Haberler logo Kasım '14 Arşivi

30 Kasım - 06 Aralık 2014

'IŞIĞIN RESSAMI'NIN ESERİNE REKOR FİYAT

 
İngiliz ressam Joseph Mallord William Turner'ın "Aventine Tepesi'nden Roma" adlı eseri, Sotheby's Müzayede Evi’nde satışa sunuldu.

 

Müzayede evi, 92X125 santimetre boyutlarındaki eserin, çekişmeli geçen açık artırmaya telefonla katılan bir koleksiyoncu tarafından 47 milyon dolara satın alındığını açıkladı.

 

Müzayede Evi, 25 milyon dolar değer biçilen eserin şimdiye kadar hem Turner'ın, hem de 20. yüzyıldan önce yaşamış İngiliz sanatçıların en yüksek fiyata satılan tablosu olduğunu belirtti.

 

Joseph Mallord William Turner, 1828'de tamamladığı eserini 1836'da Londra'daki Kraliyet Akademisi'nde sergilemişti.

 

Turner'ın, arkadaşı ve patronu Hugh Andrew Johnstone Munro'ya hediye ettiği eser, sadece bir kez el değiştirmişti. V. Rosebery Kontu, Munro'nun ölümünün ardından 1878'te eseri satın almıştı.

 

"Işığın ressamı" olarak da bilinen Turner'ın "Modern Roma" adlı eseri, 2010'da Sotheby's Müzayede Evi tarafından düzenlenen açık artırmada J. Paul Getty Müzesi tarafından 45 milyon dolara satın alınmıştı.

Akşam, 04.12.2014

HASANKEYF'TEN ADETA TARİH FIŞKIRIYOR

 

 

Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdulselam Uluçam, 10 yılda 34 farklı alanda sondaj çalışmaları yürüttükleri Hasankeyf İlçesi'nde 38 alanda kazı çalışması sürdürdüklerini ve çalışmalar sonucunda 144 bilinmeyen kültür varlığı ortaya çıkarıldığını söyledi. Rektör Uluçam, ”Hem laboratuar hem depo çalışmaları, hem de belgeleme çalışmaları Aralık ayının 15’ine kadar devam ediyor. Biz bu yıl arkeolojik kazı çalışmalarını iki bölüm olarak gerçekleştirdik. Selahi bahçeleri adı ile bir seyran köşk bulunduğunu yani bugünkü adıyla yazlık yer olarak kullanılan ve bu bahçelerin içinde daha zenginlerin eyvanlı, havlulu bir yazlık evle onun yanında bağ ve bahçeye ait depolama ünitelerinden olan ve köşk diye tabir edilen 2 örnek üzerinde daha kazı çalışmalarını sürdürdük” dedi.

Batman Gazetesi, 04.12.2014

ÇOCUK FİLMİNDE BULUNAN AVANGARD ESER

 

Sanat tarihçisi babanın, kızıyla birlikte film izlerken farkettiği kayıp resim 13 Aralık'ta satışa sunulacak. Macar ressam Berény'e ait olan resmin, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra kaybolduğu düşünülüyor.

 


 

hyperallergic.com'da yer alan habere göre, Macar ressam Róbert Berény’nin 1927-28 yıllarına ait kayıp çalışması “Sleeping Lady with Black Vase,” (Siyah Vazoyla Uyuyan Kadın), bir sanat tarihçisi tarafından Stuart Little filminde fonda duvarda asılı fark edildi.

 

Macar ressam Róbert Berény, 20. yüzyılın başlarında kısa bir dönem aktif olan Macar avangard grubu olan Sekiz’in içinde yer alan isimlerden birisi. Avangard grup, üç sergilik bir seride Favizm ve  Kübizm gibi modern sanatsal tarzları Macaristan’a getirmişlerdi. Berény ile ilgili fazla bilgi olmamakla birlikte Wikipedia'ya da yer alan bilgilere göre:  1918-1919’da Macar devrimi ayaklanmasında yer aldığı hemen ardından bir yıl sonra Berlin’e kaçtığı; 1926’da Macaristan’a dönüp 1953’teki ölümüne dek orada yaşadığı biliniyor.

 

“Siyah Vazoyla Uyuyan Kadın,” 1928’de bir sergide gösterilmiş ve adı bilinmeyen biri tarafından satın alınmış. Sanat tarihçisi Gergely Barki’ye göre tablo, 2. Dünya Savaşı sıralarında ülkeyi terk etmiş. 20.yüzyılın savaşları, devrimleri, karmaşası içerisinde kaybolan pek çok Macar sanat eseri gibi "Uyuyan Kadın"dan da bir daha haber alınamamış.

 




Gergely Barki, 2009’da televizyonda kızıyla 'Stuart Little' adlı filmi izlerken tesadüfen sahnenin dekorunda fark ettiği bu eser ile ilgili Sony ve Columbia Pictures çalışanlarına e-maillar yazmış ama iki yıl boyunca yanıt alamamış. Nihayet bir set çalışanı kendisine ulaşıp tabloyu Kaliforniya’da bir antikacıdan çok ucuz bir fiyata aldığını söylemiş. 

Şimdi 13 Aralık’ta Budapeşte’de açık artırmaya çıkacak olan tablonun 60 -80 bin Macar Forinti (yaklaşık 250 - 300 bin Amerikan doları) üzerinden alıcı bulması bekleniyor. 
Sol Haber, 04.12.2014

İNGİLİZ KRALİYET SOYUNU SORGULATAN DNA TESTİ

 

 

İhtirası ve acımasızlığıyla William Shakespeare'in oyunlarına konu olan Kral Richard, ölümünden 5 asır sonra yine İngiltere'nin gündeminde. İngiltere'nin Leicester kentinde iki yıl önce bir otoparkta bulunan ve eski İngiliz Krallarından 3'üncü Richard'ın iskeletine ait olduğu düşünülen bulgularla ilgili yeni detaylar ortaya çıktı. Uzmanlar, iskeletin Kral Richard'a ait olup olmadığını doğrulamak üzere kemiklerdeki DNA örnekleriyle kralın soyundan gelen akrabalarının DNA'larını karşılaştırmak üzere bir çalışma yürütüyordu. Çıkan sonuçlar ise bugünkü İngiliz kraliyet ailesinin soyunun nereden geldiğine yönelik kafa karışıklığına neden oldu. Araştırmada bulunan cesedin krala ait olduğu kanıtlandı. Ancak 3'üncü Richard'ın DNA'sının babası York Dükü Richard Plantagent'in akrabaları ile uyuşmadığı ortaya çıktı. Richard'ın DNA'sının annesi York Düşesi Cecily Neville'nin akrabaları ile uyuştuğu ve bu durumun nedeninin ancak Düşes'in başka bir erkekle ilişkiye girmesinden kaynaklanabileceği belirtiliyor. Kraliyet ailesini sarsan bu araştırmanın ardından mevcut Kraliçe II. Elizabeth'in de meşruiyetinin sorgulanması bekleniyor.

Sabah, 04.12.2014

İSTANBUL'DA MÜTHİŞ KEŞİF

 

Uzun yıllar sonra, İstanbul’da bir ilçe belediyesine kadın başkan seçildi. Handan Toprak Benli, 29 Mart seçimlerinde Avcılar’ın belediye başkanı oldu. İlçeye kadın eli değer değmez de peş peşe kültür-sanat projeleri hayata geçirildi. Hep depremle özdeşleşen Avcılar, şimdilerde İstanbul’un tarihini değiştirecek Bathonea antik kentinin kazıları, sosyal etkinlikleri, kültürel dönüşümüyle konuşulur oldu.

 

 

Bathonea antik kentiyle başlayalım. Avcılar’da bir arkeolojik kazı yapılıyor. Ve bunu çok az kişi biliyor. Avcılar Belediyesi’nin de desteğiyle başlayan Bathonea’da durum ne?
İlk bulguları bizimle paylaşır mısınız? Bathonea, Avcılar’da, Küçükçekmece Gölü’nün kenarında bulunan bir antik kent. Aslında burada kazılar 4 yıl önce Kocaeli Üniversitesi tarafından başlatıldı. Ardından Polonya’dan çeşitli üniversitelerden arkeologlar geldi.

 

 

En son geçen haziran ayında, bizim de çabalarımızla Kültür Bakanlığı resmi kazıyı başlattı. Kazılar henüz çok yeni fakat önemli bulgular var. Daha önceden, 8 bin yıl öncesine ait kalıntılar bulunmuştu. Şimdi ise 11 bin yıl öncesine inildi. Bu, İstanbul tarihini değiştirecek bir kazı. Bathonea antik kentinin kazıları 150 yıl sürecek. İlaç şişelerinden yola çıkılarak önemli bulgular elde ediliyor.

 

 

Roma’ya ve Roma öncesine ait de bilgiler alıyoruz. Şunu anlıyoruz ki, burası Roma İmparatoru Konstantin’in devleti yönettiği yer. Konstantin her yaptığı tuğlaya damgasını vurmuş. Liman kentinin ve limanın bordür taşları bile yerinden oynamamış. Su sarnıçları da bulundu.

 

 

Peki Bathonea, İstanbul turizmine nasıl katkı sağlayacak? Kazı alanı turizme açılacak mı?
Pek kimse bilmese de İstanbul’da artık bir ören kent var ve burası sahiplenilmeli. Şu anda kazı alanına turist kabul edilmiyor. Ancak projelerimiz hayata geçerse Bathonea, bir turistin İstanbul’da kalma süresini en az bir gün artıracak. Turizme açılması, göl üzerinden olabilir. Bunu projelendiriyoruz.

 


Habertürk (Kısaltarak), Haber: Esra Boğazlıyan, 04.12.2014

ATAKÖY'DE BİR SKANDAL DAHA

 

 

İstanbul Ataköy sahilinde tarihi Baruthane binalarının içinde bulunduğu 564 Ada 160 Parselle ilgili TOKİ’nin Tapu Kadastro’da hile yaptığı ortaya çıktı. İmar planında turizm tesis alanı olarak gösterilen araziye kat irtifakı yapıldığı belirlendi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 22 Ocak 2013 tarihli genelgesine rağmen TOKİ, genelgenin yayınlanmasından tam 10 ay sonra Bakırköy Tapu ve Kadastro Müdürlüğü’ne kat irtifakı yaptırdı. Bakan Erdoğan Bayraktar imzalı genelgede kesinlikle turizm tesis alanlarında kat irtifakı yapılmaması istenmişti.

Bakırköy-Zeytinlik mahallesinde TOKİ’ye ait 564 ada 160 parselde Blumar isimli proje hayata geçirilecekti. 200 bin metrekare inşaat alanına sahip proje Yorum İnşaat ile Turkmall şirketine hasılat paylaşımı ile verilmişti. Kamuoyuna açıklanan projede rezidans, ofis, otel ve AVM yer alıyordu. Blumar Ataköy Evleri'nde yer alan rezidans alanı 30 bin metrekare alana sahip olacaktı. Ofis alanı ise 8 bin metrekare büyüklüğünde tasarlanmıştı. Kamuoyuna otel rezidans olarak anlatılan projede kiralanabilir alan 120 bin metrekare olarak belirlenmiş, AVM alanı ise 27 bin 500 metrekare olarak tasarlanmıştı. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na haber vermeden içindeki anıt ağaçları bir gece ansızın sökmeye başladıklarında İstanbul İdare Mahkemesi’nden yürütmeyi durdurma kararı çıkınca inşaat durmuştu. 

TURİZM MERKEZLERİNE KONUT YAPILAMAZ
Ataköy’de oturan Kemal Doğan isimli vatandaş İstanbul 8. İdare Mahkemesi’nde TOKİ’nin kiralama ihalesine dava açtı. Davada kullanmak üzere Bakırköy Tapu Müdürlüğü'ne başvurarak arsanın mevcut durumunu talep etti. Tapudan gelen cevap bir skandalı ortaya çıkardı. 13.07.2010 tarihinde TOKİ tarafından yapılan kiralamadan 3 yıl sonra ve Bakırköy Belediyesi’nin 12.03.2013 tarihinde verdiği inşaat ruhsatından 7 ay sonra kat irtifakı yapıldığı ortaya çıktı. Tapunun verdiği belgede imar planlarında Turizm Merkezi olarak ayrılan arsaya 224 bağımsız bölüm yapılmıştı. Bilindiği üzere, kat irtifakı; satılması düşünülen bağımsız bölümlerin inşaat yapılmadan ya da yapılma aşamasında satışına imkan veren bir tapu planlamasıdır. Oysa nazım imar planlarında 'turizm merkezi' olarak gösterilen arazilere konut inşa edilemiyor. 

 

 

HÜLLE İLE KONUT!
Turizm merkezi olarak gösterilen arazilere konut inşa edilmesi aslında çok yeni bir durum değil. Sıkça yapılan bu hülle yöntemi 3194 sayılı yasanın 3. maddesinde, "Herhangi bir saha, her ölçekteki plan esaslarına bulunduğu bölgenin şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı maksatlar için kullanılamaz" hükmü yer alıyor. Bu maddeyi aşmak için rezidans adı altında turizm merkezlerinde hülle yapılıyor. Daha sonra rezidanslar tıpkı konut daireleri gibi satılıyor. Bu durumun önüne geçmek için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 22 Ocak 2013 tarihinde dönemin Bakanı Erdoğan Bayraktar imzalı bir genelge yayınladı. 

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ne hitaben çıkarılan genelgede şöyle deniliyor, "Turizm Tesis Alanı olarak kullanım kararı getirilen ve plan hükümlerinde de açıkça belirtilmeyen parsellerin daha sonra konut amaçlı kullanımlara dönüştürülmesinin engellenebilmesi için aşağıdaki tedbirlerin alınması gerekmektedir; uygulama imar planında konut alanı olarak tahsis edilmeyen alanlarda konut amaçlı kat irtifakı veya kat mülkiyeti tesis edilmemesi gerekmektedir." Bu genelgeden tam 10 ay sonra Bakırköy Tapu ve Kadastro Müdürlüğü’nün Ataköy sahilde imar planlarında "Turizm Tesis Alanı" olarak ayrılan arsaya kat irtifakı verdi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.12.2014

TOKLUDEDE YENİ BİR SULUKULE VAKASI MI?

 



Kamuoyunda Tokludede olarak bilinen mahalle, UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan tarihi yarımadayı çevreleyen surların yanıbaşında yer alıyor. Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Başkanı Sami Yılmaztürk, "Sulukule'de olduğu gibi, tarihi yarımadada 8500 yıllık tarihi hiçe sayan bir planlama anlayışı söz konusu" dedi.

 

 

'Altınboynuz Turizm İnşaat San. ve Tic. AŞ.' tarafından tarihi surların gölgesinde inşa edilen binaların çoğunun iskeletleri tamamlamış durumda. Tarihi surlarla adeta bütünleşen projede bodrum katları hariç 2-3 katlı binalar yer alıyor...

 

 

Projenin Haliç sahil yoluna bakan cephede bitişik nizam otel binaları yükselirken, iç kısımlarda konut projeleri ve sosyal donatı alanları yer alıyor...

 

BİNALAR TAVLA OYNAYACAK KADAR YAKIN
Kentsel dönüşüm başlamasıyla tartışmalara neden olan mahallede yaklaşık 70 hane müteahhit firma ile anlaşarak evlerini terk etmiş durumda. Mahallede kalan 2 kişiden biri olan ve evini müteahhite vermeyerek kendi yapmak isteyen 78 yaşındaki İsmet Hezer, Tokludede'de yükselen binaların sıkışıklığından yakındı...

 

Binaları 'tavla oynayacak' kadar yakın bulan Hazer, "Burada nefes alacak bir yer yok, yeşil alan yok. Karşılıklı tavla oyna. Bir tek yollar boşa kaldı' diye konuştu...

 

 

SULUKULE, TARLABAŞI, TOKLUDEDE 'KAYIP SEMTLER'
Kent hareketleri, Fener-Balat-Ayvansaray temsilcisi Çiğdem Şahin, 5366 sayılı Yenileme Kanunu kapsamında yıkılan Sulukule, Tarlabaşı gibi mahalleleri hatırlatarak, "Bu semtlerin hepsinin 'kayıp semtler' olduğunu düşünüyorum" dedi.

 

 

Yıkılan mahallelerde canlı bir yaşamın oluşmayacağını savunan Şahin, "Bugün Tokludede, yarın Tarlabaşı, öbür gün Sülaymaniye… Kayıp edilen bu yerlerden dolayı İstanbul bir gün yok olacak. İstanbul kimliğini kaybedecek. İstanbul'da sosyal doku, mahalle yaşamı geleneksel kültür diye adlandıracağımız bir özellik kalmayacak" şeklinde konuştu.

 

 

BİNAYA BAŞKALARINI YERLEŞTİREREK KORUMA OLMAZ
Tokludede'de devam eden projeyi değerlendiren Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Başkanı Sami Yılmaztürk ise şöyle konuştu:
"Sulukule'de olduğu gibi, tarihi yarımadada 8500 yıllık tarihi hiçe sayan bir planlama anlayışı söz konusu. Tarihi bir dokunun, sokağın ancak orada yaşayan insanlarla birlikte, oradaki sosyal yaşamla birlikte değerlendirilip, projelendirilmesi durumunda bir anlamı vardır...

 

 

Koruma yaklaşımı budur. Bir binadan insanları attıktan sonra, onu restore edip, başkalarını içine yerleştirilmesi, başka fonksiyonlar için kullanılması koruma değildir. 21. Yüzyılda böyle bir yaklaşım kabul edilemez."

 

2006'DA YENİLEME ALANI İLAN EDİLDİ
2006 yılında Fatih Belediyesi tarafından yenileme alanı ilan edilen Tokludede, Sulukule, Tarlabaşı, Fener-Balat-Ayvansaray mahalleleri gibi 5366 Yenileme Yasası kapsamına alındı. Ahşap, müstakil evleri ile bilinen ve tarihi Osmanlı'ya kadar uzanan mahallede yapılacak inşaatın yenileme avan projesi 2012 yılında İstanbul 2 numaralı Koruma Kurulu tarafından onaylandı.

 

Uygulama projesi 'Altınboynuz Turizm İnşaat San. Ve Tic. AŞ'ne ihale edildi. 2 Aralık 2014 tarihinde Fatih Belediye Meclisi imar komisyonuna havale edilen avan projenin Cuma günü Fatih Belediye Meclisi'nde görüşülüp onaylanması bekleniyor.

Cumhuriyet, 04.12.2014

4 BİN 159 ESER VATANINA DÖNDÜ

 

 

AA muhabirinin, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünden aldığı bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2014'te de 16 tarihi eseri geri aldı.

NELER VAR NELER...
Geçen yıl Kanatlı Denizatı Broşu ve Osmanlı mezar taşları gibi 30 eseri daha topraklarına kavuşturan Bakanlık, bu yıl da ABD'den 10 mezar taşı ve adak steli ile bağış yoluyla iadesi sağlanan 4 amfora, 1 at koşum takımına ait tunç gem ve Avustralya'dan iadesi sağlanan Yortan Kabını Anadolu topraklarına kavuşturdu.

ABD, İTALYA, FRANSA, DANİMARKA, BULGARİSTAN, İSVİÇRE, İSKOÇYA VE İNGİLTERE'DE ORTAYA ÇIKTILAR
Öte yandan Bakanlık, yasa dışı yollarla yurtdışına çıkarıldığını tespit ettiği eserleri ait olduğu topraklara kavuşturabilmek ve insanlığın ortak mirasına sahip çıkmak amacıyla Almanya, ABD, İtalya, Fransa, Danimarka, Bulgaristan, İsviçre, İskoçya ve İngiltere'de bulunan tarihi eserlerle ilgili iade çalışmalarını da gerek hukuki gerekse diplomatik yollarla sürdürüyor.

Eşsiz kültür mirasları bu topraklarda İlk olarak 1980'lerde başlaya çalışmalar çerçevesinde 1998-1999 yıllarında ABD, Almanya, İngiltere ve Danimarka'dan aralarında Atatürk'ün gümüş sigara tabakası, Herakles Lahdine ait Henkel koleksiyonunda bulunan eserler, Manş Denizi batığındaki eserler ve Divriği Ulu Camisi'ne ait ahşap panoların da bulunduğu eserler geri alındı. Temasların çoğalmasıyla Türk müzelerindeki yerine kavuşan eserlerin sayısı da hızla arttı.

ABDÜLHAMİD HAN VE ATATÜRK'ÜN ÖZEL EŞYALARI DA VAR
Topkapı Sarayı Müzesi'nden çalınan Kur'an-ı Kerim'in de yer aldığı 473 eser 2000-2001'de, 2. Abdülhamit'e ait eşyalar, Bronz Dionysos Heykeli, Münih'te iade edilen sikkeler, Nürnberg'de ele geçirilen mermer stel parçalar ve zırhlı imparator heykelinin başı gibi nadide parçaların da bulunduğu 765 eserin ise 2002-2007'de iadesi sağlandı. Eserler farklı coğrafyalarda bulundu Türkiye, 2003'ten bu yana ABD, İngiltere, Almanya, Avusturya, Avustralya, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Hırvatistan, İsviçre, Bulgaristan ve Sırbistan gibi ülkelerde bulunan 4 bin 159 eseri geri aldı.

Rakamlara bakıldığında ise 2003-2014 arasında Sırbistan'dan bin 865, Almanya'dan bin 241, İsviçre'den 397, Avusturya'dan 320, Hırvatistan'dan 133, İngiltere'den 59, ABD'den 57, Birleşik Arap Emirlikleri'nden 23, Avustralya'dan 24, Bulgaristan'dan 20 ve Fransa'dan 18 eser yurda döndürüldü.

İŞTE O ESERLER
İadesi sağlanan eserlerden bazıları şunlar: "Aphrodisias Eserleri, tunç vazo, Herakles Lahdine ait parçalar, Boğazköy tabletleri ve sfenks, Roma ve Bizans sikkeleri, Bursa Osmanlı Evi Müzesi'nden çalınan şamdanlar, Geç Osmanlı Dönemi Etnoğrafik eser koleksiyonu, bronz vazo, Elmalı sikkeleri, Lidya eserleri, Girlandlı Lahit, Marsyas Heykeli, Aphrodisias Friz Bloğu, Gemici Feneri, Aphrodisias Örenyeri'nden çalınan Meleager Başı, İzmir Birgi Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi'nden çalınan minber kapısı, Erdek Açıkhava Müzesi'nden çalınan Torso, İzmir Müzesi Bahçesi'nden çalınan kadın heykeli, Efes Örenyeri'nden çalınan kadın başı, Mustafa Kemal Atatürk'ün gümüş sigara tabakası, Herakles lahdine ait Henkel koleksiyonunda bulunan eserler, Divriği Ulu Camii'ye ait ahşap pano, Manş Denizi Batığı'ndaki eserler, Konya Beyşehir Eşrefoğlu Camisi giriş kapısı panoları, Heatrow Havaaalanı'nda ele geçirilen eserler, Menil Koleksiyonu'ndaki Zeugma Mozaiği'ne ait parçalar, Nuruosmaniye Kütüphanesi'nden çalınan Kur'an-ı Kerim, Oklahoma eserleri, Kalsruhe'den iade edilen pişmiş toprak heykelcik, Bronz Dionysos Heykeli, Sultan II.Adbülhamit ve kızı Ayşe Osmanoğlu'na ait eşyalar, Afrodisias Friz Bloğu, Birleşik Arap Emirlikleri'nden ele geçirilen eserler, Roma Dönemi'ne ait yüzük, Laodikya Antik Kenti'nden çalınan bronz el, Agora Ören Yeri'nden çalınan heykel başı, Balıkesir Saraylar Açıkhava Müzesi'nden çalınan zırhlı imparator heykeli başı ve Kocaeli Fuar Alanı'ndan çalınan heykel başı, Bremen Bit Pazarı'nda ele geçen 1182 eser, Sardis kökenli tıp aletleri, Tatarlı Tümülüsü'ne ait ahşaplar, Sırbistan'dan iadesi sağlanan 1865 eser, Almanya'dan iadesi sağlanan Boğazköy Sfenksi, Amerika'dan iadesi sağlanan Yorgun Herakles Heykeli ve Troya eserleri, Bursa Sinanpaşa Camisi çinileri, Dallas Sanat Müzesi'nden iadesi sağlanan Orpheus Mozaiği, Kanatlı Denizatı Broşu, Avustralya'dan getirilen 23 parça sikke ve İngiltere'den getirilen 18. yüzyıl Osmanlı mezar taşları ve Aksaray Ulu Camii Minber Kapısı Kanatları."

Sabah, 03.12.2014

OTEL DEĞİL, ESER OLMALI

 

 

Antalya'nın Kemer İlçesi'nde bulunan Phaselis antik kenti sınırları içinde yapılması planlanan ve yargıya taşınan otel projesi davasının esas karar duruşması 4 Aralık'ta görülecek. İlk liman kentlerinden biri olma özelliğini taşıyan antik kente otel projesine karşı mücadele sürüyor.

 

Phaselis antik kentinin bir kısmının plana dahil edildiği, Rixos Otellerin Sahibi Fettah Tamince'nin 5 yıldızlı 'Dream of Phaselis' otel projesi ile tarih ve doğanın katledileceği düşünülüyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Turizm Teşvik Kanunu kapsamında 2005'de tahsis edilen bölgedeki imar planları da yapılan değişikliklerle 2011'de onaylandı. Böylece Phaselis ve daha birçok antik kent için talan hukuksallaşmış oldu.

 

KÜLTÜR BAKANLIĞI'NA DAVA

Antalya Barosu Başkanlığı, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve şahıslardan oluşan 22 davacı, 21 Şubat'ta Antalya Nöbetçi İdare Mahkemesi'ne başvurarak 2 ayrı dava açtı. Davalardan biri 'ÇED gerekli değildir' kararına karşı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Antalya Valiliği açılırken, diğeri alan tahsisinin iptali için Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'na açıldı.

 

ARKEOLOJİ DESTEKLENMELİ

Phaselis İnsiyatifi'nden Melike Vergili, bilirkişi raporuna göre, ilk liman kenti özelliğine sahip Phaselis'in, birçok özel bitki türüne sahip olduğunu ve 1. derece sit alanı olan antik kentte herhangi bir yapılaşmanın mümkün olamayacağını belirtti. Vergili, ''Yok olmanın eşiğinde olan bir antik kent ve bitki türleri söz konusu. Otel yapımında sadece yüzde on'luk bir alanın kullanılacağını belirtiyorlar, fakat şirketin Phaselis'in içerisinde yer alan plaja marina yapmak ve su sporlarını buradan yürütme fikri var'' dedi.

 

''Doğanın yok olması demek, bizlerin ve yaşam alanlarımızın yok olması demek'' açıklamasında bulunan Vergili, ''Phaselis'e yapılması planlanan otel projesinin uluslararası sözleşmelerde de yeri yok. '60'lardan bu yana, buraya kazma vurulmadı' açıklaması yaparak, durumu legalleştirme yoluna gidiyorlar. Fakat Phaselis'teki asıl proje otel değil, arkeolojik çalışmaların etkinleştirilmesi ve desteklenmesi olabilirdi'' dedi.

 

Phaselis için yürütülen kampanya bünyesinde 73 bin imza toplantığını belirten Vergili, ''Mücadelemizde birçok insanın desteğini görüyoruz. Bu destek, mücadele etmemizi daha da anlamlı kılıyor. 73 bin kişi ve dahasının sorumluluğunu hissediyoruz'' ifadelerini kullandı.

 

***

 

HEM MİLLİ PARK HEM 1. DERECE SİT ALANI

İlk liman kenti özelliği ile de bilinen Phaselis antik kenti MÖ 7. yüzyılda Rodoslular tarafından kuruldu. Kentin ortasında 20-24 metre genişliğinde bir cadde vardır. Bu caddenin güney ucunda Hadrian Su Yolu Kapısı bulunur. Bunların yakınında Hamamlar, Agora ve Tiyatro gibi kamu yapıları bulunur. Bu yapıların tarihinin MÖ 1. ve 2. yüzyıla kadar uzandığı belirtiliyor. Alan milli park içinde yer alıyor

Birgün, Haber: Rabia Yılmaz, 03.12.2014

KUBBEDEKİ YANLIŞ 54 YIL SONRA DÜZELTİLDİ

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce restore edilen Edirnekapı Mihrimah Sultan Camisi'ndeki hat yazıları konusunda danışmanlığına başvurulan hattat Hüseyin Kutlu, kubbenin en yüksek noktasındaki küngüre yazısında bir ayetin yanlış yazıldığını fark etti. 1956'da yapılan restorasyonda hat yazısındaki ayette "semavat" kelimesinin "sehevat" şeklinde yazıldığı, bu yanlışlık yüzünden "Allah yeryüzünün ve gökyüzünün nurudur" mealinin "Allah yeryüzünün ve hataların nurudur" şeklinde yer aldığı belirlendi. Kutlu'nun Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 2010 tarihli Restorasyon Yıllığı'na yazdığı yanlışlığın düzeltilmesi için harekete geçildi. Hattat Kutlu hat yazısını yeniden yazınca 54 yıllık yanlıştan dönüldü. Cumhuriyet döneminde yapılan restorasyonlarda, hat eserlerinde alakasız, eksik harf ve imlası bozuk yazılar yazıldığını belirten Kutlu, hat restorasyonunun ehliyetli hattatlar tarafından yapılması gerektiğini söyledi.

Sabah, 03.12.2014

"GALATAPORT SÜRECİ DERHAL DURDURULMALI"

 

 

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi ve İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi ortak bir basın açıklaması yaparak "Galataport’ta yürütmenin durdurulması kararı bir kez daha ifade edildi" dediler. DHA'nın haberine göre, yapılan açıklamada sorumlu idarenin kamuoyunu yanlış yönlendirmeye sebebiyet verecek ve yargıyı baskı altına almaya yönelik açıklamalardan vazgeçmesi gerektiği belirtilerek şu görüşlere yer verildi:

 

"Kamuoyunda “Galataport” olarak bilinen Salıpazarı Kruvaziyer Liman Alanı’na ilişkin, Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından Şubat 2013 tarihinde hazırlanan “Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı” ile “Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı”nın yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay 6.Dairesi’nde, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi ve İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından dava açılmıştı.

 

Onaylanan imar planları ile getirilen yeni koşullarda İstanbul metropolü içinde büyük bir öneme sahip olan Beyoğlu Kentsel Sit Alanı ile söz konusu planlama alanı içinde bir bütünlük sağlanamayacağı, mevcut alanın yolcu gemisi karşılayan bir liman olmasının ötesine geçerek konaklama tesisleri, ofisler, alış-veriş merkezleri gibi fonksiyonların getirilmesi ile insan, araç ve yapı yoğunluğu bölgenin kaldıramayacağı değerlere ulaşacağı gerekçeleriyle açılan davada Danıştay 6. Dairesi 23 Eylül 2013 tarihli kararında yürütmenin durdurulması talebini reddetmişti.

 

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na yaptığımız itiraz, Kurulun 17 Nisan 2014 tarih ve 2013/894 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve davacı Odalarca Danıştay 6. Dairesi’nin kararının kaldırılmasına ve anılan işlemin yürütmesinin durdurulmasına ilişkin verdiği bu karar 13.10.2014 tarihinde kamuoyuna açıklanmıştır.

 

Bunun üzerine Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından 15. Ekim 2014 tarihinde bir basın açıklaması yapılarak Salıpazarı Kruvaziyer Liman Sahası’na ilişkin imar planlarının yürütmesinin durdurulmasına dair bir karar verilmediği iddia edilmiş, Odalarımız yüksek yargı kararını kamuoyunu yanlış yönlendirmeye sebebiyet verecek şekilde yorumlamakla itham edilmişti.

 

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun aldığı karar üzerine Danıştay Altıncı Daire tarafından verilen 14.10.2014 tarih ve 2013/821 sayılı karar ile Galataport’ta yürütmenin durduğu bir kez daha açıkça ifade edilmiştir. “Galataport” olarak adlandırılan tüm planlama süreçleriyle birlikte ÇED sürecine ilişkin olarak da yapılan tüm işlem ve eylemler derhal durdurularak kamunun zarara uğratılmasının önüne geçilmeli, sorumlu idare kamuoyunu yanlış yönlendirmeye sebebiyet verecek ve yargıyı baskı altına almaya yönelik açıklamalardan vazgeçmelidir.

 

Aşağıda imzası bulunan Meslek Odaları olarak kentimizde kamu adına yürüttüğümüz hukuk mücadelesini üzerimizdeki tüm baskılara rağmen sürdüreceğimizi, kent suçlarının takipçisi olmaya devam edeceğimizi bir kez daha hatırlatır, kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız"

Yapı, 02.12.2014

SAGRADA FAMİLİA'NIN BAŞMİMARI: DÜNYANIN EN KARMAŞIK...

 

Barselona'da 100 yılı aşkın süredir inşaatı devam eden Gaudi eseri Sagrada Familia Katedrali'nin tamamlama projesinin mimarı Mark Burry, Arkitera'dan Bahar Bayhan'a konuştu: Bu yapı dünyanın en karmaşık yapılarından biri. Projenin sıkıntıları her zaman var."

 

 

Yüzyıl öncesinde, çok farklı bir vizyonla tasarlanan bir yapıyı bugünün koşullarında inşa ettiğinizi, yılarca emek harcadığınızı ve sonunda o yapının sizin dışınızda bir mimarın eseri olarak anılacağını düşünün. Antoni Gaudi’nin şaheseri olarak anılan Sagrada Familia Katedrali’nin tamamlama projesini yürüten mimarlar tam da bu durumla başbaşa. Tam 35 senedir projenin yürütücülüğünü yapan mimar Mark Burry, projenin büyük bir hızla ilerliyor olmasından gurur duyuyor ve bu yapının bir takım işi olduğunu da üstüne basarak vurguluyor. ARKIMEET 2014 için İstanbul ’a gelen Mark Burry’yi yakalamışken aklımıza takılanları sorduk.

Arkitera: Yıllardır Sagrada Familia tamamlama projesi üzerine çalışıyorsunuz. Projeye nasıl dahil oldunuz?
Mark Burry: Hikaye 35 yıl önce başladı. Üniversiteden mezun olmuş genç bir mimardım. Gaudi’yi biliyorduk elbette ama çok hakim değildik. Gaudi’yle ilgili daha çok şey öğrenmek için Barselona’yı ziyaret ettiğimde Sagrada Familia’nın hala inşa ediliyor olmasına çok şaşırmıştım. Aslında terkedilmiş gelmişti bana. Proje yöneticileriyle konuştum, genç mimarlardı ama zamanında Gaudi’nin birkaç dersini alma imkanı bulmuşlardı. Projenin nasıl tamamlanabileceğini konuşurken onların daveti üzerine ekibe katılmaya karar verdim ve Gaudi’nin aslında ne yapmak istediğini anlamaya çalıştım.

Mimarlar genellikle kendi dönemleri veye gelecek yıllar için inşa ederler. Fakat siz geçmişten gelen bir yapıyı inşa ediyorsunuz ve yıllar öncesinin vizyonunu anlamaya çalışıyorsunuz. Bu iki tasarım görüşü arasında farklılıklar var mı sizce?

Sagrada Familia projesinde beni en çok heyecanlandıran konu şu; elbette Gaudi’ye inanıyoruz ve bir dahi olduğunu kabul ediyoruz ama artık hayatta değil ve bizler için ardında büyük bir iz bıraktı. Yani bu asla benim binam olarak anılmayacak, belki de hatırlanmayacağım. Bu bir ekip işi, hatırlanacak olan ekiptir. En son New York’ta büyük bir sergi hazırladık, Architectural Record yayını “Bu sergi Gaudi veya Sagrada Familia ile ilgili değil; gerçekle ilgili” diye yazmıştı. Gerçek de yapıyı ortaya koyan bir takımın olduğu. ARKIMEET konferansındaki tartışmalar da geleceğin paylaşımların üzerine kurulacağını göstermiş oldu. Mimarlar tek başına başarılı olamaz. Aksi takdirde bugün sahip olduğumuz kentleri yaratamazdık. Mimarların kendi başlarına değil, insanlarla birlikte iletişim halinde geliştirebileceği yeni yollar aramalıyız. 

 

Konferansınızda büyük binaların büyük şeyleri koruması gerektiğini söylediniz.

Evet. Eğer sürdürülebilir mimarlıkla ilgilenen biriyle konuşursanız burası beton, burası çelik diye kiliseyi eleştirebilir. Belki kriterleri sağlayan bir bina değil ama sosyal anlamda sürdürülebilir. Çünkü neredeyse her yıl 4 milyon insan içine giriyor, 10 milyon insan o yapıya dışarıdan bakıyor. İnsanların birbirleriyle karşılaşması bile o binayı sürdürülebilir yapabilir. Benim görüşüm böyle büyük bir yapının kültürel ve sosyal sürdürülebilirliği sağlayacak bir mekan programı yapılması gerektiği.

Sizin için projenin gerçekleştirilmesi sırasındaki en büyük zorluklar nelerdi?

Bu yapı dünyanın en karmaşık yapılarından biri. Bir yapıyı, inşaat süresince 4 milyon insanın da ziyaret edeceği şekilde nasıl daha az karmaşık yapabilirsiniz? Projenin sıkıntıları her zaman var. Para devletten, şirketlerden veya kiliseden gelmiyor, sadece yapıyı ziyaret edenlerin desteğiyle yürütüyoruz. Yani biz mimarların parayı çöpe atacak bir karar vermememiz gerekiyor. Eğer parayı boşa harcamış olursanız insanların fedakarlığını da çöpe atmış olursunuz. Zorluk her zaman olacak, amacımız yapıyı daha iyi ve ucuz şekilde nasıl ortaya çıkarabileceğimiz. 

 

 

Aslında bu kadar uzun soluklu ve karmaşık bir iş, teknolojinin bu denli hızlı değiştiği bir döneme de denk geldi. Ve siz bu projeye başladığınızdaki imkanlar ve teknoloji ile bugünkü çözümler arasında çok fark var. Siz hiç “Biz başladığımızda bu imkanlar olsaydı her şey çok daha kolay olurdu” diyor musunuz? Yada başladığınız dönemde kullandığınız teknolojilerin bugün sizi yavaşlattığını düşünüyor musunuz?
İtiraf edeyim, bazen kıskandığım oluyor... (Gülüşmeler) Bu konuda aslında hep iki taraflı düşünüyorum; biri elimde olmadan kıskanma. Tüm bu harika teknolojileri, araçları gördükçe çok daha kolay olabilirdi diyorum. Diğeri ise biraz gurur, çünkü genç mimarlara baktığımda ellerinde olan fırsatların pek de farkında olmadıklarını düşünüyorum. 20 yıl önce biz bu imkanlara sahip değildik ve neler başardık demeden de duramıyorum.

Peki binanın tamamlanması hakkındaki karşıt görüşler ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Yani büyük bir kesim de binanın olduğu gibi kalmasının çok daha iyi olacağı görüşünde.
Normalde tüm bunlar, her ne kadar mimari konular gibi gözüküyor olsa da politik mevzular olduğu için konuşmak istemiyorum. Ama bir mimari dehanın bu kadar önemli bir eserinin İspanya gibi ekonomik sıkıntılar yaşayan bir ülkede büyük bir bütçeyle tamamlanıyor olmasının iyi değelendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü projenin kente katacağı değeri, kentin tüm algısının neredeyse yapıya ve yapının mimarının estetik anlayışı üzerine kurulu olduğunu öngörmüş bir yönetim var. Ayrıca Gaudi’nin neler planladığını keşfedebilme şansı...

 

 

Bu biraz kentsel ölçekte, yapıyı bir piyon olarak kullanmak gibi... Fakat eleştiriler yapının kendisini savunur ve onun kendi niteliğini, kendi tamamlanmamışlığındaki devingenliği korumak ister gibi. Yani biraz daha alt ölçek...

Kesinlikle, doğru bir tespit. Fakat bu eleştirilere katıldığımı söyleyemem. Size büyük resmi anlatmaya çalışıyorum. Sadece tüm kariyerini bu proje üzerine kurmuş biri olarak sanırım elimizden gelenin en iyisini yaptık diyebilirim.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 02.12.2014

KÜÇÜK PRENS ÇİZİMLERİ AÇIK ARTTIRMADA

 

Antoine de Saint-Exupery'in zamansız kitabı ‘Küçük Prens’in yazarının elinden çıkmış orijinal suluboya çizimleri gelecek hafta Paris’te açık arttırma ile satışa çıkarılacak.

 

Romanın 1943’teki orijinal 17 sayfa imzalı çizimlerinin 400-500 bin Euro arasında satılması bekleniyor.

 

Küçük Prens’in yaşadığı gezegene adını veren Asteroid B612’yi keşfeden, kara tahtada geometri ve matematik çizimleri yapan Türk astronot da resimlerde tasvir ediliyor.

 

Exupery’nin dünyaca ünlü kitabı şimdiye kadar 270’den fazla dile çevrildi. Dünyada İncil’den sonra en fazla okunan kitap olduğunu söylüyor.

 

21.3 ila 23.9 santim arasında değişen sulu boya çizimler 9 Aralık’a kadar görülebilecek.

Akşam, Haber: Meltem Özbey, 02.12.2014

HEVSEL BAHÇELERİ KORUNUYOR

 

 

Dicle Vadisi'nin ve kentin besin kaynağı olan 8000 yıllık geçmişe sahip Hevsel Bahçeleri proje alanı sınırları dışında olup tamamen korunacak.

 

Diyarbakır ilinde yeterli yeşil alan bulunmadığı gibi, kent yakın çevresinde de planlı ve düzenlenmiş büyük alan kullanımlı yeşil alanlar, ağaçlandırılmış alanlar, mesire yerleri, orman alanları bulunmamaktadır. Bu sebeple uzun yıllardır çeşitli Kurumlarca gerçekleştirilmesi hedeflenen, ancak bu güne kadar gerçekleştirilememiş olan Dicle Vadisi Projesi'nin hayata geçirilmesi için Bakanlığımızca çalışmalara başlanmıştır.

 

Dicle Vadisi Neden Rezerv Yapı Alanı Olarak İlan Edildi?

Diyarbakır İli, Sur İlçesi sınırları içerisinde yer alan yaklaşık 187 ha.'lık Tarihi Suriçi Bölgesi, 6306 sayılı Afet Risk Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca "Riskli Alan" ilan edilmiştir. Suriçi Bölgesine de hizmet etmek üzere bu bölge ile komşu ve Kırklar Tepesini içine alan 10985,55 ha'lık bölge rekreasyon alanı olarak kullanılması amacıyla 6306 Sayılı Kanun kapsamında Maliye Bakanlığı'nın uygun görüşü alınarak Rezerv Yapı Alanı olarak belirlenmiştir. Bakanlığımızın hedefi bu bölgede Diyarbakır halkının umutla beklediği Dicle Vadisinin doğal güzelliklerinin ön plana çıkartılacağı Doğapark'ı hayata geçirmektir.

 

Dicle Vadisi ve Hevsel Bahçeleri Yapılaşmaya Açılacak mı?

Bakanlık tarafından yürütülen proje kapsamındaki 1098,55 ha'lık rezerv alan, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince onaylı 1/25000 Çevre Düzeni Planı ve 1/5000 Nazım İmar Planında alanın büyük çoğunluğu rekreasyon alanı, park alanı ve ağaçlandırılacak alan olarak tanımlanmış olup, bunun yanında alanın kuzeyinde Konut Dışı Kentsel Çalışma Alanı ile Akaryakıt ve Servis İstasyonları fonksiyonları, Kırklar Dağında da Konut Yerleşim Alanları ile Sosyal ve Kültürel Tesis Alanları fonksiyonları tanımlanmıştır. Ancak söz konusu fonksiyonların uygulanması durumunda Dicle Vadisi'nin doğal karakteri bozulacağından alanın doğa parkı olarak kullanılması amacıyla "Diyarbakır İli Dicle Vadisi Kırklar Tepesi Rekreasyon Alanı İmar Planı, Kentsel Tasarım ve Peyzaj Uygulama Projesi Yapımı Hizmet Alım İşi"nin yürütülmesine karar verilmiştir.

 

Dicle Vadisi Rezerv Alan Sınırlarında bulunan Kırıklar Dağının yapılaşmaya açılmasının şehrin kültürel ve tarihi dokusuna uygun olmadığı düşünülmektedir. Yakın zamanda yapılaşmaya açılmış olan bölgenin Dicle Vadisi Projesi ile tezatlığı nedeniyle, Büyükşehir Belediyesi tarafından imara açılmış olan Kırklar Dağındaki her türlü imar ve yapılaşma işlemleri durdurularak, Bakanlığımızca da bölgenin her türlü yapılaşmadan korunması için gerekli önlemler alınmıştır.

 

14 Kasım 2014 tarihinde toplanan Diyarbakır İl Toprak Koruma Kurulu, UNESCO Dünya Miras Listesine aday Hevsel Bahçeleri ve devamındaki alanın TNKA (Tarımsal Niteliği Korunacak Alan) olarak korunmasına geriye kalan alanın ise yalnızca rekreasyon alanı, ağaçlandırılacak alan ve doğa parkı alanı olarak kullanılması şartıyla tarım dışına çıkarılmasına karar vermiş olup söz konusu karar yürütülen projemizle uyumludur. Bu karar sonucunda vadinin yapılaşmaya açılması değil, Dicle Vadisinin sahip olduğu değerlerin korunması ve kent yaşamına kazandırılması sonucu çıkmıştır. Ayrıca, Dicle Vadisi yapısı itibarıyla yüzyıllardır aktif olarak akan bir nehrin yatağından oluşmaktadır. Bu alan yapılaşma için kesinlikle uygun olmayıp, Bakanlığımızca da yapılaşmaya açılması düşünülmemektedir. Bu kararla birlikte Hevsel Bahçelerine hiçbir şekilde müdahale edilemeyecektir.

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yürütülen projede UNESCO süreci de yakından takip edilmiş ve proje süresince Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Diyarbakır Valiliği, Diyarbakır Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve Kültür Bakanlığı (Kaçakçılıkla Mücadele Daire Başkanlığı Dünya Miras Alanları Şube Müdürlüğü) yetkilileri ile toplantılar yapılarak görüş alışverişinde bulunulmuş ayrıca Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile söz konusu projeye ilişkin çeşitli yazışmalarla koordinasyon sağlanmıştır. Bu doğrultuda Alan Yönetiminin Miras Alanı olarak belirlemiş olduğu bölge; proje kapsamında tasarlanan Master Planda Mutlak Koruma ve Doğal Niteliği Korunacak alanlar olarak planlanmış olup; Master Plan Miras Alanları ile ilgili aktif kullanıma dönük hiçbir karar üretmemektedir. Bununla birlikte Alan Yönetimi Planının miras alanları ve tampon bölgeler için öngörmüş olduğu mekansal stratejiler, Master Plan ve Kentsel Tasarım projesinde de benzer biçimde ele alınmıştır. Ayrıca proje alanının %47'lik kısmı "Mutlak Koruma Alanları", %40'lık kısmı da açık seralar, ağaç parkları ve düzenlenecek yeşil alanlar gibi fonksiyonları içeren "Kontrollü Kullanım Alanları" olarak tasarlanmıştır.

 

Dicle Doğapark'da Neler Olacak?

Dicle Vadisinde yürütülen projede kentin yaşadığı yeşil alan sorununa çözüm getirmek, Vadinin ekolojik özelliklerini de dikkate alarak, kente yeni bir rekreasyon yaşam alanı kazandırmak, ayrıca Dicle Vadisindeki bu güne kadar yaşanmış olumsuz kullanımlardan kaynaklı (kıyıların tahribi, kontrolsüz ağaç ve saz kesimi, çevredeki sanayi tesislerinin kirletici etkisi, yöreye yabancı bitki dikimi, çöp moloz dökümü, Kırklar tepesinde devam eden ve doğal değerler dikkate alınmadan yapılan yapılaşma vb) tahribata yönelik "Doğa Koruma ve Onarımı"na yönelik tasarım çalışmaları yürütülmektedir.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 02.12.2014

RAHMİ KOÇ: MÜZELER PARA KAZANMA YERİ DEĞİL

 

"Müzeler para kazanma yeri değildir. Aksine sürekli para koymak gerekiyor" dedi. Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç; Rahmi Koç Müzesi'nin 20'nci yılı şerefine verdiği davette gösterilen kısa bir müze tanıtım filminde.


Müzelerin herkesi kucaklayabilmesi için en önemli konuyu Rahmi Koç iki cümleyle özetledi böylece. "İki çocuklu bir aile geldi müzeye.


Oturup bir de çay içmek isterler tabii. Müze dolaşmak maliyetli olmamalı kimseye" diyordu. Nitekim Rahmi Koç Müzesi'nin içinde yer alan kafeterya ve hatta şahane bir kültür turu şeklinde geçen çocuk doğum günü organizasyonlarını deneyen bir anne olarak çok ama çok hesaplı bir fiyata sunulduğunu söylemeliyim.


Rahmi Koç 20'nci yıl için hazırlattığı davetiyeye, "Hem 20. yılımızı beraber kutlayalım, hem de Bebek Evleri Sergimizi beraber açalım.


Gelebilirseniz bizi bahtiyar etmiş olursunuz" diye yazmıştı. Aralarında Türkiye'nin önemli akademisyenlerinden Prof.Dr. Nuran Atasoy'un da bulunduğu davetliler önce 'Hayallerle Dolu Küçük Evler Sergisi'ni gezdi ardından da davet salonuna geçti.


Gazeteciliğimin ilk yıllarına rastlıyor Rahmi Koç Müzesi'nin temelinin atıldığı günler. Temel atıldığı gün oradaydım. Nereden nereye... Haliç'in kıyısında bugün müzenin yer aldığı alanlarda o gün asla dolaşmak istemezdiniz. Oysa şimdi dünya çapında bir müze var. Gezenleri hayal alemlerinde dolaştırıyor. Rahmi Koç, davette gösterilen filmde 20 yıllık müze macerasının özetini de paylaştı. Önce Tekel'den Lengerhane'yi satın aldı, ardından da özelleştirilen Hasköy Tersanesi'ni müzenin bünyesine kattı ve müze her geçen gün büyüdü, hatta kabına sığamaz oldu. 14 bini aşkın otomobil, gemi, bilgisayar, uçak gibi objelerin sergilendiği İstanbul'daki müzeyi yılda 250 bin kişi geziyor. Koç, sadece İstanbul'daki müzeyle de yetinmedi. Ankara'da Rahmi Koç'un dedesinin çırak olarak ilk çalıştığı yer olan Çengel Han'ı restore edip orayı da müzeye dönüştürdü. Bitmedi, bu kez Ayvalık'ta Coca-Cola Başkanı Muhtar Kent'in ailesine ait kütüphaneyi restore ettiği şapel ve yeldeğirmeninin bulunduğu mekana taşıdı.


Cunda'daki Taksiyarhis Kilisesi'ni de 30 yıllığına kiralayan Koç burayı da müzeye dahil etti.
Rahmi Koç, müze yolculuğunu anlatırken eleştiri oklarını üstüne çekeceğini bile bile iş dünyasına dostane bir tavsiyede bulunmadan da edemedi. Bir koleksiyonu olan, bir konuya ilgi duymaya başlayanların hemen 'müze kuracağım' demesini tatlı bir dille eleştirdi ve "Tavsiyem böyle düşünen 3-5 kişi bir araya gelip daha büyük bir müze yapsınlar. Daha faydalı olurlar" dedi. Sanırım Rahmi Koç haksız değil.

Sabah, Yazı: Şelale Kadak, 02.12.2014

MONA LİSA, DA VİNCİ'NİN ÇİNLİ ANNESİYDİ

 

Son yapılan araştırmaya göre dünyaca tanınan Mona Lisa, Leonardo da Vinci'nin İtalya'ya köle olarak gelen Çinli annesinin portresiydi.

 

 

Bu iddia şu anda sanat çevrelerinin bir hayli meşgul ediyor. İddiayı ortaya atan Leonardo da Vinci'nin hayatı hakkında uzun yıllar araştırma yapan bir yazar.

Medyalens'in geçtiği haberde, Leonardo da Vinci hakkında bir kitap yazan Angelo Paratico, ünlü sanatçının annesinin Çinli bir köle olduğunu söylüyor.

South China Morning gazetesinde yer alan habere göre Leonardo da Vinci'nin annesinin Floransa'nın 30 km. yakınında bulunan Vinci kasabasına yerleşti ve 1452 yılında Leonardo'yu dünyaya getirdi. Angelo Paratico'nun iddiasına göre Caterina adını kullanan anne bu tarihten sonra kayıplara karıştı, çünkü o yıllarda bir kölenin aile hayatı kurması toplum kurallarına aykırıydı.

Paratico, bu iddiasını desteklemek için rönesans dönemine ait kilise kayıtlarında yaptığı araştırmada İtalya ve İspanya'da çok sayıda Uzakdoğulu köle yaşadığını da sözlerine ekliyor.
Yazarın bu iddiasını kanıtlamanın tek yolu var, o da Floransa'da gömülen da Vinci ve ailesinden alınacak DNA örneklerinin incelenmesi…

Leonardo da Vinci'ye Arap kökenli diyenler de olmuştu!

Leonardo da Vinci ve Mona Lisa ile ilgili ortaya atılan iddialar yeni değil, 100 yıl öncesine kadar gidiyor.

Sigmund Freud 1910 yılında Mona Lisa'nın da Vinci'nin annesinin portresi olduğunu, arka plandaki görüntülerin de Çin'e ait bir manzara olabileceğini söylenmişti.

2002 yılında ortaya atılan bir başka iddiaya göre Da Vinci'nin kökeni Ortadoğuluydu.

Sabah, 01.12.2014

'YÜZYILIN DEFİNESİ' SON ANDA KURTARILDI

 

Elmalı’daki kaçak kazılarda bulunan ve ‘7 adet Elmalı Sikkesi’nin de arasında olduğu tarihi eserler antikacı kılığına giren Ankara polisi tarafından kurtarıldı. Tarihi eserler müzeye teslim edildi.

 

 

Ankara polisi, son dönemlerin en önemli tarihi eser operasyonlarından birine imza attı.
Polis, elinde önemli tarihi eserler olduğunu ve bunları satmak istediğini söyleyen bir kişinin, bazı koleksiyoncular ile görüştüğünü tespit etti. Bunun üzerine antika koleksiyoncusu kılığına giren polisler, elinde tarihi eser olduğunu söyleyen E.A. ile irtibata geçti. E.A. ile Gölbaşı’nda buluşan polisler, şüpheli ile elindeki eserler için pazarlığa başladı. E.A.’nın elinde 7 adet Elmalı Sikkesi, Sümer dönemine ait bir adet heykelcik ile yine aynı döneme ait 5 adet mühür olduğunu söyledi. E.A. Elmalı Sikkelerinin her biri için, koleksiyoncu kıılığındaki polislerden 500 bin TL istedi. E.A. ayrıca diğer tarihi eserler için de dudak uçuklatan rakamlar talep etti. E.A., alıcı kılığındaki polislerin fiyatları kabul etmeleri üzerine elindeki tarihi eserleri ortaya çıkardı. Bunun üzerine E.A. polisler tarafından gözaltına alındı.

‘Süs eşyası zannediyordum’
Ele geçirilen eserler incelenmek üzere müzeye gönderildi. Yapılan incelemede 7 adet sikkenin orjinal Elmalı Sikkesi, heykel ve mühürlerin de orjinal olduğu anlaşıldı. E.A. ifadesinde, “Değerli olduklarını bilmiyordum. Süs eşyası olarak satılabileceğini düşünmüştüm. Ben de bunları Şanlıurfa’dan tanımadığım birinden almıştım” şeklinde konuştu. E.A. emniyetteki işlemlerin ardından sevk edildiği adliyede savcılık sorgusunun ardından serbert bırakıldı.

Heykel vurguncularına darbe
Ankara polisi, bir diğer operasyonda da ellerindeki Artemis heykelini satmak isteyen, A.R.M., Y.K. ve F.D.’yi de gözaltına aldı. Şüpheliler heykeli Kaçak kazı sırasında bulduklarını ve satmak istediklerini söyledi. 3 zanlı savcılık sorgusunun ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Şüphelilerin elindeki heykele el konularak, incelenmek üzere müzeye gönderildi. 

 

Elmalı Sikkeleri
1984 yılında Antalya’nın Elmalı İlçesinin Bayındır Köyünde yapılan kaçak kazılar ile bulunan yüzyılın definesi Elmalı Sikkeleri, o bölgede bulunan bütün şehir devletlerinin paralarını içeriyor. Söz konusu sikkelere yüzyılın definesi denilmesinin en önemli nedeni de Yunanlılar’ın Persler’i yendikleri için bir anı parası çıkarma kararı almaları ve normal olarak o zamanın para birimi için en fazla 4 drahmi değeri biçilirken; anma nedeniyle 10 drahmililk paranın çıkarılmış olması olarak gösteriliyor. Kaçak kazılar sonucunda Amerika Birleşik Devletleri’ne kaçırılan Sikkeler, yoğun diplomotik girişimler ile tekrar ait olduğu Anadolu topraklarına geri döndü. Elmalı Sikkeleri 2009’da Antalya arkeoloji Müzesi’nde ziyarete açıldı. 1900 parçadan oluşan Elmalı definesine ait 1679 parça sikke Antalya Müzesi’nin ikinci katında sergileniyor.

Milliyet, Haber: Sertaç Koç, 01.12.2014

KAYAKÖY'ÜN TURİZME AÇILMASINA İPTAL DAVASI

 

 

Muğla’nın Fethiye İlçesi’ndeki tarihi Kayaköy’ün turizme açılarak otel yapılmasına yönelik çalışmaların durdurulması için Muğla İdare Mahkemesi’ne dava açıldı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 49 yıllığına kiralanmak üzere ihaleye açılan Kayaköy’ün, yüzde 30’luk kısmının restore edilip otel olarak tahsis edileceğinin açıklanması tepki yarattı. ’Hayalet köy’ olarak bilinen tescilli yapıların bulunduğu alanın 300 yataklı otele dönüştürülmesine karşı çıkan, aralarında gönüllü avukatların da bulunduğu ’Kayaköy Savunması’ adlı grup, yürütmenin durdurulması için harekete geçti.

Yaklaşık iki hafta önce dava açmak için hazırlıklara başlayan grup, dava dilekçesini Muğla İdare Mahkemesi’ne sundu. Kayaköy’ün turizme açılarak, tarihi dokusunun bozulacağını öne süren grup dava dilekçesinde, projenin iptalini istedi. Muğla İdare Mahkemesi’ne verilen dilekçede, şu ifadelere yer verildi:

"Tescil edilerek koruma altına alınmış bu yapıların, tüm tescil nedenleri hiçe sayılarak kamusal bir alan olmaktan çıkarılıp otel odasına dönüştürülmesi koruma ilkelerine aykırı olduğundan, hukuka aykırılığı da sabittir. Proje, Kayaköy’ün bütünlüğünü bozacak ve koruma dengesini ortadan kaldıracaktır. Kayaköy tarihi ve mimari özelliklerinden ötürü ’Kentsel ve 3’üncü Derece Arkeolojik Sit Alanı’ statüsünde. Köyde bulunan 700 adet Rum yapısı tescilli. Ayrıca ’Fethiye- Göcek Özel Çevre Koruma Bölgesi’ sınırları içerisinde. İhaleye açılan parsellerden bir tanesi de orman alanı olarak görünüyor. Yasalara göre orman alanları turizm işletmesi için tahsis edilemez."

Hürriyet, Haber: Ergün Tos, 01.12.2014

KAHLO'NUN ÇİÇEKLERİ AMERİKA'DA AÇACAK

 

Meksikalı ressam Frida Kahlo’nun bahçesi New York Botanik Bahçesi’nde inşa edilecek.

 

Ressamın çocukluğunu da geçirdiği La Casa Azul (Mavi Ev) adlı evinin bahçesi, New York’ta tekrar hayat bulacak. New York Botanik Bahçesi’ndeki Enid A. Haupt Konservatuarı, Kahlo'nun Mavi Ev'inin bahçesi olarak düzenlenecek ve 16 Mayıs 2015’te "Frida Kahlo: Sanat, Bahçe, Hayat" adlı bir sergiyle açılacak. Kasım ayına dek sürecek sergide, Meksika'dan gelen yerli çiçeklerle süslenmiş bahçe ve Kahlo’nun eşi ressam Diego Rivera tarafından bahçeye yapılan piramidin de bir maketi görülebilecek.

Akşam, 01.12.2014

HÜNKAR MAHFİLİ ORİJİNAL DEĞİL Mİ?

 

İstanbul Beşiktaş’taki Sinan Paşa Cami’nin bitişiğine yaptırılan Hünkar Mahfili tartışmalara neden oldu. Uzmanlar, önümüzdeki günlerde açılacağı belirtilen yapı için ‘uydurma bir eser’ diyor.

 

 

İstanbul’un önemli tarihi yapıtlarından Beşiktaş’taki Sinan Paşa Camii, Vakıfler İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü tarafından 2011’de restore ettirilerek geçen yıl hizmete açıldı. Kaptan-ı Derya Sinan Paşa tarafından 1555’te Mimar Sinan’a yaptırılan 459 yıllık mazili caminin avlusunda, camiye bitişik olarak yaptırılan ‘Hünkar Mahfili’ inşaatında son aşamaya gelindi. Ancak sanat tarihçileri, 2 buçuk milyon TL maliyetli projenin orijinal olmadığını söylüyor.


‘19. yüzyılda eklendi’
‘Hünkar Mahfili’ yapımına karşı çıkan Mimarlık Tarihi Uzmanı Prof.Dr. Uğur Tanyeli, Sinan Paşa Cami’nin orijinal halinde Hünkar Mahfili olmadığını belirtiyor. Tanyeli, “Çoktan ortadan kalkmış, üstelik orijinal yapıda mevcut olmadığı için özgün Mimar Sinan yapısını bozduğu gerekçesiyle 1940’larda yok edilmiş bir binayı eski fotoğraflarına bakarak yeniden inşa ediyorlar. ‘Hünkar Mahfili’ denen o yapı 19. yüzyılda Sinan Paşa Camii’nin yanına eklenmişti. Caminin orijinal halinde bir mahfil yoktu. Yıktırılmasaydı tabii ki o mahfili de korumak gerekirdi. Ama, yıkılmış ve tarihsel açıdan da kaybı çok hayati önemde olmayan bir ek binayı fotoğraflara bakıp inşa etmek doğru değil. İzi bile kalmamış eski yapıları orada bir zamanlar bulundukları için yeniden inşa edemeyiz. Yapılan sadece sahte bir eski yapı olur” dedi.


‘Uygunsuz detaylar var’
Prof.Dr. Afife Batur da söz konusu projeyi eleştirenler arasında. Batur, “Hünkar Mahfili’nin şu anki görünümü çok uygunsuz bir konum ve detaylar içeriyor. Hatta uydurma gibi olduğunu söyleyebilirim. Osmanlı döneminde herhangi bir yapıtta böyle bir ekleme yapıldığını görmedim” açıklamasında bulundu.

 

‘Fuzuli olarak işgal ediyor’

Restorasyon Uzmanı ve Mimarlık Tarihçisi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, “Sinan Paşa Camii bir padişah camisi olmadığından, hünkar mahfili veya kasrı denilen ahşap bina Mimar Sinan’ın özgün tasarımına ait bir öge değildir. Eski resimlere göre 19. yüzyılda  eklenmiş bir yapıdır ve 1940’larda yıkılmış yapının yeniden yapılma gerekçesi nedir? Yeniden yapım ancak söz konusu tarihi eser kent için bir anlam taşıyorsa, mimari önemi ve sembolizmi vazgeçilmez düzeyde ise haklı gösterilebilir. Yeniden yapılan bina sıradan bir ahşap yapı gibi. Zengin bir iç mekan, özel bir estetik değer taşımıyor. Pasalı tavan İstanbul’un sıradan ahşap evlerinde görülen bir ayrıntı. Daha da önemlisi, bugün caminin kullanımı açısından gerekli bir öge değil ve Mimar Sinan’ın eserinin kuzeydoğu cephesini fuzuli olarak işgal edip kapatıyor” diye konuştu.

 

‘Ayasofya’nın minareleri de sonra yapıldı’

Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, söz konusu eserin 19. yüzyıl açısından değerlendirilip dönem eki olarak tescillendiği bilgisini verdi. Projenin müteahhit firma Kadıoğlu İnşaat Taahhüt Kolektif Şirketi bünyesindeki mimar ve mühendisler tarafından çizildiği, Bilim Kurulu üyesi Mimar Prof.Dr. Oğuz Ceylan tarafından onaylandığı ifade edilirken, söz konusu yapının Beşiktaş Müftülüğü’nün hizmetine verilerek eğitim merkezi olarak kullanılmasının öngörüldüğü dile getirildi.


Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci, uzmanların eleştirilerine karşılık şu açıklamayı yaptı: “Hünkar Mahfili, kültür ve tabiat varlıkları tarafından eski eser, dönem eki olarak tescillendi. Hünkar Mahfili’nin cami ile ilişkisi, plan düzleminde yerleşimi, altta kagir kat, üstte ahşap geçit kısımlarının varlığı 1922 tarihli Pervetitch haritasından ve döneme ait eski fotoğraflardan anlamak mümkün olmuş ve bu doğrultuda yeniden inşasına başlanmıştır. Mahfilin sonradan yapıldığını söyleyen ve tarihi eser olmadığını iddia edenlere Ayasofya’nın minarelerini sormamız gerekmez mi? Ayasofya’nın minareleri sonradan yapıldığına göre orijinal bir tarihi eser değil midir?


Ayrıca yapılan araştırmalarda eskiden cami beden duvarına bitişik ahşap bir Hünkar Mahfili olduğu tespit edilmiştir. Uzmanların aldığı kararlar neticesinde Hünkar Mahfili’nin yeniden yapılmasına ve avludaki Neccarzade Mustafa Efendi Türbesi’nin de restore edilmesine karar verilmiştir. Bu doğrultuda hazırlanan projeler Koruma Bölge Kurulu’nca onaylanarak 2. etap restorasyon çalışmaları 2013’te başlanmıştır.”

Milliyet, Haber: Mert İnan, 01.12.2014

TOPKAPI SARAYI MI "MUHTEŞEM YÜZYIL" SERGİSİ Mİ?

 

Uniq Müze’deki “Muhteşem Yüzyıl: Teşhir-i İhtişam” sergisinde kendinizi Topkapı Sarayı’nın Harem’inde gibi hissediyorsunuz. Peki ama sarayı mı, bu sergiyi mi yoksa ikisini de mi gezmeli?

 

Karanlık bir dehlizden geçiyorum. Lunaparklardaki korku tünellerini andırıyor biraz. Sonra gözümün önüne geliyor, Hürrem’i ilk gördüğümüz sahne. İşte o gemideyim. Kalabalığı aşabilirseniz dalgaların sesini duyabilir, geminin sallanışını da hissedebilirsiniz. Gemiden indiğinizde ise saraydasınız.


Valide Sultan, Mahidevran ve Hürrem’den sonra şimdi ben de Harem’deyim. Harem denince aklımıza hep padişahın kadınları geliyor ama aslında Harem, padişahın evi demek. Padişah Harem’de Has Oda’da yaşıyormuş. Annesi, kız kardeşi, eşleri ve çocukları da aynı çatı altında. Padişahla kadınlar ve çocuklar arasında sadece Altın Yol var. Altın Yol, padişahın özel günlerde altınlar atarak yürüdüğü yol. Bizim Sultan Süleyman’ı, Halit Ergenç’i defalarca izledik bu yolda.
Şimdi ise Feryal Gülman’dan Semiramis Pekkan’a dizinin hayranları selfie’ler çekerek yürüyor. Bir yandan kostümler inceleniyor, bir yandan dekor.  

 

Süleyman’la bir kare
“Muhteşem Yüzyıl” karakterleri için heykeltıraş Murat Daşkın tarafından hazırlanan silikon heykellerin önüne geldiğimizde bu çaba dahada artıyor. Süleyman’ın önünde bir kare yakalayabilmek için dakikalarca bekleniliyor. Turu tamamlayıp da dışarı çıktığınızda ise Halit Ergenç’ten Ozan Güven’e, Pelin Karahan’dan Meltem Cumbul’a tam kadro orada. İki Hürrem hariç. Meryem Uzerli ve Vahide Perçin yok. Kostümler ve tabii erkeklerin sakalları olmadan aynı etkiyi vermiyor. Ama işte ikinci telaş da onlarla selfie çektirmede yaşanıyor.


Neredeyiz? Ayazağa’da Uniq Müze’de. Uniq Müze denince neresi olduğunu anlamak mümkün değil. Çünkü İstanbul’da her yerin adı sürekli değişiyor. Burası önce Black Box adıyla Babylon’un işlettiği konser salonu olarak hayatımıza girdi. Sonra resmi adı Volkswagen Arena oldu. Şimdi ise bu arenanın hemen yanındaki bina Uniq Müze adıyla “Muhteşem Yüzyıl: Teşhir-i İhtişam” sergisine ev sahipliği yapıyor.  “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin set planları 2 bin 500 metrekarelik sergi alanına bire bir kurulmuş.


Evet, “Muhteşem Yüzyıl”ın ayrı bir yeri oldu kalbimizde. Hürrem’in değişmesi bile etkilemedi izleyiciyi. İşte o yüzden bir yandan çok normal sergiye bu kadar ilginin olması ama bir yandan tuhaf geliyor. Çünkü Maslak’a gitmek için harcayacağınız enerjiyi dekorun orijinaline, Topkapı Sarayı’na gitmek için harcayabilirsiniz. Gerçeği dururken, neden sahtesine gelir ziyaretçiler diye düşünmemek elde değil. Üstelik giriş ücreti de Topkapı Sarayı’ndan daha pahalı. Tam 35 lira, öğrenci bileti ise 28.75 lira. Neyse ki serginin gala gecesinden elde edilen gelirle Koruncuk Vakfı’na katkıda bulunuluyor.

 

 

Gül İrepoğlu’ndan neler öğrendim?

Topkapı Sarayı’nda zaman zaman “Harem ve Mücevher” başlıklı konuşmalar düzenleniyor. Prof.Dr. Gül İrepoğlu’nun “Osmanlı Saray Mücevheri, Mücevher Üzerinden Tarihi Okumak” adlı müthiş bir kitabı var. Kendisi sadece iyi bir yazar değil aynı zamanda iyi bir konuşmacı.
Osmanlı mücevherleriyle ilgili ondan çok şey öğrenmek mümkün. “Osmanlı kadınının karakteristik özelliği, çok çeşitli takıları yan yana kullanmayı sevmesi, yine de zarif olmayı başarabilmesi” diyor İrepoğlu. Avrupa’da takım gerdanlık, küpe, bilezik, yüzük vs. takılırken Osmanlı’da farklı parçalar bir arada kullanılıyor.


Baş süslemesi çok önemli. Sorguçlarda zümrütler, elmaslar kullanılıyor. Lale detayları dikkat çekiyor. Günümüze gelmeyen bazı takılar da var. Örneğin zülüflük, çift olarak kullanılıyor. Başın iki yanından, bazen açık bazen toplanarak takılıyor.  

 

Osmanlı erkekleri de mücevher kullanıyordu
Osmanlı’da mücevher hayatın her alanında var. Bizim anladığımız gibi sadece takılarda kullanılmıyor. Değerli taşlarla bütün eşyaları süslüyorlar. Böylece eşyalar da birer mücevher oluyor.


Benim favorim kavukları süsleyen sorguçlar, Doğu geleneğinde Batı’daki tacın yerini tutuyor. İktidar simgesi olduğu için en görkemli olanları padişahlar takıyor. Şehzadeler, paşalar ve kadınlar da sorguç takıyor. Osmanlı erkekleri de kadınları kadar mücevhere değer veriyor ve mücevher takıları da, eşyaları da günlük hayatlarında kullanıyorlar.

 

 

“Müzeler sıkıcıdır” algısı

“Muhteşem Yüzyıl” hayranı bir çağdaş sanat uzmanı arkadaşıma anlatıyorum sergiyi uzun uzun. Hatta “İşte senin sergin başladı” diye bir fotoğraf gönderiyorum. Söz konusu çağdaş sanat olunca kolay kolay hiçbir şeyi beğenmeyen arkadaşım gerçekten heyecanlanıyor. “Hemen gitmeliyim” diyor. “Peki ama Topkapı Sarayı’na niye gitmiyorsun o zaman?” diye soruyorum. “Topkapı Sarayı çok sıkıcı, müzeler belki bu sergiden ders alır, daha eğlenceli hale gelirler” diyor.


Topkapı Sarayı’ndan bir Mademe Tussauds ya da oyuncaklı, canlandırmalı, efektli bir TV dizisi sergisi yaratma fikri doğrusu korkunç geliyor bana. “Müzeler sıkıcıdır” aslında bizim yarattığımız bir algı. Zaman zaman çok eğlenceli etkinlikler oluyor. Tek fark, müzeler daha az kişiye ulaşıyor. E, dizilerin de o kadar farkı olacak tabii.


“Muhteşem Yüzyıl”a biraz meraklıysanız, Uniq Müze’deki sergiyi gezin, üstüne mutlaka bir de Topkapı Sarayı gezisi yapın.

Milliyet, Haber: Çağdaş Ertuna, 30.11.2014

"VALİMİZİN SİNAGOG AÇIKLAMASI SEHVEN"

 

 

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Edirne Valisi Dursun Ali Şahin’in “Müze olacak” açıklamasıyla gündeme gelen tarihi Edirne Büyük Sinagogu’nu gezdi, Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Osman Güneren’den bilgi aldı.

 

Vali Şahin’in ‘sehven’ bir açıklama yaptığını ifade eden Müezzinoğlu, Musevi ve Hıristiyan cemaatleriyle ilişkilerinin çok net olduğunu kaydederek şunları söyledi:
“Hükümetimizin, Başbakanımızın, Cumhurbaşkanımızın da zaten bu anlamda milletimizin de gerek Musevi cemaatine, gerek Hıristiyan cemaatine bakışımız son derece net. Onlar bu ülkenin bizim gibi birinci sınıf vatandaşıdır. Onların hak ve hukukları da bizimki kadar değerlidir. Biz Musevi cemaatinin talebi neyse onu değerlendiririz. Bir ibadethane ise o dinin ve temsilcilerinin değerlendirmesine göre değerlendirilir. Burası ibadethane yapılmak üzere onarıldı. Cemaat varsa istiyorsa gereği yapılır.”

Hürriyet, 30.11.2014

ANTİK KENTİN ALTINDAN DUBLE YOL GEÇİRİYORLAR

 

 

Çanakkale’de  Ayvacık ile Küçükkuyu arasında yapımı süren duble yol, 1. derece doğal ve arkeolojik sit alanı olan Paleo Gargara antik kentinin tam altından geçiyor. Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu yol çalışmalarının müze müdürlüğü denetiminde olması şartı ile bir sakıncasının bulunmadığını açıkladı. Proje ise hükümete yakınlığıyla bilinen Kolin’e ait.

 

KORUMA KURULU ‘UYGUN’ DEDİ

Ayvacık Küçükkuyu arasındaki bölünmüş yol çalışmaları sürerken, yolun Nusratlı Rampaları geçişi bir tünel viyadükle olacak. Hasanobası Köyü’nden başlayıp Yeşilyurt Köyü’nün arkasından çıkacak olan tünelin 1 kilometre uzunluğunda olması bekleniyor.

 

Tünelin Paleo Gargara antik kentinin altından geçecek olması üzerine konu Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun gündemine geldi. Bölge aynı zamanda hem arkeolojik hem doğal sit alanı. Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun geçtiğimiz Ekim ayında yaptığı toplantıda “... yapılacak olan çalışmaların ilgili müze müdürlüğü denetiminde yapılması ve bu çalışma esnasında mevcut yolları kullanmak kaydıyla uygun olduğu” kararı çıktı.

 

KOLİN YİNE ‘YOL’UNU BULMUŞ!

Çanakkale-Ezine-Ayvacık arasındaki 63 kilometrelik yolun, bölünmüş yol haline getirilmesi çalışmasını Kolin Şirketinin yapacak olması dikkat çekti. Şirket, Soma Yırca Köyü yakınında termik santral kurmak için 6 bin zeytin ağacını köylüleri döve döve kesmesiyle dikkat çekmişti. AKP’ye yakınlığı ile bilinen şirketin İstanbul’a üçüncü havalimanı, Yusufeli Barajı, Akdeniz Elektrik dağıtım gibi milyar dolarlık çok sayıda ihale aldığı biliniyor.

 

EGE'NİN MAVİSİ İDA'NIN YEŞİLİ

Küçükkuyu’nun antik çağdaki adı olan Gargaron, Homeros’un İlyada Destanı’nda geçiyor. Destanda ‘tanrılar tanrısı Zeus’ söyle diyor: “Ege’nin mavisi ile İda’nın yeşili arasında öyle bir yer vardır ki; orada keskin kekik kokuları içinde lezzetli zeytin çeşitleri ile yaptığım kahvaltının tadını hiçbir yerde bulamadım. İşte orası Gargaron’dur. Assos’tan doğuya doğru gidildiğinde Adramyttion Körfezi’ni (Edremit Körfezi) oluşturan bir burun vardır ki; buraya Gargara denir.” Pers ve Bergama Krallığı egemenliği altında kalan Gargara’nn tarihin her döneminde yerleşim yeri olduğu bilinse de kentin yeri tam olarak belirlenememişti. 1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından yapılan araştırmalar sonucunda Gargara’nın ilk yerinin Nusratlı Köyü’nün kuzeyindeki Kocakaya Tepe olduğu, daha sonra ise Arıklı Köyü’nün doğusundaki Zindan Tepe’ye taşındığı tespit edildi.

Evrensel, Haber: Özer Akdemir, 30.11.2014

KASADAN 200 YILLIK KURAN ÇIKTI

 

Adana’nın Seyhan İlçesi'nde pazar günü hırsızlıktan sabıkalı Ramazan K., Oktay E. Deniz C., emekli Kadir Yerdelen’in oturduğu 12’nci kattaki dairesine kapı kilidini kırarak girdi.

 

Yatak odasındaki çelik kasayı açamayan hırsızlar, kasayı çarşafa sarıp evden çıkardı. Kasanın içinden 200 yıllık Kuran-ı Kerim, pırlanta süslü 1 kol saati, 1 yılan derili çanta, 2 çek koçanı ve çeşitli ziynet eşyaları çıktı. Şüpheliler kasanın içindekilerle Adana ve Mersin’de yakalandı.

Akşam, 30.11.2014

TİRE'DEN TARİH FIŞKIRDI

 

Tire’nin Yeğenli Mahallesi kırsalında Temmuz ayında DSİ’nin su kanalı çalışması sırasında bulunan “Geç Roma” dönemine ait 3 mezardan sonra şimdi de aynı bölgede “lahit mezar” bulundu.

 

 

Çağlar boyunca birçok önemli uygarlığa ev sahipliği yapan ilçede şimdi de “lahit mezar” heyecanı yaşanıyor. Temmuz ayında, Yeğenli Mahallesi kırsalında DSİ’nin su kanalı çalışması sırasında bulunan “Geç Roma” dönemine ait 3 mezarın ardından planlı bir şekilde sürdürülen kazı çalışmaları ilk meyvesini verdi. Tire Müzesi’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan aldığı kazı izni sonrası aynı bölgede “lahit mezar” bulundu. M.S 4’ncü yüzyıla ait olduğu tahmin edilen lahit parçaları Tire Müzesi tarafından koruma altına alındı. 3 kişilik uzman ekibin özenle toprak altından çıkardığı tarihi buluntular Tire Müzesi’ne getirildi. Burada yapılan incelemede pişmiş topraktan yapıldığı belirlenen lahit parçalarının “Geç Roma” dönemini işaret ettiği bildirildi.

 

Yeğenli Köyü kırsalındaki çalışmaların kazı alanında yaşanacak gelişmelere bağlı olarak genişleyerek sürdürülebileceği öğrenildi. Yetkililer, Temmuz ayında çıkarılan mezar kalıntılarıyla birlikte yeni buluntuların da detaylı şekilde incelenip, envantere dahil edildikten sonra gerek görüldüğü takdirde müzede sergileneceğini ifade etti. Toprak altından çıkarılan lahitin ve ilk bulunan mezarların tek bir bütün halinde olmadığına dikkat çeken uzmanlar, eserlerin doğal nedenlerden ötürü zamanla büyük tahribat gördüğüne işaret ettiler. Kaçak kazı ve eserlerin talan edilmesine karşı Tire Jandarması ise bölgede geniş güvenlik tedbirleri aldı.

Milliyet, 30.11.2014

AKP'NİN CAMİ YALANLARI

 

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu ve bazı bakanların, Atatürk ve İsmet İnönü dönemini kötülemek için ısıtıp ısıtıp kamuoyunun önüne sürdükleri “camiler ahır yapıldı” iddiasına, eski müftü CHP Milletvekili İhsan Özkes belgelerle cevap verdi.

 

CAMİLERİ YENİLEMEK GÖREVİMİZ

Atatürk, İnönü ve dönemin bakanlarının imzalarının yer aldığı cami yapım ve onarımlarıyla ilgili kararlara ulaşan Özkes, bunları “Dünden Bugüne Cami Yalanları” adlı kitapçıkta topladı. 1922’de Bakanlar Kurulu’nun ilk toplantısında, Atatürk’ün Yunanlılar tarafından yakılıp-yıkılan camiler için “Bu camileri yenilemek görevimizdir. Bu hizmeti nutuk atmadan, gösterişe kaçmadan, siyasete alet etmeden yerine getirelim” sözlerine yer veren Özkes, bunların Atatürk ve CHP döneminde tamir edildiğini anlattı.

 

ATATÜRK CEBİNDEN PARA GÖNDERDİ

Yunanlar’ın yaktığı Mihalıççık Camii’nin, Atatürk’ün cebinden gönderdiği 5 bin lirayla tamir edildiğini ve camiye Atatürk adının verildiğini hatırlatan İhsan Özkes, “Atatürk yalnız yurt içinde değil, Tokyo ve Paris’te de cami yapımlarına destek oldu. 1932 yılının Kadir Gecesi’nde dünyada ilk defa radyodan mevlit yayını yapıldı. Atatürk’ün isteğiyle yapıldı” diye konuştu.


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Konya Alaattin Camii ile ilgili “ahır yaptılar” iddiasını, Atatürk’ün caminin tamiri için 1931’de çektiği telgrafla çürüten Özkes şunları söyledi:

 

“Atatürk’ün emriyle İstanbul’da, Sultanahmet, Eyüp Sultan, Mesihpaşa, Süleymaniye, Sultan Selim, Laleli, Şemsi Paşa, Ankara’da Cebeci Cenabı Ahmet Paşa ve Çankırı Ulu camilerinin onarımı için para gönderildi. Ve bunun belgeleri de ortada. Bu ülkede ezan özgürce okunuyor, ibadet rahatça yapılabiliyorsa bu önce Allah sonra Atatürk, İsmet İnönü ve milli mücadele gazi ve şehitlerinin sayesindedir. Bu mücadeleyi veren ordumuz, yer olmadığı için bir süre camiyi kullanmıştır. Ordumuz hiçbir camiyi ahır olarak kullanmamıştır, kullanmaz da.” 

Sözcü, Haber: Saygı Öztürk, 29.11.2014

500 YILLIK KUR'AN-I KERİM ÇALINDI

 

 

Adana'da bir eve giren hırsızlar, içinde 500 yıllık Kur'an-ı Kerim'in de bulunduğu kasayı çaldı. Hırsızlık zanlıları Mersin'de yakalandı.

 

Olay, merkez Seyhan İlçesi'ne bağlı Yeni Baraj Mahallesi'nde meydana geldi. İddiaya göre; Ramazan K. ile Oktay E. öğle saat 13.00 gibi Yeni Baraj Mahallesi'nde bir apartmana geldi. Yüzlerini elleriyle saklayarak apartmana giren hırsızlar, daha sonra merdivenlerden 12'inci kata kadar çıktı. Burada Kadir Yerdelen'in evinin önce demir kapısının, ardından ise çelik kapısının kilit göbeğini sökerek içeri girdi. Zanlılar, evde değerli eşya ararken yatak odasında elbise dolabının içinde çelik kasa buldu. Kasayı açamayan zanlılar, kasayı bir çarşafa sarıp asansörle aşağı indirdi.

 

Ev sahibi Yerdelen ise bir saat sonra eve geldi ancak kapı kilitli olduğu için evine giremedi. Bunun üzerine Yerdelen polisi aradı. Olay yerine gelen polis çilingirle kapıyı açtırdı. Yerdelen, içeri girdiğinde odaların dağıtıldığını ve yatak odasındaki çelik kasasının olmadığını gördü.

"500 yıllık Kur'an-ı Kerim çalındı"
Yerdelen, polise kasanın içinde atalarından yadigar 500 yıllık Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar uzanan Kur'an-ı Kerim'inde olduğunu en çok onun çalınmasına üzüldüğünü söyledi.

Yerdelen, kitabın yanı sıra kasada, 12 pırlantalı 1 kol saati, 1 Adana Burması bilezik, 4 çeyrek altın, 1 çift Trabzon bileziği, 1, 7 taşlı pırlanta yüzük, 1 üç taşlı elmas yüzük, 1 tek taşlı büyük yüzük (beyaz altın), 500 yıllık tarihi Kur'an-ı Kerim, 1 adet gümüş Cevşen kolye, 1 adet tek taşlı yakut yüzük, 4 tespih, 1 adet 1971 yılından kalma çakmak, 1 adet yılan derili çanta, 2 adet çek koçanı bulunduğunu, maddi zararının 150 bin ile ile 200 bin arasında olduğunu belirterek, "En çok kutsal tarihi kitabın çalınmasına üzüldüm. Malda mülkte gözüm yok kitabın bulunmasını istiyorum" dedi. 


Bunun üzerine polis, güvenlik kamerasını inceleyerek zanlıların kimliğini belirledi. Daha sonra Mersin Emniyet Müdürlüğü ile yapılan operasyonda zanlılar Mersin'de yakalandı. Zanlıların evlerinde yapılan aramalarda ise değerli bazı eşyalar ve tarihi kutsal kitap bulundu. 500 yıllık Kuran-ı Kerim daha sonra sahibine teslim edildi. Kitaba kavuşan Yerdelen, polislere teşekkür etti. Zanlılar ise sorgulandıktan sonra Mersin'de adliyeye sevk edildi.

Akşam, 29.11.2014

HALİME HATUN KÜMBETİ TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

Gevaş İlçesi'nde 700 yıl önce yaptırılan Halime Hatun Kümbeti, hazırlanan projeyle turizme kazandırılacak, yakınındaki yurt yıkılarak başka yere taşınacak.

 

 

Gevaş İlçesi'nde 700 yıl önce yaptırılan Halime Hatun Kümbeti, hazırlanan projeyle turizme kazandırılacak. Melik İzzeddin tarafından kızı Halime Hatun için yaptırılan ve her yıl yerli yabancı birçok turistin ziyaret ettiği kümbet, Van Valiliği, Gevaş Kaymakamlığı, Gevaş Belediye Başkanlığı, Röleve Müdürlüğü ve Çevre ve Kültürel Değerleri Koruma ve Tanıtma (ÇEKÜL) Vakfı Bölge Koordinatörlüğü tarafından yürütülecek projeyle eski ihtişamlı görüntüsüne kavuşturulacak.

Projeyle kümbetin çevresinde bulunan Selçuklu Mezarlığı'nın da restore edilerek ziyaretçilerin rahat gezebilmesi için seyir güzergahlarının kurulması hedeflenirken, kümbetin arkasına 2007 yılında yaptırılan ve tarihi yapının siluetine zarar verdiği ileri sürülen yurt binasının da yıkılarak başka bir alana taşınacağı bildirildi.

"Turistlerin daha rahat ortamda ziyaretini sağlayacağız"
Halime Hatun Kümbeti'nin turizme kazandırılmasını sağlayacak projeyi hazırlayan ÇEKÜL Vakfı Bölge Koordinatörü Yrd. Doç.Dr. Şahabettin Öztürk, kümbetin çevresinde 750 mezarın bulunduğuna dikkati çekerek, tüm alanı kapsayan bir çalışmanın yürütüleceğini vurguladı.

Öztürk, havaların ısınmasıyla başlayacak çalışmaları aynı yıl içinde tamamlamayı amaçladıklarını belirterek, "Bu alanda mezarların yeniden ortaya çıkarılmasının yanı sıra ziyaretçiler için de ahşaptan yapılmış seyir güzergahları oluşturacağız. Bununla ilgili hazırlıkları yapıyoruz. Aynı zamanda alanda bir de bilimsel kazılarımız olacak. Yine mezarlığın önündeki mezbelelik alan da temizlenerek ziyaretçilerin daha sağlıklı hizmet almasını sağlayacak yeni mekanlar oluşturulacak. Çalışmaların tamamlanmasının ardından çok önemli tarihi bir mekan turizme kazandırılacak."

Sabah, 29.11.2014

SARAYLAR MASA ÖRTÜSÜNE KADAR SOYULMUŞ

 

Milli saraylar görevliler tarafından tam anlamıyla ‘soyulmuş’. Meclis Başkanlığı’nın açıklamasına göre masa zili, perde bağı, masa örtüsü ve şamdanların da aralarında olduğu çok sayıda eşyayı çaldıkları belirlenen kişiler hakkında soruşturma başlatıldı. Tamirat ya da restorasyon sırasında ise tarihi eserler zarar gördü.

 

 

TBMM Başkanlığı, milli saraylardan, görevliler tarafından “yütürülen” tarihi eser ve eşyalarla ilgili “utanç bilançosu”nu açıkladı. “Kleptoman” yöneticilerin, Yıldız Sarayı’ndan “masa zili”, Ihlamur Kasrı’ndan “perde bağı”, Aynalı Kavak’tan “masa örtüsü”, Dolmabahçe Sarayı’ndan “şamdan” çaldığı ortaya çıktı. Dolmabahçe Sarayı’nda ise halılar “yağmur altında” bırakılırken Milli Saraylar Koleksiyonu’nda bulunan ve sergi için gönderilen “Sudan Geçen Bedeviler” adlı tablonun zarar gördüğü belirlendi.

 

TBMM Başkanlığı, CHP İstanbul Milletvekili Oktay Ekşi’nin milli saraylarla ilgili soru önergesini yanıtladı. TBMM Başkanvekili Sadık Yakut’un verdiği yanıta göre milli saraylarda 2 Kasım 2002’den bu yana tarihi eserlere zarar veren ya da “kaybolan” eşyalarla ilgili sorumlu görülen yöneticiler hakkında davalar açıldı. Açılan davaların bir bölümü devam ederken bir bölümünün ise “fail belirlenemediği” için sonuçsuz kalması dikkat çekti.

 

Yakut’un soru önergesine verdiği yanıta göre kaybolan/zarar gören eşyalar ve sorumlular hakkında yapılan işlemler şöyle: 

 

Halılar yağmurda ıslandı

Nisan 2003’te Dolmabahçe Sarayı’nda 303 numaralı odada rulo halinde bulunan 6 tarihi halı, çatı onarımı sonrasında yağan yağmur nedeniyle oluşan su sızması sonucu ıslandı. TBMM Genel Sekreterliği tarafından 15 Ağustos 2003 tarihinde 73 bin 500 lira değer biçilen halıların ıslanması nedeniyle sorumlular hakkında idari soruşturma başlatıldı. Kamu davası da açıldı. Soruşturma sonunda personel başka yerlere gönderildi. Açılan davada ise halılardaki hasarlarda davalıların sorumlulukları olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildi. 

 

Gümüş şamdanlar zarar gördü

2004 yılında Beylerbeyi Sarayı’nda 8 gümüş şamdan bakım ve onarımları yapılmak üzere Dolmabahçe Sarayı Kampusu’nda bulunan gümüş atölyesine gönderildi. Şamdanlar onarım görme ve onarımdan dönme aşamasında evsaf (nitelik, vasıf) kaybına uğradı. İdari soruşturma başlatıldı. İki personele aylıktan kesme cezası verildi. Sonra da işten çıkarılan iki personel hakkında kamu davası açıldı. Birisi beraat etti, diğeri mahkum oldu. Zararın tazmini için açılan dava ise sürüyor. 

 

Masa zili uçtu

2009 yılında Yıldız-Şale’de teşhir edilen “masa zili” kayboldu. Beş bin lira zimmet çıkarılarak ilgili personelden tazmin edildi. 

 

Tablo zarar gördü

2009 yılında Sabancı Üniversitesi Sabancı Müzesi Müdürlüğü’nce gerçekleştirilen “Batı’ya Yolculuk” adlı sergi için TBMM Milli Saraylar Koleksiyonu’nda bulunan “Sudan Geçen Bedeviler” adlı tablo Sakıp Sabancı Müzesi Müdürlüğü’ne teslim edildi. Tablo hasar görmüş olarak iade edildi. Bilirkişi heyeti oluşturuldu. Heyet 113 bin 895.30 lira değer kaybı biçti. Mahkeme kanalı ile Sabancı Üniversitesi’nden zarar tazmin edildi. 

 

Perde bağları gitti

2012 yılında Ihlamur Kasrı’nda köşk ve kasırlar şefinin zimmetinde olan 4 adet yeni imalat perde bağı bulunamadı. 94.40 lira zimmet çıkarılarak TBMM hesabına yatırıldı. 

 

Masa örtüsü de yok

2012 yılında Aynalı Kavak Kasrı amirinin emekliye ayrılması nedeniyle yapılan devir teslim çalışmalarında “masa örtüsüne” ulaşılamadı. Yanıtta bu durum, “Kasrın amiri olarak görev yapan personelin emekliye ayrılmasına müteakip yapılan devir teslim çalışmalarında zimmetinde bulunan 10/62 envanter numaralı harap durumdaki masa örtüsü görülememiştir” şeklinde anlatıldı. Otuz dokuz lira zimmet çıkarılarak TBMM hesabına yatırıldı. 

 

Şamdanlar kayboldu

2005 yılında Dolmabahçe Sarayı müdürü zimmetinde bulunan koltuğa zarar verdi. Bilirkişi raporu doğrultusunda mahkeme kanalı ile 1500 dolar tazminat davası açılarak tazmin edildi. 2010 yılında ise başka bir skandal yaşandı. O dönem Dolmabahçe Sarayı müdürü başka bir göreve atandı. Devir-teslim çalışmalarında müdürün zimmetinde bulunan yeni imalat “dolap üstü” ile 2 adet apliğin (duvar şamdanı) eksik olduğu anlaşıldı. 270.28 lira zimmet çıkarılarak personelden tazmin edildi. Yanıtta kaybolan apliklerin “hurda vaziyette” oldukları belirtildi.

Cumhuriyet, Haber: Mustafa Çakır, 29.11.2014



23 - 29 Kasım 2014

SÜLEYMANİYE CAMİİ'NDEKİ KAFE-KONDU KALDIRILDI

 

Türkiye'nin en önemli kültür miraslarından Mimar Sinan'ın eseri Süleymaniye Camii'nin avlusundaki kaçak kafe kaldırıldı.

 

Avlu, yerli ve yabancı turistlere açıldı. Gürsoy İnşaat'ın 2007'de restorasyon amacıyla girip bir daha çıkmadığı cami avlusunda yer alan kaçak kafede cuma namazı için camiye gelen siyasetçiler ve üst düzey bürokratlar ağırlanıyordu. Cami avlusunun Haliç'e bakan seyir terasını da içine alan avludaki kafe, kamuoyunda oluşan tepkiler sonucunda kaldırılarak vatandaşa açıldı. Süleymaniye Camii'nin restorasyonu için 2007 yılında işe başlayan Gürsoy İnşaat, çalışmalarını 2010'da tamamladı. İnşaat şirketi, bu tarihten itibaren Kanuni ve Hürrem Sultan türbelerini bedelsiz restore etmeye başladı. Türbeler, Temmuz 2013'te ziyarete açılırken, avludaki şantiye 1 yıldır kaldırılmamıştı. Haliç'e bakan şantiye alanında sadece seçkin kişilerin ağırlandığı kaçak bir kafe yapıldığı ortaya çıkmıştı. Başta siyasetçiler, üst düzey bürokrat ve VIP konuklarının ağırlandığı kafeyi, Zaman görüntülemiş, haberi 9 Kasım'da yayımlamıştı.

Zaman, Haber: Sevde Nur Tunç, 28.11.2014

PARİON'UN SUALTI HAZİNELERİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARILACAK

 

 

Biga İlçesi Kemer Köyü yakınında yer alan Hellenistik dönemin önemli antik liman kenti Parion'da, yüzey çalışmalarının ardından su altı arkeolojisi kazılarına başlanarak geçmişi 2 bin yıl öncesine dayanan bölgenin mavi derinliklerindeki eserlerin gün ışığına çıkarılması hedefleniyor.

Antik kent kazılarına bu yıl güney nekropol, tiyatro, odeon, Roma hamamı, yamaç ve sondaj yapıları başta olmak üzere 7 bölgede devam edildi. Bunların yanı sıra kentin farklı noktalarında sondajlar yürütüldü.

Kazı Heyeti Başkanı ve Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İÇDAŞ Çelik, Enerji, Tersane ve Ulaşım AŞ ana sponsorluğunda yürüttükleri kazılarda çok önemli bilgi ve verilere ulaştıklarını ancak Parion'un sadece karada değil denizde de araştırılması gereken bir alan olduğunu söyledi.

Parion'un iki limana sahip bir antik kent olduğunu hatırlatan Keleş, kaynaklardan öğrenilenlere göre birçok donanmanın bu noktadan sefere çıktığını ve bölgenin jeopolitik konumunun da önemli olduğunu belirtti.

Söz konusu bölgenin önemli bir su yolu olduğunu vurgulayan Keleş, "Ege'nin Karadeniz'le ya da Atina'nın Karadeniz'le olan ticaret yolu üzerinde Efes'te ele geçen bir yazıtta buranın bir gümrük merkezi olduğundan bahsediliyor. Dolayısıyla Karadeniz'den Yunanistan'a giden mallar ya da Anadolu'nun güney kıyılarından İstanbul tarafına giden mallar burada gümrüklenmiş" dedi.

Keleş, Parion'da su altı arkeolojisi çalışmalarına gelecek yıl başlamayı planladıklarını anlattı.

Antik kentin, karada olduğu gibi su altında da ciddi hazineleri bulunduğunu bildiklerini dile getiren Keleş, şöyle konuştu:
"Parion'un su altı hazineleriyle ilgili 10 gün süren ön belgeleme çalışması yaptık. Önümüzdeki yıl sağlam bir su altı arkeoloji ekibiyle bakanlığa başvuruda bulunacağız. Su altı arkeoloji araştırmasında, antik limanın nereye uzandığını ya da antik batıkların neler olduğunu ortaya çıkaracağız. Burada amfora tarlaları olduğu söyleniyor. Bunların belgelenmesi için de çalışma yapacağız. Bunlar tabii bizim ve Parion için çok önemli çalışmalar olacak. Çevreden aldığımız duyumlara göre, mesela burada içten dışa sütunların bulunduğu batıklardan bahsediliyor. Koordinatları bilmiyoruz ama öğreneceğiz. Bunun dışında birçok batığın olduğundan bahsediliyor."

Keleş, antik limanların mendireğinin yerinin belli olduğunu aktardı.

Limanın yapılarıyla ilgili su altında bazı bölümler kalmış olabileceğine değinen Keleş, "Geçen yıllarda denizin içinden bazı sütun ve sütun başlıkları çıkardık. Dolayısıyla karada olduğu gibi denizin içinde de arkeolojik bulgular bizi karşılayabilir. Bunun mutlaka araştırılması gerekiyor" ifadesini kullandı.

Sabah, 28.11.2014

TARİHİ BİNADAKİ KAÇAK TADİLATA MÜHÜR

 

 

Beşiktaş'ın sembol dükkanlarından olan Pando Kaymak'ın geçen aylarda tahliye edildiği tarihi bina kaçak tadilat ile gündeme geldi.  Beşiktaş Sinanpaşa Mahallesi'nde bulunan bina kültür varlıkları koruma kurulu tarafından tarihi eser olarak tescil edilmesine rağmen, binanın sahipleri yapıda izinsiz tadilat yapmaya başladı. Hürriyet'ten Can Mumay'ın haberine göre şikayet üzerine İstanbul 3 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu  tadilatın durdurulması için Beşiktaş Belediyesi'ne bir yazı yazdı. Bu yazıya rağmen tarihi binada tadilat çalışması devam etti. Kaçak tadilatın haber olması üzerine Beşiktaş Belediyesi harekete geçti.


'ÇALIŞMA İÇİN İZİN ALINMADI'
Beşiktaş Belediyesi bugün açıklama yaptı. Açıklamada, daha önce Pando'nun faaliyet gösterdiği tarihi yapıda kaçak tadilat yapıldığı gerekçesiyle binanın mühürlendiği belirtildi.


Belediye'nin yaptığı açıklamada şu bilgilere yer verildi: "Beşiktaş İlçesi, Sinanpaşa Mahallesi, Mumcu Bakkal Sokak, 14 pafta, 302 ada, 4 parsel 5 kapı sayılı yerde 20.11.2014 tarihinde periyodik olarak yapılan bölge kontrolleri sırasında mahallinde yapılan tetkikte söz konusu yerde izinsiz olarak onarım çalışması yapılmakta olduğunun görülmesi üzerine inşaat faaliyeti durdurulup, dükkan dış kapıdan mühürlenmiştir. Ayrıca inceleme sırasında İBB Başkanlığı Beyaz Masaya gelen başvuru üzerine İBB Başkanlığı KUDEB birimi teknik elemanlarınca da yerinde tetkik yapılmıştır. Söz konusu yer II. Grup Taşınmaz Kültür Varlığı olması nedeni ile konunun Başkanlığımız KUDEB birimince incelenmiş ve yapılan değerlendirme sonucunda söz konusu yerle alakalı 3194 ve 2863 sayılı yasaların ilgili maddeleri kapsamında yasal işlemlerine başlanılmıştır. Bahse konu yerdeki tadilata yönelik çalışmalar ile ilgili her türlü yasal işlemler yapılmış olup yasal süreci devam etmektedir"

 


Radikal, 28.11.2014

HAYDARPAŞA GARI'NIN 10 YILLIK MÜCADELESİ

 

Toplum Kent ve Çevre için Haydarpaşa Dayanışması, Haydarpaşa Garı’nın çatısındaki yangının dördüncü yılı için Mimarlar Odası’nın Karaköy’deki şubesinde basın toplantısı düzenledi.

 

Haydarpaşa Dayanışması bileşenlerinden Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı Haydarpaşa Mücadelesinin 10 yıllık tarihine ilişkin sunum yaptı.

 

Yapıcı’nın sunumundan satır başlarıyla 2004’te başlayan mücadeleyi paylaşıyoruz.

 

2004: Haydarpaşa Manhattan olacak

 

7 Aralık 2004

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Araştırma Planlama Koordinasyon (APK) Daire Başkanlığı "İstanbul Belediyesi İçin Gelecek Senaryoları" toplantısında belediye yetkililerine, "Haydarpaşa Manhattan olacak" haberleri ile ilgili soruya; "Böyle bir projenin gündemlerinde olmadığı ve basında çıkan haberlere itibar edilmemesi gerektiği" yanıtı verildi.

 

2005: Mücadele başlıyor

4 Ocak 2005

Söz konusu proje Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu kararı ile Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Danışma Kurulu'nun gündemine taşındı. Mimarlara Mektup'un Ocak sayısında doğayı ve kenti yok etme yönündeki uygulamaların arttığını, "Yaşanılır İstanbul" için sürdürülen mücadelenin yoğunlaşacağı dile getirildi.

 

2 Şubat 2005

İstanbul Metropoliten Planlama Bürosu Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Kaptan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ÇED Danışma Kurulunca Mimarlar Odası'na davet edildi. Toplantıda; Haydarpaşa ve Üçüncü Köprü gibi projelerde merkezi yönetimlerin ve siyasilerin baskısının olabileceği konusunda endişeler dile getirildi.

 

Mart 2005

İBB Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Uluslararası Cannes Emlak Fuarında "İstanbul'u görücüye çıkardıklarını" ilan etti. Görücüye çıkarılan 20 Vizyon Projesi arasında; Dubai, Çamlıca, Karayolları Kuleleri ile Tarihi Yarımada, Zeytinburnu, Kartal, Küçükçekmece, Yedikule ve Haydarpaşa Gar ve Liman Alanı Dönüşüm Projesi de vardı.

 

6 Nisan 2005

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ile Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) İstanbul 1 No'lu Şubesi'nin yaptığı toplantıda; kamuoyundan gizlenen proje hakkında geniş bir kampanya başlatılması için işbirliği yapılması kararlaştırıldı.

 

Torba yasa

27 Nisan 2005

Sosyal güvenlik değişikliklerini de içeren Cumhurbaşkanının meclise iade ettiği 5335 sayılı "Torba Yasa", Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 32. maddesiyle de Haydarpaşa Gar ve Liman alanındaki taşınmazların satış, devir, plan ve projelendirme yetkisi Devlet Demir Yolları (DDY) Genel Müdürlüğü'ne devredildi.

 

10 Mayıs 2005

Haydarpaşa Kampanyası'nı oluşturmak üzere; ilgili meslek odaları, sivil toplum örgütleri ve sendika temsilcileri Haydarpaşa Garı BTS İstanbul İlçe binasında 28 Nisan 2005 tarihinde toplandı. Ortak açıklama basına ve ilgili tüm kuruluşlara duyuru ve çağrı metni olarak gönderildi.

 

Haydarpaşa Dayanışması kuruldu

13 Mayıs 2005

Sivil toplum örgütlerinin katılımıyla yapılan basın toplantısında, kamu oyundan gizlenen imar planı ile 1.000.000 m2'lik alanı kapsayan 7 gökdelenli Haydarpaşa projesi "ilk kez" kamuoyunun bilgisine sunuldu. Ve aynı toplantıda "Toplum, Kent ve Çevre için Haydarpaşa Dayanışması" oluşturuldu.

 

17 Mayıs 2005

"Toplum, Kent ve Çevre İçin Haydarpaşa Dayanışması"nın ilk toplantısı Yıldız Sarayı Dış Karakol binasında yapıldı.

 

16 -17 Haziran 2005

Haydarpaşa Dayanışması'na yurttaşların da imzaları ile katılımını sağlamak üzere Kadıköy, Beşiktaş vapur iskeleleri önünde ve Taksim Meydanı'nda imza masaları açılarak kentlilere bilgi verildi ve 21 Haziran etkinliğinin duyurusu yapıldı.

 

17 Haziran 2005

TMMOB Mimarlar Odası; demokrasi ve hukuk devleti açısından ciddi sakıncalar taşıyan" Haydarpaşa Dünya Ticaret Merkezi ve Kruvaziyer Liman" projesinin İstanbul 3 No'lu Koruma Kurulunun 4.5.2005 / 585 sayılı kararıyla "kentsel peyzaj, alt yapı ve kültürel doku gözetilmediğinden" uygun görülmediğini açıkladı.

 

21 Haziran 2005

Dünya mirası İstanbul'un doğal tarihi ve kültürel zenginliğine sahip çıkarak ve bu değerlerin küresel şirketlerin çıkarları uğruna talan edilmesine göz yummayacak olan İstanbullular 21 Haziran Salı günü Haydarpaşa'da buluştu. Son derece sıcak bir iş günü olmasına rağmen; 70'i aşkın kurumun çağrıcı olduğu basın açıklamasına yaklaşık iki bin kişi katıldı.

 

8-10 Temmuz 2005

Haydarpaşa Dünya Ticaret Merkezi projesi ve izlenen planlama-yasama süreci 25. Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) Genel Kurulu’nda tartışıldı. Dünya Mimarları oybirliği ile "Kenti etkileyecek öneme sahip mimarlık ve kent planlama projeleri demokratik, şeffaf ve kamu katılımına açık nitelikteki yasa ve yönetmeliklerle gerçekleştirilmelidir" kararını aldı.

 

Danıştay'a başvuru

12 Temmuz 2005

Liman-İş TCDD'ye devredilen Haydarpaşa Limam'nın TCDD Ana Sözleşmesi ve Taşınmaz Mallar İhale Yönetmeliği'nde yapılan değişiklikle getirilen "yapımlı kiralama" yöntemiyle, özelleştirme ve kamu ihale mevzuatına tabi olmaksızın 99 yıllığına devredilmesinin önü açan ve bu konudaki tüm yetkileri TCDD genel müdürü ve Yönetim Kurulu kararına bırakan 13 Aralık 2005 tarihli yönetmeliğin iptali ve yürütmesinin durdurulması için Danıştay'a başvurdu.

 

13 Temmuz 2005

Başbakan Recep Tayip Erdoğan, ABD gezisi dönüşü yaptığı açıklamada projede ısrarlı olduklarını ve Haydarpaşa Lisesi binasını da aldıklarında projenin daha da iyi olacağını; Haydarpaşa ve Galataport projesi ile İstanbul'un çehresini değiştirmeye kararlı olduklarını bildirdi.

 

13 Temmuz 2005

Yedi gökdelenli projenin 17 Eylül 2004 tarihli ve 5234 ve 27 Nisan 2005 tarihli 5335 sayılı yasadan aylar önce ve ihale safhasına gelmeden kesinlikle gizli tutulması kaydıyla bir buçuk yıl önce yapılan bir anlaşmaya göre hazırlandığı açıklandı.

 

24 Ağustos 2005

Ulaştırma Bakanlığı’nın; Marmaray nedeniyle Haydarpaşa Garı'nın 2009 yılında kapatılacağı ve bu alana dünya ticaret ve turizm merkezi yapılacağı açıklaması üzerine; Haydarpaşa Dayanışması adına BTS; İzmit, Gebze ve Pendik İstasyonları ve banliyö trenlerinde "Artık Bu Trene Binemeyeceksiniz!" bildirisini dağıttı.

 

27 Ağustos 2005

Kent, Çevre ve Toplum için Haydarpaşa Dayanışması’nın tüm bileşenlerinin katılımı ile “Artık Bu Trene Binemeyeceksiniz!” ve “Haydarpaşa’mıza Dokunmayın” başlıklı basın bildirileri dağıtıldı.

 

Yürütmeyi durdurma

 9 Eylül 2005

Liman-İş Sendikası; TCDD Ana Sözleşmesi ve Taşınmaz Mallar İhale Yönetmeliği değişikliği ve Yüksek Planlama Kurulu'nun (YPK) TCDD'nin ana statüsünü değiştiren kararına karşı dava açtı. Danıştay 10. Dairesi, değişikliği Anayasa'nın 37, 38, 161 ve 162. maddelerine de aykırı bularak konuyu iptal istemi ile Anayasa Mahkemesi'ne iletti. Anayasa Mahkemesi yönetmelik ve YPK kararının yürütmesini durdurdu.

 

14 Eylül 2005

TCDD Yönetim Kurulu'nun Haydarpaşa projesinin ihale hazırlıklarına başladığı haberi üzerine Mimarlar Odası İstanbul Şubesi; TCDD Genel Müdürlüğü'nden ihale çalışmaları hakkında bilgi ve ihaleye esas olacak belgeleri talep etti.

 

10 Ekim 2005

TCDD Genel Müdürlüğü tarafından; 1.000.000 metrekare proje alanının; yapılacak kıyı dolguları ile 1.300.000 metrekareye yükseltildiği açıklandı.

 

2006: Haydarpaşa Sit Alanı oldu

18 Nisan 2006

UNESCO / ICOMOS; "Dünya Anıtlar Ve Sitler Günü"nün 2006 temasını; "Dünya Endüstri Mirasının Korunması" olarak saptadı. ICOMOS Türkiye Ulusal Komitesi bu önemli günü "Haydarpaşa - Endüstriyel Miras ve Koruma" başlıklı panelle kutladı. İTÜ Taşkışla'da düzenlenen panele; Haydarpaşa Dayanışması adına Mimarlar Odası İstanbul Şubesi "Küreselleşen İstanbul ve Haydarpaşa" adlı sunuşla katıldı.

 

26 Nisan 2006

İstanbul 5 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu; Haydarpaşa Garı Çevresini "Tarihi ve Kentsel Sit Alanı" ilan ederek; Dünya Mirası İstanbul'un kültür, tarih ve endüstri mirasını korumaya alan; tarihi önemdeki 85 No'lu kararını aldı.

 

"Vapurlarımızı vermiyoruz"

4 Haziran 2006

"Vapurlarımızı Vermiyoruz Kampanyası" ve "Kent Toplum Ve Çevre İçin Haydarpaşa Dayanışması" tarafından düzenlenen "Vapur Buluşması" etkinliği Kadıköy meydanında gerçekleştirildi. Kadıköy ve Haydarpaşa iskelelerine yanaşan emektar şehir hatları vapurlarının düdükleri ile selamladıkları etkinlik coşku ile sona erdi.

 

12 Haziran 2006

Gar Binası'nın 3. katına bir proje firmasının yerleştirilmek istenmesi üzerine Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve BTS tarafından Haydarpaşa Gar Binası önünde basın açıklaması yapıldı.

 

15 Haziran 2006

Haydarpaşa gar ve liman alanında yapılmak istenen ticaret ve turizm merkezi projeleri konusundaki son gelişmeler hakkında bilgi vermek ve bu konuda görüş alışverişinde bulunmak üzere köşe yazarları ve program yapımcılarının davet edildiği bir kahvaltı düzenlendi.

 

21 Haziran 2006

Kültür Bakanlığı, 26 Nisan 2006 tarihli 85 No'lu tarihi kararı tekrar görüşülmek üzere İstanbul 5 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na geri gönderdi. Ancak Kurul, kararının doğru olduğuna ve değiştirilmesine gerek olmadığına karar verdi.

 

Gar'da inşaat

27 Temmuz 2006

1. derece tarihi eser olan Gar binasında izinsiz ve ruhsatsız inşaat faaliyeti başlatıldı. Binaya zarar verici nitelikte yürütülen bu izinsiz inşaat faaliyeti; Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ve BTS tarafından koruma kuruluna iletildi. Ayrıca; Kadıköy Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunuldu.

 

9 Ağustos 2006

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ve BTS'nin talebi üzerine Haydarpaşa Gar Binası'nda, bilirkişi incelemesi yapıldı. Ve yapılan inşaat faaliyetinin onarım amacını aştığı tespit edildi.

 

19 Ağustos 2006

Haydarpaşa Garı'nın işletmeye açılışının 98. yılında; son gelişmeler hakkında kamuoyunu bilgilendirmek ve 5 No'lu kurul kararının geri dönüşü imkansız çevresel ve mekansal tahribata neden olmadan ivedilikle gereğinin yapılaması için Haydarpaşa Gar Binası önünde basın açıklaması gerçekleştirildi.

 

13 Eylül 2006

Haydarpaşa Gar binasının 3. katında yapılan izinsiz inşaat ile ilgili olarak; İstanbul 5 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 13 Eylül 2006 gün, 242 sayılı kararında, "...yapılan uygulamaların bakım ve basit onarımı aştığının görüldüğüne, bu nedenle uygulamanın durdurulmasına..." hükmetmiştir.

 

23.24.25.26 Eylül 2006

Haydarpaşa Buluşması: Haydarpaşa gar da Haydarpaşa dayanışması olarak düzenlenen dört günlük etkinlik boyunca söyleşi, tiyatro sinema gösterimi, konserler gerçekleştirildi. Etkinlik sonunda Meclis’e sunulmak üzere hazırlanan soru önergesi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'e teslim edildi. Berhan Şimşek ise soru önergesini sözlü olarak Meclis’te kürsüde okumuştur.

 

17 Ekim 2006

Bu güne kadar açıklanmayan İstanbul 5 No’lu Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nun (TKVKK)  Haydarpaşa ile ilgili SİT kararı altı ay sonra BTS ve Mimarlar Odası ile diğer ilgili kuruluşlara yazı ile gönderildi. Böylelikle bu tarihi karar kamuoyuna açıklanmış oldu.

 

4 Aralık 2006

Haydarpaşa Gar Binasının 3. katına, dönüşüm projesini ifa etmek üzere yerleştirilen Alman Deer & Summers firmasının açılışını yapmaya gelen TCDD Genel Müdürü, Haydarpaşa Gar merdivenlerinde yapılan basın açıklamasıyla protesto edildi.

 

2007: TCDD'ye ret

10 Temmuz 2007

Haydarpaşa Gar ve çevresindeki 1 milyon metrekare alanı "kentsel dönüşüme” açmak isteyen TCDD, bu kararın iptali için İstanbul 1.İdare Mahkemesine 25 Haziran 2007 tarih ve 2007/1294 esas sayılı dosyası ile dava açtı. Bunun üzerine Haydarpaşa Dayanışması basın açıklaması yaparak tepkisini dile getirmiştir. Bu dava karşısında Mimar Odası müdahillik başvurusunda bulundu.

 

1 Ağustos 2007

ICOMOS, BTS, Mimarlar Odası, ortak dilekçe ile İstanbul ve Kocaeli'ndeki Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulularına başvurarak Haydarpaşa — Gebze ve Sirkeci — Halkalı arası demiryolu hattının Demiryolu Mirası olarak ilan edilmesini talep etti.

 

11 Temmuz 2007

TCCD yönetimini tarafından kurul kararlarına karşı açılan dava hakkındaki görüşlerimiz basına ve kamuoyuna duyuruldu.

 

30 Temmuz 2007

ICOMOS Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Ulusal Konseyi, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası İstanbul 1 No'lu Şubesi koruma kurullarına yapılan ortak başvuru ile Haydarpaşa-Gebze ve Sirkeci-Halkalı banliyö hatları üzerinde tarihi ve kültürel öneme sahip çok sayıda yolcu binası, lojman, WC, su deposu, atölye, alt ve üst geçit, tünel, istinat duvarı, anıt nitelikli ağaç mevcut olduğunu, İstanbul'un "demiryolu mirası"nı oluşturan bu yapıların ve güzergahın sit alanı ilan edilmesi talep edildi.

 

18 Eylül 2007

TCDD yönetimi tarafından kurul kararlarının iptali istemli davaya Kültür Bakanlığı yanında müdahil olunmuştur.

 

2008: TCDD'ye sürekli ret

30 Ocak 2008

Mimarlar Odasının müdahil olduğu, TCDD'nin kurul kararının iptali amacıyla açtığı dava 30 Ocak 2008'de yargı tarafından reddedildi. TCDD kararı temyiz etmiş ancak bu talebi de Danıştay tarafından reddedildi.

 

15 Mayıs 2008

Haydarpaşa Garı, Limanı ve çevresi konusunda yaşanan gelişmeleri kamuoyuna duyurmak üzere gar binasında "Haydarpaşa'da Oldu Bittilere İzin Vermedik Vermeyeceğiz!" başlıklı basın açıklaması yapıldı.

 

16 Temmuz 2008

Anılan protokol imza tarihinden 16 ay sonra olan 16 Temmuz 2008 günü İBB tarafından "1/5000 Ölçekli Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri Sahası K.A.N.İ.P. ve 1/1000 Ölçekli Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri Sahası K.A.U.İ.P.'na Yönelik Analitik Etütler, Danışmanlık ve 3-Boyutlu Kent Modelleme hizmet alımı işi" adı altında bir ihale yapıldı.

 

İhale ile aynı tarihte, bizlerin de içinde bulunduğu yaklaşık 100 kurum, kuruluş temsilcileri ve kişi, deneyimli akademisyenlerin moderatörlüğünde, "ortak akıl üretmeyi amaçlayan katılımlı bir planlama yöntemini" denemek ve Haydarpaşa'nın geleceğini birlikte tasarlamak amacı ile tanımlanan bir "Arama Konferansı Toplantısı"na davet edildi.

 

30-31 Temmuz 2008

Bütün talep ve uyarılarımıza karşın İstanbul 5 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 26 Nisan 2006 gün ve 85 sayı ile almış olduğu tarihi karar toplantıya sunulmadı.

Bu arada, koruma amaçlı planlama çalışmaları aşamasında yeri olmayan, "Konsept Tasarımın Seçiminde Danışmanlık, Tasarımcı Önerileri"nin bulunduğu protokolde, ilgili üniversite kurum ve kuruluşların oluşturduğu bir "Danışma Kurulu" bulunmasına ve arama konferansının bu danışma kurulunun önerisi üzerine yapıldığı belirtilmesine rağmen, ihaleye çıkartılan "danışmanlık" hizmeti alımının ne anlama geldiği hakkında sorulara da herhangi bir yanıt verilmedi.

 

30 Temmuz 2008

Toplantıdaki sorularımızın yanıtı, İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin 30 Temmuz 2008 tarihinde "henüz toplantı bitmeden" yayımladığı ilginç basın bülteni ile gelmiştir. İlginçtir, zira 5234 sayılı yasaya göre Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından onaylanarak yürürlüğe gireceği hükme bağlanan protokol gereği arama toplantılarını düzenleyen İBB, deklare ettiği basın bülteniyle, "1/5000 ve 1/1000 Ölçekli Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri Sahası Koruma Amaçlı Nazım İmar Planının" İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin şirketlerinden BİMTAŞ tarafından hazırlanacağını, planın 3 boyutlu maketinin hazırlanacağını, Haydarpaşa ve çevresi ile ilgili planın İstanbul'da hazırlanan ilk "3 boyutlu imar planı" olacağını, planlama hukuk ve literatüründe herhangi bir yeri bulunmayan bu "üç boyutlu imar planlarının" Koruma Kurulu'nun onayının ardından "Özelleştirme İdaresi Başkanlığı"nın onayıyla yürürlüğe gireceğini bildirildi.

 

Toplantının devamına katılan duyarlı akademisyenler, kamu çalışanları ve diğer katılımcılar tarafından; Haydarpaşa Gar, Liman ve çevresini tüm tarihi, kültürel, stratejik değerleri ve fonksiyonları ile korumak ve geliştirmek gereğinin altı bir kez daha çizilmiş, bugüne kadar Üniversitelerin, Meslek Odalarının, duyarlı Kamu Çalışanları ve yurttaşların iyi niyetlerini, hazırlamış bulundukları akıl almaz katılım senaryoları eşliğinde kötüye kullanmaktan çekinmeyenlerin oyunları, bir kez daha bozdu.

 

"Boşa çıkacak"

13 Ağustos 2008

Gelişmeler hakkında kamuoyuna "Haydarpaşa'yı Küresel Emlak Tacirlerinin Hizmetine Sunmak İsteyenlerin Her Türlü Girişimi Boşa Çıkartılacaktır!" başlıklı basın açıklaması yapıldı.

 

25 Eylül 2008

Haydarpaşa Garı’nda Haydarpaşa Dayanışması adına yapılan basın açıklamasında, İstanbul Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurullarının Haydarpaşa Gebze ve Sirkeci Halkalı arası demiryolu hattının ve bu hat üzerindeki tarihi yapıların "endüstriyel demiryolu mirası" olarak koruma altına alınması talebimizi bir an önce sonuçlandırmasını, konuyu değerlendirmeden Marmaray CR1 banliyö hatlarının üçlenmesi projesinin inşaatına başlanılmasına izin vermemesi, ayrıca kamu kurumları yetkililerinin kamusal ve anayasal sorumlulukları gereği bu "Kültürel Kıyım ve Yağma" sürecini ivedi olarak durdurmaları bir kez daha talep edilmiştir.

 

2009: 1/5000 ölçekli plan

16 Ekim 2009

İBB Şehir Planlama Müdürlüğü'nün 1/5000 Ölçekli Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri Sahası ile Kadıköy Meydanı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı çalışması tamamlanarak karar alınmak üzere ilgili Anıtlar Kuruluna sunulmadan Büyükşehir Belediye Meclisine iletilmiştir.

 

18 Aralık 2009

1/5000 ölçekli Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri Sahası ile Kadıköy Meydanı ve Çevresi K.A.N.İ. Planı teklifi İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 8 Aralık 2009 tarihli toplantısında aynen ve oy çokluğu ile kabul edilmiştir. Ancak söz konusu plan bir yılı aşkın süredir askıya çıkarılmamıştır.

 

2010: Haydarpaşa'da yangın

1 Haziran 2010

Kadıköy 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nde 2010/6 dosyalı 01 Haziran 2010 tarihli duruşmasında dava TMMOB Mimarlar Odası'nın şikayeti sonucu açılmış olmasına karşın. Mimarlar Odası, davaya müdahil olarak kabul edilmemiştir. Aynı günlü duruşmada 25 Haziran 2010 günü Haydarpaşa Garı’nda keşif yapılmasına karar verilmiştir.

 

25 Haziran 2010

25 Haziran 2010 tarihinde düzenlenen bir tutanakla "havanın yağışlı, hakimin izinde olması" nedeniyle keşif ve bilirkişi incelemesi ertelenmiştir.

 

24 Kasım 2010

24.11.2010 günlü duruşmada keşif ve bilirkişi incelemesinin 13 Aralık 2010 günü yapılmasına karar verilmiştir.

 

28 Kasım 2010 14:30

Tarihi Haydarpaşa Garı çatısında 28 Kasım 2010 günü saat 14:30'da yangın çıktı ve Haydarpaşa Garı'nın her iki tarihi saati 15:17'de durdu.

 

5 Aralık 2010

Haydarpaşa yangınından tam bir hafta sonra Kadıköy İskele Meydanı'ndan "Ferman Padişahın, Garlar Bizimdir", "AKP elini Haydarpaşa'dan çek", "Haydarpaşa halkındır, Satılamaz" sloganları eşiğinde gara yürünerek basın açıklaması yapıldı.

 

15 Aralık 2010

Yangın sonucunda gerekli yasal soruşturmanın yapılması ve suçluların cezalandırılması beklenirken toplumsal tepkiler nedeniyle bugüne kadar gerçekleştirilemeyen ancak “bir türlü vazgeçilemeyen dönüşüm”,28 Kasım 2010 tarihindeki yangın bahane edilerek yeniden gündeme getirilmiş, yangından sonra acilen ve bilimsel tekniklere uygun olarak yapılması gereken onarım sürecinde, garın “çekim merkezi” olması için “yeniden kullanım” adı altında “gar” işlevinin ve binaya yeni işlevler verilmesi fikrinin tartışılmaya açıldığı öğrenilmiştir.

 

Bu konuda Haydarpaşa Dayanışması bileşenleri olarak Haydarpaşa Garı çatısının yanmasından sonra hızla gerçekleştirilmesi gereken restorasyon uygulaması için yapılmakta olan işlemler hakkındaki kaygılarımızı kamuoyu ile paylaşmak ve konu hakkındaki görüş ve düşüncelerimizi aktarıp tartışmak üzere Haydarpaşa Gar Lokantasında tüm tarafların çağrılı olduğu kahvaltılı basın toplantısı düzenlenmiştir.

 

2011: İmar planı kabul edildi

24 Ocak 2011

Tarihi Haydarpaşa Gar Binası, Müştemilatı Ve Yakın Çevresine Ait Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon Ve Mühendislik Projelerinin Hazırlanmasına İlişkin İhale 24 Ocak 2011 Tarihinde TCDD 1. Bölge Müdürlüğünce yapıldı.

 

1 Nisan 2011

Cuma, Saat: 15.00’te Haydarpaşa Garı Memur Kafeteryası’nda bir araya gelen “Haydarpaşa Dayanışması” bileşenleri, “Haydarpaşa Garı ve yakın çevresinin geleceğine birlikte karar verelimbaşlığı ile düzenlenen toplantıda alınan kararlar sonuç bildirisini ile kamuoyu ile paylaşıldı.

 

25 Kasım 2011

Haydarpaşa Garı çatısının yanışının birinci yılına üç gün kala Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Harem Otogarının bulunduğu bölgenin kültür, turizm, ticaret alanına dönüştürülmesini amaçlayan “1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı”, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde oy çokluğunca kabul edildi.

 

Bu durum ise İBB’nin web sayfasında “Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Harem otogarının bulunduğu bölgenin kültür, turizm, ticaret alanına dönüştürülmesini amaçlayan ‘1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde kabul edildi” şeklinde asıl dönüşüm amacı gizlenmeye dahi çalışılmadan haber olarak yer almıştır. Söz konusu koruma planları bu habere rağmen iki ay askıya çıkarılmadı.

 

İBB Meclisinden geçen Haydarpaşa Koruma Amaçlı nazım İmar Planının Haydarpaşa gara örtülü otel işlevi yüklemesi ise Haydarpaşa Dayanışması tarafından tepki ile karşılanmış olup yapılan basın duyurusunda Haydarpaşa'da yağmaya izin verilmeyeceği bir kez daha vurgulandı.

 

2012: Son ana hat treni kalktı 

31 Ocak 2012

Son anahat treni olan Fatih Ekspresi saat 23.30′da protestolar ve gözyaşları eşliğinde karlı bir gecede Haydarpaşa Garı’ndan Ankara’ya hareket etti. TCDD, Gebze Köseköy arasındaki Yüksek Hızlı Tren projesi çalışmalarını gerekçe göstererek 1 Şubat 2012 tarihinden itibaren de Haydarpaşa Gar'a gelen ve giden tüm anahat trenlerinin seferlerini sonlandırdı. Ve böylece Haydarpaşa'nın trensizleştirilerek yalnızlaştırılmasının ve yağma projelerin uygulamasının önü açılmak istendi.

 

05 Şubat 2012 

OCCUPY Haydarpaşa hareketinin çağrısı ile gerçekleştirilen Haydarpaşa Dayanışması aktivistlerinin büyük bir özveri ve direnişle 148 haftadır her Pazar günü 13.00 ila 14.00 saatleri arasında Haydarpaşa gar merdivenlerinde gerçekleştirdiği "Haydarpaşa Asla Yalnız kalmayacak" eylemlerinin ilki büyük bir katılımla gerçekleştirildi.

 

12/18 Eylül 2012

TCDD, Haydarpaşa İçin Özelleştirme İdaresine Başvurdu

TCDD İşletmesi Yönetim Kurulu'nun 12 Eylül 2012 tarihinde yaptığı toplantıdaki TCDD İşletmesi Yönetim Kurulu'nun "Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri sahasında Kuruluşumuz mülkiyetinde bulunan yaklaşık 1.000.000 m2 taşınmazın, İstanbul'un kültürel ve sosyal yapısıyla bütünleşerek ülkemiz ve Kuruluşumuz açısından gelir getirici yönden değerlendirilmesine yönelik olarak 4046 Sayılı Kanun ile 5793 sayılı kanunun (Değişik 5335 sayılı kanunun 32. maddesi) 43.maddesi kapsamında değerlendirilmesi amacıyla Özelleştirme İdaresi Başkanlığına bildirilmesi hususunda Genel Müdürlüğe yetki verilmesine" şeklindeki karar aldı.

 

TCDD Genel Müdürlüğü de Yönetim Kurulu kararı doğrultusunda 18 Eylül 2012 tarihinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'na başvuruyu yaptı.

 

13 Eylül 2012

Askıdan inmiş bulunan Haydarpaşa Gar ve Limanı ile çevresi 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı idari sınır ile sit sınırı arasında uyumsuzluk bahanesiyle iki bölüme ayrılarak 13 Eylül 2012 tarihinde AKP’li üyelerin çoğunluk oyları ile onaylandı.

 

18 Ekim 2012

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası ve Liman-İş (Türkiye Liman ve Kara Tahmil Tahliye İşçileri Sendikası) tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 25 Kasım 2011 gün ve 2731 sayılı kararı ile kabul edilen "Üsküdar İlçesi, Harem Bölgesi ile Haydarpaşa Liman Geri Sahası 1/5000 Ölçekli, 19 Haziran 2012 Tasdik Tarihli Nazım İmar Planı"nın öncelikle yürütmesinin durdurulması ve iptali istemi ile dava açıldı.

 

27 Aralık 2012

İstanbul 5 No’lu  Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu 27 Aralık 2012 tarih ve 899 sayılı kararı ile restorasyon projelerini onayladı.

 

2013: Olimpiyat başvurusu

19 Şubat 2013

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi ve Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na; Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Harem otogarının bulunduğu bölgenin kültür, turizm, ticaret alanına dönüştürülmesini amaçlayan "1/5000 Ölçekli Haydarpaşa Garı ile Kadıköy Meydanı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı"nın yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle dava açıldı.

 

27 Mart 2013

Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara, Kadıköy Belediyesi’ni ve meslek örgütlerinin tepkisini çeken planın detaylarını Radikal’e anlattı: 

“2020 Olimpiyatları İstanbul’a verilse de verilmese de bizim burada Haydarpaşa Port projemiz yapılacak. Proje kapsamında Harem Otogarı kalkıyor, Haydarpaşa Limanı kalkıyor, raylar kalkıyor. Tarihi Haydarpaşa Tren Garı kültürel tesis olarak kalıyor. Haydarpaşa Port içinde ayrıca oteller, AVM’ler ve opera salonları olacak. Numune Hastanesi’nin arkasında da rezidanslar var. Yakında özelleştirme idaresine devredilecek, ya yap işlet devret ya da kat karşılığı olarak yapılacak. 2020 Olimpiyat Stadı da bu projenin içerisinde yapılmak isteniyor. 

 

“Stadın yapılması planlanan yerde büyük bir dolgu alanı var ama raylara yani içeri doğru gittikçe zemin iyileşiyor. Burada kazık çakılacak, zemin iyileştirmesi yapılacak, sıkılaştırılacak. 

"İmar planına aykırı bir şey yok. Buralarda sergi, konferans, gösteri salonları yapılabilir notu var planlarda. Direkt bir stat olarak yok, eğer olimpiyatlar kesinleşirse hem planlarda hem de proje olarak değişiklik yapılması gerekiyor. Siluetten dolayı da her halükarda Anıtlar Kurulu’ndan onaylanması gerekiyor öncelikle. Üst ölçekli planla çelişki de yok: Sonuçta sanayi tesisi veya konut yapılmayacak.”

 

Son trene veda

 18/19 Haziran 2013

Haydarpaşa Dayanışmasının çağrısı ile Haydarpaşa Gar dönüşüm projesini ve seferlere iki sene ara verilmesini protesto eden yaklaşık üç bin kişi 18 Haziran akşamı saat 20.00 sıralarında gar önünde toplandı. 23.20 treni ile Pendik'e gidildi Pendik'ten son tren olan 00.20 treni ile Haydarpaşa Gara dönüldü. Bazı katılımcılar ise Haydarpaşa'dan saat 00.20 kalkan son tren ile yolculuk yapmayı tercih ettiler. 

 

28 Ekim 2013

Haydarpaşa Gar dönüşüm projesine karşı doksan dört haftadır Pazar günleri ve yetmiş altı haftadır Perşembe geceleri yapılan merdiven eylemlerinin 76. Perşembe eyleminin Haydarpaşa gar çatısının büyük ihmaller sonucu 28 Kasım 2010 tarihinde yanmasının üçüncü yıldönümüne denk geldi. Haydarpaşa Dayanışmasının eylemi kapsamında Haydarpaşa Gar'da resİSTanbul sergisi ve müzik dinletisi yapıldı ve ortak basın açıklaması okundu.

 

6 Aralık 2013

Haydarpaşa Garı'nın çatısında 8 Kasım 2010'da çıkan yangınla ilgili davada, izolasyon çalışmasını yapan 2 işçi ve şirket sahibi 10 ay hapis cezasına mahkum edildi.

 

8. Sulh Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın 7. duruşmasında izolasyon çalışmasını yapan işçiler Zafer Ateş ve Hüseyin Doğan ile izolasyon çalışmasını yürüten şirket sahibi Hüseyin Kaboğlu'nun, "taksirle yangına neden olmak sureti ile genel güvenliğin taksir ve tehlikeye sokulması" suçunu işledikleri gerekçesiyle TCK'nın 171. maddesi uyarınca 1'er yıl hapisle cezalandırılmasına hükmetti.

 

Sanıkların, duruşmadaki iyi halleri ve sabıkasız oluşlarını dikkate alan hakim cezalarını 10'ar ay hapse çevirdi ve "suçun tarihi bir binaya karşı ciddi bir ihmal sonucu işlenmiş olması" nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına gerek olmadığını bildirdi.

 

Köse, TCDD'ye bağlı kontrol mühendisi Ayşe Kablan, kontrol Amiri Suavi Güray ile izolasyon çalışmasını yürüten diğer şirket sahibi İhsan Kaboğlu'nun, üzerlerine atılı suçlamayla ilgili kusurları bulunmadığı gerekçesiyle ayrı ayrı beraatlerine hükmetti.

 

2014: Kadıköy Belediyesi ruhsat başvurusunu reddetti

28 Ocak 2014

TCDD Emlak ve İnşaat Dairesi Başkanlığı İhale Şube Müdürlüğü tarafından 09 Ocak 2014 tarihinde Haydarpaşa Gar büyük salona asılan ilanda "Haydarpaşa gar binası çatısının yenilenmesi ile dış cephesinin temizliği ve bakımının yapılarak ahşap doğramalarının aslına uygun yenilenmesi, 5 nolu bina çatısının yenilenmesi, ile dış cephesinin bakım ve onarımını yapılarak ahşap doğramalarının aslına uygun yenilenmesi" işiyle ilgili ihalenin 28 Ocak 2014 tarihinde saat 14.30 da Ankara'da TCDD Genel Müdürlüğünde yapılacağı duyuruldu. İhaleyi Delta İnşaat aldı.

 

7 Şubat 2014

2012 yılında İBB Belediye Meclisinde onaylanan 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı İmar Planına Haydarpaşa Dayanışması tarafından açılan davada bilirkişinin verdiği "İstanbul'un terası Haydarpaşa bölünemez " raporunun ardından İBB yeni plan notlarında değişiklik yaparak 7 Şubat 2014 ila 7 Mart 2014 tarihleri arasında askıya çıkardı. Yeni planda notunda yeşil alan toplu taşıma peronu oldu, yeraltı otopark sayısı da artırıldı.

 

17 Şubat 2014

İstanbul İli Kadıköy İlçesi Haydarpaşa garı Kadıköy Meydanı ve Çevresi 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı değişikliğine ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediyesinin 08 Ekim 2012 tarih 23954 sayılı kararının iptali ve yürütmenin durdurulması istemi ile Kadıköy Belediyesi geçen dönem meclis üyeleri olan Serdar Bayraktar, Mehmet Yıldız, Hakkı Sağlam ve Hasan Gör tarafından İstanbul 2.İdare mahkemesinde açılan davada mahkeme 17 Şubat 2014 tarihinde E: 2013/881 sayılı kararı ile dava sonuna kadar yürütmenin durdurulmasına karar verdi.

 

28 Mart 2014

1/5000 ölçekli Haydarpaşa Gar, Kadıköy Meydanı ve Çevresel Koruma Amaçlı Nazım İmar Plan notlarında değişiklik yapan ve 7 Mart 2014 tarihinde askıdan inen Haydarpaşa Garı 2014 onanlı Plana Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi 28 Mart 2014 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde Yürütmeyi Durdurma ve İptal İstemiyle tekrar dava açtı.

 

13 Haziran 2014

Haydarpaşa Garı'nda gerçekleştirilecek olan "Mega şehirler ve Ticari Başkentler – Newyork'tan İstanbul'a" adlı Forum ile Haydarpaşa Gar ve çevresinin satış ve pazarlama sürecine yeniden hız kazandırılmak isteniyor.

 

Haydarpaşa Dayanışması yaptığı yazılı açıklamada AKP iktidarının 2003 yılında Haydarpaşa Gar'da başlayan rant ve talan girişimine bugüne kadar izin vermediklerini bundan sonrada vermeyeceklerini dile getirdi. 

 

3 Eylül 2014

Kadıköy Belediyesi Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün “Haydarpaşa Gar Binası”nın rölöve, restitüsyon, restorasyonu ile ilgili ruhsat başvurusunu reddetti.

Bianet, 27.11.2014

 

******


4. YILINDA HAYDARPAŞA GARI'NDA YANGIN DEVAM EDİYOR

 

 

Haydarpaşa Garı’nın yanışının 4’üncü yılında Haydarpaşa Dayanışması, basın toplatısı düzenledi. Toplantıda yangınla ilgili soruşturma dosyasının kapatıldığı hatırlatılarak, birinci derece tarihi eser statüsündeki binanın sürekli özelleştirme hamlelerine maruz bırakıldığı ve yalnızlaştırıldığı ifade edildi.

 

Haydarpaşa Dayanışması adına konuşan Mimarlar Odası ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı, geçtiğimiz günlerde Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in özelleştirme kapsamına alınacağını söylediği Haydarpaşa Garı ile ilgili 2005 yılından bu yana ‘Haydarpaşa görücüye çıkıyor’ söyleminin sürdürüldüğünü ifade etti. Haydarpaşa Garı’nın işlevi dışında kullanılmak istendiğini vurgulayan Yapıcı, garın çatısına yapılmak istenen restoran ve kafe projelerine tepki gösterdi. Haydarpaşa’nın çatısına aslına uygun olmayan işlevler yüklenemeyeceğinin altını çizen Yapıcı, "Birinci derece bir tarih eser olan Haydarpaşa, statiği açısından son derece önemli bir kültür mirasına sahip. Bakmayın ağır göründüğüne, ahşap kazıkları üzerine inşa edilmiş narin bir yapı" dedi.

 

4’ÜNCÜ YILINDA HAYDARPAŞA’DA YANGIN DEVAM EDİYOR

Haydarpaşa Garı’nın özelleştirilmesi ve restorasyonu için 2003 yılından bu yana sürekli projeler öne sürüldüğünü belirten Yapıcı, "Boşuna uğraşmayın, 10 yıldır bütün bu projelerinize geçit vermedik, vermeyeceğiz" dedi. Haydarpaşa Dayanışması ve sivil toplum örgütlerinin 148 haftadır süren Pazar nöbetleri ve 128 haftadır devam eden Perşembe geceleri etkinlikleri ile ‘Haydarpaşa Garı’nın gar olarak kalması için’ nöbet tuttuklarını hatırlatan Yapıcı, "Haydarpaşa’dan trene bineceğiz, Ankara’ya gideceğiz" diye konuştu. 28 Kasım 2010’da Haydarpaşa’nın çatısında başlayan yangın sonrasında Haydarpaşa’nın kendi haline terk edildiğini söyleyen Yapıcı, "Haydarpaşa’yı sermayeye devredecek projenizin ilk adımı olan ve birinci derecede tarihi eser olan Haydarpaşa Garı’nda bilimsel, teknik ve hukuki olarak asla uygulanmaması gereken, çatı katının aslına uygun olamayan gar bütünlüğünü tehlikeye sokan kullanım sevdanızdan vazgeçin. Bir an önce garı mesleki ve evrensel ilkelere uygun olarak onarın" dedi.

 

HAYDARPAŞA GARI OLMADAN DEMİRYOLU ULAŞIMI OLMAZ

37 yıldır demiryollarında hizmet veren Haydarpaşa Dayanışması aktivisti Tugay Kartal, 2 yıldır tren yanaşmayan Haydarpaşa Garı için "İktidar alicengiz oyunu oynayıp Haydarpaşa Garı olmadan demiryolu ulaştırmasını yapabileceğini söylüyor. Bizce bu mümkün değildir" dedi. Demiryolları idaresinin Haydarpaşa Garı’nın satışına itiraz etmediğini söyleyen Kartal, "Sirkeci Garı’ndan para çıkmadı. Haydarpaşa Garı’ndan demiryollarına para çıkacağı için demiryolları idaresi itiraz etmiyor. Böyle bir dönüşümü istiyor" dedi. Haydarpaşa Garı’na ticari fonksiyon yüklenmeden de onarım yapılabileceğini vurgulayan Kartal, "Ülkemizde yangın çıkan tarihi yapılara baktığınızda hepsi otel yapılmak istenen binalar. Haydarpaşa Gar binasına da konaklama fonksiyonu verilmişti" dedi.

 

YANGININ YILDÖNÜMÜNDE HAYDARPAŞA GARI’NA ÇAĞRI
Haydarpaşa Dayanışması, yangının yıldönümü olan 28 Kasım’da Haydarpaşa Garı önünde toplanma çağrısı yaptı.

Sol Haber, 27.11.2014

 

******


ÇATI YOK, SAAT HEP AYNI!

 

Çatısı 28 Kasım 2010’da tamamen yanan Haydarpaşa Gar’ında hala tadilat yapılmadı. Tarihi garın yangında bozulan saati 3.17’yi göstermeye devam etse de yangının üstünden tam 4 yıl geçti. Haydarpaşa boş ve sessiz, çatısı yanık, saati durmuş... İnsandan azade bir taş yığınına dönüşme riskiyle karşı karşıya... Garın büyük kapılarından giren kuşlar bile Haydarpaşa’yı terk etmiş.

 

Yeşilçam filmlerine, Anadolu’nun ücra köylerinden gelmek zorunda kalan yeni işçilere, “Seni yeneceğim İstanbul” diyen ‘kahraman’lara mekan olan tarihi gar, bugün neredeyse işlevsiz halde. Yakın zamana kadar on binlerce insanın geçiş hatta gezi mekanı olan Haydarpaşa bugün bomboş. Banliyö ve şehirler arası seferler kaldırılırken, yerini sefer sayısı oldukça az olan hızlı trenler aldı.

 

SORUŞTURMA KAPATILDI

Yangın soruşturması dava bile açılmadan kapatıldı. Yangın, tarihi kültür varlığı olan bir yapının çatısında 2863 sayılı Koruma Mevzuatı ve 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca alınması gereken onaylar alınmadan ve mesai saatleri dışında ehil olmayan taşeronlarca yürütülen tadilat sırasında çıkmıştı. Yangının Haydarpaşaport’a zemin hazırlamak ve garı insansızlaştırmak için kasıtlı olarak çıkarıldığı iddiaları da uzun süre güçlü bir biçimde dile getirildi.

 

Çatıda yangından sonra; binaya su girmesin diye koruyucu bir kaplama yapıldı. Saat de, çatının içinden geçen bir mekanizmaya bağlı. Bu nedenle saatin çalışması için çatının yapılması şart. Tadilatın yapılmamasının ‘resmi’ bir sebebi yok. Hatta tadilat için gerekli bütçe bile ayrılmış durumda. Ancak icraat yok. Sorun basitçe bir ihmal değil. Haydarpaşa’nın gelecekte öngörülen konumuyla oldukça ilişkili.

 

GELECEK ZAMAN

Hükümet ve TCDD, Haydarpaşaport projesinden vazgeçmezken, yapılacak en ufak bir tadilat bile bu proje kapsamına dahil edilmek isteniyor. Proje henüz uygulama aşamasına geçmedi. Yargı engeli var ve CHP’li Kadıköy Belediyesi karşı. Ancak hükümet de projenin bir bölümü sınırları içerisinde bulunduğundan AKP’li Üsküdar Belediyesi üzerinden süreci işletmeye çalışıyor.

 

Şimdi soru şu: Haydarpaşa, ‘insanları’ ve çalışanlarıyla birlikte tarihi ve endüstriyel miras olarak varlığını koruyacak mı, yoksa Haydarpaşaport projesiyle ticari bir tüketim alanı haline mi gelecek? İlerleyen günlerde görülecek. Ancak elbet, durmuş saat hep durmuş kalmayacak...

 

HAYDARPAŞA DAYANIŞMASI: HIRSIZ ÇATIDAN GİRECEK

Haydarpaşa Dayanışması’ndan Tugay Kartal da tadilat ihalesiyle ilgili şu bilgileri aktardı: “TCDD idaresi restorasyon için Ocak 2014’te ihaleye çıktı ancak ihale bilinmeyen bir nedenle iptal edildi. İkinci ihale ise 25 Şubat 2014 tarihinde yapıldı. Yapılan ihaleyi Delta İnşaat şirketi kazandı. Şirket 13 Haziran 2014 tarihinde işe başlama sözleşmesi imzaladı. TCDD Kadıköy Belediyesine yazılı olarak ruhsat başvurusu yaptı, ancak “tarihi binanın statik sistemine yükler getirildiği, binaya eklemeler yapıldığı” gerekçesi ile ruhsat verilmedi. Haydarpaşaport projesinde gar binasına ‘konaklama’ fonksiyonu da verilmişti. Restorasyon projesinde çatı katına kafe, sergi salonu, kütüphane işlevi verilerek gar binasının kamusal hizmet dışına çıkartılmasına çalışılmaktadır. Yani bu sefer hırsızlar çatıdan girmek istemektedirler. Rantçılara garın çatısında çay yudumlayarak ‘seni yendim İstanbul’ deme zevkini tattırmayacağız.””

Evrensel, Haber: Arif Koşar, 27.11.2014

TARİHİ BÖYLE GÖMDÜLER!

 

 

Şişli Halaskargazi’deki 15 dönümlük arazi üzerine yapılan otel inşaatının hafriyatında büyük bir tarihi yapının izlerine rastlandı. Ermeni Katolik Mıhitaryan Manastırı ve Mektebi Vakfı’na ait eski İnci Sineması'nın bulunduğu arazinin hafriyatında çıkan tarihi yapı makinaları ile yok edilmeye çalışılırken son anda duyarlı bir vatandaşın ihbarı ile kurtarıldı. İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologları ihbar üzerine alana gittiklerinde Bizans dönemi sarnıç olduğunu tahmin ettikleri yapının yok edilmek üzere olduğunu tespit ettiler. İnşaat durdurularak Koruma Kurulu’na suç duyurusunda bulunuldu.


İstanbul’da Pangaltı Ermeni Katolik Mıhitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı’na ait olan arazi üzerinde bulunan ve 1946 yılında inşa edilen İnci Pasajı geçtiğimiz Mayıs ayında yıkılmıştı. Vakfa ait yaklaşık 15 dönümlük arazide kültür varlığı olarak onaylanan okul ve kilise dışındaki dükkanlar ile birlikte Yeşilçam filmlerinin tarihi mekanı İnci Sineması da 2 ay önce yıkıldı. 

 

 

Otel inşaatı için başlanan hafriyat bir süredir devam ediyordu. Önceki gün yapılan çalışmalar sırasında büyük bir kemerli tarihi yapının tonozlarına rastlanıldı. Bir süre bekleyen iş makinası daha sonra alelacele tonozun üzerini örtmeye, kapatmaya çalıştı. Bu sırada duyarlı bir vatandaş bu çalışmayı kameraya çekti. Kamera görüntülerinde de tarihi kemerin bulunduğu yerin içini hafriyatla doldurmaya çalışıldığı açıkça görülüyor. Daha sonra gece devam edecek çalışmalar sırasında kimse görmeden sarnıç yok edilecekti. Çünkü 2863 sayılı yasa gereğince tarihi bir yapıya rastlanıldığında derhal iş makinasının durdurularak en yakın müzeye haber verilmesi gerekiyor. Bunu her müteahhit bildiği gibi, müzeye haber verilirse orada arkeolojik kazı başlatılacağı ve işin uzayacağı da tahmin ediliyor. Bu nedenle tarihi yapının üzeri 'kimse görmesin' diye kapatılmak istendi.

Duyarlı vatandaş İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'ne görüntülerle birlikte ihbarda bulundu. Müze arkeologları inşaat arazisine gitti. İş makinasının tarihi yapıyı tahrip ettiğini, içini hafriyat atıklarıyla doldurduğunu tespit etti. Hafriyatı durdurdu. Tarihi yapının sağa ve sola oldukça derinlemesine büyük olduğunu gördü. Ancak tarihi yapıyı tam olarak tanımlayabilmek için derhal arkeolojik kazı yapılması gerektiğini raporuna yazdı. Bizans dönemi sarnıcı olabileceği tahmini yapıldı. Müze yetkilileri de İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na suç duyurusunda bulunarak inşaatın durdurulup, arkeolojik kazı izni verilmesi istendi. Şimdi Koruma Kurulu’nun vereceği karar bekleniyor.


Hafriyat sırasında tarihi yapıya rastlanıldığında derhal koruma kurulu ve en yakın müzeye haber verilmesi gerektiğini belirten müze yetkilileri, arazide tahrip edilen başka yapılar da olabileceğini ve bu durumun 2863 sayılı yasaya göre suç olduğunu ifade ettiler. 

 

 

ARALIK 2013’TE DEĞİŞTİ 
Arazi, 2013 yılında yapılan plan değişikliğiyle “Turizm Tesis Alanı” olarak kabul edilerek emsal 3, yükseklik serbest bırakıldı. 15 bin metrekarelik arazinin inşaat alanı 45 bin metrekareye ulaştı. Yapılan plan değişikliği Halaskargazi Caddesi üzerinde yapı, nüfus ve trafik yoğunluğunu artırdığı aynı zamanda silüeti etkilediği gerekçesiyle Büyükşehir Belediyesi Planlama Müdürlüğü, Belediye Meclisi’ne olumsuz görüş bildirmişti. Ancak buna rağmen plan değişikliği kabul edilmişti. Değişikliğe CHP’li meclis üyeleri ret oyu vermişti.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 27.11.2014

TARİHİ BİNANIN TESCİLİ KALKTI

 

 

Ulus’taki Cumhuriyet dönemi yapılarından biri olan İller Bankası binasının tescili kaldırıldı. Büyükşehir Belediye Meclisi, binanın yıkılarak, boşalan alanın Hergelen Meydanı’na inşa edilen cami projesine dahil edilmesini görüşecek.

 

Ankara 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, İller Bankası’na ait 1937 yılında mimar Seyfi Arkan tarafından tasarlanan Ulus’taki binanın tescilini kaldırdı. Büyükşehir Belediye Meclisi’nin alacağı karar ile binanın yıkılıp, Hergelen Meydanı’nda inşası süren cami projesine eklenmesi öngörülüyor. Bina ile ilgili konu, önceki gün Büyükşehir Belediye Meclisi toplantısında gündeme geldi. Toplantıda, Ankara 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 28 Ekim 2014’te İller Bankası’na ait binanın tescilini kaldırdığı belirtildi. Öte yandan İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı tarafından Belediye Meclisi’ne gönderilen ‘Başkanlık Yazısı’nda, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Hergelen Meydanı Çevre Düzenlemesi ve Camii Projesi’nin ‘Hergelen Meydan Projesi’ kısmının hayata geçmesi için İller Bankası binasının tescilinin kaldırılarak yıkılması gerektiği belirtildi.

 

PROJE ALANINA KATILACAK

Başkanlık Yazısı’nda, İller Bankası’nın da yer aldığı Altındağ İlçesi Yenice Mahallesi 6953 adadaki tüm tescilsiz yapıların yıkılarak Hergelen Meydanı Çevre Düzenlemesi ve Cami Projesi alanına katılması talep edildi. Başkanlık Yazısı, görüşülmek üzere Büyükşehir Belediye Meclisi İmar ve Bayındırlık Komisyonu’na havale edildi. Öte yandan, İller Bankası Balgat Türkocağı Vaddesi üzerindeki Anadolu Gösteri ve Kongre Merkezi’nin bulunduğu araziye genel müdürlük binası inşa ederek, farklı noktalardaki birimlerini tek bir çatı altında toplamayı hedefliyor.

Cumhuriyet döneminin önemli binaları arasında sayılan İller Bankası, 1937 yılında mimar Seyfi Arkan tarafından tasarlandı.

Hürriyet, Haber: Mert Gökhan Koç, 27.11.2014

 

******


MİMARLARDAN İLLER BANKASI YIKIMINA DAVA

 

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, İller Bankası alanına jet hızıyla iki farklı dava açtı. İlk olarak, Ankara II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun İller Bankası binasının tescil kaydının kaldırılması, yapı adasındaki tüm tescilsiz yapıların kaldırılacak tarzda cami alanına katılmasını içeren Ulus Tarihi Kent Merkezi 1/5000 ölçekli koruma amaçlı nazım imar planının uygunluğuna ilişkin 28.10.2014 tarih ve 1101 sayılı kararı yargıya taşıdı. İkinci davada ise yine Koruma Kurulu'nun 22.09.2014 tarih ve 1044 sayılı İller Bankası binasının tescil kaydının kaldırılmasına, yapı adasındaki tüm tescilsiz yapıların kaldırılacak tarzda cami alanına katılmasına ilişkin kararı dava konusu oldu.

 

"Koruma kurulları korumuyor"

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, her iki davanın da kent için çok önemli olduğuna değinerek, "taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak Kültür Bakanlığı'nın görevidir. Koruma Kurulları Kültür Bakanlıklarına bağlı olarak koruma adına çalışırlar. Tescilli binanın tescilini kaldırmak, kültürel mirasımızı ve tarihi binaları Ankara Belediye Başkanı'nın önüne atmak Koruma Kurulu'nun işi olmadığı gibi bunu görev edinir hale gelmeleri Koruma Kurulları'nı güvenilir bir kurul olmaktan çıkarmıştır. Tarihi ve tescilli binayı yıkmaya teşne bir koruma kurulu üyeleriyle iller bankası binası kararıyla bir kez daha karşılaşmış olduk." şeklinde konuştu.

 

Candan "Mimarlık tarihi açısından, oldukça önemli bir yapı olan Seyfi Arkan'ın İller Bankası Binasının, cami avlusunda kalması, cami avlusuna bırakılmış ve sahipsiz olduğu anlamına gelmez, biz varız. Acilen bu kültürsüzlüğün tescili olan yıkım kararının kaldırılması gerekiyor. Üniversitelerin mimarlık bölümleri ve diğer mimarlık dernekleri ile program yaptıklarını" belirterek, Oda olarak koruma kurullarına toplantılarına alınmadıklarını, toplantılara katılımın engellenmesine ilişkin de dava süreçlerinin olduğunu ifade etti.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 27.11.2014

AĞAÇ DİKERKEN
TARİHİ BALTA TAŞI
BULDULAR

 

Batman Üniversitesi Batıraman kampusu içinde ağaç dikimi sırasında yapılan kazılarda ortaya çıkan binlerce yıllık balta taşı, Batman Müzesine teslim edilecek.

Batman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Gülriz Kozbe, Batman ve civarında buna benzer çok sayıda tarihi kalıntı olduğunu belirtti.

Kozbe, “Batı Raman Kampusunda ağaç dikimi esnasında, Paleolitik Çağ döneme ait el kazıcı taş bulundu. Bu buluntu ile bölgemizin ve Dicle’nin gizemli tarihi her gün farklı buluntularla gün yüzüne çıkıyor. Tarih ve Yaşamın buralardan başladığının bir göstergesidir bu” dedi.

Batman Gazetesi, 27.11.2014

BEYAZIT MEYDANI'NI ARKEOLOJİ ÖĞRENCİLERİ KORUYACAK

 

İstanbul Üniversitesi Arkeoloji öğrencileri Beyazıt Meydanı düzenleme projesi kapsamında ortaya çıkarılan Bizans Sarnıcı'nın molozla örtülmesini protesto etti.

 

 

Beyazıt Meydanı düzenleme projesi kapsamında yapılan inşaat çalışmalarında ortaya çıkarılan Bizans Sarnıcı, ihaleyi alan şirket tarafından beton ve molozlarla dolduruldu.

 

Geçen hafta basına yansıyan haberler üzerine, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji - Sanat Tarihi - Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü öğrencileri, Beyazıt Meydanı düzenleme projesi içerisinde yer alan Bizans Sarnıcını ziyaret ettiler.

 

Öğrenciler meydan düzenlemesine onay veren kurulu ve alandan çıkan kültür varlıklarını korumaya yönelik somut adım atması gereken İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni protesto etti. Bugün öğle saatlerinde alana girmek ve tahribatı engellemek isteyen öğrencilere projeyi yürüten şirket çalışanları engel olmaya çalıştı.

 

Açıkça "aymazlık"

İstanbul Üniversitesi öğrencileri Beyazıt Meydanı’nda yaptıkları açıklamada, düzenleme projesinin kamuya sormaksızın dönüşüme uğratılması, mekanın gündelik kullanımını İstanbul halkına kısıtlaması ve civarda bulunan esnafın ansızın yerinden sürgün edildiği söylendi.

 

İBB ve Fatih Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü projenin, İstanbul’un kalbi tarihi yarımadanın göbeğinde olduğunu söyleyen öğrenciler, bu alanda yapılacak çalışmalarda herhangi bir buluntuya rastlanılamayacağını düşünmenin açıkça "aymazlık" olduğunu belirttiler.

 

Theodosius zafer takı kalıntılarının Fatih Belediyesi’nce tahrip edilmesinden sonra bir araya gelen ve kültür varlıklarını koruma mücadelesi veren Arkeoloji - Sanat Tarihi ve Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım bölümü öğrencileri olarak, tarihi yarımadada yapılması planlanan projelerin ve yıkımın peşinde olduklarını söylediler. Öğrencilerin açıklaması şu sözlerle tamamlandı: “Koruma kurulu onay versin, belediye göz yumsun, şirket rant peşinde koşsun. Öğrenciler sahip çıkacak”.

 

Ne olmuştu?


 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Ağustos ayında Beyazıt’ta başlattığı Darülfünun Altgeçidi yenilenmesi inşaatı ihalesini Işıldak İnşaat ve Mak. İş İnşaat ortaklığı kazanmıştı.

 

Proje İstanbul 4 numaralı Koruma Kurulu tarafından onaylandı ve çalışmalara başlandı.

 

Alt yüklenici Vizyon İnşaat’ın çalışmaları sırasında Ağustos'ta aynı bölgede iki tane lahit kapağı bulundu. Asfalt sökümü sırasında bulunan, Hıristiyanlık öncesi döneme ait olduğu tahmin edilen lahit kapakları kepçelerle yapılan çalışmalar sırasında büyük hasar gördü. Kapaklar Arkeloloji Müzesi’ne götürüldü. Bu sırada bölgedeki çalışmaların müzeye bildirilmediği ortaya çıktı.

 

Kısa süre sonra çalışmalar tekrar başladı. 12 Kasım günü müzeye gelen bir ihbar sonucu altgeçit çalışmalarında Bizans döneminden kalma yüzlerce metrelik sarnıcın girişinin bulunduğu ve inşaatı yapan şirketin burayı kapatmaya çalıştığı ortaya çıktı. Yola dökülen betonun sarnıcın girişinin bir kısmını kapatmıştı.

Bianet, Haber: Refika Kortun, 26.11.2014

2 BİN YILLIK EVDEN BU TEKNOLOJİ ÇIKTI

 

 

Pisidia Antiokheia antik kentinde 5 yıldır süren kazılarda önemli bir bulguya rastlandı. Kazı Başkanı, Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mehmet Özhanlı, geçen yıl açığa çıkardıkları atriumlu (avlu) Roma evi kazısının bu yılki bölümünde ortaya çıkan izlerin hayret verici olduğunu söyledi. Prof.Dr. Özhanlı, “Evin 2 katlı olduğu, alt bölümünde yer alan külhana bağlı olarak hamam, sauna ve odaları ısıtan alttan ısıtma sistemi olduğunu tespit ettik. Yani konutun bütün tabanı külhandan gelen sıcaklıkla ısıtılıyor olmalıydı. Külhandan çıkan sıcaklık buradaki odaların tabanını ısıtmaktadır. Yapı MÖ 25 yılında yapıldığında taban ısıtmalı bir konut olarak tasarlanmış. Burada şu an üzerini kapattık ama bir de su sistemi ortaya çıkardık. Konutun içerisinde su sistemi, kanalizasyon sistemi var. Aynı zamanda banyosu ve bunun yanında saunasının olduğunu görüyoruz” dedi. 

Türkiye Gazetesi, 26.11.2014

DEMİR KİLİSE OCAK'TA İBADETE AÇILIYOR

 

 

Fatih Balat’ta bulunan Bulgar Sveti Stefan Kilisesi’nin restorasyonu tamamlanmak üzere. Kilisenin yeni yılda ibadete açılması öngörülüyor. Demir Kilise olarak da bilinen Sveti Stefan Kilisesi, İl Özel İdaresi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore ettiriliyor. Yaklaşık üç yıl önce İstanbul’daki Bulgar Vakfı Başkanı Vasil Liaze, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmede, kilisenin restore edilmesi için destek istemişti. Erdoğan’ın talimatıyla çalışmalar yürüten İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İl Özel İdaresi’nin de desteğiyle 2011’de restorasyona başladı. Bu yılın Mayıs ayında, bütçe yetersizliği nedeniyle yarım kalan restorasyon, Büyükşehir Belediyesi’nin ek bütçesiyle yeniden başlatıldı. Restorasyonun bütçesi ise,  3 milyon lirayı aştı. 

 

Kilise, dünyadaki tek Demir Kilise olarak biliniyor. Mimarlığını Osep Aznavur’un yaptığı kilise için toplam 500 ton ağırlığında demir dökülmüş ve sonradan bu parçalar, arazi üzerinde tek tek birleştirilmiş. Dökülmüş olan parçalar, Viyana’dan Tuna ve Boğazlar yoluyla gemilerle getirilmiş. Tarihi Demir Kilise’nin, 2015’in Ocak ayında ibadete açılması bekleniyor.

 

Kırklareli sırada 

Öte yandan, Kültür ve Turizm Bakanlığı da Kırklareli’nin Koyunbaba Köyü’nde bulunan Bulgar Kilisesi’nin restore edilmesi için de çalışmalara başladı. 1870’te inşa edilen kilise, yaklaşık 40 yıldır kaderine terkedilmişti. Bakanlık, kilisenin korunması ve restore edilmesi için harekete geçti. Geçtiğimiz yıl kilisenin duvarları restore edilirken, yapının tamamının restorasyonu için de projelendirme çalışmaları sürüyor. Yaklaşık 800 bin lira harcanacak olan restorasyonla, kilisenin kültür evi olarak kullanılması planlanıyor.

Agos, Haber: Uygar Gültekin, 26.11.2014

KAYAKÖY'DE OTEL PROJESİNE KARŞI İLK DAVA

 

 

Muğla’nın Fethiye İlçesi'ndeki 5 bin yıllık tarihe sahip Kayaköy, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 49 yıllığına kiralanmak üzere ihaleye açıldı. Rum evlerinin bulunduğu köyün yüzde 30’luk kısmı otel kullanımı için tahsis edildi. Kayaköy’ün “hayalet köy” olarak bilinen ve mübadele öncesi Rumların yaşadığı bölge olan Levissi kesimindeki tescilli yapıların olduğu bölgeye, 300 yataklı otel yapılması planlanıyor.

 

BÖLGE ARKEOLOJİK SİT ALANI

Ancak Kayaköy, tarihi ve mimari özelliklerinden ötürü kentsel ve 3. derece arkeolojik sit alanı statüsünde. Köyde bulunan 700 adet Rum yapısı tescilli. Ayrıca Fethiye-Göcek Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırları içerisinde. İhaleye açılan parsellerden bir tanesi de orman alanı olarak görünüyor. Avukatlar, yasalara göre orman alanlarının turizm işletmesi için tahsis edilemeyeceğini söylüyor.

 

DAVA AÇILDI

Kayaköy’ün Kayaköy olmaktan çıkarılmasına karşı, Avukat Bora Sarıca, Seçkin Başoğlu ve Atilla Erol tarafından vatandaşlar adına dava açıldı. Kayaköy’ün turizme açılarak, tarihi dokusunun bozulacağını söylenen dava dilekçesinde, kararın durdurulması ve iptali istendi. Muğla İdare Mahkemesi’ne verilen dilekçede, şöyle denildi: “Tescil edilerek koruma altına alınmış olan bu yapıların, tüm tescil nedenleri hiçe sayılarak kamusal bir alan olmaktan çıkarılıp otel odasına dönüştürülmesi, koruma ilkelerine aykırı olduğundan, hukuka aykırılığı da sabittir. Kayaköy’ün bütünlüğünü bozacak ve koruma-koruma dengesini ortadan kaldıracaktır.”

Evrensel, Haber: Sinem Uğurlu, 26.11.2014

YEŞİL EV BOŞALTILDI

 

Türkiye’de “tarihi tipte otel” dönemini başlatan Sultanahmet’teki Yeşil Ev’deki tarihi değere sahip eserler Turing tarafından satıldı.

 

 

Konuyla ilgili bilgi aldığımız Turing Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Bülent Katkak, Yeşil Ev içindeki eşyaların, tesisin işletme ihalesini 2012 yılında kazanan AAG Gayrimenkul AŞ istemediği için satışa çıkarıldığını söyledi. AAG Gayrimenkul AŞ’de, AKP’ye yakın olduğu iddia edilen Recep Ercan Keskin’in ortaklığı bulunuyor.

 

Tesisin teslimi henüz yapılmazken işletmeyi alan firmanın yapıda nasıl bir düzenleme yapacağı ise bilinmiyor. Yeşil Ev, İstanbul üzerine kitapları ve eski yapıların onarılıp yeniden işlerlik kazandırmasıyla bilinen Çelik Gülersoy’un Türkiye’ye kazandırdığı eserler arasındaydı.

 

Açık artırmada Yeşil Ev’deki eşyalardan “satılmayan bir şey kalmadı”.Açık artırmayı düzenleyen Eskidji’den aldığımız bilgiye göre, 22-23 Kasım’da yapılan açık artırmada toplamda 400 bin liranın üzerinde satış yapıldı. Yatak, komidinler, makyaj aynası, şifonyerden oluşan “Paşa Odası” açılış fiyatı olan 25 bin TL’ye satıldı. Aynısının TBMM’de asılı olduğu “23 Nisan Anısına Hediye Halı” 2 bin 500 liraya satışa çıkarıldı ve 12 bin liraya alıcı buldu. Açık artırmada bir gravür de 2 bin 800 liradan satışa çıkarılıp 11 bin liraya satıldı.

 

26 Ekim’deki bir başka açık artırmada da Turing’in envaterindeki, Halil Paşa’nın “Sultan Abdülmecid” tablosu 1 milyon 650 bin TL’ye satılmıştı. Aynı açık artırmada 279 gravür ve 1 endam aynası toplamda 2 milyon 300 bin lira bedelle satılmıştı.

 

Yaklaşık sekiz yıl kayyım yönetiminde kalan kurumda, bu yılbaşı itibarıyla zarar ettiği gerekçesiyle yayın işletmesi de kapatılmıştı. Yayın işletmesi İstanbul üzerine birçok kitabın basımını gerçekleştirmişti. Şu anda AKP’den Beyoğlu Belediyesi meclis üyesi olan Bülent Batkak, Turing’in Nisan 2012’deki olağan genel kurulunda göreve gelmişti.

 

Turing’de 22 Eylül 2012’de olağanüstü genel kurul toplanmış ve tüzük değişikliğine gidilmişti. Tüzük değişikliğiyle kurum varlıklarının elden çıkarılması kararı alınmış, sonra da Sultanahmet’teki Yeşil Ev’le birlikte Sarnıç Restoran ve Ayasofya Konakları 15 yıllığına, AKP’ye yakın olduğu iddia edilen, Recep Ercan Keskin’in ortak olduğu şirkete devredilmişti. Turing’in elinde, işletmesini yaptığı yalnızca Safranbolu tesisleri kaldı. Turing, Atatürk’ün talimatıyla Lozan Konferansı Genel Sekreteri Büyükelçi Reşit Çelik Gülersoy’la özdeşleşmişti. Bir “İstanbul Aşığı” olarak anılan Gülersoy’un ardından kurumdaki düşüş başlamış ve Turing 2005 yılında kayyıma devredilmişti.

Cumhuriyet, Haber: Mehmet Keskin, 26.11.2014

GEZİ PARKI'NA KORUMA KALKTI

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) Taksim Topçu Kışlası projesine 2015-2019 yıllarını kapsayan Stratejik Plan’da yer vermesinin ardından bir skandal da Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı taslağında yaşandı.

 

 

İptal edilen plan yerine hazırlanan koruma amaçlı imar planı taslağına Gezi Parkı ve Taksim Meydanı, "siyasiler daha karar vermedi" denilerek konulmadı. Taslağı "kabul edilemez" olarak değerlendiren Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi ÇED Denetim Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı, "Gezi Parkı ve Taksim Meydanı sadece Türkiye'nin değil bütün dünyanın koruması altındadır. Gezi, parktır park olarak kalacaktır. Kimse politik manevralardan medet ummasın" dedi.

 

İBB İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Şehir Planlama Müdürlüğü'nün çağrısıyla, mahkeme kararıyla iptal edilen 1/5000 ölçekli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı için ikinci toplantı dün yapıldı. Şişhane'deki Beyoğlu Belediyesi Gençlik Merkezi'nde gerçekleştirilen toplantıda yeni plan taslağı açıklandı. Beyoğlu Belediye Başkanlığı yetkilileri, koruma kurulları, muhtarlıklar ile Mimarlar Odası'nın da yer aldığı toplam 46 kurum ve kuruluşun katıldığı toplantıda Taksim Meydanı ve Gezi Parkı'yla ilgili yeni bir skandal daha ortaya çıktı. Koruma taslağı planında Gezi Parkı ve Taksim Meydanı'nın beyaz renkle kapatıldığı görüldü.

 

Dehşete düştük

Toplantıya katılan Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi ÇED Denetim Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı koruma imar planının yargı tarafından plan bütünselliği olmayışı ve kamu yararına aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edildiğini anımsatarak şunları söyledi:

"İptal edilen planda yeşil alan özellikle yetersizdi. Bütün bunlar varken önümüze getirilen taslak plan bir kere bizim karşımıza anlaşılamaz bir görsel olarak sunuldu. Hiçbir plan notu ya da plan raporu yok. Deprem toplanma alanı yok. Neredeyse durak projesi gibi hazırlanmış. Bizi dehşete düşüren şey bu planın içinde Beyoğlu kentsel sit alanın neredeyse kalbi olan Gezi Parkı ve Taksim Meydanı'nın plan kapsamı dışına çıkarılması. Orada boş kararsız bir leke haline getirilmesi ki bugüne kadar üretilen bütün 5 binlik planlarda Taksim ve Gezi Parkı park olarak konulmuştur ve özellikle Taksim Meydanı'na erişen bütün yollar korunmuştur."

 

Siyasiler daha karar vermemiş!

Planı hazırlayan yetkililere gerekçe sorduklarında, "Bu konuda siyasiler burda henüz karar veremdiler. Dava süreci sürüyor. Belki referendum yapılacak" yanıtı aldıklarını ifade eden Yapıcı, "İtiraz ettik. Bu durum kabul edilemez. Katılımsa katılım gibi bir anlayışla bir oyunun parçası haline getirilmeye çalışıldık. Biz burada eleştirelerimizi, planın direk odalarımıza iletilmesi gerektiğini üzerinde çalışmamız gerektiğini bildirdik. Ancak ne yazık ki böyle garip bir durumla karşılaştık. Önümüze getiren plan hem usulen hem teknik olarak hem de ahlaka aykırı" diye konuştu. Yapıcı sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu toplantı yok hükmündedir. Toplantının yenilenmesini bekliyoruz. Plan katılımcı ve şeffaf hazırlanmalı. Mahalle örgütleri meslek odalarının görüşleri önemlidir. Taksim Gezi Parkı ve Taksim Meydanı sadece Türkiye'nin değil bütün dünyanın koruması altındadır. Parktır park olarak kalacaktır. Kimse politik manevralar medet ummasın."

Cumhuriyet, Haber: Hazal Kaya, 26.11.2014

RESTORASYON BÖYLE YAPILIR

 

Foça'da restore edilen Osmanlı Ceneviz kalesinde yapılan çalışma son dönemde çokça görülen kötü örneklerin ardından tarihe ve mimariye nasıl yaklaşılması gerektiğine dair derslerle dolu.

 

 

Son yıllarda tarihi eserlerle ilgili yapılan restorasyonlar kamuoyunda sıkça tartışılıyor. Özellikle çimento kullanılması ve restorasyon sonunda eserlerin 'gıcır gıcır' olması eleştiri alan konuların başında geliyor. Bu restorasyonların da hemen tamamına yakını ihale yoluyla veriliyor. Devletin kasasından milyonlarca lira harcanmasına karşılık restorasyonlar istenilen biçimde olmuyor. Urfa kalesi, Sümela Manastırı, Eskişehir Seyid Battal Gazi türbesi, İstanbul Vilayet Cami, İshakpaşa Sarayı, Apollon Smintheus Tapınağı son yıllarda yaşanan en kötü restorasyon örnekleri olarak karşımıza çıktı.

 

Foça’da ise ihale yoluyla değil bizzat Phokaia kazı başkanı Prof.Dr. Ömer Özyiğit tarafından Osmanlı Ceneviz kalesi restore edildi. Sıfır çimento ve orjinal taşları kullanılarak yapılan restorasyonda Prof. Özyiğit, binlerce yıllık harçların formüllerini yeniden bularak kaleyi sağlamlaştırdı. Yeni yapıldığı belli olmaması için de eskitme uygulandı. İhale yapılsa 7-8 milyon liraya mal olacak kale restorasyonu Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kazılara verdiği maddi destekle ayağa kaldırıldı. Bilimsel restorasyonu UNESCO heyeti görünce kale "geçici miras" listesine alındı. İşte o restorasyonu yapan Prof. Özyiğit ile restorasyonun ayrıntılarını, çimentosuz harcın formüllerini konuştuk... 

 

 

Restorasyona başlamadan önce hangi çalışmaları yaptınız?
Arkeolojik kazıları tamamlanmayan bir yapının restorasyonuna kesinlikle geçilmemelidir; çünkü son kazılarda çıkabilecek bulgular, projeleri değiştirecek nitelikte olabilir. 2009-2010 yıllarında restorasyonunu yapacağımız bölümün tüm kazılarını yaptık. Çok sayıda dönem ve evrelerin varlığını gördük. Ayrıca kentin geçirdiği büyük depremleri de göz önüne aldık. Böylelikle bu kent duvarlarının geçirmiş olduğu tarihsel yapım ve onarım evrelerini kronolojik olarak ortaya koyduk. 

 

Açılışta 11 restorasyon ilkesi belirlediğinizi söylediniz. Nedir bu ilkeler?
Foça kent duvarlarının restorasyonu için on bir ilke belirledik. 1) Tümden tamamlama yok. 2) Günümüze gelen duvar dış yüzeylerinin tümü korunacak. 3) Tamamlamalar dış yüzeylerin korunmadığı yerlerde yapılacak. 4) Surun yüksekliği toprağın arkadan akmaması için arkadaki toprak seviyesinden en çok bir korkuluk boyu yükseklikte olacak. 5) Olabildiğince eski taşlar kullanılacak. 6) Surlardaki toprak, horasan ve kireç özgün harç türleri, onarımlarda güçlendirilerek kullanılacak. 7) Çimento hiçbir zaman kullanılmayacak. 8) Onarılan duvarların taşlarının ışık-gölge oyunlarıyla daha iyi görülebilmesi için derzler oldukça derin yapılacak. 9) Yeni yüzeylere eski görünümü vermek için eskitme yapılacak. 10) Duvarların üst yüzeyleri, tamamlanmadan yıkıntı görünümü arz eden bir biçimde bırakılacak. 11) Onarılan bölümler, özgün yüzeylerden andezit taşından kırmızı bir çizgiyle, farklı dönemlerdeki bölümler ise, bazalttan siyah bir çizgiyle ayrılacak. Bu ilkelerimizin dışına hiçbir zaman çıkmadık. Yaptığımız restorasyon bu nedenle başarılı oldu.

Her dönemin ayrı harcı olduğunu söylediniz. Bu harçların formüllerini nasıl buldunuz?
Önce harçların yapılarını analiz ettik. Bizansların toprak, Cenevizlerin horasan, Osmanlıların da hem toprak hem de kireç harcı kullanmış olduğunu gördük. Daha sonra da birçok denemeler yaptık. Eski özgün harçların daha kuvvetlisini elde ettik. Kireç asıl bağlayıcı maddedir ancak kireç harcın güçlü olabilmesi için kirecin yıllarca bekletilmiş olması gerekir. Mimar Sinan da büyük camilerini ve diğer eserlerini yıllarca bekletilmiş kireç harcıyla yaptı. 

 

 

Kireç harcı da siz mi ürettiniz?
Yok. Biz beklemiş harç bulamadık; bu nedenle Fransa’dan getirttiğimiz hidrolik kireci kullandık. Hidrolik kireci, hamur kireçle karıştırdık. Harcın içerisindeki kireç oranını yüzde 30 oranında tutmaya özen gösterdik. Harcın içindeki kireç oranı yüzde 30’dan fazla olursa harcın çatlama yaptığını, yüzde 30’dan az olursa bu kez de harcın zayıf olduğunu gördük. Bu harcı da surun iç ve dış kısmında ayrı oranlarda uyguladık. Denizden gelen neme karşılık…

Ya horasan harç nasıl formüle edildi?
Horasan harç arkeolojide “Vitruv Harcı” olarak anılır. Bu isim Roma İmparatoru Augustus zamanında yaşamış olan mimar Vitruvius’dan gelir. Vitruvius “Mimarlık Üzerine 10 Kitap” isimli eserinde horasan harcın oranlarından söz eder. Biz tüm bu oranları denedik ve en güçlüsünü elde ettik. Buna göre toprak, horasan ve kireç harcın oranlarını şöyle kullandık:
Toprak Harç: 2 ölçek hamur kireç, 2 ölçek hidrolik kireç, 6 ölçek toprak, 2 ölçek dişli kum, 1,5 ölçek mıcır, yeterince kahverengi boya ve su.
Kireç Harç: 2 ölçek hamur kireç, 2 ölçek hidrolik kireç, 1,2 ölçek iri mıcır, 1,2 ölçek mermer tozu, 7 ölçek dişli kum, yeterince su.
Horasan Harç: 2 ölçek hamur kireç, 2 ölçek hidrolik kireç, 3,5 ölçek işli kum, 2 ölçek iri mıcır, 1 ölçek mermer tozu, 2 ölçek iri seramik veya kiremit irmiği, 1 ölçek ince kiremit irmiği (0,3 – 0,7 boyutunda), yeterince su.

Tarihi eser restorasyonlarında nelere dikkat edilmeli?
Tarihi eser restorasyonlarında dikkat edilecek en önemli özellik, eserin özgünlüğünün korunmasını sağlamak, onun özgünlüğünü bozmamak. Özgün olan bütün bölümler korunmalıdır. Tamamlamalar ise, özgünlükle bir bütünlük sağlamalı; fakat özgün olan bölümlerden ayrılmalıdır. Restorasyonu yapılan bir eserde neresi yeni neresi eski olduğunu anlamamız gerek. Tamamlanan bölümlerin de özgün bölümlerden kolaylıkla ayrılması için çok zıt bir malzemeyle yapılmamalıdır. Özgün bütünlükler yükseklikler bilinmiyorsa, eser kesinlikle tamamlanmamalıdır. Biliniyorsa bir takım noktalarda eserin özgün yüksekliği gösterilebilir. Ayrıca özgün malzeme kullanılmalıdır. Eski taş, eski harç ve diğerleri... Yeni yapılan bölümlere kesinlikle eskitme uygulanmalıdır. Restorasyonu bilim adamlarına, daha doğrusu bilen adamlara yaptırtmak eseri korumak açısından çok önemlidir. Restorasyon konusunda ihale yönteminden vazgeçilmelidir. 

 

 

Restorasyonda çimento kullanılmasını nasıl karşılıyorsunuz?
Ne yazık ki günümüzde yapılan restorasyonların bir çoğunda hala hem beyaz hem gri çimento kullanılıyor. Bu malzeme bağlayıcı maddeler içerisinde en ucuzu olduğu için bir tercih nedeni oluyor. Çimento çabuk donma özelliği ile kireç harcından üstün bir malzeme olarak görülüyor fakat çok uzun olmayan bir sürede dağılma özelliği gösteriyor. Ayrıca çimento tuzları bağladığı taşları da cinsine göre eritebiliyor. Belli bir süre sonra 50 yıl, 100 yıl sonra çimento harcıyla yapılan bütün yapıların yenilenmesi konusu gündeme gelecektir fakat eski kireç harcıyla yapılan yapılar ise, çok uzun süre yaşayacaktır. Kireç harcı öyle bir harç ki, her gün, her hafta, her yıl, her yüzyıl daha da sertleşen ve güçlenen bir harçtır. 20. yüzyılın başlarına kadar bütün yapılar, genellikle kireç harcıyla oluşturulmuştu. Gri renkli çimentonun kullanıldığı duvarların derzleri kireç ve beyaz çimento karışımıyla örtülerek alttaki gri çimento saklanılmaktadır.




Radikal, Haber: Ömer Erbil, 25.11.2014

BERN'DE NAZİLERE YER YOK

 

İsviçre'deki Bern Sanat Müzesi, Nazi döneminde Adolf Hitler’in koleksiyoneri olan Hildebrand Gurlitt'in biriktirdiği sanat eserlerini sergilemeyi kabul etti.

 

 

Sergi kararını duyuran Bern Sanat Müzesi Yönetim Kurulu Başkanı Christoph Schaeublin, sergiyi açacaklarını ancak Nazilerin İkinci Dünya Savaşı'nda yağmaladıklarından şüphelenilen hiçbir eserin sergilenmeyeceğini belirtti. Ayrıca, yağmalanmış eserlerin tümünün sahiplerine iade edilebilmesi için Alman yetkililerle çalışma sözü verdi. 

 

Sahiplerine verilecek 

Koleksiyonda bulunan Max Liebermann, Henri Matisse ve Carl Spitzweg’e ait üç eserin de sahiplerine teslim edileceği bildirildi. Beş yüze yakın eser ise gerçek sahipleri bulunana dek Almanya'da kalacak. Hildebrand Gurlitt'in oğlu Cornelius içlerinde Pablo Picasso ve Claude Monet'nin eserlerinin de bulunduğu yaklaşık 1 milyar 350 milyon dolar değerindeki koleksiyonu yıllarca saklamıştı. Alman yetkililer, 2012'de Gurlitt'in Münih'teki evinde bulunan 1280 esere el koymuştu. Gurlitt geçtiğimiz mayıs ayında öldüğünde, Bern Sanat Müzesi'ni tek mirasçısı ilan etmişti. Müze koleksiyonun tümünü kabul etseydi, eserlerin mülkiyeti konusunda yıllarca sürebilecek, pahalı bir hukuk mücadelesine girecek ve itibarı zedelenecekti. 

Akşam, 26.11.2014

İTALYA'DA VANDALİZME ÇOK AĞIR CEZA

 

İtalya’nın en değerli tarihi eserlerinden olan Roma’daki Kolezyum’un duvarına 25 santimlik ‘K’ harfi kazıyan bir Rus, 25 bin dolarlık para cezasına çarptırıldı.

 

Rus turist sivri uçlu bir taşla tarihi yapının duvarını kazırken güvenlik görevlisine yakalandı. Olay yerinde polis tarafından tutuklanan 42 yaşındaki turiste ağır para cezasıyla birlikte 4 yıl ertelemeli hapis cezası da verildi.

 

Kolezyum yetkilileri adı açıklanmayan Rus turistin yapıya “ciddi hasar verdiğini” söylerken, bunun şimdiye kadar verilen en ağır ceza olduğu ifade ediliyor.

 

Roma İmparatorluğu’na ait en büyük amfi tiyatro olma özelliğini taşıyan Kolezyum aynı zamanda türünün dünyadaki en büyük örneği.

 

Yılda 6 milyon turist tarafından ziyaret edilen Kolezyum’daki olay, bu sene yaşanan beşinci vandalizm vakası oldu.

Hürriyet, 25.11.2014

O KULELERDE GERİ ADIM MI ATILACAK?





 

Tarihi silueti bozan 16/9 kulelerinin ruhsatının iptali için dava açan Mimar Yusuf Özden şikayetini geri çekti.

 

Danıştay feragati kabul ederse 16/9 için çıkan tıraşlama kararı iptal edilebilecek.

 

Zeytinburnu sahilinde yapılan ‘onaltı dokuz’ projesinde, yasalara uygun olmadığı gerekçesiyle inşaat ruhsatının iptal edilmesini talep ederek dava açan Mimar Yusuf Özden, şikayetinden vazgeçti. Vatan’ın haberine göre; Danıştay 14′üncü Dairesi, feragati kabul ederse ruhsatı iptal edilen ve illegal konumda olan ‘onaltı dokuz’un ruhsatı legal hale gelecek. Ruhsatların iptal edilmesini sağlayan süreci başlatan ve Danıştay’dan da onaylatan Yusuf Özden, davadan neden çekildiğini anlattı:

 

‘Orası artık milli servet’

“Ben inşaat imalat halindeyken ruhsatı veren kurumlara dava açtım. İmalatçıya açılmış bir dava değil, aksine plana yönelik davadır. Türkiye’de yargıya güvenim sonsuz fakat ben davayı açtıktan sonra karar çıkana kadar inşaat tamamlandı. İnsanlar tonlarca para vererek evleri satın aldı. Orada bir yaşam kurdu. Oraya yapılan yatırım milli servetimizin bir parçası. İnsanların evlerinden atılması vicdansızlıktır.”

 

‘Vicdanımın sesini dinledim’

“Ben de vicdanımın sesini dinleyerek karardan vazgeçtim. O katlarda oturan ev sahipleri davayı geri çekmemi istedi, onlarla süreç içerisinde konuşmalarımız oldu. Mağdur olduklarını anlattılar. Benden böyle bir talepte bulundular. Ancak firmadan kimseyle bir iletişimim olmadı. Bana kesinlikle teklifte bulunmadı, 5 kuruş almadım. ”

 

Sadece iki dava açılmıştı

Projeyle ilgili iki dava bulunuyor. İlki Yusuf Özden’in açmış olduğu ‘ruhsat iptal’ davası. Bu davada Danıştay iptal kararını onayladı. Projenin sahibi Astay İnşaat ise düzeltme talebinde bulundu. Bu süreçte Danıştay’ın ruhsat iptal kararından yola çıkarak Cihat Gökdemir, 3 gökdelenin silueti bozan kısmının yıkılması için dava açtı. Açılan davada mahkeme binanın yasal olmayan kısmının tıraşlanmasına karar verdi. Ancak Özden’in feragat talebi kabul edilirse bu dava da otomatik olarak düşecek.

 

Ruhsatı nasıl aldı?

Arazi 2007’de Mesut Toprak’a satıldıktan sonra nazım imar plan teklifi yapıldı. 2008’de Belediye Meclisi’nin kararıyla ticaret ve turizm alanına çevrildi. Emsali 1′den 2.5′a çıkarıldı. 1/100′lik uygulama imar planı da 10 Kasım 2009 tarihli İBB meclis gündemine alınmasına karşın dosya, 13 Mart 2009’da meclis kararı ile iade edildi. 5216 sayılı kanunun 14. maddesinin “üç ay içinde belediye meclisinde görüşülmeyen kararlar onaylanmış sayılır” hükmüne karşın üç ay içinde karar alınmadı ve ilçe belediyesinin kararı kesinleşti. Ancak bu sürede değişen imar planı askıya alınmadı. Firma valiliğe yazı gönderdi ardından da Zeytinburnu Belediyesi’nden ruhsatını alarak inşaata başladı.

 

Top Danıştay’da

ANKARA Üniversitesi İdari Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Ali Dursun Ulusoy, takdir hakkının Danıştay’da olduğunu söyledi: “Feragatinin kabulüne ya da reddine Danıştay karar verecek. Eğer feragati kabul ederse, dava düşecek ve ruhsatlar hukuki hale gelecek. Ancak kamuyu yakından ilgilendiren davalarda Danıştay feragati kabul etmeyebilir. Bu noktada ise ruhsatlar iptal olduğu için bu durum geçerliliğini koruyacak ve proje illegal bir yapı olarak kalacak. Kamusal bir dava olduğu için Danıştay’ın feragati reddetmesi gerektiğine inanıyorum.”

 

Yeni dava açılabilir

”Danıştay feragati kabul ederse tekrar ruhsat iptal davası açılabilir mi derseniz, burada zaman konusu sorun olabilir. Çükü mahkeme o zaman ‘bugüne kadar ruhsat iptali için dava neden açmadın’ diyebilir. Ancak bu durumda, askıya çıkan bir plan olmadığı için imar planının iptali için ayrı bir dava açılabilir.”

 

Ünlü isimlerin daireleri var

19/6 kulelerinden daire satın alanlar arasında İstanbul Milletvekili ve eski Bağcılar Belediye Başkanı Feyzullah Kıyıklık, İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Genel Sekreteri Adem Baştürk, İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Genel Sekreter Yardımcısı Köksal Tandıroğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş, Zeytinburnu Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı Hasan Albayrak, Celalettin Cerrah ve kızı bulunuyor. Binaların fiyatları ise 1 milyon ile 4 milyon TL arasında değişiyor.

 

Erdoğan da kızmıştı

İstanbul’un tarihi siluetini bozduğu için eleştiri oklarının hedefi olan 16/9 projesine, o dönem başbakan olan Erdoğan da tepki göstermişti.

Sözcü, 25.11.2014

YEDİKULE BOSTANLARI PLANI İADE EDİLDİ, TARAFLAR TEMKİNLİ

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, imara açılacak Yedikule Bostanları'yla ilgili “Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı Tadilatını” yeniden değerlendirilmek üzere İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi'ne iade etti.

 

Açıklamada taraflarla bir çalıştay yapılacağı ve mahallelinin istekleri doğrultusunda güvenlik, aydınlatma ve temizlik yapılacağı belirtildi.

 

Plana kabul edilmesi halinde dava açmaya hazırlanan meslek odaları en başında verilmesi gereken bu karara temkinli yaklaşıyor. Odalar bostanın korunarak daha iyi hale gelmesi için projeler üstünde çalışıyor.

 

İade edilen plana göre, surlar ile birlikte kültürel miras olan topraklarda süs havuzu, sosyal tesis, açık spor alanı, otopark, dinlenme alanları ve konutlar yapılabilecekti.

 

Süreç tersinden işledi

Arkeologlar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Yiğit Ozar, "Önceden proje üretip önümüze sunup sonra ancak tepkiler üzerine bu noktaya gelebildiler. Süreç tersinden işledi, ne yazık ki. Birlikte karar verme en başından beri yapılması gereken bir şeydi" dedi.

 

Tek kent içi tarım alanı

Ziraat Mühendisleri Odası İstabul Şube Başkanı Ahmet Atalık, kararın olumlu olduğunu ancak daha önce de bu gibi görüş alma toplantılarının mevzuat gereği, göstermelik olarak yapılması nedeniyle temkinli olduklarını söyledi.

 

"Binlerce yıldır tarım alanı olarak kullanılan alanı yeşil alana çevirirseniz orayı koruyamazsınız. Yeşil alan tarım dışı alan demektir. Önce park yapılır, sonra restoran, otopark, AVM, villa. Onun zaten yeşilliği de kalmaz.

 

Herkesin gezeceği bir yer olabilir

"Oysa burası Bizans'tan Osmanlı'ya oradan Türkiye'ye kalmış. Kuyu ve sarnıçlarla sulama yapılan tarihi bir bostan. Üstelik yapılan analizlerde su ve toprak da tertemiz.

 

"Neden burayı dünyadaki tek kent içi tarım alanı olarak korumayalım? Osmanlı kuyu ve sarnıçlarının korunduğu sulama sistemleri geliştirilerek, parseller arasına gezi yolları yapılarak, ürünler için satış noktaları yaparak herkesin sarayın sebze meyvesini yetiştirdiği bostanları gezmesini sağlayabiliriz. Bu turistlerin de gezeceği bir alan haline gelebilir.

 

"İlle her şeyin üzerine beton mu dökmek gerekir. Elimizde burayı belli iyileştirmelerle herkesin görmek isteyeceği bir alana çevirme fırsatımız varken, neden yok ediyoruz?"

 

Topbaş'ın açıklaması

"Yedikule Mahallesi'ndeki söz konusu alanın asli niteliğinin korunması ve geleceğe taşınması için daha kapsamlı bir çalışmaya imkan sağlamak amacıyla ilgili plan tadilatı kararı İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'ne iade edilmiştir. Yapılacak çalışmalara ışık tutması için tarihçiler, bilim adamları, mahalle sakinleri ve ilgililerin katılacağı bir çalıştay düzenlenmesinin faydalı olacağı düşünülmektedir. Söz konusu plan tadilatı, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'ne iade edilmekle birlikte, bu plan tadilatına gerekçe oluşturan Yedikule Mahallesi sakinlerinin talepleri (Güvenlik-Aydınlatma-Çevre Temizliği eksikliği) hızla ele alınıp çözüme kavuşturulacaktır."

Bianet, Haber: Nilay Vardar, 25.11.2014

İSTANBUL AŞIĞI BEDRİ RAHMİ'NİN İZLERİ ŞEHİRDEN BİR BİR SİLİNİYOR

 

 

Dünyaca ünlü şair ve ressam Bedri Rahmi Eyüb-oğlu’nun İstanbul’un çeşitli semtlerine işlediği mozaikler ilgisizliğin kurbanı oldu. Kimine merdiven demirleri çakıldı, kimine ise klima asıldı. Eyüboğlu’nun öğrencileri, eserlerin müzeye taşınıp korunmasını istiyor.

 

İstanbul deyince aklıma martı gelir/Yarısı gümüş, yarısı köpük/Yarısı balık yarısı kuş/İstanbul deyince aklıma bir masal gelir/Bir varmış, bir yokmuş. Mısralarıyla İstanbul’a olan hayranlığını dile getiren şair ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun İstanbul’un dört bir tarafını süsleyen mozaik resimleri kaderine terk edildi. Dünyaca ünlü sanatçının hak ettiği değeri görmeyen bazı eserleri çoktan tarihe karıştı. 4. Levent, İMÇ Çarşısı, Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Karaköy’de yer alan çalışmaları ise gerekli önlemler alınmadığı takdirde yitirilenler ile aynı kaderi paylaşacak. Zira İMÇ Çarşısı’nda yer alan iki mozaik esnafın ilgisizliği nedeniyle birçok taşını kaybetmiş durumda. Samatya Hastanesi’nde yer alan mozaiğe merdiven demirleri geçirilmiş, yanına oyun parkı yerleştirilmiş. Karaköy’de yer alan beton kabartmanın birçok önemli parçası düşmüş. 4. Levent’te yer alanlar ise Beşiktaş Belediyesi’nin çabalarıyla kısmen koruma altına alınabilmiş vaziyette.

 

Bedri Rahmi’nin son dönem öğrencilerinden Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü Öğretim Üyesi ve Ressam Prof.Dr. Aydın Ayan, sanatçının eserlerine yapılan zulmün yeni olmadığını aktarıyor. Ayan,  Bedri Rahmi’nin İstanbul’un önemli otellerinden birine yaptığı panoya yapılan muameleyi şöyle anlatıyor: “1974 ya da 75’in başı. Bedri Rahmi’yle atölyedeyiz. Bir telefon geldi; Bedri Rahmi’ye haber verdiler. Demişler ki biz dekorasyonu değiştireceğiz, burada bir panonuz var, gelin onu alın. Bedri Rahmi şaşırdı tabii, tamam dedi. Asistanıyla bir arkadaşımız gidiyorlar panoyu almak üzere.  Bir bakıyorlar pano ikiye ayrılmış, pinpon masası yapılmış.”

 

Bedri Rahmi’ye İstanbul’un çeşitli yerlerine yaptığı mozaikler sırasında asistanlık yapan ünlü ressam Devrim Erbil ise Türkiye’de sanata saygı ve ilginin henüz kökleşmediğinden yakınıyor. Verdikleri konferans ve yaptıkları çalışmalarla bu durumu değiştirmeye çalıştıklarını belirten Erbil, “Levent’teki o mozaiklerin başına çok gelen oldu. Üzerinden klimalar geçirildi, delik deşik oldu, borular geçirildi. Bu bir sanat eserine en büyük saygısızlıktır.” sözleriyle durumun vahametini anlatıyor. Ünlü ressam, Bedri Rahmi’nin 1958’de Brüksel Dünya Sergisi için yaptığı panonun başına gelenleri ise şöyle aktarıyor: “Panoyu 1958 yılında Türkiye’ye getirmişler, Sirkeci Garı’nda uzun müddet durmuş.  200 metrekarelik bir pano. Bu kayboldu gitti. İzini sürenler gördü ki, belediye bunun bir kısmını yüzme havuzunda zemin yapmış, bir kısmı Kıbrıs’taki Türk alayında bulundu. Diğerlerinin de ne olduğu belli değil. Yani 200 metrekare pano nasıl buharlaştı gitti.”

 

Panolar müzeye taşınmalı

Devrim Erbil mozaiklerin nasıl korunması gerektiği ile ilgili de bir öneri sunuyor. Panoların alınıp bir müzede değerlendirilmesi gerektiğini belirten Erbil,  “Bugün teknoloji müsait. Mesela resim ve heykel müzesinin yeni yapılan kısmında olabilir. Bu yeni müzede bu panolar pekala, sanatçılara, sanatseverlere, eğitimcilere, eğitim görenlere, yabancılara rahatlıkla gösterilebilir. Bu panolar bir vesile olmalı.” diyor. Aydın Ayan ise “Panoların onarılması gerekir. Hak ettikleri şekilde korunması gerekir, fakat parasal değer ve rant bazı şeylerin önüne geçiyor. Sanat ikinci plana düşürülüyor ya da yok sayılıyor.” ifadelerini kullanıyor.

Zaman, Haber: Nur Muhammed Tarhan, 24.11.2014

O PİYANO ÖYLE BİR RAKAMA SATILDI Kİ

 

 

ABD’nin New York eyaletinde düzenlenen bir müzayedede 1940’lı yılların klasikleşen filmi Casablanca’da kullanılan bazı antika parçalar satışa sunuldu. Filmde kullanılan piyano 2.9 milyon dolarlık rekor bir fiyata satılırken filmin en ünlü sahnesinde piyanonun içine saklanan bazı belgeler ise 100 bin dolara alıcı buldu. Filmde kullanılan iki piyanodan biri olan piyanonun sahibi diş hekimi Gary Milan, piyanonun kendisine geldiğinde tuşların altında bir sakız olduğunu ve sakızda bulunan parmak izinin ise kime ait olduğunu bilmediğini söyledi.

 

1942 yılında Fas’ın liman kenti Casablanca’da çekilen film, üç Oscar ödülüne layık görülen görülmüştü. Filmde piyanist Sam karakterine hayat veren Dooley Wilson, “As Time Goes By” şarkısını bu piyano eşliğinde çalmıştı. Filmde aktör Humphrey Bogart senaryo gereği yasal olmayan taşımacılık belgelerini bu piyanoya saklanmıştı.

Akşam, 25.11.2014

BİR SÜTUN DA BİZ DİKELİM

 

Anadolu kültür mirasının en güzel örneklerinden biri Kastabala antik kenti. Çukurova’daki antik kentle ilgili yeni bir kampanya başladı. Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, ‘Bir Sütun da Sen Dik’ sloganıyla tarihi kentin sütunlarını ayağa kaldırmaya çalışıyor.

 

 

Toplumumuzun ihtiyaçları çok. Ama bunlar arasında acil ilgi bekleyenler var. Misal size; her türlü kültür mirasına sahip çıkan, kültürel zenginliklerini, değerlerini içinde yeşerdiği doğa ile birlikte algılayan, koruyan ve geliştiren bir bilince ulaşmak... Bu ortak amaç 2003’te akademisyen, iş insanı, sanatçı, arkeolog, mimar ve sanat tarihçileri başta olmak üzere farklı meslek gruplarından 148 kişinin bir vakıf kurmasına ön ayak oldu: Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı.


Vakıf, geçen yıllarda ‘Bir Sütun da Sen Dik’ sloganıyla bir bağış kampanyası düzenleyerek Perge antik kentindeki sütunların ayağa kaldırılmasını sağladı.

 

 

Olay şu: Topraktan çıkarılan sütunların parçalarını birleştirmek ve onları ayağa kaldırmak maliyetli bir iş. Sütun başına belirlenen bir bedel var; o bedeli ödeyen kişi veya kişilerin adları ayağa kalkmasını sağladıkları sütunun altına plaketle yazılıyor. Vakıf, 110 civarında sütunu bağışlarla ayağa kaldırdığı Perge’den sonra şimdi bu projeyi Çukurova’daki Kastabala antik kenti için yeniden başlattı. Geçen hafta Fest Travel buraya bir gezi düzenledi. Arkeoloji ve tarih meraklısı gezginlerden oluşan gruba katılarak ben de Kastabala’yı ziyaret ettim. Bu geziden elde edilen gelir Kastabala kampanyasının ilk bağışı oldu. Bakın mesela, antik çağda kentlerin vatandaşları kamusal yapıların inşaatlarına imkanları ölçüsünde katılmaktan onur duyarmış. Genellikle masraflarına katkı sağladıkları yapının veya bir sütunun üzerine kitabelerle isimleri kazınırmış. Bu kampanyaya bir açıdan da bu geleneğin devamı olarak bakılabilir.

 

 

Geçmişte insanların kentlerini en güzel haliyle sahiplenmelerine benzer şekilde, Kastabala’nın devrilmiş sütunlarını ayağa kaldırmak da hepimizin görevi olmalı. Modern kentlerimize dair söz hakkımızın çok kısıtlı olduğu şu günlerde en azından kültürel mirasımıza sahip çıkabiliriz.

 

GEÇMİŞE IŞINLAYAN KENT KASTABALA

 

 

Kastabala, ortaçağda terk edilmiş. Esasen adı ‘Hierapolis Kastabala’. Hierapolis unvanını kutsal topraklar üzerine inşa edildiğine inanıldığı için almış. Osmaniye ilindeki bu antik kentin üstünün bir yorgan gibi toprakla örtüldüğü, altında sütunlu caddeler, hamam, tiyatro, stadyum, kilise, su kemeri ve çeşitli kalıntıların kaldığı tespit edildikten sonra bir kazıyla bunlar gün yüzüne çıkarılmış. Gerçekten nefes kesici. Çukurova’nın enginliği ile antik kentin büyüsü birleşince, etraftaki köylüler olmasa insanın kendini 2014 yılında değil de Roma devrinde gibi hissetmesi kaçınılmaz. Zira bugün Kastabala ören yerinde görülen tüm kalıntılar Roma devrinden kalma.

 

 

Diğer Çukurova kentlerinde olduğu gibi Kastabala’da da 2’nci yüzyıl sonu ve 3’üncü yüzyıl başlarında artan Doğu seferleri nedeniyle Doğu cephesine sevk edilen Roma lejyonları ekonomik ve sosyal sorunlara neden oluyordu. Kentlerin bu sorunlarla baş edebilmelerini sağlamak için imparatorlar ovalık Klikya kentlerinde yoğun imar faaliyetlerine giriştiler ve bu kentlere kendi adlarıyla anılan birçok oyun düzenlemesi ayrıcalığını tanıdılar.


Özellikle Severus hanedanının uyguladığı imar politikasının ürünleri Hierapolis Kastabala’nın ayakta kalan yapı kalıntılarında halen izlenebiliyor. Burayı ziyaret ettiğinizde 300 metre uzunluğundaki sütunlu caddenin bir kısmını, kent kapısını, muazzam tiyatroyu, hamam kalıntılarını, mezar yapılarını, kaya mezarlarını, kilise kalıntılarını göreceksiniz.

 

 

Tüm bunlarla Kastabala bugün bir arkeolojik ve doğal park olabilecek özellikleri taşıyor. Harabelerin içerdiği tarihi ve arkeolojik anıtlar her türlü tahribattan özenle korunur, yol gösterici ve açıklayıcı levhalarla kolayca gezilir.

 
hale getirilirse Kastabala, Karatepe- Aslantaş, Kadirli-Flaviopolis ve Dilekkaya-Anazarbos ile birlikte Çukurova’nın doğusunda mutlaka ziyaret edilmesi gereken ören yerleri konumuna kavuşur.

Bir sütun da siz dikerseniz çorbada tuzunuz olur. 

Hürriyet, Haber: Melis Alphan, 24.11.2014

SEFALET İÇİNDE ÖLEN NERMİN SULTAN'IN YÜZÜ 15 MİLYON €

 

Matisse'in "Siyah Koltukta Cariye" tablosu 15 milyon eurodan satılıyor. Ünlü ressam 1942'de bu tabloda, Sultan Abdülaziz'in Fransa'da bir hastanenin muhtaçlar koğuşunda ölen torunu Nermin Sultan'ı resmetmişti.

 

 

Çağdaş resmin önemli isimlerinden Fransız ressam Henri Matisse'in ünlü yapıtı vitrine çıktı.

Matisse'in 1942'de tamamlanan Odalisque Au Fauteuil (Siyah Koltukta Cariye) adlı tablosu 15 milyon euroya satılacak. Ünlü müzayede evi Sotheby's tarafından 2015 şubatta satılacak eser, ressama ait değerli tablolardan biri olacak. Ancak eseri farklı kılan ise tablodaki yüz. Resim, 32'nci Osmanlı padişahı Abdülaziz'in torunu olan Nermin Sultan'a ait. Prensesin güzelliğine hayran kalan Matisse, 1942'de bin bir rica ile tabloyu yapmaya ikna eder. 76 yaşında vefat eden Nermin Sultan'ın hikayesi ise tablosundan daha ucuzdur. 

 

Fransa'dan fakir aylığı 
Fransa'daki bir hastanenin muhtaçlar koğuşunda sefalet içinde vefat eden Nermin Sultan, kimliksiz olarak yaşıyordu ve Fransa'nın bağladığı fakir aylığıyla geçiniyordu. Geçirdiği felç nedeniyle gözleri dahi görmeyen sultan, Fransa'nın güneyindeki Bagnols-sur-Ceze şehrinde 1999'da vefat etti. Asıl adı Nezahat Nermin Hamide Şefkat olan Osmanlı prensesinin siyasi mülteci olarak Fransız hükümetinin verdiği vatansızlara mahsus kimlik belgesinde isminin hemen yanında "Osmanlı İmparatorluk Prensesi" yazılıydı. 1923'te İstanbul'da doğan prensesin babası Şehzade Şevket Efendi, Sultan Abdülaziz'in oğluydu. Annesi Adile Adile Hanımsultan ise Sultan Abdülhamid'in kızı Naime Sultan'ın çocuğuydu. 1924 Mart'ında, hanedanla beraber Türkiye'den ayrıldığında 1 yaşında olan sultanın 4-5 yaşına geldiğinde ise kemik erimesi hastalığı baş gösterdi. Çocukluğu ve genç kızlığı anneannesi Naime Sultan'la beraber Güney Fransa'da, Nice'de geçen prenses, o dönemin en büyük ressamı Henri Matisse ile Nice'te tanıştı. Cimiez semtinde şimdi Matisse Müzesi olan malikaneye yerleşen Fransız ressam, Naime Sultan'ın ailesiyle komşu oldu. Genç prensesin yüzünün güzelliği ressamı hayran bıraktı, Sultan'ı bin bir ricayla tablosunu yapmaya ikna edebildi ve meşhur tablo işte böyle doğdu. II. Dünya Savaşı'nın patlamasıyla Arnavutluk'a giden prensesin anneannesi öldü ve nişanlısı ise Arnavutluk lideri Enver Hoca'ya bağlı komünist birlikler tarafından nişanlısı gözlerinin önünde kurşuna dizildi. 

Cenazesini doktoru kaldırdı 
Bir İngiliz gemisiyle güç-bela Mısır'a sığınan prenses, babası Şevket Efendi'yle oturdu. Bu defa Mısır'da Nasır ihtilali sonucunda tekrar sürgüne çıkan Nermin Sultan Cezayir'e gitti. Cezayir Savaşı'yla tekrar Fransa'ya dönen prenses, Bagnolssur- Ceze'de babasıyla yaşamaya başladı. Babası Şevket Efendi'nin hırsızlık süsü verilmiş bir olayda ölmesiyle hayata tutunmakta zorlanan Nermin Sultan, hastalığının ilerlemesiyle hastaneye kaldırıldı. Son 25 yılını yatağa mahkum geçiren prenses, 75 yıllık bir mülteci hayatı yaşadı. Cenazesini ise doktoru Charles Turcy ile karısı kaldırdı.

Sabah, 25.11.2014

O MÜFETTİŞE USULSÜZLÜK İHBARI

 

Çalınan eserlerle anılan Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin deposunda yapılan, 2009’daki olaylı sayımın güvenlik kamerası kayıtlarına Hürriyet ulaştı. Görüntülerde, hakkında depoya “diğer sayım komisyonu üyeleri olmadan” girdiği ihbarları bulunan müfettiş F.Ş. yer alıyor.

 

 

Toplam 302 eserin çalındığı Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin deposunda 2009’da yapıldığı iddia edilen usulsüz sayımın güvenlik kamerası kayıtlarında, hakkında çok sayıda ihbar bulunan müfettiş F.Ş. depoya diğer sayım komisyonu üyeleri olmadan girerken görüntüleniyor. Aynı müfettiş hakkında Müze Müdürlüğü’nün ihbarları sonucu dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, F.Ş.’nin hazırladığı sayım raporunu işleme koymamış, Teftiş Kurulu Başkanlığı da F.Ş. ile ilgili soruşturma başlatarak kınama cezası vermişti.

 

SAHTE ALİ RIZA’LARI ENVANTERE KAYDETTİ

Müze Müdürlüğü’nün Bakanlığa gönderdiği bir ihbar dilekçesinde, müfettiş F.Ş.’nin yaptığı  sayımda sahte eserleri envantere geçirdiği yazıyor: “Ressam Hoca Ali Rıza’ya ait kayıp eserleri bulduğu iddiasıyla, resimlerin gerçek olup olmadığını incelemeksizin sahte eserleri envantere kaydetti. Görevli olduğu sayım komisyonuyla beraber depoda çalışması gerekirken, müfettiş unvanını kullanarak müze depolarını açtırdı ve tek başına çalıştı. Yüzlerce eser kayıp görünürken, kayıp eser sayısını en aza indirdi. Son dönemde değişik yerlerden gelen eserleri envantere kaydederek eski resimleri bulmuş ve yerine koymuş görüntüsü verdi.”

 

KOMİSYON BOŞA ÇALIŞTI

Eski Bakan Günay’ın talimatı üzerine Teftiş Kurulu Başkanlığı Başmüfettiş Heyeti’nin F.Ş. hakkında hazırladığı soruşturma raporuna şunlar yansıdı: “Sayım komisyonu üyelerinin müze envanter defterlerinde kayıtlı eserlerin gerçek olup olmadıklarını tespit edemeyeceklerini ve bu iş için komisyon olarak kendilerini yeterli görmediklerini F.Ş.’ye bildirmiş olmalarına rağmen, F.Ş. bu durumu Teftiş Kurulu Başkanlığı’na bildirmedi. Yeni bir sayım komisyonu oluşumunu talep etmedi. Böylece gözetimi altında görev yapan ve görevlendirme amacını tam olarak yerine getiremeyeceğini işin başından beri bildiği sayım komisyonunun yaklaşık 1.5 yıl müzede gereksiz yere çalışmasına neden oldu.”

 

 

BAŞMÜFETTİŞLİĞE ATANMASI ENGELLENDİ

7 Nisan 2011’de düzenlenen soruşturma raporunda, F.Ş.’ye uyarma cezası önerildi. Ancak 21 Nisan 2011’de bakan onayı ile bir üst ceza olan kınama cezası verildi. Bunun üzerine F.Ş., müfettişlerin önerdiği uyarma cezasının ve “keyfi bir karar” dediği, bakan onayıyla verilen kınama cezasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek cezaların iptali istemiyle Ankara 16’ncı İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Mahkeme, cezada hukuka aykırılık bulunmadığı kararını verdi. Hazırlanan raporlar neticesinde F.Ş.’nin başmüfettişliğe atanması engellendi. Soruşturmanın ardından kurulan yeni sayım ve tespit komisyonu ise şu anda aranan 302 kayıp eserin tespitini yaptı.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 24.11.2014

10 MADDEDE GALATAPORT'UN HİKAYESİ

 

2013'te Doğuş Holding'in aldığı Galataport projesinin 12 yıllık serüveni.

 

 

Mart 2002'de kamuoyuna duyurulan Galataport projesi, aradan geçen 12 yılın ardından ismi de dahil birçok değişikliğe uğradı. İki kere ihaleye çıkan proje, en son 16 Eylül 2013'de Doğuş Holding'in oldu.

 

Alper Balcıoğlu'nun Bianet'teki haberine göre, Galataport projesi, çevreye ve İstanbul'un tarihi dokusuna zarar vereceği eleştirileriyle yine gündemde. 100 bin metrekarenin üzerinde bir alanı ilgilendiren proje ile Fındıklı'dan Karaköy'e uzanan sahilin tamamen ticarileşeceği ve İstanbullulara kapanacağı eleştirileri yapılıyor. Eleştiriler sürerken çalışmalar başladı bile. Karaköy'de son yıllarda yaşanan çevresel ve kültürel dönüşüme ek olarak çok sayıda bina restore ediliyor ya da yıkılarak yenileniyor. Bölgede ardı ardına oteller açılırken eski doku da yerini hızla yepyeni bir Karaköy resmine bırakıyor.

 

1- Salı Pazarı Kurvaziyer Limanı (Galataport) Projesi nedir?

Kamuoyunda "Galataport" olarak bilinen Salı Pazarı Kurvaziyer Limanı Projesi, Karaköy Rıhtımı'ndan Mimar Sinan Üniversitesi Fındıklı Kampüsü'ne kadar uzanan 1.2 kilometrelik sahil şeridini, 112 bin 147 metrekarelik alanı kapsıyor. Bu alandaki tüm binaların turistik ve ticari amaçlarla onarılması ya da yıkılarak yeni binalara yer açılması amaçlanıyor.

 

Sahil şeridinde yapılacak olan otel, restoran ve diğer ticari işletmeler ile bölgenin geçmişteki dokusunun tamamen değiştirilmesinin planlandığı projeyle sahil şeridinin turistik bir cazibe merkezi haline getirilmesi hedefleniyor. Proje kapsamında restore edilecek ya da yıkılarak yeniden yapılacak olan binaların işletmeleri, ticari olarak bu binaları kiralayan şirketlere tahsis edilecek.

 

2- Proje ne zaman başlayacak?

Danıştay idari Dava Daireleri Kurulu'nun yürütmeyi durdurma kararı verdiği Galataport Projesi'nin 2015'in Şubat ayında başlayacağı açıklandı. Bilgili Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Bilgili, "Galataport Projesi için inşaat çalışmalarına 2015 Şubat ayında başlanacağını tahmin ediyorum. Bu projenin içerisinde restoranlar, oteller, şehir parkı ve yeşil alanlar olacak. Karaköy tarafındaki tarihi binaları restore edeceğiz. Diğer tarafta büyük depolar var, onlar yıkılıp yeniden yapılacak. Projenin 2.5 yılda tamamlanması öngörülüyor. Projede Doğuş Grubu ile ortaklığımız bulunuyor" diye konuştu. Bilgili ayrıca projeye karşı çıkanların günün birinde "Biz hata yaptık" diyeceklerini iddia etti.

 

3- İlk ihale ne zaman yapıldı? İhaleyi kim kazandı?

İlk ihale Eylül 2005'te Türkiye Denizcilik İşletmeleri (TDİ) tarafından yapıldı. ihaleyi Sami Ofer'in ortağı olduğu Royal Caribbean Cruises önderliğindeki konsorsiyum 3 milyar 538 milyon avroluk teklifiyle kazandı.

 

4- Neden iptal edildi?

Proje dahilindeki, Kurvaziyer yat yapımına ilişkin yapılan imar değişikliğini onayan Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kararı İstanbul Şehir Plancıları Odası tarafından mahkemeye götürüldü.

Danıştay 6. Dairesi, bakanlığın işleminin yürürlüğünü oybirliği ile durdurdu. Danıştay 6. Dairesi, dava konusu olan imar değişikliğinin daha önce de yine kendilerince iptal edildiğini, dolayısıyla işlemin dayanaksız olduğunu belirtti. Daire ayrıca özelleştirme bölgesindeki imar planı değişikliğini yapma yetkisinin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda değil, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nda (ÖİB) olduğuna kanaat getirdi. Bunun üzerine zamanın Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, Danıştay'ın aldığı yürütmeyi durdurma kararını gerekçe göstererek ihale dosyasını ÖİB'ye gönderdi.

 

ÖİB mevzuat gereği dosyayı tekrardan TDİ ihale komisyonuna gönderdi. Komisyon ihalenin iptal edildiğini duyurdu. Böylece ÖİB tekrardan imar planları hazırlamak için çalışmalara başladı.

 

5- İkinci ihaleye giden süreçte neler oldu?

ÖİB'nin hazırladığı imar planı, Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'ndan geri döndü. Aynı zamanda yaklaşan 22 Temmuz 2007 genel seçimleri yüzünden hükümet de özelleştirme ihalelerine kısa bir ara verdi.

 

Mart 2008'e gelindiğinde Galataport bir hukuk darbesi daha yedi. 1/100.000 ölçekli İstanbul il Çevre Düzeni Planı hakkında İstanbul 2. idare Mahkemesi tarafından yürütmeyi durdurma kararı verildi. Bu karar, Galataport'un yapılamayacağı anlamına geliyordu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Mart 2009'da yeni bir çevre düzeni planı hazırladı. Plan, Büyükşehir Belediye Meclisi'nden oy çokluğu ile geçti.

 

Aralık 2010'da Kıyı Kanunu'nda çok büyük bir değişiklik oldu. Bu değişikliğin Galataport, Haliçport ve Haydarpaşaport için çıkartıldığı çok açıktı. Yapılan değişiklikle kanun maddesi şöyle oluşturuldu:

"Kıyılarda, doldurma ve kurutma suretiyle elde edilen arazilerde kanun kapsamında öngörülen kullanımlara ilişkin imar planı Bayındırlık ve iskan Bakanlığı'nca 60 gün içinde re'sen onaylanır. Bu alanlarda 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun koruma amaçlı imar planına ilişkin hükümleri uygulanmaz."

 

Bu, kıyılarda yapılan dolgu alanlarında inşa edilecek yapıların otoparktan, alışveriş merkezine kadar her şeyi kapsayabileceği anlamına geliyordu. Artık yeni bir ihalenin önündeki bütün imar ve hukuk sorunları aşılmıştı. Geriye ihalenin duyurulması, yapılması ve yeni alıcısının beklenmesi kalmıştı.

 

6- İkinci ihalenin imar planı nedir?

Projenin merak edilen kısmı bölgede bulunan 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından Kentsel Sit Alanı ilan edilen, daha sonra Bakanlar Kurulu kararı ile "turizm bölgesi"ne çevrilen alanda bulunan tarihi binaların ne olacağıydı. Bu binalar arasında TDİ Genel Müdürlük binası, yolcu terminali, Çinili Han ve Paket Postanesi var.

 

Proje kapsamında;

TDİ Genel Müdürlük binası, yolcu terminali, Çinili Han ve Paket Postanesi'nde restorasyon, tadilat ve güçlendirme çalışmaları yapılacak ve bu binalar mağaza ve restorana dönüştürülecek. İstanbul Modern'in sergi sarayı olarak kullandığı 3 numaralı Antrepo, Kıyı Emniyet Müdürlüğü'ne ait 6 ve 7 numaralı Antrepo, yolcu salonu olarak kullanılan 1 ve 2 numaralı Antrepo, 20 numaralı Antrepo ve nargilecilerin yer aldığı bölge yıkılacak. Bunların yerine Karaköy bölgesinde toplam 40 bin, Salıpazarı civarında ise toplam 108 bin metrekarelik otel, mağaza, restoran, ofis gibi zeminüstü inşaat yapılacak. Proje tamamlandığında otellerdeki toplam oda sayısının 440 olması hedefleniyor. Ayrıca, Nusretiye Saat Kulesi çevresine 13 bin 934 metrekarelik meydan ve rekreasyon alanı yapılacak. Toplam rekreasyon ve meydan alanı ise 65 bin 732 metrekare. 4 numaralı Antrepo'da bulunan İstanbul Modern ve 5 numaralı Antrepo'da bulunun Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, TDİ ile olan 28 yıllık kira sözleşmesi nedeniyle proje kapsamı dışında tutuldu.

 

7- İki Galataport ihalesi arasındaki farklar nelerdi?

2005 yılında yapılan ilk ihalede yap-işlet-devret modeli planlanmıştı. 2013'te ise işletme hakkı devri yöntemi kullanıldı. ilk ihalenin süresi 49 yıl iken bu süre 2013'teki ihalede 30 yıla indi.

2005'teki ihalede emsal değeri 2 iken, 2013'de bu rakam 1,5 oldu. Bu, yüzde 25 daha az kapalı alan inşaatı demek. 2005'teki ihalede ödeme, kiralama süresinin bitiminde başlayacak, 10'ar yıllık aralıkla belli oranlarda ödenecekti. 2013'teki ihalede ise toplam miktarın yüzde 20'si peşin, geri kalanı ise taksitler halinde ödenecek.

 

8- İkinci ihale ne zaman yapıldı? En yüksek teklifi kim verdi?

Özelleştirme idaresi Başkanlığı'nca 16 Mayıs 2013'te yapılan ihaleyi 702 milyon dolarlık teklifi ile Doğuş Holding kazandı. İhalenin dikkat çeken kısmı çok kısa bir sürede neticelenmesi oldu. İlk turda kapalı zarfta teklifler verildi. En yüksek teklif 375 milyon dolar oldu. Ardından ikinci tura geçildi ve tekliflerin en yükseği 525 milyon dolar oldu. Teklifte bulunan 2 firmanın çekilmesi üzerine, kalan 3 firma açık arttırmaya kaldı. Açık arttırma 701 milyon dolardan başladı. Rakamın açıklanmasıyla birlikte ilk olarak Alsim Alarko, ardından da Gobal Yatırım-Özak GYO-Delta Proje OGG açık arttırmadan çekildi. Böylece Galataport'un 30 yıllık işletmesi için düzenlenen 30 dakikalık ihaleyi 702 milyon dolarla Doğuş Holding kazanmış oldu. Doğuş Holding 702 milyon liralık teklifiyle ihaleyi kazandı.

 

9- Yapılan iki ihalenin isimleri neden farklı?

Mehmet Ferec Balta ve Hayati Şanlı adlı iki girişimci "Galataport"un isim hakkını aldılar. İhale sürecinde isim hakkını satabileceklerini duyurdular. Bu nedenle ihale Salıpazarı Kruvaziyer Limanı Projesi adıyla yapıldı.

 

10- İmar planına kimler, neden itiraz ediyor?

TMMOB İstanbul Mimarlar Odası ve TMMOB İstanbul Şehir Plancıları Odası, projeye başından beri karşı çıkan sivil toplum örgütlerden en önemlileri. Proje aleyhine büyük bir kamuoyu baskısı oluşmasında iki örgüt de çok büyük rol oynadı. Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası İstanbul şubelerinin düzenledikleri etkinlikler, basına verdikleri demeçler ve en ön önemlisi Galataport projesinin iptaline dair yaptıkları mahkeme başvuruları, toplumun büyük bir kesiminden destek gördü.

 

Her iki oda da iki ana eksen üzerinden itirazlarını sürdürüyor. Bunlardan ilkine göre, 2013'te Beyoğlu'nun koruma amaçlı imar planı bütüncül olmadığı ve Galataport gibi mega projeleri içermediği için iptal edildi. iki oda da bu karara dayanarak bölgenin plansız olduğu savunuyor.

Ayrıca, itiraz eden kurumlara göre kıyılar Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda yer alan hükümle herkesin eşit ve özgür olarak ortaklaşa yararlanmasına açık alanlar olarak tanımlanmış durumda. Anayasa'nın 43. Maddesi "Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelik kamu yararının" gözetilmesini öngörüyor. Proje kapsamında ise kamuya açık olması gerek alan, özel kullanıma açılarak yapılaşmaya maruz kalıyor.

 

İkinci itiraz noktasını, bölgenin insan ve yaşam odaklı değil, sermaye odaklı dönüştüğüne dair iddialar oluşturuyor. Galataport projesinin, insan-deniz ilişkisini koparacağından korkuluyor ve sahil şeridinin soylulaştırılmasına ve sosyal dokunun rant uğruna bozulacağına işaret ediliyor. Ayrıca bölgedeki küçük esnafın da, artan kiralar karşısında bölgeyi terk etmekten başka seçeneği kalmayacağı vurgulanıyor.

Arkitera, 24.11.2014

PAŞABEY KONAĞI İLGİ BEKLİYOR

 

 

Tarihi yapılarıyla turizmde büyük öneme sahip olan Erzurum, tarihi yapıların bakımsızlığıyla ön plana çıkıyor. Bu eserlerden birisi olan Paşabey Konağı 300 yıllık tarihiyle hem turistlerin hem de yerli halkın büyük ilgisini topluyor. Ancak konağa gelen ziyaretçilerin, ahşap ve duvarlarda yer yer çatlaklar görmesi tedirginliğe sebep veriyor. Konu hakkında konuşan yetkili ve aynı zamanda yapının sahibi Hakem Akgül, tarihi konağın yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya olduğuna dikkat çekti.


Üç Kümbetler yanında yer alan ve ücretsiz olarak ziyarete açık olan konağın yetilisi Akgül, “Konağa gelen ziyaretçilere rehber olarak yapı hakkında bilgi veriyorum. Konak içersinde tarihi saat, para, kılıç, masa, sandalye, koltuk takımları, Erzurum'a ait geleneksel mutfak ve ev malzemelerin sergilenmesi de, ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Ancak yapının ahşap ve duvarlarında çatlaklar görülmesi, böyle bir eserin kaybedileceği korkusunun yaşanmasına neden oluyor. Biz halka hizmet veriyoruz ve böyle bir eserin kendi ailemizin değil Türk halkının ortak malıdır. Yapıdaki çatlakların zamanla tüm duvarlara yayılacağından korkuyoruz. Konağı yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya. Restore edilmesini istiyoruz. Ahşap ve duvarlarda çatlaklar artıyor. Tarihe sahip çıkılsın. Erzurum halkı gelip ziyaret etsin. Eski geleneklerimizi, yaşantımızı görsünler." diyerek yetkililerden yardım istedi.


TARİHİMİZİN KIYMETİNİ BİLMİYORUZ..!
Öte yandan yapıyı ziyaret için Bursa'dan gelen Emekli Öğretmen Ayten Gülbeyaz'da, tarihi konağın miras olarak Türk halkına kaldığını söyledi. Duvarlardaki çatlakların bir an önce onarılması gerektiğini dile getiren Gülbeyaz, böyle bir tarihi eserin gelecek nesillere kazandırılması gerektiğini savundu. Gülbeyaz, "Yerli bir turist olarak, Erzurum'da gördüğüm şu Tarihi eserlerin değeri bilinmiyor. Sadece bu konak değil. Mesela Erzurum Kalesi'nin çevresine bakarsanız, harabeye dönmüş. Tarihimize bu şekilde mi sahip çıkıyoruz? O görüntüleri görünce içim ağladı resmen. Yazık günah. En kısa sürede bu tarz eserlerin restore edilmesi gerek." şeklinde konuştu.

Erzurum Gazetesi, 24.11.2014

20 BİN TARİHİ HALI ÇÖPE ATILDI

 

Türkiye’nin birçok şehrinden toplanan, vakıf malı tarihi 20 bin halı ve kilimin depolarda çürüdüğünü gösteren fotoğraflar ortaya çıktı.

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün görevlendirdiği ekipler, 2006 yılında ülke genelindeki cami, mescit, depolardaki vakıflara ait halı ve kilimleri topladı.

 

 

Kamyonlarla Ankara’ya taşınan halı ve kilimlerin sayısı 120 bini buldu. Bu halı ve kilimlerden 20 bininin çürüdüğü tespit edilerek, çöpe atıldı. Çürüyen halı ve kilimler arasında birkaç asırlık eserler de olduğu öğrenildi.

 

 

Yeniden kullanılmak üzere camilere geri gönderilen 20 bin halı ve kilimin ise makine ürünü olduğu belirlendi. Kalan 80 bin civarındaki değerli halı ve kilimler şu an Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün Ostim'deki deposunda tutuluyor. Birbirinden değerli bu halı ve kilimlerin kısa sürede tasnif ve tescili yapılması gerekiyor.

 

 

Halı ve kilimlerin fotoğraflanıp; türü, özellikleri, hangi yöreye ait olduğunun kayda geçirilmesi gerekiyor. Ancak aradan geçen 8 yıla rağmen halı ve kilimlerin envanter çıkarılmadı.

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün bakım ve onarım atölyesinin yanında yer alan depoda saklanan halı ve kilimlerin de çürümesinden endişe ediliyor. İklimlendirme sistemi olmayan depodaki halı ve kilimlerin bir kısmının nemden zarar gördüğü belirtiliyor.

 

 

Depolardaki halı ve kilimlerin durumunu öğrenmek için soru yönelttiğimiz Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri, sorularımızı cevapsız bıraktı.

Sözcü, 23.11.2014

O ADA 1. DERECE SİT ALANI ÇIKTI

 

 

Muğla'nın Gökova Körfezi'nin Marmaris İlçesi tarafındaki Karaca Mahallesi'ne 500 metre uzaklıkta olan ve 35 milyon dolara (78 milyon 137 bin 500 lira) satılmak istenen Karaca Adası'nın dosyasının Türk ve yabancı 100 yatırımcıya ulaştırıldığı belirtildi. Chelsea kulübünün patronu Rus milyarder Roman Abramoviç ile de adı anılan adanın 1'inci derece sit alanı olduğu öğrenildi.
Akın Aksü ile birlikte ailesine ait Karaca Adası, 4 yıl önce 25 milyon dolara satışa çıkarıldı. Talibi çıkmayan ada bu yıl Ekim ayı sonunda Bosforce Emlak Geliştirme ve Pazarlama şirketi tarafından 35 milyon dolara (78 milyon 137 bin 500 lira) satışa konuldu. 316 bin metrekare tapu tescilli, 65 bin metrekare de orman kullanımlı olmak üzere toplam 381 bin metrekare yüzölçümüne sahip ada ile İngiltere'nin ünlü kulübü Chelsea'nin patronu Rus milyarder Roman Abramoviç'in de ilgilendiği öğrenildi.

 

Yazılı açıklama yapan Bosforce Emlak Geliştirme ve Pazarlama Şirketi Yönetici Ortağı ve Emlak Danışmanı Uğur Özcan, adanın dosyasının sadece Abramoviç'e değil; adayı satın alabileceği düşünülen Türk ve yabancı yatırımcılara da gönderildiğini açıkladı. Özel kumuyla dünyaca ünlü Sedir (Kleopatra) Adası'na 4 kilometre, Karaca Mahallesi'ne de 500 metre mesafede olduğu belirtilen adayla ilgili yapılan açıklamada şu bilgiler verildi:

 

"Müvekkilimiz şu anda ABD 'de yaşamaktadır. Karaca Adası'nı bölge sit ilan edilmeden önce 1982 yılında tüm izinleriyle ülkemizi dünyada tanıtacak nitelikte bir turizm kompleksi veya otel yapmak üzere satın almıştır. Ancak sonrasında ülkemizde sit ile ilgili düzenlemeler yapılmış ve şu anda adanın sahibi olan aile Karaca Adası'nda hiçbir şey yapamamıştır. Bölgede arkeolojik alanların ve özel bitki örtüsünün korunması ön şartıyla bir planlama çalışması yapıldığı bilgisi araştırmalarımız sonucu öğrenilmiştir."

 

Bosforce Emlak Geliştirme ve Pazarlama Yönetici Ortağı ve Emlak Danışmanı Uğur Özcan'ın ağabeyi ve şirket ortağı Ulvi Özcan ise telefonla yaptığı açıklamada, "Biz ilk olarak Abramoviç'in Türkiye'deki dostu ve iş ortağı ile görüştük. Kendisine adanın bilgilerini içeren dosyamızı verdik. Haberin basında yer almasından bir saat sonra tekrar yaptığımız görüşmede de bize Abramoviç'in yurt dışında olduğunu belirterek, kendisine adayı alalım ya da almayalım türünden bir bilgi aktarmadığını söyledi. Bunun dışında başka dosya gönderdiğimiz müşterilerden birkaç tane soran ve ilgilenen var. Tabii şu anda onların isimlerini bire bir açıklamamız doğru olmaz. Kimseyle henüz pazarlık aşamasında değiliz. Dosya gönderdiğimiz müşterilerimiz bizimle irtibata geçerek adanın nerede ve ne durumda olduğunu, bundan sonra imarla ilgili nasıl bir çalışma yapılabileceğini soruyorlar. Biz de elimizdeki bilgileri aktarıyoruz. Burası şu anda 1'inci derece doğal sit kapsamında olan bir yer" diye konuştu.

Radikal, Mustafa Sarıipek, 23.11.2014

AMERİKA KITASININ KEŞFİ

 

Amerika kıtasının keşfi tartışmalarında ileriye gidenler Müslüman denizcilerden çok, bugünün Müslüman tarihçileri gibi görünüyor. Fanteziye girmekten çekinmeyen bazı uzmanlar gençleri, geniş kitleyi ve politikacıları etkiliyor.

 

Amerika kıtasına eski dünyalıların ulaşması, ulaştıktan sonra o kıtayı tanımaları, sakinleriyle karşılaşmaları ve eski dünya ile müşterek 500 yıllık tarihi onlarca teoriye kaynaklık etmiştir. Bilimin saptadıkları dışında kıtanın keşfini atalarına mal edenler de meydandadır. Bunların başında Vikinglerin soyundan gelen İsveç, Norveç ve Danimarkalıları saymalıyız. Atalarının ortak dili Norse’tur. Bugünün ölü dilini konuşanlara Vikingler diyoruz. Bizans’ın muhafız kıtaları ve Rusya tarihinde ismi geçenler (Varyag) bunlardır. Ama asıl önemlisi Britanya, Avrupa’nın liman şehirleri, hatta küçük Asya bu yağmacı ve savaşçı adamları tanır.

 

Viking masalları

İsveç müzelerindeki yüzlerce gümüş Samani devleti sikkesi herhalde Vikinglerin ticaret yoluyla ve alın teriyle kazandıkları paralar değildi. Hal böyleyken bugünkü İskandinavlar dedeleriyle iftihar etmeyi iş edindiler ve Amerika’ya ilk kendilerinin ulaştığını ileri sürdüler. Hatta bu gibi bir keşif gezisini denedikleri bile söyleniyor. Öyle de olsa Vikinglerin yaptığı söylenen seferle, bu seferin farkı vardır; çünkü bugünün insanları dünya haritasını ezbere biliyor, mevsimlerden ve coğrafi şartlardan haberleri var.

 

Britanya’nın bahriye subaylarından Gavin Menzies emekli olduktan sonra çarpıcı ve kışkırtıcı bir eser meydana koydu. “1421: Çin’in Dünyayı Keşfettiği Yıl” başlıklı bu eser 2002’de çıktı. Orta Çağların Çin gemileri gerçekten çok büyüktür. Menzies, Çin amirali Zhang He’nin filosuyla sadece Amerika’yı keşfetmekle kalmayıp Magellan’dan çok evvel dünya turunu tamamladığını da söylüyor. Güya Çin metinleri sadece Amerika kıtasına mahsus bazı hayvanlardan bahsediyormuş. Ama öncelikle Amerikan yerlilerinden bahsetmediklerine şaşmak gerekir. 

 

Çinlilerin seferi üzerinde anlatılan hikayelere haklı olarak güvenmeyenler, Viking masallarına sevecen ve sessiz bir bakışla yetiniyorlar. Birkaç zamandır Arap denizcilerin Akdeniz’deki Basra Körfezi, Kızıldeniz, Hint Okyanusu hatta Çin Denizi’ne ve Afrika Boynuzu’na kadar sürdürdükleri başarıları daha ileriye götürme çabalarına da rastlanıyor.

 

Daha ileriye gidenler Müslüman denizcilerden çok bugünün Müslüman tarihçileri gibi görünüyor. Hatta leksikografi (bibliyografya ve sözlük), kartografya (haritacılık) alanında kayda değer tetkikleri olan bazı uzmanlar dahi bu alanda fanteziye girmekten çekinmiyor ve mutlaka gençleri, geniş kitleyi ve politikacıları etkiliyorlar. 12’nci asrın sonlarında Amerika’ya çıkmak ve arkeoloji ile ispatı mümkün olmayan camilerden söz etmek böyledir.

 

Yaptıkları tartışılıyor

Maalesef İslam dünyasında tarihçilik kaynakları, kullanım bakımından bazı noksanlar taşıyor. Ayrıca Vikinglerin torunlarına tanınan rüya görme hakkı Müslüman fatih ve denizcilerin torunlarına tanınmıyor. Dedelerinin usturlabı kullanma marifeti bilinmeyen ülkeye yani Amerika’ya yapılmış olan (!) seyahat için ikna edici değil.

 

İşin doğrusu Kristof Kolomb’un da kaşif olarak yaptıkları hep tartışılır. Kuşkusuz Kolomb Cenovalı ve İspanya’nın hizmetine girmiş. Hangi gemilerle yola çıktığı, donanımı belli. Seyir defteri elde, kullandığı harita ise münakaşalı. Hatta bizim Piri Reis haritasını neşreden Alman (Paul Kahle) Piri Reis haritasını dünyaya “kaybolmuş bir Kolomb haritası” diye tanıtmıştı. Bir Allah’ın kulu da; “Bu şayet dediğin gibi kopya ise haritanın aslı nerede ve nasıl tersim edilmiş?” diye sormadı. Bu sorgulama henüz başladı.

 

Seferi niye önemli?

Kolomb ulaştığı noktayı seyahatin başındaki tezine dayanarak Doğu Hindistan diye betimledi. Bugünün Antiller’ini ve Orta Amerika’yı Doğu Hint Adaları diye nitelendirdi. Seferinin önemi dünyanın yuvarlaklığını ortaya koymasıdır. Çıktığı yerlerin ayrı bir kıta olduğunu ise ondan sonra buraya giden büyük denizci Amerigo Vespucci kanıtladı. Onun için kıta onun adıyla Amerika diye anılıyor.

 

Kolomb’un talihi çok karartıldı. İspanya’nın Katolik kraliçesi Isabella’yı dolandırdığını, getirdiği ganimetin masrafı karşılamadığını neredeyse bütün saray erkanı tekrarladı durdu. Tarihçiler dediler ki; “Adam tam aziz ilan edilecekken Yahudi olduğu anlaşıldı”. Her halükarda bu kadar sefer yapılan, İspanya ile Portekiz arasında papanın taksim ettiği, altınlarının yağmalandığı, yerlilerinin katledildiği, köleleştirildiği Amerika’dan frengi, onun yanında patates, domates, tütün geldi. Kıtanın coğrafyasının doğru tespiti ve haritasının çıkarılması ise bir asır sonra Fransız Bilimler Akademisi’nin sayesinde oldu. Ölçüp biçmek, konuşmak ve tahmin etmekten daha zordur.

 

Hızla büyüyen bir zümre

Güney Amerika kıtasına göç eden Müslümanlar Afrika’nın, Arabistan’ın ve Hint alt kıtasının fakir Müslümanlarıdır. Fakat bunlar kadar büyüyen bir kitle söz konudur. Güney Amerika Katolikleri bir müddettir ihtiyaçları olan manevi hizmeti Roma Katolik Kilisesi’nden göremiyorlar. Daha önce cemaatleriyle çok yakın ilgi kuran ve onların sorunlarına çare arayan Dominikenler Papalık tarafından solcu oldukları gerekçesiyle tamamen saf dışı edildiler. Hiçbir şekilde misyoner faaliyetleri olmayan Rum Ortodoks Kilisesi ise rahiplerinin halkla iç içe olmaları ve “ziyaret”e önem vermeleri dolayısıyla kendiliğinden Katolik halkın sempatisini kazandı. Ve bu mezhebe geçişler başladı.


Bugün bu kalabalık grubun yanında daha da hızla büyüyen bir zümre varsa o da Meksika ve bütün Güney Amerika’daki Müslüman nüfustur. Bu dünyadaki Müslümanlığa yaklaşmanın yolu bu gerçeği bilmek olmalıdır.

Milliyet, Yazı: İlber Ortaylı, 23.11.2014

MAHİDEVRAN VE 'ÜÇ HANIMKIZLAR'IN SIRRINI O MEKTUP ÇÖZDÜ

 

Bursa’da, 14’üncü Yüzyıl’dan kalma olduğu sanılan ve ’Üç Hanım Kızlar’ ve 'Saraylılar’ türbelerinin sırrını, Fransa’dan gönderilen mektup çözdü. ’Saraylılar’ türbesindekilerin Mahidevran Hatun’un iki ablası, ’Üç Hanım Kızlar’ türbesinde yatanların da Kanuni Sultan Süleyman tarafından Konya’da boğdurulan Şehzade Mustafa’nın iki eşi ve eşlerinin yardımcıları oldukları anlaşıldı.

Yrd. Doç.Dr. Yavaş "Soy kütüğü sayesinde Mahidevran Hatun’un da devrişme değil, Osmanlı paşasının kızı olduğu ortaya çıktı" dedi.

 

 

Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Mahidevran Hatun’un akrabası Melike d’Henin de Chimay, iki türbeyle ilgili Uludağ Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Doğan Yavaş’a Osmanlıca soy kütüğü ve Türkçe belgeleri gönderdi. Yrd. Doç.Dr. Yavaş, belgeleri inceleyince yıllardır bilinmeyen gerçek ortaya çıktı. ’Saraylılar’ türbesindekilerin Mahidevran Hatun’un iki ablası, ’Üç Hanım Kızlar’ türbesinde yatanların da Kanuni Sultan Süleyman tarafından Konya’da boğdurulan Şehzade Mustafa’nın iki eşi ve eşlerinin yardımcıları oldukları anlaşıldı. Soy kütüğü sayesinde Mahidevran Hatun’un da devrişme değil, Osmanlı paşasının kızı olduğu ortaya çıktı.

 

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk başkentlerinden biri olan Bursa’nın bünyesinde barındığı tarihi zenginlikler, son yıllarda yürütülen araştırmalar ve restorasyonlarla tek tek ortaya çıkarılıyor.

 

ADLARI BUGÜNE KADAR BİLİNMİYORDU

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından iki yıl önce başlatılan restorasyon çalışmaları sırasında Muradiye’deki mevcut türbelerde yatanların kimliklerinde de bazı tutarsızlıklar olduğu ortaya çıktı. Bu konuda Uludağ Üniversitesi ile Bursa Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan protokolle bilimsel çalışma başlatıldı. Bu çalışmaları yürüten Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Doğan Yavaş, külliye içindeki ’Saraylılar Türbesi’ ile komşu paftada yer alan ’Üç Hanım Kızlar Türbesi’nde defnedilmiş olanların adlarının bugüne kadar bilinmediğini söyledi.

 

MAHİDEVRAN’IN AKRABASINDAN GELEN MEKTUP

Yrd. Doç.Dr. Yavaş, bu meseleyi çözmek için bilim kurulu oluşturmak ve acilen sonuca ulaşmak yolunda planlamalar devam ederken ilgi çekici bir gelişme yaşandığını belirterek, şunları söyledi:

 

"Fransa’da yaşayan ve Mahidevran Hatun’un akrabası olduğunu söyleyen Melike d’Henin de Chimay, bir yıl önce Bursa Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı’yı arayarak, Saraylılar ve Üç Hanım Kızlar türbelerinde yatanların kimler olduğunu bildiğini ve elinde bu konu ile ilgili bazı belgelerin bulunduğunu söyledi. Vakıflar Bölge Müdürü de Melike Hanımı bana yönlendirdi. Yazışmalarımız yıl boyunca devam etti. Melike Hanım ile yapılan ilk telefon konuşmamızda heyecanla kendisinin, Mahidevran Hatun’un ağabeyi Çerkes Bitu Mustafa Paşa’nın torunlarından olduğunu ifade ederek, dedesinin elinden çıkma, el yazısı ile bir de soy kütüğü sureti gönderdi. Bu soy kütüğünde, Çerkes İnal Sultan’dan başlayarak, 4 kuşak yer alıyordu. Dört kuşağın ardından İdar (Haydar) Mirza'nın oğlu Osmanlı Paşası Bitü Mustafa ile kızları Karagöz Ahmed Paşa'nın eşi Fati Şahi Devran Akile Hanım, Malahurüb Mahidevran (zevcehu Sultan Süleyman-ı Evvel) ve Buygür Belkıs Hanım isimleri geçmektedir.  Saraylılar Türbesi’nde yatanların da büyük halası Mahidevran Hatun’un iki ablası Akile Hanım ve Buygur Belkıs Hanım olduğunu söyledi.

 

ŞEHZADE MUSTAFA'NIN EŞLERİ...

Literatüre Üç Hanım Kızlar adıyla geçen türbede ise de Şehzade Mustafa’nın eşleri Fatma Handan ve Nurcihan Hatun’un yatmakta olduğunu ve yanlarındaki sandukalarda yatanların da hizmetçileri Ferhunde ve Leyla kalfaların olduğunu belirtti ve elindeki bazı belgeleri de yolladı."

 

 

DEVŞİRME DEĞİL, PAŞA KIZI

Yrd. Doç.Dr. Yavaş, Osmanlıca soy kütüğünün yanı sıra 4 Eylül 1953 tarihli yeni harflerle yazılmış, Vakfılar Genel Müdürlüğü’nün aileye verdiği yanıtın önem taşıdığının altını çizerek şöyle devam etti:

 

"Aile, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bu tarihte elindeki soy kütüğü ve belgelerle başvuruyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü de aileye gönderdiği resmi yazıda soy kütüğü ve türbede yatanların kimler olduğunu doğruluyor ama bu belge ailede kalıyor. Belgelerde ortaya çıkan bir başka gerçek ise bugüne kadar devşirme olduğu bilinen Mahidevran’ın ailesi ile ilgili gerçeklerdir. Mahidevran, soy kütüğüne göre Osmanlı Paşası Mustafa’nın kızıdır."

 

Melike d’Henin de Chimay’ın gönderdiği iki vesikanın bilim alemini tatmin edici özellik taşıdığını ifade eden Yrd. Doç.Dr. Yavaş, buna rağmen araştırmalarını başka belgeler üzerinde yoğunlaştırdığını da kaydetti.

 

Yrd. Doç.Dr. Yavaş, Türklerin tarih yapmasına rağmen maalesef tarih yazamadığını da kaydederek, "Muradiye Külliyesi’ndeki hazirede yer alan çok sayıda mezarın hala kimlere ait olduğunu bilmiyoruz. Orhan Gazi ve Osman Gazi türbesinde de bilinmeyen çok sayıda tarihi şahsiyet var. Bunların da çok detaylı biçimde ortaya çıkarılması gerekiyor" dedi.

 

’Üç Hanım Kızlar Türbesi’nde Osmangazi Belediyesi tarafından restorasyonu yapıldıktan sonra konulan tabelada kimlerin gömülü olduğu bilgisi yer almıyor. Yrd. Doç.Dr. Yavaş, hem Saraylılar hem de Üç Hanım Kızlar türbelerindeki tabelaların yeni bilgiler ışığında değiştirileceğini söyledi.

 

MURADİYE KÜLLİYESİ

1299 yılında tarih sahnesine çıkarak 1923 yılına kadar varlığını sürdüren Osmanlı hanedanına ait en büyük türbe topluluğu, ilk başkent olan Bursa’da, Muradiye Külliyesi’nde yer alıyor. Külliyede toplam 13 türbeye hanedana mensup 40 kişinin defnedildiği biliniyor. Muradiye Cami’nin haziresine ilk olarak külliyenin kurucusu Sultan 2’nci Murat’ın Türbesi inşa edildi ve daha sonra 2’nci Selim devrine kadar, zaman içinde diğer türbeler de eklenerek burası bir hanedan kabristanı halini aldı.

Milliyet, 23.11.2014

ELLERİNDE ZEBURLA GÖZALTI

 

Eskişehir’de bir ihbarı değerlendiren Eskişehir İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, Akpınar'daki mezarlık önünde ellerindeki Zebur'u satmak isteyen S.E., C.Ç. ve U.G.'yi suçüstü yakaladı.

 

Jandarma, gözaltına aldıkları şüphelilerin yanlarında bulundurdukları Davut Peygamber'e indirilen 'Zebur'un 11 sayfalık deri üzerine el yazmasına el koydu.

Hürriyet, 22.11.2014

İNGİLTERE PARLAMENTO BİNASI RESTORASYONA GİRİYOR

 

İngiltere'de parlamento binasının tamiratının 3 milyar sterlini (yaklaşık 4.7 milyar dolar) bulabileceği belirtiliyor.

 

 

Ünlü Big Ben saat kulesini de barındıran parlamento binası birçok yangına ve sele maruz kalmış olsa da, 1950'li yıllardan bu yana hiç kapsamlı bir bakımdan geçmedi.

 

Westminster parlamento binasının halka kapalı bölümlerine giren BBC, binanın bodrum katlarında sızıntı yapan eski borulardan, yıllardır hiç dokunulmamış kablolara kadar birçok sorunlu yer olduğunu farketti.

 

Parlamento binasının yıllık bakım-onarım faturası ise ortalama 30 milyon sterlin, yani yaklaşık 47 milyon dolar.

 

Ayrıca binanın duvarlarındaki taş yapılar da zaman içerisinde zayıflamış ve yer yer dokunulduğunda dahi ufalanıp aşınan taşlar görmek mümkün.

 

Binanın dış cephesindeki taş işçiliklerinin Londra'daki hava kirliliği nedeniyle tanınmaz hale geldiği de belirtiliyor.

 

İlk tahminler ikiye katlandı

BBC'ye bilgi veren kaynaklar tüm Westminster'ın tamamen elden geçirilip restore edilmesinin dev bir proje olacağını ifade ediyor ve maliyetin 3 milyar sterline, yani yaklaşık 4,7 milyar dolara ulaşabileceğini söylüyor.

 

Daha önceki tahminler restorasyonun 2,5 milyar dolar tutacağı yönündeydi.

 

"Westminster'ı restore etmek utanç verici düzeyde maliyetli bir iş olurdu" diyen bir yetkili, henüz konuyla ilgili alınmış bir karar olmadığını da ekliyor.

 

Ancak restorasyon ve yenileme projesinin başkanı Richard Ware, Westminster'ın artık acilen ele alınması gerektiğini belirtiyor.

 

"Her geçen gün aleyhimize işliyor. Bina giderek yaşlanıyor. Bizim yenileyebileceğimizden daha hızlı biçimde eskiyor" diyen Ware, sözlerine şöyle devam ediyor:

"Westminster'ın artık sayılı günleri var. Eğer hemen harekete geçmezsek elimizde fazla seçenek kalmayacak ve politikacılar bir harabenin içinde çalışmak zorunda kalacak."

 

Restorasyonun nasıl yapılacağına dair ise üç yaklaşım öne çıkıyor:

İlk seçenek parlamentoyu 5 yıl süreyle başka bir yere taşıyıp restorasyonu gerçekleştirme. Ancak bu planın ciddi bir siyasi muhalefetle karşılaşması olası.

 

"Kısmi kapama" yöntemiyle parlamentonun üst ve alt kanatlarını sırayla kapatıp en azından yarısının Westminster'da kalmasını sağlamak bir diğer seçenek. Ancak bunun da restorasyon süresini çok uzatacağı belirtiliyor.

 

Parlamento çalışmalarına müdahale etmeden restorasyonu yapmaya çalışmak ise hem 10 yıllar sürecek bir proje anlamına geliyor hem de maliyetleri daha da yukarı çekiyor.

 

Böyle bir projenin nasıl yapılacağı da önemli olacak. Tarihçi Dan Cruickshank, Westminster'ı "Dünyanın en muhteşem binalarından birisi" olarak tanımlarken, Parlamento'nun Birleşik Krallık kimliğinin ayrılmaz bir parçası olduğunu da söylüyor ve "Bu iş yapılacaksa doğru düzgün yapılmalı. Tarihi bir binanın 21. yüzyılda nasıl ayakta tutulduğunun en güzel örneği olmalı" diyor.

 

En yakın tarih 2021

Restorasyonun başlamasından önce bağımsız bir komisyonun kurulacağı ve bu komisyonun tüm restorasyon sürecinin başında olacağı ifade ediliyor.

 

İlk çalışmaların başlayabileceği en yakın tarih ise 2021 olarak gösteriliyor. 2020 seçimleriyle oluşacak parlamentonun nasıl bir yöntem izleneceği konusundaki kararı vermesi olası. Ancak bu kararın parlamentoda oldukça hararetli tartışmalara neden olacağı şimdiden öngörülebiliyor.

Yapı, 21.11.2014

BİNLERCE YILLIK TARİH SUDA BOĞULACAK

 

 

Erzincan Kemah’ta yapımına başlanan Kemah Baraj ve HES projesiyle Mezopotamya coğrafyasının kadim halklarına ait onlarca arkeolojik mirasın sular altında kalacağı ortaya çıktı. Urartu, Roma, Pers, Arap, Selçuklu ve Osmanlı’ya ev sahipliği yapan bölgede acilen arkeolojik çalışma yapılmazsa, koca bir tarih baraj ve HES projesiyle, öğrenilmeden tarih olacak.

 

Erzincan ve Kemah arasında Fırat Nehri’nin ana kolu olan Karasu Nehri üzerinde AK-EL Kemah Elektrik Üretim AŞ tarafından yapımına başlanan ve sondaj çalışmaları bitirilen Kemah Barajı ve 2 HES projesi yaklaşık 20 kilometrelik bir alanı su altında bırakacak ya da etkileyecek. Şirketin Çevre ve şehircilik Bakanlığı’ndan 2013’te olur almayı başardığı ÇED raporunda, bölgedeki 3 tarihi yapı (Alp Tren İstasyonu, Ardos Mezarlığı ve Acemoğlu Köprüsü) dışında hiçbir korunması gereken kültürel varlıktan söz edilmiyor.

 

ÇED raporunun aksine bölgede, 20’yi aşkın noktada onlarca kültürel ve arkeolojik eser olduğu ortaya çıktı. Hangi döneme ait olduğu ancak araştırmalar sonucunda bilinebilecek olan bu eserler, Kemah Barajı ve 2 HES projesinin hayata geçmesi durumunda sular altında kalacak ve koca bir tarih, ortaya çıkarılmadan tarih olacak.

 

DAHA KAZMADAN TARİH BULDULAR
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Üyeleri Hasan Binay ve Mertcan Hepgoncalı, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Üyeleri Aynur Işık ve Gizem Demirci’den oluşan bir heyet, su altında kalacak olan köylerde hiç kazı yapmadan, sadece fotoğraflama çalışması yaparak 4 günlük bir gezi gerçekleştirdi. Bu gezide, prehistorik (tarih öncesi) dönemden başlayarak, Demir Çağ uygarlıklarından Urartu, Roma, Pers, Arap, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait su altında kalacak ya da etkilenecek olan mimari yapı kalıntıları, çanak çömlek parçaları, su değirmenleri, tarihi yol kalıntısı bulundu. Ayrıca, heyetin araştırmasına göre, cumhuriyetin erken dönemlerinin endüstriyel mirasına ait tren yolu işletmesi, istasyon binaları, köprüleri ve onlarca tüneli de yok olacak endüstriyel miraslar arasında.  

 

‘BİR ZEUGMA OLABİLİR’

Daha önce Marmaray gibi çeşitli kurtarma kazılarında da çalışan ve heyette yer alan Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesinden Hasan Binay, bölgede mutlaka arkeolojik çalışma yapılması gerektiğini söyledi. Bölgede yapılacak arkeolojik çalışmalarla, Urartu, Roma, Pers, Arap, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait hiç bilinmeyen verilere ulaşabileceğini söyleyen Binay, “Zeugma gibi bir mozaik de ortaya çıkabilir. Marmaray kazılarının İstanbul’un bilinen tarihini değiştirmesi gibi, bölgenin tarihini değiştirecek şeyler de çıkabilir. Araştırma yapılmazsa, bunları bilemeyebiliriz” diye konuştu.

 

ERDOĞAN ‘ÇANAK ÇÖMLEK’ DEMİŞTİ

Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan Marmaray için, “Çanak çömlek yüzünden Marmaray gecikti” açıklamasında bulunmuş, ancak kurtarma kazılarıyla birlikte Neolitik Çağ (Cilalı Taş Devri) buluntularına kadar, nemli eserler gün yüzüne çıkmıştı.

 

Ortaya çıkan bu önemli bilgilerin ardından gözler bilirkişi aşamasında olan mahkemenin vereceği karar çevrildi.

 

‘KEMAH, ALTINTEPE’DEN, İPEK YOLU’NDAN BAĞIMSIZ DEĞİL’

İstanbul Üniversitesi’nden Arkeologlar Derneği Üyesi  Prof.Dr. Sevil Gülçur, bölgenin tarihi yapısıyla ilgili bilgi verdi: Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu başkanlığında devam eden Erzincan Altıntepe kazılarından da bilindiği üzere bu bölge, Urartu Krallığı’nın sınırları içinde. Mengücekler’in başkenti, UNESCO koruması altındaki Ulucami’siyle tanınan Divriği, bölgenin pek de ırağında değil. HES projesinin etki alanı içinde kalan taş döşeli eski bir yol kalıntısı, bölgeler arası iletişimin en güzel örneği. Anadolu’daki ilk taş döşeli yollarınsa Romalılar tarafından yapıldığı bilinmekte. Tarihi en büyük ticaret ağını oluşturan İpek Yolu’nunsa Fırat üzerinden kuzeye yönlendiği de. Keban Projesi kazılarından öğrendiğimiz, Fırat boylarının pek çok tarih öncesi kültüre ev sahipliği ettiği. Kemah’ın da bu kültür ortamı içinde bulunduğu unutulmamalıdır.

 

TARİHİ YERLEŞİM YERİ İZLERİ

 

 

Tamamen baraj suları altında kalacak olan Köseler mezrasında bir yapı kompleksini andıran kalıntılara şahit olundu. Arkeologlar, buranın tarihi bir yerleşime işaret ettiğini söylüyor. Burada, birbirine bitişik dikdörtgen formlu, üç bölmeye sahip, moloz yığma taş duvarlardan oluşan bir yapı tespit edildi. Bu yapı bölmelerinden bir tanesinin içinde yüzeyde çanak çömlek parçaları bulundu.

 

OSMANLI BEZEMELERİ

 

 

Küplü köyünün arazileri de barajın etki alanında. Köyün sınırları içinde birçok işlenmiş, bezemeli taş tespit edildi. Bu da onlardan biri. Net olmasa da, taşların üzerindeki bezemelere bakarak, Osmanlı dönemine ait olabileceği düşünülüyor.

 

ALEVİ TÜRBELERİ SU ALTINDA KALACAK

Kemah Baraj ve HES projesinden etkilenecek eserler arasında Alevilik inancı için önemli olan türbeler de var. Cebesoy  Köyü’ndeki “Hana Gudur” bunlardan biri.

 

 

BULUNAN DEVŞİRME TAŞLAR YOK OLACAK

Cebesoy  Köyündeki bu devşirme taş yok olacak. Devşirme taş, ana yapı için değil de başka bir yapı için kullanıulmış mimari parçalara deniyor. Bu, “Yakında bu taşın kullanıldığı ana bir yapı var” anlamına geliyor.

 

 

TARİHİ TAŞ YOL TEHLİKEDE

Maksutuşağı Köyündeki bu bilinen tarihi taş yolun, Uratulara ait olabileceği düşünülüyor. Yol, baraj taş ocakları tarafından tahrip edilecek. Etrafında baraj çalışmaları başladı bile. Herhangi bir tescili bulunmayan bu antik yol kalıntısı, bölgede tarih boyunca yaşamış olan medeniyetlerin neredeyse tamamının kullandığı güzergahta. İlk kez Urartu medeniyeti döneminde kullanılmış olması ihtimali yüksek. Arkeologlar, bölgede tarihi yollardan geriye kalan tek kalıntı olan ve benzersiz bir yapıya sahip bu yolun acil olarak koruma altına alınması gerektiğini söylüyor.

 

 

OSMANLI KİLİSESİ DİNAMİTTEN YIKILABİLİR

Baraj projesinden etkilenecek olan Doğanköy’de, Osmanlı dönemine ait, bir kilise bulunuyor. Ancak, ufak sarsıntılarla dahi yıkılabilecek durumda. Mimarlar, baraj taş ocaklarındaki dinamitle patlatma çalışmalarının kiliseye zarar verebileceğini söylüyor.

 


Evrensel, Haber: Sinem Uğurlu, 21.11.2014

"SİNAGOG SADECE MÜZE OLACAK"

 

Edirne Valisi Dursun Şahin, İsrail’in Mescid-i Aksa’ya düzenlediği baskına tepki göstererek, "O eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. Bizim yaklaşımımız nerede, onların yaklaşımı nerede?" dedi. Vali Şahin, planlananın aksine sinagogun sadece müze olarak açılacağını söyledi.

 

 

Edirne Valisi Dursun Şahin, İsrail’in Mescid-i Aksa’ya düzenlediği baskına tepki göstererek, "O eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. Bizim yaklaşımımız nerede, onların yaklaşımı nerede?" dedi.

 

Vali Şahin, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2010 yılından bu yana 3 milyon 700 bin liraya restorasyonu yapılan büyük sinagogun sadece ‘müze’ olarak kullanılmasına karar verdiklerini söyledi. Edirne Maarif Caddesi’ndeki bulunan ve restorasyonu bitmek üzere olan sinagogun, daha önce Musevi cemaatinin talepleri üzerine Kültür Merkezi’nin yanı sıra düğünlerde de kullanılması planlanıyordu. Ancak İsrail’in Mescid- i Aksa’ya düzenlediği baskınların ardından Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, planlamaların aksine sinagogun sadece müze olarak kullanılacağını açıkladı. Gazetecilere sinagog ile ilgili bilgiler veren Şahin, Mescid- i Aksa’daki şiddet olaylarına da tepki göstererek şunları söyledi:

 

"Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgarları estiren, bizzat savaş tatbikatı yapan o eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Biz de onların mezarlıkların etrafını temizliyor, projelerini kurula gönderiyoruz. Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’ndan tescilini bekliyoruz. Bizim yaklaşımımız nerede, onların yaklaşımı nerede? Yani bunu izleyicilerin takdirine sunuyorum. Buradaki tadilatı sona gelen sinagog sadece müze olarak, içerisinde hiçbir şey olmadan o şekilde müze olarak tescil edilecek. Yanındaki, arkasındaki idari bina ise talepte bulunduk Özel İdare olarak Kültür ve Sanat Galerisi olarak kullanmak üzere talepte bulundu. Kentimiz de bir galeri kazanmış olacak. Havranın kullanımı görüldüğü gibi sadece müze olarak kullanılacak ama içinde bir sergileme vitrinleme yapılmayacak."

 

GEÇMİŞİ 1492’YE DAYANIYOR

Geçmişi, 1492 yılında Avrupa’daki baskılardan kaçarak Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan Seferad cemaatine kadar uzanan sinagogun bugünkü binası 1907’de inşa edildi. Kaderine terk edilen sinagogun çatısına leylekler yuva yaptı, çevresindeki demir kapı ve parmaklıklar çürüdü.

 

İsrail ile Türkiye arasında tarihi bir bağı simgeleyen sinagoga ilgi, İsrail devletinin kurulması ve Edirne’deki Yahudi Cemaati’nin İstanbul’a yerleşmesiyle azaldı. 1983 yılından bu yana kullanılmayan sinagogun mülkiyeti 1995’te Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçti. Kullanılmasa da tarihi açıdan Museviler için büyük önem taşıyan sinagog, Edirne’de doğan Türk Sinagog Musikisi’nin (Maftirim) de kaynağını oluşturuyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından son 4 yıldır 3 milyon 700 bin liraya onarılan sinagogun daha önce Kültür Merkezi’nin yanı sıra dini düğün törenlerinde de kullanılabileceği açıklanmıştı.

Milliyet, Haber: Engin Özmen, 21.11.2014

 

******


UTANDIRAN AÇIKLAMA ORTALIĞI KARIŞTIRDI





Edirne Valisi Dursun Şahin'in, şehirde restorasyonu devam eden sinagogu müze olarak kulllanmaya karar verdiklerini açıklamasından sonra tepkiler art arda geldi. Valinin ibadethaneyi İsrail'in Mescid'i Aksa'ya düzenlediği baskına kızıp müzeye çevirmek istemesine ilk yanıt Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden geldi. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, bir açıklama yaparak sinagog ile ilgili tasarrufun kendilerinde olduğunu hatırlatarak Edirne Büyük Sinagogu'nun ibadethane olarak hizmet vereceğini bildirdi.Bu açıklamadan sonra Vali Dursun Şahin çark etti, binanın kullanım şekliyle ilgili kararın Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olduğunu söyledi. Türkiye Hahambaşılığı ve Türk Musevi Cemaati de bir yazılı açıklama yaparak "Bu tür bir söylemin devletimizi temsil eden bir valimiz tarafından ifade edilmesinden dolayı hicap duymaktayız" ifadelerini kullandı.

 

Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, restorasyonu süren tarihi sinagogla ilgili açıklamalarına gelen tepkilerin ardından durumu düzeltmeye çalışarak, binasının kullanım şekliyle ilgili kararın Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olduğunu söyledi. Vali Şahin, müze olarak kullanılması kararının Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce geçen eylül ayında alındığını ifade etti.

 

Edirne Valiliği’nden bugün akşam saatlerinde yazılı açıklama yapıldı. Vali Dursun Ali Şahin’in dünkü "Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgarları estiren, bizzat savaş tatbikatı yapan o eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu" sözlerinin ’yanlış mecraya çekilmesini önlemek’ amacıyla yapıldığı belirtilen yazılı açıklamada, şöyle denildi:

 

"İlimizde yer alan ve restoresine 2010 yılında başlanılan Büyük Edirne Sinagogu, idare binası ve müştemilat binası Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü marifetiyle onarılmaktadır. 2014 yılı içerisinde restorasyonu bitirilmesi planlanan Sinagog binasının kullanım şekliyle ilgili karar, Vakıflar Genel Müdürlüğüne aittir ve müze olarak kullanılmasına karar verilmiştir. Eylül 2014 tarihinden itibaren de bu karar doğrultusunda ilgili birimlerle yazışmalar gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla 21 Kasım 2014 tarihindeki açıklamalar üzerine, ‘Yaşanan Olaylar Nedeniyle Müze Yapılmasına Karar Verilmiştir’, ‘Edirne Valisi Mescid-i Aksa baskınına kızdı’, ’Sinagogu Musevilere kapattı’, ‘Vali İsrail’e kızdı, sinagogu müzeye çevirdi’ ve benzeri şekilde medyada yer alan haberler gerçeği yansıtmamaktadır."

 

Yazılı açıklamada, Vali Dursun Ali Şahin’in, dünkü sözlerinin ’Mescid-i Aksa da yaşanan olayları tasvip etmediğini ifade etmek adına yapıldığı’ ifade edildi.

 

VALİ ŞAHİN’İN O SÖZLERİ

Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, dünkü açıklamasında 2010 yılından bu yana restorasyonu vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan sinagogun müze olarak kullanılacağını ifade ederek şöyle konuşmuştu:

"Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgarları estiren, bizzat savaş tatbikatı yapan o eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Biz de onların mezarlıkların etrafını temizliyor, projelerini kurula gönderiyoruz. Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’ndan tescilini bekliyoruz. Bizim yaklaşımımız nerede, onların yaklaşımı nerede? Yani bunu izleyicilerin takdirine sunuyorum. Buradaki tadilatı sona gelen sinagog sadece müze olarak, içerisinde hiçbir şey olmadan o şekilde müze olarak tescil edilecek."

 

Vali Şahin’in bu sözlerine tepki gösteren CHP Bursa Milletvekili Aykan Erdemir, "Edirne Valisi Dursun Şahin kamu görevi icra etmeye uygun bir ruh hali içinde değildir. Vali Şahin makamının itibarını ve Türkiye’nin onurunu korumak için istifa etme sağduyusunu gösteremeyecekse, vakit geçirmeden görevden alınmalıdır" dedi.

TÜRKİYE HAHAMBAŞILIĞI VE TÜRK MUSEVİ CEMAATİ: HİCAP DUYMAKTAYIZ

Türkiye Hahambaşılığı ve Türk Musevi Cemaati, Edirne Valisi Dursun Ali Şahin'in restore edilen Edirne Sinagogu ile ilgili sözleriyle ilgili bir  açıklama yaptı. Türkiye Hahambaşılığı ve Türk Musevi Cemaati'nin ortak yazılı açıklamasında, hükümetlerin yıllardır sürdürdüğü ayrımcılığı reddeden anlayışa rağmen, Vali Şahin'in dün verdiği beyanda, Türkiye'nin asırlardır önemli bir unsurunu teşkil eden Yahudi vatandaşlarını ötekileştirdiği savunuldu.
     
Açıklamada, şu görüşlere yer verildi:     
"Ortadoğu'daki politikalar, eylemler ve davranışlar, hiçbir yetkiliye bu topraklarda asırlardan beri yaşayan, Osmanlı ve Türk milletinin bir parçası olmaktan gurur duyan biz Türk Yahudilerini hedef haline getirme hakkını vermemektedir. Bu tür bir söylemin devletimizi temsil eden bir valimiz tarafından ifade edilmesinden dolayı hicap duymaktayız.
     
Dönemin koşullarından dolayı mazbutaya alınmış olan Büyük Edirne Sinagogu, Vakıflar Genel Müdürlüğünün özverisi ve teveccühüyle Türk Musevi Cemaati yönetiminin bilgisi ve arzusu doğrultusunda el birliği ile restore edilmiştir. Yahudi tarihinde, ilmi ve dini olarak çok önemli bir yer işgal eden Edirne Yahudiliğinin bu sembolünün baştan beri tanımlandığı gibi müze-sinagog olarak tekrar ayağa kaldırılmasının özellikle Edirne şehrimizin tanıtımına katkıda bulunacağına inanmaktayız."
     
Trakya ve Anadolu başta olmak üzere, geçmişte İstanbul içinde ve dışında sayısız mezarlığın kutsallığına el atılarak tahrip edildiği savunulan açıklamada, "Son aylarda doruğa ulaşan Yahudi karşıtı söylem ve eylemlere karşı toplumun, adaletin ve hükümetimizin duyarlılığı ve çabalarıyla acilen mücadele edilmesini temenni ediyor, devletimize güveniyoruz. Başta insan hayatı kutsallığı olmak üzere tüm kutsalların gereken saygı ve sevgi içinde barışa hizmet edecek şekilde korunması en samimi dileğimizdir" ifadelerine yer verildi.
     
Edirne Valisi Şahin, Edirne Büyük Sinagogu'na ilişkin açıklamalarda bulunmuş, bazı basın yayın organlarında sinagogun ibadethane olarak kullanılmayacağına yönelik haberler yayımlanmıştı.

EDİRNE VALİLİĞİ'NDEN AÇIKLAMA

Edirne Valiliği Sinagog binasının kullanım şekliyle ilgili kararın Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olduğunu bildirdi.
     
Edirne Valiliğinden yapılan yazılı açıklamada şunlar kaydedildi:     
"İlimizde yer alan ve restoresine 2010'da başlanılan Büyük Edirne Sinagogu, idare ve müştemilat binası Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü marifetiyle onarılmaktadır. 2014 yılı içerisinde restorasyonu bitirilmesi planlanan Sinagog binasının kullanım şekliyle ilgili karar, Vakıflar Genel Müdürlüğüne aittir ve müze olarak kullanılmasına karar verilmiştir. Eylül 2014 tarihinden itibaren de bu karar doğrultusunda ilgili birimlerle yazışmalar gerçekleştirilmiştir."
     
Vali Şahin'in açıklamaları üzerine, "Yaşanan olaylar nedeniyle müze yapılmasına karar verilmiştir", "Edirne Valisi Mescid-i Aksa baskınına kızdı, sinagogu Musevilere kapattı", "Vali İsrail'e Kızdı, Sinagogu Müzeye çevirdi" ve benzeri şekilde medyada yer alan haberlerin gerçeği yansıtmadığı belirtilen açıklamada, "Sayın Valimiz açıklamalarında,  Mescid-i Aksa'da meydana gelen üzücü olaylara dikkati çekmek üzere Sinagog'un ihya edilmesinden bahsetmiştir. Tüm dinlere ait kutsal mekanlar ile kültürel miras addedilen eserlerin korunması ve yaşatılması gerektiğini vurgulamak ve Mescid-i Aksa'da yaşanan olayları tasvip  etmediğini ifade etmek adına bu açıklamalarda bulunmuştur.  Kamuoyuna saygıyla duyurulur."

VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ: İBADETHANE OLARAK KALACAK
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, müdürlükleri bünyesindeki yapılarda fonksiyonla ilgili kararların müdürlükleri tarafından alındığını ifade ederek, tarihi Edirne Büyük Sinagogu'nun ibadethane olarak hizmet vereceğini bildirdi.

Ertem, Edirne'deki sinagogun Avrupa'nın en büyük sinagogu olduğunu belirtti.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yaptırılan ve yaklaşık 4 milyon liraya mal olacak yapının restorasyonunun 1-2 ay içinde tamamlanacağını ifade eden Ertem, şöyle konuştu:
"Öncelikle şunu ifade edeyim; Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait bütün yapılarda fonksiyonla alakalı kararı, Vakıflar Genel Müdürlüğü veriyor. Bu konuda gerek Başbakan Yardımcımızla, gerekse de Başbakanımızla görüşerek fonksiyon verme noktasında kararı biz veriyoruz. Burayla ilgili de 1 sene önce açıklamamızı yapmıştık. Sayın Başbakanımızın da talimatları doğrultusunda burayı ne olarak düşündüğümüzü ifade ettik. Öncelikle şunu söyleyeyim, bizim niyetimiz kesinlikle oranın öncelikli olarak bir ibadethane olarak fonksiyon üretmesidir. Türkiye'ye gelecek, Edirne'yi ziyaret edecek veya Musevi cemaatine mensup vatandaş dışarıdan olur, içeriden olur, oraya gidip ibadetini, onların ifadesiyle duasını rahatlıkla yapabilmeliler. Ona zemin hazırlıyoruz ve imkan vereceğiz. İkinci olarak da burası bir kültürel varlık. Ortak tarihimizin, ortak değerlerimizin ve dünyanın bir kültürel varlığı. Onun için de diyoruz ki tıpkı Süleymaniye Cami, Sultanahmet Cami gibi hem ibadet işlevi görsün hem de müze olarak da gelen ziyaretçilerin, ibadet harici, Museviler dışında diğer insanlar da gelip bu yapıyı, Avrupa'nın en büyük sinagogunu gelip yerinde ziyaret edebilsinler. Niyetimiz bu."

 

Sinagogun daha önceden kütüphane olarak kullanılan bölümüyle ilgili kararı henüz vermediklerini vurgulayan Ertem, "Önemli olan burada sinagogla alakalı ne yapılması gerektiğidir. Sinagogla ilgili düşüncemiz bunun dışında bir şey değildir. Bu açıklamayı yapmak zorunda hissediyorum. Bunun haricindeki söylemlere itibar edilmemesi gerekiyor. Biz Musevi cemaati temsilcileriyle de ki onlar vakıf olarak da bizim sorumluluğumuzda, diyalog içindeyiz. Bu konuda her türlü görüşmeyi, teması sağlamış vaziyetteyiz. Ne yapılmasıyla alakalı istişare içindeyiz. İki hafta içinde görüşmede bulundular. Ben de orada bulundum. Ne yapılması gerektiği ortada, onun için başka söylemlere itibar edilmesin. Bizim niyetimiz burada öncelikli olarak Musevi cemaatinin ihtiyaçlarına göre burayı dizayn etmek" ifadelerini kullandı.

 


Hürriyet, 23.11.2014

 

******


YAHUDİ KURULUŞUNDAN EDİRNE VALİSİ'NE TEPKİ

 
Edirne Valiliği’nin kentteki sinagogu müzeye dönüştürme çağrısının yankıları sürüyor. Merkezi ABD’de bulunan İftira ve Karalama ile Mücadele Birliği kuruluşu (ADL) önceki gün Edirne Valisi Dursun Şahin’in sözlerini kınayan bir açıklama yayınladı.

 

Yahudi sivil toplum kuruluşunun başkanı Abraham Foxman açıklamada valinin Yahudilere yönelik nefreti saklamayan bu tür “düşmanca” söyleminin Türkiye’deki Yahudi toplumunun hissettiği gerilimlere katkı yaptığını belirtti. Açıklamada, “Sinagogda ibadete izin verilmeyeceği yönündeki açıklamanın “saldırgan ve tehdit edici” olduğu belirtildi.

 

ADL bildirisinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün olayla ilgili tutumundan ise memnuniyet duyulduğu kaydedildi. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, o sözlerin ardından tarihi Edirne Büyük Sinagogu’nun ibadethane olarak hizmet vereceğini belirtmişti.

 

Edirne Valisi Şahin, İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa Külliyesi’ndeki Kıble Camisi’ne girmesinin ardından 21 Kasım’da, 2010 yılından bu yana restorasyonu vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan sinagogun müze olarak kullanılacağını ifade ederek şöyle konuşmuştu:

“Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgarları estiren, bizzat savaş tatbikatı yapan o eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Biz de onların mezarlıkların etrafını temizliyor, projelerini kurula gönderiyoruz. Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’ndan tescilini bekliyoruz. Bizim yaklaşımımız nerede, onların yaklaşımı nerede? Yani bunu izleyicilerin takdirine sunuyorum. Buradaki tadilatı sona gelen sinagog sadece müze olarak, içerisinde hiçbir şey olmadan o şekilde müze olarak tescil edilecek” demişti.

Hürriyet, 25.11.2014

BORU ÇİÇEĞİ 44,4 MİLYON DOLARA SATILDI

 

 

20. yüzyıl Amerikan sanatının en önemli ressamlarından biri kabul edilen Georgia O'Keeffe'nin 44,4 milyon dolara alıcı bulan "Jimson Weed/White Flower No. 1 (Boru Çiçeği/Beyaz Çiçek No. 1)" adlı eseri, bir kadın ressamın şimdiye kadar en yüksek fiyata satılan eseri oldu.

 

Sotheby's Müzayede Evi, New York'ta açık artırmaya çıkarılan eserin, kıyasıya bir çekişmenin ardından 44,4 milyon dolarla rekor fiyata satıldığını açıkladı.

 

Joan Mitchell'ın mayıs ayında 11,9 milyon dolara alıcı bulan "Untitled (Adsız)" eseri, bir kadın ressamın en yüksek fiyata satılan eseri olarak biliniyordu.

 

 

O'Keeffe, derinliği olmayan mekan içine yerleştirilmiş kafatasları, hayvan kemikleri, bitkiler, kabuklar, kayalar gibi nesneleri konu aldığı resimleriyle 20. yüzyıl Amerikan sanatındaki en özgün ve önemli sanatçılardan biri olarak tanınıyor. 1986 yılında 98 yaşında hayata veda eden O'Keeffe'nin en ünlü eserleri arasında "Cow's Skull: Red, White, and Blue (İnek Kafatası, Kırmızı, Beyaz ve Mavi)" de bulunuyor.

Akşam, 21.11.2014

PEŞİN FİYATINA 10 TAKSİTLE PICASSO TABLOSU

 

Taksitle sanat satan ana sponsorundan sergilenen heykellerin yanına uzanarak poz veren “ünlü”lere, açılışa pijamayla gelen şarkıcılardan “yuvarlak hesap”la tablo almaya çalışan sanat yazarına, 5 gününü Contemporary İstanbul'da geçiren bir çalışanın notları...

 

 


İlki 2006 yılında düzenlenen ve Türkiye'nin en kapsamlı uluslararası sanat fuarı olma iddiasındaki Contemporary İstanbul, 12-16 Kasım tarihleri arasında Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Salonu'nda gerçekleştirildi. 23 ülkeden 108 galerinin katıldığı fuarı, 77 bin “sanatsever” ziyaret etti. Fuardaki kalabalığı oluşturanlar arasında, ziyaretçiler dışında galerileri çalışanları ve 5 günlük sürede onlara yardımcı olmak için orada bulunan geçici çalışanlar da vardı.

 

Fuarda geçici olarak çalışanlardan biri, kimilerine göre güncel kimilerine göre çağdaş olan “contemporary” sanattan pek de bir şey anlamıyordu. Lütfü Kırdar'da birkaç gün geçirdikten sonra öğrenmişti ki, sanattan anlamaya yetecek parası da yoktu. Nakit parayı bir kenara bırakırsak, etkinliğin ana sponsoru Akbank Private Banking'in başlattığı “kredi kartına taksitle sanat” kampanyasına katılsa, aldığı “iş”in bir taksidine bile limiti yetmezdi.

 

Yine de fuarda neler olduğunu, neler konuşulduğunu gözlemleyebilirdi ve evet, o da bu sanatsal etkinlikte üzerine düşeni yaptı ve “yeni başlayanlar için Contemporary İstanbul” adı da verilebilecek olan bu yazıyı kaleme aldı...

 

Kimin için Sanat?

Contemporary İstanbul'a giderken bilinmesi ve dikkate alınması gereken ilk şey, sanatın alınıp satılabilir bir meta haline getirildiği gerçeği. “Sanat sanat için midir, yoksa toplum için mi” sorusunu lise münazaralarında bırakıp, bu düzende, -daha spesifik olmak gerekirse- bu düzlemde, sanatın parası olanlar için olduğunu kabul etmeden Lütfü Kırdar'ın kapısından içeri girmek, birçok bünyede şok etkisi yaratabilir.

 

Bu gerçeği kabul etmemekte ısrar edenler, birkaç gün önce bir sergide hayranlıkla izledikleri Joan Miro'nun tablolarının Galerie Lelong'ta satışa çıkarıldığını ve fuar bitiminde bir güzel paketlenip alıcısının evine gönderildiğini öğrendiklerinde ufak çağlı bir kalp krizi geçirebilir. Aynı galerinin Picasso'nun da bazı işlerine ev sahipliği yaptığını eklemek, paragrafın başında belirtilen durumun kabullenilmesinin, bu tarz fuarlar için ne kadar ivedi olduğunun bir başka kanıtı olarak da sunulabilir.

 

 

Fiyatlardan konuşmak ayıp değil

Contemporary İstanbul'un bir sergi değil de fuar olmasının ortama kattığı maddi boyut kabullenildiyse, etkinliğin zaman zaman büründüğü akşam pazarı havasından bahsetmenin tam zamanı. Sanat gazetecisi Cem Erciyes'in “fuarda fiyatlardan konuşmak ayıp değil, hatta pazarlık bile mümkünmüş” cümlesiyle ifade ettiği gibi, alışık olmayan bünyelere aksi bir izlenim verse de, Comtemporary'de fiyat konuşmak ve pazarlık yapmak, dünyanın en normal şeyi olarak kabul ediliyor.

 

Kredi kartına taksitle sanat satıyor olmasıyla övünen ana sponsorundan “şuna yuvarlak olarak 2000 lira diyelim” cümlesini kullanan sanat yazarına kadar birçok örnek de bu “alışveriş merkezi benzeri sanat ortamı”nda yaşananları bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Contemporary'deki “kurban bayramı öncesi hayvan pazarı” havasını kabullenemeyenlerin payına ise sezon sonu indirimden tişört alıyormuşcasına rahat bir şekilde “şunu, şunu, şunu ve evet bir de şunu alıyorum” diyen tekstil patronunun yarattığı şaşkınlık düşüyor.

 

 

Burada hiçbir şey acaip değil

Aşina olmadığı bir çevreye girmek, birçok insanda gerginlik yaratabilir ve binlerce dolarlık (tabii ki liralık değil) işlerin sergilendiği, galeri görevlilerinin çoğunun önce küçük, vakit artınca da büyük dağları yaratmış gibi gözüktüğü Contemporary de, alışık olmayanların nasıl davranacaklarını bilmediği bir etkinlik olarak görülebilir.

 

Çağdaş/güncel sanat ortamlarına girmek isteyip de bu sebepten çekinmiş olanların yanlış düşündüklerini söylemek gerekiyor çünkü Contemporary'de “uygun davranmak” diye bir şey bulunmuyor. Birçok kişinin “uygunsuz mu oldu acaba” diye düşeneceği hareketler bu çevrede oldukça olağan karşılanıyor ve sevimli birer aykırılık olarak nitelendiriliyor. Bu sebeptendir ki, fuarda geçirilen zaman diliminde ünlü bir sosyetiği fuarda sergilenen heykellerden birinin yanına uzanıp magazin dergilerine şuh pozlar verirken görmek de, fuara pijamasıyla katılmış bir şarkıcıyla karşılaşmak da enteresan olaylar olarak nitelendirilmiyor.

 

Her ne kadar etkinliğin amacı insanları sanatla buluşturmak değil de eldeki ürünü alıcıyla buluşturmak olsa da, sanatın halktan koparılarak fuaye salonlarına hapsedildiği bir dönemde, Contemporary İstanbul çağdaş sanatın ne yönde ilerlediğini gözlemlemek için gidilebilecek bir etkinlik olarak değerlendirilebilir. Yukarıda anlatılanları okuduktan sonra bu değerlendirmenin pozitif mi yoksa negatif mi olacağı ise sizin kararınız...

Sol Haber, Haber: Gonca Tokyol, 21.11.2014

'ÇİLEK SEVEN KADIN'A MEME SANSÜRÜ

 

DYO Resim Yarışması'nda sergilenme hakkı kazanan "Çilek Seven Kadın" adlı tablo, "memesi gözüküyor salona uygun değil" denilerek sergiye kabul edilmedi.

 

 


AKP hükümeti tarafından vajinalara -daha doğrusu vajinanın adına- karşı savaş açıldığı şu günlerin saldırganlığından memeler de nasibini aldı.

 

Dyo Boya Firmasının iki yılda bir düzenlediği Dyo Resim Yarışması'nda sergilenme hakkı kazanan bir tablo, sergide yer alamadı.

 

Ressam Metin Çelik'e ait "Çilek Seven Kadın" tablosu, "salonun sergileme kurallarında içki ve nü resimin olmaması" gerekçesiyle İstanbul Cemal Reşit Rey sergi salonunda düzenlenen açılışta yer almadı.

 

Çelik, olayı Facebook hesabından şu mesajla duyurdu: "SANSÜR!! Arkadaşlar "Çilek Seven Kadın" adlı resmim 36. Dyo resim yarışmasında sergileme aldığı halde, bir göğsü açık olduğu için Cemal Reşit Rey'de bu akşam yapılan açılışta sergiden çıkartıldı.!! Salona MEME girmesi yasak!! 2014 Türkiyesinin geldiği durum bu!!"

 


Akşam, 20.11.2014



16 - 22 Kasım 2014

İSTANBUL MODERN 10 YAŞINDA

 

İstanbul Modern'in 10'uncu yaşı, salı akşamı müzede kutlandı.

 

Sanatçılardan, yazarlardan, resim meraklılarından, müzecilerden, basından oluşan kalabalık bir grup kutlamada yer aldı.


Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, yaptığı konuşmada, müzenin kuruluşu, müzenin aldığı yerli ve yabancı ödüller, etkinlikler konusunda bilgi verdi.


Konuşmadan bazı notları paylaşmak istiyorum:
"İstanbul Modern 8. Uluslararası İstanbul Bienali'ne ev sahipliği yapmış olan, içinde bulunduğumuz antrepo binasının müze olarak düzenlenmesiyle 11 Aralık 2004'te açıldı. Bu açılışla, bienallerin başladığı 1987 yılından itibaren kurduğumuz 17 yıllık düş gerçekleşmiş oldu.
Hedefimiz kalıcı bir mekanda, ülkemizin modern ve çağdaş sanat alanındaki yaratıcılığını ve kültürel kimliğini tanıtarak uluslararası sanat ortamına taşımaktı.


-İstanbul Modern'e duyulan güven sonucunda, bugün müzemiz koleksiyonundaki yapıtlardan 93 sanatçıya ait 200 eser, koleksiyonerler, sanatçı varisleri ve sanatçılar tarafından bağışlanmış bulunuyor. Kendilerine, müzemizin temellerine koydukları bu değerli taşlar için şükran duyuyoruz."


* * *


İstanbul Modern'in şimdiye kadar başardıklarının kısa bir sayısal dökümünü vereceğim:


-Geride kalan on yıl boyunca 1220 sanatçının çalışması sergilendi.
-105 sergi gerçekleştirildi.
-Bugüne dek Berlin, Paris, Londra, Moskova, Rotterdam, Seul, Bahreyn, Şanghay gibi çeşitli kentlerde 17 yurtdışı sergisi düzenlendi.
-1400 etkinlik-konferans-söyleşi yapıldı.
-Müze bünyesindeki sinema salonunda 2600 film gösterimi gerçekleştirildi.
-Müzenin özgün kimliğini oluşturan kütüphanesinde 16 bin yayın yer alıyor.
-Müzede düzenlenen eğitim programlarına 550 binden fazla kişi katıldı.
-10 yılda 5.5 milyondan fazla ziyaretçi müzeyi gezdi.


İstanbul Modern'in yurtdışında açtığı sergiler sayesinde Türk sanatçıları uluslararası arenaya taşınmış oldu.


Müzeler, bugün sadece sergilerle önem kazanmıyor! Ziyaretçilerinin daha aktif olarak yer aldığı etkinlikler de düzenleniyor. Mesele sadece sergilemek ve eseri göstermekten farklı bir hal almış durumda. Haliyle müzecilik kavramı bugün geniş bir alanı kapsıyor. Dolayısıyla değişik sanat türlerini ve aktiviteleri de aynı çatı altında barındırıyor.


Sergilenen sanatçı hakkında konuşmalar yapılıyor, bir sinematek görevini üstleniyor, sinema salonunda filmler gösteriliyor.


Edebiyattan resme birçok alanda tanınmış kişiler konuşmalar yapıyor.


Bütün bunların yanı sıra benim en önem verdiğim yan, buradaki eğitim etkinlikleri. Çocuklar burada sanatla bağlantı kuruyorlar, çiziyorlar, boyuyorlar, içlerindeki yeteneği keşfediyorlar en önemlisi sanatı doğru kaynaktan öğreniyorlar.


* * *


İstanbul Modern'e sanatımıza yararlı çalışmalarından dolayı teşekkür borçluyuz. Nice 10 yıllara diyelim.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 21.11.2014

16/9'DA 'NİYE TRAŞLAMADIN' SORUSU

 

 

İstanbul’un tarihini siluetini etkilediği gerekçesiyle mahkemenin Zeytinburnu’ndaki 16/9 gökdelenleri için verdiği ‘tıraş’ kararını uygulamayan Zeytinburnu Belediye Başkanı ile İmar ve Fen İşleri müdürleri hakkında soruşturma başlatıldı.

 

C.B isimli vatandaşın şikayetini dikkate alan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosu soruşturma için Zeytinburnu Kaymakamlığı’ndan izin istedi. İstanbul 4. İdare Mahkemesi 16/9 gökdelenleri için siluete etki eden kısmın yıkımına karar vermiş, Danıştay 14. Dairesi de bu kararı onamıştı. Ancak yıkım için Zeytinburnu Belediyesi’nin çıktığı ihale ‘’konsorsiyum olarak teklif verilemez’’ şartı konulduğundan iptal edilmişti.

 

Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Zeytinburnu Kaymakamlığı’na gönderdiği talep yazısında şöyle denildi: “İhbarcı C.B.’nin başsavcılığımıza vermiş olduğu dilekçesinde özetle, Zeytinburnu İlçesi Kazlıçeşme Mahallesi 89 pafta 771 ada, 12 parsel sayılı yerde bulunan 16/9 kuleleri olarak geçen binanın Sultanahmet Cami’nin siluetini bozması nedeniyle açılan davalar sonucunda Danıştay 14. Dairesinin vermiş olduğu traşlama kararının Zeytinburnu Belediye Başkanlığı’na infazı için gönderilmesine rağmen bu kararı uygulamayan Zeytinburnu Belediye Başkanı, İmar ve Şehircilik Müdürlüğü’nde görevli memurlarla Fen İşleri Müdürlüğünde görevli memurlar hakkında görevlerini kötüye kullandıklarını belirtmiştir. Şüphelilerin kamu görevlisi olduğu ve isnat edilen suçun idari nitelikte bir suç olduğu anlaşılmaktadır.’’

 

MÜFETTİŞLER İNCELEYECEK
Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı Memur Suçları bürosunca Zeytinburnu Belediye Başkanı ile Fen ve İmar Müdürleri için 4483 sayılı Memur ve Diğer Kamu görevlilerinin yargılanması hakkındaki yasanın 3 ve 6. maddelerinin uygulanması istendi. Şimdi İçişleri Bakanlığı müfettişlerince sorumlu kamu personeli hakkında bir ön inceleme yapılacak. İfadelerine başvurulacak kamu personeli mahkeme kararını neden uygulamadıklarını, ihaleye neden konsorsiyum ile girilememe şartı getirildiğini, ikinci kez ihaleye neden çıkılmadığını açıklayacaklar. Hazırlanacak ön inceleme raporundan sonra Zeytinburnu kaymakamlığı soruşturma izni verip vermeme kararını en geç 45 gün içinde mahkemeye bildirecek. Yıkım kararını belediyenin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde uygulaması gerekiyordu. Zeytinburnu Belediyesi İmar Müdürlüğü bu sürenin tamamlanmasına yakın sesiz sedasız ihaleye çıkmıştı. İhale şartnamesine de “Konsorsiyum olarak teklif verilemez” şartı getirmiş, katılan olmayınca ihale iptal edilmişti.  İkinci kez ihaleye çıkması gereken Zeytinburnu Belediyesi henüz yeni ihale düzenlemedi.

 

Neden tıraşlanacaktı?

Siluet tartışmalarından sonra İBB her semte yükseklik kotası getirdi. Bu kotaya göre Zeytinburnu için belirlenen yükseklik 70 metre yani 23 kat. Bu karara göre 36, 32 ve 26 kat olan 16:9 gökdelenleri için düşülmesi gereken minimum kat yüksekliği 23. Bu durumda kulelerin birinden 13, birinden 9 ve birinden de 3 kat yıkılması gerekiyor.

 

Kamulaştırma yapılacak

Zeytinburnu  Belediyesi yetkilileri neden 2. ihale açılmadığı sorusuna şöyle yanıt verdi; “16/9’la alakalı Zeytinburnu Belediyesi Encümeni yıkım kararı almıştı. Bu karardan sonra ihale açılmıştı. Ancak mahkeme Belediye Encümeni’nin aldığı kararı iptal etti. Mahkeme devam eden süreçte şunu söylüyor: Önce traşlanacak yerlerin kamulaştırılması gerekiyor. Yani bağımsız birimlerin bedellerinin ödenmesi gerekiyor. Bugünün raiç bedelleriyle yıkılacak yerlerin satın alınmasının ardından tahliye davası açılması ve yıkım sonra yapılması gerekiyor. Mahkeme sürecinin devam etmesi sebebiyle ikinci bir ihale açılmadı.”

Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 21.11.2014

800 YILLIK KERVANSARAY AYAĞA KALKACAK

 

Döşemealtı İlçesi'ndeki 800 yıllık tarihi Evdir Han Kervansarayı'nın restorasyonu için Akdeniz Üniversitesi ile Döşemealtı Belediyesi arasında protokol imzalandı. Protokol törenine katılan Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. İsrafil Kurtcephe, tarihi zenginliği ilelebet yaşar hale getirmek için tasarlanan güzel projenin hukuki belgesini imzalamak üzere bir araya geldiklerini kaydetti. "Tarihi eserler bir toprağın tapusudur" diyen Prof.Dr. Kurtcephe, “Yapılan eserin hangi medeniyete ve millete ait olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. Anadolu'daki tarihi değerleri korumak ülkemizin geleceği açısından son derece önemlidir. Döşemealtı İlçesi'ndeki Evdir Han, Selçuklu döneminden bize yadigardır. Bu eserlerin yıkılması, viraneye dönüşmesi bizim kusurumuzdur. Bunların sahipsiz bırakılmaması gerekir. O eserlerin değeri para ve pulla ölçülemez. Evdir Han'ın yeniden ayağa kaldırılması ve bir kültür varlığı olarak yerli ve yabancı turistlere hizmet mekanına dönüştürülmesi en önemli hizmetler arasında yer alacaktır" diye konuştu.  

 

Döşemealtı Belediye Başkanı Turgay Genç ise ilçede bulunan Evdir Han'ın 800 yıl önce Anadolu Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus tarafından yapıldığını söyledi. Evdir Han'ın o dönemde Türklerin bölgeye yerleşmesi ve kalıcı olmasında aktif rol oynadığını belirten Başkan Genç, “Evdir Han, Antalya'nın kültürel zenginliklerinin başında yer alıyor. Yok olmaya yüz tutmuş, unutulmuş bir tarihi mirasımızdır. Proje en önemli vizyon projelerinden biridir. İlk aşamayı yapmaktan onur duyuyorum. Selçuklu dönemine ait müze bölümü oluşturulacak. Bu alanı Döşemealtı Belediyesi kültür merkezi gibi kullanacağız. Kültürel ve sanatsal etkinliklerimizi burada yapmayı hedefliyoruz. Restorasyon projesini 1 ay içinde tamamlayacağız. Proje 4-5 milyon liraya mal olacak" dedi.

 

Proje yürütücüsü AÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Mimarlık Bölümü Öğretim üyesi Yard. Doç Dr. İbrahim Bakır, çalışmanın teknik özelikleri hakkında paylaşımda bulundu. Yard. Doç.Dr. Bakır, “Evdir Han Kervansarayı, Anadolu Selçuklu döneminin önemli bir özgün yapısıdır. Ortada geniş bir avlu ve revaklar vardır. Bir üstte Kırkgöz ve Susuz Kervansarayı var. Evdir Han, bu uzantının ilk adımıdır. Bu kervansarayın şanssızlığı ilk yapılmasına rağmen restorasyonu sona kalmasıdır. Ömrünü bir 800 yıl daha uzatabilirsek bizim kazancımızdır" dedi. 

 

Konuşmaların ardından Rektör Prof.Dr. Kurtcephe ve Başkan Genç arasında Evdir Han röleve ve restorasyon projeleri yapımı protokolu imzalandı.

Kemer Gözcü,20.11.2014

MİLLİ SARAYLAR'DA YOLSUZLUK ARAŞTIRILACAK

 

Meclis'e bağlı Milli Saraylar'da yapıldığı iddia edilen yolsuzluk, Meclis'te kurulacak bir komisyonla araştırılacak. Ayrıca Sayıştay da dış denetim yapacak. Meclis Başkanlık Divanı'nın CHP'li üyelerinin tespiti üzerine, Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in talimatı ile kurulacak olan komisyon en kısa zamanda İstanbul'da bulunan Milli Saraylar'da yolsuzluk araştırılacak.

 

TBMM Başkanlık Divanı, Meclis Başkanı Cemil Çiçek Başkanlığı'nda, TBMM İdare Amiri CHP'li Malik Ejder Özdemir ile Divan üyesi Razı Yalçınkaya'nın, Milli Saraylar'da yolsuzluk yapıldığı tespitinin görüşülmesi üzerine tek gündem maddesi ile toplandı. Toplantıda yapıldığı iddia edilen yolsuzluğun bir komisyon kurularak araştırılması talepi oy birliği ile benimsendi. Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in talimatı ile Milli Saraylar'da yapıldığı iddia edilen yolsuzluk, kurulacak olan inceleme komisyonuyla araştırılacak. Ayrıca söz konusu yolsuzluk iddialarının Sayıştay tarafından da denetiminin yapılması talebi de Başkanlık Divanı'nda kabul gördü.

 

ANKA'nın edindiği bilgiye göre; Çiçek'in talimatı ile, Milli Saraylar'daki yolsuzluk iddiaları ivedi şekilde araştırılıp soruşturulacak.

Zaman, 20.11.2014

 

******


SARAYLAR MİLLİ, İŞLETENLER AKP'Lİ

 

 

Meclis’e bağlı İstanbul’daki Milli Saraylar’a ait kafe ve restoranları, AKP’li yöneticilerin amca-hala oğlu gibi yakınları kapıştı. Yıldız Sarayı’ndaki bin kişilik gözde mekanı Süleyman Soylu’nun akrabası kaptı.

 

TBMM Başkanlık Divanı dün Cemil Çiçek başkanlığında toplandı. CHP’li üyeler Malik Ecder Özdemir ve Rıza Yalçınkaya, Meclis’e ait kafeterya ve salonları gündeme getirdi. Divan üyeleri, Milli Saraylar bünyesinde işletilen 10 kafeterya ve restoranın 4’ündeki usulsüz işletme iddialarını gündeme getirdi. İstanbul’da incelemelerde de bulunan CHP’li Yalçınkaya ve Özdemir, Meclis’in nasıl zarar ettirildiğini belgelerle ortaya koydu.

 

ELEKTRİK-SU MECLİS’TEN

Milli Saraylar’da 4 restoranın kanuna uygun olmayan yöntemlerle konsinye yöntemi adı altında yandaş firmalara verildiği, firmaların karını ise ‘fahiş maliyet-fahiş satış’ sistemiyle perdelediği tespit edildi. Suyu, elektrik, ısınma ve vergi masrafları Meclis bütçesinden ödenen lüks restoranları işleten isimler de AKP’lilerin akrabası çıktı.

 

SOYLU’NUN AMCAOĞLU ÇIKTI

Yıldız Parkı içindeki 1000 kişilik mekanın işletmesini geçen yıl alan Mehmet Soylu, AKP Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu’nun amcasının (Neşat Soylu) oğlu. Dolmabahçe Saat Kule Kafeterya ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın halasının oğlunun çocuklarına emanet. Küçüksu Kasrı’ndaki mekan ise Albayraklar’ın dünürünün çocukları tarafından işletiliyor.

 

KAYDI OLMAYAN ŞİRKET

Beşiktaş Yıldız Park’ın işletme hakkı verilen Mehmet Soylu’nun şirketiyle ilgili iddialar dikkat çekiyor. CHP’li Rıza Yalçınkaya’nın araştırmasına göre şirketin ne ticaret kaydı var ne de adresinde böyle bir tabela bulunuyor. İhaleden 5 ay sonra Vera Yıldızpark adıyla kuruldu. Mekanın tüm masrafları Meclis’ten karşılanıyor. Ayrıca 3 TBMM personeli burada da görev yapıyor.

 

CEMİL ÇİÇEK İNCELETTİRECEK

İşletmenin maliyet ve satışlarla ilgili Meclis’e verdiği bilgiler kuşkulu. Örneğin bir levrek ızgaranın maliyeti 32 lira, satışı ise 38 lira. Bir bardak ayranın maliyeti 2.5 lira, satışı ise 4 lira. 1 şişe sodanın maliyeti 2.5 lira, satışı da 4 lira.


Meclis Başkanı Cemil Çiçek, işletmelerin TBMM tarafından oluşturulacak bir tahkikat komisyonu ve Sayıştay tarafından da incelenmesini istedi. Ayrıca bundan sonra bu restoran ve kafeteryaların akıbetinin ne olacağı da ayrıca 4 milletvekili tarafından yerinde yapılacak inceleme sonrasında belli olacak. Yapılacak araştırmaya göre, tartışmalı ihalelerin iptal edilmesi gündemde…

Sözcü, Haber: Veli Toprak, 21.11.2014

HİTLER'İN YAPTIĞI RESİM AÇIK ARTIRMADA!

 

 

Adolf Hitler'in gençken yaptığı suluboya resim, Almanya'nın Nürnberg kentinde Cumartesi günü açık artırmayla satılacak.

 

Satış, kentteki Weidler Müzayede Salonu'nda gerçekleştirilecek ve elde edilen gelirin yüzde onu bir hayır kurumuna bağışlanacak.

Açık artırmayla ilgili Reuters Haber Ajansı'na bilgi veren Kathrin Weidler, Hitler'in resimleri için dünya çapında bir talep olduğunu ve özellikle ABD, Japonya ve Asya'dan koleksiyonerlerin çok ilgilendiğini söyledi. Müzayedecilerin bizzat katılıp katılmayacağından emin olmadığını belirten Weidler, "Belki de gelirler. Ama en son Hitler'in resimleri açık artırmaya çıktığında hiç kimse gelmemişti" dedi.

Weidler, Hitler'in resimlerinin tarihsel belge olarak ele alınması gerektiğini de kaydetti.

Satışa çıkarılacak resmin 25 Eylül 1916 tarihli el yazısıyla yazılmış faturasının da bulunduğu belirtildi.

Ancak bazı eleştirmenler, 1983'te Hitler'in günlükleri olduğu iddia edilen bazı sertifikalarla tarihçilerin kandırılmaya çalışıldığını hatırlatarak, faturaya şüpheyle yaklaşıyor.
60 bin dolardan satışa çıkıyor

Hitler'in suluboya resminin 60 bin dolardan (yaklaşık 135 bin Türk Lirası) satışa sunulacağı ifade ediliyor.

Weidler Müzayede Salonu, daha önce de Hitler'e ait beş resmi açık artırmayla 6 bin ile 100 bin dolar (yaklaşık 13 ile 220 bin Türk Lirası) arası fiyatlara satmıştı.

20'li yaşlarında ressam olmak isteyen Hitler'in 2 bin kadar resim yaptığı fakat geçim sıkıntısı nedeniyle mesleği bıraktığı biliniyor.

 

Nitekim Almanya'da devlet başkanı olan eski diktatör, "Kavgam" adlı otobiyografisinde, Viyana Güzel Sanatlar Akademisi'nden reddedilince ressam olmaktan vazgeçtiğini yazmıştı.

Bugüne kadar çok sayıda sanat eleştirmeni Hitler'in yaptığı resimlerin "zevksiz" olduğu yorumunu yapıyor.

Habertürk, 20.11.2014

URARTULARIN İZİNİ KEMERLERDE SÜRÜYOR

 

 

YYÜ Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, Urartu Krallığı’na ait yerleşimlerde gün ışığına çıkarılan kemerlerde, günümüzden yaklaşık 3 bin yıl önce yaşayan Urartuların izini sürdü Türkiye’nin çeşitli müzelerinde sergilenen Urartu kemerlerini 21 yıl boyunca inceleyen Çavuşoğlu, üzerlerindeki motiflerin Urartuların sosyal ve kültürel yaşamını yansıttığını belirledi.

 

Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, Urartu kemerlerindeki motiflerin, dönemin sosyal ve kültürel yaşamına ilişkin önemli bilgiler verdiğini belirtti.

 

Milattan önce 8. yüzyılda Doğu Anadolu Bölgesi’nde hüküm süren Urartu Krallığı, tarım, hayvancılık ve mimarinin yanı sıra elde ettikleri metalleri işleyerek yaptıkları savaş aletleri ve takılarıyla da dikkati çekiyor.

 

Urartulara “Tuşba” adıyla başkentlik yapan Van ve bölgedeki diğer yerleşimlerde yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan küpe, kolye, boyunluk, yüzük, broş ve kemerler, dönemin sosyal ve kültürel yapısıyla ilgili bilim adamlarına önemli bilgiler sunuyor.

 

Bölgede 21 yıldan bu yana Urartu medeniyetini araştıran Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, Türkiye’nin çeşitli müzelerinde sergilenen Urartu kemerlerini ve üzerindeki motifleri tüm detaylarıyla inceledi.

 

Elde ettiği bilgileri “Urartu” isimli kitabında toplayan Çavuşoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 21 yıllık araştırması süresince incelediği kemerlerin, yaklaşık 3 bin yıl önceki sosyal ve kültürel yaşama dair bilgiler aktardığını söyledi.

 

-”Erkek ve kadın kemerlerindeki süslemeler farklı”

Çavuşoğlu, Urartularda hem kadınlar hem de erkekler için önemli bir takı olan kemerlerin, uzun-kısa, ince-kalın ayrıntılarının yanı sıra üzerindeki süslemelerle de ait olduğu sosyal sınıfı yansıttığını ifade etti.

 

Kemerler üzerindeki motiflerin de cinsiyete göre farklılık gösterdiğini anlatan Çavuşoğlu, “Erkeklerin kullandığı kemerlerin üzerinde av ve savaş sahneleri yer alıyor. Kadın kemerlerinde ise genellikle ziyafet, hediyeleşme, eğlence sahneleri ile harem motifleri bulunuyor” dedi.

 

Kemerlere işlenen motiflerin, sosyal yaşantı ve sınıfsal farklılık açısından da değiştiğini vurgulayan Çavuşoğlu, üzerinde savaş sahnesi bulunan kemerlerin Urartu askerleri tarafından kullanıldığını bildirdi.

 

Kemer üzerindeki “sakallı” kişilerin düşman askeri olarak tasvir edildiğini belirten Çavuşoğlu, kemerdeki av sahnelerinin de dönemin hayvan varlığı ve bölgede yaşayan türlerle ilgili bilgi edinmelerini sağladığını kaydetti.

haberler.com, 20.11.2014

RUMELİ HİSARI'NDA ÇÖKME TEHLİKESİ

 

Tarihi Rumeli Hisarı'ndaki bazı hasarların can güvenliğini tehlikeye attığı ortaya çıktı. Hatta İBB, 'Tamamen ziyarete kapatın' raporu verdi. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü de sadece tehlikeli kısımların kapatılmasını önerdi.

 

 

Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethinden önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu Hisarı’nın karşısına inşa ettirilen ve günümüzde her gün binlerce turistin gezdiği Rumeli Hisarı’nın, oluşan hasarlar nedeniyle kapatılmak istendiği ortaya çıktı. Hisar’daki tehlike bir yıl önce müze uzmanları tarafından fark edildi. Uzmanlar, belirli bölgelerdeki kaymalar ve sur duvarlarındaki hasarı ilgililere iletti. 

‘BASİT BAKIM VE ONARIM' 
Vatan'dan Mehmet Ali Demir'in haberine göre; geçtiğimiz yıl ocak ayında ise İstanbul 3 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Bölge Müdürlüğü’nce hazırlanan raporla hasarların giderilmesi için gereken röleve, restitisyon ve restorasyon projelerinin hızlı bir şekilde hazırlanması istendi. Can ve mal güvenliği açısından Hisar’ın mülkiyet sahibi olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin gerekli tedbirleri alması gerektiğine karar verildi. 2013 Mayıs ayında Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü ‘basit bakım ve onarım gerekiyorsa geçici çalışma yapılabilir’ diyerek tedbirleri onarım yapılacak yerlerle sınırladı.

İBB: TEHLİKE ARZ EDİYOR
Ancak 2013 haziranında İBB Yapı İşleri Müdürlüğü Hisar’daki yerinden çıkmış ve çıkmakta olan taşların tehlike arz ettiği yönünde rapor hazırladı. Ayrıca Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü’nün proje hazırlıklarının devam ettiği, maliyet hesaplarının yapıldığı ancak kurul onayı olmadan inşaat faaliyetine girilemeyeceğinin altı çizildi. Raporun sonunda ise çalışmalar bitene kadar hasarlı alanların ziyarete kapatılması istendi. 

ACİL KAPANSIN! 
Rumeli Hisarı’ndaki hasarlarla ilgili kapsamlı bir çalışma olmayınca bir yıl sonra müze çalışanları durumu yeniden dile getirdiler. İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEM) yetkileri geçtiğimiz haziran ayında, Hisar üzerinde detaylı bir inceleme yaptı. Uzmanların raporu ise durumu tüm açıklığıyla gözler önüne serdi. Rapora göre, Rumeli Hisarı’nın acilen can güvenliği için ziyarete kapatılması gerekiyordu. 

KONSERLER DE TARTIŞMA YARATMIŞTI

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarihi yerlerde düzenlenen konserlerde ses düzeyinin tarihi dokuya zarar verdiği gerekçesiyle yeni bir düzenlemeyle 90 desibelle sınırlamıştı. Bu kapsamda Rumeli Hisarı’ndaki konserler de tartışılmıştı. Hisar konserlerine de 90 desibel sınırlandırılması getirildi. Ancak Hisar’da amfi tiyatro bölümündeki hasarlı yapı ve Kültür Bakanlığı’nın yüksek kiraları tarihi mekanı konser yeri olmaktan çıkarttı. Son bir kaç yıldır Hisar’da konser verilmiyor.

TAŞLAR OYNAMIŞ, DERZLER BOŞALTILMIŞ!
İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEM)’in raporuna göre Hisar’daki durum vahim: “Giriş kotu gezilmeye müsaittir ancak; ana giriş kapısı kenarlarındaki büyük taşların yerinden oynadığı ve döküldüğü; kuleler arası gezinti bölümlerinde, kulelere ve seğirdim yollarına (Kale bedenlerindeki korunmalı yol) çıkan beden duvarları üzerindeki merdivenlerin yer yer çok daraldığı, kenarlardaki herhangi bir güvenlik önleminin bulunmadığı, merdiven basamaklarının aşındığı ve taşlarında parçalanmalar ve kayıplar meydana geldiği, genel mahiyette burçlara çıkmak yasak olduğu halde engelleyici herhangi bir bariyer bulunmadığı, burçların üzerinde bulunan pişmiş toprak malzemeli harpuşta taşlarının yerinden oynadığı, duvar yüzeylerinde derz boşalmaları olduğu ve duvarları zayıflattığı, ayrıca yüzeyde çıkan ağaç ve bitkilerin taşları patlatarak yerinden oynattığı can ve mal güvenliğini tehlikeye attığı görülmektedir. “

Radikal, 20.11.2014

YEDİKULE BOSTANLARI İMARA AÇILIYOR

 

 

Yedikule’de tarihi surların dibinde bulunan ve Osmanlı saraylarına sebze yetiştiren tarihi bostanlık alan imara açılıyor.

 

İstanbul’daki tarihi surların dibinde yer alan Yedikule Bostanları’nın dönüşümü için, Koruma Kurulu kararı doğrultusunda  İBB Meclisi’nce Uygulama İmar Planı’na işlendi.   Bakanlar Kurulu’nun 2006 yılında “Yenileme alanı” ilan ettiği tarihi bostan alanıyla ilgili Fatih Belediyesi’nin, “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması” hakkındaki kanun gereği hazırladığı Uygulama Planı, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde CHP ve MHP grubunun ret oylarına karşılık iktidar partisinin oy çokluğuyla kabul edildi. Karara itiraz eden CHP, yenileme projesine onay veren AKP Grubu’nu “Kültür katliamına” imza atmakla suçladı. Tartışmalar altında devam eden ve Yedikule Bostanları’nı da,  “Yedikule-Belgrad Kapı Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon Projesi” hakkındaki raporun hakkındaki karar kapsamında, bölgeye sus havuzu, sosyal tesis, açık spor alanı, otopark, dinlenme alanları ve konutlar yapılabilecek. 

 

İstanbul’un simgelerinden biri olan İstanbul surlarının gölgesinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Fatih Belediyesi tarafından yapılması planlanan ‘Belgrad Kapı Rekreasyon Alanı Projesi’nin yapımına 2013’te başlandı. Bir süredir vatandaşların tepkisine yol açan yenileme projesinde İBB Meclisi, Koruma Kurulu tarafından kabul edilen avan projeyi 1/1000’lik planlara işledi. Büyükşehir Meclisi’nde tartışmalı bir şekilde kabul edilen rapora göre alanın bir kısmı, belediye tarafından bahçe olarak kullanımı sağlanacak.


Raporun İBB Meclisi’nde görüşülmesi esnasında CHP'li İmar Komisyonu Üyesi Esin Hacıalioğlu, planın acele alınmış acele alınmış bir karar olduğunu ileri sürüp, “Zirai Botanik Dinlenme alanı” adı altında, tarihi bostanın yok edileceğini iddia etti.  “Burası Dünya Mirası alanında yer alıyor. Daha plan önümüze gelmeden Fatih Belediyesi’nin iş makineleri bostanın altını üstüne getirdiler. Sura bitişik alanlarda bulunan bostanların korunacağına dair kararlar da alınmıştı. Sosyal tesis, otoparklar, konut alanı düzenlemeleri yapılarak imara açılıyor. Burada yapılan her çalışma tarihsel dokuya zarar veriyor.” diye konuştu. Bölgedeki kara ve deniz surlarının düzenlenmesi fikrine açık olduklarını kaydeden Hacıalioğlu, bunun bilim ışığında yapılması gerektiğini savundu. Hacıalioğlu “İyi niyetle ilçenin 1/500 bin ve 1/1000 ölçekli planlarını hazırladık ama iyi niyetimiz suistimal edildi. Dosya geril çekilsin. Yoksa burada onaylanması halinde bir kültür katliamının ortağı olursunuz” dedi.

 

SOYSAL: EMEĞE HAKSIZLIK EDİLMEMELİ

AKP'li İmar Komisyon Başkan Vekili Timur Soysal ise, bölgenin adeta mezbelelik hale geldiğini savundu. İmar planları için komisyon üyelerinin günlerce yerinde inceleme yaptığını anlatan Soysal “Emeklere haksızlık edilmemeli. Orası bostanlıktan çıkmış, hafriyat atıklarıyla doldurulmuş, tinercilerin yatağı haline gelmiş bir yerdi. Bu meclis’ten Fatih İlçesi'nin 1/5000 1/1000 ölçekli planları oy birliği ile geçti. Bu raporla yenileme alanı ilan edilmiş bir bölgenin biz plan değişikliğini değil Kurul tarafından onaylanan avan projenin planlara aktarıyoruz.” İfadelerini kullandı. Tartışmaların ardından söz konusu rapor oy çokluğu ile kabul edildi.

 

Söz konusu bölge sit alanında olduğu için planlar daha sonra Koruma Kurulu’nun da onayına sunulacak. Kurul da planları onaylarsa yürürlüğe girecek.

 

Yeni plan, tarihi bostanlığın bitişiğinde bulunan ve geçtiğimiz yıllarda Maksem Yapı tarafından yapılan Yedikule Konakları’na büyük bir avantaj sağlayacak. Konakların çevresi hem açılacak hem de yeşil alan düzenlemesi ile görsel güzelliğe kavuşmuş olacak.

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 20.11.2014

DENİZLİ'DE 2 BİN YILLIK ÇOCUK LAHDİ BULUNDU

 


 

Denizli İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, bir eve düzenledikleri operasyonda Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında yer alan mermerden yapılmış 2 bin yıllık tarihi geçmişe sahip olduğu tahmin edilen çocuk lahidi buldu.

 

Müze Müdürlüğü tarafından yapılan incelemede, 32 santimetre yüksekliğinde, 40 santimetre uzunluğundaki mezarın Roma Dönemi'ne ait olduğu belirlendi. 

 

Evdeki 1 kişi, tarihi eser kaçakçılığından gözaltına alındı. Polisteki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edilen şüpheli, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Sol Haber, 19.11.2014

ÇANLAR HEVSEL BAHÇELERİ İÇİN ÇALIYOR!

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine aday olan Hevsel Bahçeleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın talebiyle 'tarım niteliği korunacak alan' statüsünden çıkarıldı.

 

 

Diyarbakır ’da Dicle Nehri kıyısındaki Hevsel Bahçeleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ‘yapı rezerv alanı’ ilan edilince Diyarbakır halkı 8 bin yıllık geçmişe sahip Hevsel Bahçeleri’ndeki ağaçların kesilmemesi için Mart ayında günlerce nöbet tutmuştu.

14 Kasım 2014 Tarihinde toplanan Diyarbakır il Toprak Koruma Komisyonu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın talebi doğrultusunda 8 milyon 629 bin 499 metrekarelik alana sahip Hevsel Bahçeleri’nin 7 Milyon 517 bin 732 metrekaresini tarımsal niteliği korunacak alan statüsünden çıkararak ‘rekrasyon’ alanı ilan etti. Komisyon geriye kalan 1 milyon 111 bin 767 metrekarelik alanı ise tarımsal niteliği korunacak alan statüsünde kalmasına karar verdi.

YAPILAŞMA TEHDİDİ
Hevsel Bahçeleri’nin imara açılacağını savunan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Hevsel Bahçeleri’nin rekrasyon alanı ilan edilmesine itiraz etti. Hevsel Bahçeleri’nin, Dünya Kültür Mirası listesine girmesi için UNESCO’ya başvurulduğunu ve başvuru sonuçlanana kadar beklenmesi gerektiğini belirten Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi karara şerh koydu.

Kararın iptal edilmesi gerektiğini belirten Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı: ‘’ Toprak Koruma Komisyonu toplanarak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından talep edilen Dicle Vadisinde bulunan tarımsal arazilerin tarım dışı kullanım iznini karara bağlamıştır. Bu kararla, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın aldığı Yapı Rezerv Alanı kararının önü açılmıştır. Kentimiz için bitki örtüsü, peyzajı, sahip olduğu flora ve faunası ile son derece önemli olan bu alanın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın talebi üzerine tarım dışı kullanım iznini kaldırılmış ve yapı yapma tehdidine açık hale getirilmiştir. Bununla Toprak Koruma Komisyonu; 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ile Uygulama Yönetmeliğine göre amaç dışı ve yanlış kullanımların önlenmesi korumayı sağlayacak yöntemlerin geliştirilmesi ile ilgili yetki ve sorumlulukları varken, tamamen kanun ve yönetmeliğine aykırı bir karar vermiştir.’’

 

TMMOB: ‘UNESCO SÜRECİ RİSKE GİRDİ
Hevsel Bahçeleri’nin tarım niteliği korunacak alan statüsünden çıkarılmasının UNESCO sürecini olumsuz etkileyeceğini belirten TMMOB Diyarbakır İl Koordinasyon Kurulu konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı: “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Dicle Nehri üzerinde yer alan Sur İlçesi ve Yenişehir İlçesi sınırları dahilinde olan 7 milyon 517 bin 732 metrekare yüzölçümlü alanı tarım arazisi niteliğinden çıkarmak için başvuru yapmış ve İl Toprak Koruma Kurulu da 14.11.2014 tarihinde bahsi geçen alanın tarım dışına çıkarma kararını almıştır. Bu karar UNESCO sürecini bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde riske sokmakta, ileriki dönemlerde korumasız kalan bu alanın yapılaşmaya açılmasının önünü de açmaktadır. Bir santimetre toprağın, birçok faktöre bağlı olarak 200 ile 1000 yıl arasında oluşabildiği ortadayken yaklaşık 7 milyon 517 bin 732 metrekarelik alanın ne kadar süre içerisinde oluşabileceği can alıcıdır.”

Radikal, Haber: İdris Emen, 19.11.2014

SISTINE ŞAPELİ'NE CARRIER KORUMASI

 
Michelangelo’nun 4 yıllık çalışma sonucunda bin 300 metrekarelik duvar ve tavanını fresklerle kapladığı, Papa’nın resmi ikametgahı olan Sistine Şapeli'ni Carrier koruyor. Frekslerin doğal görünümünü bozmayacak şekilde monte edilen gizli havalandırma sistemi, şapeldeki tahribatı minimuma indirerek freskleri koruyor.

 

Yılda 5 milyon kişi tarafından ziyaret edilen Sistine Şapeli'nde, ziyaretçilerin ortama yaydığı toz, vücut ısısı, nefes, mum isi gibi nedenler, fresklere ciddi zararlar verebiliyor. Carrier, uygun iç ortam koşullarını oluşturan ürün gruplarıyla, şapelin tavanında yer alan 336 figür için zamanı durduruyor.

 

Frekslerin doğal görünümünü bozmayacak şekilde monte edilen gizli havalandırma sistemi, şapeldeki tahribatı minimuma indirerek freskleri koruyor. Son teknoloji video uygulamalarıyla desteklenen akıllı kontrol sistemleri, ziyaretçilerin yoğunluğunu önceden tahmin ederek performasını otomatik olarak ayarlıyor, Sistine Şapeli’ndeki tabloları korumak için en ideal iklim koşullarını oluşturuyor. Ziyaretçilerin rahat gezmesine de olanak sağlayan havalandırma sistemini 1990 yılında kuran Carrier, bu kez yenilenmesi için Vatikan’la işbirliği yapıyor. Eskisine göre 2 kat daha etkin ve 3 kat daha fazla kapasiteye sahip yeni sistem sayesinde; daha önce şapele 1 seferde maksimum 700 ziyaretçi kabul edilirken, bugün 2.000’e yakın ziyaretçi ağırlanabiliyor.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Vatikan Müzeleri Müdürü Antonio Paolucci, “Amacımız restore etmek değil, korumak. Bu yüzden Carrier’ı seçtik. Çünkü Sistine Şapeli gibi bir başyapıtın, kıyaslanabilir bir teknoloji başyapıtına ihtiyacı var” dedi. Carrier AdvanTE3C Avrupa Müdürü Michel Grabon ise, “Projenin başından sonuna kadar tüm aşamalarında kullanılan yüksek teknoloji, tarihin en önemli başyapıtlarından birini kusursuz biçimde koruyor. Sistem, kendini yenileyebilen yapısıyla Vatikan’ın artan ihtiyaçlarına cevap veriyor” diye konuştu.

Yapı, 19.11.2014

EZBER BOZAN KURAN ALMANYA'DA BULUNDU

 

 

Almanya'nın Tübingen Üniversitesi'nde nadide bir el yazması Kuran bulundu. Kuran'ın özelliği Hz, Muhammed'in ölümünden 20 ila 40 yıl sonra kaleme alınmış olması. Günümüze 4 suresi kalan Kuran, en eski Arap hattı "kufi" ile yazılmış.

 

Almanya'da ilahiyat çalışmaları seyrini değiştirebilecek el yazması Kuran bulundu. Nadide el yazması Kuran'ın adresi Tübingen Üniversitesi kütüphanesi. Fransız ve Alman bilim insanlarının yürüttüğü Coranica projesi çerçevesinde incelenen yazma, İslam'ın en erken dönemlerine tarihlendi.

Eserdeki karbon miktarını ölçen radyokarbon metoduyla incelenen yazma, yüzde 95lik bir ihtimalle 649-675 tarihi arasında kaleme alınmış. Yani Hz. Muhammed'in ölümünden 20 ila 40 yıl sonra. Bu, el yazması Kuranlar arasında oldukça nadir rastlanan bir durum. El yazmasında İsra, Yasin, Saffat ve Hadid sureleri bulunuyor.

Kuran, en eski Arapça hat formu olan Kufi yazısıyla yazılmış. Ve harfleri sağa yatıran hicazi üslubu benimsenmiş. 8. - 9. yüzyıllarda görülen hicazi tarzının 7. yüzyılda görülmüş olması şaşırtıcı.

Esere daha sonraki sahipleri tarafından üzerinde sessiz harfleri okutmaya yarayan haretlerin konulduğu, notlar alındığı, başlıklar konulduğu görülüyor.

El yazması Kuran, Tubingen Üniversitesi'nin 1864 yılında Prusya konsülünün tüm koleksiyonu satın almasıyla kütüphaneye ulaşmış.

Vatan, 19.11.2014

KANAL AÇARKEN ROMA DÖNEMİNE AİT LAHİT BULUNDU

 

 

Düzce Belediyesi’nin Dereli Tütüncü Mahallesi’ndeki altyapı çalışmaları sırasında kepçe ile kanal açılırken tarihi kalıntılara rastlanıldı.

İşçiler kazı çalışmalarını durdururken, Düzce Müze Müdürlüğü’ne haber verildi. Kazı yapılan bölgenin etrafı çevrilirken, polis ekipleri önlem aldı. Müze Müdürlüğü yetkililerinin gözetiminde lahitin etrafı kazıldı. Lahdin Roma dönemine ait olduğu tahmin edilirken, Kocaeli Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na haber verildi. Çevrede başka kalıntıların olup olmadığının tespit edilmesi, lahittin açılması için kanalizasyon için yapılan çalışmalara ara verildi.

Cnn Türk, 19.11.2014

SİVRİADA'YI İMARA AÇAN PLAN DURDURULDU

 

İstanbul 3. İdare Mahkemesi, Sivriada'yı imara açan proje hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Adalar Belediye başkanı Atilla Aytaç kararla ilgili, 'yürütmeyi durdurma kararı adalar halkı tarafından olumlu karşılandı. Şu anda Yassıada ile ilgili devam eden bir mahkeme var. Umarım Yassıada için de aynı karar verilir' dedi.

 

 

Sivriada, 1978 yılında Koruma Kurulu kararı ile doğal SİT alanı ilan edildi. 2009 yılında ise Koruma Kurulu tarafından ikinci 2. derece doğal ve 3. derece arkeolojik SİT olarak belirlendi. Daha sonra hazırlanan 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nda Sivriada 2. Derece Doğal SİT ve 3. Derece Arkeolojik SİT Alanı olarak ve aynı zamanda bütünüyle ‘Askeri Alan’ lejandında gösterildi. Kurum görüşleri alınarak sismik araştırma amaçlı yapılar dışında yapılaşmaya tamamen kapatıldı. Hazine mülkiyetinde olan Sivriada, 3 Ekim 2012 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edildi. İstanbul 5 No’lu Koruma Kurulu 8 Mart 2013’te Sivriada’yı tarihi SİT'ten çıkardı. 28 Haziran 2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan revize 1/5000 ölçekli planda, ‘Askeri Yasak Bölge’ lejanı, ‘Turizm ve Kültürel Tesis Alanı’ olarak değiştirildi. Uygulama imar planında ise adada “Fuar, kongre merkezi, konferans salonu, kültürel tesis, dini tesis, açık hava müzesi, amfi tiyatro, sergi salonu, karşılama yapıları, spor salonu, seyir terası, parklar, marina, kafe ve restoran yapılabilir” denildi. Böylelikle Sivriada imara hazır hale geldi. Ancak Sivriada’nın imara açılmasına tepkili olan ada halkı projenin iptal edilmesi için Adalar Belediyesi’ne başvurdu. Adalar Belediyesi ise İstanbul 3. İdare Mahkemesi’ne başvurarak planın iptal edilmesini istedi.

YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARI VERİLDİ
Projenin planlama ilkelerine aykırı olduğu ve projenin kamu yararına uygun olmadığı kanaatine varan İstanbul 3. İdare Mahkemesi Sivriada’yı imara açan proje hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Mahkeme tarafından verilen kararın adalar halkı tarafından olumlu karşılandığını söyleyen Adalar Belediye Başkanı Atilla Aytaç sözlerine şu şekilde devam etti: "Yassıada ile Sivriada arkeolojik ve doğal sit alanlarıydı. Bu adalar sit alanından düşürülüp revize edilen planlarla imara açıldı. Bu yanlış olduğu için mahkemeye başvurduk. Mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararını olumlu buluyoruz. Umarım revize edilen planlar iptal edilir. Aynı durum Yassıada içinde geçerli. Yassıada ile ilgili de dava açtık. Dava devam ediyor. Yassıada ile ilgili hazırlanan bilirkişi raporu mahkemeye sunuldu. Umarım Yassıada ile ilgili de yürütmeyi durdurma kararı verilir."

YASSIADA İÇİN DE AYNI KARAR BEKLENİYOR
Marmara Denizi’ndeki tüm adalarla birlikte 1976 yılında korunması gerekli doğal ve tarihi SİT ilan edilen Yassıada, 2011 yılında da 3. derece arkeolojik sit olarak tescillendi. 27 Nisan 2011’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen ada, Kasım 2012’de sitten çıkarıldı. Nisan 2013’te torba yasa ile kültür ve turizm tesisinin önü açıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yaptığı 1/ 5000 ve 1/1000 ölçekli imar planları ile adaya otel, restoran, konferans ve kongre merkezleri, konaklama tesisleri yapılmasının startı verildi. Adalar Belediyesi Yassıada ile ilgili ayrıca dava açtı. 1960 darbesi sonrası yargılamaların yapıldığı ve aynı zamanda Başbakan Menderes ve arkadaşlarının hapis yattığı yer olarak hafızalara kazınan ve bir dönem müze haline getirilmesi düşünülen Yassıada için son kararı İstanbul 3. İdare Mahkemesi verecek.

Radikal, Haber: İdris Emen, 19.11.2014

VAN GOGH "İNTİHAR ETMEDİ, ÖLDÜRÜLDÜ" İDDİASI

 

 

Bir adli tıp uzmanı, kendini vurarak intihar ettiğine inanılan dünyaca ünlü ressam Vincent van Gogh'un öldürülmüş olabileceğini öne sürdü.

 

Ateşli silah yaralanmaları konusunda uzman olan Doktor Vincent Di Maio, dünyaca ünlü ressamın inanıldığı şekilde kendi kendisini göğsünden vurmasının mümkün olmadığını söyledi. Vanity Fair'e konuşan adlı tıp uzmanı, Van Gogh'un bedenindeki ölümcül yaralanmaların kendisi tarafından ateş açtığı bir silahtan kaynaklanıyormuş gibi gözükmediğini belirtti.

 

ABD'de Trayvon Martin isimli siyahi genci vurmakla suçlanan George Zimmerman davasının da kilit tanıklarından biri olan Doktor Di Maio, sanıldığı gibi Van Gogh'un göğsündeki kahverengi ve mor bölgenin lekelenmenin, intihar göstergesi olmadığını belirtti. Di Maio, sol tarafındna vurulan Van Gogh'un kendisini sol eliyle vurmasının çok zor olduğunu, ancak bir başka kişinin silahı arkasından tutması ve baş parmağıyla tetiği ittirmesi sayesinde bunun mümkün olabileceğini söyledi. Dia Maio, sağ elin kullanımının ise çok daha absürd kaçacağını ekledi ve "Üstelik Van Gogh kendini vurmuş olsaydı parmaklarında yanık izleri olurdu. Ancak böyle bir şey söz konusu değil" diye konuştu.

 

1888'de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kesen Hollandalı ressam Vincent Van Gogh'un ruhsal durumunun giderek kötüleşmesi üzerine 1890'da kendini göğsünden vurarak intihar ettiğine inanılıyor.

Hürriyet, 19.11.2014

EFES'TE HEDEF 'KALICI DÜNYA MİRASI LİSTESİ'

 

Klasik Yunan döneminin en önemli kentleri arasında yer alan, Türkiye'nin yurt dışında en çok tanınan ören yerlerinden Efes, 2015'te 15 yıllık bekleyişinin sona erdirerek, UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'nden kalıcı listeye alınmayı bekliyor. İzmir Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, Efes'in Dünya Miras Listesi'ne alınması için yıllardır sürdürülen çalışmaların 2015'de sonuç vermesini beklediklerini söyledi. Bu yıl Dünya Miras Listesi'ne alınan Bergama'da olduğu gibi Efes'te de yoğun hazırlık çalışmaları yürüttüklerini aktaran Ediz, "Bakanlık olarak inancımız ve hedefimiz 2015'te Efes'in Dünya Miras Listesi'ne girmesi" dedi. Ediz, Efes'in uzun süre geçici listede kalmasının "yerel ve merkezi işbirliğinin sağlanamamasından kaynaklandığını" kaydederek, "Selçuk Belediyesi, eğer Bergama Belediyesi'nin yapmış olduğu işbirliğini bu süreçte yapmış olsaydı Efes, Bergama'dan önce girerdi.


Selçuk'ta son yerel yönetim değişikliğiyle çok iyi bir işbirliği ve yoğun bir çalışma var" diye konuştu.

Yeni Asır, 18.11.2014

AKP'NİN 'GEZİ' İNADI BİTMİYOR: 'KIŞLA' İÇİN BÜTÇEDEN PAY

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB), 12 milyar 250 milyon lira olarak belirlenen 2015 yılı bütçesi sert tartışmalar arasında oy çokluğu ile kabul edildi. CHP Grup Sözcüsü Tonguç Çoban hem strateji planlarında hem de 2015 performans yatırım planlarında “Taksim Meydanı Kentsel Tasarım ve Taksim Kışlası Restitüsyon Yeni Kullanım” projesinin yer almasına tepki göstererek “Gezi Parkı’na kışla yapma sevdasından vazgeçin. Park olarak kalsın” dedi.

 

İBB Başkanı Kadir Topbaş dün belediye meclisine 2015 yılı bütçesini sundu.  2015 yılı bütçesinin 12 milyar 250 milyon TL olduğunu belirten Topbaş, geçen yıla göre bütçede yüzde 32.60 artış olduğunu söyledi. Belediyeye bağlı kuruluşlarla birlikte konsolide bütçenin 31 milyar 865 milyona TL’ye ulaştığını belirtti. Çevre konusunda yanlış anlaşıldıklarını, raylı sistemlerin ardından en büyük yatırımı çevreye ayırdıklarını savunan Topbaş, bütçenin yüzde 40’ının çevre yatırımlarında kullanılacağını söyledi. Topbaş, Unkapanı Köprüsü’nü denizin altına alacaklarını ve konunun ihale aşamasına geldiğini de açıkladı.

 

“Kışla sevdası”

Stratejik planda ve performans yatırım programında Gezi Parkı’na kışla adı altında AVM inşa edilmesine yönelik projenin yer alması tartışma yarattı. CHP Grup Sözcüsü Tonguç Çoban “10 yakın gencimizi bu olaylar çerçevesinde kaybettik ve ortak acımızdır. Bunun simgelendiği yer Gezi Parkı’dır. Direniş de Gezi Parkı’nın park olarak kalması orada ağaçların kesilmemesiydi. Bundan herkesin bir ders çıkarması lazım. Başka benzeri olaylar olmaması gerekirken inadına inadına ‘Taksim Kışlası’ kavramı bu plana sokuluyor. Olaylardan sonra hiçbir zaman Gezi’ye yapılacak kışlayı  bu kadar açık söylememişlerdi” diye konuştu.

 

Deprem rantı

CHP grubu adına söz alan meclis üyesi Hakkı Sağlam bütçe ile ilgili eleştirilerde bulundu. Kentin dört bir yanının AVM’ler ile doldurulduğunu vurgulayan Sağlam “Kişiye özel imar düzenlemesi ile müteahhitlere rant sağladınız. Topbaş’a sormak istiyorum. Olası bir depremde siz hangi parkta hangi toplanma alanında olacaksınız? Deprem rant kapısı haline geldi” dedi.

 

Mikrofon kapatıldı

Meclis Başkan Vekili Ahmet Selamet, Hakkı Sağlam’ın konuşma süresini aşması üzerine mikrofonu kapattırdı. Selamet ve Sağlam arasında konuşma süresi hakkında pazarlık yapıldı. Teşekkür etmek için süre isteyen Sağlam’ın mikrofonu açıldı ancak itfaiyede yaşanan yolsuzlular, işçi ölümleriyle ilgili eleştiriye devam ettiği için yeniden kapatıldı. Bu sırada AKP’li üyeler sıralara vurarak protesto ederken CHP’li üyeler alkışlarla Sağlam’a destek verdi. Sağlam’dan sonra konuşma yapacak olan MHP’li Meclis Üyesi Hüseyin Kırcalı’nın süresini Sağlam’a vermek isteyince tekrar tartışma çıktı ve oturuma ara verildi.  Aranın ardından Sağlam, kısa bir teşekkür konuşması yaparak grubunun bütçe tasarısına, kent yararına uygun görmedikleri için ret oyu vereceğini söyledi.  Konuşmaların ardından İBB 2015 yılı bütçesi oy çokluğu ile kabul edildi.

Cumhuriyet, Haber: Hazal Ocak, 18.11.2014

 

******


'TOPÇU KIŞLASI' YAPILABİLİR Mİ?

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi'nde Topçu Kışlası tartışması yaşandı. 'Taksim Meydanı Kentsel Tasarım ve Taksim Kışlası Restitüsyonu' adıyla 2015-2019 Stratejik Planı'nında İBB'nin projeyi gündeme aldığı görüldü. Taksim Gezi Parkı'na yeni bir proje yapılabilir mi? Nasıl yapılır? İBB nasıl bir yol izleyecek?

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi 17 Ocak 2012’de ilan ettiği ‘1/5000 Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’ ile ‘1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planları’nda tadilat yapmış, bu tadilatla Taksim’de Yayalaştırma Projesi başlamış, Gezi Parkı’na da Topçu Kışlası yapılmasının önü açılmıştı. Mimarlar, Şehir Plancıları ve Peyzaj Mimarları Odası bu plan tadilatlarının şehircilik ilkelerine ve mevcut yasalara aykırı olduğu gerekçesiyle mahkemeye götürmüştü.

 

İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nde açılan davaya gönderilen bilirkişi raporunda ‘‘Dava konusu plan değişikliklerinin çevre , kültürel ve doğal miras, kültürel ve ekonomik yapı, teknik altyapı, sosyal donatı, yapı ve sokak dokusu, mülkiyet yapısı, ulaşım, dolaşım sistemi, şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine uygun olmadığı, söz konusu planın sadece ‘Taksim Alanı Yayalaştırma Projesi’ gibi görünmekle birlikte plan notlarında Gezi Parkı’nı da içerdiği ve plan onama sınırı içindeki bir alanın planlamasının sonradan düzenlemek üzere ayrılarak belirsiz bırakıldığı” tespiti yapıldı.

İstanbul 1. İdare Mahkemesi, bilirkişi raporuna uyarak 6 Haziran tarihli kararında plan değişikliğinin ‘‘Şehircilik prensiplerine, koruma kurulu kararı ilkeleriyle, planlama esaslarına uygunluk bulunmadığı sonuç ve kanaatine’’ varmıştı. Kültür Bakanlığı ile İBB’nin Danıştay’a yaptığı itirazda reddedilerek mahkemenin kararı onanmıştı. Böylelikle Topçu Kışlası’nın yapımına onay veren imar planı iptal olduğundan yeni bir plan değişikliği yapılıncaya kadar da proje rafa kalktı. Üstelik dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan gezi olayları devam ettiği sırada ‘mahkeme lehimize karar verirse plebisit (halk oylaması) yapılacağını, aleyhimize karar verir ise projenin iptal edileceğini’ açıklamıştı.

 

Tüm bunlara rağmen İBB Meclisi’nde projenin yeniden gündeme alınması oldukça şaşırtıcı. Bu durumda İBB’nin 1 / 5000 Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nda yeniden değişiklik yapması, plan notlarına Topçu Kışlası’nı yapabilecek değişiklikleri işlemesi gerekiyor. Haliyle bu değişikliklerin de İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na da sunulması lazım. Koruma Kurulu’na henüz böyle bir plan değişikliği başvurusu yapılmış değil. Ancak bu yapılmayacak anlamına gelmez.

 

Plan değişikliği aynı zamanda İBB Meclisi’nin de gündemine gelmesi gerekiyor. Kabul edildiği takdirde askıya çıkacak. 1 aylık itiraz sürecinden sonra plan, 2 Numaralı Koruma Kurulu’nun da onayından sonra hayata geçirilebilir. Ancak Koruma Kurulu daha önce örneklerinde olduğu gibi by-pass edilebilir. Gezi parkındaki tescilli ağaçlardan dolayı Kültür Varlıkları yerine Tabiat Varlıkları Komisyonu’ndan proje onayı alınabilir. Doğal ve Tarihi sitlerin çakıştığı alanlarda Tabiat Varlıkları Komisyonlarının da kararı geçerli oluyor. Nitekim Tabiat Varlıkları Komisyonu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı olduğundan oradan karar çıkartmak çok daha kolay görünüyor. Olması gereken ise hem Tabiat Varlıkları Komisyonu hem de Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nun plan değişikliğine onay vermesidir.

 

Daha önceki değişiklik idari mahkeme tarafından iptal edilmişken İBB yeni bir plan değişikliğine gidebilir mi? Yasal olarak gidebilir. Lakin mahkemenin itirazlarını göz önüne alarak bu değişiklikleri yapması gerekir. Mahkeme alenen koruma kurulu ilke kararlarına aykırı bulduğu Topçu Kışlası’nın ihyası, plan değişikliğinde nasıl bir kılıfla işlenecek orasını zaman gösterecek. Malum son dönemde mahkeme kararları akıl almaz yöntemlerle uygulanmıyor. Yeni bir hülle ile karşı karşıya kalabiliriz…

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.11.2014

 

******


İBB'DEN TOPÇU KIŞLASI AÇIKLAMASI

 

 

İStanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) 2015 bütçe oylamaları sırasında tekrar gündeme gelen Taksim Topçu Kışlası projesiyle ilgili dün açıklama yaptı.

 

Açıklamada, “Daha önceki yatırım program ve planlarında yer alan projeler gibi, Taksim Topçu Kışlası Projesi’nin 2014-2019 Stratejik Planı’nda yer alması rutin ve teknik bir uygulamadan ibarettir” denildi.

 

YARGI NE DERSE O

Ayrıca, mahkemenin vereceği karar doğrultusunda projenin ya iptal edileceği ya da yeniden yapılması yönünde karar çıkarsa, halk oylamasına (plebisit) gidileceği hatırlatıldı. Bu açıklamalara CHP’den ise ‘Vahim’ yorumu geldi. CHP’li İBB Meclisi üyesi Hüseyin Sağ, “Rapora giren maddeler rutinse bu vahim. Stratejik plan, 2 kilo ağırlığında bir kitap. Başkan demek ki hiç incelemiyor ki” diye tepki gösterdi.

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 20.11.2014

TARİHİ KÜMBETİ BİR YIKMADIKLARI KALDI

 

 

Van’ın Gevaş İlçesi'ndeki Selçuklular’dan kalma 700 yıllık tarihi Halime Hatun Kümbeti’ne neredeyse bitişik inşa edilen yurt binasıyla ilgili Koruma Kurulunun “Silüeti fazla etkilemiyor” dediği ortaya çıktı. 1. derece arkeolojik sit alanı olan bölgedeki kaçak ve ruhsatsız yurt binasıyla ilgili soruşturma açılsa da, yetkililer dosyayı 2010 yılında kapatarak, yurt binasının bu şekilde kalmasına göz yumdu. Oysa AKP’li belediye başkanı “Bu görüntü tarihi katleden bir görüntüdür. Mutlaka ortadan kaldırılması lazım” demişti.

 

700 YILLIK ‘ECDAT’ YADİGARİ

Van’ın Gevaş İlçesi'ndeki Melik İzeddin tarafından 700 yıl önce kızı Halime Hatun için yaptırdığı Halime Hatun Kümbeti’nin güneybatısına 7 yıl önce yurt binası yaptırıldı. Bina, tarihi kümbetin dokusuna görüntü açısından zarar verdiği için büyük tepki çekti.


Van Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün bilgi edinme hakkı kapsamında yapılan bir başvuruya verdiği yanıta göre, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Gevaş Belediyesine ait olan Selçuklu Mezarlığı ile Halime Hatun Kümbeti, 30 mayıs 1985 tarihinde 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edildi.

 

SİLÜETİ FAZLA ETKİLEMİYORMUŞ

Bölgede yapılaşma yasağı olduğu halde, 7 yıl önce kümbetin hemen yanı başında kaçak ve ruhsatsız olarak inşa edilen yurt binasıyla ilgili Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun skandal bir yorum getirdiği ortaya çıktı. Kurul, 13 mayıs 2010’te kümbetin hemen yanı başındaki binanın sit alanı dışında kaldığını öne sürerek, “Yüksekliğinin türbe silüetini fazla etkilemediği”ni söyledi.

 

Kurul ayrıca, ilçenin eğitim ve öğretim ihtiyacına destek olarak barınma sorununun karşılanmasına yönelik kamu hizmeti yaptığı için inşa edilen yurt binasına yönelik bir fiziki müdahalede bulunulmamasına karar verdiğini bildirdi.

 

BAŞKAN ‘KATLİAM’ DEMİŞTİ

Kümbetin silüetinin bozulmasıyla ilgili AKP’li Gevaş Belediye Başkanı Sinan Hakan, ağustos ayında yaptığı açıklamada, “Bu görüntü bu tarihi katleden bir görüntüdür. Bana göre bir cinayettir. Bunun mutlaka ortadan kaldırılması lazım” demişti.

 

SORUŞTURMA DOSYASI 2010’DA KAPATILMIŞ

Ancak, Van Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma Bölge Kurulu, 2008 yılında MEB tarafından izinsiz ve ruhsatsız inşaat edilen yurt binasını yapan ve yaptıranlar hakkında adli ve idari soruşturma açılmasına karar verdiği halde, inşaata müdahalede bulunulmasıyla ilgili bir karar almadı. Van Valiliği de, 27 aralık 2010 tarihinde ruhsatsız yurt binasının yapılmasına müsaade eden kamu görevlileriyle ilgili soruşturmaya izin verilmemesini kararlaştırdı. Belediye Başkanı’nın 2014 yılında “Yıktıracağız” dediği kaçak yurt binasının dosyası 2010 yılında tamamen kapatıldığı ortaya çıkmış oldu.

 

 

‘AZ YA DA ÇOK DİYE BİR ŞEY OLMAZ’

Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Sami Yılmaztürk: “Fazla etkilememek”  diye bir kavram olmaz. Bir suç tespit edilmiş ve soruşturma dosyası açılmış. “Fazla etkilemediği” şeklindeki ifade, dosyayı kapatmak için kullanılan bir kitabına uydurma ifadesidir. Bunun azı, çoğu nasıl oluyor? Etkilemiştir. Kültür varlıklarının algılanabilir olması gerekir. En basitinden bir fotoğraf çektiğinizde, o yurt giriyorsa kareye, etkileniyor demektir. Hangi açıdan bakarsanız bakın, kümbet ve yurdu aynı açıda görüyorsunuz. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Bu yurt, hem imar kanununa, hem de koruma mevzuatına aykırı bir işlemdir.

 

GÜL YÜZÜNÜZE SÖZÜMÜZ OLSUN: KAÇAK YAPIYI YIKTIRACAĞIZ

Fevzi ÖZLÜER*

Artos Dağları ile Van Gölü arasında kalan kıyıda kuruldu Gevaş. Urartular yaşadı. Sonra Bizans, Arap ve İranlılar geçti bu topraklardan. Anadolu’ya Türkmen akınları başladığında da boyların yerleştiği alanlardan biriydi Gevaş. Artos eski Yunanca’da “ekmek” anlamına geliyordu. Bu “ekmekartos” Hristiyanlıkla birlikte bir tür “kutsal ekmekpasta” görünümü kazandı. Dirilişi temsil eden sembolik bir coğrafyanın adıydı artık Artos. İşte Anadolu’ya gelen Türkmenler de bu mekanı, kutsallığıyla emanet aldılar. Dağın kutsal ekmeğinden besleneceklerini bildiklerinden, kadın savaşçıları için bir mezar yaptılar. Hatunlar mezarlığının başına da bilgeliğin temsilcisi Halime Hatun’un adıyla bir kümbet ördüler. Miladi 1335 yılında, Melik İzeddin’in zamanında.


Van Tatvan karayolu bu mezarlığın ortasından, 1940 yılında, geçirilinceye kadar tüm bir tarih neredeyse unutulmuştu. Yolun iki yakasında kalan şahideler ise 1985 yılında yeniden hatırlandı. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Halime Hatun Kümbeti’ni ve Hatunlar mezarlığını sit alanı olarak tescil etti, koruma altına aldı. Mezar alanında, pek çok uygarlığın mezar kültü yanı sıra “türkmen şehidelerin” mezarları vardı. Hatunların mezarlarında, geometrik ve rumi desenler, geçme yıldız ve kandil motifleriyle Selçuklu celi-sülüs hat sanatının en güzel örnekleri bulunuyordu. Mezarlarda en yaygın yazı ise, “Yaşayan herkes, elbet ölecektir” ve “Ölüm, nasihat olarak yeterlidir” idi.


Hatun savaşçıların sandukasının bir yüzünde ise Farsça şu Rubai yazılıydı: “Ey mezarın toprağı onu incitmeye çalışma, o çok değerli bir konuktur, onu iyi ağırla, onun misk kokan örgülü saçını çözme, onun gül yüzünü toprağa katma.”  


Bu asil insanların mezarlarına, Kuran-ı Kerim ve Ayet-el-kürsü’yü incelikle işleyenlerin ruhuna karayolundan sonra, başka bir gölge ise sit alanı ilan edilen mezarlığın ve kümbetin koruma alanına ruhsatsız yurt yapılmasıyla düştü.  Halime Hatun Kümbeti’nin ustası Ahlatlı Pehlivan oğlu Esed çıksa gelse, “Bunu mu yaptınız başucumuza” dese vereceğimiz bir yanıt var mı? Evet, var. Onların var. Koruma Kurulu, Anadolu’nun en özgün Türk-İslam “Yapı bütünlüğünün siluetini yurt binasının fazla bozmadığı” yanıtını verecektir, mesela. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından koruma alanına kaçak olarak yaptırılan bu yapıyı, “İlçenin yurt ihtiyacını karşıladığı için yıkmadık” diyebilecektir Kurul üyeleri. Hem de bağlı oldukları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nu çiğneyerek. Sandukaların üzerindeki yazıları unuttuğumuz anlarda da riyakarlıklarıyla dillenecekler. Tarihi yeniden yazmaya girişenlerin, tarihin üzerine diktikleri tüyü çıkartmak da yine Anadolu’nun ortak mirasını koruyacak olanlara kalıyor. Pehlivanoğlu’na sözümüz olsun, hatunlara sözümüz olsun. Gül yüzünüzü toprağa katmayacağız, üzerinize düşen gölgeyi kaldıracağız.

*AVUKAT

Evrensel, Haber: Sinem Uğurlu, 18.11.2014

KÖŞK'TEKİ TARİHİ ESERLER SARAY'A TAŞINIYOR

 

 

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün çabalarıyla restorasyondan geçirilen tablo ve vazolar ile yerli ve yabancı ressamların eserlerinin yer aldığı koleksiyon, Çankaya Köşkü’nden ‘Ak Saray’a taşınıyor.

 

Alınan bilgilere göre, güvenlik gerekçesiyle akşam başlayan taşıma işlemleri, gece yarısına kadar sürüyor. Vazo ve metal parçalar taşındı. Dün gece ise 350 tablonun Ak Saray’a götürüldüğü öğrenildi. Kalan eserlerin ise önümüzdeki günlerde taşınması planlanıyor.

 

Cumhurbaşkanlığı envanterine kayıtlı tablo ve çerçevelerin restorasyon ve konservasyonları, 16 Ekim 2012 tarihinde Rijks Müzesi’yle (Kraliyet Müzesi) bir sözleşme imzalanarak yapıldı. Uzman tablo restoratörü Barbara Schoonhoven’in önderliğinde yapılan çalışmalarda 43 tarihi tablo restore edildi. Çalışmaların bir bölümü İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tablo Restorasyon Stüdyosu’nda yapıldı. Çankaya’da restore edilen eserler arasında Mimarzade Mehmed Ali Bey’in alegorik tablosuyla, Ayvazovski’nin ‘Kış’ ve Hollandalı ressam Petrus van Schendel’ın 1841 tarihli ‘Balık Pazarı’ adlı tabloları da var. Atatürk’ün taşınması sırasında Dolmabahçe Sarayı’ndan Çankaya’ya  getirilen eserlerin arasında dünya resminin değerli isimlerinden Gerome, Boulanger, Emile van Marcke’a ait eserler olduğu gibi Türk resmini temsilen Şevket Dağ, Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, Ömer Adil, Fikret Mualla’nın eserleri de bulunuyor.

Zaman, Haber: Ünal Livaneli, 18.11.2014

 

******


ÇANKAYA BOŞALTILIYOR, EŞYALAR AK SARAY YOLCUSU

 

Paha biçilemeyen yüzlerce tablo, vazo, kristal kaseler, bronz heykeller, fermanlar ve ipek halılar Çankaya Köşkü’nden Ak Saray’a taşınıyor. BUGÜN Gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak, Çankaya Köşkü’nün boşaltılma sürecini dikkat çeken bir yazılya köşesine taşıdı.

 

 

Atatürk Orman Çiftliği’ne yapılan AKSaray, yargı kararına rağmen sürdürüldü ve neticede kısmen tamamlandı. Hem hukuka aykırı bir inşaat olduğu için tartışıldı hem de hiç ihtiyaç yokken, yüz milyonlarca liranın bir ihtişama gömülmesi eleştiri konusu yapıldı. Üstelik 1 milyar 370 milyon lira henüz inşaatın yarısını teşkil ediyor; daha çok iş var!!! Ayrıca AKSaray sözde Başbakanlığa tahsis edilecekti. Zira mevcut Başbakanlık binası yetersiz kalıyor; üstelik birçok binaya dağınık olarak çalışıyordu. Ama Erdoğan cumhurbaşkanı seçilince, AKSaray onun oldu. Şimdi hemen itiraz edecekler: “Bu milletin malı.” Peki siz millete, “Bir binaya bu kadar para sarf edeceğiz, doğru mu yapıyoruz” diye sordunuz mu? Halkımızın bunca israfı onaylayacağını düşünüyor musunuz?  

İş bu kadarla da bitmedi… Gündemi sarsacak çok önemli bir haber duydum. Haberi teyit ettirdim. Herkesin şaşıracağı bir “doyumsuzluk manzarasıyla” karşı karşıya bulunuyoruz. Şimdi de Çankaya’nın bütün eşyaları, tabloları, vazoları, porselen tabakları, gülabdanları, laledanları, kristal kaseleri, halıları, seramikleri, bronz heykeller, fermanlar, tombaklar, sedef kakmalı masalar, kahve fincanları, her şey AKSaray’a taşınıyor. Devletin malı üzerinde böylesine keyfi tasarruf olur mu? Çankaya Köşkü’nün içi boşaltılıyor.   

Hayrünnisa Gül’ün hazırladığı “Çankaya Hazineleri” isimli kitabı karıştırıyorum. Köşk koleksiyonundan seçme eserler bu kitapta yer alıyor. Hayrünnisa Hanım, first lady olur olmaz büyük bir restorasyon çalışmasına başlamıştı. Atatürk’ün ikamet ettiği Pembe Köşk’te, çok sayıda tablo, porselen, seramik, cam, gümüş, halı gibi değerli eşyalar mevcuttu. Bunların bir kısmı Osmanlı döneminde saraylarda kullanılmış, cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda, Dolmabahçe Sarayı’ndan Ankara’ya gönderilmişti. Aralarında 14. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın başına kadar geniş bir zaman diliminde, Uzak Doğu ve Avrupa’da üretilmiş porselen ve seramik vazolar, tabaklar, küpler, gümüş yemek takımları, kristaller, ipek ve yün halılar, mobilyalar vardı. Bu eserler, zaman içinde yıpranmış, bazıları kırılmıştı. Hayrünnisa Gül, Milli Saraylar’dan uzmanlar davet etti; hasar tespiti yapıldıktan sonra, konularında uzman ustalar ve restoratörler, bütün eserlerin, halı ve mobilyaların bakım ve onarımını gerçekleştirdi. Bu sayede, Çankaya Köşkü’nün her köşesinde, makam odalarında, koridorlarında, toplantı, kabul ve resepsiyon salonlarında, yeniden gün yüzüne kavuşturulan bu eserler, teşhir edilmeye başlandı. 350’den fazla tablo, kimisi depolardan çıkarılarak restore edildi; duvarlara asıldı, birçok kırık vazo tamir edilmek suretiyle, Köşk’ün herhangi bir mekanında yerini aldı. Üstelik Cumhurbaşkanlığı koleksiyonunun bu nadide parçalarının bir envanteri yazılmak suretiyle, kayıp ve kaçak engellenmek istendi. Teşhir edilemeyen eşyalar ya da aksesuarlar, çok özel depolarda muhafaza altına alınarak, yeniden tahrip edilmeleri engellendi.   

Bunca emek heba oldu. Çankaya tarumar. Bir tarihi yansıtan bu eşyalar, artık Allah’a emanet. Kırılır mı? Kaybolur mu? Çalınır mı? Bir başkasıyla değiştirilir mi? Kim mevcut envanterin izini sürüp de kayıp ya da kaçağın hesabını soracak? Bütün bu değerlerin üzerine bir bardak su içelim. Çok yazık… 



 

Pembe Köşk’teki Uzak Doğu işi antika porselen vazolar, nasıl kırılmadan, zarar görmeden AKSaray’a taşınacak? Kaldı ki, Atatürk’ün anılarıyla dolu olan Pembe Köşk’ün, ayrıca daha sonra yapılan Çankaya Köşkü’nün müze olarak halka açılması daha doğru değil mi? Madem, her şey milletin malı, niçin müzede sergilemek yerine AKSaray’a gönderiliyor? 



 

Hayrünnisa Gül, Çankaya Köşkü’nün farklı odalarında birbirinden güzel mekanlar yaratmıştı. Şimdi bu eşyaların hepsi ya AKSaray’a gitti ya da gitmek üzere. Cumhuriyet geleneğinin bir sembolü olan Çankaya Köşkü kaderine terk edildi.  

 

 

Osmanlı-Beykoz 19’uncu yüzyılın 2’nci yarısında imal edilen opalin gülabdanlar, hepsi Çankaya’nın özel vitrinlerinde teşhir ediliyor. Ya bunlar AKSaray’a taşınırken kırılırsa… Çalınırsa… Daha az değerli olanlarla değiştirilirse!!! Kim bunların izini sürecek? 



 

Atatürk döneminde Milli Saraylar’dan Çankaya Köşkü’ne getirilen 12 adet gümüş tuzluğun 6’sını Hayrünnisa Gül, nikelle kaplanmış olarak buldu. Özel bir restorasyon çalışması sonrasında, nikel kazındı ve gümüş tuzluklar ortaya çıktı. Tuzluklar da AKSaray yolcusu. 

 


Bugün, 21.11.2014

ANKARA'DA TARİHİ KONAKTA YANGIN

 

Başkent’te tarihi bir konakta çıkan yangın paniğe neden oldu. Kısa sürede alevlere teslim olan konak, itfaiye ekipleri tarafından söndürüldü.

 

Yangın, gece saat 04.30 sularında Altındağ İlçesi'nde meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, hacettepe Mahallesi, Hamamönü Sokağı’nda bulunan tarihi bir konakta, henüz bilinmeyen bir nedenden dolayı yangın çıktı. Kısa sürede bütün konağı saran alevler, yan tarafta bulunan lokantanın çatısına da sıçradı. Yangını, o sırada devriye gezen polis ekipleri fark etti.

 

Polis ekiplerinin ihbarı üzerine olay yerine gelen itfaiye ekipleri, kısa sürede yangına müdahale etti. Merdivenle çatıya çıkan itfaiye erleri, alevleri kontrol altına aldıktan sonra konağın kapısını kırarak içeri girdi. Yangın, çevredeki diğer tarihi binalara sıçramadan söndürüldü. Yangında yaralanan bulunmazken, birbirine komşu 2 konakta maddi hasar meydana geldi.

Polis ekipleri, şüpheli gördükleri bir şahsı gözaltına aldı. Gözaltına alınan şahsın, konağın sahipleri Kemal A. ve Yıldız A.’nın oğlu Sinan A. olduğu öne sürüldü. Sinan A.’nın gece saat 01.00 sularında anne ve babasıyla tartıştığı iddia edildi. İddiaya göre; tartışmadan sonra anne Yıldız A. ve Baba Kemal A. evden ayrıldı.

İtfaiye ekipleri, yangının çıkış nedeniyle ilgili inceleme başlattı.

Mlliyet, 18.11.2014

ATAKÖY KÖRDÜĞÜM

 

 

İstanbul’un en gözde bölgelerinden olan Ataköy sahiline milyonlarca dolara yapılması planlanan 4 proje de ruhsatsız kaldı. İstanbul Mimarlar Odası ve semt sakinlerinin açtığı iki farklı davada mahkemeler davacıları haklı bulunca sırasıyla önce Sinpaş ve Eksim Holding, sonra Hyatt Regency Otel, Özyazıcı-Karadeniz İnşaat ortaklığına ait Yalı Ataköy projesi ve Çelebican İnşaat’a ait Blumar Ataköy’ün ruhsatları Bakırköy Belediyesi tarafından iptal edildi.

 

Birçok dava var

Arazilerle ilgili sürece bakıldığında birçok dava ile karşılaşılıyor. Şu anda sonuçlanan 3 dava bulunuyor. Bunlardan ilki İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nde açıldı ve yürütmenin durdurulması kararı ile sonuçladı. İkinci dava ise İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nde görülüyordu. Bu davada da durdurma kararı çıktı. Bir başka dava ise Prof.Dr. Ayfer Kaynar tarafından açılan, yükseklikle ilgili dava. Bu da Prof.Dr. Kaynar’ın lehine sonuçlandı. Bir dava ise Ataköy Güzelleştirme Derneği tarafından açılan ve kıyı kenar çizgisinin yanlış uygulanmasıyla ilgili olarak devam ediyor.

 

Üst mahkeme bozdu

Bölgede yan yana 4 proje bulunuyor. Bu projelerle ilgili son davayı İstanbul Mimarlar Odası açtı. Davada şu anda inşaatın devam ettiği Yalı Ataköy, Hyatt Regency Otel ve inşaatına başlanamayan Blumar Otel ve Çarşı projesini kapsıyor. Odanın, ruhsatın iptal edilmesini talep ettiği dava İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nde açıldı. Yürütmenin durdurulması kararı çıkarken şirketler karara itiraz etti. Daha sonra mahkeme heyetinden 2 üye değişti ve itirazı kabul etti. Bunun üzerine Mimarlar Odası Bölge İdare Mahkemesi’ne giderek bu karara itiraz etti. Bölge İdare Mahkemesi 17 Ekim 2014 tarihinde itirazı haklı buldu ve yerel mahkemenin son kararını bozdu. Böylece yürütmeyi durdurma kararı hukuken yürürlüğe girdi. Bu kararın Bakırköy Belediyesi’ne tebliğ edilmesiyle birlikte geçtiğimiz hafta bu 3 inşaatın ruhsatları iptal edildi.

Vatan, Haber: İlker Akgüngör, 17.11.2014

GAZİANTEP'İN SİMGESİ OLDU

 

 

Dünyanın en büyük mozaik müzesi unvanını elinde bulunduran ve 3 yılda şehrin simgesi haline gelen Zeugma Mozaik Müzesi, kısa sürede kentin turizm lokomotifi oldu.

 

Sanayisi ve mutfağıyla ünü yurt dışına kadar ulaşan Gaziantep, son yıllarda kültür ve turizmde de öne çıkmayı başladı. Kent merkezinde hizmete açılan çok sayıdaki müzenin yanı sıra ören yerleri ve tarihi yapılar da turistlerin ilgisini çekiyor.

 

Yaklaşık 3 yıl önce ziyarete açılan Zeugma Mozaik Müzesi, tercih edilen mekanlar arasında bulunuyor. Çingene kızıyla ünlenen müzede, Mars heykeli, yaklaşık 150 metrekarelik duvar resmi, Roma dönemine ait çeşmeler ve Fırat Nehri kenarındaki villaları da görmek mümkün.

 

"Dünyanın en büyük mozaik müzesi" unvanını Tunus Bardo Müzesi'nden devralan müze, 25 bini kapalı, 30 bin metrekarelik alanda hizmet veriyor. Açıldığı günden beri Türkiye'nin yanı sıra dünyanın dört bir tarafından ziyaretçi ağırlayan Zeugma Mozaik Müzesi, şehrin simgesi haline geldi.

 

KENTE GELEN TURİSTLERİN ÜÇTE İKİSİ MÜZEYE UĞRADI

Gaziantep Kültür ve Turizm Müdürü Ergün Özuslu, yaptığı açıklamada, son yıllarda şehre gelen turist sayısında artış gözlendiğini söyledi.

 

Kentin sanayi ve ticaretinin ardından kültür ve turizmde de adından bahsettirdiğini vurgulayan Özuslu, ocak-ekim döneminde yerli turist sayısının 300 bin 273, yabancı turist sayısının da 129 bin 91'e ulaştığını belirtti.

 

Geçen yıl toplam turist sayısının 319 bin olduğunu vurgulayan Özuslu, 10 aylık dilimde geçen yılın sayısını geçmeyi başardıklarını ifade etti.

 

Müzenin 9 Eylül 2011'de hizmete girdiğini hatırlatan Özuslu, o günden bu yana 600 bin 874 bin kişinin müzeyi ziyaret ettiğini dile getirdi.

 

Kente gelen turistlerin yaklaşık üçte ikisinin Zeugma Mozaik Müzesini gezdiğine dikkati çeken Özuslu, "Müze, şehrin tanıtımına önemli katkı sağlıyor" dedi.

 

MÜZELERİ GÖRÜNCE FİKRİ DEĞİŞTİ

İstanbul'dan iş gezisi için Gaziantep'e gelen Aylin Taşdelen, kenti daha çok mutfağıyla tanıdığını, müzeleri görünce fikrinin değiştiğini söyledi.

 

Müzede birbirinden güzel mozaikleri görme imkanı bulduğunu belirten Taşdelen, "Gaziantep'e geniş bir zaman diliminde gelip gezmek istiyorum. Mozaikler beni gerçekten etkiledi, özellikle Mars heykeli dikkatimi çekti. Burayı arkadaşlarıma da tavsiye edeceğim" diye konuştu.

 

Samet Güzelyurt da kentin mutfağının yanı sıra kültür sanatta da isim yapmaya başladığını dile getirdi.

 

Arkadaşlarıyla Güneydoğu turuna çıktıklarını anlatan Güzelyurt, ilk uğradıkları yerin de Zeugma Mozaik Müzesi olduğunu, daha önce fotoğraflarından bildiği Çingene Kızı'nın gerçeğini gördüğünü kaydetti.

Trt Haber, 17.11.2014

ÖMER ULUÇ TABLOSU 950 BİNE SATILDI

 

Antik AŞ Müzayede Evi cumartesi günü hareketli bir çağdaş sanat müzayedesine ev sahipliği yaptı.

 

Koleksiyoncuların yoğun ilgi gösterdiği müzayedede Türkiye’nin çağdaş sanatçılara ait eserleri yeni sahipleri ile buluştu. Müzayedenin en yüksek rakamı 950 bin lira ile Ömer Uluç eseri için gelirken, Burhan Doğançay, İlhan Koman, Komet, Adnan Varınca, Nuri İyem, Özdemir Altan, Ergin İnan, Orhan Peker, Burhan Uygur, Avni Arbaş gibi birçok değerli sanatçıya ait eserler yer aldı. Güncel sanatın öne çıkan ismi Canan Tolon’un tuval çalışmaları ise 475 bin TL ile 225 bin TL’ye satıldı.

Zaman, 17.11.2014

VATİKAN'IN ARAZİSİNDE SİNAGOG BULUNDU

 

 

Vatikan'ın Hristiyan hacılar için İsrail'in kuzeyindeki Tiberias (Taberiye) Gölü kenarında yapımına başladığı beş yıldızlı otel inşaatının temel kazısında 1'inci yüzyıla ait bir sinagog bulundu.

 

İsrail ile Golan Tepeleri arasında yer alan ve Celile Gölü olarak da anılan Taberiye Gölü Hristiyan dünyası için oldukça önemli bir bölge. İncil'de Hz. İsa'nın mesajını bu bölgede yaydığı, Havarilerini topladığı, hatta bazı mucizelerini burada insanlara gösterdiği ifade ediliyor.

Bir süre önce göl kıyısında Vatikan mülkiyetinde Hristiyan hacılara hizmet verecek bir otel inşaatı başladı. 80 dönümlük alan üzerinde "Magdala Projesi" adı verilen 150 yataklı, 5 yıldızlı otelin temel inşaatı kazısı sırasında ise 1'nci yüzyıldan kalma tarihi bir Sinagog kalıntısına ulaşıldı.

Keşfin ardından İsrail yönetimi, uzmanlarına temel kazısında yaptırdığı uzun incelemeler sonrası sinagog ve içindeki tarihi eserlere el koydu. Daha sonra yapılması planlanan tesis için de sinagogun koruma altına alınarak, kazıda bulunanların içinde sergileneceği bir müzenin de tesis içinde açılması şartıyla otel inşaatının devamına izin verdi.

 

 

Söz konusu bu alan Taberiye gölüne sıfır noktasında yer alıyor. Projeyi sürdüren Vatikan'ın Kudüs'e atadığı Papaz Juan Maria Solana yaptığı açıklamada, "Kudüs'te Vatikan'a ait olan Papalık Enstitüsü Kudüs Notre Dame Merkezi gibi Hristiyan Hacılara hizmet etmesi amacıyla bu göl kenarındaki 150 yataklı olacak tesisin yapımına başladık. Başlatılan kazılar sırasında burada bir Sinagog bulduk. İsrail hükümeti burayı koruma altına almamız ve buluntuları sergilememiz şartıyla tesisin devamına izin verdi. Biz de burayı koruma altına alarak üzerini ahşap tavanla kapattık. Kazı sırasında üzerinde Yahudiliğin simgesi, 7 kollu şamdan Menorah bulunan iki büyük kaya, Sinagog salonu dediğimiz, orta alandaki kazıda bulundu. Bu kayalar, Yahudilerin, sinagog içinde, üzerinde Tevrat'ın 10 emrini açtıkları taş rahleler. Yine kazı alanında üzerinde "Milattan sonra 29" ibaresi olan Kral Herod dönemine ait madeni paralar bulduk. Bu buluntular, bize buranın Yahudilere ait bir Sinagog olduğu ve 1'inci yüzyıla ait olduğu konusunda şüphe bırakmadı" dedi.

 

 

Kazı alanının bulunanlar ise sadece sinagogla sınırlı değil. Keşfedilen yapılar arasında mabet ile beraber küçük bir hamam ve aynı dönem de balık satıcılarının pazarı olduğuna inanılan tarihi bir de çarşı da bulunuyor.



 

Solana, kazıda yüzlerce gönüllünün uzun süreden beri çalıştığını, günümüze kadar 40 milyon Amerikan doları harcandığını ve tesisin sona ermesi için gönüllülerden gelecek 60 milyon dolar daha paraya ihtiyaç olduğunu belirterek, "Hz. İsa mesajını bu bölgede Yahudilere tebliğ etmişti.

Biliyoruz bölgede seyahat ederek insanlara mucizeler göstermişti. İsa'nın sağlığında ona ilk inananlar yani ilk havarileri balıkçılık yapan ve çamaşır yıkayarak hayatını kazanan kişilerdi. Buraya Latince'de "Duc in Altum!" yani "Ağını suya yeniden at!" anlamına gelen kiliseyi yaptık. Umarım yapılacak yardımlarla ihtiyaç olan para kısa sürede toplanarak burası Hristiyan hacıların hizmetine girecek" dedi.

 

 

Osmanlılar döneminde Sultan 2'nci Abdülhamid, bugün de Kudüs'te Hristiyan hacılara hizmet veren Vatikan'a ait Papalık Enstitüsü Kudüs Notre Dame Merkezi'nin yapımına izin vermişti. 2'nci Abdülhamid ayrıca 1888'den bu yana hizmet veren merkezin yanıbaşına Hristiyan hacıların eski şehre kolayca giriş yapmaları için, şehrin surlarında yeni bir kapı açtırmış kapıya da bugün de halen bu adla anılan, "Babu'l Cedid" yani "Yeni Kapı" adı verilmişti.

Hürriyet, 17.11.2014

HIRSIZLARA KARŞI İMİTASYONLU ÇÖZÜM

 

Aksaray Ulu Cami’de yaşanan hırsızlık olayları nedeniyle 800 yıllık tarihi minberin ardından mumluklarının da imitasyonu yapıldı.

 

Ulu Cami İmamı İsmail Akbaş, “Bakanlığın aldığı karar doğrultusunda değerli minber ve mumlukların yerine imitasyonu konuldu. Bu eserlerin orijinalleri hırsızların hedefi haline geliyordu. 800 yıllık minber 1998 yılında çalınarak yurtdışına kaçırılmış ancak 2013 yılında  Türkiye’ye geri getirilmişti. Orijinal parçalar ise bakanlığın belirlediği müzelerde sergileniyor” dedi.

Milliyet, 17.11.2014

ANAVARZA BİNLERCE YILLIK UYKUSUNDAN UYANIYOR

 

 

Adana'nın Kozan İlçesi'ndeki Anavarza antik kentinde yapılan kazı çalışmalarıyla 30-35 metre genişliğinde taşlarla döşeli antik cadde gün yüzüne çıkarılıyor.

Kazının bilimsel danışmanı Çukurova Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkan Yardımcısı Yrd. Doç.Dr. Fatih Gülşen, yaptığı açıklamada, tarihi kentteki çalışmaların Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü denetiminde yürütüldüğünü söyledi.

Kazıların geçen yıl başladığını ve yaklaşık 40 kişiyle sürdürüldüğünü anlatan Gülşen, "Anavarza Antik Kenti, Anadolu tarihi açısından çok önemli bir yer. Burası kale, mozaikler, hamamlar, kiliseler, zafer kapısı, su kemerleri, kaya mezarları, stadyum ve antik tiyatroyla bin 143 dönümlük bir alanda kurulmuş Anadolu'daki en büyük antik kent. Şu ana kadar yüzey araştırmalarında bin 300 sütun tespit edildi. Çalışmalar tamamlandığında 10 antik kentte olabilecek zenginlikte bir alan ortaya çıkarılacak" dedi.

Arkeologların yaptığı titiz çalışmalar sayesinde Ala Kapı'dan antik kente uzanan caddenin gün ışığına kavuşturulmaya başlandığını anlatan Gülşen, taşlarla döşeli caddenin, Efes, Side gibi antik kentlerde bulunan caddelerden daha geniş olduğunun altını çizdi.

Gülşen, bu geniş caddenin bile Anavarza Antik Kenti'nin ne kadar büyük ve ihtişamlı olduğunu gösterdiğini vurgulayarak, "Bir zamanlar Kilikya bölgesindeki şenliklerin ve olimpiyatların düzenlendiği antik şehir, tarihte 'Metropolis' unvanı almıştır. Anavarza'nın toprak altında kalan kalıntıları, kazılarla açığa çıkarıldığında kent, binlerce yıllık uykusundan uyanarak o eski ihtişamlı günlerine tekrar kavuşacak ve caddelerinde binlerce turist tarihte yolculuk yapacak" diye konuştu.

Vahşi hayvanlı amfiteatr
Kozan İlçesi'nin 28 kilometre güneyinde Dilekkaya Köyü sınırlarında bulunan Anavarza Antik Kenti'nin, Roma döneminde milattan sonra 2. yüzyıldan itibaren Anadolu'nun en önemli metropollerinden biri olduğunu belirten Gülşen, antik kentin ayrıca bitkilerle tedavinin kurucu babası olarak tanınan Anavarzalı botanik ve farmakognozi bilgini Dioscorides Pedanius ile de öne çıktığını dile getirdi.

Antik kentte bir de vahşi hayvanlı gösteriler için yapılmış amfiteatr bulunduğunu kaydeden Gülşen, "Anavarza'da bin 500 metre uzunluğunda 20 burçlu sur, dört giriş, sütunlu yol, hamam ve kilise kalıntısı var. Sur dışındaki tiyatro ve stadyum, su yolları, kaya mezarları, kentin batısındaki nekropolleri yararak açılmış olan antik yol, korunmuş havuzlu mozaikler Adana bölgesinde tek örnek olan 3 girişli zafer takı ve ovanın ortasında bir ada gibi yükselen tepe üzerindeki ortaçağ kalesi önemli eserler" değerlendirmesinde bulundu.

Sabah, 16.11.2014

VAHDETTİN KÖŞKÜ İLE İLGİLİ SKANDAL İDDİA

 

MHP’li Türkoğu köşk tadilatı için SGK bütçesinden 172 milyon lira kullanıldığını söyledi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çalışma ofisi olarak kullanacağı belirtilen tarihi Vahdettin Köşkü ile ilgili şok bir iddia gündeme geldi. Bugün Gazetesi’nin haberine göre, MHP Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu, İstanbul’da son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in tahta geçmeden önce yaşadığı Çengelköy’deki Vahdettin Köşkü restorasyonu için SGK bütçesinden 172 milyon lira harcandığını açıkladı.

 

Köşk’ün SGK bütçesinden tadilat edildiğini vurgulayan Türkoğlu, “Tayyib Erdoğan İstanbul’da Vahdettin Köşkü’nü kendine tahsis ettiriyor. Emekli, işçi ve memura bir simit parası artış çok görülürken SGK bütçesinden 172 milyon lira Erdoğan’ın oturacağı köşk için harcanıyor” şeklinde konuştu.

 

SERMAYE ARTIŞI KAYITLARA GİRMEDİ

MHP Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu, BUGÜN’e yaptığı açıklamada Vahdettin Köşkü’nün 49 yıllığına Taksim Otelcilik A.Ş. isimli şirkete tahsisli olduğunu belirtti. Bu şirkette Vakıflar Genel Müdürlüğü, SGK ve Vakıflar Bankasının ortaklığı bulunduğunu kaydetti. Türkoğlu, Sayıştay’ın 2014 yılı raporuna göre SGK’nın bu şirkete 172 milyon lira sermaye artırımı yaptığını ancak bu artırımı muhasebe kayıtlarında göstermediğini dile getirdi. Tadilatın buraya aktarılan para ile yapıldığını aktardı.

 

MALİ TABLODA OLMALI

Sayıştay’ın 2014 yılı raporunda Taksim Otelcilik A.Ş.’de SGK tarafından yapılan 172 milyon 106 bin liralık sermaye artırımında fonun sermayeye dönüştürülmesinden kaynaklanan 35 milyon 229 bin lira tutarındaki sermaye artışının muhasebeleştirilmediği ifade edildi. Sayıştay sermaye artışının muhasebe kayıtlarına yansıtılarak mali tablolarda gösterilmesi gerektiği ifadesini kullandı.

Sözcü, 16.11.2014

 

******


SGK'DAN VAHDETTİN KÖŞKÜ AÇIKLAMASI

 

Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı, bazı basın yayın organlarında SGK bütçesinden Vahdettin Köşkü'nün tadilatı için kaynak kullanıldığına ilişkin iddiaları ile ilgili yazılı açıklama yaptı.

 

Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'ndan yapılan açıklama şöyle; "Bazı basın yayın organlarında Kurumumuz hakkında SGK bütçesinden Vahdettin Köşkünün tadilatı için kaynak kullanıldığına ilişkin iddialar yer almıştır. SGK kaynaklarından Köşkün tadilatı için 172 Milyon TL aktarıldığı hususu tamamen gerçek dışıdır. Kurumumuzun iştirakleri arasında bulunan Taksim Otelcilik A.Ş.'nin Genel Kurulunca geçmiş yıllarda olduğu gibi sermaye artışı kararı alınmıştır. Şirketin ana hissedarı SGK olmadığı gibi sermaye artış kararında da belirleyici değildir. Taksim Otelcilik A.Ş ticari bir kuruluş olup, farklı faaliyetler üzerine de yatırımlarını gerçekleştirmektedir. Bu sermaye artışı kararına hissesi oranında sınırlı katılımının dışında, bazı basın yayın organlarında bahsedildiği şekilde SGK bütçesinden Vahdettin Köşkünün tadilatına yönelik herhangi bir ödeme gerçekleştirilmemiştir."

Gerçek Gündem, 17.11.2014

6 BİN 500
YILLIK RAKİP!

 

ABD’li seksi yıldız Kim Kardashian’ın Paper dergisine verdiği kalça pozlarının internette zirve yapması New York’daki dünyaca ünlü Metropolitan Müzesi’ni harekete geçirdi.

 

Müze resmi Twitter hesabından 6 bin 500 yıl önce yeni taş döneminde yapılmış Kardashian’ın kalça pozuna benzeyen bir heykel resmini: “Bizim eserimiz de interneti kırdı geçirdi” diye paylaştı.

Vatan, 16.11.2014

KARKAMIŞ ANTİK KENTİNDE YENİ BULUNAN ESERLER TANITILDI

 

 

Türkiye ile İtalya’nın ortak projesi olan Karkamış antik kenti kazı ve restorasyon çalışmaları sonucunda ortaya çıkarılan eserler tanıtıldı.

 

Suriye sınırına sıfır yerde yapılan kazı çalışmalarını yürüten kazı başkanı Doç.Dr. Nicolo Marchetti ve başkan yardımcıları gün yüzüne çıkarılan eserleri tanıttı.

 

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Zeugma Mozaik Müzesi Kültür ve Kongre Merkezi’ndeki tanıtım toplantısında, Karkamış’ta çıkarılan eserlerin çok önemli bir hazine olduğunu söyledi. Eserlerin, insanlık tarihinin, kültür mirasının karanlık noktalarını aydınlatacağını ve bu dönemin ortaya çıkmasının çok önemli olduğunu vurgulayan Şahin, şöyle konuştu:

“Bu kadar önemli bir dönemin aydınlığa çıkması Türkiye, Gaziantep ve bölge için değil, dünya tarihi ve dünya tarihçileri için çok önemli. Çünkü insanlık tarihi kadar çok önemli bir coğrafyada yaşıyoruz. Akdeniz ve Mezopotamya dediğimiz Dicle ve Fırat bütün tarih boyunca insanlık var olduğu sürece dünyanın en zengin uygarlıklarına ev sahipliği yapmış. Dolayısıyla bu bölgenin üzerimizde çok büyük bir emaneti ve sorumluluğu var.”

 

Evliya Çelebi’nin bütün dünyayı dolaşıp kente “Şehri Ayıntab-i Cihan” demesinin tesadüf olmadığını belirten Şahin, şehrin, yolu, suyu, elektriği ve insanı kalkınması ne kadar önemliyse, geçmişinin de bir o kadar önemli olduğuna dikkati çekti.

 

“BU ESERLER BİZİM GÖZBEBEĞİMİZ”

Bilginin borçlandırdığını ifade eden Şahin, “Aslında biraz da geç kaldık. Harabe bir yer dönüp de bu eserlerin üzerine hiç bakmadık. Vakıf medeniyetimizin gereğini yapmadık. İngilizler 19. Yüzyılda buraya gelmiş. 1. Dünya Savaşında İngilizler buraya gelip bu eserlerin bir kısmını bugün kendi müzelerinde sergileme cesareti ve açığı bulmuşlar. Bu onlar için ne anlama geliyorsa bizim için de aslında çok ciddi bir ders anlamına geliyor” dedi.

 

Milletvekilliği döneminde Japon prensinin bölgeden bahsettiğine vurgu yapan Şahin, bu toprakların altının da üstü kadar iyi bilinmesi gerektiğine işaret etti.

 

Bölgedeki tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması için ilgili kurumlar ve bakanlıklarla işbirliği içerisinde çalışılması gerektiğini belirten Şahin, geleceğe iz bırakılması için geçmişi aydınlatan eserlere sahip çıkılması gerektiğini dile getirdi.

 

Binlercesinin daha toprağın altında olduğun aktaran Şahin, “Bu eserler bizim gözbebeğimiz. Bu eserlerin gün yüzüne çıkarılarak, dünya vatandaşlarına bu bölgeyi anlatmak ve dünya tarihçilerini bölgeye çekmek bizim en büyük görevimiz. Bu şehir ne kadar sanayi şehriyse, ticaret şehriyse o kadarda kültür ve turizm şehri olacak” diye konuştu.

 

ÇIKARILAN TARİHİ ESERLER

Karkamış Kazı Başkanı Doç.Dr. Nicolo Marchetti Karkamış Antik Kenti’nde yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdi. 55 hektarlık antik kentin seçilen birçok alanında Karkamış’ın kent tarihi üzerine detaylı bilgiler verdiğini belirten Marchetti, açıklamasını şöyle sürdürdü:

“Kazdığımız en önemli bina yaklaşık MÖ 900′de inşa edilmiş olan Katuwa’nın Sarayıdır. Yüksek bir platform üzerine yapılmış olan Saray büyük heykelli levhalarla süslenmiş. Büyük binanın içerisinde yürütülen kazılarda 2 ana yerleşim evresi tespit ettik. MÖ. 900′e tarihlediğimiz evreden ceylan taşıyanların betimlediği 5 ortostat bulunmuştur. Ortostatlar şimdiye kadar bulunan Yeni Hitit kabartmaları gibi dışarıda değil sarayın bir odasının içinde yer alması Assurların sadece mimari dekorasyon fikrini değil iç odaları da dekore etme fikrini Karkamış’tan aldıklarını kanıtlamaktadır. Assur’da en erken duvar kabartmaları MÖ 870′ tarihlenmektedir. Assurlu 2. Sargon 717′de Karkamış’ı ele geçirmesinden sonra sarayı kullanmaya devam etmiş ancak eski kabartmaları kerpiç arkasına saklamış ya da yeni duvarların temeli için kullanmak üzere kaldırmıştır. Bazı tuğlalar üzerine çiviyazısıyla sarayın kendisinin olduğunu yazdırmış olmasına rağmen sarayın içinde sadece bazı yeni tabanlar yapmıştır. Aslında ana avluda nehir taşından yak. MÖ 710′da ait siyah ve beyaz karelerden oluşan mozaik taban gerçekleştirmiştir. Bu dünyanın en eski taban mozaiklerinden biridir.”

 

Doç.Dr. Marchetti, Karkamış’ın nekropol alanı Yunus’ta MÖ 8-7 yüzyıllara tarihlenen 10 civarında kremasyon mezar kazıldığını ve bu alanda ölü hediyeleri ve bir grup tam kap bulunduğunu bildirdi. Arabistanlı Lawrence’nin evinin kalıntılarının kalan yarısının da kazıldığını aktaran Marchetti, Lawrence’nin evi, 1912′de British Müzesi kazıları için inşa ettiğini ve 1914 1. Dünya Savaşı patlak verene kadar kullanmaya devam ettiğini kaydetti.

 

Kazılar sonucunda evin karakol haline getirildiğini tespit ettiklerin aktaran Marchetti, “Askerler odaların taban seviyesini depolarda buldukları heykel ve yazıt parçalarıyla yükseltilmiştir. Birçok parça zarar görmekle beraber korunmuştur” şeklinde konuştu.

 

Toplantıya, Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in yanı sıra AKP Gaziantep Milletvekili Nejat Koçer, Kültür Ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürü İrfan Önal, Şahinbey Belediye Başkanı Mehmet Tahmazoğlu, Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Adil Konukoğlu, Kent Konseyi Başkanı Mehmet Aslan ve bir çok kurum ve STK temsilcisi katıldı.

 

Konuşmaların ardından Zeugma Mozaik Müzesi gezildi.

haberler.com, 15.11.2014

RESTORANLARI SANAT BASTI




Çağdaş sanat artık galerilerden kafe ve restoran duvarlarına taşmaya başladı. Artık günümüzde genç sanatçıları destekleyen, eserler sergileyen mekanlar daha 'hip' algısı yaratıyor.

 

Sanat ve yemek arasında ilginç bir bağ var. Leonardo Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği tablosuna bakın örneğin... Pablo Picasso, Norman Rockwell, Pierre Aguste Renoir gibi sanatçılar da eserlerinde ekmek temasını yer verirdi. Sadece sanat yemekten esinlenmedi elbette. Bellini, Carpaccio gibi sanatçıların isimlerini alan ve dünyada klasikleşen yemek ve kokteyller de yok değil. Örneğin özellikle kadınların rağbet gösterdiği, tabağa incecik çiğ et, roka ve parmesan konarak süslenen carpaccio yemeği adını Rönesans dönemi İtalyan ressamı Vittore Carpaccio'dan alıyor. Yemeğin yaratıcısı İstanbul ve Bodrum'da da birer şubesi olan Cipriani restoranlarının kurucusu Giuseppe Cipriani. Gastronomi sektörünün dahisi Giuseppe aynı zamanda adını yine bir İtalyan ressam Bellini'den alan kokteylin de yaratıcısı. Beyaz şeftali püresi ve İtalyan köpüklü şarabıyla hazırlanan bu kokteyl son yıllarda dünyanın en trendi içkileri arasındaki yerini koruyor. Uzun lafı kısası sanat ve yemek uzun yıllardır birbirinden besleniyor, esinleniyor. O halde günümüzde popüler ve hit restoranların birer sanat galerisini andırmasına şaşırmamalı.

SANAT DOSTU 'IN' OLUYOR
Aslında sanatla yemeğin yakın tarihteki ilk buluşmaları müzelerde oldu. Örneğin Moma'nın içindeki The Modern restoranı bir Michelin yıldızlı şef tarafından yönetiliyor. Müzenin bahçesinde Alexander Calder, Rodin heykellerine karşı yemek keyfi yapıyorsunuz. Türkiye'de de durum aynı paralelde ilerledi. İstanbul Modern, Sakıp Sabancı Müzesi, sergileri ve kalıcı koleksiyonları kadar iddialı restoranlarıyla da fark yaratmaya başladı. Miro sergisinden sonra Sakıp Sabancı Müzesi'ndeki müzedechanga'da sergiye özel üretilen yemekleri tatmak birçok kişi için cazip bir fikir oldu.

DOSTLAR SERGİDE GÖRSÜN
Zaten artık tüm dünyada kapılarını sanata açan, sergilere ya da sanat fuarlarının partilerine ev sahipliği yapan mekanlar moda deyimiyle "in" oldu. Bu trendin İstanbul'daki en güzel örneğinin Karaköy olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Gastronomi-sanat paralelinde gelişen semt, son günlerde İstanbul'un en popüler eğlence merkezi haline dönüştü. Karaköy'de açılan galerilerin yanı sıra kafe ve oteller de birer sergi alanı görevi üstleniyor.

PR MALZEMESİ OLUYOR
Bugün artık birçok mekan pr çalışmaları kapsamında sergilere yer veriyor. Çünkü sergiye ev sahipliği yapan mekan sanatseverlerin ilgisini çektiği için kısa sürede 'in' oluyor. Birçok mekan sahibi arkadaşımın ölü sezonlarda nasıl da ardı ardına sergi projeleri yapma çabasına girdiklerini ilk ağızdan biliyorum.

BU İŞİN ÖNCÜSÜ LUCCA
Ülkemizde sanat-gastronomi akımının öncülerinin başında Bebek'teki Lucca geliyor. Kendi de bir koleksiyoner olan Cem Mirap, Lucca'yı açtıkları günden itibaren çağdaş sanat sergilerine ev sahipliği yapıyor. Hatta mekan bu yönüyle birçok yabancı medya kuruluşunun da ilgisini çekmeyi başardı ve 'İstanbul'un süper hip mekanı' olarak adlandırıldı. Contemporary İstanbul ve İKSV kapsamında da sıkça sanat partilerine ev sahipliği yapan mekanın başarısı belki de sanatta aldığı aktif rolden besleniyordur, kim bilir! Lucca'nın sanat formülü şüphesiz zaman içinde diğer mekanları da harekete geçirdi. Emirgan'daki La Boom'da şampanyalı, Superman'li brunch partilerine ara verip sergilere ve genç sanatçılara kapılarını açmaya başladı. Karaköy'deki Ops Cafe, The Sofa Oteli'nin içindeki Frankie ve Bebek'teki Chilai de zaman zaman sergilere ev sahipliği yapan mekanlar. Frankie birçok sanatsal buluşmanın da adresi olarak biliniyor. Zincirlikuyu'daki Avangarde Otel'in içindeki ICE Restaurant'ta da hatırı sayılı bir koleksiyon sergileniyor. Hatta fuar boyunca Saba Barlas'ın Avantgarde Collection için hazırladığı eserler sergileniyor. 42 Maslak Projesi de sanata yatırım yapan şirketlerden. Maslak'taki projelerinde sanatın çeşitli alanlarına yer veren inşaat şirketi daireleri sanatsal yaşam konsepti altında pazarlıyor. Kısacası çağdaş sanat ülkemizde çığ gibi büyümeye devam ediyor. Önümüzdeki günlerde çok daha fazla mekan önemli sergilere ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Malum yemek yerken sanatçıların yapıtlarını seyredebilmenin hatta dilerseniz alabilmenin keyfi başka oluyor.

DÜNYADAN ÖRNEKLER

Sketch, Londra
Londra'nın en sanatsal restoranlarından biri. Sketch.london adresini ziyaret ederseniz ne demek istediğimi anlarsınız. Sık sık sergilere ve film gösterimlerine ev sahipliği yapıyor. Alt katındaki dev ekranlarda farklı enstalasyonları seyredebilirsiniz.

Rivington Grill, Londra
Londra'da çağdaş sanatla yemeğin birleştiği bir başka mekan da Rivington Grill. Tracey Emin işlerine bakarken yemek keyfi yaşayabileceğiniz bir yer burası. Bir de fish and chips'i şehirde en iyi yapan yerlerden biri.

Four Seasons, New York
New York'taki Four Seasons'ta eserler sergilenenler ve satılanlar olarak ikiye ayrılıyor. Örneğin Picasso'nun Le Tricone isimli eseri sergilenenler arasında. Lobide ise satışta olan eserler bulunuyor.

La Colombe d'Or, Provence
Leger ve Braque'a ait freskler, Miro ve Picasso tablolarıyla burada kendinizi define bulmuş gibi hissediyorsunuz.

Lucio's, Sidney
Burası bir İtalyan restoranı. Yemekleri zaten müthiş. Ama içeri adım atar atmaz kendinizi müzede hissediyorsunuz. Oturduğunuz masaların hemen yanında Avustralya'nın Sidney Nolan ve Charles Blackman gibi en önemli sanatçılarına ait eserler asılı. Yaklaşık 500 eser var. Peçetelerde ise yine sanatçılara ait skeçler yer alıyor.

Sabah (Kısaltarak), Haber: Burcu Aldinç, 15.11.2014

"AKM'YE PARA BULUNAMIYOR" BÜYÜK BİR YALAN

 

İstanbul'da Galatasaray Lisesi önünde toplanan tiyatrocular, Ankara'da Devlet Tiyatroları'nın kullandığı Akün ve Şinasi sahnelerinin satılmasına "Piyasaya inat, yaşasın sanat" diyerek tepki gösterdi. Tiyatrocu Orhan Aydın, "AKM'yi onarmak için para bulamadıklarını söylüyorlar. Bunun büyük bir yalan olduğunu ilan etmek istiyorum" dedi. Eyleme CHP'li milletvekilleri de destek verdi.

 

 

Ankara’da Akün ve Şinasi sahnelerinin satılmasına tepki gösteren tiyatrocular yaptıkları basın açıklamasında, “Kamuya mal olmuş, tiyatro salonları satıldı. Otel mi olacak, alışveriş merkezi mi, belli değil” dediler. Topluluk “Piyasaya inat, yaşasın sanat” diye slogan attı.


Galatasaray Lisesi önünde saat 14.00’te açıklama yapan tiyatrocu Ender Yiğit, “Sanat, yok edilmek istenen parklara, ormanlara, kesilen ağaçlara karşı onların gerçek sahibi olan halkın yanındadır. Sanat, günübirlik çıkarların değil, aydınlık bir geleceğin inşa edilmesi için bir araçtır. Önce Taksim Sahnesi ve AKM kapatıldı. Sonra Emek Sineması yok edildi. Ankara’da İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi’ne yapılan saldırıların ardından, sıra Akün ve Şinasi sahnelerine geldi. Kamuya mal olmuş bu tiyatro salonları satıldı. Otel mi olacak, alışveriş merkezi mi belli değil” dedi. 

 

“AKM’YE PARA BULAMADIKLARINI SÖYLÜYORLAR, BÜYÜK YALAN”
CHP milletvekili Kadir Gökmen Öğüt, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, modacı Barbaros Şansal’ın da katıldığı basın açıklamasında söz alan tiyatrocu Orhan Aydın, “Atatürk Kültür Merkezi’nin koruma kurulu kararları doğrultusunda onarılıp hayata geçirilmesi için yürütmeyi durdurma kararı aldık. Üstünden tam 4 yıllık bir zaman dilimi geçti. Kendine bin odalı saraylar yapanlar, AKM’yi onarmak için para bulamadıklarını söylüyorlar. Bunun büyük bir sahtekarlık ve yalan olduğunu bir kez daha buradan ilan etmek istiyorum” dedi.


Oyuncu Orhan Kurtuldu ise; “Geçtiğimiz yıllarda sayın başbakan kamu düzeni diye bir şeyden bahsetti. Hatırlarsanız AKP iktidarının 6 buçuk yılında Türkiye AKM’ siz bırakılmıştır. Kamu düzenini bozan bu uygulama karşısında suç duyurusunda bulunuyoruz. İsteyerek kamu düzenini bozan bu uygulama karşısında suç duyurusunda bulunuyoruzö şeklinde konuştu.

Radikal, Haber: Özgür Eren/DHA, 15.11.2014

INTERNETTE SATIŞA ÇIKARILAN 5 BİN YILLIK TARİHİ ESER YURDA DÖNDÜ

 

Yasadışı yollarla yurt dışına kaçırılan ve internette satışı sırasında ulaşılan 5 bin yıllık tarihi eser, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişimleriyle yurda döndü.

 

 

Yasadışı yollarla yurt dışına kaçırılan ve internette satışı sırasında ulaşılan 5 bin yıllık tarihi eser, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişimleriyle yurda döndü. Bakanlık olarak etkin ve kararlı bir politika izlediklerini kaydeden Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, "Her bir avuç toprağından dünya tarihinin hemen her evresine tanıklık etmiş sayısız eser çıkan Anadolu, bir parçasını daha geri kazandı" dedi.


Yasadışı yollarla yurt dışına çıkarılan ülkemiz kökenli kültür varlıklarından birine bu kez internet satışı sırasında ulaşıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, internet üzerindeki en büyük alışveriş sitelerinden birinde Türkiye kökenli olduğu anlaşılan Yortan kabının satışa sunulduğunu belirlenir belirlenmez harekete geçti.


MÖ III. bin yıla tarihlenen Yortan kabının iadesi için Bakanlığın girişimleriyle başlatılan gerekli işlemler tamamladı. Şimdi bir tarihi eser daha ilk kez bu yolla eve döndü.


Her fırsatta Anadolu topraklarında yaşamış medeniyetlerin kültür mirasına sahip çıkmanın öncelikli kültür politikası olduğunu vurgulayan Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, bu yöndeki çalışmalarının çok yönlü olarak devam edeceğini aktardı. Bakan Çelik, "Türkiye kökenli kültür varlıklarının tespiti ve iadesine yönelik Bakanlık olarak etkin ve kararlı bir politika izliyoruz. Bu konudaki çalışmalarımızın engel ve sınır tanımadığına en iyi örnek bu son yaşadığımız gelişmedir. Bakanlığım internet üzerinden satış yapan uluslararası bir şirketten MÖ III bin yıla tarihlenen bir eser iadesi gerçekleştirdi. Bu bir ilktir.


Bu son yaşadığımız, bu konunun -yurt dışına çıkarılan eserlerin satışı ve takibi, tespiti- hangi boyutlara ulaştığına çok çarpıcı bir örnek. Günümüzde artık hemen herkesin bildiği, bazı ürünlerin alımı için kullandığı bir uluslararası satış sitesinde, dünya mirasına önemli bir kaynak oluşturan, kadim medeniyetlere yurt olmuş Anadolu’dan bir kültür varlığına ulaşmak gerçekten her boyutu ile dikkat çekicidir.


Bir internet sitesinde ülkemiz kökenli olduğu anlaşılan bir eserin satışa sunulduğunu tespit etmemizin ardından ilgili tüm birimlerimiz harekete geçti. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi uzmanları, eserin Batı Anadolu bölgesinde görülen ve arkeoloji literatüründe ’Yortan tipi kaplar’ olarak adlandırılan eserlere benzediğini ve özellikle Truva, Semahöyük, Beycesultan, Afyon-Kusura, Aphrodisias gibi merkezlerde MÖ III bin yıla tarihlenen arkeolojik tabakalarda benzer tiplerin olduğunu belirledi.


Eserin ülkemize iadesi için Dışişleri Bakanlığımız ve e-bay şirketi ile irtibata geçildi. Önce, eseri satışa sunan firma ile görüşüldüğü, iade talebimizin olumlu karşılandığı ve geçen hafta içinde de eserin Melburn Başkonsolosluğumuzca teslim alındığı haberi geldi.


Kısa bir süre önce eser Dışişleri Bakanlığı yetkililerince ülkemize getirildi ve uzmanlarımız tarafından teslim alınarak Anadolu Medeniyetleri Müzesine getirildi. Böylece her bir avuç toprağından dünya tarihinin hemen her evresine tanıklık etmiş sayısız eser çıkan Anadolu, bir parçasını daha geri kazanmış oldu.


Tabii bu anlattıklarımız bizi hep bildiğimiz ama her zaman dikkati çekmemiz gereken bir konuya daha getiriyor: Sosyal sorumluluk. Bir vatandaşın günümüz imkanlarıyla internet ya da herhangi başka bir vesileyle böylesi bir durumla karşılaşması olası. İşte bu noktada yalnızca Bakanlığa, yalnızca uzmanlara ya da bu işi meslek ya da görev edinmiş kişilerin ellerinde değil tarihimiz. Bu noktada hepimizin elinde" dedi.


Vatandaşlara duyarlı olmaları konusunda çağrıda bulunan Bakan Çelik, şöyle devam etti:
"Bu vesileyle bir kez daha vatandaşlarımıza sesleniyorum: Böylesi dikkatinizi çeken, merak uyandıran veya aklınızda soru işareti bırakan durumlarla karşılaşırsanız, lütfen elinizdeki bilgilerle, belgelerle bize ulaşın. Lütfen yurt dışına kaçırılan tarihi eserlerimiz konusunda duyarlı olalım. Biz sizden gelecek ihbarı değerlendirip bu toprakların olanı bu topraklara yeniden kazandırmak için var gücümüzle çalışırız.


Bugüne dek yürütülen çalışmalar kapsamında Osmanlı mezar taşları ve steller gibi müzayede firmalarından da olmak üzere son on yılda 4 bin 158 kültür varlığımızın iadesini sağlayarak ait oldukları topraklara dönmesini başardık.


Tarihi eserlerin iadesi konusunda uzman isimlerden oluşan yetkin bir ekibimiz titiz bir çalışma sergiliyor. Tabii hep belirttiğim gibi diplomatik ve akademik, hatta uluslararası güvenlik birimleriyle koordineli şekilde yürütüyoruz çalışmalarımızı. Bu kararlı ve profesyonel çalışmaların meyvelerini de bir bir topluyoruz."

Milliyet, 15.11.2014

TARİHİ KORUYACAK KURUL ARANIYOR!

 

Tarihi Yarımada'nın her yanı tarih. Bir yerden lahit çıkar diğer yandan sarnıç. 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Yasası alenen bu tür kazıların iş makinası ile değil arkeolog gözetiminde yapılmasını söylemesine rağmen bu inat niye? Koruma Kurulları bu tür yasayı ihlal eden, Koruma Kurulu kararlarını hiçe sayan müteahhitler ve kamu görevlileri hakkında neden suç duyurusunda bulunmuyor? Tarihi eserler zarar vermek yoksa suç olmaktan çıktı mı?

 

 

İstanbul Üniversitesi ana kapısı önündeki Vezneciler alt geçidi iyileştirme çalışmaları sırasında daha önce iki tane lahit kapağı bulunmuştu. Bugün Hürriyet Gazetesi’nin haberine göre aynı şantiye alanında şimdide Bizans Sarnıcı çıktı. Duyarlı bir vatandaşın şikayeti olmasa sarnıcın üzeri betonla kaplanacaktı. Arkeoloji Müzesi tıpkı daha önce bulunan lahit kapaklarında olduğu gibi sarnıçtan da sonradan haberi olup müdahale etti. Koruma Kurulu hala seyrediyor…

İBB tarafından ihale edilen Işıldak İnşaat ve Mak İş İnşaatın ortaklığı ile gerçekleştirilen Vezneciler Altgeçidi yenileme projesi, İstanbul 4 numaralı Koruma Kurulu tarafından onaylandı ve 5 Ağustos'ta çalışmalara başlandı. Yenileme çalışmalarındaki hafriyat sırasında, Hıristiyanlık öncesi döneme ait olduğu tahmin edilen iki tane lahit kapağı bulundu. Kepçelerle yapılan çalışmalar sırasında hasar gören lahitler günler sonra İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne bildirildi. Bu durumu 26 Ağustos’ta Radikal’de Fundanur Öztürk imzasıyla haber yapmış ve çalışmalarda arkeolog yok diye eleştirmiştik. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu buna ceza vermedi. Üstelik buradaki çalışmalar için arkeolog bulundurulması gerektiğini de söylemedi. Sonuç ortada 2 ay sonra bir Bizans sarnıcı yok edilirken duyarlı bir vatandaşın ihbarı ile kurtuldu. Başında arkeolog bulunsa o Bizans sarnıcını yok ettirmezdi. Gece gündüz yapılan ve etrafı paravanlarla çevrilen inşaat alanında son iki ay içinde acaba kaç kültür varlığı yok edildi? Bunun cevabını kim verebilir, müteahhit mi?

 

Tarihi Yarımada içinde iş makinası ile kazı yapılamayacağını daha önce defalarca dile getirdik. Bu Yarımada’nın her yanı tarih. Bir yerden lahit çıkar diğer yandan sarnıç. 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Yasası alenen bu tür kazıların iş makinası ile değil arkeolog gözetiminde yapılmasını söylemesine rağmen bu inat niye? Koruma Kurulları bu tür yasayı ihlal eden, Koruma Kurulu kararlarını hiçe sayan müteahhitler ve kamu görevlileri hakkında neden suç duyurusunda bulunmuyor? Tarihi eserler zarar vermek yoksa suç olmaktan çıktı mı? Müdahale etmiyor çünkü Koruma Kurulları siyasetten bağımsız değil. Aleyhte direnenler görevlerinden uzaklaştırılıyor.

 

Son dönemde Koruma Kurulu kararlarında şöyle bir ifade yer alıyor; ‘’Çalışmalar sırasında 2863 sayılı yasa kapsamında bir kültür varlığına rastlanılırsa çalışmalar durdurulup en yakın müzeye haber verilmeli.’’ Bu resmen kurda kuzu emanet etmek. Müteahhit kültür varlığına rastlayacak ve arkeologlara ‘’gel inşaatı durdur’’ diyecek. Bizans Sarnıcı’nın üzerine beton dökmek varken, lahitleri iş makinası ile kırıp yok etmek varken neden müzeye haber versin? Kaç müteahhit bu koruma bilincine sahip? Müteahhitler tarihi eser gördüklerinde eyvah iş yarım kalacak düşüncesindeler. Üç beş çanak çömlek parçası için metro yıllarca uzadı zihniyeti hakimken, kimse müzeye haber vermez. Koruma Kurulu olarak Tarihi Yarımada içindeki tüm hafriyat işlerinin başına arkeolog mecburiyeti getirmelisiniz. Bu tür büyük projeler müze denetiminde yapılmalı. Bunun için ‘’yeterli arkeolog yok’’ bahanesinin altına sığınmak yerine binlerce işsiz arkeologa istihdam yaratmalısınız. Koruma Kurulu’nun başına mesleği avukatlık olan başkan getirmek yerine arkeolog, sanat tarihçi, mimar başkan getirmelisiniz. Burada şunun da altını çizmek de yarar görüyorum. Tarihi Yarımada’ya bakan 4 Numaralı Koruma Kurulu’nda görevli arkeolog üye var mı, var. Peki ne iş yapar? İşte alt geçit inşaatında önce lahitler vatandaşın şikayeti ile kurtuldu sonra sarnıç. Takdir sizin…

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.11.2014

WARHOL'UN İKİ ESERİNE 151 MİLYON DOLAR

 

ABD'nin New York kentinde, Christie's Müzayede Evi'nin yaptığı müzayedenin yıldızı,2 eseri 151 milyon dolara satılan Amerikalı pop art sanatçısı Andy Warhol oldu.

 

Christie's Müzayede Evi'nin ''Çağdaş Sanat ve Savaş Sonrası Sanat'' müzayedesi New York'ta yapıldı.

Christie's yetkililerinin verdiği bilgiye göre, 42 ülkeden yaklaşık 500 koleksiyonerin katıldığı açık artırmada, toplam 853 milyon dolarlık sanat eseri satılırken, bir seferde bugüne kadar elde edilen en yüksek rakama ulaşıldı. Christie's mayısta gerçekleştirdiği müzayedede 745 milyon dolarlık çağdaş sanat eseri satmıştı.

Müzayedenin ardından basına açıklamada bulunan Christie's Dünya Başkanı Brett Gorvy, ''Bu rakam, bizim bugüne kadarki en yüksek rakamımız. Bu akşam birçok yeni açık artırmacı gördük, Ortadoğu'dan, Asya'dan, Avrupa'dan. Ancak hala en büyük alıcılar Amerika'dan'' diye konuştu.

Andy Warhol'un 1963 yılında yaptığı ''Elvis Üçlemesi'' 81 milyon 900 bine ve 1966 yılı eseri ''Dört Marlon'' da 69 milyon 600 bin dolara alıcı buldu.

 

 

Müzayedede, Willem De Kooning’nin Clamdigger adlı 1972 yapımı bronz heykeli 29 milyon 200 bin, Cy Twombly'nin isimsiz resmi 69 milyon 600 bin dolara satıldı.

Gecede ayrıca, Francis Bacon'un ''Oturan Figür'' 45 milyon dolara alıcı bulurken, Ed Ruscha'nın ''Smash'' adlı yağlı boya eseri 30 milyon 400 bin dolara satıldı.

Christie's ve Sotheby's'in New York'taki müzayede evlerinin yaklaşık 2 haftadır devam eden sonbahar açık artırmalarında da şu ana kadar yaklaşık 2 milyar dolarlık sanat eseri satıldı.

Habertürk, 14.11.2014

İSHAK PAŞA SARAYI'NA CAM TAVAN!

 

 

Tarihi İshak Paşa Sarayı‘nı don ve güneş ışınlarına karşı koruması için cam çatının 2011 yılından önce Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından yapıldığını ifade eden Van Rölöve ve Anıtlar Kurulu Müdürü Taner Öter, “Saray 2011 yılında bize devredildiğinde çatı yapılmıştı. Koruma özel camdır, kaldırılabilir. Daha önce metal çatı vardı. O kaldırıldı. İçine ışık girmesi mekanın daha kullanılabilir olması için çatı değiştirildi ve cam yapıldı. Bu bir hata ve yanlış değildir. Çatı yapmasanız bu sefer içine kar ve yağmur suyu yağdığı için ‘buna önlem alınmıyor’ deniliyor.

Bunun Avrupa’da da birçok örneği var. Örnek olarak British Museum’u verebilirsiniz. Çok modern çatı örtüsü var. Oradaki koruma amaçlı değildir, kalıcıdır, ama bizdeki koruma amaçlıdır. Yarın öbürgün bir kurul kararıyla kaldırılabilir. Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulunun onayladığı projedir. Uygulamayı yapanlar bir mimarın bakış açısı olarak değil, üniversite hocaları tarafından oluşan kurulun  kararı doğrultusunda verilmiştir.”

 

BAŞKA ÇÖZÜM YOKTU

Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünde Prof.Dr. Haldun Özkan konuyla ilgili bir açıklama yaparak şunları söyledi:

“Yağmur yağıp zarar verince, avlu üzerindeki bölümleri camla kapattılar. Bu konuda kişisel olarak yağmurdan korunması adına olumlu bir sonuç olarak görülebilir. Bunlar zaten koruma kurulu izni ve onayıyla yapılan şeylerdir. Mutlaka ki tarihi dokusundan uzak bir görüntü verecektir ama bazen yapıları koruma adına başka bir çözümünüz kalmayınca, yıkılmasındansa koruma altına almak için bu tür tedbirlere başvurulabiliyor. Cam olmasının nedeni aşağıda gezilen alanın aydınlatılmasını sağlamak için. Farklı bir malzeme kullanıldığında orayı karartır, içini ışıklandırma durumuna gitmeniz gerekecektir.”

 

İSHAK PAŞA SARAYI

1685 yılında Çıldır Atabeklerinden Çolak Abdi Paşa tarafından yapımına başlanan saray, 99 yıl sonra Küçük İshak Paşa zamanında tamamlanmıştır. Yaklaşık 7 bin 600 metrekare alan üzerine kurulu sarayda koridor ve salonlarla birlikte 360 oda bulunuyor. Sarayın bazı kısımları bodrumlarla birlikte üç katlı yapılmış. Arazinin doğal yapısına uygun olarak doğudan batıya doğru inşa edilen İshak Paşa Sarayı, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir.

Sözcü, 14.11.2014

HZ. MUHAMMET'İN EVİ İLE İLGİLİ ŞOK İDDİA!

 

Suudi Arabistan yönetiminin Mekke’de Hz Muhammed’in doğum yeri olduğuna inanılan noktayı mermerle kaplayıp üzerine, Kral Abdullah için dev bir saray inşa etmeyi planladığı iddia edildi. Habere göre, 500 yıllık Osmanlı sütunları da geçen hafta yıkıldı.

 
Saray inşaatının, Mescid-i Haram’ı genişletip daha çok hacının kullanımına uygun hale getirmeyi amaçlayan ancak hali hazırda yüzlerce tarihi anıt ve binanın yıkılmasına sebep olan yenileme projesi kapsamına gerçekleştirileceği belirtildi.

 

Osmanlı sütunları yıkıldı

İngiliz Independent gazetesine konuşan Washington merkezli Körfez Enstitüsü’nden uzmanlar, yenileme ve genişletme projesinin daha şimdiden Mekke’deki binlerce yıllık binaların yüzde 95’inin yıkılıp lüks otellere ve alışveriş merkezlerine dönüştürülmesine neden olduğunu söyledi.

 

Londra merkezli İslami Miras Araştırma Fonu’ndan Dr Irfan Alawi ise proje kapsamında Hz Muhammed’in Cennet’e yükselmesini temsil eden 500 yıllık Osmanlı sütunlarının geçen hafta yıkıldığını ve Hz Muhammed’in doğum yeri olduğuna inanılan “Mevlid Evi”nin de bu yıl bitmeden yıkılacağına inandıklarını söyledi.

 

Hacıların ziyaretine kapatılmıştı

Mevlid Evi’nin odalarının şu anda yerin altında bulunduğunu belirten Dr Alawi, 1951 yılında bu odaların korunması için üzerine bir kütüphane inşa edildiğini  ancak geçtiğimiz yıllarda hacıların bu kütüphaneye girişine izin verilmemeye başlandığını söyledi.

 

Dr Alawi “Hz Muhammed’in doğum yeri beton ve mermer altına gömülüp sonsuza dek unutulma riski ile karşı karşıya. Hac bittiği için 24 saat süren inşaat çalışmaları yeniden başladı. Camii’nin bir tarafındaki genişletme projelerini bitirdiler. Şu anki kraliyet sarayının beş katı büyüklüğünde olacak yeni saray ise bir dağın kenarında yer alacak ve camiye yukarıdan bakacak. Aralık ayına kadar kütüphane yıkılacak ve Mevlid Evi’nin yeraltı odalarının üzerinde inşaata başlanacak. Biz diyoruz ki bu evi yer altından çıkartalım ve sağlam kalmış odaları korumaya alalım” dedi.

 

Independent Gazetesi, Kral Abdullah’ın Mescid-i Haram’a inşa ettirmeyi planladığı sarayın planlarını gördüklerini belirtti ve sarayın şu an Mevlid Evi’nin bulunduğu bölgeyi de kapsayacağını doğruladı.

 

Konu ile ilgili haberi manşetten veren gazete, Suudi Arabistan’da birçok kişinin Mescid-i Haram bölgesinde yapılan inşaatlara karşı olduğunu ancak rejim tarafından cezalandırılmaktan korktuğu için sesini çıkartamadığını da iddia etti.

Yapı, 14.11.2014

TARİH BETONDAN KURTULDU

 

Beyazıt’ta altgeçidi yenileme çalışmalarında Bizans’tan kalma bir yapı ortaya çıktı. İnşaat firması tarafından girişi betonla kapatılan sarnıç benzeri tarihi yapı, tamamıyla betona gömülecekken duyarlı bir kişinin ihbarıyla şimdilik kurtarıldı.

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ağustosta Beyazıt’ta başlattığı Darülfünun Altgeçidi yenilenmesi inşaatı ihalesini Işıldak İnşaat ve Mak.İş İnşaat ortaklığı kazandı. Proje İstanbul 4 numaralı Koruma Kurulu tarafından onaylandı ve çalışmalara başlandı. Alt yüklenici Vizyon İnşaat’ın çalışmaları sırasında ağustosta aynı bölgede  iki tane lahit kapağı bulundu. Asfalt sökümü sırasında bulunan, Hıristiyanlık öncesi döneme ait olduğu tahmin edilen lahit kapakları kepçelerle yapılan çalışmalar sırasında büyük hasar gördü. Kapaklar Arkeloloji Müzesi’ne kaldırılırken bölgedeki çalışmaların müzeye bildirilmediği ortaya çıktı. Kısa süre sonra çalışmalar tekrar başladı. Önceki gün bir kişi müzeye ihbarda bulundu. İhbarda bulunan kişi, altgeçit çalışmalarında Bizans döneminden kalma yüzlerce metrelik sarnıcın girişinin ortaya çıktığını ve inşaatı yapan şirketin burayı kapatmaya çalıştığını bildirdi. Yola dökülen betonun sarnıcın girişinin bir kısmını kapattığını iletti.

KARAR KURULUN
İhbar üzerine İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkilileri inşaat alanına iki arkeolog gönderdi. Arkeologlar kapatılan bölümü sarnıç girişinde incelemelerde bulundu. İnşaat firmasının çalışmaları durdurulurken hazırlanacak rapor İstanbul 4 numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na gönderilecek. İnşaatla ilgili kararı kurul verecek.

 

Sarnıç girişinin bulunduğu alana giriş önceki gün arkeologlar geldikten sonra inşaat görevlileri tarafından metal perdelerle kapatıldı.


Belediyeden henüz bilgi yok

Kalıntıyla ilgili belediyeden bir bilginin gelmediğini söyleyen Arkeoloji Müzesi yetkilileri olayı ‘duyarlı bir vatandaşın’ ihbarıyla öğrendiklerini söyledi. Yetkili, bulunan kalıntıyla ilgili şunları aktardı: “Bizans’ın en büyük caddesi olan ve Ayasofya’nın önünden başladığı, Eminönü ve Topkapı’ya doğru iki ayrı kolda uzandığı bilinmektedir. O bölgede Bizans dönemi dükkanlarından oluşan Teodosyus forumu vardır. Beyazıt’ta bulunan kalıntının foruma ait bir dükkan mı yoksa sarnıç mı olduğu incelemeler sonucu ortaya çıkacaktır.”

 

''Orası asla kapatılmazdı''

Alt yüklenici müteahhit firma Vizyon İnşaat sahibi İnşaat Yüksek Mühendisi A. Kadir Güder, sarnıçın kapatılacağı iddialarının doğru olmadığını öne sürdü.

 

Güder şunları söyledi:
“İBB tarafından taahhütünü almış olduğumuz Darülfunun Alt Geçidi yenilenmesi projesine uygun olarak inşaat tamamlandı. Proje kapsamında yıkılması öngörülen ve dayanımını kaybeden eski işyerleri yıkılmış, molozlar kaldırılmış ve yerine saha betonu dökülerek mevcut Beyazıt meydanıyla bu alan birleştirilmiştir. Önündeki dükkanlar yıkılınca orası ortaya çıktı. Arkeoloji Müzesi Müdürlüğüyle irtibatlı olarak koruma altına alındı. Belediye, iş güvenliği açısından geçici emniyet şeritleriyle önünün kapatılmasını istedi. Örttük. Hiçbir şekilde orayı kapatma, beton dökme, duvar örme düşüncemiz olmadı. Oranın kapatılması bizim için ayrıca bir maliyettir. Bizim görevimiz üst yapılardı. Biz bir kazı yapıp da orayı ortaya çıkarmadık. Nitekim, 11 Ağustos 2014 tarihinde saat 02.00 sıralarında eski asfalt tabakasının kaldırılması çalışmalarında, asfaltın hemen altında 2 adet lahit kapağı buldum. Çalışmaları hemen durdurduk. Hemen akabinde bunu Büyükşehir Belediyesine bildirdim. Belediye de 12 Ağustos 2014 tarihinde İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’ne durumu bildirdi. Ancak yoğun ısrarlarımıza rağmen müzeler müdürlüğü tüm maliyetlerini firmamıza karşılatmak suretiyle 18 ağustos 2014 tarihinde yani tam 6 gün sonra teslim aldı. Bu süre zarfından ilgili lahit kapakları firmamız tarafından koruma altına alındı, çünkü çalmaya gelen çok insan oldu. Tehdit edenler oldu. 24 saat başında bekçi durdu. Biz sürekli müzeye gelin alın dedik. Onlar siz getirin dediler. En son anlaştığımız gün haftasonu biz çalışmıyoruz dediler. Yani yalvar yakar bir şekilde biz onların kontorülünde lahit kapatlarını gönderdik. Biz her hamlemizi İBB ile ve Arkeoloji Müzesi Müdürlüğüyle koordineli olarak yapmaktayız.”

 

BÖLGE ‘NEKROPOL’ ALANI

Sarnıç ve Lahitlerin asfalta yakın bir yerden çıkmış olması ve bölgenin kaynaklarda Roma Nekropol alanı (mezarlık) olarak geçmesi, tünelin ilk yapıldığı yıllardaki inşaatlarda da benzer başka bulgulara ulaşılmış olma ihtimalini güçlendiriyor. Arkeologlar Derneği yetkilileri “Konstantin, İstanbul’u başkenti olarak düzenlerken kenti batıya doğru genişletti. Bu genişleme esnasında kentin eski nekropolü kente dahil edildi ve sonrasında bir forum/meydan olarak düzenlendi. Tünel kazısında açığa çıkan lahit kapakları da buradaki nekropolden geriye kalanlar olmalı. Zaten daha önce 40’larda, 50’lerde yapılan hafriyatlarda da benzer bulgular çıkmıştı ki bu buluntular bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndedir. Dolayısıyla, hakkında bu kadar bilgi olan, arkeolojik dolgular içerdiği bilinen bir alanda yapılacak kazılarda ‘müze denetimi’ en baştan sağlanmalıdır ki, arkeolojik bulguları tahrip edilmeden tespit edebilelim. Kaldı ki müze denetiminde kazı tarihi yarımadanın her yeri için zorunluluktur.” dedi.

Hürriyet, Haber: Burcu Purtul Uçar, 14.11.2014

ALTINDAN HAZİNE ÇIKTI

 

Siirt'te, Ilısu Baraj Gölü altında kalacak Botan Vadisi'ndeki tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması amacıyla Başur ve Çattepe Höyük'te 13 yıldır sürdürülen kazılarda milattan önce 3 bin yılına ait olduğu değerlendirilen çok sayıda tarihi eser bulundu.

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca Ilısu Barajı su toplama havzası altında kalacak kültürel varlıkların kurtarılması için gerçekleştirilen arkeolojik kazıların büyük bölümü tamamlandı.

"13 yılda 2 bin eser bulundu"
Kazı ekibinin başkanı, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ilısu Baraj sahası altında kalacak Botan Vadisi'ndeki arkeolojik araştırmalar kapsamında 2001 yılından bu yana kazı çalışması yapıldığını anımsattı.

Bölgedeki kazılarda sona yaklaşıldığını belirten Sağlamtimur, şöyle devam etti:
"13 yıldan bu yana süren kazı çalışmalarında 2 bin eser bulundu. Bunlardan, Çattepe Höyük'te 2009 yılında ortaya çıkardığımız Roma'nın doğudaki en sınır kalesi olan Roma kalesindeki çalışmalarımız devam ediyor. Kalenin 500 metreye yakın surları kazıldı. Bu sene kalenin içindeki yapılara ulaşabildik. Anladığımız kadarıyla devasa boyutlarda bir kale, çünkü jeopolitik ve stratejik konumu nedeniyle Dicle ve Botan'ın birleştiği noktadadır. Roma kalesi inşa edilirken bu alanda bulunan höyük yerleşimi tahrip olmuş. Aslında kalenin içerisinde höyük var ama höyüğe ait farklı dönemlere tarihlenen yapılara ulaşmamız açısından zaman kalmadı. Bazı alanlarda her ne kadar ulaştıysak da tamamını açmak çok zordur. Çünkü kaleye ait yapılar ve duvarlar daha erken döneme ait arkeolojik unsurları tahrip etmiştir."

"Siirt 5 bin yıl önce daha zengindi"
Kazılardaki buluntuların Geç Uruk ve İlk Tunç dönemlerinde devam eden bir zenginliği gösterdiğini anlatan Sağlamtimur, şunları söyledi:
"Özellikle milattan önce 3 bin yıl İlk Tunç Çağı'na tarihlenen mezarlardan çıkan buluntular gerçekten bir müzeyi dolduracak nitelikte. Siirt'te olmadığı için şu an Batman'daki müzede sergileniyor. Bu buluntular arasındaki oyun taşı seti en erken örneklerden biri. Bu oyun taşının bulunduğu mezarların içerisindeki iskeletler iki çocuk ve bir yetişkine ait. Acaba diyoruz bu oyun taşı çocukların eğitiminin bir parçası mı? Belki bu dönem için oyun taşları çocuğun strateji geliştirmesi açısından eğitimin bir parçasıdır. Şu an kazdığımız tabakalar yine bir oyun taşı ile ilişkili. Çok sayıda bronz eser var. Yapılan tespitlere göre ticaret güzergahı üzerinde olan Siirt, 5 bin yol önce çok daha zengindi."

Sağlamtimur, Başur Höyük'teki kazılarda ortaya çıkan buluntulara göre söz konusu bölgede ticari ve kültürel ilişkinin çok uzun süre devam ettiğini düşündüklerini sözlerine ekledi.

Cumhuriyet, 12.11.2014

ÇATALHÖYÜK'E ULUSLARARASI KORUMA HAZIRLIĞI

 

UNESCO Dünya Miras Komitesi tarafından oluşturulan HEADS Tematik Programı kapsamında uluslararası uzmanlar, 2012 yılında Dünya Miras Listesi'ne alınan Çatalhöyük kazı alanında inceleme yaptı - Program yöneticisi Sanz: "İnsanlığın yerleşik topluluklar oluşturduğu dönemi, gıda üretiminin de başladığı nelolitik dönemi araştırıyoruz. Bu anlamda uluslararası topluluklarda tartışılması gereken en iyi yerde bulunuyoruz. Özellikle hassasiyet arz eden alanların korunması çok önemli, Çatalhöyük bunlara en iyi örnek. Bu konuları uluslararası toplumla tartışmayı amaçlıyoruz".

 

 

UNESCO Dünya Miras Komitesi tarafından oluşturulan HEADS Tematik Programı kapsamında uluslararası uzmanlar Çatalhöyük kazı alanında inceleme yaptı.

 

Neolitik dönemi yansıtan Çatalhöyük, UNESCO'nun Dünya Miras Listesi'ndeki en eski ve en önemli kültürel miras alanlarından biri olması nedeniyle dünyada dikkatleri üzerine çekiyor.

 

UNESCO Dünya Miras Komitesi tarafından başlatılan "Temsili, Dengeli ve Güvenilir bir Dünya Miras Listesi için Küresel Strateji" çerçevesinde oluşturulan  Human Evolution, Adaptations, Dispersal, Social Developments (HEADS) Programı kapsamında uluslararası uzmanlar, Konya'daki, bir bölümünün üzeri özel bir ahşap çatıyla kapatılan Çatalhöyük kazı alanında inceleme yaptı.

 

Program Yöneticisi Nuria Sanz, incelemeleri sonrasında gazetecilere yaptığı açıklamada, dünya mirası ile ilgili en hassas alanların çalışılması, korunması ve gelecek nesillere aktarılması adına işbirliği ve sağlam bir strateji belirlemeyi amaçladıklarını söyledi.

 

Sanz, "İnsanlığın yerleşik topluluklar oluşturduğu dönemi, gıda üretiminin de başladığı neolitik dönemi araştırıyoruz. Bu anlamda uluslararası topluluklarda tartışılması gereken en iyi yerde bulunuyoruz. Özellikle hassasiyet arz eden alanların korunması çok önemli, Çatalhöyük bunlara en iyi örnek. Bu konuları uluslararası toplumla tartışmayı amaçlıyoruz. Tartışacağımız bir diğer konu da bu alanların korunması için nasıl bir yöntem geliştirilmeli ve devlet taraflarıyla nasıl bir çalışma içerisine girileceği. Bu sayede neolitik sit alanlarına destek vermiş olacağız" dedi.  

 

Çatalhöyük'ün öneminden de bahseden Nuria Sanz, "Bu saha bize çok sayıda yanıtlanmamış soruya cevap verebilecek bir saha. Sadece ziyaretçilerden oluşan gelecek nesiller değil, aynı zamanda araştırmacılardan oluşacak gelecek nesilleri de düşünüyoruz. Türk makamlarıyla aktif işbirliğimizi sürdürmeye devam edeceğiz. Çatalhöyük gibi son derece büyük ve önemli bir sit alanının uluslararası düzeyde korunması için mümkün olan en iyi standartların sağlanmasında ulusal makamların hizmetinde olacağız" diye konuştu.        Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli de önümüzdeki dönemde Konya kent merkezinde kurulacak Arkeoloji Müzesi ile ilgili bilgi verdi. Benli, Çatalhöyük'te çıkartılan eserlerin yeni müzede yer alacağını, böylece tanıtımın daha kolay yapılabileceğini söyledi. Uluslararası uzmanlar daha sonra Konya Valisi Muammer Erol ile görüştü. 

 

- Çatalhöyük 

Konya'nın Çumra İlçesi'nde, neolitik dönemde 8 bin kişinin bir araya gelerek kent kurduğu Çatalhöyük'ün, dünyada insanoğlunun ilk yerleşim yerlerinden biri olduğu kabul ediliyor. 1960'lı yıllarda İngiliz Arkeolog James Mellaart ve ekibi tarafından keşfedilen Çatalhöyük'te, 1993 yılında Stanford Üniversitesinden İngiliz Arkeolog Prof.Dr. Ian Hodder başkanlığında kazılara yeniden başlandı. 

 

Çatalhöyük'te 9 bin yıl önce; üstten girilen, birbirlerine bitişik kerpiç evlerde yaşayan insanların sosyal yapısı, beslenme ve giyim şekilleri gibi çeşitli konular araştırılıyor. Prof.Dr. Hodder başkanlığında 22. yılına giren kazı çalışmalarının 4 yıl daha devam etmesi öngörülüyor. Buradaki kazılar, ana sponsorlar Yapıkredi ve Boeing firmalarınca destekleniyor.

Radikal, 12.11.2014

PILIR HÖYÜK'TE KAZI ÇALIŞMASI PLANLANIYOR

 

Sivas'ın Hafik İlçesi'ndeki Hafik Gölü'nün içerisinde ada şeklinde görünen Pılır Höyük'te kazı çalışması yapılması planlanıyor.

 

Hafik Belediye Başkanı Mitat İlhan, Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Bora Uysal, Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Erdal Eser, höyük çevresinde incelemelerde bulundu.

 

Pılır Höyük'ün turizme kazandırılmasını amaçladıklarını dile getiren İlhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "Belediye olarak bizim gayemiz buradaki varlığın tarihi özelliklerinin ortaya çıkarılması. Bu amaçla düzenlenen proje yürürlüğe girerse Cumhuriyet Üniversitesinin işbirliğiyle burada bir kazı çalışmasının yapılmasını amaçlıyoruz. Gölün ortasında bulunması anlamında ayırt edici bir özelliğe sahip olduğunu düşündüğüm höyüğün en kısa sürede turizme kazandırılmasını diliyorum" diye konuştu.

 

Uysal ise daha önceki yıllarda yapılan sondaj kazısıyla höyüğün yaklaşık 7 bin 500 yıllık bir geçmişe sahip olduğunun belirlendiğini söyledi. Höyükte 16. yüzyıla kadar insanların yaşadığını arkeolojik buluntuların teyit ettiğini dile getiren Uysal, "Doç.Dr. Atilla Engin başkanlığında burada yüzey araştırma çalışması yapıldı. Bu çalışmalarda da hemen hemen aynı bulgulara ulaşıldı" dedi.

Radikal, 12.11.2014

ASURLULARIN ÇÖKÜŞÜNÜN NEDENLERİ

 

 

İklim değişikliği adlı yayında yayınlanan bir çalışmaya göre Neo-Asur İmparatorluğu iki etkenin kombinasyonu sonucu çöküşe sürüklendi. Bunlardan biri aşırı nüfus artışı diğeri ise MÖ 7. yüzyılda yakın doğuyu etkisi altına alan kuraklıktı. Neo Asur İmparatorluğu yakın Doğu’da MÖ 910 -610 yılları arasında hüküm sürdü. MÖ 7. yüzyılın başlarında ilk gerçek uluslararası imparatorluk haline geldi. Farklı kökenlerden birçok etnik grup ve kabileden insan topluluklarını barındırıyordu. MÖ 7. yüzyılın sonundaki hızlı çöküş bilim insanlarının hep aklını karıştırmıştı. Daha çok iç savaşlar, siyasi istikrarsızlık ve MÖ 612’de Babil ve Med güçlerinin başkenti yıkıma uğratması gibi nedenlerin Neo-Asurlular’ın sonunu getirdiği düşünülüyordu. Ancak hiçbiri bu hızlı ve ani çöküşü tam olarak açıklamıyordu. California Üniversitesi’nden Dr Adam Schneider ve Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nden Dr. Selim Adalı, Asurluluar’ın çöküş nedeni olarak nüfus artışı ve kıtlık konularını masaya yatırdı. Paleoiklim verileri MÖ 7. yüzyılın ikinci yarısında yakın doğunun ikliminin çok kuraklaştığını gösteriyor. Bilim adamlarına göre Orta Anadolu’da yer alan Tecer Gölü’nde MÖ 670-630 yıllarına tarihlenen 6-7 cm kalınlığındaki kalsit katmanı kısa süreli şiddetli bir kuraklık olayının kanıtı olarak görülüyor. Orta Anadolu’nun yüksek kesimlerindeki bir krater gölü olan Eski Acıgöl’ün çökellerinden elde edilen stabil oksijen izotopu verilerine göre kuraklıktaki kademeli artış MÖ 7. Yüzyılda zirveye çıkmış ve tüm Holosen döneminin en kurak yılları olmuş. İznik Gölü’ndeki çökellerdeki belirgin farklılıklar ise aşağı yukarı M.Ö 650 yıllarında kurak bir iklime doğru bir kayma gösteriyor. Aynı şekilde İran’ın Zagros Dağları’nda bulunan Zeribar Gölü’ndeki atijenik kalsitlerden elde edilen veriler MÖ 750’de başlayan ve 7. yüzyılın ortalarında yoğunlaşan kurak bir döneme işaret ediyor. Bu dönemde bölgenin istilası ve insanların bölgeye zorla yerleştirilmesi ile aşırı bir nüfus artışı da görüldü. Bilim adamlarına göre (MÖ 705-681 yılları arasında hükmeden) Kral Sennacherib tarafından siyasi olarak yürütülen kentsel genişleme projesi nüfus patlamasını da beraberinde getirdi. Bu dönemde Kral Sennacherib Asur başkentini Nineveh’e taşıdı ve kentin büyüklüğünü 150 hektardan 750 hektara kadar çıkardı. Zorla uygulanan göç politikası ile de kent Kuzey Mezopotamya’nın en büyük kenti haline gelerek bir metropole dönüştü. Kentteki bu aşırı büyüme devleti zayıflatarak MÖ 657’de yakın doğuyu etkisi altına alan kuraklığa karşı mücadele etmesini zorlaştırdı. Kuraklığın ilk 5 yılında ise siyasi ve ekonomik istikrar bozularak bir dizi iç savaşa yol açtı. Bu demografik ve iklimsel etkenler Asur İmparatorluğu’nun çöküşünde önemli rol oynadı.

arkeolojihaber.net, Kaynak: sci-news.com Çeviri: Cüneyt Acar, 06.11.2014



2 - 15 Kasım 2014

TARİHİ KALEYİ DAĞCILAR GÜÇLENDİRİYOR

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde ören yeri olarak turizme kazandırılması için talimat verdiği tarihi Mardin Kalesi'nde güçlendirme ve restorasyon çalışmaları başladı.


Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu'na (UNESCO) aday Mardin'de, Hamdaniler tarafından 10. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Artuklu döneminin en büyük medeniyet eserlerinden biri olan, bin 200 metre yükseklikteki kalenin Kültür ve Turizm Bakanlığı koordinesinde, Valilikçe yapılan ihale ile özel bir şirket tarafından güçlendirilmesine başlandı.
Hazineye ait olan ancak askeriyeye tahsis edilen alanda bulunan kaledeki kaya parçalarının şehirdeki yaşam alanlarına düşme riskine karşı yaklaşık bir kilometrelik alanda yapılan güçlendirme çalışmalarında 450 metre çapında çelik bariyer ve halatlar kurularak, kaya ıslahı yapılıyor.


- "Birçok medeniyet bu kaleyi kullandı"
Mardin Valisi Mustafa Taşkesen, AA muhabirine, Süryanice'de "Merdin"in tek kale anlamına geldiğini ifade ederek, Mardin'in ismini bu kaleden almış olmasının söz konusu olabileceğini söyledi.


"Mardin şehrinin adını bu kaleden aldığı söylenebilir" diyen Taşkesen, Diyarbakır Mardin karayolunda yer alan kalenin tarihinin milattan öncesine uzandığını belirtti.


Taşkesen, "Birçok medeniyet bu kaleyi kullandı. Romalılar, Selçukluların buraya gelmesi ile Artukoğulları ve Akkoyunlular bu kaleyi kullanmışlar. 3. Selim, dönemin Bağdat Valisine 220 yıl önce verdiği talimatla kalenin onarılmasını istemiş" diye konuştu.


- Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatı ile çalışmalar başladı
Taşkesen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakan olduğu dönemde Mardin'i ziyaretinde tarihi kalenin turizme kazandırılması talimatını verdiğine dikkati çekerek, bu kapsamda kalenin güçlendirilmesi ve arkeolojik kazıların yapılarak tarihi yapıların gün yüzüne çıkarılması için çalışmaların başlatıldığını söyledi.


Kaleden düşebilecek taşlar nedeniyle çevredeki tarihi yapıların ve evlerin zarar görmemesi için güçlendirme çalışmalarına hız verildiğini dile getiren Taşkesen, kentin seyir terası olarak nitelendirilebilecek bu mevkinin turizme kazandırılması için çalışmaların aralıksız sürdüğünü kaydetti.


Taşkesen, proje bütçesinin yaklaşık 10 milyon lira olduğunu ancak tarihin derinliklerine yolculuğa çıkmışken bu çalışmada maliyetin artabileceğini kaydetti.


- Dağcılık eğitimli ekipler görevlendirildi
Taşkesen, güçlendirme çalışmalarının oldukça meşakkatli olduğunu vurgulayarak, bu çalışmaları yapanları ve yaptıranları peşinen tebrik ettiğini ifade etti.


Tokat'ta görev yaptığı sırada neredeyse ağaçlar üzerinde duran bir kale duvarının büyük tehlike oluşturması nedeniyle restorasyonu için defalarca ihale açmalarına rağmen kimsenin katılmadığını belirten Taşkesen "Buradaki arkadaşlar bunu başardı. Mardin Kalesi'ni dağcılık eğitimi almış profesyonel ekipler güçlendiriyor. Ortaya muhteşem bir eser çıkacak. Bu kalenin turizme kazandırılması UNESCO yolundaki Mardin'e artı bir değer katacak" şeklinde konuştu.


- Türkiye'de ilk kez kullanılan sistemle güçlendirme 
Tarihi kalede güçlendirme çalışması yürüten firmanın inşaat mühendisi Hasan Fatih Kocabaş da son derece önemli olan bu projede 3 tip güvenlik önlemi düşünüldüğünü söyledi.


Kocabaş, bu önlemlere ilişkin şunları kaydetti:
"Birinci önlem, kayalar düşmeden profesyonel dağcı ekiplerimizle bunları bağlamak. Bunun için 10 metrelik bulonlar ve yüksek çekme germeli ağlar kullanıyoruz. İkinci önlem, kayanın düşme ihtimaline karşı enerji sönümlemeyi sağlayan sistemin kullanılması. Üçüncü ve en önemlisi ise; Türkiye'de ilk kez bu kalede 3 ve 5 bin kilojoule (kj) İsviçre'den ithal ettiğimiz kaya bariyeri sistemini kullanıyoruz. Bu, yaklaşık 10 tonluk bir kaya 40 metre yüksekten bırakıldığında dayanma gücü gösterebilen bir bariyer sistemi."


Güçlendirme çalışmalarında görevli 11 dağcının alanında uzman, teknik personel, mühendis ve mimarlardan oluştuğuna işaret eden Kocabaş, 2015 yılında tamamlanması hedeflenen projede bu ekibin mevsim şartlarına göre yaklaşık 3 ayda çalışmalarını tamamlamasını planladıklarını sözlerine ekledi.

Tarsus Haber, Haber: Sema Kaplan - İbrahim Sincar, 13.11.2014

NOEL BABA MÜZESİ YARIM MİLYONU GEÇTİ

 

 

Antalya bölgesinin en çok ziyaretçi çeken ve en çok gelir getiren ören yeri olma özelliğine sahip Demre'deki Noel Baba Müzesi, bu yılın ilk 10 ayında yarım milyondan fazla ziyaretçiyi ağırladı. Geçen yılın aynı döneminde 500 bin 175 kişinin ziyaret ettiği ve karşılığında 5 milyon 168 bin 826 lira gelir elde edilen Noel Baba Müzesi'ni, bu yıl 508 bin 488 kişi ziyaret etti ve karşılığında 5 milyon 324 bin 780 lira gelir elde edildi. Noel Baba Müzesi'ni Ekim ayında ise 44 bin 918 kişi ziyaret ederken, karşılığında 501 bin 238 lira gelir sağlandı. 

 

MYRA ANTİK KENTİ DÜŞÜŞTE 

Demre'deki Myra antik kentinin ziyaretçi sayısında ise geçen yıla oranla düşüş yaşandı. Bu yılın ilk 10 aylık döneminde 411 bin 144 kişinin ziyaret ederek, 4 milyon 560 bin 244 lira gelir bıraktığı Myra antik kentini, geçen yılın aynı döneminde 434 bin 696 kişi ziyaret etti, karşılığında da 4 milyon 619 bin 691 lira gelir elde edildi. Ekim ayında ise 38 bin 443 kişinin ziyaret ettiği Myra antik kentinde 442 bin 90 lira gelir sağlandı.

Kemer Gözcü, 13.11.2014

'İNŞAAT' YARGIYI BU YÖNTEMLERLE BOŞA ÇIKARIYOR

 

Doğal ve tarihi sit alanlarına yapılan imar planları idari mahkemelerce iptal edilmesine rağmen nasıl oluyor da inşaatların önüne geçilemiyor? İşte son yıllarda yargı kararlarını boşa çıkaran o hülle yöntemleri...

 

 

Son dönemde idari mahkeme kararlarına uymamak ya da mahkeme kararlarına 'takılmamak' için çeşit çeşit hülle yöntemleri uygulamak adetten oldu. Özellikle idari mahkemelerin verdiği "yürütmeyi durdurma" kararları bir şekilde bertaraf ediliyor. Oysa İdari mahkeme kararlarını uygulamamak Anayasa'nın 138. maddesinde, “...Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” deniliyor. Diğer yandan TCK 257. maddesinde, "Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (...)” hükmü yer alıyor. İşte bu hükme muhatap olmamak aynı zamanda da mahkeme kararını uygulamamak için akla hayale gelmeyecek yöntemler geliştiriliyor. Şimdi o hülle yöntemlerini sıralayalım...

EN SIK BAŞVURULAN YÖNTEM
İmar planına itiraz edilip idari mahkemeden aleyhte bir karar çıkacağı anlaşıldığı zaman hemen plan notlarında aslını bozmayacak şekilde değişiklik yapılıp, yeni imar planı ile yola devam edilir. Davacı 'eski' imar planına dava açtığı için yürütmeyi durdurma ya da iptal kararı çıksa bile uygulayıcı yeni imar planına göre projesini devam ettirir. Değişiklik yapılan imar planına açılacak dava devam ederken proje hızla bitirilir. Yargının aleyhte karar verme eğilimi ise yargılama sırasında mahkemece tayin edilen bilirkişi raporu idarenin aleyhine ise (ki genelde mahkemeler bilirkişi raporlarına uyar) hemen bu hülle yöntemi devreye girer. Yargı kararlarının tebliği bazen 2 ayı bulabiliyor. Bu hülle yöntemine örnek olarak Ali Ağaoğlu’nun Maslak 1453 projesini gösterebiliriz. Mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermesine rağmen inşaatlar devam etmişti. Çünkü imar plan notlarında değişiklik yapan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu yeni plana göre inşaatın sürdüğünü ileri sürmüştü. Bu yöntem pek çok projede uygulandı. Likör Fabrikası yerinde yükselen Quasar gökdelenleri, Atatürk Orman Çiftliği, Sulukule, Ayvansaray gibi kentsel dönüşüm projeleri de bu yöntemle hayata geçirildi. Her proje için daha sonradan iptal kararları alındıysa da işten geçmiş oldu.

ŞEYTANIN AKLINA GELMEZ!
İmar planına dava açıldığında inşaat ruhsatı bir önceki imar planı üzerinden işleme sokuluyor. Böylelikle dava kazanıldığında inşaat ruhsatı iptal edilemiyor. Çünkü yargı yeni imar planını iptal ettiği için otomatik olarak bir önceki eski plan hayata geçiyor. İnşaat ruhsatı da eski plan üzerinden alındığından ruhsat iptali yapılamıyor. Bu hülle yöntemi Ataköy sahilde devam eden inşaatlar için yapıldı. Sahildeki inşaatların yapımına izin veren 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planları için İstanbul 5. İdare Mahkeme'sinde açılan davada yargıçlar 2 Mayıs’ta 'yürütmeyi durdurma' kararı vermesine rağmen Bakırköy Belediyesi ruhsatları iptal edemedi. Dava 2012 yılındaki imar plan değişikliğine açılmıştı ama inşaat ruhsatlarının 1997 yılındaki imar planına göre verildiği ortaya çıkmıştı.

YENİ NUMARA: PARSEL NUMARASI DEĞİŞTİ!
Yargı kararlarını uygulamamak ve aynı zamanda suçlu duruma düşmemek için yeni bir yol daha bulundu. Yine yargının aleyhte karar vereceği anlaşılınca davalı olan arazinin parsel numarası değiştiriliyor. Böylelikle yargının verdiği karar boşa çıkmış oluyor. Bu yöntem de Validebağ Korusu’nun yanındaki otoparka cami inşaatı yapılmak istenmesinde kullanıldı. Bilirkişinin cami yapılmasına onay vermediği anlaşılınca Üsküdar Belediyesi caminin yapılacağı arsanın parsel numarasını değiştirdi. Mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdiğinde Üsküdar Belediyesi kararın kendilerini bağlamadığını belirterek şu açıklamayı yaptı; "Halihazırda devam eden inşaat çalışmaları Altunizade’deki 167 pafta, 1313 ada, 197 parselde’ bulunuyor. Yürütmeyi durdurma kararı ise ‘1313 ada, 178 parselle ilgili" denildi. Sanki 197 parselde ayrıca bir cami projesi varmış gibi davranılarak yargının kararı açığa düşürülmeye çalışıldı.

YIRCA YÖNTEMİ: ZEYTİN AĞAÇLARI BİR HÜLLE İLE GİTTİ
Soma Yırca’da yaşananlar da yeni bir hülle yöntemi. Mahkemeden aleyhte karar çıkacağı UYAP üzerinden öğreniliyor. Kararın tebliği bir ay gibi bir zaman alır düşüncesiyle o sürede hızlı bir şekilde hukuksuz görünen işlemler bitiriliyor. Geriye dönük olarak ağaçların yeniden ekilmesinin de mümkün olmayacağı düşüncesiyle bir ''oldu bittiye'' getirilmek isteniyor. Yırca’da sabahın erken saatinde alelacele zeytin ağaçlarını yok etmenin amacı da bunu gösteriyor. 3 saat sonra yürütmeyi durdurma kararı çıktığında ağaçlar ortadan kaldırılmıştı. Mahkemenin yürütmeyi durdurma gerekçesi olan zeytin ağaçları yok edilince de artık projeyi durdurmanın bir anlamı kalmamış oldu. Yırcalılar yüksek perdeden tepki gösterip olayı tüm ülkeye mal etmiş olmasalardı şirket mahkemeye, 'orada artık zeytin ağacı kalmadı' savunması yapacaklardı.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.11.2014

MİMAR KEMALETTİN HEYKELİ BAKIMSIZLIKTAN DÖKÜLÜYOR

 

İzmir'in Çankaya semtindeki Mimar Kemaleddin Caddesi'nde bulunan Mimar Kemaleddin heykelindeki kırılma ve dökülmelerin onarılmaması tepki çekiyor.

 

 

DHA'nın haberine göre, İzmir'de 14 Kasım 2001 tarihinde moda merkezi olarak hizmete giren Mimar Kemaleddin Caddesi'ne ulusal mimarlık döneminde önemli eserlere imza atmış Mimar Kemaleddin'in bir heykeli yerleştirildi. Epoksi malzeme ve bronz patine kullanılarak, heykeltıraş Eray Okkan tarafından yapılan heykelin baston ve ellerinde zamanla kırılma ve dökülmeler meydana geldi. Vakıflar Bankası Bölge Müdürlüğü, İzmir Ticaret Borsası, Büyük Kardiçalı Han, günümüzde Devlet Opera ve Balesi'ne hizmet veren Elhamra Sineması, Milli Kütüphane, Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesi gibi birbirlerine benzer çizgilere sahip ve bir bölümü kubbeli olan yapılarda imzası bulunan mimarlardan olan Mimar Kemaleddin'in heykelindeki bakımsızlık tepki çekti.

Yapı, 13.11.2014

BU BELGELER İLK KEZ GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 

Osmanlı’nın ilk kağıt üretim merkezi olarak kabul edilen Yalova Kağıthanesiyle ilgili belgeler ilk kez gün yüzüne çıktı.

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., ünlü matbaacı İbrahim Müteferrika tarafından kurulan ve  Osmanlı’nın ilk kağıt üretim merkezi olarak kabul edilen Yalova Kağıthanesi ile ilgili daha önce hiç bir yerde yayımlanmamış belgeleri ilk kez gün yüzüne çıkardı.

 

İbrahim Müteferrika Eserlerinden Yalova Kağıthanesi ismiyle akademisyen Ahmet Nazif Galitekin tarafından yayıma hazırlanan kitap, kağıdın tarihçesi, Osmanlı Devleti’nde kağıt üretimi ve İbrahim Müteferrika’nın kağıtçılık adına yapmış olduğu çalışmalarla ilgili daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış birçok bilgi ve belgeyi okuyucunun dikkatine sunuyor.

 

Kitap, Tüyap Kitap Fuarı’nın onur konuğunun Macaristan olması ve Osmanlı’nın ilk kağıthanesini kuran İbrahim Müteferrika’nın da Macar asıllı olması nedeniyle ayrıca önem taşıyor.

 


 

Müteferrika, ilk matbaadan sonra ilk kağıthaneyi de kurdu

Akademisyen Ahmet Nenih Galtekin’in kitap için yaptığı araştırmaya göre, Osmanlı Devleti’nde, varlığını kesin olarak belgelenen ilk kağıt imalathanesi, 18. yüzyılın ortalarında Yalakabad (Yalova)’da kurulan Kağıthane’dir.

 

Osmanlı’da ilk Müslüman Türk matbaası İbrahim Müteferrika tarafından kuruluncaya kadar, kağıt ihtiyacı ciddi şekilde hissedilmemişti. Gerçi hattatlarla azınlık matbaalarının kağıda ihtiyaçları olmuştu, fakat hattatların ihtiyacı peyderpey Doğu ve Batı kağıtlarıyla karşılanabiliyor ve ciddi bir şekilde devamlı kağıt stokuna ihtiyaç duyulmuyordu. Azınlıklar, matbaalarının kağıt ihtiyacını Batı’dan karşılıyorlardı. Dışarıdan gelen kağıtlar, çok defa onların aracılığı ile Müslümanlar’ın eline geçtiğinden, kağıt ihtiyacı azınlıklar için büyük bir mesele olmuyordu. Kaldı ki, onlarınkiler özel matbaalardı. Oysa, İbrahim Müteferrika’nın açtığı matbaa, devletindi. Sonra, bu ilk resmi matbaanın o zamana kadar pahalı olan yazma eserleri daha ucuza basmak ve herkesin almasını kolaylaştırmak gibi bir amacı vardı. Ucuz ve çok sayıda kağıt ihtiyacı, ancak yeni kurulacak yerli bir kağıthane ile sağlanabilirdi.

 

Bu ihtiyaç nedeniyle İbrahim Müteferrika, 1741 yılında, Yalova’da birkağıthane  kurmak için teşebbüse geçti.



İstanbul’daki Su Kıtlığı Yüzünden Kağıthane Yalova’da Kuruldu

Kitapta yer alan bilgilere göre, kağıt fabrikasının İstanbul’da kurulması düşünülmüşse de Anadolu ve Rumeli yakalarında yaz aylarında yeterli su bulunamadığı görülmüş ve bu fikirden vaz geçilmiştir.


Bu gelişme üzerine Kağıthane için, Yalova’nın Elmalık Köyü’nde, Hırka Deresi üzerinde, Çardaklı Mevkii’nde bir yer beğenildi. Burası, Darüssaade Ağası Beşir Ağa’nın çiftliğindeydi. Beşir Ağa kendi vakıf arazisi içinde akarsu bulunan yerde kağıthanenin yapılmasını uygun gördü.

 

Kağıthane’nin İlk Çalışanları Lehistanlı Ustalar
Yer belirlendikten sonra, kağıthanede çalışacak personel konusu üzerinde duruldu. Bunların Lehistan’dan sağlanması için Hotin Valisi ile Boğdan Voyvodası Yanaki’ye emirler yazıldı. Hotinli Arslan isimli bir Yahudi Lehistan’a gönderildi. Orada üç kağıtçı ustası ile pazarlık yapıldı ve ustalar İstanbul’a getirildi.

 

Bu ustalar ve Yahudi, İstanbul’da İbrahim Müteferrika’nın evinde bir süre misafir kaldılar.

Lehli ustalarla Müteferrika arasında antlaşma yapıldı. Buna göre, Kağıthane’deki aletlerin bu ustalar tarafından yapılması, fakat bunun için gereken malzemenin devlet tarafından karşılanması kararlaştırıldı. Kağıtçılığı öğrenmek, ustaların ayrılması durumunda imalata devam edebilmek için, bunların yanlarına yetiştirilmek maksadıyla personel verilmesi planlandı.

 

Ustaların Lehistan (Polonya) dan seçilmelerinin sebebi ise, Osmalı döneminde kağıtçılığın ileri bir düzeyde olmamasıydı.

Akşam, 12.11.2014

BARAJ ALTINDA KALACAK VADİDEKİ KAZILARDAN TARİH ÇIKTI

 

Siirt'te, Ilısu Baraj Gölü altında kalacak Botan Vadisi'ndeki tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması amacıyla Başur ve Çattepe Höyük'te 13 yıldır sürdürülen kazılarda milattan önce 3 bin yılına ait olduğu değerlendirilen çok sayıda tarihi eser bulundu.

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca Ilısu Barajı su toplama havzası altında kalacak kültürel varlıkların kurtarılması için gerçekleştirilen arkeolojik kazıların büyük bölümü tamamlandı.

 

"13 yılda 2 bin eser bulundu"

Kazı ekibinin başkanı, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur, yaptığı açıklamada, Ilısu Baraj sahası altında kalacak Botan Vadisi'ndeki arkeolojik araştırmalar kapsamında 2001 yılından bu yana kazı çalışması yapıldığını anımsattı.

 

Bölgedeki kazılarda sona yaklaşıldığını belirten Sağlamtimur, şöyle devam etti:

"13 yıldan bu yana süren kazı çalışmalarında 2 bin eser bulundu. Bunlardan, Çattepe Höyük'te 2009 yılında ortaya çıkardığımız Roma'nın doğudaki en sınır kalesi olan Roma kalesindeki çalışmalarımız devam ediyor. Kalenin 500 metreye yakın surları kazıldı. Bu sene kalenin içindeki yapılara ulaşabildik. Anladığımız kadarıyla devasa boyutlarda bir kale, çünkü jeopolitik ve stratejik konumu nedeniyle Dicle ve Botan'ın birleştiği noktadadır. Roma kalesi inşa edilirken bu alanda bulunan höyük yerleşimi tahrip olmuş. Aslında kalenin içerisinde höyük var ama höyüğe ait farklı dönemlere tarihlenen yapılara ulaşmamız açısından zaman kalmadı. Bazı alanlarda her ne kadar ulaştıysak da tamamını açmak çok zordur. Çünkü kaleye ait yapılar ve duvarlar daha erken döneme ait arkeolojik unsurları tahrip etmiştir."

 

"Siirt 5 bin yıl önce daha zengindi"

Kazılardaki buluntuların Geç Uruk ve İlk Tunç dönemlerinde devam eden bir zenginliği gösterdiğini anlatan Sağlamtimur, şunları söyledi:

"Özellikle milattan önce 3 bin yıl İlk Tunç Çağı'na tarihlenen mezarlardan çıkan buluntular gerçekten bir müzeyi dolduracak nitelikte. Siirt'te olmadığı için şu an Batman'daki müzede sergileniyor. Bu buluntular arasındaki oyun taşı seti en erken örneklerden biri. Bu oyun taşının bulunduğu mezarların içerisindeki iskeletler iki çocuk ve bir yetişkine ait. Acaba diyoruz bu oyun taşı çocukların eğitiminin bir parçası mı? Belki bu dönem için oyun taşları çocuğun strateji geliştirmesi açısından eğitimin bir parçasıdır. Şu an kazdığımız tabakalar yine bir oyun taşı ile ilişkili. Çok sayıda bronz eser var. Yapılan tespitlere göre ticaret güzergahı üzerinde olan Siirt, 5 bin yol önce çok daha zengindi."

 

Sağlamtimur, Başur Höyük'teki kazılarda ortaya çıkan buluntulara göre söz konusu bölgede ticari ve kültürel ilişkinin çok uzun süre devam ettiğini düşündüklerini sözlerine ekledi.

Yapı, 12.11.2014

MÜZAYEDEDE 343 MİLYON DOLARLIK SATIŞ

 

 

New York'taki "Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanat" müzayedesinde ''soyut ve pop'' eserler satıldı.

 

ABD'nin New York kentinde yapılan ''Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanat'' müzayedesine soyut dışavurumcu Mark Rothko, pop sanatçısı Jasper Johns ve Andy Warhol'un eserleri damgasını vururken, toplamda 343 milyon dolarlık eser satıldı.

 

Sotheby's Müzayede Evi'nin düzenlediği ve ağırlıklı olarak Amerikalı sanatçıların eserlerinin en yüksek fiyata alıcı bulduğu müzayedede, Amerikalı ressam Jasper Johns'un en bilinen çalışmalarından Amerikan bayrağı serisinden 1983 yılında yaptığı çalışma, 36 milyon dolara ismi açıklanmayan bir koleksiyoncuya satıldı. 

 

Soyut dışavurumcu Amerikalı sanatçı Rothko'nun 1951 yılında yaptığı ''21 Numara (Kırmızı, Kahverengi, Siyah ve Turuncu)'' isimli yağlı boya eseri ise ilk defa açık artırmaya çıktı. Eser, 45 milyon dolara alıcı buldu. Müzayede'de Rothko'nun toplamda 76 milyon dolarlık eseri satıldı.

Letonya doğumlu Amerikalı sanatçının ''Turuncu, Kırmızı, Sarı'' adlı bir diğer eseri ise 2012 yılında Christie's Müzayede Evi'nin New York'ta yaptığı açık artırmada 86 milyon 800 milyon dolara satılmış ve bu fiyat, Rothko'nun müzayede rekoru olarak kaydedilmişti.

 

Müzayede gecesinde, dünyanın en tanınmış pop sanatçılarından Andy Warhol'un eserleri açık artırmanın gözdeleri arasında yer aldı. Sanatçının 1963 yılında tuval üzerine serigrafi tekniğiyle yaptığı Elizabeth Taylor portresi ''Liz 3'' 31 milyon 500 bin dolara alıcı bulurken, ''Brigitte Bardot'' adlı portresi 11 milyon 600 bin dolara, otoportresi de 11 milyon 300 bin dolara satıldı. 

 

Müzayedede, ABD dışından eseri satılanlar arasında yer alan Alman sanatçı Gerhard Richter'in 1991 yapımı yağlı boya soyut resmi için bir koleksiyoncu 21 milyon 445 bin dolar ödedi.

 

Açık artırmaya katılan Amerikalı sanatçı Jeff Koons'a ait ''Ayı ve Polis'' adlı çok renkli ahşap heykeli ise 8 milyon dolara alıcı buldu. Eserleri en yüksek fiyata satılan yaşayan sanatçılardan Koons'un "Balon Köpek (Turuncu)'' adlı eseri geçen sene yapılan müzayedede 58 milyon 400 bin dolara satılmıştı.

Akşam, 12.11.2014

800 YILLIK SARNIÇLAR TURİZME AÇILIYOR

 

 

Antalya'nın Alanya İlçesi'nde 13'üncü yüzyılda Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından inşa ettirilen Alanya Kalesi'ndeki tarihi sarnıçlar, turizme kazandırılmak üzere belediye tarafından restore edildi.

 

Alanya Belediyesi'nin 'Denizcilik ve Gemi Müzesi' projesi kapsamında, yaklaşık 800 yıllık geçmişe sahip 2 sarnıç restore edildi. Hisariçi Mahallesi'nde 13'üncü yüzyılda genel kullanım amaçlı inşa edilen Selçuklu yapıları arasında yer alan Mecdüddin (Mecveddin) Sarnıcı ile Selçuklu döneminde liman hamamının su ihtiyacını karşılamak için kullanılan büyük sarnıcın restorasyonu tamamlandı.

 

'KALENİN EN BÜYÜK SARNICI'

Alanya Belediye Başkanı MHP'li Adem Murat Yücel, Denizcilik ve Gemi Müzesi çalışmaları kapsamında tarihi kaledeki büyük sarnıçların restore edilerek ziyarete açılmasını hedeflediklerini söyledi. Mecdüddin Sarnıcı'nın, 1'inci Derece Doğal, Arkeolojik, Tarihi ve Kentsel Sit Alanı Alanya Kalesi'nin en büyük sarnıçlarından olduğunu belirten Başkan Yücel, "Evliya Çelebi'nin 'Necmuddin Sarnıcı' olarak adlandırdığı sarnıcın üstünde herhangi bir kitabe bulunmuyor ancak İbrahim Hakkı Konyalı'ya göre bu sarnıç adını Karamanoğlu Mecduddin Mahmut'tan alıyor" dedi.

 

SERGİ VE SÖYLEŞİ MEKANI OLDU

Restore edilen diğer sarnıcın ise moloz taş ve harçla örülmüş tonozlu (tavan örtüsü), birbirine bitişik 2 mekandan oluştuğunu vurgulayan Başkan Yücel, şöyle dedi:

"Restorasyon çalışması sırasında yapının içinde 2 mekanı birbirine bağlayan ve sonradan örülerek kapatıldığı anlaşılan 2 adet kemer açıklığı temizlendi, yapının çatısında ve çevresinde kazı çalışmaları yapıldı. Yapı restorasyonun ardından sergi ve söyleşi mekanı olarak kullanılıyor. Bu sarnıç Selçuklu döneminde liman hamamının su rezervi için kullanılmış. Su ihtiyacı ise sur dışındaki doğal kaynaktan gelen Roma dönemine ait su kanalındaki dağıtım sisteminden sağlanıyormuş. Restorasyon çalışmalarıyla birlikte yapının bitişiğinde bulunan 13'üncü yüzyıl Girene Çeşmesi de onarıldı."

 

500'E YAKIN SARNIÇ BULUNUYOR

Alanya Kalesi'ndeki yerleşim alanlarında su ihtiyacının karşılanması için inşa edilen farklı boyutlarda yaklaşık 500 sarnıç bulunuyor. Bunlardan bazıları kayalara oyularak, bazıları bağımsız, bazıları ise yapıların içinde konumlandırılmış halde yer alıyor. Çoğu 13'üncü yüzyıl yapıları olan genel kullanım amaçlı sarnıçlar, kale halkı tarafından 1960'larda şebeke suyu bağlanıncaya kadar kullanılıyordu. 20'nci yüzyıl başlarından itibaren ahşap evlerdeki su ihtiyacını karşılamak için çatıya yağan yağmur suyunun toplama sistemiyle doldurulduğu sarnıçlar genellikle evlerin mutfaklarında yer alıyor.

Gerçek Gündem, Haber: Teoman Eriş, 12.11.2014

KUR'AN-I KERİM SAYFALARI SANILANDAN ESKİ ÇIKTI

 

 

Almanya'nın Tübingen Üniversitesi kütüphanesinde bulunan el yazması Kur'an-ı Kerim sayfalarının şimdiye kadar tahmin edilenden daha eski olduğu bildirildi.

 

Üniversiteden yapılan yazılı açıklamada, uzmanların Kur'an-ı Kerim sayfalarının 3 numunesini incelediklerini ve bunların yüzde 95,4 ihtimalle MS 649-675 yıllarında yazıldığı sonucuna vardıkları ifade edildi.

 

Sayfaların bilimsel metotla incelendiği belirtilen açıklamada, böylelikle kufi yazısıyla yazılmış sayfaların Hazreti Muhammed'in vefatından 20 ile 40 yıl sonra yazıldığı kaydedildi.

 

Söz konusu sayfaların daha önce 8. veya 9. yüzyıla ait olduğunun tahmin edildiği belirtildi.

 

Tübingen Üniversitesi'nden bir sözcü, araştırmanın uluslararası bir proje kapsamında yapıldığını bildirerek, sayfaların kütüphanede bulunan en eski el yazması Kur'an-ı Kerim sayfaları olduğunu tahmin ettiklerini ifade etti.

 

Üniversite kütüphanesinin 1864 yılında Prusya Konsolosu Johann Gottfried Wetzstein'in koleksiyonun bir kısmını satın aldığı belirtilen açıklamada, böylelikle Kur'an-ı Kerim sayfalarının kütüphaneye geldiği kaydedildi.

Akşam, 11.11.2014

ATAKÖY SAHİLİNDE YARGI DÜĞÜM OLDU!

 

Ataköy sahilde devam eden inşaatlarla ilgili son bir mahkeme kararı daha geldi. En son mahkeme kararında Bosphorus Otel ile Yalı Ataköy projesine 'devam' denmişti. Mimarlar Odası'nın bir üst mahkemeye yaptığı itiraz haklı bulunarak inşaatlara yeniden 'dur' denildi. Şimdi inşaatların kaderini belirleyecek mahkemenin nihai kararı için geriye sayım başladı.

 

 

İstanbul 9. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verilen 564 ada 160, 174 ve 182 parsellerdeki inşaatlardan sadece 160 parseldeki inşaat için geçerli olduğunu Bosphorus otel (182 parsel) ve Yalı Ataköy (174 parsel) için geçerli olmadığına hükmetmişti. Mimarlar Odası ikinci kez yürütmeyi durdurma istemiş ancak mahkeme reddetmişti. Bir üst mahkeme olan Bölge İdare Mahkemesi’ne yapılan itiraz kabul edilerek mahkemenin yeniden yargılama yapması istendi. 

ÖNCE MÜHÜRLENDİ
Mimarlar Odası, 564 adada bulunan 160, 174 ve 182 parsellerde, inşaat faaliyetlerinde bulunmak üzere Bakırköy Belediye Başkanlığı’nca verilen yapı ruhsatlarının iptali ile yürütmenin durdurulması istemiyle dava açmış ancak İstanbul 9. İdare Mahkemesi bu talebi reddetmişti. Mimarlar Odası Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurarak bu karara itiraz etti. Bölge İdare Mahkemesi’nin Birinci Kurul’u bu itirazı görüştü. Mahkeme; “9. İdare Mahkemesi tarafından verilen (Yürütmeyi durdurma kararının reddi) kararının kaldırılmasına, yürütmenin dava sonuna kadar durdurulmasına 30.06.2014 günü karar verildi" demişti. Bu karar üzerine de Bakırköy Belediyesi inşaatları mühürlemişti. 

BU KEZ FARKLI KARAR
Yalı Ataköy ve Bosphorus Otel bu karara tavzih (düzeltme) talebinde bulundu. Bu talebi değerlendiren aynı mahkeme bu kez farklı bir karar alarak şöyle dedi; "9. İdare Mahkemesi’nin 27.03.2014 günkü 174 ve 182 parsellerdeki yürütmeyi durdurma kararına verdiği red kararının kesinleştiğini, 2. kez yürütmeyi durdurma da istenmediğinden, mahkememizin 30.06.2014 günlü kararı (yani son karar) 564 ada 160 parsele (inşaat olmayan boş arazi) yöneliktir" denildi.
Mimarlar Odası 174 ve 182 parsellerde devam eden inşaatlar için 9. İdare Mahkemesi’nde Bakırköy Belediye Başkanlığı’nca verilen yapı ruhsatlarının iptali ve yürütmeyi durdurma istemli dava açtı. Ancak mahkeme 28.08.2014 günü davayı reddetti. Mimarlar Odası bir üst mahkeme olan Bölge İdare Mahkemesi'ne itiraz etti. Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurul’u itirazı haklı bularak, 9. İdare Mahkemesi’nin red kararının hukuka aykırı olduğunu, yürütmeyi durdurma istemi için yargılama yapması gerektiğini belirterek dosyayı mahkemesine geri gönderdi. 

'DÜĞÜM' ÇÖZÜLECEK Mİ?
Hukukçular bu yeni kararla birlikte inşaatların yeniden durması gerektiğini, 9. İdare Mahkemesi’nin tıpkı 160 parselde olduğu gibi aynı özellikteki 174 ve 182 parsellerde devam eden inşaatlar için de yürütmeyi durdurma kararı vermesi gerektiğini düşünüyorlar.


Bu gelişmelerin ardından Bakırköy Belediyesi’nin de aklı karıştı. Bir mahkeme 'dur' derken diğer mahkeme bu kararın hukuksuz olduğuna karar veriyor. Bir yandan mühür vurulurken bir başka mahkemeden gelen kararla mühür kırılıyor. Son mahkeme kararında Bakırköy Belediyesi ne yapması gerektiğini bilmiyor. Mahkemenin yeni yargılama ile vereceği karara göre inşaat ruhsatlarının iptal edilip edilmeyeceği belirlenecek.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 11.11.2014

'HZ. İSA EVLİYDİ' İDDİASI İNCİL'DE

 

Hz. İsa'nın evlendiğine dair anlatılara, ABD'li yazar Dan Brown "Da Vinci Şifresi" adlı kitabında yer vermişti. Aynı iddianın şimdi de Londra'daki İngiliz Kütüphanesi'nde bulunan el yazması bir kitapta yer aldığı ortaya çıktı. 570 yılında yazılan "The Lost Gospel" adlı kitapta Hz. İsa'nın evlendiği ve iki çocuğunun olduğu belirtiliyor. Kitap dini çalışmalar profesörü Barrie Wilson ve İsrailli film yapımcısı Simcha Jacobovici tarafından Süryaniceden İngilizceye çevrildi.

Sabah, 11.11.2014

"TOPKAPI SARAYI'NIN RESTORASYONUNA CEBİMDEN PARA EKLERDİM"

 

 

Ekrem Hakkı Ayverdi, ölümünün 30. yılında bir sergiyle anılıyor. Mimarlık, koleksiyonerlik ve restoratörlük olmak üzere Ayverdi’nin üç yönünü ele alan sergide, onun restorasyon projelerinden, koleksiyonundaki eşsiz hat sanatı örneklerine kadar pek çok eser yer alıyor.

 

Beyoğlu Tepebaşı’ndaki Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde (İAE) geçen hafta açılan sergi, kültürümüzü merak eden herkesi ilgilendiriyor ama Fatihlileri daha yakından ilgilendiriyor. Dikkatli semt sakinleri, Fatih’in ana caddesinde ya da Koyunbaba Parkı’nda Ayverdi soyadına mutlaka rast gelmiştir. Peki Fevzipaşa Caddesi’ndeki müze ev hiç dikkatinizi çekti mi? Kapısındaki tabelada “Bu evde mütefekkir-yazar Samiha Ayverdi ve ailesi yaşadı.” yazan o evin mimari ve içindeki sanat eserlerinin, kıymetli eşyaların sahibi, abisi yazar Ekrem Hakkı Ayverdi idi. Her gün önünden geçtiğiniz evdeki nadide eserleri orada görmek mümkün değil ama 28 Mart 2015’e kadar İAE’de ziyaret edilebilirsiniz.

 

 

Ekrem Hakkı Ayverdi’nin, ülkemizin kültür adamlarından biri olduğunu söyleyebiliriz fakat o kadar çok kaleme sahip ki! Osmanlı mimarisinin üstadı, sekiz ciltlik mimarlık tarihi kitabı dillere destan, restoratör ve tabii ki koleksiyoner. Sergide bu üç yönü de ele alınıyor. Topkapı Sarayı başta olmak üzere, İstanbul, Edirne ve Bursa’da 1940’lı-50’li yıllarda yaptığı restorasyonlar sayesinde pek çok eser ayakta kalmış. Serginin bizce en dikkat çeken belgeleri de bu döneme ait. Topkapı Sarayı’nın restorasyon öncesindeki perişan halini gösteren fotoğraflar ile yine sarayın restorasyonu için 1942’de devlet tarafından kendisine ödenen 52 bin Türk Lirası’nı belgeleyen matbu (üstte küçük kare) dikkat çekiyor. Osmanlı’nın son zamanlarda sarayı ne kadar ihmal ettiğini bu belgelerden anlamak mümkün. Hırka-ı Saadet Dairesi, Arz Odası ve Hazine dışındaki tüm bölümler hazin vaziyette. “Ekrem Hakkı Ayverdi, Mimarlık Tarihçisi, Restoratör, Koleksiyoner” adlı serginin küratörü, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Bilim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda Ayverdi ailesi ile çocukluğundan beri tanışan Prof.Dr. Baha Tanman, kendisinden duyduğu bilgiyi şöyle aktarıyor: “Restoratör olarak işinizi yaparsınız, o kolay. Ama ben kendisinden dinledim, ‘Ödenek yetmeyince cebimden para eklediğim olurdu.’ derdi. İşe sırf tüccar mantığıyla bakmamış, sevgiyle bağlanmış.”

 

Sergideki koleksiyonun ağırlık merkezini hat, tezhip, cilt gibi Osmanlı kitap sanatları oluşturuyor. Bunların yanı sıra Selçuklu ve Osmanlı çinileri ile Batı tarzında resim yapan Şeker Ahmet Paşa, Hoca Ali Rıza gibi ressamların eserleri yer alıyor. Tanman’ın anlattığına göre 1940’lı yıllarda bizim o zamanki elitlerimiz Avrupa imalatı biblo biriktirirken Ekrem Hakkı Bey ve birkaç kişi bu eserleri toplamaya gayret etmişler. Tek kaygıları var; eserler yaban ellere düşmesin.

 



Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kendi yaptığı Fatih’teki evi, 1939.



Sergideki koleksiyon, müze evden süzülen sadece bir damla. Ayverdi’nin öğrencilik zamanında yaptığı cami çizimleri, Karahisari’nin hatları, Mimar Sinan’ın biyografisini ve eserlerinin dökümünü yazdırdığı ünlü eseri Tezküretü’l-Enbiye’nin bir nüshası, III. Sultan Selim’in Tur-i Sina Manastırı’nın vergiden muaf ve Osmanlı’nın himayesinde olduğunu gösteren tek vesika ve daha pek çok eser ilginizi bekliyor. Temennimiz, Ayverdi’nin Kubbealtı Vakfı’na bağışladığı koleksiyonunun tamamını ileride Pera gibi ‘toplumsal hafızaya girmiş’ müzelerden birinde izlemek…

Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 11.11.2014

LONDRA'NIN SİMGESİ TOWER BRIDGE'E CAM ZEMİN

 

 

Londra'nın ünlü Thames Nehri üzerindeki 120 yıllık köprünün 42 metre yükseklikte bulunan seyir kulesinde zemine cam döşendi. Londra'nın her iki yakasını yukarıdan izlemeye gelen ziyaretçiler, nehrin 42 metre üzerindeki cam zemin üzerinde yürüme şansı buluyor. Cam zemin, ziyaretçileri heyecanlandırırken bir o kadar da ürkütüyor.

 

 

Nehir trafiğinin akışının sağlanabilmesi amacıyla iki kanat halinde açılabilen köprünün seyir kulesine çıkan ziyaretçiler cam zeminde ilk önce yürümekte tereddüt ediyor. Ancak cam üzerine çıkanlar, daha sonra bu tecrübenin "çok etkileyici" olduğunu söylüyor.

 

Yaklaşık 1 milyon sterline mal olan yeni cam zeminlerin her biri 11 metre uzunluğunda ve yaklaşık 2 metre genişliğinde.

 

Tower Bridge, 19. yüzyılda başkentte hız kazanan ticaretle halkın yeni ulaşım yöntemlerine ihtiyaç duyması üzerine inşa edildi ve 1894 yılında kullanıma açıldı. Londra'nın en bilinen yapılarından olan köprüyü yılda ortalama 600 bin kişinin ziyaret ediyor ve günde 40 binden fazla yaya ile taşıt üzerinden geçiyor.

Yapı, 10.11.2014

YOKSA BANKSY KADIN MI?

 

 

ABD'li televizyon kanalı HBO'da gösterilen "Banksy Does New York" belgeseli, İngiltere'nin dünyaca ünlü olan ancak kimliğini gizli tutan graffiti (sokak) sanatçısı Bansky'nin kimliğine ilişkin yeni soruları gündeme getirdi.

Milliyet Sanat’ta yer alan habere göre, belgeselde Kanadalı sanatçı Chris Healey, Banksy'nin kadın olabileceğini iddia etti. Sanatçı Banksy'nin kadınlardan oluşan bir ekiple çalıştığını hatta Banksy'nin çektiği "Çıkışlar Hediyelik Eşya Dükkanından/ Exit Through the Gift Shop" belgeselinde arkada görünen sarışın kadının Banksy olabileceğini söyledi.

Healey, "Banksy'nin bunca zaman bulunamamasının sebebi, kendini bir erkek olarak göstermesi olabilir," dedi.

Başta İngiltere olmak üzere dünya çapında, sokaklarda yaptığı genellikle muhalif duvar resimleriyle ünlenen Banksy, dünyanın en bilinen sokak sanatçılarından biri. Gerçek kimliği bilinmeyen sanatçı, eserlerinde kullandığı “Banksy” imzası ile tanınıyor.

Habertürk, 10.11.2014

ANTALYA MÜZESİ'NDEKİ 'ALLAH' YAZISININ SIRRI

 

Antalya Müzesi'nde sergilenen bir kiliseye ait olduğu düşünülen Cebrail kabartmalı mermer blok ziyaretçileri şaşırtıyor. Başmelek Cebrail'in taşıdığı madalyonun içinde Arapça harflerle ''Allah'' yazıyor. Bloğun diğer yüzünde ise haç işareti var.

 

 

Geçtiğimiz günlerde Antalya Müzesi'ni ziyaret ettiğimde sergi salonunda gördüğüm yaklaşık 1 metre yüksekliğindeki mermer blok dikkat çekiciydi. Blokun üst köşesinde Grekçe Gabriel yazılıydı. Hristiyanlık ’ta Gabriel İslam dininde Cebrail olarak karşımıza çıkıyor. Başmelek Cebrail’in kabartma olarak işlendiği blokta elinde tuttuğu madalyonun içinde Arapça harflerle ‘’Allah’’ yazılıydı. Blokun diğer yüzüne baktığımda ise haç işareti vardı. Şaşırtıcıydı. Bilgilendirme levhasında ise 6. Yüzyıl yazılıydı. İslamiyet’in doğuşu 7. Yüzyıldaydı. Hazreti Muhammed’e ilk vahyin gelişi 610 yılına tekabül ederken nasıl oluyordu da Anadolu ’da bir asır öncesindeki kabartmanın üzerinde Arap harfleriyle Allah kelamı yazılmıştı. İlk tepkim bunun sahte olabileceği yönünde oldu. Günümüz tabiri ile çakma bir eser müzede sergileniyor şeklinde düşündüm. Ancak yanılmıştım.

Kaleiçi'nde bulunmuş!
Müze salonundaki görevli memurun yanına gidip eserin başına gelmesini rica ettim. Görevli esere doğru yürüyünce olayı anlamıştı. Anlatmaya başladı. Eser bir kilise bloğuna aitti. Hangi kilise olduğu tespit edilememiş. Antalya Kaleiçi’nde bulunmuş. Müzenin de ilk eserleri arasında bulunuyormuş. MS 6. Yüzyıla tarihlenmiş. Müzenin tahmini Anadolu Selçukluları döneminde kilise camiye çevrildiğinde ya da blok ele geçtiğinde kırıp yok etmek yerine madalyona ‘’Allah’’ ismini yazmışlar. Haçlılar Anadolu işgalinde yüzlerce İslam eserini yakıp yıkarken bu Anadolu hoş görüsünü gösteriyormuş. Evet, müze görevlisinin açıklaması bu yönde oldu. 

 

 

Kaçımız koruruz!
İslam dininde de Cebrail önemli bir melek. Gerçekten de üzerinde haç bulunan blok tamamen yok edilebilirdi. Yok etmek yerine sanat eseri niteliğindeki mermer bloku İslam’a uygun hale getirmişler. Bugün benzer bir olayla karşılaşsak acaba içimizden kaç kişi bu mermer bloka sanat eseri gözüyle bakıp kollar. Düşünsenize evinizin yapılacağı hafriyata başladığınız noktada bu blok çıkıyor. Kaç müteahhit onu koruma altına alır? Ya da kaç müteahhit aman şimdi müze gelir, işin içine koruma kurulu dahil olur, bu inşaat uzar da uzar düşüncesiyle o bloku param parça eder? İstanbul’da Tarihi Yarımada’da toprak altından çıkan arkeolojik nitelikteki eserlerin nasıl yok edildiğini hepimiz biliyoruz.

 

Ayasofya hoşgörünün simgesi
Ezcümle Anadolu halkları diğer dinlere hoşgörülü olmasaydı bugün bu coğrafyada İslam dışında bir ize rastlanmazdı. İstanbul 1453’de feth edildikten sonra Ayasofya aynı saygıyı görmeseydi bugün eşsiz mozaiklerinden, fresklerden tek bir parçaya rastlayamazdık. Camide bulunması İslam dini açısından sakıncalı olan kubbedeki mozaikten yapılma serafin meleğinin yüzünü yok etmek yerine üzerine kapak geçirip örtmeleri de bu hoşgörünün en güzel örneğidir.

Radikal, 10.11.2014

80 BİN TARİHİ HALI VE KİLİM 8 YILDIR DEPODA TESCİL BEKLİYOR

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2006 yılında Türkiye genelindeki vakıf cami, mescit ve depolarından yaklaşık 80 bin adet tarihi halı ve kilimi çalınma ve çürüme tehlikesine karşı topladı.

 

Kurumun nem önleyici sistemi bulunmayan Ankara'daki deposuna konulan birbirinden değerli halı ve kilimler, o zamandan beri tasnif edilip, tescillenmeyi bekliyor. Envanter kaydı hala yapılamayan halı ve kilimlerden bazılarının ortamın rutubetinden zarar gördüğü öğrenildi. Tescil belgelerine esas teşkil edecek, hangi şehirdeki hangi camiden alındığı bilgilerinin ise ortadan kaybolduğu belirtiliyor.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün görevlendirdiği ekipler, 2006 yılında şehir şehir gezerek hem cami ve mescitlerdeki hem de depolardaki halı-kilimleri Ankara'ya taşıdı. Bu taşıma esnasında halı ve kilimlerin tescilinde kullanılacak bazı bilgiler de not alındı. Bazı bölge müdürlükleri ise halı ve kilimleri kayıt tutmadan toplayıp, Ankara'ya gönderdi.

 

Başkent'te toplanan 120 bin halı ve kilimden bir kısmının kullanılamayacak durumda olduğu belirlenip, ayıklandı. Makine ürünü olduğu tespit edilen halılar kullanılmak üzere camilere dağıtıldı.

Tarihi ve etnografik değeri bulunan halılar ise bir halı firmasında yıkatıldı. Bu süreçte halıların tesciline esas teşkil edecek nitelikteki -alındığı bölge, şehir ve cami gibi- bilgiler kayboldu.

 

Ayıklama işleminin ardından geriye 80 bin civarında değerli halı ve kilim kaldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün Ostim'deki deposuna kaldırılan bu halı ve kilimlerin kısa sürede tasnif ve tescili yapılması gerekiyordu. Ancak aradan geçen 8 yıla rağmen halı ve kilimlerin envanter kaydı yapılmadı. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün bakım ve onarım atölyesinin yanında bulunan deponun iklimlendirme sistemi bulunmadığı için vakıf eseri halı ve kilimlerden bazılarının rutubetten zarar gördüğü belirtiliyor.

Zaman, Haber: Ünal Livaneli, 09.11.2014

SÜLEYMANİYE'DE KAFE-KONDU

 

 

Türkiye’nin en önemli kültür miraslarından Mimar Sinan’ın kalfalık eseri Süleymaniye Camii, rant ve işgal tehdidiyle karşı karşıya.

 

Caminin restorasyon işini 2010’da tamamlayan Gürsoy İnşaat, Kanuni ve Hürrem Sultan türbelerini bedelsiz restore etti. Türbeler Temmuz 2013’te ziyarete açıldı. Ancak avludaki Gürsoy İnşaat’a ait şantiye 1 yıldır kaldırılmadı. Haliç’e bakan şantiye alanında sadece seçkin kişilerin ağırlandığı kaçak bir kafe yapıldığı ortaya çıktı. Firma, ‘şantiye kafe’de başta siyasetçiler, üst düzey bürokrat ve VIP konuklarını ağırlıyor. Zaman, kafede ziyafetli buluşmayı geleneksel hale getiren konukları görüntüledi. Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyesi, restorasyon ve sanat tarihi uzmanı Prof.Dr. Suphi Saatçi, duruma tepki gösterdi: “Süleymaniye, milletin malıdır. Şantiyenin kaldırılmaması, yemek olayları büyük ayıptır. Süleymaniye’yi kendi bahçeleri mi sanıyorlar? Ne biçim işler bunlar?”





Gürsoy İnşaat, 2010’da İl Kültür Müdürlüğü ile bir anlaşma yaparak, Süleymaniye Camii’nin haziresinde yer alan Kanuni ve Hürrem Sultan türbelerinin restorasyonunun yapılması için gönüllü oldu. Anlaşma gereği şirket, türbelerin bakımını ‘bedelsiz’ olarak yapma taahhüdünde bulundu. 2010’da başlayan restorasyon, 2013 Temmuz’unda sona erebildi. Türbeler ziyarete açıldı. Ancak Gürsoy İnşaat’ın yerleştiği Süleymaniye Camii’nin Haliç’e bakan avlusunun üçte birini kaplayan şantiye alanı bir türlü kaldırılmadı. Hem yerli hem de yabancı turistler tarafından İstanbul’da en çok ziyaret edilen mekanlar arasında olan caminin avlusundaki şantiye sahası hala duruyor. Ziyaretçiler, şantiye sahasının duvarları sebebiyle bu manzaradan mahrum kalıyor. Namazdan çıkıp şantiye duvarının kapattığı alana geçmek isteyen vatandaşlar da inşaat şirketinin güvenlik görevlilerince engelleniyor.






Vatandaşlar bu duruma tepki gösterirken, Gürsoy İnşaat tarafından etrafı brandalarla çevrilip ‘girilmez’ tabelaları asılan şantiye alanına kaçak bir kafe-restoran yapıldığı ortaya çıktı. İnşaat şirketinin yıllar önce kurduğu bu kafede, özellikle Süleymaniye’ye cuma namazlarına gelen siyasetçi ve işadamı gibi ‘VIP’ kişiler ağırlanıyor. Şantiye sahasındaki toplantıları yerinde takip eden Zaman muhabirleri, skandalla karşılaştı. Cuma namazı için Süleymaniye’ye gelen VIP konuklar, namazın bitimiyle geçmişte sadece Osmanlı sultanları tarafından kullanılan ‘hünkar mahfili’ adı verilen kapıdan avluya, hemen oradan da şantiyenin kapısından kafeye alınıyor. Konuklar, özel giyimli garsonların yaptığı servislerle ağırlanıyor.

 

SAĞLIK BAKANI MÜEZZİNOĞLU DA KONUKLAR ARASINDA

24 Ekim Cuma günü Süley-maniye’ye gelen VIP konuklardan biri de Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’ydu. Hünkar mahfilinden özel korumalarıyla giren misafirler, namazın bitmesinin hemen ardından yine aynı kapıdan çıkıp ‘şantiye bölgesi’ndeki masalarında yerlerini aldılar. 31 Ekim Cuma günü de aynı manzara yaşandı. Gürsoy İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Gürsoy ile AK Parti ekonomiden sorumlu eski Genel Başkan Yardımcısı ve İTÜ Rektörü Nazım Ekren, ziyaretçilerden sadece birkaçıydı.

 

Firma yetkilileri, Zaman muhabirlerinin ısrarlı aramalarına rağmen konuyla ilgili açıklama yapmaktan kaçındı. Restorasyon projesini şirket adına yürüten sorumlu mimar Nilgün Olgun, firmanın şantiye alanını kaldırmamasını “2014 Mayıs ayında tam olarak camiyi teslim ettik. Aslında çıkmamız gerekiyor. Ama camide çıkabilecek sorunlar için kalmamız şu an için daha sağlıklı.” sözleriyle değerlendirdi. Bahçede yemek servis edilmesinin ise normal olduğunu belirten Ongun, “Camiye gelen herkes bu ikramdan yararlanabilir.” diyerek kendilerini savundu. Restorasyon anlaşmasına imza atan İstanbul İl Kültür Müdürlüğü ise konuyla ilgili açıklama yapmaktan kaçındı. Vakıflar Genel Müdürlüğü de cevap vermedi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bilgi edinme masasından gelen cevap ise şöyle: “Süleymaniye Camii restorasyonu tamamlanarak geçici kabulü yapılmıştır. Bahsettiğiniz ve firmanın şantiyesinin küçük bir kısmı olan çadırın, kesin kabulün yapılmasına kadar sahada kalmasına izin verilmiştir.”

Zaman, Haber: Burak Kılıç - Ahmet Çıngır - Sevde Nur Tunç, 09.11.2014

 

******


SÜLEYMANİYE CAMİİ'NDEKİ KAFE-KONDU'YU GÖRMEDİ: GÖRÜRSEM CEVAP VERİRİM

 

 

Süleymaniye Camii'nin Haliç'e bakan avlusunda yapılan ve sadece seçkin kişilerin ağırlandığı kaçak kafe, Diyanet'in gündeminde yok.

 

Zaman'ın geçtiğimiz hafta haber yaptığı skandal hadise dün Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'e soruldu. "1. Latin Amerika Müslüman Dini Liderleri" toplantısında gazetecilerin sorularını cevaplayan Görmez, kaçak kafe konusunda, "Hiç görmedim, görürsem cevap veririm." dedi. Süleymaniye Camii'nin restorasyon işini 2010'da tamamlayan inşaat şirketi, Kanuni ve Hürrem Sultan türbelerini bedelsiz restore etmişti. Türbeler Temmuz 2013'te ziyarete açılırken, avludaki şantiye 1 yıldır kaldırılmamıştı. Haliç'e bakan şantiye alanında sadece seçkin kişilerin ağırlandığı kaçak bir kafe yapıldığı ortaya çıkmıştı. Başta siyasetçiler, üst düzey bürokrat ve VIP konuklarının ağırlandığı kafeyi, Zaman görüntülemiş, haberi 9 Kasım'da yayımlamıştı. Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyesi, restorasyon ve sanat tarihi uzmanı Prof.Dr. Suphi Saatçi, söz konusu hadiseyi ‘ayıp' diye yorumlarken tepkisini şu sözlerle dile getirmişti: “Süleymaniye, milletin malıdır. Şantiyenin kaldırılmaması, yemek olayları büyük ayıptır. Süleymaniye'yi kendi bahçeleri mi sanıyorlar? Ne biçim işler bunlar?”

Zaman, Haber: Şakir Tanrıver, 13.11.2014

MÜZELERE DE KIŞ SAATİ

 

Antalya’da müze ve ören yerlerinde ziyaret saatleri 26 Ekim tarihinde yayınlanan duyuru ile kış saati uygulamasına geçti.Nisan ayına kadar müze ve ören yerlerinin açılış saati 08.00, kapanış ise 17.00 olarak belirlendi.

 

Antalya Arkeoloji Müzesi başta olmak üzere, Alanya Müzesi, Side Müzesi, Elmalı Müzesi ve ören yerleri ile turistik kentin dört bir yanını çevreleyen tarihi mekanlar da aynı saat uygulaması ile hizmet verecek. Yaz sezonunda binlerce tatilciye ev sahipliği yaparak tarihe şahitlik etmelerini sağlayan müzelerde, 2015 Nisan ayında tekrar yaz saati uygulamasına dönülecek.

Milliyet, 09.11.2014

'ALTIN ADAM' GÖRENLERİ BÜYÜLÜYOR

 

 

Keşfedildiğinde bütün Türk dünyasında büyük bir heyecana yol açan heykel görenleri adeta 2 bin 500 yıl öncesine götürüyor. Yesik Kasabası’nda 1969 yılında yol çalışması yapan işçiler tarafından tesadüfen bulunan bir mezar, yetkilileri hemen harekete geçirir ve bir heyet teşkil edilerek kazı çalışmalarına başlanır.

Yapılan kazı çalışmaları sonrası o zamana kadar keşfedilenlere kıyas edilemeyecek zenginlikte bir kurgan bulunur. Yedi metre derinlikte, ağaç kütükleriyle çevrelenmiş bu kurganda, binlerce parça altın ve gümüş eşya ile birlikte gömülmüş bir adam yatmaktadır. Bu adam daha sonraları "Altın Adam" olarak anılacaktır.

Altın Adam ve beraberinde bulunan bu eşsiz hazine hakkında açıklama yapan müze görevlisi Arkeolog Güljana Ahmetova, Kazakistan’da bulunan "Altın Adam" heykeli gibi Doğu ve Batı Kazakistan Eyaletlerinde iki altın elbiseli adamın daha bulunduğunu söyledi. Ülkede henüz açılmamış çok fazla kurgan olduğuna dikket çeken arkeolog Ahmetova, bu kurganların açılması ile birlikte bu ve benzeri daha bir çok heykel ve eski Türklere ait eşsiz hazineler bulabileceklerini ifade etti.

Ülkede çok sayıda höyük tarzında kurgan bulunduğunu ve bunların içinde altından yapılmış elbiselerle defnedilmiş İskit soylularına ait mezarlar olduğunu vurgulayan Ahmetova, son yarım asırda bu tarz heykellerin henüz 3 tanesine ulaşılabildiğini söyledi.

İskitlerin en önemli miraslarından biri olan 'Altın Elbiseli Adam'ın bilim dünyasının Türk tarihine bakışını ziyadesi ile değiştirdiğine dikkat çeken Ahmetova sözlerine şöyle devam etti: Bulunan mezarın 18-20 yaşlarında bir İskit soylusuna ait olduğu düşünülmekte. Mezarda ayrıca 4 bin parçadan oluşan paha biçilmez altın ve sikkeler bulundu. Bu eserler o zamanki yaşayan İskitler hakkında bize ciddi bilgiler vermekte. Yesik kurganında yatan savaşçının üzerinde altınla bezeli olmayan hiçbir şey yok; zırhı, miğferi, kemeri, kılıcı, hançeri, çizmesi. Bu kıyafet, aynı zamanda eşsiz bir sanat eseri niteliği taşımakta.

Bugün, 09.11.2014

ZAMAN, SADECE BİRAZCIK ZAMAN

 



İstanbul bugünden itibaren Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı Artİst 2014’e ev sahipliği yapmaya başladı. TÜYAP Beylikdüzü Fuar Alanı’nda 18 Kasım’a kadar devam edecek. Fuar sona ermeden 13 Kasım’da da Contemporary İstanbul başlayacak. Peki sanatseverlerin merakla beklediği bu “fuar mevsimi”nde Türk sanat piyasası ne durumda? Birkaç yıl öncesine kadar Türk sanatının yükselişte olduğuna dair birçok haber okurduk.


Türk sanat piyasasına gösterilen ilgide Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosunun 5 milyon liralık bir fiyatla alıcı bulmasının da etkisi var. Dünyanın en önemli iki müzayede evi Christie’s ve Sotheby’s’in Türk Çağdaş Sanatına gösterdikleri ilgi çağdaş sanat eserlerinin yüksek satış rakamlarına ulaştığı müzayedelerle sonuç verdi. Türk klasik sanatında Osman Hamdi Bey’in ikon bir isim haline gelmesi söz konusuyken, çağdaş sanat alanında ikonlaşan isimler Fahrelnissa Zeid, Erol Akyavaş, Burhan Doğançay ve Taner Ceylan oldu. Zeid’in “Break of the Atom and Vegetal Life” (Atom Patlaması ve Bitkisel Hayat) tablosu, Erol Akyavaş’ın “Kuşatma” ve “En-El Hak” ile Burhan Doğançay’ın “Mavi Senfoni” eserleri bu alanda ilk sıralarda. Tabii ki Taner Ceylan’ın “Ruhani” adlı eserini de unutmamak lazım.

 

“Bilgi yetmez, sermaye de lazım”

Ali Güreli / CI Fuar Yönetim Kurulu Başkanı
Galerilerin kapanıyor olması bizi endişelendirmiyor. Dünyadaki bütün iş kollarında açılan ve kapanan işler vardır. Bugüne kadar hep açıldı, şimdi de iki tanesi kapanıyor. Neden kapandıklarını incelemek lazım. Türkiye’de pazar büyüyor. Buna bağlı olarak çeşitli sancılar da yaşanacaktır. Artık sanat, sermaye gerektiren bir iş. Eskiden sermayesiz açılırdı galeriler. Sermayeye gerek yoktu. Sermaye bilgiydi. Artık hem bilgi hem sermaye lazım. Sadece sanat bilgisinden de bahsetmiyorum. Ekonomi bilgisi de gerekli. İş buraya geldiği zaman hobi olarak ya da bir hevesle açılan galeriler sarsılabilir. Türkiye ekonomisinin genel göstergelerinde bir aşağı gidiş yok. Fakat Türkiye’nin çevre ülkelerle olan siyasetini, güncel konuları izleyen insanların morallerinde bir sıkıntı oluyor. Yatırımcı olumlu bakamıyor. Tabii  bu geçicidir. Biz bunu değiştirmek için çaba gösteriyoruz. Umarım fuar dönüm noktası olur.

 

“Eserler özgün, fiyatlar gerçekçi olmalı”

Maya Portakal / Portakal Sanat ve Kültür Evi
Türk çağdaş sanat piyasası ile ilgili çok konuşuldu, belli ki daha da çok konuşulacak. Eserlerin hakiki değerlerinin oluşabilmesi ve oturabilmesi için zamana ihtiyaç var. Zaman kadar bir başka temel ihtiyaç da geçmeyen “heves” olmalı. Türkiye için çok önemli bir kuvvet olabilir Türk çağdaş sanatı; gelişip büyümesine destek olmalıyız. Ancak elbette eserlerin “özgün” oluşu, fiyatlarının “gerçekçi” oluşu ve “devamlılık” buradaki temel prensip.

 

“15-20 zenginin esiri durumundayız”

Yahşi Baraz / Galeri Baraz
Sanat piyasası henüz emekleme safhasında. Türkiye’deki bir yıllık satışa tutar olarak baktığımızda New York’taki Sotheby’s’in bir müzayedesindeki bir lotun değerine bile ulaşmıyor. Fakat yavaş yavaş da gelişiyor. Burada turizmin, sanayinin ve ekonominin gelişmesinin de önemi var. Bunlar gelişmeden sanat gelişmez.


Türkiye zaman içinde büyük bir yol katedecektir. Fakat birkaç nesil daha geçmeli. Bugünkü sanat alıcılarıyla Avrupa ya da Amerika’ya yetişmenin imkanı yok. Çünkü Türkiye’nin en zengin aileleri bile henüz üçüncü nesilde. Batı ülkelerinde 200-300 yıllık zengin aileler var. Ayrıca Türkiye’de orta sınıf da yok. Orta sınıf olmadan da sanat gelişemez. Biz tamamen 15-20 zenginin esiri durumundayız. Bütün galeriler için geçerli bu. Onlar “Almıyorum” dediği zaman ekonomikbir krize giriliyor.

Milliyet, Haber: Fırat Karadeniz, 08.11.2014

ANTİK KENTE İMAR TEHDİDİ

 

 

Çanakkale'de Özbek Köyü'nde yer alan Arisbe antik kentinin sit derecesinin düşürülmesi için yapılan başvuruyla arkeolojik kalıntıların yer aldığı arazi yapılaşmaya açılma tehdidi altında. Çanakkale Kültür Varlıklarını  Koruma Bölge Kurulu'nun 2011'de aldığı kararla 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescillenen antik kentin SİT statüsünün 3. dereceye düşürülmesi için alana 'turizm kompleksi projesi' yapmak isteyen firma tarafından başvuru yapıldı. Koruma Kurulu, yapılan başvuru üzerine SİT derecesinin düşürülmesi yönünde sondaj kazıları yapılmasına karar verdi. Arazinin büyüklüğü nedeniyle yapılan sondaj çalışmaları uzayınca firma Ocak 2014'te Koruma Kurulu'na başvurarak arazide kazı yerine arkeojeofizik çalışması yapılmasını istedi. Kurul ise firmanın başvurusunu kabul etti.


Koruma Kurulu'ndan edinilen bilgiye göre, SİT derecesinin düşürülmesine ilişkin değerlendirme için araziye binlerce sondaj yapılması gerekiyor. Bu nedenle bu çalışmanın çok zaman alacağı gerekçesiyle kazılar durduruldu. Yapılan arkeojeofizik çalışmalarının sonucu henüz Koruma Kurulu'na sunulmadı. Yapılan sondaj çalışmalarından ise arkaik döneme ait mimari bulgulara da ulaşıldı.


MÖ birinci bin yıl...
Arisbe antik kenti, Miletoslu göçmenler tarafından Dor göçünden sonra MÖ 1. bin yılın başında kuruldu. Antik kent, Büyük İskender’in MÖ 334’te Anadolu’ya geçer geçmez ordusunu konaklattığı yer olarak da biliniyor.  Arisbe kentinin MS 2. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüş olduğu tespit edilirken, alandaki kazı çalışmaları SİT statüsünü düşürme başvurusuyla yapıldı.

 

***

 

Tarım alanı statüsünde
Sitnlıyor. Firmanın 10 yıl boyunca parsel topladığı 3,5 milyon metrekarelik arazi için kruvaziyer liman,  otel, alışveriş merkezi, kültür ve sanat merkezi, üniversite, golf alanı, fuar alanları ve konutların yer alacağı bir proje geliştirildi. Ancak arazi 1/25.000’lik Kuzey Çanakkale kıyı kesimi çevre düzeni planında tarımsal niteliği korunacak sulama alanları içinde yer alıyor.


Şehir Plancıları Odası Çanakkale Şube Temsilcisi Mustafa  Kemal Albayrak araziye yapılmak istenen plan tadilatının kabul edilmediğini  belirterek şu bilgiyi verdi: “Proje için yapılmak istenen 1/25.000 ölçekli imar planı tadilatı il genel meclisinde reddedildi.  Yeni hazırlanan 1/100 binlik planlarda da o alanlarla ilgili bir değişikliğe gidilmedi. Şu an projenin yapılmak istendiği alan tarım alanı olarak gözüküyor. Alanın mevcut tarım alanı olarak devam etmesi yönünde bir karar var.”

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 08.11.2014

500'DEN FAZLA SANATÇI BİR ARADA

 

9. Contemporary İstanbul fuarı İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Merkezi’nde 104 galeriyle, 22 ülkeden 500’ün üzerinde sanatçının yapıtlarını buluşturacak.

 

 

Eylül ayı sonunda “rekor satış rakamları”yla Haliç Kültür ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen ARTinternational İstanbul’un ardından, bu kez Contemporary İstanbul (CI) adı ile düzenlenen Çağdaş Sanat fuarının dokuzuncusu gelip çattı. Rakam demişken, bu yıl da İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda (ICEC), 16 bin 450 metrekarelik bir alanda, 13-16 Kasım arası yapılacak ve öğrencilerin 12, diğer izleyicilerin 20 lira karşılığı gezecekleri fuar, akademisyen ve küratör Dr. Marcus Graf’ın program direktörlüğünde, yeni bir safhaya erişmiş gibi görünüyor.


Fuarın beyin takımında bu yıl da başta CI Fuar Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli ile Rabia Bakıcı Güreli başı çekerken, kadroda R. Paul McMillen gibi ilginç bir kişilik de bulunuyor. Sanatla ilgilenen, matrak olduğu kadar da ciddi bu İrlandalı reklamcı, fuara kazandırdığı “CI Editions” projesiyle, bu kez “sokaktaki sanatsever”i, 22 sanatçının çalışmaları üzerinden, can evinden vurmayı hedefliyor.  


11 bin metrekarede 104 galeri olacak
11.00 ve 20.00 saatleri arasında gezilebilecek fuarın toplam alanının 11 bin metrekaresini bu yıl yerli yabancı toplam 104 galerinin işgal etmesi bekleniyor.


14 sanat kurumu ve 10 inisiyatif ise bu alanda 850 metrekarelik bir bölümle temsil ediliyor. Bu sanat kurumları arasında,  AB ve TBMM ödüllü Baksı Müzesi (Türkiye) başta olmak üzere, YARAT Güncel Sanat Alanı (Azerbaycan), IW8 Stuttgart Sanat Alanı (Almanya),  Şekerbank Açık Ekran (Türkiye) ve Sea Foundation (Hollanda) gibi imzalar da bulunmakta. Fuarda karşılaşacağımız inisiyatifler Amber Platform, Zamanın İşaretleri, Maumau, Yaygara Güncel Sanat İnisiyatifi ve  Berlin İstanbul Quartier gibi oluşumlarla yüklü. Bunu, fuarın diğer kısımları sayılabilecek  “CI Editions”, küratöryel sergiler ve “Plugin İstanbul” proje alanları takip ediyor. Bu girişimlerden, CI Editions isimli projeyle, fuara katılan kimi galerilerle işbirliğine gidilerek sanat yapıtlarının teknik olarak çoğaltılabilir serigrafi, fotoğraf veya litografi gibi örnekleri, “mümkün olan en uygun fiyata” alınabilecek. Bu projenin ilk safhasında karşımıza çıkan oluşum ve sanatçılar ise Ahmet Duru, Ahmet Polat, Ali Emir Tapan, Alpin Arda Bağcık, Ansen, Ardan Özmenoğlu, Buğra Erol, Burçak Bingöl, Erdoğan Zümrütoğlu, Fırat Engin, Gözde Türkkan, Gülay Semercioğlu, Mehmet Ali Uysal, Merve Morkoç, Mustafa horasan, Orhan Cem Çetin, Özlem Günyol / Mustafa Kunst, Seçkin Pirim, Sıtkı Kösemen, Sinan Demirtaş ve The Book Lab biçiminde duyuruluyor.

90 dakikalık sergiler
Fuarda, CI Program Direktörü Dr. Graf imzası altında birçok yerli ve yabancı sanatçı ile art arda hayata geçirilecek “CI 90 Minute Shows” ise yine çok isimli bir proje. CI kaynaklarına göre bu, “Her 90 dakikada bir, bir sanatçının solo şovunun kurulup, sunulup, tartışılıp, kaydedilip başka bir sanatçının kurulumu için tekrar boş bir alan bırakılarak oluşturulan bir mekan sergisi”. Etkinliğe Fırat Engin, İsmail Necmi, İrfan Önürmen, Buğra Erol, Özlem Günyol & Mustafa Kunt, Voldemars Johansons, Gentian Shkurti, Ansen, Ali Emir Tapan, Fani Ziguro, Charlotte Stein, Liu Dao, Peter Beyli, Kerem Ozan Bayraktar, Mehmet Ali Uysal, Orhan Cem Çetin ve Lukas Ulmi’nin katılımı bekleniyor.  


“Plugin Yeni Medya Bölümü”nde bin metrekarelik alanda, yeni medya ve dijital sanat örnekleri izlenebilecek. Girişim, temelinde ses ve ışık enstalasyonları ile, etkileşimli ve “jeneratif” sanat işleri ve iç mekan haritalama projelerinin yanı sıra robotik tasarımları ve video sanatını içeren eserleri bünyesinde barındırıyor.   


Milliyet Sanat’ın da sponsoru olduğu fuarda Çin çağdaş sanatına odaklancak “Now you see” sergisini Dr. Michael I. Jacobs’un, yeni Çin sanatı video sergisini Chrissie Iles’in düzenleyeceği; Nuri Bilge Ceylan’ın da fotoğraflarıyla katılacağı haber veriliyor.

Milliyet, Haber: Evrim Altuğ, 08.11.2014

 

******


ÇAĞDAŞ SANAT FUARINDAN MÜZAYEDECİLERE SİTEM

 

 

Çağdaş sanat fuarı 9. Contemporary İstanbul (CI), yarın başlıyor. Fuarın yönetim kurulu başkanı Ali Güreli, dünkü basın toplantısında, hafta sonu yapılacak iki çağdaş sanat müzayedesinin sahibine sitem etti. “Birlikte yol almalıyız. Birbirimize rağmen değil. Sotheby’s bile bize destek veriyor.” dedi.

 

İstanbul’un, çağdaş sanat dünyasının takvimine girmesine önemli katkıları bulunan 9. Contemporary İstanbul (CI), yarın Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde başlıyor. Dört gün sürecek olan fuara 23 ülkeden 108 çağdaş sanat galerisi katılıyor. 300 üzerinde koleksiyoner, on yedi ülkeden 36 gazeteci de CI’yi görmeye geliyor. Hafta sonu ise yani fuarın son iki gününe denk gelen cumartesi, pazar İstanbul’da iki çağdaş sanat müzayedesi yapılacak. Biri Antik AŞ’nin 283. müzayedesi, diğeri Beyaz Müzayede’nin düzenlediği 29. çağdaş ve modern sanat müzayedesi.

Contemporary İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli, dün fuar mekanında yapılan basın toplantısında önce fuarla ilgili bilgi verdi, sonra iki müzayedeyi düzenleyen şirketlerin sahipleri sırasıyla Turgay Artam ve Aziz Karadeniz’e sitem etti. Güreli, “Türkiye’de bir çağdaş sanat pazarı var, biz bu pazarı devamlı büyütmeye çalışıyoruz ama ne kadar büyütürsek büyütelim pazar belli. Bu müzayedelerin yapılmasındaki amaç, o pazarın fuara ayrılan kısmından pay kapmak. ‘Oraya harcama bana harca’ mesajı var. CI bütün dünyadaki sanat haritasında ve takviminde yerini aldı. VİP koleksiyoner programımızı önceden ilan etmemize rağmen son bir ayda katılım için ciddi talep geldi. Aslında bu doğal. Yıllardır büyük bir enerjiyle tüm zamanımızı CI’ya ayırıyoruz. Fakat fuarın son iki gününde iki müzayede yapılmasını üzülerek karşılıyoruz. Gala gecemizin sponsoru İngiltere’nin ünlü müzayede evi Sotheby’s. Düşünün dünyanın en ünlü müzayede evi bize destek veriyor. Tüm çağdaş sanat programlarını bir masanın etrafına oturarak birlikte planlamalıyız. Üst üste gelmemeli, çakışmamalı. ‘İstanbul’da bu pazarı daha fazla nasıl büyütebiliriz?’ diye düşünmeliyiz. Birlikte yol almamız lazım. Birbirimize rağmen değil. Ancak böylelikle marka bir şehir ve ülke olabiliriz.” diyor.

Fuarda 520 sanatçının eserleri yer alıyor. Bunlar arasında en dikkat çeken eser, merkezi Paris’te olan ve 11 ülkede galerisi bulunan Opera Gallery’nin getirdiği Fransız sanatçı Gerard Rancinan’ın Press Power (Basın Güç) adlı fotoğraf çalışması. Eski bir gazeteci olan 1953 doğumlu Rancinan’ın işleri Paris Match, Life Magazine, Stern and the Sunday Times Magazine’e kapak olmuştu. İstanbul’da üç yıl yaşayan, bankacılık yapan ve aynı zamanda koleksiyoner olan galerinin menajeri Sylvain P.Gaillard, son bir yıldır Türkiye’deki basının durumunu bildiği için böyle bir eseri sergilemek istediklerini söylüyor.

 

CI’da neler var?

Fuarın ‘CI Dialogues’ adlı konferans programı bu akşam Mehmet Güleryüz ve Levent Çalıkoğlu ile Li Xin ve Philippe Piguet’nin açılış konuşmaları ile başlıyor. Öne çıkan konuşmacılar arasında Sotheby’s Yönetim Kurulu Başkanı Robin Woodhead var. Woodhead’in konuşması, 14 Kasım Cuma günü saat 13.00’te fuar alanında başlayacak.

 

‘Yeni medya’ sergileri

Medya sanatı deyince akla video sanat işleri geliyor. CI kapsamında bu yıl ikincisi yapılan Plugin İstanbul Yeni Medya Bölümü’ndeki sergilerde, sadece video art işleri değil, ses ve ışık enstalasyonları, etkileşimli ve jeneratif sanat işleri, iç mekan mapping projeleri, robotik tasarımlar yer alıyor. Bu bölümün küratörü Ceren Arkman, bu dönemin sanatının yeni medyalarla üretilen işler olduğunu söylüyor.

 

90 dakikada sanat şov

Fuarda üç küratöryal sergi düzenleniyor. Bunlardan biri Hasan Bülent Kahraman’ın hazırladığı Nuri Bilge Ceylan fotoğraf sergisi. Paul McMillen’ın küratörlüğündeki iCI Editions adlı ikinci sergide, 12 galeriden 17 sanatçı CI’ya özel 30 eser üretti. Üçüncüsü ise CI 90 Minute Shows. CI Program Direktörü Dr. Marcus Graf’ın hazırladığı bu yeni sergide, her 90 dakikada bir, bir sanatçının solo şovu kurulup sunulacak, tartışılıp kaydedilecek.

 

Yeni sanat dergisi: CI Magazine

Fuarla birlikte yeni bir sanat dergisi de çıktı. CI Magazine, çağdaş sanat ortamına odaklanarak, sanat ortamının aktörlerini, koleksiyonerlerini ve sanatçılarını kişisel röportajlarla tanıtmayı amaçlıyor. CI Magazine’in ilk sayısı, Contemporary Istanbul’daki Yayınlar Alanı’nda görülebilir.

Zaman, Haber: Sevin Özarslan, 12.11.2014

BALONUN GELİRİ STRATONİKEİA ANTİK KENTİNE

 

Etnik Popüler Sanatlar Derneği (EPOS7) Yönetim Kurulu Başkanı Zafer Kozanoğlu, 3 Aralık 2014 tarihinde İstanbul 'da düzenleyecekleri balo programının gelirinin Stratonikeia antik kenti için kullanılacağını bildirildi.

 

Kültürel emanetleri korumak, kültür ve sanat bilincinin geliştirilmesi amacıyla 7 kadını tarafından kurulan EPOS7 Yönetim Kurulu Başkanı Zafer Kozanoğlu, Başkan Yardımcısı Arzu Sabancı ve yönetim kurulu üyeleri, Eskihisar Mahallesi'ndeki Stratonikeia antik kenti, Turgut Mahallesi'ndeki Osman Hamdi Bey Konağı ve son zamanlarda dizi ve film çekimlerine ev sahipliği yapan Bozüyük Mahallesi'nde incelemelerde bulundu.

 

Kozanoğlu, incelemelerinin ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, 3 Aralık'ta İstanbul'da bir balo düzenleyeceklerini ve bu programdan elde edilecek gelirin Stratonikeia için kullanılacağını bildirdi.

 

Yatağan'daki kültürel mirasa hayran kaldıklarını belirten Kozanoğlu, bir kadına armağan edilmek için kurulan ve adını bir kadından alan Stratonikeia antik kentini, EPOS7 olarak dünya kültür mirasının bir parçası olarak tanıtmaya hazırlandıklarını açıkladı.

 

Kozanoğlu, "Antik dönemden Osmanlı'ya kadar yaşam barındıran, medeniyetlerin üst üste yaşadığı bu merkezi üçüncü kez ziyaret ettik. Bugüne kadar sadece Türk arkeologların kısıtlı imkanlarla çalıştığı bu kente, EPOS7 olarak yapacağımız etkinliklerle sahip çıkacağız" dedi.

 

EPOS7 yönetimine gezileri sırasında Yatağan Belediye Başkan Yardımcısı Tarcan Oğuz, Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt ve Muğla Kent Konseyleri Birliği Başkanı Hamdi Topçuoğlu eşlik etti.

 

EPOS7 yönetimi, daha sonra Yatağan Belediye Başkanı Hasan Haşmet Işık'ı makamında ziyaret etti. Ziyaret sırasında, Beşiktaş Jimnastik Kulübü İkinci Başkanı Ahmet Nur Çebi'nin eşi Berna Çebi ve BJK Futbol A Takımı'ndan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Mete Vardar'ın eşi Neylan Vardar tarafından Işık'a takımı olan Beşiktaş'ın forması armağan edildi.

 

Ayrıca Kozanoğlu ve Sabancı, Işık'ı baloya davet etti.

Radikal, 08.11.2014

TARİHİ OPERASYON

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalındığı belirlenen ünlü ressamlara ait tablolar ve tarihi eserlerin peşini bırakmıyor. Geçen yıl düzenlenen operasyonla ele geçirilen 30 tablonun ardından, dün Ankara merkezli ikinci dalga operasyon gerçekleştirildi. İstanbul’un da yer aldığı 8 ilde eş zamanlı düzenlenen operasyonda, aralarında 40 tablonun da bulunduğu 220 esere el konuldu. 

 

İKİ YILDIR PEŞİNDELER 

Operasyonlarda 16’sı İstanbul’da olmak üzere 50’ye yakın kişi gözaltına alındı. Zanlılar sorgulanmak üzere Ankara’ya götürüldü. Gözaltına alınan isimler arasında bazı ünlü koleksiyoncularla, müzayedecilerin de bulunduğu öğrenildi. Operasyon talimatını, çalıntı eserlerle ilgili olarak 2012 yılında soruşturma başlatan Ankara Cumhuriyet Savcılığı verdi. Eserlerin yerlerinin tespit edilmesinde bakanlık müfettişlerinin, savcılığa aktif desteğinin bulunduğu belirtildi. 

 

YURTDIŞINA BİLE GİTTİLER  

Müfettişler, müzeye ait eserlerin izini sürerken koleksiyoncu kılığına girip ulusal ve uluslararası pek çok müzadeye katıldı. Müzeden çalındığı tespit edilen pek çok eser bu müzayedelerde tespit edildi. Bulunan eserler arasında Hoca Ali Rıza'nın "Beykoz Çayırı", İbrahim Çallı'nın "Bahçede Kadın", Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun "Muradiye'de Kahve" gibi tabloları da var. Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde 2012 yılında yapılan sayımda, müzenin envanterde görünen çok sayıda eseri bulunamamıştı. Bakanlık bu gelişme üzerine durumu Ankara Başsavcılığı’na bildirmiş ve kayıp eserlerle ilgili geniş kapsamlı soruşturma başlatılmıştı. Operasyonların önümüzdeki günlerde süreceği öğrenildi.

 

Çalınan eserler Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, Şevket Dağ, Fethi Arda, Feyhaman Duran, Hikmet Onat, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Hüseyin Zekipaşa, Ruhi, Hasan Tahsin gibi Türk ressamlara ait.

Akşam, 08.11.2014

 

******


OPERASYONUN 'TABLOSU' GENİŞLEDİ

 

Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nden çalındığı iddia edilen tablolarla ilgili operasyonda önceki gün gözaltına alınanlar arasında önemli işadamları, koleksiyonerler, eski müze görevlileri, galeri ve müzayede evi sahipleri var.

 

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde paha biçilemeyen 302 kayıp eserden geçtiğimiz yıl 43’ünün, devam eden soruşturma kapsamında 17 tablonun da önceki gün bulunduğu operasyonun ardından, önemli bilgiler günışığına çıkmayı sürdürüyor. Geçen yıl düzenlenen evinde ve işyerinde çalıntı tablolar bulunan koleksiyoner işadamları C.Ç. ve A.O.Ö. ile sanat galerisi sahibi C.B. ve M.Ç.’ye ait adreslerde yine çalıntı tablolar çıktı.


Milliyet, Resim ve Heykel Müzesi’nden, 2009’da Hoca Ali Rıza’ya ait 13 adet karakalem eskizinin sahteleriyle değiştirildiğinin belirlenmesinin ardından sayım komisyonunun başlattığı çalışmalar sonucunda 302 eserin kayıp olduğunun belirlendiğini gündeme getirmişti. Komisyon raporunda eserlerin, “kayıp”, “sahte” ya da “ağır kuşkulu” olduğu ortaya çıkmıştı. İstanbul’da antikacılık işiyle uğraşan bir “gizli tanık”, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a ulaşarak söz konusu eserlerin yerlerini bildiğini söyledi.


‘Günışığı’ anlattı
Günay da dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ı aradı. Bakanlık üst düzey bürokratlarının ve Çapkın’ın da katıldığı bir toplantıda bu kişinin bilgisine başvuruldu. Bu kişi, tabloların organize bir suç örgütü tarafından 2005-2008 yılları arasında müzeden çalınarak satıldığını söyledi. “Gizli tanık” tablolardan 170’e yakının yerini bildiğini ve can güvenliğinin sağlanması durumunda bunları göstereceğini söyledi. Aynı kişi aralık 2012’de Ankara Cumhuriyet Savcısı Hakan Yüksel’e kayıp tablolarını ilişkin elindeki belge ve bilgilerini sundu. Savcı Yüksel, bu bilgiler üzerine konu hakkında kapsamlı bir çalışma başlattı. Yüksel’in koordinesinde Ankara Emniyeti Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şubesi ile Kültür Bakanlığı uzmanları tabloların izini sürmeye başladı. Geçen yıl farklı zamanlarda düzenlenen baskınlarda tablolardan 43’ü bulundu. Bilgileri veren gizli tanığa “Günışığı” kod adının verildiği öğrenildi.  Önceki gün İstanbul’da 14, Ankara’da 2, Mersin’de 1 ve Eskişehir’de 1 kişi olmak üzere toplam 18 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında işadamları, koleksiyonerler, eski müze görevlileri, galeri ve müzayede evi sahipleri var. Operasyonda, Mersin’de yakalanan müzenin eski güvenlik görevlisi V.T.’nin yanı sıra eski müze müdürü Ö.O.G. ve müze çalışanı A.S.’nin de olduğu öğrenildi. V.T.’nin, soruşturma kapsamında, “kilit isim” olduğu öğrenildi.


V.T., 2009’da müzeden üç adet tablonun çalınması olayı nedeniyle gözaltına alınıp, sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı öğrenildi. Meslekten ihraç edilen V.T., biri Osman Hamdi Bey’e ait üç resmi çöp poşetleri ile müzeden çıkartıp İstanbul’a götürdüğünü anlattı.


Aynı isimler çıktı
Son operasyonda ev ve işyerlerinde çalıntı tablo bulunan kişiler arasında bazı ünlü işadamlarının bulunduğu öğrenildi. Bu koleksiyoner işadamlarından C.Ç. ve A.O.Ö. ile sanat galerisi sahibi C.B. ve M.Ç.’ye ait adreslerde geçen sene de çalıntı tablolar çıkmıştı. Son operasyonda C.Ç.’nin ev ve işyerinde yapılan aramada Feyhaman Duran’ın Ömeriye Camii, Halil Paşa’nın Yalılar ile Halil Paşa’nın manzara tablosu, Hasan Vecihi Berektoğlu’nun manzara tablosu; A.O.Ö.’de Halil Paşa’nın manzara tablosu bulundu. Sanat galerisi sahibi C.B.’de Hoca Ali Rıza’nın Sultan Çayırında ve Çamlıca Kız Lisesi Müştemilatı isimli tabloları; H.B.’de ise Hoca Ali Rıza’nın Beykoz Çayırında isimli tablosu ile yine iki adet ismi belirlenemeyen tablosu çıktı. Geçen yıl düzenlenen operasyonda ele geçirilen 25 tablodan 12’si C.Ç.’de, 5’i A.O.Ö.’de, 8’i C.B.’de bulunmuştu. M.Ç. de ise Süleyman Seyit’in manzara tablosu bulundu.


‘Milyon liralar ödedik’
Bu kişiler, “tabloları milyon liralar ödeyerek, müzayede ve sanat galerilerinden aldıklarını” söyledi. Şüphelilerin “tabloların menşei belgesini görmeden nasıl alabildiniz” şeklindeki sorulara ise yanıt veremedikleri kaydedildi. El konulan tablolar, Ankara’da Milli Kütüphane’de muhafaza altına alındı.
Gizli tanık Günışığı’nın verdiği bilgilerle soruşturmanın önümüzdeki günlerde genişleyerek süreceği kaydedildi.

 

‘Tablolara çip  takıp takip edeceğiz’
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Resim Heykel Müzesi’ndeki eserlerin korunması için yeni bir yöntem geliştirdiklerini belirterek, “Her tabloya bir çip takarak her tablonun kendisini takip edeceğiz. Yani o tablo temizlik için bile yerinden oynatıldığında bunu sistemde göreceğiz” dedi. Çelik, Resim Heykel Müzesi’nden çalınan eserlerin tamamının halkın malı olduğunu vurgulayarak, “Bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin ortak değeridir. Hepsini geri istiyoruz” ifadelerini kullandı. Çelik, şunları kaydetti: “302 tane eser kayıp Resim Heykel Müzesi’nden. Bunların 120 kadarı resim, diğerleri başka objeler. Aslında bu yıllardan beri konuşulan bilinen bir şeydi. Ben göreve geldikten sonra bununla ilgili bir rapor istedim. Rapor önüme geldiğimde doğrusu çok rahatsız oldum.”

 

Ele geçirilen 17 eserden bazıları

Feyhaman Duran/Ömeriye Camii
Halil Paşa/Yalılar,
Halil Paşa/Manzara
Halil Paşa/Manzara
Hasan Vecihi Bereketoğlu/Manzara
Süleyman Seyit/Manzara
Hoca Ali Rıza/Sultan Çayırında
Hoca Ali Rıza/Çamlıca Kız Lisesi Müştemilatı
Hoca Ali Rıza/ismi bilinmeyen bir resmi
Hoca Ali Rıza/ismi bilinmeyen bir resmi
Hoca Ali Rıza/Beykoz Çayırında
Refik Epikman’a ait bir resim
Hüseyin Avni Lifij’e ait bir resim

Milliyet, Haber: Sertaç Koç, 09.11.2014

 



******


RESİM HEYKEL'DE 'ORGANİZE İŞLER'

 

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalınan 302 eserle ilgili soruşturmada çarpıcı bilgiler günışığına çıktı. Toplam 60 tablonun ele geçirildiği soruşturmada organize bir çetenin izine rastlandı.

 

Milliyet, Resim ve Heykel Müzesi’nden, 2009’da Hoca Ali Rıza’ya ait 13 adet karakalem eskizinin sahteleriyle değiştirildiğinin belirlenmesinin ardından sayım komisyonunun başlattığı çalışmalar sonucunda 302 eserin kayıp olduğunun belirlendiğini gündeme getirmişti.


Komisyon raporunda müzede bulunan eserin “kayıp”, “sahte” ya da “ağır kuşkulu” olduğu ortaya çıkmıştı. Daha sonra İstanbul’da antikacılık işiyle uğraşan “Günışığı” isimli gizli tanık dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a ulaşarak söz konusu eserlerin yerlerini bildiğini söyledi. Günay da hemen dönemin İstanbul Emniyet Müdürü hüseyin çapkın’ı arayarak durumdan haberdar etti. Bakanlık üst düzey bürokratlarının ve Çapkın’ın da katıldığı bir toplantıda bu kişinin bilgisine başvuruldu. Bu kişi, tabloların “organize bir suç örgütü” tarafından 2005 ile 2008 yılları arasında müzeden çalınarak satıldığını söyledi. Gizli tanık, bir işadamının bazı müze çalışanları ile irtibata geçerek bu tabloların çalındığını söyledi. Tabloların satın alan isimler arasında önemli işadamları ve müzayedecilerin de bulunduğunu kaydetti. Aynı kişi daha sonra, aralık 2012’de Ankara Cumhuriyet Savcısı Hakan Yüksel’e giderek kayıp tablolarını ilişkin olara elindeki belge ve bilgileri sundu. Yüksel bu bilgiler üzerine konu hakkında kapsamlı bir çalışma başlattı. Savcılık koordinesinde Ankara Emniyeti Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şubesi ile Kültür Bakanlığı uzmanları bu tabloların izini sürmeye başladı. Geçen yıl farklı zamanlarda düzenlenen operasyonlarda bu tablolardan 43’ü bulundu. Son operasyonda 17 tablonun daha bulunmasıyla toplam ele geçirilen kayıp tablo sayısı 60 oldu.

Kamera kayıtlarını kim sildi
Gözaltına alınan 18 kişi arasında bulunan eski müze müdürü Ö.O.G., paha biçilemeyen 302 eserin kayıp olduğunu bakanlığa gönderdiği ihbar yazısıyla açığa çıkaran isim olarak biliniyor.   
Ö.O.G.’nin şikayeti üzerine başlatılan soruşturmalar kapsamında Hoca Ali Rıza’ya ait 13 eserin sahteleriyle değiştirildiğinin anlaşıldığı güne ait güvenlik kamerası kayıtlarının silinerek yerine, eski tarihli görüntülerin montajlandığı ortaya çıktı. Bu görüntülerin tutulduğu kayıt sisteminin de kendini 7 günde bir silerek yenilediği için kayıtlar kurtarılamadı. Söz konusu olay sonrasında iki müfettişin idari cezalara çarptırıldığı anlaşıldı. Eğer söz konusu kayıtlardan, görüntüleri kimin sildiği anlaşılabilseydi, müzede gerçekleştirilen büyük soygunu yaptığı öne sürülen “organize suç örgütüne” ait önemli ipuçlarına da ulaşılmış olacaktı. Gizli tanık “Günışığı” ve eski müdür Ö.O.G.’nin de verdikleri ifadelerde bu organize suç örgütüne işaret ettikleri öğrenildi.
Soruşturma kapsamında gözaltına alınan aralarında koleksiyoner olarak da bilinen ünlü işadamlarının olduğu 18 şüphelinin, bugün adliyeye sevkedilmeleri bekleniyor.

Milliyet, Haber: Sertaç Koç, 10.11.2014

 

******


PAHA BİÇİLEMEYEN ESERLERİ 10 BİNE SATTILAR

 

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalınan, kaybolan tablolara ilişkin soruşturmada 17 şüpheliden 3’ü tutuklanarak cezaevine konulurken, 6’sı adli kontrol şartıyla tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Serbest kalan 8 kişi de tutuksuz yargılanacak. Soruşturmanın, ‘antikacı’ bir gizli tanığın ifadeleriyle başlatıldığı belirtilmişti. Habertürk, o gizli tanığın savcılıktaki ifadesine ulaştı.

ORİJİNALİNİN YERİNE SAHTESİ

20 yıldır antika işiyle uğraştığını belirten gizli tanık, İstanbul’da tanıştığı A.S.’nin kendisine Ankara Resim ve Heykel Müzesi merkezli örgütlü şekilde çalışan bazı kişilerden bahsettiğini anlattı. Bu kişilerin, müzeden eski Osmanlı Türk ressamlarına ait tabloları çaldıklarını, bunların yerine orijinale yakın sahtesini yaptıklarını, daha sonra bu tabloları İstanbul’da ünlü müzayedeciler ve aracılar eliyle ünlü işadamlarına sattıklarını söyledi. Bu yolla, o tarihe kadar müzenin deposunda bulunan 80’e yakın orijinal eserin, Mecidiyeköy Antikacılar Çarşısı’nda antikacılık yapan G.A. isimli kişinin oğlu M.A.’ya satıldığını ifade etti.

 

Gizli tanık, A.S.’nin 2005’te müzede çalışan arkadaşı güvenlik görevlisi V.T. ile Müdür Yardımcısı A.D. ve ismini bilmediği, şu anda yurtdışında olan bir başka kişinin, “Bize İstanbul’dan müşteri bulursan sana müzenin depolarında atıl duran, bir kısmı kayıtsız orijinal resimleri verelim. Sen de kazan, biz de kazanalım” teklifini ilettiklerini, A.S.’nin de kabul ettiğini kaydetti.

 

10 BİN’E GİDEN TABLOLAR

Tanık, anlaşmanın ardından, müzede görevli bu 3 ismin, A.S.’ye depodaki Halil Paşa’ya ait 2 adet yağlı boya tabloyu 10 bin TL gibi bir fiyata sattıklarını, A.S.’nin de tabloları M.A.’ya sattığını aktardı. Daha sonra A.S. aynı müzeden 80 tablo daha getirdi. M.A., bunların bir kısmını müzayedede, bir kısmını ise el altından sattı. Gizli tanık, Ekrem adlı bir kişi aracılığıyla D.Ö. adlı galeri sahibine de satışlar yapıldığını, D.Ö.’nün 2005’ten sonraki mal varlığı artışına bakıldığında konunun anlaşılacağını söyledi.

 

ÜNLÜ İŞADAMLARINA SATILMIŞ

Gizli tanığın ifadesine göre; M.A.’nın A.S.’den aldığı Hikmet Onat’a ait tablo, D.G.’ye 210 bin dolara satıldı. Resim brokeri E.K. ile irtibata geçildi. E.K.’den “Orijinaldir” raporu alındıktan sonra ünlü bir işadamının damadına 350 bin dolara satıldı. E.K., 20-30 bin dolar komisyon aldı.

 

Yine M.A., kendisine getirilen Vecihi Bereketoğlu’na ait tabloyu müzayedeci H.K.’ya verdi. H.K. da “Orijinal” belgesi aldıktan sonra müzayedeye telefonla katılan ünlü bir işadamının oğluna sattı. Gizli tanık, bu şekilde satıldığı söylenen 180 eserden bildiklerini şöyle sıraladı:

“6 adet Hikmet Onat, 5 adet İbrahim Çallı, 6 adet Sami Yetik, 4 adet Halil Paşa, 5 adet Şevket Dağ, 10 adet Hüseyin Avni Lifij, 13 adet Hoca Ali Rıza Efendi’ye ait kurşun kalem resim...”

 

3 KİŞİ TUTUKLANDI

Güvenlik görevlisi V.T. ile tabloların satışına aracılık eden M.A. ve A.S. tutuklanarak cezaevinde konuldu. Diğer şüpheliler ise tutuksuz yargılanmak üzere, adli kontrol kapsamında serbest bırakıldı.

Habertürk, Haber: Cemal Doğan, 11.11.2014

 

******


250 MİLYON DOLARLIK RANT SAĞLANDI

 

Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden kaybolan 302 eserle ilgili başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınan 18 şüpheliden 3’ü tutuklandı. ‘Günışığı’ adlı gizli tanığın verdiği bilgilere göre müzedeki orijinal eserleri taklit etmek için Ukrayna’dan uzmanlar getirildi ve 250 milyon dolarlık bir rant sağlandı.

 

Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalındığı iddia edilen tablolarla ilgili soruşturmada çetenin lideri Ahmet Sarı, müzenin güvenlik görevlisi Veli Topal ve antikacı Mete Aktuna tutuklandı. Aralarında dönemin müze müdürü Ö.O.G.’nin de bulunduğu 6 kişi mahkeme tarafından adli kontrol kararıyla, müze müdür yardımcısı A.A.T.’nin de aralarında yer aldığı 9 kişi ise savcılık sorgusunun ardından serbest bırakıldı. Soruşturma dosyasında yer alan belgelere göre, ekonomik çıkar amaçlı kurulan suç örgütünün genel olarak Ankara ve İstanbul’da  faaliyet gösterdiği kaydedildi. Soruşturma kapsamında yapılan telefon dinlemeleri, teknik takip ve ‘Günışığı’ isimli gizli tanığın ifadeleri şüphelilere yöneltilen suçlamalara dayanak olarak gösterildi. Gizli tanık ‘Günışığı’ ifadesinde 20 yıldır antika işi ile uğraştığını ve İstanbul’da antikacılık yaptığı dönemde bir arkadaşı aracılığıyla şüphelilerden Ahmet Sarı ile tanıştığını anlatarak özetle şunları anlattı:

 

TABLOLARI ÇALDILAR

“Ahmet Sarı bana Devlet Resim ve Heykel Müzesi merkezli sahtecilik ve hırsızlık suçlarını örgütlü şekilde gerçekleştiren bir takım kişi ve olaylardan bahsetti. Bu kişilerin müzedeki eski Osmanlı Türk ressamlarına ait tabloları çaldıklarını, bunların yerine de orijinale yakın sahtesini yaptıklarını, daha sonra bu tabloları İstanbul’da iş alanında kendini ispatlamış aracılar ve müzayedeciler sayesinde ünlü işadamlarına sattıklarını anlattı.

 

SEN DE KAZAN BİZ DE KAZANALIM

Müzenin kadın müdür yardımcısı A.D., Ahmet Sarı’ya ‘Bize İstanbul’dan müşteri bulursan sana Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nin depolarında bulunan atıl vaziyette ve envantere kayıtlı olmayan, bir kısmı da kayıtlı olan orijinal Osmanlı Türk ressamlarına ait resimleri verelim, sen bunları sat, sen de kazan biz de kazanalım’ teklifinde bulundu. Sarı da kabul etti.

 

ÜNLÜ İŞADAMLARI ALDI

M.K., Ahmet Sarı’dan aldığı ressam Hikmet Onat’a ait orijinal yağlıboya tabloyu Nişantaşı’nda bir antikacıya 210 bin dolara sattı. O da bu tabloyu ünlü bir işadamına 350 bin dolara sattı. Resim hala onun koleksiyonunda bulunmaktadır. Yine M.K. kendisine getirilen Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalınan ressam Vecihi Bereketoğlu’na ait yağlıboya bir tabloyu müzayedeci H.K.’ye verdi. O da bu resmi ünlü işadamının koleksiyoner oğluna sattı.”

 

BAKANA DA ANLATTIM

Yaşanılan bu hırsızlık olayını önce Güzel Sanatlar Genel Müdürü’ne anlattım. Kendisi de dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a anlattı. Bakan Günay bana yardımcı olacağını söyleyerek, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’la telefonda görüştürdü. Daha sonra Ankara’dan benimle görüşmek üzere H.M. isimli genel müdür yardımcısını İstanbul’a gönderdi.

 

ÖLÜMLE TEHDİT ETTİLER

1-5 Kasım 2012 tarihlerinde Emniyet’te yapılan toplantıda burada anlattıklarımın aynısını söyledim. Beni arayacaklarını söylediler. Ancak bu tarihe kadar arayan olmadı. Bu toplantıdan sonra telefonda Murat Sincar isimli bir şahıs tarafından sürekli tehdit edilmeye başlandım. Bu konuda konuşmamam gerektiği, eğer konuşursam öleceğim söylendi.

 

UKRAYNA’DAN UZMAN

Bu suç örgütü D.Ö. ve M.K. tarafından yönetilmektedir. Çalınan resimlerin yerine şüphelenilmesin diye kopyalarını koymaktadırlar. Bu kopyaları da Ukrayna’daki Ayvazovski Resim Akademisi’nde görevli kopya uzmanları tarafından yapılmaktadır. İstanbul’da ev tutarak atölyeye dönüştürmüşlerdir. Uzmanları buraya getirerek kopya resimleri yaptırmışlardır. Bu kişiler örgütlü bir şekilde yaklaşık 250 milyon dolarlık rant sağlamaktadırlar.”

Hürriyet, Haber: Mesut Hasan Benli, 11.11.2014

YANLIŞ RESTORASYON YÜZÜNDEN 400 YILLIK CAMİ YIKILIYOR

 

 

Ankara'nın eski yerleşim yerlerinden biri olan Altındağ Hamamarkası semtinde bulunan tarihi Zeynel Abidin Camii 2005 yılında restore edildi. Restorasyonun üzerinden 7 yıl bile geçmeden cami yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Su gideri yapılmadığı için yağmur ve kar suyunun temeline aktığı caminin duvarlarında çatlaklar oluştu. Namaz kılanlar ise duvarların başlarına yıkılacağı endişesini taşıyor.

 

17. yüzyılda yapıldığı bilinen Zeynel Abidin Camii ve türbesi, Altındağ Sakarya Mahallesi Cevizaltı Sokak'ta bulunuyor. 2005 yılında Ankara Büyükşehir Belediyesi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında yapılan protokolle caminin aslına uygun olarak restore edilmesi kararı alındı. Zeynel Abidin Camii'nin restorasyon işi, hemen yakınında bulunan başka iki küçük camiyle birlikte özel bir şirkete verildi. Dört ay süren çalışmanın ardından cami ve türbenin açılışı, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in eşi Nevin Gökçek, dönemin Büyükşehir Belediyesi Meclis Başkanı Seyfi Saltoğlu ve dönemin Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Tanyolaç'ın katılımıyla gerçekleştirildi. Mihrap dışında bütün bölümleri restore edilen caminin iç ve dış duvarları, çamur sıva ile sıvandı.

 

Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Tanyolaç, açılışta yaptığı konuşmada restorasyonun aslında uygun yapıldığını, caminin artık koruma altına alındığını ve bundan sonra herhangi bir sorunla karşılaşmayacağını belirtti. Ancak camiyi restore eden firmanın kullandığı malzemeler hem de özensiz çalışması camiyi adeta yıkılma noktasına getirdi. Caminin su giderleri yapılmadığı için kar ve yağmur suları caminin temeline akıyor. Ahşap ve kerpiçten yapılan caminin duvarları ve temeli bu suya dayanamadı. Caminin her tarafında büyük çatlaklar, kırılmalar göze çarpıyor. Camiye sanayi tipi elektrik tesisatıyla çalışan klima takılmış. Bu yüzden bir kere bile çalıştırılmamış. Ne zaman klima çalıştırılmak istense caminin tüm elektrikleri kesiliyor. Firmanın caminin alt kısmına tesisat ve gider olmadığı halde musluk yerleştirdiği de ortaya çıktı.

 

Mahalle sakinleri, restorasyonu firmasının açılıştan bir süre sonra ortadan kaybolduğunu belirterek, şunları kaydediyor: "Firmanın işin ehli olmadığı ortaya çıktı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne başvurduk restorasyonu yapan firmayla ilgili bilgi alamadık. Camide de firmaya dair herhangi bir belge bulunmuyor. Firmanın restore ettiği diğer iki caminin geçtiğimiz yıl yeniden bakıma alınıp yenilendi ancak Zeynel Abidin Camii'ne ise henüz dokunulmadı."

 

Mahalle'de yaşayanlar Zeynel Abidin Camii'nde namaz kılmaya çekiniyor. Caminin altına orijinalinde bulunmayan bir oda bile açıldığını dile getiren mahalle sakinleri, "Her an başımıza yıkılacak diye çekiniyoruz." diyor.

 

ZEYNEL ABİDİN CAMİİ

Altındağ İlçesi Sakarya Mahallesi, Cevizaltı Sokakta bulunan cami, boyuna dikdörtgen planlı, çatılı, sade, küçük bir yapı. Cami, Osmanlı dönemine ait ve Osmanlı mimarisi ile inşa edilmiş, Altındağ sınırları içerisinde Sakarya Mahallesi, Cevizaltı Sokağı'nda bulunuyor. 17. yüzyıl sonlarında inşa edilen caminin kim tarafından yaptırıldığı bilinmemekte. Üstü kiremitle örtülü olan cami kerpiç duvarlı, ahşap hatıllı ve taş kaideli bir yapı olup dış cephe sıva ve üzeri boyalı. Yapının güneyine bitişik türbesi, altında bodrum katı var. Batı ve doğuda altta üç üstte üç, güneyde üstte iki pencere yer alıyor. Zeynel Abidin Camii'nin, iç duvarları sıva üzerine badanalı. Kuzeyde ahşap kadınlar mahfeli yer alıyor. Ahşap tavanı ve minberi önemsiz. Mescidin kıble duvarındaki pencerelerin alçı içlikleri geometrik süslemeli.

Zaman, Haber: Yavuz Akengin - Ünal Livaneli, 08.11.2014

ARKEOLOJİ MÜZESİ 50. YILINI KUTLADI

 

 

Muğla’nın Bodrum İlçesi’ndeki Bodrum Kalesi’nin, sualtı arkeoloji müzesi olarak düzenlenmesinin 50. yılı çeşitli etkinliklerle kutlandı.

 

İngiliz Kulesi’nde düzenlenen müze çalışanları, 100 kadar tarih tutkunu ve Müze Müdürü Emel Özkan katıldığı kutlamada, müzenin tarihi ve son iki yılda Bodrum merkez ile Gümüşlük ve Ortakent Mahalleleri’nde yapılan kazı çalışmaların yer aldığı video, izletildi. Görüntülerde, Ortakent Mahallesi Müskebi Mevkisi’ndeki 11bin 680 metrekare alanda 2013 yılında başlayan ve 2 yıl da tamamlanan kazılarda Miken Dönemi’ne ait nekropol bulunduğu ve 248 Miken eseri çıkartıldığı vurgulandı. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde konservasyon ve temizleme çalışmaları yapılan eserler ile Türkiye’deki en zengin Miken koleksiyonuna sahip müze haline geldiği de sunumda belirtildi. Eserlerin çalışmalarının tamamlanmasının ardından sergi salonlarına yerleştirileceği kaydedilirken, kazılarda çıkantılan aryballos kirpi şeklinde koku şişesi, amfora urne mezar, ölü hediyelarinin fotoğrafları ve diğer kazı çalışmalarında çekilen 2013-2014 kazı fotoğrafları İngiliz Kulesi Avlusu’nda sergilendi. Etkinlikte Prof.Dr. Fahri Işık, "Mylasa Hekatomnos Lahdi ve Karia’nın Yeni Satrabı Mausollos", Doç.Dr. Cemal Pulak "MÖ 14. Yüzyıl Kaş-Uluburun Batığı" ve Prof.Dr. Paul Pedersen "Bodrum Müzesi ve Danimarka Halikarnassos Projesi" konulu sunum yaptı. Müze Müdürü Emel Özkan, katılımlarından dolayı Prof.Dr. Işık, Doç.Dr. Pulak ve Prof.Dr. Pedersen’e günün anısına teşekkür plaketi verdi. Kutlama etkinlikleri kapsamında 50 yıl içinde müzede görev alan müze çalışanlarına Müze Müdürü Özkan tarafından teşekkür belgesi ve hediyeler verildi.   

 

Etkinliğin sonunda soprano Esra Özbir, mezzo soprano Gülderen Erdoğmuş ve cembalo Sergei Gavrilov’dan oluşan Viva Barocco grubu mini klasik müzik konseri verdi. Konserde grup, Vivaldi, Bach, Haendel, Benedetto Marcello, Gioachino Rossini’den eserler seslendirdi. 

Hürriyet, Haber: Nilüfer Kandırmış, 08.11.2014

YALI KONAĞI RESTORE EDİLİYOR

 

 

Orijinal kimliğiyle yenilenerek Gemlik İlçesi'ne sosyal tesis olarak kazandırılacak Yalı Konağı'nda restorasyon, ilk harcın koyulmasıyla başladı.

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, kentin tüm ilçelerindeki köklü tarih3i ve kültürel mirasın yenilenerek özgün kimliklerine kavuşturulduğunu söyledi. Başkan Altepe, 163 metrekarelik bir zeminde bulunan yapının bir bodrum, bir zemin, iki normal kat ve bir çatı katından oluştuğunu, zemin kat doğu ve güney cephelerinden iki girişi bulunan yapıda, ayrıca 17 basamakla ulaşılan giriş kat kotundan bir girişe ulaşıldığını anlattı. Yakın tarihe kadar zeytincilikle uğraşan bir aile tarafından yapının iki odasının zeytin deposu, diğer iki oda ve mutfağın da ardiye olarak kullanıldığını kaydeden Başkan Altepe, binada Helen ve Yunan sanatının izlerini taşıyan neo klasik mimarisinin üçgen formlarının öne çıktığını vurguladı. Altepe, “Kamulaştırılan binanın tüm restorasyonu Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılacak ve çalışmaların ardından konak, sosyal tesis olarak Gemliklilerin kullanımına açılacak. Gemlik'in yeni buluşma noktası olacak mekan, ilçede sosyal, kültürel ve sanatsal aktivitelerin de yapılmasına imkan tanıyacak. Eser ilk günkü ihtişamıyla özgün kimliğiyle ilçeye değer katacak.” diye konuştu. Gemlik Yalı Konağı, Balıkpazarı Mahallesi’nde yer alıyor. Panagis Zaphirouplos adındaki Rum tüccar tarafından 1900’lerin başında yapılan konak, hem mesken hem de satışlarını yaptıkları mallar için depo  olarak kullanılmış.

Zaman, Haber: Fatih Karakılıç, 07.11.2014

ÖMER ULUÇ'UN 'SON İŞİ' SATIŞTA!

 

 

Müzayede sezonu tüm hızıyla başlıyor. Sezonun ilk ve en dikkat çekici müzayedelerinden biri de Ömer Uluç’un son başyapıtı ‘Ölüdeniz’in satışa sunulacağı Antik A.Ş. tarafından 15 Kasım’da Antik Palace’da düzenlenecek, müzayede evinin 283. müzayedesi.

 

Türkiye’nin önde gelen modern ve çağdaş sanatçılarına ait eserlerin satışa sunulacağı müzayedede Ömer Uluç’un yanı sıra Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Fahrel Nisa Zeid, İlhan Koman, Komet, Adnan Varınca, Nuri İyem, Özdemir Altan, Ergin İnan, Orhan Peker, Burhan Uygur, Avni Arbaş, Neşe Erdok’un bulunduğu birçok değerli sanatçıya ait eserler yer alıyor.


‘En görkemli eserlerinden’
Müzayedeyi yönetecek olan Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Olgaç Artam müzayedenin gözde parçası ‘Ölüdeniz’ için, “Müzayedede Çağdaş Türk sanatının usta isimlerine ait çok önemli eserler yer alıyor. Ömer Uluç’un ‘son başyapıtım’ olarak tanımladığı ‘Ölüdeniz’ konulu eseri müzayedede satışa sunulan en görkemli eserlerden bir tanesi. Usta sanatçının vefatından hemen önce hayatını özetlediği bu görkemli eser, 250 x 880 cm ebatları ile görenleri sanatçının iç dünyasına çekiyor. 700 bin TL açılış fiyatı ile satışa sunulacak eser Çağdaş Türk resim sanatının da en büyük ebatlı başyapıtlarından biri. Ömer Uluç Kitap kapağında yer alan eser” diyor.


Olgaç Artam müzayedede yer alan diğer eserleri önemli eserleri ise şöyle sıralıyor: “Müzayedede ayrıca usta sanatçı Erol Akyavaş’ın ünlü “Vav” ve “Kayıp Derviş” isimli eserleri ile 1960’lı yıllara ait figüratif çalışması yer alıyor. Burhan Doğançay’ın Kurdeleler ve Duvarlar konulu eserleri. İlhan Koman Vakfı koleksiyonundan müzayedeye çıkan Stokholm dönemi demir heykeli 260 bin TL  ile satışa sunuluyor. Aralarında Orhan Peker, İhsan Cemal Karaburçak gibi önemli eserlerin yer aldığı Abdurrahman Hancı koleksiyonu, Burhan Doğançay’ın ‘Kurdeleler’ döneminden 1972 tarihli eserleri ile ‘Duvarlar’ serisinden 2002 tarihli çarpıcı bir eseri müzayedede satışa sunulacak eserler arasında.” Artam ayrıca müzayedede günümüz sanatçılarının eserlerinin de önemli bir yer tuttuğunu söylüyor.


14 Aralık’ta yeni müzayede
Olgaç Artam ayrıca, bu müzayede sezonunda meraklıları bekleyen yeni gelişmelerden de şöyle bahsediyor: “14 Aralık’ta Klasik Türk resminin çok önemli eserlerinin satışa sunulacağı ‘Osmanlı Eserleri ve Değerli Tablolar’ müzayedemiz var.  Başyapıt eserlere sahip olabilmek birçok koleksiyonerin ve kurumun hedefi. Alıcılar bu eserlere büyük ilgi gösteriyorlar”

Milliyet, Haber: Fisun Yalçınkaya, 07.11.2014

TARİHİ YEDİKULE BOSTANLARINA 'HAVUZ' KEPÇESİ

 

 

Yedikule'de İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi'nin tarihi bostanları imara açacak park projesinin yapımına başlandı. Belediye ekiplerince geçen yıl yıkılarak molozla kaplanan sur dibindeki bostanlarda projede yer alan süs havuzu için geniş bir çukur açıldı. Alan, beton dökümü için hazırlanırken sur dibinde iş makineleriyle yapılan çalışmanın 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu'na göre Arkeoloji Müzeleri'nin denetiminde yapılması gerekiyor.

 

UNESCO Dünya Miras Listesi'ndeki kara surlarının koruma bandı içinde yer alan bostanlar aynı zamanda kentsel ve arkeolojik sit alanı olan tarihi yarımadada yer alıyor. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi ve Yedikule Bostanları Koruma Girişimi'nden Yiğit Ozar, “Yedikule Bostanları'nı geçen sene molozla doldurdular, ancak molozun altında arkeolojik dolgu içeren tabaka var. Molozun içinde yapılan kazıda da arkeolog mutlaka bulunmalı. Molozun nerede bittiği arkeolojik dolgunun nerede başladığı  kepçe operatörünün insafına bırakılamaz” dedi.

 

 

BOSTANLARI İMARA AÇACAK PROJE
Tarihi Bizans dönemine uzanan ve içinde yüzlerce yıllık su kuyuları ve taş havuzları barındıran bostanların park projesi için geçen yıl yıkılması büyük tepkiye neden olmuştu. İBB ve Fatih Belediyesi tarafından yürütülen rekreasyon projesi kapsamında Yedikule ve Belgradkapı arasındaki 85 dönümlük araziye içinde süs havuzu olan bir park ile cafe ve restoranlar yapılacak.

 

Tarihi bostanları imara açan 'park projesi' UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirası'nın Korunması'na Dair Sözleşme kapsamında 2011'de hazırlanan ve bostanları 2. Derece Koruma Bölgesi olarak belirleyen Tarihi Yarımada Yönetim Planı'na aykırı.

 


Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 07.11.2014

 

******


BOSTANLARDA İZİNSİZ KAZI DURDURULDU

 

 

Tarihi Yedikule Bostanları'nda İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yürütülen park projesinin inşaatı için UNESCO Dünya Miras alanı olan kara surlarının dibinde yapılan kazıların Arkeoloji Müzeleri'nden izinsiz yapıldığı tespit edildi.

 

İstanbul Arkeoloji Müzeleri uzmanları, Arkeologlar Derneği'nin ihbarı üzerine projenin havuzu için sur dibinde açılan geniş çukurları yerinde inceleyerek yapılan izinsiz kazıyı 2 No'lu Yenileme Alanı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na bildirdi. Denetimsiz yapılan kazı çalışması geçen Pazartesi günü durduruldu. Ancak bostan arazisinde iş makineleriyle yapılan çalışmalar dün devam etti. Şantiye görevlileri alanda kazı yapmadan inşaat çalışmalarına devam ettiklerini öne sürdü.

 

İZİNSİZ KAZI İLK DEĞİL
2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu'na göre Tarihi Yarımada'da yapılacak kazıların Arkeoloji Müzeleri'nin denetiminde yapılması gerekiyor. Park projesinin yüklenicisi Efor Yapı ise inşaat çalışmalarını Arkeoloji Müzeleri'nin denetiminde yapmak yerine serbest arkeolog gözetiminde yürüttü.

 

Yedikule Bostanları'nı geçen yıl molozlarla kaplayan kazı ve dolgu çalışmaları da Arkeoloji Müzeleri'nin denetiminde yapılmamış, Arkeologlar Derneği yapılan inşaat çalışmalarının arkeolojik dokuyu tahrip ettiğini tespit etmişti.

 

 

NE OLMUŞTU?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi'nin park projesi için geçen yıl yıkılarak molozlarla kaplanan Yedikule Bostanları'nda bir haftadır iş makineleri çalışıyordu. İnşaat çalışmaları kapsamında projenin süs havuzu için geniş bir çukur açılarak, zemine beton dökülmüştü. İçinde yüzlerce yıllık su kuyuları ve taş havuzları barındıran bostanlar için yapımına başlanan park projesi UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirası'nın Korunması'na Dair Sözleşme kapsamında İ2011'de hazırlanan ve tarihi kara surlarına bitişik alanda mevcudiyetini sürdüren bostan alanlarının korunmasını ön gören Tarihi Yarımada Yönetim Planı'na aykırı.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 12.11.2014

 

******


TARİHİ BOSTANA SÜS HAVUZU YAPACAKLARDI

 

 

Tarihi İstanbul Surları’nın dibindeki sur hendeği içinde yer alan Yedikule Bostanları’na yapılması planlanan park projesi içindeki süs havuzu yapımı için geçtiğimiz günlerde kepçe vuruldu.

 

Ancak kazı izni ve müze arkeoloğu olmadan kazıların yapıldığı itirazları üzerine havuz inşaatı durdu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Fatih Belediyesi tarafından yapılması planlanan 'Belgradkapı Rekreasyon Alanı Projesi'ne 2013'te başlandı. Buradaki tarihi İsmail Paşa Bostanı'nın üzerinin molozla kaplanmasının ardından süs havuzu yapmak için kepçeler çukur açtı. Ardından zemine beton dökülerek, temel demirleri döşendi. Sur dibi boyunca ilerleyecek proje kapsamında spor alanları, kafe ve restoranların olması planlanıyor. UNESCO tarafından belirlenen 'Kara Surları Dünya Miras Alanı'nın içinde yer alan bostanda yapılacak kazıların 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu'na göre Arkeoloji Müzeleri'nin denetiminde yapılması gerekiyor. Bizans kara surlarının savunma sisteminin bir parçası olan ve savaş zamanında içi su doldurulan hendeğin bulunduğu bu alan İstanbul’un fethinden sonra bostan olarak kullanıldı. 17. yüzyıldan kalma haritalarda İsmail Paşa Saray Bostanı olarak geçen arazideki çalışmanın, kazı izni ve müze arkeologu gözetimi olmadan yapıldığı iddia edildi.

 

 

MÜZE DENETİMİ DIŞINDA
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi ve Yedikule Bostanları Koruma Girişimi üyesi Yiğit Ozar, bostanlardaki su kuyuları, sarnıçlar ve müştemilat yapılarını içeren kültür varlıklarının çalışmalar nedeniyle zarar gördüğünü söyledi. Geçen yıl başlayan çalışmaların müze denetimi dışında yürütüldüğünü iddia eden Ozar, "Bu kazıları müze denetimi dışında yaptıklarını ilgili Koruma Kurulu ile yazışmalarımızla belgeledik. 1 yıllık bir duraklamadan sonra yine bir çalışma başladı. Burada da müze denetimi olmadığını öğrendik. İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne durumu bildirdik, kendileri alanda işlem yaptılar" dedi. Arazide incelemede bulunan İBB yetkilileri ise kazının arkeolog olmadan yapıldığını reddederek, çalışmaların yaklaşık 15 gün durdurulduğunu ve bu süre içerisinde bostanın da projeye dahil edileceği bir plan üzerinde çalışacaklarını açıkladı.

SADECE DUVAR DEĞİL
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Sami Yılmaztürk, kara surlarının tarihi yarımadanın dünya mirasına alınma gerekçelerinden biri olduğunun altını çizerek, "Bu surlar sadece bir duvar değil, surların her iki yakasının da bütün olarak korunması gerekir. Sur dibinde herhangi bir inşai faaliyet yapılamaz. Sadece yeraltındaki değerleri gün yüzüne çıkarmak ve tarihimizi daha iyi öğrenmek için arkeolojik kazı yapılabilir" dedi.

MARULU İLE ÜNLÜYDÜ
Yedikule ve Belgradkapı arasında yer alan Bizans döneminden kalan surların her iki tarafında da Osmanlı'nın 16. ve 17. yüzyıldan itibaren uyguladığı tarım yöntemlerini günümüze taşıyan bostanlar bulunuyor. Marulu ile ünlü olan Yedikule bostanlarının bulunduğu arazide, Koruma Kurulu'nca tescil edilmiş tarihi bir kagir ev ve ahırın yanı sıra henüz tescil edilmemiş tarihi bir su kuyusu da bulunuyor. Geçen yıl Fatih Belediyesi sınırları içinde kalan suriçinde moloz dökülerek başlayan park projesi ile bostancılar alandan çıkartılmıştı.

Hürriyet, Haber: Ezgi Çapa, 13.11.2014

PHASELİS'E OTEL RÜYASI ŞİMDİLİK BİTTİ!

 

 

Yöre halkı ve Antalya’daki sivil toplum örgütü ile meslek odalarının açtığı davayı gören Antalya 2. İdare Mahkemesi, bir kısmı arkeolojik sit alanı olan 180 dönümlük alanda yapılmak istenen lüks otel için verilen ÇED Gerekli Değildir kararının yürütmesini durdurdu. Davacı yöre halkı ve sivil toplum örgütleri ortak bir açıklama yaparak Phaselis’in tüm halkın ortak alanı olduğunu vurguladılar.

 

Antalya’nın Kemer İlçesi'nde bulunan Phaselis antik kentinin bitişiğinde Rixos Oteller zincirinin sahibi işadamı Fettah Tamince tarafından yapılmak istenen “Dream Of Phaselis” adlı otel projesine Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından geçtiğimiz yıl ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı verildi. Ancak tamamı Beydağları Olimpos Milli Parkı içerisinde yer alan, 18 dönümlük kısmı ise 1. Derece arkeolojik sit alanında bulunan 180 dönümlük arazide yapılmak istenen otele karşı yöre halkı ayağa kalktı. 280 oda kapasiteli bin yataklı dev tatil köyü için verilen ÇED Gerekli Değildir kararının iptalini isteyen yöre halkı ve sivil toplum örgütleri, Antalya 2. İdare Mahkemesi’nde dava açtı.

 

Mahkeme: ‘Proje dosyası hiçbir bilgi vermiyor’
Davayı gören mahkeme, yöre halkının talebini haklı bularak otel projesine verilen ÇED Gerekli Değildir Kararı’nın yürütmesini durdurdu. Yerinde yapılan bilirkişi incelemesinin sonucunda alınan mahkeme kararında, bölgenin kendine has endemik türleri barındırdığına dikkat çekilerek, “kültürel miras açısından Phaselis antik kenti teritoryumu etkileşim sahası içinde yer aldığı, planlama ve yer seçimi açısından dava konusu alanını seçiminde ve tesisin ele alınışında önemli eksiklikler bulunduğu, alanın hem Milli Park ve hem de 1. derece arkeolojik sit alanı içinde ve ayrıca Phaselis teritoryumu etkileşim sahası içinde bulunduğu gözetilmediği, proje tanıtım dosyasının projenin çevresel etkileri konusunda proje ile doğrudan ilişkili bilimsel ve teknik hiçbir bilgi vermediği gibi çözüm önerisi de sunmadığı” görüşüne yer verildi.

 

‘Otel projesini tesadüfen öğrendik’
Mahkeme kararının ardından Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nde bir araya gelen davacılar ortak bir basın açıklaması yaparak gelişmeyi kamuoyuna duyurdu. Tekirova’da yaşayan davacılardan Sami Adaletli tarafından okunan ortak basın açıklamasında, dünyaca ünlü antik kentteki otel projesinin tesadüfen öğrenildiğine dikkat çekilerek, “proje için gerekli olan ÇED sürecinin işletilmemiş olduğunu büyük bir üzüntüyle öğrendik. Üzüldük ama şaşırmadık. Tarihi Taksim Gezi Parkına Kışla ve alışveriş merkezi, Tarihi Haydarpaşa limanına kruvaziyer liman, zeytinlik ve tarım alanlarına termik santral, her dağ başına taş ocağı, her dereye HES yapmak isteyen anlayışın Phaselis’e bakışında da bir otel silueti görmesi normaldi” görüşüne yer verildi.

 

Yöre halkı projeye karşı birlik oldu
“Fakat biz orada yaşayan Tekirova, Çıralı, Kemer halkı ile duyarlı sivil toplum ve meslek örgütleri, bu anlayış karşısında birlik olduk” ifadelerine yer verilen basın açıklamasında, projeye verilen ÇED Gerekli Değildir kararının iptali istemiyle dava açıldığı belirtilerek, şöyle denildi: “İptali istenen karar, proje tanıtım dosyasına (PTD) dayanmaktadır. Bu dosya yeterli ve bilimsel değildir. Tamamen genel bilgiler ve eldeki resmi şablon belgelere göre hazırlanmış proje tanıtım dosyası, alanla ilgili özellikler içermemekte, alanın 18 dönüm kadarı 1. derece sit alanı olmasına rağmen bununla ilgili hiçbir inceleme bulunmamakta, milli park statüsünde bulunan alanla ilgili özel bir değerlendirme yapılmamakta, hatta 161 bin metrekare alana oturacak ve içinde tenis kortu, otopark, 280 oda ve 3 yüzme havuzu, restoran ve alışveriş merkezi bulunacak böyle bir kompleks için kaç ağaç kesileceği dahi bulunmamaktadır. Bu nedenle alanın özelliği gereği ÇED kararı mutlaka bulunmalıdır. Hatta ve hatta, alanın özellikleri gereği burada herhangi bir tahsis işlemi dahi yapılmaması, herhangi bir projenin dahi düşünülmemesi gerekmekteydi. Bu konuda da bizler başka bir dava daha açmış bulunmaktayız.”

 

‘Phaselis tüm halkımızın ortak alanıdır’
Dava konusu alanın bitişiğinin, uluslararası öneme sahip 1. derece arkeolojik ve doğal sit olarak tescillenen Phaselis antik kenti olduğu vurgulanan açıklamada, “Bu kentin kalıntılarını taşıyan alanın bir kısmı tahsis edilen 878 parsel içerisinde bulunmaktadır. Tarihi bir liman kenti olan ve içerisinde antik tiyatro dahil birçok kalıntı barındıran bölge, ören yeri olarak ziyaretçileri ile önemli bir turizm geliri yaratmaktadır. Alanın gerek tarihi dokusundan, gerek orman ve denizinden yararlanan bölge halkı, burasının Otel olarak verilmesine karşı çıkmaktadır. Turizm tesisi inşaatı, yukarıda açıkladığımız üzere hem ormanlık alana, hem de tarihi alana zarar vereceği gibi bölge halkının bu alanlardan yararlanmasını da engelleyecektir. Bu yönüyle de dava konusu işlemde kamu yararı bulunmamaktadır. Artık yapılması gereken, Phaselis gibi tarihsel önemi olan bu milli park alanını korumak ve değerlerini ortaya çıkartmak olmalıdır. Phaselis’te bir rant olgusuna bölge halkı ve Antalya sivil toplumu ile meslek örgütleri kesinlikle izin vermeyecektir. Phaselis, tarihi dokusu ve ekolojik değerleriyle tüm halkımızın ortak alanıdır” denildi.

 

Phaselis’e otel projesi kamuoyunda büyük tepki uyandırırken, işadamı Fettah Tamince yaptığı açıklamalarda bungalov tarzında inşa edileceğini iddia ettiği otel projesini savunarak doğaya ve tarihe uyumlu bir yatırım olacağını öne sürmüştü. Ancak Tamince’nin açıklamaları kamuoyunun tepkisini azaltmaya yetmedi. Projeye karşı imza kampanyası başlatan üniversite öğrencisi Melike Vergili, kısa sürede 40 bine yakın imza toplayarak konunun kamuoyunun gündemine taşınmasına önemli katkı sağladı. Pek çok kez eylem yapan yöre halkı ve yaşam savunucuları, sivil toplum örgütleri ve meslek odalarıyla birlikte projeye verilen ÇED Olumlu Kararı’na karşı dava açmıştı. Phaselis davasına müdahil olan kişi ve kurumlar ise şöyle: Mimarlar Odası, Çevre Mühendisleri Odası, Peyzaj Mühendisleri Odası Antalya şubeleri, Antalya Barosu, Kemer Esnafları ve Turizmcileri Derneği, Doğa Dostları Spor Derneği, Çıralı’yı Sevenler Derneği, SS. Ulupınar Çevre Koruma ve Geliştirme ve İşletme Kooperatifi. Sami Adaletli, Bilal Aktan, Ahmet Kaya, Tahir Şimşek, Ali Kara, Erdal Elginöz, Tuğba Pınar Günal, Elif Arığ Guttstadt, Bedia Tülüer, Muharrem Birhan Erkutlu, Büşra Koç, Yılmaz Vural.

Sol Haber: Haber: Yusuf Yavuz, 07.11.2014

DEFİNE AVCILARI TARİHİ MEZARLIĞI TAHRİP ETTİ

 

 

Ağrı Dağı eteklerindeki 800 yıllık tarihi mezarlığın define avcıları ve hayvanlar tarafından tahrip edildiği belirtildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescillenen tarihi mezarlık, define avcıları ve hayvanlarını bölgede otlatan bilinçsiz kişilerin adeta hedefi haline geldi.

 

Iğdır Kültür ve Turizm Müdürü Osman Engindeniz, tahrip edilen ve üzerinde çeşitli figürler bulunan kaçbaşı taşların söküldüğü tarihi mezarlığın korunması için çalışma başlattıklarını belirtti.

 

Mezarlığın etrafına tel örgü çekeceklerini ve mezarlıkta bir bekçi görevlendireceklerini vurgulayan Engindeniz, sit alanı olan mezarlığı korumak gerektiğini söyledi. 

 

Engindeniz, alanda çok fazla mezar taşı bulunduğunu ve bu taşların tarihi eser niteliğinde olduğunu bildirerek, "Burada çok sayıda koçbaşı taş vardı ama insanlar bu taşları süs eşyası amacıyla söküp götürmüş. Şu an büyük bir tahribat söz konusu. Define avcılarının ve hayvanların tahribata uğrattığı bölgeyi korumak için elimizden gelen gayreti gösterip burayı turizme kazandıracağız" dedi

Akşam, 07.11.2014

BURDUR'DA BİN 800 YILLIK HAVUZ VE ÇEŞME YAPISI BULUNDU

 

Gölhisar İlçesi'ndeki Kibyra antik kentinde yapılan kazılarda, üç kademeli havuz sistemi ile çeşme yapısı bulundu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı adına başkanlığını Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi (MAKÜ) Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru'nun yaptığı kazılarda, Kibyra antik kentinde üç kademeli havuz sistemi ile çeşme yapısı ortaya çıkarıldı. 

 

Kazılarda görevli Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi İsmail Baytak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki kazılarda antik kentin agora, çarşı pazar yerinde önemli buluntuların ortaya çıkarıldığını söyledi. 

 

Agorada bulunan havuz sisteminin üç kademeli olduğunu, suyun önce birinci kademeye geldiğini, daha sonra ikinci ve üçüncü kademelere aktarıldığını anlatan Baytak, buradan da insanların kullanımı için başka bir sistemle agoradaki dükkanlara ve binalara dağıtımının yapıldığını kaydetti.

 

- "Çok muazzam bir görüntüsü ve görselliği olmalı"

Baytak, havuzdaki suyun künkler aracılığıyla dağıtımının yapıldığını, sistemin bazen alt bazen de üst kottan gittiğini ifade etti.

 

Havuzun alt bölümünde suyun durdurulması için bir sistem ile atık su gideri bulunduğunu dile getiren Baytak, havuz temizlendikten sonra atık suyun agoradaki caddenin altından aşağıya verildiğini bildirdi.

 

Çeşmenin, antik kentin terasının şekillenmesinin ardından yaklaşık 200 yıl sonra yapıldığının tahmin edildiğini anlatan Baytak, "Havuz ve çeşme antik kentin doğu giriş kapısının önüne yapılmış. Kent o dönem klasik dönemini yaşıyor, çok zengin. Bu çeşme ve havuzun da çok muazzam bir görüntüsü ve görselliği olmalı" dedi. 

 

- Adı "Herakles" olacak

Baytak, havuz ve çeşme yapısının çevresinde sikke ve seramikler bulduklarını, bu buluntulardan yapıların tarihleri hakkında bilgi sahibi olduklarını belirtti.

 

Havuz ve çeşme yapısının MS 2. yüzyılın sonu, 3. yüzyılın başlarına denk geldiğinin altını çizen Baytak, "Çeşme yapısı, agoranın en önemli buluntularından biri. Herakles (Herkül) heykelinin büstü de burada bulundu. Bu nedenle bu çeşmeye 'Herakles' adını vereceğiz ve literatüre de öyle geçecek" diye konuştu. 

 

Baytak, gelecek yıl yapılacak kazılarda çeşmenin ve havuzun yapısını, suyun nasıl aktarıldığını çizimlerle ortaya koyacaklarını sözlerine ekledi.

Radikal, Haber: Gökmen Yüce, 07.11.2014

GALATA KÖPRÜSÜ'NÜN KAYIP PARÇALARI BULUNDU

 

 

Tarihi Galata Köprüsü’nün kayıp 4 parçası 1992 yılındaki yangında hasar görerek sulara gömülüştü. 1994 yılının ocak ayında sudan çıkarılan parçalar, işlevlerini yitirdiği için hurda olarak MKE’ye satıldığı ortaya çıktı.

 

Galata Köprüsü’nün bin tonu bulan kayıp 4 parçasının, 1992 yılındaki yangından 2 yıl sonra işlevini yitirdiği gerekçesiyle Makine Kimya Endüstrisi’ne (MKE) hurda niyetine satıldığı ortaya çıktı.

 

Habertürk Gazetesi’nde 23 Ekim’de yayınlanan, Galata Köprüsü’nün 4 parçasının kayıp olduğunu gösteren haberin ardından, Kültür Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışma başlattı.

GALATA KÖPRÜSÜ'NÜN 74 METRESİ KAYIP!

Parçaların akıbetini belirlemek için 16 Mayıs 1992’de köprüde çıkan yangına odaklanıldı. Sebebi belirlenemeyen yangın, 1912’de yapılan köprünün 80 yıl sonra emekliye ayrılmasına yol açtı. Yangın sonrası bir bölümü büyük zarar gören tarihi köprü 24 Mayıs 1992’de iki parçaya bölünerek Hasköy-Balat arasında yerleştirildi. Tarihi köprünün bir bölümü yangının hemen ardından suya gömüldü. Yangından zarar gören diğer iki parça da bir süre sonra üzerindeki ağır inşaat malzemeleri yükü sebebiyle suyun altına gömüldü. 2 yıl boyunca suyun altında kalan ağırlığı bin tonu bulan parçalar, Nurettin Sözen’in belediye başkanlığının son döneminde, 1994 yılı ocak ayında suyun altından çıkarıldı. Ancak, suyun altında paslanan ve yıpranan parçalar, işlevlerini yitirdiği gerekçesiyle MKE’ye hurda olarak satıldığı ortaya çıktı. Tarihi köprünün parçalarının satışı, eski evraklara ulaşan belediye kaynakları tarafından da doğrulandı.

 

SÖZEN: HİÇ FİKRİM YOK

Dönemin belediye başkanı Nurettin Sözen, köprünün hurda olarak satışına ilişkin sorularımız üzerine, “Nereye satıldığı konusunda hiçbir bilgim yok maalesef. Makine Kimya Endüstrisi bir devlet kurumu, o parçayı alıp ne yapacak? Bu satışla ilgili hiç fikrim yok. İlk defa duyuyorum” dedi.

Milliyet, 07.11.2014

BODRUM'DA MİKEN DÖNEMİNE AİT TARİHİ ESERLERE RASTLANDI

 

 

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi tarafından Ortakent ve Gümüşlük mahallelerinde yapılan sondaj ve kurtarma kazılarında, Bodrum Yarımadası'nın tarihine ışık tutacak yeni verilere ulaşıldı.

 

Müze Müdürü Emel Özkan, gazetecilere yaptığı açıklamada, yaptıkları sondaj ve kurtarma kazılarında Ortakent ve Gümüşlük'te yaptıkları son çalışmalarda Miken dönemine ait 49 eseri gün ışığına çıkardıklarını söyledi. Özkan, "Bu eserlerle müzemizde bulunan Miken dönemine ait buluntuların sayısı 248'e ulaşmıştır. Böylece müzemiz, ülkemiz müzeleri içinde en zengin Miken koleksiyonuna sahip müze durumuna gelmiştir" dedi.

 

Tarihi 3 bin 500 yıl öncesine dayanan buluntuların Batı Anadolu'nun geçmişi için çok önemli olduğuna değinen Özkan, "Bu kazıda ele geçen bir amfora ve içinde bulunan ölü hediyelerinden, nekropol alanının arkaik döneminde de kullanıldığını anlamaktayız" diye konuştu. 

 

Gümüşlük'te yapılan kazılar sonucunda bir nekropol alanına daha rastladıklarını anlatan Özkan, şöyle konuştu:

"Pitos mezarlar ve içinde ele geçen ölü hediyeleri ile bu nekropol alanı erken tunç dönemine tarihlidir. Böylece, yaptığımız kazılar sonucunda Batı Anadolu'da oldukça sınırlı sayıda olan prehistorik dönem yerleşim merkezlerine bir yenisini daha ekledik."

 

Kazılarda bulunan iskeletlerin antropologlar tarafından incelendiğini kaydeden Özkan, bulunan eserlerin sergilenmesi için çalışmaların devam ettiğini bildirdi.

 

İlk kez görüntülenen eserler arasında ise ölü hediyesi olarak konulmuş seramikten kirpi şeklinde aryballos (koku şişesi), Mısır Tanrısı Horus'un gözü şeklinde bir kolye ucu ve kişisel mühür ya da nazarlık olarak kullanılan bir kutsal Mısır böceği yer alıyor.

Akşam, 07.11.2014

ERDOĞAN'IN YENİ SARAYI: VAHDETTİN KÖŞKÜ

 

Erdoğan, Atatürk Orman Çiftliği’ne kaçak olarak yapılan ve kamuoyunda ‘Ak Saray’ olarak bilinen cumhurbaşkanlığı sarayının ardından İstanbul’da da bir saraya kavuşuyor. Son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin’in tahta çıkmadan önce kullandığı Çengelköy sırtlarında bulunan Vahdettin Köşkü artık Erdoğan’ın hizmetinde olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paha biçilemeyen köşkü İstanbul’da bulunduğu zamanlarda çalışma ofisi olarak kullanacağı tahmin ediliyor.

 

 

Çengelköy sırtlarında son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in tahta geçmeden önce yaşadığı Çengelköy’deki Vahdettin Köşkü’ndeki restorasyon çalışmaları büyük ölçüde tamamlandı.

 

Yıkılarak yeniden yapılan köşkün önce turizm tesisi ardından devlet konukevi olacağı, son olarak da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çalışma ofisi olarak kullanılacağı iddia edilen köşkün DHA Gökyüzü kamerasıyla yapılan çekimlerinde binaların tamamlandığı, alana bir helikopter pisti yapıldığı görülüyor. İçinde büyük bir otopark alanı yapılan alt ve üst olmak üzere iki girişi bulunan tarihi köşk, polis tarafından çok sıkı bir şekilde korunuyor. Çevresi havuzlu lüks villarla çevrili durumda olan köşkün alt girişi şu an için kullanılmazken tüm giriş ve çıkışlar kontrol altında tutuluyor.

 

CUMHURBAŞKANI TEFTİŞ ETMİŞTİ

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz ay üst kapısında bulunan Kerem Aydınlar Camiinde Cuma namazı kıldıktan sonra teftiş ettiği Vahdettin köşkünde, şu anda restorasyonla ilgili son çalışmaların yapıldığı öğrenildi.





VAHDETTİN KÖŞKÜ’NÜN TARİHİ

Çengelköy Köşkü İstanbul’un Beykoz İlçesi'nde Çengelköy’de bulunan köşktür. Köşk Padişah olmadan önce Şehzade Mehmed Vahdeddin Efendi tarafından kullanıldığı için Vahdettin Köşkü adıyla da bilinir.

 

Kırım Harbi sırasında İtalyan yaralılarına hastane olarak tahsis edilen yapı daha sonra 37 bin altına Sultan Abdülmecid tarafından satın alınarak, oğlu Şehzade Burhaneddin Efendi’ye (1849-76) tahsis edilir. Burhaneddin Efendi’nin ölümü sonrası ise yapı ve bahçesi Sultan II. Abdülhamid tarafından kardeşi Şehzade Mehmed Vahdeddin Efendi’ye verilir.

 

Daha sonra Sultan 6. Mehmed Vahideddin ismiyle tahta geçecek olan Vahideddin Efendi eski köşkü Fransız mimar Alexandre Vallaury’e yeniden düzenletti ve kuzeye doğru bir kanat ilave ederek büyüttürdü. Mehmed Vahideddin Efendi’nin annesi küçük yaşta vefat ettiği için şehzadeyi Sultan Abdülmecid’in Kadın Efendileri’nden Şayeste Hanım büyütmüştür. Anneliği olan bu hanım için de 2 katlı bir köşk yaptırır ve ona tahsis eder. Köşk, soğan biçimindeki kubbesiyle bilinir.

 

Sultan Vahdeddin, yurtdışına kaçarken şahsi mülkü olan bu araziyi Zehra isimli bir cariyesine bağışladı. Zaman içinde giderek eskiyen yapı 1950-60 tarihleri arasında kısım kısım yıkılır. Köşk, 1984 yılında “korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı” olarak tescillendi.

Sözcü, 07.11.2014

ANTALYA'DA BİN 800 YILLIK HEYECAN VERİCİ BULUŞ

 

 

1800 yıl önce yapıldığı tahmin edilen başsız bir erkek heykeliyle bir kadın heykeli başı bulundu.

Perge antik kentinde Antalya Müzesi Müdürlüğü'nce başkanlığında sürdürülen kazılar kapsamında 1800 yıllık çıplak erkek heykeli ve kadın başı bulundu. İnce taneli beyaz mermerden yapılmış başı olan çıplak erkek heykelinin sağ kolunun dirseğinden, sol kolunun bileğinden, sağ bacağının kalçasından, sol bacağının ise diz kısmından itibaren kırık olduğu görüldü. Sol omuzunda duran giysisi arkadan gelip dirsekten bükülü sol kola dolanarak aşağıya sarkmakta olan eserin, sol omzunda düğüm yapan kalın elbise tomarı üzerinde madalyon şeklinde, büst biçimli bir kabartma var. Kadın heykeli başında ise saç ve yüz detayları oldukça belirgin. Derin matkap kullanılarak işlenmiş kıvrık saçlarının ön kısmı başörtüsü altından görülen figür saçlarda meyvelerden oluşan bir çelenk ile şekillendirilmiş. Kalın göz kapakları, ince uzun düzgün burnu, tok çene ve dolgun yüz ilgi çeken detaylar. İki eser de konservasyon çalışmalarının ardından Antalya'da sergilenecek.

Sabah, 07.11.2014

ABD'LİLER KONSOLOSLUK BİNASINDAKİ RESİMLEİR MÜSTEHCEN DİYE BOYAMIŞ!

 

ABD'nin İstanbul'da 94 yıl kullandığı tarihi binadaki resimleri 'müstehcen' diye boyadığı ortaya çıktı. Binayı 51 yıllığına kiralayan Serdar Bilgili, "Özel teknikle bu tarihi resimleri yeniden ortaya çıkartıyoruz" dedi.

 

 

İstanbul 'da Tepebaşı'nda ABD 'nin 94 yıl konsolosluk olarak kullandığı binanın duvar ve tavanlarındaki resimlerin 'müstehcen' diye boyandığı ortaya çıktı. Binayı 51 yıllığına kiralayıp Soho House çevirmek için restore eden Serdar Bilgili, “Özel bir teknikle eskiterek duvarlar yenileniyor. Duvarlardaki çizimler müstehcen diye boyalarla kapatılmış. 1860 yıllarında yapılan bina müze gibi” dedi.

 

Hürriyet'ten Ceyhun Kuburlu'nun haberine göre, Serdar Bilgili, 1860 yılında İtalyan bir işadamı için yapılan, 2001 yılına kadar 94 yıl ABD’nin büyükelçilik ve ardından konsolosluk olarak kullandığı Tepepaşı’ndaki tarihi binayı 51 yıllığına kiraladı. ‘Soho House’ isimli özel bir kulüp yapacağı binanın restorasyonuna girişti.

 

Ancak restorasyon sırasında ilginç bir gelişme yaşandı. Yapılan restorasyon çalışması sırasında ABD’li yetkililerinin duvarlardaki ve tavandaki çizimleri boyayarak kapattığı ortaya çıktı.

 

 

51 YILLIĞINA KİRALANDI

Özel üyelik sistemiyle çalışan Soho House için hazırlanan bina 51 yıllığına Bilgili Holding’e kiralandı. Bugüne kadar kimsenin görüntüleyemediği konsolosluk binasındaki eserler teker teker gün yüzüne çıkıyor. “Türkiye’de yapılmış en iyi restorasyon çalışmasına imza atıyoruz” diyen Bilgili Holding’in patronu Serdar Bilgili, “Özel bir teknikle eskiterek duvarlar yenileniyor. Duvarlardaki çizimler müstehcen diye boyalarla kapatılmış. 1860 yıllarında yapılan bina müze gibi” dedi.

 

İTALYAN MİMAR YAPTI

İtalyan mimar Giacomo Leoni tarafından 1860 yılında işadamı Ignazzio Corpi için konut olarak inşa edilen ABD Konsolosluk Binası’na ilk yapıldığında Palazzo Corpi adı verilmişti. ABD, 1907’de binayı satın alarak büyükelçilik yaptı. 1937’de büyükelçilik Ankara’ya taşınınca bina başkonsolosluğa dönüştürüldü. Amerikan Konsolosluğu binası 2001’de New York’ta yaşanan İkiz Kule saldırılarının ardından güvenlik gerekçesiyle İstinye’ye taşınmıştı. Tepebaşı’ndaki 4 dönüm arazi üzerine kurulu tarihi konsolosluk binası da boş kalmıştı. ABD’nin yurtdışında edindiği Avrupa’da ilk, dünyada da ikinci temsilcilik binası olan yapı freskler ve resimlerle süslenmiş geniş merdivenli girişlere sahip. Yüksek tavanlı binada, yüksek gibi mitolojik kahramanların tasvirleriyle süslenmiş klasik dekorasyon hakim.

Radikal, 06.11.2014

TAM 65 MİLYON DOLAR!

 

 

New York’ta düzenlenen müzayedede eseri 65 milyon dolara satılan Fransız ressam Edouard Manet, kendi açık artırma rekorunu kırdı.

 

Christie’s müzayede evi, “İzlenimci ve Modern Sanat Sonbahar Müzayedesi”ni dün gece New York’ta Rockefeller Center’daki ofisinde gerçekleştirdi.

 

Müzayedede, 1883 yılında vefat eden Fransız ressam Manet’nin başyapıtı ”Le Printemps” (İlkbahar) adlı eseri 65 milyon dolara satıldı. Esere, 25 milyon ila 30 milyon dolar değer biçilmişti.

 

İzlenimci Fransız ressam Manet’nin Parisli bir aktristin portesini yaptığı ”İlkbahar” adlı yağlı boya tablosunun 65 milyon dolara alıcı bulmasıyla sanatçının 2010 yılında Londra’da yapılan müzayededeki 33 milyon 200 bin dolarlık açık artırma rekoru kırılmış oldu.

 

Christie’s’in dün geceki müzayedesinde, 39 sanat eserinin 35’i satıldı.

 

1832-1883 tarihleri arasında yaşayan sanatçının bir yüzyıldan fazla aynı Amerikan koleksiyonunda olan eseri İlkbahar, son 20 yılda da Washington’daki National Gallery of Art’ta sergilendi.

 

İzlenimci akımın en tanınan sanatçılarından Manet, portreleriyle öne çıkarken, Paris’in sosyal hayatını eserlerine ustaca yansıttı.

Sözcü, 06.11.2014

40 YILLIK SANAT TARİHİ ARŞİVİ TEHLİKEDE

 

 

Sanat tarihi arşivciliğin pek yaygın ve kurumsal olmadığı ülkemizde, Türkiye’nin sanat tarihi açısından belki de en ilginç ve verimli arşivi Temmuz ayından beri araştırmacılara kapalı.

 

Sanat tarihçisi Zeynep Rona’nın 1970’lerden beri Türkiye’de yapılan sanat etkinlikleri ile ilgili dergiler, gazete küpürleri, davetiyeler, basın bültenleri, sanatçı metinleri, broşürler, ve kataloglar gibi çok çeşitli materyali bir araya getirerek oluşturduğu arşiv kadro yetersizliği yüzünden kapanmış durumda.

 

Hali hazırda Mimar Sinan Üniversite’sinde bulunan arşiv Türkiye sanat tarihinin son 40 yılına ilişkin 100 bini aşkın belgeyi bir araya getiriyor. Oysa üniversite yönetimi, sözleşme şartlarına göre, arşiv çalışmasını sürdürmeyi ve kamuya açık tutmayı taahhüt ediyor.

 

Eğitimli personel istihdam edilmiyor
2005 yılına kadar Rona’nın kendi evinde bulunan arşiv, 2006’da Bilgi Üniversitesi’ne bağlı Santralistanbul’a taşınmış, ancak 2010 yılında yönetim değiştiğinde tasfiye edilmiş ve üniversitenin depolarına taşınarak kamuya kapatılmıştı. 2012 yılında, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Resim-Heykel Müzesi’nin yeni yerine taşınması ve projelendirilmesi gündeme geldiğinde arşivi de bu projeye dahil etmek istedi.

 

Bunun üzerine Bilgi Üniversitesi depolarında korunan belgeler MSGSÜ Bomonti Yerleşkesi’ne taşındı. Arşiv daha sonra Rektörün isteğiyle Sanat Tarihi Bölümü’ne bağlandı ve çalışmalarına aynı mekanda devam etti.

 

Fakat Temmuz ayından beri arşivin sürdürülmesi ve kamuya açık tutulması için gereken eğitimli personel istihdam edilmediğinden arşiv hem kamuya kapatılmış durumda, hem de o tarihten beri birikmiş olan belgelere işlem yapılmıyor. Zeynep Rona, kadronun çıkmayacağı ve arşivin kütüphaneye taşınacağı konusunda endişeli olduğunu belirtiyor.

Sol Haber, 06.11.2014

EDİRNE'DE TARİHİ BİNA KÜL OLDU

 

Edirne'nin Kaleiçi semtinde Maarif Caddesi üzerinde bulunan ve lokanta olarak işletilen tarihi ahşap binanın ikinci katında ısıtıcının yastığın üstüne devrilmesi sonucu yangın çıktı. Sibel Barshan'ın işletmeciliğini yaptığı tarihi bina, Edirne Belediyesi itfaiye ekiplerinin uzun süren çalışmaları sonucu ancak kontrol altına alınabildi. Tarihi bina, çıkan yangın sonrası kullanılamaz hale gelirken, binanın çatısı ve odaları kül oldu.





Öte yandan, tarihi binada çıkan yangın yan tarafta bulunan bir eve de sıçradı. Yangın, itfaiye ekiplerinin müdahalesiyle büyümeden söndürüldü. Tarihi binanın yakınında oturan Hüsnüye Döngel, polis ve itfaiye ekiplerinin olay yerine gelmesiyle yangını öğrendiklerini ve kendilerini hemen dışarıya attıklarını söyledi.
 

"ÇOK ŞÜKÜR CAN KAYBIMIZ YOK"
Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, tarihi binada çıkan yangını kontrol altına aldıklarını ve can kaybı yaşanmadığı için mutlu olduklarını belirterek, "Böyle bir şeyin olmasını hiç kimse istemez ama bu tür yangınlarda en çok dikkat edilen şey can kaybı olmaması. Çok şükür can kaybımız yok. Yangının çıkış sebebi yastığın üzerine ufo devrilmiş ondan çıkmış yangın" dedi.

Tarihi binada, Melek Anne Ev Yemekleri isimli işletmenin sahibi Sibel Barshan ise ekmek teknesinin yanışını yaşlı gözlerle izledi.

Olay yerine gelen çok sayıda vatandaş da polis ekiplerinin çektiği şeritlerin arkasından yangını meraklı gözlerle izledi.

Sabah, 06.11.2014

ANTAKYA'DA GÖREVİNİ YAPAN ARKEOLOG HEDEF GÖSTERİLDİ

 

Hatay Su ve Kanalizasyon idaresi tarafından sit alanında yapılan kaçak kazıyı durduran Müze Arkeoloğu Demet K., Hatay Belediyesi'nin internet sitesinde ve sosyal medya hesaplarında 'arkeolog halkı susuz bıraktı' iddiasıyla hedef gösterildi.

 

 

Hatay’ın merkez Antakya İlçesi'nde 1. Derece Arkeolojik Sit alanında, Hatay Su ve Kanalizasyon İdaresi (HATSU) Eylül ayında Koruma Bölge Kurulu'ndan izinsiz altyapı çalışmalarına başladı. Bölgenin su sorununu çözmek için arkeolojik alana boru döşeyen HATSU’nun Arkeoloji Müzesi’nden gerekli izinleri almadığının tespit edilmesi üzerine, müze tarafından görevlendirilen arkeolog Demet K. kaçak kazıyı durdurdu.

Bunun üzerine Hatay Büyükşehir Belediyesi sitesinde, ‘HATSU’nun içme suyu boru hattına müze engeli’ başlıklı bir duyuru yayınlayarak arkeolog Demet Kara’yı hedef gösterdi. Duyuruda, ‘’Hatay Müze Müdürlüğü Arkeologlarından Demet K.’nın polis çağırarak durduğu ekipler, bugün son boru bağlantısını da yaparak Küçükdalyan’dan kent şebekesine içme suyu verecekti. Ekiplerimizin engellenmesi nedeniyle içme suyu boru hattı bağlantısı yapılamamıştır” ifadesi kullanıldı.

‘MÜZE GÖREVLİLERİ NÖBET TUTUYOR’
HATSU’nun Facebook sayfasından da arkeoloğu hedef gösteren ve “Vatandaşın içme suyu sorununun çözülmesine Müze Arkeoloğu Demet K. Engel oluyor” başlıklı bir yazı paylaşıldı. Bu yazıda şu ifadeler kullanıldı:

“HATSU Genel müdürlüğümüzün Küçükdalyan’da kazdığı içme suyu kuyularından kent şebekesine su taşıyacak olan boruların döşenmesine Müze Müdürlüğü arkeoloğu Demet K. yine engel çıkardı. İçme suyu borusu döşeyen ekiplerimiz, Müze Müdürlüğünde görevli Arkeolog Demet K. tarafından bir kez daha engellendi. Şu anda Küçükdalyan’da HATSU ekipleri çalıştırılmıyor. Müze görevlileri çalışmanın sürdüğü bölgede HATSU işçileri çalışmasın diye nöbet tutuyor. Memleketin faydasına yapan insanlar, amacı belli olmayan kişiler tarafından işte böyle engelleniyor. Bu kadar engele rağmen HATSU Hatay için çalışacak.”

ARKEOLOGLAR DERNEĞİ’NDEN KINAMA
Kaçak kazıyı durduran Demet K.’yı hedef gösteren paylaşımlardan dolayı Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Hatay Büyükşehir Belediyesi’ni kınayan bir duyuru yayınladı. Duyuruda şu ifadeler kullanıldı: ‘’bilindiği üzere arkeolojik alanlarda ilgili kurulların izni ve müze denetimi dışında kazı yapmak 2863 sayılı yasa kapsamında suçtur. Hatay Müze Müdürlüğü'nde görevli meslektaşımız Demet K. da bu bağlamda görevini yerine getirmiş ve HATSU'nun alt yapı güçlendirme çalışmaları kapsamında yaptığı kaçak kazıyı durdurmuştur. Ancak bu müdahalesinin ardından HATSU resmi sosyal medya hesabı üzerinden meslektaşımız hakkında, ‘vatandaşın içme suyu sorununun çözülmesine Müze Arkeologu Demet K. engel oluyor’ başlığıyla bir paylaşımda bulunulmuş ve kendisi Hatay’ın su sorununun sorumlusu ilan edilmiştir. HATSU'nun arkeolojik alandaki izinsiz alt yapı çalışmalarının yanı sıra, sosyal medya üzerinden meslektaşımız hakkında başlattığı karalama kampanyasının etik ve hukukun sınırlarını zorladığı açıktır. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi olarak meslektaşımız Demet K.'nın yanında, sürecin takipçisi olduğumuzun bilinmesini isteriz. Ayrıca Hatay gibi arkeolojik olarak çok katmanlı kentlerde yapılacak alt yapı çalışmalarında yasaların ve arkeoloji biliminin gerekliliklerinin göz ardı edilmemesini temenni ederiz.”

Öte yandan konunun yargıya taşındığını belirten Hatay Büyükşehir Belediyesi yetkilileri ise konuyla ilgili açıklama yapmadı.

Radikal, Haber: İdris Emen, 06.11.2014

ÖLÜMSÜZLÜK ŞEHRİ MİSİS

 

Roma döneminin önemli kentleri arasında yer aldığı belirtilen ve "Ölümsüzlük şehri" olarak bilinen Misis antik kenti (Mopsouestia), 7 bin yıllık geçmişi ile Çukurova tarihine ışık tutuyor.

 

 

Adana'nın 27 kilometre doğusunda Ceyhan Nehri'nin hemen kenarında yer alan ve Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan antik kentte, Yüreğir Belediyesi'nin hazırladığı "Ölümsüzlük Şehri Misis" projesi doğrultusunda, Kültür ve Turizm Bakanlığı onayı ile Adana Müzesi başkanlığında, Roma Antik Akdeniz Araştırmaları Enstitüsü ve Ulusal Araştırma Merkezi'nden Prof.Dr. Anna Lucia D'Agata, Pisa Üniversitesi'nden Prof.Dr. Giovanni Salmeri konsorsiyumunda yürütülen kazı çalışmaları devam ediyor.

Özellikle Roma döneminin önemli kentleri arasında yer alan ve 7 bin yıldan buyana kesintisiz olarak kullanıldığı belirtilen antik kentte yürütülen kazı çalışmaları sonucu kale surları, stadyum, kervansaray, tiyatro gibi yapılar gün yüzüne çıkarılmaya çalışılıyor.

Toprağın altında gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen eserlerle günümüzde gözlemlenebilen mozaikler, antik taş köprü, yer yer görülen surlar, su kemerleri, stadyum, tiyatro, hamam, şehrin kuzeyinde bulunan antik kaya mezarları, geçitli yakasında yer alan ve büyük bölümü yıkılmış olan Havraniye Kervansarayı gibi yapılar ise kenti ayrıca önemli kılıyor.

Pisa Üniversitesi'nden Prof.Dr. Giovanni Salmeri, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazı alanında İtalya'dan gelen uzman ekiplerle çalışmaların sürdüğünü söyledi.

Salmeri, Misis antik kentinin tarihi çok eskilere dayanan çok eski bir kent olduğunu belirterek, burada Neolitik, Kalkolitik, Genç Hitit, Roma ve Bizans dönemlerine ait kalıntılara rastladıklarını ifade etti.

Kazı çalışmalarının büyük önem taşıdığını aktaran Salmeri, "Burada tarih ve insanlar iç içe yaşıyor. Burası yaklaşık 2-3 yıl sonra kültür ve arkeoloji parkı olacak" dedi.
 

"FARKLI MEDENİYETLERE EV SAHİPLİĞİ YAPMIŞ"
Profesyonel bir ekiple kazı çalışmalarını yürüttüklerini bildiren Salmeri, kazılarda buldukları parçalardan yararlanarak bölgenin tarihi konusunda bilgi edinmeye çalıştıklarını kaydetti.

Salmeri, antik kentin yaklaşık 7 bin yıllık geçmişe sahip olduğunu belirerek, "Höyükteki kazılarda neolitik döneme ait parçalar bulduk. Yaklaşık 7 yıl önce yaptığımız analiz sonuçlarında bunun 7 bin yıllık geçmişe sahip olduğunu belirledik. Misis antik kenti, tarihi 7 bin yıla uzanan dönemde farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış" diye konuştu.

Salmeri, bu sezon yaptıkları kazı çalışmalarının ikinci etabının bir kaç güne sona ereceğini de sözlerine ekledi.

 

"ÖLÜMSÜZLÜK ŞEHRİ MİSİS" PROJESİ
Lokman Hekim'in Misis Köprüsü'nden geçerken ölümsüzlük iksirini düşürdüğü rivayet edilen Misis'te, Yüreğir Belediyesi tarafından başlatılan "Ölümsüzlük Şehri Misis" projesi ile yöredeki kaçak yapılarda oturan vatandaşlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı işbirliğiyle düşük taksitlerle sahip olabilecekleri tarım-köy tarzında konutlar inşa edilmesi ve tapulu konutlara geçen vatandaşların sosyal yaşama entegrasyonunun sağlanması hedefleniyor.

Ayrıca Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın sağladığı teşvikler ile bölge özelliğine uygun tarım ve hayvancılığın daha modern koşullarda devam ettirilmesi ve istihdam olanaklarının arttırılması düşünülüyor.

Kaçak yapılardan kurtarılan bölgede arkeolojik kazılara başlanması, süreç içerisinde Misis'in önemli bir antik kent modeli olarak dünya turizmine kazandırılması planlanıyor.

Sabah, 06.11.2014

İZNİK GÖLÜ'NDE İKİNCİ KALINTIYI BULDUK

 

İznik Gölü'nde suların çekilmesi ile birlikte suyun içindeki tarihi hazinelerde ortaya çıkmaya başladı. İznik Gölü'nde Ocak ayında rastlantı eseri havadan çekimler sırasında keşfedilen ve tarihi bazilika olduğu ortaya çıkan eserin bir ikincisini de Hüseyin Fethi Balcı ve Mustafa Çapkınoğlu buldu.


İznik Gölü'nde bulunan bazilikanın metrelerce uzağında, havadan çekimler için kullanılan yeni bir cihazın test çekimleri sırasında, Maç Reklam firma sahibi Mustafa Çapkınoğlu ve iznikrehber.com Maji Medya genel yayın müdürü Hüseyin Fethi Balcı tarafından fark edilen ikinci kalıntı, ilk bulunan kalıntı ile aynı hizada ancak daha derinde bulunuyor. Göl içindeki ilk bulunan bazilikanın göl suyunun çekilmesi ile duvarlarının neredeyse su dışına çıkmasının yanı sıra yeni bulunan kalıntıda duvar yapıları ve su derinliğinin fazla olmasına rağmen yan duvarları da göze çarpıyor. İznik gölünde kıyıdan yaklaşık 15 metre uzaklıkta bulunan kalıntıyı keşfeden Mustafa Çağkınoğlu ve Hüseyin Fethi Balcı “Başta İstanbul olmak üzere çevre illerde profesyonel olarak havadan video ve fotoğraf çekimleri gerçekleştiriyoruz. Yetkililer isterlerse Türkiye’nin her yerine gerçekleştirdiğimiz gibi İznik’te de son sistem çekim cihazlarımız ile tüm göl sahilinde, su altındaki eserleri çekebiliriz.” dediler.

 

İznik Gölü'nde yeni keşfedilen tarihi yapının özel görüntüleri ile 2014 yılının Ocak ayında bulunan ve 1600 yıllık bazilika olduğu açıklanan yapının suların çekilmesi ile daha belirgin olarak sizler için görüntüledik.  

 


İznik Rehber, 06.11.2014

MANAVGAT'TA 4 TAŞ EV RESTORE ETTİRİLEREK TURİZME KAZANDIRILACAK

 
Antalya Manavgat Belediyesi, ilçede 4 cumbalı 4 taş evi restore ettirerek kültür turizmine kazandıracağını bildirdi.

 

Manavgat Belediye Meclisi, ilçede Yukarı Pazarcı Mahallesi 81 ada 4 nolu parsel ve 2029 ada, 1,2 ve 3 nolu parsellerdeki mevcut yapıların sivil mimari örneği tescillenmesi hususunda Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü'ne iletilmesini oy birliğiyle kabul etti.

 

Manavgat Belediye Başkanı Şükrü Sözen, yaptığı açıklamada, Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün onay vermesi halinde 4 tarihi taş evi restore ederek kültür turizmine kazandıracaklarını söyledi. 4 tarihi taş evin Manavgat'ın günümüze kadar ayakta kalarak varlığını sürdüren nadiden sivil mimari örneklerinden biri olduğunu vurgulayan Sözen, ilgili izni aldıktan sonra restorasyon çalışmasını mülkiyet sahiplerinin izinleri doğrultusunda yapacaklarını kaydetti.

Sözen, "Dört evin restorasyonu ile ilgili uzun zamandan bu yana çalışma yapıyorduk. Bilindiği üzere Manavgat Belediyesi aynı zamanda Tarihi Kentler Birliği(TKB) üye bir belediye. Geçen dönem TKB evlerin restorasyonu için bütçe çalışması bile yapmıştı. Bunu geçen dönem yapamamıştık. Şimdi Manavgat'ın sivil mimarisinin yansıtan 4 evin restore ettirerek Manavgat'ın değerlerini koruma altına alarak gelecek nesillere aktarmak istiyoruz." dedi.

Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 05.11.2014

SULTAN 2. ABDÜLHAMİD'İN BİRİNCİ KUŞAK VARİSLERİ ORTAYA ÇIKTI




34'üncü Osmanlı padişahı Sultan 2. Abdülhamid'in miras davasında soyağacının tespiti için atanan bilirkişi, padişahın birinci kuşak varislerini belirledi. Rapora göre davayı açanlar arasında tam varisler ortaya çıktı. Bir sonraki duruşmada mahkeme, bilirkişi raporu doğrultusunda eksikliklerin giderilmesini isteyebilir ya da padişahın birinci kuşak varislerine veraset ilamı verebilir.

KERKÜK VE MUSUL HAVZASI, SULTAN ABDÜLHAMİD'İN

'Hanedan soyundanım' deyip Sultan 2.Abdülhamid'in torunlarının 5 yıl önce başlattıkları miras davasında üç kişiden oluşan 23 Ekim 2014 tarihli bilirkişi raporu mahkemeye ulaştı. Birinci kuşak 32 varisin, 10 Şubat 1918 yılında vefat eden Sultan Abdülhamid'in mirasçılarını gösterir veraset ilamı verilmesi istemli açılan davada mirasçıların kimler olduğu büyük oranda ortaya çıktı. Bir kısım varisler adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü'ne dava açan avukat Bülent Görür ve Ümit Yılmaz da mahkemeye ulaşan raporla birlikte 2.Abdülhamid'in birinci kuşak varislerinin net olarak ortaya çıktığını ve bu durumun 12 Şubat 2015 tarihli duruşmada mahkemece değerlendirileceğini söylediler. Değerlendirme sonucunda mahkemenin eksikliklerin giderilmesini isteyebileceğini ya da raporda tespit edilen varislere mirasçılık belgesinin (veraset ilamı) verilebileceğini anlatan iki avukat, "Sultan 2.Abdülhamid'in veraset ilamı davasında mirasçılarının kimler olduğu büyük oranda ortaya çıktı. Çünkü önceki bilirkişi raporunda bundan önceki veraset ilamları kopuk kopuktu. Bu dava, dünyanın en büyük veraset davasıdır. 2. Abdülhamid'in hem Türkiye'de hem Türkiye dışında malları bulunmaktadır. Örneğin Kerkük ve Musul petrol havzası üzerinde malları vardır. Dava sonucunda hak sahipleri, Kerkük ve Musul petrolleri üzerinde haklarını ve taleplerini ileri sürebilecekler. Çünkü 2.Abdülhamid, Kerkük ve Musul bölgesindeki petrol havzalarını haritalandırmış ve bu bölgeleri şahsi mülkü olarak tapuya kaydettirmiştir. Bu kayıtlar da elimizde mevcuttur" dediler.

MİRAS PAYLAŞIMI, NİHAİ RAPORDA BELLİ OLACAK

Raporda ise Sultan Abdülhamid'in 1876 yılında tahttan indirildiği, 1909 yılına kadar padişahlık yaptığı ve 1918 yılına kadar sabık hükümdar olarak tecrit edildiği Beylerbeyi Sarayı'nda öldüğü anlatıldı. İlk evliliğini 1863 yılında yapan Sultan Abdülhamid'in diğer evlilikleri ve birinci kuşak soyağacından doğan çocukları tek tek sıralandı. Sultan Abdülhamid'in kız ve erkek çocuklarından devam eden soyunun 15 kişi olduğu anlatılan raporda, bu kız ve erkek çocukların da evlenmeleriyle davayı açan bir kısım varislerin Abdülhamid'in birinci kuşak mirasçıları oldukları belirtildi. Yine bir kısım varislerin mirasçı olduklarına dair veraset ilamlarının değişik illerdeki mahkemelerden veraset dosyalarının celblerinin gerektiği anlatılan raporda, sahte veraset ilamlarının da bulunduğu, bununla ilgili araştırma ve suç duyurusunda bulunma takdir ve yetkisinin İstanbul 12.Sulh Hukuk Mahkemesi'nde olduğu ifade edildi. Bilirkişi raporunda tüm varislerin, veraset ilamlarının diğer mahkemelerden celbedildikten sonra mirasın oransal olarak ne şekilde paylaştırılacağının asıl nihai raporda açıklanacağı kaydedildi.

1924 tarihli 431 sayılı yasa, padişah mallarıyla ilgili talepte bulunulmasına engel teşkil ediyor. Bu konuda TBMM'nin 1949 tarihli yorum kararı da bulunuyor. Ancak buna rağmen Sultan Abdülhamid'in torunları, dedelerine ait olduğunu iddia ettikleri gayrimenkulleri almak için 5 yıl önce İstanbul 12. Sulh Mahkemesi'ne dava açtılar. Davacı varisler, " Müvekkillerin kök murisi olan Sultan 2.Abdülhamid, 431 sayılı kanun çıkarıldığı tarih olan 1924'te padişah olmayıp 1918'de vefat etmiştir. Meclis yorumu da geçersizdir" iddiasında bulundular. Davada bugüne kadar varis olduğu iddia edilen her kişinin soy ağacı araştırıldı. Osmanlı Arşivi'nden belgeler istendi. Sonuçta Türkiye, Lübnan, Suriye ve İngiltere gibi ülkelerden isimlerin olduğu 32 kişilik bir varis listesi oluştu. Bu sayının daha da artacağı ifade edildi. Avukatların elinde ise dev mirasla ilgili Galatasaray Adası, Bakırköy'de 70 dönüm arazi, Beykoz ve Kartal'da 30'ar dönümlük arazi, Kağıthane'de 20 dönüm arazi, Veliefendi Çayırı, Dolmabahçe'de 30 dönüm bostan, Nişantaşı'nda iki konak, Şişli, Çatalca, Çekmece ve Geyve'de çok sayıda çiftlik, Galata'da değirmen arsası, Kabataş Meydanı, Horhor'da konak ve 5 dönüm arsası, Beşiktaş Serencebey'de 2 dönüm bağ, Aydın, Antakya, Kilis'te çok sayıda çiftlik ve arazi gibi bir liste olduğu belirtiliyor.

Sabah, 05.11.2014

AYASOFYA'NIN MİNARELERİ BİR DEPREMLE YIKILIR"

 

 

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) öncülüğünde düzenlenen, İstanbul’daki tarihi yapıların durumunun ele alındığı uluslararası deprem çalıştayında, Ayasofya Müzesi’nin 4 minaresi için kritik uyarı yapıldı. Bilimsel deney ve analizlerle 10 yıldır Ayasofya’nın durumunu inceleyen İTÜ Yapı Deprem Enstitüsü öğretim görevlisi Dr. Reşat Oyguç, Milliyet’e yaptığı açıklamada, 7 ve üzerinde büyüklükteki olası İstanbul depreminde Ayasofya’nın minarelerinin yıkılabileceğini söyledi.


‘Güçlendirme yapmak şart’
İstanbul Teknik Üniversitesi Deprem Mühendisliği ve Afet Yönetimi Enstitüsü tarafından düzenlenen ‘Tarihi Yapıların Depremselliği Çalıştayı’na katılan bilim insanları, önceki gün Dünya Miras Listesi'ndeki Ayasofya’ya teknik bir gezi düzenleyerek tarihi yapıyı yerinde incelediler. 10 yılı aşkın süredir Ayasofya’nın sismik dayanaklılığı üzerinde çalışmalarda bulunan organizasyon başkanı Dr. Reşat Oyguç, yaptığı açıklamada, “Mevcut haliyle Ayasofya’nın 4 minaresi, 7 ve üzerinde büyüklükteki olası depreme dayanacak durumda değil. Minarelerin bir an önce güçlendirilerek, tarihi yapının deprem riskine karşı korunması gerekiyor” dedi. Oyguç, “Ayasofya’nın olası deprem karşısında vereceği tepkiyi deneysel olarak hazırladığımız 3 boyutlu deprem modellemelerinde inceledik. Sanal deprem deneylerinde minarelerin büyük risk taşıdığını tespit ettik. Mevcut haliyle Ayasofya’nın 4 minaresi için olumlu konuşmak mümkün değil” diye konuştu.

 

Mimar Sinan sayesinde ayakta

Yaptıkları ölçümlemelerde Ayasofya’nın kubbe ve diğer kısımlarında deprem riskine karşı sıkıntılı bir durum oluşmasını beklemediklerinin altını çizen Dr. Reşat Oyguç, sözlerine şöyle devam etti:
“Tarihi yapının kubbesi kenarlardaki dört kolon üstünde bulunuyor. Mimar Sinan döneminde kolonlara payandalar eklendiği için kubbe kısmında çökme riski bulunmuyor. Ayasofya’nın en önemli özelliği kenar kolonlar üzerine oturtulmuş kubbesidir. Tarihsel süreçte yapıda oturmalar başlayınca Mimar Sinan döneminde ilave edilen payandalar yapıyı sağlıklı hale getirdi. Ayasofya, Mimar Sinan’dan bu yana güçlendirme geçirmedi. Eserin yaşanan onca depreme rağmen ayakta durması bile tek kelimeyle muhteşem. 3 boyutlu modelle, sarsıntı masası deneyleri ve akademik çalışmalar tamamlanmıştır.”

Milliyet, Haber: Mert İnan, 05.11.2014

KAYA MEZARLARINA İŞ MAKİNASI İLE DALDILAR!

 

 

Karaman’ın Ermenek İlçesi bugünlerde maden faciası ile gündemde... 18 madencimizin toprak altında kalması tüm ülkeyi yasa boğdu. Ancak Ermenek Belediyesi 'fırsattan istifade' mi bilinmez ama Meydan Mahallesi’ndeki sit alanına makinaları ile daldı! Binlerce yıllık kaya mezarlarının bulunduğu arkeolojik sit alanında slaj ve set çalışması yapmak düşüncesiyle iş makinası mezarların önünü dümdüz etti. Karaman Müzesi’nin durumdan haberi bile yok. Müze Müdürlüğü yetkilileri "iş makinası ile girilemeyeceği gibi Konya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan izin almadan orada kazma bile vurulamaz" diyor.

Elimize arkeologların işsizlik sıkıntısıyla ilgili mail yoluyla fotoğraf ve video görüntüsü geldi. Altındaki notta şu cümleler yer alıyordu; "Arkeologlar işsiz geziyor, belediye makinaları gelişi güzel arkeolojik sit alanlarında çalışıyor, binlerce yıllık tarih iş makinalarına kurban gidiyor." Görüntü gerçekten korkunç. Tarihi mezarların dibinde iş makinası çalışıyor, başında arkeolog bile yok! Diğer yandan arkeolog bile olsa arkeolojik sit alanında iş makinası ile çalışılmaz. 

 

 

Asur, Hitit, Pers, Makedon, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı izlerini taşıyan ilçe Tarihi Kentler Birliği’ne de üye. 2008 yılında birliğe dahil edilen şehirde en önemli tarihi eserler arasında kaya mezarları yer alıyordu. Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından 01.05.1995 tarihinde ilçe merkezinde yapılan incelemeler neticesinde 64 adet taşınmazın mimari dokusu korunmaya değer bulunarak tescil edildi. Bunlardan bir kısmı da kaya mezarları. Ayrıca bu mimarı dokunun yoğun olarak bulunduğu Ermenek-Mut Karayolu ile Firan Kalesi arası yer alan kısım "KENTSEL SİT ALANI", yine Firan Kalesi ile bu Kentsel sit arasında kalan yamaçlarda yer yer kaya mezarlarının bulunduğu alan da "1. Derece Arkeolojik sit alanı" olarak Konya Koruma Kurulu 04.05.1995 tarih ve 2260 sayılı kararı ile ilan edilmişti. 

 

 

İş makinalarının üzerinde 'Ermenek Belediyesi' yazıyordu. İlk olarak belediyeyi aradım. Muhtemelen maden felaketinden dolayı hiç kimseye ulaşamadım. Fen işleri müdürlüğünden bir yetkili ile konuştum. Alt taraftaki yola çok fazla taş yuvarlandığı için set ve slaj çalışması yapıldığını, mahalleliden çok sayıda şikayet aldıklarını söyledi. 

 

 Karaman Müze Müdürü Abdulbaki Yıldız, söz konusu alanın arkeolojik sit alanı içinde kaldığını ve kesinlikle iş makinası ile girilemeyeceğini belirterek şöyle konuştu; ‘’Konya Koruma Kurulu onayı olmadan burada izinsiz çalışma yapılamaz. Müzeye konuyla ilgili hiçbir bilgi gelmedi. Arkeolog da istenmedi. İlk defa sizden duyuyorum. İhbar kabul edip derhal görevli arkadaşları ilçeye yönlendiriyorum. Belediye Başkanımızla görüştüm kurul kararı olduğunu söyledi ve ağaçlandırma yaptıklarını iletti. Ancak sit alanına müdahale var mı inceleyeceğiz."

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.11.2014

ÇAMBEL'İN MİRASINA RÖTUŞ

 

 

Prof.Dr. Halet Çambel'in Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışladığı Kırmızı Yalı'nın 2 milyon dolarlık restorasyonunda duayen arkeoloğun binlerce belge ve kitabı da korunacak.

 

Arkeoloji alanında dünyanın sayılı isimlerinden Prof.Dr. Halet Çambel'in Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışladığı Kırmızı Yalı'nın restorasyonu yaklaşık 2 milyon dolara mal olacak. Yalının restorasyon süreci ile 8 dönümlük bahçesindeki peyzaj çalışmaları ise bu yıl sonunda başlatılacak. Araştırma merkezine dönüştürülecek tarihi yalı, Halet Çambel-Nail Çakırhan Arkeoloji, Geleneksel Mimarlık ve Tarih Uygulama ve Araştırma Merkezi adıyla hizmet verecek. YÖK tarafından da onaylanan projenin yürütücülerinden olan Doç.Dr. Paolo Girardelli, "Halet Çambel gerçekten anıt gibi biriydi. Kırmızı Yalı, onun adına yakışır bir araştırma merkezi olacak" dedi. Geçen ocak ayında 97 yaşındayken yaşamını yitiren ünlü arkeolog Çambel, yarım asırdan fazla yaşadığı Kırmızı Yalı'yı 2004 yılında Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışlamıştı. Arkeoloji ve mimarlık tarihi konularında akademik çalışmaların yapılacağı yalı, içindeki binlerce belge, eşya ve kitap arşivleri de korunarak restore edilecek. Büyük bir titizlikle hazırlanan projenin onaylanmasının ardından yalıdaki envanter çalışması başlatıldı. Yalıdaki eşya, kitap ve belgelerin tümü tek tek kayıt altına alınıyor. Doç.Dr. Girardelli, yalının günümüze dek tamamen dokunulmamış halde kalmasının bir mucize olduğunu belirterek, "Çok dikkatli ve çok titiz çalışıyoruz. Yalı içindeki malzeme ve eşyaların envanterini çıkarıyoruz. Arşiv sınıflandırılıyor.Bahçedeki su yolları ve sarnıçları da yaşatmak istiyoruz. Bahçedeki ağaçlar bile tek tek sayıldı" dedi.

YARIM ASIR BURADA YAŞADI
İstanbul Arnavutköy'deki yalı, ocak ayında 97 yaşında kaybettiğimiz Prof.Dr. Halet Çambel ve ailesi tarafından 1930'lardan beri kullanılıyordu. Çambel ve eşi yarım asırdan fazla bu yalıda yaşamıştı.

Sabah, Haber: Mesut Altun, 04.11.2014

PRUSİAS AD HYPİUM ANTİK KENTİNDEKİ ÇALIŞMALAR

 

 

DÜ Rektörü Şerifoğlu: “Arkeolojik kazılar sabır ve emek işidir, arkeologlar iğne ile kuyu kazıyorlar.

 

Düzce Üniversitesi (DÜ) Rektörü Prof.Dr. Funda Sivrikaya Şerifoğlu, “Karadeniz’in Efes’i” olarak adlandırılan Prusias ad Hypium Antik Kentindeki çalışmalara ilişkin, “Arkeolojik kazılar sabır ve emek işidir, arkeologlar iğne ile kuyu kazıyorlar. Bu kazı bölgeyi değil Türkiye’ye, tüm dünyaya tanıtacak kazıdır” dedi.

 

Şerifoğlu, gazetecilere yaptığı açıklamada, Düzce’nin Konuralp Mahallesi’nde bulunan antik kentte kazı çalışmalarının DÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nce yürütüldüğünü söyledi.

 

Bölgenin tarihi dokusunu ortaya çıkaracak bir çalışma yürütüldüğünü anlatan Şerifoğlu, “Batı Karadeniz’in tek antik kent tiyatrosu. Arkadaşlarımızın yaptığı çalışmalar hakikaten burasının tahminlerin ötesinde bir turizm alanı olarak tüm dünyaya tanıtılabileceğini ortaya koydu. Bu biraz zaman alacak çünkü düşük bütçeler ile çalışıyoruz. Arkeolojik kazılar sabır ve emek işidir, arkeologlar iğne ile kuyu kazıyorlar. Bu kazı bölgeyi değil Türkiye’ye, tüm dünyaya tanıtacak kazıdır” diye konuştu.

 

Şerifoğlu, kazılar sürerken kendilerinin de boş durmadığını ve birtakım temaslarla bölgeyi canlandırmak için gayret gösterdiklerini vurgulayarak, şunları kaydetti:

“Yurt dışından deniz, kum, güneş için değil de kültür ve tarih turları için yüksek ekonomik düzeyden şirketlerin sahipleriyle temaslar kurdum ve onlara Düzce’yi anlatıyorum. ‘Tamam, gelelim inceleyelim’ diyorlar ama tarih ne gösterilecek? Tarih, o turist için çok önemli ve o turistler deniz, kum, güneş turistlerinden 10 katı daha fazla harcıyorlar. Çok sayıda turist yerine az sayıda ve harcama kapasitesi yüksek, koruyarak kullanan, koruyarak yaşayan turistlerin peşinde olmamız lazım.”

 

“Prusias ad Hypium” antik kenti -

Birinci yüzyılda yapıldığı tahmin edilen at figürlü kapı, surlar, su kemerleri ve Roma Köprüsü’nün yer aldığı antik kentte, halk arasında “40 Basamaklar” adıyla bilinen, 100 metre uzunluğunda ve 74 metre genişliğindeki antik tiyatro ilgi çekiyor. Tiyatro, yarım daire biçimindeki oturma alanı, aslan pençesi figürleriyle süslenmiş basamakları, kemerli geçitleri ve sahnesiyle ziyaretçilere görsel güzellikler sunuyor.

 

Antik kenti çevreleyen, beldenin hemen her sokağında ve yolda rastlanabilecek surların Doğu Roma İmparatorluğu döneminde onarıldığı tahmin ediliyor.

 

Antik kentten çıkarılan eserlerden bazıları mahallede yer alan müzede sergileniyor.

haberler.com, 03.11.2014

İLLER BANKASI BİNASI'NA YIKIM TEHDİDİ!

 

Gençlik Parkı ile İtfaiye (Hergelen) Meydanı'nın arasında kalan alanda yapılan camiye meslek odalarının tepkisi sürüyor. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, İller Bankası binasının tehdit altında olduğunu söyledi.

 

 

Candan sözlerine şöyle devam etti: “İller Bankası tescilli bir yapı. Yapı, caminin avlusunun kenarında kalıyor. Aldığımız duyumlara göre İller Bankası binasının cami ile iç içe kalışından bazı yetkililer rahatsız ve yıkılması isteniyormuş. İller Bankası Binası 1937 yılında Cumhuriyetin erken döneminde, Atatürk'ün mimarı olarak ün yapan Seyfi Arkan tarafından tasarlanmıştır.  Kulislerde yapının yıkılmasına yönelik isteklerin olduğunu duymak son derece tedirgin edici bir durum. İller bankası binasının yıkılmasını akıldan geçirmek, akla ziyan bir durumdur. Sürecin takipçisiyiz" dedi.

 

Candan, "Amaç camii değil, altı alışveriş merkezi üstü cami olsun. Camiinin dört katı otopark, konferans salonları, kültür merkezi, alışveriş merkezileri bulunuyor. İbadethane'de ticarethanenin işi ne? Cami mi? Ticarethane mi? Belli değil. İnanç merkezleri rantla birlikte ele alınıyor. Kent merkezlerinin en değerleri alanları ideolojik olarak kentin muhafazakarlaştırılması sürecine kurban ediliyor” şeklinde konuştu.

 

“Tescili duruyor mu?”

Ankara 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na resmi yazı yazdıklarını söyleyen Candan, “İller Bankası binası özgün bir yapıdır, tehdit altında olduğunu düşünüyoruz” dedi. Mimarlar, resmi yazı ile Koruma Kurulu’ndan 5700 kişilik cami ile ilgili alınmış kararları ve projeleri istedi. Ayrıca Kurul’a “İller Bankası” binasını tescilinin kaldırılıp kaldırılmadığını sordu.

Yapı, 03.11.2014

İŞ BANKASI'NDAN ANTİK KAZIYA DESTEK

 

 

Türkiye İş Bankası’nın destek verdiği, dünyanın önde gelen açık hava müzelerinden biri olan Zeugma Anik Kenti’nde sürdürülen ‘Muzalar (Esin Perileri) Evi’ kazı çalışmalarında üç yeni mozaik daha bulundu.

 

Kazı çalışmalarına 2007 yılında başladıklarını belirten kazı başkanı Prof.Dr. Kutalmış Görkay, yaklaşık 2 bin konut olduğunu tahmin ettikleri Zeugma antik kentinde çalışmaların devam ettiğini söyledi. Muzolar Evi’ndeki kazının ise gelecek yıl tamamlanacağını ifade eden Görkay, Muzalar Evi’nin zengin mimari dekorasyonu, iyi korunmuş mozaikleri ve duvar freskleriyle Zeugma’da ikinci katına kadar ayakta kalmış ve oldukça iyi korunmuş en önemli Roma konut örneklerinden biri olduğunu kaydetti. Görkay, “MS 2. yüzyılda yapılmış olan 26 m x 15 m boyutlarındaki konutun mozaiklerinin büyük bir çoğunluğu MS 3. yüzyıl başlarına tarihleniyor. İyi bir biçimde korunan mozaikler arasında misafir salonlarından birinde Muzalar mozaiği, ikinci misafir salonunda ise mitolojide ideal kadın olarak bilinen ve antik dönemde Heroine olarak da adlandırılan dört adet kadın figürü bulunuyor. Avlu sundurmasında iki mitolojik kadın kahraman figürü, konutun avlusunda ise zengin deniz canlıları arasında verilmiş deniz tanrısı ve tanrıçası olan Okeanos ve Thetis’in figürleri yer alıyor.” ifadelerini kullandı. Zeugma’daki kazı çalışmalarına 2000 yılından beri destek verdiklerini belirten İş Bankası Kurumsal İletişim Bölüm Müdürü Suat Sözen ise 2012 yılında başlatılan projeyle de Muzalar Evi’nde sürdürülen kazı çalışmalarının sponsoru olduklarını ve İş Bankası’nın Zeugma’ya katkısının 2017 yılına kadar devam edeceğini dile getirdi.

Zaman, Haber: Abdülkadir Cembekli, 03.11.2014

 

******


ZEUGMA BÖYLE EZİYET GÖRMEDİ

 

 

Zeugma antik kenti kazılarında çıkarılan mozaikler, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in de katıldığı bir toplantı ile kazı başkanı Prof.Dr. Kutalmış Görkay tarafından basına tanıtıldı. Ancak tarihi mozaiklerin üzerine basarak tanıtılması ve kadın davetlilerin alana topuklu ayakkabıyla girilmesine izin verilmesi tartışmalara neden oldu.

 

TOPUKLU AYAKKABI TEPKİSİ

Sosyal medyada bu etkinliğin fotoğraflarını görenler tepki gösterdi. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ve diğer konukların 2 bin yıllık tarihi esere gerekli saygıyı göstermediği iddia edilerek kalıntıların üzerinde topuklu ayakkabılarla dolaşılması ve basının oraya kadar sokularak görüntü alması eleştirildi.

 

ZEUGMA’NIN ESİN PERİLERİ BULUNDU
Türkiye İş Bankası'nın destek verdiği Zeugma antik kenti kazılarında çıkarılan mozaikler, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin'in de katıldığı toplantı ile kazı başkanı Prof.Dr. Kutalmış Görkay tarafından tanıtıldı. Görkay, Roma'nın doğu sınırlarındaki en önemli merkezlerinden birinin Zeugma olduğunu söyledi. Antik kentte 2007'de başladıkları çalışmalarda ‘Muzalar Evi’ni (Esin Perileri Evi) bulduklarını hatırlatan Görkay, çalışmalara bir süre ara verdikten sonra 2012 yılında yeniden başladıklarını ifade etti.

 

7 MİLYON LİRA HARCANDI

Kazılarda Kültür ve Turizm Bakanlığı, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ve İş Bankası'nın desteğiyle önemli mesafe kat ettiklerini vurgulayan Görkay, "Hala kazılmamış alanlar var. Burada kaya oyma mekanlar mevcut. Bu evlerin şimdilik birine ulaştık, evde altı mekan var. Bu yıl yaptığımız kazılarda 3 yeni mozaiği gün yüzüne çıkardık" dedi. Kazı sezonunun bittiğini ve en önemli aşamaya geçtiklerine işaret eden Görkay, kazı çalışmasının yıllık bütçesinin her sene değiştiğini, 2005 yılından beri gerçekleştirdikleri kazılara yaklaşık 7 milyon TL harcandığını dile getirdi. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin de bölgenin insanlık tarihi kadar eski olduğunu, bütün medeniyetlerin en zengin dönemlerini burada yaşadığını söyledi. 

 

 

DESTEK 2017’YE KADAR SÜRECEK

Türkiye İş Bankası Kurumsal İletişim Müdürü Suat Sözen ilk desteği Zeugma’nın sular altında kaldığı 2000 yılında verdiklerini anımsattı. Önemli bir görev üstlendiklerine dikkati çeken Sözen, şunları söyledi: “Bu görevi bir süre daha üstleneceğiz. Umarım bizden sonra gelenler daha iyi işler yapar. Zeugma’daki kazı çalışmalarına ilk 2000 yılında Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı’na aktardığımız kaynakla katkıda bulunduk. 2012 yılında başlatılan projeyle de Muzalar Evi’nde sürdürülen kazı çalışmalarının sponsoru olduk. İş Bankası’nın Zeugma’ya katkısı 2017 yılına kadar devam edecek.”

SANATÇILARA İLHAM VERSİN DİYE YAPILMIŞ

Zeugma’nın önemli yapılarından biri olarak kabul edilen Muzalar (Esin Perileri) Evi adını, içinde bulunduğu dönemin yazarları, şairleri, müzisyenleri, tarihçileri ve filozofları için resmedilmiş ilham perileri olduğu söylenen Muzalar Mozaiği’nden alıyor. Muzalar Evi, zengin mimari dekorasyonu, iyi korunmuş mozaikleri ve duvar freskleriyle Zeugma’da ikinci katına kadar ayakta kalmış ve oldukça iyi korunmuş en önemli Roma konut örneklerinden biri. Milattan sonra 2’nci yüzyılda yapılmış olan 26 metreye 15 metre boyutlarındaki konutun mozaiklerinin büyük bir çoğunluğu Milattan Sonra 3’üncü yüzyıl başlarına tarihleniyor. İyi bir biçimde korunan mozaikler arasında misafir salonlarından birinde Muzalar Mozaiği, ikinci misafir salonunda ise mitolojide ideal kadın olarak bilinen ve antik dönemde Heroine olarak da adlandırılan dört adet kadın figürü bulunuyor. Avlu sundurmasında iki mitolojik kadın kahraman figürü, konutun avlusunda ise zengin deniz canlıları arasında verilmiş Deniz Tanrısı ve Tanrıçası olan Okeanos ve Thetis’in figürleri yer alıyor.

Hürriyet, 03.11.2014

 

******


UZMANLAR UYARDI: MOZAİĞİ OLUŞTURAN TESSERALAR ÖLÜR

 

Gaziantep 'teki Zeugma antik kentinde 3 yeni mozaik bulundu. Gün yüzüne çıkarılan mozaikler kazı başkanı Prof.Dr. Kutalmış Gökay’ın da bulunduğu bir ortamda tanıtıldı. Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin ve beraberindeki ekip mozaiklerin üzerinde poz verdi. Yaklaşık 10 metrekarelik alanda mozaiklerin üzerinde tam 13 kişi yer aldı. Tanıtımın mozaiklerin üstüne basılarak yapılması ise tartışma yarattı.

Tartışmada mozaiklerin üzerine basılmasının sakıncalı olmadığını söyleyen de var, bu olayı görgüsüzlük olarak nitelendirenler de… Bazıları tarihte de mozaiklerin üzerine basılması için yapıldığını, günümüzdeki seramikle aynı mantıkta olduğunu ve üzerine basılmasının abartıldığını savunuyorlar. Buna karşılık mozaiklere basılmasının yanlış olduğunu savunanlar, tarihi objelere zarar verildiğini belirterek tepki gösteriyor. Gerek Gaziantep Zeugma gerekse Hatay mozaikleri üzerinde çalışmış restorasyon uzmanları ile konuştum. Pek tabii olarak isimlerini vermek istemediler. Ancak uzmanlara göre bu kadar çok kişinin mozaiklerin üstüne çıkarılması yanlış. Nedenlerini de aşağıda sıralayacağım. Ancak yeri gelmişken söylemek istiyorum: Burada en büyük sorumluluk kazı başkanı Prof.Dr. Kutalmış Gökay’a ait. Bilim adamı ve kazı başkanı sorumluluğunda mozaiklerin üzerine çıkılmasına izin vermemeliydi. Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin’in bunu bilmesine imkan yok. Kazı Başkanı tanıtımı sondaj çukurunun başında yapsaydı, ya da Fatma Şahin’i uyarsaydı eminim mozaiklerin üzerine basılmazdı.

İşte uzmanlara göre ayakkabı ile tarihi mozaiklerin üzerine çıkmanın zararları:

Koruma ve restorasyon ihtiyacı olan mozaiklerin altında boşluklar oluşur. Gerek kireç taşı erimesinden gerek yeraltı sularının yer değiştirmesinden bu boşluklar meydana gelir. Üzerinde gezinmek çökmelere, çatlaklara sebebiyet verir. Binlerce yıl toprağın altında kalmış obje yeni bir ortama çıktığında tesseraların (mozaiklerin bütününü oluşturan küçük cam taşlar) üzerlerinde kavlama (yüzeyde ince bir tabaka kabuk) meydana gelir. Üzerine basıldığında bu toz haline döner ve o tessera bozulur. Yine toprak altından çıktıktan sonra hava , nem değişikliğinden kaynaklı tesseraların üzerinde çatlaklar oluşabilir. Topuklu ayakkabı ile basıldığında tesseralar toz haline dönüşür. Biz yeni mozaiklerin üzerinde çalışırken deri mes giyeriz. Ya da çıplak ayakla basarız. Asla ayakkabı ile mozaiklerin üzerine çıkılmaz. 1000 – 1500 yıl toprak altına korunmuş bu objelere en büyük zarar bulunma anında ve sonrasında ya da bunların müzeye taşınması sırasında verilir. Çok dikkatli olmak gerekiyor. Kazı başkanı bu konularda misafirleri uyarmalıydı. Tesseraların üzerindeki cam hamuru ile yapılanlarda cam bozulması dediğimiz ince bir zar tabakası ayrılma yapar. Dikkat edilmeyecek inceliktedir. Onu korumadığınız takdirde tessera tamamen bozulur. Mermer tesseralarda da zamana bağlı olarak zayıflamadan kaynaklı kabuklanma, beyazlaşma oluşur. Onun da önüne geçmezseniz taşın damarları bozulacağından toz olur. Ayakkabı ile basarak ise bu toz olmayı (Yani tesseranın ölmesi) gerçekleşir. Ayakkabı ile sürtünmeyle de taşlar yerinden oynar. Tesseralar kaybolur ve siz onu ancak incelemeye tabi tutuğunuz da fark edersiniz.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 03.11.2014

 

******


ZEUGMA'NIN GERÇEK DÜŞMANI: BARAJ SULARI

 

Geçen hafta Gaziantep’teki Zeugma harabelerinde çıkarılan yeni mozaiklerle ilgili neredeyse hepsi, çok değerli eserlere acımasızca basıldığına değiniyordu. Kazı başkanı Prof.Dr. Kutalmış Görkay öyle düşünmüyor.

 

 

Türkiye’de yapılan tüm törenlerde protokol yoğunluğu yaşandığı maalesef bir gerçek. Korumalar, kameralar, çalışanlar ve seyircilerden oluşan bir kalabalık o gün Zeugma’da da mevcuttu haliyle. Kabul etmek lazım; aralarda yaşanan bazı küçük aksiliklere rağmen herkes son derece dikkatliydi ve neredeyse parmak ucunda yürüyordu. Çekim yapılabilecek bir açı yakalamanın pek imkanı yoktu. Yine de herkes elinden geleni yaptı; tertemiz çarşafın altına gizlenmiş muhteşem mozaikler, hem çalışmaları destekleyenleri (İş Bankası, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi gibi) hem de biz gazetecileri “olabildiğince” memnun edecek koşullar ve önlemler altında tanıtıldı. Eleştiriler şiddetlenince 2005 yılından beri orada çalışan kazı başkanı Prof.Dr. Kutalmış Görkay’ın kapısını çaldım.

 

Görkay, “Yazılıp çizilenler hem beni hem ekibimi çok üzdü. Mozaiklere zarar verilmesi kesinlikle söz konusu değil. Maalesef basın mensuplarının Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’i mozaiklerle birlikte görüntülemek için ısrar etmelerinin etkisi oldu. Çıkan haberler yersiz eleştiriler içeriyor. Keşke kendisinin bu eserlerin ortaya çıkarılması ve restorasyonu için verdiği 200 bin TL’lik destekten de bahsedilseydi biraz” diyor.

 

Aslında Zeugma’da durum son derece hassas ve asıl sorun, iki-üç kişinin mozaiklerin kenarında yürümesi değil. Alanın çok değil, 50 metre ötesinde baraj gölünün kilometrelerce uzanan suları başlıyor. Eğer Zeugma’da çalışan bir arkeologsanız bu ensenizde dev bir giyotinle yaşamak gibi bir şey! “Şehrin sular altında kalan kısmıyla ilgili bir çaresizlik hissi yaşıyor musunuz? Yoksa doğaya ve gelecek uygarlıklara mı emanet etmiş oluyorsunuz” soruma Görkay üzüntüyle cevap veriyor: “Şehrin sular altında kalması çok dramatik bir durum. Suyun zaman içinde yaratacağı tahribat malum. Biz göremeyiz ama gelecek kuşaklar çok uzun zaman sonra tekrar bir karar alır, hassas davranırlarsa sular altında kalan alanlar tekrar açılabilir, tabii eğer barajdan vazgeçilirse. Bu da biraz ütopik görünüyor.”

 

Yeri gelmişken bu çalışmalarda çok büyük emek olduğunu hatırlatalım. Çoğunlukla yıllarca sürüyor, hatta ekipte çalışanların ömürleri yetmediği için gelecek nesillere devrolunuyor bu çapta projeler. Kısacası; acımasızca eleştirilen bu insanların tek amacı, eserleri sağ salim gün yüzüne çıkarmak.

 

KAZI ALANLARINDA GÜVENLİK HER ŞEYDEN ÖNEMLİ

 

 

Kazı çalışmalarının sürdüğü alanlar ziyaretçilere kapalı. 2010 yılından bu yana tamamlanmış olan Roma Konutları’na ilgi epey artmış. Kazı alanının ziyaretçi sayısı şehir merkezindeki Zeugma Müzesi kadar yüksek olmasa da yoğun dönemler olduğunu öğreniyoruz Görkay’dan. Gaziantepliler dışında Türkiye’nin farklı şehirlerinden düzenlenen turlarla gelen turistlerin sayısı her yıl giderek yükseliyormuş. Ancak son dönemde Suriye’de yaşanan olaylar ziyaret yoğunluğunu etkilemiş.

 

Zeugma’da çalışmalar ne zaman biter?

“Tüm antik kentin açılması söz konusu değil, bu zaten doğru da olmaz. Korumak çok önemli, kazılar bilimsel sorularımız çerçevesinde ilerliyor. Ortaya çıkan kalıntı ve buluntuların turizme kazandırılması; aslında bir bakıma kalıntıların yaşaması ve korunması anlamına geliyor. Koruma ve kullanma dengelerini de gözeterek elbette.”

Habertürk, Haber: Aslıhan Lodi, 09.11.2014

İSHAKPAŞA SARAYI'NDA 200 YIL SONRA EZAN SESİ

 

 

Ağrı'nın Doğubayazıt İlçesi'nde bulunan İshakpaşa Sarayı'nın güneyindeki İshakpaşa Medresesi, Doğubayazıt Kaymakamlığı tarafından hazırlanan projeyle yeniden ibadete açılacak. İç duvarlarının bir kısmı yıkılan medrese, atıl durumda bulunuyordu. Kültür ve Turizm Bakanlığı 4 yıl önce bir proje hazırlayarak, tarihi bina için harekete geçti. Proje çerçevesinde, duvarların güçlenmesi için enjeksiyon işlemi yapıldı. Tamamlanmak üzere olan proje ile İshakpaşa Sarayı'ndaki medrese mescidinden 2 asır sonra yeniden ezan sesi yükselecek. Çalışmalar bitince medrese Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilecek. Sarayda yeniden ezan sesinin yükselecek olmasının kendilerini heyecanlandırdığını belirten Doğubeyazıt Kaymakamı Karahan Daştan, “Amacımız tarihi güzellikleri gün yüzüne çıkartmak ve tanıtmak. Mescidin halısından, mihrabına kadar her şey elden geçirilip, yeniden ibadet yapılabilecek hale gelecek. Böylece tarihi mekanda yıllar önce olduğu gibi yeniden ezan sesi duyulacak” ifadelerini kullandı. İshak Paşa sarayı, Cildıroğullarından II. İshak Paşa ve Çolak Abdi Paşa tarafından 1685 yılında yapıldı. Birtakım ilavelerden sonra 1784'te son şekli verildi. Külliye halinde inşa edilen İshakpaşa Sarayı, Topkapı Sarayı'ndan sonra son devirde yapılmış sarayların en meşhuru olarak tanımlanıyor.

Türkiye Gazetesi, 03.11.2014

UNESCO'DAN "KÜLTÜREL MİRAS KİMLİKTİR, ÇALMAYIN" MESAJI

 

 

Heykeller, sikkeler, madalyonlar, paralar, tablolar ve diğer tarihi eserler, kaçakçıların en çok rağbet ettiği parçalar.

 

Başta Ortadoğu ülkeleri olmak üzere, Afrika, Karayipler ve Asya ülkelerinden her yıl binlerce tarihi nitelikte eser bu ülkelerden kaçırılıyor. Irak ve Suriye’den son yıllarda kaçırılan tarihi eserler de dünya kaçakçılık piyasasında yer buluyor. Bu durum hem o ülkenin yasalarına göre suç hem de uluslararası anlaşmalara aykırı. Dünya kültür mirasının korunmasını ve yerinde yaşatılmasını hedefleyen UNESCO, hem kaçakçılığın önlenmesinde hem de The International Institute for the Unification of Private Law (UNIDROIT) aracılığıyla kaçırılan eserlerin iadesinde söz sahibi. UNESCO üyesi 127 ülkenin 1970 yılında imzaladığı ‘Kültür Varlıklarının Kaçakçılığını Önleme Anlaşması’ kapsamında çeşitli engelleyici faaliyetler yürütülüyor. Ancak yasa dışı tarihi eser ticaretinin önüne bir türlü geçemeyen UNESCO, hazırladığı 30 saniyelik 4 ayrı animasyonla ‘Kültürel miras kimliktir, çalmayın’ mesajını veriyor ve farkındalık oluşturmaya çalışıyor.

Zaman, Haber: Ünal Livaneli, 03.11.2014

770 YILLIK KURAN-I KERİM'E SERVET

 

 

Müzayede deyince ilk akla gelen tablolar, haritalar, eski paralar, gravürler, antika eşyalar, emlak, mücevherler, kıyafetler, arabalar, mobilyalar hatta iş makineleri gelir. Koleksiyonerlere göre, mezata çıkarılan değerli eserlere biçilen paha, manevi hazza yetişemiyor. Ancak öyle kitaplar vardır ki, koleksiyonerlerin ilgisi ve paha biçtiği değer bazen bütün bu mezata çıkan eşyaları gölgede bırakır. Avrupa ülkeleri ve özellikle Amerika'daki müzayedelerdeki mezatlar için harcanan paralar dudak uçuklatıyor.

Koleksiyonerlerin el yazması Kur’an-ı Kerimler’e de ilgisi oldukça fazla. Antik A.Ş. tarafından 2003 yılında düzenlenen müzayedede, Yakut İbn-i Abdü’l Mustası’mi’nin 16. yüzyıldan kalma el yazması Kur’an-ı Kerim’i 130 milyar liraya satıldı. El yazması Kur’an-ı Kerim, müzayedenin en pahalı eseri oldu. Yakut İbn-i Abdü'l Mustasımi tarafından Hicri 648 (MS 1232) yılında yazılmış Kur’an-ı Kerim, o döneme kadar açık artırmaya sunulan en değerli Kuran-ı Kerim olarak kayıtlara geçti.

İMZALI KİTAPLAR EN POPÜLER
Biz de sizler için Türkiye'deki koleksiyonerlerin mezatta en fazla ilgi gösterdiği kitapları araştırdık. Birçok kitabevi ve şirket, sadece kitap konulu müzayedeler yapıyor. Müzayedeler sadece canlı canlı yapılmıyor, sanal alemde de son dönemde çok moda. İnternet üzerinden yapılan müzayedelere ilgi genellikle yurtdışından. Müzayedelerde en fazla ilgi gören kitaplar, popüler yazarların imzalı kitapları, Atatürk'e ait ya da Atatürk konulu kitaplar, Osmanlı'dan kalma el yazma eserler, mimari içerikli kitaplar ile tarihi gerçekleri belgelerle anlatan kitaplar olarak kategorilendirilebilir. Bunlardan yazar ve şairlerin birbirlerine imzalı şekilde hediye ettikleri kitaplar da öne çıkıyor. Yazarların ilk baskı kitapları da, içerikten bağımsız olarak fazla ilgi gören kitaplar arasında yer alıyor. Misal vermek gerekirse, Türkiye'de satılmış en pahalı kitap Fazıl Hüsnü Dağlarca imzalı Havaya Çizilen Dünya. Bu kitabın ilk baskısının paha olarak en önde geldiği belirtiliyor.

ATATÜRK'ÜN TAARRUZ EMİRLERİ 55 MiLYAR
Antik A.Ş. tarafından 2004 yılında gerçekleştirilen müzayedede, Atatürk'ün Çanakkale Savaşı'nda el yazısı ile yazdığı Taarruz Emirleri’nden oluşan 12 belge, 55 bin TL (milyar) karşılığında Atatürk hayranı genç bir koleksiyoncu tarafından satın alındı. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1918’de yayımladığı ancak Damat Ferit Hükümeti tarafından toplatılan 'Zabit ve Kumandan ile Hasbihal' adlı kitap 2002 yılında o dönemin parasıyla 1,5 milyara satıldı. Satın alan kişinin ismi açıklanmadı. Kitabın, Atatürk’ün yakın arkadaşı Ali Fethi Okyar tarafından 1000 nüsha olarak basıldığı ifade ediliyor. “Nazım Hikmet'in Bilinmeyen İki Şiir Defteri’’ adlı kitap ise 4 milyar 600 milyon liraya satıldı.

NAZIM HiKMET’İN ŞİİR DEFTERİ
Nazım Hikmet’in Bilinmeyen İki Şiir Defteri’ adlı kitap da müzayedeler tarihinin en fazla ilgi görenlerinden. Kemal Sülker’e Nazım Hikmet’in ilk eşi Nüzhet Berkin tarafından verilen iki adet şiir defterini Sülker basıma hazırladı. 1980 yılında ‘Nazım Hikmet’in Bilinmeyen İki Şiir Defteri’ adıyla yayınlanan kitap, 4 milyar 600 milyon liraya alıcı buldu. 

Atatürk kapaklı TIME dergisinden rekor
Atatürk'ün kapak olduğu Time dergisi, 2008 yılında kıyasıya bir mücadele sonucunda 16 bin TL'ye satılarak bugüne kadar satılan en değerli Time Dergisi oldu. Yine Atatürk'le devam edersek; Atatürk’ün 1927 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi milletvekillerine dağıttığı Osmanlıca baskılı Nutku da popüler mezatlarda yerini aldı. Falih Rıfkı Atay’ın dönemin Başbakan'ı Şükrü Kaya imzalı 1932 baskılı romanı da müzayedelerin popülerleri arasına girdi.

Rekor 14 milyon dolara ABD'de
En çarpıcı örnek Kuzey Amerika’da basılan ilk kitap olarak kabul edilen ‘The Bay Psalm Book’, New York’ta düzenlenen Sotheby’s Müzayede Evi’ndeki açık artırmada 14.2 milyon dolara satıldı. 2013 yılında bu kitaba biçilen değer, bir müzayedede basılı bir esere ödenen  en yüksek bedel oldu.

İNGiLiZ YAZARIN İSTANBUL ANLATIMINA BÜYÜK İLGİ
2001 yılında İngiliz yazar Mac Farlane’ın, Tanzimat’ın hemen öncesindeki İstanbul’u anlattığı kitabı da 800 milyon liraya alıcı bulurken, aynı müzayedede, Sultan II. Mehmed (Fatih) tarafından İstanbul’daki Hıristiyanlar’ın ruhani lideri olarak atanan Patrik Gennadius’un imzasını taşıyan ve Fatih Sultan Mehmed’i Hıristiyan olmaya davet eden metnin yer aldığı kitap ise 775 milyon liraya satıldı.

ECEVİT’İN, ANDAY İMZALI ŞİİR KİTABI
Eski başbakanlardan Bülent Ecevit de, müzayedeler tarihindeki yerini alanlardan. Libraire de Pera müzayede evi tarafından 2001’de Pera Palas Oteli'nde yapılan müzayedede dönemin Başbakan’ı Bülent Ecevit'in ünlü şair Melih Cevdet Anday'ın imzaladığı şiir kitabı 50 milyon liraya satıldı.

Bugün, Haber: Hüseyin Keleş, 02.11.2014

TARİHİN KIYMETİ BİLİNMİYOR

 

 

İzmir’de, Eşrefpaşa Caddesi üzerinde bulunan, bir zamanlar kervanların geçtiği tarihi Roma yoluna hakettiği değer verilmiyor.

 

Yurt dışında arkeolojik değerlere büyük önem veren İtalya, İspanya ve Yunanistan gibi ülkeler turizmden büyük gelirler elde ederken, Türkiye’de toprak altındaki birçok tarihi hazine gün ışığına çıkarılmayı bekliyor. İzmir’de, Eşrefpaşa Caddesi üzerinde bulunan, bir zamanlar kervanların geçtiği tarihi Roma yolunun içler acısı hali ve hak ettiği değeri görememesi bunun örneklerinden birini oluşturuyor. Yıllardır sebze ve meyve pazarının da kurulduğu bu yolun bulunduğu bölgede henüz bir arkeolojik çalışma yapılmazken, döneme ait birçok taşın ise çevredeki parkın içinde atılı olduğu dikkat çekiyor.

 

 

TURİZME KAZANDIRILABİLİR

İpek Yolu olarak da anılan bu tarihi Roma yolunun geçtiği bölge üzerinde Zeus tapınağı ve sağlık merkezi Askleipon olduğu biliniyor. Şu anda kazılmadan duran bu arkeoloji alanının turizme kazandırılmasıyla kent ekonomisine büyük katkılar sağlayacağını dile getiren turizimciler, "Burası çok önemli bir arkeoljik bir bölge. Zaman içinde mezar olarak da kullanılmış. Yaşanan bu olumsuzlar yüzünden hiç bir acente bu yolu gezi programına almıyor" dedi.

 


Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 02.11.2014

DACHAU NAZİ TOPLAMA KAMPININ TARİHİ KAPISI ÇALINDI

 

Almanya'nın Münih kenti yakınlarındaki Dachau'daki Nazi toplama kampının tarihi kapısı çalındı.

 

Nazi döneminin en acı anılarının yaşandığı kampta, üzerinde 'Arbeit macht frei' (Çalışma özgür kılar) yazısı bulunan kapıyı çok sayıda hırsızın birlikte çaldığı sanılıyor. Pazar sabahı güvenik görevlilerinin ana girişteki tarihi demir kapının çalındığını fark ettikleri bildirildi. 190 X 95 santimetre ebadındaki kapının bir araca yüklenip götürüldüğü düşünülüyor. 

Polisin çevrede yaptığı aramalardan sonuç alınamadı. Olayla ilgili olarak tanık arayan polis, pazar günü saat 05.30 sularında şüpheli bir durum görenlerin 08141-612-0 numaralı telefonu aramalarını istedi.

Nazi Almanya'sında açılan ilk toplama kampı olan Dachau kampı, aralarında 23 Türk vatandaşının da bulunduğu 45 bin kişiye mezar olmuştu.

Radikal, 02.11.2014

KAYIP MERDİVEN GÖBEKLİTEPE'DE

 

 

Bonn Üniversitesi Eski Mısır Etnologu Prof.Dr. Lutwig Lorenz “Göbekli Tepe kazılarını 16 yıl boyunca yürüten ve bu yaz yitirdiğimiz Prof.Dr. Klaus Schmidt ortaya çıkardığı buluntular, 12 bin yıl öncesinden resimlerden harf sembolüne giden, Eski Mısır alfabesinin oluşmasına yol açan evrimin çok önemli kanıtı” olduğunu belirtti.

 

 

Göbekli Tepe ve 150 km genişliğindeki çevrelerde bulunan 20'yi aşkın resimlerin taş devri döneminin ilk sembolle anlaşmanın ürünü olduğu ve duygu, düşünce ve eylem arasındaki bağın ilk ürün olmasıyla bir devrimin başlangıcı olduğunu belirten Lorenz "Göbekli Tepe'de bulunanlar resim ve harfler arasındaki evrimin eksik olan merdivenini bizlere gösteriyor. 12 bin yıl önce bu bölgede yaşayanlar, bir çember içindeki “ T” çizgisiyle (formuyla) ortak bir dilin kullanılmasının ilk örneğini oluşturuyor. Daha önceki resimler, yani İspanya'da, Mısır'daki resimlerde insanların avladıkları, korktukları hayvanları anlatırken, bu bölgedeki insanlar biçimlendirilmiş resimleri bir iletişim sembolü olarak kullanılmasıdır.Bu yeni bir dönemin başlangıcı özelliği taşıyor. Diğer bir anlatımla medyanın ilk kullanılması olarak da görebiliriz. Üstelik burada bulunanlardan bu sembollerin cepte taşınacak kadar küçük taşlardan olması, bu sembollerin iletişim aracı olarak da kullanıldığını kanıtlıyor" dedi.

Cumhuriyet, Haber: Mete Kızık, 01.11.2014

HADRİANAUPOLİS'TEKİ MOZAİKLER GÖRÜCÜYE ÇIKTI

 

 

Karabük'ün Eskipazar İlçesi'nde bulunan Hadrianaupolis antik kentindeki kazı çalışmaları kapsamında ortaya çıkartılan Bizans dönemine ait Kilise B'deki mozaikler sergileniyor.

 

Eskipazar İlçesi'nde bulunan Hadrianaupolis antik kentindeki kazı çalışmaları kapsamında ortaya çıkartılan Bizans dönemine ait Kilise B'deki mozaikler sergileniyor

 

 

Karabük Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Şahin, gazetecilere yaptığı açıklamada, MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen antik kentin, ilçe hatta il için büyük önem arz ettiğini söyledi.

 

 

Antik kentte bir taraftan kazı çalışmalarının devam ettiğini, diğer taraftan ortaya çıkartılan eserlerin korunarak sergilenmeye başlandığını anlatan Baş, "Antik kentte bulunan kilisede Zeugma mozaikleri kadar güzel mozaikler bulunuyor. Restorasyon çalışması kapsamında Kilise B'deki mozaiklerin üstü kapatılarak turizme açıldı. Şu anda gezilebilir durumda" diye konuştu. 

 

 

Kazıların Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş önderliğinde yapıldığını anlatan Baş, şöyle devam etti:

"Anadolu'nun en erken kilise örneklerinin bulunduğu alanın turizme açılması bölgeyi hareketlendirecek. Özellikle turizm sezonunda orada bir takım önlemler alarak misafirlerimizi ağırlayacağız. Safranbolu ve ilimizin diğer turizm potansiyeliyle de bu değerimizi birleştirdiğimiz zaman ilçemizin kaderi değişecek."

 


Akşam, 01.11.2014

5 BİN YLLIK BEYİN AMELİYATI

 

 

Samsun'da 1974 yılından bu yana yapılan İkiztepe kazılarında, bulunan kafataslarındaki ameliyat izleri, yaklaşık 5 bin yıl önce yaşamış insanların beyin ameliyatlarını gerçekleştirdiklerini gösteriyor.

 

Samsun'da MÖ 3000 yıllarını işaret eden aletler, kilden yapılmış kaplar, el baltaları, İlk Tunç Çağı, Hellenistik Dönem, Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserlerin sergilendiği Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde, en ilgi çeken eserlerin başında 5 bin yıl önce yaşamış insanlara ait kafatasları geliyor. Kafataslarını ilginç yapan özellikleri ise ameliyat izlerinin bulunması.
 

1940 yılında Samsun Dürdartepe kazıları esnasında keşfedilen, Bafra İlçesi İkiztepe Köyü sınırları içerisinde kalan İkiztepe yükseltileri, ilk olarak 1974 yılında Türk Tarih Kurumu adına İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden merhum Prof.Dr. Bahadır Alkım'ın başkanlığındaki heyet tarafından kazılmaya başlandı. Alkım'ın 1981 yılında vefatından sonra Prof.Dr. Önder Bilgi başkanlığındaki heyet tarafından yürütülen tepe kazılarında, 600 civarında mezar ortaya çıkarken; iskeletler üzerinde yapılan antropolojik çalışmalarda, kafatasında görülen boşlukların bilinçli ameliyatlar sonucunda meydana geldiği tespit edildi.

 

Tespitin ışığında Anadolu'nun en eski trepanasyonlarının İkiztepe'de yaygın olarak gerçekleştirilmiş olduğu ortaya çıktı. İkiztepe'nin Geç Kalkolitik Çağ'da ilk yerleşim yeri olarak kullanıldığı tespit edilirken, İlk Tunç Çağı boyunca da yerleşimin kesintisiz olarak devam ettiği ve Orta Tunç Çağı'nın 3. evresinde, yani Orta Anadolu'da Eski Hitit Devleti'nin kuruluşuna kadar sürdüğü ortaya çıkartıldı. 1 tanesi Bafra Müzesi'nde, 3 tanesi de Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde sergilenen kafatasları, müzede en ilgi toplayan insan kalıntıları arasında yer alıyor.

 

Kafatasları hakkında bilgi veren Samsun Müze Müdürlüğü Arkeologu Mustafa Kolağasıoğlu, "Samsun Müzesi'nde sergilenen ameliyat geçirmiş, yani trepanasyonlu kafatasları Samsun'un Bafra İlçesi'ndeki İkiztepe köründe yer alan İkiztepe höyüğünden elde edilmiştir. Kazıları İstanbul Üniversitesi'nden Prof.Dr. Önder Bilgi tarafından yapılmıştır. Bunlar, 5 bin senelik kafataslarına müdahale edilmiş yani ameliyat geçirmiş kafatası örnekleridir. İlk Tunç Çağı'na aittir. MÖ 3000 yılına ait örneklerdir. Bu kafataslarındaki incelemelerde, travma nedeniyle gerçekleştiği sanılan ameliyatlarda, beyine bir müdahale olup olmadığı konusunda bir tereddüt vardır.

 

Bu ameliyatlar iki amaçla gerçekleşmiş olabilir. Birinci amaç travmayı gidermeye yönelik bir kafatası ameliyatıdır. İkinci amaç ise kötü ruhları kafatasından çıkartmaya yönelik bir müdahale olduğu söylenebilir. Fakat ilk sebep daha mantıklıdır. Çünkü İkiztepe topluluğu savaşçı bir topluluktur. Dolayısıyla kafatasına bir müdahale olmuş olabilir ve bunu gidermeye yönelik de bir trepanasyon yapıldığı söylenebilir. Trepanasyon çok eski dönemlerden beri kullanılan bir tekniktir. Bunlar neolitik ve mezolitik dönemden beri bilimsel açıdan gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Birey bu kafatası ameliyatını geçirdikten sonra belirli bir süre yaşamıştır. Çünkü kemikte iyileşme süreci görülmektedir" dedi.

Sabah, 01.11.2014

49 YIL SONRA İLK KAZMA VURULDU

 

Muş'un Varto İlçesi'nde bulunan ve güvenlik gerekçesiyle uzun yıllar çalışma yapılamayan Tepeköy Höyüğü'nde, 49 yıl aradan sonra kazı çalışmaları başlatıldı.

 


 


 Urartu Krallığı'nın yerleşim birimleri arasında yer alan ve Selçuklu  Sultanı Alparslan döneminde Türklere Anadolu'nun kapılarını açan Muş, bölgede  huzur ortamının sağlanmasıyla makus talihini kırmaya çalışıyor. 

 

Çözüm sürecinin ardından sosyal ve ekonomik alanlarda yaşanan  hareketliliğe turizmi de eklemek isteyen kent, saklı tarihinin ortaya çıkması  için çaba sarf ediyor. 

 

Bu kapsamda, Varto İlçesi'nde bulunan Tepeköy Höyüğü'nde 49 yıl aradan  sonra ilk kez kazı çalışması başlatıldı. 

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü Hayrettin Çetin, AA muhabirine yaptığı  açıklamada, Tepeköy Höyüğü'nde en son 1965 yılında kazı çalışması yapıldığını ve  1966 yılında bölgede yaşanan depremin ardından çalışmalara son verildiğini  söyledi. 

 

Sonraki yıllarda yaşanan terör olaylarının ardından güvenlik  gerekçesiyle bir daha kazma vurulmayan höyüğün, çözüm süreciyle yeniden programa  alındığını vurgulayan Çetin, sağlanan huzur ortamında yapılan arkeolojik  kazıların bölgenin saklı tarihini aydınlığa kavuşturacağını ifade etti. 

 

Çetin, 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu'nun kapılarının Türklere  açıldığını anımsatarak, "O tarihte bu bölgeye yerleşen Türk beylikleri, aşiretler  ve diğer milletlerin yaptığı kaleler, hanlar, hamamlar, camiler, medreseler  görülmeye değer eserlerdir" diye konuştu. 

 

"Bölgemizde çözüm süreciyle oluşan olumlu hava, tarihi eserlerin  restorasyonu, tanıtımı ve ortaya çıkarılması konusundaki çalışmaları hızlandırdı"  diyen Çetin, bu kapsamda Malazgirt Kalesi, Bulanık'a bağlı Esenlik ve Mollakent  bölgelerindeki medreseler ile mezarlık alanları ve Ulu Cami'nin restorasyonunun  bu yıl yapılmaya başlandığını dile getirdi. 

 

Çetin, önceki yıllarda terör olayları nedeniyle gidilemeyen ve  güvenlik gerekçesiyle uzun yıllar yasaklı olan bölgelerde huzurun sağlanmasıyla  çalışma başlatıldığına dikkati çekerek, şunları kaydetti: 

"Birçok üniversitemizden gelen akademisyenler ve öğrencilerin,  bölgemizde rahat ve güvenli bir şekilde çalışma yaptıklarına şahit oluyoruz. Bu  anlamda bölgedeki huzur ve barış ortamının çalışmalarımızı iyi ve olumlu yönde  etkilediğini söyleyebilirim. Önceden terör nedeniyle arkeologların bölgede  çalışma talebi yoktu. Bu algı çözüm süreciyle kesinlikle değişmiştir. İnsanların  bu bakir alanda çok daha istekli ve arzulu bir şekilde çalıştıklarına ve yeni  çalışma alanları için talepte bulunduklarına şahit oluyoruz. Kurumlarımız da bu  yöndeki çalışmalara her türlü desteği vermektedir. 

 

Çetin, Ahlat Müze Müdürlüğü tarafından Tepeköy Höyüğü'nde yürütülen  kazı çalışmalarının yanı sıra Kayalıdere Köyündeki Urartu yerleşimi ve Kız  Kalesi'nde de çalışma yapılacağını sözlerine ekledi. 

Vatan, 30.10.2014

BEYCESULTAN HÖYÜK'TEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

 

 

Denizli İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz, Prof.Dr. Eşref Abay başkanlığında temmuz ayında başlayan Beycesultan Höyük 2014 yılı kazı çalışmalarının 24 Ekim'de tamamlandığını bildirdi.

 

Korkmaz, gazetecilere yaptığı açıklamada, kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkan Bizans Dönemi'ne ait yapı kalıntılarının sokaklar etrafında inşa edilmiş konutlardan oluştuğunu söyledi.

 

Yukarı Menderes Havzasında prehistorik dönemleri kapsayan ilk arkeolojik araştırmaların James Mellaart tarafından 1954 yılında başlatıldığını hatırlatan Korkmaz, Batı ve Doğu Koniler'deki çalışmalarda Geç Kalkolitik Dönemden Geç Tunç Çağ sonuna kadar kesintisiz devam eden toplam 40 kültür tabakası ile "Yanık Saray" olarak adlandırılan ve Orta Tunç Çağ'a tarihlendirilen büyük yapının bir kısmının açığa çıkarıldığını ifade etti.

 

Prof. Abay başkanlığında Çivril, Baklan ve Çal ilçelerinde 2003-2010 yılları arasında geniş çaplı yüzey araştırmaları gerçekleştirildiğini ve daha önce literatüre girmeyen yüzü aşkın yerleşimin tespit edildiğini dile getiren Korkmaz şunları söyledi:

"2007 yılında Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izni ile Beycesultan Höyüğü/nde yaklaşık 50 yıl aradan sonra tekrar kazı çalışmaları başlatılmıştır. 2014 yılında gerçekleştirilen kazı çalışmaları ağırlıklı olarak, Geç Tunç Çağı yapılarının devamını tespit etmek amacıyla höyüğün güney tarafında gerçekleştirilmiştir. Yapılan kazılarda Beycesultan Höyük'te Bizans Dönemine ait mimari kalıntılar ve buluntuların iyi biçimde korunmuş olarak günümüze ulaştığı görülmüştür. Bizans Dönemi'ne ait yapı kalıntıları sokaklar etrafında inşa edilmiş konutlardan oluşmaktadır. Oldukça düzenli bir mimari plana sahip olan yapıların MS 12. yüzyılın sonlarında bir yangın sonucu terk edildiği anlaşılmaktadır. Selçuklu-Osmanlı Beylikler döneminde de iskan edilmiş olan höyüğün batı ve güneybatı tarafında Orta Tunç Çağ ve Bizans dönemlerinde kullanılmış olan bir mezarlık alanı da tespit edilmiştir. 2014 Yılı Kazı Çalışmaları sonucunda sokak yapısının devamının açığa çıkarılmasının yanı sıra sokağın güney tarafında da yapıların devam ettiği ve bu bağlamda yerleşimin son derece geniş bir alana yayıldığı anlaşılmıştır."

Trt Haber, 30.10.2014

KEPÇENİN DEĞDİĞİ YERDEN MEZARLIK ÇIKIYOR

 

 



Kozluk İlçesi'nde Belediyenin yaptığı alt yapı kazılarının neredeyse tümünde eski mezarlıklar ortaya çıkıyor. Yıllardır yapılan her kazı ve hafriyat çalışmasında eski mezarlar ortaya çıkmaya devam ediyor. Kozluk İlçesi'nde Belediyenin yaptığı alt yapı kazılarının neredeyse tümünde eski mezarlıklar ortaya çıkıyor. Yıllardır yapılan her kazı ve hafriyat çalışmasında eski mezarlar ortaya çıkmaya devam ediyor.

 

“ESKİ KARAKOL ALANINDA MEZARLAR ÇIKTI”

Kozluk çarşı merkezinde, eski karakol alanı olarak bilinen boş arazide daha önceden yapılan kazı hafriyat çalışmalarında çok sayıda eski mezar gün yüzüne çıkmıştı. Belediye yetkililerince düzenli bir şekilde poşetlere alınan insan kemikleri ilçenin farklı mezarlıklarında yeniden toprağa gömülmüştü. Ayrıca, Dedaş binasının hemen bitişiğinde sıra sıra taşlarla örülü olarak, gün yüzüne çıkan mezarlarda insan kemikleri mevcut.

 

TARİHİ YAPILARIN ETRAFI MEZARLARLA DOLU

Kozluk ilçe merkezindeki tarihi yapılan etrafında halen gün yüzüne çıkmamış yüzlerce mezar olabileceğini ifade eden yurttaşlar, “İlçemizin tarihi oldukça eski olunca yapıların olduğu yerlerde mezarlar ve gömüler bulunuyor. Zaten yapılan her kazıda mezar veya insan kemiklerine rastlanması bunun bir kanıtı. Çoğunlukla kıbleye dönük olmaları, bu mezarda yatanların Müslüman olduğunu göstermektedir. Yetkililerin bu mezarları başka yerlere nakletmelerini istiyoruz” şeklinde konuştular.

Batman Gazetesi, 23.10.2014




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi