergiye konu olan antik kentler, tarihi kaynakların da desteğiyle ortaya çıkan bilgiler, fotoğraflar ve kısa yol tarifleri eşliğinde sunuluyor. 

 

HATTİLERDEN SELÇUKLULARA

Antik kentlerin pazaryeri, çeşme, tiyatro, gibi kent çekirdeğini oluşturan önemli yapılarının yanı sıra önemli tarihi kişiliklerine, sosyal, kültürel özelliklerine değiniliyor. Kentleri gezerken, bu coğrafya halklarının atası olara bilinen Luvi-Pelasglardan Hattilere, Hititlere, Makedonyalılara, Roma'dan Bizans'a, Selçukludan Osmanlı dönemine tarihin izlerini peş peşe sürmek mümkün. Marmara’nın Assos’undan, Ege’nin, "Hadrianus Tapınağı kalıntıları’na, Anadolu Antik Tiyatroları’na kadar pek çok yer keyifle gezilebilir.

 

 

İNGİLİZCE YAYINLA DÜNYAYA AÇILDI

Yapı-Endüstri Merkezi tarafından sanal ortamda kurulan Mimarlık Müzesi’nde dünya mirasını oluşturan, ulaşılabilir her türlü belge derlendi. Müzede yer alan bütün bilgi ve belgeler dijital kayıt biçiminde saklanarak mimarlık tarihi açısından çok değerli bir dijital arşiv oluşturuldu. İngilizce yayına da başlayan Mimarlık Müzesi, Türk mimarlığının yurtdışında tanınması, açısından büyük bir işlevi yerine getiriyor. Sanal Mimarlık Müzesi, Uluslararası Mimarlık Müzeleri Konfederasyonu ICAM’a üye olarak kabul edilmiş tek sanal müze. 

Akşam, 26.06.2014

DÜNYANIN EN ESKİ VASİYETİ BULUNDU

 

 

Tarihin en eski vasiyetnamesi bulundu. Vasiyetname, Asurluların yaşadığı ve Anadolu'nun yazı ile tanıştığı ilk yer olan Kayseri'nin Kültepe bölgesindeki kazılarda bulundu.

 

68 yıldan beri kazı çalışması yapılan Kültepe'deki vasiyetin 4 bin yıllık olduğu belirlendi. Vasiyet aynı zamanda bir anıt mezardan çıkan ilk çivi yazılı tablet.

 

Üzerinde de bir babanın oğluna hitabı yer alıyor.

 

Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, vasiyette tam olarak "Bu mektubu okuduğun zaman bu eşeğin sahibine git. Eşeğin sahibine 1/3 mina gümüş ver." yazdığını belirtti.

 

Baba vasiyetinde, oğlundan borcunu ödemesini istiyor.

 

Vasiyetname ile kazılardan çıkan diğer eserler, UNESCO Dünya Bellek Listesi'ne alınacak.

Trt Haber, 26.06.2014

LYMIRA ANTİK KENTİNE TURİST AKINI

 

 

Antalya’nın Finike ilçe sınırları içinde Sahilkent Mahallesi’ndeki kaya mezarları ve antik kent, bölgeye gelen turistlerin uğrak yeri oluyor.

 

Finike Belediye Başkanı Kaan Osman Sarıoğlu, “Tur otobüsleri her gün Limyra antik mezarlarını ve antik tiyatroyu ziyaret etmek isteyen turistleri getiriyor” dedi. Vatandaşlardan sit alanına sera atıkları ve molozları dökmemelerini isteyen Başkan Sarıoğlu, “Biz ne kadar temizliğine dikkat etsek bile, bazı duyarsız vatandaşlar maalesef bunu yapıyor” diye konuştu.

 

Kaya mezarlarının ve antik tiyatronun bulunduğu bölgede tur otobüsleri için park alanı ve Kumluca istikametinden gelen araçlar için bölgeye Limyra’yı gösteren turistik tabelanın konulması için yetkililerle görüşmelerinin devam ettiğini kaydeden Başkan Sarıoğlu, “Hasyurt yolunu en kısa zamanda daha iyi kullanılır hale getirmek için çalışmalarımız devam ediyor. Aynı zamanda, antik kentin bulunduğu yerde turistlere ikram etmek için küçük büfeler oluşturmayı düşünüyoruz. Finike portakalımızı burada da tanıtmak istiyoruz. Her gelen turistin ülke ekonomisine katkı anlamını taşıdığını unutmamamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Beyaz Gazete, 26.06.2014

NEANDERTALLERİN BİTKİ YEDİĞİ ORTAYA ÇIKTI

 

 

BBC Türkçe'de yer alan habere göre, İspanya 'da yapılan bir kazıda bulunan dışkılar, modern insana en yakın ırk olarak bilinen Neandertallerin et ve bitki sindirimi yaptığını ortaya koydu. Daha önce Neandertallerin sadece etobur olduğu yönündeki görüş, mağaralarda ve diş parçalarında bulunan ot kalıntılarıyla çürütülmüş oldu.

PLOS One isimli dergide yayınlanan yazıdaki yeni veriler insanoğlunun atalarının hem otobur hem de etobur olduğunu gösteriyor. Makalenin yazarı Kanarya Adaları'ndaki La Laguna Üniversitesi'nde doktora öğrencisi Aniara Sistiaga dışkının bu konuda en önemli veri olduğunu belirterek, dışkı incelmesi sonrası tam olarak nelerin tüketildiği sonucuna ulaşıldığını söyledi.

Sistiaga ve çalışma arkadaşları İspanya'nın Akdeniz kıyısında Alicane kentinde 50 bin yıl öncesine uzanan Neandertallerin kalıntılarını barındıran El Salt kazı alanında birçok veri topladı.

Daha sonra bu veriler Sistiaga'nın da araştırmacı olduğu ABD 'deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü MIT’de incelendi. Araştırma ekibi örneklerdeki farklı kimyasalları ayrıştırabilmek için gaz kromotografi ismi verilen özel bir teknik kullandı. Böylece örneklerde hangi maddelerin ne kadar oranda bulunduğunu anlamayı başardılar. Toplanan veriler arasında şu ana kadar bulunan en eski, yaklaşık 50 bin yıllık, insan dışkısı ile karşılaşıldı. Toplanan örneklerin büyük kısmında etobur kalıntıları dikkat çekiyordu. Fakat bazı veriler o dönemdeki Neandertallerin otobur olduğunu gösteren nitelikte. Sistiaga Neandertallerin genellikle et tükettiklerini fakat dikkate değer ölçüde otçul beslendiklerini dile getirdi.

TANELİ UFAK MEYVELER, KURU YEMİŞ YİYORLARDI
Bölgenin şartları da göz önüne alınarak Neandertallerin taneli ufak meyveler, kuru yemiş ve kök sebzeler yediği tahmin ediliyor. Neandertallerin yiyeceklerinin yaşadıkları bölgeye göre de farklılık gösterebileceği belirtiliyor.

Sistiaga, Almanya gibi daha soğuk bölgelerde yaşayan Neandertallerin et gibi kalorili ürünler yerken İspanya gibi sıcak bölgelerde yaşayanların ise otla da beslenmiş olduklarını söyledi.

Sistiaga mevsimlere göre de beslenmeleri farklılık gösterebileceğini ifade etti. Beslenme düzenleri 30 bin ile 40 bin yıl önce Neandertallerin soylarının tükenmesinin gerekçesi olarak açıklanıyordu.

Açıklamaya göre et yiyen Neandertaller, Homo Sapiens olarak bilinen insanlar karşısında soylarını devam ettiremedi. Fakat uzmanlar bu açıklamanın da yeni araştırma sonrasında gözden geçirilmesi gerektiğini belirtiyor.

Radikal, 26.06.2014

LİKYA UYGARLIĞI'NA DEV MÜZE

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yürüttüğü, Likya Birliği’nin en büyük beş kentinden biri olan Mira’nın limanı Andriake Antik Kenti’ndeki müze çalışmasında sona geliniyor. Toplam 8 milyon 355 bin 667 liraya mal olması beklenen Likya Medeniyetleri Müzesi, açık ve kapalı alanlara sahip. Beş yıldır süren kazılarda ortaya çıkarılan liman yapıları, ticaret yeri, hamam, kilise yapıları, yer altı su sarnıcı müzenin açık kısmına dahil olacak. Müzenin kapalı alanı için MS 129 yılında inşa edilen Roma dönemi Hadrian granaryumu (tahıl ambarı) restore edildi.

 

 

MÜZE BİNASI TAHIL AMBARI
Hadrian granaryumu 56 metre uzunluğunda, 32 metre genişliğinde ve 7 odadan oluşuyor. Yüzyıllardır sağlam kalan duvarlar restore edildi, çatı kapatılarak kiremitle kaplandı. Müzenin önünde yer alan, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik tarafından başlatılan ve 1 yıldır Antalya Müzesi tarafından yürütülen kazılarda ortaya çıkarılan liman çarşısı kısmına, 16 metre uzunluğunda bir Roma dönemi teknesi yerleştirildi. Üst kısmına da Onurlandırma Anıtı üzerinde Roma dönemi vinci, taşıma arabalarının kopyası konuldu.

SARNIÇTAN KUŞ CENNETİNE
Müze çalışmaları çerçevesinde dönemin üretim atölyelerinin yer aldığı plakomada (ticaret agorası, kazılar sonunda ortaya çıkarılan yapılar elden geçirildi. Andriake liman kentinin su ihtiyacını sağlayan 6 metre derinliğinde, 24 metre genişliğinde ve 12 metre genişliğindeki yeraltı sarnıcı restore edildi. Açık ve kapalı bölümlerin karşılama ofisleri tamamlandı. Antik kentin bitişiğinde bulunan kuş cennetindeki kuşların gözlemlenebilmesi için gözlem kulesi ve antik kentin tümüne yürüyüş yolları yapıldı.

TURİSTLERİN İLGİ GÖSTERMESİ BEKLENİYOR
Yıl sonunda ziyarete açılması planlanan Likya Müzesi, Türkiye’nin sayılı müzeleri arasına girmeye hazırlanıyor. Demre Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman, Likya Medeniyetleri Müzesi inşaatına 2013 yılında başlandığını belirterek, "Söz konusu sahada, ender rastlanabilecek bir konumda, hem kapalı hem açık alanıyla Türkiye’nin en büyük müze sahalarından biri olacak. Bu alanda yer alan Andriake’nin tahıl ambarı kapalı müze olacak. Burada Likya medeniyetinin tüm unsurları sergilenecek. Önümüzdeki dönemde çok sayıda turisti Demre’ye bekliyoruz" dedi.

Hürriyet, Haber: Ahmet Acar, 26.06.2014

BİLİMSEL KAZILARI DENETLEYENLER MÜTEAHHİTLERİ DE DENETLEMELİ

 

Türkiye’nin yüzölçümü, coğrafi bölgelerinin çeşitliliği ve bu topraklarda yaşamış kültürlerin sayısını düşünürsek, şu an yürütülen arkeolojik kazıların epey yetersiz olduğunu görürüz.

 

Paleolitik döneme ait komşu ülkelerde yüzlerce, ülkemizde ise sadece 3 kazı yeri mevcut. Bırakın uzak geçmişi... Macaristan’da kazıldığı kadar Osmanlı yerleşmesi kazıldı mı mesela bizde?


30 yılda kazılan Neolitik dönem yerleşme yerlerinin sayısı Balkan ülkelerinde 300, Suriye, Lübnan, Ürdün ve İsrail’de 400.


Kapladığı alan hepsinden fazla olan Türkiye’de aynı döneme ait kazılmış Neolitik yer sayısı ise sadece 30.

****

2013’te 109 yerli kazı, 34 yabancı kazı, 65 müze kazısı, 23 tane de Kamu Yatırım Alanları Kazı Çalışmaları (HES, barajlar ve TKİ) olmak üzere toplam 231 kazı yapıldı.


2012 verileriyle kıyasladığımızda bilimsel kazılarda düşüş olduğunu görüyoruz.


Çok önemli kazıların bilimsel nedene dayanmayan, gerekçeli yargı kararları olmadan, çeşitli bahaneler uydurularak kapatıldığı; bilim etiğine uyulmadan kazı başkanlıklarının el değiştirdiği, yargı kararlarına rağmen bazı kazılara hala izin verilmediği biliniyor.

****

Halbuki devlet teşvik edici, bilimsel çalışmaların yolunu açan bir yaklaşım içinde olmalı. Bilimsel kazılardaki denetim, bilim insanlarını potansiyel suçlu gibi bir yere oturtmamalı.


Kültür Bakanlığı esasen gücünü tahribat, kaçakçılık ve defineciliğe yönlendirmeli. Sadece defineciler değil, iş makineleriyle çalışan operatörler de toprağa sürekli müdahale ederek geçmişi yok ediyorlar.


Oysa Türkiye’nin de onayladığı Malta-Valetta Sözleşmesi, toprağa yapılan her müdahalenin –evin temeli, yol, su şebekesi, baraj vs- denetlenmesi gereğini ortaya koyar ve bunun sorumluluğunu devlete verir.

****

Arkeoloğun yaptığı bilimsel kazılar mutlaka bir Bakanlık elemanı tarafından denetlenirken bir höyük, yol açmak, tarla düzeltmek ya da bir inşaat nedeniyle rahatlıkla yok edilebiliyor.


Bakanlık, hiçbir bilimsel kazının bir greyderden daha kötü olmayacağını kabul etmeli.
Bizde genelde bir yatırım başlayıp iş makineleri çalıştığında eski esere rastlanıp yerel müze durumdan haberdar edilirse yatırım durduruluyor.


Kargamış Barajı’nı düşünün... Yapılacağı 30 yıl öncesinden bilinen baraj göl alanında gövde inşaatının bitmesine iki yıl kala, 1998’de kurtarma çalışmalarına başlanmıştı, hatırlayın.


Proje ya da yapım aşamasında olan, ancak hiçbir kurtarma çalışması yapılmayan 140 baraj daha var, unutmayın.


Keban, Aşağı Fırat, Aslantaş barajları dışında, bunların göl suları altında nelerin kaldığı bilinmiyor. Keban baraj göl alanı altındaki 65 yerleşmeden sadece 19 tanesinde, Karakaya ve Atatürk Baraj alanlarında da su altına bırakılan 600 yerleşmeden sadece 21 tanesinde çalışma yapıldı.


Bütün Yukarı Mezopotamya kültürlerini yutmak üzere olan Dicle baraj göl alanlarında, övündüğümüz GAP projesi için, yüzey araştırmalarında saptanan yüzlerce yerleşmeden elimizde tek bir kurtarma kazısı kaldı. Buna karşılık, bir yılda yapılan define kazılarının sayısı yüzlerce.

****

Kültür Bakanlığı bilimsel kazılara “Bakanlık temsilcisi” yolluyor.


Aynı şekilde, eski ören yeri veya bir yapıyı söküp yeniden yapan müteahhitlerin başına da yollamalı.


Yeni bir arkeoloji politikası oluşturulmalı, dünya arkeolojisinin nereye gittiği yakından izlenmeli.


Bilimsel kazılar sıkı denetime tabi tutulurken, asıl tahribatı yapan Karayolları, DSİ gibi kurumların çalışmalarının göz ardı edilmesi, buralarda arkeolog bulundurulmaması kabul edilebilir bir yaklaşım değil.

Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 26.06.2014

ŞAM'DAKİ SON OSMANLI BAYRAĞI

 

Suriye'nin başkenti Şam'da dalgalanan son Osmanlı bayrağı, yaklaşık 100 yıl sonra Türkiye'nin Londra Büyükelçisi Ünal Çeviköz'e teslim edildi.

Haileybury Koleji'nde düzenlenen törende Çeviköz, bayrağın hikayesini şöyle anlattı: "Kolejin mezunlarından Edgar Turner, 1918'de Şam'a giren General Allenby'nin yardımcısıymış.

Allenby, oradaki son Osmanlı bayrağını Turner'a emanet etmiş ve bugüne kadar aile korumuş. Bayrağı tekrar ait olduğu yere iade etmeyi düşünmüşler.

Ailenin dördüncü nesli olan Jack Turner'dan bayrağımızı teslim aldım" dedi.

Sabah, 26.06.2014

TAM 738 YILLIK VE 20 METRE

 

 

Kayseri'de Selçuklu mimarisinin eserlerinden biri Sivasi Hatun Camii'nde 1111 taneli, 738 yıllık tespihi görenler şaşırıyor.

 

Yaklaşan Ramazan ayı için asılı olduğu duvardan indirilen tam 20 metre uzunluğundaki tespih, ay boyunca cami cemaati tarafından en az 10 kişinin oluşturduğu halkada boyunlarından dolanarak çekilecek.

 

Göçeraslan oğlu Nasrullah ve eşi Sivasi Hatun tarafından 1282 tarihinde inşa ettirilen Selçuklu mimari eserlerinden Sivasi Hatun Camii'nde bulunan dev tesbih, vakıf ve camideki kayıtlara göre, 738 yıllık gelenek yaşatılarak bu Ramazan ayı için asıldığı duvardan indirildi. Cami İmamı Oktay İşçi, oruç boyunca çekilecek tesbihin çok sağlam olduğunu ve 4 defa çekildiğinde bir hatim sevabı yerine geçtiğini öne sürdü. İmam İşçi, şöyle dedi:

 

"Tesbihimiz 1111 adettir. Andız olarak nitelendirdiğimiz bir ağaçtan yapılmıştır. Bu ağacımızın toz tutmama ve çürümeme özelliği vardır. Çok sağlam bir ağaçtır. Camimizde Ramazan ayında sürekli hatimle namaz kılınmaktadır. Ramazanda teravih namazından sonra da Kadir gecesinde bu tesbih sürekli çekilmektedir. Dört kere çevirdiğim zaman 4 bin 444 yani hatim sevabı vardır. Genelde sabah namazlarından afet, savaşlardan önce bu tesbihimiz çekilmiştir. Tesbih, Ramazan ayı boyunca yatsı namazı sonrası, sabah namazı öncesi çekilecek. Cemaatin boynundan dolanan tesbih taneleri tek tek tam 4 defa aynı kişiden geçecek. Camiye gelenler böylece bir geleneği sürdürecek. Herhangi bir kötü olaylardan korunmak için elimizden geldiği kadarıyla sabah ezanında gelip, burada dualar ederiz."

Habertürk, 25.06.2014

10 DAKİKADA REKOR KIRDI

 

Fransız ressam Claude Monet’nin 250’ye yakın yapıttan oluşan “Nilüferler” serisine dahil olan 1906’da yaptığı bir tablosu, pazartesi günü Ingiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen açık artırmada 31 milyon 722 bin sterline (114 milyon 40 bin TL) satıldı.

Sotheby’s müzayede evi tarafından düzenlenen açık artırmadaki satışta, Fransız ressamın yapıtlarına bir müzayedede verilen en yüksek ikinci satış fiyatının elde edildiği açıklandı.

10 dakikada alıcı bulan tablo, ayrıca, “Nilüferler” serisinin “kare” şeklindeki yapıtları arasında en pahalı fiyata satılan tablo olarak rekor kırdı. Seride dikdörtgen, daire şeklinde yapıtlar da bulunuyor.

Habertürk, 25.06.2014

LATMOS'A HAYAT ÖPÜCÜĞÜ

 

 

Doğal yapısı ve tarih öncesi kaya resimleriyle ünlü Beş Parmak (Latmos) Dağı’nın Milli Park ilan edilmesi ve dağda büyük tahribat yaratan maden ocaklarının engellenmesi için Meandros Platformu’nun hazırladığı dosya, 21 Haziran’da Aydın’ı ziyaret eden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’a teslim edildi. Platform sözcüsü Aslı Ulaş Aksu’nun Bakan Yıldız’a verdiği dosyada, Latmos’un daha fazla tahrip edilmemesi için girişimde bulunulması istendi.

 

Latmos’un Milli Park olması için başlatılan girişimlerde bakanlığın olumlu görüş bildirmesi istenilen dosyada, Bakan yıldız’a hitaben, "Aydın ve Muğla İli sınırları içinde bulunan Bafa Gölü’nün doğu kıyısındaki Beşparmak Dağı Türkiye’de ve dünyada eşine ender rastlanan çok özel ve doğal güzellikler açısından en etkileyici ve arkeolojik bulgular açısından uluslararası standartlara ve anlaşmalara göre, çok önemli bir kültürel miras niteliğindedir. Orman ve Su İşleri Bakanlığı nezdinde başlatılan çalışmalarla, ülkemiz için büyük önem taşıyan ve uluslararası bir marka olma potansiyeline sahip olan bu alanın ’Milli park’ ilan edilerek korunması ve uluslararası turizme açılması hedeflenmektedir. Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından ’Milli Park’ ilan edilmesi sürecinde, çeşitli bakanlıkların görüşleri alınmaktadır. Bu meyanda bakanlığınızdan alınan görüşün olumlu yönde verilmesi hususunda emir ve müsaadelerinizi arz ederiz" denildi.

 

 

LATMOS’UN ÖNEMİNE DİKKAT ÇEKİLDİ

Bakan Yıldız’a sunulan dosya’da Latmos’un Neolotik dönemden, Osmanlı dönemine uzanan birçok önemli kalıntıya evsahipliği yaptığına dikkat çekildi. Milattan önce 6 bin yılına ait kaya resimlerinin Anadolu Prehistorya arkeolojisinde son yılların en büyük keşifleri arasında yer aldığı, resimlerin insanlık tarihinde önemli bir adımı belgelediği de vurgulanan dosyada, buradaki kaya resimlerinin konusu ve resim dili itibariyle dünyada tek olduğu ifade edildi.

 

 

Latmos’un Kaya resimlerinin yanı sıra geçmiş uygarlıklara ait bir çok buluntuya ev sahipliği yaptığı da dosyad belirtilip, "Geçmiş birçok uygarlıklara ulaşım sağlayan ’antik döşeme yollar’, ’mezarlar’ ve buluntular bu coğrafyada yer almaktadır. Herakleia, Latmos, Amyzon, Euromos, Labranda, Alinda, Alabanda, Myus gibi antik yerleşimlerin yer aldığı Beşparmak Dağı, Sobran, Kirselik, Arap Avlusu, Yediler, Karyes gibi dağ manastırlarıyla 9. yüzyılda psikoposluk merkezi haline gelmiş kutsal bir dağ olarak bilinmektedir. Aydın sınırları içindeki Beşparmak Dağ’nın kuzey bölgesi, Türkiye’de oldukça lokal bir yayılış gösteren "Fıstık Çamı Ormanları"nın en geniş örneğine ev sahipliği yapmaktadır. Aynı zamanda zengin Akdeniz Bitki Örtüsü nedeniyle çok önemlidir. Dağın bir diğer önemi ise florasında ülke çapında nadir bitki türlerinin çok zengin populasyonlarının yer almasıdır" denildi.

Hürriyet, Haber: Latif Sansür, 25.06.2014

SİDE ANTİK KENTİ YABANİ OTLARDAN TEMİZLENDİ

 

 

Antalya Manavgat Belediyesi, Side Antik Kent'te temizlik çalışması başlattı. Belediye, 20 kişilik ekiple tarihi Ören yerinde 3 yıldır temizlik yapılmayan yerleri temizledi. Yabani otların temizlenmesiyle tarihi Ören yerindeki Hellenistik, Roma ve Bizans döneminden kalma tarihi eserleri gün yüzüne çıktı.

Side Antik Kent'te tarihi surlarda 3, Roma döneminde kalma hamamlarda 2 yıldır yabani ot temizliği yapılmadığında görsel kirlilik oluştuğu ifade etti. Yabani otların temizlenmesi ile yerli ve yabancı turistlerin bölgedeki tarihi eserleri görmelerinin sağlandığını belirtildi.

Manavgat Belediye Başkanı Şükrü Sözen, temizlik çalışmasını Side Müzesi ile birlikte yaptıklarını söyledi. Antik kente temizlik çalışmasını 20 kişilik ekiple yaptıklarını hatırlatan Başkan Sözen, çalışmalar kapsamında Büyük Hamam, Liman Hamamı, Men Tapınağı, Apollon Tapınağı, Athena Tapınağı ve deniz surlarının bulunduğu antik kalıntı alanlarında yıllardır alınmayan otlar temizlenmeye başladık. Side'de yer alan ve herkesin hayranlıkla izlediği tarihi surların 3 yıldır, antik hamamların ise 2 yıldır temizlenmediği, bu yüzden yabani ot ve ağaçların tarihi alanları gizlemesi nedeniyle çalışma başlattık. Belediye ekiplerinin antik hamam ve surların temizlik çalışmalarından sonra giriş kapısı ile müze arasında kalan alanları da temizleyeceğiz." dedi.

Side'nin Türk turizmin bir markası olduğunun altını çizen Sözen, dünya turizminin gözbebeği antik kentteki tarihi eserlerin korunmasına her daim sahip çıkacaklarını kaydetti. Sözen, sözlerini şöyle sürdürdü: "Side'nin potansiyelini en iyi şekilde değerlendirmesini sağlamak için çalışmalar yürütüyoruz. Side Antik Kent'te tarihi ve doğal güzelliklerimiz iç içedir. Tarihi şehre kimliğini kazandıran tarihi mekanlarımızın yıllardır yabani ot ve ağaçlardan temizlenmediği şikayetlerini aldık. Bu yüzden ekiplerimizi acilen bölgeye yönlendirdik. Otların temizlenmesiyle tarihi eserlerimizin daha fazla ortaya çıkması hepimizi sevindirdi. Belediyesi olarak tarihimize sahip çıkmaya devam edeceğiz."

haberler.com, 25.06.2014

LİSENİN TEMEL KAZISINDA TAPINAK ÇIKTI

 

  

 

Bartın'ın Amasra İlçesi'nde lise yapılması planlanan arazideki sondaj kazılarında Roma döneminde bir tapınağa ait olduğu düşünülen sütun ve kaidelere rastlandı. Alandaki tarihin ortaya çıkarılması için kazı yapılmasına karar verilirken okul başka bir yere yapılacak.

 

Yatırım programına alınan ve bu yıl temeli atılması planlanan 24 derslikli Amasra Çok Programlı Lisesi'nin yapılacağı Kum Mahallesi'nde Amasra Müze Müdürlüğü'nce yapılan sondaj kazılarında Roma dönemine ait sütun başlığı ve bunlara bağlı kaideler bulundu. Durumun Karabük Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne bildirilmesinin ardından 3 bin metrekarelik alanda kazı çalışması yapılması kararı alındı.





Amasra Müze Müdürü Baran Aydın, Milli Eğitim Bakanlığı'nca yatırıp programına alınan okul inşaatının temel çalışmasından önce sondaj kazıları yaptıklarını hatırlattı. Aydın, "Arazinin iki farklı noktasında yaptığımız kazılarda MS 2 veya 3'üncü yüzyıla ait olduğunu düşündüğümüz bir tapınağa ait sütun başlığı ile bunları birbirine bağlayan bezeli bloklar, sütun kaideleri, gövdeleri ve mermer plakalardan oluşan bir zemine rastladık" dedi.

 

Alanda okul projesinin askıya alındığını belirten Aydın, şöyle konuştu:

"Bölgede geniş çaplı bir kurtarma kazısı yapacağız. İlk etapta elde ettiğimiz bulgular, sütunların belirli bir yöne doğru devrilmiş olduğunu gösteriyor. Bu durup deprem sonucu yıkılmış olabileceklerini gösteriyor. Tabii net bilgileri ancak kazı çalışmalarının ardından söyleyebiliriz. Burada ortaya çıkan eserler, ilçedeki üzeri örtülü tarihi ve antik şehri gün yüzüne çıkarma adına ümit veren bulgulardır."

 

Amasra İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri ise söz konusu okul projesinin başka bir alana yapılması için yer arayışında olduklarını söyledi.

Akşam, 25.06.2014

ANTİK TAŞ OCAKLARI TURİZME AÇILMAYI BEKLİYOR

 

 

Mardin Artuklu Üniversitesi (MAÜ) Arkeoloji Bölüm Başkanı Yard. Doç. Dr. Güner Coşkunsu, beraberinde Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Minna Lönnqvist ile yeni yerleşim alanında bulunan antik taş ocaklarında incelemelerde bulundu.
 

Yard. Doç. Dr. Coşkunsu, burada AA muhabirine, geç Roma ve Bizans dönemine ait olduğunu düşündükleri antik taş ocaklarında henüz arkeolojik bir çalışmanın yapılmadığını söyledi.

 

Taş ocaklarının çevredeki moloz ve çöp yığınlarının arasında kalmasının üzücü olduğunu ifade eden Coşkunsu, "Taş ocaklarında ciddi bir arkeolojik dolgu bulunuyor. Burada arkeolojik kazı yapılması halinde taş ocaklarının tarihi, işleyişi, tekniği, o döneme ait sosyal ve idari sistem hakkında bilgi edinmek mümkün olacak" dedi.

 

Coşkunsu, uzmanların bu taş ocağında ciddi bir araştırma yapmasını önererek, taş ocağının hayranlık uyandıran Mardin siluetini ve tarihini oluşturan taşın kaynağından biri olduğunu vurguladı.

 

"Taş ocakları korunarak, turizme açılmalıdır"

Taş ocağının çok nitelikli taşların çıkartıldığı antik bir kaynak olduğunu dile getiren Coşkunsu, şöyle konuştu:

"Hem bu ocaklara hem de Mardin'in çeşitli dönemlerine ait sivil, dini, idari ve savunma mimarisine baktığımızda Mardin ve çevresindeki şaheser niteliğindeki taş işçiliğinin ve geleneğin sürekliliğini görmek mümkün. Sadece taşların ocakta ustalıkla şekillendirilip çıkartılması değil ocakların açılmasındaki mühendislik ve mimarlığın da üst düzeyde olduğunu görüyoruz.

 

Bir katedral kadar ihtişamlı bu taş ocakları farklı bir atmosfere sahip. Burada yakın bir zaman kadar bölge insanı tarafından da kullanılmış birkaç döneme ait taş ocağı var. Sadece tarihi bir peyzaj alanı olarak bile korunmaya ve UNESCO Dünya Kültür Mirası olmaya değer bu taş ocakları korunarak, turizme açılmalıdır."

 

Arkeoloji bölümü olarak Mardin'deki taş ocaklarıyla ilgili bir araştırma yapmayı düşündüklerini kaydeden Coşkunsu, taş ocaklarının kapsamlı şekilde incelenmesi için bölgeye uzmanları beklediklerini sözlerine ekledi.

 

''Bu taş ocaklarının benzerleri Avrupa'da da var"

Yard. Doç. Dr. Minna Lönnqvist ise ünik taş ocaklarında yüksek kalitede bir antik taş işlemeciliği gördüklerini söyledi.

 

Ocaklarda dikey blok ve keski izleri ile sütunlar, galeriler, pencereler ve rafların çok belirgin olduğuna işaret eden Lönngvist, Dara'daki taş ocaklarında da benzer bir taş işçiliği bulunduğunu belirtti.

 

"Bu taş ocaklarının benzerleri Avrupa'da da var" diyen Lönngvist, Mardin'deki manastırların bu ocaklardan çıkan taşlarla yapıldığını düşündüklerini dile getirdi.

 

Lönngvist, "Mardin'deki bu taş ocakları korumaya, gelecek nesillere aktarılmaya, yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açılmaya değer niteliktedir" diye konuştu.

Haber 7, 25.06.2014

3 BİN YILLIK YAZI, TAKI VE İŞLEMELERLE YAŞATILIYOR

 

Yaklaşık 3 bin yıl önce bölgede hüküm süren Urartu Krallığı'nın alfabesini öğrenen taş oyma ustası Ferhat Şimşek, öğrendiklerini ürettiği takı ve işlemelere uygulayarak Urartu alfabesini günümüzde de yaşatıyor.

 

Doğu Anadolu Bölgesinde MÖ 900-600 yılları arasında hüküm süren Urartu Krallığı, çivi yazısının yanı sıra mimari, maden işlemeciliği, kaya oymacılığı, kabartma sanatı ve taş işçiliğiyle ön plana çıkıyor.

 

Başkent Tuşba başta olmak üzere bölgede yaptığı su kanalları, bentler, barajlar, tapınaklar, kaya mezarları, kale ve saraylarla dönemin en ihtişamlı imparatorluklarından biri olan Urartular, buldukları çivi yazısıyla da eserler hakkındaki bilgileri ve kültürlerini günümüze kadar taşımayı başardı.

 

Bu kapsamda Çavuştepe Kalesi'nde bekçilik yapan Mehmet Kuşman'ın da uzun yıllar arkeologlardan aldığı destekle Urartu alfabesini öğrenerek Urartucayı günümüzde yaşatmaya çalışması Vanlı gençlere de örnek oldu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan taş oyma ustalığı belgesi aldıktan sonra Kuşman'ı örnek alarak başladığı oymacılığı Van Kalesi'ndeki atölyesinde sürdüren Ferhat Şimşek, yaklaşık 3 bin yıllık çivi yazısını taş ve takılara işliyor.

 

Şimşek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Van Kalesi'nde Urartu Kralı Sardur'un babası adına yazdırdığı lahitte çalışma yaparak örnekler topladığını belirterek, aldığı örnekleri daha sonra atölyesindeki taş, takı ve işlemelere uyguladığını söyledi.

 

Çalışmalarında, dünyada Urartu dilini bilen 38 kişiden biri olan Mehmet Kuşman'ı örnek aldığını anlatan Şimşek, Urartu alfabesini öğrendikten sonra el işlemeleriyle renklendirdiğini ifade etti.

 

Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Arkeoloji Bölümü öğretim üyeleri ve Van Müzesi'nde görevli uzmanların desteğiyle kendisini geliştirdiğini anlatan Şimşek, "Ben bu bölge ve coğrafyanın tam olarak tanıtıldığını düşünmüyorum. Bu nedenle de bu konuda çalışmalar yürüttüm. Mehmet amca bu işin duayeni olarak biliniyor ve onun yaptığı çalışmalar ilgimi çekti. Bu ilgiyi kendi el becerimle birleştirerek Urartu alfabesini öğrenmeye ve yazmaya gayret ettim. YYÜ Arkeoloji Bölümündeki ve Van Müzesi'ndeki arkeologlarla Urartu dilini bütün dünyaya tanıtmak istiyoruz" diye konuştu.

Time Türk, Haber: Sıtkı Yıldız - Cemal Aşan, 25.06.2014

CELAL BAYAR'IN EVİ YIKILIYOR

 

 

Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 1960 yılından ölümüne (1986) kadar yaşadığı Kadıköy’deki evi, depreme dayanıklı olmadığı gerekçesiyle yıkılıyor. 1945-1950 yılları arasında inşa edilen yapı, yıkıldıktan sonra yeniden yapılacak. Şu sıralar evde hummalı bir çalışma var. Evin kapıları, pencereleri numaralandırılarak çıkarılıyor. Eve ait tüm bu parçalar restore edilecek ve yeni yapılan evde kullanılacak. Bu çalışmalar nedeniyle binada yaşayan Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy da evden taşındı. Öte yandan Kadıköy Çiftehavuzlar Mahallesi’ndeki tek katlı evle aynı bahçe içerisinde Celal Bayar’a ait bir apartman da bulunuyor. Bu bina da geçtiğimiz günlerde yerine rezidans yapılmak üzere yıkıldı.

MODERN KONUTA ÖRNEK

Tarihi binalara sahip çıkılması gerektiğini hatırlatan DOCOMO Türkiye Ulusal Çalışma Grubu ise bu yıkıma tepkili. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi bünyesinde 1990 yılında oluşturulan DOCOMO Türkiye Ulusal Çalışma Grubu, kamunun dikkatini 20. yüzyılda öne çıkan modern mimarlık, tasarım ve şehir plancılığı ürünlerini korumak amacıyla kuruldu. Binanın 1950’li yılların modern mimarisine sahip olduğu için tescil edilmesi gerektiğini belirten grup, bu nedenle İstanbul V Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başvuruda bulundu. DOCOMO Türkiye’nin yaptığı başvuruda, “Bu yapı, tasarım yaklaşımı, mimarisi, kütle ve cephe düzeni ile modern konut anlayışının Türkiye’deki ender örneklerinden biridir. Hiçbir taşıyıcı sorunu olmayan yapı yıkılarak özgünlüğünü yitirecek, yapıyla beraber korunması gereken peyzaj öğeleri yok olacaktır” ifadelerini kullandı. 

Taraf, Haber: Billur Özgül, 25.06.2014

24 ÜLKEDEN 80 GALERİ İSTANBUL'DA BULUŞUYOR

 

 

Bu yıl 2.si gerçekleşecek uluslararası çağdaş sanat fuarı ArtInternational’a katılacak galeriler belli oldu.

 

Amerika’dan Çin’e, Suudi Arabistan’dan Finlandiya’ya, 24 ülkeden 80 galerinin katılacağı fuar, 26-28 Eylül tarihlerinde Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek. İstanbul’un geçen yılki en önemli sanat etkinliklerinden biri kabul edilen ArtInternational’ın yönetmenliğini bu yıl da Dyala Nusseibeh üstleniyor. Fuarın bu yılki yenilikleri arasında online sanat sitesi artsy.net ile işbirliği de bulunuyor.

 

Sanatseverler, açılıştan önce ArtInternational’ı artsy.net’ten online izleyebilecek, sergilenecek sanat eserlerini fuar tarihleri arasında online olarak satın alabilecek.

Habertürk, 24.06.2014

KARAMAN OVASI KAZILIYOR

 

 

Bir dönem Ortodoks Rumların (Karaman Rumları) yaşadığı ve ardında pek çok mimari kalıntı bıraktığı Karaman’a bağlı Karadağ ören yerinde arkeolojik kazılara başlandı. Bu yılki kazılarda ağırlıklı olarak dini ve askeri yapıların araştırılacak olmasının yanında, kiliseler bölgesindeki restorasyon çalışmaları da devam edecek.

İnanç turizmine yönelik kazı ve restorasyon süreci sonunda, Karadağ, Türkiye’den ve tüm dünyadan daha fazla ziyaretçinin ilgisine sunulacak. Hıristiyanlık döneminde dini merkez olan 4. ve 9. yüzyıllar arasında art arda inşa edilen onlarca kilise, manastır ve mezar yapısının bulunduğu Karadağ, bu yönüyle zengin bir yaşam kültürüne de sahip.

Karaman Müzesi Müdürlüğü tarafından desteklenen kazılar 21 Temmuz’a dek sürecek.

Habertürk, 24.06.2014

AMANOSLAR'DA ANTİK ROMA YOLU BULUNDU

 

 

 

Hatay’ın Dörtyol İlçesi'nde faaliyet gösteren Amanoslar Çevre Koruma Derneği (AÇED) üyeleri, antik dönemde var olan ve Amanos dağlarından geçtiğini öğrendikleri Roma yolunu keşfettiklerini bildirdi.






ÇED Grubu Temsilcisi Nazım Sönmez, şimdiye kadar Amanos dağlarında var olduğu bilinen ama hiçbir görüntü kaydı yapılmayan Roma yolunun AÇED üyeleri tarafından görüntülenip belgelendiğini söyledi. Antik Roma yolunun Amanos dağları Ayı deresi ve Sarıdüz yaylası bölgesinden geçtiğini araştırmalar sonucu öğrendiklerini ve yolu keşfetmek için bu bölgeye 12 kişilik ekiple gittiklerini belirten Sönmez, "Uzun araştırmalarımız sonucu Sarıdüz yaylası civarında bir tepe yamacından derelere doğru uzanan bitkiler altında kalan Antik Roma yolunun var olan taban kayrak taşlarının da sökülerek yakın civardaki yayla sakinleri tarafından bahçe duvarı yapılmış olduğunu gözlemledik. Yerel halk tarafından Küffar yolu olarak da bilinen ve Amanos dağlarından geçen Roma yolu etrafı kayalık olduğu için antik dönemde bu bölge oyularak içi kayrak taş kaplama ile döşenmiş" dedi.


Nazım Sönmez, bu yolun dikkate alınarak en azından geriye kalan kısmının turizm amaçlı açılması gerektiğini sözlerine ekledi.

Milliyet, 24.06.2014

BEYOĞLU'NDAN BİR TARİHİ DAHA SİLİYORLAR

 

 

Türkiye'de bir yandan muhafazakar kimliğine vurgu yapan bir iktidar iş başındayken, toplumda muhafazakarlığın arttığı yorumları yapılırken bir yandan da asırları devirmiş, İstanbul'un sembolü olmuş yerler bir bir yerlerini terk ediyor.

 

100 yıllık Saray Sineması, Emek Sineması, İnci Pastanesi, Robinson Crusoe Kitabevinin ardından İstiklal Caddesi'nin sembollerinden biri daha kentin hafızasına kazındığı yerden taşınıyor: Ürettiği lavanta kolonyasının müptelaları bulunan ve kurulduğu günden bu yana aynı yerde hizmet veren 120 yıllık Rebul Eczanesi.

Meşelik Sokak'a taşınıyor
1895'te açılan Osmanlının yıkılışına, Cumhuriyetin kuruluşuna, iki dünya savaşına, 6-7 Eylül olayları da dahil onlarca-yüzlerce toplumsal olaya tanıklık eden, tüm bu süreçlerin iktisadi karmaşalarında ayakta kalmayı başaran Rebul Eczanesi, Rumeli Han'ın el değiştirmesiyle birlikte kapanmanın eşiğine geldi. Daha önce otel yapılacağı haberleri basına yansıyan Rumeli Han'ın satılmasıyla birlikte istenen kira bedelinin yüksekliği nedeniyle kapanmanın eşiğine gelen tarihi eczane çareyi taşınmakta bulundu. Eczane, Fransız Konsolosluğu'nun çaprazındaki Meşelik Sokak'ta bulunan Rebul 1895 Eczanesi'nde devam edecek.

Sosyal medyada tepki
Rebul Eczanesi'nin taşınma kararı almasıyla birlikte hafızalarına, hatıralarına zemin oluşturan kentin ve mekanların kaderine duyarlı İstanbullular da sosyal medyadan sesini yükseltmeye başladı. Rebul Eczanesiyle ilgili en çok vurgu yapılan ise, Rebul ile özdeşleşen lavanta kolonyasının dışında onun asırlık tarihine yapılan vurguydu.

Rebul Eczanesi de zaten kendi internet sitesinde tarihini, "Daha dünyada sinema, röntgen cihazı, Gilette, Kodak, naylon, bilgisayar yokken..." diye anlatmaya başlıyor.

Dünya literatürüne geçen, Türkiye'nin kozmetik alanında patent sahibi olan 52 ülkede ürünleri satılan, bugüne kadar bir okul gibi yüzlerce eczacıyı yetiştiren Rebul Eczanesi, Anadolu'da yol inşaatı yapan Fransız bir müteahhidin, eczacılık eğitimi alan oğlu Jean Cesar Reboul tarafından kurulmuş.

Babasını ziyaret için geldiğinde İstanbul'a hayran kalan Reboul, o sırada yapımı yeni tamamlanan Rumeli Hanın altında "Grande Pharmacie Parisienne" (Büyük Paris Eczanesi) adıyla eczaneyi açar.

Osmanlı'dan günümüze kurulduğu yerde yaşamını sürdüren tek eczane olma özelliğini bugüne kadar sürdüren Rebul, lavanta kolonyasını da 1935'te üretmeye başlar. Hatta lavanta o dönemin en popüler erkek parfümü halini alır. Jean Cesar Reboul, 1939'da eczaneyi 1920'de burada stajyer olarak işe başlayan Kemal Müderrisoğlu'na devreder.

Eczaneyi günümüzde Kemal Müderrisoğlu'nun oğlu Mehmet Müderrisoğlu işletiyor.

Eczanenin taşınması, aslında bilindiği ve alışık olunduğu yerinde kapanması, İstanbullulalara da kapıya asılan ve dağıtılan ilan ile duyuruldu. Sosyal paylaşım sitesiTwitter'da fotoğrafı paylaşılan o duyuruda Rebul'un kapanıyor olması şöyle duyuruldu:

"Bu koca çınarı yakında inşaatı başlayacak olan AVM/Otel projesi için taşımak durumunda kalmaktayız. Rebul 1895 yılında hayatına Grand Pharmacie Parissienne olarak başladığında;
-Sinema daha bulunmamıştı,
-Marconi telsizi bulmamıştı,
-Konrat röntgeni keşfetmemişti,
-Kodak fotoğraf makinesi yoktu,
-Wright kardeşler henüz ilk yaptıkları uçakla uçamamışlardı,
-Titanik batmamıştı,
-1897'de nüfusu 1 milyon 059 bin olan İstanbul, bugün 14 milyon 160 bin kişiye gelirken hizmet verdiğimiz nüfusun yüzde 92,5'u yoktu."

Beyoğlu ve çevresinde uzunca bir süredir tartışılan ve kent üzerine çalışma yapanların "mutenalaşma" ya da "soylulaşma" diye nitelediği süreçte tarihi yapıların el değiştirmesiyle beraber, artan emlak bedelleri muhitin eski sakinlerini taşınmaya ya da bir tür göçe zorluyor. Bu süreçte el değiştiren mekanların da işlevi o güne dek alışıldığının ve kent kültürü içinde yer edindiğinin aksine yeni işlevler üstleniyor.

 

Çoğu yapı da AVM ya da otele dönüştürülüyor. Bu süreçte kentin çehresinde ve kültürel yapısında meydana gelen değişim ve mali yönden güçsüz eski sakinlerin düştüğü durum ise tepkilere yol açıyor.

 

Beyoğlu'nda yakın zamanda benzer şekilde çok sayıda tarihi yapı ve o yapılar içinde faaliyet gösteren Saray Sineması, Emek Sineması, İnci Pastanesi, Robinson Crusoe Kitabevi gibi işletmeler tüm dayanışma çabalarına rağmen kapanmak, taşınmak zorunda kaldı.

Cumhuriyet, 24.06.2014

AHMET TÜRK: ASKER VE MİT, MARDİN KALESİ'Nİ BOŞALTSIN

 

 

Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Mardin Kalesi'nde bulunan ve 1950'li yılların teknolojisi olan Radar Üssü'nün taşınmasını gündeme getirdi, asker ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) kaleyi boşaltmasını istedi. Mardin'in turizm kenti olduğunu söyleyen Türk, "Biz artık hiç bir işlevi olmayan ve asker ile MİT tarafından işgal edilen kaleyi turizme açmak istiyoruz" dedi.

 

Almanya'nın Ankara Büyükelçiliği'nden bir heyeti kabul eden bağımsız Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, belediyeyi büyük bir borç yükü ile devraldıklarını ve oturacak bir binalarının dahi bulunmadığını söyledi. Mardin'in bir turizm kenti olduğunu ve kültürüne uygun projelerle kenti daha ön plana çıkarmak istediğini ifade eden Türk, sözü 1950'li yıllardan beri NATO tarafından Radar Üssü olarak kullanılan Mardin Kalesi'ne getirdi.

 

 

"ORAYA PARKLAR YAPMAK İSTİYORUZ"

Türk, Mardin Kalesi'nin 50-60 yıldan beri askeri bir NATO Üssü olarak kullanıldığını, ama 50 yıllık teknoloji ile Ortadoğu ve Suriye'nin gözetlenemeyeceğini, daha önce orayı boşaltma kararı almalarına rağmen halen kalenin boşaltılmadığını söyledi. Türk, "Mardin Kalesi'nde halen asker ve MİT kalıyor ve orayı kullanıyorlar. Bu çağda artık 50 yıl önceki teknoloji ile izleme ve gözetleme yapılamaz. Bunu kendileri de iyi biliyor. Turizm kenti olan Mardin'de bu görüntü yakışmıyor. Mardin Kalesi'nin boşaltılması ile orayı turizme açıp parklar yapmak istiyoruz"dedi.

 



 

"TÜRKİYE MARDİN GİBİ OLSAYDI..."

Türk, 'Kürdistan' diye adlandırdığı coğrafyanın sadece Kürtlerin değil, 5 bin yıldır Süryanilerin, Ermenilerin, Kürtlerin birlikte yaşadığı bir coğrafya olduğunu belirterek, "Mardin merkezinde ve kimi ilçelerinde Arap halkı da yaşıyor. Bu halkların hakkını ve hukukunu inkar etmeden bir yönetim anlayışını gerçekleştirmek istiyoruz. Türkiye, Mardin gibi olsaydı, buradaki halklar gibi yaşasalardı şu anda Türkiye’de herhangi bir sorun kalmazdı" dedi

Hürriyet, 24.06.2014

HAYDARPAŞA OTEL YAPILACAK MI?

 

CNN Türk televizyonunda yayınlanan, Enver Aysever’in sunduğu Aykırı Sorular programı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Danışmanı Prof.Dr. Mustafa Ilıcalı’yı konuk etti.

 

İstanbul’un tarihi dokusunun bozulduğuna ilişkin tartışmalara açıklık getiren Ilıcalı, eski banliyö hattındaki tarihi istasyonların hepsinin korunacağını ve Haydarpaşa Garı’nıni gar olarak muhafaza edilip, yerine otel yapılmayacağını söyledi.

 

İstanbul’daki trafik sorununa da değinen Ilıcalı, 3.Köprünün İstanbul’daki trafik yoğunluğunu azaltacağını, projenin sadece bir karayolu projesi olmayıp raylı sistemi de barındıran çok yönlü bir çözüm olduğunu belirtti.

Cnn Türk, 24.06.2014

5 TARİHİ KÖPRÜYE RESTORASYON

 

 

AKP İl Başkanı Bülent Tüfenkçi, Arapgir İlçesi'ndeki tarihi 5 köprünün restorasyon çalışması için Karayolları Bölge Müdürlüğünce ihale sürecinin başlatıldığını açıkladı.

 

Arapgir İlçesi'ndeki tarihi eser niteliğindeki 5 köprü yatırım programında bulunduğunu belirten AK Parti İl Başkanı Bülent Tüfenkçi, “Köprülerin yapımı için ödenek sıkıntısı yaşanıyordu.  Eski Arapgir 2, Küçük Çarşı, Kozluk, Mavilik ve Tarhanik Köprü onarım projeleri tamamlanmış ve ihalesinin yapılması gerekiyordu. Yaptığımız girişimler sonucunda 5 köprünün restorasyon çalışması ihaleye çıkartıldı” şeklinde bilgi verdi.

 

KÜLTÜR VARLIĞI…

Bu arada, Karayolları Elazığ 8. Bölge Müdürlüğü tarafından  “Arapgir Grubu Tarihi Köprüleri” olarak yatırım programında yer alan Eski Arapgir 2, Küçük Çarşı, Kozluk, Mavilik ve Tarhanik Köprüleri restorasyon işi ihalesinin 10 Temmuz 2014 günü Elazığ’da yapılacağı kaydedildi. Köprülerden Kozluk Köprüsü ile Eski Arapgir Köprüsü 1977 yılında, Tarhanik Köprüsü ile Mavilik Köprüsü ise 1980 yılında tescil edilerek Taşınmaz Kültür Varlıkları listesine alınmıştı.  

 

Eski Arapgir2 Köprüsü 24 metre, Küçük Çarşı Köprüsü 48 metre, Kozluk Köprüsü 47 metre, Mavilik Köprüsü 42 metre ve Tarhanik Köprüsü ise 103 metre uzunluğunda bulunuyor.

Malatya Haber, 24.06.2014

ARKEOLOJİK KAZILAR BAŞLAMADI

 

 

Kültür turizminin en önemli ayaklarından birisi olan ören yerlerindeki kazı çalışmalarının ödenek aktarımındaki prosedürün uzaması nedeniyle başlamadığı öğrenildi.Ödenek sıkıntısının bulunmadığı açıklanırken, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından daha önce İl Özel İdare Müdürlüğü’ne aktarılan ödeneklerin Muğla’nın Büyükşehir olmasının ardından ödenek aktarmadaki sürecin uzadığı öğrenildi.Muğla’da önemli arkeolojik kazı alanları arasında yer alan Milas Labranda ve İassos, Datça Knidos, Dalyan Kaunos, Milas Beçin,Yatağan Stratonikeia Yatağan Lagina, Fethiye Letoon ve Bodrum Pedasa gibi ören yerlerinde hala kazı çalışmaları başlamadı. Ödenek aktarımının 1 Temmuz tarihine kadar tamamlanması beklenirken, kazı çalışmalarına yöredeki otel ve turistik işletmelerin de sponsor olarak yer alması istendi. Kazı başkanları, kültür turizminin yaygınlaştırılması için bakanlığın yanında özel şirket ve firmaların da bu kazılara destek vermesini istediler.Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri, ödenek sıkıntısının bulunmadığını söylerken, önümüzdeki bir haftalık süreçte kazı çalışmalarının başlamasının beklendiğini açıkladılar.

Mynet Haber, 24.06.2014

ARKELOJİ MÜZESİ'NDE SÜNNET DÜĞÜNÜ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Eskişehir ETİ Arkeoloji Müzesi’nde yapılan sünnet düğününde bir heykelin yanına ses düzeni kurulması ve salonda yemek masalarının kurulmasıyla ilgili fotoğraflar sosyal medyada yayınlandı.

 

 

Fotoğrafları görenler, tepki gösterirken bazı kişiler Bursa’da eski Vali Yardımcısı Mehmet Özcan’ın cami avlusunda oğluna ’Osmanlı usulü’ sünnet yapmasını hatırlatıp, ’tarihe saygısızlık’ yorumunda bulundu.

 

Çok amaçlı salon
Tepkiler üzerine müze yetkilileri, kendilerinin bu konuda açıklamada bulunma yetkilerinin olmadığını, açıklamanın Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü tarafından yapılabileceğini söyledi. Ancak bir müze yetkilisi, salonda daha önce nikah, seminerler,  ve kokteyller düzenlediğini söyledi.

Milliyet, 23.06.2014

 

******


İLBER ORTAYLI'DAN SERT TEPKİ: YARIN DA ÇAMAŞIR YIKARLAR

 

Eskişehir'deki ETİ Arkeoloji Müzesi'nde heykellerin bulunduğu salonda sünnet düğünü yapılmasını değerlendiren tarihçi İlber Ortaylı, 'Bunlar hep yeni arızalar. Bugün müzede düğün yapılmasına izin veren görevli, yarın müzede çamaşır yıkar' dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Eskişehir ETİ Arkeoloji Müzesi’nde heykellerin bulunduğu bir salonda sünnet düğünü yapılmasına tarihçilerden tepki geldi. Radikal'den İdris Emen'in haberine göre, uzun yıllar boyunca Topkapı Sarayı’nda müze başkanlığı yapan tarihçi İlber Ortaylı müzede sünnet düğünü yapılmasına sert tepki gösterdi.

Müzelerde düğün yapılmasının cahillikten kaynaklandığını söyleyen Ortaylı sözlerine şu şekilde devam etti: "Eskiden müzelerin bilgili, kendi halinde olan ve belirli yeterliliğe sahip personelleri vardı. Ancak artık öyle personeller yok. Şimdi biri saraydan taht taşıyor, başkası müzede düğün yapıyor. İşte bunları yapanlar hep kötü eğitimle yetişen insanlar. Bunlar hep yeni arızalar. Örneğin Anadolu üniversitelerinde dört senelik bir eğitimle, ‘arkeoloji ve sanat tarihi’ adı altında güya hem arkeoloji hem de sanat tarihi okutuyorlar. Bu fevkalade yanlış bir eğitim sistemi. Üstelik bu eğitimi alanların hiçbiri hiç bir şey bilmiyor. Sonra da böyle manzaralar ortaya çıkıyor."

 

‘KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI’NIN KABAHATİ’

20 Yıl boyunca Müzelere eleman alınmadığını söyleyen Ortaylı sözlerine şu şekilde devam etti: "Böyle bir vakanın yaşanması tamamen Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kabahatidir. Çünkü müzelere doğru düzgün uzman almıyorlar. Bakanlık 20 yıl boyunca müzelere uzman almadı. Artık müzelere doğru dürüst müdür bile alamıyoruz. Çünkü bunların hiçbiri kalifikasyon sahibi değil. Arkeoloji müzesinde sünnet düğünü yapılmasına izin veren insana acıyorum. Çünkü onun aklı bu tarz şeyleri almıyor. Kendince, ‘İzin versem ne olacak?’ diyor ve müzede sünnet düğünü yapılmasında bir kötülük görmüyor. Maalesef müzelere alınan insanların müzecilikle arkeolojiyle bir ilgisi yok. Bugün müzede sünnet düğünü yapan yarın müzede çamaşır da yıkar."

Cumhuriyet, 23.06.2014

CUMALIKIZIK VE BERGAMA DÜNYA MİRAS LİSTESİ'NDE

 

 

Katar'ın başkenti Doha'da düzenlenen UNESCO 38. Dünya Miras Komitesi toplantısında, Bursa'nın Cumalıkızık Köyü ve İzmir'in Bergama İlçesi Dünya Miras Listesi'ne kabul edildi. 

Katar Ulusal Kongre Merkezi'nde düzenlenen UNESCO 38. Dünya Miras Komitesi toplantısında, Katar'ın değişiklik teklif ettiği "Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu" ve Almanya'nın teklif ettiği "Bergama, Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı" dosyaları ele alındı.

Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi'nin (ICOMOS) değerlendirmelerinin ardından iki yerleşim merkezi, aralarında Türkiye'nin de yer aldığı 21 komite üyesinin ortak kararıyla oylama yapılmadan Dünya Miras Listesi'ne kabul edildi.

Türkiye'nin UNESCO Daimi Temsilcisi Büyükelçi Hüseyin Avni Botsalı, toplantıda yaptığı konuşmada, dünya miras alanlarının siyasi rekabet konusu olmadığını ifade ederek, "İnsanlık, gerginlik, ihtilaf ve çatışmalar yerine kültür ve medeniyet değerlerini ön plana çıkartarak, UNESCO gibi kuruluşları dünya barışına daha güçlü katkılar yapacak şekilde tahkim etmeli" dedi.

UNESCO Milli Komisyon Başkanı Prof.Dr. Öcal Oğuz ise karar sonrası, "Çok mutlu, heyecanlı, gururluyuz" ifadelerini kullandı.Cumalıkızık Köyünün 998. sırada yer bulduğu Dünya Miras Listesi'nde, Bergama 999. sırada yer aldı. Böylece Türkiye'nin Dünya Miras Listesi'ne kayıtlı alanlarının sayısı 11'den 13'e çıktı.

Habertürk, 23.06.2014

 

******


BAKAN ÇELİK'TEN BURSA VE BERGAMA AÇIKLAMASI

 

Kültür ve Turizm Bakanı Çelik; "Bursa ve Cumalıkızık, ticari kültürü ve kente yakın kırsal yaşamın devamlılığı ile Osmanlı yaşam vizyonuna iyi bir örnek teşkil etmektedir. Hellenistik dönemin en büyük kütüphanelerinden birine sahip Bergama, kültürel peyzaj kategorisinde listeye girdi" dedi.

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği'nden yapılan açıklamaya göre Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Twitter'daki hesabından 'Bursa Cumalıkızık' ve 'Bergama'nın Katar'ın başkenti Doha'da düzenlenen UNESCO 38. Dünya Miras Komitesi toplantısında Dünya Miras Listesi'ne girmesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Bursa ve Cumalıkızık'ın listeye girmesine ilişkin haberi takipçilerine duyuran Çelik, "Adaylık dosyası, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğümüz ile Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanmıştır. Emeği geçenlere teşekkür ederim. Bursa ve Cumalıkızık, ticari kültürü ve kente yakın kırsal yaşamın devamlılığı ile Osmanlı yaşam vizyonuna iyi bir örnek teşkil etmektedir" ifadelerini kullandı.

Bakan Çelik, Bergama'nın da Dünya Miras Listesine girdiği haberi üzerine, "Doha'da düzenlenen Dünya Miras Komitesi (DMK) 38. Dönem Toplantısından sevindirici haberler ardı ardına geliyor. 'Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı' dosyasının da Dünya Miras Listesi'ne kaydedilmesine karar verildi. Hellenistik dönemin en büyük kütüphanelerinden birine sahip Bergama, kültürel peyzaj kategorisinde listeye girdi" mesajını yazdı.

Bergama'nın da listeye alınmasıyla Türkiye'nin Dünya Miras Listesindeki varlık sayısının 13 olduğunu vurgulayan Çelik, gelecek yıl Diyarbakır ve Efes'in dosyalarının görüşüleceğini ifade etti.

"Türkiye iki önemli gelişmeye imza attı"
Bakanlığın açıklamasında, Doha'daki toplantıda Almanya'dan Çin'e, Meksika'dan Fransa ve Danimarka'ya kadar birçok ülkeden dünyaca ünlü tarihi ve kültürel varlığın listeye alınmasının değerlendirildiği kaydedildi. 'Bursa ve Cumalıkızık' ve 'Bergama' dosyalarının eklenmesiyle Türkiye'nin listedeki varlığının 11'den 13'e yükseldiğine dikkati çekilen açıklamadı, "Böylece kısa bir süre önce İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirasının Temsili Listesine karar verecek ekibe giren Türkiye, uluslararası arenada iki önemli gelişmeye daha imzasını attı" denildi.

Bursa ve Cumalıkızık dosyası altı bileşenden oluşuyor

Açıklamada listeye giren alanlarla ilgili bilgi de yer aldı. Buna göre, 'Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu' Dünya Miras alanı, Orhangazi Külliyesi ve çevresini içine alan Hanlar Bölgesi, Hüdavendigar (I. Murad) Külliyesi, Yıldırım (I. Bayezid) Külliyesi, Yeşil (I. Mehmed) Külliye, Muradiye (II. Murad) Külliyesi ve Cumalıkızık Köyü olmak üzere altı bileşenden oluşuyor.

Osmanlı'nın erken dönemlerinin bugüne ulaşan en güzel kırsal kesim sivil mimari örneklerinden olan Cumalıkızık, 1300'lü yıllarda bir vakıf köyü olarak kuruldu. Dünya Miras Geçici Listesine 2000'de alınan Cumalıkızık, "Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu" dosyası ile Dünya Miras Asıl Listesi'ne alındı. Dosyada, Cumalıkızık ile hanları-külliyeleriyle Bursa ve bu yerleşim merkezlerinin Osmanlı ekonomisindeki rolü ve Osmanlı'nın bir beylikten imparatorluk haline dönüşmesi teması işlendi. Dosyada, Bursa'nın kent planlaması açısından, sonraki payitahtlar Edirne ve İstanbul'a örnek olması ve payitahtın taşınmasından sonra da manevi önemini devam ettirmesi de işlendi.

 

 

Bergama dokuz bileşenden oluşuyor
Türkiye'nin, 2011'de geçici listeye kabul edilen diğer adayı Bergama da bugünkü toplantıda, 'Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı' dosyasıyla asıl listeye girdi.

Hellenistik dönemin en büyük kütüphanelerinden birinin kurulduğu Bergama, kültürel peyzaj kategorisinde listeye alındı. Hellenistik, Roma, Doğu Roma ve Osmanlı dönemlerine ait katmanları içerisinde barındıran Bergama, akropol, çevresindeki yedi adet tümülüs ve Kybele Kutsal Alanı olmak üzere dokuz bileşenden oluşuyor.

Türkiye'nin Dünya Miras Listesi'nde yer alan dosyaları ise "İstanbul'un Tarihi Alanları, Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, Hattuşaş, Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon, Safranbolu Şehri, Truva Antik Kenti, Edirne Selimiye Cami ve Külliyesi, Göreme Milli Parkı ve Kapadokya, Pamukkale Hierapolis ve Çatalhöyük Neolitik Kenti" olarak sıralanıyor.

Yapı, 23.06.2014

KAYA MEZARLARA TURİST İLGİSİ

 

 

Antalya’nın Demre İlçesi Myra antik kentinde bulunan Likya dönemine ait kaya mezarlar, turistlerden yoğun ilgi görüyor.

 

Likya dönemi kaya mezarları, Roma dönemi tiyatrosu ve Bizans dönemi Aziz Nicholas Kilisesi ile ünlü olan Myra antik kentini yerli ve yabancı turistler yaz kış ziyaret ediyor.

 

Myra kenti, Likya Birliğinin merkez şehri olarak kullanılmış, Likyalı zengin kişilerin yardımlarıyla birçok yapı inşa edilmiş ve onarılmıştır. Bizans döneminde ise Myra, dini yönden olduğu kadar idari yönden de önde gelen şehirlerden biri olmuştur. Myra, 7. yüzyıldan itibaren Deprem ve su baskınları nedeniyle önemini yitirip 12. yüzyılda köy hüviyetine dönüşmüştür.

 

Myra antik kentinde Roma dönemi tiyatrosunun her iki yanında kabartmalı ve düz kaya mezarları yer alıyor. Kaya mezarlarının çoğu uzaktan büyük bir ev gibi görünürken bazıları da tapınak şeklinde. Likyalıların ahşap ev mimarisinin kaya mezarlarına en iyi uyarlanmış örneklerinin görülebildiği Myra mezarlarının içinde, ölüyü ve yakınlarını betimleyen kabartma şeklinde yapılmış insan figürleri yer alıyor.

 

Myra antik kenti, bu yılın ilk beş ayında 131 bin 327 kişi tarafından ziyaret edildi.

 

- Kaya mezarları Urartular yaygınlaştırdı

Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Araştırma Görevlisi Murat Dağdelen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kaya mezarların oyulmaya ve işlenmeye uygun kayalardan yapıldığını, insanlığın var olduğu günden bu yana her kavmin kendine has ölü gömme geleneğinin olduğunu söyledi.

 

Anadolu’da her çeşit ölü gömme metodunu görmenin mümkün olduğunu ifade eden Dağdelen, MÖ 1000′li yıllarda kaya mezarlarının yaygınlaşmaya başladığını, Anadolu’nun birçok yerinde de kaya mezarlara rastlanıldığını belirtti.

 

Dağdelen, kayayı işleme ile ün kazanan Urartuların, kaya mezarının şekillendirilmesine büyük katkıda bulunduklarını dile getirerek sözlerini şöyle sürdürdü:

“Türkiye’de 47 farklı yerde kaya mezarı bulunuyor. Urartuların yaygınlaştırdığı kaya mezarlar günümüzde turizme hizmet ediyor. Özellikle Türkiye’ye gelen yabancı turistler kaya mezarlarına yoğun ilgi gösteriyor. Mezarlar ayrıca ülke ekonomisine de katkı sağlıyor.

Star Gündem, 23.06.2014

TARİHİ MÜZEDE SKANDAL!

 

İzmir'in Karataş semtinde, Milli Eğitim Bakanlığı'na ait İzmir Cumhuriyet Eğitim Müzesi ve Türk Eğitim Tarihi ve Teknolojileri Müzesi'nin hali, görenlerin içini sızlatıyor. Tarihi binası onarım bekleyen müze, ziyaretçi de ağırlayamıyor.

 

 

Çatısı akan, tavanında çökme tehlikesi bulunan, duvarlar sıva ve taşları dökülen, tabanları çatlayan, pencereleri çürüyen İzmir Cumhuriyet Eğitim Müzesi ve Türk Eğitim Tarihi ve Teknolojileri Müzesi'nde, Osmanlı ile 1920-70 yıllları arası döneme ait binlerce ders kitabı, ansiklopedi, her dilden klasik roman, Atatürk'ün ilk Meclis'teki ve Ankara Ulus Meydanı'ndaki, Rus kameramanların çektiği, 10'uncu Yıl Nutku konuşması, Cumhuriyet tarihine ait binlerce eğitim filmi, slayt, Atatürk'ün İzmir Atatürk Lisesi'nde oturduğu masa ve tahtada dönemin öğrencilerine matematik dersi verirken fotoğrafı, Türk eğitim tarihine ait araç- gereç, karneler ve diplomalar yer alıyor.

 

DHA'nın haberine göre, açık olduğu dönemde çok sayıda öğrencinin ziyaret ettiği, cumhuriyet filmlerini izlediği müze, 200 yıllık bir tarihe geçmişe sahip binasında oluşan hasarlar nedeniyle İzmir Valiliği tarafından ziyarete kapıtıldı. Müze için 2011 yılında Özel İdare tarafından restorasyon ihalesi yapıldı. Binanın kurtulması için hazırlanan proje, 23 Kasım 2011 tarihinde Koruma Kurulu tarafından onaylandı. Ancak yağan yağmurlar nedeniyle her geçen gün yıkılma tehlikesi artan müze binasının onarımına hala başlanmadı. Müze görevlileri, binlerce filim, kitap ve belgeyi, dolduruldukları kolilelerde korumaya çalışıyor.

 

Müzenin bu durumuna tanıklık eden, kent tarihi araştırmacısı ve yazarlarından, aynı zamanda Karataş semtinde yaşayan Abdülkadir Hazman, kaderine terk edilen müzede yüzlerce kaynak kitap, belge bulunmasına rağmen üç yıldır faydanılamadığını söyledi. Cumhuriyet dönemi ve Kurtuluş Savaşı yıllarına ait belgesel filmlerin de gerektiği gibi korunamadığını belirten Hazman, şöyle dedi:

 

"Bu bölgede yaşayanlar olarak, son yıllarda müzenin bakımsızlığı, kapalı olması, tüm Karataşlılar'ın yüreklerini acıtıyor. Daha birkaç yıl öncesine kadar yüzlerce öğencinin ziyaret ettiği müzenin bu duruma gelmesi, hem semt halkını hemde bizim gibi araştırmacıları fazlasıyla tedirgin ediyor. Bu değerli belgelere herhangi bir şey olursa ne yapacağımızı kara kara düşünmeye başladık. Valilik, Milli Eğitim Müdürlüğü'nün ve Belediyenin, hatta Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın çok acil bir araya gelip, bu müzenin kurtulmasını onarılmasını isiyoruz. Milyonlarca liraya harcanarak açılan, şaka, oyuncak müzeleri gibi bu müzeye de hakettiği değerin verilmesini bekliyoruz."

Yapı, 23.06.2014

ZEUS'U SAMANLIKTA BASTILAR

 

 

Eskişehir’de İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinin Çifteler İlçesi’ne bağlı Körhasan Köyü’nde düzenlediği operasyonda, bir samanlıkta Zeus heykeli ele geçirildi, 2 kişi yakalandı.

 

İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, alınan bir ihbarın ardından, Eskişehir’in Çifteler İlçesi’ne bağlı Körhasan Köyü’nde oturan 52 yaşındaki N.D. ve 34 yaşındaki İ.D.’ye ait samanlığa baskın düzenledi. Yapılan aramada 1 metre 10 santimetre boyunda, sol kolu olmayan Zeus heykeli ele geçirdi. Heykel, Eskişehir Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim edilirken, N.D. ve İ.D. gözaltına alındı.

 

N.D. ve İ.D. yapılan sorgulamalarının ardından çıkarıldıkları nöbetçi mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Yurt Gazetesi, 22.06.2014

SANAYİ ŞEHRİNDE TURİZM PATLAMASI

 

Gaziantep'te turizm sektörünün canlanmasına yönelik çalışmalar meyvelerini vermeye başladı. Birçok noktada restorasyonların sürdüğünü belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Ergün Özuslu, "Geçen yıl 218 bin olan ziyaretçi sayısının bu yıl yaklaşık 300 bin civarında olması bekleniyor" dedi.

 

 

Gaziantep'te turizm sektörünün canlanmasına yönelik yapılan çalışmalarla şehre gelen ziyaretçi sayısı her geçen yıl artıyor. İl Kültür ve Turizm Müdürü Ergün Özuslu, turizm alanında yürütülen çalışmalara bağlı olarak Gaziantep'e gelen turist sayısında günden güne artış olduğunu ifade etti. Ergün Özuslu, 'Gaziantep, turizm alanında her geçen gün Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde ön plana çıkan bir il durumuna geldi. Geçen yıl 218 bin civarında ziyaretçi sayısı oldu. Bu sayının 2014 yılında yaklaşık 300 bin civarında olması bekleniyor' dedi. Konuşmasında Gaziantep'teki müze zenginliğine dikkat çeken Özuslu, şunları söyledi:

 

'Gaziantep 'müzeler ve turizm kenti' haline geldi. Bu noktada 14 tane müzemizde hizmet vermekteyiz. Müzelerimiz, birçok önemli esere ev sahipliği yapıyor. Özellikle Zeugma Mozaik Müzesi, bölgenin en büyük mozaik müzesi. Ayda yaklaşık 10-12 bin turistin ziyaret ettiği bir müze. Her geçen gün ziyaretçi sayısı da artmaktadır.'

 

RESTORASYON ÇALIŞMALARI 2 YIL SÜRECEK

Yürütülen restorasyon çalışmaları ile ilgili açıklama yapan İl Müdürü Özuslu, şu bilgileri verdi: 'Bu yıl başlayan restorasyon çalışmaları 2 yıl boyunca sürecek. Rum Kale'nin galerileri, 8 adet cumhuriyet dönemi ev, yürüyüş yolu, Aziz Nerses Kilisesi restorasyon çalışmalarının tamamlanması ile birlikte bölgede özellikle Aşağı Fırat Havzası dediğimiz alanda turizm potansiyeli yükselecek. Aynı zamanda Karkamış Antik Kent höyük kazı alanında çalışmalar devam ediyor. Bu yerlere ilave olarak İslahiye'de Tilmen Höyüğü ve bu höyüğe ilave olarak Yesemek Açık Hava Müzesi ve heykel atölyesi bulunuyor. Burası tarihi milattan önce 2000 yıllarına dayanan bir heykel atölyesi. Bölgede ve dünyada büyük bir eser. UNESCO Dünya Miras Listesi'nde 'geçici listede' yer alıyor. Ben özellikle Yesemek'i görmeyenleri Yesemek'i görmeye davet ediyorum.'

 

İNANÇ TURİZMİ İVMEYİ ARTIRIYOR

Turizm alanında yapılan çalışmaların turist sayısındaki artışa katkı sunduğuna işaret eden Özuslu, 'Kültür Yolu'nun tamamlanmış olması, sokak sağlıklaştırma çalışmalarının yapılmış olması Gaziantep'i ciddi anlamada kültür turizmi yerine dönüştürdü. Gaziantep ve çevre iller inanç turizmi açısından birçok sahabeye ev sahipliği yapıyor. İnanç turizmi açısından da ciddi bir potansiyel var. Önemli sahabelerin türbelerini ziyaret eden birçok turist geliyor. Dolayısı ile bunların tamamı Gaziantep'in ziyaretçi potansiyelini arttırıyor' ifadelerini kullandı. Gaziantep Kalesi'nde yürütülen çalışmalara da değinen Ergün Özuslu, 'Gaziantep Kalesi'nde restorasyon çalışmaları devam ediyor. Kalenin girişini sağlayan merdivenlerin restorasyon çalışmaları tamamlandı. Bu ayın sonuna doğru Gaziantep Kalesi, ziyaretçilerine açılmış olacak.' dedi.

Yeni Şafak, 22.06.2014

GALATA KULESİ GÖLGESİNDE MÜTEDEYYİN MUTENALAŞMA

 

 

Galata Kulesi’nin çevresi özel bir işletmeye devredilerek çaycı yapıldı. BELTUR işlemeli bir semaver şefliğinde, sakil şemsiyeler altına çirkin masa ve sandalyeler dizildi ve bu kamusal alan çaycıya para vermeyenler dışında halka kapatıldı.

 

Bu uygulamanın nedenini çok fazla düşünmeye gerek yok. Keza, kule ve çevresinde içki içilmesini istemedikleri, kendileri dışındaki yaşam tarzlarına tahammül edemedikleri için böyle “yaratıcı” bir yöntemi devreye soktukları son derece aşikar. Aynı uygulamayı Üsküdar Belediyesi de Kız Kulesi karşısında, Salacak sahilinde uygulamaya koymuş, tüm sahili çaycıya çevirmişti.

Ne var ki, anlayamadıkları şu: Sokakta nasıl kola, soda, çay, kahve içiliyorsa içki de içilir. “İçki içen ortalığın huzurunu bozuyor” sözü, “Çok karpuz yiyen gece altına işer” kadar manasız bir genellemedir. 

 

Kadıköy’de başıma gelmişti; sokakta içki içip ertesi sabah Güney Amerika’ya yerleşecek bir arkadaşımla ayaküstü sohbet ederken bira içtiğim ve polisin tehditleri karşısında sakin olmalarını söylediğim için karakolda ağırlanmıştım.

 

Şikayetçi olduğu söylenen kadın karakola geldiğinde polise dönüp, “Ben size sokakta içki içeni alıp buraya getirin mi dedim? Ben kapıma işeyenlerden şikayetçiyim; bu insanları neden buraya getirdiniz” diye sormuştu. 

 

Yine bir sahilde iki arkadaşımla balık tutarken bira içtiğim için “Halkın huzurunu kaçırmak” gerekçesiyle para cezasına çarptırılmıştım. Oysa ne oraya buraya işiyor, ne bağırıp çağırıp “Ben içtim, istediğim gibi saçmalarım” kalıbına sığınarak insanları rahatsız ediyordum. Sadece balık tutarken gıkım çıkmadan bira içiyordum. Hatta zabıta koruması olarak gelen polisler bile “Valla ne yapalım, haklısın ama emir böyle” demişti. İnsanlar nasıl sevdikleriyle çay-kahve-gazoz tüketerek keyifli şekilde kamusal alanda vakit geçiriyorlarsa ben de sevdiğim içeceklerden biri olan birayı içerek keyifli vakit geçiriyordum.

 

 

Son zamanlarda Beyoğlu Belediyesi’nin Galata Kulesi çevresini çaycı yapmak gibi “Zihni Sinir” projeleriyle daha yakinen tanışmaya başladık (Yanlış anlama İrfan Sayar). Zira, Galatasaray Lisesi arkasındaki merdivenler gibi noktaları kendilerine yakın buldukları kişilere emanet edip çaycı açtırıyorlar.

 

Onlar da bizzat tanık olduğum üzere, birbirine sarılarak oturan genç çiftleri “Burada artık fuhuş yapmak yasak” diyerek kovalıyorlar. Duvarlara “İçki kötülüklerin anası, uyuşturucu kötülüklerin babası” gibi levhalar asıyorlar. (Fotoğraftaki işletme şikayetler sonucunda şimdilik kapatıldı)

Kule çevresiyle ilgili harika bir bahaneleri de var yöneticilerimizin: “Burada sabaha kadar içki içiyorlar, bağırıp çağırıyorlar, oraya buraya işiyorlar, halkın huzuru bozuluyor.”

 

Hatırlarsınız, aynı iddialarla bar, lokanta, kafelerin masa ve sandalyeleri içeri tıkıldığında da karşılaşmıştık.

 

O dönem de meselenin içki olmadığı, insanların yürüyecek yerlerinin kalmadığı söylemişlerdi ve Beyoğlu’nda işletmelerin dışarıya masa sandalye koymasını yasaklamışlardı.

 

Şimdi ise halka açık olan bir alan şirket marifetiyle halka kapatılarak, “halkın huzuru” sağlanmaya çalışılıyor.

 

 

Bu noktada aklıma ilk gelen, “Hangi halk” sorusu. Meydanlarda toplanan, kendilerince muhabbet eden, flörtleşen, sosyal ilişki kuran insanlar halk değil mi?

 

Ha denecek ki, “Evinde uyumak, sevişmek, kitap okumak, tavan seyretmek, yemek pişirmek, çalışmak  isteyenler halk değil mi? Onlar ne olacak?”

 

Peki, o zaman devletin, hatta daha da spesifik olarak “polisin” nasıl bir görev tanımı var? Polis, “Pire için yorgan yakan” mıdır, yoksa pire ayıklamakla görevli devlet memuru mudur?

 

Eğer bir noktada diğer insanların rahatını bozan insan(lar) varsa bunu tekil olarak ayıklamak ve arabalarının kapısında yazdığı gibi “Halk için huzur sağlamak” polisin görevidir. Ama  polis “Huzur sağlayacağım” adı altında kamusal alanda bulunan insanları “İçki içen” - “meşrubat içen” olarak ayırmaya kalkarsa buradan pek bir sonuç alacağını zannetmem.

 

Polisin vazifesi insanların rahatlarını korumaktır. Belediyenin görevi de kentin huzurunu korumaktır. Bu aşamada eğer sorun insanların çişi geldiğinde duvar diplerine işemeleriyse, pekala belediye belli noktalara seyyar tuvalet koyabilir.

 

Hatırlarsanız, geçtiğimiz yıllarda insanlar gerek Galata Kulesi çevresinde, gerek Beşiktaş’ta, gerek Kadıköy’de gerekse de başka yerlerde HAKLI OLARAK sokaklardaki gürültü, sidik kokusu ve sarhoşların verdikleri rahatsızlık nedeniyle meydana gelen türlü olumsuzluklardan şikayetçi oldular.

 

Peki, polis teşkilatı ne yaptı? Galata çevresini kordona aldı, Kadıköy sokaklarında turlayıp anons yaptı, insanları gözaltına aldı, Beşiktaş’ta ise Başbakanlık Konutu çevresini sarıp sarmaladı. Çözüm oldu mu? Gördüğüm kadarıyla olmadı.

 

 

Şimdi de belediye; Galata Kulesi çevresini ne olduğunu bilmediğimiz, (Beyoğlu Belediyesi’nin işine geldiği zaman çok sevdiği) portör muayenesinin yapılıp yapılmadığını bilmediğimiz, kirli su atıklarının nereye gittiğini bilmediğimiz, işletme ruhsatı, vergi levhası görülmeyen, belediyece yasaklandığı halde ortaya masa-sandalye çıkaran bir özel işletmeye devretti.

 

Belediyeye Twitter üzerinden iki gün önce yazdım. Onlar da 192550 başvuru numarasıyla şikayetimin kayda alındığını söylediler. Tabii ki herhangi bir cevap (şimdilik) gelmedi.

 

Diyeceğim odur ki, insanların başkalarını rahatsız etmemek koşuluyla kamusal alanlarda dilediği gibi istediğini yiyebilme-içebilme, dilediği şekilde oturup yuvarlanabilme hakkı vardır. Siz çok sevdiğiniz “Rahatsızlık var” argümanına sarılarak asayiş sağlamaya kalkarsanız, sevgili dedemi hatırlatırsınız bana.

 

Kendisi 90 yaşında, kulakları duymazken gazete kuponuyla gelen dürbünüyle camdan bakarken iki sokak ötede bir apartmanın balkonunda küçük bir köpek görmüş ve “Bu köpek beni uyutmuyor” diye belediyeyi aramıştı. Sonra da ortaya şu çıktı: Köpek bırakın iki sokak öteden duyulmayı, hiç havlamayan bir köpek çıkmıştı. 

 

Derdiniz ne? İnsanların sevmediğiniz bir eylemi gerçekleştirmesi mi, sevmediğiniz bir eylemi gerçekleştiren bazı insanların çevreye rahatsızlık vermesi mi?

Bianet, Haber: Ekin Karaca, 21.06.2014

MOTİFLER, PLEKSİGLAS PARAVAN İLE KORUMAYA ALINDI

 

Prof.Dr. Enver Bostancı tarafından 1960 ile 1966 yılları arasında kazısı yapılan Beldibi Kaya-Altı Sığınağı’na pleksiglas levha ile paravan yapıldı. Beldibi’ndeki Çamdağ Tüneli’nin yan tarafından bulunan Beldibi Mağarası’nın girişi, Vertia Luxury Resort Otel, yeni adıyla Premıer Palace Otel tarafından tel örgüyle kapatılmış, Antalya Turizm İl Müdürlüğü’nün suç duyurusunu üzerine tekrar açılmıştı. Şimdilerde, duvarlarda demir oksitle yapılmış insan ve dağ keçisi motiflerinin bulunduğu mağara, pleksiglas paravan ile korumaya alındı. Önümüzdeki yıllarda yeniden kazı çalışması söz konusu olacak olan Beldibi Mağarası ile ilgili, Müze Müdürlüğü ve Kemer Belediyesi’nin de çalışma yapacağı gündeme geldi.

 

 

Beldibi Mağarası, Antalya-Kemer sahil yolunun yaklaşık 40. km'sinde Çamdağ tünelinin hemen yanında yer alan bir kaya altı sığınağıdır. Obaköy mevkiindedir. Deniz sahilinden 25 m yükseklikte, sığınak biçiminde bir mağaradır. Doğal tahribatla büyük ölçüde zarar gördüğünden, içindeki dolgu tabakaları yağmur suları ve rüzgarla sürüklenerek akıp gitmiştir. Beldibi Mağarası, Antalya bölgesinin ikinci önemli Prehistorik merkezidir. Tümü Mezolitik kültürleri içeren 6 tabaka tespit edilmiştir. Yapılan kazılarda Üst Paleolitik ve Mezolitik döneme ait çakmaktaşı aletler ele geçirilmiştir. Ayrıca kaya altı sığınağının duvarlarında, şematize insan, dağ keçisi ve geyik resimleri bulunmaktadır. Mezolitik Çağ'ın, seramikli ve seramiksiz bölümleri en güzel bir biçimde, Beldibi Mağarası'nda bulunan malzemelerle tanınmaktadır. Çakmaktaşı gereçlerin yanı sıra, çanak-çömlek parçaları ve özellikle aşı boyası ile kayalar üzerine yapılmış yaban keçisi ve benzeri hayvan figürleri ile ilgi çekicidir. 1956 yılında Enver Bostancı tarafından bulunan mağaradaki bilimsel kazılar, ancak 1959 yılında başlamıştır. 1960,1966 ve 1967 yıllarında kazıya devam edilerek, doğuda altı metre derinliğe inilmiştir. Çevresi çam ormanı ile kaplı Beldibi Mağarası üst Paleolilitik, Epipaleotilik ve Neolitik avcılar tarafından gerektiğinde bir sığınma ve yurt yeri olarak kullanılmıştır. Kazılarda Paleolitik, Mezolitik ve Mezolitik’ten Neolitik’e geçiş evrelerini yansıtan 6 katmanla karşılaşılmış; 4, 5 ve 6. katmanlar Üst Paleolitik döneme tarihlendirilmiştir.

 

Buluntular arasında, beyaz kalker ve deniz hayvanı kabukları, katkılı hamurdan iyi fırınlanmamış çanak çömlek parçaları, dar ağızlı kaplar ve çeşitli biçimli tutamaklarda vardır. Buna karşılık bezemeli parçalar bulunmamaktadır. Ayrıca çakmak taşından bol miktarda alet ve artıklar bulunmuştur. Bunlar arasında mikro kalemler, aylar, saplı uçlar, trapez biçimliler, saplı bıçaklar ve ok uçları, orak -bıçak dikkati çekmektedir. Beldibi Mağarası'nda yaşayan toplulukların avcı ve toplayıcı oldukları, ancak çevrelerindeki yabani tahılları orak-bıçaklarla topladıkları, ele geçen diğer bulgulara bağlı olarak söyleyebilmek mümkündür. Karain Mağarası’nda eksik olan mezolitik kültürünü de bu yerleşme yeri tamamlamaktadır.

 

Şimdilerde geziye kapalı olan, duvarlarda demir oksitle yapılmış insan ve dağ keçisi motiflerinin bulunduğu mağara, pleksiglas paravan ile korumaya alındı. Daha önceden sığınağın girişi Vertia Luxury Resort Otel yeni adıyla Premıer Palace Otel tarafından tel örgüyle kapatılmış, Anadolu tarih öncesi arkeolojisinde önemli bir yere sahip olan ve kaderine terk edilen mağaranın kapatılması tepki çekmişti.

 

Antalya Turizm İl Müdürlüğü ile Antalya Müze Müdürlüğü’nün otel için yaptığı suç duyurusunun ardından; Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü Ekipleri, asma kilitli kapıyı ve tel örgüyü kaldırmıştı. Şu günlerde ise mağara koruma altına alındı. Ekipler tarafından mağaranın hemen ön kısmına demirlerle kapı yapıldı ve duvarlarda demir oksitle yapılmış insan ve dağ keçisi motiflerinin bulunduğu bölüm, pleksiglas paravan ile korumaya alındı. Denizden gelen tuzlu ve nemli havanın çizilen figürleri tahrip ettiği, bu nedenle önüne paravan konulduğunu belirten yetkililer, çok yakın zamanda da yeniden kazılara başlayacak.

 

Antalya Müze Müdürlüğü’nün önümüzdeki yıllarda kazı çalışmasına başlayacağı, mağaranın turizme kazandırılması için Kemer Belediyesi’nin de yapılacak çalışmalara katılacağı öğrenildi. Geride bıraktığımız günlerde Kemer Belediye Başkanı Mustafa Gül, Antalya Müze Müdürlüğü’ne ziyarete giderek ilk çalışmaları da başlatmış oldu.

Kemer Gözcü, Haber: İlknur Şahin, 19.06.2014



8 - 14 Haziran 2014

SİLÜETİ BOZAN 16/9'A YIKIM KARARI VEREN MAHKEME DAĞITILDI

 



Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yaz kararnamesinde 293 idare mahkemeleri hakiminin de yeri değiştirildi. İstanbul'un siluetine etki eden 16\9 kulelerine yıkım kararını veren mahkemenin başkan ve üyeleri de bu kararname ile dağıtıldı. İstanbul 4. İdare Mahkemesi, 3. havalimanının olumlu ÇED raporuyla ilgili de yürütmeyi durdurma kararı vermişti.


İstanbul 4. İdare Mahkemesi Başkanı Sebahat Turan, Bölge İdare Mahkemesi üyeliğine atanırken, üyelerden Özkan Artar ise deyim yerindeyse Edirne’ye sürgün edildi. Artar, son kararname ile Edirne İdare Mahkemesi üyesi olarak atandı. Böylelikle önemli kararlara imza atan İstanbul 4. İdare Mahkemesi HSYK kararnamesi ile dağıtılmış oldu.


YIKIM KARARI VERİLMİŞTİ
Daha önce 16/9 gökdelenlerinin önce uygulama imar planları ile yapı ruhsatını iptal eden İstanbul 4. İdare Mahkemesi, sonrasında ise tarihi siluete etki eden katların yıkılmasına karar vermişti. İstanbul 3. havalimanı projesiyle ilgili Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu raporunun yürütmesinin durdurulması ve iptaline ilişkin açılan davada yürütmenin durdurulması kararını da İstanbul 4. İdare Mahkemesi vermişti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın itirazıyla 4. İdare Mahkemesi’nin verdiği karar, bir üst mahkeme olan Bölge İdare Mahkemesi tarafından kaldırılmıştı.

Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 13.06.2014

BİR TARİH DAHA AYAĞA KALDIRILIYOR

 

 

İl Özel İl Özel İdaresi tarihi eserlerin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. İİmar Kentsel İyileştirme Müdürlüğüne bağlı Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) ekipleri, il genelindeki tarihi yapıların restore edilmesi çalışmaları kapsamında; Şükriye Özçalı Konağını yeniden ayağa kaldırıyor. Kültürel varlıkların aslına uygun olarak onarılması ve ilimiz kültürüne kazandırılması için yoğun bir çalışma içerisinde bulunan KUDEB; ilimiz merkezde bulunan tarihi Şükriye Özçalı Konağını satın alarak, kamulaştırma işlemlerinin ardından restorasyon çalışmalarına başladı. İnşaat çalışmalarının yoğun bir şekilde sürdüğü tarihi konak, 2014 yılı Eylül ayında tamamlanarak hizmete açılacak. Tarihi konakta yürütülen çalışmaları yerinde inceleyen İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Salih Ayhan, Koruma Uygulama Denetim Bürosu Personeli Arkeolog Erdal Çetindağ’dan il genelinde yürütülen tarihi yapılarla ilgili bilgi aldı. Ayhan, İl Özel İdaresi’nin Sivas’ın kültürel varlıklarına sahip çıkmak için önemli çalışmalar yürüttüğünü ifade etti. Kentin en önemli mimari yapıtlarından olan Şükriye Özçalı Konağı’nın İl Özel İdaresi tarafından satın alındığını hatırlatan Ayhan, il genelinde 29 adet tescilli konak bulunduğunu ifade etti. Kurumun imkanlar ölçüsünde tarihi konaklara katkı payı, proje ve restorasyon desteği vermeye devam edeceğini vurgulayan Genel Sekreterimiz Ayhan, İl Özel İdaresi ile Sivas Belediyesi’nin ilimizin geçmişine sahip çıktığını kaydetti. 3 ay sonra tarihi konağın inşaat çalışmalarının tamamlanacağını dile getiren Ayhan, “Hedefimiz eserlerimizi yeniden ayağı kaldırmaktır. Hukuki ve teknik problem olmadığı sürece katkılarımız devam edecek ve böylece tarihi mirasımızı da muhafaza etmiş olacağız.” diye konuştu. Ayhan, bu çalışmalarda emeği geçen Sivas Valimiz Alim Barut başta olmak üzere İl Genel Meclisi Üyelerine ve KUDEB çalışanlarına teşekkür ederek, bu tür projelerin tarih ve kültür şehri Sivas için önemli bir kazanç olduğunu sözlerine ekledi.

Sivas Hürdoğan, 13.06.2014

DRAKULA'NIN KAYIP MEZARI İTALYA'DA MI?

 

Başta Osmanlı askerleri olmak üzere düşmanlarını kazıklara çakarak işkenceyle öldürmesiyle tarihe geçen ve kitaplara, filmlere konu olan vampir Kont Drakula'ya hayat veren Kazıklı Voyvoda'nın Napoli'de öldüğü ve mezarının da burada olduğu öne sürüldü.

 

 


Fatih Sultan Mehmet’in emriyle 1476 yılında Türklerin elinde can verdiği bilinen Drakula’nın cesedinin nerede olduğu meçhuldü.

Sinema , edebiyat ve gösteri dünyasının vazgeçilmez temalarından biri hiç şüphesiz ki vampir hikayeleridir. 1897 yılında Bram Stoker’in ölümsüz eseri Drakula'da bir vampir olarak yeniden vücut bulan Eflak Prensi III. Vlad Tepes yani nam-ı değer Kazıklı Voyvoda’nın hikayesinin hatırı sayılır bir bölümü ise Osmanlılarla ilintilidir.

Dünya tarihinin en akıl almaz işkence tekniklerine imza atan hükümdarı III. Vlad’ın yolu, 1442 yılında bir devşirme olarak girdiği Osmanlı Sarayı'nda, o zamanlar genç bir şehzade olan Fatih Sultan Mehmet ile de çakıştı.

Öyle ki, kazığa geçirdiklerinin kanlarını fıçılarda toplatıp, şarap gibi içtiğine dair söylentiler daha sonra onun bir vampir olduğu efsanesini güçlendirecek olan Voyvoda’nın, aynı duvarlar arasında büyüdüğü Fatih Sultan Mehmet ile kan kardeşi bile olduğu rivayet edilir.

Osmanlı’nın desteğiyle ülkesine dönüp Eflak Beyliği’nin prensi (voyvoda) olan III. Vlad, bu konumunu 1456-1462 yılları arası ile 1476 yılında olmak üzere aralıklı 7 yıl sürdürdü.

TARİHİ DEĞİŞTİRECEK İDDİA
Tahtına oturduktan sonra ölümüne dek Fatih Sultan Mehmet'i en büyük düşmanı olarak belleyen zalim hükümdar, Osmanlı'ya başkaldırmakla kalmadı, tutsak ettiği binlerce Türk askeri, kadın ve çocuğu, ya makatlarından sokup sırtlarından çıkacak şekilde kazığa oturttu ya da başka türlü işkencelerle öldürdü. ‘Kazıklı’ lakabı da zaten bundan dolayı ona takılmış olsa da, kendisi gibi korku salan babası II. Vlad Dracul’dan aldığı Romence’de ‘şeytan’ anlamına gelen ‘Drakula (Dracula)’ kendisiyle özdeşleşen bir diğer lakabı olmuştur.

Ölümüne dair farklı versiyonlar anlatılsa da Kazıklı Voyvoda’nın, Fatih Sultan Mehmet’in emriyle Bükreş yakınlarında başı kesilerek idam edildiğine dair tarihi söylentiler ön plana çıkıyor.
Rivayete göre, öldüğünü kanıtlamak için kesik başı İstanbul 'a getirilen III. Vlad’ın Romanya’daki Snagov'da bir manastıra gömüldüğü söylenen bedeni hiç bulunamadı.
Estonya Talinn Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı ise, Bram Stoker’in Drakula kitabında vampir Kont Drakula’nın dayandığı tarihsel şahıs Voyvoda III. Vlad’ın İtalya’nın Napoli kentinde öldüğünü ve mezarının da orada olduğunu öne sürdü.

KIZIYLA İTALYA’YA KAÇTI İDDİASI
İtalyan basınında yer verilen habere göre her şey, Napolili öğrenci Erika Stella’nın, söz konusu şehirdeki Santa Maria La Nova Kilisesi üzerine hazırladığı tezi için çektiği bir fotoğrafla başladı.
Stella, buranın avlusunda, üzerinde kabartma yöntemiyle yapılmış figürlerin bulunduğu bir mezar taşının fotoğrafını internet kanalıyla araştırmacılarla paylaştı.

Bu fotoğraf ile yıllardır süren araştırmalar sonucu ellerindeki bulguları karşılaştıran Talinnli bilim adamları, bu mermerin Drakula’nın mezar taşı olduğuna kanaat getirdi.

Derhal Napoli’ye gelen araştırmacılar, İtalyan meslektaşlarıyla istişareler yaptı. Resmi olarak açıklanmayan ve doğruluğu henüz netleşmeyen bilgilere göre söz konusu bilim adamları, Drakula’nın savaşarak ölmediği ve Türk askerlerine esir düştüğü tezi üzerinde duruyor.
Buna göre; bir sürelik esaretin ardından kızı Maria Balsa, onun firarına yardımcı oldu ve beraber İtalya’ya kaçtılar. Burada ölen Drakula, Napoli’ye defnedildi.

MERMERDEKİ DELİLLER
Araştırmacılar, Ferillo adlı bir kişiye ait olduğu bilinen mezar taşını dikkatle analiz etti. Mermerin üzerinde, “Kabartmalara bakın, burada yatan barizdir. Dracula Tepes adlı kontu hatırlayın: burada ateş saçan biri yatıyor” öne sürüldü.

Radikal, Haber: Esma Çakır, 13.06.2014

TARİHİ EVİ OLAN DERTLİ

 

 

Eski İstanbul Ziya Osman’ın, Necip Fazıl’ın şiirlerinde kaldı. Cumbalı evler, koca bir dünya kadar perili köşkler şehri hızla terk ederken geride kalanların binbir derdi var...

 

İstanbul’un asıl iç manzarasını, şehnişinleri, cumba ve çıkmalarıyla, saçak ve sayvanlarıyla, bir kadife gibi yumuşak çizgileri ve süsleriyle çok renkli olan bu sivil mimari yapardı.” der Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul’un ahşap konutları için. Yaklaşık 70 yıl önce Beş Şehir’de bu satırları yazan Tanpınar, ahşap evlerin bugünkü halini görseydi herhalde Fatiha okurdu, bize de beddua... Geçen yıllar İstanbul’un bu manzarasını götürse de eski İstanbul’un birkaç örneğine Kısıklı, Bağlarbaşı, Zeyrek, Balat, Kasımpaşa, Üsküdar, Eyüp, Beşiktaş ve Sarıyer gibi semtlerde rastlamak mümkün. Kimisi bir yanı eğilmiş, betonarme binalar arasında sıkışmış, yıkık dökük vaziyette ayakta zor duruyor. Kimisinin içinde ise hala yaşayanlar var. Evler mi yoksa içindekiler mi daha dertli belli değil. Tarihi evi olanlar tescil ve restorasyon probleminden muzdarip. Evler de kundaklamalardan, bakımsızlıktan... Üstelik zamana yenik düşüp son demlerini yaşayan ahşap evler şehir sakinleri için de tehlike oluşturuyor. Aman dikkat Altunizade’de kaldırımda yürürken başınıza cumba düşebilir, Bağlarbaşı’nda otobüs beklerken üç katlı ahşap bina üstünüze yıkılabilir, Kasımpaşa sokaklarından geçerken tarihi bir ev, son nefesini önünüzde verebilir. Zira belediyelerin aldığı yüksek(!) önlemler sizi korumaya yetmeyebilir.

 

Bir kibrit çöpü bekleyen evler

Ahşap evler eski İstanbul’un vazgeçilmezlerinden. Her ne kadar yangınlarıyla ünlü İstanbul’da dezavantaj gibi görünseler de şehirde sık sık deprem yaşandığı için aynı zamanda da avantaj... Bahçe, avlu, kuyu ve fırınıyla insanlara yaşam alanı sunuyor. Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu’na göre de insan mizacına uygun ve dönemin günlük hayatına hitap ediyor.

Göncüoğlu, “Sivil mimari, dıştan çok cazibeli olmayan ama içinde çok fonksiyonlu ve insan mizacına çok uygun yapılardır. Mesela tavanlar yüksektir. Evin kışlık, yazlık bölümleri vardır. Alt kat kışlıktır. Yapılar İstanbul’un topografyasına, atmosferik yapısına, güneşin doğumu ve batımına göre inşa edilmiştir. Sert kuzey rüzgarlarına doğru yapılmaz. Mimaride her unsur düşünülmüştür.” diyor. Göncüoğlu’nun tarif ettiği bu yapılar artık Reşat Nuri’nin, Şemsettin Sami’nin, Tanpınar’ın kitaplarında kalsa da biraz dikkatli gözler İstanbul’un bazı semtlerinde son kalıntılara rastlayabilir.

Aralarında ‘yıkılmadım, ayaktayım’ diyenler olsa da çoğunun büyük bir kısmı göçmüş durumda. Birçok mirasçının olması, kimisinin sahiplerinin yurtdışında bulunması ve tarihi eserlerin restorasyon sorunu, bu eski yadigarları kendi kaderlerine terk etmiş. Bu duruma dayanamayan evlere de ya zamanın eli değiyor ya da bir kundakçının kibriti. Çünkü ev ayaktayken tarihi eser olarak tescil ettirilmesi gerekiyor, restore edilirken de oldukça para ve aslına uygun yapılması gerekiyor. Örneğin ev üç katlı ise yeni evin de üç katlı olması gerekiyor. Bu durum da ne sahiplerinin işine geliyor ne de emlakçıların.

 

Bir çivi çakmanın cezası 30 bin

Tarihi evler kadar tarihi evi olanlar da dertli. Çünkü tescil ettirmek oldukça zor. Kasımpaşa’da iki katlı evi olan Mehmet Köse de bu durumdan şikayetçi. Köse’nin evi 1914’te yapılmış. Evin ilk sahibi semtin muhtarıymış. Evin inşaatını bitirmiş Çanakkale Savaşı’na gitmiş. Ev de kızlarına kalmış. Köse, “Biz de muhtarın kızlarından 1970’te aldık. Bir cumbası var. İkinci sınıf asar-ı atika. İmar çıkacak diye bizi aldatıyorlar. Dökülüyor, tamir edemiyoruz. Tepemize akıyor. Dış kapısı çok eskiydi. Onu değiştirdik, sorun yaşadık. ‘Hiçbir şeyini oynatma, 30 bine kadar cezası var. Böyle kullanacaksın.’ diyor. İzin alamıyoruz. İzin de vermiyorlar. Defalarca başvurduk. Beş senedir uğraşıyoruz.” diye yaşadığı sorunları anlatıyor. Köse’nin iki katlı evi, iki apartmanın arasında kalmış. Önceden hep ahşap olan sokakta neredeyse hiç ahşap ev kalmamış. Çünkü zamanında evleri yıkıp betonarme binalar inşa etmişler. Köse, “Karşımızda yıkanlarda da tarihi mezar çıktı ama hep kamufle ettiler. Belediyeyle işi götürdüler. Evi on sene önce yıksaydık şimdi bizim de kaç katlı apartmanımız olurdu. Şimdi çivi çakamıyoruz.” diyor.

 

Tescil problemi var

Mehmet Köse’nin yaşadığı gibi ahşap evlerde tescil problemi var. Tarihi eserlerin hepsi tescilli değil. Ayasofya Müzesi ve Sultanahmet tescil edileli 5-6 yıl oldu. Çeşmeler yeni tescillenmeye başlandı. Sıranın ahşap evlere gelmesine ise daha zaman var gibi. Tescil ettirmek istediğinizde çeşitli problemlerle karşılaşıp yıllarca uğraşabiliyorsunuz. Zaten tescil işlemi de kararı veren kişinin görgüsü ve birikimine dayanıyor. Eserin içinde bol tezyinat ve süsleme varsa birinci derece tarihi eser, yoksa ikinci derece. Birinci dereceyi aynen restore etmek gerekiyor. İkinci grup yıkılıp tekrar yapılabiliyor. Göncüoğlu, “Ahşap ev bir kültür meselesidir. Onu korumak için önce algılamak gerekir. Biz sadece konut olarak bakıyoruz. Büyük koltuklara, çekyatlara uygun değil. Çünkü minimalize bir yaşamı temsil eder. İstanbul’daki sivil mimariyi korumada ve yaşatmada algı sıkıntısı yaşandığı için bir restorasyon sorunu ve ‘Küçük ölçekli yapıları günümüz modern hayatında nasıl değerlendireceğiz?’ çıkmazı mevcut. Bu sebeple yapıların ya çökmesi bekleniyor ya da koruma altına almayıp bunu değiştirerek değerlendirmeye yöneliniyor.” diyerek bu soruna dikkat çekiyor. Restorasyon, günümüz şartlarına uyarlanarak yapılmaya çalışılıyor. Örneğin odalar kaldırılıyor, tek bir oda yapılıyor, dış cephedeki kuş evleri, tezyinat vesaire korunmuyor. Dışarıdan bakıldığında Osmanlı mimarisi gibi görünüyor ama içeride hiçbir alakası olmayan bir yapı ünitesi ortaya çıkıyor. Göncüoğlu bu makyaj için, “Yapının dışının eskiyi anlatır nitelikte olması bir anlam ifade etmez. Bu sadece kendimizi kandırmak olur.” diyor.

 

Tescil konusunda diğer bir sorun ise vatandaşın yönlendirilmemesi. Göncüoğlu, “Eskiden hiçbir sorun olmazdı. Tescil yapacağım dediğinde hemen tescillerlerdi. Fakat Türkiye’de vatandaş tescilin ne olduğunu bilmiyor ve yeterince bilgilendirilmiyor. Muallakta bırakılıyor. Muallakta bıraktığı için de aracılar ortaya çıkıyor. Onlar kazanıyor. Böyle acı bir gerçek var. Şimdilerde ise isteseniz bile tescilleyemeyeceğiniz şeklinde bir algı söz konusu. Geçmiş dönemde de evinizin restorasyonu için rölövesini yaparsınız, bu olmamış derler, niçin olmadığını da kimse izah etmez. İki algı da tehlikeli. Koruma kurullarında neler korunmalı, vatandaş neler yapmalı, vatandaşın nasıl bir harita takip edeceğine dair bir şey yok.” diye ifade ediyor. Göncüoğlu bu durumun sebebinin Türkiye’nin ve üç medeniyete ev sahipliği yapmış İstanbul’un bir kültür politikası olmamasına bağlıyor. Mimariyi, şehirleşmeyi, park algısını ifade eden bir kültür politikasının gerekliliğine işaret ediyor.

 

Ahşap evler tehlike oluşturuyor

Tarihi evler, şehir sakinleri için de tehlike oluşturuyor. Tamir edilmedikleri ve yıkılmak üzere oldukları için yangın ve çökme riski taşıyorlar. Bu durum yaşadığı sokakta tarihi ev olanlar için de ahşap bir evin bulunduğu sokaktan geçenler için de korku oluşturuyor. Belediyelerin aldığı önlemler yetmiyor. Altunizade’de göçmek üzere olan bir evin etrafına belediye demirden engel koymuş. Ancak kaldırımın tam üstünde olduğu için yoldan geçen birinin kafasına tarihi cumbalar yıkılabilir. Zeyrek’teki evlerin durumu ise hepten içler acısı. Ahşap evlerin çok olduğu Şair Beliğ Sokak’ı belediye bir varille kapatmış. Çünkü 12 numaralı ahşap evin yanındaki tarihi evin yarısı çökmüş. Yoldan araba geçtiğinde kalan yarısı da çöker, bir yaya yaralanır diye de bu şekilde önlem alınmış. Ama sokağın başına gelen arabalar bu yüksek(!) önlemi bir kenara çekip yoldan geçiyor.

 


Zeyrek’te Şair Beliğ Sokağı ve belediyenin çökmek üzere olan bir ev için aldığı tedbir. Sokağın neredeyse tamamı ahşap evlerle dolu. Bir yangın çıksa tümüyle kül olabilir.

 


Altunizade’de yaya kaldırımının üzerinde bulunan ev. Dikkat başınıza yıllar düşebilir!

 


Bağlarbaşı’nda otobüs durağının arkasındaki ev, Ermeni Vakfı’na ait. Boş duran ev otobüs bekleyen ve caddeden yürüyenler için tehlike oluşturuyor. Çevredeki esnaf ise yangından korkuyor.

 


Bakarsan ev, bakmazsan harabe olur.

 


Kasımpaşa Neva Sokağı’nda ahşap evler sıra sıra dizilmiş. İçlerinde en bakımsız olanı satılık ama alıcısı yok.

 


Küçük Çamlıca Bulgurlu Caddesi’nde yıllara meydan okuyan evin saçakları dökülüyor.

 


Mehmet Köse ve babasının Kasımpaşa’daki evi. Semtteki birçok ahşap ev gibi üstü sıvayla kaplanmış.Ev dökülüyor ama tadilat yapılmasına izin verilmiyor.

 


Tarihi evler restore edildiğinde ortaya böyle bir manzara çıkıyor. Evin sahibi Yunus Ertürk, binayı satın alıp yeniden yapmış. Fakat resmi makamlardan izin alırken pek zorlanmış.

Zaman, Haber: Tuğba Öcek, 13.06.2014

KEMERALTI'NDA BİR TARİH YOK OLUYOR!

 

Türkiye'nin en büyük holdinglerinden biri olan Eczacıbaşı Holding'in temellerinin atıldığı Kemeraltı'ndaki tarihi bina acınacak hale geldi. Eczacıbaşı Holding'in Kurucusu Nejat Eczacıbaşı'nın kurduğu İzmir'in ilk eczanelerinden biri olan Şifa Eczanesi'nin Kemeraltı'ndaki binası, yıkım tehlikesiyle karşı karşıya.

İzmir Valiliği'nin hemen arkasında yer alan iki katlı tarihi yapı, uzun yıllar Rodi Jeans'in mağazası olarak kullanıldı. Firmanın iflas etmesi nedeniyle mağaza 6 ay önce kapanırken, tarihi bina da kaderine terkedildi. Kısa süre önce çıkan bir yangında üst katı ve çatısı yanan binanın üst camları da tamamen kırıldı. Bir asırdan fazladır ayakta duran binanın yıkılma tehlikesi bulunuyor.

 

 

Ege Bölgesi Sanayi Odası Meclis Üyesi Eczacı Enver Olgunsoy, İzmir'in eczacılık tarihinin en belirgin simgelerinden olan Şifa Eczanesi'nin tarihi binasının yok olmaması gerektiğini söyledi. Olgunsoy, "İzmirliler ve Eczacıbaşı ailesi bu tarihi binaya sahip çıkmalı" dedi. 

İLAÇ ÜRETTİ
Eczacıbaşı Topluluğu'nun kurucusu Dr. Nejat F. Eczacıbaşı'nın babası olan Süleyman Ferit Eczacıbaşı, İzmir'in diplomalı ilk Türk eczacısıydı. 1885'te İzmir'de doğdu. Hamidiye İlkokulu, Rüştiye Ortaokulu ve Sultani İdadisi’ni (İzmir Lisesi) bitirdi.  Gençlik yıllarında İzmir’de dönemin eczacılarından çok etkilendi ve eczacılık öğrenimi için İzmir’den İstanbul’a geldi. 1900 yılında Tıp Fakültesi Eczacılık Yüksek Okulu’nu tamamladı. Süleyman Ferit Bey, 1903 yılında İzmir’deki Guraba-i Müslimin Hastanesi’ne ikinci eczacı olarak atandı ve günde 16 saat havan döverek ilaç üretimi gerçekleştirdi. İzmir’de Aristoteles Eczanesi’nde sorumlu müdürlük yaptı. 1905’te Başeczacı olarak görev aldı. İzmir’in ilk ilaç üreten Türk eczacısı Süleyman Ferit Bey, Kemeraltı’ndaki tarihi Şifa Eczanesi'ni 1911 yılında satın aldı. Burada çeşitli ilaçlar ve kişisel bakım ürünleri üretti.

Ege'de Son Söz, Haber: Sinan Doğan, 13.06.2014

TARİHİ BİNALARIN ÜZERİNDEN YOL GEÇECEK

 

Kasımpaşa - Sütlüce tüp geçidi için Bizans tarihine ait binalar da yıkılacak. Kamulaştırılan Piripaşa ve Keçecipiri mahallelerinden geçen tüp geçidin bağlantı yollarında Bizans’a ait çok sayıda ev ve levha bulunuyor. Bakanlar Kurulu, kararı onaylarsa tarih kokan mahalle, yerlebir olacak.

 

 

Beyoğlu’nda Kasımpaşa-Sütlüce arasında yapılacak tüp geçit nedeniyle tarihi binalar tehlike altında. Unkapanı köprüsünün denizin altına alınma projesi kapsamında tüp geçidin bağlantı yolları da kamulaştırıldı. Bu kapsamda Kasımpaşa’da Piripaşa ve Keçecipiri mahallerinde de kamulaştırma kararları uygulandı. Resmi Gazete’de yayımlanan kararın ardından kamulaştırılan parselleri araştırdık. Parsellerde Bizans’a ait levhalar ve tarihi binalar bulunuyor.

KÜLTÜREL MİRASI İTİBARSIZLAŞTIRDI 
Konu kentsel dönüşüm olduğunda ne insanların ne de tarihin yıkımlara engel olamadığını belirten koruma uzmanı Doç.Dr. Gül Köksal, “Kentsel dönüşüm adı altında yapılan yıkımların önünde hiçbir engel görmek istemeyen bir idare ile karşı karşıyayız. Bu engel ister konut hakkı olsun, ister kültürel miras hiç fark etmiyor. Zira insan hayatının bile bu denli ucuz olduğu topraklarda insan eliyle üretilmiş değerlerin, değer olarak görülmesini beklemek çok naif kalıyor. Kültürel mirası koruma altına alan 2863 sayılı Koruma Yasası, önce 5366 sayılı kısaca Yenileme Yasası ile, ardından 6306 sayılı Afet Yasası ile itibarsız ve yetkisiz hale getirildi. Okmeydanı hem kentsel, hem de tek yapı ölçeğinde koruma alanını barındırıyor.

 

Ayrıca Haliç Tersaneleri ilişkisi nedeniyle de önemli bir alan. Ancak çok açık ki, Okmeydanı’nın mevcut dokusunu ortadan kaldırıp Haliç’e inme çabası içindeler. Bu yolda da karşılarına çıkan hangi döneme ait, ne tür eser olursa olsun hiç önemi yok” dedi.

Taraf, Haber: Billur Özgül, 13.06.2014

GALATA SURLARINDAKİ SON KAPI DA KAPANDI

 

 

Haliç Metro Köprüsü’nün Azapkapı’dan battığı yerde bir tarih gasbı meydana çıktı. Galata surlarından bugüne kalan Yanıkkapı, metro yüzünden kapanırken üzerindeki Doria ailesi yadigarı da unutulmaya mahkum edildi.

 

Yakın dönemde İstanbul’daki toplu taşıma projeleri bir bir neticelendirilmeye devam ediyor. Diğer taraftan, yeni planların önündeki en büyük mani elbette şehrin coğrafi ve tarihi bakiyesi olan eserler. Nereye bir kazma vurulsa adeta bir tarih kuyusuna rast gelinecek desek mübalağa etmemiş olacağız. Şehrin mazisinin bu şekilde pek çok kez hırpalandığını, ecdad yadigarı mirasın hiçe sayılarak moloz yığınına dönüştüğünü hatırlatmakta fayda var. Gösterilen tedbirsizliğin ötesinde, tarihi eserlerin alenen heba edildiğine de çok kimseler şahittir. İstanbul Haliç’ine yapılan yeni metro köprüsünde de bunun örneklerini gördük.  Yenikapı’dan başlayarak Azapkapı üzerinden Şişhane ve Taksim’e bağlanan yeraltı demiryolu, Cenevizlilerden kalma son açık kapı olan Yanıkkapı’ya bir perde çekti. Diğer ismiyle Harup Kapısı’nı ziyaret etmek isteyenleri artık çevresine istif edilmiş metal plakalar karşılarken, üzerindeki Ceneviz arması da ancak metroyla seyrinde görülebilecek bir-iki saniyeye mahkum edildi.

 

Galata sırtları da bir zamanlar muhkem surlarıyla meşhurdu. İlk defa 12. yüzyılda I. Manuel Komnenos zamanında Bizans’tan imtiyaz elde etmeyi başaran Cenevizli tüccarlar, İstanbul’un karşı tarafı olan Pera’da mülk edinme hakkını elde etti. Bizans hükümdarları buraya bir garnizon kurarak surları yıktırsalar da yeni iştiraklerle Galata Surları inşa edilmişti. Zamanla Karadeniz sularında ticaret ağını geliştiren Cenevizliler, Azapkapı, Şişhane ve Tophane’ye kadar uzanan doğrultuda surları tahkim etti. Ticaret loncasıyla burada bağımsız bir teşekkül oluşturdular. Osmanlı dönemine gelindiğinde otonom yapısını yitiren bir ticaret üssüne dönüşmüş Galata, İtalyan soyluları için bir cazibe merkezi hüviyetini sürdürdü. Burada ikamet edenler, kendi hanedanlığını ve ailesini simgeleyen armaları bina ve hanların üzerine işleyerek isimlerini yaşatmaya devam etti. Keza, surlar üzerinde görülen tamiratlar da aynı surette tecelli etti. Galata Surları, önemini zaman içinde yitirmekle beraber, 19. asrın sonralarında Şehremanetinin gadrine uğradı. Altıncı Daire, 1864 yılında çıkarılan bir kararla surların ekserini yıkma kararı aldı. Kapıların üzerinde bulunan armalı levhaların bu dönemde arkeoloji müzesine götürüldüğünü tarihi vesikalar naklediyor. Son yapılan idari tasarrufla birlikte, bugüne çıkabilmiş Yanıkkapı’nın da -ki 12 kapıdan sonuncusuydu- metro sebebiyle irtibatı kesildi. Galata tarihi hakkında en geniş malumat, Semavi Eyice’nin ifadesiyle bu kapılar üzerindeki armalardan edinilmişti.

 


Yanıkkapı’daki Doria ailesinin kitabesi

Levha kör kazmaya kurban oluyordu

Bu kapının bir ehemmiyeti de Doria (D’Oria) ailesine ait kitabeyi taşıması. Yani Preveze Deniz Savaşı’nda Haçlı donanması amiralinin ailesi. Bu derece kıymete sahip olan tarihi anıt, 2005 yılında büyük bir kaza atlattı. Yapılan doğalgaz çalışması esnasında bir kepçe darbesine maruz kalmış ve üst tarafından bir bölümü kırılarak tahrip olmuştu. Akabinde, Mimarlar Odası levhaya demirden bir kafes yaparak ufak da olsa bir önlem alabilmişti. Metro inşaatına gelirsek, 1998 yılında başlayan metro çalışmalarının 2002 yılında bitirilmesi öngörülüyordu. Kültür ve Tabiat Anıtları Koruma Kurulu tarafından verilen olumsuz raporlarla proje bir süre ertelenmiş, nihayet 30 Mart seçimleri arifesinde tamamlanmıştı. Konuyu 13 Ekim 2006’da gündeme getiren Zaman Gazetesi, okuyucularına süreci şöyle aktarmıştı: “Güzergah değişikliği gündeme geldi; ancak buna, kazısı yapılan tünellerin bir kısmı atıl kalacağı için belediye sıcak bakmadı. Koruma Kurulu’nun eski bir üyesi olan Kadir Topbaş, belediye başkanı seçildikten sonra, kendisinin hazırladığı ‘Metro Köprü Projesi’ni kurula kabul ettirmişti.”

 


Zaman, Haber: Erkam Emre, 13.06.2014

TARİHİ GÖZLÜKULE HÖYÜĞÜ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Tarsus İlçesi'ndeki geçmişi Neolitik Çağ’a kadar dayandığı değerlendirilen Gözlükule Höyüğü’nde 2014 yılı kazı çalışmalarına başlandı.

 

Kazı çalışmalarına katılan Columbia Üniversitesi Sanat Tarihi ve Arkeoloji Bölümü doktora öğrencisi Türkan Pilavcı, yaptığı açıklamada, Gözlükule Höyüğü’nün arkeoloji dünyasında son derece önemli yeri olduğunu belirtti.

 

Kazı çalışmalarının Boğaziçi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim üyesi Prof.Dr. Aslı Özyar başkanlığında gerçekleştirildiğini kaydeden Pilavcı, 2007 yılında başlayan bilimsel kazı çalışmaları sırasında yaklaşık 200 metrekarelik alanda 5 ayrı açma noktasında Neolitik Çağ’dan itibaren çeşitli dönemlere ait bulgulara rastlanıldığını söyledi.

 

Pilavcı, bu yıl da 4 hafta sürecek kazı çalışmalarına 7′si yabancı 20 üniversite öğrencisi ile 32 işçinin katıldığını ifade ederek, “Şimdiye kadar yapılan kazı çalışmalarında gündelik yaşama ait gelenekler, yaşamsal kalıntılar, camdan deney tüpleri, tunçtan imal edilmiş tıp aletleri ve hijyenle ilgili bulgulara ulaştık. İslami dönemden başlayarak klasik dönem öncesine kadarki dönemlere ait mimari bulgular bulduk. Bu yıl da çalışmalarımızı 500 metrekarelik alanda yapacağız” dedi.

 

Bu arada, kazılardan elde edilecek bulguların Tarsus St. Paulus Müzesi ve Kilisesi’nin yanında restorasyonu devam eden eski çırçır fabrikasının hangarlarındaki laboratuvarlarda incelendiği bildirildi.

haberler.com, 12.06.2014

ERGANİ'DE TARİH BULUNDU

 

 

Diyarbakır'ın Ergani İlçesi'ne bağlı Gisgis Köyü'nde bulunup incelenen 2900 yıllık kaya kabartmasıyla, Asur egemenliğinin 70 kilometre daha batıya doğru devam ettiğini tespit edildi.

 

'Diyarbakır İli Merkez ve İlçeleri Kültür Envanteri Projesi' kapsamında yüzey araştırması yapan Arkeolog Şeref Yumruk, Ergani İlçesi'ne bağlı Gisgis Köyü'nde, varlığından ilk kez 1899 yılında bölgeye gelen Alman arkeolog Huntington'un arkeolog Lehmann-Haupt'a yazdığı bir mektupta söz ettiği 2900 yıllık Asur dönemine ait kaya kabartmasını, 2011 yılında buldu. Arkeolog Şeref Yumruk, kabartmanın günümüze ulaşan son durumunu, 2013 yılında Marmara Üniversitesi Eski Çağ Tarihi Bölümünden Prof.Dr. Kemalettin Köroğlu ve çizimci Emine Akkuş'tan oluşan ekip ile belgeledi. Kabartmadaki çizimi anlatan Arkeolog Şeref Yumruk, kabartmada betimlenen figürlerden en sağdakinin kral ve arkasındaki görevli, Tanrı Şamaş ve Tanrı Sin'in sembolleri ve Tanrıça İştar huzurunda dini tören kıyafetleri içinde, ritüel yapar pozisyonda olduğunu belirterek, şöyle konuştu:

 

"Gisgis Kabartması, eyalet üslubunda işlenmiştir. Sanatçı, genel kompozisyon, oranlar, öncelikle vurgulanacak figürler ve dönemin modası gibi noktalarda hassas davranmakla birlikte figürlerdeki bir çok ayrıntıyı işlememiştir. Bunda, kayanın cinsi, üzerinde bulunan doğal çatlaklar ve burada kalış zamanı da etkili olduğunu düşünmekteyiz. Kabartmanın yapılış amacının, belli dönemlerde ziyaret olmadığı belirgindir. Burada bir kabartmanın varlığı, köyden veya ana yolun geçtiği vadinin herhangi bir noktasından fark edilememektedir. Ayrıca tepeye ulaşan bir yol veya patika da bulunmamaktadır. Bu özellikler, kabartmanın bir sembol ya da bir işaret bırakmak için yapıldığını göstermektedir. Gisgis kabartması, yukarı Dicle bölgesinde, en batıda bulunan Yeni Asur eyalet merkezi Amedi'ye (Diyarbakır) oldukça uzaktır. Yeni Asur döneminde kurulan Amedi, Sinabu, Tuşhan ve Tidu gibi garnizon ve eyalet merkezleri Diyarbakır'ın doğusunda, Dicle'nin sağ kıyısı boyunca sıralanmaktadır. Bu nedenle Yeni Asur kültürüne ilişkin, mimari ve gündelik yaşam ürünleri Diyarbakır ile Batman Çay arasındaki bu vadide yapılan kurtarma kazılarında belirgin olarak  açığa çıkmıştır."

 

 

"KABARTMA, ASUR ORDUSUNUN BATI'DA ULAŞTIĞI EN UZAK NOKTAYI GÖSTERİYOR"

Yaptıkları kazılar ve Asur kaynaklarından III. Tiglat Pileser döneminde bölgeye tehcir yoluyla getirilen Asurluların, Tuşhan çevresine yerleştirildiklerinden söz edildiğini söyleyen Şeref Yumruk, "Diyarbakır'ın batısında, daha çok yerli toplumların varlığını gösteren yerel karakterli Demir Çağ çanak, çömleği bulunmaktadır. Bu nedenle, Gisgis kabartmasını, Asur ordusunun ulaştığı en uzak nokta, sınırı belirlemek, Asur tanrılarını ve kralını bölgede ölümsüzleştirmek için yapılmış anıtlardan biri olarak değerlendirmekteyiz" dedi.

 

KABARTMA BELGELENEREK YAYINLANDI

Yaptıkları araştırmalar sonucunda, kabartmada yer alan kralın III. Tiglat Pileser olabileceğini gösteren, birçok stilistik ayrıntı bulunduğunu söyleyen Arkeolog Şeref Yumruk, şöyle konuştu:

"Kralın arkasındaki görevlinin ellerini yerleştirmek için, pek alışık olunmayan bir biçimde kralın belinin bir miktar oyulmuş olması, saçlarının kralınkilerden daha ayrıntılı çizilmiş olması, kabartmayı yaptıran kişinin de Vali olabileceğine işaret ediyor olabilir. Kabartmayı III. Tiglat Pileser dönemine tarihlediğimizde, görevlinin bu dönemde Dicle Vadisinde Asur Krallığının Valisi olarak adı geçen Dur-Aşşur olabileceği söylenebilir. Yaptığımız bu keşif ile günümüzden 2900 yıl önce Amedi bölgesinde egemenlik kurmuş olan Asur Krallarından III. Tiglat Pileser'e ait olduğunu düşündüğümüz kaya kabartmasını bilim dünyasına tanıtmış bulunmaktayız. Bölgede aynı hat üzerinde bulunan Birkleyn ve Eğil kabartmalarının varlığı yıllarca önce belgelenmişti. Ancak, bu yeni kabartmayla Asur egemenliğinin sınırlarının 70 kilometre daha batıya doğru devam ettiğini belgelemiş olmaktayız. Ayrıca önemli olan konulardan biri, 112 yıl önce varlığı bilinen bir kabartmanın, günümüze kadar belgelenmemiş olmasıydı. Yaptığımız keşif ile 112 yıldır varlığı bilinen ama bir türlü belgelenmemiş olan bu kabartma belgelenerek Eski Çağ Bilimleri Enstitüsü dergisinde yayımlanmıştır."

Akşam, 12.06.2014

TARİHİ KAPININ AÇILMAMASI TEPKİ TOPLUYOR

 

 

Diyarbakır'ın tarihi Urfakapı'nın uzun süredir trafiğe açılmamasına tepkiler devam ediyor.

 

Diyarbakır Dermanbaba Yardım Derneği Başkanı Yılmaz Acu, tarihi kapıdaki metal kısmının bir süre önce düştüğünü ve kapının trafiğe kapatıldığını belirterek, "Yol hala ulaşıma açılmadı. Yıllardır trafiğe kapalı tutulan kapıda, halen herhangi bir çalışma yapılmadı." dedi.

 

Dünya harikası olan surların önemli bir parçası olan Urfakapı'nın durumunun kendilerini üzdüğünü anlatan Acu, "Surlarımız bizim en önemli tarihi varlıklarımızdan biridir. Dünya bizi surlarımızla tanıyor ancak surlarımız hak ettiği değeri görmüyor. Urfakapı'daki içler acısı durumu görünce üzüntüden kahroldum. Öğrendiğim kadarıyla metal kapı geçtiğimiz yıllarda bir minibüsün üzerine düşmesi nedeniyle trafiğe kapatılmış. Restorasyon çalışması yapılacakmış ama yıllardır kimseden herhangi bir ses seda çıkmıyor. Biz Diyarbakır sevdalısıyız diye sözler söylerler ama biz ortada bir şey görmüyoruz. Bu yol yıllardır kapı trafiğe kapalıdır, sözde memleket sevdalısıdırlar. Ayrıca yayalar için tehlike saçıyor. Tarih kokan surlar kimin himayesindeyse derhal bu ayıbı kaldırmalıdır. Yol trafiğe kapandı bizde sorun hallolacak diye sevinmeye başladık. Fakat ne onarım var ne de ilgilenen var. Bu tarihi eserler, tarihi değerler kimsenin umurunda değil." diye konuştu.

Zaman, 12.06.2014

NAYLON POŞET İÇERİSİNDE TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

 

Uşak’ta GBT kontrolünde şüpheli bir şahıs elindeki poşette taşıdığı tarihi eserlerle yakalanarak gözaltına alındı.


Uşak Emniyet Müdürlüğü, Asayiş Şube Müdürlüğü ile Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünün dün gece ortak yürüttüğü çalışmalar neticesinde, Kurtuluş Mahallesi Cumhuriyet Caddesi üzerinde durumundan şüphelenilen M.K. (21) isimli şahıs durdurularak kimlik kontrolü yapıldı. GBT sorgulamasında basit yaralama suçundan arandığı anlaşılan şüpheli şahsın elinde taşıdığı poşet içerisinde tarihi eserlerin olduğu parçalar çıktı. Tarihi eser olan eşyalar usulüne uygun olarak polis tarafından muhafaza altına alındı. Uşak Müze Müdürlüğü görevlilerinin yapmış olduğu ön incelemede bahse konu objelerin Tunç Devri’nden kalma değerli tarihi eserlerin olduğu tespit edildi.


Olayda yakalanan şahıs ile ilgili “2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanununa” muhalefet suçundan gerekli adli tahkikat başlatılarak gözaltına alındı.

Milliyet, 11.06.2014

ARABAN'DA TARİHİ ANIT MEZARLARDAKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARINDA SONA GELİNDİ

 

Araban Belediyesi’nin hazırlamış olduğu proje kapsamında, ilçede Roma dönemine ait iki tarihi anıt mezarda başlatılan restorasyon çalışmalarında sona gelindiği bildirildi.

 

Araban Belediye Başkanı Mehmet Özdemir, yaptığı açıklamada, Hasanoğlu ile Hisar mahallelerindeki anıt mezarların korunması için hazırladıkları projeyi Gaziantep Valiliği’ne sunduklarını hatırlatarak, projeye Gaziantep Valiliği Kültür Varlıkları Fonu’ndan 860 bin lira ödenek ayrıldığını kaydetti.

 

Şubat ayında başlatılan restorasyon çalışmalarında sona gelindiğini bildiren Özdemir, “Anıt mezarlarımızdaki sona gelinen restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra her iki mezar da yok olma tehlikesinden kurtarılarak tarih turizmine kazandırılacaktır” dedi.

haberler.com, 11.06.2014

KÖŞKTEKİ ESERİN SIRRI İNGİLTERE'DE ÇÖZÜLDÜ

 

Cumhurbaşkanı'nın eşi Hayrünnisa Gül, Huber'deki resepsiyonda Çankaya Köşkü'nde rastlanan tarihi kupanın hikayesini anlattı: Depoda bulduk. Nereden geldiğini bilmiyorduk. Prens Charles'la gezerken benzerini gördük, 19. yüzyılda Osmanlı padişahına hediye gelmiş.

 

Hayrünnisa Gül, Cumhurbaşkanlığı'nın himayesinde düzenlenen ve kültürel mirasın korunarak gelecek nesillere ulaşabilmesinin önemini vurgulayan "UlusIararası Önleyici Koruma Sempozyumu"na katılan davetliler için Tarabya'daki Huber Köşkü'nde resepsiyon verdi. Dünyada eşine az rastlanır zenginlik ve çeşitlilikte bir kültürel mirasa sahip olunduğunu söyleyen Gül: "Yaklaşık 65 bin tescilli kültür varlığı ve müzelerimizdeki milyonlarca eserle Türkiye, dünyanın en zengin açık hava müzelerinden biridir. Sahip olduğumuz bu zengin kültür mirasının korunması ve yarınlara aktarılması, bizden sonraki nesillere borcumuzdur” dedi.

 

DOKUNMASAK DAHA İYİ 

Gül, "Köşkte zengin bir koleksiyon var. Atatürk zamanında saraylardan getirtilen gümüş, porselen, cam, tarihi halı ve mobilyalar, paha biçilmez tablolar.. Ne yazık ki bu kıymetli eserlerin pek çoğu, iyi durumda değildi. Koruyalım derken birçok tarihi obje değersizleştiriliyor. Hiç dokunulmasa daha iyi" dedi.

 

PRENSLER SERGİYİ GEZERKEN...

Hayrünnisa Gül, depoda buldukları ve nereden geldiğini bilmedikleri eski, kıymetli gümüş bir tepsi ve kupanın eşini 2011'de İngiltere'ye gerçekleştirdikleri devlet ziyareti sırasında Prens Charles ile bir sergiyi gezerken gördüğünü, eserin 19. yy'da İngiltere tarafından Osmanlı sultanına hediye edildiğini öğrendiklerini, kötü durumdaki eseri İngiltere'ye gönderip restore ettirdiklerini anlattı. 

 

 

ASKER TERHİS OLMADI MI? 

Yağlı boyalı asker heykelinin temizlenme raporunun zaman aldığını, "Bizim asker terhis olmadı mı hala" diye esprilere konu olduğunu söyleyen Gül, Köşk koleksiyonunun dijital ortama aktarıldığını da müjdeledi.

Akşam, 11.06.2014

MİRO'NUN HEYKELİ BAKSI'DA SERGİLENİYOR

 

2014 Avrupa Konseyi Müze Ödülü’nü alan Bayburt’taki Baksı Müzesi, bu ödülü kazanan müzenin bir yıl boyunca sergilemeye hak kazandığı, ünlü sanatçı Joan Miro’nun ‘Femme aux beaux seins’ adlı bronz heykelini sergilemeye başladı.

 

Bayburt’un kent merkezine 45 kilometre mesafede, Bayraktar (Baksı) Köyü'nde ressam ve akademisyen Prof.Dr. Hüsamettin Koçan tarafından 2010 yılında kurulan Baksı Müzesi, çağdaş sanat ile geleneksel el sanatlarını aynı çatı altında barındırıyor. Joan Miro’nun 1969’da yaptığı “Femme aux beaux seins” adlı bronz heykel, 1977 yılından itibaren Avrupa Parlamenterler Meclisi’nin her yıl verdiği müze ödüllerinin bir sembolü oldu.

Zaman, 11.06.2014

TABLO REMBRANDT'INMIŞ

 

Dünyanın en ünlü ressamları arasında sayılan Hollandalı sanatçı Rembrandt Harmenszoon van Rijn’in beyaz kuş tüylü başlıkla resmedildiği portreyle ilgili ‘başkasının eseri’ iddiası çürütüldü. Söz konusu tabloyu ünlü ressamın öğrencilerinden birinin yaptığı ileri sürülüyordu. Ancak İngiltere’de Cambridge Üniversitesi araştırmacıları tablonun tahta panelinin hücre yapısını analiz etti. Uzmanlar aynı zamanda kompozisyondaki değişimleri açığa çıkarmak için röntgen ışınlarından da faydalandı. Testler sonucu İngiltere’de National Trust adı verilen ve kültürel mirası muhafaza etmekle sorumlu kuruluşta bulunan tablonun 1635’te Rembrandt’ın kendisi tarafından yapıldığı kesinleşti.

Hürriyet, 10.06.2014

EREĞLİ'DE ARKEOLOJİK YÜZEY ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Koç Üniversitesi arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü heyeti tarihi çalışmalar kapsamında geldiği Ereğli’de arkeolojik yüzey çalışmalarına başladı.


Geçen yıl 2 hafta süre ile yürüttükleri çalışmalar kapsamında Ereğli tarihine ışık tutan tespitler yaptıklarını söyleyen Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Çiğdem Maner, Ereğli’nin tarihi açıdan çok önemli bir potansiyele sahip olduğunu ve potansiyelin ortaya çıkmasında Kültür Bakanlığının destek verdiğini kaydetti. Hitit medeniyetinin burada yaşamış olmalarının Arkeolojik Yüzey Çalışmasında Ereğli’yi tercih etmelerindeki en önemli etken olduğunu kaydeden Maner, “Geçen yıl yaptığımız araştırmada 12 yerleşim yeri tespit ettik. İlk araştırmaları da bu bölgede biz yaptık. Ereğli kültürel mirasını tanıyoruz. Çok sayıda çanak çömlek toplayarak hangi çağa ait olduğunu tespit ediyoruz. Ancak tahribatlarla karşılaşıyoruz. Ereğli halkı kültürel tarihine sahip çıksın ve Kaçak kazı yapılmasına izin vermesin ve ören yerlerini korusun” dedi.


Ereğli müzesine bağlı 4 ilçede Ereğli, Karapınar, Halkapınar ve Emirgazi’de araştırma yapacaklarını belirten Maner, Ören yerlerinin Ereğli tarihine ışık tuttuğunu ve bölgenin arkeoloji kazı açısından önemli bir yer olduğunu söyledi. 7 Haziran’da Ereğli’ye geldiklerini ve 1 ay süreyle Ereğli’de inceleme yapacaklarını kaydeden Maner, kendilerine Ereğli Belediyesinin de büyük destek verdiğini sözlerine ekledi.

Milliyet, 10.06.2014

TOZLU DOLAPTA
MİLYON DOLARLIK
KEMAN!

Ses ve işçilik gibi nitelikleri nedeniyle dünyanın en üstün kemanları sayılan sınırlı sayıdaki Stradivarius’lardan biri New York’un Manhattan bölgesindeki bir evin tozlu dolabından çıktı.

25 yıldır bu dolapta unutulan 1731 yılına ait keman 10 milyon dolardan açık artırmaya çıkarıldı.

Habertürk, 10.06.2014

300 BİN YIL ÖNCESİNİN İZLERİNİ TAŞIYOR







 

Pazarcık İlçesi'nde, Roma döneminde zengin ve asilzadeler için yapılan 40 mağaradaki kaya mezarlar, yaklaşık 300 bin öncenin izlerini taşıyor.

Yukarı Pazarcık bölgesindeki mağaralar, yaklaşık 10 metre derinlikteki su sarnıcı ve kaya mezarlar keşfedilmeyi bekliyor. Roma döneminde zengin, soylu ve rütbeli askerler için kayaların içi oyularak yapılan mezarlar farklı bölümlerden oluşuyor.

 

Araştırmalarda, kaya mezarlarının 300 bin yıl öncesine ait olduğu belirtiliyor. Eşine az rastlanır mezarların yaklaşık 4-5 metrekare kullaım alanı bulunuyor. Duvarlara oyulmuş raf ve üçgen prizması şeklinde mum veya çıra koyacak küçük oyukların bulunduğu mezarlar, Roma dönemi asilzadelerin yaşam şekillerine ilişkin ipuçları veriyor.

Tarihçi Halil Arık, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "40 Mağaralar" olarak adlandırılan bölgenin eski Roma dönemine ait şehir mezarlığı olduğunu söyledi.

Mezarların o dönemin zengin ve yöneticileri için yapıldığını anlatan Arık, "Mezarlara her ailenin ayrı bir ferdi defnedilmiş. Mağaranın girişinde koruma amaçlı kaya kapılar vardı ancak define arayanlar tarafından tahrip edilmiş" dedi.

Arık, bölgenin aynı zamanda Roma dönemine ait yerleşim alanı olduğunu vurguladı.

Bölgenin MÖ 1. yüzyılda "Katamana" ismindeki bir Roma şehrinin kalıntılarını içerdiğini aktaran Arık, "Burası aynı zamanda önemli bir ticaret merkezidir. Bu özelliğini Selçuklu ve Bizans döneminde de devam ettirdi" diye konuştu.

Arık, arkeologların mezarlık alanında çeşitli araştırmalar yaptığını anımsattı.

Mağaralardaki yüzey araştırmalarında çakmak taşlardan yapılan kesici aletler bulunduğunu anımsatan Arık, "Elde edilen bulgular insanların bu mağaralarda yaklaşık 300 bin yıl önce yaşadığını gösteriyor. Bu bakımdan ilçemiz ilk çağlarda önemli bir yerleşim merkezi olduğu kabul ediliyor" şeklinde konuştu.

Vatan, 10.06.2014

ÇAMUR MASKEYLE GÜZELLEŞECEK

 

Hindistan’ın simgelerinden Tac Mahal’e hava kirliliği nedeniyle kaybettiği beyaz rengini geri kazanabilmesi için Hintli kadınların yüzlerine uyguladığı bir çamur maskesinin uygulanacağı açıklandı.

 

Yetkililer, 17. yüzyılda inşa edildiğinden bu yana “Hindistan’ın mücevheri” olarak anılan binanın tarihini boyunca üç kez daha temizlendiğini ve en son temizliğin 2008 yılında yapıldığını belirtti. Tac Mahal’in sararan duvarlarına bolca kireç içeren bu maskenin 2 mm kalınlığında bir tabaka halinde uygulanacağı ve çamur kuruyup dökülünce duvarların eski beyaz rengine kavuşacağı belirtildi.

Hürriyet, 10.06.2014

PARİS'TEKİ KÖPRÜ 'AŞK KİLİTLERİ' YÜZÜNDEN ÇÖKMENİN EŞİĞİNDE

 

Fransa’nın başkenti Paris’in sembollerinden olan Pont des Arts, artık üzerindeki ‘aşk kilitlerini’ taşıyamıyor.

 

Önceki gün köprünün bir kısmının çökmesi nedeniyle turistler tahliye edildi. Polis yetkilileri, köprüye asılan kilitlerle ilgili olarak belediyeyi uzun zamandır uyarıyordu. Bunun yanı sıra Paris’te yaşayan iki Amerikalı, köprünün zarar gördüğü gerekçesiyle şubat ayında aşk kilitlerine karşı bir kampanya başlatmıştı. Dünyanın dört bir yanından gelen turistler, köprüye kilit asarak, sevgilerini ölümsüzleştirmek istiyor. Ancak son hadise nedeniyle köprü, şimdilik ziyarete kapalı.

Zaman, 10.06.2014

OSMANLI MİRASINA SAHİP ÇIKAN AMERİKALI

 

100 yıldır enkaz olarak duran tarihi Edirne Sarayı’nın restorasyon ekibine ABD’li tarihçi Prof.Dr. Heath Lowry ilham veriyor. Lowry: ‘Osmanlı eserlerinin ortaya çıkarılıp hayat bulmasına katkı yapmak ve Türkiye’deki meslaktaşlarıma örnek olmak bana gurur veriyor’.

 


 

Bir asırdan fazla süredir enkaz halinde duran Tarihi Edirne Sarayı’nın restorasyon ekibinde yakın zamanda Türk vatandaşlığına geçen ABD’li tarihçi Prof.Dr. Heath Lowry de yer alıyor. Bir tarihçi olarak Trakya ve Balkanlar’a inşa edilen muhteşem eserlere kayıtsız kalamadığını belirten Lowry, “Artık Türk vatandaşıyım. Osmanlı mirası benim için de önem taşıyor” diyor.

Restorasyon ekibinin başkanı Doç.Dr. Mustafa Özer ise Lowry’nin, fikir ve önerileriyle ufuklarını genişlettiğini söylüyor.

 

Osmanlı döneminin en ihtişamlı yapılarından biri olarak kabul edilen ancak 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda yerle bir olan Edirne Sarayı’ndaki arkeoloji ve restorayon çalışmalarında sona gelindi. Günümüze ulaşan yapılardan saray mutfağı ve kum kasrı hamamının restorasyonu yapılırken, sarayın ana yapısı olarak kabul edilen Cihannüma Kasrı için ise proje hazırlanıyor. “93 Harbi” olarak anılan savaş sırasında cephanelik olarak kullanılan ancak savaşın kaybedilmeye başlanmasıyla cephanenin düşman eline geçmemesi için dönemin valisi Cemil Paşa’nın ermiyle havaya uçurulan Edirne Sarayı, 100 yılı aşkın süredir adeta enkaz halinde bulunuyordu. Toplam 3 milyon metrekarelik alan üzerine yayılan tarihi sarayın eski ihtişamlı günlerine dönmesi için TBMM, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Edirne Valiliği ve Bahçeşehir Üniversitesi ortaklığında 2009 yılında kazı ve restorasyon çalışmaları başlatıldı.

Projenin başında, Bahçeşehir Mimarlık ve Tasarım Fakültesi öğretim görevlisi Doç.Dr. Mustafa Özer var. Edirne Sarayı’nın yeniden hayat bulması için uğraş veren ve ekipte yeralan bir diğer isim ise Amerikan kökenli tarihçi Heath Lowry. Kuzey Yunanistan, batı Trakya, Makedonya ve Trakya’daki erken dönem Osmanlı eserlerini ortaya çıkarmak için araştırmalarını sürdüren Lowry, “Türkiye’de erken dönem Osmanlı eserleri ve kazı çalışmaları konusunda maalesef yeterli çalışmalar yapılmıyor. Bir tarihçi olarak Trakya ve Balkanlar’a inşaa edilen muhteşem eserlere kayıtsız kalamazdım. Edirne Sarayı’na yıllarca sahip çıkılmaması beni derinden üzdü. Mustafa Hoca’nın gayretini görünce ben de projeye katkı vermek için kolları sıvadım ve ekibe dahil oldum. Kendisi bu proje için gecesini gündüzüne katıyor. Artık Türk vatandaşıyım. Osmanlı mirası benim için de önem taşıyor. Erken dönem Osmanlı eserlerinin ortaya çıkarılıp hayat bulmasına katkı yapmak ve Türkiye’deki meslaktaşlarıma örnek olmak bana gurur veriyor” dedi.

‘Balkanlara açılan kapıydı’ Edirne Sarayı kazı ve restorasyon çalışmalarının başında bulunan Doç.Dr.Mustafa Özer ise “Heath hocamız fikir ve önerileriyle ufkumuzu genişletti. Lowry, ön planda olmak istemeyen biri ancak bilinmelidir ki projenin hayat bulmasında emeği olan insanların başında gelmektedir” diye konuştu.

Kazı ve restorasyon çalışmalarında sona yaklaşıldığını dile getiren Özer, enkazdan geriye kalan taşların yıllar içinde Edirne’deki kamu binalarının çalışmalarında kulanıldığını söyledi.

Özer, Edirne Sarayı’nın olduğu arazinin Çanakkale’de şehit düşen askerlerin ailelerine çiftçilik yapmaları için verildiğine de değindi.

Milliyet, Haber: Mert İnan, 10.06.2014

DAYAKTAN BÖYLE OLMUŞ

 

ABD’deki Utah Üniversitesi’nden bilim insanları, tarih öncesi erkeklerin yumruk yumruğa kavgalarda daha az zarar alabilmek için sert ve etli yüz hatlarına sahip olacak şekilde evrim geçirdiklerini ortaya çıkardı.

 

Araştırmacılar, modern insanın atalarından olan Australopitekus erkeklerinin kadınlar ve yiyecek kaynakları için birbirleri ile kavga etmek zorunda kaldığını, bu nedenle şiddetin evrimlerinde önemli bir rol oynadığını söyledi.

Hürriyet, 10.06.2014

İZNİK'İN TÜM DEĞERLERİ BİLİMSEL ÇALIŞTAYDA ELE ALINACAK

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin arkeolojik ve etnografik kalıntılarıyla bütünleşerek adeta bir açık hava müzesi olan İznik’in tüm değerlerini gün yüzüne çıkarmak amacıyla ‘İznik Çalıştayı’ düzenliyor. Büyükşehir Belediyesi’nin İznik Kaymakamlığı ve Uludağ Üniversitesi işbirliğinde düzenlendiği çalıştayda, ilçenin arkeolojik değerlerinden inanç turizmine kadar tüm değerleri bilimsel olarak ele alınacak.






Her dönemden devraldığı mimari mirası ile açık hava müzesi niteliğini hala koruyan, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin arkeolojik ve etnografik kalıntılarıyla bütünleşmiş durumdaki İznik, Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen çalıştayda masaya yatırılıyor.

Büyükşehir Belediyesi’nin, İznik Kaymakamlığı ve Uludağ Üniversitesi işbirliğiyle düzenlendiği çalıştayda arkeolojik öneminin yanı sıra birinci ve yedinci Ekümenik Konsillerle Hristiyan alemi açısından da ayrı bir önem taşıyan İznik’in tüm saklı değerleri gün yüzüne çıkarılacak.





İznik DSİ Tesisleri’nde 13 Haziran Cuma günü saat 09.30’da protokol konuşmaları ile başlayacak çalıştayın Antik dönem başlıklı ilk oturumunda Prof.Dr. Ara Altun “İznik’te Kültür Mirasının Durumu”, Yrd. Doç.Dr. Bedri Yalman “Tiyatro’nun tarihi ve kazıları”, Prof.Dr. Mustafa Şahin de “Arkeolojik Müze Araştırmaları” konulu sunum yapacak. Günün Arkeolojik Eserler başlıklı ikinci oturumunda Recep Okçu “Yazıtlar ve Sikkeler Işığında İznik”, Yar. Doç.Dr. Melda Ermiş “İznik Nekropolü” ve Yar. Doç.Dr. Kamil Doğancı da “Roma Yolu” konulu sunum yapacak.





İznik Gölü başlıklı üçüncü oturumda “İznik Gölü Planlama”, “Canlı Türleri (Fauna)” ve “Endemik Bitki Türleri” konuları ele alınacak. “İnanç Turizminde İznik” başlıklı dördüncü oturumda Safiyyüddin Erhan “Türk İslam açısından: Eşrefoğlu Rumi”, Prof.Dr. Mustafa Kara “Tasavvufi değerler – Davud-i Kayseri” ve Doç.Dr. H. Basri Öcalan da “Tasavvufi Unsurlar” konulu sunum yapacak. “Tarım ve Doğa” başlıklı günün son oturumunda ise Ahmet Yıldız “İznik ve Tarım”, Mehmet Işık da “İznik ve Doğa” konularını değerlendirecek.





Çalıştayın ikinci günü İznik Tarihi konulu oturumla başlayacak. Bu oturumda Yrd. Doç.Dr. Sezai Sevim “İznik Türk-İslam Dönemi Tarihi”, Doç.Dr. Doğan Yavaş “Osmanlı Arşivlerinde İznik gölü”, İbrahim Yılmaz “İznik Surlar ve Kapıları” ve Prof.Dr. Songül Sonal da “Evliya Çelebi Yolu” konularını ele alacak. “İznik Çinisi” konulu günün ikinci oturumunda da Turgut Tuna “İznik Çiniciliği Dünü- Bugünü”, Yrd. Doç.Dr. Belgin Demirsar Arlı, “Çini Fırınları kazısının dünü ve bugünü, dünya örnekleri”, Prof.Dr. Işıl Akbaygil de “İznik Çini Endüstrisi ve sorunları” konularına ışık tutacak. Çalıştay İznik gezi programı ve 15 Haziran Pazar günü yapılacak Sansarak Kanyonu ziyareti ile sona erecek.

Bursa Büyükşehir Belediyesi, 10.06.2014

TURİNG'İN SULTANAHMET'TEKİ ÜÇ TESİSİ KESKİN'E VERİLDİ

 

Cumhuriyet dönemi kuruluşlarının AKP eliyle tasfiye operasyonları TURİNG'te sürüyor.

 

Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen sonra Mustafa Kemal Atatürk'ün talimatıyla kurulan TURİNG kurumunu TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy üzerinden ele geçiren AKP’li yöneticiler, 100’e yakın çalışanı işten çıkardıktan sonra bu kez TURİNG işletmelerini elden çıkarıyor.

 


TURİNG Soğukçeşme Ayasofya Evleri

 


TURİNG Sarnıç Restoran

 


TURİNG'in Yeşil Ev oteli 

 

TURİNG işletmelerinin tasfiyesi için 22 Eylül 2012’de  Olağanüstü Genel Kurul toplayarak tüzüğü değiştirildikten sonra Sultanahmet’teki Yeşil Ev, Sarnıç Restoran ve Ayasofya Konakları Recep Ercan Keskin’e devredildi.


TURİNG’in Sultanahmet’teki üç işletmesi için 4 Haziran günü yapılan İhale ile 15 yıllık süreyle Recep Ercan Keskin’in sahibi olduğu Keskin Şirketler Grubu’na verildi.

 

Kendilerini kayırmayı unutmadılar

Kurumun tesislerini elden çıkaran yöneticiler devir sözleşmesinde kendilerini kayırmalı ihmal etmedi. Devir sözleşmesinde TURİNG yöneticileri ve misafirlerinin konaklayabileceği yılda en az 100 geceden aşağı olmayacak şekilde iki kişilik oda+kahvaltı+akşam yemeği tahsis edileceği taahhüdünde bulunulması koşulu kondu.

 

Başaran Ulusoy üzerinden AKP operasyonu

TURİNG varlıklarının elden çıkarılması için Başaran Ulusoy’un mahkeme kararıyla iptal edilen genel Kurulda başkanlığı seçilmesi ile başlayan süreçte, AKP İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis üyesi ve Beyoğlu Belediyesi Danışmanı,  Hac ve Umre organizasyonları yapan Eman, Ebrar ve Figura adlı seyahat acentelerinin sahibi  Bülent Katkak yönetime getirildi.

 

Malvarlığı için tüzük değiştirildi

Bu dönemde toplanan olağanüstü Genel Kurulda kurum tüzüğü değiştirilerek varlıkların elden çıkarılması kararı alınmıştı.

 

Dünden bugüne TURİNG

Kısa adı TURİNG olan Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, Cumhuriyet’in ilanından bir hafta sonra, Atatürk’ün emriyle, Lozan Konferansı Genel Sekreteri Büyükelçi Reşit Saffet Atabinen’e kurduruldu.

 

Kurum, tanıtma konusunda Cumhuriyet ilk yıllarından beri çok aktif çalıştı. İlk tanıtım broşürleri ve rehberler oradan çıktı.


Cumhuriyet dönemi boyunca bu yöndeki faaliyetlerini sürdüren TURİNG,  özelikle İstanbul’a katkıları ve kent kültürü alanındaki çalışmalarıyla “Efsanevi başkan’ olarak tanımlanan Çelik Gülersoy’un başkanlığı döneminde çok daha büyüyüp gelişti.

 

Başaran Ulusoy'un ilk çengel atması

Gülersoy’un 2003’te yaşamını yitirmesinin ardından Cumhuriyet’in ilk kurumlarından olan TURİNG’i ele geçirmek için TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy eliyle yürütülen bir operasyon başlatıldı.

Operasyon ilk olarak Başaran Ulusoy’un TURİNG başkanlığına seçilmesi için genel kurulda aday olmasıyla işleme kondu.

 

Ama üç dönem başkanlığa aday olan Başaran Ulusoy’u genel kurul seçmedi.

 

Bu arada Ulusoy boş durmadı. O dönem yönetime getirilen rahmetli Ferit Epikmen üzerinden dışarıdan müdahalelere başladı.

 

Yolsuzlukla anılan kurum haline getirilen TURİNG

O güne kadar kent kültürü, tanıtım ve yurtdışından karayolu ile giriş çıkışların olduğu sınır kapılarındaki hizmetleri ile gündemde olan TURİNG o günden sonra mal varlıkları, işletmelerinin alınıp satılması kime kiralandığı bu alanda yapılan ihalelerdeki yolsuzluklarla gündeme geldi.

 

Öyle ki dönemin başkanı Ferit Epikmen yönetiminin faaliyet raporu genel kurulca ibra edilmeyince TURİNG’e kayyum atandı. Kurum 2004’ten beri Kayyum eliyle yönetiliyor.

 

Bu arada genel kurul üzerinden kurumun ele geçirilmesi gerçekleşemeyince operasyonun Cumhurbaşkanlığı makamının da devreye girmesiyle yargı devreye sokuldu.

 

2004'ten beri kayyum elinde

O tarihten sora olaylar şöyle gelişti:

2004’ten beri kayyım eliyle yönetilen TURİNG’e Cumhurbaşkanlığı eliyle Mayıs 2011’de yeni kayyım atandı.


Yeni kayyum 31.05.2011 tarihinde yaptığı ilk Yönetim Kurulu toplantısında Başaran Ulusoy başkanlığa atadı.

 

Oysa kurumun tüzüğü gereği başkanın genel kurulda seçilmesi gerekiyordu.

 

Başaran Ulusoy atandığı görevdeki sıfatını kullanarak Olağanüstü Genel Kurul öncesi Kuruma şahsi referansıyla aralarında sekreterinin de olduğu 28 kurum çalışanı ve diğer kesimlerden 200’ün üzerinde üye yapıldı.


30.07.2011’de yapılan ve basının alınmadığı olağanüstü Genel Kurul’da Başaran Ulusoy başkanlığına seçildi.


Başaran Ulusoy, kendi avukatı Mansur Topçuoğlu'nu TURİNG’in avukatlığına atadı.

 

TURİNG'in iştah kabartan malvarlığı

TURİNG’e yönelik operasyonun bir ayağı Cumhuriyet kurumunu ele geçirmek bir ayağı, o tarihte kasasında 140 milyon TL nakit parası ve aralarında eski Ali Sami Yen Stadı'nın oradaki geniş arazisi, Esentepe’deki geniş arazi içindeki büyük bir genel müdürlük binası  ve karayolu ile giriş yapılan sınır kapılarındaki işletmeleridir. TURİNG’in bir de bu hafta elden çıkarılan Sultanahmet’teki tesislerini yanında Safranbolu’da da konaklama tesisi var.

 

TURİNG bu varlıkları ile de iştah kabartıyor.

Başaran Ulusoy TURİNG başkanı olmak için yıllarca çalıştı, bu amaçla her yola başvurdu.

Ulusoy, olağan koşullarda seçilemeden TURİNG’i ele geçirmek işini ancak yasadışı yollarla üye yaptırarak bunu sağlayabildi. Bunun sonucunda bir dönem TURİNG Başkanlığını da yaptı.

 

Yasadışılık yargıdan döndü

Ancak bu yasadışıldı. Nitekim olayın yargıya taşınması üzerine Başaran Ulusoy’un kendini başkan seçtirdiği genel kurul mahkeme kararıyla iptal edildi.

 

AKP devreye giriyor

Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün arkadaşı, AKP Büyükşehir Meclis üyesi olan Bülent Katkak, piyasaya sürülerek TURİNG’e başkan yapıldı.

 

Böylece bir Cumhuriyet kurumunun daha ele geçirme operasyonu tamamlanmış oldu.

 

Kurumun Başaran Ulusoy üzerinden yürütülen operasyon ile AKP tarafından ele geçirilmesiyle önce çalışanlar işten atıldı. Daha sonra kurumun malvarlığı tasfiye edildi.

 

Sultanahmet’teki üç tesisin 15 yıllığına kiraya verilmesi de bu operasyonun bir parçası olarak gerçekleştirildi.

 

Cumhuriyet kurumlarının tasfiyesi ve varlıklarının yandaşlara peşkeş çekilmesinin TURİNG’teki uygulamasına giden süreçte yaşananlar basına da geniş bçzimde yansıdı.

 

Konuyla ilgili olarak Yalçın Bayer, Hürriyet Gazetesi’ndeki  ‘Yeter Söz Milletin’ köşesinde, Necati Doğru da Sözcü Gazetesi’ndeki köşesinde yazdı.

 

TURİNG’te yürütülen operasyon kapsamında yönetim dışına itilen yöneticiler ile işten atılan çalışanların açtıkları davaların bir bölümü hala devam ediyor.

Turizm Gazetesi, 09.06.2014

EĞİTİM YERİ 2 BİN YILLIK HAMAMLAR

 

Denizli’de Laodikya antik kentindeki tarihi eserler arasında yer alan 2 bin yıllık hamamların, sadece bir yıkanma yeri değil aynı zamanda eğitim ve toplantı yeri olarak kullanıldığı belirtildi.

 

Pamukkale Üniversitesi (Paü) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Laodikya’nın ticaret, sanat, kültür ve spor yönüyle Efes antik kenti seviyesinde olduğunu söyledi.

 

Laodikya’daki hamamlardan günümüze çok azının korunarak geldiğini belirten Şimşek, güneydeki hamamın, 12 bin metrekarelik alanıyla Anadolu’nun en büyük hamamı olduğunu söyledi.

 

Ticari toplantı ve eğitim yeri

Antik dönemde hamamlarda sadece yıkanılmadığını dile getiren Şimşek, “Hamamlar öğleden sonra yakılmak için hazırlanıyor ve öğlene kadar da okul olarak kullanılıyor. Yani gençlerin yeri aynı zamanda. Çünkü öğleye kadar bir gün önceden yakılan alt bölümdeki küllerin boşaltılması ve yerine yeni odunların döşenmesi süresi var. Bu esnada da gençler eğitim görüyor. Öğleden sonra hamamlar sipariş üzerine yakılıyor. Ayrıca o dönemde hamamda 20-30 kişilik özel toplantılar yapılıyormuş. Bu yönüyle hamamlar ticari toplantıların özellikle de insanların buluşma ve bir eğitim yeri olmasıyla çok önemlidir” dedi.

 

Şimşek, hamamların antik dönemin en önemli kamusal alanlarından biri olduğunu belirterek, Laodikya’daki 4 büyük hamam yapısının çok azının zarar gördüğünü söyledi.

 

Laodikya’nın antik sanat, kültür ve ticaret merkezi olduğunu ve PAÜ olarak Kültür Turizm Bakanlığı adına, burada11 yıldır restorasyon ve kazı çalışması yürüttüklerini hatırlatan Şimşek sözlerini şöyle tamamladı:

“Batı Anadolu’daki 2 büyük mega kentten birisi Laodikya’dır. Kentin tamamı ticarete ve yaşama bağlı bir Kent olarak yer almıştır. Laodikya’nın nüfusunun 2 bin yıl önce 150 bin olduğunu tahmin ediyorum. Ama ideal antik Kent nüfusu 40-50 bin arasında değişiyor. Bu da Laodikya’nın ne kadar büyük bir Kent olduğunu ispat etmeye yetiyor. Kentin içinde yer alan Laodikya Kilisesi, Kutsal Agora, Güney Portik ve Doğu Havuzu, İmparator Septimius Severus Anıtsal Çeşmesi’nde süren kazı çalışmaların özellikle dikdörtgen olarak konumlanmış ve 35 bin metre karelik alana sahip Kuzey Kutsal Agora var. Ayrıca dört yanı sütunlu galerilerle çevrilmiş agorada Zeus Tapınağı ile Dokuma Tanrıçası Atena’nın Tapınağı’nın yer alıyor.”

haberler.com, 09.06.2014

PERRE ANTİK KENTİNDE BAKANLIK YETKİLİLERİ ÇALIŞMA YAPTI

 

 

Kommagene Uygarlığının ayakta kalan tek yerleşim birimi olan Perre antik kentinn üzerine kurulan Örenli Mahallesindeki kamulaştırma çalışmalarıyla ilgili Bakanlık yetkilileri çalışma yaptı.


Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü’nden uzman ekip adıyaman’a gelerek Perre Antik Kent üzerindeki Örenli mahallesindeki taşınmazlarla ilgili çalışma yaptı.


Adıyaman Müze Müdürü arkeolog Fehmi Eraslan başkanlığındaki Ön Değer Tespit Komisyonu değer tespitini tamamlamasının ardından Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü’nden 2 kişi 3 gün boyunca çalışma yaptı.


Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın talimatı ile üç gün boyunca çalışma yaparak rapor hazırlayan uzmanlar, bu raporlarını ilgili makamlara sundu. Bakanlığın bu rapor doğrultusunda birinci öncelikli yerleri kamulaştırması bekleniyor.


Perre antik kenti üzerindeki Örenli Mahallesi'nin 750 dönümlük alanı üzerindeki 197 taşınmazın öncelik sırasına göre kamulaştırılması bekleniyor. Yaklaşık 50 milyon TL’yi bulan kamulaştırma kapsamında yıkılan ve yıkılmak üzere olan birinci ve acil öncelikli olan 31 adet kargir yapılar için yaklaşık 10 milyon TL, ikinci öncelikli 67 adet betonarme yapılar için 15 milyon, üçüncü öncelikli 99 adet tarla, bağ ve bahçeler için 25 milyon TL kamulaştırma bedelinin çıkacağı belirtiliyor.

Milliyet, 09.06.2014

BANSKY'NİN İLK ESERLERİ AÇIK ARTTIRMA SUNULDU

 

 

Dünyaca ünlü sokak sanatçısı Banksy‘nin ilk eserleri eski menajeri tarafından "Banksy: The Unauthorised Retrospective" adlı sergiyle açık artırmaya sunuldu.

Londra’da 11-25 Haziran tarihleri arasında ünlü Sotheby’da düzenlenen ‘İzinsiz Retrospektif‘ sergi, sanatçının 10 yıl beraber çalıştığı menajeri Steve Lazarides tarafından düzenleniyor.

Sergideki eserlerin birçoğunun şu ana kadar kimse tarafından görülmediğini vurgulayan Lazarides’in açık artırmadan yaklaşık 1 milyon sterlin (yaklaşık 3 milyon 500 bin lira) kazanacağı öğrenildi.

Her fırsatta sokak sanatının "para" için yapılmaması gerektiğini vurgulayan ve eserleri üzerinden izinsiz kazanç sağlayanları sert bir dille eleştiren Banksy’nin bu sergiyi de onaylamayacağını söyleyen Lazarides,“Kesinlikle nefret ederdi. Hiçbir zaman bu şekildeki sergileri desteklemedi. Benim galerimde bir sergi fikrine de hiçbir zaman ikna olmamıştı” dedi.

Bristol’da yaptığı ‘Mobil Aşıklar‘ eserini duvardan sökerek kulüplerine koyan ve bu sayede bağış toplayan Broad Plains Boys Club’a geçen ay bir mektup gönderen Banksy , ilk defa bir eseri üzerinden para kazanılmasına razı olmuştu.

Sokak sanatçısı mektupta gençlik kulübünün ihtiyacı olan parayı, ‘hayır işi’ olması nedeniyle bu eserle sağlamasını onayladığını yazmıştı.

Habertürk, 09.06.2014

KIRŞEHİR'DE YENİ MÜZE YAPILACAK

 

 

Çukurçayır Mahallesi’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 15 bin metrekarelik alana yapılacak olan müze, 5 bin metrekare kapalı alanı ve 10 metrekarelik peyzaj alanını kapsayacak. Kırşehir’in tarihi olan eski Tunç Çağı’ndan Hitit’e, Roma’ya, Bizans’a ve Selçuk dönemlerine ilişkin, bu günlere kadar gelebilen ören yerleri, kilise, han ve hamam, camii ve medrese, türbe ile yazıtlardan bugünümüze kalabilenleri gelecek kuşaklara taşımak, bunları iyi bir koruma ve sunum içinde kalıcı kılmak amacıyla yeni bir müze yaptırılıyor.

 

Bizans’ın Justinialnusu, Roma’nın Makisosu, Kipet’in haritasının Akuvesarevenası yani su şehri, Selçuklu'nun 'Gül şehri' olarak bilinen Kırşehir’de tarihi değerleri koruyacak ve sergileyecek bir müzeye yıllardır ihtiyaç duyulurken, tarihten bugüne kadar gelebilen bazı eserlerın farklı yerlerde kısıtlı imkanlar ile korunabildiği belirtildi. Kentlerde müzelerin olması o kentte yaşayan insanlar için çok önemli olurken, geçmişi öğrenmek, bugünümüzü anlamamıza yardımcı olan ve yıllardır Kırşehir’in ihtiyaç duyduğu gerçek manada bir müze yapımı için çalışmalara başlandı.

 

Kırşehir Merkez’de Çukurçayır Mahallesi’nde 4 bin 597 ada 2 parsel numaralı taşınmazın güneyinde yer alan 45 bin metrekarelik dönümlük alan içinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsisi yapılan 15 bin metrekarelik alana 5 bin metrekare kapalı alanı ve 10 bin metrekarelik peyzaj alanını kapsayacak bir müze yapılacak.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca yapılması planlanan müzeye ait 'Kırşehir Müzesi, Mimari, Teşhir Tanzim, Çevre Düzenlemesi Peyzaj Mimarlığı, Altyapı, İnşaat Mühendisliği, Makine Mühendisliği, Elektrik Mühendisliği Projelerinin Hazırlattırılması İşi' proje ihalesi 13 Mayıs 2014 tarihinde ihale edilirken, bu yıl içinde projesi tamamlanacak müzenin yapım ihalesi de Eylül-Ekim ayı içerisinde yapılarak temel atma safhasına getirilecek. Müzenin 2015 yılı sonuna kadar hizmete açılması planlanırken, Kırşehir Belediyesi tarafından da müze için tahsis edilen alandan geriye kalan 30 bin metrekarelik alanın 15 bin metrekarelik kısmı Japon Bahçesi; diğer 15 bin metrekarelik kısmı ise Selçuklu Bahçesi olarak düzenlenecek. Yapımının hızla gerçekleştirileceği müze ile Kırşehir kent tarihinin daha iyi korunarak, sergilenmesi amaçlanıyor.

Gerçek Gündem, 09.06.2014

İZMİR'DE TARİHİ MİRAS YARIŞMAYLA KORUNUYOR

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin tarihi yapıların korunmasını teşvik amacıyla 12. kez düzenlediği “Tarihe Saygı Yerel Koruma Ödülleri”ne başvurular başladı. Büyükşehir sınırlarının genişlemesi nedeniyle yarışma, ilk kez bu yıl 3 ayrı bölge üzerinden gerçekleştirilecek.


İzmir’de, geçmiş uygarlıklara ait mirasa hak ettiği saygının gösterilmesi ve tarihi yapıların korunmasını teşvik amacıyla düzenlediği yarışmaya başvurular 1 Ağustos’a kadar sürecek.
Ödül Programına bu yıl tarihi konutunda yaşamayı sürdüren tarihe duyarlı kişileri ve yapıları kapsayan "Tarihi Yapıda Yaşam Ödülü", basit onarım, esaslı onarım ve emek dallarını kapsayan "Tek Yapı Ölçeğinde Koruma Uygulamaları Ödülleri", "Kentsel Sit Alanlarında ve Koruma Alanlarında Yeni Uygulama Ödülü", "Tarihi Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma Dalında Katkı Ödülü" ve öğrencilerin okulları öncülüğünde kültürel miras odaklı çalışmalarını değerlendiren "Tarihi ve Kültürel Miras Konulu Okul Projeleri Teşvik Ödülü" kategorilerinde düzenleniyor.


Yeni yasa ile Büyükşehir sınırlarının genişlemesinden dolayı başvuruları daha ayrıntılı değerlendirmek için 3 bölge oluşturuldu. Buna göre Konak, Karabağlar, Buca, Gaziemir, Bayraklı, Karşıyaka, Çiğli, Bornova, Balçova, Narlıdere, Güzelbahçe, Urla, Çeşme ve Karaburun İlçesi'nde yaşayanlar "Merkez"de; Menemen, Foça, Aliağa, Dikili, Kınık ve Bergama'dan katılacaklar "I.Bölge"de; Kemalpaşa, Bayındır, Ödemiş, Kiraz, Beydağ, Tire, Selçuk, Torbalı ve Menderes'ten katılacaklar ise "II.Bölge"de değerlendirilecek. Sonuçlar 3 Eylül ’de açıklanacak.

Radikal, 09.06.2014

ADALILAR DİRENİŞTE

 

Adalar Müzesi’nin ortakları olan Adalar Vakfı ile Adalar Belediyesi arasında, Büyükada Çınar mevkiindeki Gülersoy Kültür Merkezi’nde bulunan Adalar Müzesi Sergi Alanı’yla ilgili tartışma devam ediyor. Adalılar, Gülersoy Kültür Merkezi önünde çadırlarıyla alanda nöbet tutmaya başladı.

 

Adalar Müzesi’nin ortakları olan Adalar Vakfı ile Adalar Belediyesi arasında, Büyükada Çınar mevkiindeki Gülersoy Kültür Merkezi’nde bulunan Adalar Müzesi Sergi Alanı’yla ilgili tartışma devam ediyor. Tartışma, alanın 15 gün içerisinde tahliye edilmek istendiğini bildiren tebligatın Adalar Vakfı’na 16 Mayıs’ta ulaşmasıyla başlamıştı.

 

Adalar Belediyesi ve Adalar Vakfı kaynaklarıyla altyapısı oluşturulan Adalar Müzesi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından destekleniyor.  Müzenin işletme giderleri vakıf tarafından karşılanırken, sergi alanında 2010’dan bugüne kadar 5 tane geçici (yıllık) sergi açıldı.

 

Adalar Müzesi, geçtiğimiz günlerde yaptığı çağrıyla, 1 Haziran günü 17.00’de Çelik Gülersoy Kültür Merkezi’nde Adalar Belediyesi’nin tahliye isteğini değerlendirmek üzere destekçileriyle bir durum değerlendirmesi yaptı. Dört adadan çok sayıda katılımcının ve Adalar Belediyesi’ni temsilen Belediye Başkan Yardımcısı Mahmut Yerlikaya’nın katıldığı toplantı, hararetli tartışmalara sahne oldu.

 

Vakıf  ile belediye karşı karşıya

İlk olarak, Adalar Vakfı Başkanı ve Adalar Müzesi Yönetim Kurulu Üyesi Halim Bulutoğlu, sergi alanının akıbetinin ne olacağı konusunda görüşmelerin devam ettiğini ve belediyeyle bir uzlaşma sağlanamazsa mekanı boşaltmak zorunda kalacaklarını belirterek söze başladı. Geçen dönem Adalar Belediyesi’ni yöneten CHP yönetimiyle Adalar Vakfı arasında, bu alan için üç yıllık bir sözleşme yapıldığını belirten Bulutoğlu, dört yılı geride bıraktıktan sonra Adalar Belediyesi’nin birden bire alanı kendilerinden almak istediğini söyledi. Alanı, tüm maliyetlerini göze alarak, yaz kış açık olacak şekilde sergi alanı haline getirdiklerini ve bir de yaşam alanı kurduklarını ifade etti.

 

Halim Bulutoğlu’nun konuşmasından sonra Adalar Belediyesi’nin konu hakkındaki görüşlerini aktarmak üzere Belediye Başkan Yardımcısı Mahmut Yerlikaya söz aldı. Yerlikaya, elindeki belgelerden hareketle, söz konusu anlaşmanın süresi dolduğu için, Adalar Vakfı’nın alanı kullanmasının artık hukuk dışı olduğunu ve bu alanın geri alınmasıyla, bir hukuksuzluğun giderileceğini belirtti. Yerlikaya, sergi alanının, yalnızca Adalar Vakfı’nın kullanımından çıkarılmasıyla, Adalar Vakfı dahil, isteyen herkesin kullanımına açılacağını, Belediye’nin sadece kullandırtma hakkına sahip olacağını söyledi. Yerlikaya’nın bu sözleri üzerine salondan, “Bugüne kadar burada etkinlik yapmak isteyen kimi engelledik ki?” şeklinde sesler yükselirken, bir katılımcı da “Dört adada sahiden çalışan tek kurum burası!” diyerek tahliye kararına karşı çıktı. Yerlikaya’nın konuşması, sık sık katılımcıların sözleri ve alkışlamalarıyla kesildi.

 

Nöbetler başladı

Toplantı sonunda, belediyenin tahliye istemine sonraki günlerde de karşı çıkacaklarını söyleyen ‘Adalılar’, 1 Haziran akşamı itibarıyla çadırlarıyla alanda nöbet tutmaya başladı. Gece sabaha kadar 3 kişinin devam ettirdiği nöbet, yoğun yağmur nedeniyle duraklasa da, olay artık bir sivil direniş halini almış durumda.

Agos, Haber: Özgün Çağlar, 09.06.2014

BODRUM KALESİ'NDE SKANDAL TADİLATA TEPKİLER BÜYÜYOR

 

Tarihi topları plastik boya, Bodrum Kalesi duvarlarını kireç ile boyatarak büyük bir skandala imza atan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Emel Özkan'ın görevden alınması için change.org.da kampanya başlatıldı.

 

Bodrum Kalesi duvarlarının kireç, tarihi topların ise plastik boya ile boyanmış halini görenler büyük bir şok yaşıyorlar.


Peki 600 yıllık Bodrum Kalesi'nin duvarları ve tarihi topları neden böyle apar topar boyandı?

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Emel Özkan Cumhurbaşkanı Gül evsahipliğinde gerçekleştirilen 4.Türk Konseyi Zirvesi kapsamında Bodrum Kalesi'nde tadilat ve bakım yapıldığını basına açıklamıştı. Ancak yüzlerce yıllık tarihi mekanda tadilatın plastik boya ile yapılması tarihi ve kültürel değerlerin korunması, kollanması anlayışına tamamen aykırı idi. Plastik boya ile boyanmış tarihi toplar ziyaretçilere nasıl izah edilir..?

 




Gerek basında gerek sosyal medyada geniş yankı bulan bu tadilat skandalına imzasını atan Bodrum Müzesi Müdürü Emel Özkan'ın görevinden alınması için change.org'da; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile T.C Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik muhataplı bir imza kampanyası başlatıldı.





İstanbul'dan Erol Ünal; '' Bodrum Kalesinde Antik topları Yağlıboya ile boyatıp mahveden Bodrum Müzesi Müdürü Emel Özkan'ı istemiyoruz. '' başlıklı imza kampanyasında şu ifadelere yerdi.:

600 yıllık Bodrum Kale'sinde yapılan tadilat görenleri hayrete düşürdü. Çünkü Kale'nin tarihi topları yağlıboya ile boyanmıştı. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Emel Özkan topları 4 Haziran 2014'da Bodrum'a gelecek Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'e temiz görünsün diye boyatmış olduğu anlaşıldı.





Muğla (AA)'nın haberine göre bu çalışmalar hakkında gazetecilere bilgi veren, müzede bahçe ve peyzaj düzenlemelerinin devam ettiğini belirten Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Emel Özkan; '' Müzemizde boyama işlemleri devam ediyor. Ziyaretçilerimiz gelmeye başlayacak, onun için müzemizi toparlamaya başladık. Eksik olan onarılması gereken her yeri onarıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız Bodrum Kalesi'ni ziyaret edecek. '' demiş.

UZMANLAR UYARMIŞ

Bodrum Müzesi Müdürü Emel Özkan uzmanlar tarafından uyarıldığı da ortaya çıktı. Konuyu bilen bir uzman 26 Mayıs 2014'da yazdığı bir raporda tarihi toplarının bilgisi dışında boyandığını belirterek bunun yapılmaması gerektiğini Müze Müdürü Emel Özkan'a resmi bir yazı olarak iletmiş. Ancak Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Emel Özkan uygulamayı sürdürmüş.

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü mezunu arkeolog Emel Özkan; Bursa Türk ve İslam Eserleri müzesinde yaklaşık 20 yıl sorumlu olarak çalıştıktan sonra Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesine müdür olarak tayin edilmişti.

Turizm Haberleri, 08.06.2014

 

******


TARİHİ TOPLARIN NEDEN BOYANDIĞINI AÇIKLADI

 

Dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Bodrum Kalesi'ndeki Sualtı Arkeoloji Müzesi girişindeki surlar ile 600 yıllık Osmanlı toplarının, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 4'üncü Türk Konseyi Zirvesi için ilçeye gelmesinden önce müze müdürünün talimatıyla boyandığı iddia edildi.

 

 

DHA'nın haberine göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın soruşturma başlattığı olayda, müze müdürü Emel Özkan'ın ifadesine başvurulduğu bildirildi. İddiaların gerçeği yansıtmadığını söyleyen Özkan, "Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde 600 yıllık top bulunmamaktadır. Müzedeki toplar 19'uncu yüzyıla ait olup, geçmiş yıllarda olduğu gibi korozyonun önlenmesi için boyanmıştır. Yapıdaki orijinal taş duvar ve sıvalara ise kesinlikle müdahale edilmemiştir" diyerek kendini savundu.

 

Bodrum'da geçen 4-5 Haziran'da düzenlenen 4'üncü Türk Konseyi Zirvesi'ne katılacak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ilçeye gelişi öncesinde Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde tarihi yapıların tahrip edildiği ileri sürüldü. Zirve kapsamında müzenin bulunduğu Bodrum Kalesi Kuzey Hendeği'nde düzenlenen Cumhurbaşkanı Gül'ün de konuk devlet başkanlarıyla katılması beklenen ancak yağmur nedeniyle katılamadıkları 'Türk Düğümü' adı altındaki konser nedeniyle müzede bazı düzenlemeler yapıldı. Bu kapsamda Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi müdürü Emel Özkan'ın talimatıyla, 3 hafta önce tarihi kalenin girişindeki surların plastik boya, 600 Osmanlı toplarının ise yağlı boya ile boyandığının ortaya çıkması tarihçilerin ve Bodrumluların tepkisine neden oldu. Bir internet sitesinde tarihi dokuya zarar verdiği ileri sürülen müze müdürü Özkan'ın görevden alınması için imza kampanyası başlatıldı. İki günde kampanyaya bin kişi destek verdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı da konuyla ilgili soruşturma başlattı.

 

Isparta Müze Müdürü Mustafa Akaslan ile tarihçi Nihal Demir, 4 gün inceleme yaptıkları müzenin müdürü Özkan ile burada görevli üç arkeoloğun ifadelerine başvurdu. İki müfettişin, raporlarını hazırlamak için müzeden ayrıldıları öğrenildi.

 

'Tarihe makyaj çekildi'

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nin geçmişte 39 yıl müdürlük yapan Türkiye'nin ilk arkeologlarından Oğuz Alpözen, yapılanın nereden bakılırsa bakılsın çirkin ve anlamsız bir davranış olduğunu belirtti. Oğuz Alpözen, "Bodrum Kalesi'ni Cumhurbaşkanlığı döneminde Kenan Evren 5, Süleyman Demirel de 1 defa ziyaret etti. Bu ziyaretlerin hiçbirinde kale ve etrafı halka kapatılmadı, yasaklanmadı. Cumhurbaşkanı gelecek diye kaleye 2 gün boyunca ziyaretçi alınmadı, kale kenarına vatandaş yanaşamadı. Yetmedi Cumhurbaşkanı Gül ziyaret edecek diye tarihi aykırı olarak toplar ve sur duvarları plastik ve yağlı boya ile boyanıp, tarihe makyaj çekildi" dedi.

 

Kaledeki sanat tarihçisi uyarmış

Müzede bakanlık tarafından görevlendirilen müfettişlerin yaptığı soruşturmada, müze müdürü Özkan'ın daha bir kaç kez sözlü olarak görüştüğü, ardından da 26 Mayıs 2014 tarihinde resmi yazı gönderip, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün kaleye yapacağı ziyaret öncesinde bakım ve temizlik çalışmaları sırasında söz konusu topların bozulmalarını önlemek amacıyla dökülen paslar temizlenerek boyanması gerektiğini belirttiği sanat tarihçisi Yasemin Özdemir tarafından uyarıldığı belirlendi. Özdemir, sözlü uyarılarına rağmen tarihi kaledeki sur ve topların boyandığını öğrenip, bir gün sonra yazıya verdiği cevapta, "Bilimsel verilere göre bu tür eserleri yağlı boya veya kimyasal maddelerle uygulama yapmak zararlıdır ve dolayısı ile yanlış bir uygulamadır. Eserlere yapılacak müdahalelerin müzede görevli uzmanların görüşü alınmadan yapılması doğru değildir. Söz konusu eserlere yapılan müdahaleler hem tarihi topların zimmet sahibi olan benim hem de restoratör uzmanın bilgisi haricinde yapılmıştır" denildi.

 

İddialara yanıt verdi

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü mezunu olan ve 20 yıl Bursa Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde sorumlu olarak görev yaptıktan sonra bu yıl Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ne müdür olarak atanan Özkan, hakkındaki iddialara yazılı olarak cevap verdi. Özkan, "Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Bodrum Kalesi'ndeki bakım işleri neden ve nasıl yapıldı?" başlıklı yazısında, şu ifadelere yer verdi:

 

"Bakanlığımızca kalenin bütününün rölöve ve restorasyon projesi geçen yıl gündeme gelmiş ve ihalesi onaylanmıştır. Rölöve çalışması tamamlanmak üzeredir. Devamında restorasyon projesi hazırlanarak, kapsamlı onarıma girecektir. Ancak kale aynı zamanda yılda en az 200 bin kişinin ziyaret ettiği bir müze olmasından dolayı, her yıl belli bakım ve onarımlar, aydınlatma sorunları, sergilemedeki eksiklikler ve bakımları, temizlikleri, çevre peyzajının yapılması gerekmektedir. Geçtiğimiz günlerde Bodrum'da yapılan Cumhurbaşkanları zirvesinin hemen öncesine denk gelen bu çalışmalar, zirvenin Bodrum'da yapılacağının kesinleşmesiyle hızlandırılmıştır. Bazı basın organlarında yanlış bilgilendirme yapılarak kamuoyu yanıltılmış, müze idaresi haksız yere suçlanmış, internet ortamında maksatlı karalama kampanyası başlatılmıştır. 600 yıllık topların yağlı boya ile, kale duvarlarının ise plastik boya ile boyandığı iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Söz konusu toplar 19 yüzyıl topları olup, açıkta sergilenen eserlerdir. Açık hava koşullarında oluşan korozyonu önlemek için, boyaları bozulmuş olan yedi top daha önceki yıllarda da olduğu gibi, yağlı boya ile boyanmıştır. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde 600 yıllık top bulunmamaktadır. Yapıdaki orijinal taş duvar ve sıvalara kesinlikle müdahale edilmemiştir."

 

15 yıldır boyanıyor iddiası

Tepki zamanının da çok manidar olduğunu belirten Özkan, şöyle devam etti: "Müzeye giriş merdivenlerinde küpeşte ve korkuluk bulunmaktadır. Yoğun ziyaretçi sirkülasyonundan dolayı mevcut sıvalar yıprandıkça, geçmiş yıllarda sıva tamirleri yapılarak üzeri boyanmıştır. Özgün olmayan bu yüzeyler tuzlanma ve rutubet etkisiyle bozularak kabarmalara ve bakteriyel oluşumlara neden olmaktadır. Halk sağlığı açısından hijyen olmayan bir ortamda insanların bulunması, müzenin ziyarete kapatılmasına neden olabilecek bir unsurdur. Bundan dolayı, kalenin belli yerlerinde son 15 yıldır rutin hale gelmiş olan bu boyama işlemi çok sınırlı bir alanda, asgari tutularak yapılmıştır. Ayrıca, bu boya ve sıvaların, yakın zamanda yapılacak esaslı restorasyonunda, sökülerek orijinal haline getirilmesi ve fiziki koşulların iyileştirilmesi göz önünde bulundurularak yapılmıştır. Her sene rutin olarak yapılan bu işlemlerin sanki ilk kez yapılıyormuşçasına, Cumhurbaşkanları zirvesinin hemen öncesinde basın kuruluşları ve kamuoyu yanıltılarak sunulması oldukça manidardır. Yanlış bilgilendirme yaparak kamuoyunu yanıltanlar, internet ortamında haksız yere karalama kampanyası başlatanların belirlenmesi için adli ve idari soruşturma başlatılmıştır."

Yapı, 09.06.2014

AÇIK HAVA HEYKEL ATÖLYESİ YESEMEK ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR

 

İslahiye İlçesi'nde bulunan ve dünyanın tek açık hava heykel atölyesi olarak bilinen “Yesemek Açık Hava Müzesi ve Heykel Atölyesi”, ziyaretçilerini bekliyor.

 

Yesemek Köyü Karatepe mevkisinde yaklaşık 100 dönümlük alanda taslaklar halinde 300′den fazla bazalttan yapılmış heykel ve kabartma bulunuyor. 1890′da Alman Doğu Araştırmaları Kurumu adına Felix Von Luschan tarafından keşfedilen bölgede, 1957-1961 arasında Prof.Dr. Bahadır Alkim, 1989-1991 arasında ise İlhan Temizsoy kazı yaptı. Kazılarda 300′ün üzerinde sfensk, aslan, çeşitli kabartma ve mimari parçalar bulundu.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Ergün Özuslu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Yesemek Açık Hava Müzesi ve Heykel Atölyesi’nin dünyada benzerinin olmadığını söyledi.

 

Bölgedeki Tilmen ve Zincirli höyüğü ile Yesemek’in önemli arkeolojik alanlar olduğunu ifade eden Özuslu, Yesemek’in UNESCO Dünya Kültür Mirası aday listesine girdiğini hatırlattı.

 

Yesemek’in asıl listeye alınması için çalışma başlattıklarını kaydeden Özuslu, hazırladıkları evrakları bakanlığa sunacaklarını belirtti.

 

Yesemek’te halen kazı yapılmamış büyük bir alan olduğunu dile getiren Özuslu, “Bugüne kadar yapılan kazılarda ortaya çıkarılan heykellerin ve sfenkslerin belli bir düzende dizayn edilmesi gerekiyor. Çünkü dağınık bir yapı var. Kazılarla ortaya çıkarılacak yeni heykellerle yeni bir sergi ve çevre düzenlemesi yaparak Yesemek’i turizmin hizmetine sunmak istiyoruz” diye konuştu.

 

Özuslu, kentin, zengin tarihi ve doğal güzellikleriyle en az 3 günde gezilecek bir yer olduğunu ifade etti.

 

Zeugma ve Rumkale gibi Yesemek’e de turlar düzenlenebileceğini aktaran Özuslu, şöyle devam etti:

“Yesemek, dünya harikası olacak bir yer çünkü dünyada eşi benzeri yok. Ama halen Yesemek’i bilmeyenler var. Tanıtım konusunda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Hediyelik tanıtım heykelcikleri yaptırıyoruz. Bunları dağıtacağız. Ayrıca sivil toplum kuruluşları ve ilgili kurumların katılımıyla bir tanıtım grubu kurmaya çalışıyoruz.”

haberler.com, 08.06.2014

URARTU YOLU ŞİMDİLİK KURTULDU

 

 

Erzincan ile Kemaliye arasındaki Karasu Vadisi’nde dokuz baraj projesi var. Bunlardan biri de AK-EL Kemah Elektrik Üretim A.Ş. tarafından yapılması istenen Kemah Barajı ve HES I- HES II projeleri. Barajın etkileme alanında kalan Maksut Uşağı Köyü’nün kuzeybatısındaki oldukça dik tepe üzerinde, meşe ağaçları arasında antik bir yol kalıntısı bulunuyor.

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nde Kemahlı arkeolog Hasan Binay uzun süredir bölgedeki tarihi eserler üzerine çalışıyor. Binay hazırladığı bir raporu Kültür Bakanlığı, Bölge Kültür Varlıklarını Koruma ve Anıtlar Yüksek Kurulu’a da iletti. O dosyadaki ifadelerden biri aynen şöyleydi: “Bölgenin bilinmeyen prehistorik geçmişi bu vadilerde gizli olabileceği gibi tarihte ilk devletlerden biri olan Urartu’nun kadim geçmişi hakkında sınırlı bilgi sahibi olduğumuz bu bölgede baraj suları altında kalacak alanda arkeolojik kalıntıların ortaya çıkarılması bölge tarihinin aydınlanmasına katkı sağlayacaktır.”


Baraj yapılırsa bu tarihi Urartu yol kalıntısı sular altında kalacak. Ayrıca barajın etki alanında kalacak bölgede bir Selçuklu hamamı da bulunuyor.

Göbeklitepe gibi olabilir
Dersim Kültürel ve Doğal Miras Koruma Girişimi ile Kemah Çevre Platformu, baraj ve HES projesine karşı dava açtı. ÇED olumlu kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali istemli açılan davaya 5 avukat müdahil oldu. Sivas İdare Mahkemesi HES ve baraj projesinin yürütmesinin durdurulmasına karar verdi. Mahkeme, projenin yapılması durumunda geri dönüşü mümkün olmayan zararlar vereceği belirtildi. Avukatlardan Barış Yıldırım, Kemah yöresinin pek çok antik uygarlığa beşiklik etmiş ve bu sebeple de Urartu kaya yolu gibi pek çok kültürel varlığa sahip bir alan olduğunu anlatarak şunları söyledi: “Kemah Barajı’nın da üzerinde yapımının planlandığı Fırat Karasu üzerinde önceden inşa edilmiş, inşa edilmekte olan ve planlama aşamasında bulunan başka baraj ve HES projeleri de var. Kümülatif etki değerlendirme yapmadan anılan barajlara izin verilmesi Fırat Havzası ekosistemini yıkıma uğratacak. Burası dünyadaki ilk karayolu olarak biliniyor. Van, Bingöl, Elazığ, Erzincan’ı Anadolu ’ya açan yol... Burada çalışma yapılırsa Göbeklitepe gibi sonuçlar çıkabilir.”

Antik yol hala sapasağlam


NTV Tarih dergisinde Mehmet Ali Polat, Hasan Binay imzalı Haziran 2013’te yayımlanan makaleden bir bölüm: “Urartu yol kalıntısı büyük olasılıkla Kemah Kalesi ile Altıntepe’yi birbirine bağlıyordu. Yol takip edildiğinde Acemoğlu Boğazı’na yakın bir mevkide, yola yaklaşık 25 metre mesafede, nehri gören bir noktada düzgünce işlenmiş ve yan yana dikdörtgen formlu kaya oyukları yer almakta. Farklı boyutlara sahip oyukların sayısı görülebildiği kadarıyla 12. Benzer özellikler gösteren kayaya oyulmuş sunu alanları Urartularda yaygın olarak karşımıza çıkmakta. Urartu Krallığı’nın yol sistemine çok önem verdiği ve yerleşim yerleri ile kaleler arasında yollar inşa ettiği özellikle 1980’li yıllarda Veli Sevin tarafından Elazığ-Bingöl bölgesinde gerçekleştirilen araştırmalarda saptanmıştı. Anadolu’nun günümüze sapasağlam ulaşmış bir antik yolu alelacele yapılacak bir baraj tarafından yok edilme tehdidi altında. Üstelik, hiçbir arkeolojik inceleme ve belgeleme yapılmadan.”

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 08.06.2014

AYASOFYA'YA ÖNCE BİZ SAYGI DUYMALIYIZ

 

Dünya, Atatürk Türkiye’sinin aldığı Ayasofya’yı müze yapma kararını saygıyla karşılıyor mu acaba? Sanmıyorum çünkü ona önce biz saygı duymalıyız.

 

Ayasofya klasik Roma mimarisinin son büyük eseridir. 532 ve 537 yılları arasında İmparator Justinian’ın emriyle yapıldı. Miletoslu İsidoros ve matematikçi Trallesli (Aydın) Anthemius’un eseridir. Bilhassa Anthemius, İskenderiye Kitaplığı’ndaki son bazı eserleri özetlemiş, özellikle İskenderiyeli Heron’un statik üzerindeki görüşlerini zikretmiştir ve bugün kaybolan bu eserlerin hem zamanımıza kadar yaşaması hem de Ayasofya’nın strüktürünün bunlardan etkilendiği açıkça ortaya konmuştur.


Bir müddet sonra Ayasofya’nın kubbesi çöktüyse de kendisinden sonra bu, bizce aşılamamıştır. 900 yıl sonra mimar Bruneleschi’nin Floransa Katedrali’nde ortaya koyduğu mühendislik harikası kubbe, estetik bakımından ve ana binayla olan bağlantı açısından Ayasofya’yla mukayese edilemez. En geniş kubbe Ayasofya değildir ama miladın birinci asrında Roma’daki Pantheon kubbesi (yani bütün Roma İmparatorluğu’nun tanrılarını bir araya getiren mabet) yapı olarak bir silindir üstüne konmuş bir yarım elma gibidir ve statik bakımdan Ayasofya gibi bir harika sayılamaz.


Ayasofya kemerler ve sütunlar üzerinde duran bir eserdir. Bu sütunlar, imparatorluğun dört bir yanından getirilmiştir. Bu bir mali tasarruf sayılmaktan çok, emperyal bir hakimiyetin görülmesi olarak düşünülmelidir. Benzer tavrı ve malzeme naklini Kanuni Sultan Süleyman devrinde de Mimar Sinan’ın büyük eseri için söylemek mümkündür.

Roma İmparatorluk ve mimarisinin son parlak eseridir Ayasofya
Ayasofya doğrudan doğruya ilahi hikmet anlamına gelir. Bu nedenle de Fatih Sultan Mehmed Han ismi değiştirmedi, hususi bir vakfiye meydana getirdi, birtakım eserleri bu vakfa bağışladı. 1204’te artık kiliseler arasındaki ayrılıktan sonra Roma Katolik diye ayıracağımız Batı’dan gelen Haçlılar Ayasofya’yı feci şekilde yağmaladılar ve bir Katolik katedrali haline getirdiler.


Bu 1261’e kadar devam etti.  
553, 557 ve 558 yıllarında kubbelerde çatlak ve çöküntü ve özellikle sonuncuda da binanın muhtelif yerlerinde çatlaklar meydana gelmiştir. İmparator Justinian bu dönemde sözü geçen; Baalbek başta olmak üzere, imparatorluğun muhtelif eski merkezlerinden devasa sütunları getirerek binada destek olarak kullandırttı. Ama asıl önemlisi bu tamirlerden sonra büyük mimar ve mühendis Sinan’ın Ayasofya’nın yan taraflarına dahiyane bir buluşla koyduğu binayı ebedileştiren statik destektir.


Ayasofya Roma İmparatorluk ve mimarisinin son parlak eseridir ve Osmanlı asırlarını bir numaralı cami olarak tamamlamıştır. 1931’de ciddi bir restorasyon geçirdi, daha evvelki ciddi restorasyon ise Sultan Abdülmecid Han devrinde Fossatiler’e yaptırılandır. Bu restorasyon sırasında Ayasofya’nın ilk pahalı baskılı anıtsal kitabı da padişahın cömert bağışıyla Londra’da basıldı. Rus çarının bu kitap için gereken bağışı yapmaktan imtina ettiğini belirtelim.

Uluslararası baskılarla baş etmemiz acaba mümkün olacak mı?
1934’te kasım ayı başında, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığındaki hükümet Ayasofya’yı müze yapma kararını aldı. Roma mozaikleri üzerinde camiden kalma nefis hatlar ve tabii ki 15’inci asrın ilavesi minareler muhafaza ediliyor. Bir zaman önce yan galerilerden birinde mescid de açıldı ve cuma namazları kılınıyor.


Binlerce insanın katıldığı son toplu sabah namazı olayından sonra gazetelerde çeşitli yorumlar var. Bir tanesi Murat Bardakçı’ya ait. “Cami olmasında mantık vardır” demeye getiriyor ama “Bunun müzeye çevrilmesindeki şartlar değişti mi, beynelmilel baskılarla baş edebilecek misiniz?” sorusunu da ortaya koyuyor. Galiba bütün mesele bu. Ülke içinde kitleleri harekete geçiren iktidarlar  beynelmilel hareketleri hesaba katmıyorlar. Endülüs’ün büyük eseri Kurtuba Camii’ni katedral olarak kullanan, Mostar Köprüsü’nün yanına acayip, kocaman bir çan kulesi diktiren İspanya’nın dahil olduğu dünya Ayasofya için aynı duyarlılığı gösterir mi? Dünya, Atatürk Türkiye’sinin aldığı kararı saygıyla karşılıyor mu acaba?


Hiç zannetmiyorum çünkü ona önce bizim saygı duymamız gerekir.

Milliyet, Yazı: İlber Ortaylı, 08.06.2014

AYASOFYA SADECE BİR KEZ YAPILDI

 

 

1500 yılı aşkın süredir var olan ve tüm asaletiyle ayakta duran Ayasofya’yı ele aldık, hem de Semavi Eyice ile. Her zaman yapılan Sultanahmet-Ayasofya kıyaslamasını da soramadan edemedik. Eyice, “Sultanahmet Cami mimari açıdan Ayasofya’daki tüm eksiklikler tespit edilerek inşa edilmiştir” diyor.

 

Tarih kokan bir şehirde nefes alıp verirken; tarihe, tarihi yapılara, eserlere kayıtsız kalmak zor. Bu hafta yüzyıllara meydana okuyan Ayasofya’yı ele alalım dedik. Çok şanslıyız çünkü yüzyıllara meydan okuyan Ayasofya’yı yıllara meydana okuyan 91 yaşındaki Bizantolog, Sanat Tarihçisi ve Profesör Semavi Eyice ile konuşma fırsatı bulduk. Evinin kapısında bizi karşılayan değerli insana sorduk, o da zevkle cevap verdi. İşte Ayasofya’nın dünü, bugünü, bilinmeyenleri, yanlış bilinenleri...

 

Hocam, ilk önce bazı kaynaklarda Ayasofya’nın iki kez yıkıldığı ve yeniden yapıldığı, şu anki Ayasofya’nın da 3’üncü Ayasofya olduğu    yazıyor. Bu şekilde midir gerçekten?
Yok, onlar vaktiyle Ayasofya’nın müdürü Muzaffer Ramazanoğlu’nun ortaya çıkarmış olduğu hipotezler. İşte 1. Ayasofya’nın kalıntısı şu var, 2. Ayasofya’dan şu kalmış, 3. Ayasofya’dan bu diye... Ortada bugün de mevcut olan bir Ayasofya vardır. Bu Ayasofya da İmparator Justinyanus zamanında 532’de bugünkü şekliyle yapılmıştır. ‘İşte şu kısım acaba daha önceki Ayasofya’dan mı kalma, bilmem ne mi?’ diye üzerinde münakaşa etmek lüzumsuz ve absürd benim kanaatimce.

 

Ayasofya’nın inşaası sırasında Artemis Tapınağı’ndan parçalar getirildiği doğru mu?
Efendim; her bina yapılırken daha önceki devirlerin yapılarından bazı parçalar kullanılır. Ayasofya’da muhakkak kullanılmıştır. Nitekim Osmanlı devrinde de mesela Mimar Sinan’ın eseri olan Süleymaniye Camii’nin şadırvan avlusunun revak sütunlarının bir kısmı Sultanahmet Meydanı’ndaki At Meydanı’ndaki Hipodrom’un ve yukardaki galerinin sütunlarıdır. Onu oradan çekmiş, almış, götürmüşler Süleymaniye Camii’nin revaklarında kullanmışlardır. Yani böyle parçalar kullanılır bu önemli bir mesele değil.

 

Süleymaniye’yi Mimar Sinan’ın yaptığından eminiz, Ayasofya’nın mimarı kesin midir? 
Gayet tabii. İsidoros ile Anthemius adlı iki mimardır. Anthemius Trallesli yani bugün Aydınlı, İsidoros da Miletoslu yani Bafa Gölü kıyısında Miletos şehri var oralıdır. 

 

Ayasofya’yı özel kılan sadece geniş kubbesi mi?
Yok, kiliseler daima bazilika tipinde uzunlamasına bir yapı şeklinde yapılırken merkezi planlı yapılarda kullanılan kubbe sistemiyle bunu bağdaştırmaya çalışılmış, bu ilk defa denenmiş. Bu tabii ne dereceye kadar başarılı olmuş, bu etüt edilmesi gereken bir konudur. Bu sefer ‘Ayasofya’da bu kubbenin baskısını karşılamak üzere yapılan sistem; statik bakımdan yeterli midir, değil midir?’ meselesi çıkar ortaya. Burada da bir aksama var. Bunu kabul etmek lazım. Merkezi planlı, örtü sisteminin uzunlamasına yapılması gereken bu yapıda kullanıldığı için ne yapılmıştır; orta bölümün üzerine kubbe ve bu kubbeyi batı-doğu ekseni üzerinde destekleyecek yarım kubbe ve sonra o yarım kubbeleri de destekleyecek kemer yapılmış, ufak yarım kubbecikler sistemiyle de baskı karşılanmaya çalışılmıştır. Aynı durumu yanlarda yani kuzey ve güney yönünde de yapmaları gerekirdi ki; dört taraftadan da kubbenin baskısı karşılanabilsin. Halbuki bina uzun yapı olarak tasarlandığı için bu olmuyor. Neticede ne yapmışlar; binanın yanlardan desteklenmesi için birtakım payandalar yapmışlar. Bu payandalar Bizans devrinde yapıldığı gibi Osmanlı’da da yapılmıştır. Hatta Sinan’ın da yaptığı payanda vardır. Ayasofya’yı ayakta tutmak için böyle birtakım yardımcı elemanlara ihtiyaç vardır. Bu daima şüphe uyandırdığından, cumhuriyetin ilk yıllarında camlarla binada hareket var mı kontrol edilmiştir. Camlar yapıştırılmıştır muhtelif yerlere, eğer camlarda çatlama olursa o binada hareket var demektir.

 

 

Minarelerde de bu tür destekler verilmiş mi?
Yok. Minareler zaten aşamalı yapılmıştır. İlk minaresi ahşaptı. Takviye payandalarından birinin üzerine oturtulmuştu. O tahta minare yarım kubbelerden birinin üzerindeydi. İçindeki merdivenin aşınmış olmasından, uzun süre kullanıldığı anlaşılmaktadır. Sonra tuğla minarelerinden köşedeki minare yapılmıştır. Benim kanaatime göre II. Beyazıd dönemine aittir, o minare. Bir süre Ayasofya tek minareli olarak kalmış sonra II. Selim zamanında Mimar Sinan, Bab-ı Hümayun tarafındaki yivli minareyi yapmış. O minarenin Edirne’deki Selimiye’nin minareleriyle büyük bir benzerliği vardır. Gerek altındaki kapı sistemi, gerek gövdesindeki kalın yivler orada da aynen uygulanmıştır. Böylelikle Ayasofya bir süre iki minareli olarak kullanılmış. Sonra yine Sinan’ın talimatıyla Alemdar Caddesi tarafındaki iki eş minare yapılarak dört minareye çıkarılmıştır.

 

Bunlar da Mimar Sinan eseri değil mi?
Evet, onlar da Sinan’ındır. Benim görüşüm bu ve ispat da edebilirim. Burada uzun uzun, teknik anlatmama lüzum yok. Fakat şunu belirteyim; tuğla minare karakteri itibarıyla II. Bayezid dönemine kadar minarelerde kullanılan geçiş sistemi; yani kareden yuvarlağa geçiş sistemidir.

 

II. Bayezid’den sonra mı böyle oluyor?
O, II. Bayezid döneminin izini belli eder. Bab-ı Hümayun kaşasındaki minare de yivleriyle tamamen Edirne’deki Selimiye’nin minaresine uygundur. Yani Sinan’ın eseri olduğu ordan da bellidir. Ve altında abidevi bir kapısı vardır ki o da doğrudan doğruya o devrin mimari karakterini belli eder. Fakat bilhassa o yivler gayet açık olarak Sinan’ın minaresinde, Selimiye minarelerinde de vardır. Sinan II. Selim’den sonra III. Murat zamanında, Alemdar yokuşundaki iki minareye de yaparak bunu dörde tamamlamıştır.

 

Sultanahmet’i, Ayasofya’ya karşı bir gövde gösterisi olarak yaptılar, doğru mu? 
Yok, efendim yok... Bir defa Ayasofya’daki statik noksanlık Sultanahmet Camii’nde yoktur. Çünkü Sultanahmet dört tarafından yarım kubbeyle desteklenmiştir. Onu yapan mimar o şekilde yarım olursa aksaklık olacağını görmüş ve yapmamıştır. Zaten Sinan da daha önce o hatayı görmüştür. Başka türlü çözümünü halletmiştir Sinan... 


Birtakım galerileri yanlarda yaparak, yan duvarları hafifletmiş ve payandaları gizlemek suretiyle o aksaklığı önlemiştir. Ayasofya’da o galeriler yoktur. Onun için koca koca payelerle binayı adeta bir kıskaç içine almak gereği görülmüştür. Bu yüzden bina devamlı yanlara açılma tehlikesiyle karşı karşıyadır ve sütunlarda yamulmalar vardır, içeride bunu fark edersiniz. Zaman zaman uzmanlar, hesaplar yaparak Ayasofya’nın tehlikeli olduğunu da sezmişlerdir.

 

‘Tehlike geçmiştir’ diyebilir miyiz?
Bu kadar deprem atlattığına göre artık oturmuş olarak kabul ediyoruz. Fakat depremler yüzünden kubbede çatlaklar olduğu, hatta zaman zaman çöktüğü de bilinir. Justinyanus’un 6. yüzyılda yaptırdığı kubbe, 50 sene sonra çökmüştür ve bu çöküntünün izini eskiden görüyordunuz. Sonra kapattılar. Yani bugün gördüğünüz, mermer döşemeli taban sonradan yapıldı. Yeni ve daha yüksek bir kubbe yapmışlardır. Bu baskıyı karşılayabilmek için... Ayasofya’da böyle birtakım hareketlilikler ve değişiklikler olmuştur.

Akşam, Haber: Burhancan Terzi, 08.06.2014

MİLLİ SARAYLAR'A DEPREM AYARI

 

 

TBMM'ye bağlı Milli Saraylar, köşk ve kasırlarda meydana gelen hasarlar ve bakım-onarım çalışmaları, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu tarafından yazılı soru önergesiyle Meclis gündemine taşındı. Tanrıkulu’nun önergesini cevaplayan, TBMM Başkanvekili Sadık Yakut şu bilgileri verdi: 

- Dolmabahçe Sarayı'nın Matbah-ı Amire (Saray Koleksiyonları Müzesi) bölümünde, Saray'ın karşısındaki inşaat çalışması nedeniyle 2010-2011 yıllarında kılcal çatlaklar oluştu.
- Bu gelişme üzerine 2011 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi tarafından, deprem hesaplarını da içeren teknik çalışma yapılmış ve rapor hazırlandı. Dolmabahçe Sarayı'ndaki çatlakların giderilmesi ve yapının orijinal mimarisine uygun olarak güçlendirilmesi için ihale süreci ise başlatıldı. 

 

VELİAHT DAİRESİ GÜÇLENDİRİLECEK

- Gerçekleştirilecek çalışma kapsamında Dolmabahçe Sarayı'nın Veliaht Dairesi'nin taşıyıcı sistemleri de iyileştirilerek güçlendirilecek.
- Yıldız Şale’de yakın zamanda bir deprem riski tespit çalışması yapılmadı. Genel anlamda binada herhangi bir çatlama ve kayma da söz konusu değil. Yalnızca bir odada kısmi bir çatlak gözlemlendi. Çatlamanın kaynağını tespit çalışmaları ise halihazırda devam ediyor. 

 

DAYANIKLILIK TESTİNDEN GEÇİRİLİYOR

- Diğer saray, köşk ve kasırlarla yapılara ilişkin periyodik, kontrol, bakım ve restorasyon çalışmaları sürdürülüyor.
- Meclis'e bağlı tüm yapılar, depreme dayanıklılık testlerinden geçiriliyor. Bunun yanı sıra güçlendirme çalışmaları yürütülüyor. 

Akşam, Haber: Çınar Coşkunserçe, 08.06.2014

SARNICI KURTARMAK İÇİN YIKILAN BİNANIN YERİNE RESTORAN YAPILDI

 

 

İstanbul’un önemli simgelerinden Yerebatan Sarnıcı, üzerinden geçen araç trafiğinden zarar görüyordu.

 

Sarnıcın kurtulması için Tarihi Yarımada’nın bir kısmı yayalaştırıldı. Yanı başında bulunan İl Özel İdaresi’ne ait bina ise 2011 yılında yıkıldı. Binanın alanı park olarak halka açılacaktı ancak lüks bir restoran yapıldı.

 

Bin 500 yıllık Yerebatan Sarnıcı’nın üzerindeki İstanbul İl Özel İdaresi’ne ait eski bina, sarnıcın duvarlarına zarar verdiği için yıkıldı. 23 Şubat 2011’de yıkımı inceleyen İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, bölgede sarnıca yük olan benzer yapıların da kaldırılacağını söyledi. Vali Mutlu, ‘’2 ay içinde yıkımın tamamlanmasının ardından binamızın bulunduğu bölüm, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yeni bir çevre düzenlemesi yapılmak suretiyle İstanbullulara armağan edilecek.’’ diye konuştu. Başkan Topbaş ise alanın park olması ile Yerebatan Sarnıcı’nın büyük bir yükten kurtulacağını aktardı. Yıkım iki ay içinde tamamlandı. Bir süre atıl kalan alan yeniden düzenlendi. Fatih Belediyesi’nin imar planlarında da “park” olarak görülen alan, kapalı ve açık bölümleri bulunan restorana dönüştürüldü.

Fatih İlçesi Alemdar Mahallesi 89 pafta, 54 ada, 37 parselde yer alan yer için 30 Mart yerel seçimlerinde kapanan İl Genel Meclisi, 10 yıllık kiralama kararı aldı. İçişleri Bakanlığı’nın da onayıyla hayata geçti. Kararı AK Partili üyeler kabul ederken CHP’li üyeler reddetti.  Oy çokluğu ile imar planlarında park olarak görülen alan restoran oldu. 2 bin 425 metre karelik kısmı özel bir şirkete kiralanan alana 120 metre kare kapalı alan yapılmasına izin verildi. Sit alanı içinde yer aldığı için prefabrik tarzı bir yapı inşa edildi.

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 08.06.2014

ROMA'NIN ÜNLÜ 'AŞK ÇEŞMESİ' KAPANDI

 

 

İtalya’nın başkenti Roma’nın önemli turistik noktalarından olan aşk çeşmesi olarak bilinen Trevi Çeşmesi (Fontana di Trevi), bakım ve restorasyon çalışmaları nedeniyle tel örgülerle çevrildi.

 

İtalyan mimar Nicola Salvi’nin Roma’daki Poli Sarayı’nın bir cephesine yaptığı 1735 yılında açılan ve o tarihten bu yana Romalıların ve Roma’yı ziyarete gelenlerin en çok görmek istediği noktalardan biri olan Trevi Çeşmesi, önceki gün tel örgülerle çevrilerek bakıma alındı.

 

1,5 YIL KAPALI KALACAK

İtalyan lüks eşya markası Fendi’nin 2,5 milyon Euro kaynakla sponsor olduğu ünlü çeşmenin bakım ve restorasyon çalışmalarının 1,5 yıl süreceği açıklandı.

 

Çeşmenin tel örgülerle çevrilmiş olması pek çok ziyaretçisini ilk görüşte hayal kırıklığına uğratsa da turistler tellerin arasından fotoğraflarını çekerken, üstünden de para atma ritüelini gerçekleştirmeye devam ediyor. 

 

Turistlerin binbir dilekle attıkları bozuk paraların bir kısmının aradaki mesafe nedeniyle havuzun kenarına düşerek biriktiği, bir kısmının ise tellere çarpıp diğer turistlerin başına isabet etmesi sebebiyle zaman zaman ufak kazalara yol açtığı gözlendi.

 

Roma’nın simge yapılarından Trevi Çeşmesi’ndeki yoğun ziyaretçi akınının azalması için yetkililer, çalışmalar sırasında ünlü yaptın yakından görülmesini sağlayacak portatif bir köprü yapılacağını ve havuzun boşaltıldığı zamanlarda ise para atma ritüelini devam ettirecek bir başka çözümün de düşünüldüğü belirtti.

Akşam, 08.06.2014

AHLAT'TA OKUNMAYAN MEZAR TAŞI KALMAYACAK

 

 

Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) ve Türk Dil Kurumu’nun birlikte düzenlediği ‘Arap Harfli Yazıtlar ve Ahlat Mezar Taşları’ konulu çalıştay dün Ahlat’ta toplandı. Farklı üniversitelerden yirmi akademisyenin katıldığı çalıştayın amacı, büyük çoğunluğu halen çözülemeyen mezar taşlarının üzerindeki yazıların okunması ve önemli bulguların gün yüzüne çıkarılması.

 

Türklerin Anadolu’ya giriş kapısı Ahlat’ın ünlü mezar taşları geniş çaplı bir proje ile dünya mirasına armağan edilecek. Van Gölü kıyısında yer alan ve tarihi MÖ 900’e uzanan Ahlat’taki Selçuklu dönemine ait taş işçiliğinin eşsiz bir örneği olan mezar taşları, gerekli altyapı tamamlanmadığından yıllardır UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’ne girebilmek için bekliyor.

 

Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) ve Türk Dil Kurumu’nun birlikte organize ettiği, dün toplanan ‘Arap Harfli Yazıtlar ve Ahlat Mezar Taşları’ konulu çalıştay, bu yolda önemli bir adım attı. Türkiye’nin farklı üniversitelerinden Ahlat’a gelen akademisyenler, büyük çoğunluğu halen çözülemeyen mezar taşlarının üzerindeki Arapça yazıların okunması için kolları sıvadı. Dört gün boyunca Ahlat İlçesi'ndeki tarihi yapıları ve tarihi Selçuklu mezarlarını inceleyecek bilim adamları, bu tarihi yapılar üzerinde bulunan Arapça yazıları da irdeleyerek, önemli bulgular elde etmeyi hedefliyor.

 

Bu meşekkatli yolda ilk adım da atıldı. Yapılan çalışmalar neticesinde şimdiye kadar net sayıları belli olmayan Selçuklu mezarlarının sayısı 6 bin 208 olarak tespit edilerek kayıt altına alındı.

Şimdiye kadar, bu mezar taşlarının yaklaşık 200–250 tanesinin üzerindeki yazıların okunabildiğine dikkat çeken akademisyenler, çalıştay neticesinde mezar taşlarının tamamının okunmasını amaçlıyor.

 

Türk Dil Kurumu (TDK) Başkan Yardımcısı Ali Karaçalı, TDK olarak Arap harfli yazıtlarla ilgili Türkiye’deki ilk çalıştayı Ahlat’ta yaptıklarını belirterek, “Bu programı 20’ye yakın bilim adamı ile yapıyoruz. Bizim geçmişimizle tanışmamız hedefleniyor. Ahlat’taki bu kültür havzasındaki çalışma bizim için çok önem arz ediyor.” dedi.

 

“TÜRK MİLLETİNİN HAFIZASI”

Yapılan çalışmalara katkıda bulunmak amacıyla Ahlat’a geldiklerini belirten TDK Yazıt Bilimi Kolu Başkanı ve Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cengiz Alyılmaz ise, “Ahlat yazı biliminin doruk eseridir. Bu nedenle Ahlat mezar taşları Türk mimarisinin ve yazıt bilimi ve sanatının dorukta eserleri. Türk milletinin hafızası durumunda. Yani bir nevi burada yapılan çalıştayla buradaki çalışmalara katkı sunulacak ve sayısı 6 bin 208 olan mezar taşlarının üzerindeki yazılar tek tek okunacak. Bunlar okunduktan sonra bir nevi bu mezarlarda yıllardır saklı olan bir gizem de ortaya çıkmış olacak.” diye konuştu.

 

Selçuklu mezarlığında çalışmalara bu yıl erken başladıklarını belirten eski Ahlat Şehri Kazı Başkanı ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Recai Karahan, yapılan çalışmalarda her geçen gün yeni bilgi ve bulgular elde edildiğini söyledi. Bir yandan restorasyon bir yandan ise taşları okuma çalışmaları yaptıklarını anlatan Karahan, bu yıl iki yeni meslek daha tespit ettiklerini ifade ederek şöyle konuştu: “Bu taşlar okundukça yeni bilgiler elde ediliyor. Bu sayede önemli bulgular ve önemli yeni meslekler de ortaya çıkıyor. Son olarak iki meslek ortaya çıktı. Bunlardan biri marangozluk, diğeri ise çilingir mesleği.”

 

Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ali Boran ise yapmış oldukları haritalama çalışmalarında şimdiye kadar sayısı net olarak bilinmeyen mezar sayısının 6 bin 208 olarak tespit edildiğini açıkladı. Çalışmaların halen devam ettiğine dikkat çeken Boran, “Fakat bizim bu projemiz halen yaşayan bir proje. Biz bunların ölçümlerini tespit ettik ama halen toprağın ya da otların altında olan mezarlar olabilir. Çalışmalarımızı bu yönde yaptık. Bundan sonra çıkacak her mezar, bilgi ve belge bize ışık saçacak. Bu bağlamda çalışmalarımız devam edecek.” diye konuştu.

Zaman, Haber: Muhammed Mina, 08.06.2014

BÜYÜK MECİDİYE CAMİİ YENİDEN İBADETE AÇILDI

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 3 yıldır sürdürülen restorasyon çalışmaları tamamlanan Ortaköy Camisi’ne 1964 yılında kaçak kat çıkıldığı belirlendi. Son restorasyonla bu kat yıkılarak cami orijinal haline getirildi. Sultan Abdülmecit tarafından 1853 yılında yaptırılan ve bugüne kadar altı kez restore edilen cami, son restorasyonun ardından Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Cuma namazı kılmasıyla tekrar ibadete açıldı.


 

Açılışa, Erdoğan'ın yanı sıra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok, AK Parti İstanbul Milletvekili Egemen Bağış da katıldı.

 

 

Katılımcılarla birlikte cuma namazını camide kılan Erdoğan, daha sonra camide incelemelerde bulundu, yetkililerden restorasyon hakkında bilgi aldı.

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, daha sonra caminin girişinden, avludaki vatandaşlara seslendi. Caminin 5'inci kez restorasyonunuyla bu hale gelmesinden memnun ve mutlu olduğunu ifade eden Erdoğan, camide çok ciddi güçlendirme çalışması yapıldığını anlattı. Camide çok ciddi tezyinattaki sıkıntıları aşma çalışması da yapıldığını kaydeden Erdoğan, "Bazı eksiklerin de inşallah giderilmesiyle Büyük Mecidiye Camisi bugün itibariyle hizmete başladı. Cami, Müslümanların da hizmetinde olacaktır" diye konuştu.

 

 

Hürriyet’e konuşan Vakıflar Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem, caminin geçmişi araştırılırken kaçak kat sürpriziyle karşılaştıklarını açıkladı. Önceki restorasyonlarda birçok hata yapıldığını ve caminin orijinal halinden çok uzaklaştırıldığını belirten Ertem, 1964 yılında yapılan restorasyonda caminin iç kısmına daha çok cemaate yer açabilmek için kaçak bir kat çıkıldığını tespit ettiklerini bildirdi.

 

 

Ertem, camii orijinal haline getirmek için bu katı yıktıklarını söyledi. Geçmişte yapılan yanlış uygulamalarla camiye çok zarar verildiğini belirten Ertem, her türlü detay üzerinde ince ince çalışarak orijinal haline getirdiklerini belirtti.

 

 

Klasik Osmanlı mimarisinden modern usule geçişin en önemli eserlerinden birisi olan cami, şeffaf, ferah, aydınlık cami sistemlerine geçilen barok tarzının en önemli eserlerinden birisi olarak görülüyor.

 

 

7 milyon liranın harcandığı son restorasyonda dış cephe konservasyonları ve minare onarımları tamamlandı. Kubbe kurşunları değiştirildi, cami harimi ve hünkar kasrında sıva raspaları, ahşap kapı ve pencerelerin tamiri yapıldı. Cami hariminde bulunan betonarme döşemelerin tamamı kaldırıldı, ahşap karkaslar yapıldı.

 

İşte Ortaköy Camisi’nin restorasyon çalışmalarından ve son halinden kareler:

 

















Hürriyet, 07.06.2014

5 BİN YILLIK CÜCELER ŞEHRİ

 

 

İran'da Horasan eyaletinin güneyinde geçtiğimiz günlerde cücelerin yaşadığı ismi Makhunik olan 5 bin yıllık antik bir şehir bulundu. Horasan'ın komşu eyaleti olan Kirman'daki Şahdad şehrinin 100 kilometre doğusunda bulunan antik şehre ait sürekli yeni kalıntılar çıkarılmaya da devam ediliyor. Antik cüceler şehri Makhunik, 1946'ya kadar herhangi bir uygarlığın yaşamadığı düşünülen Lut Çölü'nün merkezine 60 kilometre uzaklıktaki bir bölgede Tahran Üniversitesi Coğrafya Fakültesi tarafından keşfedildi. Antik kentteki yapıların kalıntıları Jonathan Swift'in dünyaca ünlü romanı "Güliver'in Gezileri" kitabında yer alan ve cüceler ülkesi olarak geçen Liliput Şehri'ni veya J.R.R. Tolkien'in "Yüzüklerin Efendisi" kitabı ile filmindeki Hobbitlerin köyünü andırıyor.

EN ESKİ METAL BAYRAK
Arkeologların yaptığı açıklamalara göre, Makhunik antik kentinin Sümer mitolojisinde geçen iki mistik krallıktan biri olan Uruk krallığının Aratta medeniyetine ait bir şehri olduğu ve cüce insanların burada MÖ 6000 yılından beri yaşadığı düşünülüyor. Şehirde keşfedilen küçük boyutlu yapılar da bu inanca kanıt olarak gösteriliyor. Makhunik şehrinde bulunan yapılar arasında atölyeler, konut bölgeleri ve mezarlıklar yer alıyor. 800'den fazla antik mezar da kazı aşamaları sırasında ortaya çıkarıldı. Bu yapıların hepsi ve diğer araç gereçler yalnızca küçük insanların içerisine sığabileceği şekilde tasarlanmış. Bölgede yapılan çalışmalarda kuyumcular, esnaflar ve çiftçilerin yaşadığı bazı alt bölgeler de keşfedildi. Ayrıca insanlık tarihinin en eski metal bayrağı bu antik kentte ortaya çıkarıldı.

16-17 YAŞINDA, 25 SANTİM
2005'te bulunan 25 santimetre boyundaki mumyalanmış bir cüce, cüceler şehri teorisine en önemli kanıt olarak gösteriliyor. Cüce cesedi, kazı yapan iki kaçakçı tarafından bulunmuş ve 3 milyon dolara Almanya'da satmaya çalıştıkları sırada ele geçirilmişti. Arkeologlar, cücenin cesedini inceledikten sonra, cesedin doğal işlemlerle mumyalanmış olabileceğini kaydetmişti. Mumya üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda, cücenin öldüğünde 16-17 yaşlarında olduğu tespit edilmişti.

Sabah, 07.06.2014

SU TESİSATI KAZISINDA MOZAİK BULUNDU

 





 

Şanlıurfa’nın Viranşehir İlçesi'nde bir işyeri su tesisatı için yapılan kazıda mozaik bulundu.


Viranşehir Belediyesi ekipleri, Kışla mahallesi M. Fevzi Şıhanlıoğlu caddesinde su tesisatı için kazı yapmaya başladı. Yaklaşık olarak 2- 3 metre kazı yapıldıktan sonra mozaiğin bir kısmına rastlandı. Durumu fark eden kepçe operatörü ve yanındaki işçiler, kazı çalışmalarına ara vererek, yetkilere haber verdi. Olay yerinde yapılan incelemenin ardından mozaiğin üstü kapatıldı.
Mozaiğin tarihinin belirlenebilmesi için araştırma yapılması bekleniyor.

Milliyet, 07.06.2014



******


MOZAİKLERİN ÜSTÜ ÖDENEKSİZLİKTEN KAPANDI

 

 

Şanlıurfa’nın Viranşehir İlçesi'nde alt yapı çalışmaları sırasında bulunan mozaiklerin üstü ödenek eksikliğinden dolayı kapatıldı.

 

Viranşehir’de kanalizasyon çalışmalarında ortaya çıkan mozaikler, Şanlıurfa Müzesi yetkililerinin incelemesi ve araştırma yapılabilmesi için bakanlığa yazı yazacaklarını, çıkacak ödenekten sonra gerekli çalışmanın başlatılacağını belirterek mozaiklerin üstünün kapatılmasına karar verdiler.

 

Viranşehir’de 6 Haziranda Şanlıurfa Su ve Kanalizasyon Genel Müdürlüğü’ne (ŞUSKİ) bağlı ekipler Fevzi Şıhanloğlu Caddesi üzerinde içme suyu şebekesi için kazı çalışmaları başlattı.

 

Viranşehir Belediyesi’nden alınan bilgiye göre; yapılan kazı çalışmaları sırasında mozaik olduğu belirtilen tarihi yapılara rastlandı. İş makinelerinin kısmen zarar verdiği tarihi dokular fark edilince çalışmalar durduruldu. Ardından tarihi dokunun çıktığı alana güvenlik şeridi çekildi. Konu ile ilgili açıklama yapan Viranşehir Belediyesi Arkeologu Şebnem Altan, ŞUSKİ gözetiminde içme suyu bağlantısı için yapılan kazıda cadde kotundan -1.40 cm de in situ halinde mozaik kalıntısına rastlandığını belirtti. Altan, durumu haber alır almaz olay yerine gelerek kazı çalışmasını durdurduklarını, gerekli güvenlik önlemlerini aldıktan sonra 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu hükümlerine göre emniyet güçlerine ve müze müdürlüğüne haber verdiklerini sözlerine ekledi. Arkeolog Altan: “Belediye olarak bizim kazı yapma yetkimiz olmadığı için müdahale edemedik. Müze müdürlüğünden alınan bilgiler doğrultusunda mozaiklerin üzerini koruma amaçlı olarak kapattık. Yaptığımız ilk incelemelere göre geometrik desenli taban mozaiği olduğunu söylemek mümkün. Mozaiklerin tarihlendirilmesi için daha geniş çaplı bir kazı yapılması gerekiyor. Müze müdürlüğünce yapılacak olan kurtarma kazısı neticesinde daha sağlıklı bir bilgiye ulaşacağız” dedi.

 

MOZAİKLERİN ÜSTÜ KAPATILDI

Urfa müze yetkililerinin kazının yapıldığı yerde yaptıkları incelemelerin ardından, müze yetkilileri burada inceleme ve araştırma yapılabilmesi için bakanlığa yazı yazacaklarını ve çıkacak ödenekten sonra burada çalışma yapabileceklerini belirterek, mozaiklerin üstünün kapatılmasını uygun gördüler.

 

Viranşehir’de daha önce buna benzer mozaikler Yolbilen (Hivdemal) Köyü'nde çıkmış, müze yetkilileri mozaikleri Urfa müzesine taşımıştı.

haberler.com, 11.06.2014

SEYİTÖMER HÖYÜĞÜ KURTARMA KAZISI

 

 

Kütahya’da, Çelikler Seyitömer Elektrik Üretim Anonim Şirketi çalışma alanında bulunan ve Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Arkeoloji Bölümü tarafından yürütülen höyük kurtarma kazısı, bu yıl yapılacak olan çalışmalar için sezon açılışı gerçekleştirildi.

 

DPÜ Rektörü Prof.Dr. Ahmet Karaaslan açılışta yaptığı konuşmada, Seyitömer Höyüğü’nde üniversite-sanayi işbirliğininin güzel bir örneğinin sergilendiğini söyledi.

 

Kentlerin, bir milletin kimliği ve hafızası olduğunu belirten Prof.Dr. Karaaslan, “Kütahya bir anlamda saklı bir bohça gibi. Biz onun katlarına, müessesenin sahipleriyle birlikte, tarihin bedenine küçük birer dokunuşta bulunuyoruz. Burayı gezerken buradan çıkan eserleri elime aldığımda, 5 bin yıl öncesindeki insanın elleriyle tokalaşmış gibi hissettim” diye konuştu.

 

DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Seyitömer Höyüğü Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen de 8 yıldır sürdürdükleri kazıların, bu yıl 9′uncu yılına girdiğini hatırlattı.

 

Kendilerine yaklaşık 300 işçiyi sağlayan Çelikler A.Ş’ye ve Türkiye Kömür İşletmeleri’ne, işi kendilerine verdiği için teşekkür eden Bilgen, şöyle konuştu:

 

“Bu höyük, 26 metre yüksekliğindeydi. Biz şimdiye kadar yaklaşık 15 metresini kaldırdık. En üstte Roma tabakası vardı, onun altında Helenistik, daha sonra Akamenit ve Orta Tunç devrine ait eserler vardı. Yani milattan önce 5 bin yılına kadar indik. Biz burada 5 bin yıllık bir birikimi yok etmeye çalışıyoruz. Bunu da buradaki bu kömür rezervinin öneminden dolayı yapıyoruz. Bizim, burada tarihi eserleri yok ediyoruz gibi bir fikir var ama biz burada bilimsel anlamda en son noktasına kadar değerlendirmek için arkadaşlarımla beraber sonuna kadar çalışıp, bilimsel birçok sonuçlar elde ettik. 10 farklı ülkeden bilim adamları buraya gelerek, buradaki gelişmeleri takip ediyorlar. Ben bu sene Amerika’da 3 ayrı yere davet edilerek konferans verdim. Dolayısıyla herkes buranın önemini çok iyi biliyor ve buluntular müthiş. Burası mesleki anlamda bize büyük bir fırsat veriyor. Dilerim Kütahya da ileride burasının değerini de anlayacaktır. Çünkü çininin kullanma kökeni burasıdır.”

 

Seyitömer Höyüğü

Seyitömer Höyüğü, il merkezine 26 kilometre uzaklıkta, Çelikler Seyitömer Elektrik Üretim Anonim Şirketi çalışma alanında bulunuyor. Orijinal yüksekliği 26 metre, eni 140 ve boyu 150 metre olan höyükte kurtarma kazısına, altındaki 12 milyon tonluk linyit kömürünün ekonomiye kazandırılması amacıyla, 1989 yılında Eskişehir Müze Müdürlüğünce başlandı. Höyük, 1990-1995′te Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü tarafından kazıldı.

 

TKİ Genel Müdürlüğü ile Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Rektörlüğü arasında imzalanan protokol doğrultusunda kazılar, 2006′da DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümüne devredildi. Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığında öğretim elemanları, öğrenciler ve işçilerden oluşan kazı heyeti, 2006′dan bu yana her yıl 6 ay kazıları sürdürüyor.

 

Höyükten son 8 yılda çıkarılan 17 binden fazla eser, sergilenmek üzere Müze Müdürlüğüne teslim edildi

haberler.com, 06.06.2014

SURİYE'DE MEDENİYET YOK OLUYOR

 

Suriye’de yaklaşık üç yıldır devam eden iç savaş nedeniyle hayatını kaybeden insanların yanı sıra binlerce yıllık birikimle oluşan tarihsel zenginlikler de yok oluyor. İç savaşın şiddetlenmesiyle zarar gören tarihi mekanlar arasında en çok camiler bulunuyor. 2011’den bu yana Suriye’de yaklaşık bin cami yıkıldı.

 






Zaman, 06.06.2014



1 - 7 Haziran 2014

TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

 

Düzce Valiliği ile Düzce Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi işbirliğiyle yürütülmekte olan “Düzce Tarihi Projesi” kapsamında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof.Dr. Enver Konukçu üniversiteye konuk oldu.

 

Osmanlı arşiv kayıtlarının ışığında Düzce’yi gezip incelemiş, yaşayan tarihi tanıklarla görüşerek 50 yıllık fotoğraf ve belge arşivi oluşturmuş, Düzce’de doğup büyüyen tarihçi Prof.Dr. Enver Konukçu, Düzce tarihini aydınlatmak için valilikle ortak yürütülen Düzce’nin tarihinin araştırılacağı proje için Düzce’de bir takım ziyaretlerde bulundu. Bu kapsamda Konukçu, Rektör Prof.Dr. Funda Sivrikaya Şerifoğlu’nu da ziyaret etti.

Düzce Damla, 06.06.2014

AKM OLDU PKM: RESTORASYON YOK POLİS VAR

 

 

İstanbul ’da opera ve balenin merkezi niteliği taşıyan Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) restorasyon çalışmaları Mayıs 2013’ten bu yana yapılmıyor. Bakanlık, restorasyonun durdurulması veya başlama tarihiyle ilgili bilgi vermezken AKM polislerin yaşam alanına dönüştü. Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, restorasyonun durdurulması ile ilgili “Polis noktası olarak çürümeye terk edildi” dedi. Kültür Sanat-Sen Başkanı Yavuz Demirkaya ise “Tamamiyle polis merkezi olmuş. İçeriye konteynir koymuşlar. Suç duyurusunda bulunacağız” tepkisini gösterdi.


AKM, tadilat için Haziran 2008’de boşaltılmıştı. İlk ihale Temmuz 2009’da yapıldı. Hazırlanan projeye karşı Kültür Sanat-Sen dava açtı. İdare Mahkemesi de yürütmeyi durdurma kararı aldı. Kültür Bakanlığı’nın, yürütmeyi durdurma kararına itirazı reddedildi. Bakanlık, AKM’nin tadilatı ve restorasyonu için 2012’de tekrar harekete geçti. İhaleyi, 9 Nisan 2012’de Yeni Yapı-Taca İnşaat Ortaklığı firması kazandı. 29 Ekim 2013’te bitirilmesi hedeflenen çalışmalara Mayıs 2012’de başlandı. Bir yıl kadar çalışma yapıldıktan sonra geçen yıl mayıs ayında restorasyonun durdurulması kararı alındı.


Kültür ve Turizm Bakanlığı, istediğimiz bilgi talebine yanıt vermezken, eski Bakan Ertuğrul Günay, “2013’ün sonuna yetiştirilmesi amaçlanıyordu. Bir yıl kadar çalışma yapıldıktan sonra 2013’ün mayıs ayında durduruldu. Başbakan orayı ‘barok kültür merkezi’ olarak düşündüğünü açıklamıştı. Başbakan’ın açıklamasından sonra bakanlık çalışmaları durdurdu. Müteahhitler de bu duruma itiraz etmedi. Gezi Parkı olaylarından sonra da bir yıldır duruyor ve polis noktası olarak çürümeye terk edildi” dedi.


Bakanlık’tan AKM’yle ilgili en son açıklama ise 21 Haziran 2013’te Kültür Sanat-Sen’in verdiği dilekçe üzerine yapılmıştı. Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü, “Restorasyon çalışmalarını hangi gerekçeyle durdurdunuz” sorusuna, “AKM ile ilgili işlemler, ilgili Bölge Koruma Kurulu görüşü doğrultusunda sürdürülmektedir. Kurul ile Genel Müdürlüğümüz arasında değerlendirilmekte olan konuların karara bağlanmasını takiben işlemlere devam edilebilecektir” yanıtını verdi.


AKM’nin son zamanlardaki fotoğraflarını da çeken Kültür Sanat-Sen Başkanı Demirkaya ise şunları aktardı: “Tamamiyle polis merkezi olmuş. İçine konteynir koymuşlar. İnşaatın içine böyle bir düzenleme yapılması çok ilginç. Buraya bir çivi çakılsa, koruma kurulu kararı olması gerekiyor. İçeride ciddi anlamda tahribat yapıldı. Gezi olayları sürecinde içeriye girenler binanın sadece iskeleti kaldığını söylüyorlardı. Kolonların dışında ve merdivenler hariç, bir şey kalmadığı söyleniyor. Bunlar yasaya uygun mu bilmiyoruz. Savcılığa suç duyurusu bulunma hazırlığındayız.”

Radikal, Haber: Umut Erdem, 06.06.2014

BAŞBAKAN ERDOĞAN'DAN 'AYASOFYA' CEVABI

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , cuma namazının ardından restorasyonu tamamlanan Ortaköy Camii'nin açılışını yaptı. Başbakan Erdoğan açılışta yaptığı konuşmasında, "Çok ciddi bir güçlendirme çalışması yapıldı, yanında tezyinattaki sıkıntıları aşma çabası yapıldı, bazı eksikliklerinde giderilmesi ile Büyük Mecidiye Camii bugün itibari ile hizmete başladı. Sultan Abdülmecid'in ruhuna Fatiha'lar göndereceğiz. Onlar eserleri ile kalıcı oldular" dedi.

"ECDAD İŞİ EHLİNE VERMİŞ"

Allahım bizleri camisiz, mabetsin bırakma. Mabetlerimiz ezansız, cemaatsiz bırakma" diyen Erdoğan, "Bunlar bizim geleceğimizin işaret fişekleridir. Burada 5 kez bu eser restorasyona uğradı. Bu eserin mimarisinde bir defa rol alan bir Ermeni mimardır. Ecdad bu noktada da çok farklı davranmış ve emaneti, işi ehline vermiş. Biz mimarından mühendisine işçisine kadar bu restorasyonlarda emeği geçenlere rahmet gönderiyoruz. Bu camilerimizi cemaatsiz de bırakmayacağız. Ortaköy Camii küçük, haddi aşmazsam bizim kitabımızda mescit geçer. Bu mescitler cemaatsiz kalmaması lazım" diye konuştu.

"SABAH NAMAZLARINDA DOLDURALIM"

Bu sırada cami avlusundaki kalabalıktan "Ayasofya" şeklinde seslenenler oldu. Erdoğan bunun üzerine, "Sultanahmet, Süleymaniye, buralar dolması lazım. Sultanahmet'i bir dolduralım. Teravih değil, bayram namazında değil, sabah namazların da dolduralım. Ondan sonra gerisi gelir" ifadesini kullandı.

Radikal, 06.06.2014

DÜNYANIN EN ESKİ PANTALONU

 

 

Çin'in batı kesimindeki arkeolojik kazı alanında yer alan mezarlarda dünyanın en eski pantolonu bulundu. 40 yaşlarında, savaşçı olduğu düşünülen iki atlı göçebenin mezarlarındaki kazıda ikisinin de pantolon giydiği belirlendi.

YIRTMAÇLI PAÇA
Karbon testiyle 3 bin yıllık olduğu saptanan pantolonların ikisinin de kahverengi renkte olduğu ve üç parçadan oluştuğu bildirildi. Paçaları yırtmaçlı olan pantolonun bel bölgesinde kişinin üzerine tam oturması için kemere benzer kayışlara uygun yerler bulunuyor. Uzmanlar, pantolonların üretildiği döneme bakılarak kesinlikle çığır açan bir ustalık işi olduğu görüşünde. Alman Arkeoloji Enstitüsü, yün kumaştan yapılan pantolonların at üzerinde yapılan uzun yolculuklarda insan vücudunu sürtünmenin etkilerinden korumak ve daha rahat hareket edebilmek için tasarlandığını tahmin ediyor.

Sabah, 06.06.2014

TARİHİ ESERLER DEPODA SAKLANIYOR!

 

 

Samsun Valisi Hüseyin Aksoy, çok yetersiz olan Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin kente yakışmadığını belirterek, yeni müze binası yapılması için Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın çalışmalarının son aşamaya geldiğini söyledi. Vali Aksoy, Samsun Tohum Sertifikasyon Test Müdürlüğü binasının bulunduğu alana yeni müzenin yapılacağını belirtti.

 

Samsun İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün 2013 yılı verilerine göre Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nde kayıtlı 7 bin 443 arkeolojik ve etnografik eser bulunurken bunlardan sadece 1669'unun teşhir edildiği belirtildi. Müze binasının kapasitesinin yetersiz olması nedeniyle 5 bin 774 tarihi eserin ise depoda muhafaza ediliyor. 32 yıl önce açılan, bugüne kadar aynı binada hizmet veren Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin kapalı ve açık alan mekanlarının yeterli olmaması nedeniyle tarihi eserlerin teşhir edilemediği için depoda bekletildiği belirtildi.

Samsun Valisi Hüseyin Aksoy, Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin Samsun’a yakışmayan ve yetersiz bir müze olduğunu belirterek, "Eserlerin sergilenmesi noktasında da bazı sıkıntıları var. Kültür ve Turizm Bakanlığımız ile Büyükşehir Belediyemiz arasında bir protokol çerçevesinde bununla ilgili bir çalışma öngörüldü. Büyükşehir Belediye Başkanımız bu konuyu gündemine aldı. Zannediyorum yer konusunda da belirli bir ön çalışma yapıldı. Bu da kent merkezinden fazla uzaklaştığımızda insanların müzeye gitme durumu biraz daha zayıflatıyor. Tohum Sertifikasyon Test Müdürlüğü binasının bulunduğu yer müze yapılabilir. Bu müdürlüğümüz içinde şehrin doğusunda bir bina yapılabilir. Bu konuda ön görüşmeler var" dedi.

Büyükşehir Belediyesi ile bakanlık arasındaki temasların devam ettiğini dile getiren Vali Aksoy, "Belirli bir mutabakat sağlandı. Müze yapımına da orada başlanacak. Büyükşehir Belediyemizde burada elini taşın altına koyacak. Kentin böyle bir müze ihtiyacının karşılanması konusunda belirli bir aşamaya gelindi" diye konuştu.

Doğan Haber Ajansı, Haber: Yaprak Koçer, 06.06.2014

TARİHİ TREN İSTASYONLARI İÇİN İMZA KAMPANYASI

 
Kadıköy Belediyesi yıkılmayacağı açıklanmasına rağmen nasıl değerlendirileceği belli olmayan ilçedeki tarihi tren istasyonlarının müze ve kültür merkezi olması için imza kampanyası başlattı.

UIaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na hitaben change.org’da başlatılan kampanya Bakanlığın istasyonların ve ilgili binaların yıkılmayacağı açıklamasına rağmen istasyonların nasıl değerlendirileceğinin muğlak kaldığını işaret ediyor.

 

“Yüksek Hızlı Tren ve Marmaray çalışması kapsamında atıl duruma düşen tarihi Kadıköy tren istasyonlarının nasıl değerlendirileceği halen muğlaklığını koruyor. Yazılı ve görsel medyada ve sosyal medya ağlarında başta Göztepe olmak üzere Kızıltoprak, Feneryolu, Erenköy, Suadiye ve Bostancı istasyonlarının yıkılacağına dair haberlerin yansımasının ardından Kadıköy Belediyesi olarak harekete geçtik. İlgili istasyonların tarihi ve kültürel varlıklarının korunması ve müze-kültür merkezleri olarak değerlendirilmesi talebimizi yineliyoruz.”

 

Reddedilen başvuru yenilenecek

Kampanya metninde Kadıköy Belediye Başkanı Akyurt Nuhoğlu’nun ifadelerine de yer verildi:

“Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, demiryolu üzerindeki bütün istasyonların tarihi kimliği olduğunu ve bu nedenle korunması gereken eserler olduğunu tescil etti. Dolayısıyla bu istasyonlar yıkılamaz, yerine başka bir şey yapılamaz. Bizim temel amacımız her bölgenin istasyonunun o bölgedeki yurttaşların da görüşü alınarak, bir müze-kültür merkezi hattı haline gelmesidir. Biz de Kadıköy Belediyesi olarak Ulaştırma Bakanlığı nezdinde gerekli girişimlerde bulunarak ve her türlü gelişmeden Kadıköylüleri haberdar ederek bu eserlere sahip çıkacağız.”

 

Kadıköy Belediyesi, Haydarpaşa-Bostancı arasındaki istasyonların müze ve kültür merkezi olarak kullanılması için Sunay Akın öncülüğünde Ulaştırma Bakanlığı’na başvurusunun reddedildiğini de hatırlattı. Bu konudaki taleplerini yineleyeceklerini belirtti.

Yapı, 06.06.2014

1650 YAŞINDAKİ AĞAÇ BAKIMA ALINDI

 

 

Manisa'nın Kırkağaç İlçesi'nde Bakır Mahallesi Cüceoğlu mevkiinde bulunan zeytin ağacı, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından anıt ağaç olarak tescil edildi.

 

Kırkağaç Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü Melikşah Taşkın, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 25 Ocak 2013 tarihinde 1650 yaşında olduğu tescil edilen ağacın bakım ve besleme işlerininin aksatılmadan yürütüldüğünü kaydetti. Taşkın, "15 Mayıs'ta müdürlüğümüzde görevli ziraat mühendisleri ve sertifikalı budamacılar budama işlemini gerçekleştirdi. Budama sonrası bordo bulamacı uygulaması ve ilkbahar gübreleme bakımı da yapıldı. Amacımız dünyanın en eski zeytin ağaçlarından birini daha sağlıklı bir halde gelecek nesillere ulaştırmak ve bu doğa harikasının her şekilde görülmesini sağlamaktır" dedi.

Gerçek Gündem, Haber: Erdinç Alkan, 06.06.2014

BURDUR TARİH MERAKLILARINI BEKLİYOR

 

 

Bir çok antik yapıyı ve eseri bünyesinde barındıran Burdur, Türkiye'nin önemli tarihi kentleri arasında yer alıyor.

Roma, Likya, Karya ve Frigya uygarlıklarının da hüküm sürdüğü, Sagalassos ve Kibyra gibi önemli antik kentleri bünyesinde barındıran Burdur, açık hava müzesi görünümünde.

Burdur'un Ağlasun İlçesi'nde bulunan ve yazılı kaynaklarda bilinen tarihi, Büyük İskender’in MÖ 333 yılındaki fethi ile başlayan Sagalassos antik kenti, 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası geçici listesine alındı.

Aşkların, ihtirasların ve imparatorların gözde şehri olarak tanınan şehrin girişinde konutlar, hamam, Aşağı Agora, seramik üretim merkezi, yukarı kısmında tiyatro, Neon Kütüphanesi, şehrin merkezinde ise yukarı Agora, Antoninler Çeşmesi, meclis binası, kilise ve sol üst tarafında Heroon bulunuyor.

Romanın beş önemli seramik üretim merkezinden biri olma özelliğine sahip Sagalassos'ta kazı çalışmaları 1989’dan yılında başladı. Prof.Dr. Marc Waelkens başkanlığında yürütülen kazılarda ortaya çıkarılan yaklaşık 5 metre boyundaki İmparator Marcus Aurelius ve İmparator Hadrian’a ait heykeller, Burdur Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.

- Gladyatörler kenti Kibyra
Miliaslı kolonistlerce MÖ 300'lerde Pisidia-Karya-Frigya ve Likya arasında, bugünkü Gölhisar İlçesi'nde kurulmuş köklü bir devlet geleneğine sahip Kibyra antik kenti, stadyumu, meclis binası, agorası ile dünyanın en önemli antik kentlerinden biri olarak gösteriliyor.

MÖ 1. yüzyıldan itibaren stadyumunda gladyatörlere gösteri yaptırılan antik kentteki kazılarda, üzerinde gösteri dövüşlerinin canlandırıldığı çok sayıda gladyatör frizleri bulundu.

"Gladyatörler kenti" olarak da bilinen kentin stadyumuna doğru nekropol alanından geçen anıtsal bir yol üzerinde gladyatörlere ait mezarlar bulunuyor. Bu bölgede gladyatör frizlerinin bir film şeridi gibi yan yana sergilenmiş hali, devamında vahşi hayvanlarla mücadele edilen av sahneleri ve hayvan terbiyecilerinin betimlendiği MS 2. yüzyıla ait frizler yer alıyor.

Yunan mitolojisinde "Gözlerine bakanı taşa çevirdiğine inanılan yılan saçlı, keskin dişli, dişi mitolojik yaratık" (Medusa) Kibyra antik kentinin en önemli eserleri arasında yer alıyor.

3 bin 600 kişilik Odeion yapısının orkestra zeminini kaplayan 11 metre çapındaki Medusa mozaiği, antik kenti ziyaret edenlerin yoğun ilgisini çekiyor.

Orkestranın tam merkezinde kırmızı, yeşil ve beyaz mermerlerden yapılmış, yılanlardan oluşan saçları ve insanları "taşa çevirdiğine" inanılan bakışlarıyla Medusa başı, antik kentte dikkat çekiyor.

Burdur merkezde bulunun ve 17. yüzyıl Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden olan Baki Bey Konağı, Taşoda, 19.yüzyılda yapılan Mısırlılar Evi, antik kent ve antik kent olma özelliği taşıyan 24 yapı, Burdur'u adeta bir açık hava müzesine dönüştürüyor.

Burdur Belediye Başkanı Ali Orkun Ercengiz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "Her yıl yaklaşık 12 milyon turisti ağırlayan Antalya'nın hemen yanı başında olan kentin turizmden yararlanamamasının üzücü" olduğunu söyledi.

Burdur'daki tüm tarihi yapıların ortaya çıkarılarak turizme kazandırılması gerektiğine işaret eden Ercengiz, şöyle konuştu:
"Türkiye Seyahat Acentaları Birliği'nden (TÜRSAB), yönetim kurulu toplantısını Temmuz ayında Burdur'da yapma sözü aldık. Bu turizm hamlesini biz de başlatmak istiyoruz. Dünyanın öbür ucundan gelenler Burdur tarihini araştırırken, biz bu potansiyeli yok sayamayız. Kentin turizm potansiyelini ortaya çıkarmak için elimizden gelen çalışmayı yapacağız."

İl Kültür Turizm Müdürü Mehmet Tanır ise antik kentlere ev sahipliği yapan, açık hava müzesi görünümündeki Burdur'un iki parlayan yıldızı olan Sagalassos ve Kibyra'nın yalnızca Türkiye'nin değil dünyanın da önemli yapıları arasında yer aldığını bildirdi.

Yaklaşık 67 bin eserin sergilendiği Burdur Arkeoloji Müzesi'nin 2008 yılında "gezilip görülmeye değer müze" ödülünü aldığını hatırlatan Tanır, müzede Sagalassos ve Kibyra'dan çıkarılan önemli eserlerin de sergilendiğini kaydetti.

Tanır, "Bu kadar kültürel zenginliğe sahip bir ilin turizm anlamında dünyada hak ettiği yere getirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bunun birden olamayacağını biliyoruz. Bu konuda valilik ve müdürlüğümüz başta olmak üzere, diğer kurum ve kuruluşların da sunacağı katkılarla kentimizi hak ettiği yere getirmeliyiz. Bu konuda İl Özel İdaresi ile bir çalışma yürütüyoruz" dedi. 

Hatay Gündem, Haber: Gökmen Yüce, 05.06.2014

HALEPLİBAHÇE'DE TARİH CANLANDIRILACAK

 

 

Kentte 200 dönüm alanda inşasına devam edilen, arkeopark ve mozaik müzelerinin de yer alacağı Haleplibahçe Müze Kompleksi'nin ağustos ayında hizmete girmesi planlanılıyor.


Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan yaptığı açıklamada, yapımına yaklaşık 2 yıl önce başlanan kompleksin yüzde 95'inin tamamlandığını, Şanlıurfa Müzesi'ndeki 70 bin eserin komplekse taşındığını söyledi.


Müze kompleksinin kentin turizm noktası olacağını ifade eden Ercan, kompleksin hizmete girmesiyle hem turist sayısında hem de turistlerin kentte kaldıkları gün sayısında artış beklediklerini vurguladı.


Komplekste tarihi eserlerin sergilenmesi için tarihsel dönemlerin görsel olarak canlandırılacağı bölümler yapılacağını dile getiren Ercan, şunları kaydetti:
"Müzemizde eserler, kronolojik bir düzende ait oldukları döneme ilişkin canlandırmaların bulunduğu bölümlerde yer alacak. Bu canlandırmalarla ziyaretçilerin zihninde o eserlerin daha iyi yer edinmesini sağlayacağız. Örneğin Kabataş devri eserlerini tanıtırken hemen yanında bir yeraltı sığınağı canlandırılacak. İnsanların o zamanda  nasıl barındığını, nasıl avlandıklarını ve yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini görsel olarak anlatmaya çalışacağız."


Ercan, müzede "tarihin sıfır noktası" olarak kabul edilen Göbeklitepe'nin bulunduğu alanın ve eserlerin de maketlerle canlandırılacağını sözlerine ekledi.

Gap Gündemi, 05.06.2014

KADININ BİNLERCE YILDIR DEĞİŞMEYEN ROLÜ

 

Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, kadının adının hep var olmasına karşın yerinin hep erkeğin yanında bulunduğunu, gücünü büyük oranda erkeğin konumundan aldığını belirtti.

 

Antik Çağ’da ülkeye hükmeden bir kadının bulunmadığını belirten Prof.Dr. Nevzat Çevik, “Antik çağların çok tanrılı dinlerinde baştanrı hep erkek oldu. Yanında da bir eş olarak tanrıça kadınlar vardı. Tıpkı kraliyetlerdeki gibi. Kadın iktidarda değildi ama iktidardı. Erkekler dünyayı yönetti, o da erkekleri” diye konuştu.

 

“YONTULARIN KONUSU KADIN YAPIMCISI ERKEKTİ”

Binlerce yıldır neredeyse her işin ‘kadın’ odaklı olduğunu belirten Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kadın, 40 bin yıllık duvar resimlerine, yontucuklarına yansıdı. Neolitikte tarıma, kalkolitikte kente geçildiyse ve kurulduysa imparatorluklar; yanında yöresinde hep kadın vardı. Erkek uygarlığının baş eseriydi kadın. Nerede bir yontu, nerede bir resim ve nerede bir şiir varsa erkekler bunları hep kadınlar için yaptı. Tanrıçalar erkeklerin elinde vücut buldu. En ünlü yontuların konusu kadın, sanatçısı erkekti”

 

ORKESTRA ŞEFLERİ HEP ERKEK OLDU

Antik Çağ’dan bahseden Prof.Dr. Çevik, “Aklın, üretimin, bereketin, doğurganlığın, baharın, doğanın dirilişinin, aşkın öncüsü tanrıçaları hep kadındı. Ama orkestra şefleri hep erkek oldu” dedi.

 

KADINLAR İÇİN YAPILAN SAVAŞLAR

Kadınlar yüzünden çok savaş yapıldığını anlatan Prof.Dr.Çevik, şunları söyledi: “Kadın paylaşılmazların başındaydı. Nice dünya egemenleri, sadece kadınlara boyun eğdi. 7 kıtaya hükmeden sultanlar en dokunaklı aşk şiirlerini yazdı kadınlara. Mesela koca sultan Yavuz Sultan Selim Han, ‘Sirler pençe-i kahrimdan olurken lerzan / Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek’ diyordu. Ama aynı erkekler, uğruna vuruştuğu ve şiirler yazdığı kadına egemen olmak için de tüm toplumsal kuralları erkek için erkeğe göre biçimlendirdi. Evliliğin, mirasın, tüm yaşamın kuralları erkeğe göre düzenlendi. Belki de sadece son iki yüzyıldır gittikçe yükselen bir çizgide kadın tek başına bir birey olarak toplumda yerini almaya başladı da, Merkel’ler ve daha pekçok başkaları toplumda öne çıkar oldu ve toplum da bu ivmeyle nitelikleşmeye, saygınlaşmaya başladı. Kadının sosyal durumu bir toplumun, uygarlığının aynasıdır.”

 

KADININ ADI “AŞK”

Tüm zamanlarda kadınsız bir hayatın sözkonusu bile olmadığını belirten Prof.Dr. Çevik, sözlerini şöyle sürdürdü: “İnsanlık varolduğundan bu yana kadın tüm yaşama damgasını vurdu. Kadının adı hep vardı ama erkeğin yanında. Kadın iktidarda değildi ama iktidardı. Erkekler dünyayı yönetti, o da erkekleri. Kadın tarihin de, coğrafyanın da her yerindeydi. Tarlada bereket, evde direkti. Sevgiliydi, anneydi, eşti, kardeşti. Vazgeçilmezdi tüm zamanlar boyunca. Tutkuydu, tehlikeydi, gerçekti. Kadının adı hep aşktı.”

haberler.com, 05.06.2014

AMASRA UNESCO BEKLİYOR, KÖMÜR İSTEMİYOR

 

 

Küre Dağları Milli Parkı'nın yer aldığı ve kalesiyle UNESCO Geçici Miras listesine giren Bartın'ın Amasra İlçesi'ne yapılmak istenen kömürlü termik santrale karşı halk direniyor.

5 Haziran Çevre Günü'nde Amasra esnafının tamamı kepenk kapatarak termik santrale karşı olduğunu gösterdi. Bu akşam da insan zinciri yapacaklar.

 

Batı Karadeniz'in yemyeşil ilçesi Amasra'nın Gömü Köyü'ne Hattat Holding 1320 megawatlık termik santral kurmak istiyor. Uzun yıllardır kentte termik santral kurmak isteyen şirket 2005'te santrale kömür sağlamak için rödovans sözleşmesi de imzaladı; ancak henüz kömür çıkarmadı.  

 

Aynı yer iki kez reddedildi

Şirketin 2010'da termik santral kurmak istediği Tarlaağzı ve Gömü Köyü'ndeki yer ÇED sürecinde uygun bulunmadı. İki kilometre batısındaki Delikliburun için başvurdu ancak o da 2012'de kabul edilmedi.

 

Ancak şirket iki kez reddedilmesine rağmen 2013'te yeniden Gömü Köyü'nde santral için başvurdu. 8 Mayıs 2014'te ÇED için yapılan değerlendirme toplantısından sonra ÇED'in kabul edilmesi bekleniyor.

 

Küre Dağları Milli Parkı'nı kapsayan Amasra, 2023 Türkiye Turizm Stratejisi'nde eko-turizmin geliştirileceği bölgeler içinde yer alıyor. Cenevizlilerden kalma Amasra Kalesi Nisan 2014'te UNESCO Geçici Miras listesine girdi. 

 

380 bin hektarlık ormana santral

Bartın Platformu, Bartın Belediyesi ve Amasra Belediyesi ÇED sürecinde verdiği kurumsal görüş raporunda termik santralin bölgeyi bitireceğini söylüyor.

 

Rapora göre, Hema Entegre Termik Santrali; yaklaşık 33 hektarlık termik santral alanı,  200 hektarlık kalker ve kırma eleme tesis alanları, 150 hektarlık kül ve alçı taşı depolama alanlarıyla, toplam 380 hektarlık doğal orman alanları üzerine kurulmak isteniyor.

 

"Enversiyon tehlikesi var"

Raporun yazarı Bartın Üniversitesi Orman Fakültesi'nden Prof.Dr. Erdoğan Atmış, termik santrale karşı en önemli gerekçenin enversiyon tehlikesi olduğunu belirtti.

 

"Amasra'da deniz ve kara yüzeyleri arasındaki sıcaklık farkı nedeniyle hava yükselemiyor. Sis tabakası iniyor ve dağ varsa bu havada sabit kalıyor.

 

"Böyle bir yerde havaya karbondioksit ya da kükürt salarsanız atmosfere karışarak yere çöker. Bu çok ciddi ölümcül bir tehlike. İngiltere'de bir günde 4 bin insan enversiyon nedeniyle öldü. Ancak bu tehlikeye karşı ÇED raporunda sadece yaz aylarında enversiyon riski olmaz deniyor. Oysa diğer dokuz ay ne olacak?"

 

"Yöre ekonomisini bitirir"

Bölge halkının tamamının santrale karşı olduğunu belirten Atmış, santral nedeniyle yöre ekonomisinin çökeceğini belirtti.

 

"Termik santral yöredeki turizm etkinlikleri sona erdirecek, balıkçılık, çilek, fındık vb. tarımsal etkinlikler ve orman ürünleri zarar görecek. Soğutma suyunun deniz ekosistemine ciddi zararlar vereceği çok açık. Balıkçılık zarar görecek. Kömür madenciliği nedeniyle “Kavşak Suyu Havzası” zarar görecek, nüfusun bedava temin ettiği içme suyu tehlikeye girecek. Yöredeki endemik ve nesli tehlike altında bulunan bitki ve hayvan türleri hakkında yeterince çalışma yok."

Bianet, Haber: Nilay Vardar, 05.06.2014

2 BİN YILLIK KÖPRÜLER İÇİN ACİL ÖNLEM

 

 

Bergama’daki 2 bin yıllık tarihi köprü ve su tünellerinin üzerinden geçen ağır tonajlı kamyonlar Meclis’e taşındı. CHP’li vekil Birgül Ayman Güler, Bakan Ömer Çelik’e soru önergesi vererek tarihi dokunun korunması için önlem çağrısı yaptı.

 

CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler, İzmir’in Bergama İlçesi'ndeki 2 bin yıllık tarihi yapıların üstünden geçen taş yüklü kamyonları meclis gündemine taşıdı. Güler, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.

 

Bergama’daki tarihi Kızılavlu’nun devamında yer alan köprü ve su tünellerinin üzerinden geçen ağır tonajlı kamyonların ciddi tehlikeler oluşturduğunu söyleyen Güler, Kozak Yaylası’ndaki granit taş ocağından çıkarılan malzemeleri taşıyan kamyonların geçtikleri güzergahta tarihi dokunun göçmesine ve yıkımlara neden olabildiğini kaydetti.

 

‘Acilen önlem alınmalı’
Selinos Çayı üzerinden geçen, Roma döneminden kalma Bodrumüstü ve tünellerin, 2 bin yıllık görkemiyle zamana meydan okuduğunu hatırlatan Güler, “Hem tarihi varlıkların tahrip edilmemesi hem de tarihi tünel ve köprü çevresine yerleşmiş yurttaşlarımızın can ve mal güvenliği için taş yüklü kamyonların güzergahının acilen değiştirilmesi gerekiyor. Aksi halde ağır taşımacılıktan dolayı köprü ve tünellerde göçmeler olabilir. Bu durum tarihi dokunun çevresindeki yapıların hasar görmesine, yıkılmasına neden olabilir. Yetkililer acil önlem almalıdır” dedi.

 

Güler, “Bergama binlerce yıldan gelen tarihi ve kültürel mirasını 15 Haziran’da UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’yle taçlandırmanın son aşamasındadır. Fakat bu tarihi güzellikler olası bir göçük ve yıkım tehlikesiyle karşı karşıya. Böylesine zengin bir tarihin içinden ağır tonajlı taş ocağı kamyonlarının hoyratça geçmesi akıl alır şey değil. Yetkililer, sorumluluklarını yerine getirmelidir” dedi.

Sol Haber, 05.06.2014

ORTAKÖY CAMİİ YENİDEN AÇILIYOR

 

 

Ortaköy Camii’nde 3 yıl önce başlayan restorasyon tamamlandı. Cuma günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açılışını yapması beklenen caminin 50 kişilik ekip tarafından gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları yaklaşık 8 milyon TL’ye mal oldu. Üniversitelerle ortak yürütülen çalışmalarda, caminin her bir noktası restore edildi.

 

Halk arasında ‘Ortaköy Camii’ olarak bilinen Ortaköy Meydanı’ndaki ‘Büyük Mecidiye Camii’, 13 Mayıs 2011’de kılınan cuma namazının ardından kapatılmıştı.Büyük bir titizlikle gerçekleştirilen ve üniversiteler tarafından belirli aralıklarla denetlenen çalışmalar tamamlandı.

Asma kat kaldırıldı
Minaresi onarılan, ana kubbe kurşunları değiştirilen camide ahşap kapı ve pencereler yenilendi. Cami harimindeki ve Hünkar Kasrı’ndaki betonarme döşemeler kaldırıldı, ahşap karkaslar yapıldı. Girişteki asma kat kaldırılarak, ilk haline uygun hale getirildi.

Milliyet, 05.06.2014

 

******


ORTAKÖY CAMİİ'NE KAÇAK KAT ÇIKMIŞLAR

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce üç yıldır sürdürülen restorasyon çalışmaları tamamlanan Ortaköy Camii bugün Cuma Namazı sonrası Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından tekrar ibadete açılacak.


Sultan Abdülmecit tarafından 1853 yılında yaptırılan ve bugüne kadar altı kez restore edilen camiye 1964 yılında kaçak kat çıkıldığı belirlendi. Vakıflar Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem, önceki restorasyonlarda birçok hata yapıldığını ve caminin orijinal halinden çok uzaklaştırıldığını belirterek, “1964 yılında yapılan restorasyonda caminin iç kısmına daha çok cemaate yer açabilmek için kaçak bir kat çıkıldığını tespit ettik. Camiyi orijinal haline getirmek için bu katı yıktık” dedi. Ortaköy Camii olarak bilinen Büyük Mecidiye Camii’nin, Türkiye ’nin en önemli simge eserlerinden biri olduğunu söyleyen Ertem şunları söyledi: “Restorasyon sırasında resmen iğne ile kuyu kazdık. Taşların üzerinde çimento harcıyla uygulamalar vardı. Çimento taşlara çok zarar vermiş. Bu betonlar tek tek sıyrılarak temizlendi. En önemli çalışmalarımızdan biri de çok az sayıda ustası bulunan ve sadece saraylarda kullanılan Şutuk uygulamasını camide kullanmamız oldu.” Klasik Osmanlı mimarisinden modern usule geçişin en önemli eserlerinden birisi olan camiye, 6 milyon lira harcanarak dış cephe konservasyonları ve minare onarımı yapıldı.

Radikal, Haber: Ümit Çetin, 06.06.2014

KÜLTÜR MİRASI TÜRKİYE'DEN SORULACAK

 

Rakipleri İtalya ve Fransa’yı geride bırakan Türkiye, UNESCO'nun Somut Olmayan Kültürel Miras Hükümetlerarası Komitesi'ne seçildi. Birincilği duyuran Dışişleri Bakanı Davutoğlu: "Orada ortak kültür değerlerimizi koruyacağız, geliştireceğiz" dedi.

 

Rakipleri İtalya ve Fransa’yı sollayan Türkiye UNESCO'nun Somut Olmayan Kültürel Miras Hükümetlerarası Komitesi'ne seçildi. Açıklama Dışişleri Başkanı Ahmet Davutoğlu’ndan geldi. Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi 4. Zirvesi'nde konuşan Davutoğlu, Türkiye'nin UNESCO Kültürel Mirası Komitesi'ne seçilmesiyle ilgili "Orada ortak kültürel değerlerimizi koruyacağız, geliştireceğiz" diye konuştu. 

 

72 OYLA BİRİNCİ OLDUK 

UNESCO'nun internet sitesinden yapılan açıklamada "Hükümetlerarası Komite'ye, İspanya'nın ayrılmasıyla 1. grupta boşalan sandalye kapsamında  Türkiye, sözleşmeye taraf olan 158 ülke tarafından gerçekleştirilen seçimlerde 72 oy alarak seçimi kazanmış ve böylelikle 2014-2018 döneminde Komite'de yer almaya hak kazanmıştır" denildi. 

 

ÇELİK TWİTTER'DAN KUTLADI

Twitter'dan sonuçları duyuran Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Türkiye'nin adaylık yarışından birinci çıktığını ve bu başarıda emeği geçen herkesi kutladığını belirtti. Çelik, "İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirasının Temsili listesinde 11 unsuru bulunan Türkiye, artık listeye girecek mirasları belirleyecek" ifadelerini kullandı.

Akşam, 05.06.2014

BODRUM KALESİ İŞTE BU HALE GELDİ

 

Bodrum‘da 2-5 Haziran’da düzenlenecek 4. Türk Konseyi Zirvesi’ne hazırlık yapmak maksadıyla Bodrum Kalesi’nde yapılan çalışmalar gören herkesi hayrete düşürdü. Bodrum Kalesi'nin duvarlarını sıvayla kaplayıp, tarihi topları boyadılar!

 

 

Bodrum Gazetesi'nin haberine göre, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Emel Özkan’ın talimatıyla yapılan çalışmalarda, yüzlerce yıllık Osmanlı toplarına yağlı boya vurulurken, tarihi Bodrum Kalesi’nin surlarına da kireç boya sürüldü. Saint Jean şövalyeleri tarafından 1402 – 1522 yılları arasında inşa edilen kaleye şimdiye dek hiç böyle bir uygulama yapılmamıştı. Müze, 1995 yılında Avrupa’da Yılın Müzesi Yarışması’nda “Özel Övgü” ödülünü almıştı.

 

Türk Konseyi zirvesine katılacak devlet adamlarına “güzel görünsün diye” yapılan çalışmalar, tarihi yapılara asla yapılmaması gereken bütün faaliyetleri içeriyor. Kalenin bu halini gören vatandaşlar Müze Müdürü Emel Özkan’a tepki gösteriyor.

 

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünden mezun olan Emel Özkan, Müze Müdürlüğü’ne geçen yıl atanmıştı.

 

 

Emel Özkan basın mensuplarına çalışmalar hakkında bilgi verirken yapılanları şu sözlerle anlatmıştı:

“Müzemizde gerekli tabela değişimleri, boyama işlemleri devam ediyor. Ziyaretçilerimiz gelmeye başlayacak, onun için müzemizi toparlamaya başladık. Eksik olan onarılması gereken her yeri onarıyoruz. Kale içinde bulunan havuzlarımızı boyadık. Önümüzdeki günlerde de Sayın Cumhurbaşkanı da Bodrum Kalesi’ni ziyaret edecek.”

Yapı, 04.06.2014

EDREMİT'TE ANTANDROS SERGİSİ AÇILDI

 

 

Kaz Dağları’nın antik zenginliğini gösteren, Antandros antik kenti fotoğraf sergisi, Balıkesir'in Edremit İlçesi'nde açıldı. Edremit Belediyesi ve Antandros Derneği işbirliğiyle Ayşe Sıdıka Erke Etnografya Müzesi’nde açılan sergide, fotoğraf sanatçısı Firdevs Sayılan’ın objektifinden toplam 32 fotoğraf yer alıyor. Ayrıca slayt gösterileri de yapılıyor.

Açılışı yapan Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka, geçmişini bilmeyenlerin geleceğini iyi hazırlayamayacağı anlayışıyla kazı çalışmalarına çok önem verdiklerini söyledi. Saka, “Anadolu’nun geleceğini sağlam bir temele oturtabilmek adına bu antik kalıntıların, günyüzüne çıkarılarak geleceğimiz olan çocuklarımıza öğretilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu kazılar konusunda Antandros Derneği’nde ilk günden bu yana fedakarca tüm arkadaşlarımıza, bu kazıların yürütülmesinde maddi manevi her türlü katkıyı koyan herkese Edremit halkı olarak, Anadolu insanı olarak teşekkür ediyorum.” dedi. Açılışa Başkan Saka ile birlikte CHP Edremit İlçe Başkanı Yurt Yıldırım, Antandros Şehrini Kurtarma, Koruma ve yaşatma Derneği Başkanı Mehmet Sakaroğlu, sanatçı Kenan Bal, davetliler ve çok sayıda vatandaş katıldı. Sergi 10 gün devam edecek.

Beyaz Gündem, 04.06.2014

5 MİLYON YILLIK FOSİLLER

 

 

Burdur'un Kemer İlçesi'ne bağlı Elmacık Köyü'nde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ve yaklaşık 5 milyon yıl öncesine ait olduğu belirtilen fosiller, Doğa Tarihi Müzesi'nde ziyaretçilerin ilgisine sunulacak.

 

Burdur kent merkezinde bulunan 19'uncu yüzyıla ait Kavaklı-Rum Kilisesi'nin Doğa Tarihi Müzesi'ne dönüştürülmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2011 yılında restorasyon çalışması başlatıldı.

 

Yaklaşık 2 ay sonra tamamlanması planlanan çalışmalar sonunda açılacak müzede, Elmacık Köyü'nde 2006-2009 yıllarında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ve yaklaşık 5 milyon yıl öncesine ait olduğu belirtilen "Karasal memeli hayvanlara ait fosiller" de sergilenecek.

 

3 METRE 30 SANTİM UZUNLUĞUNDAKİ DİŞLER

İl Kültür Turizm Müdürü Mehmet Tanır, çalışmaların sürdüğü müzede gazetecilere yaptığı açıklamada, Elmacık'ta gerçekleştirilen kazılarda ortaya çıkarılan fosillerin Burdur için büyük öneme sahip olduğunu söyledi. 

 

 Tanır, şöyle konuştu:

"Kazılarda 5-10 milyon yaşında olduğu tahmin edilen mastodonlara ait fosiller bulunmuştu. Bu canlılara ait 3 metre 30 santim uzunluğunda savunma dişleri ortaya çıkarılmıştı. Burada bulunan fosiller müzemizde sergilenecek. Ayrıca Çin'de hazırlanan mastodon prototipi, hayvan fosilleri, balık, kuş ve bitkilerle ilgili sergilemeler, jeolojiyle ilgili bilgiler yer alacak. Çocuklar için doğa tarihiyle ilgili bölüm olacak. Müzemizin en önemli özelliği mastodonların savunma dişlerinin de burada sergilenecek olmasıdır. Fillerin atası olan mastodonların canlandırıldığı animasyon da 2 ay içinde tamamlanarak müzemizdeki yerini alacak."

 

Bu arada Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi (MAKÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölüm'ünde bulunan fosillerin müzeye konulması çalışmaları da başladı.   

 

Burdur Müzesi Müdürlüğü denetiminde, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr. Berna Alpagut'un bilimsel danışmanlığında ve Yrd. Doç.Dr. Nurfettin Kahraman'ın alan sorumluluğunda 2006-2009 yıllarında Kemer İlçesinin Elmacık Köyü'nde kazı çalışması yapılmıştı.

 

Kazılarda, büyük çoğunluğu filgillere ait olmak üzere gergedangiller, atgiller, otçullar ve kimi kuş türlerine ait kalıntılar ile yumuşakçalara ait bol miktarda kavkı (Yumuşakçaların sert kabuğu) bulunmuştu.

Akşam, 04.06.2014

TARİHİ KERPE LİMANI DA 'TURİZME KAZANDIRILACAK'

 

Cenevizliler ve Osmanlılar tarafından kullanılan ve büyük kısmı su altında bulunan Kandıra İlçesi'ndeki Kerpe Limanı, Kocaeli Büyükşehir Belediyesince restore edilerek turizme kazandırılacak.

 

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan yazılı açıklamada, Kandıra kıyılarındaki limanlar arasında en önemli konuma sahip Kerpe Limanı'nın karakteristik olarak Kandıra taşı ve yöresel malzemeler kullanılarak yapıldığının tespit edildiğine değinilerek; 100 metre uzunluğundaki liman yapısının zamanla bozulduğu ifade edildi. Açıklamada, Büyükşehir Belediyesince liman için rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin hazırlandığı kaydedilerek, deniz yapıları hakkında sualtı arkeologları ve akademik danışmanlarınca inceleme gerçekleştirildiği bildirildi.

 

 

"Yapılacak 2 Ceneviz gemisinden biri denize batırılacak"
Projenin, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylandığı vurgulanan açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

 

 

"Proje kapsamında mevcut tarihi limanın bir bölümü orijinal halinde bırakılırken bir bölümü de restore edilecek. Restorasyonda limanın kendi mevcut taşları ve yine yöresel malzeme kullanılacak. Limanın bulunduğu alanın ayrıca turizme kazandırılması da düşünülüyor. Limanın restorasyon çalışması tamamlandıktan sonra Ceneviz dönemini yansıtan 2 küçük Ceneviz Gemisi yapılacak. Bu gemilerden biri denize batırılarak dalış turizmine hizmet verirken, diğer gemi su üstünde turistik gezi amaçlı kullanılacak. Limanın bulunduğu alanda yapılan dalışlarda 2 adet de büyük Osmanlı dönemine ait top bulundu. Bölgede dalış yapanlar bu topları da görebilecek".

Yapı, 04.06.2014

ASPENDOS'TA RESTORASYON ÇALIŞMALARI

 

 

MS 2. yy da Marcus Aurelius (161-180) döneminde inşa edilen ve Tanrılar ile devrin imparatorlarına adanan ve 19. yüzyılda başlayan arkeolojik çalışmalarla ortaya çıkarılan Aspendos antik tiyatrosunda restorasyon çalışmaları devam ediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından 2010 yılında hazırlattırılan ve ocak 2013 yılında başlatılan tiyatronun restorasyon çalışmaları 20 Ağustosta sona erecek. Yaklaşık 18 aydır yapılan çalışmalarda, restorasyona rağmen turistlerin de Aspendos’u gezebilmesine imkan sağlanıyordu. Aspendos’a restorasyon nedeniyle bu yılın ilk dört ayında ziyaretçi alınmazken, mayıs ayından itibaren belirli bölümlerine ziyaretçi alınmaya başladı

Aspendos, geçen yıl elde ettiği yaklaşık 1.5 milyon lira ile turizmin darphanesi gibi çalışmıştı.

ASPENDOS TİYATROSU
Aspendos tiyatrosu tüm dünyadaki en iyi korunmuş Roma tiyatrosu, hatta en iyi korunmuş antik tiyatrodur. İki tepe üzerine kurulu Aspendos'un tiyatrosu, küçük tepenin doğu yamacına yaslanmıştır.

MS 2. yy. da Marcus Aurelius (161-180) döneminde inşa edilen antik tiyatro 19. yüzyılda başlayan arkeolojik çalışmalarla ortaya çıkarılmıştır. Ulu Önder Atatürk'ün 1930 yılında ziyaret edip "onarılıp yeniden kullanılması" için direktifler verdiği Aspendos Tiyatrosu Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın organizatörlüğünde, kendi adıyla anılan Opera ve Bale Festivali'ne her yılın yaz aylarında dünya milletlerine ev sahipliği yapıyor.

Beyaz Gazete, 04.06.2014

MÜZELERE ÜCRETSİZ ULAŞILABİLECEK



 

Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camii, Ayasofya Müzesi, Yerebatan Sarnıcı, Arkeoloji Müzesi’nin de bulunduğu tarihi yarımada, İstanbul’u ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerin ilk adresi. Her yıl yaklaşık 12 milyon kişi, bölgedeki müzeleri ziyaret ediyor. Sadece Topkapı Sarayı’nı ziyaret edenlerin sayısı yılda 3,5 milyona ulaşıyor.

 

Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Müze Girişimleri; yerli ve yabancı turistler ile müzeleri ziyaret etmek isteyen İstanbulluların tarihi yarımadaya ulaşımını kolaylaştırmak için TEMSA ile birlikte “Otobüsü Yakala Tarihe Yolculuğa Başla!” projesini hayata geçirdi. Proje kapsamında TEMSA tarafından tahsis edilen bir otobüs, haziranın üçüncü haftasından itibaren her gün saat 10.00’da Taksim Meydanı’ndan Sultanahmet’e doğru hareket edecek. Koltuk arkası ekranlarda Anadolu’daki tarihi ve kültürel değerlerle ilgili kısa filmin gösterileceği otobüs, saat 13.00’te Sultanahmet Meydanı’ndan ayrılarak Emirgan’daki Sakıp Sabancı Müzesi’ne doğru hareket edecek. Otobüs, saat 15.30’da Sakıp Sabancı Müzesi’nden ayrılarak Taksim’e geri dönecek. Müzelere ücretsiz ulaşımdan Müzekart ve Müzekart+ sahipleri de yararlanabilecek. Konuyla ilgili İstanbul Arkeoloji Müzeleri bahçesinde dün düzenlenen basın toplantısında konuşan TÜRSAB Genel Başkanı Başaran Ulusoy, turistler için tarihi mekanları daha rahat gezilebilir ve kolay ulaşılabilir hale getireceklerini söyledi ve ekledi: “Karşılayan, çağıran, ağırlayan müze anlayışı çerçevesinde bir ilki başlatmış oluyoruz. İstanbul’a gelen turistleri tarihle buluşturacağız, tarihimizi öğreteceğiz, kültür varlıklarımızın ne olduğunu göstermeye çalışacağız, her kolaylığı turistlerimize ve vatandaşlarımıza sunacağız.”

Zaman, 04.06.2014

MÜZE BAHÇESİNE YAPILAN TÜMÜLÜS ZİYARETE AÇILDI

 

 

Sivas Arkeoloji Müzesi bahçesine yapılan tümülüs, ziyarete açıldı.

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü Kadir Pürlü, açılış öncesi yaptığı konuşmada, müze bahçesine inşa edilen tümülüsün vatandaşlarda tarih bilinci oluşturma açısından önemli olduğunu söyledi. Tümülüsün yapımında emeği geçenlere teşekkür eden Pürlü, tüm vatandaşları Sivas Arkeoloji Müzesi’ni ve tümülüsü gezmeye davet etti.

 

Arkeoloji Müzesi Müdürü Atılgan Kaya ise müzede ziyaretçilere farklı bir ortam sunmak amacıyla bu tümülüsü yaptıklarını söyledi.

 

Sivas Belediyesince finanse edilen çalışmaya bazı kurumların da katkı sağladığını aktaran Kaya, “Tümülüs, hakim tepe üzerine kurulan, toprak yığılarak oluşturulan ve dönemin ileri gelenlerinin gömüldüğü mezar odasıdır. İçerisinde kralın ya da gömülen önemli kişinin eşyalarının bulunduğu mezar tipidir. Türkiye’de bu tümülüs örneği bir ilktir, bahçede teşhir anlamında başka örneği yoktur. Farklı olsun diye bahçeye yaptık” diye konuştu.

 

Kaya, 2 metre 80 santimetre yüksekliğinde ve 3 metre uzunluğundaki tümülüsün maliyetinin yaklaşık 50 bin lirayı bulduğunu ifade ederek, “Tümülüsün içerisinde dönemin ileri geleni ya da kralın iskeleti, bunun etrafında krala ait mezar eşyaları, başında tacı, cam gözyaşı şişeleri, ağzında parası ve seramik parçaları bulunmaktadır. Tüm eşyaların bir anlamı vardır. Gözyaşı şişelerinin çok olması, o kişinin çok varlıklı olduğunu gösterir” dedi.

 

Konuşmaların ardından, Pürlü ve Kaya ile müze çalışanları tarafından tümülüsün açılışı gerçekleştirildi. Pürlü ve beraberindekiler, tümüsülü gezdi.

 

Müzede görevli uzmanlarca tasarlanan ve Sivas Belediyesi’nin desteğiyle yapılan tümülüs, ziyaretçilerini bekliyor.

haberler.com, 04.06.2014

ARAÇ İÇİNDEKİ BAVULDAN 445 TARİHİ ESER ÇIKTI

 

 

Çorum’da polis ekiplerince bir otomobilde yapılan aramada, bavul içerisinde Roma, Bizans, Osmanlı, Selçuklu ve Demir Çağı dönemlerine ait 445 parça tarihi eser bulundu.

 

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, Kent merkezinde M.A.K’nın kullandığı plakası açıklanmayan otomobili durdurdu.

 

Otomobilde yapılan aramada, arka koltukta bulunan bir bavulun içerisinde Demir Çağı dönemine ait 2 ağırşak, Roma dönemine ait 11 Gümüş ve bronz sikke, 3 bronz iğne, Bizans dönemine ait 355 bronz sikke, 3 bronz haç kolye, 7 bronz nesne, 24 cam tessera, bronz ağırlık, Gümüş nesne, cam ve kurşun boncuklar, bronz haç, merasim haçları, bronz bilezik, bronz yüzük, bakır yüzük, bronz çan, bakır küpe sarkacı, bronz zil, bronz kolye, Selçuklu dönemine ait bakır sikke, Osmanlı dönemine ait pişmiş toprak lüle ile yeni döneme ait heykelcikler, anahtar ve bilezikler olmak üzere toplam 445 parça tarihi eser ile 2 ruhsatsız tabanca ve bu tabancalara ait 40 fişek ele geçirildi.

 

Şüpheli M.A.K gözaltına alındı. Ele geçirilen eserler ise Çorum Müze Müdürlüğüne teslim edildi

haberler.com, 03.06.2014

O MOZAİĞİ
JANDARMA KURTARDI

 

Acıpayam İlçesi'nde, Tavus kuşu resimli Roma dönemine ait mozaik, alıcı gibi davranan sivil jandarma ekiplerince ele geçirildi.

 

Kumafşarı Mahallesi'nde iki kişinin tarihi eser satmak için müşteri aradığı ihbarı alan sivil jandarma ekipleri, alıcı gibi davranarak tarihi eser kaçakçılarıyla buluştu.

Tarihi mozaiği satmak istedikleri sırada iki şüpheli suçüstü yakalandı.

 

Tavus kuşu resimli mozaik, Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Gözaltına alınan iki kişi, çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Gerçek Gündem Haber: Ramazan Çetin, 03.06.2014

ÇARIN GÖZDESİ İNTERNETE DÜŞTÜ

 

 

Ünü tüm dünyaya yayılan, Rus çarı üçüncü Aleksander ve oğlu ikinci Nicholas için özel yapılan Faberge yumurtaları, online satışa çıktı. Orijinalleriyle aynı yumurtalar 40-50 bin lira arasındaki fiyatlarla satılıyor.

 

Lüksün simgesi olarak kabul edilen Faberge yumurtalarının reprodüksiyonları (aslına uygun kopyaları) Türkiye'de alwaysfashion.com'da satışa çıkartıldı. Sınırlı sayıda ve birebir aynısının yapıldığı yumurtaların fiyatları sitede 40-50 bin lira arasındayken, daha fazla sayıda üretimi olanların fiyatları 7-15 bin lira arasında değişiyor.


1842 yılında St. Petersburg'da Gustav Faberge tarafından yapılan ve oğlu Peter Carl Faberge tarafından geliştirilen bu sanat eserleri, Rus çarı üçüncü Aleksander ve oğlu ikinci Nicholas'ın isteğiyle aileleri için yaptırılmış. Mücevher tasarımcısı Peter Carl Faberge ürünü olan bu eserler genel olarak kaz yumurtası büyüklüğünde, mine işlemeli ve mücevher süslemeli olarak yapılmış. İçinden mutlaka bir sürprizin çıktığı söylenen yumurtaların 53 tane olduğu biliniyor.

 

Yeni koleksiyon da sitede
Sitede ünlü Faberge yumurtalarının yanısıra hazırlanan yeni koleksiyonlara ait aksesuarlar da yer alıyor. 1917 Rus Devrimi'nden sonra Rusya'yı terk edip Avrupa'da faaliyetini sürdürmeye devam eden Faberge Mücevher Evi, Amerika ve Avrupa'da birkaç ünlü sanayici aile için de yaklaşık 15 yumurta yapmış. 2007 yılında Faberge markası ve Faberge ailesinin yeni bir yönetim altında birleşmesiyle ise yeni koleksiyonlar hazırlanmaya başladı.

Milliyet (Kısaltarak), Haber: Duygu Erdoğan, 02.06.2014

TARİHE BETON DÖKÜLDÜ

 

Türkiye'de rant hırsı öyle bir noktaya ulaştı ki, ne doğa ne de tarih korunmuyor, korunamıyor. Bu hırsın son kurbalarında biri de Küçükçekemece'deki Regium antik kenti oldu. Milattan Önce 2'nci yüzyılda kurulan ve Roma'nın ticaret merkezi olan Regium antik kentinin üzerine otopark yapıldı.

 
Rant ve sermayenin talanına uğrayan İstanbul'da doğa da tarih de korumasız. İstabul Küçükçemece'de tarihin üzerine beton döküldü, tarihe geçecek bir katliam yaşandı.

Kentin tarihi geçmişini, katliamla tek başına savaşan emekli General Haldun Solmaztürk anlattı.

1938 yılında yapılan ilk kazı çalışmaları ile kent kısmen ortaya çıkarıldı. Ancak sonraki yıllarda tarihi alana sahip çıkılmadı. Yeri geldi kurban kesim alanı oldu, yeri geldi şantiye...

Bölge'deki kazı çalışmaları yıllar önce durduruldu. Bölgenin korunması için yurtdışından çok sayıda üniversite ve Solmaztürk'ün girişimleri de sonuçsuz kaldı.

Katliamda insan eli de var. Yani, tarihi sütünların üzerine çöplerini atan, molozlarını döken, binlerce yıllık parçaları mangal taşı olarak kullanan İstanbulluların.

Ulusal Kanal, Haber: Deniz Çağlayan, 02.06.2014

POLATLI'DA TARİHİ HÖYÜĞÜN ETRAFINDA İMAR ÇALIŞMASI YAPILACAK

 

 

Ankara’nın Polatlı İlçesi'nde bulunan Beştepe Höyüğü, birinci derece sit alanından üçüncü derece sit alanına dönüştürüldü. Polatlı Belediyesi, höyük etrafında imar ve yeşil alan düzenlemesi yapabilecek.

 

Belediye, 3’üncü derece sit alanına dönüştürülen Beştepe höyüğünün çevresi hakkında mülk sahiplerini bilgilendirdi. Polatlı Belediye Başkanı Mürsel Yıldızkaya, Polatlı Lisesi’yle Halk Eğitim Merkezi, Eti ve Turan caddelerinin ortasında kalan Beştepe Höyüğü çevresinde bugüne kadar 1’inci derece sit alanı olduğu için hiçbir çalışmanın yapılamadığını, kabul edilen yeni uygulamayla höyük çevresinin 3’üncü derece sit alanı ilan edildiğini ve belediyenin bu alanın çevresinde imar ve yeşil alan düzenlemesi yapacaklarını söyledi.

 

Vatandaşın mağduriyetinin belli ölçüde giderilmeye çalışıldığını belirten Yıldızkaya, “Beştepe Höyük’te koruma amaçlı imar plan çalışması gerçekleştirdik. Çivi çakılamayan bu alanın Eti Caddesi’ne bakan doğu cephesindeki kısım, bitişik nizam 2 katlı ticari alan olarak düzenlendi. Gordion ve Eti Caddesi’ne cepheli birinci derece sit alanı içerisinde yeri olan vatandaşlarımızın mağduriyetini böylece bir nebze de olsa gidermiş olduk. Artı Turan ve Eti Caddesi arasına yürüyüş yolu yaparak halkımıza yeni yürüyüş alanı kazandırıyoruz.” dedi.

 

Beştepe Höyük’te 1950’li yıllarda İngiliz ve Amerikalı arkeologlar tarafından yapılan kazı çalışmalarında seramik eserler bulunmuştu. Höyükte bulunan eserler Gordion Müzesi’nde sergileniyor.

haberler.com, 02.06.2014

PİŞMİŞ TOPRAK BEBEK HEYKELİ ZİYARETÇİ AKININA UĞRUYOR

 

 

Gaziantep’te, yerli ve yabancı turistlerin en uğrak yerlerinden olan Medusa Cam Eserler Müzesi’ne yeni dahil edilen pişmiş toprak bebek heykeli ziyaretçi akınına uğruyor.


Dünyada tek olan eser, arkeologlar ve Gaziantep’e seyahat amaçlı gelenlerin ilgi odağı oluyor. Medusa Cam Eserler Müzesi yetkilisi İbrahim Halil Algın, son günlerde müzedeki eserlerin arasına katılan yunan dönemine ait pişmiş topraktan yapılma oyuncak tiyatro kukla eserinin Türkiye’de sadece bir tane olduğunu belirterek, “Medusa Cam Eserler Müzesi’nde yaklaşık 7 yıldır görevliyim. Müzemiz özel bir müzedir. Türkiye’de eşi benzeri olmayan cam eserlerimiz sergileniyor. Bunların dışında pişmiş topraktan eserlerimizde var. Bunlardan bir tanesi son zamanlarda bize getirilen bir eser. Pişmiş topraktan yapılmış yunan dönemi oyuncak kukla bebek eseri. Tiyatro kuklası olarak kullanılmış. Yunan döneminden şuana kadar kayıtlarda sadece Türkiye de bir tane olduğu biliniyor. Çok değerli bir eser olduğu için yurt içinden ve yurt dışından gelen ziyaretçiler oluyor. Bunları hayretle izliyorlar çok değerli eserdir. Eşi benzeri olmaması bizim için çok iyi bir durum” dedi.


Eserin tek olmasının ilgi çekiciliğini artırdığını aktaran Algın, “İlk ve tek olması bizim için önemlidir. Gaziantep’e gelen ziyaretçiler mozaik müzesinin dışında mutlaka buraya geliyorlar. Burada arkeolojik eserler sergilendiği için çok ziyaretçi geliyor. Yaklaşık 7 bin eser var. Burası Gaziantep için çok büyük bir imkan. Ziyaretçileri buraya bekliyoruz. Telkari gösterimiz oluyor. Mardin’den iki usta getirip Gaziantep’te 6 yıldır telkari sanatını yaptırıyoruz. Amacımız para kazanmak değil sadece bu paranın kazanılmasını sağlamak masa üstünde alevli boncuk çalışması yapılıyor. Bu da gelen ziyaretçilerin görsel amaçlı izlemesini hem de yapılan ürünlerin burada satılmasına imkan sağlıyor” ifadelerini kullandı.

Mlliyet, 02.06.2014

DOLMABAHÇE'DE ÇATLAK HAREKATI





 

TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı, deprem hazırlığı yapıyor. Karşı tarafındaki binanın inşaatı nedeniyle çatlamalar olan Dolmabahçe Sarayı'nın Matbah-ı Amire (Saray Koleksiyonları Müzesi) bölümü, izlemeye alındı.

 

Karşı tarafındaki binanın inşaatı nedeniyle, çatlamalar olan Dolmabahçe Sarayı'nın Matbah-ı Amire (Saray Koleksiyonları Müzesi) bölümü, çatlak ölçerlerle izlemeye alındı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, TBMM Başkanı Cemil Çiçek'e Meclis'in bünyesindeki Saraylar için yapılan deprem hazırlıklarını sordu. Başkan Çiçek adına önergeyi yanıtlayan TBMM Başkanvekili Sadık Yakut, yapılan çalışmaları detaylarıyla aktardı:

“Dolmabahçe Sarayı Matbah-ı Amire (Saray Koleksiyonları Müzesi) binasında 2010-2011 yıllarında yapının karşısında bulunan binanın inşaatı sırasında kılcal çatlaklar oluşmuştur. Bu çatlaklara yönelik olarak; 2011 yılında yapıya çatlak ölçer cihazlar yerleştirilmiş ve çatlaklar izlemeye alınmıştır.

 

İHALE AŞAMASI BAŞLATILDI

2012 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü'ne, yapıdaki hasarların ve yapının taşıyıcı sisteminin yatay/düşey yükler açısından incelenmesini ve yapıya ait yaklaşık deprem hesaplarını içeren bilimsel ve teknik rapor hazırlatılmıştır. 2013 yılında yapının oturduğu zeminin ve çevresinin jeolojik-jeofizik özellikleri ile yapı-zemin ilişkisinin belirlenmesi amacıyla jeofizik araştırma projesi yaptırılmıştır. Çalışmalar sonucunda 2014 yılı eylem planında yer alan binanın rölöve çizimleri, analizleri, strüktür incelemesi ve yapısal iyileştirme projesinin yapılması işi ihale aşaması başlatılmıştır.

 

ŞALE'DE BİR ODADA ÇATLAK

2010-2014 yılları arasında Dolmabahçe Sarayı Ana Binası, Veliaht Dairesi, Dokumahane Binası, Mefruşat Dairesi, II. Hareket Köşkü ile Beylerbeyi Sarayı Sarı Köşk, Ihlamur Kasrı, Beykoz Kasrı, Aynalıkavak Kasrı, Maslak Kasrı, Yalova Atatürk Köşkü ile Hereke Halı ve İpekli Dokuma Fabrikası'nda restorasyon ve konservasyon çalışmaları yapılmıştır. Yıldız Şale'de yakın zamanda bir deprem riski tespit çalışması yapılmamıştır. Genel anlamda binada herhangi bir çatlama ve kayma da söz konusu olmayıp sadece bir odada kısmi bir çatlak gözlemlenmiştir. Çatlamanın kaynağını tespit çalışmaları devam etmektedir.”

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 02.06.2014

EN ÇOK KAZILAN YER KARADENİZ BÖLGESİ

 

Karadeniz, zengin olma hayalleriyle define avcılığına soyunan maceraperestlerin mekanı oldu.

 

Geçen yıl, Define Arama Yönetmeliği kapsamında 131 izinli kazı gerçekleştirildi. Kazıların en çok yapıldığı iller Giresun, Ordu, Bursa ve Sivas oldu. Ancak bu izinli kazılarından herhangi bir gömü veya defineye rastlanmadı. Arama sonucunda herhangi bir defineye rastlanılması durumunda, define Hazine’ye ait arazide bulunmuşsa yüzde 50'si arayıcıya, özel veya tüzel kişilere ait arazide bulunmuşsa yüzde 40'ı arayıcıya, yüzde 10'u mülk sahibine veriliyor. Kazılar, ilgili müze müdürlüğünden ihtisas elemanı; Maliye, Gümrük ve İçişleri bakanlıklarından mahalli temsilci gözetiminde yapılıyor.

Akşam, 02.06.2014

2013'TE ARKEOLOJİK KAZILARA 43 MİLYON LİRA KAYNAK AYRILDI

 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Abdullah Kocapınar, 2013 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından izinli kazılara 43 milyon 125 bin lira kaynak verildiğini belirterek, “Bu rakam 2002 yılında kazılara ayrılan bütçenin yaklaşık 23 katıdır” dedi.

 

36′ncı Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu, Zeugma Mozaik Müzesi Konferans Salonu’nda düzenlenen törenle başladı. Sempozyumun açılış törenine; Gaziantep Valisi Erdal Ata, Ak Parti Gaziantep Milletvekili Derya Bakbak, Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Kültür Ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özarslan, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Abdullah Kocapınar, Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yavuz Coşkun ile yurt içi ve yurt dışında kazılar yapan arkeoloji ekipleri ve akademisyenler katıldı.

 

1979 yılından bu yana her yıl yapılan Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu’nun açılışında konuşan Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Abdullah Kocapınar, kazı çalışmalarına son 10 yılda büyük önem verildiğini kaydetti. Geçen yıl kazılara 43 milyon 125 bin lira ödenek aktarıldığını ve bu rakamın verilen önemi ortaya koyduğunu anlatan Kocapınar şöyle konuştu:

“Bu rakam 2002 yılında 1 milyon 877 bin lira civarındaydı. Yani 2002 yılından 2013 yılına kadar kazılara ayrılan ödeneğimiz yaklaşık olarak 23 kat artmış durumdadır. Ekonominin hızlı büyüdüğü ülkelerde kültür varlıklarının tahribatı şüphesiz daha hızlı olmaktadır. Tahribatın sadece bir avuç insan tarafından önlenmesi elbette mümkün değildir. En azından kültürel miraslara zarar veren insanlar kadar hızlı hareket etmemiz gerekmektedir. Maalesef bunu sağlamak için yeterli kaynaklar bulamamaktayız. Bu nedenle sahip olduğumuz ödenekleri maksimum verimlilikte kullanmamız gerekiyor.”

 

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ise konuşmasında kentin çok eski bir tarihe sahip olduğunu belirtti. Gaziantep’te birçok medeniyetin kalıntısının bulunduğunu ifade eden Fatma Şahin, “Bütün medeniyetlerin burada karşılığını buluyorsunuz. İnsanlık tarihi kadar eski Dülük antik kenti burada bulunuyor. İnanç turizmi açısından Hitit Medeniyeti’nin kalıntıları, Roma medeniyetinin bütün gelişimini ve değişimini burada bula bilirsiniz. İslam medeniyetinin gelişimini ve değişimini bu topraklarda göre biliyorsunuz. Cumhuriyet tarihini, Kurtuluş mücadelesini, istiklalimizin ve istikbalimizin en önemli zaferleri bu topraklarda kendisini buluyor. Dolayısıyla bizim bu tarihi alıp geleceğimize çocuklaramıza aktarmak gibi çok önemli bir köprü vazifemiz var” diye konuştu.

 

Bakanlık Müsteşarı Özgür Özarslan da Gaziantep’in, Ankara, İstanbul ve İzmir’den sonra en çok özel müzeye sahip şehir olduğunu söyledi. Anadolu’da bu anlamda iyi gelişmelerin yaşandığını ifade eden Özarslan, “Tarih ve kültürün korunması, gelecek nesillere aktarılması bir anlamda da kültür enstitüsünün oluşturulması, bu yarış içerisinde Gaziantep güzel bir sınav veriyor. Sayın belediye başkanımızın, geçmiş başkanımız içinde söyleyebilirim ani yaklaşımla, özellikle tarih ve kültürel mirasın yaklaşımı konusunda yerel yönetimler açısından farklı bir bakış açısı getirmişlerdir” dedi.

 

Gaziantep Valisi Erdal Ata ise konuşmasında kentin 5 bin 600 yıllık geçmişe sahip olduğunu ve önemli medeniyetlere ev sahipliği yaptığını anlatarak, “Gaziantep, İpekyolu üzerinde kurulmuş olan önemli bir yerleşim ve üretim merkezidir. Ev sahipliği yaptığı medeniyetlerin izlerini taşıyan, antik kentlerimiz, tarihi eserlerimiz bir hayli fazla. Bugüne kadar geçmiş dönemde bunların bir kısmı restore edildi” dedi.

 

Açılışı yapılan ve 6 Haziran’a kadar sürecek sempozyumun ilk oturumunda; Karkamış, Zeugma ve Milas’taki kazılara ilişkin bilgiler verildi.

haberler.com, 02.06.2014

İSTANBUL'DA KÜLTÜR ENFLASYONU

 

İstanbul Ticaret Odası, mayıs ayında fiyatı en çok artan ve azalan ürünleri açıkladı. 2014 yılı Mayıs ayında İTO’nun İstanbul Ücretliler Geçinme İndeksinde yer alan 242 ürünün 67’sinin perakende fiyatı artarken, 26 ürününün fiyatı düştü. 149 ürünün fiyatı ise değişmedi. 

 

Mayıs ayında fiyatı en fazla artan ürünün müze giriş ücretleri olması dikkat çekti. Yaz sezonunun açılmasıyla beraber müze giriş ücretleri yüzde 20 zamlandı. Fiyatı en çok artan ikinci ürün yüzde 13.64 ile mektup gönderim ücreti olurken, yüzde 13.34 ile fındık üçüncü sırayı aldı. Mevsimsel tarım ürünlerinde ise ilk sırayı yüzde 11.19 artış oranı ile çilek aldı. 

Dünya (Kısaltarak), 02.06.2014

GOOGLE SANATA BAKIŞINIZI DEĞİŞTİRECEK

 

 

Sergilerde sanat eserlerinin yanında yer alan bilgilendirme kartlarını okumaya üşenenlerden misiniz? Google gözlükleri (Google Glass) 'üşengeç' sanatseverlerin sergi turlarını kolaylaştırmaya aday.

 

Manchester Metropolitan Üniversitesi’nde yapılan araştırmalar, Google Glass’ın müzedeki el rehberleri ve sesli rehberlere alternatif olabileceğini gösterdi. Yeni teknoloji ilk olarak Manchester Sanat Galerisi’nde, George Stubbs’ın ‘Cheetah and Stag with Two Indians’ adlı eseri üzerinde denendi. Sistem önce gözlük aracılığıyla eserin fotoğrafını çekiyor. Gözlüğün eseri tanımlamasının ardından normalde ancak duvardan okunabilecek eser bilgisi, gözlüğü takan kişinin gözleri önüne seriliyor. Üniversitesin temsilcilerinden biri denemelerin iyi sonuçlandığını söyledi: “Google Glass’ı sanat galerilerini sıklıkla gelen ziyaretçiler üzerinde denedik ve gözlüğe kısa sürede alışıp kullanmaktan zevk aldıklarını gördük.”


Google Glass önümüzdeki ay altı yeni eser üstünde daha denenecek. Gözlüğe benzer eserleri tavsiye etmek ve ziyaretçilere önerilerde bulunmak gibi özellikler kazandırılması da planlanıyor. Başka bir proje ise galeri ziyaretçileri arasında Google Glass ile bilgi iletişimi sağlamak. Bu sayede farklı bölümlerde bulunan arkadaşlar birbirlerine eser tavsiyesinde bulunabilecek.

Radikal, 02.06.2014

2 BİN YILDIR MEZARLIK OLARAK KULLANILIYOR

 

 

Bursa’nın İznik İlçesi'nde bulunan Dörttepeler mevkii, Helenistik dönemden günümüze yaklaşık 2 bin yıldır mezarlık alanı olarak kullanılıyor.

 

İznik’e bağlı Elbeyli beldesi Dörttepeler mevkiindeki MÖ 3.-2. yüzyılla tarihlenen ve içlerinde mezar odaları bulunan Tümülüslerin üstü, Osmanlı döneminden günümüze mezarlık olarak kullanılıyor. Geçtiğimiz yıllarda yol yapım çalışmaları sırasında ve tarlalarını süren çiftçiler tarafından ortaya çıkarılan Tümülüsler, Bithynia Krallığı döneminde inşa edildi.

 

Bölgede bulunan Tümülüslerin dromos ve mezar odası, her yönü ile çağının özelliklerine yansıtıyor. Eni yaklaşık 4, boyu ise 5 metre olan mezar odalarının içinde cesetler, “kline” adı verilen taştan yapılmış yatak ve yastıklar üzerine yatırılıyor. Yatak sayısının fazlalığından ise aile mezarlığı olduğunu anlaşılıyor.

 

2 bin yıldır çalışan kapılar
Bithynia Krallığı döneminde kraliyet ailesine mensup ya da yakınlarının gömüldüğü Tümülüslerin kapıları görenleri hayrete düşürüyor. Bölgede bulunan 4 adet Tümülüs’ten III nolu olanın her iki kapısı da 2 bin yıldır çalışıyor. Menteşeleri sağlam bir şekilde üzerinde bulunan 3-4 ton ağırlığındaki kapılar, mekanizma ve aksları sayesinde tek bir parmakla bile açılıp kapatılabiliyor.

 

Acilen korunması gerekiyor
Günümüze kadar bu şekilde sağlam korunmuş mezar odalarına nadir rastlandığını söyleyen uzmanlar, acilen mezar odalarının çevre düzenlemesi yapılarak korunması gerektiğini söylüyor. Uzmanlar, son yıllarda define aramak amacı ile dromos ve mezar odası zeminleri, klineleri ve duvarlardaki kesme taşları geniş çapta tahrip edildiği belirtiyor.

 

“Tümülüs nedir”
Tümülüs, bir mezar ya da mezarlık içeren, toprak yığılarak oluşturulmuş tepeciklere verilen addır. Kurgan (Orta Asya’da) da denilen Tümülüslere en çok Anadolu’da, Trakya’da, Orta Asya’da, Rusya’da ve Meksika’da rastlanır.









arkeolojihaber.net, Haber ve Fotoğraf:  Fotoğraf: Serdar Kuşku - Murat Başlar, 02.06.2014

MODA'DAKİ TARİHİ KARAKOL 'POLİS TERÖRÜ BELLEK MÜZESİ' OLDU

 

 

Moda’da tarihi Rıza Paşa Karakolu pazar akşam saatlerinde ‘Polis Şiddeti Müzesi’ne dönüştürülmek üzere işgal edildi. Kullanılmayan tarihi binanın penceresinden Türkçe ve İngilizce ‘Polis Terörüne Son’ yazılı bir afiş asıldı. Binanın içine Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük ve Festus Okey gibi polis şiddeti sonucu hayatını kaybedenlerin portreleri yapıldı, dünyadan polis şiddetini belgeleyen fotoğraflar asıldı. “Polis Terörü Bellek Müzesi saat 19.30’da açılıyor, polis şiddetini belgeleyen fotoğrafını al gel” çağrısının sosyal medyadan yayılması üzerine binayı ziyarete gelenler oldu. Çağrı yapıldıktan yaklaşık bir saat sonra polis sokağı çevirerek üç kişiyi gözaltına aldı. Mahalle sakinleri pencerelerinden tencere tava çalarak polise tepki gösterdi. Gözaltına alınanlar gecenin ilerleyen saatinde serbest bırakıldı.

‘İŞGALE KARŞI İŞGAL’
Sosyal medya üzerinden imzasız yayılan ‘İşgale karşı işgal’ başlıklı metinde işgalin gerekçesi şöyle yer aldı:
“Parklarımızı, meydanlarımızı, sokaklarımızı, evlerimizi, atölyelerimizi, ruhlarımızı ve beynimizin en karanlık köşelerini işgal eden bu çöp makinesine, bu polis devletine karşı, geri çekilecek bir yerimiz, nefes alacak bir köşemiz, sığınacak bir mağaramız kalmadı. Köleliğin, şiddetin, çöküşün, tutsaklığın mekanı bu eski karakolu işgal ederek, devlet terörü müzesine çevirerek bir bellek yaratmak istiyoruz. Gönül isterdi ki bunu işleyen bir emniyet müdürlüğünde yapalım, ama silahlarınız var ve bizi vuruyorsunuz. Bütün ötekiler, yalnızlar, böcekler; hepimiz biliyoruz kesişmemek için bu çirkinlikle, çöple, oldukça az yer kaplamak için sığınağımızı kendi içimize kuruyoruz. Ama bir başımıza nefes almaya çalışırken bulacağımız şey daha önce hiç denenmemiş tutsaklıklar olabilir, gelin birlikte özgürleşelim, birbirimize nefes olalım!”

BERKİN’DEN ALEXİS’E...
İşgal eylemini takip eden bir katılımcı, yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Dün karakola hiçbir zarar verilmeden, kapı kırılmadan içeri girildi. Eylemi yapan anonim, sivil bir inisiyatif. İçeriye dünyadan polis şiddetini belgeleyen siyah beyaz fotoğraflar asıldı, Gezi’de polisin öldürdüğü arkadaşlarımızın şablonları yapıldı. Berkin’in yanında Yunanistan’da 15 yaşında polis tarafından öldürülen Alexis ve İtalya’da öldürülen Carlo da sergide yerini aldı. Pencereden Rote Flora gibi dünyadaki işgal evleri ve polis şiddeti yaşanan yerlere selam mahiyetinde bir afiş asıldı. Giriş merdivenlerinin altına da ‘Polis Terörü Bellek Müzesi’ yazıldı. Sonra ‘Müze açılmıştır, sergiyi gezebilirsiniz’ diye sosyal medyadan çağrı yapıldı. Saat 20.30 civarında insanlar binayı gezerken polis geldi. Bir eylem hali yoktu. Polis o sırada binadan çıkan ve olayla ilgisi olmayan iki kadın arkadaşı yere yatırıp gözaltına aldı. Bir diğer arkadaş da sokaktan gözaltına alındı. Çevik Kuvvet sokağın iki tarafını da kapattı, son gördüğümüzde iki otobüs polis vardı. Mahalleli polise karşı tencere tava çaldı ve slogan attı. Gözaltına alınan arkadaşlar sabaha karşı 02.30 gibi serbest bırakıldı. Polisler kamu malına zarar vermekten haklarında dava açılacağını söylemiş.” Twitter üzerinden #PolisTerörüneSonBellekMüzesiHalkaAçılsın etiketiyle destek kampanyası başlatıldı.

Radikal, Haber: Elif İnce, 02.06.2014

GÖKÇEADA'DA TSUNAMİ İZLERİ

 

Yaklaşık 10 gün önceki depremin salladığı Gökçeada'da, 4 bin 700 yıl önce meydana gelen deprem ve tsunaminin izleri ortaya çıktı.



 

Geçen mayıs ayında Ege Denizi'nde meydana gelen depremde hasar gören Gökçeada'nın, milattan önceki yıllarda, deprem ve tsunamiyle yıkıldığı ortaya çıktı.

 

Yeni Bademli Köyü'nde yapılan arkeolojik kazılar, adanın binlerce yıldır deprem nedeniyle birkaç kez terk edildiğini ortaya çıkardı.

 

Konuyla ilgili açıklama, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Mühendislik Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Doğan Perinçek'ten geldi.

 

Perinçek yazılı açıklamasında, adanın kuzeyinde yer alan Yeni Bademli höyüğünde Prof.Dr. Halime Hüryılmaz tarafından sürdürülen arkeolojik kazılar sırasında, 2006-2008 yılları arasında bölgede jeoarkeoloji çalışmalar gerçekleştirdiğini belirtti.

 

2007 yılında kazı alanındaki çalışmalarda MÖ 2680 yılından önce olan bir depremin izlerine rastladığını ifade eden Perinçek, bu depremin yerleşim duvarlarında kırılmalara ve devrilmelere neden olduğunu bildirdi.

 

YAKLAŞIK 4700 YIL ÖNCE DEPREM
Perinçek, söz konusu depremin bölgede tsunami yarattığına dair veriler bulunduğunu ifade ederek, şunları kaydetti:

"Yeni Bademli höyük alanında deprem sonrası oluşan tsunaminin çökelleri bulunmuştur. İki farklı toprak tabakası arasında denizel fosilleri içeren kum tabakası saptanmıştır. Tsunami çökellerinin bulunduğu seviyenin hemen üzerinde bulunan seramikler MÖ 2680 önceki yılları işaret etmektedir. Bu nedenle deprem ve tsunaminin olduğu yıl bu tarihten önce olmalıdır. 2014 yılında olduğumuza göre deprem günümüzden yaklaşık 4700 yıl önce gerçekleşmiştir."

 

TSUNAMİ OLUŞTU
Gökçeada'nın kültür tarihi araştırmalarına referans oluşturan Yeni Bademli höyüğünü, tarih öncesi dönemlerde 'ria' tipindeki bir körfezin doğusundaki yarımadanın üzerine kurulmuş bir yerleşim yeri olduğunu aktaran Perinçek, şu ifadeleri kullandı:

"Yerleşmenin surları yaklaşık 400 yıl boyunca varlığını koruyabilmiştir. Yeni Bademli'de bugüne kadar saptanan tabakalar, Erken Bronz Çağı'nın ilk yarısına tarihlenmektedir. Yerleşimin 5000 yıl önce kurulmuştur. Peki, 4700 yıl önce ne oldu? Gökçeada bilindiği gibi Kuzey Anadolu fayının hemen yanında yer alan bir adamız. Fay zonu boyunca bir kırılma ve bunun sonucu deprem oluyor. Deprem sonrası Yeni Bademli yerleşim alanı dahil adada ciddi bir hasar oluştu. Deprem Saroz körfezinde düşey hareketlere neden olduğu için tsunami oluştu. Dalgalar deniz tabanından çamur ve kıyılardan kumu kazıyıp karaya taşıdı. Tsunami dalgaları kıyıların alçak oldukları kesimleri işgal etti, dereler boyunca adanın iç kısımlarına daha fazla sokulabildi. Tsunami ile karaya çıkan su kütlesi güzergahı üzerinde olan Yeni Bademli yerleşim alanı kısmen ya da tamamen sular altında kaldı."

 

EŞYA VE ALETLER DENİZ SÜRÜKLENDİ
Deniz suyunun taşıdığı kum ve beraberindeki canlıları civardaki çukurluklara ve kent içindeki çukurluklara bıraktığını dile getiren Perinçek, şu bilgileri aktardı:

"Ardından karada ilerleyen sular geri deniz yönünde çekilmeye başladı. Muhtemelen bu çekilme sırasında yerleşim alanından insanlar dahil bazı canlıları ve insanların kullandığı bazı eşya ve aletleri denize sürükledi. Bildiğimiz gibi Japonya'da olan son tsunamide karadan denize dönen sular önemli miktardaki malzemeyi denize taşımıştı. Yeni Bademli yerleşkesinde deprem yıkıntıları ve tsunami seviyesinin hemen üzerinde kısmen kırmızı yer yer yanmış ağaç içeren renkli seviyeler görülmektedir. Bu seviyeler deprem sonrası olan yangın ile ilgilidir. Yangın deprem sırasında meskenlerin içindeki yemek ocakları ya da ısınma yerlerinden yıkılma sonrası yayılmış olmalıdır."

 

KAYDI OLMAYAN DEPREM
Yeni Bademli'nin sadece 4700 yıl önceki depremden etkilenmediğini belirten Perinçek, bulgularına ulaştıkları ancak zamanını saptayamadıkları depremlerin meydana geldiğini ve yerleşim alanının bu nedenle birkaç kez terk edildiğini bildirdi. Prof.Dr. Perinçek, insanların depremden sonraki yıllarda yerleşime dönüp tekrar yeni bir yaşam başlattıklarını ifade ederek, şunları kaydetti:

"4700 yıl öncesinin farklı dönemlerine ait bina kalıntılarının kurulum zamanları, kazı başkanı Prof.Dr. Hüryılmaz tarafından arkeolojik buluntular kullanılarak saptanmıştır. Tsunami dalgalarıyla denizden Yeni Bademli höyük alanına taşınan deniz kumu içindeki fosiller Prof.Dr. Engin Meriç, Prof.Dr. Niyazi Avşar ve Prof.Dr. Atike Nazik tarafından tanımlanmıştır. Son yaşadığımız 24 Mayıs depreminden önce Gökçeada dolayında farklı tarihlerde çok sayıda deprem olduğu bilinmektedir. Tarihsel kayıtlarda bazı depremlerin bilgileri yazılı belgelerde mevcuttur. Fakat benim saptadığım ve 4700 yıl öncesine ait bu depremin doğal olarak hiçbir kaydı yoktur. Tek kayıt arkeolojik yerleşimlerde gözlediğimiz jeolojik izlerdir. Gökçeada Kuzey Anadolu fayının hemen yanı başında bulunmaktadır, bu nedenle bölgede depremler olağan karşılanmalıdır."









Milliyet, 02.06.2014

KİTABINI YAZANDAN ANTİK TİYATRO UYARISI

 

İzmir’in Kadifekale sırtlarında, üzerindeki evler kamulaştırılıp yıkıldıktan sonra ortaya çıkmaya başlayan Antik Roma Tiyatrosu ile ilgili tarihi belgeleri Türkçe’ye çevirerek ‘Antik İzmir’in Sanat Mabedi İzmir Roma Tiyatrosu’ kitabını yazan İlhan Pınar, moloz kaldırma çalışmalarının devam ettiği tiyatro alanını gezdi. Pınar, bu işlerin arkeolog gözetiminde yapılması uyarısında bulundu.

 

Antik Roma Tiyatrosu’nun üzerindeki kamulaştırılan binaların yıkımının ardından moloz kaldırma çalışmalarının sürdüğü bölgeye giden yazar İlhan Pınar, uyarılarda bulundu. Yazar İlhan Pınar’a Kent tarini yazarı Orhan Beşikçi ile gazeteci Abdülkadir Hazman da eşlik etti. Çalışmaların mutlaka arkeolog gözetiminde yapılması, acilen alanın çevresinin de tel örgüyle çevrilip güvenlik altına alınması gerektiğini belirteren Pınar, şöyle dedi:

“Tiyatronun bulunması tarihsel değer açısından heyecan verici fakat alan manzarası açısından içler acısı. Alanda yıkılan evlerin hafriyatını kaldırmak için çalışan kepçeler aynı zamanda tiyatronun blok duvarlarına zarar veriyor. Çevredeki, Roma dönemine ait birçok taş ortalara atılmış durumda. Ayrıca yıkıntı içinde yer alan, derin bir Roma kuyusunun kapağı kırılıp, muhtemelen burada cihazla antik eser veya hazine aranmış ve zarar verilmiş. Üstelik bu bu bölgede yaşayan çocuklar için üzeri açık olan kuyu tehlike yaratabilir.”

 

Mahalle sakinleri Antik Roma Tiyatrosu kitabının yazarı İlhan Pınar’ın uyarılarını doğruladı. Tiyatro yakınında oturanlar gece tanımadıkları kişileri yıkıntılar arasında gördüklerini ve açık olan kuyunun bulunduğu yıkık binanın içine girdiklerini, uzun süre buradan kazma sesleri duyduklarını anlattı. Mahalle sakinleri bu kişilerin kuyudan heykel çıkardığı söylentilerinin de yayıldığını belirtti.

Tiyatroda şu ana kadar molozların kaldırıldığı bölgede sahne duvarları ve kulis giriş kapısı ortaya çıkmış durumda. Belediye ekipleri alandaki molozları temizleme gayreti içindeyken, diğer yandan buraya torbalar dolusu moloz ve çöp döküldüğü de dikkat çekiyor.

 

ANTİK TİYATRO

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kadifekale’deki gecekondular arasına sıkışıp kalan 16 bin kişilik Antik Roma Tiyatrosu’nu gün yüzüne çıkarabilmek için kamulaştırılılan onlarca binanın yıkımını gerçekleştirdi.

 

Proje kapsamında öncelikle, arkeolojik yüzey araştırması yapılarak tiyatroya ve sur duvarlarına ait antik arkeolojik mimari kalıntılar ile Antik Tiyatro’nun gerçek yeri tam olarak tespit edildi. İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na sunulan “Antik Tiyatro ve Kadifekale 1.derece arkeolojik sit alanının genişlemesi” önerisi Kurul tarafından kabul edildi ve tiyatro ile Kadifekale’nin 1. derece arkeolojik sit alanı genişledi. Kadifekale’deki antik tiyatro ile ilgili en ayrıntılı bilgi, 1917 – 1918 yıllarında Otto Berg ve Otto Walter’ın araştırmalarında ve araştırmalarına yönelik hazırladıkları plan ve kesitlerde bulunuyor. 16 bin kişi kapasiteli olduğu düşünülen tiyatronun kalıntılarının Roma dönemi özellikleri taşıdığı biliniyor.

 

Eski kaynaklarda, Erken Hıristiyanlık yani Roma İmparatorluğu’nun paganizm döneminde İzmirli St. Polikarp’ın bu tiyatroda öldürüldüğü ve tiyatronun tarihin trajik sahnelerine şahitlik ettiği öne sürülüyor. Bölgenin temizlenmesinin ardından kazı başlayacak ve İzmir kenti ve Körfezi’ne hakim bir noktada 16 bin kişilik antik tiyatro yeniden ayağa kaldırılacak. Antik tiyatro kültür sanat faliyetleri ve konserlere ev sahipliği yapacak. Burası Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun son beş yılındaki en önemli projeleri arasında bulunuyor.

haberler.com, 01.06.2014

PERİ BACALARI DEPOYA DÖNÜŞSÜN

 

İngiliz Guardian gazetesi Kapadokya'daki Peri Bacaları'nın meyve depolarına dönüşümünü ele aldı.

Haberde uzun bir terkedilmişlik dönemi yaşayan bölgenin değişimi anlatıldı. Habere göre yer altı mağaralarının sürekli 13 derecede kontrol altında olması binlerce ton meyve için ideal bir depolama alanı oluşturuyor.

Rüzgar ve yağmurun özenle oluşturduğu oyuklarda elma, lahana ve karnabahar dört hafta boyunca taze kalıyor. Boyları 10 metreyi bulun mağaralarda turunçgiller, armut ve patates ay boyunca taze kalıyor.

Ortahisar kasabasında bir mağarada, limonlar yaklaşık 6 ay kasalarda saklanıyor.

Sabah, 01.06.2014

MANYAS'TA ROMA DÖNEMİNE AİT 2 BİN YILLIK STEL ELE GEÇİRİLDİ

 

Balıkesir’in Manyas İlçesi'nde, jandarma ekiplerinin yaptığı operasyonda bir evde bulunan ve Roma dönemine ait olduğu belirlenen stel ele geçirildi. Ele geçirilen 2 bin senelik olduğu öğrenilen stel müzeye teslim edildi.

 

İlçe jandarma ekipleri, bir kişinin, evinde bulundurduğu tarihi eseri satmaya çalıştığı bilgisine ulaştı. İhbarı alan ekipler, söz konusu eve operasyon düzenledi. Ev ve eklentilerinde yapılan aramalarda, bahçede üzeri bezle örtülmüş mermer taş bulundu. Yapılan inceleme sonunda 2 bin yıllık olduğu belirlenen Roma dönemine ait stel olduğu öğrenildi.

 

Bandırma Müze Müdürlüğü görevlilerinin incelemesinde, 90 santimetre uzunluğa, 56 santimetre genişliğe ve 16 santimetre kalınlığa sahip taşın, Roma döneminden kaldığı ve yaklaşık 2 bin senelik olduğu belirlendi. Kabartma resim ve Latince harfler bulunan bu eserin bir mezar steli olduğu tespit edildi. Jandarma tarafından gözaltına alınan zanlı, sevk edildiği adliyede savcılıkça serbest bırakıldı. Jandarma tarafından ele geçirilen stel ise müze yetkililerine teslim edildi.

haberler.com, 30.05.2014

MERSİN'İN 'AYASOFYASI'NDA RESTORASYON

 



 

Mut İlçesi'nde bulunan ve UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer alan Alahan Manastırı restore ediliyor.

İlçe merkezine yaklaşık 20 kilometrede, 440-442 yıllarında inşa edildiği tahmin edilen manastır, biri yıkılmış iki kilise, kayalara oyulmuş keşiş odaları ve mezarlardan oluşuyor. Göksu Vadisi'ne hakim dik yamaçta inşa edilmiş yapı, erken Hristiyan sanatı ve Bizans mimarisinin özelliğini taşıyor.

Ayakta kalan kilisesi, Ayasofya Müzesi ile benzer mimari özellik taşıyan, taş işçiliği ve süslemeleriyle öne çıkan manastır, özellikle yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.

 

Evliya Çelebi'nin, Seyahatnamesi'nde, ''Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor'' sözleriyle tanımladığı, Hristiyanlar için önemli merkez konumundaki manastırın, restorasyon tamamlandığında bölgede inanç ve kültür turizmine katkı sağlaması hedefleniyor.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Bahaettin Kabahasanoğlu, AA muhabirine, Alahan Manastırı'nın, Hristiyanlığın ilk yıllarında kentte en önemli noktalardan biri olduğunu söyledi.

Kabahasanoğlu, Hazreti İsa'nın havarilerinden Tarsuslu St. Paul ile ilçede yaşamış, Hristiyanlığın öncülerinden Barnabas ile önemi artan manastırın, Hristiyanların "hacı" olduğu merkezler arasında yer aldığını vurguladı.

Kabahasanoğlu, "Manastırda restorasyon çalışması devam ediyor. Yıkılan bölümleri aslına uygun onarıyoruz. Yapıyı harabe halinde korumak bile önemli. İnsanlara bu zenginliği sunmak istiyoruz. Manastır, restorasyon tamamlandığında hem inanç hem de kültür turizmi yönüyle daha çok turist çekecek" dedi.

Alahan Manastırı






 







Toros Dağları eteğinde, bin 200 metre rakımda bulunan Göksu Vadisi'ne hakim tepedeki Alahan Manastırı'nın duvarlarında, St. Paul, St. Pierre resimlerinden başka Cebrail ve Mikail'i simgeleyen kanatlı melekler, kükreyen aslan, kartal ve öküz sembolleri, İncil'de geçen olaylardan tasvirler, üzüm salkımları, asma yaprakları ve balık motifleri yer alıyor. Manastırın doğusunda bulunan ve kesme taştan inşa edilen, kabartmalarla süslenen kilise, mimari yönden Ayasofya Müzesi'ni andırıyor.

Yapıda, dinsel törenlerin düzenlendiği üstü kapalı, dar ve uzun geçit, kemerli ve sütunlu galeride vaftizhane, haç şeklinde havuz ve kaya mezarlar bulunuyor.

Sabah, 29.05.2014

TOPKAPI SARAYI MÜZESİ YILLIĞI 22 SENE SONRA ÇIKTI

 

 

Topkapı Sarayı’nda 22 yıldır çıkarılmayan müze yıllığı yeniden çıkarıldı.

 

İlk kez 1986 yılında Topkapı Sarayı Müzesi ve İstanbul Topkapı Sarayını Sevenler Derneği tarafından çıkartılan Topkapı Sarayı Müzesi Yıllığı, beş sayı yayınlandıktan sonra çeşitli sebeplerle 1992 yılından bugüne dek çıkarılamadı.

 

Müzecilik faaliyetlerinin, kültürel etkinliklerin, önemli restorasyon ve projelerin kayda geçirildiği ve Topkapı Sarayı Müzesi’nin tarihinde önemli bir geçmişi olan bu yayının yeniden çıkarılması, özellikle yayınlanamadığı 22 yıla ışık tutması bakımından büyük önem taşıyor.

 

Gelenekselliği korumak adına yıllığın çalışma ekibi altıncı sayının önceki yıllıklarla aynı boyut ve mahiyette olmasına büyük özen gösterildi. Bu sayının bir de ayrı sorumluluğu var. Altıncı sayı; 2013 yılı faaliyetlerinin yanı sıra yayın yapılamayan yıllarda Topkapı Sarayı’nın geçirdiği tüm önemli restorasyonlar ve projeler, ev sahibi olunan ulusal-uluslararası sergiler, kültürel etkinlikler ve Topkapı Sarayı’nın müzecilik alanında geldiği yeri tüm ayrıntıları ile yansıtıyor.

 

Yıllıkta, yayınlanmadığı dönemleri tüm detayı ile anlatan “Topkapı Sarayı Müzesi ve Yıllığı” başlıklı bir makale ve 22 yıl aradan sonra yeniden ‘merhaba’ demenin onuruna 22 yazardan makaleler yer alıyor.

 

‘Topkapı Sarayı Müzesi Yıllık- 6’nın ön sözünde ise “Topkapı Sarayı Müzesi sahip olduğu en önemli somut kültürel mirası olan saray mimarisi ve objelerini korumaya ve sergilemeye çabaladığı gibi saray dönemine ait somut olmayan kültürel mirası da yaşatmaya önem atfetmektedir.” diyen Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in imzası bulunuyor.

 

Yıllığı, tüm kültür kurumları Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğünden ücretsiz olarak temin edebilecekler.

Turizm Habercisi, 29.05.2014

TARİHİ ALANLAR İLGİ BEKLİYOR

 

Gercüş İlçesi'ne bağlı Delefer mıntıkasında bulunan tarihi yapılar ilgi bekliyor.

Asuri mezarlıkları ve ibadethanelerin olduğu bölgede tüm mezarlar yıllar önce yerle bir edilirken, eski kilise kalıntılarının halen günümüze ulaştığı belirtildi.

Hayvan besicilerinin barınak olarak kullandığı eski Asuri Delefer Kilisesi'nin halen günümüze ulaştığı kalıntılarının korunmasını isteyen vatandaşlar, bölgede Delefer, Derasor gibi tarihi alanların tescillenip değerlendirilmesi gerektiğini belirttiler.

Batman Gazetesi, 27.05.2014




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi