30 Kasım - 06 Aralık 2014
|
'IŞIĞIN RESSAMI'NIN
ESERİNE REKOR FİYAT
İngiliz ressam Joseph
Mallord William Turner'ın "Aventine Tepesi'nden
Roma" adlı eseri, Sotheby's Müzayede Evi’nde satışa
sunuldu.
Müzayede evi, 92X125
santimetre boyutlarındaki eserin, çekişmeli geçen
açık artırmaya telefonla katılan bir koleksiyoncu
tarafından 47 milyon dolara satın alındığını
açıkladı.
Müzayede Evi, 25 milyon
dolar değer biçilen eserin şimdiye kadar hem
Turner'ın, hem de 20. yüzyıldan önce yaşamış İngiliz
sanatçıların en yüksek fiyata satılan tablosu
olduğunu belirtti.
Joseph Mallord William
Turner, 1828'de tamamladığı eserini 1836'da
Londra'daki Kraliyet Akademisi'nde sergilemişti.
Turner'ın, arkadaşı ve
patronu Hugh Andrew Johnstone Munro'ya hediye ettiği
eser, sadece bir kez el değiştirmişti. V. Rosebery
Kontu, Munro'nun ölümünün ardından 1878'te eseri
satın almıştı.
"Işığın ressamı" olarak
da bilinen Turner'ın "Modern Roma" adlı eseri,
2010'da Sotheby's Müzayede Evi tarafından düzenlenen
açık artırmada J. Paul Getty Müzesi tarafından 45
milyon dolara satın alınmıştı.
Akşam, 04.12.2014
|
HASANKEYF'TEN ADETA TARİH FIŞKIRIYOR

Batman Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Abdulselam
Uluçam, 10 yılda 34 farklı alanda sondaj çalışmaları
yürüttükleri Hasankeyf İlçesi'nde 38 alanda kazı
çalışması sürdürdüklerini ve çalışmalar sonucunda
144 bilinmeyen kültür varlığı ortaya çıkarıldığını
söyledi. Rektör Uluçam, ”Hem laboratuar hem depo
çalışmaları, hem de belgeleme çalışmaları Aralık
ayının 15’ine kadar devam ediyor. Biz bu yıl
arkeolojik kazı çalışmalarını iki bölüm olarak
gerçekleştirdik. Selahi bahçeleri adı ile bir seyran
köşk bulunduğunu yani bugünkü adıyla yazlık yer
olarak kullanılan ve bu bahçelerin içinde daha
zenginlerin eyvanlı, havlulu bir yazlık evle onun
yanında bağ ve bahçeye ait depolama ünitelerinden
olan ve köşk diye tabir edilen 2 örnek üzerinde daha
kazı çalışmalarını sürdürdük” dedi.
Batman Gazetesi, 04.12.2014
|
ÇOCUK FİLMİNDE BULUNAN AVANGARD ESER
Sanat tarihçisi babanın,
kızıyla birlikte film izlerken farkettiği kayıp
resim 13 Aralık'ta satışa sunulacak. Macar ressam
Berény'e ait olan resmin, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra
kaybolduğu düşünülüyor.

hyperallergic.com'da yer alan habere göre, Macar
ressam Róbert Berény’nin 1927-28 yıllarına ait kayıp
çalışması “Sleeping Lady with Black Vase,” (Siyah
Vazoyla Uyuyan Kadın), bir sanat tarihçisi
tarafından Stuart Little filminde fonda duvarda
asılı fark edildi.
Macar ressam Róbert Berény,
20. yüzyılın
başlarında kısa bir dönem aktif olan Macar avangard
grubu olan Sekiz’in içinde yer alan isimlerden
birisi. Avangard grup, üç sergilik bir seride Favizm
ve Kübizm gibi modern sanatsal tarzları
Macaristan’a getirmişlerdi. Berény ile ilgili fazla
bilgi olmamakla birlikte Wikipedia'ya da yer
alan bilgilere göre: 1918-1919’da Macar devrimi
ayaklanmasında yer aldığı hemen ardından bir yıl
sonra Berlin’e kaçtığı; 1926’da Macaristan’a dönüp
1953’teki ölümüne dek orada yaşadığı biliniyor.
“Siyah Vazoyla Uyuyan Kadın,” 1928’de bir sergide
gösterilmiş ve adı bilinmeyen biri tarafından satın
alınmış. Sanat tarihçisi Gergely Barki’ye göre
tablo, 2. Dünya Savaşı sıralarında ülkeyi terk
etmiş. 20.yüzyılın savaşları, devrimleri,
karmaşası içerisinde kaybolan pek çok Macar sanat
eseri gibi "Uyuyan Kadın"dan da bir daha haber
alınamamış.

Gergely Barki,
2009’da televizyonda kızıyla 'Stuart Little' adlı
filmi izlerken tesadüfen sahnenin dekorunda fark
ettiği bu eser ile ilgili Sony ve Columbia Pictures
çalışanlarına e-maillar yazmış ama iki yıl boyunca
yanıt alamamış. Nihayet bir set çalışanı kendisine
ulaşıp tabloyu Kaliforniya’da bir antikacıdan çok
ucuz bir fiyata aldığını söylemiş.
Şimdi 13 Aralık’ta
Budapeşte’de açık artırmaya çıkacak olan tablonun 60
-80 bin Macar Forinti (yaklaşık 250 - 300 bin
Amerikan doları) üzerinden alıcı bulması
bekleniyor.
Sol Haber, 04.12.2014
|
İNGİLİZ KRALİYET SOYUNU SORGULATAN DNA TESTİ

İhtirası ve
acımasızlığıyla William Shakespeare'in oyunlarına
konu olan Kral Richard, ölümünden 5 asır sonra yine
İngiltere'nin gündeminde. İngiltere'nin Leicester
kentinde iki yıl önce bir otoparkta bulunan ve eski
İngiliz Krallarından 3'üncü Richard'ın iskeletine
ait olduğu düşünülen bulgularla ilgili yeni detaylar
ortaya çıktı. Uzmanlar, iskeletin Kral Richard'a ait
olup olmadığını doğrulamak üzere kemiklerdeki DNA
örnekleriyle kralın soyundan gelen akrabalarının
DNA'larını karşılaştırmak üzere bir çalışma
yürütüyordu. Çıkan sonuçlar ise bugünkü İngiliz
kraliyet ailesinin soyunun nereden geldiğine yönelik
kafa karışıklığına neden oldu. Araştırmada bulunan
cesedin krala ait olduğu kanıtlandı. Ancak 3'üncü
Richard'ın DNA'sının babası York Dükü Richard
Plantagent'in akrabaları ile uyuşmadığı ortaya
çıktı. Richard'ın DNA'sının annesi York Düşesi
Cecily Neville'nin akrabaları ile uyuştuğu ve bu
durumun nedeninin ancak Düşes'in başka bir erkekle
ilişkiye girmesinden kaynaklanabileceği
belirtiliyor. Kraliyet ailesini sarsan bu
araştırmanın ardından mevcut Kraliçe II.
Elizabeth'in de meşruiyetinin sorgulanması
bekleniyor.
Sabah, 04.12.2014
|
İSTANBUL'DA MÜTHİŞ KEŞİF
Uzun yıllar sonra,
İstanbul’da bir ilçe belediyesine kadın başkan
seçildi. Handan Toprak Benli, 29 Mart seçimlerinde
Avcılar’ın belediye başkanı oldu. İlçeye kadın eli
değer değmez de peş peşe kültür-sanat projeleri
hayata geçirildi. Hep depremle özdeşleşen Avcılar,
şimdilerde İstanbul’un tarihini değiştirecek
Bathonea antik kentinin kazıları, sosyal
etkinlikleri, kültürel dönüşümüyle konuşulur oldu.

Bathonea antik
kentiyle başlayalım.
Avcılar’da bir arkeolojik kazı yapılıyor. Ve bunu
çok az kişi biliyor. Avcılar Belediyesi’nin de
desteğiyle başlayan Bathonea’da durum ne?
İlk bulguları bizimle paylaşır mısınız? Bathonea,
Avcılar’da, Küçükçekmece Gölü’nün kenarında bulunan
bir antik kent. Aslında burada kazılar 4 yıl önce
Kocaeli Üniversitesi tarafından başlatıldı. Ardından
Polonya’dan çeşitli üniversitelerden arkeologlar
geldi.

En son geçen haziran ayında, bizim de
çabalarımızla Kültür Bakanlığı resmi kazıyı
başlattı. Kazılar henüz çok yeni fakat önemli
bulgular var. Daha önceden, 8 bin yıl öncesine ait
kalıntılar bulunmuştu. Şimdi ise 11 bin yıl öncesine
inildi. Bu, İstanbul tarihini değiştirecek bir kazı.
Bathonea antik kentinin kazıları 150 yıl sürecek.
İlaç şişelerinden yola çıkılarak önemli bulgular
elde ediliyor.

Roma’ya ve Roma öncesine ait de bilgiler
alıyoruz. Şunu anlıyoruz ki, burası Roma
İmparatoru Konstantin’in devleti yönettiği yer.
Konstantin her yaptığı tuğlaya damgasını vurmuş.
Liman kentinin ve limanın bordür taşları bile
yerinden oynamamış. Su sarnıçları da bulundu.
Peki Bathonea, İstanbul turizmine nasıl katkı
sağlayacak? Kazı alanı turizme açılacak mı?
Pek kimse bilmese de İstanbul’da artık bir ören kent
var ve burası sahiplenilmeli. Şu anda kazı alanına
turist kabul edilmiyor. Ancak projelerimiz hayata
geçerse Bathonea, bir turistin İstanbul’da kalma
süresini en az bir gün artıracak. Turizme açılması,
göl üzerinden olabilir. Bunu projelendiriyoruz.

Habertürk (Kısaltarak), Haber: Esra Boğazlıyan,
04.12.2014
|
ATAKÖY'DE BİR SKANDAL DAHA

İstanbul Ataköy sahilinde tarihi Baruthane
binalarının içinde bulunduğu 564 Ada 160 Parselle
ilgili TOKİ’nin Tapu Kadastro’da hile yaptığı ortaya
çıktı. İmar planında turizm tesis alanı olarak
gösterilen araziye kat irtifakı yapıldığı
belirlendi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 22
Ocak 2013 tarihli genelgesine rağmen TOKİ,
genelgenin yayınlanmasından tam 10 ay sonra Bakırköy
Tapu ve Kadastro Müdürlüğü’ne kat irtifakı yaptırdı.
Bakan Erdoğan Bayraktar imzalı genelgede kesinlikle
turizm tesis alanlarında kat irtifakı yapılmaması
istenmişti.
Bakırköy-Zeytinlik mahallesinde TOKİ’ye ait 564 ada
160 parselde Blumar isimli proje hayata
geçirilecekti. 200 bin metrekare inşaat alanına
sahip proje
Yorum İnşaat ile Turkmall şirketine hasılat
paylaşımı ile verilmişti. Kamuoyuna açıklanan
projede rezidans, ofis, otel ve AVM yer alıyordu.
Blumar Ataköy Evleri'nde yer alan rezidans alanı 30
bin metrekare alana sahip olacaktı. Ofis alanı ise 8
bin metrekare büyüklüğünde tasarlanmıştı. Kamuoyuna
otel rezidans olarak anlatılan projede kiralanabilir
alan 120 bin metrekare olarak belirlenmiş, AVM alanı
ise 27 bin 500 metrekare olarak tasarlanmıştı.
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na haber vermeden
içindeki anıt ağaçları bir
gece ansızın sökmeye başladıklarında İstanbul
İdare Mahkemesi’nden yürütmeyi durdurma kararı
çıkınca inşaat durmuştu.
TURİZM MERKEZLERİNE KONUT YAPILAMAZ
Ataköy’de oturan Kemal Doğan isimli vatandaş
İstanbul 8. İdare Mahkemesi’nde TOKİ’nin kiralama
ihalesine dava açtı. Davada kullanmak üzere Bakırköy
Tapu Müdürlüğü'ne başvurarak arsanın mevcut durumunu
talep etti. Tapudan gelen cevap bir skandalı ortaya
çıkardı. 13.07.2010 tarihinde TOKİ tarafından
yapılan kiralamadan 3 yıl sonra ve Bakırköy
Belediyesi’nin 12.03.2013 tarihinde verdiği inşaat
ruhsatından 7 ay sonra kat irtifakı yapıldığı ortaya
çıktı. Tapunun verdiği belgede imar planlarında
Turizm Merkezi olarak ayrılan arsaya 224 bağımsız
bölüm yapılmıştı. Bilindiği üzere, kat irtifakı;
satılması düşünülen bağımsız bölümlerin inşaat
yapılmadan ya da yapılma aşamasında satışına imkan
veren bir tapu planlamasıdır. Oysa nazım imar
planlarında 'turizm merkezi' olarak gösterilen
arazilere konut inşa edilemiyor.

HÜLLE İLE KONUT!
Turizm merkezi olarak gösterilen arazilere konut
inşa edilmesi aslında çok yeni bir durum değil.
Sıkça yapılan bu hülle yöntemi 3194 sayılı yasanın
3. maddesinde, "Herhangi bir saha, her ölçekteki
plan esaslarına bulunduğu bölgenin şartlarına ve
yönetmelik hükümlerine aykırı maksatlar için
kullanılamaz" hükmü yer alıyor. Bu maddeyi aşmak
için rezidans adı altında turizm merkezlerinde hülle
yapılıyor. Daha sonra rezidanslar tıpkı konut
daireleri gibi satılıyor. Bu durumun önüne geçmek
için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 22 Ocak 2013
tarihinde dönemin Bakanı Erdoğan Bayraktar imzalı
bir genelge yayınladı.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ne hitaben
çıkarılan genelgede şöyle deniliyor, "Turizm Tesis
Alanı olarak kullanım kararı getirilen ve plan
hükümlerinde de açıkça belirtilmeyen parsellerin
daha sonra konut amaçlı kullanımlara
dönüştürülmesinin engellenebilmesi için aşağıdaki
tedbirlerin alınması gerekmektedir; uygulama imar
planında konut alanı olarak tahsis edilmeyen
alanlarda konut amaçlı kat irtifakı veya kat
mülkiyeti tesis edilmemesi gerekmektedir." Bu
genelgeden tam 10 ay sonra Bakırköy Tapu ve Kadastro
Müdürlüğü’nün Ataköy sahilde imar planlarında
"Turizm Tesis Alanı" olarak ayrılan arsaya kat
irtifakı verdi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.12.2014
|
TOKLUDEDE YENİ BİR SULUKULE VAKASI MI?

Kamuoyunda Tokludede olarak bilinen mahalle,
UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan tarihi
yarımadayı çevreleyen surların yanıbaşında yer
alıyor. Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Başkanı Sami
Yılmaztürk, "Sulukule'de olduğu gibi, tarihi
yarımadada 8500 yıllık tarihi hiçe sayan bir
planlama anlayışı söz konusu" dedi.

'Altınboynuz Turizm İnşaat San. ve Tic. AŞ.'
tarafından tarihi surların gölgesinde inşa edilen
binaların çoğunun iskeletleri tamamlamış durumda.
Tarihi surlarla adeta bütünleşen projede bodrum
katları hariç 2-3 katlı binalar yer alıyor...

Projenin Haliç sahil yoluna bakan cephede bitişik
nizam otel binaları yükselirken, iç kısımlarda konut
projeleri ve sosyal donatı alanları yer alıyor...
BİNALAR TAVLA OYNAYACAK KADAR YAKIN
Kentsel dönüşüm başlamasıyla tartışmalara neden olan
mahallede yaklaşık 70 hane müteahhit firma ile
anlaşarak evlerini terk etmiş durumda. Mahallede
kalan 2 kişiden biri olan ve evini müteahhite
vermeyerek kendi yapmak isteyen 78 yaşındaki İsmet
Hezer, Tokludede'de yükselen binaların
sıkışıklığından yakındı...
Binaları 'tavla oynayacak' kadar yakın bulan
Hazer, "Burada nefes alacak bir yer yok, yeşil alan
yok. Karşılıklı tavla oyna. Bir tek yollar boşa
kaldı' diye konuştu...

SULUKULE, TARLABAŞI, TOKLUDEDE 'KAYIP SEMTLER'
Kent hareketleri, Fener-Balat-Ayvansaray temsilcisi
Çiğdem Şahin, 5366 sayılı Yenileme Kanunu kapsamında
yıkılan Sulukule, Tarlabaşı gibi mahalleleri
hatırlatarak, "Bu semtlerin hepsinin 'kayıp semtler'
olduğunu düşünüyorum" dedi.

Yıkılan mahallelerde canlı bir yaşamın
oluşmayacağını savunan Şahin, "Bugün Tokludede,
yarın Tarlabaşı, öbür gün Sülaymaniye… Kayıp edilen
bu yerlerden dolayı İstanbul bir gün yok olacak.
İstanbul kimliğini kaybedecek. İstanbul'da sosyal
doku, mahalle yaşamı geleneksel kültür diye
adlandıracağımız bir özellik kalmayacak" şeklinde
konuştu.

BİNAYA BAŞKALARINI YERLEŞTİREREK KORUMA OLMAZ
Tokludede'de devam eden projeyi değerlendiren
Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Başkanı Sami
Yılmaztürk ise şöyle konuştu:
"Sulukule'de olduğu gibi, tarihi yarımadada 8500
yıllık tarihi hiçe sayan bir planlama anlayışı söz
konusu. Tarihi bir dokunun, sokağın ancak orada
yaşayan insanlarla birlikte, oradaki sosyal yaşamla
birlikte değerlendirilip, projelendirilmesi
durumunda bir anlamı vardır...

Koruma yaklaşımı budur. Bir binadan insanları
attıktan sonra, onu restore edip, başkalarını içine
yerleştirilmesi, başka fonksiyonlar için
kullanılması koruma değildir. 21. Yüzyılda böyle bir
yaklaşım kabul edilemez."
2006'DA YENİLEME ALANI İLAN EDİLDİ
2006 yılında Fatih Belediyesi tarafından yenileme
alanı ilan edilen Tokludede, Sulukule, Tarlabaşı,
Fener-Balat-Ayvansaray mahalleleri gibi 5366
Yenileme Yasası kapsamına alındı. Ahşap, müstakil
evleri ile bilinen ve tarihi Osmanlı'ya kadar uzanan
mahallede yapılacak inşaatın yenileme avan projesi
2012 yılında İstanbul 2 numaralı Koruma Kurulu
tarafından onaylandı.
Uygulama projesi 'Altınboynuz Turizm İnşaat San.
Ve Tic. AŞ'ne ihale edildi. 2 Aralık 2014 tarihinde
Fatih Belediye Meclisi imar komisyonuna havale
edilen avan projenin Cuma günü Fatih Belediye
Meclisi'nde görüşülüp onaylanması bekleniyor.
Cumhuriyet, 04.12.2014
|
4 BİN 159 ESER VATANINA DÖNDÜ

AA muhabirinin, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünden aldığı
bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2014'te de
16 tarihi eseri geri aldı.
NELER VAR NELER...
Geçen yıl Kanatlı Denizatı Broşu ve Osmanlı mezar
taşları gibi 30 eseri daha topraklarına kavuşturan
Bakanlık, bu yıl da ABD'den 10 mezar taşı ve adak
steli ile bağış yoluyla iadesi sağlanan 4 amfora, 1
at koşum takımına ait tunç gem ve Avustralya'dan
iadesi sağlanan Yortan Kabını Anadolu topraklarına
kavuşturdu.
ABD, İTALYA, FRANSA, DANİMARKA, BULGARİSTAN,
İSVİÇRE, İSKOÇYA VE İNGİLTERE'DE ORTAYA ÇIKTILAR
Öte yandan Bakanlık, yasa dışı yollarla yurtdışına
çıkarıldığını tespit ettiği eserleri ait olduğu
topraklara kavuşturabilmek ve insanlığın ortak
mirasına sahip çıkmak amacıyla Almanya, ABD, İtalya,
Fransa, Danimarka, Bulgaristan, İsviçre, İskoçya ve
İngiltere'de bulunan tarihi eserlerle ilgili iade
çalışmalarını da gerek hukuki gerekse diplomatik
yollarla sürdürüyor.
Eşsiz kültür mirasları bu topraklarda İlk olarak
1980'lerde başlaya çalışmalar çerçevesinde 1998-1999
yıllarında ABD, Almanya, İngiltere ve Danimarka'dan
aralarında Atatürk'ün gümüş sigara tabakası,
Herakles Lahdine ait Henkel koleksiyonunda bulunan
eserler, Manş Denizi batığındaki eserler ve Divriği
Ulu Camisi'ne ait ahşap panoların da bulunduğu
eserler geri alındı. Temasların çoğalmasıyla Türk
müzelerindeki yerine kavuşan eserlerin sayısı da
hızla arttı.
ABDÜLHAMİD HAN VE ATATÜRK'ÜN ÖZEL EŞYALARI
DA VAR
Topkapı Sarayı Müzesi'nden çalınan Kur'an-ı Kerim'in
de yer aldığı 473 eser 2000-2001'de, 2. Abdülhamit'e
ait eşyalar, Bronz Dionysos Heykeli, Münih'te iade
edilen sikkeler, Nürnberg'de ele geçirilen mermer
stel parçalar ve zırhlı imparator heykelinin başı
gibi nadide parçaların da bulunduğu 765 eserin ise
2002-2007'de iadesi sağlandı. Eserler farklı
coğrafyalarda bulundu Türkiye, 2003'ten bu yana ABD,
İngiltere, Almanya, Avusturya, Avustralya, Birleşik
Arap Emirlikleri, Fransa, Hırvatistan, İsviçre,
Bulgaristan ve Sırbistan gibi ülkelerde bulunan 4
bin 159 eseri geri aldı.
Rakamlara bakıldığında ise 2003-2014 arasında
Sırbistan'dan bin 865, Almanya'dan bin 241,
İsviçre'den 397, Avusturya'dan 320, Hırvatistan'dan
133, İngiltere'den 59, ABD'den 57, Birleşik Arap
Emirlikleri'nden 23, Avustralya'dan 24,
Bulgaristan'dan 20 ve Fransa'dan 18 eser yurda
döndürüldü.
İŞTE O ESERLER
İadesi sağlanan eserlerden bazıları şunlar:
"Aphrodisias Eserleri, tunç vazo, Herakles Lahdine
ait parçalar, Boğazköy tabletleri ve sfenks, Roma ve
Bizans sikkeleri, Bursa Osmanlı Evi Müzesi'nden
çalınan şamdanlar, Geç Osmanlı Dönemi Etnoğrafik
eser koleksiyonu, bronz vazo, Elmalı sikkeleri,
Lidya eserleri, Girlandlı Lahit, Marsyas Heykeli,
Aphrodisias Friz Bloğu, Gemici Feneri, Aphrodisias
Örenyeri'nden çalınan Meleager Başı, İzmir Birgi
Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi'nden çalınan minber
kapısı, Erdek Açıkhava Müzesi'nden çalınan Torso,
İzmir Müzesi Bahçesi'nden çalınan kadın heykeli,
Efes Örenyeri'nden çalınan kadın başı, Mustafa Kemal
Atatürk'ün gümüş sigara tabakası, Herakles lahdine
ait Henkel koleksiyonunda bulunan eserler, Divriği
Ulu Camii'ye ait ahşap pano, Manş Denizi
Batığı'ndaki eserler, Konya Beyşehir Eşrefoğlu
Camisi giriş kapısı panoları, Heatrow Havaaalanı'nda
ele geçirilen eserler, Menil Koleksiyonu'ndaki
Zeugma Mozaiği'ne ait parçalar, Nuruosmaniye
Kütüphanesi'nden çalınan Kur'an-ı Kerim, Oklahoma
eserleri, Kalsruhe'den iade edilen pişmiş toprak
heykelcik, Bronz Dionysos Heykeli, Sultan
II.Adbülhamit ve kızı Ayşe Osmanoğlu'na ait eşyalar,
Afrodisias Friz Bloğu, Birleşik Arap
Emirlikleri'nden ele geçirilen eserler, Roma
Dönemi'ne ait yüzük, Laodikya Antik Kenti'nden
çalınan bronz el, Agora Ören Yeri'nden çalınan
heykel başı, Balıkesir Saraylar Açıkhava Müzesi'nden
çalınan zırhlı imparator heykeli başı ve Kocaeli
Fuar Alanı'ndan çalınan heykel başı, Bremen Bit
Pazarı'nda ele geçen 1182 eser, Sardis kökenli tıp
aletleri, Tatarlı Tümülüsü'ne ait ahşaplar,
Sırbistan'dan iadesi sağlanan 1865 eser, Almanya'dan
iadesi sağlanan Boğazköy Sfenksi, Amerika'dan iadesi
sağlanan Yorgun Herakles Heykeli ve Troya eserleri,
Bursa Sinanpaşa Camisi çinileri, Dallas Sanat
Müzesi'nden iadesi sağlanan Orpheus Mozaiği, Kanatlı
Denizatı Broşu, Avustralya'dan getirilen 23 parça
sikke ve İngiltere'den getirilen 18. yüzyıl Osmanlı
mezar taşları ve Aksaray Ulu Camii Minber Kapısı
Kanatları."
Sabah, 03.12.2014
|
OTEL DEĞİL, ESER
OLMALI

Antalya'nın Kemer İlçesi'nde bulunan
Phaselis antik kenti sınırları içinde yapılması
planlanan ve yargıya taşınan otel projesi davasının
esas karar duruşması 4 Aralık'ta görülecek. İlk
liman kentlerinden biri olma özelliğini taşıyan
antik kente otel projesine karşı mücadele sürüyor.
Phaselis antik kentinin bir kısmının
plana dahil edildiği, Rixos Otellerin Sahibi Fettah
Tamince'nin 5 yıldızlı 'Dream of Phaselis' otel
projesi ile tarih ve doğanın katledileceği
düşünülüyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
Turizm Teşvik Kanunu kapsamında 2005'de tahsis
edilen bölgedeki imar planları da yapılan
değişikliklerle 2011'de onaylandı. Böylece Phaselis
ve daha birçok antik kent için talan hukuksallaşmış
oldu.
KÜLTÜR BAKANLIĞI'NA DAVA
Antalya Barosu Başkanlığı, meslek
odaları, sivil toplum kuruluşları ve şahıslardan
oluşan 22 davacı, 21 Şubat'ta Antalya Nöbetçi İdare
Mahkemesi'ne başvurarak 2 ayrı dava açtı. Davalardan
biri 'ÇED gerekli değildir' kararına karşı Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı ile Antalya Valiliği açılırken,
diğeri alan tahsisinin iptali için Orman ve Su
İşleri Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
açıldı.
ARKEOLOJİ DESTEKLENMELİ
Phaselis İnsiyatifi'nden Melike
Vergili, bilirkişi raporuna göre, ilk liman kenti
özelliğine sahip Phaselis'in, birçok özel bitki
türüne sahip olduğunu ve 1. derece sit alanı olan
antik kentte herhangi bir yapılaşmanın mümkün
olamayacağını belirtti. Vergili, ''Yok olmanın
eşiğinde olan bir antik kent ve bitki türleri söz
konusu. Otel yapımında sadece yüzde on'luk bir
alanın kullanılacağını belirtiyorlar, fakat şirketin
Phaselis'in içerisinde yer alan plaja marina yapmak
ve su sporlarını buradan yürütme fikri var'' dedi.
''Doğanın yok olması demek, bizlerin
ve yaşam alanlarımızın yok olması demek''
açıklamasında bulunan Vergili, ''Phaselis'e
yapılması planlanan otel projesinin uluslararası
sözleşmelerde de yeri yok. '60'lardan bu yana,
buraya kazma vurulmadı' açıklaması yaparak, durumu
legalleştirme yoluna gidiyorlar. Fakat Phaselis'teki
asıl proje otel değil, arkeolojik çalışmaların
etkinleştirilmesi ve desteklenmesi olabilirdi''
dedi.
Phaselis için yürütülen kampanya
bünyesinde 73 bin imza toplantığını belirten
Vergili, ''Mücadelemizde birçok insanın desteğini
görüyoruz. Bu destek, mücadele etmemizi daha da
anlamlı kılıyor. 73 bin kişi ve dahasının
sorumluluğunu hissediyoruz'' ifadelerini kullandı.
***
HEM MİLLİ PARK HEM 1. DERECE SİT
ALANI
İlk liman kenti özelliği ile de
bilinen Phaselis antik kenti MÖ 7. yüzyılda
Rodoslular tarafından kuruldu. Kentin ortasında
20-24 metre genişliğinde bir cadde vardır. Bu
caddenin güney ucunda Hadrian Su Yolu Kapısı
bulunur. Bunların yakınında Hamamlar, Agora ve
Tiyatro gibi kamu yapıları bulunur. Bu yapıların
tarihinin MÖ 1. ve 2. yüzyıla kadar uzandığı
belirtiliyor. Alan milli park içinde yer alıyor
Birgün, Haber: Rabia
Yılmaz, 03.12.2014
|
KUBBEDEKİ YANLIŞ 54 YIL SONRA DÜZELTİLDİ

Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nce restore edilen Edirnekapı Mihrimah
Sultan Camisi'ndeki hat yazıları konusunda
danışmanlığına başvurulan hattat Hüseyin Kutlu,
kubbenin en yüksek noktasındaki küngüre yazısında
bir ayetin yanlış yazıldığını fark etti. 1956'da
yapılan restorasyonda hat yazısındaki ayette
"semavat" kelimesinin "sehevat" şeklinde yazıldığı,
bu yanlışlık yüzünden "Allah yeryüzünün ve
gökyüzünün nurudur" mealinin "Allah yeryüzünün ve
hataların nurudur" şeklinde yer aldığı belirlendi.
Kutlu'nun Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 2010 tarihli
Restorasyon Yıllığı'na yazdığı yanlışlığın
düzeltilmesi için harekete geçildi. Hattat Kutlu hat
yazısını yeniden yazınca 54 yıllık yanlıştan
dönüldü. Cumhuriyet döneminde yapılan
restorasyonlarda, hat eserlerinde alakasız, eksik
harf ve imlası bozuk yazılar yazıldığını belirten
Kutlu, hat restorasyonunun ehliyetli hattatlar
tarafından yapılması gerektiğini söyledi.
Sabah, 03.12.2014
|
"GALATAPORT SÜRECİ DERHAL DURDURULMALI"

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Şehir
Plancıları Odası İstanbul Şubesi ve İnşaat
Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi ortak bir basın
açıklaması yaparak "Galataport’ta yürütmenin
durdurulması kararı bir kez daha ifade edildi"
dediler. DHA'nın haberine göre, yapılan açıklamada
sorumlu idarenin kamuoyunu yanlış yönlendirmeye
sebebiyet verecek ve yargıyı baskı altına almaya
yönelik açıklamalardan vazgeçmesi gerektiği
belirtilerek şu görüşlere yer verildi:
"Kamuoyunda “Galataport” olarak bilinen
Salıpazarı Kruvaziyer Liman Alanı’na ilişkin,
Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı
tarafından Şubat 2013 tarihinde hazırlanan “Koruma
Amaçlı Nazım İmar Planı” ile “Koruma Amaçlı Uygulama
İmar Planı”nın yürütmesinin durdurulması ve iptali
istemiyle Danıştay 6.Dairesi’nde, TMMOB Mimarlar
Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Şehir Plancıları
Odası İstanbul Şubesi ve İnşaat Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi tarafından dava açılmıştı.
Onaylanan imar planları ile getirilen yeni
koşullarda İstanbul metropolü içinde büyük bir öneme
sahip olan Beyoğlu Kentsel Sit Alanı ile söz konusu
planlama alanı içinde bir bütünlük sağlanamayacağı,
mevcut alanın yolcu gemisi karşılayan bir liman
olmasının ötesine geçerek konaklama tesisleri,
ofisler, alış-veriş merkezleri gibi fonksiyonların
getirilmesi ile insan, araç ve yapı yoğunluğu
bölgenin kaldıramayacağı değerlere ulaşacağı
gerekçeleriyle açılan davada Danıştay 6. Dairesi 23
Eylül 2013 tarihli kararında yürütmenin durdurulması
talebini reddetmişti.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na
yaptığımız itiraz, Kurulun 17 Nisan 2014 tarih ve
2013/894 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve davacı
Odalarca Danıştay 6. Dairesi’nin kararının
kaldırılmasına ve anılan işlemin yürütmesinin
durdurulmasına ilişkin verdiği bu karar 13.10.2014
tarihinde kamuoyuna açıklanmıştır.
Bunun üzerine Başbakanlık Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı tarafından 15. Ekim 2014 tarihinde bir
basın açıklaması yapılarak Salıpazarı Kruvaziyer
Liman Sahası’na ilişkin imar planlarının
yürütmesinin durdurulmasına dair bir karar
verilmediği iddia edilmiş, Odalarımız yüksek yargı
kararını kamuoyunu yanlış yönlendirmeye sebebiyet
verecek şekilde yorumlamakla itham edilmişti.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun aldığı
karar üzerine Danıştay Altıncı Daire tarafından
verilen 14.10.2014 tarih ve 2013/821 sayılı karar
ile Galataport’ta yürütmenin durduğu bir kez daha
açıkça ifade edilmiştir. “Galataport” olarak
adlandırılan tüm planlama süreçleriyle birlikte ÇED
sürecine ilişkin olarak da yapılan tüm işlem ve
eylemler derhal durdurularak kamunun zarara
uğratılmasının önüne geçilmeli, sorumlu idare
kamuoyunu yanlış yönlendirmeye sebebiyet verecek ve
yargıyı baskı altına almaya yönelik açıklamalardan
vazgeçmelidir.
Aşağıda imzası bulunan Meslek Odaları olarak
kentimizde kamu adına yürüttüğümüz hukuk
mücadelesini üzerimizdeki tüm baskılara rağmen
sürdüreceğimizi, kent suçlarının takipçisi olmaya
devam edeceğimizi bir kez daha hatırlatır,
kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız"
Yapı, 02.12.2014
|
SAGRADA FAMİLİA'NIN BAŞMİMARI: DÜNYANIN EN
KARMAŞIK...
Barselona'da 100 yılı aşkın süredir inşaatı devam
eden Gaudi eseri Sagrada Familia Katedrali'nin
tamamlama projesinin mimarı Mark Burry, Arkitera'dan
Bahar Bayhan'a konuştu: Bu yapı dünyanın en karmaşık
yapılarından biri. Projenin sıkıntıları her zaman
var."

Yüzyıl öncesinde, çok farklı bir vizyonla
tasarlanan bir yapıyı bugünün koşullarında inşa
ettiğinizi, yılarca emek harcadığınızı ve sonunda o
yapının sizin dışınızda bir mimarın eseri olarak
anılacağını düşünün. Antoni Gaudi’nin şaheseri
olarak anılan Sagrada Familia Katedrali’nin
tamamlama projesini yürüten mimarlar tam da bu
durumla başbaşa. Tam 35 senedir projenin
yürütücülüğünü yapan mimar Mark Burry, projenin
büyük bir hızla ilerliyor olmasından gurur duyuyor
ve bu yapının bir takım işi olduğunu da üstüne
basarak vurguluyor. ARKIMEET 2014 için
İstanbul ’a gelen Mark Burry’yi yakalamışken
aklımıza takılanları sorduk.
Arkitera: Yıllardır Sagrada Familia
tamamlama projesi üzerine çalışıyorsunuz. Projeye
nasıl dahil oldunuz?
Mark Burry: Hikaye 35 yıl önce
başladı. Üniversiteden mezun olmuş genç bir
mimardım. Gaudi’yi biliyorduk elbette ama çok hakim
değildik. Gaudi’yle ilgili daha çok şey öğrenmek
için Barselona’yı ziyaret ettiğimde Sagrada
Familia’nın hala inşa ediliyor olmasına çok
şaşırmıştım. Aslında terkedilmiş gelmişti bana.
Proje yöneticileriyle konuştum, genç mimarlardı ama
zamanında Gaudi’nin birkaç dersini alma imkanı
bulmuşlardı. Projenin nasıl tamamlanabileceğini
konuşurken onların daveti üzerine ekibe katılmaya
karar verdim ve Gaudi’nin aslında ne yapmak
istediğini anlamaya çalıştım.
Mimarlar genellikle kendi dönemleri veye
gelecek yıllar için inşa ederler. Fakat siz
geçmişten gelen bir yapıyı inşa ediyorsunuz ve
yıllar öncesinin vizyonunu anlamaya çalışıyorsunuz.
Bu iki tasarım görüşü arasında farklılıklar var mı
sizce?
Sagrada Familia projesinde beni en
çok heyecanlandıran konu şu; elbette Gaudi’ye
inanıyoruz ve bir dahi olduğunu kabul ediyoruz ama
artık hayatta değil ve bizler için ardında büyük bir
iz bıraktı. Yani bu asla benim binam olarak
anılmayacak, belki de hatırlanmayacağım. Bu bir ekip
işi, hatırlanacak olan ekiptir. En son New York’ta
büyük bir sergi hazırladık, Architectural Record
yayını “Bu sergi Gaudi veya Sagrada Familia ile
ilgili değil; gerçekle ilgili” diye yazmıştı. Gerçek
de yapıyı ortaya koyan bir takımın olduğu. ARKIMEET
konferansındaki tartışmalar da geleceğin
paylaşımların üzerine kurulacağını göstermiş oldu.
Mimarlar tek başına başarılı olamaz. Aksi takdirde
bugün sahip olduğumuz kentleri yaratamazdık.
Mimarların kendi başlarına değil, insanlarla
birlikte iletişim halinde geliştirebileceği yeni
yollar aramalıyız.
Konferansınızda büyük binaların büyük
şeyleri koruması gerektiğini söylediniz.
Evet. Eğer sürdürülebilir mimarlıkla ilgilenen
biriyle konuşursanız burası beton, burası çelik diye
kiliseyi eleştirebilir. Belki kriterleri sağlayan
bir bina değil ama sosyal anlamda sürdürülebilir.
Çünkü neredeyse her yıl 4 milyon insan içine
giriyor, 10 milyon insan o yapıya dışarıdan bakıyor.
İnsanların birbirleriyle karşılaşması bile o binayı
sürdürülebilir yapabilir. Benim görüşüm böyle büyük
bir yapının kültürel ve sosyal sürdürülebilirliği
sağlayacak bir mekan programı yapılması gerektiği.
Sizin için projenin gerçekleştirilmesi
sırasındaki en büyük zorluklar nelerdi?
Bu
yapı dünyanın en karmaşık yapılarından biri. Bir
yapıyı, inşaat süresince 4 milyon insanın da ziyaret
edeceği şekilde nasıl daha az karmaşık
yapabilirsiniz? Projenin sıkıntıları her zaman var.
Para devletten, şirketlerden veya kiliseden
gelmiyor, sadece yapıyı ziyaret edenlerin desteğiyle
yürütüyoruz. Yani biz mimarların parayı çöpe atacak
bir karar vermememiz gerekiyor. Eğer parayı boşa
harcamış olursanız insanların fedakarlığını da çöpe
atmış olursunuz. Zorluk her zaman olacak, amacımız
yapıyı daha iyi ve ucuz şekilde nasıl ortaya
çıkarabileceğimiz.

Aslında bu kadar uzun soluklu ve karmaşık
bir iş, teknolojinin bu denli hızlı değiştiği bir
döneme de denk geldi. Ve siz bu projeye
başladığınızdaki imkanlar ve teknoloji ile bugünkü
çözümler arasında çok fark var. Siz hiç “Biz
başladığımızda bu imkanlar olsaydı her şey çok daha
kolay olurdu” diyor musunuz? Yada başladığınız
dönemde kullandığınız teknolojilerin bugün sizi
yavaşlattığını düşünüyor musunuz?
İtiraf edeyim, bazen kıskandığım oluyor...
(Gülüşmeler) Bu konuda aslında hep iki taraflı
düşünüyorum; biri elimde olmadan kıskanma. Tüm bu
harika teknolojileri, araçları gördükçe çok daha
kolay olabilirdi diyorum. Diğeri ise biraz gurur,
çünkü genç mimarlara baktığımda ellerinde olan
fırsatların pek de farkında olmadıklarını
düşünüyorum. 20 yıl önce biz bu imkanlara sahip
değildik ve neler başardık demeden de duramıyorum.
Peki binanın tamamlanması hakkındaki karşıt
görüşler ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Yani büyük
bir kesim de binanın olduğu gibi kalmasının çok daha
iyi olacağı görüşünde.
Normalde tüm bunlar, her ne kadar mimari konular
gibi gözüküyor olsa da politik mevzular olduğu için
konuşmak istemiyorum. Ama bir mimari dehanın bu
kadar önemli bir eserinin İspanya gibi ekonomik
sıkıntılar yaşayan bir ülkede büyük bir bütçeyle
tamamlanıyor olmasının iyi değelendirilmesi
gerektiğini düşünüyorum. Çünkü projenin kente
katacağı değeri, kentin tüm algısının neredeyse
yapıya ve yapının mimarının estetik anlayışı üzerine
kurulu olduğunu öngörmüş bir yönetim var. Ayrıca
Gaudi’nin neler planladığını keşfedebilme şansı...

Bu biraz kentsel ölçekte, yapıyı bir
piyon olarak kullanmak gibi... Fakat eleştiriler
yapının kendisini savunur ve onun kendi niteliğini,
kendi tamamlanmamışlığındaki devingenliği korumak
ister gibi. Yani biraz daha alt ölçek...
Kesinlikle, doğru bir tespit. Fakat bu eleştirilere
katıldığımı söyleyemem. Size büyük resmi anlatmaya
çalışıyorum. Sadece tüm kariyerini bu proje üzerine
kurmuş biri olarak sanırım elimizden gelenin en
iyisini yaptık diyebilirim.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 02.12.2014
|
|
KÜÇÜK PRENS ÇİZİMLERİ AÇIK ARTTIRMADA
Antoine de
Saint-Exupery'in zamansız kitabı ‘Küçük Prens’in
yazarının elinden çıkmış orijinal suluboya çizimleri
gelecek hafta Paris’te açık arttırma ile satışa
çıkarılacak.
Romanın
1943’teki orijinal 17 sayfa imzalı çizimlerinin
400-500 bin Euro arasında satılması bekleniyor.
Küçük Prens’in
yaşadığı gezegene adını veren Asteroid B612’yi
keşfeden, kara tahtada geometri ve matematik
çizimleri yapan Türk astronot da resimlerde tasvir
ediliyor.
Exupery’nin
dünyaca ünlü kitabı şimdiye kadar 270’den fazla dile
çevrildi. Dünyada İncil’den sonra en fazla okunan
kitap olduğunu söylüyor.
21.3 ila 23.9
santim arasında değişen sulu boya çizimler 9
Aralık’a kadar görülebilecek.
Akşam, Haber: Meltem Özbey, 02.12.2014
|
HEVSEL BAHÇELERİ KORUNUYOR

Dicle Vadisi'nin ve kentin besin kaynağı olan
8000 yıllık geçmişe sahip Hevsel Bahçeleri proje
alanı sınırları dışında olup tamamen korunacak.
Diyarbakır ilinde yeterli yeşil alan bulunmadığı
gibi, kent yakın çevresinde de planlı ve
düzenlenmiş büyük alan kullanımlı yeşil alanlar,
ağaçlandırılmış alanlar, mesire yerleri, orman
alanları bulunmamaktadır. Bu sebeple uzun
yıllardır çeşitli Kurumlarca gerçekleştirilmesi
hedeflenen, ancak bu güne kadar
gerçekleştirilememiş olan Dicle Vadisi
Projesi'nin hayata geçirilmesi için
Bakanlığımızca çalışmalara başlanmıştır.
Dicle Vadisi Neden Rezerv Yapı Alanı Olarak
İlan Edildi?
Diyarbakır İli, Sur İlçesi sınırları
içerisinde yer alan yaklaşık 187 ha.'lık Tarihi
Suriçi Bölgesi, 6306 sayılı Afet Risk Altındaki
Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca
"Riskli Alan" ilan edilmiştir. Suriçi Bölgesine
de hizmet etmek üzere bu bölge ile komşu ve
Kırklar Tepesini içine alan 10985,55 ha'lık
bölge rekreasyon alanı olarak kullanılması
amacıyla 6306 Sayılı Kanun kapsamında Maliye
Bakanlığı'nın uygun görüşü alınarak Rezerv Yapı
Alanı olarak belirlenmiştir. Bakanlığımızın
hedefi bu bölgede Diyarbakır halkının umutla
beklediği Dicle Vadisinin doğal güzelliklerinin
ön plana çıkartılacağı Doğapark'ı hayata
geçirmektir.
Dicle Vadisi ve Hevsel Bahçeleri Yapılaşmaya
Açılacak mı?
Bakanlık tarafından yürütülen proje
kapsamındaki 1098,55 ha'lık rezerv alan,
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince onaylı
1/25000 Çevre Düzeni Planı ve 1/5000 Nazım İmar
Planında alanın büyük çoğunluğu rekreasyon
alanı, park alanı ve ağaçlandırılacak alan
olarak tanımlanmış olup, bunun yanında alanın
kuzeyinde Konut Dışı Kentsel Çalışma Alanı ile
Akaryakıt ve Servis İstasyonları fonksiyonları,
Kırklar Dağında da Konut Yerleşim Alanları ile
Sosyal ve Kültürel Tesis Alanları fonksiyonları
tanımlanmıştır. Ancak söz konusu fonksiyonların
uygulanması durumunda Dicle Vadisi'nin doğal
karakteri bozulacağından alanın doğa parkı
olarak kullanılması amacıyla "Diyarbakır İli
Dicle Vadisi Kırklar Tepesi Rekreasyon Alanı
İmar Planı, Kentsel Tasarım ve Peyzaj Uygulama
Projesi Yapımı Hizmet Alım İşi"nin yürütülmesine
karar verilmiştir.
Dicle Vadisi Rezerv Alan Sınırlarında bulunan
Kırıklar Dağının yapılaşmaya açılmasının şehrin
kültürel ve tarihi dokusuna uygun olmadığı
düşünülmektedir. Yakın zamanda yapılaşmaya
açılmış olan bölgenin Dicle Vadisi Projesi ile
tezatlığı nedeniyle, Büyükşehir Belediyesi
tarafından imara açılmış olan Kırklar Dağındaki
her türlü imar ve yapılaşma işlemleri
durdurularak, Bakanlığımızca da bölgenin her
türlü yapılaşmadan korunması için gerekli
önlemler alınmıştır.
14 Kasım 2014 tarihinde toplanan Diyarbakır
İl Toprak Koruma Kurulu, UNESCO Dünya Miras
Listesine aday Hevsel Bahçeleri ve devamındaki
alanın TNKA (Tarımsal Niteliği Korunacak Alan)
olarak korunmasına geriye kalan alanın ise
yalnızca rekreasyon alanı, ağaçlandırılacak alan
ve doğa parkı alanı olarak kullanılması şartıyla
tarım dışına çıkarılmasına karar vermiş olup söz
konusu karar yürütülen projemizle uyumludur. Bu
karar sonucunda vadinin yapılaşmaya açılması
değil, Dicle Vadisinin sahip olduğu değerlerin
korunması ve kent yaşamına kazandırılması sonucu
çıkmıştır. Ayrıca, Dicle Vadisi yapısı
itibarıyla yüzyıllardır aktif olarak akan bir
nehrin yatağından oluşmaktadır. Bu alan
yapılaşma için kesinlikle uygun olmayıp,
Bakanlığımızca da yapılaşmaya açılması
düşünülmemektedir. Bu kararla birlikte Hevsel
Bahçelerine hiçbir şekilde müdahale
edilemeyecektir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından
yürütülen projede UNESCO süreci de yakından
takip edilmiş ve proje süresince Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi, Diyarbakır Valiliği,
Diyarbakır Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve
Kültür Bakanlığı (Kaçakçılıkla Mücadele Daire
Başkanlığı Dünya Miras Alanları Şube Müdürlüğü)
yetkilileri ile toplantılar yapılarak görüş
alışverişinde bulunulmuş ayrıca Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi ile söz konusu projeye
ilişkin çeşitli yazışmalarla koordinasyon
sağlanmıştır. Bu doğrultuda Alan Yönetiminin
Miras Alanı olarak belirlemiş olduğu bölge;
proje kapsamında tasarlanan Master Planda Mutlak
Koruma ve Doğal Niteliği Korunacak alanlar
olarak planlanmış olup; Master Plan Miras
Alanları ile ilgili aktif kullanıma dönük hiçbir
karar üretmemektedir. Bununla birlikte Alan
Yönetimi Planının miras alanları ve tampon
bölgeler için öngörmüş olduğu mekansal
stratejiler, Master Plan ve Kentsel Tasarım
projesinde de benzer biçimde ele alınmıştır.
Ayrıca proje alanının %47'lik kısmı "Mutlak
Koruma Alanları", %40'lık kısmı da açık seralar,
ağaç parkları ve düzenlenecek yeşil alanlar gibi
fonksiyonları içeren "Kontrollü Kullanım
Alanları" olarak tasarlanmıştır.
Dicle Doğapark'da Neler Olacak?
Dicle Vadisinde yürütülen projede kentin
yaşadığı yeşil alan sorununa çözüm getirmek,
Vadinin ekolojik özelliklerini de dikkate
alarak, kente yeni bir rekreasyon yaşam alanı
kazandırmak, ayrıca Dicle Vadisindeki bu güne
kadar yaşanmış olumsuz kullanımlardan kaynaklı
(kıyıların tahribi, kontrolsüz ağaç ve saz
kesimi, çevredeki sanayi tesislerinin kirletici
etkisi, yöreye yabancı bitki dikimi, çöp moloz
dökümü, Kırklar tepesinde devam eden ve doğal
değerler dikkate alınmadan yapılan yapılaşma vb)
tahribata yönelik "Doğa Koruma ve Onarımı"na
yönelik tasarım çalışmaları yürütülmektedir.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 02.12.2014
|
RAHMİ KOÇ: MÜZELER PARA KAZANMA YERİ DEĞİL
"Müzeler para kazanma
yeri değildir. Aksine sürekli para koymak gerekiyor"
dedi. Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi
Koç; Rahmi Koç Müzesi'nin 20'nci yılı
şerefine verdiği davette gösterilen kısa bir
müze tanıtım filminde.
Müzelerin herkesi kucaklayabilmesi için en önemli
konuyu Rahmi Koç iki cümleyle özetledi böylece.
"İki çocuklu bir aile geldi müzeye.
Oturup bir de çay içmek isterler tabii. Müze
dolaşmak maliyetli olmamalı kimseye" diyordu.
Nitekim Rahmi Koç Müzesi'nin içinde yer alan
kafeterya ve hatta şahane bir kültür turu şeklinde
geçen çocuk doğum günü organizasyonlarını deneyen
bir anne olarak çok ama çok hesaplı bir fiyata
sunulduğunu söylemeliyim.
Rahmi Koç 20'nci yıl için hazırlattığı davetiyeye,
"Hem 20. yılımızı beraber kutlayalım, hem de
Bebek Evleri Sergimizi beraber açalım.
Gelebilirseniz bizi bahtiyar etmiş olursunuz"
diye yazmıştı. Aralarında Türkiye'nin önemli
akademisyenlerinden Prof.Dr. Nuran Atasoy'un
da bulunduğu davetliler önce 'Hayallerle Dolu
Küçük Evler Sergisi'ni gezdi ardından da davet
salonuna geçti.
Gazeteciliğimin ilk yıllarına rastlıyor Rahmi Koç
Müzesi'nin temelinin atıldığı günler. Temel atıldığı
gün oradaydım. Nereden nereye... Haliç'in kıyısında
bugün müzenin yer aldığı alanlarda o gün asla
dolaşmak istemezdiniz. Oysa şimdi dünya çapında bir
müze var. Gezenleri hayal alemlerinde dolaştırıyor.
Rahmi Koç, davette gösterilen filmde 20 yıllık müze
macerasının özetini de paylaştı. Önce Tekel'den
Lengerhane'yi satın aldı, ardından da
özelleştirilen Hasköy Tersanesi'ni müzenin
bünyesine kattı ve müze her geçen gün büyüdü, hatta
kabına sığamaz oldu. 14 bini aşkın otomobil, gemi,
bilgisayar, uçak gibi objelerin sergilendiği
İstanbul'daki müzeyi yılda 250 bin kişi
geziyor. Koç, sadece İstanbul'daki müzeyle de
yetinmedi. Ankara'da Rahmi Koç'un dedesinin çırak
olarak ilk çalıştığı yer olan Çengel Han'ı
restore edip orayı da müzeye dönüştürdü. Bitmedi, bu
kez Ayvalık'ta Coca-Cola Başkanı Muhtar Kent'in
ailesine ait kütüphaneyi restore ettiği şapel ve
yeldeğirmeninin bulunduğu mekana taşıdı.
Cunda'daki Taksiyarhis Kilisesi'ni de 30 yıllığına
kiralayan Koç burayı da müzeye dahil etti.
Rahmi Koç, müze yolculuğunu anlatırken eleştiri
oklarını üstüne çekeceğini bile bile iş dünyasına
dostane bir tavsiyede bulunmadan da edemedi. Bir
koleksiyonu olan, bir konuya ilgi duymaya
başlayanların hemen 'müze kuracağım' demesini
tatlı bir dille eleştirdi ve "Tavsiyem böyle
düşünen 3-5 kişi bir araya gelip daha büyük bir müze
yapsınlar. Daha faydalı olurlar" dedi. Sanırım
Rahmi Koç haksız değil.
Sabah, Yazı: Şelale Kadak, 02.12.2014
|
MONA LİSA, DA VİNCİ'NİN ÇİNLİ ANNESİYDİ
Son yapılan
araştırmaya göre dünyaca tanınan Mona Lisa, Leonardo
da Vinci'nin İtalya'ya köle olarak gelen Çinli
annesinin portresiydi.

Bu iddia şu anda sanat
çevrelerinin bir hayli meşgul ediyor. İddiayı ortaya
atan Leonardo da Vinci'nin hayatı hakkında uzun
yıllar araştırma yapan bir yazar.
Medyalens'in geçtiği haberde, Leonardo da Vinci
hakkında bir kitap yazan Angelo Paratico, ünlü
sanatçının annesinin Çinli bir köle olduğunu
söylüyor.
South China Morning gazetesinde yer alan habere göre
Leonardo da Vinci'nin annesinin Floransa'nın 30 km.
yakınında bulunan Vinci kasabasına yerleşti ve 1452
yılında Leonardo'yu dünyaya getirdi. Angelo
Paratico'nun iddiasına göre Caterina adını kullanan
anne bu tarihten sonra kayıplara karıştı, çünkü o
yıllarda bir kölenin aile hayatı kurması toplum
kurallarına aykırıydı.
Paratico, bu iddiasını desteklemek için rönesans
dönemine ait kilise kayıtlarında yaptığı araştırmada
İtalya ve İspanya'da çok sayıda Uzakdoğulu köle
yaşadığını da sözlerine ekliyor.
Yazarın bu iddiasını kanıtlamanın tek yolu var, o da
Floransa'da gömülen da Vinci ve ailesinden alınacak
DNA örneklerinin incelenmesi…
Leonardo da Vinci'ye Arap kökenli diyenler de
olmuştu!
Leonardo da Vinci ve Mona Lisa ile ilgili ortaya
atılan iddialar yeni değil, 100 yıl öncesine kadar
gidiyor.
Sigmund Freud 1910 yılında Mona Lisa'nın da
Vinci'nin annesinin portresi olduğunu, arka plandaki
görüntülerin de Çin'e ait bir manzara olabileceğini
söylenmişti.
2002 yılında ortaya atılan bir başka iddiaya göre Da
Vinci'nin kökeni Ortadoğuluydu.
Sabah, 01.12.2014
|
'YÜZYILIN DEFİNESİ' SON ANDA KURTARILDI
Elmalı’daki kaçak kazılarda bulunan ve ‘7 adet
Elmalı Sikkesi’nin de arasında olduğu tarihi eserler
antikacı kılığına giren Ankara polisi tarafından
kurtarıldı. Tarihi eserler müzeye teslim edildi.

Ankara polisi, son
dönemlerin en önemli tarihi eser operasyonlarından
birine imza attı.
Polis, elinde önemli tarihi eserler olduğunu ve
bunları satmak istediğini söyleyen bir kişinin, bazı
koleksiyoncular ile görüştüğünü tespit etti. Bunun
üzerine antika koleksiyoncusu kılığına giren
polisler, elinde tarihi eser olduğunu söyleyen E.A.
ile irtibata geçti. E.A. ile
Gölbaşı’nda buluşan polisler, şüpheli ile
elindeki eserler için pazarlığa başladı. E.A.’nın
elinde 7 adet
Elmalı Sikkesi, Sümer dönemine ait bir adet
heykelcik ile yine aynı döneme ait 5 adet mühür
olduğunu söyledi. E.A. Elmalı Sikkelerinin her biri
için, koleksiyoncu kıılığındaki polislerden 500 bin
TL istedi. E.A. ayrıca diğer tarihi eserler için de
dudak uçuklatan rakamlar talep etti. E.A., alıcı
kılığındaki polislerin fiyatları kabul etmeleri
üzerine elindeki tarihi eserleri ortaya çıkardı.
Bunun üzerine E.A. polisler tarafından gözaltına
alındı.
‘Süs eşyası zannediyordum’
Ele geçirilen eserler incelenmek üzere müzeye
gönderildi. Yapılan incelemede 7 adet sikkenin
orjinal Elmalı Sikkesi, heykel ve mühürlerin de
orjinal olduğu anlaşıldı. E.A. ifadesinde, “Değerli
olduklarını bilmiyordum. Süs eşyası olarak
satılabileceğini düşünmüştüm. Ben de bunları
Şanlıurfa’dan tanımadığım birinden almıştım”
şeklinde konuştu. E.A. emniyetteki işlemlerin
ardından sevk edildiği adliyede savcılık sorgusunun
ardından serbert bırakıldı.
Heykel vurguncularına darbe
Ankara polisi, bir diğer operasyonda da ellerindeki
Artemis heykelini satmak isteyen, A.R.M., Y.K. ve
F.D.’yi de gözaltına aldı. Şüpheliler heykeli
Kaçak kazı sırasında bulduklarını ve satmak
istediklerini söyledi. 3 zanlı savcılık sorgusunun
ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakıldı. Şüphelilerin elindeki heykele el
konularak, incelenmek üzere müzeye gönderildi.
Elmalı
Sikkeleri
1984 yılında
Antalya’nın Elmalı
İlçesinin Bayındır Köyünde
yapılan kaçak kazılar ile bulunan yüzyılın definesi
Elmalı Sikkeleri, o bölgede bulunan bütün şehir
devletlerinin paralarını içeriyor. Söz konusu
sikkelere yüzyılın definesi denilmesinin en önemli
nedeni de Yunanlılar’ın Persler’i yendikleri için
bir anı parası çıkarma kararı almaları ve normal
olarak o zamanın para birimi için en fazla 4 drahmi
değeri biçilirken; anma nedeniyle 10 drahmililk
paranın çıkarılmış olması olarak gösteriliyor. Kaçak
kazılar sonucunda
Amerika Birleşik Devletleri’ne kaçırılan
Sikkeler, yoğun diplomotik girişimler ile tekrar ait
olduğu
Anadolu topraklarına geri döndü. Elmalı
Sikkeleri 2009’da Antalya
arkeoloji Müzesi’nde ziyarete açıldı. 1900
parçadan oluşan Elmalı definesine ait 1679 parça
sikke Antalya Müzesi’nin ikinci katında
sergileniyor.
Milliyet, Haber: Sertaç
Koç, 01.12.2014
|
KAYAKÖY'ÜN TURİZME AÇILMASINA İPTAL DAVASI

Muğla’nın Fethiye
İlçesi’ndeki tarihi Kayaköy’ün turizme açılarak
otel yapılmasına yönelik çalışmaların
durdurulması için Muğla İdare Mahkemesi’ne dava
açıldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 49
yıllığına kiralanmak üzere ihaleye açılan
Kayaköy’ün, yüzde 30’luk kısmının restore edilip
otel olarak tahsis edileceğinin açıklanması
tepki yarattı. ’Hayalet köy’ olarak bilinen
tescilli yapıların bulunduğu alanın 300 yataklı
otele dönüştürülmesine karşı çıkan, aralarında
gönüllü avukatların da bulunduğu ’Kayaköy
Savunması’ adlı grup, yürütmenin durdurulması
için harekete geçti.
Yaklaşık iki hafta önce dava açmak için
hazırlıklara başlayan grup, dava dilekçesini
Muğla İdare Mahkemesi’ne sundu. Kayaköy’ün
turizme açılarak, tarihi dokusunun bozulacağını
öne süren grup dava dilekçesinde, projenin
iptalini istedi. Muğla İdare Mahkemesi’ne
verilen dilekçede, şu ifadelere yer verildi:
"Tescil edilerek koruma altına alınmış bu
yapıların, tüm tescil nedenleri hiçe sayılarak
kamusal bir alan olmaktan çıkarılıp otel odasına
dönüştürülmesi koruma ilkelerine aykırı
olduğundan, hukuka aykırılığı da sabittir.
Proje, Kayaköy’ün bütünlüğünü bozacak ve koruma
dengesini ortadan kaldıracaktır. Kayaköy tarihi
ve mimari özelliklerinden ötürü ’Kentsel ve
3’üncü Derece Arkeolojik Sit Alanı’ statüsünde.
Köyde bulunan 700 adet Rum yapısı tescilli.
Ayrıca ’Fethiye- Göcek Özel Çevre Koruma
Bölgesi’ sınırları içerisinde. İhaleye açılan
parsellerden bir tanesi de orman alanı olarak
görünüyor. Yasalara göre orman alanları turizm
işletmesi için tahsis edilemez."
Hürriyet, Haber: Ergün Tos, 01.12.2014
|
KAHLO'NUN ÇİÇEKLERİ AMERİKA'DA AÇACAK
Meksikalı ressam Frida Kahlo’nun bahçesi New York
Botanik Bahçesi’nde inşa edilecek.
Ressamın çocukluğunu da geçirdiği La Casa Azul (Mavi
Ev) adlı evinin bahçesi, New York’ta tekrar hayat
bulacak. New York Botanik Bahçesi’ndeki Enid A.
Haupt Konservatuarı, Kahlo'nun Mavi Ev'inin bahçesi
olarak düzenlenecek ve 16 Mayıs 2015’te "Frida
Kahlo: Sanat, Bahçe, Hayat" adlı bir sergiyle
açılacak. Kasım ayına dek sürecek sergide,
Meksika'dan gelen yerli çiçeklerle süslenmiş bahçe
ve Kahlo’nun eşi ressam Diego Rivera tarafından
bahçeye yapılan piramidin de bir maketi
görülebilecek.
Akşam, 01.12.2014
|
|
HÜNKAR MAHFİLİ ORİJİNAL DEĞİL Mİ?
İstanbul Beşiktaş’taki Sinan Paşa Cami’nin
bitişiğine yaptırılan Hünkar Mahfili tartışmalara
neden oldu. Uzmanlar, önümüzdeki günlerde açılacağı
belirtilen yapı için ‘uydurma bir eser’ diyor.

İstanbul’un önemli tarihi yapıtlarından
Beşiktaş’taki Sinan Paşa Camii, Vakıfler
İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü tarafından 2011’de
restore ettirilerek geçen yıl hizmete açıldı.
Kaptan-ı Derya Sinan Paşa tarafından 1555’te
Mimar Sinan’a yaptırılan 459 yıllık mazili
caminin avlusunda, camiye bitişik olarak yaptırılan
‘Hünkar Mahfili’ inşaatında son aşamaya gelindi.
Ancak sanat tarihçileri, 2 buçuk milyon TL maliyetli
projenin orijinal olmadığını söylüyor.
‘19. yüzyılda eklendi’
‘Hünkar Mahfili’ yapımına karşı çıkan Mimarlık
Tarihi Uzmanı Prof.Dr. Uğur Tanyeli, Sinan Paşa
Cami’nin orijinal halinde Hünkar Mahfili olmadığını
belirtiyor. Tanyeli, “Çoktan ortadan kalkmış,
üstelik orijinal yapıda mevcut olmadığı için özgün
Mimar Sinan yapısını bozduğu gerekçesiyle 1940’larda
yok edilmiş bir binayı eski fotoğraflarına bakarak
yeniden inşa ediyorlar. ‘Hünkar Mahfili’ denen o
yapı 19. yüzyılda Sinan Paşa Camii’nin yanına
eklenmişti. Caminin orijinal halinde bir mahfil
yoktu. Yıktırılmasaydı tabii ki o mahfili de korumak
gerekirdi. Ama, yıkılmış ve tarihsel açıdan da kaybı
çok hayati önemde olmayan bir ek binayı fotoğraflara
bakıp inşa etmek doğru değil. İzi bile kalmamış eski
yapıları orada bir zamanlar bulundukları için
yeniden inşa edemeyiz. Yapılan sadece sahte bir eski
yapı olur” dedi.
‘Uygunsuz detaylar var’
Prof.Dr. Afife Batur da söz konusu projeyi
eleştirenler arasında. Batur, “Hünkar Mahfili’nin şu
anki görünümü çok uygunsuz bir konum ve detaylar
içeriyor. Hatta uydurma gibi olduğunu
söyleyebilirim. Osmanlı döneminde herhangi bir
yapıtta böyle bir ekleme yapıldığını görmedim”
açıklamasında bulundu.
‘Fuzuli olarak işgal ediyor’
Restorasyon Uzmanı ve Mimarlık Tarihçisi
Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, “Sinan Paşa Camii bir padişah
camisi olmadığından, hünkar mahfili veya kasrı
denilen ahşap bina Mimar Sinan’ın özgün tasarımına
ait bir öge değildir. Eski resimlere göre 19.
yüzyılda eklenmiş bir yapıdır ve 1940’larda
yıkılmış yapının yeniden yapılma gerekçesi nedir?
Yeniden yapım ancak söz konusu tarihi eser kent için
bir anlam taşıyorsa, mimari önemi ve sembolizmi
vazgeçilmez düzeyde ise haklı gösterilebilir.
Yeniden yapılan bina sıradan bir ahşap yapı gibi.
Zengin bir iç mekan, özel bir estetik değer
taşımıyor. Pasalı tavan İstanbul’un sıradan ahşap
evlerinde görülen bir ayrıntı. Daha da önemlisi,
bugün caminin kullanımı açısından gerekli bir
öge değil ve Mimar Sinan’ın eserinin kuzeydoğu
cephesini fuzuli olarak işgal edip kapatıyor” diye
konuştu.
‘Ayasofya’nın minareleri de sonra
yapıldı’
Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, söz konusu
eserin 19. yüzyıl açısından değerlendirilip dönem
eki olarak tescillendiği bilgisini verdi. Projenin
müteahhit firma Kadıoğlu İnşaat Taahhüt Kolektif
Şirketi bünyesindeki mimar ve mühendisler tarafından
çizildiği, Bilim Kurulu üyesi Mimar Prof.Dr. Oğuz
Ceylan tarafından onaylandığı ifade edilirken, söz
konusu yapının Beşiktaş Müftülüğü’nün hizmetine
verilerek
eğitim merkezi olarak kullanılmasının
öngörüldüğü dile getirildi.
Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci,
uzmanların eleştirilerine karşılık şu açıklamayı
yaptı: “Hünkar Mahfili, kültür ve tabiat varlıkları
tarafından eski eser, dönem eki olarak tescillendi.
Hünkar Mahfili’nin cami ile ilişkisi, plan
düzleminde yerleşimi, altta kagir kat, üstte ahşap
geçit kısımlarının varlığı 1922 tarihli Pervetitch
haritasından ve döneme ait eski fotoğraflardan
anlamak mümkün olmuş ve bu doğrultuda yeniden
inşasına başlanmıştır. Mahfilin sonradan yapıldığını
söyleyen ve tarihi eser olmadığını iddia edenlere
Ayasofya’nın minarelerini sormamız gerekmez mi?
Ayasofya’nın minareleri sonradan yapıldığına göre
orijinal bir tarihi eser değil midir?
Ayrıca yapılan araştırmalarda eskiden cami beden
duvarına bitişik ahşap bir Hünkar Mahfili olduğu
tespit edilmiştir. Uzmanların aldığı kararlar
neticesinde Hünkar Mahfili’nin yeniden yapılmasına
ve avludaki Neccarzade Mustafa Efendi Türbesi’nin de
restore edilmesine karar verilmiştir. Bu doğrultuda
hazırlanan projeler Koruma Bölge Kurulu’nca
onaylanarak 2. etap restorasyon çalışmaları 2013’te
başlanmıştır.”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 01.12.2014
|
TOPKAPI SARAYI MI "MUHTEŞEM YÜZYIL" SERGİSİ Mİ?
Uniq Müze’deki “Muhteşem
Yüzyıl: Teşhir-i İhtişam” sergisinde kendinizi
Topkapı Sarayı’nın
Harem’inde gibi hissediyorsunuz. Peki ama sarayı
mı, bu sergiyi mi yoksa ikisini de mi gezmeli?
Karanlık bir dehlizden geçiyorum. Lunaparklardaki
korku tünellerini andırıyor biraz. Sonra gözümün
önüne geliyor, Hürrem’i ilk gördüğümüz sahne. İşte o
gemideyim. Kalabalığı aşabilirseniz dalgaların
sesini duyabilir, geminin sallanışını da
hissedebilirsiniz. Gemiden indiğinizde ise
saraydasınız.
Valide Sultan, Mahidevran ve Hürrem’den sonra şimdi
ben de Harem’deyim. Harem denince aklımıza hep
padişahın kadınları geliyor ama aslında Harem,
padişahın evi demek. Padişah Harem’de Has Oda’da
yaşıyormuş. Annesi, kız kardeşi, eşleri ve çocukları
da aynı çatı altında. Padişahla kadınlar ve çocuklar
arasında sadece Altın Yol var. Altın Yol, padişahın
özel günlerde altınlar atarak yürüdüğü yol. Bizim
Sultan Süleyman’ı,
Halit Ergenç’i defalarca izledik bu yolda.
Şimdi ise Feryal Gülman’dan Semiramis Pekkan’a
dizinin hayranları selfie’ler çekerek yürüyor. Bir
yandan kostümler inceleniyor, bir yandan dekor.
Süleyman’la bir kare
“Muhteşem Yüzyıl” karakterleri için heykeltıraş
Murat Daşkın tarafından hazırlanan silikon
heykellerin önüne geldiğimizde bu çaba dahada
artıyor. Süleyman’ın önünde bir kare yakalayabilmek
için dakikalarca bekleniliyor. Turu tamamlayıp da
dışarı çıktığınızda ise Halit Ergenç’ten
Ozan Güven’e,
Pelin Karahan’dan
Meltem Cumbul’a tam kadro orada. İki Hürrem
hariç.
Meryem Uzerli ve Vahide Perçin yok. Kostümler ve
tabii erkeklerin sakalları olmadan aynı etkiyi
vermiyor. Ama işte ikinci telaş da onlarla selfie
çektirmede yaşanıyor.
Neredeyiz? Ayazağa’da Uniq Müze’de. Uniq Müze
denince neresi olduğunu anlamak mümkün değil. Çünkü
İstanbul’da her yerin adı sürekli değişiyor.
Burası önce Black Box adıyla Babylon’un işlettiği
konser salonu olarak hayatımıza girdi. Sonra resmi
adı
Volkswagen Arena oldu. Şimdi ise bu arenanın
hemen yanındaki bina Uniq Müze adıyla “Muhteşem
Yüzyıl: Teşhir-i İhtişam” sergisine ev sahipliği
yapıyor. “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin set planları 2
bin 500 metrekarelik sergi alanına bire bir
kurulmuş.
Evet, “Muhteşem Yüzyıl”ın ayrı bir yeri oldu
kalbimizde. Hürrem’in değişmesi bile etkilemedi
izleyiciyi. İşte o yüzden bir yandan çok normal
sergiye bu kadar ilginin olması ama bir yandan tuhaf
geliyor. Çünkü
Maslak’a gitmek için harcayacağınız enerjiyi
dekorun orijinaline, Topkapı Sarayı’na gitmek için
harcayabilirsiniz. Gerçeği dururken, neden sahtesine
gelir ziyaretçiler diye düşünmemek elde değil.
Üstelik giriş ücreti de Topkapı Sarayı’ndan daha
pahalı. Tam 35 lira, öğrenci bileti ise 28.75 lira.
Neyse ki serginin gala gecesinden elde edilen
gelirle
Koruncuk Vakfı’na katkıda bulunuluyor.

Gül İrepoğlu’ndan neler öğrendim?
Topkapı Sarayı’nda zaman zaman “Harem ve
Mücevher” başlıklı konuşmalar düzenleniyor. Prof.Dr. Gül İrepoğlu’nun “Osmanlı Saray Mücevheri,
Mücevher Üzerinden Tarihi Okumak” adlı müthiş bir
kitabı var. Kendisi sadece iyi bir yazar değil aynı
zamanda iyi bir konuşmacı.
Osmanlı mücevherleriyle ilgili ondan çok şey
öğrenmek mümkün. “Osmanlı kadınının karakteristik
özelliği, çok çeşitli takıları yan yana kullanmayı
sevmesi, yine de zarif olmayı başarabilmesi” diyor
İrepoğlu.
Avrupa’da takım gerdanlık, küpe, bilezik, yüzük
vs. takılırken Osmanlı’da farklı parçalar bir arada
kullanılıyor.
Baş süslemesi çok önemli. Sorguçlarda zümrütler,
elmaslar kullanılıyor. Lale detayları dikkat
çekiyor. Günümüze gelmeyen bazı takılar da var.
Örneğin zülüflük, çift olarak kullanılıyor. Başın
iki yanından, bazen açık bazen toplanarak takılıyor.
Osmanlı erkekleri de mücevher kullanıyordu
Osmanlı’da mücevher hayatın her alanında var. Bizim
anladığımız gibi sadece takılarda kullanılmıyor.
Değerli taşlarla bütün eşyaları süslüyorlar. Böylece
eşyalar da birer mücevher oluyor.
Benim favorim kavukları süsleyen sorguçlar, Doğu
geleneğinde Batı’daki tacın yerini tutuyor. İktidar
simgesi olduğu için en görkemli olanları padişahlar
takıyor. Şehzadeler, paşalar ve kadınlar da sorguç
takıyor. Osmanlı erkekleri de kadınları kadar
mücevhere değer veriyor ve mücevher takıları da,
eşyaları da günlük hayatlarında kullanıyorlar.

“Müzeler sıkıcıdır” algısı
“Muhteşem Yüzyıl” hayranı bir çağdaş sanat uzmanı
arkadaşıma anlatıyorum sergiyi uzun uzun. Hatta
“İşte senin sergin başladı” diye bir fotoğraf
gönderiyorum. Söz konusu çağdaş sanat olunca kolay
kolay hiçbir şeyi beğenmeyen arkadaşım
gerçekten heyecanlanıyor. “Hemen gitmeliyim” diyor.
“Peki ama Topkapı Sarayı’na niye gitmiyorsun o
zaman?” diye soruyorum. “Topkapı Sarayı çok sıkıcı,
müzeler belki bu sergiden ders alır, daha eğlenceli
hale gelirler” diyor.
Topkapı Sarayı’ndan bir Mademe Tussauds
ya da oyuncaklı, canlandırmalı, efektli bir TV
dizisi sergisi yaratma fikri doğrusu korkunç geliyor
bana. “Müzeler sıkıcıdır” aslında bizim yarattığımız
bir algı. Zaman zaman çok eğlenceli etkinlikler
oluyor. Tek fark, müzeler
daha az kişiye ulaşıyor. E, dizilerin de o kadar
farkı olacak tabii.
“Muhteşem Yüzyıl”a biraz meraklıysanız, Uniq
Müze’deki sergiyi gezin, üstüne mutlaka bir de
Topkapı Sarayı gezisi yapın.
Milliyet, Haber: Çağdaş Ertuna, 30.11.2014
|
"VALİMİZİN SİNAGOG AÇIKLAMASI SEHVEN"

Sağlık Bakanı Mehmet
Müezzinoğlu, Edirne Valisi Dursun Ali Şahin’in
“Müze olacak” açıklamasıyla gündeme gelen tarihi
Edirne Büyük Sinagogu’nu gezdi, Edirne Vakıflar
Bölge Müdürü Osman Güneren’den bilgi aldı.
Vali Şahin’in ‘sehven’ bir açıklama yaptığını
ifade eden Müezzinoğlu, Musevi ve Hıristiyan
cemaatleriyle ilişkilerinin çok net olduğunu
kaydederek şunları söyledi:
“Hükümetimizin, Başbakanımızın,
Cumhurbaşkanımızın da zaten bu anlamda
milletimizin de gerek Musevi cemaatine, gerek
Hıristiyan cemaatine bakışımız son derece net.
Onlar bu ülkenin bizim gibi birinci sınıf
vatandaşıdır. Onların hak ve hukukları da
bizimki kadar değerlidir. Biz Musevi cemaatinin
talebi neyse onu değerlendiririz. Bir ibadethane
ise o dinin ve temsilcilerinin değerlendirmesine
göre değerlendirilir. Burası ibadethane yapılmak
üzere onarıldı. Cemaat varsa istiyorsa gereği
yapılır.”
Hürriyet, 30.11.2014
|
ANTİK KENTİN ALTINDAN DUBLE YOL GEÇİRİYORLAR

Çanakkale’de Ayvacık ile Küçükkuyu arasında
yapımı süren duble yol, 1. derece doğal ve
arkeolojik sit alanı olan Paleo Gargara antik
kentinin tam altından geçiyor. Çanakkale Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu yol çalışmalarının
müze müdürlüğü denetiminde olması şartı ile bir
sakıncasının bulunmadığını açıkladı. Proje ise
hükümete yakınlığıyla bilinen Kolin’e ait.
KORUMA KURULU ‘UYGUN’ DEDİ
Ayvacık Küçükkuyu arasındaki bölünmüş yol
çalışmaları sürerken, yolun Nusratlı Rampaları
geçişi bir tünel viyadükle olacak. Hasanobası
Köyü’nden başlayıp Yeşilyurt Köyü’nün arkasından
çıkacak olan tünelin 1 kilometre uzunluğunda olması
bekleniyor.
Tünelin Paleo Gargara antik kentinin altından
geçecek olması üzerine konu Çanakkale Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun gündemine
geldi. Bölge aynı zamanda hem arkeolojik hem doğal
sit alanı. Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu’nun geçtiğimiz Ekim ayında yaptığı
toplantıda “... yapılacak olan çalışmaların ilgili
müze müdürlüğü denetiminde yapılması ve bu çalışma
esnasında mevcut yolları kullanmak kaydıyla uygun
olduğu” kararı çıktı.
KOLİN YİNE ‘YOL’UNU BULMUŞ!
Çanakkale-Ezine-Ayvacık arasındaki 63
kilometrelik yolun, bölünmüş yol haline getirilmesi
çalışmasını Kolin Şirketinin yapacak olması dikkat
çekti. Şirket, Soma Yırca Köyü yakınında termik
santral kurmak için 6 bin zeytin ağacını köylüleri
döve döve kesmesiyle dikkat çekmişti. AKP’ye
yakınlığı ile bilinen şirketin İstanbul’a üçüncü
havalimanı, Yusufeli Barajı, Akdeniz Elektrik
dağıtım gibi milyar dolarlık çok sayıda ihale aldığı
biliniyor.
EGE'NİN MAVİSİ İDA'NIN YEŞİLİ
Küçükkuyu’nun antik çağdaki adı olan Gargaron,
Homeros’un İlyada Destanı’nda geçiyor. Destanda
‘tanrılar tanrısı Zeus’ söyle diyor: “Ege’nin mavisi
ile İda’nın yeşili arasında öyle bir yer vardır ki;
orada keskin kekik kokuları içinde lezzetli zeytin
çeşitleri ile yaptığım kahvaltının tadını hiçbir
yerde bulamadım. İşte orası Gargaron’dur. Assos’tan
doğuya doğru gidildiğinde Adramyttion Körfezi’ni
(Edremit Körfezi) oluşturan bir burun vardır ki;
buraya Gargara denir.” Pers ve Bergama Krallığı
egemenliği altında kalan Gargara’nn tarihin her
döneminde yerleşim yeri olduğu bilinse de kentin
yeri tam olarak belirlenememişti. 1998 yılında
Kültür Bakanlığı tarafından yapılan araştırmalar
sonucunda Gargara’nın ilk yerinin Nusratlı Köyü’nün
kuzeyindeki Kocakaya Tepe olduğu, daha sonra ise
Arıklı Köyü’nün doğusundaki Zindan Tepe’ye taşındığı
tespit edildi.
Evrensel, Haber: Özer Akdemir, 30.11.2014
|
KASADAN 200 YILLIK KURAN ÇIKTI
Adana’nın Seyhan
İlçesi'nde
pazar günü hırsızlıktan sabıkalı Ramazan K.,
Oktay E. Deniz C., emekli Kadir Yerdelen’in
oturduğu 12’nci kattaki dairesine kapı kilidini
kırarak girdi.
Yatak odasındaki çelik kasayı açamayan
hırsızlar, kasayı çarşafa sarıp evden çıkardı.
Kasanın içinden 200 yıllık Kuran-ı Kerim,
pırlanta süslü 1 kol saati, 1 yılan derili
çanta, 2 çek koçanı ve çeşitli ziynet eşyaları
çıktı. Şüpheliler kasanın içindekilerle Adana ve
Mersin’de yakalandı.
Akşam, 30.11.2014
|
|
TİRE'DEN TARİH FIŞKIRDI
Tire’nin Yeğenli Mahallesi kırsalında Temmuz ayında
DSİ’nin su kanalı çalışması sırasında bulunan “Geç
Roma” dönemine ait 3 mezardan sonra şimdi de aynı
bölgede “lahit mezar” bulundu.

Çağlar boyunca birçok önemli uygarlığa ev
sahipliği yapan ilçede şimdi de “lahit mezar”
heyecanı yaşanıyor. Temmuz ayında, Yeğenli Mahallesi
kırsalında DSİ’nin su kanalı çalışması sırasında
bulunan “Geç Roma” dönemine ait 3 mezarın ardından
planlı bir şekilde sürdürülen kazı çalışmaları ilk
meyvesini verdi. Tire Müzesi’nin Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan aldığı kazı izni sonrası aynı bölgede
“lahit mezar” bulundu. M.S 4’ncü yüzyıla ait olduğu
tahmin edilen lahit parçaları Tire Müzesi tarafından
koruma altına alındı. 3 kişilik uzman ekibin özenle
toprak altından çıkardığı tarihi buluntular Tire
Müzesi’ne getirildi. Burada yapılan incelemede
pişmiş topraktan yapıldığı belirlenen lahit
parçalarının “Geç Roma” dönemini işaret ettiği
bildirildi.
Yeğenli Köyü kırsalındaki çalışmaların kazı
alanında yaşanacak gelişmelere bağlı olarak
genişleyerek sürdürülebileceği öğrenildi.
Yetkililer, Temmuz ayında çıkarılan mezar
kalıntılarıyla birlikte yeni buluntuların da detaylı
şekilde incelenip, envantere dahil edildikten sonra
gerek görüldüğü takdirde müzede sergileneceğini
ifade etti. Toprak altından çıkarılan lahitin ve ilk
bulunan mezarların tek bir bütün halinde olmadığına
dikkat çeken uzmanlar, eserlerin doğal nedenlerden
ötürü zamanla büyük tahribat gördüğüne işaret
ettiler. Kaçak kazı ve eserlerin talan edilmesine
karşı Tire Jandarması ise bölgede geniş güvenlik
tedbirleri aldı.
Milliyet, 30.11.2014
|
AKP'NİN CAMİ YALANLARI

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan
Ahmet Davutoğlu ve bazı bakanların, Atatürk ve İsmet
İnönü dönemini kötülemek için ısıtıp ısıtıp
kamuoyunun önüne sürdükleri “camiler ahır yapıldı”
iddiasına, eski müftü CHP Milletvekili İhsan Özkes
belgelerle cevap verdi.
CAMİLERİ YENİLEMEK GÖREVİMİZ
Atatürk, İnönü ve dönemin bakanlarının
imzalarının yer aldığı cami yapım ve onarımlarıyla
ilgili kararlara ulaşan Özkes, bunları “Dünden
Bugüne Cami Yalanları” adlı kitapçıkta topladı.
1922’de Bakanlar Kurulu’nun ilk toplantısında,
Atatürk’ün Yunanlılar tarafından yakılıp-yıkılan
camiler için “Bu camileri yenilemek görevimizdir. Bu
hizmeti nutuk atmadan, gösterişe kaçmadan, siyasete
alet etmeden yerine getirelim” sözlerine yer veren
Özkes, bunların Atatürk ve CHP döneminde tamir
edildiğini anlattı.
ATATÜRK CEBİNDEN PARA GÖNDERDİ
Yunanlar’ın yaktığı Mihalıççık Camii’nin,
Atatürk’ün cebinden gönderdiği 5 bin lirayla tamir
edildiğini ve camiye Atatürk adının verildiğini
hatırlatan İhsan Özkes, “Atatürk yalnız yurt içinde
değil, Tokyo ve Paris’te de cami yapımlarına destek
oldu. 1932 yılının Kadir Gecesi’nde dünyada ilk defa
radyodan mevlit yayını yapıldı. Atatürk’ün isteğiyle
yapıldı” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Konya Alaattin Camii ile
ilgili “ahır yaptılar” iddiasını, Atatürk’ün caminin
tamiri için 1931’de çektiği telgrafla çürüten Özkes
şunları söyledi:
“Atatürk’ün emriyle İstanbul’da, Sultanahmet, Eyüp
Sultan, Mesihpaşa, Süleymaniye, Sultan Selim,
Laleli, Şemsi Paşa,
Ankara’da Cebeci Cenabı Ahmet Paşa ve Çankırı
Ulu camilerinin onarımı için para gönderildi. Ve
bunun belgeleri de ortada. Bu ülkede ezan özgürce
okunuyor, ibadet rahatça yapılabiliyorsa bu önce
Allah sonra Atatürk, İsmet İnönü ve milli mücadele
gazi ve şehitlerinin sayesindedir. Bu mücadeleyi
veren ordumuz, yer olmadığı için bir süre camiyi
kullanmıştır. Ordumuz hiçbir camiyi ahır olarak
kullanmamıştır, kullanmaz da.”
Sözcü, Haber: Saygı Öztürk, 29.11.2014
|
500 YILLIK KUR'AN-I KERİM ÇALINDI

Adana'da bir eve giren hırsızlar, içinde 500 yıllık
Kur'an-ı Kerim'in de bulunduğu kasayı çaldı.
Hırsızlık zanlıları Mersin'de yakalandı.
Olay, merkez Seyhan İlçesi'ne bağlı Yeni Baraj Mahallesi'nde meydana geldi. İddiaya göre; Ramazan K. ile Oktay E. öğle saat 13.00 gibi Yeni Baraj Mahallesi'nde bir apartmana geldi. Yüzlerini elleriyle saklayarak apartmana giren hırsızlar, daha sonra merdivenlerden 12'inci kata kadar çıktı. Burada Kadir Yerdelen'in evinin önce demir kapısının, ardından ise çelik kapısının kilit göbeğini sökerek içeri girdi. Zanlılar, evde değerli eşya ararken yatak odasında elbise dolabının içinde çelik kasa buldu. Kasayı açamayan zanlılar, kasayı bir çarşafa sarıp asansörle aşağı indirdi.
Ev sahibi Yerdelen ise bir saat sonra eve geldi
ancak kapı kilitli olduğu için evine giremedi. Bunun
üzerine Yerdelen polisi aradı. Olay yerine gelen
polis çilingirle kapıyı açtırdı. Yerdelen, içeri
girdiğinde odaların dağıtıldığını ve yatak
odasındaki çelik kasasının olmadığını gördü.
"500 yıllık Kur'an-ı Kerim çalındı"
Yerdelen, polise kasanın içinde atalarından yadigar
500 yıllık Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar
uzanan Kur'an-ı Kerim'inde olduğunu en çok onun
çalınmasına üzüldüğünü söyledi.
Yerdelen, kitabın
yanı sıra kasada, 12 pırlantalı 1 kol saati, 1 Adana
Burması bilezik, 4 çeyrek altın, 1 çift Trabzon
bileziği, 1, 7 taşlı pırlanta yüzük, 1 üç taşlı
elmas yüzük, 1 tek taşlı büyük yüzük (beyaz altın),
500 yıllık tarihi Kur'an-ı Kerim, 1 adet gümüş
Cevşen kolye, 1 adet tek taşlı yakut yüzük, 4
tespih, 1 adet 1971 yılından kalma çakmak, 1 adet
yılan derili çanta, 2 adet çek koçanı bulunduğunu,
maddi zararının 150 bin ile ile 200 bin arasında
olduğunu belirterek, "En çok kutsal tarihi kitabın
çalınmasına üzüldüm. Malda mülkte gözüm yok kitabın
bulunmasını istiyorum" dedi.
Bunun üzerine polis, güvenlik kamerasını inceleyerek
zanlıların kimliğini belirledi. Daha sonra Mersin
Emniyet Müdürlüğü ile yapılan operasyonda zanlılar
Mersin'de yakalandı. Zanlıların evlerinde yapılan
aramalarda ise değerli bazı eşyalar ve tarihi kutsal
kitap bulundu. 500 yıllık Kuran-ı Kerim daha sonra
sahibine teslim edildi. Kitaba kavuşan Yerdelen,
polislere teşekkür etti. Zanlılar ise sorgulandıktan
sonra Mersin'de adliyeye sevk edildi.
Akşam, 29.11.2014
|
HALİME HATUN KÜMBETİ TURİZME KAZANDIRILIYOR
Gevaş
İlçesi'nde 700 yıl önce yaptırılan Halime Hatun
Kümbeti, hazırlanan projeyle turizme kazandırılacak,
yakınındaki yurt yıkılarak başka yere taşınacak.

Gevaş
İlçesi'nde 700 yıl
önce yaptırılan Halime Hatun Kümbeti, hazırlanan
projeyle turizme kazandırılacak. Melik İzzeddin
tarafından kızı Halime Hatun için yaptırılan ve her
yıl yerli yabancı birçok turistin ziyaret ettiği
kümbet, Van Valiliği, Gevaş Kaymakamlığı, Gevaş
Belediye Başkanlığı, Röleve Müdürlüğü ve Çevre ve
Kültürel Değerleri Koruma ve Tanıtma (ÇEKÜL) Vakfı
Bölge Koordinatörlüğü tarafından yürütülecek
projeyle eski ihtişamlı görüntüsüne kavuşturulacak.
Projeyle kümbetin çevresinde bulunan Selçuklu
Mezarlığı'nın da restore edilerek ziyaretçilerin
rahat gezebilmesi için seyir güzergahlarının
kurulması hedeflenirken, kümbetin arkasına 2007
yılında yaptırılan ve tarihi yapının siluetine zarar
verdiği ileri sürülen yurt binasının da yıkılarak
başka bir alana taşınacağı bildirildi.
"Turistlerin daha rahat ortamda ziyaretini
sağlayacağız"
Halime Hatun Kümbeti'nin turizme kazandırılmasını
sağlayacak projeyi hazırlayan ÇEKÜL Vakfı Bölge
Koordinatörü Yrd. Doç.Dr. Şahabettin Öztürk,
kümbetin çevresinde 750 mezarın bulunduğuna dikkati
çekerek, tüm alanı kapsayan bir çalışmanın
yürütüleceğini vurguladı.
Öztürk, havaların ısınmasıyla başlayacak çalışmaları
aynı yıl içinde tamamlamayı amaçladıklarını
belirterek, "Bu alanda mezarların yeniden ortaya
çıkarılmasının yanı sıra ziyaretçiler için de
ahşaptan yapılmış seyir güzergahları oluşturacağız.
Bununla ilgili hazırlıkları yapıyoruz. Aynı zamanda
alanda bir de bilimsel kazılarımız olacak. Yine
mezarlığın önündeki mezbelelik alan da temizlenerek
ziyaretçilerin daha sağlıklı hizmet almasını
sağlayacak yeni mekanlar oluşturulacak. Çalışmaların
tamamlanmasının ardından çok önemli tarihi bir mekan
turizme kazandırılacak."
Sabah, 29.11.2014
|
SARAYLAR MASA ÖRTÜSÜNE KADAR SOYULMUŞ
Milli
saraylar görevliler tarafından tam anlamıyla
‘soyulmuş’. Meclis Başkanlığı’nın açıklamasına göre
masa zili, perde bağı, masa örtüsü ve şamdanların da
aralarında olduğu çok sayıda eşyayı çaldıkları
belirlenen kişiler hakkında soruşturma başlatıldı.
Tamirat ya da restorasyon sırasında ise tarihi
eserler zarar gördü.

TBMM Başkanlığı, milli saraylardan, görevliler
tarafından “yütürülen” tarihi eser ve eşyalarla
ilgili “utanç bilançosu”nu açıkladı. “Kleptoman”
yöneticilerin, Yıldız Sarayı’ndan “masa zili”,
Ihlamur Kasrı’ndan “perde bağı”, Aynalı Kavak’tan
“masa örtüsü”, Dolmabahçe Sarayı’ndan “şamdan”
çaldığı ortaya çıktı. Dolmabahçe Sarayı’nda ise
halılar “yağmur altında” bırakılırken Milli Saraylar
Koleksiyonu’nda bulunan ve sergi için gönderilen
“Sudan Geçen Bedeviler” adlı tablonun zarar gördüğü
belirlendi.
TBMM Başkanlığı, CHP İstanbul Milletvekili Oktay
Ekşi’nin milli saraylarla ilgili soru önergesini
yanıtladı. TBMM Başkanvekili Sadık Yakut’un verdiği
yanıta göre milli saraylarda 2 Kasım 2002’den bu
yana tarihi eserlere zarar veren ya da “kaybolan”
eşyalarla ilgili sorumlu görülen yöneticiler
hakkında davalar açıldı. Açılan davaların bir bölümü
devam ederken bir bölümünün ise “fail
belirlenemediği” için sonuçsuz kalması dikkat çekti.
Yakut’un soru önergesine verdiği yanıta göre
kaybolan/zarar gören eşyalar ve sorumlular hakkında
yapılan işlemler şöyle:
Halılar yağmurda ıslandı
Nisan 2003’te Dolmabahçe Sarayı’nda 303 numaralı
odada rulo halinde bulunan 6 tarihi halı, çatı
onarımı sonrasında yağan yağmur nedeniyle oluşan su
sızması sonucu ıslandı. TBMM Genel Sekreterliği
tarafından 15 Ağustos 2003 tarihinde 73 bin 500 lira
değer biçilen halıların ıslanması nedeniyle
sorumlular hakkında idari soruşturma başlatıldı.
Kamu davası da açıldı. Soruşturma sonunda personel
başka yerlere gönderildi. Açılan davada ise
halılardaki hasarlarda davalıların sorumlulukları
olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar
verildi.
Gümüş şamdanlar zarar gördü
2004 yılında Beylerbeyi Sarayı’nda 8 gümüş şamdan
bakım ve onarımları yapılmak üzere Dolmabahçe Sarayı
Kampusu’nda bulunan gümüş atölyesine gönderildi.
Şamdanlar onarım görme ve onarımdan dönme aşamasında
evsaf (nitelik, vasıf) kaybına uğradı. İdari
soruşturma başlatıldı. İki personele aylıktan kesme
cezası verildi. Sonra da işten çıkarılan iki
personel hakkında kamu davası açıldı. Birisi beraat
etti, diğeri mahkum oldu. Zararın tazmini için
açılan dava ise sürüyor.
Masa zili uçtu
2009 yılında Yıldız-Şale’de teşhir edilen “masa
zili” kayboldu. Beş bin lira zimmet çıkarılarak
ilgili personelden tazmin edildi.
Tablo zarar gördü
2009 yılında Sabancı Üniversitesi Sabancı Müzesi
Müdürlüğü’nce gerçekleştirilen “Batı’ya Yolculuk”
adlı sergi için TBMM Milli Saraylar Koleksiyonu’nda
bulunan “Sudan Geçen Bedeviler” adlı tablo Sakıp
Sabancı Müzesi Müdürlüğü’ne teslim edildi. Tablo
hasar görmüş olarak iade edildi. Bilirkişi heyeti
oluşturuldu. Heyet 113 bin 895.30 lira değer kaybı
biçti. Mahkeme kanalı ile Sabancı Üniversitesi’nden
zarar tazmin edildi.
Perde bağları gitti
2012 yılında Ihlamur Kasrı’nda köşk ve kasırlar
şefinin zimmetinde olan 4 adet yeni imalat perde
bağı bulunamadı. 94.40 lira zimmet çıkarılarak TBMM
hesabına yatırıldı.
Masa örtüsü de yok
2012 yılında Aynalı Kavak Kasrı amirinin emekliye
ayrılması nedeniyle yapılan devir teslim
çalışmalarında “masa örtüsüne” ulaşılamadı. Yanıtta
bu durum, “Kasrın amiri olarak görev yapan
personelin emekliye ayrılmasına müteakip yapılan
devir teslim çalışmalarında zimmetinde bulunan 10/62
envanter numaralı harap durumdaki masa örtüsü
görülememiştir” şeklinde anlatıldı. Otuz dokuz lira
zimmet çıkarılarak TBMM hesabına yatırıldı.
Şamdanlar kayboldu
2005 yılında Dolmabahçe Sarayı müdürü zimmetinde
bulunan koltuğa zarar verdi. Bilirkişi raporu
doğrultusunda mahkeme kanalı ile 1500 dolar tazminat
davası açılarak tazmin edildi. 2010 yılında ise
başka bir skandal yaşandı. O dönem Dolmabahçe Sarayı
müdürü başka bir göreve atandı. Devir-teslim
çalışmalarında müdürün zimmetinde bulunan yeni
imalat “dolap üstü” ile 2 adet apliğin (duvar
şamdanı) eksik olduğu anlaşıldı. 270.28 lira zimmet
çıkarılarak personelden tazmin edildi. Yanıtta
kaybolan apliklerin “hurda vaziyette” oldukları
belirtildi.
Cumhuriyet, Haber: Mustafa Çakır, 29.11.2014
|
23 - 29 Kasım 2014
|
SÜLEYMANİYE CAMİİ'NDEKİ
KAFE-KONDU KALDIRILDI
Türkiye'nin en önemli
kültür miraslarından Mimar Sinan'ın eseri
Süleymaniye Camii'nin avlusundaki kaçak kafe
kaldırıldı.
Avlu, yerli ve yabancı
turistlere açıldı. Gürsoy İnşaat'ın 2007'de
restorasyon amacıyla girip bir daha çıkmadığı cami
avlusunda yer alan kaçak kafede cuma namazı için
camiye gelen siyasetçiler ve üst düzey bürokratlar
ağırlanıyordu. Cami avlusunun Haliç'e bakan seyir
terasını da içine alan avludaki kafe, kamuoyunda
oluşan tepkiler sonucunda kaldırılarak vatandaşa
açıldı. Süleymaniye Camii'nin restorasyonu için 2007
yılında işe başlayan Gürsoy İnşaat, çalışmalarını
2010'da tamamladı. İnşaat şirketi, bu tarihten
itibaren Kanuni ve Hürrem Sultan türbelerini
bedelsiz restore etmeye başladı. Türbeler, Temmuz
2013'te ziyarete açılırken, avludaki şantiye 1
yıldır kaldırılmamıştı. Haliç'e bakan şantiye
alanında sadece seçkin kişilerin ağırlandığı kaçak
bir kafe yapıldığı ortaya çıkmıştı. Başta
siyasetçiler, üst düzey bürokrat ve VIP konuklarının
ağırlandığı kafeyi, Zaman görüntülemiş, haberi 9
Kasım'da yayımlamıştı.
Zaman, Haber: Sevde Nur
Tunç, 28.11.2014
|
PARİON'UN SUALTI
HAZİNELERİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARILACAK

Biga İlçesi Kemer Köyü yakınında yer alan
Hellenistik dönemin önemli antik liman kenti
Parion'da, yüzey çalışmalarının ardından su altı
arkeolojisi kazılarına başlanarak geçmişi 2 bin yıl
öncesine dayanan bölgenin mavi derinliklerindeki
eserlerin gün ışığına çıkarılması hedefleniyor.
Antik kent kazılarına bu yıl güney nekropol,
tiyatro, odeon, Roma hamamı, yamaç ve sondaj
yapıları başta olmak üzere 7 bölgede devam edildi.
Bunların yanı sıra kentin farklı noktalarında
sondajlar yürütüldü.
Kazı Heyeti Başkanı ve Ondokuz Mayıs Üniversitesi
(OMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, İÇDAŞ Çelik, Enerji, Tersane ve
Ulaşım AŞ ana sponsorluğunda yürüttükleri kazılarda
çok önemli bilgi ve verilere ulaştıklarını ancak
Parion'un sadece karada değil denizde de
araştırılması gereken bir alan olduğunu söyledi.
Parion'un iki limana sahip bir antik kent olduğunu
hatırlatan Keleş, kaynaklardan öğrenilenlere göre
birçok donanmanın bu noktadan sefere çıktığını ve
bölgenin jeopolitik konumunun da önemli olduğunu
belirtti.
Söz konusu bölgenin önemli bir su yolu olduğunu
vurgulayan Keleş, "Ege'nin Karadeniz'le ya da
Atina'nın Karadeniz'le olan ticaret yolu üzerinde
Efes'te ele geçen bir yazıtta buranın bir gümrük
merkezi olduğundan bahsediliyor. Dolayısıyla
Karadeniz'den Yunanistan'a giden mallar ya da
Anadolu'nun güney kıyılarından İstanbul tarafına
giden mallar burada gümrüklenmiş" dedi.
Keleş, Parion'da su altı arkeolojisi çalışmalarına
gelecek yıl başlamayı planladıklarını anlattı.
Antik kentin, karada olduğu gibi su altında da ciddi
hazineleri bulunduğunu bildiklerini dile getiren
Keleş, şöyle konuştu:
"Parion'un su altı hazineleriyle ilgili 10 gün süren
ön belgeleme çalışması yaptık. Önümüzdeki yıl sağlam
bir su altı arkeoloji ekibiyle bakanlığa başvuruda
bulunacağız. Su altı arkeoloji araştırmasında, antik
limanın nereye uzandığını ya da antik batıkların
neler olduğunu ortaya çıkaracağız. Burada amfora
tarlaları olduğu söyleniyor. Bunların belgelenmesi
için de çalışma yapacağız. Bunlar tabii bizim ve
Parion için çok önemli çalışmalar olacak. Çevreden
aldığımız duyumlara göre, mesela burada içten dışa
sütunların bulunduğu batıklardan bahsediliyor.
Koordinatları bilmiyoruz ama öğreneceğiz. Bunun
dışında birçok batığın olduğundan bahsediliyor."
Keleş, antik limanların mendireğinin yerinin belli
olduğunu aktardı.
Limanın yapılarıyla ilgili su altında bazı bölümler
kalmış olabileceğine değinen Keleş, "Geçen yıllarda
denizin içinden bazı sütun ve sütun başlıkları
çıkardık. Dolayısıyla karada olduğu gibi denizin
içinde de arkeolojik bulgular bizi karşılayabilir.
Bunun mutlaka araştırılması gerekiyor" ifadesini
kullandı.
Sabah, 28.11.2014
|
TARİHİ BİNADAKİ KAÇAK
TADİLATA MÜHÜR

Beşiktaş'ın sembol
dükkanlarından olan Pando Kaymak'ın geçen aylarda
tahliye edildiği tarihi bina kaçak tadilat ile
gündeme geldi. Beşiktaş Sinanpaşa Mahallesi'nde
bulunan bina kültür varlıkları koruma kurulu
tarafından tarihi eser olarak tescil edilmesine
rağmen, binanın sahipleri yapıda izinsiz tadilat
yapmaya başladı. Hürriyet'ten Can Mumay'ın haberine
göre şikayet üzerine İstanbul 3 Numaralı Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu tadilatın durdurulması
için Beşiktaş Belediyesi'ne bir yazı yazdı. Bu
yazıya rağmen tarihi binada tadilat çalışması devam
etti. Kaçak tadilatın haber olması üzerine Beşiktaş
Belediyesi harekete geçti.
'ÇALIŞMA İÇİN İZİN
ALINMADI'
Beşiktaş Belediyesi bugün açıklama yaptı.
Açıklamada, daha önce Pando'nun faaliyet gösterdiği
tarihi yapıda kaçak tadilat yapıldığı gerekçesiyle
binanın mühürlendiği belirtildi.
Belediye'nin yaptığı açıklamada şu bilgilere yer
verildi: "Beşiktaş İlçesi, Sinanpaşa Mahallesi,
Mumcu Bakkal Sokak, 14 pafta, 302 ada, 4 parsel 5
kapı sayılı yerde 20.11.2014 tarihinde periyodik
olarak yapılan bölge kontrolleri sırasında
mahallinde yapılan tetkikte söz konusu yerde izinsiz
olarak onarım çalışması yapılmakta olduğunun
görülmesi üzerine inşaat faaliyeti durdurulup,
dükkan dış kapıdan mühürlenmiştir. Ayrıca inceleme
sırasında İBB Başkanlığı Beyaz Masaya gelen başvuru
üzerine İBB Başkanlığı KUDEB birimi teknik
elemanlarınca da yerinde tetkik yapılmıştır. Söz
konusu yer II. Grup Taşınmaz Kültür Varlığı olması
nedeni ile konunun Başkanlığımız KUDEB birimince
incelenmiş ve yapılan değerlendirme sonucunda söz
konusu yerle alakalı 3194 ve 2863 sayılı yasaların
ilgili maddeleri kapsamında yasal işlemlerine
başlanılmıştır. Bahse konu yerdeki tadilata yönelik
çalışmalar ile ilgili her türlü yasal işlemler
yapılmış olup yasal süreci devam etmektedir"

Radikal, 28.11.2014
|
HAYDARPAŞA GARI'NIN 10
YILLIK MÜCADELESİ
Toplum Kent ve Çevre
için Haydarpaşa Dayanışması, Haydarpaşa Garı’nın
çatısındaki yangının dördüncü yılı için Mimarlar
Odası’nın Karaköy’deki şubesinde basın toplantısı
düzenledi.
Haydarpaşa Dayanışması
bileşenlerinden Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent
Şubesi ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı
Haydarpaşa Mücadelesinin 10 yıllık tarihine ilişkin
sunum yaptı.
Yapıcı’nın sunumundan
satır başlarıyla 2004’te başlayan mücadeleyi
paylaşıyoruz.
2004: Haydarpaşa
Manhattan olacak
7 Aralık 2004
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB) Araştırma Planlama Koordinasyon
(APK) Daire Başkanlığı "İstanbul Belediyesi İçin
Gelecek Senaryoları" toplantısında belediye
yetkililerine, "Haydarpaşa Manhattan olacak"
haberleri ile ilgili soruya; "Böyle bir projenin
gündemlerinde olmadığı ve basında çıkan haberlere
itibar edilmemesi gerektiği" yanıtı verildi.
2005: Mücadele başlıyor
4 Ocak 2005
Söz konusu proje
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim
Kurulu kararı ile Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED)
Danışma Kurulu'nun gündemine taşındı. Mimarlara
Mektup'un Ocak sayısında doğayı ve kenti yok etme
yönündeki uygulamaların arttığını, "Yaşanılır
İstanbul" için sürdürülen mücadelenin yoğunlaşacağı
dile getirildi.
2 Şubat 2005
İstanbul Metropoliten
Planlama Bürosu Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Kaptan Türk
Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Mimarlar
Odası İstanbul Şubesi ÇED Danışma Kurulunca Mimarlar
Odası'na davet edildi. Toplantıda; Haydarpaşa ve
Üçüncü Köprü gibi projelerde merkezi yönetimlerin ve
siyasilerin baskısının olabileceği konusunda
endişeler dile getirildi.
Mart 2005
İBB Belediye Başkanı
Kadir Topbaş, Uluslararası Cannes Emlak Fuarında
"İstanbul'u görücüye çıkardıklarını" ilan etti.
Görücüye çıkarılan 20 Vizyon Projesi arasında;
Dubai, Çamlıca, Karayolları Kuleleri ile Tarihi
Yarımada, Zeytinburnu, Kartal, Küçükçekmece,
Yedikule ve Haydarpaşa Gar ve Liman Alanı Dönüşüm
Projesi de vardı.
6 Nisan 2005
TMMOB Mimarlar Odası
İstanbul Şubesi ile Birleşik Taşımacılık Çalışanları
Sendikası (BTS) İstanbul 1 No'lu Şubesi'nin yaptığı
toplantıda; kamuoyundan gizlenen proje hakkında
geniş bir kampanya başlatılması için işbirliği
yapılması kararlaştırıldı.
Torba yasa
27 Nisan 2005
Sosyal güvenlik
değişikliklerini de içeren Cumhurbaşkanının meclise
iade ettiği 5335 sayılı "Torba Yasa", Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 32.
maddesiyle de Haydarpaşa Gar ve Liman alanındaki
taşınmazların satış, devir, plan ve projelendirme
yetkisi Devlet Demir Yolları (DDY) Genel
Müdürlüğü'ne devredildi.
10 Mayıs 2005
Haydarpaşa Kampanyası'nı
oluşturmak üzere; ilgili meslek odaları, sivil
toplum örgütleri ve sendika temsilcileri Haydarpaşa
Garı BTS İstanbul İlçe binasında 28 Nisan 2005
tarihinde toplandı. Ortak açıklama basına ve ilgili
tüm kuruluşlara duyuru ve çağrı metni olarak
gönderildi.
Haydarpaşa Dayanışması
kuruldu
13 Mayıs 2005
Sivil toplum
örgütlerinin katılımıyla yapılan basın
toplantısında, kamu oyundan gizlenen imar planı ile
1.000.000 m2'lik alanı kapsayan 7 gökdelenli
Haydarpaşa projesi "ilk kez" kamuoyunun bilgisine
sunuldu. Ve aynı toplantıda "Toplum, Kent ve Çevre
için Haydarpaşa Dayanışması" oluşturuldu.
17 Mayıs 2005
"Toplum, Kent ve Çevre
İçin Haydarpaşa Dayanışması"nın ilk toplantısı
Yıldız Sarayı Dış Karakol binasında yapıldı.
16 -17 Haziran 2005
Haydarpaşa
Dayanışması'na yurttaşların da imzaları ile
katılımını sağlamak üzere Kadıköy, Beşiktaş vapur
iskeleleri önünde ve Taksim Meydanı'nda imza
masaları açılarak kentlilere bilgi verildi ve 21
Haziran etkinliğinin duyurusu yapıldı.
17 Haziran 2005
TMMOB Mimarlar Odası;
demokrasi ve hukuk devleti açısından ciddi
sakıncalar taşıyan" Haydarpaşa Dünya Ticaret Merkezi
ve Kruvaziyer Liman" projesinin İstanbul 3 No'lu
Koruma Kurulunun 4.5.2005 / 585 sayılı kararıyla
"kentsel peyzaj, alt yapı ve kültürel doku
gözetilmediğinden" uygun görülmediğini açıkladı.
21 Haziran 2005
Dünya mirası İstanbul'un
doğal tarihi ve kültürel zenginliğine sahip çıkarak
ve bu değerlerin küresel şirketlerin çıkarları
uğruna talan edilmesine göz yummayacak olan
İstanbullular 21 Haziran Salı günü Haydarpaşa'da
buluştu. Son derece sıcak bir iş günü olmasına
rağmen; 70'i aşkın kurumun çağrıcı olduğu basın
açıklamasına yaklaşık iki bin kişi katıldı.
8-10 Temmuz 2005
Haydarpaşa Dünya Ticaret
Merkezi projesi ve izlenen planlama-yasama süreci
25. Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) Genel
Kurulu’nda tartışıldı. Dünya Mimarları oybirliği ile
"Kenti etkileyecek öneme sahip mimarlık ve kent
planlama projeleri demokratik, şeffaf ve kamu
katılımına açık nitelikteki yasa ve yönetmeliklerle
gerçekleştirilmelidir" kararını aldı.
Danıştay'a başvuru
12 Temmuz 2005
Liman-İş TCDD'ye
devredilen Haydarpaşa Limam'nın TCDD Ana Sözleşmesi
ve Taşınmaz Mallar İhale Yönetmeliği'nde yapılan
değişiklikle getirilen "yapımlı kiralama"
yöntemiyle, özelleştirme ve kamu ihale mevzuatına
tabi olmaksızın 99 yıllığına devredilmesinin önü
açan ve bu konudaki tüm yetkileri TCDD genel müdürü
ve Yönetim Kurulu kararına bırakan 13 Aralık 2005
tarihli yönetmeliğin iptali ve yürütmesinin
durdurulması için Danıştay'a başvurdu.
13 Temmuz 2005
Başbakan Recep Tayip
Erdoğan, ABD gezisi dönüşü yaptığı açıklamada
projede ısrarlı olduklarını ve Haydarpaşa Lisesi
binasını da aldıklarında projenin daha da iyi
olacağını; Haydarpaşa ve Galataport projesi ile
İstanbul'un çehresini değiştirmeye kararlı
olduklarını bildirdi.
13 Temmuz 2005
Yedi gökdelenli projenin
17 Eylül 2004 tarihli ve 5234 ve 27 Nisan 2005
tarihli 5335 sayılı yasadan aylar önce ve ihale
safhasına gelmeden kesinlikle gizli tutulması
kaydıyla bir buçuk yıl önce yapılan bir anlaşmaya
göre hazırlandığı açıklandı.
24 Ağustos 2005
Ulaştırma Bakanlığı’nın;
Marmaray nedeniyle Haydarpaşa Garı'nın 2009 yılında
kapatılacağı ve bu alana dünya ticaret ve turizm
merkezi yapılacağı açıklaması üzerine; Haydarpaşa
Dayanışması adına BTS; İzmit, Gebze ve Pendik
İstasyonları ve banliyö trenlerinde "Artık Bu Trene
Binemeyeceksiniz!" bildirisini dağıttı.
27 Ağustos 2005
Kent, Çevre ve Toplum
için Haydarpaşa Dayanışması’nın tüm bileşenlerinin
katılımı ile “Artık Bu Trene Binemeyeceksiniz!” ve
“Haydarpaşa’mıza Dokunmayın” başlıklı basın
bildirileri dağıtıldı.
Yürütmeyi durdurma
9
Eylül 2005
Liman-İş Sendikası; TCDD
Ana Sözleşmesi ve Taşınmaz Mallar İhale Yönetmeliği
değişikliği ve Yüksek Planlama Kurulu'nun (YPK)
TCDD'nin ana statüsünü değiştiren kararına karşı
dava açtı. Danıştay 10. Dairesi, değişikliği
Anayasa'nın 37, 38, 161 ve 162. maddelerine de
aykırı bularak konuyu iptal istemi ile Anayasa
Mahkemesi'ne iletti. Anayasa Mahkemesi yönetmelik ve
YPK kararının yürütmesini durdurdu.
14 Eylül 2005
TCDD Yönetim Kurulu'nun
Haydarpaşa projesinin ihale hazırlıklarına başladığı
haberi üzerine Mimarlar Odası İstanbul Şubesi; TCDD
Genel Müdürlüğü'nden ihale çalışmaları hakkında
bilgi ve ihaleye esas olacak belgeleri talep etti.
10 Ekim 2005
TCDD Genel Müdürlüğü
tarafından; 1.000.000 metrekare proje alanının;
yapılacak kıyı dolguları ile 1.300.000 metrekareye
yükseltildiği açıklandı.
2006: Haydarpaşa Sit
Alanı oldu
18 Nisan 2006
UNESCO / ICOMOS; "Dünya
Anıtlar Ve Sitler Günü"nün 2006 temasını; "Dünya
Endüstri Mirasının Korunması" olarak saptadı. ICOMOS
Türkiye Ulusal Komitesi bu önemli günü "Haydarpaşa -
Endüstriyel Miras ve Koruma" başlıklı panelle
kutladı. İTÜ Taşkışla'da düzenlenen panele;
Haydarpaşa Dayanışması adına Mimarlar Odası İstanbul
Şubesi "Küreselleşen İstanbul ve Haydarpaşa" adlı
sunuşla katıldı.
26 Nisan 2006
İstanbul 5 No'lu Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu;
Haydarpaşa Garı Çevresini "Tarihi ve Kentsel Sit
Alanı" ilan ederek; Dünya Mirası İstanbul'un kültür,
tarih ve endüstri mirasını korumaya alan; tarihi
önemdeki 85 No'lu kararını aldı.
"Vapurlarımızı
vermiyoruz"
4 Haziran 2006
"Vapurlarımızı
Vermiyoruz Kampanyası" ve "Kent Toplum Ve Çevre İçin
Haydarpaşa Dayanışması" tarafından düzenlenen "Vapur
Buluşması" etkinliği Kadıköy meydanında
gerçekleştirildi. Kadıköy ve Haydarpaşa iskelelerine
yanaşan emektar şehir hatları vapurlarının düdükleri
ile selamladıkları etkinlik coşku ile sona erdi.
12 Haziran 2006
Gar Binası'nın 3. katına
bir proje firmasının yerleştirilmek istenmesi
üzerine Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve
BTS tarafından Haydarpaşa Gar Binası önünde basın
açıklaması yapıldı.
15 Haziran 2006
Haydarpaşa gar ve liman
alanında yapılmak istenen ticaret ve turizm merkezi
projeleri konusundaki son gelişmeler hakkında bilgi
vermek ve bu konuda görüş alışverişinde bulunmak
üzere köşe yazarları ve program yapımcılarının davet
edildiği bir kahvaltı düzenlendi.
21 Haziran 2006
Kültür Bakanlığı, 26
Nisan 2006 tarihli 85 No'lu tarihi kararı tekrar
görüşülmek üzere İstanbul 5 No'lu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'na geri gönderdi. Ancak
Kurul, kararının doğru olduğuna ve değiştirilmesine
gerek olmadığına karar verdi.
Gar'da inşaat
27 Temmuz 2006
1. derece tarihi eser
olan Gar binasında izinsiz ve ruhsatsız inşaat
faaliyeti başlatıldı. Binaya zarar verici nitelikte
yürütülen bu izinsiz inşaat faaliyeti; Mimarlar
Odası İstanbul Şubesi ve BTS tarafından koruma
kuruluna iletildi. Ayrıca; Kadıköy Cumhuriyet
Savcılığı'na suç duyurusunda bulunuldu.
9 Ağustos 2006
Mimarlar Odası İstanbul
Şubesi ve BTS'nin talebi üzerine Haydarpaşa Gar
Binası'nda, bilirkişi incelemesi yapıldı. Ve yapılan
inşaat faaliyetinin onarım amacını aştığı tespit
edildi.
19 Ağustos 2006
Haydarpaşa Garı'nın
işletmeye açılışının 98. yılında; son gelişmeler
hakkında kamuoyunu bilgilendirmek ve 5 No'lu kurul
kararının geri dönüşü imkansız çevresel ve mekansal
tahribata neden olmadan ivedilikle gereğinin
yapılaması için Haydarpaşa Gar Binası önünde basın
açıklaması gerçekleştirildi.
13 Eylül 2006
Haydarpaşa Gar binasının
3. katında yapılan izinsiz inşaat ile ilgili olarak;
İstanbul 5 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu 13 Eylül 2006 gün, 242 sayılı
kararında, "...yapılan uygulamaların bakım ve basit
onarımı aştığının görüldüğüne, bu nedenle
uygulamanın durdurulmasına..." hükmetmiştir.
23.24.25.26 Eylül
2006
Haydarpaşa Buluşması:
Haydarpaşa gar da Haydarpaşa dayanışması olarak
düzenlenen dört günlük etkinlik boyunca söyleşi,
tiyatro sinema gösterimi, konserler
gerçekleştirildi. Etkinlik sonunda Meclis’e sunulmak
üzere hazırlanan soru önergesi Cumhuriyet Halk
Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'e
teslim edildi. Berhan Şimşek ise soru önergesini
sözlü olarak Meclis’te kürsüde okumuştur.
17 Ekim 2006
Bu güne kadar
açıklanmayan İstanbul 5 No’lu Tabiat ve Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu’nun (TKVKK) Haydarpaşa ile
ilgili SİT kararı altı ay sonra BTS ve Mimarlar
Odası ile diğer ilgili kuruluşlara yazı ile
gönderildi. Böylelikle bu tarihi karar kamuoyuna
açıklanmış oldu.
4 Aralık 2006
Haydarpaşa Gar Binasının
3. katına, dönüşüm projesini ifa etmek üzere
yerleştirilen Alman Deer & Summers firmasının
açılışını yapmaya gelen TCDD Genel Müdürü,
Haydarpaşa Gar merdivenlerinde yapılan basın
açıklamasıyla protesto edildi.
2007: TCDD'ye ret
10 Temmuz 2007
Haydarpaşa Gar ve
çevresindeki 1 milyon metrekare alanı "kentsel
dönüşüme” açmak isteyen TCDD, bu kararın iptali için
İstanbul 1.İdare Mahkemesine 25 Haziran 2007 tarih
ve 2007/1294 esas sayılı dosyası ile dava açtı.
Bunun üzerine Haydarpaşa Dayanışması basın
açıklaması yaparak tepkisini dile getirmiştir. Bu
dava karşısında Mimar Odası müdahillik başvurusunda
bulundu.
1 Ağustos 2007
ICOMOS, BTS, Mimarlar
Odası, ortak dilekçe ile İstanbul ve Kocaeli'ndeki
Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulularına
başvurarak Haydarpaşa — Gebze ve Sirkeci — Halkalı
arası demiryolu hattının Demiryolu Mirası olarak
ilan edilmesini talep etti.
11 Temmuz 2007
TCCD yönetimini
tarafından kurul kararlarına karşı açılan dava
hakkındaki görüşlerimiz basına ve kamuoyuna
duyuruldu.
30 Temmuz 2007
ICOMOS Uluslararası
Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Ulusal Konseyi,
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve
Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası İstanbul
1 No'lu Şubesi koruma kurullarına yapılan ortak
başvuru ile Haydarpaşa-Gebze ve Sirkeci-Halkalı
banliyö hatları üzerinde tarihi ve kültürel öneme
sahip çok sayıda yolcu binası, lojman, WC, su
deposu, atölye, alt ve üst geçit, tünel, istinat
duvarı, anıt nitelikli ağaç mevcut olduğunu,
İstanbul'un "demiryolu mirası"nı oluşturan bu
yapıların ve güzergahın sit alanı ilan edilmesi
talep edildi.
18 Eylül 2007
TCDD yönetimi tarafından
kurul kararlarının iptali istemli davaya Kültür
Bakanlığı yanında müdahil olunmuştur.
2008: TCDD'ye sürekli
ret
30 Ocak 2008
Mimarlar Odasının
müdahil olduğu, TCDD'nin kurul kararının iptali
amacıyla açtığı dava 30 Ocak 2008'de yargı
tarafından reddedildi. TCDD kararı temyiz etmiş
ancak bu talebi de Danıştay tarafından reddedildi.
15 Mayıs 2008
Haydarpaşa Garı, Limanı
ve çevresi konusunda yaşanan gelişmeleri kamuoyuna
duyurmak üzere gar binasında "Haydarpaşa'da Oldu
Bittilere İzin Vermedik Vermeyeceğiz!" başlıklı
basın açıklaması yapıldı.
16 Temmuz 2008
Anılan protokol imza
tarihinden 16 ay sonra olan 16 Temmuz 2008 günü İBB
tarafından "1/5000 Ölçekli Haydarpaşa Gar, Liman ve
Geri Sahası K.A.N.İ.P. ve 1/1000 Ölçekli Haydarpaşa
Gar, Liman ve Geri Sahası K.A.U.İ.P.'na Yönelik
Analitik Etütler, Danışmanlık ve 3-Boyutlu Kent
Modelleme hizmet alımı işi" adı altında bir ihale
yapıldı.
İhale ile aynı tarihte,
bizlerin de içinde bulunduğu yaklaşık 100 kurum,
kuruluş temsilcileri ve kişi, deneyimli
akademisyenlerin moderatörlüğünde, "ortak akıl
üretmeyi amaçlayan katılımlı bir planlama yöntemini"
denemek ve Haydarpaşa'nın geleceğini birlikte
tasarlamak amacı ile tanımlanan bir "Arama
Konferansı Toplantısı"na davet edildi.
30-31 Temmuz 2008
Bütün talep ve
uyarılarımıza karşın İstanbul 5 Numaralı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 26 Nisan
2006 gün ve 85 sayı ile almış olduğu tarihi karar
toplantıya sunulmadı.
Bu arada, koruma amaçlı
planlama çalışmaları aşamasında yeri olmayan,
"Konsept Tasarımın Seçiminde Danışmanlık, Tasarımcı
Önerileri"nin bulunduğu protokolde, ilgili
üniversite kurum ve kuruluşların oluşturduğu bir
"Danışma Kurulu" bulunmasına ve arama konferansının
bu danışma kurulunun önerisi üzerine yapıldığı
belirtilmesine rağmen, ihaleye çıkartılan
"danışmanlık" hizmeti alımının ne anlama geldiği
hakkında sorulara da herhangi bir yanıt verilmedi.
30 Temmuz 2008
Toplantıdaki
sorularımızın yanıtı, İstanbul Büyük Şehir
Belediyesinin 30 Temmuz 2008 tarihinde "henüz
toplantı bitmeden" yayımladığı ilginç basın bülteni
ile gelmiştir. İlginçtir, zira 5234 sayılı yasaya
göre Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından
onaylanarak yürürlüğe gireceği hükme bağlanan
protokol gereği arama toplantılarını düzenleyen İBB,
deklare ettiği basın bülteniyle, "1/5000 ve 1/1000
Ölçekli Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri Sahası Koruma
Amaçlı Nazım İmar Planının" İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin şirketlerinden BİMTAŞ tarafından
hazırlanacağını, planın 3 boyutlu maketinin
hazırlanacağını, Haydarpaşa ve çevresi ile ilgili
planın İstanbul'da hazırlanan ilk "3 boyutlu imar
planı" olacağını, planlama hukuk ve literatüründe
herhangi bir yeri bulunmayan bu "üç boyutlu imar
planlarının" Koruma Kurulu'nun onayının ardından
"Özelleştirme İdaresi Başkanlığı"nın onayıyla
yürürlüğe gireceğini bildirildi.
Toplantının devamına
katılan duyarlı akademisyenler, kamu çalışanları ve
diğer katılımcılar tarafından; Haydarpaşa Gar, Liman
ve çevresini tüm tarihi, kültürel, stratejik
değerleri ve fonksiyonları ile korumak ve
geliştirmek gereğinin altı bir kez daha çizilmiş,
bugüne kadar Üniversitelerin, Meslek Odalarının,
duyarlı Kamu Çalışanları ve yurttaşların iyi
niyetlerini, hazırlamış bulundukları akıl almaz
katılım senaryoları eşliğinde kötüye kullanmaktan
çekinmeyenlerin oyunları, bir kez daha bozdu.
"Boşa çıkacak"
13 Ağustos 2008
Gelişmeler hakkında
kamuoyuna "Haydarpaşa'yı Küresel Emlak Tacirlerinin
Hizmetine Sunmak İsteyenlerin Her Türlü Girişimi
Boşa Çıkartılacaktır!" başlıklı basın açıklaması
yapıldı.
25 Eylül 2008
Haydarpaşa Garı’nda
Haydarpaşa Dayanışması adına yapılan basın
açıklamasında, İstanbul Tabiat ve Kültür
Varlıklarını Koruma Kurullarının Haydarpaşa Gebze ve
Sirkeci Halkalı arası demiryolu hattının ve bu hat
üzerindeki tarihi yapıların "endüstriyel demiryolu
mirası" olarak koruma altına alınması talebimizi bir
an önce sonuçlandırmasını, konuyu değerlendirmeden
Marmaray CR1 banliyö hatlarının üçlenmesi projesinin
inşaatına başlanılmasına izin vermemesi, ayrıca kamu
kurumları yetkililerinin kamusal ve anayasal
sorumlulukları gereği bu "Kültürel Kıyım ve Yağma"
sürecini ivedi olarak durdurmaları bir kez daha
talep edilmiştir.
2009: 1/5000 ölçekli
plan
16 Ekim 2009
İBB Şehir Planlama
Müdürlüğü'nün 1/5000 Ölçekli Haydarpaşa Gar, Liman
ve Geri Sahası ile Kadıköy Meydanı ve Çevresi Koruma
Amaçlı Nazım İmar Planı çalışması tamamlanarak karar
alınmak üzere ilgili Anıtlar Kuruluna sunulmadan
Büyükşehir Belediye Meclisine iletilmiştir.
18 Aralık 2009
1/5000 ölçekli
Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri Sahası ile Kadıköy
Meydanı ve Çevresi K.A.N.İ. Planı teklifi İstanbul
Büyükşehir Belediye Meclisinin 8 Aralık 2009 tarihli
toplantısında aynen ve oy çokluğu ile kabul
edilmiştir. Ancak söz konusu plan bir yılı aşkın
süredir askıya çıkarılmamıştır.
2010: Haydarpaşa'da
yangın
1 Haziran 2010
Kadıköy 7. Asliye Ceza
Mahkemesi'nde 2010/6 dosyalı 01 Haziran 2010 tarihli
duruşmasında dava TMMOB Mimarlar Odası'nın şikayeti
sonucu açılmış olmasına karşın. Mimarlar Odası,
davaya müdahil olarak kabul edilmemiştir. Aynı günlü
duruşmada 25 Haziran 2010 günü Haydarpaşa Garı’nda
keşif yapılmasına karar verilmiştir.
25 Haziran 2010
25 Haziran 2010
tarihinde düzenlenen bir tutanakla "havanın yağışlı,
hakimin izinde olması" nedeniyle keşif ve bilirkişi
incelemesi ertelenmiştir.
24 Kasım 2010
24.11.2010 günlü
duruşmada keşif ve bilirkişi incelemesinin 13 Aralık
2010 günü yapılmasına karar verilmiştir.
28 Kasım 2010
14:30
Tarihi Haydarpaşa Garı
çatısında 28 Kasım 2010 günü saat 14:30'da yangın
çıktı ve Haydarpaşa Garı'nın her iki tarihi saati
15:17'de durdu.
5 Aralık 2010
Haydarpaşa yangınından
tam bir hafta sonra Kadıköy İskele Meydanı'ndan
"Ferman Padişahın, Garlar Bizimdir", "AKP elini
Haydarpaşa'dan çek", "Haydarpaşa halkındır,
Satılamaz" sloganları eşiğinde gara yürünerek basın
açıklaması yapıldı.
15 Aralık 2010
Yangın sonucunda gerekli
yasal soruşturmanın yapılması ve suçluların
cezalandırılması beklenirken toplumsal tepkiler
nedeniyle bugüne kadar gerçekleştirilemeyen ancak
“bir türlü vazgeçilemeyen dönüşüm”,28 Kasım 2010
tarihindeki yangın bahane edilerek yeniden gündeme
getirilmiş, yangından sonra acilen ve bilimsel
tekniklere uygun olarak yapılması gereken onarım
sürecinde, garın “çekim merkezi” olması için
“yeniden kullanım” adı altında “gar” işlevinin ve
binaya yeni işlevler verilmesi fikrinin tartışılmaya
açıldığı öğrenilmiştir.
Bu konuda Haydarpaşa
Dayanışması bileşenleri olarak Haydarpaşa Garı
çatısının yanmasından sonra hızla gerçekleştirilmesi
gereken restorasyon uygulaması için yapılmakta olan
işlemler hakkındaki kaygılarımızı kamuoyu ile
paylaşmak ve konu hakkındaki görüş ve
düşüncelerimizi aktarıp tartışmak üzere Haydarpaşa
Gar Lokantasında tüm tarafların çağrılı olduğu
kahvaltılı basın toplantısı düzenlenmiştir.
2011: İmar planı kabul
edildi
24 Ocak 2011
Tarihi Haydarpaşa Gar
Binası, Müştemilatı Ve Yakın Çevresine Ait Rölöve,
Restitüsyon, Restorasyon Ve Mühendislik Projelerinin
Hazırlanmasına İlişkin İhale 24 Ocak 2011 Tarihinde
TCDD 1. Bölge Müdürlüğünce yapıldı.
1 Nisan 2011
Cuma, Saat: 15.00’te
Haydarpaşa Garı Memur Kafeteryası’nda bir araya
gelen “Haydarpaşa Dayanışması” bileşenleri,
“Haydarpaşa Garı ve yakın çevresinin geleceğine
birlikte karar verelim”
başlığı ile düzenlenen toplantıda alınan
kararlar sonuç bildirisini ile kamuoyu ile
paylaşıldı.
25 Kasım 2011
Haydarpaşa Garı
çatısının yanışının birinci yılına üç gün kala
Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Harem Otogarının
bulunduğu bölgenin kültür, turizm, ticaret alanına
dönüştürülmesini amaçlayan “1/5000 Ölçekli Koruma
Amaçlı Nazım İmar Planı”, İstanbul Büyükşehir
Belediye Meclisi’nde oy çokluğunca kabul edildi.
Bu durum ise İBB’nin web
sayfasında “Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve
Harem otogarının bulunduğu bölgenin kültür, turizm,
ticaret alanına dönüştürülmesini amaçlayan ‘1/5000
Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’, İstanbul
Büyükşehir Belediye Meclisi’nde kabul edildi”
şeklinde asıl dönüşüm amacı gizlenmeye dahi
çalışılmadan haber olarak yer almıştır. Söz konusu
koruma planları bu habere rağmen iki ay askıya
çıkarılmadı.
İBB Meclisinden geçen
Haydarpaşa Koruma Amaçlı nazım İmar Planının
Haydarpaşa gara örtülü otel işlevi yüklemesi ise
Haydarpaşa Dayanışması tarafından tepki ile
karşılanmış olup yapılan basın duyurusunda
Haydarpaşa'da yağmaya izin verilmeyeceği bir kez
daha vurgulandı.
2012: Son ana hat treni
kalktı
31 Ocak 2012
Son anahat treni olan
Fatih Ekspresi saat 23.30′da protestolar ve
gözyaşları eşliğinde karlı bir gecede Haydarpaşa
Garı’ndan Ankara’ya hareket etti. TCDD, Gebze
Köseköy arasındaki Yüksek Hızlı Tren projesi
çalışmalarını gerekçe göstererek 1 Şubat 2012
tarihinden itibaren de Haydarpaşa Gar'a gelen ve
giden tüm anahat trenlerinin seferlerini
sonlandırdı. Ve böylece Haydarpaşa'nın
trensizleştirilerek yalnızlaştırılmasının ve yağma
projelerin uygulamasının önü açılmak istendi.
05 Şubat 2012
OCCUPY Haydarpaşa
hareketinin çağrısı ile gerçekleştirilen Haydarpaşa
Dayanışması aktivistlerinin büyük bir özveri ve
direnişle 148 haftadır her Pazar günü 13.00 ila
14.00 saatleri arasında Haydarpaşa gar
merdivenlerinde gerçekleştirdiği "Haydarpaşa Asla
Yalnız kalmayacak" eylemlerinin ilki büyük bir
katılımla gerçekleştirildi.
12/18 Eylül 2012
TCDD, Haydarpaşa İçin
Özelleştirme İdaresine Başvurdu
TCDD İşletmesi Yönetim
Kurulu'nun 12 Eylül 2012 tarihinde yaptığı
toplantıdaki TCDD İşletmesi Yönetim Kurulu'nun
"Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri sahasında Kuruluşumuz
mülkiyetinde bulunan yaklaşık 1.000.000
m2 taşınmazın, İstanbul'un kültürel ve sosyal
yapısıyla bütünleşerek ülkemiz ve Kuruluşumuz
açısından gelir getirici yönden değerlendirilmesine
yönelik olarak 4046 Sayılı Kanun ile 5793 sayılı
kanunun (Değişik 5335 sayılı kanunun 32. maddesi)
43.maddesi kapsamında değerlendirilmesi amacıyla
Özelleştirme İdaresi Başkanlığına bildirilmesi
hususunda Genel Müdürlüğe yetki verilmesine"
şeklindeki karar aldı.
TCDD Genel Müdürlüğü de
Yönetim Kurulu kararı doğrultusunda 18 Eylül 2012
tarihinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'na
başvuruyu yaptı.
13 Eylül 2012
Askıdan inmiş bulunan
Haydarpaşa Gar ve Limanı ile çevresi 1/5000 ölçekli
Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı idari sınır ile sit
sınırı arasında uyumsuzluk bahanesiyle iki bölüme
ayrılarak 13 Eylül 2012 tarihinde AKP’li üyelerin
çoğunluk oyları ile onaylandı.
18 Ekim 2012
TMMOB Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi, TMMOB Şehir Plancıları
Odası İstanbul Şubesi, Birleşik Taşımacılık
Çalışanları Sendikası ve Liman-İş (Türkiye Liman ve
Kara Tahmil Tahliye İşçileri Sendikası) tarafından
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na, İstanbul
Büyükşehir Belediye Meclisinin 25 Kasım 2011 gün ve
2731 sayılı kararı ile kabul edilen "Üsküdar İlçesi,
Harem Bölgesi ile Haydarpaşa Liman Geri Sahası
1/5000 Ölçekli, 19 Haziran 2012 Tasdik Tarihli Nazım
İmar Planı"nın öncelikle yürütmesinin durdurulması
ve iptali istemi ile dava açıldı.
27 Aralık 2012
İstanbul 5 No’lu Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu 27 Aralık 2012 tarih ve
899 sayılı kararı ile restorasyon projelerini
onayladı.
2013: Olimpiyat
başvurusu
19 Şubat 2013
TMMOB Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi, TMMOB Şehir Plancıları
Odası İstanbul Şubesi ve Birleşik Taşımacılık
Çalışanları Sendikası tarafından İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığı'na; Haydarpaşa Garı, Kadıköy
Meydanı ve Harem otogarının bulunduğu bölgenin
kültür, turizm, ticaret alanına dönüştürülmesini
amaçlayan "1/5000 Ölçekli Haydarpaşa Garı ile
Kadıköy Meydanı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planı"nın yürütmesinin durdurulması ve iptali
istemiyle dava açıldı.
27 Mart 2013
Üsküdar Belediye Başkanı
Mustafa Kara, Kadıköy Belediyesi’ni ve meslek
örgütlerinin tepkisini çeken planın detaylarını
Radikal’e anlattı:
“2020 Olimpiyatları
İstanbul’a verilse de verilmese de bizim burada
Haydarpaşa Port projemiz yapılacak. Proje kapsamında
Harem Otogarı kalkıyor, Haydarpaşa Limanı kalkıyor,
raylar kalkıyor. Tarihi Haydarpaşa Tren Garı
kültürel tesis olarak kalıyor. Haydarpaşa Port
içinde ayrıca oteller, AVM’ler ve opera salonları
olacak. Numune Hastanesi’nin arkasında da
rezidanslar var. Yakında özelleştirme idaresine
devredilecek, ya yap işlet devret ya da kat
karşılığı olarak yapılacak. 2020 Olimpiyat Stadı da
bu projenin içerisinde yapılmak isteniyor.
“Stadın yapılması
planlanan yerde büyük bir dolgu alanı var ama
raylara yani içeri doğru gittikçe zemin iyileşiyor.
Burada kazık çakılacak, zemin iyileştirmesi
yapılacak, sıkılaştırılacak.
"İmar planına aykırı bir
şey yok. Buralarda sergi, konferans, gösteri
salonları yapılabilir notu var planlarda. Direkt bir
stat olarak yok, eğer olimpiyatlar kesinleşirse hem
planlarda hem de proje olarak değişiklik yapılması
gerekiyor. Siluetten dolayı da her halükarda Anıtlar
Kurulu’ndan onaylanması gerekiyor öncelikle. Üst
ölçekli planla çelişki de yok: Sonuçta sanayi tesisi
veya konut yapılmayacak.”
Son trene veda
18/19 Haziran 2013
Haydarpaşa
Dayanışmasının çağrısı ile Haydarpaşa Gar dönüşüm
projesini ve seferlere iki sene ara verilmesini
protesto eden yaklaşık üç bin kişi 18 Haziran akşamı
saat 20.00 sıralarında gar önünde toplandı. 23.20
treni ile Pendik'e gidildi Pendik'ten son tren olan
00.20 treni ile Haydarpaşa Gara dönüldü. Bazı
katılımcılar ise Haydarpaşa'dan saat 00.20 kalkan
son tren ile yolculuk yapmayı tercih ettiler.
28 Ekim 2013
Haydarpaşa Gar dönüşüm
projesine karşı doksan dört haftadır Pazar günleri
ve yetmiş altı haftadır Perşembe geceleri yapılan
merdiven eylemlerinin 76. Perşembe eyleminin
Haydarpaşa gar çatısının büyük ihmaller sonucu 28
Kasım 2010 tarihinde yanmasının üçüncü yıldönümüne
denk geldi. Haydarpaşa Dayanışmasının eylemi
kapsamında Haydarpaşa Gar'da resİSTanbul sergisi ve
müzik dinletisi yapıldı ve ortak basın açıklaması
okundu.
6 Aralık 2013
Haydarpaşa Garı'nın
çatısında 8 Kasım 2010'da çıkan yangınla ilgili
davada, izolasyon çalışmasını yapan 2 işçi ve şirket
sahibi 10 ay hapis cezasına mahkum edildi.
8. Sulh Ceza
Mahkemesi'nde görülen davanın 7. duruşmasında
izolasyon çalışmasını yapan işçiler Zafer Ateş ve
Hüseyin Doğan ile izolasyon çalışmasını yürüten
şirket sahibi Hüseyin Kaboğlu'nun, "taksirle yangına
neden olmak sureti ile genel güvenliğin taksir ve
tehlikeye sokulması" suçunu işledikleri gerekçesiyle
TCK'nın 171. maddesi uyarınca 1'er yıl hapisle
cezalandırılmasına hükmetti.
Sanıkların, duruşmadaki
iyi halleri ve sabıkasız oluşlarını dikkate alan
hakim cezalarını 10'ar ay hapse çevirdi ve "suçun
tarihi bir binaya karşı ciddi bir ihmal sonucu
işlenmiş olması" nedeniyle hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına gerek olmadığını bildirdi.
Köse, TCDD'ye bağlı
kontrol mühendisi Ayşe Kablan, kontrol Amiri Suavi
Güray ile izolasyon çalışmasını yürüten diğer şirket
sahibi İhsan Kaboğlu'nun, üzerlerine atılı
suçlamayla ilgili kusurları bulunmadığı gerekçesiyle
ayrı ayrı beraatlerine hükmetti.
2014: Kadıköy Belediyesi
ruhsat başvurusunu reddetti
28 Ocak 2014
TCDD Emlak ve İnşaat
Dairesi Başkanlığı İhale Şube Müdürlüğü tarafından
09 Ocak 2014 tarihinde Haydarpaşa Gar büyük salona
asılan ilanda "Haydarpaşa gar binası çatısının
yenilenmesi ile dış cephesinin temizliği ve
bakımının yapılarak ahşap doğramalarının aslına
uygun yenilenmesi, 5 nolu bina çatısının
yenilenmesi, ile dış cephesinin bakım ve onarımını
yapılarak ahşap doğramalarının aslına uygun
yenilenmesi" işiyle ilgili ihalenin 28 Ocak 2014
tarihinde saat 14.30 da Ankara'da TCDD Genel
Müdürlüğünde yapılacağı duyuruldu. İhaleyi Delta
İnşaat aldı.
7 Şubat 2014
2012 yılında İBB
Belediye Meclisinde onaylanan 1/5000 ölçekli Koruma
Amaçlı İmar Planına Haydarpaşa Dayanışması
tarafından açılan davada bilirkişinin verdiği
"İstanbul'un terası Haydarpaşa bölünemez " raporunun
ardından İBB yeni plan notlarında değişiklik yaparak
7 Şubat 2014 ila 7 Mart 2014 tarihleri arasında
askıya çıkardı. Yeni planda notunda yeşil alan toplu
taşıma peronu oldu, yeraltı otopark sayısı da
artırıldı.
17 Şubat 2014
İstanbul İli Kadıköy
İlçesi Haydarpaşa garı Kadıköy Meydanı ve Çevresi
1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı
değişikliğine ilişkin İstanbul Büyükşehir
Belediyesinin 08 Ekim 2012 tarih 23954 sayılı
kararının iptali ve yürütmenin durdurulması istemi
ile Kadıköy Belediyesi geçen dönem meclis üyeleri
olan Serdar Bayraktar, Mehmet Yıldız, Hakkı Sağlam
ve Hasan Gör tarafından İstanbul 2.İdare
mahkemesinde açılan davada mahkeme 17 Şubat 2014
tarihinde E: 2013/881 sayılı kararı ile dava sonuna
kadar yürütmenin durdurulmasına karar verdi.
28 Mart 2014
1/5000 ölçekli
Haydarpaşa Gar, Kadıköy Meydanı ve Çevresel Koruma
Amaçlı Nazım İmar Plan notlarında değişiklik yapan
ve 7 Mart 2014 tarihinde askıdan inen Haydarpaşa
Garı 2014 onanlı Plana Mimarlar Odası İstanbul
Büyükkent Şubesi 28 Mart 2014 tarihinde İstanbul
İdare Mahkemesinde Yürütmeyi Durdurma ve İptal
İstemiyle tekrar dava açtı.
13 Haziran 2014
Haydarpaşa Garı'nda
gerçekleştirilecek olan "Mega şehirler ve Ticari
Başkentler – Newyork'tan İstanbul'a" adlı Forum ile
Haydarpaşa Gar ve çevresinin satış ve pazarlama
sürecine yeniden hız kazandırılmak isteniyor.
Haydarpaşa Dayanışması
yaptığı yazılı açıklamada AKP iktidarının 2003
yılında Haydarpaşa Gar'da başlayan rant ve talan
girişimine bugüne kadar izin vermediklerini bundan
sonrada vermeyeceklerini dile getirdi.
3 Eylül 2014
Kadıköy Belediyesi
Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün
“Haydarpaşa Gar Binası”nın rölöve, restitüsyon,
restorasyonu ile ilgili ruhsat başvurusunu reddetti.
Bianet, 27.11.2014
******
4. YILINDA HAYDARPAŞA
GARI'NDA YANGIN DEVAM EDİYOR

Haydarpaşa Garı’nın
yanışının 4’üncü yılında Haydarpaşa Dayanışması,
basın toplatısı düzenledi. Toplantıda yangınla
ilgili soruşturma dosyasının kapatıldığı
hatırlatılarak, birinci derece tarihi eser
statüsündeki binanın sürekli özelleştirme
hamlelerine maruz bırakıldığı ve yalnızlaştırıldığı
ifade edildi.
Haydarpaşa Dayanışması
adına konuşan Mimarlar Odası ÇED Danışma Kurulu
Sekreteri Mücella Yapıcı, geçtiğimiz günlerde Maliye
Bakanı Mehmet Şimşek’in özelleştirme kapsamına
alınacağını söylediği Haydarpaşa Garı ile ilgili
2005 yılından bu yana ‘Haydarpaşa görücüye çıkıyor’
söyleminin sürdürüldüğünü ifade etti. Haydarpaşa
Garı’nın işlevi dışında kullanılmak istendiğini
vurgulayan Yapıcı, garın çatısına yapılmak istenen
restoran ve kafe projelerine tepki gösterdi.
Haydarpaşa’nın çatısına aslına uygun olmayan
işlevler yüklenemeyeceğinin altını çizen Yapıcı,
"Birinci derece bir tarih eser olan Haydarpaşa,
statiği açısından son derece önemli bir kültür
mirasına sahip. Bakmayın ağır göründüğüne, ahşap
kazıkları üzerine inşa edilmiş narin bir yapı" dedi.
4’ÜNCÜ YILINDA
HAYDARPAŞA’DA YANGIN DEVAM EDİYOR
Haydarpaşa Garı’nın
özelleştirilmesi ve restorasyonu için 2003 yılından
bu yana sürekli projeler öne sürüldüğünü belirten
Yapıcı, "Boşuna uğraşmayın, 10 yıldır bütün bu
projelerinize geçit vermedik, vermeyeceğiz" dedi.
Haydarpaşa Dayanışması ve sivil toplum örgütlerinin
148 haftadır süren Pazar nöbetleri ve 128 haftadır
devam eden Perşembe geceleri etkinlikleri ile
‘Haydarpaşa Garı’nın gar olarak kalması için’ nöbet
tuttuklarını hatırlatan Yapıcı, "Haydarpaşa’dan
trene bineceğiz, Ankara’ya gideceğiz" diye konuştu.
28 Kasım 2010’da Haydarpaşa’nın çatısında başlayan
yangın sonrasında Haydarpaşa’nın kendi haline terk
edildiğini söyleyen Yapıcı, "Haydarpaşa’yı sermayeye
devredecek projenizin ilk adımı olan ve birinci
derecede tarihi eser olan Haydarpaşa Garı’nda
bilimsel, teknik ve hukuki olarak asla uygulanmaması
gereken, çatı katının aslına uygun olamayan gar
bütünlüğünü tehlikeye sokan kullanım sevdanızdan
vazgeçin. Bir an önce garı mesleki ve evrensel
ilkelere uygun olarak onarın" dedi.
HAYDARPAŞA GARI
OLMADAN DEMİRYOLU ULAŞIMI OLMAZ
37 yıldır
demiryollarında hizmet veren Haydarpaşa Dayanışması
aktivisti Tugay Kartal, 2 yıldır tren yanaşmayan
Haydarpaşa Garı için "İktidar alicengiz oyunu
oynayıp Haydarpaşa Garı olmadan demiryolu
ulaştırmasını yapabileceğini söylüyor. Bizce bu
mümkün değildir" dedi. Demiryolları idaresinin
Haydarpaşa Garı’nın satışına itiraz etmediğini
söyleyen Kartal, "Sirkeci Garı’ndan para çıkmadı.
Haydarpaşa Garı’ndan demiryollarına para çıkacağı
için demiryolları idaresi itiraz etmiyor. Böyle bir
dönüşümü istiyor" dedi. Haydarpaşa Garı’na ticari
fonksiyon yüklenmeden de onarım yapılabileceğini
vurgulayan Kartal, "Ülkemizde yangın çıkan tarihi
yapılara baktığınızda hepsi otel yapılmak istenen
binalar. Haydarpaşa Gar binasına da konaklama
fonksiyonu verilmişti" dedi.
YANGININ YILDÖNÜMÜNDE
HAYDARPAŞA GARI’NA ÇAĞRI
Haydarpaşa Dayanışması, yangının yıldönümü olan
28 Kasım’da Haydarpaşa Garı önünde toplanma çağrısı
yaptı.
Sol Haber, 27.11.2014
******
ÇATI YOK, SAAT HEP AYNI!
Çatısı 28 Kasım 2010’da
tamamen yanan Haydarpaşa Gar’ında hala tadilat
yapılmadı. Tarihi garın yangında bozulan saati
3.17’yi göstermeye devam etse de yangının üstünden
tam 4 yıl geçti. Haydarpaşa boş ve sessiz, çatısı
yanık, saati durmuş... İnsandan azade bir taş
yığınına dönüşme riskiyle karşı karşıya... Garın
büyük kapılarından giren kuşlar bile Haydarpaşa’yı
terk etmiş.
Yeşilçam filmlerine,
Anadolu’nun ücra köylerinden gelmek zorunda kalan
yeni işçilere, “Seni yeneceğim İstanbul” diyen
‘kahraman’lara mekan olan tarihi gar, bugün
neredeyse işlevsiz halde. Yakın zamana kadar on
binlerce insanın geçiş hatta gezi mekanı olan
Haydarpaşa bugün bomboş. Banliyö ve şehirler arası
seferler kaldırılırken, yerini sefer sayısı oldukça
az olan hızlı trenler aldı.
SORUŞTURMA KAPATILDI
Yangın soruşturması dava
bile açılmadan kapatıldı. Yangın, tarihi kültür
varlığı olan bir yapının çatısında 2863 sayılı
Koruma Mevzuatı ve 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca
alınması gereken onaylar alınmadan ve mesai saatleri
dışında ehil olmayan taşeronlarca yürütülen tadilat
sırasında çıkmıştı. Yangının Haydarpaşaport’a zemin
hazırlamak ve garı insansızlaştırmak için kasıtlı
olarak çıkarıldığı iddiaları da uzun süre güçlü bir
biçimde dile getirildi.
Çatıda yangından sonra;
binaya su girmesin diye koruyucu bir kaplama
yapıldı. Saat de, çatının içinden geçen bir
mekanizmaya bağlı. Bu nedenle saatin çalışması için
çatının yapılması şart. Tadilatın yapılmamasının
‘resmi’ bir sebebi yok. Hatta tadilat için gerekli
bütçe bile ayrılmış durumda. Ancak icraat yok. Sorun
basitçe bir ihmal değil. Haydarpaşa’nın gelecekte
öngörülen konumuyla oldukça ilişkili.
GELECEK ZAMAN
Hükümet ve TCDD,
Haydarpaşaport projesinden vazgeçmezken, yapılacak
en ufak bir tadilat bile bu proje kapsamına dahil
edilmek isteniyor. Proje henüz uygulama aşamasına
geçmedi. Yargı engeli var ve CHP’li Kadıköy
Belediyesi karşı. Ancak hükümet de projenin bir
bölümü sınırları içerisinde bulunduğundan AKP’li
Üsküdar Belediyesi üzerinden süreci işletmeye
çalışıyor.
Şimdi soru şu:
Haydarpaşa, ‘insanları’ ve çalışanlarıyla birlikte
tarihi ve endüstriyel miras olarak varlığını
koruyacak mı, yoksa Haydarpaşaport projesiyle ticari
bir tüketim alanı haline mi gelecek? İlerleyen
günlerde görülecek. Ancak elbet, durmuş saat hep
durmuş kalmayacak...
HAYDARPAŞA
DAYANIŞMASI: HIRSIZ ÇATIDAN GİRECEK
Haydarpaşa
Dayanışması’ndan Tugay Kartal da tadilat ihalesiyle
ilgili şu bilgileri aktardı: “TCDD idaresi
restorasyon için Ocak 2014’te ihaleye çıktı ancak
ihale bilinmeyen bir nedenle iptal edildi. İkinci
ihale ise 25 Şubat 2014 tarihinde yapıldı. Yapılan
ihaleyi Delta İnşaat şirketi kazandı. Şirket 13
Haziran 2014 tarihinde işe başlama sözleşmesi
imzaladı. TCDD Kadıköy Belediyesine yazılı olarak
ruhsat başvurusu yaptı, ancak “tarihi binanın statik
sistemine yükler getirildiği, binaya eklemeler
yapıldığı” gerekçesi ile ruhsat verilmedi.
Haydarpaşaport projesinde gar binasına ‘konaklama’
fonksiyonu da verilmişti. Restorasyon projesinde
çatı katına kafe, sergi salonu, kütüphane işlevi
verilerek gar binasının kamusal hizmet dışına
çıkartılmasına çalışılmaktadır. Yani bu sefer
hırsızlar çatıdan girmek istemektedirler. Rantçılara
garın çatısında çay yudumlayarak ‘seni yendim
İstanbul’ deme zevkini tattırmayacağız.””
Evrensel, Haber: Arif
Koşar, 27.11.2014
|
TARİHİ BÖYLE GÖMDÜLER!

Şişli Halaskargazi’deki 15 dönümlük arazi üzerine
yapılan otel inşaatının hafriyatında büyük bir
tarihi yapının izlerine rastlandı. Ermeni Katolik
Mıhitaryan Manastırı ve Mektebi Vakfı’na ait eski
İnci Sineması'nın bulunduğu arazinin hafriyatında
çıkan tarihi yapı
iş makinaları ile yok edilmeye çalışılırken son
anda duyarlı bir vatandaşın ihbarı ile kurtarıldı.
İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologları ihbar
üzerine alana gittiklerinde Bizans dönemi sarnıç
olduğunu tahmin ettikleri yapının yok edilmek üzere
olduğunu tespit ettiler. İnşaat durdurularak Koruma
Kurulu’na suç duyurusunda bulunuldu.
İstanbul’da Pangaltı Ermeni Katolik Mıhitaryan
Manastır ve Mektebi Vakfı’na ait olan arazi üzerinde
bulunan ve 1946 yılında inşa edilen İnci Pasajı
geçtiğimiz Mayıs ayında yıkılmıştı. Vakfa ait
yaklaşık 15 dönümlük arazide kültür varlığı olarak
onaylanan okul ve kilise dışındaki dükkanlar ile
birlikte Yeşilçam filmlerinin tarihi mekanı İnci
Sineması da 2 ay önce yıkıldı.

Otel inşaatı için başlanan hafriyat bir süredir
devam ediyordu. Önceki gün yapılan çalışmalar
sırasında büyük bir kemerli tarihi yapının
tonozlarına rastlanıldı. Bir süre bekleyen iş
makinası daha sonra alelacele tonozun üzerini
örtmeye, kapatmaya çalıştı. Bu sırada duyarlı bir
vatandaş bu çalışmayı kameraya çekti. Kamera
görüntülerinde de tarihi kemerin bulunduğu yerin
içini hafriyatla doldurmaya çalışıldığı açıkça
görülüyor. Daha sonra gece devam edecek çalışmalar
sırasında kimse görmeden sarnıç yok edilecekti.
Çünkü 2863 sayılı yasa gereğince tarihi bir yapıya
rastlanıldığında derhal iş makinasının durdurularak
en yakın müzeye haber verilmesi gerekiyor. Bunu her
müteahhit bildiği gibi, müzeye haber verilirse orada
arkeolojik kazı başlatılacağı ve işin uzayacağı da
tahmin ediliyor. Bu nedenle tarihi yapının üzeri
'kimse görmesin' diye kapatılmak istendi.
Duyarlı vatandaş İstanbul Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğü'ne görüntülerle birlikte ihbarda bulundu.
Müze arkeologları inşaat arazisine gitti. İş
makinasının tarihi yapıyı tahrip ettiğini, içini
hafriyat atıklarıyla doldurduğunu tespit etti.
Hafriyatı durdurdu. Tarihi yapının sağa ve sola
oldukça derinlemesine büyük olduğunu gördü. Ancak
tarihi yapıyı tam olarak tanımlayabilmek için derhal
arkeolojik kazı yapılması gerektiğini raporuna
yazdı. Bizans dönemi sarnıcı olabileceği tahmini
yapıldı. Müze yetkilileri de İstanbul 2 Numaralı
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na suç duyurusunda
bulunarak inşaatın durdurulup, arkeolojik kazı izni
verilmesi istendi. Şimdi Koruma Kurulu’nun vereceği
karar bekleniyor.
Hafriyat sırasında tarihi yapıya rastlanıldığında
derhal koruma kurulu ve en yakın müzeye haber
verilmesi gerektiğini belirten müze yetkilileri,
arazide tahrip edilen başka yapılar da olabileceğini
ve bu durumun 2863 sayılı yasaya göre suç olduğunu
ifade ettiler.

ARALIK 2013’TE DEĞİŞTİ
Arazi, 2013 yılında yapılan plan değişikliğiyle
“Turizm Tesis Alanı” olarak kabul edilerek emsal 3,
yükseklik serbest bırakıldı. 15 bin metrekarelik
arazinin inşaat alanı 45 bin metrekareye ulaştı.
Yapılan plan değişikliği Halaskargazi Caddesi
üzerinde yapı, nüfus ve trafik yoğunluğunu artırdığı
aynı zamanda silüeti etkilediği gerekçesiyle
Büyükşehir Belediyesi Planlama Müdürlüğü, Belediye
Meclisi’ne olumsuz görüş bildirmişti. Ancak buna
rağmen plan değişikliği kabul edilmişti. Değişikliğe
CHP’li meclis üyeleri ret oyu vermişti.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 27.11.2014
|
TARİHİ BİNANIN TESCİLİ KALKTI

Ulus’taki Cumhuriyet dönemi
yapılarından biri olan İller Bankası binasının
tescili kaldırıldı. Büyükşehir Belediye Meclisi,
binanın yıkılarak, boşalan alanın Hergelen
Meydanı’na inşa edilen cami projesine dahil
edilmesini görüşecek.
Ankara 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu, İller Bankası’na ait 1937 yılında mimar
Seyfi Arkan tarafından tasarlanan Ulus’taki
binanın tescilini kaldırdı. Büyükşehir Belediye
Meclisi’nin alacağı karar ile binanın yıkılıp,
Hergelen Meydanı’nda inşası süren cami projesine
eklenmesi öngörülüyor. Bina ile ilgili konu,
önceki gün Büyükşehir Belediye Meclisi
toplantısında gündeme geldi. Toplantıda, Ankara
2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun
28 Ekim 2014’te İller Bankası’na ait binanın
tescilini kaldırdığı belirtildi. Öte yandan İmar
ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı tarafından
Belediye Meclisi’ne gönderilen ‘Başkanlık
Yazısı’nda, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
Hergelen Meydanı Çevre Düzenlemesi ve Camii
Projesi’nin ‘Hergelen Meydan Projesi’ kısmının
hayata geçmesi için İller Bankası binasının
tescilinin kaldırılarak yıkılması gerektiği
belirtildi.
PROJE ALANINA KATILACAK
Başkanlık Yazısı’nda, İller Bankası’nın da
yer aldığı Altındağ İlçesi Yenice Mahallesi 6953
adadaki tüm tescilsiz yapıların yıkılarak
Hergelen Meydanı Çevre Düzenlemesi ve Cami
Projesi alanına katılması talep edildi.
Başkanlık Yazısı, görüşülmek üzere Büyükşehir
Belediye Meclisi İmar ve Bayındırlık
Komisyonu’na havale edildi. Öte yandan, İller
Bankası Balgat Türkocağı Vaddesi üzerindeki
Anadolu Gösteri ve Kongre Merkezi’nin bulunduğu
araziye genel müdürlük binası inşa ederek,
farklı noktalardaki birimlerini tek bir çatı
altında toplamayı hedefliyor.
Cumhuriyet döneminin önemli binaları arasında
sayılan İller Bankası, 1937 yılında mimar Seyfi
Arkan tarafından tasarlandı.
Hürriyet, Haber: Mert Gökhan Koç, 27.11.2014
******
MİMARLARDAN İLLER
BANKASI YIKIMINA DAVA
Mimarlar Odası
Ankara Şubesi, İller Bankası alanına jet hızıyla
iki farklı dava açtı. İlk olarak, Ankara II
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu'nun İller Bankası binasının tescil
kaydının kaldırılması, yapı adasındaki tüm
tescilsiz yapıların kaldırılacak tarzda cami
alanına katılmasını içeren Ulus Tarihi Kent
Merkezi 1/5000 ölçekli koruma amaçlı nazım imar
planının uygunluğuna ilişkin 28.10.2014 tarih ve
1101 sayılı kararı yargıya taşıdı. İkinci davada
ise yine Koruma Kurulu'nun 22.09.2014 tarih ve
1044 sayılı İller Bankası binasının tescil
kaydının kaldırılmasına, yapı adasındaki tüm
tescilsiz yapıların kaldırılacak tarzda cami
alanına katılmasına ilişkin kararı dava konusu
oldu.
"Koruma kurulları
korumuyor"
Mimarlar Odası
Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, her
iki davanın da kent için çok önemli olduğuna
değinerek, "taşınmaz kültür ve tabiat
varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli
tedbirleri almak Kültür Bakanlığı'nın görevidir.
Koruma Kurulları Kültür Bakanlıklarına bağlı
olarak koruma adına çalışırlar. Tescilli binanın
tescilini kaldırmak, kültürel mirasımızı ve
tarihi binaları Ankara Belediye Başkanı'nın
önüne atmak Koruma Kurulu'nun işi olmadığı gibi
bunu görev edinir hale gelmeleri Koruma
Kurulları'nı güvenilir bir kurul olmaktan
çıkarmıştır. Tarihi ve tescilli binayı yıkmaya
teşne bir koruma kurulu üyeleriyle iller bankası
binası kararıyla bir kez daha karşılaşmış
olduk." şeklinde konuştu.
Candan "Mimarlık
tarihi açısından, oldukça önemli bir yapı olan
Seyfi Arkan'ın İller Bankası Binasının, cami
avlusunda kalması, cami avlusuna bırakılmış ve
sahipsiz olduğu anlamına gelmez, biz varız.
Acilen bu kültürsüzlüğün tescili olan yıkım
kararının kaldırılması gerekiyor.
Üniversitelerin mimarlık bölümleri ve diğer
mimarlık dernekleri ile program yaptıklarını"
belirterek, Oda olarak koruma kurullarına
toplantılarına alınmadıklarını, toplantılara
katılımın engellenmesine ilişkin de dava
süreçlerinin olduğunu ifade etti.
Arkitera, Haber: Bahar
Bayhan, 27.11.2014
|
AĞAÇ DİKERKEN
TARİHİ BALTA TAŞI
BULDULAR
Batman Üniversitesi
Batıraman kampusu içinde ağaç dikimi sırasında
yapılan kazılarda ortaya çıkan binlerce yıllık balta
taşı, Batman Müzesine teslim edilecek.
Batman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Gülriz Kozbe, Batman ve civarında buna benzer çok sayıda tarihi kalıntı olduğunu belirtti.
Kozbe, “Batı Raman Kampusunda ağaç dikimi esnasında, Paleolitik Çağ döneme ait el kazıcı taş bulundu. Bu buluntu ile bölgemizin ve Dicle’nin gizemli tarihi her gün farklı buluntularla gün yüzüne çıkıyor. Tarih ve Yaşamın buralardan başladığının bir göstergesidir bu” dedi.
Batman Gazetesi,
27.11.2014
|
|
BEYAZIT MEYDANI'NI ARKEOLOJİ ÖĞRENCİLERİ KORUYACAK
İstanbul Üniversitesi Arkeoloji öğrencileri Beyazıt
Meydanı düzenleme projesi kapsamında ortaya
çıkarılan Bizans Sarnıcı'nın molozla örtülmesini
protesto etti.

Beyazıt Meydanı düzenleme projesi kapsamında
yapılan inşaat çalışmalarında ortaya çıkarılan
Bizans Sarnıcı, ihaleyi alan şirket tarafından beton
ve molozlarla dolduruldu.
Geçen hafta basına yansıyan
haberler üzerine, İstanbul Üniversitesi
Arkeoloji - Sanat Tarihi - Taşınabilir Kültür
Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü öğrencileri,
Beyazıt Meydanı düzenleme projesi içerisinde yer
alan Bizans Sarnıcını ziyaret ettiler.
Öğrenciler meydan düzenlemesine onay veren kurulu
ve alandan çıkan kültür varlıklarını korumaya
yönelik somut adım atması gereken İstanbul Arkeoloji
Müzesi’ni protesto etti. Bugün öğle saatlerinde
alana girmek ve tahribatı engellemek isteyen
öğrencilere projeyi yürüten şirket çalışanları engel
olmaya çalıştı.
Açıkça "aymazlık"
İstanbul Üniversitesi öğrencileri Beyazıt
Meydanı’nda yaptıkları açıklamada, düzenleme
projesinin kamuya sormaksızın dönüşüme uğratılması,
mekanın gündelik kullanımını İstanbul halkına
kısıtlaması ve civarda bulunan esnafın ansızın
yerinden sürgün edildiği söylendi.
İBB ve Fatih Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü
projenin, İstanbul’un kalbi tarihi yarımadanın
göbeğinde olduğunu söyleyen öğrenciler, bu alanda
yapılacak çalışmalarda herhangi bir buluntuya
rastlanılamayacağını düşünmenin açıkça "aymazlık"
olduğunu belirttiler.
Theodosius zafer takı kalıntılarının Fatih
Belediyesi’nce tahrip edilmesinden sonra bir araya
gelen ve kültür varlıklarını koruma mücadelesi veren
Arkeoloji - Sanat Tarihi ve Taşınabilir Kültür
Varlıklarını Koruma ve Onarım bölümü öğrencileri
olarak, tarihi yarımadada yapılması planlanan
projelerin ve yıkımın peşinde olduklarını
söylediler. Öğrencilerin açıklaması şu sözlerle
tamamlandı: “Koruma kurulu onay versin, belediye göz
yumsun, şirket rant peşinde koşsun. Öğrenciler sahip
çıkacak”.
Ne olmuştu?

İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin Ağustos ayında Beyazıt’ta
başlattığı Darülfünun Altgeçidi yenilenmesi inşaatı
ihalesini Işıldak İnşaat ve Mak.
İş İnşaat ortaklığı
kazanmıştı.
Proje İstanbul 4 numaralı Koruma Kurulu
tarafından onaylandı ve çalışmalara başlandı.
Alt yüklenici Vizyon İnşaat’ın çalışmaları
sırasında Ağustos'ta aynı bölgede iki tane lahit
kapağı bulundu. Asfalt sökümü sırasında bulunan,
Hıristiyanlık öncesi döneme ait olduğu tahmin edilen
lahit kapakları kepçelerle yapılan çalışmalar
sırasında büyük hasar gördü. Kapaklar Arkeloloji
Müzesi’ne götürüldü. Bu sırada bölgedeki
çalışmaların müzeye bildirilmediği ortaya çıktı.
Kısa süre sonra çalışmalar tekrar başladı. 12
Kasım günü müzeye gelen bir ihbar sonucu altgeçit
çalışmalarında Bizans döneminden kalma yüzlerce
metrelik sarnıcın girişinin bulunduğu ve inşaatı
yapan şirketin burayı kapatmaya çalıştığı ortaya
çıktı. Yola dökülen betonun sarnıcın girişinin bir
kısmını kapatmıştı.
Bianet, Haber: Refika Kortun, 26.11.2014
|
2 BİN YILLIK EVDEN BU TEKNOLOJİ ÇIKTI

Pisidia Antiokheia antik
kentinde 5 yıldır süren
kazılarda önemli bir bulguya rastlandı. Kazı
Başkanı, Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Mehmet Özhanlı, geçen yıl açığa çıkardıkları
atriumlu (avlu) Roma evi kazısının bu yılki
bölümünde ortaya çıkan izlerin hayret verici
olduğunu söyledi. Prof.Dr. Özhanlı, “Evin 2 katlı
olduğu, alt bölümünde yer alan külhana bağlı olarak
hamam, sauna ve odaları ısıtan alttan ısıtma sistemi
olduğunu tespit ettik. Yani konutun bütün tabanı
külhandan gelen sıcaklıkla ısıtılıyor olmalıydı.
Külhandan çıkan sıcaklık buradaki odaların tabanını
ısıtmaktadır. Yapı MÖ 25 yılında yapıldığında
taban ısıtmalı bir konut olarak tasarlanmış. Burada
şu an üzerini kapattık ama bir de su sistemi ortaya
çıkardık. Konutun içerisinde su sistemi,
kanalizasyon sistemi var. Aynı zamanda banyosu ve
bunun yanında saunasının olduğunu görüyoruz” dedi.
Türkiye Gazetesi, 26.11.2014
|
DEMİR KİLİSE OCAK'TA İBADETE AÇILIYOR

Fatih Balat’ta bulunan Bulgar Sveti Stefan
Kilisesi’nin restorasyonu tamamlanmak üzere.
Kilisenin yeni yılda ibadete açılması öngörülüyor.
Demir Kilise olarak da bilinen Sveti Stefan
Kilisesi, İl Özel İdaresi ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesi tarafından restore ettiriliyor. Yaklaşık
üç yıl önce İstanbul’daki Bulgar Vakfı Başkanı Vasil
Liaze, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile
yaptığı görüşmede, kilisenin restore edilmesi için
destek istemişti. Erdoğan’ın talimatıyla çalışmalar
yürüten İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İl Özel
İdaresi’nin de desteğiyle 2011’de restorasyona
başladı. Bu yılın Mayıs ayında, bütçe yetersizliği
nedeniyle yarım kalan restorasyon, Büyükşehir
Belediyesi’nin ek bütçesiyle yeniden başlatıldı.
Restorasyonun bütçesi ise, 3 milyon lirayı aştı.
Kilise, dünyadaki tek Demir Kilise olarak
biliniyor. Mimarlığını Osep Aznavur’un yaptığı
kilise için toplam 500 ton ağırlığında demir
dökülmüş ve sonradan bu parçalar, arazi üzerinde tek
tek birleştirilmiş. Dökülmüş olan parçalar,
Viyana’dan Tuna ve Boğazlar yoluyla gemilerle
getirilmiş. Tarihi Demir Kilise’nin, 2015’in Ocak
ayında ibadete açılması bekleniyor.
Kırklareli sırada
Öte yandan, Kültür ve Turizm Bakanlığı da
Kırklareli’nin Koyunbaba Köyü’nde bulunan Bulgar
Kilisesi’nin restore edilmesi için de çalışmalara
başladı. 1870’te inşa edilen kilise, yaklaşık 40
yıldır kaderine terkedilmişti. Bakanlık, kilisenin
korunması ve restore edilmesi için harekete geçti.
Geçtiğimiz yıl kilisenin duvarları restore
edilirken, yapının tamamının restorasyonu için de
projelendirme çalışmaları sürüyor. Yaklaşık 800 bin
lira harcanacak olan restorasyonla, kilisenin kültür
evi olarak kullanılması planlanıyor.
Agos, Haber: Uygar Gültekin, 26.11.2014
|
KAYAKÖY'DE OTEL PROJESİNE KARŞI İLK DAVA

Muğla’nın Fethiye
İlçesi'ndeki 5 bin yıllık tarihe
sahip Kayaköy, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
49 yıllığına kiralanmak üzere ihaleye açıldı. Rum
evlerinin bulunduğu köyün yüzde 30’luk kısmı otel
kullanımı için tahsis edildi. Kayaköy’ün “hayalet
köy” olarak bilinen ve mübadele öncesi Rumların
yaşadığı bölge olan Levissi kesimindeki tescilli
yapıların olduğu bölgeye, 300 yataklı otel yapılması
planlanıyor.
BÖLGE ARKEOLOJİK SİT ALANI
Ancak Kayaköy, tarihi ve mimari özelliklerinden
ötürü kentsel ve 3. derece arkeolojik sit alanı
statüsünde. Köyde bulunan 700 adet Rum yapısı
tescilli. Ayrıca Fethiye-Göcek Özel Çevre Koruma
Bölgesi sınırları içerisinde. İhaleye açılan
parsellerden bir tanesi de orman alanı olarak
görünüyor. Avukatlar, yasalara göre orman
alanlarının turizm işletmesi için tahsis
edilemeyeceğini söylüyor.
DAVA AÇILDI
Kayaköy’ün Kayaköy olmaktan çıkarılmasına karşı,
Avukat Bora Sarıca, Seçkin Başoğlu ve Atilla Erol
tarafından vatandaşlar adına dava açıldı. Kayaköy’ün
turizme açılarak, tarihi dokusunun bozulacağını
söylenen dava dilekçesinde, kararın durdurulması ve
iptali istendi. Muğla İdare Mahkemesi’ne verilen
dilekçede, şöyle denildi: “Tescil edilerek koruma
altına alınmış olan bu yapıların, tüm tescil
nedenleri hiçe sayılarak kamusal bir alan olmaktan
çıkarılıp otel odasına dönüştürülmesi, koruma
ilkelerine aykırı olduğundan, hukuka aykırılığı da
sabittir. Kayaköy’ün bütünlüğünü bozacak ve
koruma-koruma dengesini ortadan kaldıracaktır.”
Evrensel, Haber: Sinem Uğurlu, 26.11.2014
|
YEŞİL EV BOŞALTILDI
Türkiye’de “tarihi tipte otel”
dönemini başlatan Sultanahmet’teki Yeşil Ev’deki
tarihi değere sahip eserler Turing tarafından
satıldı.

Konuyla ilgili bilgi aldığımız Turing Yönetim
Kurulu Başkanı Dr. Bülent Katkak, Yeşil Ev içindeki
eşyaların, tesisin işletme ihalesini 2012 yılında
kazanan AAG Gayrimenkul AŞ istemediği için satışa
çıkarıldığını söyledi. AAG Gayrimenkul AŞ’de, AKP’ye
yakın olduğu iddia edilen Recep Ercan Keskin’in
ortaklığı bulunuyor.
Tesisin teslimi henüz yapılmazken işletmeyi alan
firmanın yapıda nasıl bir düzenleme yapacağı ise
bilinmiyor. Yeşil Ev, İstanbul üzerine kitapları ve
eski yapıların onarılıp yeniden işlerlik
kazandırmasıyla bilinen Çelik Gülersoy’un Türkiye’ye
kazandırdığı eserler arasındaydı.
Açık artırmada Yeşil Ev’deki eşyalardan
“satılmayan bir şey kalmadı”.Açık artırmayı
düzenleyen Eskidji’den aldığımız bilgiye göre, 22-23
Kasım’da yapılan açık artırmada toplamda 400 bin
liranın üzerinde satış yapıldı. Yatak, komidinler,
makyaj aynası, şifonyerden oluşan “Paşa Odası”
açılış fiyatı olan 25 bin TL’ye satıldı. Aynısının
TBMM’de asılı olduğu “23 Nisan Anısına
Hediye Halı” 2 bin 500 liraya satışa
çıkarıldı ve 12 bin liraya alıcı buldu. Açık
artırmada bir gravür de 2 bin 800 liradan satışa
çıkarılıp 11 bin liraya satıldı.
26 Ekim’deki bir başka açık artırmada da
Turing’in envaterindeki, Halil Paşa’nın “Sultan
Abdülmecid” tablosu 1 milyon 650 bin TL’ye
satılmıştı. Aynı açık artırmada 279 gravür ve 1
endam aynası toplamda 2 milyon 300 bin lira bedelle
satılmıştı.
Yaklaşık sekiz yıl kayyım yönetiminde kalan
kurumda, bu yılbaşı itibarıyla zarar ettiği
gerekçesiyle yayın işletmesi de kapatılmıştı. Yayın
işletmesi İstanbul üzerine birçok kitabın basımını
gerçekleştirmişti. Şu anda AKP’den Beyoğlu
Belediyesi meclis üyesi olan Bülent Batkak,
Turing’in Nisan 2012’deki olağan genel kurulunda
göreve gelmişti.
Turing’de 22 Eylül 2012’de olağanüstü genel kurul
toplanmış ve tüzük değişikliğine gidilmişti. Tüzük
değişikliğiyle kurum varlıklarının elden çıkarılması
kararı alınmış, sonra da Sultanahmet’teki Yeşil
Ev’le birlikte Sarnıç Restoran ve Ayasofya Konakları
15 yıllığına, AKP’ye yakın olduğu iddia edilen,
Recep Ercan Keskin’in ortak olduğu şirkete
devredilmişti. Turing’in elinde, işletmesini yaptığı
yalnızca Safranbolu tesisleri kaldı. Turing,
Atatürk’ün talimatıyla Lozan Konferansı Genel
Sekreteri Büyükelçi Reşit Çelik Gülersoy’la
özdeşleşmişti. Bir “İstanbul
Aşığı” olarak anılan Gülersoy’un
ardından kurumdaki düşüş başlamış ve Turing 2005
yılında kayyıma devredilmişti.
Cumhuriyet, Haber: Mehmet Keskin, 26.11.2014
|
GEZİ PARKI'NA KORUMA KALKTI
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin (İBB) Taksim Topçu Kışlası projesine
2015-2019 yıllarını kapsayan Stratejik Plan’da yer
vermesinin ardından bir skandal da Beyoğlu Kentsel
Sit Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı taslağında
yaşandı.

İptal edilen plan yerine hazırlanan koruma amaçlı
imar planı taslağına Gezi Parkı ve Taksim Meydanı,
"siyasiler daha karar vermedi" denilerek
konulmadı. Taslağı "kabul edilemez" olarak
değerlendiren Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi ÇED
Denetim Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı,
"Gezi Parkı ve Taksim Meydanı sadece Türkiye'nin
değil bütün dünyanın koruması altındadır. Gezi,
parktır park olarak kalacaktır. Kimse politik
manevralardan medet ummasın" dedi.
İBB İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Şehir
Planlama Müdürlüğü'nün çağrısıyla, mahkeme kararıyla
iptal edilen 1/5000 ölçekli Beyoğlu Kentsel Sit
Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı için ikinci
toplantı dün yapıldı. Şişhane'deki Beyoğlu
Belediyesi Gençlik Merkezi'nde gerçekleştirilen
toplantıda yeni plan taslağı açıklandı. Beyoğlu
Belediye Başkanlığı yetkilileri, koruma kurulları,
muhtarlıklar ile Mimarlar Odası'nın da yer aldığı
toplam 46 kurum ve kuruluşun katıldığı toplantıda
Taksim Meydanı ve Gezi Parkı'yla ilgili yeni bir
skandal daha ortaya çıktı. Koruma taslağı planında
Gezi Parkı ve Taksim Meydanı'nın beyaz renkle
kapatıldığı görüldü.
Dehşete düştük
Toplantıya katılan Mimarlar Odası Büyükkent
Şubesi ÇED Denetim Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı
koruma imar planının yargı tarafından plan
bütünselliği olmayışı ve kamu yararına aykırı olduğu
gerekçesiyle iptal edildiğini anımsatarak şunları
söyledi:
"İptal edilen planda yeşil alan özellikle
yetersizdi. Bütün bunlar varken önümüze getirilen
taslak plan bir kere bizim karşımıza anlaşılamaz bir
görsel olarak sunuldu. Hiçbir plan notu ya da plan
raporu yok. Deprem toplanma alanı yok. Neredeyse
durak projesi gibi hazırlanmış. Bizi dehşete düşüren
şey bu planın içinde Beyoğlu kentsel sit alanın
neredeyse kalbi olan Gezi Parkı ve Taksim
Meydanı'nın plan kapsamı dışına çıkarılması. Orada
boş kararsız bir leke haline getirilmesi ki bugüne
kadar üretilen bütün 5 binlik planlarda Taksim ve
Gezi Parkı park olarak konulmuştur ve özellikle
Taksim Meydanı'na erişen bütün yollar korunmuştur."
Siyasiler daha karar vermemiş!
Planı hazırlayan yetkililere gerekçe
sorduklarında, "Bu konuda siyasiler burda
henüz karar veremdiler. Dava süreci sürüyor. Belki
referendum yapılacak" yanıtı aldıklarını
ifade eden Yapıcı, "İtiraz ettik. Bu durum
kabul edilemez. Katılımsa katılım gibi bir anlayışla
bir oyunun parçası haline getirilmeye çalışıldık.
Biz burada eleştirelerimizi, planın direk
odalarımıza iletilmesi gerektiğini üzerinde
çalışmamız gerektiğini bildirdik. Ancak ne yazık ki
böyle garip bir durumla karşılaştık. Önümüze getiren
plan hem usulen hem teknik olarak hem de ahlaka
aykırı" diye konuştu. Yapıcı sözlerini
şöyle sürdürdü:
"Bu toplantı yok hükmündedir. Toplantının
yenilenmesini bekliyoruz. Plan katılımcı ve şeffaf
hazırlanmalı. Mahalle örgütleri meslek odalarının
görüşleri önemlidir. Taksim Gezi Parkı ve Taksim
Meydanı sadece Türkiye'nin değil bütün dünyanın
koruması altındadır. Parktır park olarak kalacaktır.
Kimse politik manevralar medet ummasın."
Cumhuriyet, Haber: Hazal Kaya, 26.11.2014
|
RESTORASYON BÖYLE YAPILIR
Foça'da restore edilen Osmanlı Ceneviz kalesinde
yapılan çalışma son dönemde çokça görülen kötü
örneklerin ardından tarihe ve mimariye nasıl
yaklaşılması gerektiğine dair derslerle dolu.

Son yıllarda tarihi eserlerle ilgili yapılan
restorasyonlar kamuoyunda sıkça tartışılıyor.
Özellikle çimento kullanılması ve restorasyon
sonunda eserlerin 'gıcır gıcır' olması eleştiri alan
konuların başında geliyor. Bu restorasyonların da
hemen tamamına yakını ihale yoluyla veriliyor.
Devletin kasasından milyonlarca lira harcanmasına
karşılık restorasyonlar istenilen biçimde olmuyor.
Urfa kalesi, Sümela Manastırı, Eskişehir Seyid
Battal Gazi türbesi,
İstanbul Vilayet Cami, İshakpaşa Sarayı, Apollon
Smintheus Tapınağı son yıllarda yaşanan en kötü
restorasyon örnekleri olarak karşımıza çıktı.
Foça’da ise ihale yoluyla değil bizzat Phokaia
kazı başkanı Prof.Dr. Ömer Özyiğit tarafından
Osmanlı Ceneviz kalesi restore edildi. Sıfır çimento
ve orjinal taşları kullanılarak yapılan
restorasyonda Prof. Özyiğit, binlerce yıllık
harçların formüllerini yeniden bularak kaleyi
sağlamlaştırdı. Yeni yapıldığı belli olmaması için
de eskitme uygulandı. İhale yapılsa 7-8 milyon
liraya mal olacak kale restorasyonu Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın izni,
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kazılara verdiği
maddi destekle ayağa kaldırıldı. Bilimsel
restorasyonu UNESCO heyeti görünce kale "geçici
miras" listesine alındı. İşte o restorasyonu yapan
Prof. Özyiğit ile restorasyonun ayrıntılarını,
çimentosuz harcın formüllerini konuştuk...

Restorasyona başlamadan önce hangi
çalışmaları yaptınız?
Arkeolojik kazıları tamamlanmayan bir yapının
restorasyonuna kesinlikle geçilmemelidir; çünkü son
kazılarda çıkabilecek bulgular, projeleri
değiştirecek nitelikte olabilir. 2009-2010
yıllarında restorasyonunu yapacağımız bölümün tüm
kazılarını yaptık. Çok sayıda dönem ve evrelerin
varlığını gördük. Ayrıca kentin geçirdiği büyük
depremleri de göz önüne aldık. Böylelikle bu kent
duvarlarının geçirmiş olduğu tarihsel yapım ve
onarım evrelerini kronolojik olarak ortaya koyduk.
Açılışta 11 restorasyon ilkesi
belirlediğinizi söylediniz. Nedir bu ilkeler?
Foça kent duvarlarının restorasyonu için on bir ilke
belirledik. 1) Tümden tamamlama yok. 2) Günümüze
gelen duvar dış yüzeylerinin tümü korunacak. 3)
Tamamlamalar dış yüzeylerin korunmadığı yerlerde
yapılacak. 4) Surun yüksekliği toprağın arkadan
akmaması için arkadaki toprak seviyesinden en çok
bir korkuluk boyu yükseklikte olacak. 5)
Olabildiğince eski taşlar kullanılacak. 6)
Surlardaki toprak, horasan ve kireç özgün harç
türleri, onarımlarda güçlendirilerek kullanılacak.
7) Çimento hiçbir zaman kullanılmayacak. 8) Onarılan
duvarların taşlarının ışık-gölge oyunlarıyla daha
iyi görülebilmesi için derzler oldukça derin
yapılacak. 9) Yeni yüzeylere eski görünümü vermek
için eskitme yapılacak. 10) Duvarların üst
yüzeyleri, tamamlanmadan yıkıntı görünümü arz eden
bir biçimde bırakılacak. 11) Onarılan bölümler,
özgün yüzeylerden andezit taşından kırmızı bir
çizgiyle, farklı dönemlerdeki bölümler ise,
bazalttan siyah bir çizgiyle ayrılacak. Bu
ilkelerimizin dışına hiçbir zaman çıkmadık.
Yaptığımız restorasyon bu nedenle başarılı oldu.
Her dönemin ayrı harcı olduğunu söylediniz.
Bu harçların formüllerini nasıl buldunuz?
Önce harçların yapılarını analiz ettik. Bizansların
toprak, Cenevizlerin horasan, Osmanlıların da hem
toprak hem de kireç harcı kullanmış olduğunu gördük.
Daha sonra da birçok denemeler yaptık. Eski özgün
harçların daha kuvvetlisini elde ettik. Kireç asıl
bağlayıcı maddedir ancak kireç harcın güçlü
olabilmesi için kirecin yıllarca bekletilmiş olması
gerekir. Mimar Sinan da büyük camilerini ve diğer
eserlerini yıllarca bekletilmiş kireç harcıyla
yaptı.

Kireç harcı da siz mi ürettiniz?
Yok. Biz beklemiş harç bulamadık; bu nedenle
Fransa’dan getirttiğimiz hidrolik kireci kullandık.
Hidrolik kireci, hamur kireçle karıştırdık. Harcın
içerisindeki kireç oranını yüzde 30 oranında tutmaya
özen gösterdik. Harcın içindeki kireç oranı yüzde
30’dan fazla olursa harcın çatlama yaptığını, yüzde
30’dan az olursa bu kez de harcın zayıf olduğunu
gördük. Bu harcı da surun iç ve dış kısmında ayrı
oranlarda uyguladık. Denizden gelen neme karşılık…
Ya horasan harç nasıl formüle edildi?
Horasan harç arkeolojide “Vitruv Harcı” olarak
anılır. Bu isim Roma İmparatoru Augustus zamanında
yaşamış olan mimar Vitruvius’dan gelir. Vitruvius
“Mimarlık Üzerine 10 Kitap” isimli eserinde horasan
harcın oranlarından söz eder. Biz tüm bu oranları
denedik ve en güçlüsünü elde ettik. Buna göre
toprak, horasan ve kireç harcın oranlarını şöyle
kullandık:
Toprak Harç: 2 ölçek hamur kireç, 2 ölçek hidrolik
kireç, 6 ölçek toprak, 2 ölçek dişli kum, 1,5 ölçek
mıcır, yeterince kahverengi boya ve su.
Kireç Harç: 2 ölçek hamur kireç, 2 ölçek hidrolik
kireç, 1,2 ölçek iri mıcır, 1,2 ölçek mermer tozu, 7
ölçek dişli kum, yeterince su.
Horasan Harç: 2 ölçek hamur kireç, 2 ölçek hidrolik
kireç, 3,5 ölçek işli kum, 2 ölçek iri mıcır, 1
ölçek mermer tozu, 2 ölçek iri seramik veya kiremit
irmiği, 1 ölçek ince kiremit irmiği (0,3 – 0,7
boyutunda), yeterince su.
Tarihi eser restorasyonlarında nelere dikkat
edilmeli?
Tarihi eser restorasyonlarında dikkat edilecek en
önemli özellik, eserin özgünlüğünün korunmasını
sağlamak, onun özgünlüğünü bozmamak. Özgün olan
bütün bölümler korunmalıdır. Tamamlamalar ise,
özgünlükle bir bütünlük sağlamalı; fakat özgün olan
bölümlerden ayrılmalıdır. Restorasyonu yapılan bir
eserde neresi yeni neresi eski olduğunu anlamamız
gerek. Tamamlanan bölümlerin de özgün bölümlerden
kolaylıkla ayrılması için çok zıt bir malzemeyle
yapılmamalıdır. Özgün bütünlükler yükseklikler
bilinmiyorsa, eser kesinlikle tamamlanmamalıdır.
Biliniyorsa bir takım noktalarda eserin özgün
yüksekliği gösterilebilir. Ayrıca özgün malzeme
kullanılmalıdır. Eski taş, eski harç ve diğerleri...
Yeni yapılan bölümlere kesinlikle eskitme
uygulanmalıdır. Restorasyonu bilim adamlarına, daha
doğrusu bilen adamlara yaptırtmak eseri korumak
açısından çok önemlidir. Restorasyon konusunda ihale
yönteminden vazgeçilmelidir.

Restorasyonda çimento kullanılmasını
nasıl karşılıyorsunuz?
Ne yazık ki günümüzde yapılan restorasyonların bir
çoğunda hala hem beyaz hem gri çimento kullanılıyor.
Bu malzeme bağlayıcı maddeler içerisinde en ucuzu
olduğu için bir tercih nedeni oluyor. Çimento çabuk
donma özelliği ile kireç harcından üstün bir malzeme
olarak görülüyor fakat çok uzun olmayan bir sürede
dağılma özelliği gösteriyor. Ayrıca çimento tuzları
bağladığı taşları da cinsine göre eritebiliyor.
Belli bir süre sonra 50 yıl, 100 yıl sonra çimento
harcıyla yapılan bütün yapıların yenilenmesi konusu
gündeme gelecektir fakat eski kireç harcıyla yapılan
yapılar ise, çok uzun süre yaşayacaktır. Kireç harcı
öyle bir harç ki, her gün, her hafta, her yıl, her
yüzyıl daha da sertleşen ve güçlenen bir harçtır.
20. yüzyılın başlarına kadar bütün yapılar,
genellikle kireç harcıyla oluşturulmuştu. Gri renkli
çimentonun kullanıldığı duvarların derzleri kireç ve
beyaz çimento karışımıyla örtülerek alttaki gri
çimento saklanılmaktadır.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 25.11.2014
|
BERN'DE NAZİLERE YER YOK
İsviçre'deki Bern Sanat Müzesi, Nazi döneminde Adolf
Hitler’in koleksiyoneri olan Hildebrand Gurlitt'in
biriktirdiği sanat eserlerini sergilemeyi kabul
etti.

Sergi kararını
duyuran Bern Sanat Müzesi Yönetim Kurulu Başkanı
Christoph Schaeublin, sergiyi açacaklarını ancak
Nazilerin İkinci Dünya Savaşı'nda yağmaladıklarından
şüphelenilen hiçbir eserin sergilenmeyeceğini
belirtti. Ayrıca, yağmalanmış eserlerin tümünün
sahiplerine iade edilebilmesi için Alman
yetkililerle çalışma sözü verdi.
Sahiplerine verilecek
Koleksiyonda bulunan Max Liebermann, Henri
Matisse ve Carl Spitzweg’e ait üç eserin de
sahiplerine teslim edileceği bildirildi. Beş yüze
yakın eser ise gerçek sahipleri bulunana dek
Almanya'da kalacak. Hildebrand Gurlitt'in oğlu
Cornelius içlerinde Pablo Picasso ve Claude
Monet'nin eserlerinin de bulunduğu yaklaşık 1 milyar
350 milyon dolar değerindeki koleksiyonu yıllarca
saklamıştı. Alman yetkililer, 2012'de Gurlitt'in
Münih'teki evinde bulunan 1280 esere el koymuştu.
Gurlitt geçtiğimiz mayıs ayında öldüğünde, Bern
Sanat Müzesi'ni tek mirasçısı ilan etmişti. Müze
koleksiyonun tümünü kabul etseydi, eserlerin
mülkiyeti konusunda yıllarca sürebilecek, pahalı bir
hukuk mücadelesine girecek ve itibarı
zedelenecekti.
Akşam, 26.11.2014
|
|
İTALYA'DA VANDALİZME ÇOK AĞIR CEZA
İtalya’nın en değerli tarihi
eserlerinden olan Roma’daki Kolezyum’un duvarına
25 santimlik ‘K’ harfi kazıyan bir Rus, 25 bin
dolarlık para cezasına çarptırıldı.
Rus turist sivri uçlu bir taşla tarihi
yapının duvarını kazırken güvenlik görevlisine
yakalandı. Olay yerinde polis tarafından
tutuklanan 42 yaşındaki turiste ağır para
cezasıyla birlikte 4 yıl ertelemeli hapis cezası
da verildi.
Kolezyum yetkilileri adı açıklanmayan Rus
turistin yapıya “ciddi hasar verdiğini” söylerken,
bunun şimdiye kadar verilen en ağır ceza olduğu
ifade ediliyor.
Roma İmparatorluğu’na ait en büyük amfi
tiyatro olma özelliğini taşıyan Kolezyum aynı
zamanda türünün dünyadaki en büyük örneği.
Yılda 6 milyon turist tarafından ziyaret edilen
Kolezyum’daki olay, bu sene yaşanan beşinci
vandalizm vakası oldu.
Hürriyet, 25.11.2014
|
O KULELERDE GERİ ADIM MI ATILACAK?

Tarihi silueti
bozan 16/9 kulelerinin ruhsatının iptali için dava
açan Mimar Yusuf Özden şikayetini geri çekti.
Danıştay feragati kabul ederse 16/9 için çıkan
tıraşlama kararı iptal edilebilecek.
Zeytinburnu sahilinde yapılan ‘onaltı dokuz’
projesinde, yasalara uygun olmadığı gerekçesiyle
inşaat ruhsatının iptal edilmesini talep ederek dava
açan Mimar Yusuf Özden, şikayetinden vazgeçti.
Vatan’ın haberine göre; Danıştay 14′üncü Dairesi,
feragati kabul ederse ruhsatı iptal edilen ve
illegal konumda olan ‘onaltı dokuz’un ruhsatı legal
hale gelecek. Ruhsatların iptal edilmesini sağlayan
süreci başlatan ve Danıştay’dan da onaylatan Yusuf
Özden, davadan neden çekildiğini anlattı:
‘Orası artık milli servet’
“Ben inşaat imalat halindeyken ruhsatı veren
kurumlara dava açtım. İmalatçıya açılmış bir dava
değil, aksine plana yönelik davadır. Türkiye’de
yargıya güvenim sonsuz fakat ben davayı açtıktan
sonra karar çıkana kadar inşaat tamamlandı. İnsanlar
tonlarca para vererek evleri satın aldı. Orada bir
yaşam kurdu. Oraya yapılan yatırım milli
servetimizin bir parçası. İnsanların evlerinden
atılması vicdansızlıktır.”
‘Vicdanımın sesini dinledim’
“Ben de vicdanımın sesini dinleyerek karardan
vazgeçtim. O katlarda oturan ev sahipleri davayı
geri çekmemi istedi, onlarla süreç içerisinde
konuşmalarımız oldu. Mağdur olduklarını anlattılar.
Benden böyle bir talepte bulundular. Ancak firmadan
kimseyle bir iletişimim olmadı. Bana kesinlikle
teklifte bulunmadı, 5 kuruş almadım. ”
Sadece iki dava açılmıştı
Projeyle ilgili iki dava bulunuyor. İlki Yusuf
Özden’in açmış olduğu ‘ruhsat iptal’ davası. Bu
davada Danıştay iptal kararını onayladı. Projenin
sahibi Astay İnşaat ise düzeltme talebinde bulundu.
Bu süreçte Danıştay’ın ruhsat iptal kararından yola
çıkarak Cihat Gökdemir, 3 gökdelenin silueti bozan
kısmının yıkılması için dava açtı. Açılan davada
mahkeme binanın yasal olmayan kısmının
tıraşlanmasına karar verdi. Ancak Özden’in feragat
talebi kabul edilirse bu dava da otomatik olarak
düşecek.
Ruhsatı nasıl aldı?
Arazi 2007’de Mesut Toprak’a satıldıktan sonra
nazım imar plan teklifi yapıldı. 2008’de Belediye
Meclisi’nin kararıyla ticaret ve turizm alanına
çevrildi. Emsali 1′den 2.5′a çıkarıldı. 1/100′lik
uygulama imar planı da 10 Kasım 2009 tarihli İBB
meclis gündemine alınmasına karşın dosya, 13 Mart
2009’da meclis kararı ile iade edildi. 5216 sayılı
kanunun 14. maddesinin “üç ay içinde belediye
meclisinde görüşülmeyen kararlar onaylanmış sayılır”
hükmüne karşın üç ay içinde karar alınmadı ve ilçe
belediyesinin kararı kesinleşti. Ancak bu sürede
değişen imar planı askıya alınmadı. Firma valiliğe
yazı gönderdi ardından da Zeytinburnu
Belediyesi’nden ruhsatını alarak inşaata başladı.
Top Danıştay’da
ANKARA Üniversitesi İdari Hukuku Anabilim Dalı
Başkanı Prof.Dr. Ali Dursun Ulusoy, takdir hakkının
Danıştay’da olduğunu söyledi: “Feragatinin kabulüne
ya da reddine Danıştay karar verecek. Eğer feragati
kabul ederse, dava düşecek ve ruhsatlar hukuki hale
gelecek. Ancak kamuyu yakından ilgilendiren
davalarda Danıştay feragati kabul etmeyebilir. Bu
noktada ise ruhsatlar iptal olduğu için bu durum
geçerliliğini koruyacak ve proje illegal bir yapı
olarak kalacak. Kamusal bir dava olduğu için
Danıştay’ın feragati reddetmesi gerektiğine
inanıyorum.”
Yeni dava açılabilir
”Danıştay feragati kabul ederse tekrar ruhsat
iptal davası açılabilir mi derseniz, burada zaman
konusu sorun olabilir. Çükü mahkeme o zaman ‘bugüne
kadar ruhsat iptali için dava neden açmadın’
diyebilir. Ancak bu durumda, askıya çıkan bir plan
olmadığı için imar planının iptali için ayrı bir
dava açılabilir.”
Ünlü isimlerin daireleri var
19/6 kulelerinden daire satın alanlar arasında
İstanbul Milletvekili ve eski Bağcılar Belediye
Başkanı Feyzullah Kıyıklık, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi eski Genel Sekreteri Adem Baştürk,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Genel Sekreter
Yardımcısı Köksal Tandıroğlu, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş,
Zeytinburnu Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı Hasan
Albayrak, Celalettin Cerrah ve kızı bulunuyor.
Binaların fiyatları ise 1 milyon ile 4 milyon TL
arasında değişiyor.
Erdoğan da kızmıştı
İstanbul’un tarihi siluetini bozduğu için eleştiri
oklarının hedefi olan 16/9 projesine, o dönem
başbakan olan Erdoğan da tepki göstermişti.
Sözcü,
25.11.2014
|
YEDİKULE BOSTANLARI PLANI İADE EDİLDİ, TARAFLAR
TEMKİNLİ

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş, imara açılacak Yedikule Bostanları'yla
ilgili “Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı
Tadilatını” yeniden değerlendirilmek üzere İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Meclisi'ne iade etti.
Açıklamada taraflarla bir çalıştay yapılacağı ve
mahallelinin istekleri doğrultusunda güvenlik,
aydınlatma ve temizlik yapılacağı belirtildi.
Plana kabul edilmesi halinde dava açmaya
hazırlanan meslek odaları en başında verilmesi
gereken bu karara temkinli yaklaşıyor. Odalar
bostanın korunarak daha iyi hale gelmesi için
projeler üstünde çalışıyor.
İade edilen plana göre, surlar ile birlikte
kültürel miras olan topraklarda süs havuzu, sosyal
tesis, açık spor alanı, otopark, dinlenme alanları
ve konutlar yapılabilecekti.
Süreç tersinden işledi
Arkeologlar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Yiğit
Ozar, "Önceden proje üretip önümüze sunup sonra
ancak tepkiler üzerine bu noktaya gelebildiler.
Süreç tersinden işledi, ne yazık ki. Birlikte karar
verme en başından beri yapılması gereken bir şeydi"
dedi.
Tek kent içi tarım alanı
Ziraat Mühendisleri Odası İstabul Şube Başkanı
Ahmet Atalık, kararın olumlu olduğunu ancak daha
önce de bu gibi görüş alma toplantılarının mevzuat
gereği, göstermelik olarak yapılması nedeniyle
temkinli olduklarını söyledi.
"Binlerce yıldır tarım alanı olarak kullanılan
alanı yeşil alana çevirirseniz orayı koruyamazsınız.
Yeşil alan tarım dışı alan demektir. Önce park
yapılır, sonra restoran, otopark, AVM, villa. Onun
zaten yeşilliği de kalmaz.
Herkesin gezeceği bir yer olabilir
"Oysa burası Bizans'tan Osmanlı'ya oradan
Türkiye'ye kalmış. Kuyu ve sarnıçlarla sulama
yapılan tarihi bir bostan. Üstelik yapılan
analizlerde su ve toprak da tertemiz.
"Neden burayı dünyadaki tek kent içi tarım alanı
olarak korumayalım? Osmanlı kuyu ve sarnıçlarının
korunduğu sulama sistemleri geliştirilerek,
parseller arasına gezi yolları yapılarak, ürünler
için satış noktaları yaparak herkesin sarayın sebze
meyvesini yetiştirdiği bostanları gezmesini
sağlayabiliriz. Bu turistlerin de gezeceği bir alan
haline gelebilir.
"İlle her şeyin üzerine beton mu dökmek gerekir.
Elimizde burayı belli iyileştirmelerle herkesin
görmek isteyeceği bir alana çevirme fırsatımız
varken, neden yok ediyoruz?"
Topbaş'ın açıklaması
"Yedikule Mahallesi'ndeki söz konusu alanın asli
niteliğinin korunması ve geleceğe taşınması için
daha kapsamlı bir çalışmaya imkan sağlamak amacıyla
ilgili plan tadilatı kararı İstanbul Büyükşehir
Belediye Meclisi'ne iade edilmiştir. Yapılacak
çalışmalara ışık tutması için tarihçiler, bilim
adamları, mahalle sakinleri ve ilgililerin
katılacağı bir çalıştay düzenlenmesinin faydalı
olacağı düşünülmektedir. Söz konusu plan tadilatı,
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'ne iade
edilmekle birlikte, bu plan tadilatına gerekçe
oluşturan Yedikule Mahallesi sakinlerinin talepleri
(Güvenlik-Aydınlatma-Çevre Temizliği eksikliği)
hızla ele alınıp çözüme kavuşturulacaktır."
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 25.11.2014
|
İSTANBUL AŞIĞI BEDRİ RAHMİ'NİN İZLERİ ŞEHİRDEN BİR
BİR SİLİNİYOR

Dünyaca ünlü şair ve ressam Bedri Rahmi
Eyüb-oğlu’nun İstanbul’un çeşitli semtlerine
işlediği mozaikler ilgisizliğin kurbanı oldu. Kimine
merdiven demirleri çakıldı, kimine ise klima asıldı.
Eyüboğlu’nun öğrencileri, eserlerin müzeye taşınıp
korunmasını istiyor.
İstanbul deyince aklıma martı gelir/Yarısı gümüş,
yarısı köpük/Yarısı balık yarısı kuş/İstanbul
deyince aklıma bir masal gelir/Bir varmış, bir
yokmuş. Mısralarıyla İstanbul’a olan hayranlığını
dile getiren şair ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun
İstanbul’un dört bir tarafını süsleyen mozaik
resimleri kaderine terk edildi. Dünyaca ünlü
sanatçının hak ettiği değeri görmeyen bazı eserleri
çoktan tarihe karıştı. 4. Levent, İMÇ Çarşısı,
Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Karaköy’de
yer alan çalışmaları ise gerekli önlemler alınmadığı
takdirde yitirilenler ile aynı kaderi paylaşacak.
Zira İMÇ Çarşısı’nda yer alan iki mozaik esnafın
ilgisizliği nedeniyle birçok taşını kaybetmiş
durumda. Samatya Hastanesi’nde yer alan mozaiğe
merdiven demirleri geçirilmiş, yanına oyun parkı
yerleştirilmiş. Karaköy’de yer alan beton
kabartmanın birçok önemli parçası düşmüş. 4.
Levent’te yer alanlar ise Beşiktaş Belediyesi’nin
çabalarıyla kısmen koruma altına alınabilmiş
vaziyette.
Bedri Rahmi’nin son dönem öğrencilerinden Mimar
Sinan Üniversitesi Resim Bölümü Öğretim Üyesi ve
Ressam Prof.Dr. Aydın Ayan, sanatçının eserlerine
yapılan zulmün yeni olmadığını aktarıyor. Ayan,
Bedri Rahmi’nin İstanbul’un önemli otellerinden
birine yaptığı panoya yapılan muameleyi şöyle
anlatıyor: “1974 ya da 75’in başı. Bedri Rahmi’yle
atölyedeyiz. Bir telefon geldi; Bedri Rahmi’ye haber
verdiler. Demişler ki biz dekorasyonu
değiştireceğiz, burada bir panonuz var, gelin onu
alın. Bedri Rahmi şaşırdı tabii, tamam dedi.
Asistanıyla bir arkadaşımız gidiyorlar panoyu almak
üzere. Bir bakıyorlar pano ikiye ayrılmış, pinpon
masası yapılmış.”
Bedri Rahmi’ye İstanbul’un çeşitli yerlerine
yaptığı mozaikler sırasında asistanlık yapan ünlü
ressam Devrim Erbil ise Türkiye’de sanata saygı ve
ilginin henüz kökleşmediğinden yakınıyor. Verdikleri
konferans ve yaptıkları çalışmalarla bu durumu
değiştirmeye çalıştıklarını belirten Erbil,
“Levent’teki o mozaiklerin başına çok gelen oldu.
Üzerinden klimalar geçirildi, delik deşik oldu,
borular geçirildi. Bu bir sanat eserine en büyük
saygısızlıktır.” sözleriyle durumun vahametini
anlatıyor. Ünlü ressam, Bedri Rahmi’nin 1958’de
Brüksel Dünya Sergisi için yaptığı panonun başına
gelenleri ise şöyle aktarıyor: “Panoyu 1958 yılında
Türkiye’ye getirmişler, Sirkeci Garı’nda uzun müddet
durmuş. 200 metrekarelik bir pano. Bu kayboldu
gitti. İzini sürenler gördü ki, belediye bunun bir
kısmını yüzme havuzunda zemin yapmış, bir kısmı
Kıbrıs’taki Türk alayında bulundu. Diğerlerinin de
ne olduğu belli değil. Yani 200 metrekare pano nasıl
buharlaştı gitti.”
Panolar
müzeye taşınmalı
Devrim Erbil mozaiklerin nasıl korunması
gerektiği ile ilgili de bir öneri sunuyor. Panoların
alınıp bir müzede değerlendirilmesi gerektiğini
belirten Erbil, “Bugün teknoloji müsait. Mesela
resim ve heykel müzesinin yeni yapılan kısmında
olabilir. Bu yeni müzede bu panolar pekala,
sanatçılara, sanatseverlere, eğitimcilere, eğitim
görenlere, yabancılara rahatlıkla gösterilebilir. Bu
panolar bir vesile olmalı.” diyor. Aydın Ayan ise
“Panoların onarılması gerekir. Hak ettikleri şekilde
korunması gerekir, fakat parasal değer ve rant bazı
şeylerin önüne geçiyor. Sanat ikinci plana
düşürülüyor ya da yok sayılıyor.” ifadelerini
kullanıyor.
Zaman, Haber: Nur Muhammed Tarhan, 24.11.2014
|
O PİYANO ÖYLE BİR RAKAMA SATILDI Kİ

ABD’nin New York eyaletinde düzenlenen bir
müzayedede 1940’lı yılların klasikleşen filmi
Casablanca’da kullanılan bazı antika parçalar satışa
sunuldu. Filmde kullanılan piyano 2.9 milyon
dolarlık rekor bir fiyata satılırken filmin en ünlü
sahnesinde piyanonun içine saklanan bazı belgeler
ise 100 bin dolara alıcı buldu. Filmde kullanılan
iki piyanodan biri olan piyanonun sahibi diş hekimi
Gary Milan, piyanonun kendisine geldiğinde tuşların
altında bir sakız olduğunu ve sakızda bulunan parmak
izinin ise kime ait olduğunu bilmediğini söyledi.
1942 yılında Fas’ın liman kenti Casablanca’da
çekilen film, üç Oscar ödülüne layık görülen
görülmüştü. Filmde piyanist Sam karakterine hayat
veren Dooley Wilson, “As Time Goes By” şarkısını bu
piyano eşliğinde çalmıştı. Filmde aktör Humphrey
Bogart senaryo gereği yasal olmayan taşımacılık
belgelerini bu piyanoya saklanmıştı.
Akşam, 25.11.2014
|
BİR SÜTUN DA BİZ DİKELİM
Anadolu
kültür mirasının en güzel örneklerinden biri
Kastabala antik kenti. Çukurova’daki antik kentle
ilgili yeni bir kampanya başladı. Kültür Bilincini
Geliştirme Vakfı, ‘Bir Sütun da Sen Dik’ sloganıyla
tarihi kentin sütunlarını ayağa kaldırmaya
çalışıyor.

Toplumumuzun ihtiyaçları çok. Ama bunlar arasında
acil ilgi bekleyenler var. Misal size; her türlü
kültür mirasına sahip çıkan, kültürel
zenginliklerini, değerlerini içinde yeşerdiği doğa
ile birlikte algılayan, koruyan ve geliştiren bir
bilince ulaşmak... Bu ortak amaç 2003’te
akademisyen, iş insanı, sanatçı, arkeolog, mimar ve
sanat tarihçileri başta olmak üzere farklı meslek
gruplarından 148 kişinin bir vakıf kurmasına ön ayak
oldu: Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı.
Vakıf, geçen yıllarda ‘Bir Sütun da Sen Dik’
sloganıyla bir bağış kampanyası düzenleyerek Perge
antik kentindeki sütunların ayağa kaldırılmasını
sağladı.

Olay şu: Topraktan çıkarılan sütunların
parçalarını birleştirmek ve onları ayağa kaldırmak
maliyetli bir iş. Sütun başına belirlenen bir bedel
var; o bedeli ödeyen kişi veya kişilerin adları
ayağa kalkmasını sağladıkları sütunun altına
plaketle yazılıyor. Vakıf, 110 civarında sütunu
bağışlarla ayağa kaldırdığı Perge’den sonra şimdi bu
projeyi Çukurova’daki Kastabala antik kenti için
yeniden başlattı. Geçen hafta Fest Travel buraya bir
gezi düzenledi. Arkeoloji ve tarih meraklısı
gezginlerden oluşan gruba katılarak ben de
Kastabala’yı ziyaret ettim. Bu geziden elde edilen
gelir Kastabala kampanyasının ilk bağışı oldu. Bakın
mesela, antik çağda kentlerin vatandaşları kamusal
yapıların inşaatlarına imkanları ölçüsünde
katılmaktan onur duyarmış. Genellikle masraflarına
katkı sağladıkları yapının veya bir sütunun üzerine
kitabelerle isimleri kazınırmış. Bu kampanyaya bir
açıdan da bu geleneğin devamı olarak bakılabilir.

Geçmişte insanların kentlerini en güzel haliyle
sahiplenmelerine benzer şekilde, Kastabala’nın
devrilmiş sütunlarını ayağa kaldırmak da hepimizin
görevi olmalı. Modern kentlerimize dair söz
hakkımızın çok kısıtlı olduğu şu günlerde en azından
kültürel mirasımıza sahip çıkabiliriz.
GEÇMİŞE IŞINLAYAN KENT KASTABALA

Kastabala, ortaçağda terk edilmiş. Esasen adı
‘Hierapolis Kastabala’. Hierapolis unvanını kutsal
topraklar üzerine inşa edildiğine inanıldığı için
almış. Osmaniye ilindeki bu antik kentin üstünün bir
yorgan gibi toprakla örtüldüğü, altında sütunlu
caddeler, hamam, tiyatro, stadyum, kilise, su kemeri
ve çeşitli kalıntıların kaldığı tespit edildikten
sonra bir kazıyla bunlar gün yüzüne çıkarılmış.
Gerçekten nefes kesici. Çukurova’nın enginliği ile
antik kentin büyüsü birleşince, etraftaki köylüler
olmasa insanın kendini 2014 yılında değil de Roma
devrinde gibi hissetmesi kaçınılmaz. Zira bugün
Kastabala ören yerinde görülen tüm kalıntılar Roma
devrinden kalma.

Diğer Çukurova kentlerinde olduğu gibi
Kastabala’da da 2’nci yüzyıl sonu ve 3’üncü yüzyıl
başlarında artan Doğu seferleri nedeniyle Doğu
cephesine sevk edilen Roma lejyonları ekonomik ve
sosyal sorunlara neden oluyordu. Kentlerin bu
sorunlarla baş edebilmelerini sağlamak için
imparatorlar ovalık Klikya kentlerinde yoğun imar
faaliyetlerine giriştiler ve bu kentlere kendi
adlarıyla anılan birçok oyun düzenlemesi
ayrıcalığını tanıdılar.
Özellikle Severus hanedanının uyguladığı imar
politikasının ürünleri Hierapolis Kastabala’nın
ayakta kalan yapı kalıntılarında halen
izlenebiliyor. Burayı ziyaret ettiğinizde 300 metre
uzunluğundaki sütunlu caddenin bir kısmını, kent
kapısını, muazzam tiyatroyu, hamam kalıntılarını,
mezar yapılarını, kaya mezarlarını, kilise
kalıntılarını göreceksiniz.

Tüm bunlarla Kastabala bugün bir arkeolojik ve
doğal park olabilecek özellikleri taşıyor.
Harabelerin içerdiği tarihi ve arkeolojik anıtlar
her türlü tahribattan özenle korunur, yol gösterici
ve açıklayıcı levhalarla kolayca gezilir.
hale getirilirse Kastabala, Karatepe- Aslantaş,
Kadirli-Flaviopolis ve Dilekkaya-Anazarbos ile
birlikte Çukurova’nın doğusunda mutlaka ziyaret
edilmesi gereken ören yerleri konumuna kavuşur.
Bir sütun da siz dikerseniz çorbada tuzunuz olur.
Hürriyet, Haber: Melis Alphan, 24.11.2014
|
SEFALET İÇİNDE ÖLEN NERMİN SULTAN'IN YÜZÜ 15 MİLYON
€
Matisse'in "Siyah Koltukta Cariye" tablosu 15 milyon
eurodan satılıyor. Ünlü ressam 1942'de bu tabloda,
Sultan Abdülaziz'in Fransa'da bir hastanenin
muhtaçlar koğuşunda ölen torunu Nermin Sultan'ı
resmetmişti.

Çağdaş resmin
önemli isimlerinden Fransız ressam Henri Matisse'in
ünlü yapıtı vitrine çıktı.
Matisse'in 1942'de
tamamlanan Odalisque Au Fauteuil (Siyah Koltukta
Cariye) adlı tablosu 15 milyon euroya satılacak.
Ünlü müzayede evi Sotheby's tarafından 2015 şubatta
satılacak eser, ressama ait değerli tablolardan biri
olacak. Ancak eseri farklı kılan ise tablodaki yüz.
Resim, 32'nci Osmanlı padişahı Abdülaziz'in torunu
olan Nermin Sultan'a ait. Prensesin güzelliğine
hayran kalan Matisse, 1942'de bin bir rica ile
tabloyu yapmaya ikna eder. 76 yaşında vefat eden
Nermin Sultan'ın hikayesi ise tablosundan daha
ucuzdur.
Fransa'dan fakir aylığı
Fransa'daki bir hastanenin muhtaçlar koğuşunda
sefalet içinde vefat eden Nermin Sultan, kimliksiz
olarak yaşıyordu ve Fransa'nın bağladığı fakir
aylığıyla geçiniyordu. Geçirdiği felç nedeniyle
gözleri dahi görmeyen sultan, Fransa'nın güneyindeki
Bagnols-sur-Ceze şehrinde 1999'da vefat etti. Asıl
adı Nezahat Nermin Hamide Şefkat olan Osmanlı
prensesinin siyasi mülteci olarak Fransız
hükümetinin verdiği vatansızlara mahsus kimlik
belgesinde isminin hemen yanında "Osmanlı
İmparatorluk Prensesi" yazılıydı. 1923'te
İstanbul'da doğan prensesin babası Şehzade Şevket
Efendi, Sultan Abdülaziz'in oğluydu. Annesi Adile
Adile Hanımsultan ise Sultan Abdülhamid'in kızı
Naime Sultan'ın çocuğuydu. 1924 Mart'ında, hanedanla
beraber Türkiye'den ayrıldığında 1 yaşında olan
sultanın 4-5 yaşına geldiğinde ise kemik erimesi
hastalığı baş gösterdi. Çocukluğu ve genç kızlığı
anneannesi Naime Sultan'la beraber Güney Fransa'da,
Nice'de geçen prenses, o dönemin en büyük ressamı
Henri Matisse ile Nice'te tanıştı. Cimiez semtinde
şimdi Matisse Müzesi olan malikaneye yerleşen
Fransız ressam, Naime Sultan'ın ailesiyle komşu
oldu. Genç prensesin yüzünün güzelliği ressamı
hayran bıraktı, Sultan'ı bin bir ricayla tablosunu
yapmaya ikna edebildi ve meşhur tablo işte böyle
doğdu. II. Dünya Savaşı'nın patlamasıyla
Arnavutluk'a giden prensesin anneannesi öldü ve
nişanlısı ise Arnavutluk lideri Enver Hoca'ya bağlı
komünist birlikler tarafından nişanlısı gözlerinin
önünde kurşuna dizildi.
Cenazesini doktoru kaldırdı
Bir İngiliz gemisiyle güç-bela Mısır'a sığınan
prenses, babası Şevket Efendi'yle oturdu. Bu defa
Mısır'da Nasır ihtilali sonucunda tekrar sürgüne
çıkan Nermin Sultan Cezayir'e gitti. Cezayir
Savaşı'yla tekrar Fransa'ya dönen prenses,
Bagnolssur- Ceze'de babasıyla yaşamaya başladı.
Babası Şevket Efendi'nin hırsızlık süsü verilmiş bir
olayda ölmesiyle hayata tutunmakta zorlanan Nermin
Sultan, hastalığının ilerlemesiyle hastaneye
kaldırıldı. Son 25 yılını yatağa mahkum geçiren
prenses, 75 yıllık bir mülteci hayatı yaşadı.
Cenazesini ise doktoru Charles Turcy ile karısı
kaldırdı.
Sabah, 25.11.2014
|
O MÜFETTİŞE USULSÜZLÜK İHBARI
Çalınan eserlerle anılan Ankara Devlet Resim ve
Heykel Müzesi’nin deposunda yapılan, 2009’daki
olaylı sayımın güvenlik kamerası kayıtlarına
Hürriyet ulaştı. Görüntülerde, hakkında depoya
“diğer sayım komisyonu üyeleri olmadan” girdiği
ihbarları bulunan müfettiş F.Ş. yer alıyor.

Toplam 302 eserin çalındığı
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin
deposunda 2009’da yapıldığı iddia edilen usulsüz
sayımın güvenlik kamerası kayıtlarında, hakkında çok
sayıda ihbar bulunan müfettiş F.Ş. depoya diğer
sayım komisyonu üyeleri olmadan girerken
görüntüleniyor. Aynı müfettiş hakkında Müze
Müdürlüğü’nün ihbarları sonucu dönemin Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, F.Ş.’nin hazırladığı sayım
raporunu işleme koymamış, Teftiş Kurulu Başkanlığı
da F.Ş. ile ilgili soruşturma başlatarak kınama
cezası vermişti.
SAHTE ALİ RIZA’LARI ENVANTERE KAYDETTİ
Müze Müdürlüğü’nün Bakanlığa gönderdiği bir ihbar
dilekçesinde, müfettiş F.Ş.’nin yaptığı sayımda
sahte eserleri envantere geçirdiği yazıyor: “Ressam
Hoca Ali Rıza’ya ait kayıp eserleri bulduğu
iddiasıyla, resimlerin gerçek olup olmadığını
incelemeksizin sahte eserleri envantere kaydetti.
Görevli olduğu sayım komisyonuyla beraber depoda
çalışması gerekirken, müfettiş unvanını kullanarak
müze depolarını açtırdı ve tek başına çalıştı.
Yüzlerce eser kayıp görünürken, kayıp eser sayısını
en aza indirdi. Son dönemde değişik yerlerden gelen
eserleri envantere kaydederek eski resimleri bulmuş
ve yerine koymuş görüntüsü verdi.”
KOMİSYON BOŞA ÇALIŞTI
Eski Bakan Günay’ın talimatı üzerine Teftiş
Kurulu Başkanlığı Başmüfettiş Heyeti’nin F.Ş.
hakkında hazırladığı soruşturma raporuna şunlar
yansıdı: “Sayım komisyonu üyelerinin müze envanter
defterlerinde kayıtlı eserlerin gerçek olup
olmadıklarını tespit edemeyeceklerini ve bu iş için
komisyon olarak kendilerini yeterli görmediklerini
F.Ş.’ye bildirmiş olmalarına rağmen, F.Ş. bu durumu
Teftiş Kurulu Başkanlığı’na bildirmedi. Yeni bir
sayım komisyonu oluşumunu talep etmedi. Böylece
gözetimi altında görev yapan ve görevlendirme
amacını tam olarak yerine getiremeyeceğini işin
başından beri bildiği sayım komisyonunun yaklaşık
1.5 yıl müzede gereksiz yere çalışmasına neden
oldu.”

BAŞMÜFETTİŞLİĞE ATANMASI ENGELLENDİ
7 Nisan 2011’de düzenlenen soruşturma raporunda,
F.Ş.’ye uyarma cezası önerildi. Ancak 21 Nisan
2011’de bakan onayı ile bir üst ceza olan kınama
cezası verildi. Bunun üzerine F.Ş., müfettişlerin
önerdiği uyarma cezasının ve “keyfi bir karar”
dediği, bakan onayıyla verilen kınama cezasının
hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek cezaların
iptali istemiyle Ankara 16’ncı İdare Mahkemesi’ne
dava açtı. Mahkeme, cezada hukuka aykırılık
bulunmadığı kararını verdi. Hazırlanan raporlar
neticesinde F.Ş.’nin başmüfettişliğe atanması
engellendi. Soruşturmanın ardından kurulan yeni
sayım ve tespit komisyonu ise şu anda aranan 302
kayıp eserin tespitini yaptı.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 24.11.2014
|
10 MADDEDE GALATAPORT'UN HİKAYESİ
2013'te Doğuş Holding'in aldığı Galataport
projesinin 12 yıllık serüveni.

Mart 2002'de kamuoyuna duyurulan Galataport
projesi, aradan geçen 12 yılın ardından ismi de
dahil birçok değişikliğe uğradı. İki kere
ihaleye çıkan proje, en son 16 Eylül 2013'de
Doğuş Holding'in oldu.
Alper Balcıoğlu'nun
Bianet'teki haberine göre, Galataport projesi,
çevreye ve İstanbul'un tarihi dokusuna zarar
vereceği eleştirileriyle yine gündemde. 100 bin
metrekarenin üzerinde bir alanı ilgilendiren
proje ile Fındıklı'dan Karaköy'e uzanan sahilin
tamamen ticarileşeceği ve İstanbullulara
kapanacağı eleştirileri yapılıyor. Eleştiriler
sürerken çalışmalar başladı bile. Karaköy'de son
yıllarda yaşanan çevresel ve kültürel dönüşüme
ek olarak çok sayıda bina restore ediliyor ya da
yıkılarak yenileniyor. Bölgede ardı ardına
oteller açılırken eski doku da yerini hızla
yepyeni bir Karaköy resmine bırakıyor.
1- Salı Pazarı Kurvaziyer Limanı
(Galataport) Projesi nedir?
Kamuoyunda "Galataport" olarak bilinen Salı
Pazarı Kurvaziyer Limanı Projesi, Karaköy
Rıhtımı'ndan Mimar Sinan Üniversitesi Fındıklı
Kampüsü'ne kadar uzanan 1.2 kilometrelik sahil
şeridini, 112 bin 147 metrekarelik alanı
kapsıyor. Bu alandaki tüm binaların turistik ve
ticari amaçlarla onarılması ya da yıkılarak yeni
binalara yer açılması amaçlanıyor.
Sahil şeridinde yapılacak olan otel, restoran
ve diğer ticari işletmeler ile bölgenin
geçmişteki dokusunun tamamen değiştirilmesinin
planlandığı projeyle sahil şeridinin turistik
bir cazibe merkezi haline getirilmesi
hedefleniyor. Proje kapsamında restore edilecek
ya da yıkılarak yeniden yapılacak olan binaların
işletmeleri, ticari olarak bu binaları kiralayan
şirketlere tahsis edilecek.
2- Proje ne zaman başlayacak?
Danıştay idari Dava Daireleri Kurulu'nun
yürütmeyi durdurma kararı verdiği Galataport
Projesi'nin 2015'in Şubat ayında başlayacağı
açıklandı. Bilgili Holding'in Yönetim Kurulu
Başkanı Serdar Bilgili, "Galataport Projesi için
inşaat çalışmalarına 2015 Şubat ayında
başlanacağını tahmin ediyorum. Bu projenin
içerisinde restoranlar, oteller, şehir parkı ve
yeşil alanlar olacak. Karaköy tarafındaki tarihi
binaları restore edeceğiz. Diğer tarafta büyük
depolar var, onlar yıkılıp yeniden yapılacak.
Projenin 2.5 yılda tamamlanması öngörülüyor.
Projede Doğuş Grubu ile ortaklığımız bulunuyor"
diye konuştu. Bilgili ayrıca projeye karşı
çıkanların günün birinde "Biz hata yaptık"
diyeceklerini iddia etti.
3- İlk ihale ne zaman yapıldı?
İhaleyi kim kazandı?
İlk ihale Eylül 2005'te Türkiye Denizcilik
İşletmeleri (TDİ) tarafından yapıldı. ihaleyi
Sami Ofer'in ortağı olduğu Royal Caribbean
Cruises önderliğindeki konsorsiyum 3 milyar 538
milyon avroluk teklifiyle kazandı.
4- Neden iptal edildi?
Proje dahilindeki, Kurvaziyer yat yapımına
ilişkin yapılan imar değişikliğini onayan Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nın kararı İstanbul Şehir
Plancıları Odası tarafından mahkemeye götürüldü.
Danıştay 6. Dairesi, bakanlığın işleminin
yürürlüğünü oybirliği ile durdurdu. Danıştay 6.
Dairesi, dava konusu olan imar değişikliğinin
daha önce de yine kendilerince iptal edildiğini,
dolayısıyla işlemin dayanaksız olduğunu
belirtti. Daire ayrıca özelleştirme bölgesindeki
imar planı değişikliğini yapma yetkisinin Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nda değil, Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı'nda (ÖİB) olduğuna kanaat
getirdi. Bunun üzerine zamanın Devlet Bakanı
Abdüllatif Şener, Danıştay'ın aldığı yürütmeyi
durdurma kararını gerekçe göstererek ihale
dosyasını ÖİB'ye gönderdi.
ÖİB mevzuat gereği dosyayı tekrardan TDİ
ihale komisyonuna gönderdi. Komisyon ihalenin
iptal edildiğini duyurdu. Böylece ÖİB tekrardan
imar planları hazırlamak için çalışmalara
başladı.
5- İkinci ihaleye giden süreçte neler
oldu?
ÖİB'nin hazırladığı imar planı, Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu'ndan geri döndü. Aynı
zamanda yaklaşan 22 Temmuz 2007 genel seçimleri
yüzünden hükümet de özelleştirme ihalelerine
kısa bir ara verdi.
Mart 2008'e gelindiğinde Galataport bir hukuk
darbesi daha yedi. 1/100.000 ölçekli İstanbul il
Çevre Düzeni Planı hakkında İstanbul 2. idare
Mahkemesi tarafından yürütmeyi durdurma kararı
verildi. Bu karar, Galataport'un yapılamayacağı
anlamına geliyordu. İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş, Mart 2009'da yeni bir
çevre düzeni planı hazırladı. Plan, Büyükşehir
Belediye Meclisi'nden oy çokluğu ile geçti.
Aralık 2010'da Kıyı Kanunu'nda çok büyük bir
değişiklik oldu. Bu değişikliğin Galataport,
Haliçport ve Haydarpaşaport için çıkartıldığı
çok açıktı. Yapılan değişiklikle kanun maddesi
şöyle oluşturuldu:
"Kıyılarda, doldurma ve kurutma suretiyle
elde edilen arazilerde kanun kapsamında
öngörülen kullanımlara ilişkin imar planı
Bayındırlık ve iskan Bakanlığı'nca 60 gün içinde
re'sen onaylanır. Bu alanlarda 2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun
koruma amaçlı imar planına ilişkin hükümleri
uygulanmaz."
Bu, kıyılarda yapılan dolgu alanlarında inşa
edilecek yapıların otoparktan, alışveriş
merkezine kadar her şeyi kapsayabileceği
anlamına geliyordu. Artık yeni bir ihalenin
önündeki bütün imar ve hukuk sorunları
aşılmıştı. Geriye ihalenin duyurulması,
yapılması ve yeni alıcısının beklenmesi
kalmıştı.
6- İkinci ihalenin imar planı nedir?
Projenin merak edilen kısmı bölgede bulunan 1
No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu tarafından Kentsel Sit Alanı ilan edilen,
daha sonra Bakanlar Kurulu kararı ile "turizm
bölgesi"ne çevrilen alanda bulunan tarihi
binaların ne olacağıydı. Bu binalar arasında TDİ
Genel Müdürlük binası, yolcu terminali, Çinili
Han ve Paket Postanesi var.
Proje kapsamında;
TDİ Genel Müdürlük binası, yolcu terminali,
Çinili Han ve Paket Postanesi'nde restorasyon,
tadilat ve güçlendirme çalışmaları yapılacak ve
bu binalar mağaza ve restorana dönüştürülecek.
İstanbul Modern'in sergi sarayı olarak
kullandığı 3 numaralı Antrepo, Kıyı Emniyet
Müdürlüğü'ne ait 6 ve 7 numaralı Antrepo, yolcu
salonu olarak kullanılan 1 ve 2 numaralı
Antrepo, 20 numaralı Antrepo ve nargilecilerin
yer aldığı bölge yıkılacak. Bunların yerine
Karaköy bölgesinde toplam 40 bin, Salıpazarı
civarında ise toplam 108 bin metrekarelik otel,
mağaza, restoran, ofis gibi zeminüstü inşaat
yapılacak. Proje tamamlandığında otellerdeki
toplam oda sayısının 440 olması hedefleniyor.
Ayrıca, Nusretiye Saat Kulesi çevresine 13 bin
934 metrekarelik meydan ve rekreasyon alanı
yapılacak. Toplam rekreasyon ve meydan alanı ise
65 bin 732 metrekare. 4 numaralı Antrepo'da
bulunan İstanbul Modern ve 5 numaralı Antrepo'da
bulunun Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi,
TDİ ile olan 28 yıllık kira sözleşmesi nedeniyle
proje kapsamı dışında tutuldu.
7- İki Galataport ihalesi arasındaki
farklar nelerdi?
2005 yılında yapılan ilk ihalede
yap-işlet-devret modeli planlanmıştı. 2013'te
ise işletme hakkı devri yöntemi kullanıldı. ilk
ihalenin süresi 49 yıl iken bu süre 2013'teki
ihalede 30 yıla indi.
2005'teki ihalede emsal değeri 2 iken,
2013'de bu rakam 1,5 oldu. Bu, yüzde 25 daha az
kapalı alan inşaatı demek. 2005'teki ihalede
ödeme, kiralama süresinin bitiminde başlayacak,
10'ar yıllık aralıkla belli oranlarda
ödenecekti. 2013'teki ihalede ise toplam
miktarın yüzde 20'si peşin, geri kalanı ise
taksitler halinde ödenecek.
8- İkinci ihale ne zaman yapıldı? En
yüksek teklifi kim verdi?
Özelleştirme idaresi Başkanlığı'nca 16 Mayıs
2013'te yapılan ihaleyi 702 milyon dolarlık
teklifi ile Doğuş Holding kazandı. İhalenin
dikkat çeken kısmı çok kısa bir sürede
neticelenmesi oldu. İlk turda kapalı zarfta
teklifler verildi. En yüksek teklif 375 milyon
dolar oldu. Ardından ikinci tura geçildi ve
tekliflerin en yükseği 525 milyon dolar oldu.
Teklifte bulunan 2 firmanın çekilmesi üzerine,
kalan 3 firma açık arttırmaya kaldı. Açık
arttırma 701 milyon dolardan başladı. Rakamın
açıklanmasıyla birlikte ilk olarak Alsim Alarko,
ardından da Gobal Yatırım-Özak GYO-Delta Proje
OGG açık arttırmadan çekildi. Böylece
Galataport'un 30 yıllık işletmesi için
düzenlenen 30 dakikalık ihaleyi 702 milyon
dolarla Doğuş Holding kazanmış oldu. Doğuş
Holding 702 milyon liralık teklifiyle ihaleyi
kazandı.
9- Yapılan iki ihalenin isimleri
neden farklı?
Mehmet Ferec Balta ve Hayati Şanlı adlı iki
girişimci "Galataport"un isim hakkını aldılar.
İhale sürecinde isim hakkını satabileceklerini
duyurdular. Bu nedenle ihale Salıpazarı
Kruvaziyer Limanı Projesi adıyla yapıldı.
10- İmar planına kimler, neden itiraz
ediyor?
TMMOB İstanbul Mimarlar Odası ve TMMOB
İstanbul Şehir Plancıları Odası, projeye
başından beri karşı çıkan sivil toplum
örgütlerden en önemlileri. Proje aleyhine büyük
bir kamuoyu baskısı oluşmasında iki örgüt de çok
büyük rol oynadı. Mimarlar Odası ve Şehir
Plancıları Odası İstanbul şubelerinin
düzenledikleri etkinlikler, basına verdikleri
demeçler ve en ön önemlisi Galataport projesinin
iptaline dair yaptıkları mahkeme başvuruları,
toplumun büyük bir kesiminden destek gördü.
Her iki oda da iki ana eksen üzerinden
itirazlarını sürdürüyor. Bunlardan ilkine göre,
2013'te Beyoğlu'nun koruma amaçlı imar planı
bütüncül olmadığı ve Galataport gibi mega
projeleri içermediği için iptal edildi. iki oda
da bu karara dayanarak bölgenin plansız olduğu
savunuyor.
Ayrıca, itiraz eden kurumlara göre kıyılar
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda yer alan
hükümle herkesin eşit ve özgür olarak ortaklaşa
yararlanmasına açık alanlar olarak tanımlanmış
durumda. Anayasa'nın 43. Maddesi "Deniz, göl ve
akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını
çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada
öncelik kamu yararının" gözetilmesini öngörüyor.
Proje kapsamında ise kamuya açık olması gerek
alan, özel kullanıma açılarak yapılaşmaya maruz
kalıyor.
İkinci itiraz noktasını, bölgenin insan ve
yaşam odaklı değil, sermaye odaklı dönüştüğüne
dair iddialar oluşturuyor. Galataport
projesinin, insan-deniz ilişkisini
koparacağından korkuluyor ve sahil şeridinin
soylulaştırılmasına ve sosyal dokunun rant
uğruna bozulacağına işaret ediliyor. Ayrıca
bölgedeki küçük esnafın da, artan kiralar
karşısında bölgeyi terk etmekten başka seçeneği
kalmayacağı vurgulanıyor.
Arkitera, 24.11.2014
|
PAŞABEY KONAĞI İLGİ
BEKLİYOR

Tarihi yapılarıyla
turizmde büyük öneme sahip olan Erzurum, tarihi
yapıların bakımsızlığıyla ön plana çıkıyor. Bu
eserlerden birisi olan Paşabey Konağı 300 yıllık
tarihiyle hem turistlerin hem de yerli halkın büyük
ilgisini topluyor. Ancak konağa gelen
ziyaretçilerin, ahşap ve duvarlarda yer yer
çatlaklar görmesi tedirginliğe sebep veriyor. Konu
hakkında konuşan yetkili ve aynı zamanda yapının
sahibi Hakem Akgül, tarihi konağın yıkılma tehlikesi
ile karşı karşıya olduğuna dikkat çekti.
Üç Kümbetler yanında yer alan ve ücretsiz olarak
ziyarete açık olan konağın yetilisi Akgül, “Konağa
gelen ziyaretçilere rehber olarak yapı hakkında
bilgi veriyorum. Konak içersinde tarihi saat, para,
kılıç, masa, sandalye, koltuk takımları, Erzurum'a
ait geleneksel mutfak ve ev malzemelerin
sergilenmesi de, ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.
Ancak yapının ahşap ve duvarlarında çatlaklar
görülmesi, böyle bir eserin kaybedileceği korkusunun
yaşanmasına neden oluyor. Biz halka hizmet veriyoruz
ve böyle bir eserin kendi ailemizin değil Türk
halkının ortak malıdır. Yapıdaki çatlakların zamanla
tüm duvarlara yayılacağından korkuyoruz. Konağı
yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya. Restore
edilmesini istiyoruz. Ahşap ve duvarlarda çatlaklar
artıyor. Tarihe sahip çıkılsın. Erzurum halkı gelip
ziyaret etsin. Eski geleneklerimizi, yaşantımızı
görsünler." diyerek yetkililerden yardım istedi.
TARİHİMİZİN KIYMETİNİ BİLMİYORUZ..!
Öte yandan yapıyı ziyaret için Bursa'dan gelen
Emekli Öğretmen Ayten Gülbeyaz'da, tarihi konağın
miras olarak Türk halkına kaldığını söyledi.
Duvarlardaki çatlakların bir an önce onarılması
gerektiğini dile getiren Gülbeyaz, böyle bir tarihi
eserin gelecek nesillere kazandırılması gerektiğini
savundu. Gülbeyaz, "Yerli bir turist olarak,
Erzurum'da gördüğüm şu Tarihi eserlerin değeri
bilinmiyor. Sadece bu konak değil. Mesela Erzurum
Kalesi'nin çevresine bakarsanız, harabeye dönmüş.
Tarihimize bu şekilde mi sahip çıkıyoruz? O
görüntüleri görünce içim ağladı resmen. Yazık günah.
En kısa sürede bu tarz eserlerin restore edilmesi
gerek." şeklinde konuştu.
Erzurum Gazetesi, 24.11.2014
|
20 BİN TARİHİ HALI ÇÖPE ATILDI
Türkiye’nin
birçok şehrinden toplanan, vakıf malı tarihi 20 bin
halı ve kilimin depolarda çürüdüğünü gösteren
fotoğraflar ortaya çıktı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün görevlendirdiği
ekipler, 2006 yılında ülke genelindeki cami, mescit,
depolardaki vakıflara ait halı ve kilimleri topladı.

Kamyonlarla Ankara’ya taşınan halı ve
kilimlerin sayısı 120 bini buldu. Bu halı ve
kilimlerden 20 bininin çürüdüğü tespit edilerek,
çöpe atıldı. Çürüyen halı ve kilimler arasında
birkaç asırlık eserler de olduğu öğrenildi.

Yeniden kullanılmak üzere camilere geri
gönderilen 20 bin halı ve kilimin ise makine ürünü
olduğu belirlendi. Kalan 80 bin civarındaki değerli
halı ve kilimler şu an Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün
Ostim'deki deposunda tutuluyor. Birbirinden değerli
bu halı ve kilimlerin kısa sürede tasnif ve tescili
yapılması gerekiyor.

Halı ve kilimlerin fotoğraflanıp; türü,
özellikleri, hangi yöreye ait olduğunun kayda
geçirilmesi gerekiyor. Ancak aradan geçen 8 yıla
rağmen halı ve kilimlerin envanter çıkarılmadı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün bakım ve onarım
atölyesinin yanında yer alan depoda saklanan halı ve
kilimlerin de çürümesinden endişe ediliyor.
İklimlendirme sistemi olmayan depodaki halı ve
kilimlerin bir kısmının nemden zarar gördüğü
belirtiliyor.

Depolardaki halı ve kilimlerin durumunu
öğrenmek için soru yönelttiğimiz Vakıflar Genel
Müdürlüğü yetkilileri, sorularımızı cevapsız
bıraktı.
Sözcü, 23.11.2014
|
O ADA 1. DERECE SİT ALANI ÇIKTI

Muğla'nın Gökova Körfezi'nin Marmaris İlçesi
tarafındaki Karaca Mahallesi'ne 500 metre uzaklıkta
olan ve 35 milyon dolara (78 milyon 137 bin 500
lira) satılmak istenen Karaca Adası'nın dosyasının
Türk ve yabancı 100 yatırımcıya ulaştırıldığı
belirtildi. Chelsea kulübünün patronu Rus milyarder
Roman Abramoviç ile de adı anılan adanın 1'inci
derece sit alanı olduğu öğrenildi.
Akın Aksü ile birlikte ailesine ait Karaca Adası, 4
yıl önce 25 milyon dolara satışa çıkarıldı. Talibi
çıkmayan ada bu yıl Ekim ayı sonunda Bosforce Emlak
Geliştirme ve Pazarlama şirketi tarafından 35 milyon
dolara (78 milyon 137 bin 500 lira) satışa konuldu.
316 bin metrekare tapu tescilli, 65 bin metrekare de
orman kullanımlı olmak üzere toplam 381 bin
metrekare yüzölçümüne sahip ada ile İngiltere'nin
ünlü kulübü Chelsea'nin patronu Rus milyarder
Roman Abramoviç'in de ilgilendiği öğrenildi.
Yazılı açıklama yapan Bosforce Emlak Geliştirme
ve Pazarlama Şirketi Yönetici Ortağı ve Emlak
Danışmanı Uğur Özcan, adanın dosyasının sadece
Abramoviç'e değil; adayı satın alabileceği düşünülen
Türk ve yabancı yatırımcılara da gönderildiğini
açıkladı. Özel kumuyla dünyaca ünlü Sedir
(Kleopatra) Adası'na 4 kilometre, Karaca
Mahallesi'ne de 500 metre mesafede olduğu belirtilen
adayla ilgili yapılan açıklamada şu bilgiler
verildi:
"Müvekkilimiz şu anda
ABD 'de yaşamaktadır. Karaca Adası'nı bölge
sit
ilan edilmeden önce 1982 yılında tüm izinleriyle
ülkemizi dünyada tanıtacak nitelikte bir turizm
kompleksi veya otel yapmak üzere satın almıştır.
Ancak sonrasında ülkemizde sit ile ilgili
düzenlemeler yapılmış ve şu anda adanın sahibi olan
aile Karaca Adası'nda hiçbir şey yapamamıştır.
Bölgede arkeolojik alanların ve özel bitki örtüsünün
korunması ön şartıyla bir planlama çalışması
yapıldığı bilgisi araştırmalarımız sonucu
öğrenilmiştir."
Bosforce Emlak Geliştirme ve Pazarlama Yönetici
Ortağı ve Emlak Danışmanı Uğur Özcan'ın ağabeyi ve
şirket ortağı Ulvi Özcan ise telefonla yaptığı
açıklamada, "Biz ilk olarak Abramoviç'in
Türkiye'deki dostu ve iş ortağı ile görüştük.
Kendisine adanın bilgilerini içeren dosyamızı
verdik. Haberin basında yer almasından bir saat
sonra tekrar yaptığımız görüşmede de bize
Abramoviç'in yurt dışında olduğunu belirterek,
kendisine adayı alalım ya da almayalım türünden bir
bilgi aktarmadığını söyledi. Bunun dışında başka
dosya gönderdiğimiz müşterilerden birkaç tane soran
ve ilgilenen var. Tabii şu anda onların isimlerini
bire bir açıklamamız doğru olmaz. Kimseyle henüz
pazarlık aşamasında değiliz. Dosya gönderdiğimiz
müşterilerimiz bizimle irtibata geçerek adanın
nerede ve ne durumda olduğunu, bundan sonra imarla
ilgili nasıl bir çalışma yapılabileceğini
soruyorlar. Biz de elimizdeki bilgileri aktarıyoruz.
Burası şu anda 1'inci derece doğal sit kapsamında
olan bir yer" diye konuştu.
Radikal, Mustafa Sarıipek, 23.11.2014
|
AMERİKA KITASININ KEŞFİ
Amerika kıtasının keşfi tartışmalarında ileriye
gidenler Müslüman denizcilerden çok, bugünün
Müslüman tarihçileri gibi görünüyor. Fanteziye
girmekten çekinmeyen bazı uzmanlar gençleri, geniş
kitleyi ve politikacıları etkiliyor.
Amerika kıtasına eski dünyalıların ulaşması,
ulaştıktan sonra o kıtayı tanımaları, sakinleriyle
karşılaşmaları ve eski dünya ile müşterek 500 yıllık
tarihi onlarca teoriye kaynaklık etmiştir. Bilimin
saptadıkları dışında kıtanın keşfini atalarına mal
edenler de meydandadır. Bunların başında Vikinglerin
soyundan gelen
İsveç,
Norveç ve Danimarkalıları saymalıyız. Atalarının
ortak dili Norse’tur. Bugünün ölü dilini konuşanlara
Vikingler diyoruz.
Bizans’ın muhafız kıtaları ve
Rusya tarihinde ismi geçenler (Varyag)
bunlardır. Ama asıl önemlisi
Britanya,
Avrupa’nın liman şehirleri, hatta küçük Asya bu
yağmacı ve savaşçı adamları tanır.
Viking masalları
İsveç müzelerindeki yüzlerce gümüş Samani devleti
sikkesi herhalde Vikinglerin ticaret yoluyla ve alın
teriyle kazandıkları paralar değildi. Hal böyleyken
bugünkü İskandinavlar dedeleriyle iftihar etmeyi iş
edindiler ve Amerika’ya ilk kendilerinin ulaştığını
ileri sürdüler. Hatta bu gibi bir keşif gezisini
denedikleri bile söyleniyor. Öyle de olsa
Vikinglerin yaptığı söylenen seferle, bu seferin
farkı vardır; çünkü bugünün insanları dünya
haritasını ezbere biliyor, mevsimlerden ve coğrafi
şartlardan haberleri var.
Britanya’nın bahriye subaylarından Gavin Menzies
emekli olduktan sonra çarpıcı ve kışkırtıcı bir eser
meydana koydu. “1421:
Çin’in Dünyayı Keşfettiği Yıl” başlıklı bu eser
2002’de çıktı. Orta Çağların Çin gemileri gerçekten
çok büyüktür. Menzies, Çin amirali Zhang He’nin
filosuyla sadece Amerika’yı keşfetmekle kalmayıp
Magellan’dan çok evvel dünya turunu tamamladığını da
söylüyor. Güya Çin metinleri sadece Amerika kıtasına
mahsus bazı hayvanlardan bahsediyormuş. Ama
öncelikle Amerikan yerlilerinden bahsetmediklerine
şaşmak gerekir.
Çinlilerin seferi üzerinde anlatılan hikayelere
haklı olarak güvenmeyenler, Viking masallarına
sevecen ve sessiz bir bakışla yetiniyorlar. Birkaç
zamandır Arap denizcilerin
Akdeniz’deki Basra Körfezi, Kızıldeniz, Hint
Okyanusu hatta Çin Denizi’ne ve
Afrika Boynuzu’na kadar sürdürdükleri başarıları
daha ileriye götürme çabalarına da rastlanıyor.
Daha ileriye gidenler Müslüman denizcilerden çok
bugünün Müslüman tarihçileri gibi görünüyor. Hatta
leksikografi (bibliyografya ve sözlük), kartografya
(haritacılık) alanında kayda değer tetkikleri olan
bazı uzmanlar dahi bu alanda fanteziye girmekten
çekinmiyor ve mutlaka gençleri, geniş kitleyi ve
politikacıları etkiliyorlar. 12’nci asrın sonlarında
Amerika’ya çıkmak ve
arkeoloji ile ispatı mümkün olmayan camilerden
söz etmek böyledir.
Yaptıkları tartışılıyor
Maalesef
İslam dünyasında tarihçilik kaynakları, kullanım
bakımından bazı noksanlar taşıyor. Ayrıca
Vikinglerin torunlarına tanınan rüya görme hakkı
Müslüman fatih ve denizcilerin torunlarına
tanınmıyor. Dedelerinin usturlabı kullanma marifeti
bilinmeyen ülkeye yani Amerika’ya yapılmış olan (!)
seyahat için ikna edici değil.
İşin doğrusu Kristof Kolomb’un da kaşif olarak
yaptıkları hep tartışılır. Kuşkusuz Kolomb Cenovalı
ve
İspanya’nın hizmetine girmiş. Hangi gemilerle
yola çıktığı, donanımı belli. Seyir defteri elde,
kullandığı harita ise münakaşalı. Hatta bizim
Piri Reis haritasını neşreden Alman (Paul Kahle)
Piri Reis haritasını dünyaya “kaybolmuş bir Kolomb
haritası” diye tanıtmıştı. Bir Allah’ın kulu da; “Bu
şayet dediğin gibi kopya ise haritanın aslı nerede
ve nasıl tersim edilmiş?” diye sormadı. Bu sorgulama
henüz başladı.
Seferi niye önemli?
Kolomb ulaştığı noktayı seyahatin başındaki
tezine dayanarak Doğu
Hindistan diye betimledi. Bugünün Antiller’ini
ve Orta Amerika’yı Doğu Hint Adaları diye
nitelendirdi. Seferinin önemi dünyanın
yuvarlaklığını ortaya koymasıdır. Çıktığı yerlerin
ayrı bir kıta olduğunu ise ondan sonra buraya giden
büyük denizci Amerigo Vespucci kanıtladı. Onun için
kıta onun adıyla Amerika diye anılıyor.
Kolomb’un talihi çok karartıldı. İspanya’nın
Katolik kraliçesi Isabella’yı dolandırdığını,
getirdiği ganimetin masrafı karşılamadığını
neredeyse bütün saray erkanı tekrarladı durdu.
Tarihçiler dediler ki; “Adam tam aziz ilan
edilecekken
Yahudi olduğu anlaşıldı”. Her halükarda bu kadar
sefer yapılan, İspanya ile
Portekiz arasında papanın taksim ettiği,
altınlarının yağmalandığı, yerlilerinin
katledildiği, köleleştirildiği Amerika’dan frengi,
onun yanında patates, domates, tütün geldi. Kıtanın
coğrafyasının doğru tespiti ve haritasının
çıkarılması ise bir asır sonra Fransız Bilimler
Akademisi’nin sayesinde oldu. Ölçüp biçmek, konuşmak
ve tahmin etmekten daha zordur.
Hızla
büyüyen bir zümre
Güney Amerika kıtasına göç eden Müslümanlar
Afrika’nın,
Arabistan’ın ve Hint alt kıtasının
fakir Müslümanlarıdır. Fakat bunlar kadar
büyüyen bir kitle söz konudur. Güney Amerika
Katolikleri bir müddettir ihtiyaçları olan manevi
hizmeti
Roma Katolik Kilisesi’nden göremiyorlar. Daha
önce cemaatleriyle çok yakın ilgi kuran ve onların
sorunlarına çare arayan Dominikenler Papalık
tarafından solcu oldukları gerekçesiyle tamamen saf
dışı edildiler. Hiçbir şekilde misyoner faaliyetleri
olmayan Rum Ortodoks Kilisesi ise rahiplerinin
halkla iç içe olmaları ve “ziyaret”e önem vermeleri
dolayısıyla kendiliğinden Katolik halkın sempatisini
kazandı. Ve bu mezhebe geçişler başladı.
Bugün bu kalabalık grubun yanında daha da hızla
büyüyen bir zümre varsa o da
Meksika ve bütün Güney Amerika’daki Müslüman
nüfustur. Bu dünyadaki Müslümanlığa yaklaşmanın yolu
bu gerçeği bilmek olmalıdır.
Milliyet, Yazı: İlber Ortaylı,
23.11.2014
|
MAHİDEVRAN VE 'ÜÇ HANIMKIZLAR'IN SIRRINI O MEKTUP
ÇÖZDÜ
Bursa’da, 14’üncü
Yüzyıl’dan kalma olduğu sanılan ve ’Üç Hanım Kızlar’
ve 'Saraylılar’ türbelerinin sırrını, Fransa’dan
gönderilen mektup çözdü. ’Saraylılar’
türbesindekilerin Mahidevran Hatun’un iki ablası,
’Üç Hanım Kızlar’ türbesinde yatanların da Kanuni
Sultan Süleyman tarafından Konya’da boğdurulan
Şehzade Mustafa’nın iki eşi ve eşlerinin
yardımcıları oldukları anlaşıldı.
Yrd. Doç.Dr. Yavaş "Soy kütüğü sayesinde Mahidevran
Hatun’un da devrişme değil, Osmanlı paşasının kızı
olduğu ortaya çıktı" dedi.

Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Mahidevran Hatun’un
akrabası Melike d’Henin de Chimay, iki türbeyle
ilgili
Uludağ Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr.
Doğan Yavaş’a Osmanlıca soy kütüğü ve Türkçe
belgeleri gönderdi. Yrd. Doç.Dr. Yavaş, belgeleri
inceleyince yıllardır bilinmeyen gerçek ortaya
çıktı. ’Saraylılar’ türbesindekilerin Mahidevran
Hatun’un iki ablası, ’Üç Hanım Kızlar’ türbesinde
yatanların da Kanuni Sultan Süleyman tarafından
Konya’da boğdurulan Şehzade Mustafa’nın iki eşi
ve eşlerinin yardımcıları oldukları anlaşıldı. Soy
kütüğü sayesinde Mahidevran Hatun’un da devrişme
değil, Osmanlı paşasının kızı olduğu ortaya çıktı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk başkentlerinden
biri olan
Bursa’nın bünyesinde barındığı tarihi
zenginlikler, son yıllarda yürütülen
araştırmalar ve restorasyonlarla tek tek ortaya
çıkarılıyor.
ADLARI BUGÜNE KADAR BİLİNMİYORDU
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından iki yıl
önce başlatılan restorasyon çalışmaları
sırasında
Muradiye’deki mevcut türbelerde yatanların
kimliklerinde de bazı tutarsızlıklar olduğu
ortaya çıktı. Bu konuda
Uludağ Üniversitesi ile Bursa Büyükşehir
Belediyesi arasında imzalanan protokolle
bilimsel çalışma başlatıldı. Bu çalışmaları
yürüten Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Doğan Yavaş,
külliye içindeki ’Saraylılar Türbesi’ ile komşu
paftada yer alan ’Üç Hanım Kızlar Türbesi’nde
defnedilmiş olanların adlarının bugüne kadar
bilinmediğini söyledi.
MAHİDEVRAN’IN AKRABASINDAN GELEN MEKTUP
Yrd. Doç.Dr. Yavaş, bu meseleyi çözmek için
bilim kurulu oluşturmak ve acilen sonuca ulaşmak
yolunda planlamalar devam ederken ilgi çekici
bir gelişme yaşandığını belirterek, şunları
söyledi:
"Fransa’da yaşayan ve Mahidevran Hatun’un akrabası olduğunu söyleyen Melike d’Henin de Chimay, bir yıl önce Bursa Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı’yı arayarak, Saraylılar ve Üç Hanım Kızlar türbelerinde yatanların kimler olduğunu bildiğini ve elinde bu konu ile ilgili bazı belgelerin bulunduğunu söyledi. Vakıflar Bölge Müdürü de Melike Hanımı bana yönlendirdi. Yazışmalarımız yıl boyunca devam etti. Melike Hanım ile yapılan ilk telefon konuşmamızda heyecanla kendisinin, Mahidevran Hatun’un ağabeyi Çerkes Bitu Mustafa Paşa’nın torunlarından olduğunu ifade ederek, dedesinin elinden çıkma, el yazısı ile bir de soy kütüğü sureti gönderdi. Bu soy kütüğünde, Çerkes İnal Sultan’dan başlayarak, 4 kuşak yer alıyordu. Dört kuşağın ardından İdar (Haydar) Mirza'nın oğlu Osmanlı Paşası Bitü Mustafa ile kızları Karagöz Ahmed Paşa'nın eşi Fati Şahi Devran Akile Hanım, Malahurüb Mahidevran (zevcehu Sultan Süleyman-ı Evvel) ve Buygür Belkıs Hanım isimleri geçmektedir. Saraylılar Türbesi’nde yatanların da büyük halası Mahidevran Hatun’un iki ablası Akile Hanım ve Buygur Belkıs Hanım olduğunu söyledi.
ŞEHZADE MUSTAFA'NIN EŞLERİ...
Literatüre Üç Hanım Kızlar adıyla geçen türbede
ise de Şehzade Mustafa’nın eşleri Fatma Handan
ve Nurcihan Hatun’un yatmakta olduğunu ve
yanlarındaki sandukalarda yatanların da
hizmetçileri Ferhunde ve Leyla kalfaların
olduğunu belirtti ve elindeki bazı belgeleri de
yolladı."
DEVŞİRME DEĞİL, PAŞA KIZI
Yrd. Doç.Dr. Yavaş, Osmanlıca soy kütüğünün
yanı sıra 4 Eylül 1953 tarihli yeni harflerle
yazılmış, Vakfılar Genel Müdürlüğü’nün aileye
verdiği yanıtın önem taşıdığının altını çizerek
şöyle devam etti:
"Aile, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bu tarihte
elindeki soy kütüğü ve belgelerle başvuruyor.
Vakıflar Genel Müdürlüğü de aileye gönderdiği
resmi yazıda soy kütüğü ve türbede yatanların
kimler olduğunu doğruluyor ama bu belge ailede
kalıyor. Belgelerde ortaya çıkan bir başka
gerçek ise bugüne kadar devşirme olduğu bilinen
Mahidevran’ın ailesi ile ilgili gerçeklerdir.
Mahidevran, soy kütüğüne göre Osmanlı Paşası
Mustafa’nın kızıdır."
Melike d’Henin de Chimay’ın gönderdiği iki
vesikanın bilim alemini tatmin edici özellik
taşıdığını ifade eden Yrd. Doç.Dr. Yavaş, buna
rağmen araştırmalarını başka belgeler üzerinde
yoğunlaştırdığını da kaydetti.
Yrd. Doç.Dr. Yavaş, Türklerin tarih yapmasına
rağmen maalesef tarih yazamadığını da
kaydederek, "Muradiye Külliyesi’ndeki hazirede
yer alan çok sayıda mezarın hala kimlere ait
olduğunu bilmiyoruz. Orhan Gazi ve Osman Gazi
türbesinde de bilinmeyen çok sayıda tarihi
şahsiyet var. Bunların da çok detaylı biçimde
ortaya çıkarılması gerekiyor" dedi.
’Üç Hanım Kızlar Türbesi’nde
Osmangazi Belediyesi tarafından restorasyonu
yapıldıktan sonra konulan tabelada kimlerin
gömülü olduğu bilgisi yer almıyor. Yrd. Doç.Dr.
Yavaş, hem Saraylılar hem de Üç Hanım Kızlar
türbelerindeki tabelaların yeni bilgiler
ışığında değiştirileceğini söyledi.
1299 yılında tarih sahnesine çıkarak 1923 yılına
kadar varlığını sürdüren Osmanlı hanedanına ait
en büyük türbe topluluğu, ilk başkent olan
Bursa’da, Muradiye Külliyesi’nde yer alıyor.
Külliyede toplam 13 türbeye hanedana mensup 40
kişinin defnedildiği biliniyor. Muradiye
Cami’nin haziresine ilk olarak külliyenin
kurucusu Sultan 2’nci Murat’ın Türbesi inşa
edildi ve daha sonra 2’nci Selim devrine kadar,
zaman içinde diğer türbeler de eklenerek burası
bir hanedan kabristanı halini aldı.
Milliyet, 23.11.2014
|
ELLERİNDE ZEBURLA GÖZALTI
Eskişehir’de bir ihbarı
değerlendiren Eskişehir İl Jandarma
Komutanlığı'na bağlı ekipler, Akpınar'daki
mezarlık önünde ellerindeki Zebur'u satmak
isteyen S.E., C.Ç. ve U.G.'yi suçüstü yakaladı.
Jandarma, gözaltına aldıkları şüphelilerin
yanlarında bulundurdukları Davut Peygamber'e
indirilen 'Zebur'un 11 sayfalık deri üzerine el
yazmasına el koydu.
Hürriyet, 22.11.2014
|
|
İNGİLTERE PARLAMENTO BİNASI RESTORASYONA GİRİYOR
İngiltere'de parlamento binasının tamiratının 3
milyar sterlini (yaklaşık 4.7 milyar dolar)
bulabileceği belirtiliyor.

Ünlü Big Ben saat kulesini de barındıran
parlamento binası birçok yangına ve sele maruz
kalmış olsa da, 1950'li yıllardan bu yana hiç
kapsamlı bir bakımdan geçmedi.
Westminster parlamento binasının halka kapalı
bölümlerine giren BBC, binanın bodrum katlarında
sızıntı yapan eski borulardan, yıllardır hiç
dokunulmamış kablolara kadar birçok sorunlu yer
olduğunu farketti.
Parlamento binasının yıllık bakım-onarım faturası
ise ortalama 30 milyon sterlin, yani yaklaşık 47
milyon dolar.
Ayrıca binanın duvarlarındaki taş yapılar da
zaman içerisinde zayıflamış ve yer yer
dokunulduğunda dahi ufalanıp aşınan taşlar görmek
mümkün.
Binanın dış cephesindeki taş işçiliklerinin
Londra'daki hava kirliliği nedeniyle tanınmaz hale
geldiği de belirtiliyor.
İlk tahminler ikiye katlandı
BBC'ye bilgi veren kaynaklar tüm Westminster'ın
tamamen elden geçirilip restore edilmesinin dev bir
proje olacağını ifade ediyor ve maliyetin 3 milyar
sterline, yani yaklaşık 4,7 milyar dolara
ulaşabileceğini söylüyor.
Daha önceki tahminler restorasyonun 2,5 milyar
dolar tutacağı yönündeydi.
"Westminster'ı restore etmek utanç verici düzeyde
maliyetli bir iş olurdu" diyen bir yetkili, henüz
konuyla ilgili alınmış bir karar olmadığını da
ekliyor.
Ancak restorasyon ve yenileme projesinin başkanı
Richard Ware, Westminster'ın artık acilen ele
alınması gerektiğini belirtiyor.
"Her geçen gün aleyhimize işliyor. Bina giderek
yaşlanıyor. Bizim yenileyebileceğimizden daha hızlı
biçimde eskiyor" diyen Ware, sözlerine şöyle devam
ediyor:
"Westminster'ın artık sayılı günleri var. Eğer
hemen harekete geçmezsek elimizde fazla seçenek
kalmayacak ve politikacılar bir harabenin içinde
çalışmak zorunda kalacak."
Restorasyonun nasıl yapılacağına dair ise üç
yaklaşım öne çıkıyor:
İlk seçenek parlamentoyu 5 yıl süreyle başka bir
yere taşıyıp restorasyonu gerçekleştirme. Ancak bu
planın ciddi bir siyasi muhalefetle karşılaşması
olası.
"Kısmi kapama" yöntemiyle parlamentonun üst ve
alt kanatlarını sırayla kapatıp en azından yarısının
Westminster'da kalmasını sağlamak bir diğer seçenek.
Ancak bunun da restorasyon süresini çok uzatacağı
belirtiliyor.
Parlamento çalışmalarına müdahale etmeden
restorasyonu yapmaya çalışmak ise hem 10 yıllar
sürecek bir proje anlamına geliyor hem de
maliyetleri daha da yukarı çekiyor.
Böyle bir projenin nasıl yapılacağı da önemli
olacak. Tarihçi Dan Cruickshank, Westminster'ı
"Dünyanın en muhteşem binalarından birisi" olarak
tanımlarken, Parlamento'nun Birleşik Krallık
kimliğinin ayrılmaz bir parçası olduğunu da söylüyor
ve "Bu iş yapılacaksa doğru düzgün yapılmalı. Tarihi
bir binanın 21. yüzyılda nasıl ayakta tutulduğunun
en güzel örneği olmalı" diyor.
En yakın tarih 2021
Restorasyonun başlamasından önce bağımsız bir
komisyonun kurulacağı ve bu komisyonun tüm
restorasyon sürecinin başında olacağı ifade
ediliyor.
İlk çalışmaların başlayabileceği en yakın tarih
ise 2021 olarak gösteriliyor. 2020 seçimleriyle
oluşacak parlamentonun nasıl bir yöntem izleneceği
konusundaki kararı vermesi olası. Ancak bu kararın
parlamentoda oldukça hararetli tartışmalara neden
olacağı şimdiden öngörülebiliyor.
Yapı, 21.11.2014
|
BİNLERCE YILLIK TARİH SUDA BOĞULACAK

Erzincan Kemah’ta yapımına başlanan Kemah Baraj
ve HES projesiyle Mezopotamya coğrafyasının kadim
halklarına ait onlarca arkeolojik mirasın sular
altında kalacağı ortaya çıktı. Urartu, Roma, Pers,
Arap, Selçuklu ve Osmanlı’ya ev sahipliği yapan
bölgede acilen arkeolojik çalışma yapılmazsa, koca
bir tarih baraj ve HES projesiyle, öğrenilmeden
tarih olacak.
Erzincan ve Kemah arasında Fırat Nehri’nin ana
kolu olan Karasu Nehri üzerinde AK-EL Kemah Elektrik
Üretim AŞ tarafından yapımına başlanan ve sondaj
çalışmaları bitirilen Kemah Barajı ve 2 HES projesi
yaklaşık 20 kilometrelik bir alanı su altında
bırakacak ya da etkileyecek. Şirketin Çevre ve
şehircilik Bakanlığı’ndan 2013’te olur almayı
başardığı ÇED raporunda, bölgedeki 3 tarihi yapı
(Alp Tren İstasyonu, Ardos Mezarlığı ve Acemoğlu
Köprüsü) dışında hiçbir korunması gereken kültürel
varlıktan söz edilmiyor.
ÇED raporunun aksine bölgede, 20’yi aşkın noktada
onlarca kültürel ve arkeolojik eser olduğu ortaya
çıktı. Hangi döneme ait olduğu ancak araştırmalar
sonucunda bilinebilecek olan bu eserler, Kemah
Barajı ve 2 HES projesinin hayata geçmesi durumunda
sular altında kalacak ve koca bir tarih, ortaya
çıkarılmadan tarih olacak.
DAHA KAZMADAN TARİH BULDULAR
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Üyeleri Hasan
Binay ve Mertcan Hepgoncalı, TMMOB Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi Üyeleri Aynur Işık ve
Gizem Demirci’den oluşan bir heyet, su altında
kalacak olan köylerde hiç kazı yapmadan, sadece
fotoğraflama çalışması yaparak 4 günlük bir gezi
gerçekleştirdi. Bu gezide, prehistorik (tarih
öncesi) dönemden başlayarak, Demir Çağ
uygarlıklarından Urartu, Roma, Pers, Arap, Selçuklu
ve Osmanlı dönemine ait su altında kalacak ya da
etkilenecek olan mimari yapı kalıntıları, çanak
çömlek parçaları, su değirmenleri, tarihi yol
kalıntısı bulundu. Ayrıca, heyetin araştırmasına
göre, cumhuriyetin erken dönemlerinin endüstriyel
mirasına ait tren yolu işletmesi, istasyon binaları,
köprüleri ve onlarca tüneli de yok olacak
endüstriyel miraslar arasında.
‘BİR ZEUGMA OLABİLİR’
Daha önce Marmaray gibi çeşitli kurtarma
kazılarında da çalışan ve heyette yer alan
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesinden Hasan Binay,
bölgede mutlaka arkeolojik çalışma yapılması
gerektiğini söyledi. Bölgede yapılacak arkeolojik
çalışmalarla, Urartu, Roma, Pers, Arap, Selçuklu ve
Osmanlı dönemlerine ait hiç bilinmeyen verilere
ulaşabileceğini söyleyen Binay, “Zeugma gibi bir
mozaik de ortaya çıkabilir. Marmaray kazılarının
İstanbul’un bilinen tarihini değiştirmesi gibi,
bölgenin tarihini değiştirecek şeyler de çıkabilir.
Araştırma yapılmazsa, bunları bilemeyebiliriz” diye
konuştu.
ERDOĞAN ‘ÇANAK ÇÖMLEK’ DEMİŞTİ
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan Marmaray için,
“Çanak çömlek yüzünden Marmaray gecikti”
açıklamasında bulunmuş, ancak kurtarma kazılarıyla
birlikte Neolitik Çağ (Cilalı Taş Devri)
buluntularına kadar, nemli eserler gün yüzüne
çıkmıştı.
Ortaya çıkan bu önemli bilgilerin ardından gözler
bilirkişi aşamasında olan mahkemenin vereceği karar
çevrildi.
‘KEMAH, ALTINTEPE’DEN, İPEK YOLU’NDAN
BAĞIMSIZ DEĞİL’
İstanbul Üniversitesi’nden Arkeologlar Derneği
Üyesi Prof.Dr. Sevil Gülçur, bölgenin tarihi
yapısıyla ilgili bilgi verdi: Prof.Dr. Mehmet
Karaosmanoğlu başkanlığında devam eden Erzincan
Altıntepe kazılarından da bilindiği üzere bu bölge,
Urartu Krallığı’nın sınırları içinde. Mengücekler’in
başkenti, UNESCO koruması altındaki Ulucami’siyle
tanınan Divriği, bölgenin pek de ırağında değil. HES
projesinin etki alanı içinde kalan taş döşeli eski
bir yol kalıntısı, bölgeler arası iletişimin en
güzel örneği. Anadolu’daki ilk taş döşeli yollarınsa
Romalılar tarafından yapıldığı bilinmekte. Tarihi en
büyük ticaret ağını oluşturan İpek Yolu’nunsa Fırat
üzerinden kuzeye yönlendiği de. Keban Projesi
kazılarından öğrendiğimiz, Fırat boylarının pek çok
tarih öncesi kültüre ev sahipliği ettiği. Kemah’ın
da bu kültür ortamı içinde bulunduğu
unutulmamalıdır.
TARİHİ YERLEŞİM YERİ İZLERİ

Tamamen baraj suları altında kalacak olan Köseler
mezrasında bir yapı kompleksini andıran kalıntılara
şahit olundu. Arkeologlar, buranın tarihi bir
yerleşime işaret ettiğini söylüyor. Burada,
birbirine bitişik dikdörtgen formlu, üç bölmeye
sahip, moloz yığma taş duvarlardan oluşan bir yapı
tespit edildi. Bu yapı bölmelerinden bir tanesinin
içinde yüzeyde çanak çömlek parçaları bulundu.
OSMANLI BEZEMELERİ

Küplü köyünün arazileri de barajın etki alanında.
Köyün sınırları içinde birçok işlenmiş, bezemeli taş
tespit edildi. Bu da onlardan biri. Net olmasa da,
taşların üzerindeki bezemelere bakarak, Osmanlı
dönemine ait olabileceği düşünülüyor.
ALEVİ TÜRBELERİ SU ALTINDA KALACAK
Kemah Baraj ve HES projesinden etkilenecek
eserler arasında Alevilik inancı için önemli olan
türbeler de var. Cebesoy Köyü’ndeki “Hana Gudur”
bunlardan biri.

BULUNAN DEVŞİRME TAŞLAR YOK OLACAK
Cebesoy Köyündeki bu devşirme taş yok olacak.
Devşirme taş, ana yapı için değil de başka bir yapı
için kullanıulmış mimari parçalara deniyor. Bu,
“Yakında bu taşın kullanıldığı ana bir yapı var”
anlamına geliyor.

TARİHİ TAŞ YOL TEHLİKEDE
Maksutuşağı Köyündeki bu bilinen tarihi taş
yolun, Uratulara ait olabileceği düşünülüyor. Yol,
baraj taş ocakları tarafından tahrip edilecek.
Etrafında baraj çalışmaları başladı bile. Herhangi
bir tescili bulunmayan bu antik yol kalıntısı,
bölgede tarih boyunca yaşamış olan medeniyetlerin
neredeyse tamamının kullandığı güzergahta. İlk kez
Urartu medeniyeti döneminde kullanılmış olması
ihtimali yüksek. Arkeologlar, bölgede tarihi
yollardan geriye kalan tek kalıntı olan ve benzersiz
bir yapıya sahip bu yolun acil olarak koruma altına
alınması gerektiğini söylüyor.

OSMANLI KİLİSESİ DİNAMİTTEN YIKILABİLİR
Baraj projesinden etkilenecek olan Doğanköy’de,
Osmanlı dönemine ait, bir kilise bulunuyor. Ancak,
ufak sarsıntılarla dahi yıkılabilecek durumda.
Mimarlar, baraj taş ocaklarındaki dinamitle patlatma
çalışmalarının kiliseye zarar verebileceğini
söylüyor.

Evrensel, Haber: Sinem Uğurlu, 21.11.2014
|
"SİNAGOG SADECE MÜZE OLACAK"
Edirne Valisi Dursun Şahin, İsrail’in Mescid-i
Aksa’ya düzenlediği baskına tepki göstererek, "O
eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları
katlederken, biz de onların burada sinagoglarını
yapıyoruz. Bizim yaklaşımımız nerede, onların
yaklaşımı nerede?" dedi. Vali Şahin, planlananın
aksine sinagogun sadece müze olarak açılacağını
söyledi.

Edirne Valisi Dursun Şahin,
İsrail’in Mescid-i Aksa’ya düzenlediği
baskına tepki göstererek, "O eşkıya kılıklı
insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de
onların burada sinagoglarını yapıyoruz. Bizim
yaklaşımımız nerede, onların yaklaşımı nerede?"
dedi.
Vali Şahin, Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından 2010 yılından bu yana 3
milyon 700 bin liraya restorasyonu yapılan büyük
sinagogun sadece ‘müze’ olarak kullanılmasına
karar verdiklerini söyledi.
Edirne Maarif Caddesi’ndeki bulunan ve
restorasyonu bitmek üzere olan sinagogun, daha
önce
Musevi cemaatinin talepleri üzerine Kültür
Merkezi’nin yanı sıra düğünlerde de kullanılması
planlanıyordu. Ancak İsrail’in Mescid- i Aksa’ya
düzenlediği baskınların ardından Edirne Valisi
Dursun Ali Şahin, planlamaların aksine
sinagogun sadece müze olarak kullanılacağını
açıkladı. Gazetecilere sinagog ile ilgili
bilgiler veren Şahin, Mescid- i Aksa’daki şiddet
olaylarına da tepki göstererek şunları söyledi:
"Mescid- i Aksa’nın içinde
savaş rüzgarları estiren, bizzat savaş tatbikatı
yapan o eşkıya kılıklı insanlar orada
Müslümanları katlederken, biz de onların burada
sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle
söylüyorum bunu. Biz de onların mezarlıkların
etrafını temizliyor, projelerini kurula
gönderiyoruz. Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu’ndan tescilini bekliyoruz. Bizim
yaklaşımımız nerede, onların yaklaşımı nerede?
Yani bunu izleyicilerin takdirine sunuyorum.
Buradaki tadilatı sona gelen sinagog sadece müze
olarak, içerisinde hiçbir şey olmadan o şekilde
müze olarak tescil edilecek. Yanındaki,
arkasındaki idari bina ise talepte bulunduk Özel
İdare olarak Kültür ve Sanat Galerisi olarak
kullanmak üzere talepte bulundu. Kentimiz de bir
galeri kazanmış olacak. Havranın kullanımı
görüldüğü gibi sadece müze olarak kullanılacak
ama içinde bir sergileme vitrinleme
yapılmayacak."
GEÇMİŞİ 1492’YE
DAYANIYOR
Geçmişi, 1492 yılında
Avrupa’daki baskılardan kaçarak Osmanlı
İmparatorluğu’na sığınan Seferad cemaatine kadar
uzanan sinagogun bugünkü binası 1907’de inşa
edildi. Kaderine terk edilen sinagogun çatısına
leylekler yuva yaptı, çevresindeki demir kapı ve
parmaklıklar çürüdü.
İsrail ile Türkiye arasında
tarihi bir bağı simgeleyen sinagoga ilgi, İsrail
devletinin kurulması ve Edirne’deki
Yahudi Cemaati’nin
İstanbul’a yerleşmesiyle azaldı. 1983
yılından bu yana kullanılmayan sinagogun
mülkiyeti 1995’te Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne
geçti. Kullanılmasa da tarihi açıdan Museviler
için büyük önem taşıyan sinagog, Edirne’de doğan
Türk Sinagog Musikisi’nin (Maftirim) de
kaynağını oluşturuyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından son 4 yıldır 3 milyon 700 bin liraya
onarılan sinagogun daha önce Kültür Merkezi’nin
yanı sıra dini düğün törenlerinde de
kullanılabileceği açıklanmıştı.
Milliyet, Haber: Engin Özmen, 21.11.2014
******
UTANDIRAN AÇIKLAMA ORTALIĞI KARIŞTIRDI

Edirne Valisi Dursun
Şahin'in, şehirde restorasyonu devam eden
sinagogu müze olarak kulllanmaya karar
verdiklerini açıklamasından sonra tepkiler art
arda geldi. Valinin ibadethaneyi İsrail'in
Mescid'i Aksa'ya düzenlediği baskına kızıp
müzeye çevirmek istemesine ilk yanıt Vakıflar
Genel Müdürlüğü'nden geldi. Vakıflar Genel
Müdürü Adnan Ertem, bir açıklama yaparak sinagog
ile ilgili tasarrufun kendilerinde olduğunu
hatırlatarak Edirne Büyük Sinagogu'nun
ibadethane olarak hizmet vereceğini bildirdi.Bu
açıklamadan sonra Vali Dursun Şahin çark etti,
binanın kullanım şekliyle ilgili kararın
Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olduğunu söyledi.
Türkiye Hahambaşılığı ve Türk Musevi Cemaati de
bir yazılı açıklama yaparak "Bu tür bir söylemin
devletimizi temsil eden bir valimiz tarafından
ifade edilmesinden dolayı hicap duymaktayız"
ifadelerini kullandı.
Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, restorasyonu
süren tarihi sinagogla ilgili açıklamalarına
gelen tepkilerin ardından durumu düzeltmeye
çalışarak, binasının kullanım şekliyle ilgili
kararın Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olduğunu
söyledi. Vali Şahin, müze olarak kullanılması
kararının Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce geçen
eylül ayında alındığını ifade etti.
Edirne Valiliği’nden bugün akşam saatlerinde
yazılı açıklama yapıldı. Vali Dursun Ali
Şahin’in dünkü "Mescid- i Aksa’nın içinde savaş
rüzgarları estiren, bizzat savaş tatbikatı yapan
o eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları
katlederken, biz de onların burada sinagoglarını
yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum
bunu" sözlerinin ’yanlış mecraya çekilmesini
önlemek’ amacıyla yapıldığı belirtilen yazılı
açıklamada, şöyle denildi:
"İlimizde yer alan ve restoresine 2010
yılında başlanılan Büyük Edirne Sinagogu, idare
binası ve müştemilat binası Edirne Vakıflar
Bölge Müdürlüğü marifetiyle onarılmaktadır. 2014
yılı içerisinde restorasyonu bitirilmesi
planlanan Sinagog binasının kullanım şekliyle
ilgili karar, Vakıflar Genel Müdürlüğüne aittir
ve müze olarak kullanılmasına karar verilmiştir.
Eylül 2014 tarihinden itibaren de bu karar
doğrultusunda ilgili birimlerle yazışmalar
gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla 21 Kasım 2014
tarihindeki açıklamalar üzerine, ‘Yaşanan
Olaylar Nedeniyle Müze Yapılmasına Karar
Verilmiştir’, ‘Edirne Valisi Mescid-i Aksa
baskınına kızdı’, ’Sinagogu Musevilere kapattı’,
‘Vali İsrail’e kızdı, sinagogu müzeye
çevirdi’ ve benzeri şekilde medyada yer alan
haberler gerçeği yansıtmamaktadır."
Yazılı açıklamada, Vali Dursun Ali Şahin’in,
dünkü sözlerinin ’Mescid-i Aksa da yaşanan
olayları tasvip etmediğini ifade etmek adına
yapıldığı’ ifade edildi.
VALİ
ŞAHİN’İN O SÖZLERİ
Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, dünkü
açıklamasında 2010 yılından bu yana restorasyonu
vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan
sinagogun müze olarak kullanılacağını ifade
ederek şöyle konuşmuştu:
"Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgarları
estiren, bizzat savaş tatbikatı yapan o eşkıya
kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken,
biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz.
İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Biz de
onların mezarlıkların etrafını temizliyor,
projelerini kurula gönderiyoruz. Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu’ndan tescilini
bekliyoruz. Bizim yaklaşımımız nerede, onların
yaklaşımı nerede? Yani bunu izleyicilerin
takdirine sunuyorum. Buradaki tadilatı sona
gelen sinagog sadece müze olarak, içerisinde
hiçbir şey olmadan o şekilde müze olarak tescil
edilecek."
Vali Şahin’in bu
sözlerine tepki gösteren
CHP Bursa Milletvekili Aykan Erdemir,
"Edirne Valisi Dursun Şahin kamu görevi icra
etmeye uygun bir ruh hali içinde değildir. Vali
Şahin makamının itibarını ve Türkiye’nin onurunu
korumak için istifa etme sağduyusunu
gösteremeyecekse, vakit geçirmeden görevden
alınmalıdır" dedi.
TÜRKİYE HAHAMBAŞILIĞI VE TÜRK MUSEVİ
CEMAATİ: HİCAP DUYMAKTAYIZ
Türkiye
Hahambaşılığı ve Türk Musevi Cemaati, Edirne
Valisi Dursun Ali Şahin'in restore edilen Edirne
Sinagogu ile ilgili sözleriyle ilgili bir
açıklama yaptı. Türkiye Hahambaşılığı ve Türk
Musevi Cemaati'nin ortak yazılı açıklamasında,
hükümetlerin yıllardır sürdürdüğü ayrımcılığı
reddeden anlayışa rağmen, Vali Şahin'in dün
verdiği beyanda, Türkiye'nin asırlardır önemli
bir unsurunu teşkil eden Yahudi vatandaşlarını
ötekileştirdiği savunuldu.
Açıklamada, şu görüşlere yer verildi:
"Ortadoğu'daki politikalar, eylemler ve
davranışlar, hiçbir yetkiliye bu topraklarda
asırlardan beri yaşayan, Osmanlı ve Türk
milletinin bir parçası olmaktan gurur duyan biz
Türk Yahudilerini hedef haline getirme hakkını
vermemektedir. Bu tür bir söylemin devletimizi
temsil eden bir valimiz tarafından ifade
edilmesinden dolayı hicap duymaktayız.
Dönemin koşullarından dolayı mazbutaya alınmış
olan Büyük Edirne Sinagogu, Vakıflar Genel
Müdürlüğünün özverisi ve teveccühüyle Türk
Musevi Cemaati yönetiminin bilgisi ve arzusu
doğrultusunda el birliği ile restore edilmiştir.
Yahudi tarihinde, ilmi ve dini olarak çok önemli
bir yer işgal eden Edirne Yahudiliğinin bu
sembolünün baştan beri tanımlandığı gibi
müze-sinagog olarak tekrar ayağa kaldırılmasının
özellikle Edirne şehrimizin tanıtımına katkıda
bulunacağına inanmaktayız."
Trakya ve Anadolu başta olmak üzere, geçmişte
İstanbul içinde ve dışında sayısız
mezarlığın kutsallığına el atılarak tahrip
edildiği savunulan açıklamada, "Son aylarda
doruğa ulaşan Yahudi karşıtı söylem ve eylemlere
karşı toplumun, adaletin ve hükümetimizin
duyarlılığı ve çabalarıyla acilen mücadele
edilmesini temenni ediyor, devletimize
güveniyoruz. Başta insan hayatı kutsallığı olmak
üzere tüm kutsalların gereken saygı ve sevgi
içinde barışa hizmet edecek şekilde korunması en
samimi dileğimizdir" ifadelerine yer verildi.
Edirne Valisi Şahin, Edirne Büyük Sinagogu'na
ilişkin açıklamalarda bulunmuş, bazı basın yayın
organlarında sinagogun ibadethane olarak
kullanılmayacağına yönelik haberler
yayımlanmıştı.
EDİRNE VALİLİĞİ'NDEN AÇIKLAMA
Edirne Valiliği
Sinagog binasının kullanım şekliyle ilgili
kararın Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olduğunu
bildirdi.
Edirne Valiliğinden yapılan yazılı açıklamada
şunlar kaydedildi:
"İlimizde yer alan ve restoresine 2010'da
başlanılan Büyük Edirne Sinagogu, idare ve
müştemilat binası Edirne Vakıflar Bölge
Müdürlüğü marifetiyle onarılmaktadır.
2014 yılı içerisinde restorasyonu bitirilmesi
planlanan Sinagog binasının kullanım şekliyle
ilgili karar, Vakıflar Genel Müdürlüğüne aittir
ve müze olarak kullanılmasına karar verilmiştir.
Eylül 2014 tarihinden itibaren de bu
karar doğrultusunda ilgili birimlerle yazışmalar
gerçekleştirilmiştir."
Vali Şahin'in açıklamaları üzerine, "Yaşanan
olaylar nedeniyle müze yapılmasına karar
verilmiştir", "Edirne Valisi Mescid-i Aksa
baskınına kızdı, sinagogu Musevilere kapattı",
"Vali İsrail'e Kızdı, Sinagogu Müzeye çevirdi"
ve benzeri şekilde medyada yer alan haberlerin
gerçeği yansıtmadığı belirtilen açıklamada,
"Sayın Valimiz açıklamalarında, Mescid-i
Aksa'da meydana gelen üzücü olaylara dikkati
çekmek üzere Sinagog'un ihya edilmesinden
bahsetmiştir. Tüm dinlere ait kutsal mekanlar
ile kültürel miras addedilen eserlerin korunması
ve yaşatılması gerektiğini vurgulamak ve
Mescid-i Aksa'da yaşanan olayları
tasvip etmediğini ifade etmek adına bu
açıklamalarda bulunmuştur. Kamuoyuna
saygıyla duyurulur."
VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ: İBADETHANE
OLARAK KALACAK
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, müdürlükleri
bünyesindeki yapılarda fonksiyonla ilgili
kararların müdürlükleri tarafından alındığını
ifade ederek, tarihi Edirne Büyük Sinagogu'nun
ibadethane olarak hizmet vereceğini bildirdi.
Ertem, Edirne'deki sinagogun Avrupa'nın en büyük
sinagogu olduğunu belirtti.
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
yaptırılan ve yaklaşık 4 milyon liraya mal
olacak yapının restorasyonunun 1-2 ay içinde
tamamlanacağını ifade eden Ertem, şöyle konuştu:
"Öncelikle şunu ifade edeyim; Vakıflar Genel
Müdürlüğü'ne ait bütün yapılarda fonksiyonla
alakalı kararı, Vakıflar Genel Müdürlüğü
veriyor. Bu konuda gerek Başbakan Yardımcımızla,
gerekse de Başbakanımızla görüşerek fonksiyon
verme noktasında kararı biz veriyoruz. Burayla
ilgili de 1 sene önce açıklamamızı yapmıştık.
Sayın Başbakanımızın da talimatları
doğrultusunda burayı ne olarak düşündüğümüzü
ifade ettik. Öncelikle şunu söyleyeyim, bizim
niyetimiz kesinlikle oranın öncelikli olarak bir
ibadethane olarak fonksiyon üretmesidir.
Türkiye'ye gelecek, Edirne'yi ziyaret edecek
veya Musevi cemaatine mensup vatandaş dışarıdan
olur, içeriden olur, oraya gidip ibadetini,
onların ifadesiyle duasını rahatlıkla
yapabilmeliler. Ona zemin hazırlıyoruz ve imkan
vereceğiz. İkinci olarak da burası bir kültürel
varlık. Ortak tarihimizin, ortak değerlerimizin
ve dünyanın bir kültürel varlığı. Onun için de
diyoruz ki tıpkı Süleymaniye Cami, Sultanahmet
Cami gibi hem ibadet işlevi görsün hem de müze
olarak da gelen ziyaretçilerin, ibadet harici,
Museviler dışında diğer insanlar da gelip bu
yapıyı, Avrupa'nın en büyük sinagogunu gelip
yerinde ziyaret edebilsinler. Niyetimiz bu."
Sinagogun daha önceden kütüphane olarak
kullanılan bölümüyle ilgili kararı henüz
vermediklerini vurgulayan Ertem, "Önemli olan burada
sinagogla alakalı ne yapılması gerektiğidir.
Sinagogla ilgili düşüncemiz bunun dışında bir şey
değildir. Bu açıklamayı yapmak zorunda hissediyorum.
Bunun haricindeki söylemlere itibar edilmemesi
gerekiyor. Biz Musevi cemaati temsilcileriyle de ki
onlar vakıf olarak da bizim sorumluluğumuzda,
diyalog içindeyiz. Bu konuda her türlü görüşmeyi,
teması sağlamış vaziyetteyiz. Ne yapılmasıyla
alakalı istişare içindeyiz. İki hafta içinde
görüşmede bulundular. Ben de orada bulundum. Ne
yapılması gerektiği ortada, onun için başka
söylemlere itibar edilmesin. Bizim niyetimiz burada
öncelikli olarak Musevi cemaatinin ihtiyaçlarına
göre burayı dizayn etmek" ifadelerini kullandı.
Hürriyet, 23.11.2014
******
YAHUDİ KURULUŞUNDAN EDİRNE VALİSİ'NE TEPKİ
Edirne Valiliği’nin kentteki
sinagogu müzeye dönüştürme çağrısının yankıları
sürüyor. Merkezi ABD’de bulunan İftira ve
Karalama ile Mücadele Birliği kuruluşu (ADL)
önceki gün Edirne Valisi Dursun Şahin’in
sözlerini kınayan bir açıklama yayınladı.
Yahudi sivil toplum kuruluşunun başkanı
Abraham Foxman açıklamada valinin Yahudilere
yönelik nefreti saklamayan bu tür “düşmanca”
söyleminin Türkiye’deki Yahudi toplumunun
hissettiği gerilimlere katkı yaptığını belirtti.
Açıklamada, “Sinagogda ibadete izin
verilmeyeceği yönündeki açıklamanın “saldırgan
ve tehdit edici” olduğu belirtildi.
ADL bildirisinde Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün olayla ilgili tutumundan ise
memnuniyet duyulduğu kaydedildi. Vakıflar Genel
Müdürü Adnan Ertem, o sözlerin ardından tarihi
Edirne Büyük Sinagogu’nun ibadethane olarak
hizmet vereceğini belirtmişti.
Edirne Valisi Şahin, İsrail askerlerinin
Mescid-i Aksa Külliyesi’ndeki Kıble Camisi’ne
girmesinin ardından 21 Kasım’da, 2010 yılından bu
yana restorasyonu vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından yapılan sinagogun müze olarak
kullanılacağını ifade ederek şöyle konuşmuştu:
“Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgarları
estiren, bizzat savaş tatbikatı yapan o eşkıya
kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz
de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. İçimde
büyük bir kinle söylüyorum bunu. Biz de onların
mezarlıkların etrafını temizliyor, projelerini
kurula gönderiyoruz. Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu’ndan tescilini bekliyoruz. Bizim yaklaşımımız
nerede, onların yaklaşımı nerede? Yani bunu
izleyicilerin takdirine sunuyorum. Buradaki tadilatı
sona gelen sinagog sadece müze olarak, içerisinde
hiçbir şey olmadan o şekilde müze olarak tescil
edilecek” demişti.
Hürriyet, 25.11.2014
|
BORU ÇİÇEĞİ 44,4 MİLYON DOLARA SATILDI

20. yüzyıl Amerikan sanatının en önemli
ressamlarından biri kabul edilen Georgia
O'Keeffe'nin 44,4 milyon dolara alıcı bulan "Jimson
Weed/White Flower No. 1 (Boru Çiçeği/Beyaz Çiçek No.
1)" adlı eseri, bir kadın ressamın şimdiye kadar en
yüksek fiyata satılan eseri oldu.
Sotheby's Müzayede
Evi, New York'ta açık artırmaya çıkarılan eserin,
kıyasıya bir çekişmenin ardından 44,4 milyon dolarla
rekor fiyata satıldığını açıkladı.
Joan
Mitchell'ın mayıs ayında 11,9 milyon dolara alıcı
bulan "Untitled (Adsız)" eseri, bir kadın ressamın
en yüksek fiyata satılan eseri olarak biliniyordu.

O'Keeffe, derinliği olmayan mekan içine
yerleştirilmiş kafatasları, hayvan kemikleri,
bitkiler, kabuklar, kayalar gibi nesneleri konu
aldığı resimleriyle 20. yüzyıl Amerikan sanatındaki
en özgün ve önemli sanatçılardan biri olarak
tanınıyor. 1986 yılında 98 yaşında hayata veda eden
O'Keeffe'nin en ünlü eserleri arasında "Cow's Skull:
Red, White, and Blue (İnek Kafatası, Kırmızı, Beyaz
ve Mavi)" de bulunuyor.
Akşam, 21.11.2014
|
PEŞİN FİYATINA 10 TAKSİTLE PICASSO TABLOSU
Taksitle sanat satan ana
sponsorundan sergilenen heykellerin yanına uzanarak
poz veren “ünlü”lere, açılışa pijamayla gelen
şarkıcılardan “yuvarlak hesap”la tablo almaya
çalışan sanat yazarına, 5 gününü Contemporary
İstanbul'da geçiren bir çalışanın notları...
İlki 2006 yılında düzenlenen ve Türkiye'nin en
kapsamlı uluslararası sanat fuarı olma iddiasındaki
Contemporary İstanbul, 12-16 Kasım tarihleri
arasında Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Salonu'nda
gerçekleştirildi. 23 ülkeden 108 galerinin katıldığı
fuarı, 77 bin “sanatsever” ziyaret etti. Fuardaki
kalabalığı oluşturanlar arasında, ziyaretçiler
dışında galerileri çalışanları ve 5 günlük sürede
onlara yardımcı olmak için orada bulunan geçici
çalışanlar da vardı.
Fuarda geçici olarak çalışanlardan biri,
kimilerine göre güncel kimilerine göre çağdaş olan
“contemporary” sanattan pek de bir şey anlamıyordu.
Lütfü Kırdar'da birkaç gün geçirdikten sonra
öğrenmişti ki, sanattan anlamaya yetecek parası da
yoktu. Nakit parayı bir kenara bırakırsak,
etkinliğin ana sponsoru Akbank Private Banking'in
başlattığı “kredi kartına taksitle sanat”
kampanyasına katılsa, aldığı “iş”in bir taksidine
bile limiti yetmezdi.
Yine de fuarda neler olduğunu, neler
konuşulduğunu gözlemleyebilirdi ve evet, o da bu
sanatsal etkinlikte üzerine düşeni yaptı ve “yeni
başlayanlar için Contemporary İstanbul” adı da
verilebilecek olan bu yazıyı kaleme aldı...
Kimin için Sanat?
Contemporary
İstanbul'a giderken bilinmesi ve dikkate alınması
gereken ilk şey, sanatın alınıp satılabilir bir meta
haline getirildiği gerçeği. “Sanat sanat için midir,
yoksa toplum için mi” sorusunu lise münazaralarında
bırakıp, bu düzende, -daha spesifik olmak gerekirse-
bu düzlemde, sanatın parası olanlar için olduğunu
kabul etmeden Lütfü Kırdar'ın kapısından içeri
girmek, birçok bünyede şok etkisi yaratabilir.
Bu gerçeği kabul etmemekte ısrar edenler, birkaç
gün önce bir sergide hayranlıkla izledikleri Joan
Miro'nun tablolarının Galerie Lelong'ta satışa
çıkarıldığını ve fuar bitiminde bir güzel paketlenip
alıcısının evine gönderildiğini öğrendiklerinde ufak
çağlı bir kalp krizi geçirebilir. Aynı galerinin
Picasso'nun da bazı işlerine ev sahipliği yaptığını
eklemek, paragrafın başında belirtilen durumun
kabullenilmesinin, bu tarz fuarlar için ne kadar
ivedi olduğunun bir başka kanıtı olarak da
sunulabilir.

Fiyatlardan konuşmak ayıp değil
Contemporary İstanbul'un bir sergi değil de fuar
olmasının ortama kattığı maddi boyut
kabullenildiyse, etkinliğin zaman zaman büründüğü
akşam pazarı havasından bahsetmenin tam zamanı.
Sanat gazetecisi Cem Erciyes'in “fuarda fiyatlardan
konuşmak ayıp değil, hatta pazarlık bile mümkünmüş”
cümlesiyle ifade ettiği gibi, alışık olmayan
bünyelere aksi bir izlenim verse de, Comtemporary'de
fiyat konuşmak ve pazarlık yapmak, dünyanın en
normal şeyi olarak kabul ediliyor.
Kredi kartına taksitle sanat satıyor olmasıyla
övünen ana sponsorundan “şuna yuvarlak olarak 2000
lira diyelim” cümlesini kullanan sanat yazarına
kadar birçok örnek de bu “alışveriş merkezi benzeri
sanat ortamı”nda yaşananları bütün çıplaklığıyla
ortaya koyuyor. Contemporary'deki “kurban bayramı
öncesi hayvan pazarı” havasını kabullenemeyenlerin
payına ise sezon sonu indirimden tişört
alıyormuşcasına rahat bir şekilde “şunu, şunu, şunu
ve evet bir de şunu alıyorum” diyen tekstil
patronunun yarattığı şaşkınlık düşüyor.

Burada hiçbir şey acaip değil
Aşina olmadığı bir çevreye girmek, birçok insanda
gerginlik yaratabilir ve binlerce dolarlık (tabii ki
liralık değil) işlerin sergilendiği, galeri
görevlilerinin çoğunun önce küçük, vakit artınca da
büyük dağları yaratmış gibi gözüktüğü Contemporary
de, alışık olmayanların nasıl davranacaklarını
bilmediği bir etkinlik olarak görülebilir.
Çağdaş/güncel sanat ortamlarına girmek isteyip de
bu sebepten çekinmiş olanların yanlış düşündüklerini
söylemek gerekiyor çünkü Contemporary'de “uygun
davranmak” diye bir şey bulunmuyor. Birçok kişinin
“uygunsuz mu oldu acaba” diye düşeneceği hareketler
bu çevrede oldukça olağan karşılanıyor ve sevimli
birer aykırılık olarak nitelendiriliyor. Bu
sebeptendir ki, fuarda geçirilen zaman diliminde
ünlü bir sosyetiği fuarda sergilenen heykellerden
birinin yanına uzanıp magazin dergilerine şuh pozlar
verirken görmek de, fuara pijamasıyla katılmış bir
şarkıcıyla karşılaşmak da enteresan olaylar olarak
nitelendirilmiyor.
Her ne kadar etkinliğin amacı insanları sanatla
buluşturmak değil de eldeki ürünü alıcıyla
buluşturmak olsa da, sanatın halktan koparılarak
fuaye salonlarına hapsedildiği bir dönemde,
Contemporary İstanbul çağdaş sanatın ne yönde
ilerlediğini gözlemlemek için gidilebilecek bir
etkinlik olarak değerlendirilebilir. Yukarıda
anlatılanları okuduktan sonra bu değerlendirmenin
pozitif mi yoksa negatif mi olacağı ise sizin
kararınız...
Sol Haber, Haber: Gonca Tokyol, 21.11.2014
|
'ÇİLEK SEVEN KADIN'A MEME SANSÜRÜ
DYO Resim Yarışması'nda
sergilenme hakkı kazanan "Çilek Seven Kadın" adlı
tablo, "memesi gözüküyor salona uygun değil"
denilerek sergiye kabul edilmedi.

AKP hükümeti tarafından vajinalara -daha doğrusu
vajinanın adına- karşı savaş açıldığı şu günlerin
saldırganlığından memeler de nasibini aldı.
Dyo Boya Firmasının iki yılda bir düzenlediği Dyo
Resim Yarışması'nda sergilenme hakkı kazanan bir
tablo, sergide yer alamadı.
Ressam Metin Çelik'e ait "Çilek Seven Kadın"
tablosu, "salonun sergileme kurallarında içki ve nü
resimin olmaması" gerekçesiyle İstanbul Cemal Reşit
Rey sergi salonunda düzenlenen açılışta yer almadı.
Çelik, olayı Facebook hesabından şu mesajla
duyurdu: "SANSÜR!! Arkadaşlar "Çilek Seven Kadın"
adlı resmim 36. Dyo resim yarışmasında sergileme
aldığı halde, bir göğsü açık olduğu için Cemal Reşit
Rey'de bu akşam yapılan açılışta sergiden
çıkartıldı.!! Salona MEME girmesi yasak!! 2014
Türkiyesinin geldiği durum bu!!"

Akşam, 20.11.2014
|
16 - 22 Kasım 2014
|
İSTANBUL MODERN 10
YAŞINDA
İstanbul Modern'in
10'uncu yaşı, salı akşamı müzede kutlandı.
Sanatçılardan,
yazarlardan, resim meraklılarından, müzecilerden,
basından oluşan kalabalık bir grup kutlamada yer
aldı.
Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, yaptığı
konuşmada, müzenin kuruluşu, müzenin aldığı yerli ve
yabancı ödüller, etkinlikler konusunda bilgi verdi.
Konuşmadan bazı notları paylaşmak istiyorum:
"İstanbul Modern 8. Uluslararası İstanbul Bienali'ne
ev sahipliği yapmış olan, içinde bulunduğumuz
antrepo binasının müze olarak düzenlenmesiyle 11
Aralık 2004'te açıldı. Bu açılışla, bienallerin
başladığı 1987 yılından itibaren kurduğumuz 17
yıllık düş gerçekleşmiş oldu.
Hedefimiz kalıcı bir mekanda, ülkemizin modern ve
çağdaş sanat alanındaki yaratıcılığını ve kültürel
kimliğini tanıtarak uluslararası sanat ortamına
taşımaktı.
-İstanbul Modern'e duyulan güven sonucunda, bugün
müzemiz koleksiyonundaki yapıtlardan 93 sanatçıya
ait 200 eser, koleksiyonerler, sanatçı varisleri ve
sanatçılar tarafından bağışlanmış bulunuyor.
Kendilerine, müzemizin temellerine koydukları bu
değerli taşlar için şükran duyuyoruz."
* * *
İstanbul Modern'in şimdiye kadar başardıklarının
kısa bir sayısal dökümünü vereceğim:
-Geride kalan on yıl boyunca 1220 sanatçının
çalışması sergilendi.
-105 sergi gerçekleştirildi.
-Bugüne dek Berlin, Paris, Londra, Moskova,
Rotterdam, Seul, Bahreyn, Şanghay gibi çeşitli
kentlerde 17 yurtdışı sergisi düzenlendi.
-1400 etkinlik-konferans-söyleşi yapıldı.
-Müze bünyesindeki sinema salonunda 2600 film
gösterimi gerçekleştirildi.
-Müzenin özgün kimliğini oluşturan kütüphanesinde 16
bin yayın yer alıyor.
-Müzede düzenlenen eğitim programlarına 550 binden
fazla kişi katıldı.
-10 yılda 5.5 milyondan fazla ziyaretçi müzeyi
gezdi.
İstanbul Modern'in yurtdışında açtığı sergiler
sayesinde Türk sanatçıları uluslararası arenaya
taşınmış oldu.
Müzeler, bugün sadece sergilerle önem kazanmıyor!
Ziyaretçilerinin daha aktif olarak yer aldığı
etkinlikler de düzenleniyor. Mesele sadece
sergilemek ve eseri göstermekten farklı bir hal
almış durumda. Haliyle müzecilik kavramı bugün geniş
bir alanı kapsıyor. Dolayısıyla değişik sanat
türlerini ve aktiviteleri de aynı çatı altında
barındırıyor.
Sergilenen sanatçı hakkında konuşmalar yapılıyor,
bir sinematek görevini üstleniyor, sinema salonunda
filmler gösteriliyor.
Edebiyattan resme birçok alanda tanınmış kişiler
konuşmalar yapıyor.
Bütün bunların yanı sıra benim en önem verdiğim yan,
buradaki eğitim etkinlikleri. Çocuklar burada
sanatla bağlantı kuruyorlar, çiziyorlar, boyuyorlar,
içlerindeki yeteneği keşfediyorlar en önemlisi
sanatı doğru kaynaktan öğreniyorlar.
* * *
İstanbul Modern'e sanatımıza yararlı çalışmalarından
dolayı teşekkür borçluyuz. Nice 10 yıllara diyelim.
Hürriyet, Yazı: Doğan
Hızlan, 21.11.2014
|
16/9'DA 'NİYE
TRAŞLAMADIN' SORUSU

İstanbul’un
tarihini siluetini etkilediği gerekçesiyle
mahkemenin Zeytinburnu’ndaki 16/9 gökdelenleri
için verdiği ‘tıraş’ kararını uygulamayan
Zeytinburnu Belediye Başkanı ile İmar ve Fen
İşleri müdürleri hakkında soruşturma başlatıldı.
C.B isimli
vatandaşın şikayetini dikkate alan Bakırköy
Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosu
soruşturma için Zeytinburnu Kaymakamlığı’ndan
izin istedi.
İstanbul 4.
İdare Mahkemesi 16/9 gökdelenleri için siluete
etki eden kısmın yıkımına karar vermiş,
Danıştay 14.
Dairesi de bu kararı onamıştı. Ancak yıkım için
Zeytinburnu Belediyesi’nin çıktığı ihale
‘’konsorsiyum olarak teklif verilemez’’ şartı
konulduğundan iptal edilmişti.
Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın Zeytinburnu Kaymakamlığı’na
gönderdiği talep yazısında şöyle denildi: “İhbarcı
C.B.’nin başsavcılığımıza vermiş olduğu dilekçesinde
özetle, Zeytinburnu İlçesi Kazlıçeşme Mahallesi 89
pafta 771 ada, 12 parsel sayılı yerde bulunan 16/9
kuleleri olarak geçen binanın Sultanahmet Cami’nin
siluetini bozması nedeniyle açılan davalar sonucunda
Danıştay 14. Dairesinin vermiş olduğu traşlama
kararının Zeytinburnu Belediye Başkanlığı’na infazı
için gönderilmesine rağmen bu kararı uygulamayan
Zeytinburnu Belediye Başkanı, İmar ve Şehircilik
Müdürlüğü’nde görevli memurlarla Fen İşleri
Müdürlüğünde görevli memurlar hakkında görevlerini
kötüye kullandıklarını belirtmiştir. Şüphelilerin
kamu görevlisi olduğu ve isnat edilen suçun idari
nitelikte bir suç olduğu anlaşılmaktadır.’’
MÜFETTİŞLER
İNCELEYECEK
Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı Memur Suçları
bürosunca Zeytinburnu Belediye Başkanı ile Fen ve
İmar Müdürleri için 4483 sayılı Memur ve Diğer Kamu
görevlilerinin yargılanması hakkındaki yasanın 3 ve
6. maddelerinin uygulanması istendi. Şimdi İçişleri
Bakanlığı müfettişlerince sorumlu kamu personeli
hakkında bir ön inceleme yapılacak. İfadelerine
başvurulacak kamu personeli mahkeme kararını neden
uygulamadıklarını, ihaleye neden konsorsiyum ile
girilememe şartı getirildiğini, ikinci kez ihaleye
neden çıkılmadığını açıklayacaklar. Hazırlanacak ön
inceleme raporundan sonra Zeytinburnu kaymakamlığı
soruşturma izni verip vermeme kararını en geç 45 gün
içinde mahkemeye bildirecek. Yıkım kararını
belediyenin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde
uygulaması gerekiyordu. Zeytinburnu Belediyesi İmar
Müdürlüğü bu sürenin tamamlanmasına yakın sesiz
sedasız ihaleye çıkmıştı. İhale şartnamesine de
“Konsorsiyum olarak teklif verilemez” şartı
getirmiş, katılan olmayınca ihale iptal edilmişti.
İkinci kez ihaleye çıkması gereken Zeytinburnu
Belediyesi henüz yeni ihale düzenlemedi.
Neden tıraşlanacaktı?
Siluet tartışmalarından
sonra İBB her semte yükseklik kotası getirdi. Bu
kotaya göre Zeytinburnu için belirlenen yükseklik 70
metre yani 23 kat. Bu karara göre 36, 32 ve 26 kat
olan 16:9 gökdelenleri için düşülmesi gereken
minimum kat yüksekliği 23. Bu durumda kulelerin
birinden 13, birinden 9 ve birinden de 3 kat
yıkılması gerekiyor.
Kamulaştırma
yapılacak
Zeytinburnu Belediyesi
yetkilileri neden 2. ihale açılmadığı sorusuna şöyle
yanıt verdi; “16/9’la alakalı Zeytinburnu Belediyesi
Encümeni yıkım kararı almıştı. Bu karardan sonra
ihale açılmıştı. Ancak mahkeme Belediye Encümeni’nin
aldığı kararı iptal etti. Mahkeme devam eden süreçte
şunu söylüyor: Önce traşlanacak yerlerin
kamulaştırılması gerekiyor. Yani bağımsız birimlerin
bedellerinin ödenmesi gerekiyor. Bugünün raiç
bedelleriyle yıkılacak yerlerin satın alınmasının
ardından tahliye davası açılması ve yıkım sonra
yapılması gerekiyor. Mahkeme sürecinin devam etmesi
sebebiyle ikinci bir ihale açılmadı.”
Hürriyet, Haber: Ömer
Erbil, 21.11.2014
|
800 YILLIK KERVANSARAY
AYAĞA KALKACAK
Döşemealtı İlçesi'ndeki
800 yıllık tarihi Evdir Han Kervansarayı'nın
restorasyonu için Akdeniz Üniversitesi ile
Döşemealtı Belediyesi arasında protokol imzalandı.
Protokol törenine katılan Akdeniz Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. İsrafil Kurtcephe, tarihi
zenginliği ilelebet yaşar hale getirmek için
tasarlanan güzel projenin hukuki belgesini imzalamak
üzere bir araya geldiklerini kaydetti. "Tarihi
eserler bir toprağın tapusudur" diyen Prof.Dr.
Kurtcephe, “Yapılan eserin hangi medeniyete ve
millete ait olduğunun en önemli göstergelerinden
biridir. Anadolu'daki tarihi değerleri korumak
ülkemizin geleceği açısından son derece önemlidir.
Döşemealtı İlçesi'ndeki Evdir Han, Selçuklu
döneminden bize yadigardır. Bu eserlerin yıkılması,
viraneye dönüşmesi bizim kusurumuzdur. Bunların
sahipsiz bırakılmaması gerekir. O eserlerin değeri
para ve pulla ölçülemez. Evdir Han'ın yeniden ayağa
kaldırılması ve bir kültür varlığı olarak yerli ve
yabancı turistlere hizmet mekanına dönüştürülmesi en
önemli hizmetler arasında yer alacaktır" diye
konuştu.
Döşemealtı Belediye
Başkanı Turgay Genç ise ilçede bulunan Evdir Han'ın
800 yıl önce Anadolu Selçuklu Sultanı İzzeddin
Keykavus tarafından yapıldığını söyledi. Evdir
Han'ın o dönemde Türklerin bölgeye yerleşmesi ve
kalıcı olmasında aktif rol oynadığını belirten
Başkan Genç, “Evdir Han, Antalya'nın kültürel
zenginliklerinin başında yer alıyor. Yok olmaya yüz
tutmuş, unutulmuş bir tarihi mirasımızdır. Proje en
önemli vizyon projelerinden biridir. İlk aşamayı
yapmaktan onur duyuyorum. Selçuklu dönemine ait müze
bölümü oluşturulacak. Bu alanı Döşemealtı Belediyesi
kültür merkezi gibi kullanacağız. Kültürel ve
sanatsal etkinliklerimizi burada yapmayı
hedefliyoruz. Restorasyon projesini 1 ay içinde
tamamlayacağız. Proje 4-5 milyon liraya mal olacak"
dedi.
Proje yürütücüsü AÜ
Güzel Sanatlar Fakültesi Mimarlık Bölümü Öğretim
üyesi Yard. Doç Dr. İbrahim Bakır, çalışmanın teknik
özelikleri hakkında paylaşımda bulundu. Yard.
Doç.Dr. Bakır, “Evdir Han Kervansarayı, Anadolu
Selçuklu döneminin önemli bir özgün yapısıdır.
Ortada geniş bir avlu ve revaklar vardır. Bir üstte
Kırkgöz ve Susuz Kervansarayı var. Evdir Han, bu
uzantının ilk adımıdır. Bu kervansarayın şanssızlığı
ilk yapılmasına rağmen restorasyonu sona kalmasıdır.
Ömrünü bir 800 yıl daha uzatabilirsek bizim
kazancımızdır" dedi.
Konuşmaların ardından
Rektör Prof.Dr. Kurtcephe ve Başkan Genç arasında
Evdir Han röleve ve restorasyon projeleri yapımı
protokolu imzalandı.
Kemer Gözcü,20.11.2014
|
MİLLİ SARAYLAR'DA YOLSUZLUK ARAŞTIRILACAK
Meclis'e
bağlı Milli Saraylar'da yapıldığı iddia edilen
yolsuzluk, Meclis'te kurulacak bir komisyonla
araştırılacak. Ayrıca Sayıştay da dış denetim
yapacak. Meclis Başkanlık Divanı'nın CHP'li
üyelerinin tespiti üzerine, Meclis Başkanı Cemil
Çiçek'in talimatı ile kurulacak olan komisyon en
kısa zamanda İstanbul'da bulunan Milli Saraylar'da
yolsuzluk araştırılacak.
TBMM Başkanlık Divanı, Meclis Başkanı Cemil Çiçek
Başkanlığı'nda, TBMM İdare Amiri CHP'li Malik Ejder
Özdemir ile Divan üyesi Razı Yalçınkaya'nın, Milli
Saraylar'da yolsuzluk yapıldığı tespitinin
görüşülmesi üzerine tek gündem maddesi ile toplandı.
Toplantıda yapıldığı iddia edilen yolsuzluğun bir
komisyon kurularak araştırılması talepi oy birliği
ile benimsendi. Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in
talimatı ile Milli Saraylar'da yapıldığı iddia
edilen yolsuzluk, kurulacak olan inceleme
komisyonuyla araştırılacak. Ayrıca söz konusu
yolsuzluk iddialarının Sayıştay tarafından da
denetiminin yapılması talebi de Başkanlık Divanı'nda
kabul gördü.
ANKA'nın edindiği bilgiye göre; Çiçek'in talimatı
ile, Milli Saraylar'daki yolsuzluk iddiaları ivedi
şekilde araştırılıp soruşturulacak.
Zaman, 20.11.2014
******
SARAYLAR MİLLİ,
İŞLETENLER AKP'Lİ

Meclis’e bağlı
İstanbul’daki Milli Saraylar’a ait kafe ve
restoranları, AKP’li yöneticilerin amca-hala oğlu
gibi yakınları kapıştı. Yıldız Sarayı’ndaki bin
kişilik gözde mekanı Süleyman Soylu’nun akrabası
kaptı.
TBMM Başkanlık Divanı
dün Cemil Çiçek başkanlığında toplandı. CHP’li
üyeler Malik Ecder Özdemir ve Rıza Yalçınkaya,
Meclis’e ait kafeterya ve salonları gündeme getirdi.
Divan üyeleri, Milli Saraylar bünyesinde işletilen
10 kafeterya ve restoranın 4’ündeki usulsüz işletme
iddialarını gündeme getirdi. İstanbul’da
incelemelerde de bulunan CHP’li Yalçınkaya ve
Özdemir, Meclis’in nasıl zarar ettirildiğini
belgelerle ortaya koydu.
ELEKTRİK-SU
MECLİS’TEN
Milli Saraylar’da 4
restoranın kanuna uygun olmayan yöntemlerle konsinye
yöntemi adı altında yandaş firmalara verildiği,
firmaların karını ise ‘fahiş maliyet-fahiş satış’
sistemiyle perdelediği tespit edildi. Suyu,
elektrik, ısınma ve vergi masrafları Meclis
bütçesinden ödenen lüks restoranları işleten isimler
de AKP’lilerin akrabası çıktı.
SOYLU’NUN AMCAOĞLU
ÇIKTI
Yıldız Parkı içindeki
1000 kişilik mekanın işletmesini geçen yıl alan
Mehmet Soylu, AKP Genel Başkan Yardımcısı Süleyman
Soylu’nun amcasının (Neşat Soylu) oğlu. Dolmabahçe
Saat Kule Kafeterya ise İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş’ın halasının oğlunun
çocuklarına emanet. Küçüksu Kasrı’ndaki mekan ise
Albayraklar’ın dünürünün çocukları tarafından
işletiliyor.
KAYDI OLMAYAN ŞİRKET
Beşiktaş Yıldız Park’ın
işletme hakkı verilen Mehmet Soylu’nun şirketiyle
ilgili iddialar dikkat çekiyor. CHP’li Rıza
Yalçınkaya’nın araştırmasına göre şirketin ne
ticaret kaydı var ne de adresinde böyle bir tabela
bulunuyor. İhaleden 5 ay sonra Vera Yıldızpark
adıyla kuruldu. Mekanın tüm masrafları Meclis’ten
karşılanıyor. Ayrıca 3 TBMM personeli burada da
görev yapıyor.
CEMİL ÇİÇEK
İNCELETTİRECEK
İşletmenin maliyet ve
satışlarla ilgili Meclis’e verdiği bilgiler kuşkulu.
Örneğin bir levrek ızgaranın maliyeti 32 lira,
satışı ise 38 lira. Bir bardak ayranın maliyeti 2.5
lira, satışı ise 4 lira. 1 şişe sodanın maliyeti 2.5
lira, satışı da 4 lira.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek, işletmelerin TBMM
tarafından oluşturulacak bir tahkikat komisyonu ve
Sayıştay tarafından da incelenmesini istedi. Ayrıca
bundan sonra bu restoran ve kafeteryaların
akıbetinin ne olacağı da ayrıca 4 milletvekili
tarafından yerinde yapılacak inceleme sonrasında
belli olacak. Yapılacak araştırmaya göre, tartışmalı
ihalelerin iptal edilmesi gündemde…
Sözcü, Haber: Veli
Toprak, 21.11.2014
|
HİTLER'İN YAPTIĞI RESİM AÇIK ARTIRMADA!

Adolf Hitler'in gençken yaptığı
suluboya resim, Almanya'nın Nürnberg kentinde
Cumartesi günü açık artırmayla satılacak.
Satış, kentteki
Weidler Müzayede Salonu'nda gerçekleştirilecek
ve elde edilen gelirin yüzde onu bir hayır kurumuna
bağışlanacak.
Açık artırmayla ilgili Reuters Haber Ajansı'na
bilgi veren Kathrin Weidler,
Hitler'in
resimleri için dünya çapında bir talep olduğunu
ve özellikle ABD, Japonya ve Asya'dan
koleksiyonerlerin çok ilgilendiğini söyledi.
Müzayedecilerin bizzat katılıp katılmayacağından
emin olmadığını belirten Weidler, "Belki de
gelirler. Ama en son
Hitler'in
resimleri
açık artırmaya çıktığında hiç kimse gelmemişti"
dedi.
Weidler,
Hitler'in
resimlerinin tarihsel belge olarak ele alınması
gerektiğini de kaydetti.
Satışa çıkarılacak resmin 25 Eylül 1916 tarihli el
yazısıyla yazılmış faturasının da bulunduğu
belirtildi.
Ancak bazı eleştirmenler, 1983'te
Hitler'in günlükleri olduğu iddia edilen bazı
sertifikalarla tarihçilerin kandırılmaya
çalışıldığını hatırlatarak, faturaya şüpheyle
yaklaşıyor.
60 bin dolardan satışa çıkıyor
Hitler'in suluboya resminin 60 bin dolardan
(yaklaşık 135 bin Türk Lirası) satışa sunulacağı
ifade ediliyor.
Weidler Müzayede Salonu, daha önce de
Hitler'e ait beş resmi
açık artırmayla 6 bin ile 100 bin dolar
(yaklaşık 13 ile 220 bin Türk Lirası) arası
fiyatlara satmıştı.
20'li yaşlarında ressam olmak isteyen Hitler'in 2
bin kadar
resim yaptığı fakat geçim sıkıntısı nedeniyle
mesleği bıraktığı biliniyor.
Nitekim Almanya'da devlet başkanı olan eski
diktatör, "Kavgam" adlı otobiyografisinde, Viyana
Güzel Sanatlar Akademisi'nden reddedilince ressam
olmaktan vazgeçtiğini yazmıştı.
Bugüne kadar çok sayıda sanat eleştirmeni Hitler'in
yaptığı resimlerin "zevksiz" olduğu yorumunu
yapıyor.
Habertürk, 20.11.2014
|
URARTULARIN İZİNİ KEMERLERDE SÜRÜYOR

YYÜ Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, Urartu Krallığı’na ait
yerleşimlerde gün ışığına çıkarılan kemerlerde,
günümüzden yaklaşık 3 bin yıl önce yaşayan
Urartuların izini sürdü Türkiye’nin çeşitli
müzelerinde sergilenen Urartu kemerlerini 21 yıl
boyunca inceleyen Çavuşoğlu, üzerlerindeki
motiflerin Urartuların sosyal ve kültürel yaşamını
yansıttığını belirledi.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu,
Urartu kemerlerindeki motiflerin, dönemin sosyal ve
kültürel yaşamına ilişkin önemli bilgiler verdiğini
belirtti.
Milattan önce 8. yüzyılda Doğu Anadolu
Bölgesi’nde hüküm süren Urartu Krallığı, tarım,
hayvancılık ve mimarinin yanı sıra elde ettikleri
metalleri işleyerek yaptıkları savaş aletleri ve
takılarıyla da dikkati çekiyor.
Urartulara “Tuşba” adıyla başkentlik yapan Van ve
bölgedeki diğer yerleşimlerde yapılan arkeolojik
kazılarda ortaya çıkan küpe, kolye, boyunluk, yüzük,
broş ve kemerler, dönemin sosyal ve kültürel
yapısıyla ilgili bilim adamlarına önemli bilgiler
sunuyor.
Bölgede 21 yıldan bu yana Urartu medeniyetini
araştıran Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, Türkiye’nin
çeşitli müzelerinde sergilenen Urartu kemerlerini ve
üzerindeki motifleri tüm detaylarıyla inceledi.
Elde ettiği bilgileri “Urartu” isimli kitabında
toplayan Çavuşoğlu, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 21 yıllık araştırması süresince
incelediği kemerlerin, yaklaşık 3 bin yıl önceki
sosyal ve kültürel yaşama dair bilgiler aktardığını
söyledi.
-”Erkek ve kadın kemerlerindeki süslemeler
farklı”
Çavuşoğlu, Urartularda hem kadınlar hem de
erkekler için önemli bir takı olan kemerlerin,
uzun-kısa, ince-kalın ayrıntılarının yanı sıra
üzerindeki süslemelerle de ait olduğu sosyal sınıfı
yansıttığını ifade etti.
Kemerler üzerindeki motiflerin de cinsiyete göre
farklılık gösterdiğini anlatan Çavuşoğlu,
“Erkeklerin kullandığı kemerlerin üzerinde av ve
savaş sahneleri yer alıyor. Kadın kemerlerinde ise
genellikle ziyafet, hediyeleşme, eğlence sahneleri
ile harem motifleri bulunuyor” dedi.
Kemerlere işlenen motiflerin, sosyal yaşantı ve
sınıfsal farklılık açısından da değiştiğini
vurgulayan Çavuşoğlu, üzerinde savaş sahnesi bulunan
kemerlerin Urartu askerleri tarafından
kullanıldığını bildirdi.
Kemer üzerindeki “sakallı” kişilerin düşman
askeri olarak tasvir edildiğini belirten Çavuşoğlu,
kemerdeki av sahnelerinin de dönemin hayvan varlığı
ve bölgede yaşayan türlerle ilgili bilgi
edinmelerini sağladığını kaydetti.
haberler.com, 20.11.2014
|
RUMELİ HİSARI'NDA ÇÖKME TEHLİKESİ
Tarihi Rumeli Hisarı'ndaki bazı hasarların can
güvenliğini tehlikeye attığı ortaya çıktı. Hatta
İBB, 'Tamamen ziyarete kapatın' raporu verdi. İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü de sadece tehlikeli
kısımların kapatılmasını önerdi.

Fatih Sultan Mehmet tarafından
İstanbul’un fethinden önce boğazın kuzeyinden
gelebilecek saldırıları engellemek için
Anadolu Hisarı’nın karşısına inşa ettirilen ve
günümüzde her gün binlerce turistin gezdiği Rumeli
Hisarı’nın, oluşan hasarlar nedeniyle kapatılmak
istendiği ortaya çıktı. Hisar’daki tehlike bir yıl
önce müze uzmanları tarafından fark edildi.
Uzmanlar, belirli bölgelerdeki kaymalar ve sur
duvarlarındaki hasarı ilgililere iletti.
‘BASİT BAKIM VE ONARIM'
Vatan'dan Mehmet Ali Demir'in haberine göre;
geçtiğimiz yıl ocak ayında ise İstanbul 3 Numaralı
Kültür Varlıkları Koruma Bölge Müdürlüğü’nce
hazırlanan raporla hasarların giderilmesi için
gereken röleve, restitisyon ve restorasyon
projelerinin hızlı bir şekilde hazırlanması istendi.
Can ve mal güvenliği açısından Hisar’ın mülkiyet
sahibi olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
gerekli tedbirleri alması gerektiğine karar verildi.
2013 Mayıs ayında Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü
‘basit bakım ve onarım gerekiyorsa geçici çalışma
yapılabilir’ diyerek tedbirleri onarım yapılacak
yerlerle sınırladı.
İBB: TEHLİKE ARZ EDİYOR
Ancak 2013 haziranında İBB Yapı İşleri Müdürlüğü
Hisar’daki yerinden çıkmış ve çıkmakta olan taşların
tehlike arz ettiği yönünde rapor hazırladı. Ayrıca
Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü’nün proje
hazırlıklarının devam ettiği, maliyet hesaplarının
yapıldığı ancak kurul onayı olmadan inşaat
faaliyetine girilemeyeceğinin altı çizildi. Raporun
sonunda ise çalışmalar bitene kadar hasarlı
alanların ziyarete kapatılması istendi.
ACİL KAPANSIN!
Rumeli Hisarı’ndaki hasarlarla ilgili kapsamlı bir
çalışma olmayınca bir yıl sonra müze çalışanları
durumu yeniden dile getirdiler. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı
Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEM)
yetkileri geçtiğimiz haziran ayında, Hisar üzerinde
detaylı bir inceleme yaptı. Uzmanların raporu ise
durumu tüm açıklığıyla gözler önüne serdi. Rapora
göre, Rumeli Hisarı’nın acilen can güvenliği için
ziyarete kapatılması gerekiyordu.
KONSERLER DE TARTIŞMA YARATMIŞTI
Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarihi yerlerde düzenlenen
konserlerde ses düzeyinin tarihi dokuya zarar
verdiği gerekçesiyle yeni bir düzenlemeyle 90
desibelle sınırlamıştı. Bu kapsamda Rumeli
Hisarı’ndaki konserler de tartışılmıştı. Hisar
konserlerine de 90 desibel sınırlandırılması
getirildi. Ancak Hisar’da amfi tiyatro bölümündeki
hasarlı yapı ve Kültür Bakanlığı’nın yüksek kiraları
tarihi mekanı konser yeri olmaktan çıkarttı. Son bir
kaç yıldır Hisar’da konser verilmiyor.
TAŞLAR OYNAMIŞ, DERZLER BOŞALTILMIŞ!
İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik
Daire Başkanlığı Koruma Uygulama ve Denetim
Müdürlüğü (KUDEM)’in raporuna göre Hisar’daki durum
vahim: “Giriş kotu gezilmeye müsaittir ancak; ana
giriş kapısı kenarlarındaki büyük taşların yerinden
oynadığı ve döküldüğü; kuleler arası gezinti
bölümlerinde, kulelere ve seğirdim yollarına (Kale
bedenlerindeki korunmalı yol) çıkan beden duvarları
üzerindeki merdivenlerin yer yer çok daraldığı,
kenarlardaki herhangi bir
güvenlik önleminin bulunmadığı, merdiven
basamaklarının aşındığı ve taşlarında parçalanmalar
ve kayıplar meydana geldiği, genel mahiyette
burçlara çıkmak yasak olduğu halde engelleyici
herhangi bir bariyer bulunmadığı, burçların üzerinde
bulunan pişmiş toprak malzemeli harpuşta taşlarının
yerinden oynadığı, duvar yüzeylerinde derz
boşalmaları olduğu ve duvarları zayıflattığı, ayrıca
yüzeyde çıkan ağaç ve bitkilerin taşları patlatarak
yerinden oynattığı can ve mal güvenliğini tehlikeye
attığı görülmektedir. “
Radikal, 20.11.2014
|
YEDİKULE BOSTANLARI İMARA AÇILIYOR

Yedikule’de tarihi surların
dibinde bulunan ve Osmanlı saraylarına sebze
yetiştiren tarihi bostanlık alan imara açılıyor.
İstanbul’daki tarihi surların dibinde yer alan
Yedikule Bostanları’nın dönüşümü için, Koruma
Kurulu kararı doğrultusunda İBB Meclisi’nce
Uygulama İmar Planı’na işlendi. Bakanlar
Kurulu’nun 2006 yılında “Yenileme alanı”
ilan ettiği tarihi bostan alanıyla ilgili
Fatih Belediyesi’nin, “Yıpranan Tarihi ve
Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilerek
Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması”
hakkındaki kanun gereği hazırladığı Uygulama
Planı, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde
CHP ve MHP grubunun ret oylarına karşılık
iktidar partisinin oy çokluğuyla kabul edildi.
Karara itiraz eden CHP, yenileme projesine onay
veren
AKP Grubu’nu “Kültür katliamına” imza
atmakla suçladı. Tartışmalar altında devam eden
ve Yedikule Bostanları’nı da, “Yedikule-Belgrad
Kapı Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon
Projesi” hakkındaki raporun hakkındaki karar
kapsamında, bölgeye sus havuzu, sosyal tesis,
açık
spor alanı, otopark, dinlenme alanları ve
konutlar yapılabilecek.
İstanbul’un simgelerinden biri olan İstanbul
surlarının gölgesinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi
(İBB) ve Fatih Belediyesi tarafından yapılması
planlanan ‘Belgrad Kapı Rekreasyon Alanı Projesi’nin
yapımına 2013’te başlandı. Bir süredir vatandaşların
tepkisine yol açan yenileme projesinde İBB Meclisi,
Koruma Kurulu tarafından kabul edilen avan projeyi
1/1000’lik planlara işledi. Büyükşehir Meclisi’nde
tartışmalı bir şekilde kabul edilen rapora göre
alanın bir kısmı, belediye tarafından bahçe olarak
kullanımı sağlanacak.
Raporun İBB Meclisi’nde görüşülmesi esnasında
CHP'li İmar Komisyonu Üyesi Esin Hacıalioğlu, planın
acele alınmış acele alınmış bir karar olduğunu ileri
sürüp, “Zirai Botanik Dinlenme alanı” adı altında,
tarihi bostanın yok edileceğini iddia etti. “Burası
Dünya Mirası alanında yer alıyor. Daha plan önümüze
gelmeden Fatih Belediyesi’nin iş makineleri bostanın
altını üstüne getirdiler. Sura bitişik alanlarda
bulunan bostanların korunacağına dair kararlar da
alınmıştı. Sosyal tesis, otoparklar, konut alanı
düzenlemeleri yapılarak imara açılıyor. Burada
yapılan her çalışma tarihsel dokuya zarar veriyor.”
diye konuştu. Bölgedeki kara ve deniz surlarının
düzenlenmesi fikrine açık olduklarını kaydeden
Hacıalioğlu, bunun bilim ışığında yapılması
gerektiğini savundu. Hacıalioğlu “İyi niyetle
ilçenin 1/500 bin ve 1/1000 ölçekli planlarını
hazırladık ama iyi niyetimiz suistimal edildi. Dosya
geril çekilsin. Yoksa burada onaylanması halinde bir
kültür katliamının ortağı olursunuz” dedi.
SOYSAL: EMEĞE
HAKSIZLIK EDİLMEMELİ
AKP'li İmar Komisyon Başkan Vekili Timur
Soysal ise, bölgenin adeta mezbelelik hale geldiğini
savundu. İmar planları için komisyon üyelerinin
günlerce yerinde inceleme yaptığını anlatan Soysal
“Emeklere haksızlık edilmemeli. Orası bostanlıktan
çıkmış, hafriyat atıklarıyla doldurulmuş,
tinercilerin yatağı haline gelmiş bir yerdi. Bu
meclis’ten Fatih İlçesi'nin 1/5000 1/1000 ölçekli
planları oy birliği ile geçti. Bu raporla yenileme
alanı ilan edilmiş bir bölgenin biz plan
değişikliğini değil Kurul tarafından onaylanan avan
projenin planlara aktarıyoruz.” İfadelerini
kullandı. Tartışmaların ardından söz konusu rapor oy
çokluğu ile kabul edildi.
Söz konusu bölge sit alanında olduğu için planlar
daha sonra Koruma Kurulu’nun da onayına sunulacak.
Kurul da planları onaylarsa yürürlüğe girecek.
Yeni plan, tarihi bostanlığın bitişiğinde bulunan
ve geçtiğimiz yıllarda Maksem Yapı tarafından
yapılan Yedikule Konakları’na büyük bir avantaj
sağlayacak. Konakların çevresi hem açılacak hem de
yeşil alan düzenlemesi ile görsel güzelliğe kavuşmuş
olacak.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 20.11.2014
|
DENİZLİ'DE 2 BİN YILLIK
ÇOCUK LAHDİ BULUNDU

Denizli İl Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Şubesi ekipleri, bir eve düzenledikleri operasyonda
Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında yer
alan mermerden yapılmış 2 bin yıllık tarihi geçmişe
sahip olduğu tahmin edilen çocuk lahidi buldu.
Müze Müdürlüğü
tarafından yapılan incelemede, 32 santimetre
yüksekliğinde, 40 santimetre uzunluğundaki mezarın
Roma Dönemi'ne ait olduğu belirlendi.
Evdeki 1 kişi, tarihi
eser kaçakçılığından gözaltına alındı. Polisteki
işlemlerinin ardından adliyeye sevk edilen şüpheli,
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Sol Haber, 19.11.2014
|
ÇANLAR HEVSEL BAHÇELERİ İÇİN ÇALIYOR!
UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine aday olan
Hevsel Bahçeleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın
talebiyle 'tarım niteliği korunacak alan'
statüsünden çıkarıldı.

Diyarbakır ’da Dicle Nehri kıyısındaki Hevsel
Bahçeleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından
‘yapı rezerv alanı’ ilan edilince Diyarbakır halkı 8
bin yıllık geçmişe sahip Hevsel Bahçeleri’ndeki
ağaçların kesilmemesi için Mart ayında günlerce
nöbet tutmuştu.
14 Kasım 2014 Tarihinde toplanan Diyarbakır il
Toprak Koruma Komisyonu, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın talebi doğrultusunda 8 milyon 629 bin
499 metrekarelik alana sahip Hevsel Bahçeleri’nin 7
Milyon 517 bin 732 metrekaresini tarımsal niteliği
korunacak alan statüsünden çıkararak ‘rekrasyon’
alanı ilan etti. Komisyon geriye kalan 1 milyon 111
bin 767 metrekarelik alanı ise tarımsal niteliği
korunacak alan statüsünde kalmasına karar verdi.
YAPILAŞMA TEHDİDİ
Hevsel Bahçeleri’nin imara açılacağını savunan
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Hevsel
Bahçeleri’nin rekrasyon alanı ilan edilmesine itiraz
etti. Hevsel Bahçeleri’nin,
Dünya
Kültür Mirası listesine girmesi için UNESCO’ya
başvurulduğunu ve başvuru sonuçlanana kadar
beklenmesi gerektiğini belirten Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi karara şerh koydu.
Kararın iptal edilmesi gerektiğini belirten
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi konuyla ilgili şu
açıklamayı yaptı: ‘’ Toprak Koruma Komisyonu
toplanarak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından
talep edilen Dicle Vadisinde bulunan tarımsal
arazilerin tarım dışı kullanım iznini karara
bağlamıştır. Bu kararla, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın aldığı Yapı Rezerv Alanı kararının önü
açılmıştır. Kentimiz için bitki örtüsü, peyzajı,
sahip olduğu flora ve faunası ile son
derece önemli olan bu alanın Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın talebi üzerine tarım dışı kullanım
iznini kaldırılmış ve yapı yapma tehdidine açık hale
getirilmiştir. Bununla Toprak Koruma Komisyonu; 5403
sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ile
Uygulama Yönetmeliğine göre amaç dışı ve yanlış
kullanımların önlenmesi korumayı sağlayacak
yöntemlerin geliştirilmesi ile ilgili yetki ve
sorumlulukları varken, tamamen kanun ve
yönetmeliğine aykırı bir karar vermiştir.’’
TMMOB: ‘UNESCO SÜRECİ RİSKE GİRDİ
Hevsel Bahçeleri’nin tarım niteliği korunacak alan
statüsünden çıkarılmasının UNESCO sürecini olumsuz
etkileyeceğini belirten TMMOB Diyarbakır İl
Koordinasyon Kurulu konuyla ilgili şu açıklamayı
yaptı: “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Dicle Nehri
üzerinde yer alan Sur İlçesi ve Yenişehir İlçesi
sınırları dahilinde olan 7 milyon 517 bin 732
metrekare yüzölçümlü alanı tarım arazisi
niteliğinden çıkarmak için başvuru yapmış ve İl
Toprak Koruma Kurulu da 14.11.2014 tarihinde bahsi
geçen alanın tarım dışına çıkarma kararını almıştır.
Bu karar UNESCO sürecini bilinçli ya da bilinçsiz
bir biçimde riske sokmakta, ileriki dönemlerde
korumasız kalan bu alanın yapılaşmaya açılmasının
önünü de açmaktadır. Bir santimetre toprağın, birçok
faktöre bağlı olarak 200 ile 1000 yıl arasında
oluşabildiği ortadayken yaklaşık 7 milyon 517 bin
732 metrekarelik alanın ne kadar süre içerisinde
oluşabileceği can alıcıdır.”
Radikal, Haber: İdris Emen, 19.11.2014
|
SISTINE ŞAPELİ'NE CARRIER KORUMASI
Michelangelo’nun 4 yıllık çalışma sonucunda bin
300 metrekarelik duvar ve tavanını fresklerle
kapladığı, Papa’nın resmi ikametgahı olan Sistine
Şapeli'ni Carrier koruyor. Frekslerin doğal
görünümünü bozmayacak şekilde monte edilen gizli
havalandırma sistemi, şapeldeki tahribatı minimuma
indirerek freskleri koruyor.
Yılda 5 milyon kişi tarafından ziyaret edilen
Sistine Şapeli'nde, ziyaretçilerin
ortama yaydığı toz, vücut ısısı, nefes, mum isi gibi
nedenler, fresklere ciddi zararlar verebiliyor.
Carrier, uygun iç ortam koşullarını oluşturan ürün
gruplarıyla, şapelin tavanında yer alan 336 figür
için zamanı durduruyor.
Frekslerin doğal görünümünü bozmayacak şekilde
monte edilen gizli havalandırma sistemi, şapeldeki
tahribatı minimuma indirerek freskleri koruyor. Son
teknoloji video uygulamalarıyla desteklenen akıllı
kontrol sistemleri, ziyaretçilerin yoğunluğunu
önceden tahmin ederek performasını otomatik olarak
ayarlıyor, Sistine Şapeli’ndeki tabloları korumak
için en ideal iklim koşullarını oluşturuyor.
Ziyaretçilerin rahat gezmesine de olanak sağlayan
havalandırma sistemini 1990 yılında kuran Carrier,
bu kez yenilenmesi için Vatikan’la işbirliği
yapıyor. Eskisine göre 2 kat daha etkin ve 3 kat
daha fazla kapasiteye sahip yeni sistem sayesinde;
daha önce şapele 1 seferde maksimum 700 ziyaretçi
kabul edilirken, bugün 2.000’e yakın ziyaretçi
ağırlanabiliyor.
Konuyla ilgili bir açıklama yapan Vatikan Müzeleri
Müdürü Antonio Paolucci, “Amacımız
restore etmek değil, korumak. Bu yüzden Carrier’ı
seçtik. Çünkü Sistine Şapeli gibi bir başyapıtın,
kıyaslanabilir bir teknoloji başyapıtına ihtiyacı
var” dedi. Carrier AdvanTE3C Avrupa Müdürü
Michel Grabon ise, “Projenin başından
sonuna kadar tüm aşamalarında kullanılan yüksek
teknoloji, tarihin en önemli başyapıtlarından birini
kusursuz biçimde koruyor. Sistem, kendini
yenileyebilen yapısıyla Vatikan’ın artan
ihtiyaçlarına cevap veriyor” diye konuştu.
Yapı, 19.11.2014
|
EZBER BOZAN KURAN ALMANYA'DA BULUNDU

Almanya'nın Tübingen
Üniversitesi'nde nadide bir el yazması Kuran
bulundu. Kuran'ın özelliği Hz, Muhammed'in ölümünden
20 ila 40 yıl sonra kaleme alınmış olması. Günümüze
4 suresi kalan Kuran, en eski Arap hattı "kufi" ile
yazılmış.
Almanya'da ilahiyat çalışmaları seyrini değiştirebilecek el yazması
Kuran bulundu. Nadide el yazması Kuran'ın adresi
Tübingen Üniversitesi kütüphanesi. Fransız ve Alman
bilim insanlarının yürüttüğü Coranica projesi
çerçevesinde incelenen yazma,
İslam'ın en erken dönemlerine tarihlendi.
Eserdeki karbon miktarını ölçen radyokarbon
metoduyla incelenen yazma, yüzde 95lik bir ihtimalle
649-675 tarihi arasında kaleme alınmış. Yani
Hz. Muhammed'in ölümünden 20 ila 40 yıl
sonra. Bu, el yazması Kuranlar arasında oldukça
nadir rastlanan bir durum. El yazmasında İsra,
Yasin, Saffat ve Hadid sureleri bulunuyor.
Kuran, en eski
Arapça hat formu olan Kufi yazısıyla
yazılmış. Ve harfleri sağa yatıran hicazi üslubu
benimsenmiş. 8. - 9. yüzyıllarda görülen hicazi
tarzının 7. yüzyılda görülmüş olması şaşırtıcı.
Esere daha sonraki sahipleri tarafından üzerinde
sessiz harfleri okutmaya yarayan haretlerin
konulduğu, notlar alındığı, başlıklar konulduğu
görülüyor.
El yazması Kuran, Tubingen Üniversitesi'nin 1864
yılında Prusya konsülünün tüm koleksiyonu satın
almasıyla kütüphaneye ulaşmış.
Vatan, 19.11.2014
|
KANAL AÇARKEN ROMA DÖNEMİNE AİT LAHİT BULUNDU
Düzce Belediyesi’nin Dereli Tütüncü Mahallesi’ndeki altyapı çalışmaları sırasında kepçe ile kanal açılırken tarihi kalıntılara rastlanıldı.
İşçiler kazı çalışmalarını durdururken, Düzce Müze Müdürlüğü’ne haber verildi. Kazı yapılan bölgenin etrafı çevrilirken, polis ekipleri önlem aldı. Müze Müdürlüğü yetkililerinin gözetiminde lahitin etrafı kazıldı. Lahdin Roma dönemine ait olduğu tahmin edilirken, Kocaeli Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na haber verildi. Çevrede başka kalıntıların olup olmadığının tespit edilmesi, lahittin açılması için kanalizasyon için yapılan çalışmalara ara verildi.
Cnn Türk, 19.11.2014
|
 |
SİVRİADA'YI İMARA AÇAN PLAN DURDURULDU
İstanbul 3. İdare Mahkemesi, Sivriada'yı imara açan
proje hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Adalar Belediye başkanı Atilla Aytaç kararla ilgili,
'yürütmeyi durdurma kararı adalar halkı tarafından
olumlu karşılandı. Şu anda Yassıada ile ilgili devam
eden bir mahkeme var. Umarım Yassıada için de aynı
karar verilir' dedi.

Sivriada, 1978 yılında Koruma Kurulu kararı ile
doğal SİT alanı ilan edildi. 2009 yılında ise Koruma
Kurulu tarafından ikinci 2. derece doğal ve 3.
derece arkeolojik SİT olarak belirlendi. Daha sonra
hazırlanan 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planı’nda Sivriada 2. Derece Doğal SİT ve 3. Derece
Arkeolojik SİT Alanı olarak ve aynı zamanda
bütünüyle ‘Askeri Alan’ lejandında gösterildi. Kurum
görüşleri alınarak sismik araştırma amaçlı yapılar
dışında yapılaşmaya tamamen kapatıldı. Hazine
mülkiyetinde olan Sivriada, 3 Ekim 2012 tarihinde
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edildi.
İstanbul 5 No’lu Koruma Kurulu 8 Mart 2013’te
Sivriada’yı tarihi SİT'ten çıkardı. 28 Haziran 2013
tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından
yapılan revize 1/5000 ölçekli planda, ‘Askeri Yasak
Bölge’ lejanı, ‘Turizm ve Kültürel Tesis Alanı’
olarak değiştirildi. Uygulama imar planında ise
adada “Fuar, kongre merkezi, konferans salonu,
kültürel tesis, dini tesis, açık hava müzesi, amfi
tiyatro, sergi salonu, karşılama yapıları,
spor salonu, seyir terası, parklar, marina, kafe
ve restoran yapılabilir” denildi. Böylelikle
Sivriada imara hazır hale geldi. Ancak Sivriada’nın
imara açılmasına tepkili olan ada halkı projenin
iptal edilmesi için Adalar Belediyesi’ne başvurdu.
Adalar Belediyesi ise İstanbul 3. İdare Mahkemesi’ne
başvurarak planın iptal edilmesini istedi.
YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARI VERİLDİ
Projenin planlama ilkelerine aykırı olduğu ve
projenin kamu yararına uygun olmadığı kanaatine
varan İstanbul 3. İdare Mahkemesi Sivriada’yı imara
açan proje hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Mahkeme tarafından verilen kararın adalar halkı
tarafından olumlu karşılandığını söyleyen Adalar
Belediye Başkanı Atilla Aytaç sözlerine şu
şekilde devam etti: "Yassıada ile Sivriada
arkeolojik ve doğal sit alanlarıydı. Bu adalar sit
alanından düşürülüp revize edilen planlarla imara
açıldı. Bu yanlış olduğu için mahkemeye başvurduk.
Mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararını
olumlu buluyoruz. Umarım revize edilen planlar iptal
edilir. Aynı durum Yassıada içinde geçerli. Yassıada
ile ilgili de dava açtık. Dava devam ediyor.
Yassıada ile ilgili hazırlanan bilirkişi raporu
mahkemeye sunuldu. Umarım Yassıada ile ilgili de
yürütmeyi durdurma kararı verilir."
YASSIADA İÇİN DE AYNI KARAR BEKLENİYOR
Marmara Denizi’ndeki tüm adalarla birlikte 1976
yılında korunması gerekli doğal ve tarihi SİT ilan
edilen Yassıada, 2011 yılında da 3. derece
arkeolojik sit olarak tescillendi. 27 Nisan 2011’de
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen ada, Kasım
2012’de sitten çıkarıldı. Nisan 2013’te torba yasa
ile kültür ve turizm tesisinin önü açıldı. Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’nın yaptığı 1/ 5000 ve 1/1000
ölçekli imar planları ile adaya otel, restoran,
konferans ve kongre merkezleri, konaklama tesisleri
yapılmasının startı verildi. Adalar Belediyesi
Yassıada ile ilgili ayrıca dava açtı. 1960 darbesi
sonrası yargılamaların yapıldığı ve aynı zamanda
Başbakan Menderes ve arkadaşlarının hapis yattığı
yer olarak hafızalara kazınan ve bir dönem müze
haline getirilmesi düşünülen Yassıada için son
kararı İstanbul 3. İdare Mahkemesi verecek.
Radikal, Haber: İdris Emen, 19.11.2014
|
VAN GOGH "İNTİHAR ETMEDİ, ÖLDÜRÜLDÜ" İDDİASI

Bir adli tıp uzmanı, kendini
vurarak intihar ettiğine inanılan dünyaca ünlü
ressam Vincent van Gogh'un öldürülmüş
olabileceğini öne sürdü.
Ateşli silah yaralanmaları konusunda
uzman olan Doktor Vincent Di Maio, dünyaca ünlü
ressamın inanıldığı şekilde kendi kendisini
göğsünden vurmasının mümkün olmadığını söyledi.
Vanity Fair'e konuşan adlı tıp uzmanı, Van
Gogh'un bedenindeki ölümcül yaralanmaların
kendisi tarafından ateş açtığı bir silahtan
kaynaklanıyormuş gibi gözükmediğini belirtti.
ABD'de Trayvon Martin isimli siyahi genci
vurmakla suçlanan George Zimmerman davasının da
kilit tanıklarından biri olan Doktor Di Maio,
sanıldığı gibi Van Gogh'un göğsündeki kahverengi
ve mor bölgenin lekelenmenin, intihar göstergesi
olmadığını belirtti. Di Maio, sol tarafındna
vurulan Van Gogh'un kendisini sol eliyle
vurmasının çok zor olduğunu, ancak bir başka
kişinin silahı arkasından tutması ve baş
parmağıyla tetiği ittirmesi sayesinde bunun
mümkün olabileceğini söyledi. Dia Maio, sağ elin
kullanımının ise çok daha absürd kaçacağını
ekledi ve "Üstelik Van Gogh kendini vurmuş
olsaydı parmaklarında yanık izleri olurdu. Ancak
böyle bir şey söz konusu değil" diye konuştu.
1888'de ressam Paul Gauguin ile
arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının
bir kısmını kesen Hollandalı ressam Vincent Van
Gogh'un ruhsal durumunun giderek kötüleşmesi
üzerine 1890'da kendini göğsünden vurarak
intihar ettiğine inanılıyor.
Hürriyet, 19.11.2014
|
EFES'TE HEDEF 'KALICI DÜNYA MİRASI LİSTESİ'
Klasik
Yunan döneminin en önemli kentleri arasında yer
alan, Türkiye'nin yurt dışında en çok tanınan ören
yerlerinden Efes, 2015'te 15 yıllık bekleyişinin
sona erdirerek, UNESCO Dünya Miras Geçici
Listesi'nden kalıcı listeye alınmayı bekliyor. İzmir
Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, Efes'in
Dünya Miras Listesi'ne alınması için yıllardır
sürdürülen çalışmaların 2015'de sonuç vermesini
beklediklerini söyledi. Bu yıl Dünya Miras
Listesi'ne alınan Bergama'da olduğu gibi Efes'te de
yoğun hazırlık çalışmaları yürüttüklerini aktaran
Ediz, "Bakanlık olarak inancımız ve hedefimiz
2015'te Efes'in Dünya Miras Listesi'ne girmesi"
dedi. Ediz, Efes'in uzun süre geçici listede
kalmasının "yerel ve merkezi işbirliğinin
sağlanamamasından kaynaklandığını" kaydederek,
"Selçuk Belediyesi, eğer Bergama Belediyesi'nin
yapmış olduğu işbirliğini bu süreçte yapmış olsaydı
Efes, Bergama'dan önce girerdi.
Selçuk'ta son yerel yönetim değişikliğiyle çok iyi
bir işbirliği ve yoğun bir çalışma var" diye
konuştu.
Yeni Asır, 18.11.2014
|
AKP'NİN 'GEZİ' İNADI BİTMİYOR: 'KIŞLA' İÇİN BÜTÇEDEN
PAY
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB), 12
milyar 250 milyon lira olarak belirlenen 2015 yılı
bütçesi sert tartışmalar arasında oy çokluğu ile
kabul edildi. CHP Grup Sözcüsü Tonguç Çoban hem
strateji planlarında hem de 2015 performans yatırım
planlarında “Taksim Meydanı Kentsel Tasarım
ve Taksim Kışlası Restitüsyon Yeni Kullanım”
projesinin yer almasına tepki göstererek “Gezi
Parkı’na kışla yapma sevdasından vazgeçin. Park
olarak kalsın” dedi.
İBB Başkanı Kadir Topbaş dün belediye meclisine
2015 yılı bütçesini sundu. 2015 yılı bütçesinin 12
milyar 250 milyon TL olduğunu belirten Topbaş, geçen
yıla göre bütçede yüzde 32.60 artış olduğunu
söyledi. Belediyeye bağlı kuruluşlarla birlikte
konsolide bütçenin 31 milyar 865 milyona TL’ye
ulaştığını belirtti. Çevre konusunda yanlış
anlaşıldıklarını, raylı sistemlerin ardından en
büyük yatırımı çevreye ayırdıklarını savunan Topbaş,
bütçenin yüzde 40’ının çevre yatırımlarında
kullanılacağını söyledi. Topbaş, Unkapanı Köprüsü’nü
denizin altına alacaklarını ve konunun ihale
aşamasına geldiğini de açıkladı.
“Kışla sevdası”
Stratejik planda ve performans yatırım
programında Gezi Parkı’na kışla adı altında AVM inşa
edilmesine yönelik projenin yer alması tartışma
yarattı. CHP Grup Sözcüsü Tonguç Çoban
“10
yakın gencimizi bu olaylar çerçevesinde kaybettik ve
ortak acımızdır. Bunun simgelendiği yer Gezi
Parkı’dır. Direniş de Gezi Parkı’nın park olarak
kalması orada ağaçların kesilmemesiydi. Bundan
herkesin bir ders çıkarması lazım. Başka benzeri
olaylar olmaması gerekirken inadına inadına ‘Taksim
Kışlası’ kavramı bu plana sokuluyor. Olaylardan
sonra hiçbir zaman Gezi’ye yapılacak kışlayı bu
kadar açık söylememişlerdi” diye konuştu.
Deprem rantı
CHP grubu adına söz alan meclis üyesi Hakkı
Sağlam bütçe ile ilgili eleştirilerde bulundu.
Kentin dört bir yanının AVM’ler ile doldurulduğunu
vurgulayan Sağlam “Kişiye özel imar
düzenlemesi ile müteahhitlere rant sağladınız.
Topbaş’a sormak istiyorum. Olası bir depremde siz
hangi parkta hangi toplanma alanında olacaksınız?
Deprem rant kapısı haline geldi” dedi.
Mikrofon kapatıldı
Meclis Başkan Vekili Ahmet Selamet, Hakkı
Sağlam’ın konuşma süresini aşması üzerine mikrofonu
kapattırdı. Selamet ve Sağlam arasında konuşma
süresi hakkında pazarlık yapıldı. Teşekkür etmek
için süre isteyen Sağlam’ın mikrofonu açıldı ancak
itfaiyede yaşanan yolsuzlular, işçi ölümleriyle
ilgili eleştiriye devam ettiği için yeniden
kapatıldı. Bu sırada AKP’li üyeler sıralara vurarak
protesto ederken CHP’li üyeler alkışlarla Sağlam’a
destek verdi. Sağlam’dan sonra konuşma yapacak olan
MHP’li Meclis Üyesi Hüseyin Kırcalı’nın süresini
Sağlam’a vermek isteyince tekrar tartışma çıktı ve
oturuma ara verildi. Aranın ardından Sağlam, kısa
bir teşekkür konuşması yaparak grubunun bütçe
tasarısına, kent yararına uygun görmedikleri için
ret oyu vereceğini söyledi. Konuşmaların ardından
İBB 2015 yılı bütçesi oy çokluğu ile kabul edildi.
Cumhuriyet, Haber: Hazal Ocak, 18.11.2014
******
'TOPÇU KIŞLASI' YAPILABİLİR Mİ?
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Meclisi'nde Topçu Kışlası tartışması
yaşandı. 'Taksim Meydanı Kentsel Tasarım ve Taksim
Kışlası Restitüsyonu' adıyla 2015-2019 Stratejik
Planı'nında İBB'nin projeyi gündeme aldığı görüldü.
Taksim Gezi Parkı'na yeni bir proje yapılabilir mi?
Nasıl yapılır? İBB nasıl bir yol izleyecek?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi 17 Ocak 2012’de
ilan ettiği ‘1/5000 Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’
ile ‘1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planları’nda
tadilat yapmış, bu tadilatla Taksim’de Yayalaştırma
Projesi başlamış, Gezi Parkı’na da Topçu Kışlası
yapılmasının önü açılmıştı. Mimarlar, Şehir
Plancıları ve Peyzaj Mimarları Odası bu plan
tadilatlarının şehircilik ilkelerine ve mevcut
yasalara aykırı olduğu gerekçesiyle mahkemeye
götürmüştü.
İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nde açılan davaya
gönderilen bilirkişi raporunda ‘‘Dava konusu plan
değişikliklerinin çevre , kültürel ve doğal miras,
kültürel ve ekonomik yapı, teknik altyapı,
sosyal donatı, yapı ve sokak dokusu, mülkiyet
yapısı, ulaşım, dolaşım sistemi, şehircilik,
planlama ve koruma ilkelerine uygun olmadığı, söz
konusu planın sadece ‘Taksim Alanı Yayalaştırma
Projesi’ gibi görünmekle birlikte plan notlarında
Gezi Parkı’nı da içerdiği ve plan onama sınırı
içindeki bir alanın planlamasının sonradan
düzenlemek üzere ayrılarak belirsiz bırakıldığı”
tespiti yapıldı.
İstanbul 1. İdare Mahkemesi,
bilirkişi raporuna uyarak 6 Haziran tarihli
kararında plan değişikliğinin ‘‘Şehircilik
prensiplerine, koruma kurulu kararı ilkeleriyle,
planlama esaslarına uygunluk bulunmadığı sonuç ve
kanaatine’’ varmıştı. Kültür Bakanlığı ile İBB’nin
Danıştay’a yaptığı itirazda reddedilerek mahkemenin
kararı onanmıştı. Böylelikle Topçu Kışlası’nın
yapımına onay veren imar planı iptal olduğundan yeni
bir plan değişikliği yapılıncaya kadar da proje rafa
kalktı. Üstelik dönemin Başbakanı
Recep Tayyip Erdoğan gezi olayları devam ettiği
sırada ‘mahkeme lehimize karar verirse plebisit
(halk oylaması) yapılacağını, aleyhimize karar verir
ise projenin iptal edileceğini’ açıklamıştı.
Tüm bunlara rağmen İBB Meclisi’nde projenin
yeniden gündeme alınması oldukça şaşırtıcı. Bu
durumda İBB’nin 1 / 5000 Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planı’nda yeniden değişiklik yapması, plan notlarına
Topçu Kışlası’nı yapabilecek değişiklikleri işlemesi
gerekiyor. Haliyle bu değişikliklerin de İstanbul 2
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na
da sunulması lazım. Koruma Kurulu’na henüz böyle bir
plan değişikliği başvurusu yapılmış değil. Ancak bu
yapılmayacak anlamına gelmez.
Plan değişikliği aynı zamanda İBB Meclisi’nin de
gündemine gelmesi gerekiyor. Kabul edildiği takdirde
askıya çıkacak. 1 aylık itiraz sürecinden sonra
plan, 2 Numaralı Koruma Kurulu’nun da onayından
sonra hayata geçirilebilir. Ancak Koruma Kurulu daha
önce örneklerinde olduğu gibi by-pass edilebilir.
Gezi parkındaki tescilli ağaçlardan dolayı Kültür
Varlıkları yerine Tabiat Varlıkları Komisyonu’ndan
proje onayı alınabilir. Doğal ve Tarihi sitlerin
çakıştığı alanlarda Tabiat Varlıkları
Komisyonlarının da kararı geçerli oluyor. Nitekim
Tabiat Varlıkları Komisyonu Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’na bağlı olduğundan oradan karar çıkartmak
çok daha kolay görünüyor. Olması gereken ise hem
Tabiat Varlıkları Komisyonu hem de Kültür Varlıkları
Koruma Kurulu’nun plan değişikliğine onay
vermesidir.
Daha önceki değişiklik idari mahkeme tarafından
iptal edilmişken İBB yeni bir plan değişikliğine
gidebilir mi? Yasal olarak gidebilir. Lakin
mahkemenin itirazlarını göz önüne alarak bu
değişiklikleri yapması gerekir. Mahkeme alenen
koruma kurulu ilke kararlarına aykırı bulduğu Topçu
Kışlası’nın ihyası, plan değişikliğinde nasıl bir
kılıfla işlenecek orasını zaman gösterecek. Malum
son dönemde mahkeme kararları akıl almaz yöntemlerle
uygulanmıyor. Yeni bir hülle ile karşı karşıya
kalabiliriz…
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.11.2014
******
İBB'DEN TOPÇU KIŞLASI AÇIKLAMASI
İStanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB) 2015 bütçe oylamaları sırasında
tekrar gündeme gelen Taksim Topçu Kışlası
projesiyle ilgili dün açıklama yaptı.
Açıklamada, “Daha önceki yatırım program ve
planlarında yer alan projeler gibi, Taksim Topçu
Kışlası Projesi’nin 2014-2019 Stratejik
Planı’nda yer alması rutin ve teknik bir
uygulamadan ibarettir” denildi.
YARGI NE DERSE O
Ayrıca, mahkemenin vereceği karar
doğrultusunda projenin ya iptal edileceği ya da
yeniden yapılması yönünde karar çıkarsa, halk
oylamasına (plebisit) gidileceği hatırlatıldı.
Bu açıklamalara
CHP’den ise ‘Vahim’ yorumu geldi. CHP’li İBB
Meclisi üyesi Hüseyin Sağ, “Rapora giren
maddeler rutinse bu vahim. Stratejik plan, 2
kilo ağırlığında bir kitap. Başkan demek ki hiç
incelemiyor ki” diye tepki gösterdi.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 20.11.2014
|
TARİHİ KÜMBETİ BİR YIKMADIKLARI KALDI

Van’ın Gevaş
İlçesi'ndeki Selçuklular’dan kalma
700 yıllık tarihi Halime Hatun Kümbeti’ne neredeyse
bitişik inşa edilen yurt binasıyla ilgili Koruma
Kurulunun “Silüeti fazla etkilemiyor” dediği ortaya
çıktı. 1. derece arkeolojik sit alanı olan bölgedeki
kaçak ve ruhsatsız yurt binasıyla ilgili soruşturma
açılsa da, yetkililer dosyayı 2010 yılında
kapatarak, yurt binasının bu şekilde kalmasına göz
yumdu. Oysa AKP’li belediye başkanı “Bu görüntü
tarihi katleden bir görüntüdür. Mutlaka ortadan
kaldırılması lazım” demişti.
700 YILLIK ‘ECDAT’ YADİGARİ
Van’ın Gevaş
İlçesi'ndeki Melik İzeddin tarafından
700 yıl önce kızı Halime Hatun için yaptırdığı
Halime Hatun Kümbeti’nin güneybatısına 7 yıl önce
yurt binası yaptırıldı. Bina, tarihi kümbetin
dokusuna görüntü açısından zarar verdiği için büyük
tepki çekti.
Van Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün bilgi
edinme hakkı kapsamında yapılan bir başvuruya
verdiği yanıta göre, mülkiyeti Vakıflar Genel
Müdürlüğü ile Gevaş Belediyesine ait olan Selçuklu
Mezarlığı ile Halime Hatun Kümbeti, 30 mayıs 1985
tarihinde 1. derece arkeolojik sit alanı ilan
edildi.
SİLÜETİ FAZLA ETKİLEMİYORMUŞ
Bölgede yapılaşma yasağı olduğu halde, 7 yıl önce
kümbetin hemen yanı başında kaçak ve ruhsatsız
olarak inşa edilen yurt binasıyla ilgili Van Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun
skandal bir yorum getirdiği ortaya çıktı. Kurul, 13
mayıs 2010’te kümbetin hemen yanı başındaki binanın
sit alanı dışında kaldığını öne sürerek,
“Yüksekliğinin türbe silüetini fazla etkilemediği”ni
söyledi.
Kurul ayrıca, ilçenin eğitim ve öğretim
ihtiyacına destek olarak barınma sorununun
karşılanmasına yönelik kamu hizmeti yaptığı için
inşa edilen yurt binasına yönelik bir fiziki
müdahalede bulunulmamasına karar verdiğini bildirdi.
BAŞKAN ‘KATLİAM’ DEMİŞTİ
Kümbetin silüetinin bozulmasıyla ilgili AKP’li
Gevaş Belediye Başkanı Sinan Hakan, ağustos ayında
yaptığı açıklamada, “Bu görüntü bu tarihi katleden
bir görüntüdür. Bana göre bir cinayettir. Bunun
mutlaka ortadan kaldırılması lazım” demişti.
SORUŞTURMA DOSYASI 2010’DA KAPATILMIŞ
Ancak, Van Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma
Bölge Kurulu, 2008 yılında MEB tarafından izinsiz ve
ruhsatsız inşaat edilen yurt binasını yapan ve
yaptıranlar hakkında adli ve idari soruşturma
açılmasına karar verdiği halde, inşaata müdahalede
bulunulmasıyla ilgili bir karar almadı. Van Valiliği
de, 27 aralık 2010 tarihinde ruhsatsız yurt
binasının yapılmasına müsaade eden kamu
görevlileriyle ilgili soruşturmaya izin
verilmemesini kararlaştırdı. Belediye Başkanı’nın
2014 yılında “Yıktıracağız” dediği kaçak yurt
binasının dosyası 2010 yılında tamamen kapatıldığı
ortaya çıkmış oldu.

‘AZ YA DA ÇOK DİYE BİR ŞEY OLMAZ’
Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Sami
Yılmaztürk: “Fazla etkilememek” diye bir
kavram olmaz. Bir suç tespit edilmiş ve soruşturma
dosyası açılmış. “Fazla etkilemediği” şeklindeki
ifade, dosyayı kapatmak için kullanılan bir kitabına
uydurma ifadesidir. Bunun azı, çoğu nasıl oluyor?
Etkilemiştir. Kültür varlıklarının algılanabilir
olması gerekir. En basitinden bir fotoğraf
çektiğinizde, o yurt giriyorsa kareye, etkileniyor
demektir. Hangi açıdan bakarsanız bakın, kümbet ve
yurdu aynı açıda görüyorsunuz. Bu kabul edilebilir
bir şey değil. Bu yurt, hem imar kanununa, hem de
koruma mevzuatına aykırı bir işlemdir.
GÜL YÜZÜNÜZE SÖZÜMÜZ OLSUN: KAÇAK YAPIYI
YIKTIRACAĞIZ
Fevzi ÖZLÜER*
Artos Dağları ile Van Gölü arasında kalan kıyıda
kuruldu Gevaş. Urartular yaşadı. Sonra Bizans, Arap
ve İranlılar geçti bu topraklardan. Anadolu’ya
Türkmen akınları başladığında da boyların yerleştiği
alanlardan biriydi Gevaş. Artos eski Yunanca’da
“ekmek” anlamına geliyordu. Bu “ekmekartos”
Hristiyanlıkla birlikte bir tür “kutsal ekmekpasta”
görünümü kazandı. Dirilişi temsil eden sembolik bir
coğrafyanın adıydı artık Artos. İşte Anadolu’ya
gelen Türkmenler de bu mekanı, kutsallığıyla emanet
aldılar. Dağın kutsal ekmeğinden besleneceklerini
bildiklerinden, kadın savaşçıları için bir mezar
yaptılar. Hatunlar mezarlığının başına da bilgeliğin
temsilcisi Halime Hatun’un adıyla bir kümbet
ördüler. Miladi 1335 yılında, Melik İzeddin’in
zamanında.
Van Tatvan karayolu bu mezarlığın ortasından, 1940
yılında, geçirilinceye kadar tüm bir tarih neredeyse
unutulmuştu. Yolun iki yakasında kalan şahideler ise
1985 yılında yeniden hatırlandı. Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu Halime Hatun Kümbeti’ni
ve Hatunlar mezarlığını sit alanı olarak tescil
etti, koruma altına aldı. Mezar alanında, pek çok
uygarlığın mezar kültü yanı sıra “türkmen
şehidelerin” mezarları vardı. Hatunların
mezarlarında, geometrik ve rumi desenler, geçme
yıldız ve kandil motifleriyle Selçuklu celi-sülüs
hat sanatının en güzel örnekleri bulunuyordu.
Mezarlarda en yaygın yazı ise, “Yaşayan herkes,
elbet ölecektir” ve “Ölüm, nasihat olarak
yeterlidir” idi.
Hatun savaşçıların sandukasının bir yüzünde ise
Farsça şu Rubai yazılıydı: “Ey mezarın toprağı onu
incitmeye çalışma, o çok değerli bir konuktur, onu
iyi ağırla, onun misk kokan örgülü saçını çözme,
onun gül yüzünü toprağa katma.”
Bu asil insanların mezarlarına, Kuran-ı Kerim ve
Ayet-el-kürsü’yü incelikle işleyenlerin ruhuna
karayolundan sonra, başka bir gölge ise sit alanı
ilan edilen mezarlığın ve kümbetin koruma alanına
ruhsatsız yurt yapılmasıyla düştü. Halime Hatun
Kümbeti’nin ustası Ahlatlı Pehlivan oğlu Esed çıksa
gelse, “Bunu mu yaptınız başucumuza” dese
vereceğimiz bir yanıt var mı? Evet, var. Onların
var. Koruma Kurulu, Anadolu’nun en özgün Türk-İslam
“Yapı bütünlüğünün siluetini yurt binasının fazla
bozmadığı” yanıtını verecektir, mesela. Milli Eğitim
Bakanlığı tarafından koruma alanına kaçak olarak
yaptırılan bu yapıyı, “İlçenin yurt ihtiyacını
karşıladığı için yıkmadık” diyebilecektir Kurul
üyeleri. Hem de bağlı oldukları Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu’nu çiğneyerek.
Sandukaların üzerindeki yazıları unuttuğumuz anlarda
da riyakarlıklarıyla dillenecekler. Tarihi yeniden
yazmaya girişenlerin, tarihin üzerine diktikleri
tüyü çıkartmak da yine Anadolu’nun ortak mirasını
koruyacak olanlara kalıyor. Pehlivanoğlu’na sözümüz
olsun, hatunlara sözümüz olsun. Gül yüzünüzü toprağa
katmayacağız, üzerinize düşen gölgeyi kaldıracağız.
*AVUKAT
Evrensel, Haber: Sinem Uğurlu, 18.11.2014
|
KÖŞK'TEKİ TARİHİ ESERLER SARAY'A TAŞINIYOR

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa
Gül’ün çabalarıyla restorasyondan geçirilen tablo ve
vazolar ile yerli ve yabancı ressamların eserlerinin
yer aldığı koleksiyon, Çankaya Köşkü’nden ‘Ak
Saray’a taşınıyor.
Alınan bilgilere göre, güvenlik gerekçesiyle
akşam başlayan taşıma işlemleri, gece yarısına kadar
sürüyor. Vazo ve metal parçalar taşındı. Dün gece
ise 350 tablonun Ak Saray’a götürüldüğü öğrenildi.
Kalan eserlerin ise önümüzdeki günlerde taşınması
planlanıyor.
Cumhurbaşkanlığı envanterine kayıtlı tablo ve
çerçevelerin restorasyon ve konservasyonları, 16
Ekim 2012 tarihinde Rijks Müzesi’yle (Kraliyet
Müzesi) bir sözleşme imzalanarak yapıldı. Uzman
tablo restoratörü Barbara Schoonhoven’in
önderliğinde yapılan çalışmalarda 43 tarihi tablo
restore edildi. Çalışmaların bir bölümü İstanbul
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tablo
Restorasyon Stüdyosu’nda yapıldı. Çankaya’da restore
edilen eserler arasında Mimarzade Mehmed Ali Bey’in
alegorik tablosuyla, Ayvazovski’nin ‘Kış’ ve
Hollandalı ressam Petrus van Schendel’ın 1841
tarihli ‘Balık Pazarı’ adlı tabloları da var.
Atatürk’ün taşınması sırasında Dolmabahçe
Sarayı’ndan Çankaya’ya getirilen eserlerin arasında
dünya resminin değerli isimlerinden Gerome,
Boulanger, Emile van Marcke’a ait eserler olduğu
gibi Türk resmini temsilen Şevket Dağ, Halil Paşa,
Hoca Ali Rıza, Ömer Adil, Fikret Mualla’nın eserleri
de bulunuyor.
Zaman, Haber: Ünal Livaneli, 18.11.2014
******
ÇANKAYA BOŞALTILIYOR,
EŞYALAR AK SARAY YOLCUSU
Paha biçilemeyen yüzlerce tablo, vazo, kristal
kaseler, bronz heykeller, fermanlar ve ipek halılar
Çankaya Köşkü’nden Ak Saray’a taşınıyor. BUGÜN
Gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak, Çankaya Köşkü’nün
boşaltılma sürecini dikkat çeken bir yazılya
köşesine taşıdı.
Atatürk Orman
Çiftliği’ne yapılan AKSaray, yargı kararına rağmen
sürdürüldü ve neticede kısmen tamamlandı. Hem hukuka
aykırı bir inşaat olduğu için tartışıldı hem de hiç
ihtiyaç yokken, yüz milyonlarca liranın bir ihtişama
gömülmesi eleştiri konusu yapıldı. Üstelik 1 milyar
370 milyon lira henüz inşaatın yarısını teşkil
ediyor; daha çok iş var!!! Ayrıca AKSaray sözde
Başbakanlığa tahsis edilecekti. Zira mevcut
Başbakanlık binası yetersiz kalıyor; üstelik birçok
binaya dağınık olarak çalışıyordu. Ama Erdoğan
cumhurbaşkanı seçilince, AKSaray onun oldu. Şimdi
hemen itiraz edecekler: “Bu milletin malı.” Peki siz
millete, “Bir binaya bu kadar para sarf edeceğiz,
doğru mu yapıyoruz” diye sordunuz mu? Halkımızın
bunca israfı onaylayacağını düşünüyor musunuz?
İş bu kadarla da bitmedi… Gündemi sarsacak çok
önemli bir haber duydum. Haberi teyit ettirdim.
Herkesin şaşıracağı bir “doyumsuzluk manzarasıyla”
karşı karşıya bulunuyoruz. Şimdi de Çankaya’nın
bütün eşyaları, tabloları, vazoları, porselen
tabakları, gülabdanları, laledanları, kristal
kaseleri, halıları, seramikleri, bronz heykeller,
fermanlar, tombaklar, sedef kakmalı masalar, kahve
fincanları, her şey AKSaray’a taşınıyor. Devletin
malı üzerinde böylesine keyfi tasarruf olur mu?
Çankaya Köşkü’nün içi boşaltılıyor.
Hayrünnisa Gül’ün hazırladığı “Çankaya Hazineleri”
isimli kitabı karıştırıyorum. Köşk koleksiyonundan
seçme eserler bu kitapta yer alıyor. Hayrünnisa
Hanım, first lady olur olmaz büyük bir restorasyon
çalışmasına başlamıştı. Atatürk’ün ikamet ettiği
Pembe Köşk’te, çok sayıda tablo, porselen, seramik,
cam, gümüş, halı gibi değerli eşyalar mevcuttu.
Bunların bir kısmı Osmanlı döneminde saraylarda
kullanılmış, cumhuriyetin ilanından sonraki
yıllarda, Dolmabahçe Sarayı’ndan Ankara’ya
gönderilmişti. Aralarında 14. yüzyılın sonundan 20.
yüzyılın başına kadar geniş bir zaman diliminde,
Uzak Doğu ve Avrupa’da üretilmiş porselen ve seramik
vazolar, tabaklar, küpler, gümüş yemek takımları,
kristaller, ipek ve yün halılar, mobilyalar vardı.
Bu eserler, zaman içinde yıpranmış, bazıları
kırılmıştı. Hayrünnisa Gül, Milli Saraylar’dan
uzmanlar davet etti; hasar tespiti yapıldıktan
sonra, konularında uzman ustalar ve restoratörler,
bütün eserlerin, halı ve mobilyaların bakım ve
onarımını gerçekleştirdi. Bu sayede, Çankaya
Köşkü’nün her köşesinde, makam odalarında,
koridorlarında, toplantı, kabul ve resepsiyon
salonlarında, yeniden gün yüzüne kavuşturulan bu
eserler, teşhir edilmeye başlandı. 350’den fazla
tablo, kimisi depolardan çıkarılarak restore edildi;
duvarlara asıldı, birçok kırık vazo tamir edilmek
suretiyle, Köşk’ün herhangi bir mekanında yerini
aldı. Üstelik Cumhurbaşkanlığı koleksiyonunun bu
nadide parçalarının bir envanteri yazılmak
suretiyle, kayıp ve kaçak engellenmek istendi.
Teşhir edilemeyen eşyalar ya da aksesuarlar, çok
özel depolarda muhafaza altına alınarak, yeniden
tahrip edilmeleri engellendi.
Bunca emek heba oldu. Çankaya tarumar. Bir tarihi
yansıtan bu eşyalar, artık Allah’a emanet. Kırılır
mı? Kaybolur mu? Çalınır mı? Bir başkasıyla
değiştirilir mi? Kim mevcut envanterin izini sürüp
de kayıp ya da kaçağın hesabını soracak? Bütün bu
değerlerin üzerine bir bardak su içelim. Çok yazık…
Pembe Köşk’teki Uzak
Doğu işi antika porselen vazolar, nasıl kırılmadan,
zarar görmeden AKSaray’a taşınacak? Kaldı ki,
Atatürk’ün anılarıyla dolu olan Pembe Köşk’ün,
ayrıca daha sonra yapılan Çankaya Köşkü’nün müze
olarak halka açılması daha doğru değil mi? Madem,
her şey milletin malı, niçin müzede sergilemek
yerine AKSaray’a gönderiliyor?

Hayrünnisa Gül, Çankaya
Köşkü’nün farklı odalarında birbirinden güzel
mekanlar yaratmıştı. Şimdi bu eşyaların hepsi ya
AKSaray’a gitti ya da gitmek üzere. Cumhuriyet
geleneğinin bir sembolü olan Çankaya Köşkü kaderine
terk edildi.
Osmanlı-Beykoz 19’uncu
yüzyılın 2’nci yarısında imal edilen opalin
gülabdanlar, hepsi Çankaya’nın özel vitrinlerinde
teşhir ediliyor. Ya bunlar AKSaray’a taşınırken
kırılırsa… Çalınırsa… Daha az değerli olanlarla
değiştirilirse!!! Kim bunların izini sürecek?

Atatürk döneminde Milli
Saraylar’dan Çankaya Köşkü’ne getirilen 12 adet
gümüş tuzluğun 6’sını Hayrünnisa Gül, nikelle
kaplanmış olarak buldu. Özel bir restorasyon
çalışması sonrasında, nikel kazındı ve gümüş
tuzluklar ortaya çıktı. Tuzluklar da AKSaray
yolcusu.
Bugün, 21.11.2014
|
ANKARA'DA TARİHİ KONAKTA YANGIN
Başkent’te tarihi bir konakta çıkan yangın paniğe
neden oldu. Kısa sürede alevlere teslim olan konak,
itfaiye ekipleri tarafından söndürüldü.
Yangın, gece saat 04.30 sularında Altındağ
İlçesi'nde meydana geldi. Edinilen bilgiye göre,
hacettepe Mahallesi, Hamamönü Sokağı’nda bulunan
tarihi bir konakta, henüz bilinmeyen bir nedenden
dolayı yangın çıktı. Kısa sürede bütün konağı saran
alevler, yan tarafta bulunan lokantanın çatısına da
sıçradı. Yangını, o sırada devriye gezen polis
ekipleri fark etti.
Polis ekiplerinin ihbarı üzerine olay yerine gelen
itfaiye ekipleri, kısa sürede yangına müdahale etti.
Merdivenle çatıya çıkan itfaiye erleri, alevleri
kontrol altına aldıktan sonra konağın kapısını
kırarak içeri girdi. Yangın, çevredeki diğer tarihi
binalara sıçramadan söndürüldü. Yangında yaralanan
bulunmazken, birbirine komşu 2 konakta maddi hasar
meydana geldi.
Polis ekipleri, şüpheli gördükleri bir şahsı
gözaltına aldı. Gözaltına alınan şahsın, konağın
sahipleri Kemal A. ve Yıldız A.’nın oğlu Sinan A.
olduğu öne sürüldü. Sinan A.’nın gece saat 01.00
sularında anne ve babasıyla tartıştığı iddia edildi.
İddiaya göre; tartışmadan sonra anne Yıldız A. ve
Baba Kemal A. evden ayrıldı.
İtfaiye ekipleri, yangının çıkış nedeniyle ilgili
inceleme başlattı.
Mlliyet, 18.11.2014
|
ATAKÖY KÖRDÜĞÜM

İstanbul’un en gözde bölgelerinden olan Ataköy
sahiline milyonlarca dolara yapılması planlanan 4
proje de ruhsatsız kaldı.
İstanbul Mimarlar Odası ve semt sakinlerinin
açtığı iki farklı davada mahkemeler davacıları haklı
bulunca sırasıyla önce
Sinpaş ve Eksim Holding, sonra Hyatt Regency
Otel, Özyazıcı-Karadeniz İnşaat ortaklığına ait Yalı
Ataköy projesi ve Çelebican İnşaat’a ait Blumar
Ataköy’ün ruhsatları Bakırköy Belediyesi tarafından
iptal edildi.
Birçok dava var
Arazilerle ilgili sürece bakıldığında birçok dava
ile karşılaşılıyor. Şu anda sonuçlanan 3 dava
bulunuyor. Bunlardan ilki İstanbul 10. İdare
Mahkemesi’nde açıldı ve yürütmenin durdurulması
kararı ile sonuçladı. İkinci dava ise İstanbul 9.
İdare Mahkemesi’nde görülüyordu. Bu davada da
durdurma kararı çıktı. Bir başka dava ise Prof.Dr.
Ayfer Kaynar tarafından açılan, yükseklikle ilgili
dava. Bu da Prof.Dr. Kaynar’ın lehine sonuçlandı.
Bir dava ise Ataköy Güzelleştirme Derneği tarafından
açılan ve kıyı kenar çizgisinin yanlış
uygulanmasıyla ilgili olarak devam ediyor.
Üst mahkeme bozdu
Bölgede yan yana 4 proje bulunuyor. Bu projelerle
ilgili son davayı İstanbul Mimarlar Odası açtı.
Davada şu anda inşaatın devam ettiği Yalı Ataköy,
Hyatt Regency Otel ve inşaatına başlanamayan Blumar
Otel ve Çarşı projesini kapsıyor. Odanın, ruhsatın
iptal edilmesini talep ettiği dava İstanbul 9. İdare
Mahkemesi’nde açıldı. Yürütmenin durdurulması kararı
çıkarken şirketler karara itiraz etti. Daha sonra
mahkeme heyetinden 2 üye değişti ve itirazı kabul
etti. Bunun üzerine Mimarlar Odası Bölge İdare
Mahkemesi’ne giderek bu karara itiraz etti. Bölge
İdare Mahkemesi 17 Ekim 2014 tarihinde itirazı haklı
buldu ve yerel mahkemenin son kararını bozdu.
Böylece yürütmeyi durdurma kararı hukuken yürürlüğe
girdi. Bu kararın Bakırköy Belediyesi’ne tebliğ
edilmesiyle birlikte geçtiğimiz hafta bu 3 inşaatın
ruhsatları iptal edildi.
Vatan, Haber: İlker Akgüngör, 17.11.2014
|
GAZİANTEP'İN SİMGESİ OLDU

Dünyanın en büyük mozaik müzesi unvanını elinde
bulunduran ve 3 yılda şehrin simgesi haline gelen
Zeugma Mozaik Müzesi, kısa sürede kentin turizm
lokomotifi oldu.
Sanayisi ve mutfağıyla ünü yurt dışına kadar
ulaşan Gaziantep, son yıllarda kültür ve turizmde de
öne çıkmayı başladı. Kent merkezinde hizmete açılan
çok sayıdaki müzenin yanı sıra ören yerleri ve
tarihi yapılar da turistlerin ilgisini çekiyor.
Yaklaşık 3 yıl önce ziyarete açılan Zeugma Mozaik
Müzesi, tercih edilen mekanlar arasında bulunuyor.
Çingene kızıyla ünlenen müzede, Mars heykeli,
yaklaşık 150 metrekarelik duvar resmi, Roma dönemine
ait çeşmeler ve Fırat Nehri kenarındaki villaları da
görmek mümkün.
"Dünyanın en büyük mozaik müzesi" unvanını Tunus
Bardo Müzesi'nden devralan müze, 25 bini kapalı, 30
bin metrekarelik alanda hizmet veriyor. Açıldığı
günden beri Türkiye'nin yanı sıra dünyanın dört bir
tarafından ziyaretçi ağırlayan Zeugma Mozaik Müzesi,
şehrin simgesi haline geldi.
KENTE GELEN TURİSTLERİN ÜÇTE İKİSİ MÜZEYE
UĞRADI
Gaziantep Kültür ve Turizm Müdürü Ergün Özuslu,
yaptığı açıklamada, son yıllarda şehre gelen turist
sayısında artış gözlendiğini söyledi.
Kentin sanayi ve ticaretinin ardından kültür ve
turizmde de adından bahsettirdiğini vurgulayan
Özuslu, ocak-ekim döneminde yerli turist sayısının
300 bin 273, yabancı turist sayısının da 129 bin
91'e ulaştığını belirtti.
Geçen yıl toplam turist sayısının 319 bin
olduğunu vurgulayan Özuslu, 10 aylık dilimde geçen
yılın sayısını geçmeyi başardıklarını ifade etti.
Müzenin 9 Eylül 2011'de hizmete girdiğini
hatırlatan Özuslu, o günden bu yana 600 bin 874 bin
kişinin müzeyi ziyaret ettiğini dile getirdi.
Kente gelen turistlerin yaklaşık üçte ikisinin
Zeugma Mozaik Müzesini gezdiğine dikkati çeken
Özuslu, "Müze, şehrin tanıtımına önemli katkı
sağlıyor" dedi.
MÜZELERİ GÖRÜNCE FİKRİ DEĞİŞTİ
İstanbul'dan iş gezisi için Gaziantep'e gelen
Aylin Taşdelen, kenti daha çok mutfağıyla
tanıdığını, müzeleri görünce fikrinin değiştiğini
söyledi.
Müzede birbirinden güzel mozaikleri görme imkanı
bulduğunu belirten Taşdelen, "Gaziantep'e geniş bir
zaman diliminde gelip gezmek istiyorum. Mozaikler
beni gerçekten etkiledi, özellikle Mars heykeli
dikkatimi çekti. Burayı arkadaşlarıma da tavsiye
edeceğim" diye konuştu.
Samet Güzelyurt da kentin mutfağının yanı sıra
kültür sanatta da isim yapmaya başladığını dile
getirdi.
Arkadaşlarıyla Güneydoğu turuna çıktıklarını
anlatan Güzelyurt, ilk uğradıkları yerin de Zeugma
Mozaik Müzesi olduğunu, daha önce fotoğraflarından
bildiği Çingene Kızı'nın gerçeğini gördüğünü
kaydetti.
Trt Haber, 17.11.2014
|
ÖMER ULUÇ TABLOSU 950 BİNE SATILDI
Antik AŞ
Müzayede Evi cumartesi günü hareketli bir çağdaş
sanat müzayedesine ev sahipliği yaptı.
Koleksiyoncuların
yoğun ilgi gösterdiği müzayedede Türkiye’nin çağdaş
sanatçılara ait eserleri yeni sahipleri ile buluştu.
Müzayedenin en yüksek rakamı 950 bin lira ile Ömer
Uluç eseri için gelirken, Burhan Doğançay, İlhan
Koman, Komet, Adnan Varınca, Nuri İyem, Özdemir
Altan, Ergin İnan, Orhan Peker, Burhan Uygur, Avni
Arbaş gibi birçok değerli sanatçıya ait eserler yer
aldı. Güncel sanatın öne çıkan ismi Canan Tolon’un
tuval çalışmaları ise 475 bin TL ile 225 bin TL’ye
satıldı.
Zaman, 17.11.2014
|
VATİKAN'IN ARAZİSİNDE SİNAGOG BULUNDU

Vatikan'ın Hristiyan hacılar
için İsrail'in kuzeyindeki Tiberias (Taberiye)
Gölü kenarında yapımına başladığı beş yıldızlı
otel inşaatının temel kazısında 1'inci yüzyıla
ait bir sinagog bulundu.
İsrail ile Golan Tepeleri arasında yer alan ve
Celile Gölü olarak da anılan Taberiye Gölü
Hristiyan dünyası için oldukça önemli bir bölge.
İncil'de Hz. İsa'nın mesajını bu bölgede
yaydığı, Havarilerini topladığı, hatta bazı
mucizelerini burada insanlara gösterdiği ifade
ediliyor.
Bir süre önce göl kıyısında Vatikan mülkiyetinde
Hristiyan hacılara hizmet verecek bir otel
inşaatı başladı. 80 dönümlük alan üzerinde
"Magdala Projesi" adı verilen 150 yataklı, 5
yıldızlı otelin temel inşaatı kazısı sırasında
ise 1'nci yüzyıldan kalma tarihi bir Sinagog
kalıntısına ulaşıldı.
Keşfin ardından İsrail yönetimi, uzmanlarına
temel kazısında yaptırdığı uzun incelemeler
sonrası sinagog ve içindeki tarihi eserlere el
koydu. Daha sonra yapılması planlanan tesis için
de sinagogun koruma altına alınarak, kazıda
bulunanların içinde sergileneceği bir müzenin de
tesis içinde açılması şartıyla otel inşaatının
devamına izin verdi.
Söz konusu bu alan Taberiye gölüne sıfır
noktasında yer alıyor. Projeyi sürdüren Vatikan'ın
Kudüs'e atadığı Papaz Juan Maria Solana yaptığı
açıklamada, "Kudüs'te Vatikan'a ait olan Papalık
Enstitüsü Kudüs Notre Dame Merkezi gibi Hristiyan
Hacılara hizmet etmesi amacıyla bu göl kenarındaki
150 yataklı olacak tesisin yapımına başladık.
Başlatılan kazılar sırasında burada bir Sinagog
bulduk. İsrail hükümeti burayı koruma altına almamız
ve buluntuları sergilememiz şartıyla tesisin
devamına izin verdi. Biz de burayı koruma altına
alarak üzerini ahşap tavanla kapattık. Kazı
sırasında üzerinde Yahudiliğin simgesi, 7 kollu
şamdan Menorah bulunan iki büyük kaya, Sinagog
salonu dediğimiz, orta alandaki kazıda bulundu. Bu
kayalar, Yahudilerin, sinagog içinde, üzerinde
Tevrat'ın 10 emrini açtıkları taş rahleler. Yine
kazı alanında üzerinde "Milattan sonra 29" ibaresi
olan Kral Herod dönemine ait madeni paralar bulduk.
Bu buluntular, bize buranın Yahudilere ait bir
Sinagog olduğu ve 1'inci yüzyıla ait olduğu
konusunda şüphe bırakmadı" dedi.

Kazı alanının bulunanlar ise sadece sinagogla
sınırlı değil. Keşfedilen yapılar arasında mabet ile
beraber küçük bir hamam ve aynı dönem de balık
satıcılarının pazarı olduğuna inanılan tarihi bir de
çarşı da bulunuyor.

Solana, kazıda yüzlerce gönüllünün uzun süreden
beri çalıştığını, günümüze kadar 40 milyon Amerikan
doları harcandığını ve tesisin sona ermesi için
gönüllülerden gelecek 60 milyon
dolar daha paraya ihtiyaç olduğunu belirterek,
"Hz. İsa mesajını bu bölgede Yahudilere tebliğ
etmişti.
Biliyoruz bölgede seyahat ederek insanlara
mucizeler göstermişti. İsa'nın sağlığında ona ilk
inananlar yani ilk havarileri balıkçılık yapan ve
çamaşır yıkayarak hayatını kazanan kişilerdi. Buraya
Latince'de "Duc in Altum!" yani "Ağını suya yeniden
at!" anlamına gelen kiliseyi yaptık. Umarım
yapılacak yardımlarla ihtiyaç olan para kısa sürede
toplanarak burası Hristiyan hacıların hizmetine
girecek" dedi.

Osmanlılar döneminde Sultan 2'nci Abdülhamid,
bugün de Kudüs'te Hristiyan hacılara hizmet veren
Vatikan'a ait Papalık Enstitüsü Kudüs Notre Dame
Merkezi'nin yapımına izin vermişti. 2'nci Abdülhamid
ayrıca 1888'den bu yana hizmet veren merkezin
yanıbaşına Hristiyan hacıların eski şehre kolayca
giriş yapmaları için, şehrin surlarında yeni bir
kapı açtırmış kapıya da bugün de halen bu adla
anılan, "Babu'l Cedid" yani "Yeni Kapı" adı
verilmişti.
Hürriyet, 17.11.2014
|
HIRSIZLARA KARŞI İMİTASYONLU ÇÖZÜM
Aksaray Ulu Cami’de yaşanan hırsızlık olayları
nedeniyle 800 yıllık tarihi minberin ardından
mumluklarının da imitasyonu yapıldı.
Ulu Cami İmamı İsmail Akbaş, “Bakanlığın aldığı
karar doğrultusunda değerli minber ve mumlukların
yerine imitasyonu konuldu. Bu eserlerin orijinalleri
hırsızların hedefi haline geliyordu. 800 yıllık
minber 1998 yılında çalınarak yurtdışına kaçırılmış
ancak 2013 yılında Türkiye’ye geri getirilmişti.
Orijinal parçalar ise bakanlığın belirlediği
müzelerde sergileniyor” dedi.
Milliyet, 17.11.2014
|
|
ANAVARZA BİNLERCE YILLIK UYKUSUNDAN UYANIYOR

Adana'nın Kozan
İlçesi'ndeki
Anavarza antik kentinde yapılan kazı çalışmalarıyla
30-35 metre genişliğinde taşlarla döşeli antik cadde
gün yüzüne çıkarılıyor.
Kazının bilimsel danışmanı Çukurova Üniversitesi
Arkeoloji Bölüm Başkan Yardımcısı Yrd. Doç.Dr.
Fatih Gülşen, yaptığı açıklamada, tarihi kentteki
çalışmaların Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kültür
Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü denetiminde
yürütüldüğünü söyledi.
Kazıların geçen yıl başladığını ve yaklaşık 40
kişiyle sürdürüldüğünü anlatan Gülşen, "Anavarza
Antik Kenti, Anadolu tarihi açısından çok önemli bir
yer. Burası kale, mozaikler, hamamlar, kiliseler,
zafer kapısı, su kemerleri, kaya mezarları, stadyum
ve antik tiyatroyla bin 143 dönümlük bir alanda
kurulmuş Anadolu'daki en büyük antik kent. Şu ana
kadar yüzey araştırmalarında bin 300 sütun tespit
edildi. Çalışmalar tamamlandığında 10 antik kentte
olabilecek zenginlikte bir alan ortaya çıkarılacak"
dedi.
Arkeologların yaptığı titiz çalışmalar sayesinde Ala
Kapı'dan antik kente uzanan caddenin gün ışığına
kavuşturulmaya başlandığını anlatan Gülşen, taşlarla
döşeli caddenin, Efes, Side gibi antik kentlerde
bulunan caddelerden daha geniş olduğunun altını
çizdi.
Gülşen, bu geniş caddenin bile Anavarza Antik
Kenti'nin ne kadar büyük ve ihtişamlı olduğunu
gösterdiğini vurgulayarak, "Bir zamanlar Kilikya
bölgesindeki şenliklerin ve olimpiyatların
düzenlendiği antik şehir, tarihte 'Metropolis'
unvanı almıştır. Anavarza'nın toprak altında kalan
kalıntıları, kazılarla açığa çıkarıldığında kent,
binlerce yıllık uykusundan uyanarak o eski ihtişamlı
günlerine tekrar kavuşacak ve caddelerinde binlerce
turist tarihte yolculuk yapacak" diye konuştu.
Vahşi hayvanlı amfiteatr
Kozan İlçesi'nin 28 kilometre güneyinde Dilekkaya
Köyü sınırlarında bulunan Anavarza Antik Kenti'nin,
Roma döneminde milattan sonra 2. yüzyıldan itibaren
Anadolu'nun en önemli metropollerinden biri olduğunu
belirten Gülşen, antik kentin ayrıca bitkilerle
tedavinin kurucu babası olarak tanınan Anavarzalı
botanik ve farmakognozi bilgini Dioscorides Pedanius
ile de öne çıktığını dile getirdi.
Antik kentte bir de vahşi hayvanlı gösteriler için
yapılmış amfiteatr bulunduğunu kaydeden Gülşen,
"Anavarza'da bin 500 metre uzunluğunda 20 burçlu
sur, dört giriş, sütunlu yol, hamam ve kilise
kalıntısı var. Sur dışındaki tiyatro ve stadyum, su
yolları, kaya mezarları, kentin batısındaki
nekropolleri yararak açılmış olan antik yol,
korunmuş havuzlu mozaikler Adana bölgesinde tek
örnek olan 3 girişli zafer takı ve ovanın ortasında
bir ada gibi yükselen tepe üzerindeki ortaçağ kalesi
önemli eserler" değerlendirmesinde bulundu.
Sabah, 16.11.2014
|
VAHDETTİN KÖŞKÜ İLE İLGİLİ SKANDAL İDDİA
MHP’li
Türkoğu köşk tadilatı için SGK bütçesinden 172
milyon lira kullanıldığını söyledi. Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın çalışma ofisi olarak
kullanacağı belirtilen tarihi Vahdettin Köşkü ile
ilgili şok bir iddia gündeme geldi. Bugün
Gazetesi’nin haberine göre, MHP Osmaniye
Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu, İstanbul’da son
Osmanlı Padişahı Vahdettin’in tahta geçmeden önce
yaşadığı Çengelköy’deki Vahdettin Köşkü restorasyonu
için SGK bütçesinden 172 milyon lira harcandığını
açıkladı.
Köşk’ün SGK bütçesinden tadilat edildiğini
vurgulayan Türkoğlu, “Tayyib Erdoğan İstanbul’da
Vahdettin Köşkü’nü kendine tahsis ettiriyor. Emekli,
işçi ve memura bir simit parası artış çok görülürken
SGK bütçesinden 172 milyon lira Erdoğan’ın oturacağı
köşk için harcanıyor” şeklinde konuştu.
SERMAYE ARTIŞI KAYITLARA GİRMEDİ
MHP Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu,
BUGÜN’e yaptığı açıklamada Vahdettin Köşkü’nün 49
yıllığına Taksim Otelcilik A.Ş. isimli şirkete
tahsisli olduğunu belirtti. Bu şirkette Vakıflar
Genel Müdürlüğü, SGK ve Vakıflar Bankasının
ortaklığı bulunduğunu kaydetti. Türkoğlu,
Sayıştay’ın 2014 yılı raporuna göre SGK’nın bu
şirkete 172 milyon lira sermaye artırımı yaptığını
ancak bu artırımı muhasebe kayıtlarında
göstermediğini dile getirdi. Tadilatın buraya
aktarılan para ile yapıldığını aktardı.
MALİ TABLODA OLMALI
Sayıştay’ın 2014 yılı raporunda Taksim Otelcilik
A.Ş.’de SGK tarafından yapılan 172 milyon 106 bin
liralık sermaye artırımında fonun sermayeye
dönüştürülmesinden kaynaklanan 35 milyon 229 bin
lira tutarındaki sermaye artışının
muhasebeleştirilmediği ifade edildi. Sayıştay
sermaye artışının muhasebe kayıtlarına yansıtılarak
mali tablolarda gösterilmesi gerektiği ifadesini
kullandı.
Sözcü, 16.11.2014
******
SGK'DAN VAHDETTİN
KÖŞKÜ AÇIKLAMASI
Sosyal Güvenlik Kurumu
Başkanlığı, bazı basın yayın organlarında SGK
bütçesinden Vahdettin Köşkü'nün tadilatı için kaynak
kullanıldığına ilişkin iddiaları ile ilgili yazılı
açıklama yaptı.
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'ndan yapılan
açıklama şöyle; "Bazı basın yayın organlarında
Kurumumuz hakkında SGK bütçesinden Vahdettin
Köşkünün tadilatı için kaynak kullanıldığına ilişkin
iddialar yer almıştır. SGK kaynaklarından Köşkün
tadilatı için 172 Milyon TL aktarıldığı hususu
tamamen gerçek dışıdır. Kurumumuzun iştirakleri
arasında bulunan Taksim Otelcilik A.Ş.'nin Genel
Kurulunca geçmiş yıllarda olduğu gibi sermaye artışı
kararı alınmıştır. Şirketin ana hissedarı SGK
olmadığı gibi sermaye artış kararında da belirleyici
değildir. Taksim Otelcilik A.Ş ticari bir kuruluş
olup, farklı faaliyetler üzerine de yatırımlarını
gerçekleştirmektedir. Bu sermaye artışı kararına
hissesi oranında sınırlı katılımının dışında, bazı
basın yayın organlarında bahsedildiği şekilde SGK
bütçesinden Vahdettin Köşkünün tadilatına yönelik
herhangi bir ödeme gerçekleştirilmemiştir."
Gerçek Gündem, 17.11.2014
|
|
6 BİN 500
YILLIK RAKİP!
ABD’li seksi yıldız Kim
Kardashian’ın Paper dergisine verdiği kalça
pozlarının internette zirve yapması
New York’daki dünyaca ünlü Metropolitan
Müzesi’ni harekete geçirdi.
Müze resmi
Twitter hesabından 6 bin 500 yıl önce yeni taş
döneminde yapılmış Kardashian’ın kalça pozuna
benzeyen bir heykel resmini: “Bizim eserimiz de
interneti kırdı geçirdi” diye paylaştı.
Vatan, 16.11.2014
|
KARKAMIŞ ANTİK KENTİNDE YENİ BULUNAN ESERLER
TANITILDI

Türkiye ile İtalya’nın ortak projesi olan
Karkamış antik kenti kazı ve restorasyon
çalışmaları sonucunda ortaya çıkarılan eserler
tanıtıldı.
Suriye sınırına sıfır yerde yapılan kazı
çalışmalarını yürüten kazı başkanı Doç.Dr. Nicolo
Marchetti ve başkan yardımcıları gün yüzüne
çıkarılan eserleri tanıttı.
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma
Şahin, Zeugma Mozaik Müzesi Kültür ve Kongre
Merkezi’ndeki tanıtım toplantısında, Karkamış’ta
çıkarılan eserlerin çok önemli bir hazine olduğunu
söyledi. Eserlerin, insanlık tarihinin, kültür
mirasının karanlık noktalarını aydınlatacağını ve bu
dönemin ortaya çıkmasının çok önemli olduğunu
vurgulayan Şahin, şöyle konuştu:
“Bu kadar önemli bir dönemin aydınlığa çıkması
Türkiye, Gaziantep ve bölge için değil, dünya tarihi
ve dünya tarihçileri için çok önemli. Çünkü insanlık
tarihi kadar çok önemli bir coğrafyada yaşıyoruz.
Akdeniz ve Mezopotamya dediğimiz Dicle ve Fırat
bütün tarih boyunca insanlık var olduğu sürece
dünyanın en zengin uygarlıklarına ev sahipliği
yapmış. Dolayısıyla bu bölgenin üzerimizde çok büyük
bir emaneti ve sorumluluğu var.”
Evliya Çelebi’nin bütün dünyayı dolaşıp kente
“Şehri Ayıntab-i Cihan” demesinin tesadüf olmadığını
belirten Şahin, şehrin, yolu, suyu, elektriği ve
insanı kalkınması ne kadar önemliyse, geçmişinin de
bir o kadar önemli olduğuna dikkati çekti.
“BU ESERLER BİZİM GÖZBEBEĞİMİZ”
Bilginin borçlandırdığını ifade eden Şahin,
“Aslında biraz da geç kaldık. Harabe bir yer dönüp
de bu eserlerin üzerine hiç bakmadık. Vakıf
medeniyetimizin gereğini yapmadık. İngilizler 19.
Yüzyılda buraya gelmiş. 1. Dünya Savaşında
İngilizler buraya gelip bu eserlerin bir kısmını
bugün kendi müzelerinde sergileme cesareti ve açığı
bulmuşlar. Bu onlar için ne anlama geliyorsa bizim
için de aslında çok ciddi bir ders anlamına geliyor”
dedi.
Milletvekilliği döneminde Japon prensinin
bölgeden bahsettiğine vurgu yapan Şahin, bu
toprakların altının da üstü kadar iyi bilinmesi
gerektiğine işaret etti.
Bölgedeki tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması
için ilgili kurumlar ve bakanlıklarla işbirliği
içerisinde çalışılması gerektiğini belirten Şahin,
geleceğe iz bırakılması için geçmişi aydınlatan
eserlere sahip çıkılması gerektiğini dile getirdi.
Binlercesinin daha toprağın altında olduğun
aktaran Şahin, “Bu eserler bizim gözbebeğimiz. Bu
eserlerin gün yüzüne çıkarılarak, dünya
vatandaşlarına bu bölgeyi anlatmak ve dünya
tarihçilerini bölgeye çekmek bizim en büyük
görevimiz. Bu şehir ne kadar sanayi şehriyse,
ticaret şehriyse o kadarda kültür ve turizm şehri
olacak” diye konuştu.
ÇIKARILAN TARİHİ ESERLER
Karkamış Kazı Başkanı
Doç.Dr. Nicolo Marchetti
Karkamış Antik Kenti’nde yapılan çalışmalar hakkında
bilgi verdi. 55 hektarlık antik kentin seçilen
birçok alanında Karkamış’ın kent tarihi üzerine
detaylı bilgiler verdiğini belirten Marchetti,
açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Kazdığımız en önemli bina yaklaşık
MÖ 900′de
inşa edilmiş olan Katuwa’nın Sarayıdır. Yüksek bir
platform üzerine yapılmış olan Saray büyük heykelli
levhalarla süslenmiş. Büyük binanın içerisinde
yürütülen kazılarda 2 ana yerleşim evresi tespit
ettik. MÖ. 900′e tarihlediğimiz evreden ceylan
taşıyanların betimlediği 5 ortostat bulunmuştur.
Ortostatlar şimdiye kadar bulunan Yeni Hitit
kabartmaları gibi dışarıda değil sarayın bir
odasının içinde yer alması Assurların sadece mimari
dekorasyon fikrini değil iç odaları da dekore etme
fikrini Karkamış’tan aldıklarını kanıtlamaktadır.
Assur’da en erken duvar kabartmaları MÖ 870′
tarihlenmektedir. Assurlu 2. Sargon 717′de
Karkamış’ı ele geçirmesinden sonra sarayı kullanmaya
devam etmiş ancak eski kabartmaları kerpiç arkasına
saklamış ya da yeni duvarların temeli için kullanmak
üzere kaldırmıştır. Bazı tuğlalar üzerine
çiviyazısıyla sarayın kendisinin olduğunu yazdırmış
olmasına rağmen sarayın içinde sadece bazı yeni
tabanlar yapmıştır. Aslında ana avluda nehir
taşından yak. MÖ 710′da ait siyah ve beyaz
karelerden oluşan mozaik taban gerçekleştirmiştir.
Bu dünyanın en eski taban mozaiklerinden biridir.”
Doç.Dr. Marchetti, Karkamış’ın nekropol alanı
Yunus’ta MÖ 8-7 yüzyıllara tarihlenen 10 civarında
kremasyon mezar kazıldığını ve bu alanda ölü
hediyeleri ve bir grup tam kap bulunduğunu bildirdi.
Arabistanlı Lawrence’nin evinin kalıntılarının kalan
yarısının da kazıldığını aktaran Marchetti,
Lawrence’nin evi, 1912′de British Müzesi kazıları
için inşa ettiğini ve 1914 1. Dünya Savaşı patlak
verene kadar kullanmaya devam ettiğini kaydetti.
Kazılar sonucunda evin karakol haline
getirildiğini tespit ettiklerin aktaran Marchetti,
“Askerler odaların taban seviyesini depolarda
buldukları heykel ve yazıt parçalarıyla
yükseltilmiştir. Birçok parça zarar görmekle beraber
korunmuştur” şeklinde konuştu.
Toplantıya, Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma
Şahin’in yanı sıra AKP Gaziantep Milletvekili
Nejat Koçer, Kültür Ve Turizm Bakanlığı Tanıtma
Genel Müdürü İrfan Önal, Şahinbey Belediye Başkanı
Mehmet Tahmazoğlu, Gaziantep Sanayi Odası Başkanı
Adil Konukoğlu, Kent Konseyi Başkanı Mehmet Aslan ve
bir çok kurum ve STK temsilcisi katıldı.
Konuşmaların ardından Zeugma Mozaik Müzesi
gezildi.
haberler.com, 15.11.2014
|
RESTORANLARI SANAT BASTI

Çağdaş
sanat artık galerilerden kafe ve restoran
duvarlarına taşmaya başladı. Artık günümüzde
genç sanatçıları destekleyen, eserler
sergileyen mekanlar daha 'hip' algısı
yaratıyor.
Sanat ve
yemek arasında ilginç bir bağ var. Leonardo
Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği tablosuna
bakın örneğin... Pablo Picasso, Norman
Rockwell, Pierre Aguste Renoir gibi
sanatçılar da eserlerinde ekmek temasını yer
verirdi. Sadece sanat yemekten esinlenmedi
elbette. Bellini, Carpaccio gibi
sanatçıların isimlerini alan ve dünyada
klasikleşen yemek ve kokteyller de yok
değil. Örneğin özellikle kadınların rağbet
gösterdiği, tabağa incecik çiğ et, roka ve
parmesan konarak süslenen carpaccio yemeği
adını Rönesans dönemi İtalyan ressamı
Vittore Carpaccio'dan alıyor. Yemeğin
yaratıcısı İstanbul ve Bodrum'da da birer
şubesi olan Cipriani restoranlarının
kurucusu Giuseppe Cipriani. Gastronomi
sektörünün dahisi Giuseppe aynı zamanda
adını yine bir İtalyan ressam Bellini'den
alan kokteylin de yaratıcısı. Beyaz şeftali
püresi ve İtalyan köpüklü şarabıyla
hazırlanan bu kokteyl son yıllarda dünyanın
en trendi içkileri arasındaki yerini
koruyor. Uzun lafı kısası sanat ve yemek
uzun yıllardır birbirinden besleniyor,
esinleniyor. O halde günümüzde popüler ve
hit restoranların birer sanat galerisini
andırmasına şaşırmamalı.
SANAT DOSTU 'IN' OLUYOR
Aslında sanatla yemeğin yakın tarihteki ilk
buluşmaları müzelerde oldu. Örneğin Moma'nın
içindeki The Modern restoranı bir Michelin
yıldızlı şef tarafından yönetiliyor. Müzenin
bahçesinde Alexander Calder, Rodin
heykellerine karşı yemek keyfi yapıyorsunuz.
Türkiye'de de durum aynı paralelde ilerledi.
İstanbul Modern, Sakıp Sabancı Müzesi,
sergileri ve kalıcı koleksiyonları kadar
iddialı restoranlarıyla da fark yaratmaya
başladı. Miro sergisinden sonra Sakıp
Sabancı Müzesi'ndeki müzedechanga'da sergiye
özel üretilen yemekleri tatmak birçok kişi
için cazip bir fikir oldu.
DOSTLAR SERGİDE GÖRSÜN
Zaten artık tüm dünyada kapılarını sanata
açan, sergilere ya da sanat fuarlarının
partilerine ev sahipliği yapan mekanlar moda
deyimiyle "in" oldu. Bu trendin
İstanbul'daki en güzel örneğinin Karaköy
olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz.
Gastronomi-sanat paralelinde gelişen semt,
son günlerde İstanbul'un en popüler eğlence
merkezi haline dönüştü. Karaköy'de açılan
galerilerin yanı sıra kafe ve oteller de
birer sergi alanı görevi üstleniyor.
PR MALZEMESİ OLUYOR
Bugün artık birçok mekan pr çalışmaları
kapsamında sergilere yer veriyor. Çünkü
sergiye ev sahipliği yapan mekan
sanatseverlerin ilgisini çektiği için kısa
sürede 'in' oluyor. Birçok mekan sahibi
arkadaşımın ölü sezonlarda nasıl da ardı
ardına sergi projeleri yapma çabasına
girdiklerini ilk ağızdan biliyorum.
BU İŞİN ÖNCÜSÜ LUCCA
Ülkemizde sanat-gastronomi akımının
öncülerinin başında Bebek'teki Lucca
geliyor. Kendi de bir koleksiyoner olan Cem
Mirap, Lucca'yı açtıkları günden itibaren
çağdaş sanat sergilerine ev sahipliği
yapıyor. Hatta mekan bu yönüyle birçok
yabancı medya kuruluşunun da ilgisini
çekmeyi başardı ve 'İstanbul'un süper hip
mekanı' olarak adlandırıldı. Contemporary
İstanbul ve İKSV kapsamında da sıkça sanat
partilerine ev sahipliği yapan mekanın
başarısı belki de sanatta aldığı aktif
rolden besleniyordur, kim bilir! Lucca'nın
sanat formülü şüphesiz zaman içinde diğer
mekanları da harekete geçirdi. Emirgan'daki
La Boom'da şampanyalı, Superman'li brunch
partilerine ara verip sergilere ve genç
sanatçılara kapılarını açmaya başladı.
Karaköy'deki Ops Cafe, The Sofa Oteli'nin
içindeki Frankie ve Bebek'teki Chilai de
zaman zaman sergilere ev sahipliği yapan
mekanlar. Frankie birçok sanatsal buluşmanın
da adresi olarak biliniyor.
Zincirlikuyu'daki Avangarde Otel'in içindeki
ICE Restaurant'ta da hatırı sayılı bir
koleksiyon sergileniyor. Hatta fuar boyunca
Saba Barlas'ın Avantgarde Collection için
hazırladığı eserler sergileniyor. 42 Maslak
Projesi de sanata yatırım yapan
şirketlerden. Maslak'taki projelerinde
sanatın çeşitli alanlarına yer veren inşaat
şirketi daireleri sanatsal yaşam konsepti
altında pazarlıyor. Kısacası çağdaş sanat
ülkemizde çığ gibi büyümeye devam ediyor.
Önümüzdeki günlerde çok daha fazla mekan
önemli sergilere ev sahipliği yapmaya
hazırlanıyor. Malum yemek yerken
sanatçıların yapıtlarını seyredebilmenin
hatta dilerseniz alabilmenin keyfi başka
oluyor.
DÜNYADAN ÖRNEKLER
Sketch, Londra
Londra'nın en sanatsal restoranlarından
biri. Sketch.london adresini ziyaret
ederseniz ne demek istediğimi anlarsınız.
Sık sık sergilere ve film gösterimlerine ev
sahipliği yapıyor. Alt katındaki dev
ekranlarda farklı enstalasyonları
seyredebilirsiniz.
Rivington Grill, Londra
Londra'da çağdaş sanatla yemeğin birleştiği
bir başka mekan da Rivington Grill. Tracey
Emin işlerine bakarken yemek keyfi
yaşayabileceğiniz bir yer burası. Bir de
fish and chips'i şehirde en iyi yapan
yerlerden biri.
Four Seasons, New York
New York'taki Four Seasons'ta eserler
sergilenenler ve satılanlar olarak ikiye
ayrılıyor. Örneğin Picasso'nun Le Tricone
isimli eseri sergilenenler arasında. Lobide
ise satışta olan eserler bulunuyor.
La Colombe d'Or, Provence
Leger ve Braque'a ait freskler, Miro ve
Picasso tablolarıyla burada kendinizi define
bulmuş gibi hissediyorsunuz.
Lucio's, Sidney
Burası bir İtalyan restoranı. Yemekleri
zaten müthiş. Ama içeri adım atar atmaz
kendinizi müzede hissediyorsunuz.
Oturduğunuz masaların hemen yanında
Avustralya'nın Sidney Nolan ve Charles
Blackman gibi en önemli sanatçılarına ait
eserler asılı. Yaklaşık 500 eser var.
Peçetelerde ise yine sanatçılara ait skeçler
yer alıyor.
Sabah
(Kısaltarak), Haber:
Burcu Aldinç, 15.11.2014
|
"AKM'YE PARA BULUNAMIYOR" BÜYÜK BİR YALAN
İstanbul'da Galatasaray Lisesi önünde toplanan
tiyatrocular, Ankara'da Devlet Tiyatroları'nın
kullandığı Akün ve Şinasi sahnelerinin satılmasına
"Piyasaya inat, yaşasın sanat" diyerek tepki
gösterdi. Tiyatrocu Orhan Aydın, "AKM'yi onarmak
için para bulamadıklarını söylüyorlar. Bunun büyük
bir yalan olduğunu ilan etmek istiyorum" dedi.
Eyleme CHP'li milletvekilleri de destek verdi.

Ankara’da Akün ve Şinasi sahnelerinin satılmasına
tepki gösteren tiyatrocular yaptıkları basın
açıklamasında, “Kamuya mal olmuş, tiyatro salonları
satıldı. Otel mi olacak, alışveriş merkezi mi, belli
değil” dediler. Topluluk “Piyasaya inat, yaşasın
sanat” diye slogan attı.
Galatasaray Lisesi önünde saat 14.00’te açıklama
yapan tiyatrocu Ender Yiğit, “Sanat, yok edilmek
istenen parklara, ormanlara, kesilen ağaçlara karşı
onların gerçek sahibi olan halkın yanındadır. Sanat,
günübirlik çıkarların değil, aydınlık bir geleceğin
inşa edilmesi için bir araçtır. Önce Taksim Sahnesi
ve AKM kapatıldı. Sonra Emek Sineması yok edildi.
Ankara’da İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi’ne yapılan
saldırıların ardından, sıra Akün ve Şinasi
sahnelerine geldi. Kamuya mal olmuş bu tiyatro
salonları satıldı. Otel mi olacak, alışveriş merkezi
mi belli değil” dedi.
“AKM’YE PARA BULAMADIKLARINI SÖYLÜYORLAR, BÜYÜK
YALAN”
CHP milletvekili Kadir Gökmen Öğüt, CHP Genel Başkan
Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, modacı Barbaros
Şansal’ın da katıldığı basın açıklamasında söz alan
tiyatrocu Orhan Aydın, “Atatürk Kültür Merkezi’nin
koruma kurulu kararları doğrultusunda onarılıp
hayata geçirilmesi için yürütmeyi durdurma kararı
aldık. Üstünden tam 4 yıllık bir zaman dilimi geçti.
Kendine bin odalı saraylar yapanlar, AKM’yi onarmak
için para bulamadıklarını söylüyorlar. Bunun büyük
bir sahtekarlık ve yalan olduğunu bir kez daha
buradan ilan etmek istiyorum” dedi.
Oyuncu Orhan Kurtuldu ise; “Geçtiğimiz yıllarda
sayın başbakan kamu düzeni diye bir şeyden bahsetti.
Hatırlarsanız AKP iktidarının 6 buçuk yılında
Türkiye AKM’ siz bırakılmıştır. Kamu düzenini bozan
bu uygulama karşısında suç duyurusunda bulunuyoruz.
İsteyerek kamu düzenini bozan bu uygulama karşısında
suç duyurusunda bulunuyoruzö şeklinde konuştu.
Radikal, Haber: Özgür Eren/DHA, 15.11.2014
|
INTERNETTE SATIŞA ÇIKARILAN 5 BİN YILLIK TARİHİ ESER
YURDA DÖNDÜ
Yasadışı yollarla yurt dışına
kaçırılan ve internette satışı sırasında ulaşılan 5
bin yıllık tarihi eser, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın girişimleriyle yurda döndü.

Yasadışı yollarla yurt dışına kaçırılan ve
internette satışı sırasında ulaşılan 5 bin yıllık
tarihi eser, Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın girişimleriyle yurda döndü.
Bakanlık olarak etkin ve kararlı bir politika
izlediklerini kaydeden Kültür ve Turizm Bakanı Ömer
Çelik, "Her bir avuç toprağından dünya tarihinin
hemen her evresine tanıklık etmiş sayısız eser çıkan
Anadolu, bir parçasını daha geri kazandı" dedi.
Yasadışı yollarla yurt dışına çıkarılan ülkemiz
kökenli kültür varlıklarından birine bu kez internet
satışı sırasında ulaşıldı. Kültür ve Turizm
Bakanlığı, internet üzerindeki en büyük alışveriş
sitelerinden birinde Türkiye kökenli olduğu
anlaşılan Yortan kabının satışa sunulduğunu
belirlenir belirlenmez harekete geçti.
MÖ III. bin yıla tarihlenen Yortan kabının iadesi
için Bakanlığın girişimleriyle başlatılan gerekli
işlemler tamamladı. Şimdi bir tarihi eser daha ilk
kez bu yolla eve döndü.
Her fırsatta Anadolu topraklarında yaşamış
medeniyetlerin kültür mirasına sahip çıkmanın
öncelikli kültür politikası olduğunu vurgulayan
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, bu yöndeki
çalışmalarının çok yönlü olarak devam edeceğini
aktardı. Bakan Çelik, "Türkiye kökenli kültür
varlıklarının tespiti ve iadesine yönelik Bakanlık
olarak etkin ve kararlı bir politika izliyoruz. Bu
konudaki çalışmalarımızın engel ve sınır
tanımadığına en iyi örnek bu son yaşadığımız
gelişmedir. Bakanlığım internet üzerinden satış
yapan uluslararası bir şirketten MÖ III bin yıla
tarihlenen bir eser iadesi gerçekleştirdi. Bu bir
ilktir.
Bu son yaşadığımız, bu konunun -yurt dışına
çıkarılan eserlerin satışı ve takibi, tespiti- hangi
boyutlara ulaştığına çok çarpıcı bir örnek.
Günümüzde artık hemen herkesin bildiği, bazı
ürünlerin alımı için kullandığı bir uluslararası
satış sitesinde, dünya mirasına önemli bir kaynak
oluşturan, kadim medeniyetlere yurt olmuş
Anadolu’dan bir kültür varlığına ulaşmak gerçekten
her boyutu ile dikkat çekicidir.
Bir internet sitesinde ülkemiz kökenli olduğu
anlaşılan bir eserin satışa sunulduğunu tespit
etmemizin ardından ilgili tüm birimlerimiz harekete
geçti.
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi uzmanları,
eserin Batı Anadolu bölgesinde görülen ve
arkeoloji literatüründe ’Yortan tipi kaplar’
olarak adlandırılan eserlere benzediğini ve
özellikle Truva, Semahöyük, Beycesultan,
Afyon-Kusura, Aphrodisias gibi merkezlerde MÖ III
bin yıla tarihlenen arkeolojik tabakalarda benzer
tiplerin olduğunu belirledi.
Eserin ülkemize iadesi için
Dışişleri Bakanlığımız ve e-bay şirketi ile
irtibata geçildi. Önce, eseri satışa sunan firma ile
görüşüldüğü, iade talebimizin olumlu karşılandığı ve
geçen hafta içinde de eserin Melburn
Başkonsolosluğumuzca teslim alındığı haberi geldi.
Kısa bir süre önce eser Dışişleri Bakanlığı
yetkililerince ülkemize getirildi ve uzmanlarımız
tarafından teslim alınarak Anadolu Medeniyetleri
Müzesine getirildi. Böylece her bir avuç toprağından
dünya tarihinin hemen her evresine tanıklık etmiş
sayısız eser çıkan Anadolu, bir parçasını daha geri
kazanmış oldu.
Tabii bu anlattıklarımız bizi hep bildiğimiz ama her
zaman dikkati çekmemiz gereken bir konuya daha
getiriyor: Sosyal sorumluluk. Bir vatandaşın günümüz
imkanlarıyla internet ya da herhangi başka bir
vesileyle böylesi bir durumla karşılaşması olası.
İşte bu noktada yalnızca Bakanlığa, yalnızca
uzmanlara ya da bu işi meslek ya da görev edinmiş
kişilerin ellerinde değil tarihimiz. Bu noktada
hepimizin elinde" dedi.
Vatandaşlara duyarlı olmaları konusunda çağrıda
bulunan Bakan Çelik, şöyle devam etti:
"Bu vesileyle bir kez daha vatandaşlarımıza
sesleniyorum: Böylesi dikkatinizi çeken, merak
uyandıran veya aklınızda soru işareti bırakan
durumlarla karşılaşırsanız, lütfen elinizdeki
bilgilerle, belgelerle bize ulaşın. Lütfen yurt
dışına kaçırılan tarihi eserlerimiz konusunda
duyarlı olalım. Biz sizden gelecek ihbarı
değerlendirip bu toprakların olanı bu topraklara
yeniden kazandırmak için var gücümüzle çalışırız.
Bugüne dek yürütülen çalışmalar kapsamında Osmanlı
mezar taşları ve steller gibi müzayede firmalarından
da olmak üzere son on yılda 4 bin 158 kültür
varlığımızın iadesini sağlayarak ait oldukları
topraklara dönmesini başardık.
Tarihi eserlerin iadesi konusunda uzman isimlerden
oluşan yetkin bir ekibimiz titiz bir çalışma
sergiliyor. Tabii hep belirttiğim gibi diplomatik ve
akademik, hatta uluslararası güvenlik birimleriyle
koordineli şekilde yürütüyoruz çalışmalarımızı. Bu
kararlı ve profesyonel çalışmaların meyvelerini de
bir bir topluyoruz."
Milliyet, 15.11.2014
|
TARİHİ KORUYACAK KURUL ARANIYOR!
Tarihi Yarımada'nın her yanı tarih. Bir yerden lahit
çıkar diğer yandan sarnıç. 2863 sayılı Kültür
Varlıklarını Koruma Yasası alenen bu tür kazıların
iş makinası ile değil arkeolog gözetiminde
yapılmasını söylemesine rağmen bu inat niye? Koruma
Kurulları bu tür yasayı ihlal eden, Koruma Kurulu
kararlarını hiçe sayan müteahhitler ve kamu
görevlileri hakkında neden suç duyurusunda
bulunmuyor? Tarihi eserler zarar vermek yoksa suç
olmaktan çıktı mı?

İstanbul Üniversitesi ana kapısı önündeki
Vezneciler alt geçidi iyileştirme çalışmaları
sırasında daha önce iki tane lahit kapağı
bulunmuştu.
Bugün Hürriyet Gazetesi’nin haberine göre aynı
şantiye alanında şimdide Bizans Sarnıcı çıktı.
Duyarlı bir vatandaşın şikayeti olmasa sarnıcın
üzeri betonla kaplanacaktı. Arkeoloji Müzesi tıpkı
daha önce bulunan lahit kapaklarında olduğu gibi
sarnıçtan da sonradan haberi olup müdahale etti.
Koruma Kurulu hala seyrediyor…
İBB tarafından ihale edilen Işıldak İnşaat ve Mak
İş İnşaatın ortaklığı ile gerçekleştirilen
Vezneciler Altgeçidi yenileme projesi, İstanbul 4
numaralı Koruma Kurulu tarafından onaylandı ve 5
Ağustos'ta çalışmalara başlandı. Yenileme
çalışmalarındaki hafriyat sırasında, Hıristiyanlık
öncesi döneme ait olduğu tahmin edilen iki tane
lahit kapağı bulundu. Kepçelerle yapılan çalışmalar
sırasında hasar gören lahitler günler sonra İstanbul
Arkeoloji Müzesi’ne bildirildi. Bu durumu 26
Ağustos’ta Radikal’de Fundanur Öztürk imzasıyla
haber yapmış ve çalışmalarda arkeolog yok diye
eleştirmiştik. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
buna ceza vermedi. Üstelik buradaki çalışmalar için
arkeolog bulundurulması gerektiğini de söylemedi.
Sonuç ortada 2 ay sonra bir Bizans sarnıcı yok
edilirken duyarlı bir vatandaşın ihbarı ile
kurtuldu. Başında arkeolog bulunsa o Bizans
sarnıcını yok ettirmezdi. Gece gündüz yapılan ve
etrafı paravanlarla çevrilen inşaat alanında son iki
ay içinde acaba kaç kültür varlığı yok edildi? Bunun
cevabını kim verebilir, müteahhit mi?
Tarihi Yarımada içinde iş makinası ile kazı
yapılamayacağını daha önce defalarca dile getirdik.
Bu Yarımada’nın her yanı tarih. Bir yerden lahit
çıkar diğer yandan sarnıç. 2863 sayılı Kültür
Varlıklarını Koruma Yasası alenen bu tür kazıların
iş makinası ile değil arkeolog gözetiminde
yapılmasını söylemesine rağmen bu inat niye? Koruma
Kurulları bu tür yasayı ihlal eden, Koruma Kurulu
kararlarını hiçe sayan müteahhitler ve kamu
görevlileri hakkında neden suç duyurusunda
bulunmuyor? Tarihi eserler zarar vermek yoksa suç
olmaktan çıktı mı? Müdahale etmiyor çünkü Koruma
Kurulları siyasetten bağımsız değil. Aleyhte
direnenler görevlerinden uzaklaştırılıyor.
Son dönemde Koruma Kurulu kararlarında şöyle bir
ifade yer alıyor; ‘’Çalışmalar sırasında 2863 sayılı
yasa kapsamında bir kültür varlığına rastlanılırsa
çalışmalar durdurulup en yakın müzeye haber
verilmeli.’’ Bu resmen kurda kuzu emanet etmek.
Müteahhit kültür varlığına rastlayacak ve
arkeologlara ‘’gel inşaatı durdur’’ diyecek. Bizans
Sarnıcı’nın üzerine beton dökmek varken, lahitleri
iş makinası ile kırıp yok etmek varken neden müzeye
haber versin? Kaç müteahhit bu koruma bilincine
sahip? Müteahhitler tarihi eser gördüklerinde eyvah
iş yarım kalacak düşüncesindeler. Üç beş çanak
çömlek parçası için metro yıllarca uzadı zihniyeti
hakimken, kimse müzeye haber vermez. Koruma Kurulu
olarak Tarihi Yarımada içindeki tüm hafriyat
işlerinin başına arkeolog mecburiyeti
getirmelisiniz. Bu tür büyük projeler müze
denetiminde yapılmalı. Bunun için ‘’yeterli arkeolog
yok’’ bahanesinin altına sığınmak yerine binlerce
işsiz arkeologa istihdam yaratmalısınız. Koruma
Kurulu’nun başına mesleği avukatlık olan başkan
getirmek yerine arkeolog, sanat tarihçi, mimar
başkan getirmelisiniz. Burada şunun da altını çizmek
de yarar görüyorum. Tarihi Yarımada’ya bakan 4
Numaralı Koruma Kurulu’nda görevli arkeolog üye var
mı, var. Peki ne iş yapar? İşte alt geçit inşaatında
önce lahitler vatandaşın şikayeti ile kurtuldu sonra
sarnıç. Takdir sizin…
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.11.2014
|
WARHOL'UN İKİ ESERİNE 151 MİLYON DOLAR
ABD'nin New York kentinde, Christie's Müzayede
Evi'nin yaptığı müzayedenin yıldızı,2 eseri 151
milyon dolara satılan Amerikalı pop art sanatçısı
Andy Warhol oldu.
Christie's Müzayede Evi'nin ''Çağdaş
Sanat ve Savaş Sonrası Sanat'' müzayedesi
New York'ta yapıldı.
Christie's yetkililerinin verdiği bilgiye göre, 42
ülkeden yaklaşık 500 koleksiyonerin katıldığı açık
artırmada, toplam 853 milyon dolarlık sanat eseri
satılırken, bir seferde bugüne kadar elde edilen en
yüksek rakama ulaşıldı. Christie's mayısta
gerçekleştirdiği müzayedede 745 milyon dolarlık
çağdaş sanat eseri satmıştı.
Müzayedenin ardından basına açıklamada bulunan
Christie's Dünya Başkanı Brett Gorvy, ''Bu rakam,
bizim bugüne kadarki en yüksek rakamımız. Bu akşam
birçok yeni açık artırmacı gördük, Ortadoğu'dan,
Asya'dan, Avrupa'dan. Ancak hala en büyük alıcılar
Amerika'dan'' diye konuştu.
Andy Warhol'un 1963 yılında yaptığı ''Elvis
Üçlemesi'' 81 milyon 900 bine ve 1966 yılı eseri
''Dört Marlon'' da 69 milyon 600 bin dolara alıcı
buldu.

Müzayedede, Willem
De Kooning’nin Clamdigger adlı 1972 yapımı bronz
heykeli 29 milyon 200 bin, Cy Twombly'nin isimsiz
resmi 69 milyon 600 bin dolara satıldı.
Gecede ayrıca, Francis Bacon'un ''Oturan Figür'' 45
milyon dolara alıcı bulurken, Ed Ruscha'nın
''Smash'' adlı yağlı boya eseri 30 milyon 400 bin
dolara satıldı.
Christie's ve Sotheby's'in
New York'taki müzayede evlerinin yaklaşık 2
haftadır devam eden sonbahar açık artırmalarında da
şu ana kadar yaklaşık 2 milyar dolarlık sanat eseri
satıldı.
Habertürk, 14.11.2014
|
İSHAK PAŞA SARAYI'NA CAM TAVAN!

Tarihi
İshak Paşa Sarayı‘nı don
ve güneş ışınlarına karşı koruması için cam çatının
2011 yılından önce Erzurum Rölöve ve Anıtlar
Müdürlüğü tarafından yapıldığını ifade eden Van
Rölöve ve Anıtlar Kurulu Müdürü Taner Öter, “Saray
2011 yılında bize devredildiğinde çatı yapılmıştı.
Koruma özel camdır, kaldırılabilir. Daha önce metal
çatı vardı. O kaldırıldı. İçine ışık girmesi mekanın
daha kullanılabilir olması için çatı değiştirildi ve
cam yapıldı. Bu bir hata ve yanlış değildir. Çatı
yapmasanız bu sefer içine kar ve yağmur suyu yağdığı
için ‘buna önlem alınmıyor’ deniliyor.
Bunun
Avrupa’da da birçok örneği var. Örnek olarak British
Museum’u verebilirsiniz. Çok modern çatı örtüsü var.
Oradaki koruma amaçlı değildir, kalıcıdır, ama
bizdeki koruma amaçlıdır. Yarın öbürgün bir kurul
kararıyla kaldırılabilir. Kültür Varlıkları Koruma
Bölge Kurulunun onayladığı projedir. Uygulamayı
yapanlar bir mimarın bakış açısı olarak değil,
üniversite hocaları tarafından oluşan kurulun
kararı doğrultusunda verilmiştir.”
BAŞKA ÇÖZÜM YOKTU
Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölümünde Prof.Dr. Haldun Özkan konuyla
ilgili bir açıklama yaparak şunları söyledi:
“Yağmur yağıp zarar verince, avlu üzerindeki
bölümleri camla kapattılar. Bu konuda kişisel olarak
yağmurdan korunması adına olumlu bir sonuç olarak
görülebilir. Bunlar zaten koruma kurulu izni ve
onayıyla yapılan şeylerdir. Mutlaka ki tarihi
dokusundan uzak bir görüntü verecektir ama bazen
yapıları koruma adına başka bir çözümünüz
kalmayınca, yıkılmasındansa koruma altına almak için
bu tür tedbirlere başvurulabiliyor. Cam olmasının
nedeni aşağıda gezilen alanın aydınlatılmasını
sağlamak için. Farklı bir malzeme kullanıldığında
orayı karartır, içini ışıklandırma durumuna gitmeniz
gerekecektir.”
İSHAK PAŞA SARAYI
1685 yılında Çıldır Atabeklerinden Çolak Abdi
Paşa tarafından yapımına başlanan saray, 99 yıl
sonra Küçük İshak Paşa zamanında tamamlanmıştır.
Yaklaşık 7 bin 600 metrekare alan üzerine kurulu
sarayda koridor ve salonlarla birlikte 360 oda
bulunuyor. Sarayın bazı kısımları bodrumlarla
birlikte üç katlı yapılmış. Arazinin doğal yapısına
uygun olarak doğudan batıya doğru inşa edilen İshak
Paşa Sarayı, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini
çekmektedir.
Sözcü, 14.11.2014
|
HZ. MUHAMMET'İN EVİ İLE İLGİLİ ŞOK İDDİA!
Suudi
Arabistan yönetiminin Mekke’de Hz Muhammed’in doğum
yeri olduğuna inanılan noktayı mermerle kaplayıp
üzerine, Kral Abdullah için dev bir saray inşa
etmeyi planladığı iddia edildi. Habere göre, 500
yıllık Osmanlı sütunları da geçen hafta yıkıldı.
Saray inşaatının, Mescid-i Haram’ı genişletip
daha çok hacının kullanımına uygun hale getirmeyi
amaçlayan ancak hali hazırda yüzlerce tarihi anıt ve
binanın yıkılmasına sebep olan yenileme projesi
kapsamına gerçekleştirileceği belirtildi.
Osmanlı sütunları yıkıldı
İngiliz Independent gazetesine konuşan Washington
merkezli Körfez Enstitüsü’nden uzmanlar, yenileme ve
genişletme projesinin daha şimdiden Mekke’deki
binlerce yıllık binaların yüzde 95’inin yıkılıp lüks
otellere ve alışveriş merkezlerine dönüştürülmesine
neden olduğunu söyledi.
Londra merkezli İslami Miras Araştırma Fonu’ndan
Dr Irfan Alawi ise proje kapsamında Hz Muhammed’in
Cennet’e yükselmesini temsil eden 500 yıllık Osmanlı
sütunlarının geçen hafta yıkıldığını ve Hz
Muhammed’in doğum yeri olduğuna inanılan “Mevlid
Evi”nin de bu yıl bitmeden yıkılacağına
inandıklarını söyledi.
Hacıların ziyaretine kapatılmıştı
Mevlid Evi’nin odalarının şu anda yerin altında
bulunduğunu belirten Dr Alawi, 1951 yılında bu
odaların korunması için üzerine bir kütüphane inşa
edildiğini ancak geçtiğimiz yıllarda hacıların bu
kütüphaneye girişine izin verilmemeye başlandığını
söyledi.
Dr Alawi “Hz Muhammed’in doğum yeri beton ve
mermer altına gömülüp sonsuza dek unutulma riski ile
karşı karşıya. Hac bittiği için 24 saat süren inşaat
çalışmaları yeniden başladı. Camii’nin bir
tarafındaki genişletme projelerini bitirdiler. Şu
anki kraliyet sarayının beş katı büyüklüğünde olacak
yeni saray ise bir dağın kenarında yer alacak ve
camiye yukarıdan bakacak. Aralık ayına kadar
kütüphane yıkılacak ve Mevlid Evi’nin yeraltı
odalarının üzerinde inşaata başlanacak. Biz diyoruz
ki bu evi yer altından çıkartalım ve sağlam kalmış
odaları korumaya alalım” dedi.
Independent Gazetesi, Kral Abdullah’ın Mescid-i
Haram’a inşa ettirmeyi planladığı sarayın planlarını
gördüklerini belirtti ve sarayın şu an Mevlid
Evi’nin bulunduğu bölgeyi de kapsayacağını
doğruladı.
Konu ile ilgili haberi manşetten veren gazete,
Suudi Arabistan’da birçok kişinin Mescid-i Haram
bölgesinde yapılan inşaatlara karşı olduğunu ancak
rejim tarafından cezalandırılmaktan korktuğu için
sesini çıkartamadığını da iddia etti.
Yapı, 14.11.2014
|
TARİH BETONDAN KURTULDU
Beyazıt’ta altgeçidi yenileme çalışmalarında
Bizans’tan kalma bir yapı ortaya çıktı. İnşaat
firması tarafından girişi betonla kapatılan sarnıç
benzeri tarihi yapı, tamamıyla betona gömülecekken
duyarlı bir kişinin ihbarıyla şimdilik kurtarıldı.

İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin ağustosta Beyazıt’ta başlattığı
Darülfünun Altgeçidi yenilenmesi inşaatı ihalesini
Işıldak İnşaat ve Mak.İş İnşaat ortaklığı kazandı.
Proje
İstanbul 4 numaralı Koruma Kurulu tarafından
onaylandı ve çalışmalara başlandı. Alt yüklenici
Vizyon İnşaat’ın çalışmaları sırasında ağustosta
aynı bölgede iki tane lahit kapağı bulundu. Asfalt
sökümü sırasında bulunan, Hıristiyanlık öncesi
döneme ait olduğu tahmin edilen lahit kapakları
kepçelerle yapılan çalışmalar sırasında büyük hasar
gördü. Kapaklar Arkeloloji Müzesi’ne kaldırılırken
bölgedeki çalışmaların müzeye bildirilmediği ortaya
çıktı. Kısa süre sonra çalışmalar tekrar başladı.
Önceki gün bir kişi müzeye ihbarda bulundu. İhbarda
bulunan kişi, altgeçit çalışmalarında Bizans
döneminden kalma yüzlerce metrelik sarnıcın
girişinin ortaya çıktığını ve inşaatı yapan şirketin
burayı kapatmaya çalıştığını bildirdi. Yola dökülen
betonun sarnıcın girişinin bir kısmını kapattığını
iletti.
KARAR KURULUN
İhbar üzerine İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkilileri
inşaat alanına iki arkeolog gönderdi. Arkeologlar
kapatılan bölümü sarnıç girişinde incelemelerde
bulundu. İnşaat firmasının çalışmaları durdurulurken
hazırlanacak rapor İstanbul 4 numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na gönderilecek.
İnşaatla ilgili kararı kurul verecek.
Sarnıç girişinin bulunduğu alana giriş önceki gün
arkeologlar geldikten sonra inşaat görevlileri
tarafından metal perdelerle kapatıldı.
Belediyeden henüz bilgi yok
Kalıntıyla ilgili belediyeden bir bilginin
gelmediğini söyleyen Arkeoloji Müzesi yetkilileri
olayı ‘duyarlı bir vatandaşın’ ihbarıyla
öğrendiklerini söyledi. Yetkili, bulunan kalıntıyla
ilgili şunları aktardı: “Bizans’ın en büyük caddesi
olan ve Ayasofya’nın önünden başladığı, Eminönü ve
Topkapı’ya doğru iki ayrı kolda uzandığı
bilinmektedir. O bölgede Bizans dönemi
dükkanlarından oluşan Teodosyus forumu vardır.
Beyazıt’ta bulunan kalıntının foruma ait bir dükkan
mı yoksa sarnıç mı olduğu incelemeler sonucu ortaya
çıkacaktır.”
''Orası asla
kapatılmazdı''
Alt yüklenici müteahhit firma Vizyon İnşaat
sahibi İnşaat Yüksek Mühendisi A. Kadir Güder,
sarnıçın kapatılacağı iddialarının doğru olmadığını
öne sürdü.
Güder şunları söyledi:
“İBB tarafından taahhütünü almış olduğumuz
Darülfunun Alt Geçidi yenilenmesi projesine uygun
olarak inşaat tamamlandı. Proje kapsamında yıkılması
öngörülen ve dayanımını kaybeden eski işyerleri
yıkılmış, molozlar kaldırılmış ve yerine saha betonu
dökülerek mevcut Beyazıt meydanıyla bu alan
birleştirilmiştir. Önündeki dükkanlar yıkılınca
orası ortaya çıktı. Arkeoloji Müzesi Müdürlüğüyle
irtibatlı olarak koruma altına alındı. Belediye, iş
güvenliği açısından geçici emniyet şeritleriyle
önünün kapatılmasını istedi. Örttük. Hiçbir şekilde
orayı kapatma, beton dökme, duvar örme düşüncemiz
olmadı. Oranın kapatılması bizim için ayrıca bir
maliyettir. Bizim görevimiz üst yapılardı. Biz bir
kazı yapıp da orayı ortaya çıkarmadık. Nitekim, 11
Ağustos 2014 tarihinde saat 02.00 sıralarında eski
asfalt tabakasının kaldırılması çalışmalarında,
asfaltın hemen altında 2 adet lahit kapağı buldum.
Çalışmaları hemen durdurduk. Hemen akabinde bunu
Büyükşehir Belediyesine bildirdim. Belediye de 12
Ağustos 2014 tarihinde İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Müdürlüğü’ne durumu bildirdi. Ancak yoğun
ısrarlarımıza rağmen müzeler müdürlüğü tüm
maliyetlerini firmamıza karşılatmak suretiyle 18
ağustos 2014 tarihinde yani tam 6 gün sonra teslim
aldı. Bu süre zarfından ilgili lahit kapakları
firmamız tarafından koruma altına alındı, çünkü
çalmaya gelen çok insan oldu. Tehdit edenler oldu.
24 saat başında bekçi durdu. Biz sürekli müzeye
gelin alın dedik. Onlar siz getirin dediler. En son
anlaştığımız gün haftasonu biz çalışmıyoruz dediler.
Yani yalvar yakar bir şekilde biz onların
kontorülünde lahit kapatlarını gönderdik. Biz her
hamlemizi İBB ile ve Arkeoloji Müzesi Müdürlüğüyle
koordineli olarak yapmaktayız.”
BÖLGE ‘NEKROPOL’ ALANI
Sarnıç ve Lahitlerin
asfalta yakın bir yerden çıkmış olması ve bölgenin
kaynaklarda Roma Nekropol alanı (mezarlık) olarak
geçmesi, tünelin ilk yapıldığı yıllardaki
inşaatlarda da benzer başka bulgulara ulaşılmış olma
ihtimalini güçlendiriyor. Arkeologlar Derneği
yetkilileri “Konstantin, İstanbul’u başkenti olarak
düzenlerken kenti batıya doğru genişletti. Bu
genişleme esnasında kentin eski nekropolü kente
dahil edildi ve sonrasında bir forum/meydan olarak
düzenlendi. Tünel kazısında açığa çıkan lahit
kapakları da buradaki nekropolden geriye kalanlar
olmalı. Zaten daha önce 40’larda, 50’lerde yapılan
hafriyatlarda da benzer bulgular çıkmıştı ki bu
buluntular bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndedir.
Dolayısıyla, hakkında bu kadar bilgi olan,
arkeolojik dolgular içerdiği bilinen bir alanda
yapılacak kazılarda ‘müze denetimi’ en baştan
sağlanmalıdır ki, arkeolojik bulguları tahrip
edilmeden tespit edebilelim. Kaldı ki müze
denetiminde kazı tarihi yarımadanın her yeri için
zorunluluktur.” dedi.
Hürriyet, Haber: Burcu Purtul Uçar, 14.11.2014
|
ALTINDAN HAZİNE ÇIKTI
Siirt'te, Ilısu Baraj Gölü
altında kalacak Botan Vadisi'ndeki tarihi eserlerin
gün yüzüne çıkarılması amacıyla Başur ve Çattepe
Höyük'te 13 yıldır sürdürülen kazılarda milattan
önce 3 bin yılına ait olduğu değerlendirilen çok
sayıda tarihi eser bulundu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca Ilısu Barajı su
toplama havzası altında kalacak kültürel varlıkların
kurtarılması için gerçekleştirilen arkeolojik
kazıların büyük bölümü tamamlandı.
"13 yılda 2 bin eser bulundu"
Kazı ekibinin başkanı, Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Haluk
Sağlamtimur, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ilısu
Baraj sahası altında kalacak Botan Vadisi'ndeki
arkeolojik araştırmalar kapsamında 2001 yılından bu
yana kazı çalışması yapıldığını anımsattı.
Bölgedeki kazılarda sona yaklaşıldığını belirten
Sağlamtimur, şöyle devam etti:
"13 yıldan bu yana süren kazı çalışmalarında
2 bin eser bulundu. Bunlardan, Çattepe Höyük'te 2009
yılında ortaya çıkardığımız Roma'nın doğudaki en
sınır kalesi olan Roma kalesindeki çalışmalarımız
devam ediyor. Kalenin 500 metreye yakın surları
kazıldı. Bu sene kalenin içindeki yapılara
ulaşabildik. Anladığımız kadarıyla devasa boyutlarda
bir kale, çünkü jeopolitik ve stratejik konumu
nedeniyle Dicle ve Botan'ın birleştiği noktadadır.
Roma kalesi inşa edilirken bu alanda bulunan höyük
yerleşimi tahrip olmuş. Aslında kalenin içerisinde
höyük var ama höyüğe ait farklı dönemlere tarihlenen
yapılara ulaşmamız açısından zaman kalmadı. Bazı
alanlarda her ne kadar ulaştıysak da tamamını açmak
çok zordur. Çünkü kaleye ait yapılar ve duvarlar
daha erken döneme ait arkeolojik unsurları tahrip
etmiştir."
"Siirt 5 bin yıl önce daha zengindi"
Kazılardaki buluntuların Geç Uruk ve İlk Tunç
dönemlerinde devam eden bir zenginliği gösterdiğini
anlatan Sağlamtimur, şunları söyledi:
"Özellikle milattan önce 3 bin yıl
İlk
Tunç Çağı'na tarihlenen mezarlardan çıkan buluntular
gerçekten bir müzeyi dolduracak nitelikte. Siirt'te
olmadığı için şu an Batman'daki müzede sergileniyor.
Bu buluntular arasındaki oyun taşı seti en erken
örneklerden biri. Bu oyun taşının bulunduğu
mezarların içerisindeki iskeletler iki çocuk ve bir
yetişkine ait. Acaba diyoruz bu oyun taşı çocukların
eğitiminin bir parçası mı? Belki bu dönem için oyun
taşları çocuğun strateji geliştirmesi açısından
eğitimin bir parçasıdır. Şu an kazdığımız tabakalar
yine bir oyun taşı ile ilişkili. Çok sayıda bronz
eser var. Yapılan tespitlere göre ticaret güzergahı
üzerinde olan Siirt, 5 bin yol önce çok daha
zengindi."
Sağlamtimur, Başur Höyük'teki kazılarda ortaya çıkan
buluntulara göre söz konusu bölgede ticari ve
kültürel ilişkinin çok uzun süre devam ettiğini
düşündüklerini sözlerine ekledi.
Cumhuriyet, 12.11.2014
|
ÇATALHÖYÜK'E ULUSLARARASI KORUMA HAZIRLIĞI
UNESCO Dünya Miras Komitesi tarafından oluşturulan
HEADS Tematik Programı kapsamında uluslararası
uzmanlar, 2012 yılında Dünya Miras Listesi'ne alınan
Çatalhöyük kazı alanında inceleme yaptı - Program
yöneticisi Sanz: "İnsanlığın yerleşik topluluklar
oluşturduğu dönemi, gıda üretiminin de başladığı
nelolitik dönemi araştırıyoruz. Bu anlamda
uluslararası topluluklarda tartışılması gereken en
iyi yerde bulunuyoruz. Özellikle hassasiyet arz eden
alanların korunması çok önemli, Çatalhöyük bunlara
en iyi örnek. Bu konuları uluslararası toplumla
tartışmayı amaçlıyoruz".

UNESCO
Dünya Miras Komitesi tarafından oluşturulan
HEADS Tematik Programı kapsamında uluslararası
uzmanlar Çatalhöyük kazı alanında inceleme yaptı.
Neolitik dönemi yansıtan Çatalhöyük,
UNESCO'nun Dünya Miras Listesi'ndeki en eski ve en
önemli kültürel miras alanlarından biri olması
nedeniyle dünyada dikkatleri üzerine çekiyor.
UNESCO Dünya Miras Komitesi tarafından başlatılan
"Temsili, Dengeli ve Güvenilir bir Dünya Miras
Listesi için Küresel Strateji" çerçevesinde
oluşturulan Human Evolution, Adaptations,
Dispersal, Social Developments (HEADS)
Programı kapsamında uluslararası uzmanlar,
Konya'daki, bir bölümünün üzeri özel bir ahşap
çatıyla kapatılan Çatalhöyük kazı alanında inceleme
yaptı.
Program Yöneticisi Nuria Sanz, incelemeleri
sonrasında gazetecilere yaptığı açıklamada, dünya
mirası ile ilgili en hassas alanların çalışılması,
korunması ve gelecek nesillere aktarılması adına
işbirliği ve sağlam bir strateji belirlemeyi
amaçladıklarını söyledi.
Sanz, "İnsanlığın yerleşik topluluklar
oluşturduğu dönemi, gıda üretiminin de başladığı
neolitik dönemi araştırıyoruz. Bu anlamda
uluslararası topluluklarda tartışılması gereken en
iyi yerde bulunuyoruz. Özellikle hassasiyet arz eden
alanların korunması çok önemli, Çatalhöyük bunlara
en iyi örnek. Bu konuları uluslararası toplumla
tartışmayı amaçlıyoruz. Tartışacağımız bir diğer
konu da bu alanların korunması için nasıl bir yöntem
geliştirilmeli ve devlet taraflarıyla nasıl bir
çalışma içerisine girileceği. Bu sayede neolitik sit
alanlarına destek vermiş olacağız" dedi.
Çatalhöyük'ün öneminden de bahseden Nuria Sanz,
"Bu saha bize çok sayıda yanıtlanmamış soruya cevap
verebilecek bir saha. Sadece ziyaretçilerden oluşan
gelecek nesiller değil, aynı zamanda
araştırmacılardan oluşacak gelecek nesilleri de
düşünüyoruz. Türk makamlarıyla aktif işbirliğimizi
sürdürmeye devam edeceğiz. Çatalhöyük gibi son
derece büyük ve önemli bir sit alanının
uluslararası düzeyde korunması için mümkün olan en
iyi standartların sağlanmasında ulusal makamların
hizmetinde olacağız" diye konuştu. Konya
Müzeler Müdürü Yusuf Benli de önümüzdeki dönemde
Konya
kent merkezinde kurulacak Arkeoloji Müzesi
ile ilgili bilgi verdi. Benli, Çatalhöyük'te
çıkartılan eserlerin yeni müzede yer alacağını,
böylece tanıtımın daha kolay yapılabileceğini
söyledi. Uluslararası uzmanlar daha sonra Konya
Valisi Muammer Erol ile görüştü.
- Çatalhöyük
Konya'nın Çumra
İlçesi'nde, neolitik dönemde 8 bin
kişinin bir araya gelerek kent
kurduğu Çatalhöyük'ün, dünyada insanoğlunun ilk
yerleşim yerlerinden biri olduğu kabul
ediliyor. 1960'lı yıllarda İngiliz Arkeolog James
Mellaart ve ekibi tarafından keşfedilen
Çatalhöyük'te, 1993 yılında Stanford
Üniversitesinden İngiliz Arkeolog Prof.Dr. Ian
Hodder başkanlığında kazılara yeniden başlandı.
Çatalhöyük'te 9 bin yıl önce; üstten girilen,
birbirlerine bitişik kerpiç evlerde yaşayan
insanların
sosyal yapısı, beslenme ve giyim şekilleri gibi
çeşitli konular araştırılıyor. Prof.Dr. Hodder
başkanlığında 22. yılına giren kazı çalışmalarının
4 yıl daha devam etmesi öngörülüyor.
Buradaki kazılar, ana sponsorlar Yapıkredi ve Boeing
firmalarınca destekleniyor.
Radikal, 12.11.2014
|
PILIR HÖYÜK'TE KAZI ÇALIŞMASI PLANLANIYOR
Sivas'ın
Hafik İlçesi'ndeki Hafik Gölü'nün içerisinde ada
şeklinde görünen Pılır Höyük'te kazı çalışması
yapılması planlanıyor.
Hafik
Belediye Başkanı Mitat İlhan, Cumhuriyet
Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç.Dr. Bora Uysal, Cumhuriyet
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Erdal
Eser, höyük çevresinde incelemelerde bulundu.
Pılır Höyük'ün turizme kazandırılmasını
amaçladıklarını dile getiren İlhan, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, "Belediye olarak bizim gayemiz
buradaki varlığın tarihi özelliklerinin ortaya
çıkarılması. Bu amaçla düzenlenen
proje yürürlüğe girerse Cumhuriyet
Üniversitesinin işbirliğiyle burada bir kazı
çalışmasının yapılmasını amaçlıyoruz. Gölün
ortasında bulunması anlamında ayırt edici bir
özelliğe sahip olduğunu düşündüğüm höyüğün en kısa
sürede turizme kazandırılmasını diliyorum" diye
konuştu.
Uysal ise daha önceki yıllarda yapılan sondaj
kazısıyla höyüğün yaklaşık 7 bin 500 yıllık bir
geçmişe sahip olduğunun belirlendiğini söyledi.
Höyükte 16. yüzyıla kadar insanların yaşadığını
arkeolojik buluntuların teyit ettiğini dile getiren
Uysal, "Doç.Dr. Atilla Engin başkanlığında burada
yüzey araştırma çalışması yapıldı. Bu çalışmalarda
da hemen hemen aynı bulgulara ulaşıldı" dedi.
Radikal, 12.11.2014
|
ASURLULARIN ÇÖKÜŞÜNÜN NEDENLERİ

İklim değişikliği adlı yayında yayınlanan bir çalışmaya göre Neo-Asur İmparatorluğu iki etkenin kombinasyonu sonucu çöküşe sürüklendi. Bunlardan biri aşırı nüfus artışı diğeri ise MÖ 7. yüzyılda yakın doğuyu etkisi altına alan kuraklıktı. Neo Asur İmparatorluğu yakın Doğu’da MÖ 910 -610 yılları arasında hüküm sürdü. MÖ 7. yüzyılın başlarında ilk gerçek uluslararası imparatorluk haline geldi. Farklı kökenlerden birçok etnik grup ve kabileden insan topluluklarını barındırıyordu. MÖ 7. yüzyılın sonundaki hızlı çöküş bilim insanlarının hep aklını karıştırmıştı. Daha çok iç savaşlar, siyasi istikrarsızlık ve MÖ 612’de Babil ve Med güçlerinin başkenti yıkıma uğratması gibi nedenlerin Neo-Asurlular’ın sonunu getirdiği düşünülüyordu. Ancak hiçbiri bu hızlı ve ani çöküşü tam olarak açıklamıyordu. California Üniversitesi’nden Dr Adam Schneider ve Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nden Dr. Selim Adalı, Asurluluar’ın çöküş nedeni olarak nüfus artışı ve kıtlık konularını masaya yatırdı. Paleoiklim verileri MÖ 7. yüzyılın ikinci yarısında yakın doğunun ikliminin çok kuraklaştığını gösteriyor. Bilim adamlarına göre Orta Anadolu’da yer alan Tecer Gölü’nde MÖ 670-630 yıllarına tarihlenen 6-7 cm kalınlığındaki kalsit katmanı kısa süreli şiddetli bir kuraklık olayının kanıtı olarak görülüyor. Orta Anadolu’nun yüksek kesimlerindeki bir krater gölü olan Eski Acıgöl’ün çökellerinden elde edilen stabil oksijen izotopu verilerine göre kuraklıktaki kademeli artış MÖ 7. Yüzyılda zirveye çıkmış ve tüm Holosen döneminin en kurak yılları olmuş. İznik Gölü’ndeki çökellerdeki belirgin farklılıklar ise aşağı yukarı M.Ö 650 yıllarında kurak bir iklime doğru bir kayma gösteriyor. Aynı şekilde İran’ın Zagros Dağları’nda bulunan Zeribar Gölü’ndeki atijenik kalsitlerden elde edilen veriler MÖ 750’de başlayan ve 7. yüzyılın ortalarında yoğunlaşan kurak bir döneme işaret ediyor. Bu dönemde bölgenin istilası ve insanların bölgeye zorla yerleştirilmesi ile aşırı bir nüfus artışı da görüldü. Bilim adamlarına göre (MÖ 705-681 yılları arasında hükmeden) Kral Sennacherib tarafından siyasi olarak yürütülen kentsel genişleme projesi nüfus patlamasını da beraberinde getirdi. Bu dönemde Kral Sennacherib Asur başkentini Nineveh’e taşıdı ve kentin büyüklüğünü 150 hektardan 750 hektara kadar çıkardı. Zorla uygulanan göç politikası ile de kent Kuzey Mezopotamya’nın en büyük kenti haline gelerek bir metropole dönüştü. Kentteki bu aşırı büyüme devleti zayıflatarak MÖ 657’de yakın doğuyu etkisi altına alan kuraklığa karşı mücadele etmesini zorlaştırdı. Kuraklığın ilk 5 yılında ise siyasi ve ekonomik istikrar bozularak bir dizi iç savaşa yol açtı. Bu demografik ve iklimsel etkenler Asur İmparatorluğu’nun çöküşünde önemli rol oynadı.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
sci-news.com Çeviri: Cüneyt Acar, 06.11.2014
|
2 - 15 Kasım 2014
|
TARİHİ KALEYİ DAĞCILAR
GÜÇLENDİRİYOR
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı
döneminde ören yeri olarak turizme kazandırılması
için talimat verdiği tarihi Mardin Kalesi'nde
güçlendirme ve restorasyon çalışmaları başladı.
Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür
Kurumu'na (UNESCO) aday Mardin'de, Hamdaniler
tarafından 10. yüzyılda yapıldığı tahmin
edilen Artuklu döneminin en büyük medeniyet
eserlerinden biri olan, bin 200 metre yükseklikteki
kalenin Kültür ve Turizm Bakanlığı
koordinesinde, Valilikçe yapılan ihale ile özel bir
şirket tarafından güçlendirilmesine başlandı.
Hazineye ait olan ancak askeriyeye tahsis
edilen alanda bulunan kaledeki kaya parçalarının
şehirdeki yaşam alanlarına düşme riskine
karşı yaklaşık bir kilometrelik alanda yapılan
güçlendirme çalışmalarında 450 metre çapında çelik
bariyer ve halatlar kurularak, kaya ıslahı
yapılıyor.
- "Birçok medeniyet bu kaleyi kullandı"
Mardin Valisi Mustafa Taşkesen, AA muhabirine,
Süryanice'de "Merdin"in tek kale anlamına geldiğini
ifade ederek, Mardin'in ismini bu kaleden almış
olmasının söz konusu olabileceğini söyledi.
"Mardin şehrinin adını bu kaleden aldığı
söylenebilir" diyen Taşkesen, Diyarbakır Mardin
karayolunda yer alan kalenin tarihinin milattan
öncesine uzandığını belirtti.
Taşkesen, "Birçok medeniyet bu kaleyi kullandı.
Romalılar, Selçukluların buraya gelmesi ile
Artukoğulları ve Akkoyunlular bu kaleyi
kullanmışlar. 3. Selim, dönemin Bağdat Valisine 220
yıl önce verdiği talimatla kalenin onarılmasını
istemiş" diye konuştu.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatı ile
çalışmalar başladı
Taşkesen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın
başbakan olduğu dönemde Mardin'i ziyaretinde tarihi
kalenin turizme kazandırılması talimatını verdiğine
dikkati çekerek, bu kapsamda kalenin güçlendirilmesi
ve arkeolojik kazıların yapılarak tarihi yapıların
gün yüzüne çıkarılması için çalışmaların
başlatıldığını söyledi.
Kaleden düşebilecek taşlar nedeniyle çevredeki
tarihi yapıların ve evlerin zarar görmemesi için
güçlendirme çalışmalarına hız verildiğini dile
getiren Taşkesen, kentin seyir terası olarak
nitelendirilebilecek bu mevkinin turizme
kazandırılması için çalışmaların aralıksız sürdüğünü
kaydetti.
Taşkesen, proje bütçesinin yaklaşık 10 milyon lira
olduğunu ancak tarihin derinliklerine yolculuğa
çıkmışken bu çalışmada maliyetin artabileceğini
kaydetti.
- Dağcılık eğitimli ekipler görevlendirildi
Taşkesen, güçlendirme çalışmalarının oldukça
meşakkatli olduğunu vurgulayarak, bu çalışmaları
yapanları ve yaptıranları peşinen tebrik ettiğini
ifade etti.
Tokat'ta görev yaptığı sırada neredeyse ağaçlar
üzerinde duran bir kale duvarının büyük tehlike
oluşturması nedeniyle restorasyonu için defalarca
ihale açmalarına rağmen kimsenin katılmadığını
belirten Taşkesen "Buradaki arkadaşlar bunu başardı.
Mardin Kalesi'ni dağcılık eğitimi almış profesyonel
ekipler güçlendiriyor. Ortaya muhteşem bir eser
çıkacak. Bu kalenin turizme kazandırılması UNESCO
yolundaki Mardin'e artı bir değer katacak" şeklinde
konuştu.
- Türkiye'de ilk kez kullanılan sistemle
güçlendirme
Tarihi kalede güçlendirme çalışması yürüten
firmanın inşaat mühendisi Hasan Fatih Kocabaş da son
derece önemli olan bu projede 3 tip güvenlik önlemi
düşünüldüğünü söyledi.
Kocabaş, bu önlemlere ilişkin şunları kaydetti:
"Birinci önlem, kayalar düşmeden profesyonel dağcı
ekiplerimizle bunları bağlamak. Bunun için 10
metrelik bulonlar ve yüksek çekme germeli ağlar
kullanıyoruz. İkinci önlem, kayanın düşme ihtimaline
karşı enerji sönümlemeyi sağlayan sistemin
kullanılması. Üçüncü ve en önemlisi ise; Türkiye'de
ilk kez bu kalede 3 ve 5 bin kilojoule (kj)
İsviçre'den ithal ettiğimiz kaya bariyeri sistemini
kullanıyoruz. Bu, yaklaşık 10 tonluk bir kaya 40
metre yüksekten bırakıldığında dayanma gücü
gösterebilen bir bariyer sistemi."
Güçlendirme çalışmalarında görevli 11
dağcının alanında uzman, teknik personel, mühendis
ve mimarlardan oluştuğuna işaret eden Kocabaş, 2015
yılında tamamlanması hedeflenen projede bu ekibin
mevsim şartlarına göre yaklaşık 3 ayda çalışmalarını
tamamlamasını planladıklarını sözlerine ekledi.
Tarsus Haber, Haber:
Sema Kaplan - İbrahim Sincar, 13.11.2014
|
NOEL BABA MÜZESİ
YARIM MİLYONU GEÇTİ

Antalya bölgesinin en çok ziyaretçi çeken ve en çok
gelir getiren ören yeri olma özelliğine sahip
Demre'deki Noel Baba Müzesi, bu yılın ilk 10 ayında
yarım milyondan fazla ziyaretçiyi ağırladı. Geçen
yılın aynı döneminde 500 bin 175 kişinin ziyaret
ettiği ve karşılığında 5 milyon 168 bin 826 lira
gelir elde edilen Noel Baba Müzesi'ni, bu yıl 508
bin 488 kişi ziyaret etti ve karşılığında 5 milyon
324 bin 780 lira gelir elde edildi. Noel Baba
Müzesi'ni Ekim ayında ise 44 bin 918 kişi ziyaret
ederken, karşılığında 501 bin 238 lira gelir
sağlandı.
MYRA ANTİK KENTİ DÜŞÜŞTE
Demre'deki Myra antik kentinin ziyaretçi sayısında
ise geçen yıla oranla düşüş yaşandı. Bu yılın ilk 10
aylık döneminde 411 bin 144 kişinin ziyaret ederek,
4 milyon 560 bin 244 lira gelir bıraktığı Myra antik
kentini, geçen yılın aynı döneminde 434 bin 696 kişi
ziyaret etti, karşılığında da 4 milyon 619 bin 691
lira gelir elde edildi. Ekim ayında ise 38 bin 443
kişinin ziyaret ettiği Myra antik kentinde 442 bin
90 lira gelir sağlandı.
Kemer Gözcü, 13.11.2014
|
'İNŞAAT' YARGIYI BU
YÖNTEMLERLE BOŞA ÇIKARIYOR
Doğal ve tarihi sit alanlarına yapılan imar planları
idari mahkemelerce iptal edilmesine rağmen nasıl
oluyor da inşaatların önüne geçilemiyor? İşte son
yıllarda yargı kararlarını boşa çıkaran o hülle
yöntemleri...

Son dönemde idari
mahkeme kararlarına uymamak ya da mahkeme
kararlarına 'takılmamak' için çeşit çeşit hülle
yöntemleri uygulamak adetten oldu. Özellikle idari
mahkemelerin verdiği "yürütmeyi durdurma" kararları
bir şekilde bertaraf ediliyor. Oysa İdari mahkeme
kararlarını uygulamamak Anayasa'nın 138. maddesinde,
“...Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme
kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare,
mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve
bunların yerine getirilmesini geciktiremez”
deniliyor. Diğer yandan TCK 257. maddesinde,
"Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller
dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek
suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun
zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç
sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır. (...)” hükmü yer
alıyor. İşte bu hükme muhatap olmamak aynı zamanda
da mahkeme kararını uygulamamak için akla hayale
gelmeyecek yöntemler geliştiriliyor. Şimdi o hülle
yöntemlerini sıralayalım...
EN SIK BAŞVURULAN YÖNTEM
İmar planına itiraz edilip idari mahkemeden
aleyhte bir karar çıkacağı anlaşıldığı
zaman hemen plan
notlarında aslını bozmayacak şekilde değişiklik
yapılıp, yeni imar planı ile yola devam edilir.
Davacı 'eski' imar planına dava açtığı için
yürütmeyi durdurma ya da iptal kararı çıksa bile
uygulayıcı yeni imar planına göre projesini devam
ettirir. Değişiklik yapılan imar planına açılacak
dava devam ederken proje hızla bitirilir. Yargının
aleyhte karar verme eğilimi ise yargılama sırasında
mahkemece tayin edilen bilirkişi raporu idarenin
aleyhine ise (ki genelde mahkemeler bilirkişi
raporlarına uyar) hemen bu hülle yöntemi devreye
girer. Yargı kararlarının tebliği bazen 2 ayı
bulabiliyor. Bu hülle yöntemine örnek olarak Ali
Ağaoğlu’nun Maslak 1453 projesini gösterebiliriz.
Mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermesine rağmen
inşaatlar devam etmişti. Çünkü imar plan notlarında
değişiklik yapan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu
yeni plana göre inşaatın sürdüğünü ileri sürmüştü.
Bu yöntem pek çok projede uygulandı. Likör Fabrikası
yerinde yükselen Quasar gökdelenleri,
Atatürk Orman
Çiftliği, Sulukule, Ayvansaray gibi kentsel dönüşüm
projeleri de bu yöntemle hayata geçirildi. Her proje
için daha sonradan iptal kararları alındıysa da
iş işten geçmiş
oldu.
ŞEYTANIN AKLINA GELMEZ!
İmar planına dava açıldığında inşaat ruhsatı bir
önceki imar planı üzerinden işleme sokuluyor.
Böylelikle dava kazanıldığında inşaat ruhsatı iptal
edilemiyor. Çünkü yargı yeni imar planını iptal
ettiği için otomatik olarak bir önceki eski plan
hayata geçiyor. İnşaat ruhsatı da eski plan
üzerinden alındığından ruhsat iptali yapılamıyor. Bu
hülle yöntemi Ataköy sahilde devam eden inşaatlar
için yapıldı. Sahildeki inşaatların yapımına izin
veren 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planları için
İstanbul 5. İdare
Mahkeme'sinde açılan davada yargıçlar 2 Mayıs’ta
'yürütmeyi durdurma' kararı vermesine rağmen
Bakırköy Belediyesi ruhsatları iptal edemedi. Dava
2012 yılındaki imar plan değişikliğine açılmıştı ama
inşaat ruhsatlarının 1997 yılındaki imar planına
göre verildiği ortaya çıkmıştı.
YENİ NUMARA: PARSEL NUMARASI DEĞİŞTİ!
Yargı kararlarını uygulamamak ve aynı zamanda
suçlu duruma düşmemek için yeni bir yol daha
bulundu. Yine yargının aleyhte karar vereceği
anlaşılınca davalı olan arazinin parsel numarası
değiştiriliyor. Böylelikle yargının verdiği karar
boşa çıkmış oluyor. Bu yöntem de Validebağ
Korusu’nun yanındaki otoparka cami inşaatı yapılmak
istenmesinde kullanıldı. Bilirkişinin cami
yapılmasına onay vermediği anlaşılınca Üsküdar
Belediyesi caminin yapılacağı arsanın parsel
numarasını değiştirdi. Mahkeme yürütmeyi durdurma
kararı verdiğinde Üsküdar Belediyesi kararın
kendilerini bağlamadığını belirterek şu açıklamayı
yaptı; "Halihazırda devam eden inşaat çalışmaları
Altunizade’deki 167 pafta, 1313 ada, 197 parselde’
bulunuyor. Yürütmeyi durdurma kararı ise ‘1313 ada,
178 parselle ilgili" denildi. Sanki 197 parselde
ayrıca bir cami projesi varmış gibi davranılarak
yargının kararı açığa düşürülmeye çalışıldı.
YIRCA YÖNTEMİ: ZEYTİN AĞAÇLARI BİR HÜLLE İLE
GİTTİ
Soma Yırca’da yaşananlar da yeni bir hülle
yöntemi. Mahkemeden aleyhte karar çıkacağı UYAP
üzerinden öğreniliyor. Kararın tebliği bir ay gibi
bir zaman alır düşüncesiyle o sürede hızlı bir
şekilde hukuksuz görünen işlemler bitiriliyor.
Geriye dönük olarak ağaçların yeniden ekilmesinin de
mümkün olmayacağı düşüncesiyle bir ''oldu bittiye''
getirilmek isteniyor. Yırca’da sabahın erken
saatinde alelacele zeytin ağaçlarını yok etmenin
amacı da bunu gösteriyor. 3 saat sonra yürütmeyi
durdurma kararı çıktığında ağaçlar ortadan
kaldırılmıştı. Mahkemenin yürütmeyi durdurma
gerekçesi olan zeytin ağaçları yok edilince de artık
projeyi durdurmanın bir anlamı kalmamış oldu.
Yırcalılar yüksek perdeden tepki gösterip olayı tüm
ülkeye mal etmiş olmasalardı şirket mahkemeye,
'orada artık zeytin ağacı kalmadı' savunması
yapacaklardı.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 13.11.2014
|
MİMAR KEMALETTİN HEYKELİ
BAKIMSIZLIKTAN DÖKÜLÜYOR
İzmir'in Çankaya
semtindeki Mimar Kemaleddin Caddesi'nde bulunan
Mimar Kemaleddin heykelindeki kırılma ve
dökülmelerin onarılmaması tepki çekiyor.

DHA'nın haberine göre,
İzmir'de 14 Kasım 2001 tarihinde moda merkezi olarak
hizmete giren Mimar Kemaleddin Caddesi'ne ulusal
mimarlık döneminde önemli eserlere imza atmış Mimar
Kemaleddin'in bir heykeli yerleştirildi. Epoksi
malzeme ve bronz patine kullanılarak, heykeltıraş
Eray Okkan tarafından yapılan heykelin baston ve
ellerinde zamanla kırılma ve dökülmeler meydana
geldi. Vakıflar Bankası Bölge Müdürlüğü, İzmir
Ticaret Borsası, Büyük Kardiçalı Han, günümüzde
Devlet Opera ve Balesi'ne hizmet veren Elhamra
Sineması, Milli Kütüphane, Devlet Tiyatrosu Konak
Sahnesi gibi birbirlerine benzer çizgilere sahip ve
bir bölümü kubbeli olan yapılarda imzası bulunan
mimarlardan olan Mimar Kemaleddin'in heykelindeki
bakımsızlık tepki çekti.
Yapı, 13.11.2014
|
BU BELGELER İLK KEZ GÜN YÜZÜNE ÇIKTI
Osmanlı’nın ilk kağıt üretim merkezi olarak kabul
edilen Yalova Kağıthanesiyle ilgili belgeler ilk kez
gün yüzüne çıktı.

İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., ünlü matbaacı
İbrahim Müteferrika tarafından kurulan ve
Osmanlı’nın ilk kağıt üretim merkezi olarak kabul
edilen Yalova Kağıthanesi ile ilgili daha önce hiç
bir yerde yayımlanmamış belgeleri ilk kez gün yüzüne
çıkardı.
İbrahim Müteferrika Eserlerinden Yalova
Kağıthanesi ismiyle akademisyen Ahmet Nazif
Galitekin tarafından yayıma hazırlanan kitap,
kağıdın tarihçesi, Osmanlı Devleti’nde kağıt üretimi
ve İbrahim Müteferrika’nın kağıtçılık adına yapmış
olduğu çalışmalarla ilgili daha önce hiçbir yerde
yayımlanmamış birçok bilgi ve belgeyi okuyucunun
dikkatine sunuyor.
Kitap, Tüyap Kitap Fuarı’nın onur konuğunun
Macaristan olması ve Osmanlı’nın ilk kağıthanesini
kuran İbrahim Müteferrika’nın da Macar asıllı olması
nedeniyle ayrıca önem taşıyor.

Müteferrika, ilk matbaadan sonra ilk
kağıthaneyi de kurdu
Akademisyen Ahmet Nenih Galtekin’in kitap için
yaptığı araştırmaya göre, Osmanlı Devleti’nde,
varlığını kesin olarak belgelenen ilk kağıt
imalathanesi, 18. yüzyılın ortalarında Yalakabad
(Yalova)’da kurulan Kağıthane’dir.
Osmanlı’da ilk Müslüman Türk matbaası İbrahim
Müteferrika tarafından kuruluncaya kadar, kağıt
ihtiyacı ciddi şekilde hissedilmemişti. Gerçi
hattatlarla azınlık matbaalarının kağıda ihtiyaçları
olmuştu, fakat hattatların ihtiyacı peyderpey Doğu
ve Batı kağıtlarıyla karşılanabiliyor ve ciddi bir
şekilde devamlı kağıt stokuna ihtiyaç duyulmuyordu.
Azınlıklar, matbaalarının kağıt ihtiyacını Batı’dan
karşılıyorlardı. Dışarıdan gelen kağıtlar, çok defa
onların aracılığı ile Müslümanlar’ın eline
geçtiğinden, kağıt ihtiyacı azınlıklar için büyük
bir mesele olmuyordu. Kaldı ki, onlarınkiler özel
matbaalardı. Oysa, İbrahim Müteferrika’nın açtığı
matbaa, devletindi. Sonra, bu ilk resmi matbaanın o
zamana kadar pahalı olan yazma eserleri daha ucuza
basmak ve herkesin almasını kolaylaştırmak gibi bir
amacı vardı. Ucuz ve çok sayıda kağıt ihtiyacı,
ancak yeni kurulacak yerli bir kağıthane ile
sağlanabilirdi.
Bu ihtiyaç nedeniyle İbrahim Müteferrika, 1741
yılında, Yalova’da birkağıthane kurmak için
teşebbüse geçti.

İstanbul’daki Su Kıtlığı Yüzünden
Kağıthane Yalova’da Kuruldu
Kitapta yer alan bilgilere göre, kağıt
fabrikasının İstanbul’da kurulması düşünülmüşse de
Anadolu ve Rumeli yakalarında yaz aylarında yeterli
su bulunamadığı görülmüş ve bu fikirden vaz
geçilmiştir.
Bu gelişme üzerine Kağıthane için, Yalova’nın
Elmalık Köyü’nde, Hırka Deresi üzerinde, Çardaklı
Mevkii’nde bir yer beğenildi. Burası, Darüssaade
Ağası Beşir Ağa’nın çiftliğindeydi. Beşir Ağa kendi
vakıf arazisi içinde akarsu bulunan yerde
kağıthanenin yapılmasını uygun gördü.
Kağıthane’nin İlk Çalışanları Lehistanlı
Ustalar
Yer belirlendikten sonra, kağıthanede çalışacak
personel konusu üzerinde duruldu. Bunların
Lehistan’dan sağlanması için Hotin Valisi ile Boğdan
Voyvodası Yanaki’ye emirler yazıldı. Hotinli Arslan
isimli bir Yahudi Lehistan’a gönderildi. Orada üç
kağıtçı ustası ile pazarlık yapıldı ve ustalar
İstanbul’a getirildi.
Bu ustalar ve Yahudi, İstanbul’da İbrahim
Müteferrika’nın evinde bir süre misafir kaldılar.
Lehli ustalarla Müteferrika arasında antlaşma
yapıldı. Buna göre, Kağıthane’deki aletlerin bu
ustalar tarafından yapılması, fakat bunun için
gereken malzemenin devlet tarafından karşılanması
kararlaştırıldı. Kağıtçılığı öğrenmek, ustaların
ayrılması durumunda imalata devam edebilmek için,
bunların yanlarına yetiştirilmek maksadıyla personel
verilmesi planlandı.
Ustaların Lehistan (Polonya) dan seçilmelerinin
sebebi ise, Osmalı döneminde kağıtçılığın ileri bir
düzeyde olmamasıydı.
Akşam, 12.11.2014
|
BARAJ ALTINDA KALACAK
VADİDEKİ KAZILARDAN TARİH ÇIKTI
Siirt'te, Ilısu Baraj
Gölü altında kalacak Botan Vadisi'ndeki tarihi
eserlerin gün yüzüne çıkarılması amacıyla Başur ve
Çattepe Höyük'te 13 yıldır sürdürülen kazılarda
milattan önce 3 bin yılına ait olduğu
değerlendirilen çok sayıda tarihi eser bulundu.

Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nca Ilısu Barajı su toplama havzası
altında kalacak kültürel varlıkların kurtarılması
için gerçekleştirilen arkeolojik kazıların büyük
bölümü tamamlandı.
"13 yılda 2 bin eser
bulundu"
Kazı ekibinin başkanı,
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur, yaptığı açıklamada,
Ilısu Baraj sahası altında kalacak Botan
Vadisi'ndeki arkeolojik araştırmalar kapsamında 2001
yılından bu yana kazı çalışması yapıldığını
anımsattı.
Bölgedeki kazılarda sona
yaklaşıldığını belirten Sağlamtimur, şöyle devam
etti:
"13 yıldan bu yana süren
kazı çalışmalarında 2 bin eser bulundu. Bunlardan,
Çattepe Höyük'te 2009 yılında ortaya çıkardığımız
Roma'nın doğudaki en sınır kalesi olan Roma
kalesindeki çalışmalarımız devam ediyor. Kalenin 500
metreye yakın surları kazıldı. Bu sene kalenin
içindeki yapılara ulaşabildik. Anladığımız kadarıyla
devasa boyutlarda bir kale, çünkü jeopolitik ve
stratejik konumu nedeniyle Dicle ve Botan'ın
birleştiği noktadadır. Roma kalesi inşa edilirken bu
alanda bulunan höyük yerleşimi tahrip olmuş. Aslında
kalenin içerisinde höyük var ama höyüğe ait farklı
dönemlere tarihlenen yapılara ulaşmamız açısından
zaman kalmadı. Bazı alanlarda her ne kadar
ulaştıysak da tamamını açmak çok zordur. Çünkü
kaleye ait yapılar ve duvarlar daha erken döneme ait
arkeolojik unsurları tahrip etmiştir."
"Siirt 5 bin yıl önce
daha zengindi"
Kazılardaki buluntuların
Geç Uruk ve İlk Tunç dönemlerinde devam eden bir
zenginliği gösterdiğini anlatan Sağlamtimur, şunları
söyledi:
"Özellikle milattan önce
3 bin yıl İlk Tunç Çağı'na tarihlenen mezarlardan
çıkan buluntular gerçekten bir müzeyi dolduracak
nitelikte. Siirt'te olmadığı için şu an Batman'daki
müzede sergileniyor. Bu buluntular arasındaki oyun
taşı seti en erken örneklerden biri. Bu oyun taşının
bulunduğu mezarların içerisindeki iskeletler iki
çocuk ve bir yetişkine ait. Acaba diyoruz bu oyun
taşı çocukların eğitiminin bir parçası mı? Belki bu
dönem için oyun taşları çocuğun strateji
geliştirmesi açısından eğitimin bir parçasıdır. Şu
an kazdığımız tabakalar yine bir oyun taşı ile
ilişkili. Çok sayıda bronz eser var. Yapılan
tespitlere göre ticaret güzergahı üzerinde olan
Siirt, 5 bin yol önce çok daha zengindi."
Sağlamtimur, Başur
Höyük'teki kazılarda ortaya çıkan buluntulara göre
söz konusu bölgede ticari ve kültürel ilişkinin çok
uzun süre devam ettiğini düşündüklerini sözlerine
ekledi.
Yapı, 12.11.2014
|
MÜZAYEDEDE 343 MİLYON DOLARLIK SATIŞ

New York'taki "Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanat"
müzayedesinde ''soyut ve pop'' eserler satıldı.
ABD'nin New York kentinde yapılan ''Savaş Sonrası
ve Çağdaş Sanat'' müzayedesine soyut
dışavurumcu Mark Rothko, pop sanatçısı Jasper Johns
ve Andy Warhol'un eserleri damgasını vururken,
toplamda 343 milyon dolarlık eser satıldı.
Sotheby's Müzayede Evi'nin düzenlediği ve
ağırlıklı olarak Amerikalı sanatçıların eserlerinin
en yüksek fiyata alıcı bulduğu müzayedede, Amerikalı
ressam Jasper Johns'un en bilinen
çalışmalarından Amerikan bayrağı serisinden 1983
yılında yaptığı çalışma, 36 milyon dolara ismi
açıklanmayan bir koleksiyoncuya satıldı.
Soyut dışavurumcu Amerikalı sanatçı Rothko'nun
1951 yılında yaptığı ''21 Numara (Kırmızı,
Kahverengi, Siyah ve Turuncu)'' isimli yağlı boya
eseri ise ilk defa açık artırmaya çıktı. Eser, 45
milyon dolara alıcı buldu.
Müzayede'de Rothko'nun toplamda 76 milyon dolarlık
eseri satıldı.
Letonya doğumlu Amerikalı sanatçının
''Turuncu, Kırmızı, Sarı'' adlı bir diğer eseri ise
2012 yılında Christie's Müzayede Evi'nin New York'ta
yaptığı açık artırmada 86 milyon 800 milyon dolara
satılmış ve bu fiyat, Rothko'nun müzayede rekoru
olarak kaydedilmişti.
Müzayede gecesinde, dünyanın en tanınmış pop
sanatçılarından Andy Warhol'un eserleri açık
artırmanın gözdeleri arasında yer aldı.
Sanatçının 1963 yılında tuval üzerine serigrafi
tekniğiyle yaptığı Elizabeth Taylor portresi ''Liz
3'' 31 milyon 500 bin dolara alıcı
bulurken, ''Brigitte Bardot'' adlı portresi 11
milyon 600 bin dolara, otoportresi de 11 milyon 300
bin dolara satıldı.
Müzayedede, ABD dışından eseri satılanlar
arasında yer alan Alman sanatçı Gerhard Richter'in
1991 yapımı yağlı boya soyut resmi için bir
koleksiyoncu 21 milyon 445 bin dolar ödedi.
Açık artırmaya katılan Amerikalı sanatçı Jeff
Koons'a ait ''Ayı ve Polis'' adlı çok renkli
ahşap heykeli ise 8 milyon dolara alıcı buldu.
Eserleri en yüksek fiyata satılan yaşayan
sanatçılardan Koons'un "Balon Köpek (Turuncu)'' adlı
eseri geçen sene yapılan müzayedede 58 milyon 400
bin dolara satılmıştı.
Akşam, 12.11.2014
|
800 YILLIK SARNIÇLAR TURİZME AÇILIYOR

Antalya'nın Alanya İlçesi'nde 13'üncü yüzyılda
Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından inşa
ettirilen Alanya Kalesi'ndeki tarihi sarnıçlar,
turizme kazandırılmak üzere belediye tarafından
restore edildi.
Alanya Belediyesi'nin 'Denizcilik ve Gemi Müzesi'
projesi kapsamında, yaklaşık 800 yıllık geçmişe
sahip 2 sarnıç restore edildi. Hisariçi
Mahallesi'nde 13'üncü yüzyılda genel kullanım amaçlı
inşa edilen Selçuklu yapıları arasında yer alan
Mecdüddin (Mecveddin) Sarnıcı ile Selçuklu döneminde
liman hamamının su ihtiyacını karşılamak için
kullanılan büyük sarnıcın restorasyonu tamamlandı.
'KALENİN EN BÜYÜK SARNICI'
Alanya Belediye Başkanı MHP'li Adem Murat Yücel,
Denizcilik ve Gemi Müzesi çalışmaları kapsamında
tarihi kaledeki büyük sarnıçların restore edilerek
ziyarete açılmasını hedeflediklerini söyledi.
Mecdüddin Sarnıcı'nın, 1'inci Derece Doğal,
Arkeolojik, Tarihi ve Kentsel Sit Alanı Alanya
Kalesi'nin en büyük sarnıçlarından olduğunu belirten
Başkan Yücel, "Evliya Çelebi'nin 'Necmuddin Sarnıcı'
olarak adlandırdığı sarnıcın üstünde herhangi bir
kitabe bulunmuyor ancak İbrahim Hakkı Konyalı'ya
göre bu sarnıç adını Karamanoğlu Mecduddin
Mahmut'tan alıyor" dedi.
SERGİ VE SÖYLEŞİ MEKANI OLDU
Restore edilen diğer sarnıcın ise moloz taş ve
harçla örülmüş tonozlu (tavan örtüsü), birbirine
bitişik 2 mekandan oluştuğunu vurgulayan Başkan
Yücel, şöyle dedi:
"Restorasyon çalışması sırasında yapının içinde 2
mekanı birbirine bağlayan ve sonradan örülerek
kapatıldığı anlaşılan 2 adet kemer açıklığı
temizlendi, yapının çatısında ve çevresinde kazı
çalışmaları yapıldı. Yapı restorasyonun ardından
sergi ve söyleşi mekanı olarak kullanılıyor. Bu
sarnıç Selçuklu döneminde liman hamamının su rezervi
için kullanılmış. Su ihtiyacı ise sur dışındaki
doğal kaynaktan gelen Roma dönemine ait su
kanalındaki dağıtım sisteminden sağlanıyormuş.
Restorasyon çalışmalarıyla birlikte yapının
bitişiğinde bulunan 13'üncü yüzyıl Girene Çeşmesi de
onarıldı."
500'E YAKIN SARNIÇ BULUNUYOR
Alanya Kalesi'ndeki yerleşim alanlarında su
ihtiyacının karşılanması için inşa edilen farklı
boyutlarda yaklaşık 500 sarnıç bulunuyor. Bunlardan
bazıları kayalara oyularak, bazıları bağımsız,
bazıları ise yapıların içinde konumlandırılmış halde
yer alıyor. Çoğu 13'üncü yüzyıl yapıları olan genel
kullanım amaçlı sarnıçlar, kale halkı tarafından
1960'larda şebeke suyu bağlanıncaya kadar
kullanılıyordu. 20'nci yüzyıl başlarından itibaren
ahşap evlerdeki su ihtiyacını karşılamak için çatıya
yağan yağmur suyunun toplama sistemiyle doldurulduğu
sarnıçlar genellikle evlerin mutfaklarında yer
alıyor.
Gerçek Gündem, Haber: Teoman Eriş, 12.11.2014
|
KUR'AN-I KERİM SAYFALARI SANILANDAN ESKİ ÇIKTI

Almanya'nın Tübingen Üniversitesi kütüphanesinde
bulunan el yazması Kur'an-ı Kerim sayfalarının
şimdiye kadar tahmin edilenden daha eski olduğu
bildirildi.
Üniversiteden
yapılan yazılı açıklamada, uzmanların Kur'an-ı Kerim
sayfalarının 3 numunesini incelediklerini ve
bunların yüzde 95,4 ihtimalle MS 649-675 yıllarında
yazıldığı sonucuna vardıkları ifade edildi.
Sayfaların
bilimsel metotla incelendiği belirtilen açıklamada,
böylelikle kufi yazısıyla yazılmış sayfaların
Hazreti Muhammed'in vefatından 20 ile 40 yıl sonra
yazıldığı kaydedildi.
Söz konusu
sayfaların daha önce 8. veya 9. yüzyıla ait
olduğunun tahmin edildiği belirtildi.
Tübingen
Üniversitesi'nden bir sözcü, araştırmanın
uluslararası bir proje kapsamında yapıldığını
bildirerek, sayfaların kütüphanede bulunan en eski
el yazması Kur'an-ı Kerim sayfaları olduğunu tahmin
ettiklerini ifade etti.
Üniversite
kütüphanesinin 1864 yılında Prusya Konsolosu Johann
Gottfried Wetzstein'in koleksiyonun bir kısmını
satın aldığı belirtilen açıklamada, böylelikle
Kur'an-ı Kerim sayfalarının kütüphaneye geldiği
kaydedildi.
Akşam, 11.11.2014
|
ATAKÖY SAHİLİNDE YARGI DÜĞÜM OLDU!
Ataköy sahilde devam eden inşaatlarla ilgili son bir
mahkeme kararı daha geldi. En son mahkeme kararında
Bosphorus Otel ile Yalı Ataköy projesine 'devam'
denmişti. Mimarlar Odası'nın bir üst mahkemeye
yaptığı itiraz haklı bulunarak inşaatlara yeniden
'dur' denildi. Şimdi inşaatların kaderini
belirleyecek mahkemenin nihai kararı için geriye
sayım başladı.

İstanbul 9. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma
kararı verilen 564 ada 160, 174 ve 182 parsellerdeki
inşaatlardan sadece 160 parseldeki
inşaat için geçerli olduğunu Bosphorus otel (182
parsel) ve Yalı Ataköy (174 parsel) için geçerli
olmadığına hükmetmişti. Mimarlar Odası ikinci kez
yürütmeyi durdurma istemiş ancak
mahkeme reddetmişti. Bir üst mahkeme olan Bölge
İdare Mahkemesi’ne yapılan itiraz kabul edilerek
mahkemenin yeniden yargılama yapması
istendi.
ÖNCE MÜHÜRLENDİ
Mimarlar Odası, 564 adada bulunan 160, 174 ve 182
parsellerde, inşaat faaliyetlerinde bulunmak üzere
Bakırköy
Belediye Başkanlığı’nca verilen yapı
ruhsatlarının iptali ile yürütmenin durdurulması
istemiyle dava açmış ancak İstanbul 9. İdare
Mahkemesi bu talebi reddetmişti. Mimarlar Odası
Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurarak bu karara itiraz
etti. Bölge İdare Mahkemesi’nin Birinci Kurul’u bu
itirazı görüştü. Mahkeme; “9. İdare Mahkemesi
tarafından verilen (Yürütmeyi durdurma kararının
reddi) kararının kaldırılmasına, yürütmenin dava
sonuna kadar durdurulmasına 30.06.2014 günü karar
verildi" demişti. Bu karar üzerine de Bakırköy
Belediyesi inşaatları mühürlemişti.
BU KEZ FARKLI KARAR
Yalı Ataköy ve Bosphorus Otel bu karara tavzih
(düzeltme) talebinde bulundu. Bu talebi
değerlendiren aynı mahkeme bu kez farklı bir karar
alarak şöyle dedi; "9. İdare Mahkemesi’nin
27.03.2014 günkü 174 ve 182 parsellerdeki yürütmeyi
durdurma kararına verdiği red kararının
kesinleştiğini, 2. kez yürütmeyi durdurma da
istenmediğinden, mahkememizin 30.06.2014 günlü
kararı (yani son karar) 564 ada 160 parsele (inşaat
olmayan boş arazi) yöneliktir" denildi.
Mimarlar Odası 174 ve 182 parsellerde devam eden
inşaatlar için 9. İdare Mahkemesi’nde Bakırköy
Belediye Başkanlığı’nca verilen yapı ruhsatlarının
iptali ve yürütmeyi durdurma istemli dava açtı.
Ancak mahkeme 28.08.2014 günü davayı reddetti.
Mimarlar Odası bir üst mahkeme olan Bölge İdare
Mahkemesi'ne itiraz etti. Bölge İdare Mahkemesi
Birinci Kurul’u itirazı haklı bularak, 9. İdare
Mahkemesi’nin red kararının hukuka aykırı olduğunu,
yürütmeyi durdurma istemi için yargılama yapması
gerektiğini belirterek dosyayı mahkemesine geri
gönderdi.
'DÜĞÜM' ÇÖZÜLECEK Mİ?
Hukukçular bu yeni
kararla birlikte inşaatların
yeniden
durması gerektiğini, 9. İdare Mahkemesi’nin tıpkı
160 parselde olduğu gibi aynı özellikteki 174 ve 182
parsellerde devam eden inşaatlar için de yürütmeyi
durdurma kararı vermesi gerektiğini düşünüyorlar.
Bu gelişmelerin ardından Bakırköy Belediyesi’nin de
aklı karıştı. Bir mahkeme 'dur' derken diğer mahkeme
bu kararın hukuksuz olduğuna karar veriyor. Bir
yandan mühür vurulurken bir başka mahkemeden gelen
kararla mühür kırılıyor. Son mahkeme kararında
Bakırköy Belediyesi ne yapması gerektiğini bilmiyor.
Mahkemenin yeni
yargılama ile vereceği karara göre inşaat
ruhsatlarının iptal edilip edilmeyeceği
belirlenecek.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 11.11.2014
|
|
'HZ. İSA EVLİYDİ' İDDİASI İNCİL'DE
Hz. İsa'nın evlendiğine dair
anlatılara, ABD'li yazar Dan Brown "Da Vinci
Şifresi" adlı kitabında yer vermişti. Aynı iddianın
şimdi de Londra'daki İngiliz Kütüphanesi'nde bulunan
el yazması bir kitapta yer aldığı ortaya çıktı. 570
yılında yazılan "The Lost Gospel" adlı kitapta Hz.
İsa'nın evlendiği ve iki çocuğunun olduğu
belirtiliyor. Kitap dini çalışmalar profesörü Barrie
Wilson ve İsrailli film yapımcısı Simcha Jacobovici
tarafından Süryaniceden İngilizceye çevrildi.
Sabah, 11.11.2014
|
"TOPKAPI SARAYI'NIN RESTORASYONUNA CEBİMDEN PARA
EKLERDİM"

Ekrem Hakkı Ayverdi, ölümünün 30. yılında bir
sergiyle anılıyor. Mimarlık, koleksiyonerlik ve
restoratörlük olmak üzere Ayverdi’nin üç yönünü ele
alan sergide, onun restorasyon projelerinden,
koleksiyonundaki eşsiz hat sanatı örneklerine kadar
pek çok eser yer alıyor.
Beyoğlu
Tepebaşı’ndaki Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul
Araştırmaları Enstitüsü’nde (İAE) geçen hafta açılan
sergi, kültürümüzü merak eden herkesi ilgilendiriyor
ama Fatihlileri daha yakından ilgilendiriyor.
Dikkatli semt sakinleri, Fatih’in ana caddesinde ya
da Koyunbaba Parkı’nda Ayverdi soyadına mutlaka rast
gelmiştir. Peki Fevzipaşa Caddesi’ndeki müze ev hiç
dikkatinizi çekti mi? Kapısındaki tabelada “Bu evde
mütefekkir-yazar Samiha Ayverdi ve ailesi yaşadı.”
yazan o evin mimari ve içindeki sanat eserlerinin,
kıymetli eşyaların sahibi, abisi yazar Ekrem Hakkı
Ayverdi idi. Her gün önünden geçtiğiniz evdeki
nadide eserleri orada görmek mümkün değil ama 28
Mart 2015’e kadar İAE’de ziyaret edilebilirsiniz.

Ekrem Hakkı Ayverdi’nin, ülkemizin kültür
adamlarından biri olduğunu söyleyebiliriz fakat o
kadar çok kaleme sahip ki! Osmanlı mimarisinin
üstadı, sekiz ciltlik mimarlık tarihi kitabı dillere
destan, restoratör ve tabii ki koleksiyoner. Sergide
bu üç yönü de ele alınıyor. Topkapı Sarayı başta
olmak üzere, İstanbul, Edirne ve Bursa’da
1940’lı-50’li yıllarda yaptığı restorasyonlar
sayesinde pek çok eser ayakta kalmış. Serginin bizce
en dikkat çeken belgeleri de bu döneme ait. Topkapı
Sarayı’nın restorasyon öncesindeki perişan halini
gösteren fotoğraflar ile yine sarayın restorasyonu
için 1942’de devlet tarafından kendisine ödenen 52
bin Türk Lirası’nı belgeleyen matbu (üstte küçük
kare) dikkat çekiyor. Osmanlı’nın son zamanlarda
sarayı ne kadar ihmal ettiğini bu belgelerden
anlamak mümkün. Hırka-ı Saadet Dairesi, Arz Odası ve
Hazine dışındaki tüm bölümler hazin vaziyette.
“Ekrem Hakkı Ayverdi, Mimarlık Tarihçisi,
Restoratör, Koleksiyoner” adlı serginin küratörü,
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Bilim Kurulu
Başkanı ve aynı zamanda Ayverdi ailesi ile
çocukluğundan beri tanışan Prof.Dr. Baha Tanman,
kendisinden duyduğu bilgiyi şöyle aktarıyor:
“Restoratör olarak işinizi yaparsınız, o kolay. Ama
ben kendisinden dinledim, ‘Ödenek yetmeyince
cebimden para eklediğim olurdu.’ derdi. İşe sırf
tüccar mantığıyla bakmamış, sevgiyle bağlanmış.”
Sergideki koleksiyonun ağırlık merkezini hat,
tezhip, cilt gibi Osmanlı kitap sanatları
oluşturuyor. Bunların yanı sıra Selçuklu ve Osmanlı
çinileri ile Batı tarzında resim yapan Şeker Ahmet
Paşa, Hoca Ali Rıza gibi ressamların eserleri yer
alıyor. Tanman’ın anlattığına göre 1940’lı yıllarda
bizim o zamanki elitlerimiz Avrupa imalatı biblo
biriktirirken Ekrem Hakkı Bey ve birkaç kişi bu
eserleri toplamaya gayret etmişler. Tek kaygıları
var; eserler yaban ellere düşmesin.

Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kendi yaptığı Fatih’teki
evi, 1939.
Sergideki koleksiyon,
müze evden süzülen sadece bir damla. Ayverdi’nin
öğrencilik zamanında yaptığı cami çizimleri,
Karahisari’nin hatları, Mimar Sinan’ın biyografisini
ve eserlerinin dökümünü yazdırdığı ünlü eseri
Tezküretü’l-Enbiye’nin bir nüshası, III. Sultan
Selim’in Tur-i Sina Manastırı’nın vergiden muaf ve
Osmanlı’nın himayesinde olduğunu gösteren tek vesika
ve daha pek çok eser ilginizi bekliyor. Temennimiz,
Ayverdi’nin Kubbealtı Vakfı’na bağışladığı
koleksiyonunun tamamını ileride Pera gibi ‘toplumsal
hafızaya girmiş’ müzelerden birinde izlemek…
Zaman, Haber: Sevinç
Özarslan, 11.11.2014
|
LONDRA'NIN SİMGESİ TOWER BRIDGE'E CAM ZEMİN

Londra'nın ünlü Thames Nehri üzerindeki 120
yıllık köprünün 42 metre yükseklikte bulunan seyir
kulesinde zemine cam döşendi. Londra'nın her iki
yakasını yukarıdan izlemeye gelen ziyaretçiler,
nehrin 42 metre üzerindeki cam zemin üzerinde yürüme
şansı buluyor. Cam zemin, ziyaretçileri
heyecanlandırırken bir o kadar da ürkütüyor.

Nehir trafiğinin akışının sağlanabilmesi amacıyla
iki kanat halinde açılabilen köprünün seyir kulesine
çıkan ziyaretçiler cam zeminde ilk önce yürümekte
tereddüt ediyor. Ancak cam üzerine çıkanlar, daha
sonra bu tecrübenin "çok etkileyici" olduğunu
söylüyor.
Yaklaşık 1 milyon sterline mal olan yeni cam
zeminlerin her biri 11 metre uzunluğunda ve yaklaşık
2 metre genişliğinde.
Tower Bridge, 19. yüzyılda başkentte hız kazanan
ticaretle halkın yeni ulaşım yöntemlerine ihtiyaç
duyması üzerine inşa edildi ve 1894 yılında
kullanıma açıldı. Londra'nın en bilinen yapılarından
olan köprüyü yılda ortalama 600 bin kişinin ziyaret
ediyor ve günde 40 binden fazla yaya ile taşıt
üzerinden geçiyor.
Yapı, 10.11.2014
|
YOKSA BANKSY KADIN MI?

ABD'li televizyon
kanalı HBO'da gösterilen "Banksy
Does New York" belgeseli, İngiltere'nin dünyaca ünlü
olan ancak kimliğini gizli tutan
graffiti (sokak)
sanatçısı Bansky'nin kimliğine ilişkin yeni
soruları gündeme getirdi.
Milliyet Sanat’ta yer alan habere göre, belgeselde
Kanadalı
sanatçı Chris Healey,
Banksy'nin kadın olabileceğini iddia etti.
Sanatçı
Banksy'nin kadınlardan oluşan bir ekiple
çalıştığını hatta
Banksy'nin çektiği "Çıkışlar Hediyelik Eşya
Dükkanından/ Exit Through the Gift Shop"
belgeselinde arkada görünen sarışın kadının
Banksy olabileceğini söyledi.
Healey, "Banksy'nin bunca zaman bulunamamasının
sebebi, kendini bir erkek olarak göstermesi
olabilir," dedi.
Başta İngiltere olmak üzere dünya çapında,
sokaklarda yaptığı genellikle muhalif duvar
resimleriyle ünlenen Banksy, dünyanın en bilinen
sokak sanatçılarından biri. Gerçek kimliği
bilinmeyen sanatçı, eserlerinde kullandığı “Banksy”
imzası ile tanınıyor.
Habertürk, 10.11.2014
|
ANTALYA MÜZESİ'NDEKİ 'ALLAH' YAZISININ SIRRI
Antalya Müzesi'nde sergilenen bir kiliseye ait
olduğu düşünülen Cebrail kabartmalı mermer blok
ziyaretçileri şaşırtıyor. Başmelek Cebrail'in
taşıdığı madalyonun içinde Arapça harflerle
''Allah'' yazıyor. Bloğun diğer yüzünde ise haç
işareti var.

Geçtiğimiz günlerde Antalya Müzesi'ni ziyaret
ettiğimde sergi salonunda gördüğüm yaklaşık 1 metre
yüksekliğindeki mermer blok
dikkat çekiciydi. Blokun üst
köşesinde Grekçe Gabriel yazılıydı. Hristiyanlık ’ta
Gabriel İslam dininde Cebrail olarak karşımıza
çıkıyor. Başmelek Cebrail’in kabartma olarak
işlendiği blokta elinde tuttuğu madalyonun içinde
Arapça harflerle ‘’Allah’’ yazılıydı. Blokun diğer
yüzüne baktığımda ise haç işareti vardı.
Şaşırtıcıydı. Bilgilendirme levhasında ise 6. Yüzyıl
yazılıydı. İslamiyet’in doğuşu 7. Yüzyıldaydı.
Hazreti Muhammed’e ilk vahyin gelişi 610 yılına
tekabül ederken nasıl oluyordu da
Anadolu ’da bir asır öncesindeki kabartmanın
üzerinde Arap harfleriyle Allah kelamı yazılmıştı.
İlk tepkim bunun sahte olabileceği yönünde oldu.
Günümüz tabiri ile çakma bir eser müzede
sergileniyor şeklinde düşündüm. Ancak yanılmıştım.
Kaleiçi'nde bulunmuş!
Müze salonundaki görevli memurun yanına gidip eserin
başına gelmesini rica ettim. Görevli esere doğru
yürüyünce olayı anlamıştı. Anlatmaya başladı. Eser
bir kilise bloğuna aitti. Hangi kilise olduğu tespit
edilememiş. Antalya Kaleiçi’nde bulunmuş. Müzenin de
ilk eserleri arasında bulunuyormuş. MS 6. Yüzyıla
tarihlenmiş. Müzenin tahmini Anadolu Selçukluları
döneminde kilise camiye çevrildiğinde ya da blok ele
geçtiğinde kırıp yok etmek yerine madalyona
‘’Allah’’ ismini yazmışlar. Haçlılar Anadolu
işgalinde yüzlerce İslam eserini yakıp yıkarken bu
Anadolu hoş görüsünü gösteriyormuş. Evet, müze
görevlisinin açıklaması bu yönde oldu.

Kaçımız koruruz!
İslam dininde de Cebrail önemli bir melek. Gerçekten
de üzerinde haç bulunan blok tamamen yok
edilebilirdi. Yok etmek yerine
sanat
eseri niteliğindeki mermer bloku İslam’a uygun hale
getirmişler. Bugün benzer bir olayla karşılaşsak
acaba içimizden kaç kişi bu mermer bloka
sanat
eseri gözüyle bakıp kollar. Düşünsenize evinizin
yapılacağı hafriyata başladığınız noktada bu blok
çıkıyor. Kaç müteahhit onu koruma altına alır? Ya da
kaç müteahhit aman şimdi müze gelir, işin içine
koruma kurulu dahil olur, bu inşaat uzar da uzar
düşüncesiyle o bloku param
parça
eder? İstanbul’da Tarihi Yarımada’da toprak altından
çıkan arkeolojik nitelikteki eserlerin nasıl yok
edildiğini hepimiz biliyoruz.
Ayasofya hoşgörünün simgesi
Ezcümle Anadolu halkları diğer dinlere hoşgörülü
olmasaydı bugün bu coğrafyada İslam dışında bir ize
rastlanmazdı. İstanbul 1453’de feth edildikten sonra
Ayasofya aynı saygıyı görmeseydi bugün eşsiz
mozaiklerinden, fresklerden tek bir
parçaya
rastlayamazdık. Camide bulunması İslam dini
açısından sakıncalı olan kubbedeki mozaikten yapılma
serafin meleğinin yüzünü yok etmek yerine üzerine
kapak geçirip örtmeleri de bu hoşgörünün en
güzel örneğidir.
Radikal, 10.11.2014
|
80 BİN TARİHİ HALI VE KİLİM 8 YILDIR DEPODA TESCİL
BEKLİYOR

Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2006 yılında Türkiye
genelindeki vakıf cami, mescit ve depolarından
yaklaşık 80 bin adet tarihi halı ve kilimi çalınma
ve çürüme tehlikesine karşı topladı.
Kurumun nem önleyici sistemi bulunmayan
Ankara'daki deposuna konulan birbirinden değerli
halı ve kilimler, o zamandan beri tasnif edilip,
tescillenmeyi bekliyor. Envanter kaydı hala
yapılamayan halı ve kilimlerden bazılarının ortamın
rutubetinden zarar gördüğü öğrenildi. Tescil
belgelerine esas teşkil edecek, hangi şehirdeki
hangi camiden alındığı bilgilerinin ise ortadan
kaybolduğu belirtiliyor.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün görevlendirdiği
ekipler, 2006 yılında şehir şehir gezerek hem cami
ve mescitlerdeki hem de depolardaki halı-kilimleri
Ankara'ya taşıdı. Bu taşıma esnasında halı ve
kilimlerin tescilinde kullanılacak bazı bilgiler de
not alındı. Bazı bölge müdürlükleri ise halı ve
kilimleri kayıt tutmadan toplayıp, Ankara'ya
gönderdi.
Başkent'te toplanan 120 bin halı ve kilimden bir
kısmının kullanılamayacak durumda olduğu belirlenip,
ayıklandı. Makine ürünü olduğu tespit edilen halılar
kullanılmak üzere camilere dağıtıldı.
Tarihi ve etnografik değeri bulunan halılar ise
bir halı firmasında yıkatıldı. Bu süreçte halıların
tesciline esas teşkil edecek nitelikteki -alındığı
bölge, şehir ve cami gibi- bilgiler kayboldu.
Ayıklama işleminin ardından geriye 80 bin
civarında değerli halı ve kilim kaldı. Vakıflar
Genel Müdürlüğü'nün Ostim'deki deposuna kaldırılan
bu halı ve kilimlerin kısa sürede tasnif ve tescili
yapılması gerekiyordu. Ancak aradan geçen 8 yıla
rağmen halı ve kilimlerin envanter kaydı yapılmadı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün bakım ve onarım
atölyesinin yanında bulunan deponun iklimlendirme
sistemi bulunmadığı için vakıf eseri halı ve
kilimlerden bazılarının rutubetten zarar gördüğü
belirtiliyor.
Zaman, Haber: Ünal Livaneli, 09.11.2014
|
SÜLEYMANİYE'DE KAFE-KONDU

Türkiye’nin en önemli kültür miraslarından Mimar
Sinan’ın kalfalık eseri Süleymaniye Camii, rant ve
işgal tehdidiyle karşı karşıya.
Caminin restorasyon işini 2010’da tamamlayan
Gürsoy İnşaat, Kanuni ve Hürrem Sultan türbelerini
bedelsiz restore etti. Türbeler Temmuz 2013’te
ziyarete açıldı. Ancak avludaki Gürsoy İnşaat’a ait
şantiye 1 yıldır kaldırılmadı. Haliç’e bakan şantiye
alanında sadece seçkin kişilerin ağırlandığı kaçak
bir kafe yapıldığı ortaya çıktı. Firma, ‘şantiye
kafe’de başta siyasetçiler, üst düzey bürokrat ve
VIP konuklarını ağırlıyor. Zaman, kafede ziyafetli
buluşmayı geleneksel hale getiren konukları
görüntüledi. Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyesi,
restorasyon ve sanat tarihi uzmanı Prof.Dr. Suphi
Saatçi, duruma tepki gösterdi: “Süleymaniye,
milletin malıdır. Şantiyenin kaldırılmaması, yemek
olayları büyük ayıptır. Süleymaniye’yi kendi
bahçeleri mi sanıyorlar? Ne biçim işler bunlar?”

Gürsoy İnşaat, 2010’da İl Kültür Müdürlüğü ile
bir anlaşma yaparak, Süleymaniye Camii’nin
haziresinde yer alan Kanuni ve Hürrem Sultan
türbelerinin restorasyonunun yapılması için gönüllü
oldu. Anlaşma gereği şirket, türbelerin bakımını
‘bedelsiz’ olarak yapma taahhüdünde bulundu. 2010’da
başlayan restorasyon, 2013 Temmuz’unda sona
erebildi. Türbeler ziyarete açıldı. Ancak Gürsoy
İnşaat’ın yerleştiği Süleymaniye Camii’nin Haliç’e
bakan avlusunun üçte birini kaplayan şantiye alanı
bir türlü kaldırılmadı. Hem yerli hem de yabancı
turistler tarafından İstanbul’da en çok ziyaret
edilen mekanlar arasında olan caminin avlusundaki
şantiye sahası hala duruyor. Ziyaretçiler, şantiye
sahasının duvarları sebebiyle bu manzaradan mahrum
kalıyor. Namazdan çıkıp şantiye duvarının kapattığı
alana geçmek isteyen vatandaşlar da inşaat
şirketinin güvenlik görevlilerince engelleniyor.

Vatandaşlar bu duruma tepki gösterirken, Gürsoy
İnşaat tarafından etrafı brandalarla çevrilip
‘girilmez’ tabelaları asılan şantiye alanına kaçak
bir kafe-restoran yapıldığı ortaya çıktı. İnşaat
şirketinin yıllar önce kurduğu bu kafede, özellikle
Süleymaniye’ye cuma namazlarına gelen siyasetçi ve
işadamı gibi ‘VIP’ kişiler ağırlanıyor. Şantiye
sahasındaki toplantıları yerinde takip eden Zaman
muhabirleri, skandalla karşılaştı. Cuma namazı için
Süleymaniye’ye gelen VIP konuklar, namazın bitimiyle
geçmişte sadece Osmanlı sultanları tarafından
kullanılan ‘hünkar mahfili’ adı verilen kapıdan
avluya, hemen oradan da şantiyenin kapısından kafeye
alınıyor. Konuklar, özel giyimli garsonların yaptığı
servislerle ağırlanıyor.
SAĞLIK
BAKANI MÜEZZİNOĞLU DA KONUKLAR ARASINDA
24 Ekim Cuma günü Süley-maniye’ye gelen VIP
konuklardan biri de Sağlık Bakanı Mehmet
Müezzinoğlu’ydu. Hünkar mahfilinden özel
korumalarıyla giren misafirler, namazın bitmesinin
hemen ardından yine aynı kapıdan çıkıp ‘şantiye
bölgesi’ndeki masalarında yerlerini aldılar. 31 Ekim
Cuma günü de aynı manzara yaşandı. Gürsoy İnşaat
Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Gürsoy ile AK Parti
ekonomiden sorumlu eski Genel Başkan Yardımcısı ve
İTÜ Rektörü Nazım Ekren, ziyaretçilerden sadece
birkaçıydı.
Firma yetkilileri, Zaman muhabirlerinin ısrarlı
aramalarına rağmen konuyla ilgili açıklama yapmaktan
kaçındı. Restorasyon projesini şirket adına yürüten
sorumlu mimar Nilgün Olgun, firmanın şantiye alanını
kaldırmamasını “2014 Mayıs ayında tam olarak camiyi
teslim ettik. Aslında çıkmamız gerekiyor. Ama camide
çıkabilecek sorunlar için kalmamız şu an için daha
sağlıklı.” sözleriyle değerlendirdi. Bahçede yemek
servis edilmesinin ise normal olduğunu belirten
Ongun, “Camiye gelen herkes bu ikramdan
yararlanabilir.” diyerek kendilerini savundu.
Restorasyon anlaşmasına imza atan İstanbul İl Kültür
Müdürlüğü ise konuyla ilgili açıklama yapmaktan
kaçındı. Vakıflar Genel Müdürlüğü de cevap vermedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bilgi edinme
masasından gelen cevap ise şöyle: “Süleymaniye Camii
restorasyonu tamamlanarak geçici kabulü yapılmıştır.
Bahsettiğiniz ve firmanın şantiyesinin küçük bir
kısmı olan çadırın, kesin kabulün yapılmasına kadar
sahada kalmasına izin verilmiştir.”
Zaman, Haber: Burak Kılıç - Ahmet Çıngır - Sevde
Nur Tunç, 09.11.2014
******
SÜLEYMANİYE
CAMİİ'NDEKİ KAFE-KONDU'YU GÖRMEDİ: GÖRÜRSEM CEVAP
VERİRİM
Süleymaniye Camii'nin
Haliç'e bakan avlusunda yapılan ve sadece seçkin
kişilerin ağırlandığı kaçak kafe, Diyanet'in
gündeminde yok.
Zaman'ın geçtiğimiz
hafta haber yaptığı skandal hadise dün Diyanet
İşleri Başkanı Mehmet Görmez'e soruldu. "1. Latin
Amerika Müslüman Dini Liderleri" toplantısında
gazetecilerin sorularını cevaplayan Görmez, kaçak
kafe konusunda, "Hiç görmedim, görürsem cevap
veririm." dedi. Süleymaniye Camii'nin restorasyon
işini 2010'da tamamlayan inşaat şirketi, Kanuni ve
Hürrem Sultan türbelerini bedelsiz restore etmişti.
Türbeler Temmuz 2013'te ziyarete açılırken, avludaki
şantiye 1 yıldır kaldırılmamıştı. Haliç'e bakan
şantiye alanında sadece seçkin kişilerin ağırlandığı
kaçak bir kafe yapıldığı ortaya çıkmıştı. Başta
siyasetçiler, üst düzey bürokrat ve VIP konuklarının
ağırlandığı kafeyi, Zaman görüntülemiş, haberi 9
Kasım'da yayımlamıştı. Mimar Sinan Üniversitesi
öğretim üyesi, restorasyon ve sanat tarihi uzmanı
Prof.Dr. Suphi Saatçi, söz konusu hadiseyi ‘ayıp'
diye yorumlarken tepkisini şu sözlerle dile
getirmişti: “Süleymaniye, milletin malıdır.
Şantiyenin kaldırılmaması, yemek olayları büyük
ayıptır. Süleymaniye'yi kendi bahçeleri mi
sanıyorlar? Ne biçim işler bunlar?”
Zaman, Haber: Şakir
Tanrıver, 13.11.2014
|
MÜZELERE DE KIŞ SAATİ
Antalya’da müze ve ören yerlerinde ziyaret
saatleri 26 Ekim tarihinde yayınlanan duyuru ile
kış saati uygulamasına geçti.Nisan ayına kadar
müze ve ören yerlerinin açılış saati 08.00,
kapanış ise 17.00 olarak belirlendi.
Antalya
Arkeoloji Müzesi başta olmak üzere,
Alanya Müzesi, Side Müzesi,
Elmalı Müzesi ve ören yerleri ile turistik
kentin dört bir yanını çevreleyen tarihi
mekanlar da aynı saat uygulaması ile hizmet
verecek. Yaz sezonunda binlerce tatilciye ev
sahipliği yaparak tarihe şahitlik etmelerini
sağlayan müzelerde, 2015 Nisan ayında tekrar yaz
saati uygulamasına dönülecek.
Milliyet, 09.11.2014
|
'ALTIN ADAM' GÖRENLERİ BÜYÜLÜYOR

Keşfedildiğinde bütün Türk dünyasında büyük bir
heyecana yol açan heykel görenleri adeta 2 bin 500
yıl öncesine götürüyor. Yesik Kasabası’nda 1969
yılında yol çalışması yapan işçiler tarafından
tesadüfen bulunan bir mezar, yetkilileri hemen
harekete geçirir ve bir heyet teşkil edilerek kazı
çalışmalarına başlanır.
Yapılan kazı çalışmaları sonrası o zamana kadar
keşfedilenlere kıyas edilemeyecek zenginlikte bir
kurgan bulunur. Yedi metre derinlikte, ağaç
kütükleriyle çevrelenmiş bu kurganda, binlerce parça
altın ve gümüş eşya ile birlikte gömülmüş bir adam
yatmaktadır. Bu adam daha sonraları "Altın Adam"
olarak anılacaktır.
Altın Adam ve beraberinde bulunan bu eşsiz hazine
hakkında açıklama yapan müze görevlisi Arkeolog
Güljana Ahmetova, Kazakistan’da bulunan "Altın Adam"
heykeli gibi Doğu ve Batı Kazakistan Eyaletlerinde
iki altın elbiseli adamın daha bulunduğunu söyledi.
Ülkede henüz açılmamış çok fazla kurgan olduğuna
dikket çeken arkeolog Ahmetova, bu kurganların
açılması ile birlikte bu ve benzeri daha bir çok
heykel ve eski Türklere ait eşsiz hazineler
bulabileceklerini ifade etti.
Ülkede çok sayıda höyük tarzında kurgan bulunduğunu
ve bunların içinde altından yapılmış elbiselerle
defnedilmiş İskit soylularına ait mezarlar olduğunu
vurgulayan Ahmetova, son yarım asırda bu tarz
heykellerin henüz 3 tanesine ulaşılabildiğini
söyledi.
İskitlerin en önemli miraslarından biri olan 'Altın
Elbiseli Adam'ın bilim dünyasının Türk tarihine
bakışını ziyadesi ile değiştirdiğine dikkat çeken
Ahmetova sözlerine şöyle devam etti: Bulunan mezarın
18-20 yaşlarında bir İskit soylusuna ait olduğu
düşünülmekte. Mezarda ayrıca 4 bin parçadan oluşan
paha biçilmez altın ve sikkeler bulundu. Bu eserler
o zamanki yaşayan İskitler hakkında bize ciddi
bilgiler vermekte. Yesik kurganında yatan savaşçının
üzerinde altınla bezeli olmayan hiçbir şey yok;
zırhı, miğferi, kemeri, kılıcı, hançeri, çizmesi. Bu
kıyafet, aynı zamanda eşsiz bir sanat eseri niteliği
taşımakta.
Bugün, 09.11.2014
|
ZAMAN, SADECE BİRAZCIK ZAMAN

İstanbul bugünden itibaren Uluslararası
İstanbul Sanat Fuarı Artİst 2014’e ev
sahipliği yapmaya başladı. TÜYAP
Beylikdüzü Fuar Alanı’nda
18 Kasım’a kadar devam edecek. Fuar sona ermeden 13 Kasım’da da Contemporary
İstanbul başlayacak. Peki sanatseverlerin
merakla beklediği bu “fuar mevsimi”nde Türk
sanat piyasası ne durumda? Birkaç yıl öncesine
kadar Türk sanatının yükselişte olduğuna
dair birçok
haber okurduk.
Türk sanat piyasasına gösterilen ilgide Osman
Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosunun
5 milyon liralık bir fiyatla alıcı bulmasının da
etkisi var. Dünyanın en önemli iki müzayede evi
Christie’s ve Sotheby’s’in Türk
Çağdaş Sanatına gösterdikleri ilgi çağdaş
sanat eserlerinin yüksek satış rakamlarına
ulaştığı müzayedelerle sonuç verdi. Türk klasik
sanatında Osman Hamdi Bey’in ikon bir isim
haline gelmesi söz konusuyken, çağdaş sanat
alanında ikonlaşan isimler Fahrelnissa Zeid,
Erol Akyavaş, Burhan Doğançay ve Taner Ceylan
oldu. Zeid’in “Break of the Atom and Vegetal
Life” (Atom Patlaması ve Bitkisel Hayat)
tablosu, Erol Akyavaş’ın “Kuşatma” ve “En-El
Hak” ile Burhan Doğançay’ın “Mavi Senfoni”
eserleri bu alanda ilk sıralarda. Tabii ki Taner
Ceylan’ın “Ruhani” adlı eserini de unutmamak
lazım.
“Bilgi
yetmez, sermaye de lazım”
Ali Güreli / CI Fuar Yönetim Kurulu
Başkanı
Galerilerin kapanıyor olması bizi
endişelendirmiyor. Dünyadaki bütün iş kollarında
açılan ve kapanan işler vardır. Bugüne kadar hep
açıldı, şimdi de iki tanesi kapanıyor. Neden
kapandıklarını incelemek lazım. Türkiye’de pazar
büyüyor. Buna bağlı olarak çeşitli sancılar da
yaşanacaktır. Artık sanat, sermaye gerektiren
bir iş. Eskiden sermayesiz açılırdı galeriler.
Sermayeye gerek yoktu. Sermaye bilgiydi. Artık
hem bilgi hem sermaye lazım. Sadece sanat
bilgisinden de bahsetmiyorum. Ekonomi bilgisi de
gerekli. İş buraya geldiği zaman hobi olarak ya
da bir hevesle açılan galeriler sarsılabilir.
Türkiye ekonomisinin genel göstergelerinde bir
aşağı gidiş yok. Fakat Türkiye’nin çevre
ülkelerle olan siyasetini, güncel konuları
izleyen insanların morallerinde bir sıkıntı
oluyor. Yatırımcı olumlu bakamıyor. Tabii bu
geçicidir. Biz bunu değiştirmek için çaba
gösteriyoruz. Umarım fuar dönüm noktası olur.
“Eserler
özgün, fiyatlar gerçekçi olmalı”
Maya Portakal / Portakal Sanat ve Kültür
Evi
Türk çağdaş sanat piyasası ile ilgili çok
konuşuldu, belli ki daha da çok konuşulacak.
Eserlerin hakiki değerlerinin oluşabilmesi ve
oturabilmesi için zamana ihtiyaç var. Zaman
kadar bir başka temel ihtiyaç da geçmeyen
“heves” olmalı. Türkiye için çok önemli bir
kuvvet olabilir Türk çağdaş sanatı; gelişip
büyümesine destek olmalıyız. Ancak elbette
eserlerin “özgün” oluşu, fiyatlarının “gerçekçi”
oluşu ve “devamlılık” buradaki temel prensip.
“15-20
zenginin esiri durumundayız”
Yahşi Baraz / Galeri Baraz
Sanat piyasası henüz emekleme safhasında.
Türkiye’deki bir yıllık satışa tutar olarak
baktığımızda
New York’taki Sotheby’s’in bir
müzayedesindeki bir lotun değerine bile
ulaşmıyor. Fakat yavaş yavaş da gelişiyor.
Burada turizmin, sanayinin ve ekonominin
gelişmesinin de önemi var. Bunlar gelişmeden
sanat gelişmez.
Türkiye zaman içinde büyük bir yol katedecektir.
Fakat birkaç nesil daha geçmeli. Bugünkü sanat
alıcılarıyla
Avrupa ya da
Amerika’ya yetişmenin imkanı yok. Çünkü
Türkiye’nin en zengin aileleri bile henüz üçüncü
nesilde. Batı ülkelerinde 200-300 yıllık zengin
aileler var. Ayrıca Türkiye’de orta sınıf da
yok. Orta sınıf olmadan da sanat gelişemez. Biz
tamamen 15-20 zenginin esiri durumundayız. Bütün
galeriler için geçerli bu. Onlar “Almıyorum”
dediği zaman ekonomikbir krize giriliyor.
Milliyet, Haber: Fırat Karadeniz, 08.11.2014
|
ANTİK KENTE İMAR TEHDİDİ

Çanakkale'de Özbek Köyü'nde yer alan Arisbe
antik kentinin sit derecesinin düşürülmesi için yapılan
başvuruyla arkeolojik kalıntıların yer aldığı arazi
yapılaşmaya açılma tehdidi altında. Çanakkale Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 2011'de aldığı
kararla 1. derece arkeolojik sit alanı olarak
tescillenen antik kentin SİT statüsünün 3. dereceye
düşürülmesi için alana 'turizm kompleksi projesi'
yapmak isteyen firma tarafından başvuru yapıldı.
Koruma Kurulu, yapılan başvuru üzerine SİT
derecesinin düşürülmesi yönünde sondaj kazıları
yapılmasına karar verdi. Arazinin büyüklüğü
nedeniyle yapılan sondaj çalışmaları uzayınca firma
Ocak 2014'te Koruma Kurulu'na başvurarak arazide
kazı yerine arkeojeofizik çalışması yapılmasını
istedi. Kurul ise firmanın başvurusunu kabul etti.
Koruma Kurulu'ndan edinilen bilgiye göre, SİT
derecesinin düşürülmesine ilişkin değerlendirme için
araziye binlerce sondaj yapılması gerekiyor. Bu
nedenle bu çalışmanın çok zaman alacağı gerekçesiyle
kazılar durduruldu. Yapılan arkeojeofizik
çalışmalarının sonucu henüz Koruma Kurulu'na
sunulmadı. Yapılan sondaj çalışmalarından ise arkaik
döneme ait mimari bulgulara da ulaşıldı.
MÖ birinci bin yıl...
Arisbe antik kenti, Miletoslu göçmenler tarafından
Dor göçünden sonra MÖ 1. bin yılın başında kuruldu.
Antik kent, Büyük İskender’in MÖ 334’te Anadolu’ya
geçer geçmez ordusunu konaklattığı yer olarak da
biliniyor. Arisbe kentinin MS 2. yüzyıla kadar
varlığını sürdürmüş olduğu tespit edilirken,
alandaki kazı çalışmaları SİT statüsünü düşürme
başvurusuyla yapıldı.
***
Tarım alanı statüsünde
Sitnlıyor. Firmanın 10 yıl boyunca parsel topladığı
3,5 milyon metrekarelik arazi için kruvaziyer
liman, otel, alışveriş merkezi, kültür ve sanat
merkezi, üniversite, golf alanı, fuar alanları ve
konutların yer alacağı bir proje geliştirildi. Ancak
arazi 1/25.000’lik Kuzey Çanakkale kıyı kesimi çevre
düzeni planında tarımsal niteliği korunacak sulama
alanları içinde yer alıyor.
Şehir Plancıları Odası Çanakkale Şube Temsilcisi
Mustafa Kemal Albayrak araziye yapılmak istenen
plan tadilatının kabul edilmediğini belirterek şu
bilgiyi verdi: “Proje için yapılmak istenen 1/25.000
ölçekli imar planı tadilatı il genel meclisinde
reddedildi. Yeni hazırlanan 1/100 binlik planlarda
da o alanlarla ilgili bir değişikliğe gidilmedi. Şu
an projenin yapılmak istendiği alan tarım alanı
olarak gözüküyor. Alanın mevcut tarım alanı olarak
devam etmesi yönünde bir karar var.”
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 08.11.2014
|
500'DEN FAZLA SANATÇI BİR ARADA
9. Contemporary İstanbul fuarı İstanbul Lütfi Kırdar
Kongre ve Sergi Merkezi’nde 104 galeriyle, 22
ülkeden 500’ün üzerinde sanatçının yapıtlarını
buluşturacak.

Eylül ayı sonunda “rekor satış rakamları”yla
Haliç Kültür ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen
ARTinternational
İstanbul’un ardından, bu kez Contemporary
İstanbul (CI) adı ile düzenlenen
Çağdaş Sanat fuarının dokuzuncusu gelip çattı.
Rakam demişken, bu yıl da İstanbul Lütfi Kırdar
Kongre ve Sergi Sarayı’nda (ICEC), 16 bin 450
metrekarelik bir alanda, 13-16 Kasım arası yapılacak
ve öğrencilerin 12, diğer izleyicilerin 20 lira
karşılığı gezecekleri fuar, akademisyen ve küratör
Dr. Marcus Graf’ın program direktörlüğünde, yeni bir
safhaya erişmiş gibi görünüyor.
Fuarın beyin takımında bu yıl da başta CI Fuar
Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli ile Rabia Bakıcı
Güreli başı çekerken, kadroda
R. Paul McMillen gibi ilginç bir kişilik de
bulunuyor. Sanatla ilgilenen, matrak olduğu kadar da
ciddi bu İrlandalı reklamcı, fuara kazandırdığı “CI
Editions” projesiyle, bu kez “sokaktaki
sanatsever”i, 22 sanatçının çalışmaları üzerinden,
can evinden vurmayı hedefliyor.
11 bin metrekarede 104 galeri olacak
11.00 ve 20.00 saatleri arasında gezilebilecek
fuarın toplam alanının 11 bin metrekaresini bu yıl
yerli yabancı toplam 104 galerinin işgal etmesi
bekleniyor.
14 sanat kurumu ve 10 inisiyatif ise bu alanda 850
metrekarelik bir bölümle temsil ediliyor. Bu sanat
kurumları arasında, AB ve
TBMM ödüllü Baksı Müzesi (Türkiye) başta olmak
üzere, YARAT Güncel Sanat Alanı (Azerbaycan), IW8
Stuttgart Sanat Alanı (Almanya),
Şekerbank Açık Ekran (Türkiye) ve Sea Foundation
(Hollanda) gibi imzalar da bulunmakta. Fuarda
karşılaşacağımız inisiyatifler Amber Platform,
Zamanın İşaretleri, Maumau, Yaygara Güncel Sanat
İnisiyatifi ve
Berlin İstanbul Quartier gibi oluşumlarla yüklü.
Bunu, fuarın diğer kısımları sayılabilecek “CI
Editions”, küratöryel sergiler ve “Plugin İstanbul”
proje alanları takip ediyor. Bu girişimlerden, CI
Editions isimli projeyle, fuara katılan kimi
galerilerle işbirliğine gidilerek sanat yapıtlarının
teknik olarak çoğaltılabilir serigrafi, fotoğraf
veya litografi gibi örnekleri, “mümkün olan en uygun
fiyata” alınabilecek. Bu projenin ilk safhasında
karşımıza çıkan oluşum ve sanatçılar ise Ahmet Duru,
Ahmet Polat, Ali Emir Tapan, Alpin Arda Bağcık,
Ansen, Ardan Özmenoğlu, Buğra Erol, Burçak
Bingöl, Erdoğan Zümrütoğlu, Fırat Engin, Gözde
Türkkan, Gülay Semercioğlu, Mehmet Ali Uysal, Merve
Morkoç, Mustafa
horasan, Orhan Cem Çetin, Özlem Günyol / Mustafa
Kunst, Seçkin Pirim, Sıtkı Kösemen, Sinan Demirtaş
ve The Book Lab biçiminde duyuruluyor.
90 dakikalık sergiler
Fuarda, CI Program Direktörü Dr. Graf imzası altında
birçok yerli ve yabancı sanatçı ile art arda hayata
geçirilecek “CI 90 Minute Shows” ise yine çok isimli
bir proje. CI kaynaklarına göre bu, “Her 90 dakikada
bir, bir sanatçının solo şovunun kurulup, sunulup,
tartışılıp, kaydedilip başka bir sanatçının kurulumu
için tekrar boş bir alan bırakılarak oluşturulan bir
mekan sergisi”. Etkinliğe Fırat Engin, İsmail Necmi,
İrfan Önürmen, Buğra Erol, Özlem Günyol & Mustafa
Kunt, Voldemars Johansons, Gentian Shkurti, Ansen,
Ali Emir Tapan, Fani Ziguro, Charlotte Stein, Liu
Dao, Peter Beyli, Kerem Ozan Bayraktar, Mehmet Ali
Uysal, Orhan Cem Çetin ve Lukas Ulmi’nin katılımı
bekleniyor.
“Plugin Yeni Medya Bölümü”nde bin metrekarelik
alanda, yeni medya ve dijital sanat örnekleri
izlenebilecek. Girişim, temelinde ses ve ışık
enstalasyonları ile, etkileşimli ve “jeneratif”
sanat işleri ve iç mekan haritalama projelerinin
yanı sıra robotik tasarımları ve video sanatını
içeren eserleri bünyesinde barındırıyor.
Milliyet Sanat’ın da sponsoru olduğu fuarda
Çin çağdaş sanatına odaklancak “Now you see”
sergisini Dr. Michael I. Jacobs’un, yeni Çin sanatı
video sergisini Chrissie Iles’in düzenleyeceği;
Nuri Bilge Ceylan’ın da fotoğraflarıyla
katılacağı
haber veriliyor.
Milliyet, Haber: Evrim Altuğ, 08.11.2014
******
ÇAĞDAŞ SANAT FUARINDAN MÜZAYEDECİLERE SİTEM
Çağdaş sanat fuarı 9. Contemporary İstanbul (CI),
yarın başlıyor. Fuarın yönetim kurulu başkanı Ali
Güreli, dünkü basın toplantısında, hafta sonu
yapılacak iki çağdaş sanat müzayedesinin sahibine
sitem etti. “Birlikte yol almalıyız. Birbirimize
rağmen değil. Sotheby’s bile bize destek veriyor.”
dedi.
İstanbul’un, çağdaş
sanat dünyasının takvimine girmesine önemli
katkıları bulunan 9. Contemporary İstanbul (CI),
yarın Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde başlıyor. Dört
gün sürecek olan fuara 23 ülkeden 108 çağdaş sanat
galerisi katılıyor. 300 üzerinde koleksiyoner, on
yedi ülkeden 36 gazeteci de CI’yi görmeye geliyor.
Hafta sonu ise yani fuarın son iki gününe denk gelen
cumartesi, pazar İstanbul’da iki çağdaş sanat
müzayedesi yapılacak. Biri Antik AŞ’nin 283.
müzayedesi, diğeri Beyaz Müzayede’nin düzenlediği
29. çağdaş ve modern sanat müzayedesi.
Contemporary İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali
Güreli, dün fuar mekanında yapılan basın
toplantısında önce fuarla ilgili bilgi verdi, sonra
iki müzayedeyi düzenleyen şirketlerin sahipleri
sırasıyla Turgay Artam ve Aziz Karadeniz’e sitem
etti. Güreli, “Türkiye’de bir çağdaş sanat pazarı
var, biz bu pazarı devamlı büyütmeye çalışıyoruz ama
ne kadar büyütürsek büyütelim pazar belli. Bu
müzayedelerin yapılmasındaki amaç, o pazarın fuara
ayrılan kısmından pay kapmak. ‘Oraya harcama bana
harca’ mesajı var. CI bütün dünyadaki sanat
haritasında ve takviminde yerini aldı. VİP
koleksiyoner programımızı önceden ilan etmemize
rağmen son bir ayda katılım için ciddi talep geldi.
Aslında bu doğal. Yıllardır büyük bir enerjiyle tüm
zamanımızı CI’ya ayırıyoruz. Fakat fuarın son iki
gününde iki müzayede yapılmasını üzülerek
karşılıyoruz. Gala gecemizin sponsoru İngiltere’nin
ünlü müzayede evi Sotheby’s. Düşünün dünyanın en
ünlü müzayede evi bize destek veriyor. Tüm çağdaş
sanat programlarını bir masanın etrafına oturarak
birlikte planlamalıyız. Üst üste gelmemeli,
çakışmamalı. ‘İstanbul’da bu pazarı daha fazla nasıl
büyütebiliriz?’ diye düşünmeliyiz. Birlikte yol
almamız lazım. Birbirimize rağmen değil. Ancak
böylelikle marka bir şehir ve ülke olabiliriz.”
diyor.
Fuarda 520 sanatçının eserleri yer alıyor. Bunlar
arasında en dikkat çeken eser, merkezi Paris’te olan
ve 11 ülkede galerisi bulunan Opera Gallery’nin
getirdiği Fransız sanatçı Gerard Rancinan’ın Press
Power (Basın Güç) adlı fotoğraf çalışması. Eski bir
gazeteci olan 1953 doğumlu Rancinan’ın işleri Paris
Match, Life Magazine, Stern and the Sunday Times
Magazine’e kapak olmuştu. İstanbul’da üç yıl
yaşayan, bankacılık yapan ve aynı zamanda
koleksiyoner olan galerinin menajeri Sylvain
P.Gaillard, son bir yıldır Türkiye’deki basının
durumunu bildiği için böyle bir eseri sergilemek
istediklerini söylüyor.
CI’da neler var?
Fuarın ‘CI Dialogues’ adlı konferans programı bu
akşam Mehmet Güleryüz ve Levent Çalıkoğlu ile Li Xin
ve Philippe Piguet’nin açılış konuşmaları ile
başlıyor. Öne çıkan konuşmacılar arasında Sotheby’s
Yönetim Kurulu Başkanı Robin Woodhead var.
Woodhead’in konuşması, 14 Kasım Cuma günü saat
13.00’te fuar alanında başlayacak.
‘Yeni medya’ sergileri
Medya sanatı deyince akla video sanat işleri
geliyor. CI kapsamında bu yıl ikincisi yapılan
Plugin İstanbul Yeni Medya Bölümü’ndeki sergilerde,
sadece video art işleri değil, ses ve ışık
enstalasyonları, etkileşimli ve jeneratif sanat
işleri, iç mekan mapping projeleri, robotik
tasarımlar yer alıyor. Bu bölümün küratörü Ceren
Arkman, bu dönemin sanatının yeni medyalarla
üretilen işler olduğunu söylüyor.
90 dakikada sanat şov
Fuarda üç küratöryal sergi düzenleniyor.
Bunlardan biri Hasan Bülent Kahraman’ın hazırladığı
Nuri Bilge Ceylan fotoğraf sergisi. Paul McMillen’ın
küratörlüğündeki iCI Editions adlı ikinci sergide,
12 galeriden 17 sanatçı CI’ya özel 30 eser üretti.
Üçüncüsü ise CI 90 Minute Shows. CI Program
Direktörü Dr. Marcus Graf’ın hazırladığı bu yeni
sergide, her 90 dakikada bir, bir sanatçının solo
şovu kurulup sunulacak, tartışılıp kaydedilecek.
Yeni sanat dergisi: CI Magazine
Fuarla birlikte yeni bir sanat dergisi de çıktı.
CI Magazine, çağdaş sanat ortamına odaklanarak,
sanat ortamının aktörlerini, koleksiyonerlerini ve
sanatçılarını kişisel röportajlarla tanıtmayı
amaçlıyor. CI Magazine’in ilk sayısı, Contemporary
Istanbul’daki Yayınlar Alanı’nda görülebilir.
Zaman, Haber: Sevin Özarslan, 12.11.2014
|
BALONUN GELİRİ STRATONİKEİA ANTİK KENTİNE
Etnik
Popüler Sanatlar Derneği (EPOS7) Yönetim Kurulu
Başkanı Zafer Kozanoğlu, 3 Aralık 2014 tarihinde
İstanbul 'da düzenleyecekleri balo programının
gelirinin Stratonikeia antik kenti için
kullanılacağını bildirildi.
Kültürel emanetleri korumak, kültür ve sanat
bilincinin geliştirilmesi amacıyla 7
iş kadını tarafından kurulan EPOS7 Yönetim
Kurulu Başkanı Zafer Kozanoğlu, Başkan Yardımcısı
Arzu Sabancı ve yönetim kurulu üyeleri, Eskihisar
Mahallesi'ndeki Stratonikeia antik kenti, Turgut
Mahallesi'ndeki Osman Hamdi Bey Konağı ve son
zamanlarda dizi ve film çekimlerine ev sahipliği
yapan Bozüyük Mahallesi'nde incelemelerde bulundu.
Kozanoğlu, incelemelerinin ardından gazetecilere
yaptığı açıklamada, 3 Aralık'ta İstanbul'da bir balo
düzenleyeceklerini ve bu programdan elde edilecek
gelirin Stratonikeia için kullanılacağını bildirdi.
Yatağan'daki kültürel mirasa hayran kaldıklarını
belirten Kozanoğlu, bir kadına armağan edilmek için
kurulan ve adını bir kadından alan Stratonikeia
antik kentini, EPOS7 olarak
dünya kültür mirasının bir parçası olarak
tanıtmaya hazırlandıklarını açıkladı.
Kozanoğlu, "Antik dönemden Osmanlı'ya kadar yaşam
barındıran, medeniyetlerin üst üste yaşadığı bu
merkezi üçüncü kez ziyaret ettik. Bugüne kadar
sadece Türk arkeologların kısıtlı imkanlarla
çalıştığı bu kente, EPOS7 olarak yapacağımız
etkinliklerle sahip çıkacağız" dedi.
EPOS7 yönetimine gezileri sırasında Yatağan
Belediye Başkan Yardımcısı Tarcan Oğuz, Stratonikeia
Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt ve
Muğla Kent Konseyleri Birliği Başkanı Hamdi
Topçuoğlu eşlik etti.
EPOS7 yönetimi, daha sonra Yatağan Belediye
Başkanı Hasan Haşmet Işık'ı makamında ziyaret etti.
Ziyaret sırasında,
Beşiktaş Jimnastik Kulübü İkinci Başkanı Ahmet
Nur Çebi'nin eşi Berna Çebi ve BJK Futbol A
Takımı'ndan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Mete
Vardar'ın eşi Neylan Vardar tarafından Işık'a takımı
olan Beşiktaş'ın forması armağan edildi.
Ayrıca Kozanoğlu ve Sabancı, Işık'ı baloya davet
etti.
Radikal, 08.11.2014
|
TARİHİ OPERASYON

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Devlet Resim
ve Heykel Müzesi’nden çalındığı belirlenen ünlü
ressamlara ait tablolar ve tarihi eserlerin peşini
bırakmıyor. Geçen yıl düzenlenen operasyonla ele
geçirilen 30 tablonun ardından, dün Ankara merkezli
ikinci dalga operasyon gerçekleştirildi. İstanbul’un
da yer aldığı 8 ilde eş zamanlı düzenlenen
operasyonda, aralarında 40 tablonun da bulunduğu 220
esere el konuldu.
İKİ YILDIR PEŞİNDELER
Operasyonlarda 16’sı İstanbul’da olmak üzere
50’ye yakın kişi gözaltına alındı. Zanlılar
sorgulanmak üzere Ankara’ya götürüldü. Gözaltına
alınan isimler arasında bazı ünlü koleksiyoncularla,
müzayedecilerin de bulunduğu öğrenildi. Operasyon
talimatını, çalıntı eserlerle ilgili olarak 2012
yılında soruşturma başlatan Ankara Cumhuriyet
Savcılığı verdi. Eserlerin yerlerinin tespit
edilmesinde bakanlık müfettişlerinin, savcılığa
aktif desteğinin bulunduğu belirtildi.
YURTDIŞINA BİLE GİTTİLER
Müfettişler, müzeye ait eserlerin izini sürerken
koleksiyoncu kılığına girip ulusal ve uluslararası
pek çok müzadeye katıldı. Müzeden çalındığı tespit
edilen pek çok eser bu müzayedelerde tespit edildi.
Bulunan eserler arasında Hoca Ali Rıza'nın "Beykoz
Çayırı", İbrahim Çallı'nın "Bahçede Kadın", Bedri
Rahmi Eyüpoğlu'nun "Muradiye'de Kahve" gibi
tabloları da var. Ankara Devlet Resim ve Heykel
Müzesi’nde 2012 yılında yapılan sayımda, müzenin
envanterde görünen çok sayıda eseri bulunamamıştı.
Bakanlık bu gelişme üzerine durumu Ankara
Başsavcılığı’na bildirmiş ve kayıp eserlerle ilgili
geniş kapsamlı soruşturma başlatılmıştı.
Operasyonların önümüzdeki günlerde süreceği
öğrenildi.
Çalınan eserler Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, Şevket
Dağ, Fethi Arda, Feyhaman Duran, Hikmet Onat, Bedri
Rahmi Eyüboğlu, Hüseyin Zekipaşa, Ruhi, Hasan Tahsin
gibi Türk ressamlara ait.
Akşam, 08.11.2014
******
OPERASYONUN 'TABLOSU' GENİŞLEDİ
Ankara Resim ve Heykel
Müzesi’nden çalındığı iddia edilen tablolarla ilgili
operasyonda önceki gün gözaltına alınanlar arasında
önemli işadamları, koleksiyonerler, eski müze
görevlileri, galeri ve müzayede evi sahipleri var.
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde paha
biçilemeyen 302 kayıp eserden geçtiğimiz yıl
43’ünün, devam eden soruşturma kapsamında 17
tablonun da önceki gün bulunduğu operasyonun
ardından, önemli bilgiler günışığına çıkmayı
sürdürüyor. Geçen yıl düzenlenen evinde ve
işyerinde çalıntı tablolar bulunan koleksiyoner
işadamları C.Ç. ve A.O.Ö. ile sanat galerisi
sahibi C.B. ve M.Ç.’ye ait adreslerde yine
çalıntı tablolar çıktı.
Milliyet, Resim ve Heykel Müzesi’nden, 2009’da
Hoca Ali Rıza’ya ait 13 adet karakalem eskizinin
sahteleriyle değiştirildiğinin belirlenmesinin
ardından sayım komisyonunun başlattığı
çalışmalar sonucunda 302 eserin kayıp olduğunun
belirlendiğini gündeme getirmişti. Komisyon
raporunda eserlerin, “kayıp”, “sahte” ya da
“ağır kuşkulu” olduğu ortaya çıkmıştı.
İstanbul’da antikacılık işiyle uğraşan bir
“gizli tanık”, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’a ulaşarak söz konusu
eserlerin yerlerini bildiğini söyledi.
‘Günışığı’ anlattı
Günay da dönemin İstanbul Emniyet Müdürü
Hüseyin
Çapkın’ı aradı. Bakanlık üst düzey
bürokratlarının ve Çapkın’ın da katıldığı bir
toplantıda bu kişinin bilgisine başvuruldu. Bu
kişi, tabloların organize bir suç örgütü
tarafından 2005-2008 yılları arasında müzeden
çalınarak satıldığını söyledi. “Gizli tanık”
tablolardan 170’e yakının yerini bildiğini ve
can güvenliğinin sağlanması durumunda bunları
göstereceğini söyledi. Aynı kişi aralık 2012’de
Ankara Cumhuriyet Savcısı Hakan Yüksel’e
kayıp tablolarını ilişkin elindeki belge ve
bilgilerini sundu. Savcı Yüksel, bu bilgiler
üzerine konu hakkında kapsamlı bir çalışma
başlattı. Yüksel’in koordinesinde Ankara
Emniyeti Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şubesi
ile Kültür Bakanlığı uzmanları tabloların izini
sürmeye başladı. Geçen yıl farklı zamanlarda
düzenlenen baskınlarda tablolardan 43’ü bulundu.
Bilgileri veren gizli tanığa “Günışığı” kod
adının verildiği öğrenildi. Önceki gün
İstanbul’da 14, Ankara’da 2,
Mersin’de 1 ve
Eskişehir’de 1 kişi olmak üzere toplam 18
kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar
arasında işadamları, koleksiyonerler, eski müze
görevlileri, galeri ve müzayede evi sahipleri
var. Operasyonda, Mersin’de yakalanan müzenin
eski güvenlik görevlisi V.T.’nin yanı sıra eski
müze müdürü Ö.O.G. ve müze çalışanı A.S.’nin de
olduğu öğrenildi. V.T.’nin, soruşturma
kapsamında, “kilit isim” olduğu öğrenildi.
V.T., 2009’da müzeden üç adet tablonun çalınması
olayı nedeniyle gözaltına alınıp, sonra tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldığı öğrenildi.
Meslekten ihraç edilen V.T., biri Osman Hamdi
Bey’e ait üç resmi çöp poşetleri ile müzeden
çıkartıp İstanbul’a götürdüğünü anlattı.
Aynı isimler çıktı
Son operasyonda ev ve işyerlerinde çalıntı tablo
bulunan kişiler arasında bazı ünlü işadamlarının
bulunduğu öğrenildi. Bu koleksiyoner
işadamlarından C.Ç. ve A.O.Ö. ile sanat galerisi
sahibi C.B. ve M.Ç.’ye ait adreslerde geçen sene
de çalıntı tablolar çıkmıştı. Son operasyonda
C.Ç.’nin ev ve işyerinde yapılan aramada
Feyhaman Duran’ın Ömeriye Camii,
Halil Paşa’nın Yalılar ile Halil Paşa’nın
manzara tablosu, Hasan Vecihi Berektoğlu’nun
manzara tablosu; A.O.Ö.’de Halil Paşa’nın
manzara tablosu bulundu. Sanat galerisi sahibi
C.B.’de Hoca Ali Rıza’nın Sultan Çayırında ve
Çamlıca Kız Lisesi Müştemilatı isimli
tabloları; H.B.’de ise Hoca Ali Rıza’nın
Beykoz Çayırında isimli tablosu ile yine iki
adet ismi belirlenemeyen tablosu çıktı. Geçen
yıl düzenlenen operasyonda ele geçirilen 25
tablodan 12’si C.Ç.’de, 5’i A.O.Ö.’de, 8’i
C.B.’de bulunmuştu. M.Ç. de ise Süleyman
Seyit’in manzara tablosu bulundu.
‘Milyon liralar ödedik’
Bu kişiler, “tabloları milyon liralar ödeyerek,
müzayede ve sanat galerilerinden aldıklarını”
söyledi. Şüphelilerin “tabloların menşei
belgesini görmeden nasıl alabildiniz” şeklindeki
sorulara ise yanıt veremedikleri kaydedildi. El
konulan tablolar, Ankara’da Milli Kütüphane’de
muhafaza altına alındı.
Gizli tanık Günışığı’nın verdiği bilgilerle
soruşturmanın önümüzdeki günlerde genişleyerek
süreceği kaydedildi.
‘Tablolara çip takıp takip edeceğiz’
Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik, Resim Heykel Müzesi’ndeki
eserlerin korunması için yeni bir yöntem
geliştirdiklerini belirterek, “Her tabloya bir
çip takarak her tablonun kendisini takip
edeceğiz. Yani o tablo temizlik için bile
yerinden oynatıldığında bunu sistemde göreceğiz”
dedi. Çelik, Resim Heykel Müzesi’nden çalınan
eserlerin tamamının halkın malı olduğunu
vurgulayarak, “Bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin
ortak değeridir. Hepsini geri istiyoruz”
ifadelerini kullandı. Çelik, şunları kaydetti:
“302 tane eser kayıp Resim Heykel Müzesi’nden.
Bunların 120 kadarı resim, diğerleri başka
objeler. Aslında bu yıllardan beri konuşulan
bilinen bir şeydi. Ben göreve geldikten sonra
bununla ilgili bir rapor istedim. Rapor önüme
geldiğimde doğrusu çok rahatsız oldum.”
Ele geçirilen 17 eserden bazıları
Feyhaman Duran/Ömeriye Camii
Halil Paşa/Yalılar,
Halil Paşa/Manzara
Halil Paşa/Manzara
Hasan Vecihi Bereketoğlu/Manzara
Süleyman Seyit/Manzara
Hoca Ali Rıza/Sultan Çayırında
Hoca Ali Rıza/Çamlıca Kız Lisesi Müştemilatı
Hoca Ali Rıza/ismi bilinmeyen bir resmi
Hoca Ali Rıza/ismi bilinmeyen bir resmi
Hoca Ali Rıza/Beykoz Çayırında
Refik Epikman’a ait bir resim
Hüseyin Avni Lifij’e ait bir resim
Milliyet, Haber: Sertaç Koç, 09.11.2014
******
RESİM HEYKEL'DE 'ORGANİZE İŞLER'
Ankara Devlet Resim ve
Heykel Müzesi’nden çalınan 302 eserle ilgili
soruşturmada çarpıcı bilgiler günışığına çıktı.
Toplam 60 tablonun ele geçirildiği soruşturmada
organize bir çetenin izine rastlandı.
Milliyet, Resim ve Heykel Müzesi’nden, 2009’da
Hoca Ali Rıza’ya ait 13 adet karakalem eskizinin
sahteleriyle değiştirildiğinin belirlenmesinin
ardından sayım komisyonunun başlattığı çalışmalar
sonucunda 302 eserin kayıp olduğunun belirlendiğini
gündeme getirmişti.
Komisyon raporunda müzede bulunan eserin “kayıp”,
“sahte” ya da “ağır kuşkulu” olduğu ortaya çıkmıştı.
Daha sonra
İstanbul’da antikacılık işiyle uğraşan
“Günışığı” isimli gizli tanık dönemin Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay’a ulaşarak söz konusu eserlerin
yerlerini bildiğini söyledi. Günay da hemen dönemin
İstanbul Emniyet Müdürü
hüseyin çapkın’ı arayarak durumdan haberdar
etti. Bakanlık üst düzey bürokratlarının ve
Çapkın’ın da katıldığı bir toplantıda bu kişinin
bilgisine başvuruldu. Bu kişi, tabloların “organize
bir suç örgütü” tarafından 2005 ile 2008 yılları
arasında müzeden çalınarak satıldığını söyledi.
Gizli tanık, bir işadamının bazı müze çalışanları
ile irtibata geçerek bu tabloların çalındığını
söyledi. Tabloların satın alan isimler arasında
önemli işadamları ve müzayedecilerin de bulunduğunu
kaydetti. Aynı kişi daha sonra, aralık 2012’de
Ankara Cumhuriyet Savcısı Hakan Yüksel’e giderek
kayıp tablolarını ilişkin olara elindeki belge ve
bilgileri sundu. Yüksel bu bilgiler üzerine konu
hakkında kapsamlı bir çalışma başlattı. Savcılık
koordinesinde Ankara Emniyeti Kaçakçılık Suçlarıyla
Mücadele Şubesi ile Kültür Bakanlığı uzmanları bu
tabloların izini sürmeye başladı. Geçen yıl farklı
zamanlarda düzenlenen operasyonlarda bu tablolardan
43’ü bulundu. Son operasyonda 17 tablonun daha
bulunmasıyla toplam ele geçirilen kayıp tablo sayısı
60 oldu.
Kamera kayıtlarını kim sildi
Gözaltına alınan 18 kişi arasında bulunan eski müze
müdürü Ö.O.G., paha biçilemeyen 302 eserin kayıp
olduğunu bakanlığa gönderdiği ihbar yazısıyla açığa
çıkaran isim olarak biliniyor.
Ö.O.G.’nin şikayeti üzerine başlatılan soruşturmalar
kapsamında Hoca Ali Rıza’ya ait 13 eserin
sahteleriyle değiştirildiğinin anlaşıldığı güne ait
güvenlik kamerası kayıtlarının silinerek yerine,
eski tarihli görüntülerin montajlandığı ortaya
çıktı. Bu görüntülerin tutulduğu kayıt sisteminin de
kendini 7 günde bir silerek yenilediği için kayıtlar
kurtarılamadı. Söz konusu olay sonrasında iki
müfettişin idari cezalara çarptırıldığı anlaşıldı.
Eğer söz konusu kayıtlardan, görüntüleri kimin
sildiği anlaşılabilseydi, müzede gerçekleştirilen
büyük soygunu yaptığı öne sürülen “organize suç
örgütüne” ait önemli ipuçlarına da ulaşılmış
olacaktı. Gizli tanık “Günışığı” ve eski müdür
Ö.O.G.’nin de verdikleri ifadelerde bu organize suç
örgütüne işaret ettikleri öğrenildi.
Soruşturma kapsamında gözaltına alınan aralarında
koleksiyoner olarak da bilinen ünlü işadamlarının
olduğu 18 şüphelinin,
bugün adliyeye sevkedilmeleri bekleniyor.
Milliyet, Haber: Sertaç Koç, 10.11.2014
******
PAHA BİÇİLEMEYEN ESERLERİ 10 BİNE SATTILAR
Ankara Devlet Resim ve
Heykel Müzesi’nden çalınan,
kaybolan tablolara ilişkin soruşturmada 17
şüpheliden 3’ü tutuklanarak cezaevine konulurken,
6’sı adli kontrol şartıyla tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bırakıldı. Serbest kalan 8 kişi de
tutuksuz yargılanacak. Soruşturmanın, ‘antikacı’ bir
gizli tanığın ifadeleriyle başlatıldığı
belirtilmişti. Habertürk, o gizli tanığın
savcılıktaki ifadesine ulaştı.
ORİJİNALİNİN YERİNE SAHTESİ
20 yıldır antika işiyle uğraştığını belirten
gizli tanık, İstanbul’da tanıştığı A.S.’nin
kendisine Ankara Resim ve Heykel Müzesi merkezli
örgütlü şekilde çalışan bazı kişilerden bahsettiğini
anlattı. Bu kişilerin, müzeden eski Osmanlı Türk
ressamlarına ait tabloları çaldıklarını, bunların
yerine orijinale yakın sahtesini yaptıklarını, daha
sonra bu tabloları İstanbul’da ünlü müzayedeciler ve
aracılar eliyle ünlü işadamlarına sattıklarını
söyledi. Bu yolla, o tarihe kadar müzenin deposunda
bulunan 80’e yakın orijinal eserin, Mecidiyeköy
Antikacılar Çarşısı’nda antikacılık yapan G.A.
isimli kişinin oğlu M.A.’ya satıldığını ifade etti.
Gizli tanık, A.S.’nin 2005’te müzede çalışan
arkadaşı güvenlik görevlisi V.T. ile Müdür
Yardımcısı A.D. ve ismini bilmediği, şu anda
yurtdışında olan bir başka kişinin, “Bize
İstanbul’dan müşteri bulursan sana müzenin
depolarında atıl duran, bir kısmı kayıtsız orijinal
resimleri verelim. Sen de kazan, biz de kazanalım”
teklifini ilettiklerini, A.S.’nin de kabul ettiğini
kaydetti.
10 BİN’E GİDEN TABLOLAR
Tanık, anlaşmanın ardından, müzede görevli bu 3
ismin, A.S.’ye depodaki Halil Paşa’ya ait 2 adet
yağlı boya tabloyu 10 bin TL gibi bir fiyata
sattıklarını, A.S.’nin de tabloları M.A.’ya
sattığını aktardı. Daha sonra A.S. aynı müzeden 80
tablo daha getirdi. M.A., bunların bir kısmını
müzayedede, bir kısmını ise el altından sattı.
Gizli tanık, Ekrem adlı bir kişi aracılığıyla
D.Ö. adlı galeri sahibine de satışlar yapıldığını,
D.Ö.’nün 2005’ten sonraki mal varlığı artışına
bakıldığında konunun anlaşılacağını söyledi.
ÜNLÜ İŞADAMLARINA SATILMIŞ
Gizli tanığın ifadesine göre; M.A.’nın A.S.’den
aldığı Hikmet Onat’a ait tablo, D.G.’ye 210 bin
dolara satıldı. Resim brokeri E.K. ile irtibata
geçildi. E.K.’den “Orijinaldir” raporu alındıktan
sonra ünlü bir işadamının damadına 350 bin dolara
satıldı. E.K., 20-30 bin dolar komisyon aldı.
Yine M.A., kendisine getirilen Vecihi
Bereketoğlu’na ait tabloyu müzayedeci H.K.’ya verdi.
H.K. da “Orijinal” belgesi aldıktan sonra müzayedeye
telefonla katılan ünlü bir işadamının oğluna sattı.
Gizli tanık, bu şekilde satıldığı söylenen 180
eserden bildiklerini şöyle sıraladı:
“6 adet Hikmet Onat, 5 adet İbrahim Çallı, 6 adet
Sami Yetik, 4 adet Halil Paşa, 5 adet Şevket Dağ, 10
adet Hüseyin Avni Lifij, 13 adet Hoca Ali Rıza
Efendi’ye ait kurşun kalem resim...”
3 KİŞİ TUTUKLANDI
Güvenlik görevlisi V.T. ile tabloların satışına
aracılık eden M.A. ve A.S. tutuklanarak cezaevinde
konuldu. Diğer şüpheliler ise tutuksuz yargılanmak
üzere, adli kontrol kapsamında serbest bırakıldı.
Habertürk, Haber: Cemal Doğan, 11.11.2014
******
250 MİLYON DOLARLIK RANT SAĞLANDI
Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden kaybolan 302
eserle ilgili başlatılan soruşturma kapsamında
gözaltına alınan 18 şüpheliden 3’ü tutuklandı.
‘Günışığı’ adlı gizli tanığın verdiği bilgilere göre
müzedeki orijinal eserleri taklit etmek için
Ukrayna’dan uzmanlar getirildi ve 250 milyon
dolarlık bir rant sağlandı.
Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalındığı
iddia edilen tablolarla ilgili soruşturmada çetenin
lideri Ahmet Sarı, müzenin güvenlik görevlisi Veli
Topal ve antikacı Mete Aktuna tutuklandı. Aralarında
dönemin müze müdürü Ö.O.G.’nin de bulunduğu 6 kişi
mahkeme tarafından adli kontrol kararıyla, müze
müdür yardımcısı A.A.T.’nin de aralarında yer aldığı
9 kişi ise savcılık sorgusunun ardından serbest
bırakıldı. Soruşturma dosyasında yer alan belgelere
göre, ekonomik çıkar amaçlı kurulan suç örgütünün
genel olarak
Ankara ve İstanbul’da faaliyet gösterdiği
kaydedildi. Soruşturma kapsamında yapılan telefon
dinlemeleri, teknik takip ve ‘Günışığı’ isimli gizli
tanığın ifadeleri şüphelilere yöneltilen suçlamalara
dayanak olarak gösterildi. Gizli tanık ‘Günışığı’
ifadesinde 20 yıldır antika işi ile uğraştığını ve
İstanbul’da antikacılık yaptığı dönemde bir arkadaşı
aracılığıyla şüphelilerden Ahmet Sarı ile
tanıştığını anlatarak özetle şunları anlattı:
TABLOLARI
ÇALDILAR
“Ahmet Sarı bana Devlet Resim ve Heykel Müzesi
merkezli sahtecilik ve hırsızlık suçlarını örgütlü
şekilde gerçekleştiren bir takım kişi ve olaylardan
bahsetti. Bu kişilerin müzedeki eski Osmanlı Türk
ressamlarına ait tabloları çaldıklarını, bunların
yerine de orijinale yakın sahtesini yaptıklarını,
daha sonra bu tabloları İstanbul’da iş alanında
kendini ispatlamış aracılar ve müzayedeciler
sayesinde ünlü işadamlarına sattıklarını anlattı.
SEN DE KAZAN
BİZ DE KAZANALIM
Müzenin kadın müdür yardımcısı A.D., Ahmet
Sarı’ya ‘Bize İstanbul’dan müşteri bulursan sana
Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nin depolarında
bulunan atıl vaziyette ve envantere kayıtlı olmayan,
bir kısmı da kayıtlı olan orijinal Osmanlı Türk
ressamlarına ait resimleri verelim, sen bunları sat,
sen de kazan biz de kazanalım’ teklifinde bulundu.
Sarı da kabul etti.
ÜNLÜ
İŞADAMLARI ALDI
M.K., Ahmet Sarı’dan aldığı ressam Hikmet Onat’a
ait orijinal yağlıboya tabloyu Nişantaşı’nda bir
antikacıya 210 bin dolara sattı. O da bu tabloyu
ünlü bir işadamına 350 bin dolara sattı. Resim hala
onun koleksiyonunda bulunmaktadır. Yine M.K.
kendisine getirilen Devlet Resim ve Heykel
Müzesi’nden çalınan ressam Vecihi Bereketoğlu’na ait
yağlıboya bir tabloyu müzayedeci H.K.’ye verdi. O da
bu resmi ünlü işadamının koleksiyoner oğluna sattı.”
BAKANA DA
ANLATTIM
Yaşanılan bu hırsızlık olayını önce Güzel
Sanatlar Genel Müdürü’ne anlattım. Kendisi de
dönemin Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’a anlattı. Bakan Günay bana
yardımcı olacağını söyleyerek, İstanbul Emniyet
Müdürü Hüseyin Çapkın’la telefonda görüştürdü. Daha
sonra Ankara’dan benimle görüşmek üzere H.M. isimli
genel müdür yardımcısını İstanbul’a gönderdi.
ÖLÜMLE TEHDİT
ETTİLER
1-5 Kasım 2012 tarihlerinde Emniyet’te yapılan
toplantıda burada anlattıklarımın aynısını söyledim.
Beni arayacaklarını söylediler. Ancak bu tarihe
kadar arayan olmadı. Bu toplantıdan sonra telefonda
Murat Sincar isimli bir şahıs tarafından sürekli
tehdit edilmeye başlandım. Bu konuda konuşmamam
gerektiği, eğer konuşursam öleceğim söylendi.
UKRAYNA’DAN UZMAN
Bu suç örgütü D.Ö. ve M.K. tarafından
yönetilmektedir. Çalınan resimlerin yerine
şüphelenilmesin diye kopyalarını koymaktadırlar. Bu
kopyaları da Ukrayna’daki Ayvazovski Resim
Akademisi’nde görevli kopya uzmanları tarafından
yapılmaktadır. İstanbul’da ev tutarak atölyeye
dönüştürmüşlerdir. Uzmanları buraya getirerek kopya
resimleri yaptırmışlardır. Bu kişiler örgütlü bir
şekilde yaklaşık 250 milyon dolarlık rant
sağlamaktadırlar.”
Hürriyet, Haber: Mesut Hasan Benli, 11.11.2014
|
YANLIŞ RESTORASYON YÜZÜNDEN 400 YILLIK CAMİ
YIKILIYOR

Ankara'nın eski yerleşim yerlerinden biri olan
Altındağ Hamamarkası semtinde bulunan tarihi Zeynel
Abidin Camii 2005 yılında restore edildi.
Restorasyonun üzerinden 7 yıl bile geçmeden cami
yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Su gideri
yapılmadığı için yağmur ve kar suyunun temeline
aktığı caminin duvarlarında çatlaklar oluştu. Namaz
kılanlar ise duvarların başlarına yıkılacağı
endişesini taşıyor.
17. yüzyılda yapıldığı bilinen Zeynel Abidin
Camii ve türbesi, Altındağ Sakarya Mahallesi
Cevizaltı Sokak'ta bulunuyor. 2005 yılında Ankara
Büyükşehir Belediyesi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü
arasında yapılan protokolle caminin aslına uygun
olarak restore edilmesi kararı alındı. Zeynel Abidin
Camii'nin restorasyon işi, hemen yakınında bulunan
başka iki küçük camiyle birlikte özel bir şirkete
verildi. Dört ay süren çalışmanın ardından cami ve
türbenin açılışı, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı
Melih Gökçek'in eşi Nevin Gökçek, dönemin Büyükşehir
Belediyesi Meclis Başkanı Seyfi Saltoğlu ve dönemin
Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Tanyolaç'ın
katılımıyla gerçekleştirildi. Mihrap dışında bütün
bölümleri restore edilen caminin iç ve dış
duvarları, çamur sıva ile sıvandı.
Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Tanyolaç,
açılışta yaptığı konuşmada restorasyonun aslında
uygun yapıldığını, caminin artık koruma altına
alındığını ve bundan sonra herhangi bir sorunla
karşılaşmayacağını belirtti. Ancak camiyi restore
eden firmanın kullandığı malzemeler hem de özensiz
çalışması camiyi adeta yıkılma noktasına getirdi.
Caminin su giderleri yapılmadığı için kar ve yağmur
suları caminin temeline akıyor. Ahşap ve kerpiçten
yapılan caminin duvarları ve temeli bu suya
dayanamadı. Caminin her tarafında büyük çatlaklar,
kırılmalar göze çarpıyor. Camiye sanayi tipi
elektrik tesisatıyla çalışan klima takılmış. Bu
yüzden bir kere bile çalıştırılmamış. Ne zaman klima
çalıştırılmak istense caminin tüm elektrikleri
kesiliyor. Firmanın caminin alt kısmına tesisat ve
gider olmadığı halde musluk yerleştirdiği de ortaya
çıktı.
Mahalle sakinleri, restorasyonu firmasının
açılıştan bir süre sonra ortadan kaybolduğunu
belirterek, şunları kaydediyor: "Firmanın işin ehli
olmadığı ortaya çıktı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne
başvurduk restorasyonu yapan firmayla ilgili bilgi
alamadık. Camide de firmaya dair herhangi bir belge
bulunmuyor. Firmanın restore ettiği diğer iki
caminin geçtiğimiz yıl yeniden bakıma alınıp
yenilendi ancak Zeynel Abidin Camii'ne ise henüz
dokunulmadı."
Mahalle'de yaşayanlar Zeynel Abidin Camii'nde
namaz kılmaya çekiniyor. Caminin altına orijinalinde
bulunmayan bir oda bile açıldığını dile getiren
mahalle sakinleri, "Her an başımıza yıkılacak diye
çekiniyoruz." diyor.
ZEYNEL ABİDİN CAMİİ
Altındağ İlçesi Sakarya Mahallesi, Cevizaltı
Sokakta bulunan cami, boyuna dikdörtgen planlı,
çatılı, sade, küçük bir yapı. Cami, Osmanlı dönemine
ait ve Osmanlı mimarisi ile inşa edilmiş, Altındağ
sınırları içerisinde Sakarya Mahallesi, Cevizaltı
Sokağı'nda bulunuyor. 17. yüzyıl sonlarında inşa
edilen caminin kim tarafından yaptırıldığı
bilinmemekte. Üstü kiremitle örtülü olan cami kerpiç
duvarlı, ahşap hatıllı ve taş kaideli bir yapı olup
dış cephe sıva ve üzeri boyalı. Yapının güneyine
bitişik türbesi, altında bodrum katı var. Batı ve
doğuda altta üç üstte üç, güneyde üstte iki pencere
yer alıyor. Zeynel Abidin Camii'nin, iç duvarları
sıva üzerine badanalı. Kuzeyde ahşap kadınlar
mahfeli yer alıyor. Ahşap tavanı ve minberi önemsiz.
Mescidin kıble duvarındaki pencerelerin alçı
içlikleri geometrik süslemeli.
Zaman, Haber: Yavuz Akengin - Ünal Livaneli,
08.11.2014
|
ARKEOLOJİ MÜZESİ 50. YILINI KUTLADI

Muğla’nın Bodrum
İlçesi’ndeki Bodrum Kalesi’nin, sualtı arkeoloji
müzesi olarak düzenlenmesinin 50. yılı çeşitli
etkinliklerle kutlandı.
İngiliz Kulesi’nde düzenlenen müze çalışanları,
100 kadar tarih tutkunu ve Müze Müdürü Emel
Özkan katıldığı kutlamada, müzenin tarihi ve son
iki yılda Bodrum merkez ile Gümüşlük ve Ortakent
Mahalleleri’nde yapılan kazı çalışmaların yer
aldığı
video, izletildi. Görüntülerde, Ortakent
Mahallesi Müskebi Mevkisi’ndeki 11bin 680
metrekare alanda 2013 yılında başlayan ve 2 yıl
da tamamlanan kazılarda Miken Dönemi’ne ait
nekropol bulunduğu ve 248 Miken eseri
çıkartıldığı vurgulandı. Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi’nde konservasyon ve temizleme çalışmaları
yapılan eserler ile Türkiye’deki en zengin Miken
koleksiyonuna sahip müze haline geldiği de
sunumda belirtildi. Eserlerin çalışmalarının
tamamlanmasının ardından sergi salonlarına
yerleştirileceği kaydedilirken, kazılarda
çıkantılan aryballos kirpi şeklinde koku şişesi,
amfora urne mezar, ölü hediyelarinin
fotoğrafları ve diğer kazı çalışmalarında
çekilen 2013-2014 kazı fotoğrafları İngiliz
Kulesi Avlusu’nda sergilendi. Etkinlikte
Prof.Dr. Fahri Işık, "Mylasa Hekatomnos Lahdi ve
Karia’nın Yeni Satrabı Mausollos", Doç.Dr.
Cemal Pulak "MÖ 14. Yüzyıl Kaş-Uluburun
Batığı" ve Prof.Dr. Paul Pedersen "Bodrum
Müzesi ve Danimarka Halikarnassos Projesi"
konulu sunum yaptı. Müze Müdürü Emel Özkan,
katılımlarından dolayı Prof.Dr. Işık, Doç.Dr.
Pulak ve Prof.Dr. Pedersen’e günün anısına
teşekkür plaketi verdi. Kutlama etkinlikleri
kapsamında 50 yıl içinde müzede görev alan müze
çalışanlarına Müze Müdürü Özkan tarafından
teşekkür belgesi ve hediyeler verildi.
Etkinliğin sonunda soprano Esra Özbir, mezzo
soprano Gülderen Erdoğmuş ve cembalo Sergei
Gavrilov’dan oluşan Viva Barocco grubu mini
klasik müzik konseri verdi. Konserde grup,
Vivaldi, Bach, Haendel, Benedetto Marcello,
Gioachino Rossini’den eserler seslendirdi.
Hürriyet, Haber: Nilüfer Kandırmış, 08.11.2014
|
YALI KONAĞI RESTORE EDİLİYOR

Orijinal kimliğiyle yenilenerek Gemlik
İlçesi'ne
sosyal tesis olarak kazandırılacak Yalı Konağı'nda
restorasyon, ilk harcın koyulmasıyla başladı.
Bursa Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe, kentin tüm
ilçelerindeki köklü tarih3i ve kültürel mirasın
yenilenerek özgün kimliklerine kavuşturulduğunu
söyledi. Başkan Altepe, 163 metrekarelik bir zeminde
bulunan yapının bir bodrum, bir zemin, iki normal
kat ve bir çatı katından oluştuğunu, zemin kat doğu
ve güney cephelerinden iki girişi bulunan yapıda,
ayrıca 17 basamakla ulaşılan giriş kat kotundan bir
girişe ulaşıldığını anlattı. Yakın tarihe kadar
zeytincilikle uğraşan bir aile tarafından yapının
iki odasının zeytin deposu, diğer iki oda ve
mutfağın da ardiye olarak kullanıldığını kaydeden
Başkan Altepe, binada Helen ve Yunan sanatının
izlerini taşıyan neo klasik mimarisinin üçgen
formlarının öne çıktığını vurguladı. Altepe,
“Kamulaştırılan binanın tüm restorasyonu Bursa
Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılacak ve
çalışmaların ardından konak, sosyal tesis olarak
Gemliklilerin kullanımına açılacak. Gemlik'in yeni
buluşma noktası olacak mekan, ilçede sosyal,
kültürel ve sanatsal aktivitelerin de yapılmasına
imkan tanıyacak. Eser ilk günkü ihtişamıyla özgün
kimliğiyle ilçeye değer katacak.” diye konuştu.
Gemlik Yalı Konağı, Balıkpazarı Mahallesi’nde yer
alıyor. Panagis Zaphirouplos adındaki Rum tüccar
tarafından 1900’lerin başında yapılan konak, hem
mesken hem de satışlarını yaptıkları mallar için
depo olarak kullanılmış.
Zaman, Haber: Fatih Karakılıç, 07.11.2014
|
ÖMER ULUÇ'UN 'SON İŞİ' SATIŞTA!

Müzayede sezonu tüm
hızıyla başlıyor. Sezonun ilk ve en dikkat çekici
müzayedelerinden biri de Ömer Uluç’un son başyapıtı
‘Ölüdeniz’in satışa sunulacağı Antik A.Ş. tarafından
15 Kasım’da Antik Palace’da düzenlenecek, müzayede
evinin 283. müzayedesi.
Türkiye’nin önde gelen modern ve çağdaş
sanatçılarına ait eserlerin satışa sunulacağı
müzayedede Ömer Uluç’un yanı sıra Erol Akyavaş,
Burhan Doğançay, Fahrel Nisa Zeid, İlhan Koman,
Komet, Adnan Varınca, Nuri İyem, Özdemir Altan,
Ergin İnan, Orhan Peker, Burhan Uygur, Avni Arbaş,
Neşe Erdok’un bulunduğu birçok değerli sanatçıya ait
eserler yer alıyor.
‘En görkemli eserlerinden’
Müzayedeyi yönetecek olan Antik A.Ş. Yönetim Kurulu
Üyesi Olgaç Artam müzayedenin gözde parçası
‘Ölüdeniz’ için, “Müzayedede Çağdaş Türk sanatının
usta isimlerine ait çok önemli eserler yer alıyor.
Ömer Uluç’un ‘son başyapıtım’ olarak tanımladığı
‘Ölüdeniz’ konulu eseri müzayedede satışa sunulan en
görkemli eserlerden bir tanesi. Usta sanatçının
vefatından hemen önce hayatını özetlediği bu
görkemli eser, 250 x 880 cm ebatları ile görenleri
sanatçının iç dünyasına çekiyor. 700 bin TL açılış
fiyatı ile satışa sunulacak eser Çağdaş Türk resim
sanatının da en büyük ebatlı başyapıtlarından biri.
Ömer Uluç
Kitap kapağında yer alan eser” diyor.
Olgaç Artam müzayedede yer alan diğer eserleri
önemli eserleri ise şöyle sıralıyor: “Müzayedede
ayrıca usta sanatçı Erol Akyavaş’ın ünlü “Vav” ve
“Kayıp Derviş” isimli eserleri ile 1960’lı yıllara
ait figüratif çalışması yer alıyor. Burhan
Doğançay’ın Kurdeleler ve Duvarlar konulu eserleri.
İlhan Koman Vakfı koleksiyonundan müzayedeye çıkan
Stokholm dönemi demir heykeli 260 bin TL ile satışa
sunuluyor. Aralarında Orhan Peker, İhsan Cemal
Karaburçak gibi önemli eserlerin yer aldığı
Abdurrahman Hancı koleksiyonu, Burhan Doğançay’ın
‘Kurdeleler’ döneminden 1972 tarihli eserleri ile
‘Duvarlar’ serisinden 2002 tarihli çarpıcı bir eseri
müzayedede satışa sunulacak eserler arasında.” Artam
ayrıca müzayedede günümüz sanatçılarının eserlerinin
de önemli bir yer tuttuğunu söylüyor.
14 Aralık’ta yeni müzayede
Olgaç Artam ayrıca, bu müzayede sezonunda
meraklıları bekleyen yeni gelişmelerden de şöyle
bahsediyor: “14 Aralık’ta Klasik Türk resminin çok
önemli eserlerinin satışa sunulacağı ‘Osmanlı
Eserleri ve Değerli Tablolar’ müzayedemiz var.
Başyapıt eserlere sahip olabilmek birçok
koleksiyonerin ve kurumun hedefi. Alıcılar bu
eserlere büyük ilgi gösteriyorlar”
Milliyet,
Haber: Fisun Yalçınkaya, 07.11.2014
|
TARİHİ YEDİKULE BOSTANLARINA 'HAVUZ' KEPÇESİ

Yedikule'de İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Fatih
Belediyesi'nin tarihi bostanları imara açacak park
projesinin yapımına başlandı. Belediye ekiplerince
geçen yıl yıkılarak molozla kaplanan sur dibindeki
bostanlarda projede yer alan süs havuzu için geniş
bir çukur açıldı. Alan, beton dökümü için
hazırlanırken sur dibinde iş makineleriyle yapılan
çalışmanın 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma
Kanunu'na göre Arkeoloji Müzeleri'nin denetiminde
yapılması gerekiyor.
UNESCO Dünya Miras Listesi'ndeki kara surlarının
koruma bandı içinde yer alan bostanlar aynı zamanda
kentsel ve arkeolojik sit alanı olan tarihi
yarımadada yer alıyor. Arkeologlar Derneği İstanbul
Şubesi ve Yedikule Bostanları Koruma Girişimi'nden
Yiğit Ozar, “Yedikule Bostanları'nı geçen sene
molozla doldurdular, ancak molozun altında
arkeolojik dolgu içeren tabaka var. Molozun içinde
yapılan kazıda da arkeolog mutlaka bulunmalı.
Molozun nerede bittiği arkeolojik dolgunun nerede
başladığı kepçe operatörünün insafına bırakılamaz”
dedi.

BOSTANLARI İMARA AÇACAK PROJE
Tarihi Bizans dönemine uzanan ve içinde yüzlerce
yıllık su kuyuları ve taş havuzları barındıran
bostanların park projesi için geçen yıl yıkılması
büyük tepkiye neden olmuştu. İBB ve Fatih Belediyesi
tarafından yürütülen rekreasyon projesi kapsamında
Yedikule ve Belgradkapı arasındaki 85 dönümlük
araziye içinde süs havuzu olan bir park ile cafe ve
restoranlar yapılacak.
Tarihi bostanları imara açan 'park projesi' UNESCO
Dünya Kültürel ve Doğal Mirası'nın Korunması'na Dair
Sözleşme kapsamında 2011'de hazırlanan ve bostanları
2. Derece Koruma Bölgesi olarak belirleyen Tarihi
Yarımada Yönetim Planı'na aykırı.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 07.11.2014
******
BOSTANLARDA İZİNSİZ KAZI DURDURULDU
Tarihi Yedikule Bostanları'nda İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB) tarafından yürütülen park
projesinin inşaatı için UNESCO Dünya Miras alanı
olan kara surlarının dibinde yapılan kazıların
Arkeoloji Müzeleri'nden izinsiz yapıldığı tespit
edildi.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri uzmanları, Arkeologlar
Derneği'nin ihbarı üzerine projenin havuzu için sur
dibinde açılan geniş çukurları yerinde inceleyerek
yapılan izinsiz kazıyı 2 No'lu Yenileme Alanı Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu'na bildirdi. Denetimsiz
yapılan kazı çalışması geçen Pazartesi günü
durduruldu. Ancak bostan arazisinde iş makineleriyle
yapılan çalışmalar dün devam etti. Şantiye
görevlileri alanda kazı yapmadan inşaat
çalışmalarına devam ettiklerini öne sürdü.
İZİNSİZ KAZI İLK DEĞİL
2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu'na
göre Tarihi Yarımada'da yapılacak kazıların
Arkeoloji Müzeleri'nin denetiminde yapılması
gerekiyor. Park projesinin yüklenicisi Efor Yapı
ise inşaat çalışmalarını Arkeoloji Müzeleri'nin
denetiminde yapmak yerine serbest arkeolog
gözetiminde yürüttü.
Yedikule Bostanları'nı geçen yıl molozlarla kaplayan
kazı ve dolgu çalışmaları da Arkeoloji Müzeleri'nin
denetiminde yapılmamış, Arkeologlar Derneği yapılan
inşaat çalışmalarının arkeolojik dokuyu tahrip
ettiğini tespit etmişti.

NE OLMUŞTU?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Fatih
Belediyesi'nin park projesi için geçen yıl yıkılarak
molozlarla kaplanan Yedikule Bostanları'nda bir
haftadır iş makineleri çalışıyordu. İnşaat
çalışmaları kapsamında projenin süs havuzu için
geniş bir çukur açılarak, zemine beton dökülmüştü.
İçinde yüzlerce yıllık su kuyuları ve taş havuzları
barındıran bostanlar için yapımına başlanan park
projesi UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirası'nın
Korunması'na Dair Sözleşme kapsamında İ2011'de
hazırlanan ve tarihi kara surlarına bitişik alanda
mevcudiyetini sürdüren bostan alanlarının
korunmasını ön gören Tarihi Yarımada Yönetim
Planı'na aykırı.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 12.11.2014
******
TARİHİ BOSTANA SÜS
HAVUZU YAPACAKLARDI
Tarihi İstanbul
Surları’nın dibindeki sur hendeği içinde yer
alan Yedikule Bostanları’na yapılması planlanan
park projesi içindeki süs havuzu yapımı için
geçtiğimiz günlerde kepçe vuruldu.
Ancak kazı izni ve
müze arkeoloğu olmadan kazıların yapıldığı
itirazları üzerine havuz inşaatı durdu.
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Fatih Belediyesi
tarafından yapılması planlanan 'Belgradkapı
Rekreasyon Alanı Projesi'ne 2013'te başlandı.
Buradaki tarihi İsmail Paşa Bostanı'nın üzerinin
molozla kaplanmasının ardından süs havuzu yapmak
için kepçeler çukur açtı. Ardından zemine beton
dökülerek, temel demirleri döşendi. Sur dibi
boyunca ilerleyecek proje kapsamında
spor alanları,
kafe ve restoranların olması planlanıyor. UNESCO
tarafından belirlenen 'Kara Surları Dünya Miras
Alanı'nın içinde yer alan bostanda yapılacak
kazıların 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma
Kanunu'na göre Arkeoloji Müzeleri'nin
denetiminde yapılması gerekiyor. Bizans kara
surlarının savunma sisteminin bir parçası olan
ve savaş zamanında içi su doldurulan hendeğin
bulunduğu bu alan İstanbul’un fethinden sonra
bostan olarak kullanıldı. 17. yüzyıldan kalma
haritalarda İsmail Paşa Saray Bostanı olarak
geçen arazideki çalışmanın, kazı izni ve müze
arkeologu gözetimi olmadan yapıldığı iddia
edildi.
MÜZE DENETİMİ DIŞINDA
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu
Üyesi ve Yedikule Bostanları Koruma Girişimi üyesi
Yiğit Ozar, bostanlardaki su kuyuları, sarnıçlar ve
müştemilat yapılarını içeren kültür varlıklarının
çalışmalar nedeniyle zarar gördüğünü söyledi. Geçen
yıl başlayan çalışmaların müze denetimi dışında
yürütüldüğünü iddia eden Ozar, "Bu kazıları müze
denetimi dışında yaptıklarını ilgili Koruma Kurulu
ile yazışmalarımızla belgeledik. 1 yıllık bir
duraklamadan sonra yine bir çalışma başladı. Burada
da müze denetimi olmadığını öğrendik. İstanbul
Arkeoloji Müzeleri'ne durumu bildirdik, kendileri
alanda işlem yaptılar" dedi. Arazide incelemede
bulunan İBB yetkilileri ise kazının arkeolog olmadan
yapıldığını reddederek, çalışmaların yaklaşık 15 gün
durdurulduğunu ve bu süre içerisinde bostanın da
projeye dahil edileceği bir plan üzerinde
çalışacaklarını açıkladı.
SADECE DUVAR DEĞİL
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı
Sami Yılmaztürk, kara surlarının tarihi yarımadanın
dünya mirasına alınma gerekçelerinden biri olduğunun
altını çizerek, "Bu surlar sadece bir duvar değil,
surların her iki yakasının da bütün olarak korunması
gerekir. Sur dibinde herhangi bir inşai faaliyet
yapılamaz. Sadece yeraltındaki değerleri gün yüzüne
çıkarmak ve tarihimizi daha iyi öğrenmek için
arkeolojik kazı yapılabilir" dedi.
MARULU İLE ÜNLÜYDÜ
Yedikule ve Belgradkapı arasında yer alan Bizans
döneminden kalan surların her iki tarafında da
Osmanlı'nın 16. ve 17. yüzyıldan itibaren uyguladığı
tarım yöntemlerini günümüze taşıyan bostanlar
bulunuyor. Marulu ile ünlü olan Yedikule
bostanlarının bulunduğu arazide, Koruma Kurulu'nca
tescil edilmiş tarihi bir kagir ev ve ahırın yanı
sıra henüz tescil edilmemiş tarihi bir su kuyusu da
bulunuyor. Geçen yıl Fatih Belediyesi sınırları
içinde kalan suriçinde moloz dökülerek başlayan park
projesi ile bostancılar alandan çıkartılmıştı.
Hürriyet, Haber: Ezgi
Çapa, 13.11.2014
|
PHASELİS'E OTEL RÜYASI ŞİMDİLİK BİTTİ!

Yöre halkı ve Antalya’daki sivil toplum örgütü
ile meslek odalarının açtığı davayı gören Antalya 2.
İdare Mahkemesi, bir kısmı arkeolojik sit alanı olan
180 dönümlük alanda yapılmak istenen lüks otel için
verilen ÇED Gerekli Değildir kararının yürütmesini
durdurdu. Davacı yöre halkı ve sivil toplum
örgütleri ortak bir açıklama yaparak Phaselis’in tüm
halkın ortak alanı olduğunu vurguladılar.
Antalya’nın Kemer
İlçesi'nde bulunan Phaselis
antik kentinin bitişiğinde Rixos Oteller zincirinin
sahibi işadamı Fettah Tamince tarafından yapılmak
istenen “Dream Of Phaselis” adlı otel projesine
Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından
geçtiğimiz yıl ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı
verildi. Ancak tamamı Beydağları Olimpos Milli Parkı
içerisinde yer alan, 18 dönümlük kısmı ise 1. Derece
arkeolojik sit alanında bulunan 180 dönümlük arazide
yapılmak istenen otele karşı yöre halkı ayağa
kalktı. 280 oda kapasiteli bin yataklı dev tatil
köyü için verilen ÇED Gerekli Değildir kararının
iptalini isteyen yöre halkı ve sivil toplum
örgütleri, Antalya 2. İdare Mahkemesi’nde dava açtı.
Mahkeme: ‘Proje dosyası hiçbir bilgi
vermiyor’
Davayı gören mahkeme, yöre halkının talebini haklı
bularak otel projesine verilen ÇED Gerekli Değildir
Kararı’nın yürütmesini durdurdu. Yerinde yapılan
bilirkişi incelemesinin sonucunda alınan mahkeme
kararında, bölgenin kendine has endemik türleri
barındırdığına dikkat çekilerek, “kültürel miras
açısından Phaselis antik kenti teritoryumu etkileşim
sahası içinde yer aldığı, planlama ve yer seçimi
açısından dava konusu alanını seçiminde ve tesisin
ele alınışında önemli eksiklikler bulunduğu, alanın
hem Milli Park ve hem de 1. derece arkeolojik sit
alanı içinde ve ayrıca Phaselis teritoryumu
etkileşim sahası içinde bulunduğu gözetilmediği,
proje tanıtım dosyasının projenin çevresel etkileri
konusunda proje ile doğrudan ilişkili bilimsel ve
teknik hiçbir bilgi vermediği gibi çözüm önerisi de
sunmadığı” görüşüne yer verildi.
‘Otel projesini tesadüfen öğrendik’
Mahkeme kararının ardından Mimarlar Odası Antalya
Şubesi’nde bir araya gelen davacılar ortak bir basın
açıklaması yaparak gelişmeyi kamuoyuna duyurdu.
Tekirova’da yaşayan davacılardan Sami Adaletli
tarafından okunan ortak basın açıklamasında, dünyaca
ünlü antik kentteki otel projesinin tesadüfen
öğrenildiğine dikkat çekilerek, “proje için gerekli
olan ÇED sürecinin işletilmemiş olduğunu büyük bir
üzüntüyle öğrendik. Üzüldük ama şaşırmadık. Tarihi
Taksim Gezi Parkına Kışla ve alışveriş merkezi,
Tarihi Haydarpaşa limanına kruvaziyer liman,
zeytinlik ve tarım alanlarına termik santral, her
dağ başına taş ocağı, her dereye HES yapmak isteyen
anlayışın Phaselis’e bakışında da bir otel silueti
görmesi normaldi” görüşüne yer verildi.
Yöre halkı projeye karşı birlik oldu
“Fakat biz orada yaşayan Tekirova, Çıralı, Kemer
halkı ile duyarlı sivil toplum ve meslek örgütleri,
bu anlayış karşısında birlik olduk” ifadelerine yer
verilen basın açıklamasında, projeye verilen ÇED
Gerekli Değildir kararının iptali istemiyle dava
açıldığı belirtilerek, şöyle denildi: “İptali
istenen karar, proje tanıtım dosyasına (PTD)
dayanmaktadır. Bu dosya yeterli ve bilimsel
değildir. Tamamen genel bilgiler ve eldeki resmi
şablon belgelere göre hazırlanmış proje tanıtım
dosyası, alanla ilgili özellikler içermemekte,
alanın 18 dönüm kadarı 1. derece sit alanı olmasına
rağmen bununla ilgili hiçbir inceleme bulunmamakta,
milli park statüsünde bulunan alanla ilgili özel bir
değerlendirme yapılmamakta, hatta 161 bin metrekare
alana oturacak ve içinde tenis kortu, otopark, 280
oda ve 3 yüzme havuzu, restoran ve alışveriş merkezi
bulunacak böyle bir kompleks için kaç ağaç
kesileceği dahi bulunmamaktadır. Bu nedenle alanın
özelliği gereği ÇED kararı mutlaka bulunmalıdır.
Hatta ve hatta, alanın özellikleri gereği burada
herhangi bir tahsis işlemi dahi yapılmaması,
herhangi bir projenin dahi düşünülmemesi
gerekmekteydi. Bu konuda da bizler başka bir dava
daha açmış bulunmaktayız.”
‘Phaselis tüm halkımızın ortak alanıdır’
Dava konusu alanın bitişiğinin, uluslararası öneme
sahip 1. derece arkeolojik ve doğal sit olarak
tescillenen Phaselis antik kenti olduğu vurgulanan
açıklamada, “Bu kentin kalıntılarını taşıyan alanın
bir kısmı tahsis edilen 878 parsel içerisinde
bulunmaktadır. Tarihi bir liman kenti olan ve
içerisinde antik tiyatro dahil birçok kalıntı
barındıran bölge, ören yeri olarak ziyaretçileri ile
önemli bir turizm geliri yaratmaktadır. Alanın gerek
tarihi dokusundan, gerek orman ve denizinden
yararlanan bölge halkı, burasının Otel olarak
verilmesine karşı çıkmaktadır. Turizm tesisi
inşaatı, yukarıda açıkladığımız üzere hem ormanlık
alana, hem de tarihi alana zarar vereceği gibi bölge
halkının bu alanlardan yararlanmasını da
engelleyecektir. Bu yönüyle de dava konusu işlemde
kamu yararı bulunmamaktadır. Artık yapılması
gereken, Phaselis gibi tarihsel önemi olan bu milli
park alanını korumak ve değerlerini ortaya çıkartmak
olmalıdır. Phaselis’te bir rant olgusuna bölge halkı
ve Antalya sivil toplumu ile meslek örgütleri
kesinlikle izin vermeyecektir. Phaselis, tarihi
dokusu ve ekolojik değerleriyle tüm halkımızın ortak
alanıdır” denildi.
Phaselis’e otel projesi kamuoyunda büyük tepki
uyandırırken, işadamı Fettah Tamince yaptığı
açıklamalarda bungalov tarzında inşa edileceğini
iddia ettiği otel projesini savunarak doğaya ve
tarihe uyumlu bir yatırım olacağını öne sürmüştü.
Ancak Tamince’nin açıklamaları kamuoyunun tepkisini
azaltmaya yetmedi. Projeye karşı imza kampanyası
başlatan üniversite öğrencisi Melike Vergili, kısa
sürede 40 bine yakın imza toplayarak konunun
kamuoyunun gündemine taşınmasına önemli katkı
sağladı. Pek çok kez eylem yapan yöre halkı ve yaşam
savunucuları, sivil toplum örgütleri ve meslek
odalarıyla birlikte projeye verilen ÇED Olumlu
Kararı’na karşı dava açmıştı. Phaselis davasına
müdahil olan kişi ve kurumlar ise şöyle: Mimarlar
Odası, Çevre Mühendisleri Odası, Peyzaj Mühendisleri
Odası Antalya şubeleri, Antalya Barosu, Kemer
Esnafları ve Turizmcileri Derneği, Doğa Dostları
Spor Derneği, Çıralı’yı Sevenler Derneği, SS.
Ulupınar Çevre Koruma ve Geliştirme ve İşletme
Kooperatifi. Sami Adaletli, Bilal Aktan, Ahmet Kaya,
Tahir Şimşek, Ali Kara, Erdal Elginöz, Tuğba Pınar
Günal, Elif Arığ Guttstadt, Bedia Tülüer, Muharrem
Birhan Erkutlu, Büşra Koç, Yılmaz Vural.
Sol Haber: Haber: Yusuf Yavuz, 07.11.2014
|
DEFİNE AVCILARI TARİHİ MEZARLIĞI TAHRİP ETTİ

Ağrı Dağı
eteklerindeki 800 yıllık tarihi mezarlığın define
avcıları ve hayvanlar tarafından tahrip edildiği
belirtildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescillenen
tarihi mezarlık, define avcıları ve hayvanlarını
bölgede otlatan bilinçsiz kişilerin adeta hedefi
haline geldi.
Iğdır Kültür ve Turizm Müdürü Osman Engindeniz,
tahrip edilen ve üzerinde çeşitli figürler bulunan
kaçbaşı taşların söküldüğü tarihi mezarlığın
korunması için çalışma başlattıklarını belirtti.
Mezarlığın etrafına tel örgü çekeceklerini ve
mezarlıkta bir bekçi görevlendireceklerini
vurgulayan Engindeniz, sit alanı olan mezarlığı
korumak gerektiğini söyledi.
Engindeniz, alanda çok fazla mezar taşı
bulunduğunu ve bu taşların tarihi eser niteliğinde
olduğunu bildirerek, "Burada çok sayıda koçbaşı taş
vardı ama insanlar bu taşları süs eşyası amacıyla
söküp götürmüş. Şu an büyük bir tahribat söz konusu.
Define avcılarının ve hayvanların tahribata
uğrattığı bölgeyi korumak için elimizden gelen
gayreti gösterip burayı turizme kazandıracağız" dedi
Akşam, 07.11.2014
|
BURDUR'DA BİN 800 YILLIK HAVUZ VE ÇEŞME YAPISI
BULUNDU
Gölhisar İlçesi'ndeki Kibyra
antik kentinde yapılan kazılarda, üç kademeli havuz
sistemi ile çeşme yapısı bulundu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı adına başkanlığını
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi (MAKÜ) Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şükrü
Özüdoğru'nun yaptığı kazılarda, Kibyra antik
kentinde üç kademeli havuz sistemi ile çeşme yapısı
ortaya çıkarıldı.
Kazılarda görevli Dicle Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi
Tarih Bölümü Eskiçağ Tarihi Anabilim
Dalı Araştırma Görevlisi İsmail Baytak, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki
kazılarda antik kentin agora, çarşı
pazar yerinde önemli buluntuların ortaya
çıkarıldığını söyledi.
Agorada bulunan havuz sisteminin üç kademeli
olduğunu, suyun önce birinci kademeye geldiğini,
daha sonra ikinci ve üçüncü kademelere aktarıldığını
anlatan Baytak, buradan da insanların kullanımı için
başka bir sistemle agoradaki dükkanlara ve binalara
dağıtımının yapıldığını kaydetti.
- "Çok muazzam bir görüntüsü ve görselliği
olmalı"
Baytak, havuzdaki suyun künkler aracılığıyla
dağıtımının yapıldığını, sistemin bazen alt bazen de
üst kottan gittiğini ifade etti.
Havuzun alt bölümünde suyun durdurulması için bir
sistem ile atık su gideri bulunduğunu dile getiren
Baytak, havuz temizlendikten sonra atık suyun
agoradaki caddenin altından aşağıya verildiğini
bildirdi.
Çeşmenin, antik kentin terasının şekillenmesinin
ardından yaklaşık 200 yıl sonra yapıldığının tahmin
edildiğini anlatan Baytak, "Havuz ve çeşme antik
kentin doğu giriş kapısının önüne yapılmış.
Kent o dönem klasik dönemini yaşıyor, çok
zengin. Bu çeşme ve havuzun da çok muazzam bir
görüntüsü ve görselliği olmalı" dedi.
- Adı "Herakles" olacak
Baytak, havuz ve çeşme yapısının çevresinde
sikke ve seramikler bulduklarını, bu buluntulardan
yapıların tarihleri hakkında bilgi sahibi
olduklarını belirtti.
Havuz ve çeşme yapısının MS 2. yüzyılın sonu, 3.
yüzyılın başlarına denk geldiğinin altını
çizen Baytak, "Çeşme yapısı, agoranın en önemli
buluntularından biri. Herakles (Herkül) heykelinin
büstü de burada bulundu. Bu nedenle bu çeşmeye
'Herakles' adını vereceğiz ve literatüre de öyle
geçecek" diye konuştu.
Baytak, gelecek yıl yapılacak kazılarda çeşmenin
ve havuzun yapısını, suyun nasıl aktarıldığını
çizimlerle ortaya koyacaklarını sözlerine ekledi.
Radikal, Haber: Gökmen Yüce, 07.11.2014
|
GALATA KÖPRÜSÜ'NÜN KAYIP PARÇALARI BULUNDU

Tarihi Galata Köprüsü’nün
kayıp 4 parçası 1992 yılındaki yangında hasar
görerek sulara gömülüştü. 1994 yılının ocak ayında
sudan çıkarılan parçalar, işlevlerini yitirdiği için
hurda olarak MKE’ye satıldığı ortaya çıktı.
Galata Köprüsü’nün bin tonu bulan kayıp 4
parçasının, 1992 yılındaki yangından 2 yıl sonra
işlevini yitirdiği gerekçesiyle Makine Kimya
Endüstrisi’ne (MKE) hurda niyetine satıldığı ortaya
çıktı.
Habertürk Gazetesi’nde 23 Ekim’de yayınlanan,
Galata Köprüsü’nün 4 parçasının kayıp olduğunu
gösteren haberin ardından, Kültür Bakanlığı ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışma başlattı.
GALATA KÖPRÜSÜ'NÜN 74 METRESİ KAYIP!
Parçaların akıbetini belirlemek için 16 Mayıs
1992’de köprüde çıkan yangına odaklanıldı. Sebebi
belirlenemeyen yangın, 1912’de yapılan köprünün 80
yıl sonra emekliye ayrılmasına yol açtı. Yangın
sonrası bir bölümü büyük zarar gören tarihi köprü 24
Mayıs 1992’de iki parçaya bölünerek
Hasköy-Balat arasında yerleştirildi. Tarihi
köprünün bir bölümü yangının hemen ardından suya
gömüldü. Yangından zarar gören diğer iki parça da
bir süre sonra üzerindeki ağır inşaat malzemeleri
yükü sebebiyle suyun altına gömüldü. 2 yıl boyunca
suyun altında kalan ağırlığı bin tonu bulan
parçalar, Nurettin Sözen’in belediye başkanlığının
son döneminde, 1994 yılı ocak ayında suyun altından
çıkarıldı. Ancak, suyun altında paslanan ve yıpranan
parçalar, işlevlerini yitirdiği gerekçesiyle MKE’ye
hurda olarak satıldığı ortaya çıktı. Tarihi köprünün
parçalarının satışı, eski evraklara ulaşan belediye
kaynakları tarafından da doğrulandı.
SÖZEN: HİÇ FİKRİM YOK
Dönemin belediye başkanı Nurettin Sözen, köprünün
hurda olarak satışına ilişkin sorularımız üzerine,
“Nereye satıldığı konusunda hiçbir bilgim yok
maalesef. Makine Kimya Endüstrisi bir devlet kurumu,
o parçayı alıp ne yapacak? Bu satışla ilgili hiç
fikrim yok. İlk defa duyuyorum” dedi.
Milliyet, 07.11.2014
|
BODRUM'DA MİKEN DÖNEMİNE AİT TARİHİ ESERLERE
RASTLANDI

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi tarafından
Ortakent ve Gümüşlük mahallelerinde yapılan sondaj
ve kurtarma kazılarında, Bodrum Yarımadası'nın
tarihine ışık tutacak yeni verilere ulaşıldı.
Müze Müdürü Emel Özkan, gazetecilere yaptığı
açıklamada, yaptıkları sondaj ve kurtarma
kazılarında Ortakent ve Gümüşlük'te yaptıkları son
çalışmalarda Miken dönemine ait 49 eseri gün ışığına
çıkardıklarını söyledi. Özkan, "Bu eserlerle
müzemizde bulunan Miken dönemine ait buluntuların
sayısı 248'e ulaşmıştır. Böylece müzemiz, ülkemiz
müzeleri içinde en zengin Miken koleksiyonuna sahip
müze durumuna gelmiştir" dedi.
Tarihi 3 bin 500 yıl öncesine dayanan
buluntuların Batı Anadolu'nun geçmişi için çok
önemli olduğuna değinen Özkan, "Bu kazıda ele geçen
bir amfora ve içinde bulunan ölü hediyelerinden,
nekropol alanının arkaik döneminde de kullanıldığını
anlamaktayız" diye konuştu.
Gümüşlük'te yapılan kazılar sonucunda bir
nekropol alanına daha rastladıklarını anlatan Özkan,
şöyle konuştu:
"Pitos mezarlar ve içinde ele geçen ölü
hediyeleri ile bu nekropol alanı erken tunç dönemine
tarihlidir. Böylece, yaptığımız kazılar sonucunda
Batı Anadolu'da oldukça sınırlı sayıda olan
prehistorik dönem yerleşim merkezlerine bir yenisini
daha ekledik."
Kazılarda bulunan iskeletlerin antropologlar
tarafından incelendiğini kaydeden Özkan, bulunan
eserlerin sergilenmesi için çalışmaların devam
ettiğini bildirdi.
İlk kez görüntülenen eserler arasında ise ölü
hediyesi olarak konulmuş seramikten kirpi şeklinde
aryballos (koku şişesi), Mısır Tanrısı Horus'un gözü
şeklinde bir kolye ucu ve kişisel mühür ya da
nazarlık olarak kullanılan bir kutsal Mısır böceği
yer alıyor.
Akşam, 07.11.2014
|
ERDOĞAN'IN YENİ SARAYI: VAHDETTİN KÖŞKÜ
Erdoğan,
Atatürk Orman Çiftliği’ne kaçak olarak yapılan ve
kamuoyunda ‘Ak Saray’ olarak bilinen
cumhurbaşkanlığı sarayının ardından İstanbul’da da
bir saraya kavuşuyor. Son Osmanlı padişahı Sultan
Vahdettin’in tahta çıkmadan önce kullandığı
Çengelköy sırtlarında bulunan Vahdettin Köşkü artık
Erdoğan’ın hizmetinde olacak. Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın paha biçilemeyen köşkü İstanbul’da
bulunduğu zamanlarda çalışma ofisi olarak
kullanacağı tahmin ediliyor.

Çengelköy sırtlarında son Osmanlı Padişahı
Vahdettin’in tahta geçmeden önce yaşadığı
Çengelköy’deki Vahdettin Köşkü’ndeki restorasyon
çalışmaları büyük ölçüde tamamlandı.
Yıkılarak yeniden yapılan köşkün önce turizm
tesisi ardından devlet konukevi olacağı, son olarak
da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çalışma
ofisi olarak kullanılacağı iddia edilen köşkün DHA
Gökyüzü kamerasıyla yapılan çekimlerinde binaların
tamamlandığı, alana bir helikopter pisti yapıldığı
görülüyor. İçinde büyük bir otopark alanı yapılan
alt ve üst olmak üzere iki girişi bulunan tarihi
köşk, polis tarafından çok sıkı bir şekilde
korunuyor. Çevresi havuzlu lüks villarla çevrili
durumda olan köşkün alt girişi şu an için
kullanılmazken tüm giriş ve çıkışlar kontrol altında
tutuluyor.
CUMHURBAŞKANI TEFTİŞ ETMİŞTİ
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz
ay üst kapısında bulunan Kerem Aydınlar Camiinde
Cuma namazı kıldıktan sonra teftiş ettiği Vahdettin
köşkünde, şu anda restorasyonla ilgili son
çalışmaların yapıldığı öğrenildi.

VAHDETTİN KÖŞKÜ’NÜN TARİHİ
Çengelköy Köşkü İstanbul’un Beykoz
İlçesi'nde
Çengelköy’de bulunan köşktür. Köşk Padişah olmadan
önce Şehzade Mehmed Vahdeddin Efendi tarafından
kullanıldığı için Vahdettin Köşkü adıyla da bilinir.
Kırım Harbi sırasında İtalyan yaralılarına
hastane olarak tahsis edilen yapı daha sonra 37 bin
altına Sultan Abdülmecid tarafından satın alınarak,
oğlu Şehzade Burhaneddin Efendi’ye (1849-76) tahsis
edilir. Burhaneddin Efendi’nin ölümü sonrası ise
yapı ve bahçesi Sultan II. Abdülhamid tarafından
kardeşi Şehzade Mehmed Vahdeddin Efendi’ye verilir.
Daha sonra Sultan 6. Mehmed Vahideddin ismiyle
tahta geçecek olan Vahideddin Efendi eski köşkü
Fransız mimar Alexandre Vallaury’e yeniden
düzenletti ve kuzeye doğru bir kanat ilave ederek
büyüttürdü. Mehmed Vahideddin Efendi’nin annesi
küçük yaşta vefat ettiği için şehzadeyi Sultan
Abdülmecid’in Kadın Efendileri’nden Şayeste Hanım
büyütmüştür. Anneliği olan bu hanım için de 2 katlı
bir köşk yaptırır ve ona tahsis eder. Köşk, soğan
biçimindeki kubbesiyle bilinir.
Sultan Vahdeddin, yurtdışına kaçarken şahsi mülkü
olan bu araziyi Zehra isimli bir cariyesine
bağışladı. Zaman içinde giderek eskiyen yapı 1950-60
tarihleri arasında kısım kısım yıkılır. Köşk, 1984
yılında “korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı”
olarak tescillendi.
Sözcü, 07.11.2014
|
ANTALYA'DA BİN 800 YILLIK HEYECAN VERİCİ BULUŞ

1800 yıl önce yapıldığı
tahmin edilen başsız bir erkek heykeliyle bir kadın
heykeli başı bulundu.
Perge antik kentinde Antalya Müzesi Müdürlüğü'nce
başkanlığında sürdürülen kazılar kapsamında 1800
yıllık çıplak erkek heykeli ve kadın başı bulundu.
İnce taneli beyaz mermerden yapılmış başı olan
çıplak erkek heykelinin sağ kolunun dirseğinden, sol
kolunun bileğinden, sağ bacağının kalçasından, sol
bacağının ise diz kısmından itibaren kırık olduğu
görüldü. Sol omuzunda duran giysisi arkadan gelip
dirsekten bükülü sol kola dolanarak aşağıya
sarkmakta olan eserin, sol omzunda düğüm yapan kalın
elbise tomarı üzerinde madalyon şeklinde, büst
biçimli bir kabartma var. Kadın heykeli başında ise
saç ve yüz detayları oldukça belirgin. Derin matkap
kullanılarak işlenmiş kıvrık saçlarının ön kısmı
başörtüsü altından görülen figür saçlarda
meyvelerden oluşan bir çelenk ile şekillendirilmiş.
Kalın göz kapakları, ince uzun düzgün burnu, tok
çene ve dolgun yüz ilgi çeken detaylar. İki eser de
konservasyon çalışmalarının ardından Antalya'da
sergilenecek.
Sabah, 07.11.2014
|
ABD'LİLER KONSOLOSLUK BİNASINDAKİ RESİMLEİR
MÜSTEHCEN DİYE BOYAMIŞ!
ABD'nin İstanbul'da 94 yıl kullandığı tarihi
binadaki resimleri 'müstehcen' diye boyadığı ortaya
çıktı. Binayı 51 yıllığına kiralayan Serdar Bilgili,
"Özel teknikle bu tarihi resimleri yeniden ortaya
çıkartıyoruz" dedi.

İstanbul 'da Tepebaşı'nda
ABD 'nin 94 yıl konsolosluk
olarak kullandığı binanın duvar ve tavanlarındaki
resimlerin 'müstehcen' diye boyandığı ortaya çıktı.
Binayı 51 yıllığına kiralayıp Soho House çevirmek
için restore eden Serdar Bilgili, “Özel bir teknikle
eskiterek duvarlar yenileniyor. Duvarlardaki
çizimler müstehcen diye boyalarla kapatılmış. 1860
yıllarında yapılan bina müze gibi” dedi.
Hürriyet'ten Ceyhun Kuburlu'nun
haberine göre, Serdar Bilgili, 1860 yılında İtalyan
bir işadamı için yapılan, 2001 yılına kadar 94 yıl
ABD’nin büyükelçilik ve ardından
konsolosluk olarak
kullandığı Tepepaşı’ndaki tarihi binayı 51 yıllığına
kiraladı. ‘Soho House’ isimli özel bir
kulüp yapacağı binanın
restorasyonuna girişti.
Ancak restorasyon sırasında ilginç bir gelişme
yaşandı. Yapılan restorasyon çalışması sırasında
ABD’li yetkililerinin duvarlardaki ve tavandaki
çizimleri boyayarak kapattığı ortaya çıktı.

51 YILLIĞINA KİRALANDI
Özel üyelik sistemiyle çalışan Soho House için
hazırlanan bina 51 yıllığına Bilgili Holding’e
kiralandı. Bugüne kadar kimsenin görüntüleyemediği
konsolosluk binasındaki eserler teker teker
gün yüzüne çıkıyor. “Türkiye’de yapılmış en iyi
restorasyon çalışmasına imza atıyoruz” diyen Bilgili
Holding’in patronu Serdar Bilgili, “Özel bir
teknikle eskiterek duvarlar yenileniyor.
Duvarlardaki çizimler müstehcen diye boyalarla
kapatılmış. 1860 yıllarında yapılan bina müze gibi”
dedi.

İTALYAN MİMAR YAPTI
İtalyan mimar Giacomo Leoni tarafından 1860
yılında işadamı Ignazzio Corpi için konut olarak
inşa edilen ABD Konsolosluk
Binası’na ilk yapıldığında Palazzo Corpi adı
verilmişti. ABD, 1907’de binayı satın alarak
büyükelçilik yaptı. 1937’de büyükelçilik Ankara’ya
taşınınca bina başkonsolosluğa dönüştürüldü.
Amerikan Konsolosluğu binası 2001’de New York’ta
yaşanan İkiz Kule saldırılarının ardından
güvenlik gerekçesiyle
İstinye’ye taşınmıştı. Tepebaşı’ndaki 4 dönüm arazi
üzerine kurulu tarihi
konsolosluk
binası da boş kalmıştı. ABD’nin yurtdışında edindiği
Avrupa’da ilk, dünyada da ikinci temsilcilik binası
olan yapı freskler ve resimlerle süslenmiş geniş
merdivenli girişlere sahip. Yüksek tavanlı binada,
yüksek gibi mitolojik kahramanların tasvirleriyle
süslenmiş klasik dekorasyon hakim.
Radikal, 06.11.2014
|
TAM 65 MİLYON DOLAR!

New York’ta düzenlenen müzayedede eseri 65 milyon
dolara satılan Fransız ressam Edouard Manet, kendi
açık artırma rekorunu kırdı.
Christie’s müzayede evi, “İzlenimci ve Modern
Sanat Sonbahar Müzayedesi”ni dün gece New York’ta
Rockefeller Center’daki ofisinde gerçekleştirdi.
Müzayedede, 1883 yılında vefat eden Fransız
ressam Manet’nin başyapıtı ”Le Printemps” (İlkbahar)
adlı eseri 65 milyon dolara satıldı. Esere, 25
milyon ila 30 milyon dolar değer biçilmişti.
İzlenimci Fransız ressam Manet’nin Parisli bir
aktristin portesini yaptığı ”İlkbahar” adlı yağlı
boya tablosunun 65 milyon dolara alıcı bulmasıyla
sanatçının 2010 yılında Londra’da yapılan
müzayededeki 33 milyon 200 bin dolarlık açık artırma
rekoru kırılmış oldu.
Christie’s’in dün geceki müzayedesinde, 39 sanat
eserinin 35’i satıldı.
1832-1883 tarihleri arasında yaşayan sanatçının
bir yüzyıldan fazla aynı Amerikan koleksiyonunda
olan eseri İlkbahar, son 20 yılda da Washington’daki
National Gallery of Art’ta sergilendi.
İzlenimci akımın en tanınan sanatçılarından
Manet, portreleriyle öne çıkarken, Paris’in sosyal
hayatını eserlerine ustaca yansıttı.
Sözcü, 06.11.2014
|
40 YILLIK SANAT TARİHİ ARŞİVİ TEHLİKEDE

Sanat tarihi arşivciliğin pek yaygın ve
kurumsal olmadığı ülkemizde, Türkiye’nin sanat
tarihi açısından belki de en ilginç ve verimli
arşivi Temmuz ayından beri araştırmacılara kapalı.
Sanat tarihçisi Zeynep Rona’nın 1970’lerden beri
Türkiye’de yapılan sanat etkinlikleri ile ilgili
dergiler, gazete küpürleri, davetiyeler, basın
bültenleri, sanatçı metinleri, broşürler, ve
kataloglar gibi çok çeşitli materyali bir araya
getirerek oluşturduğu arşiv kadro yetersizliği
yüzünden kapanmış durumda.
Hali hazırda Mimar Sinan Üniversite’sinde bulunan
arşiv Türkiye sanat tarihinin son 40 yılına ilişkin
100 bini aşkın belgeyi bir araya getiriyor. Oysa
üniversite yönetimi, sözleşme şartlarına göre, arşiv
çalışmasını sürdürmeyi ve kamuya açık tutmayı
taahhüt ediyor.
Eğitimli personel istihdam edilmiyor
2005 yılına kadar Rona’nın kendi evinde bulunan
arşiv, 2006’da Bilgi Üniversitesi’ne bağlı
Santralistanbul’a taşınmış, ancak 2010 yılında
yönetim değiştiğinde tasfiye edilmiş ve
üniversitenin depolarına taşınarak kamuya
kapatılmıştı. 2012 yılında, Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi, Resim-Heykel Müzesi’nin yeni
yerine taşınması ve projelendirilmesi gündeme
geldiğinde arşivi de bu projeye dahil etmek istedi.
Bunun üzerine Bilgi Üniversitesi depolarında
korunan belgeler MSGSÜ Bomonti Yerleşkesi’ne
taşındı. Arşiv daha sonra Rektörün isteğiyle Sanat
Tarihi Bölümü’ne bağlandı ve çalışmalarına aynı
mekanda devam etti.
Fakat Temmuz ayından beri arşivin sürdürülmesi ve
kamuya açık tutulması için gereken eğitimli personel
istihdam edilmediğinden arşiv hem kamuya kapatılmış
durumda, hem de o tarihten beri birikmiş olan
belgelere işlem yapılmıyor. Zeynep Rona, kadronun
çıkmayacağı ve arşivin kütüphaneye taşınacağı
konusunda endişeli olduğunu belirtiyor.
Sol Haber, 06.11.2014
|
EDİRNE'DE TARİHİ BİNA KÜL OLDU
Edirne'nin Kaleiçi semtinde
Maarif Caddesi üzerinde bulunan ve lokanta olarak
işletilen tarihi ahşap binanın ikinci katında
ısıtıcının yastığın üstüne devrilmesi sonucu yangın
çıktı. Sibel Barshan'ın işletmeciliğini yaptığı
tarihi bina, Edirne Belediyesi itfaiye ekiplerinin
uzun süren çalışmaları sonucu ancak kontrol altına
alınabildi. Tarihi bina, çıkan yangın sonrası
kullanılamaz hale gelirken, binanın çatısı ve
odaları kül oldu.

Öte yandan, tarihi binada çıkan yangın yan tarafta
bulunan bir eve de sıçradı. Yangın, itfaiye
ekiplerinin müdahalesiyle büyümeden söndürüldü.
Tarihi binanın yakınında oturan Hüsnüye Döngel,
polis ve itfaiye ekiplerinin olay yerine gelmesiyle
yangını öğrendiklerini ve kendilerini hemen dışarıya
attıklarını söyledi.
"ÇOK ŞÜKÜR CAN KAYBIMIZ YOK"
Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, tarihi binada
çıkan yangını kontrol altına aldıklarını ve can
kaybı yaşanmadığı için mutlu olduklarını belirterek,
"Böyle bir şeyin olmasını hiç kimse istemez ama bu
tür yangınlarda en çok dikkat edilen şey can kaybı
olmaması. Çok şükür can kaybımız yok. Yangının çıkış
sebebi yastığın üzerine ufo devrilmiş ondan çıkmış
yangın" dedi.
Tarihi binada, Melek Anne Ev Yemekleri isimli
işletmenin sahibi Sibel Barshan ise ekmek teknesinin
yanışını yaşlı gözlerle izledi.
Olay yerine gelen çok sayıda vatandaş da polis
ekiplerinin çektiği şeritlerin arkasından yangını
meraklı gözlerle izledi.
Sabah, 06.11.2014
|
ANTAKYA'DA GÖREVİNİ YAPAN ARKEOLOG HEDEF GÖSTERİLDİ
Hatay Su ve Kanalizasyon idaresi tarafından sit
alanında yapılan kaçak kazıyı durduran Müze
Arkeoloğu Demet K., Hatay Belediyesi'nin internet
sitesinde ve sosyal medya hesaplarında 'arkeolog
halkı susuz bıraktı' iddiasıyla hedef gösterildi.

Hatay’ın merkez Antakya
İlçesi'nde 1. Derece
Arkeolojik Sit alanında, Hatay Su ve Kanalizasyon
İdaresi (HATSU) Eylül ayında Koruma Bölge
Kurulu'ndan izinsiz altyapı çalışmalarına başladı.
Bölgenin su sorununu çözmek için arkeolojik alana
boru döşeyen HATSU’nun Arkeoloji Müzesi’nden gerekli
izinleri almadığının tespit edilmesi üzerine, müze
tarafından görevlendirilen arkeolog Demet K. kaçak
kazıyı durdurdu.
Bunun üzerine Hatay Büyükşehir Belediyesi sitesinde,
‘HATSU’nun içme suyu boru hattına müze engeli’
başlıklı bir duyuru yayınlayarak arkeolog Demet
Kara’yı hedef gösterdi. Duyuruda, ‘’Hatay Müze
Müdürlüğü Arkeologlarından Demet K.’nın polis
çağırarak durduğu ekipler,
bugün son boru bağlantısını da yaparak
Küçükdalyan’dan kent şebekesine içme suyu verecekti.
Ekiplerimizin engellenmesi nedeniyle içme suyu boru
hattı bağlantısı yapılamamıştır” ifadesi kullanıldı.
‘MÜZE GÖREVLİLERİ NÖBET TUTUYOR’
HATSU’nun Facebook sayfasından da arkeoloğu hedef
gösteren ve “Vatandaşın içme suyu sorununun
çözülmesine Müze Arkeoloğu Demet K. Engel oluyor”
başlıklı bir yazı paylaşıldı. Bu yazıda şu ifadeler
kullanıldı:
“HATSU Genel müdürlüğümüzün Küçükdalyan’da kazdığı
içme suyu kuyularından kent şebekesine su taşıyacak
olan boruların döşenmesine Müze Müdürlüğü arkeoloğu
Demet K. yine engel çıkardı. İçme suyu borusu
döşeyen ekiplerimiz, Müze Müdürlüğünde görevli
Arkeolog Demet K. tarafından bir kez daha
engellendi. Şu anda Küçükdalyan’da HATSU ekipleri
çalıştırılmıyor. Müze görevlileri çalışmanın sürdüğü
bölgede HATSU işçileri çalışmasın diye nöbet
tutuyor. Memleketin faydasına
iş yapan insanlar, amacı belli olmayan kişiler
tarafından işte böyle engelleniyor. Bu kadar engele
rağmen HATSU Hatay için çalışacak.”
ARKEOLOGLAR DERNEĞİ’NDEN KINAMA
Kaçak kazıyı durduran Demet K.’yı hedef gösteren
paylaşımlardan dolayı Arkeologlar Derneği
İstanbul Şubesi Hatay Büyükşehir Belediyesi’ni
kınayan bir duyuru yayınladı. Duyuruda şu ifadeler
kullanıldı: ‘’bilindiği üzere arkeolojik alanlarda
ilgili kurulların izni ve müze denetimi dışında kazı
yapmak 2863 sayılı yasa kapsamında suçtur. Hatay
Müze Müdürlüğü'nde görevli meslektaşımız Demet K. da
bu bağlamda görevini yerine getirmiş ve HATSU'nun
alt yapı güçlendirme çalışmaları kapsamında yaptığı
kaçak kazıyı durdurmuştur. Ancak bu müdahalesinin
ardından HATSU resmi
sosyal medya hesabı üzerinden meslektaşımız
hakkında, ‘vatandaşın içme suyu sorununun
çözülmesine Müze Arkeologu Demet K. engel oluyor’
başlığıyla bir paylaşımda bulunulmuş ve kendisi
Hatay’ın su sorununun sorumlusu ilan edilmiştir.
HATSU'nun arkeolojik alandaki izinsiz alt yapı
çalışmalarının yanı sıra, sosyal medya üzerinden
meslektaşımız hakkında başlattığı karalama
kampanyasının etik ve hukukun sınırlarını zorladığı
açıktır. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi olarak
meslektaşımız Demet K.'nın yanında, sürecin
takipçisi olduğumuzun bilinmesini isteriz. Ayrıca
Hatay gibi arkeolojik olarak çok katmanlı kentlerde
yapılacak alt yapı çalışmalarında yasaların ve
arkeoloji biliminin gerekliliklerinin göz ardı
edilmemesini temenni ederiz.”
Öte yandan konunun yargıya taşındığını belirten
Hatay Büyükşehir Belediyesi yetkilileri ise konuyla
ilgili açıklama yapmadı.
Radikal, Haber: İdris Emen, 06.11.2014
|
ÖLÜMSÜZLÜK ŞEHRİ MİSİS
Roma döneminin önemli
kentleri arasında yer aldığı belirtilen ve
"Ölümsüzlük şehri" olarak bilinen Misis
antik kenti
(Mopsouestia), 7 bin yıllık geçmişi ile Çukurova
tarihine ışık tutuyor.

Adana'nın 27 kilometre
doğusunda Ceyhan Nehri'nin hemen kenarında yer alan
ve Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan antik kentte,
Yüreğir Belediyesi'nin hazırladığı "Ölümsüzlük Şehri
Misis" projesi doğrultusunda, Kültür ve Turizm
Bakanlığı onayı ile Adana Müzesi başkanlığında, Roma
Antik Akdeniz Araştırmaları Enstitüsü ve Ulusal
Araştırma Merkezi'nden Prof.Dr. Anna Lucia D'Agata,
Pisa Üniversitesi'nden Prof.Dr. Giovanni Salmeri
konsorsiyumunda yürütülen kazı çalışmaları devam
ediyor.
Özellikle Roma döneminin önemli kentleri arasında
yer alan ve 7 bin yıldan buyana kesintisiz olarak
kullanıldığı belirtilen antik kentte yürütülen kazı
çalışmaları sonucu kale surları, stadyum,
kervansaray, tiyatro gibi yapılar gün yüzüne
çıkarılmaya çalışılıyor.
Toprağın altında gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen
eserlerle günümüzde gözlemlenebilen mozaikler, antik
taş köprü, yer yer görülen surlar, su kemerleri,
stadyum, tiyatro, hamam, şehrin kuzeyinde bulunan
antik kaya mezarları, geçitli yakasında yer alan ve
büyük bölümü yıkılmış olan Havraniye Kervansarayı
gibi yapılar ise kenti ayrıca önemli kılıyor.
Pisa Üniversitesi'nden Prof.Dr. Giovanni Salmeri,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazı alanında
İtalya'dan gelen uzman ekiplerle çalışmaların
sürdüğünü söyledi.
Salmeri, Misis antik kentinin tarihi çok eskilere
dayanan çok eski bir kent olduğunu belirterek,
burada Neolitik, Kalkolitik, Genç Hitit, Roma ve
Bizans dönemlerine ait kalıntılara rastladıklarını
ifade etti.
Kazı çalışmalarının büyük önem taşıdığını aktaran
Salmeri, "Burada tarih ve insanlar iç içe yaşıyor.
Burası yaklaşık 2-3 yıl sonra kültür ve arkeoloji
parkı olacak" dedi.
"FARKLI MEDENİYETLERE EV SAHİPLİĞİ YAPMIŞ"
Profesyonel bir ekiple kazı çalışmalarını
yürüttüklerini bildiren Salmeri, kazılarda
buldukları parçalardan yararlanarak bölgenin tarihi
konusunda bilgi edinmeye çalıştıklarını kaydetti.
Salmeri, antik kentin yaklaşık 7 bin yıllık geçmişe
sahip olduğunu belirerek, "Höyükteki kazılarda
neolitik döneme ait parçalar bulduk. Yaklaşık 7 yıl
önce yaptığımız analiz sonuçlarında bunun 7 bin
yıllık geçmişe sahip olduğunu belirledik. Misis
antik kenti, tarihi 7 bin yıla uzanan dönemde farklı
medeniyetlere ev sahipliği yapmış" diye konuştu.
Salmeri, bu sezon yaptıkları kazı çalışmalarının
ikinci etabının bir kaç güne sona ereceğini de
sözlerine ekledi.
"ÖLÜMSÜZLÜK ŞEHRİ MİSİS" PROJESİ
Lokman Hekim'in Misis Köprüsü'nden geçerken
ölümsüzlük iksirini düşürdüğü rivayet edilen
Misis'te, Yüreğir Belediyesi tarafından başlatılan
"Ölümsüzlük Şehri Misis" projesi ile yöredeki kaçak
yapılarda oturan vatandaşlar Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı işbirliğiyle düşük taksitlerle sahip
olabilecekleri tarım-köy tarzında konutlar inşa
edilmesi ve tapulu konutlara geçen vatandaşların
sosyal yaşama entegrasyonunun sağlanması
hedefleniyor.
Ayrıca Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın
sağladığı teşvikler ile bölge özelliğine uygun tarım
ve hayvancılığın daha modern koşullarda devam
ettirilmesi ve istihdam olanaklarının arttırılması
düşünülüyor.
Kaçak yapılardan kurtarılan bölgede arkeolojik
kazılara başlanması, süreç içerisinde Misis'in
önemli bir antik kent modeli olarak dünya turizmine
kazandırılması planlanıyor.
Sabah,
06.11.2014
|
İZNİK GÖLÜ'NDE İKİNCİ KALINTIYI BULDUK
İznik
Gölü'nde suların çekilmesi ile birlikte suyun
içindeki tarihi hazinelerde ortaya çıkmaya başladı.
İznik Gölü'nde Ocak ayında rastlantı eseri havadan
çekimler sırasında keşfedilen ve tarihi bazilika
olduğu ortaya çıkan eserin bir ikincisini de Hüseyin
Fethi Balcı ve Mustafa Çapkınoğlu buldu.
İznik Gölü'nde bulunan bazilikanın metrelerce
uzağında, havadan çekimler için kullanılan yeni bir
cihazın test çekimleri sırasında, Maç Reklam firma
sahibi Mustafa Çapkınoğlu ve iznikrehber.com Maji
Medya genel yayın müdürü Hüseyin Fethi Balcı
tarafından fark edilen ikinci kalıntı, ilk bulunan
kalıntı ile aynı hizada ancak daha derinde
bulunuyor. Göl içindeki ilk bulunan bazilikanın göl
suyunun çekilmesi ile duvarlarının neredeyse su
dışına çıkmasının yanı sıra yeni bulunan kalıntıda
duvar yapıları ve su derinliğinin fazla olmasına
rağmen yan duvarları da göze çarpıyor. İznik gölünde
kıyıdan yaklaşık 15 metre uzaklıkta bulunan
kalıntıyı keşfeden Mustafa Çağkınoğlu ve Hüseyin
Fethi Balcı “Başta İstanbul olmak üzere çevre
illerde profesyonel olarak havadan video ve fotoğraf
çekimleri gerçekleştiriyoruz. Yetkililer isterlerse
Türkiye’nin her yerine gerçekleştirdiğimiz gibi
İznik’te de son sistem çekim cihazlarımız ile tüm
göl sahilinde, su altındaki eserleri çekebiliriz.”
dediler.
İznik Gölü'nde yeni keşfedilen tarihi yapının özel
görüntüleri ile 2014 yılının Ocak ayında bulunan ve
1600 yıllık bazilika olduğu açıklanan yapının
suların çekilmesi ile daha belirgin olarak sizler
için görüntüledik.

İznik Rehber, 06.11.2014
|
MANAVGAT'TA 4 TAŞ EV RESTORE ETTİRİLEREK TURİZME
KAZANDIRILACAK
Antalya Manavgat Belediyesi, ilçede 4 cumbalı 4
taş evi restore ettirerek kültür turizmine
kazandıracağını bildirdi.
Manavgat Belediye Meclisi, ilçede Yukarı Pazarcı
Mahallesi 81 ada 4 nolu parsel ve 2029 ada, 1,2 ve 3
nolu parsellerdeki mevcut yapıların sivil mimari
örneği tescillenmesi hususunda Antalya Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü'ne iletilmesini
oy birliğiyle kabul etti.
Manavgat Belediye Başkanı Şükrü Sözen, yaptığı
açıklamada, Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü'nün onay vermesi halinde 4 tarihi
taş evi restore ederek kültür turizmine
kazandıracaklarını söyledi. 4 tarihi taş evin
Manavgat'ın günümüze kadar ayakta kalarak varlığını
sürdüren nadiden sivil mimari örneklerinden biri
olduğunu vurgulayan Sözen, ilgili izni aldıktan
sonra restorasyon çalışmasını mülkiyet sahiplerinin
izinleri doğrultusunda yapacaklarını kaydetti.
Sözen, "Dört evin restorasyonu ile ilgili uzun
zamandan bu yana çalışma yapıyorduk. Bilindiği üzere
Manavgat Belediyesi aynı zamanda Tarihi Kentler
Birliği(TKB) üye bir belediye. Geçen dönem TKB
evlerin restorasyonu için bütçe çalışması bile
yapmıştı. Bunu geçen dönem yapamamıştık. Şimdi
Manavgat'ın sivil mimarisinin yansıtan 4 evin
restore ettirerek Manavgat'ın değerlerini koruma
altına alarak gelecek nesillere aktarmak istiyoruz."
dedi.
Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 05.11.2014
|
SULTAN 2. ABDÜLHAMİD'İN BİRİNCİ KUŞAK VARİSLERİ
ORTAYA ÇIKTI

34'üncü
Osmanlı padişahı Sultan 2. Abdülhamid'in miras
davasında soyağacının tespiti için atanan bilirkişi,
padişahın birinci kuşak varislerini belirledi.
Rapora göre davayı açanlar arasında tam varisler
ortaya çıktı. Bir sonraki duruşmada mahkeme,
bilirkişi raporu doğrultusunda eksikliklerin
giderilmesini isteyebilir ya da padişahın birinci
kuşak varislerine veraset ilamı verebilir.
KERKÜK VE MUSUL HAVZASI, SULTAN ABDÜLHAMİD'İN
'Hanedan soyundanım' deyip Sultan 2.Abdülhamid'in
torunlarının 5 yıl önce başlattıkları miras
davasında üç kişiden oluşan 23 Ekim 2014 tarihli
bilirkişi raporu mahkemeye ulaştı. Birinci kuşak 32
varisin, 10 Şubat 1918 yılında vefat eden Sultan
Abdülhamid'in mirasçılarını gösterir veraset ilamı
verilmesi istemli açılan davada mirasçıların kimler
olduğu büyük oranda ortaya çıktı. Bir kısım varisler
adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü'ne dava açan
avukat Bülent Görür ve Ümit Yılmaz da mahkemeye
ulaşan raporla birlikte 2.Abdülhamid'in birinci
kuşak varislerinin net olarak ortaya çıktığını ve bu
durumun 12 Şubat 2015 tarihli duruşmada mahkemece
değerlendirileceğini söylediler. Değerlendirme
sonucunda mahkemenin eksikliklerin giderilmesini
isteyebileceğini ya da raporda tespit edilen
varislere mirasçılık belgesinin (veraset ilamı)
verilebileceğini anlatan iki avukat, "Sultan
2.Abdülhamid'in veraset ilamı davasında
mirasçılarının kimler olduğu büyük oranda ortaya
çıktı. Çünkü önceki bilirkişi raporunda bundan
önceki veraset ilamları kopuk kopuktu. Bu dava,
dünyanın en büyük veraset davasıdır. 2.
Abdülhamid'in hem Türkiye'de hem Türkiye dışında
malları bulunmaktadır. Örneğin Kerkük ve Musul
petrol havzası üzerinde malları vardır. Dava
sonucunda hak sahipleri, Kerkük ve Musul petrolleri
üzerinde haklarını ve taleplerini ileri
sürebilecekler. Çünkü 2.Abdülhamid, Kerkük ve Musul
bölgesindeki petrol havzalarını haritalandırmış ve
bu bölgeleri şahsi mülkü olarak tapuya
kaydettirmiştir. Bu kayıtlar da elimizde mevcuttur"
dediler.
MİRAS PAYLAŞIMI, NİHAİ RAPORDA BELLİ OLACAK
Raporda ise Sultan Abdülhamid'in 1876 yılında
tahttan indirildiği, 1909 yılına kadar padişahlık
yaptığı ve 1918 yılına kadar sabık hükümdar olarak
tecrit edildiği Beylerbeyi Sarayı'nda öldüğü
anlatıldı. İlk evliliğini 1863 yılında yapan Sultan
Abdülhamid'in diğer evlilikleri ve birinci kuşak
soyağacından doğan çocukları tek tek sıralandı.
Sultan Abdülhamid'in kız ve erkek çocuklarından
devam eden soyunun 15 kişi olduğu anlatılan raporda,
bu kız ve erkek çocukların da evlenmeleriyle davayı
açan bir kısım varislerin Abdülhamid'in birinci
kuşak mirasçıları oldukları belirtildi. Yine bir
kısım varislerin mirasçı olduklarına dair veraset
ilamlarının değişik illerdeki mahkemelerden veraset
dosyalarının celblerinin gerektiği anlatılan
raporda, sahte veraset ilamlarının da bulunduğu,
bununla ilgili araştırma ve suç duyurusunda bulunma
takdir ve yetkisinin İstanbul 12.Sulh Hukuk
Mahkemesi'nde olduğu ifade edildi. Bilirkişi
raporunda tüm varislerin, veraset ilamlarının diğer
mahkemelerden celbedildikten sonra mirasın oransal
olarak ne şekilde paylaştırılacağının asıl nihai
raporda açıklanacağı kaydedildi.
1924 tarihli 431 sayılı yasa, padişah mallarıyla
ilgili talepte bulunulmasına engel teşkil ediyor. Bu
konuda TBMM'nin 1949 tarihli yorum kararı da
bulunuyor. Ancak buna rağmen Sultan Abdülhamid'in
torunları, dedelerine ait olduğunu iddia ettikleri
gayrimenkulleri almak için 5 yıl önce İstanbul 12.
Sulh Mahkemesi'ne dava açtılar. Davacı varisler, "
Müvekkillerin kök murisi olan Sultan 2.Abdülhamid,
431 sayılı kanun çıkarıldığı tarih olan 1924'te
padişah olmayıp 1918'de vefat etmiştir. Meclis
yorumu da geçersizdir" iddiasında bulundular. Davada
bugüne kadar varis olduğu iddia edilen her kişinin
soy ağacı araştırıldı. Osmanlı Arşivi'nden belgeler
istendi. Sonuçta Türkiye, Lübnan, Suriye ve
İngiltere gibi ülkelerden isimlerin olduğu 32
kişilik bir varis listesi oluştu. Bu sayının daha da
artacağı ifade edildi. Avukatların elinde ise dev
mirasla ilgili Galatasaray Adası, Bakırköy'de 70
dönüm arazi, Beykoz ve Kartal'da 30'ar dönümlük
arazi, Kağıthane'de 20 dönüm arazi, Veliefendi
Çayırı, Dolmabahçe'de 30 dönüm bostan, Nişantaşı'nda
iki konak, Şişli, Çatalca, Çekmece ve Geyve'de çok
sayıda çiftlik, Galata'da değirmen arsası, Kabataş
Meydanı, Horhor'da konak ve 5 dönüm arsası, Beşiktaş
Serencebey'de 2 dönüm bağ, Aydın, Antakya, Kilis'te
çok sayıda çiftlik ve arazi gibi bir liste olduğu
belirtiliyor.
Sabah, 05.11.2014
|
AYASOFYA'NIN MİNARELERİ BİR DEPREMLE YIKILIR"

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) öncülüğünde
düzenlenen,
İstanbul’daki tarihi yapıların durumunun ele
alındığı uluslararası deprem çalıştayında,
Ayasofya Müzesi’nin 4 minaresi için kritik
uyarı yapıldı. Bilimsel deney ve analizlerle 10
yıldır Ayasofya’nın durumunu inceleyen
İTÜ Yapı Deprem Enstitüsü öğretim görevlisi
Dr. Reşat Oyguç, Milliyet’e yaptığı açıklamada,
7 ve üzerinde büyüklükteki olası İstanbul
depreminde Ayasofya’nın minarelerinin
yıkılabileceğini söyledi.
‘Güçlendirme yapmak şart’
İstanbul Teknik Üniversitesi Deprem Mühendisliği
ve Afet Yönetimi Enstitüsü tarafından düzenlenen
‘Tarihi Yapıların Depremselliği Çalıştayı’na
katılan bilim insanları, önceki gün Dünya Miras
Listesi'ndeki Ayasofya’ya teknik bir gezi
düzenleyerek tarihi yapıyı yerinde incelediler.
10 yılı aşkın süredir Ayasofya’nın sismik
dayanaklılığı üzerinde çalışmalarda bulunan
organizasyon başkanı Dr. Reşat Oyguç, yaptığı
açıklamada, “Mevcut haliyle Ayasofya’nın 4
minaresi, 7 ve üzerinde büyüklükteki olası
depreme dayanacak durumda değil. Minarelerin bir
an önce güçlendirilerek, tarihi yapının deprem
riskine karşı korunması gerekiyor” dedi. Oyguç,
“Ayasofya’nın olası deprem karşısında vereceği
tepkiyi deneysel olarak hazırladığımız 3 boyutlu
deprem modellemelerinde inceledik. Sanal deprem
deneylerinde minarelerin büyük risk taşıdığını
tespit ettik. Mevcut haliyle Ayasofya’nın 4
minaresi için olumlu konuşmak mümkün değil” diye
konuştu.
Mimar Sinan sayesinde ayakta
Yaptıkları ölçümlemelerde Ayasofya’nın kubbe
ve diğer kısımlarında deprem riskine karşı
sıkıntılı bir durum oluşmasını beklemediklerinin
altını çizen Dr. Reşat Oyguç, sözlerine şöyle
devam etti:
“Tarihi yapının kubbesi kenarlardaki dört kolon
üstünde bulunuyor.
Mimar Sinan döneminde kolonlara payandalar
eklendiği için kubbe kısmında çökme riski
bulunmuyor. Ayasofya’nın en önemli özelliği
kenar kolonlar üzerine oturtulmuş kubbesidir.
Tarihsel süreçte yapıda oturmalar başlayınca
Mimar Sinan döneminde ilave edilen payandalar
yapıyı sağlıklı hale getirdi. Ayasofya, Mimar
Sinan’dan bu yana güçlendirme geçirmedi. Eserin
yaşanan onca depreme rağmen ayakta durması bile
tek kelimeyle muhteşem. 3 boyutlu modelle,
sarsıntı masası deneyleri ve akademik çalışmalar
tamamlanmıştır.”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 05.11.2014
|
KAYA MEZARLARINA İŞ MAKİNASI İLE DALDILAR!

Karaman’ın Ermenek İlçesi bugünlerde maden
faciası ile gündemde... 18 madencimizin toprak
altında kalması tüm ülkeyi yasa boğdu. Ancak Ermenek
Belediyesi 'fırsattan istifade' mi bilinmez ama
Meydan Mahallesi’ndeki sit alanına
iş makinaları ile daldı! Binlerce yıllık kaya
mezarlarının bulunduğu arkeolojik sit alanında slaj
ve set çalışması
yapmak düşüncesiyle iş makinası mezarların önünü
dümdüz etti. Karaman Müzesi’nin durumdan haberi bile
yok. Müze Müdürlüğü yetkilileri "iş makinası ile
girilemeyeceği gibi Konya
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan izin
almadan orada kazma bile vurulamaz" diyor.
Elimize arkeologların işsizlik sıkıntısıyla ilgili
mail yoluyla fotoğraf ve video görüntüsü
geldi. Altındaki notta şu cümleler yer alıyordu;
"Arkeologlar işsiz geziyor,
belediye makinaları gelişi güzel arkeolojik
sit
alanlarında çalışıyor, binlerce yıllık tarih iş
makinalarına kurban gidiyor." Görüntü gerçekten
korkunç. Tarihi mezarların dibinde iş makinası
çalışıyor, başında arkeolog bile yok! Diğer yandan
arkeolog bile olsa arkeolojik sit alanında iş
makinası ile çalışılmaz.

Asur, Hitit, Pers, Makedon, Roma, Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı izlerini taşıyan ilçe Tarihi
Kentler Birliği’ne de üye. 2008 yılında birliğe
dahil edilen şehirde en önemli tarihi eserler
arasında kaya mezarları yer alıyordu. Konya
Kültür
ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından
01.05.1995 tarihinde ilçe merkezinde yapılan
incelemeler neticesinde 64 adet taşınmazın mimari
dokusu korunmaya değer bulunarak tescil edildi.
Bunlardan bir kısmı da kaya mezarları. Ayrıca bu
mimarı dokunun yoğun olarak bulunduğu Ermenek-Mut
Karayolu ile Firan Kalesi arası yer alan kısım
"KENTSEL SİT ALANI", yine Firan Kalesi ile bu
Kentsel sit arasında kalan yamaçlarda yer yer kaya
mezarlarının bulunduğu alan da "1. Derece Arkeolojik
sit alanı" olarak Konya Koruma Kurulu 04.05.1995
tarih ve 2260 sayılı kararı ile ilan edilmişti.

İş makinalarının üzerinde 'Ermenek Belediyesi'
yazıyordu. İlk olarak belediyeyi aradım. Muhtemelen
maden felaketinden dolayı hiç kimseye ulaşamadım.
Fen işleri müdürlüğünden bir yetkili ile konuştum.
Alt taraftaki yola çok fazla taş yuvarlandığı için
set ve slaj çalışması
yapıldığını, mahalleliden çok sayıda şikayet
aldıklarını söyledi.
Karaman Müze Müdürü Abdulbaki Yıldız, söz konusu
alanın arkeolojik sit alanı içinde kaldığını ve
kesinlikle iş makinası ile girilemeyeceğini
belirterek şöyle konuştu; ‘’Konya Koruma Kurulu
onayı olmadan burada izinsiz çalışma yapılamaz.
Müzeye konuyla ilgili hiçbir bilgi gelmedi. Arkeolog
da istenmedi. İlk defa sizden duyuyorum. İhbar kabul
edip derhal görevli arkadaşları
ilçeye yönlendiriyorum. Belediye Başkanımızla
görüştüm kurul kararı olduğunu söyledi ve
ağaçlandırma yaptıklarını iletti. Ancak sit alanına
müdahale var mı inceleyeceğiz."
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.11.2014
|
ÇAMBEL'İN MİRASINA RÖTUŞ

Prof.Dr. Halet Çambel'in Boğaziçi
Üniversitesi'ne bağışladığı Kırmızı Yalı'nın 2
milyon dolarlık restorasyonunda duayen arkeoloğun
binlerce belge ve kitabı da korunacak.
Arkeoloji alanında dünyanın
sayılı isimlerinden Prof.Dr. Halet Çambel'in
Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışladığı Kırmızı
Yalı'nın restorasyonu yaklaşık 2 milyon dolara mal
olacak. Yalının restorasyon süreci ile 8 dönümlük
bahçesindeki peyzaj çalışmaları ise bu yıl sonunda
başlatılacak. Araştırma merkezine dönüştürülecek
tarihi yalı, Halet Çambel-Nail Çakırhan Arkeoloji,
Geleneksel Mimarlık ve Tarih Uygulama ve Araştırma
Merkezi adıyla hizmet verecek. YÖK tarafından da
onaylanan projenin yürütücülerinden olan Doç.Dr.
Paolo Girardelli, "Halet Çambel gerçekten anıt gibi
biriydi. Kırmızı Yalı, onun adına yakışır bir
araştırma merkezi olacak" dedi. Geçen ocak ayında 97
yaşındayken yaşamını yitiren ünlü arkeolog Çambel,
yarım asırdan fazla yaşadığı Kırmızı Yalı'yı 2004
yılında Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışlamıştı.
Arkeoloji ve mimarlık tarihi konularında akademik
çalışmaların yapılacağı yalı, içindeki binlerce
belge, eşya ve kitap arşivleri de korunarak restore
edilecek. Büyük bir titizlikle hazırlanan projenin
onaylanmasının ardından yalıdaki envanter çalışması
başlatıldı. Yalıdaki eşya, kitap ve belgelerin tümü
tek tek kayıt altına alınıyor. Doç.Dr. Girardelli,
yalının günümüze dek tamamen dokunulmamış halde
kalmasının bir mucize olduğunu belirterek, "Çok
dikkatli ve çok titiz çalışıyoruz. Yalı içindeki
malzeme ve eşyaların envanterini çıkarıyoruz. Arşiv
sınıflandırılıyor.Bahçedeki su yolları ve sarnıçları
da yaşatmak istiyoruz. Bahçedeki ağaçlar bile tek
tek sayıldı" dedi.
YARIM ASIR BURADA YAŞADI
İstanbul Arnavutköy'deki yalı, ocak ayında 97
yaşında kaybettiğimiz Prof.Dr. Halet Çambel ve
ailesi tarafından 1930'lardan beri kullanılıyordu.
Çambel ve eşi yarım asırdan fazla bu yalıda
yaşamıştı.
Sabah, Haber: Mesut Altun,
04.11.2014
|
PRUSİAS AD HYPİUM ANTİK KENTİNDEKİ ÇALIŞMALAR

DÜ Rektörü Şerifoğlu: “Arkeolojik kazılar sabır
ve emek işidir, arkeologlar iğne ile kuyu
kazıyorlar.
Düzce Üniversitesi (DÜ) Rektörü
Prof.Dr. Funda
Sivrikaya Şerifoğlu, “Karadeniz’in Efes’i” olarak
adlandırılan Prusias ad Hypium Antik Kentindeki
çalışmalara ilişkin, “Arkeolojik kazılar sabır ve
emek işidir, arkeologlar iğne ile kuyu kazıyorlar.
Bu kazı bölgeyi değil Türkiye’ye, tüm dünyaya
tanıtacak kazıdır” dedi.
Şerifoğlu, gazetecilere yaptığı açıklamada,
Düzce’nin Konuralp Mahallesi’nde bulunan antik
kentte kazı çalışmalarının DÜ Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü’nce yürütüldüğünü söyledi.
Bölgenin tarihi dokusunu ortaya çıkaracak bir
çalışma yürütüldüğünü anlatan Şerifoğlu, “Batı
Karadeniz’in tek antik kent tiyatrosu.
Arkadaşlarımızın yaptığı çalışmalar hakikaten
burasının tahminlerin ötesinde bir turizm alanı
olarak tüm dünyaya tanıtılabileceğini ortaya koydu.
Bu biraz zaman alacak çünkü düşük bütçeler ile
çalışıyoruz. Arkeolojik kazılar sabır ve emek
işidir, arkeologlar iğne ile kuyu kazıyorlar. Bu
kazı bölgeyi değil Türkiye’ye, tüm dünyaya tanıtacak
kazıdır” diye konuştu.
Şerifoğlu, kazılar sürerken kendilerinin de boş
durmadığını ve birtakım temaslarla bölgeyi
canlandırmak için gayret gösterdiklerini
vurgulayarak, şunları kaydetti:
“Yurt dışından deniz, kum, güneş için değil de
kültür ve tarih turları için yüksek ekonomik
düzeyden şirketlerin sahipleriyle temaslar kurdum ve
onlara Düzce’yi anlatıyorum. ‘Tamam, gelelim
inceleyelim’ diyorlar ama tarih ne gösterilecek?
Tarih, o turist için çok önemli ve o turistler
deniz, kum, güneş turistlerinden 10 katı daha fazla
harcıyorlar. Çok sayıda turist yerine az sayıda ve
harcama kapasitesi yüksek, koruyarak kullanan,
koruyarak yaşayan turistlerin peşinde olmamız
lazım.”
“Prusias ad Hypium”
antik kenti -
Birinci yüzyılda yapıldığı tahmin edilen at
figürlü kapı, surlar, su kemerleri ve Roma
Köprüsü’nün yer aldığı antik kentte, halk arasında
“40 Basamaklar” adıyla bilinen, 100 metre
uzunluğunda ve 74 metre genişliğindeki antik tiyatro
ilgi çekiyor. Tiyatro, yarım daire biçimindeki
oturma alanı, aslan pençesi figürleriyle süslenmiş
basamakları, kemerli geçitleri ve sahnesiyle
ziyaretçilere görsel güzellikler sunuyor.
Antik kenti çevreleyen, beldenin hemen her
sokağında ve yolda rastlanabilecek surların Doğu
Roma İmparatorluğu döneminde onarıldığı tahmin
ediliyor.
Antik kentten çıkarılan eserlerden bazıları
mahallede yer alan müzede sergileniyor.
haberler.com, 03.11.2014
|
İLLER BANKASI BİNASI'NA YIKIM TEHDİDİ!
Gençlik
Parkı ile İtfaiye (Hergelen) Meydanı'nın arasında
kalan alanda yapılan camiye meslek odalarının
tepkisi sürüyor. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı
Tezcan Karakuş Candan, İller Bankası binasının
tehdit altında olduğunu söyledi.

Candan sözlerine şöyle devam etti: “İller Bankası
tescilli bir yapı. Yapı, caminin avlusunun kenarında
kalıyor. Aldığımız duyumlara göre İller Bankası
binasının cami ile iç içe kalışından bazı yetkililer
rahatsız ve yıkılması isteniyormuş. İller Bankası
Binası 1937 yılında Cumhuriyetin erken döneminde,
Atatürk'ün mimarı olarak ün yapan Seyfi Arkan
tarafından tasarlanmıştır. Kulislerde yapının
yıkılmasına yönelik isteklerin olduğunu duymak son
derece tedirgin edici bir durum. İller bankası
binasının yıkılmasını akıldan geçirmek, akla ziyan
bir durumdur. Sürecin takipçisiyiz" dedi.
Candan, "Amaç camii değil, altı alışveriş merkezi
üstü cami olsun. Camiinin dört katı otopark,
konferans salonları, kültür merkezi, alışveriş
merkezileri bulunuyor. İbadethane'de ticarethanenin
işi ne? Cami mi? Ticarethane mi? Belli değil. İnanç
merkezleri rantla birlikte ele alınıyor. Kent
merkezlerinin en değerleri alanları ideolojik olarak
kentin muhafazakarlaştırılması sürecine kurban
ediliyor” şeklinde konuştu.
“Tescili duruyor mu?”
Ankara 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu’na resmi yazı yazdıklarını söyleyen Candan,
“İller Bankası binası özgün bir yapıdır, tehdit
altında olduğunu düşünüyoruz” dedi. Mimarlar, resmi
yazı ile Koruma Kurulu’ndan 5700 kişilik cami ile
ilgili alınmış kararları ve projeleri istedi. Ayrıca
Kurul’a “İller Bankası” binasını tescilinin
kaldırılıp kaldırılmadığını sordu.
Yapı, 03.11.2014
|
İŞ BANKASI'NDAN ANTİK KAZIYA DESTEK

Türkiye İş Bankası’nın destek verdiği, dünyanın
önde gelen açık hava müzelerinden biri olan Zeugma
Anik Kenti’nde sürdürülen ‘Muzalar (Esin Perileri)
Evi’ kazı çalışmalarında üç yeni mozaik daha
bulundu.
Kazı çalışmalarına
2007 yılında başladıklarını belirten kazı başkanı
Prof.Dr. Kutalmış Görkay, yaklaşık 2 bin konut
olduğunu tahmin ettikleri Zeugma antik kentinde
çalışmaların devam ettiğini söyledi. Muzolar
Evi’ndeki kazının ise gelecek yıl tamamlanacağını
ifade eden Görkay, Muzalar Evi’nin zengin mimari
dekorasyonu, iyi korunmuş mozaikleri ve duvar
freskleriyle Zeugma’da ikinci katına kadar ayakta
kalmış ve oldukça iyi korunmuş en önemli Roma konut
örneklerinden biri olduğunu kaydetti. Görkay, “MS 2.
yüzyılda yapılmış olan 26 m x 15 m boyutlarındaki
konutun mozaiklerinin büyük bir çoğunluğu MS 3. yüzyıl başlarına tarihleniyor. İyi bir
biçimde korunan mozaikler arasında misafir
salonlarından birinde Muzalar mozaiği, ikinci
misafir salonunda ise mitolojide ideal kadın olarak
bilinen ve antik dönemde Heroine olarak da
adlandırılan dört adet kadın figürü bulunuyor. Avlu
sundurmasında iki mitolojik kadın kahraman figürü,
konutun avlusunda ise zengin deniz canlıları
arasında verilmiş deniz tanrısı ve tanrıçası olan
Okeanos ve Thetis’in figürleri yer alıyor.”
ifadelerini kullandı. Zeugma’daki kazı çalışmalarına
2000 yılından beri destek verdiklerini belirten İş
Bankası Kurumsal İletişim Bölüm Müdürü Suat Sözen
ise 2012 yılında başlatılan projeyle de Muzalar
Evi’nde sürdürülen kazı çalışmalarının sponsoru
olduklarını ve İş Bankası’nın Zeugma’ya katkısının
2017 yılına kadar devam edeceğini dile getirdi.
Zaman, Haber: Abdülkadir Cembekli, 03.11.2014
******
ZEUGMA BÖYLE EZİYET GÖRMEDİ

Zeugma antik kenti kazılarında
çıkarılan mozaikler, Gaziantep Büyükşehir Belediye
Başkanı Fatma Şahin’in de katıldığı bir toplantı ile
kazı başkanı Prof.Dr. Kutalmış Görkay tarafından
basına tanıtıldı. Ancak tarihi mozaiklerin üzerine
basarak tanıtılması ve kadın davetlilerin alana
topuklu ayakkabıyla girilmesine izin verilmesi
tartışmalara neden oldu.
TOPUKLU AYAKKABI TEPKİSİ
Sosyal medyada bu etkinliğin fotoğraflarını
görenler tepki gösterdi. Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanı Fatma Şahin ve diğer konukların 2
bin yıllık tarihi esere gerekli saygıyı göstermediği
iddia edilerek kalıntıların üzerinde topuklu
ayakkabılarla dolaşılması ve basının oraya kadar
sokularak görüntü alması eleştirildi.
ZEUGMA’NIN ESİN PERİLERİ BULUNDU
Türkiye İş Bankası'nın destek verdiği Zeugma antik
kenti kazılarında çıkarılan mozaikler, Gaziantep
Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin'in de
katıldığı toplantı ile kazı başkanı Prof.Dr.
Kutalmış Görkay tarafından tanıtıldı. Görkay,
Roma'nın doğu sınırlarındaki en önemli
merkezlerinden birinin Zeugma olduğunu söyledi.
Antik kentte 2007'de başladıkları çalışmalarda
‘Muzalar Evi’ni (Esin Perileri Evi) bulduklarını
hatırlatan Görkay, çalışmalara bir süre ara
verdikten sonra 2012 yılında yeniden başladıklarını
ifade etti.
7 MİLYON LİRA HARCANDI
Kazılarda Kültür ve Turizm Bakanlığı, Gaziantep
Büyükşehir Belediyesi ve İş Bankası'nın desteğiyle
önemli mesafe kat ettiklerini vurgulayan Görkay,
"Hala kazılmamış alanlar var. Burada kaya oyma
mekanlar mevcut. Bu evlerin şimdilik birine ulaştık,
evde altı mekan var. Bu yıl yaptığımız kazılarda 3
yeni mozaiği gün yüzüne çıkardık" dedi. Kazı
sezonunun bittiğini ve en önemli aşamaya
geçtiklerine işaret eden Görkay, kazı çalışmasının
yıllık bütçesinin her sene değiştiğini, 2005
yılından beri gerçekleştirdikleri kazılara yaklaşık
7 milyon TL harcandığını dile getirdi. Gaziantep
Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin de bölgenin
insanlık tarihi kadar eski olduğunu, bütün
medeniyetlerin en zengin dönemlerini burada
yaşadığını söyledi.

DESTEK 2017’YE KADAR SÜRECEK
Türkiye İş Bankası Kurumsal İletişim Müdürü Suat
Sözen ilk desteği Zeugma’nın sular altında kaldığı
2000 yılında verdiklerini anımsattı. Önemli bir
görev üstlendiklerine dikkati çeken Sözen, şunları
söyledi: “Bu görevi bir süre daha üstleneceğiz.
Umarım bizden sonra gelenler daha iyi işler yapar.
Zeugma’daki kazı çalışmalarına ilk 2000 yılında
Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma
Vakfı’na aktardığımız kaynakla katkıda bulunduk.
2012 yılında başlatılan projeyle de Muzalar Evi’nde
sürdürülen kazı çalışmalarının sponsoru olduk. İş
Bankası’nın Zeugma’ya katkısı 2017 yılına kadar
devam edecek.”
SANATÇILARA İLHAM VERSİN DİYE YAPILMIŞ
Zeugma’nın önemli yapılarından biri olarak kabul
edilen Muzalar (Esin Perileri) Evi adını, içinde
bulunduğu dönemin yazarları, şairleri, müzisyenleri,
tarihçileri ve filozofları için resmedilmiş ilham
perileri olduğu söylenen Muzalar Mozaiği’nden
alıyor. Muzalar Evi, zengin mimari dekorasyonu, iyi
korunmuş mozaikleri ve duvar freskleriyle Zeugma’da
ikinci katına kadar ayakta kalmış ve oldukça iyi
korunmuş en önemli Roma
konut örneklerinden biri. Milattan sonra 2’nci
yüzyılda yapılmış olan 26 metreye 15 metre
boyutlarındaki konutun mozaiklerinin büyük bir
çoğunluğu Milattan Sonra 3’üncü yüzyıl başlarına
tarihleniyor. İyi bir biçimde korunan mozaikler
arasında misafir salonlarından birinde Muzalar
Mozaiği, ikinci misafir salonunda ise mitolojide
ideal kadın olarak bilinen ve antik dönemde Heroine
olarak da adlandırılan dört adet kadın figürü
bulunuyor. Avlu sundurmasında iki mitolojik kadın
kahraman figürü, konutun avlusunda ise zengin deniz
canlıları arasında verilmiş Deniz Tanrısı ve
Tanrıçası olan Okeanos ve Thetis’in figürleri yer
alıyor.
Hürriyet, 03.11.2014
******
UZMANLAR UYARDI:
MOZAİĞİ OLUŞTURAN TESSERALAR ÖLÜR
Gaziantep 'teki Zeugma
antik kentinde 3 yeni
mozaik bulundu. Gün yüzüne çıkarılan mozaikler kazı
başkanı Prof.Dr. Kutalmış Gökay’ın da bulunduğu bir
ortamda tanıtıldı. Gaziantep
Belediye Başkanı Fatma Şahin ve beraberindeki
ekip mozaiklerin üzerinde poz verdi. Yaklaşık 10
metrekarelik alanda mozaiklerin üzerinde tam 13 kişi
yer aldı. Tanıtımın mozaiklerin üstüne basılarak
yapılması ise tartışma yarattı.
Tartışmada mozaiklerin üzerine basılmasının
sakıncalı olmadığını söyleyen de var, bu olayı
görgüsüzlük olarak nitelendirenler de… Bazıları
tarihte de mozaiklerin üzerine basılması için
yapıldığını, günümüzdeki seramikle aynı mantıkta
olduğunu ve üzerine basılmasının abartıldığını
savunuyorlar. Buna karşılık mozaiklere basılmasının
yanlış olduğunu savunanlar, tarihi objelere zarar
verildiğini belirterek tepki gösteriyor. Gerek
Gaziantep Zeugma gerekse Hatay mozaikleri üzerinde
çalışmış restorasyon uzmanları ile konuştum. Pek
tabii olarak isimlerini vermek istemediler. Ancak
uzmanlara göre bu kadar çok kişinin mozaiklerin
üstüne çıkarılması yanlış. Nedenlerini de aşağıda
sıralayacağım. Ancak yeri gelmişken söylemek
istiyorum: Burada en büyük sorumluluk kazı başkanı
Prof.Dr. Kutalmış Gökay’a ait.
Bilim adamı ve kazı başkanı sorumluluğunda
mozaiklerin üzerine çıkılmasına izin vermemeliydi.
Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin’in bunu
bilmesine imkan yok. Kazı Başkanı tanıtımı sondaj
çukurunun başında yapsaydı, ya da Fatma Şahin’i
uyarsaydı eminim mozaiklerin üzerine basılmazdı.
İşte uzmanlara göre ayakkabı ile tarihi mozaiklerin
üzerine çıkmanın zararları:
Koruma ve
restorasyon ihtiyacı olan mozaiklerin altında
boşluklar oluşur. Gerek kireç taşı erimesinden gerek
yeraltı sularının yer değiştirmesinden bu boşluklar
meydana gelir. Üzerinde gezinmek çökmelere,
çatlaklara sebebiyet verir. Binlerce yıl toprağın
altında kalmış obje yeni bir ortama çıktığında
tesseraların (mozaiklerin bütününü oluşturan küçük
cam taşlar) üzerlerinde kavlama (yüzeyde ince bir
tabaka kabuk) meydana gelir. Üzerine basıldığında bu
toz haline döner ve o tessera bozulur. Yine toprak
altından çıktıktan sonra
hava , nem değişikliğinden kaynaklı tesseraların
üzerinde çatlaklar oluşabilir. Topuklu ayakkabı ile
basıldığında tesseralar toz haline dönüşür. Biz yeni
mozaiklerin üzerinde çalışırken deri mes giyeriz. Ya
da çıplak ayakla basarız. Asla ayakkabı ile
mozaiklerin üzerine çıkılmaz. 1000 – 1500 yıl toprak
altına korunmuş bu objelere en büyük zarar bulunma
anında ve sonrasında ya da bunların müzeye taşınması
sırasında verilir. Çok dikkatli olmak gerekiyor.
Kazı başkanı bu konularda misafirleri uyarmalıydı.
Tesseraların üzerindeki cam hamuru ile yapılanlarda
cam bozulması dediğimiz ince bir zar tabakası
ayrılma yapar. Dikkat edilmeyecek inceliktedir. Onu
korumadığınız takdirde tessera tamamen bozulur.
Mermer tesseralarda da zamana bağlı olarak
zayıflamadan kaynaklı kabuklanma, beyazlaşma oluşur.
Onun da önüne geçmezseniz taşın damarları
bozulacağından toz olur. Ayakkabı ile basarak ise bu
toz olmayı (Yani tesseranın ölmesi) gerçekleşir.
Ayakkabı ile sürtünmeyle de taşlar yerinden oynar.
Tesseralar kaybolur ve siz onu ancak incelemeye tabi
tutuğunuz da fark edersiniz.
Radikal, Haber:
Ömer Erbil, 03.11.2014
******
ZEUGMA'NIN GERÇEK DÜŞMANI: BARAJ SULARI
Geçen hafta Gaziantep’teki Zeugma
harabelerinde çıkarılan yeni mozaiklerle ilgili
neredeyse hepsi, çok değerli eserlere acımasızca
basıldığına değiniyordu. Kazı başkanı Prof.Dr.
Kutalmış Görkay öyle düşünmüyor.

Türkiye’de yapılan tüm törenlerde
protokol yoğunluğu yaşandığı maalesef bir gerçek.
Korumalar, kameralar, çalışanlar ve seyircilerden
oluşan bir kalabalık o gün
Zeugma’da da mevcuttu haliyle. Kabul etmek
lazım; aralarda yaşanan bazı küçük aksiliklere
rağmen herkes son derece dikkatliydi ve neredeyse
parmak ucunda yürüyordu. Çekim yapılabilecek bir açı
yakalamanın pek imkanı yoktu. Yine de herkes elinden
geleni yaptı; tertemiz çarşafın altına gizlenmiş
muhteşem
mozaikler, hem çalışmaları destekleyenleri (İş
Bankası,
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi gibi) hem de biz
gazetecileri “olabildiğince” memnun edecek koşullar
ve önlemler altında tanıtıldı. Eleştiriler
şiddetlenince 2005 yılından beri orada çalışan kazı
başkanı
Prof.Dr. Kutalmış Görkay’ın kapısını çaldım.
Görkay, “Yazılıp çizilenler hem beni hem ekibimi
çok üzdü.
Mozaiklere zarar verilmesi kesinlikle söz konusu
değil. Maalesef basın mensuplarının
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı
Fatma Şahin’i
mozaiklerle birlikte görüntülemek için ısrar
etmelerinin etkisi oldu. Çıkan haberler yersiz
eleştiriler içeriyor. Keşke kendisinin bu eserlerin
ortaya çıkarılması ve restorasyonu için verdiği 200
bin TL’lik destekten de bahsedilseydi biraz” diyor.
Aslında
Zeugma’da durum son derece hassas ve asıl sorun,
iki-üç kişinin
mozaiklerin kenarında yürümesi değil. Alanın çok
değil, 50 metre ötesinde
baraj gölünün kilometrelerce uzanan suları
başlıyor. Eğer
Zeugma’da çalışan bir arkeologsanız bu ensenizde
dev bir giyotinle yaşamak gibi bir şey! “Şehrin
sular altında kalan kısmıyla ilgili bir çaresizlik
hissi yaşıyor musunuz? Yoksa doğaya ve gelecek
uygarlıklara mı emanet etmiş oluyorsunuz” soruma
Görkay üzüntüyle cevap veriyor: “Şehrin sular
altında kalması çok dramatik bir durum. Suyun zaman
içinde yaratacağı tahribat malum. Biz göremeyiz ama
gelecek kuşaklar çok uzun zaman sonra tekrar bir
karar alır, hassas davranırlarsa sular altında kalan
alanlar tekrar açılabilir, tabii eğer
barajdan vazgeçilirse. Bu da biraz ütopik
görünüyor.”
Yeri gelmişken bu çalışmalarda çok büyük emek
olduğunu hatırlatalım. Çoğunlukla yıllarca sürüyor,
hatta ekipte çalışanların ömürleri yetmediği için
gelecek nesillere devrolunuyor bu çapta projeler.
Kısacası; acımasızca eleştirilen bu insanların tek
amacı, eserleri sağ salim gün yüzüne çıkarmak.
KAZI ALANLARINDA GÜVENLİK HER ŞEYDEN
ÖNEMLİ

Kazı çalışmalarının sürdüğü alanlar ziyaretçilere
kapalı. 2010 yılından bu yana tamamlanmış olan Roma
Konutları’na ilgi epey artmış. Kazı alanının
ziyaretçi sayısı şehir merkezindeki
Zeugma Müzesi kadar yüksek olmasa da yoğun
dönemler olduğunu öğreniyoruz Görkay’dan.
Gaziantepliler dışında Türkiye’nin farklı
şehirlerinden düzenlenen turlarla gelen turistlerin
sayısı her yıl giderek yükseliyormuş. Ancak son
dönemde Suriye’de yaşanan olaylar ziyaret
yoğunluğunu etkilemiş.
Zeugma’da çalışmalar ne zaman biter?
“Tüm antik kentin açılması söz konusu değil, bu
zaten doğru da olmaz. Korumak çok önemli, kazılar
bilimsel sorularımız çerçevesinde ilerliyor. Ortaya
çıkan kalıntı ve buluntuların turizme
kazandırılması; aslında bir bakıma kalıntıların
yaşaması ve korunması anlamına geliyor. Koruma ve
kullanma dengelerini de gözeterek elbette.”
Habertürk, Haber: Aslıhan Lodi, 09.11.2014
|
İSHAKPAŞA SARAYI'NDA 200 YIL SONRA EZAN SESİ

Ağrı'nın Doğubayazıt
İlçesi'nde bulunan İshakpaşa
Sarayı'nın güneyindeki İshakpaşa Medresesi,
Doğubayazıt Kaymakamlığı tarafından hazırlanan
projeyle yeniden ibadete açılacak. İç duvarlarının
bir kısmı yıkılan medrese, atıl durumda bulunuyordu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı 4 yıl önce bir proje
hazırlayarak, tarihi bina için harekete geçti. Proje
çerçevesinde, duvarların güçlenmesi için enjeksiyon
işlemi yapıldı. Tamamlanmak üzere olan proje ile
İshakpaşa Sarayı'ndaki medrese mescidinden 2 asır
sonra yeniden ezan sesi yükselecek. Çalışmalar
bitince medrese Kültür ve Turizm Bakanlığına
devredilecek. Sarayda yeniden ezan sesinin
yükselecek olmasının kendilerini heyecanlandırdığını
belirten Doğubeyazıt Kaymakamı Karahan Daştan,
“Amacımız tarihi güzellikleri gün yüzüne çıkartmak
ve tanıtmak. Mescidin halısından, mihrabına kadar
her şey elden geçirilip, yeniden ibadet
yapılabilecek hale gelecek. Böylece tarihi mekanda
yıllar önce olduğu gibi yeniden ezan sesi duyulacak”
ifadelerini kullandı. İshak Paşa sarayı,
Cildıroğullarından II. İshak Paşa ve Çolak Abdi Paşa
tarafından 1685 yılında yapıldı. Birtakım
ilavelerden sonra 1784'te son şekli verildi. Külliye
halinde inşa edilen İshakpaşa Sarayı, Topkapı
Sarayı'ndan sonra son devirde yapılmış sarayların en
meşhuru olarak tanımlanıyor.
Türkiye Gazetesi, 03.11.2014
|
UNESCO'DAN "KÜLTÜREL MİRAS KİMLİKTİR, ÇALMAYIN"
MESAJI

Heykeller, sikkeler, madalyonlar, paralar,
tablolar ve diğer tarihi eserler, kaçakçıların en
çok rağbet ettiği parçalar.
Başta Ortadoğu
ülkeleri olmak üzere, Afrika, Karayipler ve Asya
ülkelerinden her yıl binlerce tarihi nitelikte eser
bu ülkelerden kaçırılıyor. Irak ve Suriye’den son
yıllarda kaçırılan tarihi eserler de dünya
kaçakçılık piyasasında yer buluyor. Bu durum hem o
ülkenin yasalarına göre suç hem de uluslararası
anlaşmalara aykırı. Dünya kültür mirasının
korunmasını ve yerinde yaşatılmasını hedefleyen
UNESCO, hem kaçakçılığın önlenmesinde hem de The
International Institute for the Unification of
Private Law (UNIDROIT) aracılığıyla kaçırılan
eserlerin iadesinde söz sahibi. UNESCO üyesi 127
ülkenin 1970 yılında imzaladığı ‘Kültür
Varlıklarının Kaçakçılığını Önleme Anlaşması’
kapsamında çeşitli engelleyici faaliyetler
yürütülüyor. Ancak yasa dışı tarihi eser ticaretinin
önüne bir türlü geçemeyen UNESCO, hazırladığı 30
saniyelik 4 ayrı animasyonla ‘Kültürel miras
kimliktir, çalmayın’ mesajını veriyor ve farkındalık
oluşturmaya çalışıyor.
Zaman, Haber: Ünal Livaneli, 03.11.2014
|
770 YILLIK KURAN-I KERİM'E SERVET

Müzayede deyince ilk akla gelen tablolar,
haritalar, eski paralar, gravürler, antika eşyalar,
emlak, mücevherler, kıyafetler, arabalar, mobilyalar
hatta iş makineleri gelir. Koleksiyonerlere göre,
mezata çıkarılan değerli eserlere biçilen paha,
manevi hazza yetişemiyor. Ancak öyle kitaplar vardır
ki, koleksiyonerlerin ilgisi ve paha biçtiği değer
bazen bütün bu mezata çıkan eşyaları gölgede
bırakır. Avrupa ülkeleri ve özellikle Amerika'daki
müzayedelerdeki mezatlar için harcanan paralar dudak
uçuklatıyor.
Koleksiyonerlerin el yazması Kur’an-ı Kerimler’e de
ilgisi oldukça fazla. Antik A.Ş. tarafından 2003
yılında düzenlenen müzayedede, Yakut İbn-i Abdü’l
Mustası’mi’nin 16. yüzyıldan kalma el yazması
Kur’an-ı Kerim’i 130 milyar liraya satıldı. El
yazması Kur’an-ı Kerim, müzayedenin en pahalı eseri
oldu. Yakut İbn-i Abdü'l Mustasımi tarafından Hicri
648 (MS 1232) yılında yazılmış Kur’an-ı Kerim, o
döneme kadar açık artırmaya sunulan en değerli
Kuran-ı Kerim olarak kayıtlara geçti.
İMZALI KİTAPLAR
EN POPÜLER
Biz de sizler için Türkiye'deki koleksiyonerlerin
mezatta en fazla ilgi gösterdiği kitapları
araştırdık. Birçok kitabevi ve şirket, sadece kitap
konulu müzayedeler yapıyor. Müzayedeler sadece canlı
canlı yapılmıyor, sanal alemde de son dönemde çok
moda. İnternet üzerinden yapılan müzayedelere ilgi
genellikle yurtdışından. Müzayedelerde en fazla ilgi
gören kitaplar, popüler yazarların imzalı kitapları,
Atatürk'e ait ya da Atatürk konulu kitaplar,
Osmanlı'dan kalma el yazma eserler, mimari içerikli
kitaplar ile tarihi gerçekleri belgelerle anlatan
kitaplar olarak kategorilendirilebilir. Bunlardan
yazar ve şairlerin birbirlerine imzalı şekilde
hediye ettikleri kitaplar da öne çıkıyor. Yazarların
ilk baskı kitapları da, içerikten bağımsız olarak
fazla ilgi gören kitaplar arasında yer alıyor. Misal
vermek gerekirse, Türkiye'de satılmış en pahalı
kitap Fazıl Hüsnü Dağlarca imzalı Havaya Çizilen
Dünya. Bu kitabın ilk baskısının paha olarak en önde
geldiği belirtiliyor.
ATATÜRK'ÜN
TAARRUZ EMİRLERİ 55 MiLYAR
Antik A.Ş. tarafından 2004 yılında gerçekleştirilen
müzayedede, Atatürk'ün Çanakkale Savaşı'nda el
yazısı ile yazdığı Taarruz Emirleri’nden oluşan 12
belge, 55 bin TL (milyar) karşılığında Atatürk
hayranı genç bir koleksiyoncu tarafından satın
alındı. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1918’de yayımladığı
ancak Damat Ferit Hükümeti tarafından toplatılan
'Zabit ve Kumandan ile Hasbihal' adlı kitap 2002
yılında o dönemin parasıyla 1,5 milyara satıldı.
Satın alan kişinin ismi açıklanmadı. Kitabın,
Atatürk’ün yakın arkadaşı Ali Fethi Okyar tarafından
1000 nüsha olarak basıldığı ifade ediliyor. “Nazım
Hikmet'in Bilinmeyen İki Şiir Defteri’’ adlı kitap
ise 4 milyar 600 milyon liraya satıldı.
NAZIM HiKMET’İN
ŞİİR DEFTERİ
Nazım Hikmet’in Bilinmeyen İki Şiir Defteri’ adlı
kitap da müzayedeler tarihinin en fazla ilgi
görenlerinden. Kemal Sülker’e Nazım Hikmet’in ilk
eşi Nüzhet Berkin tarafından verilen iki adet şiir
defterini Sülker basıma hazırladı. 1980 yılında
‘Nazım Hikmet’in Bilinmeyen İki Şiir Defteri’ adıyla
yayınlanan kitap, 4 milyar 600 milyon liraya alıcı
buldu.
Atatürk kapaklı
TIME dergisinden rekor
Atatürk'ün kapak olduğu Time dergisi, 2008 yılında
kıyasıya bir mücadele sonucunda 16 bin TL'ye
satılarak bugüne kadar satılan en değerli Time
Dergisi oldu. Yine Atatürk'le devam edersek;
Atatürk’ün 1927 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi
milletvekillerine dağıttığı Osmanlıca baskılı Nutku
da popüler mezatlarda yerini aldı. Falih Rıfkı
Atay’ın dönemin Başbakan'ı Şükrü Kaya imzalı 1932
baskılı romanı da müzayedelerin popülerleri arasına
girdi.
Rekor 14 milyon
dolara ABD'de
En çarpıcı örnek Kuzey Amerika’da basılan ilk kitap
olarak kabul edilen ‘The Bay Psalm Book’, New
York’ta düzenlenen Sotheby’s Müzayede Evi’ndeki açık
artırmada 14.2 milyon dolara satıldı. 2013 yılında
bu kitaba biçilen değer, bir müzayedede basılı bir
esere ödenen en yüksek bedel oldu.
İNGiLiZ YAZARIN
İSTANBUL ANLATIMINA BÜYÜK İLGİ
2001 yılında İngiliz yazar Mac Farlane’ın,
Tanzimat’ın hemen öncesindeki İstanbul’u anlattığı
kitabı da 800 milyon liraya alıcı bulurken, aynı
müzayedede, Sultan II. Mehmed (Fatih) tarafından
İstanbul’daki Hıristiyanlar’ın ruhani lideri olarak
atanan Patrik Gennadius’un imzasını taşıyan ve Fatih
Sultan Mehmed’i Hıristiyan olmaya davet eden metnin
yer aldığı kitap ise 775 milyon liraya satıldı.
ECEVİT’İN,
ANDAY İMZALI ŞİİR KİTABI
Eski başbakanlardan Bülent Ecevit de, müzayedeler
tarihindeki yerini alanlardan. Libraire de Pera
müzayede evi tarafından 2001’de Pera Palas Oteli'nde
yapılan müzayedede dönemin Başbakan’ı Bülent
Ecevit'in ünlü şair Melih Cevdet Anday'ın imzaladığı
şiir kitabı 50 milyon liraya satıldı.
Bugün, Haber: Hüseyin Keleş, 02.11.2014
|
TARİHİN KIYMETİ BİLİNMİYOR

İzmir’de, Eşrefpaşa Caddesi
üzerinde bulunan, bir zamanlar kervanların
geçtiği tarihi Roma yoluna hakettiği değer
verilmiyor.
Yurt dışında arkeolojik değerlere büyük önem
veren
İtalya, İspanya ve Yunanistan gibi ülkeler
turizmden büyük gelirler elde ederken,
Türkiye’de toprak altındaki birçok tarihi hazine
gün ışığına çıkarılmayı bekliyor.
İzmir’de, Eşrefpaşa Caddesi üzerinde
bulunan, bir zamanlar kervanların geçtiği tarihi
Roma yolunun içler acısı hali ve hak ettiği
değeri görememesi bunun örneklerinden birini
oluşturuyor. Yıllardır sebze ve meyve pazarının
da kurulduğu bu yolun bulunduğu bölgede henüz
bir arkeolojik çalışma yapılmazken, döneme ait
birçok taşın ise çevredeki parkın içinde atılı
olduğu dikkat çekiyor.
TURİZME KAZANDIRILABİLİR
İpek Yolu olarak da anılan bu tarihi Roma yolunun
geçtiği bölge üzerinde Zeus tapınağı ve
sağlık merkezi Askleipon olduğu biliniyor. Şu
anda kazılmadan duran bu arkeoloji alanının turizme
kazandırılmasıyla kent ekonomisine büyük katkılar
sağlayacağını dile getiren turizimciler, "Burası çok
önemli bir arkeoljik bir bölge. Zaman içinde mezar
olarak da kullanılmış. Yaşanan bu olumsuzlar
yüzünden hiç bir acente bu yolu gezi programına
almıyor" dedi.

Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 02.11.2014
|
DACHAU NAZİ TOPLAMA KAMPININ TARİHİ KAPISI ÇALINDI
Almanya'nın Münih kenti yakınlarındaki Dachau'daki
Nazi toplama kampının tarihi kapısı çalındı.
Nazi döneminin en acı anılarının yaşandığı
kampta, üzerinde 'Arbeit macht frei' (Çalışma özgür
kılar) yazısı bulunan kapıyı çok sayıda hırsızın
birlikte çaldığı sanılıyor.
Pazar sabahı güvenik görevlilerinin ana
girişteki tarihi demir kapının çalındığını fark
ettikleri bildirildi. 190 X 95 santimetre ebadındaki
kapının bir araca yüklenip götürüldüğü düşünülüyor.
Polisin çevrede yaptığı aramalardan sonuç alınamadı.
Olayla ilgili olarak tanık arayan polis, pazar günü
saat 05.30 sularında şüpheli bir durum görenlerin
08141-612-0 numaralı telefonu aramalarını istedi.
Nazi Almanya'sında açılan ilk toplama kampı olan
Dachau kampı, aralarında 23 Türk vatandaşının da
bulunduğu 45 bin kişiye mezar olmuştu.
Radikal, 02.11.2014
|
|
KAYIP MERDİVEN GÖBEKLİTEPE'DE

Bonn Üniversitesi Eski Mısır Etnologu
Prof.Dr.
Lutwig Lorenz “Göbekli Tepe kazılarını 16
yıl boyunca yürüten ve bu yaz yitirdiğimiz Prof.Dr.
Klaus Schmidt ortaya çıkardığı buluntular, 12 bin
yıl öncesinden resimlerden harf sembolüne giden,
Eski Mısır alfabesinin oluşmasına yol açan evrimin
çok önemli kanıtı” olduğunu belirtti.

Göbekli Tepe ve 150 km genişliğindeki çevrelerde
bulunan 20'yi aşkın resimlerin taş devri döneminin
ilk sembolle anlaşmanın ürünü olduğu ve duygu,
düşünce ve eylem arasındaki bağın ilk ürün olmasıyla
bir devrimin başlangıcı olduğunu belirten Lorenz
"Göbekli Tepe'de bulunanlar resim ve harfler
arasındaki evrimin eksik olan merdivenini bizlere
gösteriyor. 12 bin yıl önce bu bölgede yaşayanlar,
bir çember içindeki “ T” çizgisiyle (formuyla) ortak
bir dilin kullanılmasının ilk örneğini oluşturuyor.
Daha önceki resimler, yani İspanya'da, Mısır'daki
resimlerde insanların avladıkları, korktukları
hayvanları anlatırken, bu bölgedeki insanlar
biçimlendirilmiş resimleri bir iletişim sembolü
olarak kullanılmasıdır.Bu yeni bir dönemin
başlangıcı özelliği taşıyor. Diğer bir anlatımla
medyanın ilk kullanılması olarak da görebiliriz.
Üstelik burada bulunanlardan bu sembollerin cepte
taşınacak kadar küçük taşlardan olması, bu
sembollerin iletişim aracı olarak da kullanıldığını
kanıtlıyor" dedi.
Cumhuriyet, Haber: Mete Kızık, 01.11.2014
|
HADRİANAUPOLİS'TEKİ MOZAİKLER GÖRÜCÜYE ÇIKTI

Karabük'ün Eskipazar
İlçesi'nde bulunan
Hadrianaupolis antik kentindeki kazı çalışmaları
kapsamında ortaya çıkartılan Bizans dönemine ait
Kilise B'deki mozaikler sergileniyor.
Eskipazar
İlçesi'nde bulunan Hadrianaupolis antik kentindeki
kazı çalışmaları kapsamında ortaya çıkartılan Bizans
dönemine ait Kilise B'deki mozaikler sergileniyor

Karabük Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Şahin,
gazetecilere yaptığı açıklamada, MÖ 1. yüzyılda
kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla
kullanıldığı tahmin edilen antik kentin, ilçe hatta
il için büyük önem arz ettiğini söyledi.

Antik kentte bir taraftan kazı çalışmalarının
devam ettiğini, diğer taraftan ortaya çıkartılan
eserlerin korunarak sergilenmeye başlandığını
anlatan Baş, "Antik kentte bulunan kilisede Zeugma
mozaikleri kadar güzel mozaikler
bulunuyor. Restorasyon çalışması kapsamında Kilise
B'deki mozaiklerin üstü kapatılarak turizme açıldı.
Şu anda gezilebilir durumda" diye konuştu.

Kazıların Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş
önderliğinde yapıldığını anlatan Baş, şöyle devam
etti:
"Anadolu'nun en erken kilise örneklerinin
bulunduğu alanın turizme açılması bölgeyi
hareketlendirecek. Özellikle turizm sezonunda orada
bir takım önlemler alarak misafirlerimizi
ağırlayacağız. Safranbolu ve ilimizin diğer turizm
potansiyeliyle de bu değerimizi birleştirdiğimiz
zaman ilçemizin kaderi değişecek."

Akşam, 01.11.2014
|
5 BİN YLLIK BEYİN AMELİYATI

Samsun'da 1974 yılından bu yana
yapılan İkiztepe kazılarında, bulunan
kafataslarındaki ameliyat izleri, yaklaşık 5 bin yıl
önce yaşamış insanların beyin ameliyatlarını
gerçekleştirdiklerini gösteriyor.
Samsun'da MÖ 3000 yıllarını işaret eden aletler,
kilden yapılmış kaplar, el baltaları, İlk Tunç Çağı,
Hellenistik Dönem, Roma, Selçuklu ve Osmanlı
dönemlerine ait eserlerin sergilendiği Samsun
Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde, en ilgi çeken
eserlerin başında 5 bin yıl önce yaşamış insanlara
ait kafatasları geliyor. Kafataslarını ilginç yapan
özellikleri ise ameliyat izlerinin bulunması.
1940 yılında Samsun Dürdartepe kazıları esnasında
keşfedilen, Bafra İlçesi İkiztepe Köyü sınırları
içerisinde kalan İkiztepe yükseltileri, ilk olarak
1974 yılında Türk Tarih Kurumu adına İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden
merhum Prof.Dr. Bahadır Alkım'ın başkanlığındaki
heyet tarafından kazılmaya başlandı. Alkım'ın 1981
yılında vefatından sonra Prof.Dr. Önder Bilgi
başkanlığındaki heyet tarafından yürütülen tepe
kazılarında, 600 civarında mezar ortaya çıkarken;
iskeletler üzerinde yapılan antropolojik
çalışmalarda, kafatasında görülen boşlukların
bilinçli ameliyatlar sonucunda meydana geldiği
tespit edildi.
Tespitin ışığında Anadolu'nun en eski
trepanasyonlarının İkiztepe'de yaygın olarak
gerçekleştirilmiş olduğu ortaya çıktı. İkiztepe'nin
Geç Kalkolitik Çağ'da ilk yerleşim yeri olarak
kullanıldığı tespit edilirken, İlk Tunç Çağı boyunca
da yerleşimin kesintisiz olarak devam ettiği ve Orta
Tunç Çağı'nın 3. evresinde, yani Orta Anadolu'da
Eski Hitit Devleti'nin kuruluşuna kadar sürdüğü
ortaya çıkartıldı. 1 tanesi Bafra Müzesi'nde, 3
tanesi de Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde
sergilenen kafatasları, müzede en ilgi toplayan
insan kalıntıları arasında yer alıyor.
Kafatasları hakkında bilgi veren Samsun Müze
Müdürlüğü Arkeologu Mustafa Kolağasıoğlu, "Samsun
Müzesi'nde sergilenen ameliyat geçirmiş, yani
trepanasyonlu kafatasları Samsun'un Bafra
İlçesi'ndeki İkiztepe köründe yer alan İkiztepe
höyüğünden elde edilmiştir. Kazıları İstanbul
Üniversitesi'nden Prof.Dr. Önder Bilgi tarafından
yapılmıştır. Bunlar, 5 bin senelik kafataslarına
müdahale edilmiş yani ameliyat geçirmiş kafatası
örnekleridir. İlk Tunç Çağı'na aittir. MÖ 3000
yılına ait örneklerdir. Bu kafataslarındaki
incelemelerde, travma nedeniyle gerçekleştiği
sanılan ameliyatlarda, beyine bir müdahale olup
olmadığı konusunda bir tereddüt vardır.
Bu ameliyatlar iki amaçla gerçekleşmiş olabilir.
Birinci amaç travmayı gidermeye yönelik bir kafatası
ameliyatıdır. İkinci amaç ise kötü ruhları
kafatasından çıkartmaya yönelik bir müdahale olduğu
söylenebilir. Fakat ilk sebep daha mantıklıdır.
Çünkü İkiztepe topluluğu savaşçı bir topluluktur.
Dolayısıyla kafatasına bir müdahale olmuş olabilir
ve bunu gidermeye yönelik de bir trepanasyon
yapıldığı söylenebilir. Trepanasyon çok eski
dönemlerden beri kullanılan bir tekniktir. Bunlar
neolitik ve mezolitik dönemden beri bilimsel açıdan
gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Birey bu kafatası
ameliyatını geçirdikten sonra belirli bir süre
yaşamıştır. Çünkü kemikte iyileşme süreci
görülmektedir" dedi.
Sabah, 01.11.2014
|
49 YIL SONRA İLK KAZMA VURULDU
Muş'un Varto İlçesi'nde bulunan ve güvenlik
gerekçesiyle uzun yıllar çalışma yapılamayan Tepeköy
Höyüğü'nde, 49 yıl aradan sonra kazı çalışmaları
başlatıldı.

Urartu Krallığı'nın yerleşim birimleri arasında
yer alan ve Selçuklu Sultanı Alparslan
döneminde Türklere
Anadolu'nun kapılarını açan
Muş, bölgede huzur ortamının sağlanmasıyla
makus talihini kırmaya çalışıyor.
Çözüm sürecinin ardından sosyal ve ekonomik
alanlarda yaşanan hareketliliğe turizmi de
eklemek isteyen kent, saklı tarihinin ortaya
çıkması için çaba sarf ediyor.
Bu kapsamda,
Varto
İlçesi'nde bulunan Tepeköy Höyüğü'nde
49 yıl aradan sonra ilk kez kazı çalışması
başlatıldı.
Kültür ve Turizm İl Müdürü Hayrettin Çetin, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Tepeköy
Höyüğü'nde en son 1965 yılında kazı çalışması
yapıldığını ve 1966 yılında bölgede yaşanan
depremin ardından çalışmalara son verildiğini
söyledi.
Sonraki yıllarda yaşanan terör olaylarının
ardından güvenlik gerekçesiyle bir daha kazma
vurulmayan höyüğün, çözüm süreciyle yeniden
programa alındığını vurgulayan Çetin, sağlanan
huzur ortamında yapılan arkeolojik kazıların
bölgenin saklı tarihini aydınlığa
kavuşturacağını ifade etti.
Çetin, 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu'nun
kapılarının Türklere açıldığını anımsatarak, "O
tarihte bu bölgeye yerleşen Türk beylikleri,
aşiretler ve diğer milletlerin yaptığı kaleler,
hanlar, hamamlar, camiler, medreseler görülmeye
değer eserlerdir" diye konuştu.
"Bölgemizde çözüm süreciyle oluşan olumlu hava,
tarihi eserlerin restorasyonu, tanıtımı ve
ortaya çıkarılması konusundaki çalışmaları
hızlandırdı" diyen Çetin, bu kapsamda Malazgirt
Kalesi, Bulanık'a bağlı Esenlik ve Mollakent
bölgelerindeki medreseler ile mezarlık alanları
ve Ulu Cami'nin restorasyonunun bu yıl
yapılmaya başlandığını dile getirdi.
Çetin, önceki yıllarda terör olayları nedeniyle
gidilemeyen ve güvenlik gerekçesiyle uzun
yıllar yasaklı olan bölgelerde huzurun
sağlanmasıyla çalışma başlatıldığına dikkati
çekerek, şunları kaydetti:
"Birçok üniversitemizden gelen akademisyenler ve
öğrencilerin, bölgemizde rahat ve güvenli bir
şekilde çalışma yaptıklarına şahit oluyoruz. Bu
anlamda bölgedeki huzur ve barış ortamının
çalışmalarımızı iyi ve olumlu yönde
etkilediğini söyleyebilirim. Önceden terör
nedeniyle arkeologların bölgede çalışma talebi
yoktu. Bu algı çözüm süreciyle kesinlikle
değişmiştir. İnsanların bu bakir alanda çok
daha istekli ve arzulu bir şekilde
çalıştıklarına ve yeni çalışma alanları için
talepte bulunduklarına şahit oluyoruz.
Kurumlarımız da bu yöndeki çalışmalara her
türlü desteği vermektedir.
Çetin, Ahlat Müze Müdürlüğü tarafından Tepeköy
Höyüğü'nde yürütülen kazı çalışmalarının yanı
sıra Kayalıdere Köyündeki Urartu yerleşimi ve
Kız Kalesi'nde de çalışma yapılacağını
sözlerine ekledi.
Vatan, 30.10.2014
|
BEYCESULTAN HÖYÜK'TEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

Denizli İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet
Korkmaz, Prof.Dr. Eşref Abay başkanlığında temmuz
ayında başlayan Beycesultan Höyük 2014 yılı kazı
çalışmalarının 24 Ekim'de tamamlandığını bildirdi.
Korkmaz, gazetecilere yaptığı açıklamada, kazı
çalışmaları sonucunda ortaya çıkan Bizans Dönemi'ne
ait yapı kalıntılarının sokaklar etrafında inşa
edilmiş konutlardan oluştuğunu söyledi.
Yukarı Menderes Havzasında prehistorik dönemleri
kapsayan ilk arkeolojik araştırmaların James
Mellaart tarafından 1954 yılında başlatıldığını
hatırlatan Korkmaz, Batı ve Doğu Koniler'deki
çalışmalarda Geç Kalkolitik Dönemden Geç Tunç Çağ
sonuna kadar kesintisiz devam eden toplam 40 kültür
tabakası ile "Yanık Saray" olarak adlandırılan ve
Orta Tunç Çağ'a tarihlendirilen büyük yapının bir
kısmının açığa çıkarıldığını ifade etti.
Prof. Abay başkanlığında Çivril, Baklan ve Çal
ilçelerinde 2003-2010 yılları arasında geniş çaplı
yüzey araştırmaları gerçekleştirildiğini ve daha
önce literatüre girmeyen yüzü aşkın yerleşimin
tespit edildiğini dile getiren Korkmaz şunları
söyledi:
"2007 yılında Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler
Genel Müdürlüğü'nün izni ile Beycesultan Höyüğü/nde
yaklaşık 50 yıl aradan sonra tekrar kazı çalışmaları
başlatılmıştır. 2014 yılında gerçekleştirilen kazı
çalışmaları ağırlıklı olarak, Geç Tunç Çağı
yapılarının devamını tespit etmek amacıyla höyüğün
güney tarafında gerçekleştirilmiştir. Yapılan
kazılarda Beycesultan Höyük'te Bizans Dönemine ait
mimari kalıntılar ve buluntuların iyi biçimde
korunmuş olarak günümüze ulaştığı görülmüştür.
Bizans Dönemi'ne ait yapı kalıntıları sokaklar
etrafında inşa edilmiş konutlardan oluşmaktadır.
Oldukça düzenli bir mimari plana sahip olan
yapıların MS 12. yüzyılın sonlarında bir yangın
sonucu terk edildiği anlaşılmaktadır.
Selçuklu-Osmanlı Beylikler döneminde de iskan
edilmiş olan höyüğün batı ve güneybatı tarafında
Orta Tunç Çağ ve Bizans dönemlerinde kullanılmış
olan bir mezarlık alanı da tespit edilmiştir. 2014
Yılı Kazı Çalışmaları sonucunda sokak yapısının
devamının açığa çıkarılmasının yanı sıra sokağın
güney tarafında da yapıların devam ettiği ve bu
bağlamda yerleşimin son derece geniş bir alana
yayıldığı anlaşılmıştır."
Trt Haber, 30.10.2014
|
KEPÇENİN DEĞDİĞİ
YERDEN MEZARLIK ÇIKIYOR

Kozluk İlçesi'nde
Belediyenin yaptığı alt yapı kazılarının neredeyse
tümünde eski mezarlıklar ortaya çıkıyor. Yıllardır
yapılan her kazı ve hafriyat çalışmasında eski
mezarlar ortaya çıkmaya devam ediyor. Kozluk
İlçesi'nde Belediyenin yaptığı alt yapı kazılarının
neredeyse tümünde eski mezarlıklar ortaya çıkıyor.
Yıllardır yapılan her kazı ve hafriyat çalışmasında
eski mezarlar ortaya çıkmaya devam ediyor.
“ESKİ KARAKOL
ALANINDA MEZARLAR ÇIKTI”
Kozluk çarşı merkezinde,
eski karakol alanı olarak bilinen boş arazide daha
önceden yapılan kazı hafriyat çalışmalarında çok
sayıda eski mezar gün yüzüne çıkmıştı. Belediye
yetkililerince düzenli bir şekilde poşetlere alınan
insan kemikleri ilçenin farklı mezarlıklarında
yeniden toprağa gömülmüştü. Ayrıca, Dedaş binasının
hemen bitişiğinde sıra sıra taşlarla örülü olarak,
gün yüzüne çıkan mezarlarda insan kemikleri mevcut.
TARİHİ YAPILARIN
ETRAFI MEZARLARLA DOLU
Kozluk ilçe merkezindeki
tarihi yapılan etrafında halen gün yüzüne çıkmamış
yüzlerce mezar olabileceğini ifade eden yurttaşlar,
“İlçemizin tarihi oldukça eski olunca yapıların
olduğu yerlerde mezarlar ve gömüler bulunuyor. Zaten
yapılan her kazıda mezar veya insan kemiklerine
rastlanması bunun bir kanıtı. Çoğunlukla kıbleye
dönük olmaları, bu mezarda yatanların Müslüman
olduğunu göstermektedir. Yetkililerin bu mezarları
başka yerlere nakletmelerini istiyoruz” şeklinde
konuştular.
Batman Gazetesi,
23.10.2014
|